Safranbolu Çarşısı

Transkript

Safranbolu Çarşısı
VII
SAFRANBOLU ÇARŞISI
Günümüzde Safranbolu’da “Çarşı” denilince, eski tarihsel kent
merkezi ve oralardaki mahallelerden söz edilmiş oluyor. Oysa tarih boyunca kent
merkezinin adı “Şehir”dir. Çarşı, her yerleşim yerinde olduğu gibi, sadece işyerlerinin
bulunduğu şehirdeki alış veriş alanıdır. Safranbolu’nun yazlık sayfiye yeri Bağlar’dır,
ikisi arasında da, eski Rum mahallesi Kıranköy vardır. Burası Cumhuriyet döneminde
Misakimilli (ulusal and-yemin) olarak adlandırılmışsa da, telaffuz zorluğundan olsa
gerek benimsenmemiş, halk Kıranköy demeğe devam etmiştir. Buna karşılık, son 3035 yıldır, Safranbolu’nun yüzyıllardır “Şehir” denilen kesimi, “Çarşı” olarak
adlandırılmaktadır.
ŞEHĐR (ÇARŞI)
1970’li yıllarda Karabük’ten, Safranbolu’ya yolcu taşıyan
minibüslerin son durak yeri, Şehir’de Kazdağlıoğlu camii yanı,
Bağlar’da da
Arslanlar’dı. Gideceği yere göre
Karabük’teki ilk hareket noktasında dolmuş
değnekçilerinin, bir an önce yolcular gelerek aracın dolması için, “Bağlar... bağlar” ya
da “Çarşı... çarşı...” diye sürekli bağırmaları sonucunda, yüzlerce yıldır “şehir” denilen
bir bölgeye “çarşı” denilmeğe başlandı. “Şehir” sözcüğü zaman içinde unutularak,
zaten 1970’lerden itibaren, Safranbolu’da gide gide küçük bir azınlığa düşen yerli
Safranbolulularca da kullanılmaz oldu; böylece azınlık da çoğunluğa uydu.
Bu bölümde, Safranbolu’nun halen “Çarşı” denilen eski “Şehir”
kesimi değil, o kesimdeki işyerlerinin bulunduğu kentin ticaret merkezi olan
Safranbolu’nun eski çarşısına değinilecektir. Bugün genellikle hediyelik ve turistik
eşyaların, “başka yerlerden alınarak satılması” yöntemiyle pazarlandığı Safranbolu
çarşısı, geçmişte “alıp satma”nın yanında, kendi ürettiğini satan, “yapılanın satıldığı”
işyerlerinin bulunduğu bir merkezdi.
“Şehir “kesiminin merkezini oluşturan “Çarşı”nın, Hasandede Kayası’ndan, kuşbakışı görünümü (2006)
68
Safranbolu’da, mal alım satımı dışında, üretime yönelik ekonomik
etkinlikler, tüm el sanatlarını ve zanaat dallarını kapsamaktaydı. Kunduracılık,
yemenicilik, terzilik, demircilik, bakırcılık, kalaycılık, debbağlık, saraçlık, semercilik,
nalbantlık vb. yapılan işyerleri, çarşının aynı bölümü içinde, lonca düzeninde bir
arada yahut aynı sokak boyunca, yan yana yer alırdı.
Bu nedenle çarşı içindeki sokakların, “kunduracılar içi”, “kasaplar içi”,
“semerciler içi”, “tüccarlar içi” gibi adları vardı ve bugün de, adlarıyla örtüşen işyerleri
olmasa da, o sokaklar yine aynı adla anılmayı sürdürmektedirler. Örneğin, kunduracı
esnafının iki üç kişi kaldığı Kunduracılariçi Sokağı’na, tekstil ürünleri ya da hediyelik eşya
satılan dükkanlar tamamen egemen olmuş; ama sokak adı değişmemiştir.
Çarşıda sokakların üstü, bir baştan öte başa, asma dallarıyla
örtülüdür.Bu özelliği, Đsmail Habib SEVÜK şöyle anlatır:(1) “Safranbolu üzümüyle
meşhurdur. Yukarı çarşıda çardak üstüne alınan bir tek asma kökü çarşıyı enine
boyuna kırk, elli metre uzunluğunda kaplıyarak gölgeledikten başka, bu tek kök yarım
tonu bulan üzümlerinin salkımlarını söbü söbü sarkıtarak manzaraya avizeli bir
letafet de veriyor.”
Safranbolu’da aynı tür malın üretildiği ve satıldığı çarşı bölümü
anlamında “arasta”lar da vardır. (2) Arastalar aynı zamanda, meslek kurallarını
belirleyici ve uygulamayı denetleyici, aynı iş kolundaki esnafın dayanışma ve
yardımlaşmasını sağlayan meslek birliği “Lonca” kuruluşunun da örgütlendiği
alanlardır. Safranbolu’da en ünlü arasta, “yemeniciler arastası”dır. Demirci esnafı da,
çarşının arasta biçiminde düzenlenmiş özel bir bölümünde yer alır. Günümüzde
demirciler arastasında, bir iki dükkanda da olsa üretim yapılırken, eski yemeniciler
arastası, turistik ve hediyelik eşya satışıyla farklı bir işleve bürünmüş bulunmaktadır.
ARASNA
Yemeniciler arastasına , Safranbolu’da “arasna “ denir ve arasna
denilince sadece yemenici dükkanlarının bulunduğu, dikdörtgen planlı, iki kapılı, ortasında
kahvehanesi bulunan, birbirine paralel iki yol üzerine, sağlı sollu sıralanmış dükkanların
oluşturduğu çarşı anlaşılır. Arasna’nın 17. yüzyılın ikinci yarısında Köprülü Mehmet Paşa
Camii’ne akar sağlamak amacıyla yapıldığı söylenir. Çok sonraları arasna dükkanları
Vakıflar idaresi tarafından satılmış ve özel mülkiyet konusu olmuştur.
Arasna’da dükkanlar arasındaki yolun üstü de, çarşının diğer
sokakları gibi, yine dükkan önlerine, yolun iki kenarına dikilmiş yaşlı asmaların
dallarıyla tamamen kaplıdır. Asmanın yaprakları, gölgeleriyle, yaz mevsiminde
Arasna’ya hem serinlik verirler, hem de çok ilginç bir görüntü sergilerler. Ayrıca üzüm
zamanı, yukardan aşağı sarkan, Safranbolu’da “çavuş üzümü” kadar ünlü, “danagöz
üzümü” salkımları da, bir “avize görünümüyle”, yukarda Sayın SEBÜK’ün değindiği
bir başka güzelliği oluşturur.
Arasna’nın ortasındaki kahve, sadece esnafın çay kahve içme
gereksinimini karşılayan bir yer değildir, burada aynı zamanda lonca düzeninin
gerekli kıldığı toplantılar ve bu arada en önemlisi çırak’lıktan kalfalığa, kalfalıktan
ustalığa yükselecek gençlerin hazırladığı yemeniler, kıdemli ustalar tarafından
1
( ) Đsmail Habib SEVÜK, Cumhuriyet Gazetesi, 09.01.1948
2
( ) Ordugahlarda kurulan, askerin alış veriş yaptığı seyyar çarşılara da “arasta” denilir.
(Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedi, Cilt:1, Sayfa: 628)
69
görülür, değerlendirilir, başarılı bulunanlar için dualar eşliğinde, gerekli törenler
yapılır.
Çarşı’nın önde gelenleri, 1930 yılların başında, Đlce Kaymakamı ve Belediye Başkanı ile birlikte
(Oturanlar, soldan sağa) Rauf Beyler’in Talat Bey, Belediye Başkanı Hamdi’nin Mehmet Ef. (VAROL),
Kaymakam Fuat Bey, Bankacı Kümbüler’in Abdi Bey, Müezzinoğlu Nuri Ef. (IŞITAN), (Ayaktakiler, soldan
sağa) Terzi Hakkı Ef.(AĞAR), Kadri GANĐOĞLU, Kürdali’nin Ali Ef., Kalıpçı Mustafa Ef. (MESÇĐER), ...?.......
Sarıoğlu Nuri Ef., Kalburoğlu Ömer Ef., Semizler’in Mehmet Ef. (Yücel NAKĐPOĞLU’nun arşivinden)
Kurtuluş Savaşı sırasında, daha önce IV. bölümde değinilen,
Safranbolu adına gerçek bir talihsizlik olarak nitelenmesi gerekli, saltanat ve hilafet
yanlısı “Geredeli Dayıoğlu’nun Olayı”ndan hemen sonra, Safranbolu’da Askerlik
Şubesi Başkanı’nın Başkanlığında oluşturulan Kaymakamlık ve Belediye
temsilcilerinin de üye oldukları “Tedarik-i Vesait-i Harbiye Komisyonu-(Harp Araçlarını
Sağlama Komisyonu), ulusal ordunun zorunlu gereksinmeleri için arasna yemenicilerinden
yararlanmıştır. Bir taraftan bedeli ödenerek, evlerde kadınlar askerler için pamuklu
kolsuz yelek, diğer taraftan arasna’da da ustalar yemeni dikmiş bulunmaktadır.
Safranbolu ve Karabük’te halkbilim alanındaki çalışmalarıyla
tanınan çok değerli araştırmacı Uğurol BARLAS, Kurtuluş Savaşı sırasında, biri
kahvehane, ikisi makinacı ve biri de çamurlukçu olan dördü dışında Arasna’nın 44
dükkanında, 24 saat sürekli, vardiyalı çalışılarak, haftada 11.000 çift, “topuksuz
tulumbacı” tipi yemeni yapıldığını bildirmektedir.
Uğurol BARLAS’tan ayrıca, bir çift yemeninin, o günün
perakende satış rayici olan peşin 85 kuruşa söz konusu komisyon tarafından satın
alındığı, 26 Ağustos 1922’de başlayan Başkomutanlık Meydan Savaşı öncesine
kadar iki yıl süreyle üretimin devam ettiği, ancak daha sonraları, savaş nedeniyle
tabakhaneye yeterli ham deri gelmemesi ve derinin işlenebilecek bir konuma
gelmesinin
zamana
gereksinim
göstermesine
rağmen,
beklenilmeksizin
olgunlaşmamış deriden (gön) yapılmak zorunda kalınan yemenilerin büzüşmesi ve
dolayısıyla beğenilmemesi karşısında, ulusal ordu için arasna’da yemeni yapımına
son verildiği öğrenilmektedir .(3)
3
( ) Uğurol BARLAS, “Kurtuluş Savaşı’nda Arasta Çarşısı ve Yemenicilik” konulu bildiri (25.06.1990
tarihinde, “Korumada 15 Yıl, Kendini Koruyan Kent Safranbolu, Mimari Değerler ve Folkloru
Haftası”nda sunulmuştur)
70
Kurtuluş savaşı sonrasında da,
Arasna‘da, 1950’li yılların ortalarına kadar
yemeni üretiminde bulunulmuştur. Lastik
ayakkabıların ortaya çıkmasıyla gerileyen
yemenicilik, daha sonra fabrikasyon ayakkabı
üretimi karşısında büsbütün yenilgiye uğramış;
dükkanlar birer birer kapanmış ve zaman içinde
arasna harabe bir görünüme bürünmüştür. Yan
tarafta resmi bulunan Ahmet DEMĐREZEN,
Arasna’nın, dükkanını en son kapatan yemenici
ustasıdır. Dükkanı daha sonra “Yemenicilik
müzesi” haline dönüştürülmüştür..
1970’li
yılların
ortalarında,
kimsenin uğramadığı, kepenkleri dağılmış, kimi
dükkanlarının çatısı çökmüş bir konumda, yıkılmağa yüz tutmuş duruma düşen
arasna, zamanın Belediye Başkanı, bu satırların yazarı tarafından yapılan öneriyi, o
dönemin Kültür Bakanı Ahmet Taner KIŞLALI’nın, Safranbolu’ya gelerek yaptığı
incelemeler sonucu uygun bulması üzerine, Devlet tarafından kamulaştırılmış, restore
edilerek, günümüzdeki yeni işlevini ve görünümü kazanmıştır.
1999 yılında çağ dışı güçlerin saldırısı sonrası yaşamını yitiren,
değerli bilim adamı, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu Prof.Dr. Ahmet
Taner KIŞLALI’ya karşı, Türkiye’nin çok büyük bir değeri olmasının yanı sıra,
Safranbolu’ya gösterdiği ilgi nedeniyle de sonsuz şükran duyguları içinde olunmalıdır.
Aransa ve yine KIŞLALI’nın onayıyla kamulaştırılan ”Kaymakamlar Evi”nin
restorasyonları, Belediyeden sonra, Devletin Safranbolu’nun korunmasındaki ilk ve
en etkin adımlarını oluşturur.
Restorasyon öncesi (1978) yörenin ünlü gazetecisi Kasım ŞENOL; restorasyondan çok sonra (2003)
ülkenin ünlü gazetecisi Emin ÇÖLAŞAN, Arasna’da Kızıltan ULUKAVAK ile birlikte
ÜRETĐM VE PAZARLAMA
Safranbolu çarşısında çeşitli zanaat kollarında yapılan üretimin,
sadece ilce merkezinde yerleşik olanlara pazarlanmasıyla yetinilmemiştir. Tarihsel
gelişim itibariyle Safranbolu çarşısı, günümüzün Ulus, Eflani ve Karabük’ü ile tüm
köylerini içine alan geniş bir hinderlandda yaşayanlara hitap etmekteydi. Özellikle
71
Safranbolu pazarının kurulduğu Cumartesi günleri, Safranbolu çarşısı o kadar
kalabalık olurdu ki, mesai bitiminde halen Ankara Kızılay semtinde olduğu gibi,
insanlar, birbirine sürtünmeden rahat bir yürüme olanağı bulamazdı.
Kimi köylü yurttaşlar, özellikle uzak yerlerde yaşayanlar Cuma
günü akşamından Safranbolu’da olurlardı. Pazar yerinin yakınındaki evlerin tümünün
hayat ve ahırlarına, köyden gelenler, 5-10 kuruş karşılığı hayvanlarını bağlarlardı.
