Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM

Transkript

Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM
ATAUM
e-bülten
Avrupa Gündemi...
Yıl 6 - Sayı 69
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
HAZİRAN 2014
Ticaretin Sınırı:
Fok Avcılığına Darbe
Dünyada her yıl 900 bin fok, özellikle Kanada, Norveç, Grönland ve Namibya’da ticari amaçlarla ve çeşitli
“yöntemlerle” avlanmakta. ABD, Tayvan, Meksika, Rusya'nın yasakladığı foklardan elde edilmiş ürünlerin
ithali, AB tarafından da yerel halkların kültürel pratikleri sonucunda elde edilenler hariç tutularak yasaklanmıştı.
Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada
ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine yönelik ayrımcılık anlamına geldiği gerekçesiyle
Dünya Ticaret Örgütü Temyiz Mahkemesi’nin önüne götürülmüştü. DTÖ’nün AB’yi haklı bulmasıyla yasak kesinleşti.
Ahmet Miraç SÖNMEZ
'TİCARET SERBESTİSİ' VS. HAYVAN HAKLARI
Yılın belli dönemlerinde televizyon ekranlarında gördüğümüz bazı görüntüler hepimizi etkilemekte. En
vurucularından biri de, elinde çivili bir sopayla fokların kafasına vurarak kürkü için öldüren avcı sahnesi olsa
gerek. Bu ve benzer yöntemlerle dünyada her yıl 900 bin fok Kanada, Norveç, Grönland ve Namibya’da ticari amaçlarla avlanmakta, buysa ticari amaçlı bu faaliyetlerin ciddi tepki çekmesine neden olmakta.
Foklardan elde edilen ürünlerin yasaklandığı birçok ülke olsa da, tüm tepkilere rağmen bu ticarete devam
etmek isteyen ülkeler de var. İşte Kanada ve Norveç’in AB’nin yasağını Cenevre merkezli Dünya Ticaret
Örgütü Temyiz Mahkemesi’ne götürmesi de bu çerçevede değerlendirilmeli.(devamı 3.sayfada)
Papa’dan Mafya’ya
Aforoz
Yaşasın Yeni Kral!
Glastonburry Festivali
Emre YÜKSEL
sayfa 5
Ezgi POLAT
sayfa 6
Brüksel’in Yeni
Ortağı: Ukrayna
Avrupa’da ‘Uber’
Protesto
Göçmenleri Kim
‘Kurtaracak’?
Mühdan SAĞLAM
sayfa 8-9
Kardelen IŞIK
sayfa 10-11
Esra AKGEMCİ
sayfa 14
Bilgesu BÜYÜKÇOLAK
sayfa 4
üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected]
İngiltere Sanat
Fonları Açıklandı
Ezgi POLAT
sayfa 7
Portre: Thomas Mann
Recep Ersel ERGE
sayfa 12-13
10
2
Sessiz Savaş Silahı Tecavüz
Elâ BİLGEN
HAZİRAN 2014
ATAUM
e-bülten
Sessiz Savaş Silahı Tecavüz
Elâ BİLGEN
İngiltere hükümetinin öncü- uluslararası düzeyde hesap
lüğünde ve BM’nin desteğiy- verilebilirliğin arttırılması ve
le sivil toplum kuruluşlarıyla uluslararası yükümlülüklerin
toplumsal cinsiyet ve cinsel ve standartların yasal olarak
şiddet uzmanları tarafından uygulanması amaçlanmakiki yıldır yürütülen çalışmalar ta. Bu doğrultuda Zirve sosonucunda, Haziran başında nunda kabul edilen “ÇatışLondra’da “Çatışma Bölge- ma Bölgelerinde Meydana
le rin de Cin sel Şiddetin Gelen Cinsel Şiddetin BelgeÖnlenmesi Zirvesi” gerçek- lendirilmesi ve Soruşturulleştirildi. Bu alanda şimdiye ması Hakkında Uluslararası
dek yapılan en büyük etkinlik Protokol”le soruşturmaların
olan Uluslararası Zirve’ye daha kolay yapılabilmesi,
79’u bakan olmak üzere 129 devletlerin iç hukuklarında
ülkeden hükümet temsilcile- bu konuda düzenlemeye girinin yanı sıra binden fazla uz- dilmesi, şiddetin belgelenman, dini lider, cinsel şiddet mesi, caydırıcılığın arttırılmağduru, gençlik organi- ması ve cezasızlığın önlenzasyonları, sivil toplum kuru- mesi için uluslararası stanluşları
uluslararası
örgüt dartlar oluşturuldu.
Recep ve
Ersel
ERGE
temsilcisi katıldı. İngiltere Dı- Diğer bir hedefse, cinsel şidşişleri Bakanı William Hague det mağdurlarına verilen desve BMMYK özel temsilcisi An- teğin arttırılmasıydı. Çocukgelina Jolie, İngiltere hükü- lar başta olmak üzere mağmetinin ev sahipliğinde ger- durlar ve çoğu zaman bu suççekleşen Zirve’ye başkanlık ları açığa çıkarmak için kenetti. 10-13 Haziran’da yapı- dilerini riske atan insan haklan ve tamamı kamuya açık ları savunucuları için ayrılan
olan etkinlikler kapsamında kaynakların arttırılması koresmi toplantıların yanı sıra nusunda devletlere çağrıda
çatışma bölgelerinde cinsel bulunuldu.
şiddet konusunda farkında- Devletlere yüklenen sorumlık yaratmayı amaçlayan film luluklardan bir diğeri de cingösterimleri, tiyatro perfor- sel şiddetin önlenmesi amamansları, fotoğraf sergileri cıyla askerlere ve barış gücü kazanması için gereken eğive paneller düzenlendi.
görevlilerine eğitim verilme- tim programlarına ağırlık veBu denli kapsamlı ve geniş si. Tüm dünyada çatışma böl- rilmesi kararlaştırıldı.
katılımlı organizasyonun be- gelerindeki sivillerin karşı Son olarak, savaş dönemlelirlenen dört temel amacın- karşıya oldukları tehlikelerin rindeki cinsel şiddet konudan ilki cezasızlık kültürünün azaltılması çerçevesinde cin- sunda yaygın olarak benimortadan kaldırılmasıydı. Bu sel şiddetin ciddiyetinin ve bo- senen tutumların değiştirilkapsamda daha iyi belge- yutlarının anlaşılması, şidde- mesi gerektiği ifade edildi.
lendirme, soruşturma ve ko- tin önlenmesi ve insan hak- Problemin boyutlarının, kavuşturma yoluyla ulusal ve larının korunmasının öncelik dın, erkek ve çocuklar üze-
rinde ve istisnasız her yerde
görülen etkilerinin ortaya konulmasının önemine değinildi. Ayrıca savaş sırasında tecavüzün bir şekilde kaçınılmaz ya da daha küçük bir suç
olduğuyla ilgili inancın çürütülmesi gerektiği vurgulandı.
‘Bahsettiğiniz kadın benim!’
Savaş ve çatışma bölgelerinde gerçekleşen cinsel şiddetin mağdurları arasında en
hassas grubu çocuklar oluşturuyor. UNICEF verilerine
göre her yıl 150 milyondan
fazla kız çocuk ve 73 milyonun üzerinde erkek çocuk
cinsel şiddete maruz kalmakta. Çocukların yanı sıra
ülke bazlı veriler de durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Örneğin yine BM rakamlarıyla 1990’ların başında
Bosna Hersek’te 20 bin ila
50 bin, 1994’te Ruanda’daki
soykırım sırasında da 250
bin ila 500 bin kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmekte. Kongolu kadınlarınsa
yüzde 40’ı yaşamlarının bir
bölümünde cinsel şiddet türlerinden birine maruz kalacağını düşünüyor. Güney
Sudan’daki son çatışmalarda
da çatışan taraflardan her
ikisinin de tecavüzü bir savaş
silahı olarak kullandığı ifade
ediliyor.
Ortaya çıkan bu vahim tabloya rağmen tüm dünyada
bu tür suçların pek azı kovuşturma veya yargılamaya konu oluyor. Londra’daki Zirve
bu açıdan büyük bir öneme
sahip. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Zirve sonunda yaptığı konuşmada, 20. ve 21. yüzyıllar boyunca cinsel şiddetin
sistematik biçimde bir savaş
silahı olarak kullandığını belirterek, 20 yıl önce Bosna’da
meydana gelen tecavüz
vakalarının hiçbirinde adaletin yerini bulmadığına dikkat
çekti. Tecavüzü modern zamanların en büyük kitlesel suçu olarak nitelendiren Bakan, katılımcı ülkeleri, orduların cinsel şiddete karşı eğitilmesi hususundaki eylem
planına destek vermeye davet etti. İngiltere hükümeti
daha önce mağdurların ve
cinsel şiddeti önleme çabalarının desteklenmesi amacıyla 140 milyon Euro’luk yar-
dım taahhüdünde bulunmuştu. Hague, Zirve’de bunun 6 milyon Euro daha
arttırıldığını duyurdu.
Ancak Zirve’nin ve verilen
sözlerin, kapısında bekleyen
on ca te ca vüz mağ du ru
sığınmacıya rağmen gerçekleştirilmesinden ötürü İngiltere hükümetini ikiyüzlülükle
itham edenler de var. Zira
BMMYK ile sığınmacı ve işkence mağdurlarına yönelik
çalışmalar yürüten bazı yardım kuruluşları tarafından
İngiltere, genel olarak göç
konusunda ve özelde de mülteci olarak İngiltere’ye gelen
cinsel şiddet mağduru kadınlara karşı izlediği başarısız
politikalar nedeniyle eleştiriliyor. İngiltere’deki Mülteci
Konseyi de Dışişleri Bakanlığının çatışma bölgelerinde
gerçekleşen cinsel şiddetin
önlenmesi için verdiği destek
sözleriyle, İçişleri Bakanlığı’nın bu bölgelerden kaçarak İngiltere’ye sığınanlar
karşısında takındığı olumsuz
tavır arasındaki tezatlığa dikkat çekiyor.
