Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar İlk Uluslararası Mayın

Transkript

Sokakta çalışan çocuklar için yeni ufuklar İlk Uluslararası Mayın
Sayı: 5
Mayıs 2006
Sokakta çalışan çocuklar
için yeni ufuklar
İlk Uluslararası Mayın Günü
Sivil toplum örgütlerine
'Yerinden Olmuş Kişiler' semineri
'Uyuyan güzel' için
yeni ufuklar
Küresel İlkeler ivme kazanıyor
Sokakta çalışan çocuklar için yeni
ufuklar
‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sosyo-Ekonomik Farklılıkların
Azaltılması’ programı çerçevesinde yürütülen ‘Sokakta Çalışan
Çocukların
Rehabilitasyonu’
projesi,
çocukların
okuma
sevgisinin ar tmasında önemli rol oynuyor.
Ankara, Mayıs 2006
‘İşe geciktiğim için patron beni fazla mesaiye bıraktı.’
‘Eve geç kalacağım, anneme ne desem?’
‘Çok yüklü bir sipariş geldi de anne...’
Bir proje aktivitesi sırasında, kendilerinden hikaye üretmeleri istenen
çocukların kurdukları cümleler bunlar.
Bir başka hikaye de, ‘Bakkala nane almaya giderken annemin verdiği
parayı mazgala düşürdüm. Annem beni öldürecek!” cümlesiyle başlıyor;
bir diğer çocuğun, “Eve dönerken, kamyon eziyor, ölüyorsun!’ cümlesiyle
bitiyor.
Aslında çok da hayal ürünü değil bu hikayeler. Çünkü onlar, sekiz-on
yaşlarında olmalarına rağmen çalışan, mesaiye geç kalan, sipariş alan,
sipariş götüren, ayakkabı boyayan, sokakta binbir tehlikeye maruz kalan
çocuklar. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), GAP Bölge
Kalkınma İdaresi ve Can Yayınları’nın ortaklığında, sokakta çalışan
çocukların okullaşmalarına destek sağlamak için yürütülen Okuma
Günleri’nde biraraya gelmiş, hikaye dinliyor, hikaye üretiyorlar.
Son olarak, 17-18 Nisan’da Gaziantep ve Şanlıurfa’da, Gaziantep Şahinbey
Belediyesi İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü Toplum Merkezi’nde ve Şanlıurfa
Süleymaniye Toplum Merkezi’nde düzenlenen okuma aktivitelerinde
buluşan çocuklar, öykü yazarı Cemil Kavukçu ve tiyatro sanatçısı/çocuk
kitabı yazarı Görkem Yeltan ile tanışma fırsatı buldular. Cemil Kavukçu
çocuklara kendi kitaplarından öyküler okudu, yazmaktan, yazarlıktan
bashetti, çocukların sorularını yanıtladı. Görkem Yeltan ise hayal
dünyalarını geliştirmek ve katılımcılıklarını artırmak için çocuklarla ‘Cemil
Abi nasıl olunur?’ oyunu oynayarak, onlara hikayeler yazdırdı. Önce
çekinerek söz isteyen parmaklar, hikaye geliştikçe birbiriyle yarıştı.
Şanlıurfa’daki aktiviteye katılan çocuklar, Toplum Merkezi’ne devam ediyor
olmaktan çok memnun olduklarını, derslerinden geri kaldıklarında
merkezdeki öğretmenlerinden yardım aldıklarını, burada sosyal
faaliyetlerde bulunduklarını, hatta üzgün olduklarında bile moral bulmak
için merkeze geldiklerini söylüyorlar. Cemil Abi’leri ve Görkem Abla’larına,
hazırladıkları halk oyunları gösterisini sunarken mutlular, o an, ait oldukları
‘çocuk dünyası’ndalar. Ama sadece bir kısmı okuyor, diğerleri ise, ya hem
okuyup hem çalışıyor, ya da sadece çalışıyor. Kimilerinin aileleri onları
okuldan alıp çalışmaya yönlendirmiş, kimilerininki ise tam tersi; çalışmayı
deneyen ve sevmeyen çocuğunun okula dönmesinden memnun.
Mehmet, ilkokul 4’ten terk, şimdi boyacılık yapıyor. Okumak da çalışmak
da ona ağır gelmiş olacak ki hangisini tercih ettiğini söyleyemiyor,
utanıyor. Ama onu doğru olana yönlendirmesi gereken ailesi büyük
ekonomik sıkıntıda, Mehmet’i okuldan alan onlar. Diğer tarafta, kız
çocuklarının ilkokuldan sonra okumasından yana olmayan, evde kalıp
kardeşlerine bakmasını yeğleyen anne-babalara karşın, okula devam
etmek isteyen kızlar çoğunlukta. Kavukçu’nun hikayesindeki Sarı isimli
çocuk için ‘Okusaydı şimdiye adam olurdu,’ diyenler yine bu çocuklar.
Etraflarında sık sık gördükleri uyuşturucu bağımlısı çocuklardan
korkuyorlar, sokakta yalnız yürümeye çekiniyorlar. Hatta Mehmet’in
kardeşi balicilerin saldırısına uğramış. Nilgün, ‘Tüm bu kötülüklerden
ülkesini korkumak için’ polis olmak istiyor, Mehmet ise jandarma. Toplum
Merkezi’nde resim dersi alan Mahide ressamlık yolunda, İbrahim ve Özgür
öğretmen olmak istiyorlar, Ömer futbolcu, Erhun tekvandocu, Halil ise
basketbolcu. Ama bunların eğitimsiz olmayacağının da farkındalar.
Bazılarının okullarında öğretmenleri, onları her hafta bir kitap okumaları
için teşvik ediyormuş. En çok kitap okuyana yıl sonunda iyi not var.
Şimdiden onüç kitap bitirmiş bir tanesi, hepsinin de özetini çıkartmış.
Onun kadar kitap okuyamamış olanlarsa utangaç gözlerle bakıyor, ‘Ben de
okuyorum, daha da fazla okuyacağım’ diyorlar.
Hiç kuşkusuz, ‘Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Sosyo-Ekonomik
Farklılıkların Azaltılması’ programı çerçevesinde yürütülen ‘Sokakta
Çalışan Çocukların Rehabilitasyonu’ projesi, çocukların okuma sevgisinin
artmasında önemli rol oynuyor. Hatta öyle ki, Batman, Şanlıurfa ve
Gaziantep illerinde, Mart ayı başından beri hemen hemen her hafta çeşitli
yazar ve tiyatro sanatçılarının katılımıyla düzenlenen Okuma Günleri’nde
en çok ‘Nasıl yazar olunur?’ sorusu soruluyor.
