türkiye sınırötesi bölgesinde organik üretim ve yeşil enerji

Transkript

türkiye sınırötesi bölgesinde organik üretim ve yeşil enerji
Bulgaria-Turkey IPA Cross-Border Programme CCI 2007CB16IPO008
BULGARİSTAN – TÜRKİYE
SINIRÖTESİ BÖLGESİNDE
ORGANİK ÜRETİM VE YEŞİL
ENERJİ
PROJE № 2007CB16IPO008-2011-2-036
„EKONOMİK EKO ENERJİ STRATEJİSİ –
ENERJİ VE ÇEVRESEL REFAH İLE EKONOMİK KALKINMA”
ЯМБОЛ, 2013
1
YAMBOL TİCARET VE SANAYİ ODASI ,
YAMBOL, BULGARİSTAN
BABAESKİ TİCARET BORSASI,
BABAESKİ, TÜRKİYE
Bu yayın Bulgaristan – Türkiye IPA Sınır Ötesi İşbirliği Programıyla Avrupa Birliği'nin
desteğiyle hazırlanmıştır. Bu yayının içeriği tamamen „Yambol Ticaret ve Sanayi Odası„’nın
sorumluluğundadır ve hiçbir şekilde Avrupa Birliği veya Programın Yönetim Otoritesi’nin
görüşlerini yansıtmamaktadır
2
İÇERİK:
1. Tarımda Organik üretim nedir? .............................................................................................. 7
1.1 Organik tarım nasıl ortaya çıkmıştır?................................................................................. 9
1.2 Organik tarım üretiminin insan sağlığına faydaları ......................................................... 10
1.3 Organik gıda tüketmemiz için on neden ......................................................................... 12
1.4 Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere (GDO) karşı savaş ........................................................ 13
1.5 Organik ürünleri nasıl ayırt edebiliriz ? ............................................................................ 14
2. Bulgaristan’da Organik üretim ............................................................................................. 15
2.1 Bulgaristan’da piyasadaki organik ürünlerin güçlü yönlerinin analizi ............................ 18
2.2 Bulgaristan’da piyasadaki organik ürünlerin fırsatları analizi ......................................... 19
3. Türkiye’de Organik üretim .................................................................................................... 20
4. Avrupa ve Dünyada Tarımda Organik Üretim – rakam ve veriler ........................................ 22
5. Geleneksel tarımdan Organik tarıma nasıl geçilir?.............................................................. 25
6. Organik tarım dünyayı besleyebilir....................................................................................... 26
7. Yeşil enerji ............................................................................................................................ 28
8. Yenilenebilir enerji kaynağı türleri ........................................................................................ 31
8.1 Rüzgar enerjisi ................................................................................................................. 31
8.2 Su enerjisi ........................................................................................................................ 32
8.3 Güneş enerjisi.................................................................................................................. 34
8.4 Jeotermal enerji ............................................................................................................... 35
8.5 Biyokütle enerjisi.............................................................................................................. 37
9. Bizim medeniyetimiz için daha itici bir gücü nerede bulabiliriz ........................................... 39
10. Bulgaristan’da yenilenebilir enerji kaynakları ..................................................................... 42
11. Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynakları ........................................................................... 46
3
4
5
6
1. Tarımda Organik üretim nedir?
Basitçe söylemek gerekirse, organik tarım,
siz tüketicilere, taze, lezzetli ve doğal gıda
sağlamaya çalışan ve aynı zamanda doğadaki
doğal döngülere saygı eden ve dikkate alan bir
tarım sistemidir. Bunu başarabilmek için, organik
tarım bir dizi amaç, ilkeler ve uygulamalara
dayanmaktadır, tüm bu dayanakların asıl hedefi
çevre üzerindeki insan etkisini en aza indirmek
ve tarım sisteminin mümkün olan en doğal ve
oldukça doğal şekline yakın işleyişini sağlamak
için tasarlanmıştır. Organik çiftlikleri bitki
üretiminde ve hayvan yetiştirmekte, kimyasallar
ve yapay böcek ve ot ilacı, sentetik gübre, atıksu,
genetiği değiştirilmiş organizmalar, antibiyotik
veya yapay radyasyon kullanmamaktadırlar.
Her ülke kendisine özel, organik standartlar ve
belgelendirme prosedür ve usullerini geliştirir,
ancak Avrupa Birliği'nde belirlenen uluslararası standartlar ve Gıda Kodeksi Alimentarus (Gıda kanunu)
düzeyinde standartlar vardır. Her iki organik çiftlikler de/ gerek küçük ölçekli ve gerek ise büyük ölçekli
olanlar / kimyasal-yoğun, endüstriyel çiftliklere karşı bir alternatif olarak kendilerini kanıtlamışlardır.
Organik ürün üreticileri doğayla çalışmaktadırlar, doğaya karşı değil. Organik çiftlikler kimyasallara
yerine ağaçlar, çalı çitler ve açık alanlara güveniyorlar, böylelikle doğal yırtıcı hayvanlar için yaşam alanı
sağlamaktadırlar, buna örnek olarak böcek, uğurböceği ve örümceklerin vermiş oldukları zararları doğal
yolla kuşların kontrololünde olması gibi.
Organik tarımın tipik uygulamaları şunlardır:
• Mevcut tarımsal kaynakların etkin kullanımı için bir ön koşul olarak "ürün rotasyonu" metodunun
yaygın kullanımı.
• Böcek ilaçları ve yapay gübrelerin kullanımı, hayvanlara verilen antibiyotiklere, gıda katkı maddeleri,
gıda üretiminde işlem yardımcı katkı maddelerı ve bu tür diğer katkı maddelerin kullanımıyla ilgili çok
sıkı sınırlamalar getirilmiş olması.
• Genetiği değiştirilmiş organizmaların kullanımı ile ilgili mutlak yasak
• Kaynakları "yerinde" kullanma, buna örnek olarak hayvan gübresini toprağı zenginleştirmek için
kullanımı veya çiftliklerde üretilen yem.
• Hastalığa dayanıklı ve yerel koşullara adapte olabilecek bitki ve hayvan türlerinin doğru seçimi
• Serbest ve açık alanda hayvan yetiştirme ve organik olan yemler ile besleme
• Türlerin özel ihtiyaçlarını göz önüne alarak hayvancılık uygulamaların uygulanması
Tarımda organik üretim, uzun, üretim ve tedarik zincirinin bir
parçasıdır, gıda işleme, dağıtım sektörleri ve organik ürünlerin
satışını ve zincirin sonunda, Siz, tüketicilerin kendilerini
kapsamaktadır. Bu zincirde yer alan her bir faaliyet geniş alanda
yararlı etkisi olacak çekilde düzenlenmiştir.
Yani her zaman, organik elma satın aldığınızda ya da en
sevdiğiniz restoranın menüsünden organik üzümlerden üretilmiş
bir şarap seçtiğinizde, onların çevre ve hayvanları korumaya yönelik
sıkı kurallara uygun olarak üretildiklerinden emin olabilirsiniz.
Avrupa Birliği'nde, tarımsal ürünlerin organik üretimi ve tarım
ürünleri ve gıda maddeleri üzerinde organik olduklarına dair
etiketleme bulunmasına dair organik tarım koşulları 24 Haziran 1991 tarihinden (EC) № 2092/91 No’lu
Konsey Yönetmeliği ile organik tarımın koşulları belirtilmektedir. Yönetmeliğin kapsamlı incelenmesi
sonucu, Aralık 2005'te Avrupa Komisyonu’nun iki teklif yapması ile sonuçlanmıştır, bir yandan organik
ürünlerin ithalatı için basitleştirilmiş ve geliştirilmiş bir dizi kural da dahil olmak üzere, ve diğer taraftan da
organik üretim dğzenleyici ve işaretleme kurallarını belirlemektedir. Organik ürünlerin ithalat Yönetmeliği
- 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren geçerli olan Yönetmelik № 1991/2007, 2092/91/ (EEC) sayılı Yönetmeliği
ile, tarımsal ürünlerin organik üretimi ve tarım ürünleri ve gıda maddeleri üzerinde organik olduklarına
dair etiketleme bulunmasına dair organik tarım koşullarına, değişiklik yapılmıştır. Diğer 28 Haziran 2007
tarihinden yeni Konsey Yönetmeliği № 834/2007, organik ürünlerin organik üretim ve etiketlemesine dair
olan bir yönetmeliktir, organik üretim, logosu ve etiketleme sistemini düzenlemektedir ve 1 Ocak 2009
tarihinde yürürlüğe girmiştir.
7
Biyolojik tarım için bu AB Yönetmeliği organik bitkilerin üretimi
ve hayvancılıktaki çalışma yöntemlerini, gıda ve yem işlenmesi
için kuralları belirlemektedir ve bunlara dayanarak nihai ürünün
etiketinde "organik" teriminin kullanımına izin verir. Yönetmelik
hükümlerine bağlı olarak, biyolojik tarımsal üretim olduğunu
göstermek için AB logosu taşıyan tüm ürünler için gereklidir.
Aynı zamanda organik üretimin denetimini ve sertifikasını veren
denetleyici ve kontrol eden kişilerin isim ve/veya kodu (Örneğin
Bulgaristan, BG-02) organik ürün logosuyla birlikte yer alması
zorunludur.
Bu "tanımlama modu" Avrupa Birliği Üye Devletleri tüketicilerine satın aldıkları ürünlerin biyolojik
kökenli olduklarına dair güven ve itimat sağlamak için ayarlanmıştır. Aynı zamanda, AB logosunun
amacı tüketiciler tarafından organik ürünlerin tanınmasını kolaylaştırmaktır ve ulusal düzeyde kullanılan
işaretlerin işlevinden çok farklı olmayan bir fonksiyonu vardır o da tüketicilerin kendi ülkelerinde bulunan
ürünlerde de görülebilir olmasıdır.
İstatistikler daha fazla Avrupalı tüketiciler piyasada ve süpermarketlerde ya da yerel bir restoranda
farklı ürünlerin etiketlerinde biyolojik kökenli göstergeler arıyor olduklarını göstermektedir. Araştırmalar
organik ürün piyasa payı oranı yıllık yüzde 10-15 oranında arttığını göstermektedir.
Tüketiciler organik gıda seçerken bilmek istedikleri şey ödeme yapmış oldukları
ürün tam olarak ve gerçekten organik olan bir ürün olmasıdır – diğer bir değişle bu
biyolojik ürünün organik olmasıdır. AB logosu, organik ürünleri göstermek için ve
etiketleme sistemi, bunu mümkün kılan makanizmalardır. Logo, satın alınan ürünlerin
tamamamen organik üretim, AB Yönetmeliği kurallarına uygun olduğu veya organik
ürünlerin aynı veya AB kurallarına eşdeğer kurallar ithalatı durumunda olduğunu,
tam bir güven vermek için tasarlanmıştır.
AB içinde, organik logosu ve etiketi ile organik ürünlerin üretim ve pazarlaması, net ve kesin kurallar
ile düzenlenmiştir. Herkes tarafından bilinen yöntem Geleneksel tarım uygulayan üreticiler piyasaya
'organik' tanımını karşılayan tarım ürünleri pazarlayabilmeleri için öncelikle organik tarım için en az 2 yıllık
bir geçiş dönemi geçmelidirler. Eğer ki hem geleneksel hem de organik üretim uygulamak istiyorlar ise
o zaman her iki faaliyetin her üretim aşamasının netleştirilmiş bir ayırımını yapmaları gerekmektedir. AB
Yönetmeliği üreticilerin ve işlemcilerin kendilerine uygulanabilir olan kurallara sıkı sıkıya bağlı kalmalarını
gerektirmektedir. Bunu sağlamak ve garantilemek için, onları kontrol etmek üzere ilgili özel veya kamu
kuruluşları tarafından kontrole tabidirler.
Kontrol prosedürlerini başarıyla geçen üreticiler, sertifika alırlar ve üretmiş oldukları ürünleri organik
olarak temsil etme hakkına sahip olurlar. Yönetmelik işaretleme ve organik ürün etiketleme logosunun
kullanımı konusunda sıkı kurallar belirlemektedir, bunun nedeni ise hangi ürünün organik olduğu
konusunda tüketicilerin belirsizliğini önlemek ve istismar için potansiyeli azaltmak amacıyla:
"«Yeşil», «organik», «bio» gibi tüm terimleri, vb. ticari
kullanılan terimler de dahil olmak üzere, ya da işaretlenmesi
için kullanılan uygulamalar, ya da reklam, bir ürün ya da
içerik maddelerinin bu Yönetmelik gereksinimlerini yerine
getirmiş olduğunu öne sürerek tüketiciyi yanıltabileceğinden,
organik olmayan ürünlerin etiketlemesinde kesinlikle bu
terimler kullanılamaz." Ayrıca, organik ürünler söz konusu
ürünün genetik olarak değiştirilmiş organizmalar içerdiği
işaret edilen etiket kullanamaz.
Organik ürünlerin orijinalliğini daha çok güvenilmesini
sağlamak için, Yönetmelik organik olarak etiketlenmiş tüm
ürünlerin, üretim ve dağıtım zinciri son operatör adını gösterir şekilde olmasını gerektirir, örneğin üretici,
işlemci ya da tedarikçinin ve gerekli kontrolleri yapan kuruluşun adı veya kodu mutlaka yer almalıdır.
AB'nin organik ürünlerin etiketleme işareti ve farklı Üye Devletlerde kabul edilen çeşitli logoları "biyolojik"
kelimeleri tarafından verilen teminatı tamamlamak ve tüketiciler için organik ürünün "görünürlüğünü"
artırmak için vardır, yani kolayca tanınabilir yapmak içindir. AB logolu ürünleri satın alarak, tüketiciler
şunlardan emin olabilirler:
• Tarımsal kökenli olan maddeler arasında en az % 95 oranında organik üretim yöntemi ile üretilmiştirler;
• Ürün resmi denetim düzeninin gereklerine uygun olmasıdır;
• Ürün doğrudan üretici veya işlemciden kapalı bir paket içinde gelir;
• Ürün üretici, işlemci veya tedarikçinin adını taşımaktadır ve kontrol kuruluşunun adı veya kodu da
yer almaktadır.
8
Paketlenmiş gıdalar için AB logosunun kullanımı 1
Temmuz 2010 tarihinden itibaren zorunludur. Bu tarihten
sonra ithal edilmiş gıdalar için gönüllü olmaya devam
etmektedir. Yeni Yönetmeliğin yürürlüğe girişi ile mutlaka
tarım ürünlerinin nerede üretildiğine dair bilgi yer almalı
ve gösterilmelidir. Bu etiketleme şekli "AB" veya "AB
üyesi olmayan", belirli bir ülke veya AB içinde veya
dışında olarak mutlaka imalat yeri gösterilmelidir. Üretim
yapılan ülke dışında bir üye ülkeye organik ürün satışı
yapılırken, ithalatçı ülkenin piyasada bilinen - genellikle
ek logosunun kullanımını gerekmektedir. Avrupa Birliği
çapında tanınan bir logo kabulü ve tanıtımıyla bu tür
çift logo örtüşmelerine gerek kalmayacaktır.
Organik üretime geçiş döneminin tamamlanmasından sonra, üretici ve işlemciler titiz yıllık denetime
tabi olmaya devam edeceklerdir ve bu denetimler aşağda da belirtilmiş olan gereksinimler doğrultusunda
gerçekleşecektir:
• Satın alma ve satış belgelerin kontrolü, hayvan sağlığı defterleri vb..
• Örnek alma imkanı
• İç ve dış mekanlarda hayvan yetiştirme koşulların kontrolü
• Depolar, dış alanlar, meyve bahçeleri, seralar ve meraların denetimi
• bir operatörün risk teşkil ettiği kabul edildiği durumlarda ek denetimler ve saha ziyaretleri denetim
otoriteleri tarafından yapılabilir.
Her Avrupa Birliği üye devleti kontrol amaçla bir sistem oluşturmuştur ve ve bazı resmi ve/veya onaylı
özel denetim organları mevcuttur, dolayısıyla bu sistem ve denetim organları sayesinde kontrol ve organik
üretim belgelendirmesi yapılmaktadır.
Olmazsa olmaz olan gereksinimlere uyulmadığı durumunda, organik üretim sertifikası feragat edilebilir
ve "organik" ürünler üreten üretici veya işlemcinin hakkı - iptal edilir.
Organik gıda ve organik tarım için Avrupa Eylem Planı verimlilik, şeffaflık ve tüketicinin güvenini artırarak
organik gıdalar için piyasa geliştirme ve standartların geliştirilmesi ve iyileştirilmesini için 21 girişim
öngörmektedir.
Plan aynı zamanda üretim standartlarının geliştirilmesi veya araştırma
faaliyetlerini güçlendirmek, organik tarım, tarımın geliştirilmesi yoluyla
kamu desteğinin optimizasyonu hakkında bilgi artışı gibi önlemler
tanıtmaktır. Bu organik üretici sayısının hızla artmasını ve son yıllarda
tüketiciler için artan talebi yansıtmaktadır. Plan sektörde Üye Devletler
ve kilit paydaşlarla kapsamlı görüşmelere dayanmaktadır. Eylem Planı
aşağdaki iki belgeden oluşmaktadır:
• 21 girişimleri temsil eden Konsey ve Avrupa Parlamentosu (tr) için
Komisyonun Resmi Gazetesi.
• Komisyon (en) üyelerinin çalışma belgesi mevcut durum analizi ve
önerilerin ayrıntılı açıklamasını içeriri.
1.1 Organik tarım nasıl ortaya çıkmıştır?
Batı Avrupa'da 19. yüzyılın sonunda, tarım üreticileri büyük bir sorun
ile karşı karşıya gelmişlerdir - nüfus artışı nedeniyle daha fazla gıda
gereksinimi doğmuştur, ancak bu ihtiyacı karşılarken önemli bir ölçüde
toprak verimliliğinin düşüş yaşamasını da engellemek gerekmektedir.
Bu dönemde, bir dizi bilim adamları toprak verimliliğinin sorunlarıyla
başa çıkmak için sıkı çalışmalara başlıyor ve de bu konuda özellikle
kimyagerler önemli ilerleme katediyorlar. Justus van Liebig (1803-1873)
"tarım kimyasının babası" olarak bilinmektedir. O bitkileri incelemektedir,
asıl kedefi ise bitki gelişimi için gerekli olan maddeler bulmak, bitkilerin
topraktan ne tür maddeler ile beslendiğini ve nasıl absorbe ettiklerini
anlamaya çalışır. Fosfor ve potasyum önemli maddeler olduğunu ve
azot ise bitkilerin gelişim için yardımcı olduğunu bulmuşlardır.
20. yüzyılın ilk 40’lı yıllarında biyokimya ve mühendislik alanlarındaki gelişmeler tarım alanında büyük
değişikliklere sebep olmuştur. Dünya Savaşı'ndan sonra ilk tarım makineleri kullanımı ile birlikte ve buna
paralel olarak başarıyla tarım çiftliklerinin kimyasallaştırılması da başlamıştır. Sör Albert Howard (18731947), büyük İngiliz tarlalarında büyümekte hububatlar üzerinde bulunan hastalıklar ile ilgili çok sayıda
9
çalışma yapmıştır. O, bitkilerde hastalık görülme sıklığı arasında ve kompost (gübreleme yapılan madde)
elde edilme yöntemiyle ilgili bir ilişki olduğunu bulmuştur. Kendi bulgularına dayanarak, özellikle sömürge
ülkelerinde çok geniş kapsamlı kullanımı olan bir kompost sistemi geliştirmiştir. Felsefede antroposofik
yön kurucusu olan Rudolf Steiner 1924 yılında, tarım için fikirlerini ortaya koymuştur, onun için önemli
olan ruhsal ve astral güçlerle, doğa ile uyum içinde olunmasıdır. Bu fikirler "Tarım Kursu" olarak bilinen,
8 derslik bir kursta sunulmaktadır ve biyo-dinamik tarımın doğumu için temel teşkil etmektedir, daha
sonra ise biyo-dinamik tarımdan biyolojik tarım oluşmuştur. Daha sonra Hollanda'da (Loverendale) ilk
biyo-dinamik tarım çiftliğini oluşturmuştur. İlk defa «biyolojik tarım» (organic farming) kavramını 1939
yılında Lord Nourthbourne (Walter James olarak da bilinen) tarafından kullanılmıştır. Kavram, "bir
organizma olarak çiftlik" görüşünden kaynaklanmaktadır ve "Dünyaya bakış" (1940) adlı kitabında ilk defa
kullanmıştır vekavram açıklamasını da yapmıştır. Kitapta tarıma bütünsel, ekolojik yaklaşımın önemini
ve ulaşılmasını başarıyla açıklamıştır. Yazar biyolojik tarımı kimyasal tarımla karşılaştırıyor ve aradaki
farkları öne çıkartıyor. Leydi Eve Balfour (1898-1990) çiftlikte bitkilerin döngüsel rotasyon prensibine
göre ekim ve bakımı, çalışmak için tek doğru yol olduğuna
inanmaktadır. O, Sufolk’ta yaptığı çiftliğinde uzun yıllar kendi
yöntemini denemiştir ve bu deneyi esnasında kimyasal gübre
kullanmayıp Sir Albert Howard’ın kompostlama sistemine adapte
olmuştur. Leydi Balfour „Yaşayan Dünya” dergisinde kendi
deneyimleriyle ilgili bir sürü malzeme yayınlamıştır. Bu nedenle
bugün Uluslararası Organik Tarım Hareketi’nde önemli bir rol
oynamakta olan İngiltere'de 1949 yılında "Toprak Derneği" (The
Soil Association) kurulmasına yeni bir ivme vermiştir. İkinci
Dünya Savaşı'ndan sonra, Leydi Balfour tamamen alternatif
tarıma adanmış olan "Toprak Ana" dergisini yayınlamıştır. 20.
yüzyılın 50'li yıllarda, sürdürülebilir tarım bilim dünyasında önemli
bir konudur. Amerika'da J.I. Rodale, organik tarımın koşulları
ve yöntemlerini teşvik etmek ve bu tür üretimin ünlenmesi
için çalışmalara başladmıştır, özellikle tüketicilere organik
bahçe promosyonları ile destekleyerek. Biyo-dinamik üretim
(DEMETRA) için ilk etiket 1954 yılında tescil edilmiştir. 1972 yılında
Paris'te Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu – IFOAM’ın ilk Kongresi toplanmıştır, ve 20.
yüzyılın 80'li yıllarında ise dünyanın her tarafından çiftçiler ve tüketiciler organik tarım düzenlenmesi için
hükümetler üzerinde yoğun bir baskı kurmaya başlamışlardır. Bu baskılar 90’lı yılların başında kanun ve
standartların oluşturulmasına yol açmıştır. 1991 yılında Avrupa Komisyonu organik tarımın kullanılmasını
düzenleyen kanun kabul etmiştir. 24 Haziran 1991 yılından Konsey Tüzüğü’nde 2029/91 organik ürünlerin
karşılaması gereken gereksinimler belirtilmiştir. O zamandan beri, düzenleme birçok kez değiştirilmiştir.
1.2 Organik tarım üretiminin insan sağlığına faydaları
Birçok kişi organik tarım üretimini desteklemektedir,
çünkü kansere neden olan pestisit atık maddelerin
bulunduğu organik olmayan gıdaların tüketilmesini
önlemek için bir alternatif sağlamaktadır. Aynı zamanda
Organik çiftlikler, zirai kimyasalların yapmış olduğu
gibi, biyolojik çeşitlilik, böcekler, kuşlar, mikrop veya
insanlara zarar vermezler. Organik gıda aynı zamanda
hem daha sağlıklı hem de çevre için daha yararlı.
Zirai-kimyasallar sadece tüketiciler için değil, aynı
zamanda doğrudan bitkiler üzerinde uygulamalar
yapan çiftlik laboratuvarlarında çalışan kişiler için de
önemli bir risk oluşturmaktadır. Örneğin, Roundup’ın
ana bileşenlerinden olan glifosat, tarım işçileri arasında
kimyasalların sebep olduğu tüm zararlar arasında, en
sık zarar veren ve bozukluklara neden olan üçüncü boyut yaralanmalar olarak da bilinen yaralanmaların
ana suçlusudur. Avrupa'da, yağmur farklı düzeylerde zirai ilaç kalıntısı içerimektedir, bu oranlar içme
suyu için standartların dahi üzerindedir. Gıda içerisinde bulunan bu tür kimyasallar bağışıklık sistemimizi
bozmaktadır ve böylelikle bir çok virüsin bünyemizde geniş bir yelpazede hastalıkların görünümünü
tetiklemesini sağlamaktadır. Pestisit’lere maruz kalmanın bir sonucu olarak nörolojik hasarlar, doğum
kusurları, büyüme problemleri, çocuklarda davranış problemleri ve hiperaktivite /artan fiziksel aktivite/,
tiroid hormon değişiklikleri, memeve testis kanserleri, tüm bunların yanı sıra sperm sayısının azaltılması
10
tespit edilmiştir. İngiltere hükümeti, kimyasal kalıntılar yüzünden meyvelerin kabukları soyularak
tüketilmesini tavsiye etmiştir. Çocuklar artan lösemi riski nedeniyle daha da korumasız ve tehlike
altındadırlar.
Şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp rahatsızlığı ve diğer gibi birçok hastalıklardan kısmen de olsa kötü
gıda seçenekleri nedeniyle oldukları tespit edilmiştir, bu yüzden bu tür gıdalardan uzak durmak sizi
kısmen hastalıklardan korur.
Belki de, organik gıda avantajları hakkında henüz düşünmemişsinizdir, ancak gıda veya içecek
seçimlerimizi yaparken vücudunuza olumlu veya olumsuz etkilere yol açacak kararı da almış oluyursunuz.
Medyalardaki, üreticilerin doğayı kirletmeleri konusunda ya da genetiği değiştirilmiş ürünlerin etkileri
konusunda yapılan uzun tartışmalar bizleri yeterince stres altında bırakmaktadır.
