simurg eylul 2012_Layout 1
Transkript
simurg eylul 2012_Layout 1
SON SİYAH SAÇIM ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler’den SEÇKİLER (jean louis fournier)1 Eski bir fotoğrafa bakıyorum. Daha önce fena değilmişim. Bir sürü siyah saçım ve tavuk hırsızı gibi bir halim varmış. Sıkıldığım bir gün siyah saçlarımı saymak istedim ama çok fazlaydı. Bugün onlardan sadece bir tane kaldı. Son siyah saçım. Neden her geçen yıl çektirdiğim fotoğraflarda kendimi gittikçe daha kötü buluyorum? Belki de fotoğrafçıyı değiştirmem, daha genç birini bulmam gerekiyor. Neden her sabah aynada kendimi gittikçe daha az yakışıklı buluyorum? Bu eski bir ayna, belki de yenisini almak gerekiyor... Kırışıklıklar yayılıyor, kahverengi lekeler büyüyor, cilt gevşiyor, bir sürü kıvrım var ve sarkıyorlar. Yaşlı bir file benzemeye başladım. Yakında çocukları korkutacağım. Kendimi çirkin buluyorum. Belki de kış olduğu içindir. Kışı geçirirseniz yazın da aynı olduğunu göreceksiniz. X X X 2 Doktor pek memnun görünmüyor. Karnemi incelerken, ciddileşti. Kendisine bakamıyorum. Gözlerimi utançla indiriyorum. Alıştırmalarımı yapmadım, kesinlikle beni azarlayacak. “Banta çıkın, bakacağız" dedi. O güne dek bakım karnemdeki kuralları yerine getirmedim, bunu göreceğinden eminim. Özellikle kışın sabahları kolay hareket edemiyorum. Gıcırdıyorum, aksıyorum. Yağ tüketiyorum, siyah duman püskürtüyorum öksürüyorum, boğuluyorum, birdenbire duraksıyorum, dizkapaklarımda kıkırdak kayması var.. Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Tansiyonum düşük, yanlarım ağrıyor, kullanılması zor bir otomobil gibiyim, eskiden sola çekerken şimdi sağa çekiyorum. Doktor, "Epey iş var" dedi. Tamir edilip edilemeyeceğini sordum. Hiçbir şey söyleyemem, motoru indirmem lazım" dedi. Motoru indirmesini istemiyordum. Acelem olduğunu ama tekrar uğrayacağımı söyledim. Elli yaşına kadar kendimi aşınmaz, paslanmaz sanırdım. Ben sadece bir biyoçözünürüm. X X X Komünyon saatim hala bileğimde. Yeni bir saatti, şimdi eski bir saat oldu. Gençliğimi ona, özellikle sınıf ta iken o saate bakarak geçirdim. Saniye kolunun fazla hızlı ilerlemediğini. yelkovanın ise daha yavaş olduğunu düşünürdüm. Adeta kıpırtısız olan akrepten ise hiç bahsetmiyorum. Özellikle matematik derslerinde bunları hızlandırmak için her şeyi verirdim. Eğer düşüncelerimi akrep ve yelkovan üzerinde yoğunlaştırırsam bunları hareketsiz kılacağıma ve "daha hızlı, daha hızlı.." diye tekrarlarsam hızlanacaklarına inandırmışlardı beni. Bu duam kabul oldu ama ancak elli yıl sonra. Bugün akrep ve yelkovanın çok hızlı gittiklerini düşünüyorum ve yavaş ilerlemeleri için her şeyi veririm. Eskiden büyümek için sabırsızlanırdım. Oysaki önümde koca bir yaşam vardı, her şeyi hemen istiyordum. Şimdi fazla acelem yok, onun için bekleyebilirim. 3 Eskiden kadehimi hemen boşaltırdım, hemen bitirmek isterdim, bardağın dibinde bir sürpriz var sanırdım. Hiçbir şey bulamadım. Eskiden yaşamımı hızlı ateşte yaktım. Şimdi hafif ateşte karıştırıyorum. Süre daha uzun ama çok iyi. X X X Bacaklarıma şefkatle bakıyorum. Normal olarak kıllılar, sıradışı değiller ama bana aitler. 