HF119 - Hayatım Futbol

Transkript

HF119 - Hayatım Futbol
2
8ŞUBAT2
01
4-SAYI
1
1
9
Ev
i
nde
ki
Canav
ar
Süpe
rL
i
g
’
dede
pl
as
manda
k
az
anmakbüy
ükol
ay
!
Bi
t
me
y
e
n
Fut
bol
T
ut
kus
u
Y
e
ş
i
l
s
ahadanay
r
ı
k
al
amay
anl
ar
ı
nhi
k
ay
e
s
i
Kut
s
al
Ce
z
a
Üç
l
e
me
s
i
Kı
r
mı
z
ı
k
ar
t
,
pe
nal
t
ı
v
e
me
nt
e
k
r
art
ar
t
ı
ş
ı
l
ı
y
or
Yayın Koordinatörü
Mesut için her şey tersine döndü
İlker Yılmaz
Arsenal taraftarları için sezon öyle güzel başlamıştı ki… Mesut Özil’in
gelişi Kuzey Londra’daki “yıldız” ihtiyacına karşılık vermiş takım da
uzun yıllar sonra Premier League’de zirveye konuşlanmıştı. Özil sahada
harikalar yaratıyordu. Yaptığı asistler, takıma kazandırdığı kimlik kısa
sürede onu Ada’da bir fenomen haline getirdi. Ancak rüzgâr bir anda
tersine döndü. Mesut’un önce büyük maçlardaki etkisiz oyunu, ardından
da Şampiyonlar Ligi’nde Bayern Münih karşısında penaltı kaçırması
Ada’da onu eleştirilerin hedefi yaptı. Eylül’den bu yana her fırsatta ona
methiyeler dizen İngiliz basını bir anda Mesut’u yerden yere vurmaya
kendisi için ödenen 50 milyon euroyu irdelemeye başladı. Biz de
Hayatım Futbol’un 119. sayısında bu konuyu masaya yatırdık. “Mesut
Özil’e ne oldu? Nasıl bu noktalara geldi?” sorularına yanıtlar aradık.
Ayrıca Arsenal-Bayern Münih maçında Szczesny’nin Arjen Robben’i
düşürmesinden sonra bu tip pozisyonlar için “penaltı ve kırmızı kart”
cezasının ağır olup olmadığını irdeledik.
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Egemen Yıldırım
Güner Çalış
Halil İbrahim Çelik
Oğuzhan Oğuz
Rıdvan Erdem
Salih Demirci
Uğur Karakullukçu
Bu sayıda Süper Lig’de bu sezon ev sahibi takımların inanılmaz
yükselişini ve değişen futbol dünyasında beklerin yeni rolünü de
bulabilirsiniz. Bunun yanında emekliye ayrıldıktan sonra futbol topuna
olan özlemini bastıramayıp yeşil sahalara dönen tanıdık yüzleri de
sayfalarımıza taşıdık. Unutmadan EURO 2016 elemelerinde kuralar
çekildi. Fikstürümüz ve rakiplerimiz de 119. sayıda sizlerle…
Keyifli Okumalar
Cantürk Temelli
[email protected]
[email protected]
#119 BU SAYIDA
Mesut Özil Özel
Arsenal Mesut’u Kabullenemedi
Mesut’a Ne Oldu?
Özil Çılgınlığı Bitti Mi?
Evindeki Canavar
Süper Lig’de deplasmanda kazanmak büyük olay
Neville’den Alves’e
Yeni nesil bekler artık eskilerine göre takımda daha önemli
%100 Kâr Getiren Adam
Thuavin sadece 1,5 senede değerini katladıkça katladı
Bitmeyen Futbol Tutkusu
Futbolu bırakan ama ayrı kalamayıp geri dönenlerin hikayesi
Kutsal Ceza Üçlemesi
Kırmızı kart, penaltı ve men tekrar tartışılıyor
Spor Hukuku
Yargıtay’ın kararları onamasının ardından ne olacak
HF119
SOĞUK KURA
EURO 2016 yolunda rakiplerimiz
belli oldu. Hollanda-Çek
Cumhuriyeti, İzlanda, Letonya
ve Kazakistan’la eşleştiğimiz A
Grubu için teknik direktör Fatih
Terim “Tüm soğuk ülkeleri çektik”
yorumunu yapsa da değişen statü
sebebiyle işimiz bu sefer çok da
zor değil
EURO 2016 maceramız başlıyor
EURO 2016 için geri sayım başladı. 2016 yazında
Fransa’da düzenlenecek olan şampiyonın eleme
grupları için kuralar geçtiğimiz hafta içerisinde
çekildi. Buna göre Türkiye, Hollanda-Çek
Cumhuriyeti, İzlanda, Letonya ve Kazakistan’ın yer
aldığı A Grubu’nda mücadele edecek. Fatih Terim
kurayı “Tüm soğuk ülkeleri çektik” diye yorumlasa
da işimiz önceki elemelere oranla daha kolay
sayılabilir. Çünkü turnuvada mücadele edecek
takım sayısının 16’dan 24’e yükselmesi sebebiyle
elemelerde de önemli değişiklikler oldu. Yeni
statüye göre dokuz grupta ilk iki sırayı alan ülkeler
ve en iyi üçüncü bir takım direkt olarak Fransa
biletini alacak. Kalan sekiz grup üçüncüsü de
play-off oynayacak.
A GRUBU
HollandaLetonya
Kazakistan
Çek Cum.
İzlanda
TÜRKİYE
İŞTE FİKSTÜRÜMÜZ
9 Eylül 2014: İzlanda - Türkiye
10 Ekim 2014: Türkiye - Çek Cumhuriyeti
13 Ekim 2014: Letonya - Türkiye
16 Kasım 2014: Türkiye - Kazakistan
28 Mart 2015: Hollanda - Türkiye
12 Haziran 2015: Kazakistan - Türkiye
3 Eylül 2015: Türkiye - Letonya
6 Eylül 2015: Türkiye - Hollanda
10 Ekim 2015: Çek Cumhuriyeti - Türkiye
13 Ekim 2015: Türkiye - İzlanda
Fatih Terim EURO
2008’e taşıdığı ve
yarı final oynattığı
A Milli Takım’ı bu sefer
Fransa’ya götürmek
için yola çıktı.
B GRUBU
Bosna Hersek Galler
Andorraİsrail
Kıbrıs Rum Kesimi Belçika
F GRUBU
Yunanistan
Finlandiya
Faroe Adaları
Romanya
Kuzey İrlanda
Macaristan
C GRUBU
İspanyaBelarus
Lüksemburg
Slovakya
Makedonya Ukrayna
G GRUBU
Rusya
Karadağ
Lichtenstein
Avusturya
Moldova
İsveç
D GRUBU
Almanyaİskoçya
Cebelitarık
Polonya
Gürcistan
İrlanda Cum.
H GRUBU
İtalya Bulgaristan
Malta
Norveç
Azerbaycan Hırvatistan
E GRUBU
İngiltere
Estonya
San Marino
Slovenya
Litvanya İsviçre
I GRUBU
Portekiz
Sırbistan
Arnavutluk Ermenistan
Danimarka
Elemelerde statü
Şampiyonada statü
Sekiz grupta 6, bir grupta da 5 takımın
mücadele edeceği elemelerde, gruplarında
ilk iki sırayı alan takımlar doğrudan Fransa
biletini cebine koyacak. Ayrıca 9 grubun en iyi
üçüncüsü de turnuvaya direkt katılım hakkı
elde edecek. Kalan sekiz üçüncü de play-off
oynayacak.
16 takımdan 24 takıma yükseltilen Avrupa
Şampiyonası’nda grup sayısı da artırıldı.
Turnuvada 4’er takımdan 6 grup yer alacak.
Gruplarını ilk iki sırada bitiren ülkeler bir üst
tura yükselirken, 6 grup üçüncüsünden en iyi
4 üçüncü takım da son 16 turu biletini cebine
koyacak.
Mesut Özil Özel
Salih Demirci
HF119
ARSENAL MESUT’U
KABULLENEMEDİ
Büyük umutlar geride kaldı, 42 milyon sternlinlik
transfer Mesut Özil artık sorgulanıyor
Arsenal, evinde Sunderland’i ağırlarken Mesut Özil
ilk kez maç kadrosunun dışında kaldı. Lige 4-1’lik
galibiyetle geri dönüş, bu sezonu da kaybetmemek
her şeyden önemli olsa da Mesut için artık alarm
verilmiş durumda. Gerçi onu kollamayı görev
edinen hocası Arsene Wenger darbeye bağlı bir
problemi olduğunu açıkladığı oyuncusunun bu
yüzden maç kadrosunda olmadığını söylese de
hafta içi bir çeşit travma yaşayan Mesut Özil’in bu
araya kesinlikle ihtiyacı vardı.
Bayern’e karşı 2-0 kaybedilen maçın ardından
Arsene Wenger, İtalyan hakem Niccola Rizzoli’yi
suçlarken aklında mutlaka bundan fazlası
vardı. Bir fırtına ile başladıkları maçta önce
Yaya Sanogo ile net bir pozisyon yakalamış ve
Neuer’e takılmışlardı. Sonra bir başkası derken
baş döndürücü tempo konuk Bayern’i tek ayak
üzerinde bıraktı. Ev sahibinin arzu ettiği şey gerçek
olmuştu, son iki sezonun Şampiyonlar Ligi finalisti
ve kupanın son sahibine karşı kartları eline almak
için Arsenal’e bir vurucu darbe gerekiyordu.
Virtüöz sahnede ama başı önde
Mesut Özil önce penaltıyı kazandı, sonra da
topun başına geçti. Henüz 8. dakika geçilirken
çok şey olmuştu ve şimdi, ilkokul arkadaşları karşı
karşıyaydı. Sokakta birlikte, ardından Schalke’de
birlikte geçen günlerden sonra bir yeni karar
anı yaşanıyordu. Manuel Neuer maç sonunda,
“Mesut’un nasıl penaltı attığını biliyorum. Hangi
köşeye vuracağına karar vermeden önce uzun
süre bekliyor ama tabii ki herhangi bir köşeyi
seçebilirdi.” diyecekti, çünkü Mesut’un çok kötü
vurduğu topu çıkarmıştı.
Maçı ters yüz eden, aslında 37. dakikada Bayern’in
kazandığı penaltıyla birlikte Arsenal kalecisi
Szczesny’nin oyundan atılması değil Mesut’un
kaçırdığı penaltı olabilir. Sonucu bu pozisyona
odaklıyor gibi görünse de Arsene Wenger de bu
fikre yakın duruyor, zira her daim oyuncularını
koruduğunu bildiğimiz Fransız teknik adam bu kez
biraz daha açık konuştu:
Bayern karşısında
kaçırdığı penaltıyla
önemli bir avantajı
harcayan Mesut,
pozisyon sonrası
böyle üzülmüştü.
