Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM

Transkript

Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM
ATAUM
e-bülten
Yıl 7 - Sayı 80
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Avrupa Gündemi...
HAZİRAN 2015
Eşcinsel Çiftlere
Halkın Şahitliğiyle Evet
23 Mayıs’ta yapılan referandumla eşcinsel evliliklere izin veren 15. Avrupa ve 13. AB ülkesi olan İrlanda,
öte yandan bu kararı halk oylamasıyla alan dünyada ilk ülke. 3.2 milyon seçmenin yüzde 60’ının katıldığı
referandumda 1.2 milyon kişi “evet” derken “hayır” diyenlerse 734 binde kaldı.
İrlanda’da eşcinsel evliliğin yasal hale gelmesi oldukça önemli bir gelişme olmasının yanı sıra bu kararın halk oylaması neticesinde alınması da gelişmenin İrlanda için “dönüm noktası” olarak tanımlanmasına yol açtı. Zira Katolik ve muhafazakâr İrlanda’da Katolik Kilisesi’nin baskısını pek çok alanda görmek mümkün. Sözgelimi, Kilise’nin baskısı yüzünden kadınların kürtaj yaptırması hâlihazırda yasak. Bu durumun tek istisnasıysa annenin yaşamının tehlikede olması.
'MUHAFAZKÂR İRLANDA'NIN KARARI
Yasemin KARADAĞ
İrlanda’da eşcinsel birliktelik 1993’e kadar suç olarak kabul ediliyordu. Bu düzenleme hakkında 1988’de AİHM’in
İrlanda Hükümeti’nin Sözleşme’nin özel hayata saygı hakkını düzenleyen 8. maddesini ihlal ettiğine hükmettiği
Norris v. Ireland (Başvuru No. 8225/78) davasını mahkemeye taşıyan avukat olan Mary Robinson, 1990’da
İrlanda’nın ilk kadın devlet başkanı olduğunda eşcinsel birlikteliği suç olmaktan çıkarmıştı. 2010’da çıkartılan bir
yasayla “medeni birliktelik (civil partnership)” anlaşmasına izin veren İrlanda Hükümeti, eşcinsel evliliği oylamak üzere 2013’te referandum yapılması kararı da almıştı. Uluslararası Af Örgütü (İrlanda) yöneticisi Colm O’Gorman,
Parlamento’nun bu kararı almasını sağlamak ve bugün “evet” diyen 1.2 milyona ulaşmak için on yıldan uzun süredir mücadele verdiklerini söylüyor.(devamı 3.sayfada)
Çipras
Moskova'daydı
Avrupa’dan 1 Mayıs
Çeşitlemeleri
Doğu Ortaklığı
Tökezliyor mu?
Portekiz’de Pilotlar
Grevde
Mühdan SAĞLAM
sayfa 4-5
Elâ BİLGEN
sayfa 7
Mühdan SAĞLAM
sayfa 8-9
Ayşe Elif YILDIRIM
sayfa 10
Makedonya’da
Siyasi Kriz
Hollande’dan
Küba Çıkarması
Göçe Askeri
Çözüm?
Portre:
Andreas Papandreou
Emre YÜKSEL
sayfa 12-13
Onur HAZNEDAR
sayfa 14
Yasemin KARADAĞ
sayfa 15-16
Maria KONSTANTOPOULOU
sayfa 17-18
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
2
Mesele Çocuk Olmak
Damla ÜNSEVER
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Mesele Çocuk Olmak
Damla ÜNSEVER
Çocuk olmak giderek zorla- ve Hristiyan anti-Balaka
şıyor bu dünyada. İşçi olma- grupları arasında yaşanan
ları, savaşçı olmaları, gelin ol- çatışmalar sonucunda birçok
maları bekleniyor onlardan. kişinin öldüğü ve yerinden
İstismar, pedofili, şiddet de edildiği Orta Afrika Cumhucabası. UNICEF istatistikleri- riyeti’nde de en çok zararı yine göre 5-14 yaş aralığın- ne onlar gördü. Yine huzur,
daki her 6 çocuktan 1’i çalışı- bir nesil sonrasına ertelendi.
yor. 4 çocuktan 3’ü evde şid- Yoksulluğun arttığı, iç çatışdete maruz kalıyor. Ellerine manın giderek şiddetlendiği
silah verilip savaşması bek- Orta Afrika Cumhuriyeti’ne
lenen çocuklar, daha kendi 2014’te yaklaşık 12 bin kişiçocukken çocuk bakması is- lik BM Barış Gücü gönderildi.
tenen çocuk gelinler ve kü- Barış gücünde yer alacak asçük yaşta cinsellikle tanıştırı- kerlere BM standartları, sivillıp susturulan çocukların sa- lerin korunması ve cinsel şidyısından bahsetmiyoruz bile. detin önlenmesi konularında
Peki neden? Bir toplumun ge- eğitim verildi. Ancak bazı aslişmesi için önce o toplumun kerler bu eğitimi yanlış anlaçocuklarını yetiştirmesi ge- mış olacak ki, suçu önlerekmez mi? Bunun için gele- mekten ziyade, suçu öncelik
ceğimiz demez miyiz onlara? haline getirdiler. Şöyle ki, inDünyanın en saf, en ışık dolu sanları korumak ve güvenlikbakışlarını büyüyünce zaten lerini sağlamakla görevlenkirletileceklerini bile bile ne- dirilen askerlerle ilgili olarak
den küçüklükten soldurmaya geçtiğimiz ay bir BM raporu
çalışırız?
ortaya çıktı. The Guardian ga“Önce kadınlar ve çocuklar” zetesine sızan rapora göre,
sözü, bir felaket anında ön- Fransız askerleri görev yapcelikli olarak kadınlar ve ço- tıkları Bongui şehrindeki ülcukların kurtarılmasını ifade ke içi mülteci kampında çoeder. Fakat genelde, bir sa- cuklara cinsel istismarda buvaş, istikrarsızlık, kaos vs. an- lundu. Buna göre, askerler
larında önce kadınlar ve ço- kendilerine aç olduklarını becuklar zarar görür. Bir kaos a- lirten 8-15 yaşları arasındaki
nında erkeğin iki seçeneği 10 evsiz çocuğa cinsel talepvardır. Ya kaçar ya da sava- leri karşılığında yiyecek ve
şarak ölür. Kadınlar ve ço- para verdi. Raporda yer alan
cuklarınsa 3 seçeneği vardır. çocukların ifadelerine göreyYa ölürler, ya cinsel istismara se bu sayı 10’dan fazla. Çünmaruz kalırlar ya da her ikisi. kü çocuklar birçok arkadaşNitekim Müslüman Seleka larının da yemek karşılığı ay-
nı muameleye uğratıldığını
belirtiyor. Ayrıca, Fransız askerlerinin yanı sıra bazı Çadlı
askerlerin de aynı harekette
bulundukları dillendiriliyor.
Üstelik durumun ortaya çıkmasından endişe eden askerlerin çocukları bu konuda
konuştukları takdirde şiddet
uygulamakla tehdit ederek
insanlığın sınırlarını zorladığı da anlaşılıyor.
UNICEF raporuna göre iç çatışma, terör ve istikrarsızlığın
yoğun olduğu kıtaların başında gelen Afrika, kadınlar
ve çocukların cinsel istismara
en çok uğradığı bölge olarak
da ilk sıralarda yer alıyor.
Tüm olan bitenler, insanların
umut bağladığı “barış gücü”
adı altında görev yapan kişilerin yaptıkları işi ne kadar
ciddiye aldıklarını da gözler
önüne seriyor. Raporun gizli
tutulması ve elle tutulur bir
çözümün sunulmamasıysa
işin bir başka boyutu.
Temmuz 2014’te sonuçlanan rapordan sonra çocukların korunması için örgütün
hiçbir çaba içinde bulunmadığını iddia eden BM çalışanı
Anders Kompass, aynı ay raporu Fransız hükümetine
yollamış ve Fransız hükümeti
de kendilerini bilgilendirdiği
için Kompass’a teşekkür mektubu göndermiş. Neredeyse
üstünden bir yıl geçtikten ve
geçtiğimiz Mayıs’ta konunun
basında yer almasından son-
ra iddialarla ilgili açıklama
yapan Cumhurbaşkanı Hollande, olayla ilgisi olan askerlere merhamet gösterilmeyeceğini açıkladı. Savunma Bakanı Jean Yves Le
Drion da askerlerin Fransız
bayrağını kirlettiğini söyleyerek sert tepki gösterdi. Hükümet, şu ana kadar 14 askerin
şüpheli olduğu soruşturmada askerlere herhangi bir ayrımcılık uygulanmayacağını
ve hak ettikleri cezayı alacaklarını ifade etti.
Diğer taraftan Anders Kompass’ın durumu, bilgi uçurucularla ilgili sorunları da gözler önüne serdi. Uzmanlara
göre, bilgi uçurucuların desteklenmesi, korunması ve yaşam koşullarının garanti altına alınmasına yönelik etkili
uygulamalar yapılmasının
gerekliliği bir kez daha görüldü. Zira Anders Kompass,
gizli BM raporunu dışarıya sızdırmak ve protokolleri ihlal
etmekten suçlanarak işinden
atılma riskiyle karşı karşıya
kaldı. Dahası, “uluslararası
barış ve güvenliği korumak”
adına kurulan BM, böylesine
önemli bir konuda neden etkisiz kaldığını açıklamamanın yanı sıra belgenin gizliliğini savunarak meşruluğunun bir kez daha sorgulanmasına neden oldu.
ATAUM
HAZİRAN 2015
e-bülten
Görünen o ki, uzun yıllar süren mücadele her iki taraf
için de oldukça olumlu sonuçlar vermiş. Zira başta Başbakan Enda Kenny olmak üzere, partisi Fine Gael ve koalisyon ortağı İşçi Partisi sürecin başından itibaren kampanyanın yanında olduklarını sürekli olarak dile getirdi. Sinn Fein’in lideri Gerry
Adams da referandumun ardından memnuniyetini ve
desteğini şu yorumuyla dile
getirdi: “İki tür İrlanda vardır: Elit İrlanda ve saklanan
İrlanda. Bugün saklanan İrlanda konuştu.” Oylamanın
ardından sokaklara dökülen
yaşlı nüfusun çokluğundan
da anlaşılmakta ki, zamanında eşcinsel olduğu için ce-
za almak ya da toplumdan
dışlanmak istemeyen pek
çok insan gençlik yıllarını inşa ettiği sahte kimlikleriyle
yaşamış. Nitekim 70 yaşındaki İrlandalı eski senatör ve
aktivist David Norris de
gençlik ve erişkinlik döneminde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bu konu üzerinde
büyük bir sessizlik vardı. Ga-
Sosyal medyada referandum çalışmaları
Referanduma aylar kala sosyal medyada eşcinsel evliliği
destekleyenler de desteklemeyenler de etkili kampanyalar yürüttü. Televizyon kanallarında her iki gruptan tezlerini savunanlar bir araya
getirilerek konunun tartışma
programlarında aktif bir şekilde ve sık sık tartışılması
sağlandı. Her iki tarafın da
hazırladığı posterler şehrin
dört bir yanında aylarca asılı
dururken, hazırlanan reklamlar da gerek sosyal medyada gerekse TV kanallarında İrlanda halkının seçimini
belirlemeye çalıştı. Eşcinsel
evlilik karşıtı reklamlarda,
böylesi bir uygulamanın ço-
Halkın Şahitliğiyle Evet
Yasemin KARADAĞ
zetede ya da herhangi bir yayın organında “eşcinsel
birey-ler”le ilgili bir çalışmaya denk gelinmesi mümkün
değildi. Bizlerdeyse hapse atıl ma, a kıl has ta ne si ne
yatırıl-ma veya kamusal alandan dışlanma korkusu
kendimizi saklamak için oldukça geçerli nedenlerdi.”
cukların ruh sağlığı üzerinde
olumsuz etkiler bırakacağı,
evlat sahibi olmanın “sipariş
verme” usulüyle gerçekleştirilen bir olaya dönüşeceği ve
en temelde aile kurumunun
zarar göreceği gibi endişeler
vurgulanırken, eşcinsel evlilikten yana kampanyalardaysa genç İrlanda nüfusuy-
la ailelerini referandum günü bir araya getiren ve ailelerin çocuklarının tercihlerine saygı duyduğunu daha da
önemlisi onları desteklediklerini gösteren söylemler tercih edildi.
detli şekillerde sürdürülürken, 2012’de ilk kez Kilise
içinden bir ses, rahip Tony
Flannery, kadınlara ve homoseksüelliğe karşı Kilise’
nin bakış açısının sorgulanması gerektiğini dile getirmişti. Flannery, bu söyleminin bedelini ağır ödedi ve
Kilise’den uzaklaştırıldı. Ancak İrlanda’nın genç nüfusuna da büyük bir ilham kaynağı oldu. Dahası, İrlanda tarihinin en güçlü piskoposu
olarak kabul edilen McQuaid’in görev yaptığı sırada çocukları sistematik olarak taciz ettiğinin yakın zamanda
ortaya çıkması, Kilise’nin
özellikle gençler tarafından
daha fazla sorgulanmasına
vesile oldu. Kilise’nin güve-
nilirliğini sarsan tüm bu olayların yanı sıra Avrupa’yı saran ekonomik krizin İrlanda’yı da etkilemesi, ülkelerinde iş bulamayan İrlandalı
gençlerin ülke dışına çıkmaları gibi faktörler de İrlanda
halkının fikirlerinin değişmesinde etkili oldu. İrlanda
İletişim Bakanı Alex White’ın
da belirttiği gibi, “referandum sonucu İrlanda’yı değiştirmedi, değişimi onayladı.
