Evet... O bir kadın

Transkript

Evet... O bir kadın
20 PAZAR 17 Nisan 2011
Editör: Hande KÖSEOĞLU
Tiyatro fabrikası
Turnusol kâğıdı
Çin’deki RTÜK
DEVLET kültüre daha fazla
destek vermeli, bu kesin.
Ama bunun için Devlet
Tiyatroları’nı kapatmak
gerekmiyor. Cem ERCİYES
DİYARBAKIR Cezaevi’ndeki işkencelerin
soruşturulması; Türkiye’nin geçmişiyle
hesaplaşması ve darbecilere hesap
sorulmasıdır ama BDP için de
turnusol kâğıdıdır. Mehmet KAMIŞ
ŞÜKREDELİM... Bizim RTÜK sadece
“Haber kanalları, dizi kanalları karşısında
reklam yasakları ile nasıl daha zor
durumda bırakılır” benzeri konularla
ilgileniyor. Mehmet BARLAS
Pompei’den kalanlar...
S ORTAÇGİL-SEN
ALBÜMÜN,
geçmiş
albümlere göre
en büyük
farklılığı,
Ortaçgil’e eşlik
eden yaylı grup
olmuş.
Yaylılarla
yapılan bu
orkestrasyon düzenlenmesi, albüme
çok yakışmış. Albümün sözleri ise
her zamanki Ortaçgil titizliğinde.
Sözlerde yoğun bir deniz sevgisi
hâkim ya da “Kaçın kurtarın kendinizi metropol boğuculuklarından, biraz
deniz biraz sessizlik, hepimize iyi
gelir” diyor, Ortaçgil.
azbilmisozneler.blogspot.com
DURMAK
S BOŞ
BOŞ durmak istiyorum kimi
zaman. Tercihen penceresinden
bakınca denizin göründüğü,
akşamüstü altıda elime şarap
kadehinin verildiği, terasında ağaç
kokusu, bahçesinde domates olan bir
alanda. Boş durmak istiyorum.
Saatlerce, kimsenin sesini duymadan
kitap okumak.
www.hazalyilmaz.com
ROMA mitolojisinde Jüpiter’in ve
Juno’nun oğlu Vulkanus, ateşin ve
yanardağların tanrısıdır. Sanatın,
silahların, demirin; tanrılar ile
kahramanların zırhlarının üreticisidir.
Vulkanus, Yunan mitolojisinde, tanrı
Hephaistos’tur. Etrüsk mitolojisinde
ise Sethlans olarak bilinir.
Efsaneye göre, tanrıların kralı
Jüpiter ve tanrıçaların kraliçesi
Juno’nun oğlu Vulkanus’un, yakışıklı
ve kusursuz olması bekleniyordu.
Çelimsiz, çirkin ve viyaklamaktan
kızarmış suratını gören anne, büyük
bir hayal kırıklığı ile bebeği kaptığı
gibi Olimpos Dağı’nın tepesinden
aşağı fırlatıp atar. Vulkanus, bir gün,
bir gece yuvarlandıktan sonra bir çakıl
taşı gibi, su tanrıçası Thetis’in
yaşadığı, masmavi derin ve soğuk
denize gömülür. Bu sert
yuvarlanmada bir bacağı
kırılmıştır ve tam olarak
gelişemeyecektir. Bebeği, çok güzel
bir tanrıça olan Thetis bulur.
Thetis alıp onu kendi oğlu gibi
bakar. Bir gün kumsalda balıkçıların
söndürmeden bıraktığı ateşte,
kıpkırmızı parlayan kor halinde bir
kömür bulur. Bu heyecan verici ateşi
deniz kabuğunun içine yerleştirip
deniz dibindeki mağarasına götürür.