Yediğimiz gıdaların çoğu pestisit kalıntıları, bitki ilaçları, kimyasal
katkı maddeleri ve toksinler gibi birçok zararlı maddeler içermektedir.
Süt, et ve yumurta üretimini artırmak için çeşitli kimyasallar
kullanarak yoğun tarım yöntemleri ile üretim yapılmaktadır. Diğer
kimyasallar ise imal edilen ürünlerin dayanıklılığını artırmak için
kullanılmaktadır. Bu yüzden suçlular modern tarım uygulamalarıdır,
çünkü bu uygulamalarda üretimi artırmak için gübre, pestisit ve
herbisit (ot ve böcek ilaçları) büyük miktarlarda kullanılır.
Bu tür kimyasallar içeren ürünleri az miktarlarda tükettiğimizde bu toksinlerin az miktarlarda vücudumuza
birikir ve zaman içinde bu birikim artmaktadır. Buna ek olarak bir de nefes aldığımız havanın kirliliğini
ilave edersek, vücudumuzun bir toksinler deposuna dönüştüğünü anlayabiliriz. Yan etkileri yetişkinlere
hemen görülmeyebilir, ancak çocuklar, yaşlılar ve bebekler gibi daha savunmasız, hassas ve duyarlı
olanların üzerinde güçlü bir etkiye sahip olabilirler. Birleşik Krallık'ta gerçekleştirilen otoriter çalışmalar
bulunmaktadır ve bu çalışmalara göre İngiliz bebekleri anne sütü ile 350
kimyasal toksine maruz kaldığını göstermektedir. Bu sorunun tek çözümü ise
sağlıklı organik gıdalardır. Organik gıdalar zararlı maddeler ve tarım ilaçları
kaçınarak üretilir ve çevre ve yaban hayatı tehdit etmemektedir. Organik tarım,
gıda üretiminde zararlı sentetik kimyasallar, yani herbisit, mantar ilaçları ve
diğer zehirli sentetik kimyasallar kullanılmadan gerçekleştirilen bir sistemdir.
Organik tarım, sentetik pestisitlerden salınan zehirli kimyasalların etkisini
azaltarak insanların ve gezegenin sağlığını korumaktadır. Toprakta, hava, su ve
gıdalarda mevcut olabilen toksinler astımdan kansere kadar sağlık sonuçları ile
ilişkilidir. Organik tarım üreticiliği toksik olan ve biyolojik olan parçalanmayan
pestisit kullanmaz, yalnız organik malzemeler kullanmaktadır. Ve bu da insan
sağlığını ve doğayı korumakta yardımcı olacak kolay yollardan biri olarak kabul edilebilir. Birçok kimyasal
odaklı tarım üreticisi sektörü bize gıda sağlayabilir, ancak uzun vadede bakıldığında başarısız olmaya
mahkumdurlar. Bunun nedeni ise bu tür üreticilerin, ürünün besin değerlerinden ödün vermelerinin, ve
toprağın verimliliğini yağmalayan ve kirliliğine sebep olan istikrarsızlıkları bunun bir sonucudur.
1940'ların sonlarında kimyasal tarım yetiştiriciliğin başlangıcı olmuştur. Ot ve böcek ilaçları ve sentetik
kimyasallar – fitreleyiciler çiftçiler ve çiftlikler tarafından yaygın olarak kullanılmışlardır. Zararlı ve yabancı
otların neredeyse ortadan kaldırılarak ve ekim alanlarının verimini önemli ölçüde yükseltmiştir. Mısır
ürünlerden alınan verim 1926 yılında dönüm başına yaklaşık 26 kile iken 1996 yılında dönüm başına 127
kileye yükselmiştir.
Giderek böcek ve yabani otlar kimyasallara karşı direnç elde etmeye
başlamışlardır. Pestisit ve herbisit miktarı artmıştır, ancak aynı zamanda
zararlıları ve yabani otların miktar ve türleri de artmıştır. Tüm bunlara bağlı
olarak daha güçlü toksinler kullanmaya ihtiyac olmuştur. Birçok yeni tarımsal
kimyasallar gelişigüzel dokunduğu her şeyi öldürmektedirler, buna toprakta
mikrobiyal aktivite de dahil olmak üzeredir. Bu noktada toprak bitkilere çok
az katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Sadece onların büyüdüğü bir ortam
olarak kaldı. Verimliliği, beslenme, hastalık ve zararlı etkilere karşı direnci
olmayan bir Çevre. Sentetik kimyasalların toprağa eklendiklerinde ociddi
etkileri sadece bitkiler üzerinde görülmemektedir, aynı zamanda toprağa ve bitkilerin yaşam ve sağlığını
sürdürmeleri için gerekli olan ekosistemi de etkilemektedirler.
Sertifikalı Organik gıda hiçbir sentetik pestisit ve herbisit, koruyucu ya da diğer katkı maddeleri, veya
GDO'lu maddeler içermez ve tarımsal ürünün büyümesi üzerinde herhangi bir yapay etki olmadan yetişir.
11
Sonuç daha iyi bir ekolojik ortamdır; zenginleştirilmiş ve kuraklığa dayanıklı, daha az aşınmış topraklar,
yeraltı suları daha az kirletici, gelişmiş biyolojik çeşitlilik ... ve lezzetli ve besleyici gıdalar. Milyonlarca
insan, pestisitler, endüstriyel tarım ürünlerine „HAYIR” demekteler, hedefledikleri şeylerin „daha fazla”
ve „daha hızlı” olma fikrine de „HAYIR” demektedirler. Organik gıdalar için kayda değer bir büyüme
vardı. Tüketicilerin, kendi kişisel ve aile hayatı, çevrelerindeki dünyayı, sağlık ve refahı doğrudan onların
tükettikleri yemek ve içecekler ile ilişkili olduğunu kabul ettikleri andan itibaren bu sektör ile daha fazla
ilgilendikleri görülmektedir.
1.3 Organik gıda tüketmemiz için on neden
1. Tat konusunda birinci
Birçok kişi organik gıdaları organik olmayan gıdalardan daha lezzetli buldukları için tercih etmektedirler.
Organik meyve ve organik sebzeler doğal büyüme ritimi takip ederler ve daha az su içeriğine sahiptirler.
Lezzetinin belirgin olmasının nedeni de budur. Avrupa pazarında yapılan araştırmalara göre birçok kişi
için kalite ve lezzet düşük fiyattan daha önemlidir.
2. Sağlık kaynağıdır
Genel olarak organik ürünler daha fazla C vitamini ve yüksek düzeyde kalsiyum, magnezyum,
demir, krom gibi minerallerin yanı sıra kanser önleme özelliğine sahip olduğu bilinen antioksidanlar da
içermektedirler. Organik süt omega-3 türleri, E vitamini, A vitamini (beta karoten) gibi önemli yağlar ve
diğer antioksidanlar içermektedir.
3. Tehlikeli takviyeler
AB tarafından onaylanan 290 gıda katkı maddelerinin sadece 32 organik gıdalarda kullanılmasına izin
verilmiştir. Hidrojene yağ, aspartam (yapay tatlandırıcı) ve monosodyum glutamat takviyeleri yasaklı olanlar
listesinde yer almaktadırlar. Bu katkı maddeleri, bir dizi sağlık sorunları ile bağlantılı olduğu gösterilmiştir.
4. Pestisitler (böcek ilaçları)
Pestisitlerden uzak durmanın en iyi yolu organik gıdalar ile
beslenmektir. 440 türlü Pestisitten fazla düzenli olarak geleneksel
tarımda kullanılmaktadır ve genellikle son ürünün içerisinde
bulunmaktadır. 2005 yılında Avrupa’da yapılan meyve, sebze ve
ekmek test sonuçları, bu ürünlerin % 40 oranındakilerde pestisit
olduğu tespit edilmiştir. Özellikle portokal, ekmek, üzüm ve armutta
yüksek miktarlarda bulunduğu ortağa çıkmıştır.
5. GDO
Genetiği değiştirilmiş ürünlerinin ve malzemelerin (GDO)
organik üretimde kullanılması yasaktır. Geleneksel yöntemlerle
yetiştirilen hayvanlar genellikle GDO'lu ürünler ile beslenmektedir.
Bu hayvanlardan domuz eti, dana eti, peynir ve diğer süt ürünleri
üretilmektedir ve daha sonra bizim marketlerimizde yerlerini almaktadırlar.
12
6. Anibiyotikler
Hayvancılıkta kullanılan antibiyotiklerin % 70 oranında sağlıklı hayvanlara önleyici amaçla ve büyümeyi
teşvik amacıyla verilmektedir. Bu geniş kapsamlı uygulama bakterilerin son derece deforme olan
gelişmesine yol açabilir ve ilaçlara karşı dirençleri gelişir, ve tüm bu yan etkilerin yanı sıra insanlara da
iletilmektedir. Antibiyotiklerin rutin kullanımı organik tarımda izin verilmez.
7. Gizli fiyat
İçme suyuna tarımdan nüfuz eden kimyasal ve
pestisitlerden arıtmak pahalıya mal olmaktadır.
Tarımın kendisinden toksinlerin atılması devlet ve vergi
mükelleflerinei çok para tasarrufu sağlamaktadır.
8. Yüksek standart
Organik gıdaların kökeni kanıtlamıştır. Tüm organik
çiftlikler ve organik gıda şirketleri ve işletmeciler en az
yılda bir kez denetlenmektedir. Organik gıda için standartlar AB hukuku tarafından belirlenmiştir.
9. Hayvanların bakımı
Hayvanların refahı için bukadar yüksek standartlarda olan başka bir sistem yoktur. Organik standartlar
hayvanların doğal olarak yetişmelerini ve saf ve doğal organik gıda ile beslenmelerini gerektirir.
10. Biyolojik Çeşitlilik ve Çevre
Organik çiftliklerin, yoğun üretim yöntemleri kullanın çiftliklere oranla daha fazla flora ve faunaya sahip
oldukları görülmektedir. Organik üretim biyolojik çeşitliliği desteklediği, az kirliliğine neden olduğu, daha
az karbondioksit ürettiği - bir sera gazıolan ve küresel ısınma ve iklim değişikliliğin başlıca nedeni olarak
gösterilen ve zehirli gazları azalttığı kanıtlanmıştır.
1.4 Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere (GDO) karşı mücadele
İrbirleriyle bağı olmayan ailelerin organizmalarından alınan genler kombine edilerek yeni şekiller
oluştuabilirler. Örneğin, yeni bir tür domates oluşturmak için bir balık türü olan morina balığının genleri
domatesin yapısına enjekte ederek gömülmüştür. Biz aslında günümüzde bu teknolojinin ürettiği ürünlerin
ne olduğunu ve gerçekten ne ile beslendiğimizi ve ne yediğimizi bilmiyoruz .
GDO'ların (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) kullanımı
bizim gıda zincirimizde, sağlığımız üzerinde, ve ekosistemler
üzerindeki etkileri henüz iyi anlaşılmış değildir. 1973 yılında, bizim
süpermarketlerin raflarında hiçbir genetik ürün bulunmuyordu,
bu durum Batı Avrupa için de geçerliydi. Ancak günümüzde
gıdalarımızın yaklaşık % 60 oranındakilerde genetiği değiştirilmiş
maddeler bulunmaktadır. Öyle görünüyor ki sanki her yeni
genetik olan ürün sanki yeni ve eşsizmiş gibi, ancak ne yazık
ki çevre ve gıda güvenliği ile ilgili sorunlar araştırılmamıştır. Bu
bitkiler ile ilgili yararları ve riskleri iyi araştırılmış olduğundan
dolayı organik tarım GDO kullanmamaya amaçlamaktadır ve
genetiği değiştirilmiş gıdalar etiket gerektiren yönetmeliklerin uygulanmasını desteklemektedir.
üretim maliyetlerini azaltmak için, verimliliği artırmak için ve daha hızlı gıda ürünlerinin (ör., peynir)
olgunlaştırması için mikroorganizmalar genetik olarak değiştirilmiştir. Bitkiler genetik değişiklikler için
en sık kullanılan organizmalardır. Amaç, haşereler ve bitki koruma ilaçlarına karşı daha dirençli hale
getirmektir ve tarımsal ürünlerin verimini arttırmak içindir.
Çoğu zaman değiştirilmiş ürünler soya fasulyesi, mısır, pamuk ve kanoladır. GDO'ların dünya pazarının
% 10 oranını bu tohumlarr oluşturmaktadır. Dünyanın önde gelen üreticileri çoğunlukla Amerikan ve
Kanada şirketleridir ("Monsanto" -. GDO pazarın % 88, "Bayer", "Syngenta", "Dow" ve diğerleri) çünkü
orada tüketim de fazla olduğu içindir.
13
“Biz ne yersek oyuz!”
Hipokrat’ın bu düşüncesi dünya kadar eskidir, ama özellikle
bugün son derece önemlidir. Giderek tükettiğimiz gıdalar zehir
olmakta, ve biz ise zehirlenmiş ve yevaş yavaş ölen canlılara
dönüşmekteyiz. Ortalama bir kişi bir yıl içinde kimyasalların büyük
bir miktarı, balık, et, meyve ve sebze, ve bazen bunun yerine ...
şeylerle yemektedir ve tarifsizdir.
Renklendiricileri, emülgatörleri, yoğunlaştırma maddelerini, kıvam
ve lezzet arttırıcıları zevkle tüketmekteyiz, çünkü doğal gıda ile
sentetik gıdayı neredeyse ayırt edilemeyecek kadar benzer tada
sahiptir, hatta bazı insanlar sentetik gıdaların doğal olanından
daha lezzetli olduğunu iddia ederler. Uzmanların tespitlerine ve
söylemlerine göre bulyon küpleri ve cipsler bizi gıda bağımlıları
yaptıklarını ve onlara bağımlı olduğumuzu söylüyorlar..
Modern yemekler genellikle mutfakta şefler tarafından pişirilmiyor laboratuvarlarda kimyagerler
tarafından hazırlanıyor. Domuz kızartması ya da alabalık, soslar, ketçap, vb kolayca bir dizi tatlandırıcı
ve renklendirici ile değiştirilebilir. Kimyager teknologlar erikten - şeftali ve vişne, kayısıdan - armut ve
armuttan – mango yapabilirler.
1.5 Organik ürünleri nasıl ayırt edebiliriz?
"Organik" ya da "Ekolojik" işareti ve adı sadece organik olarak üretilen
ürünlerin etiketlerinde yer alabilir, ve yetkili bir kuruluş tarafından
kontrol edilerek sertifika verilir. Ayrıca "biyolojik" işareti dışında etiket
üzerinde yetkili kontrol otoritesinin adı ve kod numarası da yer almalıdır.
Aksi takdirde Avrupa Birliği tarım piyasalarının ortak organizasyonu
uygulanmasına - /ZPOOPZPES/ 01.01.2007 tarihinden yürürlükte olan
ve Güncellenerek 28 Kasım 2006 tarihli 96 sayılı Resmi Gazete'de doğrudan bir ihlali olacaktır. Bu Kanunun, 25. Madde, paragraf 3 göre,
"biyolojik", "ekolojik", "organik", "bio" ve "eko" olarak, hatta yabancı dil de
dahil olmak üzere tanımlamasını ve organik olmayan tarım ürünlerin ve gıda maddelerin organik üretim
olarak işaret yapıştırılmasını yasaklar.
Organik ürünler gübre, kimyasallar ve böcek ilaçları kullanmadan hedeflenen yöntemlerle
yetiştirilmektedir. Organik tarım kontrolü sadece nihai ürünün kontrolü değil, aynı zamanda yetiştirme
yöntemi üzerinde de, kısaca üretim hazırlık aşamasından yetişmiş ürünlerin pazarlamasına kadar
yapılmaktadır. Bir ürün biyolojik olması için güncel ve geçerli sertifikaya sahip olması gerekmektedir.
Ikincisi ise, dönüşüm süresi denilen, 3-4 yıllık bir süre sonra elde edilmektedir ve bu süreç içerisinde
biyolojik tarım metotları uygulanmaktadır. Eko-ürünler ekolojik temiz bölgelerde yetiştirilmektedir ve
organik ürünlerden farklı olarak üretim için bir sertifika olması gerekmemektedir.
Kanuna göre organik üretim ürünleri bitki veya hayvan kökenli gıdalar "organik", "ekolojik", "biyolojik"
veya türevleri "biyo" ve "eko" kelimeleri kullanılarak belirtilmektedir. Bu sembollerin yerleştirmesi için ürünün
gerçekten organik olarak üretilmiş olması ve sertifikalı organik üretim yapan üretici tarafından üretilmesi
temel gerekliliktir. Etiket üzerinde "organik" yazısı ile satış yapılabilmesi için her bir ürün, organik olarak
üretilmelidir, düzenlemelerin sıkı gereksinimlerini karşılayan kuruluş veya şirket tarfından kontrol edilip
sertifikalandırılması gerekmektedir. Etiketin üzerinde resmi
kavram olan "biyolojik" yazısı dışında ayrıca ürün etiketinde
kontrol kuruluşun adı ve kod numarası bulunmalıdır.
Yasaya göre, suçlulara karşı alınabilecek, önlemler şunlardır:
sahte organik gıda satan üretici, distribütör ve dükkanların ihlali
ve gönüllü ihlalleri durdurmak; yetkili piyasa gözetimi ve denetimi
uygulama; hukuki işlem başlatılması.
Etiketleri dikkatli okuyunuz. Organik gıdalar genellikle BİO,
EKO, „organik” veya „ekolojik” olarak belirtilmiştirler. Bu yazıtlar
büyük harflerledir ve uzaktan görülebilir. Marketlerde sahte
14
organik ürünler de bulunduğundan dolayı etikette birkaç gerekli unsur da görünmelidir:
• Sertifika organizasyonunun adı, kod numarası ve/veya logosu;
• Ayrıca ulusal organik gıda ya da AB logosu işaretine sahip olmalıdır
• bazı mağazalar zinciri marketler organik gıdaları özel işaretler ile işaretlemeye başlamışlardır - tapalar,
farklı renkli etiketler ve daha fazlası.
2. Bulgaristan’da Organik üretim
Organik tarım bir kalite işaretidir. Bu tür üretimlerin özgünlüğü
aynıdır, ilk olarak kurallar, birçok ülkede üretim yapan çok sayıda
üretici için geçerli olması ve ikinci olarak da sadece son ürün kontrol
edilmemekte, tüm üretim süreci kontrol altında olamsı gerçeğine
dayanmaktadır. Organik tarım yapmaya başlamak üreticinin kendi
gönüll kararıdır, ancak üretime başladığına tüm kural ve standartlara
kesinlikle uyması gerekmektedir ve bağımsız bir denetim otoritesi
tarafından sıkı incelemeye tabidir. Bu gerçekten ürünlerin organik
üretim standartlarına göre üretildiklerinin garantisidir. Bulgaristan'da
organik ürünlerin kontrol ve belgelendirme işlemlerini '' Bulgar
Akreditasyon Servisi'' Yürütme Ajansı tarafından onaylanmış ve
Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan yetkili tüzel kişilere (ticari veya
kar amacı gütmeyen kuruluşlar) emanet edilmiştir. Bulgaristan'da
organik ürünlerin kontrol ve belgelendirme işlemlerini ikametgahı
Bulgaristan dışında olan yabancı ülke denetim organları tarafından
da yapılabilir. Tarım ve Orman Bakanı yabancı denetleyici kurumlarına Bulgaristan'da organik ürünlerin
kontrol ve belgelendirme işlemlerinin yapmalarına izin vermektedir yalnız bu kurumların mutlaka
uluslararası akreditasyon belgesine sahip oldukları zaman. Organik ürünlerin etiketlenmesi için belli
başlı usuller vardır. Avrupa düzenlemelerinde tarımsal ürünlerin organik üretim için ve etiketlemek için
„ekolojik”, biyolojik” ve „organik” terimleri eşdeğer olarak kabul edilmektedir. "Organik" etiketi dünya
çapında bilinen ve gıda üretim ve kalite standartlarının kesin düzenlemeler doğrultusunda olduğunu ve
karşıladığının göstergesidir.
Bulgaristan’da biyolojik ürünün işareti:
Bulgaristan'da üretilen biyolojik-üretimin yüzde 95 ve üzeri ihraç edilmektedir. Bulgaristan'da bir
araştırmaya göre organik ürünler için talep, organik ürünlerin pazar payı yüzde 1 oranın altındadır.
Bulgaristan'da sertifikalı biyolojik-üretiminin yaklaşık yüzde 95 yurt dışına ihraç edilmektedir - öncelikle
ABD, Kanada ve AB'deye. Bulgar organik-üretimi özellikle bitkiler – kurutulmuş veya çay olarak, taze,
dondurulmuş ya da konserve meyve ve sebzeler, fındık, bal ve benzeri ile sınırlıdır. Bulgaristan'da 300
şirket, üretim, işleme ve organik-üretim ihracatı yapmaktadır, bunlardan sadece 80 şirket Bulgaristan
Organik Ürün Derneği’nde üyelikleri bulunmaktadır. Ancak yerli organik çiftliklerin organik üretiminin
sadece yüzde 5’i iç piyasada yer bulmaktadır. Uzmanların görüş ve değerlendirmelerine göre ülkede
organik ürünlerin pazarı henüz gelişmemiş olmasına rağmen kalkınma için büyük bir potansiyele sahip
olduğu yönündedir. Ancak bu konuyla ilgili devletin aktif müdahalesi gerekmektedir, çünkü Bulgaristan bu
sektörün gelişimi için çok uygundur – doğal kaynaklar, kirletilmemiş toprak, tarım ürünlerinin geleneksel
üreticisi görüntüsü. Uzmanlar Slovenya’yı bir örnek olarakgöstermekteler, Slovenya yer ölçümü olarak
yaklaşık 5 kat daha küçük olduğu ve nüfus açısından ve yaklaşık 3 kat daha küçük olan bir ülkedir. Buna
rağmen, Slovenya iki kat daha fazla biyolojik ekili arazisi vardır, orada ekolojik olarak 5 kat daha fazla
keçi yetiştirilmektedir, 20 kat daha fazla koyun ve 40 kat daha fazla büyükbaş hayvan yetiştirilmektedir.
15
Bulgaristan'da 2007-2013 dönemi için Organik Tarım Kalkınma için Ulusal Planı vardır ve toplam bütçesi
ise yaklaşık 165 milyon levadır. Bu planın 2013 yılına kadar olan beklentileri Bulgaristan toplam gıda
satışların yaklaşık yüzde 3 oranında organik gıda olması ve kullanılan tarım arazilerinin yaklaşık yüzde
8 oranında organik yöntemler ile işlenmesidir. Ancak, bu hedeflere ulaşmak için, şimdiki organik ürün
üretim arazilerinin oranı yaklaşık 30 kat kadar artması gerekmektedir
Bulgaristan'da, gerek bitkisel gerek ise hayvansal kökenli organik tarım ürünlerinin
etiketlerinde ve reklamlarında aşağdakiler mutlaka
olmalıdır:
• Tarımsal üretimin yöntemi ile ilgili endikasyon;
• Organik üretim şartlarına uygunluğunu gösteren
üretici ülke veya ithalat ülkenin verileri.
• Ürünün üretim ya da ithalat konusunda düzenli
denetim organının kontrolü için belge.
Bulgaristan'da Organik sektöründe 1990 yılından bu yana
büyük bir ölçüde ilerleme vardır, toprağın geri verilmesi ve
siyasi hayatın büyük bir değişime uğramasından sonra.
2000 yılından bu yana sağlıklı ürünler yanı sıra sağlıklı
yaşam hakkında dah fazla bilgi talebi artmıştır.
İlgi iki yönlüdür: "Yeşil" bilince sahip bir sınıf alıcılar
oluşumu vardır, onlar tamamen sağlık, ekoloji, prestij düşünceleri ile hareket etmektedirler. Daha önce
bu insanların sadece İsviçre, Japonya ve İskandinavya'da yaşadıklarını düşünüyorduk, şimdi bizim ülkede
de görmekteyiz. Alıcılar karşı organik yöntemler ile üretilen pazar ürünleri yetiştirem bir grup girişimci
çiftçi bulunmaktadır. Şimdi bu piyasa kamu ekonomisinin normal bir bileşeni, çok güncel ve yüksek
ihracat potansiyeli olan bir sektör olarak algılanmaktadır. Kimyasal gübre ve zirai ilaç kullanılmadan, yani,
organik üretim yöntemiyle üretmek aslında binlerce yıl öncesinde normal bir uygulama yöntemidir. Ancak
geleneksel tarımın sağlamış olduğu kolaylıkl ve olanaklardan dolayı, kısaca birim alan başına maksimum
verim çıkarma amaçlayan ve diğer "ticari" parametrelerin yüksek değerlere ulaşması (anlamanız gereken
– hızlı bir kar) eski yöntem üretim metodların hızlı bir şekilde unutulmasına sebep olmuştur.
Avrupa Birliği ve Bulgaristan Hükümeti, organik tarıma geçişi teşvik etmektedir ve çiftçiler ve gıda
üreticilerin organik üretime geçmeleri için sübvansiyonlar ile desteklenmektedirler. Çiftçiler "karantina"
dönemi olar adlandırılan: üç yıllık geçiş dönemi, çiftlik organik üretimi yapabilmesi ve sertifikalı olması
için gereklidir ve bu dönemde de mali destek alabilmektedirler. Uzmanlara göre, Bulgaristan'da organik
çiftlikleri çok küçük üreticilere aittir ve bir hektardan daha az arazi üzerinde çalışmaktadırlar. Genellikle
yatırım ve yabancı şirketlerle tedarik sözleşmelerine bağlıdırlar. Şu anda, Bulgaristan'da üretilen organik
gıdaların % 90 zengin Avrupa ülkelerine ihraç edilmektedir.
