burneys yaratık köşe

Transkript

burneys yaratık köşe
Abdülkadir SARI
Van Valisi
Değerli
Dünyada
Van
Okurları,
Van'ımız hareketli, heyecanlı ve coşkulu günlere sahne olmaktadır. Kal­
kınmaya, geleceğe yönelik yatırımların planlandığı,
konuşulduğu,
tartışıldığı
ilimizde, uzun yıllardan sonra ilk defa turizm alanında hareketlilik başlamış,
otellerimizin doluluk oranı yüzde yüzlere ulaşmıştır. Çok sayıda özel, resmi;
bilimsel, kültürel ve ticari kongrelerin, toplantıların, seminerlerin yeni merke­
zi Van, Kongre Turizminde de söz sahibi olduğunu göstermeye başlamıştır.
Ekonomik kalkınma ve gelişmeyi kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklerle,
çalışmalarla eşdeğer görüyoruz. Onun için de Van'ı aynı zamanda bir kültür
merkezi yapma amacındayız, kararlılığındayız. Doğunun gururu Vanspor ba­
şarılı bir çıkış yaparak ligde, kalıcı olduğunu ortaya koymuştur. Vanspor'da
köklü
değişimler yapmaktayız; Şirketleşen, alt yapısını günün ihtiyaçlarına
göre düzenleyen, renklerini Van'ın doğasını, zenginliklerini temsil eden Mavi-Beyaz'a dönüştüren, taraftarlarına kaliteli futbol ziyafetini modem tesisler­
de veren Vanspor'un 1997-1998 futbol sezonunda hedefi Avrupa'dır. Van ev­
lerinin yok olup gitmesini önlemek amacıyla Van Evi projemiz devam etmek­
tedir. Van'ın etnografik değerleri, müziği, şiiri, yemekleri burada sergilene­
cektir.
Evrensel değerimiz
Van Kedisini ölümsüzleştirmek, sembolleştirmek
amacıyla Van'ın önemli kavşaklarına Van Kedisi büstü yaptırıyoruz.
Kıymetli
okurlar,
Özellikle kültür alanında dergimizin yayını ile birlikte bizimle iletişim ku­
ran değerli hemşehrilerimizin,
yazarlarımızın,
okurlarımızın basılmaya hazır
eserlerini yayın kurulumuz inceledikten sonra Valilik Yayınları arasında ya­
yımlama çalışmalarımız da devam etmektedir.
Dergimizin geçen sayısından sonra sizlerden çok sayıda mektup, telefon
aldım. Göstermiş olduğunuz ilgiye, desteğe teşekkür ediyorum. Desteğiniz, il­
giniz bize güç vermekte, yön vermektedir.
Dünyada Van dergisi Vanlıların, Van'ı sevenlerin kültür köprüsü, buluşma
adresidir. Geçen sayımızda "Şipanaya Takılanlar" köşesi ile albümlerde, ar­
şivlerde kalan, nostalji kokan Van fotoğrafları hepimizde farklı duygular ya­
şattı. Katkılarınızla geçmişteki Van'ı
sayfalarımızda bulacaksınız. Bu sayımız­
da tarihe ışık tutan, Van'ın yurt dışına kaçırılan paha biçilemez tarih hazine­
lerinin hikayesini, il olmaya namzet ilçemiz Erciş'i okurken, Van Gölü Cana­
varı ile ilgili sorulara cevap bulacaksınız.
Van'a ilgi duyan herkese ulaşmak istiyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle
bize yazın. Hoşça kalın, sağlıklı kalın...
İçindekiler
Gölün Mavisiyle Yıkanan Şehir
2-5
Kaya Çelebi Camii
6-7
Van'dan Kaçırılan Tarih Hazineleri
g_n
Yüreğini Taşa İşleyen Usta 12-13
Şipanaya Takılanlar 14-15
Erciş 16-21
Van Kalesinde Bir Gezinti 22-24
Van Gölü Canavarı 25-28
Kapak
VAN GÖLÜ CANAVARI
Fotoğraf: ikram KALİ
Çizgi: Muğdat ORGUN
Hıdrellez 29-31
Pişik
32
Zeynel A.
ELÇİOĞLU
Anadolu'da doğuya doğru yöneldiğinizde, bir yerden baktığınızda çevrede yeşil olan tek
yeşili az, çıplak dağların değişmeyen görüntüsü noktanın burası olduğunu görürsünüz. Doğudaki
bu bölgenin temel özelliğini hemen eleverir. karı pek eksilmeyen Erek dağıyla gölün arasınAncak, zor geçit veren bu engebeli bölgeye ha- daki boşluğa yerleşmiş olan Van kenti, neredeykim olan toprağın rengi, bir noktada ansızın de- se gölün maviliğiyle içiçedir ve yüzyıllarca bu
ğişiverir. İster karadan, ister hava yoluyla bu mavilikle yıkanmış gibidir.
noktaya ulaştığınızda, sizi maviliğiyle hemen
Doğup büyüdüğüm, çocukluğumun ve ilk
büyüleyiveren büyük bir su çıkar karşınıza... gençliğimin geçtiği bu kentte, mavinin her mevYeşilin yer yer küçük nüanslarla bozduğu, top- sim bir başka maviye dönüştüğü bu hakim renk
rağın tekdüze rengi, mavinin binbir çeşit etkile- beni hep büyülemiştir. Gölün mavisiyle buluştuyici tonuna bırakır kendini... Engebeli arazi bir ğum o rüya gibi uzak günlerde hep coşku ve
anda mavi bir düzlük olmuştur artık... Van Gö- heyecan duymuşumdur. Belki de bu yüzden
lü'dür burası...
mavi renge tutkunumdur.
Doğu Anadolu'nun yaşamı zorlaştıran coğ­
rafi özelliği içindeki bu mavi derinlik, çağlar
Günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce, Asboyu göçeden insanları kendine çekmiş, onları ya'dan yola çıkıp, Trans-Kafkasya üzerinden geçevresindc yerleşmeye zorlamıştır. Bu büyük su- çerek Anadolu'ya göçcdenlerin bir kısmı, gölün
yun doğusunda yer alan ve yüzyıllardır ona bu kıyısına yerleşmişler. Gelenler Huniler ve
adını veren kent; Van, bu maviliğin çevresinde- Urartuların atalarıdır. Onlar da mavinin büki en önemli yerleşim yeridir, kente yukarıdan yüsüne kapılmış olmalılar.
ı
Bu büyük suyun çevresinde yerleşenler, ge­
çen zamanla birlikte, M.Ö. 7. yüzyılda Doğu
Anadolu'ya egemen olan büyük bir devlet ku­
rarlar. "Yüksek Ülke" anlamına gelen Ururtu'dur bu devletin adı... Başkent ise tanrıların
Tu-uş-pa-se'nın adını verdikleri Tuşba yani Van
kentidir. Van'ın adı da Urartuların Biaini (Wiaina) adından gelir. Günümüzde Van Kalesi olarak
bilinen, hemen her noktadan baktığınızda gözü­
nüze çarpan, sarp, volkanik bir yükseltinin üze­
rine kurulur Tuşba...
Urartu devletinin bu görkemli başkenti,
yüzyıllarca birçok kez el değiştirmiştir, farklı
kavim ya da devletlerin egemenliğine geçmiştir.
Tarih içinde sırasıyla; Asuılular, araplar (Sasaniler), Bizanslılar, Selçuklular, İlhanlılar, Celayirli,
Karakoyunlu, akkoyunlu beylikleri, Osmanlılar
bu etkileyici kente uzun ya da kısa sürelerle
hakim oluşlar. Bu kale-kenti ele geçiren, ona
hakim olan kavim ya da devletler, kendi kültür­
lerini yansıtan ilavelerle bu eski başkenti daha
farklı ve zengin kılmışlar.
Çağlarboyu kuşatmalar, savaşlarla gelen
yıkımların yanında, geçen zamanın da yıpratıcı
etkisine uğrayan bu kale-kent yine de görkemin­
den fazla bir şey yitirmeden günümüze ulaşma­
yı başarmıştır. Ancak bu tarihi, kültürel zenginli­
ği zamanın doğal yıpratıcılığından daha fazla
tahrip eden bir unsur da yakınında yaşayan in­
sanlardır. Bugün bu görkemli kale-kent tarihte
yaşadığı kuşatmalardan daha tehlikeli ve kalıcı
bir kuşatmayla karşı karşıyadır. Bu kuşatma,
Van'ın gelişip büyümesiyle hızlanan kentleşme
ve batıya, göle doğru genişlemesiyle, 5-10 yıl
içinde çevresini saracak 5-6 katlı apartmanların
oluşturacağı kuşatmadır. Eğer acil olarak bugün­
den, kentin yapılaşma planında önlem alınmaz­
sa, tarihte yaşayacağı kuşatmalar gibi geçici ve
ortadan kaldırılması da mümkün olmayacaktır.
1960'lı yıllardan bu yana Van kalesi ve
Çavuştepe'de arkeolojik kazı çalışmaları sürdü­
ren, bu alanda Van'a yıllarını vermiş, İstanbul
Üniversitesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Taner
Tarhan,Prof. Dr. Veli Sevin, olası vahim kuşat­
mayı çok önceden görerek 1980'li yıllarda bir
proje hazırladılar. Van Kalesi ve çevresini koru­
ma altına alacak olan bu "Tarihi-Milli Park"
projesi, T.C. Kültür Bakanlığı'na bağlı Anıtlar
ve Müzeler Genel Müdürlüğüne sunulmasına
karşın ne yazık ki hayata geçirilemedi ve za-
man içinde de unutuldu. Bu tür projelerin ger­
çekleştirilebilmesi için hiç kuşkusuz kent halkı­
nın, özellikle de mülki ve yerel idarelerin des­
tek vermeleri, takipçisi olmaları gerekir. Bu
ndenle sanıyorum değerli bilim adamı Prof. Dr.
Taner Tarhan, Van'a kırılmıştır. Son yıllarda,
sürdürülen kazılara belki biraz da bu yüzden
katılmamaktadır. Van Kalesi ve çevresinin gele­
ceğini ilgilendiren bu önemli projenin yeniden
hayata geçirilmesi için mülki idare ya da yerel
yönetimler, Van halkının TBMM'ndeki temsilci­
leri, ilgili makamlara yeniden başvururlarsa,
hem kaleyi yeni bir kuşatmadan kurtarmış ola­
caklar hem de bu alanda Van'a yıllarını vermiş
bu değerli bilim adamının gönlünü almış ola­
caklar.
Yıllar önce, çocukluk ve ilk gençlik yılla­
rımda, özellikle ilkbaharın ve yazın belirli gün­
lerinde, kent halkı Van kalesi'nde "Analıkız" ve
"Madır" adı verilen yerlerde piknik yapardı. Bu
3
geziler sırasında kaleye yaklaştığım her adımda, yar gibi olurdum. Hep o dönemin insanlarını
o görkemiyle beni büyülerdi... Her defasında düşünür, nasıl giyindiklerini, ne konuştuklarını
tarihin içine doğru ilerliyormuşum duygusuna riıerak ederdim. Birkaç yıl önce, "Uygarlıklar
kapılır, kuşatma ve savaş anlarındaki sesleri du­ Ülkesi Anadolu" adlı belgeselin çekimleri için
Van kalesi'ne gittiğimde, günümüzde "Analıkız"
olarak bilinen Urartu Kralı II. Sarduri'nin yap­
tırdığı açıkhava tapınağında piknik yapan insan­
ları görünce, bir an çocukluk yıllarına geri
döndüm. O yıllardaki aynı heyecanı duyarak,
Urartu döneminde adak kanının akıtıldığı kanal­
dan kayan insanları seyrederek yukarı tırmanıp
tapınağın düzlüğüne ulaştım. Daha birkaç adım
atmadan, gözlerim bir noktaya takıldı kaldı...
Şok içindeydim... Bu açıkhava tapınağında yer
alan iki nişten birinin içinde bulunan, çocukken
üzerindeki çivi yazılarında defalarca parmakları­
mı gezdirerek o dönemi düşlediğim, arkasına
gizlenerek saklambaç oynadığım, birkaç tonluk
koca bazalt taşı paramparçaydı... Çocukluk ha­
yallerim paramparça olmuştu sanki... Ama bu­
nun hiç önemi yoktu, bir kültür, tarih varlığı
parçalanmıştı, yok edilmişti. Her geçen gün sa­
yıları fareler gibi hızla artan define arayıcıları,
yalnızca burada değil kalenin birçok yerinde
benzer yıkımı gerçekleştirmişlerdi.
Yine son yıllarda Van sanayi çarşısının
karşısındaki arazide ortaya çıkan Urartu nekropolü (mezarlığı) bu mezar soyguncuları (fareler)
tarafından yağmalanmaktadır. Hatta çeşitli du­
yumlara göre, elde edilen bu parçalar video ka-
setlere
kaydedilip, İstanbul
Kapalıçarşf da gösterilerek pazarlanmaktaymış. Alıcısı bu­
lunduktan sonra da parçanın
kendisi İstanbul'a götürülerek
satış işlemi gerçekleştirilmekteymiş.
Bu yağma yalnızca Van
ve çevresine özgü bir durum
değildir. Anadolu'nun dörtbir
yanı aynı şekilde yağmalan­
maktadır. Tarihi eser kaçakçı­
lığı ne yazık ki bu ülkenin
önüne geçilemeyen bir yazgısı
gibidir. Aslında bu, tarihi ve
kültürel zenginliğe sahip bir­
çok ülkede varolan bir olgu­
dur. Ancak alınan yeni ön­
lemler ve ağırlaştırılan cezalarla azaltılmaya çalışılmakta­
dır. Sonuçta bu ülke çapında
bilinç ve eğitim sorunudur.
Yurt dışına kaçırılan ve her­
hangi bir ülkede tesadüfen ya
da başka bir nedenle ortaya
çıkan bir eserin geri alınabil­
mesi için Kültür Bakanlığınca
yıllarca uğraşılmakta ve mil­
yarlarca lira ödenmektedir.
"Karun Hazineleri"ne ait bir­
kaç parça eserin geri alınışı
bu olguya yeni bir örnektir.
Son yıllarda turizm ala­
nında oldukça popüler-geçerli
bir tanımlamanın sıkça sözü
edilir. "Bacasız Sanayi"; Bu
sözle turizm gelirleri kastedi­
lir. Doğru bir tanımlamadır.
