RedHack Halk TV Demeci

Transkript

RedHack Halk TV Demeci
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. RedHack, Halk TV’ye konuştu:
“Sokağa çıkın ve eşit, adil, sömürüsüz bir dünya kurmadan evinize
dönmeyin!”
RedHack, 7 Haziran 2013’te Halk TV’den Lale Arslan’a konuştu. EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde
yayımladığı transkripti düzenleyerek yayımlıyoruz. Ara başlıklar konuşma metinlerinden seçilmiştir. İtalik dizilen sorular Lale Arslan’a, genellikle köşeli
parantezi içindeki notlar onkaimeon’a ve fraksiyon.org’a aittir.
- Eylem hakkında ne düşünüyorsunuz?
nin söyledikleri şeydi, hatırlarsınız
Derya Hanım, “ilk bilen siz olun”, “bizimle habersiz kalmayın...” Gene beylik sloganları vardı ama gördük ne olduğunu. Gerçi sadece biz de görmedik,
tüm dünya basını da gördü. Tahrir
Meydanı’ndan, Libya’dan yayın yapsın
diye harcırahla yani aslında bizim paramızla görevlendirilen muhabirler nedense (!) kayıptılar. Aynı muhabir
Tahrir’den yayın yaparken şahane
adamdı ama memleketinden olan biteni
göstermeye kalktığında aforoz ettiler,
en ağır baskılarla karşılaştı bu insanlar.
Gerçi biz RedHack olarak Şemdinli’deki çatışmaları Agence France
Press’ten öğrenmeye alışık olduğumuz
için Şemdinli bize Paris’in banliyösü
gibi geliyor artık (- Evet) yani mizah
yapıyoruz, evet ama çünkü bu direniş
acı olayları ve devlet terörüyle olduğu
kadar mizahi yönüyle de hatırlanacak.
Öyle güzel şeyler öyle güzel, alternatif
tepkiler koydu ki halk ortaya, bunlar da
hatırlanacak çünkü halk, tüketimden
gelen gücünün farkına varana değin bu
medya saltanatı ve bu medyanın üzerindeki baskılar süreceğe benziyor,
[Ama]
Başlamadan önce sizin penguen belgeseli ne zaman olacak, onu bi’ soralım
önce... Merhaba dostlar, yoldaşlar, canlar, ağaçların bölünmez bütünlüğünü
savunanlar; nasılsınız?
Biz, Gezi Parkı denilince, Gezi Direnişi bize medyanın nasıl sansüre maruz
bırakıldığını, nasıl oto-sansür geliştirdiğini en net haliyle göstermişken bizim tüm bu döneme tanıklık eden Halk
TV’deki dostlarımıza sesleniyor olmamız sadece “Sen bana dokunma,
ben sana dokunmayayım” medyasına
da bir tepkidir aynı zamanda. Bu sansür ve oto-sansüre son veren basın
emekçilerine, direnişçilerin tepkilerine
kulak veren medyaya da teşekkür ederiz.
Çünkü birkaç alternatif kanal üzerinden de bu direnişin gerçek yüzü
yansıtılmaya çalışıldı; gerek kendi eylemlerimizi gerek direnişin gerçeklerini duyurmak için sipariş ettiğimiz penguen kostümlerimizin parasını bekleyememiştik, tam zamanında haber
yapmaya başladılar.
Afili sloganları var, haberciliğe yetmediğini çok net bildiğimiz çünkü hepsi-
1
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. söylemeye devam ediyoruz çünkü aksini ortaya koyacak bir gerekçe de yok
ortada; “Halkına karşı örgütlenmiş bir
devlet pratiği var, çok ciddi bir örgütlenme var” yani; sendikalar üzerindeki
baskılar,
öğrenciler
üzerindeki
baskılar, sanatçılar üzerinde, basın üzerinde, işçiler üzerinde –yani çok uzağa
gitmemize gerek yok aslında– 1
Mayıs’a dönüp baktığımızda, son derece net bir halkına karşı örgütlenmiş bir
devlet pratiği örneği görebiliriz. Yani
bizim kaçınılmaz olarak hep söylediğimiz şeylerden biri de “sınırsız bir
dünya” talebidir. (- Evet) Bülent
Arınç’ın dediği gibi “Seçkinlerin düğünleri var” cümlesini kuramayız biz,
kurulmasın istiyoruz. Birileri seçkin
birileri avam tabaka olmasın istiyoruz gerçi devrimci mücadele eskiden beri
bunu dile getirir- 141-142’den
yayınlanan -özür dilerim, yayınlanan
dedim ama- “yargılanan” kitleler vardı.
1402’yle 12 Eylül’de kovulmuş öğretmenler, akademisyenler vardı. Biz
bunları çok net görebiliyoruz, ayrımını.
Yaşam kendi alternatiflerini
üretmede ustadır.
Biz çok kaygılı değiliz açıkçası. Yani
çok şeye şahit olduk biz bu eylemler
esnasında;
Milli Eğitim Bakanı meselâ çıkıp
“Bunca yıldır muhalefetin yapamadığını yaptık, tüm ilgisiz, alakasız,
birbiriyle teması olmayan grupları biz
birleştirdik, bu bizim partimizin başarısıdır” diyor. Yani bu çok ciddi bir
mizahlık, ki o mizah olsun diye söylemiyor bunu ama son derece mizahi bir
dil çıkıyor ortaya çünkü “Herkesi çileden çıkardık” cümlesinin bir başka şekilde söylenişidir bu. Bu aslında bir
itiraf olarak alınmalıdır çünkü bu eylemler esnasında tersine dönmeyen bir
şey olmadığını da gördük biz. Ambulanslar genelde can kurtarmak içindir
ama bu ülkede gaz bombası atan, gaz
bombası taşıyan ambulanslara şahit
olduk
hep
birlikte,
siz
de
hatırlayacaksınız. (- Evet) insanlar birbirine sorar oldu: “Abi, o yol güvenli
mi?”, “Aman sakın gelme, polis var!”
Diye yanıt verdi insanlar. Yani polis
halk için, halkın güvenliği için olması
gerekirken bambaşka bir yüzüyle
halkın daha geniş bir kitlesiyle tanıştı.
Hani direnen, devrimci mücadelesi içerisinde bir pratiğe, bir geçmişe sahip
olanlar bu yüzünü çok önceden beridir
tanıyorlar polisin ama polis, bu kadar
geniş bir kitleye bu yüzünü gösterme
fırsatını bu direniş, gezi parkı eylemleri vasıtasıyla elde etti. (- Yani)
Harun gibi gelip de bugün karun düğünü yapanların düğünlerinden bir tanesi
de
Reyhanlı’ya
denk
gelmişti,
hatırlarsınız. Yani, çok gösterişli şatoları var, konutları var… hani başbakan
diyordu ya “Başbakanlık konutuna yürürlerse buna polis tabii ki müdahale
edecek”; biz de soruyoruz, “Çadırda
uyuyanlara sivrisinekler bile tek tek
saldırırken, sabahın dördünde gaz
sıkıp, su sıkıp çadırlarını ateşe verenler nereye yürüyecekler?”
Ama şeyi görebiliyoruz hep birlikte;
hatalarından ders çıkarırken bile özetini çıkaran bir hükümetle ancak bu kadar oluyor demek ki, yani, bizim hep
söylediğimiz bir şey vardı, ısrarla da
Yani bu yapılanlar yasal mıdır? Biz
adaletle yasanın farklı kavramlar olduklarının altını çizmeye çalışırken,
bunlar mevcut yasal düzenlemeyi dahi
2
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. ciddiye almıyorlar. Yani işlerine geldiğinde “seçim var, sandık var, kanun
var, nizam var” diyorlar; içki yasağına
gelince anayasanın 58. Maddesine
sığınıyorlar ama anayasanın 138. Maddesindeki “yargıya müdahale etmeme”
maddesini hiçe sayıp “yargıya gereken
talimatı verdik” diyebiliyorlar.
larımızı gönderiyoruz, hepsini ayakta
alkışlıyoruz. Halk için yapılan bu mücadeleyi “birtakım illegal örgütler,
marjinal gruplar, vesaireler” üzerinden
adlandırmaya çalışıyorlar. Bunun
mümkün olmadığını, bunun böyle olmadığını danışmanlarının Başbakan’a
anlatması lazım. Bizim görüşümüz bu
minvaldedir. Yani biber gazı miber
gazı… sürekli bir biber gazı var, eylem
sırasında gözlerimize de bakıp soruyordu arkadaşlarımız “Hayırdır, gazdan mı böyle oldu” diye, “yok” dedik,
“gözlerimiz yaşarıyor, ilk kez verdiğimiz vergiler bize dönüyor” dedik. Yani
böyle bir ortamda Başbakan’ın tüm
açıklamalarına kulak verdi halk, hep
bir umutla kulak verdi; “acaba bu nobran tutumdan, bu baskıcı tutumdan,
bütün dünya medyasına konu olmuş bu
faşizan tutumdan bir nebze geri adım
atar mı” diye. Yani Başbakan’ın tüm
açıklamalarına kulak veriyor insanlar,
“Bizi millet getirdi, götürecekse de millet götürür” diyor sayın başbakan; e
millet bunu ciddiye almış gözüküyor! Millet kimi nasıl götüreceğini anlamış gözüküyor!
Zaten insanlara “12 Eylül’le hesaplaşacağız”, “bu anayasa ihtiyaçları
karşılayamamaktadır” diye (deyip)
kandırmadınız mı, diye sorarlar adama.
Yani sadece ve sadece susma hakkını
kullandığı için tutuklanan, hey tekstil
işçilerini savunduğu için tutuklanan,
“Vaay, sen nasıl gönüllü avukatlık yaparsın direnişçilere” denerek tutuklanan avukatları da özellikle teşekkürle
anmak istiyoruz, onları unutturmayacağımızın altını ısrarla ve kalın çizgilerle çizmek istiyoruz. Devrimci avukatlar bizim onurumuzdur. Tunalı
Hilmi Caddesi “TOMAlı Hilmi Caddesi” olmuşken hâlâ demokrasi havarisi
kesilip hamasi nutuklar atabiliyor bu
insanlar.
Bunun sonsuz bir iktidar olmadığını halk hatırlatmıştır.
Bakın bugün, çıktı başbakan bir
açıklama yaptı: Yani “Wall Street’i
işgal eylemleri genelinde 17 kişi öldü”,
17 dedi, Amerikan Büyükelçiliği “tek
bir ölüm yoktur” diye yalanladı! Bu
ülke başbakanı bu cümleleri kurarken,
bu bilgileri aldığı danışmanlarını yeniden gözden geçirmelidir çünkü söyle
deseniz söyleyemeyeceği cümleleri
kuruyor insanlar. Gerek başbakanın
kendisi gerek yandaşları, taraftarları.
Gezi’deki profil çok farklı bir profil
aslında. Yani gerçekten son derece
farklı sosyo-ekonomik gruplardan, son
derece farklı geçmişlerden, farklı mekanlardan insanların bütünlüğünü
barışla, sevgiyle, temizlikle, uyum içerisinde yaşadığını gösterdi bu eylem
bize. Ama sadece Taksim’de değil bu!
Yani Gazi Mahallesi’nde de direndi
insanlar, Dersim’de de, Ankara’da da,
İzmir’de de, Adana’da, Antalya’da,
ülkenin pek çok şehrinde de. Bu direnen insanlara biz devrimci selam-
Karşılama töreninde bir ara gaza gelip
yani “Tayyip şaşırma, sabrımızı
taşırma” diye tezahürat ettiler dün Ye3
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. şilköy’de; gülelim mi, ağlayalım mı,
bilemedik biz :) yani sokağa çıkmasını
engellemeye çalıştığı o %50 ne tarz bir
%50’yse… Bu adamlar slogan dahi
atamıyor. Yani bugün başbakan çıkıp
şey diyor, “Hükümet olduğumuz günden beri demokratik talepleri dikkate
aldık biz”, “İstişareler yürüttük biz”
diyor. Peki, adama sormazlar mı, “Gezi Parkı’nın bileşenlerinden biri nasıl
oluyor da mimarlar odası, kent planlamacıları oluyor o zaman?”
herhalde” diye yorumluyorduk, her
gün yeni bir gerekçesi çıkıyor ortaya.
200 bin ağaç kesiliyor şu anda Erciş’te.
Ayşe Teyze kendi ısrarla o ağaçların
yetişmesi için bile bile teneke teneke,
kova kova su taşıdığını söylüyor, o
ağaçlar için.
200 bin ağaç [kesiliyor]! Van
Erciş’te.
Ama Van’la ilgili çok fazla şey söyleyebiliriz, biz depremde de gördük bunları. Yani deprem kesintileri yapıldı bu
insanların
faturalarının
altından,
yardımlar toplandı, fonlar oluşturuldu,
deprem olduğunda fonun bomboş olduğunu gördük biz van’da!
Biz vatandaşına ne kadar kulak verdiğini “Ananı da al da git” cümlesinden,
Hopa
eyleminden,
Cihan
Kırmızıgül’ün puşisiden, İzmir il mitinginde öldüresiye dövdükleri o iki
slogan atan kadından, çocuklarına iş
isteyen babaya “Senin çocuğun da işsiz
kalıversin canım” demesinden gördük,
bildik, tanıyoruz. Yani bunlar bizim
için çok yeni şeyler değil.
Van Erciş’te başka şeyler de gördük;
İlköğretim okullarına bizim hâlâ anlayamadığımız bir şekilde Acun
Ilıcalı’nın ya da annesinin bu devlete
nasıl bir hizmeti olmuştur, bilmiyoruz
ama Cumhuriyet İlköğretim’in adının
da Acun Ilıcalı’nın annesinin adıyla
değiştirilmiş olduğunu da biliyoruz.
Ya ama başbakanla hemfikir olduğumuz bir konu var bizim: “Temsilcileriniz var parlamentoda” diyor. (- Evet)
“O temsilcileriniz bir şey demezken siz
niye böyle dikleniyorsunuz” diyor.
Yani “hiç mi iyi bir şey olmadı” diye
soruyorlar bize, yani (burada kesiliyor!)