Ateşi burada canlı tutan Vulkanus ateş
kızgınlaştıkça altın,
Büyük patlama
demir, gümüş gibi
sırasında,
Pompei’de 20
Zuhal
madenlerin şekil
bin
kişinin
yaşadığı ve
SAHİLLİOGLU
verilecek kadar
çok az kişinin kurtulduğu
Heykeltıraşyumuşadığını fark eder.
belirlenmiş.
Ressam
Bunlardan çok güzel
Pompei o büyük
mücevherler ve demir
patlamadan 17 sene önce
işleri yapmaya başlar.
de, MS 62 yılının 5
Her sene 23 Ağustos’ta Vulcanalia
Şubat’ında, araştırmalara göre, 7.5
Festivali’nde, ateşler yakılır,
büyüklüğünde büyük bir deprem daha
Vulkanus’un şerefine balıklar ve
yaşamış, evler, binalar yıkılıp hasar
küçük hayvanlar ateşe atılır. MS 79
görmüş. Felaketin peşinden
yılı, 25 Ağustos günü, öğle
yokluk ve açlıkla beraber şehre
saatlerinde, kötü bir tesadüf, tam da
anarşi ve yolsuzluk hâkim olmuş.
Vulcanalia Festivali’nin ertesi sabahı,
İmkânı bulan şehri terk etmiş.
Volkanik Vezüv Dağı büyük bir
Zamanla, şehir tekrar bir şekilde
şiddetle harekete geçer.
toparlanmış ama birkaç evin
Gazlar ve küller püskürtmeye
dışında evler küçük ve Roma
başlar. Birkaç kilometre yüksekliğe
standardına göre daha alçakgönüllü.
kadar çıkan bu zehirli gazlar
Duvarlardaki avam Latince’yle
Vezüv’ün eteklerindeki antik
yazılmış grafitilerden ve
Roma şehirlerindeki tüm canlıları
genelevlerinin çokluğundan anlaşılan
kaçacak fırsat bırakmadan, birkaç
Pompei patlama sırasında pek de
saat içinde öldürür. Gazların ve külün zengin olmayan sınıfın yaşadığı bir
peşinden 19 saat püsküren kızgın
şehirmiş hissi verdi bana.
taşlar ve kaynar çamur Pompei,
Romalılar sınıflı bir toplumdu...
Herculanium (modern İtalyanca’sıyla
EROTİK ARTEFAKT
Ercolano) ve civardaki birkaç şehri
daha 5-6 metre kalınlıkta bir
Pompei ve ondan daha zengin
battaniye gibi örter. 1700 sene
olduğu anlaşılan Herculanium’dan
kadar sonra tesadüfen tekrar
çıkarılan erotik artefakta bakıp o
bulunana kadar o bereketli volkanik
toplumu ahlaksızlıkla suçlamak ne
toprakların altında sessizce kalır...
kadar doğru bir yaklaşım olur?
Topik deyince...
Evet... O bir
kadın
S KEŞKE!
DÜNYANIN
en önemli kitap
fuarlarından
Londra Kitap
Fuarı’nın gözü
bugünlerde
Türkiye’nin
üstünde. Londra
Kitap Fuarı
yetkilileri, British
Council temsilcileri bir süredir
Türkiye’den yayıncılarla ve ajanslarla
görüşüyor duyduğum kadarıyla. Bu
işin sonu, önümüzdeki yıllarda
Türkiye’nin bu önemli fuarda “konuk
ülke” olmasına kadar gidebilir. Keşke
bu süreçte yetkililer biraz da
edebiyatın kaynağına yakınlaşsalar
ve eğer böyle bir karar verilecekse,
öncesinde yazarlarla da görüşseler.
filucusu.blogspot.com
OKUYORUM
S AMA...