Dünyadaki birçok ülkede, tu­
rizmden elde edilen gelir, ar­
tık o ülkelerin ekonomisinde
önemli bir yer tutmaktadır.
Bilindiği gibi turizmi iki te­
mel unsur oluşturmaktadır;
doğal güzellikler ve tarihi,
kültürel zenginlikler.
Dünyada hiçbir
kara
parçası, üzerinde yaşadığımız
bu topraklar, Anadolu kadar
tarihi ve kültürel zenginliğe,
doğal güzelliğe sahip değildir.
Yine dünyada hiçbir kara par­
çası Anadolu kadar bir tarih
yağmasıyla karşı karşıya de­
ğildir. Bu iki gerçekçi tanım­
lamayla, bu topraklar üzerinde
nasıl yaşadığımız, ne yazıkki
çarpıcı bir şekilde ortaya çık­
maktadır.
5
Eski Van'ın günümüzde kullanılabilen tek
mimari eseri KAYA ÇELEBİ CAMİİ'dir. Ne
gariptir ki, bu yapının da tarihçesi hakkındaki
bilgiler çelişkilidir.
Van kadısının 1662 tarihinde yazdığı şer'iye
sicili ile vakfiyelerde camiin, Çelebizade Koçi
Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Koçi Bey,
1469 yılında Konya'dan gelerek Van'a yerle­
şen Kaya Çelebi ailesinden Ali Bey'in oğlu­
dur. Van Kalesi'nde kale muhafızlığı yapmış­
tır. İlim irfan sahibi, ileri görüşlü bir zat ol­
duğundan, mal varlığını vakfederek bir cami
ile bir medrese inşa ettirmiştir. Ancak bu zat,
Köprülü Mehmed Paşa zamanında Van'a vali
tayin edilen Kara (Firarı) Mustafa Paşa tara­
fından Kale'de idam ettirilmiştir.
Camiin yapım tarihini gösteren kitabesi bu­
lunmamaktadır. Ancak kapısı üzerinde kitabesi
olduğu, Rus işgali sırasında söküldüğü rivayet
edilir. Yakın tarihli kaynaklarda caminin 1592
yılından kaldığı öne sürülmektedir. Oysa aynı
kaynakların çoğunda bu tarihin nereden geldiği
belirtilmezken 1655'te Van'ı ziyaret eden Ev­
liya Çelebi'nin Hüsrev Paşa Camii'nden bah­
settiği halde Kaya Çelebi Camii'nden söz et­
memesinin o tarihte bu camiin mevcut olama­
yacağı görüşü de yer almaktadır. Rahmetli Fa­
iz Demiroğlu ise Van Tarihrnden alıntı yapa­
rak camiin medreseyle birlikte 1660 yılında
Kaya Çelebizade Koçi Bey tarafından yapıl­
maya başlanmış, öldürülmesi üzerine
daha
sonraki yıllarda Cem Dedemoğlu Mehmet Bey
tarafından tamamlanmıştır.
Dış kale surlarının Tebriz Kapısı'na yakın
bir alanında bulunan Kaya Çelebi Camii,
16,20 x 16,20 m ölçülerinde kare planlı bir
harim, girişte 5 gözlü bir cemaat yeri ve bir
minareden oluşmaktadır. Etrafında 110 cm
yüksekliğinde duvarlarla çevrilmiş bugünkü ze­
mine göre daha aşağıda kalan küçük bir avlu­
su bulunmaktadır.
Harim mekânı 1.80 m kalınlığındaki duvarlar
üzerine oturan tek kubbeyle örtülüdür. Köşe­
lerden düz tromplarla geçilen kubbenin ağırlığı
8 sivri kemerle beden duvarlarına aktarılmış,
yapının tamamında kesme taş malzeme kulla­
nılmıştır.
Giriş avlu zemininde olan ve yanlarda 2 se­
ki üzerine yerleştirilen 6 sütunlu son cemaat
yeri harim mimarisi ile tam bir uyum içinde­
dir. Pandantiflerle geçilen oval kubbeler sekiz­
gen kasnaklarıyla dıştan basık görülmektedir,
içlerindeki kalemisi süslemeler dökülmüştür.
Harime, son cemaat yerinin bitiştiği kuzey
cephesi ekseninde bulunan tek kapıyla giril­
mektedir. Kapı açıklığı mukarnas dizeleriyle
bezeli sivri bir kemerle kuşatılmıştır. Sövelerinde dörtlü geçme motifi ve rozetlerden olu­
şan geometrik süslemeler yer almaktadır. Bur­
sa kemerine benzetilen atkı taşı üzerindeki kitabelikte yazı bulunmamaktadır.
Harim mekânı son tamirde sade kireçle sı­
vanmış, önceden var olduğu söylenen kalemisi
ve çinilerden hiç bir iz kalmamıştır. İç me­
kân, beden duvarlarından açılan ikişer alt pen-
•
•
cereylc üstte üçüz ve vitraylı kubbe pencereleriyle aydınlatılmıştır. Kıble duvarının tam orta­
sında yer alan mihrab nişi 5 kenarlıdır. Mukarnaslı kavsara, burmalı sütuncelere yaslanan
3 dilimli kemerle kuşatılmıştır. Etrafındaki
1.50 m genişliğinde ve 4 m yüksekliğinde ge­
ometrik süslemeleriyle abidevi bir görünüşe
sahiptir.
Ahşaptan yapılmış basit minberi 1992 tamiri
sırasında konulmuştur. Camiin mahfili bulun­
mamaktadır.
Dış cepheler sarı ve koyu kahverengi renkli
taşlardan oluşan yatay kuşaklarla hareketlendirilmiştir. Üç dilimli kemerlerle çevrilen alt
pencereler dış cephelere ayrı bir zenginlik ka­
zandırmaktadır. Mukarnas başlıklı yuvarlar sütunceleri ve Bursa kemerli atkı taşlarıyla aynı
forma sahip olan pencerelerin geometrik süsle­
me örnekleri her birinde değişiktir. Kubbe dış­
tan 16 payanda kemeri ile desteklenmiştir.
Camiin kuzeybatısında yer alan ve üç yönde
taşıntı yapan minare kare kaideli, silindirik
gövdelidir. Sekizgen pabuç kısmı ile külah si­
yah, diğer kısımlar iki renkli kesme taş ile
örülmüştür. Mukarnas altlıklı şerefenin kor­
kuluk levhaları düz, peteği ise gövdeye göre
daha dar tutulmuştur. Minareye son cemaat
yerinden basit bir kapıyla çıkılmaktadır.
Kaideden pabuca geçilen üçgenlerin tepelerine
koç başı biçiminde birer kabartma motif işlen­
miştir.
Kaya Çelebi Camii, plan ve mimari
bakımından yakınındaki Hüsrev Paşa Camii'ne,
mihrab kurgusu ile de Kızıltepe Ulu Camii'ne
benzer. İki renkli taş işçiliği, kalın gövdeye
karşılık ince ve güdük petekli mimarisi ile
Güney ve Doğu Anadolu İslam mimarisinin
tek kubbeli tipik cami örneklerinden bindir.
Son yıllarda harabeye yüz tutmuşken. Yüzün­
cü Yıl Üniversitesi Van Gölü Çevresi Tarihi
Eserleri ve Kültür Değerlerini Araştırma Mer­
kezi Müdürlüğü'nün gayreti ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü'nün onarımıyla
1993
yılında
ibadete açılmıştır. Darısı diğer mabetlerin
başına...
Yrd.
Toprakkale'den Briiish Museum'a kaçırılan boğa başlı Urartu alacı (E. Akurgal'dan)
Toprakkale'den British Museum'a kaçırılan sfenks şeklinde bronz mobilya parçası. (E. Akurgal'dan)
Toprakkale'den British Museum'a kaçırılan arslanlı kalkan parçası.
Doç.
Dr.
Osman
AYTEKİN
Hiç kuşkusuz üzerinde barına geldiğimiz Anadolu;
bulunduğu coğrafi konumu itibariyle insanlık tarihi ka­
dar eski, değişik topluluk veya devletlerin niteliğini
kazanmış ve halen bu özelliğini devam ettirme yo­
lunda kimliğini koruyan dünyanın ender ülkelerin­
den biridir.
Anadolu'nun ucunda yer alan Van, çevresi
ile birlikte yeraltı konumu itibariyle bir çok kültü­
rün doğma, yayılma ve geçiş alanını oluşturur. Ge­
niş bir alana yayılmış olan Van Gölü Havzası'nın
bilinen tarihi geçmişi, tarih öncesi çağlara kadar
inmektedir.
Tarihte, kültür varlığı olarak adlandırdığımız
"Eski Eser" soygunculuğu ve tahribi eski Mısır
Medeniyeti'ne kadar uzanır. Geçmişte yurdumuzda
yaşayan Hitit ve Perslerin de yendikleri ülkeleri
tahrip ettikleri ayrıca "Zafer Göstergesi" olarak, sa­
nat değeri olan çeşitli eşyaları ganimet bilip, ülke­
lerine taşıdıkları bilinmektedir. Fakat Anadolu'da en
köklü soygun İ.Ö. I. yüzyılda putperest Roma dik­
tatörü Sulla ve diğer Roma kayserleri tarafından
yapılmıştır. Bu dönemde, Anadolu'nun çeşitli yer­
lerindeki değerli yapıtlar yerlerinden sökülerek, yö­
netim merkezleri olan Roma'ya taşınmıştır. Haçlı
Seferleri'nin başlaması ile birlikte yeniden günde­
me gelen eski eser kaçakçılığı ve tahribi, 1204 ta­
rihinde gerçekleşen IV. Haçlı Seferi ile (Latin İsti­
lası) özellikle İstanbul'un adeta yağmalandığı bili­
nen bir gerçektir.
Batıda XVIII. yüzyıl sonlarında sanayi ve
teknoloji yönünden gelişmesi ve arkeolojinin bilimselleşmesiyle birlikte, eski eser toplama merakı art­
mış, tarihi eser bakımından zengin olan Akdeniz
ülkeleri özellikle ülkemiz dikkatlerini çekerek, anti­
ka meraklıları başta olmak üzere zenginlerin, dip­
lomatların ve seyyahların akınına maruz kalmıştır.
Yukarıda hüviyetleri belirtilen kişiler o dönemde
Anadolu'yu bölge bölge dolaşmışlar, izinli veya
izinsiz birçok kazı ve araştırmalar yapmışlar, elde
ettikleri kültür değerlerimizi memleketlerine götür­
meyi başarmışlardır. Nitekim bugün ve koleksiyonerlerinde Anadolu kökenli binlerce kültür varlığı­
mızın bulunması yukarıda öne sürdüğümüz tesbiti
ispatlamaktadır.
Batı ülkelerinde XVIII. yüzyılda bugünkü
anlamda korumacılığı ve müze faaliyetleri, Osmanlı
ülkesine bir asır gecikmeyle Tanzimat Dönemi ile
gelişen. Batıcılık anlayışı doğrultusunda gelebilmiş­
tir. Ancak, Osmanlı Devletinde eski eserin bir hu­
kuksal düzenlemeye alınması ilk kez 1858 tarihli
ceza kanunnamesinin 133. maddesi ile olmuştur.
Bunu 1863'te hazırlanan ve 6 maddeden oluşan
Âsâr-ı Atika Nizamnamesi izlemiştir. Oldukça ye-
tersiz olan bu düzenlemelerden sonra 8 Nisan 1874 (24
Mart 1290) tarihinde Alman Dr. M. Dethier tarafından
Osmanlı Devleti için hazırlanan ve 36 maddeden oluşan
ilk kapsamlı; bugünkü anlamıyla Eski Eser Kanunu yü­
rürlüğe girmiştir. Ardından, Osman Hamdi Bey tarafın­
dan hazırlanan 21 Şubat 1884 (9 Şubat 1299) ve 11 Ni­
san 1906 (10 Nisan 1322) tarihli Eski Eser Kanunları
hazırlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde ilk olarak 1973 tarihinde
1710 sayılı Eski Eser Kanunu hazırlanmıştır. Bunu
1983'te 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koru­
ma Kanunu takip etmiştir. Halen yürürlükte olan bu ka­
nun 1987 tarihli 3386 sayılı yasa değişikliği ile son şek­
lini almıştır.
Bildirimin giriş kısmında belirtildiği gibi batılı bi­
lim adamlarının Anadolu'daki arkeolojik gezi, kazı ve
incelemeleri XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde başlamıştır. Ba­
şından beri Van ve çevresinin de fazlasıyla önemsendiği
verdiğimiz örneklerle anlaşılmış olacaktır. Ayrıca, yabancı
araştırmacıların faaliyetleri sırasında henüz bölgede bir
müze bulunmamaktadır. Çok sonraları Van'da 1932 yılın­
da depo şeklinde bugünkü Van Müzesinin çekirdeği
oluşturulmuştur. Bu ilk adımdan sonra 1945 yılında Mü­
ze Memurluğu, 1972 yılında da bugünkü Van Müzesi
Müdürlüğü yeni binasında açılmıştır. Araştırma faaliyetle­
rine geçmeden bu tesbiti vermemizdeki amaç, başta Av­
rupalılar olmak üzere, diğer tüm birimlerin teknik ve ka­
nuni sorumlulukları bu alanda belirlenmiş bakir bir alanı
ellerine geçirmiş olduklarını hatırlatmak içindir.
Van ve çevresinde ilk yabancılara ait arkeolojik
araştırmalar gezi şeklinde olmuştur. Bu amaçla Fransız
arkeolog E. Schulz 1827 yılında bölgeye gelmiş, iki yıl
sonra Hakkari'de öldürülmüştür. Bu haber biraz ürkütse
de Fransızlar bu arzularından vazgeçmemişler, 1839 yı­
lında C. Texier Van'a gelerek Eski Van şehrinin planını
çizmiştir. Fransızların bu alandaki çalışmalarından haber­
dar olan İngilizler de bu alandaki paylarını almada ge­
cikmezler. Arkeolog A.H. Layard ve yardımcısı yılında
H. Rassam 1894 yılında Van Kalesi'nde ve Toprakkale'de incelemeler yapar.
Artık gezi faslı sona ermiştir. İş toprakta korunan
kültür varlığını ortaya çıkarmaya gelmiştir. Bu amaçla
yöreyi daha önce inceleyen H. Rassam 1870-1879 yılla­
rında Toprakkale'ye kazmasını vurmayı başarır. Osmanlı
Devleti nasılsa kendi derdi ile meşgul. O zaman buradan
çıkardığı Urartu eserlerini İngilizlerin meşhur British Museum'una götürmede beis olmasa gerek.