Bulgar organik yiyecekler ağırlıklı olarak meyve (elma, şeftali, kiraz,
çilek, ahududu, erik, şarap için üzüm), çerez (ceviz ve badem), bitkiler
ve baharatlar (dere otu, anason, lavanta ve diğerleri), organik yağlar,
tütün, sebzeler gibidir. Piyasada organik etlerden Kuzu ve dana eti,
organik reçel ve bal da vardır. Buna ek olarak, geniş yabani işlenmeyen
arazi alanları organik olarak sertifikalandırılmıştır, ve yabani meyve,
otlar, mantar toplamak için kullanılmaktadırlar. Bu hammaddelerin
yaklaşık % 60 yabani işlenmeyen arazilerden toplanarak elde edildiği
tahmin edilmektedir. Alman uzmanları, organik gül yağ, tütün, şarap
ve meyveler ülke için büyük bir potansiyel olduğunu, kabul ederler.
Bulgaristan'da organik tarım doğal koşullar nedeniyle çok umut
vericidir.
2012 yılında Bakanlık 12,6 milyon € ile organik tarımı ve gıda üretimini desteklemiştir. Bu desteklemelerin
amacı, yerel pazarı güçlendirmek ve Avrupa'da yeni pazar payını ele geçirmektir. 2013 yılı sonuna kadar
olan planda Bulgaristan'da tarım arazilerinin % 8 organik bir şekilde (2005 yılında% 0.3) olarak işleniyor
olması öngörülmüştür. Ulusal Planın öngördüğü ise ülkede satılan ürünlerin % 3 organik ürünlerden
oluşmasıdır. Buna ek olarak, yasal çerçeve geliştirilmesi, farkındalık, eğitim ve araştırma faaliyetlerin
ve organik tarım alanında sertifikasyon işlemlerin geliştirlmesi gerekmektedir. Genetiği Değiştirilmiş
Organizmalar (GDO) ile ilgili Bulgar Kanunu son derece kısıtlayıcıdır ve organik tarıma öncelik tanımaktadır,
aynı zamanda organik ve organik olmayan tarım arasındaki çatışmaları önlemek için yardımcı olmaktadır.
16
Organik olarak yetiştirilen ürünler sergide sergilenen gibi
olmamalıdırlar - şüpheli, şişirilmiş düzgün ve parlak. Bir
soluncanın bir elmayı sevmesi tesadüf olmasa gerek – neredeyse
hiç kimyasal içermemektedir ve muhtemelen çok lezzetlidir.
Eko-ürünlerin çnceden boyutlarının belirlenmesi ve paketlenmiş
ya da sadece ambalajlanmış olması gereklimidir ki! Gümüzde
sürekli paketlenmiş ürünler alıyoruz ve öylece sorunlara çözüm
değil sorun yaratıyoruz. Güzel doğamız acı çekiyor!
Organik tarım ve türevleri doğanın kanunlarını ile doğal
uyum içinde olmalıdır. Uygun ürün rotasyonu organik tarım
için zorunludur. Bu toprak verimliliği ve biyolojik çeşitlilik için
çok çnemli bir bakım temsil etmektedir. Almanya'da geçmişte "üç alanda tarım " olarak adlandırılan
bir uygulamadır. Eğer 3 dönümlük bir arsanız varsa, bu yıl 1 dönümünü Sizin tercih ettiğiniz bir ürünle
ekiyorsunuz, 1 dönümünü dinlenmek için ekim yapmadan bırakıyorsunuz ve 1 dönümünü "fasulye" ailesi
bitkilerinden biri (yonca veya çayır yonca gibi) ile ekiyorsunuz, bu tür mahsuller önemli ölçüde toprağın
doğal olarak azot miktarını arttırmaktadır. Daha sonraki yıllarda bu 3 dönümü aynı şekilde dönüşümlü
olarak ekmeye devam ediyorsunuz.
Organik olarak yetiştirilen ürünlerin çok pahalı olduğu iddiası da doğru değildir. Aksine –harcanan emek
göz önğnde bulundurulursa, adil ücretlendirilmesi, ekisistemlere sürdürülebilir bakımı gibi çok çnemli
göstergeler göz ardı edilmez ise onların fiyatı çok gerçek olduğu anlaşılacaktır. Zaman içinde "ucuz"
geleneksel tarım ürünleri - muhtemelen bir ya da iki nesil sonra - pahalı olduklarını ispat edeceklerdir,
nezaman ki tarım ilaçları ile kirlenmiş toprak, su ve insanların (bir dizi hastalıktan dolayı acı çekeceklerdir)
temizlenmesi ve yeniden yapılanması için kaçınılmaz yatırımlar oluyor.
Bir üretici olarak Bulgaristan organik yiyecekler için büyük bir
potansiyele sahiptir. Ayrıca bir kullanıcı olarak Bulgarlar insanı yeşil fikir daha fazla zihinler ve kalplere ulaşmaktadır. Ama Bulgar
durumunda, kullanıcı ve alıcı iki farklı şeylerdir. Bulgaristan'da, iç
pazarın potansiyeli, başkent ve birkaç büyük şehirlerde haricinde,
oldukça şüphelidir: Bulgar insanı kendisi kaliteli ve sağlıklı "kırsal"
gıda üretmeye alışkındır ve mağzalardan organik gıda satın alma
gibi bir alışkanlığı yoktur.
Bu arada Bulgarların uluslararası sosyolojiye girdikleri 'kavanoz
ekonomi' ile karşılaştırıldığında çok daha iyi bir seçenek olduğu
görülmektedir. Kendine gıda üretme fikri gelişmiş Batı Avrupa'da
çok sayıda "erzak" uzmanlarına uzak bir fikirdir. Birleşmiş Milletler’in
Kalkınma programı ise aksini söylemektedir.
Son olarak ileribakışlı olan ekonomistler ve sosyologlar gelecekteki yurt bazı kurumsal şirketler etrafında
değil çok daha büyük ölçüde evinizin etrafında organize edilecek olacağını düşünmektedirler. Bu yüzden
şehirlerde bile ev ortamında gıdayetiştirmek gelişmemiş bir madendir. Bu alanda, Bulgaristan büyük
doğal avantajlara sahiptir.
Ülkede organik üretim için mali destek ağırlıklı olarak ve genellikle Kırsal Kalkınma Programı 20072013 (KKP)’nın bazı ölçüleri doğrultusunda gerçekleştirilirmektedir, bu sektörün gelişimi için itici bir güç
olmuştur. Ölçü 214 "Tarım-çevre ödemeleri", alt ölçü "Organik Tarım", "Organik bitki" ve "Organik Arıcılık"
yönlerinde geçiş dömeninde olan ve geçiş dönemini geçmiş birçok Bulgar organik üreticileri bu yöndeki
çalışma projeleri için başvurmaktadırlar. KKP resmi olarak onaylanmış
altıncı değişikliği ile organik üreticilerine yeni yüksek düzeyde tazminat
ödemelerinin yapılması kabul edilmiştir, bu değişiklikler organik olarak
yetiştirilen ürünlerin artırması için ek bir teşvik olacaktır.
Ölçü 121 "Tarım işletmelerinin modernizasyonu" özel makine ve
teçhizat, binalar, diğer mülkiyetler, çok yıllık bitkiler de dahil olmak
üzere veçiftlik veya işletmenin organik üretime geçişi için gerekli uygun
ekipmanlar da bu ölçü dahilinde yatırımlar için tanımlanan garantili
bütçeye sahiptir. Ölçü 142 "Üretici gruplarının kurulması" ile organik
ürün üreticilerin kurum kurmalarını destеklemektedir.
Ölçü 111 "Mesleki eğitim, bilgilendirme faaliyetleri ve bilimsel bilgi
yaygınlaştırma " dahilinde organik üreticilerin yapmış oldukları iş ile
yakından alakalı olan bilgilendirme faaliyetlerin ve eğitim etkinliklerin
17
gerçekleştirilmesi finanse edilmektedir.
Bulgaristan'da organik üretim gelişimi Tarım ve Gıda Bakanlığı önceliklerinden biridir, organik
operatörlerin artan sayıda eğilimi döğrultusunda ve bunu koruma yönünde, aynı zamanda organik
üretim alanlarının arttırılması ve organik olarak büyütülen bitki ve hayvancılığın çeşitliliğinin artması
yönde çalışmalar yapılacaktır. Insan sağlığı için organik olarak üretilen gıdalar ve ürünlerin faydaları, ve
organik üretim metotların yaygınlaştırılması, çevre dostu ve doğal kaynakları koruyan yöntemler olarak
ve faydaları açısından teçvik edilmektedir.
2.1 Bulgaristan’da piyasadaki organik ürünlerin güçlü yönlerinin analizi
Piyasanın güçlü yönleri kavramından, üretim, tüketim ve dağıtım gibi olumlu değerlendirilen özelliklerin,
sırasıyla gelecekte piyasaların gelişimi için fırsatlara dönüşebilmesi anlamına geldiği anlaşılmalıdır. .
• Piyasanın güçlü yönü olarak, çeşitli satış yerleri (distribütörturistik mekanları) temsilcilerinin Bulgar
organik ürünlerini beğenmeleri dikkate alınarak belirtilir.
Bu yerlerin temsilcilerinin çoğu Bulgar biyo-ürünlerin - hem gıda ve hem de gıda olmayan ürünlerin
ithal edilen benzer ürünlerle neredeyse aynı hatta bazı durumlarda daha yüksek kalitede olduklarına
inanmaktadırlar. Bu demektir ki, Bulgar Organik ürünlerin görüntü kaliteli ürün görüntüsündedir ve rekabet
yeteneği de yüksektir.
Piyasanın belirtilmesi gereken diğer güçlü yönleri aşağda sıralıdır:
• Organik gıda ve gıda olmayan ürünlerin mevcut kullanıcılar tarafından Bulgar organik ürünlerin
beğenilmesi.
Tüketicilerin biyolojik bir ürün seçmelerinin en önemli nedenlerinden birisi tam da kalitesidir. Bulgar
ürünlerinin Kaliteli ürün olarak rekabet edebildiklerinin belirlenmesi tüketiciler tarafından talep etmeleri
önemli bir ön koşuldur.
• Bulgar Organik ürünlerin maliyet avantajı
Çok sayıdaki dçstribütöre göre, çoğu tüccar ve otel
temsilcilerine göre, pek çok kullanıcı tarafından da
Bulgar organik ürünlerin ithal ürünlerden daha düşük
fiyatlarda olduklarını söylemektedirler. Bu ürünlerin
fiyat avantajı kaliteli ürünler görüntüsü ile birleştiğinde
piyasada gerçekleşmelerine önemli avantajlar
sağlamaktadır.
• Ticari ağ’da farklı organik ürünlerin sunulması
Tüketicilerin çoğu satın aldıkları temel şeyler gıda olmasına rağmen, ticari ağ’larda oldukça çok
çeşit olan ürünler bulunmaktadır ve bu çeşitlilik tüketicilere yeterince ürün arasından tercih yapmalarını
sağlamaktadır. Bazı durumlarda özellikle de gıda olmayan ürünler konusunda daha fazla çeşitlilik olabilir.
• En çok ziyeret edilen marketlerde (süpermarket ve hipermarketler vb.) organik ürünlerin bulunması
Piyasanın güçlü yönü olarak Organik ürünlerin sadece özel marketlerde veya internette bulunmaması
ve bu tür ürünlere erişimin kolaylaşması gerçeği belirtilebilir. Bununla birlikte, dağıtım kanallarının
genişletilmesi olasıdır.
• Nispeten yüksek oranda düzenli kullanıcıların varlığı
Son yıllarda organik ürünler satın alman tüketicilerin neredeyse yarısı düzenli kullanıcılar (bir yıl içerisinde
birden fazla organik ürün satın almış olanlar) olduğu tespit edilmiştir. Düzenli kullanıcıları nispeten yüksek
payı, bu pazarın gelişimi için önemli göstergelerden biridir, ancak diğer yandan Bulgar piyasaların gelişimi
hala başlangıç bir aşamada olduğunu göstermektedir.
• Üretim, ithalat ve ihracat koşulları için açık bir yasal dayanak bulunması
18
Mevzuat yönetmeliği için üretimin başarılı gelişmesi,
bu tür ürünlerin ithalat ve ihracatı esastır. Genel olarak,
Bulgaristan'da organik ürünlerin üretimi, ithalat ve
ihracatını düzenleyen mevzuat açıkça düzenlenmiş ve
Avrupa standartlarına uygun olduğu söylenebilir.
• Organik tarımın gelişimi için yeterli objektif koşulların
olması
Bulgaristan'da hem organik tarım hem de
organik hayvan yetiştiriciliği gelişimi için iyi koşullar
bulunmaktadır. Ancak bu konudaki fırsatlar daha henüz
gerçekleşmemiştir.
2.2 Bulgaristan’da piyasadaki organik ürünlerin fırsatları analizi
Organik ürünlerin piyasasını, gelişmekte olan bir piyasa olarak belirlenmesi, ülkede tüketimin
genişlemesi, üretim ve ürünlerin dağıtımı için fırsatların oluşması henüz gerçekleşmemiştir. Gelişim
potansiyeli aşağıdaki alanlarda bulunabilir:
• Ticari ağ’larda ürün yelpazesini arttırmak.
Şu anda en yaygın olarak uygulanan gıda tedarik edilmesidir ve her şeyden önce süt ürünleri, yumurta,
ekmek ve sebze olarak sıralayabiliriz. Ancak potansiyel kullanıcılar aynı zamanda organik et ve meyve ile
de ilgilenebilirler. Yeşil ve çevre dostu yaşam tarzına karşı artan ilgi ile bağlantılı olarak organik kozmetik,
spa ürünleri, yararlı bitkiler ve bitkisel ürünlerin tedariği genişletmek konusunda çalışmalar yapılabilir.
• Satış noktalarında (satılık olmayan), daha fazla orgaganik ürün sunulabilir, bu noktalar otel ve
restoranlar gibi yerler olabilir.
Termal turizm ülkede yeni bir hizmet
olarak sunulmaya başlamaktadır.
Bulgaristan organik esansiyel yağlar ve
benzeri ürünlerin üretimi yapıldığı gerçeği
göz önüne alındığında, bu tip ürünlerin
geliştirilmesi için uygun bir niş olacaktır.
Bu yöndeki çalışmalar organik kozmetik
talebinin genişletilmesinin sağlayacaktır.
• Dağıtım kanallarının çeşitlendirilmesi
ve genişletilmesi.
Tüketiciler satın almak istedikleri ürünleri
genellikle süpermarket ve hipermarketlerin
standlarında bulabilmektedirler, bu da demektir ki, organik ürünler yaygın olarak sık ziyaret edilen
büyük satış noktalarında mevcuttur. Ancak, potansiyel kullanıcılar almak istedikleri organik ürünün özel
mağzalarda da arayabilirle, bazıları ise halk pazarları da gezebilirler. Organik ürünler satan birkaç özel
mağaza bulunmaktadır, ayrıca bu tür ürünlerin online satış ve dağıtımını yapan birkaç site bulunmaktadır.
Bu mağazalarda genel olarak organik gıda satışı yapılmaktadır. Sonuç olarak, pazarı geliştirmek için
organik ürünler sunan satış noktalarını ve türlerinin çeşitlendirilmesi ve sunulan organik ürünleri de
çeşitlendirmek bir fırsat olarak görülebilir.
• Yeni müşteriler çekerek talebi teşvik etmek.
Organik ürünlerin düşük tüketimi önünde iki önemli engel bulunmaktadır: tüketicilerin yetersiz
bilinçlenmesi ve sınırlı dağıtım kanalları. Bu demektir ki dağıtım kanallarının genişletilmesine ek olarak
nüfusun büyük kesimleri arasında organik ürünlerin tanıtımı ile talebi teşvik edilebilir.
• Mevcut ve potansiyel kullanıcıların bilinçlendirilmesi talebi teşvik etmek.
19
Nüfusun büyük bir kısmı için biolojik ürünün ne olduğunu
bilinmesine rağmen, gerek mevcut gerek ise potansiyel
kullanıcıların organik ürünlerin özellikleri konusunda ve de
geleneksel olanlardan ayırt edilebilen temel özellikler nelerdir
konusunda bilgi sahibi olmadıkları görülmektedir. tüketici bilincini
geliştirmeyi amaçlayan uygun bir önlemler paket ile organik ürünler
için talebi canlandırmak mümkün olabilir.
• Talebi çeşitlendirmek amacıyla organik ürünlerin üretimini
arttırmak.
Ülkemizde organik ürünlerin üretimi büyürse bizim piyasalarımızda
miktar ve çeşiltilik olarak daha fazla organik ürün sunulması
mümkün olacaktır. Ülkede organik tarımın genişlemesi için objektif koşullar oldukça elverişli ve uygundur.
Bir yandan, şu anda mevcut tarım arazilerininin küçük bir yüzdesi organik üretim için kullanılmaktadır,
diğer yandan ise geniş kapsamlı tarım yapılması için, organik tarımın ve organik hayvan yetiştiriciliğin
geliştirilmesi dahil olmak üzere, ülkemizde iklim, toprak, su, vb mevcut olumlu etkenlerdir.
• Yabani olarak yetişen organik ürünlerin olanaklarını
kullanarak üretimi artırmak.
Bulgaristan'da, çeşitli yabani yararlı bitki ve mantar
gibi, ürünlerin toplanması için uygun koşullar vardır. Bu
tür ürünlerin verimi daha düşük maliyetler ile ilişkilidir,
bu nedenle bu yöndeki gelişimmeler için fırsatlar
aramak mümkün olabilir.
• Bir tedbir paketi ile üreticileri teşvik etmek.
Organik üretim önemli bir miktar maliyetler ile ilişkilidir.
Uygun bir önlemler paketi ile, artan sübvansiyonlar da
dahil olmak üzere, mevcut üreticinin üretim kapasitesini
artırmasını teşvik edilebilir, ve aynı zamanda organik üretime yeni üreticiler de çekmek için yararlı olabilir.
• Bir tedbir paketi ile ihracat teşvik etmek.
Gelişmiş ülkelerde organik ürünler için talep artmaya devam etmektedir. Uygun bir önlemler paketi ile,
ihracat prosedürünün basitleştirilmiş olması da dahil olmak üzere, Bulgaristan dışında yerel ürünlerin
satışı teşvik edilebilir.
• Uygun paketi ile organik ürünlerin "endüstriyel" kullanımını teşvik etmek.
Yeşil yaşam tarzına karşı ilgi gittikçe artması, kendi günlük tüketimlerinde oldukça fazla tüketicinin doğal
ve çevre dostu ürünleri aramaları beklentiler arasındadır. Uygun bir önlemler paketi ile, ekolojik ve organik
maddelerin kullanımını teşvik ederek, Чрез подходящ пакет от мерки, насърчаващи използването
на екологични и биологични съставки биха могли да се стимулират производител diğer sektörlerin
(Kozmetik, tekstil, vb) üreticileri için de teşvik olabilir ve piyasaya sunmuş oldukları ürünlerin daha fazla
organik maddeler içerikli olmalarını sağlayabilirler. Bu ürünlere karşı olan ilgi organik hammadde üretimi
üzerinde de olumlu bir etkisi olacaktır.
3. Türkiye’de Organik üretim
Ne kadar çok insan tarımda kimyasal gübre, ot ve
böcek ilaçları, ve büyüme hormonlarının kullanımının
tehlikeleri hakkında bilgi sahibi oluyorlarsa, okadar
daha da organik olan ürünlere karşı ilgi duymaya
başlamaktadırlar ve bu ilgi de yeni bir endüstri
sektörünün doğmasını uyarmaktadır. Türkiye'de, bir
deyiş vardır "Her şey sağlık ile başlar" diye, yani kaliteli
ve uzun yaşamak için sağlığın önemini doğrulayan bir
sözdür. İnsanlar sağlıklarını korumak için genellikle
periyodik olarak sağlık kontrollerinin yaptırırlar, sağlık
20
sigortası ve birsürü ilaç için para harcarlar, spor ve fitness merkezleri, kaplıcalar gibi yerlerde zaman
geçirirler. Ancak insanların sağlığı, özellikle de büyük şehirlerde yaşayanların, muzdariptir, bunun
nedenlerinden yetiştirilen tarım ürünlerinde düşük kalite gübreler, hormonlar ve benzerlerinin vb kullanımı
da dahil olmak üzeredir. Tam da bu yüzden Türkiye'de organik tarım daha fazla dikkat çekimektedir.
İstanbul Ticaret Odası Genel Sekreteri olan Sayın Dr. Cengiz Ergün organik tarım Türk toplumunun bazı
grupları için bir yaşam biçimi haline geldiğini söylemektedir.
Giderek sağlığı için endişe duyan oldukça fazla türk
insanı organik yiyeceklere yönelmektedirler, sonuç olarak
haftalık semt pazarları ülke genelinde hızla alıcıların
tercihlerini kazanmaktadırlar. Bu ürünlerin Türkiye’deki
başarısı, taze olmalarına, çevre ile uyumlu, mevsimlik
ürünler erz edilmesi ve ülkenin her yerinden çeşitli
sertifikalı organik meyve ve sebzelerin tedarik edilmesi,
başlıca nedenlerdir. İlk başta tüketicilerin organik gıda
tüketmelerinin bir moda olduğu düşünülmesi gibi bir
eğilim vardı, ancak zaman içinde bu ürünlerin tüketiminin
faydaları fark edilmiştir. İlk birkaç yıl içinde, insanlar kendi
mahallelerinde kurulan bu pazarlara geliyorlardı, çünkü
bunun moda olduğu düşüncenine sahiptiler. Ancak şimdi tüketiciler, ürünlerin üretim yeri ve metotları
ile de ilgilenmektedirler, meyve ve sebzelerin nasıl üretildiğini de bilmek istiyorlar. Öyle ki yeni eğilim,
bilinçli yaşam biçiminden yana olduğudur.
Türkiye Tarım Bakanlığı verileri 2011 yılının sonlarında 11 179 çeşid biyolojik ürün üretildiğini
göstermektedir. Türkiye'de geçen yıl organik ürünlerin toplam üretimi sebze ve meyve olarak 331 361
tona ulaşmıştır ve 191 785 hektarlık bir alan üzerinde yetiştirilmişlerdir.
Nüfusun neredeyse üçte biri tarım ile geçimini sağlamaktadır. Onların üretimleri genellikle organik
üretim standartlarına uygun ve son yıllarda sertifikasyon işlemleri yaygın olarak yapılmakta ancak üretilen
ürünlerin çoğu AB ülkelerine ihrac edilmektedir. Ülke organik gıdalarının düşük fiyatları ile, hızla büyüyen
pazar ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan Avrupa yatırımcıları için çok caziptir.
Türkiye'de, organik-ürünlerin üretimi, 1984 -1985 yıllarında kuru incir ve kuru üzüm ile başlamıştır, bu
ürünler ülkenin geleneksel ihtacatıdır. Daha sonra, organik-ürünlerin üretimi artmıştır ve şu anda yaklaşık
250 çeşide kadar yükselmiştir. Ürünlerin sayısı, hammadelerden olanlar ile birlikte, sürekli büyümektedir.
Hemen hemen tüm sertifikalı organik üretim AB, ABD ve Japonya'ya ihraç edilmektedir. Türkiye kurutulmuş
organik meyve ve organik pamuk üretiminde liderdir.
Tarımsal üretim sistemleri arasında, ürünün izlenebilirliği ve güvenilir olması, Organik üretimde en
yüksek olan sistemdir, çünkü uluslararası standartlar ürünle zorunlu kontroller dayatmaktadır, ekim
biçiminden tüketicilerin sofrasına gelene kadar. Dolayısıyla, kontrol ve sertifikasyon organik üretim ilk
seviyesidir. Türkiye'de, kontrol ve sertifikasyon organizasyonu, biyolojik üretimin başından itibaren faaliyet
göstermektedir. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından onaylanan bu sayısı sürekli artıyor.
Bazı üreticiler ve perakendeciler organik gıdaların sıkı denetleme
önlemleriyle yönetilmesine ve kalite için net standartların olmasını
ısrarla istemektedirler. Bu amaçla 2012 yılı Haziran ayında Türkiye
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2012-2016 dönemi için Organik
tarım için Stratejik Plan ilan etmiştir, bu planda Türkiye kendi
organik-ürünlerinin izleme sistemini tamamen geliştirmesi gerektiği
belirtilmiştir. Bakanlık, iki yıl önce bu yönde çabalarını yoğunlaştırmıştır
ve sorumluluğu Bakanlığın yerel yönetimler ve belediyelere vermiştir.
Ege bölgesi ülkenin ilk organik tarımın geliştiği yeridir ve şu anda
da gelişimi esas olarak organik kuru incir ve diğer meyve ihracatı
üzerine odaklıdır. Orada organik-sanayinin % 39 bulunmaktadır ve
çalışılan arazilerin % 29 yine oradadır. Ülkenin güneydoğu kesiminde
çalışılan arazilerin % 20 bulunmaktadır, ancak işletmelerin sadece
% 1 oranındakiler organik tarım üreticiliği yapmaktadır. 1 156 üretici ile İzmir birinci sıradadır, ve ondan
sonra Aydın 897 üretici ile ve Manisa 869 üretici ile gelmektedir. Organik tarım için en çok üretim alanına
sahip olan bölge Şanlıurfa – 23597 hektar; İzmir 23.356 hektar; Mersin 14.519 hektar.
Diğer ülkelerde de olduğu gibi, Türkiye’de de henüz Organik ürünlerin tüm ihracat verilerin toplanmasına
ilişkin bir altyapı yapılmamıştır. İhracat veri kayıtları Ege bölgesi İhracatçılar Birliği’nden elde edilebilir,
21
1995 yılında kabul edilen zorunlu organik ürün ihracat kayıt sonucunda bu alanda Birlik koordinasyonu
sağlamaktadır. Bu ürünlerin ihrac edildiği ülke sayısı 32, yine de en önemli pazar AB olarak kalmaktadır.
Türkiye'de, doğrudan ve dolaylı sübvansiyonlar vardır, organik-ürünlerin üretim ve pazarlamasını
yapanlar odaklıdır. Bu yardımlar farklı yıllarda farklıdırlar. Türkiye'de organik ürün üreticileri para
yardımlarını, devlet yardımı, düşük faizli kredi, doğrudan ödemeler, toprak koruma ve diğer için çevre
ödemeleri şeklinde alırlar.
