içindekiler - Ana Sayfa | Lenfoma Myeloma Derneği
Transkript
içindekiler - Ana Sayfa | Lenfoma Myeloma Derneği
İÇİNDEKİLER Önsöz 2 Bilimsel Kurul 3 Bilimsel Program 4 Konuşma Özetleri 8 Poster Bildiriler 64 İndeks 91 ÖNSÖZ Değerli Meslektaşlarım, III. ULUSAL LENFOMA-MYELOMA KONGRESİ’NE HOŞGELDİNİZ… Lenfoproliferatif hastalıkların hem hematolog hem de onkologlar tarafından tedavi edilmesi nedeni ile ülkemizde ortak bir platform zemininde bu malignitelerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Lenfoproliferatif hastalıkların multidisipliner bir yaklaşım içerisinde tedavi edilmesi ve özellikle hematolog ve onkologların bu alanda ciddi bir işbirliği içerisinde olmaları gerektiği açıktır. Bu nedenle hematolog ve onkologlardan oluşan büyük bir grup tarafından Lenfoma Myeloma Derneği 2009 yılında kurulmuştur. Bu hastalıkların tedavisinde hem tanı, hem tedavi hem de takip aşamasında disiplinler arası yakın işbirliği gerekmektedir. Lenfoma, Myeloma ve diğer lenfoproliferatif hastalıkların tanı ve tedavisinde ortaklaşa multidisipliner anlayış içinde çalışan hematoloji, tıbbi onkoloji, patoloji, radyasyon onkolojisi ve radyodiagnostik disiplinleri arasındaki işbirlişi ve bilimsel alışverişin geliştirilmesi temel amacımızdır. İlk kongremiz “I. Ulusal Lenfoma-Myeloma Kongresi” 20 - 23 Mayıs 2010 tarihlerinde Mirada Del Mar Hotel, Kemer, Antalya’ da, ikinci kongremiz 14 - 17 Nisan 2011 tarihlerinde Wow Kremlin Palace Antalya’ da başarı ile gerçekleştirilmiştir. Kongrede Hodgkin ve non-Hodgkin lenfomalar, multiple myeloma ve kronik lenfositer lösemilerin tanı ve tedavisindeki multidisipliner yaklaşıma paralel olarak genii bir perspektifte ele alınmıştır. Dünyadaki son gelişmelerin ülkemiz gereksinimlerine göre belirlenen konuları, bu alanda güçlü deneyim ve birikime sahip farklı uzmanlık alanlarından hekim arkadaşlarımız tarafından tartışılmıştır. Temel hedefimiz ülkemizde lenfoproliferatif hastalıklar konusunda bilimsel araştırmalara ağırlık vermek ve bu konuda çalışan arkadaşlarımıza lojistik destek sağlamak olacaktır. Bu nedenle gerek EBMT gerekse de EORTC gibi büyük gruplarla sağlayacağımız işbirliğinin ülkemizdeki bilimsel araştırmalara ivme kazandırması ve ülkemizin dünya platformunda dolgun bir şekilde temsili hedeflenmektedir. Bu kapsamda derneğimiz bünyesinde lenfoma ve myeloma çalışma grupları oluşturulmuş olup ilk çalıştayımız Ekim 2010’da başarı ile gerçekleştirilmiştir. Dileğimiz, katılan her meslektaşımızın ilgilendiği konularda bilgilerini diğer disiplinlerden hekimlerle paylaşabileceği ve düzeyli bir şekilde tartışabileceği üstün nitelikte bilimsel ortamı oluşturmak ve bu coşkuyu yaşamaktı. Bu coşku ve heyecanımıza ortak olduğunuz için teşekkür ederiz. Saygılarımla, Prof. Dr. Taner DEMİRER Lenfoma Myeloma Derneği Başkanı KURULLAR Bilimsel Kurul Kongre Başkanı Taner Demirer Kongre Sekreteri Meltem Aylı Kongre Düzenleme Kurulu Rıdvan Ali İbrahim Barışta Harika Çelebi Dilek Dinçol Burhan Ferhanoğlu Gülsüm Özet Semra Paydaş Gülsan Sucak Münci Yağcı Bilimsel Komite Şahika Z. Akın Hilmi Alanyalı Necati Alkış Mustafa Altınbaş Fikret Arpacı Ferit Avcu Adnan Aydıner İsmet Aydoğdu Mert Başaran Meral Beksaç Mustafa Benekli Yahya Büyükaşık Celalettin Camcı A.Türker Çetin Simten Dağdaş Mehmet Dağlı İmdat Dilek Erdem Göker İbrahim Haznedaroğlu Mahmut İlhan Sevgi Kalayoğlu Beşışık Aziz Karaoğlu Mehmet Kitapçı Yener Koç Nahide Konuk Özlem Küçük Osman Özcebe Evren Özdemir Ahmet Özet Mustafa Pehlivan Salim Başol Tekin Erdoğan Coşkun Tecimer Tülay Tecimer M. Erkan Topuz Tülin Fıratlı Tuğlular Mehmet Türk Ali Uğur Ural Akın Uysal Ali Ünal Levent Ündar Aytuğ Üner Mustafa Ünlü Necdet Üskent Atilla Yalçın Mustafa Yaylacı Mustafa Yıldız Uğur Yılmaz Mehmet Yılmaz Faruk Zorlu 10 Mayıs 2012, Perşembe Giriş ve Kayıtlar 11 Mayıs 2012, Cuma MULTİPLE MYELOMA GÜNÜ 09:00 09:05 Açılış Konuşması Taner Demirer 09:05 10:00 Multiple Myelomada Transplantasyonun Yeri ve Türkiye Verileri Oturum Başkanları: Ahmet Özet , Erdoğan Coşkun Tecimer 09:05 09:25 Yeni Ajanların Varlığında Otolog Trasplantasyonun Yeri Konuşmacı: Sevgi Kalayoğlu Beşışık 09:25 09:45 Allojeneik Trasplantasyonun Yeri Konuşmacı: Ali Ünal 09:45 10:00 Tartışma 10:00 10:15 Kahve Arası 10:15 11:45 Multiple Myelomada Nadir Görülen ve Zor Vakalar Yönetimi:(Panel) Oturum Başkanları: Semra Paydaş, Deniz Sargın 10:15 10:45 Multiple Plazmositom Odakları Olup Kİ Tutulumu Olmayan 60 Yaşındaki Hasta Yönetimi (20 dakika sunum + 10 dak tartışma ) Konuşmacı: Rauf Haznedar 10:45 11:15 Makroglobulinemi İlişkili Hiperviskozite Semptomatik Hasta Yönetimi (20 dakika sunum + 10 dak tartışma ) Konuşmacı: Mahmut Bayık 11:15 11:45 Çoklu Sitogenetik Anormallikleri Olan 45 Yaşında Multiple Myeloma Tanılı Olguda Tedavi Seçimi, Tedavilere Dirençli Olguda Tedavi Seçenekleri (20 dakika sunum + 10 dak tartışma ) Konuşmacı: Emel Gürkan 11:45 12:45 Multiple Myelomlu Transplant Adayı Olmayan ve Relaps / Refrakter Hastalarda Tedavi ve Hasta Yönetimi. Oturum Başkanı: Gülsüm Özet Yahya Büyükaşık, Rıdvan Ali 12:45 13:30 Öğle Yemeği 13:30 14:45 Patoloji ve Klinik Ortak Oturumu Oturum Başkanları: Nükhet Tüzüner , Yıldız Aydın 13:30 13:50 Büyük B Hücreli Lenfoma Plazmablastik Variant ve Plazmablastik Myeloma: Ayırıcı Tanı Konuşmacı: Öner Doğan 13:50 14:10 POEMS Sendromu Konuşmacı: Seçkin Çağırgan 14:10 14:30 Multiple Myeloma'da İdame Tedavisi Konuşmacı: Tülin Fıratlı Tuğlular 14:30 14:45 Tartışma 14:45 15:00 Kahve Arası 15:00 15:45 Uydu Sempozyumu (Celgene) 16:00 17:00 Myeloma Çalışma Grubu Toplantısı 12 Mayıs 2012, Cumartesi LENFOMA GÜNÜ 09:00 10:15 Kronik Lenfositer Lösemi Oturumu Oturum Başkanları: Gülsüm Özet, Münci Yağcı 09:00 09:15 KLL Biyolojisinde Yenilikler ve Mikroçevrenin Önemi Konuşmacı: Nil Güler 09:15 09:30 Richter Transformasyonu Tanı ve Tedavisi Konuşmacı: Zeynep Akı 09:30 09:45 KLL'de Kurtarma Tedavileri Konuşmacı: Nilgün Sayınalp 09:45 10:00 Tüylü Hücreli Lösemi Tanı ve Tedavisinde Güncelleme Konuşmacı: Harika Çelebi 10:00 10:15 Tartışma 10:15 10:30 Kahve Arası 10:30 12:00 Gray Zone Lenfomalar Oturum Başkanları: Dilek Dinçol, Tülay Tecimer 10:30 10:50 Patoloji Konuşmacı: Süheyla Bozkurt 10:50 11:10 Mediastinal Gray Zone / (DBBH – Hodgkin) Lenfomalar Konuşmacı: Mustafa Öztürk 11:10 11:30 Burkit - Like / DBBH Lenfoma Konuşmacı: Evren Özdemir 11:30 12:00 Tartışma 12:00 13:30 Öğle Yemeği 13:30 14:00 Lugano - 2011 İzlenimleri Oturum Başkanları: Günçağ Dinçol Konuşmacı:İbrahim Barışta 14:00 15:15 Lenfomada Trasplantasyonun Yeri Oturum Başkanları: Burhan Ferhanoğlu, Taner Demirer 14:00 14:20 Otolog Trasplantasyonun Yeri Konuşmacı: Mert Başaran 14:20 14:40 Myeloablatif Hazırlama Rejimli Allojeneik Transplantasyonun Yeri Konuşmacı: Yener Koç 14:40 15:00 Kanser Kök Hücre Konuşmacı: Mustafa Çetin 15:00 15:15 Tartışma 15:15 15:30 Kahve Arası 15:30 16:00 Hodgkin Lenfoma Tedavisinde Yeni Ajanlar Oturum Başkanı: Murat Tombuloğlu 15:30 15:50 Anti CD 30 Tedavisi Konuşmacı: Fikret Arpacı 15:50 16:00 Tartışma 16:30 17:30 Lenfoma Çalışma Grubu Toplantısı 13 Mayıs 2012, Pazar HODGKİN LENFOMA VE MYELOPROLİFERATİF NEOPLAZİLER GÜNÜ 09:00 10:15 Hodgkin Hastalığında Yanıt Değerlendirilmesindeki Sorunlar Oturum Başkanları: Ercüment Ovalı, Gülsan Sucak 09:00 09:20 Nükleer Tıp Gözüyle Ara Değerlendirme veya Takipte PET + Olguların Değerlendirilmesi Konuşmacı: Adil Boz 09:20 09:40 Klinisyen Gözüyle Ara Değerlendirme veya Takipte PET + Olguların Değerlendirilmesi Konuşmacı: Ayşen Timurağaoğlu İrfanoğlu 09:40 10:00 Hodgkin Lenfoma Kök Hücre Naklinde PET ile Değerlendirme Konuşmacı: Zübeyde Nur Özkurt 10:00 10:15 Tartışma 10:15 10:30 Kahve Arası 10:30 11:45 Myeloproliferatif Neoplaziler Oturumu Oturum Başkanları: Rıdvan Ali, Mustafa Çetiner 10:30 10:50 MPN lerde Yeni Tanı Kriterleri Konuşmacı: Selim Yavuz 10:50 11:10 Myelofibrosiz Tedavisi ve İmmünmodulatuar Ajanlar Konuşmacı: Meltem Aylı 11:10 11:30 Myelofibrosiz ve Polistemia Vera Tedavisinde Jak-2 İnhibitörleri Konuşmacı: Meltem Kurt Yüksel 11:30 11:45 Tartışma 11:45 12:00 Kapanış Töreni KONUŞMA ÖZETLERİ YENİ AJANLARDAN SONRA MULTİPL MİYELOMDA OTOLOG KAN KÖK HÜCRE NAKLİ Dr Sevgi Kalayoğlu Beşışık İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Multipl miyelomda (MM) otolog kök hücre desteği ile son 25 yıl bilgisi Mc Elwain ve Powles'ın melfalan dozu artırılması ile nüks etmiş veya tedaviye dirençli kalmış MM'lu hastalarda yanıt oranında artış sağlanabildiğini göstermelerini izleyerek Barlogie otolog kök hücre desteği ile yüksek doz melfalan uygulanabilirliğini dolayısı ile transplantasyon kavramını gündeme getirmiştir. 1996’da IFM grubu ilk karşılaştırmalı çalışmayı yayınlamışlar, otology kök hücre nakli grubunda standart tedavi verilen gruba gore yanıt oranı, olaysız sağ kalım ve genel sağ kalımın daha yüksek olduğunu göstermişlerdir (1). 2003’de ikinci karşılaştırmalı çalışma İngiliz grubundan yayınlanmıştır. Bu çalışmada izlem süresi 54 ay ve 42 aydır. Hem tam yanıt oranı hem de genel sağ kalım otolog KHN grubunda daha iyi bulunmuştur. Faydalanım özellikle sitogenetik anormallik olan grupta daha belirgin gözlenmiştir (2). Amerika’dan yayınlanan Barlogie ve arkın çalışmasında ise otology KHN grubunda 76 aylık izlem sonucu yanıt oranı, ilerlemesiz sağ kalım ve genal sağ kalım farklı bulunmadığı bildirilmiştir (3). Bu durum çalışmalar arası kullanılan tedavi farklılıkları ile açıklanmaya çalışılmıştır. Fermand ve ark’ın. erken dönem veya kurtarma amaçlı uygulanan geç dönem otolog KHN, ortanca 58 aylık izlem verilerini bildirdikleri çalışmalarında sağ aklım farkının olmadığı (genel sağ kalım erken dönemde: 64.6 ay, geç dönemde 64 ay, P = .92, log-rank testi) gözlenmiştir. Sağ kalım eğrileri farklı bulunmamıştır. Erken KKHN yapılan grupta olaysız sağ kalım 39 ay bulunurken geç dönem KKHN yapılan grupta KT'in başarısız kalmasına kadar geçen süre 13 ay olarak belirlenmiştir. Öte yandan erkenden KKHN yapılan hasta grubunda belirtisiz dönem, tedavisiz dönem ve tedavi ile ilişkili hasarsız geçen süre erken KHN yapılan grupta (27.8 ay; 23.8 – 31.8 ay) geç yapılan gruba göre (22.3 ay; 16.0 – 28.6 ay) daha uzun bulunmuştur. Geç dönem KKHN sonrası ilerlemeye kadar geçen süre daha kısa bulunmuştur. Multipl myelomda son 10 yılda otology kan kök hücre nakli Çalışmaların ilk remisyon indüksiyonu olarak talidomid, bortezomib veya lenalidomid verilmeyen zamana ait çalışmalardır. IFM2005/01 çalışması VAD’a karşılı remisyon indükziyonunda bortezomib +dekzametazon kuullanımını karşılaştırmıştır. Otolog KHN’den sonar VAD kullanılmış hasta grubunda tam yanıt/neredeyse tam yanıt oranı %22’de kalır ike bortezomib +dekzametazon kullanılmış hasta grubunda bu oran %40 olarak tespit edilmiştir (p=.0001). VAD kullanılmış hasta grubunda ikinci KHN gereken hasta oranı %47, ike bortezomib +dekzametazon kullanılmış hasta grubunda %34 bulunmuştur.32.2 aylık izelm sonrası ilerlemesiz sağ kalım VAD kolunda 29.7 ay ike bortezomib +dekzametazon kullanılmış hasta grubunda 36.0 ay bulunmuştur. İlerlemesiz sağ kalım özellikle otology KHN sonrası neredeyse tam yanıt derecesi veya daha iyi derecede olan yanıtlı hastalarda belirgin uzun bulunmuştur. Remisyon indüksiyonu ile otology KHN öncesi neredeyse tam yanıt derecesi veya daha iyi yanıt gözlenen olgularda aynı yansıma görülmüştür. Cavo ve ark.’ın çalışmasında VTD/TD verilen ardından otology KHN yapılan hasta grupları karşılaştırılmıştır. Üçlü remisyon indüksiyonu sonrası tam yanıt oranı %19 (%5’e karşılık) ve neredeyse tanm yanıt oranı % 62 (%13’e karşılık) daha yüksek bulunmuş bu durum otology KHN sonrası daha da belirgin olmuştur. Sonuç olarak otology KHN öncesi iyi yanıt elde edilmiş olunması otology sonrası sonuçları daha iyi olmasını sağlamaktadır. İlerleyici hastalık halinde otology kök hücre nakli Kumar ve ark’ın çalışmasında remisyon indüksiyonu tedavisine yanıtlı ve ilerleyici hastalık hali olan hasta grubunu karşılaştırdıkları çalışmalarında Kemoterapiye duyarlı grupta 1 yıllık ilerlemesiz sağ kalım %83 bulunurken ilerleyici hastalığa sahip grupta %70 bulunmuştur. O nedenle tedaviye dirençli MM olgulaarında otology KHN nakli birinci seçenek olarak sunulabilir. Kaynaklar 1. Attal M, Harousseau JL, Stoppa AM, et al. A prospective, randomized trial of autologous bone marrow transplantation and chemotherapy in multiple myeloma. Intergroupe Francais du Myelome. N Engl J Med. 1996;335:91-97. 2. Fermand JP, Ravaud P, Chevret S, et al. High-dose therapy and autologous peripheral blood stem cell transplantation in multiple myeloma: up-front or rescue treatment? Results of a multicenter sequential randomized clinical trial. Blood. 1998;92:3131-3136 3. Child JA, Morgan GJ, Davies FE, et al. High-dose chemotherapy with hematopoietic stemcell rescue for multiple myeloma. N Engl J Med. 2003;348:1875-1883. 4. Kumar SK, Dingli D, Lacy MQ, et al. Autologous stem cell transplantation in patients of 70 years and older with multiple myeloma: results from a matched pair analysis. Am J Hematol. 2008;83:614-617 5. Fermand JP, Katsahian S, Divine M, et al. High-dose therapy and autologous blood stemcell transplantation compared with conventional treatment in myeloma patients aged 55 to 65 years: long-term results of a randomized control trial from the Group MyelomeAutogreffe. J Clin Oncol. 2005;23:9227-9233. 6. Barlogie B, Kyle RA, Anderson KC, et al. Standard chemotherapy compared with high-dose chemoradiotherapy for multiple myeloma: final results of phase III US Intergroup Trial S9321. J Clin Oncol. 2006;24:929-936 7. Kumar SK, Mikhael JR, Buadi FK, et al. Management of newly diagnosed symptomatic multiple myeloma: updated Mayo Stratification of Myeloma and Risk-Adapted Therapy (mSMART) consensus guidelines. Mayo Clin Proc. 2009;84:1095-1110 8. Gertz MA, Kumar S, Lacy MQ, et al. Stem cell transplant in multiple myeloma: impact of response failure with thalidomide or lenalidomide induction. Blood. 2010;115:2348- 2353. 9. Kumar S, Dispenzieri A, Lacy MQ, et al. Impact of lenalidomide therapy on stem cell mobilization and engraftment postperipheral blood stem cell transplantation in patients with newly diagnosed myeloma. Leukemia. 2007;21:2035-2042. 10. Breitkreutz I, Lokhorst HM, Raab MS, et al. Thalidomide in newly diagnosed multiple myeloma: influence of thalidomide treatment on peripheral blood stem cell collection yield. Leukemia. 2007;21:1294-1299 MULTİPL MYELOMDA ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİNİN YERİ Dr. Ali Ünal Erciyes Üniversitesi Kemik İliği Nakli Merkezi, Kayseri Multipl Myelomda kür elde etmek, ancak Allojenik Kök Hücre Nakli (Allo-KHN) ile mümkündür. Allo-KHN sonrası moleküler remisyon sağlanan hastalarda nüks oranı çok düşük gözlenirken, moleküler remisyon elde edilemeyen hastaların çoğunluğunda kısa sürede nüks gözlenmektedir. Myeloablative hazırlama rejimleri ile yapılan Allo-KHN vakalarının % 50’ sinde moleküler remisyon sağlanabilmesine rağmen, hastaların ancak %10-20’inde uzun süreli hastalıksız yașam elde edilebilmektedir. Allo-KHN icin en önemli sorun, transplant ilişkili mortalitedir (TİM). Myeloablatif allojenik kök hücre naklinde transplant ilișkili mortalite %30-50 civarındadır. Transplant hazırlama rejimlerindeki yeni gelişmeler, mortalitede önemli oranda azalmayı sağlamıştır. Azaltılmış yoğunluklu rejimlerle (RIC) yapılan Allo-KHN de, Altı aylık T.İ.M %38’ den %21 ’e, 24 ayda %46’dan %30’ a gerilemiştir. Yeni hazırlama rejimleri ile sonuçlarda düzelme sağlanmış ancak yeterli değildir. Allo-KHN de kullanılan kök hücre kaynağının transplant sonuçlarına etkisi incelendiğinde; Periferik kök hücre ve kemik iliği kaynaklı kök hücre kullanılan hastalar arasında, klinik sonuçlar açısından herhangi bir fark bulunmamıştır. Azaltılmış yoğunluklu Allo-KHN ile otolog kök hücre nakli sonuçları karşılaştırıldığında; OKHN sonrası relaps oranlarının daha yüksek olduğu, bu nedenle uzun süreli sonuçların RIC allojenik nakil lehine olabileceği beklenmektedir. Otolog sonrası tümör yükü azaltılan kemoterapi duyarlı hastaların allo-RIC transplanttan fayda görme șansları daha yüksektir. Ancak, primer tedavi veya OKHN sonrası Tam Remisyon elde edilen hastalara Allo-KHN yapılması uygun görülmemektedir. Allo-RIC sonuçları nasıl iyileștirilebilir? 1. Önce tümör yükünü azaltmak için OKHN yapılmalıdır. 2. Kemosensitif hastalar seçilmeidir. 3. Hazırlama rejimi olarak fludarabin/melfalan veya düșük doz TBI ±fludarabin kullanılmalıdır. 4. Suboptimal yanıt elde edilen hastalar için Donör Lökosit Infüzyonu yapılabilir. 5. Allojenik transplant hazırlama rejimine, Bortezomib eklenmesi ile GVM etkisi artırılabilir ve GVHH insidansı azaltılabilir. Sonuç olarak; Tümör yükü azaltılmış, kemoterapiye duyarlı, nüks Multipl Myelom vakaları; AlloKHN den fayda görebilir. MULTİPL PLAZMASİTOMLA SEYREDEN PLAZMA HÜCRE HASTALIKLARINDA TEDAVİ YAKLAŞIMI Dr. Rauf Haznedar Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara İlik dışı plazmasitomlar ; Plazma hücre hastalıklarının %3 - 4’ünü oluşturur Erkeklerde daha sıktır Ortanca tanı yaşı 55’tir, İlik dışı plazmasitomlar kemik ve yumuşak doku plazmasitomları olarak 2 grupta incelenebilir. %70’ini kemik plazmasitomları (vertebra, kostalar, sternum, kranium, pelvis) oluşturur. En sık vertebrada görülürler. Yumuşak doku plazmasitomları ise en sık üst hava- solunum ve sindirim yolları’nda yerleşir.Orofarenks, nazofarenks, sinusler, farenks, larinks yanı sıra lenf nodları, parotis, santral sinir sistemi, meme, tiroid, , gastrointestinal sistem testis, deri’de görülebilir. İlik dışı Myelom Myelom’un seyri sırasında hastalığın ilerlediği ve ilik dışı myelom oluşumlarının ortaya çıktığı öteden beri bilinmektedir. Yüksek doz Melphalan sağaltımı, ve yeni antimyelom ilaçlar ise sağkalım oranlarını artırmıştır. Multipl myelom hastalarının sağkalım oranlarının artması ve duyarlı tanısal tekniklerin geliştirilmesi ile ilik dışı hastalık sıklığının artacağı öngörülmektedir. PET-BT ilik dışı plazmasitom’ların saptanmasında ve tedavi yanıtlarının değerlendirilmesinde önemli rol oynamaktadır. Multipl myelom’da ilik dışı yayılımın kötü prognozla ilişkili olduğu gösterilmiştir. İlik dışı relaps; agresif klinik seyir, plazmablastik morfoloji,yüksek çoğalma hızı, CD 56 negatifliği ve p53 ifadelenmesi ile birliktelik gösterir. Plazma Hücreli Myelom’da patogenezde rol oynadığı düşünülen genetik değişikliklerin ( primer IgH translokasyonları) ve 13q delesyonunun hastalığın ilik dışı yayılımı üzerine etkisi gösterilememiştir İlik dışı plazmasitomları olan ve olmayan plazma hücreli myelom’da yüksek riskli sitogenetik özelliklere sahip olgu sayılarının benzer olduğu gösterilmiştir (%24 vs %21). İlik Dışı Myelom’lar ve Yerleşimleri Mekanizma Yerleşim Lokal gelişme Fokal kemik tutulumundan gelişen yumuşak doku kitleleri (vertebra, sternum, kosta) Hematojen yayılım Tek veya multipl cilt altı tümörler; multipl nodüller (deri, karaciğer, meme, böbrek); lenf nodları ; santral sinir sistemi Cerrahi girişimler Blade, J Clin Oncol 2008’den alınmıştır. Cerrahi skar dokuları (laparatomi, kateter yeri) Kemik kırığı/cerrahisi (yaygın lokal yayılım) Multipl myelom’da ilik dışı yayılım ‘plazma hücreli lösemi’ veya ‘yumuşak doku plazmasitomları’ şeklinde ortaya çıkabilir Yapılan otopsi serilerinde multipl myelom’lu hastaların %70’inde iskelet dışı tutulumun varlığı gösterilmiştir. Yeni tanı multipl myelom’lu hastaların %7 - 18’inde ilik dışı hastalık görülür. IgD tipi multipl myelom’da iskelet dışı yayılım daha sıktır Multipl myelom’lu hastaların %6 - 20’sinde ilik dışı tutulum hastalık seyri sırasında ortaya çıkabilir Hastaların %45’i relaps sırasında ilik dışı hastalıkla kendini gösterir Allojeneik kök hücre nakli sonrası relapslarda ilik dışı tutulum daha sık görülmektedir Yeni ilaçlarla tedavi edilmiş hastalarda ilik dışı relapsın daha sık olabileceği ileri sürülmüştür Ancak yapılan çalışmalarda bortezomib, talidomid ve lenalidomid tedavilerinin ilik dışı hastalık yayılımı ile ilişkisi gösterilememiştir . Ne var ki, kemik iliği tutulumunun iyi kontrolü; sağkalımı uzatmakta ve ilik dışı yayılım riskini dolaylı olarak arttırabilmektedir İlik dışı hastalığın gösterilmesi için BT ve MR gibi görüntüleme yöntemleri kullanılmakla birlikte, son yıllarda özellikle ilik dışı hastalıktan şüphelenilen tüm hastalarda PET BT yapılması önerilmektedir İlik dışı hastalığı olan olgularda ilk 2 kür tedaviden sonra ve tedavinin bitiminde PET BT ile değerlendirme yapılmalıdır. İlik dışı hastalığın yayılımında rol oynayan faktörler Mekanizma Faktörler Adhezyon moleküllerin ifadelenmesinin azalması VLA-4, CD44, P-selektin Kemokin reseptörlerin azalması CCR1, CCR2, CXCR4 Tetraspanin ifadelenmesinin azalması CD81, CD82 Artmış heparanaz – 1 ifadelenmesi Anjiogenetik ve metastatik potansiyel Aktivasyon yolu Klasik/alternatif NFKβ yolağındaki mutasyonlar Anjiogenez Blade, J Clin Oncol 2008’den alınmıştır. VEGF, MMP-9, anjiopoetin-1, CD31, endoglin Soliter Kemik Plazmasitomu - Ağrı - Nörolojik sorun - Patolojik kırık ile gelir. Plazmasitom’un boyutu ( >5cm), non-sekretuvar plazmasitom ve radyoterapiden 1 yıl sonra monoklonal protein varlığının devam etmesi olumsuz prognostik faktörlerdir, Yumuşak Doku Plazmasitomu - Kitle ile gelir. - Bası ve kitlenin yol açtığı bası bulguları ile gelebilir. Kemik plazmasitomu yeterli lokal sağaltıma (RT) karşın, M. Myelom’a ilerleme (TTP 2-4yıl) gösterir. Yumuşak doku plazmasitomlarında lokal radyoterapi daha başarılıdır. M. Myelom’a ilerleme oranı daha düşüktür. Kemik plazmasitomu ve tanı anında monoklonal protein varlığı olumsuz prognostik faktörlerdir. Plazmasitom < 5 cm ise lokal RT ile kontrol çok iyi. Lokal rekürrens çok az Küçük plazmasitomlarda (< 5 cm) -- 3500-4000 cGy ışın ile kür sağlanabilir. Koca plazmasitomlarda (> 5 cm) -- 5000 cGy ışın verilmelidir. Paranazal sinüs ve tonsil gibi lenfatik doku tutulumu varsa RT alanına rejyonel lenf nodları alınması(?) düşünülebilir. İlik dışı multipl myelom’da tedavi Plazma hücre hastalığının seyri sırasında görülen ilik dışı hastalıkta ilerlemesiz sağkalım ve toplam sağkalım oranları düşüktür. İlik dışı multipl myelom’da klasik kemoterapi rejimleri ile karşılaştırıldığında, yüksek doz tedavi ile sonuçların daha iyi olduğu gösterilmiştir Lokal Radyoterapi, ilik dışı myelom’da birincil sağaltım yöntemidir. Sinir basısına neden olan paravertebral plazmasitomlarda ivedi tedavi yaklaşımı radyoterapi ve deksametazon’dur Radyoterapiye eklenen sistemik tedavi, kemoterapi ile etkinlik arttırılabilir. Primer ilik dışı plazmasitom Lokal radyoterapi (4000 cGy, 20 fraksiyon) Cerrahi rezeksiyon Cerrahi, radyoterapi ve cerrahi + radyoterapi uygulanan gruplar arasında sağkalım açısından fark yoktur Sekonder ilik dışı plazmasitom Çoklu organ tutulumu olan sekonder ilik dışı plazmasitomda tek başına cerrrahi veya radyoterapi yeterli olmayabilir Tedavi seçenekleri kemoterapi ve kök hücre naklidir Genç hastalarda immün düzenleyici tedavilerle indüksiyon ve otolog kök hücre nakli ile yüksek doz tedavi ilk seçenek iken, yaşlı hastalarda kombine kemoterapi uygulanabilir Tedavi Seçenekleri Talidomid temelli Bortezomib temelli Lenalidomid temelli tedavi düşünülebilir. Multipl myelom’un klinik seyri sırasında görülen ilik dışı hastalıkta sistemik tedavi + radyoterapi en iyi tedavi seçeneğidir Tanı sırasında varolan ilik dışı hastalık klasik kemoterapi, radyoterapi ve yüksek doz tedaviye duyarlı olabilir Yüksek doz tedavi ile pekiştirme tedavisi yapılan olgularda ilik ve ilik dışı hastalıkta benzer yanıt oranlarının sağlandığı görülmüştür (%90 vs %91) İlik dışı hastalığı olan olgularda talidomid yanıtlarının yeterli olmadığı gösterilmiştir İlik dışı hastalıkta talidomid yanıtlarının iyi olmaması, ilacın SDF-1/CXCR4 ve CD56 ifadelenmesini azaltması ile ilişkilendirilmiştir. Bu durum dolaylı olarak ilik dışı yayılımın artmasına neden olmaktadır İlik dışı hastalıkta bortezomib tedavisinin etkinliği gösterilmişse de, olgu sayısının azlığı ve geniş kontrollü çalışmaların bulunmaması nedeniyle bu konuda kanıta dayalı veri bulunmamaktadır İlik dışı hastalıkta lenalidomid tedavisini değerlendiren çalışma bulunmamaktadır. Ancak bilinen güçlü immun düzenleyici etkisine dayanılarak, lenalidomid temelli tedavilerin ilik dışı hastalıkta yararlı olabileceği öngörülmektedir Tanı anında ilik dışı hastalık varlığında Bortezomib –Talidomid - Deksametazon (VTD) kombinasyonunun Talidomid – Deksametazon tedavisi ile karşılaştırıldığında daha etkili olduğu gösterilmiştir PETHEMA çalışmasında ; İlik dışı hastalığı olan olgularda indüksiyon tedavisi olarak uygulanan VTD tedavisi ile ilerleyici hastalık oranının daha düşük olduğu gösterilmiştir İlik dışı hastalığı olan genç hastalarda VTD ile indüksiyon sonrasında yüksek doz tedavi ve otolog kök hücre nakli önerilen güncel tedavi seçeneğidir. İlerlemiş ve yüksek riskli olgularda VTD- PACE çoklu bileşim kemoterapisi uygulanabilir. Multipl ilik dışı plazmasitom olgularında tedavi; İndüksiyon tedavisi ; VTD Pekiştirme tedavisi ; otolog kök hücre nakli İdame tedavi ; bortezomib basamaklarından oluşmalıdır İlik Dışı Myelom Tedavisinde; daha iyi sonuçların alınabilmesi aşağıdaki konu ve sorunlarda ilerleme kaydedilmesi ile mümkün olabilecektir. - İlik dışı hastalıkta rol oynayan genetik faktörler - Multipl myelom’un hematojen yayılımını etkileyen faktörler - İlik dışı bölgelerde myelom hücre büyümesi ve sağkalımını etkileyen yolaklar - İlik dışı hastalıkta tümör klonunun moleküler ve genetik özellikleri, gen ifadelenmesi ve epigenetik özellikleri Kaynaklar 1. Bladé J, Fernández de Larrea C, Rosiñol L, Cibeira MT, Jiménez R, Powles R. Soft-tissue plasmacytomas in multiple myeloma: incidence, mechanisms of extramedullary spread, and treatment approach. J Clin Oncol. 2011 Oct 1;29(28):3805-12. 2. Rajkumar SV. Multiple myeloma: 2011 update on diagnosis, risk-stratification, and management. Am J Hematol. 2011 Jan;86(1):57-65. 3. Reed V, Shah J, Medeiros et al. Solitary plasmacytomas: outcome and prognostic factors after definitive radiation therapy. Cancer 2011 Oct 1;117(19):4468-74. 4. Tsang RW, Gospodarowicz MK, Pintilie M, Bezjak A, Wells W, Hodgson DC, Stewart AK. Solitary plasmacytoma treated with radiotherapy: impact of tumor size on outcome. Int J Radiat Oncol Biol Phys. 2001 May 1;50(1):113-20. 5. Bartel TB, Haessler J, Brown TL, Shaughnessy JD Jr, van Rhee F, Anaissie E, Alpe T, Angtuaco E, Walker R, Epstein J, Crowley J, Barlogie B. F18-fluorodeoxyglucose positron emission tomography in the context of other imaging techniques and prognostic factors in multiple myeloma. Blood. 2009 Sep 3;114(10):2068-76. Epub 2009 May 14. 6. Haznedar R, Akı SZ, Akdemir OU, Ozkurt ZN, Ceneli O, Yağcı M, Sucak GT, Unlü M. Value of 18F-fluorodeoxyglucose uptake in positron emission tomography/computed tomography in predicting survival in multiple myeloma. Eur J Nucl Med Mol Imaging. 2011 Jun;38(6):1046-53. Epub 2011 Feb 2. 7. Zamagni E, Patriarca F, Nanni C, Zannetti B, Englaro E, Pezzi A, Tacchetti P, Buttignol S, Perrone G, Brioli A, Pantani L, Terragna C, Carobolante F, Baccarani M, Fanin R, Fanti S, Cavo M. Prognostic relevance of 18-F FDG PET/CT in newly diagnosed multiple myeloma patients treated with up-front autologous transplantation. Blood. 2011 Dec 1;118(23):5989-95. Epub 2011 Sep 6. 8. Jantunen E, Koivunen E, Putkonen M, Siitonen T, Juvonen E, Nousiainen T. Autologous stem cell transplantation in patients with high-risk plasmacytoma. Eur J Haematol. 2005 May;74(5):402-6. 9. Kumar SK, Dingli D, Lacy MQ, Dispenzieri A, Hayman SR, Buadi FK, Rajkumar SV, Litzow MR, Gertz MA. Outcome after autologous stem cell transplantation for multiple myeloma in patients with preceding plasma cell disorders. Br J Haematol. 2008 Apr;141(2):205-11. Epub 2008 Mar 3. 10. Rosinol L, Cibeira MT, Martinez J, et al. Thalidomide/dexamethasone (TD) vs. bortezomib (Velcade)/thalidomide/dexamethasone (VTD) vs. VBMCP/VBAD/Velcade as induction regimens prior to autologous stem cell transplantation (ASCT) in multiple myeloma (MM): Results of a phase III PETHEMA/GEM trial. Blood 114, 2009 (abstr 130) 11. Wu P, Davies FE, Boyd K, Thomas K, Dines S, Saso RM, Potter MN, Ethell ME, Shaw BE, Morgan GJ. The impact of extramedullary disease at presentation on the outcome of myeloma. Leuk Lymphoma. 2009 Feb;50(2):230-5. 12. Varettoni M, Corso A, Pica G, Mangiacavalli S, Pascutto C, Lazzarino M. Incidence, presenting features and outcome of extramedullary disease in multiple myeloma: a longitudinal study on 1003 consecutive patients. Ann Oncol. 2010 Feb;21(2):32530. MAKROGLOBULİNEMİ İLİŞKİLİ HİPERVİSKOZİTE; SEMPTOMATİK HASTADA YÖNETİM Dr. Mahmut Bayık Florence Nightingale Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul Waldenström macroglobulinemia (WM) kemik iliğinin ve lenfatik dokuların lenfoplazmositik infiltrasyonu ve serumda IgM tipi monoclonal gamopati ile seyreden bir B hücreli lenfoproliferatif hastalıktır. Waldenström macroglobulinemia’nın insidansı senede 1 milyon kişide 5 olgudur. Hematolojik kanserlerin %1-2 sini oluşturur. Beyazlarda diğer ırklara göre daha fazladır. Ortalama olarak 63-68 yaşları arasında en çok görülür ve yeni tanı konulan olguların %55-70’i erkektir1. Hastalığın aile içindeki görülme oranı yüksektir. Hastalarin %18.7’sinde birinci derece akrabaların arasında bir B hücreli lenfoproliferatif hastalık görülür. Bu hastalarda hastalık daha genç yaşta başlar ve kemik iliği tutulumu daha yaygındır9. Hastalarda kemik iliği ve lenfatik bölgelerin infiltrasyonu ve kanda IgM yüksekliği sonucunda hastalarda pansitopeni, organomegali, nöropati veya hiperviskozite sendromu olabilir. Ancak semptomlar hastadan hastaya çok değişiklikler gösterebilir. Hastaların %25’i asemptomatiktir ve hastalık tesadüfen yakalanır1. Hastaların bazısında IgM Myelin Associated Glycoprotein’e (MAG) karşıdır ve demyelinizan periferal nöropatiye neden olur. Hastaların %5-10’unda periferal nöropati olur. Bazan makroglobulin cryoglobulin özellikleri taşır WM hastalarının %15’inde tip I cryoglobulinemi vardır. Bazan da IgM makroglobulini hem cryoglobulin, hem de cryoaglutinin özellikleri taşır ve bazan soğukla karşılaşınca ağır hemolize neden olur2. Hiperviskozite sendromu Hiperviskozite sendromu ilk kez 1930’larda MM hastalarında tanımlanmış, daha sonra 1940’larda WM da da tanımlanmıştır. Hiperviskozite sendromu cryoglobulinemi ile beraber olan veya olmayan romatoid artrit, sistemik lupus eritematosus ve diğer kollagenozlarda da görülebilir. Bu hastalıklarda hiperviskoziteden “soluble kompleksler” sorumludur5. WM hastalarının %10-40’ında hiperviskozite sendromu olur. Bunların IgM seviyeleri genellikle 5g/dL den fazladır3. Büyük molekül hacımlı, elonge yapılı ve pozitif elektrik yüklü makromoleküller hiperviskoziteye neden olabilir. Bu makromoleküller 900.000 dalton ağırlıklı IgM, 300.000 dalton ağırlıklı IgG polimerleri veya çok miktardaki cryoroteinler veya cryo fibrinogen olabilir2. Nadir de olsa hafif zincir MM hastalarında da kappa hafif zincirlerinin agregasyonuna bağlı olarak hiperviskozite olabilir2. Tanı serum viskozitesinin Ostwald viskometresi ile ölçümü ile konulur. Normal serum viskozitesi 1.4 ile 1.8 arasıdır (hastanın serumunun viskometre içindeki akış hızının suyun veya serum fizyolojikin akış hızına oranı ile ölçülür). Viskozite 4 – 5 arasına geldiğinde hiperviskozite semptomları görülür8. Buna denk gelen IgG değerleri en az 4g/dL, IgA değerleri en az 6 g/dL ve IgM değerleri en az 3 g/dL8 genellikle 4-8 arasındadır. Ancak IgM seviyeleri ile hiperviskozite görülmesi arasındaki korelasyon lineer değildir4. Bunda, paraproteine ait reolojik özellikler ve paraproteinemi sırasında artan plazma hacmının ve bu hastalarda oluşan aneminin hiperviskoziteye karşı koruyucu etkisinin de rolü vardır3. Myelomada paraproteinler eritrosit agregasyonunu da artırırlar (periferik yaymada roleaux formasyonu olarak görülür) ayrıca eritrositlerin deformasyon yeteneğini de bozarak kanın viskozitesinin daha da artmasına sebep olurlar. Pratik olarak paraproteini yüksek hastalara plazmaferez yapmadan kan transfüzyonu yapılmamalıdır. Aksi takdirde kan viskozitesi daha da artarak pek çok komplikasyona yol açar3. Anemi viskoziteyi azaltır. Hipoalbüminemi eritrositlerin deformasyon kabiliyetini azaltarak, serum fibrinogen ve trigliserid seviyelerini artırarak viskoziteyi artırır. Bazı myeloma hastalarında masif proteinüri hiperlipidemiye yol açarak serum viskozitesini artırır8. Hiperviskozitenin klinik semptomları Klinik semptomlar temel olarak 3 grupta sınıflanır: Genel semptomlar, vasküler semptomlar ve santral sinir sistemi ile ilgili semptomlar. Genel semptomlar yorgunluk, iştahsızlık ve zayıflamadır5. Vasküler tıkanıklıklara ve pıhtılaşma bozukluklarına bağlı olarak nörolojik semptomlar ve görme bozuklukları oluşabilir. Bu durum, baş ağrısı, baş dönmesi, kulak çınlaması, işitme azlığı, komaya kadar gidebilen mental bozukluklar, konvülsiyonlar, periferal nöropati, retinal ven trombozu veya retinal kanamalara bağlı olarak bulanık görme, görme kaybı olabilir. Yüksek miktardaki paraproteinler pıhtılaşma faktörlerini inhibe ederek ve trombosit yüzeyini kaplayarak pıhtılaşma fonksiyonunu da bozarlar. Bu hastalarda PT ve aPTT uzar trombosit fonksiyon testleri bozulur3. Retinal venlerin gerilmesi, retinaya kanamalar veya retinal ven trombozları ile görme bozuklukları olabilir. WM li hastalarda hiperviskozite sendromunun göz bulgularını tesbitte sclerada çökme yapan indirekt oftalmoskopi bulguları ve laser doppler ile retina kan akımının ölçülmesi gözle ilgili sorunların erken yakalanmasını sağlar7. Retinal venler fundoskopik incelemede dilate, kıvrımlı ve sosis şeklinde görülür. Ayrıca mum alevi şeklinde kanamalar, papil ödemi ve eksudalar da görülebilir8. Santral sinir sistemine ait semptomlar baş ağrısı, bulantı, baş dönmesi, somnolans, stupor ağır vakalarda periferal nöropatiler ve konvulsiyonlardır5. Kanama diyatezi ekimozlar, epistaksis, özellikle diş etlerinden olmak üzere mukozadan