Şanlıurfa’da sokakta çalışan çocuklar, edebiyatın yanı sıra, resim
yapmaktan da büyük zevk alıyor. Toplum Merkezi’nde gerçekleştirilen
resim derslerine katılanlar, yarattıkları eserleri 24 Nisan-1 Mayıs
tarihlerinde Şanlıurfa Belediyesi Sergi Salonu’nda sergilediler. Açılışını
Şanlıurfa Valisi Yusuf Yavaşcan’ın yaptığı sergiye halkın ilgisi çok fazlaydı.
Eserlerini görmeye gelenleri heyecanla karşılayan çocuklar, kendilerine
fırsat verildiğinde neleri başarabileceklerini kanıtladı.
Okuma Günleri’nin konuklarından Cemil Kavukçu’yla söyleşi
Okuma Günleri’nin 17-18 Nisan’da düzenlenen Şanlıurfa ve Gaziantep
ayağına katılan sanatçılardan biri, yazar Cemil Kavukçu idi. 8-14 yaş arası
çocukların ‘Cemil Abi, yazar nasıl olunur?’ diyen merak dolu sorularına,
‘Yazmak için önce çok ama çok okumak lazım,’ tavsiyesinde bulunan Cemil
Kavukçu’nun 9’u öykü, 3’ü roman olmak üzere 12 kitabı var. Bir de, yazdığı
kitaplarda yeralan, çocuklara yönelik öyküleri biraraya topladığı bir çocuk
kitabı.
Şanlıurfa’da kendisiyle kitaplardan,
farklılıklardan ve tabii ki sokakta
yönlendirilmesinden konuştuk:
eğitimden, sosyo-ekonomik
çalışan çocukların eğitime
UNDP Türkiye: BM Kalkınma Programı ve GAP Bölge Kalkınma
İdaresi’nin Can Yayınları’nın katkılarıyla yürüttüğü ‘Okuma Günleri’ne nasıl
dahil oldunuz?
Cemil Kavukçu (C.K.): Can Yayınları bana bir çağrı yaptı, ben de böyle
bir projeyi severek kabul ettim. Ancak projenin boyutunu, nasıl olacağını
tam olarak bilmiyordum, burada yaşayarak gördüm. Benim için çok iyi bir
deneyim oldu, bir çok yönden çok iyi oldu. Edebiyatla tanışma imkanı çok
zor olan bir kesimle bir araya geldik. Sokakta çalışan çocuklar, kitap alacak
parası olmayan çocuklar, evlerinde kitap okunmayan, kitaba ve belki
gazeteye, dergiye çok uzak ailelerin çocukları... Ama onların içindeki
yaratıcı gücün ne olduğu bilemiyoruz. Bu güç ne yazık ki yalnızca
tesadüflerle ortaya çıkıyor. Onların içinde belki yazarlar, sanatçılar var ama
doğuş önceliği denilen, göz ardı edilemeyecek bir olgu da var hayatta. Bu
çocukların doğduğu yer burası, yaşadığı koşullar bunlar. Ancak, eğer
içlerinden birisi, böyle okuma günlerinde kendisini keşfederse, bu ne
büyük bir kazanç, ne büyük bir mutluluktur. Onu bir kenara bırakalım,
kitapla tanışırlarsa, okumayı severlerse, onlara okunan öykülerden
kendilerine pay çıkarıp ‘Biz de kitap okuyalım’ derlerse, bunlar da büyük
kazançtır. Kitap okunmadığından yakınıyoruz bugün, bu gibi aktivitelerle
kitap okuma oranını yükseltebilirsek ne mutlu bize.
UNDP Türkiye: Bir söyleşinizde ‘Kasabada kalsaydım hiçbir şey
yazamazdım, benim yazmamı sağlayan şey büyük kentlerin kültürel
ortamı’ demişsiniz. Az gelişmiş bölge çocuklarının da imkansızlıklar
yüzünden gerçek potansiyellerini kullanamayacağını düşünüyor
musunuz?
C.K.: Tabii, kesinlikle düşünüyorum. Kasabadayken de okuyan biri
olmama rağmen, eğer kasabada kalıp büyük kentin kültürel ortamında
bulunmasaydım, ben ancak bir süre daha okuyacak, belki günlük tutacak
veya anılarımı yazacaktım ama bunlar asla ortaya çıkmayacaktı; ben yazar
yanımla tanışamayacaktım. Ben çok şanslıyım ki tanıştım, ancak
tanışmamış bir çok insan olduğunu da düşünüyorum, hatta bu yanıyla
tanışmadan göçüp giden insanlar da var. Yetenekleri saklı kalmış insanlar
için bir çok imkanlar yaratılmalı, herkes elinden ne geliyorsa yapmalı
bence.
Okuma Günleri’ne katılmaktan o kadar mutluyum ki, nereye çağırılırsam
çağrılayım seve seve giderim, işim varsa işimi bırakır giderim. O çocuklarla
tanışmaktan, onlara öykümü okumaktan, onların ilgiyle dinlemesinden,
soru sormalarından çok mutlu oldum. Çünkü çocuklar dinlerken düşlüyor,
anlattığınız öykü kahramanını gözünde canlandırıyor. Kahraman kitapta
her ne yapıyorsa, çocuklar aynılarını bir kez de kendi kafalarında
yaratıyorlar; böylece katılım gösteriyor ve kitabımı yeniden üretiyorlar.
Örneğin, benim okuduğum öyküdeki Sarı isimli çocuk, her birinde başka
bir Sarı oldu; başka bir sokakta yürüdü, başka bir patronla karşılaştı.
Hepsinin kafasında başka bir şey canlandı. Benim yazarken
düşündüğümle onların okurken düşündüğü çok farklıydı. Çocuklarla
karşılıklı bu alışverişi yapmak çok güzeldi.
UNDP Türkiye: Türkiye’de bölgeler arasındaki
farklılıkların azaltılmasında projeler etkili mi?
sosyo-ekonomik
C.K.: Bence etkili. Ancak Okuma Günleri gibi bir projenin Mart-Haziran
dönemi içinde sınırlı kalmaması gerekir. Böyle bir şeye başlanmışsa
önümüzdeki yıllarda da bunun sürmesi gerekir, daha birçok yazarın buna
katılması gerekir. Çocuklar her birinden farklı bir şey alacaktır, önlerine
farklı bir ufuk açılacaktır. Çünkü bu proje bittiği zaman çocuklar unutacak
yapılanları veya belki akıllarında hoş bir anı olarak kalacak: Bir yazar geldi,
bir öykü okudu... Ama yazarlar hep gelirse, öyküler hep okunursa, bu artık
bir anı olmaktan çıkar ve yaşamlarına yön veren, onları etkileyen bir
gerçeklik olur.