Bundan böyle İrlanda otoriter bir devlet olarak anılmayacak. Sonuç, Kilise ve devletin birbirinden bağımsız olduğuna dair güzel bir örnek
olarak tarihte yerini aldı.”
Kilise’nin tepkisi
Dublin Başpiskoposu Diarmuid Martin, referandum
sonrası konuşmasında, Kilise’yle ve İrlanda kültürüyle
İrlanda genç nüfusu arasında gittikçe büyüyen bir boşluk oluştuğunu ve bu doğrultuda Kilise’nin gerçekçi bir
durum analizi yapmasının zamanının geldiğini söyledi.
Günümüz İrlanda’sında Katolik Kilisesi’nin gençler için
neredeyse “yabancı topraklar” olarak tanımlanmasının
mümkün olduğunu söyleyen
Martin, genç İrlanda nüfusunu kiliseye çekmek içinse ne
gibi önlemler alınabileceğine dairse herhangi bir çözüm önerisinde bulunmadı.
Aslında genç İrlanda nüfusunun Kilise öğretilerinden
uzaklaşmasının bir anda
gerçekleşmediği rahatlıkla
söylenebilir. 1922’de Britanya’dan ayrılan ve peşi sıra Katolikliği resmen benimseyen
İrlanda Cumhuriyeti, o vakitten beri devlet politikalarının dini öğretiden yoğun bir
şekilde beslendiği oldukça
muhafazakâr bir ülke olarak
karşımıza çıkmakta. 1930’
ların başında John Charles
McQuaid başpiskopos olmadan önce İrlanda Anayasası’nı değiştirilmesine öncülük ederek politik alanda da
muhafazakâr Kilise öğretisinin benimsenmesinde kilit
rol oynayan tarihi isimlerden
biriydi. Nitekim 1930’lardan
2000’lere kadar mevcut tutum kimi zaman daha şid-
3
4
Çipras Moskova'daydı
Mühdan SAĞLAM
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Çipras Moskova'daydı
Mühdan SAĞLAM
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, geçtiğimiz Nisan’
da Moskova’da Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin’le görüştü. İki gün süren görüşmede enerji, ekonomi ve ticaret başta olmak üzere bir
dizi anlaşmaya imza atıldı. Ziyaret öncesinde AB yetkililerinin Yunan liderle görüşmesi ve Rusya’yla yapılacak görüşmelerde AB politikalarına
zarar verecek hamlelerden
kaçınması uyarısında bulunması dikkat çekti. Bunun en
önemli nedeniyse Atina’nın
borç ödeme tarihiyle ziyaretin büyük ölçüde denk gelmesiydi. Yunanistan’ın Rusya
'dan borç isteyebileceğinden
çekinen AB yetkilileri, böyle
bir adımın engellemek adına
Çipras’a uyarılarda bulundu. Nitekim Yunan lider görüşme sonrasında gerçekleştirilen ortak basın toplantısında Rusya’dan maddi bir
yardım taleplerinin olmadığını ifade etmekle birlikte,
bunu AB uyarılarını dikkate
aldıkları için değil AB’yi suçlu gördüklerini için yapmadıklarını ifade etti.
Temelde AB’nin endişelerinin ve açıktan Atina’yı uyarmasının altında, Rusya’nın
Fransa’da Ulusal Cephe,
Macaristan’da Jobbik ve
Yunanistan’da Syriza gibi
partilere başından itibaren
sempatiyle yaklaşması ve bunu gizlememesi yatıyor.
Mosko-va’nın bu partilere
desteğinin nedeniyse, Rusya
yanlısı olmalarından ziyade
Brüksel merkezli politikalara
direnç göstermeleri. Bundaysa, özellikle Ukrayna krizinden bu yana MoskovaBrüksel hattında sert rüzgârların esmsi, AB’nin önemli ekonomik kayıplara
karşın Rusya’ya uygulanan
yaptırımlardan taviz vermemesi ve Kremlin’in AB politikalarını uygulamaya ayak direyen partileri tercih etmesi
etkili oldu.
Ekonomi ve enerji ağırlıklı işbirliği
Çipras’ın iki günlük Rusya ziyaretinde üzerinde en çok durulan konu, iki ülke arasındaki enerji ilişkileri oldu.
AB’nin Şubat sonunda ilan ettiği Enerji Birliği projesi dikkate alındığında, Yunanistan’ın bu adımla AB’den
farklı olarak Rusya’yı enerji
konusunda tehdit olarak görmediği söylenebilir. Şöyle ki,
Şubat 2015’te ilan edilen
enerji birliği projesinin ana
hedefinin AB enerji piyasasının en büyük tedarikçisi olan
Rusya’ya, özellikle Rus gazına, alternatif yaratma olduğu görülüyor. 1 Aralık 2014’
te Putin’in iptal edildiğini duyurduğu Güney Akım projesinde de AB’nin bu konuda
Bulgaristan’a uyguladığı baskıların etkili olduğu söylenebilir. Tam da Güney Akım iptal oldu, Rusya yönünü tamamen doğuya mı dönecek
derken, AB pazarından vazgeçmeyi düşünmediklerini
ilan edercesine bizzat Putin
tarafından Avrupa’ya yönelik
Türk/Yunan Akımı olarak
anılan yeni bir proje ilan
edildi. Proje Türkiye’de ilan
edildiği için Ankara projeye
olumlu baktığını ifade etmiş,
ancak Yunanistan beklenen
seçimler nedeniyle net bir tutum takınmamıştı. Seçimlerin galibi Syriza’ysa henüz iktidar olmadan, Rusya’yla daha yakın ilişkilerden yana olduğunu, yalnızca Brüksel’e
bağımlı kalmak istemediğini
ifade etmişti. Nitekim seçimin ardından Rusya’ya yapılan bu üst düzey ziyaret, Atina’nın Moskova’yla yakınlaşması olarak yorumlandı.
Şaşırtıcı olmayacak şekilde
Atina da, Ankara gibi, Türk/
Yunan Akımı projesini desteklediklerini ve YunanistanTürkiye sınırına yakın bir bölgede ana enerji aktarım istasyonu olarak da bilinen
enerji hub’ının kurulmasının
Yunanistan’a getirileri olacağını ifade etti.
Enerji bağlamında zirvede
dikkat çeken bir diğer konuysa, Yunanistan pazarında
Rus şirketlerin daha etkin ol-
masının önünün açılması oldu. Öncelikle her ne kadar
T ü r k / Yu n a n A k ı m ı
Projesi’yle Rusya-Yunanistan
ilişkileri dikkatleri toplasa
da, aslında iki ülkenin enerji
ilişkilerinin daha da geriye
gittiğini söylemek gerekir.
1991’den itibaren Yunanistan piyasasında olmaya çalışan Rus enerji devi Gazprom, ilkin Rus-Yunan ortak girişimi Promet-heus Gas S.A
şirketini kurdu. Peşi sıra da
Yunanistan’ın en büyük doğal gaz dağıtım şirketi olan
ve Güney Avrupa gaz projelerinde önemli roller üstlenen devlet kontro-lündeki
Copelouzos Group’ un
yarısını aldı. Yunan enerji piyasasının özelleştirilmesi sürecinde Rusya’nın enerji şirketleri aracılığıyla Avrupa piyasasında etkin olma gayreti
Yunanistan’da da ortaya kondu. Bunun en açık örneği Yunanistan içinde gaz dağıtımı
yapan ve LNG terminallerini
işleten DEPA’nın kamulaştırılmasında görüldü. DEPA’
nın Yunanistan dışında Güney Avrupa gaz piyasası için
vazgeçilmez olduğunu düşünen Brüksel ve Washington
tarafından Atina’ya Moskova’yla müzakerelere son vermesi için baskı yapıldı. Nitekim 2013’teki özelleştirmeye
katılan Gazprom, son anda
ihalenin iptaliyle Yunanistan
’dan eli boş döndü. Ancak
DEPA’nın özelleştirilememesi, Yunanistan’daki ekonomik bunalımın büyümesiyle
noktalandı. Oysa Atina, yüzde 90 oranında gaz alımı
yaptığı Gazprom’un sanayisi
için kritik olan gazda bu
özelleştirme sonrasında büyük indirim yapacağını düşünüyordu.
Dolasıyla Çipras’ın AB’yi
ekonomik krizin müsebbibi olarak görmesinde, DEPA gibi
ihalelere AB’nin karışmasının da etkili olduğu söylenebilir. Bununla beraber, zirvede Gazprom’un Yunanistan’da bir faaliyette bulunup
bulunmayacağı ya da Rusya’nın enerji konusunda bir
ATAUM
e-bülten
indirime gidip gitmeyeceği
konusunda bir açıklama yapılmadı ve “müzakereler devam ediyor” açıklamasıyla
yetinildi. Ancak Atina’nın
Türk/Yunan Akımı projesine
destek vermesi dikkate alındığında, pek çok uzman,
Yunanistan’ın Güney Avrupa
enerji koridoru çerçevesinde
sadece jeopolitik öneminin
artmayacağı, bunun yanında
ciddi bir gaz indirimi alacağı
konusunda hem fikir.
İkili görüşmelerde üzerinde
durulan bir diğer başlık, tarım alanında işbirliğiydi. AB
yaptırımları ve Rusya’nın karşı yaptırımları dikkate alındığında, sanayi alanında Rusya dışında Almanya bu sürecin en zararlı çıkanıyken tarımdaysa Polonya, Macaristan ve Yunanistan en fazla zarar görenler olarak ön plana
HAZİRAN 2015
çıktı. Nitekim zirvede tarım alanında işbirliğinin artırılması ve ikili ilişkilerin geliştirilme si ne ya pı lan vur gu,
Yunanistan’ın ihracat kaygısına Rusya’nın cevabı olarak
görülebilir. Buna karşın Putin, her ne kadar Macaristan
ve Yunanistan’la tarım alanında işbirliği yapmaya niyetli olduklarını söylese de,
durumun iyileşmesini yaptırımların kaldırılmasına bağlaması şimdilik Doğu yakasında değişen bir şey olmadığı yorumlarına neden oldu. Kremlin, AB yaptırımlarının Yunanistan’a dayatıldığının farkındayız demekle yetindi ve bir nevi Atina’ya çözüm için Brüksel’i işaret etti.
İki lider, turizmden ticarete, enerjiden küresel politikaya
kadar pek çok konuda ikili
ilişkilere ağırlık verilmesinde
hem fikir kaldı. Ancak iki ülke arasında işbirliği konusunda en dikkat çeken unsur, Ukrayna’da çözüme yönelik yaklaşımda birebir aynı düşünmeseler de
Brüksel’in yaptırımlarının işlevsiz olduğu konusunda
hem fi kir ol ma la rıy dı.
Putin’in Çipras’a Brüksel’in
ek yaptırımlar gündeme aldığı süreçte gösterdikleri direnç için teşekkür etmesi ve
yaptırımların çözüm olmayacağını ifade etmesi, bu durumun en dikkat çeken
belirtisiydi. Sonuç olarak,
ekonomik kıskaç altında
olan Yunanistan, IMF ve
AB’nin formüllerinin yanı sıra diğer ülkelerle ilişkilerine
ağırlık vererek sorunların üstesinden gelmeye çalışıyor.
Atina’nın bu isteğine, AB
enerji pazarında payını kay-
Çipras Moskova'daydı
Mühdan SAĞLAM
betmek istemeyen ve yaptırımların bir an önce kaldırılması çağrısı yapan Rusya da
hem kendi dış politikası hem
de AB’nin tek sesliliğinin etkisini sınırlandırmak açısından önem veriyor. Bu çerçevede Yunanistan, Macaristan
ve İtalya’yla işbirliğine ağırlık
veren Moskova, AB içinden
kendisine yönelik uygulamalara direnç gösterilmesini
sağlıyor. Üstelik bu hamleleri
sadece yakın dönemli politikalarda değil Enerji Birliği gibi orta vadeli projelerde de
gedik açılmasına hizmet
edebilir. Bu durumun en net
göstergesi de Türk/Yunan
Akımı Projesi’ne Yunanistan’ın olumlu yaklaşması ve
gerek AB gerekse de ABD’
den gelen baskıları direnmesi olabilir.
