Safranbolulular

Transkript

Safranbolulular
VI
SAFRANBOLULULAR
Şurası kesindir ki, Safranbolu 800 yıldır bir Türk kentidir ve Türk
kökenlilerin yurdudur. Başlangıçta Taraklıborlu denildiği için, ilk gelen Türklerin
Taraklı boyundan kabul edilmesi akla çok yakındır; zamanla başka boylar da
gelmiştir. Bu konuda geniş bilgiye gereksinim duyulduğunda
Sayın Hulusi
1
YAZICIOĞLU’nun araştırmalarından yararlanılabilir.( )
Bu bölümde, Karabük’te iş ve çalışma olanağı bulan, ancak
barınma olanağı bulamayıp Safranbolu’ya yerleşenler ile 1960’lı yıllarda başlayıp,
ileriki yıllarda artarak devam eden kırsal kesimden kentlere akın sonucu
Safranbolu’da yer yurt sahibi olan yeni hemşehrilerden değil, atadan dededen
Safranbolulu olanlardan, bir başka anlatımla “yerli Safranbolulular”’dan söz
edilecektir. Son 60 yılda bizzat gözlemlenen, tanık olunan ve anlatılanlardan
öğrenilen yönleriyle eski Safranbolulular söz konusu olacaktır.
Ancak onlar, Safranbolu nüfusunun 40.000 dolaylarında olduğu
söylenen 2000’li yılların başında, en iyimser öngörülere göre 3-4 bini geçmeyen
küçük bir azınlık olsalar da, 1960’lı yıllara kadar devam eden ve kent nüfusunun hep
5.000 dolaylarında seyrettiği dönemde, Safranbolu halkının tamamını oluşturanlardır.
Eski Safranbolulular ile sonradan Safranbolulu olanların gelenekleri
ve değer yargıları arasında büyük farklılar olması gayet doğaldır. Yeni hemşehriler,
kökenleri açısından ülkenin çok değişik yörelerinden olduklarından, sosyal açıdan nitelik
ve özellikleri birbirinden çok farklılık göstermektedir.. Zaman içinde, kaç kuşak sonra
gerçekleşir kestirilemez; karşılıklı etkileşimler sonunda, hiç kuşkusuz Safranbolu’da yeni
ortak gelenek ve görenekler benimsenmiş olacaktır. Bunların oluşumunda, kuşaklar boyu
geçerli, Safranbolu’ya özgü değer yargıları ne ölçüde etkili olabilecek ya da bütünüyle
etkisiz kalarak, unutulup gidecek mi, bilinemez.
GENEL VE NESNEL DEĞERLENDĐRMELER
Atadan dededen Safranbolulular Türk ve Müslüman kimliğinde,
etnik yönden olduğu kadar dinsel açıdan da bir bütünlük içindedirler; alt kimlik üst
kimlik bilmezler. 100 yılı aşkın bir süre önce Safranbolu’da Kurttepesi’ne yerleştirilen
iki aileden çoğalan ve son zamanlarda Gümüş’te Beşgöz semtini yer yurt edinenlerin
de kimliklerini öne çıkararak, kimi istemler peşinde olduklarına tanık olunmamıştır.
Ancak bunlar, genel Safranbolulu tanımlamasının dışındadır,
yıllardır, sosyal açıdan Safranbolu ile kaynaşmamış, kültürel yönden
Safranboluluların değer yargılarıyla bağdaşmayan, lokalize olmuş bir yaşam süren
bu topluluğun bireyleri, “nasıl Safranbolulu olurlar; neden Safranbolulu olamazlar”,
bu, herhalde toplumbilimcilerin ilgi alanında olması gereken bir konudur.
1
( )Hulusi Yazıcıoğlu, Safranbolu Tarihine ait Belgeler ve Kaynaklar, Safranbolu 1998
ve Küçük Osmanlı’nın Öyküsü-Safranbolu tarihi, Đstanbul 2001
54
Lozan Antlaşması uyarınca Kıranköy’deki ortodoks hıristiyanların
Yunanistan’a gitmesinden sonra, Safranbolu’da başka bir din mensubu kalmadığı
gibi, aynı dinin farklı mezheplerinden topluluklar da yoktur. Ancak günümüzde
Safranbolu’da, değişik tarikat mensuplarından söz edilmektedir. Bunda, Türkiye’nin
genelindeki inanç özgürlüğü diye açıklanmağa çalışılan, özel amaçlı bir olgunun,
Safranbolu’ya yansıması, herhalde önemli bir etkendir. Safranboluluların genel
tanımlaması, bunları kapsamaz.
Bilinen Safranbolulu kimliğinde, laik ve demokratik bir sosyal hukuk
devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, Atatürk ilke ve devrimlerine dayalı temel niteliklerine
karşıt görüşlerin yeri olamaz. Safranbolulu, çağdaş değer yargılarını özümsemiştir; O’nun,
Cumhuriyetin temel nitelikleriyle bağdaşmayan akımlarla hiç bir ilişkisi yoktur.
Burada kendilerinden söz edilecek olan Safranbolulular da, işte bu
kimlik özelliklerini taşıyanlardır; bunların dışında olanlar, zamanla şu ve bu nedenlerle
Safranbolu’da etkin olmağa başlasalar da, uzun yıllar boyu, kuşaktan kuşağa biçimlenmiş
Safranbolulu kisvesi bunlara yakışmaz; onlar da böyle bir kisveyi benimsemez.
Bir Safranbolulunun, Safranboluluları anlatmasına öncelikle
tarafsızlık açısından kuşkuyla bakılabilir, hep olumlu yönlerin dile getirileceği, “benim
ayranın bu, yarısı su” denilemeyeceğinden, olumsuzlukların gizlenmeğe çalışılacağı
ön yargısı içinde olunabilir. Ancak, yeri geldiğinde çekinmeden,“ayranım ekşi” de
denecek, bir Safranbolulu olarak, Safranbolulular anlatırken, ”nalıncı keseri” gibi,
ağacın hep kendinden tarafı yontulmayacaktır; öznel değil, nesnel değerlendirmelere
özellikle özen gösterilecektir.
Bununla beraber olumlu niteliklerin, büyük bir çoğunluk oluşturduğu
görülürse, bu, olumsuzlukların özellikle gizlenmesinden değil, Safranboluluların daha çok,
olumlu ve beğenilir yönleriyle tanınıyor ve anılıyor olmalarındandır.
Her Safranbolulu, her şeyden önce iyi bir vatandaştır, yurduna,
ulusuna, Devletine bağlıdır. Kamu düzenine ve yasalara saygılıdır. Safranbolu’da polis
karakolları ile C.Savcılığı’na yansıyan olaylar ya da Ceza Mahkemelerinde görülen
davalar arasında, yıllar boyu yüz kızartıcı eylemlerle ya da ırz ve namus konularıyla veya
adam öldürme ve gasp gibi suçlarla ilişkili olanlar, hem yok denecek kadar azdır ve hem
de bu suçların sanıkları arasında Safranbolular sayıca çok azdır.
Bu arada, 12 Eylül 1980 Harekatı’ndan önce yurt düzeyindeki
anarşik ortamdan, Safranbolu’ya yansıyan kimi üzücü olaylarla da, yerli
Safranboluların ilişkisi olmadığı, soruşturmalar sonucu anlaşılmış bulunmaktadır.
SAFRANBOLULULARA ÖZGÜ DAVRANIŞLAR
Gerek
Osmanlı
ve
gerekse
Cumhuriyet
döneminde,
Safranbolu’da toplumsal tepkiler ve kışkırtmalarla ortaya çıkan ve karışıklıklara
neden olan bir olay yoktur. Sadece Dayıoğlu olayı akla gelebilir. Ancak, o olayın
Safranbolu için nasıl bir talihsizlik olduğuna, Safranbolu’da olsa da, Safranboluluların
olayı olmadığına, yukarda “Safranbolu’da Dayıoğlu Olayı” bölümünde çok geniş
olarak değinilmiş bulunulmaktadır.
Özellikle Cumhuriyet döneminin başlangıcında, Atatürk ilke ve