sızıntılar ve gastrointestinal kanamalar şeklinde olabilir. Hiperviskozitesi olan hastalarda plazma hacmi artacağından kalp yetmezlikleri olabilir. Hiperviskozite sendromunun tedavisi Hiperviskozite sendromunun tedavisi için plazmada bulunan anormal yapı ve miktardaki paraproteinler plazmadan uzaklaştırılmalıdır. Bu işlem hastanın plazmasının dışarıya alınarak yerine aynı miktarda albumin veya albumin-serum fizyolojik solusyonu konulmasıyla (plazma değişimi) yapılır. Bir diğer metod da plazmanın bir membran sisteminden geçirilmesi bu membran yardımı ile paraproteinlerin tutularak, paraproteinden arınmış plazmanın tekrar geri verilmesidir (kaskad filtrasyon). Bu membran sistemi ardı ardına 2 membrandan oluşmuş da olabilir. Waldenström macroglobulinemisinde konvansiyonel plazma değişimi kaskad filtrasyona göre daha basarılıdır3. WM’a bağlı hiperviskozite sendromlarında konvansiyonel plazma değişimi ile plazma değişimi viskoziteyi %48 oranında düşürürken kaskad filtrasyonla bu düşüş %26 kadardır. IgM seviyesindeki düşüş ise konvansiyonel plazma değişimi ile %42, kaskad filtrasyonla %27 kadardir8. Plazma değişiminde cevap, 3 ana faktöre bağlıdır: Paraproteinin intravasküler seviyesine, değişim yapılan plazma hacmına ve paraproteinin sentez hızına. WM de IgM nin %95’i intravasküler alandadır ve 5 L plazma değişimi ile bunun %80’i uzaklaştırılabilir. IgM sentez hızı da diğer paraproteinlere göre yavaştır. IgG ve IgA monoklonal gamopatisi ile seyreden MM’da paraproteinin %40’ı intravaskülerdir. Bu nedenle plazmaferez ile tedavi WM’da MM’a göre daha başarılıdır6. Paraproteinlerin terapotik aferezi bu proteinlerin intravasküler ve ekstravasküler alandaki dağılımına bağlıdır. Monoklonal paraprotein IgM ise %70-80 oranda intravasküler alanda bulunur. Bir tek plazmaferez işlemi ile serum viskozitesinde %50 den fazla azalma sağlanarak önemli iyileşme sağlanır. Hiperviskozite sendromu IgG veya IgA tipi paraproteinden oluyorsa bunların ekstravasküler alandaki dağılımı nedeniyle tekrar tekrar plazmaferez yapmak gerekebilir. İşleme semptomlar kontrol edilene kadar her gün veya gün aşırı yapılan bir plazma hacmı kadar plazma değişimleri ile devam edilir. Daha sonra da ilaç tedavisi de uygulanmak kaydıyla semptomatik durumlarda plazmaferez işlemine haftada bir gibi aralıklarla devam edilir3. Stupor veya koma gibi ağır nörolojik tutulum olan hastalarda acilen plazma degisimi (plazmaferez) tedavisi yapılmalıdır. Bu tedavi her seferinde bir total plazma hacmi kadar plazmanın değiştirilmesi ve alınan plazmanın yerine albümin verilmesi yoluyla yapılır. Değiştirilecek total plazma hacmı (litre olarak) = 0.07 x kg cinsinden vücut ağırlığı x (1 – hematokrit) formülü ile hesaplanır10. Değişim için kullanılacak sıvılar albümin veya albümin + serum fizyolojik karışımıdır. Albümin solüsyonlarında viral hastalık geçişi riski minimaldir ve anaflaktik reaksiyon görülme riski de çok azdır10. Albüminserum fizyolojik karışımı kullanılacaksa kolloid miktari %50 den az olmamalıdır. Uygun bir karışımda %60-80 albümin ve %20-40 serum fizyolojik bulunmalıdır10. Bu işlem semptomlar geçinceye veya serum viskozitesi normale gelene kadar yapılır. IgM ile ilişkili hiperviskozitede 5-20 litre plazma değişimi gerekebilir. IgA veya IgG tipi paraproteinlerle oluşan hiperviskozitede bu moleküllerin büyük kısmı ekstravasküler alanda toplandığı için intra-ekstra vasküler alan arasında denge sağlanana kadar işleme devam edilmelidir. Bu da plazma değişiminin daha büyük hacımlarla yapılmasını ve daha kısa aralıklarla tekrarlanmasını gerektirebilir4. Plazma değişimi hastalığın seyrini değiştirmez. Dolayısı ile sadece plazmaferez ile tedavi edilen hastalarda tablo 2-3 haftada tekrarlar. Bu nedenle hiperviskoziteye neden olan hastalığa yönelik tedavilere de hemen başlanmalıdır4. Waldenström Macroglobulinemisinde Tedavi Tedavideki ilerlemelere rağmen WM’da şifa yoktur. Semptomatik hastalarda ortalama yaşam süresi 5-6 senedir. Asemptomatik hastalar tedavisiz izlenmelidir. Hastalık ileri yaşlarda görüldüğünden hastaların yarısı WM dışındaki nedenlerle ölürler1. İlerleyici anemi tedaviye başlamak için en önemli nedenlerdendir. Tedavide en cok kullanılan ilaçlar alkilleyici ajanlar, nükleosid analogları ve rituximab’dır. Hastalığın biyolojisi anlaşıldıkça yeni ajanlar da kullanılmaya baslanmıştır9. WM’da kötü prognoz kriterleri: İleri yaş, yüksek β2-microglobulin seviyesi, sitopeniler, düşük albümin seviyesi ve organomegalidir9. Risk sınıfına giren parametreler; hastanın yaşının 65 den fazla olması, β2- microglobulin seviyesinin 3mg/dL den fazla olması, monoklonal proteinin 7 g/dL den fazla olması, hemoglobinin 11,5 g/dL den düşük olması ve trombosit seviyesinin 100 x 109/µL den düşük olmasıdır. Buna göre düşük riskli hastalarda yaş hariç bu faktörlerden en çok 1 tanesi vardır. Yüksek riskli hastalarda bu faktörlerden 2 den fazlası vardır. İki faktör varsa veya hasta 65 yaştan büyükse bunlar da intermediate risk grubuna girerler9. Tedaviye başlamaya en fazla neden olan faktör anemidir. Diğer faktörler ise hiperviskozite sendromu, sitopeniler, hastalığın başka lenfoproliferatif hastalıklara transformasyonu ve nöropati, adenopati veya hepatosplenomegalidir9. Risk sınıflaması ve tedaviye başlama kriterleri1 1. IgM MGUS (Serum IgM monoklonal proteini <3 g/dL , kemik iliğinde lenfositik infiltrasyon < %10 ve anemi, konstitüsyonel semptomlar, hiperviskozite, lenfadenopati ve hepatosplenomegali’nin olmaması), asemptomatik (smoldering) Waldenström macroglobulinemia hastalarında (Serum IgM monoklonal protein seviyesi ≥3 g/dL ve/veya kemik iliğinde lenfoplazmositik infiltrasyon ≥ %10 ve anemi, konstitüsyonel semptomlar, hiperviskozite, lenfadenopati veya hepatosplenomegali gibi lenfoplasmositik proliferatif hastalığı gösteren organ hasarının olmaması), hematolojik tablo normalse (Hemoglobin ≥11 g/dL, trombositler ≥120 x 109/L) tedavi verilmeden beklenir. 2. Semptomatik Waldenström macroglobulinemia hastalarında (ne miktarda olduğuna bakmaksızın IgM monoklonal gamopatisi ile beraber kemik iliğinde genellikle intertrabeküler alanda ≥ %10 oranında plasmositoid veya plazma hücresi diferansiyasyonu ve atipik immunofenotipik özellikler (yüzey IgM+, CD19+, CD20+, CD22+, CD5-, CD10-, CD38-, CD23-) gösteren ve böylece kronik lenfositik lösemi ve mantle hücreli lenfoma gibi diğer lenfoproliferatif hastalıkların elenebildiği lenfoplasmositik infiltrasyon) hematolojik baskılanma orta derecede (Hemoglobin <11 g/dL, trombositler <120 x 109/L) ise, IgM ile ilişkili nöropati varsa veya kortikosteroidlerle düzelmeyen hemolitik anemi varsa standart doz rituximab verilmelidir1. Rituximab tedavisine (375 mg/m2/hafta x 4 IV) yanıt oranı %20-50 arasındadır. Rituximab özellikle IgM otoantikoru ile oluşan nöropatilerin tedavisinde en etkili ilaçtır9. 3. Ağır konstitüsyonel semptomları olan, ağır hematolojik baskılanması olan (Hemoglobin ≤10 g/dL, trombositler <100 x 109/L), kitle lezyonu olan veya hiperviskozite sendromu olan Waldenström macroglobulinemia hastalarında tedaviye başlanmalıdır1. Tedavide alkilleyici ajanlar (chlorambucil, cyclophosphamide, ve melphalan gibi), nukleosid analogları (fludarabine veya cladribine gibi), rituximab gibi monoklonal antikorlar veya bunların kombinasyonu9 [DRC (dexamethasone + rituximab + cyclophosphamide) gibi] kullanılır. Bu tedavilerle yanıt oranı % 30-90 ve tam yanıt oranı % 8-10 dur. DRC tedavisine yanıt %70, tam yanıt ise %7’dir. Diğer bir kombinasyon tedavisi olan rituximab + fludarabin’e yanıt %91, tam yanıt %7’dir. Fludarabin + Cyclophosphamide + Rituximab (FCR) tedavisine yanıt %52, tam yanıt %5’dir9. Hiperviskozite semptomu olan hastalar önce plazmaferez ile tedavi edilmelidir. Relaps yapan hastalar1 Klinik araştırma protokolleri uygulanabilir. Hastalar başlangıçta sadece kemoterapi mi alacaklar? Yoksa otolog kök hücre destekli tedavilere de adaylar mı? diye değerlendirilmelidirler. Otolog kök hücre destekli tedavilere aday olanlarda başlangıç tedavisinde alkile ediciler ve nükleosid analogları verilmez9. Remisyon durumları 2 seneden uzun sürenlerde ilk tedavi tekrarlanabilir. İlk tedaviye yanıtı iyi olmayanlarla remisyon süresi 2 seneden kısa olanlarda alternatif ajanlar kullanılır veya kombinasyon tedavisine geçilir. Bu hastalarda thalidomide tek başına veya kombinasyon tedavisi olarak kullanılabilir9. Relaps yapan uygun hastalarda otolog kök hücre destekli tedaviler uygulanır1. Yeni ilaçlar9 Proteasome inhibitörü Bortezomib tek başına veya steroidler ve/veya rituximabla kombinasyon halinde kullanılmıştır. İmmunomodülatör ilaçlar (IMID’ler) thalidomide ve lenalidomide tek başına veya rituximab ve/veya dexamethasone ile beraber denenmiştir. Alemtuzumab gibi monoklonal antikorlar, perifosine (Akt inhibitoru), RAD001 (P13K/mTOR yolağı inhibitorü), rapamisin (mTOR inhibitörü), oblimersen sodyum (Bcl-2 inhibitörü) gibi sinyal ileti inhibitörleri, imatinib mesilat (WM tümör hücreleri tarafından taşınan CD117 üzerinden çalışan stem cell faktör sinyal yolağını inhibe eder) faz 1 ve faz 2 çalışmalarda denenmektedir9. Kaynaklar 1. Stephen M. Ansell, et al. Diagnosis and Management of Waldenström Macroglobulinemia: Mayo Stratification of Macroglobulinemia and Risk-Adapted Therapy (mSMART) Guidelines. Mayo Clin Proc. 85(9):824-833, 2010 2. Siami,G.A., Siami, F.S. Plasmapheresis and paraproteinemia: Cryoprotein induced diseases, monoclonal gammopathy, Waldenströms macroglobulinemia, hyperviscocity syndrome, multiple myeloma, light chain disease and amyloidosis. Therapeutic apheresis 3(1):8-19, 1999 3. Mirjana Zarkovic, Hau C. Kwaan. Correction of Hyperviscosity by Apheresis. Seminars in Thrombosis and Hemostasis 29(5):535-542, 2003 4. Andre A Kaplan. Plasma exchange in the hyperviscosity syndrome due to immunoglobulins. http://www.uptodate.com/contents/plasma-exchange-in-the-hyperviscositysyndrome-due-to-immunoglobulins/contributors 5. Hyperviscosity Syndrome. British Medical Journal 24 April 1971. 184-185 6. N.A. Buskard, et al. Plasma exchange in the long term management of Waldenstrom's macroglobulinemia. CMA Journal. July 23, 1977. Vol. 117 135-137 7. Marcel N. Menke et al. Hyperviscosity-Related Retinopathy in Waldenström Macroglobulinemia. Arch. Ophthalmol. 124:1601-1606, 2006 8. Jayesh Mehta, Seema Singhal. Hyperviscosity Syndrome in Plasma Cell Dyscrasias. Seminars in Thrombosis nad Hemostasis 29(5):467-471, 2003 9. Xavier Leleu. Waldenstrom Macroglobulinemia. Cancer Lett. October 18; 270(1): 95–107, 2008 10. Joy L Fridey, Andre A Kaplan. Prescription and technique of therapeutic plasma exchange. http://www.uptodate.com/contents/prescription-and-technique-of-therapeuticplasma-exchange/contributors YÜKSEK RİSKLİ OTOLOG TRANSPLANTASYON ADAYI MULTİPLE MYELOMALI HASTADA TEDAVİ YAKLAŞIMI Dr Emel Gürkan Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Adana Yüksek doz melfalan ile otolog kök hücre transplantasyonu (OKİT) tedavisi multiple myelomada sağkalım oranlarını uzatan en önemli etkendir. Semptomatik multiple myeloma hastalarının yaklaşık % 25 ‘inde standart indüksiyon ve OKİT ile sağkalım süresi iki yıl ile sınırlı olup bu grup hastalar yüksek riskli olarak kabul edilmektedir. Bir myeloma hastasına tanı konulduktan sonra tedavi sonuçlarını ve klinik seyri belirleyecek sitogenetik anormalliklerin analizi gerekir. Konvansiyonel sitogenetik ve FISH analiz ile tespit edilen anormalliklerin yanısıra yüksek serum β2mikroglobulin düzeyi, ISS (Uluslararası Evreleme Sistemi) evre II/III gibi risk faktörlerini taşıyan hastalar yüksek riskli prognostik grup olarak tanımlanmıştır (Tablo 1). Ne yazık ki yüksek riskli hastalarda standart risk grubu hastalara göre klinik seyir daha kötü olup başlangıçta tedaviye yanıt alınsa hatta OKİT uygulansa bile ortalama 8-14 ayda nüksler görülmektedir1,2. Standart myeloma tedavisi ile başarı şansı düşük olan yüksek riskli hastalarda yeni tedavi stratejilerine gereksinim duyulmaktadır. Bu amaçla bortezomib gibi yeni ajanların hastalığın erken döneminde uygulanması, başlangıç tedavisini takiben idame tedavisi ve allojeneik kök hücre transplantasyonu (AKİT) gibi seçenekler üzerinde çalışmalar devam etmektedir. Tablo 1. Yeni tanı myelomalı hastalarda risk sınıflaması3 Yüksek Risk Standart Risk FISH Hiperdiploidi - Del 17p t(11:14) - t(4:14) t(6:14) - t(14:16) Sitogenetik Del 13 Hipodiploidi PCLI ≥3 PCLI :Plazma hücre döngüsü indeksi İndüksiyon tedavisi Halen indüksiyon tedavisinde çeşitli seçenekler mevcut olsa da yüksek sitogenetik risk taşıyan hastalarda başlangıç tedavisine proteozom inhibitörü bortezomibin eklenmesi gerekli görülmektedir. Tüm yeni tedavi seçenekleri arasında bortezomib kısmen de olsa kötü klinik seyrin iyileştirilmesinde en istikrarlı sonuç veren ajan olmuştur. Birçok çalışmada t(4:14) taşıyan hastalarda bortezomib tabanlı kemoterapi rejimleri ile prognozda iyileşme olduğu gösterilmiştir4. Bortezomib, melfalan, prednizon (VMP) ile MP tedavisinin karşılaştırıldığı bir faz III randomize çalışmada 682 yeni tanı multiple myeloma hastasında yüksek risk grubunda (n=26) VMP tedavisi standart riskli hastalarla benzer progresyonsuz ve genel sağkalım oranları sağlanmış, bortezomib tedavisi t(4:14), t(14:16) ve del(17p) gibi prognostik faktörlerin olumsuz etkilerinin eliminasyonuna neden olmuştur5,6. VAD ile VD (Bortezomib, deksamethazon) tedavisinin karşılaştırıldığı 507 yeni tanı multiple myeloma hastasını kapsayan bir başka seride VD tedavisi ile t(4:14) grubunda hastalıksız ve genel sağkalım oranları VD grubuna göre anlamlı olarak üstün bulunmuştur7. Transplantasyon ve İdame Tedavisi Transplantasyon adayı yüksek riskli hastalarda genellikle önerilen iki OKİT için kök hücre toplanması ve bortezomib ile indüksiyon tedavisidir. Bortezomib temelli rejimler ile idame tedavisinin etkinliğine ait veriler halen kısıtlıdır. Talidomid ile idame ve allojeneik KİT uygulamalarının etkinliği gösterilememiştir. İki prospektif çalışmanın sonuçlarının birleştirildiği bir raporda yüksek riskli hastalarda HLA uyumlu kardeş vericisi olan 46 hastada OKİT uygulamasını takiben nonmyeloablatif AKİT ile HLA uyumlu vericisi olmayan 166 hastada ikinci OKİT uygulaması karşılaştırılmış, 56 aylık takip süresinde olaysız ve genel sağkalım oranlarında bir fark bulunmamıştır8. Tandem OKİT ve talidomid idamesi yapılan 597 mutliple myeloma hastasında del13 hariç tüm hastalarda olaysız, progresyonsuz ve genel sağkalım oranlarında belirgin bir artış gözlenmiştir9. CALGB (Cancer and Leukemia Group B) ve IFM (InterGroupe Francophone du Myelome) gruplarının gerçekleştirdiği iki büyük randomize çalışmada lenalidomid idamesinin post-transplant progresyonsuz sağkalım oranını uzattığı gösterilmiştir10,11. Ancak bu çalışmalarda risk stratifikasyonu yapılmamıştır. Dirençli/Nüks Myelomada Tedavi Yüksek riskli myelom hastalarında direnç ya da nüks halinde tedavi seçenekleri diğer standart riskli hastalarında olduğu gibi kök hücre transplantasyonu, daha önce verilen tedavinin tekrarı ya da yeni bir tedavi rejimini içerir. Tedavi seçimini ise hastanın daha önceden aldığı tedaviler, yanıtı ve yanıt süresi gibi faktörler belirler. Nüks ya da dirençli olgularda esas tedavi seçenekleri arasında talidomid, bortezomin, lenalidomid, alkilatörler, antrasiklinler ve kortikosteroidler, tek başına ya da iki veya üçlü ilaç kombinasyonları halinde kullanılır. Daha önce OKİT uygulanan ve transplant sonrası uzun süreli yanıtın korunduğu durumda ikinci OKİT önerilmektedir. Tüm tedavi seçeneklerini tüketmiş hastalarda yeni/deneysel tedaviler uygulanmaktadır. Yeni ajanlar arasında HDAC (Histon deasetilaz inhibitörleri), yeni proteozom inhibitörleri (carfilzomib gibi), ya da immünmodulatuar ajanlar (pomalidomid gibi), bendamustin, anti-CD40 monoklonal antikor yeralır. Deneysel tedaviler için uygun olmayan hastalarda alkilleyici ve kortikosteroid kombinasyonları, yüksek doz deksamethazon, ya da DCEP (deksamethazon, siklofosfamid, etopozid ve cisplatin) gibi kombinasyon kemoterapileri kullanılabilir12. Kaynaklar 1. Jaksic W, Trudel S, Chang H, et al. Clinical outcomes in t(4;14) multiple myeloma: a chemotherapy-sensitive disease characterized by rapid relapse and alkylating agent resistance. J Clin Oncol 2005;23:7069. 2. Gertz MA, Lacy MQ, Dispenzieri A, et al. Clinical implications of t(11;14)(q13;q32), t(4;14)(p16.3;q32), and -17p13 in myeloma patients treated with high-dose therapy., Blood. 2005;106:2837. 3. Türk Hematoloji Derneği Multiple Myeloma Kılavuzu, 2011. 4. Rajkumar SV. Multiple myeloma: 2011 update on diagnosis, risk-stratification, and management. Am J Hematol. 2011;86:57-65. 5. Rajkumar SV. Initial chemotherapy for patients with high-risk multiple myeloma http://www.uptodate.com/, 2012. 6. San Miguel JF, Schlag R, Khuageva NK, Dimopoulos MA, Shpilberg O, Kropff M. Bortezomib plus melphalan and prednisone for initial treatment of multiple myeloma. N Engl J Med. 2008;359(9):906. 7. Avet-Loiseau H, Leleu X, Roussel M, et al. Bortezomib plus dexamethasone induction improves outcome of patients with t(4;14) myeloma but not outcome of patients with del(17p). J Clin Oncol. 2010;28:4630. 8. Moreau P, Garban F, Attal M, et al. Long-term follow-up results of IFM99-03 and IFM99-04 trials comparing nonmyeloablative allotransplantation with autologous transplantation in high-risk de novo multiple myeloma. Blood. 2008;112:3914. 9. Attal M, Harousseau JL, Leyvraz S, et al. Maintenance therapy with thalidomide improves survival in patients with multiple myeloma. Blood. 2006;108:3289. 10. Attal, M, Cristini, C, Marit, G, et al. Lenalidomide maintenance after transplantation for myeloma (abstract 8018). J Clin Oncol. 2010; 28:577s. 11. McCarthy, PL, Owzar, K, Anderson, KC, et al. Phase III intergroup study of lenalidomide versus placebo maintenance therapy following single autologous stem cell transplant for multiple myeloma: CALBG 100104 (abstract 8017). J Clin Oncol. 2010; 28:577s. 12. Ludwig H, Beksaç M, Blade J, et al. Multiple Myeloma Treatment Strategies with Novel Agents in 2011: A European Perspective. The Oncologist 2011;16:388–403. KRONIK LENFOSITIK LÖSEMI (KLL) BIYOLOJISINDE YENILIKLER VE MIKROÇEVRENIN ÖNEMI Dr. Nil Güler Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Samsun KLL hücresi Kemik İliği (Kİ) ve sekonder lenfoid organlarda mikroçevre adı verilen bir yapının (yuva=niş) içinde yerleşir. Mikroçevre, stromal hücreler, matrix ve vasküler hücrelerden oluşan bir yapıdır. Stromal hücrelerin baş aktörleri: * Mesenkimal stromal hücreler (MSC) * Nurse Like Cell ( NLC) * T hücresi * Folliküler Dendritik Hücre (FDC) * Antigen-presenting cells (APC)’dir. KLL hücresi ile mikroçevre arasında sürekli bir karşılıklı iletişim (cross-talk = karşılıklı konuşma) mevcuttur. Bu iletişim KLL hücresinin yaşam ve proliferasyonu için gereklidir ayrıca KLL hücresinin mikroçevre ile iletişimi onu spontan ve ilaç kaynaklı apopitozdan korur. Mikrocevre Kİ ve sekonder lenfoid organlarda birbirinden farklıdır. Kİ mikroçevresinde MSC vasküler nişin içindeyken; sekonder lenfoid organların mikroçevresi içinde NLC, T hücresi, FDC bulunur. KLL hücresi in vivo durmaksızın acımasızca birikir. Fakat invitro hızlıca apopitoza gider. Bu durum mikroçevrenin KLL hücresinin yaşam ve sayıca artması için ne kadar yaşamsal öneme sahip olduğunu gösterir. KLL hücreleri Kemiki iliği ve lenfoid organlarda proliferasyon merkezleri denen bölgelerde prolifere olur ve periferik kan dolaşımına salınır. Periferik kana geçen proliferasyonu yeni bitmiş hücreler ya periferik kandaki diğer KLL hücreleri gibi dinlenme fazına geçer ya da apopitozla ölür. Ölmeyip dinlenme fazında kalan hücreler periferik kandaki KLL hücrelerinin % 98’idir. Yeni hücreler kandaki hücrelerin çok az bir kısmıdır. max: %2. Dinlenme fazındaki KLL hücreleri BCR ( B Cell Receptor) aracılığı ve kemokinler ile tekrar proliferasyon merkezlerinin olduğu kemik iliği ve lenf bezlerine çağrılırlar ve orada tekrara çoğalmaya başlarlar. Bazı hastalarda proliferasyon hızı çok yüksektir. Günlük yeni hücre üretim oranı dolaşan tüm hücrelerin %2’sine ulaşacak kadar çoktur (Şekil1, Şekil 2). Dinlenme Proliferasyon >%98 G0 veya G1 fazında Niş=Yuva Proliferasyon fazında CXCR-4 CXCR-4 Kİ ve stromal hücreler CXCR-4 Lenf bezi ve Proliferasyon merkezleri APC, MSC,CD4+ T cell Şekil 1 Lenfosit trafiği ve Homingi (Proliferatif center) (Proliferatif center) Dinlen Çogal çogal Çogal çogal Doubling Time Anemi Trombositopeni Lenfadenomegali Hepatosplenomegali Şekil 2 Lenfositlerin bu trafiğini ve homingini (dokunun içine girmesi ve yerleşmesini) kemokinler ve adezyon molekülleri sağlar. Kemokinler lenfositin ilgili dokuya doğru kenetlenmisçesine gidişini ve doku içinde yerleşeceği yeri bulmasını (homing) sağlar. Adezyon molekülleri de bu süreç içinde gerekli olan tutunma ve yapışmayı sağlar. Kemokin: Kemotaktik sitokinin kısaltılmış hali. 40 dan fazla kemokin ve 18 kemokin reseptörü vardır. Kemokinler gradient oluşturarak hücrelerin onlara doğru migrasyonunu sağlarlar. İki büyük kemokin ailesi vardır: CC ve CXC. Kemokin reseptörleri ise GPCR ( G-protein coupled cell surface receptor) tarzı reseptörlerdir. Lenfositler yüzeylerinde adezyon molekülleri denen selektin ve integrinleri sekrete ederler. Bu moleküller aracılığı ile lenfositler damar endoteli ile geçici olarak etkileşirler. Etkileşimin aşamaları şu şekildedir. Önce endotel yüzeyindeki kemokinler lenfositin yüzeyindeki kemokin reseptörünü aktive eder. Bu aktivasyon integrinlerin aktivasyonuna sebep olur. Başta integrinler olmak üzere diğer adezyon molekülleri KLL hücresinin vasküler hücreye, mikroçevre matrixine, ve Mesenkimal stromal (MSC) hücreye yapışmasına yardımcı olur. NLC CXCL-12 BAFF ve APRIL CD 31 CXCL-13 CD 38 T hücre CXCR-5 CD 79 a,b BCMA, TACI, BAF-R G CD 40L Syk CD 40 Btk G BMSC CXCR-4 PI3K VLA-4 (CD49d) CCL-3 KLL hücresi Monosit Şekil-3. BAFF: B cell Activating Factor of the tumor necrosis factor APRIL: A Proliferation Inducing Ligand BCMA: B Cell Maturation Antigen TACI: Transmembrane Activator and Calcium modulator and cyclophilin ligand Interactor Kemokinler: CXCL 12: KLL biyolojisindeki başlıca kemokin CXCL 12 dir. Etkileştiği reseptörse KLL hücresi üzerindeki CXCR4 (CD184)’tür. Bu kemokin (CXCL 12) lösemi hücrelerinin kemotaxisini, aktin polimerizasyonu, vasküler endotelden geçerek migrasyonunu, BMSC’in altına ve üstüne doğru migrasyon ( pseudoemperipolesis)’i sağlar. CXCR-4 , CXCL 12 ( Stromal cell-derived factor-1/ SDF-1)’in oluşturduğu gradient sebebiyle ona doğru hareket eder. Fakat proliferasyon merkezlerine yaklaştıkça KLL hücresinin membranındaki CXCR-4, CXCL 12’nin indüklediği endocytosis ile azalır. CXCL 12, KLL’de direk prosurvival etki gösterir. CXCR-4 antagonist: Plerixafor ( Mozabil, AMD 3100) ve T 140 analoğu KLL hücresinin BMSC’e adezyonunu bozar. KLL hücrelerinin koruyucu mikroçevre dokusundan çıkıp kana karışmasını sağlar ve onları geleneksel ajanlar için daha ulaşılabilir hale getirir. Şekil-3. -CXCL-13: KLL biyolojisindeki diğer bir önemli kemokin CXCL-13’tür. Etkileştiği reseptörse KLL hücresi üzerindeki CXCR-5’tir.Lenfositin homingini ve lenf bezi içine girdikten sonra lenf folikülü içindeki pozisyonunu regüle eder. KLL hücresininin aktin polimerizasyonunu, kemotaksisini uyarır. CXCR5 de aynı CXCR4 gibi kendi kemokininin indüklediği endocytosis (CXCL 13) ile azalır. Adezyon Molekülleri: 1-İntegrinler: α ve ß subünitlerden oluşmuştur. Görevleri hücre-hücre; hücre-matrix adezyonuna aracılık etmektir. ß1 integrinler, aynı ß1 subünitini taşırken farklı α zincirleri (α1-α6) taşırlar. Very Late Activation Antigens (VLA-4=CD49d) α4ß1 integrindir. Fibronektin, MSC ve VCAM-1’e adezyonu sağlar. Tysabri gibi monoklonal anikorlar VLA-4 baglantısını efektif olarak bloke eder. Buna karşılık Syk ve diger kinaz inhibitorleri VLA-4 ve diger integrinlerin sinyalizasyonunu inhibe eder. Tysabri® (natalizumab) Multiple Skleroz icin onaylandı. 2-selektinler BCR sinyalizasyonu BCR sinyalizsyonu KLL hücresi için oldukça önemli olaylarda görevlidir. Bunlar hücrenin yaşamasını, proliferasyonunu, doku homingini, KLL hücresinin retansiyonunu, kemokinlere (CXCL12 ve CXCL-13’e doğru) cevabı arttıran olaylardır. Ayrıca BCR sinyalizsyonu hücre-siklusunun regülasyonunda hücre iskeleti organizasyonunda da görevlidir. BCR sinyalizsyonu adezyon moleküllerinin ve kostimulatuar molekülerinin expresyonunu arttırarak KLL hücresinin daha adezif bir fenotip kazanmasını sağlar. BCR sinyalizsyonu ile ilgili bilinmeyenler ise BCR aktivasyonunun biçimi ve uyaran antijenin natürüdür.Bu antijen muhtemelen bir otoantijendir (myosin heavy chain veya common allo antijenler). B hücresinin gelişimi sırasında IgH, VDJ (Variable-diversity-joining) recombination; IgL ise Isotype specific VJ recombination ile çeşitli özelliklerde farklı antijenlere cevap verecek şekilde oluşturulur. Sonuçta 1010 potansiyel IgH-IgL kombinasyonu olması gerekir. Ancak KLL vakalarının %14’ü ağır zincir olarak VH1-69’u, %18’i VH4-34’ü exprese eder. Yani beklenen çeşitlilikten çok uzak kısıtlı (stereotip) bir antijen alt tipine karşı oluşturulmuş BCR ler olduğunu göstermektedir. Bu durum KLL’nin bir antijene uyarı olarak geliştiği hipotezinin temelini oluşturmaktadır. BCR ile ilişkili kinaz inhibitörleri Syk inhibitor: Fostamatinib disodium Btk inhibitor: PCI-32765 PI3Kδ inhibitor: CAL-101 Bu ajanlar hızlı bir lenf nodu küçülmesini indüklerler. İlk haftalarda geçici bir lenfositoz olur. Bu ajanlar dual (iki yönlü) etki göstermektedir: İlki KLL hücrelerinin koruyucu mikroçevre dokusundan çıkıp kana karışmasını sağlarlar. Böylece hücre mikro çevrenin koruyucu ve destekleyici ortamından koparılmış olur. İkincisi BCR kaynaklı yaşamsal ve büyüme çoğalma sinyallerini bloke ederler. BCR sinyalizasyonunu ile sıkı ilişkide olanlar CD 38+, ZAP 70 + olmak, mutasyona uğramamış Ig H taşımaktır.CD38+ fraksiyon CD38 – den daha hızlı prolifere olmaktadır ve daha fazla proliferasyon belirteci ekspreyonu göstermektedir. CD 38 pozitifliği ve ZAP 70 ekspresyonu artmış kemotaksis ve poor prognozla ilişkilidir. Yine ZAP 70 ekspresyonu BCR stimülasyonuna yüksek cevapla ilişkilidir Şekil-4. BCR aktivasyonu Mutasyon (+) IgH *Anerjik ve *Antiapopitotik Mutasyon (-) IgH *KLL hücresinin aktivasyonu *Proliferasyon Şekil-4 KLL hücreleri CD 20 zayıf, CD 19+, CD 23+, CD 5+ 1KLL hücresi aktivasyon belirteçleri: CD38, CD49d (VLA-4), CD69, CD25, CD80 Proliferasyon faktörleri: Telomeraz expresyonu, Ki 67, ZAP-70 CD24, CD43, CD38 Un-mutated KLL hücrelerinde telomer daha kısadır.Kana yeni karışmış yani proliferasyonu yeni bitmiş KLL hücreleri CD38+/CD5artmış-parlak, CXCR4düşük, CXCR5 düşüktür. Prolifere olan hücreler (Kemik iliği ve lenfatik dokuda) Ki 67+ CD24+, CD43+,CD38+, CXCR4 düşük, CXCR5düşüktür. Non prolifere-dinlenen hücreler (kan) ise CD5 düşük, CXCR4 artmıştır. KLL’de T lenfositler ile ilgili değişiklikler de mevcuttur. T lenfositlerin sayıları artar ama repertuarları kısıtlıdır yani oligoklonal veya monoklonaldirler. T regulatuar artmıştır. T hücre fonksiyon bozukluğu mevcuttur. Bunun sebepleri: T hücresinin immün repertuarı kısıtlılıdır (oligoklonalite ve monoklonalite sebebiyle); hücre-hücre temasının bozulmuştur; T hücre sinyal proteinlerinin sinapsa toplanmasının bozulması yani immunolojik sinaps blokajı vardır. Bunların sonucunda sık enfeksiyon, sekonder malignitelere yatkınlık, tümör progresyonu, antijen tanımada bozukluk, sellüler sitotoksisitede bozukluk gelişir. CXCL-13 IF-γ NLC T reg retikuler huc., DC, HEV CXCL-12 CXCL 9,10,11 CCL 19,21 CCR-4 migrasyon migrasyon CXCR-3 CXCL-12 CCL 17,22 CCR-7 CXCR-5 PI3K BMSC CXCR-4 MAPK VLA-4 KLL hucresi KLL hücresi üzerindeki diğer bir reseptör ise CCR7 dir (Şekil-5). CCR7 düzeyi lenfadenopati, ZAP-70 ve CD 38 expresyonu ile koreledir. Hücre trafik ve homingin de önemli bir rolü vardır. KLL hücreleri çoğunlukla Bcl-2 antiapopitotik genini Folliküler Lenfomadaki gibi bir translokasyon olmadan yüksek oranda exprese eder.O yüzden Bcl-2 antagonistleri tedavi seçeneklerine girebilir.Örn: Navitoclax (ABT-263). Diğer tedavi seçenekleri Syk inhibitorü: Fostamatinib disodium, Btk inhibitorü: PCI-32765, PI3Kδ inhibitorü: CAL-101’dir. RİCHTER TRANSFORMASYON TANI VE TEDAVİSİ Dr. Zeynep Akı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Richter sendromu (RS); kronik lenfositik lösemi (KLL)/ küçük lenfositik lenfoma (SLL) hastalarında klinik- patolojik olarak yüksek dereceli Hodgkin dışı lenfoma (NHL) formuna dönüşümü tanımlamaktadır (1). Bu dönüşüm sıklıkla yaygın büyük B hücreli Hodgkin dışı lenfoma (DLBCL) şeklinde olmaktadır. Maurice N Richter 1928’de bir KLL hastasında hızlı gelişen fatal klinik seyir, yaygın lenfadenopati ve hepatosplenomegaliyi tanımlamıştır. Bu olgunun histolojik incelemesinde lösemi hücreleri ve tümör hücreleri birlikte gösterilmiştir (2). “Richter sendromu” terimi ise ilk defa 1964’te Lortholary ve ark.’ları tarafından bir KLL hastasında son dönemde histolojik olarak malign retikülopatiye dönüşümü tanımlamak için kullanılmıştır (3). Genel kural olarak Richter sendromu tanısı büyüyen lenf bezi veya tutulum bölgesinden histolojik olarak doğrulanmalıdır. Pratik olarak en büyük lenf bezinden biyopsi yapılması önerilmektedir. PET incelemesinde en yüksek SUV değerine sahip lenf bezi de biyopsi için seçilebilmektedir. Richter dönüşümünün DLBCL’ya olduğu KLL olgularında PET/BT incelemesinin duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif ve negatif öngörü değerleri sırasıyla % 91, % 80, % 53 ve % 97 olarak saptanmıştır. Bu çalışmada anormal fluorine- 18 fluorodeoksiglukoz (FDG) tutulumunun olduğu bölgelerde SUVmax değerinin > 5 olması yüksek olasılıkla Richter dönüşümünü ön görmektedir (4). Richter sendromu gelişen hastalar genellikle KLL öykülerine ek olarak infeksiyonun eşlik etmediği yüksek ateş, kilo kaybı, klinik tabloda gelişen ani değişiklik, yüksek laktat dehidrogenaz düzeyleri ve hızlı büyüyen lenf nodları ile karakterizedir. Hızlı büyüyen dalak ve/veya karaciğer ile ilgili olarak karın bulguları eşlik edebilmektedir. Periton arkasında kütlesel adenopati ve masif dalak büyüklüğü en sık görülen klinik bulgulardır. Hastaların çoğunda öyküde KLL tanısı olmakla birlikte, nadiren kendiliğinden RS olarak klinik sunum olabilmektedir. Ekstranodal tutulum ise nadir olarak görülmektedir (1). Richter sendromunda immunofenotipik özellikler orjinal KLL immunofenotipik özellikleri ile benzerlik gösterebilmektedir (5). Farklı antijen sunumları da olabilmektedir. Richter sendrom gelişimi DLBCL’ya neden olan olgularda % 80 oranında IRF4 pozitifliği ile karakterize germinal merkez sonrası fenotip görülürken % 20 olguda CD10 ve/veya BCL6 sunulması ile karakterize germinal merkez fenotipi saptanmaktadır. CD5 ve CD23 antijen sunulması RS’na dönüşüm ile kaybolabilmektedir. Richter sendromu hücrelerinde genellikle sunulan CD20 antijeni tedavi için de bir hedef oluşturmaktadır (6). Richter sendromunda Ki- 67 ekspresyonu görülebilmektedir (7). Kronik lenfositik lösemi hastalarında, histolojik olarak DLBCL bulgusunun eşlik etmediği, çoğalma merkezlerinde artışla karakterize prolenfositik dönüşüm ve akselere faz KLL olguları RS dönüşümünden ayrılmalıdır (8). Richter sendromu alemtuzumab tedavisi sırasında veya hemen sonrasında gelişen büyük hücreli lenfoma olgularından da ayrı değerlendirilmelidir (9) Kronik lenfositik lösemi ve yüksek dereceli lenfomaya dönüşüm arasındaki klonal ilişki 2 tip RS gelişebileceğini göstermektedir: 1) Olguların çoğunda görüldüğü gibi orijinal KLL klonundan DLBCL’ya dönüşüm ve 2) KLL klonundan bağımsız olarak yeni veya ikincil bir malignite olarak DLBCL gelişmesi (8, 10). Kronik lenfositik lösemi tanısıyla izlenen hastaların % 2- 8’inde RS’na dönüşüm olmaktadır (1, 11). M.D Anderson Kanser merkezinde takipli 1374 KLL hastasının son 20 yılı içeren geriye dönük incelemesinde 1972- 1992 yılları arasında % 2.8, 1992- 2002 yılları arasında % 4.9 oranında RS dönüşümü tespit edilmiştir. Bu çalışmada Richter sendromuna dönüşüm sıklığının öyküdeki tedavi sayısında artışa eşlik ettiği saptanmıştır (12). Kronik lenfositik lösemi tanı aşamasında veya takip sürecinde lenf bezi boyutunun ≥ 5 cm olması, lenf bezi boyutlarında hızlı büyüme olması (3 ay içerisinde 2 kat boyut artışı olması), ekstranodal alanda şüpheli lezyon ortaya çıkması, B semptomlarının varlığı, LDH düzeyinde belirgin artış olması durumlarında RS klinik şüphesinin oluşması ve biyopsi ile histolojik doğrulama yapılması 5 ve 10 yıllık takipte RS sıklığını sırasıyla % 10 ve 15 oranına çıkarmaktadır (13). Bu çalışmada KLL tanısından itibaren ortanca 23 ayda RS dönüşümü saptanırken, KLL tedavisine yanıt alınamayan hastalarda RS sıklığında belirgin artış saptanmamıştır. Hastalıkta ilerlemeyi ön görmesi açısından önemli olan biyolojik risk faktörlerinden IGHV ≥ % 98 homolog olması, IGHV gen kullanımı, del11q22- q23, del17p13 ve hücre yüzeyinde CD38’in ≥ % 30 sunulması bağımsız risk faktörleri olarak tanımlanmıştır (13). Klinik değişkenler açısından tanı aşamasında Rai evre III- IV, splenomegali, lenf nodu boyutu ≥ 3 cm, kemik iliğinin yaygın tutulumu ve lenfosit sayısının > 20 x 109/L olması KLL hastalarında ilerlemeyi ön görmesi açısından bağımsız risk faktörleri olarak değerlendirilmiştir. Biyolojik ve klinik risk faktörleri birlikte değerlendirildiğinde Rai evre III- IV, splenomegali, IGHV ≥ % 98 homolog olması, lenf bezi boyutunun ≥ 3 cm olması ve kemik iliği lenfosit sayısının > % 50 olması KLL hastalarından ilerlemeyi ön görmesi açısından bağımsız olarak anlamlı bulunmuştur. Richter sendromuna dönüşüm açısından klinik ve biyolojik risk faktörleri çok değişkenli analizde değerlendirildiğinde hücre yüzeyinde CD38’in ≥ % 30 sunulması, IGHV4- 39 kullanımı, del13q14 olmaması ve lenf bezi boyutunun ≥ 3 cm olması anlamlı bulunmuştur (13). Bir başka çalışmada B hücre kaynaklı 620 KLL hastasında genç yaş, tümör ilişkili bulgular, kemik iliği biyopsisinde yaygın tutulum, başlangıç hemoglobin değeri < 12 g/dL, Rai ileri evre, LDH düzeyi > x 1.25 N ve yüksek β2 mikroglobulin düzeyleri tek değişkenli analizde RS gelişimini öngörmekte anlamlı risk faktörleri olarak değerlendirilmiştir (14). Kronik lenfositik lösemi hastalarında RS gelişiminin moleküler mekanizması net değildir. İmmunosupresif hastalarda sık görülen bir durum olarak viral enfeksiyonlar, antijenik uyaranlar klonal dönüşümü tetikleyebilmektedir. İmmunoglobulin ağır zincir gen yeniden yapılanması ve hafif zincir izotip analizleri orijinal KLL klonundan dönüşüm olup olmadığını yansıtmaktadır. Trizomi 12, 11q23 delesyonu, t(11;14), p53 mutasyonu gibi ek kromozomal anormallikler de RS gelişiminde rol oynayabilmektedir (1). Patolojik olarak RS tanısı konulmuş 86 olgunun moleküler incelemesinde % 67.4 oranında hastada IGHV genlerinin mutasyona uğramamış olduğu saptanmıştır. Stereotip VH CDR3 ise % 36.4 hastada saptanmıştır. Bu çalışmada RS hastalarında en sık tespit edilen genetik lezyon TP53 ve c- MYC olarak gösterilmiştir. Hastaların % 36. 