1960 yılında üniversitelerarası atletizm olimpiyatlarında gençler kategorisinde bu bacaklar sayesinde 1.50 m atladım. O bacaklar sonra bu başarıyı kutlamak için bütün gece boogie-woogie dansı yaptı... Kırk yıl sonra hala yerli yerindeler. Her sabah ayağa kalkınca beni nereye istersem oraya götürüyorlar. Acelem olduğu zaman hızlanıyorlar. Bana katlanıyorlar. Çok ender de olsa bazen bir kramp giriyor. Kapris yapmıyorlar, belki bir varis planı var... Artık yarış yapmıyorlar, yaşları geçti. Ambarlarda yetişen hindiba gibi beyazlaştılar. Bu normal, çünkü hep masanın ve pantolonun altında karanlıktalar. Yazın bazen hoşlarına gider diye şort giyip güneşe çıkarıyorum, hoplayıp sıçramalarına izin veriyorum. Tıpkı madende çalışan atlara eskiden yapıldığı gibi. Hayvanları günışığına çıkarırlardı. Yaşamlarını çayırlarda huzur içinde noktalamaları için. X X X Doğum günüm için bana çok eski bir Chateau-Margaux armağan ettiler. Benim doğum yılımın tarihini taşıyor. Şişeye hep bakıyorum ama tıpkı çok yaşlı bir kadını soymaya cesaret edemeyeceğim gibi, onu da açmaya cesaret edemiyorum. Bir vesile çıkmasını bekliyorum. Acaba tadı halâ aynı mı? Ama aynı zamanda eğer çok uzun zaman beklersem "Onu içen ben olmayacağım" diyorum kendi kendime. Benim sağlığıma kadeh kaldıracaklar. Yani benim anıma demek istiyorum. 4 Bir gün onu açmaya karar verdim. Şişeden sürahiye boşalttım. Çok ince bir kristal kadehi özenle doldurdum ve kadehi ışıkta çevirip, "Rengi güzel" dedim. Bu rengin gizlediğini görmek için bir yudum aldım. Mutfağa koştum ve şişeyi lavaboya boşalttım. İnsan kaç yaşından sonra içilemez oluyor acaba? X X X Her Şeye Rağmen Hoşa Gitmek İçin Öğütler Dudaklarınızda bir gülücük ve düğme iliğinde bir çiçek bulundurun. Sizi okşama arzusu uyandırması için kadife, tüvit, kaşmir gibi yumuşak kumaştan giysiler giyin. İhtiyar kokmamak için cebinizdeki naftalin toplarını çıkarın ve sizi solumaları için seçkin bir parfüm kullanın. Çok canlı renkler giymeyin, mevsiminizin yani sonbaharın renklerini seçin. Çok ince kalmak için ince taze fasulye yiyin. Tasasız ve uyumlu olun, asla aksilik etmeyin. Tıpkı donmuş gölü geçen filler gibi, ayaklarınızın ucunda yürüyün. Batmamak için hep sıçrayın. Asla kitap gibi konuşmayın, ciddi ve yargılayıcı olmayın, nüktedan olun, kendinizle ve her şeyle alay edin. Karamsar ve neşeli olun. Saçma sapan şeyler söyleyin. Gereksiz şeyler ve gül, çılgınca şeyler ve tatlı kabak yetiştirin. Gözlük takmadan ve karanlıkta söyleyebilmek için şiirler ezberleyin. Meraklı ve hırslı olun. Sabahları her tarafınızın ağrıdığından yakınmayın. Küçük ağrıların yoldaşlık ettiğini, zihni doldurduğunu ve onlarla dost olduğunuzu düşünün. Eğer onlar olmazsa sıkılırdınız, diye teselli edin kendinizi. "Elliyi geçince insan hiçbir tarafında ağrı olmadan uyanıyorsa bunun her tarafın ölümü" anlamına geldiğini unutmayın. X X 5 X Yaklaşan ölümünüzle çevrenizi etkilemeye çalışın Hiç gülmeden, "Tek ayağım çukurda ", "Belki de bu benim son yazım...", "Artık fazla kalmayacağım, "Yakında ben burada olmayacağım...", "Son yaklaşıyor..." demeye çalışın. Aileniz ölmek üzere olduğunuza ikna olunca diretmekten çekinmeyin. Şoförlü bir Bentley, dünya turu, İsveçli bir dede bakıcısı, Venedik'te bir İtalyan sarayı isteyin. Bunların sizin son istekleriniz olduğunu söyleyin. Her akşam yatmadan önce duygusal bir ortam için, "Mezara doğru bir gece daha yaklaştım... " deyin. Her sabah, "Merhaba benim son günüm" diye tekrarlamayın. Zamanla düş kırıklığı yaşarsınız. Bu cümle bir defadan fazla söylenmez. Onu büyük güne saklayın. X X X Uçmadan Önce Son Öğütler Yılların ağırlığı altında kambur yürümeyin. Ayaklarınıza bakmayın. Sonuna kadar başınız dik olsun. Karakterli olun ve hep 1 rakamı gibi dik durun, küçük ve eski bir C gibi büzük olmayın. Saygısız olun, skandallara imza atmaktan çekinmeyin. Dikkatli olmasanız bile meraklı görünün. Sözlerinizi sakınmayın, küstah olun. Dişleriniz olmasa bile ısırgan olun. Onurları ve Onur Madalyası'nı kabul etmeyin. Kumarhaneye gidin ve birikiminize oynayıp bütün paranız! kaybedin. Yakında bitecek, bundan yararlanın, her an karşı çıkın. Yasak olanı yapın, haydut olun, viski için, baca gibi sigara tüttürün. Sağlık birikiminizi harcayın, sizi gözleyen doktorunuza kötü davranın. Rus ruleti oynayın. Ancak gerçekten kaybettiğiniz son anda yenilginizi itiraf edin. Gitmeden önce kadehinizi boşaltın, sağ kalanları dumana boğmak için son bir sigara için. Ayakta ölün. Gözlerinizi bantlamalarına izin vermeyin. İdam mangasındaki aptalların gözlerine bakın. 