İngilizlerin bu serbestisi Almanların da iştahını
kabartır ve C. F. Lehmann Haupt ile W. Belek adındaki
bilim adamları adeta İngilizlerden arta kalan paylarını al­
mak için 1878-1899 yıllarında Toprakkale ve Tilkitepe
Höyüğü'nde kazılar gerçekleştirir. Yine çeşitli Urartu
eserleri bulunmuştur ve bu kez adres Berlin Müzesi.
Arkeolojik bulguların ardından, Van'daki Sanat
Tarihi'ne ait eserler de ihmal edilmemeliydi ve Alman
Sanat Tarihçisi W. Bochmann, Mezopotamya ve Doğu
Anadolu'daki araştırmaları sırasında 1911 'de Van'a gele­
rek bölgedeki cami ve kiliseleri incelemiş, planlarını çı­
karmayı başarmıştır.
Osmanlı siyasi bunalım içindedir. 1877-78 tarihli
Osmanh-Rus savaşından sonra, Rusların Doğu Anadolu
bölgesindeki nüfuzları artmıştır. Kars, Ardahan ve Art­
vin'de istedikleri gibi hareket edebilmektedirler. Bu orta­
mın gücü ile N. Marr ve I.A. Orbeli, 1911 yılında
Van'a gelerek ön incelemeler yaparlar. 1915 yılında
Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesiyle birlikte
N.Marr Toprakkale'de, 1. O. Orbeli ise Van Kalesi'nde
kazı yapma imkanını elde ederler. Fakat bunlarca ülkele­
rindeki müzelere bildiklerimizden başka neler gördükleri­
ni kesin olarak belirlenememiştir.
I. Dünya Savaşı olmuş, yeni dengeler oluşmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Anadolu'daki kültür var­
lığı talanı bir ölçüde yavaşlamıştır. Fakat, ülkemizden bu
Toprakkale'den Doğu Berlin Müzesi'ne kaçırılan altın madalyon. (E. Akurgal'dan)
9
Yabancıların şanslarını bu kez de II. Dünya Sava­
şı bozar. Çok geçmeden aradaki kırgınlıklar unutulur ve
bu kez eskisinden daha ciddi araştırmalarda bulunmak
üzere İngiliz bilim adamı C.A. Burney; 1956-57 yılların­
da heyeti ile birlikte bölgeye gelerek Zivistan, Anzaf,
Korzut, Adilcevaz vb. Urartu kalelerini belirleyerek bilim
dünyasına tanıtmışlardır.
Cumhuriyet döneminde eski eserlerle ilgili yürüt­
me, 1884 yılında Osman Haindi Bey tarafından hazırla­
nan ve 1906 yılında yine aynı şahsiyet tarafından son
şekli verilen Eski Eserler Kanunu çerçevesinde yapılmış­
tır. Bu kanunun ilgili maddesi gereğince, yabancıların
kazı istekleri ve uyacakları esaslar dahilinde her nedense
İngiliz S. Tloyd başkanlığındaki kazı ekibine, Van bölge­
sinde gerçekleştirmek istediği kazı için izin verilmiştir.
Tanı bu tarihlerde yerli bilim adamları çevrede arkeolo­
jik çalışmaları başlamıştır.
Van'da yerli bilim adamlarınca ilk kazı 1959 yı­
lında. Toprakkale'de olmak üzere İstanbul üniversitesi'nden Prof. Dr. A. Erzen ile Ankara Üniversitesi'nden
Prof. Dr. E. Bilgiç başkanlığındaki kazı ekibince gerçek­
leştirilmiştir. Böylece Van ve çevresi için yeni bir dö­
nem açılmış, yerlilerin gelmesiyle yabancıların gidişi sağ­
lanmıştır.
Başlangıcında değindiğimiz gibi Van'da arkeolojik
kazı, 1879'da Toprakkale'de İngilizlerce gerçekleştirilmiş­
tir. (H. Rassam tarafından) Toprakkale, Tuşpa adıyla
meşhur Van Kalesi'nden sonra Urartuların ikinci başkent­
liğini yapmış önemli bir yerleşim alanı. Burası çoğumu­
zun bildiği gibi Van ovasının kuzeydoğusunda, zımzım
kayalıklarının güney uzantısı üzerinde kurulmuştur. Urar­
tu Kralı II. Rusa (İ.Ö. 685-645) tarafından kurulduğun­
dan, kaleye Rusa'nın kurduğu anlamına gelen "Rusahinili" adı verilmiştir. Bugün askeri mıntıka içinde yer alan
bu kale, VI. yüzyılın ilk çeyreğinde İskitler tarafından
tahrip edilmesi ve hemen peşine de Medler tarafından
Urartuların yıkılması ile burası o günden sonra yerleşim
alanı olarak kullanılmamıştır. Bu yüzden Urartu döne­
minden ve diğer medeniyetlerden günümüze önemli mi­
mari kalıntılar ulaşamamıştır. Fakat Van yöresinden çeşit­
li yabancı ülkelere buradan bir hayli Urartu eseri götü­
rülmüştür. Daha önce belirttiğimiz gibi Toprakkaie'den
ilk kez eski eser götürmeyi
başaran İngilizler olmuştur.
Şimdi,
İngilizlerin
meşhur
müzeleri olan Londra'daki British Museum'da yer alan
Toprakkaie'den
götürülme
Urartu örneklerini görelim:
İlk örneğimiz bronz­
dan, boğa başlı Urartu kazanı
atacını (tutamağını) görmekte­
siniz (Resim: 1). Urartu sana­
tında kazanların etrafında çe­
şitli şekillerden oluşan kazan
tutamaçlarının sevilerek uygu­
landığı bilinmektedir. İkinci
örneğimiz ise, yine bronzdan
yapılmış ve mobilya ayaklan
veya parçaları olarak kullanıl­
dıkları belirlenen, karışık ya­
ratık yada fantastik yaratıklar
şeklinde de tanımlanan İ.Ö.
VII. yy.'a ait Urartu eserleri
(Resim: 2).
British
Museum'daki
üçüncü örneğimiz ise, bronz­
dan kalkan parçasından oluş­
maktadır. O dönemde kalkan­
Doğu Berlin Müzesine kaçırılan insan şeklindeki Urartu kazanı atacı. (E. Akurgaldan)
ların çeşitli figürlerle işlendiği-
alanda pay alamamış bir dostumuz var Amerika... 1973
yılında E. B. Reilly adındaki Amerikalı bilim adamı
Van'a gelir ve Tilkitepe Höyüğü'nde kısa da olsa kazı
yapmayı başarır. Bu yeni dostlar yöredeki verilerden
memnun olmalılar ki Kirsopp ve Silva Lake başkanlığın­
daki kazı heyeti 1938-39 yıllarında Van kalesi, Analıkız,
Madır Burcu'nda sondaj; Van Kalesi Höyüğü, Toprakkale, Kalecik ve Tilkitepe Höyüğü'nde kazı yapma şansla­
rına erişirler.
10
ni ve kazıma tekniği ile kontıırlarmın belirlendiğini bu­
radaki arslan figürü bize göstermektedir (Resim:3).
Van'da yapılan arkeolojik kazılar kısmında belirt­
tiğimiz gibi İngilizlerden sonra Toprakkale'de Alman ar­
keologlar çalışmışlardır. Biz de bu sırayı gözeterek şimdi
eski Doğu Berlin Müzesi'nde bulunan ve Toprakkale'den
götürüldükleri tesbit edilen örneklerimizi görelim:
Eski Doğu Berlin Staatliche Müzesi'nde yer alan
altından bir Urartu madalyonu (Resim: 4). Burada dinsel
bir sahnenin işlendiğini görmekteyiz. Berlin'deki ikinci
örneğimizde ise, daha önce British Museum'da bulunan
Toprakkale'den gitme kalkan parçasında da gördüğümüz
gibi, buradaki iki bronz levha parçasında üstte arslanlardan oluşan figürler, alttakinde ise boğalardan oluşan fi­
gürler dikkat çekmektedir (Resim: 5). Bunlar bize çeşitli
Urartu eserlerinde arslan figürünün yanısıra, boğa figürü­
nün de sevilerek işlendiğini göstermektedir.
Üçüncü örneğimiz Toprakkale'den British Museum'a götürüldüğünü belirttiğimiz boğa başlı kazan tuta­
macının bir benzeri olarak yapılan, bronzdan insan başlı
kazan tutamacının monte edildiği yönünden görünüşü
(Resim: 6).
Almanlardan sonra ise Rusların Toprakkale'de ka­
zılar yapmış olduklarını söylemiştik. N. Marr tarafından,
Van'ın Ruslar tarafından işgal edilmesinin ardından yapı­
lan kaçak kazılar sonucu Leningrad, Hermitage Müzesi'ne götürülen iki örneğimizi görelim.
Birinci örneğimiz daha önce British Museum'da
tanıttığımız, sfenks şeklinde yapılmış bronzdan, ahşap
eşya ayağı (Resim: 7). Aynı müzedeki ikinci örneğimiz
ise, yine sfenks şeklinde yapılmış bronzdan, ahşap eşya
ayağı (Resim: 8).
Hiç kuşkusuz Van ve yöresinden Urartu dönemi­
ne ait çeşitli eserler yurtdışına çeşitli yollarla götürül-
müşlerdir. Bizim vermiş olduğumuz örnekler, Osmanlı
döneminde Van'da, yabancıların gerçekleştirdikleri eski
eser soygunculuğuna dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Yi­
ne Van'la ilgili literatürlere baktığımızda, Van ilimiz
Gürpınar ilçesine bağlı Giyimli (Hırkanis) köyünün yakı­
nındaki "Serbantepe" mevkiinde köylülerce inşaat için
taş temini sırasında. Urartu dönemine ait çeşitli bronz
levhalar bulunmuş, bunların ekseriyeti yurtdışına kaçırıl­
mışlardır. Daha önce değindiğimiz gibi 1972 yılında bu­
rada Prof. Dr. Afif Erzen başkanlığında bir kurtarma ka­
zısı yapılarak, geri kalan eserler müzeye kazandırılmıştır.
Van ve yöresinde ilk kez 1879 yılında, yabancı­
larca başlatılan eski eser kaçakçılğı. Cumhuriyet döne­
minde de devam ettiği anlaşılmaktadır. Yakın tarihlerde
kendi vatandaşlarımızca oluşturulan kültür varlığı soygu­
nuna yönelik şebekelerin, yabancı şebekelerden esinlen­
dikleri düşünülebilir. Bu tür şebekelerin yurtdışı bağlantı­
lı çalıştıkları herkesin malumudur.
SONUÇ:
Bildirimizin seyri içerisinde gördük ki, Van ve
çevresi çeşitli medeniyetlere ait kültür varlıklarına sahip,
önemli bir yurt köşemizdir. Ne yazık ki, buradaki eski
eser potansiyelini bizden önce yabancılar değerlendirmiş,
örneklerimizde gördüğüğmüz gibi XIX. yüzyıldan başla­
yarak, İngiltere, Almanya ve Rusya başta olmak üzere
çeşitli yabancı ülkelere tarihi eserlerimiz kaçırılmıştır.
Bu durumda ne yapılmalıdır?
Van ve çevresinden götürüldükleri tesbit edilen
eski eserlerin tekrar Van Müzesi'ne kazandırılması
yönünde ilgili mercilerce, muhataplara karşı, uluslararası
kanunlar çerçevesinde girişimlerde bulunulabilir.
Yüreğini
Taşa İşleyen Usta
Mehmet Emin TOKER
Bahçıvan Mahallesi, Meçhul Asker Sokağı'na va­
rıp, sola döndükten sonra yaklaşık 30 metrelik bir yü­
rümeyle su kanalının yanındaki, toprak bir evin önünde
ve söğüt ağaçları arasında birkaç mezar ve mezar taşı
görürsünüz. Bu tablo önce vazgeçilmez son olan ölümü
getirir aklınıza. Daha sonra Mecit Usta'nın taşa çivi ile
yazı kazımasının ahenkli sesiyle irkilir ve buranın bir
mezarlık değil, bir mezar taşı atölyesi olduğunu anlarsı­
nız.
Van, geçen yıllar içerisinde paha biçilmez sanat
eserlerini ve bu hatıraları, izleri taşıyan, yaşatan insan­
larını maalesef belgelemeden birer birer kaybediyor.
Çok şeyin kaybolduğunu, zaman, kısa sürede hissettiri­
yor ama ele geçen bir şey de kalmıyor.
Ahenkli yumuşak çekiç vuruşlarıyla selamımızı
alan Mecit Usta, başını usulca kaldırıyor önce gözlükle­
rinin üstünden, sonra gözlüklerini çıkararak yüzümüze
bakıyor. Elindeki çekiç ve yazı çivisini bırakarak acı­
sıyla tatlısıyla 80'e varan yaşına sığdırılmış yaşamın tebessümüyle gülümsüyor ve sohbete koyuluyoruz...
12
Çevresi, sevdikleri ve tanıyanları farklı farklı ses­
lenir Mecit Balak Ustaya. Kimileri Hoca, Dede, Emmi
derken kimileri ise Dayı der. Onun için seslenişin adı
farketmez, yeter ki seslenen olsun. Günümüzde daha ha­
yatının ikinci yarısında kendisini emekli edenler, iş yok
diyenlere Mecit Usta hayli ağırca olan mezar taşını
yerden kaldırarak adeta göndermeler yapıyor.
Mecit Usta'nın Van'ı dolu dolu yaşamış. Ailesi,
amcalarıyla birlikte 1915'li yıllarda Van'ın Ruslar tara­
fından işgali ve ardından gelen, hâlâ yürekleri bir köz
gibi yakan Ermeni zulmü ve isyanları sonrası Irak Ker­
kük'e muhacir olurlar, yani göç etmek zorunda kalırlar.