“[Mesut] Özil’in yüzü düştü, kaçırdığı penaltıdan
epey etkilendi. Bu akşam çok şey yapmak istiyordu
ama bu durum onu kötü etkiledi. Pozisyondan
beş on dakika sonra bile hala kafasını sağa sola
sallayıp duruyordu. Bu da onun performansına
büyük darbe vurdu. Kendine güven takım içindeki
petroldür, size oynama iştahı verir. Ama [Mesut]
Özil oldukça kötü etkilendi.”
Sadece Wenger farkında
Anlaşılan Wenger başından beri farkındaydı.
Maçı değiştirecek kaliteye sahip olan ve buna
da çok yaklaşan Mesut’un 8. dakikadan sonra
sıradanlaştığını biliyordu. Fakat fazladan bir
şey daha biliyordu, aynı Mesut Özil oynadığı
10 maçta yalnızca 1 asist yapmıştı. Dün akşam
yeniden kendini ispat için sahadaydı ve karşısında
Avrupa’nın en iyi takımı vardı. Futbolcuların
çoğuyla arkadaş olduğu, herkesin izlediği bu maç
çok iyi bir fırsattı ve istediği şansı da yakalamıştı.
Mesut kaçırdığı penaltı sonrası elinden geleni
yapmaya çalışsa da mental anlamda sahada yoktu.
Bu maç ile birlikte yeniden çıkışa geçebilir, takımı
da yukarı çekebilirdi. Arsenal’in de bu maçı almak
için ona ihtiyacı vardı ve her şeye rağmen sahada
kaldı.
Hocası onu sahada tutarken, Bayern ve Mesut’un
takım arkadaşları Wenger kadar müsamahakar
değildi. Rafinha’yı sağa sokup Lahm’ı da oraya
yaklaştıran Pep Guardiola, 10 kişi kaldıktan ve
Kieran Gibbs sakatlandıktan sonra Monreal ile
Mesut tarafından savunulan Arsenal solunu, Arjen
Robben’i besleyerek çökertti. Bunun Mesut’a
karşılığı, bir pozisyonda Robben’i kovalamadığı için
Mathieu Flamini’den yediği sert fırça olarak döndü.
Daha önce de ağır Manchester City yenilgisi
sonrası takımın kaptanı Per Mertesacker
tarafından azarlanan Mesut Özil’in bu tür
durumlara pek aldırmadığı biliniyor. Tribünlerden
tepki görse de reaksiyon göstermeyebilir. Oysa
önemli olan bu değil, aslolan Mesut Özil’in
İngiltere’deki ilk sezonunda kendisinden çok şey
bekleyen Arsenal’e vereceği katkı.
pası Philippe Coutinho’ya teslim etmişti. Her iki
pozisyonun sonrası da iki pasla Arsenal kalesine
gol olmuştu. Tüm bunları göz önüne alarak
Mesut’u yorumlayan vatandaşı Michael Ballack,
çarpıcı tespitleri ile gerçeği söylüyor olabilir:
“Buraya [İngiltere] geldiğinde sahip olduğu
kaliteyle birlikte kendisinden çok büyük beklentiler
vardı. Ama görünen o ki takım onu içine kabul
edemedi. [Mesut] Özil kendine güvensiz
görünüyor, sahada onun kalitesinde bir oyuncuya
yakışmayan şeyler gösteriyor. Ağır kalıyor, topla
birlikte hantal. Belki çok daha fazlasını yapmak
istiyor ama yapamıyor.”
Kendisi de Premier League’deki ilk sezonunda
çeşitli sıkıntılar yaşayan eski Chelsea ve Bayern
oyuncusu Ballack, çözüm olarak Mesut’a biraz
müsamaha gösterilmesini öneriyor. Fakat bunu
yapan tek kişi, şu sıralar Arsene Wenger gibi
görünüyor ama anlaşılan o ki Arsenal’e yetmiyor.
Mesut Özil sert düşüşte
Yalnızca en iyi ve en uygun oyunculara para
harcamak yönünde ve çokça tepki çeken bir
transfer politikasına sahip olan Arsene Wenger
onca oyuncu içinden Mesut Özil’i seçti ve ona
yatırım yaptı. Başlarda da karşılığını aldı; yeni yıldız
goller attı, asistler yaptı. Fakat onun yaptığı etki,
kendi cisminden ve performansından çok takımın
diğer oyuncularında görülen motivasyon, güven
ve iştah artışı olarak Arsenal’e yansıdı. Şimdilerde
ise sezonun yıldızı Aaron Ramsey yok, üst üste
zorlu maçlar kötü geçiyor. Bunların sonucunda eski
hatıraları anımsayan ve özgüveni zayıflayan takım,
sezonu kaybetme korkusuyla acı çekiyor.
Vücut dili uzun süredir kötü sinyaller veren Mesut,
5-1’lik ağır Liverpool yenilgisinde de oyunun
akışında gerçekleşen iki golün başlangıcında
rol almıştı. Birinde Jordan Henderson’a karşı
ayakta kalamamış, diğerinde ise basit bir yan
Mesut topu penaltıda
Neuer’e nişanlamadan önce…
Güner Çalış
Mesut Özil Özel
HF119
MESUT’A
NE OLDU?
Mesut Özil için İngiltere’de balayı bitti. Bir süredir, ne kadar özel bir oyuncu olduğu
değil, niçin formunun bu kadar düştüğü tartışılıyor ve ağır bir şekilde eleştiriliyor
Mesut Özil’in Premier League’e ayak basışı gerçek
bir sükseye neden olmuştu. Arsenal, senelerdir
askıya aldığı yüksek bonservisli yıldız transferini,
fazlasıyla ikna edici biri isimle gerçekleştiriyordu.
En üst klasmandaki oyuncular arasında, ‘Arsenal
genleri’ne bu kadar oturan bir başkasından söz
edebilmek mümkün değildi. Mesut’un gelişi,
Wenger’in “İlk yıldız transferim, kulübün kaderini
değiştiren adam” dediği Dennis Bergkamp’la
karşılaştırılıyordu. Sadece saha içindeki benzerliği
nedeniyle değil, ama tüm kulübün ‘hava’sını
birkaç kat yükselttiği için böyleydi. ‘Ö fenomeni’,
haftalar geçtikçe daha da büyüdü. Mesut Özil’in
büyüleyici asistleri artık basit birer pas olmaktan
çıkmış, Arsenal’in momentumunu her seferinde
bir kat daha yukarıya çıkaran unutulmaz anlara
yükselmişti. Ama sonra bir şey oldu. Ve aynı
Mesut’un yükselişi gibi, Mesut’un düşüşü de bir
mite dönüştü. En son Bayern karşısında bir penaltı
kaçıran Mesut, 13 maçtır gol atamıyor ve yalnızca
2 asist yapabilmiş durumda. Pek çok fikir ortaya
atılıyor; sahiden, Mesut’a ne olmuş olabilir?
1. Walcott & Ramsey
Düşüncemiz o ki, Mesut Özil’in sahadaki etkisinin
‘hissedilemeyecek’ düzeye gelmesinde en önemli
etken bu iki oyuncunun sakatlığı oldu. Arsenal, çok
yoğun bir maç programına girdiği aralık ayından
beri Walcott ve Ramsey’den yararlanamıyor.
Arsenal’in oyunu, bu ikilinin varlığında çok başka
bir forma bürünebiliyor ve Mesut’un etkisini daha
fazla ‘hissedebilmemiz’ için bu ‘form’a, onlara
ihtiyacımız var.
Karşımızda iki farklı Arsenal var. Birinde dümene
Jack Wilshere geçiyor, diğerindeyse Aaron Ramsey.
Bu iki oyuncunun farklı oyun stilleri, Arsenal’in
hücum setlerine doğrudan etki ediyor. Jack
Wilshere’in Arsenal’i, topu çok daha fazla ayağında
tutuyor. Dar alana sıkıştırıyorlar ve buralarda
yaptıkları muhteşem işlerle gole gidiyorlar.
Ramsey’nin Arsenal’i ise daha direkt. Geniş alanda
oynuyor ve bir anda hızlanıp kusursuz şekilde
bitirebiliyorlar. Arsenal’in bu sezon attığı gollerin
bir kısmı, bu açıdan şaşırtıcı derecede karakteristik
özellikler gösteriyor. Rosicky’nin bu hafta sonu
Sunderland’e attığı bilardo golünü hatırlayın.
Giroud’nun tek dokunuşla son pası verişine kadar,
Wilshere’in Norwich’e attığının karbon kopyasıydı.
Mesut Özil’in de biri kafayla olmak üzere iki gol
attığı bu maç, Ramsey ve Wilshere’in aynı anda
sahada olması durumunda Arsenal’in elindeki çok
farklı opsiyonların ciddi bir göstergesi olmuştu.
Ve yalnız Norwich’e karşı değil, bundan 10 gün
önce Napoli’ye karşı da benzer bir performansı
göstermişti Arsenal. Ramsey’nin sağ kenardan
hızlandığı pozisyonda, Mesut harika bir bitirişle
golü atıyor; maç hızını kesmeden bir gol de
Giroud’ya attırıyordu. Oyunun hızlandığı her an;
hayal edilebilecek en doğru pası atan, o durumdaki
atağı en iyi şekilde yönlendiren Mesut Özil,
sahadaki diğer oyunculardan birkaç kat yukarıya
çıkıyor. Oyunun biraz daha kısa paslarla ince ince
işlenmeye yoğunlaştığı, ‘tiki-taka’ya döndüğü
durumdaysa, Mesut’un etkisini aynı ölçüde
‘hissetmek’ mümkün olmuyor.
Oyunun hızlandığı her an, hayal edilebilecek en
doğru pası atan, o durumdaki atağı en iyi şekilde
yönlendiren Mesut Özil.
2. Bergkamp örneği
Takıma geliş hikayelerinden oyun stillerine,
Dennis Bergkamp ile Mesut Özil arasında sayısız
benzerlik kurulabilir. Bergkamp’ın ne denli kült bir
figür olduğu, bu hafta sonu Emirates Stadı önüne
dikilen heykeli ve ondan birkaç ay önce piyasaya
sürdüğü harika biyografisi sırasında duyduğumuz
hikayelerle şu günlerde bir daha pekişiyor. Lakin
Bergkamp’a dair algımızda hâlâ belli çarpıklıklar
olabilir. Dennis Bergkamp, kariyerinin hiçbir
döneminde 90 dakikanın tamamında ağırlığını
hissettiren bir oyuncu olmamıştı. Tersine, maçın
büyük periyotlarında oyundaki varlığı dahi
unutuluyor gibiydi. Bergkamp’ın kariyeri, daha
ziyade Newcastle’a attığı akıl almaz gol veya
Ayala’yı şaşkına çevirdiği top kontrolü gibi ‘an’larla
dolu. Bergkamp demek, ‘büyüleyici an’lar demekti.