5
6
NATO Kuzey Avrupa’yı İstiyor
Aygün KARLI
ATAUM
HAZİRAN 2015
e-bülten
NATO Kuzey Avrupa’yı İstiyor
Aygün KARLI
NATO ile Kuzey Avrupa ilişkileri Rusya’yla ilgili olarak
sürekli bir kriz içerisinde.
Çatışma genel anlamda bir
yandan NATO’nun yani geniş anlamda ABD’nin, diğer
yandaysa Rusya’nın ortaya
attığı savlar üzerine şekillen-
mekte. Son zamanlardaysa
Norveç ve Danimarka gibi
NATO üyesi İskandinav ülkeleri dışında İsveç ve Finlandiya’da da NATO’ya doğru
bir eğilim gözlemlenmekte.
Bunun siyasi ve ekonomik nedenleri olduğu aşikâr. Her
şeyden önemlisi Rusya ekonomisinin eskiye nazaran
zor durumda olması bahsi geçen ülkeler açısından NATO’ya kayma konusunda en
önemli etkenlerden biri. Rusya hükümetinin diğer ülkelere karşı sergilediği “saldır-
gan” tutum ve kendi ülkesi
içerisindeki otoriter tutumsa
diğer diğer önemli sebep.
Haberimizin konusuysa geçtiğimiz ay Norveç, İsveç ve
Finlandiya’da yaşanan NATO’yla ilgili gelişmeler.
lişmiş olduğu üzerine çok konuşulsa da, gelirinin büyük
bir kısmını petrolden elde etmekte. Bu nedenle, NATO’
nun Norveç’i koruması müttefiklik ilişkisiyle açıklanabileceği kadar Rusya’nın bölgedeki hâkimiyetini arttırmamasına yönelik bir hamle
olarak da yorumlanabilir. Nitekim, Ortadoğu’da olan gelişmeler bir yana, ABD’yle
Rusya arasındaki rekabet ve
hatta çatışmanın odak noktalarından biri de Kuzey Av-
rupa olarak görülebilir. Şöyle
ki ABD, NATO perdesini kullanarak Kuzey Avrupa’da da
egemenliğini güçlendirmek
ve oluşabilecek bir petrol
rantından pay almak, en
azından söz söyleme hakkına sahip olmak istiyor görünüyor. Rusya’nın Finlandiya
ve İsveç’in de desteğini çekmesi halinde bölgedeki etkinliğini ne ölçüde devam
ettirebileceğiyse tam bir muamma.
İsveç, Finlandiya ve Norveç
Baltık ülkeleri ve özellikle NATO’ya üye olmayan İsveç ve
Finlandiya NATO için büyük
önem teşkil ediyor. Baltık ülke le ri nin bü tün lü ğü nün
oluşturulması, Rusya’ya karşı
bir set çekmekten ziyade
adeta bir duvar oluşturma niyeti gösteriyor. Özellikle geçtiğimiz ay NATO’nun ekonomik işbirliği çerçevesinde İsveç ve Finlandiya’yı bir araya
getirmesi işin boyutunu açıkça ortaya seriyor. Finlandiya,
özellikle teknoloji alanında
ülkenin eskiye nazaran gerilemesi ve ABD’yle Asya ülkelerinin mobil sektörüne egemen olmasının ardından ülkeye gelir getiren sermaye
gruplarının güç kaybetmesiyle ekonomik anlamda büyük düşüş sergiliyor. İsveç’se
özellikle yaşadığı küçük çaplı
kriz ve ülkedeki mültecilerin
fazlalaşması neticesinde
ekonomik anlamda işlerin
pek de iyi gitmediği bir ülke
görünümünde. Nitekim NATO, ABD’nin de desteğiyle,
iki ülkenin yine aynı seviyeye
gelmesi için işbirliği yapmalarını teşvik edecek uygulamaları devreye sokmaya başladı. Bu uygulamaları Finlandiya’nın NATO’ya üye olmaya sıcak bakan yeni hükümetiyle sürdürme girişimlerine de başladılar bile. Finlan-
diya Cumhurbaşkanı, NATO’
yla askeri işbirliğinin olduğunu fakat üye olma gibi bir durumlarının olmadığını ileri
sürse de gelecek açısından
bu, pek de hayali bir seçenek
gibi durmuyor.
NATO, geçtiğimiz haftalarda
yaptığı açıklamayla, Norveç’
le alakalı olarak müttefiki oldukları ülkelerin sınır bütünlüklerini koruyacaklarını ve
tehditler karşısında müttefiklerinin yanında olacaklarını
ilan etti. Bu konu aslında Danimarka’ya yönelik olan Rusya tehdidinin hemen sonrasında olması nedeniyle
önem taşıyor. Zira geçtiğimiz
aylarda Rusya, Danimarka’yı
nükleer silahlarıyla tehdit etmiş, gerekirse bu silahları
kullanacaklarını belirtmişti.
Her ne kadar bu durum Rusya’nın Kuzey Kutbu üzerine
hak iddia etme meselesinden de kaynaklansa da, Rusya’nın “saldırgan” politikasından Danimarka’yla birlikte Norveç’in de nasibini ilerleyen günlerde alacağı düşünülüyor. Norveç’in Rusya’
yla olan ilişkisi, Rusya’nın Kuzey Kutbu’na egemen olması
durumunda petrol gelirlerinin azalacağı meselesi üzerinden de irdelenebilir. Norveç, her ne kadar demokrasinin ve insan haklarının ge-
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık)
ATAUM
HAZİRAN 2015
e-bülten
Avrupa’dan 1 Mayıs Çeşitlemeleri
Elâ BİLGEN
Avrupa’dan 1 Mayıs Çeşitlemeleri
Elâ BİLGEN
Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO) geçtiğimiz Ocak’ta,
2015 Dünya İstihdam ve Toplumsal Görünüm Raporu’nu
yayımlamıştı. Raporda küresel işsizlikte yaşanan vahim
artışın yanı sıra dikkat çeken
bir unsur daha vardı: Özellikle gelişmiş ekonomilerde,
işçinin belirli bir ücret ya da
maaş karşılığında sabit ve
tam zamanlı bir işe sahip olduğu standart istihdam modelinin hızla terk ediliyor oluşu. ILO raporuna göre, Sahra Altı Afrika ve Güney Asya
gibi “azgelişmiş” ekonomilerle “gelişmekte olan” ekonomilerin temel sorunlarından biriyse maaşlı iş. Nitekim günümüzde maaşlı iş,
dünya istihdamının ancak yarısı için geçerli. Bir diğer büyük sorunsa kayıt dışı ekonomi kapsamında ve yine bu
bağlamda ücretsiz aile işlerinde çalışanların oranının
değişmeksizin yüksek seviyelerde kalması. ILO tarafından ortaya koyulan rakamlar, bu sorunların “gelişmiş”
ekonomilerde de gözle görülür biçimde arttığını gösteriyor. Avrupa ülkeleri açısından maaşlı iş oranlarındaki
azalma, kendi hesabına çalışmanın artması ve geleneksel işçi-işveren modeli dışında kalan çok kısa süreli iş sözleşmeleri ve düzensiz çalışma saatlerinin yaygınlaşması da raporda dikkat çekilen
hususlardan.
1 Mayıs’ta Avrupa’nın pek
çok kentinden yükselen sloganlar da bu tespitleri doğrular nitelikteydi. 19. yüzyılın
sonlarında sekiz saatlik gün-
lük çalışma süresi talebiyle
ayaklanan ABD’li işçilerin
“davası” Avrupalı işçilerce benimsenmiş, mayısın ilk günü
işçi bayramı olarak kutlanmaya başlamıştı. Sekiz saat
çalışma süresinin artık Avrupalı işçilerin sorunu olmadığı
yaygın olarak düşünülse de,
Avrupa kentlerinde toplanan
göçmen işçilerin talepleri bu
düşüncenin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu.
Özellikle Birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerinden İngiltere
ve Almanya’ya giden işçilerin haklarının kısıtlandığı ve
olumsuz çalışma koşullarına
maruz bırakıldıkları dile getirildi. Ayrıca serbest dolaşım
hakkından faydalandıklarının altını çizen bu işçiler, AB
sınırları içinde göçmen sayılmamaları gerektiğini de vurguluyor. Göçmenlerin yanı sıra eylemlere katılan işçi sendikası üyeleri, öğrenciler, çalışan ve emekliler de kamu
sektöründe, özel sektörde ve
sosyal güvenlik sisteminde
yaşanan sorunları ifade etti.
Almanya’nın çeşitli kentlerinde toplanan 400 binden
fazla kişi asgari ücret uygulamasında istisnaların önlenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve kiralık işçi uygulamasına son verilmesi taleplerini haykırdı.
2013’te müzakereleri başlayan ve bu yıl ya da en geç
2016 başında nihayete ermesi beklenen AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım
Ortaklığı anlaşmasına karşı
eleştiriler de dile getirildi. Almanya İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Reiner
Hoffmann gibi kaygılılar da
var. Buna göre, ticari sınırları
kaldırarak mal ve hizmet dolaşımını ve Avrupa’da istihdamı arttıracağı iddia edilen
ortaklık anlaşması çevresel
problemleri ve GDO’lu gıdaların dolaşımını yaygınlaştıracak, ABD’yle AB standartlarının uyumlaştırılması çabalarıysa AB standartlarını
aşağı çekecek.
Belçika’da en fazla üzerinde
durulan konuysa çalışma
saatleriydi. Nitekim “yüz yıl
önce işçilerin direnişi olmasaydı günlük çalışma saati
14’ten 8’e düşmezdi” diyen
Belçika İşçi Partisi’nden bir
yetkili, işçilerin haftalık çalışma saatinin 38’den 30’a
indirilmesini istediklerini,
böylelikle işsizlik oranının da
azalacağını dile getirdi.
İşsizliğin en düşük ve asgari
ücretin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Norveç’te
de Avrupa Ekonomik Alanı’
ndan çıkılması ve Çalışma
Ortamı Yasası’nın güçlendirilmesi yönünde talepler gündeme getirildi. Geçtiğimiz
Mart’ta Norveç hükümeti, değişen küresel koşullara
uyum sağlamak amacıyla
Çalışma Ortamı Yasası’nda
değişiklik yapılacağını duyurmuştu. Söz konusu değişikler geçici işlerin çoğalması, pazar mesailerinin artması, sosyal yardımlardan faydalananlara mecburi hizmet
gibi yükümlülüklerin getirilmesi gibi düzenlemeler içeriyor. Geçici istihdamın arttırılmasıyla emek piyasasına girişin kolaylaşacağı öne sürülüyor. Ayrıca emeklilik yaşı
70’ten 72’ye çıkarılıyor. 1
Mayıs’ta meydanları dolduranlarsa, değişikliğin sıradan işçilerin değil patronların yüzünü güldüreceği fikrindeydi. Değişiklikten özellikle gençlerin olumsuz etkileneceğini ve geçici süreli işlerin artmasının gençlerin sürekli bir iş sahibi olmasını
güçleştireceğini ifade ettiler.
İngiltere’de genel seçimlerin
hemen öncesinde gerçekleşen 1 Mayıs kutlamaları, David Cameron liderliğindeki
koalisyon hükümetinin çalışanların haklarına sınırlamalar getiren ekonomi politikalarına yöneltilen eleştirilere sahne oldu. Öyle ki,
Londra’daki Docklands Hafif
Raylı Sistemleri’nde çalışan
işçiler, düşük ücret ve olumsuz çalışma koşulları nedeniyle eylem başlatarak greve
gidebileceklerini açıkladı.
Yunanistan, Portekiz, İrlanda
ve İzlanda da 1 Mayıs’ı grevle karşılayan ülkeler arasındaydı. İrlanda’da haklarının
törpüleneceği kaygısıyla ulaşımın özelleştirilmesine karşı
çı kan o to büs şo för le ri,
Yunanistan’daysa toplu taşıma araçları ve liman çalışanları iş bıraktı. İzlanda’da yine
ücret artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep
eden 10 bin üyeli sendika
federasyonları Mayıs sonunda genel greve gideceklerini
duyurdu. Portekiz’de de devlete ait TAP Portugal Havayolu Şirketi’nde çalışan pilotlar,
hükümetin özelleştirme girişimlerine tepki olarak grev
başlattı.
lerinde çalışanlar arasında,
hatta işe gitmek için aynı sokaktan geçen Alman işçiyle
Romanyalı işçi arasında bile
mücadele etmek zorunda
kaldıkları sorunların farklılığına işaret ediyor. Hobsbawm “çevreleri, toplumsal kökenleri, formasyonları, ekonomik durumları, hatta zaman zaman dil ve töreleri
açısından birbirlerinden oldukça uzak gruplar arasındaki ortak paydanın yoksulluk bile olmadığını” söylüyor.