devrimlerinin benimsenmesinde ve uygulamasında, Anadolu’nun kimi yerlerindeki
tepkiler, Safranbolu’da asla söz konusu olmamıştır. Bunda, Safranboluluların yenilikçi
55
gelişmeler karşısında bağnaz bir
tutum içinde olmamalarının payı büyüktür.
Safranbolulular çağdaş görüşlere açıktır, çağın gerekleriyle uyum içindedirler.
Yenilikleri ve yeni düşünceleri kolaylıkla benimsedikleri gibi, bilinen tüm teknolojik
olanaklardan ve araçlardan da zaman geçirilmeden yararlanmak isterler. Büyük
kentlerde görülen veya çeşitli yollarla öğrenilen yaşamı kolaylaştırıcı yenilikler, çok
geçmeden, kısa bir süre sonunda Safranbolu’da uygulama ve kullanım alanı bulur.
Safranbolulular yardımsever insanlardır; kimsesizlere, öksüzlere,
yangın ve benzeri felaketlerle karşılaşanlara kucak açarlar; hayır yapmasını da çok
severler. Her sokakta, o sokak sakinlerinden en az bir iki kişinin yaptırdığı çeşmeler
ve hemen her mahallede de, o mahalle halkından varlıklı kişilerin yaptırdığı cami ve
mescitler hep hayır yapma amacına yöneliktir.
Safranbolulular aynı zamanda onurlarına çok düşkün kişilerdir. “Kan
kussa da, kiren (kızılcık) şerbeti içtim” demeği yeğleyenlerdendirler. Aç olsalar da tokum
derler. En küçük, en değersiz bir ikramı bile, üstelenmeden, ısrar edilmeden kabul etmek
istemezler. Dertlerini, acılarını içlerine atarlar; “kol kırılır, yen içinde kalır” özdeyişini en
geniş biçimde uygularlar; sorunlarını çok yakınları dışında, hiç kimseyle paylaşmazlar.
Öte yandan Safranbolulular gösterişi de sevmezler, varlıklı
olsalar da, öyle görünmek istemezler. Yenilenlerden, içilenlerden söz etmek çok ayıp
karşılanır. Eskiden çarşıdan, pazardan satın alınan hiç bir şey açıkta götürülmez,
dışardan görünmeyecek biçimde mutlaka bir torbaya konulurdu. Genellikle evde
yapılan yufka ekmeğinin yenildiği günlerde, sürekli fırından somun ekmek almak lüks
ve israf sayılır; alınan ekmek de, fırın tezgahında geniş mendillere sarılır, dört
tarafından bohçalanarak, eve öyle götürülürdü. Almak isteyip de alamayanların canı
çeker denirdi. Aynı düşünceyle çocuklara da sokakta, açıkta bir şeyler yememeleri
sıkı sıkı tembihlenirdi.
Son yıllarda çok kullanılan eski bir deyimle Safranbolular, genel
olarak, mütedeyyin (dinine bağlı, dindar) kişilerdir. Ancak, köktendinci değillerdir;
yobazlık ve gericilik olarak tanımlanabilecek davranışları yoktur. Çocuklarının küçük
yaşlarda, en azından namaz surelerini öğrenmesini isterler. Đlkokullarda din
derslerinin okutulmadığı 1948 öncesi yıllarda, yaz tatillerinde, Samanyemez Mehmet
Amca’nın Dağdelen camii’nde veya Uzunkır’daki evinde; Muşuk Sıddık Teyze’nin de
Çavuş Mahallesindeki evinde elif, amme ve tebareke cüzlerini okutarak verdikleri
derslere, ana babalar, çocuklarını göndererek, onları dinsel bilgilerden yoksun
bırakmak istemezlerdi.
SOSYAL ANLAYIŞ VE ĐLĐŞKĐLER
Safranbolu’da erkek çocuklar, geçmişte bir zanaat dalında kalfa
olmadan ya da okuyanlar bir göreve atanmadan ve ayrıca askerlik hizmetini yapıp
dönmeden evlenemezdi; kimse bu konumda olmayanlara kızını vermezdi. Genellikle,
kızlar eşlerinin baba evine gelin giderler ve bir arada otururlardı. Đç güveyi evlilikleri
de olurdu. Erkek evlatlardan, ana ve babalarıyla ilgilenmeleri ve özellikle ilerleyen
yaşlarında ve hastalıklarında onları yalnız bırakmamaları beklenirdi.
Erkek çocuklar için, ebeveynleri tarafından “oğlum büyüyünce
bize bakacak” diye söylenir; bu kurala uyması, küçük yaştan itibaren çocuğun
belleğine yerleştirilmeğe çalışılırdı. Günümüzdeki sosyal güvenlik olanaklarının
bulunmadığı ve hatta bilinmediği; sadece memur olan küçük bir azınlığın emekliliğinin
56
söz konusu olduğu dönemlerde evlatların, ana babalarının yanında ve yardımında
olmalarının, aile dayanışması kadar, toplumsal yönden de büyük bir değer ve anlamı vardı.
Safranbolulular, güler yüzlü, sevecen, yardımsever, büyüklere
saygılı, küçükleri koruyucu nitelikleriyle tanınırlar;
akrabalığa, komşuluğa ve
arkadaşlığa büyük değer ve önem verirler, onları korurlar, zarar görmemeleri için hep
yardımcı olurlar. Ancak hem akrabalar ve hem de eski arkadaşlar arasında dargınlık
ve kırgınların sıkça görülmesi, bu özellikleriyle bir çelişki oluşturur. Đki kardeş, iki elti,
gelin görümce, gelin kaynana, amca, dayı-yeğen, ana baba-evlat vb. arasındaki
dargınlıklar bile, kimi zaman ölünceye kadar sürer. Ancak dini bayramlarda ya da
dargınlardan birinin Hacca gidişinde veya ağır hastalığında, tarafların barıştırılması
için yakınlarınca yoğun çaba gösterilir.
Safranbolulular çabuk darılırlar ama çabuk ve kolaylıkla
barışmasını bilmezler. Hatta kimi zaman iki kişi arasında bir kavga, gürültü, çekişme
ve tartışma bile yokken, biri diğerine küser; küsen niçin küstüğünü söylemez. Araya
girenler sorduğunda “o suçunu bilir” demekle yetinenler de olur. Taraflardan hiç
birinin barışmaya yönelik ilk adımı atmak istememesi, onurlu davranmamak veya
kusuru kabullenmek gibi anlaşılacak olmaktan çekinmekle açıklanmaya çalışılır.
Özür dilemenin “erdemli bir davranış” olduğu, “kişinin noksanını
bilmesi kadar irfan olamayacağı” gerçekleri, her nedense yeterli bir uygulama alanı
bulamaz. Ancak küskünlükler, sadece küsenler arasında kalır, çoğu kez aile bireylerini
etkilemez. Tarafların yakınları birbirleriyle görüşmeyi ve ilişkilerini sürdürür, aileler arası
karşılıklı düşmanlıklar ve birbirlerine zarar vermeler asla söz konusu olmaz.
Safranboluluların, Safranbolu’da yabancılara karşı çok yakın ve sıcak
ilişkiler içinde oldukları gözlemlenir. Kim olursa olsun konuklarına en içten sevgi ve ilgi
gösterirler; yenecek içecek neleri varsa ikram ederek ağırlamaktan, gerekiyorsa her türlü
yardımı yapmaktan ve hatta evlerinde barındırmaktan büyük haz duyarlar. Türk ulusunun
bilinen konukseverliğinin en güzel örneklerinin Safranbolu’da sergilendiğine ve konuk
ağırlama gelenek ve göreneğinden Safranbolu’ya gelenlerin çok hoşnut kaldıklarını,
özellikle dile getirdiklerine çok sık tanık olunur.