Özet olarak, Bunlar Türkiye'de organik tarımın en önemli avantajlarıdır:
• Türkiye'de birçok çiftçi kimyasal gübre ve zirai ilaç kullanmamışlardır. Bu nedenle, Türkiye'de tarım
amaçlı arazilerin kirlenmemiş olduğu söylenir.
• Türkiye’nin ürün yetiştirme konusunda çeşitli bakım ve büyütme koşulları olduğundan, Avrupa'ya
yakınlığı ve taşıma sistemlerini son derece geliştirmiş olması, onu, organik tarım geliştirmek için iyi bir
coğrafi konuma sahip olduğunu göstermektedir.
• Neredeyse tüm Türk organik üretimi dış pazarlara ihracat için üretilmiştir, özellikle Avrupa pazarları için.
• Ege bölgesinde ve İzmir çevresinde en iyi gelişmiştir, Türkiye'nin en hızlı büyüyen şehridir.
• Türkiye'de organik üretim neredeyse tamamen kamu desteği olmadan gelişmiştir.
• Türkiye'de Organik üretim Mevzuatı için AB örnek alınarak hazırlanmıştır ve böylece Türkiye ile AB
arasında bir uyum vardır.
Türkiye'de Organik Tarım Ürünleri üreticilerinin ürettikleri ürünlerin
tanımı ve kodlamasını yapan bir armonize sistem olmamasına rağmen
ihracat verileri ihracatçılar birlikleri tarafından toplanmaktadır. İhracat
firmaları gönüllü olarak dış ticaret verilerini göndermektedirler ve
bu veriler organik ürünlerin ihracat için koordine organizasyon olan
"Ege İhracatçılarBirliği" tarafından yayınlanmaktadırlar. Türk organik
tarım ürünleri daha fazla ve yabancı ithalatçılara daha tanıdık hale
gelmektedirler. Türkiye'de organik tarım ürünleri ihracatı 32 ülkeye
ulaşmıştır. İhracatın büyük çoğunluğu Avrupa Birliği'ne yöneliktir: Fransa,
İngiltere, Hollanda, Almanya, İtalya ve Danimarka, bu ülkeler Türkiye'nin
ana ihracat pazarlarıdır. İsviçre, ABD, Belçika, İsveç, Avusturya, Kanada,
Japonya, İsrail ve Güney Kore umut verici diğer ihracat pazarlarıdır.
Türk ihracatçıları müşterilerinin sağlık ve çevresel kaygıları olduğunun
farkında olduklarından dolayı müşteri ihtiyaçlarını karşılamak için
çalışmaktadırlar, bu çalışmalar başlıca yasalara uygun ürün sunmak
ve pazar gereksinimlerini karşılamak olarak gösterilebilir.
ISO 9001: 2000, ISO 22000 ve HACCP gibi araçlar kalite ve gıda güvenliği için olumlu argümanlardır.
4. Avrupa ve Dünyada Tarımda Organik Üretim – rakam ve veriler...
Organik ürünler pazarı dünya çapında en hızlı büyüyen
pazarlardan biridir. Yıllık % 10-15 oranında büyümektedir. Mutlak
değer olarak yaklaşık 5 milyar dolardır. Önde gelen organik ürün
kategorisinde, taze ürünler piyasa gelirinin yaklaşık 1/3 kadar
katkıda bulunmaktadır. Organik ürünlerin en büyük tüketicileri
Kuzey Amerika ve Avrupa'da bulunmaktadır. Bu iki piyasanın da
tipik özellikleri vardır, o da arz talebin gerisinde kalması ve özellikle
et ve süt ürünlerin Güney Amerika, Asya ve Avustralya’dan ithal
edilmesidir. ABD'de organik ürün piyasaların gelişimi için veriler
etkileyicidir. ABD Tarım Bakanlığı gıda güvenliği danışmanı olan
Mark Mannis "Dnevnik" gazetesine verdiği röportajda, eğer
1990 yılında organik ürünlerin satışı 1 milyar dolar tutarında ise,
2008 yılında bu rakam 25 milyar dolara ulaşmıştır, yani 18 yıl içinde 25 kat artış olduğunu belirtmiştir.
O'na göre, ulusal mevzuatın getirilmesi ve artan organik ürünlerin tüketimi arasında açık bir bağlantı
olduğudur. 1990 yılında, ABD Kongresi yapılmış olan bir yasa temelinde organik gıdalar için ulusal bir
program hazırlanmıştır. Organik tarımın Yönetmeliği, yıllık 5 bin doların altında mal satan küçük üreticileri
içermemektedir. Başlangıçta küçük çiftlikler hakim iken son yıllarda daha da büyük olmaktadırlar.
AB'de organik çiftliklerin sayısı 160 000 aşmaktadır. Üreticilerin sayısı İtalya, Yunanistan, Avusturya,
Almanya ve İspanya gibi ülkelerde en büyüktür. Yunanistan'da üretici sayısı patlaması yaşanması
etkileyicidir - 2010 yılında 9 282 çiftlik var iken, 2011 yılında bu sayı
15 669 'a yükselmiştir, 2012 yılında
ise 23 880 olmuşturlar. Organik hayvan yetiştiriciliği alanında da Yunanistan çok yüksek bir büyüme
göstermektedir - biyolojik olarak yetiştirilen domuz sayısı 2011 yılında 2009 yılına göre 4 kat artmıştır
22
ve yine 2006 yılına göre 2007 yılında % 78 oranında bir artış olduğu saptanmıştır. 2007 yılında en büyük
domuz üreticisi (196 000) yine O’dur, Avusturya, Hollanda (aynı zamanda bir yıl içinde domuz sayısını
iki katına arttıran ülke olarak), İngiltere ve İtalya da takip eden ülkeler arasındadırlar. Büyükbaş hayvan
yetiştiriciliği sayısında son yıllarda istikrarlı lideri Avusturya’dır (2007 yılında 342 000), İngiltere, İtalya,
Çek Cumhuriyeti ve İsveç takip eden ülkeler arasındadırlar. 2007 yılında en çok organik yetiştirilen
koyun İngiltere’de (863 000) bulunmaktadır, İtalya, Yunanistan, İspanya ve Slovakya takip eden ülkeler
arasındadırlar. Yunanistan, İtalya ve Slovakya'da hızlı büyüme 2005 ve 2006 yıllarında olması dikkat
çekicidir, Yunanistan'da 2007 yılında, bir önceki yıla göre % 66 bir büyüme bulunmaktadır. İngiltere'de
organik yetiştirilen kuşların sayısının en büyük değeridir - 4.4 milyon, 2007 yılında. İtalya ve Hollanda
(yaklaşık 1,3 milyon adet ile), Avusturya ve Belçika (1 milyondan az adet) İngiltere’yi izlemektedirler.
Organik ürünlerin Avrupa'da giderek daha popüler hale gelmelerine rağmen ulusal gıda piyasasındaki
payları hala çok yüksek değildir. Danimarka % 5.3 ile ve Avusturya % 6 ile başta yer almaktadırlar. Ancak
İtalya'da organik ürün üreten bir üreticinin payı % 3.8, Almanya -% 3.1, İngiltere -% 1.6, Fransa -% 1,2,
İspanya -% 0.7 oranındadır.
Çeşitli Avrupa ülkelerinin sakinlerinin 2011 yılında organik-ürünler için yapmış oldukları yıllık harcamalar
konusunda ilginç veriler bulunmaktadır. Organik-ürünler için en çok harcama yapan danimarkalılardır
- 106 Euro, onları isviçreliler - 105 Euro ve avusturyalılar – 89 Euro ile takip etmektedirler. Almanya’da
kişi başı 64 Euro düşmektedir. 2011 yılı ile karşılaştırıldığında 2012 yılında, Almanya'da hanelerin organik
ürünler için % 10 daha fazla bütçe ayırdıkları görülmektedir, şu anda ise taze ürünler yerine işlenmiş gıda
ve içeceklere daha fazla para ayırmaktadırlar. Danimarka ve Hollanda’da da büyüme vardır. İskoçya'da,
piyasa sabit kalmıştır, ancak İngiltere’de 2012 yılında alıcıların yaklaşık yarısı organik ürün alımlarını
azaltmıştırlar. Avusturya'da da büyüme yavaşlamıştır. Böylece 2012 yılının ilk yedi ayında Avusturya'nın
hanehalkı önceki yıla göre % 6,5 daha yüksek miktar ayırmıştır ancak buna karşı % 1.7 daha az ürün
satın almıştırlar.
Organik gıda için kişi başı ayrılan kaynakların nispeten düşük düzeyde olmasına rağmen Avrupa'da
organik ürünler satan en uzmanlaşmış mağazalar İspanya ve Polonya'da bulunmaktadırlar - tüm dağıtım
kanallarının yaklaşık dörtte üçünü oluşturulmaktadırlar. Biyolojik kökenli üretiminin % 20 geleneksel
mağazalar aracılığıyla satılmaktadır ve diğer kanallar aracılığıyla sadece % 5%. Organik ürünler pazarının
yaklaşık yarısı özel mağazalar tarafından satılmaktadır Portekiz, Hollanda, Slovakya, Lüksemburg ve
Fransa’da (bütün dağıtım kanalların % 40 ila 55).
Avrupa'da organik ürün kullanıcıları arasında yapılan
bir araştırmaya göre tüketicilerin organik ürünleri özel
mağazalardan almalarının başlıca nedenleri ürünlerin
geniş bir yelpazesi olması, düzenli tedarik edilmesi,
personelin yetkinliği, ve gıda olmayan ürünlerin de
bulunmasıdır. 2010 yılında organik ürünlerin satışı
konusunda uzmanlaşmış maşazaların tipik müşterileri
çoğunlukla gençler ya da şehirlerde yaşayan ve sağlıklı
bir yaşam tarzına yönelmiş orta yaşlı insanlardır,
bazıları sağlık sorunları olduğu için organik ürünleri
seçmektedirler. Onlar gıdaların kökeni hakkında
bilgi sahibi ve çevreye duyarlı olan insanlardır. Ana
tüketicilerin 2013 görünen profili, sağlık sorunları olan
kişilerin oranının "çevreye duyarlı" olanların lehine oranla azalması ve özel organik mağazalardan alışveriş
23
tercih eden küçük çocuklu ailelerin sayısının artmasıdır. Orta ve Doğu Avrupa'da tahminler organik ürün
satan özel mağazaların gelişimi süpermarketler lehine olacak çekilde azalması. Ancak, beklentiler organik
ürün satan mağazaların satış hızının artırması yönündedir. Ürün yelpazesinin büyüme ve genişlemesi
yönünde eğilim vardır ve gerek ithalat ve gerek ise yerli üretimi artırmak, ve aynı zamanda taze gıda ve
yerel ürünlerin çeşitliliğini artırmak beklentiler arasındadır.
2011 ile karşılaştırıldığında 2012 yılında Avrupa'da organik pazarın genel büyümesi % 7 üzerindedir.
Uzman tahminlerine göre, mevcut ekonomik kriz organik üretim sektörü üzerinde olumsuz bir etkisi
olacaktır, bu sektör her zaman istikrarlı bir yıllık büyüme göstermiştir, ancak bu olumsuz etkinin çok
yakında ortaya çıkacağı yönündedir
Bulgaristan'da sertifikalı organik tarım yapabilen çiftliklerin payı ihmal edilebilecek düzeyde azdır ve
ülkedeki organik gıda üretimi için kullanılan arazi, toplam kullanılan tarım alanının sadece yüzde 0.1 'dir. Bu
göstergeler doğrultusunda Bulgaristan’dan sonra sadece Malta gelmektedir, orada da organik ürünlerin
üretimine karşı yok denecek kadar az bir ilgi vardır. Organik tarım alanında Eurostat AB politikası bunu
göstermektedir. Avrupa istatistiklerine göre 2010 yılında AB’de 156 000 üzerinde organik çiftlik varmış ve
bu oran da AB'de çiftliklerin toplam sayısının yüzde 1,3 'e tekabül
etmektedir, 12 milyonu aşmaktadır. AB'de yaklaşık 5 milyon hektar
organik tarım için kullanılmaktadır, bu da AB üye ülkelerin – 27
topraklarının kullanılan tarım alanının yüzde 2,9 tekabül etmektedir.
AB üyesi devletlerin arasında toplam çiftliklerin sayısına oranla
karşılaştırıldığında organik çiftliklerin en büyük payı olan ülkeler
Avusturya - yüzde 13, Çek Cumhuriyeti - yüzde 7, İsveç - yüzde 6,
Estonya, Finlandiya, Almanya ve Danimarka - yüzde 5 oranında
olduğu görülmektedir. Organik tarım için kullanılan arazi açısından
yine Avusturya yüzde 12 oranla en büyük pay kendisindedir,
İsveç yüzde 10 , Estonya ve Çek Cumhuriyeti - yüzde 9 ile takip
etmektedirler.
Organik ürünler gezegenin geleceğidir. İngiliz danışmanlık şirketi
"Organik Monitör" uzmanlarına göre organik ürünler piyasası
dünyanın en hızlı büyüyen piyasalarından biridir, yıllık olarak yüzde
10-15 oranında artış göstermektedir ve mutlak değer büyümesi her
yıl yaklaşık 5 milyar dolardır. 2006 yılında organik ürünlerin cirosu
dünya çapında yaklaşık 40 milyar dolar iken 2007 yılında - 46 milyar
dolar’dan fazla olduğu açıklanmıştır. Resmi olmayan verilere göre
bugüne kadar organik ürünleri ticareti 60 milyarı doları aştığı yönündedir. ABD, Kanada ve Avrupa organik
ürünlerin en büyük tüketicileridir. Organik üretim için en çok alana sahip olan ülke Avustralya’dır – 12
milyon hektar, Arjantin - 2,8 milyon hektar, Brezilya - 1,8 milyon hektar ile kendisini takip etmektedirler.
Avrupa Birliği içerisinde organik üretim için en çok sertifikalı alana sahip olan ülkeler İtalya - 1,2 milyon
hektar, İspanya - yaklaşık 1 milyon hektar ve Almanya - 850 bin hektarın üzerindedir. Dünya çapında
toplam organik üretim için sertifikalı alanların miktarı 33 milyon hektarın üzerinde ve organik tarım çiftliklerin
sayısı ise 650 bin’dir. AB gerekliliklerine göre, sadece en az yüzde 95 organik maddeler içeren gıdalar
'organik' ürünler olarak etiketlenebilirler.
1 Temmuz 2012 tarihli yeni yasaya göre artık organik gıda üreticileri AB organik logosunu kullanmaları
gerekmektedir. 12 yıldız ile yeşil etiketin yanı sıra - ürünün imal edildiği yer ve içeriğindeki bileşimler mutlaka
belirtilmelidir. AB ve ABD arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan organik ürünler denkliği konusundaki
anlaşma ile iki kıta arasında organik ürün ticaretinde bürokratik işlemlerin kolaylığını sağlaması ve
üreticilerin maliyetlerini azaltması öngörülmüştür..
24
Avrupa Birliği yerel ürünler, meyve, sebze, zeytinyağı ve daha fazla ürünü
teşvik etmek için 27.15 milyon € ödeyecektir. Avrupa Komisyonu bu hedef
doğrultusunda on dört programı onaylamıştır. Avrupa Birliği'nde ve üçüncü
ülkelerde tarım ürünlerinin tanıtımı için hazırlanan üç yıllık programların
toplam bütçesi 53.86 milyon Euro’dur.
Özenle seçilen programlar taze ve işlenmiş meyve ve sebzeler, süt ve
süt ürünleri, geleneksel özellikleri olan gıdalar, zeytinyağı, organik ürünler,
çiçek ve et ürünleri, ve daha fazlasını kapsayacaktır.
5. Geleneksel tarımdan Organik tarıma nasıl geçilir?
Geleneksel tarımdan Organik tarıma geçiş süreci birkaç yıl sürmektedir. Bu süreçte üş taraf
bulunmaktadır – üreticiler, denetleyiciler ve sertifikasyonu yapan organ.
Birinci adım: Denetleyici seçimi ve son tarihler.
Her üretici bir denetleyici kurum seçmektedir. Daha sonra görüşme ve bilgi alışverişi yapılmaktadır,
bu görüşmelerde fiyat teklifi veya teklifler, ekim alanlarının bulunduğu araziler ve çiftçinin ne üretimi ile
ilgili üretim yapmak istediği vb, gibi konular netleştirilir. Bir anlaşma sağlandığında iki taraf arasında bir
sözleşme imzalanır, ödeme yapılır ve böylece üretici geçiş dönemine girmiştir. Bu geçiş dönemi sürecinde
çiftçinin ürünü sertifikalı olarak satılamaz ancak geleneksel yöntemlerle yetiştirilmiş olarak satılır.
Geçiş süresi tamamen ürüne bağlıdır – tek yıllık bitkiler için bu süre
2 yıl iken, uzun ömürlü (çok yıllık) bitkiler için ilk ürün hasatından
önce 3 yıldır. Hayvanlarda ise durum şöyledir : at ve et için büyükbaş
hayvanlarda 12 ay, küçükbaş hayvan ve domuzlarda 6 ay, süt
üretiminde kullanılan hayvanlarda 6 ay, et üretimi için yetiştirilen
kümes hayvanlarında 10 hafta, Yumurta üretimi için yetiştirilen kümes
hayvanlarında 6 hafta, arı kolonileri için 12ay’dır.
Geçiş dönemi süresince yılda en az bir kez denetim yapılmalıdır.
Üretici ve denetleyici arasındaki anlaşmaya göre topraktan veya
yetiştirilen bitkilerden örnekleme alınabilir. Amaç, kullanılan
malzeme ve hammadelerin girdi çıktı akışını ve çiftlikten ürün olarak elde edilen malı izlemektir.
İkinci adım: Bu aşamada denetim ve sertifikasyon ayrılmaktalar.
Üretim kontrolü – gerek bitkisel gerek ise hayvansal olması farketmeksizin, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nda
kayıtları bulunan 10 kişi tarafından yürütülmektedir. Yasa, Avrupa Birliği üye ülkelerden veya dışından
olan yabancı operatörlere olduğu gibi Avrupa Ekonomik Alanı'ndaki taraf olan ülkelere de, süreci kontrol
etmeyi sağlamaktadır. Rollerini yerine getirebilmeleri için yetkililer bir laboratuvar ile sözleşmeleri olması
gerekmektedir. Denetim yapan kişiler, sertifika ile ilgili değiller, nedeni ise etki yapmamak içindir.
Bu aşamada denetim raporu hazırlanmaktadır. Bu rapor müfettiş tarafından çiftliğin veya arazinin gerçek
durumunu kontrol ederek ve kayıt tutarak yerinde hazırlanır. Bunun yapılış nedeni, kullanılan malzeme
ve hammadelerin girdi çıktı akışını ve çiftlikten ürün olarak elde edilen malı izlemektir.
Biyolojik üretim yapılan alanlar geleneksel üretim yapılan alanlardan tampon bölgeler ile ayırılmıştır,
üretim ve depolama yapılırken uygun işaretler kullanılmaktadır, amaç organik üretim ve geleneksel üretimi
birbirinden ayırmaktır. Bitki koruma ilaçları ve biyolojik üretim ilaçların işaretlenerek ayrı bir odada veya
özel olarak ayrılmış bir yerde saklanıp saklanmadığı kontrol edilir. Ürün akışı hesaplanarak – hasattan
satılan ürüne kadar, ve ayrıntılı olak kayıdı tutulmaktadır. Farklılık ve geçişme olduğu durumlarda müfettiş
düzeltici faaliyetler öngörür ve onların kaldırılması için tarihler belirler.
İçinci adım: Sertifika verilmesi.
Çiftliğin veya arazinin gerçek durumu, bina, depo ve araziler dahil olmak üzere ve belgeler kontrol
edildikten sonra bir denetim raporunun hazırlanmasına geçilmektedir ve her iki taraf tarafından
imzalanmaktadır. Aynı zamanda Sertifika Yönetici’si konuyla ilgili kurumlara verilmek üzere gerekçeli
bir öneri hazırlar.
Sertifikada belge numarası, üreticinin adı ve adresi, kontrol kurumunun adı, adresi ve kod numarası,
üretimin çeşidi – bitkisel, hayvansal veya işleme, sertifika durumu – geçiş döneminde ya da biyolojik,
yanı sıra elde edilen belgenin hangi standarda bağlı olduğu da yer almalıdır. Tam olarak belirtilen bir
geçerlilik süresi vardır.
25
6. Organik tarım dünyayı besleyebilir
Organik Tarım çevre ve tarım arazilerini korumaya yardımcı olan
en başarılı üretim şekillerinden biridir, çünkü bu tür üretim yapan
çiftçiler bitki koruma ilaçların biyolojik olanlarını kullanmak için daha
fazla harcama yapmaktadırlar, ve böylelikle çevrelerindeki ekilebilir
arazilerde biyolojik çeşitliliği koruyarak doğaya da yardım etmiş olurlar.
Son yıllarda yapılan araştırmalara göre, organik tarım, geleneksel
toprak işleme yöntemine alternatif olarak, güvenle kullanılabilir. Otuz
ekili alanda yapılan bir çalışmada, geleneksel tarım uygulanan arazilerle
biyolojik tarım uygulana araziler karşılaştırıldığında, biyolojik olarak
işlenenlerde beş kat daha fazla bitki çeşitliliği ve yirmi kat daha fazla
hayvan türü çeşitliliği olduğu görülmüştür. Organik çiftliklerde böcek
- tozlaştırıcıların varlığı bile yüz kat daha fazla olduğu ve av-avcı oranı yirmi kat arttığı görülmüştür.
Ayrıca, geleneksel tarımda yaygın olarak kullanılan böcek ilaçları, sadece kullanıldıkları mevsimde
etkilidirler, sonuş olarak doğal yırtıcı hayvanların azalmasına ve ilk "zararlı" olan böceklerin artmasına
sebep olmaktadır. Organik tarım, bitkiler, tozlayıcılar ve yırtıcılar gibi önemli fonksiyonel gruplar dahil
olmak üzere, biyolojik çeşitliliği ve arazinin kendi biyolojik kontrolünü arttırmaktadır.
Geleneksel tarımda zararlı organizmalar karşısında önleyici tedbirler sadece kısa vadeli etkiye sahiptir –
bir türü yok ederken biz onun yaşam alanını da değiştirmiş oluyoruz ve bu iki çıkış üretmektedir - birincisi
inhibe edici faktörün kaldırılmasından (bu durumda insektisit – böcek öldürücü ilaç verilir) sonra yok
edilmek istenilen türün tekrar geri dönmesi; ikincisi ise belirli bir ekolojik nişten tamamen yok olasıdır,
bu durum zaman içinde işlenen asrazideki bulunan canlıların bileşiminde bir değişikliliğe yol açacaktır.
Organik ürünler satın alımak, bir değişime yol açan etkisi olan
ve aynı zamanda nispeten kolaydır. Başlangıçta, ekolojik olarak
üretilen gıdaların kalitesine saldırma eğilimi bulunmaktadır – böcekler
tarafından zedelenmiş marul yaprakları ve elma kabuğunun üzerindeki
bozukluklar. Sadece 20 yıl içinde, eleştiriler tam tersine dönmüştür organik gıda gurme ve sadece zenginler içindir.
"Dünyayı beslemek" için son zorbalık taktikleri, büyük tarımsal
üreticilerin kendi tarım dışı yaklaşımlarını destekleyen tüm
argümanlarını susturmak için, gerçekten iyi bir yol olmuştur. Biyolojik
tarımın dünyayı besleyebileceğine dair aşağda sıralı bazı argümanlar
bulunmaktadır:
• Kimyasal tarım şu anda bile dünyayı beslemekte yetersizdir. 70 yıldan fazaladır kimyasal madde ve
petrol ürünlerine dayalı olan tarım, günümüzde dünyada yaklaşık 1 milyar insanın yetersiz beslenmesi
ya da aç kalmasına bir çare bulamamaktadır.
• Geleneksel tarım 1 kalorilik gıda yaratmak için 3 kalori enerjiye ihtiyaç duymaktadır. ABD Bloomberg’da
bulunan Johns Hopkins Halk Sağlığı Enstitüsü raporunda bulunan bilgilere ve gerçekle göre, hatta taşıma
ve işlenmesi için kullanılanenerji dahil değildir. Mevcut sistemi uygulamaları, aslında onları desteklemek
için gerekli kaynak tabanını azaltmaya dayanmaktadır.
• Biyolojik teknolojilerle üretilen ürünler pahalı ot, böcek ilaçları, gübre ve sulama olmadan
üretilememektedirler. Ideal koşullarda son derece verimli olsalar da, üretim sürecinde kaynakları inanılmaz
miktarlarda absorbe etmektedirler.
• Kendilerini beslemek için mücadele edelen topluluklarda biyolojik
tarım yöntemleri geleneksel tarım yöntemlerine göre % 180 daha
fazla ürün üretmeye yol açabilir. Dünya çapında nüfüs artışı olmasına
rağmen gelişmiş ülkelerde nüfus aslında gerilemektedir. Büyümenin
en fazla olduğu yerler aslında gelişmekte olan ülkelerdedir, orada
organik tarımın olumlu etkileri en iyi görülmektedir.
• Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan bir rapora göre, Bizle,
10 yıl içinde, organik uygulamaları ve diğer ekolojik tarımsal tarım
yöntemlerinin kullanımın sayesinde gıda üretimini iki katına çıkabiliriz.
• Organik tarım, gıda üretimi için gerekli kaynakları oluştururken
geleneksel tarım ise onları yok eder. Geleneksel tarım, topraktan besin maddelerini emerek bizim su
kaynaklarımızı azaltır ve fosil yakıtlara dayanmaktadır. Organik tarım daha kaliteli ve daha bağımsız
toprak, saf su oluşturur, besin maddelerin geri dönüşümünü sağlar ve bize temiz bir atmosfer bırakır.