6 Umutsuz onur savaşına girişin. Güzellikle ölün. Duaların yerine çuha çiçekleri koyun. Allegra Finale'yle bitirin. Ve çıkaracağınız son rezillikte, devlet töreniyle gömülme taleplerini reddedin. X X X Ölüm konusunda sevmediğim şey, asıl ilgili kişinin tarih konusunda karar vermemesi. Bana "öl" deneceği zaman gerçekten boyun eğebilecek miyim bilmiyorum. Bana emredilmesinden hoşlanmam. Yaşamım boyunca söz dinlemeyi hiç sevmedim. Bu yüzden bir kez daha ve ilke olarak hemen boyun eğmeyeceğim. Son nefesimi vereceğimi hissettiğim anda uzun ve çok derin bir soluk alacağım, mümkün olduğu kadar soluğumu tutacağım. Havuzda iken üç dakika tutabiliyordum. Sonra, çok sonra fazla yaygara yapmadan soluğumu salacağım Kalın Sağlıcakla Kaynak: 1. Jean – Louis Fournier, Son Siyah Saçım ve İhtiyar Delikanlılara Bazı Öğütler, Yapı Kredi Yayınları, 2012. 7 Prof. Dr. Mesut Parlak 1940 yılında Malatya merkeze 10 km uzaklıkta, doğduğum yıllarda adı İsmetpaşa, daha sonra politik nedenlerle Yeşilyurt adı verildi, 6 kardeşin 5 numarasıyım, 3. Yaşımın sonunda Malatya merkeze taşınıp lise öğrenimi bitinceye kadar orada kalıp üniversite eğitimi için İstanbul’a geldim. Ortaokul ve lise eğitimimi Malatya lisesinde tamamladım. O dönemlerde aydınlık Türkiye’nin aydınlık öğretmenleri vardı. Çok donanımlı öğretmenlerdi. Lisemizin karşısında halkevi vardı dünya klasiklerinden tiyatro oyunları, zaman zaman tartışmalı toplantılar halk ezgileri ve Türk sanat müziği konserleri yapılırdı. O yıllarda eğitim başkaydı. Öğretmenlerimiz gerçek akademisyenlerdi. Birkaçı daha sonra öğretim üyesi olarak ayrılıp üniversitelere gittiler. O öğretmenlerimiz bizi laik demokratik cumhuriyete, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, bayrağına bağlı bireyler olarak yetiştirdiler. Ben o öğretmenlerimi rahmet ve şükranla anıyorum Bizim dönemimizde her fakültenin sınavı ayrıydı. İstanbul tıp fakültesi sınavlarını kazanıp tıp fakültesi öğrencisi olarak eğitime başladım. Mezun olduktan sonra 1966-1968 yılları arasında patoloji anatomi asistanlığı, 1968-1972 arasında cerrahi asistanlığı, arada 1 yıl başasistanlık, askerlik görevimi yerine getirdikten sonra yeniden kliniğime döndüm. 1979 yılında doçentliğe, 1988 yılında profosörlüğe yükseltildim. Doçentlik döneminde fakülte kurulu üyeliği, profesör olduktan sonra fakülte yönetim ve fakülte kurul üyeliği, fakülte senatörlüğü 1996-1998 döneminde tıp fakültesi dekanlığı görevini yerine getirdim. 2 yıl görev yaptıktan sonra o dönemin rektörü ile yönetim anlayışımızdaki farklılıklar nedeniyle dekanlık görevimden istifa ettim. 2005-2009 yılları arasında yaşamımda ki en büyük onur olan İstanbul üniversitesi rektörlük görevinde bulundum. Çocuklarıma bırakacağım en büyük miras İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’dür. Şu anda Malatya Eğitim Vakfı genel başkanlığını yapıyorum, üniversitede eğitim gören yaklaşık 650 öğrenciye burs sağlamaktayız. Yaşamımda ki en önemli olaylardan biride rahmetli babamdan kalan mirasla doğduğum yöreye annemin ve eşimin adına, devlet yurttaş işbirliği ile 12 derslikli bir ilköğretim okulu yaptırıp milli eğitime devretmemdir. Çevre desteği ile Malatya’nın en donanımlı okulu olarak anılmakta. Yine okul bahçesine yaklaşık 100 öğrenci kapasiteli kendi adıma bir anaokulu yaptırdım ve onu da milli eğitime teslim