1 BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI YAZAN

Transkript

1 BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI YAZAN
BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI
YAZAN:UÇAR DEMİRKAN
EMEKLİ MALİYE MÜFETTİŞİ
ÖNSÖZ
Emekli olunca ne yapacağımı meslekdaşlarımla konuşuyordum”Üstad;ilginç anıların
var.Yitmesinler..Onları yazarsın”dediler.Ben de;emekli olmadan bu işi yapıp
bitireyim dedim ve bu anıları yazdım.Emeklilikte rahat etmek istiyordum.Sağlığım
yerinde olursa;yurdu ve evreni gezecektim.
Anıların “Edebi değeri”nin de olması gerekir.Benimkiler öyle
olmadı.Çünkü;mesleğimle ilgiliydiler.Bir tür müfettiş raporu gibi oldu.
Olsun;önemli olan biçem değil;anıların içeriği..Böyle düşününce;iyi bir çalışma
olduğunu varsayıyorum.Anıları değerlendirecek olanlar;bunları okuyanlar olacaktır.
Anılarda bazı isimler var.Bunlar;hep gerçek olaylarda yeralmış kişilerdir.Çeşitli karşı
çıkmalar olabilir.Her anıda bun lar oluyor.Diyecek başka bir şeyim yoktur.
Ben;Maliye Teftiş Kurulu’nun en şaşaalı değil ama;oldukça iyi dönemlerini
yaşadım.Mesleğe ilk başladığımda müsteşarlardan daha çok maaş alıyordum..Şimdi
ise;daire başkanından da az maaş alıyorum.
Mesleğe başladığımda;bir bakan denli yaygın ve güçlü yetkilerim vardı.Onları da
kırptılar ve kuşa döndürdüler.
Sonuçta;günümüzde Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatmayı düşünüyorlar.
İşte;ben;teftiş kurulunun bu geriletilmesi olgusunu başından sonuna yaşadım ve
anılarımda da vurgulamağa çalıştım.
Yolsuzluklarla etkili savaşım yapılacaksa;Maliye Teftiş Kurulu gibi örgütlere
gereksinim vardır.Yoksa;o zaman bu kurulun kapatılmasına üzülmemek gerekir.
Kendimi;bu açıdan “Son Mohikan”gibi duyuyorum.Ben de savaşımı yitirdim.Üstelik
yoruldum.Dinlenmek istiyorum.Kalın sağlıcakla
BAŞLANGIÇ:
1
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni 1961 Haziran’ında iyi derece ile bitirdim.İzmir’e
gelip;Haziran sıcaklarında İzmir’in İnciraltı semtindeki Belediye Plajı’nda
yüzerek,kumlara uzanarak yorgunluk atmaya başladım.
Benden bir yıl önce fakülteyi bitirmiş arkadaşlar “Sen deli misin?Ne işin var
buralarda.Dalga geçmek zamanı değil...Ankaraya git..Çalış...Müfettişlik sınavlarına
hazırlan ve gir.”dediler.İşte;müfettişlik serüvenim böyle başladı.
Önce;gazete ilanlarına baktım ve en yakın iki müfettişlik sınavına
başvurdum.Biri;Devlet Denizyolları A.O.;diğeri ise Maliye Teftiş Kuruluydu.
Ankara’ya gittim.Fakültenin yurdunda kalıp sınavlara hazırlanmaya başladım.Benim
gibi;onlarca mezun olmuş öğrenci;çeşitli sınavlara hazırlanıyordu.
Baktım;yurtta kalanlar arasında Ertuğrul Kumcuoğlu yoktu.Araştırdım.Bir dersten
Eylül’e bütünlemeye kaldığını öğrendim.Fakülteyi Haziran’da bitirmemişti.Çok
şaşırdım.Sınıfın akıllılarındandı.
Sonradan;bu konuyu kendisi ile konuştum.Ben Haziran ayında mezun olunca
bursum kesilmişti.O ise;Eylül’e bilinçli olarak bir ders bırakarak fazladan dört ay
daha devlet bursunu almayı sürdürmüştü.
Burs da burstu yani...Ayda 225 lira burs alıyorduk.27 Mayıs İhtilali’nden sonra;askeri
yönetim öğrencilere olan borcunu ödemiş;bursları 150 liradan 225 liraya
yükseltmişti.
O zamanlar bu para büyük paraydı.Örneğin;fakülteyi bitirip stajını tamamlayan bir
Kaymakamın eline ayda net 134 lira geçiyordu.Bu nedenle;birçok akıllı Mülkiyeli;o
dönemlerde fakülteyi çift dikiş giderek,sekiz yılda bitirmiştir.
Ertuğrul’un bu davranışı;sıkı bir maliyeci olacağının işaretiydi.Nitekim;Maliye
Müsteşarlığı’na kadar yükselmiştir...
Oysa;böyle davranmakla zararlı çıkmıştı.Çünkü ben sınavı kazanınca,Eylül ayından
itibaren ayda bin liraya yakın para aldım.O benden 6 ay sonra sınavı kazandı.Kaybı
daha çok oldu..Ne de olsa köylü kurnazlığı yapmıştı...
Ben yalnızca Maliye Müfettişliği sınavına başvurmuştum..Birçok arkadaş;ayni
zamanda Hesap Uzmanlığı sınavına da başvurmuşlardı.
Sınavlara hazırlanırken;Maliye Müfettişi Yıldırım Özdamar Mülkiye’ye gelerek bizleri
Teftiş Kurulu sınavına girmeye ve müfettişliği seçmeye kandırmaya
çalışıyordu.Sonradan;bu davranışın;Hesap Uzmanları Kurulu ile olan çekişme ile ilgili
olduğunu anlamıştım.Nitekim;o dönem sınavlarınde ben ve Cengiz Altuğ müfettişlik
sınavını kazandık.Diğer sınıf arkadaşlarımızın çoğu,Hesap Uzmanlığı sınavını
2
kazandılar ve Hesap Uzmanı oldular.Cengiz;Hesap Uzmanlığı yazılı sınavını da
kazanmıştı.Maliye Müfettişliğini seçip onun sözlü sınavına girdi.Hesap Uzmanlarının
sözlü sınavına girmedi.
Sözlü sınavı yapan kurulda eski Maliye Müfettişi olan zamanın Gelirler Genel
Müdürü olan Mesut Erez bey de vardı.Sonradan Maliye Bakanı da olmuştur.Bana
“rüsumu sitte”yi sordu.Osmanlı Devleti zamanında,devletin dış borçlarını tahsil
etmesi için Duyunu Umumiye İdaresi emrine verilmiş altı devlet harcını saymaya
başladım.Beşini saydım.Altıncıyı anımsamadım.İlle onu da
istiyorlardı.Anımsayamadığımı söyledim.İyi ki öyle yapmışım.Meğer atıp
atmayacağımı sınıyorlarmış...Böylesine zor bir sınavdı...
Ben bu arada;Denizyolları AO nın da müfettişlik sınavını kazandım.Yönetim,ne
diller döktü sözlü sınavlarına girmem için.ben,risk alıp Maliye Müfettişliğini seçtim
ve o kurulun sözlü sınavına girip başarılı oldum.
30 Ağostos 1961 tarihi itibariyle Gelirler Genel Müdürlüğünden naklen Maliye
Müfettiş Yardımcılığı(muavinliği)ne atamalarımız yapıldı.
Cengiz Altuğ birinci,Aydın Kezer ikinci,ben üçüncü sırada başarılı olmuştuk.Yeterlik
sınavı sonrasında;üç yıl sonra;bu sıra değişti.Ben birinci oldum.Cengiz ikinci,Aydın
üçüncü oldular.Bu durumun;Cengiz’i biraz üzdüğünü sonradan
anladım.Çünkü;güreşte gençler arası birincilik de dahil olmak üzere;yaşamı
birinciliklerle doluydu.Mülkiye’ye de 601 numara ile birinci olarak girmişti.Ertuğrul
yedinci,ben onyedinciydim.
Maliye Müfettişi olmam bütünüyle rastlantısaldır.Daha önceden;bu mesleğe girmek
isteği gibi bir isteğim olmamıştı.
Ama;bizlere çok yüksek bir maaş veriyorlardı.Bakanlıkların müsteşarlarından daha
çoktu bize her ay verilen maaş ve ekleri.Kendimi;birden çok büyük ve güçlü birisi
gibi duymuştum.
Sonradan;Maliye Müfettişlerinin gerçekten de çok seçkin ve büyük insanlar
olduğunu öğrendim ve anladım.
Müfettişlik serüvenim Eylül 1961 ayından itibaren böyle başlamış oldu.
İLK TURNE
3
Kurulda ilk günlerimizde bizlere demirbaş olarak birer çanta,bir daktilo makinası ve
18 ciltlik “Mali Kanunlar” mevzuatı verildi.
Daktilo yazmayı(iki parmakla doğal olarak) bu makinada öğrendim.Marshal
Yardımı’ndan verilmiş amerikan ordusu artığı güzel bir Remington marka yazı
makinasıydı.Uzun yıllar kullandım onu.
Onsekiz ciltlik Mali Kanunların herbir cildi 600 sayfalık idi.
O zaman Başkan Yardımcısı olan müfettiş Nail Çelenoğlu;bu kitapları hep yanımızda
taşımamız gerektiğini belirtti.
Ben de;bir asker bavulunu dolduran bu kitapları,ilk turne yerim olan Diyarbakır’a
taşımış;oradan İstanbula da taşımıştım.
Sonraki yıllarda;bunun gereksiz olduğunu gözledim ve üstadın bana küçük bir “şaka”
yapmış olduğunu anladım.
Ben de;başkan yardımcılığı yaparken ayni “şakayı” o yıl Maliye Müfettiş Muavini
olanlara yapmıştım.Sonradan;olayları anımsayıp çok gülerdik.
Biraz da insanlık dışı bir çalışma yöntemi olan turnelerden sözedeyim.
Maliye müfettişleri;kış aylarında İstanbul ve Ankara’da teftiş yaparlardı.Haziran
başlarında enaz dört ay süreli olarak Anadolu kentlerine teftişe
giderlerdi.Muavinler enaz altı ay Anadolu turnelerine katılırlardı.Aileden;çoluk
çocuktan uzak geçen aylar...Bu nedenle;Mülkiye’de İnek Bayramlarında idari şube
öğrencileri mali şube öğrencileri ile “Müfettişin parası pul karısı dul “ diye dalga
geçerlerdi.
Evet;ilk turne yeri olarak Cengiz Amasya’ya;Aydın Isparta’ya;en kıdemsiz olan ben
Diyarbakır’a gidecektik.Diyarbakır’a uçakla gitmem olanaklı iken;daha mevzuatı
bilmemekten dolayı;trenle gittim.Yolculuk;yaklaşık birbuçuk gün sürmüştü.
Tren Ankara’dan hareket edip Anadolu bozkırına dalınca;nasıl zor bir ortamda
geçecek yeni bir yaşama adım attığımı anladım.Ozamana kadar;Ankara’nın
doğusuna geçmemiştim.Oraları ve oralarda olanları kitaplardan,gazetelerden
okuyorduk.Şimdi ise;yaşayarak öğreniyordum.
Müfettişlerin yıllardır uyguladıkları turneye ilk olarak böyle başladım.
Diyarbakır’a;gördüklerim ve duyduklarım nedeniyle,moralim bir hayli bozuk
gidiyordum.İkinci gün,birden tren,bir büyük gölün kıyısından geçmeye
başladı.Sonradan;adının Hazar Gölü olduğunu öğrendiğim bu gölün gürünümü
moralimi biraz düzeltmişti.
4
Birden;gölde hızla giden bir sürat motoru gördüm.Motorun arkasında bir sarışın
bayan,bikinili olarak su kayağı yapıyordu.O yıllarda;böyle sahneleri filimlerde
görüyorduk.İzmir’de bile böyle bir şey görmemiştim.Bu da moralimi biraz daha
düzeltti.
Sonradan öğrendim.D iyarbakır’da Pirinçlik diye bir Amerikan hava üssü
vardı.Motoru kullanan orada görevli bir Amerikalı subay ve su kayağı yapan da
eşiymiş.
Keza;bu gölle ilgili bir başka öykü daha dinledim sonraları.
Demokrat Parti’nin “Su Müdürü” olan kişi (Sonradan Başbakan ve Cumhurbaşkanı
olmuştur)Diyarbakır’da Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü de yapmış .O
sırada;gölden kanallarla Diyarbakır’a ve ovalarına su getirip dağıtma projesi
oluşturulmuş.Ben de;ana sulama kanalını gelirken trenden görmüştüm.Kanallar
tamamlandıktan sonra;milletin aklına gelmiş.Acaba;Hazar Gölü suyu sulamada
kullanılabilir mi?Su analiz edilmiş ve sodalı olduğu ortaya çıkmış.Yani;sulamada
kullanılamazmış.Böylece;ana kanal ve yan kanallar için yapılmış onca yatırım;işe
yaramaz duruma gelmiş.
Benzeri bir olayı;1970 yılında Elazığ’da turne sırasında gözlemiştim.Orada
da;varolan tren yollarının bir kesimi Keban Baraj Gölü altında kalacağından;yeni
tren yolLarı yapılmış .Kamulaştırmalar yapılmış;yolların tesviyesi,mıcır dökümü
tamamlanmıştı.Neyse ki;raylar döşenmeden bir mühendis haritaya bakmış.Yeni
yapılan yolların da baraj gölü altında kalacağı anlaşılmış ve onca yatırım baraj gölüne
gömülmüştü.
Basından izlediğim kadarı ile;her iki yatırımın yolaçtığı zararın hesabı;kimselerden
sorulmamıştı.Yavaş yavaş;Türk vatandaşı olmayı öğreniyordum.
Sonraki yıllarda müfettişlik görevim yoluyla saptadığım yolsuzlukların çoğunun
hesabı sorulmamıştı.Bu durum;artan bir eğilimle günümüzde de
sürmektedir.Yolsuzlukları tartışıyoruz,yasalar çıkarıyoruz.Bir yandan da bu tür
suçluları sık sık affediyoruz.
Yine yolsuzluklar araştırılıyor,inceleniyor;ama,soruşturulmuyor.Demek ki;1960 lı
yıllardan 2003 yılına dek Türkiye’de pek bir şey değişmemiş.
İLK ÜSTADIM VE TEFTİŞİM
Trenden inince bir atlı arabaya binip Hükümet Konağı’na gittim.Beni;İlhan Özer adlı
genç bir Maliye Müfettişi’nin yanına yollamışlardı.
5
Amerika stajından yeni dönmüş üstadımın eşi hamile olduğu için onu Diyarbakır’a
getirmemişti.Eylül ayında olmamıza karşın;çok sıcak ve bunaltrıcı bir hava
vardı.Üstadın eşi Adana’da(muhtemelen )akrabalar yanında kalıyordu.İlhan Özer
üstad;cuma gecesi Adana’ya gidiyor;pazartesi sabahı dönüyordu.
27 Mayıs İhtilali sonrası olduğundan;onlarca ihbarı soruşturuyordu.Ayrıca;vergi
daıresi veznesinin sayımında veznedarın zimmeti(açığı)çıkmış;onu da
soruşturuyordu.Bana;vergi dairesinin muhasebe işlemlerini teftiş ettirmeye
başladı.Başka kötüye kullanmalar(suistimaller) var mı diye araştırıyorduk.
Diyarbakır’da ayrıca beş Hesap Uzmanı vardı.Onlar da turne yapıyorlardı.Vergi
mükelleflerinin beyanlarını ve hesaplarını denetliyorlardı.
Mesai saatleri dışında birlikte geziyor,yemek yiyip içki içiyor ve eğleniyorduk.
Geldiğimin üçüncü günü olmalıydı.Üstad;henüz Adana’dan dönmemişti.Bir başıma
teftiş yapıyordum.bir bayan memur çalıştığım odaya gelip bir vergi sorununu
anlattı.Ben de;Mülkiye’deki bilgilerime göre ahkam kestim,kız gitti.
Sonra;Hesap Uzmanlarına gidip olayı anlattım ve görüşümü söyledim.Bana güldüler
ve benim önerilerimin tam aksini belirten Bakanlık Genelgesi olduğunu söylediler.
Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldum.İlk aklıma gelen istifa edip işin
başında bu dikenli yollardan ayrılmaktı.Beni Hesap Uzmanları güçbela yatıştırdılar.
Önce odama dönüp kızı çağırdım ve tebliği öğrendiğimden söz ettim ve yaptığı
davranışı kınadım.Bu kez o korktu.Durumu üstada anlatabileceğimi düşünmüştü.
Böylece;müfettişlik yaşamımın ilk ve en önemli dersini almış oldum.Bu iilkeyi çok iyi
öğrenmiştim.
Teftişe,incelemeye,soruşturmaya başlamadan önce;o konudaki tüm
mevzuatı(yasalar,kararlar,tebliğler) iyice gözden geçirmek ve her yeni iş geldiğinde
yeniden öğrenmek gerekiyordu.
Bu kuralı kırk yılı aşkın meslek yaşamım boyunca eksiksiz uyguladım ve bir kez daha
yol kazasına uğramadım.Bir maliye müfettişi;tüm mevzuatı eksıksiz,herkesten iyi
bilmek durumundaydı.Günümüzde ne mümkün.!..
Diyarbakır’daki bir diğer ilginç anım;vergi dairesi hizmetlisi(odacı) ile ilgilidir.
Adamın tam on çocuğu vardı.Kendisi ile dalga geçiyorduk.Biraz daha gayret ederse
bir futbol takamı kuracağını söylüyorduk.O da “Bir çocuk daha yapacağım ve ben
takım kaptanı olacağım” derdi.
Gerçekte adam çok akıllıydı.Sorun;devletin nufus sayısını arttırma siyasalarından
kaynaklanıyordu.Çocuk sahibi olmayı özendirmek için devlet memurlarına “çocuk
6
başına 5 lira”çocuk zammı veriliyordu.Buma göre;odacının vergisiz 50 lira aylık ek
geliri oluyordu.
Maaşının neti 37,5 lira olan odacı;maaşından çok çocuk zammı
alıyordu.Neredeyse;çocuğu olmayan bir müdür kadar para geçiyordu eline.Bu
nedenle;durmadan çocuk yapmıştı.Allah karısına sabır versindi...
Sonradan;bu kez hızlı nufus artışını yavaşlatmak için bu uygulama
kaldırılmıştı.Günümüzde;o çocuk zammı uygulaması nedeniyle,sembolik denilecek
çocuk yardımı verilmektedir.
Diyarbakır’da,kaçaktan bir kol saati almak istedim.O güne dek hiç kol saatim
olmamıştı...
Üstaddan izin aldım.Bir parkta otururken dolaşan bir kaçakçıya saatin fiyatını
sordum.10 lira dediğinde çok şaşırdım.
Bana;satıcının önerdiği fiyatın yarısını önermem öğütlenmişti.10 lira çok düşük bir
fiyattı.6 liraya alırım,dedim..Adam hemen kabul etti.Demek ki;söylenenler
doğruymuş...1 lira kazıklanmıştım...
Diyarbakır’ın Çınar ilcesi kaymakamı;üstadın sınıf arkadaşı imiş.Bir hafta sonu
geldi;bizi Diyarbakır’dan resmi cipi ile alıp hafta sonu gezisine götürdü.Resmi cipte
kaymakam,üstadım,iki hesap uzmanı ve bir re’sen yetkili müfettiş muavini vardık.
Önce;Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’ne gittik.Tıpkı amerikan filimlerindeki
büyük çiftlikler gibiydi,.
Çiftliğin kapısından girdik,onlarca kilometre yol aldık ve sonunda yönetim binalarına
geldık.Çiftlikte çok değişik ürünler yan yana tarlalarda
üretiliyordu.Pamuk,karpuz,buğday,çeşitli meyveler,sebzeler...Çok güzel bir hafta
sonu geçirdik.
O sırada bir öykü anlattılar.Eski Maliye Müfettişlerinden Nedim Ökmen;zamanın
Tarım Bakanı olarak çiftliğe gelmiş.Yörenin ağaları;devletin çiftliği kendilerine
satmasını istemış.Liberal ekonomiden yana olan Bakana bu öneri çekici
gelmiş.Ancak;Ankara’ya döndükten sonra,gerçeklerle yüzyüze gelmiş.
Bir kez;çiftliğin bedeli,oralardaki ağaların servetlerinin karşalayamayacağı denli
büyükmüş.Ayrıca;bütçeye bu çiftlikten her yıl oldukça önemli bir gelir
geliyormuş.Kararından caymış...
Pazar günü;kaymakamın cipiyle Diyarbakır’a döndük.Dönüş sırasında serüvenler
yaşadık..
7
Önce;Mardin’in Kızıltepe’sine uğradık.Kasrı Konca adlı bir malikanede yemek yiyip
mırra kahve içtik.Esrar gibi baş döndürücü bir saf kahve içeceğiydi.
Diyarbakır’a gece dönüyorduk.Karayollarındaki bir köprü
yıkılmış,onarılıyordu.Bunu,bir gün önce gündüz Diyarbakır’dan gelirken
görmüştük.Dönerken;karayolları o yönden hiçbir uyarı işareti koymadığından;büyük
bir hızla üç-dört metre derinlikte bir kurudereye uçacaktık.Ertesi günün
gazetelerine manşet olacaktık...
Neyse ki;cipi kullanan kaymakamın yanındaki hesap uzmanı durumu fark
etmiş;direksiyona sarılıp dere kıyısındaki büyük taşlarla dolu bir tarlaya cipi
daldırdı.Epeyi gitttikten sonra durabildik.Aracın altı durmadan taşlara
çarpmıştı.Büyük bir kazadan kılpayı kurtulmuştuk.
İkinci dersimi almıştım.Alkollü araç kullanılmayacaktı.Geceleri olabildiğince araç
kullanılmayacaktı.
Bir başka anım;Diyarbakır’ a yakın yerlerdeki müfettişlerle ilgilidir.
Tatvan’da yetkili muavin Ayhan Öner vardı.Siirt’te de Selahattin Zorlu adlı bir
müfettiş vardı.Hafta sonunda Diyarbakır’ a gelirler ve bizlerle olurlardı.
Siirt’teki üstad anlatmıştı.Teftiş için Kurtalan’a kadar trenle gelmiş;oradan at
arabası ile Siirt’e geçmiş.
Yaz günü olmasına karşın;köpekler,evlerin saçaklarının gölgeleri yerine,yolun
ortasında,güneş altında yatıyorlarmış.Arabacı da,onları ezmemek için sürekli
bağırıyor;kırbacını şaklatıyormuş.
Üstad sormuş “Neden köpekler saçak altlarında değil de yollarda
uzanıyorlar?”Arabacı yanıt vermiş “Begim,burada trahom çok yaygındır.Görme
yeteneğini yitirmiş çok ınsan vardır.Onlar;ellerindeki bastonla duvarlara vura
vura,duvar kenarlarınden yürürler.Köpekler de rahatsız olurlar.O nedenle yolun
ortasında yatarlar.’Siirt böyle bir yermiş işte...
Üstad,kasayı saymış ve öğle tatili gelmiş.Defterdar bey üstadı evine öğle yemeğine
davet etmiş.Bizlerde töreydi.Memurların evlerine gidilmez ve yemekleri
yenilmezdi.Üstad da kibarca daveti geri çevirmiş.Bir lokanta önerilmesini
istemiş.Siirt’in en iyi lokantasını tarıf etmişler.
Üstad lokantayı bulmuş.Camekanı ilk yardım araçları gibi;yarıya kadar beyaz
boyalıymış.İçerisi görünmesin diye..
Üstad,ayak parmaklarının ucunda yükselip içeri,yemeklere bakmış.Çeşit çeşit salçalı
yemeklerin üzerleri silme sinek kaplıymış.Usta,elindeki kepçeyle,sinekleri şöyle yana
8
itip bir kepçe yemeği bir tabağa doldurup garsona veriyormuş.Yemek yemek hayal
olmuş doğal olarak.
Biraz dolaşıp daireye gitmiş ve defterdara teslim olmuş.Defterdar
hazırlıklıymış.Evine haber salmış;yağda yumurta ve yoğurt gelmiş.Onunla öğle
yemeğini halletmiş.Sonraları;ne kadar konserve bulmuşsa almış ve onlarla idare
etmiş.Diyarbakır’a gelince mideleri bayram ediyordu.S onraları;bu teftişi konserveli
turne olarak çok andık.
Üstad ve Ayhan üstad;Diyarbakır’dan bir haftalık konservelerini alır ve öyle geri
dönerlerdi.Arada yumurta,yoğurt da yiyerek bu konserveli turnelerini sağ ve salim
tamamlamışlardı.Sonraki yıllarda,benim de çok konserveli turnelerim olmuştu.Belki
de bu nedenle;mide hastalıkları müfettişlerin meslek hastalığıydı.Bir de kalp
hastalıkları vardır.
Elazığ turnesinde ise;bir Mülkiye Müfettişi,bu kentteki cüzzam hastanesinde yatıp
kalkıyor ve yiyip içiyordu.Sorduk;dezenfekte işlemleri nedeniyle kentin en güvenilir
yerinin orası olduğunu söylemişti.Yine de,cüzzamdam burunları düşmüş kimselerle
bir arada olmak bana çekici gelmemişti.
İLK KEZ İSTANBUL
Diyarbakır turnesi bitti.Ben ve yetkili m uavin Radi Dikci uçakla İstanbul’a döndük.
İlk kez uçağa binmenin heyecanını yaşadım.Bu arada;mali kanunlarla dolu bavul için
yüklü bir fazla bagaj ücreti ödedim.Üstelik;devlet bu parayı bana
ödemiyordu.Yani;Nail Çelenoğlu üstadın bu şey şakası,bana oldukça pahalıya
patlamıştı.
İstanbul’u da ilk kez görüyordum.Uçaktan inince;Aksaray’daki “Gönlü Ferah Oteli”ne
indik.Birçok hesap uzmanı ve maliye müfettişi;turne dönüşlerinde birkaç hafta bu
otelde kalıyor;sonra pansiyonlara kiracı olarak dağılıyordu.Küçük,temiz ve ucuz bir
oteldi.Bizlere her zaman öncelik verirler ve her durumda kalacak yer sağlarlardı.
Sonradan;Bursa’da ve İzmir’de de “Gönlü Ferah’ otellerine rastlamıştım.Acaba ayni
aile mi işletiyordu?Yoksa her ilde bir Yıldız Palas olması gibi bir olay mıydı?
Yaşamımızın önemli bir bölümü otellerde geçiyordu.Anadolu’da hemen her ilde ya
da ilçelerde bir “Cumhuriyet Oteli” ya da “Şehir Oteli” olurdu.Genellikle bu isimli
otellerde kalmıştık.
9
Eşyalarımı otelde bırakıp biraz dinlendikten sonra Radi beyle Beyoğlu’na
çıktık.Gece,ışıl ışıl ve yüksek apartmanları iki yanına sıralanmış cadde,başımı
döndürmüştü.Köyden indim şehire olmuştum.
Sonradan Beyoğlu’na alıştık.Oraya yakın evlerde pansiyoner ya da kiracı olarak
kaldık.O civcivli Beyoğlu yaşamını bekar olarak sonuna dek yaşadık.
Ayrıca;Maliye müfettişleri öyle her yerde yemek yiyemezlerdi.Kaliteli lokantalarda
yemek içmek zorundaydık.Karşıt durumda ayıplanırdık.
Öğle ye de akşam yemekleri;Beyoğlu’nda en pahalı lokantalar olan Hacı Salih’te ya
da Abdullah’ta yenirdi.
Hafta içi,öğle yemekler’i Defterdarlık’ta yemekhanede yenirdi.Maliye Müfetişleri
için ayrılmış bir bölmede;garsonlar servis yapardı.Üstadlar ayrı masalarda;muavinler
ayrı masalarda oturuduk.Bir aile gibi olmamızı sağlardı bu yemekler.
Cumartesi günleri yarım gün çalışılırdı.O zamanlar,tüm müfettiş ve muavinler
Defterdarlık’taki Müfettişler Kütüphanesi’nde toplanırdık.Herkes;hafta içinde
karşılaştığı sorunları bu toplantılara getirir;ortaklaşa çözümler üretilirdi.Bu durum
ve bu tutum;Teftiş Kurulu’nun gücünü oluştururdu.
Ayrıca;muavinler ayda bir yabancı dilden bir makale çevirisi yapar;cumartesi günleri
kurul üyelerine kütüphane toplantılarında sunarlardı.Ayda bir belli bir konuda
özgün çalışmalar hazırlanır ve yine kütüphane toplantılarında sunulurdu.Bu
yolla,kurulun güncel konularda da bilgili olması sağlanırdı.Muavinler de bilimsel
araştırma yapma,yabancı dil öğrenme,konuşma yeteneklerini geliştirme olanağı
bulurdu.
İstanbul’da kışları;çeşitli yerlerde pansiyoner olarak kaldım.Önce;Kadıköy’deki
hemen tüm müfettişlerin evlenene dek kaldıkları bir pansiyon vardı,orada
kaldım.Sonraları;genellikle Rumların evlerinde bir oda kiralayarak pansiyoner gibi
kaldım.
Bunlardan birisi;Cihangir’de evi olan madam Anjelik idi.1964 Kıbrıs olayları
sonrası;İstanbul’daki Rumlar,bu kenti ve ülkeyi terke zorlandılar.Birçok
Rum;Yunanistan’a zorunlu göç yaptılar.Madam Anjelik de bunların
arasındaydı.Aslında,yetmiş yaşında yaşamının son demlerini geçirmekte olan bir
kadındı.Onu neden sürdüler,anlayamamışımdır.
Benden yardım istedi.İstanbul’dan ayrılmak istemiyordu.Kendisinin katolik
olduğunu;dolayısiyle ortodoksların yaşadığı Yunanistan’da kötü muamele
10
göreceğini söylüyordu.Üstadlara söz ettim ama;kalamadı ve o da Yunan adalarından
birine gitti.Ben de yeni bir pansiyon bulmak zorunda kaldım.
Bu tür bir uygulamaya temel olabileceğini düşündüğüm iki olay
anımsıyorum.Biri;Kıbrıs’ta Türklere uygulanan baskı ve soykırım olaylarıydı.Diğeri ise
bir veraset olayıydı.
Çok zengin Rum asıllı bir Türk vatandaşı ölmüştü.Mirascılarının Maliye’ye verdikleri
veraset beyannamesin,hemen hiç mal varlığı yoktu.Adam ölmeden tüm mal varlığını
paraya çevitip yurt dışına;Yunanistan’a transfer etmişlerdi.
Bir ders daha edinmiştim.Hükümet kararları;bazı dramatik durumlara neden
olabiliyordu.Bu nedenle;mevzuat hazırlarken;çok dikkatli olmak ve her tür olasılığı
düşünmek ve kapsamak gerekiyordu.
Kış çalışmalarını,Maliye Müfettişi Orhan Güven’in refakatinde,Beyoğlu
Malmüdürlüğü teftişi ile geçirdik.
Malmüdürlüğü’nün yanında,ayni binada Beyoğlu Vergi Dairesi de vardı.Orada bir
müfettişlik odası bulunuyordu.Bu odada,sürekli Maliye Başmüfettişi İhsan Arat bey
çalışıyordu.1899 doğumlu olan üstadın tahtı sinden(yaş haddinden) emekliliğine az
kalmıştı.
Kendisi;Osmanlı İmparatorluğu’nda bile Maliye Müfettişi olarak çalışmış
birisiydi.Çok kibar ve güngörmüş bir İstanbul efendisiydi.Bir keresinde iki yıllığına
Hicaz teftişine gitmiş bir üstadla çalışmış.Osmanlı döneminde müfettişler üç beş
yıllığına bir eyalete yollanır ve orada Maliye Bakanı gibi çalışırlarmış.
Birgün;Defterdarlık yemekhanesinde,İhsan Arat üstad,diğer üstadlara yakınıyordu.
“Mirim;eskiden Maliye Müfettişi denilince başında fötr şapkası,elinde
çantası,kruvaze koyu renk takım elbiseli birisi anlaşılırdı.Şimdi ise;açık renk
elbiseli,üç düğmeli takım giyinmiş,çantasız,şapkasız birisi geliyor.”Ben Maliye
Müfettişiyim”diyor.Çok şaşırıyorum.Her şey ne hızlı değişiyor...”.
Üstadın bahsettikleri bizlerdik.Bizler Kurul’a girene dek Maliye Müfettişleri”kara
maliyeciler “olarak anılırmışOysa;bizim bu durumdan bilgimiz olmadı.Sınavı kazanır
kazanmaz;Ankara’daki en ünlü terziye zamanın moda renklerinden üç düğmeli(bu
da modaydı) takım elbiseler yaptırmıştık.Onları giyiyorduk.
O terzi;sonradan,Başbakanları,Cumhurbaşkanlarını giydirdi.
Maliye Müfettişleri bu denli şık ve pahalı giyinirdik.Girdiğimiz her toplulukta tüm
bakışları üzerimizde toplardık.O zamanlar;konfeksiyon elbise giymek Müfettişlere
yasaktı.
11
Teftişi sürdürürken;Ankara’ya çağırıldım.O sıralarda;Ankara’da yine teftiş sırasında
bir büyük suistimal Müfettişlerce ortaya çıkarılmış ve soruşturma
başlatılmıştı.Bizlerin de soruşturma görmemiz ve öğrenmemiz açısından sırayla
Ankara’ya gittik ve soruşturmaya katıldık.
Bir dava takip memuru;Hazine davalarının harçlarını yatırmak için avans
almıştı.Harçları yatırdıkça;mahkeme kalemlerinden aldığı harcama belgeleri ile
avansını kapatmıştı.Ancak;5 liralık harca ait belgede 5 in önüne 1 ekleyerek 15 liralık
harç yatırmış gibi belgeler ibraz ederek maaşının yüz katı dolayında devlet parasını
zimmetine geçirmiş,mal edinmişti.Ozaman;bu miktar bir yolsuzluk büyük bir
yolsuzluktu.
Adam hapisteydi.Soruşturmasının tutuklu yapılması gerekiyordu.Savcı ile Maliye
Müfettişi İlhan Evliyaoğlu(sonradan Turizm Bakanı da olmuştur.)soruşturmayı
ortaklaşa yürütüyorlardı.Sık sık adamın ifadesi alınıyordu.Bazen;Müfettişlik
odasında,bazen hapishanede ifade alınıyordu.
Adam;benim de bulunduğum ilk ifadede:” Müfettiş bey;savcı beye söyleyin”
demişti.”Beni hücreye koydursun.Koğuşta mahkumlar bana çok kötü muameleler
yapıyorlar” demişti.Üstad da;zimmetine geçirdiği paraları devlete geri
verirse;yardımcı olacağını söyledi.Ancak;adam,paraları nereye sakladığını ya da nasıl
değerlendirdiğini söylemedi.
Gerçekten de devlet parasına el uzatanlara koğuşlarda çok kötü davranıyorlarmış.İş
tecavüze kadar varıyormuş.
Adam ifadesinde”Her öğle yemeğinde arkadaşlarıma kebap ve baklava
ısmarladım.Parayı öyle bitirdim”diyordu.Oysa;bu denli büyük bir parayı bu yolla
bitirmesi olanaklı değildi.
Gelen bir ihbar yazısından;adamın Gar Gazinosu’nda bir konsomatrisle “dost hayatı”
yaşadığını öğrendik.Onun da ifadesi alındı.Ancak,paranın yatırıldığı ya da saklandığı
yer bulunamadıSonradan;buna benzer çok olayla karşılaştım.Türk insanı;fakirlik
nedeniyle,devletten büyük paralar çalıp;karşılığında üç beş yıl hapis yatmayı göze
alıyordu.Hele günümüzde;banka sahipleri bile döyle düşünür olmuşlardı.
İLK GERÇEK TURNE
Başkanlıkça hazırlanmış l962 yaz dönemi çalışma proğramına göre;Maliye Müfettişi
İsmail Hakkı Batuk’un emrinde Bolu ve Zonguldak illerinde teftiş yapacaktık.
12
Üstad da Amerika stajından yeni dönmüştü.Önceki Üstadım İlhan Özer’in sınıf ve
promosyon(Müfettişlikte,mesleğe aynı yarışma sınavı ile girenler bir promosyon
oluştururdu) arkadaşıydı.Gelirken;Avrupa’dan bir de otomobil getirmiş.İstanbul’dan
Bolu’ya üstadın kullandığı otomobili ile gittik.
“Otomobil yeni,şoför yeni,kork onlardan”derler.Doğru vallahi..İşte öyle,yürek
çarpıntıları ile geçti yolculuğumuz.Neyse ki;o yıllarda yollarda çok araç
yoktu.Kazasız,belasız Bolu’ya ulaştık.
Vergi dairesi teftişine başladık.İkinci haftada bir ihbar mektubu geldi.Vergi
dairesindeki bir servis şefinin;yumuşak erkek olduğu ileri sürülüp bu durumunun
memurlukla bağdaşmadığı belirtiliyordu.Dehşet verici bir ihbardı.Tüm memurlara
bu türden çamur atmak çok kolaydı.
Üstad;servisle telefon paralel çalıştığından;adama gelen telefonları dinlememizi
istedi.Ben bunun doğru olmayacağını belirttim.
Ayrıca;bu durumun,adamın kişisel tercihi olacağını;işyerinde ve iş zamanında bu
türden davranışlarda bulunmuyorsa;konunun bizi ilgilendirmeyeceğini
belirttim.Üstad;bir iki kez,adamın telefon konuşmalarını paralel telefondan dinledi.
Ayrıca;Defterdar’dan ve Vali’den üstü kapalı olarak bu konuyu
araştırdı.Sonunda;ihbarın doğru olmadığı kanısına ulaştık.
Adam;çok başarılı bir vergi şefiydi.Belki de bazı mükelleflerin canını
yakmıştı.Mesleğiyle ilgili açığı olmadığından;bu tür bir ihbarla yıpratılmak istenmişti
ve biz bu oyuna gelmedik.
Sonraki yaşamımda;benzer ihbarları ben de inceledim.Çünkü:en azından,gerçekse
disiplin cezası uygulanması gerekiyordu.Hiçbiri gerçek çıkmadı.Kimbilir;belki benim
hakkımda da benzeri çamur atmalar olmuştur...
Ençok haksız ve gerçek olmayan ihbarlara muhatap olan memurlar;maliye ve
özellikle vergi memurları oluyordu.Canları yanan vatandaşlar;bu yöntemle öç
almaya çabalıyordu.
Nitekim;Diyarbakır’da,itirazlı işler servisi teftişi yaparkan;benzer bir durumla
karşılaşmıştık.Bir yıl önce vergi incelemesine tabi tutulan vergi mükelleflerine cezalı
vergiler salınmıştı.
Bunlara itiraz eden bir mükellef;vergi yasalarına göre haklı bir itirazda
bulunamadığından;inceleme elemanlarına itiraz dilekçesinde çamur atıyordu.
“Diyarbakır’da her gece kötü kadınlarla düşüp kalkan bu inceleme
elemanları;genelevlerden hiç çıkmamışlardır.Ahlaksız kişiler olup;bunların yaptığı
13
incelemeler de bu kadar olur”gibi ibarelerin bulunduğu itiraz dilekçesinin
örneğini;Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı’na yollatıp;mükellefler hakkında
hakaret davası açılmasını istemiştik.
Keza,birgün Başkan bana telefon açıp “Uçar bey,kötü kadınlarla gezip
dolaşıyormuşsun;artık evlenseniz iyi olur” demişti.O sıralar;bir vergi mükellefi
grubunu inceliyordum.Beni yıldırmak için;Başkanlığa bu tür bir ihbar
yazmışlardı.Başkan;işleme bile koymamış ve olay telefon aşamasında kalmıştı.
Bütün bu gelişmelerden şu dersi çıkarmıştım.Maliye Müfettişi ve muavinleri,rahibe
yaşamı yaşamak zorundadır.Çünkü,her işlerinde birilerinin,insanların yararına
dokunmaktadırlar,onları rahatsız etmektedirler.O nedenle,sık sık ihbar
edileceklerdir.Yaşamımı ona göre kurdum ve yürüttüm.
Bolu’nun Kıbrıscık ilçesinde,İlhan Karadeniz adlı bir sınıf arkadaşımın kaymakam
vekilliği yaptığını öğrendim.Kendisi Mali Şube mezunu olduğu halde;Kaymakamlığı
seçmişti.Bu ilçede başından bir “kaza” geçtiğini sonradan duydum.İlçeye ilk gittiği
gün;kendisine “hoş geldin” yemeği vermişler.Sonra;yazı işleri müdürü,onu evine
çağırmış ve içmeyi sürdürmüşler.Sabah uynadığında,müdürün kızı
koynundaymış..Müdür de “Eh..Artık bir düğün yaparız”diyormuş.Evlenmek zorunda
kalmış ve “hayatı kaymış”mış.Kendisi,Abaza kökenliydi...
Onunla telefonlaştık.Bizi ilçesine davet etti.Fakültede çok candan bir arkadaşlığımız
vardı..Sabahtan akşama o,ben ve Ehtiyar Erhan ve Davar Şener briç oynardık.Adımız
“Las Vegas dörtlüsü”ne çıkmıştı.
Ehtiyar Erhan’ın da çok kötü bir alınyazısı olmuştu.İlk oğlu Mert,kendisini kumara
kaptırmış,mafyaya borçlanmış.Babası ve annesinden borç istemiş..Onlar da
durumunu bildikleri için parayı vermemişler.O da,onları öldürmeyi ve miras
payından borçlarını ödemeyi düşünmüş.Tuttuğu kiralık katiller,işi
yapamamışlar.Kendisi,Bursa dışındaki bir dağ yolunda,Mersedes araçlarında ikisini
de öldürmüştü..Ne acı ve garip bir yazgı be Ehtiyar...
Ben bir hafta sonu İlhan’a gitmeye karar verdim.Üstad;”Ben de geleyim” dedi.Onun
otomobili ile gidecektik.
Cumhuriyet Oteli sahibi;nereye gideceğimizi sordu.Söyledik..”Deli
misiniz..Orası,Bolu’nun en geri kalmış ilçesidir..Herkes hafta sonu için oradan buraya
gelir.Bırakın Kaymakam bey buraya gelsin..Böylece;ona iyilik de yapmış
olursunuz.”dedi.Bunun üzerine proğramı iptal ettik..İyi ki öyle yapmışız.Tam bir
mahrumiyet yeriymiş..Onun yerine,otel işleticisini de alıp Abant Gölü’ne çıkıp,nefis
14
bir hafta sonu geçirdik.Ertesi hafta sonu,biz İlhan’ı Bolu’ya çağırdık..Ama
gelmedi.Belki de alındı...
Maliye Müfettişliği mesleğinin en hoşuma giden yanı bu olmuştur.Birçok insanın
paralar ödeyip turlara katılıp turıstik gezilerle gezdiği yerleri;bizler sıfır maliyetle
görebiliyor ve yaşayabiliyorduk.Bu yolla;Türkiye’nin turistik yöre ve yerlerinin büyük
bir kesimini görme olanağı buldum.Bu açıdan,mesleğimi çok sevmiştim.Çünkü;bana
göre yaşamın amacı;gezmek ve yeni yerler görüp yeni ve değişik tadlar
tatmaktı..Sonradan;birçok kişinin altmışlı yaşlarda bu noktaya geldiklerini gözledim.
Ayrıca;birçok Avrupa kentini;Vashington DC ve New York’u;Tahran’ı da görmek ve
yaşamak olanağı buldum.Bu da Maliye Müfettişliği mesleğini çekici kılan bir diğer
öğe olmaktadır.Bu mesleğin en güzel yanı ise;amirinin ve memurunun
olmamasıydı.Bağımsız çalışmanın rahatlığıydı.
Bolu turnesindeki bir diğer anım şudur..Birgün;öğle yemeği için vergi dairesinden
çıkmıştık.Önümüzde;tahsilat şefi yürüyordu.Tomruk yüklü bir kamyonu
durdurdu.Nereye gittiğini,tomrukların kime ait olduğunu sordu..Kamyoncunun
elindeki belgeleri inceledi.
Sonra;çantasından bir haciz varakası çıkardı ve tomrukları haczetti.Tutanağı şoförle
imzalayıp;tomrukları vergi dairesi önüne götürmesini söyledi.
Adamın çalışma istek ve anlayışına hayran kaldık.Nitekim;öğleden sonra borçlu
mükellef gelmiş;vergi borçlarını ödeyip tomruklarını geri almıştı.
O zamanlar;müfettişler,memurlara takdirname verebiliyordu.Üstad da bu memura
takdirname vermişti.Müfettiş takdirnameleri,memurların ilerlemesinde etkili
oluyordu.
O yıllarda;defterdar ve yardımcıları;vergi dairesi müdürleri ve
yardımcıları;malmüdürleri ve diğer müdürlerin atanma ve ilerleme işlemlerinde
Maliye Müfettişlerinin düzenledikleri tezkiye varakaları(memur tanıtma
belgeleri)önemli olurdu.Bazı önemli illere atama yapılırken,Maliye Müfettişlerinden
aday adları istenir;bunlar arasından atama yapılırdı.Maliye Müfettişleri;maliye
teşkilatının işleyişinde bu denli etkiliydiler.Bu tür,bilimsel bir seçim
nedeniyle;maliye teşkilatı çok etkili ve verimli çalışırdı..Sonraları;atamalarda
siyasilerin etkisi başladı ve giderek arttı.Bunun sonucunda;maliyenin etkinliği ve
verimliliği çok azaldı.
Günümüzde;bu tür atamalar siyasal atamalar yapısındadır.Öyle ki;hizmetli
atamalarında bile siyasiler devreye girmeye başladılar.O nedenle;memurlar da
15
siyasallaştılar.Oysa;Devlet Memurları Kanunu;memurların siyaset yapmasını
yasaklamaktadır.Ancak,günümüzde bir kadroya yapılacak atamalarda,memurların
siyasi eğilimleri gözönüne alınmaktadır.Böyle garip ve yasaya aykırı bir uygulama
ortaya çıkmıştır.
İ.Hakkı Batuk üstad;refah dernekleri denilen derneklerden birine üyeydi.Daha
önce;Aydın Kezer yanındaydı.Sanırım onu da kendi yoluna sokmuş.Bolu’da üstü
kapalı olarak bana da öneride bulundu.Bu tür konularla ilgilenmediğimi belli
ettim.Ben gençliğimi dolu dolu yaşamak istiyordum ve öyle de yaşadım..İyi ki öyle
yapmışım.
Bolu teftişi iki ay sürdü.Sonra;üstadın otomobili ile ikinci turne yerimiz olan
Zonguldak’a geçtik.Herşey çok güzeldi.Türkiye Kömür İşletmeleri’nin açık,kapalı
sinemaları;tenis kortlu sosyal tesislerinde kalıyorduk.Denize giriyor,güzel günler
geçiriyorduk.
Bir hafta sonra;Ankara’dan bir telgraf emri geldi.Antalya’da önemli bir yolsuzluk
ortaya çıkmıştı.Oradaki Orhan Güven adlı müfettiş;Başkanlık’tan bir müfettiş
yardımcısı istemiş.Benim gitmem uygun bulunmuştu.Üstadla vedalaşıp önce
İstanbul’a gittim,oradan uçakla Antalya’ya ulaştım.Antalya o zamanlar,bir ilçe
irisiydi.Doğa çok güzel ve el dokunulmamıştı.
ANTALYA GÜNLERİ VE SONRASI
Antalya’da Orhan Güven üstadın yanında bizden sonra kurula girmiş,sınıf arkadaşım
olan Maliye Müfettiş Muavini İlhan Ersen vardı.Ayrıca;sınıf arkadaşım Ercan
Bozdoğan da oradaydı.Çalışma Bakanlığı müfettiş yardımcısıydı.
Vergi dairesinde bir icra memuru,dipkoçanlarında düzeltmeler yaparak;altı başka
üstü başka vergi makbuzu düzenleyerek zimmetine yüklü bir devlet parasını
geçirmişti.Şefi de olayın ortaya çıkmasını önlemek için ona yardım etmişti.Başka
türlü bu tür bir yolsuzluk yapılamazdı.S oruşturma konusu buydu.
Burada;Maliye Müfettişlerinin ne denli önemli kişiler olduklarının bir örneği ortaya
çıkmıştı.
Üstad ve muavini de Antalya’ya yeni gelmişlerdi.Soruşturma işlerine gömünülce
Valiyi ancak ziyaret olanağı bulmuşlardı.
Beni de yanına alıp;bir amiral eskisi olan Vali’ye nezaket ziyaretinde
bulunduk.Vali;nezaket ziyaretini iade etmedi.O zamanlar askeri yönetim
olduğundan;böyle davranmış olmalıydı.
16
Üstad,durumu Ankara’ya bildirdi.Bir hafta sonra Başkanlık;devrin Maliye Bakanı ve
eski bir Maliye Müfettişi olan Ferit Melen’in Antalya’ya geleceğini;kendisini hava
alanında karşılamamızı istedi.
O gün alana gittik.Protokol gereği Vali bey de gelmişti.Maliye Bakanı uçaktan
indi.Vali beyi görmezden gelip elini sıkmadan ve kendisiyle konuşmadan;bizlerin
yanına geldi ve elimizi sıktı.Bizleri;kendisi için alana gelmiş olan Bakan aracına alıp
havaalanından ayrıldık ve Antalya’ya geldik.
Gece;Vali bey,Bakanın onuruna bir toplantı düzenlemişti.Bizler de
davetliydik.Yemek sırasında Vali bey;gündüzki davranışı değerlendirmiş olacak
ki;üstadtan özür diledi ve en kısa zamanda ziyarete geleceğini bildirdi.Birkaç gün
sonra;üstadın ziyaretini iade etti.
Bu olay;bizleri çok gururlandırmıştı ve tüm ülkede duyulmuş ve Maliye Müfettişliği
mesleğinin saygınlığı bir kez daha konuşulmuştu.
Oysa;sonradan,müfettişin Bakan adına yaptığı işlere karışan ve teftişini yarıda
bıraktıran bakanlar da gördük...
Son olarak;günümüzde bir ilçe kaymakamına teftiş dolayısıyle nezaket ziyareti
yaptımAdam,ziyareti iade etmedi..Ulusalcı geçinen bir partinin adamı olduğu
biliniyordu.Ben de ayrılırken;veda ziyaretine gitmedim.Durumu;yazdığım raporlarda
Başkanlığa bildirdim.Olayın üzerine gitmediler..Böyle böyle;devlet protokolü,düzeni
ve saygınlığı yok oldu gitti.
Bu durumun bir nedeni de;geçmiş kırk yıl içinde Maliye Müfettişliği mesleğinin çok
geriletilmesiydi.Gelen tüm siyasi iktidarlar;Maliye Teftiş Kurulu’nu yapmak
istediklerinin önünde bir engel gibi görüyorlardı.Çünkü;yasal olmayan işler
yapıyorlar;yasal hükümleri zorluyorlar ve usulsüzlükler yapıyorlardı.Maliye Teftiş
Kurulu da bunları ortaya çıkarıp siyasilerin Hazineden yarar sağlamalarını
önlüyordu.Ancak;siyasiler yarar paylaşımında biribirlerine düşerlerse;akıllarına
Maliye Teftiş Kurulu’nu kullanmak geliyordu.
Devlet yönetimine ise;Osmanlı nezaketi ve protokolü yerine;politik eğilimlere göre
popülist davranışlar egemen oldu.Sonuçta;demokrasi dediler ve devleti
yıprattılar.Şimdi de yıkmaya çabalıyorlar.Günümüzde;devletin bu hoyratça
yıpratılmışlığının sıkıntılarını yaşıyoruz.
Antalya’da gölgede kırkiki santigrad dereceyi bulan sıcaklıklı bir iklimde
çalışıyorduk.Sabah sekizden onikiye kadar ve onüçten onyediye kadar mesai
17
yapıyorduk.Perişan durumdaydık.Oysa;memurlar sabah sekizden kesintisiz öğleden
sonra ikiye kadar çalışıyorlardı.
Ben;kıdemli muavin olarak üstada sekiz ile oniki ve onaltı ile yirmi arası çalışmayı
önerdim.Böylece;dört saatlik arada,denize gidebilecek ve biraz serinleyebilecektik.
Üstad öneriyi benimsedi.Ertesi gün,yeni çalışma proğramını uygulayacaktık.
Ben,o akşam İlhan’a üstadla ilgili bana anlatılmış bir anıyı aktardım.Bir yıl önce;üstad
Ayvalık turnesi yapıyormuş.Yanında,bizlerden kıdemli iki muavin varmış.
Hafta sonunda üstadla ilk kez denize gitmişler.Muavinler kıyıda otururlarken,üstad
denize yürümüş.Vanlı olan üstad,meğer yüzme bilmezmiş.O nedenle;karın hizasına
kadar denize girmiş.Denizin içinde dizlerini kırıp düzeltip denize dalıp çıkmağa
başlamış.Muavinler;bu duruma sesli olarak gülmüşler.Üstad,güldüklerini
görmüş;muavinleri haşlamış ve denize girmelerini yasaklamış.
Bunu İlhan’a anlattım.”Ne olur kendini tut ve gülme”dedim...Ne mümkün...Üstad
denize girdi ve ayni hareketleri yapmağa başladı.Vee..İlhan güldü.Üstad da duydu.
Üstad kıyıya,yanımıza gelip “İlhan bey ,siz bana güldünüz”dedi.Ben hemen işe
karışıp “Hayır üstadım..Bir fıkra anlatmıştım..İlhan bey ona güldü”dedim.Doğal
olarak üstad bu yalanı yutrmadı ve ayni sonuç.Bize de denize girmek
yasaklandı.Üstelik ve işin garibi;İlhan de yüzme bilmiyordu.Daha doğrusu kulaç
atıyor,su yüzünde kalıyor;açılamıyordu.
Neyse ki;onbeş gün sonra,üstadın hanımı ve çocuğu Antalya’ya geldiler.Onlar ayrı
biz ayrı yaşamağa ve eğlenmeye başladık ve her bakımdan rahatladık ve yeniden
denize de başladık.
O günlerde,Antalya’da bahçeler vardı.Oralara gidip;akşam serinliğinde bira içiyor
laflıyorduk.Arada;üstad ve ailesi de geliyordu.
Yine böyle bir yere birlikte gittikBiraları içtik;kuru yemişler yedik.Hesabı,üstad
ödemek istedi.
Gelen hesabı çok buldu.Kendisinin Maliye Müfettişi olduğunu söyleyip hesabı
düzeltip getirmesini garsondan istedi.
Bu davranışı;bizim eğitimimiz sırasında bizlere anlatılan Maliye Müfettişi profiline
uymuyordu.Olayı çok garipsemiştik.Nitekim;müfettiş olduktan sonra,bu tip yerlerde
çok kazıklanmış;sesimi çıkarmadan hesapları ödemiştim.
Sonraki yıllarda;üstadın mali sıkıntı içinde yaşadığını ve bu nedenle de hesabi
davrandığını gözledim.Ne olursa olsun;orada unvanını kullanmamalıydı.Bu tip
davranışları var diye bir muavin yeterlikte döndürülmüş;müfettiş yapılmamıştı...
18
Yeni bir ders çıkardım...Kişiler gibi;üstadlar da türlü türlüydü.Her ne kadar öyle
olmamızı istiyorlarsa da;üstadlar tek tornadan çıkmış gibi değillerdi.
Üstadın hanımı gelene dek akşamları dondurmacıda dondurma
yiyorduk.Dondurma,gerçek Maraş dondurmasıydı ve kilo ile satılıyordu.İkiyüz gram
dondurma yiyorduk,örneğin...Sonra;açık hava sinemalarına gidiyorduk.Türk filimleri
seyredip serinliğin gelmesini bekliyor;sonra gidip uyuyabiliyorduk.Açıkhava
sinemalarından biri;dondurmacının olduğu apartmanın çatı katındaydı ve serin
oluyordu.Sık sık oraya gidiyorduk.
Üstadın ailesi geldikten sonra;çalışma saatleri dışında üstad bizden koptu.Biz
de;Ercan Bozdoğan’la bir araya gelip bira ya da şarap içip “Tanrı”yı bulmaya
çalışıyor,sabahlara dek süren felsefi tartışmalar yapıyorduk.Bu tartışmaların
sonunda;tanrının zaman olduğunu anladım ve rahatladım.
Yirmi yaşlarında vardığım bu noktada;tanrının zaman olduğuna
inanmıştım.Kendimi;bir tür bilimsel dinin inanıcılarından gibi görüyordum.
Zaman;Einstein’ın tanrısıydı.Benim de tanrım olmuştu.
Gerçekten de;Einstein e=mc2 formülüne ulaştığında “O my god...” deyip tebeşiri
yere fırlatmış.Ertesi gün tüm gazetelerde manşet haber şuymuş:”Uğraştı
uğraştı..Sonunda tanrıya ulaştı”
Basın mensupları bir görüşme istemişler ve üstada sormuşlar “Bu kadar
çalıştınız,çabaladınız..Sonunda tanrıya ulaştınız.Değer miydi bunca çabaya”.Bu
arada;kilise de üstadın çaluışmalarının tanrının varlığının bir kanıtı olduğunu ilan
etmiş...Üstad;şunları söylemiş:“Birkez,benim labaratuvarıma benden ve kedimdem
başka bir şey giremez.O gün de böyleydi.İkinci olarak;benim dediğim tanrı;kilisenin
ve kutsal kitapların tanrısı değildir”
Pekiyi,nedir diye sormuşlar.O da “Zamandır.Yani;dördüncü boyuttur”demiş.Tanrının
tüm özellikleri zamanın özellikleridir.Herşey onda doğar,onda ortaya çıkar,onda
çoğalır,onda yok olur.Yaratılmamıştır ve yaratılamaz.Yok edilemez.
“Pekiyi..Sonunda bu da bir kavramdır.Tanrı yerine,yaradana zaman demenin ne
anlamı var.”demişler.O da;”Ama..Zamanın içinde olduğumu,zamanın geçtiğini
hissediyorum”diyerek,zamanın daha somut bir tanrı kavramı olduğunu
vurgulamış.Ben de böyle düşünmeye başladım ve bugün de böyle düşünüyorum.
Antalya’da yirmili yaşlarda olan üç gençtik.Hiç kız serüvenimiz olmadı mı.Hiç bu tür
serüvenlere yönelmedik mi..Yönelmiyorduk.Rahibe yaşamı yaşıyorduk.
19
Çünkü;turistik bir kente turneye giden üstadla muavini;turistik bir otele
inmişler.Otelde çok güzel turist kızlar da kalıyormuş.
Muavin;bunlardan birisi ile arkadaşlık kurmak istemiş;biraz da ısrarcı olup ileri gitmiş
olmalı ki;İngiliz kızından lobide tokadı yemiş.Bu olay;kulağımıza küpe
olmuştu.Müfettiş muavini,müfettiş olunca da karşı cinse karşı zaafiyet
göstermemeliydi.
Bu nedenlerle;güzel turist kızları uzaktan seyrediyorduk.
Antalya’da bir de vergi dairesinin odacısı ve gece bekçisi olarak çalışan bir hizmetli
var anlatılacak..
Kurtuluş savaşına katılmış.O savaştan kalma bir Barabellum tabancası
vardı.Bizler,saat yirmiye dek çalıştığımız için;arada çalışmaya ara verip çay içer ve
onunla söyleşirdik.
Bize Kurtuluş Savaşı anılarını anlatırdı.Sonradan;bu anıları “Kurtuluş” adlı bir
romanda yazıya döktüm..Bir yarışmaya yolladım bu romanı.O yarışmada Kemal
Tahir’in “Devlet Ana”sı birinci oldu ve basıldı.Benim bu romanım
yayınlanmadı.Öylece kaldı.Belki bugünlerde yayınlayacak birilerini bulurum.
Gece bekçisi olduğu için;bir tabancası olması gerekiyordu.Barabellumu var diye bu
kişiye tabanca vermemişler.Olayı bize anlattı.Biz de üstada anlattık.O da Ankara’ya
yazdı.Gece bekçisine biz oradayken tabancası gelmişti.Adam,mutlu olmuştu.
Antalya’da soruşturma ve teftişi bir arada yürütüyorduk.Bir yıl önce;bir üstad ve iki
muavinden oluşan bir ekip yine Antalya’daymış.Tahsilat teftişi de
yapmışlar.Ama;icra memurunun suistimalini yakalayamamışlar.
Adam;servis şefine “Şef,müfettişler gidene dek bu işe ara verelim”demiş.Şef
ise;”Boşver,görmüyor musun..Adamlar turist gibi.Orayı burayı gezmekten;çalışmaya
vakit bulamıyorlar.Yakalayamazlar,korkma”demiş ve zimmetlerine para geçirmeyi
sürdürmüşler...
Bu öyküyü;savunmalarını alırken icra memuru anlatmıştı.Bir ders daha
çıkarmıştım.Müfettişlik,ciddi ve sorumluluk isteyen bir işti.Müfettişler de insandı ve
zaafları olabiliyordu.Görevlerini tam yapmamışlar ve zimmetin artmasına neden
olmuşlardı.Ceza Kanunu’nda bunu cezalandıran maddeler vardı.Üstad;kol kırılır yen
içinde kalır yaklaşımı ile olayın bu yönünün üzerine gitmemişti.İsatanbul’a dönüşte
ilgililere sitem etmekle yetinmişti.
Bir de;bir mükellef anım vardır.Antalya’da.
Yaşlı bir adam teftiş yaptığımız odaya daldı.İki gözü iki çeşme ağlıyordu.
20
Ne olduğunu sorduk..Acaba adama kötü mü davranmışlardı.
Yaşı altmışbeşi aştığından;vergi dairesi götürü gelir vergisi mükellefiyetine son
vermişti.Yasa yeni değişmiş ve vatandaş lehine bir uygulama başlatılmıştı.Vergisini
ödemeye geldiğinde;kendisinden vergi almamışlardı.
“Ben vatandaş değil miyim..Neden benden vergi almıyorsunuz..”diyerek
ağlıyordu.Oysa;ayni durumda olan babam bu duruma çok
sevinmişti.Çünkü;maliyeden allahtan korkar gibi korkardı.Böylece;bir korku kaynağı
ortadan kalkmıştı.
Ama;böyle vergi mükellefleri de vardı.Türkiye;böyle düşünen vatandaşları ile ayakta
duruyor ve varlığını sürdürebiliyordu.
Antalya’da en zor günlerimi de yaşadım.
Bir gün;Çaışma Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olan Ercan Bozdoğan’ın yanında
söyleşiye ve felsefeye dalmışız.Saatin onaltıyı geçtiğinin farkına varmadık.
Ben;vergi daıresine on altı otuzda geldim ve işe koyuldum.Meğer;saat tam on altıda
üstad beni arayıp mesai denetimi yapmış.Orhan Güven adlı bu üstad;aramış ve vergi
dairesinde olmadığımı saptamış.
Geldikten biraz sonra bir kez daha telefon etti.Neden mesaide olmadığımı
sordu.Ben de Ercanla muhabbete daldığımızı;o nedenle geciktiğimi söyledim ve
özür diledim.
Üstad bana “Yalan söylüyorsunuz Uçar bey..”dedi.Bu beni şok etti.Ben de “Yalan
söylemiyorum.Nasıl isterseniz öyle düşünebilirsinziz”dedim.Üstad bana “Sen
bana,belimden aşağısı Kasımpaşa mı diyorsun”dedi.Ben de “Nasıl isterseniz,öyle
düşünün”dedim.
Tatsız geçen görev günlerinden sonra turne bitti.İstanbul’a döndük.Bu tartışmamız
tüm kurulda duyulmuş ve yayılmış.Ben,orada kaldığını sanmıştım.
Meğer bu kişi;bana “bozuk tezkiye”vermiş.Bu olay nedeniyle “Müfettiş
olamaz”görüşü belirtmiş.Bunu,yeterlik sınavı sonrasında öğrendim.
Sınav kurulu;yeterlik sınavımızda bizleri çok sıkılamıştı.Özellikle sözlü sınavlarımız
dörder beşer saat sürmüştü.Başkan yardımcısı olan İlhan Evliyaoğlu “Herhalde
aranızdan sınavda döndürülecek,müfettiş yapılmayacak olanlar var.”deyip
moralimizi bozmuştu.
Sorun benmişim..Sekiz müfettiş hakkımda olumlu tezkiye verip benim müfettiş
olabileceğimi belirtmişken;Orhan Güven olumsuz tezkiye vermiş ve “müfettiş
olamaz” demiş.
21
O zamanlar;bir olumsuz tezkiyenin bulunması durumunda bile muavini müfettiş
yapmıyorlarmış.Bu nedenle;benim durumum sorun olmuş.
İlk kez,uygulamadan sapma yapılmış..Antalya olayı tartışılmış;Orhan Güven’e
yeniden ve yeni bir “müfettiş olabilir” tezkiyesi doldurtulmuş ve ondan sonra
müfettiş olabilmişim.
Sözlü sınavdan sonra kurul başkanı;bizleri lütfen müfettiş yapmışlar gibi bir
tavırla,bir konuşma yaptı.
Aydın,yumruğunu masasına vurup “Kazandıksa müfettiş yapın,yoksa yapmayın.Bu
laflara gerek yok”dedi.Biz de onu destekler tavırlar aldık.Başkan,özür dilemek
zorunda kaldı.
Ben çok başarılı bir sınav verdiğimden;benimle ilgili işlemleri yapmışlar.Sınavda çok
başarılı olmasam,beni müfettiş yapmayacaklarmış.
Orhan Güven;Vanlı olup çok kindar birisiydi.l977 yılında;Kıbrıs’taki görevimden
İzmir’e dönerken;düzenlediğim harcırah beyannamelerini geri yollayarak daha
düşük bedelli Ankara’ya dönüş belgeleri düzenlememi istedi ve bana yasaya aykırı
davranarak düşük harcırah ödetti.O zamanlar;Teftiş Kurulu Başkanlığı’na vekaleten
bakıyordu.
Benim olayım üzerine;Orhan Güven’e uzun süre muavin
verilmemişti.Başkanlık;tezkiye sırasında tarafsız kalamadığını düşünüyordu. Başka
muavinlerle de sorunları olmuştu.