Bu arada çeşitli olaylar nedeniyle bir tercih söz konusu
olduğunda, bir Safranbolulu tarafından hemşehrisi olan Safranbolu yerlisinin değil de,
yabancı kişiye öncelik verildiği görülür Özellikle Demir Çelik Fabrikaları’nın ilk
kurulduğu yıllarda, kızlarını Safranbolulu delikanlılarla evlendirmekte çok
müşkülpesent olan ana babaların, Karabük’te fabrikada çalışan yabancı gençler için,
benzer davranışları göstermediği söylenir.
Bu çelişkiyi vurgulamak amacıyla, Karabük fabrikalarına
geçmişte “enişte fabrikası” demekten de geri kalınmaz. Bununla çok bilinen, çok
tekrarlanan “Asri pencere/Düdüklü tencere/Dumansız baca/Kaynanasız koca”
tekerlemesi ilişkilendirilebilir.
Safranbolulu, genellikle çekingen bir davranış sergiler.
Safranbolu’da olsun, Safranbolu dışında olsun uzunca süre görüşmediği ve kendisini
tanımayabileceği kuşkusu duyduğu kişilerle karşılaştığında, selam verip hal hatır
sorma yerine, önce karşıdakinin selam vermesini bekler. Selam verilip tanındığını
görünce de, muhatabına büyük ilgi gösterir, aşırı ikram ve iltifatlarda bulunmak için
çırpınır. Ancak karşılaşanların her ikisinin de, tanınmayı karşısından beklediği
57
durumlarda, tanınmama olasılığının onur kırıcı olacağını düşünmelerinden olsa
gerek, tarafların birbirlerini görmelerine karşın, görüşmeden geçip gittikleri de olur.
Bu olumsuzluklara karşılık, birbiriyle sürekli dayanışma içersinde
olmak, Safranbolulular arasında büyük önem taşır ve çok yaygındır. Üstelik akraba,
komşu ve arkadaşlar arasındakine benzer dayanışma ve yardımlaşma örneklerini
Safranboluluların, Safranbolu dışında tüm hemşehrilerine karşı gösterdiklerine de tanık
olunur. Böyle bir dayanışmadan yıllar önce bu satırların yazarı da yararlanmıştır. (*) Aynı
dayanışmayı, yıllar boyu tüm Safranbolululara göstermeyi de ilke edinmiştir.
Tanıma ya da tanımama gibi bir ayrıma gitmeksizin, belirli
görevlerde bulunulduğu sırada, her gelen Safranbolulunun sorunu çözülmeye
çalışılmalı veya çözümün çabuklaşmasına yardımcı olunmalı; çözülmese de neden
çözülemeyeceği anlatılmalıdır. Bunun hemşehri olmanın bir gereği olduğu, gelecek
kuşaklar tarafından da hiç unutulmamalıdır. Böyle bir tutumun, istekleri sonuçsuz
kalanlar da dahil, her hemşehriyi memnun ettiği bilinmelidir. Çünkü insanlar
Türkiye’de, özellikle kamu kurumlarındaki işleri nedeniyle karşılaştıkları sorunlarda,
ancak sorunlarını tanıdıkları kişiler dinlediklerinde tatmin oluyor ve onlardan
alacakları bilgileri güvenilir kabul ediyor; aksi takdirde, doğru olmasa da, hep
haksızlığa uğradığı kuşkusu içinde kalıyorlar.
___________
(*) Aralık/1961’de askerlikten terhis olup, zorunlu hizmetimi yapmak üzere, Ziraat Fakültesinde burslu okuduğum için,
Tarım Bakanlığı’na başvurduğumda Bursa Konservecilik Araştırma Enstitüsü’ne atamam yapıldı. Đznimi geçirdiğim
Safranbolu’dan, Ankara yoluyla Bursa’ya gitmek üzere, 08 Ocak 1962 Pazartesi günü otobüsle yola çıktım; yanıma
sima olarak tanıdığım, ancak adını bilmediğim bir zat oturdu. Bana döndü, “sen nerelisin” sorusunu, “Safranboluluyum”
diye yanıtlayınca, hemen “kimin oğlusun, kimlerdensin” sorusunu da ekledi. Kim olduğumu öğrenince, “demek sen o
çocuksun, seni çok iyi okuyor derlerdi, biz sizinle, çok uzaktan da olsa akraba sayılırız” dedi ve kendisini Safranbolulu
Araphacıoğlu Mehmet TÜRKER diye tanıtarak, sorularına devam etti. Bursa’da atandığım görevde 350 lira aylık
alacağımı duyunca “bir ziraat mühendisine bu kadar az para mı verilir, benim yanımda çalışan ilkokul mezunları bile
bundan çok alıyorlar; sen Ankara’da niye Abdurrahim Bey’e uğramadın” dedi. O kişiyi hiç tanımıyordum. Toprak Đskan
Đşleri Genel Müdür Yardımcısı, benim gibi ziraat mühendisi Abdurrahim TÜRKER’den söz ettiğini ve amcazadesi
olduğunu anlattı. Benimle ilgilenmesi için kendisini ziyarete gidebileceğimizi söyledi. Konuşmalardan oldukça çok
sıkılmış ve öyle bir ziyaretin sonuç vermeyebileceğini düşünmüş olsam da, teşekkür ederek “pekiyi” demek çaresizliği
içinde kaldım. Ankara’da Toprak Đskan Genel Müdürlüğü’nde yanına girdiğimizde Abdurrahim TÜRKER, “bu daireye
ziraat mühendisi almaya Genel Müdür yetkili, onunla konuşmam lazım” diyerek yanımızdan ayrıldı. Bir süre sonra bir
odacı geldi, beni Genel Müdürün odasına götürdü. Genel Müdür, Ankara Ziraat
Fakültesi’nden Prof. Dr. Necmi SÖNMEZ’di. Đçeri girer girmez, “ben seni fakülteden
tanımıyorum, ne zaman mezun oldun” diye sordu. Cebimdeki fakülteden pekiyi derece ile
mezun olduğumu gösterir diplomamın onaylı örneğini vererek, “efendim, sizin kürsüde
(ölçme bilgisi-kültürtekni) dersini okuduğum yıl, siz yurt dışındaydınız” dedim; “seni
fakülteden şu şu hocalar tanır mı” diye sordu ve tanımaları gerektiğini söyleyince “çık dışarı,
bekle” dedi. Genel Müdürün kapısı önünde bir süre bekledikten sonra, içeri çağrıldım.
Abdurrahim Bey’in ertesi gün beni işe başlatacağını Genel Müdür’den duyunca çok
sevindim. Birlikte odasına gittiğimizde Abdurrahim TÜRKER’in, Mehmet TÜRKER’e “ilk
defa bana böyle bir iş için geldin; Genel Müdürün yanına, yüzüm kara çıkarsa diye
korkarak girdim, Genel Müdür kiminle konuştuysa, bu delikanlıyı hep övdüler, diploma
derecesi de zaten pekiyi, yarın 10195 sayılı Kararnameye göre, 56 liralık kadroda, 40 lira
gündelikle işe başlatıyorum, eline de, ayda 880 lira net geçer” dedi. Bu, Bursa’da alacağım aylığın iki katından da
fazlaydı ve hem de Ankara’da kalıyordum. Binlerce kez teşekkür ederek, her iki TÜRKER’i başbaşa bırakıp,
yanlarından ayrıldım. Ertesi gün, 09 Ocak 1962 Salı günü yeni görevime başladım. Tarım Bakanlığı’na borcum olan, 4
yıl aldığım bursun karşılığı, toplam 8.132 lirayı da, ayda 300 lira taksitle ödemeyi kabullendim. Ancak, açılan sınavı
kazanarak bir yıl sonra Müfettiş Yardımcısı olarak, Tarım Bakanlığı’na çok daha yüksek aylıkla atandım. Bu olayda
rahmetli Mehmet TÜRKER’le yan yana yolculuk etmek gibi bir rastlantının büyük rolü vardı. Ancak, bir
Safranbolulunun, bir istek olmasa bile, bir Safranboluluyu koruma, kollama ve ona yardımcı olma gereğini duymuş