ettim. Çok mutlu bir aile yaşamım oldu. İki kızım ve iki torunum var. Diliyorum torunlarım aydınlık bir Türkiye’de laik demokratik cumhuriyete bağlı bireyler olarak büyürler. Bitirirken birşeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum öğrenci olarak başladığım, üniversiteden rektör olarak emekli oldum. Bundan daha büyük mutluk olur mu? ? ? Sevgilerimle. Prof. Dr. Mesut Parlak 8 Yıl 1965, aylardan Kasım, Besim Turhan Hoca’nın Patoloji dersi, Hoca’nın etrafında genç, temiz yüzlü, esmer, yakışıklı, saçları ayrılmadan alnında döndürülüp geriye taranmış bir asistan ile saçları kızıl renkte daha kıdemli olduğu anlaşılan bir başka asistan var. Ben de kızıl saçlı olduğum için sonradan adının Altan İplikçi olduğunu öğrendiğim asistana karşı genetik bir sempatim zaten var. Ancak esmer asistan hakikaten yakışıklı, “Allahım bana da böyle bir esmerlik verseydin de güneşte, plajda haşlanmasaydım, yakışıklılık verseydin de havamı atsaydım” diye aklımdan geçirdim. Daha sonra bu asistanın Mesut Parlak olduğunu öğrendim. Günler içinde Altan İplikçi Ağabey’in de ders ve pratiklerde sınıfın tek kızıl saçlısı ve çillisi olduğum için bana sempatik davrandığını gözlemledim. Ders başlangıç ve sonlarında merhabalaşır olduk. Bu merhabalaşmada kısa sürede Mesut Ağabey de yer aldı. Patolojinin erkek asistanları öğle yemeğine bazen Profesörler Evi’ne gidiyorlar, onların dönüşlerinde biz de temel bilim derslerinden çıkıyoruz. Karşılaşıyoruz, selamlaşıyoruz, onlara “Afiyet olsun” diyoruz. Bazen ayaküstü kısa konuşmalarımız oluyor. İşte Mesut Parlakla samimiyet ve dostluğumuz bu şekilde başladı ve ilerledi. Yıl 1968 Mayıs ayı, Nisan ayında appandist ameliyatı olmuştum, günler sonra yaramda apse gelişti. Akşam bu nedenle 1. Cerrahi Kliniği’ne gittim, asistan odasına çıktığımda Mesut Ağabey’i de orada gördüm, nöbetçiymiş. Birkaç gün önce bitimine dört ay kadar kalmış olan Patoloji asistanlığını bırakıp Cerrahi asistanlığına geçmiş. İki yıl sekiz ay emek verdiği patolojiyi uzmanlığını almadan bıraktığı için üzülmüştüm, zira o zamanlar bir cerrahın patolog da olması çok büyük bir avantajdı aklımca. Sevindim, hem de volonter olarak beklemeden sene veya seneler kaybetmeden kadrolu olarak cerrahi asistanlığına başladığı için. Ayrıca ben de kırk gün kadar sonra mezun olup büyük olasılıkla volonter asistan olarak cerrahiye başlayacaktım; bir yıl öncesinden stajyerlik zamanından, diğer cerrahi asistanlarını, başasistanlarını zaten tanıyordum, benden kıdemli huyunu suyunu bildiğim, sevdiğim ve tanıdığım bir kişi olacaktı. 1968 yılının 27 Haziran tarihinde mezun olup aynı gün volonter asistan olarak cerrahiye başladım kırkyedi yıl önce başlayan tanışıklığımız kırkdört yıldan beri büyük bir dostluğa dönüştü. Bir zamanlar, idari görevler almadan önce, o kadar birlikteydik ki, öğrenciler bize ayrı yumurta ikizi derlerdi. O benim Mesut Ağabeyimdir, bende onun Hamdi kardaşı. Birbirimizi hisseder, anlarız. Bu kadar yıldan beri aramızda bir defa olsun sert bir söz geçmemiştir, bir kırgınlık saygısızlık olmamıştır, hani yüksek bir sesle dahi birbirimize hitap etmemişizdir. 9 Asistanlık yaşamımızda hep alt ve üst olduk. Kuyruk asistanı (volonter) iken acil nöbeti tuttuğumuzda kuyruk üstleri ve daha kıdemliler akşamları yemekhanede toplanır, Mesut Ağabey güzel sesiyle günün moda şarkılarını söyler, Kara Gazi (Gazi Pasvanoğlu) ona masada tempo tutarak eşlik ederdi. O günlerde en beğenilen sanatçı Yaşar Özeldi. Mesut Ağabey ondan çok daha güzel söylerdi. Ne yazık ki kuyruk asistanı olmam nedeniyle bu konserlerin pek azını dinleyebilirdim. Denk düşer de, normal nöbetlerde nöbetlerimiz beraber olursa onu dinlemekten