Mesut Özil’in kalitesi, 5 büyük lig içinde en
çok asist yapan oyuncu gibi sayısal verilerle
desteklenmeye çalışılsa da, aslında bu
yeterli değil. Gerçek şu ki, Mesut’un ‘hiçbir
şey yapmadığını’ düşündüğümüz, bir önceki
bölümdeki ifadeyi tekrarlayacak olursak, oyundaki
varlığını ‘hissedemediğimiz’ maçlarda dahi,
Mesut Özil çok önemli bir figür olarak varlığını
sürdürüyor. Mesut’un varlığı, sahadaki her
hareketin daha kusursuz yapılacağının en büyük
garantörü. Oyunun biraz hızlandığı durumlarda,
bu mükemmellik rakip arkadaşına atacağı bir ara
pas şeklinde belirebilir. Ama böyle olmak zorunda
değil. Oyunun daha yavaş aktığında da, basit top
kontrolleri ve koşularla oyunun gidişatına ‘fark
ettirmeden’ etki edebiliyor Mesut Özil. Wenger,
onu oyunun ‘hizmetkar’ı olarak tanımlıyordu.
“Mesut, takıma yepyeni bir teknik kalite, vizyon
ve çok güçlü bir şekilde kollektif oynama arzusu
getirdi. Onun tek bir efendisi var, o da futbol. Oyun
ondan ne talep ediyorsa onu yapıyor; egosu hiçbir
zaman oyunun önüne geçmiyor. Aynı bütün büyük
oyuncularda olduğu gibi...” diyordu Fransız hoca.
Dennis Bergkamp’ın geçtiğimiz aylarda
çıkan biyografisi ‘Stillness and Speed’de,
kariyerinin son dönemlerinde Wenger’le
yaşadığı zıtlaşmaların anlatıldığı bir bölüm yer
alıyor. Artık yaşı epey ilerleyen ve yavaşlayan
Hollandalı, Wenger’in takımında fazla süre
alamamaya başlamış. Kendisini verilerle
savunan hocaya bir gün patlayacağı tutuyor:
“Maçın kaderini değiştirdiğim öldürücü pasım
hangi istatistiğe giriyor?!”
Bergkamp’ın
ilk dönemleri
de oldukça zor
geçmişti!
“Bergkamp
boşa
harcanmış
para”
Mesut Özil’in daha az etkili olduğu dönemler
elbette olacak. Fakat ona yönelttiğimiz eleştiriler,
salt oyundaki devamlılığı veya sayılar üzerinden
gelişiyorsa, bir kez daha düşünmemiz gerekebilir.
3. Vur Giroud’ya!
Şu sıralar saha dışında yaşadıklarıyla gündeme
gelen Olivier Giroud, Arsenal’e dair olumsuz
bir yorum yapılacağı vakit her nedense hep ilk
akla gelen isim oluyor. Bir şeyler ters gitmeye
başladığında, sorunu Giroud’da aramak yerine
başka yerlere bakmalıyız.
Oliver Giroud, hâlihazırda en üst klasmandaki
forvetler arasında değil; belki hiçbir zaman
olmayacak da. Ama onun çok önemli bir görevi
var: takımın geri kalanını ‘oynatıyor’. ‘En’ ayarını
yapan kanat oyuncuları gibi, Arsenal’in ‘boy’unu
ayarlayan bir oyuncu Giroud. Hâlâ zaman zaman
dağılma emareleri gösterse de, gün geçtikçe
daha ‘sağlam’ bir takım olmaya doğru ilerleyen
Arsenal’de, ön alandaki oyuncularla geridekilerin
bağlantısını sağlayan, kollektif yapının dağılmasını
önleyen belki de en kilit oyuncu o. Giroud;
ön alandaki presi başlatıyor, geriden gelen
koşuculara duvar oluyor, gerektiğinde uzun top
opsiyonu hâline geliyor ve dar alanda müthiş tek
pas servisleri yapıyor. En üst düzeydeki forvet
oyuncularının ‘patlayıcılığına’ veya gol tutkusuna
sahip olmayabilir. Ama sırf bu yüzden, onu
haksızca yargılamaktan vazgeçsek iyi olacak.
Mesut Özil’in keskin paslarını değerlendirecek
bir forvet olmamasından yakınıp okları Giroud’ya
yöneltmek, bu durumda çok doğru değil. Mevzu,
Giroud’nun ‘iyi niyetli’ olması da değil. Arsenal’in,
örneğin Higuain gibi bir oyuncuyla, aynı ölçüde
kollektif bir takım olabileceğinin garantisi
gerçekten yok. Ve aslında, Mesut çıktığı ilk maçta,
henüz 10. dakikada, savunma arkasına attığı pasta
Giroud’ya golü attırmıştı. Sorun, Olivier Giroud
değil. Sadece, Mesut’un düzenli olarak o pasları
atmak için arayacağı oyuncunun illa ki bir santrafor
olması gerekmiyor. Walcott gibi, bir uzak forvet
de olabilir. Ne yazık ki, sakatlıkların şekillendirdiği
Arsenal’de, şu anda bu tip bir uyum yakalayacağı
oyuncu yok gibi gözüküyor.
4. Wenger okulu
Mesut’un ‘yolunu kaybetmesinde’, tüm bunların
dışında bir etken daha var. Ama bu kısım biraz
karışık. Öyle ki, Mesut’u şu günlerde nispeten
‘verimsiz’leştiren futbol ortamı, uzun vadede
onu gerçekten ‘olması gereken’ oyuncu hâline
getiren en değerli unsur olarak anılabilir. Arsene
Wenger’in, oyuncularını el üstünde tutan, onların
‘öznel’liklerine derin saygı gösteren futbol
anlayışı, Real Madrid’de gösterdiği performansla
dünyanın en iyi 10 numarası konumuna yükselen
Mesut Özil’i bu tanımların da üzerinde bir figüre
dönüştürebilir. Sahada ne yapılması gerektiği
hakkında kesin ‘direktif’leri olan Mourinho, Klopp
gibi taktisyenlerin aksine, Arsene Wenger’in
futbol aklı, oyuncuların kendi kararlarını alması
gerektiği fikrini taşıyor. Wenger’in düşüncesine
göre, Robert Pires gibi, Dennis Bergkamp gibi
dehalardan maksimum şekilde verim almanız
ancak bu şekilde mümkün. Fransız hoca, birbirini
yalnızca ‘teknik’ değil ama psikolojik olarak da
tamamlayan, ayrı ayrı ‘karakter’lerin oluşturduğu
kusursuz kollektifler yaratmak istiyor. Bu sezon
her maç farklı bir skorerin çıkması ve daha önceki
kısımlarda bahsettiğimiz Wilshere’in ve Ramsey’in
takımları meselesini, bu anlamda bir iyiye gidiş
olarak yorumlayabiliriz.
Wenger için, Mikel Arteta ve Mesut Özil’in yeri
ayrı. Bu oyuncuları, takımın ‘teknik’ liderleri; yani
takımda taktik zekası en yüksek, strateji belirleyen
oyuncular olarak tanımlıyor. Mesut’un böyle bir
yapılanma içindeki yeni rolüyse, Mourinho’nun
takımındakinden büyük farklılıklar gösteriyor.
Oyuncuları saf birer kazanan hâline getiren
Mourinho’da, ‘keskin’likler öne çıkıyordu. Mesut
Özil’i bir anda bu kadar tepeye çıkaran ama
diğer yandan, ‘az koşması’ gibi eleştirilere tabi
tutan yapı, böyle bir yapıydı. Mesut’un topu
alış zamanları, onun en tehlikeli pası atacağı
zamana özel olarak denk getirilmekteydi sanki.
Wenger’in takımında ise oyunculara hazırlanan
‘ortam’ bu şekilde değil. Mesut Özil’in ‘doğaçlama’
oynamasına daha fazla imkân tanıyabilecek,
Mesut’u aynı Pirlo gibi, Zlatan gibi, golleri veya
asistlerinin üzerinde başka bir oyuncuya, bir
‘fenomen’e dönüştürebilecek bir yapı bu. Fakat şu
an için, Mesut’un epey çalışması şart.
Wenger tarafından takımın teknik lideri
olduğu ilan edilen Mikel Arteta.
Wenger’in kullanmayı çok sevdiği bir tabir olan
‘lider’ meselesi mühim. Her takımda iki-üç lider
olduğunu söyleyen Patrick Vieira, meseleyi
şöyle izah ediyordu. “Dennis (Bergkamp)
bizim liderimiz, ilham kaynağımızdı. Thierry
Henry’nin golü atacağını, Dennis’in kimsenin
yapamayacağı bir şeyi yapacağını biliyorduk.
Biliyorduk ki Sol Campbell gerideki işleri
organize ediyordu ve biliyorduk ki, kırmızı kart
görecek biri varsa, o da bendim.”
Ancelotti’nin iddia ettiği üzere ‘savunma’sı
üzerine değil, ama belki fiziği ve hepsinden daha
çok da şutları üzerine. Wenger, onu Bergkamp’la
kıyasladığı vakit, Hollandalı’nın başlangıçta bir
forvet ve Mesut’un bir orta saha olmasından
bahsediyordu. “Dennis’in kariyeri, fiziksel
kalitesine adaptasyonuyla şekillendi. Vücudu
daha fazla skor üretmeye izin vermediğinde, daha
büyük bir ‘hazırlayıcı’ oldu.” Mesut Özil için, tam
tersini söylemek mümkün. Wenger, Mesut’un
şutları konusunda daha cesur olması gerektiğini ve
bu konuda daha çok çalışması gerektiğini söylüyor.
Bunları başardığı takdirde, Fransız hocanın Zidane
karşılaştırması çok daha gerçekçi olacak.
Cantürk Temelli
Mesut Özil Özel
HF119
ÖZiL ÇILGINLIĞI BiTTi Mi?
Ada’ya ayak basar basmaz sahada yaptıklarıyla herkesi kendisine hayran bıraktı.
Arsenal’i ligin zirvesine taşıyan en önemli isimlerden olan Mesut Özil’e her kesimden
övgüler yağıyordu ama bir anda rüzgar tersine döndü. Övgülerin adamı şimdi ağır
eleştirilen hedefinde kalıyor
Tüm yaz golcü transfer etmesi beklenen Arsenal,
transferin kapanmasına saatler kala Mesut
Özil’i kadrosuna kattığında ve bunu kulüp rekoru
olan 50 milyon euro ile yaptığında bu hamleye
İngiltere’de herkes şaşırtmıştı. Ancak Mesut kısa
sürede Ada’da öyle bir etki yarattı ki adeta bir
fenomen haline geldi. Ö harfini Britanya sınırlarına
getiren adam, saha içinde Arsenal formasıyla
yaptıklarıyla da 8 yıldır kupa hasreti çeken kulübün
uzun süre Premier League’i lider götürmesinde
şüphesiz başroldeydi. Öyle asistler yapıyordu ki
neredeyse Ö harfinden sonra İngilizce’ye bir de
“Özillemek” fiilini getirecekti. Ancak her güzel
şeyin sonu olur efsanesi burada da devreye girdi.