Doğru söylüyor! Evet, bu temsilciler
ne işe yarıyor?
Sizin söylediklerinizden, aslında taksim
gezi parkı eylemi’yle başladık ama siyasi iktidarın –şunu söylemek doğru
olur mu- bazı kesimlere imtiyaz
tanıdığını çok net görmek… doğru,
doğru mudur? Görebilir miyiz bunu
yani?
Ama kafamızı karıştıran bir detay var
bu temsilci meselesinde;
“Fezlekeyle sindirilen, cezaevlerinde
ömür tükettirilenler, halkın iradesiyle
seçilmiş olanlar da bu hesaplamalara
dahil mi, değil mi?” Bunu da sorarız
biz.
Şüphesiz, çok net görürsünüz. Yani
çok net görürsünüz ve yargı eliyle yürütülen birtakım operasyonlar vardır;
bugün Pennsylvania’ya selam gönderirken, temsilcisini gönderirken başbakan, “Selam söyle, bir emri var mı?”
“Çevreci olacaksanız benimle olun”
diyor başbakan. Hep söylediği, “Van’ı
istiyorum” cümlesini biz “Belediye
Başkanı Bekir Kaya’ya kafayı taktı,
depremde en çok o isyan etti, ondan
4
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. diye telkinlerde bulunurken bu ülkenin
sorması gereken şudur: “Hangi demokratik ülkede, hangi demokraside bir
figür vardır ki, hiçbir siyasi sıfatı yoktur, bürokrat değildir ama bütün icazetler
Pennsylvania’dan
alınmaktadır?”
egemen sermayenin, yerli ve yabancı
sermayenin birer ideolojik aygıtı haline
gelmiş, dezenformatif bilgi pompalayan bu kurumların finans sahipleri için,
patronları içindir bu söylediklerimiz
çünkü biz çok net örnekler de gördük,
yani mevcut koşullar içerisinde, bu
grubun içerisinde devam etmemiz, gerçekten kalemimizi satmadan yürümemiz çok zor dedi. Bu insanlara
saygısızlık etmek istemiyoruz. Bunların emeğini hiçe saymak istemiyoruz.
Bunu birilerinin sorması lazım. Bunu
Meclis’in sorması lazım. Hatta ve hatta
“üç ağacına beş ağacına sahip çıkıyor”
diye eleştirilen gezi parkı direnişçilerinden daha fazla gürültü çıkartması
lazım. (- Evet) E biz görüyoruz, şimdi
Galataport
ihalesinin
altına
baktığınızda başka bir şey bulursunuz… yani bizim bu Doğuş Grubu’na
yönelteceğimiz çok ciddi miktarda
eleştirimiz var: yani Porsche’nin kar
oranıyla yine aynı grubun sattığı
Volkswagen’in kar oranları üzerinden
yapılacak araba satışlarına “tasarruf”
denilerek, “tasarruflu yaşayın” telkinleriyle başbakanın nasıl insanların tüketim alışkanlıklarını Volkswagen’e
yönelttiğine varana kadar çok şey söyleyebiliriz. Bizim söyleyebileceğimiz
eleştiriler çok fazladır bu konuda.
Aslında bugün gelinen noktada sizin de
dikkat çektiğiniz gibi, Türkiye böyleyken yapılan yayınlar medyanın
%90’ından fazlasında ortada. Basın
çalışanları hakikaten zor durumda.
Alanlarda zaman zaman birlikte
çalıştığımız da oldu ancak o
çalışmaları, o ürünleri ekranlardan
yansıtamadılar. O ekranlardan insanlara gösteremediler; bu da çok zor bir
şey, bir medya, bir basın çalışanı için.
Aslında özgürlüklerin sınırlandırıldığı
her yerde aynı şey söz konusu değil
midir, lale hanım? (- Evet) özgürlüklerin budandığı her bir yerde aynısı söz
konusu değil midir? Yani biz şeyi anlamıyoruz, bugün çıkmış başbakan
açıklama yapıyor, o açıklamalar içerisinde birtakım telkinler var, işte topçu
kışlası’yla ilgili, vesaireyle ilgili, e
şimdi diyor ki, “tarihimize sahip çıkın”
(- Evet). Tarihe sahip çıkmak, “Gezi
Parkı’nın geçmişini biliyor musun da
konuşuyorsun” diyor. Önceden orası
Topçu Kışlası’ydı. Peki bugün ermeni
halkı çıkıp hani “Melkit kilisesi yağmalanan Ermeni halkı”, “Malatya’da
mezarlığına dozerlerle girilen Ermeni
halkı” çıkıp da derse ki, “Gezi Parkı, e
önceden Topçu Kışlası’ydı, evet, doğru
Medya gruplarının açıktan desteklendiğini biz yakın dönemde 10 yıllık iktidar döneminde çok net gördük. Yani
insanlar gidip Atv’nin önünde eylem
yapmadılar mı? “Çalık Grubu’nun kalan taksiti neyse biz ödeyelim, insanca
haber yapın” demediler mi? İnsanlar
Ntv’nin önüne geçip yani “parası neyse
verelim, bizi de canlı yayına çıkartın”
demediler mi?
Yalnız, şunun altını çizmek istiyoruz;
Ntv’de çalışan, atv’de çalışan veya bir
başka medya grubunda çalışan basın
emekçileri için söylemiyoruz bunu!
(…) medya patronları, yani devletin,
5
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. ama daha evvelinde Ermeni mezarlığıydı!” Ne diyeceksiniz?
şehir planlamacısı -hem filozof [tekrar]- hem ekonomist olmaya kalkınca,
kifayetsizliği bu kadar sırıtırken orta
yerde, e neticesi de bu oluyor!
Tarihe bu kadar duyarlısınız, Dünya
Kültür Mirası Listesi’nde aranan şartlardan, 10 şarttan 9’unu karşılayan Hasankeyf sular altında kalırken siz nasıl
bir tarihi duyarlılıktan bahsediyorsunuz? Sanatçı Tarkan Tevetoğlu çıkıp
“Allianoi dozerlerle kumlarla toprak
altında bırakılmaya çalışılıyor” dediğinde ona olmadık baskıyı uygulayan,
onun kendi kişisel tercihlerini medya
eliyle sorgulayan, onun cinsel yönelimini sorgulayan kimdi, biz bunların
hepsini unutmuş değiliz, biz hepsini
aklımızda tutuyoruz. Çünkü devrimci
kolay unutmaz, yapılan en küçük zulümde Redhack kendi tavrını ortaya
koyuyor. Bize diyorlar ki “niye unutmuyorsunuz?” E canımız yanıyor! Yani Pozantı cezaevinde tecavüze uğrayan çocuğu da unutmuyoruz –yenileri
eklendi ona da- onunla ilgili özellikle
halkın bilmesini istediğimiz bir detaydır bu, yani Antalya Cezaevi’nde,
Şakran Cezaevi’nde de aynı benzeri
tutumlar var: E bunların cezalandırılmasını istiyoruz biz!
Yani ne gariptir, Gezi Eylemi başlar
başlamaz Lemi Hoca’yı, Lemi Bilgin’i
görevden aldılar. E bir de çıkmış, sanat
olarak adlandırmaya çalışıyorlar, “Biz
sanat daha doğru yerlerde yapılsın,
ciddi bir opera binası elde edilsin diye
bunu yapıyoruz” diyorlar, savları bu
şekilde; e ben çıkıp sormaz mıyım, insanlar sormaz mı, bir parça aklı olan;
yakın tarihten, 10 yıllık dönemden
bahsediyoruz hepsi hepsi.
Ankara büyük şehir belediye başkanı
çıkıp Mehmet Aksoy’un heykeline
“Tükürürüm böyle sanatın içine” demişken, aynı heykeltıraşın bir barış
abidesi olarak inşa ettiği Kars’taki
heykel, “Harakani Hazretleri’nin mezarına yakındır” denilerek yıkılmışken,
tiyatrolar kapatılıyorken, Emek Sineması için halkın demokratik talepleri
bu kadar ortadayken ve emek sineması
bütün bu talepler hiçe sayılıp
yıkılmışken hangi sanattan bahsediliyor?
Tarihi abad etmenin telaşına düşüyorlar ama tarihi abad ederken ne
yaptıklarından da emin olduklarını
zannetmiyoruz biz. Çıkmış diyor ki,
“AKM’nin barok mimarisi!” Yani elitist bir tabir gelmesin ne olur ama şöyle kısa bir bilgi notu olarak geçelim,
barok mimari de bir tarzın ismidir ve
AKM’nin -eğer yanlışsan her yerden
düzeltmeye ve özür dilemeye de
hazırım- AKM’nin mimarisinin barok
mimarisiyle en küçük bir alakası yoktur. Ama bir adam çıkıp hem filozof
hem jinekolog hem antropolog hem
Türkçe Olimpiyatları’nda kenyalı çocuğa
ezberlettikleri
“Gülpembe”
şarkısından mı bahsediyorlar? Sanattan
anladıkları, “Gülpembe” şarkısıyla
“beraber ıslandık yağan yağmurda”
derken Obama’yla şemsiye altına girmelerinden mi ölçü alınacak; bu mudur
sanat?
Aslında şimdi AKP’nin sanata, özel
hayata… biraz bunları da konuşalım
istiyorum çünkü bunlar hep üst üste
geldi belki bu taksim gezi parkı eylemi
devamında olan olayların patlaması
bundan kaynaklanıyor. Alkolle ilgili
6
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. geçtiğimiz haftalarda yeni bir düzenleme yapıldı. Sizin az önce altını çizdiğiniz, sanata yapılan müdahaleler birçok salonun ülkede kapatılması girişimi var, hâlâ da bu girişimler sürüyor.
Yargıya müdahale var. O kadar çok
yerde müdahale var ki, hepsi birleşti ve
başlığı “taksim gezi parkı” oldu, diyebilir miyiz, bütün bu birikimlerin?
gelmeyiz, 16 yıllık geçmişimiz içerisinde biz bu kadar dezenformatif bilginin yayıldığı, insanların bu kadar aleni
bir şekilde karalandığı bir dönem
hatırlamıyoruz.
Aramızda yaş grubu itibarıyla 12 Eylül
dönemini hatırlayan militanlarımız da
var. Ama böyle bir gerçeklik yok, böyle bir baskı yok, böyle bir mağduriyet
yok! Yani, kalkıp “içki içtiler” deniliyor hatta işi abartıp “toplu seks
yaptılar”a getiren haber siteleri var.
Yani, bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl
bir insanlıktır, bu nasıl bir onur anlayışıdır, çok tartışılası bir noktada bugün?
Yani,
aslında
söylemeye
kalktığınız zaman o kadar çok şey var
ki, söyleyebileceğiniz.
Kesinlikle! Orada bir birikim var. Oradaki birikimi biz nasıl yorumluyoruz,
orada aslında bir de sinerji var! Yani
birisi, Türkiye’nin değişik yerlerinden,
yurtdışından dinleyen dostlar için şöyle
küçük bir not düşelim isterseniz:
Biz Taksim’deydik, Taksim’deki dostların arasına karıştık, illegal olmamızın, (g)izleniyor olmamızın, fikirlerimizin önüne geçmesin diye suretlerimizi afişe etmemiş olmamızın avantajıydı. Bir köşedeyiz, onlar yoga
yapıyorlar, diğer tarafta namaz
kılıyorlar. Birileri kitap okuyor, birileri
gitar çalıyor. Ama hiç kimse ne bir tacizde bulunuyor diğerine… Ne bir
baskıda, dayatmada bulunuyor diğerine… Hatta bugün cuma namazı kılındı,
cuma namazı esnasında devrimci Müslümanlar namaz kılarlarken devrimciler “Aman bir provokasyon olmasın,
bir saldırı olmasın, bir taciz, bir rahatsızlık olmasın” diye etraflarında set
oldular, saygıyla onların kendi ritüellerini gerçekleştirmelerine yardımcı oldular. Ama aynı Devrimci Müslümanlar, polis gazından kaçarken, o tazyikli
sudan kaçarken, can havliyle camiye
ayakkabılarıyla girdiler diye başgünahkâr ilan edildiler.
Peki, yani şu mudur, sizin bu söylediğiniz bilgi kirliliği, işte birçok haber
sitesinde yapılan haberler, az önce anlattıklarınız, bunlarla kafalar mı
karıştırılmaya çalışılıyor, bir noktaya
ulaşmak için?
Şimdi, çevrecilikten bahsediyorlar Lale
Hanım. Çevrecilik meselesini üç-beş
ağaç meselesine indirgemek, meseleyi
dezenformatif olarak basitleştirmek
demek zaten. Eğer mesele sadece üçbeş tane ağaç olsaydı, bugün Amerikan
Büyükelçiliği… yanıtlayamadığı soru,
“Atatürk Orman Çiftliği’nin mülkiyeti
size mi devredildi”nin bir cevabı olurdu. Amerikalılar dönüp dediler ki, “bu
sorunun muhatabı biz değiliz”. “almadık”
demediler!
Şeyi
de
hatırlıyoruz, yani “Atatürk Orman Çiftliği arazisinde 60 yıllık sedir ağaçları,
oranın birinci dereceden SİT alanı olmasını sağlıyor”. Ama o ağaçları 20
yıllık göstererek orayı üçüncü dereceye
indirgediler ve inşaata başladılar. Baş-
Bakın, biz din eksenli bir grup değiliz.
Marksist-Leninist bir örgütüz, bunu
açıkça söylüyoruz, devrimci pratikten
7
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. bakanlık konutu olarak yürütüldüğü
söyleniyordu.
hanım? (- Evet) Tekel işçilerinin direnişidir, Ankara’dır!
Çok net söyleyebiliriz; TPAO’nun
özelleştirilmesinin önündeki bütün engeller kaldırılmış vaziyettedir. Biz
“cambaza bak” numarasını kabullenemeyecek bir örgütüz. Redhack bunun
da altını çizdi. Yani biz, gezi direnişi
can havliyle insanlar kaçışırken, bu
tepkileri verirken böyle bir hamle bekliyorduk. TPAO’nun özelleştirilmesinin, yani yer altı zenginliklerinin ve
doğal
kaynakların
rahatlıkla
satılabilmesinin de önü açıldı bu esnada.