olmasının rolü ve önemi çok daha büyüktü.. Hiç kuşkusuz, yardım edilen Safranbolulu da, yardım eden rahmetli her iki
Safranboluluya ve özellikle Mehmet TÜRKER’e karşı hep şükran duyguları içinde oldu ve onlara bir karşılıkta
bulunabilme olanak ve fırsatı eline geçmese de, her ikisini hep minnet ve rahmetle andı.
58
Görevi nedeniyle atanmayla gelen ya da şu veya bu nedenle
Safranbolu’ya yerleşen ailelere, ilk geldiklerinde yakın komşuları, hemen kucak açar.
Evlerinin yerleştirilmesinde, gereksinimlerinin karşılanmasında, kenti tanımalarında
ve yakın çevre ile tanışmalarında yardımcı olurlar. Safranbolu’da yabancılarla dostluk
ve arkadaşlığa büyük değer ve önem verildiğinden, Safranbolu’ya atananlar veya
yerleşenler, uzun boylu yabancılık çekmezler, önce hoşnutsuzluk duysalar da, kısa
sürede Safranbolulu olurlar; Safranbolu’yu severler.(2)
Safranbolu’da memuriyet yaptıktan sonra, başka yere atansalar
bile, emekli olunca Safranbolu’ya yerleşmeyi yeğleyenler de bir hayli fazladır. Aynı
olgu 1970’li yıllardan itibaren işçi emeklileri için de söz konusudur.
Bir süre kalıp, görev gereği bir başka yere atananlar da
Safranbolu’dan hep üzgün ayrılır. Bu yüzden 1970’li yıllarda memurlar arasında ve
özellikle başka bir yere atanan memurlar için düzenlenen veda toplantılarında,
“Memur Safranbolu’ya gelirken ağlar, giderken daha çok ağlar” denirdi. Günümüzde,
ünlü bir kent olan Safranbolu’ya gelirken ağlandığı artık söylenemese de, giderken
ağlamak bir tarafa, “göz yaşlarının sel olduğu” söylense fazla abartılı sayılmaz.
Asliye Hukuk Yargıcı (ileriki yılların Yargıtay Üyesi) Ferman KIBRISCIKLI’nın
Safranbolu’dan ayrılışında veda yemeği - Haziran/1978
(Soldan sağa: Kaymakam Yücel BÖLGEN, Ferman KIBRISCIKLI, Belediye Başkanı Kızıltan ULUKAVAK,
Sorgu Yargıcı Osman MAZLUMOĞLU, Avukat Veli Tevfik ERENER)
Safranbolulular komşularına, komşuluk hukukuna çok büyük
değer verirler. Çoğu kez, komşular arasındaki ilişkiler yakın akrabalar
arasındakilerden bile daha öne çıkar. Safranbolulular paylaşmayı sever; özellikle
bahçelerin meyveleri, (elma. armut, erik, dut, üzüm vb.) bahçesinde aynı meyveden
olmayan komşulara sepet sepet dağıtılır. Meyve suları, ezmeler (marmelat) evlerin
hayatında veya bahçelerdeki kazan ocaklarında birlikte yapılır. Komşu çocukları
meyve yemeleri için bahçelere çağrılır; ancak hiç bir çocuk, izinsiz komşunun
bahçesine girip meyve koparmaz; aksi davranış çok ayıplanır.
2
( ) Belediye Başkanı, Savcı ve Hakimler ile eşleri olarak,Safranbolu’ya yeni atanan bir Kaymakama ve
eşine, Arslanlar’daki eski Kaymakamlık Lojmanında “Hoş geldiniz” ziyaretine gidildiğinde, Kaymakam
eşinin ”böyle memleket mi olur, burası köy gibi” demesine, “siz, ya hiç köy görmemiş olacaksınız veya
Safranbolu’yu kötülemekte, bilemediğim bir amacınız var” diye çok sert bir karşılık vermek durumunda
kaldığım bir olay dışında, kamu görevlileri ya da yakınları tarafından Safranbolu’dan hoşnut olmayana
hiç rastlamadım.
59
SOSYAL VE SĐYASAL ÖRGÜTLENME
Safranbolulular genellikle, toplumsal olayların içinde ve özellikle
başında olmaktansa, seyirci olmayı daha çok yeğlerler. Đlkokul öğretmenlerinden
rahmetli Hüsnü YALIN’ın deyimiyle Safranbolulular “nemenaçatım” (neme gerek, bana
ne) diyerek, toplumsal sorumlulukların genellikle dışında kalmak isterler. Bu nedenle
Safranbolu’da sivil toplum örgütlenmesi yetersizdir; dernek ve vakıfların sürekli, ses
getirici ve toplumu yönlendirici etkinliklerine tanık olunmaz.
Örneğin, “Safranbolu Kültür ve Turizm Vakfı”nın, yöneticilerinin
olduğu kadar, hemşehrilerin de ilgisizliği nedeniyle, bir türlü kuruluş amaçlarına
uygun, kendisinden beklenen etkinlik içinde olamamasından yakınılmaktadır.
“Safranbolu Kültür ve Turizm Vakfı”, 1988’de kurulmasından
sonra, kurucu statüsündeki Safranboluluların vakıfla hiç ilgilenmemeleri; hatta genel
kurullarının bile vekaletname verilerek 3-5 kişiyle toplanması sonucu, hep aynı
kişilerin yönetimine bırakılmak zorunda kalınan vakfın hiçbir etkinlik gösterememesi
ve Safranbolu’yu ilgilendiren konularda sürekli sessiz kalışı çok ilginçtir.
Safranbolu’dan genel bir görünüm – 1975
Aynı değerlendirme, siyasal partiler açısından da yapılabilir.
Seçim zamanları uygun görülen partilere oy verme dışında, siyasal konularla fazla
ilgilenilmez; yandaş olunan
partiye üye olmak için bir istek gösterilmez.
Safranbolu’da, Anadolu’nun bir çok yerleşim yerinde görülen koyu bir particilik söz
konusu değildir. Ayrı partilerden olanlar arasında, kimi istisnalar dışında, dostluk ve
arkadaşlıklar devam eder.
14 Mayıs 1950’deki, çok partili siyasal rejime girildikten sonra ilk
kez uygulanan ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 27 yıllık iktidarına son veren,
çoğunluk sistemine dayalı, tek dereceli seçimde, yurdun tamamına yakın büyük
bölümünde Demokrat Parti (DP) seçimi kazanırken, Safranbolu ilce merkezinde
CHP’nin önde olması ve ilk yapılan Belediye seçimini de CHP’nin kazanması dikkat
çekicidir. Bunu, yukarda değinilen Devlete bağlılık ve saygıdan kaynaklanan, Devlete
olan bağlılığın, Devleti kuran partiye de bağlılığı gerektireceğine ilişkin,
Safranboluluların, çok partili siyasal yaşama
geçiş aşamasındaki, farklı bir
değerlendirmeleri olarak yorumlamak mümkündür.
Ancak bir başka ilginç gerçek de şudur: Ülkede iktidarın DP’de
olmasına karşın, beldede CHP’de olması nedeniyle, Safranbolu’nun yeni Hükümetin
ilgi alanı dışında kaldığını gören CHP’li yerel yönetimin, yeni seçim dönemini
60
beklemeden 1953 yılında, Belediye Başkanı ve tüm Belediye Meclisi üyeleriyle birlikte
istifa edip, belediyeyi D.P.’li hemşehrilerinin yönetimine bırakmaları da herhalde,
Safranbolu’da o dönemdeki yerel politikanın, alkışlanacak bir yönü olarak görülmelidir.
Safranbolu’da, iki kardeşten birinin bir partinin, diğerinin karşı
partinin yandaşı olması ya da aynı ailenin iki kolunun ayrı ayrı, birbirine karşıt partileri
benimsemesi gibi, kimi somut örneklerle de karşılaşılmıştır. Bunda, hangi parti önde