BU aralar eski kitap okuma
hızıma ulaşmanın verdiği bir
sevinçle dolaşmaktayım. Daha az
uyuyorum, evdeki işlerimi daha hızlı
yapıyorum ve bunun sonucunda da
daha çok okuyorum. Satır aralarında
diyardan diyara dolaşmak, arada
kendime dönüp iç yolculuğu
yapmakta keyfime diyecek yok. Ama
tüm bunlara rağmen okuduklarımı
yazacak güç, istek ve yetenek yok bu
aralar bende. Umarım kısa bir
süreçtir bu da. Gelip geçmesini
diliyorum en derin duygularımla....
kitapkurdu76.blogspot.com
Bu sayfada yayınlanmasını istediğiniz
yorumlarınızı, bir fotoğrafınızla birlikte
[email protected]’ye gönderebilirsiniz.
Almanya’da düzenlenen ve kısa adı “FIBO” olan
uluslararası sağlık ve fitness fuarı kapsamında vücut
geliştirme şampiyonaları da düzenleniyor. Essen’de,
bugün sona erecek fuarda düzenlenen Amatör
Kadınlar Vücut Geliştirme Şampiyonası’nda onlarca
1819’da Napoli Kralı I. Francis,
karısı ve kızıyla Milli Müze’deki
Pompei sergisini gezerken bugün bile
pornografik sayılabilecek freskler ve
mozaiklerden çok utanır ve Napoli’de
Milli Müze’nin gizli bölümüne
kapattırır. Hangi uzvun görünmesi
“ayıp” ya da herhangi bir uzvun
görünmesi ayıp mı? Bu, toplumların
koyduğu etik kurallarla belirleniyor.
Simgeler her toplumda farklı
manalandırılıyor. Romalılar bereket
ve verimliliği “erkeklik uzvu” ile
simgelerken, gıdayı önemseyen, “nü
obez kadın figürü”nü seçiyor.
Pompei’yi gezerken insan bir sürü
şey düşünüyor. O insanların evlerine,
odalarına, dükkânlarına, yaşamlarına
pervasızca girip çıktık. Hatta kimimiz
haklarında çok da fazla şey bilmeden
atıp tutup, yargıladık. Zaman zaman
kendini beğenmiş bir küstahlıkla, ne
kadar da “medeni” şehirler kurup, ne
iyi yaşamışlar deyip şaşırdık!
Toplumdan topluma değişse de ahlak
(etik), felsefenin alt dallarından biri ve
insanlığın tarihi kadar eski bir kavram.
Toplumlarda dini kurallar, ahlak
kurallarını en etkileyen öğe olsa
gerek. Bizim bugünkü yaşantımız
hakkında, 2000 sene sonraki insanlar
neler düşünecekler, bizi nasıl
yargılayacaklar acaba?
kadın vücudunu, daha doğrusu kaslarını sergiledi.
Yarışmada dereceye girebilmek için aylarca çalışan
kadınlar, jüriden yüksek puan alabilmek için ellerinden
geleni yaptı. Bazı yarışmacıların uzun tırnakları ve
piercingleri de dikkat çekiciydi. I DIŞ HABERLER
Aşka dair
aşk olsun, onu dile getirmek
“O mavi gözlü bir devdi,
olsun...
Minnacık bir kadın sevdi.
Vedat
YILDIZOĞLU
Nâzım Hikmet’in en büyük
Kadının hayali minnacık
tanığı; yaşamına giren kadınlar ve
bir evdi,
o kocaman aşklarıdır. Nüzhet,
bahçesinde ebruli
Piraye, Münevver ve Vera ile olan
hanımeli
evliliğini ve aşklarını ne güzel yaşamıştır.
açan bir ev.
Aşkı, aşkla yaşamış bir adam. Koca
Bir dev gibi seviyordu dev,
Nâzım’ı aşklarıyla baş başa bırakıp,
Ve elleri öyle büyük işler için
tarihin sayfalarını şöyle bir
hazırlanmıştı ki devin,
karıştırdığımızda; Antik Greec’te, Marcus
yapamazdı yapısını,
Antonius ve Kleopatra’nın intiharlarıyla
çalamazdı kapısını
sonuçlanan devasa aşkı. Osmanlı’da,
bahçesinde ebruli
Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem
hanımeli
Sultan’la, uğruna oğlunun boğulmasını
açan evin.
isteyecek kadar büyük, yaşadıkları o
O mavi gözlü bir devdi,
dillere destan aşk.