Etkinliğe katılan uzmanlar ve
mağdurlar, İngiltere’de sığınmacıların yetkililer tarafından sıklıkla kötü muameleye uğradıklarından, sistemin çoğunlukla mültecileri
yalancı olarak gördüğünden
ve bunun da mağdurları daha fazla travmatize ettiğinden yakınarak cinsel şiddet
mağduru kadınların ifadelerinin çoğu zaman erkek yetkililer ve erkek tercümanlar
tarafından ve kimi zaman da
çocukları yanlarındayken
alındığını belirtiyor. İngiltere’nin uzak bölgelerdeki
mağdurların korunması için
gösterdiği hevesi kendi ülkesindeki sığınmacılar için de
göstermesi gerektiğini söyleyen bir kadının uyarısıysa
eleştirilerin özeti gibi: “Bahsettiğiniz kadın benim!”
ATAUM
e-bülten
Kanada’yla Norveç AB yasağını öncelikle DTÖ nezdindeki ilk derece mahkemesi
hüviyetindeki Panel’e taşımış
ve olumsuz netice almıştı.
Temyiz seviyesinde tekrar ele
alınan konu bir kez daha ilgili AB mevzuatı ve uygulaması
lehine sonuçlandı. Uluslararası hukuka ve ticarete etkileri Haziran boyunca çıkan
pek çok yayında tartışılan bu
durum, AB’nin uluslararası ticarete yönelik bir darbesi mi
yoksa hayvan haklarına ve
refahına yönelik önemli bir
adım hatta bir dönüm noktası mı?
2009 yılında AB’nin aldığı kararla foklardan elde edilmiş
ürünlerin AB ülkelerine ithali
ve piyasaya sürülmesi yasaklanmış, bunun tek istisnası
olarak da Inuitler gibi yerli
toplulukların avladığı ve sattığı ürünler belirlenmişti. Konu yu ken di ti ca ret ve
sanayilerine yönelik bir ayrımcılık olarak değerlendiren Kanada ve Norveç, sadece yerli Inuit topluluğun fok
avcılığı yaptığı Grönland’ın
AB’ye bu tür ürünleri ihraç
edebileceği anlamına geldiği gerekçesiyle karara itiraz
etmekte. Bunun da de facto
ayrımcılık olduğu zira bu işi
endüstriyel bir şekilde ele
alan ve yerli bir kabileye mensup olmayan Norveç ve Ka-
HAZİRAN 2014
nadalı avcı ve balıkçıların
ürünlerinin AB piyasasına
ulaşamayacağı ifade edilmekte. (Bu arada, bu istisnadan yararlanabilecek çok
küçük bir Inuit topluğu Kanada’da yaşamakta.)
AB mevzuatı yayınlandıktan
sonra AB’yle Kanada ve Norveç arasındaki görüşmeler
2009’da başlamış ama başarısız bir biçimde sonuçlanmıştı. Her iki ülke de konuyu
DTÖ’ye taşıdıktan sonra
Şubat 2013’de DTÖ’deki
Panel’de ilk celse gerçekleştirilmiş ve Panel raporu Kasım 2013’de yayınlanmıştı.
Sonrasında gerçekleşen temyiz süreci sonucundaki rapor
da Mayıs 2014’te yayınlandı
ve başvurucu ülkeler aleyhine bir sonuç ortaya çıktı. Bu
konunun başlangıç noktasıysa, Hollanda ve Belçika’nın
foklardan elde edilen ürünlere 2007’de getirdiği ithalat
yasakları. Ancak AB’nin koyduğu genel yasaktan sonra
konu, Birlik’le Norveç ve Kanada arasındaki bir meseleye dönüştü.
Konunun hukuksal boyutuna
bakıldığındaysa, bazı ilginç
sonuçlarla karşılaşılmakta.
Öncelikle belirtmek lazım ki,
temyiz süreci sonucunda ortaya çıkan karar, üç üyeden
oluşan Panel’in verdiği kararı son kertede doğrulamakla
birlikte bazı önemli noktalarda ondan ayrılmakta ve
AB’nin uluslararası rekabeti
engellediği ve ticarete sekte
vurduğunu belirtmekte.
Temyiz raporunda, AB’nin de
facto olarak iki temel ilkeye
aykırı hareket ettiği vurgulanmakta. Bunlar, kısaca
GATT olarak bilinen 1994 tarihli Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nda
yer alan ve ülkelerin ticari
partnerleri arasında ayrım
yapmamasını zorunlu kılan
“en çok kayırılan ülke” ilkesiyle iç pazara ilişkin düzenleme ve uygulamalar yönünden ithal ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını
öngören “ulusal muamele” ilkesi. Yine aynı rapora göre,
AB’nin foklarla ilgili düzenlemesi ticari ayrımcılığa neden
oluyor. Bu çerçevede, ürün
satabilme istisnasına sahip
Inuit yerlilerinin yaptıkları
işin, sınai ve ticari şirketlerden ayrımının net ve kesin
bir şekilde yapılmadığı ve bu
durumun da Kanada’daki
Inuit yerlileri açısından bir
dezavantaj getirdiği belirtilmekte. Ancak şu nokta
önemli: Yine GATT Anlaşması’nda yer alan ve AB’nin
iş ve işlemlerine önemli bir
meşruiyet zemini oluşturan
“genel ahlak” ilkesi, DTÖ tarafından hem Panel hem de
Fok Avcılığına Darbe
Ahmet Miraç SÖNMEZ
3
temyiz sürecinde AB lehine
yorumlanmış. Buysa, hayvan
refahı ve hayvan haklarının ticaretten daha önde geldiği
biçiminde yorumlanabilecek
önemli bir karara yol açıyor.
Hayvan hakları açısından bir
dönüm noktası olabilecek bu
kararın uluslararası ticaretin
kurallarını da derinden etkileyeceği muhakkak. Her ne
kadar Kanada ve Norveç endüstri çevrelerinin iddia ettiği
gibi bu karar, 28 AB üye ülkesinden biri olan Danimarka’ya bağlı otonom bir bölge
olan ama AB toprağı olmayan Grönland’ın yararına
alınmış bile olsa, hayvan haklarının ilk kez uluslararası ticaretin bu denli önüne geçtiğine dair somut bir kanıt teşkil etmekte. AB’deki genel
ahlakı korumanın önemli bir
yolunun, AB toprakları olmayan bazı yerlerde “hakapik”
adı verilen çivili bir aletle sadece başlarına vurularak öldürülen foklardan elde edilen ürünlerin AB’ye sokulmasını engellemek olduğu
gerçeğinin altını çizen bu hukuki karar, önümüzdeki aylarda daha çok tartışılacağa
benziyor. Tabii yerel halklara
bu anlamda özel bir hak tanınmasının yerinde olup olmadığı da...
4
Papa’dan Mafya’ya Aforoz
Bilgesu BÜYÜKÇOLAK
HAZİRAN 2014
ATAUM
e-bülten
Papa’dan Mafya’ya Aforoz
Bilgesu BÜYÜKÇOLAK
Papa Franciscus, yani bildiği- inançları sa ye sin de bu
miz adıyla Papa Francis, gö- bataktan kurtulabileceklereve geldiği günden itibaren rini vurguladı. Papa, yakın za21. yüzyılın önemli isimlerin- manda da emperyalistleri ve
den biri olmaya devam edi- kapitalist düzeni hedef alayor. Diğer papalara nazaran rak “kapitalizm, düzenin
yaptığı radikal açıklamalar- devamı için savaş çıkarıyor”
da gündeme gelen Francis, açıklamasında bulunmuştu.
şimdi de Ndrangheta isimli Papa'nın açıklamaları akıllaünlü İtalyan mafyası üyeleri- ra şu soruyu getiriyor: 21.
ni aforoz etti. Calabria yüzyılda aforoz olur mu? OrBölgesi'ne yaptığı ziyaret es- taçağa hâkim olan ve Kilinasında mafyanın mağdur et- se’ye “uhrevi alan”da yetkitiği aileleri ziyaret eden ve ler veren “iki kılıç kuramı”nın
suçlulara teslim olmaları çağ- artık mevcut olamayacağını
rısında bulunan Papa Fran- söylemek mümkün. Ruhani licis, bu eylemleriyle Papa II. der olarak Papalık kurumu
Johannes Paul'un 1993’te kendini bu yüzyıla kadar
mafyayı hedef alarak yaptığı korumuş olabilir, ancak dünaçıklamalardan sonra bir ilki yevi lider olan devletin
gerçekleştirdi. Kilisenin maf- üstünlüğü de bu yüzyılda kayayla mücadele edeceğini be- bul görmüş bulunuyor. Avrulirten Francis, “kötülüğe iba- pa ülkelerinin çoğu laikledet eden” bu gençlerin şme ya da sekülerleşme yo-
luna giderken dünyevi iktidarın ruhani iktidara karşı
üstünlüğünü de görmüş oluyoruz. Aforoz (dinden çıkarma) işleminin Ortaçağ'da
kralı sınırlayan, halkı kiliseye
bağlayan ve kiliseyi güçlendi ren bir et ki si var dı.
Papa'nın birçok kralı aforoz
ettiği de olmuştu. Plenitudo
Potestatis yanlıları, yani iki
kılıç olduğunu ancak mutlak
olarak kilise üstünlüğünü savunanlar, kilisenin aforoz etme yetkisinin sınırlandırılamayacağını iddia ediyorlardı. Ancak Ortaçağ'da Rönesans hareketlerini hızlandıran nedenlerin biri de
Papa'nın aforoz yetkisiydi.
Ortaçağ'dan oldukça uzak olduğumuz bu çağda modern
devletler sekülerizm ve eşitlik temelleri üzerine kurulu-
yor. Yani mafya üyeliği dini
değil hukuki bir sorun teşkil
ediyorlar ve cezaların da hukuki yaptırımlarla verilmesi
gerekiyor.