Gerçekten de emek ve dayanışma gününde işçiler ve işçi
sendikalarının yanında LGBTİ örgütlerinin, kadın hakları
aktivistlerinin, Almanya’daki
Edward Snowden, Julian
Assange ve Chelsea Manning heykellerinin açılışı için 1
Mayıs’ı seçen ifade özgürlüğü savunucularının alanları
doldurması, eylemcileri birleştiren şeyin tam da Hobsbawm’ın söylediği gibi “kendi güvencesiz durumlarında
herhangi bir değişiklik olmazken, serveti olağanüstü
biçimde artan burjuvaziyle
aralarında oluşan uçurum”
olduğunu gösteriyor.
Güneydeki durum
1 Mayıs özellikle “Kuzey” ülkelerinde neredeyse “folklorik” bir an olarak kutlanırken, Avrupa’nın güneyinde
yer alan ülkelerde üzerinde
durulan konularsa biraz daha farklıydı. Eurostat’a göre
işsizliğin en yoğun yaşandığı
iki Birlik ülkesi olan Yunanistan ve İspanya’daki göstericilerin ortak hedefinde AB
Merkez Bankası ve IMF tarafından yönetilen kemer sıkma politikaları, işçi ve memur haklarına getirilen kısıtlamalar, sağlık ve eğitim harcamalarındaki kesintiler ve
son dönemde yaşanan göçmen katliamları konusunda
Kuzey Avrupalıların eylemsizliği vardı.
Eric Hobsbawm, 19. yüzyılın
işçi hareketlerini incelerken
“işçiler”den tek bir kategori
ya da sınıf olarak söz etmenin olanaklılığını sorgular. 1
Mayıs’ta dile getirilen talepler de bu şüphenin günümüz
dünyası için de geçerli olduğunu göstermekte. Zira sloganlar arasındaki farklılıklar,
Güney Asya ya da Afrika’yla
kıyaslamaya gerek olmaksızın Avrupa’nın farklı devlet-
7
8
Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu?
Mühdan SAĞLAM
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Ukrayna Moratoryumu:
Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu?
Mühdan SAĞLAM
AB projesi “Doğu Ortaklığı”ndan yana tercihi kullanan Ukrayna, bitmek bilmeyen siyasi krizler bir yana
ekonomik anlamda da içinden çıkılması güç bir kaosun
eşiğinde. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, 25
Mayıs’ta dış borcun ertelenmesi için parlamentodan geçen moratoryumu imzaladı.
Her ne kadar iflası kavramı
kullanılmasa da, ekonomileri iflas eden/etmek üzere
olan ülkelerin moratoryuma
başvurdukları dikkat çekiyor.
Ukrayna ekonomisindeki bu
çöküşün politik ve ekonomik
anlamda hem Ukrayna hem
de AB açısından önemli
sonuçları olabilir.
Halihazırda Ukrayna’nın dış
borcu 23 milyar dolar. Ukrayna, kreditörlerden bu borcu 15 milyar dolara çekmesini talep ediyor. Bu yöndeki
görüşmeler geçtiğimiz Mart’
tan bu yana devam ediyor.
Ukrayna için yakıcı olansa,
doğal gaz nedeniyle Aralık
2015’e kadar Rusya’ya 3 milyar ödemesi gerektiği gerçeği. Aslında Ukrayna’ya kredi
sağlayan ve Ukrayna ekonomisini reçetelerle düzenlemeye çalışan IMF yetkilileri
yaklaşık üç aydır Ukrayna’
nın Gazprom’a olan borcunu
ödeyebilecek durumda olmadığının altını çiziyor. Bu
bağlamda Mayıs sonunda imzalanan moratoryum malumun ilanı olarak görülebilir.
Buna karşın Rusya borcu yapılandırmak şöyle dursun, gecikme durumunda tahkime
gidebileceğini bizzat maliye
bakanı aracılığıyla Ukrayna’
ya iletti. Diğer borçların öte-
sinde Ukrayna’nın Rusya’ya
olan borcu Ukrayna halkı
için çok kritik, çünkü söz konusu borç ödenmediği takdirde Gazprom’un gaz akışını askıya almasına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim Ekim
2014’te Gazprom ile Ukrayna borç yüzünden karşı karşıya gelmiş ve Gazprom’un
gazı kesme hamlesi karşısında Brüksel sürece müdahale
ederek Ukrayna borçları için
müzakerelere katılmış ve kısa vadeli de olsa Ukrayna’
nın soğuk kış koşullarında
gazsız kalmasını önlemişti.
Ancak bu defa Ukrayna adım
adım iflasa sürüklenirken
Brüksel’in izlemekle yetindiği görülüyor. Zaten Nisan
2015’te Kiev’de AB Komisyonu Başkanı Donald Tusk ile
Petro Poroşenko arasında
gerçekleşen zirvede Trusk,
AB adına daha fazla reform
beklediklerini ve ancak söz
konusu şartlar yerine gelirse
yardımda bulunabileceklerini ifade etmişti. Özetle
Brüksel, Kiev’e yardımdan ziyade ev ödevlerini hatırlatmakla yetinmişti. Aslında
AB’yle Ukrayna arasında ekonomik anlamda mesafeyi
açan ilk adım, Haziran
2014’te imzalanan serbest ticaret anlaşmasına aynı yılın
Kasım’ında yürürlüğe girmesi gerekirken Ocak 2016’ya
ertelenmesiyle atılmıştı. Hatta Brüksel’in bu politikası,
Rusya’yı ödüllendirmek olarak görülmüştü. Zira 15 aylık
sürede Rusya, Ukrayna dışında kendine kolayca başka bir
partner bulabilecekken yönünü Batı’ya dönen Ukrayna’nın bekleme süresinin da-
ha da uzaması, Kiev’in cezalandırılması olarak değerlendirildi.
Bu tartışmaların ötesinde Ukrayna açısından açık olan,
bu ertelemenin ekonomisini
olumsuz yönde etkilediği.
Serbest ticaret anlaşmasının
dışındaki veriler incelendiğinde, Ukrayna’nın ABD ve
AB’den yeterli destek görmediği açık. Rusya arasında söz
konusu kriz patlak verdiğinden bu yana, yani Kasım
2013’ten beri, Ukrayna’nın
AB’den gördüğü toplam yardım yaklaşık 1.8 milyar dolar. Buna karşın ABD’yse 2
milyar dolar ekonomik yardımda bulundu. Krizin ardından Ukrayna ekonomisi için
reçeteler üreten IMF yetkililerine göreyse, Ukrayna ekonomisini en az 40 milyar dolarlık bir yardım kurtarabilir.
Doğrudan yardım yerine benzer biçimde yıllık 6 milyar dolarlık yatırım da Ukrayna’da
çarkların dönmesini sağlayabilirdi.
Ancak ne ABD’nin ne de
AB’nin şimdilik böyle bir
adım atmaya niyetleri var. Bunun arka planındaysa hem
Ukrayna hem de Batı’nın
içinde bulunduğu koşullar etkili. İlk olarak Ukrayna açısından “Doğu İçin Ortaklık
Projesi” kapsamında Ukrayna’dan beklenen yapısal reformlar var. Her ne kadar
Poroşenko hızla reform çalışmaları yaptıklarını yönünde
açıklaması yapsa da, Ukrayna’nın henüz süreye ihtiyacı
olduğu açık. İkincisi, ülkenin
do ğu sun da ki ça tış ma lar
Minsk Mutabakatı’na rağmen zaman zaman yoğunlu-
ğu artacak şekilde devam
ediyor. Dolayısıyla, Ukrayna’nın sanayi bölgesi olan
doğuda ekonomik hayatı durdurmuş durumda. Üstelik, etkisi ekonomik anlamda daha
küçük olsa da, Ukrayna ekonomisinde yüzde 2’lik bir paya sahip olan Kırım’ın Rusya’ya katılımı Ukrayna’yı bu
gelirden de mahrum etmiş
durumda.
Batının adım adım iflasa sürüklenen Ukrayna ekonomisine yeterli hızda ve miktarda
yardım yapmamasının da çeşitli gerekçeleri var. En başta,
AB açısında reformlarda
ilerlenmediği takdirde ciddi
bir ekonomik yardım beklenmiyordu. Buna bir de AB’de
ekonomik sorunlar yaşayan
ülke sayısının artışı ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlardan Almanya dâhil pek çok
ülkenin etkilenmesi eklendiğinde, kısa vadede ciddi bir
ekonomik yardım beklentisi
boşa çıkmış oluyor. Dahası,
Brüksel için Ukrayna aynı zamanda enerji güvenliği açısından Rusya’ya karşı kullanılan bir manivela aracıydı.
Ancak Rusya’nın Güney Akım’ın iptalinin ardından yeni projeye ortaya çıkması, üstelik bu projeyi AB’nin ekonomik sorunlar yaşadığı Yunanistan’ı dâhil etmesi,
Ukrayna’ya gerekli dikkatin
verilmemesine neden oldu.
Ekonominin ötesinde genel
anlamda Avrupa’nın Ukrayna’da çözüm konusunda yeteri kadar istekli olmadığı
söylenebilir. Özellikle de
Minsk Mutabakatı’na Ukrayna’nın uyarak çatışmaları
sonlandırmasını bekleyen
ATAUM
e-bülten
AB’nin halihazırda bir B planının olmadığı düşünüldüğünde. Çatışmaların sonlanması için Avrupa’nın göndermeyi planladığı barış gücünü
hala hazırlamamış olması da
bunun açık göstergesi.
Ukrayna konusunda yaşanan açmazın bir diğer yanıysa, Rusya ekonomisinin her
geçen gün toparlanması karşı sın da AB’nin yap tı rım
kartının etkisinde aşınma
oluşması. Şöyle ki, Aralık
2014’te Rusya ekonomisi önemli bir durgunluğa girmiş
ve ekonomik kayıp yaklaşık
140 milyar doları bulmuştu.
Rusya’dan yapılan açıklamada bu kaybın 100 milyar dolarlık kısmının düşen petrol
fiyatlarından, 40 milyar dolarlık kısmının da yaptırımlardan kaynaklandığı ifade
edilmişti. Ancak Ocak 2015’
ten itibaren gerek hükümetçe alınan kriz önlemleri gerek petrol fiyatlarındaki yukarı yönlü eğilim, Rusya eko-
HAZİRAN 2015
nomisinin IMF tahminlerinin
aksine hızla iyileşme yolunda olduğunu gösteriyor. Buna Rusya’nın hızla yeni ticari
partnerler bulması eklendiğinde, Çin’e yakın bir Rusya
fikrinin AB’de olumlu karşılanmadığı da söylenebilir.
Öte yandan, Rusya’nın karşı
yaptırımları dikkate alındığında, Polonya, Macaristan
ve Yunanistan’ın tarımda,
Almanya’ysa ticaret alanında önemli kayıplar yaşadığı
da açık. Öyle ki, Alman Girişimciler Birliği, Rusya’yla ticaret yapan altı bin Alman firmasının zor günler yaşadığını açıklayarak Merkel hükümetine baskı yapmaya başladı. Benzer bir biçimde özellikle yaptırımların artırılması
konusu gündeme geldiğinde
bazı AB üyelerinin de direnç
gösterdiği görülmüştü. Dolayısıyla, AB’nin gerek ekonomik gerek politik sebeplerle halihazırda Ukrayna
için fazla bir şey söyleme
gayretinde olmadığı iddia
edilebilir.
Sonuç olarak, temelleri Polonya tarafından atılan ve
AB’nin eski Sovyet Cumhuriyetleri’ne yönelik yeni bir jeopolitik hamlesi olarak görülen Doğu Ortaklığı Projesi,
Ukrayna konusunda sorunlar yaşıyor. Ortaklık vizyonu
olmadan Ukrayna başta olmak üzere Eski Sovyet coğrafyasında etkinliğini arttırmaya hedefleyen bu proje,
Kiev’de tıkanmış durumda.
Ukrayna’da işlerin yolunda
gitmemesi ve Rusya’nın tavrının net hesaplanmaması
Ukrayna’yla Rusya arasında
iplerin kopmasına neden olduğu gibi, ekonomik yaptırımlar nedeniyle AB’yle
Rusya’yı da karşı karşıya getirdi. Öte yandan Rusya ekonomisini üç yılda tamamen
toparlayabileceğini ifade etmiş ve hızla ekonomik toparlanma yoluna girmişken, Ukrayna içindeki çatışmalara e-
Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu?
Mühdan SAĞLAM
9
konomik iflas da eklenmiş durumda. AB açısında da Rusya’yla yakın dönemde ilişkilerin düzelme ihtimali var.
Özellikle Rusya’nın G7’ye geri dönmesi gerektiği, yaptırımların Rusya’yı Çin’le daha
da yakınlaştırdığı iddiası sadece IMF ve Washington’da
değil Brüksel’de de yüksek
sesle dile getiriliyor. Buna karşın halihazırda ağır bedeller
ödeyen Ukrayna ve Ukraynalıların geleceği hala belirsiz. Üstelik AB, ortaklık kapsamındaki anlaşmaları dahi
uygulamaya sokmuş değil.