Örneğin;Aydın Kezer Cuma günü saat onaltıda nikah randevusu almıştı.Orhan
Güven’e de davetiye verdi.”Neden nikah için Cumartesiye gün almadınız Aydın
Bey”diyerek onu azarlamıştı.Aydın sonradan “Ulan adam karımla ne zaman aşk
yapacağıma da karışacak...”diye sinirlenmişti.
Antalya dönüşü;İstanbul’da bol paralı ve bol zamanlı bir delikanlılık yaşamı
geçirmeye başladık.Gilbert Becaut’nun şarkısının aksine “On a d’argent ve on a le
temps”günleri geçirdik.Ertuğrul Kumcuoğlu promosyonu;hesap uzmanı yardımcıları
ile;bir eski Maliye Müfettişinin kızının Taksim’deki apartman dairelerini
kiralamışlardı.Kadın,içki,kumarla dolu kış günleri geçirmiştik.
O kış yapılan giriş sınavı ile Sümer Oral(Maliye Bakanlığı ve başka bakanlıklar
yapmıştır) ve Erhan Güven(Ehtiyar Erhan) da kurula muavin olarak
girmişlerdi.Üçümüz de İzmir Atatürk Lisesi mezunu ve arkadaştık.Güzel ve hareketli
günler geçirmeye başladık.
Burada;Erhan Güven’in alın yazısını anlatmanın zamanı geldi.
22
Onunla Beyoğlu’nda “sokak zamparalığı”na çıkardık.Böyle bir günde;iki yeni
öğretmen olmuş genç kızla tanıştık..Edirne’de öğretmenlik yapıyorlar;hafta sonları
İstanbul’a iniyorlar;beraber oluyorduk.
Kızların amacı;biran önce evlenmekti.Evlilik benim için erken bir olaydı.Bu
nedenle;üçüncü randevudan sonra,kızla konuştuk ve ayrıldık.Erhan ise evlenmeye
karar verdi ve ilişkisini sürdürdü.
Mine ile sonradan evlendiler.Erhan,yeterlik sınavında başarılı olamamıştı.Bir muavini
döndürmek istiyorlarmış.Soruları biraz “kazık” hazırlamışlar.Ehtiyarın
notları,elenmesi istenen muavinden az olduğundan onu da elemişler.
Onu;Merkez Bankası müfettiş muavinliğine naklettiler.O zamanlar;bu türden
uygulamalar yapılıyordu.Bu nedenle de;bizim yeterlik sınavında başarısız olmuş
pekçok kişi;sonradan atandıkları bu tür görevlerde yükseliyorlar ve Maliye
Müfettişlerinden daha iyi kadrolara gelebiliyorlardı.
Erhan;bir süre sonra bu müfettişliği de bıraktı ve Bursa’da eşinin erkek kardeşleri ile
boya üretim ve pazarlama işine girdi.Beş on yıl sonra,Bursa’nın sayılı zenginlerinden
birisi oldu.
Mert ve Sutay adlı iki oğulları oldu.Mert’in sünnet düğünü için Bursa’ya gitmiş ve
ailecek ağırlanmıştık.
Ne yazık ki;Mert sonra hayırsız çıktı ve kumar borçları nedeniyle Ehtiyar Erhan’ı ve
Mine’yi öldürdü.
Ehtiyar’ın düğünü ile ilgili bir kabus gibi anım vardır.Düğüne
geldiğimizde;pantolonumun fermuarı bozulmuştu.Bir çengelli iğne ile
tutturmuştuk.Her gelene diğer arkadaşlar ile birlikte beni de tanıtıyorlardı.Ben de
ayağa kalkıp;bir elimle önümü tutup ,gelenlerle el sıkışıyordum.Arkadaşlar;bu
duruma durmadan gülüyorlardı.Sonraları da aramızdaki espri konularından biri de
bu benim el sıkışma görünümüm olmuştu.
1963 YILI TURNESİ
Müfettişlik yaşamımın en renkli ve en güzel beş ayı;bu turnede geçti.Üstadım Ali
Necmi Eren idi.Ben de ikinci yılıma girdiğimden;imza yetkim verilmişt,Kendi imzamla
raporlar yazabiliyordum.
Nitekim;bu turnede,üstadın denetiminde ilk teftiş raporlarını yazdım.Servislerin
yanıtlarına son görüş ekleyip raporların tüm işlemlerini ben tamamlamış oldum.Bu
durum;kendime güvenimin artmasına neden oldu.
23
İstanbul’dan Haziran ayının ilk haftası içinde,Karadeniz vapuru ile yola çıktık.Turne
yerlerimiz Ordu ve Artvin il merkezleriydi.Ayrıca;Ordu ilinin Aybastı ilçesinden
yollanmış bir ihbar vardı.Onu incelemek için bu ilçeye de gidecektik.
Vapur,Zonguldak,Sinop ,Samsun’a uğradıktan sonra;Ordu’ya ulaştık.O
zamanlar;hiçbir Karadeniz ilinin limanı yoktu.Gemiler açıkta duruyor;yükleri ve
yolcuları takalar kıyıya taşıyordu.Gemide her türlü konfor vardı.Yemekler nefisti.
Ordu’da da öyle oldu.Gelip bizleri “kapan” bir takaya bavullar ve çantalarla
tıkıştık.Üstadın eşi ve çocuğu da yolculuğa katılmışlar;Samsun’da gemiden
inmişlerdi.Biz de sağ ve salim karaya ayak bastık.
En iyi otel “Şehir Oteli”ydi.Bir atlı araba ile otele gittik ve yerleştik.
Otele yerleşirken Üstad;iki kişilik bir odada birlikte kalmayı önerdi.Bu öneri bana
garip geldi.Karşı çıktım.Tek yataklı iki ayrı odaya yerleştik.Odalar yanyanaydı.
Basit bir akşam yemeğinden sonra;otele dönüp uyumağa çalıştık.Böyle
diyorum;çünkü,otel odasında sivrisinek hücumuna uğradım.Pencereyi ve kapıyı
kapatıp;otel odasının havlusu ile tüm sinekleri imha ettim.Havlu,kıpkırmızı olmuştu.
Yanımdaki odada üstad da ayni işle uğraşıyor olmalıydı.Gürültülerden onu
anlıyordum.Sonra;üstad odasında bir aşağı bir yukarı dolaşmağa başladı.Anlaşılan
uykusuzluk sorunu vardı.Bir süre sonra uykuya geçebildim.
Ertesi gün;vergi dairesi veznesini sayıp vergi dairesi işlemlerinin teftişine başladık.
Ordu Valisi’ne nezaket ziyaretine gittik.Briç bilip bilmediğimizi sordu.Bildiğimizi
söyledik.Emniyet Müdürü de biliyormuş.Artık;hemen her akşamüstü onlarla briç
oynamaya başladık.
Daha sonra;Vali beyin kayınbiraderi İstanbul’dan geldi.O da kıyı balıkçılığına meraklı
imiş.Bu kez;haftada birkaç gün vali bey ve onunla balıkçılığa başladık.Briç partileri
geceye kaymıştı.
Ordu’nun merkezinde ,kıyıda bir tahta iskele vardı.Mesai bitimi;ben ve üstad,vali
bey ve kayınbiraderi o iskeleye gidiyor ve allah ne verdiyse balık
tutuyorduk.Sonra;vali beyin evinde balıklar pişiriliyor,rakı eşliğinde yeniyor,sonra
yine briç oynanıyordu.Benim açımdan;çok değişik ve güzel günler geçirdim.
Ordu’nun en ilginç yeri hapishaneydi.Deniz kıyısında bir tepede;deniz
manzaralıydı.Sinop hapishanesi’nin de öyle olduğu söylenirdi.İnsanın gidip hapis
yatası geliyordu.
Giresun’da İ.Hakkı Batuk üstad ile Aydın Kezer turnedeydiler.Bir hafta sonu onlar
bize konuk geldiler.Bir hafta sonu da biz onlara konuk gittik.Üstad;arada bir
24
Samsun’a gidiyordu.Ben de o zamanlar Giresun’a gidip Aydın’la birlikte
oluyordum.Sonraları;Samsun genel evinde bir kadınla tanıştım.Hafta sonlarımı
onunla geçiriyordum.
Bu kadının ilginç bir yaşam öyküsü vardı.Bunun uydurulmuş bir yaşam öyküsü
olduğuna ihtimal vermiyorum.Çünkü;kadın İstanbul ağzıyla konuşuyordu ve
görgülü,bilgili birisiydi.
Anlattığı yaşam öyküsü şuydu:Zengin bir İstanbul ailesinin kızıymış.Liseyi,Notre
Dame De Sion’da okumuş.lisenin son yılında;ders vermeye gelen genç bir katolik
rahibe aşık olmuş.Adamı baştan çıkarmak için elinden geleni yapmış.Katolik
rahiplere kadın yasak olduğu için daha da önemsemiş bu işi.Sonunda;rahibi baştan
çıkarmayı başarmış.
Çok mutlu bir son sınıf dönemi geçirmiş.Neredeyse hergün rahiple sevişiyorlarmış.
Sonra;okul bitmiş ve rahip de bununla olan ilişkisini sonlandırmış.Önce,çevresindeki
genç erkeklerle yatmağa başlamış.Sonra,yaşlı erkeklerle para karşılığı,armağan
karşılığı yatmalar başlamış.Sonunda,birisiyle yakalanmış ve ailesi bunu dışlamış.
O da önce;buluşma evlerinde çalışmış.Sonra;yine yakalanıp genelevde çalışmaya
başlamış.Patronu;onu Samsun’daki bir patrona satmış.Şimdi,burada
çalışıyormuş.Cumartesi gecesi,sabahlardık ve ödeme yapmama izin
vermezdi.Patronu da bu duruma ses çıkarmazdı.Vazgeçilemeyecek bir sermayeydi...
Giresun’a ilk gittiğimizde Şehir Lokantası(ya da Liman Lokantası)na gittik.Balık
yiyecektik.Garson,”balık yoktur”dedi.oysa;herkes,sardalyaya benzer bir balık
yiyorduGarson’a “Onlar yiyorlar ya...”dedik.Garson,”Haa..Onlar mi..Onlar balık
değil,hamsidur daaa..”dedi.Meğer,Karadenizli hamsiyi balıktan saymazmış.
Hamsilerimizi yedik.Üstüne hamsili pilav yedik.Başka bir hafta sonunda ise;hamsi
böreği yemiştik.Hamsili yemekler çok lezzetliydi.
Bir başka hafta sonu Aydın Kezer’e gitmiştim.Aydın;Mülkiye’de bizden iki sınıf
öndeydi.Fakülteyi bitirdikten sonra iki yıl yedek subaylık görevini yapmış;sonra
bizimle müfettişliğe girmişti.
Onun bir sınıf arkadaşı olan,takma adı ile “kedilerin babası Aykut”;Zıraat Bankası
müfettişi olarak Giresun’daymış.Üçümüz;bir cip kiralayıp Gelinkayası denilen bir
mesire yerine,yaylaya gittik.
Aydın’ın fakültedeki takma adı Hans Kelzendi.Başında saç kalmamıştı.Almana
benziyordu.Aydın;eşinden izin alıp bizimle geziye gelmişti.Giresun’a eşini de
getirmişti.Çok ceberrut bir eşi vardı.Aydın,ondan bayağı yılgındı.
25
Üç kişi;akşam üzeri,gelin başına benzeyen kayanın bulunduğu yaylaya vardık.Bir
köyde;han gibi kalınacak bir yer bulduk.Orada kalacağız.Ancak;gece
bastırmıştı.Yiyecek ve içecek birşeyler alalım dedik.Hancı;kasap,bakkal
ve manavın kapatmış olduğunu söyledi.Biz de hazırlıksız gelmiştik.Dımdızlak,aç
biilaç ortada kalmıştık.
Kedilerin babası Aykut;bir süre ortalıktan kayboldu.Yanında muhtar ve bir adam ile
geldi.Elleri yiyecek,ekmek ve rakı doluydu.Oturduk;yedik içtik;eğlendik ve geç vakit
uyuduk.
Geri dönerken;Aykut’a o yiyecek ve içecekleri nasıl sağladığını sordum.Şunu anlattı:
Hancıdan,muhtarın evini öğrenmiş.Muhtara gitmiş,kendisini tanıtmış.”Köyünüze
büyük adamlar geldi;sizler onlarla ilgilenmiyorsunuz.Ayıp oluyor “demiş
Muhtar “Bunlar ne kadar büyük adamlar”demiş.O da”ohhoo...Çok büyükler”demiş.
Muhtar”Yani,bunlar benim ve kolcunun maaşını arttırabilirler mi?”demiş.O da
“Tabii,bunlar çok yüksek maliyeci.Ben onlara söylerim.Ankara’ya dönünce sizin
maaşları arttırırlar”demiş.
Muhtar da;bakkalı,manavı uyandırmış ve dükkanlarını açtırmış ve bizim akşamki
nevaleler böyle sağlanmış.Aydın biraz;adımız ve unvanımız kullanıldı diye bozuldu
ama;bu olaya epeyi güldük ve Pazar günü Giresun’a döndük.
Aydın’ın anlattığına göre;üstadı ve eşi ve Aydın ve eşi;bir taka kiralayıp Giresun’dan
uzaklaşıp;tenha bir kıyıda rahat rahat denize girmek istemişler ve bir Pazar günü
bunu uygulamışlar.
Issız bir kıyıya gitmişler.Bir süre sonra;uzaktan bir başka taka görünmüş.İçinde üç
dört Karadeniz delikanlısı varmış.Kıyıya gelmişler.”Bu kadınları bize vereceksiniz.Biz
de onlardan yararlanacağız”demişler.Bizimkiler donup kalmışlar.Kendilerinin evli
olduklarını;kadınların nikahlı eşleri olduğunu söylemişler.Adamlar dayatmışlar.
Bizimkilerin takasının kaptanı da olaya karışmış.”Yapmayın,ayıptır.Hem onlara hem
bana ayıptır.Bu işi sonra kan temizler.Ya da onlarla birlikte beni de öldürmek
zorunda kalırsınız.Buraya geldiğimizi biliyorlar.Sizleri ararlar ve bulurlar”demiş.Güç
bela adamları ikna etmiş.Hoş olmayan bir durumdam kurtulmuşlar.
Benzer olay,1970 yılında Elazığ’da benim de başıma gelmişti.Bizim gibi yeni evli olan
Karayolları avukatı ve eşi ile benim vosvosa binip Fırat kıyısında piknik yapmağa
gitmiştik.
Fırat kenarına ulaştık.
26
Yaygılarımızı yayıyorduk ki;önce 13-14 yaşlarında çocuklar;sonra 18-20 yaşlarındaki
onu aşkın genç;yarım daire biçiminde bizim oraya yaklaşmaya başladılar.
Kimisinin elinde yabalar vardı.Giresun olayını dinlemiş olduğumdan
“Haydi,telaşlanmadan ama hızlıca yaygıları toplayın.”dedim.Bizlere iyice yaklaştıkları
sırada;güçlükle ve telaşla vosvosa binip kaçarcasına oradan uzaklaştık
Keza;daha sonraları,dinci partilerin koalisyon ortağı olduğu bir dönemde;Konya’da
da başımıza benzer bir olay geldi.
Akşehir’e balayına ve turneye gelmiş bir müfettiş arkadaşla eşi ile ben ve muavinim
bir yapay baraj gölü kıyısında piknik yapalım dedik.
Benim vosvosla piknik yerine gittik.Yaygıları yayıp;yiyip içmeye başlamıştık ki;elinde
orak ve yabalarla kadınlı ve erkekli bir köylü kalabalığı gelip çevremizi kuşattı.
Oradan gitmemizi istediler.Kötü kadınları burada istemiyorlardı.Arkadaşım çok
kızdı.Evlilik cüzdanını gösterdiler.Oturmak istediğimizi söyledik.
Muhtarlık olarak karar aldıklarını;köyün ahlakının bozulmaması için kimsenin piknik
yapmasına izin vermediklerini söylediler.Bizleri,ahlaksız yapmışlardı.
Böylece;kendi yurdumuzda,muntazaman verdiğimiz vergilere karşın;dilediğimizce
yaşayamayacağımızı anladık.Toparlanıp oradan ayrıldık.
O sırada;Alman plakalı bir minibüs geldi.Onlar da piknik için yayılmaya
başlamışlardı.Biraz sonra;onların da çevresine dizilip;onları da
kovdular.Karılarının,kızlarının namusunu korumuş oldular...
Ertesi gün;Vali beyi ziyaret ettim.Muhtarın böyle bir karar almasına yetkisinin
olmaması gerektiğini belirttim.”Bu tür şikayetler oluyor,ne yapayım”dedi
Cumhuriyetin valisi.
Ben de şaşırıp kaldım.İçişleri Bakanı dinci partiden olduğundan;bu tür
hukuksuzluklara göz yumuyorlar,Vali olarak kalmak;yerlerinden olmamak
istiyorlardı...
Bu tür gelişmelerden sonra Türkiye,çeşitli benzer olaylar yaşayıp;kanlı bir
bölünmüşlük ortamına sürüklenmişti.Günümüzde de,benzer hukuksuzluklar
sürmektedir.Hem de Millet Meclisi’nde oluyordu.
Ordu’da,meslekle ilgili ilginç gözlemlerim de oldu.
Ata Bodur adlı bir milletvekili;bir milli emlak arazisini haksız olarak kullanmak
istiyordu.Vali bey,buna direniyordu.
Hatta,bu konuda üstad da bakanlığa bir yazı yazıp durumu bildirmiş ve Vali beyin
tutumunu desteklemişti.
27
Buna rağmen;turnenin sonlarına doğru,Vali beyin Siirt ya da Bitlis’e tayini çıktı.Bu
işlemi;milletvekilinin yaptırdığı söylendi.
Üstad da ben de bu duruma çok üzüldük.Politikacının ağırlığını bu olayda gözlemiş
olduk.Gerçi;üstad bu konuda bir rapor yazıp hukuksuzluğu önlemeye
çabaladı.Ama,sonradan adamın istediğini aldığını öğrendik ve bir kez daha üzüldük.
Bir yıl önce Ordu’ya gelen hesap uzmanları;bir fındık tüccarına tefecilikten vergi
salmış ve ceza uygulamışlardı.Fındık eken köylüler,yıl boyunca tüccara
borçlanıyor;fındıklarını borçlarını kapatmak için yok pahasına tüccara teslim
ediyorlardaı.Tüccarlar,borç paraların faizlerini böyle kamufle etmiş oluyorlardı.
Adam;birgün bizleri ziyarete geldi.Derdini üstada anlattı.Olay
Danıştay’daymış.Dosyasına göre;yapılacak bir şey yoktu.
Adam gittikten sonra vergi dairesi müdürü ile görüştük.”Danıştay vergi ve cezaları
onaylarsa;bu adam kalpten gider”dedi müdür.
Bir süre sonra;adamın kalp krizi geçirdiğini duyduk.Baktık;Danıştay,vergi ve cezaları
onaylamıştı.
Ali Necmi üstad;Ordu’daki doktor ve avukatları vergi incelemesine tabi tuttu.O
zaman yasada olmadığı halde;adamları servet beyanına tabi tuttu.Geçmiş yıllar
kazanç beyanları ile bu servetlerikarşılaştırıp;mükelleflere tutanaklara dayalı cezalı
vergi saldırttı.
İtiraz etseler,yasal dayanak olmadığından kazanacakları bu vergi incelemelerinden
çıkmış vergi farklarını hemen hepsi ödedi.Çünkü;üstad bu arada bu tür vergilemeye
karşı çıkan birkaç mükellefi “ikna” etti.Onlar da vergilerini ödediler.
Örneğin;bir avukat,hukukçu olduğundan olsa gerek,itiraz edeceğini
söylüyordu.Üstad adama”itiraz ederse,her gece şehir kulübünde gizlice kumar
oynadığını eşine ve kayın pederine duyuracağını”söyledi.Adam;vergi ve cezaları
ödedi.Dinsizin hakkından,imansız gelmiş oldu.
Bu “ikna etme” olayı da;bir başka müfettişin anısına dayanmaktadır.Turgut Akman
adlı bir müfettiş,İstanbul’da bir yap-satçı Karadenizli müteahhidi vergi incelemesine
almış.
İncelemeler sırasında adam;bir arsayı aldığını,yanındakinin malikinin arsasını
satmaması nedeniyle bu arsayı değerlendirip inşaat yapamadığını;bunun canını
sıktığını söylemiş.
Vergi incelemesi bitmiş.Son tutanak sırasında müfettiş;arsa sorununun çözümlenip
çözümlenmediğini sormuş.
28
Adam;”Haaa...Onu mi soraysınız mufettiş bey...Gittik adamla adam gibi koniştuk.Bir
daha,bir daha koniştuk...Baktık anlamay...İkna ettik oni.”demiş.Bunu derken de sağ
elini tabancaya benzetip kafasına dayamış.Yani,adamı tabanca ile tehdit ederek
“ikna”etmişler.
Ordu’ya,Aybastı ilçesindeki bir ihbarı da incelemek için gelmiştik.İhbarı;ilçedeki tüm
parti başkanları imzalamıştı.İddiaya göre;bir vergi şefi,kanunsuz vergi
topluyordu.Suçun cezası o zamanlar idamdı.Çok şaşırmıştık ihbar
karşısında.Karşımıza ne çıkacağını bilmiyorduk.
Vali beye durumu anlattık,yardımcı olmasını istedik.
Adına bakarak iyi bir ilçe olması gerektiğini düşünüyorduk.Meğer,Ordu’nun en geri
kalmış ilçesiymiş.
Bir vadinin iki yamacına kurulu iki köyün ortasına hükümet binaları yapıp burayı ilçe
ilan etmişler.Ekonomik ve sosyal yaşam tam bir felaketmiş.
Vali bey “sizi makam aracımla oraya götüreyim.Ben de,ilçe teşkilatını denetler ve
ayni gün dönerim”dedi.Buna çok sevindik.
Otomobille yola koyulduk.
Öykülerdeki gibi Kaf dağını ve başka yedi dağı aştık.
Bir kasabı,bir manavı ve bir bakkalı olan ilce merkezine geldik.
Vali bey,bir saat kadar kaldı ve aracıyla geri döndü.
Allahtan o gün ilçenin pazarı varmış.Jandarmanın yardımı ile şikayetçileri buldurduk
ve tek tek dinledik.Olayın yapısını anladık.
İlçeye yeni atanan vergi şefi,o zamana dek taşınmaz mal alım satımlarında “yasadaki
emsal bedeli uygulaması”nın yapılmadığını görmüş ve bu uygulamayı
başlatmış.Eksik olan yasal harçları cezalı olarak tebliğ etmiş.Kanunsuz vergileme
eylemi buymuş.Adamın ödüllendirilmesi gerekirken,hakkında ihbara dayalı
soruşturma yapılmıştı.
İhbar,bu işten ençok zarar gören bir siyasi parti ilçe başkanının başının altından
çıkmıştı.Okuma yazması bile olmayan diğer ilçe başkanlarına “hayırlı bir iştir”deyip
ihbar maktubunu imzalatmış ya da parmak bastırmış.
Üstad;dönüşte,bu ilçe başkanı hakkında “memura iftira” suçundan dava açılmasını
istedi.Bakanlık da,durumu Aybastı Savcılığı’na bildirip davayı açtı.
Aybastı’da öğle yemeği yiyecek yer aradık,bulamadık.Kasapta,pöstekisi ile satılan
koyun eti vardı.İlçede mezbaha da yokmuş.
29
O etlerden şiş kebap yaptılar.Pöstekilerini bıçakla ayıklayıp eti yedik ve ayran
içtik.Akşama da ayni menüyü tekrarlayıp;ertesi sabah oradan ayrıldık.
Belediyenin çöp kamyonunun şoför mahallinde komşu Gölköy ilçesine dek
geldik.İlçede,otomobil,otobüs gibi araçlar yoktu.İlçenin Ordu ile ilişkisini,Gölköy
aracılığıyla bu çöp kamyonu sağlıyormuş.
Gölköy’den minibüsle Ordu’ya döndük.
Aybastı Kaymakam vekili sınıf arkadaşım çıktı.Gece,onun lojmanında kaldık.İlçe ile
ilgili ilginç öyküler dinledik. İlçede bir hakim,bir savcı,bir hükümet tabibi vardı.Hepsi
de bekarlarmış.Geçen yıl,doktor evlenmiş.O olayı anlattılar.
Kaymakamla,akşamüstü ilçe içinde gezelim dedik.Kaymakam,bir sokakta ileri geri
gezinmeye başladı.Sonunda,,bir pencere açıldı.Çağdaş görünümlü bir
bayan,”akşama gelebilirsiniz”dedi.
Doktorun karasıymış.Arada ev yemeği yemek isterlerse,hakim ve savcıyla gelip evin
önünde aşağı yukarı volta atıyorlarmış.Doktorun hanımı da illallah deyip onları
akşam yemeğine davet etmek zorumda kalıyormuş!
Doktor,ilçeye gelince,fakülteden arkadaşı olan kıza evlenme teklif etmiş.O da,Ordu
adını duyunca “olur”demiş..Başına neler geleceğini nereden düşünsün ki..
Doktor,izin alıp İstanbul’a gitmiş ve kızla nikahı kıymış.Vapura bimip rüya gibi bir
yolculukla Ordu’ya gelmişler.Arkadan,minibüsle Gölköy’e ulaşmışlar.Eh,o da idare
etmiş.
Sonra,Aybastı gerçekleri başlamış.Çiçeklerle süslenmiş belediyenin çöp
kamyonunun şoför mahalline kızı bindirmişler.Kız,o zaman biraz anlamış hanyayı
konyayı..Kamyonun arkasında davul zurna müziği ile yola çıkmışlar.Akşam üzeri
Aybastı’ya varmışlar.Evlerine gitmişler.Kız tam şoktaymış.
Biraz onra,kaymakam,savcı,hakim evin önünde voltaya başlamışlar.Kızın garibine
gitmiş bu durum.Doktora söylemiş durumu.Doktor “Vallahi,günlerdir gelmeni
bekliyorler.Aylardır ilk kez kadın elinden çıkmış ev yemeği
yiyecekler”demiş.Kız,anlayışlı birisiymiş.”Haydi buyurun bakalım”deyip onları eve
çağırmış.O gün bu gündür,haftada bir ya da iki gün evin önünde tur atma
seremonileri başlamış.
Ordu turnesi sırasında;hafta sonlarında Samsun’a,Giresun’a ve bir kez de Trabzon’a
gittim.O kentleri de tanımış oldum.
Ordu turnesi tamamlandı.Yine Karadeniz adlı gemiye binip Artvin yollarına düştük.
30
Gemiyle,önce Hopa’ya gittik.Gemi,Hopa’ya gece yarısı ulaşmıştı.Denizden gelen ve
tanımadığım lehçelerde konuşulan insan sesleri ile uyandım.Küpeşteden denize
bakınca,onlarca taka gördüm denizde..
Herkes müşteri kapmaya çalışıyor,bağırışıp duruyorlardı.
Sonunda,biri beni ve üstadı kaptı.Bavulları da gemiden aldık.Kıyıya gelince,yakındaki
“Şehir Oteli”ne kapağı attık ve uyuduk.
Ertesi gün,Artvin’e geçmeden önce,üstadın önerisi üzerine Sarp sınır kapısına
gittik,.komutandan izin aldık ve sınıra dek gittik.Karşı taraf Gürcüstan(Rusya)ydı.
Komutan,bizleri büyük adamlar gibi karşıladı ve ağırladı.Bizleri,tel örgülere kadar
götürdü.O sırada,sınırın öbür yanında,tepelerde bir ışık yanıp söndü.Ne olduğunu
komutana sorduk.
Ruslar;sınıra gelen herkesin,yetenekli kameralarla resimlerini çekiyormuş.Resimler
Moskova’ya yollanıp gelenlerin kimlikleri ve sınıra neden geldikleri kısa sürede
araştırılıp öğreniliyormuş.Bizim sınırımız ise,allaha emanetti.
Geri dönüp bir cip kiraladık ve Artvin yolarına düştük.Cankurtaran geçidini;Çifte
Köprüler köprüsünü geçip;çok dar yollarda dağları ve Çoruh vadisini aşıp Artvin’e
vardık.O zamanlar,en iyi şoförler Artvinli olurlar diye bir söylence vardı.Bunun doğru
olabileceğini gözledik.
Cankurtaran Geçidi;Hopa ile Artvin arasındaki dağların en yüksek yeri olan
tepeydi.Karayollarının bir yol bakım ünitesi vardı orada.Kış aylarında,karlı havalarda
kendini ve aracını oraya ulaştıranlar canını kurtarırmış.
Çifte köprülere gelince:Burada,birini bizim birini de Rusların yaptığı iki köprü
vardı..Ruslarınki demirdendi ve sağlamdı.Herhalde,Artvin’in işgali nedeniyle
yapmışlardı ve o tarihten bu yana hala kullanılıyordu.
Artvin;Çoruh Vadisi’nde ırmağın tabanından yüz metre dolayındaki bir tepenin
üzerinde kuruluydu.Yılan kıvrımlı dönemeçlerle tepeye tırmandık ve kendimizi
“Cumhuriyet Oteli”ne attık.
Kentin elektriğini;mazotla çalışan bir dinamo ile belediye elde edip dağıtıyordu.Bu
nedenle;akım,bazı kez 240 volta çıkıyor;bazı kez 180 volta düşüyordu.Traş makinem
ile traş olurken epeyi canım yanıyordu.
Otel;ahşap bir yapıydı.Üstad yine ayni odada kalmamızı önerdi.Bu kez;öneriye
şiddetle karşı çıktım.Bunun üzerine,üstad da durumu anladı ve şu açıklamayı yaptı:
“Yanlış anlamayın Uçar bey..Beni geçen yıl;Karadeniz bölgesine yolladılar.Takalarla
Tuna nehri üzerinden Almanya’ya kaçak fındık satıyorlarmış bu yörenin tüccarları.
31
Alman makamlarından gelen belgeler ve ifadeler üzerine,bu kaçakçılık olayının
Türkiye yanını soruşturmakla görevlendirildim.
Hakkında inceleme yaptığım fındık tüccarları beni ölümle tahdit
ettiler.İncelemeleri,bir polis korumasında yaptım ve tamamladım.
Bu yıl beni yine bu bölgeye yolladılar.Öldürülmek korkusu ile yalnız kalmak
istemiyorum.Korkudan uyuyamıyorum.
Demek;üstad bu nedenle geceleri uyuyamıyormuş.Bu durum,benim de dikkatimi
çekmişti.Bir tür paranoya oluşmuş üstadda.
Öyle de olsa;ayrı odalarda kalmak istediğimi bir kez daha belirttim.Üstad anlayışla
karşıladı ve bu konu kapanmış oldu.
Artvin,çok küçük ve az nufuslu bir ildi.Rus sınırında olmasının bu durumda etkisi
vardı.Kimse kalmak ya da yatırım yapmak istemiyordu.
Vali bey,”Kasım ayında burada kalırsanız,aşağıya Hopa’ya inişiniz tehlikeye
binebilir.Yollar kapanırsa;Nisan ayına dek burada kalabilirsiniz”dedi.Bunun
üzerine;iki aylık proğramı bir ayda tamamlayıp Hopaya indik ve oradan da gemiyle
İstanbul’a döndük.
Artvin’de tam Osmanlı defterdarları gibi bir Defterdar ile tanıştık.Oldukça
yaşlı,bilgili,deneyimli ve kibar bir memurdu.Birgün,şunu anlattı.
Ben ne zaman yeni bir ile atansam;ilk gün makamıma gidip işe başlamadan
önce,Hükümet Konağı bahçesinde ya da genellikle bu yapıların yakınında bulunan
parklarda otururum.Mesaiye gelen memurlardan maliye memuru olanları ayırmaya
çalışırım.Bir tür oyun oynarım kendimle.
Sonradan;memurlarımla tanışınca;yüzde doksanın üzerindeki bir oranla,hangi
memurların maliye memuru olduğunu tahmin ettiğimi görürüm.
Neden derseniz;bir kez en kötü giyinen onlardır.Malum,mum dibine ışık
vermezmiş..En az maaşı onlar alırlar.Hiçbir yan ödemeleri yoktur.
En yorgun memurlar onlardır.Çünkü,diğer memurlara bakarak iş yükleri çok fazladır.
E n dalgın mamurlar,maliyecilerdir.Çünkü,kafalarında eve iş götürüp getirirler.
Sonradan,bu deneyi ben de yaptım.Doğruluğunu ben de
gözledim.Hele,şimdilerde,tam açıklamalara uygun maliye memuru gibi oldum.
Biz oradayken;devrin Bayındırlık Bakanı Artvin’e geldi.Artvin’in Yusufeli ilçesi ile
olan tek karayolu,çok kötü durumda imiş.Vali bey;Bakan’dan bu yolun
genişletilmesini istiyordu.
Bakan beye Yusufeli’ne gitmeyi önerdi.Beni ve üstadımı da davet etti.
32
Ben vali beyin aracının şoför mahalline oturdum.Bakan beyi,şoförün arkasına
oturtular.Yola koyulduk.
Yol;düzeltilmiş orman yoluydu.Bazı yerlerde çok dardı.Öyle ki;Mercedes otomobilin
tekerlekleri uçurumun kenarını yalıyordu.Uçurumsa enaz üçyüz metrelik bir
derinlikti ve aşağıda Çoruh deli deli akıyordu.
Arada;karşımıza diğer yönden gelen araç çıkıyordu.İleri,geri manevralarla,yolun
geniş yerlerinde yanından geçiyor ve yola devam ediyorduk.
Son olarak;karşımıza bir kamyon çıktı.Durmadan geldi ve bunun sonucunda,valilik
aracının şoför yanındaki tekerleklerinin neredeyse yarısı,uçurumun kıyısına dayandı.
Bakan bey,salavat getirmeye başladı.Vali bey gülümsüyordu.Vali beye ikna
olduğunu söyledi.Yusufeli’ne gitmekten vazgeçildi.Geri döndük.Bakan,yolun
yapılacağına dair bir kez daha söz verdi.Eminim;hala yapılıyordur o yol!...
Murgul İlçesinde bakır madeni çıkarma ve işleme ünitesi vardı. Birgün orayı gezdik.
Gururlandık doğrusu. Devasa bir teşekkülü tıkır tıkır işletiyorduk.
Çıkarılan blister bakır ürünün tamamını İngiliz firmaları satın alıyordu. Blister bakırı
eritip kullanıyorlar; bu arada ortaya çıkan altını bize geri yolluyorlardı.
İşletme müdürü; İngilizlerin yeterince altını bize geri vermediklerini düşünüyordu. O
nedenle; altın ayrıştırıp bakırı altınsız ihraç edecek bir yöntemi uygulamaya
koymuştu. Böylece; bakırın içindeki altının tamamı ülkede kalacaktı.
Çifte köprüler diye anılan yer Çoruh nehri üzerindeki iki köprünün olduğu; Artvine
yakın bir yerdi. Çifte köprülerin birini Ruslar yapmış; birini biz yapmışız.
Bu vesile ile; Kurtuluş Savası Öncesi Rusların Kars; Ardahan, Rize, Trabzon, Hopa’yı
işgal etmiş olduklarını öğreniyorum. Bizim tarih kitaplarımızda bu olaylar detaylı
olarak yer almazdı. Duyunca, çok şaşırmıştım.
Çifteköprülerdeki bir balıkçı lokantasında hayatımın en tatlı ve güzel alabalıklarını
yemiştim. Tahtalardan Çoruh Nehri kıyısına yapılmış; salaş bir lokanta. Altına ağ
germişler. Alabalıklar ağa takılıp kalıyor. Kepçe ile alıp kızartıyor ve müşteriye
sunuyorlardı. Üstad’la üçer porsiyon balık yemiş ve alabalığa doymuştuk.
Artvin’deyken ünlü “Küba krizi” patlak vermişti. Olayı radyodan dinliyor ve savaş
çıkacak diye çok korkuyorduk. Çünkü; çıkacak bir savaşta; Artvin savunulmadan
Ruslara bırakılacak; Ruslar; Erzurum’da durdurulmaya çalışılacaktı. Neyse ki; bir
haftalık bir gerginlikten sonra; Küba’daki ve Türkiye’deki füzeler söküldü ve savaş
önlendi.
Sonunda yola koyulduk.
33
Cankurtaranı devirip Hopa’ya ulaştık. Karadeniz Vapuru bizi alıp; İstanbul’a geri
getirdi.
YETKİLİ TURNEM
1964 Haziran’ın ilk haftası; bir başıma turneye çıktım. Gittiğim yerlerde işlemleri bir
başıma denetleyecektim.
Altı ay süre ile İskenderun’u ve Kilis’i denetleyecektim. Malmüdürlüğü işlemlerini;
vergi işlemlerini; Hazine Avukatlığı işlemlerini denetlemekle görevliydim. O
zamanlar; emekli maaşlarını da mal sandıkları (maliye) ödüyordu. O işlemleri de
teftiş edecektim.
Cengiz’e yeni ilçe olmuş (2000 nufuslu) Pehlivanköy ve bir başka ilçe; Aydın’a da iki
ufak ilçe vermişlerdi. Bana yüklenmişlerdi. İskenderun o zamanlar 80.000 nüfuslu idi
ve Türkiye’deki illerin dörtte üçünden daha kalabalıktı. Kilis ise 40.000 nufusluydu
ve tüm illerin yarısından daha çok nüfus yapısı vardı. Ayrıca; Urfa’da bir vergi şefi
hakkında da bir ihbar yazısını vermişlerdi. Onun da soruşturmasını yapacaktım.
Başkanlık neden böyle davranmıştı? O zaman bu soruya yanıt veremiyordum.
Sonradan; Orhan Güven’in benim için kötü tezkiye verdiğini öğrenince durumu
kavradım
Beni; yeterlik sınavı öncesi, daha sıkı bir sınava sokuyorlardı böylece sınavlara
hazırlanamayacak; belki de teftişlerin ağırlığından sürmenaj olacak (kafayı yiyecek)
tım.
Ama ben; hem sınavlara hazırlandım. Hem de devasa bu iki ilçenin teftişlerini
noksansız yaptım. Ayrıca; sanşsızlığıma İskenderun’da bir; Kilis’te iki soruşturma
daha yapmak zorunda kalmıştım. Şimdi düşünüyorum da, ben o zaman bir mucize
gerçekleştirmişim.
Ağır teftiş; çeşitli soruşturmalar, sıcak yaz günleri beni yıldırmadı. Hem görevi dört
dörtlük yaptım. Hem de sınavlara hazırlanıp başarılı oldum!.. Hem de promosyon
birincisi oldum!... Bu;üstad muavin ilişkilerinde duygusal davranmış olan Orhan
Güven’e iyi bir yanıt olmuştur diye düşünüyorum.
Önce; Urfa’ya gittim. Şehir oteli’ne indim. Gitmeden önce; bu bölgede akrep ve yılan
sokması sonucu birçok kişinin öldüğüne dair öyküler anlatılmıştı. O nedenle; gece,
uyumadan önce yatağın içine, altına; dolaba, masaya, sandalyeye, köşe bucağa
bakmış; sonra yatağa girmiştim. Yine de uyuyamıştım. Bu durum; üç gece sürdü.
34
Sonra; kendimi alın yazıma teslim edip uyumaya başladım. Bunda; biraz da, her gece
aldığım alkolun de etkisi vardı şüphesiz.
İhbara göre vergi servis şefi; mükelleflerin defterlerini tutuyor ve beyannamelerini
düzenliyordu. Vergi Usul Kanunu’na göre bu suçtu.
Adamın el yazısını aldım. Mükellef beyannameleri ve defter kayıtları ile
karşılaştırdım. İhbar doğru değil gibi görünüyordu. Sonra; aklıma eşi geldi. Onun el
yazısı örneği; beyannameleri ve bazı mükellef defter kayıtlarını tuttu. Adam;
işlemleri yapıyor; karısı el yazısı ile belgeleri dolduruyormuş. İfadeleri aldım ve
raporu düzenledim. İskenderun’a geçtim.
Urfa’da; İzmir’den bir arkadaşıma rastladım. Ankara Hukuk Fakültesine benimle aynı
dönemde başlamış ve mezun olmuştu. Adı Kuten idi. Yedek subaylığını yapıyormuş
ve Urfa garnizonunda Adli Subay imiş. Onunla arkadaşlık ettik.
Ayrıca; Emlak Bankası Müfettişi Armağan abi ve Ziraat Bankası yetkili müfettişi ile
de arkadaşlık ettik. Hiç sıkılmadım.
Yemeklerimizi Şehir Lokantası’nda yiyorduk. Nami Usta’nın lokantası çok ünlüydü.
Nami Usta’nın kasayı tuttuğu ve işleri yürüttüğü bir camlı masası vardı. Camın altı
yüzlerce müfettiş kartviziti ile kaplıydı. Ben de bir kart bıraktım ayrılırken.
Yemekleri çok güzeldi.
Patlıcanlı kebabı yemeyi öğretti bana. Sonra; Gazinantep’te, İstanbul’da bu kebabı
sipariş verdiğimde garsonlar “Beyim, sen onu yiyemezsin!.. Başka şey getirelim”
derlerdi. Benim ısrarım üzerine kebabı getirirler ve nasıl yendiğini bildiğimi görünce
alkış tutarlardı.
Balıklı göle gittik ve öyküsünü dinledik. Urfalılar, çok efsane düşkünüydü. Biri de bir
vali ile ilgiliydi.
Alabalıkların yenmediğini, kimsenin bu balıkları yemediğini, günah saydıklarını
söylüyorlardı.
Bir tarihte bir vali gelmiş. Balıklı Gölü ziyaret etmiş. Balıklarının yenmeyeceğini
duyunca; bir tanesini kızarttırıp gölün kenarında rakı mezesi yaparak yemiş. Kalkma
vakti geldiğinde; atına binmiş. At; tökezlemiş ve vali paşa attan düşüp başını taşa
vurmuş ve ölmüş. Balıkların lanetine uğramış!.. “Urfa’ya paşa geldi. Halka temaşa
geldi.” türküsü buradan çıkmış. O zamanlar tüm valilere halk “vali paşa”
derdi.Urfa’nın ayrıca bir de ünlü “vali kebabı”vardır.
35
Oysa;bir hafta sonu,Harran’dan geçerken köylülerle konuştuk.Balıklı Göl’ün
mazgallarından suyu Harran Ovası’na salınıyordu.O arada balıklar da bu suyla;ovaya
iniyordu.Köylüler de onları bir güzel yakalayıp yiyorlardı.”Neden yenilmesin ki
bey,allahın yarattığı balık”diyorlardı.
Urfa’da bir de;bir kıza aşık olmuş,bu nedenle kafayı üşütmüş bir üsteğmen pilot
vardı.Gün aşırı;topçu keşif uçağı ile eğitim uçuşu yapar ve her kezinde kızın evinin
üzerine gelip eve intihar dalışı yapardı.Tüm Urfalılar da seyrederlerdi.Kızın
babasının inadı tutmuş;kızı istettiğinde üsteğmene vermemiş.O da bu yöntemle
babayı ikna etmeğe çabalıyormuş!
Akşamları;bir açıkhava lokantasında yemek yiyorduk.Lokanta sahibi;plak ile müzik
dinletiyordu müşterilerine.Arada,eline mikrofonu alıp “Şimdi sizlere kürtçe bir türkü
çığıracam”deyip kürtçe türkü okurdu.Kürtçülük olayı ile bu ikinci karşılaşmamdı.
Diyarbakır turnesinde;üstadı Mülkiye’den sınıf arkadaşı olan bir Diyarbakırlı ziyarete
gelmişti.O kişi;kürtlerin bağımsızlığı için çalışan birisi imiş.Polis,adamı sürekli
izliyordu.Sonradan;Belçika’da kurulan sözde kürt parlamentosunun başkanı olmuştu
sanırım.
Plaktan müzik dinlemek deyince;aklıma,geçirdiğim dehşet dolu bir yarım gün
geldi.Urfa’ya gitmek için önce uçakla Diyarbakır’a gelmiştim.Oradan bir minibüse
bindim.Urfa yollarına düştüm.
Şoförün tam arkasında oturuyordum.Yanıma burnunun yarısı cüzzamdan
düşmüş,yok olmuş;bir gözü trahomdan kapanmış birisi oturmuştu.Bu durumun
yarattığı gerginlik ve tedirginlik içinde yolculuk yapıyordum.
O zamanlar minibüslerde plak çalarlar vardı.Şoför;o dönemin en ünlü türkücüsü
olan Nuri Sesigüzel (Urfalıdır)in okuduğu “Kundurama kum doldu”türküsünün
plağını pikaba koydu.Türkü bitince,plağa bir fiske vuruyor,plak yeniden çalmağa
başlıyordu.Bundan daha berbat ,acımasız bir işkence olamazdı.Yol bitene dek belki
elli kez ayni türküyü dinledim.
Şoför;cüzzamlıdan rahatsız olduğumu anladı.Siverek’te beni öne,yanındaki koltuğa
aldı.Bu kez;plak kafamda daha çok uğulduyordu.Ama,durumuma
şükrediyordum.Cüzzamlının muhabbetinden kurtulmuştum.
Sonunda;Urfa’ya ulaştığımızda,dayak yemiş gibi perişandım.Üç günde zor
toparladım.
Urfa’daki ihbar incelemesini tamamladım.Yine,bir minibüse binip İskenderun
yollarına düştüm.Gece yola çıktık,sabaha karşı İskenderun’a varacaktık.
36
Kırıkhan Ovası’na inerken;ovanın ay ışığında büyük bir göl gibi parladığını
gördüm.Dolunay zamanıydı ve ova ay ışığınde gümüş gibi parlıyordu.
Kırıkhan’ı geçtikten sonra;geceyarısı bir köyde durduk.Bir düğünde bulunmuş olan
bir davulcu,bir zurnacı ve iki dansöz kadın minibüse bindiler.Ancak;minibüsün
çevresine jandarmalar geldi.Yol,kaçakçıların kullandığı yol olduğundan bu tür
durdurmalar ve aramalar yapıyorlardı.
Şoförle yarım saat kadar tartıştılar.Şoför,homurdanarak minibüse bindi ve yola
çıktı.On kilometre sonra jandarmalar minibüsü yine durdurdular.Şoför,öfkeli olarak
jandarmalarla bir süre tartıştı.Minibüse bindi ve yeniden yola koyulduk.
Şoförün dediğine göre;jandarmalar dansöz kadınlarla yatmak istiyorlarmış.Şoför
de;minibüsüne bindikten sonra kadınların kendi namusuna teslim
edildiğini;kadınları rızaları olmadan bırakamayacağını söylüyormuş.Jandarmaların
her türlü tehdidi işe yaramamış.Jandarmalar bir kez daha yol kesip bizlere de kötü
davranacaklar diye korka korka İskenderun’a vardık.
İskenderunda Hesap Uzmanlarının turne için bu kente geldiklerinde kaldıkları otele
indim.Kentin,en konforlu ve pahalı oteliydi.Yatıp uyudum ve ertesi gün
Malmüdürlüğü ‘nde sayım yapıp teftişe başladım.
Sayım deyince aklıma geldi.Ertuğrul Kumcuoğlu da yetkili muavin olarak
Ceyhan’daydı.Sayıma başlamış,biraz sonra elektrıkler kesilmiş.Bu heyecanla
paraların üzerinde durduğu masaya abanmış ve herkesin vezneden dışarı
çıkmalarını haykırmış.
Sonra,ışıklar gelmiş ve sayımı tamamlamış.Allahtan,sayımda paralar tamam
çıkmış.Eksik çıksaydı ve adamlar”Müfettiş bey,paraları o karanlıkta senin almadığın
ne malum”deselerdi ne olacaktı?!..Olayı bana anlatınca bunu sormuştum.O da;ne
denli yanlış davrandığını anlamıştı..
Benzer bir olayı;Urfa’da anlatmışlardı.Bir Tekel müfettişi,Urfa’ya gelmiş ve tekel
ambarını saymak üzere ambara gitmiş.Ambar sorumlusu “Senin müfettiş olduğunu
nereden bileyim”demesi üzerine kimliğini adama vermiş.O da kimliği o sırada gürül
gürül yanmakta olan sobaya atmış ve adamı “Sen müfettiş değilsin artık”diyerek
kovmuş ve ambarı saydırmamış..O akşam,tekel deposu yanmış ve adam sayımı
yapamamış kalmış.
Sonraları;bu öyküyü yanıma verilen her müfettiş yardımcısına anlatır ve kimliklerini
memurlara vermemelerini söylerdim.
37
Ertuğrul’a bir milli emlak ihbarı gelmiş.Birinci gün muhbir,iki isim daha vermiş.İkinci
gün,o iki kişiyi dinlemiş.Ertesi gün,bunların ismini verdiği dört kişiyi dinlemiş.Onlar
da daha on isim vermişler.
Cumartesi günü.İskenderun’a bana geldi.Bu durum nedeniyle “kafayı yiyeceğini”
söylüyordu,Ona;savcı gibi davranmak zorunda olmadığını;ihbar konusunda kanaati
oluştuysa;diğerlerini dinlemeden rapor yazabileceğini belirttim.Hepsi ayni şeyleri
söylüyormuş.Çok rahatladı ve dönünce de öyle yapmış.
Muhasebe teftişi sırasında;günümüz parasıyla elli milyarlık bir paranın kredi olarak
kullandırılacakken;milli eğitim mutemedine avans olarak verildiğini saptadım.Olayın
soruşturmasına başladım ve durumu Başkanlığa bildirdim.O zaman memurlar
hakkında “olur” almadan doğrudan soruşturma yapabiliyorduk.Bu bizi çok korkulan
kişiler yapıyordu.
Başkan telefon etti ve beni kutladı.Olay;Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Maliye
Bakanlığı’na bildirilmiş ve maliye personeli hakkında da soruşturma yapılması
istenmiş.Ben,olayı bizzat saptayınca,bu durum,Başkanlığın ve Bakanlığın hoşuna
gitmiş.Durumu,Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmişler.
Milli eğitim mutemedi;zimet suçundan tutuklu olarak hapishanedeydi.Acaba;bizim
memurlardan ortağı var mıydı? Bunun için ifadesini almam gerekiyordu.Savcıdan izin
aldım ve ifade için hapishaneye gittim.
Adamı;zemin katta bir odaya getirdiler.Yaz sıcağı nedeniyle,pencereler
açıktı.Ben;ifade için yazı makinesine kağıtları takıyordum ki;adam,pencereden dışarı
atlayıp kaçmaya başladı.
Hemen;”tutun,yakalayın”diye bağırmaya başladım.Neyse ki;dışarıda jandarmalar
varmış.Adamı yakalayıp odaya getirdiler.Ben de iki jandarmayı pencerenin önüne
dikip ifadeyi tamamladım.
Sonraki soruşturmalarda;bu tür güç durumlarla karşılaşmamak için;önceden
alınması gereken tüm önlemleri aldırıyordum.
Soruşturmayı tamamladım.Malmüdürünün ihmali olduğuna dair ilk kez soruşturma
raporu düzenledim.Adam,temelde ve savunmasında haklıydı.Büyük bir kentin
nufusuna sahip bir ilçenin muhasebe işlerini,küçük ilçelerin memur kadrosu ile
yürütmeye çalışıyordu.İşlem gözünden kaçmıştı.Ancak,benim de elim
mahkumdu.Kendisi için suç duyurusunda bulunmak zorundaydım.
38
Bir ay kadar sonra;daireye geldiğimde malmüdürünün tüm saçlarının bir gecede
beyazlamış olduğunu gördüm.Genç birisinin bu duruma düşmesinin nedenini
anlamadım.
Şefe,nedenini sordum.Raporum üzerine,il idare kurulunca yargılanmasına karar
verilmiş.Üzüntüden,bir gecede tüm saçları beyazlaşmıştı adamın.Bu durum;beni
daha da üzmüştü.
İskenderun’da bir Gümrük Müfettişi ve iki yardımcısı;bir Merkez Bankası
müfettişi;bir de Mülkiye’li bir muhasebeci ile ahbaplık ediyorduk.Otelin zemin
katındaki restoranda içkili muhabbetler kuruyor:değişik yemekler yiyor;hafta
sonlarında ise yakınlardaki plajlarda denize giriyorduk.
Sonraları;Mülkiye’de takma adı “Eskici Ömer” olan bir hariciye(dış işleri) personeli ile
tanıştık.
Kendisi;kadınlara düşkün olduğu için bu takma ada layık görülmüştü.Bunu önce
Varşova’ya görevli yollamışlar.Bir genç kızla ahbaplığa başlamış.Kısa süre sonra;kızın
o ülkenin gizli servis ajanı olduğu anlaşılmış.Lefkoşa’ya yollamışlar.O zaman Kıbrıs
bağımsız bir devletti.
Orada da bir rum kızı ile çıkmağa başlamış.O da gizli servis ajanı çıkmış.Bu kez;rahat
durması için Halep’e konsolos olarak yollamışlar.Müslüman ülkesi olduğu için
durulmuş.
Ama;hafta sonları,son model bir amerikan otomobili ile ve arap giysileri içinde
İskenderun’a geliyordu..Bizleri de alıyor ve İskenderun’un eğlence yeri olan
Soğukoluk’a çıkıyor ve genç kızlarla eğleniyorduk.Eskici Ömer’i arap sandıkları
için(ya da öyle davranıyorlardı) itibarımız çok yüksekti.Pazar akşamları,Halep’e geri
gidiyordu.
Zat maaşları(Emekli,dul ve yetim maaşları) teftişi sırasında;adı “Uçar “ olan bir
emekli çocuğu olduğunu gördüm.Maaş dağıtımında,az rastlanan adaşımı görmek
için sabırsızlanıyordum.Maaş dağıtıumında;bunların sağ olup olmadıklarını da
denetliyorduk.Bizden vize almadan,maaşları ödenmiyordu.
Uçar;maaşını almağa geldi.Bir ermeni bayanın kız çocuğuymuş.Çok şaşırmıştım
adımı bir kız adı olarak görünce.
Çalışırken;birgün odama birisi girdi.MİT ajanı olduğunu belirtip bir ermeni hakkında
vergi incelemesi yapmamı ve adamı yurt dışına kaçmaya zorlamamı istedi.Ben
de;proğramım olduğunu,böyle bir incelemeye vaktim olmadığını;Başkanlığıma
39
başvurmalarının gerektiğini belirttim.Oradan emir gelirse,işi yapardım.Sonradan,bir
ses çıkmadı.
MİT İLE İLGİ ANILAR
Bu arada;MİT ile ilgili anılarımı anlatabilirim.
Bu kuruluşla ilgili ilk anım;Nisan 1960 sonlarına dek gitmektedir.Nisan öğrenci
olayları sırasında;askerler silah kullanarak hükümete baş kaldırmış olan Mülkiye’ye
zorla girmişlerdi.Hemen sıkıyönetim uygulaması başlatılmış ve Ankara’da
oturmayan öğrencilerin gece inene dek kenti terk etmeleri istenmişti.Otobüslerde
yer bulmak olanaksızdı.Gece de olmuştu ve ben Ankara’dan çıkamamıştım.
Gece kalacak bir otel aramağa başladım.Tüm oteller;ya doluyuz diyorlardı ya da
öğrencisiniz sizi alamayız diyorlardı.
Kızılıay’daki küçük bir otelin gece görevlisi Mülkiye’li bir ağabey çıktı ve bizi otele
aldı.Ertesi gün hemen İzmir’e gittik.
İzmir’de Özgen Acar’ı gördüm.Bana ve tüm Mülkiyelilere;İzmir’deki öğrenci
olaylarına katılmamamızı salık verdi.Dediğine göre;zamanın MİT örgütü,bizi İzmir’de
izleyecek ve olaylara karışırsak ‘teşvikçi ve elebaşı’olarak tutukluyacaktı.Dediklerini
önemsedik ve olaylara katılmadık.Ege Ünüversiteli öğrenciler ve göstericiler bizlere
laf atarak bizleri de gösterilere çekmeğe çabaladılar,başarılı olamadılar.
Mülkiye’yi bitirdikten sonra;müfettiş yardımcısı olarak İzmir’e gelmiştim..Bizden bir
yıl sonra Mülkiye’yi btirmiş olan Turgay Gönenç de İzmir’de İstatistik Bölge
Müdürlüğü’nde çalışmaya başlamıştı.
Hem ressam hem de ozan olan Turgay ile bu sırada birkaç yıl süren bir dostluğumuz
oldu.O sırada;’Sevi’ adlı şiir kitabımı yayımlamıştım ve o da bu kitaba çok güzel bir
kapak çizmişti.
Bölge müdürlüğü o sıralar,ekonomik ve mali konularda önemli bir anket
uyguluyordu.Anket sonuçları;hükümetin düşüncelerine ters düşen sonuçlar
olmuş.Turgay’a sonuçları değiştirmesini önermişler;o da kabul etmemiş.Bu
nedenle;tayinini çıkarıp onu istifaya zorladılar.O da buna uydu ve memuriyetten
ayrıldı.Turgay’ın görevden alınmasında MİT raporlarının önemli olduğunu sonradan
duydum.Zaten o sıralar;MİT bölge müdürlüğü de Turgay’ın çalıştığı istatistik bölge
müdürlüğü ile ayni binadaydı
40
Sonra;İskenderun’daki olayı yaşadım.Sonradan;Maliye Müfettişlerini herkesin ya da
her örgütün kullanmak istediğini gözledim.O nedenle;çok dikkatli olmak
gerekiyordu.
Askere gitmeden önce;bir süre İzmir’de çalışmıştım.Bu sırada Ercan Meftunoğlu ile
bana ortakaşa bir iş gönderdiler.”Çok gizli” işaretiyle yollanan bu görevin
konusu;İzmir’de yayınlanan iki aşırı sağcı dergi ile iki aşırı dinci dergi hakkında vergi
incelemesi yapılmasıydı.Ancak;asıl amaç,bu dergilerin finansman kaynaklarının
araştırılması ve varsa yurt dışı finansman kaynaklarının sptanmasıydı.
Gerekli incelemeleri yaptık ve bir aşırı dinci derginin Suudi Aarabistan tarafından
finanse edildiğini saptadık.Finansman,dergi aboneliği görünümü altında
sağlanıyordu.Derginin;Suudi Arabistan’da 40.000 abonesinden gelen paralar banka
hesaplarında yer alıyordu.Oysa;gazetenin kullandığı kağıt sayısı ve diğer giderlerine
bakıldığında;derginin yaklaşık 2000 adet basıldığı ve bunların da yurt içinde
pazarlandığı anlaşılıyordu.
Durumu Ankara’ya bir raporla bildirdik.O derginin sorumluları mahkemeye çıkarıldı
ve mahkum edildiler.
Daha sonra;Nürnberg Başkonsolosluğu’nda yaptığım soruşturma sırasında MİT
karşıma çıktı.Cumhurbaşkanlığında gelen bir ihbar mektubundaki olayları
soruşturuyordum
İhbar yazısını yazmış olabileceğini sonradan düşündüğüm bir idari ateşe;ifade
verirken kendisinin Mit mensubu olduğunu belirtmişti.Hakkında ihbar yapılmış olan
Başkonsolos da Mit mensubu olduğunu söylüyordu.Ayrıca;bana bilgi ulaştıran bir
başka bayan idari ateşe de MİT mensubu olduğunu ileri sürüyordu.Kafam iyice
karışmıştı.
Erkek idari ateşenin MİT mensubu olma olasılığı fazlaydı.Tedavi edilmiş frengi
hastalığı vardı ve halen çalışıyordu.Buraya gelmeden önce Moskova’da
çalışıyormuş;birgün ateşli bir hastalığa yakalanmış ve elçilik doktoruna gidecek
yerde elçilik yakınındaki bir Rus eczanesine gitmiş ve derdini anlatıp ilaç istemiş.Rus
eczacı buna bir iğne yapmış ve adam frengi hastası olmuş.Türkiye’ye yollayıp tedavi
etmişler ve yeniden dış göreve Nürnberg’e yollamışlar.
Bu kişinin anlattığına göre;sonradan cumhurbaşkanımız olan Moskova
Büyükelçimiz;çalışma odasında(güya çalışma masasının altında)uyurmuş.Bunun
başına gelen olaylardan dolayı duyulan korkunun sonucuymuş bu.
41
Bayan idari ateşeye de sonraları başka iki ayrı konsolosluk teftişinde
rastladım.Onun da MİT mensubu olması olasılığı fazlaydı.
İşin tuhaf yanı;bayan ateşenin dediğine göre,onlar da benim MİT ajanı olabileceğimi
düşünmüşler.
Kıbrıs Savaşı’ndan önce;bir sigara fabrikasında mali analiz yapmak için Kıbrıs’a
gittim.Büyükelçiyi ziyarete gittiğimde;briç bilip bilmediğimi sordu;ben de
oynadığımı belirttim.Meğer dördüncüleri yokmuş,briç oynayamıyorlarmış.Çok
sevindiler.
O akşam yemeğe büyükelçilik rezidansına davetliydim.Yemekten sonra
ben,büyükelçi,müsteşarı ve tanımadığım bir kişi brice oturduk.Dördüncü kişi;asker
kökenli MİT mensubuydu;o sırada Kıbrıs’ta faal olanTMT adlı Türk gizli örgütünün
başkanıydı.Adı hiç geçmiyor;Bayraktar bey diye anılıyordu.Yıllar sonra;bu kişinin bir
Maliye Müfettişi arkadaşımın dayısı olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım.Ayrıca;her
ilçede bir sancaktar vardı ve ilçenin Rumlara karşı direnişini örgütlüyordu.Larnaka
sancaktarı sınıf arkadaşım çıktı.
Sigara fabrikalarını görmek için Güney Kıbrıs’a geçmiştik.Büyükelçilik
otomobilindeydik ve geçtiğimiz her yolda Türkçe olarak bizlere küfür
ediliyordu.Larnaka’da sınıf arkadaşımla bir öğle yemeği yedik.Ahmet bey adlı
İngilizlerle içli dışlı bir sınıf arkadaşımız vardı Mülkiye’de.Onu sordum ve ihanet
eden birisi olduğunu öğrendim.
Savaşın hemen sonrasında;Kuzey Kıbrıs’a görevle gittim.Maliye Bakanlığı’nda teftiş
kurulu kurdum ve Türkiye’ye döndüm.Sonra;Romanya Büyükelçiliğinde bir görevle
bulunuyordum.Orada;Kıbrıs’taki ticari ateşemize rastladım.Onun dediğine
göre;benden sonra Kıbrıs’a bir Uçar Demirkan daha gelmişti.Büyükeçi geleni
karşılamak görevini bu kişiye vermişti.O da hava alanına gitmiş ve bir başka kişinin
Uçar Demirkan olarak gümrükten geçtiğini görmüş.Adama’Ben Uçar Demirkan’ı
tanırım.Siz o değilsiniz.’demiş.Adam;sus işareti yapmış ve bir daha bu konuyu
konuşmamışlar.İşte;büyük olasılıkla bu olaydan dolayı;sonraki yaşamımda
herkes;buna Ermeni militanları da dahil;beni MİT elemanı olarak görmeğe
başladı.Ermeniler;dışişleri personeli,arkadaşlarım ve hatta çocuklarım.Onlar bile;bu
örgütte çalışıp çalışmadığımı soruyorlardı.
Sonraki dönemlerde,dışişleri personeli ile ilgili olarak yaptığım teftişler ve
soruşturmalar nedeniyle dışişleri personeli de hakkımda böyle düşünmeğe
başlamıştı.
42
Kıbrıs’a ikinci kez gitmeden önce İstanbul’da MİTten gelmiş bir inceleme görevi
yapmıştım.Ancak;bana görevi sözlü olarak ayrıca veren Maliye Bakanı;ihbar edilen
adamın holdinginin kuruluşlarının birinin mali danışmanlığını yapmış birisi
çıktı(incelemeler sırasında bu kişinin holdingin yönetim kurulu üyeliğini yapmış
olduğunu saptadım) ve o işten hiçbir sonuç alınamadı.Bunun üzerin;MİT İzmir bölge
müdürlüğü yapan bir arkadaşıma,bu olayı anlattım ve önerilerde
bulundum.Ülkeler;biri birlerini artık topla tüfekle değil,ekonomi ve maliye ile
yıkmağa çabalıyorlardı.O nedenle;MİT bir ekonomik ve mali kaçakçılıkları izleme ve
inceleme birimi kurmalıydı.Bu türden sapmalar o zaman ortaya çıkmazdı.
Başka bir görevde de ayni durum ortaya çıkmıştı.Kuşadasında kurulu bir Ermeni
kökenli vatandaşın işlettiği firmaların kazançlarının Asala terör örgütüne gittiğine
dair duyumların incelenmesi isteniyordu.Adres yanlıştı;çünkü,Ermeni vatandaşların
firmalarının adresi İstanbul’daydı ve Kuşadası incelemeleri ile adamlar
uyandırılmıştı.Kuşadasında hiçbir kayıtları yoktu;yalnızca çalıştırdıkları işçilerin
vergilerini ödüyorlardı.Durumu Başkanlığa bildirip İstanbul’daki bir arkadaşın
görevlendirilmesini istedim;çünkü,iş işten geçmişti.Olayın bu tür gelişmesi sonunda
da meslekdaşlarım benim MİT ile ilişkilerim olduğunu düşünmüşlerdi.
İzmir’de görevliyken MİT bölge müdürü sınıf arkadaşım olam Kibrit Kafaydı.Birgün
bana ‘Bana bak,dosyan kızarmağa başladı,ayağını denk al.’demişti.Daha
sonraları;MİT te renkli dosyalar tutulduğunu öğrenmiştim.Beyaz dosyalar şüpheliler
için,kırmızı dosyalar komünistler için,yeşil dosyalar irtica mensupları ve aşırı dinciler
için,sarı dosyalar masonlar için,kara dosyalar da faşistler için
kullanılıyormuş.Böylece;dosyasının renginden kişilerin dünya görüşleri
anlaşılıyormuş.