Aslında Ndrangheta örgütüyle devletin mücadelesi
19. yüzyıldan beri devam
ediyor. Zaman zaman bazı örgüt üyeleri ya da liderleri
yakalanıyor fakat hem üyelerinin sığınaklarda yaşaması hem de birbirlerine çok
bağlı olması nedeniyle örgüt
çökertilemiyor. Yine de organize suçlarla mücadelenin
devletin ve kolluk organlarının görevi olduğu açık. Kilisenin aforoz yaptırımının
mafya üyeleri üzerinde bir etkisi olmayacağıysa aşikâr.
Ndrangheta kimdir?
Ndrangheta örgütü dünyanın en büyük kokain ve silah
kaçakçıları arasında bulunuyor. Dünyanın birçok yerine
silah ve uyuşturucu göndererek suç oranının yükselmesine neden oluyor. Uyuşturucu
kullanımının her geçen gün
yaygınlaşması ve kullanıcı
yaş ortalamasının gittikçe
düşmesi nedeniyle de her geçen gün zenginleşiyor. Örgüt
üyeleri Calabria Bölgesi'nde
yaşıyor ve yaptıkları gizli
sığınaklar sayesinde yakalanamıyor. Bu yüzden haklarında verilen mahkeme kararları da geçersiz kalıyor. Aslında birçok üye, cinayetten,
uyuşturucu ticaretinden ve
haraç toplamaktan hüküm amacıyla bölgede bir Ndgiymiş durumda. Mafya rangheta müzesi de bulunubabaları aylarca sığınaklar- yor. Örgütün “Avrupa'nın
da kalıyor ve gizli kameralar- uyuşturucu prensi” lakaplı lila gizli telefonlar sayesinde iş- deri 2013’te yakalanmıştı anlerini yürütebiliyor. Örgüt cak üyelerin birbirlerine sıkı
üyelerinin birçok cinayete de sıkıya bağlı olması nedeniyle
karıştığı biliniyor. Örgütle diğer üyelere ulaşılamıyor.
mücadele anlayışı çerçevesinde gençlere ders olması
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2014
Yaşasın Yeni Kral!
Emre YÜKSEL
5
Yaşasın Yeni Kral!
Emre YÜKSEL
Avrupa uzun yıllar boyunca
çok köklü bir monarşi geçmişine sahip oldu. Günümüzde
de dünyadaki monarşilerin
yarıya yakını Avrupa’da bulunmakta. Artık eski güçlerinde olmasalar da monarşiler hala varlıklarını sürdürebilmekte ve halktan destek
bulabilmekte. Bununla birlikte bazı ülkelerde monarşi
aleyhine tepkiler de oluşabilmekte. Bunun en somut örneklerinden biri de İspanya.
Öyle ki, bu tartışmaların ortasında İspanya Kralı I. Juan
Carlos tahttan oğlu Prens Felipe lehine feragat etti. Böylece İspanya 39 yıl sonra yeni
bir krala sahip olmuş oldu.
İspanya Kralı I. Juan Carlos’
un Haziran başında yaptığı
“tahtı Silahlı Kuvvetler Günü’
nde oğlu Prens Felipe’ye
bırakacağı” açıklaması, birçokları için beklenmedik bir
olaydı. 1975’ten beri tahtta
bulunan I. Juan Carlos,
Franco rejiminden parlamenter demokrasiye geçişi
sağlaması ve askeri bir darbeye direnmesi sebebiyle
İspanyollar gözünde saygın
bir yere sahipti. Ancak bu saygınlık, yine de İspanyol monarşisi üzerindeki kara bulutları dağıtmaya yetmedi.
Monarşiyi sallayan en önemli iddia, Kraliyet ailesinin yolsuzluğa karışması oldu. Ekonomik krizin en yüksek
seviyelere ulaştığı ülkede
Kralın en küçük kızı Prenses
Cristina ve eşi Inaki Urdangarin’in adlarının yolsuzluk
ve kara para aklama davalarına karışması, halkta tepkiye neden oldu ve tahtı büyük
oranda yıprattı. Ancak, Prenses’in Kral adına adalet dağıtan bir mahkeme karşısına
çıkarılmasının imkânsız olduğu yönündeki algı, pren-
sesin Mallorca’da ifade vermeye çağırılmasıyla kırılmış
oldu.
Bununla birlikte, ekonomik
krizin kendisi de monarşiye
duyulan bağlılığın azalmasına neden oldu. Kral’ı yıpratan diğer bir olay da çıktığı fil
avı oldu. Kral’ın, hem de ülkenin ekonomik sorunlarla
boğuştuğu bir dönemde,
2012’de Botswana’da fil avına çıkması, prestijini düşürdü. Bunun sonucunda Juan
Carlos halktan özür dilemek
zorunda kaldı.
Öte yandan, sağlığının giderek kötüleşmesi de Kral’ın
tahttan feragat edeceği yönündeki söylentileri artırdı.
Son olarak, monarşi siyasal
alandaki gelişmeler sebebiyle yıprandı. Ülkenin üniter yapısının sembolü konumundaki monarşi, Katalonya’
daki bağımsızlık hareketleri
nedeniyle zor günler yaşadı.
Bölgesel hükümet başkanı
Artur Mas, Katalonya halkını
1978 Anayasası’na aykırı olmasına rağmen 9 Kasım’da
bağımsızlık referandumuna
katılmaya çağırdı.
En son gerçekleşen Avrupa
Parlamentosu seçimlerinde
ülkenin en büyük iki partisinin büyük yaralar alması, ülkedeki siyasi durumun daha
da kötüleşmesine sebep oldu. Ülkede monarşi-cumhuriyet tartışmaları başladı.
Özellikle uzun süredir devam eden ekonomik kriz ve
yolsuzluk skandalları monarşinin popülaritesinde büyük azalmalar oluştu. Monarşi karşıtı bazı gruplar cumhuriyetin tekrar kurulmasını
talep etmeye başladı. Yapılan bir araştırmaya göre halkın yüzde 62’si mevcut sistem için referanduma gidilmesini talep ediyor. Ayrıca
halkın yüzde 49’u parlamenter demokrasinin devam etmesini isterken yüzde 36’sı
da cumhuriyete geçilmesini
talep ediyor.
Tüm bu gelişmelerin ışığında
Kral I. Juan Carlos, Silahlı
Kuvvetler Günü’nde tahtan
feragat etme ve yerini oğlu
Prens Felipe’ye bırakma kararı aldı. Ancak bunun için
gerekli hukuki dayanağa sahip olmayan ülkede hükümet, meclise bir yasa taslağı
sundu. Taslağın parlamentoda onaylanması ve Kral tarafından imzalanmasıyla yasa
yürürlüğe girdi ve I. Juan Carlos tahttan feragat edebildi.
Böylece Prens Felipe, VI. Felipe adıyla İspanya’nın yeni
kralı oldu.
Kral Juan Carlos ve Kraliçe
Sofia’nın üçüncü ve ilk erkek
çocuğu olan Felipe, bu sebeple İspanyol tahtının varisiydi. 13 yaşında Asturias
Prensi olan Felipe, Madrid
Özerk Üniversitesi’nde hukuk okumuş, ardından da
ABD’de uluslararası ilişkiler
üzerine master yapmıştı. Felipe, ayrıca askeri eğitim de
almış, deniz ve hava kuvvetlerinde albay olarak görev
yapmıştı. 2004’te Letizia
Ortiz’le evlenen Felipe’nin iki kızı bulunmakta.
Juan Carlos’un tahtı bırakmasıyla Kral olan Felipe, babasının beline bağladığı kırmızı kemerle İspanyol ordusunun Başkomutanlığı’nı da
almış oldu. Bu törenin ardından Kral VI. Felipe ve ailesi
Temsilciler Meclisi’ne geçti
ve yemin töreni yapıldı. Bu törende Felipe, İspanyol demokrasisine ve 1978 Anayasası’na bağlı kalacağına yemin etti ve burada temsilcilere bir konuşma yaptı: “Tüm
heyecanımla babam I. Juan
Carlos’a duyduğum saygı ve
şükran borcunu dile getirmek istiyorum. Ayrıca annem Kraliçe Sofia’ya İspanyollara verdiği mükemmel
hizmet için teşekkür ediyorum. Bugün vatandaşlar her
şeyden öte haklı olarak etik
ve ahlaki değerlerin olmasını
ve bizim kamu hayatımızın
buna başkanlık etmesini istiyor. Bunlar bayanlar, baylar,
bugünden itibaren yükümlü
olduğum taç üzerindeki
inançlarım. Yeni bir dönem
için yenilenmiş bir monarşi.
Cervantes, Don Quichot’un
ağzından “bir insan diğerinden daha iyisini yapmıyorsa
daha iyi değildir” demişti.
Üstlendiğim yetkiden dolayı
İspanyolların yeni krallarıyla
gurur duyması beni hiçbir
şeyden daha fazla mutlu
edemez.” Ayrıca Kral konuşmasında “İspanya’nın oluşturduğu mozaik ve birlik,
İspanyol insanı unsuruna,
farklı bölgelerin yardımlaşmasına ve yasalara saygılı
olunmasına bağlıdır. Bu hususta hepimizin rolü var” sözleriyle ülkeye birlik mesajı da
vermiş oldu.
İspanya’ya yeni bir kralın gelmesinin ülkedeki rejim tartışmalarını ne yönde etkileyecek ya da monarşinin itibarını tekrar yükseltebilecek
mi bilinmez. En azından bu
türden soruları yanıtlamak
için çok erken. Ancak 40 yıl
sonra yaşanan bu değişimin
aktörü Kral Felipe’nin omuzlarında büyük bir yükün olduğu söylenebilir. Zira ekonomik kriz henüz aşılamamış
durumda ve ülkesel bütünlüğün tehdit altında olduğu yönünde bir algı var.