UNDP
Türkiye:
değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de
eğitimin
durumunu
nasıl
C.K.: Ben eğitimin durumunu acıklı değerlendiriyorum. Hala tartışılan bir
müfredat meselesi var, her gün kitaplar değiştiriliyor. Çağdaş eğitim
düzeyine ne yazık ki ulaşamadık. Türkiye’de iki farklı eğitim sistemi var;
birisi ekonomik gücü yerinde olanların çok rahatlıkla yararlandığı bir
eğitim sistemi, diğeri ise ekonomik gücü olmayanların devam ettiği
sistem. Yani devlet okullarında okuyanlar ve tabii ki gelişmesini
tamamlayamamış ya da az gelişmiş bölgelerdeki okulların çocukları.
Bunların durumları çok vahim. Büyük kentlerin çocukları daha ilkokuldan
itibaren bir yarışa hazırlanıyorlar, amaç iyi bir üniversiteye girmek. Ancak
iyi bir üniversiteye girmek de yetmiyor, çıkınca iyi bir iş sahibi olmak da
gerekiyor. Bu tür bölgelerdeki çocukların ise böyle bir şansı yok. Belki bu
bölgelerdeki bazı zengin kişiler bu şansı yakalayabilirler ki yine de onların
büyük kentlere göre şansları biraz daha düşük. Ama onun dışındaki
kalabalık bir kitle ne yazık ki 8 yıldan sonra devam etmiyor ya da diyelim
liseyi de okudular, ama orada kalıyorlar. Ayrıca bu okudukları onları
geleceğe hazırlamadığı gibi, okulda geçen yıllar onların bir meslek
edinmesini de engelliyor. Böylece ortada kalan bir gençlik ortaya çıkıyor.
UNDP Türkiye: 2003/04 öğretim yılı için ilköğretime devam eden
öğrenci yüzdesi %91.95 olarak açıklandı ancak bu sayı orta öğretimde
%46.47’ye ve yüksek eğitimde %13.09’a kadar düşüyor. Zorunlu eğitim
çocuklara ve özellikle ailelerine eğitimin önemini kavratmakta yetersiz mi?
C.K.: Yanlız o değil ki, ekonomik bir neden de var. Herkes çocuğunu
kurslara gönderemiyor, özel okullarda okutamıyor. Bence eğitim bu tip
yerlere kaymış durumda, herşey orada veriliyor. Diğerler ise biraz mahrum
okuyorlar, zaten güçleri yok. 8 yıllık zorunlu eğitim okuma-yazma
öğretmekten başka ne veriyor ki? Düşük olan okuma oranı, ekonomik
nedenlerden ötürü gittikçe düşüyor.
UNDP Türkiye: 2004 yılı için açıklanan 15 yaş üstü okuma-yazma oranı
%88.3 ancak Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in bir konuşmasında
belirttiği üzere*, kitap okuma oranı %4,5. Okumayı bilmek okuyor olmak
anlamına gelmiyor maalesef.
C.K.: Zaten okulda verilen okul başarısı ile hayat başarısı aynı şey değil.
Hayat başarısını kazanması için bir çocuğun okul dışında da kendisini
yetiştirmesi gerekiyor, okuması gerekiyor. Bugün iyi bir üniversiteyi iyi
derece ile bitirmiş iki genci örnek olarak alalım: Birisi sadece okulda verilen
kitapları okumuş, derslerini çalışmış. Diğeri ise okul sırasında başka
kitaplar da okumuş, film izlemiş, tiyatroya gitmiş, kültürel olarak kendini
yetiştirmiş. Bir iş başvurusunda o tercih edilecektir. Mülakatta onun
konuşması, beden dili, davranış tarzı hemen kendini ortaya koyacaktır,
çünkü işveren öyle bir insandan yararlanacak, diğerinden değil. Burada
okul başarısı bir anda sıfıra iniyor, hayat başarısı önem kazanıyor.
UNDP Türkiye: Ama bu bahsettiğiniz daha çok eğitim seviyesi yüksek
şehirlerdeki gençlere yönelik bir karşılaştırma değil mi? Güneydoğu’da
kendini söylediğiniz şekilde yetiştiremeyen, sadece okula gitmişlikle
yetinmek zorunda olanlar var.
C.K.: Evet var. Ama diyelim ki biz onlara bir biçimde okumayı sevdirdik,
okuma alışkanlığı edindirdik, büyük şehirdeki olanakları olmasa da, o da
kendisini bulmaya başlayacaktır, kendisini oluşturmaya başlayacaktır.
Hangi alanda ne yaparsa yapsın, kitap okumayandan daha farklı, daha
avantajlı olacaktır.
UNDP Türkiye: Kalkınma ile okuma arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
C.K.: Birebir ilişkisi var. Zaten bakıyorsunuz, ülkenin kalkınmış bölgeleri
arasındaki okuma oranı ile kalkınmamış bölgeleri arasında bir uçurum var.
Yani topyekün bir kalkınma gerekiyor. Tabii, çok karmaşık bir sorun
aslında. Kalkınmamış bölgelerde okuma oranı az, okuma oranı az olduğu
için de kalkınma yavaş. Aşılması zor bir kısır döngü var.
UNDP Türkiye: Şanlıurfa ve Gaziantep’te gerçekleştirilen “Okuma
Günleri”nden edindiğiniz izlenimler neler?
C.K.: Çocukların böyle aktivitelere çok aç olduklarını gördüm. Onların
ayağına bir yazar gelmiş, bir tiyatrocu gelmiş. Bu onlara önem verildiğni
gösteriyor çocuklara. Belki yaşamlarında ilk kez önemsendiklerini, onlara
bir şey verildiğini, onlarla konuşulduğunu, fikirlerinin alındığını görüyorlar,
kendilerine güvenleri artıyor. Bizim onlara bu güveni vermemiz çok
önemli. Ben gençlerin, çocukluklarından başlayarak, güvensiz biçimde
yetiştiklerini, kendilerine ve yaşama karşı güvensiz olduklarını, nereye
çekilirse oraya gidecek bir boşlukta yaşadıklarını görüyorum. Bu gibi planlı
bir şekilde yapılan aktivitelerle gençlere en azından özgüven
kazandırabiliriz diye düşünüyorum.