Sonradan öğrendiğime göre:İttihat ve Terakki (Union et Progres) bir mason
locasıydı ve Atatürk’te bu locaya girmiş;anlaşamamış ve uyutulmuştu.İngilizler de
Hürriyet ve İtilaf locasını(Liberty and fraternity) kurmuşlardı.Bu iki loca aralarında
siyaseten çekişiyorlardı.Atatürk,bundan rahatsız olmuş ve gizli bir kararname ile
mason localarını kapatmış ve izlenmelerini istemişti.Sarı dosyalar o zaman açılmış
olmalıydı.
Hala o tür dosyalama var mı,doğrusu bilmiyorum.
Bölge müdürünün bazı kez muhasebe müdürüyle ödenek sorunları oluyordu.Her
kezinde;devreye ben girip sorunları çözüyordum.Bu nedenle de adımız MİTciye
çıkmıştı.
43
Son olarak şunu anlatmak istiyorum.Bir tarihte;bir Maliye Müfettişinin kayın
pederine Kürt solcu örgütü temsilcileri gelmiş ve haraç istemişlerdi.Arkadaş
durumu bana anlatıp,MİT bölge müdüründen yardım isteyelim dedi.Ben de
istemeye istemeye arkadaşıma telefon edip durumu anlattım.’İstenen parayı
belirtilen ağacın altına koysunlar,gerisini merak etmesinler’dedi.Meğer olaydan
zaten bilgileri varmış.Ertesi gün;tüm gazetelerde;Bafa Gölü yakınlarında bir terörist
grubun yakalandığı yazılıydı.Bu olaydan sonra;MİT kuruluşunun hayranı oldum ve
öylece kaldım.
YETKİLİ TURNE ANILARI
Bu arada;İskenderun’a ilk geldiğim günü anımsadım.Nezaket ziyareti için
Kaymakam’a gitmiştim.Kendimi tanıtınca;”Vay...O müfettiş sen misin?..Gel seni bir
alnından öpeyim.”dedi.Beklemeden alnımdan öptü.Sonra olayı anlattı.
Ben;Urfa’da her akşam üzeri Emlak Bankası müfettişi Armağan Çağatay’la açıkhava
kahvesinde buluşuyordum.Birlikte akşam yemeği yiyip sinemaya,kahveye
gidiyorduk.O banka müfettişi olduğu için yerli halkla,eşrafla da tanışmıştı.Birlikte
oluyorlar,yiyip içiyorlardı.Ben,Maliye Müfettişi olarak bunları yapamazdım ve
yapmıyordum.
Bir akşam üzeri;açıkhava kahvesine geldim.Armağan abi;birileri ile bir masada
oturmuş,muhabbet ediyordu.Selamlaştık ve ilerideki bir masaya oturup onu
beklemeye başladım.
Önce Armağan abi,sonra masasındakiler kalkıp benim masama geldiler.Ben de
buyur edip çay ısmarladım.Konuştuk,gülüştük.Sonunda kalkmağa karar verdik.
Ben hesabı ödemek istedim.Garson “Hesap ödenmiştir babo..”dedi.Ben de hesabı
ödemediğimi;ödemek istediğimi söyledim.
Baktım;garson,korkuyla masadakilerden birisinin gözlerine bakıyordu.Olayı
anladım.Adama;hesabı ödememe izin vermesini istedim”Vallah olmaz begim...Siz
bizim konıgımızsiniz”dedi.Ben de;İzmirli olduğumu;İzmir’de birisinin masasına
oturulursa,hesabı o masanın sahibinin,yani benim ödeyeceğimi belirttim ve
tartıştık.Sonunda;biraz da garsonu tehdit ederek,zorla çayların parasını verdim ve
kalktık.
Meğer;o kişi Urfa’nın en hatırlı ağasıymış.Ben adamı;halkın önünde kötü duruma
düşürmüşüm.Bu durumda;töre gereği adam beni vurdurabilirmiş...Böylece,yaşamımı
tehlikeye atan bir davranış sergilemişim meğer..
44
Urfa neresi...İskenderun neresi...Olay;oraya dek yayılmış ve duyulmuş.
Kaymakam’ın masasının ön yanında;konuklar için iki sandalye –koltuk vardı.Bunların
hizasında;masanın üzerinde birer çubuk üzerine takılmış 20 santim boyunda “park
edilmez”levhası vardı.Beş dakika sonra;”ben kalkıyorum”dedim.Kaymakam,”dur
yahu,daha yeni geldin,nereye gidiyorsun” dedi.Levhayı gsöterdim.Gülümsedi ve
levhaları ters çevirdi..Bu kez “park yeri” işareti ortaya çıktı.”Parka edilmez
levhaları,can sıkıcı,sırnaşık iş sahipleri için”dedi.Gülüştük.
Yetkili turnesine çıkmadan önce;iki iş verilmişti.Onları anımsadım.
Biri;İller Bankası ile ilgiliydi.Ben ve üstadım İlhan Evliyaoğlu bu bankaya “mali
analiz”e gittik.Bir milletvekili bankanın mali bakımdan güç durumda
olduğunu;belediyelere yeterince yardım yapamadığını;belirtip bankaya Hazine
yardımı yapılmasını önermiş.
Banka genel müdürü ile tanıştık.Üstad;çalışmalar için bir yer gösterilmesini;mali
analizi benim yapacağımı söyleyip gitti.
Bana,izbe bir odayı hazırladılar.Belgeleri getirdiler;çalışmaya başladım.Ertesi gün
üstad,denetim için geldi.Odanın durumunu görünce;genel müdüre çıkıştı.Bir Maliye
Müfettişinin bu koşullarda çalışamayacağını belirtti.Hemen,çalışma yerimi,bankanın
toplantı salonuna aktardılar ve konforlu bir ortamda çalışmayı sürdürdüm ve raporu
tamamladım.
Devrin Maliye Bakanı;Meclis’te bu raporu gösterip Hazine yardımına gerek
olmadığını savundu.Bu beni çok gururlandırdı.Sonradan;benzer olayları çok
yaşadım.Maliye Müfettişi raporları neredeyse yasa gibi tartışmasız benimseniyordu.
İkinci iş:bir vergi incelemesidir.Necdet Uran-Süleyman Demirel İnşaat Ortaklığı’nın
vergi kaçırdığı ihbar ediliyordu.Bu firma;ABDde kurulu Morrison firmasının Türkiye
temsilciliğini de yapıyordu.
O sıralar,Adalet Partisi genel başkanlığı’na oynayan Süleyman Demirel’in amerikancı
olduğu ve mason olduğu ileri sürülerek yıpratılmaya,önü kesilmeye
çalışılıyordu.Sanırım;bu vergi ihbarı da tam o sırada,bu bağlamda yapılmıştı.
Defter ve belgeleri inceledim.Bir vergi farkı ya da suçu bulamadım.Durumu belirtir
bir yazıyla;ihbarı geri yolladım.
Sonradan;Adalet Partisi İzmir İl Başkanı Halil Ünal( O da inşaat mühendisiydi ve
Süleyman Demirel’in güvenilir adamıydı) beni paraşütle Meclis’e
indirmeyi(milletvekili yapmayı) önerdi.Ben kabul etmedim ve teşekkür ettim.
45
Süleyman Demirel’in oluru alınmadan böyle bir öneri yapılamazdı.O zaman aklıma
geldi;yetkili muavinken yapmış olduğum vergi incelemesindeki tarafsız tutumum
bunda etkili olabilirdi. Zaten;biz Maliye Müfettişleri;aramızda şöyle bir espri
yaparız.Kimleri Maliye müfettişleri incelemiş,soruşturmuşsa;o kişiler çok büyük
adamlar olmuşlardır.Eski Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon ve Cumhurbaşkanı Turgut
Özal da bu tiplerdendir.
Nitekim;Turgut Özal,Başbakan olur olmaz Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatma
kampanyası başlatmış;kurulla uğraşmış;başarılı olamamıştır.
Sonradan;bir Maliye Teftiş Kurulu kokteylinde şöyle demişti”Hayatımda birkaç kez
yenilgiyi tattım.Bunlardan biri;sizin kurulunuzla ilgilidir.Bu kurulu kapattırmaya
çalıştım,başarılı olamadım.”
Maliye Teftiş Kurulu;Osmanlı’dan gelen sağlam temelleri,dayanışması ve kendine
has kültürü ile gerçekten de yıkılmaz bir kale gibidir.Günümüzde;Maliye Teftiş
Kurulu’nu bitirme çabaları yine ortaya çıkmıştır.
İskenderun turnesini tamamladım ve Kilis turnesi için Gaziantep’e gittim.Orada bir
gece kalıp Kilis’e geçtim.
Gaziantep oto garındaki lokantada öğle yemeğinde patlıcanlı kebap(Urfa işi) yemek
istedim.Garson;”Beyim,siz o kebabı yiyemezsiniz.Ben size başka kebap
getireyim”dedi.Ben ısrar edince kebabı hazırlatıp getirdi.
Ceketimi çıkardım.Gömleğin kollarını sıvadım.Kravatımı gevşettim.Tüm lokanta ve
garsonlar bana bakıyorlardı.
Lavaş ekmeğine patlıcanın içini fırttırdım.(Sonradan aramızda bu kebaba patlıcan
fırttırık kebap dedik)Çatalla ezdim.Köfteyi ellerimle küçük parçalara ayırıp;lavaşın
üzerine yaydım.Domatesin kabuğunu çıkarıp üzerlerine koydum.Sumak ve kırmızı
biber ekleyerek çatalla iyice ezip biribirine karıştırdım.Sonra;lavaşı dürüm yapıp
yemeğe başladım.
Herkesin gözleri faltaşı gibi açılmış beni seyrediyorlardı.Garson “Helal olsun
abi;böylesini görmedim”dedi.Müfettiş;çevreye uymayı bilecekti.Ben de öyle
yapıyordum.
Kilis’e ulaştım.Sayımı yaptım ve yerleşme sorununu çözmeğe koyuldum.
Kentte otel yoktu.Osmanlı’dan kalma bir hamamın yanında ,Türk filimlerinde
görülenlerin benzeri bir han vardı.Kale kapısı gibi bir kapısı,bahçesi,bahçeye açılan
odaları vardı.Bir de ikinci katta odalar vardı.
46
Umumi tuvalet vardı ve terlik yerine handa kalan müşterilere nalın veriliyordu.Tam
bir insan ve hayvan kokusu vardı her yanda.
Han sahibi;inadından olsa gerek;bana tuvaletin yanında bir oda verdi.Sabaha
dek;takunyalarla tuvalete taşınanlar nedeniyle uyuyamadım.
Kaymakam;Hükümet Konağı’nda kalmamı önerdi ertesi gün ziyaretine
gittiğimde.Bir gümrük Müfettişi ve yardımcıları vardı ve onlar,gümrük binasında
kalıyorlardı.Mevzuata göre;bu onların hakkıydı.Maliye Müfettişleri ise;hükümet
binalarında konaklayamazdı.Onun için öneriyi kabul etmedim.
Bir veremle savaş derneği binası varmış.İnşaatı tamamlanmış.Elektiriği,suyu
bağlanmış.Birkaç ay sonra,Bakan gelip açılışını yapacakmış.Bana orada bir odayı
açtılar.Teftiş sonuna dek orada kaldım.
Teftişin son ayları Ekim ve Kasım aylarıydı ve Kilis geceleri soğuk oluyordu.Isınma
düzeni olmayan odamda,Tekel’in küçük kanyaklarından birkaç yudum alıyor;onun
sağladığı sıcaklıkla sabahı ediyordum.
Kilis’te çok ilginç olaylara tanık oldum.Çok değişik konularda görgüm ve bilgim
arttı.Önce;mesleki anılar...
Veznedarın sayım sırasında küçük bir açığı çıkmıştı.Kendisi;yirmi yıl kadar önce orayı
teftiş etmiş olan ve o sıralar kurul başkanımız olan müfettişi hatırlıyordu.O zaman
açığı çıkmamış ve eksiksiz teftiş vermiş.
Onun yüzsuyu hürmetine bu küçük açığı tamamlamasına izin vermemi
istedi.Tutanağa geçmesini zul addediyordu.
Tamamladık ve tutanağı Malmüdürü ile buna göre “tamam”olarak imzaladık.
Sonradan;bu veznedar ile sohbetlerimiz oldu.Kilis;o zamanlar Türkiye’ye kaçak giren
malların giriş ve dağıtım yeriydi.Bunun nasıl finanse edildiğini sordum.
Kendisinin de üye olduğu gizli bir anonim ortaklığın olduğunu belirtti.Bankaya
koyacak tasarrufu olan Kilisli;parasını bankaya vermiyordu.Bu gizli anonim şireketin
yöneticilerine gidiyor,parayı verip,gelecek kaçaktan sehem alıyordu.
Böylece toplanan paralarla bir parti mal geliyor,hızla satılıyor ve para verenlere
karları ile ana paraları geri veriliyordu.
Günümüzde;İslami banka örgütlerinin bir türü biçiminde bir örgütlenme ya da
mafyanın sehem uygulamaları ...Bizim veznedar da devletten aldığı maaşı hep
seheme yatırıyormuş.Çünkü;ailesi zaten zenginmiş...
Sonra;Kilis’e mal almaya gelen Hesap Uzmanları ile konuyu tartıştım.Nasıl oluyordu
da bu kazançlar vergilenemiyordu...
47
Bir zamanlar;Çin’denki Türkistan’dan gelen göçmenler;Türk Parasının Kıymetini
Koruma mevzuatına göre Çin’den gümrük vergisiz mal getirmişler.Ne zaman vergi
incelemesi yapılsa;bu kişilerden mal alındığına dair çok eski tarihli faturalar ya da
başka belgeler ibraz ediyorlarmış kaçakçılar..Bu yolla;hem gümrük kaçakçılığı hem
vergi kaçakçılığı mevzuatından kurtuluyorlarmış...
Kaçaktan mal almaya gelen birçok tanıdığa ve meslekdaşa rehberlik yaptım.Ben
kendim,bir tek kaçak mal almadım.Çünkü;teftiş sırasında çok can yakmıştım.Tüm
Kilis beni tanımıştı.O nedenle;kentten ayrılırken kesin ihbar yapıp beni kaçakçı diye
yakalatacaklardı.Garip bir durum vardı.Gerçek kaçakçıların ellerindeki mallar belgeli
olduğu için onlara dokunulmuyordu.Buna karşılık,Kilis’ten kaçak mal alanlara belge
verilmediğinden,bu kişilerde kaçak mal yakalandığında;kaçakçı işlemi yapılıyordu.
Kaymakamı ziyarete gittiğimde;yanında bir jandarma üsteğmeni vardı.Üstü başı
perişan,dengesiz beslenmiş ,uykusuz kalmış bir görünümü vardı.Kaymakam;bu
üsteğmeni kaçakçılarla fazla uğraşmaması konusunda ikna etmeğe
çalışıyordu.Sağlığını yitirdiğinden söz ediyordu.Durum,çok garibime
gitmişti.Sonunda jandarma üsteğmeni elini masaya vurdu ve “Ben orada
durdukça,benim bölgemde kaçak olmayacak”dedi ve sinirli bir biçimde çıktı,gitti.
Bir süre sonra;Kilis çarşısı durgunlaştı.Yeni bir jandarma albayı atanmış Kilis’teki
alayın başına.Sınırda kaçakçılara kuş uçurtmuyormuş.Gizli anonım şirketin işleri
kesat gitmeğe başlamış.Üsteğmen de o nedenle öyle yüreklenmişmiş.
Bir hafta sonra;albayı vurdular.Eşini de yaraladılar.Albay,eşini de yanına alıp cipi ile
sınır birliklerini denetlemeğe gitmiş.Karşıdan gelen bir atlı;makinalı tüfek ile cipi
taramış ve albay ölmüş.
Bir haftra sonra,Kilisli gülümsüyordu.Kilis çarşısı yine hareketlenmişti.Sonraları hep
o üsteğmenin akibetini merak ettim durdum.O da mı albayın akibetine uğramıştı
acaba...
Kilis;böyle netameli bir yerdi işte.
Teftiş sırasında;iki soruşturmaya değer olayla karşılaştım.
Birinde;malmüdürü,ilçe kız meslek lisesi müdiresinin harcırahını ödemiyordu.Kızı
sınıfta kalmış.O da geçirmelerini istemişmiş.Müdire hanım buna “hayır”dediği için
malmüdürü de onun yasal hakkı olan ve doğru hesaplanmış olan yolluğunu
ödemiyor,onu cezalandırarak,öç alıyordu.
48
Malmüdürünü ödemeye ikna etmeye çalıştım.Ödememekte direndi.Olayı
soruşturup;fezlekesini ile yolladım.Ankara’ya da harcırahın ödettirilmesi için
malmüdürlüğüne talimat yollanmasını önerdim.
İkinci olay komik bir durumdu.Malmüdürü,Ankara’ya gittiğinde akrabası olan bir
senatöre(o zamanlar çift meclis vardı)rastlamış.Odasının tefrişi için Maliye
Bakanlığı’ndan Kilis’e “döşeme”ödeneği için ricada bulunmasını dilemiş.Kilis’e
döndükten sonra senatör ödeneği kopardığını bildiren mektup yazmış.Ödeneğin
Kilis’e yollanmak üzere olduğunu bildirmiş.
Malmüdürü de,odasını dayamış ve döşemiş.Ödeneği beklemeğe başlamış.
Malmüdürü belki de bu senatör akrabasına dayanarak,harcırahı
ödememe,ödeneksiz mal alma gibi yasal olmayan işlere girişmişti.
Osmanlı’da oyun bitmez derler.Öyle de olmuş.Ödenek,döşeme yerine demirbaş
faslından yollanmış.Bu ödenekle koltuk v s alınamayacağından malmüdürü zor
durumda kalmış..Esnaftan,demirbaş almış bibi fatura toplayıp;bunlara göre ödemeyi
döşemeciye yapmış.Doğal olarak;faturalarda yer alan ve demirbaş defterine
yazılmış demirbaşlar,dairede görünmüyordu.Ben de.demirbaş teftişi sırasında zaten
bu durumu saptamıştım.
Malmüdürü olayı itiraf etti.Senatörün mektubunu da savunma belgesi olarak ibraz
etti
Maaş kesilme cezası verilmesini önerdim ve ceza uygulandı.
Daha önca belirttiğim gibi;bu kişi sonradan yükseldi ve defterdar oldu.Senatör
akrabanın yardımı ile,Maliye Müfettişinin uğraştığı bir kişi daha büyümüş oldu.
Bir akşamüstü Kilis çarşısında dolaşıyorken;Mülkiye’den sınıf arkadaşım olan Cemal
Bor’a rastladım.Kendisi;muhtemelen burs sistemi dolayısiyle idari şubeyi sekiz yılda
bitirenlerdendi..
Kilis’in bir bucağında müdürlük yaparak kaymakamlık stajını tamamlamaya
çalışıyormuş.Sonradan,milletvekili de oldu.
Akşam,bir lokantada yiyip içmeye başladık.Biraz sonra;Kilis’in en zengin
kuyumcusu(muhtemelen sanal anonim kaçakçılık ortaklığının yönetim kurulu
başkanı)masamıza geldi.Cemal ile selamlaşıp oturdu.Muhtemelen,benim kim
olduğumu da biliyordu.Adama,masamdan kalkmasını söyleyemezdim.Çok kötü
açmazda kalmıştım.O da muhabbete katıldı.
Ayrılma vakti geldiğinde,hesabı istedim.Garson;Urfa’daki gibi;hesabın ödendiğini
belirtti.Anlaşılan,hesabı adam ödeyecekti.
49
Bir süre adamla tartıştık.Cemal’in benim konuğum olduğunu belirttim.Garsonu
tehdit ederek hesabı getirttim ve ödedim.
O gecenin sonunda Cemal beni müdürü olduğu bucağa davet etmişti.Hafta
sonunda;Kilis’ten bir minibüs ile yola çıkıp,sanırım Yavuz Sultan Selim’in iranlıyı
yendiği Merc-i Dabık ovasına yakın bu bucağa gittim.
Gece olmuştu.O yörelerde;köy ağaları “ocak”işletiyormuş.Bir tür köy
misafirhanesi.Töreye göre;köye gelen ve gece kalan herkes;ocakta yiyor,içiyor ve
yatıyordu.Ocağın giderlerini köyün ağası karşılıyordu.Ocak işletmek yüzünden iflas
etmiş ağalar olurmuş.Ancak;toplumda itibar görmeleri sürermiş.Ocağı;yine köyün
en zengini devralıp işletirmiş.
İşte;bu tür bir ocakta içki alemine oturduk.Cemal,ben,ağa ve adamları;bir sulh
hakimi,bir tarım müdürlüğü personeli;jandarma komutanı vardı.Keşif için
gelmişler.Hakim ve tarımcı gece yarısı Kilise döndüler.
Yedik,içtik ve muhabbet yaptık.Saat yirmi üçte hakimi ve tarımcıyı uğurladık.Ocağa
geri döndüğümüzde,sofra yenilenmişti.Cemal’in dediğine göre;bazı kez bu tür
muhabbetler iki üç gün kesintisiz sürermiş.Ben o kadar kalamazdım.Gidip yatmak
istedim.”Ayıp olur,biraz daha otur”dedi.
Gece,ikiye dek oturdum.O zamana dek içmediğim kadar çok içki içtim.Sonra izin alıp
Cemal’in evine yatmağa gittim.Cemal beni bıraktı ve geri dönüp muhabbete katıldı.
Bir aralık;silah sesleri ile uyandım.Aklıma;köyü eşkiyanın bastığı geldi.Dışarı
çıktım.Cemal de elindeki tabanca ile havaya ateş ederek eve geliyordu.Bu da
töredenmiş.İçki sofrası bitince,silahlar atılırmış.
Cumartesi gecesi oturmuştuk sofraya.Çok içki içilmişti.Ben de alışık olduğumdan
çok içmiştim.
Cemal’den izin alıp Kilis’e döneyim dedim.”Yarın Pazartesi,mesai
var”dedim.Cemal,”Hayır,bugün Pazartesi,yarın Salı”dedi.O zaman sızıp kaldığımı
anladım.Yaklaşık otuz saat sızmış,kalmıştım.Sonraki yaşamım da dahil,bu türden
sızmalardan ender birini burada yaşamıştım.
Cemal Türkoğlu adlı bir Hesap Uzmanının eşi ve akrabaları Kilis’e gelip benim
rehberliğimde kaçaktan alışveriş yapmışlardı.Cemal bey Gaziantep’te başka
uzmanlar ve yardımcıları ile vergi incelemeleri yapıyorlarmış.Bir hafta
sonu,Gaziantep’te onlarla olmamı önerdiler.Kabul ettim.Hiç değılse,orada bir hafta
sonu anıları edinecektim.
50
Gaziantep’in Kavaklar diye anılan bir mesire yerine gittik.Akşama kadar
yedik,içtik,eğlendik.Akşam da;Gaziantep’li bir iş adamının evine konukluğa
gideceklermiş,emrivaki yapıp beni de götürdüler.
Evin hanımları;gözlerimizin önünde etleri bıçaklarla,kıyma makinesiyle kıyılmış
duruma getirene dek
kıyarak çiğ köfte yaptılar.Bu kez,akşam içki masasına otuduk.Bana da çiğ köfte
ikram ettiler.ben,çiğ et nedeniyle çekindim ve yemek istemedim.
Cemal üstad ayıp olacağını,birazcık yememi söyledi.Marula sarıp bir parça
yedim.Harika ve değişik bir tattı.Daha önce,yemeyeceğimi bildirdiğim için çok
pişman oldum ama iş işten geçmişti.
Evin beyi;bir Gaziantep öyküsü anlattı.
Bir tarihte;Gaziantep’in ilçelerinden birine bir kaymakam atanmış.Kaymakam;ilçenin
en zengininin kızına aşık olmuş.Araya aracılar konulmuş ve sonunda kızı istemeğe
karar vermişler.Ağa da “olur gelsinler kızı istesinler”demiş.
Kaymakam ve aracı eşraf;ağanın evine kız istemeye gitmişler.Kuş sütünün eksık
olduğu bir sofrada yiyip içmeye başlamışlar.Kaymakam;bir aralık,masadan kalkmış.
Ağa,nereye gittiğini sormuş.Kaymakam;tuvalete gideceğini
belirtince;ağa,yumruğunu masaya vurmuş ve “Biz içki masasından kalkıp tuvalete
giden erkeğe kız vermeyiz”demiş.
Kaymakam,donup kalmış ve kendini toparlayıp “kız sizindir karar da sizindir.Sağlık
olsun”demiş ve çıkıp gitmiş.Meclis yarım kalmış.
Kaymakama bu durum çok dokunmuş.İlçede herkes bu konuyu konuşur olmuş.
Bir süre sonra kaymakam,ağadan öç almağa karar vermiş”Biz de karşılık olarak
ağamızı Antep’te ağırlamak isteriz”diye haber salmış.Ağa da daveti kabul etmiş.
Kaymakam,açıkhava lokantası olan Antep’teki bahçenin garsonlarına “Benim sağ
yanımda oturacak kişinin yemeğine ve mezelerine basın tuzu,basın
tuzu...”demiş.,Gün gelmiş,bahçede içki faslı başlamış..Zaman geçtikçe,kaymakamın
yanında oturan ağa,sandalyede sağa sola kıpırdanmağa başlamış.Yemiş tuzlu
mezeleri,içmiş suları ve tuvalete gitme gereksinimi doğmuş.
Kaymakam da dalgasını geçiyormuş.”Hayrola ağam bir sıkıntın mı var..Yoksa
sandalyen mi rahat değil “diyormuş.Ağa da “Bir şey yoktur...Öylesine..”diyormuş.
Ağa;sonunda kaymakamın ne yaptığını anlamış.Kulağına eğilip “Bana bak..Şimdi
kalkıp tuvalete gideceğim.Sakın benim yaptığımı yapma,elini masaya vurma.Kızı
da,karıyı da sana verdim.Kurbanın olayım beni rezil etme”demiş.
51
Kaymakam sesini çıkarmamış ve ağanın kızıyla evlenmiş.Akıl akıldan üstünmüş,taaa
arşa kadar...
Bir ilginç öykü de Cemal üstad anlatmıştı.O günlerden birkaç yıl önce;Cemal üstad
hesap uzmanı yardımcısı iken de Gaziantep’e görevle gelmişler.Vergi incelemeleri
yapıp esnafın.tüccarın,halkın canını yakmağa başlamışlar.
Başlarında dini görevlerine düşkün bir üstad varmış.Her Cuma camiye
gider;yardımcılarını da götürürmüş.
Yardımcılar;bunun tehlikeli olduğunu;camide bazı hoş olmayan olaylar olabileceğini
söylemişler ama,dini bütün üstad buna ihtimal vermemiş.
Bir Cuma günü;namazdan sonra caminin imamı hutbe için minbere çıkmış.”Eyy
cemaati müslümin...Bugün size vergilerden söz edeceğim.”deyince,cemaat dönüp
bizimkilere kötü kötü bakmış.Üstadları da ikirciklenmiş ama,kımıldamamışlar.
Hoca konuşmasını sürdürmüş.”Bu devlete vergi vermek caiz midir”Cemal üstad ve
diğer yardımcılar “Üstad,yavaş yavaş camiden çıkalım”demişler ama üstadları oralı
olmamış.Hoca,konuşmasını sürdürüp bir yerinde “Sizden alınan
vergiler;komünistlere maaş oluyor”deyince;üstad da uyanmış.”Çocuklar,birer birer
saftan ayrılıp camiyi terk edelim”demiş ve öyle yapmışlar.
Ondan son ra;turne bitene dek Cumalar da dahil camilere gitmemişler..Sokaklarda
korka korka dolaşmışlar.Bu onlara bir ders olmuş.
Günümüzde de;bu tür düşünen cami hocaları vardır.Vatandaşı dininden çıkarmak
için çabalıyorlardır.Yani;onca yıl geçmesine karşın,Türkiye layiklik ve cumhuriyet
sorunlarını çözememiştir.
YETERLİK SINAVI
Turne dönüşü,yeterlik sınavına girmemiz gerekiyordu.Oysa;üç yılın dolduğu Eylül
ayında bizler hala turnedeydik.O nedenle;sınavı Aralık ayına ertelediler.
Turne dönüşü;Ankara’daki müfettişlere ait “Gezgin apartmanı”nda kaldık.Orada
yeterlik sınavına hazırlandık,yedik içtik ve yatıp kalktık.
Bu dönemde bu evde iki önemli olay oldu.
Benim elektrikli traş makinem ve Biltekin’in radyosu çalındı.Polise durumu
bildirdik.Hırsızlık masasından iki polıs geldi.Şüphelendiğimiz kimse olup olmadığını
sordular.Yok deyince “Öyleyse üzerlerine bir bardak soğuk su için”diyerek dalga
geçtiler ve gittiler.Doğal olarak çalıntı eşyalar bulunamadı.
52
Ayni hafta;İstanbul’da İsmet İnönü’nün (o zaman Başbakandı) Maçka’daki evine
hırsız girdi.Onun da radyosunu çaldılar.Bir hafta sonra hırsız da radyo da bulundu.
Böylece;vatandaşlar arasında eşitlik olmadığını anlamış olduk.Bizler,ikinci sınıf
vatandaştık.Radyomuzu aramaya değmezdi.
Yıllar sonra;İstanbul’a gelen bir arkadaşımın cüzdanını çarpmışlardı.En yakın
karakola gitmiş.Karakolun komiseri okul arkadaşı çıkmış.Yarım gün içinde cüzdanı
bulup getirmişler..İçindeki para yirmi lira eksikmiş.Bunu söyleyince arkadaşı komiser
“Eee...O kadar maliyet olacak” demiş.
Bu olay da Türkiye’de hak aramanın ve hukukun ilginç bir örneği olarak belleğimde
yer etmiştir.
Yeterlik sınavından sonra da Gezgin Apartmanı’nda bir süre daha kalmıştık.Talat
Aydemir başkaldırısını bu evin penceresinden izlemiştik.
Bir Harbiyeli;apartmanın bahçesinde sipere yatıp kendilerine karşı koyan askerlerle
silahlı çatışmaya girmiş ve sonunda teslim olmuştu.
U çaklar;Ankara’nın üzerinde ses hızını aşarak uçuyorlardı.Başkaldıranları yıldırmak
istiyorlardı.Her uçak geçtiğinde;hızlı solcu geçinen ve o sırada apartmanda kalan
Aydın Erdim,kendini yere atıp tabana yapışıyordu.Çok korkuyordu.Bizler ise;onun
durumuna kahkahayla gülüyorduk .Sonunda;radyoda konuşan İnönü(O zamanlar
daha televizyon yoktu ülkede)”Talat’ın üçbuçuk adamı asla muvaffak
olamayacaktır.”dedi.Başkaldırı hemen son buldu ve Harbiyeliler teslim olmaya
başladılar.
Sonraları;1968 gençlik olaylarını bitirmek için de De Gaulle aynisini
yapmıştı.”Hayır,iktidardan çekilmiyorum”demişti ve olaylar bıçakla kesilmiş gibi
bitmişti.,.Ancak;bunu söylerken Fransız ordusu Paris’i kuşatmış durumdaydı.
Yeterlik sınavına hazırlanırken;Gıcık Cengiz,bize sorular soruyor ve moralimizi
bozuyordu.Bu durumdan zevk alıyordu.Genelde;Milli emlak mevzuatı belgelerinin
dipnotlarını soruyor ve bilemeyince çok keyifleniyordu.
Yazılı sınavlarından,devlet muhasebesi ile ilgili olanında maaşımızın netini
hesaplattılar.Hepimiz ayrı sonuca ulaşmışız.Bu,moralimizi bozmuştu.Ayni
durumu;soruşturma sınavında da yaşadık.Bir olayın hangi suç olduğu konusunda
üçümüz de ayrı görüşler ileri sürmüştük.
Sözlü sınavlarımız çok uzun sürdü.Her birimiz yaklaşık beş altı saat sözlü sınava tabi
tutulduk.Üstadlarla sınav odasında konuları tartışıyorduk.Kütüphaneden mevzuatı
53
alıp geliyorlar,inceliyorlardı.Genelde biz haklı çıkıyorduk.Çünkü,sınava iyi
hazırlanmıştık.Tüm mevzuatı ezbere biliyorduk.
Ben sınavlarda çok rahattım.Genç olduğumu;sağlıklı olduğumu ve başaramazsam
kendime yeniden yeni bir yaşam kurabileceğimi düşünüyordum.Bu beni
rahatlatmıştı.Aydın,evli olduğu için gergindi.Cengiz de;yaşamda iddialı olduğu için
gergindi.Sonunda;üçümüz de başarılı olduk.Artık;Maliye Müfettişiydik.
Sınavı kazandığımızı bildirmek için bizleri sınav odasına aldılar.Başkan,sınavlarımızın
pek de iyi gitmediğini,lütfen bizleri müfettiş yaptıklarını belirtir bir havaya girdi
konuşurken.Üçüncü ve sonuncu olmanın verdiği rahatsızlıkla olsa gerek Aydın elini
masaya vurarak sınavı bileğimizin hakkıyla kazandığımızı belirtti..
Biz de onun yanında yer aldık.Başkan yanlış anladığımızı belirtip geri adım attı ve
bizleri kutladılar.
ASKERLİK
Askerlik anıları;bir erkeğin yaşamında önemli yer tutar.Benim de öyle oldu.Gerçekte
askerlik anılarımı,ayrı bir kitapta toplamam gerekirdi.
Yeterlikten sonra,askere gidene dek beni görevle İzmir’e yolladılar.Promosyon
arkadaşım Aydın askerliğini yaptıktan sonra kurula girmişti.Ben ve Cengiz askere
gidecektik.
Cengiz;levazım sınıfına ayrıldı.Ertuğrul Kumcuoğlu promosyonu da yeterliği
vermişler,bizimle askere gidiyorlardı.Onlar da levazım okuluna ayrıldılar.Piyadeler
onlarla “Esnafatı askeriyye”diye dalga geçerlerdi.Ben,piyade sınıfına ayrılmıştım.
Elimdeki işleri bitirip askere gittim.O nedenle;Piyade Okulu’na üç gün geç teslim
oldum.Benim durumumda olan kaymakamlar,gazeteciler,öğretim görevlileri
vardı.Okul komutanı;hepimize iki hafta sonu okulu terk etmeme cezası vermişti.
Askere gelmeden önce;bir yolculuk sırasında Cemal Türkoğlu adlı Hesap Uzmanı
üstada rastladım.Dilersem;beni genel kurmaya aldırabileceğini söyledi.Ben
“Anadolu’ya gidip Mehmetcikleri tanımak istediğimi belirtip teşekkür ettim.Okul
biterken kurada Trakya’da bir birliği çektimZırhlı piyade birliğiydi.Kıtaya gittikten üç
ay sonra “yandım allah..Beni genel kurmaya transfer edin”diye bağırdım..İş işten
54
geçmişti.Olamayacağı söylendi.Tüm arkadaşlarım,askerliklerini genel kurmayda
rahatça yaparlarken;ben dağ bayır dolandım durdum.Sonradan;”iyi ki kıtada
kalmışım.Burada edindiğim deneyimlerden uzak kalacaktım”diye düşündüm.
Esnafatı askeriyenin tamamı Genel Kurmay Başkanlığı’nda memur-askerlik
yaptılar.Ben ise kıtada;takım komutanlığı,kantin ve gazino subaylığı yaptım.Silah
takımı subayı olup kıtanın silahlarını onarıp işler duruma getirdim ve kullandım.
Yaşamım boyunda;iki kez beyin yıkama operasyonuna tabi tutuldum.Birisi;Piyade
Okulu’nda,diğeri ise yıllar sonra İMF deki kursta.
Piyade Okulu’nu bitirince;Harbiye’yi yeni bitirmiş bir teğmen kadar subay
olmuştum.Kendimi tanıyamıyordum.Subay gibi düşünüp,davranıyordum.
İMF dönüşü ise,birkaç yıl İMF ci ve amerikancı kesilmiştim.Yine;dediklerime
,tavırlarıma,davranışlarıma bakarak kendimi tanıyamıyordum.
Her iki kuruluşun;etkili bir eğitim sisteminin olduğunu anlamıştım.
Kıtaya gittiğimde;birliğim Küçükçekmece kenarında yerleşik olması gerekirken;o
sıralar atışlı tatbikat için Terkos Gölü çevrelerindeki arazideymiş.Orada;dördüncü
bölük ikinci takım komutanı oldum.19 Zırhlı Piyade Taburu birliğimizdi.Özel bir
kuruluş olup; C Muharebe Grubu’na bağlıydık.
Hemen atışlı tatbikata katıldım.Hedefimiz bir tepeydi.Orayı ele geçirecektik.Gerçek
mermilerle tepeye doğru ateş edip saldırıya başladık.
Bir baktım ki;takımın önünden gerçek makineli tüfek mermileri
uçuşuyordu.Kimileri;önümüzde kayalardan sekiyor,kimilere toprağa saplanıp
kalıyordu.Heman takımı yere yatırdım ve tam siper yaptırdım.
Arkamda;tatbikatın gözcülüğünü yapan Ali Yüzbaşı vardı.Ona çaresizlik içinde
baktım.O da bizimle tepeye dek gelecek ve tatbikatımıza not verecekti.
“Olduğunuz yerde yere yatın ve kıpırdamadan öylece kalın”dedi.Ben “Ama,tepeyi
almak zorundayız.”dedim.O tecrübesini komuşturdu.”İlerlersek askerlerden
yaralananlar olacak.Boşver Uçar Asteğmen..Tabur komutanı durumu
anlamıştır..Tatbikatı izleyen generallere;bizim burada yedek güç durumuna
geçtiğimizi söyler.”dedi.
Böylece;yara bere almadan,zayiat vermeden tatbikatı tamamlamış olduk.Olay;tam
da Ali Yüzbaşı’nın dediği gibi yaşanmış ve sonlanmış.
Askerlikte çeşitli kişilikler tanıdım ve ilginç olaylar yaşadım.
55
Bölükte;güneydoğulu bir adam vardı.Yaklaşık elli yaşlarındaydı ve hala askerlik
yapıyordu.Bu duruma çok şaşırmıştım..Birgün,adamı çağırdım ve bu durumun
nedenini sordum.
Adamın kimi kimsesi yokmuş.Orduya katılıp askerliğe başlıyormuş.Askerliğinin
biteceğine yakın firar edip askerliğini yakıyormuş.Gidiyormuş Irak’a..Irak ordusunda
askerlik yapıyormuş.Ayni şekilde;orada da ordudan firar ediyormuş.Bu kez;iran’a
geçiyormuş.Orada da ayni durumu yaşadıktan sonra Türkiye’ye geliyormuş ve
kendisini yakalatıp yine baştan asker oluyormuş.
Bu çarkı yaklaşık otuz yıldır döndürüyormuş.
Adamın tezkeresine çok az kalmıştı.Durumu Bölük Komutanı’na
anlattım.adama;tezkereyi alana dek süresiz hapis cezası verdi.Sonunda,süresi doldu
ve adama tezkeresini verdik”Haydi git şimdi;Irak ve İran ordularını sömür”
dedik.Adam,bu duruma çok bozuldu..Ne de olsa,en iyi ordu bizimkiydi ve rahatı
yerindeydi.
Bir başka gün;çavuşlardan birisi geldi.Bölükteki bir İstanbullunun erlere esrar
sattığını ve erleri bu uyuşturucuya alıştırdığını söyledi.Araştırdım;olay doğruydu.
Durumu yine bölük komutanına bildirdim.Ata Yüzbaşı adlı bu yüzbaşı da benim gibi
bu tür eylemlere çok kızıyordu.Bu adamı da;tezkeresini alana dek hafta sonları
hapse attık ve tezkeresini verip yolladık.Adam,pisliklerini kıtaya getirip dağıtamadı.
Birgün;Beyoğlu’nda gezerken bu adamı sivil elbiseleri ile gördüm.Tam bir
bitirimdi.Beni göğüsleyerek önümü kesti “Hatırladın mı beni
teğmenim”dedi.Hatırladığımı söyledim.”Şimdi seni burada vursam,çizsem ne
yazar”dedi.Ben de ona “Sen hırlayan bir itsin.Beni vuramazsın...Vuracak yüreğin
olsaydı,şimdiye vurmuştun beni.Çekil yolumden,defol git”dedim..Geri geri çekilip
“Yürrrüüü...Yürü de enseni görelim”diye laf atıp defolup gitti.
Başka bir gün;hafta sonuydu.Nöbetçi çavuş geldi.”Teğmenim,yılancı
geldi”dedi.Bizim tabur;işlenmemiş,hali arazide olduğundan bol yılan vardı.Bazan
eğitim sırasında .Mehmetciklerden birisi kepini çıkarır,yakındaki bir yılanı
kapar,silkeler,yere atardı.Ayrıca;eğitim alanlarına şahin gibi yırtıcı kuşlar
gelir,yılanları yerden kapar,yükseklere çıkarıp yere bırakarak öldürür ve yere inip
afiyetle yerdi.Keza;yazları göle girerken,erlerin çevresinde yarım ay biçiminde yılan
başları suyun üzerinde görünürdü.
56
Yılanların;suda yüzdüklerini de bu kıtada öğrenmiştim.Her hafta Perşembe günleri
öğleden sonra,erleri Küçükçekmece Gölü’ne yüzmeye götürürdük.Birlik zaten göl
kıyısındaydı.
Erler suya girince,gölün içinde,yaklaşık yirmi metre ileride yarım ay biçiminde yılan
kafaları belirirdi.Bir sandalla;gölde gezinip güvenliği sağlardık.Gölde sandalı
kullanırken;sandalın iki yanından,kafaları suyun dışında kara yılanları
geçerdi.Askerlerin dediğine göre;bunlar su yılanı değil kara yılanıydı.Onlar da çok
sıcak havalarda serinlemek için göle giriyorlar ve kafaları suyun dışında
geziniyorlardı.
Yılancıyı getirdiler.ufak tefek,köylü kılıklı birisiydi.İsteğim üzerine,tabur
komutanının tabur alanı içinde yılan toplayabileceğine dair izin belgesini
gösterdi.yılan toplamağa gitti.
Taburdan ayrılmadan önce bana uğramasını söylemiştim.Akşama doğru;bir at
arabasına yüklemiş olduğu içi sırlı iki büyük varille geldi.
Birini arabadan indirip kapağını açtı.Varilin içi vıcık vıcık yılanla doluydu.Her boyda
ve her türde elliye yakın yılan vardı.
Yılanları nasıl yakaladığını sordum.Kalın,deriden yapılmış bir eldiveni eline geçirdi
birkaç yılanı sırlı varilden çıkarıp anlattı.
Yılan yuvası olan delikleri tanıyormuş.Bu yılan yuvalarına çomak sokuyormuş.Yılan
kafasını yuvadan çıkarınca,bakıyormuş.Kafa yapısına göre zehirli ise eldivenli
eliyle;zehirsizse çıplak eliyle tutup sırlı varile atıyormuş.Kaygan yüzey nedeniyle
yılanlar devinemiyor ve dışarı çıkamıyorlardı.
Gösteri için,bir yılanı parlak beton zemine bıraktı.Yılan,kıvrıldı,büküldü ve fakat
hareket edip kaçamadı.
Yılanları ne yaptığını sordum.Bazılarını canlı olarak belediyelerin hayvanat
bahçelerine satıyormuş.Çoğunu;Milli Eğitim Bakanlığı’na
satıyormuş.Bakanlık,içlerini doldurup ders gereci olarak ülkedeki liselere
dağıtıyormuş.
Eh,yarım günlük çaba ile bir yıl geçinecek kadar da para kazanıyormuş.
Yılancı gibi;bir başka ilginç kişi vardı o da ,domuzcuydu.Birliğin yakınında bir domuz
ağılı vardı.Yanımızda ve yakınlarda başka askeri birlikler de vardı.Bir kamyonla,bu
birliklerin yemek artıklarını toplayıp domuzlara yediriyordu.Bu yolla beslediği
domuzları kesip İstanbul’daki domuz kasaplarına ya da şarküteri ürünleri üreten
firmalara satıyormuş.
57
Eh,o da iyi kazanıyormuş.Bizim dini bütün askerlerimiz,yılancıya değil
ama;domuzcuya kızıyorlardı.
Birliğimiz;Çekmece Nükleer Araştırma E nstitüsü ile komşuydu ve bu kuruluşun dış
güvenliğini bizim birlik sağlıyordu.Güvenliği sağlıyorduk ama;neyin güvenliğini
sağladığımızı bilmiyorduk.
Durumu;tabur komutanına bildirdim.O da önerimi uygun buldu ve enstitü
yöneticileri ie görüştü.
Bize,bir tanıtma proğramı uyguladılar.Nükleler çekirdeğin olduğu yere dek,tüm
üniteleri gezdik.
Enstitüde çalışanlar kısırlık ve erken ölüm tazminatı alıyorlarmış.Komutana,bu
tazminatı onların de alması gerektiğini söyledim.”Haklısın,genel kurmaya
bildirelim,bakalım ne diyecekler”dedi.
Kantin ve gazino hasılatlarından yüzde on pay kesilip kolorduya
yollanıyordu.Ben;her iki yerdeki mali kaçakları çok iyi önlediğimden;kolorduya
yollanan pay aşırı yükselince,kolordu komutanının bu durum dikkatini çekmiş.
Komutan benden ve tutumumdan söz edince,beni kolorduya istemiş.Oranın
kantinlerini ve gazinolarını da disipline etmemi istiyormuş.Durduk yerde başıma iş
açmıştım.İstanbulun ve gölün yanandaki birlikten;Çerkezköy’deki kolorduya
girecektim....Neyse ki;tabur komutanı ne yaptıysa yaptı;oraya gitmemi önleyebildi
ve yerimde kaldım.
Birgün;resmi elbiseli ve silah belimde Beyoğlu’nda bir rum meyhanesine gittik tüm
müfettiş kökenli yedek subaylar.Bir ben;uzaktan geldiğim için subay giysileri
içindeydim.Müfettişken de sık sık gittiğimiz bir yerdi.
Yedik,içtik,Rum müziği dinledik ve dans edenleri izledik.Hesabı istedim.
Hesap;her zamankinden biraz yüksek geldi.Garsona “Koço bizi tanır.Bu hesap biraz
fazla olmuş.Götür doğrusu gelsin.”dedim.Bu kez;çok düşük bir hesap geldi.”Bu
kadar da değil oğlum.Koçoyu çağır”dedik ve derdimizi meyhane sahibine
anlattık.”Hesap tamamdur pasamu...”diyordu.
Baktık,sorun çözülmeyecek;kafamıza göre ortalama bir miktarı masaya bırakıp
kalkıyorduk ki;birden bu garip tutumun farkına vardım...Askeri ceketim,yukarı doğru
sıyrılmış ve toplanmış ve belimdeki tabanca ortaya çıkmıştı.Zavallı garson ve
Koço;bunu yanlış yorumlamışlardı
Nasıl kendime karşı mahcup olmuş ve üzülmüştüm anlatamam...
58
Kıtaya ilk gittiğimde;yedek subaylar da dahil;rütbeli personelin erleri döğdüğünü
görmüş ve bu duruma üzülmüş ve bunu kınamıştım.Ancak;altı ay dayanabildim.Öyle
yanlış işler yapıyorlar,disiplin dışı davranıyorlardı ki;takımda düzenin bozulması ve
gırgıra alınmam işten bile değildi.
Örneğin;bir şoför,aracı bozuk olmadığı halde öyle olduğunu söyleyip kendisinin ve
bir manga er ve erbaşın atışlı tatbikata katılmasını önlemiş,bölük komutanından
fırça yememe yol açmıştı.Hem beni;hem de diğer mangaları enayi yerine koymuştu.
Bu eylem cezasız kalmamalıydı.Karşıt durumda,otorite yok oluyor ve ordu düzeni
kalmıyordu.
Dolayısiyle bu türden olaylar üzerine önce neden olan erleri döğüyor;sonra da takım
önünde özür diliyordum.Ama,bir türlü akıllanmıyorlar ve durmadan dayaklık
eylemler yaratıyorlardı.Sonunda;kendimi tanıyamaz ve kendimden utanır oldum.
Tezkereyi aldıktan sonra;askerlikten öyle yılmıştım ki;İzmir’de göreve başladıktan
sonra,otobüse bir er binerse,kokusuna dayanamıyor ve ineceğim durağı
beklemeden,ilk durakta iniyordum.Bu durumum birkaç ay sürmüştü.O sıralarda
taburların ve askeri koğuşların koşulları çok kötü olduğundan böyle bir olgu ortaya
çıkmıştı.Sonra;bu türden davranışları bırakıp normal yaşamıma
dönmüştüm.Bugün,askerlerle sarmaş dolaş bile olanilirim.
ÇANAKKALE TURNESİ
Müfettiş olarak yaptığım ilk yaz turnesidir.Yanıma;yetiştireyim diye,Salih Yardımcı
adlı bir de müfettiş muavini vermişlerdi.Sonraları;Darphane ve Damga Matbaası
Genel Müdürlüğü ve Altın Borsası Başkanlığı yapmıştır.
Çanakkale’de vergi dairesi teftişi;Gelibolu’da ve Biga’da malmüdürlüğü teftişi
yapacaktım.
Ayrıca;Ertuğrul’un promosyonundan Biltekin Özdemir de Çanakkale muhasebe
müdürlüğünü ve Lapseki malmüdürlüğünü teftiş edecekti.Yanında müfettiş muavini
olarak Mehmet Aydoğdu vardı.
İlhan Ersen adlı maliye müfettişi,yedek subaylığını burada yapıyordu.Ayrıca;Tevfik
Altınok ve pormosyon arkadaşları da Çanakkale’nin çeşitli ilcelerinde yetkili
turnesine gelmişlerdi.
Kalabalık bir grup oluşturup;neşeli günlerle dolu bir turne geçirdik.
59
Salih Yardımcı’ya;teftişin başlama gününden bir gün önce Çanakkale’ye
gelmesini;ertesi sabah sayım yapmak için Defterdarlık’ın önünde buluşacağımızı
söyledim.Vergi dairesi veznesini sayacaktık ve sayımın verimli ve güvenilir olması
için,vergi dairesinin veznesine gizlice girmek gerekiyordu.
Sabah,defterdarlığın önünde beklerim,beklerim....Salih yok.Sonunda;yolculukta bir
terslik olabileceğini düşünüp vergi dairesine girdim.Sayıma başladım.
Biraz sonra Salih,Defterdar ile vezne odasına geldi.Meğer;sabah defterdarlığa
gelmiş ve beni Defterdar’ın makam odasında beklemeye başlamış...Tabii,sayımın
tüm güvenilirliği yitmişti.Durumu;sonradan kendisine anlattım ve ilk mesleki
dersini,kötü bir uygulama ile almış oldu.
Teftişe başladık.Birkaç gün sonra;vergi dairesinde çalışırken,güçlü bir deprem
oldu.Salih;hemen masadan kalkıp kaçmağa yeltendi.Baktı;ben masamda
oturuyorum ve depremin bitmesini bekliyorum.O da masasına oturdu.
Bu arada;serviste çalışanlar koşuşturarak binaden çıkmağa çabalıyorlardı.Yapılı bir
servis şefi vardı.Bizim çalışma odamızın önünden geçerken içeri baktı.Çalıştığımızı
ve paniklemediğimizi gördü.İki kolunu açıp,odanın önündeki koridoru geçişe
kapattı.Tüm memurlar,arkasına gelip durdular.O arada;deprem
durmuştu.Böylece;bir paniğin yol açacağı yaralanmalar önlenmiş oldu.
Sonra;o servis şefi,soğukkanlılığımıza övgüler yağdırarak;bir önceki yıl yaşadıkları
şiddetli depremi anlattı.
Bir yıl önce;Cemal Süreya üstad ve iki muavini vergi dairesi
teftişindeymişler.Deprem başlayınca önce onlar kaçmışlar.Cemal üstadın,1938 Ünlü
Erzincan depremini yaşamış olma olasılığı vardı.Erzincanlıydı kendisi.Ondan
korkmuş ve paniklemiş olabilir.
Cemal üstad ve muavini;kendilerini binanın dışına atmışlar.Bakmışlar;ikinci muavin
yok.Başına birşey geldi diye telaşlanmışlar.
Biraz sonra;ikinci muavin de koşarak gelmiş.Meğer;o korku ve panik
nedeniyle;zemin kattan dışarı çıkacak yerde;o hızla bir kat daha merdivenleri inmiş
ve binanın bodrum katına geldiğini görmüş.Hemen geri dönüp;yukarı koşup binadan
çıkmış.O arada bina yıkılsaydı,paniklemenin kurbanı olacakmış.
O deprem;bizim yaşadığımızdan daha şiddetli olmuş.Valilik binasının önündeki
ağaçlar ve elektrik direkleri eğilmiş;öylece duruyorlardı.
1967 yılında Çanakkale’de bir şey dikkatimi çekti.Çok sayıda Yahudi kökenli
vatandaş vardı kentte.Defterdar’ın açıklamasına göre;bu yıla kadar Türkiye’de
60
Yahudilerin yerli halka oransal olarak ençok yaşadıkları il Çanakkale imiş.1967 Arapİsrail savaşından sonra;tatsız olaylar olmuş.Çoğu İsrail’ e göçmüşler.Yine de hemen
her meslekten Yahudi vatandaşlar vardı.
Yahudilerin çok güzel ve lezzetli “pirinçli boyoz”ları vardır.
Sordum,soruşturdum.Çanakkale’de de bir Yahudi vatandaş;bunlardan pişirip
satıyormuş.Salih ile abone olduk.Kahvaltıda sık sık pirinçli boyoz yedik.
Çanakkale’de çok güzel sahil lokantaları vardı.Cumartesi günleri ateşe dokunmaları
yasak olan Yahudi vatandaşlar,yemek yapmıyor ve buraları dolduruyorlardı.Biz
de;her gece buralarda yiyip içer;söyleşirdik.Çevre ilçelerdeki yetkili muavinler de ile
gelir ve bizlere katılırlardı.
İlk Truva Festivali de o yıl belediyece Çanakkale’de düzenleniyormuş.Bu
nedenele;çok hareketli ve şenlikli bir yaz geçirmiştik.
Mesai dışında;Çanakkale’de ya da karşı yakasındaki pilajlarda denize girip
yüzüyorduk.
Çanakkele’nin içinde belediyenin işlettiği deniz banyoları(Bir tür kapalı plajlar)
vardı.Deniz kıyısına yapılmış;ahşap yapılardı.Bu pilajlara ilk gittiğimizde donup
kalmıştık.Erkekler ayrı,kadınlar ayrı deniz banyolarında denize giriyorlardı.
Biltekin’in hanımı anlattı.Hanımlar deniz banyosunda ayrıca perdelerle ayrılmış üç
bölüm varmış.Evliler,bekarlar,dullar için...Dullar;öbürlerinin ahlakını bozmamasınlar
diye,onlar için ayrı bölme varmış.Çok gülmüştük bu duruma..Bir yandan da ülkenin
en batısındaki bir ilin bu durumunu görüp Cumhuriyet yaşamı adına çok
kaygılanmıştık.
Askerden dönüşte”Maliye Bakanlığına-Bakan Önüne”diye işe başlama dilekçesi
vermiştim.Dilekçe;askeri dilekçe yapısında ve bir de öz türkçe ile yazılmış
olduğundan;Başkanlık’ta okuyup çok gülmüşler.Demek ki askerlikten o denli
etlilenmişim ki bu durum ortaya çıkmış.
Çanakkale’de de;teftiş sonunda düzenleyip servise tebliğ ettiğimiz cevaplı raporları
da öztürkçe ile yazmıştım.Personel;anlamakta güçlük çekmişti.Ayrıca;onlar da
öztürkçe yanıtlar vermeğe çalışınca ortaya çok komik ifadelerle dolu bir cevaplı
rapor çıkmıştı.
Bir ders de buradan çıkarmıştım.Sonraki yazışmalarımda ve raporlarımda ılımlı bir
yeni türkçe kullanmağa başladım.
Teftiş sırasında;bir garip olaya daha rastladım.Otobüs ve kamyon işleten vergi
mükellefleri;1966 yılı için zarar beyan etmişlerdi.Beyannamelerinde;otobüs ya da
61
kamyonlarını;Çanakkale’deki feribot faciasında yitirdiklerini
belirtmişlerdi.Dosyalarında;araçların deniz kazasında denize gömüldüklerine dair
resmi belgeler vardı.Demek ki;bir feribot Çanakkale’de ,boğazda batmıştı.Ciddi bir
deniz kazası yaşanmıştı.Garip olan husus;bu tür bir olayın basında ya da radyoda yer
almamış olmasıydı.Tıpkı;Yahudilere ait iş yerlerinin yağmalanması olayı gibi;bu olay
da basın yayında örtbas edilmişti.Sansür uygulanmıştı.
Çanakkale teftişini tamamlayıp Gelibolu’ya geçtik.İlçe,çok geri kalmış
durumdaydı.Kalabileceğimiz bir otel bile yoktu.
Bir ilkokulun sıralarını birleştirdiler.Üzerlerine jandarmadan yatak,nevresim
attılar.İki ay orada yatıp kalktık.
Son onbeş günde okullar açıldı.Sabahları öğrenciler gelip,”Amca,ders
başlayacak,kalkın artık”diyerek bizi uyandırıyorlardı.
Sonraları;bir İş Bankası müfettişinin kiraladığı bir evi boşalttığını duyduk.Bu sıkıcı
durumdan kurtulmak için,mal sahibi ile anlaşıp,bir yazlık yapısındaki,deniz
kıyısındaki dayalı döşeli bu eve geçtik.Turnenin son on gününü sabahları yüzümüzü
denizde yıkayarak geçirdik.
Gelibolu’da bir gece,lokantada yediğim balıktan zehirlendim.Üç gün boyunca,bir şey
yiyemedim.Yemek ne demek;içtiğim su ve çayları bile çıkarıyordum.Toparlayana dek
perişan oldum.
Teftişi tamamladık.Bigaya geçmemiz gerekiyordu.O zamanlar;bugünkü gibi boğazın
iki yakası arasında gidip gelen feribotlar yoktu.Bir takanın,karşı yakadaki Lapseki’ye
gideceğini öğrendik.Reis ile konuştuk.Ücreti ile bizi karşıya taşımayı kabul etti.
Takanın ambarına ben ve muavinim;kravatlı ve takım elbiseli olarak indik.İçeride;beş
altı kılıksız müşteri daha vardı.Bizi görünce çok şaşırdılar..Şimdi düşünüyorum
da;reis bizi yukarıda ,kamarasında taşıyabilirdi..Neden yapmamıştı acaba?..
Acaba,ona ya da yakınlarına vergi mi saldırmıştık.Bilemiyorum.
Sırtımızı geminin ahşap duvarlarına dayayıp yere oturduk.Gemi yola çıktı.Sürekli,yan
duvarlarından su alıyordu.Battı batacak korkusu içinde;bir saatlik bir yolculuk
sonunda Lapseki’ye ulaştık.Orada teftişe başlamış olan Biltekin’lere uğrayıp öğle
yemeği yedik.Bir minibüse binip Biga’ya gittik.
Biga;ufak bir ilçeydi.”Esmer vatandaş”denilenlerden çok kişi vardı bu ilçede.Sayım
yapıp ertesi gün teftişe başladık.
62
Birgün;çalışma odamıza mahkemenin mübaşiri geldi.”Ağır Ceza reisi sizleri
çağırıyor”dedi.Biz donup kaldık.İlçeye yeni gelmiştik ve hakimlik bir işimiz de
olmamıştı.Korka korka,reisin çalışma odasına gittik.
Yaşlı bir hakimdi.Durumumuzu görünce “Bu herif,benim sizi çağırdığımı
söylemiştir”dedi.Oysa;rica etmiş gelmemiz için.Ama;mübaşir bunu kendi diline göre
ifade etmiş..Özür diledi.
Eşi;yaz tatili için İstanbul’a gitmiş.Geceleri;benim ve muavinin şehir kulübündeki
içkili yemeklerimizi görüp imrenmiş.Geceleri o da bizim muhabbete katılmak
istiyordu.Memnuniyetle olabileceğini söyledik.
O sırada;elinde bir dilekçe ile yirmibeş-otuz yaşlarında bir kadın içeri girdi.Ayni
zamanda asliye hukuk hakimi de olan reis bey bize göz attı ve hanıma seslendi.
“Kocandan ayrılmak istiyorsun değil mi?”
Kadın ,şaşkın yanıtladı “He yaa hakim bey...Nereden anladın.”
“Biz kaçın kurrasıyız hanım.Şıp diye herşeyi anlarız.Hem;kabahat kocamda da
diyeceksindir değil mi?...”
Kadının yanıtı çok ilginçti.”Neden onda olsun kabahat hakim bey...Kabahat hem
tabağında hem kaşığında”deyiverdi.Halkın “cici maması”nı çok güzel anlatmış
oldu.Tabii;bizler makaraları koyuverdik.
Biga’da bir de Beşiktaş maçına gitme serüvenimiz vardır.Biltekin;fanatik
Beşiktaşlıydı.O cumartesi;Beşiktaş,Bursa’da Bursaspor ile maç yapacakmış.Bize de
telefon etti.Birlikte gitmeye karar verdik.
Cumartesi sabahı minibüs garajına gittik..Bir tek minibüs kalmamıştı..Nedenini
sorduk.Meğer;birçok kişi bizim gibi Beşiktaşı izlemek için Bursa’ya gitmeğe karar
vermiş.Minübüsleri birgün önceden kiralayıp;sabah erkenden yollara düşmüşler.
N e yapacağımızı şaşırmış;ortalıkta dolaşırken;bir yazıhane sahibinden bir öneri
geldi.İlçenin doktorlarından birisinin otomobilinin ön camı kırılmış.Bursa’ya
otomobiline cam taktırmaya gidecekmiş.Belki bizi alırmış.Doktorla telefonla
görüştük,bizleri de alıp Bursa’ya götürmeye karar verdi.Ben,Biltekin ve iki
muavin;ön camı olmayan otomobile bindik ve yola koyulduk.O zamanlar,ülkede
naylon ürünleri de yoktu.Camın olduğu yer tamamen açık olarak yola koyulduk.
İlçenin dışına çıkınca;ne kötü bir karar vermiş olduğumuzu anladık.Çevredeki
tarlalarda uçuşan ne kadar börtü böcek varsa;açık olan ön cam yerinden aracın içine
doldular.Hepimiz birer “böcek adama” dönüşmüştük.
63
Bir süre sonra;karşıdan gelen bir başka aracın;birden yolda sağa sola yalpalamaya
başladığını gördük.Bize çarpabilirdi.Ynımızdan hızla geçti;boş yolda zigzaglar
yaparak gitti gitti ve yan yatıp bir süre yolda sürüklendi ve durdu.
Biz de bizim otomobili durdurduk.Doktora “Gidip aracın içinde bulunan kazaya
uğramışlara yardım edelim”dedik.Doktor;oralı olmuyordu.Dikiz aynasından arkaya
bakıyordu.Geri dönmek istemiyordu.”Bir şey olmamıştır.Geri dönmemize gerek yok”
dedi.Kazayla ilgilenip yoldan kalmak istemiyordu.
Gerçekten de;otomobilin gökyüzüne bakan kapısı açıldı.İçinden iki kişi;bedenlerini
dışarı çekerek otomobilden çıktılar.Bize el sallıyorlardı.Doktor”işte
gördünüz...Durumları iyi” dedi ve yola devam etti.
Pazartesi günü;yerel Biga gazeteleri”Allahsız doktor,yaralılara yardım etmedi” diye
çıktı...Doktorun,umurunda bile olmadı.Hastalarının elleri mahkumdu.İlçenin tek
doktoruna gelmek zorundaydılar.
Üstelik;Bursa Defterdarı’nın sahayı gören jojmanının balkonundan maçını
izlediğimiz Beşiktaş;maçı kazanamamıştı.Keyfimiz kaçmış,yine doktorun
arabasıyle;bu kez böcek adam olmadan Biga’ya dönmüştük.
Biga’da bir Zıraat Bankası müfettişi ile tanıştık.Müthiş zampara birisiydi.Arkadaşlık
ettiği kadınlar için;resimli albüm oluşturmuştu.Her birisinin
adresleri,özellikleri,zevkleri resimlerinin yanında yazılıydı.Her hafta sonu İstanbul’
gidiyor;sevgililerinden biriyle oluyor;hafta içinde de her gün sevgililerinden gelen
mektupları yanıtlıyordu.
Bir hafta sonu İstanbul dönüşünde;gemide yeni tanıdığı,bir maliye müfettişinin
karısıyla birlikte olduğunu söyledi.Ne derecede doğrudur,bilemem.Adını öğrenmek
istedim,onu da söylemedi.Belki de;bizlere çamur atmak için böyle bir öykü
uydurmuştu..Bilemedim.Ayrıca;Maliye Bakanlığı’ ndaki tüm üst düzey denetim
elemanları öyle olmadıkları halde kendilerine Maliye Müfettişi diyorlardı.Onlardan
birisinin karısı da olabilirdi.
Bu müfettiş bana bir kooperatiften söz etti.Karabiga’da on dönümlük bir arazi
varmış.Beni de üye yapmayı önerdi.Kabul etmedim.
Sonraları;oraların çok değerlendiğini öğrendim.Ayni yanlışı;askerlik sırasında da
yapmıştım.Küçükçekmece’de bir emlakçi bana Halkalı’da bedava fiyatına;hem de
taksitle arazi satmak istedi.Onu da almadım.Kent kökenli olduğum için toprağın
değerini anlamıyordum.
64
Oysa;yetkili muavin turnesinde İskenderun’da Fevzi Ertürk abiyi
tanımıştım.Mülkiye’de bizden üç sınıf öndeydi.O da gümrük müfettişi olarak
İskenderun’da bulunuyordu.Gelir gelmez bir emlakçiye tembihlemiş;uygun bir arsa
bulup tapudan satın almıştı.Her turneyle ya da görevli gittiği yerden mutlaka bir
tapu ile dönermiş.