Türkiye hasreti, memleket özlemi Kerkük'te yürek ya­
kar yıllar boyu. Kerkük'e giden aile burada sayıca ço­
ğalmaya başlar. Mecit Usta burada dünyaya gelir. Geçen
yıllar sonucu ata, baba mesleği olan ustalık öğrenilir ve
bir süre Kerkük'te sürdürülür. Ancak vatan hasreti bit­
mek tükenmek bilmez ve Kerkük'ten 1935'lerde "Va­
tanım Canım Memleketim" denilerek Van'a yolculuk
başlar.
Gencecik bir usta olan Mecit Balak, Kerkük'ten
ayrıldıktan sonra ustalığa amcası, babasıyla konakladık­
ları yollarda da devam eder. Cizre'de konakladıklarında
Kaymakamlık tarafından, yapılacak bir su seti için usta
aranır ve Mecit Usta istenilen su seti yapar. Yine yola
koyulurlar ve Diyarbakır'da Cemilpaşa Konağı'nda bir
süre kalırlar. Kerkük'te başlayan ve daha sonra yollarda
geçen çileli zor ve hatıra dolu gurbet yılları Van'a var­
dıklarında noktalanır.
Van'a vardıklarında virane olan yapılar çoğunluk­
ta. Eski Van şehrinde taş taş üstünde değil. Van'ın ye­
niden imar edilmesinde Mecit Usta gibi genç ve bece­
rikli vatansever insanlara büyük ihtiyaç var. Mecit Usta
bu yıllarda işe koyulur ve birçok bina için ter döker,
emek verir. "Van'a gelişimizde daha gençtim, evlenme­
miştim bile" diyen Mecit Usta, o günkü eserlerinden
birçoğunun tahrip edilip korunmamasından duyduğu
üzüntüyü gizli gizli dile getiriyor ve diyor ki; "Binbir
zahmetle işlediğimiz binalar, havuzlar, su şebekeleri
şimdi yok olmuş. Eser bir sanatkarın evladı
gibidir. Şimdi evlatlarım birer birer kaybo­
luyor" diyor.
Van'da yıllarca çok sayıda yapılara
imzasını atan, sevgi ve saygı prensibiyle
yüreğini taşa toprağa işlediği güzel hizmet­
lerden ve eserlerden bazılarını ise şöyle sa­
yıyor Mecit Usta:
1940'lı yıllarda Devlet Hastanesi kar­
şısındaki Saydan hamamının yapımı. (Ha­
mamın kubbesi, Bardakçı köyünde özel
yaptırılan toprak bardaklarla yapılmış.)
1942 yılında (Şerefiye Mahallesi'ndeki şimdiki Öğretmen Evi'nin yerinde bulu­
nan) eski cezaevinin yapımı.
1943 yılında dönemin valisi Hamit
Onat ve Başsavcısı Kemal Yörük'ün izniyle
cezaevinde bulunan mahkumlar gündüz ça­
lıştırılarak. Erek Dağı'ndan Zernebat Suyu'nun özel yapılmış borularla şehir içine
kadar döşenmesi.
1943 yılında Cumhuriyet caddesinde­
ki havuzların yapımı.
1947 yılında Vali Konağı'nın giriş
kapısının Ahlat taşıyla kaplama yapılması.
1950 yılında Başkale Öğretmen Mi­
safirhanesi yapımı.
1947 yılında Hakkari İlkokulu'nun
yapımı.
1960 yılında Bahçesaray İlkokulu ya­
pımı.
Hacı Osman. Hacı Naif, Hacı Davut,
Norşun, Yeni Şehir, Çimento Fabrikası, Ga­
zali Baba camilerinin mihraplarının yapımı.
Başkale, Başak, Hacı Şakir (Yükseko­
va) hamamlarının, Sebze Hali ve Akköprü
Mezarlığı çeşmeleri, Hakkari (Askeri). Mu­
radiye, Özalp, Gevaş ve Van'da çok sayıda
kara fırın ve binlerce mezar yapımı.
Mecit Usta'nın evinin önündeki kanal­
dan akan pırıl pırıl su, Usta'nın yorgunlu­
ğuna eşlik eder. Kendisi kadar hayatın zorlu
çizgilerini yüzünde yansıtan eşi Şadiye Ha­
mın, avluyu sulayarak süpürmesiyle etrafa
toprak kokusu yayılır. "Bahçeli evlerin hali
başka, hayata güç katıyor" diyen Mecit Us­
ta, yaşının ilerlemesine karşın zindeliğini
"Helal kazanç, kanaatkarlık, çok çalışmak,
erken yatıp erken kalkmaya bağlarken sade
yağ ve yoğurdu da ihmal etmiyor.
Giyimiyle, sofra düzeniyle, misafir
ağniamasıyla, yemekleriyle Van'ın mahalli
yaşamını, prensiplerini ve sergisini bütünüy­
le koruyup yaşatan Mecit Usta'nın en büyük
tutkusu Van Kedisi beslemek. Yaşına karşın
hâla bisiklete binmek, tarihi kitaplar oku­
mak ve sayı hesabı yapmadan. "Çay ne,
say n e " diyerek özellikle semaver çayı iç­
mek.
Van'ın kaybolan yeşilliğine, temizliği­
ne, çarpık, çirkin kentleşmesine, zevksizliğe,
kuruyan kehrizlerine ve çevre kirliliğine çok üzüldü­
ğünü belirten Mecit usta, işine ancak hastalanırsa ve­
ya önemli bir işi çıkarsa ara veriyor.
Bu arada Usta, birçok camide yıllarca yanık
sesiyle ezan okumuş, hocalık ve müezzinlik yapmış,
tek harfi ile kurtuluş müjdelenen Kuran-ı Kerim'i
yüzlerce çocuğa öğretmiş.
Çoğu zaman da eski yazılan tercüme etmiş. "Her şey birşeydir, tezek dahi birşeydir, ama cahil hiçbirşeydir." diyen Usta,
cahilliği insanların asıl felaketleri olduğu görüşünde.
Paklanmak için hamamlarda, su içip kanmak için çeş­
melerde, ibadet için cami ve mesciüerde ve fatihalar okunup
ölümü hatırlamak için mezarlarda adı yaşayan ustaya hayırlı
13
Yalçın Kitapçı'nın Albümünden...
ŞIPANAYA TAKILANLAR
VAN GOLÜ
Gök mavi
Göl masmavi
Karşıki dağlar beyaz kardan
Gelin gibi süslü
Hafif dalga, beyaz köpük
Denizi aratmıyor Van Gölü
1962-Gölden Sesler
Cumhuriyet Caddesinde bulunan 19401ı yıllardaki Halkevi'nin
dinlenme parkı (Merkez Bankası'nın yeri)
**9
14
Beşyol Feri
iskele Caddesinin ilk yılları
elen Meydanı (Deftardarlık binasının yeri)
Sıhke Caddesinde bir sokak ve Van Evi
15
Sefahattin KOŞAR
\ eşitliği, bol suyu, doğal güzelliği ve tükenmeyen bereketiyle bir güzel
JL belde : YEŞİL ERCİŞ
Bir taraftan kıyılara vuran mavi göl, bir taraftan çeşitli meyveleri yetiştiren
bahçeler ve yazın içerilerde diz boyu yükselen ekin tarlaları... Kısaca güzellik, yeşil­
lik, bereket ve insan sevgisi...
Erciş, doğuda Van ilinin Muradiye ilçesi, batıda Bitlis ilinin Adilcevaz ve
Ağrı ilinin Patnos ilçeleri, kuzeyde yine Ağrı ilinin Taşlıçay ve Diyadin ilçeleri, gü­
neyde ise Van Gölü ile çevrilidir. Van-Ağrı, Van-Bitlis karayolu üzerinde bulunur.
COĞRAFİ DURUMU
Erciş. Van ilinin en verimli ovası olan Erciş ovasında kurulmuştur. Erciş
ovası Aladağ ve Siiphan dağı ile Van Gölü arasında yayılmış verimli ve sulu bir
alandır.
Van Gölü kıyısından 5 km içeride ve 25 m yükseklikte kurulan Erciş ilçesi­
nin denizden yüksekliği 1750 metredir. Erciş ovası ve çevresindeki dağlar ise 22003000 metredir. Bazı yerde bu yükseklikler farklılıklar gösterir. Dağlık yerlerin üst kı­
sımları hemen bütünüyle volkaniktir. Kuzeyden gelen (Van Gölü kıyısına uzanan) bo­
yu 18 km, eni 5-7 km olan Erciş ovası yeni Kuaterner tortularıyla örtülü, verimli,
sulak toprakları olan geniş bir düzlüktür. Bu ovanın doğu ve batı kenarlarında Neojen
tabakaları ve Alt Miyosen oluşukları uzanır.
Erciş ovası. Van Gölü kıyılarının en geniş ovalarından biridir (girintileri ile
birlikte yüzölçümü 150 km2'dir). Ova geniş vadiler boyunca içerilere sokulmuştur.
Zilan Deresi'nin geçtiği yerlere ve batısına Hatun Çukurovası. üzerinde Erciş ilçesi­
nin bulunduğu düzlük bölümüne Suluova adı verilir. Ovanın çok yeri kara ve boz
renkli verimli topraklarla örtülüdür.
İKLİMİ
Bölge karasal iklim bölgesine tabi olmasına rağmen, Erciş'te iklim ılımandır.
Güneyde Van Gölü'nün. kuzeyde ise soğuk rüzgarlara karşı yüksek dağ ve tepelerle
korunmuş olması iklimi etkilemektedir. Genelde sonbahar ve ilkbahar ılık ve yağışlı,
yazın sıcak ve kurak, kışın ise soğuk ve kar yağışlıdır.
DAĞLAR - TEPELER
Kuzeyinde Aladağlar'ın yer aldığı Erciş, doğuda Aksurik (2814) dağlarına
kadar uzanır. Aladağlar'dan ilçeye doğru yaklaştıkça Meydandağı (2772). Gürgüıbaba
Tepesi, kuzeydoğuda Avgarse Dağı (2900) ve hemen kuzeyinde 2000 m yükseklikte­
ki Zurnaki Tepesi yer alır. Yine Zurnaki Tepesi"nin devamında Kızılkaya ve hemen
arkasında Grekor Tepesi ilçeye hakim tepeler olarak dikkat çeker.
YAYLALAR - OVALAR
Erciş'te bol sulu ve otlu birçok yayla ve ova vardır. Bazıları şunlardır: Veli
Bey Yaylası,sütlü Çeşme Yaylası, Meydanok Yaylası. Tuci Yaylası. Doğancı Yaylası.
Ziyaret Yaylası. Pay Ovası. Meydan ovası.
AKARSULAR
İlçenin belli başlı büyük akarsuları ovayı kuzeyden güneye geçen ve Van
Gölüne dökülen Zilan Deresi, Küçük Çay.Yekmal Çayı ve Deliçay'dır.
ARAZİ DURUMU
Bölgede çok iyi bir tarım potansiyeline sahip olan ilçemizde çeşitli tahıllar.
meyveler, sebzeler, sanayi bitkileri ve yem bitkileri üretilmektedir. 19% yılı itibariyle
1.300.730 dekar mera arazisi, 200.430 dekar kuru tarım arazi­
si. 168.970 dekar sulu tarım arazisi ve 5.300 dekar fundalık
arazi kayıtlara göre faal haldedir. 79.430 dekar arazi nadasa
bırakılmıştır. Su satıhları35.580 dekardır.Ekilen ürünlerin mik­
tarlarına göre sıralaması şöyledir: Buğday, fasulye, pancar, pa­
tates, domates, lahana, kavun-karpuz (bostan), patlıcan, biber,
mercimek ve nohut. Bunların yanında 565 dekar meyve ağacı,
9300 dekar meyvesiz ağaç alanı olduğu görülmektedir.
sanayi tesisleri mevcuttur.
İlçenin kuzey tarafından (Zilan deresinde) bulunan lin­
yit kömür ocaklarından 1983'e kadar D.L.İ. Kömür İşletmeleri
tarafından pazarlaması yapılmaktaydı.
TARİHTE ERCİŞ
Erciş, Doğu Anadolu Bölgesi'nin en eski yerleşim yer­
lerinden biridir, tarih öncesi ve sonrası birçok kavime yurt ol­
muştur. Erciş ve çevresine ilk yerleşenlerin kimler olduğu bi­
linmemesine rağmen M.Ö. 2500-2000 yıllarına ait bulunan
HAYVAN VARLIĞI
Resmi kayıtlara göre ilçemizde 17.920 adet sığır. 210 malzemeler Erciş'in ilk yerleşenlerini bu tarihe kadar götür­
adet manda, 236.000 adet koyun ve 11.650 adet kıl keçisi mektedir. Elde edilen bulgular aynı zamanda Erciş'in bir kül­
vardır. Ayrıca son yıllarda yaygınlaşan arıcılık ve akarsuların tür merkezi olduğunu da ortaya koymaktadır.
Sırasıyla Mi tan n ilerin, Asurlann, Urartıılarm, KimmerleVan Gölü ile birleştiği yerlerde (özellikle Haydarbey Balık
Beııdi'nde ve Çelebibağı kasabasında) elde edilen balıklar yö­ rin. Perslerin, Makedonyalıların, Romalıların ve Sasanilerin
reye gelir getiren ve çevre il ve ilçelerde pazar bulan önemli uzun ve kısa süreli hakimiyetlerinde kalan Erciş'in bu dönem­
lerine ait ilçenin kuzeyinde bulunan "Bağlar Mevkii"nde ve
alanlardır.
doğusunda bulunan "Karataşlar Mevkii"nde yazılı taşlar bulun­
maktadır. Yine ilçenin merkezine 5 kın uzaklıkta hakini bir
İDARİ DURUMU VE NÜFUSU
Erciş 1910 yılında ilçe olmuştur. 1 1 mahallesi, 2 kasa­ tepe üzerinde kurulan ve tesbit edilmiş "kale" adı altında
bası ve 94 köyü vardır. İle uzaklrğı 100 km, komşu ilçe Pat­ müstahkem mevkilerden biri olan Zurnakitepe ilçenin tarih ön­
nos'a 48 km. Adilcevaz'a 67 km, Muradiye ilçesine de 45 cesi dönemlerine önemli bir örnektir.
Hazreti Ömer'in ve Hazreti Osman'ın halifeliği zama­
km uzaklıktadır. Bütün yolları asfalttır.