- Değil mi?
Evet, bunu böyle değilmiş gibi
yansıtmaya çalışıyorlar. Bugün polis
kasklarını kapattı, “kasklarla ilgili soruşturma açacağız” dedi içişleri bakanı.
İçişleri Bakanı, 1 Mayıs’ın hesabını
verebilmiş değildir hâlâ! 1 Mayıs’taki
yaralanmaların, 1 Mayıs’taki polis terörünün, şiddetin karşılığını verebilmiş
değildir, cevabını verebilmiş değildir.
Kaskların kapatılmasıyla ilgili eğer yeterli gerekli delile ihtiyaçları varsa biz
bugün “kıyamet projesi” ismi ile sosyal
medya hesaplarımız üzerinden bize
ulaştırılmış
belgeleri
yayınladık.
“ulaştırılmış” diyorum çünkü insanlar
artık Redhack’i ana medyadan daha
güvenilir buluyorsa herkesin oturup
takkesini önüne koyup bir düşünmesi
gerekir.
Üçüncü köprü için kesilecek milyon
tane ağaç varken –bakın ısrarla söylüyorum- Artvin Cerattepe yağmalanırken, Artvin Cerattepe’de çok ciddi
maden gerekçesiyle çok ciddi bir doğa
katliamı vardır zaten.
Kaç yıldır söylüyoruz; Kaz Dağları,
Kaz Dağları’nda çok ciddi bir yağma,
talan kültürü vardır zaten işlemekte
olan. Bugün en son Van Erciş’te çekilmiş görüntüler var; otobüs durağında kendi kendine işe gitmek için
bekleyen
insanlara
TOMA’ların
saldırısı var. Bunları görmezden mi
geleceğiz? Bütün dünya bunları görüyor, “onlar kendilerine baksın” diyorlar.
Bizim mail adreslerimize, bizim iletişim adreslerimize insanlar belge gönderiyorlar “bakın bunu görmelisiniz”
diye. Ulaştırılan belgelerin bir tanesinde şu vardı Lale Hanım: “Polisin her
tür eylemi her tür ortamda dijital kayıt
altına -görsel araçlar vasıtasıyla kayıt
altına- alması talimat var.”
Yani bugün çıkıp “biz bunu görmedik,
duymadık, bilmiyoruz, orada değildik”
deme lüksü yoktur polisin. Ve herkes
yasalardan hareketle bir şeyler söylüyor, bakın alkol yasağından biraz önce
bahsettim, alkol yasağında çok farklı
şeyler de yazıyor. Hani bu halkın ihtiyaçlarını karşılayamayan yasalardı
bunlar? 12 Eylül artığı yasalardı bunlar? Niye sırtınızı oraya dayıyorsunuz?
Sanki memlekette herkes alkolik do-
İlk Occupy Eylemi Tekel Direnişidir
Occupy Wall Street eylemi, “Wall
Street’i işgal et” eylemi bütün dünyaya
yayılmıştır, Antarktika dışında bütün
kıtalarda karşılık bulmuş bir eylemdir
ama bütün Occupy eylemlerinin kökeni neresidir, biliyor musunuz lale
8
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. laşıyormuş, madde bağımlısı dolaşıyormuş gibi bir algı yaratmaya
çalışıyorlar. E ayyaş söylemi de bunun
bir uzantısıdır, diğerleri de bunun bir
uzantısıdır. Ama yani ülkede hem namaz kılanların hem içki içerim diyenlerin oranı %41!
Biz takiyyeyi biliyor muyduk
AKP iktidarından önce?
“En fazla şans oyunu, lotarya, iddaa,
endüstriyel futbol artığı ne kadar kepazelik var ise, bunlar hangi iktidar döneminde yaygınlaştı; sayısı kaç iken
kaç oldu?”
Peki şimdi hazır söz açılmışken bunu
da sormak istiyorum ben; bir yandan
bu yasalarla müdahaleler yapılıyor
ama bir yandan da bununla ilgili söylemler var çok tahrikkâr buluyor musunuz bu söylemleri? Örneğin, alkol
yasasıyla ilgili, işte bir “ayyaş” söylemi var, kürtaj yasasıyla ilgili “her
kürtaj bir Uludere’dir” söylemi var…
ve buna benzer aslında şu anda çoğaltabileceğimiz birçok söylem var. Bu
söylemleri ve bunların bu kadar cesaretle söylenmesini, bu kadar üstüne
üstüne giderek söylenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu söyleyecek insanların kalkıp 50
kilo esrarla yakalanmış bir yeğeninin
olmaması lazım! 50 kilo esrarla yakalanmış bir yeğeni vardır başbakanın,
bunu ciddi bir kitle bilmektedir, bilmeyenlere belgesiyle, tarihiyle biz
ulaştırmayı taahhüt ediyoruz.
Bugün terörden, terörist gruplardan,
marjinal grupların gezi direnişini tahrik
etmesinden bahsediyorlar ama kimse
çıkıp söylemiyor; “bugün İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürü Sedat
Selim Ay 71.9.. [kesildi burası, devam
ediyor konuşma] Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde hüküm giymiştir. İsteyene bunun belgesini yayınlamayı da
söz veriyoruz, Redhack olarak.
Ya bu fütursuzluklarının hepsini biz
değerlendiriyoruz sosyal medya hesaplarımız üzerinden ama şunun altını
çizmek lazım, yani, bizim elimizde
başka bilgi ve belgeler de var. Alkol
yasağından bahseden insanlar, bugün
bu ülkede “en fazla rakı çeşidini biz
yayınladık/piyasaya sürdük”, “40’tan
fazla rakı çeşidi var memlekette,
aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorsunuz zaten” söyleminin sahibidir aynı
zamanda. (- Evet)
Tekrar edelim de bunu, tekrar edelim
mi bunu?
Son söylediğimi mi?
Evet, lütfen.
Israrla söylüyoruz: İstanbul Terörle
Mücadele Şube Müdürü Sedat Selim
Ay 719.8/1 -diye hatırlıyorum, yanlış
hatırlıyorsam düzeltirim medya hesaplarımızdan- Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde Diyarbakır’da yaptığı
işkence ve tecavüzlerden ceza almıştır,
ülkenin ceza almasına sebep olmuştur.
Bakın şu soruyu biz daha önce sorduk,
burada yeri geldi madem, tekrar soralım: “Takiyye, yani inandığının aksini söyleme sözcüğünü bu ülke hangi
iktidar döneminde öğrendi?”
Ve bugünkü başbakan çıkıp demiştir
ki, “Ben adamımı yedirtmem” (- Evet)
çok tuhaf bir söylem bu. Herkes çıkıp
diyor ki, “Başbakan iyidir”. “Halkı ye9
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. dirtmem”, “%50’yi yedirtmem”. “suçlanmıştır, münferittir”.
fanız. İnşallah bu söyledikleriniz
halkımızın, o, sürekli ezilen, ötelenen,
dışlanan halkın bir parça zihnini açacak sorulardır diye de dilek tutuyorsunuz.
Nasıl bir yasal süreç işletiliyor bu ülkede? Nasıl bir adalet anlayışı var?
Yani, bugün İsmail cemaati üzerine
gittiği için, sırf bunun için suçlanan
İlhan Cihaner, bu parlamentonun – bizim çok inanmadığımız bir işleyişi
vardır parlamentonun, hatta hiç inanmadığımız. Çünkü delege seçimleri
tuhaftır, milletvekili seçimleri tuhaftır,
parti MKYK’ları tuhaftır. Salı günleri
bir kayıkçı kavgasından öteye geçmeyen grup toplantıları vardır. Bu meclisin içerisinde bu gözlemleri yapmış
birileri olarak biz meclisin de sağlıklı
işlediğini düşünmüyoruz zaten – yani,
şöyle baktığınız zaman, biraz geriye
çekilip baktığınız zaman; yargıya gereken talimatı verebiliyorlar -Çağlayan
Adliyesi’nde, Çağlayan Adliyesi’ni
avukatlardan korumaya çalışıyorlar!- (Evet)
Meseleye şöyle bakıyoruz: Biz, adil
yargılanmanın hak olduğunu düşünüyoruz. Bir komünistin, bir sosyalistin
bunun aksini iddia etmesi söz konusu
olamaz.
Adalet = Kanun demek değildir diye
her fırsatta ama elimize geçen her
fırsatta -biliyorsunuz, bizim çok özgür
platformlarımız yok kendi söylemlerimizi istediğimiz an dile getirebileceğimiz- bulduğumuz her fırsatta, özellikle sosyal medya hesapları üzerinden- “bu denklem yanlıştır” diyoruz.
Çünkü insanı hedefine almaz, insanı
merkezine almaz.
Adil yargılanmayı bir Balyoz Davası
tarafı –diyeyim, taraf oldu insanlar
çünkü bu ülkede, hiç olmadığı kadar
ayrışmış vaziyette- Balyoz Davası’na
taraf olmuş kişi KCK’daki adaletsizliği, KCK’daki kişi Devrimci Karargah’taki adaletsizliği, onlar Oda
TV’deki adaletsizliği, biri bir diğerinin
adaletsizliğini “ne oluyor yahu” diye
yüksek sesle sorguladığı güne dek bu
adaletsizlikler sürecek. Bunların hiçbirinin tarafı değiliz. Ne Balyoz’un ne
Ergenekon’un ne diğerlerinin ama çok
net gördüğümüz bir şey var; hacker
marifetiyle bugün ülkede –gerçekten
çok tuhaf şeylerden biridir, bizden
farklı hacker grupları da söz konusu,
biliyorsunuz– hacker marifetiyle Oda
TV davasında da Balyoz’da da diğerlerinde de “üretilmiş deliller”e denk geldik. Bunu ısrarla yüksek sesle söylemeye çalıştık.
Hoş, yani çok tuhaf şeyler oluyor bu
ülkede. Avukatlardan korunan adliye
olarak tarihe geçti çağlayan adliyesi.
Aslında Türkiye birçok konuda tarihe
geçti son bu son 10 yılda, bu da tabii
düşündürücü. Peki, hazır yargı demişken, birçok yeni dava başladı şu 4 yıl
öncesinden, yine Türkiye tarihine geçecek. Ergenekon, Balyoz davaları…
onları aslında sosyal paylaşım sitelerinden biz, sizin paylaşımlarınızdan
biliyoruz ne düşündüğünüzü biliyoruz
ama şu anda bizi izleyenler için de; o
davalar için ne düşünüyorsunuz?
Çok özür dilerim, bir yudum su aldım
çünkü bir yandan konuşuyorsunuz, bir
yandan içten içe temennilerde bulunuyorsunuz, dilek ağacına dönüyor ka-
10
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. Boğaziçi Üniversitesi’nin delil incelemek için aldıkları bilgisayarlara el
koydu polis. Oda TV davasında söylemeye çalıştığız şeyleri biz balyoz için
söyleyebilmek zorundayız. Balyoz’da
yargılananların biz tarafı olduğumuz
için
değil,
Ergenekon’da
yargılananların biz tarafı olduğumuz
için değil; sadece adalet telaşındayız
çünkü adalet, sevgili Efkan Abi’nin
[Efkan Bolaç’tan bahisle] söylediği
şekilde “Adalet göğün direğidir, o olmazsa gök başımıza teper, gökyüzü
başımıza çöker” der, Kutadgu Bilig’de…
uygulamakta direttiği bu zulüm…
Haksızdır. “süreç etkilenmesin diye biz
birtakım fedakarlıklar yaptık bağrımıza
taş bastık ama Türk halkı da bizim
kardeş halkımızdır, biz yıllarca “KürtTürk kardeştir” diyenler olarak buna
nasıl sessiz kalabiliriz” inisiyatif koydular… Yani, biz teşekkür ederiz inisiyatif koyan Çerkez halkına da Laz
halkına da –bugün Saraybosna’da eylemler yapılıyor, Amerika’da, Londra’da, Paris’te, Zürih’te, Viyana’da,
Türk Kafkas Adaları’nda, Karayipler’de… dünyanın dört bir tarafından
insanlar tepki veriyorlar- birisi bu eylemlerin müsebbibi olma ihtimalini
düşünüp kenara çekilip “Ya ben bu ülkenin başbakanıyım, bu kadar insan
acaba yanılmıyor olabilir mi?” demek
zorundadır.
Ama şimdi Kutadgu Bilig diyorum,
herkes Kutadgu Bilig diyor, “Mutluluklar Kitabı” demiyorum diye
kınayanlar olacak mıdır onu çok bilmem çünkü Dersim çatışma alanıydı,
Dersim dedik diye vay efendim “Siz
niye oraya dersim diyorsunuz”, yani
Güroymak demediniz Norşin dediniz,
Norşin demediniz Güroymak dediniz,
Uludere’ydi, Roboski’ydi. Başbakan’ın
doğduğu köy hâlâ Podolya’yken bunlar
nafile tartışmalardır. Bunlar boş, lafügüzaf şeylerdir. Söylediğim mekanı
anlıyor musun, anlıyorsun; ondan ötesi
lafügüzaftır çünkü Dersim bin yıldır
Dersim’dir; onu değiştirmek zorunda
kalmak da bir zulümdür.
Bugün Hammami (Hama Hammami)
çıkıp Tunus’ta “Biz diktatörlerle yemek yemeyiz” diyorsa; bugün Ekonomist, dünyanın saygın dergilerinden bir
tanesi çıkıp “Bu demokrat mıdır, sultan
mıdır; bilmiyoruz, anlamadık” diyorsa… Bunun gibi örnek çok çoğaltabiliriz. Yani biz dünyanın bütün ajanslarını taramaya çalışıyoruz; dünyanın
dört bir tarafından gelen tepkiler, Beyaz Saray’ın tepkisi, The Guardian’ın,
The New York Times’ın, The Wall
Street Journal’ın, diğerlerinin, İran
Haber Ajansı’nın; yani Fars News’da
da (Fars News Agency) aynısını göreceksiniz, çıkıp başka bir yerde de
aynısını göreceksiniz.