Emekli olduğunda;Türkiye’nin yüzü aşkın yerinde alınmış taşınmazlara ait tapuları
vardı.Bana göstermişti.Ben;müfettişliğin bu yanını da değerlendiremedim.
Keza;Antalya’da turnede iken;bir İran Konsolosu’nun tapulu arazisi satılıyordu.Bizim
üstada da önermişler.Gittik,gördük..Çok ucuz fiyatla devredeceklerdi.Almadık.
Şimdi;orada sanırım Dedeman Oteli yükseliyor.Dedim ya;biz kentliler,toprak
değerini bilmiyorduk ve bilemedik.
Müfettişliğin bir güzel yanı da buydu.Akıllı davrananlar,emekli olunca ya da
meslekten ayrılınca;arsa zengini oluyorlar,bunları satarak kendilerine çok zengin bir
yaşam sağlıyorlardı.
PARİS TURNESİ
Teftiş Kurulu Yönetmeliği’ne göre;müfettişler bir yıllığına “görgü ve bilgi” arttırmak
için yurt dışına yollanıyordu.Bu görgü ve bilgi arttırma kavramıyle ilk kez Artvin’de
karşılaşmıştım..Orada rastladığımız bir toptancı(!) albay;”Herkesi bir aylığına yurt
dışına yollayacaksın.Görgü ve bilgileri artınca bak ülke nasıl kalkınır”diyordu.
Bizler de,yurt dışına yollandık.Ben ve Cengiz Paris’e;Turgut Akman,Orhan Süzen ve
Biltekin ve eşi Londra’ya gidecekti.
Promosyon(mesleğe giriş sırası) arkadaşımız Aydın Kezer;askerliğini kurula
girmeden yapmış olduğundan;yeterlik sınavından sonra bir yıllığına Londra’ya
yollanmış ve görgü ve bilgisini arttırıp gelmişti...
Ayni durumda olan Turgut Akman,çifte standart uygulanıp yeterlikten sonra yurt
dışına yollanmamış ve bize kadar bekletilmişti.Kurul başkanları,bu konularda kurulu
“babalarının çiftliği gibi” yönetirlerdi
Nitekim;Londra’ya gönderilenler “görgü ve bilgi arttırmaya” yollanmışken;ben ve
Cengiz;memur gibi çaşılmak üzere;OECD Türk Delegasyonu nezdine
yollandık.Delegasyonun başında;sonradan Maliye Müsteşarlığı da yapacak olan eski
bir maliye müfettişi olan Büyükelçi Metin Kızılkaya vardı.Üstad bize;9.00-17.00
saatleri arasında memur mesaisi yaptırdı.Delegasyonda Vural Güçsavaş’ı,Ertuğrul
65
İhsan Özol’u tanıdık.Sonraları,Türkiye’nin mali yaşamında önemli görevler
üstlendiler.
Paris ve Londra’ya gezerek gitmeye karar verdik.Gemiyle İzmir-Napoli yolculuğu
yaptık.Sonra;trenle birer ikişer gün geçirerek Roma,Floransa,Venedik,Milano ve
Paris yolculuğu yaptık.Londraya gidecekler;Paris’ten sonra,Belçika üzerinden
İngiltereye geçtiler.
Çok güzel anılarla dolu bir yolculuk oldu.Gemi çok güzeldi.Yemekler şahane,deniz
dalgasızdı.
Pire’ye uğradık.Oradan Atina’ya geçip yarım gün Atinayı gezdik.Sonra;Korint
Boğazı’ndan geçip Adriyatik’e açıldık.Daha sonra,Messina Boğazı’ndan geçip
Napoli’ye ulaştık.
Napoli’de bir “oteller zinciri”ne dahil olduk.Paris’e gidene dek gittiğimiz yerlerde
otelimizde yerlerimiz ayrılmış oluyordu.Napoli’yi gezdik.İzmir’e benziyordu.Evlerin
pencereleri arasında ip gerip çamaşırlarını asmışlardı.Filimlerdeki gibi.
Otele yerleştik.Kenti gezmek üzere anlaştık ve otelin lobisinde Turgut’u beklemeye
başladık.Gecikince;resepsiyondaki görevliye odasına telefon
ettirdik.Adam;”Nooo...Nooo...Not up...Down...Down...”diyordu..Meğer Turgut
telefonda “i am coming up” diyormuş.Odalarımız otelin en üst katında
olduğundan;Turgut’un yukarı gideeceğini düşünüp,otelin çatısına çıkmasından
endişelenmiş,adam onun için durmadan “Yukarı değil...Aşağı...”diye bağırıyormuş.
Napoli’nin yakınında Pompei harabeleri vardı. Bir turist kafilesine katılıp oraya
gittik.Biribirilerine sarılmış halde,lavların yakaladığı,taşlaşmış bedenleri
gördük.Grupta Biltekin ve hanımı da vardı.Hep birlikte,lavlar altında kalmış ve
sonradan kazılarla ortaya çıkarılmış bir eski romalı evinin önünde toplandık.Turist
rehberi ingilizce içinde ladies geçen bazı laflar etti.Bizler;o seller sular gibi
ingilizcemizle,doğal olarak adamın ne dediğini anlamamıştık!
Evin sokaktan giriş kapısının iki yanında,üzerleri bezle örtülü,muhtemelen iki heykel
vardı.Adam,birinin üzerindeki örtüyü kaldırdı.Örtü altında,bir romalı heykeli
vardı.Ancak;adamın iki eliyle tuttuğu üreme organı,adamın boyu kadardı.Pallus
tanrının heykeliymiş.Bereketi ve üremeyi simgeliyormuş.
Kadınlardan,bir çığlık sesi yükseldi.Sonraları,Türkiye’ye döndüğümüzde Turgut
Biltekin’e takılıyordu.Biltekin’in hanımı o heykeli görünce aile saadetleri
sarsılmış!...Biltekin,aşağılık kompleksine kapılmışmış!...
66
Bu arada;Tugut Akman’ın da oldukça haşmetli bir organının olduğu söylenirdi.Aydın
Erdim adlı promosyon arkadaşıyla erkekler tuvaletinde imişler.Aydın,meraklı
turşucudur.İşlerini görürken Turgut’un yanına eğilip bakmış ve “Ayyy...O ne
öyle...”diye bağırmış.Böyle bir tevatür vardı.Sonraları bu kez biz ona takılmaya
başladık.Fatih’in topları gibi tarihi kıymeti olduğunu;kıymeti harbiyesinin olmadığını
söylerdik.Kendisi bizlerden beş altı yaş büyüktü...
Sonra;Pompei’yi uzaktan gören bir tepeye çıktık.Beş tane koka kola içtik.Garson,bin
liret hesap istedi.Cengiz,hesabı yüksek bulmuş;kazıklanmak istediğimizi
düşünüyordu.O da;selis ve şahane(!) fransızcası ile “Cinq koka kola bin liret?..”diye
bağırıyordu.Garson,tümcedeki bin sözcüğünü anlamıyordu doğal olarak..Bön bön
bakıyordu...Sonunda parayı ödedi ve”Herifler fransızca da bilmiyorlar
azizim...”dedi.Bizler,kahkahayı patlattık.
Napoli’de makarnalarımızı yiyip ertesi gün trenle Roma’ya geçtik.Roma’da iki gece
kaldık.Yine turist rehberi eşliğinde turistik yerleri gezdik,Vatikan’ı gördük ve gezdik.
Gezintiler sırasında Romalı bir kadınla tanıştım.Gruptan ayrılıp onunla evine
gittik.Evde annesi vardı.Sofra kurdular.Yedik,içtik ve kadınla yattık.Alberto
Moravia’nın “Romalı Kadın”romanındaki kadınlardandı.Para vermek
istedim,almadı.Bana,kartvizitini verdi .Roma’dan her geçişte onu arayabileceğimi
söyledi.Yarı fransız bir kadındı.Arkadaşlar;bu tür işleri beceremeyeceğimi
sanıyorlardı.Otele dönüp anlatınca çok şaşırdılar.
Sonra;Floransa’ya geçtik.Orada da tarihi ve turistik yerleri dolaştık.Pizza Kulesi’ni
gördük.Bol bol fotoğraf çektirdik.Ortaklaşa bir kaliteli fotoğraf makinası
almıştık.Sonra;Paris’te kura çektik.Kurayı ben kazandım ve makine benim oldu.Daha
sonra;yine birlikte çıktığımız Avrupa turunda makineyi İsviçre’de çaldırdık
.İsviçre öyle uygar bir ülkeymiş ki;cüzdanını düşürsen ertesi gün gider orada
bulurmuşsun.Böyle tevatürler duymuştuk.Biz makineyi bir kilisenin önündeki alçak
duvarın üzerinde unuttuk.Bir saat sonra durumun farkına varıp geri geldiğimizde
makine gitmişti.”Herhalde bir Türk işçisi almıştır”diye kendimizle dalga geçmiştik.
Sonuçta;kişioğlu her yerde ayniydi.İsviçreli’si Zürih’lisi fark etmiyordu.
Oradan Venedik’e geçtik.Bir gece de bu ilde kaldık.Gün boyu kenti gezdik,gondola
bindik ve gece bir italyan lokantasına gittik.Yemeklerin siparişini
verdik.Garson,lokantanın özel şarabından getirdi.Tadımlık bir bardağa
koydu.İçimizde içki uzmanı Katolik Orhan(Orhan Süzen)idi.ona,tatması için işaret
67
ettik.Orhan;garsonun gülümseyerek uzattığı bardaktaki şaraptan bir yudum
aldı.Ağzında gezdirdi ve yuttu.
Garson,Orhan’ın şarap hakkındaki görüşünü öğrenmek istedi.Orhan”Ehhh...Fena
değil” işareti yaptı.Garson;”Mösyö herhalde fransız!...”dedi.Yani;şaraptan iyi
anlıyorsunuz demek istemişti.Orhan’a çevirdik
tümceyi...Orhan,ingilizce”Hayır...Türküm...”dedi.
Garson;bir hışımla servis tabaklarını,çatalları ve bıçakları topladı ve bir daha bize
servis yapmadı.Orhana çok bozulduk.İyi bir Venedik lokantasında yemek
yiyememiştik.Gidip pizza yedik ve yattık.
Ertesi gün;Paris trenine bindik ve Milano’da indik.Orada da bir gün ve gece
geçirdikten sonra,Ertesi sabah trene binip Paris yollarına düştük.
Domodossola diye bir sınır kapısına geldik.Gümrükçüler,denetim için vagona ve
bizim kompartımana da geldiler..Benim askerlik bavulumu ve Orhan’ın bavulunu
açmamızı istediler.
Benim bavulum,asker bavulu olduğundan şüphelenip görmek istemişlerdi.Katolik
Orhan ise;biraz fazla esmerdi.onun bavulunu da mafya olabilir diye denetlediler
Bu olay;sınırın İtalya yanında olmuştu.Tren hareket etti ve fransız gümrüğüne
girdi.Bu kez onların gümrükçüleri geldi.Yine benim bavulumu ve Orhan’ın bavulunu
denetlemek istediler.Denetimden sonra,tren hareket ettiğinde bu duruma çok
güldük.Ben ve Orhan mafya elemanı izlenimi yaratıyorduk.Ben bavulumla,o da
esmer görünümüyle...
Ben nasıl olsa;her şeyimi Avrupa’da yeniliyeyeceğim diye paspal giysilerle Napoliye
dek gelmiştim.Orada;iki takım elbise aldım.Biri,çağla yeşili bir takımdı.Onu
giyiyordum ve o nedenle de mafya elemanlarına benzemiştim...Türkiye’den
getirdiğim giysilerimi Cengiz,trenin penceresinden İtalya ovalarına savurup atmıştı.
Paris’e Mart ayında geldik.Hep birlikte bir otele indik.Ertesi sabah,Turgut ve Orhan’ı
Londra için uğurladık.Kendimize bir ev aramaya koyulduk.Tek odalı “stüdyo”lardan
bulacaktık.
Cengiz sekizinci mahallede ben de ondokuzuncu mahallede birer stüdyo
bulduk.Benim bulduğum stüdyoda,beş yıl kadar önce,Cemal Süreya(Seber) üstad
kalmış.Evin her yeri kırmızıydı.Perdeler,boyalar,deri kaplamaları hep kırmızıydı.
Evi bir emlakci kanalıyle buldum.Evin sahibinin temsilcisi,eski bir fransız maliye
müfettişi(emekli)imiş.Cemal üstaddan o söz etmişti.Kırmızıları da kiralarken Cemal
68
üstad döşetmiş.Her yerde aynaları da olan,bir oda-salon,mutfak ve banyodan oluşan
bir “aşk yuvası” görünümünde bir yerdi.
Eski fransız maliye müfettişi;her ayın ilk günü kirayı almaya gelir;oturur bir öğle
yemeği yer;fransız şarabı içerdik.O da bana;Cezayir turnelerini;Fransız Güyanası
turnelerini anlatırdı.Ben de ona,Türkiye’deki teftiş kurulu ile ilgili müfettiş anılarımı
aktarırdım.
Paris’te ayrıca bizim sınıftan Güray Koruyan,Davut Orhon adlı hesap uzmanları;Ercan
Bozdoğan adlı Çalışma Bakanlığı müfettişi de vardı.Ayrıca;konsoloslukta Fofo
Selçuk(İncesu) ve eşi de vardı.Hareketli günler ve geceler geçirmeye başladık.
Cengiz’le OECD Türk Delegasyonu’nda çalışmaya başladık.Öğle
tatillerinde,Yakındaki bir kafeye gidip sandviç yemek istedik.
Garson listeyi getirdi.Listede ,ondan fazla sandviç çeşidi vardı.Tanımadığımız ve
Fransızcamız da bu açıdan yetersiz kaldığından neli sandviç yiyeceğimize karar
veremedik.Gözümüzü kapatıp işaret parmağımızı listeye bastırdık.Garsona o
sandviçi getirmesini söyledik.
Sandviçler ve biralar geldi.Bir süre sonra Cengiz “Uçar yahuuu...Burada bari
yapma...Ayakkabılarını mı çıkardın”diye bana takıldı.Ben de “Yok vallahi...Bak
işte,ayaklarımdalar”dedim.
Gerçekten de;kokmuş asker postalı kokusu geliyordu bir yerlerden.Çevremizdeki
masaların altına da baktık.Herkesin ayakkabısı ayağındaydı.
Cengiz;sandviçi ısırmak için ağzına götürdü.”Ulan;bu sandviç
kokuyormuş”dedi.Benimki de berbat kokuyordu.Sanviçlerin içini açıp
baktık.Bozulmuş peynire benzer bir peynir vardı içlerinde.
Hemen garsonu çağırdım ve “Bu sandviçler kötü kokuyor...”dedim.Garson,”Bu
sandviçler kokar..”dedi.Ben;”Bizleri yabancı gördünüz...Kokmuş peynirli sandviçleri
bizlere satmağa çalışıyorsunuz..”dedim.O hala,”Bu sandviçler kokar”diyordu.
Sonunda “Sizi belediyeye şikayet edeceğim...”dedim.Adam;bir hışımla önümüzdeki
sandviçleri aldı ve bir daha bize dönüp bakmadı ve servis yapmadı.Kalkıp;başka bir
yere gidip birşeyler yedik.
Sonradan öğrendik.Meğer;bu sandviçler ,çok değerli bir fransız peyniri olan
Camambert peyniri ile yapılmışmış.Nereden bilelim biz bunu...Sonradan;her
yemeğin üzerine bu peynirden yer olduk.Her yiyişimizde de,ilk günkü olayı
anımsayıp gülerdik.
69
Akşam;bir süpermarkete gittik.Alışveriş yaptık.Mutfak malzemeleri,temizlik
malzemeleri ve yiyecekler aldık.Türkiye’de süpermarket düzeni
olmadığından;aldığımız malzemeleri koyacak naylon torba istemeyi
bilemedik.Cengiz “Yahu;bu kadar şeyi nasıl taşıyacağız...Bir torba bulsak
dedi...”Kasadaki kıza torba sormaya başladık.Tarzanca konuşuyorduk...Kasiyer kız
anlamıyordu.Sonunda Cengiz “Yahu,bu kıza fileyi nasıl anlatacağız”dedi...Kasadaki
kız hemen “Aaaa...File,file...”dedi ve bize iki tane Pazar filesi getirdi.Bir mutlu olduk
ki...O kadar olur..Malları doldurup evlere yollandık.
Sonradan;birçok fransızca sözcüğün,Türkçeye girmiş olduğunu keşfettik.
Cengiz’in fransızcası iyi değildi.Bu nedenle;delegasyondan izin alıp haftada üç gün
Alliance Française’e gitmeye başladık.Hem de bu ortamda daha rahat kız arkadaş
edinecektik.
Nitekim;o bir İsviçreli ile ve ben de bir Çekoslavakla çıkmağa başladık.Uzun boylu ve
güzel bir kadındı Çek..Ancak;birkaç hafta sonra birileri;bu kızın Çek gizli servisinde
görevli birisi olduğunu söyledi.Kendisi;mühendis olduğunu;komünist partiye üye
olmak istemediği için izlendiğini;kaçıp Paris’e
geldiğini anlatmıştı.Ben de ilişkiyi hemen kestim.
Bir İspanyol kızla çıkmaya başladım.Koyu bir katolik olan kızı ikna etmekte oldukça
zorlandım.Devlet bize bol para verdiğinden;düşünmeden harcayabiliyorduk.Bu da,o
okuldaki kızlar açısından çekici oluyordu.Arkadaş bulmakta zorlanmıyorduk.
Sonra;Cengiz iki türk bayanla tanışmış.Yaşlı olanı ile çıkmak istiyordu.Rahat
davranabilmek için,yanındakini benimle tanıştırmayı önerdi.Şimdiki eşim olan Tülay
ile Paris’te böyle tanışmış olduk.İsviçre’den Paris’e gezmeğe gelmişler.Kız
arkadaşının bir fransız arkadaşı varmış Paris’te..Adam,bunları atlatmış.Bir rahibeler
evinde kalmağa başlamışlar.Bir yandan da okula yazılmışlar.Nisan-Mayıs 1968
öğrenci olayları boyunca onunla bereber olduk..Tüm Paris’i gezdik neredeyse.O
zamanlar daha otomobil almamıştım.Metro ile kentin altından girip üstünden
çıkmıştık.
Paris’e gittikten sonra;sanırım Haziran ayında Cengiz elindeki fazla parayla beni
destekledi.Bana bir kaplumbağaVolkswagen aldık.Sonraki üç aylıklarda ben onu
destekledim ve ona da bir kaplumbağa satın aldık.
Türkiye’de otomobil sürücü belgesi alamamıştım.Paris’te bir sürücü okuluna
yazıldım.Üç haftalık bir eğitimden sonra,sürücü belgemi aldım.Bunda;İzmir’de
girdiğim üç direksiyon sınavının ve fransızcamın yeterli olmasının payı vardır.Diğer
70
arkadaşlar;enaz üçer kez direksiyon sınavlarına girdikten sonra Paris’te ehliyet
alabildiler.Otomobile sahip olmamız;bize daha çok hareketli ve zevkli bir yaşam
sağladı.
Nisan ayının ortalarına doğru,1968 öğrenci olayları başladı Paris’te.Avrupa’nın her
yerinden,her ulustan gelen komünist ve anarşist öğrenciler;bunların fransız
yandaşları;bir halk hareketi başlattılar.Önce üniversiteleri;sonra resmi binaları işgal
ettiler.Geceleri;televizyonda naklen halk ihtilali izliyorduk.Öğrenci hareketi
neredeyse,tüm Fransa’yı sarmıştı.
Sanırım Lyon’da geçiyordu olay.Öğrenciler;bir yapıyı ateşe vermişlerdi.İtfaiye
gelmiş;itfaiyeciler yangını söndürmeye çalışıyorlardı.
Öğrenciler;iki ya da üç itfaiyeciyi yakaladı.Asırlık,geniş çevreli bir ağacın göğdesine
yanyana,bedenlerine ip dolayarak bağladılar.Sonra;yokuş aşağı duran itfaiye
aracının el frenini boşalttılar.Araç;tüm hızıyla ağaca bağlı itfaiyecilere
çarpıp,ölmelerine yolaçtı.Öğrenciler;kızılderili filimlerindeki gibi,ağacın çevresinde
dans edip naralar atıyorlardı.
Paris’te çöpler toplanmıyordu.Sular kesiliyordu..Metro çalışmıyordu.Benzin
dağıtılmadığından,araçlar da çalışmıyordu.Kente tam bir anarşi egemen olmuştu.
Tülay da ben de hiç durmadan yürüyorduk.İnsafa gelip aracına alanlar
olursa,biniyorduk.
Fransa;tamaniyle anarşiye teslim olmuştu.Ancak;komünist öğrenciler de hükümet
etmeyi ve ekonomiyi yönetmeyi bilmiyorlardı ve yapamıyorlardı.Bir ütopya olan
Prüdhomculuk(malın malla değişimi) görüşünü yaşama geçireceklerini söylüyorlardı.
Bir akşam üzeri;Cezayir kökenli bir fransız bizi kötü otomobiliyle Bulvar Raspaille’ya
bıraktı.Yolda giderken;o gece televizyonu izlememizi istedi.Dediğine göre;De Gaulle
pes edecek;ulusa seslenip yönetimden çekilecekti.
Oysa;biz o gün;De Gaulle’ün Genel Kurmay Başkanı General Matsou ile anlaşıp
Paris’i kuşattığını duymuştuk.Bu durumda;şiddetli çatışmalar olacak demekti.
Neyse ki;öyle olmadı.O gece,De Gaulle televizyona çıktı ve uzun bir ulusa sesleniş
konuşmasının sonunda “Non...Je ne me retirerai pas!...”(İktidardan çekilmeyeceğim)
dedi.Ertesi sabah olaylar bitti.Yurt dışından gelmiş yabancılar(Bu arada Daniel Cone
Bendit de)ülkeden çıktılar,kaçtılar..Bir hafta sonra Paris normal yaşamına
dönmüştü.
O günlerde komünistlerin gazetesi Le Canard Enchené’de çok güzel bir karikatür
yayınlanmıştı.Fransız Cumhuriyeti’ni temsil eden şuh ve çıplak bir kadına tecavüz
71
eden De Gaulle “non...Je ne me retirera pas(Kendimi geri
çekmeyeceğim)diyordu.Çok güzel bir çizgi karikatürdü.
Olaylar sırasında;kötü bir fotoğraf makinası ile ben de anı resimleri
çekiyordum.Birgün polisler,beni de copladılar.”Turistim” diye bağırdım
ama,dinlemediler.Çok öfkeliydiler,
Hemen hergün öğrenci gösterileri ve yürüyüşleri oluyordu.Bunlardan birini ben de
izledim.İşçiler,öğrencilere destek vermek için bir milyonu aşkın bir katılımla gösteri
yürüyüşü yaptılar.Bu da beni çok etkilemişti.
Paris’te geçen bir yıl boyunca çok devingen bir yaşamım oldu.Çoğu güzel anılarla
dolu,bir yıl geçirdik.İşte onlardan bazıları...
Önce;başkonsolosluğumuzla ilgili anekdotlar ve anılar..Konsolosluk Paris’te
“Boulevard Hausseman”(Bulvar Hosman)da bulunuyordu.Fransa’da çalışan Türk
işçileri,mektup zarflarının üzerine adres yerini “Bulgar Osman” diye
yazıyorlarmış.Fransız PTT si bu mektupları konsolosluğa getiriyormuş.Yalnız Bulgar
Osman yazılı olanları da...
Konsolosluğun adı “Consulat General Turc” olduğundan;işçiler mektuplarına “Sayın
Generalim” diye başlıyorlarmış.Konsolosun general rütbeli olduğunu
düşünüyorlarmış.
Bir keresinde;Lyon’daki işçiler;patronlarının kendilerine kötü davrandıkları
konusunda konsolosluğa şikayette bulunmuşlar.Konsolosluk;yanıt vermiş ve
“Adamın ev adresini bildirin.Kendisine yazı yazalım.Gerekirse fransız makamlarına
bildirelim”demiş.Bir ay sonra işçilerden yine mektup gelmiş .”Adamın ev adresini
öğrendik.Yazıyoruz”demişler ve yazmışlar .Onlara göre,Adamın ev adresi”chien
mechant-sonnez avant “(Dikkat ısıran köpek var.Önce zili çalınız)imiş.
Davut Orhon hemşerim birgün bir fransız kafesine girmiş.Yanındaki masadan
garsona “parfait café”siparişi vermişler.Onunda canı okkalı bir türk kahvesi
çekiyormuş.Garsonu çağırıp bir parfait(mükemmel,okkalı) kahve söylemiş.hem de
iyice tembihlemiş.”Aman parfe kafe olsun”demiş.
Davut,kahve beklerken;garson beş dakika sonra büyük ve biçimli bir cam
bardakta,kocaman bir dondurma getirmiş.Davut;kahve beklerken gelen
dondurmaya fit olmuş.
Cengiz’le ben birgün bir kafede oturuyorduk.Bir ara;yakınımızdaki bir masada yaşlı
bir kadınla genç bir kızın türkçe konuştuklarının ayrımına vardık.Biz de türkçe
konuşuyorduk.
72
Onlara doğru dönüyorduk ki;yaşlı kadın,ermeni lehçesi ie “Kalk kızım,buraya Türk
köpekleri geldi.Artık burada oturulmaz”dedi.Hızla çıkıp gittiler...Biz duyduklarımız
nedeniyle donup kalmıştık.Onlara bir yanıt bile veremedik.Ermenilerin türk
düşmanlığı ile ilk yüzyüze gelmemdi.
Sonradan;birgün,Davut’un evine gitmek için Cengizle bir taksiye bindik.Taksi;Saine
Nehri kıyısındaki yolda ilerlerken biz Cengizle türkçe sohbet ediyorduk.
Şoför,birden,”Siz Türk müsünüz?”dedi.Biz de evet dedik.Adam,otomobili
durdurdu.”Ben Marsilya Ermenisiyim.Sizler,benim dedemi öldürmüşsünüz.Sizi
aracımla taşıyamam.İnin otomobilden”dedi.
Biz yine donup kaldık.Gece yarısı;in cinin top oynadığı Saine kıyısında yeniden
otomobil bekleyecektik.
Sözünü ettiği olayın çok eski olduğunu;bizimle bir ilgisi olmadığını söyledik.Adam
bizi indirdi.Para bile almadan ,telaşla uzaklaştı.Yanında silahı olsaydı bizi haklayacak
bir tavır içindeydi..Nasıl beyinlerini yıkıyorlardı çocuklarının tanrım...Belki de ona
Türkleri öyle zalim tanıtmışlardı ki;onu haklayacağımızdan korktu ve panik içinde
uzaklaştı.
Sonraları;iki kez daha Paris’e gittim.Her ikisinde de Ermenilerle ilgili olay yaşadım.
Birinde;Büyükelçilikteki mali danışman ile sürekli gittiğimiz bir lokanta
vardı.Monparnasse Bulvarı’ndaydı.İşleticisi;bir fransız kadınla evli bir türktü.
Adam birgün;”Artık sizlere servis yapamayacağım...Lütfen başka bir lokanta bulun
“dedi.Biz hemen durumu anlamıştık.”Ermeniler mi?”dedik.”Evet,dün geldiler ve beni
tehdit ettiler.Size servis yapmayı sürdürürsem,işyerimize zarar vereceklermiş.Eşim
çok korktu.”demişti.
Diğer olayda ise;indiğim otelin sahibini yine Ermeniler tehdit etmişler.”Lüften
otelimi terk edin.Yoksa Ermeniler bana zarar
verecekler”demişti.Durumu;Konsolosluğa bildirdim.Beni bir Cezayirlinin işlettiği
otele yerleştirdiler.Bir koruma da bir başka odada kaldı teftişi bitirene dek.
Ercan Bozdoğan;Türkiye’ye dönmeye hazırlanıyordu.O zamanlar Türkiye’ye “Dual
pikap”götürmek modası vardı.Ben de getirmiştim dönerken.
O da Almanya’dan bir tane ısmarlamış.Mal fransız gümrüğüne gelmiş.Ercan’dan
gümrükte vergi ödemesini istemişler.Oysa;bir hafta önce,Avrupa Ortak Pazarı’nda
gümrükler sıfırlanmış ve gümrük birliği başlamıştı.Frransızların,Almanya’dan ithal
edilen mallardan gümrük vergisi almamaları gerekiyordu.
Sorunu Başkonsolos yardımcısı Fofo Selçuk çözememiş.Beni aradılar.
73
Ercan’la fransız gümrüğüne gittik.Bir memur,belgeleri inceledi;diğer memura
yolladı.O da belgelere baktı,bir başkasına yolladı.Sonuncu;ilk memura yolladı.Olayı
anladım.Rüşvet istiyorlardı.
Müfettişlerini görmek istedim.Yukarı katı işaret ettiler.Çekme kata çıktık.Odada iki
gümrük müfettişi vardı.
Kendimi tanıttım.Adamlar “İnspecteur general des finances”(Maliye müfettişi) lafını
duyunca;esas duruşa geçtiler.Ercan bu duruma çok şaşırdı.Sonraları Almanya’da da
unvanımı söyleyince ürkmüşlerdi.
Derdimizi anlattık.Ercan’ın belgelerine “eec”kaşesi bastılar.Pikabı vergisiz aldık.
Müfettişler;onların kuruluşlarından kimseyi tanıyıp tanımadığımı
sordular.Ankara’dan verilmiş “vergi işlemlerinde sır saklama”konusunun Fransa’daki
uygulamasının araştırılması görevi dolayısiyle Gelirler Genel Müdürleri ile
tanışmıştım.Adamın adını söyleyince;gümrük müfettişleri teleme peyniri gibi
eridiler.Binbir özürle bizleri kapıya dek uğurladılar.
Biz oralara gittiğimizde 1967 Arap-İsrail savaşı nedeniyle uygulanmış petrol
ambargosunun etkileri sürüyordu.Fransız ekonomisi;bizim 1995 lerde yaşadığımız
krizli kalkınmalı dönemi yaşıyordu.
O nedenle;İngilizler ve Fransızlar;geçici olarak kambiyo sınırlamaları uygulamaya
başladılar.Yurt dışına gereksiz döviz çıkışını önlemeye çabalıyorlardı.İngiltere’den
200 pound’tan fazla;Fransa’dan 600 franktan fazla,yurt dışına para yollanamıyordu.
Londra’daki arkadaşlar paraya sıkışmışlar.Bizden para istediler.
Havale işlemi için postaneye gittik.En çok 600 FF yollayabileceğimizi bildirdiler.
Biz;bir 600 FF ben;600 FF da Cengiz yollayabilir mi diye sorduk.
Eğer;paranın ayni adrese gittiği saptanırsa,başımız mevzuatla derde girermiş.
Fransızlar bize benziyorlardı.Her türlü kötüye kullanmaya karşı önlem
alıyorlardı.Çaresiz;600 FF yolladık
Bir ay sonra;Londra’dakiler parayı yollamak için bankaya gitmişler.Ancak;50 pounds
yollayabilecekleri söylenmiş.
Bizimkiler;fiskos edip “her birimiz ayni adrese 50 pounds ayrı ayrı yollayabilir
miyiz”demişler.
İngiliz görevli “Bunu nasıl düşündünüz!..”demiş.Bizimkilere göre;
İngilizler önlem almamışlardı ve aptaldı.Bana göre ise;İngilizler bir kural konulmuşsa
ona uyulur,aksi düşünülemez demek istemişlerdi.
74
OECD toplantılarına da bizim delegasyonun arka sıralarında oturarak
katılıyorduk.Bir toplantıda “70 lerin önerisi”görüşülüp oylanacaktı.
Hindistan’ın önderliğinde evrenin 70 geri kalmış ülkesi Cezayir’de toplanmış ve bir
karar almışlardı.Gelişmiş ülkeler;geri kalmış ülkelere bire bir yardım
yapmamalıydı.Bu ülkelerin yıllık bütçelerinin her yıl yüzde bir kadarı bir havuzda
toplanmalı ve belirli kriterlere göre;yoksul ülkelerece paylaşılmalıydı.
Bu sistem;Türkiye’nin lehine sonuçlar verecek bir uygulama olacaktı.Ancak;OECD
üyeleri,bu öneriye karşı çıkıyorlardı.Başkan gülerek “Türkiye’nin oyu nedir?”
demişti.Bizim delegasyon da “red” diyerek,bu lehine öneriye karşı çıkmıştı.
Ben ve Cengiz,çok şaşırdık.Ulusalcı geçinen üstadlarla bu nedenle tartıştık.Bize;”Biz
burada papağan gibiyiz.Ankara bize neyi ezberletirse,onu tekrarlıyoruz”dediler.
Böylece;uluslar arası ilişkilerle ilgili ilk dersimizi almış olduk.
Delegasyonun bedelsiz olarak OECD yayınlarından edinme olanağı vardı.Güzel
ekonomik ve mali yayınlar vardı.Edinmek istediğimiz yayınlarla ilgili bir liste yapıp
delegasyona verdik.Kitaplar bir türlü gelmiyordu.Ben;Uluslararası Atom Enerjisi
Enstitüsü yayınlarından da istemiştim.OECD sekreteryası telaşlanmış."Bunlar,atoma
niye birden ilgi duydular"”diye şaşırmışlar.Görüşmelerden sonra;tüm istediğimiz
kitaplar geldi.Türkiye'’e dönüşte;bu kitaplardan yararlanarak “Sermaye
Piyasaları"”le ilgili yazılar yazdım.Bir de kitabım yayımlandı.
Cengiz ile Paris’te “sokak zamparalığı” da yapıyorduk.İki PTT memuresi ile;iki Paris
Belediyesi’sekreteryası personeli ile;üniversitede okuyup ay sonlarında para
durumları sıkışınca fahişelik yapan kızlarla arkadaşlık ettik.
Cengiz;Paris Belediye Başkanı(aklımda yanlış kalmamışsa Jacque Chirac idi) nın
sekreteri oldığunu söyleyen Martine adlı bir kızla Türkiye’ye dönene dek
arkadaşlığının sürdürdü.Bu nedenle:benim bir başıma yaşadığım serüvenlerim de
oldu.PTT li kızlarla bir gece Moulin Rouge’un oralarda bir çok güzel caz müziği yapan
kafeye gittik.”Hot Jazz” dedikleri hızlı müzikten yaptıklarından,alkollü içki
satılmıyor;kolalı içkiler içiliyordu.
Kovboy filimlerindeki barlara benzeyen bir mekandı.Kapısı bile o barlarınki gibiydi.
İşleticiden izin alıp kızlarla dans etmeğe başladık.O sırada;yanlarında kız arkadaşları
olmayan iki Fransız delikanlısı,”yabancılarla dans etmeğe utanmıyor
musunuz!..”dediler.”İstiyorsanız gelin biz sizi becerelim”gibi laflar ettiler.Kızları
zorla alıp dans etmek istediler.
75
Çam yarması gibi bir garson geldi.Amerikan lehçesi ile,iki Fransızın bizleri rahatsız
edip etmediklerini sordu.”Ediyorlar”dedik.Cengiz çok kızmıştı.Neredeyse kavga
edecekti.
Adam;ufak tefek olan Fransızları,birer eliyle giysilerinin enselerinden kavradı;açılırkapanır kapıya bir tekme atıp;Fransızları barın önündeki kaldırıma
fırlattı,attı.Bizden,gelip yeniden özür diledi.Eylenceye kaldığımız yerden devam
ettik.
Fransızların da ;bizim Amerikalılar karşısında olduğumuz gibi milliyetçi(!) olduklarını
öğrenmiş olduk.
İz bırakmış;iki ayrı kadın daha oldu.
Birisi;bir Amerikalıydı.Paris’e gezmeye gelmiş.Saint Michel’deki bir self
serviste;çatalı bıçağı amerikalılar gibi kullanarak yemek yiyordum.Böylece;hızlı
yemek yememi önlemiş oluyordum.
Yandaki masadaki kadın;”Amerikalı mısınız?”diye sordu.İngilizce Türk olduğumu
söyledim ve tanışıp muhabbete başladık.
Uçağı gece kalkıyormuş.Otomobilim olduğunu;Paris’i biraz daha gezebileceğimizi
söyledim.Sonra;hava alanına götürürüm dedim.Kabul etti.
Otomobilime binip biraz Paris’te gezdik.Sonra benim eve gittik.Yedik,içtik ve
yattık.Gece;o uçağına binip ülkesine gitti;ben de Paris yaşamıma geri döndüm.
Bir diğeri ise;bir öğretmendi.İş çıkışı bir bara takılmış.Yanyana düştük ve
tanıştık.İçkilerini ödedim ve evime gitmeyi önerdim.Otomobile binip evime
geldik.Güzel bir bir saat geçirdik.Daha sonra;evine bıraktım.Evine varmadan birkaç
sokak önce indi.Evliymiş,görülmek istemiyormuş.
Sonra;birkaç kez buluştuk..Sanırım;altıncı buluşmamızdan sonraydı.Evine
bırakırken;benden ayrılmak istediğini söyledi.Ben nedenini sordum.”Ben evliyim ve
bu tür yaşamı seviyorum.Diğer yandan;sana alışmaya başladım.Bu beni
korkutuyor.”dedi.Eşi ve çocukları vardı.İlişkinin daha fazla gelişmesinden;bir aşka
dönüşmesinden korkmuştu.Bir daha görüşmemek üzere ayrıldık.
Ben;kadınların daha fazla üzerlerine düşülmesi için yaptıkları oyunlardan biri diye
düşündüm ve buluştuğumuz “bistrot”ya birkaç kez daha gittim.Göremedim
onu.Muhtemelen ,iş sonrası uğradığı kafesini değıştirmişti.
Böylece “a la français” bir aşk da yaşanmış oldu.
Sanırım Agostos başında;delegasyondan bir aylık izin aldık.Yıllık iznimizi kullanmış
oluyorduk.Londra’dan Turgut ve Katolik Orhan da geldiler.
76
Belçika,Hollanda,Danimarka,İsveç,Doğu Almanya,İsviçre,Fransa’ya dönüş biçiminde
bir Avrupa turu yaptık.Benim arabama doluştuk ve yollara koyulduk.Çok
güzel,değişik günler geçirdik.
Berlin’deyken;1968 yılındaki Rusların Çekoslavakya’yı işgali olayına denk geldik.Üç
gün;bu kentte mahsur kaldık.Vize almak için Doğu Berlin’e geçerken;Berlin Duvarı
muhafızları bizleri sıkı bir aramadan geçirdiler.Turgut’un İsveç’te iken aldığı porno
dergilerine el koydular.Komünist Alman gençliğinin ahlakını bozacakmışız.!...
Arkamızda;sıra bekleyen Amerikalı yaşlı bir karı koca,neler olduğunu sordular.Biz
de;arkadaşımızda çok gizli evrak buldular ve el koydular,dedik.Karı koca
bizlere;biraz sonra öldürülecekmişiz gibi baktılar.Tabii;bu olaya sonradan çok
güldük.
Doğu Berlin’den vizeleri alıp otomobile döndük.Ön cama türkçe bir bildiri
bırakmışlardı.Komümizm propogandası yapıyorlardı.Adamlar;iyi organize
olmuşlar.Her fırsatta sistemlerinin propogandasını yapıyorlardı.Bu duruma çok
şaşırmıştık.Sonradan;gizli Türk Komünist Partisinin başkanının Berlin’de yaşadığını
öğrendim.Bu ;onların işi olmalıydı.
Tatil dönüşü;Turgut ve Orhan’ı Paris’te on gün kadar ağırlamıştık.Bir ay sonra;onlar
bizi Londra’ya çağırdılar ve bir hafta ağırladılar.Turgut,Orhan ve Hesap uzmanı
Sezai bir arada kalıyorlardı.Londra’nın tarihi ve turistik yerlerini gezdik.Arsenal’in
bir maçını izledik.
Bir gece;Katolik Orhan ile bir galon(yaklaşık dört buçuk litre)cini,içtik
bitirdik.Yine;yirmidört saat sızmışım.Allahtan alkol zehirlenmesinden hastanelik
olmamışız.
Katolik Orhan çok içiyordu.Bu nedenle;karaciğer yetmezliğinden genç yaşında bu
alemden göçtü,gitti.İçince;çok güzel Ankara’nın “misket havası”nı oynardı.
Londra’da metroda oturmuş,bir yerlere gidiyordum.Önümde,bir ingiliz genç
kızı,ayakta durup kitabını okuyordu.Birden;sesli bir biçimde,gerisinden gaz
çıkardı.Ben çok şaşırdım.Oysa;kimse dönüp bakmamıştı.İngilizlerde bu tür gaz
çıkarmak ayıp değilmiş.Buna karşılık;ağızdan gaz çıkarmak(geğirmek)ayıpmış.Uluslar
arasındaki;kültür ayrılıkları işte!...
Londra’dan ucuz olduğu için bol giysi aldık.Orada iken aldığım iç çamaşırlarını;on yılı
aşkın kullanmıştım.Buna karşılık;bir takım elbise beğendim.Kumaşının kenarında
“Sümerbank-Made in Turkey” yazıyordu.Buna da çok şaşırmış ve bundan
gururlanmıştım.
77
Sonra;Paris’e döndük.Sıkıcı delegasyon mesaisi başladı.Palais de Chaillot ile
delegasyon binası arasında mekik dokuduk.Neyse ki;geceleri ve hafta sonları
bizimdi.
Bir yıllık staj süresi tamamlandı.Cengiz ile dönüş yollarına koyulduk.Bu
arada;Paris’te tanıdığım,şimdiki eşim Tülay;Münih’e gelecekmiş.Onlarla Münih’te
buluştuk.Felekten bir gece daha çaldık.Sonra;Avusturya üzerinden dönüşü
sürdürdük.
Paris’te bize bir de “Vergide sır saklama uygulaması”ile ilgili bir görev verilmişti.Bu
nedenle;Gelirler Genel Müdürlerinden benim adıma bir randevu alındı.Rue de
Rivoli’deki Maliye Bakanlığı binasına gittim.Kendimi tanıttım ve beni genel müdüre
götürdüler.
Bakanlığın,yüksek tavanlı salonları bomboştu.Duvarlarda,adımlarımız
yankılanıyordu.Bir de bizim Bakanlığı düşündüm.Koridorları,daima “Ankara’nın
Kızılay Meydanı”kadar kalabalık olurdu!...
Genel müdürle tanıştım.Derdimi anlattım.Beni dokuzuncu mahalle vergi müfettişine
yolladı.Ondan;vergi dairesinin çalışma yöntemleri ve “mali sır saklama”uygulamaları
ile ilgili bilgi ve belge aldım.Yurda dönüşte,güzel bir rapor yazdım.Tüm raporlar
gibi,hala özenle bir yerlerde saklanıyordur!...
Bir keresinde;fransız kızlarla kuzey Fransa’daki Brest liman kentine
gittik.Burası;savaş sırasında tümüyle yıkılmış.Yeniden;çağdaş görünümlü bir kent
kurmuşlar.
Liman lokantasında,kızlara uyarak “Fruıts de mer” diye birer yemek
ısmarladık.”Fruits”lafından dolayı;meyveli bir yemek bekliyorduk.Kocaman kayık
tabaklar içinde midye,deniz salyangozu,istakoz,karides,yengeç geldi.Cengiz
yemedi,sandviç istedi.Fransız kızlar;onun tabağını da iştahla
bitirmişlerdi.Meğer;lokantaların en değerli ve pahalı yemeğiymiş yediğimiz.
Paris’te ise İspanyol kız arkadaşım beni bir İspanyol lokantasına götürmüştü.Orada
“paella” diye;deniz ürünleri ve tavuk etli ;safranlı bir pilav yemiştim.Çok güzel bir
tattı.Sonraları;birçok dostumu ve arkadaşımı,bu tadı tatmaları için oraya
götürmüştüm.
Saint Michel bulvarında bir Ermeninin işlettiği lokanta vardı.Kuru fasulye,arnavut
ciğeri,patlıcan, karnıyarık gibi yemekleri yapıyordu.Ermeniler işletiyor olsalar da
ayda bir orada hesap uzmanları,konsolosluk çalışanları ve Ercan Bozdoğan’la
buluşur,kafa çekerdik.Türkiye özlemini giderirdik.
78
Avusturya’ya Mart ayında girmiştik.Sıkı bir kar yağışı bizi karşıladı.Viyana’da birer
zincir,çekme halatı aldık.Zincirleri takıp yola öyle devam ettik..Malibor sınır
kapısından;Yugoslavya’ya girdik.
Yugoslavya’dan itibaren;geri kalmışlık başlıyordu.Slovenya nisbeten iyi
durumdaydı.Hırvatistan,Bosna-Hersek,Sırbistan felaket
durumdaydı.Üstelik;komünist rejim egemendi.
Korka korka yolculuğu sürdürüyorduk.Ama;yolun üzerindeki hemen her ilçede ya da
ilde türkçe konuşana rastlayıp derdimizi anlatabiliyorduk.
Bir keresinde;ben önden giderken;arkadan gelen Cengiz’i yitirdim.Bir yol kenarı
parkına çekip beklemeğe başladım.Yarım saat sonra geldi.Yugoslav trafikçiler
çevirip ceza yazmışlar.Doğal olarak;makbuz falan vermemişlerdi.Bir benzin
istasyonunun önünden geçerken yavaşlamamışmış!...
Yola devam ettik..Gece yarısı bir motelde kalmak istedik.Moteli işleten kadın önce
“olur”dedi.Sonra;yeşil pasarortları görünce,bizi motele almadı..Uykusuz bir
sürüşle,Bulgar sınırını geçip;orada bir motelde kaldık.
Bu yeşil pasaport;iki kez daha başımıza iş açmıştı.Danimarka’dan İsveç’e bir feribotla
geçiyorduk.İneceğimize yakın;herkesin pasaportunu vize için topladılar.Bizimkiler
de gitti.Herkesinki geri geldi;bizimkiler gelmedi.Kaptana gittik.Adam;değişik renkli
pasaporttan kuşkulanmıştı.Epeyi konuştuktan sonra adamı ikna edebildik.Vizeleri
ve pasaportları aldık.
Dönüşte;Göteborg’tan Stettin diye bir Doğu Almanya kentine giden feribota
bindik.Ayni durumu,orada da yaşadık.Üstelik;gemi limana yanaştıktan sonra,yarım
saat kadar daha bekledik ve pasaportları ve vizeleri alabildik.Mahsus
yapmışlar...Sonra;Doğu Almanya’dan geçip Batı Berlin’e girene dek bir sivil polis
aracı bizi izlemişti.
Gördüğüm yerler içinde ençok Danimarka’dan etkilendim.Bir de Doğu Almanya’da
Penenmünde diye bir kıyı kentinde güneşin batışına denk gelmiş;hayran hayran
izlemiştik.
Komünist düzenle kapitalist düzen arasındaki çarpıcı farkı;Doğu Almanya’dan
geçerken anlamıştık.
Yalnızca gençler otomobil kullanıyorlardı.Onların özel araçları vardı.Sonradan;Batı
Berlin’de öğrendik.
Yeterince özel otomobil üretemediklerinden;işinde başarılı olmuş kişilere,satışta
öncelik veriyorlarmış.Gençler;daha çok ürettiklerinden,onlar otomobil
79
alabiliyormuş.!..O zamanlar;komünist sistemin bir çöküntüye doğru gittiğini
gözlemiştik.
Edirne’den Türkiye’ye sabah girdik.İlk işimiz;birer simit alıp çayla kahvaltı etmek
olmuştu.Cengiz İstanbul’a ben de Çanakkale üzerinden İzmir’e geçtim.
Diyarbakır’dayken başımızdan geçmiş trafik kazasının benzeri;bizden altı ay sonra
Fransa’dan dönen Savaş Toprak adlı bir Hesap Uzmanının başına gelmişti.
Edirne’den gece giriş yapmış.Bir an önce sevdiklerine kavuşmak için,İstanbul’a
doğru yola koyulmuş. Meğer,yola mıcır döküp asfalt atıp öylece bırakmışlar.Hiçbir
uyarı işareti de koymamışlar.Koysalar bile,benim necip halkım onları çalıyordu.
Aracı sürerken;birden,direksiyonu elinden almışlar gibi olmuş.Otomobil yolda
yalpalamağa başlamış ve yol kenarındaki bir ağaça çarparak durmuş.
Otomobilin kasko sigortası varmış.Almanlar,sigortadan gelmişler ve aracı
görmüşler.”Bu araç onarılmaz..Size bir yenisini verelim”demişler.Kaza ne denli
ciddiymiş.Diğer yandan;on gün sonra araç İstanbul gümrüğüne
gelmişti..Aklımıza,bizim kaplumbağa hızıyla çalışan sigorta sistemimiz gelmişti.
Ayni şey;Cengiz’in de başına geldi.Paris’te gece yarısı Concorde meydanında bir
Fransız gelmiş;buna yandan çarpmış.Bana telefon etti..Kaza yerine gittim.Kazayı
yapan Fransızla;sigorta belgelerini doldurduk;kazanın krokisini çizdik ve otomobili
çektirdik.
Ona da yeni bir otomobil verip “kazayı zamanında bildirdiği için”teşekkür
etmişlerdi..Bir de bizdeki sigorta sistemi...
Benim başıma gelen bir kazada;kaza mahallinde ,yüzde yüz bana vuran araç
suçludur diye rapor düzenlemişti polisler..Sonradan;yüzde yirmi ben,yüzde seksen
taksi şoförü suçlu diye rapor değişmişti.Neymiş;adam taksici imiş.Kaza;bir bayramın
arifesinde olmuştu.Yüzde yüz suçlu olunca tutuklanması gerekiyormuş.O zaman
çoluğu çocuğu aç kalacakmış.
Ben şok geçirmiş;bir haftalık iş göremezlik raporu almıştım..O önemli değilmiş!..
İki yıl süren bir dava sonunda;şoförün yüzde yüz suçlu olduğunu kanıtlayıp
sigortasından para alabilmiştik!..Burası da benim ülkemdi işte...Burada işler böyle
yürüyordu.
Volkswagenimi getirip İzmir gümrüğüne teslim ettim.Bir gün dinlendikten
sonra;aracın ithal işlemlerini başlattım ve yaşamımda ilk kez;rüşvet vermek zorunda
kaldım.
80
İşlemleri tamamlamış;aracı alıp çıkıyordum ki,iki gümrük muhafaza memuru önümü
kestiler.”Abi,bir rakı parası vermezsen salmayız”dediler.Bir miktar para verdim.Bu
kez;”Hani bunun mezesi” dediler.Lanet okuyup biraz daha para verdim ve aracı
gümrüklü alandan çıkardım
Benim müfettiş olduğumu ve müdürü tanıdığımı biliyorlardı.Ona karşın;para
istemekten ve almaktan korkmamışlardı.
İzmir’de son model Volkswagen ile pek havalıydım...O zamanlar;İzmir’de özel
otomobil parmakla sayılacak kadar azdı.Çoğu da;eski Amerikan arabalarıydı.İzmir’in
zenginleri İzmir’den ayrılan Nato personelinden satın alıyorlardı.
Birgün annem dediki”Oğlum,babanın bir müteahhid –yap satçı-arkadaşı
varmış.Senin aracını görmüş.Oğlun,otomobilini versin,sana bitmiş bir apartman katı
vereyim”demiş.
Ben de ona “Sen nediyorsun anne”dedim.Annem okumuş birisiydi.Osmanlı Lisesine
bile devam etmişti.Babam ise;Cumhuriyet’in “Halk mektepleri”ne gidip biraz okuma
yazma öğrenmişti.
“Bak oğlum..Bizler yaşlandık artık.Evimiz olsa da olur;olmasa da...Sana
gelince;bekarsın,gezginci bir mesleğin var...İşte;bu otomobil ayni zamanda senin
evin..Kabul etme ve aracını verme.”dedi.Öyle de yaptık.İyiki öyle yapmışım.O
yaşlarda,kişinin otomobilinin olması yaşamını çok devingen kılıyordu.
O zamanlar;benzin ucuzdu.Heryere aracımla-resmi görevler dahil-gidiyordum.Hafta
sonları;ailemi yakınlardaki mesire yerlerine götürüyordum.Ailecek çok güzel günler
geçirdik.
GAZİANTEP-KAHRAMANMARAŞ TURNESİ
Bekar olarak çıktığım son turne bu turne olup;çok renkli geçmişti.
Ayhan Öner üstad;ben ;muavinler Tuğrul Bilen ve Mustafa;ikişer ayda illerin vergi
dairesi;muhasebe;milli emlak işlerini denetlemiştik.
Hafta sonları;banim otomobilim ile İskenderun’a iniyorduk.Cumartesi geceleri
Soğukoluk’ta eğleniyor;Pazar günleri denize giriyor ve Pazar gecesi geri dönüp
Pazartesi sabahı doğrudan mesaiye iniyorduk.
81
Soğukoluk’ta kendimizi;öğretmen,bankacı,yedek subay olarak tanıtıyorduk.Doğal
olarak;oradaki tesislerin işleticileri bu durumdam ikirciklenmişler.
Birgün bize “Patron sizi görmek istiyor”dediler.Ağaçlarla dolu bir arka bahçeye
götürdüler bizi.Evin patronu;oturmuş rakı içiyordu.Bizleri de buyur etti.İçmeye
başladık.Ne olduğumuzu;orada ne aradığımızı soruyordu.
Adam;bir yandan da havaya tabak attırıyor ve elindeki av tüfeği ile bunlara ateş edip
havada parçalıyordu.Bize “İyi silah kullanır mısınız?”dedi.Ben,askerde silah
takımında olduğumdan “Ben iyi kullanırım”dedim.
Tüfeği bana verdi.Yirmi metre öteye bir kibrit kutusu koydurdu.Vurmamı istedi
Nişan alıp ateş ettim.Kutu yere düştü.”Rüzgardan düştü”dedi adam.Ben de “En az
üzerinde üç saçma izi vardır”dedim.
Adamını yolladı.Kutuyu getirdiler.üzerinde saçma deliği vardı.
Bunun üzerine bize”Bakın beyler...Kim olduğunuzu bilmiyorum ve
anlamadım..Bende her bir numara vardır..Yalnız beyaz kadın ticareti
yoktur”dedi.Adam;herhalde bizlerin sivil polis olduğumuzu düşünüyordu.
Polis olmadığımızı;buraya eğlenmeye geldiğimizi,rahat olmalarını söyledik ve
kadınlarımızla odalarımıza çekildik.
Burada;Ankara Üniversitesi’ndeki bir profesörün menapoz çağlarındaki karısı ile
yatıp kalkıyordum.Kadın öyle tanıtmıştı kendisini.Kocası;kendisi ile
ilgilenmiyormuş.O da;her yıl bir ay;İskenderun’daki akrabası bayanın yanına gelip;bu
evde gizlice çalışıyormuş
Bana;Ankara’daki ev adresini ve telefonunu da verdi.Ankara’ya gelince onu aramamı
istedi.Doğrusu;bu kadından iyi seks teknikleri öğrenmiştim.Ancak;ben,sürekli
ilişkilere gelemiyordum.O nedenle;kadını aramadım.Telefonunu bir arkadaşa
verdim ve kurtuldum.
Bu gidiş gelişlerimizde;iki kez ölüm tehlikesi atlattık.
Birinde;İskenderun’dan Antepe dönerken;gece yarısı jandarmanın kurduğu yol
kesme eylemine denk geldik.Askerler;yaklaşık kırk santim çapında bir ağaç
gövdesini yola uzatıp yol kesmesi yapmışlar.Amaçları;kaçakçı yakalamak.
Yanımda müfettiş muavini Mustafa Görson vardı.Aracı ben kullanıyordum.Yaklaşık
120 km lik bir hızla gidiyorduk.
Birden;aracın farlarında yoldaki ağacı fark ettik.Sağ yanda;yolda bir boşluk
kalmıştı.İki tekerleği oradan geçirip kurtulabileceğimi düşünüyordum
.Nitekim;Mustafa “Üstad sağa kır”diye bağırdı.
82
Ancak;ben teklikeyi görüp dediğini yapmadım ve dört tekerlek ile kütüğün
üzerinden geçtim.Öyle yapmasaydım;araç savrulacak ve takla atacaktı.İçsiz lastikler
gürültü ile indi ve araç;cantların üzerinde durdu.Çevremizi;silahlarını bize
doğrultmuş jandarma erleri sardı.
Arkada uyuyanlar da uyanmıştı.Kendimizi toparlayıp araçtan indik.Jandarmaların
astsubayı ile konuştuk.Kaçak eşya ihbarı almışlar.
Bizde;kaçak sigara bile yoktu.Adama bağırıp çağırmağa başladık..Böyle yol denetimi
mi yapılırdı.Az kalsın ölüyorduk...
Astsubay kimliklerimizi görünce özür diledi ve yoldan geçen bir motosikleti
durdurdu.
Aracın altına;yakındaki bir bakkalın önünde bulduğumuz içecek kasalarını koyup
tekerlekleri söktük.Motorun arkasına Tuğrul Bilen bindi.İkişer ikişer lastikleri iki
kezde yakındaki bir benzin istasyonuna götürüp şişirtip getirdi.
İki saat gecikme ile yola koyulduk.Mustafa’yı dinleyip sol yandaki iki lastikle
kütüğün üstünden geçseydik;araç devrilecek,sürüklenecek ve büyük bir kazaya
karışıp yaralanacak ya da ölecektik.
Bir başka gün ise,Yine İskenderun’dan gece dönüyorduk.Sabaha karşı;Antep
yakınındaki Kömürlük rampalarını inip çıkıyorduk.Arkamızdan da bir taksi geliyordu.
Karşıdan yokuş aşağı bir kamyon geliyordu.Yanyana gelmemize yaklaşık elli metre
kala,kamyon şeridinden çıkıp üzerimize doğru gelmeğe başladı.
Hemen korna çalmağa;selektör yapmağa başladım.Bir yandan da aracı
frenliyordum.
Şoförü gördük.Başını direksiyona dayamış,uyuyordu.Sağ yanımız derin şarampol
olduğundan;kendimizi şarampole de atamıyorduk.
Araçlar arasında on metre kadar kala şoför uyandı ve bizi gördü.Kamyonun
direksiyonunu sağa kırdı.Yanımızdan geçerken;benim aracın yan aynasına
çarptı.Biraz daha gidip durduk.Urfa plakalı kamyon çoktan gazlayıp kaçmıştı.Birer
sigara yaktık ve kendimize geçmiş olsun dedik.
Biraz sonra;arkamızdaki taksi geldi yanımıza.Şoför,durumu görmüş ve
anlamış.Taksiyi sağa çekip durdurmuş ve müşterilerine “Beyler;şımdi çok kanlı bir
trafik kazasına şahit olacaksınız.”demiş.Geçmiş olsun dediler ve yola devam
attiler.Azraile bir kez daha çalım atmıştık.
83
Bir Cumartesi sabahı İskenderun’a giderken;anayol üzerinde bir köy düğününe
rastladık.Adamların,eğlencesi ilgimizi çekti.Aracı durdurup hem dinlendik hem de
düğünü izledik.
Biraz sonra;yanımıza düğün halkından birisi geldi.Düğün sahibinin bizleri düğününe
davet ettiğini söyledi.
Oradaki töreleri az çok öğrenmiştik.Böyle bir çağrıyı reddetmemek
gerekiyordu.Yine de yolcu olup gideceğimizi söyledik.”Olur mu..Sonra ağamız bize
kızar”dediler.
Aracı park edip düğüne katıldık.Bizi en baş köşeye oturttular ve itibar gösterdiler.
Yiyip içtik..Gelinle damadı kutlayıp yola çıkmak istedik.Her kezinde “Vallah olmaz
begim” deyip bizi salmadılar.
Sonunda;güçbela ayrılmaya ikna ettik düğün sahibini.Kendisine teşekkür ettik.O
“Asıl bizler sizlere teşekkür ederiz”dediler.Biz neden deyince”Sayenizde bu düğün
bir tarih başlangıcı oldu..İleriki yıllarda herkes bu düğünü anımsayacak,hani
müfettişlerin de bulunduğu düğün diyecek” dedi.Bu bizi çok duygulandırdı.
O yörelerin;İzmir’lilere ters gelen töreleri vardı.Bizler de zaman zaman bunlara
uyuyorduk.Örneğin;Antep’te bahçe biçiminde açıkhava pavyonları (genç kadınlara
içki ısmarlanıp eğlenilen yerler)vardı.İlk böyle bir yere
gittiğimizde;içerken,masamıza bir meyve tabağı geldi.İzmir’de kadınların masasına
meyve tabağı yollanırdı.Garibimize gitti.
Garsona durumu sorduk.Oranın zenginlerinden birisi;kendi aramızdaki
muhabbetimizi beğenmiş ve tabak yollamış.Garson,adamı gözüyle işaret etti.Bizler
de kadehlerimizi şerefine kaldırdık.
Bir iki saat sonra;bu kez biz onların masasına meyve tabağı
yolladık.Garson,anlatmıştı töreyi..Bu uygulama İzmir’de de yapılırdı..Ama;kadınlara
yollanırdı.Durumu yadırgadık ama;;töre olduğu için uyduk.
Bahçe işletenler deyince;aklıma bir başka öykü geldi.
Vergi dairesinin batak vergi borçlarının çoğu;bahçe işleten mükelleflerden ortaya
çıkıyordu.Vergi dairesi;mafya bulaşığı bahçe işleticilerinin üzerine
gitmiyor,korkuyordu.Bu vergi borçlarını tahsil ettirmeye karar verdik.
Birgün;bahçe işleticilerinden birini vergi dairesine çağırdık.Neden vergi
ödemediklerini;bu vergi borçlarını nasıl tahsil edebileceğimizi sorduk.Kendisine
uygulanmaması koşuluyle adam bize şunu anlattı.
84
Maliyenin adamları,geceleri hasılat haczine geliyorlar.Burası küçük yer ve herkes
tanınıyor,biliniyor...Maliyenin elemanları gelince;kasaya biraz para koyuyorlar.İcra
memurları tutanakla o parayı alıp gidiyorlar.Borçlar da durmadan
büyüyor.Oysa;bahçe sahiplerinin hepsinin ruhsatsız silahı vardır.İcra memurlarınız
bunların üzerinde para aramak isterlerse;yanlarında polis de olduğundan,bahçe
sahipleri çekinir ve üzerlerini aratmak istemezler.Aramayı yaptırmaz ve cüzdanlarını
çıkarıp o günkü hasılatı verirler.
Adamın belirttiği yöntemi aynen uyguladık.Son olarak da;bize akılveren bahçe
sahibinden de ayni yöntemle vergi borçlarını trahsil ettik.
Adam;bir hışımla odamıza girdi.Bizlere bağırdı,kalleş dedi,küfür etti...Ben olay
çıkacak diye beklerken;Ayhan üstad adamı yatıştırdı ve şunları söyledi.”Eğer,ayni
uygulamayı sana da yapmasaydık;yaşamın tehlikeye girerdi.Bu aklı senin
verdiğini;bizimle işbirliği yaptığını düşünürlerdi.”
Adam;”Haklısımız yahu...Ben işin bu yanını düşünmemiştim.Verin elinizi
öpeyim...Ama yine de beni kazıkladınız..Helal olsun size”demiş ve gitmişti,.
Müfettişlikte;bazı kez,rakibin yöntemlerini kullanmanın yararlı olduğunu bu
uygulama ile öğrendik.Yasa dışı işlerde;bazı kez yasa dışı davranmak gerekiyordu.
Bir başka gün;benim ve Ayhan üstadın birlikte çalıştığımız odaya bir adam
geldi.İhbarda bulunacağını söyledi.Biz de ciddi ciddi adamın tüm anlattıklarını
daktilo ile yazdık ve tutanağı imzaladık.Tüm maliyeyi ihbar ediyordu.Ona göre;temiz
bir müdür ya da müdür yardımcısı kalmamıştı.Herkes;bir pisliğe bulaşmıştı.
Adamı yolladık ve donup kaldık.İhbarı Başkanlığa yollayacaktık ki;Defterdar
koltuğunda bir dosya ile geldi.
Meğer adam;Antep’in zararsız delisi imiş.Önüne gelen memuru ihbar edermiş.Vali
ve Defterdar adamdan yılmışlar.Bize;dosyadaki asılsız çıkmış ihbarları ve inceleme
belgelerini gösterdi.
Vali beyle de görüştükten sonra;adamın ifadesini çöp sepetine attık ve
rahatladık.Yoksa;bir de soruşturmalara girişecek;ağzımızın tadı kaçacaktı.
Sonraları;başka yerlerde de böyle ihbar hastası zararsız delilere rastladım.Deli
oldukları için;adamlar hakkında memura iftira etme davası da açılamıyordu.,Bir
başka delilik öyküsünü de İzmir’de yaşamıştım..
Bir adam;Hazine avukatlarını ihbar etmişti.İzmir Defterdarı;adamın asılsız çıkmış
ihbarlarını içeren dosyayı önüme koydu.Adam;bir hazine evini haksız işgal
ediyormuş.Mahkeme kararı ile tahliyesi gerekiyormuş.Adam;gerçekten de Manisa
85
akıl hastanesinden raporlu deliymiş.Evi tahliyeye gelen hazine
avukatlarını,memurları taşa tutuyor ve evi boşaltmıyormuş.
Adam;üç günde bir daireye gelip “Ne oldu bizim ihbar”demeye başladı.Adamın
ihbarını çöpe atmıştım.Sonunda;adamı kovdum.Elini çalışma masama vurup “Bana
bak,ben deliyimdir,ona göre”dedi.Ben de elimi masaya vurarak “Ben de deliyim
ulan!..Senin kaç günlük raporun var?”dedim.”Üç aylık raporlu deliymiş.”Bana
bak...Ben altı aylık raporlu deliyim...Bir daha bu daireye gelirsen bacaklarını kırarım
senin..”dedim.
Deli deliden korkar derler..Öyle oldu.Adam;çalışma odamdan hızla çıktı..”Ben sana
göstericem...”dedi.”Defol...Daha duruyor musun “dedim.Kapıyı kapattı ve gitti.Bir
daha da görünmedi.Bir deliden daha kurtulmuştum.
Bir başka olayda da Burdur’da bir deli muhbire rastladım.Yalnız;onu maliye yönetimi
delirtmişti.