1990 yılında yapılan sayıma göre ilçemiz merkez nü­ nında İslam orduları tarafından ele geçirilen Erciş, daha sonra
fusu 40.484 köy ve merkez toplam nüfusu ise 99.754'tür. Bizanslıların eline geçmiştir. Bi müddet Enıevilerin ve Abasilerin de hakimiyetinde kalan Erciş, tekrar Bözanslıların elinde
Nüfusun % 59'u köylerde, % 41'i de şehirde yaşamaktadır.
iken bölgeye Çağrı Bey'in başında bulunduğu Oğuz Türkleri­
nin akını başlar (1018).
MİLLİ EĞİTİM
İlçede son bir yılda okul sayısında büyük artış olması­
1054 yılında bizzat Tuğrul Bey'in başında bulunduğu
na rağmen halen okula ihtiyaç olduğu gözlenmektedir. İlçe Selçuklu ordusu tarafından ele geçirilen Erciş. 1071 Malazgirt
merkezinde 1996-1997 öğretim yılında 10 ilkokul. 6 ilköğre­ Meydan Muharebesiyle de tamamıyla Selçukluların hakimiyeti­
tim okulu, 2 Y.İ.B.O., 1 bağımsız ortaokul. lise bünyesinde 2 ne girmiştir.
ortaokul, I genel lise, 1 süper lise, 1 endüstri meslek lisesi,
Erciş. Selçuklular döneminde merkez Ahlat olmak üze­
1 ticaret meslek lisesi, 1 kız meslek lisesi, 1 anadolu lisesi, re Sökmen, el-Kutbi tarafından kurulan (I 100) Sökmenliler
2 çıraklık eğitim merkezi ve I meslek yüksek okulu eğitim (Ahlat-Şahlar) Beyliğine bağlı bir şehir oldu. Bu dönemde Er­
ve öğretim yapmaktadır. Ayrıca ilçede 1 halk eğitim merkezi, ciş komşu beyliklerle çıkan savaşlarda sürekli akınlara uğra­
I öğretmenevi ve 1 kütüphane mevcuttur. Köylerde ise 96 il­ mış, bir defasında da 1208 yılında Gürcülerin büyük bir ordu
kokul. 3 ilköğretim okulu. 2 bağımsız ortaokulda eğitim ya­ ile ilerlemesiyle işgal edilip bütün servetleri yağma edilmiş ve
pılmaktadır. Erciş genelinde 16.074 öğrenci bu yıl okula de­ halkın bir kısmı esir ve katledildikten sonra şehir yakılmıştır.
vam etmektedir. İlçede öğrenci potansiyelinin 20 bin civarında İlhanlıların ve Celayiıierin de hakimiyetine giren Erciş, özel­
olduğu tahmin edilmektedir.
likle İlhanlılar döneminde büyük önem kazanmış ve ilçenin
kuzeyinde bulunan Aladağ hükümdarlarına yaylağı (yazlığı)
SANAYİ
olmuştur. Ayrıca Tebriz'den Erzurum'a giden ünlü ticaret yo­
İlçede şeker fabrikası, plastik fabrikası, özel küp şeker lunun buradan geçmesi Erciş'i bölgenin en işlek ve önemli
fabrikası, un fabrikaları, ekmek fabrikaları ve birçok küçük bir şehri haline getirmişti.
Erciş daha sonra Karakoyunluların hakimiyetine girdi.
Karakoyunlıılar Cengiz Han'ın hücumu üzerine 30 bin çadır­
dan ibaret güçleriyle Türkistan'dan. İran'a, oradan da Erciş'e
göç etmişlerdir. Karakoyunlular Beyliğinin temeli Bayram Ho­
ca tarafından Erciş'te atıldı. Bayram Hoca "takriben 15 yıl Er­
ciş'te hüküm sürdü". Yaylakları ilçenin kuzeyinde bulunan
Aladağ ve çevresi idi. Daha sonra Erciş başta olmak üzere
Erzurum ve Musul'a kadar uzayan bir devlet kurdular. Bayram
Hoca'dan sonra Kara Mehmed. kara Yusuf. İskeder, Cihan
Şah ve Sultan Hasan Ali hükümdar oldular.
104 yıl kaldıkları (1365-1469) tarih sahnesinde Erciş'i
"Ata Yurdu" kabul eden Karakoyunlıılar buraya büyük önem
vermişlerdir. Türk tarihinin dikkate değer simalarından biri
olan Kara Yusuf, Şah Ruh'la savaşa hazırlanırken 13 Kasım
1420'de Tebriz'in güneydoğusundaki Sa-id-abad köyünde vefat
etmiş, cenazesi Seyyid Muhamnıed-i Keçeci ve yanındakiler
tarafından önce Tebriz'e, oradan da ahtacı ve seğbanları ile
Erciş'e getirilerek ata ve dedelerinin mezarlarının yanına gö­
mülmüştür. Erciş'te bir zaviye de yaptıran Karakoyunluların
bu en güçlü ve yürekli beyi Kara Yusuf için son derece mü­
kemmel bir de türbe yaptırılmıştır.
Bu arada 1401 yılında Timur ta­
rafından da işgal edilen Erciş ve çevre­
si. Cihan Şah'ın başında bulunduğu Ka­
rakoyunluların 1467 yılında Akkoyunlulara yenilmesiyle el değiştirmiş Akkoy unlu] arın hakimiyetine girmiştir.
I503'te da Şah İsmail, Akkoyunlular
devletini yıkınca bu defa Erciş, Safevilerin eline geçti.
1514 Çaldıran Zaferi'yle Osman­
lıların eline geçen Erciş, Osmanlıların
geri çekilmesiyle tekrar Safevilerin ha­
kimiyetine girdi. Kanuni Sultan Süley­
man döneminde İran Seferi'ne çıkan
Makbul İbrahim Paşa'ya Tebriz'e doğru
hareketi esnasında Siverek'te (23 Hazi­
ran 1534) Van-ERCİŞ. Adilcevaz ve
Ahlat kalelerinin anahtarı verildi. 16
Eylül 1534'te da Kanuni Sultan Süley­
man Erciş'e geldi. Fakat Osmanlı ordu­
sunun çekilmesiyle birlikte Safeviler
tekrar Erciş'i ele geçirdiler. 25 Ağustos
I548"de yapılan ikinci İran Seferi ile
Van kesin olarak Osmanlıların hakimiyetine girdi. Ancak Safe­
vilerin baldırdan durmadı. 1551 yılında Şah Tahmasb'a dire­
nen Erciş Kale Beyi Bohtanlı İbrahim Bey ihanet yoluyla öl­
dürüldükten sonra Erciş
yeniden Safevilerin eline geçti. 29
Mayıs 1555 Amasya Antlaşmasıyla Safeviler bu bölgeden çe­
kilmiş, Erciş yeniden kurulan Van Beylerbeyliğine bağlı san­
cak olarak Osmanlı İmparatorluğu'na katıldı.
Erciş Kalesi'nin Osmanlı-İran savaşlarında çok önemli
bir yeri vardı. Bazı kaynaklara göre Moğol veziri Taceddin
Ali Şah tarafından. Evliya Çelebi'ye göre de 521 yılında Kı­
lıç Aslan tarafından yapılan kale. zaman zaman onarılarak
düşmanlara karşı sağlamlaştırılmıştır. Bir defasında da Kanuni
Sultan Süleyman tarafından onarılan kale. Kanuni tarafından
Rumeli'den göçürülen Boşnak ve Arnavutlardan meydana ge­
len bir kafileyle de güçlendirilmiştir. 1655 Mayıs ayında Van
Valiliğine atanan Melek Ahmet Paşa ile birlikte Erciş'e gelen
Evliya Çelebi bu kaleden uzun uzun bahseder.
Erciş halkının asıl yerleşim yeri ve tarihte geçen Er­
ciş'in bulunduğu yer Çelebibağı kasabasının güneyindeki kale
ve civarı idi. Van Gölü sularının alçalıp yükselmesi sonucu
çevrenin bütün alçak yerlerini kapadığından Erciş halkı 1841
yılında Kasımbağı, Yukarı Çınarlı. Göl ağzı, Alkanat ve Çelebibaöı gibi köylere taşınmıştır. Erciş'in "idare merkezi de Zilan Deresi'nin sol yakasında, gölün kıyısından 5 km içeride
ve 25 m yükseklikte bulunan 15-20 hanelik bir yer olan Eganis (Akans) diye adlandırılan şimdiki Erciş'in bulunduğu yere
taşınmıştır.
1914 Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla 12 Mayıs
1915 tarihinde Ermenilerin teşvik ve yardımlarıyla Erciş Rus­
lar tarafından iştial edildi. Bunun üzerine halkın büyük bir
kısmı Adilcevaz-Bitlis karayoluyla içerilere çekilmeye başladı.
Diyarbakır ve daha ötelere 'gitmeye çalışan insanların bir çoğu
70 km'lik Bitlis Deresi'nde" hastalık ve kıtlık nedeniyle şehit
oldu. 1917 Bolşevik ihtilaliyle Ruslar buraları Ermenilere terkederek ayrıldı. Ermeniler ise yıllarca beraber yaşadıkları, iyi­
lik ve dostluk gördükleri insanları işkence ve katliamlarla yok
etmeye başladı."
1918 yılı Nisan ayında Erciş silahlı kuvvetlerimiz ve
milislerimiz tarafından kurtarıldığı zaman nüfusu yok denecek
kadar azalmış, her tarafı yakılmış, yıkılmış harabe bir şehir
haline gelmişti. Gidenlerin bir kısmı geri dönerek harabe hali­
ne gelen Erciş'i yeniden onarmaya başladı.
Her yıl 1 Nisanlarda Erciş'in bu kötü günleri ve Ercişlinin çektiği ıstıraplar bir defa daha dile getirilir ve bu
kurtuluş günü coşku ve mutlulukla kutlanır.
ERCİŞ ADI ÜZERİNE
Erciş adının nereden çeldiği kesin olarak bilinmemesi­
ne rağmen Erciş adıyla ilgili çeşitli rivayetler vardır. Bunlar­
dan birine göre. Erciş adı Urartu kralı II. Argişti tarafından
Erciş'te kurulan Argişti Khinili adlı şehirden gelmiştir. İkinci
rivayete göre Asur" kaynaklarında aeçen Ururtu kralı Arema
veya I. Sardıır tarafından kurulan Uruftuların ilk başkenti olan
Arzaşkun adından gelmiştir. Bu şehirin hangi il ve ilçe sınır­
ları içinde kurulduğu kesin olarak bilinmemesine rağmen Er­
ciş'in kuzeyinde ve ilçeye hakim bir tepe üzerinde kurulan
Zurnaki. Tepe'nin Arzaşkun olma ihtimali üzerinde durulmak­
tadır. Üçüncü rivayet ise Roma ve Bizans kaynaklarında ge­
çen ve Urartu Kralı III. Argistis tarafından kurulan "Kadım
Ça«ın Arsissa"sı ile ilgilidir. Belirtildiğine göre Erciş adı bu
kralın isminden gelmektedir.
Bütün bunlar dikkate alındığında Erciş adının II.. Argişti'den geldiği ve zamanla değişikliğe uğrayarak ARCİŞ ve
sonra da ERCİŞ adını aldığıdır."Biz ele bunun doğru olacağı­
na inanıyoruz.
TARİHİ YEREER
Erciş Kalesi, Vanyolu Kümbeti. Zeyzeg Kümbeti, Zortul Kümbeti, Çelebibağı tarihi mezarlığı, Gürgüs (Tekler) Kö­
yü mezarlığı. Zurnaki Kalesi. Ziyaret" Köyü "Şehitliği. Madavank Mağaraları
Âliyar Şah (Yar Ali Kümbeti). Arap Evliya. Havar
Baba. Çelebi Ocakları. Hakkı Baba. Gürcü Baba. M amfi Kerhi. Pay Baba. Şeyh Mehmet Hafit (türbe). Şeyh Hamze. Kara
Yusuf (Erciş Kalesi'nde gömülüdür. Zaviyesi de mevcuttur.
Bayram Hoca (Erciş'e yerleşen Karakoyunlulardan Kara Yu­
suf'un dedesi olup Erciş Kalesi'nde medfundur. Sevyid Muhammed Berzenç. Sevyid Abdülvehap Altınkaynak (İl. dönem
Van milletvekilidir.) Koçi Bey (Erciş merkezde) H.1000. M.
1592 yılına ait vakıf defterine kaydı vardır. Zaviyesi de mev­
cuttur.'
Giilendan (türbe). Gülhanden (türbe). Şeyh Hacı Mah­
mut (türbe). Şeyh Ahmet (türbe)
MESİRE YERLERİ
Erciş'in bağlar mevkii, Haydarbey Ziyaret mevkii, Er­
ciş kaplıcaları ve çevresi, Van Gölü'nün sahilleri. Işıklı Kırk
Bulaklar, Hayrabey Balık Bendi, Altındere Harası ve civan,
Sulu mevkii, Van Gölü sahilindeki bahçeler.
FOLKLOR
Atakan Çelik, Hüsamettin Subaşı. Celal Yarıcı, Yaşar
Turan gibi sanatçıları halk müziğinde yetiştiren Erciş folkloru
çok zengindir. Yaşayan gelenekleri, oyunları, türküleri, manile­
ri, bilmeceleri, atasözleri, duaları, bedduaları ve kendine özgü
"ağzı" ile Erciş folkloru çevresini de etkileyen bir zenginliğe
sahiptir. Bunlardan bazılar:
Halk Oyunları:
Ağırbaşlılık, ciddiyet ve esnek figürlerin yer aldığı
ağır oyunlarla, sert, hızlı ve ani hareketlerin ağır baslığı hare­
ketli oyunlarımızdan bazıları şunlardır: Erciş l3okuzlu.su. Erciş
Koçerisi. Laçin. Hım hım, Serçi. Papori. Bal yeme ve Temirağa.
Atasözleri:
Çölmek diyer dibim altım, çömçe diyer men hardayam. Men umaram bacımdan, bacım öli acından. Helal olsun
tek öküznen kotan edene. İtin ahmağı odur kayganaktan pay
umar. Kotan ne bili zol ne çeki.