6
Glastonburry Festivali
Ezgi POLAT
ATAUM
HAZİRAN 2014
e-bülten
Glastonburry Festivali
Christos
Ezgi TEAZIS
POLAT
25-29 Haziran tarihlerinde
yapılan Glastonburry Modern Performans Sanatları
Festivali, ojinal adıyla Pilton
Pop, Blues ve Folk Festivali,
beş gün boyunca Pilton’da
(Somerset, İngiltere) gerçekleştirilen dünyanın en büyük
açık hava festivali. Festivalde, modern müziğe ek olarak dans, komedi, tiyatro,
sirk, kabare ve pek çok diğer
sanat etkinlikleri yer alıyor.
Festival, Michael Eavis’in
çiftliğinde gerçekleştiriliyor.
Kendi mandıra çifliğinde festivali gerçekleştiren Eavis, aynı zamanda festivalin kuru-
cusu ünvanını taşımakta.
Dünyanın en büyük yeşil
alan festivali olma unvanını
koruyan etkinlik her yıl tüm
dünyadan 175 bin civarında
insanı ağırlıyor. İlki 1970 yılında hippi akımları ve özgürlük hareketlerinin etkisiyle yapılan festival, daha çok
gönüllülerin çalışmalarıyla
destekleniyor. Çalışanlarının
çoğu gönüllülerden oluşuyor
ve 1970’den beri her yıl onların emekleriyle gerçekleştirilen festival, gittikçe büyüyerek bugün dünya büyüğü
olma unvanına erişmiş durumda.
Festivalin arka planına baktığımızdaysa, Michael Eavis’
in hippi festival fikrinden
esinlenmesini sağlayan iki
festival vardı. İlki 1970’de
hippi ahlakını ve özgür festival hareketini başlatan Isle
of Wight Festival’inde The
Who gibi birçok ünlü grubun
sahne alması, ikincisiyse
Bath Festival of Blues and
Progressive Music Festivali’
nde Led Zepplin’in sahne almasıydı. Böylece gözler bu
tür hippi festivallere çevrilmişti. Bunun üzerine Eavis
kendi festivalini düzenleme
hevesine girdi. Jimi Hendrix’
in ölümünün ertesi gününe
denk gelen ve bin 500 kişinin
katılımıyla iki gün boyunca
yapılan ilk festivalde, The
Kinks, Wayne Fontana ve
Mindbenders gibi isimler yer
aldı. Kişi başı 1 sterlin
ödenerek katılınabilecek festival için Eavis katılımcılara
ayrıca çiftliğinden ücretsiz
süt ve et de sunuyordu.
Geçmişten bugüne dek pek
çok ünlü grubu konuk eden
festival, bu yıl da Arcade Fire, Metallica, Kasabian,
Dolly Parton, Pixies, Massive
Attack, Lana Del Rey gibi pek
çok grubu ağırlıyor.
ATAUM
e-bülten
İletişim
Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM)
Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara
Telefon: 0 (312) 362 07 62
Faks: 0 (312) 320 50 61
Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten
E-posta: [email protected]
Editör: Erdem DENK
Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK
* Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz.
* ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir.
* Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir.
* Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir.
Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara
Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Temmuz 2014
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2014
İngiltere Sanat Fonları Açıklandı
Ezgi POLAT
İngiltere Sanat Fonları Açıklandı
Ezgi POLAT
1 Temmuz, İngiliz sanat kuruluşları için büyük bir gündü. Zira o sabah, İngiltere Sanat Konseyi 2015-2018 yılları için ulusal portfolyo finansmanlarını ilan etti. Yaklaşık 900 sanat organizasyonu bu fondan destek almak i-
çin başvuruda bulundu. Böylece haftalardır süren tedirgin bekleyiş son buldu ve kimi kuruluşlar hayal kırıklığı
yaşarken kimileriyse 3 yıl daha fondan faydalanabilecek
olmanın sevincini yaşadı.
Fon kaynaklarından biri olan
piyango parasının arttırılması ve sanat fonlarına doğrudan aktarılmasına rağmen
hala tüm kuruluşlara yetecek
kadar para olmaması ve de
bağışların Londra dışına yayılmaması üzerine yapılan
baskılar sebebiyle bazı kuru-
luşların bekleyişi boşa çıktı.
Nitekim karara twitter üzerinden de tepki yağdı. Hatta
bu tepkileri toplamak üzere
bir canlı bloglama hizmeti sunan Guardian gazetesi de sanat kuruluşlarının sesini böylece duyurmayı hedefliyor.
BBC Dünya Servisi’nin önceki idare yönetmeni ve Pain in
the Arts’ın yöneticisi olan
John Tusa, tepkisini doğrudan ortaya koyanlardan. Sanat fonlarının tıpkı yardım
bütçeleri gibi garantiye alınması gerektiğini tartışıyor.
Tusa, tüm harcamaların yalnızca toplam devlet bütçesinin yüzde 0.5’ini içerdiği sanat fonları konusunda, alaycı bir şekilde, hükümetin endişelenmemesi gerektiğini
söylüyor. Ve neden böyle
aşırı bir denetleme içinde
oldukları sorusunu sorduktan sonra yine cevabı onların
ağızlarından kendi vererek,
sanatın “bilindiği gibi” verimsiz, zevkine düşkün ve
müsrif olması sebebiyle gerekli yoğunlukta sorgulama
ve gözetim gerektirdiğini belirtiyor. Yine de bu yargılara
rağmen sanat organizasyonlarının kendi kendilerini idare ettiklerini ve kendi kaynaklarını yeterli ve etkili biçimde toplumun geniş yararı
için kullandıklarını kanıtlandığını ekliyor: “Bakanlıklar sanat bütçelerini garantiye almalı. Eğer ki bu ülke-
dışı bütçeler için böyleyse, ülkedeki sanat için de öyle olmalı. Sanatın insanların, yerlerin, fikirlerin, merakın ve refahın büyük yararına olduğu
fark edilmeli ve anlaşılmalı.
Küçük bir bütçe için kıyıda köşede dolaşıp, her şeye kusur
arayan bir sanat politikası
olamaz. Bu kötü bir politikadır ayrıca.”
Tusa gibi sanat camiasından
pek çok kişi sanatçıya ve sanat etkinliklerine yapılan yardımların, ayrılan fonların ve
devlet desteğinin yetersizliğinden yakınıyor. Buna göre,
tüm dünyada sanat her zaman en son para aktarılacak, desteklenecek alan olarak görülüyor. Daha da acısı,
buna sebep olarak sanatın
gereksizliği, zevke ve bireyselliğe hizmet ediyor oluşu,
topluma faydasız olduğu gibi
haksız yargıların gösterilmesi. Çağımıza uymayan son
derece gerici bir düşünce
olarak nitelenen bu tutumun
yıkılması ve sanatın özgürleşmesiyse hala zor görünüyor.
İngiliz Sanat Konseyi nedir?
İngiliz Sanat Konseyi, sanat alanında yapılan aktiviteleri,
müzeleri ve kütüphaneleri,
ayrıca tiyatrodan dijital sanata, okumadan dansa, müzikten edebiyata ve el sanatlarından koleksiyonerliğe kadar pek çok çeşitli sanat etkinliklerini destekleyen
bir kurum. Bu sanat deneyimlerini yaratmaları için ülke genelinde mümkün olduğunca çok insana ulaştırılmak üzere 2011-2015 yılları
arasında devletin kamu bütçesinden 1.4 milyar sterlin
aktartılmıştı. Ulusal Piyango
Kurumu’ndansa 1 milyar
sterlin yardım sağlanmıştı.
Kurum bu fonu, Devlet fonunun da kaynağı olan Kültür,
Medya ve Spor Dairesi’yle
yaptığı bir fon anlaşmasıyla
düzenleyerek sağlamakta.
Sanat Konseyi, 2010’da yüzde 36’nın yararına olacak şekilde bağışlarda bir azaltmaya gitti. Şu anki ulusal portfolyo 696 organizasyonu
içeriyor. Bu devlet bağışı seviyesi, Sanat Konseyi’nin söylediğine göre yalnızca 250300 ulusal portfolyoyu destekleyebilecek durumda. Fa-
kat görüşler Ulusal Piyango’dan gelen paranın daha
fazla organizasyonun portfolyo içine dahil olmasını sağlayacağı yönünde. Kamu parasının 5 büyük alıcılarıysa
şöyle: Kraliyet Opera Evi,
South-bank Merkezi, İngiliz
Ulusal Operası, Kraliyet Shakespeare Kurumu ve Ulusal
Tiyatro.
Sanat bütçesi, 2015-2018
için 3 ana fon akışını içeriyor.
Bunun ayrıntılarıysa şöyle:
Sanat organizasyonlarının
programları için ulusal portfolyo bütçesinin 271 milyon
sterlini devlet yardımından,
yıllık yaklaşık 60 milyon sterlini de Ulusal Piyango Fonu’
ndan geliyor. Sanat bütçesi için yardımların artışıyla elde
edilen 70 milyon sterlin piyango fonu da bireysel sanatçıları, toplulukları ve kültürel organizasyonları desteklemeyi sağlayacak. Nihayet stratejik fon bütçesi piyango fonunun 127 milyon
sterliniyse sanat organizasyonlarının, katılımcıların ve
izleyicilerinin İngiltere boyunca gelişmelerini desteklemek üzere yönlendirilecek.
7
8
Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna
Mühdan SAĞLAM
HAZİRAN 2014
ATAUM
e-bülten
Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna
Mühdan SAĞLAM
25 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimini yapan Ukrayna’da Doğu ile Batı arasındaki ayrışma kanlı bir biçimde devam ediyor. Ukrayna’yla Rusya arasında savaşın eşiğine gelinmesine de
neden olan AB’yle derinleştirilmiş ortaklık anlaşması, 27
Haziran’da imzalandı. Her
ne kadar Kiev’in çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Petro
Poroşenko istikametin Batı olduğu konusunda kararlılığını
ortaya koysa da, ülkenin doğusundaki ayrılıkçı gruplar onunla hala aynı fikirde değil.