Bakın, Taksim Gezi Parkı Direnişi’nde
biz gerçekten o açıklamayı bekliyorduk çünkü o açıklama bizim için değerliydi -çünkü halkı bir bütün olarak
algıladığımız için değerliydi- Kürt
halkı temsilcilerinin de çıkıp bir şeyler
söylemesini, bu davayla ilgili, bu konuyla ilgili bir fikir beyan etmelerini
bekliyorduk, o açıklama da geldi; bu
polislerin yaptığı, bu hükümetin ısrarla
Bu çok ciddi bir baskı rejimidir.
Ha şimdi diyeceksiniz ki, “bundan öncekiler baskı rejimi değil miydi?”
Cumhuriyet tarihinde 80 yıllık borç
11
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. kadar borç istiflemiş bir iktidar döneminde, buna ses çıkartmayan halkın
hiçbir şeye ses çıkartmayacağı zannedildi; yani “niye bugün, daha önceki
iktidarlar da Sheraton arazisine el koydular, Koç Üniversitesi de koydu, halk
niye ses çıkartmadı” dedi; başbakana
cevap verelim: “Halk yeni uyandı!”
çaktırlar” dedi. Yani, bütün bu söylem
de bir nefret içeriyor aslında.
İnsanları, tamamıyla baskı altına
alınmış
medya
üzerinden
bu
açıklamalara mecbur ediyorlar. Ama
kendi sesini hatırlattığınız zaman da
öfkeden kuduruyor. Bakın, medya üzerinden açıklama geliştirmek, söylem
geliştirmek her zamankinden zordur.
Bizim, binlerce eleştiri getirebileceğimiz Tuncay Özkan bugün cezaevindedir, davasına taraf değilizdir ama Tuncay Özkan’ın tutuklanmasıyla ilgili her
şeyi duyuran basın, savunmasıyla ilgili
belli siteler, belli kanallar dışında tek
satır dile getirmediler. Adamın ruhsatlı
silahını ruhsatsız olarak iddianameye
not almış savcılar söz konusu bu ülkede. Yani Canan Baran’ın, değerli hocamın kalkıp 15 yaşında Cumhurbaşkanının yaptığı evliliği dile getirmesini
müteakip derhal harekete geçen
savcılar, bu konuda en küçük bir şekilde harekete geçmemişlerdir. Yani, herkes adalete olan inancını koruma için
gayret ediyor, savcılardan bir hareket
bekliyor ama savcılar artık bu ülkenin
halkının savcıları değillerdir. Çok net
ortadadır.
Yani, (- Evet, evet, evet) bütün bu olanların farkında olan kitle küçük bir kitleydi. Ama o kadar abarttılar ki
baskıları, insanlar susmaz hâle geldi.
Yani, söylenecek aslında çok şey var
Lale hanım.
Şimdi ben yine bir hani, aslında belki
biraz dışına çıkacağız ama bir Ortadoğu Projesi var, onunla ilgili bir görüşlerinizi almak istiyorum, bu konuda ne
düşünüyorsunuz diye. Hazır eleştirdiniz de Türkiye’de bu Meclis, Türkiye
Büyük Millet Meclisi’ndeki sistemi
ama seçilmiş tutuklu vekiller var, bunların hâlâ aslında bir yumuşama gibi
görüldü bir dönem ama atılmış geri
adım yok, hâlâ tutuklu bulunuyorlar.
Bu konudaki düşüncelerinizi almak
istiyorum.
İsterseniz şöyle kısaca Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsedelim. (- Olur)
Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıyız diye beyanatları var. Bunu dinlemeyen varsa Redhack sosyal medya
hesapları üzerinde linkler mevcuttur,
oradan izleyebilirler. Yani defalarca
kendi ağzıyla ikrar eden başbakan “biz
Büyük Ortadoğu Projesi’nin, Kuzey
Afrika’nın ve Ortadoğu’nun yeniden
şekillendirilmesi projesi eşbaşkanlarından biriyiz” dedi. Daha sonra “Ya
böyle bir şey nasıl mümkün olabilir,
bunu söylediğimi ispatlamazlarsa şerefsizdirler,
namussuzdurlar,
al-
Özgürlükler savcısı diye bir kavram
olabilir mi? Özgürlükler hakimi olabilir mi? Özel yetkili mahkemeler kavramı olabilir mi? Bakın, biz hukukçu
değiliz. Bu kavramları çok daha net
açıklayacak insanlar var bu ülkede ama
biz Gezi Direnişi’nde de çok net gördük, hukuku o yüzden bilmek zorundayız, haklarımızı ve hukuklarımızı.
Twitter üzerinden nefret mesajları, toplumu isyana yönelttiği gerekçesiyle,
savıyla İzmir’de gözaltına alınan insanlar oldu. Bakın bunun aleyhinde,
12
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. biz Kemalist değiliz ama Atatürk
hakkında yüzbinlerce hakaretamiz söylem söz konudur, başbakanın kendisinin söyledikleri hariç! (- Evet) Diğer
inançlar üzerinden ateistler için etmedikleri laf kalmamaktadır, problem olmaz! Çivili sopalarla -sivil polis olduğunu
söylüyorlar
ama
biz
inanmıyoruz- sivil polis olduklarını
iddia ettikleri tipler direnişçilere
saldırmışlardır İzmir’de -20 kişi 21
yaşındaki Başak Özçelik’i darp etmiştir feci şekilde -Başak’a da geçmiş olsun diyoruz buradan- yani, bütün bunlar için savcıların harekete geçmesini
istiyoruz.
“iyice artık oturdu, var” demek size
göre mümkün mü?
Lale Hanım, Graham Fuller Amerika’da CIA’dan emekli bir adamdır.
Graham Fuller “ılımlı islam” tabirini
icat eden adamdır. Bu adam, özellikle
Kırgızistan’da, Türki Cumhuriyetleri’nde CIA ajanlarının yetiştirilmesi
için bu okulları örgütlediğini dile getiren adamdır aynı zamanda. Ama medya üzerinde öyle bir baskı söz konusudur ki, bunları öğrenme şansınız yoktur! Bakın, Büyük Ortadoğu Projesi’nde de “yönlendirilen” medya ajansları vardır. Biz daha önce de dile getirdik. “ülkenin fabrikası olur mu kardeşim” diyorlar. Ülkenin otoyolu olur
mu, devletin otoyolu olur mu? Devlet
ayakkabı üretir mi? Devlet şunu yapar
mı; Telekom olur mu devletin? Peki
bütün bunları olmayan devletin neden
bir haber ajansı vardır? Ve neden Bülent Arınç, yakın dönemde bu ajansın
bütçesini dört katına kadar yükseltmiştir?
Kask sorusunu yöneltiyorsunuz, dilleri
damakları kuruyor çünkü açıklaması
yok! O kask numaralarının kapatılmasının bir tek açıklaması olabilir,
tespit edilmemek. “delil karartmak”tan
ne farkı var bunun? Yani siz Canan
Baran’ın “15 yaşında Hayrünnisa Gül
hanımefendiyle, eşi hanımefendiyle
izdivaç gerçekleştirdi” dedi diye cumhurbaşkanı, bunu dile getirdi diye, ki
bu bir gerçektir; iftira atmıyor, yalan
söylemiyor, bu bir gerçektir. Bununla
ilgili savcılar harekete geçiyorlar ama
cezaevlerinde, Antalya da, Şakran’da
tecavüze uğrayan çocuklar için kılını
kıpırdatmıyor bu insanlar.
Cevabı biz vermedik, Fa[r]s Haber
Ajansı verdi;
Nasrallah’la ilgili Golan Tepeleri’nde
Kuseyr’deki çatışmalarda taraf olmuş
Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ın sağlık
durumuyla ilgili yalan haberi Anadolu
Ajansı’nın ürettiğini tespit etti. (- Evet)
Yani borsa %8 değer kaybetmiş, küresel sermaye tereddütlüymüş, vesaireymiş ve 150 milyar dolarlık bir sermayeyi “Yeşil Çarlık” var bu ülkede…
Gülen Cemaati var, bunun hesabı neden sorulmuyor?
Biz bu utançların neden parçası oluyoruz?
Biz Reyhanlı meselesinin, bu kadar
çabuk günden değişmesinden ötürü
unutulmasını istemiyoruz! (- evet,
evet) Reyhanlı’daki acımız tazedir bizim. Sadece Reyhanlı da değil, Hatay
aslında sembol bir kentti, hepsi sembol
kent olarak yaşamıştı, hoşgörünün baş-
Gülen Cemaati, özellikle son yıllarda,
eskiden hani konuşmaya bile düşünürdük “acaba var mı, yok mu” diye ama
artık o kadar rahat konuşuyoruz ki,
13
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. kentlerinden biriydi Mardin’le birlikte… Pek çok etnik kökenden gelenlerin
pek çok farklı lisanı konuşulduğu, pek
çok farklı inanç grubunun birlikte yaşama pratiğine sahip olduğu bir kentti.
Biz, Reyhanlı’da da canımız yandı.
Abdullah’ın meselesinde –Abdullah
Cömert’i kaybettik biliyorsunuz- Abdullah Cömert meselesinde de canımız
yandı. E başka gerekçelerimiz de var
bizim aslında; Hatay’da yapılan zulümle ilgili, el-nusra cephesinin, oradaki konuşlanmasıyla ilgili yani bu ülkeyle ilgili…
Ancak, patlamadan sonra bu araçların
plakalarının, bizim yayınladıklarımızla
tutmadığı gibi iddia ortaya atıldı… Ve
henüz savcılık açıklaması gelmemişken yapıldı bu açıklama. Reyhanlı’da
çukur açıldı yerde ama çukur, sanki
orası delil toplanacak olay mahalli değilmiş gibi bir anda belediye ekiplerince temizlendi, oradaki her şey, bütün
deliller moloz yığını kabul edilip hurdalığa götürüldü, oraya dolgu yapıldı,
asfaltlandı.
Yani bu meselenin aydınlanması zaten
(biraz kesinti var burada, devam ediyor) dışişleri bakanı Sergei Lavrov
(Rusya Dışişleri Bakanı) “Bu gaz nereden geliyordu, nereye gidiyordu, bunun izahını bize bir verin” dedi “Sayın
Türk yetkililer” dedi. Bakın bu kepazeliğe bir son vermek lazım.biz bütün
sınırlarımızda barışçıl ilişkiler geliştireceğiz iddiasında olanlar, bunun hâlâ
böyle olduğunu söylemekten ar damarları çatlamadığı için utanmayanlar…
yani, herkesle sorun yaşar vaziyetteyiz.
Yani bu konuda da şimdi, -yine araya
gireceğim özür dileyerek- yine biraz
suriye politikasına girmek istiyorum
ben, Reyhanlı neden oldu? O kadar
çok uyarı yapıldı ki, sınırdaki o zafiyete ilişkin -güvenlik zafiyetine ilişkinama Reyhanlı resmen göz göre göre
oldu. Bunu artık söylemek sanıyorum
sakıncalı değil. Buna rağmen hâlâ geri
adım atılmış değil o konuda da Suriye
konusunda da. Hiçbir arttırılan önlem
yok orada. Mobese kameralarıyla ilgili
–biliyorsunuz- çıkan haberleri…
Biz bunun bir parçası olmak istemiyoruz.
Gümrükte iki tane vardı. Şehir içerisindekilerin hepsi, tamamı devre dışı
bırakıldı. Daha önce de dile getirdik
Lale Hanım, tekrar söyleyelim; bakın,
dezenformasyon için Twitter’dan sorun
yaratıcı olarak bahsediyor ya başbakan
(- Evet, baş belası diyor) “ya bu k…
lanet olsun buna” falan diyor. Ama
twitter üzerinden bu insanlar dezenformatif bilgiyi kendileri yaydılar; patlama esnasında kullanılan araçların
plakalarını, kullanılması muhtemel
olan diğer enstrümanları biz reyhanlı
belgeleriyle birlikte yayınladık. Redhack olarak biz bu yayınları yaptık.
Biz bunun bir parçası olmadığımızı
Türk Halkı olarak Suriye yönetimine
anlatabildik ama kendi yönetimimize
bir şekilde anlatamıyoruz! Anlatamıyoruz, anlatamayacağız muhtemelen.
Yani Adana’da ölen polis memuru;
Mustafa Sarı: niye ölüyor bu insanlar?
Niye ölmek zorundalar? Yani nasıl bir
mantıktır bu; yaşamdan çok ölüme
inanan bir iktidar pratiği dünyanın neresinde kabul görmüş ki, biz kabul edelim?
14
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. Ha, şunun da altını çizelim: Bakın, bu
eylemler esnasında en çok unutulan
insanlardan bir tanesidir:
Mehmet
değiliz.
Ayvalıtaş’ı
zi” olarak ölürsünüz; yani sürekli ölürsünüz bu ülkede!
Taksim… taksim direnişi bize
biz olduğumuzu hatırlattı.
unutmuş
Sürekli dışlanan, ötekileştirilen kim var
ise hepsi bir şekilde bu davanın, bu
direnişin bir parçası oldular. Sanatçılar
çıktılar ortaya. Hepsini tanıyorsunuz,
biliyorsunuz. Ya “Tiyatroma dokunma
benim, benim söz hakkımı elimden
alma” dediler. Eşcinseller -hepsine teşekkür ediyoruz- o direnişte yara saran,
kendi yatağını yaralılara açan, su veren, pansuman yapan eşcinsellere teşekkür ediyoruz. Orada olan Alevi,
Kızılbaş, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneklerine, vakıflara, sivil toplum kuruluşlarına, eczanesini açan, su veren esnafa, hepsine teşekkür ederiz.
Ethem Sarısülük’ü -diğer belediye
işçisi-, gözünü kaybedenler, kafasında
dikişler olanlar, yoğun travmada –
duran meselâ (Duran Akbaş)- can çekişiyor ama bir kişi var, biliyor musunuz Lale Hanım (?) Adana’da kağıt
toplayan bir çocuk var, öldü! (- O nasıl
öldü işte?) “o çocuk da o kargaşanın
içerisinde köprüden düşen polisle beraber öldü” diye bilgimiz var. Ama
kağıt toplayan çocuğu kim ciddiye
alsın ki? Sürekli 3 çocuk yapmaktan
bahsedenler, orada bir kağıt toplayan
çocuk ölmüş, bunu niye ciddiye
alsınlar ki?