Organik tarım sadece dünyayı beslemek için güce sahip değil, aynı zamanda iyi yemek ile beslemek
içindir
26
27
7. Yeşil enerji...
„Gezegeni yakmadan ateşi koruyalım”
Gökten ateşi çalıp insanlara vermesi ile ilgili titan
Prometheus efsanesi eski Yunanlılardan günümüze kadar
korunmuştur. İnsanlığın tarihi boyunca yangının fethi önemli
bir rol oynamaktadır. Günlük yaşantımızda "ateş" ve "enerji"
kavramları hemen hemen aynıdır, ve enerji ise - insanlığın
bir gücüdür.
Ham ve enerji kaynakları yenilenemeyen doğal kaynaklar
kategorisinde yer almaktadırlar.
Kanıt olarak, aşağdaki gerçekler:
• Bazıları artık yok olmak üzeredir
• işlenmesi esnasında büyük miktarda katı atık atılır ve
aşağdaki belirtilen kirliliğe yol açar:
- atmosfer
- hidrosfer
- metosfer
- biyosfer
Dünya elektriksiz olmaz. Elektrik için artan taleb ve enerji alanındaki liberalleşme koşulları enerji
piyasalarında önemli değişikliklere yol açmıştır. Sınırlama yok. Sadece zorluklar vardır. Standart düşünce
tarzı bugünkü sorunları çözmek için yeterli değildir. Bu özellikle, dünya çapında artan enerji ihtiyacını
karşılama konusunda karşılaşılan zorluklar söz konusu olduğunda, doğrudur.
Aktif bir kişisel ilişki içinde olan insanlar için doğal olarak şu soru ortaya çıkar: Daha sonra?
Gelecekte enerji geliştirmek için yollar nelerdir? İnsanlığın bu sorulara bulduğu yanıtlar alternatif enerji,
kendini yenileyen kaynaklarının kullanımıdır. Kendi kendini yenileyebilen enerjiler neredeyse tükenmez
kaynaklarıdır. Bunlar güneş, rüzgar, yer çekirdeklerinin ısısı, şelaleler, denizlerin gelgitleri, veya bitkisel
kütlelerden gelmektedir. Bunların işlemesi çok az atık ayrılması veya kirletici hava emisyonlarınin serbest
kalması ile karakterize edilmektedir. Ancak ürettikleri enerjinin elektrik, ısı veya mekanik güce etkili
dönüşümü olması için yüksek teknoloji uygulamaların kullanımı gerekmektedir. Rasyonel enerji kullanımı
ile birlikte yenilenebilir kaynakların kullanımı sürdürülebilir kalkınmanın önemli bir itici gücü olması yanı
sıra enerji arz güvenliği hedeflerini de sağlamaktadır, petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar bağımlılığı
azaltmaktadır, ticari dengesizliğin azaltılmasına katkıda bulunur ve yeni iş yaratılması için teşvik etmektedir.
Küresel ısınma, yükselen petrol fiyatları, belirsiz enerji
arzı, ve iklim değişikliği sorunları gibi endişeler dünyanın
birçok ülkesinde enerji politikasını yeniden gözden
geçirmelerine yol açmiştir. Avrupa Birliği liderleri
yenilenebilir kaynaklardan enerji üretimini artırmak
için çağrıda bulunmuşlardır ve 2020 yılında AB'ye sera
gazı emisyonlarının % 20 oranında azaltılması için
ortak bir hedef belirlemişlerdir. Avrupa Komisyonu'nun
planı çerçevesinde yine 2020 yılına kadar yenilenebilir
kaynaklardan üretilen enerji tüketimi toplam enerji
tüketiminin % 20 oranında kadar artırılmalıdır.
Yani bu enerji kaynaklarını, potansiyel ve kapasitelerini
yenileyebilen olanlar olarak tanımlanmları dikketalınarak onlara "Yenilenebilir enerji kaynakları - YEK"
popüler kavramı verilmiştir. Onları kullanarak, doğaya atılan kirliliği azaltma imkanına sahip oluruz. Bir
sonraki artı ise, kazı ve delmeye bağlı olarak petrol, gaz ve kömür üretimini azaltmaktır, genellikle bu tür
üretimlerde sismik aktivitenin beklenmedik sonuçlara, geniş alanların erozyon sayesinde yok olmalarına, ve
doğal su kaynaklarının da yok olmasına yol açmaktadır. Enerji üretiminin yenilenebilir sistemleri nispeten
yakın zamanda kullanılmaya başlanmasından dolayı (son 20 yıldan bu yana) bazı iyileştirmeler yapılması
gerekmektedir ve bazı dış faktörler göz önüne alınarak, bunlardan bazıları şunlardır:
• teknolojinin etkinliğini artırmak;
• güvenilirliği artırmak ve daha uzun bir süre çalışmak için çalışma zamanını arttırmak;
• daha fazla kullanılmasını teşvik etmek için daha uygun fiyata ulaşmak;
• tesislerin kullanım ve bakım kolaylığı;
• biyosfer ile birlikte çevre üzerindeki zararlı etkilerini azaltmak;
28
• mevcut arazi alanlarının rasyonel kullanımı ve onları yok etmeksizin doğal durumunu korumak;
• enerji üretmek için mevcut tesisler ile birleştirerek;
Kısaca YEK olarak adlandırılan bu kaynaklar,
insanların bizim doğal evimiz – Dünya gezegeni ile
uyum içinde sürdürülebilir bir gelecek için doğru bir
bakış açısı oluşturmuştur.
Yenilenebilir enerji kaynakları (YEK) şunlardır: güneş,
rüzgar, hidroelektrik ve jeotermal enerjiler, dalgaların
ve gelgitlerin enerjileri, kullanım sırasında kendilerini
belirgin bir şekilde yıpratmadan yenilenebilen enerjiler,
atık enerjiler, doğal gaz da buna dahil olmak üzere
biyokütle enerjisi ve endüstriyel ve evsel atıklardan olan
enerji. Yenilenebilir enerji kaynaklarından (YEK) üretilen
elektrik, santraller tarafından yalnızca yenilenebilir
enerji kaynakları kullanılarak üretilen elektriğin yanı sıra elektrik oranı hibrid sistemlerinde yenilenebilir
enerji kaynaklarından üretilen kadar ve aynı zamanda geleneksel enerji kaynaklarını kullanarak ve
depolama sistemleri doldurmak için kullanılan yenilenebilir elektrik de dahil olmak üzere, depolama
sistemleri sonucunda üretilen elektrik hariç.
Yenilenebilir enerji kaynaklardan elde edilen enerji, enerji verimliliği ve enerji tasarrufu, çevre ve
toplum açısından en ucuz, en zararsız ve en güvenli olarak kabul edilebilir, enerji sektöründe sera gazı
emisyonlarının azaltılması için bir yöntemdir. Rüzgar, güneş fotovoltaik pille tesisleri, güneş termik ve
jeotermal enerji, biyokütle ve denizlerin gelgit enerjileri gibi yenilenebilir enerji kaynakları bu amacı yerine
getirebileceklerdir.
Yenilenebilir enerjiye ve altyapı konusunda yapılan büyük yatırımlara olan güven artan tüketim ve enerji
için talep tarafından desteklenmektedir. Yenilenebilir kaynak olarak adlandırılan bu kaynakların iyi tarafı
ekolojik, sınırsız, herzaman bulunabilir ve bedava olmalarıdır. Ancak bu yöndeki asıl sorun "yeşil" enerji
fiyatları geleneksel olandan çok daha yüksek olamasıdır. Toplum, çevreyi koruyan pahalı yenilenebilir
enerji mi kullanmalı ya da doğayı kirleten ve kaynakları da yok olmak üzere olan geleneksel yöntemlerle
üretilen enerjiyi mi kullanmalı, ikilemi arasında kalmıştır.
Avrupa yenilenebilir enerji kaynakları kullanım konusunda bir
dünya lideridir, bunun öncelikli nedeni farklı ülkelerin "yeşil enerji"
yatırımlarını teşvik etmeleridir. Bu arada Alman modeli kuşkusuz
en başarılı olanıdır. Almanya'da yenilenebilir kaynaklardan
enerji üreten herkes, elektrik şebekesine sübvansiyonlu fiyata,
yani elektrik piyasa değerinin dört kat daha yüksek fiyata
satabilir. Bu fiyat üretimin ilk 20 yılı boyunca devlet tarafından
garanti altına alınmıştır. Bu tür teşvik programları Bulgaristan
da dahil olmak üzere 19 diğer AB ülkelerinde de mevcuttur.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı pahalı bir yatırımdır
ve böylece devlet yatırımcılar için riski azaltmaktadır, sonuç
olarak "yeşil" enerji üretiminde bir artış, teknolojilerde gelişim
ve yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektriğin maliyetinin
azaltması görülmektedir. Böylece girdi sübvansiyonları yeni kârlı sanayinin geliştirilmesi yoluyla birçok
kez karşılanmaktadır ve ucuz ve temiz enerji üretimi için stratejik bir temel oluşturulmasına da yardımcı
olmaktadır.
Yenilenebilir enerji kaynakları diğer şeylerin yanı sıra kirletici olan fosil yakıtlara (iklim değişikliğine
etkisi olan bir yan ürün olarak sera
gazları gibi) kıyasla çevre üzerinde çok
az etkiye sahiptirler. Fosil yakıtlara erişim
sağlanması için yeryüzünün derinliklerine
sondaj yapılması gerekmektedir ve bu
durum genellikle çevreye duyarlı alanları
etkilemektedir.
Yeşil enerji üretimi için gerekli kaynaklar
dünya çapında kolaylıkla temin edilebilir
kaynaklardır, uzak kırsal bölgelerde
bulunan ve genellikle elektriğe erişimi
bulunmayan köyler de dahil olmak üzere.
29
Yenilenebilir enerji teknolojisindeki ilerlemeler güneş panelleri, rüzgar türbinleri ve diğer yeşil enerji
kaynakları maliyetlerini önemli ölçüde azaltmıştır. Bu kullanım elektrik, su ve araçlar için yakıt dahil olmak
üzere, tüm önemli alanlarda fosil yakıtların yerini alabilir.
Yeşil enerjinin ekolojik yararları
• Karbon dioksit (CO2), cıva, azot oksitler, kükürt dioksit (SO2) gibi ve hava, su veya toprakta partiküler
maddelerin olmaması. Bu zararlı maddeler iklim üzerinde de olumsuz etkileri bulunmaktadır, cıva
zehirlenmesi, asit yağmurları ve hava kirliliğine neden olurlar.
• Dünya'ya ciddi zarar veren fosil yakıtların çıkarılmasını gerektirmez.
• Kirleten fosil enerji kaynakların aksine asla tükenmeyecek kaynaklar kullanmaktadır.
• Gelecek nesiller için çevrenin korunmasına yardımcı olur.
Yeşil enerjinin ekomik yararları
• Yeşil iş sektöründe istihdam olanakları oluşturmaktadır.
• Yerel enerji kaynaklarına yatırım yaparak güvenli bir enerji geleceğinin oluşmasına yardımcı olur
Avrupa Birliği'nde yenilenebilir enerji kullanımı
güçlü bir teşvik ile desteklenmektedir, her ne
kadar tedbirlerin büyük bir çoğunluğu üye devletler
düzeyinde olması gerekse de. Yenilenebilir enerji
kaynaklarından (YEK) elektrik üretimi etkileyen
mevzuatın en önemli parçası Direktifi 2001/77/
EC, iç elektrik piyasasında yenilenebilir enerji
kaynaklarından üretilen elektriği teşvik etmektedir.
Kamu bu tür temiz enerji için enerji santrallerinin
kurulmasına olumlu bakmaktadır. Küresel ısınma
açısından, toplum giderek doğal kaynakların
tükenmesi sorunu ile ilgili düşünmektedir ve çareler
arayışı içindedir. Bu nedenle Avrupa Birliği gibi
uluslararası kuruluşlar, ekoloji ile ilgili projeleri ödüllendirmek ve teşvik etmek için yollar aramaktadırlar,
özellikle de modern çağda acil bir sorun olan - yenilenebilir enerji kaynaklarından temiz enerji üretimi
ve dönüşümü.
AB’nin raporuna göre 2010 yılında yeşil enerji ekonomisi ekonomik ağırlığını arttırmıştır. Yenilenebilir
enerji kaynaklarından üretilen enerji sektörünün altında yer alan fotovoltaik piller en çok gelire sahiptirler,
Avrupa piyasalardan 45.5 milyar Euro elde edilmiştir. Bu göstergeye göre panellerin üretimi, güneş
parkların geliştirilmesi ve yönetimi rüzgar projelerinden önde gitmektedir.
Biyokütle kullanımından üretilen enerji ise ciro açısından üçüncü sırada yer almaktadır, ancak iş istihdamı
sağlama açısından birinci sırayı alır, 273 000 kişiye iş sağlamaktadır. Ikinci ve üçüncü sırada güneş ve
rüzgar enerjisi vardır, sırasıyla 268 000 ve 253 000 kişiye iş sağlamaktadır. Fotovoltaik piller sektörünün
büyümesi çalışanlar açısından talebin artmasına yol açmıştır.
Yenilenebilir enerji sektörünün ekonomik büyümesi, yeşil kaynaklardan enerji üretim ve tüketim artışını
takip etmektedir. Üye – Devletler kendi ulusal eylem planlarında belirtilen yeşil enerji hedeflerini daha
iyi yapmak için her tür imkan ve çaba ile ilerlemektedirler. 2010 yılında toplumda toplam nihai enerji
tüketiminin yenilenebilir enerji kaynakları tarafından sağlanan enerji yaklaşık % 12.4 oranındadır. Bir önceki
yıl ile kıyasalandığında - o zaman % 11.5 oranındaymış. 2009 yılı'ndan 2010 yılı'na kadar olan süreçte
yenilenebilir kaynaklardan olan üretimin toplam tüketimi % 10,2 oranında artmıştır. Aynı zamanda toplam
brüt enerji tüketimi sadece % 2,1 oranında artmıştır. Büyüme, ısıtma için biyokütlenin yüksek tüketim
(ağaç) ile açıklanabilir, aynı zamanda rüzgar ve güneş enerjisi santralleri gibi elektrik teknolojilerin teşvik
edilmesi de büyümeyi desteklemektedir.
30
8. Yenilenebilir enerji kaynağı türleri
8.1 Rüzgar enerjisi
Rüzgar enerjisi rüzgarların gücünde saklıdır. Rüzgar enerjisi
mekanik enerjiye dönüştürülebilir, su pompalama, tahıl öğütme
ve ahşap işleme gibi işleri yapmak için kullanılabilir. Bir dönen
rotoru elektrik jeneratörü ile bağlayarak, modern rüzgar türbinleri
rüzgar enerjisini elektriğe dönüştürmektedirler. Rüzgar santralleri
rüzgarın gücünü elektriğe dönüşmesini sağlamaktadırlar. Şu anda
uygulanan teknoloji ile 15 ila 90 km/saat 'in üzerinde rüzgarın
elektriğe dönüştürülmesi mümkündür. Elektrik üretim rüzgar
hızının 50 km / s iken optimum olur. 2020 yılında, en kolay ve en
verimli alanlar olan sahil ve engebeli dağlık arazi olan bölgelerde
Avrupa elektriğinin % 10 oranında bu bölgelerden sağlanabileceği
öngörülmektedir.
Rüzgar nedir? Rüzgar, aynı veya farklı yerlerdeki hava kütleleri
arasındaki basınç farklarından kaynaklanan hava hareketidir Havanın ısınması , ısınan kütlenin
genişlemesine , dolayısı ile harekete geçerek yükselmesine neden olur, işte bu noktada havanın ısınıp
kütlesel olarak yer değiştirmesi , basıncın oluşmasına neden olur. Ancak atmosferin yaptığı basınç
dünyanın her yerinde aynı değildir , çünkü yerçekimine , sıcaklığa ve bulunulan yerin yüksekliğine bağlı
olarak değişir, bu şekilde yüksek ve alçak basınç merkezleri oluşur, havanın yüksek basınçtan alçak
basınça doğru hareket etmesi ve fark nekadar büyük ise rüzgar da okadar güçlüdür. Rüzgar'ın en
önemli parametresi enerjisidir. Küp parametreleri vardır. Bir örnek: rüzgarın hızı iki kat artar ise, enerji sekiz
kat artar (2 x 2 x 2 = 8). Bu, hafif esintiler olduğunda
nispeten daha az enerji, sert rüzgarlar var iken ise
çok büyük enerji anlamına gelmektedir.
Türbülans ise rüzgar’ın bir başka özelliğidir. Bu
büyük bir hava kütlesinin farklı parçalarının farklı
hızlarda hareket etmesi demektir. Türbülanslar
bazen, hava akımlarının kullanılmasını ek olarak
zorlaştırmaktadırlar. Temiz ve tükenmez olduğu için
rüzgar harika bir enerji kaynağıdır. Ancak hızı, saat,
gün, ve mevsime göre, hatta bir yıldaki rüzgar ile
başka bir yıldaki olanla aynı olmadığı ve değiştiği için,
rüzgar enerjisi daha zor tahmin edilen bir kaynaktır.
Rüzgar enerjisi, atmosferdeki hava kütlelerinin
kinetik enerjisid anlamına gelmektedir. Genellikle, elektriksel ya da mekanik olarak, dönüştüğünde enerji
yararlı bir forma gelmektedir.
• Mekanik enerji: rüzgar yelken itmek için, sulama boyunca su pompalamak için, ya da yel değirmenleri
çalıştırılması için kullanılır.
• Elektriksel enerji : rüzgar jeneratörleri elektrik gücünü kullanarak elektrik enerjisine dönüştürülebilir.
rüzgar enerjisi harika bir kaynaktır, çünkü temiz ve tükenmez’dir. Ancak hızı, saat, gün, ve mevsime
göre, hatta bir yıldaki rüzgar ile başka bir yıldaki olanla aynı olmadığı ve değiştiği için Rüzgar enerjisi
kesintili bir kaynaktır. Talep artışı ve küresel ısınma tehdidinden dolayı, rüzgar enerjisi kullanımı artacağı
ve birçok faktörün bu yönde çalışmalara yardımcı
olacağına inanılmaktadır. Rüzgar enerjisi, temiz
ve tükenmez enerji kaynağı olmasına rağmen bazı
bölgelerde rüzgar türbinlerin rotor bıçakları arasına
giren tehlike altındaki türler de dahil olmak üzere,
kuş ölümlerinin en büyük sorumlu olduğu olarak
görülmektedir. Bu doğal afetler rüzgar türbinlerin
güvenliğinin arttırılmasıyla önlenebilir.
Rüzgar türbinleri elektrik üretmek için rotor üzerine
monte edilmiş iki veya üç kanat bulunmaktadır
ve onların yardımıyla rüzgar yakalanmaktadır. .
Türbinler yüksek yerlerdeki kulelerin üstüne otuz
veya daha fazla metre yüksekliğe yerleştirilir ve
böylelikle daha güçlü ve daha az türbülanslı rüzgar
avantajını kullanmaktadırlar. Kanat bir uçak kanatı gibi
31
tutturulmuştur ve hareket eder. Rüzgar estiği zaman pervane kanadının bir bölümünde düşük basınçta
bir hava cebi oluşmaktadır. İşte o zaman hava cebi kanadı kendine doğru çekmektedir ve rotorun
dönmesine neden olur. Buna kaldırma denir. Kaldırma kuvveti, kanadın ön kısmı üzerine etki eden rüzgar
kuvvetinden çok daha güçlüdür ve buna da çekme denir. Kaldırma ve çekme kombinasyonu rotorun
bir uçak pervanesi gibi dönmesine neden olur ve buna bağlı olarak da jeneratör elektrik üretir. Rüzgar
türbinleri tek başına kullanılabilir, veya elektrik şebekesine bağlanabilir, güneş enerjisinin toplanması için
hücreler ile birlikte de kullanılabilir. Tek başına türbinler genellikle su pompalamak için ya da iletişim için
kullanılmaktadır. Ancak rüzgarlı alanlarda bulunan yerleşim yerleri ve haneler türbinleri elektrik üretmek
için kullanabilirler. Yeterli enerji üretebilmeleri için ve daha fazla ihtiyacı karşılayabilmek için, genellikle
çok sayıda türbinleri birbirlerine yakın olacak şekilde bir araya yerleştirilir ve böylelikle bir rüzgar çiftliği
oluşturulur.
Rüzgar türbinleri dünya çapında farklı etkinlikler için kullanılmaktadır. Hanelerin en az bir türbin
kullanmaları da dahil olmak üzere büyük elektrik şebekeleri için elektrik üreten büyük rüzgar çiftliklerini de
kapsamaktadır. Küçük rüzgar türbinleri, haneler, enerji çiftlikleri, su pompalamak için ve çeşitli mekanik
aktiviteler gerçekleştirmek için elektrik üretirler. Haneler kendi ihtiyaçları için, veya rüzgar kullanarak
pilleri şarj etmek için, hatta bazı durumlarda enerji satmak için elektrik üretebilirler. Böyle bir sistem
satın almadan önce, haneler ilk başta yerel yasalara aşina olmalıdırlar. Rüzgar türbinleri fotovoltaik
paneller, dizel jeneratörler ve pil gibi diğer teknolojiler ile rüzgar sistemlerinde birlikte kullanılmaktadır.
Elektriğe erişim olmayan uzak yerleşim yerlerde rüzgar türbinleri pilleri şarj edebilir, veya küçük elektrik
ağlarına enerji sağlayabilir, ve böylelikle insanların yaşam kalitesini iyileştirmekte yardımcı olur. Sınırlı
topraklara sahip Avrupa ülkeleri elektrik üretmek için okyanusta sığ sularda rüzgar türbinleri inşa etmeye
başlamışlardır.
Estetik ve vizyonu etkileyen unsurlar, konumu, tasarım ve
türbinlerin tekdüzelikte olmalarını içermektedir.
Kuş ve diğer canlı kaynaklar - Ön çalışmalar kuşlar veya
diğer hayvanlar rüzgar türbinlerinden etkilenebileceklerini
belirlemektedir.
Yıldırım- halen devam etmekte olan çalışmalar ve
operatörler deneyimlerini geliştirmeleri, yıldırım ve rüzgar
türbinlerinin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
Gürültü - Tüm mekanik sistemlerde olduğu gibi çalışırken
rüzgar sistemleri de gürültü yapmaktadırlar. Günümüzde
tasarımcılar gürültü düzeyini azaltmak için değişiklik
yapmaktadırlar.
TV ve radyo etkilenmeleri – Geçmişte metal kanatlı türbinler
kendilerine yakın televizyon alıcılarını sık sık etkileyerek TV ve
radyoların yayınlarının bozulmasına neden oluyorlarmış. Günümüzde bu tür etkileşimler nadir olmaktadır,
bunun nedeni ise geçmişte bileşenlerin çoğu metalden yapılmıştır, gününmümzde ise alaşımlardan imal
edilmektedirler.
Ekonomi - Rüzgar enerjisi fiyatları son yirmi yılda % 85 oranında düşmiştir. Rüzgar enerjisi daha çekici
hale gelmiştir, bunun nedeni ise onun enerji üretme fiyatı diğer teknolojilerin maliyetlerine oranla çok
daha düşük olmasıdır.
8.2 Su enerjisi
İnsanlar binlerce yıldır enerji kaynağı olarak su gücünü kullanmaktadırlar, çoğunlukla buğday öğütmek
için. 1882 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde Fox nehirinde su jeneratörleri sayesinde iki fabrika ve
bir evin ışıkları için yeterli güçte elektrik üretilmiştir. Günümüzde birçok hidroelektrik santralleri (HES)
vardır, dünyadaki elektriğin yaklaşık % 20 sağlamaktadırlar. Hidroelektrik santralinin en yaygın türü baraj
olanıdır, bir rezervuar olarak su tutmak için nehir üzerine inşa edilmiştir. Rezervuardan salınan su bir
türbünden akarak elektrik jeneratörünü harekete geçirir. Hidroelektrik santralleri çok düşük fiyata çok
miktarda elektrik üretebilirler.
32
HİDRO ELEKTRİK SANTRALLERİ - HES - Hidroelektrik
santrallerin ana bileşenleri aşağda sıralı olanlardır :
1. Baraj duvarı - su akışını durdurmak için nehir yatağına
inşa bariyerdir ve yapay bir rezervuar (hazne) oluşturur.
2. Cebri (taşıyıcı, basınçlı) borular – basınç altında olan
suyu HES türbinlerine doğru yönlendirir.
3. Türbin – su akışından enerjiyi çıkartan bir rotatıf
motordur. Türbinler suyun kinetik enerjisini mekaniğe
dönüştürmektedirler.
4. Jeneratör - elektrik jeneratörü mekanik enerjiyi elektrik
enerjisine dönüştürür. Bu süreç elektrik üretim süreci
olarak adlandırılır.
5. Transformatör – jeneratörün üretmiş olduğu elektrik
enerjisini kullanım için gerekli gerilim seviyelerine
getirmektedir..
6. İletim hatları - Hidroelektrik santrallerin üretmiş oldukları elektriği tüketicilere ulaştırmak için bir
tesisattır.
Resmi bilgilere göre, dünyadaki elektriğin yaklaşık %
19 oranında hidroelektrik santralleri (HES) tarafından
sağlamaktadır. Birçok ülkede, hidroelektrik enerjisi önde
gelen bir yerde bulunmaktadır. Hidroelektrik santrallerinin
başka bir türü - pompalı depolama tesisleri – enerji dahi
depolayabilmektedirler. Enerji, elektrik şebekesinden
elektrik jeneratörlerine doğru, aktarılmaktadır. Jeneratörler
daha sonra türbinler geri dönmeye başlamaktadırlar,
bu da nehirden su pompalamaya neden olmaktadır,
veya suyu daha düşük bir rezervuardan değil de daha
yüksek olanından pompalamasını, burada da enerjinin
saklanması sağlanmaktadır. Bu enerjiyi kullanmak için
ise su üst rezervuardan nehre doğru ya da alt rezervuara
salınır. Bu türbinleri ileri döndürürerek jeneratörleri aktif hale getirmektedir ve böylelikle elektrik
üretilmektedir. Sistem, ilk başta büyük çaba gerektirir, ancak bakım için çok az maaliyeti vardır ve
düşük fiyatlarla enerji üretmektedir. Su enerjisi yenilenebilir enerji kaynakların elektrik üretmek için en
sık kullanılan kaynaklarındandır. Hidroelektrik kaynağının su olduğundan dolayı hidroelektrik santralleri
su havuzlarına yakın bir yerlerde konumlandırılmalıdırlar.