Şayet Aralık 2015’e kadar
Ukrayna Gazprom’a olan
borcunu ödeyemezse, bu
bedele soğuk kışta donma
tehlikesi de eklenecek. Açıktır ki, daha çok küresel rekabetle ortaya atılan Doğu Ortaklığı Projesi’nde sorunlar
var ve bu sorunların bedelini
de Ukrayna halkı ödeyecek
gibi görünüyor.
Portekiz'de Pilotlar Grevde
10
2 Ayşe Elif YILDIRIM
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Portekiz’de Pilotlar Grevde
Ayşe Elif YILDIRIM
Ekonomik krizle boğuşan
Portekiz’de, devlet tarafından işletilen ve aralarında
Türk Havayolları’nın da olduğu Star Alliance’ın üyesi
havayolu şirketi TAP Portugal, AB’nin getirdiği kurtarma paketleri çerçevesinde
bir süredir özelleştirilmek isteniyor. Özellikle Portekiz’in
eski kolonilerinin bulunduğu
Güney Amerika ve Afrika
uçuşlarında başarılı ve stratejik konuma sahip olan ve adından söz ettiren Portekiz’in
ulusal havayolu TAP Portugal, özelleştirme kapsamında alıcılarını beklerken bir
yandan da kendi içindeki sorunlarla boğuşuyor.
Bu içsel sorunların son dışa
vurumu, ülke ekonomisine
ve havayolu kullanıcılarına
pahalıya patlamış durumda.
Portekiz’de ekonomik krizin
baş göstermesinden beri dev-
let çalışanları birçok defa
ödenmeyen maaşlar ya da
yerine getirilmeyen haklar
nedeniyle greve girmiş, ancak bunlar genelde bir gün
sürmüştü. Özelleştirileceği
açıklanan TAP Portugal’ın
çalışanlarıysa, on gün boyunca greve gireceklerini
açıklayarak hükümeti oldukça zor durumda bıraktı.
Kasım 2014’te hükümet tarafından açıklanan özelleştirme planında, hükümetin
TAP Portugal’daki hâkimiyetini başkasına devretmek
üzere hisselerin yüzde 66’
sını satacağı ve bu hisselerden yüzde 5’inin TAP Portugal çalışanlarına ayrılacağı
duyuruldu. Özelleştirme planına göre, devlet, şirkette
özelleştirme sonrasında kalacak olan yüzde 34 hissesini
özelleştirmeden iki yıl sonra
satabilme seçeneğine sahip
Şirket çalışanları mutsuz
Devletin özelleştirme planlarının arkasında mantıklı nedenler yatıyor gibi gözükse
de, özelleştirme teklifinden
hoşnut kalmayan TAP Portugal çalışanları, resmi ihale
tekliflerinin sunulmasının
son günü olan 15 Mayıs’tan
önce, 1 Mayıs-10 Mayıs arasında on günlük grev ilan etti
ve işe gelmedi.
Bünyesinde 500 pilotun yer
aldığı işçi sendikasının böyle
büyük bir grev ilan etmesinin
sebebi hükümetle çalışanlar
arasında imzalanan geçmiş
anlaşmalara hükümetin bağlı kalmaması. 1999’da hükümetle işçi sendikası arasında
imzalanan bir sözleşmeye göre hükümet, özelleştirme durumunda pilotlara yüzde 20
hisse vereceğinin sözünü vermişti. Şimdi açıklanan özelleştirme teklifinde hükümetin çalışanlara sadece yüzde
beş hisse ayıracağını söylemesi, bu sözleşmeye aykırılık
teşkil etmekte. Hükümetin
sözünde durmadığını belir-
ten pilotlar, hükümetin açıkladığı gibi hisselerin yüzde
beşi yerine yüzde 20’sinin çalışanlara verilmesini ve 2011
’den beri dondurularak ödenmeyen kıdem ikramiyelerinin ödenmesini istiyor.
Portekiz Başbakanı Coelho,
“pilotlara sesleniyorum: ülkenizi düşünün, turizmi düşünün, ekonomiyi düşünün
ve kendi şirketinizi düşünün”
diyerek son dakikada pilotları grev yapmaktan vazgeçirmek istese de, pilotlar
açıklanan tarihler arasında
grev yapmakta kararlı kaldı.
Pilotların ve uçuş görevlilerinin işe gelmemesi sebebiyle
birçok uçuşunu iptal etmek
durumunda kalan TAP Portugal ise bu süreç içerisinde
uçuşlarının ancak yüzde 70’
ini gerçekleştirebildi. Toplamda üç bin uçuş ve 300 bin
yolcu grevden etkilendi. 5
Mayıs’ta yapılan açıklamada
pilotların on günlük sürenin
sonunda başka şekillerde
protestolarına devam edece-
olarak elinde tutacak. Ne var
ki, 2012’de yapılması planlanan özelleştirmeyse suya
düşmüştü. Şöyle ki, her ne kadar Avrupa’nın büyük havayolu şirketleri Air FranceKLM, Lufthansa ve British Airways’in sahibi IAG özelleştirmeye ilgi duyduğunu açıklamışsa da, sonuçta havayoluna tek teklif ileten Latin
Amerika’dan AviancaTanca
’nın sahibi German Efromovich olmuş ve bu teklif de bazı finansal şartları yeterli olmadığı gerekçesiyle yetkililer
tarafından reddedilmişti.
Devlet yetkilileri tarafından
yapılan açıklamalara göre,
bir kez daha özelleştirme çalışmalarının yapılmasının ve
ihaleye çıkılmasının amacı,
hükümetin kasasına para
sokmak değil, neredeyse iflasın eşiğinde olan havayolu
şirketine sermaye aşılamak.
Havayolu şirketinin borçları
1 trilyon Euro’yu aşmış durumda ve devletin kasasından AB kuralları gereği şirkete yeni sermaye aşılanamıyor. Şirkete sermayenin
aşılanmaması durumundaysa, birçok kişinin işsiz kalabileceği, şirketin iflasa kadar
sürüklenebileceği belirtiliyor.
Bu da ne ülke ekonomisine,
ne de işçilere fayda olarak geri dönecek. Nitekim Başbakan Pedro Passos Coelho,
parlamentoya yaptığı açıklamada, son yıllarda sürekli zarar eden TAP Portugal’ın olduğu gibi bırakılması durumunda şirketin tamamen ortadan kalkacağını, alternatif
yollarınsa sadece büyük miktarda işten çıkarmalarla
sonuçlanacağını ve hedefin
şirketin yeniden yapılandırılması ya da kısaca özelleştirme olduğunu ifade etti.
ği de ilan edildi. Grev ertesinde yapılamayan birçok
uçuş nedeniyle şirketin 70
milyon Euro zarar ettiği tahmin ediliyor. Bu grevin sonuçlarının ülke ekonomisine
yansımasıysa, yine tahminlere göre, 300 milyon Euro.
İkinci özelleştirme sürecine
Almanya’dan Lufthansa, İspanya’dan Globalia gibi büyük şirketlerin ilgi gösterdiği
konuşuluyordu. Ancak özelleştirme tekliflerinin verilmesinin son günü olan 15 Mayıs’tan önce zaten borç batağında olan şirketin böyle
büyük bir zarar etmesi, tekliflere biraz gölge düşürmüş
gibi görünüyor.
15 Mayıs’ta resmi tekliflerin
sunulmasının ertesinde yapılan açıklamalara göre, Brezilya’nın üçüncü büyük havayolu şirketi Azul Linhas
Aereas Brasileiras SA’nın sahibi David Neeleman, Portekizli girişimci Miguel Pais do
Amaral ve 2012’de reddedilen German Efromovich, ha-
vayolu şirketinin hisselerini
almak için resmi teklif sunan
kişiler arasında. Avrupa’daki
büyük şirketlerin isimleri yine ihalede geçmiyor.
Portekizli girişimci Miguel Pais do Amaral, şirkete başlangıç için 325 milyon Euro enjekte edebileceğini basınla
paylaştı. Pais do Amaral,
özelleştirme ihalesini kazanması halinde, şirketi birkaç
yıl sermaye piyasasına açmayı planladığını da duyurdu. Pais do Amaral, şirketin
sadece yüzde beş ila yüzde
on oranları arasındaki hissesini şirket çalışanlarına ayırmayı düşünüyor.
Havayolu şirketine hissedar
olacak kişiyse Haziran sonunda belli olacak. Kazanan
tarafın, eğer şirket çalışanlarının isteklerini karşılamazsa, zor durumda olan şirketi
kurtarmanın dışında, şirket
çalışanlarıyla da “uğraşmak
durumunda kalacağı” ortada.
2 ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2015
Avrupa Birliği Dijitalleşiyor
Damla ÜNSEVER
Avrupa Birliği Dijitalleşiyor
Damla ÜNSEVER
Avrupa Birliği, Avrupa Toplulukları olarak kurulduğu yıllardan bu yana birçok konuda bölge ülkeleri arasında ortaklık oluşturmaya çalışarak,
çoğu kişinin tabiriyle bir
“Avrupa kalesi” inşa etti. İlk
kurulduğu yıllarda ekonomik
birliğin siyasal birliği de beraberinde getireceği inancıyla hareket eden kurucu ülkeler bir gümrük birliği oluşturdu. Daha sonraysa insanların, malların, hizmetlerin ve
sermayenin üye ülkeler arasında dolaşımını serbestleştirme amacına yönelik olarak ortak pazar, ortak para gibi birçok politika geliştirildi.
Birlik, şimdiyse bir “dijital ortak pazar” kurmayı hedefliyor. Amaçsa, internet çağının
yeni koşullarına ayak uydurabilmenin yanı sıra Asya ve
Amerika’nın teknolojik gelişmişliğiyle rekabet amacıyla
daha güçlü ve sınırların kalktığı bir dijital ortak pazara sahip olmak. Başlangıç olarak
16 maddeden oluşan bir eylem planı sunuluyor. Bunun,
online alışveriş, telif hakkı, kişisel verilerin korunması gibi
konularda yenilikler yapılarak hem üye ülke vatandaşlarının hem de şirketlerin kazançlı çıkacağı bir sistem
olacağı belirtiliyor.
Günümüzde neredeyse her
ihtiyacımızı internet yoluyla
karşılıyoruz. İnternet hem en
büyük yardımcımız hem de
en bü yük düşmanımız.
Çünkü sosyal medya hesaplarımızdan kredi kartı bilgilerimize kadar her türlü kişisel bilgilerimize erişilebilen
bir ağlar sistemi var artık. Dolayısıyla özel hayatın ve gizliliğin korunması için güvenliği sağlamak eskiye nazaran
daha da zorlaşıyor ve önem
arz ediyor. Dijital ortak pazarın kurulmasıyla bu konuda
adımlar atılacak. Verilerin korunması tüzüğü yasallaşacak
ve böylece insanlar online işlemlerde kişisel verilerini çok
fazla belirtmek zorunda kalmayacak. Ayrıca, veri standartları yeniden düzenlenecek. Arama motorları, sosyal
medya uygulamaları gibi insanların yoğun olarak kullandıkları online platformlar
da gözden geçirilecek ve internet hizmetlerine olan güvenin artırılması sağlanacak.
Diğer taraftan, yeni ortak
pazarla birlikte e-ticaretin de
artırılması amaçlanıyor. Birlik verilerine göre, Avrupa vatandaşlarının sadece yüzde
15’i bir diğer AB ülkesinden
online alışveriş yapıyor. Çoğu zaman kargo fiyatlarının
fahiş olmasının da bu oranın
düşüklüğünün sebeplerinden biri olduğu görülüyor.
Öyle ki, kimi zaman kargo ücreti, alınan ürünün fiyatından fazla oluyor. Sınırların ortadan kalkması ve birlik ülkeleri arasında fiyatların
sabitleşmesinin sağlanmasıyla birlikte e-ticaret oranının artırılması bekleniyor.
Üçüncü olarak, dijital ortak
pazarın kurulması coğrafi engelleme sorununu da ortadan kaldıracak. Coğrafi engelleme, bir kişinin satın aldığı bir uygulamayı başka bir
ülkede kullanamaması, yalnızca bulunduğu ülkede kullanabilmesi anlamına geliyor. Bu uygulama nedeniyle
vatandaşların halihazırda satın almış oldukları uygulamaları başka ülkelerde kullanabilmeleri için yeniden satın almaları gerekiyordu. Ülkeler arası sınırlarla birlikte
bu engelleme de ortadan kalkacak.
Ortak pazar, AB’nin aylardır
tartıştığı konulardan biri
olan telif hakları sorununu
da içeriyor. Alman Korsan
Partisi’nden Julia Reda,
AB’nin telif hakkı kanununun
yenilenmesi gerektiğini Ocak’ta dile getirmişti. Gerekçe olaraksa 2001’deki telif
hakları kanununun sosyal
medya adreslerinin olmadığı
bir dönemde oluşturulmuş
eski bir yasa olduğunu savunmuştu. Ayrıca, Reda’ya
göre farklı ulusal düzenlemelerin farklı telif hakkı kuralları uygulaması da önemli
bir sorun teşkil ediyor. Birlik
de Reda’nın önergesini kabul etmiş olacak ki, telif hakları yasasını herkesi memnun edecek bir şekilde
modernleştirmeyi hedefliyor.