Aralık ayında orta sahanın iki önemli ismi Aaron
Ramsey ve Theo Walcott’un sakatlanmasıyla
dengesi bozuldu Mesut’un... Önce Liverpool
karşısındaki 5-1’lik hezimette yenilen iki golde
hatası bulunan yıldız futbolcunun Şampiyonlar
Ligi’nde Bayern Münih’e karşı penaltı kaçırması
son nokta oldu. Son 13 maçta fileleri sarsamayan
ve sadece 3 asist yapabilen Özil artık hedef
tahtasındaydı. Kuzey Londra’ya adım attığında
futbolcu, eski futbolcu, teknik direktör, medya
ve taraftardan övgü üstüne övgü alan Mesut,
Manchester City maçında da ıslıklanarak bir
çöküntü daha yaşıyordu. Arsene Wenger, “Dennis
Bergkamp, 1999 yılında çok önemli bir penaltı
atışından yararlanamamıştı ve sonrasında bir
süre penaltı atmayı reddetmişti. Ancak şimdi
stadın önüne heykelini dikiyorlar” sözleriyle ona
destek olsa da Ada basını bu açıklamaları “Mesut
sahada duruyor zaten taraftarlar onun heykel
olduğunu düşünüyor” şeklinde eleştirel bir şekilde
değerlendiriyordu... Adeta iki resim arasındaki 7
fark bulmacaları gibi Mesut’un Ada’ya geldiği ilk
zamanlardan bugüne kadar geçen süreçte resimler
çok değişti. Gelin Mesut’un övgüden yergilere
giden bilançosuna bir göz atalım.
Bir zamanlar...
“Mesut dünyanın en iyi 10 numarası. Herkes
Mesut Özil’in oyun tarzında biraz Figo ve Zidane’ı
görür ve onu sever. Ama onun özgün bir tarzı var.”
Jose Mourinho (4 Eylül 2013)
“Mesut, bugüne kadar yanyana oynadığım en
yetenekli futbolcu. O, doğal bir yetenek, pas
atacağı yerleri görebiliyor ve gerçekten çok
zeki” Jack Wilshere (2 Kasım 2013)
“Özil bu yılın olmasa da gelecekte dünyanın
en iyisine verilen Ballon d’Or’u kazanabilecek
kapasitede bir futbolcu” Arsene Wenger (6 Kasım
2013)
“Eğer Almanlardan bir futbolcu seçmek zorunda
kalırsam, bu Mesut olur. Barcelona’da oynamasını
istediğimden için değil. Çok kaliteli ve futbolu çok
hoşuma gidiyor” Lionel Messi (21 Kasım 2013)
Son 1 ay...
“Mesut çılgınlığı İngiltere’ye müthiş bir giriş
yaptı” Daily Mail (24 Eylül 2013)
“Bergkamp zannettik ama Mesut Özil yeni Andrei
Arshavin olma yolunda” Metro
“Özil, top kontrolü, akıl dolu pasları ve asistleri gibi
etkin özellikleriyle olağanüstü bir oyuncu”
Dennis Bergkamp (9 Ekim 2013)
“Mesut Özil sorumlulukla başa çıkamıyor”
Independent
“Özil onları vurdu. İrlanda Cumhuriyeti’ne attığı gol
muhteşemdi” The Sun (12 Ekim 2013)
“Özil çok iyi bir futbolcu. Alman Milli Takımı’nda
forma giyiyor. Real Madrid’de oynadı. Şimdi de
Arsenal için top koşturuyor. Tecrübeli bir isim.
Arsenal’a büyük bir çıkış yaşattı.” Robert Pires (13
Ekim 2013)
“Oynadığı futbolu izlerken heyecanlanıyorum.
Oyunu okuma ve öldürücü paslar verme
konusunda çok yetkenekli” Arthur Zico (17 Ekim
2013)
“Mesut Özil’i transfer etme şansınız varsa onu es
geçemezsiniz. Arsenal’e gitmek istedi. Wenger
onu kazandı. Onun benzeri 7-8 oyuncunuz olsa bile
Özil gibi bir oyuncuyu almak zorundasınız.” Cesc
Fabregas (25 Ekim 2013)
“Özil topsuz oyunda etkisiz kalıyor. Bu İngiltere’de
daha çok ortaya çıktı” Marca
“Mesut Özil nerede?” Daily Mail
“Tembel Özil. Ayağında top tutamıyor. Gölge gibi
dolaşıyor.” Daily Mail
“Ona sanki maçları sürekli domine ediyormuş gibi
kredi veriliyor. Ancak bunu hak etmiyor” Alan
Shearer
“Özil şeker gibi eridi.” Marca
Arsenal’deki ilk günlerinde övgü yağmuruna
tutulan Mesut Özil bu eleştirileri özellikle
Bayern Münih maçından sonra aldı.
Salih Demirci
Süper Lig
HF119
EViNDEKi CANAVAR
Türkiye’de futbol bu sezon biraz başka. Bazı takımlar deplasmanda kedi olurken iç
sahada ne varsa silip süpürüyorlar. Sivasspor, Trabzonspor, Akhisar, Eskişehirspor,
Konyaspor ve Karabükspor bu ligin evinde canavara dönüşen takımları ve onların
performans toplamı, daha önce ligimizde görülmemiş düzeyde bir iç saha galibiyet
patlamasını işaret ediyor
Süper Lig’de sezonun üçte ikisi bu hafta geride
kalıyor. Şampiyonluk ve ikincilik yarışı ateşli, baş
altı grup içerisindeki takımlar birbirlerine çok
yakın puanlarla sıralanıyorlar. Kümede kalma
yarışında ise ümidi az olanlar ile bulunduğu yeri
hak etmediğini düşünenler sıkı bir rekabet halinde.
Yani bilinmedik, şaşılacak bir şey yok. Buraya kadar
her şey normal.
Ancak elbette ki buraya her şeyin normal
olduğuna dair bir şeyler yazacak değiliz. Onu
bolca laf salatası ile birlikte konuşuruz, ama
puan tablosuna dikkatli bakanlar ligde garip bir
şeyler olduğunun farkına varmış olmalılar. Biz de
biraz yakından bakınca gördük ki bir yönüyle bazı
takımlar ve lig, sanki bu sezon biraz farklı.
Ligin flaş takımı Sivasspor, hafta sonu İstanbul’da
Kasımpaşa’ya konuk olurken tribünde hatırı sayılır
bir seyirci desteği vardı. İstanbul’un muhtemelen
en kalabalık iç göç grubunu oluşturan Sivaslıların
yanı sıra Sivas’tan gelenler, Kasımpaşa Stadı’nın
deplasman tribününü doldurmuşlardı. Sesleri de
gür çıkıyordu ama şampiyonluk yarışını yakından
takip eden takımları sahadan 6-2 yenik ayrıldı.
Üstelik evinde pek de iyi performans
gösteremeyen Kasımpaşa, resmi olarak 10 maçtır
kazanamıyordu. Kötü geçen günlerin acısını
Sivas’tan çıkarmış sayılabilirler fakat biz o gün
tribünden gördük ki Sivasspor takımı, oyuna kötü
bir plan ile başladı ve ilk yarım saat bittiğinde
oyuna çoktan havlu atmıştı.
Deplasmanda kedi
Sivasspor’un maçın bitiş düdüğünü erkenden
beklemeye başladığı dakikalar oynanırken
Ankara’da başka bir olay yaşanıyordu. Gençlerbirliği
deplasmanına çıkan Konyaspor, ikinci devrenin
etkileyici takımı olarak harikalar yaratıyordu.
Devreye 0-2 önde girdiler, lakin sonradan gördük ki
bu skora rağmen 1 puanı kurtardıklarına seviniyor
olmalılar. İkinci yarı tümüyle ev sahibi Gençler’in
hakimiyetinde geçerken, top bazen Konya kalesine
girmek istememiş ve bir kamyon gol kaçmıştı.
Pazar öğleden sonra oynanan bu iki maçın
hikayesi, daha önceden kurduğumuz bir savı
güçlendirdi. Ligde iyi bir konumda bulunan
Sivasspor’un bugüne kadar aldığı 11 galibiyetin 9’u
evinde gelmişti. Düşme hattıyla arasına ciddi bir
fark koyan Konyaspor ise üç puan aldığı 8 maçın
7’sini Konya’da kazanmıştı. Her ikisi de adeta
deplasmanlarda kedi oluveriyorlardı.
Konyaspor deplasmanda ilk yarısını 2-0 önde
kapattığı maçta Gençlerbirliği ile 2-2 berabere
kaldı.
Karabükspor da 6 galibiyet ve 3 beraberlikle bu
klasmanda kendine esaslı bir yer edindi.
Sivasspor, Trabzonspor, Akhisar, Eskişehirspor,
Konyaspor ve Karabükspor bu ligin evinde
canavara dönüşen takımları ve onların performans
toplamı, daha önce ligimizde görülmemiş düzeyde
bir iç saha galibiyet patlamasını işaret ediyor.
Trabzon da evinde bir başka
Böyle takımlar her sezon ve her ligde olur
muydu, tabii ki olurdu. Hem yalnız da değillerdi.
Şampiyonluğa oynayan takımları bir yana
bırakırsak; zira onların iç sahada maksimum
puan toplamak gibi bir zorunlulukları var,
Trabzonspor’un bu sezon kazandığı 9 maçın 8’i
Avni Aker’de oynandı.
Aynı şekilde Hamza Hamzaoğlu’nun takımı
Akhisar geçen sezon bu zamanlar evinde yalnızca
1 maç kazanabilmişken bu sezon evinde oynadığı
10 maçın 7’sini kazanmayı başardı.
Evinde sadece 6 gol yiyen ve yalnızca bir kez
kaybeden Eskişehirspor bir yanda dururken,
Evinde büyük takımlar dahil olmak üzere herkese
kök söktüren Akhisar’ın taraftarları da her maç
tribünleri dolduruyor.
5 puan daha fazla
Takımlarımız deplasman fakiri
Takımlar bu sezon, geçen sezonlarda hiç olmadığı
kadar evlerinde kazanıyorlar. Bazı deplasmanlar
artık daha zor, çünkü beraberliği kurtarmak
artık daha ciddi ve büyük bir hedef. Çünkü
dalgalanmanın yaşandığı nokta, deplasman
galibiyetleri değil. Esas önemli nokta, bu sezon
iç saha beraberliklerinin ciddi oranda azalarak ev
sahibi takımın galibiyetine dönüşmüş olması.
Yeni stat inşaatı sürerken göçebe bir hayat
süren Beşiktaş’ın iç saha performansının düşük
olması gibi Sivasspor’un da evinde harikalar
yaratmasının bir sebebi var sayılabilir. Roberto
Carlos yönetimindeki takım golcüsü ve aslen kanat
oyuncusu olan Atıf Chahechouhe’yu santrfor
oynatsa da iç sahada kazanıyor. Nitekim onlar
Bülent Uygun yönetimin zirveye oynadıkları 20072009 periyodunda da Sivas’ta kolay kolay kimseye
puan vermiyorlardı.
Bu yeni durumun elbette birden fazla anlamı var.
Geçen sezona göre yaklaşık %10’luk bir sıçrama
yapan iç saha galibiyet yüzdesi, her takımın evinde
ortalama 5 puan fazla toplayabileceğine işaret
ediyor. Çarpıcı şekilde sıçrama yapan takımların
ortak özelliği bu galibiyetler gibi görünürken
evinde kazanamayanlar düşme hattına gömülmüş
halde çıkış arıyorlar. Üstelik bu sezon iç saha deplasman serisi yapmak geçen sezonlara göre
daha zor. Şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi yarışı
bile artık bazı deplasmanlarda 1 puanı kâr yazabilir.