4’ünde TP53 mutasyonu saptanırken, bu durum sağ kalım üzerinde olumsuz etki göstermiştir. TP53 mutasyonu olan hastalarda ortanca 10 ay (% 95 CI, 6.6- 13.3 ay), olmayan hastalarda 27 ay (% 95 CI, 8.5- 45.4 ay) (p=0.008) sağ kalım elde edilmiştir. Benzer şekilde 17p13 delesyonu olan %32.6 hastada da olmayanlara göre daha kısa sağ kalım gözlenmiştir [ortanca 10 ay (% 95 CI, 3- 17 ay) vs 35.8 ay (%95 CI, 7.1- 64.6 ay) (p< 0.001)] (8). Richter sendromuna dönüşüm olduktan sonra sağ kalım süreleri haftalar ile yıllar arasında değişmekle birlikte, genel olarak olumsuz klinik seyir izlenen bu hastalar RS’na dönüşüm olduktan sonra aylar içerisinde kaybedilmektedir. Hastaların farklı sağ kalım sürelerine sahip olmaları ve olumsuz klinik tablonun tüm hastalarda benzer olmaması nedeniyle prognozun ön görülebilmesi için RS skoru geliştirilmiştir. Risk faktörlerinin her birisi için 1 puan verilerek skor hesaplanmaktadır. Risk faktörleri arasında 1) ECOG performans durumu > 1, 2) LDH düzeyi > 1.5 x N, 3) platelet sayısı < 100 x 109/L, 4) tümör boyutu ≥ 5 cm, 5) önceki tedavi sayısı > 1 yer almaktadır (11). Bu kriterler ile hastalar 4 risk grubu oluşturmaktadır. Risk faktörleri 0-1 düşük risk, 2 düşük orta risk, 3 yüksek orta risk, 4- 5 yüksek risk grubunu oluşturmaktadır. Risk gruplarına göre sağ kalım sonuçları düşük risk grubu için 1.12 yıl, düşük- orta risk grubu için 0.9 yıl, yüksek- orta risk grubu için 0.33 yıl ve yüksek risk grubu için 0.14 yıl olarak bildirilmiştir. Yaygın hastalık tutulumu, yüksek tümör yükü ve hızlı hastalık kinetiği RS’da sık görülen klinik bulgulardır. TP53 mutasyonu gibi hücre içi kemodirence neden olan genetik anormalliklere eşlik eden bu klinik bulgular ve hastanın kötü performans durumu tedavi sonuçlarını olumsuz etkilemektedir. Richter sendromunda tedavi stratejileri agresif lenfoma veya akut lenfoblastik lösemi için geliştirilmiş kemoterapi ve immunoterapi protokollerinden oluşmaktadır ve bu tedaviye yanıt alınması durumunda vericisi bulunan hastalarda allojeneik kök hücre nakli (KHN) ile devam edilebilmektedir. Standart bir tedavi yaklaşımı bulunmamakla birlikte rituximab içeren rejimler RS’u hastalarında temel tedavi seçeneğini oluşturmaktadır. Çoğu RS olgusunda histolojik tanı DLBCL olmakla birlikte de novo DLBCL olgularının tedavi yanıtları ile karşılaştırıldığında sonuçlar başarısızdır. Bu olgularda DLBCL’ya dönüşümün doğası, tümörün yaygınlığı ve hastaların düşkünlüğü olumsuz tedavi sonuçları üzerinde etkili olmaktadır (15). Çoklu ajan kemoterapiler ve immunoterapiye rağmen ortanca sağ kalım 5- 10 aydır (11, 16). De novo DLBCL olgularında standart kabul edilen rituximab- CHOP rejimi RS olgularında da tercih edilmektedir (11). Sık kullanılan diğer bir rejim ise rituximab/ hiper- CVAD kombinasyonudur (16). Tek başına kemoterapi ile elde edilen % 34’lük yanıt oranları ile karşılaştırıldığında rituximabın tedaviye eklenmesi ile yaklaşık % 47 oranında yanıt elde edilebilmektedir. Oksaliplatin, fludarabin, cytarabin ve rituximab ilaçlarından oluşan OFAR rejiminde toplam cevap oranı % 50 ve cevabın devam süresi ortanca 10 ay olarak bildirilmiştir (17). Bu hastalarda konvansiyonel immunokemoterapi seçenekleri ile yetersiz yanıt elde edilmesi ve elde edilen yanıtın kısa süreli olması nedeniyle pekiştirme veya idame tedavi seçenekleri düşünülmektedir. Rituximab, alemtuzumab veya radyoimmunoterapi bu seçenekler arasında yer almaktadır (15). 90Y ibritumomab tiuxetan tedavisinin uygulandığı 7 RS hastasında tedaviye yanıt alınamazken hastalık bulgularında ilerleme saptanmıştır. Daha önce yoğun bir şekilde tedavi edilmiş olan bu hastalarda ibritumomab tiuxetan tedavisi ile ciddi hematolojik toksisite gözlenmiştir. Şuan için radyoimmuterapi tedavi sonuçları bu hasta grubunda etkili olmadığını düşündürmektedir (18). Genç hastalarda otolog veya allojeneik KHN’de tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. İndüksiyon tedavisi ile tam yanıt veya kısmi yanıt elde edilen hastalarda allojeneik KHN uygulanması ile nakilin uygulanamadığı hastalar karşılaştırıldığında 3 yıllık sağ kalım % 75 vs % 27 olarak bildirilmiştir (11). Bir başka çalışmada RS nedeniyle tedavi edilen 8 hastada allojeneik KHN ile % 38 oranında tam yanıt elde edilmiştir (19). Bu tedavilere monoklonal antikor tedavileri veya palyatif radyoterapi uygulanması eklenebilmektedir. Genel olarak prognozun kötü olduğu bu hastalarda küratif tedavi seçeneklerine ihtiyaç duyulmaktadır. Kaynaklar 1- Tsimberidou AM, Keating MJ. Richter syndrome. Biology, incidence, and therapeutic strategies. Cancer 2005; 103: 216- 28. 2- Richter MN. Generalized reticular cell sarcoma of lymph nodes associated with lymphatic leukemia. Am J Pathol 1928; 4: 285- 292. 3- Lortholary P, Boiron M, Ripault J, et al. Chronic lymphoid leukemia secondarily associated with a malignant reticulopathy: Richter’s syndrome. Nouv Rev Fr Hematol 1964; 78: 621644. 4- Bruzzi JF, Macapinlac H, Tsimberidou AM, et al. Detection of Richter’s transformation of chronic lymphocytic leukemia by PET/CT. J Nucl Med 2006; 47: 1267- 1273. 5- Pugh WC, Manning JT, Butler JJ. Paraimmunoblastic variant of small lymphocytic lymphoma/leukemia. Am J Surg Pathol 1988; 12: 907- 917. 6- Mao z, Quintanilla- Martinez L, Raffeld M, et al. IgVH mutational status and clonality analysis of Richter’s transformation. Am J Surg Pathol 2007; 31: 1605- 1614. 7- Cordone I, Matutes E, Catovsky D. Monoclonal antibody Ki- 67 identifies B and T cells in chronic lymphocytic leukemia: correlation with disease activity. Leukemia 1992; 6: 902906. 8- Rossi D, Spina V, Deambrogi C, et al. The genetics of Richter syndrome reveals disease heterogeneity and predicts survival after transformation. Blood 2011; 117 (12): 33913401. 9- O’Brien SM, Kantarjian HM, Thomas DA, et al. Alemtuzumab as treatment for residual disease after chemotherapy in patients with chronic lymphocytic leukemia. Cancer 2003; 98 (12): 2657- 2663. 10- Timar B, Fülöp Z, Csernus B, et al. Relationship between the mutational status of VH genes and pathogenesis of diffuse B cell lymphoma in Richter’s syndrome. Leukemia 2004; 18: 326- 330. 11- Tsimberidou AM, O’Brien S, Khouri I, Giles FJ, Kantarjian HM, Champlin R, et al. Clinical outcomes and prognostic factors in patients with Richter’s syndrome treated with chemotherapy or chemoimmunotherapy with or without stem- cell transplantation. J Clin Oncol 2008; 24 (15): 2343- 2351. 12- Robertson LE, Pugh W, O’Brien S, et al. Richter’s syndrome: a report on 39 patients. J Clin Oncol 1993; 11: 1985- 1989. 13- Rossi D, Cerri M, Capello D, et al. Biological and clinical risk factors of chronic lymphocytic leukemia transformation to Richter syndrome. Br J Haematol 2008; 142: 202- 215. 14- Tabuteau S, Fernandez J, Garidi R, et al. Richter’s syndrome in B CLL: report of 37 cases. Blood 1999; 34 (Suppl 1): 306b. 15- Rossi D, Gaidano G. Richter syndrome: molecular insights and clinical perspectives. Hematol Oncol 2009; 27: 1- 10. 16- Tsimberidou AM, Kantarjian HM, Cortes J, et al. Fractionated cyclophosphamide, vincristine, liposomal daunorubicin, and dexamethasone plus rituximab and granulocyt macrophage colony stimulating factor (GM- CSF) alternating with methotrexate and cytarabine plus rituximab and GM- CSF in patients with Richter syndrome or fludarabine refractory chronic lymphocytic leukemia. Cancer 2003; 97: 1711- 1720. 17- Tsimberidou AM, Wierda WG, Plunkett W, et al. Phase I- II study of oxaliplatin, fludarabine, cytarabine, and rituximab combination therapy in patients richter’s syndrome or fludarabin refractory chronic lymphocytic leukemia. J Clin Oncol 2008; 26: 196- 203. 18- Tsimberidou AM, Murray JL, O’Brien S, et al. Yttrium-90 ibritumumab tiuxetan radioimmunotherapy in Richter syndrome. Cancer 2004; 100: 2195- 200. 19- Rodriguez J, Keating MJ, O’Brien S, et al. Allogeneic haematopoietic transplantation for Richter’s syndrome. Br J Haematol 2000; 110: 897- 899. KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİDE KURTARMA TEDAVİLERİ Dr. Nilgün Sayınalp Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakultesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Relaps refrakter kronik lenfositer lösemi (KLL) hastaları heterojen bir grubu temsil eder. Tek ajanla uzun süre remisyonda olan hastalar olabileceği gibi çoklu kemoimmünoterapi ile yanıt alınamamış hastalar da bu grupta yer alır. Bu hastalarda prognoz ve tedavi; daha önce aldığı tedaviler ile bunlara yanıt süreleri ve biyolojik prognostik faktörlere göre değişir (17p del, 11q del, p53 mutasyonu varlığı gibi). En yüksek riskli hastalar daha önceki tedaviye hiç yanıt vermeyenler ile kısa süreli yanıt alınan hastalardır. Fludarabin tedavisi alan hastalarda 6 aydan daha kısa süreli yanıt alınanlar refrakter olarak tanımlanır. Fludaribinin tek ajan olarak kullanıldığı çalışmalarda refrakter hastalık insidansı % 20-35 civarında saptanmıştır. Kombinasyon tedavileri ve kemoimmünoterapi ile bu oran daha düşüktür. Yeni tanı, tedavi endikasyonu olan, ko-morbiditesi olmayan, fit KLL hastalarında FC şemasına Rituximab eklenmesinin olumlu etkisini gösteren CLL8 çalışmasında refrakter hastalar, tüm hastaların %11’ini, FCR alanların % 7,6’sını oluşturuyordu ve bu hastalarda ortalama sağkalım 21,9 ay idi (1); ve bu hasta grubunda 17p delesyonu ve p53 mutasyonu görülme oranları yüksek bulunmuştu. Başlangıçta FCR alan hastalar incelendiğinde 17p delesyonu varlığı, ve FCR’a yanıtın 2-3 yıldan kısa sürmesi kötü prognoz göstergesi olarak kabul edilmektedir. 17p delesyonu olan, FCR sonrası remisyon süresi 2 yıldan kısa veya tek fludarabin ile 6 aydan kısa sürede relaps olan hastalarda değişik kombine kemoterapiler veya antikor içeren rejimler gündeme gelir. Relaps hastalarda tedaviye başlama endikasyonları yeni tanılı hastalar ile aynıdır. Seçilecek tedavi ajanlarının belirlenmesinde hastanın yaşı, fit olup olmaması, hastalığın biyolojik özellikleri ve hastaların komorbiditeleri gözününe alınmalıdır. Relaps/refrakter KLL hastalarında FCR etkinliği değişik çalışmalarda gösterilmiştir. Badoux ve arkadaşlarının faz II çalışmasında, daha önce ortalama 2 tedavi alan 284 relaps refrakter KLL hastasında FCR tedavisi ile %74 total yanıt, %30 tam remisyon elde edilmiştir (2). Fludarabin-refrakter subgrup incelendiğinde bu grupta anlamlı derecede total yanıt ve tam yanıt oranları düşük bulunmuştur. Progresyonsuz sağkalım ve total sağkalım Fludarabine-refrakter grupta daha kısa bulunmuştur. Relapsta FCR alan hastalar değerlendirildiğinde, 17. Kromozom anormalliği olmayan, 3’den daha az tedavi almış ve fludarabine hassas hastalarda daha iyi yanıt alınmıştır. Randomize faz III REACH çalışmasında da 1. relapsında olan KLL hastalarında 6 siklus FC ile 6 siklus FCR tedavisi karşılaştırılmış, FC tedavisine rituximab eklemenin total yanıt ve tam yanıt oranlarını arttırdığı gözlenmiş ancak henüz iki grup arasında total sağkalım açısından fark bulunmamıştır. Bu çalışmadan sonra FDA daha önce tedavi almış KLL hastalarında rituximab kullanımını onaylamıştır(3). Alman KLL grubunun faz II bendamustin ve rituximab çalışmasında fludarabin-refrakter hastalarda (n=22)%45,5 total yanıt sağlanmıştır (4). 17p delesyonu olan hastalarda ise en kötü sonuçlar alınmıştır (progresyonsuz sağkalım 7 ay), %50 hastada grade 3-4 hematolojik toksisite gözlenmiştir. Relaps refrakter hastalarda kemoterapi dışında bir diğer tedavi seçeneği alemtuzumabdır. CLL2H çalışmasında ileri evre ve yüksek riskli hastalarda total yanıt oranı %34, (tam yanıt %4), ortalama sağkalım 19.1 ay bulunmuştur (5). Fludarabin refrakter, 17p delesyonu veya p53 anormalliği olan hastalarda da etkinliği izlenmiştir. Birçok çalışmada hastalarda yanıtın lenf nodu büyüklüğüne bağlı olduğu gösterilmiştir. Sadece periferik kanda lenfositozla seyreden hastalarda yanıtın daha iyi olduğu, 5 cm.den büyük lenfadenopatisi olan hastalarda ise tedaviye yanıt alınamadığı, özellikle bulky nodal hastalığı olan hastalarda iyi bir tedavi seçeneği olmadığı gösterilmiştir. En sık rastlanılan grade 3-4 toksisitesi myelosupresyon ve infeksiyonlardır. Özellikle CMV antijenemisi açısından monitorizasyon önerilir. Alemtuzumabın kombinasyon tedavilerindeki etkinliği de araştırılmıştır, ancak beklendiği üzere ciddi infeksiyon görülme riski oldukça yüksektir. Yüksek riskli refrakter hastalarda yüksek doz metil prednisolon (YDMP) ile birlikte Rituximab şeması da bir tedavi seçeneği olabilir. Değişik çalışmalarda %70’lere varan yanıt oranları elde edilmiştir. Fludarabin refrakter ve 17p delesyonu olan hastalarda da bir miktar etkinliği olmuştur (6). Ancak bu şema ile dikkat edilmesi gereken husus. tedavi ilişkili mortalitenin yüksek olması ve invaziv fungal infeksiyonların görülme sıklığının artmasıdır. Bu şemayı alan hastalarda profilaksi, IVIG kullanımı ve nötropeniden kaçınılması önerilmektedir. Fludarabin refrakter ve özellikle alemtuzumaba yanıtsız hastalarda bir diğer tedavi seçeneği ofatumumabtır (7). Double refrakter hastalarda (fludarabin ve alemtuzumaba karşı) FDA onayı vardır. Yanıt alınan hastalarda yanıt süresinin kısa olması nedeniyle uzun süreli faydası sınırlıdır. Lenalidomid fludarabin refrakter hastalarda bir diğer tedavi seçeneği olarak çalışmalarda yerini almıştır (8). Ancak tümör flare ve tümör lizis ile sitopeni riskleri nedeniyle dikkatli kullanılması gerekir. Tek başına kullanıldığı çalışma sonuçları, yan etkileri nedeniyle yüksek dozlara çıkılamadığı için iyi sonuçlar alınamadığı şeklinde yorumlanmıştır. Bu ilaç ile daha önce tedavi almamış hastalarda veya kombinasyon tedavileri ile çalışmalar devam etmektedir. Relaps refrakter hastalarda günümüzde kullanılan tüm tedavi seçeneklerinin etkinlikleri sınırlı ve remisyon süreleri kısadır. Bu nedenle yanıt elde edilen uygun hastalarda, remisyonun kök hücre nakli ile konsolide edilmesi gündeme gelmelidir. KLL hastalarında otolog kök hücre naklinin küratif etkinliği çok sınırlıdır. Allojeneik kök hücre nakillerinde ise myeloablatif rejimlerle uzun süreli hastalıksız sağkalım sağlanmasına rağmen relaps dışı mortalitenin yüksek olması nedeniyle azalmış yoğunluktaki hazırlama rejimleri ile yapılan nakiller daha kabul görmektedir. Bu rejimlerde dahi relaps en önemli problemdir. Nakil yapılan hastalarda fludarabin yanıtsızlığından ziyade önceki tedavilerle iyi hastalık kontrolünün sağlanamamasının kötü prognoz göstergesi olduğu kabul edilmektedir (9). Refrakter hastalarda ve bulky hastalığı olanlarda relaps daha sık gözlenmiş ve progresyonsuz sağkalım daha kısa bulunmuştur. Kök hücre nakli uygun hastalarda tek küratif tedavi seçeneği olmasına rağmen ileri yaş, ko-morbidite, uygun verici bulunamaması gibi nedenlerle ancak seçilmiş hastalara uygulanabilir olması en büyük kısıtlılığıdır. Relapsın hala en büyük problem olması nedeniyle EBMT kriterlerine göre uygun hastalarda yapılması önerilir. Özellikle 17p delesyonu olan yüksek riskli hastaların, birinci basamak tedavi ile tam veya parsiyel yanıt elde edildikten sonra allojeneik kök hücre nakli açısından değerlendirilmeleri önerilir. Ek olarak birinci basamak tedavi sonrasında erken relaps olan veya refrakter hastalarda ve Richter transformasyonu gelişen hastalarda gündeme gelmelidir. Özetleyecek olursak, birinci basamak tedaviye uzun süreli yanıt alınan hastalarda relaps durumunda aynı tedavi tekrar edilebilir. Ancak birinci basamak tedavi ajanına bağlı olarak 2-3 yıldan daha kısa sürede relaps olan veya refrakter hastalarda, hastanın yaşına, ko-morbiditesine ve biyolojik prognostik faktörlere göre verilecek kurtarma tedavisine karar verilir(10). 70 yaş üstü hastalarda azaltılmış doz FCR, bendamustine rituximab ile birlikte veya tek başına, klorambusil rituximab ile birlikte veya tek başına, ofatumumab, doz-yoğun rituximab gibi tedaviler gündeme gelir. Kısa sürede relaps olan 70 yaş altı hastalar, prognostik faktörler açısından tekrar araştırılmalı, kemoimmunoterapiyi takiben kök hücre nakli açısından değerlendirilmelidir. Relaps refrakter KLL hastalarında yeni tedavi ajanı adayları olarak ABT-263, CAL 101 (GS-1101), PCI-32765 ile faz çalışmaları devam etmektedir (11). Kaynaklar 1. Hallek M,Fischer K, Fingerle-Rowson G,et al. Addition of rituximab to fludarabine and cyclophosphamide in patients with chronic lymphocytic leukaemia: A randomised, open-label, phase 3 trial. Lancet 2010; 376:1164–1174 2. Badoux XC, Keating MJ, Wang X, et al. Fludarabine, cyclophosphamide, and rituximab chemoimmunotherapy is highly effective treatment for relapsed patients with CLL. Blood. 2011;117(11): 3016-3024. 3. Robak T, Dmoszynnska A, Solal-Celigny P, et al. Rituximab plus fludarabine and cyclophosphamide prolongs progression-free survival compared with fludarabine and cyclophosphamide alone in previously treated chronic lymphocytic leukemia.J Clin Oncol 2010 Apr 1;28(10):1756-65. Epub 2010 Mar 1. 4. Fischer K, Cramer P, Busch R, et al. Bendamustine combined with rituximab in patients with relapsed and/or refractory chronic lymphocytic leukemia: a multicenter phase II trial of the German Chronic Lymphocytic Leukemia Study Group J Clin Oncol 2011 Sep 10;29(26):355966. 5. Stilgenbauer S, Zenz T, Winkler D et al. Subcutaneous alemtuzumab in fludarabine-refractory chronic lymphocytic leukemia: clinical results and prognostic marker analyses from the CLL2H study of the German Group. JCO 2009 Aug 20;27(24):3994-4001. Epub 2009 Jul 13. 6. Castro JE, Sandoval-Sus JD, Bole J, et al. Rituximab in combination with high-dose methylprednisolone for the treatment of fludarabine refractory high-risk chronic lymphocytic leukemia. Leukemia 2008 Nov;22(11):2048-53. Epub 2008 Aug 28. 7. Wierda WG, Padmanabhan S, Chan GW, et al. Ofatumumab is active in patients with fludarabine-refractory CLL irrespective of prior rituximab: results from the phase 2 international study. Blood. 2011 Nov 10;118(19):5126-9. Epub 2011 Aug 19. 8. Wendtner CM, Hillmen P, Mahadevan D, et al. Final results of a multicenter phase 1 study of lenalidomide in patients with relapsed or refractory chronic lymphocytic leukemia. Leuk lymphoma 2012 Mar;53(3):417-23. Epub 2011 Nov 15. 9. Tam CS, Khouri I. The role of stem cell transplantation in the management of chronic lymphocytic leukaemia. Hematol Oncol. 2009;27(2):53-60. 10. NCCN Guidelines, Version 1.2012 Non-Hodgkin Lymphomas. 11. Brown JR. The treatment of Relapsed Refractory Chronic Lymphocytic Leukemia. Hematology Am Soc Hematol Educ Program 2011;110-8. HAİRY CELL LÖSEMİDE GÜNCELLEME Dr. Harika Çelebi Ankara Yıldırım Beyazıt Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Hairy cell lösemi (HCL) ilk olarak1958’de Bouroncle ve arkadaşları tarafından lösemik retiküloendotheliosis olarak tanımlanmıştır. HCL nadir görülen, yavaş seyirli, B-hücreli kronik lenfoproliferatif bir hastalıktır. Tüm lösemiler arasında görülme sıklığı %2’dir. Yaşlı erkeklerde daha sık görülmektedir. Kadın:Erkek oranı; 4.5:1 olup ortanca görülme yaşı 50’dir. (1,2) HCL splenomegali, pansitopeni ve monositopeni ile karakterizedir. Karakteristik hairy cell hücreleri kemik iliğini ve dalağın kırmızı pulpasını infiltre eden, oval veya yuvarlak nukleuslu, hücre yüzeyinde ince sitoplazmik uzantıları olan mononükleer hücrelerdir. Çok az sayıda HCL hücresi periferik kanda görülür. Tablo I: HCL’nin klinik ve laboratuar bulguları görülmektedir. (1,2) Tablo I: HCL’de Klinik ve Laboratuar Bulguları Bulgular Sıklık % Splenomegali 60-70 Hepatomegali 40-50 Abdominal lenfadenomegali 10 Anemi:<10 gr/dl 70 Trombositopeni 80 Lökosit sayısı: < 5x109/l 65 Nötropeni:<1x109/l 75 Monositopeni:<0-1 90 Periferik yaymada hairy cell hücreleri 95 HCL tanısında periferik yaymada tipik hairy cell hücrelerinin görülmesi önemli bir yer tutar. Kemik iliği retikülin lif artışı nedeniyle dry tap dir ve yalnızca %10 olguda başarılı olur. HCL’de önerilen tanısal testler Tablo II’de özetlenmiştir. TRAP/DBA.44 birlikte pozitifliği HCL için %100 sensivite ve yüksek spesiviteye sahip olup HCL dışı lenfoproliferatif hastalıkların yalnızca %3’ünde poitifdir. CD11c, CD25 ve CD103 parafin bloklarda kullanılabilen monoklonal antikorlardır. Annexin A1 şu anda mevcut olan en spesifik HCL markırıdır. Annexin A1 diğer küçük B hücreli lenfoprolifertif hastalıklarda eksprese edilmez. Spesifik olmasına rağmen myeloid hücreler ve bazı T hücreleri tarafından da eksprese edildiği için tedavi sonrası minimal hastalığın saptanmasında faydalı değildir. HCL’li olguların kemik iliği biyopsi örneklerinde yapılan incelemelerde %50 cyclin D1 pozitifliği saptanmıştır ve bu mantle cell lenfomaya (MCL) ile ayırıcı tanısını gerektirmektedir (2,3) Tablo II ve III’de HCL tanısı için öneriler görülmektedir. Tablo II: HCL’de Önerilen Tanısal Testler (2) Periferik yayma Kemik iliği trephin biyopsi örneklerinde hemtoksilen&eosin boyası, retikülin boyası ve immünhistokimyasal boyalar: CD20, DBA.44, TRAP ve diğer küçük B lenfoproliferatif hastalıkları dışlayan panel Periferik kan ve kemik iliği örneklerinde monoklonal antikorlarla akım sitometrik inceleme B hücre paneli: CD19, CD20, CD22, SmIg HCL paneli: CD11c, CD25, CD103, CD123 Tablo III: HCL’de Tanı için Kılavuz Önerileri (2) • Periferik yayma ve kemik iliği incelemesi HCL tanısı için gereklidir (Grade 1C) • Sıvı materyal temininde akım sitometrik değerlendirme yapılmalıdır. Eğer HCL şüphesi varsa CD11c, CD25, CD103 ve CD123 bakılması önerilir (Grade 1C) • Kemik iliği trephin biyopsi örneklerinde CD20 ve DBA.44’yi içeren immünhistokimyasal incelemeler yapılmalıdır (Grade 1C) • CD20 tedavi sonrası remisyon durumunu değerlendirmede en yararlı immünhistokimyasal boyadır. (Grade 1C) • BRAF V600E mutasyon varlığı için tarama yakın zamanda gerekliliği muhtemeldir (Grade 2C) HCL’de CD5 ve CD23 negatif, yüzeyel membran immünglobulin (SmIg) k u v v e t li v e FMC7 p o z it ift ir . BRAF V600E (v-raf murine sarcom viral oncogene homolg B1) mutasyonu son zamanlarda HCL’de tanımlanan moleküler bir markırdır. BRAF V600E mutasyonu tüm HCL’li olgularda tanımlanırken HCL-varyantı (HCL-V) ve marjinal zon lenfomada negatif olduğu gösterilmiştir. BRAF V600E mutasyonu daha önceleri melanom, papiller tiroit kanseri ve lenfoblastik lösemide de tanımlanmıştır. Yapılan çalışmalar HCL’nin tanısında ve minimal rezidüel hastalığın saptanmasında kullanılabilir bir markır olduğunu göstermektedir (4-8) HCL’de kullanılan belirli bir evreleme sistemi yoktur. Hastalık esas olarak kemik iliği ve dalağı tutmaktadır. Hastalığın prognozu genellikle bu organların tutulum derecesi ile ilişkilidir ve lenfadenopati olması ve purin analoglarına yanıtın kötü olması kötü prognozla ilişkili olduğu gösterilmiştir. (2,3) HCL olgularda tedavinin amacı sitopeni ve bunlarla ilişkili problemlerin (anemi, infeksiyon, kanama) düzeltilmesidir. Eğer hasta semptomsuz ve sitopeniler hafifse tedavide bekle ve gör politikası izlenebilir. Ancak monositopenik ve/veya nötropenik olgularda fırsatçı infeksiyon riski de unutulmamalıdır hatta semptomsuz olgularda bile bu nedenle erken tedavi düşünülebilir. (2) HCL tedavisinde ilk olarak alkilleyici ajanlar, splenektomi, interferon kullanılırken günümüzde purin analogları kullanılmaktadır. HCL tedavisinde purin analogu olarak cladribine ve pentostatin kullanılmakta olup tam yanıt oranlarının oldukça yüksektir (%75-90). Relaps oranı ise yaklaşık %40 dır. (2, 9) Tablo IV’de pentostatin ve cladribine tedavi sonuçları, Tablo V’de ise HCL’de önerilen tedavi rejimleri sunulmuştur ve ya Relaps ve refrakter olguların tedavisinde yapılan çalışmalar rituximab+pentostatin/cladribine, fludarabin+rituximab kombinasyonlarının ve immüntoksinin etkili olduğu gösterilmiştir. (10-12) rituximab, anti-CD22 Tablo IV: HCL Uzun Süreli Tedavi Takip Sonuçları Tedavi/Referans (yıl) Median takip Hasta sayısı CR % Takip 5.3 238 79 tahmini 10 yıllık DFS 9.3 241 76 tahmini 10 yıllık RFS 14 188 82 relaps, 15 yıl 9 45 76 relaps, 15 yılda 9 207 95 relaps oranı 9.7 86 79 relaps oranı Pentostatin Maloisel et al. %68.8 13 (2003) 14 Finn et al. (2000) %67 Else et al. 15 (2009) %47 Cladribine 15 Else et al. (2009) %48 16 Goodman et al. (2003) %37 17 Chadha et al. (2005) %36 Tablo V: HCL için Önerilen Tedavi Rejimleri (2) Pentostatin (2’- deoxycoformycin;2’-DCF) 4 mg/m2, 2 haftada bir, maksimum yanıt alınana kadar bir veya iki enjeksiyon. Tedavi öncesi kreatin klirensi bakılmalı <60ml/dk ise ise kaçınılmalı; <40-60 ml/dk ise doz yarıya indirilmeli. Her tedaviden önce 1.5 LT sıvı verilmelidir. IB Cladribine (2-chlorodeoxyadenosine; 2-CDA) 0.1 mg/kg/gün, devamlı i.v. infüzyon, 7 gün. Eğer yanıt elde edilemediyse 6 ayın sonunda tekrar IB 0.14 mg/kg/gün, 2 saat üzerinde i.v. infüzyon., 5 gün. Eğer tam yanıt elde edilemediyse 6 ayın sonunda tekrar 0.14 mg/kg/gün, i.v. infüzyon, haftada bir, altı hafta. Eğer tam yanıt elde edilemediyse 6 ayın sonunda tekrar 0.14 mg/kg/gün, subkutan bolus enfeksiyon, 5 gün. Eğer tam yanıt elde edilemediyse 6 ayın sonunda tekrar 0.14 mg/kg/gün, subkutan bolus enjeksiyon, haftada bir kez, 5 hafta. Eğer tam yanıt elde edilemediyse 6 ayın sonunda tekrar Rituximab (Total 6-8 doz) 375 mg/m2, haftada bir veya iki haftada bir, pentostatin veya cladribine ile tek başına tam yanıt elde edilemeyen olgularda purin analogları ile birlikte veya onları takiben uygulanması IIC İnterferon alfa 3MÜ/gün, maksimum yanıt elde edilene kadar sonra haftada 3 gün devamlı. Ciddi sitopenik hastalarda haftada 3 kez ile başlamak IIC Splenektomi Eğer dalak çok büyükse (örnegin kot kenarını >10 cm ise) ve kemik iliği orta derecede tutulduysa IIC Hairy Cell Variant Hairy cell variant (HCL-V) nadir görülen B lenfositlerden köken alan kronik lenfoid bir melinitedir. HCL’lerin %10-20’sini kronik lenfoid malinitelerin ise %0.4’nü oluşturur. Ortanca görülme yaşı 71’dir ve cinsiyet farkı saptanmamıştır. HCL-V, HCL den klinikopatolojik olarak farklı bir tablodur. HCL’den daha agresiftir ve yaşam süresi HCL’den anlamlı derecede daha kısadır. (18– 20) HCL-V’li olgular splenomegali, nötropeni ve monositopeni olmaksızın yüksek lökosit sayısı ve kolay aspire edilen hiperselüler bir kemik iliği ile karakterizedir. İmmünfenotip olarak HCL-V’da CD11c+, CD10-, CD23-, CD24-, CD25-, CD27-, CD5- ve CD103 değişken ekspresyon gösterir. Matur B hücre antijenleri CD19, CD20, CD22 ve FMC-7 bulunur. TRAP ve Annexin A1 genellikle negatiftir. VH4-34 expresyonu çoğunlukla HCL’den farklı olarak pozitiftir. (18-20) Tablo VI’da HCL’nin akım sitometik olarak diğer lenfoid malinitelerden ayırıcı tanısı özetlenmiştir. HCL-V’da tedavi hala tartışmalıdır. HCL’de etkili olan tedaviler (splenektomi, IFN-, p u r in analogları) HCL-V’da başarılı değildir. Yanıtsız vakalarda rituximab ve anti-CD22 immüntoksin kullanılmaktadır. (18-20) Tablo VI: Hairy Cell Lösemide Ayırıcı Tanı (3) Hastalık İmmünfenotip Hairy cell CD11c,CD25,CD103, CD123, annexia A1+, CD20bright Hairy cell varyant CD11c, CD103, CD25- SMZL/SLVL CD11c, CD25,CD24,CD79b Kronik lenfositik lösemi CD5, CD19, CD23 B-prolenfositik lösemi CD19,FMC7, CD79b, CD20 ve CD22 bright SMZL/SLVL: Splenik marjinal zon lenfoma/Splenik lenfoma villöz lenfositik Kaynaklar 1. Galani KS, Subramanian PG, Gadage VS, et al. Clinico-pathological profile of Hairy cell leukemia: Critical insights gained at a tertiary care cancer hospital. Indian J Pathol Microbiol. 2012;55:61–65. 2. Jones G, Parry-Jones N, Wilkins B, et al. Revised guidelines for the diagnosis and management of hairy cell leukaemia and hairy cell leukaemia variant. Br J Haematol. 2012;156:186–95. 3. Grever MR. How I treat hairy cell leukemia. Blood. 2010:115;21–28. 4. Schnittger S, Bacher U, Haferlach T, et. al. Development and validation of a real-time quantification assay to detect and monitor BRAFV600E mutations in hairy cell leukemia. Blood. 2012;119:3151-3154. 5. Tiacci E, Schiavoni G, Forconi F, et.al. Simple genetic diagnosis of hairy cell leukemia by sensitive detection of the BRAF-V600E mutation. Blood. 2012;119:192–195. 6. Tiacci E, Trifonov V, Schiavoni G, et.al. BRAF mutations in hairy-cell leukemia. N Engl J Med. 2011;364:2305–2315. 7. Arcaini L, Zibellini S, Boveri E, et.al. The BRAF V600E mutation in hairy cell leukemia and other mature B-cell neoplasms. Blood. 2012;119:188-191. 8. Grossmann V, Haferlach C, Kern W et.al. Development and validation of a real-time quantification assay to detect and monitor BRAFV600E mutations in hairy cell leukemia. Blood 2012;119: 3151-3154 9. Naik RR, Saven A. My treatment approach to hairy cell leukemia. Mayo Clin Proc. 2012 ;87:67-76. 10. Kreitman RJ, Tallman MS, Robak T et.al. Phase I Trial of Anti-CD22 recombinant immunotoxin moxetumomab pasudotox (CAT-8015 or HA22) in patients with hairy cell leukemia. J Clin Oncol. 2012; 21. (Eup ahead of print) 11. Else M, Dearden CE, Matutes E, et.al. Rituximab with pentostatin or cladribine: an effective combination treatment for hairy cell leukemia after disease recurrence. Leuk Lymphoma. 2011;52 Suppl 2:75-78. 12. Gerrie AS, Zypchen LN, Connors JM. Fludarabine and rituximab for relapsed or refractory hairy cell leukemia. Blood. 2012;119:1988–1991. 13. Maloisel F, Benboubker L, Gardembas M, et.al. Long-term outcome with pentostatin treatment in hairy cell leukemia patients. A French retrospective study of 238 patients. Leukemia. 2003;17:45-51. 14. Flinn IW, Kopecky KJ, Foucar MK, et. al. Long-term follow-up of remission duration, mortality, and second malignancies in hairy cell leukemia patients treated with pentostatin. Blood. 2000 ;96:2981-2986. 15. Else M, Dearden CE, Matutes E, et.al. Long-term follow-up of 233 patients with hairy cell leukaemia, treated initially with pentostatin or cladribine, at a median of 16 years from diagnosis. Br J Haematol. 2009;145:733–740. 16. Goodman GR, Burian C, Koziol JA, et.al. Extended follow-up of patients with hairy cell leukemia after treatment with cladribine. J Clin Oncol. 2003;21:891–896. 17. Chadha P, Rademaker AW, Mendiratta P, et.al. Treatment of hairy cell leukemia with 2chlorodeoxyadenosine (2-CdA): long-term follow-up of the Northwestern University experience. Blood. 2005;106:241–246. 18. Robak T. Hairy-cell leukemia variant: recent view on diagnosis, biology and treatment. Cancer Treat Rev. 2011;37:3–10. 19. Robak T. Management of hairy cell leukemia variant. Leuk Lymphoma. 2011;52 Suppl 2:53–56. 20. Hsieh YC, Chang ST, Chuang SS, et.al. Hairy cell leukemia and variant in Taiwan: report of a variant case and literature review. Int J Clın Rxp Pathol. 