Sürekli yansıtılmaya çalışılan şudur:
“Bu direnişçiler araçları yaktılar,
yıktılar, o kadar zarar verdiler”
Çocuklar bu ülkede -2 buçuk yaşında
Kübra acından öldü- acından öldü! Çocuklarına bakamadığı için 26 yaşındaki
anne –biz ismini E.A. diye biliyoruz
çünkü hep bir kısaltmadır bu ülkede
yaşanan zulümler- yani, o kendini astı!
Bakın, bunun aksini çok rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız. Görsellerimiz
var…
Ama bütün bunlara rağmen, görsellere, biz işte günlerdir burada durmadan
yayın yapıyoruz, buna rağmen hâlâ
öyle olduğunu iddia edenler de var
Türkiye’de.
Burada insanlar ölüyolr; Toki bodrumunda da ölürsünüz bu ülkede, bugün
Zonguldak’ta Yeniçeltek’te maden
ocağında da ölürsünüz, yani bugün
Metin Göktepe gibi “duvardan düşer”
ölürsünüz! Sonra bir gün tepenizde savaş uçakları belirir, Roboski’deki 34
kişi gibi de ölürsünüz. Afyon’da cephanelik patlar, “25 tane” asker olarak
ölürsünüz; “kız vermiyorlar” gerekçesiyle askere gittiğini bildiğiniz çocuklardan bir tanesi diğer 11 arkadaşıyla
“Afgan Dağlarında” –bizim ne işimiz
varsa Afgan Dağlarında?- “Nato çere-
Şunu söylemek mümkün değildir; Yani, “bu iş içerisinde hiçbir şekilde hata
yapmamıştır direnişçiler” söylemini
geliştiremeyiz ama şunun altını çizmek
lazım,
“O araçları yakanların nasıl üsküdar’da
örgütlendiğini, onları örgütleyen hangi
teşkilat olduğunu çok net biliyoruz”
sadece bunu delillendirmemiz an meselesi; onların o direnişle, o direnişin
15
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. kendi pratiğiyle alakası olmadığını çok
net biliyoruz. Provokatörlerin araya
karıştığının farkındayız. Bununla ilgili
itidal
çağrıları
yaptık;
“Aman
haklıyken haksız duruma düşmeyelim,
bu gerçekten barışçıl bir eylem olarak
sürsün çünkü biz barışçıl yollardan da
bu iktidarın kifayetsizliğini, geçmiş
iktidarlardan aldığı mirası –o sağ muhafazakâr ve baskıcı rejimi- katbekat
arttırarak sürdürdüğünü” dile getirdik.
Ve biz bu polis teröründen sıkıldık,
bıktık, yıldık. Yeter yahu! Yani hiç mi
utanmıyorsunuz, evinize gittiğiniz zaman karınız gözünüze bakmıyor mu,
bu eylemlerin içinde olduğunuzu bilmiyor mu, çocuğunuzun gözüne nasıl
bakıyorsunuz? Ne gerek var buna?
Adam zaten senden kaçıyorsa, onu yakalama telaşıyla –sana taş atmamışsa,
bilye atmamışsa- bakın sürekli bir molotof, sürekli sürekli bir çelik bilye
söylemi var bu hükümetin.
Bu direnişi biz bu şekilde barışçıl yollardan da kazanabileceğimizi biliyoruz.
Bunun son derece net bir şekilde
farkındayız. Yani ankara’da insanların
üzerine sürdüler araçları! (- Evet) İnsanlar bunu gördü! Mehmet Ayvalıtaş
nasıl öldü, detaylarına vakıfız. Sürekli
siyasetin içerisindeyiz. Yani “Mustafa
Sarı’ya üzülmediniz mi?” diyeceksiniz:
polis memuruna. Polis Vazife Selahiyetleri Kanunu’na -eğer yanlış biliyorsak hukukçular bizi düzeltsin- “Bir
zanlı, bir eylemci, bir protestocu demokratik hakların dışında bir tutum
geliştiren kişi kontrol altına alındıktan
sonra polisin onu darp etmesi suçtur!”
Biz yerde tam olarak kapaklanmış insanların, baygın insanların dövüldüğüne şahit olduk bu eylemler esnasında.
Daha önce de olmuştu, 1 Mayıs’ta da
olmuştu.
Dilan, Dilan alp; hey tekstil işçisi Ali
Abi’nin kızı; onunla ilgili dediler ki,
“kriminalistik belge vardır, record’ı
vardır, kaydı vardır, örgüt üyesidir”;
hiçbir örgüt üyesi çıkmadı Dilan!
“elinde molotof vardı” dediler, gözü
yanmasın diye sirke şişesi taşıyordu.
Bütün bunların ispatlanmasına rağmen
vali -ki aynı validir, 1 Mayıs’taki valiyle direnişteki, gezi direnişindeki vali
aynı validir- aynı umursamazlıkta devam ediyorlar!
“Sessiz bekçi” adında bir silah edinmiş
vaziyette bu emniyet; manyetik dalgayla insanın ağzını yüzünü uyuşturacak şekilde hareket edemez, geçici olarak hareketsiz bırakacak şekilde; bu
silahı denemek için fırsat olarak görüyorlar bu eylemi! Bizim elimiz tetikte.
Son dönemde zaten polisin kullandığı
silahlar da çok tartışmalara yol açtı,
örneğin bu taksim gezi parkı eylemlerinde, yurt genelinde işte önce biber
gazıyla başladı sonra portakal gazı
dendi. Sonra içeriğinin bilinmediğine
yönelik, bunların denendiği kişiler konuştu. Çünkü yarattığı etkiler çok
farklı! Bu kadar acımasızca bunlar
nasıl kullanılıyor, güvenlik güçleri tarafından? Yani kanser yapacağı, yap-
Yani Mustafa Sarı köprüden düştü, hayatını kaybetti -eşi hamiledir, beş aylık
hamilediro
çocuğu
babasız
bırakmaya, o şekilde o polisi güdülendirmeye kimin hakkı var? Kimin hakkı
olabilir? Ama aynı şekilde ilk gün, eylemin ilk günü üç tane direnişçi köprüden düşüp can havliyle kaçarken yaralandığında, gidip onları yerde yatarken
gaz bombalarına tabi tutan yine polisti.
16
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. ması bile –yapılan araştırmalar onu
gösteriyor- “bu kullanılan gazlar uzun
vadede kanser yapıyor”, böyle bir
araştırma var. Buna rağmen halk üzerinde bu silahlar nasıl kullanılır?
pratiğinin bu kadar gecikmiş olması –
geçmişteki devrimci dostların kendi
pratiklerinin hatıralarının üstüne basmak istemiyoruz ama- yani 12 Eylül
öncesinden beri başlatılmış bir şey
vardır; şâki demişlerdir, anarşik demişlerdir -anarşiste dilleri dönmemiştir-,
bunlar sosyalisttir, komünisttir demişlerdir, sürekli “bak kızıl komünistler
gelir ha” diyerek söylemişlerdir bazı
şeyleri. E baskılar bitmiyor ki! Biz
baskıları, nereye başımızı çevirsek, nerede sohbet ediyor olsak dostlarla, bu
baskıları görüyoruz.
Lale hanım, çok kısa kısa sorular soralım, zihin açıcı sorular kurtaracak
zaten bizleri. Alışveriş merkezinde,
dumansız hava sahası ihlali yapan iki
tane sivil polisin garson tarafından
uyarılmasını müteakip nasıl ayağa
kalkıp hiddetle, şiddetle o garsonu darp
ettiklerinin görüntüleri var bizde.
Kural koyucu, kurala herkesten önce
uyması gereken kişi değil midir?
Deniz Gezmiş heykelinin kaldırılması
baskı değil midir Mimar Sinan’da? (Evet) yani baskıdan geçilmiyor ki ortalık! “parasız öğrenim haktır” dediler,
“parasız öğrenim haktır” dedikleri için
4.500 üniversite öğrencisi okuldan
atıldı, 650 tanesi davaya konu oldu,
Berna (Berna Yılmaz) 150 gündür içeride, şu anda tutuklu; “öğrenimi parasız yaptık” diyenler bunu izah etmelilerdir bize.
Bir önceki içişleri bakanı İdris Naim
Şahin’den de biliyoruz biz, yani devlet
pratiği olduğu için gelenin gideni aratacağından bir tereddüdümüz yoktu
ama o da “hizmet kalitesini yükseltmek
için demir cop siparişi”ni vermişti!
“Geçici körlük yaratan fener” sipariş
etmişti. Kimse çıkıp demiyor ki:
“Dünya üzerinde tutuklu toplam 32 bin
civarında terörist var, terör tutuklusu
var, biz nasıl aklımızı yitirmiş olabiliriz, biz nasıl zıvanadan çıkmış olabiliriz, biz bağlı olduğumuz toprakların
geleneğini, kökenini nasıl inkar etmiş
olabiliriz ki, bu 32 bin terör tutuklusunun neredeyse yarısına yakını bu topraklarda yaşıyor, biz ne zaman bu kadar terörist olduk?”
YÖK’ün ne olduğunu izah ettik biz
insanlara. Çıktık, YÖK belgelerini
hack’ledik,
YÖK
belgelerini
yayınladık, Sami Menteş adında dünya
tatlısı –dünyanın en genç tutuklu gazetecisidir Sami Menteş- Sami Menteş bu
belgeleri araştırdı diye Hrant Dink cinayetinde Hrant’ın haklarını savunmak
için göreve gelmiş olan avukat da yine
aynı şekilde şüpheli bir ölümde hayatını kaybetti diye araştırma yaparken
bir anda kendini örgüt militanı olarak
buldu, terörist olarak buldu!
Ama terör yaftası çok kolay bir yaftadır. Ha deyince birilerine terörist dersiniz, o torba davalardan bahsettik biraz önce; KCK, Balyoz, Ergenekon,
diğerleri, Devrimci Karargâh, bunun
gibi benzeri bambaşka davalar da var
aslında sürekli bunlar ön planda ama
başkaları da var. Terör algısı yaratmak
işin kolayı çünkü bu ülkede devrim
Yahu kimdir terörist? Nedir terör? Terör tedhiş getirmez mi? Baskı getirmez
mi? Zulüm getirmez mi?
17
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. E madem terör ve terörist bu kadar kötü bir şeydir, o zaman bize çıkıp sayın
başbakan şunu açıklasın: Yasin El
Kadı, Birleşmiş Milletler teröre destek
verenler listesinin dört numarası, “ben
Yasin Bey’e kefilime diye çıkıp ortada
beyanatlar verdi bu başbakan. Yasin
Bey’e param kadar kefilim, dedi. Böyle insafsızlık, allahsızlık olur mu, dedi.
Hatta bununla kalmadı, Cenevre Konvansiyonu’nu çiğneyip Birleşmiş Milletler’e dilekçe verdi, Yasin Bey’in bu
listeden çıkartılması için!
bu listeleri, bu yaftaları ciddiye
aldığımızı zannediyorlar belki ama
korkarım, çok ciddi bir yanılgı içerisindeler halihazırda.
-Biraz da isterseniz sizin yine sosyal
medyadaki gücünüzü biliyoruz. Sosyal
medyayla ilgili, bu son dönemde taksim gezi parkı eyleminde gözaltına
alınanları konuşalım (+ Beni duyuyor
musunuz?) Gerçi komik bir durum.
Yine Türkiye bir dünya tarihine geçti.
(+ Bir ara bağlantı kesildi lale hanım,
soruyu tekrar alabilir miyim?) İleteyim; hazır sosyal medya demişken, sizin oradaki gücünüz belli ama özellikle
bu son taksim gezi parkı eyleminde,
buradaki haberleşmeden dolayı meydana gelen rahatsızlık nedeniyle gözaltılar oldu, yine Türkiye de dünya
tarihine bir kere daha bu şekilde geçmiş oldu. Bu konudaki görüşlerinizi de
almak isterim.
E ne içindi bütün bunlar? Yasin El
Kadı-Cüneyt zapsu ortaklığından dolayı mı bu böyleydi? Bunun için miydi?
Biz konuştuğumuz zaman rastgele
cümlelerle konuşmak istemiyoruz.
Çünkü
bizim
hack
olgusunu
algılayışımız farklıdır. Bakın bugün
televizyonlara çıkıyorlar, yüzük promosyonu yapıyorlar, hacker oluyorlar.
“Ben birilerinden belge çalarım” Sevgili Ayşe Arman röportaj yapmıştı bir
hacker’la “Ben belge çalarım, satarım,
ben Kızılay değilim, hilal-i ahmer miyim ben, hayır cemiyeti miyim” dedi.
Orada duruyor işte bu röportaj, durduğu yerde duruyor.
Yani, Fazıl Say bir tweet attığı zaman
suç: “Halkı yönlendiriyor, halkın manevi değerlerine hakaret ediyor”,
utanmasalar Ömer Hayyam’ı da onunla
beraber yargılayacaklardı, biliyorsunuz.
İzmir’deki gözaltıları gördük.
Bugün, devletten yana tavır aldığını
söyleyen hacker’ların tehditlerine maruz kaldı bu insanlar. Sosyal medya
üzerinden bir çekişme yaratılmaya
çalışıldı. Ama halk öyle kenetlenmiş
vaziyetteydi ki, kendilerine yapılan
hakaretlerin ciddi bir kısmını sineye
çektiler, barış ortamı, huzur ortamı bozulmasın, diye. İtidalli davrandılar. E
organize olmaya çalışıyorlar sosyal
medya hesapları üzerinden. Linç girişimleri organize eden hesaplar var, görüntüler var, yazışmalar var elimizde.
İnsanlar boş kağıtlarla bizim aleyhimizde propaganda yapmak için televizyona çıkıp jöleli saçlarıyla kalkıp
birtakım isnatlarda bulunuyor. E biz bu
hacker’ların Kıbrıs’larda yaptıkları
toplantıları da biliyoruz. Onlar çaylarla, keklerle, şiltlerle, plaketlerle ödüllendirilirken Redhack halkın yanında
durduğu için, halkın menfaatlerini gözettiği için terör listesinde!