Tüm bunların dışında, işletmelerin sınır ötesi faaliyetlerinin artırılması için KDV düzenlemelerinin basitleştirilmesi de düşünülüyor. Özellikle büyüme ve istihdamın
önemli bir parçası olarak görülen KOBİ’lerin gelişimine
yönelik olarak böyle bir adım
atılacak. Buna ek olarak, Telekom ve medya kurallarının
gözden geçirilmesi, uygun
spektrum eksikliğinin giderilmesi ve böylece 4G’ye geçişte yaşanan gecikmenin
tekrarlanmaması yönünde
adımlar atılıyor. Ayrıca Asya
ve Amerika’yla rekabet edebilme amacı taşıyan Birlik,
değişen dünya koşulları ve
uluslararası sisteme paralel
olarak sanayi alanında da
teknolojinin etkisine önem
veriyor. Şöyle ki, yeni teknolojileri sanayi sektörüyle
bütünleştirmek isteyen birlik,
akıllı endüstriyel sisteme geçişin kapısını aralıyor. Tüm
bu planların hayata geçirilebilmesi durumunda dijital ortak pazarın Avrupa’nın yıllık
gelirine katkısının yaklaşık
250 milyon Euro olacağı öngörülüyor.
Kimilerine göre Avrupa’nın
dijital ortak pazar kurması
bütünleşmeyi daha da güçlendirecek ve AB ekonomisine önemli katkılarda bulunacak. Karşıt görüştekilere
göreyse pazarın kurulması
AB bütünleşmesine yönelik
değil, ABD’yle AB arasında
müzakereleri yapılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım
Or tak lı ğı Anlaşması’nın
(TTIP) bir parçası. Nitekim
geçtiğimiz Temmuz’daki TTIP
müzakerelerinde başlayan
dijital ekonomi görüşmeleri
bu yaklaşımı destekler nitelikte. Belirtilen öncelikler de
müzakerelerdeki görüşlerle
paralellik gösteriyor. Farklılıksa ortak pazarın kurulmasıyla AB ülkeleri arasında birliğin, TTIP’la da AB-ABD arasında bir ortaklığın kurulması. Anlaşmayla hedeflenense, AB ve ABD’nin veri koruma ve veri transferi gibi siyasi boyutları olan meselelerden ziyade ikisinin de kolayca anlaşabileceği, sektörde
hızla gelişebilecek alanlara
yönelmek. Böylece iki tarafın
da ekonomik gelişimine katkıda bulunacağı söylenen bir
ortaklık geliştirme amacı
esas. Öyle görünüyor ki, Birlik önce kendi içinde dijital
ekonomi sektörünün birliğini
sağlayacak, daha sonra da
bunu ABD’yle transatlantik
bir boyuta ulaştıracak. Bir
başka nokta da TTIP ile alınacak kararların diğer ülkelerle ikili ilişkilerde de serbest ticaret anlaşmalarıyla
hayata geçirilmesi düşüncesi. Dolayısıyla, dijital ekonominin sınırları bölgesel kalmak tan çok neo-liberal
yayılmayla küresel boyutlara
mı ulaşacak sorusu ister istemez akla geliyor.
11
Makedonya’da Siyasi Kriz
12
2 Emre YÜKSEL
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Makedonya’da Siyasi Kriz
Emre YÜKSEL
Sosyalist Yugoslavya’nın dağılmasının etkileri günümüzde hala devam etmekte. Ayrılan devletler, her şey bir yana, yolsuzluk, yoksulluk ve istikrarsızlık gibi çözülemeyen
sorunlarla da uğraşmak zorunda kalıyor. Bu durum
özellikle AB’ye üye olmayan
devletlerde çok daha belir-
gin bir şekilde tezahür ediyor. Bu ülkelerin belki de en
büyük sorunuysa, ulusal birliklerini tam olarak oluşturamamaları. Bölgede bulunan
devletler içlerinde yoğun
azınlık unsurlar barındırıyor
ve bölgenin geçmişte yaşadığı tecrübeler düşünüldüğünde bu devletlerde “etnik ça-
tışma” çıkması riski sürekli
geçerliliğini koruyor. Bu durum özellikle Makedonya düşünüldüğünde gündemden
hiç düşmeyen bir “sorun”.
Ülke nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan Arnavutlarla
asli unsur olarak görülen
Makedonlar arasındaki gerilim, ülkenin bağımsız olma
sürecinden beri devam ediyor. Nitekim ülkede yaşanan
son gelişmeler de etnik çatışma çıkması ihtimalini tekrar
ülkenin en önemli gündem
maddelerinden birisi haline
getirdi.
Arnavut mahallesine operasyon
Geçtiğimiz haftalarda Makedon özel kuvvetleri başkent
Üsküp’ün 40 km kuzeyinde
bulunan ve Arnavut nüfusun
yoğun olarak yaşadığı Kumanova kentindeki Tode
Mendol Mahallesi’nde bir eve “silah kaçakçılığı yapıldığı” gerekçesiyle operasyon
düzenledi. Evde bulunanla-
rın da polise silahla karşılık
vermesi üzerine çıkan çatışmada sekizi polis toplam 22
kişi hayatını kaybetti. Makedonya İçişleri Bakanlığı, evde bulunanların Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) mensubu olduklarını, komşu bir ülkeden sızdıklarını ve saldırı
hazırlığında olduklarını açık-
ladı. Bakanlık Sözcüsü Ivo
Koteski, grubun geçmiş yıllarda çok sayıda saldırı
düzenlediğini, bölge için tehdit oluşturduklarını ve grubun bazı üyelerinin uluslararası emniyet kurumlarınca
da ağır suçlar işledikleri gerekçesiyle arandıklarını belirtti. Ayrıca bu kişilerin 2001
’deki olayları başlatan UÇK
üyeleri oldukları da iddia
edildi. Operasyona Kosova
ve Arnavutluk’tansa tepki
geldi ve Arnavutların hedef
alındığı belirtildi. Çatışmaların ardından Makedonya’
da ölen polislerin anısına iki
günlük ulusal yas ilan edildi.
örtülmeye çalışıldığı belirtiliyor. Neşkovski, 5 Haziran
2011 genel seçimlerinin ardından düzenlenen kutlamalar sırasında İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir birliğin
mensubu olan İgor Spasov tarafından öldürülmüş ve
Spasov 14 yıl hapis cezasına
çarptırılmıştı. Bununla birlikte İçişleri Bakanlığı Spasov’un olayın olduğu gece
görevli olmadığını savunmuştu. Ancak ses kayıtlarının
bunun tam tersini göstermesi halkın tepkisine yol açtı ve
hükümet aleyhine protestolar düzenlendi. Tam bu protestoların düzenlendiği ve hükümete yönelik eleştirilerin
arttığı bir dönemde Kumanova operasyonunun gerçekleşmesi muhalefet tarafından kuşkuyla karşılandı ve
hatta olan biten bir “dikkat
dağıtma” çabası olarak değerlendirildi.
Muhalefetin tepkisi
Hükümetin iddialarına karşı
çıkan Sosyal Demokratlar Birliği (SDSM) Başkanı Zoran
Zaev önderliğindeki muhalefet, gerçekleştirilen bu
operasyonun hükümete yönelen eleştirileri unutturmak
ve dikkatleri başka yöne çekmek için yapıldığını iddia
ediyor. Bu iddialarınsa ciddi
bir altyapısı bulunuyor.
Muhalefet Lideri Zaev “Makedonya Hakkındaki Gerçek
Projesi” adı altında hükü-
metteki bazı kişilere ait ses
kayıtları paylaşmaya başlamıştı. Paylaşılan son kayıtta
2011’de bir emniyet görevlisi tarafından öldürülen Martin Neşkovski’nin ölümünün
ardından Başbakan Nikola
Gruevski, İçişleri Bakanı Gordana Jankulovska, Bakanlık
Sözcüsü Ivo Koteski ve Gruevski’nin Özel Kalem Müdürü Martin Protugyer’in konuşmaları yer alıyor ve bu konuşmalarda olayın üstünün
ATAUM
HAZİRAN 2015
e-bülten
Protesto gösterileri
Önce Neşkovski cinayeti hakkındaki iddialar ve ardından
da Kumanova’ya operasyon
düzenlenmesi muhalefeti sokağa döktü. Başkent Üsküp’te düzenlenen protesto
gösterilerine katılan dört bin
kişi, Ulusal Meclis’e doğru yürüyerek hükümetin istifasını
istedi. Bununla birlikte Manastır ve Prilepe şehirlerinde
de gösteriler düzenlendi.
Protesto gösterileri ve hükümete yönelik iddialar, hükümetten bazı kişilerin istifa etmesine neden oldu. İçişleri
Bakanı Yankulovska, Ulaştır-
ma Bakanı Mile Janekievski
ve İstihbarat Şefi Sasa Mijalkov görevlerinden ayrılma
kararı aldı. Her ne kadar halkın tepkisini dindirmek için istifaları kabul etse de, Gruevski amacına ulaşmış sayılamaz. Muhalefet daha çok
katılımlı bir protesto gösterisi
düzenledi. Dokuz yıldır iktidarda bulunan hükümetin
medya, yargı ve iş dünyasına
baskı yaptığı iddiası halkın
gösteriler düzenlemesinde
etkili oldu. Muhalefet lideri
Zaev’in çağrısıyla Başbakanlık’ın önünde toplanan
Makedonya’da Siyasi Kriz
Emre YÜKSEL
13
yaklaşık 20 bin kişiyse, hükümet istifa edene kadar protestolara devam edeceklerini ilan etti. Yapılan bu gösteriyse daha sonrasında
oturma eylemine dönüşerek
devam etti.
Hükümetin bu protestolara
cevabıysa karşı gösteri düzenlemek oldu. İktidardaki İç
Makedon Devrimci ÖrgütüMakedonya’nın Ulusal Birliği
Demokratik Partisi (VMRODPMNE) koalisyonu, on binlerce kişinin katıldığı bir miting düzenledi. “Makedonya
Güçlüdür” sloganıyla düzen-
lenen mitingde konuşan Başbakan Gruevski, “Makedonya pes etmez, Makedonya
güçlüdür. Makedonya Zoran
Zaev de değildir, Nikola
Gruevski de. Makedonya bu
halktır” şeklinde halka hitap
etti. Ayrıca Gruevski kendileri ne kar şı “senaryolar ”
kurgulandığını ve muhalefetin ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalıştığını iddia etti ve
iktidarı yalnızca halkın görevden alabileceğini belirti.
mak için tüm taraflarla bir
araya geldi. Görüşmeye Başbakan Gruevski, SDSM lideri
Zaev, Demokratik Bütünleşme Birliği (DUI) Başkanı Ali
Ahmeti ve Arnavut Demokratik Partisi (DPA) Lideri
Menduh Taçi de katıldı ancak
görüşmeden bir sonuç alınamadı ve taraflar ileri bir tarihte tekrar buluşma kararı
aldı.
Bağımsız olduğu 1991‘den
bu yana dışta Yunanistan’la
yaşadığı isim sorunu ve bu sebeple uluslararası kuruluşla-
ra üye olamaması, içte de Arnavut azınlık sorunuyla baş
et me ye ça lı şan ül ke de,
Gruevski hükümetine yönelik eleştiriler gün geçtikçe artıyor. Hem yayınlanan ses kayıtları hem de Kumanova
operasyonuna yönelik eleştiriler hükümeti yıpratmaya devam ediyor. Önümüzdeki aylar hem hükümetin geleceğini hem de operasyonun Arnavut azınlık üzerindeki etkilerini daha açık görmemizi
sağlaması açısından büyük
önem arz ediyor.
Etnik çatışma kaygısı
Yaşanan bu olaylar, ülkenin
2001’den beri karşılaştığı en
önemli kriz olarak gösteriliyor. Bilindiği üzere 2001’de
ülkedeki Arnavut ayrılıkçı
gruplarıyla Makedonya silahlı güçleri arasında çatışmalar yaşanmış ve 250’den
fazla kişi hayatını kaybetmişti. Ardından NATO ve AB gibi
Batılı örgütlerin arabuluculuğu sayesinde çatışmalar
sonlandırılmış ve Ağustos
2001’de Ohri Çerçeve Anlaşması imzalanarak Arnavutlara daha fazla yetkiler ve-
rilmişti. Yaşanan son gelişmeler, ülkede 2001’e benzer
olayların tekrarlanabileceği
endişesini gün yüzüne çıkardı. AB, gerçekleşen son operasyonun ayrılıkçı bir şiddeti
tetikleyebileceğini belirtiyor.