2011;4:183–189. GRİ ZON LENFOMA Dr. Süheyla Uyar Bozkurt Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul DSÖ 2008 Hematopoetik ve Lenfoid Tümör Sınıflamasında yüksek dereceli B lenfomalar içine iki yeni kategoriyi dahil etmiştir. Diffüz Büyük B Hücreli lenfoma(DBBHL) özellikleri ile Burkit lenfoma(BL) özelliklerinin çakıştığı DBBHL/BL kategorisi ile Diffüz Büyük B Hücreli lenfoma özellikleri ile klasik Hodgkin lenfoma(HL) özelliklerinin çakıştığı DBBHL/HL kategorisi yeni lenfoma sınıflamasında yer almaktadır. B Hücreli Lenfoma-sınıflanamayan, DBBHL/BL arasında ara özellikler taşıyan “B-cell lymphoma, unclassifiable, with features intermediate between diffuse large B-cell lymphoma and Burkitt lymphoma” DBBHL/BL arasında ara özellikler taşıyan lenfomalar DBBHL ile BL’nın morfolojik ve genetik özelliklerini taşıyan ancak biyolojik ve klinik nedenlerden bu kategorilere alınamayan agresif lenfomalardır. Literatürde bu vakalar “Burkit benzeri lenfoma”lar olarak da adlandırılmıştır. DBBHL/BL kategorisi morfolojik olarak Burkit lenfomaya benzeyen ancak bir ve daha fazla immunofenotipik ya da moleküler deviasyonu ile Burkit lenfoma tanısına alınamayan vakalar ile tersi olarak immunofenotipik olarak ve/veya moleküler genetik özellikler ile Burkit lenfomaya uyan ancak sitolojik olarak Burkit lenfomaya uymayan vakaları kapsamaktadır. Bu grup ayrı bir hastalık grubu olarak düşünülmemeli, klasik Burkit lenfoma ya da DBBHL kritelerini karşılamayan heterojen kategoriyi temsil etmektedir. DBBHL/BL sık değildir ve daha çok erişkinlerde görülür. Hastaların büyük çoğunluğunda yaygın ekstranodal hastalık mevcuttur. Bazen lösemik tablo görülebilir. BL’ daki gibi özellikli olarak ilioçekal bölge ya da çene tutulumu görülmez. Bu kategorideki olguların büyük çoğunluğu DBBHL ile BL arasında morfolojik özellikler gösterir. Morfolojik olarak diffuz proliferasyon gösteren, orta-iri boyutta transforme hücrelerden oluşur ve BL için tipik olan yüksek proliferasyon indeksi(>%90 ki-67), yıldızlı gökyüzü manzarası, sık mitoz ve apoptozis gösterir. Morfoloji değişkendir; bazı hücreler BL’ ya benzer ancak nükleer boyut ve kontüründeki farklılıklar ile BL’ ya uymaz. Bazı vakalar BL için tipik morfoloji gösterirken, immunofenotipik ya da genetik özellikleri ile BL tanısına uymazlar. Diğer vakalar BL için tipik immunofenotip gösterirken, nükleer boyutları BL ile DBBHL arasındadır ve irregüler nükleer kontür gösterir. İmmunofenotipik olarak DBBHL/BL B hücre belirteçlerini; CD 19, CD20, CD22 ve CD 79 alfa gösterir. BL’nın tipik immunofenotipi olan CD10, BCL6 pozitiftir. BCL2 pozitif ya da negatif olabilir. Ki 67 proliferasyon indeksi % 50-100 arasındadır. Genetik olarak vakaların yaklaşık %35-50 sinde 8q24/MYC translokasyonu saptanır. Ancak Burkit lenfomada MYC re-aranjmanı immunoglobulin genleri ile olurken, DBBHL/BL vakalarında rearanjman non-immunoglobulin partner ile, ya da kompleks karyotipin bir parçası olarak görülür. Vakaların bir kısmında BCL-2 ve/veya BCL-6 gen re-aranjmanları görülebilir. BCL-2 ve MYC gen aranjmanının beraber görülmesi “double hit” lenfoma olarak adlandırılır. Bazı vakalarda MYC, BCL-2 ve BCL-6 birlikte saptanabilir ve “triple hit” lenfoma olarak adlandırılır. “Double-hit” grubundaki DLBHL/BL lar agresif tümörlerdir ve ortaya çıktıklarında genellikle ileri evrededir. Kemik iliği, periferik kan ve SSS tutulumu sıktır. Agresif davranışı tümörlerin proliferatif(MYC) ve anti-apoptotik (BCL-2) onkoproteinleri aynı anda eksprese etmesi ile açıklanabilir.”Double hit” göstermeyen DBBHL/BL kategorisindeki vakaların klinik davranışı konusunda henüz net bilgiler yoktur. Bu gruptaki vaka sayılarının az olması, büyük serilerin bulunmaması standart tedavi protokolü seçimini güçleştirmektedir. Tüm DBBHL/BL gri zon lenfoma grubu içinde BCL-2 ya da BCL6 ve MYC dual translokasyon taşıyan grup daha iyi tanınmaktadır. Tomita ve ark. bu gruptaki hastaların standart R-CHOP tadavisi ya da kemik iliği transplantasyonunu da içeren intensifiye tedaviler ile iyi sonuçlar vermediğini bildirmişlerdir. Literatürde özellikle genç yaş grubundaki hastalarda BL tedavisinin standart R-CHOP tedavisine göre tercih edilebileceği belirtilmektedir. Bu seçim, kanıta dayalı olmadığı gibi, küçük serilerdeki erken sonuçlar da çok umut vaat etmemektedir. Gri zon lenfoma vakalarında ileri klinik çalışmalar, optimum tedavinin seçimine ışık tutacaktır. B Hücreli Lenfoma-sınıflanamayan, DBBHL/HL arasında ara özellikler taşıyan “B-cell lymphoma, unclassifiable, with features intermediate between diffuse large B-cell lymphoma and classical Hodgkin lymphoma” DBBHL/HL kategorisi klasik Hodgkin lenfoma ile Diffuz Büyük B hücreli lenfoma arasında çakışan klinik, morfolojik ve/veya immunofenotipik özellikler gösteren B hücreli lenfomaları kapsamaktadır. Bu lenfomalar özellikle mediasten tutulumu göstermekle birlikte, periferik lenf nodu tutulumları da bildirilmektedir. Bu grup lenfomalar literatürde “Hodgkin benzeri özellikler taşıyan Büyük B Hücreli lenfoma” ya da “Hodgkin-benzeri anaplastik büyük hücreli lenfoma” olarak da tanımlanmıştır. DBBHL/HL özellikle 20-40 yaş grubundaki genç erkeklerde sıktır. Etiyolojisi bilinmese de %20 olguda EBV saptanmıştır. DBBHL/HL sıklıkla anterior mediasten kitlesi olarak ortaya çıkmaktadır. Periferik lenf nodları daha az sıklıkla tutulum göstermektedir. Akciğere direk yayılım gösterebildiği gibi karaciğer dalak ve kemik iliği tutulumu da yapabilir. DBBHL/HL grubunun Primer Mediastinal Büyük B hücreli lenfoma (PMBL) ile klasik HL arasında devamlılık gösteren lenfoma spektrumunda yer aldığı düşünülmektedir. PMBL ve klasik HL aynı hastada simultane kompozit lenfoma olarak ya da sekans şeklinde, önce klasik HL ve onu takiben PMBL şeklinde de görülebilmektedir. Sekans gösteren tümörlerde klonal ilişki gösterilmiştir. DBBHL/HL grubunda morfolojik olarak yaygın fibrotik stroma içinde tabakalar şeklinde büyüme gösteren pleomorfik tümör hücreleri mevcuttur. Atipik hücreler iri ve PMBL vakalarında görülenden daha pleomorfiktir. İri hücreler HL daki “lakuner” hücrelere benzerlik gösterir. Karakteristik olarak tümörün farklı alanlarında farklı sitolojik görünümler saptanır; bazı alanlar daha çok HL ya benzerken, bazı alanlar DBBHL ya benzerlik gösterir. İmmunofenotipik olarak lenfoma hücreleri klasik HL ile PMBL arasında değişici özellikler gösterir. Tümör hücreleri tipik olarak CD45 pozitiftir. B hücre belirteçleri CD 20 ve CD 79 alfa ve Hodgkin lenfoma belirteçleri CD 30 ve CD15 güçlü olarak eksprese olur. B hücre transkripsiyon faktörleri olan PAX 5, OCT-2 ve BOB-1 genellikle pozitiftir. Olguları DBBHL/HL kategorisine taşıyan özellikler; Büyük B hücreli lenfomaya benzeyen olgularda güçlü CD 15 pozitifliği ile morfolojik olarak klasik HL’ya benzeyen olgularda CD20 ve/veya diğer B hücre belirteçlerinin güçlü ve yaygın olarak ekspresyonudur. Gen ekspresyon çalışmaları ile klasik HL ile PMBHL arasında yakın ilişki gösterilmesine karşın, DBBHL/HL kategorisindeki gri zon lenfoma vakalarında spesifik genomik çalışmalar henüz net sonuçlar vermemiştir. DBBHL/HL grubundaki vakalar klasik HL ya da PMBL vakalarına göre daha agresif klinik süreç göstermektedir. Optimum tedavi seçeneği konusunda konsensus olmamakla birlikte, agresif Büyük B hücreli lenfomalarda uygulanan tedavinin etkili olduğu yönünde çalışmalar mevcuttur. Kaynaklar 1-Swerdlow S, Campo E, Harris NL, Jaffe ES, Pileri SA, Stein H, Thiele J, Vardiman JW(2008). WHO classification of tumors of Hematopoetic and Lymphoid Tissues. IARC, Lyon. 2.Hasserjian RP, Ott G, Elenitoba-Johnson KS, Balague-Ponz O, Jong D, Leval L. Commentary on the WHO classification of tumors of lymphoid tissues (2008): ”Gray zone” lymphomas overlapping with Burkitt lyphoma or classical Hodgkin lymphoma. J Hematopathol (2009) 2:89-95. 3.Mani H, Jaffe ES. Hodgkin lymphoma: An update on its biology with newer insights into classification. Clin Lymphoma Myeloma (2009) 9(3):206-216. 4. Tomita N, Tokunaka M, Nakamura N, Takeuchi K, Koike J, Motomura S, Miyamoto K, Kikuchi A, Hyo R, Yakushijin Y, Masaki Y, Fujii S, Hayashi T, Ishigatsubo Y, Miura I.Clinicopathological features of lymphoma/leukemia patients carrying both BCL2 and MYC translocations. Haematologica. (2009)94(7):935-43. 5. Jong D.Novel lymphoid neoplasms--the borderland between diffuse large B-cell lymphoma and Burkitt's lymphoma. Haematologica. (2009)94(7):894-6. MEDİASTİNAL GRAY ZONE / (DBBH – HODGKİN) LENFOMALAR Dr. Mustafa Öztürk Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Klasik Hodgkin lenfoma (KHL) ve primer mediastinal büyük B hücreli lenfoma (PMBBHL) klinik ve biyolojik özellikler açısından benzer özellikler taşımaktadırlar. Dünya sağlık örgütü 2008 yılında aldığı bir karar ile bu iki hastalık arasında kalan lenfoma ‘B cell lymphoma, unclassifiable, with features intermediate between large B cell lymphoma and classical Hodgkins lymphoma’ olarak tanımlanmış ve kısaca GRAY ZONE LENFOMA (GZL) olarak adlandırılmıştır. Klinik olarak PMBBHL ön mediastende balki kitle ile prezente olur ve vena cava süperior sendromu (VCSS) yaparken, KHL genellikle VCSS yapmaz. İmmünfenotipik özellikler açısından KHL CD30(+), CD 45(-), CD15 ise %85 olguda pozitiftir ve B hücre antijenlerinin ekspresyonu zayıf ve heterojendir. Genellikle CD79a(-), CD20 ve PAX5’in düşük düzeyde eksprese olduğu görülmektedir. PMBBHL’lar ise B hücre belirteçlerini eksprese ederler, CD20(+), CD79a(+)’dirler. Ancak tümör hücre yüzeyinde immünglobulin ekspresyonu bulunmamaktadır. B hücre transkripsiyonel faktörleri PAX5, BOB1, OCT2 kuvvetli olarak eksprese edilir. Germinal merkez belirteçleri olan CD10, BCL6, ve CD23 %85 oranda pozitif olarak saptanır. GZL’lar ise pleomorfik tümörlerdir. PMBBHL ve KHL’ya benzeyen yönleri vardır. Genellikle CD45, CD20, CD30 ve CD79a eksprese ederler ve bazı olgularda CD15 pozitiftir. Hücre yüzeyinde immünglobulin ekspresyonu bulunmamaktadır. B hücre transkripsiyonel faktörleri olan PAX5, BOB1, OCT2 çoğu olguda pozitiftir. PMBBHL ve KHL tedavisi birçok çalışmada standardize edilmiştir ve klinik yaklaşımlar belirlenmiştir. Ancak GZL’lar son derece nadir görülen olgular olması nedeniyle prospektif çalışma tecrübesi bulunmamaktadır. Vaka sunumları GZL’ların standart tedavi yaklaşımlarına kötü cevap verdiklerini göstermiştir. GZL’lar EPOCH-R gibi doz yoğun kemoterapiler ile tedavi edildiklerinde dahi PMBBHL‘dan daha kötü seyretmektedir. Tedaviye cevabın düşük olması bu tümörlerin damarlanmasının zayıf olması ve ortası nekrotik balki kitleler oluşturması olarak yorumlanmasına rağmen kesin biyolojik etkenler tam olarak bilinmemektedir. GZL tedavisinde Ritüksimablı immünokemoterapilerin kullanılması ve sonrasında tutulu alan radyoterapisi halen önerilen en önemli tedavi seçeneğidir. ICML-11 LUGANO KONGRESİNDEN ÖZETLER Dr. İbrahim Barışta Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Diffüz Büyük B-Hücreli Lenfoma (DLBCL) FIL (Italian Lymphoma Foundation) DLCL04 Çalışması Genç ve yüksek risk grubunda yer alan DLBCL lenfoma olguları için planlanan bir faz III çalışmada, toplam 399 olguda, 2 (iki) farklı rituksimab + doz yoğun kemoterapi şemasının (R-CHOP-14 veya R-MegaCHOP-14) tek başlarına kullanılması ile önce bu şemaların verilip daha sonra olgulara yüksek doz kemoterapi (YDKT) ve otolog kök hücre transplantasyonu (OKİT) ile konsolidasyon yapılması karşılaştırılmıştır (Vitolo, ICML-11 Lugano # 72). Randomizasyon şu şekilde yapılmıştır: 8 (sekiz) kür R-CHOP-14 (A kolu), 6 (altı) kür R-MegaCHOP-14 (siklofosfamid 1200 mg/m2, doksorubisin 70 mg/m2) (B kolu), 4 (dört) kür R-CHOP-14 + yüksek doz sitozin arabinozid, mitoksantron, deksametazon + BEAM (BCNU, etoposid, sitozin arabinozid, melfalan) + OKİT (C kolu), 4 (dört) kür R-MegaCHOP-14 + yüksek doz sitozin arabinozid, mitoksantron, deksametazon + BEAM + OKİT (D kolu). Karşılaştırmalar A kolu ile C kolu, B kolu ile D kolu, A+B kolu (doz yoğun kemoterapiler) ile C+D kolu (doz yoğun kemoterapi sonrası YDKT ve OKİT) arasında yapılmıştır. Median yaşı 49 ve çoğu evre IV olan toplam 392 olgu analiz edilmiştir. Grade 3/4 hematolojik ve non-hematolojik toksisiteler YDKT ve OKİT kollarında daha fazla görülmüştür. ORR ve CR/CRu oranları, YDKT ve OKİT kolunda %78 ve %75, doz yoğun kemoterapi kolunda ise %83 ve %73 olarak bulunmuştur. ORR ve CR/CRu oranları R-MegaCHOP-14 için %76 ve %70, R-CHOP-14 için ise %84 ve %77 olmuştur. Median 24 aylık izlem süresinde, 2 yıllık PFS oranları istatistiksel fark oluşturacak şekilde YDKT ve OKİT kolları lehine bulunmuştur (%71’e karşın %59, p=0.0128). 2 Yıllık PFS, R-CHOP-14 ile %64, R-MegaCHOP-14 ile %65 bulunmuştur. Çok değişkenli analizde YDKT ve OKİT tüm alt gruplar için fayda sağlamıştır. Kemik iliği tutulumu ise olumsuz bir risk faktörü olarak belirlenmiştir. Yüksek riskli genç DLBCL olgularında birinci basamakta YDKT ve OKİT, R-CHOP-14 şemasına göre relaps oranında belirgin azalma sağlamıştır, ancak daha agresif doz yoğun bir kemoterapi şemasının kullanılması bu yönden bir katkı sağlamamıştır. Genel sağkalım açısından bu 4 (dört) yaklaşım arasında bir fark izlenmemekle birlikte, olguların uzun süreli takibi uygun olacaktır. Konvansiyonel ile Yüksek Doz Tedavi Karşılaştırması Yukarıdakine benzer bir çalışma German High-Grade Non-Hodgkin Lymphoma Study Group (DSHNHL) tarafından planlanmış, 61 yaşın altındaki genç ve yüksek riskli agresif B-hücreli lenfoma olgularında yüksek doz tedavinin etkisi araştırılmıştır (Schmitz, ICML-11 Lugano # 73). Median yaşı 49 olan toplam 306 (üçyüzaltı) olgu, 8 (sekiz) kür CHOEP-14 (etoposid 300 mg/m2) + 6 (altı) doz rituksimab veya 4 (dört) siklus MegaCHOEP-14 (siklofosfamid 1500/4500/4500/6000 mg/m2, doksorubisin 70 mg/m2, vinkristin 2 mg/m2, etoposid 600/960/960/1480 mg/m2, prednizon 500 mg) + 6 (altı) doz rituksimab kollarına randomize edilmiş; olgulara daha sonra 3 (üç) kez ardışık OKİT yapılmıştır. Olguların çoğunda evre III/IV hastalık olduğu belirtilmiştir. ORR, R-CHOEP-14 için %80, R-MegaCHOEP-14 kolu için %75 bulunmuştur (p>0.05). Her iki kol için de yanıtların çoğunluğu CR/CRu şeklinde olmuştur. 3 Yıllık olaysız sağkalım (EFS), R-CHOEP-14 için %70, RMegaCHOEP-14 kolu için %61 bulunmuştur (p>0.05). aaIPI=2 alt grubu için EFS farkı önemlilik sınırına yaklaşmıştır, R-CHOEP-14 kolu için %76, R-MegaCHOEP-14 kolu için %64 (p=0.051). Bu fark aaIPI=3 alt grubu için korunmamıştır. 3 Yıllık genel sağkalım tüm olgular için 2 kol arasında farksız olmakla birlikte, aaIPI=2 alt grubu için R-CHOEP-14 lehine anlamlı olarak üstün bulunmuştur (%91’e karşın %77, p=0.013). Yine bu fark aaIPI=3 alt grubu için korunmamıştır. Yan etkiler R-MegaCHOEP-14 kolunda daha fazla olmuştur. Bu çalışma, yüksek riskli B-hücreli lenfomalı genç olgularda yüksek doz kemoterapi + rituksimab (R-MegaCHOEP-14) şemasının konvansiyonel kemoterapi + rituksimab (R-CHOEP-14) tedavisine üstün olmadığını göstermiştir. Yazarlar, rituksimab sonrası dönemde, bu hasta grubunda YDKT/OKİT’in birinci basamak tedavisi için standart bir yaklaşım olarak kabul edilemeyeceğini belirtmişlerdir. CORAL Çalışması Final Raporu İlk basamak tedavisine refrakter veya ilk basamak tedavisi sonrasında relaps geliştirmiş DLBCL olguları için OKİT standart bir yaklaşım olarak kabul edilmektedir. ICML-11 sırasında final sonuçları sunulan CORAL çalışması, bu grup 481 olguda OKİT öncesinde 2 (iki) farklı hücum şemasını, OKİT sonrasında ise rituksimab ile idame yapılıp yapılmamasını karşılaştırmaktadır (Gisselbrecht, ICML11 Lugano # 75). Olgular önce 3 (üç) kür rituksimab-ifosfamid, karboplatin, etoposid (R-ICE) veya 3 (üç) kür rituksimab-deksametazon, yüksek doz sitozin arabinozid, sisplatin (R-DHAP) şemalarına randomize edilmekte, bir sonraki aşamada yanıtlı olgulara BEAM protokolü verilerek OKİT yapılmakta, en son aşamada ise ikinci kez randomizasyon ile olgular ya 2 (iki) yıl süre ile 2 (iki) ayda bir rituksimab idame, ya da gözlem koluna alınmaktadır. Ana sonlanım noktası olarak indüksiyon fazı için ORR, idame fazı için ise OKİT sonrası 2 yıllık EFS oranı seçilmiştir. Median yaşı 51 olan hasta grubunu çoğunlukla evre III/IV ve IPI 0-1 olgular oluşturmuştur. İndüksiyon fazının tamamlandığı Haziran 2008 itibarı ile ORR, EFS ve OS eşdeğer bulunmuştur. Yan etkiler R-ICE grubunda nisbeten az bulunmuştur. İdame fazında da yanıtlar (rituksimab için CR %43, gözlem için CR %40) ve sağkalım oranları (EFS, PFS, OS) benzer bulunmuştur. 4 Yıllık EFS %53 ve OS %63 olarak bulunmuştur. Rituksimab ile gözlem kolları arasında EFS, PFS, OS açısından fark bulunmamış, ancak çok değişkenli analizde yüksek IPI en önemli prognostik faktör olarak ortaya çıkmıştır (p=0.0004). İlginç bir şekilde, 4 yıllık EFS kadın hastalarda erkeklere oranla daha iyi bulunmuş (%63’e karşın %37, p=0.01) ve cinsiyet bağımsız bir prognostik faktör olarak belirlenmiştir. Ciddi yan etkiler rituksimab kolunda hafifçe yüksek bulunmuştur (%21’e karşın %13). Çalışmada indüksiyon fazında R-ICE ile R-DHAP şemaları, idame fazında rituksimab ile gözlem kolları arasında fark izlenmemiştir. Tanıdan sonra 12 aydan kısa süre içerisinde relaps geliştiren ve başlangıçta rituksimab kullanmış olan olgularda prognoz daha kötü olarak bulunmuştur. Folliküler Lenfoma (FL) PRIMA Çalışması İdame yaklaşımları açısından bir referans noktası oluşturan PRIMA çalışmasında, Groupe d’Etude des Lymphomes Folliculaires (GELF) kriterlerine göre yüksek tümör yükü bulunan folliküler lenfoma olgularında, birinci basamak tedavisi olarak rituksimab ile birlikte kemoterapi alan ve bu tedaviye tam veya parsiyel yanıt veren olgularda, 2 (iki) yıl süre ile, 2 (iki) ayda bir yapılan rituksimab idamesinin, idame yapılmayan olgulara göre belirgin progresyonsuz sağkalım avantajı sağladığı gösterilmiştir. İdame koluna alınan 513 olgu ile sadece gözlem kolundaki 505 olgu karşılaştırıldığında, ikinci yıldaki progresyonsuz sağkalım oranı %82’ye karşın %66 olarak bulunmuştur (p<0.0001). Bu avantaj, tüm yaş gruplarında, tüm folliküler lenfoma prognostik endeksi (FLIPI) alt gruplarında, tüm tedavi protokollerinde (R-CHOP, R-CVP, R-FCM) ve tüm yanıt kategorilerinde (tam yanıt ve parsiyel yanıt) korunmuştur. Böyle olunca, yeni tanı almış folliküler lenfomada, rituksimab içeren kemoterapi sonrasında 2 (iki) yıl süreli rituksimab idamesinin fayda sağladığı görüşü netlik kazanmıştır. ICML-11 sırasında sunumu yapılan analizde, indüksiyon şemalarının tam yanıt (CR) oranları ve PFS açısından karşılaştırması yapılmıştır. R-CHOP kolunda 881, R-CVP kolunda 268, R-FCM kolunda ise 44 olgu içeren çalışmada, CR oranları sırasıyla %68, %54, %64; median 42 aylık takipteki PFS oranları ise sırasıyla %67, %49, %59 olarak bulunmuştur (Morschhauser, ICML-11 Lugano # 22) (Tablo 1). İdame tedavisi verilen olgular açısından R-CHOP en başarılı indüksiyon şeması olarak bulunurken, idame almayarak sadece gözlem kolunda kalan olgular için ise 3 (üç) kemoterapi şeması arasında herhangi bir fark izlenmemiştir. Tablo 1. PRIMA çalışması sonuçları Sonuç R-CHOP R-CVP R-FCM (n=881) (n=268) (n=44) CR/CRu %68 %54 %64 42 Aylık PFS %67 %49 %59 R-CHOP: Rituksimab-siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin, prednizon; R-CVP: rituksimabsiklofosfamid, vinkristin, prednizon; R-FCM: rituksimab-fludarabin, siklofosfamid, mitoksantron; PFS: progresyonsuz sağkalım M FOLL05 IIL (Intergruppo Italiano Linfomi) Çalışması Daha önce tedavi almamış evre II-IV folliküler lenfomalı 534 (beşyüzotuzdört) olgu, 8 (sekiz) kür R-CVP, 6 (altı) kür R-FM (rituksimab-fludarabin, mitoksantron) + 2 (iki) doz rituksimab ve 6 (altı) kür R-CVP + 2 (iki) doz rituksimab kollarına randomize edilmiştir. Olguların yaklaşık yarısında kemik iliği tutulumu, üçte birinde 2 (iki) veya daha yüksek FLIPI skoru olduğu belirtilmiştir. Yanıt oranları açısından, hem R-CHOP hem de R-FM şemaları, R-CVP protokolünden daha üstün bulunmuştur (Federico, ICML-11 Lugano # 135) (Tablo 2). Median 25 aylık izlemde, 3 yıllık tedavi başarısızlığı olmaksızın sağkalım (TTF) çalışmadaki R-CHOP, R-FM ve R-CVP kolları için sırası ile %57, %60 ve %47 olarak bulunmuştur. Tedavi kolu ayırmaksızın tüm olgular için 3 yıllık OS ise %94 olarak rapor edilmiştir. Bekleneceği gibi nötropeni açısından en riskli şema R-FM olmuştur. Ayrıca, R-FM grubunda ikinci malignansi oranı da yüksek bulunmuştur. Tablo 2. FOLL05 IIL çalışması sonuçları Sonuç R-CHOP R-FM R-CVP (n=166) (n=170) (n=168) CR/CRu %71 %70 %66 3 Yıllık TTF %57 %60 %47 R-CHOP: Rituksimab-siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin, prednizon; R-FM: rituksimabfludarabin, mitoksantron; R-CVP: rituksimab-siklofosfamid, vinkristin, prednizon; TTF: tedavi başarısızlığına kadar geçen süre P R-CHOP R-FM Faz III İntergrup Çalışması (Rituksimab ile İzle ve Bekle Yaklaşımı Karşılaştırması) Ülkemizden de katılım bulunan prospektif çok merkezli İntergrup çalışmasında, GELF kriterlerine göre düşük tümör yükü bulunan asemptomatik folliküler lenfoma olgularında “izle ve bekle” yaklaşımına karşın, sadece 4 (dört) doz rituksimab verilmesi veya 4 (dört) doz rituksimab verildikten sonra 2 (iki) yıl süre ile 2 (iki) ayda bir rituksimab idamesi yapılmasının, kemoterapi / radyoterapi başlanması gerekene kadar geçen süreyi anlamlı olarak uzattığı ortaya konmuştur. 3 Yıllık izlemde, tedaviye (kemoterapi / radyoterapi) gerek duyulmama oranları, “izle ve bekle” kolunda %48, sadece 4 (dört) doz rituksimab verilen kolda %80, 4 (dört) doz rituksimab sonrası 2 (iki) yıl idame yapılan kolda ise %91 olarak bulunmuştur (Ardeshna, ASH 2010 # 6). Rituksimab toksisitesinin az olması nedeniyle, çalışmadaki 3 (üç) tedavi kolunda yaşam kalitesinin (QoL) karşılaştırılması yapılarak sonuçları ICML-11 kongresinde sunulmuştur (Ardeshna, ICML-11 Lugano # 19). Bu analiz için “izle ve bekle” kolunda 186 (yüzseksenaltı), sadece 4 (dört) doz rituksimab kolunda 84 (seksendört) ve 4 (dört) doz rituksimab sonrası 2 (iki) yıl idame kolunda 192 (yüzdoksaniki) olgu değerlendirilmiştir. Başlangıçta, yedinci ve onüçüncü aylarda verilen QoL anketleri ile toplam 456 (dörtyüzellialtı) olguda fonksiyonel olarak kendisini iyi hissetme ile anksiyete ve depresyon düzeyindeki değişme değerlendirilmiştir. Fonksiyonel olarak kendisini iyi hissetme tüm gruplarda iyi ve birbirine benzer bulunup, yedinci ve onüçüncü aylarda değişmemiştir. Emosyonel olarak kendini iyi hissetme açısından ise, yedinci ve onüçüncü aylarda tüm gruplarda istatistiksel açıdan anlamlı oranda iyiye gidiş izlenmiştir. Rituksimab idame kolunda bu iyiye gidişin biraz daha belirgin olduğu izlenimi alınmakla birlikte, aradaki fark istatistiksel açıdan önemli bulunmamıştır. Rituksimab idame kolunda olan olgular, hastalıklarının kontrolde olduğu hissine daha yüksek oranda sahip olmuş ve hastalıklarının daha agresif hale dönüşmesinden daha az endişe duymuşlardır. Mantle Cell Lenfoma (MCL) European MCL Network Younger (Genç Olgular) Çalışması European MCL Network Younger (Genç Olgular) çalışması standart R-CHOP ile yüksek doz sitozin arabinozid içeren bir kombinasyon şemasının etkinliğini karşılaştırmak üzere planlanmıştır. Toplam 497 (dörtyüzdoksanyedi) olgu 6 (altı) kür R-CHOP sonrası otolog kök hücre transplantasyonu (OKİT) ile dönüşümlü üçer kür R-CHOP ve R-DHAP (rituksimab-deksametazon, yüksek doz sitozin arabinozid, sisplatin) sonrası OKİT kollarına randomize edilmiştir. Ana sonlanım noktası tedavi başarısızlığına kadar geçen süre (TTF)’dir. R-CHOP/R-DHAP kolunda median TTF’ye ulaşılamazken, R-CHOP kolunda median TTF 49 ay olarak bulunmuştur (p=0.0384) (Hermine, ICML-11 Lugano # 23). Bu fayda tüm mantle cell lenfoma enternasyonal indeksi (MIPI) alt grupları için geçerli olmuştur. OKİT sonrası median remisyon süresi de yüksek doz sitozin arabinozid içeren kolda üstün bulunmuştur (median süreye ulaşılamadıya karşın 48 ay, p=0.047). Her iki grup için 3 yıllık genel sağkalım ise benzer olup, yaklaşık %80 bulunmuştur. Hematolojik ve renal toksisite yüksek doz sitozin arabinozid içeren protokolde daha fazla izlenmiştir, ancak renal toksisitenin sitozin arabinozide değil sisplatine bağlı olduğu düşünülebilir. Araştırıcılar şu an için genel sağkalım verisi desteklememekle birlikte, genç MCL olgularında yüksek doz sitozin arabinozid içeren bir protokol sonrası OKİT’in standart tedavi olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. MCL Tedavisinde Lenalidomid + Rituksimab Elliiki MCL olgusunun katıldığı bir faz I/II klinik çalışmada, günlük 10-25mg doz aralığında lenalidomid (1-21. günler) ve başta haftada bir (ilk 4 hafta) daha sonra 28 günde bir olmak üzere 375mg/m2 rituksimab verilmiştir. Çalışmanın faz I kısmında 14 olguda lenalidomid için maksimal tolere edilebilen doz (MTD) 20mg/gün olarak bulunmuştur. Çalışmanın faz II kısmında ise 46 olgu yer almıştır. Toplam yanıt oranı (ORR) %58, tam yanıt (CR) oranı %33, median yanıt süresi 19 ay, median PFS 13 ay ve median OS 25 ay olarak bulunmuştur (Wang, ICML-11 Lugano # 109). Yavaş Seyirli Lenfoma Tedavisinde Lenalidomid + Rituksimab İlk faz I/II çalışmada R-CHOP ile birlikte 10 (on) gün süre ile lenalidomid kullanılarak MTD ve etkinlik araştırılmıştır. Lenalidomid için doz arttırma basamakları 15mg, 20mg ve 25mg olmuş, hastalara çalışma süresince profilaktik asetil salisilik asit ve tedavinin ikinci gününde pegile filgrastim verilmiştir. Çalışmanın faz I kısmında MTD 25mg/gün olarak bulunmuştur. Faz II kısmında toplam 32 (otuziki) olgu incelenmiş, grade 3/4 trombositopeni %41, grade 3/4 nötropeni %88, ORR %100 ve CR oranı %83 olarak bulunmuştur (Nowakowski, ICML-11 Lugano # 110). İkinci bir çalışmada, daha önce tedavi almamış yavaş seyirli 100 (yüz) lenfoma olgusuna günlük 20mg lenalidomid (1-21. günler) ve 375mg/m2 rituksimab (1. gün) verilerek şema 28 günde bir tekrar edilmiştir (Fowler, ICML-11 Lugano # 137). Median yaşı 58 olan olguların histolojiye göre dağılımında, 24 küçük lenfositik lenfoma (SLL), 27 marjinal zon lenfoma (MZL) ve 49 folliküler lenfoma (FL) yer almıştır. Çalışmadaki yanıt oranları oldukça yüksek olup, en yüksek başarı %98’lik ORR ile FL grubunda elde edilmiştir (Tablo 3). Ayrıca, tedaviye devam ile yanıtın daha da iyiye gittiği dikkati çekmiştir. İlginç olarak, GELF kriterlerine göre yüksek tümör yüküne sahip olan veya “bulky” hastalığı bulunan FL olgularında da diğer hastalar gibi yüksek yanıt oranları elde edilmiştir. Tüm grup için 2 yıllık PFS %86 olarak bulunmuştur. Tablo 3. Yavaş seyirli lenfoma tedavisinde lenalidomid + rituksimab Sonuç SLL MZL FL (n=24) (n=27) (n=49) CR/CRu %25 %67 %85 PR %59 %21 %13 SLL: Küçük lenfositik lenfoma; MZL: marjinal zon lenfoma; FL: folliküler lenfoma Yaşlı Hastalardaki Tedavi Stratejileri R-CHOP-14 ile R-CHOP-21 Karşılaştırması GELA tarafından median yaşı 70 olan 602 (altıyüziki) olguluk bir grupta planlanan faz III randomize LNH03-6B çalışması R-CHOP-14 ile R-CHOP-21’i karşılaştırmıştır. ICML-11 sırasında bu çalışmanın median 44 aylık takip sonrası yapılan ikinci ara değerlendirmesi sunulmuştur (Delarue, ICML-11 Lugano # 24). Olguların büyük çoğunluğunun IPI ile 3-5 risk faktörü taşıdığı belirtilmiştir. R-CHOP14 kolunda tedavi sikluslarının %89’unda G-CSF kullanılmıştır. CR/CRu elde edilen hasta oranları RCHOP-14 ve R-CHOP-21 için sırasıyla %72 ve %75 olmuştur. Yine sırasıyla, 3 yıllık EFS oranları %57 ve %60, 3 yıllık PFS oranları %60 ve %62, 3 yıllık OS oranları %70 ve %72 olarak bulunmuştur. Grade 3/4 nötropeni ve anemi R-CHOP-14 kolunda daha sık görülmüştür. Hastanede geçen median gece sayısı da R-CHOP-14 için 9 (dokuz), R-CHOP-21 için 7 (yedi) olarak bulunmuştur. Tüm bu bulgular ışığında, doz yoğun R-CHOP-14’ün klasik R-CHOP-21’den daha etkin olmadığı sonucuna varılmıştır. Son rituksimab dozu, 8 (sekiz) kür R-CHOP-21 verildiğinde 148. güne, 8 (sekiz) kür R-CHOP-14 verildiğinde ise 98. güne gelmektedir, dolayısı ile 21 (yirmibir) günlük şemalar hastaların rituksimab maruziyetini daha uzun bir zaman aralığına yaymaktadır. İntergrup E2496 Çalışması: ABVD ile Stanford V Karşılaştırması Faz III İntergrup E2496 Çalışması, ileri evre Hodgkin hastalarında klasik doksorubisin, bleomisin, vinblastin, dakarbazin (ABVD) şeması ile Stanford V protokolünü karşılaştırmıştır (Evens, ICML-11 Lugano # 107). Toplam 812 (sekizyüzoniki) olgu, 6-8 (altı-sekiz) kür ABVD kemoterapisi ve “bulky” mediastinal hastalık var ise radyoterapi koluna veya Stanford V protokolüne (12 haftalık kemoterapi ve 5cm’den büyük hastalık bölgelerine 36 Gray radyoterapi) randomize edilmiştir. Çalışmada yer alan 60 yaş ve üzerindeki 43 (kırküç) olgu ayrı olarak analiz edilmiştir (23 olgu ABVD, 20 olgu Stanford V kolunda). Çoğu yaşlı olguda evre III hastalık bulunduğu, genç olgulara göre mikst sellüler histolojinin daha sık olduğu ve ECOG performans statüsü iyi olan hastaların nisbeten az olduğu dikkati çekmiştir. Genç olgulara göre grade 3 ve 4 toksisitede genel olarak bir benzerlik bulunmakla birlikte, bleomisine bağlı akciğer toksisitesi yaşlı olgularda %26’ya dek çıkmış ve bu toksisitenin fatalite oranı %18 olarak bulunmuştur. Ayrıca tedaviye bağlı mortalite, yaşlı grupta gençlere göre belirgin olarak yüksek bulunmuştur (%9.3’e karşın %0.3, p<0.001). Kemoterapi kollarının ORR, CR oranı, PFS ve OS açısından etkinliği benzer olmuştur. Ancak, yaşlı hastalarda gençlere göre hem 3 yıllık PFS (%55’e karşın %76, p=0.0014), hem de 3 yıllık OS (%69’a karşın %93, p<0.0001) daha düşük bulunmuştur. Araştırıcılar bu farkın hastalık biyolojisi ve başta bleomisin pulmoner toksisitesi olmak üzere artmış toksisitelere bağlı olabileceğini vurgulamışlardır. T Hücreli Lenfomalar Bently Çalışması Fransız GOELAMS grubu tarafından yapılan faz II Bently çalışması ile relaps/refrakter T hücreli lenfoma veya mikozis fungoidesli 47 (kırkyedi) olguda 3 (üç) kür bendamustin (120 mg/m2, 1 ve 2. günler, 21 günde bir) tedavisinin etkinliğini araştırılmıştır (Damaj, ICML-11 Lugano # 126). Çoğunluğu erkek cinsiyete, anjioimmünoblastik (AILT) histolojiye ve ekstranodal yerleşime sahip olan 28 olgu değerlendirilerek %42 ORR ve %23 CR oranı rapor edilmiştir. Tüm olgular için median yanıt süresi 5 ay, CR elde edilen olgular için ise 12 ay olarak bulunmuştur. Brentuksimab Vedotin (SGN-35) Brentuksimab vedotin (SGN-35), potent bir anti-mikrotübül ajan olan monometil auristatin E (MMAE) ile konjuge edilmiş selektif bir CD30 antikorudur. Kongre sırasında güncellenmiş sonuçları sunulan bir faz II çalışmada, SGN-35’in sistemik anaplastik büyük hücreli lenfomada (SALCL) etkinliği araştırılmıştır (Shustov, ICML-11 Lugano # 125). Median yaşı 52 olan toplam 58 (ellisekiz) relaps/refrakter SALCL olgusuna 1.8 mg/kg SGN-35, intravenöz yolla, 21 (yirmibir) günde bir, maksimum 16 (onaltı) siklus olacak şekilde verilmiştir. Çoğu ALK negatif ve ilk basamak tedavisine refrakter olan hasta grubunda %86 ORR, %57 CR oranı ve median 13 ay yanıt süresi elde edilmiştir. Tam yanıt elde edilenlere bir sonraki aşamada sorunsuz olarak OKİT yapılabilmesi de büyük avantaj oluşturmuştur. İzlenen en önemli yan etkinin çoğu zaman reverzibl olan periferik nöropati olduğu belirtilmiştir. Brentuksimab vedotin (SGN-35), ayrıca 102 (yüziki) olguluk bir faz II çalışmada relaps/refrakter Hodgkin lenfomada denenerek %75 ORR ve %34 CR oranı elde edilmiştir (Younes, ICML-11 Lugano # 160). Benzer şekilde bu çalışmada da en önemli yan etki periferik nöropati olmuştur. Yeni Ajanlar GA101 (Obinutuzumab) GA101 (obinutuzumab), bir tip II humanize monoklonal anti-CD20 antikorudur. Relaps/refrakter yavaş seyirli lenfoması olan 40 (kırk) olguda yapılan bir faz I/II çalışmada (GAUGUIN-BO20999), olgular 3 haftada bir, 9 (dokuz) kez 400mg GA101 (düşük doz kolu, toplam 22 olgu) veya ilk 2 (iki) GA101 dozu 1600mg, daha sonrakiler 800mg olacak şekilde toplam 9 (dokuz) doz GA101 (yüksek doz kolu, toplam 18 olgu) alacak şekilde randomize edilmişlerdir (Salles, ICML-11 Lugano # 66). Çalışma grubunun büyük çoğunluğunu rituksimaba dirençli ve yaygın hastalığı olan olgular oluşturmuştur. Tüm hastalar için daha önceden kullanılan median tedavi sayısı 3 (üç) olarak bildirilmiştir. Çalışma için ana sonlanım noktası, son infüzyondan 4 hafta sonra değerlendirilen tedavi yanıtı olmuştur. ORR yüksek doz GA101 kolu için %55, düşük doz GA101 kolu için %17 olarak bulunmuştur. Rituksimab dirençli olan olgularda ORR ise, yüksek doz GA101 kolunda %50, düşük doz GA101 kolunda %8 olarak bulunmuştur. Median PFS yüksek ve düşük doz GA-101 kolları için sırasıyla 11 ve 6 ay olarak bulunmuştur. Hem yüksek, hem düşük doz gruplarında %70’in üzerinde infüzyon reaksiyonu izlenmiştir. İkinci bir çalışma, median yaşı 71 olan 40 (kırk) CD20 pozitif agresif lenfoma (aNHL) olgusunda GA101 etkinliğini araştırmak üzere planlanmıştır (aNHL)(GAUGUIN-BO20999) (Cartron, ICML-11 Lugano # 144). Olgular 3 (üç) haftada bir, toplam 9 (dokuz) kez düşük doz (400mg) GA101 (n=21) veya ilk 2 (iki) kez 1600mg, daha sonraki 7 (yedi) kez de yüksek doz (800mg) GA101 (n=19) alacak şekilde randomize edilmişlerdir. Olguların daha önce median 3 (üç) farklı tedavi almış ve tümünün daha önce rituksimab ile karşılaşmış olduğu belirtilmiştir. ORR düşük doz grubu için %24, yüksek doz grubu için %32 olarak bulunmuştur. DLBCL olguları için yanıt irdelendiğinde, düşük doz grubundaki 10 olguda %80, yüksek doz grubundaki 15 olguda %27 ORR oranı elde edildiği, ancak bunlar arasında hiç tam yanıt (CR) bulunmadığı dikkati çekmiştir. MCL olguları için yanıt irdelendiğinde, düşük doz grubundaki 11 olguda %18, yüksek doz grubundaki 4 olguda %50 ORR bildirilmiştir. Rituksimaba dirençli olgularda ORR ise, düşük doz için %8 ve yüksek doz için %25 bulunmuştur. Yukarıdaki çalışmada olduğu gibi %70’i aşan oranda infüzyon reaksiyonu izlenmiştir. Blinatumomab Bir faz I çalışmada, bispesifik T-hücresi bağlayıcı (BiTE) anti-CD19 antikoru blinatumomab 70 (yetmiş) relaps/refrakter B-hücreli NHL olgusunda denenmiştir (Goebeler, ICML-11 Lugano # 68). Median yaşı 65 olan, daha önce median 2 (iki) tür tedavi almış, çoğunluğu evre III/IV hastalığa sahip FL veya MCL olgularında, en önemli yan etkiler afazi ve serebellar semptomlar olmuştur. Intent-to-treat (ITT) analizinde, 60 μg/m2/gün dozunda, ORR %59 (CR/CRu=10, PR=10) olarak bulunmuştur. İlaca yeteri kadar maruz kalan olgularda ORR %71’e dek çıkmış ve median yanıt süresi 500 günün üzerinde bulunmuştur. SAR3419 Bir immünokonjugat olan SAR3419, CD19’u hedefleyen hümanize monoklonal antikor ve bu antikora disülfid bağı ile bağlanan bir maytansinoid türevi ve potent tubulin inhibitörü olan DM4’ü içermektedir. Bir faz I/II çalışma ile daha önce yoğun tedavi almış relaps/refrakter B-hücreli lenfoma olgularında SAR3419 etkinliği araştırılmıştır (Coiffier, ICML-11 Lugano # 70). SAR3419, çalışmanın faz I kısmında, median yaşı 67 olan 44 (kırkdört) olguda, 10-70mg/m2 aralığında, 7 (yedi) doz seviyesinde denenmiş ve olgulara haftada bir olmak üzere toplam 8-12 doz SAR3419 verilmiştir. Hasta grubunun çoğunluğunu evre III/IV FL (n=19) veya DLBCL (n=16) olguları oluşturmuştur. Daha önceki tedaviler açısından, median tedavi sayısının 3 (üç), rituksimab kullanım oranının %98 ve transplantasyon yapılmış olma oranının %48 olduğu vurgulanmıştır. MTD 55 mg/m2 olarak bulunmuş, doz sınırlayıcı toksisite (DLT) olarak nötropeni, bulanık görme (optik nöropati) ve EKG’de sol ön üst dalcık bloğu izlenmiştir. SAR3419 dozu olarak 20 mg/m2 ve üzerine çıkılan 38 olguda ORR %32 (6 olguda CR/CRu), MTD (55mg/m2) düzeyinde ilaç alabilen 22 olguda ise ORR %36 (3 olguda CR/CRu) olarak bulunmuştur. Yanıt süreleri 5 hafta ile 55 hafta arasında değişmiştir. KW-0761 Bir anti-CCR4 antikoru olan KW-0761 ile 27 (yirmiyedi) erişkin T-hücreli lösemi lenfoma (ATLL) olgusunda yapılan faz II çalışmada, 8 (sekiz) hafta süreyle, haftada 1 kez, 1mg/kg dozunda intravenöz KW-0761 verilerek, 8 CR, 5 PR, 2 SD ve toplamda %50 ORR elde edilmiştir (Tobinai, ICML-11 Lugano # 64). Median PFS 5 ay, median OS 14 ay olarak bulunmuştur. Tedaviye bağlı olarak izlenen en sık yan etkiler lenfopeni, infüzyon reaksiyonları, cilt döküntüsü ve ALT-AST değişiklikleri olmuştur. Kaynaklar(Alfabetik sıralı) 1. Ardeshna KM, Qian W, Smith P, et al. An Intergroup Randomised Trial of Rituximab Versus a Watch and Wait Strategy In Patients with Stage II, III, IV, Asymptomatic, Non-Bulky Follicular Lymphoma (Grades 1, 2 and 3a). A Preliminary Analysis. Blood 2010;116, abstract 6 2. Ardeshna KM, Qian W, Stephens R, et al. Preliminary Results of Quality of Life (QoL) Analyses from the Intergroup Phase III Randomised Trial of Rituximab vs Watch and Wait Approach in Patients with Advanced Stage, Asymptomatic, Non-Bulky Follicular Lymphoma (FL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 19 3. Cartron G, Thieblemont C, Solal-Celigny P, et al. Results from a Phase II Study (BO20999) of RO5072759 (GA101) Monotherapy in Relapsed/Refractory Aggressive Non-Hodgkin’s Lymphoma. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 144 4. Coiffier B, Ribrag V, Dupuis J, et al. Phase I/II Study of the Anti-CD19 Maytansinoid Immunoconjugate SAR3419 Administered Weekly to Patients (Pts) with Relapsed/Refractory B-Cell Non-Hodgkin’s Lymphoma (NHL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 70 5. Damaj G, Gressin R, Bouabdallah K, et al. Preliminary Results From an Open-Label, Multicenter, Phase II Study of Bendamustine in Relapsed or Refractory T-Cell Lymphoma from the French GOELAMS Group: The Bently Trial. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 126 6. Delarue R, Haioun C, Coiffier B, et al. Survival Impact of Darbepoetin Alfa in Patients with Diffuse Large B-Cell Lymphoma (DLBCL) Treated with Immunochemotherapy: The LNH036B GELA Study. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 24 7. Evens AM, Hong F, Gordon LI, et al. Efficacy and Tolerability of ABVD and Stanford V for Elderly Advanced-Stage Hodgkin Lymphoma (HL): Analysis from the Phase III Randomized US Intergroup Trial E2496. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 107 8. Federico M, Luminari S, Dondi A, et al. R-CVP vs. R-CHOP vs. R-FM for the Initial Treatment of Patients with Advanced Stage Follicular Lymphoma. Preliminary Results of FOLL05 ILL Trial. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 135 9. Fowler N, Hagemeister F, McLaughlin P, et al. Lenalidomide Plus Rituximab is a Highly Effective and Well-Tolerated Biologic Therapy in Untreated B Cell Non-Hodgkin’s Lymphoma. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 137 10. Gisselbrecht C, Glass B, Fournier M, et al. Salvage Regimen with Autologous Stem Cell Transplantation with or without Rituximab Maintenance in Relapsed Diffuse Large B-Cell Lymphoma (DLBCL): CORAL Final Report. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 75 11. Goebeler M, Viadort A, Noppeney R, et al. Blinatumomab (CD3/CD19 BITE ® Antibody) Results in High Response Rate in Patients with Relapsed Non-Hodgkin Lymphoma (NHL) Including MCL and DLBCL. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 68 12. Hermine OR, Hoster E, Walewski J, et al. Alternating Courses of 3x CHOP and 3x DHAP Plus Rituximab Followed by a High Dose Ara-C Containing Myeloablative Regimen and Autologous Stem Cell Transplantation (ASCT) is Superior to 6 Courses of CHOP Plus Rituximab Followed by Myeloablative Radiochemotherapy and ASCT in Mantle Cell Lymphoma: Update of Results of the MCL Younger Trial of the European MCL Network (MCL Net). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 23 13. Morschhauser F, Seymour J, Feugier P, et al. Impact of Induction Chemotherapy Regimen on Safety, Response and Outcome in the PRIMA Study. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 22 14. Nowakowski G, Reeder CB, Laplant B, et al. Combination of Lenalidomide with R-CHOP (R2CHOP) is Safe and Effective as Initial Therapy for Aggressive B-Cell Lymphomas – A Phase I/II Study. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 110 15. Salles G, Morschhauser F, Thieblemont C, et al. Results from a Phase I/II Study (BO20999) of RO5072759 (GA101) Monotherapy in Relapsed/Refractory Non-Hodgkin’s Lymphoma. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 66 16. Schmitz N, Nickelsen M, Ziepert M, et al. Conventional Chemoimmunotherapy (R-CHOEP14) or High-Dose Therapy (R-Mega-CHOEP) for Young, High-Risk Patients with Aggressive B-Cell Lymphoma: Final Results of the Randomized Mega-CHOEP Trial of the German HighGrade Non-Hodgkin Lymphoma Study Group (DSHNHL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 73 17. Shustov A, Advani R, Brice P, et al. Durable Remission with SGN-35 (Brentuximab Vedotin): Updated Results of a Phase 2 Study in Patients with Relapsed or Refractory Systemic Anaplastic Large Cell Lymphoma (SALCL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 125 18. Tobinai K, Ishida T, Yamamoto K, et al. Promising Results of an Anti-CCR4 Antibody, KW0761, for Relapsed Adult T-Cell Leukemia-Lymphoma (ATL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 64 19. Vitolo U, Chiapella A, Brusamolino E, et al. A Randomized Multicenter Phase III Study for 20. First Line Treatment of Young Patients with High Risk (aaIPI 2-3) Diffuse Large B-Cell Lymphoma (DLBCL): Rituximab (R) Plus Dose-Dense Chemotherapy CHOP14/MegaCHOP14 with or without Intensified High-Dose Chemotherapy (HDC) and Autologous Stem Cell Transplantation (ASCT). Results of DLCL04 Trial of Italian Lymphoma Foundation (FIL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 72 21. Wang M, Fayad L, Wagner-Bartak M, et al. Oral Lenalidomide Plus 4 Doses of Rituximab Induced Prolonged Remissions in Relapsed/Refractory Mantle Cell Lymphoma: A Completed Phase I/II Trial. Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 109 22. Younes A, Gopal AK, Smith SE, et al. Durable Complete Remissions in a Pivotal Phase 2 Study of SGN-35 (Brentuximab Vedotin) in Patients with Relapsed or Refractory Hodgkin Lymphoma (HL). Ann Oncol 2011;22(Suppl 4): abstract 160 HODGKİN LENFOMA TEDAVİSİNDE YENİ AJANLAR (BERNTUXIMAB VEDOTIN) GATA TIBBİ ONKOLOJİ KLİNİĞİ DENEYİMİ Dr. Fikret Arpacı Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Hodgkin lenfoma (HL) hastalarının %15-30’da konvansiyonel tedavilerle uzun süreli remisyon sağlanamamaktadır. Başlangıçtaki kombine kemoterapiye yanıt vermeyen nüks ya da progresyon gösteren bazı vakalar için, Otolog periferal kan kök hücre transplantasyonu (OPKKHT) küratif bir tedavi olabilmektedir. Ancak OPKKHT bu tür vakaların yaklaşık %50’de etkili olabilmektedir. Brentuximab vedotin seçici olarak, CD30 pozitif hücrelerin apopitotik ölümünü uyarmaktadır. Metod: OPKKHT sonrası relaps olan HL hastalarında Brentuximab vedotinin etkinlik ve güvenilirliğini değerlendirdik. Hastalara 1.8 mg/kg Brentuximab vedotin 30 dakikalık infüzyonla her 3 haftada bir 10 siklusa kadar verildi. Çalışmanın primer sonlanım noktası objektif yanıt ve toksisiteyi saptamaktır. Bulgular: Çalışmaya ortanca yaşı 25 olan (18-25 yaş) 4’ü erkek 5 hasta katıldı. Hastalar daha önceden OPKKHT hariç ortanca 4 farklı hat (3-5) kemoterapi kullanmışlardı. Hastaların %80’i primer refrakter hastalığa sahipken, %80’i en son tedavilerine yanıt vermeyen olgulardı. %80 hastada tümörde regresyon saptanırken, tüm objektif yanıt oranı % 40 (n=2), parsiyel remisyon (PR) 2 hastada görüldü. Tedaviyle ilişkili en sık yan etki olarak alopesi, karın ağrısı, yorgunluk, uykusuzluk ve ishal gözlendi. Grad 3 ve üzeri düzeyinde görülen yan etkiler olarak, ≥ % 60 hastada görülen yorgunluk, uykusuzluk, artralji ve ishal saptandı. Sonuç: Tolere edilebilir yan etki profiliyle Brentuximab vedotin, OPKKHT sonrası relaps gelişen HL olgularında tek ajan olarak kullanıldığında hastaların %40’da objektif tedavi yanıtını sağlamıştır. Daha önceden yoğun tedavi almış bu çalışma grubunda, 5 hastanın 2’de (%40) PR ve tümör regresyonu ayrıca hastaların %80’de klinik düzelme sağlandı. KLİNİSYEN GÖZÜYLE ARA DEĞERLENDİRME VEYA TAKİPTE PET + OLGULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Dr. Ayşen Timurağaoğlu Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Antalya Hodgkin veya Hodgkin dışı lenfomalarda positron emisyon tomografisi (PET/PET-CT) kullanıma girmeden önce hemen bütün hematoloji ünitelerinde hastalar, tanı sırasında evreleme amacıyla, 3 veya 4. Kür kemoterapi (KT) sonrasında ve KT ± radyoterapi (RT) tamamlandıktan sonra boyun, toraks, alt-üst batın bilgisayarlı tomografi (CT) ile değerlendirilirdi. Remisyona giren hastalar ilk iki yıl genellikle 3 ayda bir fizik muayene ve kan testleri, 6 ayda bir de tüm vücut CT ile takip edilirdi. Hodgkin lenfomada tüm klinik evreler değerlendirildiğinde, RT ile birlikte veya tek başına kombine kemoterapilerle uzun süreli yaşam %75 in üzerine çıkmıştır (1). Günümüzde pek çok merkezde ABVD ve tutulmuş alan RT uygulanmaktadır (2). Sonuçları daha da iyileştirmek için geliştirilen BEACOPP gibi yoğun protokollerin ise hematolojik yan etkileri fazla olup akut lösemi gibi ikincil malignite geliştirme riski vardır. PET/PET-CT kullanıma girdikten sonra bu hastalıkların tedavi ve takiplerinde değişiklikler olmaya başladı. Hodgkin lenfomada PET/CT kullanım amaçları 1- evreleme konvansiyonel yöntemlere göre daha hassas olması nedeniyle %25-30 olguda evrelemede değişikliğe neden olmaktadır. Bu, genellikle daha fazla lenf bezi tutulumu göstermesi nedeniyle daha yüksek evreye geçiş şeklinde olmakta olup tedavi planını etkileyebilmektedir. Ancak, evre I-II deki hastaların dahi KT alması bu kullanım amacını biraz etkilemektedir. Yine de RT planlanacak hastalar için tutulmuş alanın şekli, büyüklüğü ve doz ayarlamada yol gösterici olabilmektedir (3,4). 2- erken evre olgularda 2 kür KT sonrası PET/CT ile yanıt değerlendirme ile fazla doz kemoterapi, gereksiz RT engellenebilir ve doğal olarak ikincil malignite riski azaltılabilir (5). 3- ileri evre olgularda ara değerlendirme ile tedavi planının değiştirilmesi için kullanılmasını önerenler olmakla birlikte klinik çalışmalar dışında bu yaklaşımın uygulanmaması yönünde de görüşler vardır (6). 4-tedavi sonrası yanıt değerlendirme genellikle tüm vücut CT ve eğer başlangıçta varsa kemik iliği (Kİ) biopsisi ile yapılmaktadır. CT ler ve Kİ biopsisi negatif ise ileri araştırma gerekmemektedir. Ancak; Hodgkin lenfomada olguların çoğunda rezidüel kitle kalabilmektedir. Bu kitlenin fibröz artık doku veya hastalıklı doku ayrımını PET/CT ile yapabilmekteyiz (7,8). 5-tedavi sonrası nüksün değerlendirilmesinde bir dönem kullanılmış olmakla birlikte yapılan çalışmalarla faydasının olmadığı yönünde görüşler daha ağır basmaktadır (9). Tedavi tamamlandıktan sonra çekilen PET negatif ise takiplerin PET/CT ile yapılması da gereksiz kabul edilmiştir. Yalancı pozitiflik te bu aşamada sık karşılaşılan bir bulgu olarak gösterilmiş. 6- relaps-refrakter hastalarda 2. Basamak tedavi sonrası yüksek doz tedavi ve otolog kök hücre desteği öncesi yapılacak PET/CT değerlendirmesinin prognostik önemi olduğu yönünde çalışmalar vardır (10,11). Ancak bu aşamada PET/CT pozitif olgularda çok fazla tedavi alternatifi olmadığı için planlanmış yüksek doz tedaviden vazgeçilmesi önerilmemektedir. Bu nedenle ikinci basamak tedavi sonrası PET/CT nin önemi kalmamaktadır (12). Görüldüğü gibi bu basamakların bazılarında PET/CT kullanımı anlamlı olacakmış gibi görülmesine rağmen yapılan araştırmalar ile “gereksiz” olduğu gösterilmiştir. Hodgkin Lenfomada PET/CT nin kanıta dayalı kullanım alanları yapılacak prospektif çalışmalarla daha da kesinlik kazanacaktır. Kaynaklar 1. H. Brenner, A. Gondos, D. Pulte. Ongoing improvement in long-term survival of patients with Hodgkin disease at all ages and recent catch-up of older patients. Blood 111; 29772983, 2008. 2. B.Klimm, A. Engert. Combined modality treatment of Hodgkin’s Lymphoma. Cancer J. 15; 143-149, 2009. 3. Weihrauch MR, Re D, Bischoff S et al. Whole- body positron emission tomography using 18F-fluorodeoxyglucose for initial staging of patients with Hodgkin’s disease. Ann Hematol. 81; 20-25, 2002. 4. Raanani P, Shasha Y, Perry C et al. Is CT scan stil necessary for staging in Hodgkin and non-Hodgkin lymphoma patients in the PET/CT era? Ann Oncol. 17; 117-122, 2006. 5. Radford J, O’Doherty M, Barrington S et al. Results of the 3rd planned interim analysis of the UK NCRI rapid trial (involved field radiotherapy versus no further treatment) in patients with clinical stages IA/IIA Hodgkin lymphoma and a ‘negative’ 18FDG-PET scan after 3 cycles ABVD (abstract). Haematologica. 95 (suppl 4); 16, 2010. 6. Terasawa T, Lau J, Bardet S et al. Fluorine-18-fluorodeoxyglucose positron emission for interim response assessment of advanced-stage Hogdkin’s lymphoma and diffuse large Bcell lymphoma: a systematic review. J Clin Oncol. 27; 1906-1914, 2009. 7. Cheson BD, Pfistner B, Juweid ME et al. Revised response criteria for malign lymphoma. J Clin Oncol. 25; 579-586, 2007. 8. Engert A, Kobe C, Markova J et al. Assessment of residual bulky tumor using FDG-PET in patients with advanced-stage Hodgkin lymphoma after completion of chemotherapy: Final report of the GHSG HD15 trial (abstract). Blood 116;764, 2010. 9. Mocikova H, Obrtlikova P, Vackova B et al. Positron emission tomography at the end of first-line therapy and during follow-up in patients with Hodgkin lymphoma: a retrospective study. Ann Oncol. 21; 1222-1227, 2010. 10. Moskowitz AJ, Yahalom J, Kewalramani T et al. Pretransplantation functional imaging predicts outcome following autologous stem cell transplantation for relapsed and refractory Hodgkin lymphoma. Blood 116; 4934-4937, 2010. 11. Svoboda J, Andreadis C, Elstrom R et al.prognostic value of FDG-PET scan imaging in lymphoma patients undergoing autologous stem cell transplantation. Bone Marrow Transplantat. 38; 211-216, 2006. 12. Lambert JR, Bomanji JB, Peggs KS et al. Prognostic role of PET scanning before and after reduced-intensity allogeneic stem cell transplantation for lymphoma. Blood 115; 27632768, 2010. HODGKİN LENFOMA KÖK HÜCRE NAKLİNDE PET İLE DEĞERLENDİRME Dr. Zübeyde Nur Özkurt Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Hodgkin lenfomalı hastalar arasında %20-25 ilk sıra tedavi başarısızlığı ve ilk sıra tedaviler ile tam remisyon elde edilen hastaların değişik serilerde %10-60’ında relaps geliştiği bildirilmektedir. Bu nedenlerle kurtarma tedavileri ve kök hücre nakli etkinliği de önem kazanmaktadır. Relaps refrakter Hodgkin lenfomalı hastaların yaklaşık %30-50’sinde otolog kök hücre nakline (OKHN) uzun süreli yanıt alınabilmekte, uzun olaysız sağ kalım süresi ve kimi hastalarda da kür sağlanabilmektedir. Buna karşın hastaların bir kısmında OKHN’e yanıtsızlık bir kısmında da OKHN sonrası relaps gelişebilmektedir. OKHN yanıtı öngörülebilirse toksik tedavilerden kaçınılabilir veya OKHN sonrası diğer etkin tedaviler daha önce kullanılabilir. Relaps Hodgkin lenfomada prognozu belirleyen bilinen faktörler ilk remisyonun süresi, yaş, anemi, ekstranodal tutulum, B semptomu varlığı ve evredir. OKHN öncesi kurtarma tedavisine alınan yanıt da prognoz için önemli bir belirleyicidir. Hodgkin lenfomada 18F-Flourodeoxyglucose (FDG)- positron emission tomography (PET), tanı ve tedavi bitiminde standart olarak kullanılmaktadır. Ayrıca kemoterapiye erken yanıt değerlendirmesi ve FDG-PET’e göre riske dayalı tedavi yaklaşımları giderek yaygınlaşmaktadır. FDG-PET tedavi sonrası fibronekrotik skar veya tümör içeren kalıntı kitlelerin ayrımında bilgisayarlı tomografiye üstündür. Bilgisayarlı tomografi organlarda yerleşen küçük lezyonları ayırt edemeyebilir ve yalnızca boyut bilgilerini verir, hücresel fonksiyon hakkında bilgi veremez. 0,5-1,5 cm lenf nodları için bilgisayarlı tomografi ile normal veya tutulu lenf nodu ayrımı yapılamaz. FDG ile görüntülemeye bilgisayarlı tomografi de eş zamanlı yapıldığında FDG tutan bölge net olarak lokalize edilebilir ve boyut bilgileri de kesinlik kazanır. FDG-PET primer tedavide olduğu gibi, ileri evre relaps refrakter Hodgkin lenfomada kurtarma tedavisinde de önemli prognostik bilgiler verir. KHN adayı hastalarda kemoterapi duyarlılığının FDG-PET ile değerlendirilmesinin prognozu öngörmede bağımsız belirleyicilerden biri olduğunu, PET negatifliği elde edilerek OKHN yapılan hastalarda hastalıksız sağ kalım ve toplam sağ kalımın daha iyi olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Relaps refrakter Hodgkin lenfomada OKHN öncesi kurtarma tedavinin yanıtının değerlendirmesinde FDG-PET önerilmektedir. Otolog veya allojenik KHN yanıtının değerlendirmesinde FDG-PET’in kullanımı kesinlik kazanmamıştır. Bu amaçla KHN sonrası FDG-PET’in kullanımını test eden az sayıda çalışma mevcuttur. KHN sonrası erken yanıt değerlendirmesi ek kurtarma tedavisi, ardışık OKHN veya allojenik KHN seçeneklerinin kullanılmasına da daha erken fırsat verebilir. Ayrıca FDG-PET değerlendirme yönteminde standart skorlama sistemi henüz rutin olarak kullanılmamaktadır. KHN sonrası yanıtı değerlendirme protokollerine PET’in adapte edilmesi ve tedavi algoritmalarında yönlendirici fonksiyonu henüz standart değildir. KHN sonrası rutin izlemde FDG-PET kullanımı önerilmemektedir. Primer tedavi sonrası izlemde de yüksek risk grubunda bile yılda 2 kez yapılan FGD-PET relapsı %2,5 yakalayabilmekte, buna karşın %5 yanlış pozitiflik ile karşılaşılmaktadır. Relaps veya ilerleyici hastalığın diğer yöntemlerle de tespit edilebilir oluşu, asemptomatik hastalarda relaps sıklığının çok düşük ve yanlış pozitifliğin ise fazla olması, ayrıca radyasyon maruziyetinde belirgin artış nedenleriyle düzenli FDGPET ile görüntülemenin KHN sonrası periyodik izlemde üstünlüğü olmadığı düşünülmektedir. Kaynaklar 1. Connors JM. Positron emission tomography in the management of Hodgkin lymphoma. Hematology Am Soc Hematol Educ Program. Hematology 2011; 317-322. 1. Sucak GT, Özkurt ZN, Suyanı E, et al. Early post-transplantation positron emission tomography in patients with Hodgkin lymphoma is an independent prognostic factor with an impact on overal survival. Ann Hematol 2011; 90: 1329-1336. 2. Devillier R, Coso D, Castagna L, et al. Positron emission tomography response at time of autologous stem cell transplantation predict outcome of patients with relapsed and/or refractory Hodgkin lymphoma responding to prior salvage therapy. Haematologica 2012 Jan 22. [Epub ahead of print] 3. Smeltzer JP, Cashen AF, Zhang Q. Prognostic significance of FDG-PET in relapsed or refractory classical Hodgkin lymhoma treated with standard salvage chemotherapy and autologous stem cell transplantation. Biol Blood Marrow Transplant 2011; 17: 1646-1652. MPN LERDE YENİ TANI KRİTERLERİ Dr. Akif Selim Yavuz İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı , İstanbul Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) desteği ile 2008 yılında yayınlanan “hematopoietik ve lenfoid malignitelerin sınıflaması” miyeloproliferatif hastalıkların tanı kriterleri için birçok yeniliği beraberinde getirmiştir (1). “Hastalık” yerine “neoplazi” teriminin kullanılmasının yanı sıra son yıllarda bu hastalıkların patogenezinde rol oynayan tirozin kinazlarda ve bunların sinyal ileti yolaklarında yeni mutasyonların gösterilmiş olması (özellikle JAK2V617F mutasyonu) bu yeniliklerin başta gelenleridir (2,3,4,5). Yukarıda belirtilen sınıflamada klasik miyeloproliferatif neoplaziler (MPN) olan kronik miyeloid lösemi (KML) ile BCR-ABL1 negatif MPN ler, yani polisitemia vera (PV), primer miyelofibroz (PMF) ve esansiyel trombositemi (ET) nin yanı sıra yeni MPN ler de tanımlanmıştır. Bunlar eozinofili ile birlikte olan bazı tirozin kinaz (TK) rearanjmanlarının sonucu gelişen miyeloid ve lenfoid neoplaziler, bunlarla ilişkili olan kronik eozinofilik lösemi (KEL), hipereozinofilik sendrom (HES) ve daha nadir olarak görülen mastositoz ve kronik nötrofilik lösemidir (KNL). Dameshek tarafından 1951 yılında “miyeloproliferatif sendromlar”ın tanımlanmasından bu yana “bilinmeyen bir büyüme etkisi”nin bu hastalıkların patogenezinde rol oynadığı hep tartışılmıştır ve son yıllarda miyeloid kompartımandaki bu etkinin çeşitli MPN lerde konstitütif olarak aktif halde bulunan farklı TK lar tarafından yaratıldığı ortaya konmuştur (Tablo 1). Bunun sonucu olarak bu hastalıklarda hastalığa neden olan aktif TK ları inhibe etme yönünde tedavi gayretleri olmuş ve önemli başarılar elde edilmiştir. Tablo 1. Miyeloproliferatif neoplaziler, DSÖ 2008 sınıflaması (1) Hastalık Etkilenen tirozin kinaz (%) KML PV ABL1 (%100) JAK2V617F (~%95), JAK2 ekzon 12 mutasyonu (~%4) JAK2V617F (~%50), MPLW515K/L (%5– %9) JAK2V617F (~%50), MPLW515K/L (~%1) PMF ET Eozinofili ile birlikte olan ve TK rearanjmanı gelişen miyeloid metaplazi -PDGFRA rearanjmanıyla birlikte olan -PDGFRB rearanjmanıyla birlikte olan -8p11 MPN KEL HES Mastositoz KNL Sınıflandırılamayan MPN PDGFRA (%100) PDGFRB (%100) FGFR1 (%100) Gösterilememiştir, klonal hastalık veya blast artışı var Gösterilememiştir, klonal hastalık veya blast artışı yok KITD816V (Sistemik mastositozda %95 JAK2 mutasyonu (bazen) Bilinmiyor Kronik Miyeloid Lösemi 1960 yılında Nowell ve Hungerford’un KML li hastalarda Philadelphia kromozomunu tanımlamalarının (6) ve 1973 de Rowley’nin 9. ve 22. kromozomların uzun kolları arasındaki resiprokal translokasyonu göstermesinin ardından (7) 1983 de keşfedilen BCR-ABL1 füzyon geninin (8) sonucu olarak ABL1 TK ının devamlı aktif kalarak miyeloid proliferasyona yol açıp hastalığı ortaya çıkardığı anlaşılmıştır (9,10). Bu dönemlerde fatal seyirli bir hastalık olan KML günümüzde geliştirilen imatinib gibi TK inhibitörlerinin kullanılmasıyla moleküler düzeyde remisyonun sağlanabildiği tedavi edilebilir bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. 2008 DSÖ sınıflamasında KML için yeni bir tanı kriteri yoktur. Nötrofili ile seyreden ve olgunlaşmadaki tüm miyeloid hücreleri içeren belirgin lökositoz, blast sayısının az olması, mutlak bazofili, sık rastlanan trombositoz ve hafif anemi kronik faz KML nin başlangıç tanısında önemlidir. Kemik iliği biyopsisinde granülositlerde ve megakaryositlerde proliferasyon ve bu bulguların sitogenetik ve/veya moleküler testlerde gösterilen t(9;22) ve/veya BCR-ABL1 ile desteklenmesiyle morfolojik tanı kesinleştirilir. Son yıllarda BCR-ABL1 in kantitatif PCR ile tayininin standardizasyonu (11) ve mutasyona bağlı TK direncinin gösterilmesi (12,13) konusunda yoğun çalışmalar vardır. Polisitemia vera JAK2V617F mutasyonun bulunması tanı konusunda en çok PV yı etkilemiştir. JAK2V617F mutasyonun PV lı hastaların yaklaşık %90 ında ve JAK2 ekzon 12 mutasyonunun yaklaşık %4 ünde gösterilmesiyle vakaların toplam %99 unda mutasyon gösterilmiş olmaktadır. PV için yeni DSÖ tanı kriterleri Tablo 2 de verilmektedir. Tablo 2. PV için 2008 DSÖ kriterleri (1) Majör Minör 1. Hemoglobin erkeklerde >18.5 g/dl, kadınlarda >16.5 g/dl veya total eritrosit kitlesinin arttığını gösteren başka bir delil* 1. Kemik iliği biopsisinde yaşa göre her üç dizide hiperplazi (panmiyelozis), eritroid, granülositik ve megakaryositik proliferasyon 2. JAK2V617F mutasyonunun veya fonksiyonel olarak benzer mutasyonların, (örn. JAK2 ekson 12 mutasyonu) varlığı 2. Serum eritropoietin düzeyinde normale göre düşüş 3. İn vitro olarak endojen eritroid koloni formasyonu Tanı için her iki majör kriterin ve bir minör kriterin bulunması veya 1 majör kriterle birlikte iki minör kriterin bulunması gereklidir *Hb ve Hct değeri kullanılan tayin metodu ile yaş, cinsiyet ve bölgenin rakımına göre 99. persentilden fazla ise veya erkekte 17 g/dl ve kadında 15 g/dl den büyükse ve kişinin daha önce ölçülen Hb değerinin 2 g/dl üzerinde ise ve bunun demir replasmanı ile ilgisi yoksa veya kişinin total eritrosit kitlesi ortalama normal prediktif değerin %25 üzerinde ise Primer miyelofibroz Yeni sınıflamada kronik idyopatik miyelofibroz tanısı primer miyelofibroz olarak değişmiştir. Yeni kriterler prefibrotik ve fibrotik dönemleri de kapsamaktadır. Majör kriterler morfolojik özellikleri, dışlama özelliklerini ve moleküler özellikleri içermektedir. Moleküler testler JAK2V617F mutasyonu, MPLW515K/L mutasyonudur ve anormallik varsa klonaliteyi göstermek için sitogenetik inceleme önerilmektedir. Esansiyel trombositemi ve prefibrotik fazdaki PMF un ayırımını yapmak zordur (14). PMF li hastaların üçte birinde hastalığın prefibrotik fazda başladığı düşünülmektedir. ET nin prognozu PMF den daha iyi olduğu için klinikte bu ayırımı yapmak önem taşımaktadır. Tablo 3. PMF için 2008 DSÖ kriterleri (1) Majör 1. Kemik iliği biopsisinde megakaryosit proliferasyonu ve atipik megakaryositlerin varlığı; bunlara retikülin ve/veya kollajen fibrozisinin eşlik etmesi veya belirgin retikülin fibrozisi yoksa megakaryosit değişikliklerine genellikle granülosit profilerasyonuyla artış ve eritropoiezde azalma ile birlikte olan kemik iliği hücreselliğinde artışın eşlik etmesi gerekmektedir Minör 1. Lökoeritroblastozis 2. Polisitemia vera, kronik miyeloid lösemi, miyelodisplastik sendrom ve diğer miyeloid neoplazmlar için DSÖ kriterlerinin yokluğu 2. Serum LDH düzeyinde artış 3. JAK2617F mutasyonunun veya başka bir klonal markerin gösterilmesi (örn. MPLW515L/K). Klonal bir marker yoksa altta yatan iltihabi veya neoplastik bir hastalığa bağlı kemik iliği fibrozisine ait herhangi bir bulgunun bulunmaması 3. Anemi 4. Palpe edilebilen splenomegali Tanı için 3 majör kriterin hepsinin ve minör kriterlerden ikisinin birlikte bulunması gereklidir Esansiyel trombositemi ET de trombosit sayısı eşik değeri yeni sınıflamada ≥450X109/L olarak belirlenmiştir. İkinci değişiklik ise JAK2V617F mutasyonu veya başka bir klonal markerin bulunması ve reaktif trombositoz yapacak herhangi bir nedenin bulunmamasının gerekliliğidir. Tablo 4. ET için 2008 DSÖ kriterleri (1) Majör Minör 1.Trombosit sayısının devamlı >450X109/L olması Yok 2. Kemik iliği biopsi örneğinde öncelikle magakaryositik dizide proliferasyon ve büyük olgun megakaryosit sayısında artış. Nötrofil granülositlerde sola kaymanın ve granülopoiezin belirgin olmaması 3. Polisitemia vera, primer miyelofibroz, kronik miyeloid lösemi, miyelodisplastik sendrom ve diğer miyeloid neoplazmlar için DSÖ kriterlerinin yokluğu 4. JAK2617F mutasyonunun veya başka bir klonal markerin gösterilmesi; klonal bir marker yoksa reaktif trombositozu destekleyen herhangi bir bulgunun bulunmaması Tanı için 4 majör kriterin birlikte bulunması gereklidir Tablo 5. Prefibrotik PMF ve ET arasındaki morfolojik farklılıklar (14) Hücresellik Megakaryositler ET Daha az Daha az topluluk oluşumu Büyükçe ve dev görünümlü Lobullü (At nalı görünümü) Daha az atipik görünüm Olgun sitoplazma Granulopoiez Daha az proliferasyon Daha az sola kayma PMF Daha fazla Daha fazla topluluk oluşumu Değişken boyutta (Küçükten büyüğe) Bulber görünüm (Bulut benzeri) Olgunlaşma kusurları, hiperkromatik görünüm Sitoplazmda çeşitlilik, çıplak çekirdekler Daha fazla proliferasyon Daha sık sola kayma Eozinofili ve tirozin kinaz mutasyonu ile birlikte olan miyeloid veya lenfoid neoplaziler PDGFRA rearanjmanlarıyla birlikte olan miyeloid ve lenfoid neoplazmlar kendilerini kronik eozinofilik lösemi, akut miyeloid lösemi (eozinofili ile birlikte) ve prekürsör T lenfoblastik lösemi (eozinofili ile birlikte) olarak gösterebilirler. FIP1L1-PDGFRA rearanjmanı (4q12 nin kriptik delesyonu) bazı eozinofili ile birlikte olan mastositoz vakalarında da görülebilir (1). PDGFRB rearanjmanıyla birlikte olan miyeloid neoplazilerde rearanjman 5q31-33 bölgesinde genellikle ETV6 geni ile olur t(5;12). Eozinofili ile birlikte KMML tablosu gelişir, nadiren atipik KML, KEL veya MPN tablosu gelişebilir, AML ve JKML vakaları da bildirilmiştir (1). FGFR1 anomalileriyle birlikte olan miyeloid ve lenfoid neoplazmlar (8p11 miyeloproliferatif sendrom) MPN veya AML, T veya B lenfoblastik lenfoma/lösemi ve mikst fenotipli akut lösemi (MFAL) transformasyonu şeklinde olabilir. BCR-FGFR1 füzyonu olursa bazofili görülebilir (1). Mastositoz ve kronik nötrofilik lösemi 2008 DSÖ sınıflamasında mastositoz MPN ler arasına katılmıştır. Klinik şekilleri ise aynı kalmıştır. Bunlar Tablo 6 da verilmektedir. Tanı kriterleri Tablo 7 de görülmektedir. Tablo 6. Mastositozda sınıflama (1) Sınıflama 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. Kutanöz mastositoz (KM) İndolent sistemik mastositoz Mast hücre dışı klonal bir hematolojik hastalıkla birlikte olan sistemik mastositoz Agresif sistemik mastositoz Mast hücreli lösemi Mast hücreli sarkom Ekstrakutanöz mastositom Tablo 7. Sistemik Mastositoz Kriterleri (1) Majör* -Kemik iliği veya diğer deri dışı organlarda multifokal yoğun mast hücre infiltrasyonu (agregatlarda 15’den fazla mast hücresi varlığı) Minör* -Kemik iliği veya diğer deri dışı organlardaki mast hücrelerinde anormal morfolojik görünüm varlığı (>%25) -Deri dışı organlarda Asp-816-Val c-kit mutasyonunun gösterilmesi** -Kemik iliğindeki mast hücrelerinde CD2 ve CD25 pozitifliği -Serum triptaz düzeyinin >20 ng/mL olması (birlikte mast hücre dışı hematolojik klonal bir hastalık varsa geçerli değildir) *1 majör ve 1 minör kriterin birlikte bulunması veya en az üç minör kriterin birlikte bulunması tanı için yeterlidir **816. kodonda yer alan başka aktive edici mutasyonlar da geçerlidir Kronik nötrofilik lösemi nadirdir ve bu vakaların üçte biri miyelomla birlikte bildirilmiştir. Tanı için lökosit sayısının >25X109/L olması, parçalıların lökositlerin % 80 inden fazlasını oluşturmaları, periferik kanda %1 den ve kemik iliğinde %5 den az blastik hücre olması ve hepatosplenomegali varlığı ile konur. Tanı için tüm MPN ler ve MDS nin ekarte edilmesi gerekir. Bazı vakalarda JAK2V617F mutasyonu gösterilmiştir (1). Kaynaklar 1. Swerdlow SH, Campo E, Harris NL, et al, editors. WHO classification of tumours of haematopoietic and lymphoid tissues. Lyon: IARC; 2008. 2. Baxter EJ, Scott LM, Campbell PJ, et al. Acquired mutation of the tyrosine kinase JAK2 in human myeloproliferative disorders. Lancet 2005;365:1054–61. 3. James C, Ugo V, Le Couedic JP, et al. A unique clonal JAK2 mutation leading to constitutive signalling causes polycythaemia vera. Nature 2005;434:1144–8. 4. Kralovics R, Passamonti F, Buser AS, et al. A gain-of-function mutation of JAK2 in myeloproliferative disorders. N Engl J Med 2005;352:1779–90. 5. Levine RL, Loriaux M, Huntly BJ, et al. The JAK2V617F activating mutation occurs in chronic myelomonocytic leukemia and acute myeloid leukemia, but not in acute lymphoblastic leukemia or chronic lymphocytic leukemia. Blood 2005;106:3377–9. 6. Nowell PC, Hungerford DA. Chromosome studies on normal and leukemic human leukocytes. J Natl Cancer Inst 1960;25:85–109. 7. Rowley JD. Letter: a new consistent chromosomal abnormality in chronic myelogenous leukaemia identified by quinacrine fluorescence and Giemsa staining. Nature 1973;243:290–3. 8. Bartram CR, de Klein A, Hagemeijer A, et al. Translocation of c-ab1 oncogene correlates with the presence of a Philadelphia chromosome in chronic myelocytic leukaemia. Nature 1983;306:277–80. 9. Konopka JB, Witte ON. Detection of c-abl tyrosine kinase activity in vitro permits direct comparison of normal and altered abl gene products. Mol Cell Biol 1985;5: 3116–23. 10. Shtivelman E, Lifshitz B, Gale RP, et al. Fused transcript of abl and bcr genes in chronic myelogenous leukaemia. Nature 1985;315:550–4. 11. Hughes T, Deininger M, Hochhaus A, et al. Monitoring CML patients responding to treatment with tyrosine kinase inhibitors: review and recommendations for harmonizing current methodology for detecting BCR-ABL transcripts and kinase domain mutations and for expressing results. Blood 2006;108:28–37. 12. Gorre ME, Mohammed M, Ellwood K, et al. Clinical resistance to STI-571 cancer therapy caused by BCR-ABL gene mutation or amplification. Science 2001;293: 876–80. 13. Irving JA, O’Brien S, Lennard AL, et al. Use of denaturing HPLC for detection of mutations in the BCR-ABL kinase domain in patients resistant to imatinib. Clin Chem 2004;50:1233– 7. 14. Thiele J, Kvasnicka HM, Schmitt-Graeff A, et al. Follow-up examinations including sequential bone marrow biopsies in essential thrombocythemia (ET): a retrospective clinicopathological study of 120 patients. Am J Hematol 2002;70:283–91. MYELOFİBROZİSTE TEDAVİ VE İMMUNMODULATUAR İLAÇLAR Dr. Meltem Aylı Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara İlk kez 1879 yılında tanımlanan , Agnojenik myeloid metaplazi, Myeloid metaplazili myelofibroz, Kronik idiyopatik myelofibroz, Primer ( esansiyel ) myelofibrozis (MF) gibi sinonimleri olan , günümüzde myeloproliferatif bir neoplazi kabul edilen Myelofibrozis olguları primer veya post polistemia Vera yada post esansiyel trombositoz olguları olarak karşımıza çıkmaktadır Primer yada polistemia Vera ya da Esansiyel trombositozdan dönüşen MF olguları labaratuar özellikleri, klinik gidişleri ve tedavi yanıtları arasında farklılık göstermemektedirler.Klonal bir kök hücre hastalığı olan her 3 gruptaki hastaların görülme sıklığı yaklaşık 1.3/100.000 civarında olup medyan görülme yaşı 60 olarak tanımlanmıştır. Kemik iliğinde fibrozis ve buna bağlı olarak hematopoezin bozulması , Kronik ilerleyici anemi, ekstramedüller hematopoez, neoplastik hematopoetik hücrelerin kemik iliğinden mobilizasyonu ve dalak ve karaciğerde yerleşmesi sonucu hepatosplenomegali, ve proinflamatuar sitokinlerin oluşturduğu hiperkatobolizma bulguları (gece terlemeleri, ateş, kilo kaybı) ile akut lösemiye dönüşüm söz konusudur ( 1-2) .Klasik Philadelphia kromozomu negatif olan bu myeloproliferatif neoplazm olgularında son yıllarda Janus kinase ( JAK2V617F) ve MPL (MPLW515L/K) mutasyonlarının saptanması hastalığın patogenezinin aydınlanmasında yeni ufuklar açmış ve hedefe yönelik tedavi seçeneği oluşturmuştur. Halen Primer, Postpolistemik veya postesansiyel trombositoz myelofibrozis olgularında tedavi esas olarak palyatif tedavidir.Hastaların ileri yaşta olmaları, hastalığın heterojen kliniği ve prognostik farklılıklar nedeniyle standart bir tedavi şeması oluşturulamamaktadır. Konvansiyonel tedavi modaliteleri asemptomatik hastalar için bekle- izle politikasından hiperproliferatif fazdaki hastalar için sitoredüktif ajanların, anemik hastalar için androjenlerin, eritropoetik stümülan ajanların ve seçilmiş olgularda splenektominin yer aldığı geniş bir spekturumda dağılmaktadır. Bu tedavi seçenekleri hastanın yaşam kalitesinde düzelme oluşturmakta ancak toplam sağkalım üzerinde etkili olmamaktadır.Ortalama yaşam farklı serilerde 2.2 yıl ile 11.2 yıl arasında bildirilmektedir.Başta gelen ölüm sebepleri enfeksiyonlar, kanama, tromboembolik komplikasyonlar, portal hipertansiyon, pulmoner hipertansiyon ve lösemik dönüşüm olmaktadır. Yalnızca genç yaşta tanı alan, komorbiditesi olmayan ve HLA doku grubu uygun verici adayına sahip olan çok sınırlı sayıdaki hasta grubunda allojeneik kök hücre nakli küratif bir tedavi seçeneği olabilmektedir. Anemi tedavisi için androjenler uzun yıllardır kullanılmaktadır. Danazol sentetik, attenüe bir androjen olup virilizan etkisi diğer androjenlere göre daha az olan bir anabolik steroiddir. Cervantes grubu 600mg/ gün dozu ile 33 anemik MF hastasında % 37 cevap oranı bildirmişlerdir. (3) Shimoda grubu ise MF tanılı 39 anemik hastada anobolik steroidler ile % 44 yanıt bldirmişlerdir. (4) Her iki çalışmada da yanıt farklılıkları tedavi öncesi hemoglobin düzeyleri ve transfüzyon bağımlılığı ile ilişkili bulunmuştur. Eritropoezi uyaran ajanların MF hastalarında anemiyi düzeltmek amacıyla kullanımı bir diğer tedavi stratejisidir. Rekombinan insan eritropoetini (rHuEpo) ile ilgili çok sayıda çalışma mevcuttur. Cervantes grubu ve iki farklı grup (5-6) tarafından 96 hastada toplam yanıt oranları % 16-60 arasında değişkenlik göstermektedir.Serum eritropoetin düzeyleri <125U/L olan olgularda daha iyi yanıt elde edildiği bildirilmektedir.Mayo grubunun rHuEpo deneyimleri ise 43 hastalık bir seride tanımlanmış (7) ve toplam yanıt % 23 olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada rHuEpo yanıtı ile bazal hemoglobin düzeyleri arasında ilişki bulunmuş. hastaların bazal eritropoetin düzeyleri , daha önceki tedavileri, sitogenetik anomalileri ve JAK-2 mutasyonu varlığı ile cevap arasında pozitif bir korelasyon saptanmamıştır. Darbopoetin alfa ise invivo aktivitesi ve yarılanma ömrü rHuEpo ‘ya göre daha fazla olan hiperglikolize yeni bir eritropoez uyaran ajandır.Hemoglobin değeri 10 gr/dl’den daha az olan 20 MF hastasında haftalık subkutan 150 mikrogram uygulama ile aneminin düzeltilmesi hedeflenmiş ancak 6 hastada tam, 2 hastada kısmi yanıt bildirilmiştir.