E sonradan vazgeçtiler, “yahu bunlar
terörist değilmiş ya” diye. Yani, bizim
18
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. E bunlarla ilgili hiç kimse harekete
geçmiyor!
bilgisayar kullanan gençlik söylemini
hiç düşürmüyor dilinden başbakan ama
biz bilgisayar kullanımında pek fena
sayılmayız aslında :) (- Evet) Bizi
sevmiyor! Tuhaf bir şekilde...
Yani, sürekli bir şey mi var: “benim
hacker’ım, senin hacker’ın… benim
adamım, senin adamın” mı var? Yani,
eğer direnişçilerden yanaysa hacker,
halktan yanaysa tukaka, kötü, lanetlenesi, ötekileştirilesi… eğer direnişçilerden yanaysa birtakım sosyal medya
hesapları, fenomenler, güçlü hesaplar
bunlar kötü insanlar, bunlar dışlanan
insanlar.
Biz bilgisayarda fena değiliz
ama bizi sevmiyor!
Peki bu gezi parkı eylemindeki gençlik
sizi şaşırttı mı? Aslında siz onlarla sürekli iletişim halindesiniz ama uzunca
bir süredir “bu türk gençliğine ne oluyor, bu kadar baskılara rağmen sesi
soluğu çıkmıyor, apolitik bir gençlik”
söylemleri vardı; ne düşünüyorsunuz,
Türk gençliği için?
“Devlet bizim yanımızda!”
E İzmir’de, Gündoğdu Meydanı’nda,
Alsancak’ta insanları dövenler de kendileri, bundan cesaret almadılar mı?
“Ya polis nasılsa yanımızda” deyip
AKP il gençlik kolları başkanı kalkıp
eline sopayı alabilecek kadar fütursuzca davranabiliyor. Hatay’da aynısı oluyor. Dersim’de elektrikleri kesip birtakım komploların içerisine girmeye
çalışıp ama hiçbir şekilde tutturamayan
insanlar var. Gazi’de insanlara
saldırdılar, Sarıgazi’de saldırdılar,
Maltepe’de saldırdılar, Bakırköy’de
saldırdılar.
[Uzun bir reklam arasından sonra bağlantı devam ediyor]
Şunu da sormak istiyorum ben, biliyorsunuz bu Taksim Gezi Parkı’yla ilgili
bir gelişme de üçüncü köprüydü.
Üçüncü köprünün temeli de atıldı, bu
köprünün İstanbul’a ne getireceği ne
götüreceği tartışılırken bir yandan da
Yavuz Sultan Selim adı tartışıldı, Aleviler tarafından özellikle tepkiyle
karşılandı, bunun için ne söyleyeceksiniz?
Bu insanlar, sokağa çıkmayan %50 mi
sayacağız? Biz bunun istatistiğini tutturamıyoruz. Bunlar sokağa çıkmayan
%50 mi? Yani 2911 sayılı kanuna muhalefetten, izinsiz gösteri ve yürüyüş
kanununa muhalefetten yargılamaya
kalkıyorlar insanları, twitter üzerinden
yargılamaya kalkıyorlar insanları; peki,
dün Atatürk Havalimanı’ndaki gösteri
2911’e uygun muydu?
Aslında Alevilerin tarih boyunca, Anadolu Alevilerinin uğradığı zulümleri
biz tek tek sıralamaya kalksan muhtemelen yeni bir program yapmak zorunda kalırız.
Yani, Hürrem’in dekoltesini kendine
dert edenlerin, Muhteşem Yüzyıl’ın
başka bir karakteri olan Ebussuud
Efendi’nin ve Yavuz Sultan Selim’in
yaptığı Alevi katliamlarının yaratacağı
hassasiyeti dikkate almamalarının bir
gerekçesi olmalı!
Yani başbakan bilgisayar kullanan
gençlik istiyor ama Ak parti’nin daha
çok sms’le haberleştiğinin bilgisi var
elimizde. Biz bir de anlamıyoruz yani;
19
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. Neden bu köprünün adı İstanbul aşığı
bir şairin adı olmuyor? Neden bu köprü direnişin sembolü olarak Anadolu
yakasından Avrupa yakasına direnişçilere destek vermek için geçen insanlardan bir tanesinin adı olmuyor? Neden
bu eylemler esnasında hayatını kaybetmiş insanlardan biri olmuyor? Neden Anadolu’nun yetiştirdiği büyük
ozanlar, dünyanın tanıdığı Mevlana
olmuyor; Yunus Emre olmuyor?
Şehir içi trafiği yaya trafiğini, her tür
trafiği daha akışkan hale getirmek için
böyle bir köprünün yapılması gerekiyorsa buna biz karar verecek değiliz.
Kent planlamacılar, şehrin bu konudaki
otoriteleri, insan, halklar karar verecektir… ille de yapılması gerekiyorsa
bile adının yavuz sultan selim olmasını, biz Redhack olarak birtakım
hassasiyetler üzerine, ayrıştırmaların,
ötekileştirmelerin üzerine gitmek olarak yorumluyoruz lale hanım.
Neden bu tarz bir hassasiyetin ısrarla
kaşındığını biz de bilmek istiyoruz!
Evet, o zaman yine bu konu açılmışken
bunun devamında şunu da sorayım,
biraz kıyılara, yağmalanan kıyılara
geçeceğim ama alevi toplumunun özellikle
son
zamanlarda
yaşadığı
sıkıntılar var, işte, evleri işaretleniyor,
buna benzer şeyler, tacize uğruyorlar;
bu konudaki, hükümetin yaklaşımını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elimizde olsa bu köprünün ismini, bu
saydığımız isimlerden biri olmasını
isteriz. Abdullah olsun, Abdullah Cömert köprüsü olsun, cömertliğe vurgu
yapılsın, direnişe, gençliğe vurgu
yapılsın.
Nasıl Adana’daki polis memuru baba
olamayacaksa, çocuğunun doğduğunu
göremeyecekse Abdullah da göremeyecek!
Lale hanım, muhtemelen unutulmuştur
ama biz yine hatırlatalım:
Bu zulümlerin bittiğine dair bir işaretin
sembolü olsun üçüncü köprü, mutlaka
yapılmak zorundaysa!
Toplumun hafıza kartı olmaya
devam edeceğiz.
Balık hafızalıdır toplum, köreltilmiştir… gerek tüketim toplumu enstrümanları vasıtasıyla köreltilmiştir gerek
bile isteye cahil bırakılmıştır ama;
Çünkü orada da çok ciddi bir doğa katliamı söz konusu olacak, orada da çok
ciddi bir rantiye söz konusu olacak; biz
Okmeydanı’ndaki, Kemerburgaz’daki
bütün bu kentsel dönüşüm rantiyesinin
dinamiklerini de takip ediyoruz Redhack olarak! (- Evet, evet) bugün Suat
Kılıç bakandır, Ankara’nın ortasında
kendisine hiç pahasına, yok denecek
miktarda paralarla kendisine arazi
edinmiştir, bunu ispatlayabilecek durumdayız; bu kentsel dönüşümün rantiyesine ilave olarak, orada üçüncü
köprü rantiyesi yaratılmıştır; bunun da
adının doğru konulmasını istiyoruz.
Malatya Sürgü’de bir Alevi aileyi Ramazanda davulla nasıl taciz ettiklerini
hatırlıyor musunuz? (- Evet, evet) yani
bu aile bu şekilde taciz edilip,
uyandırılıp mahkemede dili sürçünce o
aile reisinin, adaleti yanıltmaktan
yargılandı! Düşünün, evinizde uyuyorsunuz, geliyorlar sizi uyandırıyorlar,
bir şekilde sloganlar atıyorlar, tahrik
ediyorlar, “Yahu ne oluyor” deyince
linç etmeye kalkıyorlar… ve siz mah-
20
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. kemelik oluyorsunuz! Kimse ceza
almıyor, siz mahkemelik oluyorsunuz.
kete geçmeleri, uzaktan kumandalı
maymuncuklara dönmüştür bir kitle,
mümkündür, bunu kabul etsek bile diğer %50’nin de %50 olduğunu
hatırlattı bu direniş.
Yani Alevi toplumunda yaşanmış çok
fazla şey var, sayabiliriz altmışlardan
itibaren. Yani Maraş’ı var bunun, Çorum’u var, Sivas’ı var, Dersim’i var;
çok fazla şey sayabiliriz. Bizim Alevi
kadar hürriyetimiz yok [burası kayıp!]
... yaratarak huzurlu uyuyabiliyorlardı
[?]. Bunların çok geride kaldığını düşünüyorsunuz ama gerçekten bu bir –
tabiri yerinde olur mu bilmiyorum
ama- kas hafızası bir şeydir bu. Yani
darda kalınca, ihtiyaç duyduğunda beden daha önce yaptığı pratikleri
hatırlar, devletin hafızası kas hafızası
ısrarla aynı kötü pratikleri yansıtmaya
devam ediyor!
Evet, kadınlar demişken biraz da
kadınları konuşalım istiyorum, işte
“kadınlara kürtaj yasak” dendi, “üç
çocuk” dendi, ertesi gün hapıyla ilgili
birtakım yeni uygulamalar var;
Kadınlar ne durumda Türkiye’de?
Kadınlarla ilgili söyleyebileceğimiz
çok fazla şey var, birebir katıldığımız
eylemler de dahil. Yani kadın ölümleri
rakamlarına dönüp bir bakmak gerekir
bu ülkede;
Yani, her çıktıklarında kalkıp Alevileri
ötekileştiriyorlar, Çingeneleri ötekileştiriyorlar, kadınları ötekileştiriyorlar –
olmadık zulüm yapılıyor bu ülkede
kadınlara-, e diğer canlıların yaşam
haklarını hiçe sayıyorlar, yani bu gazdan, tozdan sokak hayvanları etkilenmedi mi zannediyorsunuz; Haçiko’nun
elinde, bizim Redhack’in kendi hesaplarının elinde çok ciddi görüntüler var.
Askeriyede katledilen pek çok hayvanın resmini de o hesaplar üzerinden
görürsünüz; biz açıkçası bu dışlama,
ötekileştirme politikasını istemiyoruz,
diğer cinsel yönelimlere saygı istiyoruz, tüm inanışlara saygı istiyoruz;
aslında gezi direnişinin özeti olarak
bunu söyleyebiliriz belki:
•
Kaç tane kadın koca şiddetinden,
•
Kaç tane kadın namus gerekçesiyle,
•
Kaç tane kadın aşiret kanunları
yüzünden,
•
Kaç tane kadın enseste maruz
kalıp katledilmiştir?
Bakın kadın ismi, kadın söylemi bu
iktidar döneminde bakanlığın isminden
bile çıkartılmıştır Aile Bakanlığı’nın;
böyle bir süreçten geçiyoruz.
Malatya, Büyükşehir Belediyesi olmadan önce bu ülkenin başbakanı olan zat
gitti Malatya’ya dedi ki, “Büyükşehir
olmak için 750 bin nüfus gerekiyor
Malatyalı kadınlar, hazır mıyız?” diye
sordu: Neye hazır mıyız?
“Neye hazır mıyız?” Diye soramadı bu
ülkenin
kadınları!
Bu
ülkenin
kadınlarının başörtüsü üzerinden iktidara gelmiş insanlardan bahsediyoruz.
Biz saygı istiyoruz!
Kimsenin beslemesi değiliz! Yani fifty
fifty mantığında o evde oturduğu söylenen %50, tamam, doğrudur, Başbakan’ın bir hareketine bakıyordur hare-
Sirkeci Karakolu’nda öldüresiye dövülen kadınlar, İzmir’de öldüresiye dövü21
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. len kadınlar, Emniyet’e vesika müracaatı için, yoksulluktan, yokluktan müracaatta bulunan kadınlar…
şabileceğimizi daha net görebiliyoruz,
bu eylem sayesinde.
Parmakları kestiğinizde ortalıkta bir
yumruğunuz kalmaz; parmakları kestiler yıllar yılı!
Yahu bıkmadınız mı şu kadınların üzerine gitmekten?
Biz gururla söylüyoruz: Redhack eylemlerinde kendi Şirine’lerimiz de dahil, kadınlardaki direnişi biz çok net
görebiliyoruz. Belge ayıklarken bize
omuz veren dostların, yoldaşların, canların içerisindeki kadınları çok net görebiliyoruz.
Yani, o kadınlara yapılan zulümlere
hepsinin karşısında biz Redhack olarak
duracağız; yalnız olmadığımızı, çok
ciddi bir ailemiz olduğunun da
farkındayız biz. Hiçbir zaman da o
kadınların ezilmesi karşısında sessiz
kalmayacağız. Bakın, işin özü nedir
biliyor musunuz, lale hanım? “Eşit bireyden korkmaktır!” “eşit olmaktan
korkmaktır!”
Ama;
Sürekli bir tecavüz kültürü üzerinden
bu kadınların aşağılanmasını da sindiremiyoruz! Tecavüz edilmiş insan, dilsiz insan, sağır insan, birtakım engelleri olan insanlar “bağırmamış, rızası
var” diyerek; senetle sepetle gelin olarak bedel karşılığı satılmaktayken hâlâ;
kimse çıkıp “kadına haklarını teslim
ettik (!), cennet anaların ayağı
altındadır (!)” gibi söylemlerde bulunmasın!
Bütün bunların altında böyle bir zihin
coğrafyası yatmaktadır. “Ermeni beni
sevmiyor”, “Pomak beni sevmiyor”,
“Çerkez beni sevmiyor”, “Arap beni
sevmiyor”, “Kürt beni sevmiyor”…
“Türkün Türk’ten başka dostu yoktur”
diyorlar.