Bu açıdan bakıldığında ligin en ilginç takımı
Beşiktaş olabilir. Ligin deplasman lideri, dışarıda
topladığı 21 puanla bu dalda lider. Bilindiği üzere
bu sezon bir ‘evi’ olmayan siyah-beyazlılar, iç saha
puan tablosundaysa ancak ilk 10’a girebiliyor.
Son 5 sezonda 22. maç haftaları itibariyle
ligin iç sahada galibiyet yüzdesi
2009/2010 : %42.84
2010/2011 : %45.64
2011/2012 : %47.24
2012/2013 : %41.13
2013/2014 : %51.34
Son 5 sezonda 22. maç haftaları itibariyle
ligin iç sahada mağlubiyet yüzdesi:
2009/2010 : %31.30
2010/2011 : %30.09
2011/2012 : %25.41
2012/2013 : %26.84
2013/2014 : %24.39
Keza Trabzonspor, bir süre öncesine kadar ve Şenol
Güneş dönemi dahil olmak üzere o sezonda ligi
sallayan takımlar için bile 1 puanın kâr sayıldığı
deplasmanlardandı. Sonraları çeşitli psikolojik
etkenler nedeniyle bu vasfı zayıfladı. Mesela
bu sezon 9’da 8 yapan bordo-mavililer, geçen
sezonun aynı döneminde evlerinde oynadıkları 12
maçın yalnızca 5’ini kazanabilmişlerdi. Ancak onlar
da tıpkı Sivasspor gibi deplasmanda çift haneli
puan toplamını henüz göremediler.
Tersten bakıldığında ise bu sezon lig deplasman
fakiri. Yalnızca dokuz takım dış sahada 10 ve üzeri
puan toplamış durumda, oysa bu sayı geçtiğimiz
sezonun aynı döneminde 14’tü.
Eskiye dönenler
Sivasspor ve Trabzonspor eskiye döndü,
Fenerbahçe ve Galatasaray ise zaten süpürmek
zorundalar. Beşiktaş’ın sebebi var ama Konyaspor,
Akhisar, Eskişehirspor ve Karabükspor’un bir arada
böyle bir iç saha performansı ortaya koyması puan
tablosundaki taşları yerinden oynattı. Belki de
lig tarihinde ilk kez tabelanın yarısının iç sahada
galibiyet oranı %60 ve üzerine çıktı.
Bu sayının biraz üzeri zaten şampiyonluk
performansına işaret ediyor ya da yoksa artık
bizim ligimizde de Fransa Ligue 1’da olduğu gibi
‘evinde canavar, dışarıda kedi’ takımlar mı var?
*İGO: İç saha galibiyet oranı. *İMO: İç saha mağlubiyet oranı/tablo iç saha maçlarına göre düznelenmiştir.
Farkı ne yarattı?
Peki ya yeni stadyumlar?
Söz konusu takımların stadyumları, nispeten
yüksek doluluk oranına sahip. Başta Trabzon ve
Eskişehir olmak üzere Sivas, stadyumdaki inşaatın
yeni bitmesine rağmen Karabük şehirleri yüksek
atmosfere sahipler. Akhisar ve Konya ise fiziki
koşullardan ötürü bu kritere uymayabilir, diğer
yandan Bursa ve Elazığ’daki dolu stadyumlar
kalitesiz yahut organize olamayan takımların iç
saha performansını yukarı çekmeye yetmiyor
olabilir.
Bu sezon Süper Lig’de böyle bir trend var, ancak
bunun devam edeceğinin, gelecek sezonlarda da
böyle olur diyebilmemizin elbette bir garantisi yok,
veremiyoruz da. Çünkü bu durum bariz, somut
kısacası elle tutulur bir nedene yaslanmıyor.
Belki de bu konuda elle tutulur tek argüman,
oyuncu kalitesinin artışı olabilir. Yüksek
motivasyon, iyi maç hazırlığı ve atmosfer ile
birleşen kalite, kadrosunda iyi bir bileşim oluşturan
takımları rakip kim olursa olsun iç sahada güçlü
kılıyor. Tekrarlamak gerekirse, yenilmez değil; yani
daha iyi kapanıyorlar değil, artık daha güçlüler ve
daha çok maç kazanıyorlar.
Hem kulüplerin gelirleri ile birlikte stadyumlar
da değişiyor. Ligimizdeki Beşiktaş, Bursaspor,
Trabzonspor, Eskişehirspor, Sivasspor,
Konyaspor, Gaziantepspor ve daha nice takım
bir ya da birkaç sezon içerisinde yeni ve modern
statlarına geçecekler. Kimisi bu statlar sayesinde
daha çok para kazanarak iç saha performansını
körükleyecek, bazısı ise Kayseri’de olduğu gibi
atmosfer düşüklüğünden şikayet edecek. Bugün
önümüze çıkan parametreler gelecek günlerde
değişecek ve belki de böylesi bir sezon, bir daha hiç
yaşanmayacak.
Taktik Analiz
Oğuzhan Oğuz
HF119
NEVILLE’DAN ALVES’E
YENi NESiL KANAT OYUNCULARI
Kanat bekleri bugünün futbolunda, geçmişteki gibi değil. Maçın her anında varlar,
önlerindeki tüm kulvarı kullanmak zorundalar. Onların yükü artık daha ağır
Efsane Manchester United kadrosunu hatırlar
mısınız? Bir çizgide Giggs, bir çizgide Beckham
vardı. Düz bir 4-4-2 oynuyorlardı ve bekler, mesela
Gary Neville, Beckham’ın izin verdiği kadar
bindiriyordu. Çünkü Kırmızı Şeytanlar sağ ayaklı
Beckham’ı sağ kanatta, sol ayaklı Giggs’i sol
kanatta kullanarak o oyuncularla daha çok çizgi
akınlarını tercih ediyordu. Devran döndü ve kimin
döndürdüğünden ziyade ne şekilde döndüğünü
algılamakta yarar var.
Takımlar üç hatlı bir düzenden ziyade artık dört
hatlı bir düzen (4-2-3-1) tercih ediyorlar, buna
günümüzün 4-4-2 müritlerinden olan Red Bull
Salzburg ve Atletico Madrid gibi takımlar da
dahil. Sebebi de önde baskılı futbol anlayışı.
Uzun toplarla direkt santrforları hedefleyen
düzenden ziyade takımlar artık stoper ve
bekleriyle oyun kurup ‘’topa sahip olma’’ olgusunu
önemsiyorlar. Buna defansif panzehir olarak da
hatları fazlalaştırıp dar tutmak, sahanın her yerini
parsellemek ve bu şekilde planlı ve doğru baskı
kurmak üretildi. Red Bull Salzburg’da Kampl ve
Mane, Atletico Madrid’de ise Arda ve Koke gibi
kağıt üstünde çizgide oynayan oyuncular bile orta
ikilinin biraz önüne doğru gelip orta alanı oval hale
getiriyor baskı esnasında. Bu şekilde beklerini
ileri çıkaran takımlar kalabalık ve doğru bir baskı
yapabiliyor. Bu işin defansif boyutu.
Kanat forveti vasıfları beklere kaydı
Ülkemizde Sow, Olcay Şahan, Olcan Adın ve
Gökhan Töre gibi örneklerden aşina olduğumuz
gibi artık çok takımda bekin önünde oynayan
‘’kenar oyuncusu’’ daha çok bir forvet gibi asistten
ziyade skor düşünen olguda. İçe kat edip rakip
kaleye daha yakın oynamayı seven bu oyuncular
bir etkiyi beraberinde getiriyor. Bekini markajdan
ötürü beraberinde sürükleyen bu oyuncular
böylece rakibin alan savunmasını bozmakla
kalmayıp bulunduğu koridoru da tamamen
boşaltıyor. Ancak bu çizgi etkinliklerine ket
vurulabilir ve bunun çözümü de çok basit. Beklerin
daha ofansif nitelikte olması ve adeta tüm
koridoru kullanarak oynaması. Ülkemizde Caner
Erkin ve Gökhan Gönül bu olgunun temsilcileri
konumuna geldiler. Keza Ramon Motta,
Emmanuel Eboue ve Alex Telles gibi isimler de
gerektiğinde tüm koridoru kat ederek oynayabilen
isimler.
Geride üç oyuncu bırakma olgusu
Johan Cruijff bir zamanlar 4-6-0 düzenini kendine
göre anlatırken geride üç oyuncu bırakmak
adına savunmasından bir oyuncuyu geride
bıraktığını ifade ediyordu. Ancak bu durumda iki
bekin de ileride oynamasından kaynaklı olarak
geride sadece 2 stoper kalıyor. Bunun çözümü
de defansif nitelikleri yüksek olan bir orta saha
oyuncusunu oyun kurma aşaması ve sonrasında
stoperlere daha yakın tutup geçiş oyunlarında
(hızlı hücumlarda) bu şekilde gafil avlanmamak.
Porto’da Fernando, Fenerbahçe’de Mehmet Topal,
Barcelona’da Sergio Busquets ve sertlik dozajı
yüksek maçlarda Bayern Münih’te Javi Martinez
bu konuya uygun örnekler. Bu oyuncuların
kademeleri sayesinde beklerin anlık eksikliği çok
kez hissedilmiyor bile. Kenar forvetlerinin diğer
bölgelere etkisi aslında domino efektine çok
benzer bir yerde.
Manchester City Jesus Navas’tan bile artık
merkeze daha çok yaklaşmasını ve beki Pablo
Zabaleta’yı oyunun içine çekmesini bekliyor.
Dünyadaki takımların birçoğu bu olguya uyarak
oynamaya çalışıyor ki nitekim çizgi oyuncularıyla
oynamanın belki de anavatanı olan Hollanda ve
lokomotif kulübü Ajax bile artık geleneğinin aksine
kanat oyuncusundan ziyade kenar forvetleriyle
oynayıp onları kaleye yaklaştırmaya çalışıyor.
Devran döndü ve bekler artık sıradan denebilecek
bir yerde değiller. Onların değeri artık hayati
olmaya başladı.
Caner Erkin
ülkemizde hücumcu
sol bek diyince
akla gelen ilk isim
konumunda.
Büyüteç
Rıdvan Erdem
HF119
100 KÂR
GETiREN ADAM
%
Lille, onu Bastia’dan kapıp tek maçta dahi oynatmadan 11 milyon euro kârla
Marsilya’ya satmıştı. Fransa futbolunun son yıllardaki en büyük yeteneği olarak
görülen Florian Thauvin’in şimdi de Premier League devleri peşinde… Önerilen para
da 30 milyon euro. Gün geçtikçe değerine, değer katan bu isme bir göz atalım
Hikayenin başlangıcı 2011 Ağustos ayına dayanıyor.