( 8) Hiperproliferatif fazda olan yüksek beyaz küre sayıları ile giden olgularda sitostatiklerin kullanımı çok uzun yıllardır denenen bir tedavi stratejisidir. Bu amaçla Melfalan, Busulfan,Klorambusil,6-Tioguanin,radyoaktif fosfor, Hidroksiüre ve alfa interferon denenmiştir. Melfalan ve Busulfan gibi oral alkilleyicilerin kullanıldığı olgularda dalak boyutlarında küçülme elde edilebilmesine karşın lösemik transformasyon riskinin arttığı bilinmektedir.2002 yılında Petti ve arkadaşlarının 99 MF hastasında Melfalan ile %26 olguda tam, %40 olguda ise kısmi yanıt bildirmiş olmalarına karşın yanıt süreleri ortalama 26 ay olmuş ve % 26 olguda blastik dönüşüm oluşmuştur. (9) Busulfan ve Fosfor 32 ise yüksek lökomojenik etkileri nedeniyle kullanımları çok kısıtlı ajanlardır. Nonalkilleyici bir antineoplastik ajan olan ve lökomojenik etkisi minimal vaya yok kabul edilen Hidroksiüre’nin MF hastalarında % 40 oranında dalakta küçülme oluşturduğu eski çalışmalarda bildirilmiştir.Son yıllarda hidroksiüre ile ilgili 2 retrospektif çalışma yayınlanmıştır.69 olguluk serinin % 68’i semptomatik splenomegali nedeniyle hidroksiüre ile değişen dozlarda tedavi edilmişlerdir. Bu seri için bildirilen yanıt oranı % 28 olmuştur.( 10) Martinez ve arkadaşları tarafından yayınlanan ikinci çalışmada ise hiperproliferatif gidiş gösteren 40 MF hastasının % 40’ında hidroksiüre ile dalak boyutlarında küçülme olduğu bildirilmiştir. ( 11) Ancak her iki grubun çalışmasında da hidroksiüre ile anemide ağırlaşma, pansitopeni, ateş, pnömoni, bacak ülserleri cilt değişiklikleri gibi yan etkiler bildirilmiştir. İnterferonlar geniş çaplı biyolojik aktiviteleri nedeniyle MF olgularında umut verici, kullanımları rasyonel tedavi seçeneği olarak görülmüşlerdir.IFN-alfa hematopoetik progenitörlerin ve özellikle megakaryositlerin proliferasyonu invitro inhibe eder.İnvivo olarakta trombopoetinin uyardığı MPL- reseptör aracılı sinyal iletimini inhibe ederek megakaryopoezi baskılar. Sonuç olarak İFN alfa trombosit kökenli büyüme faktörünü antogonize eder (PDGF) ve kemik iliği kökenli fibroblastların yapımını baskılar.Bu özellikleri nedeniyle interferonların çeşitli formları MF olgularında sıklıkla denenmiştir.Ancak sonuçlar hiçte umulduğu gibi olmamış, hayal kırıklığı oluşturmuştur.Olguların sadece % 30 kadarında dalak küçülmüş ancak Olguların % 50’sinden fazlası yan etkileri nedeniyle İFN tedavilerini kesmek zorunda kalmışlardır.( 12) Son yıllarda geliştirilen plazma yarılanma ömrü daha uzun, toksisiteleri daha az olan pegile interferon formülleri ile MF tedavisi daha iyi sonuçlar oluşturmuştur. Bu ajanların hastalığın erken dönemlerinde ( retikülin fbrozis< grade 2) kullanılması halinde malign klonda gerileme elde edilebildiği bildirilmiştir. Ancak bu olgularda da yanıt süresi 20 ay ile sınırlı kalmıştır.( 13) MF’de immunmodulatuar ilaçların kullanumı bu grup ajanların antianjiogenetik ve immunmodulatuar aktiviteleri nedeniyle rasyonel görünmektedir.Proinflamatuar sitokinleri ve neoanjiogenezi baskılayarak Multiple Myeloma tedavisinde etkin olan bu moleküller MF’de de denenmiştir. MF’e bağlı aneminin tedavisinde talidomid kullanan çok sayıda çalışmanın sonucu yayınlanmıştır. Bu çalışmalar arasında en yüksek yanıt oranları Mesa ve arkadaşları tarafından bildirilmiştir.Düşük doz ( 50 mg/ gün) talidomid ile prednizolonun birlikte kullanıldığı bu çalışmada olguların% 62’sinde anemi yanıtı oluşmuş % 40’ı transfüzyon bağımsız hale gelmiş, % 75’inde trombosit sayıları artmış, % 19’unda dalak boyutlarında gerileme olmuştur .(14) Ancak bu olguların takibinde yanıtın sadece ortalama 8 ay devam ettiği görülmüştür.Talidomid+ prednizolon kombinasyonuna oral siklofosfamid ve yine aynı kombinasyona etanercept ( TNF alfa inhibitörü) ekleyen çalışmaları Talidomid+ prednizolon çalışmasının sonuçları ile karşılaştıran Mayo grubu yanıt oranlarında artış olmadığını saptamıştır.( 15) Talidomidin kimyasal modifikasyonu ile elde edilen ikinci jenerasyon immünmodulatuar ilaçlar Lenalidomid ve Pomalidomid’dir. Bu modifikasyon ile antikanser ve immunolojik aktivite artırılmış, toksisite azaltılmıştır. Lenalidomid tek ajan olarak 68 MF hastasında kullanılmıştır. Bu çalışmada olguların % 22’sinde anemi yanıtı, % 33’ünde dalata küçülme ve % 50’sinde ise trombositopeni yanıtı elde edilmiştir.Ancak ciddi myelosüpresyon yan etkisi ortaya çıkmıştır. ( 16) MD. Anderson grubu Lenalidomid’i prednizolon ile kombine etmişler ve 40 hastayı içeren bu çalışma sonucu anemi için toplam % 30, splenomegali için ise toplam % 42 yanıt bildirmişlerdir. (17) ECOG tarafından dizayn edilen çok merkezli çalışmada ise 42 MF hastasına Lenalidomid ve toplam 3 ay, ayda bir azaltılan dozlarda prednizolon verilmiş, % 19 olguda anemi yanıtı, % 10 olguda splenomegali yanıtı elde edilmiştir .Bu çalışmada % 88 myelosüpresyon, % 45 nonhematolojik toksisite ile karşılaşılmıştır (18). Pomalidomid’in MF hastalarındaki etkinliği 3 büyük randomize çalışma ile değerlendirilmiştir. 84 hastayı içeren randomize, çift –kör çok merkezli çalışmada 2 mg/gün Pomalidomid+ Plasebo, 2 mg/gün Pomalidomid+ prednisolon , 0.5 mg/gün Pomalidomid+ Prednisolon ve Prednisolon+plasebo karşılaştırılmıştır.(19) Yanıt oranları 4 kol için sırasıyla %38, % 23, %40 ve %25 olarak belirtilmiştir. Toksisite ise Lenalidomid ve Talidomid’e göre azalmıştır.Ancak yanıt süresi medyan 7.8 ay olarak bildirilmiştir. Pomalidomid doz yükseltme çalışması ise 19 hastalık bir çalışma ile değerlendirilmiş ve bu çalışmada Pomalidomid 3mg/ gün dozuna çıkılmıştır.(20) % 36.8 olguda anemi yanıtı elde edilmiştir. Ancak doz artımı ile etkinliğin artmadığı ,myelosüpresyon yan etkisinin arttığı saptanmıştır. Özellikle ciddi splenomegalisi bulunmayan ve JAK2V617F mutasyonu olan MF olgularında düşük doz pomalidomid ( 0.5 mg/gün) ile anemi yanıt oranlarının artırılabileceği vurgulanmış ve tedavinin erken dönemlerinde ortaya çıkan bazofilinin cevabı öngörmede kullanılabileceği belirtilmiştir. Ancak tüm bu çalışmalara ve çalışma sayısının fazlalığna rağmenı MF’de halen etkin bir tedavi modalitesi elde edilememiştir. Yeni tedavi arayışları yoğun şekilde devam etmektedir. Bunların içinde en etkin görüneni JAK2 inhibitörleridir. Yakın zamanda tamamlanan COMFORT-1 ve COMFORT-2 çalışmalarının sonuçları hem JAK-1 hem de JAK2 sinyal ileti yolaklarını inhibe eden Ruxolotinib’in MF tanılı hastaların yazgısını değiştirebilecek gibi görünmektedir. Kaynaklar 1. Grand FH, Hidalgo-Curtis CE, Ernst T, et al. Frequent CBL mutations associated with 11q acquired uniparental disomy in myeloproliferative neoplasms. Blood 2009;113:6182-92 2. Carbuccia N, Murati A, Trouplin V,et al. Mutations of ASXL1 gene inmyeloproliferative neoplasms. Leukemia 2009;23(11):2183-6 3. Cervantes F, Alvarez-Larran A,Domingo A, et al. Efficacy and tolerability of danazol as a treatment for the anaemia of myelofibrosis with myeloid metaplasia: long-term results in 30 patients. Br J Haematol 2005;129:771-5 4. Shimoda K, Shide K, Kamezaki K, et al. The effect of anabolic steroids on anemia in myelofibrosis with myeloid metaplasia:retrospective analysis of 39 patients in Japan. Int J Hematol 2007;85:338-43 5. Tefferi A, Strand JJ, Lasho TL, et al.Respective clustering of unfavorable and favorable cytogenetic clones in myelofibrosis with myeloid metaplasia with homozygosity for JAK2(V617F) and response to erythropoietin therapy.Cancer 2006;106:1739-43. 6. Tsiara SN, Chaidos A, Bourantas LK,et al. Recombinant human erythropoietin for the treatment of anaemia in patients with chronic idiopathic myelofibrosis.Acta Haematol 2006;117:156-6 7. Huang J, Tefferi A. Erythropoiesis stimulating agents have limited therapeutic activity in transfusion-dependent patients with primary myelofibrosis regardless of serum erythropoietin level. Eur J Haematol 2009;83:154-5 8. Cervantes F, Alvarez-Larran A,Hernandez-Boluda JC, et al.Darbepoetin-alpha for the anaemia of myelofibrosis with myeloid metaplasia.Br J Haematol 2006;134:184-6 9. Petti MC, Latagliata R, Spadea T, et al.Melphalan treatment in patients with myelofibrosis with myeloid metaplasia.Br J Haematol 2002;116:576-81 10. Sirhan S, Lasho TL, Hanson CA, et al The presence of JAK2V617F in primary myelofibrosis or its allele burden in polycythemia vera predicts chemosensitivity to hydroxyurea. Am J Hematol 2008;83:363-5 11. Martı´nez-Trillos A, Gaya A, Maffioli M,et al. Efficacy and tolerability of hydroxyurea in the treatment of the hyperproliferative manifestations of myelofibrosis: results in 40 patients. Ann Hematol 2010;89:1233-7 12. Kiladjian JJ, Chomienne C, Fenaux P.Interferon-alpha therapy in bcr-abl-negative myeloproliferativeneoplasms. Leukemia 2008;22:1990-8 13. Ianotto JC, Kiladjian JJ, Demory JL,et al. PEG-IFN-alpha-2a therapy in patients with myelofibrosis: a study of the French Groupe d’Etudes des Myelofibroses (GEM) and France intergroupe des syndromes Myeloproliferatifs (FIM). Br J Haematol 2009;146:223-5 14. Mesa RA, Steensma DP, Pardanani A,et al. A phase II trial of combination low-dose thalidomide and prednisone for the treatment of myelofibrosis with myeloid metaplasia. Blood 2003;101:2534-41 15. Thapaliya P, Tefferi A, Pardanani A,et al. International working group for myelofibrosis research and treatment response assessment and long-term follow-up of 50 myelofibrosis patients treated with thalidomide-prednisone based regimens. Am J Hematol 2011;86:96-8 16. Tefferi A, Cortes J, Verstovsek S, et al.Lenalidomide therapy in myelofibrosis with myeloid metaplasia. Blood 2006;108:1158-64 17. Quintas-Cardama A, Kantarjian H,Manshouri T, et al. Lenalidomide plus prednisone results in durable clinical,histopathologic, and molecular responses in patients with myelofibrosis. J Clin Oncol 2009;27:4760-6 18. Mesa RA, Yao X, Cripe LD, et al.Lenalidomide and prednisone for myelofibrosis: Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) phase-2 trial E4903. Blood 2010;116:4436-8 19. Tefferi A, Verstovsek S, Barosi G, et al.Pomalidomide is active in the treatment of anemia associated with myelofibrosis.J Clin Oncol 2009;27:4563-69 20. Mesa RA, Pardanani AD, Hussein K,et al. Phase1/-2 study of Pomalidomide in myelofibrosis. Am J Hematol 2010;85:129-30. MYELOFİBROSİS VE POLİSTEMİA VERA DA JANUS KİNAZ İNHİBİTÖRLERİNİN (JAK) İNHİBİTÖRLERİNİN KULLANIMI Dr Meltem Kurt Yüksel Özel Medicana International Ankara Hastanesi,Hematoloji ve Kemik İliği Nakil Ünitesi Janus Kinaz (JAK) nedir? Janus Kinaz (JAK), hücre içerisinde bulunan, reseptör olmayan bir grup tyrosin kinazdır. JAK’ın görevi, hücreye ulaşan sitokin aracılı uyarıları JAK-STAT (Signal Transduction and Transcription) yolağı aracılığı ile hücre çekirdeğine iletmektir. JAK, PCR temelli kinaz araştırmalarında saptanan diğer kinazlardan farklı olması nedeniyle, başta “Just another Kinase” olarak isimlendirilen tirozin kinaz ailesine ithafen kullanılmıştır. Ancak molekul yapısının analizi sonucu iki adet neredeyse identik fosfat transfer eden parçası nedeniyle, iki yüzlü Roma tanrısı Janus’a benzetilmiş ve ismi Janus Kinaz olarak değiştirilmiştir. JAK ‘ın bu iki fosfat parçasının biri kinaz aktivitesi gösterirken, diğeri bu aktiviteyi negatif yönde düzenler. JAK ailesinin dört üyesi vardır: JAK1, JAK2, JAK3 ve Tyrozin kinaz 2 (TYK2). JAK 1 ve JAK 2 tip2 interferon yanıtından (IFN gamma yanıtı) sorumlu iken JAK1 ve TYK2 Tip1 interferon yanıtından sorumludur. JAK1 ifadesi engellenmiş transgenik farelerde interferon gamma gibi sitokinlere yanıt bozulmuştur. TYK2 ifade etmeyen farelerde ise doğal öldürücü hücre fonksiyonları bozulmuştur. Janus Kinazların Fonksiyonu: JAK enzim ailesi sitoplazma içerisine yerleşmiş bir grup tirozin kinazdır.JAK enzimleri, intrensek kinaz aktivitesi olmayan bazı sitokin ve büyüme faktörlerinin sinyal iletimi için gereklidirler. JAK-1 bir grup proinflmatuar sitokin sinyalizasyonunda görevli iken, JAK-2 primer olarak, eritropoetin ve trombopoetin gibi hematopoietik büyüme faktörü reseptörlerinin fonksiyonunda görev alır. JAK3 immun fonksiyonun modifikasyonunda görevlidir.TYK2 ise JAK2 ve JAK3 ile ilişkili olarak IL-12 gibi sitokinlerin sinyalizasyonunda görev alır. Myeloproliferatif Neoplazmlar ve JAK Myeloproliferatif neoplasmlar, hematopoietik progenitor ya da kök hücrelerden köken aldığı düşünülen bir grup klonal hastalıktan oluşur.MPNlar artmış tromboz ve kanama riskine sahiptirler ve hastalık progresyonu sonucu lösemi gelişebilir. MPN tedavisinde palyatif amaçlı sitoreduktif ajanlar kullanılmakta iken, çok yakın zamanda, KMLde hedefe yönelik ABL1 tyrosin kinaz inhibitörlerinin kullanımı gibi, MPNların doğal seyrini değiştirecek hedefe yönelik tedaviler gündeme gelmiştir. JAK2 geninin 1849.nukleotidinde meydana gelen “gain of function” mutasyonu yeni hedefe yönelik tedavilerde umut ışığı olmuştur. Bu mutasyon sonucu, JAK2 geninin otoinhibitör psödokinaz parçasının(JH2) 617. aminoasidinde valin yerine fenilalanin gelir(V617F). V617F Esansiyel Trombositemi(ET) ve Primer Myelofibrozisin (PMF) %50-60ında, Polistemia Vera (PV) %95’inde saptanır. İlk kez 16 Kasım 2011 de FDA JAK-1 ve JAK-2 inhibitörü olan Ruksolitinibin İdyopatik Myelofibrosisde kullanımını onaylamıştır. INCB018424 olarakda bilinen bu ilaç selektif JAK1/JAK2 Tirozin Kinaz inbitörüdür (TKİ). Preklinik çalışmalarda nanomolar konsantrasyonlarda bu TKIlerin JAK2617F, STAT5 ve ERK1/2 fosforilasyonunu inhibe ettiği ve apoptozisi induklediği gösterilmiştir. Tablo 1de JAK inbibitörleri ile ilgili preklinik çalışmalar özetlenmiştir JAK inhibitörlerinin, Myelofibrosisde konstitusyonel semptomlar ve splenomegali üzerine etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak, halen sitogenetik remisyon sağlayıp sağlamadıkları, kemik iliğinde fibrozisi gerilettiklerine ve sağ kalımı uzattıklarına dair veriler yetersizdir. Tablo2 de JAK inhibitörlerinin klinik kullanımı ile ilgili veriler özetlenmiştir. Kaynaklar 1- Preclinical characterization of the selective JAK1/2 inhibitorINCB018424: Therapeutic implications for the treatment of myeloproliferative neoplasms. Blood 2010;115 (15):31093117 2- Acquired mutation of the tyrosin kinase JAK2 in human myeloproliferative disorders. Lancet 2005;365(9464):1054-1061 3- A gain of fuction mutation of JAK-2 in myeloproliferative disorders. N Engl J Med. 2005; 532 (17) 1779-1790 4- JAK inhibitors for myeloproliferative neoplasms: clarifiyng facts from myths Blood 2012;119(12) 2721-2730. 5- How I treat myelofibrosis Blood 2011 ;117:3494-3504 POSTER BİLDİRİLER P01- BURKİTT VE LENFOBLASTİK LENFOMALI HASTALARDA 1.NCİ REMİSYONDA KONVANSİYONEL KEMOTERAPİ İLE KONSOLİDASYON AMAÇLI YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKİL SONUÇLARININ KARŞILAŞTIRILMASI:LENFOMA MYELOMA ÇALIŞMA GRUBU RETROSPEKTİF ANALİZ Şükrü Özaydın1, Mustafa Öztürk1, Başak Oyan2, Murat Özbalak3, Fikret Arpacı1, Semra Paydaş4, Selmin Ataergin1, Burhan Ferhanoğlu3, Necmettin Koçak5, Emel Gürkan4, Ahmet Özet6, İbrahim Barışta2 1 Gülhane Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Hacettepe Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 3 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 4 Çukurova üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana 5 Gülhane Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Ankara 6 Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı. Ankara AMAÇ:Erişkin hastalarda Burkitt lenfoma ve lenfoblastik lenfomanın optimal tedavisi hala bilinmemektedir. Uzun süreli ve yoğun kemoterapi protokollerine rağmen kemoterapi sonrası relapslar sık olmaktadır YÖNTEMLER:Bu retrospektif çalışmada Burkitt ve lenfoblastik lenfomalı santral sinir sistemi ve kemik iliği tutulumu olmayan olgularda indüksiyon ve konsolidasyon kemoterapisi sonrası yüksek doz tedavi(YDT) ve otolog periferik kök hücre transplantasyonu (OPKHT) (n=21) ile uzun süreli konvansiyonel kemoterapi (n=39) sonuçları karşılaştırıldı. Yüksek doz kolunda hastalar indüksiyon kemoterapisi olarak siklofosfamid, vinkristin, prednisolon, adriamisin, ve/veya L-asparajinazdan oluşan rejim ardından 2 kür DHAP protokolü ve hazırlama rejimi siklofosfamid + total vücut ışınlama uygulamasıyla YDT protokolü izledi. Konvansiyonel kemoterapi olarak heterojen 1-2 yıl süren protokoller uygulandı. SONUÇLAR:Her iki grupta da hastaların %60’dan fazlası Uluslararası prognostik indekse göre indermediate ve yüksek riskli grupta yer alıyordu. Her iki grupta yaş, cinsiyet, bulki hastalık, evre, Burkitt ve lenfoblastik lenfoma oranları arasında anlamlı fark yoktu. Median takip süresi 32,3 aydı (minimum-maksimum: 0-229 ay). YDT ve uzun süreli yoğun kemoterapi alan grup karşılaştırıldığında; Tedavi sonrası tam remisyon oranları %76,3 ve %82,1; median hastalıksız sağkalım 10,4 ay (min-mak:6,1-20,3)ve 10,1 ay (min-mak:6,3-69,0); bir yıllık genel sağkalım oranı %64,7 ve %74,4 ve 5 yıllık genel sağkalım oranı %50,1 ve %56,7 farklı bulunmadı. TARTIŞMA:Yetişkinlerde agresif lenfomalarda 3 aylık sürede uygulanan yüksek doz kemoterapi seçeneğinin diğer konvansiyonel yöntemler kadar etkili olduğu ve tedavi süresinin kısalması açısından daha avantajlı olduğu dikkati çekmektedir. Anahtar Kelimeler: Burkitt lenfoma, konvansiyonel tedavi, Lenfoblastik lenfoma, otolog periferik kök hücre transplantasyonu P02-KÖK HÜCRE NAKLİ VE YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ UYGULANAN KANSER HASTALARINDA HAZIRLAMA PROTOKOLLERİNE GÖRE AĞIZ KURULUĞU VE TAT BOZUKLUĞU SIKLIĞI VE ŞİDDETİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER Şükrü Özaydın1, Mustafa Öztürk1, Şeref Kömürcü2, Selim Kılıç3, Fikret Arpacı1, Seyid Ahmet Ay4, Murat Karaman4, Şeref Demirbaş4 1 GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Bayındır Hastanesi Onkoloji Servisi, Ankara 3 GATA Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, Ankara 4 GATA İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:Bu çalışmada kök hücre nakli (KHN) uygulanan kanser hastalarında hazırlama protokollerine göre KHN sonrası erken dönemde ağız kuruluğu ve tat bozukluğu sıklığı ve şiddeti incelendi. YÖNTEMLER:Hematolojik ve solid tümörlerden oluşan, KHN uygulanan ve yüksek doz kemoterapi (YDK) verilen hastalardan KHN sonrası birinci günden onuncu güne kadar yaşadıkları ağız kuruluğu ve tat bozukluğu şiddetini günlük olarak skorlamaları istendi. Ağız kuruluğu ve tat bozukluğu skorlaması beş derece olarak skorlandı (0: semptom yok; 1: hafif; 2: orta; 3: şiddetli; 4: çok şiddetli). Toplam ağız kuruluğu skoru (TAKS) ve toplam tat bozukluğu skoru (TTBS) 10 gün içinde hissedilen ağız kuruluğu ve tat bozukluğu şiddet ve sıklıklarının toplamı olarak değerlendirildi. Çalışmaya 127 KHN uygulanan hasta alındı, 89 erkek (%70) ve 38 bayan (%30) dahil edildi. Hastaların median yaşı 33 idi (aralık 15-78). En sık tanılar non-Hodgkin lenfoma (%29, n=37), Hodgkin lenfoma (%20, n=25) ve Multipl Miyeloma (%13, n=16) idi. BEAM (%38,3, n=49), ICE (%23,6, n=30), Melfelan 200mg/m2 (%13, n=16) (M200) ve TVI+S (total vücut ışınlaması+Siklofosfamid) (%22, n=28) hazırlama rejimi olarak kullanıldı. SONUÇLAR:Tüm hastalar 10 günlük takip süresi içinde ağız kuruluğu ve tat bozukluğu yaşadıklarını bildirdi. Hasta cinsiyeti ve transplantasyon tipine göre her iki semptom şiddeti açısından anlamlı farklılık saptanmadı. 10 günlük TAKS ve TTBS skorları BEAM, ICE, M200 ve TVI+S grupları için istatiksel olarak farklı değildi (p>0.05). (Ortanca TAKS değerleri: 0,90±0,74; 1,04±0,98; 1,34±1,14; 1,32±0,87 ve ortanca TTBS değerleri: 1,22±1,02; 1,26±0,92; 1,87±1,08; 1,82±0,89). BEAM ve TVI+S alan hastalarda altıncı günde skorlanan TAKS birinci güne göre daha yüksek bulundu (p< 0.05). BEAM, M200 ve TVI+S alan hastalarda altıncı günde TTBS birinci günden daha yüksek bulundu (p< 0.05). TARTIŞMA:KHN uygulanan hastalarda YDK sonrası erken dönemde ağız kuruluğu ve tat bozukluğu sıklıkla görülmektedir. Hazırlama rejimlerine göre ağız kuruluğu ve tat bozukluğu sıklığı ve şiddeti değişmemektedir. Ancak kök hücre reinfüzyonu sonrası altıncı günde semptomlar şiddetlenmekte ve palyatif tedavilere daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ağız Kuruluğu, Kök Hücre Nakli, Tat Bozukluğu, Yüksek Doz Kemoterapi P03- STEREOTAKTİK YOLLA TANI KOYULAN T-HÜCRELİ PROLENFOSİTİK LÖSEMİNİN SANTRAL SİNİR TUTULUMU: BİR OLGU SUNUMU Selçuk Göçmen1, Murat Kutlay1, Alev Akyol Erikci2, Cem Atabey1, Özkan Sayan2, Abdullah Haholu3 1 GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Beyin Cerrahisi Kliniği 2 Hematoloji Kliniği 3 Patoloji Kliniği AMAÇ:Prolenfositik lösemi (PLL), genellikle B hücre tipi monoklonal lenfositlerin birikimi ile karakterize lenfoid dokunun genel malign bir hastalığıdır.Santral sinir sistemi (SSS) tutulumu Thücreli Prolenfositik löseminin (T-PLL) çok nadir görülen bir komplikasyonudur. YÖNTEMLER:56 yaşında erkek hasta yeni başlayan baş ağrısı ile başvurdu. Klinik bulgu olarak multipl lenfadenopati ve hepatosplenomegali tespit edildi. İki yıl önce T hücreli lenfositik lösemi tanısı konmuştu.Laboratuar bulguları: Lökosit 53x106, hemoglobin 13.8gr/dL ve trombositler 263x106. Periferik yaymada %73 prolenfosit+ lenfosit, %25 neutrophils ve %2 monosit mevcuttu. Kemik iliğinin akım sitometrik incelemesinde %80 lenfositler T hücreleriydi. CD5, CD3 ve CD52 pozitif, zayıf CD7 eksprese ediyorlardı. Kemik iliği biyopsisi hipersellüler olup yaygın immatür lenfositlerle infiltre idi. 3. fludarabin siklofosfamid kombinasyon kemoterapisinden sonra baş ağrısı başlayan hastanın kraniyal BT ve MR incelemesi sonunda kitle tespit edildi.Stereotaktik biyopsi sonunda immunhistokimyasal inceleme T hücreli tutulumu gösterdi. SONUÇLAR:Biz, beyinin semptomatik infiltrasyonu ile ortaya çıkan, stereotaktik biopsi ve histopatolojik olarak tanı koyulmuş T-PLL’li bir olgu sunuyoruz. TARTIŞMA:Geçmişte lösemi veya lenfoma nedeni ile tedavi edilmiş SSS’i tutulumu ile ortaya çıkan hastalar için, hızlı tanı ve acil tedavi zorunludur ve biz bunun için stereotaktik biyopsinin önemini vurguladık. Anahtar Kelimeler: T-hücreli Prolenfositik lösemi, Serebral tutulum, Santral sinir sistemi, Stereotaktik biyopsi P04- 10. YILINDA REKÜRRENSSİZ İZLENEN PRİMER OVER LENFOMASI: OLGU SUNUMU İlhan Hacıbekiroğlu1, Mustafa Altınbaş1, Dilşen Çolak1, Semiha Urvay1, Gökşen İnanç İmamoğlu1, Uğur Ersoy1, Naziyet Köse1, Gökhan Uçar2 1 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Kliniği , Ankara 2 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Dahiliye Kliniği, Ankara AMAÇ:GİRİŞ: İleri evre Lenfoma ve lösemili hastalarda, over ve serviks gibi kadın genital sistem organlarının tutulum sık olmasına rağmen, bu organların, lenfoproliferatif hastalıkların primer yerleşim yeri olması oldukça nadirdir. Bu bildiride primer over yerleşimli bir Non Hodgkin Lenfoma (NHL) olgusu sunulmaktadır. YÖNTEMLER: SONUÇLAR:OLGU: 49 yaşında,Kadın hastanın,yaklaşık 1 yıldır karında şişlik ve ağrı şikayetleri nedeniyle Haziran 2002 tarihinde yapılan tetkiklerinde, Batın görüntülemelerinde,sağ adnekste, uterustan bağımsız 130x89mm solid kitle lezyon ve batın içi masif serbest mayi izlenmişti. Asit sıvısının sitolojik incelemesi malign olarak gelen hastaya, Haziran 2002 ‘de Histerektomi+Bilateral Salpingoooferektomi operasyonu yapılmıştı. Patoloji sonucu sağ over, CD20(+) Diffüz Büyük B hücreli Lenfoma(DBBHL) ve sol over, malign lenfoma infiltrasyonu olarak gelmiş ve çıkarılan 41 paraaortik lenf nodundan 3’ünde lenfoma infiltrasyonu saptanmıştı. Kemik iliği biopsisinde lenfoma tutulumu saptanmamıştı. Postoperatif Torakoabdominal BT’si normal olarak değerlendirilen ve rezidü kitle saptanmayan hastanın, tüm vucut SPECT çalışmasında aktif hastalıkla uyumlu radyogalyum tutulumu saptanmamıştı. Sol overdeki lenfoma infiltrasyonu gözönüne alınarak Evre IVA DBBHL kabul edilen hastaya Ağustos 2002 tarihinden itibaren 6 kür CHOP kemoterapisi verilmiş ve takiben eksternal RT uygulanmıştır. Hastanın Ocak 2012 tarihi itibariyle rekürrenssiz olarak izlemi sürmektedir. TARTIŞMA:Kadın genital sisteminde malign lenfoma, nodal lenfomanın sekonder tutulumu şeklinde ya da primer ekstranodal lenfoma şeklinde görülebilmektedir. Overlerde fizyolojik lenfosit bulunmaması nedeni ile primer ovarian lenfoma ilginç bir boyut kazanmaktadır. Primer over lenfoması, tüm NHL’lerin yaklaşık %0,5’i, ve tüm over neoplazmlarının %1’ini oluşturmaktadır. Kadın genital sisteminin, lenfoma için, nadir primer ekstranodal yerleşim bölgesi olması, klinik ve radyolojik bulguların non-spesifik olması nedeniyle, bu tür hastalar bizim vakamızda da olduğu gibi, genelde lenfoma dışı over neoplazmları düşünülerek, radikal cerrahi yöntemlere maruz kalmakta ve tanı daha çok operasyon materyallerinin patolojik incelemesi ile konulabilmektedir. Mevcut bilgilerimiz ışığında primer over lenfomasında kombinasyon kemoterapisi ana tedavi seçeneği olup, cerrahinin yeri ve rolü tartışmalıdır. Vakamız, overde kitle saptanan hastalarda sık rastlanan nedenlere ek olarak, lenfoma gibi nadir durumlarında göz önünde bulundurulması ve, bu tür hastalarda uygun preoperatif tanı ile aşırı veya gereksiz cerrahiden kaçınılabileceğinin öneminin vurgulanması amacıyla sunulmuştur.Ayrıca, hastamızın tedavisinde, günümüzde lenfoma tedavisinin temel taşlarından olan rituksimab kullanılmamasına rağmen, takipte olduğu yaklaşık 10 yıllık süre zarfında rekürrens saptanmaması da dikkate değer bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: NHL,DBBHL P05- MULTIPLE MYELOM NEDENİYLE YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONRASI GELİŞEN SEKONDER AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ OLGUSU Şükrü Özaydın1, Selmin Ataergin1, Nuri Karadurmuş1, Gökhan Erdem1, Birol Yıldız2, Mustafa Öztürk1, Fikret Arpaçı1 1 Gülhane Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Gülhane Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:Kemoterapi, yüksek doz kemoterapi ve kök hücre nakli, radyoterapi uygulamaları sonrasında gelişen AML, MDS gibi sekonder maligniteler önemli bir tedavi komplikasyonunu oluşturmaktadır. Bu tür tedaviler sonrasında gelişen Akut Lenfoblastik Lösemi(ALL) oldukça nadir bir durumdur. Kemoterapiye bağlı akut lösemi için majör predisposan faktörler alkilleyici ajanlar, topoizomeraz II inhibitörleri ve radyoterapidir. YÖNTEMLER:Temmuz 2001 yılında sırt ve boyun ağrıları nedeniyle yapılan tetkiklerde T6 vertebrada plazmositom tanısı konuldu. Yapılan diğer tetkikler sonrasında ise tanının IgG tipi evre IIIA multipl myelom olduğu belirlendi. Hastaya 30 cgy x 10 seans radyoterapi ve 4 kür VAD protokolü (vincristine 0,4 mg (1-4), doksorubicin 9 mg/m2(1-4) ve deksametazon 40 mg/gün (14,9-12,17-20) günler) ve ayda bir 4 mg zolendronik asit tedavisi uygulandı. Akabinde hastamıza Şubat 2002 ve Haziran 2002 tarihlerinde melfalan 140 mg/m2 hazırlama rejiminden sonra tandem otolog kök hücre nâkili yapıldı. Kök hücre nakil sonrasında ayda bir zoledronik asit tedavisi devam eden hastaya IgG düzeylerinde tedrici artış nedeniyle 2007 yılından itibaren 3,5 yıl süreyle Talidomid 50 mg 2x1 tedavisi başlandı. Tedavi sonrası şikâyetleri gerileyen ve fizik muayene laboratuvar bulguları normal düzeylerde olan hasta kendi isteğiyle tedavisine ara verildi. Son altı aydır tedavisisiz takip edilen hastada bayılma baş dönmesi şikâyetleri üzerine yapılan tetkikler sonucu WBC: 235.000, hemoglobin 5,4 gr/dl ve plt sayısı 13.000 olarak saptandı. Periferik yaymasında silme blast tespit edildi. Kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi ile ALL tanıları konularak flow sitometri ile de CD10, CD19, CD34, HLA-DR ve CD79a moleküllerinin ekspresyonu B-hücreli ALL fenotipi ile uyumlu olarak değerlendirildi. Bunun üzerine hastaya ALL indüksiyon tedavisi başlandı. Takiben konsolidasyon tedavilerine geçildi. Hasta halen hematolojik kısmı yanıt içinde olup, konsolidasyon tedavilerinin tamamlanmasının ardından allojenik kemik iliği nakli planlanmaktadır. SONUÇLAR:Olgumuz multipl myeloma nedeniyle kemoterapi, radyoterapi, yüksek doz tedaviler almış bir hastada yapmış olduğumuz literatür araştırmalarında sekonder ALL gelişmiş olan 2. olgudur. Bu tür nadir olguların daha geniş verilerinin toplanması etyoloji, prognoz vs. konularında daha geniş platformda bilgi kaynağı sağlayabilir. TARTIŞMA: Anahtar Kelimeler: Akut Lenfoblastik Lösemi, Multipl Myeloma, P06- BİKLONAL GAMAPATİ SAPTANAN RENAL HÜCRELİ KARSİNOM OLGUSU Sema Akıncı, Tuba Hacıbekiroğlu, Abdulkadir Baştürk, Tekin Güney, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Monoklonal gamapati plazma hücre diskrazileri dışında romatolojik hastalıklar, enfeksiyöz durumlar ve malignitelerde karşımıza çıkabilmektedir. Bazen bu gamapati biklonal olabilmektedir. Renal hücreli karsinomla birlikte plazma hücre hastalıkları nadir olarak bildirilmiştir. Plazma hücre hastalığı olmadan renal hücreli karsinomla gamapati birlikteliğine literatürde rastlamadık. Burada renal hücreli karsinom tanısı ile tedavi almış ve biklonal gamapati tespit edilmiş olgu sunulmuştur. YÖNTEMLER: SONUÇLAR:76 yaşında erkek hasta anemi ve sedim yüksekliği nedeniyle hematoloji polikliniğine yönlendirilmesi üzerine değerlendirildi. Hastanın öyküsünde 2 yıl önce renal hücreli karsinom için nefrektomi olduğu öğrenildi. Fizik muayenesi doğaldı. Laboratuvar tetkiklerinde; Hb: 10.6 g/dL, MCV:86.4 fL, periferik yaymada eritrositler normokrom normositer, rulo formasyonu, formül lökosit ve trombositler normal olarak değerlendirildi. Hastanın biyokimya sonucunda üre:58 mg/dL, cre:2.3 mg/dL, total protein:7.94 g/dL, albumin: 3.49 g/dL, sedimantasyon:85 saptanması üzerine istenen serum protein elektroforezinde gama globulin: 1.8g/dL(0.6-1.6) saptandı. Monoklonal spike saptanmadı. Serum immünfikzasyon elektroforezinde IgG: 1620 mg/dL(650-1600), kappa:441mg/dL(170-370), lamda:208 mg/dL(90-210) olarak bulundu. Grafik sonucunda IgG kappa ve IgG lamda biklonal paraproteinemisi olarak değerlendirildi. Hastaya multiple myeloma ön tanısı ile her iki iliak kanattan kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonuçlarında normoselüler kemik iliği saptanması üzerine multiple myeloma ekarte edildi. Hasta nedeni bilinmeyen monoklonal gamapati (MGUS) kabul edildi. TARTIŞMA:Monoklonal gamapati, sebebi bilinmeyen asemptomatik, premalign, klonal plazma veya lenfoplasmasitik hücre hastalığıdır. Farklı populasyonlarda MGUS sıklığı %1-3 arasında bildirilmiştir. Literatürde MGUS olan olgularda %3 sıklıkla biklonal paraproteinemi varlığı bildirilmiştir. MGUS ile ilişkili olan durumlar, plasma hücre hastalıkları, lenfoproliferatif hastalıklar, kollajen doku hastalıkları, enfeksiyonlar, dermatolojik hastalıklar altında incelenmiştir. Literatürde renal hücreli karsinom tanısı ya da tedavisi seyrinde MGUS olduğuna dair bilgi sözkonusu değildir. Öyküsünde renal karsinom sonrası nefrektomi bulunan, klonal plazma hücre artışının eşlik etmediği biklonal gamapati saptanan olgu, daha önce literatürde bildirilmemiş olması nedeniyle sunuldu. Anahtar Kelimeler: biklonal, gamapati, karsinom, renal P07-SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TUTULUMLU DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA OLGUSUNDA YÜKSEK DOZ METHOTREXATE TOKSİSİTESİ Tuba Hacıbekiroğlu, Sema Akıncı, Abdulkadir Baştürk, Tekin Güney, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Diffüz büyük B hücreli lenfoma(DBBL) lenfoid neoplazilerin en sık rastlanılan şeklidir ve nonHodgkin lenfomaların %25 ini oluşturur.DBBL da %5-15 inde merkezi sinir sistemi (MSS) tutulumu görülür.MSS tutulumu prognozu kötüleştirmektedir.Bu olgularda tedavide standart bir yaklaşım olmamakla birlikte yüksek doz metotrexate (YDMTX) bir seçenek olarak kullanılmaktadır.Burada RCHOP sonrası YDMTX verilen olguda methotrexate(MTX) plazma konsantrasyonunun beklenen düzeylere inmemesi neticesinde gelişmiş olan toksisitelerin tedavisinde hemodiyaliz yapılan bir olgu sunulmuştur YÖNTEMLER: SONUÇLAR:36 yaşında erkek hasta bacak,kalça ağrısı ve kafa sol tarafda şişlik şikayeti ile beyin cerrahisi tarafından menengiom ön tanısı ile opere edilmiş. Alınan biopsi sonucu DBBL ile uyumlu gelen hastanın tomografilerinde beyin frontal lobda 3 cm e varan solid kitle, sağ-sol servikal zincirde 4cm büyüklüğünde lenfadenopati,dalakda çok sayıda solid kitlesel lezyon ve sağ inferior pubik ramusta,sol iliak kanatta hipodens lezyon görüldü.Kemik iliği biopsisinde tutulum görülen hasta evre 4 kabul edilerek R-CHOP tedavisine başlandı.5 kür R-CHOP alan hastaya 2 kür YDMTX tedavisi verildi.2.kür sırasında 24. saatte kreatinin düzeyleri 1,97 mg/dl ye yükseldi.Hastanın gönderilen MTX düzeyi 54 mikmol/L geldi. Hasta acil hemodiyalize alındı.Hastaya kalsiyum folinat 4x50 mg başlanarak 5 gün devam edildi.