Dualar:
Hızır imdada yetişe. Allah işin rast getire. Rahmet ola
ölmişen. Evin barkın şen ola. Başın darda kalmiya. Yedi oğulnan bir sofraya oturasan. Peygambere komşu olasan.
Beddualar (Kargısı):
Gözlerin avuca gele. Kırtı kırtı olasan, Ataş yağa ba­
san. Gözen dizen dura. Kıran düşe içinize. Er yüzi görmiyesen. Kınan göğe savrula. Evinde ölmiyesen.
Türküleri:
Köyden köye, mahalleden mahalleye zevkle, gururla
ve sevinçle gidilen düğünlerde birçok türkü ortaya çıkmış ve
nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Mahalli oyunlarımızın en
büyük özelliğinin "Deme-Çevirme" olduğunu söylersek bu
düğünler esnasında ortaya çıkan türkülerin bolluğunu daha iyi
anlamış oluruz. Ayrıca çekilen sıkıntılar, ayrılıklar ve. aşklar
türkülerle seslendirilmiş ve bugüne kadar gelmiştir. İlçemiz
bünyesinde şu anda 100'den fazla türkü söylenmektedir.
Erciş Ağzı:
Buçki: Testere. Çömçe: Kepçe, Cırdan: İri-yarı. Şor:
Tuzlu. Befangaz: Zavallı. Cırığh: Yırtık. Hevlet: Tenha. Işgırık: Düdük. Zibil: Çöpler artıklar. Yüngül: Hafif, Şegirt: Çı­
rak işçi. Duj: Sivri. Göbelek: Mantar. Camış: Manda. Kelem:
Lahana. Gertol: Patates, Şilan: Kuşburnu
Yemekler:
Kayganak, kelledoş, murtuğa. kurut aşı. belini aşı, kurutlıı köfte, sille, helise, borani, çorti aşı. sengeser, kavut,
yaprak dolması, gelişir, tandırda balık, içli köfte "v.b.
Ercisi i Ozanlar
Ünlü Ercişli Emrah. Aşık Hayreti. Aşık Davut (Telli).
Aşık Cihani (Emin Telli) ve Aşık Ahmet Poyrazoğlu.
ERCISLI EMRAH
Ercişli Emrah, 17. yüzyılda yaşamış,
şiirleri ve hayat hikayesi (Emrah ile Selbihan)
ile Doğu Anadolu'da ve bütün yurtta tanınan
şiirleri radyo ve televizyonlarda okunan Türk
Halk Edebiyatının ünlü saz şairlerinden biri­
dir.
Halk tarafından çok sevilerek anlatı­
lan Emrah ile Selbihan hikayesinin de kahra­
manı olan Ercişli Emrah, Türk saz şiirinin
temsilcilerinden biri olduğu gibi dilinde de za­
manımıza çok yaklaşmış bir olgunluk olduğu
görülür. Şiirleri Erciş şivesine dayalı bir duru­
luğa sahiptir.
Hakkında birçok kitap yazılan, şiirleri
antolojilerde, edebiyat dergilerinde ve deği­
şik kitaplarda yayınlanan Ercişli Emrah'ın Er­
zurumlu Emrah'la bir ilgisi olmamasına rağ­
men çoğu zaman şiirleri Erzurumlu Emrah'a,
Karacaoğlan'a, Aşık Ömer'e, Katibi'ye ve
Cevheri'ye mal edilmiş, hayat hikayesi Erzu­
rumlu Emrah'ın hayat hikayesi olarak sunul­
muştur.
Son zamanlarda değerli edebiyatçı­
larımız tarafından yapılan araştırmalar sonu­
cunda Ercişli Emrah'la, Erzurumlu Emrah
arasındaki ayrılıklar kesin olarak ortaya ko­
nulmuştur. Özellikle Ali Saraçoğlu, Nejat Birdoğan, Fahrettin Kırzıoğlu, Hikmet Dizdaroğlu ve Muhan Bali'nin Emrahlar konusuna
açıklık getiren çalışmaları takdire şayandır.
Prof. Saim Sakaoğlu'nun 1987 yılın­
da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ya­
yınlanan "Ercişli Emrah" adındaki kitabı ilk
kez Ercişli Emrah'ın adına olan şiirleri bir
araya getiren bir çalışma olmuştur. Mahalli
de olsa 1 Nisan 1982 tarihinden itibaren Er­
ciş'te yayınlanan ve bugün de yayınını de­
vam ettiren Birnisan Gazetesi'nin Ercişli Em­
rah'la ilgili yayınlarını da gözardı etmemek
gerekir.
19 Temmuz 1979 tarihinden itibaren
adına festivaller düzenlenen ve bu festivaller
esnasında Çelebibağı tarihi mezarlığında ol­
duğu söylenen Emrah'ın mezarı ziyaret edi­
lerek Erciş halkı tarafından da Emrah'ın me­
zarının burada olduğu kabul edilmiştir. Bura­
da bulunan ve Ercişli Emrah'ın mezartaşı ol­
duğu belirtilen mezartaşı Kültür Bakanlığınca
görevlendirilen Prof. Fahrettin Kırzıoğlu tara­
fından 29 Mart 1985 tarihinde incelenmiş ve
mezartaşının Emrah'ın olduğuna dair raporu
Bakanlığa sunulmuştur. Böylece yıllardan
beri nesilden nesile aktarılan "Emrah'ın me­
zarı Çelebibağı mezarlığındadır" rivayeti ni­
hayet'bu raporla da tescil edilmiş oldu.
Man Emrah diyeller Karakoyunnu
Namertler içinde yiğit oyunnu
Kaz kimi pısmanıh erkek boyunnu
Biz Türk'ük Türklükten dermanımız var
Emrah'ım der kurdurayım sazları
Fikrime düşmüştür Selbi sözleri
Karadır kaşları alâ gözleri
Var muradan yetir sen seher yeli
Uzm. Arkeolog Yıldız ATAR
Doğu Anadolu'nun demirçağlarına ait en
eski ve gelişmiş eserleri başkent Tuşpa'da, günü­
müzdeki adıyla Van Kalesinde yer almaktadır.
Van ve çevresindeki ana kaya cinsi genelde
kalker olup oluşum evrelerine göre volkanik katmanlarca sahiptir. Bu katmanlar özellikle yer al­
tında oyulan nekropoller (mezarlık) için çok elve­
rişli olmuşlardır. Kaya işçilği ve mezarlar Urartu
mimarisinin en önemli özelliğini oluştururlar.
Urartu'da 60'ı aşkın kaya gömütü bulun­
maktadır. Urartu gömütlerin en bilinmez yanı ya­
pım tarihleri. Bunlardan yalnızca ikisinin kesin
tarihli oluşu, geriye kalan tamamının ise tarihlenmelerine ilişkin buluntu vermeyişi bu bilinmezli­
ğin ana nedenidir.
Urartu uygarlığına 100 yıl başkentlik yap­
mış olan Van Kalesi'nde kısa bir gezinti yaparak.
Kral ve ailesi için yapılmış anıtsal kaya mezarlı­
ğını tanıtmaya çalışalım.
Gezimize kalenin kuzeyinden başlayıp, gü­
neybatı ucunda bulunan Kral Argişti I' e ait anıt­
sal mezar odasına doğru yol alıyoruz. Argişti ya-
da Horhor Anıtsal mezarı gerek plan, gerekse tarihlenebilir olmasıyla Urartu mezarları arasında
özgün bir yer tutar. Mezar odasına, ana kayaya
oyularak açılan, 24 basamaklı merdivenle iniyo­
ruz. Giriş kapısının sağ-sol ve üst duvarında bu­
lunan yazıtlarda Kral, siyasi programını açıkla­
makta bu kitabe Horhor yazıtları olarak da anılır.
Asıl ilginç tarafı, gömüt duvarına yazılmış olma­
sına rağmen içeriğinde ölüme ilişkin değinmenin
olmayışıdır. Diğer mezar odalarının da yazıtsız
oluşuyla birlikte bu olgu Urartu'da ölüm ve ta­
pınma konusunda ödünsüz bir suskunluğu düşün­
dürmekte. Girişte gördüğümüz zıvana ve sövelerden burada bir kapı olduğunu varsayarak kendi­
mizi mezar odasının gizemine kaptırıyor, gözleri­
mizi kapayıp o çift kanatlı kapıdan içeri giriyo­
ruz. Hatta hayal sınırlarımızı biraz daha zorlaya­
rak yanan meşalelerin ışığında Kral Argişti'yi gö­
rür gibi oluyoruz.
Girişteki dikdörtgen salonda taban ve tavan
düzeltilmiş, girişin batı duvarında levha yuvası
yer almakta. Dikdörtgen tören salonuna birer kapı
ile açılan dört mezar odasına geçiyoruz. Salonda­
ki duvarlarda ikişer düzen halinde toplam on urne nişi, nişlerin herbirinin iki yanında meşale de­
liklerine işaret eden yuvalar görmekteyiz. Urneler,
Urartu'da ölülerin yakıldıktan sonra gömü yapıl­
dığı, kısa boyunlu, şişkin gövdeli omuzda ruhun
çıkması için delikler bulunan ölü gömme töresi
ile ilgili pişmiş toprak kaplardır. Argişti mezar
odasında niş denilen, silmeli girinti şeklindeki ka­
re bölümlerde urnelerin bulunmuş olması mezar
odasının geç dönemde kullanılmış olduğuna işaret
etmektedir. Ana girişin karşı duvarında arka oda­
sının hemen yanından başlayıp, tavana doğru gi­
den basamaklar işlenmiştir. Bunları, Tann'ya ula­
şılan merdivenler olarak yorumlamaktayız. Ana
mekana açılan arka odalar birbirine benzer olup,
urne nişlerini aynı düzen içinde görmekteyiz.
Kral Argişti'yi ve hayallerimizi mezar oda­
sında bırakıp, kalenin orta kısmındaki güney ya­
maca bakan Menııa mezar odasına doğru yol alı­
yoruz. Ana kaya içine oyularak yapılan düzgün
planlı anıtsal mezar odalarından Kral Menua me­
zar odasındayız. Urartulardan günümüze gelmiş
tek yapı türü, çok değer ve emek verildiği belli
olan anıtsal kaya mezarlarıdır. Urartu uygarlığının
kendine özgü ölüm felsefesi oluşturduğunu göz­
lemliyoruz. Ölüm sonrasını önemseyişin kaynağın­
da; Krallarının öldükten sonra tanrısallaşacakları
bu dünyadaki ayrıcalıklarının öte dünyada da sü­
receği inancı yatmaktadır.
Menua mezar odası ya da Evliya Çelebi'nin
Seyahatnamesinde söz ettiği gibi Neft kuyu, kale­
nin güney yamacında, orta kısımdaki geniş alanın
kuzey duvarında oldukça yüksek kayalığı kapsa­
yan çerçevenin içinde yer alır. Tahrip görmüş dar
kapı girişinin üst kısmında pencere açıklığı yer
almakta. Kapının her iki yanında taban ve tavan­
da kapı kanatlarına, sağda ve solda sürgü kulla­
nıldığına işaret eden yuvaları izlemekteyiz. Yine
Urartu gömütlerinde olduğu gibi, girişteki dikdört­
gen alana bakan karşı duvarda iki. batı ve doğu
duvarında birer tane olmak üzere dört odanın
açıldığını görüyoruz. Tören alanı olarak düzenle­
nen ana girişe açılan bölmeler. Kralın ailesi ve
yakınlarının gömüldüğü odalar olmalıdır. Girişin
karşı duvarında yer alan odalardan doğudaki oda­
nın batı duvarı ölü yatağı ile döşenmiştir. Ana
salona açılan doğu duvardaki oda ise bitmemiş
görüntüsü vermekte.
Menua mezar anıtı, insan tarafından uğratı­
lan hasara rağmen erken dönem Urartu kaya işçi­
liği konusunda bize oldukça bilgi vermektedir.
Menua anıtsal mezar odasını, arada bir kuş
sesleriyle bozulan esrarengiz sessizliğiyle başbaşa
bırakıp, Kurucular yada diğer adıyla İçkale mezar
odasına yöneliyoruz.
Menua mezar odasının bulunduğu geniş ala­
nın batı duvarında yerini almış olup, yakınındaki
mezar odası gibi girişi, kuzeydeki sarp kayalıkla­
rın oluşturduğu çerçevenin içine açılmıştır. Tuşpa'nın kurucusu Lutupri oğlu büyük kral Sarduri'ye ait olduğu düşünülen mezar anıtına giriş, bir
kenarı yaklaşık 3 m olan kare kapıdan sağlan-
makta. Hasara uğratılmış ka­
re kapıdan içendeki ana sa­
lona geçiyoruz. Ana salonun
iki yan bir arka olmak üzere
üç odaya açıldığını görmek­
teyiz. Arka oda yine üç me­
zar odasına açılmakta. Tören
salonuna açılan batı yan oda
ve yine salonun karşısındaki
ikinci büyük mekanın doğu
ve batısındaki odalar ölü yataklarıyla döşenmiş.
Kurucular ve Menua
nekropolü, urnelerin konuldu­
ğu silmeli nişlere sahip de­
ğildir. Bu bakımdan Argişti
mezar odasına göre daha er­
ken döneme tarihlenirken, iki
ayrı gömü geleneğini bir
arada taşıyan Argişti mezar
odasını daha geç evreye tarihliyorıız.
Sarp kaya mezarlarının
açılmasına tepeden sarkıtılan
bir tür salıncak iskeleyle
başlanmış ve yapımında çe­
kici, balyozu, keskisiyle bin­
lerce savaş esiri çalışmış ol­
malıydı. Kalede toplam yedi
anıtsal kaya mezarı, işlevi
tam olarak anlaşılmayan, ka­
lenin kuzeyindeki "Menua
Şirşinisi" denilen yapı ve
çok sayıda " T " şeklindeki
anıtsal kaya nişi bulunmakta.
Başkent Tuşpa'da kısa
bir gezintiyle, Urartu'daki
anıtsal kaya mezarlarını tanı­
maya, gördüklerimizi tanım­
lamaya çalıştık dilimiz dön­
dükçe.
Akıllara durgunluk ve­
ren, Urartu dehasının yarattı­
ğı bu eşsiz mimari yapılar
insanın ve doğanın tüm
olumsuz etkilerine rağmen
bundan sonraki nesillere ula­
şabilmenin bekleyişini yaşı­
yor gururla.