UNDP Türkiye: Daha önce böyle bir aktiviteye katılmış mıydınız?
C.K.: Hayır ilk kez katılıyorum. Daha önce, okullardan gelen çağrılarla
katıldığım okuma günleri ve söyleşiler olmuştu, ancak sokakta çalışan
çocuklara yönelik böyle bir faaliyette bulunmamıştım.
UNDP Türkiye: “Okuma Günleri”ne tekrar katılmak ister misiniz?
C.K.: Kesinlikle, her zaman.
Güneydoğu
Anadolu’da
Azaltılması Programı:
Sosyo-Ekonomik
Farklılıkların
GAP İdaresi tarafından 1997 yılından itibaren yürütülen "Sürdürülebilir
Kalkınma Şemsiye Programı"nın devamı olan "GAP Bölgesi'nde Entegre
Bölgesel Kalkınmanın Güçlendirilmesi ve Sosyo-Ekonomik Farklılıkların
Azaltılması - Aşama II", 20 Aralık 2004 tarihinde GAP İdaresi, Dışişleri
Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı (UNDP) ile imzalandı ve yürürlüğe
girdi.
Programın ikinci aşaması, GAP Bölgesinde dezavantajlı grupların (kadın,
gençler ve sokakta çalışan çocuklar) sosyal gelişimini sağlamayı ve
bölgesel kalkınma projelerinin planlama, yönetim ve uygulaması için
kapasite geliştirilmesini kapsıyor. Mali desteği, İsviçre Hükümeti tarafından
sağlanan program, Ağustos 2006'da tamamlanacak.
GAP Programı kapsamında, bugüne kadar, bölgede 9 ilde toplam 30 Çok
Amaçlı Toplum Merkezi (ÇATOM) kuruldu. ÇATOM'ların pazarlama
altyapılarını oluşturmak ve kurumsal sürdürülebilirliklerini sağlamak amacı
ile kadınlar biraraya getirilerek kooperatifleşmelerinin yolu açıldı.
Kadınların, şehirlerinde düzenli olarak kurulan yerel pazarlarda kendi
ürettikleri ürünleri satabilmeleri sağlandı. Güneydoğulu kadınların
ürünlerinin, Avrupa ülkelerindeki ‘Adil Ticaret’ uygulaması çerçevesinde,
dış pazarlara açılmasına önayak olundu.
Gençlerin iş dünyasına atılımlarını kolaylaştırmak, gençler ile özel sektör
arasında bir bağ yaratmak amacı ile 'Ulusal Staj Programı' başlatıldı. Ayrıca,
Siirt’te 600 gence, tekstil sektöründe istihdam garantili mesleki eğitim
vermek üzere UNDP, GAP Bölge Kalkınma İdaresi, Habitat ve Gündem 21
Gençlik Derneği ve Sancak-Arat Denim Tekstil A.Ş. bir anlaşma yaptı.
Tüm bu aktivitelere ek olarak, “Velim Olur musun?” kampanyası başlatıldı
ve sokakta çalışan birçok çocuk eğitim masraflarını karşılayacak gönüllü
veliler bulundu.
1- Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik'in "Okuma Kültürü ve
Okullarda Uygulama Sorunları" konulu panelde yaptığı açılış
konuşmasından. (6 Aralık 2004)
İlk Uluslararası Mayın Günü
Bu yıl, 4 Nisan tarihi, “Uluslararası Mayın Duyarlılığı Günü”
olarak belirlendi.
Ankara, Mayıs 2006
Kara mayınlarının tehlikeleri konusunda karamsar bir tablo mevcut. 1990’lı
yıllarda mayın patlamaları nedeniyle her yıl 26,000 kişi ölüyor ya da
yaralanıyordu. Bu rakam son yıllarda inişe geçti. Ancak yine de çatışma
günlerinden kalma, toprak altına gizlenmiş olan mayınlar her yıl 15,000 ila
20,000 insanın ölmesine ya da sakat kalmasına yol açıyor. Mayınlar bir
askerin postalıyla, masum bir çocuğun futbol topu arasında fark
gözetmiyor.
Dünyadaki toplam mayın sayısına gelince: 70 ülkede yaklaşık 110 milyon
mayın olduğu tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler’in yürüttüğü bir
araştırmaya göre en çok mayının gömülü olduğu ülkeler şunlar:
Afganistan, Angola, Bosna Hersek, Kamboçya, Hırvatistan, Eritrea, Irak,
Mozambik, Namibya, Somali, Nikaragua ve Sudan. Adı geçen bu 12 ülke
dünyadaki mayınların yüzde ellisini topraklarında barındırıyor. Aynı
şekilde, mayın nedeniyle en büyük can kaybı ve yaralanma da bu
ülkelerde meydana geliyor.
Annan’ın açıklaması
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan bu ilk mayın günü nedeniyle
yazılı bir açıklama yaptı:
‘Kara mayınları savaşın acımasız aletleridir. Çatışmaların üzerinden onlarca
yıl geçse bile toprağın altında sinsi şekilde saklanan mayınlar hala öldürüp,
sakat bırakabiliyor. Bu nedenle 20’nci yüzyılın savaşları 21. yüzyılda
ölümlere yol açıyor; her saat başı yaralanma ve can kayıpları meydana
geliyor. Tek bir mayın bile – ya da mayın olduğu korkusu - koca bir
toplumu rehin tutabiliyor. Çiftçilerin ekim yapmasını engelleyebileceği
gibi evlerinden edilmiş insanların geriye dönüşünü zorlaştırabilir; hatta
çocukların bile oyun oynamasını engelleyebilir. Mayınlar insani yardımların
yerlerine ulaşmasını; barış gücü askerlerinin yerleşmesini engelliyor. Silahlı
çatışmalara sahne olmuş ülkelerde kara mayınları yeniden yapılanma ve
canlandırmanın önündeki en büyük engellerden birisidir.’
Türkiye’de durum
Uluslararası Kara Mayınlarını İzleme grubunun geçen sene yayınladığı
rapora göre Türkiye’nin sınır bölgelerinde toplam 920.000 mayın
bulunuyor. Türkiye hükümeti 2003 yılında mayınları yasaklayan
uluslararası bir anlaşmayı imzaladı; uygulamaya ise 2004 yılının Mart
ayında başlandı. Anlaşma uyarınca Türkiye mayın üretimine ve ithalatına
son verdi.