İlk hemodiyaliz sonrası MTX düzeyi 8,9 mikmol/L olarak geldi.Toplam 7 kez hemodiyalize alınan hastanın serum MTX düzeyi en son 0,5 mikmol/L olarak geldi. 5. günde karaciğer enzimleri 15-20 kat yükselme gösterdi.Bu sırada pansitopenisi gelişen ve oral mukozitleri olan hastanın tedavinin 15.gününde kreatinin ve karaciğer enzimleri normale döndü.Anemisi ve nötropenisi devam eden hastanın trombositleri 16. günde yükselmeye başladı. TARTIŞMA:Yüksek doz methotrexate MSS tutulumu olan hastalarda tedavide önemli bir yer tutmaktadır.MTX ın tedavide etkinliği yüksek olmakla birlikte, toksisitesi doza veya dozdan bağımsız olarak oldukca yüksektir.Yüksek doza bağlı toksisite gelişiminde ilaca maruziyetin kısa sürede giderilmesi hayati önem arzetmektedir.Efektif bir şekilde ilacın plazmadan uzaklaştırılması ve ilacı bağlayan ajanların doz ve süresinin doğru planlanması ile toksisite tablosu önlenebilir ve azaltılabilir.Olgumuzda 24.saat plazma MTX düzeyinin çok yüksek bulunmasını takiben(54 mikmol/L) bir seans diyalizle %90 larda bir düşüş gözlendi.Daha sonraki seanslarda da bu düzeyde olmasada önemli ölçüde düşüş sağlandı.Literatüre bakıldığında YDMTX toksisitesinde devamlı venövenöz hemodiyaliz,yüksek geçirgenli memran hemodiyaliz diyaliz gibi yöntemler kullanılmaktadır.Hemodiyaliz akut dönemde yüksek doz folinik asitle birlikte kullanıldığında etkili bir tedavi yöntemidir.Bu olgu nedeniyle MTX düzeylerinin belirlenen düzeylerin üstünde olması durumunda diyaliz gibi yöntemlerin zamanında ve etkili şekilde uygulanmasının hayati önemini vurgulamak isteriz. Anahtar Kelimeler: yüksek doz methotrexate, hemodiyaliz P08- NÜKS DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA OLGUSUNDA BULKY KİTLE BASISINA BAĞLI POSTRENAL AKUT BÖBREK YETMEZLİĞİ Tuba Hacıbekiroğlu, Sema Akıncı, Tekin Güney, Merve Çapkınoğlu, Abdulkadir Baştürk, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Non-Hodgkin Lenfomaların (NHL) en sık rastlanılan subtipi diffüz büyük B hücreli (DBBL) lenfomadır (%25).Agresif seyirli bir lenfoma olan DBBL en sık boyun ve abdomende semptom veren ve hızlı büyüyen kitle lezyonları ile karşımıza çıkar.Hastada 10 cm üzeri bulunan lenfadenopati (LAP) bulky kitle olarak tanımlanır. Nüksü takiben R-DHAP 1.kür tedavi sonrası akut renal yetmezlik tablosu gelişen olguyu, akut renal yetmezlik nedenini irdelemek amacıyla sunmak istedik. YÖNTEMLER: SONUÇLAR:58 yaşında erkek hasta kilo kaybı, gece terlemesi ve karında ele gelen kitle ile kliniğimize başvurdu. Çekilen abdomen tomografisinde bilateral paraaortik ve aortokaval alanlarda, batın sağ alt kadranda en büyüğü 83x78 mm, peripankreatik alanda, sol ana renal ven ve vena kavada belirgin bası etkisi oluşturan 117x96 mm sağ alt kadranda 83x78mm boyutlarında olmak üzere çok sayıda konglomere LAP pakesi izlendi.Toraks bt’de üst mediastende 36x56x42 mm boyutlarında LAP mevcuttu.Batın içi LAP’tan biopsi yapıldı ve diffüz büyük B hücreli lenfoma tanısı kondu.Yapılan Kİ biyopsisi normosellülerdi ve hasta tüm bulgularla evre 3 olarak değrlendirildi.8 kür R-CHOP tedavisi yapılması planlandı.4.kür tedaviden sonra yapılan değerlendirmede LAP lerin % 50 gerilediği gözlendi.tedavi 6 kür R-CHOP ve 2 kür Rituximab olarak tamamlandı.hasta otolog kök hücre nakli için değerlendirildi.Ancak yapılan PET-CT’de abdomende farklı büyüklükte multiple lenf nodları gözlendi ve sağda psoas kası anterior komşuluğunda tanımlanan 32 mm çaplı yumuşak doku lezyonunda (konglemere LAP?) patolojik artmış aktivite saptandı.Bu aktif lenf nodundan yapılan biopsi sonucunu fibröz doku olarak gelmesi üzerine 3-6 ayda bir PET-CT ile takip edilmesine karar verildi.takipleri sırasında nüks eden hastanın tomografisinde batın sağ alt kadrandaki LAP 95x60 mm,toraksdaki LAP ise 32 mm olarak bulundu.hasta otolog kök hücre nakli öncesi 1.kür RDHAP kemoterapisi sonrasında üre kreatinin yüksekliği ile başvurdu.kreatinin değerleri5,6 mg/dl, üre 95 mg/dl bulundu.batın USG de bilateral grade2-3 pelvikaliektazi ve sağ parailikak,paraaortik 8 cm e yakın konglomere LAP görüldü.hastaya bilateral nefrostomi yapıldı. kreatinin düzeyleri gerileyen hasta 2. kür kemoterapisini almak üzere taburcu edildi. TARTIŞMA:R-DHAP sonrası akut böbrek yetmezliği(ABY) gelişen olgularda ilk akla gelen protokolde bulunan sisplatin olmalıdır. Bu olgumuzda kemoterapi sonrasında 14. günde normal olan kreatinin düzeyi 4 gün sonra yükselmişti. Bu bize kemoterapiden ziyade hastanın mevcut olan abdominal kitlesi ile ilgili olduğunu düşündürdü. Nitekim yapılan USG'de bilateral grade 2 pelvikaliektazi ve hidronefroz saptandı. Bilateral üreteral obstrüksiyona bağlı ABY geliştiği anlaşıldı. Bilateral nefrostomi sonrası üre, kreatinin değerleri geriledi. Bu vaka nedeniyle vurgulamak istediğimiz husus: Nefrotoksik ilaç sonrası ABY gelişmesi durumunda ilacın yanısıra başka faktörlerin de ayırıcı tanıda akılda olması gereğidir. Anahtar Kelimeler: bulky hastalık, diffuz büyük b hücreli lenfoma, postrenal akut böbrek yetmezliği P09- FOLİKÜLER LENFOMA OLGUSUNDA RİTUXİMAB SONRASI HEPATİT B REAKTİVASYONU Abdulkadir Baştürk, Sema Akıncı, Tuba Hacıbekiroğlu, Tekin Güney, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Lenfoma, immün sistemi baskılayan bir malignitedir. Bu hasta grubunda enfeksiyonlar ve daha önce geçirilmiş enfeksiyonların reaktivasyonu önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Nüks foliküler lenfomaya eşlik eden otoimmün hemolitik anemisi olan, üç kür R-CVP kemoterapisi ve eş zamanlı üç aylık steroid tedavisi sonrasında hepatit B reaktivasyonu gösteren olguyu sunduk. YÖNTEMLER: SONUÇLAR:Anemi ve nefes darlığı nedeni ile başvuran 71 yaşındaki kadın hasta değerlendirildi. Hastanın öyküsünde 14 yıl önce bilinmeyen nedenle splenektomi yapıldığı, 8 yıl öncesinde foliküler lenfoma tanısı ile 6 kür R-CVP kemoterapisi aldığı, eş zamanlı otoimmün hemolitik anemi nedeni ile izlendiği öğrenildi. Laboratuar sonuçlarında Hb: 5.6 g/dL, MCV:96fL, total bilirubin:1.4mg/dL, indirekt bilirubin:0.8mg/dL, LDH:459U/L saptandı. Periferik yaymasında normoblast izlendi. Retikülosit %8 saptandı. Direkt ve indirekt coombs testleri pozitif olan hastaya otoimmün hemolitik anemi tanısı ile 1 mg/kg metilprednizolon başlandı. Kemik iliği biyopsisi foliküler lenfoma tutulumu ile uyumlu gelen hasta Evre IV nüks foliküler lenfoma kabul edilerek kemoterapi planlandı. Tedavi öncesi serolojisinde HBsAg(-), AntiHBs(-), AntiHCV(-), antiHIV(-) olan hastaya R-CVP tedavisi başlandı. Hastanın üç aylık steroid tedavisi ve üç kür kemoterapi sonrası karaciğer fonksiyon testlerinde yükselme oldu. Biyokimya değerlerinde AST: 41U/L, ALT: 78U/L saptanması üzerine istenen serolojisinde HBsAg: 2267, HBeAg: 757, antiHBe(-), antiHBc IgM(-), antiHbs(-), antiHCV(), AntiHIV(-) olarak saptandı. Hepatit B reaktivasyonu kabul edilerek lamivudin tedavisi başlandı. Hastanın HBV DNA sonucu 1.4X10^7 copy/mL idi. Yapılan karaciğer biyopsisinde; fibrozis skoru:3 NES:5 olması üzerine tenofovir tedavisine geçildi. Tenofovir sonrası AST:45U/L, ALT:68U/L’e gerileyen hastanın kemoterapisine devam edildi. TARTIŞMA:Foliküler lenfoma, Amerika Birleşik Devletleri'nde tüm NHL olgularının %35’ini, Avrupa’da %22’sini oluşturmaktadır. Ülkemizdeki dağılımı ise %7-9 arasındadır. Hepatit B enfeksiyonu geçiren kişilerde HBsAg(-) olsa bile immün sistemin baskılandığı durumlarda reaktivasyon ihtimali sözkonusudur. Literatürde HBsAg(-) ve AntiHBc(+) olan diffüz büyük B hücreli lenfomalı olgularda R-CHOP tedavisi sonrası hepatit B reaktivasyon oranı %2.3-25 arasında bildirilmiştir. Olgumuzda diyabet varlığı, otoimmün hemolitik anemi nedeniyle steroid kullanması ve eşzamanlı rituximab içeren kemoterapi almış olması, hepatit B reaktivasyonunu kolaylaştırıcı faktörlerdir. Bu olgu nedeni ile vurgulamak istediğimiz; rituksimab içeren kemoterapi uygulanacak tüm hastalarda Hepatit B için HBsAg ve HBcAb testi bakılması; tarama testlerinden birinde pozitiflik var ise PCR ile hepatit B viral yük değerlendirilmesi ve HBsAg ya da HBcAb pozitifliği olan her hastaya kemoterapi ile birlikte ampirik antiviral tedavi verilmesi gerekliliğidir. Tedavi verilen hastalarda tedavi süresince her ay, sonrasında 3 ayda bir PCR ile hepatit B viral yük izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Foliküler, hepatit B, lenfoma, rituksimab P10- KANAMA DİATEZİ İLE PREZENTE OLAN WALDENSTROM MAKROGLOBULİNEMİSİNE BAĞLI EDİNSEL VON WİLLEBRAND HASTALIĞI Tekin Güney, Abdulkadir Baştürk, Sema Akıncı, Tuba Hacıbekiroğlu, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:Edinsel von-Willebrand hastalığı önceden hiçbir kanama bulgusu ve aile öyküsü olmaksızın, genellikle geç başlangıçlı kanama diatezi olarak ortaya çıkan ve nadir olarak görülen kazanılmış bir hastalıktır. Edinsel von-Willebrand, genellikle altta yatan başka bir hastalık ile ilişkilidir ve myeloproliferatif bozukluklar, amiloidoz, benign ya da malign B hücre hastalıkları, hipotiroidi, otoimmün bozukluklar, çeşitli solid tümörler (özellikle Wilms tümörü), kardiyak veya vasküler defektler (özellikle aort darlığı) ya da çeşitli ilaçlar ile birlikteliği bildirilmiştir. Burada burun kanaması yakınması ile başvuran ve von willebrand faktör düzeyi düşük bulunan Waldenstrom makroglobulinemisi olgusu sunuldu. YÖNTEMLER:53 yaşında erkek hasta 1 aydır devam eden burun kanaması şikayeti ile KBB polikliniğine başvurusunun ardından, yapılan değerlendirme sonrası saptanan anemi üzerine hematoloji polikliniğine yönlendirilmiştir. Anamnezde burun kanamasının yanında halsizlik baş ağrısı baş dönmesi el ve ayaklarda uyuşukluk ve güçsüzlük olduğu öğrenilmiştir. F.M. incelemesinde lenfadenopati ve hepatosplenomegali saptanmadı. Laboratuar incelemesinde hb: 9.8 g/dl, hct:29.1 %, lökosit:6.8x10^9/L, trombosit:104x10^9/l, sedimentasyon:125 mm/saat, APTT:41.5 sn, fibrinojen: 315 mg/l, PT:15 sec, VWF aktivitesi:%35, factor 8 düzeyi: %51. Hastanın viskozitesi >10 Sentipoint olarak ölçüldü. Protein elektroforezinde monoklonal gamapati saptanan hastanın immunfiksasyon elektroforezde İgG kappa monoklonal gamapati görüldü. İgM düzeyi >14400 mg/dl, kappa hafif zincir düzeyi 3323 mg/dl olarak ölçüldü. Kemik iliği aspirasyon yaymasında atipik lenfoplazmositer hücre infiltrasyonu saptandı. Kemik iliği patolojisinde %40-50 oranında atipik plazma hücre infiltrasyonu saptandı. Mevcut bulgularla waldenström makroglobulinemisi ve buna bağlı edinsel von-Willebrand hastalığı tanısı kondu. SONUÇLAR:Hastaya plazmaferez ve R-CHOP tedavisi planlandı. Ardışık 2 seans plazmaferezi takiben kanama bulguları durdu. Halen 2 kür R-CHOP tedavi almış olan hasta ayaktan takip edilmektedir. TARTIŞMA:Edinsel von-Willebrand hastalığının tanısı, hastalığın geç başlangıcı, aile hikayesinin olmaması ve altta yatan ilişkili hastalığın tanımlanması ile genetik formdan ayırt edilerek konulur. Edinsel von-Willebrand hastalığının tedavisi genellikle altta yatan bozukluğun tedavisi ile sağlanır. Dirençli olgular glukokortikoid, plazmaferez, intravenöz gama-globulin, desmopressin ve vonWillebrand factor içeren factor VIII konsantreleri ile tedavi edilir. Literatürde Waldenstrom makroglobulinemisine eşlik eden edinsel von-Willebrand hastalığı nadir olarak vaka sunumları şeklinde bildirilmektedir. Biz de bu olgu nedeniyle ileri yaşta kazanılmış kanama diatezi öyküsü olan hastalarda Waldenstrom makroglobulinemisi gibi seyrek görülen hastalıkların da akılda olması gerektiğini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: edinsel von-Willebrand hastalığı, waldenstrom makroglobulinemisi P11- PLAZMOSİTOM GELİŞEN TAM REMİSYONDA İZLENEN MULTİPL MYELOM OLGUSU Sema Akıncı, Tuba Hacıbekiroğlu, Abdulkadir Baştürk, Tekin Güney, Şule Mine Bakanay Öztürk, İmdat Dilek Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Plazma hücre hastalıkları, plazma hücrelerinin klonal malign proliferasyonu ile karakterize hastalık grubudur. Olguların bir kısmı soliter veya multiple plazmositom lezyonları ile prezente olabilir. Extramedüller plazmositomlar(EP) multipl myelom(MM) olgularında tanı anında %7, veya hastalık seyri sırasında %6 sıklıkla görülebilir. Extramedüller plazmositomlar sıklıkla baş boyun olmakla birlikte, üst solunum yolu, gastrointestinal sistem, mesane, tiroid, meme, testis, parotis ve nadiren cilt yerleşimli olgular bildirilmiştir. Biz de, MM tanısı ile tam remisyonda izlenen hastada, dizin medialinde maküler eritemli cilt lezyonu şeklinde ortaya çıkan, kemik tutulumu da olan plazmositom olgusunu sunmak istedik. YÖNTEMLER: SONUÇLAR:Anemi nedeniyle hematoloji polikliniğine başvuran 64 yaşındaki erkek hastanın immünfikzasyon elektroforezinde(İFE), IgA kappa paraproteinemisi saptandı. Kemik iliği biyopsisi(KİB) MM tutulumunu desteklemesi üzerine hastaya otolog için aday olacağı düşünülerek 2 kür VAD kemoterapisi ve ardından 2 kür bortezomib- deksametazon tedavisi verildi. Tedavi değerlendirmesinde tam remisyonda olduğu saptanan hastanın performans statüsü kötü olması üzerine otolog için uygun görülmedi. Hastanın talidomid-deksametazon kolunda tedavisine devam edildi. Tedavisinin 1. yılını tamamladıktan sonra tam remisyonda devam eden hasta sadece bifosfonat tedavisi ile izleme alındı. Hastalığının 3. yılında, sağ diz medialde maküler eritematöz 3 cm çapında 1,5 cm yüksekliğinde iki adet lezyon gelişti. Alınan cilt biopsisi ‘plazmositom’ ile uyumlu idi. Hastanın KİB ve İFE sonuçları MM için tam remisyonu göstermesi üzerine, doku tutulumu değerlendirmek için sağ diz MRI istendi. Diz MRI’ında patella, tibia proximali ve femur distalinde kemik tutulumu ile femur distali medialde cilt-cilt altı tutulumu saptanması üzerine hasta radyasyon onkolojisi ile konsülte edilerek lokal radyoterapi uygulanmasına karar verildi. TARTIŞMA:Plazmositomlar, histolojik olarak MM hücreleri ile benzer plazma hücre tümörleridir. Sadece kemik dokuda yerleşen tümörlere kemiğin soliter plazmositomu, kemik dışında yumuşak doku yerleşimli olanlar ise soliter extramedüller plazmositom(EP) olarak adlandırılır. Literatürde EP sıklığı %3-7 arasında bildirilmiştir. Cilt tutulumu olarak; büyük, morumsu subkutan kitle yanında, burun üzerinde filiform spiküller ve gövdede ülsere lezyonlar vaka takdimi şeklinde bildirilmiştir. Bizim olgumuz da, MM’un tam remisyonda izlendiği dönemde rastlanmış olması ve cilt tutulum şekli ile yerinin farklılığı ve beraberinde kemik tutulumunun olması nedeniyle sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: multipl, myelom, plazmositom P12-OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ VE YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ UYGULANAN HASTADA CANDİDA NORVEGENSİS ENFEKSİYONUNA BAĞLI ENGRAFMAN GECİKMESİ Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Selmin Ataergin, Erkan Arpacı, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:İnvaziv fungal enfeksiyonlar immün süprese hastalarda önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Hematolojik kanser hastaları, otolog ve allojenik kemik iliği transplantasyon hastaları ve organ nakli hastaları fungal enfeksiyon gelişmesi açısından yüksek risk altındadır. Candida enfeksiyonları otolog veya allojenik kök hücre nakli yapılan hastalarda %40’lara varan mortalite ve engrafman gecikmesine neden olabilmektedir. YÖNTEMLER:65 yaşında bayan hasta Ocak 2009’da sol koltuk altında şişlik şikâyeti üzerine yapılan tetkiklerde evre 3 Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma(DBBHL) tanısı kondu. Hastaya 6 kür R-CHOP tedavisi uygulandı. Tedavi sonrası tam remisyon elde edilen hastanın Eylül 2011’de halsizlik gece terlemesi şikâyetleri üzerine yapılan incelemelerinde yaygın karaciğer metastazı şeklinde nüks tespit edildi. Hastaya 3 kür R-DHAP tedavisi sonrası yapılan değerlendirmede tam remisyonda olduğu tespit edildi. Hastaya Şubat 2012’de CEAM protokolünden oluşan yüksek doz kemoterapi ve otolog periferik kök hücre transplantasyonu uygulandı. Kök hücre nakli sonrası 4. günde ateş yüksekliği ve nötropenisinin olması üzerine febril nötropeni protokolune uygun olarak kültürleri alındı ve meropenem 1 gram flakon(flk) 3x1 tedavisine geçildi. 48 saat sonra ateşinin nüksetmesi üzerine teikoplanin flk 1. gün 2x400 mg sonraki günler 1x400 mg tedavisine geçildi. 72 saat sonra ateş yüksekliğinin devam etmesi üzerine hastaya vorikonazol flk 2x6 mg/kg yükleme dozu, sonraki günler 2x4 mg/kg idame dozu uygulandı. Hastanın 5 günlük vorikonazol tedavisine rağmen ateşinin düşmemesi ve kan kültüründe candida norvegensis üremesi üzerine hastaya 5 mg/kg lipozomal amfoterisin B tedavisi başlandı. Meronem flk, teikoplanin flk ve lipozomal amfoterisin B tedavisine rağmen ateşin devam etmesi, genel durum düşkünlüğü olması üzerine hasta yeniden değerlendirilerek teikoplanin tedavi kesildi ve vancomisin tedavisine geçildi. Tedaviye kaspofungin flk eklendi. Hasta 21. güne kadar mutlak nötropenide kaldı. 21. günden itibaren lökosit değerlerinde tedrici yükselme meydana geldi. Hastanın ateş periyodlaının azaldığı, genel semptomlarının düzeldiği gözlendi ve 30. gününde engrafman gerçekleşti. SONUÇLAR:Yüksek doz kemoterapi uygulanan hastalarda verilen kök hücre miktarına bağlı olarak reinfüzon sonrası engrafman 10 ile 15’inci günlerde gerçekleşmektedir. Candida norvegensis enfeksiyonlarında nötropeni süresinin uzun olduğunu ve enfeksiyonun mortal olduğu bilinmektedir. Candida norvegensis enfeksiyonunda tek ajan vorikonazol ve tek ajan lipozomal amfoterisin B tedavisine rağmen ateş devam edebilmektedir. Lipozomal amfoterisin B tedavisine caspofungin eklendiği zaman daha iyi yanıt alındığı bilinmektedir. TARTIŞMA:Engrafmanı geciken dirençli yüksek ateşle seyreden olgularda atipik fungal enfeksiyonlar akla gelmeli ve kombine antifungal tedaviler tedaviye eklenmelidir. Anahtar Kelimeler: Candida Norvegensis, Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma, Engrafman Gecikmesi, Febril Nötropeni, P13- LENFOMA, MYELOMA VE PESDİSİD KULLANIMI Mustafa Yıldırım1, Ayşegül Kargı1, Utku Dönem Dilli1, Mustafa Yıldız1, Arzu Didem Yalçınkaya2, Erdal Kurtoğlu3, Hülya Karakılınç4 1 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya 2 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Allerji İmmünoloji Kliniği, Antalya 3 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Antalya 4 Antalya İl Sağlık Müdürlüğü, Kanser Kayıt Merkezi, Antalya AMAÇ:Pestisidler hayvanlar ve bitkiler üzerinde veya çevresinde yaşayan besin kaynaklarının üretim depolanma ve tüketimi sırasında besin değerini azaltan böcek, kemirici, yabani ot ve mantar gibi zararlıların etkilerini azaltmak için kullanılan kimyasal maddelerdir. Pestisidlerin bir çok formu bulunmaktadır ve değişik formların farklı kanser tipleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Pestisid kullanımı ile meme, akciğer, pankreas, kolon, mesane gibi solid tümörlerin gelişiminde rolü olabileceği bildirilmektedir (1-4). Lenfoma ve Multiple Myelom (MM) etyolojisi ile pestisid kullanımı arasındaki ilişki bir çok çalışmada araştırılmış ve pestisid kullanımı ile bu hastalıkların sıklığının arttığı gösterilmiştir (5,6). Antalya yoğun tarımsal faliyetin olduğu ve pestisidlerin yaygın olarak kullanıldığı bir bölgedir. Bu çalışmada Antalyada saptanan Non-Hodgkin Lenfoma (NHL), Hodgkin Lenfoma (HL) ve MM hastalarının insidensi ile kullanılan pestisid miktarı arasındaki ilişki araştırılmıştır. YÖNTEMLER:Çalışmada T.C Sağlık Bakanlığı Antalya İl Sağlık Müdürlüğü Kanser Kayıt Merkezi veri bankasından hastalara ait 1995-2010 verileri kullanılmıştır. Antalya İl Tarım Müdürlüğünden 1995-2010 yılları arasında her yıl kulanılan tarım ilacı miktarı bilgisi edinildi. İstatiksel analiz SPSS 13.0 yazılım programı kullanılarak yapıldı. Anlamlı p değeri <0,05 olarak kabul edildi. Pestisid miktarı ile kaba insidens arasındaki ilişki nonparametrik test olan spearman korelanyon analizi ile araştırıldı. SONUÇLAR:Çalışmada toplam 1985 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların 1227’si NHL, 344’ü HL, 424’ü MM tanılı hasta idi. Hastaların tanı aldığı yıllara göre kaba insidens hızları ve o yıl kulanılan pestisid miktarı Tablo 1 de görülmektedir. Kullanılan pestisid miktarı ile NHL, HL ve MM insidensi arasındaki ilişki spearman korelasyon analizi ile incelendi p değeri sırasıyla 0,05, 0,05, 0,003 olarak bulundu. Korelasyon katsayısı ise 0,497, 0,497, 0,685 olarak tespit edildi. TARTIŞMA:Pestisidler çeşitli kimyasal maddeleri içeren heterojen bir grup kimyasal maddelerin genel ismidir. Kullanıldıkları zararlılara göre insektisid, fungusid, herbisid olarak adlandırılırlar. Bu kimyasalların organoklorinler, organoklorinler, karbamatlar ve tirazinler gibi grupları bulunmaktadır (7). Pestisidler karsinojenik etkilerini genotoksite, hormonal etki ve immünotoksite gibi mekanizmalarla gösterebilirler. Bazı pestisid türlerinin hemopoetik hücreler üzerinde genotoksik etkileri gösterilmiştir (8). Çalışmamızda kullanılan ilaçların o yıl içerisindeki yeni tespit edilen NHL, HL, MM hastalarıyla ilişkisi incelenmiş ve ilişkili bulunmuştur. Pestisid kullanımı ile kanser gelişimi arasındaki süre bilinmediğinden bu karşılaştırmayı yaptık. Pestisid kullanımının bu hastalıkların insidensindeki artış ile ilişkili olabileceğini bu konuda serum pestisid düzeylerinin ölçümünüde içeren yeni çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Lenfoma, Myeloma, Pestisid P14- FOLİKÜLER LENFOMA VE NADİR BİR DURUM: KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ KOMBİNASYONU İLE BAŞARIYLA TEDAVİ EDİLMİŞ SERBELLAR METASTAZ Nuri Karadurmuş1, Selmin Ataergin1, Gökhan Erdem1, Mustafa Çakar2, Özdeş Emer3, Şükrü Özaydın1, Mustafa Öztürk1, Mükerrem Safalı4, Fikret Arpacı1 1 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara 3 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nükleer Tıp Bilim Dalı, Ankara 4 Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:Santral sinir sistemi (SSS) tutulumu yüksek gradlı ve agresif primer ve sekonder lenfomalar için önemli bir tutulum alanıdır. Foliküler lenfoma düşük gradlı bir lenfoma olmasına rağmen, nadir de olsa SSS tutulumu gösterebilir. Bu vakada serebellar tutulum yapan foliküler lenfomalı bir hastamızı sunduk. YÖNTEMLER:57 yaşında erkek hasta halsizlik, dispne ve günlük aktivitelerinde solunum sıkıntısı yakınmaları ile doktora başvurdu. Akciğer grafisinde bilateral, masif plevral efüzyon saptandı, torasentez sonucunda efüzyon şilotoraks ile uyumlu bulundu. Toraks- abdomen BT’de ön ve arka servikal, supraklavikuler, mediastinel bölgelerde bilateral, büyük, konglomere lenf nodları saptandı ve supraklavikuler nodun eksizyonel biyopsisinde Grade-2 Foliküler Lenfoma tanısı konuldu (Şekil1a,1b,1c). Kemik iliği biyopsisinde paratrabeküler B hücreli lenfoma infiltrasyonu saptandı ve vaka Evre IV-B kabul edildi. Bu nedenle 6 kür R-CHOP kemoterapisi verildi. Bir yıl sonra sol servikal ağrısız şişlik, baş dönmesi ve denge kaybı tarifleyen hastanın PET/BT’de sağ serebellar diffüz ve sol supraklavikuler lenf nodlarında artmış FDG tutulumu saptandı (SUV max sırasıyla 11.3 ve 12.3). Sol supraklavikuler lenf nodundan yapılan eksizyonel biyopsi sonucu Grade-2 Foliküler Lenfoma ile uyumlu geldi (Şekil 2a,2b). Beyin MRG’de sağ serebellumun inferolateralini tutan, duramatere uzanım gösteren, 1.5 cm çapında homojen kontrastlanan bir lezyon saptandı (Şekil 2c). Lokalizasyonu nedeni ile Nöroşirurjik operasyon için uygun görülmeyen hastaya ikinci hat kemoterapi olarak Rituximab 375 mg/m2 1.gün, Fludarabin 20 mg/m2 ve Siklofosfamid 240 mg/m2 1-3 gün verildi, tüm kranyum radyoterapi 30 cGy/gün 10 gün uygulandı. Kemo-radyoterapi sonrası takip eden süreçte hastanın semptom ve bulguları geriledi. SONUÇLAR:Günümüzde Rituximab ve CHOP bazlı kemoterapilerle SSS tutulumu gibi sekonder ekstranodal yayılım gösteren lenfoma olgularında uzun ve semptomsuz yaşam süreleri sağlanabilmektedir. Bu nedenle SSS tutulumu şikayetleriyle gelen hastalarda Onkolog, İç Hastalıkları Uzmanı, Nöro-radyolog ve patologları kapsayan lenfoma konusunda uzman doktorların doğru tanı ve tedavi planı yapma konusunda işbirliği yapmaları gerekmektedir. TARTIŞMA:Son yıllarda foliküler lenfomanın histopatolojisi ne olursa olsun agresif seyrederek, SSS tutulumu yapabileceği gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: foliküler lenfoma, serbellar metastaz, kemoterapi, radyoterapi P15- SEROLOJİK TESTLERİN DESTEKLEMEDİĞİ, PATOLOJİK BİYOPSİ İLE TANI KONULAN CMV PNÖMONİSİ Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Selmin Ataergin, Erkan Arpacı, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:İmmün yetmezliği olanlarda en sık gelişen viral pnömoni etkeni CMV virüsleridir. CMV virüsleri özellikle böbrek, kemik iliği nakli yapılanlarda ve AİDS’li hastalarda sık rastlanmaktadır. Sitotoksik T lenfositler CMV virusunun latent kalmasında ve CMV enfeksiyonunu önlemede önemli bir rol oynamaktadır. Hodgkin lenfomalı hastalarda hücresel immünitede bozulmalar meydana gelmektedir. YÖNTEMLER:67 yaşında bayan hasta Nisan 2011’de halsizlik yorgunluk gece terlemesi ve ateş yüksekliği şikâyeti ile yapılan tetkiklerde evre 4B klasik Hodgkin lenfoma tanısı kondu. Hastaya Temmuz 2011’de 3 kür ABVD tedavisi sonrası yapılan ara PET BT incelemesinde tam yanıt cevabı gözlendi ve tedavi 6 küre tamamlandı. Tedaviden 1 ay sonra yüksek ateş, halsizlik ve nefes darlığı şikâyeti gelişmesi üzerine çekilen PET BT incelemesinde hastanın remisyonda olduğu ancak her iki akciğer interstisyel alanda ve plevrada artmış metabolik aktivite olduğu saptandı. Tanıya yönelik olarak balgam kültürü, balgamda AARB, kan kültürleri ve viral belirteçler incelendi. Bronkoskopi ve bronkoalveolar lavaj hasta tolere edememesi nedeniyle yapılamadı. Avelox tablet 1x1 başlandı. 3 lt/dk oksijen ve ventolin nebul tedavisine eklendi. Hastanın genel durumunun bozulması üzerine Avelox tablet kesilerek Tazocin 4,5 gr flakon(flk) 3x1, Bactrim tb 2x1 ve kan kültüründe stafilokok hominis üremesi üzerine targocid 400 mg flk 1x1 tedavi eklendi. Plevradaki tutulumdan bilgisayarlı tomografi eşliğinde plevra biyopsisi alındı. Plevra biyopsisinde yaygın lenfosit infiltrasyonu ve inklüzyon cisimcikleri gözlendi. Biyopsinin patolojik incelemesinde öncelikle CMV pnömonisini düşündürür bulgular bulunduğu gözlendi. Hastanın patolojik biyopsi materyalinde doku CMV PCR ve kandan CMV PCR incelemesi negatif olarak sonuçlandı. Hastanın aldığı mevcut tedavilere genel durumunun kötüye gitmesi dispnenin artması nedeniyle CMV pnömonisi geliştiği düşünülerek gansiklovir 500 mg flk 2x1 3 hafta eklendi. Tedavi sonrası hastanın solunum sıkıntısının ve oksijen ihtiyacının azaldığı görüldü. 3 haftalık tedavi sonrasında hastada belirgin klinik düzelme, 4 hafta sonrada radyolojik düzelme oldu. Hasta taburcu edilirken valgansiklovir tb 1x1 1,5 ay idame edildi. Hastanın tedavi sonrası 4. ay kontrolünde genel durumunun iyi olduğu dispnenin düzeldiği ve oksijen ihtiyacının olmadığı gözlemlendi. SONUÇLAR:Hematolojik malignitelerde immün sistemin bozulmuş olması nedeniyle enfeksiyon hastalıkları sık olarak gözlenmektedir. Özellikle non Hodgkin lenfomalı hastalarda fludarabin, rituksimab ve alemtuzumab gibi ajanların kullanıma girmesiyle CMV enfeksiyonlarında artış gözlenmektedir. Hodgkin lenfomalı hastalarda nadir de olsa CMV pnömonisine rastlanmaktadır. Bazı CMV viremisi olan hastalarda CMV DNA tetkiki negatif olabileceği bilinmektedir. Bu vakada CMV DNA tetkiki negatif olmasına rağmen patoloji preperatında inklüzyon cisimciklerinin gözlenmesi ve tedaviye çok iyi yanıt alınması CMV pnömonisini düşündürmüştür. TARTIŞMA: Anahtar Kelimeler: CMV Pnömonisi, Hodgkin Lenfoma, P16- KRONİK MYELOSİTER LÖSEMİ SEYRİNDE SERVİKS KARSİNOMU GELİŞİMİ: OLGU SUNUMU Güçhan Alanoğlu1, Murat Koçer2 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji BD Isparta 2 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji BD Isparta AMAÇ:Kronik myelositer lösemi (KML) tedavisinde tirozin kinaz inhibitörlerinin(TKI) kullanılması ile hastalıksız yaşam bu hastalar için bir umut olmuştur. Uzun yaşam beklentisi geç yan etkileri ve diğer kötücül hastalıkların gelişimini gündeme getirmektedir. KML de ikincil kötücül hastalık gelişmesi % 3.5 olarak bulunmuştur. Bu artmış bir oran olmamakla birlikte uzun dönemde bu hastaların sıkı takibi gereklidir. Bu sunumda KML tanısı ile takip edilen bir hastada serviks kanseri gelişimi tartışılacaktır. YÖNTEMLER:72 yaşında kadın hasta, Nisan 2009 tarihinde kronik faz KML tanısı almış. Sokal skoru: 0.97, orta risk. Tanı anında tüm batın ultrasonografisinde dalak büyüklüğü dışında patoloji saptanmamış. Hastaya sitoreduksiyon amaçlı hidrosiurea uygulanmasından sonra imatinib 400 mgr uygulanmıştır. 3. ayda tam hematolojik yanıt, 6. ayda hastada sitogenetik tam yanıt alınmıştır. KML tanısının 12 ay sonrasında hastada vaginal kanama nedeniyle yapılan alt batın tomografisinde uterus serviks düzeyinde kalınlaşma, 3x3.5 cm boyutunda heterojen dansite artışı saptanmıştır. Endoservikal küretaj materyalinin patolojik incelemesinde yassı epitelyum hücreli karsinom, büyük hücreli nonkeratinize tip olarak değerlendirilmiştir. Hasta evre 3 B olarak değerlendirilerek Haziran 2010 tarihinde pelvise yönelik total 50.4 Gy, fraksiyone dozda radyoterapi uygulandı. Hasta halen sitogenetik tam yanıtlı olarak takip edilmektedir. Tanıdan 14 ay sonra yapılan PET incelemesinde sol supraklavikular ve lumbal metastatik lenf nodları saptanmıştır ancak hasta ileri tetkik ve tedaviyi kabul etmemiştir. SONUÇLAR: TARTIŞMA:KML tedavisi sırasında ikincil kanser gelişmesi Verma ve ark tarafından 1445 hasta (1342 KML, 103 myeloproliferatif (MPH) çalışılmış ve total 66 hastada (63 KML%4.6 ve 3 MPH %2.9)80 değişik ikincil kanser saptanmıştır. KML tanısında kanser gelişimine kadar geçen süre ortalama 68 (4-302ay), kanser tanısı konana kadar TKI tedavisi alma ise 39 (2-98ay) olarak bulunmuştur. Sonuçta kanser gelişiminde artan bir oran olmamakla birlikte bu hastaların sıkı kontrolunun gerekliliğini vurgulamışlardır. Roy ve ark ise. İmatinib tedavisi altında olan 189 KML hastanın 5 yıllık takibi sonrasında 6 hastada ikincil kanser saptamışlardır. Altı hastanın 4 ünde ürogenital kanser üçü prostat kanseridir. Sonuç olarak hastalarının daha önce interferon ve imatinibe maruz olması nedeniyle tedavi ilişkili bir kötücül olay artışı olabileceğini savunmuşlardır. Halen TKI lerinin ikincil kanser olasılığını arttırdığına yönelik kesin kanıt elde mevcut değildir. Bu olguların sıkı izlenmesi ve rapor edilmesi ile sonuca varılacaktır. Bizim olgumuzda iki kanserin eş zamanlı olabildiği düşünülebilirse de arada 12 aylık zaman olması ve tanı anında incelemenin negatif olması bu olasılığı dışlamaktadır. Bu nedenle KML hastalarının genel takipleri düzenli yapılmalı, olası ilaç yan etkileri mutlaka bildirilmelidir. Anahtar Kelimeler: kronik myelositer lösemi, sekonder kanser, serviks kanseri P17- YAŞLI, PLEVRAL TUTULUMU OLAN AKUT MYELOBLASTİK LÖSEMİ HASTASINDA BAŞARILI TEDAVİ Ülkü Ergene1, Erdem Şen2 1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Hematoloji Bilim dalı,Manisa 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Manisa AMAÇ:Akut lösemi mortalitesi yüksek bir hastalıktır.Ekstramedüller tutulum olduğu zaman, özellikle akciğer-plevra gibi bu risk artar.55 yaşın üstündeki hastalar yüksek riskli kabul edilir.Biz 63 yaşında Akut Myeloblastik Lösemi (AML) tanısı alan,plevral tutulumu olan,klinik takiplerinde pnömoni gelişen,balgam kültürlerinde Klebsiella Pneumonia ve Acinetobacter Baumannii üremesi olan bir hastayı sunmak istedik. YÖNTEMLER:WBC:19300 uL, Hb:9.2 g/dl, Plt:22.000 saptanan hasta kliniğimize yatırıldı.Periferik yaymasında trombosit sayısı azalmış, çok sayıda blastik hücre görüldü.Kemik iliği aspirasyonunda görülen çekirdekli hücrelerin %80’ini stoplazmalarında auer çubuğu ve kromatin yapısı olgunlaşmamış çekirdeklerinede 2-3 nükleolus görülen blastik hücreler oluşturuyordu,AML M2 olarak yorumlandı.Flow sitometrisinde CD3-,CD4-,CD5-,CD10-,CD13%76,CD14-,CD19-,CD20,CD22-,CD33%53,CD34%85,CD41-,CD45%99,CD61%79,CD71%78,MPO%95 saptandı.Kemik iliği biyopsisinde %70 oranında auer çubuk içeren blastik hücreler görüldü.AML M2 ile uyumlu kemik iliği biyopsisi olarak yorumlandı.Moleküler genetik tetkiklerinde t(8;21) pozitif, t(15;17),t(9;22),inv (16) negatif saptandı.Hastaya düşük doz sitarabin tedavisi verildi.Febril nötropenisi, pnömonisi nedeni ile vorikonazol, meropenem, amikasin, gentamisin tedavileri verildi. Kemoterapi başlamadan ani solunum sıkıntısı gelişti. Pulse oksimetrisinde oksijen satürasyonu %70’e kadar geriledi. PO2 PA akciğer grafisinde sağ akciğer bazalde infiltrasyon saptandı. Hastaya ön tanı olarak pulmoner emboli düşünülerek toraks anjio BT tetkiki çekildi. Tetkik sonucunda pulmoner emboli saptanmadı. Bilahare hastanın PA akciğer grafisinde effüzyonda artış olması nedeni ile torasentez yapıldı. Plevral sıvı transüda olarak saptandı. Plevral sıvıda mikolojik ve mikrobakteriyolojik kültürlerinde üreme olmadı. Plevral sıvı sitolojisi akut myeloblastik löseminin plevral tutulumu olarak raporlandı. Her iki hemitoraksta sağda daha belirgin olmak üzere bilateral sıvı artmaya başladı. BT de toraks her iki anterior duvarında ve paravertebral lokalizasyonda kloroma ile uyumlu kitlesel lezyonlar saptandı. Hastaya torako-lomber vertebra MR tetkiki çekildi. Tetkik sonucunda dural keseye ve nöral elemanlara bası saptanmadı. Torakal 4 düzeyinden başlayıp, torakal 11-12 düzeyine kadar devam eden yumuşak doku kitlesi saptandı. Hastaya yatışı boyunca terapötik amaçlı 6 kez torasentez işlemi uygulandı. Toplamda 11 lt. sıvı boşaltıldı. SONUÇLAR:Kontrol kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi sonucunda refrakter AML tanısı ile hastaya Azasitidin 75 mg/m2/gün tedavisi başlandı.Balgam kültüründe Klebsiella Pneumoniae üremesi oldu.Amikasin tedavisi başlandı. Kontrol balgam kültüründe Klebsiella Pneumoniae ve Acinetobacter Baumannii üremesi oldu. Amikasin kesilip Gentamisin tedavisine geçildi. Tedavi sonrasında hastanın solunum sıkıntısı geriledi.Akciğer grafisinde plevral effüzyonu azaldı. TARTIŞMA:Hastamız 3. kür tedavi için gelmek üzere taburcu edildi. Anahtar Kelimeler: Akut lösemi,plevral tutulum,yaşlı P18- FEBRİL NÖTROPENİK HASTALARDA HEPATİT MARKERLARININ KARACİĞER FONKSİYON TESTLERİYLE İLİŞKİSİ Hafize Kurt1, Ülkü Ergene2 1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Manisa 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Manisa AMAÇ:Hematolojik maligniteli hastalarda mortalite ve morbiditeden sorumlu en önemli faktör enfeksiyonlardır. Hematolojik maligniteli hastalarda kemoterapotikler, antibiyotikler, enfeksiyonlar, tümör infiltrasyonu, akut viral (HAV,HBV,HCV,CMV,EBV gibi hepatotropik virüsler) ve kronik viral hepatitlerin reaktivasyonu ile karaciğer fonksiyon testleri (KCFT)'inde yükseklik saptanabilir. HBsAg(+)'liği, HBV ve HCV yüksek viral yükü, erkek cinsiyet, steroid içeren kombinasyon tedavileri, malign lenfoma kronik hepatitlerin reaktivasyonu için risk faktörleridir. Daha önce akut hepatit geçirenler ve kronik hepatiti olan febril nötropenik hastalarda tedavi sırasında hepatit gelişme riski daha yüksektir. Kliniğimizde takip ettiğimiz febril nötropeni hastalarının hepatit markerlarını sunmak istedik. YÖNTEMLER:Ocak 2005 ve aralık 2011 tarihleri arasında hastanemiz hematoloji kliniğinde yatarak tedavi alan febril nötropenik hastalar retrospektif olarak değerlendirdi. SONUÇLAR:20-76 yaş arası 40 erkek, 31 bayan hasta çalışmaya alındı. Hastaların yaş ortalaması 46,64(±15,46) saptandı. Hastaların %62,0’ı akut lösemi (9 ALL,33 AML, 1 plazma hücreli lösemi, 1 eozinofilik lösemi), %15,5’i lenfoma ( 3 Hodgkin lenfoma, 8 Non Hodgkin lenfoma), 2’si agranülositoz, 2’si hairy cell lösemi, 3’ü KLL, 3’ü KML blastik faz, 4’ü MDS, 1’i myelofibrozis, 1’i de multiple myelom tanılıydı. AntiHAVIgG 1 olguda (-), 47 olguda (+) saptandı (23 olguda bakılmadı). Tüm olgularda HBsAg(-) saptandı. Diffüz büyük B hücreli lenfoma tanılı 1 olgumuzda AntiHCV (+) saptandı, HCV RNA (-)’ti. Hastaya rituximab kombinasyonlu kemoterapi verilmekteydi. Takibinde KCFT yüksekliği gelişmedi. 