O dönem Grenoble ekibinin B takım kadrosunda
yer alan Florian Thauvin’in potansiyelini ilk gören
Korsikalı yöneticiler oluyor ve SC Bastia kulübü
onu kadrosuna katıyordu. Bastia Thauvin’i iki
yıl kadrosunda tutabildi sadece, hatta 1,5 desek
daha doğru olur. İlk yılını intibak süresi olarak
kullanan genç oyuncu, ertesi sezona fırtına gibi
bir başlangıç yaptı. Ligin devre arasına kadar
takımın vazgeçilmezi olup golleri ve asistleriyle
Bastia’yı Ligue 1’de sürükleyen adam oldu ve ara
transfer döneminde kariyerinin üçüncü takımı olan
Lille’e imza attı. 30 Ocak 2013 tarihinde Bastia’da
parlak bir performans gösteren genç oyuncuyu
3,5 milyon euro karşılığında transfer eden Lille
yönetimi, kadro şişkinliği nedeniyle oyuncunun
gelişimini engellememek adına yeniden sezon
sonuna kadar Bastia’ya bedelsiz kiraladı. Thauvin
böylece Bastia’da başladığı çıkışına devam etti ve
U20 Dünya Kupası Fransa Milli Takım kadrosuna
seçilmeye hak kazandı.
Değerine değer kattı Thauvin, devre arasından
sezon sonuna kadar. 32 maçta 10 gol ve 3 asistle
oynayınca, geçtiğimiz sezon Ligue 1’in en değerli
genç oyuncusu seçildi. Herkes Lille’in bu seçimiyle
ne kadar isabetli bir iş yaptığını konuşuyordu
Fransa’da. Özellikle yerel basın başkan Seydoux ve
yönetime övgüler yağdırıyordu. Thauvin’i takımın
ikinci Eden Hazard’ı olabilecek potansiyelde
görüyordu otoriteler.
Dünya Kupası
U20 Dünya Kupası’nda Thauvin Fransa’da iyi
sayılabilecek bir grafik sergiledi. Grup maçlarında
tutuk başlayan oyuncu turlar geçtikçe kendini
buldu ve kupayı oynadığı 7 maçta 3 gol 1 asistle
kapattı. O artık U20 Dünya Şampiyonu bir ulusun
milli takımında yer alıyordu. Genelde insanların
gözü Pogba ve Kondogbia üzerindeydi. Türkiye’de
bir çok kişi bu ‘damla çikolata’nın farkında bile
değildi ne yazık ki. Bizde bir tabir vardır ya, “top
ayağına çok yakışıyor” diye… Öyle bir oyuncu
Thauvin. Topu ayağına her aldığında Cantona’nın
dediği gibi önce kendisini sonra rakiplerini
şaşırtabilecek hareketlere imza atabiliyordu. Birkaç
ay sonra Marsilya 14,6 milyon euro karşılığında
transfer etti bizim Thauvin’i.
Bu sezon Marsilya’nın en önemli silahlarından biri
haline gelen Thauvin, 21 maçta 6 kez rakip ağları
sarstı.
Marsilya’ya geçiş süreci
Thauvin bu transferde biraz toyluğunun
kurbanı oldu. Marsilya’ya gitme sebebi takımın
heybetindendi şüphesiz. Lille’de daha bir maça
bile çıkmadan, antrenmanlara çıkmayı reddetmişti
Thauvin. Zaten takımın bu sezon için planı Marvin
Martin ile bu oyuncuyu bir arada kullanıp etkili bir
ofansif varyasyon imkanı sağlamaktı. Çevresinin
de baskılarına dayanamayan genç yıldız biraz
olaylı da olsa Marsilya’nın yolunu tuttu. Daha bir
ay öncesinde ülkenin umut bağladığı genç yıldız
adayıyken, bir anda nefret edilen bir halk düşmanı
haline getirildi. Lille Başkanı Michel Seydoux
medyaya nazaran çok daha akil yorumlarda
bulundu oyuncu hakkında. Kendisine yaşattığı
çeşitli ‘kalp krizlerine’ rağmen, Thauvin için “O hala
Fransa futbolunun en büyük umudu. Bence yanlış
yönlendirildi çevresi tarafından. Yoksa bu sezon
bizimle daha büyük bir çıkış yapabilirdi” demişti.
Genç futbolcunun
yıldızı, Bastia’da forma
giydiği sırada parladı.
Ver elini Premier League
geçirdiği sıkıntılı sezon yüzünden “Sezon sonunda
konuşalım” dedi. Şimdilerde ise Chelsea’nin
de takibine girdi Thauvin. Bastia ile oynadıkları
lig maçında Chelsea ve Tottenham temsilcileri
kendisini izlemek için tribündeydi. Marsilya geçen
yaz 14,6 milyon euroya aldığı oyuncuyu pek ala bir
sezon sonra 25-30’a satabilecek konumda. Elbette
henüz bu meblağları edecek seviyeye çıkmadı
Thauvin. Fakat geleceğe yatırım olduğunu var
sayarsak, bu rakam az bile.
Marsilya’dan bir çok oyuncu Premier League’e
sıçrıyor. Hatem Ben Arfa, Loic Remy, Samir Nasri
bunlardan sadece bir kaçı. Sezon sonu için şimdi
Thauvin’in adı geçiyor. Tottenham daha devre
arasında Marsilya’nın kapısını çaldı ancak kulüp
Kendisini Bastia’dan kapıp bir maç dahi
oynatmadan 11 milyon euro kârla satan Lille
kulübüne mi alkış tutmalı, yoksa onu 14,6
milyon euroya Lille’den kapıp Premier League’e
pazarlayan Marsilya’ya mı bilemedim.
Egemen Yıldırım
Futbol Kültürü
HF119
BiTMEYEN
FUTBOL
TUTKUSU
Futbolda geri dönüş denildiğinde ilk akla, yenik durumda olan bir takımın ortaya
koyduğu dirençle maçı lehine çevirerek kazanması gelir. Ancak bu seferki geri
dönüşler, futbola veda ettikten sonra meşin yuvarlaktan daha fazla ayrı kalamayıp
tekrar yeşil zemine dönenlere ait. Şüphesiz en ilginci de Adriano... Özel hayatı,
yaşadığı sorunları ve fazla kilolarıyla meşin yuvarlaktan 3 yıldır uzak kalan Brezilyalı
yeniden topun başına geçmeye hazırlanıyor
Dünyadaki birçok insan için futbol bir tutkudur.
Kimisi yeşil zeminde bu tutkuyu yaşar, kimisi
gönül verdiği renklerin olduğu her yerde olarak,
kimisi de televizyon başında… Ancak değişmeyen
futbolun kendisi ve oluşturduğu bağlılıktır. Eğer
bu tutkunun en çok yaşandığı yerleri sıralayacak
olursak, saha içerisinde futbola yıllarını veren
insanların bağlılığı ve sevgisi her zaman bir
kademe yukarıda olur. Çünkü yaşarlar oynadıkları
oyunu, kendilerinden bir parça olarak görürler…
Futbolcuların bu denli içinde olup, bir hayat
simgesine dönüştürdüğü futboldan kopmaları
da haliyle çok zor olur. Birçok yıldızın kendi
jübile maçı sonrasında döktüğü gözyaşları
halen hafızalarımızda. Ancak futbola veda eden
yıldızların bazıları, ayrılığı uzun tutmayarak
kendilerini ait hissettikleri yere geri dönüş
yaptılar. Bir kısmı hatır için, bir kısmı da hala
bu güzel oyuna bir şeyler daha verebileceğini
düşünerek…
Adriano (Atletico Paranaense)
Brezilya futbolunun Ronaldo’dan sonra en çok bel bağladığı forvet olan Adriano’nun kariyeri
beklenen ölçüde başlasa da sonrası şöhretin ağırlığı altında ezilerek devam etti. Parlak Inter
döneminden sonra 2009 yılında başlayan düşüşün temel nedeni, özel hayatında yaşadığı çalkantılar
ve bunun da bir getirisi olarak saplandığı alkol bağımlılığı olarak karşımıza çıktı ve aldığı kilolarla zirve
yaparak Brezilyalıyı kulüp bulamaz hale getirdi. 2011 yılından itibaren kulüp bulamayan Adriano’nun
imdadına ise Atletico Paranaense yetişti.
Yeni kulübüyle 1 yıllık sözleşme imzalayan 32 yaşındaki Adriano için dolaşan rivayetler ülkesinde
düzenlenecek Dünya Kupası’nda forma giyebileceğine kadar uzandı. CV’si bu rivayetin doğruluk
payını sıfıra indirse de yaklaşık üç aydır yaptığı düzenli antrenman ve verdiği kilolar “Bu sefer olur
mu?” sorusunu akıllara getiriyor.
Paul Scholes
(Manchester United)
Oynadığı dönemde Ryan Giggs ile
birlikte Manchester United’ın yaşayan
efsanesi konumunda bulunan Paul
Scholes için futbola veda 2010/11
sezonunun sonunda gerçekleşse
de bu veda yalnızca 6 ay sürdü.
Şampiyonluk yolunda Manchester
City’nin baskısını ciddi şekilde
hisseden Sir Alex Ferguson’ın ricasını
kıramayan tecrübeli yıldız 2011/12
sezonunun Ocak ayında sahalara geri
döndü.
Bu geri dönüş ana hedefine
ulaşamayıp, şampiyonluk son maçta
City’ye kaybedilse de Scholes’un
kısa vedanın ardından verdiği katkı
hafızalardaki tazeliğini korumakta.
Tabii şampiyonluk yolunda Alex
Ferguson gibi bir duayenin 39
yaşındaki Scholes’tan medet umması
da ayrıca incelenmesi gereken bir
konu.
Henrik Larsson (Högaborgs BK)
Celtic’te geçirdiği 7 yılda efsane statüsüne yükselen,
sonrasında gittiği Barcelona ile 2006 yılında
Şampiyonlar Ligi’ni kazanarak kariyer zirvesi yapan
Henrik Larsson 2009 yılında adını duyurduğu
Helsinborg’da jübile yaparak futbola veda etmişti.
Jübile yaptığı gibi Landskrona’nın başına geçen İsveçli
yıldız için bu sezonun başı, 4 yıl aradan sonra kısa da
olsa onu yeniden yeşil sahalarda görmemizi sağladı.
Kariyerinde Celtic ve Barcelona dışında Manchester
United ile Feyenoord gibi önemli kulüpler de
bulunan Larsson, sezon başında yardımcı antrenör
olarak göreve başladığı Högarborgs’ta yaşanan
kadro sıkıntısı nedeniyle 2 maç da olsa yeşil sahalara
döndü. Larsson’un bu dönşünü ilginç kılan ise oğlu
Jordan’la birlikte aynı formayı terletmesi oldu.
Mario Jardel (Vila Nova)
Galatasaraylıların “Süper Mario’su” Mario Jardel,
Porto’da oynadığı maç sayısından fazla gol atarak
döneminin en elit golcüsü sıfatını kazanmıştı.