büyük keyif alırdım. Bazı doçentlik kutlama yemeklerinde Nihat Gürkan Ağabeyimizin ısrarıyla sahneye çıkar, saçı az olan Nihat Ağabey için içinde saç kelimesi geçen ( yar saçların lüle lüle, perişan saçların, saçlarına ak düşmüş v.b ) şarkıları jest ve mimiklerle söyleyerek ona sataşırdı. Nihat Ağabey kıpkırmızı olur, yanında kim varsa onu kendine siper eder, “namıssız”, ulan Mesut yine yaptın yapacağını derdi. Sahneyi de değme profesyonel sanatçılardan iyi doldururdu. Hepimiz söylerdik “Sen sahnede çok iş yaparsın “diye. “Sahneye çıkmam, çıkarsam babam beni evlatlıktan reddeder” derdi. Malatya’daki çevresinden de şarkı söylemesi için ısrarlar varmış. Bu ısrarlar babasına kadar gitmiş. Babası Ahmet Amca, bir gün Mesut Ağabeyi yanına oturtup “Bak oğlum ben seni İstanbul’a şarkıcı olasın diye göndermedim, doktor olasın diye gönderdim, öyle bir halt yersen evlatlıktan reddederim seni” demiş. Mesut Ağabey’in babası Ahmet Amca ve Ömer Ağabey’i hoş sohbet, anlatacağı her konunun sonunu bir fıkra ile vurgulayabilen insanlardı. Onları adeta nefes almadan dinlerdim. Mesut Ağabey de o ailede ve ortamda yetişmiş. O da sohbet yeteneğini onlardan almış. Gerektiğinde İstanbul şivesiyle, gerektiğinde doğu şiveleriyle otantik veya genel fıkralarla konuşmalarını süsler, çok kısa sürede ilgi odağı olur ve kişilerle çok kısa sürede samimiyet ve dostluk kurar. Gerçekten çok geniş bir fıkra kültürü vardır. Asistanlığımızın ikinci veya üçüncü yılında ikinci Cerrahi Kliniği’nden Yılmaz Beğenal ile karşılıklı otururlar, biz de çevrelerinde, en yeni fıkraları “Ben bilirim, sen bilmezsin” diye beş lirasına iddiaya girerlerdi. Çoğunlukla birinin bildiğini diğeri de bilirdi. Öğrendiği bir fıkrayı çok kişiye anlatır, kendine özgü değiştirmeler veya ilaveler yaparak fıkrayı daha rafine bir hale getirir. 10 Mesut ağabey hazır cevaptır. Sataşana en akla gelmeyecek şekilde anında karşılık verir. Lafın altında kalmaz. Bazen de samimi olduğu kişileri lafla veya bir hareketle kendine sataşmaya zorlar. Doçent olduğumuz gündü. Aynı tarafta olan odalarımıza doğru birlikte birkaç kişi yürüyoruz.. O sırada kliniğin radyoloğu Dr. Alptekin Peker ile karşılaştık. Alptekin ortalıkta dolaşma, işinin başına dön dedi. Alptekin Ağabey mosmor kesildi, gözleri şimşek şimşek , bir dakika kadar geçti, ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemedi. Sonra birden gevşedi. “Doçent mi oldu ulan bu?” Bastık kahkahayı. Yine bir gün müebbet doçentlik zamanında eski ikinci Cerrahi binasında sabah saat sekiz, ana kapıdan odalarımıza doğru yürüyoruz, beyaz takımlar üzerimizde, biraz yıpranmış, Dr. Demir Budak’ın odasının hizasına geldik, kapı on santimetre kadar aralık. “Dur şu Demir’e bir bakalım”, dedi. “Ben gelmeyeceğim , işlerim var ” dedim. Yavaş adımlarla odama doğru iki üç adım attım. Kapı hizasını geçtiğim zaman içeride düzgün kıyafetli iki kadın misafirin oturduğunu gördüm. Mesut Ağabey kapıyı tıkladıktan sonra biraz açıp başını aralıktan içeriye soktu, yabancıları görünce bedeni içeri girmeye isteksiz “Bir emriniz var mı Efendim?” diye sordu. Demir’in havalı ifadeyle “ Evladım şu pantolonumu ütület de getir” dediğini duyduk. Mesut Ağabey hemen “Hangisini Efendim arkadan fermuarlı olanı mı?” diye sorunca kadınlardan bir kahkaha tufanı koptu. Demir mosmor. O günlerde gazetelerde Zeki Müren’in arkadan fermuarlı pantolonunun dedikodusu vardı. Mesut Ağabey’in renkli kişiliği nedeniyle çok geniş bir çevresi vardı. Daha asistanlığımızın ilk yıllarında Malatya ve Elazığ’dan İstanbul’a gelenlerin büyük çoğunluğu ona uğrardı. İş bulamayanların iş bulmalarına yardımcı olur, otobüs bileti bulamayanların bilet bulmalarına sağlar, İstanbul’a iş bulmak için gelip de bulamayanların veya işsiz kalanların geri dönüş biletlerini alır, onları memleketlerine geri gönderirdi. Başta hocaların, asistanların emniyette, pasaportta, gümrükte işlerini bir telefonla 11 hallediverirdi. Sonraki yıllarda da bu artan bir şekilde devam etti. Kliniğimizin maddi imkansızlıklar nedeniyle eskiyen hasta karyolası, yatak, sedye, yatak takımlarını yardımsever dostlarını seferber ederek temin eder, dökülen duvar sıvalarını ve boyalarını onartırdı. 