Safranbolu’da sadece insanların konakladıkları yerlere değil, hayat ve ahırlarına
ücret karşılığı hayvan bağlanan evlere de “han” denilirdi.
Gelenler bir yandan köylerinden getirdikleri kendi tarımsal
üretimlerini satarlar, elde ettikleri parayla da Safranbolu çarşısından gereksinim
duydukları maddeleri alırlardı. Bu bakımdan Cumartesi günleri Safranbolu çarşısı çok
büyük çapta, perakende alım satımlara sahne olurdu.
Safranbolu çarşısında, perakende satış dışında, aynı işkolundaki
esnafın bir arada taahhüde girdikleri ve hep birlikte toptan üretimde bulundukları
dönemler de olmuştur. Özellikle Karabük Demir Çelik Fabrikaları ile Zonguldak EKĐ
(Ereğli Kömürleri Đşletmesi) Müessesesi personeli için, terzilerin elbise, kunduracıların ve
yemenicilerin ayakkabı yapımını topluca üstlendikleri bilinmektedir. Terziler,
Arslanlar’da Salim ALPAY’ın sinema binası gibi geniş salonlarda birlikte dikim
yaparlarken, kunduracılar da gecenin geç saatlerine kadar dükkanlarında çalışarak
taahhütlerini gerçekleştirmeğe çabalarlardı.
Kunduracıların üstlendikleri işlerde temsilcisi, en ünlü iki kunduracı
ustasından biri olan ve “Toker” diye anılan, Mehmet TOKER’dir. ( Diğeri Hoca lakaplı Mehmet
KOCABAŞOĞLU’dur) 1950’li yılların ilk yarısındaki lise öğrenciliğim sırasında, Toker Amca’yla,
Zonguldak’ta üstlendikleri işleri takip için geldiğinde karşılaştığımızı anımsarım.
Mehmet TOKER
Osman Pamukçu
Asım GÖKTUNA
Mesleklerini uzun süre devam ettiren, Safranbolu’nun üç tanınmış kunduracısı
Kunduracılar ayakkabıyı, ısmarlayanın sağ ayağının izini kurşun
kalemle bir beyaz kağıda çizerek, terzilerin elbise dikiminde olduğu gibi, alınan
ölçülere göre yaparlardı. Yemeni daha hafif ve basit bir ayakkabıydı; bayramlar için
yaptırılana “iskarpin” denirdi. Terziler ve kunduracılar, dini bayramlardan haftalar
öncesinde yoğun bir çalışma dönemine girerler, müşterilerinin bayram namazlarına
yeni elbise ve ayakkabılarıyla gidebilmeleri için, Safranbolu’da mezar ziyaretine
gidildiğinden, “ziyaret günü” olarak adlandırılan arefe günü bile, gece yarılarına
kadar çalışırlardı.
72
ÇARŞI VE CĐNCĐ HANI
Bundan 50-60 yıl önce Safranbolu çarşısı içindeki dükkanlar
tahta kepenkli, çok dar mekanlardır; vitrinleri yoktur; dükkanın önü olduğu gibi sokağa
açıktır. Kışın birkaçının önüne camekan yerleştirilir, Tüccarlariçi’ndeki manifaturacılar
bile, dükkanlarında küçük kapalı bir bölümde mangal yakarak ısınırlar. Çarşı, göze
hoş gelen bir imar düzeninden yoksun olup, dükkanlar derme çatma, tahta taraba bir
görünümdedir.
Bu çirkin görünüm, yıllar öne bir makalede, “Anadolunun en eski ve
tarihi bir kaza merkezi olan bu şirin beldeyi ziyaret ettiğim zaman kalbimi acı bir yeisin
kemirdiğini, ruhumun azaplı suallerle sarsıldığını, şurada bir yerli sıfatıyla ve itiraf acısıyla
dertlendim...” denilmesinde olduğu gibi çok acı eleştirilerin konusu da olmuştur.(4)
Safranbolu çarşısında, Cinci Hanı’nın önünden geçen yolun, bir
baştan öbür başa kadar altında kalan bölüm ve daha çok Đzzetpaşa Camii çevresi,
“Aşağı çarşı”, yolun üst tarafı, yani Köprülü Camii çevresi de “Yukarı çarşı” olarak
adlandırılır.
Safranbolu çarsısı bir kaç kez yangın geçirmiş ve bu nedenle
kimi varlıklı kişiler, bir katlı ahşap dükkanlarının yerine, XX. yüzyılın başında iki katli
kargir binalar yapmışlardır. Eski Belediye binası, eski Demirbank, (halen Cıngıllıoğlu
galerisi olan bina) bu binanın her iki cephesinin karşısındaki, halen Đmren lokumları ile
Astat lokumlarına ait binalar ile yine aynı semtte bu satırların yazarının yazıhanesinin
bulunduğu bina, buna örnek gösterilebilir. Ancak çok yetersiz kalan bu yeni
yapılaşma da, çarşıyı ne yazık ki güzel bir görünüme kavuşturamamıştır.
“Aşağı Çarşı” (solda) ile “Yukarı Çarşı”(sağda) sokaklarından iki ayrı görüntü
Yangın tehlikesine karşı esnaf, satışa sunduğu malların büyük
kısmını dükkanda bulundurmak yerine, kullanım hakkı kendisine ait Cinci Hanı’ndaki
odasında muhafaza etmeği yeğlemiştir. Hemen hemen belli başlı zanaat ve ticaret
erbabının Cinci Hanı’nda bir odası vardır, handa oda sahibi olmak, ekonomik açıdan
daha üst bir konumda olmanın göstergesidir. Alıcının istediğinin dükkanında
kalmadığını gören esnaf, çoğu kez hemen koşarak hana gidip, oradan getirirdi. Bir
başka anlatımla Cinci Hanı, esnafın mallarını sakladığı hem emin bir mahaldi; hem
de depo işlevi görmekteydi.
(4) A. BAHA, Bartın Gazetesi, 07 Ekim 1929, sayı:214 sayılı “Safranbolu’da Gördüklerim” başlıklı
makale. (Ahmet Baha Safranbolulu - Yörük köyünden olabilir - bir Halkbilim uzmanıdır.1930’da Halk
Bilgisi Derneği tarafından yayınlanan “Safranbolu’da Yürük Düğünleri” adlı bir kitabı bulunmaktadır.)
73
Cinci Hanı, Anadolu Kazaskerliği’ne kadar yükselmiş, asıl adı
Hüseyin olan Safranbolulu Cinci Hoca tarafından XVII. yüzyılın ortasında, bir
kervansaray olarak yaptırılmıştır. Padişah Deli Đbrahim dönemimde, bu padişahla
birlikte Cinci Hoca, Osmanlı tarihinde çok kötü bir üne sahip olmakla beraber,
yaptırdığı han ve hamamlarla memleketine hizmetten de geri kalmamıştır. Cinci
Hanı bir kervansaray olmasına karşın, zamanla bu niteliğini kaybederek, konaklama
işlevi yerine, yangına ve hırsızlığa karşı kalın demirlerden yapılmış tek giriş kapısı,
bekçisi ve aşılması olanaksız yüksek taş duvarlarıyla, yukarda değinildiği üzere çok
güvenilir bir depo haline dönüşmüştür.