Gelgitlerin veya dalgaların enerjisini kullanarak çalıştırılan birçok sayıda elektrik santrali deneysel
aşamasındadır. İlkinde türbinlerinin kanatlarının dönmesi için düzenli olarak deniz seviyesinin yükselmesi
kullanılmaktadır. Su yükseldiğinde ise özel rezervuarlarda toplanmaktadır. Daha sonra, açıldıklarında
su akışı hidrolik türbinleri harekete geçirir ve – onlar da sırayla- elektrik jeneratörlerini (HES’lerdeki gibi).
Dalga kullanan sistemlerde de benzer şekilde, su yüzeyinde dalgaların kinetik enerjisi yakalanır, deniz
dibine yakın bir yerde. Bu tür sistemler kıyı okyanus bölgelerinde büyük umutlar vaad etmektedirler.
Bazı yerlerde gelgitlerden büyük miktarda enerji üretilebilir olmasına rağmen gelgitlerin özel niteliği olan
zorluklar (kesintilisu akışı) vardır, ve bu tesislerin yapımı için gerekli büyük yatırımlar yapılması gereklidir.
Gel-git enerji santralleri çevre dostudur. Onlar Rusya, Almanya ve Norveç’te kullanılmaktadırlar.
HES’lerin avantaj ve dezavantajları
HES’lerin avantajı
HES’lerin dezavantaj
elektrik fiyatı uluslararası yakıt fiyatlarına bağımlı hidroelektrik santrali inşası uzun ve pahalı, ve geri
değildir
dönüşü yavaş
Yerel malzeme/tesisler ile kurulmaktadırlar
Bölgesel iklim değişmekte
yakıt ithalatından tasarruf yapılır
flora ve fauna olumsuz yönde değişmektedir
Çalışma esnasında zararlı gazlar veya radyoaktif büyük toprak alanları, tarım aletleri ve daha
maddeler yaymaz
fazlası nesneler sular altında kalıyorlar ya da
alınmaktadırlar
Rezervuarları sulama ve su temini için kullanılır
heyelan ve erozyon artmaktadır
Turizm için bir temel olarak hizmet verebilirler
Manzara bozulmaktadır
33
8.3 Güneş enerjisi
Güneşin yüzey ve çevre sıcaklığı 6000 °С’nin üzerindedir. Güneş
enerjisi, güneşte üretilen nükleer bağlanma reaksiyonlarının bir
sonucu olarak, ışın enerjisidir. Güneş ışınları " Güneş enerjisi
sabiti" ile karakterize edilmektedir. Atmosferden geçişi esnasında
güneş ışımasının bir kısmı kaybolmaktadır. Buna göre güneşli bir
havada Dünyanın yörüngesi üzerinde, uzayda, yeryüzüne yani
birim alana ulaşan Güneş ışınları, Güneş'e dik bir yüzey üzerinde
ölçüldükleri zaman güneş enerjisi yaklaşık metre kareye 1 kW’tır.
Biyosfer güneş ışınlarının sadece % 0,08 oranındaki enerjiyi
kullanmaktadır. Fotosentez işlemi esnasında güneş enerjisisinin
emilimi ve biyokütle olarak birikimi % 14 verimliliğe, yani performans
kapasitesine sahiptir. Güneş enerjisi tesisatlarında ise performans
kapasitesine % 90’lara ulaşabilmektedir. Bulgaristan'ın farklı
bölgelerinde yılda güneşli gün sayısı 230 ve 290 arasındadır. Güneş enerjisi öncelikle kullanılabilir iki tip
enerjiye dönüştürülmektedir :
Isıl güneş enerjisi – bunlar sıcak su sistemlerinde kullanılmaktadır, çoğu durumlarda iki bileşenden
oluşmaktadır: kolektör (toplayıcı) ve depolama tankı (kazan). Bunlar iki sınıf sisteme ayrılmaktadırlar: pasif
ve aktiv olarak, ikincilerinde ısıyı depolama tankındaki kolektörden aktif olarak elektrikle çalışan pompa
yardımı ile verilmektedir. Sistemler de kendi arasında mevsimsel ve yıl boyunca çalışanlar olarak ikiye
ayrılmaktadır, ikinci sistemde kolektörlerde donmayan bir
sıvı bulunmaktadır. Toplayıcılar düz / sıradan veya selektif
(seçimli) ve vakumlu tüpler şeklindedirler, her tür toplayıcının
avantaj ve dezavantajları bulunmkatadır. Doğru seçilmiş
sistem sayesinde yatırım 3 ila 5 yıl içinde geri döner ve kazanç
sağlamaya başlar.
Elektrik enerşisi – fotovoltaik hücreler kullanılmaktadır.
Tipik bir fotovoltaik hücresi, yarı-iletken bir tabakadan
oluşmaktadır, bu tabakada güneş enerjisinin etkisi altında
elektronlar tüm tedarik zinciri boyunca hareket etmeye
başlamaktadırlar. Elde edilen doğru elektrik akımı pillerde
depolanmaktadır veya dönüştürücü (inventörler) tarafından
ev kullanımı için alternatif elektrik akıma dönüştürülür ve
fazla olan elektrik ise şebekeyi beslemektedir. Yüksek maliyeti /wat başına 3-4 $/ ve düşük verimlilik
performans kapasitesi / % 14-18 / hala bu sistemlerin yaygın kullanımını önlemektedir. Son yıllarda ise
bu parametreleri hızla iyileştiren yeni teknolojiler geliştirilmektedir. Eğer ki çatınızda monte edilmiş bir
fotovoltaik pil enerji sistem var ise, ozaman elektrik ödemeden muaf tutulacaksınızdır. Güneş enerjisi
maliyetsizdir ve ebediyen öyle de kalacaktır. Fotovoltaik piller Güneş enerjisinden elektrik üretme
yöntemi ile ilgilidirler. Fotovoltaik pil sistemler çevreyi temiz tutmaktadır, güneş enerjisinin elektriğe
dönüştürmesinde doğaya zarar verecek hiç bir atığı bulunmamaktadır. Üretmiş olduğunuz elektriği
kendi ihtiyaşlarınızı karşılamak için veya elektrik dağıtım şirketleriyle sözleşme imzalayarak satabilirsiniz.
Güneş enerjisinin elektrik üretimi için çok kapsamlı
kullanımı aslında güneşi "yakalamak" için geniş alanlara
tesislerin kurulması ve gerekli ekipman ile donatılması,
özellikle güneş ışınlarının güçlü olduğu bölgelere ve
insanları rahatsız etmeyecek şeklinde parlak mavi alanlar
inşa edilmesi gerekmektedir. Fotovoltaik modüllerin bir
seri ürün olarak dayatılması halihazırda yaşanmaktadır.
Ancak bunların maliyeti hala rekabetçi olabilmesi için
yeterli değildir. Geliştirme ve iyileştirme zor bir süreç
olmaya devam etmektedir ve ilk beklentilerin birçoğu yerine
getirilmemiştir. Söylenenlere bakmaksızın son 20 yılda
güneş panelleri ile çalışan ekipmanların fiyatı yaklaşık % 60
oranında düşmüştür. Fotovoltaik pil sistemlerin en büyük
avantajı da çevreyi tehdit altında bırakmamalarıdır. Güneş
enerjisi enerji kaynağı olarak hiçbir maaliyeti olmayan tamamen ucretsiz olan bir kaynaktır, ve ayrıca
tesisatlar her türlü çatıya, büyük sanayi kurulumlarında, büyük alanlara ve evlerin bahçelerine monte
34
edilebilir. Şu anda, güneş enerjisi üretimi katı yakıt enerji üretiminden üç kat daha pahalıdır. Ancak,
fiyat teknolojilerdeki gelişmeler sonucu sürekli düşmektedir.
Güneş enerjisini doğrudan toplamayı sağlayan güneş kollektörleri (toplayıcıları) olarak adlandırılan
elementler sayesinde güneş ışınlarını odaklayarak enerji toplamak için tasarlanmıştırlar. Enerji, bir
kez toplandıktan sonra, termal veya fotoelektrik işlemlerinde kullanılır. Isıl işlemlerde, güneş enerjisi,
gaz ısıtmak veya isi dağıtmak için kullanılan sıvıları ısıtmak için kullanılmaktadır. Foto proseslerde ise
mekanik yollara gerek kalmadan güneş enerjisi doğrudan elektriksel enerjiye dönüştürülür. Güneş
kollektörlerin iki ana türü bulunmaktadır: düz ve eşmerkezli kollektör. Isıl işlemlerde düz kollektörler bir
yutucu yüzey üzerinde güneş radyasyonunu karşılamaktadırlar, güneş enerjisi alan olarak da adlandırılan
koridorlarından veya gaz taşıyıcısından sıcaklığını arttırarak geçmektedir. Düz kollektörler su ısıtmam ve
ısınmak için kullanılmaktadırlar. Toplayıcı kollektörlerin etkili olabilmeleri için güneşi takip edebilmeleri
gerekmektedir ve bu mekanizma heliostat olarak adlandırılmaktadır. Güneş enerjisinin soğutucu olarak
kullanımı ise emici soğutma sistemindeki bir ısı kaynağı olarak kullanılmaktadır.
Günümüzde yeni nesil güneş sistemleri ile ilgili bir dizi geliştirme ve test sistemleri yapılmaktadır, bu yeni
nesil güneş sistemleri daha yüksek performansa ve maliyeti azaltmak için potansiyele sahip olacaklardır
ve petrol ve kömür gibi geleneksel enerji kaynaklarına rakip olacakları öngörülmektedir:
• Yoğunlaştırıcı güneş enerjili ısıtma sistemi – sıcak su ısıtma sistemlerine yakın bir şekilde
çalışmaktadırlar, ancak çok daha büyük tesisat ve ekipmanlar ile. Yine, suyu güneş enerjisiyle kızmasını
ve buharlaşmasını sağlayarak, buharın gücü kullanılmaktadır, ve bu güç sayesinde buhar türbininin
dönmesi sağlanmaktadır.
• Yoğunlaştırıcı fotovoltaik pil sistemleri –
onlara ilaveten düşen güneş işinlarının yakalanmasını
artırmak için optik elementler eklenmiştir ve verimliliği
yüksek olan yeni nesil fotoseller kullanılmıştır, bunlar
daha önce uydu ve uzay sondalarını beslemek için
kullanılmışlar;
Güneş enerjisinin kullanımı fosil yakıtlar gibi
yenilenemeyen kaynakların kullanımını azaltmamıza
yardımcı olacaktır. Gezegenimiz bir süre sonra farklı
bir dalgaya geçecektir ve güneş enerjisi önemli bir
enerji kaynağı olacaktır, çevreyi tehlikeye atmayan ve
de aynı zamanda etki olan bir yenilenebilir kaynak
olarak. Bir yandan, hükümetler güneş enerjisi kullanımını teşvik etmekte ve harekete geçmeleri için
faaliyetlerde bulunmaktadır, ancak aynı anda güneş sistemleri kullanmak isteyen insanlar için yeterli
devlet sübvansiyonları yoktur. Malzemeleri ve güneş ürünlerinin kendileri hala çok pahalı, ve her ne
kadar geri dönüşü olsa da az sayıda insan bu imkanlara sahiptir. Biz kendimizi fosil yakıtlar olmadan
bir gelecek için hazırlamamız gerekir fakat güneş sistemlerinde yatırımların getiriye dönüşmesi güneş
enerjisinin en iyi şekilde kullanılması için büyük bir engeldir.
8.4 Jeotermal enerji
Enerji eksikliğinden şikayet ediyoruz, ve aynı zamanda
tam anlamıyla dev bir enerji rezervuarı üzerinde
yaşamımızı sürdürdüğümüzü unutuyoruz, öyle ki
henüz mevcut ihtiyaçlarımızı karşılamak için bu enerjiyi
nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Jeotermal Enerji;
yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş sıcaksu,
buhar, gaz veya sıcak kuru kayaçların içersinde yer alan
basınçlı ısıya verilen addır. Bilimsel araştırmalara göre
yerkabuğundan aşağıya doğru her 33 m derinliğe inildikçe
ortalama bir derece santigrat sıcaklık artışı olmaktadır.
Söz konusu alanlar, jeotermal enerji oluşumu için oldukça
uygun koşullara sahip olabilir. Yerkabuğunun hemen
altında bu ısı 600-7000С ulaşmaktadır.
Jeotermal kaynakların kullanımı Roma dönemine kadar
35
uzanmaktadır, ozamanlar maden suyu tıbbi amaçlar için, ısıtma, yüzme ve havuzlar ve eğlence için
kullanılırmiş. Yeni Zelanda Polinezya kabileler de, ısıtma ve yemek pişirmek için, banyoda kullanılan sıcak
su için jeotermal su kullanmışlardır. 19. yüzyılda, mühendislik teknolojilerindeki ilerleme jeotermal enerjinin
daha verimli kullanımını sağlamıştır. Toskana'da (İtalya) su gücü ahşap işlemek için kullanılmıştır ve daha
sonra (1913) jeotermal sıcak su kaynakları buharıyla çalışan 250 kW güce sahip ilk elektrik santrali inşa
edilmiştir. Şu anda İtalya Larderello sahasında 400 MW kapasiteli jeotermal elektrik üretilmektedir, ve
geliştirme programı sayesinde 885 MW kapasiteye ulaşması beklenmektedir. Yeni Zelanda jeo-termal enerji
kaynakları kullanımı ile elektrik üretimine başlayan ikinci ülkedir (1950). 1960 yılında (ABD) Kaliforniya’da
Gayzerlerin (sıcak su kaynakların) enerjisi kullanılmaya başlanmıştır, ve şu anda da jeotermal enerjiden
elektrik üretimi için en büyük kompleks orada bulunmaktadır – 2800 MW
Jeotermal enerji yer kabuğunun çeşitli derinliklerinde
birikmiş ısının oluşturduğu sıcaklıkları sürekli olarak
bölgesel atmosferik ortalama sıcaklığın üzerinde olan
ve çevresindeki normal yer altı ve yer üstü sularına
göre daha fazla erimiş mineral, çeşitli tuzlar ve gazlar
içerebilen basınç altındaki sıcaksu ve buhardır, ve
buhar motoru çalıştırılması için buhar üretmek için
kullanılabilir. Öte yandan, elektrik de üretir ve bu enerjinin
oldukça yararlı bir şeklidir. Jeotermal kelimesi jeo (yer),
termal (ısı) anlamına gelen yunanca kelimelerinden
gelmektedir. Ve böylece Jeotermal enerji yer kabuğunun
çeşitli derinliklerinden gelen ısı olduğu söylenebilir.
Bizler binaları ısıtmak ya da elektrik üretmek için yer
kabuğunun çeşitli derinliklerinden gelen buhar ve sıcak
suyu kullanabiliriz. Jeotermal enerji yenilenebilir bir
enerji formu olduğu söylenebilir, su yağmur ile geri dönmektedir ve ısı ise sürekli olarak yer kabuğunun
derinliklerinden oluşmaktadır. Jeotermal enerji yüksek sıcaklıkta olan yeraltı tabakalarında bulunmaktadır.
Bu ısı Dünya'nın çekirdeğinden kaynaklanmakta veya tüm kayaçların içeriğinde bulunan radyoaktif
elementlerin çürüme ile kabuğunda ortaya çıkmaktadır. Jeotermal enerji, yerkabuğunun ulaşılabilir
derinliklerinde olağan dışı olarak birikmiş ısının doğrudan ya da başka enerji türlerine dönüştürülerek
ekonomik olarak yararlanabilen şeklidir. Bazı bölgelerde, su yerkabuğunda çatlakları ve boşlukları yoluyla
sızar ve bu sızan su sıcak kayalar ile teması sonucu sıcaklığını arttırır. Yeraltında ısınan bu suların bazıları
yeryüzeyine doğru dolaşmaya başlar ve böylece ortaya kaplıcalar veya sıcak su çıkar. Yüzeye çıkmış olan
sıcak su yeraltında geçirgen sıcak kaya alanlarında kalabilir, ve böylelikle jeo-termal rezervuar oluşturabilir.
3500С üzerindeki sıcaklıklarda ulaşan jeotermal rezervuarlar enerji üretimi için güçlü bir kaynak haline
gelebilirler. Bu rezervuarlara, yerkabuğundan yaklaşık 5
kilometre derinlikte, sondaj ile ulaşılabilir. Kaynakta bulunan
su elektrik üreten türbini döndürmek için kullanılabilir.
Jeotermal rezervuarların çoğu yeraltı derinliklerinde
bulunmkatadırlar, yüzey üzerindeki mevcudiyeti ile ilgili
herhangi bir gösterge işareti olmadan. Jeotermal enerji
bazen volkanlar ve sıcak su kaynakları (volkanik gazlar çıkan
delikler olarak) şeklinde toprak yüzeyine doğru kendisine
yol bularak yeryüzeyine çıkabilir.
Üç tür jeotermal elektrik santrali vardır : yoğunlaştırılmış
buhar ile, kuru buhar ile ve de çift devirli. Jeotermal enerji
Yenilenebilir, sürdürülebilir, tükenmez bir enerji kaynağıdır.
Yerkabuğunun ısısı yayılmaya devam etmektedir ve
her yıl yağıyan yağmurlar yeni jeotermel kaynakları
beslemektedirler. Onlardan enerji üretimi onyıllarca belki
de yüzyıllarca sğrdğrğlmeye devam edecektir. Diğer
enerji kaynakları ile kıyaslandığında jeotermal enerji
kaynakları doğaya hiçbir şekilde zarar vermeyen etkiye
sahiptir. Jeotermal enerji kaynakları kirlilik tehdidi altında
kalan çiftliklerde ve ağaçlandırma alanlarında başarıyla
kullanılmaktadır.
Jeotermal ısı pompaları binaların ısıtılması ve
soğutulmasında jeotermal suları bir kaynak olarak
36
kullanılmasına için vermektedir. Bu tür sistemler, ısı pompası, hava kanalları ve ısı değiştirici sistemi –
binaya yakın sığ toprağa gömülmülü bir boru sisteminden, oluşmaktadır. Kış aylarında ısı pompası ısı
değiştirici sistemden ısıyı alarak daha sonra hava kanallarına pompalamaktadır. Yazın ise bu süreç
tersine işlemektedir, yani ısı pompası ısıyı hava kanallarından ısı değiştirici sisteme doğru pompalayarak
ısıyı hareket ettirmektedir. Yaz aylarında hava kanallarından alınan ısı ücretsiz bir sıcak su kaynağı olarak
kullanılabilir. Isı pompaları genel olarak iki türler – yere gömülü olan / toprağa gömülü yatay veya dikey
olarak boru sistemi/ ve su birikintilerinin yakınlarına kurulması gerekli olanlar/ boru sistemi yapıdan su
birikimi olan bir yere uzanmaktadır/. Jeotermal pompalar için yüksek başlangıç maliyeti bakım ve yönetimi
için gerekli düşük maliyetli tarafından dengelenmektedir. Jeotermal enerjinin elektriğe dönüşmesi için
verimliliğini arttıracak bir dizi yeni teknolojiler geliştirilme aşamasındadır. .
Avantajı – jeotermal enerji kesintisiz bir kaynaktır.
Dezavantajlar – İlk baştaki projelenme ve montaj maaliyetleri yüksektir, ancak kullanım süreci içerisinde
bu maaliyet kendini geri çevirmektedir. Boru sisteminin boyutu nedeniyle büyük kazılar yapılmasına
ihtiyaç vardır.
8.5 Biyokütle enerjisi
Biyokütle enerjisi çok yönlüdür, öyle ki ondan ısı, elektrik veya
araçlar için uygun yakıt üretilebilir anlamında çok yönlüdür.
Tarım veya ormancılık tükenmez enerji hammadde kaynakları
kapasitesine sahiptirler. Enerji kaynağı olarak pek çok değişik
bitkiler yetiştirilebilir, tarım atıkları, gübre, belediyelerin katı
atık organik fraksiyonu, evsel atık, kanallarda bulunan çamur
dahi biyokütleden enerji üretiminde çok büyük umut verici
kaynaklardır. Topluma çok yararlı olabilecek projeler:
• Etkili biyokütle yanmasını sağlamak için yeni belediye
santrallerin yapılması (saman, günümüzde tahta halen en
büyük biyokütle enerji kaynağıdır - doğranmış odun parçaları,
odun granülleri, toz halindeki odun parçaları, ağaç kesiminde
elde edilen kabuk ve odun atıkları, ağaç işlemede, evsel atıklar);
• Geleneksel yakıt ile çalışan eski teknolojilerin biyokütle ile çalışan yeni teknolojiler ile değiştirilmesi ;
• Zenginleştirilmiş biyo-yakıtlar için daha geniş erişime ulaşmak (briketler, granül, talaş, peletler) ve
ormancılık, ağaç ve kağıt sanayi gigi yoğun atıkları bulunan sanayilerin artıklarının daha yoğun kullanımı;
Biyokütle, alternatif enerji kaynakları içerisinde büyük bir potansiyele sahip olup, rüzgar ve güneş enerjisi
gibi kesikli olmayan güneş ışığı var olduğu sürece fotosentez yolu ile sürekli karbon depolayabilen bir
kaynaktır. Biyokütle kullanılarak farklı ihtiyaç alanlarına yönelik katı, sıvı ve gaz formlarında değişik enerji
ürünleri elde edilebilmektedir. Bilindiği gibi, biyokütle kavramından genellikle odun atıkları, tarımsal
atıklar ve gıda sanayi atıkları, enerji üretiminde ham madde olarak kullanılmak üzere yetiştirilen bitki
ve ağaçlardan elde edilen malzeme olarak bilinmektedir. Biyokütle enerji kaynağı olarak atık su arıtma
sistemlerinden arıtılan çamur, ve hayvansal gübre de dahil olmaktadır. Biyokütlenin ana avantajları
arasında aslında belki de en önemlisi olan yenilenebilir bir enerji kaynağı olması, ve de büyük miktarlarda
geniş erişebilirliğe sahip olmasıdır. Avantajları arasında aynı zamanda nispeten düşük fiyatı olması, böyle
bir istasyonun kurulması ve işletilmesi için gerekli olan küçük yatırımlar, biriken atıklardan yararlanmak
için çok yararlı bir fırsat olmasıdır. İklim değişikliği ile ilgili olarak Avrupa Komisyonu’nun hedeflerine
ulaşmasında biyokütle kullanımının teşvik edilmesi önemli bir rol uynamaktadır. Uzmanlara göre belki
de bugüne kadar, Avrupa'da yenilenebilir enerji kaynaklarından elde edilen tüm enerjinin 2/3 biyokütle
kaynaklardan elde edilerek üretilen enerji olduğundan dolayı kaynaklanmaktadır.
Biyokütle kullanımının bir dezavantajı olarak bazı durumlarda biyokütle kaynaklı malzemenin yanması
örneğin kömürün yanmasından daha fazla atık ayrılması ile sonuçlanabilir gerçeği gösterilebilir. Aynı
şekilde şu anda biyokütleden elektrik üretim tesisler bu noktada nispeten düşük bir verim ile karakterize
edilmektedirler. Genel olarak, biyokütlenin yanması karbon-nötr süreci olarak kabul edilir, ancak bazı
durumlarda, karbon monoksit emisyonu ayrılması da bir dezavantaj olarak kabul edilebilir.
37
Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından
farklı olarak, biyokütle bizim ulaşım
ihtiyaçlarımızı karşılamak için
doğrudan sıvı yakıtlara dönüştürülebilir.
Biyoyakıtların en yaygın iki türü etanol
ve biyodizel olarak bilinmektedir.
Biyokütle enerji kaynaklarının birçok
sınıflandırması mevcuttur, Ancak genel
olarak aşağdaki temel kaynaktan
beslendiği görülmektedir:
• Bitkisel kökenli enerji kaynakları
- bitkisel kökenli enerji kaynakları
çok yıllıktırlar ve tam performans
elde edilebilene kadar iki üç yıl kadar
her yıl olmak üzere hasat yapılması
gerekmektedir. Bu tür kaynağa örnek olarak 'fil çim' olarak da bilinen, bambu, tatlı sorgum, çayır otu,
vb. gösterilebilir.
• Ağaç kökenli enerji kaynakları – hızlı büyüyen sert ağaçlar, dikimden itibaren beş yıldan sekiz yıl
sonra kullanılabilir. Bu tür kaynağa örnek olarak hibrid kavak, hibrid söğüt, akçaağaç, kanada kavağı,
dişbudak, ceviz ve çınar gösterilebilir.
• Tarımsal kökenli enerji kaynakları – bitkilerin gövdeleri, mısır nişastası ve mısır yağı, soya fasulyesi
yağı ve soya fasulyesi, buğday nişastası, ve daha birçok diğer bitkisel yağlar.
• Su kökenli enerji kaynakları - yosun, dev esmer suyosunu, diğer deniz yosunları ve bitki örtüsü.
• Kentsel ve endüstriyel kökenli enerji kaynakları – tüketildikten sonra konut, ticari ve endüstriyel atıklar
bitkilerden elde edilen organik malzemenin önemli bir kısmını içermektedir, bu malzeme de yenilenebilir
enerji için önemli bir kaynak oluşmaktadır. Atık kağıt, karton, tahta ve bahçe atıkları enerji için biyokütle
kaynakları örneği olarak gösterilebilir.