1980 ile 1988 yılları arasında Yönetim Kurulu üyeliği, 1991’den itibaren de senatör olarak görev yaptı. Fakülte ve Üniversite yönetiminde deneyim sahibi oldu. Bu deneyimlerini uygulayabilmek için 1996’ da dekanlık seçimine girdi ve en yüksek oyu alarak dekan atandı. Bu dönemde bazı işleri gerçekleştirmek için dekanlığın yetmediğini daha üst göreve gelmek gerektiğini düşündü. 1997 yılı sonunda yapılan rektörlük seçimi aday adaylığında en yüksek oyu alamadı. Yeni seçilen rektörle seçim döneminde yaptığı eleştiriler nedeniyle sorunlar yaşadı ve üç ay kadar sonra dekanlıktan istifa etmek durumunda kaldı. 2003 yılı sonunda yapılan rektörlük aday adaylığı seçiminde en yüksek oyu aldı ve 2004 Ocak ayında rektör atandı. Rektörlüğü zamanında çeşitli fakültelerde ve kliniklerde birikmiş olan donanım eksikliklerinin önemli bir bölümünü kaynak ayırarak büyük ölçüde giderdi. Tıp Fakülteleri’nin Olimpiyat stadı yakınına taşınması için büyük çaba gösterdi. Tek başına karar verebilecekken demokrasiye inandığı için bunu öğretim üyelerinin oyuna sundu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bilmiyorum ama İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğretim üyelerinin % 97’ si bu çabasını desteklemedi. Anayasa ile ilgili yaptığı eleştirel konuşma nedeniyle hükümet de taşınma için desteğini çekti. İdari makama gelenler bir kısım problemleri çözerek bir kesimin desteğini ve hoşnutluğunu alabildikleri gibi, tüm problemlerin çözümünü bekleyen, bunun mümkün olduğunu zanneden kesimin tenkitlerini ve hoşnutsuzluğunu da alır. Mesut Ağabey de aldı. Mesut Ağabey rektör olunca da yetkilerinin bir yere kadar olduğunu bir kısım problemleri çözebilmek için yasal düzenlemelerin gerektiğini gördü. Elbette, bu düzenlemeler bir rektörün yetkilerinin sınırlarını aşar. Kendisinin 44 yıllık yakın bir dostu, arkadaşı ve artık emekli bir öğretim üyesi olarak üniversitemize yapabildikleri için teşekkürlerimi sunuyorum, yapamadıklarını da yeni idareciler yapsın. İyilikler diliyorum. Prof. Dr. Hamdi Güngel 12 Mesut Ağabey; Çapa’nın (eski) 1. Cerrahi Kliniği samimi ortamı, hoca-asistan, ağabey-kardeş ilişkilerinin kuvvetli olduğu 80 yataklı, tek kattan oluşan bir servis idi. Üst katta hocaların odası bulunurdu. Şinasi Hakkı Arel Hoca, Süleyman Dirvana Hoca, Orhan Şaşmaz Hoca ve Mustafa Pekin Hoca kıdemliler grubunu oluşturuyordu. Muzaffer Cev, Kaya Çilingiroğlu, Metin Ünal, Yusuf Gökşen ve Fikri Alican genç hocalarımız idi. Klinikte, Doğan Sarıbeyoğlu, Ayhan Kızıl, Nihat Gürkan ve Mesut Parlak başasistanlarımız idi. Daha sonraları Doğan Ağabey üniversiteden ayrıldı. Ayhan Kızıl Hoca Bursa Tıp Fakültesi’ne geçti. Klinikte Nihat Gürkan ve Mesut Ağabey ile kaldık. Mesut Ağabey, kelimenin tam anlamı ile ağabeyimiz oldu. Öğrettikleri, öğrendiklerimiz, yediğimiz fırçalar, sildiğimiz tüfeklerle yetişmemizde en büyük katkısı olan kişilerden birisi oldu. On dört yerinden bıçaklanmış bir hastayı ameliyatta kaybedince Başasistan Nihat Gürkan başta Mesut Abi olmak üzere hepimizi fırçaladı ve baştan aşağı güzelce giydirdi sonrada aforoz etti. Üç ay uğraştıktan sonra dillere destan tuşe eldiveni + vazelin görseli ile