Yüzlerce vergi ihbarı yapmış;bunun bir ikisi doğru çıkmıştı.Adam;buna dayanarak her
ihbarı için ikramiye istiyordu.Yönetim de adama;hak ettiği ihbar ikramiyesini de
ödemiyordu.
Olayı inceledim.Bir ya da iki ihbarla ilgili ikramiye ödenmesi gerektiğine dair rapor
düzenledim.Sanırım;adama bazı ödemeler yapmışlar.Onun ihbarları da bir süre
sonra kesilmişti.
Antep teftişini iki ayda tamamlayıp Maraş’a geçtik.Gaziantep ne denli çağdaş bir
kent görünümünde idiyse;Maraş ayni derecede tutucu bir kentti.Birkaç yıl önce
çıkan olaylarda;alevi kadınlarının karınlarındaki bebeklerini bile öldürmüşlerdi bu
kentte..
Kadınlar;kara çarşaf giyiyor;peçe takıyorlardı.Yaz günü;ellerinde şemsiye ile
dolaşıyorlardı.Nedenini sonradan gözledik.
Belediye otobüslerinde;biletçiden bilet alırken;otobüsün içinde şemsiyeyi açıyor ve
parayı şemsiye altından uzatıyorlardı.Böylece;göz zinasını da önlemiş oluyorlarmış.
Sonraları;Maraşlılara,bu kentte hafif meşrep kadınlar olup olmadığını
sormuştuk..Çarşaflıların bazılarının,bu işi yaptığını anlattılar.Ancak;biz
denemedik..Korkuyorduk..O nedenle;onbeş günde bir İskenderun’a gidiyorduk.
Maraş’ta iken 1969 genel seçimleri yapılacaktı.Milli Selamet Partisi lideri Necmettin
Erbakan;propaganda çalışmaları için Maraş’a geldi.
86
Akşamları;yemek yiyip içkimizi içtiğimiz lokantaya gittiğimizde;köşeli U biçiminde
dizilmiş masaları gördük.Garsonlar;Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının akşam
yemeğini burada yiyeceklerini söylediler.
Bizler;dört kişi;bir masaya oturup demlenmeğe başladık.Yarım saat kadar
sonra;Erbakan ve partizanları geldiler.Masalara otudular.Onlara da servis başladı.
Erbakan;garsonların özenle servis yaptığı bizleri fark etmiş.Garsonlara,kimler
olduğumuzu sormuş.Müfettiş olduğumuzu öğrenince;bizleri sofrasına çağırmış.
Oysa;bizler,rakı içiyorduk.Erbakan’lar içmiyordu.İçki içilmesine karşıydılar.
Ayhan üstad nazik davete teşekkür etti.Memur olduğumuz için bunun doğru
olmayacağını söyledi.Garsonlar;bunu Erbakan’a ilettiler.Elindeki su bardağını
kaldırıp bizleri selamladı.Bizler de kadehlerimizi kaldırıp onu selamladık.
Erbakan;garsonların özeninden,bizlerin önemli kişiler olduğumuzu düşünmüş;bizleri
bir oy deposu olarak görmüş olmalıydı.Tam bir politikacı davranışı.
Sonradan;buna benzer durumları çok sık gözledim.Maliye bakanları için;ülkenin mali
durumu hiç önemli değildi.Kendilerinden istekte bulunanların kaç oyu kendisine ya
da partisine dönecekti.Bunu düşünüyorlar ve ona göre kararlar alıyorlardı.Bu
nedenle de ülke;bütçe açıkları ile karşılaşıyor ve mali durum giderek bozuluyordu.
Kahramanmaraş’ta ilginç olaylar yaşamadık.Çünkü;gerçekten tutucu bir ortam ve
yaşam biçimi vardı.
Güzel bir türk hamamı vardı.Her Çarşamba oraya gidip yıkanıyorduk.Bir
keresinde;hamamdan çıkmış giyinmeye gidiyorduk ki;bizi bir masaya buyur
ettiler.Kavun,karpuz,üzüm ve şeftali ile dolu,kocaman bir sini vardı ortada.Buz gibi
meyveler;hamamın üzerine iyi gitmişti.Patronun ikramıymış.Para almadılar.Biz de
ogün personele meyve maliyetini karşılayacak ek bahşişler vermiştik.
Burada da bir zararsız deliye rastladım.Adam;İstiklal Madalyası sahibi bir gazi
idi.Odama gelip kendisini tanıttı.İstiklal Savaşı anılarını anlattı.Artık;iki günde bir
geliyor ve anılarını anlatıyor ve beni ille de bir Maraşlı hatunla evlenmeye ikna
etmeğe çabalıyordu.Hatta;birkaç kez,kız göstermek istedi.Turne bitene dek;adamı
kırmadan idare etmeye çalıştım.Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında en önde onu
yürütüyorlar ve durmadan adını bağırıyorlar,alkışlıyorlardı.O da zafer kazanmış bir
komutan tavırları ile halkı selamlıyordu.
MİLLİ EMLAK SERÜVENİ
87
Bu müfettişlik mesleğinde ençok duyduğum söz ”Bu işten bir şey
çıkmaz”lafıdır.Hemen tüm müfettişler;işlerini eksiksiz yapıp yazdıkları mükemmel
raporlara karşın;eski kötü düzenin süreceğini düşünürler.Bunun sonucunda da sık
sık bunalıma düşerler.Gerçi;bu yaklaşım,tüm Türk insanlarında görülen genel bir
kanıdır.Böyle gelmiş;böyle gider derler.
Oysa;atalar “İyilik yap denize at;balık bilmezse halik(yaradan) bilir”demişler.Ben;tüm
meslek yaşamım boyunca bu özdeyişe göre,yılmadan çalıştım.Yazdığım her türden
raporun birgün gelecek işe yarayacağını düşündüm.Nitekim;yazdığım raporlara
dayanılarak enaz beş hileli vergi suçu işleyen vergi mükellefi;üç memur yargılanıp
suçlu bulundular.Ayrıca;önerdiğim birçok konu yasalarda yer aldı ve uygulamaya
yön verdi.
Bunlardan birisi de;İzmir’de yaptığım bir milli emlak ihbarı incelemesi ile ilgilidir.
Gelen ihbar yazısına göre;İzmir’in Güzelbahçe semtinde deniz kıyısına ,hazine
arazisine kaçak gazino ve motel yapılmıştı.Burada; fuhuş yapılıyordu.Bunu ben de
biliyordum.Çevredeki yerleşik aileler;bu durumdan rahatsızdı.Her gece olay çıkıyor
ve huzurları kaçıyordu.
Dosyayı inceledim.Binalar;deniz kıyısına kaçak yapılmış ve yıkılmaları kesinleşmiş,
mahkeme hükmüne bağlanmıştı.
Hazine avukatları;buraları işleten mafyadan çekindikleri için;mahkeme ilamını
uygulamaya koyup kıyıdaki .kaçak yapıları yıkamamışlardı.Maliye müfettişleri;birçok
işte,ateşi tutmaya yarayan maşalar olarak kullanılırdı.Burada da öyle oldu.
Gittim;binaları ve işleyişlerini yerinde gözledim.Milli Emlak müdürüne talimat
verdim.Jandarma ile gidip binaları yıkacaklardı.
Mahalline gitmişler.Mafyanın ayağı olan patron;gidenlere o gün,Maliye
Bakanlığı’ndan gelen bir telin örneğini göstermiş.Bakan adına müsteşar yardımcısı
imzalı bu belgeye göre;o günkü yıkım durduruluyor ve belirsiz güne erteleniyordu.
Ayni yapıdaki bir telgraf da Milli Emlak müdürlüğüne gelmişti.Tam;mafya,bürokrat
ve politikacı sacayağı vardı olayda.Gidenler;yıkımı durdurup geri geldiler.
Ben de;telgraf emrinin bir örneğini bir yazı ekinde Teftiş Kurulu Başkanlığına
yollayıp:
Bakanın bilgisi dışında imzalanmışsa müsteşar yardımcısı hakkında;
Bakanın bilgisi dahilinde imzalanmışsa bakan ve müsteşar yardımcısı hakkında
soruşturma açılmasını istedim.Mahkeme ilamının uygulanmasını ancak;yeni bir yasa
çıkarmak durdururdu.Onun da anayasaya uygunluğu tartışılırdı.Bir yargı hükmü,bir
88
yasama hükmüyle ortadan kaldırılmış olurdu ve bu durumda kuvvetler ayrılığı ilkesi
zedelenmiş olurdu.
Başkan”Bakan hakkında nasıl soruşturma isteyebilirim”dedi telefonda..Ben
de;durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi ne ihbar etmesi gerektiğini bildirdim.Bu tür
bir yazıyı bakanın bizzat imzalaması gerekiyordu.İmzalamazsa ne olacakt?.Ben de “O
zaman yazıyı Bakan adına imzalar ve meclise yollarsınız”dedim.
Başkan işlem yapmaktan çekindi.Bu konudaki raporumu işleme koymadılar.Kimse
hakkında soruşturma açılmadı.Ama;yeni bir tel emriyle;yıkımın yapılabileceği
bildirildi ve aylarca sonra yıkım yapılabildi.
Ancak;12 Eylül darbesinden sonra bu olay soruşturuldu.Müsteşar yardımcısı İzmir’de
yargılandı ve mahkum oldu.Böylece;suç cezasız kalmamış oldu.
EVLİLİK VE ELAZIĞ TURNESİ
Babam okumamış olmasına karşın çok demokrat bir adamdı.Bunda mensubu olduğu
Bektaşi tarikatinin de rolü vardı herhalde.Evlenme konusunda,tek laf etmemiş ve
beni evlenmeye zorlamamıştı.
1970 yaz turnesi öncesi,soyda erkek kalmadığını;ağabeyimin de evlenmediğini;ben
de evlenmezsem “Demirkan”ların tükeneceğini belirtip evlenmemi ve çocuk
yapmamı istedi.Çok şaşırdım.
Şimdilerde ben de babam gibi düşünmeye başladım.Evlendim;iki oğlum ve bir kızım
oldu.On lar da evlenmek istemiyorlar.Ben de babam gibi demokrat davranıyorum ve
evlenmeleri ile ilgili baskı yapmıyorum.Doğru mu yapıyorum acaba diye kendi
kendime sorup duruyorum.
Ben de;eşim olacak olan Tülay’a mektup yazdım.Ankara’da buluştuk.Ona evlenme
teklif ettimÜstelik yıldırım nikahı istiyordum.
Şok oldu ve kabul etti.Yıldırım nikahı gerçekleştireceğime ihtimal
vermiyordu.Niyetim;yıldırım nikahı ile evlenmek ve turneye onunla birlikte gitmekti.
Bir arkadaşımın akrabası Kırşehir’in Mucur ilcesinde sulh hakimi imiş.Herşey
ayarlandı ve Mucur’da yıldırım nikahı ile bir hafta içinde evlendik.Turneye birlikte
gitmeye gelince Tülay yan çizdi.İlle de düğün,dernek istiyordu.O İstanbul’a
döndü.Ben de turne yerim olan Elazığ’a gittim.Sonra;bir haftalık izin aldım.Önce
İzmir’e geçip ailemi aldım..Birlikte İstanbul’a gidip düğüne katıldık.Tülay’ı alıp
Ankara da bir gece kalarak Elazığ’a döndüm.
89
Karayolları misafirhanesinde kalıyorduk.Atilla adlı bir karayolları avukatı vardı.O da
yeni evlenmiş ve eşini İstanbul’dan getirmiş..Onlarla arkadaşlık edip iyi bir “balayı
turnesi”geçirdik.
Elazığ Defterdarı Esat bey bana sonraları şöyle demişti”Müfettişlerin çalışkan
olduklarını bilirdim ama;bu kadarını beklemiyordum.Balayına gelmiştiniz ve gece
gündüz demeden çalışıyordunuz.Çok şaşırmıştım”
Gerçekten de;Elazığ’da vergi dairesi,muhasebe,milli emlak müdürlükleri teftişlerini
bir başıma,üç ayda tamamlamıştım.
Birgün;Defterdar bey odama geldi “Mü fettiş bey..Nasıl olsa şikayet edecekler.Ben
doğrudan söyleyeyim size.Ben,Hazar Gölü kıyısına kaçak beş tane yazlık bina
yaptım.Yanımızdaki yine kaçak yapılmış jandarma kampından elektrik de
aldım.Müdürlerim;sıra ile gidip bu binalarda tatil yapıyorlar.”dedi.
Gerçekten de;bir hafta sonra,bu konuda postadan imzasız bir ihbar yazısı
geldi.Gittim;binaları ve diğer kamu kuruluşlarının kamplarını gördüm.İhbarı yırttım
ve çöpe attım.
İyiki de öyle yapmışım.Üç yıl sonra;orası Maliye Bakanlığı’nın sosyal tesisi olarak
hizmet verir duruma geldi.
Böylece;yaz tatillerinde pahalı otel ve motellere gidemeyen üst personelin
gidebileceği yeni bir tesis kurulmuş oldu.
Bir hafta sonu;biz ve Atilla ve eşi;benim vosvosa binip Fırat kenarına pikniğe
gittik.Güzel bir yer bulup ırmak kenarına yayılıyorduk ki;çevrede önce oniki onüç
yaşlarında;sonra onsekiz yirmi yaşlarında erkekler belirdi ve bir çember halinde
bizlere doğru ilerlemeğe başladılar.Aklıma;Giresun turnesinde üstadların başına
gelenler düştü.Tehlikeyi sezdim ve hemen toparlanıp vosvosa binip oradan hızla
kaçtık.Bir daha da doğada piknik yapmayı düşünmedik.Hazar Gölü kenarındaki
çeşitli kurumlara ait sosyal tesislere gittik.
Sık sık otomobile binip Harput’a çıkıyorduk.Oradaki kahvehanelerde çay içip Elazığ’a
tepeden bakıyorduk.Harput’un yamaçlarında Ermeni mezarları vardı.Elazığ’da çok
sık Amerikan plakalı araçlar görünürdü.Bunlar;Harput’ta yatan yakınlarını görmeğe
gelen Amerikalı Ermenilere ait olurdu.Harput’ta Bir Amerikalı diye bir tiyatro oyunu
bile yazılmıştı.
Harput’ta ünlü bir cami vardı.Birgün,onu ziyarete gittik.Yerde;çok büyük bir halı
vardı.El dokumasıymış..Dört yandan bakıldığında;dört ayrı desende görünüyordu.Bir
sanat harikasıydı.
90
Kesin;birkaç yıl sonra çalınmıştır.Öyle bir halıya göz dikecek çok antikacı vardır.
Bir de Arap Baba türbesi diye bir yatır vardı.İçinde;mumyalanmış gibi bir ceset
yatıyordu.Tabut ya da sanduka olmadığı halde;beden çürümemişti.Altıyüz yıldır
bozulmadan duruyormuş.Yerli halk öyle diyordu.
Tülay’ı Elazığ’a getirdikten sonra Tülay “Malatya’ya gelene dek yolların ıssızlığından
ve doğanın vahşiliğinden çok korktum.Sonra rahatladım”demişti.Oysa
ben;Malatya’dan sonra korkmaya başlamıştım.Çünkü;on gün kadar önce;bu yolda
araçları durdurmuşlar ve soymuşlardı.O zamanlar;oralarda bu türden olaylar çok
oluyordu.
Tülay gelmeden önce;Malatya’dan Ertuğrul Kumcuoğlu,Bingöl’den Ayçal Ulugeçit
geldiler.Hazar kenarındaki sosyal tesis yapılarında bir hafta sonu
geçirdik.Ertuğrul;evin içine girmiş bir yılanı;kapı aralığına sıkıştırıp öldürmüştü.
Sonra ben;bir hafta sonu Ayçal’a gittim.Bingöl’de iki şeye şaşırıp kalmıştım.Osmanlı
sarayı gibi debdebeli ve büyük bir vali konağı yapılmıştı.Harcanan paralara
yanmıştım.Bingöl çarşısında herkes kürtçe konuşuyordu.Kendimi;Fransa’nın
Strazburg kentinde gibi duydum.Orası bir Fransız kenti idi.Ancak;tüm işyeri
tabelaları almancaydı ve sokaklarda almanca konuşuluyordu.
Ertuğrul’a ise;Tülay Elazığ’a geldikten sonra;bir hafta sonu gittik.Çok güzel bir hafta
sonu geçirdik.Kişinin otomobili olunca;çok devingen bir yaşamı oluyordu.
Üç ay bitince Tülay’ı İstanbul’a yolladım ve ben teftiş için Keban’a geçtim.Turne
proğremımda Keban da vardı.Ankara’ya “Beni neden Keban’a
yolluyorsunuz”dedim.Bir ihbar var;sonradan sana yollayacağız;onu inceleyeceksin
dediler.Ancak;sonradan böyle bir ihbar gelmedi.Malmüdürlüğü işlemlerini teftiş
ettim.
Keban’a ilk gittiğim gün;Keban Barajı’nı yapan Fransız inşaat firmasının sözleşmeli
Türk doktoru beni telefonla aradı ve akşam içki içmeye çağırdı.”Müfettiş bey;ben
buraya teftişe gelen tüm müfettişleri içki masasında tuş ettim.Şimdi sıra
sizde”demişti.Müfettişlerin;iyi içkici olduklarına dair Anadolu’da yaygın bir kanı
vardı.
Akşam;Keban Simli Kurşun Maden İşletmesi sosyal tesislerinde
buluştuk.Kaymakam,malmüdürü,hükümet doktoru ve adliyeciler vardı.
Biz;doktor Ümit ile yanyana oturduk.Şarap içmeğe başladık.Bir galon Derdalan
şarabı onun önünde bir galon da benim önümde vardı.Şaraplar;barajı yapan firmanın
kantininden alınmıştı ve çok kaliteliydi.Muhabbet ederek birer galon şarabı
91
bitirdik.İkinciler geldi.Onları da yarılamıştık ki doktor Ümit”Müfettiş bey beni
yendiniz..Ben sızıyorum.”dedi ve başı masaya düştü.Hükümet doktoru cipine
bindirip onu evine götürdü.
Karadenizli olan bu doktorla çok iyi arkadaş olduk.Hemen hergün Fransız firmasının
deposundan dinamit çalıp Fırat’ta balık avlıyordu.Eşi de bize yemekler
hazırlıyordu.Her gece;yiyip içip ,karadeniz fıkraları anlatıp eğleniyorduk.
Turne sonrası;İstanbul’da da ben onu ağırladım.Fransız firmasından ayrılmış;Libya’ya
gidiyordu.Sonra;Libya’dan bir mektup aldım.”Kaddafi içkiyi yasakladı
ama;yabancılara serbest “diyordu.Aylar sonra;bu kez Cezayir’den mektup
yazmıştı.Çok kısa yazmıştı.”Kaddafi;yabancıların da içki içmesini yasakladı” Bırakıp
Cezayir’deki bir firmaya gitmiş.Böyle bir karadeniz uşağıydı bizim doktor...
Keban’da bir de müfettiş hikayesi dinlemiştim.Keban gümüşlü kurşun madeni
Etibank tarafından işletiliyordu.Maden;Osmanlıdan beri işletiliyormuş.Gerçekte
maden bitmiş.Zaten;Keban’ın altı köstebek yuvası gibi olmuştu.Yerin altında
dekoviller çalıştıkça yeryüzündeki yapılar sallanıyordu.Sürekli deprem oluyor
gibiydi.Yöre halkının geçim kaynağı olduğundan;politikacılar Etibank’ın ekonomik
olmayan madeni kapatmasına engel oluyormuş.
İki yıl önce;Etibank Müfettişleri gelmiş.Madeni incelemişler.Kapatılması için rapor
düzenleyeceklerini belirtip Keban’dan ayrılmışlar.Bu yaşamlarının yanlışı olmuş.
Keban-Elazığ yolunda karşıdan gelen iki atlı aracı taramışlar.Müfettişler raporlarını
yazmadan ölmüşler.Sonuçta;ben gittiğimde maden hala işletiliyordu....
Bir de komik bir anım var Keban’da..Arapkir İlcesi’nin üzüm bayramı varmış.Kebanı
yapan Fransız firmasının genel müdürü ve Keban’ın üst düzey kişileri ile bu bayrama
gittik.
Meydanda ;kalabalık vardı.Bizleri;kalabalığı yarıp;konuklara ayrılmış sandalyelere
getirdiler.Oturduk.
Baktım;Mülkiye’de takma adı “Dört Duvar Ahmet” olan bir sınıf arkadaşım;orada
oturuyor.Ben onu;misafir kaymakam sandım ve ensesine tokadı basıp “Ne haber lan
Dört Duvar”dedim.
Bir anda;meydana atom bombası düşmüş gibi oldu.Önce;bir bağırtı,çağırtı.Sonra
sessizlik.Tüm sesler kesilmişti.Sinek vızıldasa duyulurdu.Herkes bana kötü kötü
bakıyordu.Yanlış birşeyler yaptığımı anladım,ama,iş işten geçmiş gibiydi.
92
Ahmet;yanındaki adama işaret etti.O kalktı ve başka bir yere gitti.Ahmet,beni o
sandalyeye oturttu.Gürültü,patırdı yeniden başladı.Film koptuğu yerden
sürüyordu.” Ne oldu Ahmet”dedim.
“Ben buranın bağımsız milletvekili oldum.O nedenle;halk biraz sinirlendi.”dedi.
Meğer;bizim Ahmet şeyh oğluymuş.Seçimlerde bağımsız aday olmuş ve müritlerin
oyları ile milletvekili seçilmiş.Zaten;sonraları iki dönem daha,bağımsız milletvekili
seçilmişti.
O zaman;yaptığım gafın büyüklüğünü anladım.Seçimlerde ben Fransa’daydım.Bu
nedenle;bu durumdan bilgim olmamıştı.
Şeyh oğluna tokat atmanın cezası ölümmüş meğer...Ben büyük bir tehlike
atlatmışım.Ahmet;yanında bana yer vererek beni bağışlamış ve ölümden kurtarmış.
Arapkir’e giderken;bir tepenin üzerindeki bir üzüm bağının yanından
geçiyorduk.Asmalarda çok güzel üzümler vardı.Aracı durdurdum ve bağcıya biraz
üzüm almak istediğimizi söyledik.
Adam”Olur beyim”dedi ve aracın arkasını açıp;koltukların arasına bir küfe üzüm
boşalttı.”Ne yapıyorsun hemşerim.Biz şöyle;tadımlık birer salkım istemiştik..Al
üzümlerini geri”dedik.
Uzattığımız parayı da alamadı “Hergün bu eşekle bu bağdan iki küfe üzümü
Arapkir’e taşır,satarım..Bağın yarısını bile toplayamam..Kuşlar yiyeceğine ademler
yesin beyim..Afiyet olsun”dedi ve bizi uğurladı.Dönüşte;üzümleri doktor Ümit’e
bıraktık.
Turneyi tamamlayıp İstanbul’a döndüm ve yeni evliliğin harra güresi içine
gömüldüm.
İki yıl sonra;bir başka Maliye Müfettişi Keban’a soruşturma için gitti.Konu;Keban
Barajı dolayısiyle yapılan kamulaştırmalarda beş kuruşluk tarlalara beş lira ödenmiş
olmasıydı.Müfettiş raporunu düzenledi.Soruşturma istiyordu.
Süleyman Demirel Başbakan olarak Mecliste”Biz bunu bilerek yaptık.Oradaki halkın
eline biraz para geçsin.Ekonomi canlansın istedik.”dedi.Soruşturma
yapılmadı.Kebanlılar da kamulaştırma paralarını Elazığ barlarında,pavyonlarında
yediler bitirdiler.Bir tek;bir plastik fabrikası kuruldu ve gelişti.
KIBRIS GÖREVİ
Evlenip İstanbul’a yerleşme ve düzen kurma çabaları içindeyken;Ankara’dan telefon
edildi.Başkan;beni görevle Kıbrıs’a yollayacağını bildiriyordu.
93
İlk olarak;aklıma,böyle bir yurt dışı görevin neden benim gibi kıdemsiz bir müfettişe
verildiği geldi.Başkan;en baştan başlayıp bana kadar gelmiş.Kimse bu tür bir görevi
kabul etmemiş.Çünkü;70 li yıllarda Kıbrıs kaynıyordu.Rumlar ve Türkler biribirlerini
kırıyordu.Her an savaş çıkabilirdi.O nedenle kimse bu yerdeki bir göreve gitmek
istemiyordu.
Başkan;kıdemsizlerin en kıdemlisi olan bana görevi görüşümü sormadan
verdi.Sonraları;İran-Irak savaşı sırasında da düşüncem sorulmadan iki kez Tahran’a
yollandım.Başkanlar beni;savaş alanlarındaki görevlere yollayıp “itlaf
etmeğe”çalışıyorlardı ama;başaramadılar.Her kezinde görevi tamamlayıp sağ ve
salim eve döndüm...
Kıbrıs’taki görev;Kıbrıslı Türklerin kurup işlettiği bir sigara fabrikasının Tekel’e
devriyle ilgiliydi.Devir fiyatını ben belirleyecektim.
Görev öncesi;İstanbul’daki Tekel Genel Müdürlüğü’ne gittim.O zamanlar;Türkiye’de
filtreli sigara üretilmiyordu.Filtre makinası imal eden yabancı ülkeler;Amerikan ve
İngiliz sigara üreticilerinin etkisinde kalarak;Tekel’e bu teknolojiyi
satmıyorlarmış.İşte;Kıbrıs’ta bu teknoloji devralınacak ve Türkiye için de filtreli
sigara üretilecekti.
Lefkoşa hava alanına indim.Uluslar arası niteliği olan bu hava alanının da bizi
ilgilendiren yönü varmış!...Uluslar arası havacılık örgütü;Avrupa’dan Orta ve Uzak
Doğu’ya giden uçakları yönetmek ve yönlendirmek ve bu uçaklara yer hizmetleri ve
ikmal sağlamak için Dalaman’da bir uluslar arası hava alanı açın demiş.O zamanki
Türk hükümeti bu yatırımı yapılabilir bulmamış.Askeri nedenlerle de bu proje cazip
gelmemiş.
Bunun üzerine teklif Kıbrıs Cumhuriyeti’ne götürülmüş ve Lefkoşa uluslar arası hava
alanı statüsüne yükselmiş.Söylenenlere bakılırsa;adaya turistlerin bıraktığı paradan
daha çoğunu uçaklar bırakıyormuş.
Hava alanında beni Büyükelçilik’ten bir ticari ateşe karşıladı.Bavulumu alıp pasaport
kontrolüne gittim.
Rum polisi;pasaportumu incelemeğe başladı ve bu arada yüzümde bir flaş
patladı.Fotoğraf makinesi ile resmimi çekmişlerdi herhalde.Öyleymiş.
Atina ve Moskova’dan kimliğimi ve adaya neden geldiğimi araştıracaklarmış.O
zamanlar adayı yöneten Makarios Rus yanlısı tanınıyordu.
Ben orada iken;Kıbrıs Cumhuriyeti seçimlere hazırlanıyordu.Makariosu destekleyen
Akel komünist partisi”Daha iktidara gelmemiz için vakit erken..O nedenle bana oy
94
vermeyin!..”diyerek yandaşlarına propaganda yapıyordu.Zaten;bu durum
sonucu;Türk askeri,adanın Rus etki alanına girmesinin önlenmesi için Kıbrıs’a
çıkmıştı.Amerikalılar açısından olay buydu.
Ticari ateşe beni doğru büyükelçiye götürdü.Odasına girdiğimde;yanında bir sivil kişi
vardı.Bana ku kişiyi “Bayraktar”olarak tanıttı.Kıbrıs’ta gizli çalışan TMT yani Türk
Mukavemet Teşkilatı vardı.Bayraktar;Türkiye’den gelmiş birisiydi ve bu örgütün
başıydı.İllerde “sancaktar”lar vardı.Sonradan;bu bayraktarın bir maliye mifettişi
arkadaşımın dayısı olduğunu öğrendim.
Büyükelçi briç bilip bilmediğimni sordu.Biraz bildiğimi ve oynadığımı
söyledim.Dördüncü arıyorlarmış.Büyükelçi,Bayraktar,elçilik müsteşarı ve ben;yurda
dönene dek hemen her gece;Büyükelçilik malikanesinde briç oynadık.
Tanışma faslından sonra;Lefkoşa’nın Türk kesimindeki Saray Oteli’ne yerleştim.Bana
;Lefkoşa görünümü güzel olur diye;sekiz katlı otelin yedinci katında bir oda
vermişlerdi.
Gece;yatmak için saat 24.00 sularında odama geldim.Soyunuyordum ki;kentin rum
tarafından uçaksavar ateşi başladı.Arada;karşılıklı ateş açılırmış “yeşil hat
“boyunca...Ben onlardan biri sandım.Ancak;uçaksavar mermileri,benim odanın
camlarını kırmış;duvara saplanıyordu.Hemen yere yattım ve sürüne sürüne kapıya
gidip kapıyı açtım ve odadan çıktım.Bu arada;bizim taraftan da uçaksavar ateşi
başladı.
Beş dakika kadar karşılıklı kesik kesik ateş faslından sonra,ortalık yatıştı.Otel
yönetimi;binlerce kez özür diliyordu.Beni bu kez;birinci kattaki bir odaya
taşıdılar.Rumlar;beni bir şey sanıp bana “Hoş geldin”demişlerdi.Ayrıca;bu
olaydan,adamların güçlü bir istihbaratı ve bizim yanda işbirlikçilerinin olduğu
anlaşılıyordu.Benim kaldığım odayı hedef alıp ateş etmişlerdi.Şansım varmış;bu
badireden yara bile almadan kurtuldum.
Ertesi gün;adanın iki yeminli mali müşavirinden biri olan Rüstem Tatar ile
tanıştım.Bu kişi ile;savaştan sonra da çalışmak alnıma yazılıymış.O Ekonomi ve
Maliye Bakanı iken;Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne gelip bir Maliye Teftiş Kurulu
kurmuştum.Bu kurula başkanlık yapmıştım.
İşletmenin muhasebe belgelerini ve yeminli mali müşavir raporlarını alıp
incelemelere başladım.
Ertesi gün;ticaret ateşesinin aracı ile güney Kıbrıs’a geçip;işletmenin fabrikalarını
yerinde görmek üzere Larnaka ve Limassol kentlerine gittik.
95
Yeşil Hat’tan Lefkoşa’nın rum kesimine geçer geçmez yunan askerleri ile sivil
halk;gördükleri her yerde laf atmaya ve küfür etmeye başladılar.Amaçları;olay
çıkarmaktı.Ancak;biz sesimizi çıkarmadık ve Larnaka’ya vardık.
Larnaka Sancaktarı Mülkiye’den sınıf arkadaşım İsmet Kotak çıktı.Fabrikayı
gezdik,oturup bir öğle yemeği yedik.Mülkiye’deki diğer Kıbrıslı arkadaşları
sordum.Bir tanesinin rumlara casusluk yaptığı için öldürülmüş olduğunu
öğrendim.O zaten,Mülkiye’de de İngiliz Büyükelçiliğine sık sık girer çıkardı ve
İngilizlerle görüşürdü.Kıbrıs’ta gizli teşkilat öldürmüş adamı.
Limasol’a öğleden sonra gittik.Fabrikayı gezip;akşam Lefkoşa’nın türk kesimine
döndük.Güneyde yaşam,türkler açısında güvenli değildi.
Lefkoşa’da gergin bir ortamda yirmi gün geçirdim.Raporumu hazırlayıp yurda
dönerken,sevinçliydim.Tek kazancım o sıralar tüm evrende gösterimde olan “Love
Story” filmini;ingilizce olarak;film daha Türkiye’de oynatılmaya başlamadan
seyretmek oldu.Bir de ufak tefek armağanlar getirmiştim.
Buna karşılık;bu kısa Kıbrıs görevim;sonraki yurt dışı görevlerimde canımı sıkan
olayların ortaya çıkmasının da başlangıcı oldu.
Ticari ateşeyi,yıllar sonra Bükreş’te yeniden gördüm.Kıbrıs günlerini andık ve o
anlattı.
Ben Türkiye’ye döndükten birkaç ay sonra;bir Uçar Demirkan daha adaya
gelmiş.Yeni gelene “Ben Uçar Demirkan’ı tanırım.Siz o değilsiniz” demiş.Adam
“Suuusss!”işareti yapmış.Başkaca bir açıklama yapmamış.Onun söylediğine göre
MİT(Milli İstihbarat Teşkilatı) elemanı;bir iş için,benim kimliğim ile adaya gelmiş.
Sonradan;bu MİT elemanı hayaleti peşimi bırakmadı.Yurt içinde ve yurt dışında beni
izledi ve rahatsız etti.Herekes beni bu gizli örgütün elemanı gibi
algılıyordu.Özellikle Dışişleri personelinde böyle bir ön yargı gözlüyordum.
HOLDİNG İNCELEMESİ
İstanbul’da çalışırken;başkanlıktan “gizli”işaretli bir görev geldi.Sonradan,büyük bir
futbol takımının yöneticisi olan bir kişinin babasının yönettiği;İstanbul’da kurulu bir
holdingte vergi incelemesi ve kambiyo incelemesi yapılması isteniyordu.
Başkan telefon edip beni Ankara’ya çağırdı.Bu görevin Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan
geldiğini ve incelemeler sırasında başka tür bilgi ve belgeler araştırılacağını söyledi
ve beni dönemin Maliye Bakanı’na çıkardı.
96
Bakan’ın açıklamalarına göre;devrik Başbakan’ın iş arkadaşı olan ve Yunanistan’a
kaçmış bulunan Ermeni asıllı bir vatandaş ile Ermeni kökenli bir holding partonu
arasındaki bazı ilişkileri araştırmam gerektiği söylendi.
Mart 1972 ihtilalinden önce;bu konularda Yön dergisinde ve başka gazetelerde
zaten birçok haberler çıkmıştı.Önce;Ankara Milli Kütüphanesi’ne gidip eski
yazılardan bulabildiklerimi okudum.Konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi
oldum.
Sonra;İstanbul’a dönerek kamuflaj vergi ve kambiyo incelemelerine
başladım.Ancak;vergi incelemeleri sırasında;bana bu gizli görevi açıklayan Maliye
Bakanı’nın,bakan olmadan önce,holdingin mali müşavirliğini yaptığını ve bordrolu
olarak holdingten ücret aldığını saptadım.Bu benim için tam bir sürpriz olmuştu.
Artık;gizli incelemelerin hiçbir anlamı kalmamıştı.Çünkü;belgeler ayıklanıp dosyalar
bana ibraz edilecekti.Durumu Başkan’a aktardım.Yine de ;açık kayıtlardan bilgi ve
belgeye ulaşırmıyım diye incelemeleri sürdürmem istendi.Ben d e şirketin geriye
dönük iki yıllık vergi ve kambiyo işlemlerini inceliyordum.Üç dört ay
sonra;Başkanlık’tan bir dedikodu geldi.Güya ben;incelemeleri gereksiz yere
uzatıyormuşum.
Bu gelişmeden;Teftiş Kurulu Başkanı’nın da incelenen kişinin tarafında yer aldığını
anladım.Holdig;karşı atağa geçmiş,beni yıldırmaya
çalışıyordu.Zaten;incelemelerden,istenen anlamda bilgi ve belge
çıkmıyordu.İncelemeleri kısa kestim.
Kmbiyo incelemeleri sırasında;hukuka göre yurda getirilmesi gereken dövizlerin
getirilmemiş olduğunu saptadım.Bu paralar;yurt dışında her türden yasal olmayan
işlerde kullanılıyor olabilirdi.
Saptadığım bu tür yabancı paraları Holdinge bildiriyorum.Onlar da yurda getirip
Türk parasına çeviriyor ve kayıtlara geçiyorlardı.
Bu konuyu Holding patronu ile konuşmak istemiştim.Hep bu kişinin yurt dışında
olduğunu söylüyorlar ve benimle görüştürmekten kaçınıyorlardı.Oldukça önemli
miktarlardaki yabancı parayı yurda getirttim.
Bundan sonradır ki;Holding patronu banimle görüşmek istedi.Sonunda yurda
dönmüştü!...Ben de “Buyursun,gelsin”dedim.
Holding patronu büroma geldi.Yakışıklı ve dinç görünümlü,yaşlıca
birisiydi.Hoşbeşten ve hatır sormalardan sonra”Müfettiş bey;ne kadar döviz
istiyorsanız söyleyin.Yurt dışından getirteyim.Bu incelemeleri biran önce
97
bitirin”dedi.Aklınca;biraz da benimle dalga geçiyordu.Ben de;incelemeler sürdükçe
saptadığım dövizlerin gelmesinin yeterli olacağını söyledim.
Adam;benimle alay etmekte haklıydı.Nasıl olsa;bir biçimde yine Türk liraları dövize
gizlice çevirilip;kuryelerle yine gizlice yurt dışına yollanacaktı.
Holding patronuna şunu söyledim:Atladığınız bir konu var...Gelecek yıl,bu dövizleri
kazanç olarak beyan edip vergilerini ödemek zorunda kalacaksınız.Bunun üzerine
adam,alaycı tavrını bıraktı ve sapsarı oldu.O ve mali danışmanları, işin bu yanını
düşünmemişlerdi.
Ancak;Holding patronunun ne denli güçlü olduğunu olayların sonraki
gelişmelerinden öğrendim.Ben incelemeleri tamamlayıp kesin raporlarımı
yazınca;bu raporlardaki dövizleri yurda getirmemek ve hapis cezasından kurtulmak
için Türkiye maliye tarihinde ilk “kambiyo affı”nı çıkarttı.Maliye Bakanı hala
adamıydı.Önemli ölçüde dövizin yurt dışında kalmasını sağladı.
Ben yine de;yurt dışında kalan dövizlerin de vergilerinin aranması gerektiğine dair
rapor yazıp görüşümü bildirdim.
Keçe Mesut takma adlı bir Gelirler Genel Müdür yardımcısı beni
aradı.Hükümet;benim raporuma karşın bu tip kişilerden yurt dışındaki dövizleri
nedeniyle vergi de almak istemiyormuş..Üzerinde Maliye Bakanı’nın yoğun baskısı
varmış.!...Sorunu nasıl çözümlediler bilmiyorum.O bürokrat da,muhtemelen bu tür
baskılara fazla dayanamatıp genç yaşta öldü gitti.
Bu olay;meslek yaşamımda yediğim ilk tokat oldu.Mülkiye’de ne ideallerle
yetişmiştik.Hukukun ne denli önemli olduğunu düşünüyorduk.Oysa;gerçeğin öyle
olmadığını,kişiler için hukukta sapmalar yapıldığını gördüm.Ayrıca;bu olaya
dek,Maliye Müfettişlerinin yaptığı işlere kimse karışmaz ve yazılan raporlar üzerine
gereği yapılırdı.Kanımca;bu olayla Maliye Teftiş Kurulu da yara almış oldu.
İlk kez;kambiyo kaçakçısı,vergi kaçakçısı bir holding patronunun korunması için
mevzuatın değiştirildiğini ve bürokratların baskı altında tutulduklarını
gözledim.Belki de;MİT’in bu adam hakkındaki istihbaratı doğruydu.Diğer yandan;bu
olayın benim mesleki heyecanımı,çalışma ve sorun çözme isteğimi azaltmadığı
söylenemez.
Zaten;bundan sonra,Türkiye’nin çivisi çıktı.Benzer olaylar sık sık yaşanmaya
başladı.Hatta;müfettişlere bile baskı yapmayı denemeye başladılar.
98
Nitekim;sonraki yıllarda İzmir’de yaptığım bir soruşturma sonunda;bir vergi şefini
irtikap,korkutarak rüşvet alma suçundan savcılığa ihbar etmiştim.Aleyhinde sağlam
deliller ve ifadeler vardı.
Adamın emekliliğine birkaç ay kalmışmış...Bu suçtan hüküm giyerse emeklilik
hakkını yitirecekmiş.Gerçekten de emekli mevzuatında bu konuda hüküm vardı.
Başkan yardımcısı aradı ve durumu anlatıp suçun yapısını değiştirip
değiştiremeyeceğimi sordu..Devrede;zamanın Milli Eğitim Bakanı varmış ve bunu o
istiyormuş.
Ben de;”Sakın raporumu geri yollayıp değişiklik istemeyin...Hiçbir biçimde raporu
değiştirmem”dedim.
Sonradan;olayın şöyle geliştiğini öğrendim.Soruşturma sırasında ifade veren iki
kişiyi ikna edip savcılığa yeniden ifade verdirmişler.Birisi sarhoş olduğu için,;diğeri
de benden korktuğu için öyle ifade verdiklerini söylemiş va adamı kurtarmışlar.
Günümüzde;ülkemizde hukukun “guguk”olduğuna dair alaycı ifadeler
vardır.İşte;hukuk guguk olmaya 1970 li yıllardaki bu tip olaylarla başlamıştır.
Çünkü;buna benzer çok olaylar gözledik..Örneğin;müfettiş defterdar hakkında
suçludur diye rapor düzenliyor;yetkili Danıştay dairesi de adamı suçlu buluyordu.Bu
karara itiraz eden defterdarın itirazı Danıştay Genel Kurulu’nda reddediliyor;yani
suç vardır,deniliyordu.
Ancak;Danıştay kararında belirlenen davaya bakmakla görevli adli yargı
mahkemesi”suç yoktur” diye karar veriyordu.Üstelik;Yargıtay da suç olmadığına dair
kararı onaylıyordu.
Doğrusu;bu hukuk düzeninin nasıl bir hukuk olduğunu anlamakta güçlük çekiyorduk
ve hala da çekiyoruz.
Politikacılar,işi o denli ileri götürdüler ki;vergi borçlularını sıkıştırıp vergi tahsilatını
hızlandırmaya çalışan müfettişlerin bu görevlerini yapmasını engellediler.Maliye
Bakanları da buna önayak oldular.
İki kez;Maliye Teftiş Kurulu ;Maliye Bakanlığı’nın merkez teçkilatını ,genel
müdürlükler işlemlerini denetlemek için proğram yaptı.Zamanın bakanları,bu teftiş
iznini verdiler ve proğramları onayladılar.Sonra,iptal ettiler.Herhalde;ilgili genel
müdürler;yaptıkları usulsüzlüklerin ve kanunsuzlukların;bakanların kendi emirlerine
dayandığını.sayın bakanlara anımsatmış olmalılar!...
HAYALİ İHRACAT İNCELEMESİ
99
Birgün;Başkanlık’tan gelen bir emirle;Maliye Başmüfettişi İlhan Özer
başkanlığında;ben,Recep Bodur ve Turhan Yetkin;den oluşan bir vergi inceleme
ekibi oluşturuldu.
Görevimiz;hayali ihracat incelemesiydi.Turgut Özal’ın önerisi ile;ihracatı teşvik edip
arttırmak için;ihraç edilen malların bünyesine giren vergilere karşılık;mal ihraç
edenlere Hazine’den para ödeniyordu.Bir Bakanlar Kurulu kararına dayanan ve
sonradan;Başbakanlık yapmış Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hapse
düşmesine dek gidecek olan hayali ihracat incelemeleri başlamış
oldu.Başbakan;haklı olarak,yeğeninin yasa dışı davranışının kendisine mal
edilemeyeceğini ileri sürmüştü!...
Hayali ihracatta;ihracat yapılmadığı,yani yurt dışına mal çıkmadığı ya da ucuz mallar
ihraç edildiği halde;ihracat yapılmış gibi haksız vergi iadesi alınıyordu.Bir yandan
da;yurt dışındaki karaparalar yurda getirilmiş ve ihracat bedeli olarak aklanmış
oluyordu.
Konuyu İlhan Özer üstadla tartıştık.Bu incelemelerin;gümrük müfettişleri ile işbirliği
yapılarak;yurt dışında,malların gittiği ileri sürülen ülkelerde yapılacak karşılık
incelemeler ile yürütülmesi gerektiğini savunduk.Üstad;bu işin vergi incelemesi
yoluyle yapılacağını belirtti.Böylece;işe baştan yanlış girmiş
olduk.Nitekim;sonradan,incelemeler yurt dışında yapılan incelemeler ile yapılabildi
ve bazı kişiler mahkum oldular.
Nitekim;daha önce;Tuna Nehri üzerinden Avusturya’ya ve Almanya’ya kaçak fındık
ihracı;Alman gümrükçüleri ile işbirliği yapılarak çözümlenmişti.
İş ihbarlıydı.Bazı firmaların hayali ihracat yaptıkları belirtiliyordu.Vergi
incelemelerini;aramalı inceleme olarak yapacaktık.Yani;gizlice firmaların iş
yerlerinde ve ilgililerin evlerinde arama yapıp bulunacak belgelere dayanılarak
incelemeler yapılacaktı.
Bana;canlı hayvan ihracatçısı olduğu belirtilen bir firma;Turan’a derin kuyu su
pompası ihraç eden bir firma;Recebe tekstil ihraç eden bir firma düştü.
Bu firmaların hayali ihracat yaptıkları sonradan çok açık olarak ortaya
çıktı.Örneğin;sanayi odasından bilirkişi görüşü istediğimizde;Türkiye’de derin kuyu
su pompasının yapılamadığını öğrenmiştik.Ancak;firma bu pompalardan ihraç
ettiğini ileri sürmüş ve büyük miktarlı vergi iadeleri almıştı.Olmayan malları ihraç
etmiş gibi göstermişti.
100
Mali polis ile işbirliği yaparak;firmaların işyerlerinde ve sahiplerinin ev adreslerinde
arama yapmak için mahkemeden karar aldık ve aramaları yaptık.
Benim inceleyeceğim firma;at eti,salyangoz,kerevit,kurbağa ihraç ediyor
görünüyordu.Limited Ortaklık olarak kurulmuş firmanın,Eminönü’ndeki iş
merkezine gittik.Yanımda,mali polis elemanları da vardı.Arama kararını
gösterip;bulunan tüm defter ve belgeleri çuvallara doldurduk.
O sırada;bir mali polis elemanı,duvarlara vuruyordu.Duvarın bir yerinden tok bir ses
geldi.Sanki;duvarın orası örülü değildi.Aramada;bir de silah bulmuştuk.Tabanca
ruhsatlıydı ve firma sahibinindi.
Firma sahibine duvarda ne olduğunu sorduk.Masanın altında bir düğmeye
bastı.Duvar iki yana doğru devinerek açıldı.Uzunlamasına,ambar gibi bir yer çıktı
ortaya.
Ambarın sonunda;silah atışlarında kullanılan karton hedeflerden vardı.Polis”İyi atıcı
mısın”dedi.Adam”iyi atarım”dedi.Polisin verdiği silahı,hedeflerden birine
boşalttı.Hedef kartonunu,makaralı düzenekle bulunduğumuz yere
getirdik.,,.Hedefte üç isabet vardı.Polis,bu duruma çok bozuldu.”Görüşürüz
sonra”dedi.
Adamı ve eşyaları alıp;mali polis binalarına gittik.Ünlü,Sansaryan handaki Emniyet
Müdürlüğü’ne gittik.Aramaları tamamlayan diğer arkadaşlar da oraya geldiler.Bizler
ve mali polis elemanları;birlikte adamları sorgulamaya başladık.
Önce direndiler.Ancak;polisin bazı ikna edici yöntemleri ile bülbül gibi şakımaya
başladılar.Hayali ihracatı;paraların nerelerden geldiğini anlattılar.
Ancak;güneş batmış ve akşam olmuştu.Mali polis;sorgulamayı ertesi gün
sürdüreceğimizi söyledi.Oradan ayrıldık.İkinci yanlışımızı yapmışız.!...O zamanki
ifadelerini adamlara imzalatmadan oradan ayrılmıştık.
Ertesi sabah Mali polis şefi Üstadı aradı.Telefonda”Biz bu işte yokuz.!..Aklınızın
alamayacağı kadar yukarı makamlardan;bu adamları serbest bırakmamız için baskı
yapıldı..Gelin,adamlarınızı alın..”dediler.
Biz de gidip belgeleri aldık.Adamlar,serbest kaldılar.Sonradan;Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreterliği’nden polislere baskı yapıldığını duyduk.Oysa;adamların hepsinin
ikişer üçer ülke vatandaşı olduklarına dair pasaportları vardı.O zamanlar,çifte
vatandaşlık olayı yoktu.Hem Türk,hem Fransız,İngiliz,Suriye pasaportları
taşıyorlardı.Sonradan ;içlerinden birisi,bir Anadolu futbol klübünde başkanlık bile
yaptı ve o zaman,mayfa elemanı olduğu ileri sürüldü.
101
Benim adamım;serbest kalır kalmaz,yurt dışına kaçmıştı.Fransa’ya kaçmış ve canlı
hayvan işlerini,yeniden ve şikeli olarak kurdurduğu bir limited şirket aracılığıyle
sürdürmüştü.Bu sonradan kurulan ortaklığın sorumlusu da;bir Karadeniz futbol
takımının başkanlığını uzun süre yürütmüştür.
Yurt dışına kaçan hayali ihracatçının;yurt dışında döviz bırakarak Türk Parasının
Kıymetini Koruma mevzuatına aykırı davrandığını belirtip savcılığa suç duyurusunda
bulunduk.Vergi incelemeleri sonucunda;trilyonluk vergi matrahları
bulduk.Adam;yurda dönmediğinden bu vergiler aranamadı.
Turhan Yetkin’in adamıysa;onunla dalga geçiyordu.O yurt dışına kaçmamıştı.Derin
kuyu su pompası imal edip ihraç ettiğini belirten bu adamın,bir fabrikası bile
yoktu.Bir ingilizle evli olan adamın,bir de İngiliz pasaportu bulunuyordu.
Turhan;vergi inceleme tutanağı düzenlemek için adama davetiye yazısı
çıkarıyordu.Posta;adamı bulamıyor ve davet yazıları geri geliyordu.Oysa;her sabah
adam Turhan’la ayni vapura binip Karaköy’e geliyor ve vapurdan inerken”Nasılsınız
Turhan bey”diye hatırını sorup Turhanı çıldırtıyordu.Adam;tam bir üç
kağıtçıydı.Postacıları atlatıyor ya da ikna ederek tebligatları almıyordu.Turhan’ın
vergi inceleme raporu yazması için tebligat yapması ve adamın incelemeye
gelmemesi gerekiyordu.
Sonunda;yine adamın yeni bir adresini saptadı ve bu kez davetiye yazısını yoklama
memuru eliyle tebliğ etmek istedi.Posta yönetimine güvenini yitirmişti.
Yoklama memuru;belirtilen adrese gitmiş.Üç kişi oturuyormuş.Aradığı ismi
söylemiş.”Buradaydı.biraz önce çıktı.İstersen seni gittiği yere götüreyim”demiş
birisi.
Yoklama memuru onunla binadan çıkmış,bir taksiye binmişler.Adam;bir süre sonra
taksiyi durdurup yoklama memurunu indirmiş “Aradığın adam bendim..Turhan beye
selamımı söyle”demiş ve taksiyle uzaklaşmış.Turhan neredeyse;çıldırıyordu.
Ben de;benim incelediğim firma hakkında;İzmir’deki bir firma ile ilgili olarak bilgi
istemiştim.O firma sahibi de;Fransız lejyonunda çalışıp Türkiye’ye geri dönüp
yerleşmiş bir tipti.
Yoklama fişi geldi.Fişteki bilgilere göre;yoklama memuru belirtilen adrese
gitmiş.Duvarların üzerleri cam kırıkları ve dikenli tellerle kaplıymış.Yine de tırmanıp
içeri bakmış.Bahçede;iki tane Doberman köpek varmış.Kapıyı çalmış.Kimse
açmamış.O da çok korkmuş ve ısrarcı olup bilgi almadan ayrılmış.
102
Recebin incelediği adam da;sonradan Yahya Demirel’in gizli ortağı olarak ortaya
çıkmıştı.Böylece;bizim,ülkedeki ilk hayali ihracat incelemelerimiz;Üstadın ürkek
yaklaşımı nedeniyle;tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.
Oysa;sonradan;Yahya Demirel’in mobilya ihraç ediyorum diye Kıbrıs’a yolladığı
malların;Kıbrıs’a işlenmemiş sunta olarak indiği;pahalı tekstil ürünleri yerine,kırpıntı
kumaş ihraç edildiği;yurt dışında yapılan incelemelerden anlaşılmış ve
kanıtlanmıştı.Bu nedenle;Yahya Demirel ve ortakları yargılanıp hüküm giymişler ve
hapis yatmışlardı.
Yahya Demirel olayını araştıran gümrük müfettişi;ben Kıbrıs’ta Teftiş Kurulu
Başkanlığı yaparken Kıbrıs’a geldi.Benim emrimdeki müfettişlerin yardımıyla
Mağosa gümrüğünden sunta ve kereste girişi yapıldığı kanıtlandı ve Yahya Demirel
mahkum oldu.
Sonradan;birçok hayali ihracat incelemeleri yapıldı.En son olarak;2000 li yılların
başında Balina Operasyonu;Örümcek Operasyonu;Malki Opersayonu gibi polisiye
operasyonlarla;hayali ihracatlar her yönleriyle kanıtlanabildi.
Sırası gelmişken;bir başka arama anısını da belirteyım.Yine İstanbul’da
çalışıyorduk.Servet Eröcal adlı genç bir maliye müfettişi;ünlü bir sinema prodüktörü
ile ilgili bir kambiyo suçu ihbarını inceleyecekti.İncelemeye aramalı başlamak
istiyordu.Doğrusu da oydu.
Mahkemeden arama kararını almadan önce bizden yardım istedi.Altı ayrı
adreste;ayni anda arama yapılması gerekiyordu.Bizler de yardımcı olacağımızı
söyledik.
Arama kararı almadan önce;ihbardaki adreslerin gözden geçirilmesi ve
doğruluklarının saptanması gerekiyordu.Servet’e bunu yapıp yapmadığını
sorduk.Araştırmadığını belirtti.
Üç müfettiş bir otomobile doluşup adresleri gezmeğe başladık.İlk adres
sahteydi.İkincisini;ihbar edilen kişinin iki yıl önce terk attiğini öğrendik.
Üçüncü adrese gittik.Şişli’de alımlı bir yapı,bir eski konaktı.Kapısında iki polis
duruyordu.İlk olarak aklımıza gelen;mali polise de benzeri ihbarın yapılmış olacağı
ve onların olaya el koyup arama için bizden önce geldikleriydi.
Polislerle selamlaştık ve neden orada durduklarını sorduk.Meğer;polisler binayı
korumak için oradalarmış.Çünkü;zamanın Cumhurbaşkanı İstanbul’a geldiğinde;o
binada kalıyormuş.İhbar edilen tam bir üç kağıtçıymış.Tüm adresleri neredeyse
sahteymiş.
103
Olaya çok gülmüş;bir yandan da dehşete düşmüştük.Ön incelemeyi yapmadan
arama kararı alıp gelsek;Cumhurbaşkanının evini polislerle basmış duruma
düşecektik.!...Adam;üç kağıtlarını çevirirken;bir yandan da Maliye ile dalga geçmişti.
İzmir’de de benzer bir olaya tanık oldum.Adamın birisi;mükellefiyetini kurdurmuş ve
fakat yıllık beyannamelerini hiç vermemişti.Vergilemeyi yapabilmek için adamın iş
adresine davetiye çıkarmışlar.Resmi yazıyı içeren zarf;postacının “Bu adreste vergi
dairesi var”şerhiyle geri dönmüştü.Bu olaya da çok gülmüştük.Adam;vergi dairesi
adresini işyeri adresi olarak bildirmiş ve vergi dairesi;adresin doğruluğunu daha
önceden yoklam ile saptamamıştı ve bu olaya yol açmıştı
HURDA DEMİR İNCELEMELERİ
1972 yılında Türkiye çapında hurda demirden demir ürünleri imal edenler,vergi
incelemesine alındı.Bana da iki ya da üç firma düşmüştü.
Yurt dışından hurdaya ayrılmış gemiler yurda hurda olarak ithal ediliyor;gemi söküm
yerlerinde sökülüp demir haddehanelerine satılıyordu.Çok karlı bir
işti.Geminin,örneğin uskur,dümen gibi kullanılabilir parçaları sökülüp ayrıca;çalışır
durumdaki gemilerde kullanılmak üzere açıktan satılıyordu.Vergi incelemelerinden
amaç;bunları saptamak ve bir de geminin demir ağırlığına göre;satılan hurda
miktarını gözden geçirip açıktan satışları gözden geçirmekti.
Bir firmanın gemi sökmediği halde;bir haddehaneye büyük miktarlı bir hurda demir
satış faturası düzenlemiş olduğunu saptadım.Bunun naylon fatura olduğunu
düşümdüm ve adamın hesaplarını inceledim.Gerçekten de;karşılığı bulunmayan bir
naylon fatura sözkonusuydu.
Firma sahibini konuyu görüşmek üzere büroya çağırdım.Adam geldi ve konuyle ilgili
sorduğum tüm sorulara yanıt verdi ve faturanın gerçek olduğunu ileri
sürdü.Adam;bu satış faturasını kendi muhasebesine de yazmamıştı.Bu
durumda;canının yanacağını ve kendisinden vergi ve ceza arayacağımızı
söyledim.Nuh dedi peygamber demedi.Tutanağı düzenledim,adam tutanağı
imzaladı,raporu yazdım ve vergi dairesi raporuma dayanarak cezalı vergilemeyi
yaptı.
104
Birkaç ay sonra;adamın bağlı olduğu vergi dairesinin müdürü aradı.Raporuma göre
salınmış vergi ve cezalara itiraz edilmiş.İtirazda,mükellefte hata vardır deniliyormuş.
Mükellef;itiraz dilekçesinde “Ben müfettişe gitmedim,tutanak
imzalamadım.Tutanaktaki ifadeler benim değil.Dolayısıyle;vergilemeyi
kaldırın”diyordu.Adamın,davetim üzerine bana kendisi yerine bir başkasını yollamış
olduğunu anladım.
Konuyu üstadlarla tartıştık.Onlar”Mükellefte hata yapmışsın.İncelemeyi yeniden
yapacaksın”dediler.Ben;vergi incelemesini yeniden yapamayacağımı
biliyordum.Adam ifadeye gelmeyecek ve vergiyi zamanaşımına uğratmağa
çabalayacaktı.
Oturdum;adamın itirazına bir vergi dairesi savunma taslağı hazırladım.Anladığım
kadarıyla;adam,bir çalışanını bana yollamış ve müfettişe şunları söyleyeceksin
demişti.Nitekim,bana ifadeye gelen kişi bir işçisiymiş.Hazırladığım savunmada;olayı
anlattım ve sorduğum soruların yanıtını yalnızca mükellefin bildiğini
belirttim.Mükellef;idareyi aldatmış,yanıltmıştı.İdare mükellefte
yanılmamış,mükellef idareyi yanıltmıştı.
Benim bu savunmamı vergi dairesi itiraz komisyonuna yollamış ve komisyon da
vergileri onaylamıştı.
Ben;bir yandan da adamı ve işçisi hakkında;resmi makamlara yalan söylemek ve
resmi makamları aldatmak açısından suç duyurusunda bulundum
Aradan aylar geçmişti.Bakırköy Asliye Ceza mahkemesinden tanık olarak
çağırıldım.Mahkeme;bu kişilerin hakkındaki davaya bakıyormuş.Mahkemeye
gidince;bana gelen işçi ile yanındaki adamı gördüm.İlk kez;adamı orada
görüyordum.
Hakim;benim yeminli tanık olarak ifademi aldı.Ben de olayı olduğu gibi
anlattım.Sonuçta;kabili temyiz olmamak üzere her ikisini de ikişer ay hapse
mahkum etti.
Mahkemeden çıkarken,Polislerin arasında hapishaneye giden adam”Yaktın beni
müfettiş...Çıkınca ben de seni yakacağım” dedi.Ben de “Sen hiçbir şey
yapamazsın...Sen havlayan bir köpeksin..Ayrıca;seni ben yakmadım.Sen kendi
kendini yaktın”dedim.
Başka bir hurdacıya da vergi salınacaktı.Adam;oğlu ile vergi incelemelerinin
sonunda düzenlenen tutanak için geldi.Tutanağı imzaladık.Karadenizli şivesiyle “De
105
bakalım mufettiş bey..Ben ne kadar ek vergi ödeyeceğim.”dedi.Ben de kabataslak
bir hesap yapıp bir sayı söyledim.
Adam çok kızdı..”Uyy mufettiş bey..Ha sen benim ocağıma incir diktin.Ha ben şimdi
seni ne edeyim mufettiş..”dedi.Tehdidi anladım ve adama “Bana bak...Ben de
karadenizlilere damadım.Bana bir kötülük yaparsan;ananın rahmine gizlensen de
seni bulurlar!...Bunu benden iyi biliyorsundur değil mi”dedim,Adamın oğlu beni
dövmek üzere ayağa fırladı.Adam;mesajı almış ve anlamıştı.Oğlunun üzerime
yürümesine engel oldu.
“Kimlerdensin”dedi.Ben de “Kimlerden olduğumu demem.Boşver bu
konuları”dedim.
Bu kez;ağız değiştirdi.”Uyyy..Mufettiş bey..Sen beni yanlış anladın...Yokmudur
bunun bir kolay yolu daaa...”dedi.Bu kez;rüşvet teklifine hazırlanıyordu adam...
“Bak yine yanlış yapıyorsun1..Bana hakaret ediyorsun ve suç işliyorsun”dedim.”Yok
yanlış anladın benu...Ben oyle demek istemedimdi daaa...”dedi.
Ben;bu vergi farkının sağlam olduğunu;belgelere dayandığını;hiçbir avukata
gitmeden ve itiraz etmeden ödemesini ve ceza indiriminden yararlanmasını
önerdim.Kalkıp gittiler.Sonradan;vergi dairesi müdürü ile konuştum.Raporum
üzerine salınan vergilere itiraz etmeden ödemişler.
Bu bana;bir alışkanlık daha kazandırdı.Sonraki;baktığım her işte,Vatandaşın
fotoğraflı kimliğini görmeden ifade almadım ve işlem yapmadım..Bir de;bundan
sonra mükelleflerle ilişkilerde daha temkinli olmaya başladım...Yoksa;dayak yemek
işten bile değildi!...Hele de mükellef bir de karadenizliyse!...
BAŞKAN YARDIMCILIĞI VE NÜRNBERG TEFTİŞİ
1972 yılında Başkan Yardımcılığı sıram gelmişti.Kalktık;Ankara’ya gittik ailecek.Bir
yıl boyunca hanımın teyzesinin evinde uzamış konukluk olarak kaldık.Evleri;Merkez
Bankası evlerindeydi.Bahçeli,büyük bir evdi.
Başkan Yardımcılığı;müfettişlerin Maliye Bakanlığı’nın merkezi yönetimi ile sıkı ilişki
içine girdiği bir dönemdir.Bu sırada;idari görevlere geçmesi için müfettişe
önerilerde bulunulur.Bana da HAZMİİT-Hazine’de genel müdür yardımcılığı
önerildi.O zamana dek adımız kambiyodan anlayan müfettiş,kambiyocu müfettişe
çıkmıştı.Kabul etmedim ve o andan itibaren;memuriyet yaşamımın sonuna dek
müfettiş kalmağa karar verdim.Sonradan;başka bakanlıklarda teftiş kurulu
başkanlığı,müsteşarlık gibi öneriler de yapıldı.Onları da kabul etmedim.
106
Altı ay müfettiş raporlarını okudum ve yazışmalarını yönettim.Sonra;kıdemli başkan
yardımcısı olarak altı ay daha çalıştım.
Bu görev sırasında;birlikte çalıştığımız Teftiş Kurulu Başkanı;benim aykırı görüşler
ileri sürmemi severdi.Herhangi bir konuda tartışma yapılır ve üstad “Şimdi de Uçar
beyin aykırı düşüncelerini duyalım”derdi.Genelde;benim aykırı bulunan
düşüncelerime göre kararlar alınır ve işlemler yapılırdı.
Maliye Bakanı Kara Ziya(Müezzinoğlu) idi.Birçok yasa tasarısını bizzat bana
hazırlatmıştı.Bunların bir kesimi yasalaşmıştı.Başkan yardımcılığı görevi sırasında;üç
önemli olay yaşadım.
Sayıştay;müfettişlerin sürekli yevmiye almalarını önleyen bir karar almıştı.O
zamana dek;yaşamlarını sürekli yevmiyeye göre ayarlamış müfettişler birden çok
zor duruma düşmüşlerdi.
Ortalık yatışana dek;herkes sürekli yevmiye alabilsin diye İstanbul ve Ankara’nın
ilçelerine turneler düzenledik.Bütçe yürürlüğe girene dek müfettişlere sürekli
yevmiye vermeyi sürdürmüş olduk.Sonra;yeni bütçeye konulan hükümlerle iki yıl
daha Sayıştay kararını bertaraf edip sürekli yevmiye almayı sürdürdük.Üçüncü
yıl;Anayasa Mahkemesi;o yılın bütçesindeki bu konudaki hükümleri iptal etti.Bu
nedenle;sürekli yevmiye alma olayı sona erdi ve müfettişlerin eline geçen para çok
azaldı.
İkinci önemli olay;Teftiş Kurulu Başkanı’nın müsteşar olmasıdır.Ben de üç ay kadar
fiilen teftiş kurulu başkanlığı yapmak zorunda kaldım.O arada Maliye Bakanı
değişmişti.Yeni bakan Müftüoğlu oldu.
Bu bakan;kendisinden yasal olmayan isteklerde bulunan milletvekillerinden
kurtulmak için beni kullanırdı.
Özel kalemden telefon gelir ve ben koltuk altıma bir dosya sıkıştırarak Bakan
odasına giderdim.Bakan odasına girdiğimde;”Kusura bakmayın beyler;Teftiş Kurulu
Başkanım geldi.Onunla gizli konuları görüşeceğiz”deyip milletvekillerini
uğurlardı.Ben de aşağı,işimin başına dönerdim.
Daha önceleri de sık sık Kara Ziya’nın yanına çıkardım.Eski bir Maliye Müfettişi
olanÜstad tam bir iş hamalıydı.Neredeyse yirmidört saat çalışırdı.Beni de
çalıştırırdı.Onun saçları hep kısa kesilmiş olurdu.Benimkiler de aslan yelesi gibi
olmuşlardı.