Sırbistan Başbakanı Alexander Vucic de Makedonya’da
çıkan isyan ve huzursuzluğun tüm Batı Balkanlar’a
yayılabileceğini belirtti. Bölgede böyle bir istikrarsızlığın
yaşanmasını istemeyen ABD
ve AB, büyükelçileri aracılığıyla ülkedeki siyasi krizi aş-
Hollande’dan Küba Çıkarması
14
2 Onur HAZNEDAR
HAZİRAN 2015
ATAUM
e-bülten
Hollande’dan Küba Çıkarması
Onur HAZNEDAR
Devrimden bu yana dışa kapalı bir hayat süren, daha
doğrusu bu hayata mahkûm
bırakılan Küba’nın makûs kaderi bugünlerde çözülmeye
başlıyor. Zira geçtiğimiz yılın
sonunda Küba’yla ABD arasındaki ilişkilerde normalleşme sürecine girilmesiyle birlikte Küba artık dünyanın önde gelen ekonomilerinin
“göz bebeği”. Özellikle geçtiğimiz Nisan’da Panama’da
iki ülke liderinin el sıkışmasıyla ve nihayet ABD’nin Küba’yı “teröre destek veren
ülkeler” listesinden Mayıs so-
nunda çıkarmasıyla somut
bir nitelik taşıyan bu süreç,
doğal olarak tüm dünya tarafından yakından takip ediliyor. Ülkenin dışa açılmasını
destekleyen ve bu aşamada
pastadan daha büyük bir dilim almak için kıyasıya mücadele içerisine giren ülkeler, birer birer diplomatlarını
ülkeye göndererek şimdiden
ilerisi için söz almaya çalışıyor. Bu noktada en önemli
adımıysa cumhurbaşkanlığı
seviyesinde yaptığı son
geziyle Fransa attı.
Birçok ilkleri içinde barındı-
ran bu ziyaretle birlikte Franço is Hol lan de, ül ke yi
1898’deki bağımsızlığından
bu yana ziyaret eden ilk
Fransız cumhurbaşkanı oldu.
Ayrıca Hollande, 1980’lerden bu yana adaya giden ilk
Avrupalı lider. Başkent Havana’ya tarihi bir ziyarette bulunan Hollande, seyahati sırasında devrim lideri Fidel
Castro’yla da görüştü. Bir saate yakın süren görüşmenin
ardından basına verdiği demeçte Hollande, Fidel Castro’ya olan hayranlığını da
gizlemedi. Castro’nun 88 ya-
şında olmasına rağmen
olayları yakından takip ettiğini ve bilgi sahibi olduğunu
belirten Hollande, Castro’yu
“tarih ya zan bü yük bir
adam” olarak nitelendirdi.
Seyahati kapsamında mevcut Devlet Başkanı Raul
Castro’yla da görüşen Hollande, Havana Üniversitesi’nde de bir konuşma yaptı.
Ziyareti esnasında Küba Katolik kilisesinin lideri Kardinal Jaime Ortega’yla da bir
araya gelen Hollande, kardinale La Légion d’honneur nişanı takarak onurlandırdı.
tırımların sonlandırılması gerektiğini dile getirmesiyse ekonomi faktörünün bu ziyarette ne denli ön planda olduğunu gösteriyor. Eğitim
alanında da birçok yeniliği
içinde barındıran bu gezide,
farklı ülkelerde Fransızca öğreten Alliance Français okullarının Küba’da açılması da
kararlaştırıldı. Ayrıca Hollan-
de, iki ülke arasındaki akademik ve bilimsel işbirliğinin
artırılması planları çerçevesinde Kübalı öğrencilerin eğitimlerini Fransa’da sürdürebilmeleri için verilen burs
sayısının iki katına çıkarılacağı müjdesini verdi.
oldukça memnun gözüküyor. Öyle ki, Sol Cephe politikacılarından Jean-Luc Melanchon, “Obama’nın onay
vermesinin ardından gitse
de, bu ziyareti alkışlıyorum.
Ülkemin cumhurbaşkanının
bu ülkeyi ziyaret eden ilk Batılı lider olmasından mutluyum” açıklamasıyla dikkat
çekti.
Sonuç olarak Fransa, attığı
bu ilk adımla Küba’nın bol
kremalı pastasından büyükçe bir dilim almayı planladığını herkese göstererek diğer ülkelerin liderlerinin de
iştahını kabartmışa benziyor.
Bu noktada Obama’nın ülkeye yapacağı ziyaretse büyük bir önem taşıyor. Zira bu
ziyaret öncesi ya da ziyaret
esnasında ABD’nin 1962’
den bu yana uyguladığı am-
bargoyu kaldırdığını ilan etmesiyle birlikte dünya ekonomisinde yepyeni bir pazar
açılmış olacak ve Küba halkının “gelişmesi” için tüm dünya bir seferberlik haline girecek. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalarda şimdilik
kesin bir tarihten söz edilmese de, 2016’da bu gezinin
olabileceği izlenimi veriliyor.
Obama yönetiminin son olarak Küba’nın terörizmi destekleyen ülkeler listesi içerisinden çıkarılması yönündeki kararını Kongre’ye göndererek ilişkilerin normalleşmesini sağlayacak önemli bir
adımı atması da Obama’nın
bu konuya ne denli önem verdiğini gösterir nitelikte.
Ekonomi ön planda
Hollande’ın bu son ziyaretinin temel hedefi, ileriye dönük ekonomik çıkar elde etme olarak görülüyor. Nitekim Total, Air France, CMA
Armatörlük, Areva, EDF, Carrefour, Orange ve Group Accor gibi turizmden enerji sektörüne 30’a yakın firmanın
yöneticilerinin Hollande’a
bu gezide eşlik etmesi, bu du-
rumu açık bir şekilde gözler
önüne seriyor. Bu noktada
özellikle Total’in Küba’nın kamu petrol şirketi Cupet ile
Meksika Körfezi’nden çıkarılacak petrol konusunda bir
ön anlaşmaya varmış olması
dikkat çekici. Hollande’ın
her fırsatta ABD’nin ülkeye
50 yılı aşkın süredir sürdürmekte olduğu ekonomik yap-
İç politikadaki tepkiler
İç politikada oldukça zor günler geçiren Hollande’ın bu
son gezisi de ülkenin çeşitli
kesimlerinden farklı tepkiler
aldı. Halkın büyük bir çoğunluğunun Hollande’ın tekrar
cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesini istemediği bir
dönemde gerçekleşen bu ziyaret, özellikle sağ kesim taraftarlarınca pek hoş karşılanmamışa benziyor. Genel
başkanlığı koltuğunda Nicolas Sarkozy’nin bulunduğu
ana muhalefet partisi Halk
Hareketi Birliği (UMP) milletvekilleri, Hollande’ın partisinin sol kanadını memnun etmek için böyle bir gezi organize ettiğini ileri sürüyor.
Öyle ki, UMP Saint-Dizier milletvekili François Cornut
Gentielle, Fidel Castro’nun
“Lider Maximo” lakabına
atıfta bulunarak, “Minimo lider, Maximo liderle görüştü”
şeklindeki açıklamasıyla dalga geçti. Bunun yanı sıra bir
grup milletvekili de Hollande’ın Ukrayna krizinin yaşandığı bu dönemde İkini
Dünya Savaşı’nın sonlandığı
gün dolayısıyla Moskova’da
düzenlenen törenlere bu gezi nedeniyle katılmamasına
tepki gösterdi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF)
de Hollande’ın ülkede basın
özgürlüğüne izin vermeyen
Castro’yla görüşmesini ve üstelik ziyaret sırasında Küba’
da yaşanan ifade özgürlüğü
konusundaki sıkıntıları dile
getirmemesini eleştirdi. Öte
yandan, sağa doğru kaydığı
ge rek çe siy le Hollande’a
uzun süredir kırgın olan ülkenin sol kesimi bu geziden
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2015
Göçe Askeri Çözüm?
Yasemin KARADAĞ
Göçe Askeri Çözüm?
Yasemin KARADAĞ
Geçtiğimiz Nisan’da Libya
açıklarında yüzlerce göçmeni taşıyan bir geminin daha
batmasıyla 800 kişinin Akdeniz sularında can vermesi,
AB’yi yeniden harekete geçirdi. Facianın hemen ardından hazırlanan önlem paketini takiben Mayıs içerisinde
bir araya gelen AB Dışişleri
ve Savunma Bakanları, Kuzey Afrika’dan kaçan göçmenleri taşıyan gemileri durdurmak ve “imha etmek
(destruction)” için “askeri
birlikler” kurulması kararı
üzerinde uzlaştı. İlgili raporda programın amacı, “göçmenleri taşıyan insan kaçakçılarının kullandıkları gemilerin yola çıkmadan önce tespit ve yok edilmesiyle insan
kaçakçılığının bir iş kolu olarak ortadan kaldırılması” şeklinde belirtiliyor. Avrupa Konseyi tarafından Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası
(CSDP) kapsamında hazırlanan programın aşamaları
şunlar: 1. Aşama: Konuşlanma ve değerlendirme (Deployment and Assessment), 2.
Aşama: Kaçakçılarının gemilerine el konulması (Operational/Seizure of smugglers’
vessels), 3. Aşama: Durdurma (Operational/Disruption), 4. Aşama: Misyonun çekilmesi ve sonlandırma (Mission Withdrawal and Completion).
Bu dört aşamalı programın
AB tarafından uygulamaya
koyulması halinde ortaya çıkaracağı vahim sonuçlara değinmeden önce programın
bir parçası olarak kurulacak
askeri birliklerin göçmen
kaçakçılarını durdurmak için
bölgede görevleri neler olacak, bakmak gerek. CSDP
programının ilk aşaması, Birlik üyesi devletlerin operasyon için gerekli kaynakları
sağlamasına ve göçmen ağının, göçmenlerin izlediklerin
rotanın ve kaçakçıların eylemlerinin saptanmasına
ilişkin. Buna göre, göçmen taşıyan gemileri tespit etmek
üzere gerekli bölgelerde askeri birlikler konuşlandırılacak. İkinci aşamadaysa, kaçak göçmenleri taşıyan gemilere el koyulması öngörülüyor. Programı hazırlayan
AB yetkililerine göre, kaçak
göçmenleri taşıyan gemiler
açık denizde tespit edildiğinde, askeri birlikler bu gemilere el koyabilir. BM’nin
2000’de kabul ettiği Kara,
Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol’e (BM Protokolü) göre,
söz konusu bu müdahalenin
ancak geminin bayrak devletinin rızası dâhilinde mümkün olduğu belirtilmekte.
Şayet kaçak göçmenleri taşıyan geminin bayrak devleti
yoksa bu kez de müdahalede
bulunacak savaş gemisinin
bayrak devletinin onayıyla
bu gemilere müdahalenin
mümkün olduğu belirtilmekte. Ayrıca, bu aşamada savaş
gemisinin devleti müdahaleyi onaylamasa dahi gemi
mürettebatının insan kaçakçılığı yapıldığını tespit ettiği
gemiye geçerek arama yapabilmesinin uluslararası hukuka uygun olduğu belirtilmekte.
Bayrak devletinin
müdahale için yetki vermemesi halindeyse, BM Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde alınacak Güvenlik
Konseyi (BMGK) kararıyla ya
da operasyonun gerçekleştiği devletin davetiyle de açık
denizde ve operasyonun gerçekleştirildiği devletin karasularında ilgili gemiye el
konulabileceği öngörülmekte. Söz konusu operasyonun
en (hem gerçek hem de mecazi anlamıyla) can alıcı aşaması olan üçüncü kısmındaysa, askeri birliklere insan
kaçakçılığı yaptığını tespit ettikleri gemileri “imha etme
(destruction)” yetkisi verilmekte. Metni hazırlayanlara
göre, gemilerin imha edilmesi asıl olarak BM Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde alınacak BMGK kararıyla ya da Libya Hükümeti’nin davetiyle Libya karasularında mümkün olabilecek
(Libya’nın yanı sıra kaçak ge-
milerin diğer kalkış yerleri
olan Tunus ve Mısır için de gerekli düzenlemeler mevcut).
Ayrıca BM Protokolü’ne göre, açık denizde tespit edilen
gemiler, BMGK kararı olmaksızın da sadece geminin
bayrak devletinin onayıyla
imha edilebilir. Öte yandan,
açık denizde tespit edilen geminin bayrak devletinin
onayı olmazsa, geminin imha edilebilmesi için BMGK
kararı gerekli şart olarak belirtilmekte. Kaçak göçmenleri taşıyacak gemiler sahildeyken ya da limandayken
tespit edildiği halde “mümkünse” kıyı devletinin onayıyla imha edilebilecek. İlgili
devletin izni olmaması halinde de yetkililerin gemileri imha edilebileceğini metindeki
ilgili maddeden çıkarmak
olasıyken, bunun ne şekilde
mümkün olacağına dair bir
açıklama bulunmamakta.
Dahası, içlerinde taşınacak
kaçak göçmenler yokken bu
gemilerin insan kaçakçılığı
yaptığının nasıl tespit edileceği sorusu da yanıtsız kalıyor.