Sen eğer Anzaklarla, Çanakkale’de
savaştığın Anzaklarla dost kardeş olmayı başarıp Kürt halkıyla başaramıyorsan; bir Ermeni dışlaması yüzünden milli maçta “Ayağa kalkmayan
ermeni olsun” diye tezahürat yaparsan;
Trabzon valisi gibi HES protestolarına,
o güzel insanlara, o Fırtına Vadisi’ne
sahip çıkmak, Artvin-Hopa’da doğasına sahip çıkmak dışında suçu olmayan insanlara “Rum Tohumu” dersen; bugün Alevileri “Kızılbaş” diye
dışlarsan; bugün dünyanın en özgür
halkı olduğuna inandığımız Çingenelere “Çingen” deyip Sulukule’yi kentsel
dönüşüm rantiyesi için ellerinden
alırsan; sen eşcinsellere, onların yönelimlerine... [saygı duymuyorsan] – tercih demiyorum lale hanım, lütfen dikkat edelim buna çünkü eşcinsel arka-
17 bin faili meçhulün temsilcisi olarak
o Cumartesi Anneleri toplanıyor. Kaç
haftadır toplanıyor o kadınlar? (- Evet)
Berfu ana neyin simgesiydi; evladını
yitirmiş bir anne olarak kadın değil
miydi? Diğerleri öyle değil miydi?
İstiklal Caddesi’nde “Turistlere kötü
görünüyor” diyerek, “çirkin görünüyor” diyerek saçından sürüklendi bu
insanlar bu ülkede!
Bunu istemiyoruz artık! İstemiyoruz,
kabul etmiyoruz! Biz uzun süredir kabul etmiyorduk; şimdi daha geniş kitleler de kabul etmiyor… Çünkü biz birlikte
olduğumuz
zaman,
ayrışmadığımız zaman hedeflere ula-
22
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. daşlarımız, gay’ler, lezbiyenler, transseksüeller uyardı, onlar öğretti bize
bunu. Biz biraz yabancıydık bu jargona, dediler ki, “Bizim önümüzde sarı,
kırmızı, mavi seçeneklerimiz yoktur,
biz elimizde olmadan yöneliyoruz, bu
istekler bizim içimizden geliyor, lütfen
dile getirin.” E şimdi gezi direnişi esnasında bizim arkadaşlarımıza, dostlarımıza pansuman yapmış insanların
bu dileğini, bu isteklerini sizin
vasıtanızla dile getirmekten de gurur
duyuyoruz.
Biz
artık
bu
dışlamadan
saygısızlıktan yorulduk.
Resmi Gazete’de yayınlandı. 16
yaşından gün almışsanız ölebilirsiniz,
ölüm riski olan işlerde çalışabilirsiniz.
Sanki 10 yıl boyunca 12 binden fazla
insan iş kazalarında hayatını kaybetmemiş gibi, sanki bu kanunun, bu tasarının yasalaştığı gün Serkan [onkaimeon: Serkan Altunay, Bolu’da inşaattan düşerek öldü mart ayında] inşaattan
düşüp ölmemiş gibi; sanki Gezi Direnişi esnasında AKM’de [kesilmiş burası] 4. Kattan, AKM’nin dördüncü
katından düştü [onkaimeon: Celal
Kırmaz, hurda toplarken düştü]. Yani
bütün bunların arasından geçip geliyoruz biz.
ve
Evet, biraz da çocuklara değinelim mi?
Çocuk işçiler, çocuk gelinler var Türkiye’de binlerce, onbinlerce.
Unutmuyoruz!
Unutmayacağız,
unutturmayacağız, herkes unutanlara hatırlatacak, başka türlü kurtuluşumuz yok bizim!
Lale hanım, yani biz açıkçası çok
inanmıyoruz, ama bu ülkenin Türkiye
İstatistik Kurumu adı altında bir kurumu var[mış]. (- Evet) birtakım istatistikler yayınlıyorlar. Biz bu verileri baz
alarak dahi 1 milyondan fazla çocuk
işçinin bu ülkede yaşadığını biliyoruz,
halkımız da bilsin ve sessiz kalmasınlar.
Yani, çok fazla sıkıntısı var bu ülkenin,
sahip çıkanı yok, e susturulmuş bir
medyası var, baskı altında tutulmaya
çalışılan sanatçıları var, öğrencileri
var, işçileri var. Yani biz bir kehanette
bulunur gibi 1 Mayıs’ta söyledik, dedik ki,
“Yani şimdi Esat çıkıp dese ki, yani
‘Erdoğan hükümeti halkına zulmetmektedir, buna sessiz kalınamaz’ ne
diyeceğiz” diye sorduk biz 1 Mayıs’ta.
18 mayıs’ta hatırlattık, dedik ki, Netanyahu çıkıp dese ki, “West Bank’teki
[Batı Şeria] çatışmalara, Ramallah’taki
bizim uygulamalarımıza söz söyleyen
Erdoğan’ın İstanbul’una bakınız önce”
dese, biz ne diyeceğiz? Yani bugün
başbakan çıkıp diyor ki, “E batı’da da
böyle bastırılıyor eylemler, İngiltere’de
var benzeri, en yakınımızdaki Yunanistan’da var yahu” diyor, “Yunanistan’da
var (!)”. “Su-i emsal, kötü örnek, örnek
Hiçbir güvencesi olmadan 1
milyon çocuk işçi var.
Çok küçük yaşta senetle sepetle alınıp
satılan çocuk gelinler vakası var ama
seksenli yıllarda Sezen Aksu’nun “Ünzile insan dölü, on kardeş biri ölü” diye
dile getirdiği o çocuk gelinler, çocuk
yaşta gelin edilen kızlar için sesimizi
yükseltmek zorundayız biz. 16
yaşından küçük kimselerin herhangi
bir güvencesi varmış gibi, bu iktidar
döneminde, 16 yaşından gün almışların
ölüm riski olan işlerde çalışmasının
önündeki engelleri tek tek kaldırdırlar,
23
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. sayılmaz” diye birsinin bu adama
hatırlatması gerekiyor. Bizim vazifemiz madem, biz hatırlatırız Redhack
olarak. (- Evet, evet)
tumumuzu karalar, bize yakışmaz; birtakım onurlu örnekler dışında bugün
bu ülkede muhalefet, görevini yapmamaktadır. Biz daha önce de dile getirdik; “Eğer muhalefet etmek sensörlü
hela lambası gibi, ortalığı pislik götürdüğünde yanıp sonrasında sönmekse
biz bunu reddediyoruz” dedik. Gerçekten Kıyı Koruma Kanunu’ndaki değişikliklerle 20 metreye kadar düşmüşken yaklaşım, buna kimse ses
çıkartmıyorsa bu bir vatan hainliğidir.
Eğer vatan hainliği kavramından hareket ediliyorsa bunu müsebbibi gezi direnişçileri değil, bu ülkeyi bu şekilde
yağmaya çekenler, peşkeş çekenlerdir
ve bu Kıyı Koruma Kanunu’nun iptali
için harekete geçmeyenlerdir vatan hainleri. Eğer bir vatan telaşına düşülüyorsa bütün bunlar onun bileşenidir.
Şimdi biraz da az önce siz değindiniz
aslında, kentsel dönüşüm ve bunun devamında belki biraz niteleyebiliriz,
kıyılarımız ne halde, onu konuşalım.
Bir rant alanı kıyılar, büyük büyük
görkemli, şaşaalı oteller dikiliyor… ve
kıyı koruma kanunu ile ilgili görüşleriniz olduğunu biliyorum ben. Sosyal
paylaşım sitelerinde, twitter’da özellikle bunu paylaştınız. Biraz da bizi izleyenler için bu konudaki görüşlerinizi
alalım.
Lale hanım, bizim canımız yanıyor.
Canımız niye yanıyor?: biz komünist,
sosyalist insanlar olarak çok sınır telaşında olan, mülkiyet telaşında olan
insanlar değilizdir :) işin doğrusunun o
olmadığına inanırız. Dünya bizim bir
oyun alanımız, hep birlikte yaşıyoruz.
Yani o, yağmalanan kıyılar, imara
açılmış boğaz söz konusu. Bakın, İstanbul’un siluetini bozduğunu söylediği müteahhide başbakan ne yapıyor,
biliyor musunuz(?): küsüyor! , “İstanbul’un siluetini bozdu bu adam” diye
küsüyor. E sonradan ortaya çıkıyor ki,
o iznin altında kendi bürokratlarının
imzası var! Yani, bu imzalar olmadan
o yapılaşma söz konusu olabilir mi? (Yani) Boğaz’da Acarkent’e ruhsat veren belediyeler neden durduramadılar o
inşaatı? Bugün Kuleli Askeri Lisesi’ni
dönüştürmeye çalışanlara kim çıkıp da
tek kelime laf ediyor?
Bugün Nutuk okumadan nutuk atmaya
soyunmuş cumhuriyet evlatları değildir
bu vatanın sahibi. Kendi tabancalarının
kabzalarında üç hilal taşıdıkları için
kendilerini bu vatanın sahibi ilan edenler vatan hainliği yapmaktadırlar.
Bu şekilde bu vatanın sahibi olmanız
mümkün değildir. Söyleyebileceğimiz
çok fazla şey var lale hanım, tek bir
programa nasıl sığdırırız (- Kısa kısa
gidiyoruz) zaten milletin kafasını şişirdik, dostların.
Rica ederim, çok ilgiyle izleniyorsunuz
şu anda. Biraz da Kürecik’te kurulan
radara ve Patriot’lara dönmek istiyorum ben. Patriot’lara Avrupa’dan büyük destek geldi. Bizi ne kadar koruyacak? Patriot’lar için ne düşünüyorsunuz?
Ama bu ülkede çok ciddi zafiyetler
vardır. Birtakım istisnaları özellikle
tenzih ederek söylüyorum çünkü onurlu örnekleri hiçe saymak da bizim tu-
Lale hanım, şimdi Patriot’ları açıkçası
mülteci kamplarından ayrı düşünmüyoruz. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir
24
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. parçası olduğunu düşünüyoruz. Oradaki hareket, eylem planlarının, İran’ı
izole etme planlarının gerçekten orada
Lübnan üzerinden oyunların bir parçası
olarak görüyoruz. Çok manidardır,
mülteci kamplarına bu ülkenin milletvekilleri giremezken -bakın yine altını
çiziyorum, biz parlamenterist insanlar
değilizdir, yani böyle bir kaygımız,
hırsımız, telaşımız yoktur ama ortadaki
gerçekliğin altını çizmek için bu tabirler üzerinden konuşmak zorunda
kalıyoruz- bu mülteci kamplarına bu
ülkenin milletvekilleri giremezken, iki
gün sonra Amerika’nın Adana konsolosu gitti ve kapılarda karşıladılar,
açtılar, ihtimam gösterdiler. Bizim
nasıl Amerika’nın payandası olduğumuzu, Amerika’nın -tabiri yerindeyse
bütün yoldaşlarımdan, dinleyenlerimden özür diliyorum ama tam tabiri budur- Amerika’nın nasıl maşası, kuklası,
yanaşması olduğumuzun ispatlarından
biridir meselâ o, mülteci kampı ziyareti.
tarmışsa, Türk ekonomisine giren çok
ciddi bir nakit vardır bu haseple, bu
sebeple… Bu füzelerin de adını doğru
koymak lazım; üzerinde “Patriot”
yazıyor! Dil bilmeyen dostlar için
açıklayalım: Patriot vatansever demektir. E muhtemelen vatansever füzeler,
üretildiği vatanları seviyorlar bizden
çok.
Evet, bu da sanırım gerekli mesajı
vermiştir. Şimdi seçimlere biraz dönmek istiyorum ben. Son yapılan seçimlerde özellikle kamuoyunda şöyle bir
yargı uyandı, “Seçimlerin sonuçları
doğru açıklandı mı?”, “Bu seçimlerde
hile var mı, hile yapıldı mı?” diye. Bununla ilgili bir çalışmanız var mı, bu
yönde? Seçimlerin nasıl yapıldığına
ilişkin?
Lale hanım, şöyle söyleyelim, bizim
birtakım çalışmalarımız var mı, diye
sürekli sorulur bize. Yeni eylem var
mı, yolda başka bir şey var mı? Şimdi
eskisinden çok daha güçlüyüz. Kendi
meramımızı, derdimizi biz halkımıza
çok ciddi bir kitleye anlatmayı başardığımızı zannediyoruz. Bizim eylem
planlarımız
içerisinde
attığımız
adımların tamamı büyük bir stratejinin
parçasıdır. Bu stratejinin nereye varmasını istiyoruz, biliyor musunuz?:
Sınıfsız, sömürüsüz, ağaların değil,
insanların özgürce dilediklerince yaşayabildikleri, paylaşımcı bir üretenlerin
iktidarı telaşındayız.biz üretirken başkalarının tükettiği bir iktidarın telaşında değiliz. Bizim yapmaya
çalıştığımız budur!
E Kürecik’teki radarı bundan ayrı düşünemezsiniz. “Ülkenin müdafaası için
olduğunu söylediler, ülkenin müdafaası için gece gündüz çalıştılar ve ülkenin müdafaası için bunu yerleştirdiler” gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı;
bu ülkenin bu radar sistemine ihtiyacı
olamazdı, ne zaman ki oldu, biz büyük
Ortadoğu Projesi’nin aktif olarak, herkesten çok, kraldan çok kralcısı olup
hamisi olana kadar; o gelen füzeler, o
gelen füzelerin finansmanıyla ilgili neden bize destek vermek zorunda kaldı
birtakım ülkeler, bunun adını doğru
koymak lazım. Katar ve Suudi Arabistan nasıl Suriye operasyonlarını yönetmek için bize 10 milyar dolar ak-
Ve şöyle söylemek gerekir: bizim
çim sistemi üzerinden yapacağımız
lemden ziyade, Gezi Direnişi’nde
duğu gibi, halkın seçim sistemini
25
seeyolsa-
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. hiplenmesi, gerekirse sivil temsilcilerin
o sandıkların başında beklemesi gerekir. Çünkü şunu çok net biliyoruz, bunu iddia edebilecek durumdayız: Henüz açılmamış sandıkların açıklandığı
bir seçim sistemi oldu, oylama oldu.