Kalede, Prof. Dr. Ta­
ner Tarhan, Prof. Dr. Veli
Sevin ekibince yürütülen kazı
çalışmaları başkent Tuşpa'nın
pekçok bilinmezini gözler
önüne sermekte.
Bundan sonra yapılacak
olan kazı ve onarım çalışma­
ları ile ilgili projelerin uygu­
lanmasıyla
çözümlenmemiş
konular açığa çıkarılacak ve
inanıyorum ki, yöre halkı bu
eserlerin korunması için çok
daha duvarlı davranacaktır.
İkram Kali
Van Gölü Canavarı var mı?
Van Gölü Canavarı kaç tanedir?
Van Gölü Canavarı insanlara ve çevresine zarar
veriyor mu?
Bu sorular Türkiye'de ve dünyada Van Gölü Cana­
varını duyan insanların ortak merakları. Van Gölü Cana­
varı tartışmaları Türkiye'de ve dünyada devam ediyor,
uzun sürede devam edeceğe, sırlarını gizleyeceğe benziyor.
Van'da yerel basın mensuplarının ve konuya ilgi
duyanların yaptığı yerel boyuttaki gözlem ve tesbitlerin
sonuçları her açıklanışında, medyanın ve günlük yaşamı­
mızın gündemi alt üst oluyor.
Herkes bu yaratığı merak ediyor. Hakkında sağlıklı,
ciddi bilgiler edinmek istiyor. Ülkemiz insanlarının ve
dünya kamuoyunun artarak devam eden ilgisi Van Gölü
Canavarına reyting rekorları kırdırıyor. Medya bile bu ko­
nuda şaşırmış durumda. Canavarın varlığını kabul edenler.
Canavarın varlığını geç öğrenip haber atlayarak yok
sayanlar ve Canavarı ne var ne de yok sayanlar.
Van Gölü Canavarı ise bu ilgiden son derece
memnun olacak ki bir görünüyor bir kayboluyor. Galiba o
da bu ilginin devam etmesini istiyor.
Aslında bir şeyin varlığını duyu organlarımızla
doğrudan veya etkileri aracılığı ile idrak yoluyla kabul
ederiz. Duyu organlarımız arasında gözlerimi/, başta gelir.
Var olmak ayrı şey, var oluşu sorgulamak, nedenlerini
araştırmak ayrı şeydir. Van Gölü Canavarını gördüğünü
söyleyen insanların sayıları meslekleri, kariyerleri, yaşları,
gördükleri, tanımlamaları değerlendirildiğinde Van Gölü'nde bir canlı yaratığın yaşadığı görüşü kuvvet kazan­
maktadır.
Canavar Türkçe'de acımasız, vahşi, gaddar, gürültü
çıkaran, güçlü, dayanıklı, mücadeleci, çok kuvvetli, büyük
ve görünmeyen hayvan anlamlarında kullanılmaktadır. Van
Gölü üzerinde bu güne kadar yırtıcı, öldürücü hayvan
varlığı ne görülmüş ne de duyulmuştur. Ancak "Deniz
Atı", "Deniz Kızı" ve "Su Samuru" rivayetleri yıllardır
kulaktan kulağa anlatılır ve aktarılır.
Van Gölü Canavarı denilen bu yaratık, kendisinde
büyük sırlar gizlemektedir. Aslında bu yaratığın yaşadığı
Van Gölü, sırlarla doludur. Van Gölü'nün bilinmeyen yön­
leri öncelikle gün ışığına bilimsel olarak çıkarılmalıdır. Bu
bilgiler ışığında
Van Gölü Canavarı hakkında daha bi­
limsel ye daha sağlıklı bilgiler ortaya çıkacaktır.
Öncelikle Türkiye'nin nazar boncuğu, Doğu Anado­
lu'nun denizi Van Gölü'nü tanıyalım;
Van Gölü, Türkiye'nin en büyük, dünyanın ise su­
yu sodalı en büyük gölüdür. Deniz seviyesinden yüksekli­
ği 1650 m., Göl etrafını çevreleyen dağların yüksekliği
2
ise 3000-4000 m. bulmaktadır. 3760 km alana, 457 m.
derinliğe sahip olan Van Gölü volkanik bir göl olup, su­
yu tuzlu ve sodalıdır. Göl çevresi karadan 450 km. dir.
1800'lerden günümüze kadar önemli derecede yükselme
ve alçalmalar gösteren göl, kıyısında bulunan birçok yer­
leşim yerini ve arazileri suları altına almıştır, almaya da
devam etmektedir. Göl içerisinde İnci Kefali (Van Balığı
veya Vansi) denilen tek tür balık yaşamaktadır. Van Tat­
van arasında vagon, yük, araç ve kısmen de yolcu taşıyan
feribotlar karşılıklı sefer yapmaktadırlar. Feribot'un iki is­
kele arasındaki yolculuğu dört saat sürmektedir. Gölde ta­
rihi ve doğal güzelliği olan 4 ada bulunmaktadır; Akdamar, Çarpanak, Kuş ve Adır. Adalara kıyı iskelelerden
motorlarla yolcu taşınmaktadır. 1800'lerde, Van Gölü kıyı­
larında ulaşım göl üzerinden yapılırken, Göl kıyılarında
tersane ve donanma bulunmaktaydı. Van Gölü çevresinde
önemli uygarlıklar kurulmuştur. Bu uygarlıklarla birlikte
Van Gölü değişik isimler almıştır. Bunlar, Nayiri Denizi.
Bitani Zamura Denizi, Van Deryası, Hilat Gölü, Ahlat
Deryası, Erciş Gölü. Göle çevreden çeşitli tatlı sular ak­
makta, göl üzerinde çeşitli su sporları yapılmaktadır. Van
Gölü etrafında ayrıca irili ufaklı çok sayıda göl vardır.
Erçek, Arın, Süphan, Aygır, Sultan, Nemrut bunlardan
birkaçıdır. Van halkı tarafından Van denizi olarak adlandı­
rılan Van Gölü, Lav set gölleri grubuna girer. Van gölü
Hidrolojik (su bilimi) ve Oşonografi (deniz bilimi) açısın­
dan da önemlidir. Bu denli özellikleri bünyesinde topla­
yan, Uranyum varlığına sahip olduğu iddia edilen Van
Gölü'nün çeşitli yabancı bilim adamlarınca Okyanus oldu­
ğu da ileri sürülmektedir.
Van Göiü Canavarı iddialarına gelince "Bu yaratığı
gördüm" diyenlerin ifadeleri çok eskilere dayanmaktadır.
Göl etrafında yaşayan insanlar bundan 30-40 yıl önce bu
yaratığı görmelerine karşın, gördüklerini yalnızca yakınları­
na anlatabilmekteydiler. İletişimin, ulaşımın kısıtlı olduğu
gazetelerin bile günler sonrası geldiği bir yaşam ortamında
görünen yaratığın belgesi de, etkisi de olamazdı. Buna
rağmen o dönemlerde dahi görgü tanıklarından bir kaçının
o günün gazeteleri tarafından haber yapıldığını görmekte­
yiz.
Van Gölü Canavarı ilk kez 1965 yılında Milliyet
Gazetesi'nde haber olarak belgeleniyor (1 Eylül 1965 Mil-
25
liyet Yalçın Kitapçı). Haber başlığında; Van Gölü'nde
iki metre boyunda canavar görüldü denilirken, haberin
içeriğinde görgü tanığı, Bursa Tekniker Okulu öğrencile­
rinden Naif De m i re I şunları söylüyor; "İskeleden 100
metre kadar açıldıktan sonra kahverengi bir hayvan
üzerime geldi. Büyüklerimizin bir nevi su samuru ola­
rak tahmin ettikleri bir hayvandan bahsettiklerini du­
vardım.Gördüğüm havvan söylentilerine çok uyuyor­
du."
32 yıl önce medyada haber olan Van Canavarı o
gün bugündür, görünüp kaybolmakta ve hakkında tartış­
malar sürüp gitmektedir. Hakkında en büyük ilerleme ise,
fotoğraflanma ve görüntülenmenin kısmen de olsa gerçek­
leştirilmesidir. Van Gölü üzerinde yaratık görenlerin göz­
lemlerini "hep gizlediklerine tanık oluyoruz. Göl üzerinde
"Yaratığı gördüm" diyenlerin geçmişte ve günümüzde or­
tak çekinceleri; "bunlar delirmiş, yalan söylüyorlar" gibi
yaklaşımlardır.
1965 yılında Van Gölü Canavarını gördüğünü 1990
yılında ancak açıklayabilen Bitlis'te doktorluk yapan Ne­
cati Tamer, gördüklerini 25 yıl sonra şöyle aktarı­
y o r . ^ .07.1990 Macit Gürbüz- Ferhan Çelebi Hürriyet);
"25 yıl önce görev yaptığım sırada Reşadiye ka­
sabasında öğretmen eşim Alev Tamer'le Van Gölü Ca­
navarını gördük. Kimsenin bize inanmayacağı düşünce­
siyle kamuoyuna duyurmadık. Canavar başını su yüze­
yine çıkarıyor, dönüyordu.Bir balina büyüklüğündeydi.
Sırtı tırtıllı, dinazor veya o familyadan birini andırı­
yordu. Çok korkmuştuk, akıllarını oynatmışlar diye­
cekler di ve çevremize bir şev söylemedik.''
(17.07.1990 S.16 Hürriyet) Van Gölü üzerinde se­
fer yapan feribot personelinden canavarı gören 40 yaşın­
daki Rüstem Gölle gördüklerini şöyle anlatıyor. "Van se­
feri dönüşü sabah saat 11.00 sularında güverteden
Van Gölü'nü seyrediyorduk. Reşadiye Kasabası sahille­
rinde birden canavar gördük, donup kalmıştık. Kafası
at kafasına, balina kafasına benziyordu, sırtında tırtık­
26
lar vardı." Gemi kaptanı Vural Alptekin de "Kafasını
sudan çıkardıktan sonra dolaşmaya başladı."
1995 yılında Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen, Ed­
remit Belediye Başkanı, merhum llhami İlhan ve çok sa­
yıda yöre halkının "Canavarı gördük. Siyah renkli, su­
da hızla yüzüyor, çıkıp batıyor, yalnızca kafası görü­
nüyor." ifadelerinin ardından, ilk görüntü Edremit Kay­
makamlığında görevli İbrahim İlhan tarafından amatör bir
kamerayla tesbit ediliyordu. Bu görüntünün televizyonlarda
yayınlanmasıyla canavara olan merak ve ilgi artarken,
Van medyanın akınına uğruyordu.1995 yılının Ekim ayın­
da dönemin Van Vali yardımcısı B. Bestami Alkan'ın
"Gevaş ilçesi yakınlarında piknik yaparken canavarı
gördüm. Canavar siyah renkli ve belinde tırtıkları
vardı.Paniğe yol açmamak için bugüne kadar açıkla­
madım." sözleri Türkiye gündemine o günlerde bomba
gibi düşerken ilk defa Van Gölü Canavarı resmi ağızdan
doğrulanıyordu.Van'da bir çok protokol toplantılarında,
özel sohbetlerde ise "bizde gördük ancak açıklamamız
yanlış anlaşılır diye susmak zorunda kaldık.*' sözleri de
duyuluyordu. Van Gölü Canavarı bu kez Bardakçı köyü
sahillerinde Adnan Meltem, Kadris Eryıllar'm amatör objektifleriyle görüntüleniyordu.
Açıklamalar, görüntüler, gazete haberleri, yorumlar,
tartışmalar, günlerce sürerken, yurt dışından gazeteciler
çoktan Van'a yol almıştı. Türkiye Su Altı ve Paletli Yüz­
me Federasyonu da konuya büyük ilgi duyarak kalabalık
bir ekiple Federasyon Başkanı Harun Scvinç'in önderli­
ğinde Van Gölü'nün sularında canavar aramalarını başlatı­
yordu. Birkaç bulgu ile göl altında büyük mağaraların
tesbiti sonrası, kesin bir sonuca Yarılamadan araştırmalar
sona erdiriliyordu.
Tartışmaları, ön yargılı masa başı yorumlarını, Van
Gölü'nde manda yüzdürme çabalarını uzaktan yalnızca iz­
leyen Van halkının beklentisi; bilim adamlarının konuyu
ciddi olarak araştırarak, sonuçlarını ortaya koymalarıdır.
Aslında Van Gölü Canavan yalnız değildir. Van
Gölü Canavarı gibi tesbiti yapılamamış
onlarca canavar hakkında dünya bası­
nında şimdiye kadar a/.ımsanmayacak
kadar haber, araştırma yorum ve kitap
yaymlanmıştır.Bu konuda Kriptozooloji
(Yunanca gizli hayvanlar) dalının en
büyük ilgi alanı İskoçya'daki Loch
Ness Gölü Canavarı olmuştur.Nessie
1933 yılında dünya basınını ilgisini
çekiyor.Drummandrochit'te yaşayan bir
çift köylü tarafından görülen canavarın
sayısız resmi çekiliyor. 1960 yılında
ise Nessie ilk kez görüntüleniyor, fil­
mi çekiliyor. Nessie, gölde boylu bo­
yunca yüzüyor, dalıyor, sonra tekrar
çıkıyor, başını gösteriyor. 1970 yılında
"Loch Ness Araştırma Bürosu" kurulu­
yor .Araştırmalar yapılıyor, göl tabanı
taranıyor, denizaltı ile aramalar yapılı­
yor, gözetleme kuleleri kuruluyor.
Loch Ness Canavarının yaşayıp yaşa­
sam adı ğı tesbit edilemiyor.Günümüze
kadar da bu araştırma devam ediyor.
Ancak Ness sayesinde büyük turizm
patlaması yaşanıyor, canavar turizmi
oluşuyor, hediyelik eşyalar üretiliyor,
ekonomi oluşuyor.
Van Gölü Canavarı görgü ta­
nıklarının ifadeleri ve canavar tarifleri
ile Loch Ness Canavarı hakkında gör­
gü tanıklarının ifadeleri tesbitleri ara­
sında çok büyük benzerlikler görül­
mektedir.Bununla birlikte dünyanın çe­
şitli ülkelerinde Van Gölü Canavarı
gibi çeşitli canavarlar bulunmaktadır.