Çikolata Kralı olarak bilinen
Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’nun hâlihazırda Doğu Ukrayna’da alevlenen ayrılık ateşini dindirip
dindiremeyeceği, sadece
Ukrayna’da değil AB ve Rusya cephesinde de merakla izleniyor. Zafer ilanının ardından ilk iş olarak ülkenin doğusu için operasyon emri ve-
ren Poroşenko, uzun süre terörle mücadele adı altında
ayrılıkçı hareketleri bastıracaklarını ifade etmişti. Ancak
gerek Rusya gerek AB cephesinden gelen mesajların da
etkisiyle Ukrayna hükümeti
Doğu’da bir haftalık ateşkes
kararı aldı. Her ne kadar ayrılıkçı militanlar ateşkes çağrısına uyacaklarını ifade etse
de, Ukrayna ordusuna ait bir
askeri helikopterin düşürülmesi ve ölümlerin devam etmesiyle ateşkese dair soru işaretleri de görünür olmaya
başladı. Hem ordu hem de
militan grupların düşük yoğunluklu taciz ateşleri devam etmekle beraber yönetim 21 Haziran’da bir hafta için ilan ettiği tek taraflı ateşkese devam etmekle kalmadı, ateşkesin süresini 30
Haziran’a kadar da uzattı.
Ukrayna’daki silahlı gruplarla Kiev yönetimi arasında diyalog kanallarının açılması-
nın paralelinde Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin, 1
Mart 2014’te Parlamento
(Duma) tarafından kendisine
Ukrayna’daki Rus vatandaşlarını korumak için askeri operasyon düzenleme yetkisi
veren kararnamenin iptali için harekete geçti. Kiev yönetimi Rusya’nın bu adımından mutluluk duyduklarını
ve Rusya’yla gaz borçları olmak üzere pek çok konuda
masaya oturmaya hazır olduklarını ifade etti. Ancak hükümetin ateşkes kararından
tüm Ukrayna memnun görünmüyor. Özellikle Aralık
2013’te Euromaidan’daki
gösterilerle dikkat çeken ve
Nazi eğilimleriyle tanınan
sağ sektör, hem Poroşenko
hem de hükümete ateş püskürüyor. Nitekim Kiev’deki
Ortodoks Kilisesi önünde toplanarak rahatsızlıklarını ortaya koyan sağ sektör üyelerinin ağırlıkta olduğu göste-
riciler, hükümeti Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı eylemler
karşısında yumuşak davranma ve Rusya’ya koz vermeyle
suçluyor. Ukrayna’daki en önemli Rus sembolü sayılan
Ortodoks Kilise’nin eylem alanı olarak seçilmesi de açıkça Rusya’ya mesaj veriyor.
Gösterilerin ve AB-Ukrayna
görüşmelerinin dışında Doğu Ukrayna’da başka bir can
alıcı gerçek söz konusu: Göç.
Aylardır çatışmaların ortasında yaşam mücadelesi veren Doğu Ukraynalılar, çareyi Rusya’ya sığınmakta buluyor. Rusya-Ukrayna sınırında
uzun kuyruklar oluşturan sığınmacıların sayısı BM’ye göre 110 bini geçmiş durumda.
Rusya’nın sınır bölgesinde oluşturulan kamplara yerleştirilen sığınmacıların yaklaşık
10 bini Rusya vatandaşlığı için başvuruda bulundu.
Seçim sonrası diplomasi ve AB yolu
Zaferinin ardından Poroşenko’nun gündeminde iki ana başlık vardı. Bunlardan ilki Ukrayna’nın AB’yle bütünleşmesine hız verilmesi, ikincisi ayrılıkçı isyanların iç savaşa sürüklediği Doğu Ukrayna’nın bölünme formülünün dışında istikrara kavuşturulması. Bu bağlamda
Poroşenko, ilk adımda Kırım’ın Rusya’ya katılımından
bu yana soğuk rüzgârların
estiği Rusya’yla görüşme
trafiğine hız verdi. Putin’le defalarca telefonda görüşen
Poroşenko, Ukrayna’nın AB’
yle bütünleşmekten yana olduğunu, bununla beraber
Rusya’yla ilişkilerini de nor-
malleştirmek istediklerini ifade etti. Benzer biçimde Almanya lideri Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’la da sık sık görüşen Poroşenko, AB’yle yoluna devam edip Rusya’yla ilişkileri onarmak için epey ter döktü.
Poroşenko, gündeminin ilk
maddesi olan AB’yle bütün-
leşme hedefi çerçevesinde
27 Haziran’da AB-Ukrayna
Ortaklık Anlaşması’nı Brüksel’de imzaladı. Gürcistan ve
Moldova’yla beraber anlaşmaya imza atan Ukrayna,
böylece AB pazarına ilk adımını da atmış oldu. AB pazarına girmek için Ukrayna’nın
fazlasıyla bedel ödediğini i-
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2014
fade eden Poroşenko, bunun bir gelecek planı sunmuş ol- artırılması, Rusçanın korun1991’deki bağımsızlık ila- du. Ukrayna’nın AB’yle ma- ması ve yeni anayasa için gönından bu yana Ukrayna’nın saya oturmasının ardından rüşmelerin başlatılmasını iattığı en önemli adım oldu- Kremlin, Ukrayna için bu a- çeren on dört maddelik barış
ğunu vurguladı. AB’yi temsi- dımın ekonomik bedelleri o- planı düşünüldüğünde, Kilen anlaşmaya imza atan AB lacağını hatırlatsa da, anlaş- ev’in silah dışındaki önlemKonseyi Başkanı Herman manın yürürlüğe girmesinin ler ve diyalogla Doğu UkrayVan Rompuy, bu anlaşmanın beklendiğini ifade etti.
na’daki ayrılık ateşini söngeri dönülmez bir bütünleş- Öte yandan, iç savaşın hız dürmeye çalıştığı görülüyor.
me adımı olduğunu ve ma- kesmeden devam ettiği Do- AB, Ukrayna krizinde payı olsada yer alan üç ülkenin ğu Ukrayna konusundaysa duğunu düşündüğü RusSSCB’nin dağılmasından son- AB çift taraflı diplomasi yü- ya’ya da ayrılıkçı gruplarla ara ilk defa net bir biçimde Rus- rütmeye başladı. Ukrayna Li- rasına mesafe koyması ve
ya güdümünden çıktıklarını i- deri Poroşenko’ya silahlı mü- Ukrayna’nın istikrarına katfade etti. Rompuy’un ortaklık cadelenin kısa vadede sonuç kıda bulunması çağrısı yaptı.
anlaşması sırasında sarf etti- vermeyebileceği hatırlatıldı. Ukrayna krizi boyunca Rusği bu sözler, akıllara yenin- Nitekim hem AB hem de ya’yla en fazla diyalog kuran
den Rusya’yla AB arasındaki Rusya’dan gelen uyarıları dik- lider olan Angela Merkel,
nüfuz mücadelesini getirdi. kate alan Kiev yönetiminin Kremlin’e şayet AB’nin uyarıBilindiği üzere, Moskova bu tek taraflı ateşkes kararının ları dikkate alınmazsa yeni
projenin amacının Rusya’nın arkasında bu baskıların etkili yaptırımları gündeme aletkisini zayıflatmak olduğu- olduğu söylenebilir. Ayrıca se- maktan çekinmeyeceklerini
nu söylemiş, AB kanadıysa çildiği ilk günlerden farklı o- hatırlattı. Merkel’in bizzat
bunu reddetmişti. Ancak biz- larak Poroşenko’nun “ayrı- Putin’e ilettiği bu mesaj, AB izat AB’nin en yetkili ağzı ta- lıkçılara taviz yok” politika- çerisinde Almanya’nın bile
rafından sarf edilen bu sözler sında da yumuşa olduğunu artık Rusya’nın agresif tutuortaklık projesinin temelinde söylemek gerekir. Ateşkesin muna sessiz kalmayacağı biRusya karşıtlığı olduğu fikrini dışında toplu af, genel se- çiminde yorumlandı. Dahası,
güçlendirdi. Bu anlaşmayla çimlere gidilmesi, tampon Ukrayna’daki iç savaşı tırKiev, Moskova’ya iyi ancak bölge oluşturulması, yerel yö- mandırmakla suçlanan RusGümrük Birliği’nin olmadığı netimlere yetki aktarımının ya’nın Almanya tarafından u-
Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna
Mühdan SAĞLAM
9
yarılması, Rusya’nın AB içindeki ekonomi ve enerji eksenli bağımlılık politikalarının da limitini doldurduğu biçimde okundu.
So nuç o la rak, Uk ray na
1991’den bu yana doğrudan
ya da dolaylı biçimde bağlı olduğu Rusya’yla yol ayrımına
geldi ve 27 Haziran’daki anlaşmayla da bunu resmen imzaya döktü. Ukrayna’daki
kriz karşısında yetersiz kalmakla suçlanan Brüksel, müzakereler yoluyla Doğu
Ukrayna’nın istikrara kavuşması için çabalıyor. Zira 27
Haziran sadece Ukrayna için
değil, artık AB için de bir milat. Yani Donetsk’te patlayacak her silah artık Brüksel’
den de duyulacak. Öte yandan Ukrayna’nın göz göre
göre AB’yle bütünleşmesine
katlanan Rusya, AB’yle ilişkilerini devam ettirmekle beraber, yönünü Doğuya dönmüş görünüyor.