Minnacık bir kadın sevdi.
Birbirlerini görmeden, dostça başlayan
Mini minnacıktı kadın.
mektupların ardından, büyük bir tutkuyla
Rahata acıktı kadın
aşka dönüşen ve üç yıl süren bu
yoruldu devin büyük yolunda.
mektuplaşma sürecinde, yalnızca iki ya
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
da üç defa buluşan Milena ve Kafka.
girdi zengin bir cücenin kolunda
Fransız felsefeci Louis Althousser’in
bahçesinde ebruli
Helen’le yaşadığı, Fransa’yı ikiye bölen
hanımeli
ve cinayetle sonuçlanan trajik aşkın
açan eve.
tanıkları oluruz... Uğruna; kişilerin ve
Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
toplumların yazgıları, tanrısallıktan çıkıp
Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
o kocaman aşkın elleriyle yeniden yazılır.
bahçesinde ebruli
Öyle ki, aşk, yaşamla ölüm arasında
hanımeli
hüküm sürmekte.
açan ev...
İmkânsız savaşlardan çıkan muzaffer
Nâzım Hikmet
komutanların, aşk karşısında nasıl
bozguna uğradıklarının tanığı oluruz,
Öncesiz ve sonrasız, aşk için; dillere
tarihin sayfalarında. Tek muzaffer
destan mektuplar, şiirler yazılır, müzikler
komutan var, o da aşkın kendisi. Gerisi
bestelenir, mevsimler döner, devran
döner, her şey hep bir bahanedir. Maksat; hiç... Aşk; intihardır, cinayettir ve tek ta-
nık, yine aşkın kendisidir. Aşk için bir gerekçe yoktur, o kendi kendinin gerekçesidir. Aşk, kalp ile zihin arasında gelip giden bir paradokstur. Olduğun şeyi reddetmektir. Paranoyaları vardır ve saçmadır.
Akla yatkın neden ve sonuç aranmaz, o
kendi kendinin hem nedeni hem de
sonucudur.
Özlemle var olur, tutkuyla yaşar. Aşkı
tahtında taşıyan işte o tutkudur. Tek
kişiliktir, ikinci kişiye asla yer yoktur, aşkın yanında. Tahammülsüzdür. Beş duyu
organının işlevini yitirdiği tek an, aşk halidir. Sonsuz bir suskunluğa gömülüdür, aşkın dili. Aşkın yaşandığı yerde, şehvet,
utanç verici duygudur ancak. Kadın ve erkek; aşkı aldatarak yaşarlar şehveti. Aşk,
insanın ilk hali, olduğu gibidir. Çıplak.
Aşk; şeydir, tanımsız. Zamanın;
hükmedemediği, tek yer ve an, aşkın
kendisidir, çünkü aşk, hem zaman hem
de mekândır. Onun olduğu yerde,
zamana ihtiyaç duymazsınız, mekâna da.
O aynı anda hem içinizdir, hem de
dışınız. Aşkı, yalnızca, aşkla kavrarsınız,
başka, hiçbir şeyle. Anarşisttir.
Aşk ihanettir, bozguna uğrarsınız.
Koşulsuz kabulleniştir yenilgiyi.
Hem en büyük gerçek,
hem de yalan. Erişebileceğiniz en
yüksek egodur, aşk. O, her şeydir,
aynı zamanda, hiçbir şey. Onun
dışındaki, her şey hiçtir. Aşk,
cesarettir, yaşadığını hissetmektir.
Aşk, daha, dile getiremediğim ve
düşünemediğim her şeydir...