İşte Van Gölü Canavarı'nın akrabaları:
Loch Ness Gölü Canavarı
(Iskoçya)
Loch Morar Canavarı
(İrlanda)
AÜıkrne Gölü Canavarı
(İrlanda)
Muck Gölü Canavarı
(K. İrlanda)
Mokale Mbcmbe Canavarı
(Amerika)
Okanagan Gölü Canavarı
(Amerika)
VVatson Gölü Canavarı
(Kongo)
Clıampalain Gölü Canavarı
(Amerika)
Sdjord Gölü Canavarı
(Norveç)
1965 yılından günümüze kadar
Van gölü Canavarı gördüğünü söyle­
yen tanıkların ortak ifadeleri, tanımla­
maları, çeşitli çevrelerin yorumlamala­
rı;
- Canavar siyah, başını su üstünde tu­
tuyor, sırtı tırtıklı, etrafına zarar ver­
miyor, hızlı yüzüyor, batıp çıkıyor.
- Gölün kayalık bölgelerinde kendisine
niş bulmuş, hayatını sürdürebilen za­
man zaman göl üzerinde seyretmekte
olan yaratık olabilir.
- Van Gölü nde mutlaka bir büyük
yaratık vardır ama nedir bilinmiyor.
- Bu kadar insan gördüğünü ifade edi­
yor, hepsi yalan mı söylüyor?
- Yok dçmckle birşeyin varlığı yok
edilemez
- Aramıza hoş geldin Van Gölü Cana­
varı, yanaklarından öpüyoruz.
- Van Gölü Canavarı hiç olmazsa in­
sana, etrafına zarar vermiyor.
- Allanın denizde karada yeri çok, is­
terse sodalı suda bile canavar yaşatır.
- Van Gölü Canavarı İçin TBMM Ca-
21
navar Araştırma Komisyonu kuruldu.
- Piri Reis de Van Gölü Canavarı'ndan söz ediyor.
- Van Gölü Canavarı tabir edilen yaratığın tatlı suda bü­
yüdüğü, kaçtığı kanaatindeyim.
- Van Gölü Canavarı zararsızdır, can almıyor, yıkmıyor,
dökmüyor ona "BARIŞ" adını verelim.
- Van Gölü Canavarı sahada önce hamsiyi yuttu..
Van Gölü Canavarına verilen isimlerden bazıları; CANAVAN, BARIŞ, CANO, VAN GÜLÜ, SULARIN KRA^
LI . Bu arada Canavar o denli büyük bir etki gösterdi ki
sonunda ekonomi, siyaset, mizah, spor, magazin, kültür,
müzik, sinema ile tiyatro alanında kolayca yer edinirken,
onu diline, kalemine, köşesine, ekranına, çizgisine ve
hatta türküsüne konu etmeyen kimse de kalmadı.
"Van'ın Van Gölü Canavarı sayesin de tanınmasına
ihtiyacı yoktur. Bizim zaten Van Kedi'miz, Van Gölü'müz, zengin tarihi değerlerimiz, eşsiz doğal güzellikle­
rimiz ve Vanspor'umuz vardır" diyen Vanlılar canavar
sektörünü çoktan oluşturmuş; gümüş-altın kolyeler, yüzük­
ler, küpeler ve çeşitli takılar elde özenle hazırlanırken, ti­
şörtler, şapkalar, gömlekler ve çeşitli hediyelik eşyalar ile
birlikte, Van Et tesisleri ise şarküteri çeşitlerine "Canavar
Salam"ı ekledi.
Bu yıl renklerini MAVİ-BEYAZ'a dönüştüren
Vanspor'un lakabı ise "CANAVARLAR" olmuş. Son olarak 1997 yılında çekilen Van Gölü Canava­
rı görüntüleri, görgü tanıklarının, "canavarı gördük" di­
yenlerin, görüşlerini kuvvetlendirmiştir. Şimdi sıra yeni
görüntülerde, bulgularda.
Sonuç ne olursa olsun, mutlaka bilimsel araştırma
yapılmalıdır. Dünya'nın çeşitli ülkelerinde bu canavarlarla
ilgili ne tür araştırmalar ve incelemeler yapılabiliniyorsa o
da yapılmalıdır.
Van Gölü Canavarı Van'ın kültüründe, manisinde,
türküsünde, mizahında, sporunda yer edinmiştir. İnsan­
larımız inanıyor ve seviyor.
Tartışmalar da devam edeceğe benziyor.
28
Abbas
Güven
ıdrellez; Rumi senede Nisan ayının
23'ü, milâdi senede mayıs ayının 6.
günü. Hıdrellez, Hızır Aleyhisselam ile
İlyas Aleyhisselam'ın isimlerinin birleştirilerek
söylenmesinden doğan isimdir.
ILYAS: Kur'an-ı Kerim'de ismi zikredilen za­
manın hükümdarıyla çok mücadele etmiş, çok
zaman mucizeler göstermiş peygamberdir.
HIZIR: Bir peygamber veya velidir. Allahüteâlâ'nın sevgili kullarındandır. Müslümanların
imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak
özellikleri verilmiştir. Allah'ın izni ile keramet
sahibi olup, vefat ettikten sonra ruhu insan
şeklinde sözüküp gariplere yardım etmektedir.
Bir yıl "HIZIR" ve "KASIM" olarak ikiye
ayrılır. Mayıs ayının 6'sında Hızır ile yaz baş­
lar ve 186 gün sürer. Kasım ayının 8"ine kadar
devam eder. Bundan sonra kış başlar, 179 gün
(Şubatın 29 çektiği artık yıllarda 180 gün) sü­
rer. Yazın ilk günü sayılan 6 mayıs gününe
Hıdrellez denilmesinin sebebi ise; Hızır Aley­
hisselam'ın kurak bir yere oturması ile o yerin
yeşerip dalgalanmaya başlamasıdır. Bu sebeple,
yaz başlangıcında ortalığın yeşermeye başladığı
güne yeşil manasına gelen Hızır günü, yine bu
güne Hızır ile İlyas'ın buluştukları rivayeti se­
bebiyle de Hıdrellez denmiştir.
Bugünün İslamiyette dini bir hüviyeti, boyutu
yoktur. Soğuk ve yağışlı geçen
kış günlerinden sonra havaların
"ısınması ve toprağın yeşille bürünmesi, insanların açık hava­
ya, kırlara çıkma arzuları Hızır
ve İlyas Aleyhisselam'a müslümanlar arasında duyulan sevgi
ve saygı ile birleşerek halk
âdeti olarak yıllardır kutlan­
maktadır.
Van'da Hıdrellez dualar, ni­
yetler, dilekler, eğlenceler, soh­
betler dolu şenliklerle kutlanır.
Altı Mayıs'ta yapılan Hıdrellez
gününün sosyolojik, toplumsal
yönleri de bulunmaktadır. Van­
lılar bu günde bir araya gelip
karşılıklı muhabbet ve sohbet
ederler. Kırlarda mesire yerle­
rinde birbirlerine ikramda bulu-
H
Hıdrellez
gününe
özgü
olarak
evlerde
KAVUT (kavrulmuş özel buğday, kavrulmuş
nohut, tuz ve zencefil karışımı öğütülmüş un)
yapılır. En az yedi eve dağıtılır. Kavut yapılır­
ken dualar edilir, niyetler tutulur.
Sabah ezanı okunmadan, güneş doğmadan
kalkılır, abdest alınır. Konuşmadan Değirmenbaşı denilen Akköprü mezarlığı yanında bulu­
nan (eskiden meyve ağaçlarıyla milli park gö­
Hıdrellez
şenliklerinin
geçmişi
yüzyıllar rünümünde olan) yere gidilip orada iki rekat
öncesine dayanır. Yıllar önce Hıdrellez için namaz kılınır. Burada Akköprü deresi akmakta­
dır. Akköprü
deresinin
etrafında
toplanan
bayram gibi hazırlık yapılırdı.
insanlar
taşlardan,
evlenmek
isteyen
kızlar
5 Mayıs akşamı dilekler, dualar edilerek,
gelin,
çocuk
isteyenler
beşik,
ev
isteyenler
ev,
adaklar adanır. Akşam yapılan dileklerle birlik­
te gül ağacının veya başka ağaçların dallarına araba isteyenler araba şekilleri yaparlar, bir
renkli kurdelalar bağlanır. Diplerine paralar gö­ kısmı da dileklerini kağıtlara yazarak dere su­
yuna atarlar. Bu dilek dileme güneş doğana
mülür. Bu sırada şu mani söylenir:
kadar sürer. Gün ışıklarıyla birlikte sabah na­
Bunu bağladım güle
mazında başlayan konuşma yasağı dere kena­
Dalına bülbül gele
rında dilek sonrası kalkar.
Yeri göğü yaratan
Değirmenbaşı'ndan gruplar halinde evlere dö­
Belki muradım vere.
nüldüğünde dama bir küçük
ceviz atılır. Karga cevizi hangi
yöne götürürse evin bekar kızı
o yöne gelin gideceği, bekar
oğluna o yönden gelin gelece­
ğine inanılır. Cevizler dama atı­
lırken :
narak dostluk, kardeşlik ve sevgi bağlarını güç­
lendirirler. Hıdrellez kutlamalarında, Van'ın
halk kültürü canlı olarak kuşaktan kuşağa akta­
rılır. Bu günde, maniler, türküler, bilmeceler
söylenir, oyunlar oynanır, geleneksel Van mut­
fağının seçkin yemekleri yenilir. Yaşama mutlu
yönleriyle
bakılır.
Memleket
sevgisi
güç
kazanır.
Karga götür cevizi.
Güldür be yüzümüzü
İyi bir yere götür
Mesut et kızımızı
manisi söylenirdi.
Van'da Hıdrellez kutlama­
ları iki bölümden oluşur; duadilek ve dayanışma-eğlence.
Birinci bölüm akşam başlar,
gün ışığı ile biter. İkinci bö­
lüm 6 mayıs günü öğlenden
önce başlar akşama doğru sona
erer.
Dayanışma, eğlence ve kır
gezilerinde önceden yapılan
hazırlıklar, kıra gidecek gruplar
evlerde son eksikliklerini ta­
mamlayarak,
Çakkaloğlu
Değirmeni ile tarihi Van Kalesi'ne giderler. Ailelerin yanla­
rında mutlaka bir semaverleri
de bulunur.
Hıdrellez gününe özgü
İÇLİ ÇÖREK. *" MURTUGA,
AYRAN AŞI. VAN BALIĞI.
ÇILBIR, YAHNİ, KALEDOŞ,
SENGESER,
BOSTANİYEPASTALAR yapılır. Çakkaloğ­
lu değirmeni ve Van Kalesi o
gün çok kalabalık olur.
Yıllar öncesinde şimdiki
Devlet Hastanesi önünde halk
ve resmi görevlilerin birlikte hazırladığı, kutladığı şenlikler yapılırdı. Bu alanda Karamemet
ve Çavuşbaşı kehrizleri akardı. Yağlı direk
dikilir, direğe tırmanma yarışı yapılırdı.
Van Kalesi, Değirmenbaşı, Hıdrellez kutlama
alanlarıdır. Değirmenbaşı'nda, neşe içinde bir
gün geçirilirken, Van Kalesi'nin güneyinde
bulunan Horhor bahçeleri de cıvıl cıvıl olur,
yumurta çıtlatma yarışı yapılır, maniler söylenir
ve çeşitli Van çocuk oyunları oynanır ve
türküler söylenir. Ayrıca Şeyh Abdurrahman
Gazi türbesinde dualar okunur, dilekler dilenir­
ken. Urartulardan kalma "ANALI KIZ" denilen
oyuktan genç kızlar "O yanım keçe, bu yanım
keçe, keçe elime helal süt emmiş geçe"
söyleyerek kayarlar, takılmadan kayıldığında
tutulan dileğin kabul olacağına inanılır.
Hıdrellez'ın Van'da yıllardır aynı coşkuyla
HIDRELLEZ
Sevinçle beklerdik, biz Hıdrellezi,
Çünkü o müjdelerdi baharı yazı,
Kırlara çıkardı binlerce kişi,
Bir ağızdan söylerdik, gel Hıdrellez,
Baharı müjdeleyen, Gül Hıdrellez.
EVELİKLE KUŞ PEPESİ Şilesi,
Ovayı süslerdi dağın lalesi,
Nezirler dilerdi kızın anası,
Topluca diyerdik, oh Hıdrellez,
Kışda bitti, çiçeklendi geldi yaz.
Fındığı alırdık ceviz satardık,
Gece murat diler, erken yatardık,
Kaleye giderdik, göle giderdik,
Diyerdik murat ver, ver Hıdrellez,
Binmeye kır at ver, ver Hıdrellez.
İp bağlardık, çiçeklerin dalına,
Falcılar bakardı, gençler falına,
Çıkardık erkenden Erek dağına,
Pekmez ile kar helvası yiyerdik,
Yiyerdikte ama nede gülerdik.
Demli çayı semaverde demlerdik,
Kufaya doldurup çokça içerdik,
KÜFLENKÜF sallanır, mani söylerdik,
Diyerdik hoppala can Hıdrellez,
Bizlere neşe ve ver Hıdrellez.
ABBAS GÜVEN derki hey zaman bak,
Kavurga gelirdi hem tabak tabak,
Çiçekler açardı, açardı yaprak,
Diyerdik gene gel, gel Hıdrellez.
Gelince bizlere gül, Hıdrellez.
Evelik: Bitki
Kuş pepesi: Madımak
Kufa: Saplı metal bardak
Küflenküf: Salıncak
kutlanır. Bu yılda çok büyük katılımla Vanlılar
dilek dileyip dualar ederken Değirmenbaşı ve
Van Kalesi'nde, halk kültürümüz de dolu dolu
yaşandı.
Gelecek yıllarda Hıdrellez'in daha çağdaş ve
doğal güzellikleri bozulmamış, özenle hazırlan­
mış mekanlarda kutlanması Vanlıların en büyük
dileğidir.

Benzer belgeler

14 - Hoşap Kalesi

14 - Hoşap Kalesi atmadan, gözlerim bir noktaya takıldı kaldı... Şok içindeydim... Bu açıkhava tapınağında yer alan iki nişten birinin içinde bulunan, çocukken üzerindeki çivi yazılarında defalarca parmakları­ mı ge...

Detaylı