Birgün “Uçar bey;saçlarınızı kestirin”dedi.Ben de “Bugün günlerden ne sayın
bakanım”dedim.”Pazar”dedi.Pazar günü bile çalışıyorduk.”Gördüğünüz gibi;Pazar
107
günleri bile buradayım..Ne zaman vakit bulup saç traşı olayım ki..”dedim.Gülümsedi
ve “Yine de,bir fırsat yaratın ve saçlarınızı kestirin”dedi.Ben de yanından
ayrılınca;Mülkiye’deyken de saçlarımı kesen ve o zamanlar bakanlıkta berberlik
yapan bakanlık berberinde memur traşı oldum.
Üçüncü önemli olay Kıbrıs çıkarması ile ilgilidir.Son askerlik yoklamamı Ankara’da
yaptırmıştım ve adres olarak eşimin teyzesinin adresini vermiştim.
Kıbrıs çıkarması başladığında İstanbul’daydık.Hanımın teyzesinin kocası telefonla
aradı.Çıkarmadan önceki gece;askeri bir cip gelmiş ve Üsteğmen Uçar Demirkan’a
tebligat yapmak istemişler.Enişte;durumu tahmin edip orada olmadığımı ve
müfettiş olduğum için o anda nerede olduğumu bilmediğini söylemiş.Onlar da
acele;bağlı olduğum askerlik şubesini aramamı söylemişler.
Ertesi gün;İzmir’deki askerlik şubemi aradım.Albay;onlara teslim olmama gerek
kelmadığını;yerime bir başkasının yollanmış olabileceğini bildirdi.
Böylece;Kıbrıs savaşına katılıp belki de kafayı yemekten kurtulmuş oldum.Ben
askerliğimi silah takımı komutanı olarak yaptığımdan önemli personel imişim.Neyse
ki yerime başkasını yollamışlardı.
Sonra;Kıbrıs’a görevle gidince;orada,savaş sırasında delirdiği için Türkiye’ye
yollanmamış ve Kıbrıs’a yerleştirilmiş onlarca yedek subayla karşılaşmıştım.Ben de
onlardan birisi olabilirdim.
Başkan yardımcılığından sonra;Yönetmelik gereği;dört aylığına Nürnberg
Konsolosluğu teftişi ile görevlendirildim.Teftişin yanında;Cumhurbaşkanlığından
Bakanlığa yollanmış bir ihbar yazısındaki olayları da inceleyecektim.Başkonsolosun
görevini kötüye kullandığı ve devlet parasına haksız el attığı ileri sürülüyordu.
Nürnberg;Hitler nazizminin doğduğu ve yüceldiği bir kentti.Savaş sırasında çok
yıkım görmüştü.Halen;Amerikan işgali altındaydı.Konsoloslukta çalışan Alman bir
mahalli katip vardı ve nazi eğilimliydi.
Bu kişi;çok iyi de türkçe biliyordu.Çünkü;babası bugünkü Türkiye Büyük Millet
Meclisini inşa eden kimseydi.Çocukluğu Ankara’da geçmiş;ilk ve orta öğrenimlerini
Türk okullarında yapmıştı.
İki tane de idari ateşe vardı.Bunlarla da arkadaşlık yaptım ve Cumhurbaşkanlığından
gelen ihbarı bunlardan birisinin yaptığını anladım.Soruşturma
sırasında;konsolos,yardımcısı bir bayan,idari ateşelerin MİT ajanı olduğunu söyleyip
yalnızca kendisinin anlattıklarına inanmamı istiyorlardı..Kime inanacağımı
şaşırmıştım.
108
Yalnız;bir bacağı aksayan bir idari ataşe vardı.Onun MİT ajanı olduğu kesindi.
Diğer idari ateşe de beni bir kaçak Türkle tanıştırdı.12 Marttan sonra Almanya’ya
sığınmış bir tiyatrocuydu.Eski bir 27 Mayıscı generalin yeğeniydi ve ünlü bir
oyunduydu.Günümüzde de Türkiye’de hala oyunlar oynuyor;televizyon dizilerinde
rol alıyor.
Bu grupla arkadaşlık ederek bir yandan Nürnbergi tanıdım;bir yandan da teftiş ve
soruşturmayı yürüttüm,Nürnberg çok güzel ve tarihi bir kentti.En asil Almanların
yaşadığı bir bölgedeydi.Yalnız kışın çok soğuk oluyordu.Ben oradayken;son elli yılın
soğukluk rekoru kırılmıştı.Sanırım;eksi yirmialtı derece olmuştu hava sıcaklığı.Sık sık
kar yağıyordu.Ancak;ertesi sabah kaldırımlarda hiç kar kalmıyordu.Nedenini
sordum.Almanların yaptığı açıklamalara göre;anayolların kaldırımlarının altına
elektrikli ısıtıcı döşemişler.Onlar çalışınca karlar eriyormuş.
Ben orada iken;ikinci Arap-İsrail savaşı çıkmıştı.Araplar;petrol ambargosu
uygulamaya başladılar.Benzin sıkıntısı başladı.Nürnbergliler şehir içi ulaşımda
atları;atlı arabaları kullanmağa başladılar.Bu arada;Cumartesi ve Pazar günleri özel
otomobil kullanmama yasağı getirdiler.Otomobiliyle çıkacaklardan beş bin mark
ceza alacaklardı.Cezanın yüksekliğinden;bu cezayı bizim belediye cezalarına
benzettim.İlgili kural ihlal edilirdi ama;belediyeler cezayı almazdı.Burada da öyle
olur diye düşündüm.Ancak;Cumartesi akşamı televizyonda birkaç ilde özel otosuyle
çıkanlara bu miktar ceza kesildiğini gösterdiler.Pazar günü sokaklarda bir tek özel
otomobil yoktu.Devlet ciddiyetinin ne olduğunu bu olayla gözlemiş oldum.
Alman kökenli mahalli memur;Amerikalıları hiç sevmiyor;onlardan nefret
ediyordu.Nürnberg’te hemen her gece Amerikalılara karşı bir saldırı oluyordu.Yerel
halk da onun gibi düşünüyordu herhalde.
Onun söylediğine göre;Alman olmak yüz kızartıcı bir durumdu.Çünkü;federal
meclislerinin kararları bile önce Amerikalı,Fransız ve İngiliz işgal komutanlığınca
inceleniyor;sonra resmi gezeteleri ile ilan edilip yürürlüğe giriyordu.
Sinemalarda ve televizyonda Hitleri ve naziliği öven filimler yasaktı.Aksine;hemen
her hafta bir nazi aleyhtarı film göstermeleri gerekiyordu.
Nitekim;o sıralar,Avusturya televizyonunca hazırlanmış bir Hitler dizisini ben de
televizyonda izliyordum.Hitlerin bir manyak olduğu anlatılıyor ve Hitler ile alay
ediliyordu.
DİĞER DIŞ GÖREVLER
109
İlk kez Nürnberg konsolosluğu teftişi ile başlayan yurt dışı teftişler ve görevler
serüveninde;sonraları birçok ülke ve kenti görme olanağım oldu.
Önce;Cumhurbaşkanlığı’nın isteği üzerine;iki aylık bir proğram ile
Bükreş;Hollanda’da bir kent;Brüksel Başkonsolosluklarında incelemeler
yaptım.İncelemelerin amacı;buralarda birikmiş ve yurda transfer edilemeyen
konsolosluk harçlarının en yararlı nasıl harcanacağının araştırılmasıydı.
Bükreş’e Tarom Havayolları’na ait bir İlyuşin tipi uçakla gittim.Uçakta yer olduğu ve
benim de biletim olduğu halde;beni uçağa almıyorlardı.Yeşilköy Havalimanındaki bir
gümrük müfettişi arkadaşın işe el koyması ile uçağa binebildim.Gümrükçüler olur
vermedikçe uçaklar kalkamıyormuş.Bu ikna yöntemini kullandılar.
İlyuşin tipi uçak çok eski ve bakımsızdı.Her yanından sesler geliyordu.Ha düştü,ha
düşecek derken Bükreş’e ulaştık.
Büyükelçi emekli bir generaldi.Beni hava alanından alıp Büyükelçiliğe getirdiler.O
zaman Romanya’da daha ihtilal olmamıştı.Yönetimde komünistler vardı.Bu
nedenle;beni otele yerleştirmediler.Büyükelçilikteki kurye konuk evinde kaldım.
Büyükelçilikte benden bir miktar dolar aldılar.Oldukça çok miktarda romen parası
getirdiler.Dışarıda ;karaborsada dolar bozdurmak tehlikeli oluyormuş.Büyükelçilik
bu işi benim adıma adamlarına yaptırmıştı.
O kadar parayla neredeyse tüm Bükreş çarşısını satın alabilirdim.Özellikle müzik
aletleri;dolara çevirilince bedava denilecek fıyatlara denk geliyordu.Hanıma;el
dokuması dantelli bir gece elbisesi ve gündüz giysileri;masa örtüleri aldım.Görünce
çok sevinmişti.
Bükreş’e metro yapılıyordu.Bu nedenle;kentin altı üstüne gelmiş
durumdaydı.Kıbrıs’ta tanıştığım ticari ateşeyi burada buldum.Hanımı
İstanbul’daymış.Bir gece beni evinde ağırladı.Evi;Çavuşesku yönetiminin yaptırdığı
sosyal mesken ölçülerinde bir yerdi.Bu tip apartmanların bulunduğu “uydu
kentler”kurmuşlardı.
Bükreşin gündüz ve gece gezilebilecek ve görülebilecek yerlerini belirli bir
proğramla gezdirdiler.Kentten Osmanlı izleri hala silinmemiş görünüyordu.Çok
güzel bir stadyumu vardı.Belki de bu nedenle;Romen futbolu altın çağını yaşıyordu.
Yabancı misyonlarda çalışanların toplanıp eğlendikleri bir klübü vardı.Beni de oraya
götürdüler.Yabancı büyükelçi eşleriyle briç partilerine katıldım.
Bükreş’e bir de üniversite açmışlardı.Orta Doğu’nun tüm petrol şeyhleri ve
zenginlerinin çocukları bu üniversitede okuyordu.Daha çok;Romen kızları ile
110
arkadaşlık ediyorlardı.Üniversite paralıydı.Üniversitenin bahçesinde
Ferrari,Lotus,Rolle Roys marka araçlardan geçilemiyordu.
Bunların,Türkiye’den transit geçiş vizeleri ücretleri birikmişti.Bu paralar Türkiye’ye
de transfer edilemiyordu.Oradaki bankada çığ gibi büyüyordu.Büyükelçi’nin de
önerilerine uyarak;bu paraların Bükreş’teki Osmanlı anıtlarının yenilenmesi
çalışmalarına harcanmasını önerdim.Bir de şehitlikler elden geçirilecekti.
Oradan Hollanda’ya geçtim.Amsterdam ve Rotterdam başkonsolosluklarının
yanında;adını unuttuğum bir küçük kentte de bir başkonsolosluk vardı.Bu kuruluş;iş
hacmi olarak gereksiz görünüyordu.Hollanda küçük bir ülke olduğundan diğer
başkonsolosluklarla işler yürütülebilirdi.Kapatılmasını önerdim.Bir süre sonra;bu
öneriye uyarak kapatıldığını öğrendim.
Burada da karşıma Kıbrıs’ta rastlaştığımız bir başkonsolos çıktı.Mülkiye’deki adı Piç
Yalımdı.Beni sık sık arabasıyle rezidansına,oturduğu eve götürüp ağırladı.Zırhlı bir
araç kullanıyordu.Evinin kapısında sürekli Hollanda polisleri nöbet tutuyorlardı.
Birgün;nedenini sordum.Meğer;ben gelmeden bir ay önce;evinin garajından
çıkarken Ermeniler pusu kurup ateş açmışlar.Yaralanmadan kurtulmuş.O
nedenle;zırhlı araç kullanmağa başlamış.Eşini de Danimarka’ya yollamış.Hafta
sonları yanına gidip geri dönüyormuş.Böyle bir yaşam işte!...
Ben;böyle bir olayı duymuş olsaydım;zırhlı da olsa onun aracına biner miydim?!...Boş
bulunmuş olduk işte!...
Herhalde;bir festivale denk gelmiştim.Her gece;kentin ortasında lunapark kuruluyor
ve diğer eğlence yerleri açılıyordu.
Bir de garibime giden bir durum olmuştu.Hangi aydaydık
anımsamıyorum.Yalnız;güneş saat 22.00de batıyor ve ondan sonra gece
oluyordu.Herkes;bu saatte akşam yameğine oturuyordu.Lokantalar da bu saatte
açılıyordu.Sonraları;bu düzene alıştım.Bu nedenle de;sabahları açık lokanta ya da
kafe bulmak sorun oluyordu.Çünkü;uyumaları gece 02.00 saatlerini
buluyordu.Dolayısıyle öğleden sonra uyanıyorlardı.Bu nedenle;kahvaltı olayını
çözümlemede çok zorlanmıştım.
Oradan Brüksel’e geçtim.Brüksel’deki başkonsolosluğun da büyük bir gelir fazlası
vardı.İncelemeler sonunda;bu birikmiş ve harcanamayan paralarla Brüksel’de
bulunan diplomatik misyonlardaki görevlilerin kalabileceği bir “diplomatlar
sitesi”yapılmasını önerdim.Güvenlık açısından da bu iyi olacaktı.Birkaç yıl
111
sonra;bunun gerçekleştirilmiş olduğunu öğrendim.Bir büyükelçilik mali müşaviri de
sitede kalmış;o söyledi.
Avrupa Ortak Pazarı’ndaki diplomatik misyonda Türkiye’den tanıdığım Erdoğan
Nirun;eski Teftiş Kurulu Başkanı Hüsamettin Kılıç ve (Küçük) Erdoğan(Öner)
vardı.Sonradan bu sonuncusu, Maliye müsteşarı oldu ve uzun yıllar o postta
kaldı.Nato nezdindeki diplomatik misyonda da Mehmet Bayram ve Murat Ülgen adlı
eski maliye müfettişleri vardı.
Mehmet Bayram ve eşi;bir hafta sonunda,beni Hollanda sınırındaki bir Hollanda
köyüne götürdüler.Oradan çok güzel süs eşyaları satın aldım ve Brüksel dışındaki
Belçika’yı da görme olanağı buldum.Ünlü Vaterloo savaşının yapıldığı alanları da
gezdik.
Murat Ülgen’in başından geçen ilginç bir olayı anlattılar.Birgün;görevinden evine
dönerken birisinin kendisini izlediğinin farkına varmış.Greçekten de peşinde bir
adam varmış.O zamanlar;Ermeni teröristlerinin biribiri ardına eylem yaptıkları
günlerdi.
Oturduğu apartmanın asansörüne doğru giderken;birden arkaya dönüp adama
saldırmış ve adamı duvara dayamış.Belindeki tabancasını da çıkarıp adamın alnına
dayamış.Adam;korkuyla kendisinin polis olduğunu söylemiş ve kimliğini
göstermiş.Meğer adam;Belçika polisindenmiş ve Muratın güvenliği için onu
izliyormuş.
Murat adamdan özür dilemiş.Ancak;bu olay onu çok etkilemiş ve ruhsal durumunun
bozulmasına yol açmış.Türkiye’ye döndükten sonra da bu durumu biraz daha
sürmüştü.
Benzer olayı;Paris’te OECD Delegasyonu’nda görevli maliye müfettişleri de
yaşamış.Hergün;birisinin evdeki eşine telefon edip “Eşini öldürdük.Leşini git filan
yerden al”diye konuşuyorlarmış.Ya da “Bugün çocuğunu okuldan
kaçıracağız”diyorlarmış.Sonunda;kadının da ruhsal durumu bozulmuş ve uzun süre
tedavi görmüş.
Bu nedenle;sonraki yıllarda dış misyonlarda görev alan maliye müfettişi kökenli
misyon görevlileri;eşlerini ve çocuklarını yurt dışına,yanlarına getirmemeğe
başlamışlardı.
Buna benzer kısa süreli görevlendirmeler ile iki kez de Tahran’a
gitmiştim.İran,Pakistan ve Türkiye arasında kurulu RCD Teşkilatı’nın bütçe
112
işlemlerini bir İranlı,bir Pakistanlı denetçi ile denetledim.Her iki denetim de onar
gün sürdü ve İran-Irak savaşının en civcivli zamanlarına denk geldi.
İlk gidişimde;kıdemsiz bir müfettiş iken;bu dış görevin nasıl olup da bana verildiğine
çok şaşırmıştım.Oysa;Başkan,benden kıdemlilerin hepsine sırayla bu görevi
önermiş.Savaş nedeniyle kimse gitmek istememiş.Bana öneride bukunmadan;görev
olurunu yolladılar.Herhalde beni,itlaf etmek için bu göreve yolluyorlar diye
düşünmüştüm?!...İkinci gidişimde ben de gitmek istemediğimi bildirdiğim halde;yine
beni yollamışlardı.Geçmiş yıllarda savaş öncesi Kıbrıs’ına da beni yollamışlardı.Bu
denli rastlantı olamazdı.
İran’a gidişim de bir hayli serüvenli olmuştu.O zaman yalnızca “İran Air” uçakları
uçuyordu Tahran’a.Beni de gideceğim gün o uçağa almamışlardı.Ben de ,önceden
deneyimli olduğum için,Yeşilköy gümrüğündeki müfettiş arkadaşlara gidip durumu
anlattım.
“Meraklanma..Sen binmeden bu uçak kalkamaz”dediler.Uçağın kalkışı için oluru
vermediler.Bu nedenle uçak yarım saat bekledi.Sonunda;pazarlıklar bitti ve beni
uçağa aldılar.
Beni;birinci sınıfta bir koltuğa oturttular.Yanımda;Azeri kökenli İran Ticaret Bakanı
varmış.Onunla türkçe muhabbet ederek Tahran’a vardık.
Bakan ve yanındaki heyet;İzmir Fuarı’ndaki İran pavyonunun açılışını
yapmışlar;kokteyle katılmışlar.Sonra,Ankara’ya geçip görüşmeler
yapmışlar,Tahran’a dönüyorlardı.
Bakanın anlattığına göre;İran’ın traktöre ihtiyacı varmış ve bunları Türkiye’den
almayı düşünüyorlarmış.Devrimden önce İran’da Ford traktörleri varmış.Yedek
parça sorunlarını da çözmek için;Türkiye’den talepte bulunmuşlar.Hem yedek parça
hem de imal edilmiş Türk Ford traktörlerinden ithal etmek istiyorlarmış.
Türk hükümeti;Turgut Özal’ın gizli ortağı olduğuna dair dedikodular bulunan japon
patentli Shibaura(Halk İşbora diyordu) traktörlerinden satalım,demiş.Onlar da kabul
etmemişler.Çok önemli bir ihracat olanağı böylece elden kaçmış.Olayı dinleyince ne
diyeceğimi;nasıl düşüneceğimi şaşırmıştım.Demek ki;Türkiye’nin
ihracatını;ekonomik olmayan etkenler de etkiliyormuş?!...
Beni;misyonun adamları hava alanında karşılayıp bir otele yerleştirdiler.Tahran’a
gece yarısı varmıştık.Yorgundum;o nedenele hemen uyudum.Sabah;kahvaltı
salonuna inerken,iki şey dikkatimi çekti.Duvarlarda “Ayvazyan”gibi isimli
ressamların tabloları vardı.Otelin işleticisi;başı açık,sarışın bir kadındı.
113
Meğer;beni bir Ermeni ailesinin işlettiği otele indirmişler.Çocukluğum;Ermenilere
ait “iğneli beşik”lerle dolu öykülerle geçmişti.O nedenle;bu tür ortamda
bulunmaktan tedirgin oldum.Görev tamamlanana dek;huzursuz geceler
geçirmiştim.Üstelik;İran’daki rejim yasakladığından yemeklerde içki servisi de
yapılmıyordu.Doğru dürüst uyuyamıyordum.
Misyonun başında sıra ile bir ülkenin büyükelçisi bulunuyormuş.O sıralar sıra
bizdeymiş.O nedenle;misyonun başında bir Türk büyükelçi vardı.Durumu ona
anlattım.Otelin durumundan bilgisinin olmadığını belirtti ve beni anlayışla
karşıladı.Bir daha Türkiye’den gelenler yerleştirilirken bu hususa özen
gösterilecekti.Çünkü;Tahran’da oldukça kalabalık bir Ermeni nufus vardı ve çok
fanatik tiplerdi.Sık sık gösteriler yapıyorlar ve Türkler aleyhine sloganlar
atıyorlardı.İşyerlerinin camlarına bile Türkiye aleyhine yazılar asıyorlardı.
Büyükelçi ile tanıştığımızda;adam,adımı öğrenir öğrenmez “Coşkun Kırca’yı yiyen
müfettiş sizsiniz demek ki”dedi.Ben önce konuyu iyi anlayamadım.Sonra;açıklamalar
geldikçe anladım.
New York konsolosluğu teftişi sırasında;Türkevi ile ilgili bazı şikayetlere de
bakmıştım.Bu konuda ayrıca rapor yazmıştım.Benim bu raporum üzerine Coşkun
Kırca’nın Kanada’ya yollandığı ve Birleşmiş Milletler misyonundan alındığı
dedikodusu yapılıyormuş.Bu durum;biz maliye müfettişlerinin
alınyazısıydı.Herkes,bizleri işine geldiği gibi kullanıyordu.
Coşkun Kırca’ya Kanada’da Ermeniler saldırmıştı.Gece;evine girip onu
yaralamışlardı.Hafif yaralı olarak kurtulmayı başaran büyükelçi,Türkiye’ye
çağırılmıştı ve o anda merkezde görevliydi.
Tahran’daki misyon şefi büyükelçi;Humeyni’nin sarayına yakın bir mahalledeki
rezidansta oturuyordu.Bir gece;beni rezidansa yemeğe davet etti.Onun da eşi
yanında değildi.Rezidansta yalnız kalıyordu.İran’a islam gelmişti ve savaş
vardı.Ermani terörü riski de az değildi.
Yemek sırasında Tahran’a ve rezidansın bulunduğu mahalleye yakın bir yere (Aptal
füze) diye adlandırılan Scud füzelerinden biri düştü.Muhtemelen;Humeyni’nin
ikametini hedef alıyordu Iraklılar. Ama;tutturamıyorlardı.Ertesi sabah;işe
giderken,füzenin açtığı çukuru gördüm.Neredeyse;binalarla dolu bir ada yok
olmuştu.Ancak;mahalli basında ve televizyonda sansür uygulanmış ve füze
saldırısından söz edilmemişti.
114
İran;tam bir şeriat ülkesi olmuştu.Hatta;bu ülkenin diğer şeriatle yönetilen ülkeleri
de geride bırakacak uygulamaları olduğu gözleniyordu.Futbol
yasaklanmıştı.Nedeninin;hanımların erkeklerin bacaklarını görüp tahrik olmaları
olduğu söyleniyordu.Bisiklete binmek;diğer batı sporlarını yapmak da
yasaklanmıştı.Kadınlar;kara çuvallardan oluşan “çavdur”lar giyiyorlardı.Erkeklerin üç
adım gerisinden yürüyorlardı.İran televizyonlarından başka televizyonlara
bakmak;evlerde videolarla sinema filimleri izlemek yasaktı.Tiyatrolarda kadın
rollerini de erkekler yapıyordu.
Geceleri;İran’ın iki televizyonunu izliyordum.Birinde;durmadan mollalar islamla ilgili
konuşmalar yapıyorlardı.Diğerinde;bazı kez filimler gösteriliyordu.Amerikan savaş
filimleriydi gösterilenler.Orada bile;savaş gemisine binmeye hazırlanan erlerin
karılarına sarılmaları makaslanmıştı;gösterilmiyordu.
Birgün;Tahran ana caddesinde,kaldırımda yürüyordum.Birden;kaldırımın kenarına
bir araç yanaştı ve durdu.Asker giyimli(Devrim muhafızlarıymış) kişiler;bir genç kızı
bağırtı çağırtı arasında araca bindirip götürdüler.Resmen yolda kız kaçırmış gibi
oldular.Kimse de olaya karışmadı.Ertesi gün;olayı İranlı denetmene
anlattım.”Herhalde yüzü açılmıştır ya da saçı görünmüştür.Ondan alıp
götürmüşlerdir’dedi.Cezalandırılacakmış ama,ne olduğunu genelde kimseler
öğrenemezmiş.Bu adamlar o denli büyük yetkilere sahipmiş.
.Ordunun yerini Pasteran dedikleri devrim muhafızları almıştı.Çocuklar;anne ve
babalarının devrim kurallarına uymayan davranışlarını bunlara ihbar
ediyorlardı.Onlar da gereken cezayı uyguluyorlardı.Din adına tam bir diktatörlük ve
kaos ortamı yaratılmış görünüyordu.
Bizdeki şeriat isteyen kadın ve kızların;Tahran’da bir ay geçirmelerini
isterdim.Öyle;başında türbanın olacak ama;bir yandan da sevgilinle elele tutuşup
yürüyeceksin..Yok öyle şey...
Hazar Gölü kıyısında yazları denize girilen yerler varmış.Tahrandan aileler oralara
giderlermiş.Ancak;denize erkekler ayrı;kadın ve kız çocukları ayrı girerlermiş.Ailecek
denize girmek bile yasakmış.
Yanında beş yaşında da olsa;bir erkek olmadan bir İranlı kız ya da kadın;sokağa
çıkamazmış.
İranlı’ya “Neden direnmiyorsunuz?”dedim.”Herşey olacağına varıyor”dedi.Bu kişi;şah
yönetiminde Arthur Andersen firmasında yeminli mali müşavirlik
yaparmış.Yeniliklere açık birisiydi ama;o da molla yönetiminden
115
korkuyordu.Mollalar;ülkenin her yerinde korkuya dayalı bir düzen kurmuşlardı.O
sayede ayakta kalıyorlardı.
İkinci kez Tahran’a gittiğimde;yollarda bisikletlilere rastladım.Futbol maçları
başlamıştı.Ancak;ayak bileklerinde kadar inen eşofmanlarla oynanıyordu.Ayni
İranlı’ye neler olduğunu sordum.”Toplumsal gelişime mollalar da sonuna dek karşı
duramıyorlar”dedi.
Bu son gidişimde;Iraklılar bir İran petrol çıkarma ve işleme ünitesini
vurmuşlardı.Körfez kıyısındaki Abadan’daydı rafineri ve denizden petrol çıkarılan bir
üniteydi.
Savaş sırasında;İranın çıkardığı petrolün büyük kesimini Japonya satın alıyordu.Bu
nedenle;İran Hilton(eski) otelinde bir teknisyen ordusu bulunduruyorlardı.İran
televizyonunda zaman zaman canlı naklen yayınlarla rafinerinin onarımı
gösterildi.Üzeri cayır cayır yanan denizin dibine dalan Japon teknisyenler;füze
nedeniyle tahrip olmuş boruları kaynattılar ve bir hafta sonra yeniden petrol
çıkarılmasına başlandı.
Bir de;savaşın kişioğluna neler yarattırdığını gözledim.Dicle-Fıratın birleşerek
körfeze döküldüğü yerlerde bataklıklar vardı ve buralarda ve dar su yollarında da
savaşmak gerekiyordu.İranlılar;banyo küvetlerine kıçtan takmalı motor ve makineli
tüfek monte edip;bunları birer savaş aracına dönüştürmüşlerdi ve sığ ırmaklarda
bunlarla savaşılıyordu.
Televizyonda göründüğü kadarıyle Tahran dışındaki İran çok fakirdi.Ayrıca;kendileri
şii olduklarından sünni köylerine farklı davranıyorlardı.Buraların iyice geri kalmış
oldukları gözleniyordu.
İran televizyonlarında durmadan Kuran-ı Kerim okunuyor ve tefsirler
yapılıyordu.Kanalın birinde ise savaş filimleri gösteriliyordu.Yani;İranlı için eğlenmek
ve gülmek yasaklanmış gibiydi..Belki de;bunda savaşın da rolü vardı.Yine de;İran’a
ikinci gidişimde;kadınların bazı devlet dairelerinde ve bankalarda çalışmaya
başladıklarını gördüm..Birşeyler değişmeye başlamış görünüyordu.Örneğin;yurda
dönerken,bavullarımı genç bir kız denetledi.Kızıma aldığım oyuncak bebeği görünce
ısterik isterik gülmüştü.
Uçakta yanıma genç bir kız oturdu.Azeri kökenliymiş ve ODTÜ’de okuyormuş.Başını
açtı ve benimle konuşmaya başladı.Çok güzel bir kızdı.Biraz sonra;uçaktaki sivil
giyimli bir pasteran kızı yanına çağırdı ve onunla kızgın kızgın konuştu.Ben;kıza
kötülük yapacaklarını düşünmeye başladım.Kızcağız hışımla yerine döndü.Ben
116
de;yaşamını tehlikeye atmak istemediğimi;isterse konuşmayabileceğimizi
söyledim.”Boşver,ben bunlardan korkmuyorum”dedi.Uçağın Tük semalarına
girdiğini pilot anons etti.Bir anda;uçaktaki hemen tüm kadınlar ayağa kalkıp
üzerlerindeki çavdurları çıkardılar.Etek tayyörlü ya da kot pantolonlu kıyafetleriyle
ve başları açık Ankara’ya indiler.
Sonra;Rotterdam Başkonsolosluğu teftişine gittim.Bu kente indiğimde 24
Aralıktı.Yani;Noel gecesiydi.Bir taksiye binip;beni orta ücretli bir pansiyona
götürmesini istedim.Beni;bir pansiyona getirdi.
Sahibi Yunanlı olmalıydı.Pansiyonun adı ve adamın tipi bunu
çağırıştırıyordu.Pasaportumu verdim,İşlemlerden sonra;bana verilen odaya
yerleştim.Birşeyler yemek için dışarı çıkacaktım
Pansiyon sahibinden bana bir lokanta adı vermesini isteyince;hiç beklemediğim bir
olay oldu.Adam;o gecenin Noel gecesi olduğunu;eşi ve çocuklarıyle Noel yemeği
yiyeceklerini;onların Noel konuğu olmak isteyip istemediğimi sordu.Çok şaşırdım
ama;öneriyi kabul ettim.Salonda;güzel bir yemek masası hazırlanmıştı.Salonun dip
tarafına da küçük bir Noel ağacı kurulmuştu.
Pansiyon sahibi ve ailesiyle muhabbet ederek güzel bir yemek yedik ve şarap
içtik.Ben;sonra eğlenmek için dışarı çıkacaklarını düşünüyordum.Saat 23.00
olmuştu.Çocuklar;anne ve babalarını öpüp yatmağa gittiler.Bizler de yarım saat
kadar daha oturduk.Onlar;çocukların Noel armağanlarını ağacın dibine
bıraktılar.Ben de izin isteyip yattım.
Sabah;Türk konsolosluğunun yerini sordum.Tesadüfen;yürüme
mesafesindeymiş.Yunanlı bana yerini iyice tarif etti.Yürüyerek gittim;konsolosluğu
bulup sayımı yaptım ve göreve başladım.Bu turne sırasında yaşadığım ilginç anılarım
şunlardı.
Ermeni terörü bitmiş;yerini yurt dışındaki kürt militanlar almıştı.Burada da
vardılar.Hemen her hafta;konsolosluğun önüne gelip bağırıp çağırdılar.Polis
konsolosluk önünde sürekli nöbet tutuyor ve fakat militanlara
karışmıyordu.Başkaca da olay çıkmadı.
Birgün;konsolosluktaki bir evlenme töreninde konsolos bey şahitlik yapmamı
istedi.Benim için de değişiklik olurdu.Bu nedenle;konsolosun kıydığı bir nikahta
hazır bulundum.
Delikanlı yakışıklı bir karadeniz uşağıydı.Kaknem bir Surinamlı kızla
evleniyordu.Durumu çok garipsedim.
117
Törenden sonra;bu durumu oğlana sordum.Meğer;oğlan,turist olarak buradaki
akrabalarının yanına gelmiş.Hollanda’da kalabilmek ve iş bulabilmek için bir
Hollanda’lı ile “şike evlilik”yapması gerekiyormuş.Eli yüzü düzgün bir Hollandalı kız
bulamamışlar.Bu nedenle;Hollanda vatandaşı olan bu Surimanlıyla evlenmiş.Kıza
belli bir para vermişler.Enaz beş yıl zorunlu evli kalacakmış kızla.Ben”Ya beş yıl
sonra,ben kocamdan memnunum,ayrılmam derse”dedim.Karadenizli”Gerekirse,ikna
ederiz oni”dedi.Bu iknanın ne anlama geldiğini biliyordum!...Yani;bum,bum!...
Rotterdam;savaşta yakılıp yıkılmıştı.Yeniden kurmuşlar kenti.Çok düzenli ve yepyeni
binalarla dolu bir kentti.Sanırım;dünyanın en büyük liman kapasitesi olan
kentiymiş.Ayrıca;kenti evrenin finans merkezi yapmaya çalışıyorlardı.
Bir başka Hollanda kentinde Mehmet Sazcı adlı bir maliye müfettişi
teftişteydi.Amsterdam’da da sınıf arkadaşım Emre Ergin;eski üstadlarımızdan ve bir
Hollandalıyla evli Vecdi bey vardı.Hafta sonları;onlarla gidip geliyor;biraraya gelip
eğleniyorduk.
Hollanda yeminli mali müşavirlik sistemini araştırmam da istenmişti görev
sırasında.O konuda;Vecdi üstadın büyük yardımları oldu.Bu konudaki Hollanda
mevzuatını toplayıp Ankara’ya getirttim.Bakanlık;bir tercümana çevirttirip yeminli
mali müşavirlik çalışmaları sırasında değerlendirdi.
Vecdi üstad;benim ona ilk kez uğramamdan bir hafta kadar önce;bir tramvay kazası
geçirmiş.Vatman;yola aniden fırlayan bir köpeği ezmemek için sert bir fren
yapmış.Kapının yanındaki;ortadaki direğe tutunmakta olan üstad;kafasını çelik
direğe vurmuş.Gözlüğü kırılılmış ve gözlüğün cam parçaları bir gözüne doluşmuş.Bu
nedenle;ciddi bir göz ameliyatı geçirmiş.
Konsoloslukta Namdar Rahmi Karatay’ın yeğeni olan Mülkiyeli bir ağabey
vardı.Eşini,tatil için Türkiye’ye yollamış.Kafa dengi ve rindmeşrep
birisiydi.Türkiye’den yarım düzine yetmişlik yeni rakı götürmüştüm.Mezeler
ondan;rakılar benden sık sık buluşup muhabbet ettik.Ayrıca;otomobili ile beni
Rotterdam’ın yakın çevresine götürüp gezdirdi,durdu.
Rotterdam Garanti Bankası’nda hesap açtırmıştım.Orada çalışan Yılmaz adlı bir Türk
vardı.Rotterdamda yerleşmiş,çalışıyordu.Bana;kalabileceğim bir ev kiralamada
yardımcı oldu.Ayrıca;bu kişi,bir dernek kurmuş,onun başkanlığını
yapıyordu.Hollanda’da çalışanlardan ve Hollandalılardan topladığı bağışlarla
yürüme özürlüler için tekerlekli sandalyaler alıyor;bunları Türkiye’ye yollayıp ya da
118
yazları beraberinde Türkiye’ye götürüp;özürlü vatandaşlara bağışlıyordu.Onunla da
iyi arkadaşlık ettik.
Rotterdam’da deniz ürünü satan sayısız denecek lokantalar vardı.Ben de deniz
ürünlerine bayılıyordum.Ayrıca;kalp damarlarımda tıkanma olduğundan da balık
yemeyi tercih ediyordum.Bazan da perhizi bozup;bol kollestrollu deniz ürünleri de
yiyordum.Ama;Hollandalıların çok sevdiği çiğ balıklarını yiyemedim.
Amsterdam ve Maastrich’i gördüm ve gezdim.Bir keresinde Emre’ler beni Manş
Denizi kıyısında bir mesire yerine götürdüler.Çok güzeldi.Dönüşte;Amsterdam’daki
Rembrant Müzesi’ni de gezdik.Bu müzede değişik tekniklerle ressamın yaşamı
canlandırılıyor ve resimleri sunuluyordu.
İki ay boyunca;iki saat süreyle güneşi ya gördük ya görmedik.Kapkara bulutlarla
sürekli kaplı ve sık sık yağmurun yağdığı bir gökyüzü altında yaşamak Hollandalılara
normal geliyordu ama;benim gibi Akdenizliler için doğrusu çok sıkıcıydı.Hollandalılar
Türkiye’ye turist olarak gelınce;neden bütün gün güneş altında,hiç gölge aramadan
uzandıklarını anlamış oldum.Adamlar;güneşe ayalarca hasret yaşıyorlardı.
Rotterdam’da çok Türk vardı.Doğal olarak sorunları da vardı.Evini kiraladığım bir
türk işçisinin oğluydu.Bir Hollandalı kadınla evliymiş;ayrılmışlar.Hakim;çocuğu
anneye vermiş.Zaten Hollanda’da doğanlar,analarının nufusuna yazılıyor ve onun
soyadıyle anılıyorlardı.İşlem gayet normal gelişmişti.
Türk delirmiş.Üstelik;Hollandalı anne bunun çocuğunu görmesine de engel
oluyormuş.Kafayı çekmiş;”Bu kadını öldüreceğim”deyip duruyordu.Yılmazla
birlikte,adamı güçlükle yatıştırmıştık.
Ren Nehri;denize dökülmeden önce Hollanda topraklarından
geçiyordu.Hollandalılar ırmağı Maas olarak anıyorlardı.Üzerinde yük gemilerinin
durmadan gidip geldiği bu ırmak.Rotterdam’ın da şah damarıydı.Limandan alınan
mallar;bu küçük gemilerle ırmak üzerinden Hollanda ve Almanya içlerine
taşınıyordu.
Çarşıda bir kilise vardı.Hristiyanlıkla ilgili filimleri ücretsiz oynattıkları bir de
sineması vardı.Arada;bu sinemaya gidip film izliyordum.Oradakilerin dikkatini
çekmiş olmalıyım ki;birgün sinemanın lobisinde bir rahip yanıma yaklaşıp dinimi
sordu.Hristiyanlık hakkındaki görüşlerimi öğrenmek istedi.Sinema;yabancıları
hristiyanlığa davet etmek için kurulmuş bir düzendi.Bir daha o sinemaya
gitmedim.Rahatsız olmuştum.Bu arada;ünlü altı saatlik On Emir filmini de izlemiş
oldum.
119
Sonra;new York başkonsolosluk teftişine gittim.Bu teftiş de çok devingen ve
serüvenli geçmişti.
New York’a bir Noel günü öncesi inmiştim.Türkiye’den Türk Hava Yolları uçağı ile
Londra’ya uçmuştum.Bir gece beni Heatrow hava alanı yakınındaki bir otelde
ağırladılar.Ertesi gün;British Airways ile okyanusu aşıp Amerika’ya ulaşmıştım.
Londra’daki otel silindir biçiminde yapılmıştı.Otelin yapısının ortasında boşluk
vardı.Odaların pencereleri bu boşluğa bakıyordu.Bu boşluğa,her türden Afrika
kuşları koymuşlardı.Sabahları bu kuşların cıvıltıları ile uyanıyordunuz.Buna
karşılık;dış cepheye öyle yalıtım yapmışlardı ki;hava alanına inen kalkan yüzlerce
uçağın gürültüsünü duymadan uyuyordunuz.Akşam yemeğinde;açık büfe vardı.Mide
fesadına uğrayacaktım neredeyse!...Yemekler o denli çeşitli ve güzeldi ki...
Ertesi sabah okyanus ötesi uçuşu başladı.Bir saat sonra;okyanusun
üzerindeydik.Aşağıda;sürekli görünen bir su kitlesi,sıkıcı oluyordu.Neyse ki;uçağın
içinde filimin biri bitiyor;diğeri başlıyordu.
Öğle yemeğinde bana ve Pakistanlılara tavuk verdiler.Yanımdaki Amerikalı ailenin
reisi koca;onlara neden tavuk verilmediğini sordu.Hostes;bizlerin müslüman
olduğumuzu,bu nedenle farklı yemek verdiklerini söyledi.Böyle de ince
düşünüyorlardı havayolları...
Amerika kıyılarının görünmesi ile Kennedy Airport’a inmemiz bir oldu.Bir taksi
kiralayıp Birleşmiş Millerler binalarının bulunduğu meydana götürmesini
söyledim.Bizim konsolosluğun bulunduğu Türkevi adlı yaklaşık otuz katlı
yapı;”Bireleşmiş Milletler Meydanı”ndaydı.
Meydana gelince;”Türk Evi”ni ve bayrağı gördüm.Şoförden oraya gitmesini istedim
ve binanın öninde taksiden indim.
Parasını öderken şoför binayı gösterip “Buraya mı geliyorsunuz”dedi.”Evet”yanıtını
alınca;”Bilseydim;sizi buraya getirmezdim”dedi ve gazladı gitti.Giderken
şaşkın,taksinin arkasından bakakaldım.Bu arada;taksinin arka camına yapıltırılmış el
kadar bir bayrak gördüm.Ermeni bayrağıydı ve altında”Free Armenians” yazılıydı.O
zaman;adamın ne demek istediğini anladım.
Sonraki günlerde;bu olayı Başkonsolosa anlattım.Büyük bir tehlikeyi kazasız belasız
atlatmış olduğumu söyledi.Kennedy hava alanı ile kent arasındaki yolda hergün
yaklaşık elli kişi”faili mechul”olarak kayboluyormuş.Söyleseydim,beni alandan
aldıracaklarını belirtti.Bunu ben de biliyordumAma;konsolosluk kasasını saymak
gerektiğinden gizlice inmek gerekiyordu.Bu da yurt dışında tehlike yaratıyordu.
120
Bu nedenle;yurda dönüşte taksi kiralamamamı söylediler.Bir limuzin kiralama
şirketinde çalışan bir Türk varmış.O gelip beni evden aldı ve hava alanına
götürdü.Çok fiyakalı bir gidiş olmuştu.
Para vermek istedim,şoför Türk almak istemedi.Ben ısrar edince “O zaman 50 dolar
vereceksiniz”dedi.Ben de bu kez çok şaşırdım.Çünkü;gelişimde buradan
konsolosluğa 20 dolar taksi ücreti ödemiştim.Hemen hemen ayni uzaklığa bu parayı
istiyordu.”Eee,ne yaparsın..Bu limuzin fiyatı”dedi. Çaresiz 50 doları verdim ve yurda
döndüğümde harcırah beyannamesine 20 dolar ödediğimi yazdım.Böylece;limuzin
safası bana 30 dolara patlamış oldu.
New York’a gittiğimde devlet bana 100 dolar gündelik veriyordu.Bununla otelde
kalacak;yiyecek içecek ve ulaşım sağlayacaktım.Oysa;kalabileceğim en ucuz otelin
gecelik ücretinin 80 dolar olduğunu öğrendim.Başkonsolos;Rockfeller Center’da
“gençlik merkezi”nde bir oda ayarladı.Geceliği 50 dolardı.Banyo ve tuvalet odanın
dışındaydı,kat tuvaletiydi.Ortak kullanılıyordu.Kalacağım odaysa iki metreye üç
metrelik ,ufacık bir odaydı.İçinde bir yatak,bir küçük elbise dolabı ve küçük
televizyon vardı.
Burada;orta tabakadan Amerikalılar ya da Birleşmiş Milletlere yeni gelen üye
devletler memurları birkaç gün kalırmış.Ücreti iyiydi ama;koşullar berbattı.
Sabah;yüzümü yıkamak ve traş olmak için ortak kat tuvaletine
gittiğimde;Amerikalıların duşlarda çırılçıplak yıkandıklarını ve dışarıda bile öylece
dolaştıklarını gördüm!..Bu;benim alışkın olmadığım,rahatsız edici bir durumdu.
İzlenimlerimi başkonsolosa aktardım.Haklısın denildi ve kalabileceğim bir ev
arandı.Hem;güvenliğim açısından da bu önemliydi.
Bunun üzerine;bir Özbek Türkü olan konsolosluğun şoförünün evinde bana bir oda
ayarlandı.New York’un Jackson Hights diye anılan,kuzeydeki mahalledeki bir
evdi.Bir ay boyunca orada kaldım ve bekar olan şoförle arkadaşlık ettim.
Ayrılırken,ev sahibine para vermek istedim.Almadı..O sıralar;Bursa’daki bir Türk
kızıyle,muhtemelen o da bir Özbek Türküydü,evlenmek üzere hazırlık yapıyordu.”O
zaman;düğününde ben burada olamayacağım.Sana,şimdiden düğün armağanı
alayım”dedim.Çok değerli birkaç parça ev eşyası aldım.O da bunları kabul etti.
Şoförün evinde;benden başka New York’a kaçak girmiş bir Türk daha
kalıyordu.Kaçak çalışarak bir iş hanında gece bekçiliği yapıyordu.Onunla da
arkadaşlık ettim.
121
Yılbaşında;Özbek pilavlı bir yılbaşı kutlaması yaptık.Ben;kaçak Türkle çevredeki
sokaklarda dolaşıp bir baklava satan yer aradım.Mahalledeki bir Ermeninin
dükkanında baklavayı bulduk,aldım.Yılbaşı armağanım bu baklava oldu.Onu da rakı
eşliğinde yedik.
Saat onikiden sonra ben uyudum;onlar dışarı çıktılar.Birisi göreve gidecekti;şoför de
Amerikalı kız arkadaşı ile eğlenmeğe gidecekti.
Şoför;birgün New York köprülerinden birinden geçerken;yukarıdan ters yöne akan
trafiğin olduğu yoldan;üzerine bir TIR devrilmiş.Araç;konsolosluğun zırhlı aracı
olduğundan,ölmemiş.Ama;uzun süre hastanede yatmış ve tedavi görmüş.Tır
firması;hastahane giderlerini karşılamış;ayrıca kendisine 50 bin dolar tazminat
ödemişler.İşte;o parayla evlenecekti.
Ancak;gözlediğim kadariyle,bu kaza nedeniyle ruhsal durumu biraz bozulmuştu.Bir
Amerikalı kız arkadaşı vardı.Onunla evde bazı geceler buluşurlardı.Ben ;onlar
geldiğinde,çıkıp çevrede geziniyordum...Anladığım kadarıyle;hafif uyuşturuculardan
da kullanıyorlardı.
Birgün;kaçak Türkle buluştuk ve bir barda bira içmeğe gittik.Biralarımızı
içerken;çevredekilerin daha çok yunanca konuştuklarının ayrımına vardım.Herhalde
Yunanlıların işlettiği ve Yunanlıların daha sık geldiği bir bardı..Biz de onunla türkçe
konuşuyorduk.
Bir süre sonra;konuşmamız barmenin dikkatini çekti..Bize,Türk olup olmadığımızı
sordu.Ben de;gençliğimde Yunanlı pansiyon sahiplerimdem öğrendiğim yarım
yamalak yunancam ile “Ne,ego ime turko”dedim.Yani;”evet ben Türküm”demiştim
ve bunu elenika aksanı ile söylemiştim.
Bara bomba düşmüş gibi oldu!...Sesler;çatal bıçak gürültüleri bıçakla kesilmiş gibi
kesildi.
Kaçak Türk duruma bakıp çok şaşırdı ve biraz da korktu.”Abi,ne dedin bu adama
sen!...”dedi.Ben de “Boşver,hesabı öde de gidelim.Bir daha da beni Rumların ve
Ermenilerin işlettikleri bu tür yerlere getirme”dedim.Hesabı ödedik ve donup kalmış
rum kökenli Amerikalıların arasından soğukkanlı yürüyerek bardan çıktık.
New York’a geldiğim ilk günlerde;Türkiye’den,New York’taki anne ve babasına
armağan yollamış bir komşumuzun armağanını vermek için,adreslerine
gitmiştim.Onlar da Özbek Türküydü.
Aman tanrım!..Adresteki evin önüne geldiğimde,apartmanın giriş kapısının ve
önünün polis kaynadığını gördüm.Apartmana girmek istedim.Polisler engel
122
oldular.Aradığım kişinin adını verince;içeri girmeme izin verdilerArmağanları
getirdiğim evin erkeği;o apartmanın “intendent”i imiş.Yani;bir tür kapıcı-apartman
yönetisiymiş.
Ben gelmeden yarım saat kadar önce;malikler adına,apartmandaki kiracılardan
kiraları toplamış.Zemin kata indiğinde;bir biçimde,apartmana girmeyi başarmış üç
genç zenci;adamın kafasına tabanca kabzası ile vurup adamı bayıltmışlar.Paraların
tümünü alıp kaçmışlar..Polis;ifadeleri alıyor,delilleri topluyordu.
Adamın ailesi ile tanıştım.Beni dairelerine aldılar.Bir süre bekledik.Adam da başı
sarılı olarak eve geldi...Armağanları verdim;selamları ilettim.Onlar da beni akşam
yemeğine davet edip alakoydu.Böylece;New York’un gerçekten de Amerikan
filimlerinde gördüğümüz gibi bir kent olduğunu,daha ilk günlerde anlamış oldum.
Diğer yandan;New York harika bir kent..Evrenin en güzel,en karmaşık,en yaşanacak
kenti..Doğal olarak da en pahalı evren kentlerinden biri..Hafta sonlarında;kentin
varoşlarını,görülecek yerlerini,Staten Island’ı gezdim.
Bu arada;Bireleşmiş Milletlerdeki Türk delegasyonunun başkanı olan Coşkun Kırca
ile de tanıştım.Onun da bazı işlemlerini denetlemiştim.Beni;birgün Bireleşmiş
Milletler genel kuruluna götürdü.Görüşmeleri izledik.Başka bir gece “Club Private”a
götürdü.Yalnız New York’un değil;evrenin en yüksek sosyetesinin uğrak yeri olan bir
klüptü.
Ben;”Bu klübü biliyorum”deyince çok şaşırdı.”Nasıl olur yahu;burası çok özel ve
pahalı bir klüptür”dedi.Ben de;bizleri buraya İMF nin getirdiğini söyledim.Gerçekten
de;İMF kursları sırasında bizleri New York’a da getirmişlerdi.Waldorf Astoria
otelinde kalmış ve bir gece bu klübe gelmiştik.onu anlattım.İkna oldu.
O gece;Bireleşmiş Milletler basın temsilciliğinde çalışan Türk bir karı koca(Korleler)
ile İzmir’den gelmiş bir sanayici;Dündar Soyer ve eşi ile ve Kırca’larla harika bir gece
geçirdik.Bayanlarla dans ettim.Basın temsilcisi olan bayan dans sırasında beni
uyardı.”Aman,dikkat edin..Bu kentte Aids çok yaygındır”dedi..Bu uyarı;o kentte
kaldığım sürece etkili oldu.
Bir Pazar günü;Hürriyet Heykeli adasına gidecektim.İskeleye doğru
yürüreken;kırmızı ışıkta yanımda son model,üstü açık bir otomobil durdu.Kadın
sürücü;özür dileyerek,bir yönü bilip bilmediğimi sordu.Oysa;kırmızı ışıkların on
metre ilerisinde,trafik levhalarında sorduğu yön belirtiliyordu.Kendisine levhayı
gösterdim.”Gözlüğümü evde unutmuşum,oraya dek bana refakat eder
misiniz?”dedi.Orta yaşlı,şık giyimli,çekici bir bayandı.Birden;filimlerde gördüğüm
123
“Aids evrenine hoş geldin”yazıları aklıma geldi..Belki de,Aids beni çağırıyordu.İlk
kez;bir bayanın davetini ret etmek zorunda kalıyordum.Özür diledim ve iskeleye
yürüdüm.
Buna karşılık;bir başka gün;konsolosluğa gitmek için metro istasyonuna
yürüyordum.Bir manavın önünde;orta yaşlı bir amerikalı kadın,merhaba dedi.Ben de
merhaba dedim.Kadın “Yabancısınız değil mi”dedi.Ben de “Evet”dedim.Bu kez
kadın”Benimle evime gelip yatmak ister misiniz”dedi.Afalladım doğrusu.Eliyüzü
düzgün;evli bir kadın görünümü vardı.Bu kez gözümü kararttım ve kadının evine
gittim..Sonra da işe indim.
Birgün;Manhattan’da yürürken;camekanlı bir araba ile nohutlu pilav satan birisini
gördüm.Arabanın camekanının bir yanında;New York belediyesinden alınmış;yaptığı
işle ilgili izin belgesi vardı.Çok şaşırdım.
“Merhaba hemşerim”dedim.Gerçekten de Türkmüş..Bir nohutlu pilavını yerken
konuştuk.Karadenizliymiş..Gemilerde tayfa olarak çalışırken,Kanada’ya gitmekte
olan bir gemiyi New York’ta terk etmiş..Uzun süre kaçak çalıştıktan sonra;bir
Amerikalı kızla evlenmiş ve vatandaş olmuş..Şimdi de bu işi yapıyormuş.
Günümüzde;Cola Turka reklamlarında işlenen bir konu var..Amerikalıları
Türkleştirmek..Bu karadenizli hemşerim;nohut pilav ile bu işe girişmişti..İşler mi?
...İyiydi,hem de çok iyii...
Teftiş bitti.NewYork’u bir daha göremeyeceğimi düşünmenin üzüntüsü ile uçağa
binip teftiş için Paris yollarına düştüm.Paris’e üçüncü gidişim olacaktı.
Nürnberg’de olduğu gibi;New York’ta da soğukluk rekorunu yaşamıştım.Eksi
yirmibeş derece olmuştu bir gece.Bu benim alınyazım gibiydi.Nereye gitsem;orada
soğukluk rekoru kırılıyordu.
Uzun bir Atlantik ötesi uçuşun sonunda;Paris’in General Charles De Gaulle uluslar
arası hava alanına indim.Bu kez deneylenmiştim..Taksilerin sağına soluna baktıktan
sonra;birine bindim ve Paris’e indim.New York’tan sonra Paris;İstanbul’dan sonra
Ankara gibi geliyordu insana.
Paris konsolosluğu;OECD türk delegasyonunun bulunduğu Boulevard Malherbes’te
bir adrese taşınmıştı.O sıralarda;Ermeni teröristlerin en önemli hedeflerinden
biriydi.Son olarak;benim gelmemden çok kısa bir süre önce Başkonsolos Kaya beyi
yaralamışlardı.Teftişi,bu koşullarda yürütecektim.Allahtan;konsolosluğun önünde
yirmi dört saat Fransız polisi nöbet tutuyordu.
124
Beni;bir Fransızın işlettiği,konsolosluğa yürüme mesafesindeki kısmen ucuz bir
otele yerleştirdiler.Ankara’dan gelen kuryeler de o otelde kalıyorlarmış.Nisbeten
güvenli bir yer diye düşünülüyordu.
Üçüncü gün;otel sahibi;beni otelinde ağırlayamayacağını;otelini terk etmemin
uygun olacağını söyledi.Adamın;bu tür davranmasını gerektirecek bir davranışım
olmamıştı.
Adamı biraz sıkıştırdım.Sonunda;baklayı ağzından çıkardı.Ermeni militanlar
gelmişler ve otelciyi tehdit etmişlerdi.”O adam burada kalırsa;sana da oteline de
zarar veririz”demişler.Adam;yalvaran gözlerle tartışma yaratmamamı söylüyordu.O
gece de orada kaldım.
Ertesi gün;Başkonsolosla görüştüm.Büyükelçi’ye bilgi aktardı..Beni;öğleden sonra:o
otelden alıp Cezayirlilerin işlettiği bir başka otele taşıdılar.Altımdaki odaya da bir
güvenlik görevlisi yerleştirdiler.Teftiş bitene dek orada kaldım ve Ermenılerden bir
ses çıkmadı.
Büyükelçilikte mali müşavirlik görevine;Yeminli Bankalar Murakıpları Kurulu Başkanı
Ural Şekerci atanmış.Bakanlıktan tanırdım kendisini.Onu ziyarete gittim.
Oturmuş konuşuyorduk,Bir telefon geldi.Ermeni aksanı ile konuşan birisi kendisine
“Hoş geldin”diyormuş.Teşekkür edip telefonu kapattı.
Oysa;o zamanlar,bu kişiler,yurt dışı görevlerde gizli kararname ile
görevlendiriliyorlardı.Paris’e yeni geldiği için,gelişinden kimsenin haberli olmaması
gerekiyordu.Bunu ona anlattm.”Ermeni komitacılar sana,cehenneme hoş geldin
dediler”dedim.Çok telaşlandı ve hemen beni bırakıp gidip durumu Büyükelçi’ye
anlattı.
Paris’te kaldığım sürece Ural beyle ahbaplık ettim.Ben ona Paris’i tanıtıyordum.O da
beni,iki kez,,Monparnasse’da keşfettiği güzel bir bistroya götürdü.Sahibesi
Türk;kocası Fransızdı.Onlarla da tanıştık.Bira içiyor;muhabbet ediyorduk.Bayan da
arada masamıza gelip muhabbete katılıyor;yurt özlemi gideriyordu.
Üçüncü gidişimizde kadın;servisten sonra masamıza oturdu ve bir daha bu bistroya
gelmememizi rica etti.Neler olduğunu anlamıştık.”Ermeniler mi?
”dedik.”Evet”dedi.Kadını ve kocasını tahdit etmişler.”Bir daha o iki Türke servis
yapmayacaksınız.Yoksa size ve buraya zarar veririz.”demişler.Önce;kocası
korkmuş.Sonra da o...Yapılacak bir şey yoktu.Oradan ayağımızı kestik.Başka ve
değişik bistrolara gitmeğe başladık.
125
OECD türk delegasyonunda çalışan Mülkiye’den sınıf arkadaşlarım varmış.onlarla da
haberleştim.Bir iki gece birlikte yemek yedik ve güzel Mülkiye günlerini andık.
Paris’i ezbere biliyordum.1968 baharındaki öğrenci olaylarında Paris’teydim ve
metro yoktu,otobüs yoktu,banzin olmadığından otomobiller yoktu.O
nedenle;hemen tüm Paris’i yürümek zorunda kalmıştım.Teftiş dışındaki boş
zamanlarımda;yine uzun yürüyüşler yaparak o güzel anılarla dolu yerleri bir kez
daha gördüm.Bir tiyatro oyununa gittim.ORTFnin,Fransız devlet televizyonunun
canlı yayınlanan bir eğlence proğramına gittim.Bol bol sinemalara gidip;son
dönemlerin filimlerini izledim.Bu arada Ghandi filmini orijinalinden izledim ve çok
etkilendim.Pasif mukavemetle birşeyler elde edileceğine dair iddia,kişiye kolayca
kabul edilecek bir görüş gibi gelmiyor.Ghandi’nin yaşamını izlerken;bu yolla koca bir
ülkenin,Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasına tanıklık ediyordunuz.
Ben oradaykan;Kaya beye Ermenilerce yapılmış saldırının davası
görülecekti.Elbette;Ermeniler,bu davayı da Ermeni soykırımı yapıldığına dair bir
propoganda aracı olarak kullanacaklardı.O nedenle;Türkiye’den Türkkaya Ataöv ve
Mümtaz Soysal hocalar geldi.Bir öğle yemeğinde bereber olduk.
Son olarak;Madrid Büyükelçiliği Başkonsolosluğu’nu teftiş ettim.Büyükelçi sınıf
arkadaşımdı.Gün Gür adlı Büyükelçi hem de İzmirliydi.O nedenle;iyi bir turne
proğramı oldu.Ancak;Türkiye’ye döndüğümde küçük oğlumun komando asteğmeni
olarak Mardin Midyat’a gittiğini öğrendim.Bu nedenle;bu turneyi sonradan lanetle
andım.Oğlumun psikolojisi bozulmuştu.Türkiye’de olsaydım;belki de onu bu tür
askerlikten kurtarırdım .Büyükelçi ve eşi sık sık beni rezidansta akşam yemekleri ile
ağırladılar.İki ya da üç kez de Madrid yakınındaki tarihi Toledo kentine
götürdüler.Burası,harika bir kentti.Sanki;ortaçağdaki yapısını aynen
korumuşlardı.Ayrıca;gümüş işleme işinde ustalaşmış kuyumcular vardı.Bol bol
gümüş işlemeli armağanlar almıştım.
Madrid’te dünyanın en güzel müzesi vardır.Ben;Paris müzelerini;Washington DC
müzelerini;İtalyan müzelerini;New York müzelerini gezdim.Madrid müzesi denli
hiçbirinden etkilenmedim.Yalnız;son yıllarda bir tura katılıp Antalya müzesini de
gezdim.O müzeden de çok etkilendim.
Madrid’teki Prado Müzesi;haftalarca gezilmekle bitirilebilecek güzelliklerle
doluydu.Hergün;özellikle Japonlar olmak üzere binlerce turist tarafından
geziliyordu.Bir ortaçağ ressamının bir nehir kıyısındaki pikniği anlatan
126
tablosunda,uzaylı yaratıklara benzer varlıklar görülüyordu.En çok o tablodan
etkilenmiştim.
Madrid;çok kolay öğrenilebilen bir kentti.Başlıca iki büyük bulvarı vardı.Tüm iş ve
eğlence yerleri;bu bulvarlardaydı.Apart otel tipi bir otelde
kaldım.Buzdolabım,küçük bir mutfağım,televizyonum,telefonum vardı.Turizm
açısından ölü mevsim olduğu için,çok ucuza kaldım.Beni bu otele;uzun süredir
Madrid’te yaşayan ve konsoloslukta mahalli katip olarak çalışan bir Türk
yerleştirmişti.
Aslında;Madrid’e gelişim kötü anılarla dolu bir yolculuk sonucu oldu.Kalp
damarlarımda tıkanıklık olduğundan;uçak yerine trenle gitmeğe karar
verdim.İsatanbul’dan trenle yola çıktım.Yaklaşık 48 saat sonra Madrid’te
olacaktım.Yalnızca Budapeşte’de Madrid trenine aktarma yapacaktım.Beni
uğurlamaya iki oğlum da gelmişlerdi.Birinci mevki vagonda bir tek ben yolculuk
yapacaktım.
Tren;normal olarak,İstanbul’dan rötarlı kalktı.Bulgaristanı,Romanyayı,Macaristanı
geçip Budapeşte’ye vardık.Gündüzleri;vagonun penceresinden gördüğüm
görüntüler çok güzeldi.Hele o Vardar Ovası ne kadar büyük ve verimli bir
ovaydı!..Romanya’dan geçerken,çingenelerin yerleşik olduğu köyler
gördüm.Hepsinin evleri,beyaz badana ile boyanmıştı ve tertemizdi.Bir de bizim tren
yoluna yakın köylerimizin kerpiç ve bakımsız evlerini düşündüm.Avrupalılar;önce bu
ülkeleri Avrupa Birliği’ne almakta haklı görünüyorlar.
Romanya’dan Macaristan’a girdiğimizde Macar kondüktör beni uyardı.Peşte’ye
kadar;kaldığım bölümün kapısını kilitli tutacaktım.Ne kadar ısrarlı davranırlarsa
davransınlar;kapıyı kimseye,hiçbir biçimde açmayacaktım.”Girmek isyeten olursa
sakın izin vermeyin.Çünkü,çok hırsızlık olayı oluyor”dedi.O zaman,trenle gitme
kararımın doğru bir karar olmadığını anladım.Çünkü,yalnızdım.
Gerçekten de;gece boyınca birileri önce kapıyı çaldı;sonra açmak için
zorladılar.Açmadım,onlar da açamadılar.Uykusuz ve gergin ve yorgun olarak
Budapeşte’ye ulaştık.
Budapeşte’ye gelmeden önce;evrak çantamı bavulumun içine koymayı
düşündüm.Sonra;bavulum çalınırsa tüm belgelerim ve paralarım gidecek diye
düşündüm.Bir elimde bavul;bir elimde evrak çantamla trenden indim.Hemen hamal
kılıklı birileri bavula saldırdı.İstemediğimi işaretle anlattım ve Madrid treninin
hareket saatini ve peronunu öğrenmek için danışmaya gittim.Bavulumu duvara
127
dayadım.Evrak çantamı da bavula dayadım ve danışmadaki kızla konuşmaya
başladım.
Düşündüğümün tam tersi oldu.Ben,danışmadaki kızla görüşüreken,birkaç saniye
içinde birileri evrak çantamı alıp gitmişti.Çantamın yerinde olmadığını görünce
panikledim.Madrid trenini falan unutup çantanın peşine düştüm.
Hemen istasyon karakoluna gittim.Olayı anlattım.Karakolun polis şefi “Danışmanın
önünde mi oldu”dedi.O zaman herşeyi anladım.Polisler de hırsızlık çarkının
içindeydiler.Çantamda resmi belgeler ve demirbaşlar vardı.O nedenle bir tutanak
düzenlenmesini istedim.
Bir çevirmen çağırdılar.Yarım saat sonra birisi geldi.Berbat bir fransızcası vardı.Onun
yardımı ile Macarca bir tutanak düzenlediler ve bir örneğini bana verdiler.
Jeton satın alıp Büyükelçiliği aradım.Amacım;olay nedeniyle yardımlarını istemek ve
yola bir uçakla devam etmeme yardımlarını istemekti.Trenle yolculuktan
yılmıştım.Büyükelçi yokmuş.Cumartesi günü olduğu için bana yardım da
edemezlermiş.Öylece kalakaldım tren istasyonunda..
Bu arada;beni Madrid’e götürecek tren de kaçmıştı ve benim biletim yanmıştı.Tam
bir serüven başlıyordu.Oradan Viyana’ya gitmeğe karar verdim.Viyana’da doğrudan
Madrid’e gidebileceğim bir tren bulacağımı umuyordum..Yeniden bilet aldım ve ilk
trenle Viyana’ya gittim.Orada Madrid’e tren yoktu.Ancak;Milano’da Madrid için tren
bulabilirmişim.