Genel olarak, biyokütleden elektrik üretimi için ağırlıklı olarak çeşitli teknolojiler kullanılmaktadır doğrudan yakılma, piroliz, gaz haline getirme, anaerobik (oksijensiz) çürüme ve dağılma.
Doğrudan yakılma yönteminde biyokütle kazanlarda doğrudan yakılır
ve böylelikle buhar oluşur, buhar da elektrik jeneratörlerine güç vermek
için kullanılmaktadır. Doğrudan yakılma yöntemi nispeten kurulmuş ve
kanıtlanmış bir teknolojidir. Kullanımı, 6 MWe kurulu güç kapasitesinden
15 MWe'lik güç kapasitesi aralığındaki güç için ekonomik açıdan uygun
olarak kabul edilmektedir. Bu tür bir sistemin yapımı, değirmenler gibi
çok fazla atık olduğu yerler, şeker kamışı üretimi yapılan, pirinç kağıdı,
ve mısır yetiştirilen yerlere yakın olması, uygun olarak kabul edilmektedir.
Bu tür sistemlerin kurulması hem elektrik üretimini sağlamaktadır hem de
üretim amaçla buhar şeklindeki ısıyı kullanılmasına izin vermektedirler.
Şu an için, biyokütle ve fosil yakıtların tesislerde birlikte yakılması
yaklaşık % 45 verimlilik elde edilmesini sağlamaktadır ve bu yöntem üretim için en etkili çözümlerden
biri olarak kabul edilmektedir. Sadece biyokütle yakılması işlemi için tasarlanmış olan, ve ısı ve elktrik
üretimini birlikte sağlayan tesisler, malzele temini zorluklarından dolayı şu anda çok küçük olmakla birlikte
kömür yakıtı ile çalışan tesislerden daha az verimli oldukları görülmektedir.
Biyokütle ve fosil yakıtların birlikte yakıldığı tesislerde , eğer
ki biyokütle yakılması % 5-10 oranlarında ise, ozaman ham
madde ile besleme ekipmanlarında sadece küçük değişiklikler
yapılması gerekecektir. Eğer ki biyokütle yakılması % 10 oranını
aşarsa, veya kömür ve biyokütlenin ayrı yakıldıkları durumlarında,
öğütme teçhizatında, brülörler ve kurutma odalarında yapılması
gereken bazı ekipman değişiklikleri bulunmaktadır. Buna ek
olarak, daha sonra da yapı malzemelerinin üretiminde kullanılan
ayrılmış kömür külü, katran ve alkali toprak metal ile kirlenmiş
olması gerekmektedir, biyokütleden zengin bir kül olarak. Ucuz
yerel biyokütle kullanıldığında gerekli ek yatırımlar, kısa vadede
geri ödeme süresi olabilir, yaklaşık 2 yıl süre içinde. Ancak
ot gibi bitkilerin ve ıslak odun gibi düşük kalitede olan biyokütlenin kullanımı katran ayrılmasını ve
38
cüruf oluşmasına yol açabilir, bu da tesisin güvenilirliğini etkileyebileceğini ve maliyetleri arttıracağını
göstermektedir.
Piroliz anlaşılır bir dille; çöp yığınları içindeki cam ve metallerin ayrılmasından sonra geriye kalan ve
işe yaramaz gibi görünen organik maddelerin; hava kullanılmadan ısıtılarak gaz, sıvı yakıt ve kömüre
dönüştürülmesidir. Piroliz işleminde biyokütle, piroliz yağ parçacıklarına dönüştürülür ve bu bir yakıt
olarak kullanılır, yanması sonucu da enerji üretmektedir. Bu süreç biyokütle gazlaştırma sürecine
benzemektedir. Organik madde oksijen olmayan bir ortamda, 450-600 ° C civarında yüksek bir sıcaklığa
kadar ısıtılmaktadır. Bu şekilde oluşturulan koşullar organik buhar, gaz ve kömür ayrılmasına katkıda
bulunmaktadır. Piroliz yağı buharının yoğunlaşması sonucu oluşan bir ürünüdür. Genellikle kullanılan
hammaddenin % 50-75 oranındakiler piroliz yağa dönüşmektedir. Elde edilen piroliz yağı kolayca
taşınabilir, depolanabilir ve işlenebilir. Kazanlarda hem elektrik üretimi için hem de ısı üretimi için yakılabilir.
Bu sürecin gerçekleşmesi için az miktarda elektriğe ihtiyaç vardır.
Biyokütlenin gaz haline getirilme süreci biyokütlenin bir termo-kimyasal işlemden geçmesi anlamına
gelmektedir, bu işlem sonucu yanıcı gaz elde edilir "karburiran gaz" olarak da adlandırılır, odun gazı veya
sentez gaz da elde edilenlerdendir. Bu süreç 800 – 1300 о С aralığındaki sıcaklıklarda gerçekleştirilir.
Elde edilen yanıcı gazın bileşenleri, karbon monoksit, hidrojen, metan, karbon dioksit, metan ve etan
gibi karbon bileşiklerinin küçük bir miktar gibi maddeler içermektedir. Bu gaz ısı için kazanlara yakıt,
gaz türbinleri, içten yanmalı motorlar, ve daha fazlası için yakıt gazı olarak kullanılabilir. Biyokütlenin gaz
haline getirme süreci uzak bölgelerde yaşamını sürdüren insanlar için odun biyokütlesi kullanılarak enerji
üretimi için uygun olduğu düşünülmektedir. Küçük fabrika veya değirmenler için çok uygun bir çözüm
olarak kabul edilmektedir. Elektrik üretme imkanı yanısıra ısı üretilme imkanına da sahiptir.
Oksijensiz bir ortamda ve bazı bakterilerin varlığında,
organik madde, örneğin hayvan gübresi, organik atık ve
yeşil enerji bitkileri (örneğin ot) gibi ayrıştırılabilir. Bu süreç
anaerobik (oksijensiz) süreç olarak bilinmektedir. Bu işlemin
sonucunda elde edilen nihai ürün bir gaz karışımıdır ve
biyogaz olarak adlandırılmaktadır, genelde içeriğinde %
40 -75 oranında metan, CO2 ve az miktarda hidrojen sülfür
ve amonyak bulunmaktadır. Anaerobik ayrışım atıksu arıtma
tesislerinde biyolojik arıtmanın ve aynı zamanda belediye
katı atık organik fraksiyonların arıtmasında en önemli
süreçlerden biridir. Uzmanlar, bu teknolojinin büyük bir
potansiyele sahip olduğunu ancak daha küçük tesisler
için uygun kabul edilebilir olduğunu söylemektedirler.
Anaerobik ayrışım genelde kırsal ve oldukça küçük yerleşim
alanlarında, özellikle de merkezi ağ ve diğer, hiçbir bağlantısı
olmayan bölgelerde kullanılmaktadır.
9. Bizim medeniyetimiz için daha itici bir gücü nerede bulabiliriz …
Endişe etmemiz için iki nedenimiz vardır: çok yakında (her nekadar hiç kimse tarafından net birşeyler
telafuz edilmese dahi) - çevre bakımından temiz, yenilenebilir, alternatif ve daha da önemlisi güvenli enerji
kaynakları - onlara güçlü bir ihtiyaç duyacağımız eğilimi vardır. Bunun nedeni belki de stoklarımızın son
damlalarını tüketmekteyizdir. Bilim adamlarına göre bizim kurtuluş burada ortaya çıkmaktadır ...
Okyanustan ısı
Okyanusun enerjisini kullanmak için teknoloji suyun sıcaklık farkına dayalıdır: yüzeye yakın katmanlar
güneş ışınlarından ısınmaktadır, ve daha derinde olan katmanlar ise çok dah soğuk kalmaktadır. Sıcak
yüzey suyunu kullanan özel ekipmanlar amonyak ısıtmak için kullanılmaktadır. Amonyak düşük bir
sıcaklıkta buharlaşmaktadır ve buharlaşan gazlar türbinleri hareket ettirirler ve elektrik üretilmektedir.
Daha sonra, okyanusun derinliklerinden gelen soğuk su ile gaz soğutulur ve e elde edilen sıvı yine enerji
üretim döngüsüne geri döndürülmektedir. Şu anda bu teknolojinin kullanımı için tek engel gerekli olan
önemli bir miktarda yatırımlardır.
39
Ev "yel değirmenleri"
Büyük tesislerden farklı olarak evin ihtiyaçlarını karşılamak üzere rüzgar
enerjisini elde eden cihazlar küçük türbinler kullanmaktadırlar. Türbinleri
reklamlarda belirtildiği gibi her zaman etkili bir şekilde çalışmamaktadırlar,
ve genellikle çok gürültülü çalışmaktadırlar. Sadece 117 cm çapında rotora
sahip olan küçük 400 watt’lık bir türbin sadece bir haneye yetecek kadar güç
üretebilmektedir. Amerikan Rüzgar Enerjisi Derneği’ne göre Tipik bir ev türbini, 1
ile 10 kW kapasiteye sahiptir, 3 ila 8 metre aralığında bir çapa sahiptir ve yerden
yaklaşık 24 metre yükseklikte monte edilmiş olması gereken bir rotora sahip
olması gerekmektedir.
Hidrojen yakıt
Hidrojen yakıt hücrelerinde bulunan hidrojen, oksijen ile elektrik gücü
üretene kadar reaksiyona girmektedir ve bu elektriik gücü bir elektrik motorunu
etkinleştirebilir. Bu reaksiyondan geriye atık olarak kalan su’dur ve ve hidrojen arabalar benzin olanlarında
neredeyse iki kat daha verimlidir. Her şey güzel, ancak bu buluşa ait yöntemlerde, hidrojen genellikle
metan gazından elde edilmektedir - önemli miktarda ... karbon dioksit ayrılması olan bir işlemdir. Bu
da bizi kurtulmak istediğimiz duruma tekrar geri döndürmektedir. Demek ki bu yöntem üzerinde daha
çalışılması gereken çok şey var.
Elektrikli otomobil
Elektrikli otomobiller benzinli olanlara oranla yaklaşık 4 kat daha fazla ve
bir hibrid otomobilden iki kat daha fazla verimli çalışmaktadır. Uygulamada,
elektrikli arabalar herhangi bir gaz yaymamaktadırlar ve fiyat olarak da
ucuzdurlar. Ancak piller ile ilgili problem hala güncel bir sorun olarak
durmaktadır. Bu alanda yapılması gereken bir numaralı görev maliyetini
azaltmak ve pil ömrünü artırmaktır, bunun nedeni de her koşulda güvenliği
sağlamaktır. Başlangıç olarak, sıfırın altındaki sıcaklıklarda etkin çalışıp
çalışmadığı kontrol edilmelidir ve aşırı ısınması sonucu ateşlenmesini
önlemektir.
Akar su gücü
Hidro-kinetik cihazlar sualtı yel değirmenlerine benzemektedirler. Onlar, nehirlerden akan suyu, okyanus
akıntılarını, denizlerdeki gelgitleri, ve yapay olarak oluşturulan su kanallarından akan suyu yakalayarak
türbinlerin rotorlarını harekete geçirirler ve böylelikle elektrik üretilir. Aynı rüzgarın yel değirmenlerini
hareket ettirdiği gibidir. Suyun enerjisi kolayca yenilenebilir ve üretim esnasında doğaya kirletici gazlar
ve diğer kimyasallar yaymamaktadır. Ne yazık ki bu alandaki üretim teknolojileri güneş ve rüzgar enerjisi
teknolojilere kıyasla 15 yıl kadar geride kalmaktadır. Ve de doğal su yollarının sarılması oldukça tahmin
edilemez çevresel sonuçlara yol açacaktır.
Jeotermal enerji
Yeryüzeyin altında, olağanüstü miktarda ısı gizlenmektedir buna kanıt
olarak güçlü volkanik patlamalar gösterilebilir. Yeraltı ısısı enerjisi üretimi
için, binaların ve yolların ısıtması için kullanılmaktadır ve dünya çapında
verimi yaklaşık 8000 MW. Dahası yeryüzündeki enerji temiz, herzaman
bol, 24 saat ulaşılabilen olması ve her nekadar da iyimser olduğu görülse
de aslında üretim süreci başlatılması için çok büyük meblalar değerinde
yatırımlar yapılması gerekmektedir..
Rüzgarın gücü
Şu anda ABD rüzgar enerjisi üreten ülkelerden yaklaşık 18 bin megavat
üretimi ile en büyük olanıdır, bu üretim yaklaşık 5,4 milyon ortalama hanenin
ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli bir miktardır. Tahminlerine göre 2030 yılına
kadar ülkenin enerjisinin beşte biri, rüzgar tarafından oluşturulmuş olabilir.
Ancak teknoloji başka alanlarda da kullanılmaktadır. Örneğin Danimarka,
40
elektriğinin % 20 zaten rüzgardan sağlamaktadır. Türbinleri temiz ve tükenmez bir kaynak olamalarına
rağmen biröok kuş ve yarasa ölümlerine sebep olmaktadır ve bu rüzgar enerjisi üretimi yapılan alanların
ekosistem sağlığı ciddi bir şekilde etkilenmektedir.
Güneş enerjisi
Güneş-termik santraller aynalar aracılığıyla ışığı toplamaktadırlar, altında bulunan suyu ısıtırlar ve oluşan
buhar elektrik üreten türbinleri harekete geçirmektedir. Bu güneşten enerji toplamak için birinci yöntemdir.
İkinci yöntem ise fotovoltaik hücrelerle olandır, burada güneş ışığı doğrudan elektriğe dönüştürülmektedir.
Güneşin enerjisi temiz ve kolay yenilenebilirdir. Ama her zaman mevcut değildir - geceleri ve bulutlu
havalarda üretim mümkün değildir.
Nükleer enerji
Atom çekirdeği nekadar da küçük olsa enerjisi son derece
yüksektir. Ne yazık ki güvenli yöntemlerden biri değildir. Bu
insanlığa ateşle oynamasına bir engel teşkil etmemektedir,
her nekadar bir kere yanmış olsa da. Nükleer enerji santralleri
gerçekten, muazzam miktarda enerji üretebilirler, hem de
havayı kirletmeden, ama hiç de kirletmeden değil. Bu tür enerji
üretiminden elde edilen radyoaktif atıklar binlerce yıl tehlike oranı
değişmeden kalabilirler.
Evde güneş enerjisi
Düşünün ki artık elektrik faturaları ödemek zorunda değilsiniz. Çok iyi olur değil mi?! Ve bu hayali ancak
güneş enerjisi gerçeğe dönüştürmek için gücüne sahiptir. Güneş elektrik sistemleri fotovoltaik hücreler
kullanarak güneş ışığını elektriğe dönüştürebilmektedirler. Elde edilen enerji, çevreye zarar vermeyen
ve kolay yenilenebilir ancak başlangıçta önemli bir yatırım gerektirir ve kişinin kendi cebinden çıkacak
bir paradır. Ne yazık ki şu anda aylık elektrik faturasını ödemek bu tür bir sistem kurmak için yatırım
yapmaktan daha uygundur. Ancak unutmayalım ki gelecek ondadır.
Yenilenebilir enerjinin önemi çocukların da dikkatini çekmektedir. Piyasada güneş, rüzgar ve hidroelektrik
enerjisi ile çalışan oyuncaklar bulunbmaktadır, bunların varlığı çocuklara ilk elden alternatif enerji
kaynaklarının etkinliğini belirlemek için izin vermektedir. Güneş pilleri ile çalışan oyuncaklar kullanarak,
çocuk LEGO prensibine uygun olarak örneğin güneş enerjisiyle çalışan motor veya uçak ve diğer araçlar
gibi farklı yapılar inşa edebilir. Su ile çalışan oyuncaklar basitleştirilmiş yakıt hücresi içermektedirler,
öyle ki küçük arabalar tuzlu su döküldüğü zaman hareket etmeye başlamaktadırlar. Çocuklar rüzgar
türbinleri bile inşa edebilirler, bu türbünlerle farklı araba, traktör ve uçak gibi oyuncakların hareket
etmesini sağlayabilirler.
Güneş enerjisiyle çalışan rüzgar türbinleri
Fakat tam olarak bu nedir? Rüzgar hücresi?
Güneş türbini? Aslında ikisi de, bu iki tür enerjiyi
neden birleştirmiyoruz? Bu tuhaf fikir aslında
alışılmadık mimari çözümleri ile ünlü olan ülkede
– Dubai’de ortaya çıkmıştır, bilindiği gibi orada
her iki alternatif enerji kaynakları - rüzgar ve
güneş - bolca bulunmaktadır. Proje, yenilenebilir
enerji kaynaklardan enerji üretimi için bir elektrik
santrali yapımı ihalesinde sunulmuştur. Bir kuş
şeklinde olan güneş-rüzgar enerji santralinin
güney kısmında ısı enerjisini toplamak için güneş
panelleri yerleştirilmiştir. Bu şekilde bir "baca
etkisi" elde edilmektedir – tek yüzü camla kaplı
binanın çiftli duvarlar arasından sıcak hava yukarıya
doğru yükselmektedir ve çatıda bulunan rüzgar
türbinini hareket ettirmektedir. Elektrik üretiminin yanı sıra, bu sıradışı bina akustik vücut olarak hizmet
vermektedir: içerisinde organ şeklinde borular döşenmiştir ve bu organ boruları ziyaretçiler tarafından
da kullanılabilmektedir.
41
Otobanlarda güneş enerjisi
Birçok ülkeden mühendisler, ülkeler ve kıtaları bağlayan
karayollarından enerji üretilebileceği, fikri üzerinde
çalışmalara başlamışlardır. Almanya ve İspanya yenilenebilir
kaynaklardan enerji üretiminde Avrupa liderleri olmaslarına
rağmen, şimdi İtalyanlar bu konuda en hızlı gelişen ve
büyüyen milletir. İtalyanlar 2011 yılında güneş ile çalışan
ilk karayolu açılışını yapmışlardır. Bu enerji üreten
karayolu Katanya ve Siracusa şehirlerini bağlamaktadır.
30 kilometrelik uzunluğu boyunca gerekli olan elektrik, bilgi
panoların aydınlatılması, tünellerdeki aydınlatma, yol kenarı
acil telefon ve elektrikli cihazlar için, karayolu boyunca yerde
döşeli olan güneş panelleri tarafından sağlanmaktadır.
Onlar, yılda 12 milyon kWh elektrik üretmektedirler ve
bir yılda 10 000 ton CO2 emisyona eşdeğer tasarruf
sağlamaktadırlar.
ABD'de de buna benzer bir yenilik çalışması başlatılmıştır ancak farklı olarak güneş pilleri, yol boyunca
yol kenarında yer almayacaklar, direkt asfaltın içinde gömülü olacaklardır. En büyük sorun ise öyle
güneş pilleri oluşturulmalı ki sürekli onların üzerinden geçecek olan kamyonların ağırlığına dayanabilir
olmalıdırlar. Eğer bu fikir gerçekleşirse 1,5 kilometre yol uzantısı yaklaşık 500 ev için gerekli olan elektrik
üretimini sağlıyor olabilecektir.
Her adımda enerji
Akla çok yakın bir fikrin uygulanmasıyla
insanlar kendi enerjilerini üretebilirler,
bunu da elktrik üreten jeneratör-kaldırımlar
üzerinde yürüyerek yapabilirler. Geri
dönüştürülmüş kauçuktan kaldırım karoları
yapılarak. Özel bir kabuk içinde minyatür
sensörler yayalar onların üzerine ayak
basınc enerji üretirler ve bu enerji kaldırımın
aküsünde üç güne kadar saklanabilir.
Londra’ya yolu düşenler veya ziyarete
gidenler elektrik üreten kaldırımı görebilirler,
Olimpiyat stadyumu ve son zamanlarda
açılan alışveriş merkezi "Westfield Stratford
City" arasında bulunmaktadır. Her adım, bir
LED ampulün 30 saniye boyunca yanmasını sağlayan yeterli elektrik gücünü üretmektedir. Bu alandan
yılda yaklaşık 30 milyon kişinin geçmesi bekleniyor, onların ayak izlerinden üretilecek olan enerji binanın
dış aydınlatması için yeterli bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
10. Bulgaristan’da yenilenebilir enerji kaynakları
Yenilenebilir enerji kaynakları global yönüyle önemli bir ekonomik
kazancı olarak görülmektedirler. "Serbest enerji" teknolojileri olarak
adlandırılan alternatif enerji kaynakları - güneş, rüzgar, jeotermal,
hidrojen enerjisi, hidrolik enerji, biyokütle enerji - bir gün petrol, gaz
ve kömür yerini alabilirler. Rüzgar, güneş, jeotermal-elektrik enerji
ve biyokütle enerjileri herseyin yanı sıra daha iki önemli özelliği ve
avantajı vardır. Birincisi bu kaynaklarla çalışan tesis ve teçhizatın
kurulması kolaydır ve izole olan yerleşim alanlarında kullanım
kolaylığı sağlamaktadır. İkinci avantaj ise ekolojik olmalarıdır – bu
enerji kaynakları doğanın kirlenmesini engellemektedir ve sera gazı
emisyonlarının azaltılmasına katkıda bulunmaktadırlar.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının (YEK) enerji potansiyeli elde etme kapasitesine uygun olarak
Bulgaristan'da faaliyet gösteren birkaç program bulunmaktadır, bu programlar - 2005-2015 yılları dönemi
için yenilenebilir enerji kaynakları kullanımını teşvik etmek için uzun vadeli bir Ulusal Program; 2008-2020
42
dönemi için biyokütle kaynakların kullanımını teşvik etmek için uzun vadeli bir Ulusal Program ve 20082020 dönemi için ulaştırma sektöründe biyoyakıt kullanımını teşvik için uzun vadeli bir Ulusal Program.
7 Haziran 2007 tarihinde 40. Ulusal Millet Meclisi'nde yenilenebilir ve alternatif enerji kaynakları ve biyoyakıtlarla ilgili bir Kanun kabul edilmiştir, kabul edilen kanunla yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik
üreten tüm üreticiler için teşvikler getirmektedir.
Bulgaristan için güneş enerjisi çok büyük bir enerji kaynağıdır. Ülkenin coğrafi konumu nedeniyle özellikle
güney ve doğu bölgelerinde güneş enerjisi kullanımı için elverişli koşullar bulunmaktadır. Bulgaristan üç
güneşli bölgelere ayrılabilir, güneşin etkin olarak sağladığı kullanılabilir ısı yıllık ortalama miktarı yaklaşık
2 150 saattir (mümkün olan en yüksek oranın yaklaşık % 49 kadar). Kendi alanının yaklaşık % 77'si
ormanlar, tarım arazileri ve doğa rezervlerden oluşmasına rağmen ülkenin geri kalan topraklarında güneş
enerjisi santralleri yapımı için kullanılabilir.
Bulgaristan'da ilk güneş santrali, daha 1979 yılında Kırcaali’ye
yakın bir bira fabrikasının çatısına kurulmuıştur. Bu santral
sadece üç yıl çalışmıştır. 1997 yılında Bulgaristan'da ilk defa
Varna Teknik Üniversitesi’nde elektrik üretmek üzere rüzgargüneş jeneratörü devreye alınmıştır. Bulgaristan yıl boyunca bol
güneş gören bir ülke olduğundan dolayı burada güneş enerjisi
kaynağından elektrik üretimi çok umut vericidir.
Güneş enerjisinden elektrik üretimi sürecinin temelinde
fotovoltaik panellerin kullanımı durmaktadır.
Ekonomi, Enerji ve Turizm Bakanı’nın söylediğine göre,
yenilenebilir enerji kaynaklardan üretilen elektrik miktar olarak
en çok 2010 yılında gerçekleşmiştir, yaklaşık 5.509 GWh tekabül
etmektedir ve tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarından artan
üretim nedeniyle olduğu açıklanmıştır.
Üç yıl boyunca (2007 yılı başlangıç olarak kabul edilirse ) aktif olarak fotovoltaik enerji santralleri inşa
edilmiştir, öyle ki 2010 yılında toplam kurulu santrallerin gücü 21,4 MW ulaşmıştır. Bu doğal kaynaklar
kullanan elektrik santralleri bir önceki 2009 yılına göre 2010 yılında güç bakımından en büüyük artış yaklaşık dört kez - gösterdikleri görülmüştür. Ortalama 1 MW kurulu güç için yaklaşık 25 dönümlük
araziye ihtiyaç duyulmaktadır, yani günümüzde güneş panelleri parkların işgal ettikleri alan yaklaşık 700
dönüm veya 70 hektardır.
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarında Üretilen Elektrik Kanun’u bir gerçektir ve onun varlığı yatırım
denkleminden an az birkaç bilinmeyen nedeni ortadan kaldırması gerekmektedir. Tarım arazilerinin
korunmasına ilişkin kanunda, yapılan en son düzenlemelere göre, güneş panelleri parkların inşa
edileceği arazilerin 1’den 4’cü kategoriye kadar olanlar bu amaç için kullanılamayacağı kısıtlamasını
getirmektedir, bü şekilde yapılan düzenleme Bulgaristan'da fotovoltaik sektörün mevcut gelişiminde kilit
bir rol oynamaktadır ve 2020 yılına kadar ülkenin hedeflerine ulaşması için çok önemlidir.
Yenilenebilir enerji kaynakların kullanımına ve özellikle de fotovoltaik
parkların inşasına ilişkin projelerin finansmanı dikkatle incelenmesi
gereken ve önemli olan diğer bir konudur, çünkü planlanan projelerin
birçoğu bankalar ve diğer mali kurumlardan alacakları yardımlara
güvenmektedirler. Bulgaristan'da hemen hemen tüm büyük bankalar
ve finans kuruluşları, elektrik için yenilenebilir enerji kaynakların
kullanımı projeleri için, finansal araçlar sağlamaktadırlar. Elektrik
için yenilenebilir enerji kaynakların kullanımı projeleri finansmanı
konusunda çeşitli seçenekler bulunmaktadır, bu seçeneklerden
biri de Avrupa Birliği destekleme programları dahilinde olan yardım
finansmanıdır.