olursa olsun, bizden biri o partiden olsun anlayışının sağlayacağı kazanımların ön
planda tutulması gibi kişisel çıkarlar değil, siyasal düşünce ve inanç farklılığı etkendir
denilebilir. Ancak bu, çok iyimser bir yaklaşım olarak da görülebilir; o nedenle çok
daha doğru ve akla yatkın bir açıklama, herhalde çok katı bir particilik anlayışının
Safranbolu’da egemen olmadığını söyleyerek yapılabilir.
Hiç kuşkusuz bu açıklamayı, yerel seçimlerde olsun, genel
seçimlerde olsun, kendisinin veya istediği kişinin aday olamaması üzerine,
partisinden istifa ederek ve hatta istifa etmeksizin karşı partinin adayının kazanması
için çaba harcanması ve bir süre sonra yine eski partiye dönülmesi gibi çarpıklıkları
da kapsayacak biçimde genişletmek söz konusu olamaz, olmamalıdır. Ne yazık ki,
önde giden kitle partilerinde bile görülebilen böyle olayların, Safranboluluların
olumsuzluk hanesine yazılması gerekmektedir.
Eski Safranbolululardan
bir grup, 08 Şubat 1932.
O dönemde bilinen
lakaplarıyla; (Oturanlar, soldan
sağa) Hacıkadıoğlu Tapucu Hilmi
Bey, Hacıbekir’in Hüsnü Ef.,
Dava Vekili Burhan Ef.,
Kürdali’nin Ali Ef., Monşer’in
ağabeyi Ali Müdür Ef.,
(Ayaktakiler, soldan sağa) Razı
Ağar, Antepoğlu Mehmet Ef.,
Sadullahlar’ın Abdi Ef., Cemal
Caymaz (ileriki yılların Belediye
Başkanı), Đhsan Cebeci, ...?....,
Fileliler’in Hasan, Vasfi Taşatar
(Yücel Nakipoğlu’nun arşivinden)
EKONOMĐK ETKĐNLĐKLER
Safranbolu’da geçmişte ilkokul mezunu olunduktan sonra,
ortaokula gitme olanağı bulamayan büyük bir kesim için, tutulacak yol, ya babanın
dükkanında veya bir zanaatkarın yanında çıraklığa başlamaktır. Daha çok terzi ve
kunduracı çıraklığı arzu edilir; debbağlık demircilik ve kalaycılık gibi daha ağır
zanaatlardan kaçınılır ve bu yüzden babalar, haylazlık yapmağa kalkan çocuklarını
“seni demirci ya da kalaycı yanına çırak vereceğim” diye korkuturlardı.
Đlkokulu bitiren kız çocuklarının da, kadın terzilerin evlerinde,
biçki dikiş öğrenmesi arzu edilirdi. Üç beş yıl bir terzi hanımın evine devam edip,
terziliği öğrenen kızlara ustaları “makas” verirdi. Bu, meslekte yetiştiğinin göstergesi
olurdu.
61
Safranbolulular sosyal açıdan, toplumcu değer yargılarını
benimsemiş olmalarına karşılık, ekonomik etkinlikler yönünden, genellikle bireysel
yaklaşımlar sergilerler. Safranbolulu tek başına bir iş güç sahibi olmak ister;
dükkanında, atelyesinde yönetimi bir başkasıyla paylaşmak istemez. Bu nedenle
Safranbolu’da, bir çok kişinin sermayelerini birleştirerek kurdukları, büyük çapta
ekonomik etkinliği olan; iş ve istihdam yaratan işyerlerine rastlanmaz.
Sermaye birikimini sağlayan anonim ya da limited ortaklıklar
kurulması ve yürütülmesi girişimleri, geçmişte Tabakhane’deki deri işletmeciliği
yapan Debağ Şirketi ve 1970’li yıllardaki SAFTAŞ örneklerinde olduğu gibi hep
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Safranbolu’da anonim ortaklıklar daha çok yakın aile
bireyleri tarafından kurulur ve dolayısıyla sınırlı bir ekonomik gücü olur. Yakın iki üç
arkadaş arasında kurulan adi ortaklıkların ise, çok uzun süreli olabilenlerine pek
rastlanmaz. Bu açıdan, eskiden beri çok güçlü ticari ortaklıkların ve çok canlı bir
ekonomik yaşantının bulunduğu Bartın’a, Safranbolu’dan hep gıpta ile bakılır.
Safranbolu’nun en eski ticaret ve sanayi kuruluşu “Bağlar
Meşrubat Sanayi ve Ticaret A.Ş.”dir. Şirketin “Bağlar Gazozu” adını taşıyan üretimi,
yarım yüzyılı aşkın süredir Safranbolu’da aynı marka altında yapılan, tescilli tek
üretimdir. Başlangıçta iki kardeşin ortaklığında başlatılan bu üretim, bugün de,
ortaklarını yine çok yakın akrabaların oluşturduğu bir anonim şirket tarafından
yönetilmektedir. Bağlar gazozları, geniş bir yörede aranılan ve beğenilen bir içecek
olarak Safranbolu ile bütünleşmiştir.
Safranbolu ile adı ve tadı bütünleşen bir başka üretim dalı da
“Safranbolu Lokumu”dur. Başlangıçta şekerci dükkanlarında, bir şekerleme çeşidi
olarak yer alan lokum üretimi, son yıllarda Safranbolu’nun tanınması ve turizmin
gelişmesine koşut olarak büyük önem kazanmıştır. Önce “Özkan Lokumları” ve
“Đmren Lokumları, sonra “Safrantat Lokumları” olarak sürdürülen lokum üretimi,
Safranbolu’da son yıllarda, yeni girişimcilerin katılımıyla çok genişlemiştir. Bir gazete
haberinde Safranbolu Lokumu için şunların yazılmış olması çok sevindiricidir.
“Safranbolu Lokumu – Bolçi’yi tanıtmıştık sizlere... Bolçi, Bolu çikolatası
demek... Ankara dönüşü Bolu’dan alıp gazetedeki arkadaşlara getirdik... hepsi bayıldılar..
Derken Safranbolu’dan Tacettin KORKUT dostumuzdan bir paket geldi. “Bolunun çikolatası
varsa bizim de lokumumuz var”.
Ayıp olmasın diye bir iki tane atıştıralım dedik...Đki kutu iki günde bitti...
Gerçekten olaganüstü lezzette... Ağızda kaymak gibi eriyor.... Safranbolu’nun üç ünü var.
Safranbolu evleri... Safran çiçeği.... Safranbolu lokumu... Kutunun kapağında: “Uzun yılların
62
deneyimi ve kültürel birikimi sonucu bugünkü tadına ulaşmıştır” diyor.... Yerli ürünü körü
körüne desteklemek adına değil... Ama hak eden ürüne hak ettiği değeri vermek adına...
Safranbolu lokumunu tatmanızı salık veriyoruz.” (3)
Safranbolulu lokumcuların düşünemediği çok güzel bir girişimde
bulunan Karabük’lü hemşehrimiz Sayın Tacettin KORKUT’un gösterdiği bu duyarlılık
şükran duygularıyla karşılanacak değerdedir .Aynı zamanda ilgili yasaya göre,
Safranbolu lokumunun Türkiye Patent Enstitüsü’ne gerekli tescilini, tüm uyarılara
karşın, hala daha yaptırmamak duyarsızlığını ve hatta vurdumduymazlığını
gösterenlere de güzel bir yanıttır.
Bülent ÇETĐNOR’un çizgileriyle “Taşatarlar evi” ve çevresi Safranbolu (1976)
Safranbolulular, 1930’lu yılların sonu ile
1940’lı yıllar ve
sonrasında Karabük’ün kuruluş döneminde, en yakındaki bir yerde bulunmalarına
karşın, orada ekonomik bir etkinlik sağlayabilmiş değillerdir. Karabük’te kimi
Safranbolulular, sadece tarlalar satın alıp, Ankara Caddesi ya da Hürriyet
Caddesinde önce dükkan, sonraları işhanı yapmakla yetinmişlerdir. Ekonomik