Kimi tahminlere göre, kara mayınlarının büyük bölümü Suriye sınırında
bulunuyor; tahminen 650,000 mayından bahsediliyor. Resmi verilere göre
Türkiye mayın yerleştirmeye ilk olarak 1959 yılında başladı. Hükümet
böylece sınırdan kaçak geçişleri engellemeyi amaçlıyordu. Tahminlere
göre sadece 1989/1992 döneminde doğu ve güneydoğu illerine yaklaşık
40,000 mayın yerleştirildi.
Uluslararası tablo
2004 yılında mayınlara karşı yürütülen kampanyalarda kullanılmak üzere
400.000 Amerikan doları bağışta bulunuldu. Bunun 100.000 doları
ABD’den geldi. Afganistan bu yardımdan en büyük payı alan ülke oldu;
sadece Afganistan’a 90.000 dolar verildi.
Ancak bütün bunlara rağmen mayın üretiminin engellenmesi,
depolanmasının ve transferinin durdurulması için yapılan çalışmalar daha
verimli sonuçlar doğurabilirdi.
Birleşmiş Milletler kara mayınlarından ve savaşlardan kalma patlayıcı
maddelerden arındırılmış bir dünya istiyor. Tek tek insanların ve
toplumların güvenli bir ortamda yaşamalarını; kalkınmalarına destek
vermeyi; mayın ya da savaştan kalma patlayıcılardan zarar görenlere
yardım etmeyi ve topluma yeniden kazandırılmalarını hedefliyor.
Fon, program ya da ajans olarak, Birleşmiş Milletler toplam 14
departmanda kara mayınlarıyla ilgili yardımda bulunuyor. Birleşmiş
Milletler’in bazı kolları sadece belli gruplara yardım ulaştırmayı hedefliyor.
Örneğin mülteciler, zaman zaman, yardım eli uzatılan gruplar arasında
yeralıyor. Birleşmiş Milletler bünyesindeki kimi departmanlar insani kriz
durumlarıyla ilgilenirken, kimileri de doğrudan kara mayınları ile ilgili
çalışma yapıyor.
Sivil toplum örgütlerine
'Yerinden Olmuş Kişiler' semineri
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Sivil Toplum
Örgütleri için bir dizi eğitim semineri hazırlıyor. Yerinden
Olmuş Kişiler'e yönelik kapsamlı bir program hazırlanmasında
Türkiye hükümetinin desteklenmesini hedefleyen UNDP
programı
çerçevesinde
düzenlenecek
seminerler,
8-9
Haziran'da yapilacak.
Ankara, Mayıs 2006
Bu çalışma sırasında, Yerinden Olmuş Kişiler alanında çalışan Sivil Toplum
Örgütleri’ne ve diğer gruplara, BM’nin Ülke İçinde Yerinden Olmuş
Kişiler’le ilgili İlkeler Rehberi’ne uygun biçimde nasıl yardım edilebileceği,
bu alandaki yerel ve bölgesel koordinasyon çalışmalarına nasıl dahil
olunabileceği konularında eğitim verilecek.
Eğitim programının 30 Sivil Toplum Örgütü'ne verilmesi planlanıyor.
Eğitimi, merkezi Oslo’da bulunan Norveç Mülteci Konseyi adlı kuruluş
verecek.
Tarihçe
“Ülke İçinde Yerinden Olmuş Kişilere Destek Programı”, Birleşmiş
Milletler’in bir uzmanı tarafından hazırlanan raporu izliyor. Söz konusu
rapor 2002 yılında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Özel Temsilcisi
olan Francis Deng tarafından hazırlanmıştı. Francis Deng, bu raporunda,
Türkiye hükümetinin Yerinden Olmuş Kişiler'in sorunlarıyla ilgilenirken
sistematik bir yaklaşım geliştiremediğini vurguluyordu. Bunun üzerine,
hükümet, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’ne, Yerinden
Olmuş Kişiler'le ilgili politikalara temel oluşturabilecek, 'Türkiye Göç ve
Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması'nı yaptırdı. BM Genel Sekreteri’nin Ülke
İçinde Yerinden Olmuş Kişiler'le ilgili daha sonraki Özel Temsilcisi Walter
Kälin ise, 2005 yılının Mayıs ayında, Dışişleri Bakanlığı’nın daveti üzerine
yaptığı Türkiye ziyaretinde, Türk hükümetinin bu konudaki çalışmalarının,
yerinden olmuş kişilere umut verdiğini vurgulamış, bazı önerilerde
bulunmuştu.
Türkiye’de 1985 ve 1997 yılları arasında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde
çok sayıda kişi, terör ve silahlı çatışma ortamından kaçmak için evlerini
terk etmek zorunda kaldı. Bu açıdan Birleşmiş Milletler’in küresel
tecrübesi, Yerinden Olmuş Kişiler’in sorunlarıyla ilgilenmek için Sivil
Toplum Örgütleri ile yapılacak işbirliğinin bu yolda büyük bir katkı
sağlayacağına işaret ediyor. Böylece, toplumdaki duyarlılığın artması ve
hakkaniyete dayanan bir yardımda bulunulması hedefleniyor. Birleşmiş
Milletler Kalkınma Programı, bu yolla, Sivil Toplum Örgütleri'ne yardımcı
olarak, sorunun çözümü yolunda adım atılmasını sağlamaya çalışıyor.
'Uyuyan güzel' için yeni ufuklar
Yerel Gündem 21’in ( YG21) “Yerel Projelere Destek Programı”* çerçevesinde, tarihi
bir Or ta Anadolu kasabası olan Mustafapaşa’da uygulanan kültür rehabilitasyon
projesi tamamlandı.
Ankara, Mayıs 2006
Yerel Gündem 21’in (YG21) “Yerel Projelere Destek Programı”* çerçevesinde, tarihi bir Orta Anadolu kasabası
olan Mustafapaşa’da uygulanan ve yerel yönetimin, çalışma gruplarının ve Kent Meclisi’nin katılımıyla gerçekleştirilen
kültürel rehabilitasyon projesi, geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Ancak, “daha yapılacak çok iş var”, diyor projenin
temel taşlarından Süreyya Aytaş. “Sadece Mustafapaşa’nın mimari yapısını eski haline dönüştürmek için değil, kültürel
mirasını korumak için de eylem planımıza uygun olarak çalışmaya devam edeceğiz.”
Proje, yerel halkta ve gençler arasında kültürel mirasın korunması bilincinin artırılmasını, konunun demokratik
platformlarda tartışılabilmesini ve koruma ve restorasyonun önündeki engellerin ortadan kaldırılmasını amaçlıyor.