10
Avrupa’da ‘Uber’ Protesto
Kardelen IŞIK
HAZİRAN 2014
ATAUM
e-bülten
Avrupa’da ‘Uber’ Protesto
Kardelen IŞIK
Avrupa’da “Thurn und Taxis”
adlı bir aile şirketinin adından ve yaptığı işten hareketle ortaya çıkan taksilerin de
ilk düzenli taksicilik uygulamalarının da tarihi oldukça
eskiye dayanıyor. Bir çeşit atlı
araba uygulaması olarak
Londra’da "Hackney Coach
Office” adı altında 1694’te
bir anlamda hayata geçmiş
olsa da, günümüzdeki anlamıyla taksicilik, 1867’de Almanya’da önce hükümetin
mektup ve paketlerini dağıtma işiyle ardından bunlarla
birlikte insanları da bir yerden bir yere para karşılığında taşınmasıyla başlamış bulunuyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru tüm Avrupa’da yaygınlaşan taksiler, artık dünyanın her yerinde istedikleri
yerlere girmek isteyen insanları deyim yerindeyse her köşe başında bekliyor. Ne var
ki, artık onları bekleyen bir
rakip var. Bugünlerde “Uber”
adlı akıllı telefon uygulaması
ve internet sitesiyle doruğa ulaşan “korsanlar”.
İlk olarak Şubat’ta sendika-
ların çağrısıyla Fransa’da
başlayan korsan taksi protestoları, Haziran’da tüm
Avrupa’ya yayıldı. Londra’
dan Barselona’ya kadar eşzamanlı olarak eylem yapan
taksicilerin hedefinde, giderek daha fazla kişi tarafından
kullanılan ve yasal düzenlemelerden ve denetimden
yoksun olarak yolcu taşıyan
özel araçları yaygınlaştıran
korsan taksi uygulaması
Uber vardı.
Avrupa’da taksicilerin greviyle başlayan toplu taşıma
düzenlemelerine duyulan
tepki ve yeni uygulamalara
karşı yasal karışıklığın giderilmesi talebi, yine Fransa’da
havaalanlarının ardından demiryolu çalışanlarına da sıçradı. Hâlihazırda, Fransa haricinde taksilerle sınırlı kalmış olan protestolar, Avrupa
ülkelerini ulaşım politikaları
konusunda yeni düzenlemeler yapmaya zorlayacağa
benziyor.
Taksicileri kızdıran uygulama
Araçlarla yolcuların doğrudan iletişime geçmesini sağlayarak ve dolayısıyla taksi
duraklarını ekarte ederek hizmet sunan ve bu nedenle
lisanslı sürücülerin maruz kaldığı sıkı düzenlemelere tabii
olmayan çok sayıda uygulama olsa da, ABD merkezli
Uber firmasının hızla büyümesi ve sağladığı çeşitli yenilikler Avrupalı taksi şoförlerinin tepkilerini bu uygulama
üzerinde yoğunlaştırdı.
San Fransisco merkezli, şoförlü otomobil kiralama ve
taksi çağırma uygulaması
olan Uber, 2009’da hizmet
vermeye başlamıştı. İlk olarak lüks araçları kiralamaya
yönelik hayata geçirilen uy-
gulama, hızla büyüdü ve çeşitli alanlara da sirayet etti.
Üstelik taksi ve şoförlük sistemini kökten değiştirecek
uygulama olarak daha efektif bir sistem şeklinde lanse
edilmeye başladı.
Uber’in geliştirdiği aplikasyon ve internet sitesi, katılmak isteyen, uygun bir otomobili olan ve 21 yaşını dolduran herkese açık. Böylelikle, taksi sahibinin 240 bin
Euro’luk lisansı almasına gerek kalmıyor. Kullanıcının
avantajıysa, normal taksi
fiyatlarından daha düşük bir
ücret alınması. İnsanlar taksiye ihtiyaçları olduğunda
aplikasyona giriyor, bir araç
talep ediyor, uygulama da ki-
şiye en yakın aracı yönlendiriyor. Taksi hizmeti ancak yolcunun da onayı alındıktan
sonra başlayabiliyor. Ancak
uygulama yalnız bununla da
kalmıyor. Taksicilik hizmeti
başladığında aplikasyon aynı zamanda bir taksimetre işlevi de görüyor ve hatta kullanıcı yolculuk bittiğinde hizmeti puanlayabiliyor.
Rekora imza atarak değerini
17 milyon dolara ulaştıran
Uber firması, ABD’den Avrupa’ya sıçrayarak bugün 37 ülke ve 128 şehirde hizmet veriyor. Uygulamanın kullanıldığı 128 şehirden yalnızca
20’si Avrupa’da olsa da,
AB’nin Bütünleşik Ulaşım Politikası ve Avrupa Kentsel
Şartı’yla getirilen ulaşım ve
dolaşım ilkeleriyle taksicilerin hakları bu yeni teknolojik
gelişmeler haricinde halihazırda geniş düzenlemelere tabii tutuluyor ve korunuyor.
Ayrıca Uber’in sağladığı olanaklar ve alternatiflerin aksine geleneksel yollarla çalışan taksi sürücüleri rezervasyonla çalıştığından örneğin
bir yolcunun sokakta elini kaldırarak çağırması üzerine hizmet veremiyor. Bu nedenle etkilerinin Avrupa’da ciddi bir
biçimde hissedildiği Uber’e
karşı eylem yapan taksicilerse, uygulamanın yasal olmadığını ve doğru ölçüm yapmadığını savunuyor.
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2014
Avrupa’da ‘Uber’ Protesto
Kardelen IŞIK
Korsan uygulamalara karşı grev
Eylemler, Londra’nın şehrin
simgesi haline gelmiş siyah
taksilerinden, Paris’e ve oradan da Roma, Berlin ve Madrid de dâhil olmak üzere birçok Avrupa kentinin taksilerine sıçradı. Geleneksel taksiler, Haziran’da Uber’in yeni bir oluşum olarak en büyük değerlerden birine sahip
olduğunun açıklanmasının
ardından internet üzerinden
taksi hizmeti sunan firmaları
protesto etmek üzere kontaklarını yolcular için kapattı.
Taksicilerin itiraz noktası
olan lisans, eğitim ve denetim gibi aşamalarla bağlı olmayan korsan taksilere karşı
protestolar tüm Avrupa’da eşzamanlı olsa da, eylem şekilleri her yerde birbirinden
farklıydı. Roma’da greve giden taksiler yolculuk başına
10 Euro fiyat uygulaması kararı alırken, Milano’daysa
taksiciler yolcu almayarak
grev yaptı. Nitekim lisans belgesi alarak aylarca eğitim gören ve hatta bu sürecin 2.5 yıla kadar uzayabildiği belirtilen Londra taksicileri Trafalgar meydanında toplanarak
tepkilerini gösterirken, Berlin ve Hamburg’daysa konvoylar oluşturularak trafik
ulaşıma kapatıldı.
İspanya ve Belçika’daysa
taksicilerin tepkileri yerine
ulaşmış gözüküyor. Öyle ki,
söz konusu uygulama Belçika’da yasaklanmış durumda. Gerekçeyse, resmi olarak kaydı bulunmayan taksilerin yeterli güvenlik ve donanıma sahip olmaması,
taksiyi kullanan kişilerin de
eğitimden geçmemesi. Bu ya-
sak, bir yandan işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan öte yandan da yolcular için artan risklere de
dikkat çeken Belçikalı taksicileri epey sevindirdi.
İspanya’daysa özellikle greve katılımın yüzde yüz olduğu Madrid ve Barselona gibi
turistik şehirlerde yoğunlaşan protestoların ardından
İspanya hükümeti ve Katalonya özerk yönetimi internet üzerinden hizmet veren ulaşım şirketleriyle bunları kullanan yolculara karşı para cezası uygulama çalışmalarını
başlattığını açıkladı. Ayrıca,
Katalonya özerk yönetimi
Uber’e de para cezası verebileceğinin sinyallerini verse
de, AB Komisyonu tarafından yapılan değerlendirmede bu uygulamaları kulla-
Fransa’da taksicilerden demiryollarına
Uber firmasının geliştirdiği
uygulamaya en büyük tepki,
Şubat’ta gerçekleştirilen protestolarla Fransız taksicilerden geliyordu. Fransız
taksiciler diğer Avrupa kentlerindeki meslektaşlarından
farklı olarak Uber aplikasyonun yanında haksız rekabete sebep olduğu için VTC
adlı mini taksilere de tepki
gösteriyordu. Bunun yanında, Haziran’da demiryolu işçilerinin de grevde olması ne-
deniyle protestoların en etkili
olduğu kent Paris oldu.
Bir yanda taksicilerin Uber’e
karşı protestoları sürerken diğer yanda da demiryolu şirketlerinin tek çatı altında toplanmasını öngören reform
paketinin açıklanmasıyla demiryolu çalışanlarının greve
gitmesi, Fransa’da ulaşımı
adeta felce uğrattı. Fransa’da hükümetin reforma
karşı geri adım atmaması ve
taksicilerin eylemleriyle bir-
likte toplu taşıma çalışanlarının grev haklarının kaldırılmasına dair tartışmalar başlarken, grev de yeni boyutlar
kazanarak devam ediyor.
Fransa’da iktidardaki Sosyalist Parti’nin hayata geçirmeye çalıştığı “Demiryolu Reformu”, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Aralık 2019’dan itibaren bütün
ulusal demiryollarını rekabete açmayı hedefleyen paketle uyumlu olmadığı için ye-
nanlara karşı para cezası getirilmesine sıcak bakılmadığı
vurgulandı.
Taksicilerin talepleriyle Avrupa hükümetlerinin açıklamaları sürerken, Uber firması da kullanıcılarına “görev
başındayız” mesajını göndererek çeşitli kentlerde fiyatlarını düşürdü. Uber yetkililerinin protestolarla uygulamaya karşı çıkanların “karanlık çağlarda takılıp kaldığını” savunmasına rağmen,
eylemler süresinde uygulamanın kullanımının düşmesiyse tüm Avrupa’da eşzamanlı olarak gerçekleştirilen
eylemin taksicilere taleplerinin gerçekleştirilmesi yönünde umut vereceğe benziyor.
ni tartışmalara yol açacağa
benziyor. Üstelik taksicilerin
Haziran’daki eylemleriyle internet üzerinden kullanılan
uygulamaların yasal statüsündeki boşluklara dikkat
çekmesi de önemli bir ulaşım
sorunu demek. Buysa tüm
Avrupa’da ulaşım politikalarının gözden geçirilmesinin
zorunlu olacağı bir dönemin
başlayacağına işaret ediyor.