Galatasaray macerasının ardından Portekiz’e
dönerek Sporting forması giyen Brezilyalı golcü,
burada formundan bir şey kaybetmese de Sporting
kariyerinin son bulmasıyla sert bir düşüş yaşadı ve
seyyah bir oyuncu görünümüne bürünerek dünyayı
karış karış dolaştı. Son olarak 2011 yılında Birleşik
Arap Emirlikleri’nde top koşturan Jardel burada
futbola veda etse de iki yıl sonra yeşil sahalara
döndü.
Bu sezonun başlarında ülkesinin amatör
ekiplerinden Vila Nova ile anlaşan Süper Mario,
geri dönüş nedeni olarak arkadaşlarının ricasını
gösterdi. İşin enteresan tarafı Jardel, Vila Nova ile
sözleşme imzaladıktan sonra profesyonel futbola
dönme umudunu hala koruyordu.
Jens Lehmann (Arsenal)
Alman futbol tarihinin en önemli kalecileri
arasında yer alan Lehmann Schalke’de başlayan
kariyerinde Milan, Dortmund, Arsenal ve Stuttgart
gibi üst düzey takımların formasını giydi.
Arsenal’de geçen 5 yılın ardından ülkesine dönerek
Stuttgart forması giyen Lehmann, 2010 yılının
Haziran ayında futbola veda etti. Ancak Arsene
Wenger’in 2010/11 sezonunun ikinci yarısında
yaşadığı çıkmaz, Fransız menajerin Lehmann’a
tutunmasına neden oldu.
2011 yılının Mart ayında Arsenal ile sezon sonuna
kadar sözleşme imzalayan Lehmann, Szczęsny,
Fabianski ve Mannone’nin aynı dönemde sakatlık
yaşamasıyla kendisini bir anda birinci kaleci
olarak buldu. 41 yaşında tekrar yeşil zeminde boy
gösteren Lehmann, aldığı birçok eleştiriye rağmen
sezonu Arsenal’de tamamlayarak ikinci ve son
kez emekli oldu. İngiliz ekibine bıraktığı en önemli
miras ise Arsenal formasını giyen en yaşlı oyuncu
olma rekoruydu.
Juan Sebastian Veron (Estudiantes)
Hem Premier League hem de Serie A şampiyonluğu
apoletine sahip Juan Sebastian Veron, Avrupa’daki
misyonunu tamamladıktan sonra 2007 yılında ülkesine
dönerek Estudiantes forması giydi ve burada geçirdiği
5 yılın ardından 37 yaşında futbola veda etti. Üst düzey
tempoya alışkın olan Veron için yeşil sahalardan uzak
kalmak sadece 1 yıl sürdü ve ilk vedasının ardından sportif
direktörü olduğu Estudiantes ile bu sezonun başında 1
yıllık sözleşme imzaladı.
Emekliliğinin ardından ülkesinin Amatör Lig ekiplerinden
Brandsen’de formunu koruma amaçlı forma giyen
Veron’un futbola dönüşünü anlamlı kılan unsur,
Estudiantes’ten bu sezon kazanacağı parayı kulübün alt
yapısına bağışlayacak olması. Karakter önemli bir meziyet.
Rene Higuita
(Deportivo Rionegro)
Hafızalarda 1995 yılında Wembley’de
yaptığı ‘akrep kurtarışı’ ile yer edinen
Higuita, 2004 yılında veda ettiği futbola
2008 yılı Ocak ayında Venezuella
ekibi Guaros ile geri döndü. Yaptığı
dönüşün üstüne 2 transfer daha yapan
başarılı eldiven, son olarak ülkesinin
takımlarından Deportivo Pereira forması
altında 2010 yılında emekli oldu.
43 yaşında emekli olan Kolombiyalı
eldiven, 20 bin kişinin izlediği jübile
maçından sonra ardında 41 gol gibi kaleci
için muazzam sayılabilecek bir istatistik
bıraktı.
John Leshiba Moshoeu
(Alexandra United)
İlhan Cavcav’ın Afrika’nın ucra köşelerinden
getirip, yıldızlaştırdığı ilk isimlerden olan
Moshoeu, Türkiye’de forma giydiği 10 sezonda
özellikle Fenerbahçe ile iz bıraktı. 2003 yılında
ülkesine döndükten sonra 2008 yılında emekli
oldu. Ancak onun da futboldan uzak kalışı,
listedeki birçok meslektaşı gibi uzun sürmedi
ve 2010 yılında yeniden yeşil çime ayak bastı.
Sahip olduğu profesyonellikle gelecek
kuşaklara güzel anılar bırakan Moshoeu, 43
yaşında veda ettiği futbola 45 yaşında geri
döndü 1 sezon daha oynayarak tamamiyle
kariyerine nokta koydu. Futbol tutkusunun
yaşa bakmadığına dair en güzel örneklerden
biri kendisi.
Stanley Matthews
(Hibernians)
Dünya futbolunda bir çok ilkin sahibi olan
Matthews’un futbola dönüş hikayesi
özellikle yaş bakımından bir hayli şaşırtıcı.
50 yaşına kadar oynayarak İngiltere
liglerinin en yaşlı oyuncusu unvanını
alarak futbolu bırakan Matthews,
emekliliğinin ardından 1970 yılında teknik
direktörlüğünü yaptığı Hibernians’ta 55
yaşında iken maça çıktı.
Avrupa’da yılın futbolcusu ödülünü
kazanan ilk isim olan İngiliz efsanesinin
33 yıllık kariyerinin en özel bilgisi ise hiç
kart görmemesiydi. Bu bilginin günümüz
hakemleri için mi yoksa oyuncular için mi
referans olacağına ise sizler karar verin.
Thomas Finney
(Distillery)
Dünya futbolunda centilmenlik denildiğinde
akla ilk gelen ve tüm büyük teklifleri
reddederek kariyeri boyunca yalnızca
Preston forması giyip, ‘Sir’ unvanı alan nadir
futbolculardan olan Thomas Finney’in yeşil
sahalara dönüşü bir rica üzerine gerçekleşti.
38 yaşında emekli olduktan 3 yıl sonra
Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda
dönemin en güçlü ekiplerinden Benfica ile
eşleşen Kuzey İrlanda ekibi Distillery’den
gelen ricayı kırmayan Finney, eşleşme
sonrasında futbola kesin olarak veda etti.
Kariyeriyle ilgi diğer bir önemli bilgi ise
1954 ve 1957 senelerinde ülkesinde yılın
futbolcusu seçilerek bu unvanı iki kez
kazanan ilk futbolcu olmasıdır.
Kevin Poole
(Burton Albion)
Kevin Poole’un futbola dönüş yaptığı
yaş kadar futbolu bıraktığı yaş da son
derece ilginç. 48 yaşında futbola veda
eden Poole, 1,5 sezon sonra son derece
enteresan bir durum vesilesiyle sahalara
tekrar döndü.
Burton’da kaleci antrenörlüğü yaptığı
dönemde kiralık olarak kadroda
bulunan yedek kaleci Jordan Pickford’ın
Sunderland’e dönmesiyle yedek kaleci
sorunu yaşayan takımın kadrosuna
giren 50 yaşındaki Poole, 4 maç kadroya
girmesine karşın dakika alamadı.
Ahmet Dursun
(Eyüpspor)
Kocaelispor’da yıldızını parlatarak kendisine İstanbul
kapısını açan Ahmet Dursun, özellikle Barcelona ile oynanan
Şampiyonlar Ligi mücadelesindeki performansıyla halen
akıllarda. Kariyerinin en parlak dönemini siyah beyazlı
formayla yaşayan golcü futbolcu, 2004 yılında aldığı
beklenmedik kararla Çin macerasına atıldı ve o dönemde
sonra yaşadığı düşüş sonrası bir daha üst seviye futbola
dönemeyerek 2012 yılının Ocak ayında yeşil sahalara veda etti.
Emekliliğinden kısa bir süre sonra futbola geri dönmek
istediğini deklare eden Ahmet Dursun, buna rağmen 1,5 sezon
hiçbir takımla sözleşme imzalayamadı. Bu sezonun devre
arasında ise Spor Toto 2. Lig ekiplerinden Eyüpspor’dan gelen
teklifi kabul eden tecrübeli oyuncu futbola geri döndü. Ahmet
Dursun transferi Eyüpspor taraftarının tepkisini fazlasıyla
çekti. Haklılık payları var, seyyah bir isimden iyi performans
beklemek zor zanaat.
Hayrettin Demirbaş (Niğdespor)
Futbola 1, 2 ya da 3 değil tam 10 yıl sonra dönüş
yapan bir hikayeye sahip Hayrettin Demirbaş. Bizler
onu Galatasaray’da oynadığı dönemdeki istikrarsız
performansıyla tanısak da o, oynadığı birçok maçta
gösterdiği başarılı performansla bugünlerde bile
hatırlanmasını sağladı. Kariyerini 2000 yılında Ağrıspor
formasıyla noktalayan Demirbaş için yeşil saha özlemi 10 yıl
sonra yeniden ortaya çıktı.
Süper Amatör Ligi’nde boy gösteren Niğdespor için kaleci
bulması rica edilen Hayrettin, uygun kaleciyi bulamayınca
teknik direktör Cevdet Sancaklı’dan şu teklifi aldı: “Sen
benim eski arkadaşımsın, rahat oynarsın” Aldığı bu teklife
olumlu cevap veren tecrübeli eldiven, 2010 yılının Şubat
ayında 47 yaşındayken sahalara döndü. Tarif edilemez bir
mutluluk yaşadığını belirten Hayrettin, gençlere örnek olmak
istediğini ifade etmişti.
Faruk Yiğit (Yalova Demirspor)
Kocaelispor’da dikkatleri üzerine çekip, bir sonraki
durak olarak Fenerbahçe’yi seçen Faruk Yiğit, tıpkı
Hayrettin gibi uzun bir süre sonra bir espriden yola
çıkarak yeşil zemine dönüş yaptı. 2005 yılında
amatör lig ekibi Orhangazi Gençlerbirliği takımında
futbolu bırakan Yiğit, 8 yıl sonra Yalova’nın
Demirspor ekibiyle kendini yeniden futbolun içinde
buldu.
Demirspor oyuncularıyla formda kalmak adına
idmanlara çıkan Faruk Yiğit, takımdaki oyuncuların
“Gel bizimle oyna, senin ölün yeter” tarzı bir esprinin
ciddiye binmesiyle kulüp yetkililerini kırmadı ve
lisansının çıkmasına onay vererek genç isimlere
yardımcı oldu. Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında
48 yaşındayken sırtına formayı geçiren Faruk, ilk
maçında golle tanışarak çoğu mevkidaşına ince bir
mesaj göndermiş oldu.
Futbol Yönetimi
Uğur Karakullukçu
HF119
KUTSAL CEZA ÜÇLEMESi
KIRMIZI, PENALTI
&
MEN
Arsenal-Bayern maçında Londra ekibinin kalecisi Szczesny’nin atılması üçlü ceza
sistemini tekrar gündeme getirdi. Hafta içinde Platini’nin cezanın ağır olduğu
yönünde bir açıklama daha yapıp girişimde bulunması tartışmaları da tekrar
körüklemişe benziyor
Şampiyonlar Ligi son 16 turunun en gösterişli
maçının ilk yarısında iki penaltı kararı çıktı.