yaşama, başka yerlerden ve özellikle Karadeniz bölgesinden gelip Karabük’e
yerleşenler kısa zamanda egemen olmuştur. Bir kaç Safranbolulunun kurduğu demir
haddehaneleri ise sürekli çalıştırılamamış, Safranbolulular daha çok, istasyon
çevresinde demir ticareti ve komisyonculuğu yapmağı yeğlemiştir..
Safranboluluların Karabük’ün ekonomik yaşantısında söz sahibi
olamamaları, bu yeni kurulan kentin sosyal, siyasal ve kültürel yaşamında da etkinlik
ve ağırlıklarının olmayışıyla paralellik gösterir. Yıllar boyu, Karabük’teki sivil toplum
örgütleri ile Ticaret ve Sanayi Odası gibi mesleki kuruluşların ve siyasal partilerin
yönetiminde Safranbolulular yoktur. 1940’lı yılların başında Sadi Yaver ATAMAN’ın
kısa süre Karabük Belediye Başkanlığı yapması ve çok sonraları “atı alan Üsküdar’ı
geçtikten” sonra 2000’li yıllarda bir iki Safranbolu’nun, Karabük’teki bir iki kuruluşun
yönetiminde yer alması yeterli görülmemelidir. Safranboluluların öne çıkması özlem
düzeyinde kalmamalı; geçmiş yıllarda sık sık gözlemlenen ve benzerlerinin çok
olduğu olgular olabilmeliydi.
Safranbolu, genellikle çok zengin kişilerin yaşadığı bir kent olarak
bilinir. Görkemli evler, evlerdeki yaşam biçimi, kent merkezindeki han, hamam, cami
ve benzeri anıtsal yapılar bunun kanıtı olarak gösterilir. Safranbolu’da tarih boyunca
çok zengin aileler yaşamış olmakla beraber, çoğunluğun zenginliğinden söz edilmesi
3
( ) Melih AŞIK, Milliyet Gazetesi, Açık Pencere, 16.11.2006
63
gerçekçi olmaz. Doğru olan, Safranbolu’nun yoksulun fazla olmadığı ve geçim darlığı
çekmeyen insanların büyük bir çoğunluk oluşturduğu kent olarak tanımlanmasıdır.
Safranbolu’da, tarihsel gelişim olarak, “Özal dönemi”nde çok kullanılan deyimle,
toplumda “ortadirek” olan, orta sınıf insanlar yaşamıştır.
Safranbolu’da her fırsatta, büyükler tasarrufun önemini ve
gereksiz harcamalardan kaçınmayı öğütlerler.. Safranbolulular “bir lokma, bir hırka”
anlayışı içindedir; çok cimridir asla denilemez. Ancak tutumlu oldukları bir gerçektir.
Yemeği içmeyi; yedirmeyi çok severler; ama israfı sevmezler.
Ressam Sayın Suna GÜMÜŞSUYU’nun fırçalarıyla Safranbolu
Türkiye’nin bir tüketim toplumu haline dönüşmesinden ve
Safranbolu’ya da yansımasından önce ve örneğin 1940’lı yıllarda, hemen herkesin
biri gündelik, diğeri bayramlık iki elbisesi olurdu. En zengin kişilerin bile
pantolonlarının arkalarında ve dizlerine rastlayan bölümünde “süvarilik” denilen
yamalar bulunurdu. Çoraplar yamalı olarak giyilir; okulda öğretmenler, “yamalı
giymek değil, yırtık giymek ayıptır” diye öğretirlerdi. Düğün gibi kimi önemli günler
dışında, yeni elbise ve ayakkabı, genellikle bayramlarda yaptırılırdı.
Safranbolulular, bağ ve bahçelerinde ürettikleri ve tarlalarından
ortakçıların getirdiği ürünler ve işyerlerinde ticaret ve zanaat sahibi kişiler olarak elde
ettikleri gelirle yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Safranbolu’nun tarih boyunca Batı Karadeniz
Bölgesi’nde Bolu ve Kastamonu’dan sonra en önemli bir yerleşim yeri ve ticaret merkezi
olduğu ve bu özelliğini 1940 yılların sonuna kadar sürdürdüğü unutulmamalıdır.
Bugün her biri ayrı birer ilce ve il merkezi olan Ulus, Eflani ve
Karabük, tüm çevre köyleriyle birlikte, geçmişte mülki yönetim açısından
Safranbolu’ya bağlıdır. Bu çok geniş bir alanı kapsayan yöredeki halkın, her türlü
gereksinimlerini karşılayabilecekleri
en yakın pazar ve çarşı Safranbolu’da
bulunmaktadır. Ayrıca Safranbolu zanaat ve ticaret erbabı, her hafta Eflani,
Ulus/Abdipaşa, Ovacuma, Toprakcuma, aşağı pazar da denilen Araç-Đğdir’e ve hatta
Eskipazar’a da, hayvan sırtında, yerel pazarların kurulduğu günler giderek, ellerindeki
malları satışa sunmaktadır.
Türkiye’de ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında Safranbolu
ilce merkezinin nüfusu 5.218, bağlı köylerin 53.588’dir. Türkiye nüfusunun 13 milyon
dolayında bulunduğu o yıllarda, ilce merkeziyle birlikte sayısı 60 bine yaklaşan bir
64
insan kitlesi, hem idari ve adli, hem de ticari iş ve işlemlerini çözüme kavuşturmak
durumunda oldukları Safranbolu’ya önemli bir ticari hareketlilik kazandırmaktadır.
1940 sayımında ilce merkezi nüfusu 5.327, köyler 73.783 iken,
Ulus’un 1945 yılında ilce olması nedeniyle, aynı yıl yapılan sayımda Safranbolu Đlce
merkezi 5.164 iken, köy nüfusu 59.839’a düşmüştür. 1953 yılında da Eflani ve
Karabük’ün ilce olması ve daha önemlisi Karabük’ün, bölgenin en önemli iş ve ticaret
merkezi niteliğini kazanmasıyla Safranbolu’nun ekonomik hareketliliği kaybolmuş;
gelir ve geçim kaynakları kurumuştur.
Hacıhüseyinler Havuzu’nda Safranbolululardan bir grup – 2003
(Soldan sağa) Yücel NAKĐPOĞLU, Yılmaz KAVUŞTURUCU, Aybar TOKER, Salih KAVUŞTURUCU,
Đbrahim GÜMÜŞSUYU, Fethi TOKER, Alpay TOKER, Saygın KONAK, Erdem AYEN
ÇOK ESKĐ, ÇOK FARKLI BĐR DEĞERLENDĐRME:
Safranbolulular için olumsuz nitelemelerde bulunulduğuna genel
olarak tanık olunmaz. Ancak bu genel yargıyla bağdaşmayan nitelendirmelere de,
nesnellikten kaçınılmadığını göstermek adına da olsa değinilmeli; haksız olsa da
Safranbolulular ile ilişkili herhangi bir farklı yaklaşım, bilindiği halde göz ardı edilmiş
dedirtilmemelidir. Bu açıdan, Ulus’lu Đbrahim Hamdi Efendi’nin, 1726-1746 tarihleri
arasında kaleme aldığı ”Atlas’ı Đbrahim Efendi-1163” adlı kitabında yazdıkları çok
şaşırtıcıdır. Bunlar da bilinmeli ve yanıtsız bırakılmamalıdır. Söz konusu kitapta, 250300 yıl önceki Safranbolulular şöyle anlatılmaktadır..(4)
4
( ) Ülkü Halkevleri Dergisi, Mart/1940, Sayı: 85, Talat Mümtaz YAMAN, “Cihannüma’nın Đlaveli
Nüshası” başlıklı makale (Katip Çelebi’nin ünlü Cihannüma adlı kitabının 1729 yılında Đstanbul’da
Đbrahim Müteferrika [Osmanlı’da ilk matbaayı kuran] baskısından sonra coğrafya ile ilgilenenlerin,
Cihannüma’daki bilgileri kendilerininmiş gibi yazdıkları kitaplara aldıkları, bunlardan Cihannüma’nın
aynısı olan “Atlas-ı Đbrahim Efendi 1163 (1747)” adlı kitabın yazarı, Ulus’un Küçük Endüz köyünde
doğduğu anlaşılan; memuriyet, ticaret veya başka bir nedenle bir süre Rumeli’de bulunan Đbrahim