Daha da önemlisi, kurulacak
askeri timlere insan kaçakçılığını durdurmak için her türlü yetkiyi veren bu programda, kıyıda, ilgili ülkenin karasularında ya da açık denizde
tespit edilen gemiler imha
edilirken içlerinde bulunan
15
Göçmenlere Karşı Askeri Birlik
16
2 Yasemin KARADAĞ
HAZİRAN 2015
göçmenlere/mültecilere ne hakları hukukuna, insancıl
olacağına da bir maddede as- hukuka ve mülteci hukukuna
lında kısmen değinilmiş. uygun hareket edileceği beŞöyle ki, metni hazırlayan yet- lirtilirken, insan haklarına ve
kililer, gerçekleştirilecek mü- cinsiyet meselelerine ilişkin
dahalelerden gemilerdeki konulara özellikle önem vegöçmenlerin/mültecilerin rileceği de söylenmekte. Ancan güvenliğinin de tehlike- cak metinde verilecek öneye girebileceğini ve bu yüz- min ne şekillerde gerçekleden 1974’te kabul edilen De- şeceğine, gemiler yok edilirnizde Can Güvenliği Ulus- ken içlerinde bulunan göçlararası Sözleşmesi’nin (SO- menlerin/mültecilerin canLAS) ve ilgili diğer uluslar- larının nasıl kurtarılacağına
arası hukuk kurallarının yük- ilişkin ayrıntılı ya da açık bir
lediği sorumlulukların yerine çözüme rastlamak mümkün
getirilmesinin gerekliliğine değil.
dikkat çekmekle yetinmiş. Görüldüğü üzere, her ne kaCSDP programının her aşa- dar hazırlayıcıları programın
masında uluslararası insan biricik amacının insan ka-
ATAUM
e-bülten
çakçılarının gemilerini yok
ederek Akdeniz’den Avrupa’
ya varma yolunda feda edilen canların önüne geçmek
olduğunu söyleseler de, gerçekleştirilecek operasyonlarda hem kaçak göçmenlerin/
mültecilerin hem bizzat bu işi
yapan kaçakçıların hem de
operasyonlarda görev alan
kişilerin canları mevzubahis.
Dahası, programın sonunda
gemilerin imha edilmesiyle
insan kaçakçılığının tamamen ortadan kaldırılmasının
önüne geçilemese bile azaltılmasının Libya’daki ortamı
ne şekillerde etkileyebileceğine dair olası senaryolara
da metinde değinilmekten
kaçınılmış. Aynı şekilde,
durdurulan göçmenlerin mülteci ya da sığınmacı olarak
Libya’da tutulmasından başka çözüm önerisi de metinde
yer almamakta. Kendi ülkelerinden savaş ya da açlıktan
kurtulma umuduyla canları
pahasına bu yola başvuran
insanları iç savaşın hüküm
sürdüğü bir ülkede mülteci olmaya zorlamanın kendisi de
ayrı bir tartışma konusu. Son
olarak, sağ olarak ele geçirilen insan kaçakçılarının da
akıbetlerinin ne olacağına
dair metinde herhangi bir bilgi bulunmuyor.
Böylesi bir operasyonun ardından ülkede çıkacak kaosu
ve sonrasını tahmin etmekse
çok zor olmasa gerek.
Son olarak, Kuzey Afrika’dan
Avrupa’ya insan ticaretine
son vermek amacıyla bu
programı hazırladıklarını söyleyen AB’nin neden şimdi
böyle bir karar aldığının sorgulanması gerek. Zira metinde “migrant smuggling”
olarak bahsi geçen eylem,
kaçak göçmenlerin bizzat gönüllü olduğu bir durum ve
hatta büyük meblağlar ödeyerek Avrupa’ya ulaşma
umuduyla Afrika’nın ya da
Orta Doğu’nun farklı yerlerinden yola çıkan insanların
hikâyesi. Dolayısıyla AB’nin
önümüzdeki aydan itibaren
büyük olasılıkla uygulamaya
koyacağı bu program, pek
çok kaçak göçmenin AB birlikleri tarafından “imha edilmesi”nden ve onları Avrupa’
ya ulaşmak için farklı yollar
aramaya mecbur bırakmasından başka anlama gelmiyor. Çünkü binlerce göçmen,
“insan kaçakçılığını durdurmak için” imha edilecek bu
gemilere bile isteye, büyük
umutlarla biniyor. Ezcümle,
hem hukuki hem de ahlaki
açıdan içinde cevaplanması
gereken pek çok soru barındıran bu program, ülkelerindeki savaşlardan ve fakirlikten kaçan göçmenler yararına hiçbir şey vaat etmiyor. Bu
noktada, Birlik ülkelerinin askeri birliklerle Kuzey Afrika kıyılarına gidip gemileri batırma programları yerine bu insanların derdine derman
olacak çözümlere yönelik mesai harcaması, Birliğin üzerine kurulduğunu iddia ettiği
temel değerlerin hakkını vermek bakımından daha isabetli olacak gibi görünüyor.
‘Çözüm?’
Orta Doğu’daki ve Kuzey
Afrika’daki siyasi karışıklıktan ve bu karışıklığın beraberinde getirdiği fakirlikten
kurtulma umuduyla her geçen yıl daha çok insan Avrupa’ya ulaşma umuduyla ülkelerini terk ediyor. Ne yazık
ki, her geçen yıl daha fazla
göçmen Avrupa’ya ulaşamadan Akdeniz sularında batan
bir gemide can veriyor. AB’
nin bu ölümlere artık bir son
vermek için kuracağı askeri
birliklerle kaçak göçmenleri
taşıyan gemileri imha etme
kararıysa, kaçak göçmenlerin “ölüm şekillerini” değiştirmekten başka bir şey ifade
etmiyor. Programın her aşamasında insan hakları ve
mülteci hukuklarına uygun
hareket edileceğini söyleyen
AB yetkilileri, gemiler açık denizde, kıyı devletinin kara sularında ya da limandayken
imha edildiklerinde içlerinde
bulunan göçmenlerin hayat-
larının nasıl kurtarılacağı hususunda “operasyon sırasında göçmenlerin ve personelin de canlarının tehlikede
olabileceği” uyarısı dışında
bir çözüm önerisi getirmiyor.
Dahası, her ne kadar AB Dış
İlişkiler ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini
her defasında programın
denizden yürütülen bir operasyon (naval mission/maritime operation) olacağını dile getirse de, metni hazırlayan AB yetkililerinin de belirttiği üzere ilgili kıyı devletinin ülkesinde de birliklerin
operasyon gerçekleştirme
olasılıkları mevcut. Zira askeri birliklerin Libya topraklarında konuşlanması ya da
kıyıdaki bir geminin tespit edilip imha edilmesi aşırı
gruplarla veya insan kaçakçılarıyla AB yetkililerini karşı
karşıya getiren bir kara operasyonuna neden olabilir.
Portre
Portre
Maria KONSTANTOPOULOU
Andreas Papandreou
Başbakanlığı döneminde Yunan devletinin modernleşmesi için köklü ıslahatlara imza attı. Bu ıslahatlar arasında Avrupa
odaklı dış politika yürütmek ve özellikle İngiltere’nin politikalarına destek vermek de vardı. Ülkedeki monarşi unsurlarıyla
çatışma içine girmekten kaçınmamıştı, çünkü dayandığı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik taban burjuva sınıfıydı.
Georgios Papandreou’nun
oğlu Yunan iktişatçı ve siyasetçi Andreas Papandreou,
Şubat 1919΄da Sakız adasında doğdu. Babası da siyasetçiydi ve Yunan siyasi tarihinde “cumhuriyet΄in yaşlısı” olarak adlandırılmıştı.
Annesiyse çok hareketli ve
ileri görüşlü olan Polonya kökenli Sofia Mineiko’ydu.
Genç yaşlarında ebeveynleri
boşanan Papandreou, hayatını annesiyle birlikte geçirmeye başladı. 1937΄de Atina'daki American College'ı
bitirdikten sonra Atina Üni-
versitesi'nde hukuk öğrenimi
gördü. Öğrenimi sırasında
Troçkist bir örgütte katıldığı için Diktatör Ioanis Metaksas'
ın yönetimi sırasında tutuklandı. Babasının müdahalesiyle serbest bırakıldı ve
1940’da New York’a gitmesine izin verildi.
Harvard Üniversitesi İktisat
bölümünde yüksek lisans öğrencisi olarak okurken Yunanistan kökenli Amerikalı bir
kızla tanışıp 1941’de evlendi. 1943‘te “The scope and
location of the entrepreneurial function” başlıklı dokto-
ra tezini tamamlayıp doktor
unvanı almaya hak kazandı.
1947’de Minesota Üniversitesinde ilk olarak yardımcı
doçent ve sonra doçent olarak çalıştı. California ve Berkeley üniversitelerinde ders
verdi. 1950’de birinci karısından boşandı ve Minnesota Üniversitesi'nde ders verirken tanıştığı gazetecilik öğrencisi Margaret Chant'la
1951'de evlendi. Çiftin bu evlilikten üç oğlu ve bir kızı dünyaya geldi. Bu çocuklardan
biri Georgios Papandreou'
ydu. Andreas Papandreou'
nun son eşiyse Dimitra Liani
oldu.
Andreas Papandreou, Yunan
ekonomisi üzerinde araştırma yapmak ve sonuçları değerlendirmek için Guggenheim ve Fulbright Kurumları
bursuyla 1959’da Yunanistan'a geldi. O yılın ilkbaharında, babasıyla karşıt siyasi
gö rüş te o lan Baş ba kan
Konstantinos Karamanlis tarafından Yunanistan Merkez
Bankası’yla Ekonomik Araştırmalar Merkezi'nin bir organizasyonunda “Ekonomik
Danışman” görevi teklif edil-
18
Portre: Andreas Papandreou
Maria KONSTANTOPOULOU
di. Papandreou, bursunun bitiminden sonra ABD’ye yaptığı dönüş yolculuğu sırasında gemide Karamanlis’in teklifini kabul etmeye karar verdi. Ancak babasının isteğinin
aksine siyasete karışmak istemediğinden 3 Kasım 1963
seçimlerinde yer almadı. Zaten aldığı görev de siyasi değil daha çok ekonomik araştırmalara yönelik bir pozisyondu.
Ancak babasının ısrarlarına
dayanamayan Papandreou,
PASOK partisini kurdu ve
Cunta döneminden sonra
1974 seçimlerinde yüzde 14
oy aldı. PASOK, Yunan siya-
HAZİRAN 2015
set sahnesinde çok önemli
bir rol oynadı, çünkü Papandreou’nun kurduğu parti
“Değişim” sloganıyla 18
Ekim 1981’te hem de yüzde
48 oyla parlamentodaki 300
sandalyeden 172'sini kazanarak iktidara geldi. Papandreou, böylece Yunanistan'ın
ilk sosyalist başbakanı oldu.
Seçim kampanyası sırasında
Yunanistan'ın NATO'dan çıkmasını ve Avrupa Topluluğu'
na üyelik başvurusunun geri
alınmasını savunan Papandreou, iktidara gelince daha
ılımlı politikalar izledi. Başbakanlığı sırasında evlilik ve
dinle ilgili bazı liberal yasalar
çıkarıldı. Yeni aile yasalarıyla
kadının toplumdaki konumu
düzeltildi, ulusal sağlık sigortası kuruldu ve yönetimin
merkezi yapısını bir ölçüde
de olsa kıracak düzenlemelere gidildi. Ama Yunanistan'
daki ABD askeri üslerine ilişkin anlaşmanın süresi 1988'
e değin uzatıldı ve Yunanistan NATO'ya katıldı. O dönemden günümüze dek uygulanan politikalarla da
Yunanistan’ın sosyo-ekonomik ve sosyo-politik yapısal
dönüşümünün temelleri atıldı ve Yunan siyaseti ona göre
şekillendi.
1991΄de “Koskotas Skanda-
ATAUM
e-bülten
21
lı” için özel bir mahkemede
yargılansa da beraat etti.
1993’te PASOK Ulusal Konseyi toplantısında yeni bir
parti tablosu sundu. Bu sırada Mitsotakis hükümeti düştü ve seçimlerde PASOK oyların %yüzde 47sini alarak
parlamentoda 170 koltuğa ulaştı.
Kasım 1995'te böbrek yetmezliği ve kalp hastalığı nedeniyle hastaneye kaldırılan
Papndreou, 15 Ocak 1996'
da sağlık nedenleriyle başbakanlıktan çekildi ve aynı
yıl içinde, 23 Haziran 1996'
da da yaşamını yitirdi.
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM

Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM Üstelik durumun ortaya çıkmasından endişe eden askerlerin çocukları bu konuda konuştukları takdirde şiddet uygulamakla tehdit ederek insanlığın sınırlarını zorladığı da anlaşılıyor. UNICEF raporuna...

Detaylı