Cinci Hanı’nın “Đpek Yolu” üzerinde yapıldığı ve bu yolun önemini
yitirmesi üzerine hanın da işlevsiz kaldığı söylenirse de, Đpek Yolu’nun nereden geçtiği çok
tartışmalıdır. Safranbolu’nun da bir çok kent gibi, bu yol üzerinde olduğu savından
kaynaklanan bu görüş yerine, yapıldığı dönemde bulunduğu bölgenin çok önemli bir
ticaret merkezi olması nedeniyle, görkemli Cinci Hanı’nın Safranbolu’ya yaptırıldığını ve
yaptıranın da, o zamanlar, kötü ünü gibi, serveti de çok büyük Cinci Hoca olmasının,
bunda etkili olduğunu söylemek, daha doğru bir yaklaşım olmak gerekir
Cinci Hanı kervansaray olarak hangi tarihe
kadar kullanıldı ve ne zaman depo haline dönüştü, kesin
olarak
bilinememektedir.
Ancak,
büyük
olasılıkla
XVIII.yüzyılın sonlarından itibaren, çıplak mülkiyet Vakıflar
Đdaresi’nde kalmak kaydıyla içindeki odalar, ayrı ayrı tapu
senetleriyle
kimi
kişilerin
kullanımına
verildiği
söylenmektedir. Böylece Medeni Hukuk’tan önceki hukuk
düzeninde “sükna hakkı” denen, bir tür intifa (kullanmayararlanma) hakkı tanınarak, han odalarının kullanımının miras
yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılması sağlanmıştır.
1645 yılında yapılan Cinci Hanı hakkında,
yapımından 300 yıl sonra, eski Milletvekili, Kastamonu Lisesi
Edebiyat Öğretmenlerinden, ünlü yazar ve araştırmacı Đsmail
Habib SEVÜK, kişisel gözlemlerine dayalı izlenimlerini,
Safranbolu’ya ilişkin bir makalesinde “Cinci’nin eserleri” alt
başlığı altında şöyle anlatmaktadır.(5)
“Sultan Deli Đbrahim devrinde ele geçirdiği nüfuzla devleti sarsanlardan
üfürükçü Cinci Hoca’nın, memleketi olduğu için, burada yaptırdığı iki hamamla haşmetli hanı
görünce onun tarihteki günahını bağışladım. Biri kadınlara, diğeri erkeklere mahsus ikizli ve
her biri ikişer kubbeli iki hamam, içlerinde ferahlığı, mermerlerinin temizliği. yapılışlarının
ahengiyle, Đstanbul’un en ünlü hamamlarına karşı boy ölçüşebilir. Hele han, abideler abidesi
denebilecek bir eser. Kapı methalinin on metreyi bulan derinliğinde bir zafer takının ihtişamı
var. Dört müsellesin (üçgenin) birleşmesiyle meydana gelen tonoz kubbeli tavan bu methale
kendi başına ayrı bir eser mümtazlığı veriyor.
Müstatilli (dikdörtgen) bir avluya bakan hanın uzunlama cepheleri altı
kemerli ve yan cepheleri üçer kemerli olup iki katlı hanın alt katı bu köprü gözü kavislerin
açıklığı ile oynak bir mana kazanmış. Üst kat karşılıklı odaları iki yanına dizen çepçevre bir
holle saray dehlizlerini andırıyor. Fakat hanın haşmetini her şeyden ziyade canlandıran alt
katın sağındaki ahır kısmı: Orası iki dizi beş büyük kemerin dört tane fil ayağı kalın sütunlara
5
( ) Đsmail Habib SEVÜK, “Bugünkü Safranbolu ve yarınki SÜMER-KENT”, Cumhuriyet Gazetesi, 09.01.1948
74
istinad eden mahiyeti ile bir ahırdan ziyade eski devirlerin yer altı serdaplarını (sıcak havalarda
oturulan, serin yeraltı odası) andırmaktadır. Yazık ki, bu abidevi han pek bakımsız kalmış. Eski
192 odadan şimdi 148’i işe yarıyor. Üst katın cenup cephesi çok tehlikeli bir halde. Alakalı
makamların acele yardımını dileriz.”
Sayın SEBÜK’e anlatılanlar doğru ise, bir zamanlar Cinci Hanı’nın
192 odası olması çok ilginçtir. Bunun, hanın orijinal halindeki oda sayısının iki katı kadar
yeni odanın, koridorları dışında, deve ahırı başta olmak üzere, hanın geniş mekanlarına
ve belki de avlusuna, tahta bölmelerle eklenmesi suretiyle gerçekleştirildiği düşünülebilir.
Değil 192 oda, yukardaki makalede bildirildiği üzere 148 oda kalsa da, bu bile, zaman
içinde yapılan ilavelerle Cinci Hanı’nın ne hale getirildiğini anlatabilmek için yeterlidir.
Ancak bu durum, güvenli bir depo olarak hanın, çarşı için sahip olduğu önemden
kaynaklanan zorunlulukla açıklanabilir.
“CĐNCĐ HANI’NA DÖNMÜŞ”
Zamanla Cinci Hanı’na ahşap bölmelerle yeni odalar eklenmesinin,
handan daha çok kişinin yararlanması amacına yönelik olduğu kuşkusuzdur. Ancak
,Cinci Hanı’nda kapıları kilitli, anahtarları kullanıcılarında olan odalardan başka, hanın
avlusuna, alt ve üst kattaki odaların önündeki koridorlara da her türlü mal üst üste,
karmakarışık bir biçimde doldurulmuş, gelişigüzel düzensiz biçimde atılmış, üst üste
yığılmış olurdu.
Cinci Hanı’nın restorasyon öncesi otlarla kaplı duvar ve çatısı ile çok çeşitli malların gelişigüzel bırakıldığı avlusu
Bu karışık, dağınık, karman çorman, gayri muntazam ve insanın
gözünü rahatsız eden görünüm, çok eski yıllarda başlamış ve çok uzun süre devam
etmiş olacak ki, bir yerdeki eşyalar çok dağınık bir durumda ise, ya da çocuklar evin
içini veya oyun oynadıkları yeri çok dağıtmışlarsa, “burası “Cinci Hanı’na dönmüş”
biçiminde bir özdeyiş Safranboluluların diline yerleşmiştir. “Cinci Hanına dönmek”
dağınıklık ve karışıklığı anlatmak ve bu durumdan yakınmak için hala daha kullanılır.
Karabük’ün büyük bir iş ve ticaret merkezi olmasıyla, 1960’lı
yıllardan itibaren Safranbolu çarsısı ve buradaki ticaret yaşamı gibi, Cinci Hanı da
eski önemini yitirse de, karmakarışık bir depo görünümü devam etmiştir. 1980’li
yılların ortalarında, odalarındaki kişisel yararlanma haklarına son verilerek, Cinci
Hanı’nın Vakıflar Đdaresi’nce restorasyonuna karar verilmesi, Safranbolu çarşısı için
çok önemli bir gelişmedir.