Bu arada tıkalı damarlarım bu denli strese dayanamadı ve kalbim sıkışmaya
başladı.Avusturyalı bir tren görevlisini çevirip yarı almanca durumumu anlattım ve
hastahaneye gitmek istediğimi söyledim.Adam;durumumun vehametini gördüğü
halde ilgilenmedi ve yürüdü gitti..Baktım,olacak gibi değildi.O istasyondan tramvaya
binip başka bir istasyona gittim ve Milano için bilet alıp treni beklemeye başladım.
Milano trenine gece yarısına doğru bindim.Ancak;tren Slovenyadan ve Trieste’den
geçerek önce Venediğe gitti.Her hudut geçişinde ek tren ücreti ödüyordum ve
uykusuzdum.Venedik’te Milano trenine bindim ve fakat bir başka İtalyan kentinde
daha aktarma yaparak Milano’ya ulaşabildim.Madrid treni biletini alıp cebime
koydum ve biraz rahatladım.
Garın girişinde jetonla konuşulan telefonlardan vardı.Ben de onlardan İzmir’i arayıp
başıma gelenleri anlattım ve kredi kartlarımın iptalini sağlamalarını
istedim..Allahtan;hırsızlar kredi kartlarımı kullanmamışlar.Ben telefon konuşmamı
tamamlamıştım ki yanımdaki telefonla konuşan genç birİitalyan;havaya zıplayıp
128
boyluboyunca yere düştü. Ve devinimsiz kaldı.Çevredeki İtalyanlar koşuştular ve
onların konuşmalarından genç adamın kalp krizi geçirdiğini anladım.Büyük olasılıkla
ölmüştü adam.Benim de iki kalp damarım tıkalıydı ve ilaçlarım da bitmek
üzereydi.Yedek ilaçlarım evrak çantasıyla gitmişti.Bir kez daha panikledim.
Trenin hareket saati geldi ve trene binip hareket ettikten sonra moralim biraz
düzeldi.Trendeki yolcuların kılık kıyafetleri bile değişmiş ve güzelleşmişti.Yanıma
oturup inmek için kalkan çeşitli yolcularla muhabbet edip Nice’i,Cannes’i ve tüm
güney Fransa kıyılarını trenden görerek İspanya sınırına geldim.
Ankara’dan yeşil pasarortlu olmama karşın vize alarak yola çıkmıştım.İspanyol
gümrükçüler;vizeye bakmadan giriş damgasını bastılar.Oysa;ben o vizeyi almak için
üç gün geç yola çıkmış;İstanbul-Ankara-İstanbul arasında mekik dokumuştum.
Madrid’te göreve başlayınca durumu Büyükelçi’ye anlattım.Budapeşte Büyükelçiliği
ve Dışişleri Bakanlığına durum fakslarla bildirildi.O,çantanın bulunacağından
umutluydu.Bense umutsuzdum..Giden gelseydi dedem gelirdi demişler...Boşuna
dememişler!...Çantanın içinde yüzbin İspanyol pesetası vardı.O da gitmişti.O
parayı;İspanya içindeki turlar la ülkeyi gezmek ve görmek için ayırmıştım.Benim
yerime;hırsızlar İspanya’da tatil yapmışlardır diye düşündüm...Dolayısiyle;Madrid
dışındaki ünlü İspanyol kentlerini göremedim.
Rotterdam’da rastlamış olduğum bir bayan idari ateşe vardı.Burada da karşıma
çıktı.Buraya gelmeden önce;Stockholm’de çalışmış.Birkaç kez yemeğe çıktık ve
geçmiş günleri andık.
Atına’da kürtlerin saldırısına uğramış ve o nedenle buraya yollanmış bir başka idari
ateşe vardı.Şenlikli bir karadenizliydi.Ailesi ve çocukları Türkiye’de tatildeymiş.Beni
sık sık evinde ağırladı ve Madrid’in yakın çevresini gezdirdi.İspanya’da lig maçları
hemen haftanın her gününe yayılarak oynanıyordu.O nedenle,televizyonda hemen
her gece maç vardı.Onları seyrederdik.Karadeniz müziği dinleyip kafa çekerdik.
Koruma polislerinin hemen tamamı;Türkiye’de doğudaki “özel tim”lerde çalışmışlar
ve psikolojileri bozulduğu için buraya yollanmış kişilerdi.Madrid’te çok etkili bir kürt
lobisi vardı.Her hafta Büyükelçilik önünde gösteri yapıyorlar ve koruma polislerine
iş çıkıyordu.Polisler,Mesai saatlerinde genellikle büyükelçilik yakınındaki barlara ve
İspanyol kızlarına takılıyorlardı.Kimse onlara ses çıkarmıyordu.
Büyükelçilik müsteşarı;eski Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün torunu olan bir
diplomattı.Eşi;Lizbon Büyükelçisiydi.Bir hafta sonu beni de Lizbon’a davet
129
etti.Çekindiğim için gidemedim.Çünkü,teftişte neler çıkacağı belli
olmuyordu..Birkaç kez öğle yemeğine çıkıp ünlü İspanyol yemeği “paella” yedik.
Uzun süredir İspanya’da yaşayan bir Türk vardı.Çok iyi ispanyolca biliyordu.Bu
nedenle;mahalli katip olarak çalışıyordu.Bir de İspanyol bir bayan mahalli katip
vardı.O da bir Türk erkeğiyle evliydi.Bu kişinin;harç alma işlemlerinde bilerek bazı
eksiklikler yapmış olduğunu gözledim.Uyarım üzerine;bekleme odasına bir ayna
konulup orada para alışverişi olup olmadığı izlenmeye başladı.
Ben oradayken;Türkiye’de “Susurluk Skandalı”patlak vermişti.Çoğu ülkücü olan
koruma polisleri,gelen haberleri okudukça bu işe çok şaşırıyorlar ve liderleri
konumundaki bu ülkücü kişileri lanetliyorlardı.
Madrid’te yaklaşık bin dolayında Türk yaşıyordu.Bunların yarısı;İspanyol
hapishanelerindeki eroin kaçakçısı Türklerdi.Bunların içinde ünlü bir sinema aktörü
de vardı.Hapisten çıktıktan sonra Türkiye’ye gelmiş ve yeniden itibar kazanmıştı.
Bir keresinde bir adam Konsolosla konuşuyordu.Konu;adamın babasına ait cenazeyi
Türkiye’ye götürmek istemesiydi.Babası;uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmış ve
İspanyol hapishanesinde ölmüştü.İspanyollar cenazesini vermiyorlardı.Çünkü;adam
sahte pasaportla yakalanmıştı ve pasarorttaki kayıtlar;adamın Türkiye’den getirdiği
nufus kayıtlarına uymuyordu.İspanyollar da burada ölen senin baban değil diyerek
cenazenin Türkiye’ye nakline izin vermiyorlardı.Tam,Aziz Nesin’in yaşar ne yaşar ne
yaşamaz olayıydı.
Adamın Türkiye’de büyük bir mirasının olduğunu söylüyordu Türkiye’den
gelenler.Ancak;İspanya’dan ölüm belgesi gelmedikçe mirası
paylaşamıyorlarmış.Adam;dövünüp duruyordu.
İspanya;her türden uyuşturucu kaçakçılarının cirit attığı bir
ülkeydi.Bunda;İspanyolca konuşan Kolombiyalıların uluslarası uyuşturucu
kaçakçılığında önemli rol oynamalarının etkisi vardı.Nitekim;birçok
Kolombiyalı,büyükelçilikten Türkiye’ye giriş vizesi almışlardı.Türkiye’ye giren
kokainin bu yolla girdiği anlaşılıyordu.Kolombiyalıların vize almışlarının sayısı dikkat
çekecek ölçüde fazlaydı.Bazı Kolombiyalılar;vize talebinde bulunmuş ve fakat
almamış görünüyorlardı.Bunlara,vize bedeli alınmadan vize verilmiş olması olasılığı
vardı.
Bu gözlemlerimi raporuma yazdım.Dışişlerinden;doğru söylemediğim ve bu tür
olayların olmadığı biçiminde bir yanıt geldi.Hakkımda soruşturma açılmasını
istiyorlardı.Allahtan bu durumda olan Kolombiyalılardan birkaçının başvuru
130
fotokopilerini saklamıştım.Onları;bir yazı ekinde Dışişleri Bakanlığı’na yollattım.Bir
arkadaşımın İspanya’da çalışan bir kızı vardı.Onun babasına dediğine göre;benim
teftişimden sonra;Büyükelçilikte Ankara’dan gelen diplomatlar soruşturma
yapmışlar.Bu;raporumun yerini bulduğunu gösteriyordu.Bu arada;sınıf arkadaşım
olan Büyükelçi’yi de Madrid’ten başka bir Avrupa başkentine nakletmişler.
Benim teftiş süresince çok sıkı bir biçimde çalıştığımı gören konsolosluk çalışanları
çok şaşırmıştı.Çünkü;benden bir yıl önce Büyükelçiliğin giderlerini yerinde
incelemek için iki Sayıştay Murakıbı Madrid’e gelmişler.İlk geldikleri gün
konsolosluğa uğramışlar ve sonra hiç uğramamışlar.Madrid ve çevresini gezip,yurda
dönmüşlerdi.Aslında;belgeleri Ankara’da da denetleyebilirlerdi.Turistik gezi için
görevli olarak gelmişler,gezmişler ve dönmüşlerdi.
Koruma polislerinden birisi;birgün birşey sordu.Devletin verdiği maaşın az olduğunu
belirtip,evlerinde ailecek en ucuz olan domuz etini yediklerini söyledi.Acaba:günaha
mı giriyordu?Adamcağızı rahatlatmak için;bu durumun zorunluluktan
kaynaklandığının düşünülebileceğini,zorunlu kalınınca ise,domuz etinin yenmesine
cevaz verildiğini söyledim.Zaten;doğuda katıldıkları gerilla savaşının kaşulları
nedeniyle ruhsal yapıları iyice bozulmuştu.Bir de bu nedenle stres yaşamasın
istedim.
O vesileyle aklıma;Almanya’daki derin hoca öyküsü gelmişti.Bir otobüs
yolculuğunda karadenizli bir işçi anlatmıştı.Almanya’da bulunduğu kentteki camiye
düzenli olarak gidermiş.Bir Cuma namazından sonra hoca efendi:başkasının malını
izni olmadan almanın hırsızlık olacağını,harama el uzatmak olacağını hutbede
belirtmiş.
Hafta sonu;çarşıda bir manavdan alışveriş yaparken;hoca efendi de alışveriş
yapıyormuş.Sebze ve meyvelerini almış ve Almana on mark vermiş.Alman da
dalgınlıkla hoca efendiye yirmi markın üstünü vermiş ve fazladan on mark
vermiş.Hoca efendi sesini çıkarmadan parayı cebine atmış.Yolda yürürken;”Hoca
efendi..Dün böyle böyle dedin.Bugün Almanın sana fazladan verdiği on markı geri
vermeyip cebine attın.Bu ne iştir”demiş.Hocaefendi önce bozulmuş ve
sonra”Gavurların parasını almak helaldir”demiş.Karadenizli hemşerim,bu öyküyü
Kaplancı bir hocaya anlatmış.O hoca da;”Bu tür öyküler anlatılmaz.Müslüman
müslümanın eksikliğini gizlemeğe çalışır.Hele ,hoca efendiler hakkında bu tür
şeyleri anlatmak günahla birdir”demiş.O gün bugündür camiye gitmiyormuş
Karadeniz uşağı…
131
Madrid’ten 31 Aralık günü uçakla ayrıldım.Hesaben,gece 24.00 de İzmir’de evimde
olacaktım.Önce;yola çıktığımızda Madrid’e kar yağmaya başladı.Güç bela
havaalanına ve uçağa yetiştik.Bu kez;uçağın kalkmasına İspanyollar izin vermedi.Üç
saat bekledik.Biz onların uçağına böyle davranmışız.Onlar da misilleme
yapıyorlarmış.Hosteslerin yalancısıyım!...Sonra havalandık ve Yeşilköy hava limanına
indik ve İzmir uçağına bindik.Uçak yine kalkmadı.Almanya’dan,Fransa’dan ve
Hollanda’dan gelen uçakları bekledik ve onlardaki İzmir yolcularını da aldık.İzmir’e
doğru yola çıktığımızda,havadayken saat 24.00 olmuştu.Uçak personeli;kendilerini
bağışlatmak için,uçakta bir mini yılbaşı partisi hazırladılar.İzmir’e kadar yedik,içtik.
Yanımda oturan bir aile,bu eğlenceye katılamadı.Çünkü;yirmisekiz yaşındaki
oğullarının cenaze töreni için İzmir’e geliyorlarmış.Ayvalık yakınında bir trafik
kazasına karışan oğulları ölmüş.Evrende ayni anda ne neşeli ve hüzünlü anlar
yaşanıyordu.Benim oğullarımı düşünüp ben de hüzünlendim.Uçaktan inince gecenin
bir vaktinde Ayvalık’a nasıl gideceklerini anlattım.Eve geldiğimde;bizimkiler yeni
yıldaki ilk uykularındaydı.
Böylece;serüvenli geçen bir konsolosluk teftişi daha tamamlanmış oldu.Bu benim
alın yazgımdı galiba.Meslekte başıma gelenler;çiğ tavuğun başına gelmemişti.Tüm
gariplikler ve değişik olaylar beni bulmuştu.
Koosolosluk teftişleri dışında;bir kez iş görüşmesi için Luxembourg’a
gittim.Ayrıca;eğitim faaliyetleri çerçevesinde bir kez yaklaşık beş aylığına
Washıngton DC’ye ve iki kez de Paris’e gittim.
Luxembourg’a bir Nato kadrosundaki göreve talip olduğum için gittim.Görüşme için
beni çağırdılar.Önce;Brüksel’e uçtum.Bir gece orada kaldım.Sonra;Fokker tipi küçük
bir uçakla Luxembourg’a geçtim.Uçakta;özel şaraplı güzel bir öğle yemeği
verdiler.Küçük uçakla uçmanın rahatlığı ve güzelliği içinde Luxembourg’a
indim.Bizim Muş ilimiz kadar bir arazide kurulmuş bir dukalık devletiydi.
Otelim önceden ayrılmıştı ve pahalı ve konforlu bir oteldi.Otele yerleştim.Otelde
bol Amerikalı turist vardı.Sonradan;bunların,ikinci evrensel savaşta oğullarını
yitirmiş ve onların mezarlarını ziyarete gelenler olduğunu öğrendim.Luxembourg’da
büyük bir Amerikan şehitliği vardı.
Nato’nun buradaki ünitesinde görevli bir Türk personel vardı.Onunla ilişki kurup
buluştum.Dediğine göre;açılan posta atama açısından sıra Türkiye’deydi.Benim
atanmam garanti gibiydi.Görüşme;bir formalite görüşmesi olacaktı.
132
Ertesi gün;buluşma yerine gittim.Bir Fransız Maliye müfettişi;bir Kanadalı,bir
Yunanlı ve bir İngiliz aday vardı.Fransız;Paris’ten Mercedes aracına atlayıp
gelmişti.Kanadalı da o ülkenin fransızca konuşulan kesimindendi.İngilizce ve
fransızcayı ana dili olarak biliyordu.Adayları görünce;şansımın çok az olduğunu
anladım.
Nitekim;öyle de oldu.Kanada’dan gelen adayı beğendiler.Hafta sonunda hemen tüm
Luxembourg’u gezdik.Pazartesi günü oradan ayrıldım.Ayrılmam yine sorunlu
oldu.Bir Luxembourg uçağı ile uçacaktık.Ancak;bir türlü uçağa
çağırmıyorlardı.Çoğunluğu Amerikalı ve yaşlı kişiler olan yolcular çok güç durumda
kalmışlardı.Ya Amsterdam uçağına binecektim ve aktarmalı olarak ülkeme
dönecektim ya da paramı geri alıp başımın çaresine bakacaktım.Çaresiz;Amsterdam
üzerinden Türkiye’ye dönmüştüm.
Önerilen kadronun görev yeri Luxembourg’taydı.Sonradan;iyi ki mülakatta beni
beğenmediler diye düşündüm.Köy gibi yerde,sıkıntıdan patlayacaktım.Daha
önce;Kıbrıs’ta da öyle olmuştu.Kıbrıs,üç ayda bitmişti.Sonraki aylar çekilmezdi.
KURS GÜNLERİ
Washınton DC’ye İMF kursu için gittim.Dört ayı aşkın bir süre ile bu kentte kaldım.İyi
Fransızca ve biraz İngilizce biliyor olmamın üstünlüğü ile kursa başvurmuş ve kabul
edilmiştim.Sonrada:devlet lisan sınavına da girmiş ve Fransızcadan yüz üzerinden
doksan dört;İngilizceden yetmiş iki alarak lisan ek ödemesi kazanmıştım.
Bu kez;Türkiye’den Paris’e gittim ve orada Pan-Am uçağına transfer oldum ve
Kennedy Airport’a dek uçtum.Kennedy hava alanından bir iç hatlar uçağı ile
Washington DC’ye gittim.
İç hatlar uçağı tam bir rezillikti.Hostesler erkekti.Zenciler koltukları jiletle
doğramışlar ve koltuklar onarılmamıştı.Uçağın içinde pislik dizboyuydu.Bu duruma
çok şaşırdım.
İMF’nin kentin merkezi yerindeki konuk evinde kaldım.Yurt dışından gelenleri ya da
yurt içinde yolculuk yapan personelini burada ağırlıyorlardı.İMF binalarına yürüyüş
mesafesindeydi.Apart oteli düzeni vardı.Her türden sosyal faaliyetin yapıldığı
yerleri de vardı.Hatta;çatısında,bir yüzme havuzu bile vardı.Sabahları;orada
yüzüyor;sonra güne başlıyordum.
133
Evrenin çeşitli ülkelerinden gelmiş yirmi dört kursiyerdik.Bir süre sonra kaynaştık ve
güzel günler geçirdik.İMF de çalışan eski maliye müfettişi Zühtü Yücelik ve başka
Türk vatandaşları da vardı.Onlarla da görüştük
İMF’nin kendi personeli ve aileleri için kurmuş olduğu bir “Recreatıon
area”sı,eğlence yeri vardı.Golf,yüzme,tenis,basket alanları vardı.Yürüyüş parkurları
olan harika bir yerdi.Avni Hedili adlı bir maliye müfettişi de oradaki George Town
üniversitesinde master çalışması yapıyordu.O beni üniversitenin spor tesislerinde
ağırlıyordu.Ben de onu bir kez bu tesislere konuk olarak gatirmiştim.Çok güzel
günler geçirmiştik.
Haftada iki ya da üç kez;Avni Hedili ile üniversitede buluşur;tenis ya da scuach
oynardık.Bir Amerikalı bayan arkadaşı vardı.Hep birlikte yakınlardaki piknik
alanlarına giderdik.
İMF’deki sosyal etkinlikler çerçevesinde bizleri Baltimore’a;New york’a ve bir deniz
üssünün bulunduğu bir kente götürüp gezdirdiler.Kıtaya ilk ayak basanların
kurduğu bir tıpkısının aynisi kasabaya da götürdüler.
New York’ta üç gün kaldık.Bizleri ünlü Waldorf Astoria otelinde konuk
ettiler.Araplar satın almış;onlar işletiyordu oteli.Çok özel,evrenin yüksek
sosyetesinin üye olduğu bir “özel klüb”e götürdüler.Alain Delon ve birçok ünlü
Amerikan artistini orada gördük ve bu ortamda eğlendik.Anı olsun diye;Tülay’a
otelin başlığının bulunduğu bir de mektup yolladım.
İlk geldiğim günün gecesi;konuk evinin yakınındaki bir pizzacıya
gittim.Küçük,orta,büyük boy pizzalar yapıyorlardı.Orta boy bir pizza söyledim ve bir
bayanın bir kesik pizza yemekte olduğu bir masaya oturdum.Biraz sonra pizzam
geldi.Aman tanrım,ne denli büyüktü.!...Orta boyu buydu!..Rahat iki kişi
doyardı.Yarısını alıp almayacağını kıza sordum.Amerikalılar bu türden ikrama alışkın
değiller.Kız çok şaşırdı.Israr ettim!...Yarısını o aldı ve birlikte pizzayı yedik.Devlet
televizyonu olan NBC de çalışıyormuş.Herhalde o da memurdu ve memur maaşı
alıyor ve bütün pizza yiyemiyordu diye düşündüm.Pizzaları yerken,koyu bir
muhabbete giriştik.
T.C.Merkez Bankası’ndan da başka bir kursa kursiyer olarak bir Türk
gelmişti.Benden gençti.Ayrılana dek onunla da ahbaplık ettik.
Bir gece;bu delikanlı ile konuk evinin yakınındaki kaliteli bir “Go go girls”barına
gittik.Bira içip kızları izliyor,muhabbet ediyorduk.
134
Arkamızdaki masada tek başına oturan altmış yaşlarında bir
Amerikalı;konuşmalarımıza kulak kabartıyordu.Daha sonra ;Türk olup olmadığımızı
sordu.Türk olduğumuzu söyledik.Adam bizi masasına davet etti.Önce tereddüt
ettik,Israr edince kabul ettik ve masasına oturduk.
Adam;Kore harbinde yüzbaşı olarak bizimkilerle birlikte kuzaylilere ve Çinlilere karşı
savaşmış.Türkleri oradan tanıyormuş ve türkçeye de oradan yabancı
değilmiş.Masaya bir şişe viski getirtti.Onu içmeye ve adamla muhabbet etmeğe
başladık.Adam garsona”Bak,bunlar Türk!..Evrenin en cesur
kişileri”dedi”Bunlar;Ruslarla komşu olarak yaşarlar ve onlardan
korkmazlar”dedi.Garson bunu duyunca çok şaşırdı.Bize,neredeyse hayranlıkla
bakakaldı.
Gerçekten de ;seksenli yılların başında;Amerikan toplumunda büyük bir Rus korkusu
vardı.Bunu;başka Amerikalılarda da gözledim.Hiç birisi;Türkiye’nin evrenin
neresinde olduğunu bilmiyordu.Haritada ya da evren yuvarlağında
gösterince;yanımızda Rusyayı görünce,dehşete düşüyorlar ve bana acıyarak
bakıyorlardı.
Bir gece;Zühtü üstada akşam yemeğine çağrılıydım.Turan Kıvanç üstad ve daha yaşlı
Dünya Bankası’nda çalışan bir başka üstad ve aileleri de olacaktı.Giderken;pasta
götüreyim diye düşündüm.Ancak;koca Washıngton DC’de Türkiye’de konuklukta
götürdüğümüz pastalardan bulamadım.İnat etmiştim.Kent kazan ben kepçe
saatlerce aradım ve sonunda;bir İtalyan pastanesinde bunlardan buldum ve bir
tanesini yirmibeş dolara alıp götürdüm.
Çok hora geçti.!..Meğer;hanımlar da bu pastadan ararlar,bulamazlarmış.!.Paket
kağıdından adresini ve telefonunu aldılar ve mutlu oldular.
New York’a gittiğimizde;İMF yetkilileri bir öğleden sonrayı serbest saat
yaptılar.Herkes;yakınlık kurdukları ile bir proğram uyguladı.Ben de bir Belçikalı
vardı.Onunla gezdim.
Afrika kökenli ,zenci kursiyerler bizimle gelmek istemediler.Harlem’e gidip orayı
yakından göremek istediklerini belirttiler.Harlem’e beyazların girmesi tehlikeli ve
yasaktı.Bizler;”gitmeyin sizi de almazlar”dedik,dinletemedik.
Akşam;otelde buluştuğumuzda sorduk;girememişler.Mahallenin girişindeki ilk
sokağın başında Harlemli zenciler bunların yollarını kesmişler.Bizimkiler;””Bizler de
sizler gibi zenciyiz.Buradaki yaşam koşullarını görmek istiyoruz”demişler.Amerikalı
zenciler “First İ am an american;second İ am a negro” demişler.”Ben önce
135
Amerikalıyım;sonra zenciyim”deyip bunları Harleme sokmamışlar.Bu Amerikalıların
kararlılıklarının bir örneği olarak görünmüştü bana.
.Benzer bir olayı bir başka gün Washington DC de yaşamıştım.Ben sigara içmeyi
bırakmıştım.Brezilyalı ile yürüyorduk.Canı sigara içmek istedi.Benden ateş
istedi.Kibriti yokmuş.Ben ateşin bulunmadığını söyledim.Yoldan geçen bir
Amerikalıyı çevirdi ve ateş istedi.Amerikalı”Ateşim yok..Bu arada;neden sigarayı
bırakmayı düşünmüyorsun”demişti.O sıralar;ülkede sigara karşıtı kampanya
yürütülüyordu;her Amerikalı diğerini etkilemeğe ve sigarayı bıraktırmağa
çabalıyordu.
Bir de NewYork’taki ibadethanelerin çokluğu dikkatimizi çekmişti.Hemen her evin
zemin katı bir tarikatin kilisesine dönüştürülmüştü.İbadethaneler emlak vergisinden
muafmış.Az vergi ödemek için uyanık New York’lular bu yola
başvuruyormuş...Binlerce mezhep ortaya çıkmış böylece...
Washınton DC de iki de “Natıonal Day” yani,ulusal bayram yaşadım.ikisi de ilginç
gelişmişti.
İlkini;bu başkente indiğim ilk gün yaşadım.
Uçaktan inip Concordia’ya yerleştikten sonra;kenti tanıma turuna çıktım.Bunu;her
teftiş yerine indiğimizde de yaparız.Kaldığım yerin yakınında bir ulusal park
vardı.Orada dolaşırım diye düşündüm.Öğleden sonrayı böyle geçirmiş olacaktım.
Parkın girişinden içeri girip yürümeye başladım.Gördüklerim karşısında şaşkınlıktan
aptallaşmış gibiydim.Bıyıklı bıyıklı erkekler;biribirlerinin kalçalarını okşayıp dudak
dudağa öpüşüyorlardı.!..Biraz daha yürüyünce;ayni biçimde öpüşen ve sevişen
kızlara ve kadınlara rastladım.Kadın kadına sevişiyorlardı.
Bir ağacın altındaki sarmaş dolaş bir çift kadına yanaşıp;bu işi benimle
yapabileceklerini söyledim.Küfredip kovaladılar beni!...
Biraz daha yürüyünce;bir rahip gördüm.Bir minibüsün üzerine çıkmış;yüksek sesle
vaaz veriyordu.Bu sapkın kişileri;doğru yola ve tanrının cenenetine
çağırıyordu.Ellerinde bira şişeleri ve kutuları;yumuşak erkekler ve lezbiyen kadınlar
rahiple dalga geçip gülüşüyorlardı.!..İçimden;bu kadarına da pes doğrusu
dedim.Tamam;Amerikalıların sapkınlıkları ile ilgili çok şeyler okumuş ve filimler
izlemiştim.Ama;bu tam bir Sodom ve Gomorrah günleri gibiydi.
Yürüyüşümü bitirip Concordia’ya döndüm.Akşam haberlerinden bu “mutlu gün!..”ün
ulusal çapta kutlanan eşcinseller günü olduğunu öğrendim.New York’ta ve
California’da Brezilya karnavallarını anımsatan karnaval geçişleri vardı
136
televizyonlarda.Kendi kendime;”Aman tanrım,ben ne biçim bir ülkeye
geldim.”dedim..Neyse ki bu görüntüler birgün sürdü..Sonra;kişiler normal
yaşamlarına döndüler de bir rahat nefes aldım!..
İkinci ulusal gün;filmi de yapılmış 4 Temmuz günüydü.Amerika Bireleşik
Devletleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul ediliyordu bu gün.Kurs konuşmacıları;3
Temmuz’da; 4 Temmuz’un ulusal gün olduğunu;dolayısiyle tatil günü olduğunu;o
gün kurs yapılmayacağını anlattılar.
Afrikalı bir kursiyer;Amerikalı konuşmacıya “Defilé militaire” yani;askeri geçit töreni
yapılıp yapılmayacağını sordu.Amerikalı;böyle bir kavramla ilk kez karşılaşıyor
gibiydi.”Ne askeri geçit töreni?” diye sordu.Kursiyer;”Yani tanklar geçit
röreni;uçaklar gösteri uçuşu yapmayacaklar mı?”diye sordu.Tam bizim gibi bir
ülkeymiş bu Afrika ülkesi.Ben adamın isteğini anlamlı buluyordum.Ama;Amerikalı
çıldıracak gibi olmuştu.”Neden tanklar geçsin ki..Bir tankın kışlasından çıkıp şu kadar
yol yapması;şu kadar dolara patlar.Hele uçaklar neden uçsunlar ki gösteriş için...Ne
gerek var bu tür gereksiz giderlere!..”diye yanıt verdi.Geri kalmış ülkeler;şimdiki
deyimiyle gelişmekte olan ülkeler;bu Afrika ülkesi gibi yapıyorlardı..Bu nedenele de
geri kalmayı sürdürüyorlardı.!..
Kentin ortasından;Potomac River geçiyor ve kemte renk ve yaşam katıyordu.Kentin
önemli kuruluşları;nehre yakın konumlardaydı.Kennedy Center de bunlardan
biriydi.Bir kültür merkezi olarak kurulmuş olan bu kuruluşun tiyatro bölümünde bir
Broadway oyunu izleme olanağı buldum.Oldukça pahalıydı ama;değdi doğrusu!...Bu
kültür merkezinin açılışından önce;birçok ülke merkeze çeşitli bağışlarda
bulunmuşlardı.Türkiye de muhteşem bir halı armağan etmişti.Türkiye’den geldiği
belirtilerek kullanılıyordu.
Burada gerçek bir hurrıcane(kasırga) de yaşadım.Sanırım bir Pazar
günüydü.Televizyon seyrediyordum.Birden çok şiddetli bir fırtınanın kente
yaklaştığına dair alt yazılar geçmeğe başladı.Gerçekten de televiyonda da
söylendiği gibi;saat on buçuk dolaylarında fırtına başkentin üzerindeydi.Hiç bu
denli şiddetli esen fırtına görmemiştim.Penceremden;IMF misafirhanesinin
önündeki küçük bir meydana bakıyordum.Alanın ortasında gövde çevresi beş
metreden çok yıllanmış bir çınar ağacı vardı.Fırtına ağacı kökünden söktü ve ağaç
yakınında park etmiş araçların üzerine yıkıldı.
Akşam televizyonda çok ilginç bir haber vardı.Amerikalının birisi otomobiliyle
yüksek bir ağacın üzerindeydi ve kendisiyle röportaj yapılıyordu.Anlattığına göre
137
yolda aracını sürerken fırtına onu aracıyla birlikte kaldırıp ağacın tepesine
kondurmuştu.
Keza:büyükelçilikte maliye ateşesi olan Tevfik Altınok da benzer bir olay
anlatmıştı.Bir sabah uyanmış ve işe gitmek için hazırlanırken;televizyonda bir haber
geçmişler.Dün gece çok kar yağdı;ikinci bir emre kadar kimse evinden çıkmasın
deniliyormuş.Tevfik;amma da abartıyorlar diye düşünmüş ve giyinip hazırlandıktan
sorma evinin sokak kapısını açmış.Bembeyaz bir duvar görmüş karşısında.Kar evinin
çatı düzeyine çıkmış durumdaymış.Hemen kapıyı kapatıp dışarı çıkabilme uyarısını
beklemeğe başlamış.
Türkiye’ye dönerken İMF nin elemanları beni Japonya-Hindistan-İran üzerinden
aktarmalı olarak yollamak istediler.Bu ülkeleri;birer gün de olsa
görecektim.Ben;Londra üzerinden dönmeyi istedim ve döndüm..Şimdi;”Keşke o
proğramı uygulasaydım!..”diye hayıflanıyorum...
Paris’e birer aylık iki ayrı kurs için ;ayrı tarihlerde gittim.Biri;Katma Değer Vergisi
için;diğeri ise teftiş ve inceleme yöntemleri içindi.İkincisinde Papyon Haluk takma
adlı bir hesap uzmanı ile birlikteydik.
Saine Nehri kıyısında;Boulogne ormanlarına yakın;ucuz bir otel bulmuştuk.Paris
dışındaydı ama;metro ile her yere bir saatte ulaşılıyordu.Haluk’la ormanda
dolaşarak;gündüzleri Paris ‘i turlayarak güzel günler geçirdik.Nefis Wietnam
börekleri yedik.
Her iki kurstada;yaklaşık yirmibeş sayfalık bir fransızca metin hazırlayıp kurs
görüşmelerinde okumuş ve tartışmıştım.Amerika’da da İMF bizlere bir grup
çalışması yaptırmıştı.Orada da çalışma metnini ben hazırlamış ve diğer kursiyerlere
grup adına sunmuştum.
Kurs sırasında;Fransızlar bizlere birkaç kez kokteyl parti düzenlemişti.Ben bu
partilerde içki içiyordum.
Bir Moritanyalı kursiyer vardı.Dindar;müslüman olan bu kişi;zaman zaman kurstan
çıkar,gider namazını kılar ve geri gelirdi.Herkes kendisine saygı duyardı.Bana
kalırsa;biraz abartıyor ve gösteri yapıyordu.
Bir kokteylde yanıma gelip “Mösyö Demirkan;siz müslüman değil misiniz?”dedi.İçki
içmeme takılmıştı.İşaret parmağımı göğe kaldırıp “Eşhedü en lailahe ilallah ve
eşkedü enne Muhammeden resul ullah”dedim.Başını eğip “tamam;Demirkan..Özür
dilerim”dedi.Türkiye’de olduğu gibi “Öyleyse neden içki içiyorsun
138
bilader!...”demedi.O zaman;bu kişinin dengeli;gerçek bir müslüman olduğunu
anladım.
Oysa;Amerika’da da birisi bunu sormuş; sonra da “öyleyse neden içki içiyorsun?!..”
demişti.Bir Senegalliydi ve o da gösteri yapıyordu.Derslerden ayrılıp Mekke saatiyle
namaz kılıyordu.Ona;Türkiye’de islamın birçok tarikatinin,kültünün
olduğunu;bunlardan bazılarında içki içmenin günah olmadığını anlattım.O da;ancak
bu açıklamalardan sonra beni rahat bırakmıştı.
Paris ;evrenin çok değişmeyen kentlerindendir.La Nation’da büyük
apartmanlar;belediye yakınında Kültür Merkezi kurulmuştu.Monparnasse’da da
yüksek bir işyerleri yapısı yükseliyordu.Ama;Parisli ve Paris yaşamı ayniydi.
DÖNÜM NOKTALARI
Kişi yaşamında;köşe taşlarını oluşturan olaylar vardır.Doğru karar vermişseniz mutlu
olursunuz.Ancak;yaşam boyu,geriye dönüp baktığınızda “Acaba verdiğim karar
doğru muydu”diye sormadan edemezsiniz.Bu olaylarla ilgili olarak aldığınız kararları
yargıladığınızda çoktan iş işten geçmiş olur.
Benim yaşamımda da,üç tane bu tür köşe taşı olay vardır.
Birincisi;gecekonduda oturma projesiydi.Evliliğimin ilk yıllarında;çocuklar da arka
arkaya gelince;mali açıdan büyük sıkıntıya düşmüştüm.Arkadaşlarım;öğleleri nasıl
bir simit alıp çatal bıçakla kuru kuru yiyişimi anlatıp hala dalga geçerler
benimle...Emekli Sandığı’ndan borç alma;bankalardan kredi kullanma;yardımlaşma
sandığına ayrıca borçlanmalarla idare etmeğe çabalıyordum.
Bu anda;maaşımın üçte biri kiraya gidiyordu.Bu durumdan kurtulmam
gerekiyordu.Çözüm;o sıralar İstanbul’un her yerinde pıtırak gibi ortaya çıkan
gecekondu mahallelerinde bir gecekondu yapmaktı.Beş on sene de bu biçimde
sıkıntılı bir yaşam yaşayıp bedavadan tapu sahibi olmaktı.Çünkü;siyasiler durmadan
tapu dağıtıyorlardı.
Kira ile oturduğumuz evin sahibi;böyle bir serüven yaşamış birisiydi.Ankara’nın bir
ilçesinden Ankara’ya göçmüşler.Cebeci mezarlığı yanında;arsasını geniş tuttukları
bir gecekondu yapmışlar.Hazine arazisi üzerine yapılmış olan gecekonduya
“Menderes tapusu”vermişlerdi.Böylece;bedavadan ev ve arazi sahibi olmuşlar.
O sırada;bir yapsatçı müteahhid gelmiş.Öneride bulunmuş.Arsa üzerine yirmi
dükkan kırk elli daire yapacakmış.Bunların yarısı;bizim ev sahibinin
139
olacakmış.Adam”Para biriktiriyorum.İnşaatın tümünü ben yapacağım.Hepsine ben
sahip olacağım”diyordu.
Ben de;ayni çizgiden geçebileceğimi düşünüyordum.Tülay’la konuştuk
“olur”dedi.Ben de;sonradan 1 Mayıs Mahallesi diye anılacak olan E-5 karayoluna
yakın bir arsa ayarladım.Durumu;Tülay’a anlattım.”Sen ciddi misin!..Ben şaka
yapıyorsun sandımdı..Müfettiş adam gecekonduda oturur mu?”diyerek karşı
çıktı.Büyük bir olasılıkla annesi ile konuyu görüşmüş ve etkisinde kalıp karar
değiştirmişti.
Sonradan;oradaki gecekondulara “Özal tapusu” verdiler.Sonunda;gecekondu
yaşamına dayananlar apartman sahibi oldular.Biz de kirada oturmayı ve sefalet
içinde yaşamayı sürdürdük..
Sıkıntı içinde yaşamaktan kurtulmak için bulduğum ikinci çözüm;Avustralya’ya
göçmen olarak gitmek ve o ülke vatandaşı olmaktı.Birgün;bir gazetede bir ilan
gördüm.Avustralya Türk kökenli göçmen kabul edecekti.Çocuklu olmak;hele erkek
çocuklu olmak üstünlük sağlıyordu.Hem bizde iki erkek çocuk vardı!...
Tülay ile bu konuyu da konuştum.Ona da cazip geldi.Avustralya’ya gidecek;altı ay
ingilizce ve kıtaya uyum kursundan geçecektik.Sonra;üç yıl boyunca geniş ve o güne
dek işlenmemiş arazi vereceklerdi.Bu tarlaları işleyecektik.Tarlayı,takımları,alet ve
edevatı ve canlı hayvanları devlet verecekti.
Üç yıl sonra vatandaşlığa alınacak;istediğimiz yerde yerleşebilecek;istediğimiz işi
kuracaktık.Ben,muhasebecilik yapmayı planlıyordum.Çiftçiliğe gelince;o alanda da
çocukluktan gelen deneyimlerim vardı.O sıralar kendimi çok güçlü duyuyordum.Her
işi yapabilir;bu türden büyük bir değişimi başarabilirdim.
Avustralya Büyükelçiliği’ne başvurdum.Bu göçmenlik işlerini;Beyrut’taki
büyükelçilikleri yönetiyormuş..Beni oraya kanalize ettiler.Gerekli belgelerle buraya
başvurduktan altı ay sonra;beni görüşmek ve işi bitirmek üzere Beyrut’a
çağırdılar.Gittik,gidiyorduk bu yeni kıtaya...
Bu aşamaya gelince;eşim Tülay yine yan çizdi!..Uçakla Türkiye-Avustralya birbuçuk
gün sürüyormuş.Annesinden;ailesinden uzak kalamazmış!...Beyrut’a bir mektup
yazdım.Vazgeçtiğimizi;gelemeyeceğimizi bildirdim.Bu serüven de böylece
başlamadan bitmiş oldu.
Üçüncü dönüm noktası;Fransız hükümetinden sağlanan doktora olanağıydı.
140
Fransız hükümeti;1970 li yıllarda;Türk bursiyerlere doktora bursu olanağı
sağlıyordu.Bakanlığın izniyle;böyle bir bursa başvurdum.Strazburg Üniversitesi’nde
beş yıllık devlet doktorası yapacaktım.
Tüm formaliteler tamamlandı.Bu kez Tülay “Hayır”demeyecek gibiydi.N e de
olsa;Avrupa’ya gidecektik.Yakındı;teyzesi İsviçre’de yaşıyordu..Sorun yoktu.
Verilecek burs miktarı çok azdı.Evli olmayan;yeni üniversite bitirmiş öğrenciler için
düşünülmüş bir miktardı.Fransız Büyükelçiliği ile konuyu görüştüm..Tülay’a da evde
yapabileceği bir iş ayarladılar.Evde triko makinası ile örgü işleri yapacak;benim
bursum kadar para kazanacaktı.
Çok sıkı bir fransızca sınavından geçirildim ve başarılı oldum.Belgelerim Fransa’ya
gitti.Doktora konum ve profesörüm belli oldu.Fransa’ya gitmeğe hazırlanıyorduk.
Bu sırada;Başkanlıktan bir öneri geldi.Kıbrıs Federe Türk Devleti’nde Maliye
Bakanlığı yapısında bir Teftiş Kurulu kurulacaktı.Acaba;ben,başkan olarak böyle bir
kurul kurmak için Kıbrıs’a gidermiydim?..
Öneri çok cazipti.Türkiye’deki maaşımın üç katı kadar maaş alacaktım.Üstelik İngiliz
Poundu olarak!...Emekliliğimi de sürdürebilecektim.Maaşsız izinli olarak
gidecektim..
O sıralar;bankalardan krediler kullanarak;kayınpederin evini ayrıca ipotek ederek
İzmir’de bir apartman dairesi satın almıştık.O evin banka borçları ile boğuşuyordum.
Bu kez;ben karar verdim.Borçlarımı daha rahat ödeyebilecektim.Kıbrıs’ta da
olsa;yurt dışında bir iki yıl geçirecektim.Ailemin geleceği için bu daha belirli ve iyi bir
gelecekti.
Fransız büyükelçiliğine bir mektup yazıp durumu bildirdim ve özür diledim.
Kendime çok kızdım..Keşke;bu durum daha önceden belli olsaydı da doktora
işlemlerini tamamlamasaydım.Bir başkasının;bu doktora bursundan yararlanmasına
da engel olmuştum.Belki de;büyükelçiğin bir B Planı vardı.Benim yerime bir başka
adayı hazırlayıp yollamışlardır.
Böylece;gayrimenkul kralı olmaktan;Avustralya’nın en ünlü muhasebecisi olmaktan
uzak kalmıştım.Hele hele;Fransa’da doktora yapsaydım;Türkiye’ye dönmez;kesin
Fransa’da kalırdım.Türk kökenli bir bilim adamı olarak ünlenirdim.
Eşim ve çocuklarım,on yıl gecekondu koşullarında ve çevresinde yaşasalar;ne
olurlardı?Avustralya’nın tarıma açılmamış ıssız bozkırlarında üç yıl çiftçiliğe
dayanabilir miydim?Eşim ve çocuklarım dayanabilir miydi?Öğrenci argosuyle kafayı
yemeden Fransa’daki doktorayı tamamlayabilir miydim?Çünkü; Amerika’ya master
141
yapmak için gidip delirmiş olarak dönenleri tanımıştım.Bunlar da;madalyonun öteki
yüzü oluyordu. Bunların içinden en çok Fransa’ya gitmemiş olduğuma yanarım.
Ancak;bu dönüm noktalarının,sonraki yaşamımı olumsuz etkilemesine izin de
vermedim.
İZMİR’DE MİLLİ EMLAK SORUŞTURMALARI
Kuzey Kıbrıs’taki teftiş kurulu başkanlığı görevini tamamladıktan sonra İzmir’e
döndüm.Aslında;Kıbrıs görevinin enaz üç yıl süreceğini
düşünüyordum.Ancak;yetiştirdiğim Maliye Müfettişleri;Türkiye’dekileri aratmayan
bir çalışma anlayışı ile yaptıkları işlerle;Kıbrıs Türk Yönetiminin üst düzey
yetkililerinin canlarını sıkmağa başlamışlardı.Bazı yolsuzluklar;bunların
akrabalarına;eşlerine dek uzanıyordu.Bu nedenle;beni zamanın Kıbrıs işlerinden
sorumlu bakanı Turhan Feyzioğlu’na şıkayet etmişler.O da devletin yüksek yararları
gereği gibi gösterip benim çalışma sözleşmemin uzatılmamasını
sağlamıştı.Politikacıların;nelere göre kararlar oluşturduklarını bir kez daha yakından
gözlemiştim.
Beni;o sıralar İzmir Milli Emlak Müdürlüğü’nü teftiş eden Ercan Meftunoğlu’nun
yanında görevlendirdiler.Teftişi birlikte yürütmeğe başladık.Ercan
Meftunoğlu;teftiş sırasında;Hazine avukatlarının bazı milli emlak davalarında
görevlerini savsakladıklarını belirlemiş.Beni;hem teftiş hem de bu soruşturma ön
incelemesi için onun yanına vermişlerdi.Birlikte çalışmayı sürdürdük.
Ercan beş yüze yakın dosyayı tahkik konusu yapmak üzere ayırmıştı.Bunlarla ilgili
olarak;soruşturma yetkisi isteyeceğini belirtmişti.Ben;dosyaları tek tek
incelemeden,soruşturma istem yazısını imzalamayacağımı belirttim.Anlayışla
karşıladı.
Dosyaları inceledim.Birkaç Hazine avukatının soruşturma konusu olacak
eylemlerinin bulunduğunu ben de gördüm.Ancak;soruşturma konusu yapılacak
dosya sayısı yirmi dolayına indi.
Bu dosyaları ayırdık ve ilgili Hazine avukatları hakkında soruşturma yetkisi
verilmesini bakanlıktan istedik.
Maliye Bakanı;kendisi de avukatlık yaparken politikacı olmuş Cihat Bilgehan
idi.Soruşturma onayını imzalamış ve beni ve Ercan beyi soruşturmacı atamıştı.Bir
yandan teftişi;bir yandan da soruşturmayı yürütmeye devam ettik
142
Sıra;Hazine avukatlarının savunmalarının alınmasına geldiğinde kıyametler
koptu.Önce;Hazine avukatları,Avukatlık Kanunu’na tabi olduklarını;haklarında bizim
soruşturma yapamayacağımızı ileri sürdüler.Biz;soruşturmayı yapabileceğimizi
belirttik ve Bakanlığı ikna ettik.
Bu kez;savunma çağrılarına uyup geldiler ama;savunma yapmamaya başladılar.Biz
de Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki prosedüre göre işlemleri sürdürdük.
Bir Hazine avukatı;kalp hastası olduğunu ileri sürerek soruşturmaya gelmek
istemedi.Daire doktoruna kendisini muayene ettirdik ve doktor gözetiminde
savunmasını aldık.Doktor;sonradan,bizim işimizin ne denli zor olduğunu o gün
anladığını belirtmişti.
Hazine avukatları;Bakandan yarar bulamayacaklarını anlayınca devreye Barolar
Birliği Başkanı’nı soktular.Adam;basına demeçler verip soruşturmayı durdurmayı
denedi.O da başarılı olamadı.
Sonradan öğrendiğimize göre;bu kişi Maliye Bakanı’na gitmiş.Soruşturmayı
durdurmazsa;barolarda bundan sonra avukat olarak çalışamayacağı tehdidinde
bulunmuş.Bunun üzerine Bakan korkmuş ve Ercan beyle beni;yeni bir bakanlık oluru
ile soruşturmacılık görevinden almıştı.
Maliye Teftiş Kurulu ve Maliye Bakanlığı tarihinde ilk kez böyle bir olay
yaşanıyordu.Zamanın Teftiş Kurulu Başkanı’nın yumuşak ve korkak tavrı
nedeniyle;bu uygulama yapılabilmişti.
Bakan;yine de soruşturmayı bütünüyle durduramamıştı.O kadarına cesaret
edemedi.Çünkü;suç işlemiş olacaktı.Yerimize iki yeni Ankara grubundan Maliye
Müfettişi soruşturmacı olarak atanmıştı.Soruşturmayı bu kişiler sürdürdüler ve
tamamladılar.Sonucunu bilmiyorum.Yalnız;sanık tüm Hazine avukatları
görevlerinden alındılar ya da istifa ederek devlet görevinden ayrıldılar.Bir daha
Hazine avukatlığı yapamadılar.Sonradan;işin çapının büyüklüğünü anladık.Hazine
arazilerine tecavüz etmiş kooperatiflerin üyeleri arasında meğer Maliye Bakanlığı
üst düzey memurları da varmış.Seferihisar deniz kıyılarında yazlık sahibi olmuşlardı.
Bu tür bir uygulama ile soruşturmacı görevinden alınmak canımızı sıkmış ve bizleri
üzmüştü.Oturup;Maliye Bakanı’nı güç durumda bırakmak için ortaklaşa bir yazı
yazdık ve hakkımızda soruşturma açılmasını talep ettik.Öyle ya;soruşturmacı
görevinden alındığımıza göre;bir suçumuz olmalıydı...
143
Ne yazık ki hakkımızda soruşturma açılmadı..Çünkü;olaylar örtbas edilmek ve
basından uzak tutulmak isteniyordu.Böylece;bizler,şaibeli kişiler olarak ortada da
bırakılmış olduk.Bu bizleri daha da üzdü.
Teftiş sırasında;Güzelbahçe’de;mafyanın deniz kıyısında kaçak olarak kurmuş
olduğu bir tesisin yıkım işi de çıktı karşımıza.İhbar olmuş;inceleme yapılmış ve
mahkemeden yıkım kararı alınmış ve kesinleşmişti.Ne hikmetse;iki yıldır yıkım kararı
uygulanmıyor ve yasal olmayan tesis çalısmasını sürdürüyordu.İhbara göre tesis
kadın ticaretinde ve her türden pis işlerde de kullanılıyordu.Bu durumdan;çevrede
yerleşık ailelerde rahatsız olmuşlar;onlar da sayısız şıkayet dilekçesi vermişlerdi.
Bir yıkım ekibi oluşturduk.Jandarmadan da yardım alarak;yıkım için ekip mahalline
gönderildi.Ben tesisin o gün yıkılmış olacağını düşünüyordum.Ertesi gün göreve
gelince;yıkımın gerçekleşmediğini öğrendim.Nedenini sorduk.Ankara’dan gelen tel
emriyle yıkım durdurulmuştu.Oysa;ortada kesinleşmiş bir mahkeme ilamı
vardı.Bunun uygulanmasını;allah bile durduramazdı.Gerçi;sonraki yaşamımda
özellikle personelle ilgili mahkeme kesinleşmiş kararlarının uygulanmadığını çok
gördüm.
Türkiye’de çöküş bence mahkeme kararlarının uygulanmaması ile
başlamıştır.Sonraları;mahkemelerin çeşitli nedenlerle yetersiz kalması
sonucu;boşluğu mafyalar doldurmuş ve bugün yaşadığımız kaos ortamı doğmuş ve
günümüze dek gelmişti.
Telgrafı gördüm.”Bakan adına” diye bir müsteşar yardımcısı
imzalamıştı.Hemen;bunu bir yazı ekinde Ankara’ya yolladım.Konu hakkında bilgisi
varsa Bakan hakkında(Yılmaz Ergenekon olmalıydı) bilgisi yoksa;müsteşar
yardımcısı hakkında soruşturma açılmasını istedim.
Teftiş Kurulu Başkanı bu yazım üzerine çok şaşırmış.O güne dek hiçbir Maliye
Müfettişi bir bakan hakkında soruşturma istememişti.Telefonla;bir müfettiş bir
bakan hakkında soruşturma isteyebilir mi diye sordu..Ben de bunun olanaklı
olduğunu belırttim.Kimsenin eylemi yargı denetimi dışında kalamazdı
.Sonradan;bir müfettiş Gümrük Bakanı hakkında soruşturma istemiş ve başkanlık
buna karşı çıkmıştı.Konu;benim de dahil olduğum üç müfettişlilik bir “Hakem
kurulu”na gelmişti.Bizler;müfettişi haklı bulmuştuk.Buna karşın bakan hakkında
soruşturma başlatılmadı.Ancak;o bakan Eylül 1980 ihtilalinden sonra bu olay da
dahil eylemlerinden dolayı yargılandı ve hüküm giyip hapiste yattı.
144
Yazım üzerine;o hafta içinde,mafyanın işlettiği tesis yıktırıldı.Bu bize büyük bir
mesleki doyum vermişti.Demek;Türkiye’de yasalar,aksamalı da olsa hala
uygulanabiliyordu.
Sonradan;ayni mafya patronunun bu kez;Urla İskelesi’ne yakın bir yerde yeniden
kaçak bir tesis kurduğunu ve pis işlerini sürdürdüğünü öğrendim.Hatta;benimle
dalga geçmek için daireye telefon açmış ve beni de tesise çağırmıştı.Hemen;Milli
Emlak’e durum tesbiti yaptırtıp yeniden dava açılmasını sağladım.Yasalardaki
boşluklar ve cezaların doğru dürüst uygulanmaması;bu duruma yol
açıyordu.Adam;enaz beş yıl sürecek mahkeme boyunca çarkını döndürmeyi
sürdürecekti.
Eylül 1980 ihtilalinden sonra;benim yazım nedeniyle;o müsteşar yardımcısının
soruşturma geçirdiğini ve mahkeme edilip mahkum edildiğini öğrendim.
Sonraki yıllarda;bu türden olaylar yaşanmadı.Çünkü;idare,hemen tüm soruşturma
istemlerini gözardı ediyor ve olayları örtbas ediyordu.Günümüzde de bu eğilim
sürmektedir. Her parti;kendi yandaşlarının bu tür olaylarını soruşturmadan
kaçırmaktadır.
Milli Emlak teftişi sırasında bir başka ihbar daha gelmişti.Orta okuldan sınıf
arkadaşım olan bir servis şefi;İzmir’deki Yunanlılardan kalma taşınmaz malları;bu
kişilere geri verdirmek için ;açılmış davalarda karşı tarafın avukatlarına bilgi ve belge
sağlayarak yardım ediyormuş.Avukatın işyerinde arama yapıp gerekli belgeleri ele
geçirdik.Bu servis şefi hakkında da soruşturma yaptım.Sonunda;memuriyetten
ayrıldı ve yargılandı.Sınıf arkadaşım olduğu için;bu durumdan üzüntü duymuştum.
Bu vesileyle;önümden geçmiş diğer önemli Milli Emlak olaylarını anımsadım.
Biri;Resneli Niyazi Çiftliği davasıydı.Trakya’da ki çok verimli ve büyük arazi
parçaları;ünlü Trakyalı,Cumhuriyetçi çeteci Resneli Biyazi Bey’e verilmişti.Bunlardan
biri de o sıralar Halkalı Zıraat Okulu olarak anılan okulun ve çevresinin yer aldığı
Küçükçekmecedeki bir tapuyla ilgiliydi.Tapu sınırları usulsüz olarak genişletilmiş ve
Hazine arazilerine haksız olarak el konulmuştu.O sıralar;bu araziler çok değer
kazanmaya başlamıştı.
Olay dava konusu olmuş ve Hazine davayı yitirmişti.Dosyalara gömülüp yaptığım
incelemeler sonunda;Hazine lehine bazı delillerin mahkemelere ibraz edilmemiş
olduğunu ve tartışılmamış olduğunu saptadım.Yeni deliller nedeniyle;Adalet
Bakanlığı’ndan davanın yenilenmesi prosedürünün işletilmesini önerdim.Önerim
üzerine dava yenilendi.Nasıl sonuçlandığını izleyemedim.O araziler üzerinde
145
şimdilerde birçok uydu kentler oluştuğuna göre;dava yine yitirilmiş olabilir.Ya da bu
yerler;yeni kurulan belediyelere geçmiş ve onlar tarafından inşaat alanı olarak
değerlendirilmiştir.
Bir başka olay;Beyoğlu’ndaki bir binayla ilgiliydi.Bir Ruma ait görünen binanın
kayıtlara göre Hazineye ait olması gerekiyordu.
Tapu kayıtlarını incelerken;bazı Osmanlıca kayıtların değişik mürekkeple yapılmış
olduğunu saptadım.O kayırları;Polis Kriminoloji Enstitüsü’ne yolladım.İncelediler ve
bu değişik mürekkepli yazılarla mülkiyeti Ruma taşıyan tapu kayıtlarının sonradan
yapıldığını ve sahte kayıtlar olduğunu belirttiler.Raporum üzerine dava açıldı ve
dava kazanılıp bina Hazine mülkiyetine geri döndü.
Bir diğer incelediğim konu da Moda Deniz Kulübü ile ilgilidir.Kulüp;denizi izinsiz
doldurarak izinsiz inşaat yapmış.Aleyhine dava açılmış ve kazanılmıştı.Yıkılması
gerekiyordu.Ancak;Maliye Bakanlığı hiçbir zaman bu tesisleri yıkma gücünü
kendinde bulamamıştı.
Bunun üzerine;izinsiz doldurulmuş alanın kulübe 50 yıllığına kiralanması formülünü
önerdim.Hiç değilse;Hazinenin eline para geçecekti.Sonradan;bu formül
uygulandı.Ayrıca;bu ilk uygulama “yol”oldu.Sonradan;deniz kıyısındaki birçok kaçak
tesise bu yolla yasallık kazandırılmıştı.
Doğal olarak;bunları yıkamayan devlet,gecekonduları da yıkamamış ve
günümüzdeki devasa “gecekondu mülkiyeti sorunu” ortaya çıkmıştır.
İHTİLAL SORUŞTUMALARI
12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra;Maliye Teftiş Kurulu;bütünüyle soruşturmalara
sürüldü.Tüm müfettişler;ülkenin dört bir yanında ihtilal öncesi pislikleri
temizlemekle görevlendirilmişlerdi.
Zaten;kırk yılı aşkın meslek yaşamımda gözlediğim şudur:Maliye Teftiş Kurulu bir tür
“itfaiye örgütü”ydü.Her ihtilalden sonra;her temelli değişimlere yolaçan
seçimlerden sonra;birçok ihbarlar yapılırdı.Herkes”yangın vaar..”diye
bağırırdı.Maliye Müfettişleri de;bu yangınları söndürmekle görevlendirilirlerdi.
Bir Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi ile(Kemal Tahir Özkan adlı benden yaşça büyük
bir müfettişti)Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ile ilgili ihbarları incelemekle
görevlendirildik.Görevi;sıkıyönetim komutanı olan zamanın Ege Ordu
Komutanından aldık.
146
Yaklaşık altı ay kadar üniversitede çalıştık.İhbarların bazılarının doğru olduğunu
saptayıp bazı öğretim üyeleri ve personel hakkında soruşturma açılmasını istedik.
Mevzuatına göre;soruşturma açılması konusunda üniversite senatosu karar
verecekti..Komutan;doğrudan savcılığa suç duyurusunda bulunmamızı
istiyordu.Üzerimizde yoğun baskısı vardı.Bunun olanaklı olmadığını
anlattık.Önerimiz üzerine dosyamızı albay olan adli subayına inceletti.Albay da haklı
olduğumuzu belirtti de sıkıyönetimde hapis yatmaktan kurtulduk!...
Tıp Fakültesindeki birçok öğretim görevlisinin rahatını kaçırmış;yararlarına engel
olmuş;düzenlerini bozmuştuk.Onların açısından,kötü kişiler olmuştuk.O sıralar
hastalanıp onların hastanesine yatsam bana bakmayacaklarını
düşünüyordum.Sonradan;kalp damarlarımın tıkalı olduğu anlaşılınca;uzun süre bu
hastaneye değil;Devlet Hastanesine gidip geldim.
Daha sonra;kız kardeşimin kocası rahatsızlandı.Akciğer kanseri olma olasılığı
vardı.Ege Üniversitesi hastanesi göğüs polikliniğinin şefi profesör;”önce
muayenehaneme gel bir bakayım;sonra poliklinikte muayene
olursun”demiş.Yani;özel muayene yoluyle açıktan para istiyormuş.Eniştem durumu
anlattı.Parayı verecek durumu da yoktu.Benimle polikliniğe giderse;porfesörün
belki kendisini o yoldan geçmeden muayene edebileceğini düşünüyordu.
Üniversitede geçmiş yıllarda yaptığımız soruşturmadan sözedip yardımcı
olamayacağımı söyledim.Tersine;benim akrabam olduğu anlaşılırsa;güçlüklerle
karşılaşabileceğini anlattım.Dinlemedi,”ille birlikte gidelim “dedi.
Randevu alıp gittik.Profesörün sekreterinin yanına girdik.Durumu anlattık.Sekreter
bayan;”Siz geçen sene soruşturma yapan müfettiş değil misiniz?”dedi.Enişte
durumu anlamıştı.Hemen beklemeden oradan ayrıldık.Gitti;özel muayene
düzeninden geçti.
Üniversitede daha önce de Ercan Meftunoğlu ile bir soruşturma yapmıştık.
Üniversite muhasebe müdürlüğü;maaş ödemelerinin dayanağı olan Kadro ve Maaş
Defterini tam olarak tutmamıştı.Bunda;rektörlüğün de suçu vardı.Görevden
ayrılan,emekli olan,vefat eden personel Muhasebe Müdürlüğüne bildirilmemişti.O
zamanlar;üniversitede Tıp ve Zıraat olmak üzere iki fakülte vardı.
Rektörlük mutemedi bu boşluktan yararlanmış ve ayrılmış,emekli olmuş,ölmüş
personeli üçer dörder ay daha çalışıyor göstermiş ve bordroları onlar imzalıyormuş
gibi imzalayarak maaaşlarını haksız ve kanunsuz olarak almış ve kendine mal
edinmişti.
147
Rektörle anlaşıp son maaş dağıtımında bordrolar imzalanırken hazır bulunup kimlik
denetimi yapacaktık.Açıkta kalanlar;mutemed tarafından mal edinilen maaşlar
olarak ortaya çıkacaktı.Bir tür suçüstü yapacaktık.
Rektör;maaş dağıtımını gözlememize izin verdi ve durum personele de duyuruldu.
Profesörler,doçentler ilk kez maaş kuyruğuna girerek maaş almak zorunda
kaldılar.Maaş dağıtımı başladıktan iki saat kadar sonra;kuyruktakiler homurdanmaya
başladı.Adaşım olan doçent Uçar Asena bağırıp çağırmaya başladı.Biz işlemi
sürdürdük.
Biraz sonra;rektör orada bizi telefonla aradı ve uygulamayı kesmemizi
istedi.Bizler;uygulamayı sürdüreceğimizi belirttik ve bağırtı çağırtı içinde görevi
tamamladık.Üç kişi maaşını almaya gelmemişti.Amacımıza ulaşmıştık.Durumu
tutanakla saptadık ve mutemedi savcılığa ihbar ettik.
Ayni gün rektör;zamanın Başbakanı olan Süleyman Demirel’i aramış.Durumu bize
de bildirmişti.Akşam haberlerinde,radyoda ,o zamanlar daha televizyon
olmadığından haberler radyodan alınıyordu,Başbakan konuştu.Kamu personelinin
görevlerini yaparken daha yumuşak ve anlayışlı davranmalarını istedi.
Mesajın bize olduğu açıktı.O zaman,her olayın bir “perde arkası”nın olduğunu
öğrenmiş oldum.Medyadaki değişik her haberin bir bilinmeyen ve açıklanmayan yanı
oluyordu.
Nitekim;İzmir’deki bir başka soruşturma sırasında da ayni durumla karşılaşmıştım.
Bir maliye memurunun rüşvet aldığı,irtikap yaparak zorla rüşvet aldığı ileri
sürülüyordu.İhbar;incelenmek üzere bana yollanmıştı.İhbarda bir ad ve adres
vardı.İkisini de araştırdım.Doğruydular.Bir oto lastik satıcısıydı ihbarcı.
Telefonla;görüşmeye çağırdım.İhbarın ona ait olup olmadığını
belgeleyecektim.Ondan somra soruşturmayı yapacaktım.Gelemeyeceğini söyledi.
Ben de;kendisini gizlemek istiyor,o nedenle müfettişliğe gelmek istemiyor diye
düşündüm.İhbarın konusunu soruyordu.Bunu söyleyemezdim ve
söyleyemeyeceğimi bildirdim.İsterse;işyerine gelip tutanak düzenleyebileceğimi ve
böylece onu gizlemiş olacağımı söyledim.Kabul etti.
Ertesi günü;işyerine gittim.Bu kez;tutanak imzalamayacağını belirtti.İhbarda
bulunmadığını ileri sürüyordu.Ben de;bu hususu da tutanağa bağlamamız
gerektiğini anlattım.Buna rağmen tutanak imzalamadı ve bana tatlım,şekerim
diyerek alışmadığım,uygunsuz davranışlarda bulundu.
148
Daireye döndüm.İhbar;özel bir yasayı ilgilendiriyordu.Yasaya göre;savcı gibi
yetkilerimiz vardı.Emniyet Müdürlüğüne yazı yazıp;ertesi gün adamı daireye zorla
getirttim.Yine de tutanak imzalamadı.Durumu görevli polisle saptadım ve
adama”Bir daha Maliye Müfettişleri ile çekişmeye girme..Onlara tatlım,şekerim diye
hitap da etme”dedim ve adamı yolladım.
Ayni gün;öğleden sonra Teftiş Kurulu Başkanı aradı.”Neler oluyor orada Uçar
bey...Anayasayı ihlal ediyormuşsunuz!..”dedi.Durumu anlamıştım.
Meğer adam;Başbakan Süleyman Demirel’in partisinin İzmir yönetim kurulu
üyesiymiş.Hemen ve doğrudan Başbakan’a telefon etmiş.O da Teftiş Kurulu
Başkanını aramış.
Durumu başkana telefonda anlattım.Özel yasadaki zorla getirme yetkisini
kullandığımı anlattım.İhbarı hatırlattım.”İsterseniz,yazılı da cevap
vereyim”dedim.İkna olmuştu.Yazıya gerek olmadığını söyledi.Anladığım kadarıyle
durumu Başbakan’a anlatmış.O da ikna olmuş olmalı ki bir daha ses seda çıkmamıştı.
Böylece;politik çarkın gerektiğinde ne denli hızlı işlediğini gözlemiş oldum.Bir de
Başbakanların devlet sorunları yerine ne denli küçük olaylarla ilğilendiğini gözlemiş
oldum.Neyse ki;haklılığım teslim edilmişti.Yoksa,kim vurduya gidip başka görevlere
ya da yerlere nakledilebilirdim!..