Birisinde Mesut Özil’in indirilişinin ardından yine
Mesut penaltıyı değerlendiremedi. İkincisinde
ise Robben, kaleci Szczesny’nin müdahalesiyle
yerde kaldı, bu kez de David Alaba penaltıyı
değerlendiremeyerek direğe nişanladı. Yalnız iki
penaltı arasında çok ciddi bir fark vardı. Arsenal,
Szczesny’nin ‘bariz gol şansını engellemesi’
nedeniyle 10 kişi kalmıştı ve Bayern Münih
karşısında 10 kişi kalmak bugünün futbolunda
karşılaşabileceğiniz en büyük cezalardan
biri. Futbolun en büyük sahnesinde örneğini
gördüğümüz “kırmızı kart-penaltı-kart cezası”
şeklindeki ağırlaştırılmış müebbet üçlemesi
üzerine bir itiraz var ve bu itiraz yetkili bir abiden:
UEFA Başkanı Michel Platini’den...
Tutucu bir profilden ziyade yenilikçi yönüyle dikkat
çeken Fransız efsanesi, Arsenal-Bayern maçının
ardından yaptığı açıklamada topu tekrar FIFA
ceza alanına yolladı ve şöyle dedi, “15 yıldır bu
kuralın değişmesi için uğraşıyoruz. Bu, FIFA’ya ve
İngilizlere bağlı bir konu. Biz üçlü ceza sistemini
görmek istemiyoruz. Bu çok fazla!” İşte işin
çetrefilli bir hal aldığı nokta da burası... Bir yandan
mantıklı olan bu önerinin muhtemel bazı sonuçları
kaş yaparken göz de çıkarabilecek nitelikte olabilir.
Tartışmaların çıkış noktası aslında bariz gol şansı
kuralı kaynaklı. Eğer bir oyuncu açık şekilde gol
yapabilecek pozisyondaysa ona yapılacak faul
başka bir kategoride değerlendiriliyor ve oyuncu
atılıyor. Kendi içinde tutarlı bu kuralın yan etkisi
ise Arsenal-Bayern mücadelesinde ortaya çıkıyor.
İki benzer faulü bu kadar farklılaştıran ‘bariz gol
şansı’ yorumu kalecilerin niyet veya pozisyonun
gerektirdiğinin çok ötesinde cezalandırılmasına yol
açıyor. Szczesny’nin zamanlama hatası Robben’in
top kontrolü çok iyi olmamasına karşın aldığı
darbeye yol açarak ‘kutsal üçlemeye’ yani ‘kırmızıpenaltı-maç cezası’ kombinasyonuna yol açıyor.
Sıkıntılar doğurabilir
2016 Avrupa Şampiyonası kura çekimi öncesinde
de bu konuya değinen Michel Platini’nin
önderliğindeki UEFA, konu hakkındaki karar mercii
IFAB (Uluslararası Futbol Komitesi) ile FIFA’ya üçlü
ceza sistemine karşı oldukları yönünde bir mektup
yolladı. UEFA’nın düşüncesine göre penaltı zaten
yeterince ağır bir ceza ve bunun yanı sıra kırmızı
kart da çıkarıp takımları 10 kişi bırakmak doğru
değil fakat kuralın gevşetilmesi yönündeki bu
önerinin bunun yan etkileri de bulunuyor. Eğer bu
kural gevşetilirse bir savunma oyuncusu gerçekten
gol olma şansının yüksek olduğu pozisyona kanaat
getirdiğinde bu açığı kullanabilir ve ‘gol engelleme’
amaçlı faullerin sayısında artış yaşanabilir. Öte
yandan bundan faydalanmak adına rakiplerini
indirmeye meyilli savunma oyuncularının artışı
aynı zamanda penaltı sayısını da artıracak ve
maçların seyrine hakem müdahelesini daha fazla
gerektirecek bir ortam oluşacak. 2010 Dünya
Kupası’nda kaleye giren topu uçarak elle çıkaran
ve kırmızı kart görmesine karşın penaltının
kaçmasıyla Uruguay’ın yarı finale kalmasına vesile
olan Luis Suarez örneği de mevcut. Bu sebeple
UEFA’nın önerisine destek verenler kadar karşı
çıkanlar da olabilir.
Orta yol: Kaleciler
Mevcut ağır üçlemenin gevşetilmesi yönünde
fikir birliğine varılabilecek tek istisna kalecilere
2010 Dünya Kupası çeyrek finali... Dakika 120,
Uruguay-Gana maçı 1-1 devam ederken Luis
Suarez filelere giden Gana topunu elle kesti.
Kırmızı kartla oyun dışında kaldı ancak Asomoah
Gyan penaltıyı kaçırınca seri penaltı atışlarında
yarı finale Uruguay yükseldi.
uygulanacak kart yaptırımında olabilir.
Szczesny’nin pozisyonundaki faulün bariz
gol şansı yorumlaması dışında kırmızı kartı
gerektirecek bir ihlali yok. İşte tam da bu
pozisyonlar için kalecilere özel bariz gol şansı
yorumlamasını hakemlere bırakmak olacaktır.
Müdahalenin golü doğrudan kurallar dışında
engellemek için mi, yoksa doğal pozisyon
gelişiminin gereği mi gerçekleştiği yönündeki
kararı hakeme bırakmak bu ağırlaştırılmış
müebbet sisteminin bir nebze önüne geçmeyi
sağlayacaktır.
Bu kadar üst düzeyde ve ciddi şekilde tartışılan bu
kurala yakın zamanda bir düzenleme getirilmesi
kafalardaki soru işaretlerini silmek açısından da
önem taşıyor. Platini’nin önerisi konu üzerine
fikir yürütmelere ve sorgulamalara yol açtığı için
misyonunu şimdiden yerine getirmişe benziyor.
Spor Hukuku
Av. Halil İbrahim Çelik
HF119
PEKi ŞiMDi
NE OLACAK?
Yargıtayın onadığı “şike ve teşvik davası” kararlarını, kişilerin bu kararlarla ilgili neler
yapabileceklerini, TFF ve UEFA’nın tutumunu Avukat Halil İbrahim Çelik bir hukuk
adamı gözüyle analiz etti
Yargıtay 5. Ceza Dairesi 3 Temmuz’dan bu yana
devam eden şike ve teşvik primine ilişkin yerel
mahkemenin verdiği kararların bir kısmını onadı,
bir kısmını da bozarak yerel mahkemeye geri
gönderdi. Onanan hükümler arasında Fenerbahçe
SK Başkanı Aziz Yıldırım’ın da cezasının olması
Fenerbahçe açısından hükmün kesinleşerek
Aziz Yıldırım’ın cezaevine girmesi sonucunu
doğurdu. Bu karar sadece adli bir karar olmakla
kalmayıp ülke futbolu üzerinde çok büyük etkiler
doğuracaktır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi Fenerbahçe SK Başkanı
Aziz Yıldırım’ın suç örgütü kurarak İstanbul BBFenerbahçe, Kardemir Karabükspor-Fenerbahçe,
Fenerbahçe-MKE Ankaragücü ve SivassporFenerbahçe maçlarında şike yapmaktan
Trabzonspor-Bursaspor, Eskişehirspor-Trabzonspor
ve Trabzonspor-İstanbul BB maçlarında ise teşvik
primi suçlarından dolayı 3 yıl 9 ay hapis cezasına
hükmetti. Satır arasında şike ve teşvik suçlarının
iki taraflı işlenebilen suçlar olduğunu ancak
Fenerbahçe’nin şike yaptığı veya teşvik primi
verdiği iddia edilen takımların önemli bir kısmı için
kimsenin cezalandırılmadığını düşündüğümüzde
verilen bu cezalar kafalarda ciddi soru işareti
oluşturuyor. Ancak burada soru işaretlerini değil de
verilen onama kararının açtığı-açabileceği sonuçlar
üzerine bilgi vermek istiyoruz.
AİHM’e bireysel başvuru yapılabilir
Yargıtay’ın onama kararı ile birlikte Dernekler
Yasası’nın 11. maddesine ve Fenerbahçe Dernek
Tüzüğü’nün 6. maddesine göre Fenerbahçe SK
Başkanı Aziz Yıldırım’ın başkanlığı düşmüştür.
Ayrıca şike ve teşvik primi davası günümüz
itibariyle sona ermiş ve Ceza Hukuku ve Spor
Hukuku bağlamın şike ve teşvik priminin varlığı
ispatlanmıştır. Artık buradan sonra olağanüstü
kanun yolu olan karar düzeltme başvurusu,
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı ve
son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
bireysel başvuru hakkı bulunmaktadır. Ancak bu
başvurular şahısların cezaevine girmelerine engel
olabilecek yollar değildir.
Süreç TFF için kapandı ama…
Yargıtay’ın onama kararı sonrasında ortaya çıkan
en büyük problem TFF’nin yaptırımını değiştirip
değiştirmeyeceğidir. Zira TFF kendi iç yargılamasını
bitirip şikenin sahaya yansımadığından bahisle
kulüplere herhangi bir yaptırım uygulamadı.
Ancak Yargıtay’ın kararı sonrası hukuken şikenin
varlığının kesinleşmesi TFF açısından süreci
içinden çıkılamaz bir yere doğru sürüklemektedir.
Zira TFF tüzükleri ışığında yeni bir disiplin
soruşturmasının yapılması mümkün değil.
Hukuken TFF açısından süreç kapanmış
görünüyor. TFF’nin yeni bir soruşturma başlatması
için tüzüğünü değiştirmesi ve bu minvalde yeni
kararlar alması gerekmektedir. Ancak TFF’den
bu yönde herhangi bir hamle gelmemesi Spor
Hukuku açısından bir facia olmakla birlikte UEFA
tarafından kabul edilebilecek bir durum değildir.
UEFA’nın şike, teşvik ve doping de 0 tolerans
kararlığı TFF tarafından anlaşılamamıştır ve bu
durum hala devam etmektedir. Nitekim 31.01.2014
tarihinde UEFA Yargıtay kararının orijinal metnini
TFF’den isteyerek yaptırımlarına devam edeceği
sinyalini açıkça vermiştir. Buna rağmen TFF’nin
hamle yapmaması başta sporumuzun lokomotif
kulüplerinden olan Fenerbahçe’yi Avrupa futbolu
nezdinde büyük bir yıkıma doğru sürüklemektedir.
‘‘Şike ve teşvik’’ davasında hüküm giyen Aziz Yıldırım’ın bu kararı yargıtayda
onandı. Bir yıl cezaevinde kalan Yıldırım
30 ay daha hapis yatacak.

Benzer belgeler

6 Eylül 2013 - Sayı 95

6 Eylül 2013 - Sayı 95 tersine döndü. Mesut’un önce büyük maçlardaki etkisiz oyunu, ardından da Şampiyonlar Ligi’nde Bayern Münih karşısında penaltı kaçırması Ada’da onu eleştirilerin hedefi yaptı. Eylül’den bu yana her ...

Detaylı