Güney Doğu Avrupa ülkelerinden sadece Slovenya ve Yunanistan'da
yenilenebilir enerji kaynakların kullanımı pazarı benzer veya daha iyi
gelişmiştir, yani kurulmuş olan fotovoltaiklerin enerji kapasiteleri söz
etmeye değer. Bu açıdan bakıldığında, Bulgaristan’da tatmin edici
gelişmeler olduğu görülebilir. 2009 yılında ilk kez kapasite gücü 1
Mwp aşan (daha büyük bir proje sayesinde) bir tesis kurulduğu göz
önünde bulundurulursa daha sonra 2010 yılında kapasite gücü 10 MW
ulaşmıştır ve 2011 yılı ortasında, resmi olmayan verilere göre Bulgaristan’da 30 MWp toplam kapasiteli
güneş sistemleri vardır. İstatistik uzmanlarına göre bu sonuç kayda değer bir sonuçtur. Uygulyıcılar ve
ekolojik düşünen vatandaşlar için, gelişme tatmin edici değildir. Bulgaristan'da güneş enerjisi sistemleri
yatırımı için çok uygun koşullar ve potansiyel vardır, özellikle de çatı, duvar ve karasal fotovoltaik enerji
santralleri için çok ougundur. Bulgaristan Enerji Stratejisine göre, 2020 yılına kadar ülkemizde toplam
enerji nihai tüketiminin % 16 oranında yenilenebilir enerji kaynaklarından olması gerekmektedir.
43
Yenilenebilir enerji kaynakları alanında yatırım niyetlerinin uygulanması Enerji Stratejisinin öncelikli
hedefleri bağlamındadır.
Bulgaristan'da ortalama rüzgar hızı, özellikle rüzgar enerjisi
gelişmi ile övünen Yunanistan, Almanya, Danimarka, İngiltere
gibi ve diğer ülkelerde, daha düşüktür. Yine de rüzgar enerjisi
için elverişli yerler vemcuttur, bu yerlerde son yıllarda büyük
rüzgar çiftliklerin kurulması ile ilgili projeler geliştirilmiştir ve
bunların bazıları artık inşa edilmiştir. Kara deniz’in Kuzey
Sahili bölgesinde böyle bir alan bulunmaktadır. Sliven bölgesi,
Bulgaristan'da ilk defa teker teker de olsa rüzgar türbinlerinin
kurulumu başlanmış olan bölgedir. Bulgaristan'da rüzgarın hızını
ve yönünü kayıt eden toplam 119 hava istasyonu bulunmaktadır.
Genel olarak, Bulgaristan'ın rüzgar enerjisi potansiyeli büyük
değildir. Tahminler doğrultusunda 1400 km2 alanda ortalama
rüzgar hızı 6,5 m/s olduğu kabul edilerek, aslında rüzgar enerjisi
projelerinin ekonomik hedef eşiği’dir. Sonuç olarak böyle
projelerin geliştirilmmesi için en uygun olan bölgeler dağlık ve kuzey kıyılarında bulunan bazı alanlardır.
Ülkede rüzgar potansiyeli yeryüzü seviyesinden 10 m yükseklikte ölçümlere göre belirlenmektedir. Son
yıllarda, dünyanın rüzgar türbinleri üretiminde 40 m üzerinde pilonlara sahip türbünler üretilmektedir,
bu da zemin yüzeyinden daha fazla yükseklikte rüzgar potansiyelinin belirlenmesini gerektirmektedir.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (AİKB)’nın verilerine göre birkaç yıl sonra Bulgaristan 3400 MW
kapasitesine sahip rüzgar enerjisi üretimi geliştirebilir.
Ülke, enerji ithalatına bağımlıdır ve ihtiyaçların çoğunluğunu Rusya’dan ithal ettiğikleri ile karşılamaktadır.
Buna hidroelektrik santrallerinden gelen elektrik ve nükller elektrik santrali "Kozloduy"’dan gelen elektrik
de dahil edilmelidir. Ancak rüzgarın yardımıyla Bulgaristan, iki nükleer santralin ürettiği enerji kadar,
enerji üretebilir.
Ülkede bu tür elektrik üretimi yapmak için koşullar oldukça elverişlidir, özellikle de Kuzey Bulgaristan ve
Karadeniz'de. Yenilenebilir enerji kaynakların kullanım alanında ve bu bölgelerde yatırım yapmak isteyen
dünyaca ünlü büyük şirketler vardır, bunlardan bazıları İtalyan "Enel", İspanyol "Ibedrola" ve amerikan
şirketi A & S, olduğu yönde IPS’in açıklamaları vardır. Buylgaristan bir Avrupa Birliği üyesi devlet olarak
çok önemli bir görevi yerine getirmesi gerekmektedir, o da 2020 yılına kadar enerji ihtiyacının % 20 oranını
yenilenebilir enerji kaynaklarından elde ediyor olması gerekmektedir.
Bulgaristan her yıl yenilenebilir enerji kaynaklardan 4
500 ktoe (kiloton) üretmek potansiyeline sahiptir. Ülkenin
tahmini belgesi 2020 yılına kadar alternatif enerji gelişimi
ile ilgili bunu göstermektedir. Bu belge Ekonomi, Enerji ve
Turizm Bakanlığı tarafından, Avrupa standartlarına uygun
olarak, atmesfere atılan zararlı emisyonları azaltmak için
hazırlanmıştır. Belge bu alandaki ulusal eylem planının bir
parçasıdır.
Bulgaristan, su ve katı biyokütleden enerji üretmek
potansiyeline sahiptir, çünkü bu tür üretim yapmak için
gerekliliklere ve zengin kaynaklara sahiptir - nehirler,
ormanlar ve tarım alanları. Hesaplamalar, ülke her yıl
yenilenebilir enerji kaynaklarından, ayrıntılı olarak su
kaynaklarından 1290 ktoe enerji, Katı biyokütleden 1524
ktoe, Güneşten 389 ktoe, rüzgardan 315 ktoe ve Jeotermal kaynaklardan 18 ktoe enerji, üretebileceğini
göstermiştir. Böylece, yılda alternatif kaynaklardan üretilen enerjinin toplam üretimi yaklaşık 4500 kiloton
olabilir. Ancak Bulgaristan’da yenilenebilir enerji kaynaklardan enerji üretimi alanındaki gelişmeler
bugünkü hızını korur ise bu değerlere ulaşmak mümkün olmayacaktır. Bu tür tesisler ile ilgili mevcut
projelere bakarak, uzmanların tahminleri, bir sonraki yıllarda yenilenebilir enerji üretimi 2005 yılında 1097
kiliton olduğu gürçeğine bakarak ve 2005 yılına kıyasla 2020 yılında sadece 1955 kiloton artacaktır. Tuna
nehri ve Karadeniz de ciddi bir enerji potansiyeline sahiptirler, ancak bu potansiyel komşu ülkelerle ortak
projeler yoluyla geliştirilmelidir. Daha yirminci yüzyılın ortalarından beri Bulgaristan ve Romanya Tuna
nehri üzerine iki hidroelektrik santrali inşa etmek için bir girişim tartışmaktadırlar. Aslında düşünülen
her bir hidroelektrik santral 800 megavat kapasiteye sahip olmasıdır. Ön fizibilite çalışmaları sayesinde
konumları da tespit edilmiştir - nehrin Nikopol- Turnu Magurele ve Silistre-Calarasi bölümlerine olarak.
Şimdiye kadar hidroelektrik santralleriyle ilgili güncelleştirilmiş bir çalışma ve tasarım başlatmak için
belirli prosedürler yoktur, ancak 2020 yılından önce bu projenin uygulama sürecinin başlatılması olası
bir gerçektir. Kara denizin elektrik üretme potansiyeli de halen çok iyi araştırılmış değildir, ve dolayısıyla
bu durum belirli projelerin geliştirilmesine engel teşkil etmektedir.
44
Bulgaristan şu anda bile ormanlarda tamamen çürümekte
olan bir sürü ağaç kalıntılarından her yıl 13.5 TWh teravatsaat (13,5 milyon MWh) ısı enerjisi üretebilir. Bu
rakamları Bulgaristan Enerji Acentaları Birliği (BEAB)
açıklamıştır. Rakamlar şu anda çalışmakta olan Kozloduy
Nükleer Enerji Santrali’nin 1000-megawatt’lık iki biriminin
yıllık üretimine eşdeğerdir.
Biyokütle – odun kesimi artıkları, ahşap işleme sektörü
artıkları ve tahıl üretimi dahil olmak üzere tarım üretiminden
elde edilen kalıntılar, yenilenebilir enerji üretmek için
ülkenin potansiyelinin yaklaşık % 40 oranında biyo yakıtını
oluşturduğu hesaplanmıştır. Bugüne kadar kullanılmayan
ağaç kalıntıların yanı sıra tarım alanında da kalıntı olarak kalan saman önemli bir potansiyeldir. Ülkede
tahıl hasatından sonra her yıl toplamda yaklaşık 5 milyon ton saman kalmaktadır, ve bu organik kalıntıdan
yaklaşık 10 teravatsaat enerji üretilebilme kapasitesi bulunmaktadır. Bulgaristan'da geçen yıl 160 000 ton
biyoyakıt elde edilmiştir - 140 000 ton biyodizel ve 20 000 ton biyoetanol. Bu miktarda üretilen biyoyakıt
yaklaşık 1.5 teravatsaat enerjiye eşdeğerdir.
Bulgaristan'da nihai enerji tüketiminin yaklaşık % 9 oranını biyokütlenin karşılayabileceği açıklanmıştır
– geçen yıl Haziran ayında Hükümet tarafından kabul edilen 2008-2020 dönemi için biyokütle kaynakların
kullanımını teşvik etmek için uzun vadeli Ulusal Program’da yer almaktadır. Strateji, 2020 yılında bu
sektörde ısı ve elektrik enerji üretiminin 9.7 teravatsaat’e ulaşmasını öngörmektedir.
Atık ağaç kalıntılarından ısı üretilmesi, özellikle dağlarda bulunan ve gaz altyapısından uzak ve merkezi
bir isitma sisteminden uzak olan şehir ve tatil köyleri için oldukça yararlı olacaktır. Bu tür biyokütle
santralleri Bansko ve İhtiman gibi tatil alanlarında kullanılmaktadır, buna benzer uygulamaların yapılması
yönünde daha birkaç proje bulunmaktadır. Ayrıca, biyokütle ile üretilen bir megavatsaat ısı, bugüne
kadar yaygın olarak kullanılan dizel yakıtı kullanılarak üretilen ısıya kıyasla, 0,5 ila 3 kat arası daha ucuza
mal olduğu görülmektedir. Sektör, nispeten düşük yaşam standartna sahip olan insanların yaşamlarını
sürdürdükleri bölgelerde ekmek parası kazanmalarını sağlayacaktır.
Biyokütle kullanımının çevresel etkileri de oldukça önemli olacaktır – bu durum ormanların temizlenmesi
ve düşük morbidite ve çürüme anlamına gelecektir, buna ek olarak da yangın riski azalmış olacaktır.
Sonuç olarak, atmosfere en güçlü sera gazlarından biri olan metan salınması da azalmış olacaktır.
Şehirlerdeki havada da "karbon, kükürt ve azot oksitler" konsantrasyonları önemli ölçüde azalacaktır.
Diğer yenilenebilir enerji kaynakları farklı olarak, biyokütle, bizim ulaşım ihtiyaçlarmız için gerekli olan, sıvı
yakıtlara doğrudan dönüştürülebilir. En çok bilinen ve en yaygın olan iki çeşit organik yakıt vardır, bunlar
etanol ve biodizel’dir. Bir alkol çeşidi olan etanol mısır gibi
karbonhidrat açısından zengin olan, tüm biyokütle çeşitlerinin
fermantasyonu sonucu elde edilmektedir, bira yapım sürecine
yakın bir proses ile elde edilmektedir. Çoğunlukla yakıta
katkı maddesi olarak kullanılır ve aracın karbon monoksiti
azaltmasının yanı sıra ayrıca hava kirliliğine neden olan diğer
gaz emisyonların da azalmasına katkıda bulunmaktadır.
Biyodizel, bir esterdir, bitkisel yağlar, hayvansal yağ, su
yosunundan hatta geri dönüştürülebilir yanmış yağlardan
elde edilmektedir. Bu ürün, araç emisyonlarını azaltmak için
benzine bir katkı maddesi olarak kullanılabilir ya da bir yakıt
olarak saf formu kullanılır.
Bulgaristan’da biyo yakıt üretim potansiyeli
Yıllık kapasite, t/y
Biyoyakıt/Yıl
2007
2008
2010
2015
2020
BİODİZEL
138900
402000
415000
427550
448050
BİOETANOL
20000
66500
95000
102000
107000
TOPLAM
158900
468500
510000
529550
555050
Bulgaristan biyoyakıt üretimi için büyük bir potansiyele sahiptir - 2020 yılında kadar% 15'den fazla.
Bunun uygulanması ve elde edilen biyoyakıtın kullanımı, ülkenin artan enerji bağımsızlığı için önemli bir
katkı ve gelecek nesiller için sürdürülebilir kalkınma sağlayacaktır.
45
11. Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynakları
Türk ekonomisi çok hızlı bir gelişim
göstermektedir, özellikle de 1980’li yıllardan
sonra. Kendi kaynak imkanlarının sınırlı
olmasına rağmen, Türkiye'de ülkenin
sanayileşmesi ile paralel olarak enerji
için birincil ve ikincil piyasalar çok hızlı
büyümektedir. Yıllık büyüme oranı % 8-10
oranındadır.
Yenilenebilir enerji, temiz ve sürdürülebilir
enerji gelişimi için en etkili ve verimli
çözümlerden biridir, 2006 yılında birincil enerji
arzının dünya çapındaki toplam payı % 12.89
oranındadır. Diğer yandan, Türkiye, sahip
olduğu genç nüfusu ile, adam başına artan
enerji ihtiyacı, ülkedeki hızla artan kentleşme
süreci ve buna bağlı olarak ekonomik
kalkınma gibi göstergeler, ülkenin son
yirmi yılda dünyanın en hızlı büyüyen enerji
pazarlarından biri olduğunu göstermektedir.
Türkiye'de elektrik talebinin 2020 yılında 580 milyar dolar kwh olacağı beklentileri vardır. Türkiye, pahalı
ithal enerji kaynaklarına büyük ölçüde bağımlı olduğu görülmektedir, bu da ekonomi üzerinde daha fazla
ağırlık koymaktadır, ve hava kirliliği ülkede çevrenin korunması için önemli bir sorun haline gelmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, yeşil yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi konusu nekadar önemli olduğu
ortadadır. Türkiye'nin coğrafi konumu yenilenebilir enerji kaynaklarının - biyokütle, hidroelektrik enerji,
jeotermal enerji, güneş ve rüzgar enerjilerin kullanımı için birçok avantaj vardır.
Türkiye’de büyük miktarlarda biyokütle kaynağıu bulunmaktadır ve çok önemli bir potansiyele sahiptir.
Tüm organik malzemeler yani bitkisel, ağaş ve hayvansal kaynaklı organik malzemelere için kullanılan bir
tanımlamadır. Biyokütle direk olarak bitkilerden elde edilebilir veya dolaylı olarak endüstriyel, belediye,
tarım ve hayvan atıklarından elde edilebilir, ve bu organik kaynaklar termo-kimyasal işlemler ile sıvı
yakıtlara dönüştürülebilir veya piroliz ve gazlaştırma işlemleriyle metan, karbon monoksit veya hidrojen gibi
gazlara dönüştürülebilir. Türkiye'de yıllık biyokütle potansiyeli yaklaşık 32 Mtoe olduğu söylenmektedir.
Toplam biyoenerji potansiyeli ise yaklaşık 6.92 Mtoe olduğu tahmin edilmektedir. Alternatif yakıt olarak
sıvı yağın kullanımı hem ekonomik hem de çevreseldir ve Türkiye için enerji açısından uygun olandır.
Bitkisel yağların içeriğinde, dizel yakıtların sahip oldukları ısının yaklaşık % 90 oranına sahiptirler.
Türkiye'nin coğrafi konumu güneş enerjisi açısından çok
olumludur, ülkenin bu durumu, güneş enerji piyasasının önde
gelen ülklerin de önüne geçerek ön sıralara yerleşmektedir.
Eğer ki ülkede güneş enerjisi için gerekli yatırımlar yapılırsa,
ülke metrekare başına ortalama 1.100kWh üretmek için büyük bir
potansiyele sahiptir. Bu durum, yenilenebilir enerji kaynaklardan
elektrik üretimi için yatırım potansiyeli açısından Türkiye'yi
İspanya'dan sonra Avrupa'nın ikinci en iyi ülkesi yapmaktadır.
Şu anda, Türkiye'de kurulu kapasitenin en büyük payı hala ısı
enerji santrallerine aittir. 2011 yılı sonundaki açıklanan verilere göre
toplam kurulu kapasitenin yüzde 66 oranında termik santrallerden,
yüzde 33 hidroelektrik santrallerden, yüzde 0,1 jeotermalk
santrallerden ve yüzde 0,9 rüzgar enerjisi santrallerinden
oluşmaktadır. Şu anda , kurulu termik olmayan enerji düzeyinin
düşük olmasına rağmen, yenilenebilir enerji yatırımı için elverişli bir ortam bulunmaktadır, bunun nedeni
ise yenilenebilir enerji kaynaklarının sektöründe mevzuat ve piyasa liberalizasyonu gibi konularda önemli
değişikliklerin olmasıdır.
Türkiye'de güneş enerjisi için en etkili aylar Haziran, Temmuz ve Ağustos ve en verimsiz aylar ise Kasım,
Aralık ve Ocak. Türkiye için güneş enerjisi potansiyeline ilişkin en büyük potansiyele sahip bölgeler ise
Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz bölgeleridir. Orta Anadolu'nun düz toprakları ile kaplı geniş alanları,
güneş enerjisi yatırımları için diğer çok önemli bir unsurdur. Batı Akdeniz'de de üç il güneş enerjisi
yatırımları açısından çok uygundur. Karadeniz bölgesini göz ardı ettiğimiz zaman, Türkiye’de yılda
ortalama kullanabilir güneş enerjisi 2 640 saat olduğu düşünülürse, ülke metrekare başına 1 100 kwh
enerji üretebilir. Dolayısıyla, yılda toplam potansiyel enerji yaklaşık 1.015 kilovat saattir.
46
Türkiye, hidroelektrik santralleri ve 7200 km kıyı şeridine
sahip olan ve 1132 m ortalama yükseklik ile rüzgar enerjisi
için önemli bir potansşyele sahiptir. Rüzgar enerjisi ile ilgili
Türkiye'nin potansiyeli ağırlıklı olarak Ege, Marmara ve
Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Türkiye'nin jeolojik yapısı
volkanik kökenli olduğu için, ülkede 600'den fazla sıcak su
kaynağı bulunmaktadır, ve bu suların sıcaklığı yaklaşık 100 °
C ulaşmaktadır, bu da ülkeyi jeo-termal enerji bakımından çok
zengin bir ülke yapmaktadır.
Türkiye AB üyeliği için aday olduğu için yasaları ve politikaları
AB ile uyumlu olması beklenmektedir. Enerji üretimi açısından,
AB yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimini teşvik
etmektedir ve böylece enerji ithalatı azalacaktır ve Avrupa
Birliği'nde sera gazı emisyonlarının da azalacağı beklenmektedir. AB'de yenilenebilir enerji kaynaklardan
enerji üretimini teşvik etmek için başlıca kullanılan araçlar: imtiyazlı tarifelerden satın alınarak garanti
etmek, kota uygulamaları ve enerji vergisinden muafiyet. Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarından
elektrik üretimini teşvik etmek için ilk aracı Mart 2001’den geçerli olan Elektrik Piyasası Kanunu’dur
(Law. sayı 4628). 'dir.
Türk hükümetinin esas olarak hedefi yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin payını % 30
artmasıdır ve doğal gazdan kullanarak üretilen elektrik oranını ise yüzde 30 altına çekmektir. Bu hedeflere
ulaşabilmesi için Türkiye kurulu hidroelektrik ve rüzgar enerji santrallerinden elde edilen kapasiteyi
önümüzdeki 15 yıl içinde arttırması gerekmektedir, sırasıyla hidroelektrik santrallerden 20 000 MW ve
rüzgar enerji santrallerinden 19.200 MW olacak şekilde.
Sadece birkaç gün önce, Türkiye’de, Avrupa İmar ve Kalkınma
Bankası’ndan alınan 135 milyon Euro (175.000.000 $) bir kredi
ile inşa edilen ve ülkenin en büyük rüzgar enerji üretim çiftliği
olan, bir tesis enerji üretimine başlamıştır. Bu tür girişimler, fosil
yakıtların ithalatını azaltmak için ülkenin yapmış olduğu bilinçli
politikanın bir parçasıdır. Sabancı Holding, EnerjiSa-Alman
ortağı E.ON ile birlikte yürüttüğü yenilenebilir enerji kaynağı
projesi Balıkesir Rüzgar Elektrik Santrali’ni (BARES) faaliyete
geçirmiştir, ülkenin batı kesminde bulunan Balıkesir bölgesinde
yer almaktadır. Tesisin 142.5 MW kapasiteye sahip olduğu ve
170 000 türk ailesine yetecek kadar elektrik temin edebileceği,
BARES tarafından açıklanmıştır. Bu tesisin devreye girmesiyle
birlikte Türkiye’de rüzgardan üretilen elektrik % 8 oranında
artmıştır.
Türkiye şu anda enerji ihtiyacının çoğu için ağırlıklı olarak
Rusya ve İran'dan fosil yakıt ithalatına bağlıdır. Ülkenin hedefi,
2030 yılına kadar ürettiği elektriğin yüzde 30’unu yenilenebilir
enerji kaynaklardan üretmektir. Avrupa Rüzgar Enerjisi Birliği'nin verilerine göre, ülke, geçen yıl sonunda
yerleştirilmiş tesisler ile, yaklaşık 2 300 megavat rüzgar enerjisine sahiptir. Türkiye'de toplam yenilenebilir
enerji santralleri 4 milyon kişiye yetecek kadar aydınlatma elektriği sağlama potansiyeline sahiptir.
Türkiye, Alp-Himalaya kuşağı üzerinde yer aldığından dolayı, çok büyük bir jeo-termal potansiyele sahiptir.
Ülkenin toplam tahmini jeotermal potansiyeli
31.500 MW. Jeotermal enerji için yüksek
potansiyele sahip bölgeler Batı Anadolu’da
(77.9%) bulunmaktadırlar. Bugüne kadar, sahip
olunan potansiyelin yalnızca % 13 kullanım
için geliştirilmiştir. Türkiye'de toplam 172 bölge
Jeotermal enerji potansiyeline sahip olduğu
yönünde belirlenmiştir, ve toplam kurulu gücü
827MWt (DPT, 2009) olarak listelenmektedir. Şu
anda kurulu olan güçlerden elde edilen enerji
daha çok evleri ısıtmak için ve ısıtma cihazları
için kullanılmaktadır.
Türkiye yenilenebilir enerji açısından büyük
bir potansiyele sahiptir. Yeterince etkili ve
verimli bir şekilde kullanıldığı zaman, bu
potansiyel elektrik için mevcut talebi ve hatta
2020 yılında tahmin edilen enerji ihtiyacını
47
kolayca karşılayacaktır. Güneş enerjisi yenilenebilir enerji kaynakları arasında en büyük potansiyele sahip
olandır. Ayrıca, Güney Anadolu ve Akdeniz bölgeleri gibi yüksek güneş radyasyonuna sahip bölgeler,
güneş enerjisinden yeterli miktarda elektrik üretmek için çok uygun oldukları tahmin edilmektedir.
Tahmini potansiyeli 2010 yılında elektrik talebine kıyasla yaklaşık 125 kat daha fazla olduğudur. Aslında,
İstanbul'un 1.1 kat alanı (Türkiye'nin toplam alanının yaklaşık% 0.3), mevcut elektrik talebini karşılamak
için yeterli olacağı, ve İstanbul’un sadece 2,5 katı kadar alan ise 2020 yılında ihtiyaç duyulacak ve elektrik
talebini karşılamak için yeterli olacağı tahminler arasındadır.
Rüzgar tarafından üretilen enerji potansiyeli % 50'den daha fazla olduğu ve genelde Marmara ve Ege
bölgelerinde bulundukları ve bugünkü elektrik ihtiyaçları göz önünde bulundurulursa Türkiye'nin elektrik
ihtiyacının en az % 17 oranında karşılayabilir. Gerçek elektrik üretimi doğru alanda doğru türbünlerin
kullanımına göre değişmektedir. Sonuç olarak, ekonomik açıdan büyük ölçüde elektrik potansiyelinin
yılda 35 ila 75 TWh arasında değişmesidir. Elektrik açısından mevcut talebin yaklaşık 150-160 TWh
(74%) hidroelektrik santraler ile üretilen elektrik ile temin edilebilir, Türkiye'de ilk kez elektrik üretmek
için kullanılan teknolojidir. Bu potansiyelin, zaten % 50 Fırat ve Dicle nehirleri ile sağlanır olduğu göz
önüne alındığında, sadece yaklaşık % 30'u kullanılmaktadır. Türkiye'nin batı kesiminde, öncelikli olarak
Alp-Himalaya Oregon kuşağında yer alan jeotermal potansiyel yıllık yaklaşık 15 ila 25 TWh aralığında
olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, oldukça yüksek maliyetli olduğu için ve teknolojik olarak,
gerçek elektrik üretimi açısından biyokütlenin gaz haline dönüştürülmesi zor bir süreç olduğundan dolayı
, bu potansiyelin kullanımı bir ölçüde zorlaşmıştır. Yenilenebilir enerji kaynaklardan üretilen toplam enerji
tutarı, yılda en az 870 TWh elektrik potansiyelini oluşturacaktır. Bu 2010 yılında elektrik enerjisi talebinin
beklenenden 4.1 kat kadar daha fazlasıdır ve 2020 yılı için öngörülen maksimum miktardan 1.8 kat kadar
daha fazladır.
48

Benzer belgeler