Bunu gerçekleştiren zamanın Vakıflar Genel Müdürü, Karabük’lü
hemşehrimiz Şener MACUN’a hiç kuşkusuz Safranbolulular şükran duyguları
içindedir. Đleriki yıllarda Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nda birlikte mesai
75
arkadaşlığı yaptığım Sayın MACUN’un başlattığı restorasyon, 2000’li yılların başında
tamamlanarak Safranbolu, tarihsel bir ortamda konaklamak ve ağırlanmak isteyenler
için çok güzel bir anıtsal mekana kavuşmuştur.
Böylece “Cinci Hanı’na dönme” deyiminin, bundan böyle sadece
yerli Safranboluluların dilinde kaldığı özellikle belirtilmelidir. Kaldı ki, Cinci Hanı
sözcüğü de terkedilmiş; Cinci Hanı’nın adı “Cinci Han”a döndürülmüş bulunmaktadır.
“Kırk yıllık Kani, Yani olamayacağı” gibi, hanın adının 350 yıl sonra, “Cinci Han”a
dönüştürülmesini de, hiçbir gerekçe haklı gösteremez; benimsenmesi de herhalde
kolaylıkla sağlanamaz.
Restorasyon sonrası Cinci Hanı’nın dışından ve avlusundan görüntüler
ÇARŞI’DAKĐ ĐŞYERLERĐ
Çarşı içinde en ünlü kahvehane, Yukarı Çarşı’da, Yeni Hamam’a
çıkan merdivenli kapının karşısında, halen bir marketin olduğu yerdeki
“Kıraathane”dir. Çok uzun yıllar Kıraathaneci Hakkı (YURTTAŞ) tarafından işletilmiştir.
Memurlar daha çok buraya gelir, konuklar burada ağırlanır. Çok geniştir, kimi zaman
Safranbolu’ya gelen tiyatro ve çeşitli gösteriler yapan gruplarının programları da
burada izlenir. 1950 öncesinde, Halkevi’nde görevli gençlerin temsilleri ve diğer
etkinlikleri için de en uygun mekan Kıraathane’dir. Yine Yukarı Çarşıda, halen lokum
satışıyla iştigal edilen yerdeki Yakup Çavuş’un kahvesi ve Cinci Hanı yakınındaki
Ahmet Çavuş’un kahvesi ile Đzzetpaşa Camii karşısındaki Kemer Kahve de önemli
buluşma yerleridir. Arasna kahvesi, Kunduracılar içi kahvesi, Kasaplariçi Kahvesi gibi
kahvehaneler, çevredeki esnafın toplandığı ve onların dükkanlarına servis yapılan
işyerleridir. Bunlardan kimilerinde hiç oyun oynanmaz, oralara belirli bir yaşın
üstündekiler gelir, oturulup sohbet edilir; Ramazan’da da açık tutulmaz. Ayrıca bu
kahvehanelerde, daha önce evlenme teklif edilen kızların babalarından nışan sözü
almağa veya nişan hediyelerinin sunulmasına ilişkin törenler de yapılır.
“Yüksek kahve” denilen kahvehanede kumar da oynandığı
söylenir. Gençlere oraya gitmemeleri tembihlenir. Yüksek kahve’nin neresi olduğuna
ilişkin, halen yanlış bilgilendirmelere tanık olunuyor. Bu kahve, Semerciler sokağının
hemen başındaki bir binanın, merdivenle çıkılan üst katındadır. Kunduracılariçi
Sokak’ın sonunda, köşedeki yol kotundan yüksekteki kahvenin adı “yüksek kahve”
değil , “kunduracılariçi kahvesi”dir.
Safranbolu’da çok uzun yıllar ününü koruyan lokanta ise, aşağı
çarşıda, eski Belediye Başkanlarından Hilmi BAYRAMGĐL’in babası olan “Aşçı
Ahmet”in lokantasıdır. Evlerde verilen ziyafetlerde bir yemek çok beğenildiğinde
“sanki Ahçı Ahmet’in lokantasından gelmiş gibi güzel olmuş” denir. Önemli konuklar
hep orada ağırlanır. Yukarı çarşı’da da, “Ahçı Ali”nin (Ali SAVUN) işyeri beğenilen bir
76
lokantadır. Halen eski yardımcıları tarafından işletilen bu lokantada, Safranbolu’nun
pazarı olan Cumartesi günleri, eski yıllarda yapılan “kuyu kebabı”nın yerini, “döner
kebap” almış bulunmaktadır.
Yukarı Çarşı’da “Ahçı Çelik”in (Mustafa ÇELĐK), Saraçlariçi’nde
Mustafa AYKIN’ın lokantaları anımsanır. Demircilerbaşı’nda Karahasanoğlu’nun
(Hüsnü ERSOY) lokantası ise içkilidir. En ünlü fırınlar, “Güdükoğlu’nun fırını”,
“Hasanusta’nın fırını” , “Kemer Fırın”, “Kocaoğlan’ın Fırını” diye anılır. Kocaoğlan’ın
fırını’nda halen olduğu gibi sadece simit yapılır; cimitsiz (susamsız) simitleriyle
ünlüdür. Bu fırının üstü çok uzun yıllar “Şehir Kulübü” adıyla lokal olarak kullanılmış
ve genellikle memurların uğrak yeri olmuştur.
Manifaturacı Đhsan ÖZTÜRK
Kırtasiyeci Ali Sabri KĐLCĐOĞLU
Kuyumcu Lutfi TOKER
Şekerci Osman (ÖZKAN) Safranbolu’nun en ünlü şekercisidir,
şekerci Đhsan (AYTAN) ile Hidayet (SEZEN), helvacı Ahmet (AKÇASU) da aynı iş
kolundandır. Kuyumcu Lutfi (TOKER), kırtasiyeci Kilcioğlu (Ali KĐLCĐOĞLU), aktarlar
Hakkı ERKĐTMEN, Uzun Hatıp, Çelebi (Mehmet ÇELEBĐ); terziler Hakkı AĞAR,
Faruk ve Saim ARMAN, Hasan DAĞDELEN, Celal ERKUT, manifaturacılar; Đhsan
ÖZTÜRK, Bekir DĐZDAR, Osman PAÇAÇIOĞLU, Konarılı (Mehmet-Ali VELĐOĞLU),
Raşit’in Mehmet (AN) ve berberler; Mıcık, Ali ERGÜVEN, Hıfzı BAYRAM adlarından
çok bahsedilen çarşı esnafıdır
Çarşı’da uzun süre sadece, T.C. Ziraat Bankası faaliyet göstermiş;
Cinci Hanı’nın karşısında, Aşağı Çarşı’da ve Pazaryeri’nde olmak üzere, zaman içinde çok
yer değiştirmiştir. Bir ara Safranbolu’da, daha sonra T.Ticaret Bankası adını alacak olan
Adapazarı Ticaret Bankası da açılmış ise de, kısa bir süre sonra kapanmıştır. 1960’lı
yıllardan itibaren çarşıda başka bankalar ve bu arada T.Đş Bankası, Demirbank ve
Anadolu Bankası da şube açmıştır. Yapı Kredi Bankası şubesini,
1970’li yılların başında Kıranköy’de açmağı yeğlemiştir.