11
Portre
Portre
Recep Ersel ERGE
Thomas Mann
Yazarlığa romanla başlayan Mann, ikinci romanı beğenilmeyince tekrar öyküye yöneldi. Ününüyse
1912’de yayımlanan “Venedik’te Ölüm” adlı uzun öyküsüyle pekiştirdi. Öykü, Venedik tatiline çıkan
ünlü bir Alman yazarın, 14 yaşında bir Polonyalı oğlanın güzelliğine hayran olması ve ne zamandır
kaybettiği ilhamı onda bularak tekrar yazmaya başlamasını anlatıyordu.
Birçok Alman okuru tarafından Goethe’nin varisi olarak
kabul edilen Thomas Mann,
20. yüzyılda sadece Alman
edebiyatına değil, dünya
edebiyatına damgasını vuran yazarlardan biriydi. Romanları, kısa öyküleri ve denemeleri mizah, ironi ve
eleştiriyle doluydu. Karakterlerini genellikle burjuva sınıfından seçiyor, kurguyu da
karakterin manevi çatışma-
ları üzerine inşa ediyordu.
Eserlerinde sıkça işlediği
“sanatçının yalnızlığı” teması
aslında kendi hayatının da
ana temasıydı. Siyasetle çok
ilgili olduğu söylenemezdi,
ama iki dünya savaşını da gören, sürgüne giden ve sürgünde ölen bir yazar olarak
elbette siyasete kayıtsız kalamadı.
Paul Thomas Mann, 6 Haziran 1875’te orta-üst sınıf bir
Alman ailesinin ikinci oğlu
olarak Lübeck’te dünyaya
geldi. Babası bir tohum şirketinin sahibi, aynı zamanda
Lübeck senatörüydü. Thomas 16 yaşındayken babası
ölünce şirket de tasfiye edildi, annesi ve kardeşleri Münih’e taşındılar. Thomas da liseyi zar zor bitirdikten sonra
abisi Heinrich ile birlikte ailesine katıldı ve gazeteci olmak amacıyla Münih’te ikti-
sat, tarih, sanat tarihi ve edebiyat okudu. Öğrencilik yıllarında Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner’den fazlasıyla etkilendi. Mezuniyetinden sonra bir süre sigorta şirketinde çalışan genç adam,
“Küçük Friedemann” (Der
Kleine Herr Friedemann,
1898) adlı ilk öykü kitabını
23 yaşında, abisiyle çıktığı
İtalya seyahati sırasında yayınladı. İlk önemli çalışma-
ATAUM
e-bülten
HAZİRAN 2014
sıysa, Buddenbrookslar aile- karakterinin yaşadığı ruhsal
sinin varlıktan yoksulluğa dü- sıkıntıyı çok güçlü bir şekilde
şüşünü anlatan bir romandı yansıtmasından daha fazla
(Buddenbrooks, 1901). Ken- bir anlam ifade ediyordu. Zidi aile hayatından esinle ra Tadzio karakterinin 1911’
Roma’da yazmaya başladığı de hayatını kaybeden Gusve yaklaşık iki buçuk yılda tav Mahler’in anısına oluştutamamladığı ilk romanı, ya- rulduğu ve Mann’ın Mahler’
şına göre fazlasıyla olgun bir in müziğinden aldığı ilhamı
eserdi. Buddenbrookslar, 26 simgelediği iddia ediliyordu.
yaşındaki yazarını birkaç gün- Bu rivayetin doğruluğuna hade zengin etmiş, 20. yüzyıl Al- lel getirmemek ü ze re,
man edebiyatının önde ge- “Venedik’te Ölüm” aslında
lenleri arasına girmesini sağ- Mann’ın gerçek hayatından
lamıştı.
esinle yazdığı bir öyküydü.
İkinci romanı beğenilme- Mann, Tadzio karakterine ilyince tekrar öyküye yönelen ham veren 10 yaşındaki WMann, ününü 1912’de ya- ladyslaw Moes’i 1911’de Veyımlanan “Venedik’te Ölüm” nedik tatilinde görmüştü.
(Der Tod in Venedig) adlı u- Wladyslaw da kendisini
zun öyküsüyle pekiştirecekti. izleyip duran “yaşlı adam”ı
Öyküde, Gustav Aschenbach hatırlıyordu ve ileride öyküadında ünlü bir Alman yazar, nün lehçe tercümesini okuVenedik tatilinde 14 yaşında duktan sonra keten denizci
bir Polonyalı oğlanın güzelli- elbisesiyle en sevdiği cekeğine hayran oluyor ve ne za- tinin öyküde ne kadar doğru
mandır kaybettiği ilhamı on- tasvir edildiğini söyleyecekti.
da bularak tekrar yazmaya Venedik’te Ölüm yazıldığınbaşlıyordu. Ne var ki o sırada dan beri Mann’ın eşcinsel veVenedik’te bir kolera salgı- ya biseksüel olduğu tartışnının baş gösterdiğini öğre- maları magazin değerini hiç
niyor ve şehri terk etmekle kaybetmedi. Her ne kadar
Tadzio’yu biraz daha fazla gö- 30 yaşında evlenen ve altı çorebilmek için biraz daha az cuğu olan Mann heterosekyaşamayı göze almak ara- süel bir yaşam sürse de, bu idsında bir seçim yapması ge- diaların haklılık payı olabilirrekiyordu. “Venedik’te Ö- di elbette. Ancak, Venedik’te
lüm”, usta yönetmen Luc- Ölüm’ü sıradan bir yasak aşk
hino Visconti tarafından hikâyesi veya güzellik öv1971’de sinemaya uyarlan- güsü olarak değerlendirmek
dı. Filmde Aschenbach ka- zordu. Venedik’te Ölüm, darakterinin mesleğini yazar- ha çok sanata ve sanatçıya
lıktan besteciliğe çeviren Vis- ilişkin düşünceleri ön plana
conti, film müziklerinin ana çıkaran, hangi karakterin,
teması olarak da Mahler’in olayın veya duygunun neyi
5. senfonisinin Adagietto bö- simgelediği hâlâ tartışılan,
lümünü seçmişti. Rivayete gö- derin bir sembolizmin yer alre bu seçim, Adagietto bölü- dığı güçlü bir edebî eserdi.
münün öyküde Aschenbach Bir diğer önemli eseri, pek
çoklarına göre Mann’ın başyapıtı olan “Büyülü Dağ” ise
(Der Zauberberg) 1924’te yayınlandı. Mann’ın kısa öykü
niyetiyle başladığı eser, on yıllık çalışmanın sonunda uzun
bir romana dönüşmüştü. Hikâye, İsviçre Alplerinde bir
sanatoryumunda geçiyordu.
Başkarakteri, kısa bir ziyaret
için geldiği sanatoryumda yedi yıl kalan sağlıklı ve genç
bir adamdı. Liberal ve muhafazakâr değerler arasındaki
mücadeleyi konu alan “Büyülü Dağ”, Mann’ın uluslararası kamuoyunda tanınmasını sağladı ve 1929’da Nobel
Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesinde de en büyük rolü
oynadı.
Mann, İkinci Dünya Savaşı’
na giden yıllarda faşizme tavır alması nedeniyle Nazilerin iktidara geldiği Almanya’dan 1933’te ayrılmak zorunda kaldı. İsviçre’de yaşadığı sırada, Nazilere karşı direniş çağrısı yaptığı bir açık
mektubunun yayınlanmasıyla Alman vatandaşlığından çıkarılması bir oldu.
1938’de ABD’ye yerleşen
Mann, iki yıl kadar Princeton
Üniversitesi’nde çalıştıktan
sonra Bertold Brecht, Arnold
Schoenberg ve abisi Heinrich’in de aralarında olduğu
Alman entelektüellerine katılmak üzere California’ya
geçti. Savaş sırasında, Almanya’da yayınlanmak üzere propaganda kayıtları yaptı. 1940’ta ABD vatandaşlığını alan Mann, tuhaftır, savaştan sonra da komünist olduğu şüphesiyle FBI tarafından
takip edilmeye başladı. Rus
edebiyatına duyduğu yoğun
Portre: Thomas Mann
Recep Ersel ERGE
21
13
ilgi, özellikle Tolstoy ve onun
gerçekçiliği hakkında yazdıkları böyle bir “şüphe”
uyandırmıştı. Gerçi Tolstoy’
un son dönem eserlerini beğenmeyecek ve onu Goethe
kadar soylu bulmadığını söyle ye cek ti, a ma 1953’te
Amerika’dan ayrılmaktan
başka çaresi kalmamıştı.
Ünlü yazar, İsviçre’ye dönüp
Zürih yakınlarında bir eve
yerleşti.
Son dönem eserlerinin en
iyilerini Amerika’da vermişti.
Yazmaya 1933’te başladığı
ve 1943’te tamamladığı
“Yusuf ve Kardeşleri” (Joseph
und Seine Brüder), dört
romandan oluşan bir seri
olarak yayınlandı. Roman,
Yusuf Peygamber ve kardeşlerinin öyküsünün modern
bir versiyonu olup kişisel özgürlükle siyasi iktidar arasındaki çatışmayı ele alıyordu.
1947’de yayınlanan “Doktor
Faustus” adlı romanıysa Faust’un şeytanla anlaşma
yaptığı meşhur Alman efsanesinin bir versiyonuydu. Görünüşte bir bestecinin öyküsünü anlatıyordu, ama arka
planda iki dünya savaşının Alman kültürünü nasıl yıkıma
urattığı okunabiliyordu. Thomas Mann, “Felix Krull’un
İtirafları” adında bir roman
taslağını geride bırakarak 12
Ağustos 1955’te 80 yaşında
hayata veda etti. “Tonio
Kröger” (1902), “Majesteleri
Kral” (Königliche Hoheit,
1909), “Lotte Weimar’da”
(Lotte in Weimar, 1939),
“Değişen Kafalar ” (D ie
Vertauschten Köpfe, 1940)
diğer önemli roman ve öyküleri arasında sayılabilir.