Projenin ilk aşaması, koruma ve restorasyon teknikleri üzerine eğitim seminerleri düzenlemeye odaklandı.
Mustafapaşa YG21 Genel Sekreteri ve Mustafapaşa Belediyesi Halkla İlişkiler Müdürü Süreyya Aytaş ile Belediye’nin
YG21 ile ortaklığı ve “Yerel Halkta Koruma Bilincinin Geliştirilmesi Projesi” hakkında konuştuk:
Süreyya Aytaş (S.A.): Mustafapaşa, Türkiye’nin merkezinde olmasına rağmen az tanınan, yerel halk tarafından ise
Kapadokya’nın “uyuyan güzel”i olarak bilinen bir kasaba. Uzun tarihi boyunca, ardında birçok mimari zenginlik
bırakan çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış. Şu an kasabada, koruma altında olan 100’den fazla konak var. Ancak,
eski haline kavuşturulması gereken birçok bina, yapı ve anıt da bulunuyor. Mustafapaşa’nın tarihi, doğal ve kültürel
mirası korunmaya muhtaç; yoksa “güzellerimiz” yakında yok olacak, bunun hepimiz farkındayız. Yerel halk bu yapıları
kendi başlarına koruyabilecek maddi güce sahip değil. Kasabanın mirasını korumak için bir planımız olduğu için
şanslıyız; fakat, bu yeterli değil; mükemmel bir sonucu garanti etmiyor. Daha ayrıntılı planlar uygulamamız gerekiyor.
UNDP Türkiye: “Yerel Halkta Koruma Bilincinin Geliştirilmesi Projesi”nin uygulanmasında zorluklarla karşılaştınız mı?
Mustafapaşa halkını ikna etmek zor muydu?
S.A.: Hem de hiç! Aksine, böyle bir restorasyon projesini isteyen yerel halktı. Kent Konseyi, Kadın ve Gençlik
Konseyleri ve yerel yöneticiler, herkes projenin yürüdüğünü görmek istiyordu. Proje masraflarının 2000 Amerikan
dolarlık kısmı Mustafapaşa’nın yerel yönetimi tarafından karşılandı. Ana sponsor ise, 17,925 dolarlık desteğiyle,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ydı.
UNDP Türkiye: Proje hangi aşamada?
S.A.: Proje resmen Aralık 2005’te başladı ve 12 Nisan 2006’da sona erdi. Ancak, bu sadece bir hazırlık projesiydi.
Projenin sürdürülebilir olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, 20 adet konakta nasıl bir restorasyon çalışması
yürüteceğimize dair bir proje teklifi sunduk. Bu 20 konak restore edildikten sonra halka açılacak. Mustafapaşa halkı
birinci projeden çok şey öğrendi; restorasyon projesi sırasında aynı hataları bir daha yapmazlar. Artık insanlarımız bu
konuda çok hassas ve dikkatli. Halkımızın kendini bu projeye ne kadar adamış olduğuna ben bizzat şahidim.
UNDP Türkiye: Sırada ne var?
S.A.: Daha önce de söylediğim gibi, proje şu anda resmen tamamlanmış durumda. Öte yandan, daha yapılacak çok iş
var. Mustafapaşa’nın mirasını korumak üzere ileriye doğru çok büyük bir adım attık. Proje başlamadan önce insanlar
bu konuda kötümserdi, ama şimdi bakış açısı iyimserleşti. Çevremizi geliştirmek için gerçekten de bir şeyler
yapabileceğimizi fark ettik. Proje bize yeni ufuklar açtı. Bu sebeple, Mustafapaşa’nın sadece mimari değil, kültürel
mirasını da korumak için eylem planımıza uygun olarak çalışmaya devam edeceğiz.
UNDP Türkiye: Mustafapaşa Belediyesi olarak YG21 Programı’ndan başka alanlarda nasıl yararlandınız? Türkiye'de,
programdan sizin kadar yararlanmayan diğer belediyelere neler önerirsiniz?
S.A.: YG21 Programı’na 2001 yılında dahil olmamızla birlikte, öncelikle bize önerilen, kasabanın durum raporunun ve
eylem planının hazırlanmasıydı. Bunun üzerine, Mustafapaşa Belediyesi ve Kent Konseyi çalışma grupları ortaklaşa
çalışarak, kasabanın tüm envanterinin yer aldığı bir mevcut durum raporu ve eylem planı hazırladı. Bu rapor bizim
kılavuzumuz oldu. Diğer tüm kentlerin de böyle bir raporu hazırlamaları gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca YG21
tarafından Kadın Meclisi, Gençlik Meclisi ve Kent Konseyi’nden seçilen birer kişiye verilen proje eğitimleri sayesinde
kasabanın sorunlarına yönelik projeler hazırlamaya başladık. YG21’in hedefleri doğrultusunda kasaba kadınlarının
sosyal hayata katılımı sağlandı ve özellikle turistik tesislerde olmak üzere belli iş yerlerinde çalışmaya başladılar. Şu
anda kasabamızda işsiz kadın oranı çok düşük. Benim için YG21’in Mustafapaşa’daki başarısı, kadınları evlerinden
çıkarıp sosyal hayata katması ve kendini ifade eden, kendi sorunun çözen kadın profilini oluşturması oldu.
Başka konularda da eğitim çalışmalarımız sürüyor. Örneğin, kasaba gençleri arasında ortak çalışma ve ortak karar
alma bilincini oluşturmaya çalışıyoruz. Kent Konseyi ve diğer çalışma gruplarımız ile birlikte kasabada özellikle
yönetişim konusunda ilerleme kaydettik; halkın yönetime katılmasını sağladık. Kasaba ile ilgili kararların öncelikle
Kent Konseyi’nde tartışılarak karar bağlanmasını ve daha sonra Belediye Meclisi’ne gitmesini sağladık. Kapadokya’da
başlatılan yerel kalkınma projesini Mustafapaşa’da da gerçekleştirerek kasabada özel bir vakıf üniversitesinin açılması
için Kent Konseyi ve Belediye Meclisi ile ortak çalıştık ve okulun açılmasına yardımcı olduk. Açılan üniversitenin amacı,
Kapadokya ve Mustafapaşa’daki ara eleman açığını kapatmak, yöreye özgü iş eğitimleriyle bölgedeki işsizliği azaltmak
ve göçü engellemek. Kapadokya Meslek Yüksekokulu’muz beş bölümüyle 2005-2006 eğitim-öğretim yılında eğitime
başladı. Okulda, normal eğitimin yanısıra, kasaba halkına da eğitim veriliyor ve onların sosyal ve kültürel tüm
etkinliklerden yararlanmaları sağlanıyor.