Mesut Abi, Nihat Gürkan’ın hepimizi affetmesini sağladı. Ameliyattaki hatamızdan sonra kendimizi affettirmek için Nihat Ağabeye yaptığı eldiven vazelin girişimini hatırladıkça hala gülerim. Keza bir nöbette hemşire görevlisi olarak çalışan bir stajyerin, şikâyeti olan bir hastayı terslemesi üzerine attığı fırçayı da unutmam mümkün değil… Tüm bunların yanında… İnsanlığı ve insan sevgisini de ondan öğrendik diyebilirim. Hasta için üzülmeyi, hasta ile beraber acıyı yaşamayı da ondan öğrendik. Kendisi Malatyalı olup askeri tıp kökenlidir. Cerrahi ihtisası öncesi patoloji ihtisasına başlamış, cerrahiye geçmesi üzerine yarım bırakmıştır. Patoloji derslerinde fidan gibi fiziği ve bembeyaz klinik kıyafeti ile hocaya yardım etmesi, başta kız arkadaşlarımız olmak üzere hepimizi kendisine hayran ettirirdi. Usta bir cerrah oluşunun yanında patolojik tanımlamaları nedeniyle becerisi de üst düzeye çıkardı. Dekanlığı dönemince Fakülte’nin bilgi ve yerleşim yönünden ilerlemesi için oldukça fazla çaba harcadı. 13 Rektörlük seçimini önde bitirince YÖK’ün ve bilahare Cumhurbaşkanı’nın vereceği kararın sonucunu hep birlikte heyecanla bekledik. Nihayet bir akşamüstü sonuç açıklandı ve Mesut Abi İstanbul Üniversitesi Rektörü oldu. Hayatımdaki en sevindiğim anlardan biridir. Rektörlük devir-teslim törenine (yalnız gitmeye kalkınca karşı gelerek) sabah erkenden birlikte gittik ve vekil Rektör’den görevi teslim aldı ve üniversite yaşamının son dört yılına başlamış oldu. İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu’nda 4 yıl beraber görev yaptık. İstanbul Üniversitesi merkez binasının bahçesine gayet güzel bir peyzaj ile kalıcı bir hatıra bıraktı. Üniversitenin birçok kurumla yakın bağlantılar kurmasını sağladı. Avcılar Kampusunu yaşanır bir hale getirdi. Metrobüsün Avcılar’a kadar gelmesinde büyük emeği vardır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine yeni bir kampus yapmak için büyük uğraş verdi ama öğretim üyelerinin kabul etmemeleri nedeniyle bu çabası sonuçsuz kaldı. Buna çok üzülmüştü. Başı hep dik kaldı. Tanrı’dan başka hiç kimsenin önünde eğilmedi. Hep Mesut Ağabey olarak kaldı. Mesut Ağabeyimiz oldu. Elimize bisturi verdi. Cerrahiyi öğretti. Lokmayı paylaşmanın erdemini gösterdi. Kelimelere sığmayacak insandır. Gönlüne tüm insanlığı ve insan sevgisini sığdırdı. O’nun kardeşi olabilmek bizim için onurdur. Malatya’nın plakasına en iyi örnek insan. 4 çarpı 4’lük (44) Mesut Ağabey anlatılmaz yaşanır. Ben onu doya doya yaşadığım için kendimi çok mutlu addediyorum. Her şey için, ‘’Sağol’’ Mesut Ağabey. Hakkını helal et bizlere… Bahtın açık olsun. Uzun ve sıhhatli ömürler diliyorum. Prof. Dr. C. Uluğ Eldegez Önce başasistanımız sonra hocamız daha sonra dekanımız nihayetinde de rektörümüz oldu Mesut Parlak. Ama bu aşamaların tümünde Abimiz olmayı sürdürdü. Renkli, espri yüklü bir kişiliği, kıvrak bir zekası vardı. Ağzı iyi laf yapardı. Sanırım bu özellikleri dekan ve rektör seçilmesinde önemli rol oynamıştı. Ben 1. Cerrahi diğer adıyla Eksperimental Cerrahi kliniğine asistan olarak başladığımda en kıdemli başasistandı. O zamanki I. Cerrahi Kliniği’nin servisi şimdiki Acil Cerrahi binasının 2. Katıydı. Giriş katı ve 1. Katta Kulak Burun Boğaz Kliniği bulunuyordu. Poliklinik, laboratuar, röntgen ve kütüphanemiz bodrum katındaydı. Süleyman Dirvana’nın direktör olduğu, askeri disiplinin hüküm sürdüğü bu klinikte başhemşire durmuyordu. Son başhemşirenin neden ayrıldığını şöyle anlatıyorlardı. Mustafa Pekin Hoca bir hastasına pansuman yaparken trommelden aldığı bir petin düzgün olmadığını görünce başhemşirenin ayaklarına doğru fırlatmış. “al bunu regl zamanında kullanırsın” diyerek. Ertesi gün başhemşire ayrılmış. Çözümü en kıdemli başasistanın, başhemşire görevini de üstlenmesinde bulmuşlar. Sonuçta Mesut Parlak Başhemşirelikte yapıyordu. Bu sıralarda bir gün Dirvana, Mesut Abiyi odasına çağırtıyor. “Monşer diyor geceleri bodrum katında muamele yapıyorlarmış”, Mesut abi kıvrak zekasıyla hemen yanıtlıyor. “hocam evraklımı, evraksız mı?” hoca bir elinin avuç içini yumruk yaptığı diğer eline vurarak, “ne evraklısı, evraksızı basbayağı muamele monşer” diyor. 