Hamdi Efendi’nin 1726 yılında sıla özlemi ve anasını ziyaret amacıyla memleketine giderken uğradığı
yerlerde, doğduğu yöre ve çevresi hakkında, kendi gördükleri ile duyduklarına dayalı olarak öğrendiği
orijinal bilgileri de kitabında ayrıca topladığı, kişiliği hakkında başkaca bilgi bulunmadığı, aile
soyağacının kökünü Eimme-i isna aşer’den (Oniki imam-Hz.Ali’nin torunları) Zeynelabidin’e kadar
götürdüğü Talat Mümtaz YAMAN tarafından aynı makalede belirtilmektedir.)
65
“Varak 312’den: Zagfranbol:.....oldukça ulema (din bilgini) ve meşayihi
(şeyhleri) vardır ve zagfran sebebiyle ekseri halkı hacıdır, lakin hakikten (gerçekten) Kabe-i
Şerif’i gören hacilardan değil, zira gayet şerir (kötü) ve hilekar ve kezzab (yalancı) ve bivefa
(vefasız) ademlerdir (insanlardır). Kastamoni halkına galibdirler, beher hal (her zaman) bir
akçelik soğan tohumunu hilesiz vermez ve etraf kazalarda gezüp ahmak Türklerin ellerinden
balmumunu ucuz beha (fiyat) ile alub zagfranı anınla (onunla) mülemma iderler (parlatırlar,
sıvarlar). ve zagfranın arasına uskur şükufesini (çiçeğini) ilhak idüp (katıp) bir tel zagfrana on
tel uspur zam idüp (ekleyip) hezar dürug-i kazibe (binlerce yalan dolan) ile füruht iderler
(satarlar). Kezalik (yine) boyacıları kalıp ve sabunu murdar olan don yağı ile yapub, iki kat
Đzmir behasına (fiyatına füruht iderler (satarlar) . Her hafta Eflani ve Ulus ve Bartın pazarına
ol meta-i mekruhlerin (o kötü mallarını) götürüb vafir adem (çok insan) aldatırlar. ...)
Bu yazılanlarda mantık süzgecinden geçirildiğinde tutarsızlıklar
ilk bakışta göze çarpmaktadır. Önce Kabe’ye gitmeyenlere, hiç bir zaman ve hiç bir
yerde olduğu gibi Safranbolu’da da hacı denilmez. Safranboluluların, safran
sebebiyle hacı oldukları belirtilmekle ne demek istenildiği anlaşılamamaktadır. O
dönemde ülkenin başka yörelerinde, hac’tan dönenler, beraberlerinde safran getirip
satarlardı da, belki o nedenle safran satıcıları, takma bir lakap olarak hacı diye
anılırlardı diye düşünülebilir. Eğer böyle ise, safran satıcılarını gerçek hacı değil diye
aşağılamak anlamsız olur.
Safranın balmumu ile karıştırılması suretiyle yapılan düzenbazlık
iddiası ise, ne ölçüde haklıdır? Safran hakkında ilk bilimsel araştırmalarda bulunan
hemşehrimiz Ziraat Yük.Mühendisi Prof.Dr.Đbrahim GÜMÜŞSUYU, safran hasadında
çiçekten toplanan safran telciklerinin, eritilmiş ince bir tabaka halinde balmumu
bulunan bir tepsiye yerleştirildiğini, tepsinin eğik bir konumda ateş üzerinde tutularak
telciklerin kurumasının sağlandığını, tepsinin balmumu ile önceden astarlanmasının,
safran telciklerinin dökülmemesi ve kuruduktan sonra korunabilmesi amacına yönelik
olduğunu, dünya standart uygulamalarına uygun olmasa da, bu yöntemin geleneksel
olarak sürdürüldüğünü belirtmektedir.(5)
Geleneksel yöntem denildiğine göre,
eski zamanlardan
günümüze kadar, safran telciklerinin ufalanmadan, parçalanıp toz haline gelmeksizin
uzun lifler halinde saklanıp pazarlanmasında balmumundan yararlanıldığı
anlaşılmaktadır.. Söz konusu kitabın çok yer gezdiği anlaşılan yazarı, başka yerlerde
başka yöntemlerle kurutulan safranı duymuş görmüş olabilir;
Safranbolu’da
balmumundan yararlanılmasını bilgisizlikle açıklamak daha doğruyken, düzenbazlıkla
suçlamak büyük bir haksızlıktır. Bu arada, bir tel safran için, 10 tel balmumu
kullanılması gibi ifadeler de, aşırı abartma deyimi bile hafif kalacak iddialardır.
Herhalde gereğinden fazla balmumu kullanan kimi safran üreticileri de görülmüş
olabilir; ancak kimileri böyle davranıyor diye genelleme yapılarak, bir belde halkının
tümünün kötülenmesi de bir başka insafsızlıktır.
Sabun konusundaki isnatlara gelince, Đzmir’deki gibi
zeytinyağından sabun yapılması, Safranbolu’da sözkonusu olamayacağına göre, don
yağından yapılan sabun, maliyet unsurlarında bulunması gayet doğal farklılıklar
nedeniyle, Đzmir sabunuyla kıyaslanmamalıydı denebilir. Hiç kimse aynı malı iki kat
fiyata almayacağına göre, Đzmir sabunu yörede bulunmuyor olacak ki, onun başka
yerlerdeki fiyatının iki katına Safranbolu sabununun satılabildiği anlaşılıyor. Đzmir
5
( ) Prof.Dr. Đbrahim GÜMÜŞSUYU, Dünyanın En Pahalı Baharatı SAFRAN,
Safranbolu Hizmet Birliği Yayını No:12, Eylül/2002, Sayfa: 29-30
66
sabunu da yöreye getirilseydi, kaça satılacağı bilinmeden, böylesine yanıltıcı
kıyaslamalara gitmekte de bir haklılık ve tutarlılık olamaz.
Aslında, Safranbolulular hakkında duyulanların, kitaba doğruluğu
irdelenmeden, genellemeler yapılarak alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, kitabındaki
anlatımlarına göre, memleketine deniz yoluyla gittiğinden, yolculuğu sırasında kaldığı
Ereğli, Amasra ve Bartın’ı; özellikle doğduğu yer olması nedeniyle de Endüz köyü ve
dolayısıyla Ulus yöresini uzun uzun anlatan Đbrahim Hamdi Efendi’nin, çok daha büyük
bir yerleşim yeri olan Safranbolu’ya kitapta çok az yer ayırması, yazdıklarının gözlemlerine
değil, duyumlarına dayalı olabileceğinin kanıtı olmaktadır.
Aynı şekilde, Bolu ve Kastamonu’dan da çok az söz etmektedir.
Ayrıca, çirkin ve yakışıksız nitelendirmeler sadece Safranbolulular için söz konusu
değildir. 318 No.lu varak’ta (sayfada) Bartınlılar için de, tekrarlanmaktan hicap
duyulacak daha ağır isnatlar yapıldığı görülmektedir.(6)
Hiç değilse Safranbolu, türlü suçlamaların yanı sıra, “oldukça
uleması ve şeyhi olan bir yer” olarak da gösteriliyor. Ancak ne bununla övünmeli ve
ne de yapılan çirkin yakıştırmalardan dolayı yerinmeli. Kitapta yazılanlar,
doğruluğundan kuşku duyulmayacak gerçeklermiş gibi değil, kişisel yakıştırmalar
olarak kabullenilmelidir.
Safranbolu “Şehir” kesiminden eski bir görünüm (Đsmet SARAÇOĞLU’nun koleksiyonundan)
Ne harabiyim, ne harabatiyim / Kökleri mazide olan atiyim
(Ne yıkıntıyım, ne derbederim / Kökleri geçmişte olan geleceğim)
Yahya Kemal BEYATLI
6
( ) Ülkü Halkevleri Dergisi, Nisan/1940, Sayı: 86, Talat Mümtaz YAMAN’ın “Cihannüma’nın Đlaveli
Nüshası” başlıklı bir önceki sayıdaki makalesinin devamı