YG21 kasaba ve kasaba halkı üzerinde olumlu bir etkisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu etkinin sürdürülebilir
olması için başta tüm kasaba halkı, Belediye Başkanı ve ben elimizden gelen bütün çalışmaları yapıyoruz. Daha iyi
yaşanabilir bir Mustafapaşa için biz bunları yaptık ve diğer tüm kentlerin de bu oluşumun içinde yer almak için gayret
göstermeleri gerekir. Şunu da belirtmek isterim ki, YG21 bizim için yol gösterici oldu; ancak bütün başarılanlar
Mustafapaşa halkının gayretleriyle mümkün olmuştur. Bizim tek katkımız, bu gayretleri biraraya toplamak, bunları
harekete geçirmek oldu.
Küresel İlkeler ivme kazanıyor
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan iş dünyası, işçi
çevreleri ve sivil toplum liderlerinden oluşan 20 kişilik bir ekibi
Küresel İlkeler Sözleşmesi’nin kurul üyeliğine atadı.
Ankara, Mayıs 2006
Genel Sekreter'in atama kararı aralarında yerel “iletişim ağları”nın da
bulunduğu paydaşlar ile yapılan yoğun danışma sürecini izliyor. Ataması
yapılan üyeler daha önceki çalışmalarıyla Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne
bağlı olduklarını göstermişlerdi. Bu kişiler ayrıca yerel düzeyde bir iletişim
tabanına sahip olmaları nedeniyle de seçildiler. 20 kişilik bu kurulda 10
işadamı, işçi ve işveren örgütlerinden 4 temsilci ve sivil toplum
kuruluşlarından yine 4 temsilci bulunuyor. Geriye kalan iki üyelik de
Küresel İlkeler Sözleşmesi Ofisi’nin başkanı ve Küresel İlkeler Sözleşmesi
Vakfı’nın başkanından oluşuyor.
Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurulu, girişimin yönetim çerçevesinin anahtar
önemdeki bir bileşeni. (Diğer bileşenler: Üç yılda bir organize edilen
Liderler Zirvesi – bir sonraki Haziran 2007’de düzenlenecek-, Yerel İletişim
Ağları, yıllık İletişim Ağları Forumu, Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurumu ve
Kurumlararası Takım) Bu çerçeve 2004-2005 döneminde yapılan kapsamlı
gözden geçirmeden sonra uygulanmaya başladı.
Genel Sekreter'in himayesinde çalışacak olan Kurul, Küresel İlkeler
Sözleşmesi’nin devamlılığını sağlayacak ve daha da gelişmesine önayak
olacak. Kurul aynı zamanda girişim için stratejik bir danışman konumunda
olacak ve BM Küresel İlkeler Sözleşmesi Bürosu'yla, diğer katılımcılara ve
paydaşlara tavsiyelerde bulunacak. Kurul ayrıca, Sözleşme'nin
bütünlüğünün korunmasında rol üstlenecek; kurul üyeleri girişimin öncü
neferleri gibi olacaklar.
Küresel İlkeler Sözleşmesi Kurulu yılda bir defa toplanacak; açılış toplantısı
ise bu yaz Birleşmiş Milletler’in New York’taki merkezinde yapılacak.
Küresel İlkeler Sözleşmesi hakkında
1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından
başlatılan Küresel İlkeler Sözleşmesi önde gelen işadamlarını BM’ye bağlı
ajanslar, işçi grupları, sivil toplum ve hükümetle bir araya getirmeyi
amaçlıyor. Bu sayede insan hakları, çalışma hayatıyla ilgili standartlar,
çevre ve yolsuzlukla mücadele gibi alanlarda ilerleme kaydedilmesi
amaçlanıyor. Bugün gelinen aşamada bu girişime taraf olan şirketlerin
sayısı dünya genelinde 2 bin 500’e ulaştı; 90 ülkeden gelen bu şirketler,
dünyanın en büyük şirket hareketini oluşturuyor. Sayıları 45’i bulan yerel
“iletişim ağları” sayesinde Küresel Sözleşmenin ilkeleri ulusal ve bölgesel
düzeyde yaygınlaşıyor.
Şirketler Küresel İlkeler Sözleşmesi'ne niye katılmalı?
Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne katılmanın birçok yararı bulunuyor. Bunlar:
• Kurumsal Sosyal Sorumluluk’u güçlendirme konusunda öncü olmak
• Çoklu paydaşların olduğu bir ortamda, küreselleşme, sürdürülebilir
kalkınma ve kurumsal sosyal sorumlulukla ilgili güncel sorunlar için pratik
çözümler üretmek
• Kritik alanlarda girişimci davranarak risk yönetimi yapmak
• Hükümetlerin, iş dünyasının, sivil toplum örgütlerinin ve diğer
paydaşların güçlerini bir araya getirerek, BM'nin küresel ağını geliştirmek
• En iyi uygulama örneklerini ve tecrübeleri paylaşmak
Koç Holding, “Küresel İlkeler Sözleşmesi”ne taraf oldu
Türkiye’de Küresel İlkeler Sözleşmesi ile ilgili girişim Mart 2002 yılının Ekim
ayında UNDP’nin İstanbul’da organize ettiği bir günlük etkinlikte
başlatılmıştı. O günden bu güne Küresel İlkeler Sözleşmesi'ne 60’tan fazla
Türk şirketi taraf oldu. Sözkonusu girişim, UNDP’nin, İstanbul’da Özel
Sektörle İşbirliği Projesi için geçen yaz açılan bürosuyla ivme kazandı.
Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne son katkı Türkiye’nin önde gelen işvereni Koç
Holding’in yönetim kurulu başkanı Mustafa Koç’tan geldi. Mustafa Koç, 30
Mart’ta New York’ta Genel Sekreter Kofi Annan’ın da katıldığı imza
töreninde yaptığı konuşmada, şirket olarak büyürken aynı zamanda
toplumsal sorumluluklarının da farkında olduklarını söyledi. Küresel
Sözleşme’nin Başkanlığını yürüten George Kell de, Koç grubunun yaptığı
katkıyı memnuniyetle karşıladıklarını belirtti.