TOPİK deyince akla
Tamar NALCI
ne gelir? Öncelikle Ertamarnalci@
meni gelir... İstanbullu
gmail.com
Ermenilerin yaptığı bir
mezedir. Fakat zamanla
bir İstanbul mezesi olma yolunda ilerlemektedir. Yiyince içinde ne olduğu anlaşılamayan,
yiyende bir merak uyandıran, ve yiyeni
kendine hayran bırakan bir mezedir topik...
Kim bulmuştur, ne kadar zamandır vardır,
bilinmez ama 19. yüzyılda Mehmed Kâmil tarafından kaleme alınan “Melceü’t - Tabbahin”
(Aşçıların Sığınağı) adlı, basılı ilk Osmanlı yemek kitabı olduğu bilinen kitapta da tarifi
mevcuttur. Tanınması ise İstanbul’dan göç
eden Ermenilerin, gittikleri yerde yaşattıkları
bir gelenek olmasından ötürü sınırları aşmasından kaynaklanır. Genellikle özel günlerde
her evde yapılır. Özellikle de yılbaşı, Noel ve
paskalya topiksiz olmaz... Meyhanelerde de
pek rastlanan bir meze olmamıştır topik.
Sezen Aksu’nun seslendirdiği, Meral
Okay’ın sözlerinin, aslen Diyarbakırlı olan, bugün Amerika’da yaşayan müzisyen Onnik
Dinkjian’ın oğlu Ara Dinkjian’ın bestesiyle buluştuğu “Yine mi Çiçek” şarkısında rastlarız bir
adet topiğe... Rumlardan “kurtulduktan” sonra
Kurtuluş adını alan Şişli’deki Tatavla semtinde
bulunan Despina Meyhanesi’ndedir bu topik:
Kur masayı Madam Despina / Kirli beyaz
muşamba örtüleri ser / Çek sediri asmanın
altına / Yanında bir ince Müzeyyen abla
Yine mi güzeliz, yine mi çiçek? / Hamdolsun / Taze mi bitti topik / Canın sağolsun /
Amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek? /
Hamdolsun / Altınbaş kadehe yağ gibi dolsun
Gelelim topik deyince akla ilk gelen “Ermeni” cevabına... Ermeniler yemeklerinin tanınmasını, sevilmesini elbette isterler, bundan
da büyük mutluluk duyarlar. Genelde yemeyi
ve yedirmeyi çok severler (severiz) çünkü...
Ama en büyük sorun tüm halkın sadece bir
yemeğe, genellikle de bir mezeye, hatta genellikle topiğe indirgenmesidir. Bu ruh halini
Aret Gıcır, Aras Yayıncılık’tan çıkan ve kitaba
da adını veren karikatüründe çok iyi anlatır.
Peki, yemeğin milleti olur mu? Ben
yemeklerin bir milleti olmasından çok yöresi
olduğunu düşünenlerdenim. İlk başta elbette
ki bir millete ait olabilir. Tıpkı topik gibi...
Fakat zamanla milletten çıkıp o yöreye mal
olur/olabilir. Aynı coğrafyada yaşayan
halkların, yörelere göre mutfakları oldukça
büyük benzerlikler gösterir zaten. Bir içli
köfteyi bir Arap’ın, bir Ermeni’nin veya bir
Süryani’nin elinden yiyebilirsiniz. Hepsi de
Mardinli ise mesela, arasında çok büyük
lezzet farklılıkları olabileceğini sanmam.
O yüzden de milletler üzerinden yemek
kavgaları bana hep çok gülünç gelmiştir.
Özellikle Türkiye ve Yunanistan arasında
sıkça yaşanır bu kavgalar... Son zamanlarda,
mizah anlayışını çok beğendiğimiz “Zaytung”
da bu konuya güzel bir eleştiri getirmiştir:
“Baklava, kemençe, Karagöz-Hacivat derken
yanlışlıkla ‘Ermeni Soykırımı’na da sahip
çıkan Yunanistan, Amerika’da lobi
faaliyetlerine başladı.”