Anadolu Bankası Müdürü Đsmail EKER
ile Demirbank Müdürü Mehmet MEMĐŞOĞLU Safranboluludurlar.
Sayın
MEMĐŞOĞLU,
esnafın
parasal
sorunlarının
çözümünde yardımcı olması ve kolaylıklar sağlamasıyla
tanınır ve “Kadı Mehmet” lakabıyla ünlüdür.
Safranbolu çarşısında XX. yüzyılın ilk
yarısında en ünlü doktor, Ali Yaver ATAMAN’dır.
Muayenehanesi eski Belediye binası karşısında, Kadri
Sokak’taki, halen Ali BENEK’e ait binanın ikinci katındadır. Daha
77
sonraki yıllar, Kulak Boğaz Burun Uzmanı Dr. Hakkı Nevin ÖZGEN (Türker “Özgen”
Ali BULUTGĐL de çarşıda muayenehane açmıştır. Zaman içinde
doktorlar hep Karabük’te toplanmış; Belediye Tabibliği görevini de üstlenen Hükümet
Tabibi bulunmakla birlikte, Safranbolu’da uzun süre Devlet Hastanesi’nde görevli Yaşar
DERTSAVAR’ınkinden başka bir uzman doktorun muayenehanesi olmamıştır.
ĐNANOĞLU’nun babası), Dr.
Sadece Safranbolu’nun değil, geniş bir çevrenin, Cumhuriyet
öncesinden başlayarak, çok uzun süre tek eczacısı Hidayet DERMAN’dır. O’na ait “Şifa
Eczanesi”, eski Belediye binasının karşı köşesinde, bugün de eczane olan yerdedir.
Burası 1950’li yıllarda kapanınca, Safranbolu çok uzun süre eczanesiz kalmış; daha sonra
ilk eczane 1960’lı yıllarda, aynı zamanda Veteriner Hekim olan Eczacı Erhan ĐNEGÖLLÜ
tarafından, Yukarı Çarşı’da “Safranbolu Eczanesi” adıyla açılmıştır.
Dilekçe yazıcıları, dava takipçileri ve avukatlar, genellikle Yukarı
Çarşı’da, Cinci Hanı’nın kapısının karşısından başlayan Akın Sokak’ta toplanmıştır.
En eski ve en ünlü avukat Abdi KARAKAŞOĞLU’nun, en ünlü yazıcı ve daha sonra
dava takipçisi Muslubeyoğlu Mustafa AYKOL’un ve oğlu avukat Şemsettin
AYKOL’un, dava takipçileri Vasfi BĐBEROĞLU ile Abdi YALMAN’ın yazıhaneleri hep
aynı sokaktadır. Çok uzun yıllar sonra, sırasıyla Kızıltan ULUKAVAK, Fatma (Toker)
ATEŞ ve Yaşar KILIÇ da avukat yazıhanelerini yine aynı sokakta açacaklardır.
Avukat Abdi KARAKAŞOĞLU Muslubeyoğlu Mustafa AYKOL Avukat Şemsettin AYKOL
Çarşıda fotografçı dükkanı yoktur, resmi işlemler için istenen
vesikalık fotograflar Köprülü Camii avlusunda seyyar fotografçılara çektirilir. Şipşak
çekimdir, fotografın negatifine, “resmin arabı” denir; arap resimden istenildiği kadar,
kısa bir zaman içinde çoğaltılarak, fotoğraflar hazır edilir.
Köprülü Camii avlusu ve fotografcı Yakuf Efendi
Cami avlusu’nun yeni görünümü
78
ZANAATKARLIĞIN ÖNEMĐ VE SONU
Safranbolu çarşısında çeşitli zenaat kollarında, sobacı Asım usta,
demirci Ali (DORUCAN) usta, bakırcı ve kalaycı Ali SOYKÖK, nalbant Mehmet
AKÇA, marangoz Remzi ÇETĐNKAYA ve semerciler Aygıroğlu Mehmet ÖZGÜN ile
Kemal AĞYAROĞLU en tanınmış zanaatkarlardı. Safranbolu’da zanaatın önemi ve
değeri, “zanaat sahibi olmak, altın bilezik sahibi olmaktır, böyle bir bileziği olanlar aç
kalmaz” denilerek anlatılırdı. Bu nedenle ilkokulu bitirmesi yaklaşan erkek çocukların,
ortaokula gönderilmeyeceklerse, hangi mesleği öğrenecekleri ve kimin yanına çırak
olarak verilecekleri konusu gündeme gelirdi. Öncelik babanın ya da akrabanın
yanında bir zanaat öğrenilmesiydi. Bu olmayacaksa güvenilir bir usta ile görüşülürdü.
Her usta her isteyeni yanına çırak kabul etmediği gibi, herhangi bir kişi de, kim olursa
olsun herhangi bir ustanın yanına çırak girmek istemezdi. Karşılıklı güven, yakınlık
ve dostluklar önemliydi.
Her tür zanaatkarlık, önce
Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nda işçi olarak
çalışmanın cazibesi karşısında, çıraklık yaparak
meslek öğrenecek gençlerin ilgi alanı dışına
çıkmış; daha sonra konfeksiyon üretim, örneğin
terzilik ve kunduracılığı, elbise ve ayakkabı
tamirciği
düzeyine
indirmiş;
kalaylanması
gerekmeyen, paslanmaz ve kararmaz mutfak
kapları ve seramik tabak çanak, bakırcılık ve
kalaycılığı yok etmiş; motorlu araçların çoğalması
ve tüm köylere düzgün yollarla ulaşım
sağlanması, hayvan sırtında yük taşımayı ve
yolculuğu da tamamen sona erdirmiştir.
Bunun doğal sonucu olarak, semercilik ve nalbantlık ile kısmen
saraçlık gibi zanaatlara da iş alanı kalmamıştır. Haziran/2006 ayında, Safranbolu ve
köylerinde kendisinden başka nalbant kalmadığını söyleyen Yazıköylü bir hemşehriden,
yöredeki toplam yük ve binek hayvanı sayısının otuz kadar olduğu öğrenilmiştir.
Safranbolu’nun son semercileri Aygıroğlu Mehmet ÖZGÜN (solda) ile Kemal AĞYAROĞLU (sağda)
“Yaşamın değişmez kuralı değişim”dir denir. Bilim ve
teknolojideki gelişime koşut olarak, bu kural sosyal ve ekonomik yaşamla birlikte
tüm zanaat kollarında da geçerliliğini sürdürmekte; insanın her türlü gereksiniminin el
79
yapımı yerine, fabrikasyon ürünlerle karşılanması dönemine girilmiş olması, ister
istemez bu alandaki zorunlu değişimin de nedenini oluşturmaktadır.