1977 yazıydı sanıyorum, Güzinle yeni evliydik. Bizi Silivri yakınlarındaki yazlığına davet etmişti. Bir cumartesi sabahtan yola çıkıp gitmiştik. Akşam yemeğe oturup Nezihe Ablanın lezzetli yemekleri yiyip, rakı içmiştik. Sonunda biz artık kalkalım dedim. “Yok kardeş” dedi. “Gelirken kendi isteğinle gelirsin ama ben izin verdiğim zaman gidersin”. O gece kaldık, ertesi gün öğleden sonra ayrılabildik. Yeni doçent olduğu 1979 yılıydı. Sınavı geçtikten sonraki günlerde, kapıda karşılaşmış koridorda yürüyorduk, Ünal Değerliyle karşılaştık, yıllardır abi dediği Ünal Hocaya şöyle bir baktı. “Ünal canım nasılsın?” Ünal Abi hayretler içinde “Bana bak Mesut alkollümüsün” dedi. Doçentliği, YÖK’ün profesörlük için getirdiği rotasyon gereksinimi nedeniyle uzun sürmüştü. Ben doçent olduğumda Mesut Abi halâ doçentti. Bir gün hastane bahçesinde yürürken bir otomobil ısrarla üzerime doğru geldi, kenara çekildim, durdu, cam açıldı baktım Mesut Abi “Bana bak Mesut hareketlerine dikkat et, sende doçentsin bende doçentim” güldü “ben bu lafı hak ettim aslında“ dedi. 14 Geniş bir çevresi vardı, odası hiç boş kalmazdı, bu odada en çok oturanlardan biride bendim. Bir gün odaya İbrahim Tatlıses gelmişti, ben ve Metin Özgür hocada odadaydık. Mesut Abi Tatlıses’e dönerek “İbo senin durumunla bu Nuri Sesigüzel’in durumu nedir? Tatlıses “sonsuz saygı duyarım hocamdır ama ben onu geçtim dedi” Mesut Abi “Metin Abiyle benim durumda aynı, o da benim hocam ama bende onu geçtim” diye yanıtladı. Akşam üstleri hastaneden çıktıktan sonra çoğunluğu Malatyalı olan işadamı dostlarının bürolarına uğradığını anlatırdı. Böyle bir ziyarette dostu ikramda bulunmak istemiş. - Hocam çay, kahve, soğuk bir şey ne emredersiniz. - Bugün çok içtim almayayım. - Hocam bir kebap söyleyelim. - Tokum Dostu etrafına bakınmış, cep telefonlarının söz konusu olmadığı o yıllarda masadaki telefonu alıp yanına koymuş. - Hocam bari Malatya’ya birkaç telefon et. 30 yılı aşkın süre birlikte çalıştık, dekanlığı ve rektörlüğü sırasında da ilişkimiz kesintiye uğramadı. Dekanlığa ataması yapılınca benim odaya gelmişti. “Selçuk senden gelinimi istiyorum” “abi dedim ben ne diyeyim bunu Güzin’e sormak gerek” “O halde beraber gidelim” gittik Güzin’le konuştu ve Güzin dekan yardımcılığını kabul etti. Kızım İpek öğrenciyken arada bir cüzdanından 1 Dolar çıkartır, “bunu İpeğe ver” derdi. İpek Güzel Sanatlar Fakültesini bitirip, İ.Ü. İletişim Fakültesi Sinema-Televizyon dalında master’ını yaparken Mesut Abi rektördü. Fakülte dekanının direnmesine aldırış etmemiş İpek’e bir kadro vermişti. İpek annesinin yönlendirmesiyle güzel bir cüzdan almış, paketletmeden önce içine 1 Dolar koymuştu. Rektörlüğe beraber gittik. Mesut Abi toplantıdaydı. İpek bir not yazdı ve pakete iliştirdi. “Rektör Amca borçlarımı ödemeye başlıyorum.”Aldığında çok duygulanmış, İpeği ve beni ayrı ayrı arayıp teşekkür etmişti. 30 yılı aşkın süre beraber çalıştık. Emekli olduktan sonra da sık sık telefonlaşır seyrekte olsa buluşuruz. Kendi deyişiyle üzerimizde emeği çoktur. Sevgili Mesut Abiye, Nezihe Ablaya çocukları ve torunları ile birlikte nice mutlu sağlıklı yıllar diliyorum. Prof. Dr. Selçuk Özarmağan 15