2 olguda AntiHBcIgG(+) iken AntiHBs ve HBsAg(-) saptandı. HBVDNA(-) olan bu hastalardan AML tanılı erkek hastaya 7+3 kemoterapisi verildi, takibinde ALT:60 U/L değerine kadar yükseldi ve daha sonra geriledi. Diğer hasta da AML tanılı ve erkekti, düşük doz citarabin tedavisi verildi ve KCFT yüksekliği izlenmedi. AntiHBs(+) saptanan 26 olgunun 15’inde AntiHBcIgG(+), 6 olguda(-) saptandı, 5 olguda IgG bakılmadı. 16 olguda KCFT yüksekliği saptandı. 4 olguda antibiyotiğe, 1 olguda antifungale bağlı hepatotoksisite izlendi. 1 olguda multiorgan yetmezliği gelişti, 1 olguda da tümör infiltrasyonuna bağlı yükseklik izlendi. 8 olguda tedavi sırasında KCFT'de ılımlı bir artış izlendi. AntiHBS ve AntiHBcIgG(+) olanların %29,41’inde, AntiHBcIgG(-) olanların %22,58’inde KCFT yüksek saptandı. AntiHBs(+) olanların %26,9’unda, AntiHBs(-) olanların %20’sinde KCFT yüksek saptandı. TARTIŞMA:Hematolojik maligniteli hastalarda enfeksiyon önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Hastalarımızda hepatit A seroprevalansı, ülkemizde erişkin yaş grubunda hepatit A seroprevalansına uyumludur. Anti HBc IgG pozitifliği HBV ile karşılaşıldığını gösteren bir markerdir ve pozitif olan hastalarda negatif olanlara göre daha yüksek oranda karaciğer fonksiyon testi yüksekliği geliştiği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Febril nötropeni, hepatit markerları P19- MULTİPL MYELOM TANILI HASTADA OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI AKCİĞER KANSERİ GELİŞMESİ Hacer Berna Afacan Öztürk, Gülsüm Özet, Simten Dağdaş, Funda Ceran, Gül Tokgöz, Cenk Sunu, Ömer Önder Savaş, Aysun Gönderen Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Ankara AMAÇ:Multipl myelom (MM), monoklonal immunglobulin yapımı ve litik kemik lezyonlarının eşlik ettiği, kemik iliğinde plazma hücrelerinin kontrolsüz klonal çoğalması ile karakterize B hücre kökenli neoplastik bir hastalıktır.Tüm hematolojik malign hastalıkların %10'unu oluşturur.Otolog periferik kök hücre naklinin (OPKHN) hem tam remisyon ve toplam yanıt oranları, hem de progresyonsuz ve total yaşam süreleri üzerine olumlu etkilerinin prospektif randomize çalışmalarda gösterilmesi ile birlikte günümüzde yeni tanı MM'lu hastalarda standart tedavinin bir parçası haline gelmiştir.Bununla birlikte OPKHN’nin takibinde sekonder malignitelerin tespit edilme sıklığı (%1,64,5) artmaktadır.MM tanılı OPKHN yapılan hastada 11 yıl sonra akciğer kanseri gelişmesine ait tecrübemizi sizlerle paylaşmayı amaçladık. YÖNTEM: 63 yaşında erkek hasta,1999 yılında immunglobulin A kappa multipl myelom tanısı aldıktan sonra 4 kür VAD kemoterapisi aldı.2001 yılında OPKHN yapıldı.40 paket/yıl sigara içme öyküsü olan hasta MM tanısı konduktan sonra sigarayı bıraktı.2006 yılında relaps olan hastaya thalidomid tedavisi başlandı.Eylül 2007 yılında nöropati gelişen hastaya thalidomide kesilip gabapentin başlandı.Nöropatisi nedeniyle bortezomide tedavisi verilemedi ve 10 kür melfalan+prednizolon tedavisi verildi.Temmuz 2010 yılında lenalidomide başlandı ve takipte nötropeni gelişti.Önce doz azaltıldı ancak buna rağmen nötropenisi devam eden hastaya 11kür sonrasında lenalidomide kesilip,ekim 2011 yılında siklofosfamid tedavisi başlandı.Tedavi altında iken nefes darlığı gelişmesi üzerine çekilen toraks tomografisinde sol hiler bölgede,hipodens kitle lezyonu izlendi.Yapılan bronkoskopik incelemede görülen kitle lezyonundan biopsi alındı. Sonucu squamöz hücreli akciğer kanseri olarak raporlandı. SONUÇLAR:İkincil kanser gelişme riski her yaş grubunda artmakla beraber solid tümör gelişme riski özellikle nakil olduğunda 40 yaş üzeri olan hastalarda daha yüksek bulunmuştur.Burada 50 yaşındayken OPKHN yapılan ve naklin 11. yılında skuamöz hücreli akciğer kanseri tanısı alan olgumuzu paylaşmak istedik. TARTIŞMA:Günümüzde destek tedavi olanaklarının gelişmesi sayesinde daha yoğun anti-kanser tedavilerin verilebilmesi, yüksek sağ kalım oranlarını sağladığı gibi, ikincil kanserler gibi ciddi istenmeyen yan etkilerin görülme sıklığını arttırmaktadır.Allojenik ve OPKHN sonrası 10-15 yıl içinde solid tümör gelişme sıklığı %5-7 civarında bildirilmektedir.OPKHN’de ikincil kanser gelişimi riski insidansı 10 yıl sonra %2,2-4, 15 yıl sonra %6,7-10’dur, ortalama zaman 50-68 aydır.OPKHN yapılan merkezlerin geniş serilerinde nakilden en az 10 yıldan sonra ikincil herhangi bir kanser için 60 kat artmış risk, solid tümör gelişme riski içinde 33 kat artmış risk rapor edilmiştir.Bizim vakamız OPKHN'den 11 yıl sonra skuamöz hücreli akciğer kanseri tanısı aldı.Aldığı yoğun kemoterapiler sonucu yada OPKHN sonrasında, hastada sekonder kanser gelişmiş olabileceği düşünüldü. Anahtar Kelimeler: multipl myelom, akciğer kanseri, otolog periferik kök hücre nakli P20- HIV POZİTİF MULTİPL MİYELOM OLGUSU Cenk Sunu, Gülsüm Özet, Simten Dağdaş, Funda Ceran, Gül Tokgöz, Ömer Önder Savaş, Berna Öztürk, Aysun Gönderen, Mesude Falay, Neşe Koyuncu Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Ankara AMAÇ:Plazma hücre diskrazileri,HIV enfeksiyonu olan hastalarda çok yaygın görülmemektedir.Bu bozukluklar benign poliklonal hipergamaglobulinemi,MGUS,multipl miyelom ve plazma hücreli lösemi gibi malign diskraziler arasında değişmektedir.Biz de merkezimizde takip ettiğimiz HIV enfeksiyonu olan multipl miyelom vakasını sunmayı amaçladık. YÖNTEMLER:OLGU: 55 yaşında erkek hasta,trombositopeni nedeniyle başvurdu.Periferik yaymada trombositler uyumlu,atipik hücre görülmedi,Plt:7000 ve anti-HIV pozitifliği saptandı.Diğer hemogram ve biyokimya değerleri normal olarak değerlendirildi.Hasta İntaniye bölümüne danışıldı.HIV RNA:+,CD 4/CD 8:0.2,HIV doğrulama:+ saptandı.Hastaya antiretroviral tedavi ve trombositopenisi nedeniyle metil prednizolon başlandı.Hastanın trombositopenisi düzeldi.Hastanın BT’lerinde patoloji saptanmadı.Kontrollerinde hastanın kreatinin değerlerinde yükselme olması nedeniyle çekilen USG,BT’sinde bilateral böbreklerde grade 2 hidronefroz ve mesane posteriorunda taban sol kesimde yaklaşık 9 cm’lik hipoekoik kitle saptandı.Kitleden yapılan biyopsi sonucu LCA,CD138,CD38 ile yaygın,kuvvetli boyanma ve uygulanan lambda ile yaygın kuvvetli boyanma,plazmositom olarak geldi.Tetkiklerinde Hb:9.2, Kre:2.3, Ca:12.8, IgG:3980, TP:86, Alb:35, ESR:106, CRP:59.9, Beta-2 mikroglobulin:4.29 ve kemik surveyinde:fokal litik lezyonlar saptandı.Serum protein elektroforezinde:M piki,serum ımmunfiksasyon elektroforezinde:IgG lambda monoklonal gamapati,idrar ımmunfiksasyon elektroforezinde:lambda hafif zincir tespit edildi.Kemik iliği biyopsisinde plazma hücre oranı %15-20 olarak geldi.Hastaya Evre II B IgG Lambda Multipl Miyelom tanısıyla Deksametazon 40 mg/4 gün başlandı ve radyoterapi uygulandı.Takibinde VAD tedavisi planlandı. SONUÇLAR: TARTIŞMA:HIV ile enfekte hastalarda,MGUS yaklaşık 4.5 kat artmış risk ile,multipl miyelom sıklığı yaklaşık % 2.5 olarak bildirilmektedir.Multipl miyelom görülen AIDS hastalarının ortalama yaşı 33 yıldır.Çalışmalar,AIDS hastalarında B hücre aktivasyonu ve immün regülasyonda anormallikleri göstermiştir.Poliklonal B hücre aktivasyonu sık görülmektedir.Artmış IL-6 HIV enfeksiyonlu hastalarda tespit edilmiştir.IL-6,miyelom patofizyolojisinde B hücre çoğalması,Ig salgılanması,miyelom hücre büyümesine yol açmaktadır.Birçok virüs,özellikle HIV,IL-6 üretimini artırabilmektedir.HIV-1 antijeni plazma hücre hastalıkların patogenezinde rol oynamaktadır.HIV enfeksiyonlu hastalarda multipl miyelom talidomid-deksametazon kombinasyonu tedavisinin güncel yaygın kullanımı öncesinde alkilleyici tabanlı rejimler ile tedavi bildirilmektedir.Immunomodülatör ajanlar (talidomid) ve proteazom inhibitörleri (bortezomib) ile tedavisi kullanılmaktadır. Otolog kök hücre nakli ile yüksek doz kemoterapi giderek HIV enfekte miyelom hastada konsolidasyon tedavisi olarak kabul edilmektedir. Sonuç olarak;B hücreli lenfoma gibi,miyelom hastaları,özellikle genç hastalarda,sistematik HIV açısından taranmalıdır ve HIV-pozitif hastalarda monoklonal gammopati oluşumu açısından takip edilmelidir. Anahtar Kelimeler: Multipl miyelom,HIV P21- NÖTROPENİK ATEŞ ATAKLARINDAKİ FUNGAL ETKENLERİN DAĞILIMI VE ANTİFUNGAL KULLANIMI Ülkü Ergene1, Zeynep Akcalı2 1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Manisa 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Manisa AMAÇ:Febril nötropeni atağı (FEN) olarak izlenmiş olan hastaların retrospektif analizinde fungal etkenler ve antifungal kullanımı incelendi. YÖNTEMLER:Ocak 2005 ile Mart 2012 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı’nda takip edilen toplam 75 hasta ve 130 atak değerlendirmeye alındı. SONUÇLAR:Tüm ataklar ele alındığında %46.2 si erkek, %36.1 i kadındır. Çalışmaya alınan ataklardaki ortalama yaş 44,45 yıldır (20- 76 yıl). Ataklar içerisinde altta yatan hastalıkların dağılımı şu şekilde idi; AML (76), ALL (19), lenfoma (11), MDS (5), diğer hematolojik maligniteler (19). 85 febril nötropeni atağında antifungal tedavi verilirken, 45 febril nötropeni atağı antifungal tedavi almamıştır. Antifungal tedavi alanların ortalama antifungal kullanım süresi 19,3 gündür. Fungal etken 25 atakta mikrobiyolojik ve/ veya histopatolojik olarak belirlenmiştir. Fungal etkenlerin dağılımı ve antifungal tedavi şu şekilde idi; Candida albicans (11), C.albicans etken saptanan 5 atakta caspofungin, 3 atakta flukonazol, 2 atakta lipozomal amphoterisin B, 1 atakta da ampirik başlanan flukonazol kültürde üreme sonrası caspofungin olarak değiştirilerek kullanılmıştır. Candida tropicalis (3), C.tropicalis etken saptanan 1 atakta caspofungin, 1 atakta vorikonazol kullanılarak ateş yanıtı elde edilmiş ancak ilaç elde edilemediği için caspofungine geçilmiştir, 1 atakta profilaktik olarak başlanan posakonazol kültürde üreme sonrası etkene duyarlı olması nedeni ile devam edilmiştir ancak ateş yüksekliği kontrol altına alınamayınca lipozomal amphoterisin B’ ye geçilmiştir. Candida glabrata (1), C.glabrata etken saptanan 1 atakta lipozomal amphoterisin B ile ateş yanıtı alınmasına karşın hepatotoksisite gelişmesi nedeni ile nötropeniden çıktığı dönemde posakonazole geçilmiştir. Candida kruzei (1), C.kruzei etken saptanan 1 atakta caspofungin kullanılmıştır. Aspergillus (3), Aspergillus etken olarak saptanan 1 atakta vorikonazol başlanırken, 1 atakta ampirik olarak başlanan lipozomal amphoterisin B ve yine 1 atakta ampirik olarak başlanan caspofungin kesilerek vorikonazol kullanılmıştır. TARTIŞMA: Anahtar Kelimeler: fungal etkenler antifungal kullanımı P22- KRONİK MYELOPROLİFERATİF HASTALIK SONRASI GELİŞEN DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA OLGUSU Gökhan Özgür1, Ramazan Acar2, Bülent Kurt3, İsmail Ertürk2, Oral Nevruz1 1 GATA Hematoloji Bilim Dalı, Ankara 2 GATA İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara 3 GATA Patoloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ:Myeloid malignitelerin lenfatik malignitelere dönüşümü nadir bir durumdur. Kronik myeloproliferatif hastalığın diffüz büyük B hücreli lenfomaya progresyonu çok az olguda izlenmiştir. 6 yıl önce sınıflandırılamamış kronik myeloproliferatif hastalık tanısı konulup hidroksiüre tedavisi aldıktan sonra diffüz büyük B hücreli lenfoma gelişen 73 yaşında bir hastadan bahsedeceğiz. YÖNTEMLER:Hematolojik malignitelerde birbirine dönüşüm oldukça nadirdir. Akut myeloid lösemili (AML) olguların %99’dan fazlasında nüksler myeloid seri ile birlikte olan akut lösemi olarak izlenir. Myelodisplastik sendrom ve BCR-ABL negatif kronik myeloproliferatif hastalığın (KMH) AML dönüşümü sıktır, %10-30 oranında görülür. Tersine myelodisplastik sendromun Diffüz Büyük B hücreli lenfomaya dönüşümü nadiren rapor edilmiştir. Aynı şekilde KMH'larda nadiren yayınlanmıştır. SONUÇLAR:73 yaşında yaşlı bayan hasta, altı yıl önce halsizlik, kilo kaybı, aşırı terleme gibi sistemik semptomlar ile başvurdu. Fizik muayenede splenomegali, tam kan sayımında beyaz küre 112000/mm³, hemoglobulin 9 g/dl, platelet 650000/mm³ olarak saptandı, kan periferik yaymasında basofili ve nötrofil hakimiyeti ile granülositozis ve immatür granülüsitozis izlendi. Kemik iliği yaymasında granülositik hiperplazi dikkati çekerken, biyopsi sonucu KMH olarak raporlandı. Philadelphia kromozom analizi BCR-ABL negatif olarak sonuçlandı. Böylelikle hastaya BCR-ABL negatif KMH tanısı konuldu. Hasta 6 yıl boyunca periyodik olarak kontrol edilip hidroksiüre tedavisi aldı. Altı ay önce başlayan sol kalçada ağrılı, kırmızı- mor, ciltten kabarık lezyonlar yakınması nedeniyle tekrar başvurdu. Yapılan tam kan sayımında beyaz küre 11000/mm³, hemoglobulin 9.6 g/dl, platelet 331000/mm³, fizik muayenede her iki gluteal kas ve sakrum üzerinde ciltten kabarık palpabl, ağrılı kırmızı- mor 5-6 cm lik lezyonlar saptandı. Lezyonlardan alınan eksizyonel biyopsi sonucu diffüz büyük B hücreli lenfoma infiltrasyonu olarak rapor edildi. PET-BT’de cilt altı dokularda, sağ atrium, mediastinal lenf nodları, sağ iliak kemik ve bilateral sürrenal bezlerde tutulum izlendi. Neoplastik hücreler kuvvetli olarak CD-20 pozitifliği göstermekteydi. Hastaya NCCN (National Comprehesive Cancer Network ) kılavuzu önerisine göre birincil tedavi protokolü olarak 6 kür R-CHOP tedavisi verildi. Tedavi sonrası hastanın cilt lezyonları ve metastazları ortadan kayboldu. Kontrol PET-BT’de mandibula, gluteal bölgede cilt altı doku ve L5 vertabrada tekrar tutulum izlendi ve hastaya ikincil tedavi protokolü olarak 2 kür R-GDP planlandı. Hasta hala hayatta ve tedavi almaktadır. TARTIŞMA:Literatürde KMH'ların diffüz büyük hücreli non-hodgkin lenfomaya dönüşümleri oldukça nadir olup olgumuzda bu gerçekleşmiştir. Hastada saptanan lezyonlar kemoterapiye yanıt vermiş olmakla birlikte hızlı bir nüks gelişti. Özellikle BCR-ABL negatif KMH tanısıyla uzun süre takip edilen ve palpabl cilt lezyonlarıyla gelen hastalarda bu tarz bir transformasyon olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Diffüz büyük B hücreli lenfoma, Kronik myeloproliferatif hastalık P23- KALP TUTULUMUNUN EŞLİK ETTİĞİ PRİMER AMİLOİDOZ: OLGU SUNUMU Ömer Önder Savaş, Gülsüm Özet, Simten Dağdaş, Funda Ceran, Gül Tokgöz, Cenk Sunu, Berna Öztürk, Neşe Koyuncu, Aysun Gönderen Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Ankara AMAÇ:Kalp tutulumunun varlığı ve miktarı AL tipi amiloidozda prognozun önemli etkenlerinden biridir. Prognoz üzerindeki önemli etkisi nedeniyle kalp tutulumu olan bir AL amiloidoz vakasını sunmayı planladık. YÖNTEMLER:59 yaşında, erkek hasta 2007 yılında aşırı halsizlik ve efor dispnesi nedeniyle dış merkeze başvurdu. Şikayetlerine yönelik yapılan tetkiklerinde anormal bulgu saptanmayan hastaya yapılan koroner anjiyografide normal koroner arterler saptandı. EKG’de düşük voltaj saptanan hastanın ekokardiyografide sol ventrikül hipertrofisi, sol atrial genişleme, sınırda sol ventrikül sistolik fonksiyonları, diyastolik disfonksiyon, sağ boşluklarda pacemaker, EF:%48 olarak saptandı. Hastanın NT-pro BNP değeri 21000, Troponın I: 0.12 bulundu. Protein elektroforezi ve serum immunfiksasyon elektroforezi normal sınırlarda bulunan hastanın idrar immunfiksasyon elektroforezinde lambda hafif zincir artmış olarak bulundu. Daha önce dış merkezde yapılan kemik iliği aspirasyonunda %6 plazma hücre oranıyla uyumlu görüldü. Kemik sörvi hastanın genel durum bozukluğu nedeniyle yapılamadı. Hastaya endikasyon dışı onay alınarak bortezomib ve deksametazon tedavisi planlandı. SONUÇLAR: TARTIŞMA:AL tipi amiloidozda kardiyak tutulum insidansı % 50 civarındadır. Kalp tutulumu varlığı ve miktarının prognozla direk ilişkisi olması açısından erken tanı oldukça önemlidir. Kalp tutulumu karşımıza en sık restriktif kardiyomiyopati ve diyastolik disfonksiyon şeklinde karşımıza çıkmaktadır. AL amiloidoz vakalarında altta yatan multipl myeloma varlığını araştırmak prognoz tesbiti açısından diğer önemli noktadır. Kardiyak amiloidozda prognoz belirteçi olarak kullanılabilecek laboratuar parametreleri Troponin T, NT-pro BNP dir. NT pro-BNP >=332 ng/L, Troponin T>=0.035 mikrogram/L eşik değerlerinin üstünde olması hastalık progresyonu açısından pozitif risk faktörü olarak kabul edilmektedir ve evrelemede kullanılmaktadır. Evre 1: Herhangi bir risk faktörü olmaması, Evre 2: Risk faktörlerinin herhangi birinin olması, Evre 3: İki risk faktörünün de bulunması olarak kabul edilmektedir. Sunduğumuz vakada altta yatan multipl myelom saptanmamakla beraber Evre 3 kalp tutulumu vardı. İleri evre AL amiloidoz vakalarında prognoz kötüdür ve median sağkalım 4-6 ay civarında olabilmektedir. Primer amiloidoz tedavisinde farklı protokoller bulunmakla beraber uygun hastalarda kök hücre nakli gündeme gelebilmektedir. Troponin I yüksekliği, sol ventrikül EF düşüklüğü, hastanın semptomatik olması kök hücre nakli önünde engel oluşturmaktadır. Sonuç olarak, kalp tutulumu olan primer amiloidoz hastalarında erken tanı, hem tedaviye yanıt hem de hastalığın prognozu açısından son derece önemlidir. Hipertansiyon veya kardiyak öykü olmaksızın efor dispnesi olan, hipotansif, ekokardiyografide ventrikül hipertrofisi olan hastalarda amiloidoz ayırıcı tanıda mutlaka yer almalıdır. AL tipi amiloidoz saptanması durumunda tedavinin yönlendirilmesi ve prognoz tayini için mutlaka altta yatan myeloma varlığını araştırmak gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Kardiyak amiloidoz, Primer amiloidoz, Multipl myelom P24- SİSTEMİK TUTULUMLA SEYREDEN BİR EKSTRANODAL NK/T HÜCRELİ LENFOMA- NAZAL TİP OLGU SUNUMU Meltem Aylı, Güldane Cengiz Seval Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi AMAÇ:Ekstranodal NK/T hücreli lenfoma- Nazal Tip Batı ülkelerinde tüm lenfomaların % 1inden azdır. Bu çok nadir görülen lenfomaların da % 20'sinde azı sistemik tutulum ile seyretmektedir. Biz sistemik tutulum ile seyreden bir ENKTHL- Nazal Tip olgusunda çok agresif bir seyir saptadık. YÖNTEMLER:OLGU: 57 yaşında bayan hasta göz kapaklarında şişlik ve dispeptik yakınmalar ile hastanemize yatırıldı. Fizik muayenesinde sağ retinada papil ödemi,ağız içinde sağ mandibulayı destrükte eden ülsere bir kitle mevcuttu. Rutin tetkiklerinde anemi, sedimentasyon ve LDH yüksekliği saptandı. Hastanın kranial MRG 'de sağ maksiller sinus tabanında ve frontal sinus sol yarıda ve sol torus tubariusu asimetrik şekilde daraltan kitle imajı saptandı. Tüm abdomen tomografisinde ise pankreas kuyruk ve gövde boyunca, sol böbrek üst kutbundan pankreasa dek uzanım gösteren ve mide duvarında korpus ve fundus boyunca kalınlaşma oluşturan yumuşak doku kitlesi izlendi. Mide Ca ön tanısı ile endoskopik biyopsi alındı. Biyopsi sonucu CD 20 ve sitokeratin negatif, CD3 pozitif Periferik T hücreli Lenfoma olarak rapor edilen hastanın ileri immün histokimya sonuçları NK/T hücreli agresif non hodgkin lenfoma olarak geldi. 18-FDG PET sonucunda da skalp, toraks, abdomende multiple yumuşak doku yapılanmalarında, toraks, abdomen ve pelviste multiple alanlarda kemik yapılarda patolojik aktivite birikimleri saptandı. Tanısal tetkik amaçlı geçen kısa süre içinde hastada yüzde asimetri, sağ gözde ciddi egzoftalmi ve batın içi kitlelerinde adeta saatler içinde büyümeler, oligüri ve anüri gelişti, genel durumu ve biyokimyasal paremetreleri süratle bozuldu. İlk patoloji raporunun alınmasından sonra süratle hastada tümör lizis sendromu proflaksisi ve sistemik steroid tedavisine başlandı.Ancak hasta kemoterapi başlanamadan kaybedildi. SONUÇLAR: TARTIŞMA:ENKTHL, NK hücrelerin malign transformasyonu sonucu oluşur, CD56, TIA-1 salınımı ve T-hücre reseptör gen yeniden düzenlenim yokluğu ile diğer T-hücreli lenfomalardan ayrılır. Aktive NK hücre ve daha seyrek olarak da sitotoksik T hücre fenotipi taşıyan, sitomorfolojik özellikleri çeşitlilik gösteren hücre infiltrasyonu ile karakterlidir. EBV hastalığın etyolojisinde sorumlu tutulmaktadır. ENKTHL sıklıkla orta yaş erkeklerde görülmektedir. Lezyon sıklıkla nazal kavitede kitle olarak başlar ve burun tıkanıklığı, burun akıntısı, burun kanaması ve yüz de şişlik yakınmalarının olduğu bildirilmektedir.Nazal kavite ve yüz orta hat yapılarda lokal kalan olgularda sistemik kemoterapi ve lokal radyoterapi uygulamalarına rağmen yanıt oranları düşüktür. Çok nadir görülen, sistemik yayılım gösteren ENKTHL ise ileri derecede agresif bir seyir gösterdikleri için akut lenfoblastik lösemi gibi yaklaşılması önerilmektedir. Ancak bizim olgumuz gibi çok agresif seyreden,tümör yükü adeta saatler içinde artış gösteren vakalarda çoklu ajan yoğun kemoterapi protokollerine derhal başlanması tümör lizis sendromu olasılığını da artırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Ekstranodal NK/T hücreli lenfoma P25- RELAPS REFRAKTER MYCOSİS FUNGOİDES TANILI OLGUDA İNTERFERON TEDAVİSİNİN BAŞARISI Ülkü Ergene1, Kamer Gündüz2, Aliihsan Gemici1 1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı, Manisa 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Dermatoloji Bilim Dalı, Manisa AMAÇ:İnterferon Tedavisinin Mycosis Fungoides Tedavisindeki Başarısı YÖNTEMLER: SONUÇLAR:34 yaşında erkek hasta yaklaşık 8 yıl önce vücudunun değişik bölgelerinde kepeklenme ve kızarıklık yakınmaları ile başvurduğu merkezlerde psoriazis tanısıyla çeşitli topikal sağaltımlar verilerek izlenmiş. Bu lezyonların sağaltım sonrası koyu kahverengi izler bırakarak gerilediğini ve başka bir bölgede tekrarladığını ifade eden hasta zaman içerisinde bu lezyonlarda kabarıklıklar oluşması ve kaşıntı şikayetinin artması üzerine ocak 2010 tarihinde dış merkezde dermatoloji kliniğine başvurmuş. 04.01.2010 – 14.01.2010 tarihleri arasında dermatoloji kliniğinde izlenen hastanın sol lumbal ve sol abdominal bölgeden alınan cilt biyopsisi mycosis fungoides ile uyumlu olarak raporlanmış. Buffy-Coat incelemesinde %2 Sezary hücresi gözlenmiş. Ayrıca sol aksiller bölgede lap saptanan hastadan alınan eksizyonel biyopsi sonucu yine mycosis fungoides N3, kategori 3 olarak raporlanmış.Şubat 2012 tarihinde yapılan kemik iliği biyopsisinde yer yer %50 bazı alanlarda %20-30 sellülarite saptanmış ve neoplastik infiltrat izlenmemiş. Aynı merkezin onkoloji kliniğinde 6 kür sistemik kemoterapi (CHOP) verilen hastanın lezyonlarında kemoterapi sonrası kısmi gerileme olmuş. Ocak 2011 tarihinde Hastanemiz hematoloji kliniğine başvuran hastaya yapılan değerlendirmeler sonucu ınterferon tedavisi başlanmasına karar verildi. 18 mü/3 gün/ hafta tedaviye başlanan ve eş zamanlı PUVA tedavisi uygulanan hastanın lezyonlarında dramatik gerileme izlendi.Sol lumbal ve sağ femoral bölgedeki kitlesel cilt lezyonlarına radyoterapi uygulandı. Hastamız mycosis fungoides tanısı ile halen ınterferon 9 mü/3 gün/hafta tedavi kullanmakta ve takibine devam edilmektedir. TARTIŞMA: Anahtar Kelimeler: İnterferon, Mycosis Fungoides P26- FLOW SİTOMETRİ YÖNTEMİ İLE BİR MULTİPLE MYELOM HASTASINDA PLEVRAL MAYİ TUTULUMUNUN TESPİTİ Muzaffer Keklik, Çiğdem Pala, Serdar Şıvgın, Gülşah Akyol, Leylagül Kaynar, Bülent Eser Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Son zamanlarda, Multiple Myelom tanısında, prognoz belirlenmesinde ve takibinde flow sitometrinin önemi giderek artmıştır. Multipl Myelom hastalarının yaklaşık %6’sında çeşitli sebeplerle plevral effüzyon gelişebildiği belirtilmiştir (amiloidoza sekonder konjestif kalp yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, nefrotik sendrom, hipoalbüminemi, pulmoner emboli, sekonder neoplazi, infeksiyon). Bununla birlikte; gerçek myelomatöz plevral effüzyon çok nadir görülür. Olgumuzda; Multiple Myelom’daki plevral effüzyonun flow sitometrik inceleme sonucunda gerçek myelomatöz tutulum olduğunu bildirmeyi amaçladık. YÖNTEMLER:52 yaşındaki erkek hasta, şubat 2010’da 3 aydır mevcut olan göğüs ve sırt ağrısı ile hastanemize başvurdu. Göğüs radyografisinde sol hemitoraksta plevral mayi, toraks tomografisinde sol 11 ve 12. kostalar düzeyinde kemikte litik lezyonlar, sol hemitoraksta paravertebral alanda plevral kalınlaşma tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerinde anemi( Hb:7,1 g/dl.), hiperkalsemi(14,7mg/dl), hiperürisemi (10 mg/dl) ve böbrek fonksiyon bozukluğu( BUN: 30 MG/DL, Cre: 3.7 mg/dl.) saptandı. Serum protein elektroforezinde hipoalbuminemi (%21) ve gamma globülin artışı( %42.1) tespit edilen hastanın immün fiksasyon tetkiki sonucunda IgGKappa monoklonalitesi (IgG: 4460mg/dl.,Kappa: 1640mg/dl.) görüldü. Beta-2mikroglobulin: 2.72mg/dl idi. Kostadaki kitleden alınan biyopsi sonucu Plazmositom olarak gelen hastanın plevral sıvı flow sitometrik incelemesinde CD 56(+), CD 38(+), CD138 (+) ve CD19(-) saptanarak, bulguların Multiple Myelom plevral mayi tutulumu ile uyumlu olduğu belirtildi. Kemik iliği biyopsisi sonucu; CD38 ve Lambda pozitif atipik plazma hücre infiltrasyonu olarak raporlandı. Hastaya bu tetkikler sonucunda evre 3B Multiple Myelom tanısı ile VAD( vinkristin, doksorubucin, dexametazon) protokolü, zolendronik asit tedavisi ve tutulan alana radyoterapi planlandı. SONUÇLAR:Flow sitometri, Multiple Myelom’un neden olduğu plevral mayi tutulumunu göstermede yardımcı bir yöntem olabilir. TARTIŞMA: Anahtar Kelimeler: multiple myelom, flow sitometri, plevral mayi P27- BAŞ-BOYUN NON-HODGKİN LENFOMALARIN KLİNİK, PATOLOJİK VE TEDAVİYE YANIT ANALİZİ Süleyman Erdoğdu1, Erdinç Nayır1, Alper Ata5, Ebru Serinsöz2, Yusuf Vayısoğlu3, Zeki Akça6, Mehmet Ali Sungur4, Ali Arıcan1 1 Mersin Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Mersin 2 Mersin Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Mersin 3 Mersin Üniversitesi, Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı, Mersin 4 Mersin Üniversitesi, Tıbbi İstatistik Ana Bilim Dalı, Mersin 5 Mersin Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Mersin 6 Mersin Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkoloji Kliniği, Mersin AMAÇ:Baş-Boyun NHL’ler (BB-NHL) ise tüm NHL’lerin %10-20’sini oluşturur, sıklıkla waldeyer halkasında yerleşim gösterir. En sık görülen histopatolojik tip diffüz büyük hücreli alt tipidir ve %90’ı B hücre kökenlidir. Bu retrospektif değerlendirmede BB-NHL’li hastalarımızın klinik, patolojik ve tedaviye yanıtları incelenmiştir. YÖNTEMLER:2003-2012 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıbbi Onkoloji BD'da izlenen 390 NHL’li hastanın kayıtları incelendi ve BB-NHL tanısı alan 22 hasta değerlendirildi. Evreleme için Ann Arbor evvrelendirme ve tutulum yerlerini belirlemek için radyolojik görüntüleme kullanıldı. Prognostik değerlendirme için IPI ve FLIPI skorlaması kullanıldı. Patolojik değerlendirme Working ve WHO sınıflaması kullanıldı. Hastalara kemoterapi, radyoterapi, cerrahi tek başına veya kombine uygulanmıştır. SONUÇLAR:BB-NHL’lı 22 hastanın 13’ü (%59) erkek, 9’u (%41) kadın olup, erkek/kadın oranı 1.4/1 bulundu. Tüm hasta grubunda ortanca tanı yaşı değeri 61, kadın hastaların ortanca tanı yaşı 66, erkek hastaların ortanca tanı yaşı değeri 58 idi. Tüm hasta grubunda viral seroloji (HBV, HCV, HIV) negatifti. B semptomu olan hasta sayısı 2 (%9) ve ECOG performans skalası 0-1 olan 20 (%90) hasta vardı. Hasta gruplarının evrelere göre dağılımında evre 1’de 8 (%37), evre 2’de 12 (%54), evre 3’de 2 (%9) hasta mevcuttu. Hastalığın tutulum bölgesi olarak tonsiller 6 (%27), parotis 5 (%22), nazofarenks 4 (%1), nazal kavite 2 (%9), submandibular tükrük bezi 2 (%9), diğer bölgelerde 3 (%12) olgu saptandı. Tüm hasta gruplarında IPI skoru düşük 13 (%76) ve FLIPI skoru düşük 5 (%83) vardı. Hastaların histopatolojik dağılımına bakıldığında diffüz büyük B hücreli 9 (%40), folliküler 6 (%27), marjınal zon 3 (%13), mantle hücreli 2 (%9), T hücreli 2 (%9) olgu saptandı. Hastaların aldığı tedavilere göre dağılımına bakıldığında sadece kemoterapi (KT) uygulanan 8 (%36), sadece radyoterapi (RT) uygulanan 6 (%27), KT+ RT uygulanan 6 (%27), KT+ cerrahi uygulanan 7 (%31), KT+ RT+ cerrahi uygulanan 2 (%9) ve tüm hastalardan KT alanlar 19 (%86), rituksimab almayan sadece 1 hasta vardı. Tedaviye verilen yanıtlara bakıldığında tam yanıt 10 (%45), kısmi yanıt 7 (%31), stabil 2 (%9), progresyon 3 (%9) hastada saptandı ve tam yanıt elde edilen 1 (%10), kısmi yanıt elde edilen 2 (%28) hastada nüks gözlendi. Tüm hastalardan toplamda 5 (%22) hasta ex oldu. TARTIŞMA:En sık tutulum yeri tonsiller ve histopatolojik en sık tip diffüz büyük hücreli lenfoma saptandı. Hastaların büyük kısmı erken evrede (evre 1-2) tanı aldı ve IPI-FLIPI skorları düşük grupta idi. RT alan hasta sayısının az olması dikkat çekiciydi. Uygulanan tüm tedavi yöntemleriyle tam yanıt oranı %45 idi ve ex olan hastaların 2’si progresif, diğer 2 hasta (1’i KT almamış, diğeri sadece 2 kür Rituksimab almış) kısmi yanıt sonrası mediastinal lenfadenopati nüksü olmuş hastaydı. Sonuç olarak kısıtlı sayıda hasta ile yaptığımız çalışmamızda BB-NHL hastaların prognozu IPI ve ECOG prognostik belirteçlerinden bağımsız, evre ile ilişkiliydi. Anahtar Kelimeler: Baş ve boyun, ekstranodal lenfoma INDEKS -AAbdulkadir BAŞTÜRK PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 Abdullah HAHOLU PP03 Ahmet ÖZET PP01 Alev AKYOL ERİKCİ PP03 Ali ARICAN PP27 Aliihsan GEMİCİ PP25 Alper ATA PP27 Arzu Didem YALÇINKAYA PP13 Ayşegül KARGI PP13 Aysun GÖNDEREN PP19, PP20, PP23 -BBaşak OYAN PP01 Berna ÖZTÜRK PP20, PP23 Birol YILDIZ PP05 Bülent ESER PP26 Bülent KURT PP22 Burhan FERHANOĞLU PP01 -C- - ÇCem ATABEY PP03 Cenk SUNU PP19, P20, PP23 Çiğdem PALA PP26 -DDilşen ÇOLAK PP04 -EEbru SERİNSÖZ PP27 Emel GÜRKAN PP01 Erdal KURTOĞLU PP13 Erdem ŞEN PP17 Erdinç NAYIR PP27 Erkan ARPACI PP12, PP15 -FFikret ARPACI PP01, PP02,P05, PP12, PP14, PP15 Funda CERAN PP19, PP20, PP23 -GGökhan ERDEM PP05, PP12, PP14, PP15 Gökhan ÖZGÜR PP22 Gökhan UÇAR PP04 Gökşen İnanç İMAMOĞLU PP04 Güçhan ALANOĞLU PP16 Gül TOKGÖZ PP19, PP20, PP23 Güldane Cengiz SEVAL PP24 Gülşah AKYOL PP26 Gülsüm ÖZET PP19, PP20, PP23 -HHacer Berna AFACAN ÖZTÜRK PP19 Hafize KURT PP18 Hülya KARAKILINÇ PP13 -İİbrahim BARIŞTA PP01 İlhan HACIBEKİROĞLU PP04 İmdat DİLEK PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 İsmail ERTÜRK PP22 -KKamer GÜNDÜZ PP25 -LLeylagül KAYNAR PP26 -MMehmet Ali SUNGUR PP27 Meltem AYLI PP24 Merve ÇAPKINOĞLU PP08 Mesude FALAY PP20 Mükerrem SAFALI PP14 Murat KARAMAN PP02 Murat KOÇER PP16 Murat KUTLAY PP03 Murat ÖZBALAK PP01 Mustafa ALTINBAŞ PP04 Mustafa ÇAKAR PP14 Mustafa ÖZTÜRK PP01, PP02, PP05, PP12, PP14, PP15 Mustafa YILDIRIM PP13 Mustafa YILDIZ PP13 Muzaffer KEKLİK PP26 -NNaziyet KÖSE PP04 Necmettin KOÇAK PP01 Neşe KOYUNCU PP20, PP23 Nuri KARADURMUŞ PP05, PP12, PP14, PP15 -O- -ÖÖmer Önder SAVAŞ PP23 PP19, PP20 Oral NEVRUZ PP22 Özdeş EMER PP14 Özkan SAYAN PP03 -RRamazan ACAR PP22 -SSelçuk GÖÇMEN PP03 Selim KILIÇ PP02 Selmin ATAERGİN PP01, PP05, PP12, PP14, PP15 Sema AKINCI PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 Semiha URVAY PP04 Semra PAYDAŞ PP01 Serdar ŞIVGIN PP26 Şeref DEMİRBAŞ PP02 Şeref KÖMÜRCÜ PP02 Seyid Ahmet AY PP02 Simten DAĞDAŞ PP19, PP20, PP23 Şükrü ÖZAYDIN PP01, PP02, PP05, PP12, PP14, PP15 Şule Mine BAKANAY ÖZTÜRK PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 Süleyman ERDOĞDU PP27 -TTekin GÜNEY PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 Tuba HACIBEKİROĞLU PP06, PP07, PP08, PP09, PP10, PP11 -U- -ÜUğur ERSOY PP04 Ülkü ERGENE PP17, PP18, PP21, PP25 Utku Dönem DİLLİ PP13 -YYusuf VAYISOĞLU PP27 -ZZeki AKÇA PP27 Zeynep AKCALI PP21