ÇARŞI ĐÇĐNDE PAZAR YERLERĐ
Safranbolu’da Cumartesi günü pazar kurulur, kadim bir pazardır;
yani ne zamandan beri kurulmakta olduğu bilinmemektedir, geniş bir bölgenin çok
uzun yıllar en hareketli ve çok sayıda kişinin her hafta büyük kalabalıklar oluşturduğu
bir pazarıdır. Cinci Hanı’nın
arkasında, Akçasu deresinin iki
yanındaki dar sokaklar üzerinde
kurulurdu. Son 30-40 yıl öncesine
kadar, Cinci Hanı tarafından pazar
yerine
inişte,
derenin
karşı
tarafına, han duvarının bitim
noktasındaki dar bir köprüyle
geçilirdi. Halen olduğu ve yandaki
fotografta da görüldüğü biçimde,
derenin
üzeri
boydan
boya
kapatılmış değildi. Pazar yerinde
derenin üstü,
1960’lı yıllardan
başlayarak, kısım kısım kapatılmıştır. Đzzetpaşa Camii tarafından girişteki dere üstü
ise, çok eskiden kapatılarak, oldukça geniş bir alan kazanılmıştır.
Cumartesi günü dışında Salı günleri de fazla hareketli olmayan,
küçük çapta, aynı yerde pazar kurulur, daha çok yakın köylerin halkı bu pazara gelirdi.
Buna karşılık, dini bayramlardan bir gün önce de, yine aynı yerde pazar kurulması
geleneği vardı; bu pazar da, en az Cumartesi günkü kadar hareketli olurdu., Bayramın
bitiminden sonraki ilk Cumartesi günü kurulan pazara, bayram öncesi herkes geniş ölçüde
gereksinimlerini karşılamış olduğundan, “kısır hafta pazarı” denirdi.
Safranbolu çarşısında aynı işkolundaki esnafın bir arada, aynı
sokak üzerinde dükkanlarının bulunmasına benzer bir biçimde, köylerden gelenlerin
sattıkları ürünler de, çarşının belirli bir semtinde pazarlanır ve o semt pazarlanan
ürünün adı ile anılırdı. Örneğin Kazdağlıoğlu Camii ile simitçi fırınının arasına
“Oduncu pazarı”, Đzzetpaşa Cami yönünden girildiğinde, Cinci Hanı duvarına kadar
devam eden, dere kapatılarak kazanılan ilk geniş alana “Eski tahıl Pazarı” denir, aynı
camiin arkasında, kalaycılar ve bakırcılar çarşısından sonra, “Yeni tahıl pazarı” ile
“Hayvan pazarı” yer alırdı.
Tahıl alış verişi “Yarım” denilen bir hacım ölçüsü (buğday olarak
üzerinden yapılır, satın alınan buğday, evlerde yufka ekmeği yapılmak
amacıyla Dereköy ve Gümüş’teki su değirmenlerinde öğütülürdü. Yumurta pazarı
“Kemerağzı” denilen Yeni Hamam arkasındaydı, 1940’lı yıllarda sepete doldurulan
saman içine yerleştirilmiş yumurtalar, tanesi bir kuruşa satılırdı. Tereyağı da, asma
yapraklarına sarılı olarak aynı semtte satışa sunulur; kimi zaman okka (1,28 Kg)
hesabı satın alınırdı.
tahminen 32 Kg)
Motorlu taşıtların Safranbolu’da çoğalmasından sonra, Kazdağlı
camii yanındaki Oduncu pazarı bu araçların durak ve hareket noktası olmuştur.
Bundan dolayı olsa gerek, 1940’lı yıllarda oduncular, köylerinin ormanlarından
kestikleri odunları yükledikleri hayvanlarla, bu alanda bekleyerek değil, artık çarşı
80
içinde bir aşağı bir yukarı dolaşarak satmağa başlamışlardır. Buna karşın, aynı yere
“Oduncu pazarı” denilmeğe çok uzun süre daha devam edilmiştir. Bu alan önce
“otobüs durağı”, “taksi durağı” gibi adlarla anıldıktan sonra, 1970’li yılların ortasında
cami çevresinin kamulaştırılarak, geniş bir alan oluşturulması sonrasında
“Kazdağlıoğlu meydanı” diye adlandırılmıştır.
Kazdağlıoğlu çevresi 1975’te yapılan kamulaştırmalarla
açıldıktan ve özellikle taşıtların park ve manevra etmeleri için çok geniş bir alan
kazanılıp, bu konuda yıllardır süren çok büyük sıkıntılara son verildikten sonra, aynı
yerde 1990’lı yılların sonunda, Kültür Bakanlığı’nca meydan düzenlemesi adı altında
bir takım yapılanmalara gidilmiş; setler, teraslar oluşturulmuş, ön cephesi kazılarak,
Kazdağlıoğlu camii önüne, otantik halinde olmayan bir şadırvan ve etrafına oturma
yerleri yapılmıştır.
Kamulaştırma sonrası Kazdağlıoğlu Meydanı
Aynı meydanın düzenlemeden sonraki görünümü
Bu uygulama tarihsel çevreye ve oluşmuş kent dokusuna,
herkesten önce ve en çok duyarlı olması gerekenlerin, Safranbolu’ya diktikleri bir
çirkinlik abidesi olarak kentin ortasında sırıtmaktadır. Kente değişik bir güzellik
katması bir tarafa, Kazdağlı meydanını bir taş yığını haline getirerek, işlevsiz
bırakmıştır. Taşıtların buraya bırakılmasında yanlışlık var idi ise; hiç değilse
ağaçlandırılıp, çarşı içinde eksikliği duyulan şehir parkına ve yeşil bir dinleme
alanına dönüştürülmesi düşünülmeliydi.
Yapılan
bu düzenleme sonrasında, tarihsel kent merkezinin
girişinde ve taşıt trafiğinin en yoğun olduğu noktada, toplu taşım araçları dahil, tüm
taşıtların park yapmaları bir tarafa, yolcu indirip bindirmelerinde bile büyük sorunlara ve
çözümsüzlüklere yol açılmış; ayrıca Kazdağlıoğlu Camii çevresinin eski güzel
görünümünün bozulmasına da neden olunmuştur. Safranbolu’daki yerel yetkililerin bu
konuda sessiz ve eylemsiz kalışları ise, duyarsızlığın ilginç bir örneğini oluşturmuştur.
ÇARŞI HAMAMLARI
Safranbolu evlerinde “gusulhane” denilen yıkanma mahalleri ve
kimi büyük konaklarda, (Beybağı’nda Asmazlar Konağı’ndaki yıkılmıştır; Bağlar Değirmenbaşı’nda
Emirhocazadeler evi’nin bahçesindeki kullanılmaz durumdadır), o konak sakinlerine özgü hamamlar
olmakla beraber, Safranbolu gelenekleri arasında hamama gitmek çok önemli bir yer
alır. Bu amaçla çarşı içindeki iki büyük hamamdan çok uzun yıllar yararlanılmıştır.