Benzer belgeler

safranbolu şarkısı

safranbolu şarkısı şarkısının söylendiğine tanık olunmamaktadır; bu önemli bir eksikliktir ve hatta büyük bir ilgisizliktir. Bir sanatkar için jübile düzenlemek hiç kuşkusuz takdire değer bir davranıştır. Fakat yeter...

Detaylı

19. safranbolu`nun tanınmasında çelik gülersoy`un katkıları

19. safranbolu`nun tanınmasında çelik gülersoy`un katkıları olsa, Safranbolu’ya Kurtuluş Savaşı döneminden itibaren büyük hizmetleri olmuş, her kuşaktan ve her siyasal görüşten Safranbolulularca minnet, şükran, takdir ve hayır duygularıyla yadedilen Dr.Ali ...

Detaylı

Evvel Zamanda Safranbolu

Evvel Zamanda Safranbolu Yazılı belge olmadan geçmişten söz etmek, “evvel zaman içinde, kalbur saman içinde...” tekerlemesiyle başlayan masallardan çok da farklı bir değer taşımaz. Aslında evvel zamanının bilinmemesi, sade...

Detaylı

Safranbolu Çarşısı

Safranbolu Çarşısı geniş biçimde uygularlar; sorunlarını çok yakınları dışında, hiç kimseyle paylaşmazlar. Öte yandan Safranbolulular gösterişi de sevmezler, varlıklı olsalar da, öyle görünmek istemezler. Yenilenlerd...

Detaylı

Şiirlerdeki Safranbolu ve Safranbolu Şarkısı

Şiirlerdeki Safranbolu ve Safranbolu Şarkısı iki aileden çoğalan ve son zamanlarda Gümüş’te Beşgöz semtini yer yurt edinenlerin de kimliklerini öne çıkararak, kimi istemler peşinde olduklarına tanık olunmamıştır. Ancak bunlar, genel Safranbol...

Detaylı