Küresel İlkeler, İstanbul ve Kuzey Kıbrıs'ta tanıtıldı
Halkla ilişkiler şirketlerinin son derece önemli olduğunun farkında olan
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 15 şirketin temsilcilerine Küresel
İlkeler Sözleşmesi ile ilgili bir sunum yaptı. Sözkonusu sunum İstanbul’da
20 Nisan tarihinde yapıldı. Bir günlük toplantı halkla ilişkiler şirketlerini
biraraya getiren şemsiye örgüt, İletişim ve Danışma Şirketleri Birliği,
tarafından düzenlendi. Katılımcılara Birleşmiş Milletler’in Küresel İlkeler
Sözleşmesi hakkında genel bilgi verildi. Bu çerçevede Sözleşme'nin
uygulanması ve şirketlerin sosyal sorumluluğu hakkında sunumlar yapıldı.
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın İstanbul Özel Sektörle İşbirliği
Proje Ofisi, halkla ilişkiler şirketlerine yönelik etkinliklerine, önümüzdeki
haftalarda devam edecek.
UNDP İstanbul Proje Ofisi, 25 Nisan tarihinde de, Kuzey Kıbrıs’ta, Küresel
İlkeler Sözleşmesi’nin tanıtıldığı bir toplantıya katıldı. Kıbrıs’taki UNDP
Temsilciliği’nin daveti üzerine yapılan toplantının açış konuşması, Kıbrıs
Türk Yönetimi’nin Ekonomi Bakanı Derviş Kemal Deniz tarafından yapıldı.
Toplantıya, sanayi ve ticaret odalarıyla, sivil toplum kuruluşlarının
temsilcilerinin yanısıra, akamisyenler katıldı.
İstanbul'da 'Sürdürülebilir
Kalkınma' sergisi
EDUCAIDE Derneği, Beyoğlu Belediyesi, Fransız Kültür Merkezi
ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Nisan ayında,
İstanbul’da, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ konulu bir fotoğraf
sergisi düzenledi.
Ankara, Mayıs 2006
Serginin, toplum, çevre, eğitim ve sanayi olmak üzere dört ana teması
bulunuyor. Bu yıl ikincisi düzenlenen serginin temel amacı, halkın
sürdürülebilir kalkınma konusunda bilinçlendirilmesini sağlamak.
Sergiye fotoğraflarıyla katkıda bulunanlar, genellikle çocuklardı.
Öncesinde, EDUCAIDE Derneği, Beyoğlu’ndaki 17 ilkokuldan seçilmis 50'ye
yakın çocuğu 2 gün boyunca sürdürülebilir kalkınma konusunda
bilgilendirmiş; çocuklara toplum, çevre, eğitim ve sanayi konularında
eğitim vermişti. Daha sonra çocuklara fotoğraf makinaları dağıtılıp, kendi
hayatlarından sürdürülebilir kalkınma üzerine fotoğraflar çekmeleri
istendi. Sergiye bu çocukların yanısıra, İstanbul'da yerleşik 34 sivil toplum
kuruluşu, kendi çalışma alanlarıyla ilgili fotoğraflar ve istatistiklerle katıldı.
UNDP Türkiye Daimi Temsilci Yardımcısı Sarah Poole, serginin açılışının
yapıldığı Fransız Kültür Merkezi’ndeki konuşmasında, Birleşmiş Milletler’in
sürdürülebilir kalkınma ile ilgili bütün çabalara destek verdiğini;
sürdürülebilir kalkınmanın, ancak ve ancak, toplumdaki bütün kesimlerin
katılımıyla mümkün olabileceğini söyledi.
Sürdürülebilir kalkınma
Sürdürülebilir Kalkınma, ‘günün ihtiyaçlarının, gelecek kuşakların
ihtiyaçlarının karşılamasında sıkıntı yaratmayacak şekilde giderilmesi’
anlamına geliyor. Kaynakların kuşaklar arasında adil paylaşımından,
çevreye geri döndürülemeyecek zararlar verilmemesinden ve doğal
kaynakların tüketilmemesinden, şimdiki kuşak sorumlu. Gelecek kuşaklar,
günümüzde yapılan hataların faturasını ödememeli.
Aslında, dünya, karşı karşıya olunan sorunla henüz tam olarak yüzleşmedi.
30 yıl sonra yeryüzünde fazladan 2 milyar insan yaşıyor olacak. Bugün
dünya nüfusunun yüzde 40’ı temiz suya ulaşamıyor. Eğer bu şekilde
devam ederse bu oran 2030 yılı itibarıyla yüzde 50’ye yükselecek; Asya’nın
batı bölgelerinde bu oran yüzde 90 olacak. Dünya, balık nüfusunun üçte
birinin ve memelilerin dörtte birinin nesillerinin tükenme riskiyle karşı
karşıya. Halihazırda varoşlarda toplam bir milyar insan yaşıyor. 2010 yılına
kadar, şehirlerde yaşayan nüfusa bir milyar kişi daha eklenecek ve bu artış
devam edecek. Bir süre önce yayınlanan Dünya Bankası raporuna göre,
gelişmekte olan ülkelerde engellenebilir hastalıkların beşte biri hava
kirililiği ve kirli su gibi çevre sorunlarından kaynaklanıyor.
UNDP gelişmekte olan ülkelerin ekolojik, sosyal ve ekonomik
faaliyetlerinde sürdürülebilir kalkınma anlayışını yerleştirmeyi ve teşvik
etmeyi amaçlıyor; bu sebeple toplumu bilinçlendirmek ve ilgisini çekmek
için çalışmalar yapıyor. Zira, sürdürülebilir
yerleşmesinde toplumun vazgeçilmez bir rolü var.
kalkınma
anlayışının
AB adayları ve yeni üyeler için
kılavuz
UNDP, geçtiğimiz haftalarda, AB ile ilgili bir kılavuz raporun
yayınlanmasına destek oldu.
Ankara, Mayıs 2006
Kılavuz esas olarak Avrupa Birliği'ne yeni üye olan ülkeler ile üye olmaya
hazırlanan ülkelerde - merkezi hükümet düzeyinde - politika üretimi ve
uygulanmasında işbirliğini ve etkinliği artırmaya yardımcı olmayı
amaçlıyor.
Kılavuz, merkezi, Slovakya'nın başkenti Bratislava'da bulunan NISPAcee
örgütü tarafından hazırlandı. Bu örgüt, Avrupa genelinde, kamu yönetimi
alanında faaliyet gösteren kurumlar ile okullar arasındaki koordinasyonu
sağlıyor.
NISPAcee'nin başkanı kılavuzun bölgedeki politika danışmanları ile
akademik kurumlar ve okullara doğrudan yardımcı olmayı amaçladığını ve
bu sayede danışmanlık kapasitesinin geliştirilmesinin hedeflediğini
belirtiyor.