81
Bunlardan biri “Eski Hamam”, diğeri “Yeni Hamam” olarak
adlandırılır. Eski Hamam’ın Candaroğulları’ndan, ya da çok daha öncesinden,
Bizans döneminden kaldığı sanılmaktadır. Bu hamam, 17 yüzyılın ortalarında Cinci
Hoca tarafından yaptırılan hamamdan sonra “Eski Hamam” adını almış, Cinci
Hoca’nın yaptırdığı yenisi de, yapıldığı ve hizmete açıldığı andan itibaren “Yeni
Hamam” olarak anılmağa başlanmıştır
Evlerin birbiriyle kucaklaştığı ünlü “Eski Hamam Sokak” ve Eski Hamam’ın bugünkü görünümü
Her iki hamamın da hem kadınlara ve hem de erkeklere özgü
ayrı ayrı bölümleri ve ayrı giriş kapıları vardır; Anadolu’nun kimi yerlerinde olduğu
gibi, bu hamamlarda haftanın belirli günleri veya akşamları, sadece kadınların ya da
erkeklerin yıkanmasını gerekli kılan bir düzenleme söz konusu değildir.
Yıkanmak için zorunlu olarak, evlerin yatak odalarındaki
gusulhaneler kullanılırsa da, ayda bir iki kez Safranbolu’da hanımların, kimi zaman
komşular ya da akrabalarla birlikte, topluca hamama gitme geleneği vardır. Hamama
gidiş ve dönüş uzun zaman alır; belirli bir döneme kadar erkek çocuklar da anneleri
ile birlikte kadınlar hamamına gider; yaşları ilerleyince, hamamda babalarına arkadaş
olmağa başlarlar.
Düğünlerde kadınların topluca ”gelin hamamı”na; erkeklerin de
“güveyi hamamı”na gitmeleri, düğün törenlerinde yer alan bir başka gelenektir. Yeni
Hamam’ın kadınlar bölümünün çok geniş olan soyunma mahalli, aynı zamanda
hanımlar için düğün salonu olarak da kullanılır. Safranbolu düğünlerinde, Pazartesi
günü başlayan düğün haftasında Çarşamba akşamı kadınlar düğünü, kimi evlerin çok
geniş olan “çardak”larında yapılmazsa, Yeni Hamam’da yapılır.
Safranbolu’da Eski Hamam ve Yeni hamam dışında, Gümüş
Hamamı ile Kıranköyde Rumlara ait hamamların uzun süre hizmet verdiği bilinmektedir.
Çarşıdaki iki büyük hamamın yanı sıra 1900’lü yılların başında, Gümüş Hamamı’nın da
çalışmakta olduğu, Müftüzade Müderris Ziya Efendi’nin, “Derin kar” olarak adlandırılan
1908 (Hicri 1326) yılında Safranbolu’ya yağan çok fazla karla ilgili olarak yazdığı, “Kar
Destanı” başlıklı şiirinde.(6) yer alan şu dizelerden öğrenilmektedir:
“...Yeni Hamamı kapattı / Odunsuzluktan Osman / Eski Hamam sağ
amma / Yıkıldı gitti külhan / Gümüş Hamamı salim / Kazandı Yorgacıyan...”
6
( ) Safranbolu Meşhurları, Prof.Dr.A.Abdülkadiroğlu-Ü.(Ayan) Özsoy,Ankara/2000, Sayfa:64-65
82
Gümüş Hamamı’nın, derin kar’dan sonra da bir süre çalıştığı
söylense de, ileriki yıllarda, kent halkının büyük çoğunluğunun Şehir kesiminden
ayrılması ve yeni yapılan kargir konutlarda, hem su ısıtmayı ve hem de ısınmayı
sağlayan düzeneğe sahip banyoların bulunması, hamam geleneğini ve gereksinimini
zaman içersinde ortadan kaldırmış ve bu yüzden Eski Hamam da 1970’li yıllarda
kapanmak durumunda kalmıştır..
Yeni Hamam, Vakıflar Đdaresi tarafından 1940’lı yılların
ortalarında satışa çıkarılmış ve Mehmet TÜFEKÇĐOĞLU tarafından satın alınmış ise
de, aradan 40 yıl geçtikten sonra, ilgili yasanın verdiği yetkiye dayanılarak Vakıflar
Đdaresi’nin bu hamamı, bedelini vererek geri alıp restore etmesi, Safranbolu için bir
kazanım olmuştur. Bu konuda, Cinci Hanı’nın restorasyonunda olduğu gibi, 1980’li
yılların ikinci yarısında Vakıflar Genel Müdürü olan Karabüklü hemşehrimiz Sayın
Şener MACUN’un çok yakın ilgi ve katkıları özellikle vurgulanmalıdır.
Ancak, restorasyon sonrası Yeni Hamam’ın adının, tüm
tabelalarında “Cinci Hamamı”na dönüştürülmesini ve bu konuda yapılan uyarıların
dikkate alınmamasını anlayabilmek olanağı yoktur. 4 yüzyıla yakın süredir halkın
“Yeni Hamam” adıyla andığı, bildiği bir hamamın adını, hangi akla hizmet ise,
yapanın lakabını vererek değiştirmeğe kalkmak, Safranbolu’da yüzyıllar boyunca
yerleşmiş, kökleşmiş bir isimlendirmeği hiçe sayıp, değersiz kılmaktan başka bir şey
değildir. Bu değişiklik, hamamı yaptırana saygı ile de açıklanmağa kalkışılmamalıdır.
Adı “Cinci Hamamı”na dönüştürülen, Safranbolu’nun ünlü “YENĐ HAMAM”ı
Böyle bir saygıya gerek duyulsaydı, hamama 350 küsur yıl önce
Cinci Hamamı denilmesi beklenirdi. Tarihsel değerleri korumanın, sadece somut
maddi varlıklarına değil, tarihe mal olmuş, benimsenmiş ad ve sıfatları gibi, soyut
değerlerine de sahip çıkılmasını gerektirdiği unutulmamalı, herhalde böylesine bir
keyfilik ve vurdumduymazlığı önleyecek bir yetkili merci Safranbolu’da bulunmalıdır.
Bir yanlışa kalınmışsa sessiz ve tepkisiz;
Zamanla bir çok doğru olacaktır geçersiz

Benzer belgeler

Safranbolulular

Safranbolulular edilerek, günümüzdeki yeni işlevini ve görünümü kazanmıştır. 1999 yılında çağ dışı güçlerin saldırısı sonrası yaşamını yitiren, değerli bilim adamı, Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu ...

Detaylı

Safranbolu`da Eğitim ve Öğretim

Safranbolu`da Eğitim ve Öğretim Gümüş Đlkokulu’nun ise, 1940’lı ve 50’li yıllarda en ünlü öğretmeni, okulun Başöğretmeni de olan Fehmi ERDEM’dir. Çok şişman bir zattır ve her gün Karıt köyünden, bir binek hayvanıyla okula gelir g...

Detaylı

30-safranbolu evi ve safranbolu`da yaşam

30-safranbolu evi ve safranbolu`da yaşam evleri çok kolaylıkla tutuşturduğunun ve yangının geniş alanlara yayıldığının görülmesi üzerine pedavra kullanımının, zamanın Kastamonu Valisince, Babasultan Mahallesi’nde çıkan bir yangından sonra...

Detaylı