14
Ukrayna’nın Seçimi: İstikamet Batı
Mühdan SAĞLAM
HAZİRAN 2014
ATAUM
e-bülten
Göçmenleri Kim ‘Kurtaracak’?
Esra AKGEMCİ
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin en önemli toplumsal etkilerinden biri, kuşkusuz Kuzey Afrika’daki siyasi karışıklık yüzünden evlerini terk edip Avrupa’ya sığınan on binlerce kaçak göçmenin yaşadığı trajedi oldu.
2011’de 63 bin göçmen
Avrupa’ya ulaşırken, deniz
yoluyla Avrupa kıyılarına
ulaşmaya çalışan bin 500’
den fazla göçmense Sicilya
açıklarında can verdi. Son dönemde İtalya’ya kaçak göçün hızlanmasıyla birlikte,
Akdeniz’de yaşanan trajedilere de her gün yenisi ekleniyor. Geçtiğimiz Ekim’de
Lampedusa adası yakınlarında iki göçmen teknesinin
alabora olmasıyla 400’den
fazla kişi hayatını kaybetmiş,
İtalyan silahlı kuvvetleri bunun üzerine “Mare Nostrum”
adlı bir yardım operasyonu
yürütmeye başlamıştı. Geçtiğimiz ay denizin sakin olduğu günlerde Kuzey Afrika’
dan İtalya’ya yeni göçmen
akınları yaşanmasıyla operasyonlar da hız kazandı. 5-9
Haziran’da “Mare Nostrum”
kapsamında 5 bin 200 göçmen kurtarıldı. Son olarak
27-30 Haziran’da yedi göçmen teknesine kurtarma
operasyonu yapıldı ve bin
600’ü aşkın göçmen kurtarıldı. Ancak Sicilya Kanalı’
nda yaklaşık 600 göçmen bulunan bir teknede, aralarında iki hamile kadının da yer
aldığı 30 kişinin havasızlıktan hayatını kaybettiği or-
taya çıktı.
İtalya’ya bu yıl içinde varan
Kuzey Afrikalı göçmenlerin
sayısı, şimdiden 60 bini geçmiş durumda. Bu sayı,
2013’te 43 bin olan göçmen
sayısını şimdiden aşıyor, hatta öyle görünüyor ki 2011’
deki 63 bin seviyesini de geçmek üzere. “Göçmen krizi”
yle baş etmekte zorlanan
İtalya, Avrupa’dan daha fazla destek istiyor ancak bugüne kadar “Mare Nostrum”a
katılmaya davet ettiği AB ülkelerinden olumlu yanıt veren yalnızca Slovenya oldu.
AB, Lampedusa’daki faciadan sonra 30 milyon Euro
acil destek sözü verdiyse de
İtalyan yetkililerin AB’ye yönelik tehditkâr açıklamaları,
para yardımından çok daha
fazla beklenti içinde olduklarını gösteriyor. Söz gelimi Porto Empedocle Belediye Başkanı Lillo Firetto’nun “Avrupa
bize sırtını dönemez. Bu yalnızca Sicilya’nın sınırı değil,
aynı zamanda Avrupa’nın da
sınırı” sözleri, ya da İçişleri
Bakanı Angelino Alfano’nun
“AB’nin iki seçeneği var: Ya
Akdeniz’e gelir ve Mare
Nostrum’un üzerine AB bayrağını çekerler, ya da sığınma izni bulunan göçmenlerin diğer ülkelere gitmesine izin veririz” şeklindeki tweeti
göçmenlerin nasıl bir “tehdit
unsuru” olarak görüldüğünü
açıkça gözler önüne seriyor.
Arap Baharı’ndan bu yana
Avrupa’da göç sorunuyla ilgili tartışmaların gelip da-
yandığı nokta, en sonunda yine “birlik dayanışması” oluyor. 2011’de ortak sığınma
politikası için çağrıda bulunan İtalya korku yaratmakla
suçlanmış ve AB ülkelerinden bek le di ği yar dı mı
alamamıştı. İtalya’nın bunun
üzerine mültecilere Schengen vizesi vererek AB içinde
serbest dolaşım hakkı tanıması da geniş çaplı bir krize
neden olmuştu. 2014’te göçmen sayısının hızla artmasıyla bu tartışmalar bir kez daha
kızışmış durumda. İtalya Başbakanı Matteo Renzi, bu yıl
50 bin göçmeni kurtaran ve
İtalya donanmasına her ay 9
milyon Euro’ya mal olan
“Mare Nostrum”u AB sınır koruma birimi Fronex’in devralmasını istiyor. Diğer yandan İtalya’da aşırı sağcı Kuzey Ligi partisinin lideri Matteo Salvini, göçmenleri kurtarma operasyonunun çok
pahalı olduğunu ve “Mare
Nostrum” operasyonunun
durdurulması için parlamentoya teklif vereceklerini söyledi. Salvini’ye göre göçmenleri kurtarmak “İtalya
kıyılarının işgali” anlamına
geliyor. Bu açıdan Avrupa’da
göçmen sorununun yol açtığı
tartışmaların, aşırı sağcı
grupları insanların denizde
ölmesine izin vermeyi savunmaya varacak kadar tehlikeli
noktalara sürüklediğini de
görmek gerek.
Sonuç olarak bir kez daha
göçmen sorununda Avrupa’
nın öncelikli derdinin, yaşa-
dıkları ülkeyi terk etmek zorunda kalanlara insani koruma sağlamaktan ziyade, yasadışı göçün operasyonel ve
finansal boyutlarıyla ilgili olduğu ortada. Avrupa Komisyonu, Kasım 2011’de “Göçe
Yönelik Küresel Yaklaşım” politikasında “göçmen odaklı”
bir yaklaşım benimseneceğini açıklamış, “akınlar, stoklar ve güzergâhlara değil, insanlara ilişkin” bir politika izleneceğini dile getirmişti. Ancak en temelinde yasadışı
göçle mücadelede AB önceliğinin, “sınırların entegre
yönetimi” politikasına dayanması, “insan merkezliliği” retorikte bırakıyor. Sınırların korunmasına yapılan
vurguyu meşrulaştıran en temel faktör de, AB bütünleşmesinin gereği olarak iç sınırların kaldırılmasının dış sınırlarda alınan önlemlerin
geliştirilmesi zorunluluğunu
beraberinde getirdiği gerekçesi. Başka bir deyişle AB sınırları, içeridekiler için bir özgürlük, adalet ve güvenlik
alanı oluştururken, bu alanı
dışarıdakilerden korumayı amaçlıyor. Bugün AB sınır koruma birimi Frontex’in Akdeniz’deki en temel hedefi
de, AB kıyılarına ulaşmak isteyenleri önlemekten öteye
gitmiyor. Dolayısıyla insan ticareti yapanların elinde olmak kadar, AB’nin uyguladığı sınır politikaları da Afrikalı
göçmenler için ciddi bir tehdit olabiliyor.
7
Avrupanın
Marşları
Danimarka
Yiğit KÖSEOĞLU
Orada güzel bir ülke var,
Duruyor tuzlu kuzey sahillerinin kıyısında,
Kayın ağaçlarının gölgesinde
Tepeleri ve vadileri nazikçe uzanıyor
Burası Danimarka’dır, eski Danimarka
Burasıdır Freya’nın* yurdu.
Eski zamanlarda
Vikingler zırhlarıyla oturuyordu
Kendi kanlı savaşlarının arasında
Sonra onlar gittiler yüzleşmek adına düşmanlarıyla
Şimdi bu tümsekler onların ebedi istirahat yerleridir
Bu topraklar güzel/dürüst
Mavi deniz etrafına çevrelenmiş,
Barış, buradan besleniyor halen.
Halen güçlü adamlar ve soylu kadınlar
Sadakat ve beceri ile
Kaldırıyor bu ülkenin onurunu
*Freya(Frejya): İskandinav mitolojisinde bereket ve aşk tanrıçası
Toplamda on iki kıtadan oluştuğu için yukarıda sadece ilk kıtasını paylaşabildiğimiz Danimarka ulusal marşı, 1819’da
Adam Oehlenschläger (1779-1850) tarafından yazıldı. 1835’teyse Hans Ernst (1798-1879) güfteyi besteyle buluşturdu.
Aslında şaşırtıcı bir gerçek de var: Danimarka yasal olarak iki ulusal marşa sahip dünyadaki iki ülkeden biri (diğeriyse Yeni
Zelanda). Herhalde bu özelliğiyle Avrupa’nın marşları arasında biricik olabilecek marşlardan Danimarka’nınki.
Danimarka’da, “Der er et yndigt land” (Orada güzel bir ülke var) ve “Kong Christian” (Kral Christian) adlı marşlar yasal
olarak eşit statüde kabul edilmekte. Ama Kral Christian adlı marş daha çok kraliyeti ilgilendiren törenlerde kullanılırken
“Orada güzel bir ülke var” adlı marş devleti temsil eden tüm törenlerde seslendirilmekte ve Danlar tarafından daha çok
kabul görmekte.
Avrupa
Gündemi...
ATAUM
ATAUM-BİM (08-2011)
e-bülten
bulmak isteyene not:
sadece elektronik posta kutusunda bulunur...

Benzer belgeler

Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM

Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM Papa Franciscus, yani bildiği- inançları sa ye sin de bu miz adıyla Papa Francis, gö- bataktan kurtulabileceklereve geldiği günden itibaren rini vurguladı. Papa, yakın za21. yüzyılın önemli isimler...

Detaylı

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine...

Detaylı

Sayı 73 Kasım 2014 - ATAUM

Sayı 73 Kasım 2014 - ATAUM Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine...

Detaylı

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi

e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi ve kaynaşmanın sağlanmasına katkı sunacağı görüşün-

Detaylı