Önüne geçilemedi. Ve şunu da sormak
isteriz, bilen dostlarımız vardır, daha
önceki mülakatların bir parçasıydı ama
yeni tanıştığımız dostlara duyurmak
isteriz; Kamu Güvenliği Müsteşarlığı
diye bir birimi var bu devletin. Kamu
Güvenliği Müsteşarlığı bünyesinde daha önce yabancı uyruklu kimseyi
çalıştıramıyordu. Bu iktidar döneminde
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nda yabancı uyruklu kişilerin çalıştırılmasının
önündeki bilcümle engel kaldırıldı. Gerekli yasal düzenlemeler yapıldı. Dolayısıyla bir Amerikalı cyber güvenlikçiyi görevlendirmişlerdi, altyapısının
yurtdışından yönetildiği bir sistemin
içerisinde, siz gerçekten adil bir seçim
yapıldığını, kazananların adil olduğunu
söyleyebilir misiniz?
çalışıyorsunuz) şimdi, %10 temsil
hakkının olmadığı yerde bu şekilde
gelişmelerin olması, bu şekilde bir seçime maruz kalmak son derece doğaldır.
Yani, liderler sultasının yaşandığı herhangi bir partiyi ayırt ederek söylemiyorum ama liderler sultasının birebir
aktif olarak, çok uzun yıllardır yaşandığı bir yerde, dokunulmazlıkların
zırh olduğu bir yerde; yani bugünün
başbakanı 80 küsur davanın 60 tanesinden, kendi hakkında açılmış 80 küsur davanın 60 tanesinden “zaman
aşımından (!)” kurtuluyorken hangi
adaletten bahsediyoruz? Bir gecede
oldu bittiyle, torba kanunlarla kendi
özlük haklarını iyileştirenlerin, bu
halkın hassasiyetleri hakkında bu kadar
laf edebiliyor olması bile utanç vericidir!
56 trilyon -eski parayla-, 56 milyon
sağlık harcaması olan bir meclisin 16
bin TL aylık kirası, 14 bin yıllık vergisi olan araçlarla sefa sürmesi; biz çay
parasının belgesini açıkladık Kalkınma
Bakanlığı’na; bayağı bir kalkınmışlar!
Yani altı aylık 70 bin küsur lira çay,
pasta, poğaça, börek harcaması var bu
insanların.
Ve siz şunu da söyleyebilir misiniz?;
hiçbir sıfatı yokken –bugünün başbakanı- bir bürokrat sıfatına sahip değilken, belediye başkanı değilken, parlamenter değilken Amerika’ya kaç defa
gitmiştir, kaç defa davet edilmiştir, ve
akabinde seçimlerden nasıl farklı bir
şekilde galip çıkmıştır?
Biz bu kamburlardan kurtulmak istiyoruz halk olarak! Bu taraftan yürümek
istiyoruz ve seçim sisteminin daha adil
olması için barajların kaldırılmasını
istiyoruz; bütün azınlıkların, bütün yönelimlerin, bütün ötekileştirilenlerin de
o temsil hakkına sahip olmasını istiyoruz çünkü şunun farkındayız: Sizler
birleşip parti kursa 80’in üzerinde,
yanlış hesaplamış olabiliriz ama minimum 75-80 bareminde milletvekili
çıkarabildiği bir sistemde temsilden
Bütün bunların cevabını birilerinin verebiliyor olması lazım, adil bir seçim
sisteminden bahsediliyor olsa! Ama
baraj sistemini de tartışabiliriz (- Evet),
bizim inanmadığımız bir parlamenter
sistemi hakkında bu kadar çok laf ediyor olmamız bile tartışılası bir şeydir
aslında ama :) (- Ama herhalde en
yakın olanı siz değerlendirmeye
26
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. bahsedilemez, adil bir seçim sisteminden bahsedilemez. Böyle bir uygulama, böyle bir kurgu yoktur, olamaz!
Ve o duyarlılığın parçası olmadığı halde, yani bilmiyoruz, tanımıyoruz çünkü, orada “Utku Kale” isminde (- Evet)
bir eri tutukladılar. Utku Kale Redhack’li
değildir!
Utku
Kale’yi
tanımayız, bilmeyiz. Zaten sosyal
medya hesaplarımız üzerinden çok net
görülebilir bazı şeyler. (- Evet) Utku,
arkadaşlarıyla birlikte askeri savcılığa
çekildiğinde biz, “ya bu çocukları niye
askeri savcılığa götürüyorsunuz?” diye
tweet attık. Madem o çocuklardan biriydi bu belgeleri bize sızdıran, ki bizce son derece onurlu bir harekettir bu, ülkesinin savaşa girmesinin önüne
geçmeye çabalamak- son derece kahramanca da bir iştir, bir şövalye ruhu
gerektirir, bir devrimci basireti gerektirir, bir direnişçi yüreği gerektirir; “bu
çocukları niye götürüyorsunuz?” dedik. Sonra Amasya’dan Sivas’a iki kişi
götürdüler, Utku’yla birlikte bir başka
arkadaşı daha, tanımıyoruz onu da, “ya
bu iki çocuktan ne istiyorsunuz, bu çocuklara niye işkence yapıyorsunuz?
Manevi cebirle, darpla bu çocukların
üzerine kalması için nasıl bir çaba sarf
ediyorsunuz?” diye, onun da mesajını
verdik.
Peki, yine seçime dönük, ülkemizdeki
seçim sistemine dönük ve tabii ki, sonuçlarının yansımasıyla ilgili bir soru
çok geliyor. Bu seçim sonuçlarında
bilgisayar üzerinden bir oynama olabilir mi? Siz bu işin uzmanısınız çünkü.
Şüphesiz olabilir, nihayetinde bizim
sürekli söylediğimiz bir şey var: Bir
sistem var ise, o sistemin kurucuları
var ise onun bir retoriği vardır, mantığı
vardır, bir dizgesi vardır. Bir mantık
dizgesi içerisinde kurulmuş bütün
sistemler, aynı mantık dizgesine zarar vererek ya da tersine işleterek
devre dışı bırakılabilir. Dolayısıyla
bu seçim sisteminde birtakım dijital
oynamalar, birtakım manipülasyonlar –
bizce- yapılmıştır, yapılmaya müsaittir.
Zaten halk desteğinde şöyle garip bir
manzara çıkıyor ortaya: Yahu eğer bu
direniş esnasında devrimci Müslümanlar bizlerleyse, kendi dini hassasiyetleri
yüzünden özellikle bugün yapılanlara
göz yummayanlar meydanlarda bizlerleyse; bu evinde oturan %50 kim, bu
nasıl bir %50? Matematiğe en basit
şekliyle bu haliyle ulaşmak mümkün.
Burada çok ciddi bir şekilde yanıltma
var… ama yanıltma nerede yok?
“Peki bütün bunlardan madem bizi haberdar eden kişiler Utku Kale’ydi, biz
nasıl haberdar olduk be adam?” Ddye
sorarlar adama. (- Evet) ama bunu soracak savcı lazım! Redhack davasında
“söyle bakayım, bu Mahir Çayan nerede oturur yavrum?” Diyorsa 2013’te
bir savcı; utanılası bir hal almıştır,
Türkiye’de adalet yoktur, bağımsız
yargı yoktur, sadece maşa olarak kullanılan yargı söz konusudur.
E vatanını sevmekle alakalı nutuklar
çekenler lütfen bütün bunlara dikkat
etsinler. Reyhanlı’ya dikkat etsinler.
Doğa yağmalamalarına dikkat etsinler.
Sahip çıkanlar ya…[burası boşluk] “…
kenara çekilmek üzereydi, benim için
elvermedi, o yüzden bu evrakı sizle
paylaşıyorum sayın Redhack” diye
mail adresimize bu evrakları gönderen
insanlar, bir duyarlılığın parçasıydılar.
Bizi çok ilgilendirmiyor; bugünkü iktidarın, geçmiş iktidarların, koalisyon27
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. ların ortakları da başka türlü kullanıyorlarmış yargıyı. Biz o tarafında
değiliz çünkü bizim için hırsız
hırsızdır, onursuz onursuzdur; bunun
ötesi berisi bizi ilgilendirmiyor. Biz
İzsu Skandalı’nın da belgeselini
yayınladık. (- Evet) Aziz Hocaoğlu,
kalkıp greve dahil olan işçileri en ağır
şekilde cezalandıracağını söylüyor ama
biz, “ODTÜ diploması fotokopisiyle
terfi etmiş personelini” (özür dilerim)
[boğaz temizleme sesi] nasıl cezalandırdığını çok merak ediyoruz Aziz
Hocaoğlu’nun! ODTÜ diplomasının
fotokopisini çekiyor, adam müdür seviyesinde iş sahibi oluyor!
Aynı paralelde yorumlar paylaştık.
Yani Başkent Gaz’ı özelleştirmeye
çalıştırdığınızda Başkent Gaz’ı kimse
almak istemiyor! Diyor ki, “Bu şekilde
yönetilmiş, bu şekilde suiistimal edilmiş bir oluşumu biz almayız”. Sermaye normalde sınır tanımaz. Kâr edeceği
her yere balıklama atlar, onun mücadelesini verir, geri detaylar onu çok ilgilendirmiyor çünkü. Sermayenin böyle
bir anlayışı tarih boyunca olmadı! Başkent Gaz’a gelince herkes frene
basıyor! Çünkü içi boşaltılmış, suiistimal edilmiş, haksız kazançların merkezi haline getirilmiş bir projeydi.
Keçiören metrosu, diğer metrolar bugün bakanlığa devredilmiştir.
Biz merak ediyoruz: Melih Gökçek
bugün el altından -bunun duyumlarını
alıyoruz, belgelendirdiğimiz an onu da
halkımızla paylaşacağız, çünkü bilgiyi
kolektifleştirmek,
bilgiyi
kolay
ulaşılabilir kılmak için çıktık biz bu
yola- manevi cebirle Melih Gökçek
%50 mitingi hazırlığındaymış: hiç tavsiye etmeyiz annem! Hiç tavsiye etmeyiz!
40 küsur tane kardeş şehri vardır Ankara’nın, Tokyo dahil! Bütün bunlardan daha borçlu bir belediye sahibidir
Ankaralı halk. New York Belediyesi’nden bile daha fazla borcu olan bir
belediyeden bahsediyoruz; eğer halk
kendisine gerçekten musluğundan çamur, alüminyum akan –geçen yaz yaşadılar bunu, umarım bu yaz yaşamazlar- kendine bunu reva görüyorsa bizim
diyeceğimiz hiçbir şey yok. Bizim Melih Gökçek özelinde söyleyebileceklerimizin haddi hesabı da yok! Zaten 17
yaşında reşit olmamış insanların telefon numarasını yayınlayacak kadar kötüleşen diyeyim, başımız RTÜK
sınırlarıyla belaya girmesin- küçük çocukları, 13-14 yaşındaki çocukları
ıslahevine göndermekten bahseden
zihniyetteki birinin sürekli iktidara
aday olması... Biz Türkiye Odalar Borsalar Birliği başkan yardımcısı Faik
Yavuz’un hesabını hack’lediğimizde,
orada nasıl imar, inşaat izinleriyle ilgili
bir hukukun geliştirildiğini, nasıl el
Melih Gökçek’le de aslında birçok
spekülasyon var; “AKP neden üst üste
Ankara’ya Melih Gökçek’i gösteriyor(?)” Çünkü Ankara’da bulundunuz
mu bilmiyorum ama Ankara halkı,
inanılmaz şikayetleri var ama buna
rağmen Melih Gökçek ısrarla Ankara’da yine belediye başkanı ve aday
olmaya devam ediyor. Bununla ilgili
“AKP’yle arasında birtakım bilgilere
sahip oldu ve AKP’nin onu aday göstermek durumunda kaldığı” gibi spekülasyonlar da var. Bu konuda yorumunuz var mı(?), bilgiler var mıdır elinizde?
28
EkşiSözlük’ten onkaimeon’un http://eksisozluk.com/entry/34431302 adresinde yayımladığı transkriptin düzenlenmiş halidir. altından rantiyenin oluşturulduğunu
gözler önüne belgeleriyle serdik.
de nasıl söz verdiysek sözümüzü tutmaya devam ediyoruz.
Yani insanlar görmek için ne bekliyorlar, onu çok merak ediyoruz. Biz 12
tane sosyalist yüzlerce binlerce ailemiz dediğimiz insanla birlikte bunu
başarıyor olsaydık, bu ülkeyi zaten
çoktan değiştirmiştik. Yeşil çarlığı
yıkmıştık, bu faşizan, bu zumla matuf
düzeni baş aşağı etmiştik. Sınırsız
dünyamızı, sömürüsüz dünyamızı zaten tesis etmiştik.
Hepinizi devrimci selamlarla, saygıyla,
sevgiyle selamlıyoruz.
Hoşçakalın!
Halkın daha duyarlı, daha aktif, aynen
Gezi Direnişi’nde olduğu gibi tepki
vermesini bekliyoruz. En küçük olayda
tepki vermesini bekliyoruz. Ve sizler
aracılığıyla çok uzattık konuşmayı, sizler aracılığıyla son söz olarak şunu
söylemek istiyoruz Lale hanım (- Buyrun):
Eğer bir gün yakalanırsak; bizler de
büyük devrimci önderlerimiz, öncüllerimiz, ağabeylerimiz, yoldaşlarımız
gibi vaktinden önce durdurulur, düşer
ya da muhtemeldir katledilirsek,
Tüm halkımıza vasiyetimizdir:
Eğer
gerçekten
bugüne
kadar
yayınladıklarımızla, yaptıklarımızla,
duruşumuzla, -hak ediyorsak, hak ettiğimize inanıyorsanız- sokağa çıkın ve
eşit, adil, sömürüsüz bir dünya kurmadan evinize dönmeyin, sevdiğinizin
koynuna girmeyin, hasadınıza gitmeyin, o çeliğe su vermeyin!
Çünkü bizler, o büyük devrimciden
[İbrahim Kaypakkaya kastediliyor]
aldığımız şiarla devam ediyoruz. Çünkü bizler, aldığı suyu unutmayan çelikten yapıldık. Hiçbirimiz korkmuyoruz,
her zaman halkın yanında olmak için
29

Benzer belgeler