Bir diğer ihtilal görevi Isparta ili ile ilgiliydi.Süleyman Demirel Üniversitesi’nde bazı
yolsuzluklar ihbar edilmişti.Ayrıca;dönemin başbakanı olan Süleyman Demirel’in
kayın biraderi iken belediye başkanı olmuş kişi ile ilgili bazı ihbarlar da vardı.
Yine,bir başka Milli Eğitim Bakanlığı mnüfettişi ile Isparta’ya gittik..Garnizon
komutanı,Orduevinde kalmamızı önerdi.İş açısından gözönünde olacaktık ve rahat
çalışamayacaktık.O nedenle;daveti nazikçe reddedip Isparta Çocuk Islah Evi’nde
kalmaya başladık.
Isparta’ya çok geniş ve çok ışıklandırılmış bir bulvarla,Süleyman Demirel Bulvarı ile
giriliyordu.Bir süre önce;Isparta’da bir Türk Hava Yolları uçağı
düşmüştü.Ispartalıların anlattığına göre;sarhoş olan uçak pilotu,Süleyman Demirel
Bulvarını Antalya havalimanının iniş pisti olarak algılamıştı.Alana inmek üzre
alçalmaya başlamıştı.Antalya havalimanı “Hayır...Daha Antalya’ya gelmedin...Biz seni
göreniyoruz...”diye telsizle bağırmış.Ancak;uçağın burnunu dikmek için artık çok
geçmiş...Pilot;Ispartayı fark etmiş ve inişe geçmiş olduğundan “pas geçme
işlemi”yapmak istemiş ve Isparta’nın bitimindeki bir tepeye çakılmış kalmış...O
zamanlar medya,olayı bu yönüyle anlatmamıştı.
149
Türk medyası çok ilginçti o zamanlar.Buna benzer çok olay,basında ve radyoda yer
almamıştı.Kimbilir;belki de bu anlatılanlar Ispartalıların düş gücünün bir eseridir.
Örneğin;Arap-İsrail arasındaki 1967 savaşında; o sıralar ençok Yahudi vatandaşın
yaşadığı Çanakkale’de “6-7 Eylül” İstanbul ve İzmir olayları benzeri olaylar
yaşanmış..Kimsenin o zamanlar bundan haberi olmamıştı...
Neyse;teftiş ve soruşturma konularını incelemeye başladık.İncelemeler sırasında
karşımıza yine Süleyman Demirel’in bir başka akrabası olan bir harita mühendisi
çıkmıştı.Adam;tüm üniversiteyi egemenliği altına almıştı.Öğrenci alımı;ihaleler ve
istihkak ödemeleri,personel yan ödemelerinde çeşitli kanunsuzluklar yapmış ve
yaptırmıştı.Hakkında “görevi kötüye kullanma”dan dava açılması için rapor
düzenlemiştik.
Üniversite rektörü de ;Mühendislik Fakültesi ihaleleri dolayısiyle bir müteahhid
frimadan hediyeler ve ailesi ile Kıbrıs ve İsviçre turistik seyahatleri kabul
etmişti.İhaleden sonra rektör;eşiyle firmanın finanse ettiği yurt dışı gezilerine
katılmıştı.
Bunun rüşvet olduğunu düşünmüştük.Ancak;müteahhid firmanın avukatı bize bir
Yargıtay Genel Kurul kararı örneği getirdi.Buna göre;”Bir işin tamamlanmasından
sonra,duyulan inşirah nedeniyle alınan para ve menfaataler”rüşvet
sayılmıyordu.Yani;müteahhid bu yurt dışı yolculukları ihale bedellerini aldıktan
sonra;duyduğu memnuniyet gereği vermişti..O nedenle rüşvet sayılmıyordu!...Bu
nedenle;rektör hakkında da rüşvetten değil “görevi kötüye kullanma”dan rapor
düzenlemiştik.
Başbakanın akrabası belediye başkanı hakkında soruşturmaların daha önce de
yapıldığını ve dava açılması için dosyaların Isparta Cumhuriyet Savcılığı’na geldiğini
öğrenmiştik.Savcılıktan bu konudaki iki ya da üç dosyayı istedik;vermediler.Bunun
üzertine;devreye garnizon komutanını soktuk ve dosyaları alabildik.
Direnişin nedeni anlaşılmıştı.Savcılık;gerekli işlemleri tamamlayarak davaları
açmamış ve suçların zaman aşımına uğramasını sağlamıştı.Bu nedenle;Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’na suç duyurusunda bulunduk.Savcının yargılanmasını
sağladık.
İşlemleri biran önce bitirmek için Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi ile Cumartesi ve
Pazar günleri de çalışıyorduk.Bir ay kadar süre geçince;Milli Eğitim Müfettişi
“Müfettiş bey,bizim odacının bıyıklarını görmemeğe başladım!..” dedi.Espiriyi
150
anlamıştım.Üstelik benim için de bir tehlike sözkonusu olabilirdi!...O hafta sonunda
o Ankara’ya ben de İzmir’e ailelerimizle olmaya gittik.
Isparta teftişleri sırasında Vali Coşkun Akmeriç ile de görüşme olanağımız oldu..Sınıf
arkadaşımdı.Bizi sık sık Burdur Gölü kıyısındaki sosyal tesiste ağırlamıştı.Güzel
günler geçirip bu serüveni de tamamladık.
Bir de ;bu dönemde İzmir Defterdarı ile ilgili bir ihbar incelemesi
yapmıştım.Sonuçta;Defterdar hakkında soruşturma yapma izni
istemiştim..Ancak;Bakanlıktan soruşturma izni oluru bir türlü gelmiyordu.
Teftiş Kurulu Başkanı ile konuyu konuştum.Kendisi soruşturmayı Cumhurbaşkanı
Kenan Evrenin önlediğini söyledi.”Ben Cumhurbaşkanı kaldığım sürece İzmir
Defterdarı hakkında hiçbir soruşturma yapılmayacak’demiş. .Maliye Bakanı da buna
uymuş ve soruşturma izni imzalanmamıştı.
Defterdar;Alaşehir’de Kenan Evren’in ailesinin kapı komşusu imiş.Çocukluklarında
ve gençliklerinde Evren bu aile ile çok samimi imiş.Harbokulundan izinli gelince
ailesini bulamazsa onlarda kalırmış.O nedenle;kendisinden küçük yaştaki İzmir
Defterdarına kol kanat geriyormuş...
Bu;Türkiye’de karşılaştığım ikinci hukuksuzluktu.Üstelik bunu;hukuku egemen
kurmak için gelmiş askerler yapıyordu.”adalet,mülkün
temelidir”deniliyordu.Ancak;adaletin gerçekleşmesine izin verilmiyor ve hukuk
guguğa dönüştürülüyordu.
Sonraki yıllarda da benzer birçok olaya rastladım ve hukuka güvenimi tümden
yitirdim...Tüm türk vatandaşları gibi.Hala da bu konularda bir iyileşme gözlenmiyor.
Bu konuda;doğrudan hukuku ihlal eden bir başka işlemle karşılaşmıştım.Onu da
anlatayım.
Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca;doğru bir kararla;yurt dışı kadrolarına lisan
bilenleri atayacağını belirterek bu konuda bir”olur” yayınladı.
Buna göre;Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde yabancı dil sınavına girilecekti.Başarılı
olanlar yurt dışı görevlere atanacaktı.Ben de sınav için başvurdum.
Sınavı;ben,bir Hesap Uzmanı ve bir daire başkanı,fransızca dilinden
kazandık.İş;atama işlemlerinin başlatılması aşamasına gelince;Bakan bizleri yurt dışı
görevlere atayamadı.Çünkü;müsteşar eski Maliye Müfettişi Biltekin Özdemir’in bir
olur hazırlayıp Bakana imzalatması gerekiyordu.Ancak;müsteşar bu olur taslağını
imzalamıyor ve Bakana direniyordu.Atama işlemleri de yapılamıyordu.
151
Baakan Pakdemirli;müsteşarını görevden almak için kararname hazırladı ve imza için
Cumhurbaşkanlığı köşküne yolladı.Zamanın Cumhurbaşkanı olan Turgut
Özal;kararnameyi imzalamadı.Çünkü;kendisi Devlet Planlama Teşkilatında
çalışırken;Müsteşar Biltekin Özdemir de o kuruluşun Genel Sekreterliğini yapmıştı
ve oradan tanışıyorlardı.Biltekin zaman zaman Köşke gidip akşam yemeği yiyor;bu
arada Cumhurbaşkanını gayriresmi olanlardan bilgilendiriyordu.
Sonunda;hukuken geçerli bir neden gösterilmeden atamalarımız yapılamadı ve işin
garibi Ekrem Pakdemirli bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.Müsteşar kalmış,bakan
gitmişti.
Bir iki yıl sonra hükümet değişti ve Sümer Oral Maliye Bakanı olmuştu.Ben de İzmir
Atatürk Lisesi’nden onun arkadaşıydım.Yatılı okuyan Sümer Oral;bazı hafta sonları
İzmir’de bizim evimizde kalırdı.Ben de Turgutlu’ya gidip onun ailesiyle tanışmıştım.
Bu yakınlığa dayanarak,kendisine bir mektup yazdım.Yapılan haksızlığı anlatıp
hakkımın teslim edilmesinin gerektiğini anlattım.Yanıt bile vermedi.Onun da
talihsizliği,Biltekin’in hala müsteşar olmasıydı.Bir de;Sümer;oy hesabı
yapardı.Beraberinde birkaç oy sağlamayacak benim gibi tiplerin işini yapmazdı.
Bir aralık,Biltekin’e gidip direncini kırmaya çalıştım.Benimle dalga geçti.”Git emekli
ol,keyfine bak”dedi..Kaderin cilvesine bakın ki;bir bakan ondan daha güçlü çıktı ve o
benden daha önce emekli oldu.Ben de ;bir kokteylde ona rastladığımda
“Emekliliğini candan kutlarım canım..Hadi şimdi git,sen keyfine
bak!.”dedim.Hayret;canını sıkmayı başarmıştım.
Bir memurluk deyimiyle bir kazık da Hasan Hüseyin Şener adlı eski bir Maliye
Müfettişi’nden yedim… Boşalmış bir Nato kadrosuna adaylığım sözkonusuydu.Tüm
formaliteleri tamamlamış;atanmamı bekliyordum.Bir de baktım;benden daha genç
bir Maliye Müfettişi o göreve yollandı.
Sonradan;Hasan Hüseyin Şener’in yardımcılığını yapan bir arkadaştan;bu kazığı o
zamanlar Personel Genel Müdürü olan Hasan Hüseyin Şener’den yediğimi
öğrendim.İsminde hem Hasan,hem Hüseyin bulunan birisi;bana bu haksızlığı
yapmış:atamamı onaya çıkarmamış ve yerime bir başkasını
yollatmıştı.!..Kendisi:hakkında Isparta’da soruşturma yaptığımız Belediye başkanının
yeğeniydi ve Süleyman Demirel’e de akraba oluyordu.Böylece;amcasına benim
kötülük yaptığımı düşünmüş olmalı ki;bunun öcünü almış oluyordu.Ancak;bu haksız
eyleminin ve belki de yaptığı diğer haksızlıkların bedelini;çocuğunun zamansız
kaybıyla ödemişti.Sonradan;İzmir’de ortaya çıkan Balina Operasyonu sanıkları
152
arasında bu kez onun yeğeni vardı..Bunlar böyle;her işte ortaya çıkan karışık bir
akrabalar grubuydu.
Son olarak;Teftiş Kurulu Başkanlığı için adaylığımı anlatmalıyım.Yine;Ekrem
Pakdemirli’nin bakanlığı sırasında,Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrosu boşaldı.Eski İzmir
Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’nın da ısrarları ile ben de aday
olmuştum..Ancak;müsteşar Biltekin öğesi,yine karşıma çıkmıştı.
Müsteşarlığı boyunca birçok uygunsuz işini bitirtmiş olması olası İstanbul Defterdarı
Kemal Civelek’i teftiş kurulu başkanı yaptılar.Üstelik;Burhan Özfatura da Turgut
Özal’ın sofralarına oturuyordu.Onun da devrede olması işe yaramamıştı.Böyle
diyorum;çünkü Biltekin’in Trabzon’daki bazı milli emlak yapılarını eski bir meclis
başkanlığı yapmış politikacıya usulsüz tahsis ettirdiğine tanık olmuştum.
Bütün bunların temelinde Biltekin,geçmişte genel müdür yardımcısı olduğunda
“Kutlarım Biltekin..Ne mutlu..Sana gıpta ediyorum”demem yatıyordu.Ordu’nun bir
ilcesinden gelen Biltekin, buradaki gıpta sözçüğünü,seni kıskanıyorum,kuyunu
kazacağım gibi yorumlamıştı.Ömür bayunca bana düşman olmuştu.Kabahat
bendeydi ve dilimin belasını çekiyordum!...
BANKERLER TASFİYE KURULU
1980 li yıllarda ;bankaların yanında bankerler de mevduat toplamağa
başlamıştı.Başbakan Turgut Özal da bu oluşumu desteklemişti.
Bu alanda mantar gibi ortaya çıkan kişi ve kuruluşlar;vatandaşlardan topladığı
paralarla bazı anonim şirket ve holdinglerin senet ve tahvillerini alıp
pazarlamışlardı.Biriken paraların büyük kesimiyle de taşınmaz mallar satın
almışlardı.Böylece;topladıkları paraları atıl,hareketsiz yatırımlara bağlamışlardı.
Bir süre sonra;önce topladıkları paraların vadettikleri faizlerini ve ana paralarını
ödeyemez duruma düştüler.En ümlüleri Banker Kastelliydi ve olay bu kişinin adıyla
anılır oldu.
Sonunda;bir Bakanlar Kurulu Kararı ile sistem donduruldu ve İstanbul,Ankara ve
İzmir’de birer bankerler tasfiye kurulu kuruldu.
İzmir’deki kurulun başkanlığına ben atandım.Bir hesap uzmanı bir de eski hazine
avukatı üyemiz vardı.Üç de banka personeli verdiler.Kurul olarak çalışmaya başladık.
Kurullardan istenen;bankerlerin mal varlıklarını saptamak;nakde çevirmek ve
bankerlere para yatırmış kişilerin önce ana paralarını;sonra faiz alacaklarını
ödemekti.
153
İzmir’de irili ufaklı yedi bankerlik kuruluşu faaliyet göstermişti.En
önemlileri;Anadolu Bankerlik ve Banker Onur firmalarıydı.Tasfiyeye İzmir Ticaret
Mahkemesi nezaret ediyordu.Bu mahkemeye bağlı çalışıyorduk.Her ay;aylık
raporları mahkemeye sunuyorduk.Mahkemelik işlerimizi de bu mahkemede
çözümlüyorduk.
Bankerlerden birinin müşterileri arasında;zamanın ihtilal subaylarından,halkın beşi
bir yerdeler dediği genarellerden birisi de vardı.Ancak;alacağı için kurula
başvurmamıştı.Nedenini;haricen öğrendik.
Yurt dışına kaçmış olan bankerin Türkiye’ye,Ankara’ya gelmesine göz yumulmuş,bu
kişi konsey üyesi kişinin ödemesini yaptıktan sonra yine yurt dışına çıkmasına izin
verilmişti.Bu arada biz,kurul olarak adamı yakalayamamış ve çeşitli konularda
bilgisine baş vuramamıştık.
Keza;bir başka bankerin müşterileri arasında;çok miktarda hava subayı,bir de hava
generali vardı.Nedenini öğrendim.
Birgün Atatürk Lisesi’nden arkadaşım olam Temel;hava binbaşısı rütbeli elbisesiyle
kurula geldi.Parasını bankere kaptırmıştı.İşin bundan daha kötü yanı;havacı
komutanlarını da ikna etmiş;onlar da sonuçta paralarını bankere
kaptırmışlardı.”Paraları geri almazsak;bu komutanlar beni çiğ çiğ yiyecekler’diyordu.
Komutanlar,başvurularını emir erleri aracığıyle yaptılar.
Bir de emekli general vardı.Tüm emekli ikramiyesini ve birikmişlerini bankere
kaptırmıştı.Bunun sonucu çok güç durumda kalmıştı.Karısı kendisinden ayrılmış;o da
bunalıma düşmüştü.Sık sık kurula gelir dertleşirdik.
Banker Onur’un Çeşme’de bir villası vardı.Ayni zamanda,İngilizle evli olduğundan
İngiliz vatandaşı da olan bu banker;Londra’ya kaçmıştı.Villayı da;mafyayla yaptığı
sigara ve içki kaçakçılığı için,istasyon ve depo olarak kullanmıştı.
Bu villayı;Maliye Bakanlığı’nın ünlü ve değerli konuklarını ağırlamada kullanmak için
lojman yapılmak üzere;Maliye Bakanlığı’na sattık.Burada;sonraları İzmir
Defterdarları ve Maliye Müsteşarları yazlık izinlerini geçirdiler.
Bir başka bankere ait beş katlı bir apartmanı da;Turizm Müdürlüğü’nce kullanılmak
üzere,bağlı olduğu bakanlığa sattık.Diğer banker mallarını da paraya çevirip;ana
para ödemelerini başlattık.İki yıl sonra;ben bu görevden ayrıldım.
Tasfiye kurulundaki emekli hazine avukatı;yaklaşık seksen yaşında ve sağlam kalmış
birisiydi.Onunla konuşmalarımızda;”Herşeyin başı sağlık”demiştim.O ise;buna karşı
çıkmış ve “Her şeyin başı para müfettiş bey “demişti.Sonra sürdürmüştü
154
konuşmasını”Benim yeterince param olmasaydı.tutulduğum hastalıkları yenemez ve
çoktan göçer,giderdim”demişti.Galiba haklıydı...
Sınıf arkadaşım hava subayı Temel’e;sonraları Albay rütbesi ile İzmir hava alanında
rastladım.Demek;komnutanlarının bankere kaptırılmış paralarını kurtarmış ve
kellesini de kurtarmıştı!...İzmir’den Ankara’ya gidiyorduk.Nato’da görevliymiş ve iki
Amerikalı hava subayına mihmandarlık yapıyormuş.
Uçağa bindik ve yola çıktık.Bir aralık;üç kişi uçağın kokpitine,pilotların yanına
gittiler.O sırada;Afyon’un üzerinden geçiyorduk.Türk Hava Yolları;normal
rotasından çıkarak alçaldı ve Afyon üzerinde bir tur attıO sırada;uçağın
penceresinden dışarı bakıyordum.Bir topçu uçağı gördüm..Arkası bize
dönüktü.Önce uçak bize yaklaştı,sonra hızla uzaklaştı.O uçakla çarpışabilirdik.O
zaman;Ankara’da Ulus’a düşen uçağın yolaçtığı uçak kazası faciasının benzeri
yaşanacaktı.O olayda da;yolundan çıkan Türk Hava Yolları uçağı,bir topçu uçağıyla
çarpışmış ve Ankara’nın Ulus Meydanı ve çevresina yayılan uçak parçalarından
yüzlerce kişi ölmüştü.
Ankara’ya indiğimizde;durumu Temel’e anlattım.Sapsarı kesildi..”Yapma yahu..İyi
tehlike atlatmışız haa!..”dedi.
Kurallardan sapmanın neye mal olabileceğini birkez daha gözlemiş
oldum.Gerçi;Türk insanı kural mural tanımıyor ve karayollarında at sinekleri gibi
gereksiz kazalar sonucu ölüyorlardı.
Zaten;bu ülke hiçbir faciadan ders almıyordu.Aradan yıllar geçti..Millet hala;banker
Kastelli işe başlasın paralarımızı ona veririz diyorlardı.Nitekim;son yıllarda yaşanan
batan bankalar facialarında da ayni durum yaşandı.Bundan sonra da
yaşanmayacağını kimse söyleyemez.
YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER GEÇİCİ KURULU
Bankerler Tasfiye Kurulu Başkanı olarak;aldığım maaştan daha fazlasını ikinci maaş
olarak almıştım.Ayni durumu;Serbest Muhasebeci Serbest Muhasebeci ve Mali
Müşavir Yeminli Mali Müşavirler Kanunu’na göre kurulmuş “Geçici Kurul” çalışmaları
sırasında da yaşadım.Yaklaşık iki yılı aşkın süreyle hem maaş hem de bu kuruldan
maaşım kadar ek ücret aldım.
Bu süre içinde;yeni kurulmakta olan mesleklerle ilgili tüzükleri,yönetmelikleri
hazırladık ve yayınladık ve illerdeki meslek odaları seçıimlerini tamamladık ve
mesleği kurduk.
155
Eski üstadlardan Celal Şardan ve ben Maliye Müfettişi kökenliler olarak kurula
katılmıştı.Dört hesap uzmanı kökenli üye,iki profesör üye ve bir gelirler kontrolörü
üyeden oluşan dokuz kişilik bir kurulduk.
Meslek mensuplarına “geçici çalışma ruhsatı”verdık.Mesleğin mevzuatını ve ücret
tarifelerini hazırladık.Her iki faaliyette de ben,gelirler kontrolörü ve bir hesap
uzmanı tüm faaliyetleri yürüttük ve kurul bizim çalışmalarımızı gözden geçirip
onayladı.Çok yorucu ve gerginlik yaratıcı çalışmalar yaptık.
Oda seçimleri dolayısiyle İzmir,İstanbul,Van,Trabzon ve Artvin’de
bulunduk.Özellikle Van’dan çok etkilenmiştim.Daha önce;müfettişlik yaşamımda
görmemiştim.Van Kalesini ve Akdamar Adasını gördük.
Vali bey bizi;Edremit ilcesine kadar götürdü.Terör eylemlerinin yaygın olması
nedeniyle kalamadık Van’a ayni gün döndük.Urartu adlı bir turistik otelde kaldık.Kış
olmasına karşın;neredeyse yüzde yüz oranında doluydu otel.Özellikle;Amerikada
yaşayan Ermeniler geliyorlarmış.
Van gölünden çıkarılan bir balık yedik ve hemen her gece otlu peyniri tattık.Kalp
damarlarım tıkalı olduğu halde dayanamamış ve o otlu peynirden yemiştim.
Geçici ruhsat verme işlemleri sırasında Burhan Özfatura;Maliye Müfettişliği kökenli
Ercan Meftunoğlu’na ruhsat verilmemesini önerdi.Ercan üstad;Defterdar iken onun
hakkında soruşturma yapmıştı.Danıştay dairesi ve genel kurulu;soruşturma istemini
onaylamıştı.Ancak;Manisa Ağır Ceza mahkemesinde;hakimi ikna ederek hüküm
giymekten kurtulmuştu.
Burhan da;Ercan üstadı ihbar etmişti.Ercan Üstad;aile dostu bir serbest muhasebeci
ile Ankara’ya giderken trafik kazası geçirmişti.Burhan Özfatura da İzmir
gazetelerinde bu konuyu yazdığı yazılarla istismar etmişti.Sonunda;12 Eylül
yönetimi zamanında 20 yılını doldurup emekli olanlar arasında Ercan üstad da yer
almıştı.
Burhan Özfatura bununla yetinmemiş;şimdi de yasal hakkı olan geçici ruhsatının
Ercan üstada verilmesine yasaya aykırı olarak karşı çıkıyordu.
Ben ve Celal üstad bunun doğru olmadığını savunduk.Başkan ve üyeler de bizlere
katıldı.
Burhan bu kez;geçici ruhsatının geciktirilmesini önerdi.Çoğunluk onlarda olduğu
için;bu kez oylamada bu görüş kabul edildi.Ben de bunun üzerine;Yılmaz adlı eski bir
hesap uzmanının ruhsatının geciktirilmesini önerdim.Onun da;bazı mesleki
eksiklikleri vardı.Vergi incelemelerinde rastlamıştım.Onlar da adamın ne olduğunu
156
biliyorlarmış ki;oylandı ve o kişinin ruhsatının geciktirilmesi de kabul
edildi.Böylece;dengeyi sağlamış olduk.Ancak;Ercan üstad bu gecikme olayının
sorumluluğunu bana yıktı.Kendisini ikna edemedim..Uzun yıllar benimle konuşmadı
ve selamı sabahı kesti.
Geçici kurulda Burhan Özfatura gibi eski politikacı üyeler;ya da buradaki
faaliyetlerinden sonra politikaya atılmayı düşünen üyeler vardı.Bu nedenle;çeşitli
etkenlerle serbest muhasebeci olmaması gerekenlere geçici ruhsatlar
verildi.Yeminli mali müşavirlikle ilgili geniş yorumlar yapıldı ve gereksiz birçok geçici
ruhsat verildi.Neyse ki;odalar ve odalar birliği kurulduktan sonra;bunların çoğu
gözden geçirilip iptal edidi ve adalet sağlandı.
Yasa;baştan ölü doğmuştu.Yeminli mali müşavirlik yasası sevkedilmiş ve fakat
serbest muhasebecilik ve mali müşavirlik de mecliste yasaya eklenmişti.Yeminli
mali müşavirlerin sayısının düşük tutulması ve sınırlanması mesleğin itibarı
açısından önemliydi.Buna uyulmamış ve meslek ölü doğmuştu.
En önemlisi;yasanın yasalaşmasında önemli rol üstlendi diye zamanın Maliye
Bakanı’na da yeminli mali müşavirlik geçici ruhsatı verilmişti.Yasayı zorlayarak
yapmışlardı bunu.Yapmışlardı diyorum;çünkü ben yine karşı çıkmıştım.Diğerlerinin
oylarıyla karar alınmıştı.Sonradan,odanın bu geçici ruhsatı iptal edebileceğini
düşünerek rahatlıyordum.Ancak;bu kişininki iptal edildi mi;öğrenemedim.
Sayıştay murakıpları da yeminli mali müşavir olmak istiyorlardı.Bu durum;mesleğin
ölü doğmasına yol açacaktı.Sonradan;yargı kararı ile bu hakkı aldılar.Diğer yasadan
sapmalarla birlikte;bu uygulamalar sonucu;yeminli mali müşavirlik mesleği
muhasebecilik mesleği gibi doğdu.
Nitekim;yıllar sonra ortaya çıkan “hayali ihracat” olaylarında;bu tür yeminli mali
müşavirlere rastlandı.Sahte raporlar düzenlemiş ve mafyanın haksız katma değer
vergisi iadeleri almalarına yol açmışlardı.
İzmir’de uzun süre yeminli mali müşavirler odası disiplin kurulu üyeliği ve başkanlığı
görevini üstlendim.
Soruşturmacı müfettiş diye bilindiğimden bu göreve getirilmiştim.
Bir süre sonra;disiplin cezaları vermeğe başladık.Kalabalık oldukları için;gelirler
kontrolörü kökenli yeminli mali müşavirlere sayı olarak daha çok disiplin cezası
uyguluyorduk.Sonunda;sanki bu gruptakilere haksızlık yapılıyormuş gibi bir tablo
ortaya çıkmıştı.Gelirler kontrolörleri derneği;haksız ve mantıksız bir genel kurul
kararı ile benim kınanmama karar vermiş.Bir tür aforoz işlemi uyguluyorlardı.Kararı
157
bana taahhütlü mektupla ilettiler.Oysa;disiplin kurulu beş kişilik bir kuruldu ve
benim bir oyum vardı.Gelirler kontrolörleri aleyhine baskı yaparak karar çıkartmam
olanaklı değildi.!..
Durumu oda başkanı ile görüştüm.Gelirler konrtolörleri derneğini protesto
etmelerini istedim.Oralı bile olmadılar.Herkes;bir sonraki seçimde yine nasıl
yönetim kuruluna seçileceğinin hesabını yapıyordu.Ben de;yeminli mali
müşavirlikten istifa ettim ve derneğe zehir zemberek bir yazı ile yanıt
verdim.Sonraları;yine bana gelip dostluğumu kazanmağa çalıştılar.
Kişinin savaşımlarında nasıl yalnız bırakıldığını;haksızlığa gereksiz olarak nasıl
uğradığını bir kez daha yaşamış oldum.Ama;sonradan;hayali ihracat la ilgili polis
soruşturmaları ve tutuklamalar başlayınca;eski yeminli mali
müşavir olarak kapımı çaldılar,benden hukuki yardım istediler.Ben;onların
davrandığı gibi yapmadım ve yardım istemlerini geri çevirmedim.Elimden
geldiğince;bildiğimce kendilerine yardımcı oldum.
Yeminli mali müşavirlik yapmadım ve yapmayacağım.Bir tek “Uçar Demirkan-Kurul
Üyesi”diye bir kapı levham var anı olarak.!..Neyse ki;bu anılarımı yazarken;bir
plaketle geçici kurul çalışmalarımıza teşekkür ettiler!.
Sırası gelmişken gelirler kontrolörleri ile ilgili birkaç anımı anlatmak isterim.
Yetmişli yıllarda;Bülent Ecevit hükümeti zamanında gazete kağıdına zam yapılmıştı
ve İstanbul’daki denetim elemanları olarak gazete kağıdı stok tesbiti ile
görevlendirildik.Saptanacak miktara göre fiyat farkını gazeteler Maliyeye
yatıracaklardı.Ben;iki gelirler kontrolörü ile ortak çalışıyordum.Gelirler
kontrolörlerinden birisini Milliyet Gzetesine yolladık.Ambarlara gitmiş;kimliğini
gösterip stok kontrolü yapacağını bildirmiş.Durumu genel yayın yönetmeni Abdi
İpekçi’ye bildirmişler.O da gelirler kontrolörünün kendisine yollanmasını
istemiş.Gelirler kontrolörü stok tesbiti çalışmasını tamamlayacak ya da durumu bize
bildirecek yerde:boş bulunmuş ve Abdi İpekçi’nin çalışma yerine gitmiş.
Abdi İpekçi;telefonla Maliye Bakanı’nı aratmış ve gelirler kontrolörünün yanında
konuşmuş.’Bana bak;sen kim oluyorsun da benim gazete stoklarımı tesbit ettirmeğe
çalışıyorsun.Yolladığın köpeğini telefona veriyorum.Söyle ona buradan defolup
gitsin’demiş.Gelirler kontrolörü duyduklarının şoku altında telefonu almış.Devrin
Maliye Bakanı ‘Stok tesbiti için gidecek başka gazete bulamadınız mı.Hemen orayı
terk edin.’demiş.O da en yüksek amirinden gelen bu emire uyup orayı ve stok tesbiti
işini bırakıp gelmişti.
158
Başka bir gelirler kontrolörüne haksızlık yapılmış ve sicilden dolayı meslekten
atılmıştı.Sanırım adı Abdi olmalıydı.Görevden ayrıldıktan sonra;Bakanlığa bir şikayet
dilekçesi yazmış ve hakkında haksız işlem yapıldığını bildirmiş ve soruşturma
istemişti.
Kendisini dinledim.Zamanın Gelirler Genel Müdürü’nün gareze dayalı olarak
kendisini meslekten attığını;bunun mesleki yaşamını çok kötü etkilediğini;hakkının
teslim edilmesini ve memuriyete döndürülmesini istiyor;bir maaş alıp meslekten
kendi isteğiyle ayrılacağını bildiriyordu.
Sicil dosyasını inceledim ve sicillen emekli etme işlemlerine ters düşen eylemlere
rastladım ve aldığım ifadelerle;gerçekten de kontrolörün gareze dayalı olarak
emekli edildiğini anladım ve memurluğa geri döndürülmesini önerdim.Genel müdür
hakkında da soruşturma yapılmasını istedim.
Kontrolör göreve geri döndürüldü ve bir maaşını alıp istifa etti ve serbest çalışmağa
başladı.Ancak;genel müdür hakkında hiçbir işlem yapılmadı.Burası Türkiyeydi!..
MASAK ÇALIŞMALARI
Meslek yaşamımın son üç yılını;bu tür çalışmalarla tamamladım.Mali Suçları
Araştırma Kurulu’ndan gelen çeşitli işleri ve incelemeleri yaptım.
Önce;Balina Operasyonu işiyle ilgili karapara aklama incelemeleri
yaptım.Organizasyonun başı;hayali ihracatta rol almış yeminli mali
müşavirler;gümrük komisyoncuları hakkında hayali ihracat yoluyla edindikleri
karaparalar nedeniye raporlar düzenledim.
Bu organizasyonda;hayali ihracat ile devletten haksız katma değer vergisi iadeleri
alınmıştı.Hiç ihracat yokken ya da ucuz bazı mallar ihraç edilmişken;Mal ihraç edilmiş
ya da pahalı mallar ihraç edilmiş gibi gümrük belgeleri;yeminli mali müşavir raporları
düzenlenmiş ve devletten haksız katma değer vergisi iadeleri alınmış ve
paylaşılmıştı.
Bunun için;yanlarında çalışan ayak takımına ya da işçilerine anonim ortaklıklar
kurdurmuşlardı.
Haksız katma değer vergileri devletten alınırken;bir yandan da uyuşturucu,insan
kaçakçılığı,kumar gelirleri gibi yasal olmayan yurt dışındaki gelirleri Türkiye’ye
transfer etmişlerdi.İhracat bedeli gibi gösterilerek bu tür karaparalar yurda
sokulmuş ve ayrıca aklanmıştı.Yaklaşık 34 trilyon liralık bir karapara aklanmış
görünüyordu.
159
Bu işlere bulaşanlar;mutlaka dört ayaklı bir “sacayağı”
oluşturuyordu.Mafya;polis,bürokrat ve politikacı!...Bir yandan da çeşitli yöntemlerle
medyayı denetim altında tutuyorlardı.
Örnegin;günümüzde Kurtlar Vadisi adıyla gösterilen bir mafya dizisi;gerçekçi bir
biçimde bu ilişkileri ortaya koyduğu için dizinin yayınını durdurmaya
çabalıyorlardı.Üstelik;dizide olayların uluslar arası bağlantıları da gözler önüne
seriliyordu.RTÜK adlı kuruluş da buna önayak oluyordu.
İkinci karapara aklama incelemeleri ise;kamuoyunda Matador Operasyonu diye
bilinen bir uyuşturucu oparasyonuyle ilgiliydi.Bu karapara incelemeleri sırasında da
ayni sacayagı görülüyordu.
Daha sonra;bu gurubun diğer üyeleri ile ilgili üç dört karapara incelemesi daha
yapmıştım.
Balina organizasyonu davasını önce Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin görev
alanından çıkardılar.Yasa değişikliği gerekiyordu ve politikacılar devreye girdiler ve
gerekli yasa değişikliği yapıldı.Zaten;bundan önce;hangi etkenlerledir
bilinmez;Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı istifa edip emekli olmuştu.Tabii;bu
olaydan önce;Balinayı ortaya çıkaran İçişleri Bakanı’nın istifaya zorlandığını ve istifa
ettirildiğini unutmamak gerekir!..
Sonra dava;ağır ceza mahkemesine geldi ve son tutuklular da salıverildi.Üç yıl
geçti;duruşma hala başlayamadı.
Bu arada;İzmir’de bu operasyonu yapmış polis şefleri ile İçişleri Bakanı’nın “Tapınak
Şövalyeleri” diye nitelendirdiği diğer polis şefleri ve bürokratlar da hırpalandı ve
ezildi.
Savcılar;bu tür davalarda kendilerini tehdit altında duyumsayıp korkak
davranıyorlardı. Çünkü;çeteler;yıldırma,tehdit,hediye,rüşvet gibi yollarla onları
etkisizleştirmeğe çabalıyordular.
Nitekim;İzmir’deki savcıya karapara aklama raporumu teslim için gittiğimde
“Müfettiş bey;bu dava nedeniyle geceleri uykularım kaçıyor”demişti.
İncelemeler sırasında beni de tehdit ettiler.Önce;uyardılar.Baktılar;burnumun dikine
gidiyorum.Bu kez tehdit ettiler.Durumu savcılığa bildirdim.Bir ses çıkmadı..Uzun
süre sonra;tehdit eden avukatlarla ilgili bir davaya çağırıldım.Orada da avukatları
beraat ettirdiler.Aksine;savcılık;hakkımda soruşturma açılmasını Bakanlıktan
istemiş.Bunu haricen duydum.Bakanlık;böyle bir istek olsa bile;buna uymamıştı ve
ben de incelemelerimi tamamlamıştım.
160
Bu organizasyonda;uluslar arası bir karapara aklama çetesiyle karşı
karşıyaydık.Hayali ihracat bedelleri;İranlı,Iraklı,Arap karanlık kimlikli kişilerce
Türkiye’ye yollanmıştı.Bu uluslar arası organizasyonun üzerine gidilmesini
önerdim.O da yapılmadı.
İkinci olarak incelediğim uyuşturucu çetesi;İstanbul’da eroin imal ediyordu.Bunun
anlamı;imal edilen eroin;Türkiye’de de pazarlanıyor demekti.O nedenle;bu tip
organizasyonların üzerine hukuki her olanakla gidilmesi zorunlu duruma gelmişti.
Bunlar;yapı kooperatifleri kurup karapara aklamış görünüyorlardı.Bunun
yanında;Balina organizasyonunda olduğu gibi:banka hesapları;taşınmaz alımları;lüks
otomobiller alımı;çeşitli yatırım ortaklıkları kurulması yoluyle karaparalar
aklanmıştı.
Turgut Özal’ın ülkeye verdiği zararlardan biri de buydu.”Para gelsin de,ne tür para
olursa olsun”mantığı ile Türkiye karapara aklama cennetine
dönüştürülmüştü.Turizm yatırımları patlaması yaşanmış;sonra,karaparalarla
bankalar satın alınmış ve bu bankalar aracılığıyle vatandaşların kıt kanaat
biriktirdikleri tasarrufları hortumlanmıştı.
Balinanın İstanbul kolu “Örümcek Operasyonu” ile ortaya çıkarılmıştı.Balina ile
Örümcek operasyonları çetelerinin yurt dışından para transfer eden kaynakları
aynıydı.Ayni karapara aklama uluslar arası örgütlerinin piyonlarıydı.Asıl örgütlere
ulaşmak,ancak uluslar arası işbirliği ile olanaklıydı.Ancak;Türk mali suçları araştırma
örgütü;henüz buna hazır değildi.Özellikle;teknik açıdan çok gerilerdeydi.
Savcılar ve mahkemeler de;karapara aklama suçunu iyi anlamış
görünmüyorlardı.Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yedi yıl geçmişti.Daha bir
tek;mahkumiyet kararı çıkmamıştı.Mahkumiyet kararı çıkacak davalar ise;uzadıkça
uzuyordu.
Mali suçlar kurulunun çalışmalarının tek yararı;her ay aldığımız ek ücretten
oluşuyordu.Zaten;bu ek ücret düzeni de kurulmamış olsaydı;karapara ile savaşım
olanaksız olurdu.Kimse;bedavaya yaşamını tehlikeye atmak istemiyordu.
Uyuşturucu mafyası üyelerinin de mallarına el konulmuştu.Bu işlem;yasa
gereğiydi.Ama;onlar beni tehdit etmeyi yeğliyorlardı.Onlarla ilgili tehditleri de
Ankara’ya bildirdim.Neyse ki;bugüne dek fiilen bir tecavüzle
karşılaşmadım.Tehditler nedeniyle;bir tür sigorta altındaydım.Bana bir şey olsa;ilk
akla gelecekler,tehdit edenler olacaktı.!.Ama;burası Türkiye ...Giden gittiğiyle
kalıyor.Kimsenin katili bulunamıyor..
161
EĞİTİM FAALİYETLERİ
Mesleğe ilk başladığım günlerde;üstadım İlhan Özer;beni araştırmaya ve yazmaya
yönlendirdi.Sonraki yıllarda;ben de benzer uygulamaları yanıma gelen müfettiş
yardımcılarında yaptım.Onlardan da araştırma ve yayın alanında başarılı olanlar çıktı.
Bu çalışmalar sonucu;bugüne dek oniki mesleki kitap yayınladım.Yüzü aşkın mesleki
makale yazdım.Ayrıca;şairlik yönüm de vardır.Bir şiir kitabı yayınladım.Şiirlerim ve
düz yazılarım ve şiir çevirilerim;çeşitli dergilerde yayınlandı.
Bizleri;meslek içi eğitime tabi tuttular.Önce;altı ay boyunca TODAİE’de
“organizasyon ve metod” kursundan geçtık.Burada,iş akımı şemaları,form geliştirme
gibi alanlarda elde ettiğimiz bilgileri teftişler sırasında uygulama olanağı
bulduk.Özellikle vergi daireleri faaliyetlerinde bu tür çalışmalar yaparak Bakanlığa
yararlı olduk.
Müfettiş yardımcılığı boyunca;onbeş günde bir bir yabancı dildeki makaleyi türkçeye
çevirdik.Onbeş günde bir de bir mali konuyu araştırdık.Çalışmalarımızı;yarım gün
çalışılan Cumartesi günleri kurul mensuplarına sunuyorduk.Bu da;araştırmacı
yönümüzün gelişmesina yerdımcı oldu.Rahat yazma alışkanlığı edindik.
İki kez ,Paris’e eğitim için gönderildim.Birisi Katma Değer Vergisi kursu;diğeri Mali
demetim kursuydu.Her iki kursta da 25-30 sayfalık;fransızca bir metin hazırlayıp
kursiyerlere konferansla anlattım.
Washington DC ye gidip yaklaşık beş ay kadar İMF kursu gördüm.Kursun konusu
“Maliye” idi.Gelir,gider,borç yönetimi,planlama konularında eğitim gördük.Burada
elde ettiğim birikimleri de çeşitli makaleler ve raporlarla uygulamaya geçirtmeye
çalıştım.
Son olarak;teftiş kurulunun “Bilgisayar kursu”ndan geçirildim.Bilgisayarı kullanmayı
öğrendim.
Bu birikimlerim ve teftişlerde edindiğim bilgilerim nedeniyle;zaman zaman ben de
eğitici gibi çalıştım.İlk olarak;1973 yılında;İzmir’de Gelirler Kontrorörlerinin eğitim
proğramına katıldım.Yaklaşık üç ay boyunca “memur suçları ve
soruşturması”konularında onları eğittim.Sonraları;sıkı soruşturmacı da oldular!..
O yıllarda Gelirler Kontrolörleri kuruluşu genişletilmişti.Örneğin;eskiden İzmir’de
bir gelirler kontrolörü varken;o günlerde altmışı aşkın kontrolör
bulunuyordu.Adnan Başer Kafaoğlu’nun Gelirler Genel Müdürlüğü döneminde
beşyüz kadar yeni kadro alınmış ve bu kadrolara atamalar yapılmıştı.
162
Kurs sırasında;ilk kez gelirler kontrolörlüğü için de “yeterlik sınavı” yapılması
kararlaştırıldı.Gelirler kontrolörleri ayaklandılar.Girişlerinde böyle bir sınav
zorunluluğu yoktu.O nedenle;sınavdan geçmek istemiyorlardı.Sonunda;isteyen
sınava girdi.Sınava girenler şanslı oldu.Sonradan;yeminli mali müşavir olmaları için
“yeterlik sınavı”ndan geçmiş olma koşulu aranmıştı.
Kurs boyunca;gelirler kontrolörleri ile iyi ilişkiler içinde olduk.Ailecek
görüşüp,sosyal faaliyetlerde de bulunduk.Birçoğu ile sonradan İzmir’e yerleşince de
ailecek görüştük.
İkinci eğiticilik deneyimimi Maliye Meslek Lisesi’nde yaşadım.
1970 li yıllarda Maliye Meslek Lisesi Karşıyaka’daydı.Orada iki yıl ekonomi dersi
verdim.Sınavla girilen bir lise olduğu için;yetenekli öğrenciler vardı.
Bir keresinde paranın işlevlerini ve para teorilerini anlatmağa baaşlamıştım.Arka
sıradan bir öğrenci el kaldırdı.Ne istediğini sordum.
O zamanlar;öğrenci hareketleri liselere kadar inmişti “Dev lis” liler vardı.Bu da öyle
bir tipmiş “Hocam;bizim getireceğimiz sistemde para olmayacak.Bu konuları
boşver.Boşuna kafa şişirme!”dedi.Uzun boylu;yapılı birisiydi.Kavgaya girişmek yanlış
olurdu.Belki de amacı oydu.Kavgaya tutuşup beni bir de dövecekti.
Oğlanı yerine oturttum.”Hukuka göre;seni okul yönetimine bildirmem gerek.Ama
bunu yapmayacağım.Çünkü o zaman aileni cezalandırmış olurum.Hepinizin fakir
ailelerden geldiğinizi biliyorum”dedim.Sonra konuşmamı sürdürdüm.
“Anladığım kadarıyla solcu bir tipsin.O zaman;bu dersi ve bu konuyu daha da dikkatli
dinlemen gerekecek.Çünkü;kapitalizmin en güçlü aracı ve silahı
paradır.Kapitalizm;para sistemi ile tüm evrene egemen
olmaktadır.Dolayısiyle;düşmanının en iyi silahı olan parayı ve güçünü,işleyişini iyi
tanıman gerekir...Şimdi;dersi sürdürebilir miyim?”dedim.Sesini kıstı ve dersi
izlemeye başladı.
Komünizmin ilk yıllarıında Rusya’da her yıl rengi değişen paralar bastırılmıştı.Bu
yolla;paranın “biriktirme”işlevinin ortadan kaldırılmasına çalışılmıştı.Ancak;paranın
diğer işlevlerini bu para yerine getirmede aksadığından;birkaç yıl süren bu
uygulamanın bırakıldığını anlattım.Ruslar da “ruble”yi kullanmaya başlamışlardı.
Oğlan;bu konulardaki bilgime çok şaşırdı.Bir daha da sınıfta buna benzer eylemler
yapmadı ve derslerde rahat ettim.Ben de onunla uğraşmadım.
163
Daha sonra;1990 lı yıllarda Üçkuyular’daki okulda da ders verdim.Kamu
yönetimi;katma değer vergisi,vergi tahsil yasası gibi mesleki derslere gittim.
İlk derse girdiğimde “Nasıl olsa bana bir takma ad bulacaksınız.Beraber takalım
“dedim.O sırada okuldaki en yaşlı öğretmendim.”Bana dinazor”deyin dedim.Çok
güldüler ve öyle anıldım.Bir diğer takma adım da “Bol kepçe Uçar öğretmen
“oldu.Çünkü;beşten aşağı not vermiyordum.
Orada da çok güzel anılarım oldu.Birgün;Ankara’da yürürken bir genç”Merhaba
hocam;verin elinizi öpeyim”dedi.İzin vernedim.
Meslek Lisesinde öğrencim olmuş.Şimdiyse;Gazi Üniversitesi iktisat ya da maliye
bölümünde öğrenciymiş.Birlikte muhabbet ederek,bir süre yürüdük.Az sonra;bir
kızla buluştu.O da İzmir’deki okuldan kız öğrencim imiş.O da elime sarılıp öpmek
istedi.Ona da izin vernedim.Çünkü;çocukluğumdan beri el öpmemiştim ve
büyüyünce de el öptürmemiştim.
Maliye Meslek Lisesi’nde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı temel ders hocaları da
vardı.Bir de doktor Mehmet vardı.Hem çocukların hem de personelin sağlık işlerine
bakıyordu.Uyum içinde çalışıyorduk.Öğle aralarında;yakındaki bir kahvehaneye gidip
sıkı kağıt oyunları oynardık.
Maliye Meslek Lisesi’nin bir de müdürü vardı.Yıllarca müdürlük yaptı.”Baba müdür
“diye anılırdı.
Öğretmenliğe başlamadan önce;bu kişi hakkındaki bir velinin şikayetini müfettiş
olarak incelemiş ve veliyi haksız bulmuştum.Müdür;emekli olana dek bana bu
olaydan dolayı minnetini belirtmişti.Oysa;kimseyi kollamamış ve ben görevimi
yapmıştım.
Öğrencilerimden bir kız;yılbaşı tatili için ailesinin yanına gitmişti.Okul yatılı
olduğundan tatillerde herkes bir yerlere dağılıyordu.
Babası malmüdürüymüş.Ona benden söz etmiş.Ne kadar bilgili olduğumu;yetenekli
olduğumu belirtmiş.Babası kibarca “Bir b... olsaydı bu yaşa kadar müfettiş
kalmazdı”diye beni küçümsemiş.”Baban haklı kızım “dedim.Ne diyecektim ki…Öyle
bir ülkede yaşıyorduk ki;herkes bir yerlere gelip cebini biraz daha doldurmanın
yollarını arıyordu.Ben ise;böyle bir tercihte bulunmamıştım.Topluma ters
düşmüştüm.
Birkaç yıl da İzmir’deki serbest muhasebeci ve mali müşavirler odasının kurs
eğitimcisi olarak çalıştım.Sınavlara hazırlanan meslek mensuplarına Mali denetim ya
da çeşitli vergi yasaları uygulamalarını anlattım.Sınavlarda karşılarına çıkabilecek
164
soru tiplerini de anlatırdım.Böylece;sınavlarda başarılı olma şansları artardı.Bir
aralık;kambiyo mevzuatı ve dış ticaret mevzuatı konularında kurs verdim.Bu
konudaki iki kitabımı bu odaların bağlı olduğu birlik(TURMOB) yayınlamıştı.O
nedenle;o sınav konularının da kurslarını vermiştim.
İki tür kurs vardı.Serbest muhasebecilik ve mali müşavairlik kursu ve yeminli mali
müşavirlik kursu..Her iki kursta da eğiticilik yaptım.Böylece;bu mesleğin gelişmesine
bu eylemlerimle de katkıda bulunmuş oldum.Yolda rastlayıp elimi öpmek
isteyenlere burada eğittiğim kişiler de katıldı!..
DİĞER ÖNEMLİ TURNELER
1977 yaz dönemi turne proğramında Konya’daydım.Yanımda;İbrahim Berberoğlu
adlı bir müfettiş yardımcısı vardı.Ahmet Eroğuz adlı genç bir maliye müfettişi de
yeni evlenmiş ve Konya’nın ilcesi Akşehir’e “Balayı turnesi”ne
gelmişti.Benim;Elazığ’daki balayı turnem gibi!..
Yol Su Elektrik idaresine ait bir misafirhanede kalıyorduk.Bir aralık genel
müdürlüklerinden kalabalık bir grup Konya’ya gelecekmiş.Odalarımızdaki
eşyalarımızı bize haber vermeden ve bizim yokluğumuzda başka odalara
taşımışlardı!..Bu olay çok canımızı sıktı.Oradan;bu tutumu protesto etmek için
ayrıldık ve Karayolları misafirhanesinde kaldık.
Müfettişlik mesleğinin en riskli dönemleri bu turne
dönemleridir.Örneğin;bulunduğunuz odaya siz yokken uyuşturucu koyup sizi ihbar
edebilirler.Derdinizi anlatana dek içeride kalabilirsiniz.Misafirhanelerde
kalınca;canınızı ve manusunuzu onlara emanet ediyorsunuz.Neyse ki;benim başıma
bu tür olaylar gelmedi.
Bir hesap uzmanının başına bu türden bir olay gelmiş.Kaldığı
misafirhanede,odasında uyurken,gece yarısı,polisler odasına baskın
düzenlemiş.Sonradan söylediklerine göre;uyuşturucu kullandığına dair ihbar
yapmışlar.Narkotik komiseri odaya girer girmez ihbarın sahte olduğunu anlamış ve
arkadaştan özür dilemiş.Çünkü;sigaralıkta arkadaşın içtiği sigara izmaritleri
duruyormuş ve bunların hepsi de normal sigara izmaritiymiş.Sarma sigara izmariti
yokmuş.Allahtan;ihbar edenler odasına uyuşturucu da
bıraktırmamışlarmış..Yoksa;derdini anlatana dek epeyi canı
sıkılacakmış.Bizler;yaptığımız işler dolayısıyle ya vatandaşların ya da memurların
165
canını yakıyorduk..Onların da bu tür ihbarlarla bizim canımızı sıkmaları her an için
olabilirliği olan bir olguydu.
Sayıştay murakıpları da karayolları misafirhanesinde kalıyorlardı.Ben turneye
vosvosumla gitmiştim..Onların kıdemlisinin de dökülen bir otomobili vardı.Birkaç
hafta sonu;Konya’nın yakınlarındaki piknik yerlerine gittik ve çok eğlendik.Ben
Konya’yı ilk ve orta öğrenimde çöl gibi bir yer olarak öğrenmiştim..Nerede!...Önce
Meram Bağları’nı ;sonraları Konya’nın yakınlarındaki yeşil alanları ve baraj
havzalarını görünce kendimi cennete gelmiş gibi duydum.
O zamanlar;illerde itiraz komisyonu başkanlıkları vardı.Memurlardan ve mükellef
temsilcilerinden kurulu komisyonlar;vergi anlaşmazlıklarına bakarlardı.Hasan
Helvacı adlı itiraz komisyonu başkanı;mevlevi tarikatına mensup birisiydi.Mevlana
Konya’da yattığı için;mevlevilik o kentte yaygındı.Onunla da iyi “hak
muhabbetleri”miz olmuştu.Bektaşilikte;”uçmak için iki kanat gerekir”kavramı
vardı.Buna göre;bektaşiler,camicilere de saygı duyar ve onların inançlarını da
öğrenirlerdi.Hasan bey de;buna benzer bir benzetme yapmıştı.Ona göre;”trenler
bile iki rayda gidiyorlardı.Rayın biri ortadan kalkar ya da bozulursa;tren
devrilirdi.”Ben bu benzetmeyi de yerinde bir benzetme olarak karşıladım..Oysa;o
trarihlerde Japonya’da tek raylı sistemde çalışan trenler vardı!..Tartışma
yaratmadım!..
Teftiş sırasında;bir yıl önce Konya’ya vergi incelemeleri yapmak için gelmiş olan
hesap uzmanlar nın;servet bildirimi incelemelerini eksik tutanaklarla
yaptıklarını;sorulması zorunlu olan bazı soruları bazı mükelleflere sormamış
olduklarını;bu nedenle;bu tür tutanaklara dayalı olarak salınmış vergilere
mükelleflerin itiraz etmiş olduklarını saptadım.Davaları yitirmiştik;salınan vergileri
alamamıştık
Ayrıca;bu kişilerle ilgili olarak;çeşitli dedikodular da yapılıyordu.Tutanak eksiklikleri
bazı mükelleflerde görülüyordu.Sanki:kasden böyle devranılmıştı.Tabii;bu tür
devranışlar bir menfaat olmadan ortaya çıkmazdı.Durumu;başkanlığa
bildirdim.Hesap Uzmanları Kurulu başkanıyla görüşmüş.Dedikodular;onlara da
ulaşmış.Bu nedenle;o inceleme elemanları istifaya zorlanmış ve meslekten
ayrılmışlardı.Sorunu;soruşturmasız çözmüşler böylece!..
Sayıştay Murakıpları;rindmeşrep bir grup oluşturuyordu.Bir hafta sonu;Konya
Ereğlisi’nin İvriz beldesindeki bir soğuk su pınarına piknik yapmağa götürdüler bizi.
166
Suyun çıktığı yerde;yüksek ve düz kayalıklar vardı.Tam pınarın yanındaki düz kayanın
üzerinde;köylüsünün verdiği üzüm salkımını alan bir Eti kralının resmi
kazınmıştı.İlkokul tarih kitaplarında yeralan resmin;gerçeğini görüyorduk.Belki de
tıpkı o kral gibi;bu kayanın dibindeki koyaktan çıkan pınarın kenarında piknik
yapıyorduk..
Gelirken İvriz Öğretmen Okulu havuzlarında yetiştirilen alabalıklardan satın
almıştık.Onları temizledik.Çevrede bulduğumuz,yüzeyi düzgün taşlardan yararlanıp
bir ocak yaptık.Altında ateş yakıp kayayı iyice kızdırdık.Balıkları üzerine sıralayıp
kızarttık.Rakı ve diğer mezelerle birlikte yedik ve topluca eğlendik.Allahtan;böyle
güzel bir yere yakın köyde aleviler oturuyorlarmış.Bizleri kovalamadılar!..Hatta
bizlere katıldılar ve nefis bir hafta sonu geçirdik.
Bir başka hafta sonu;Akşehir’deki Eroğuz’lara gittik ve onların konuğu olduk.Ben ve
yardımcım gitmiştik.Tesadüfen “Nasrettin Hoca Şenlikleri”ne denk gelmişiz.Şenliğe
de katıldık ve göle maya çaldık.Nasrettin Hoca’nın üstü açık olup kapısına kilit
takılmış türbesini ziyaret ettik.
Cumartesi gecesi ise;otelde rakı içip eğlendik.Pazar günü;hep birlikte,Beyşehir gölü
kıyısına gittik.Göl kıyısındaki Kızılay kampına yakın bir yerde piknik yapıp göle girdik
ve yüzdük.Sonra;onları otellerine bırakıp Konya’ya döndük.
Beyşehir’e sonra bir kez daha gittik.Bakanlık;bu ilçede bağımsız vergi dairesi açılsın
mı sorusuna yanıt arıyormuş.Bizim yaz teftiş proğramına bu konuyu da
koymuşlardı.Beyşehir’e gidip malmüdürlüğünü denetledik.Esnaf temsilcileri ile
görüştük ve ayrı bir vergi dairesi açılmasının yerinde olacağı sonucuna ulaştık ve
durumu Ankara’ya bildirdik.Sonradan;ayrı vergi dairesi açıldığını öğrendim.
Beyşehir Gölü kıyısında;Selçuklu’lardan kalma bir cami vardı.Türkiye’deki ender
görülen ahşap yapılı camilerden biriymiş.Onu da gezdik.İnşaatına ve ahşap
süslemelerine hayran kaldık.
Bir hafta sonra;Eroğuzları biz Konya’da ağırladık.Mevlana’yı ve diğer tarihi yerleri
gezdik.Merama gittik ve öğle yemeği yedik.Konya’nın ünlü “etli ekmek”i
vardır.Ondan yedik ve ünlü ayranından içtik.Lokantaların önündeki çığırtkanlar “Etli
ekmek va,tereyağlı börek va,ayranın tuzlusu,yoğurdun ekşisi bizde..Buyurun
beyler,buyurun..”diye bağırırlardı.Sonraları;bu aramızda espri konusu
olmuştu.Konya’da yediğim etli ekmeği bir daha başka bir yerde ayni tadla
yiyemedim.
167
Pazar sabahı yola koyulup Apa Barajı kıyısına piknik için gittik.Tam yaygılarımızı
yayıyorduk ki;ellerinde tırmıklarla ve yabalarla köylüler geldi.Bizlerin orada piknik
yapamayacağımızı belirtip bizleri koğdular.Köylülerin ahlakını bozuyormuşuz!..
Ahmet;yanındaki kadının eşi olduğunu belirtip adamları ikna etmeğe
çabaladı.Adamlar laf anlamıyordu.İri yarı olan Ahmet;heriflere girişecekti.Yatıştırdık
onu.Toplandık..Gidiyorken;Alman plakalı bir minibüs baraj kıyısına gidiyordu.Onları
da kovacaklar mı diye bekledik..Köylüler;onları da kovaladılar..
Durumu;Pazartesi günü Konya Valisi olan Rafet abiye anlattım.Kendisini;daha
önce;Elazığ turnesinde mülkiye müfettişken tanımıştım.Sonradan vali olmuştu.”Ne
yapayım..”diye omuz silkti.Çok şaşırmıştım.Kendi ülkemizde yabancı muamelesi
görüyorduk.Turistlere böyle davranıldığını duymuştum.Ama;bizler bu ülkenin
kişileriydik.Her yerinde yasalara uyarak,dilediğimixz gibi yaşamalıydık.Valinin
tavrının nedenini de anlamıştım.Nedeni;Cumaları camiye gidip namaz kılmamamız
olmalıydı.O zamanlar;din ağırlıklı “Milli Cephe” hükümetleri yönetiyordu
Türkiyeyi...Valiler de;koltuklarını korumak için;bu tür davranışların üzerine
gitmiyorlardı..Dinciler de giderek daha cesaretleniyorlar ve cüretlerini
arttırıyorlardı.
Sonraları;Samsun’da da Rafet abiyle bir kez daha karşılaşmıştım.O zaman;bu keskin
tavırlar içinde görünmemişti.
Bir başka hafta sonunda ;yakındaki Niğde iline gittik.Göreme’deki peri
bacalarını;Ihlara vadisini gördük ve hayran kaldık.Müfettişliğin en iyi yanı bu
yanıydı.Devletin verdiği gündelikle tüm turistik bölgeleri görebiliyorduk.
Ihlara Vadisi;ovanın ortasındaki kurumuş bir ırmak yatağında
kurulmuştu.Hristiyanlığın ilk yıllarında;ilk inananlar Romalılardan korunmak ve
saklanmak için;gelip yerin altında gibi duran bu ırmağın iki yakasına
yerleşmişlerdi.Birçok kilise inşa etmişler.Yaklaşık elli basamaklı bir merdivenle inilen
dere yatağının merdivenlerin başladığı yerindeki alanda güzel bir kafe-lokanta
kurulmuştu.Orada öğle yemeği yedik ve bira içtik.
Konya’nın çöl olmayıp yeşil bir kent olduğunu gözlemiştik.Yine de verimsiz ya da
çölleşmiş alanları vardı.Bu tür toprakların bulunduğu Karapınar ilcesinde bir devlet
üretme çiftliği kurmuşlar.Herbir tenesi parmak kadar olan Napolyon Kirazı diye bir
kiraz yetiştiriyorlardı.Tamamı;Fransa’ya ihraç ediliyormuş.
Bazı girişimciler de;gizlice çıkardıkları “Bor mineralleri”ni ihraç edip iyi para
kazanıyorlardı.Üstelik iyi de vergi ödüyorlardı.
168
Konya turnesi dönüşünde İstanbul’da oğullarımı sünnet ettirdik.Sünnetlerini;ünlü
Bakırköy’lü sünnetçi yaptı.Dayıları;kireveliklerini yapacaklardı.Hiç birisinin
yüreği;kesim işine dayanamamış!...Çocukları kucağıma oturtup kestirmek görevi de
bana kalmıştı.
Sünnet törenini aile arasında yemek yemek biçiminde tamamlamıştık.Sonra;İzmir’e
geldiğimizde;bu ilde yapılan depdebeli sünnet düğünlerini görmüşler ve annelerine
beni şikayet etmişler..Babam;sünnet işinde bizi kandırmış;sünnet buradaki gibi
olurmuş demişler!...
1978 turnesindeyse Samsun’daydım.Yanımda;müfettiş yardımcısı Fethi Şahin Horoz
vardı.Vosvosla gittim oraya.Çocukları ve eşimi de almıştım.O nedenle;Ankara’da bir
gece konuk evinde kaldık.Fethi Şahin’i de alıp yola devam ettik.
Ecevit hükümetinin son günleriydi.Kıtlıklar ve kuyruklar dönemiydi..Ayrıca;hergün
solcuların ve sağcıların biribirlerini öldürdükleri günlerdi.Yollarda elli liradan fazla
benzin satmıyorlardı.Samsun’a indiğimiz ilk gece;yemek pişirecek yağı tezgah
altından;karaborsa fiyatıyle alabilmiştim.Sonraki günlerde bakkal; müfettiş
olduğumu öğrenmişti.Ona karşın karaborsa mal satmayı sürdürüyordu.”Kusura
bakma müfettiş bey.Ben de yüksek fiyatla alıyorum bunları”diyordu.Her bakımdan
ülkenin çivisi çıkmıştı.
Abdurrahman Başoğlu adlı bir doktorun yazlık malikanesinin(gerçekten de
öyleydi.Boğazdaki yalıları aratmıyordu)müştemişatını turne boyunca
kiralamıştım.Benden önceki yıllarda oraya gitmiş hesap uzmanı arkadaşlardan
öğrenmiştim.Onlar da orada kalmışlar.Onların aracılığıyle buldum orayı.Mal
sahibinin vergi dairesiyle bir sorunu olmuyormuş.O nedenle de gönül rahatlığıyla
kiralamıştım müştemilatı.
Şimdilerde Atakum denilen;o zamanlar Matosyan diye anılan,Sinop karayolu ile
deniz arasında kalan alanda kurulu bir yazlık irisiydi.İşe;otomobille gidip
geliyorduk.Doktorun ailesi de benimkileri beğenmişler ve yakınlık
göstermişlerdi.Uyum içinde denize giriyorlar,eğleniyorlardı biz çalışırken...
Öğrenci olayları her yerde olduğu gibi;burada da yaygındı.O nedenle;çok hareketli
bir turne yaşamıştık.
Önce;yazlığı anlatayım.Ramazan ayı yaz günlerine denk gelmişti.Ramazanın ikinici
ya da üçüncü günü aşkam yemeğinde eşim “Yarın denize girmeyeceğiz.Ülkücüler
yasaklamış”dedi.Gerçekten de ;o günden itibaren oruç saatleri sırasında denize
169
girenlerin sayısı hızla düşmüştü.Oğullarım okula bile başlamamışlardı.Bunu
anlamıyorlar ve gündüzleri denize girmek istiyorlardı.
Ülkücülere ulaşabileceklerini düşündüğüm maliye memurları aracılığıyle onlara
haber saldım.”Hiç değilse oruç farz olmayan çocuklar denize girebilsinler”dedim.Bir
iki gün sonra;emir değişmişti.Çocuklar ve anneleri denize girebiliyordu.
Öğle yemeklerini bir mülkiyelinin babasıyle işlettiği bir pideci ve lokantacı
dükkanında yiyorduk.Ramazanın üçüncü günü:ülkücüler ona da
uğramışlar.”Kapatacaksın..Yoksa;yıkar yakarız”demişler.Onlar da “Biz şehrin garajına
yakınız.Seferi olup oruç tutmayanlara hizmet
vermeliyiz”demişler.Dinletememişler.İki gün sonra;lokantaya gittiğimizde cam ve
çerçevelerin indirildiğini;kapının kırılmış olduğunu gördük.Adamların şakası yoktu
ve hükümet kuvvetleri bu türden barbarlıkları önleyemiyordu ya da önlemek
istemiyordu.Çaresiz kapattılar işyerini.Biz de garaja gidip oradaki açık kalan
lokantalarda yedik öğle yemeklerini.
Birgün vergi dairesi müdürü odamıza geldi.”Müfettiş bey .Sizden bir isteğim
var”dedi ve anlattı.
Sık sık gösteri yürüyüşleri yapılıyordu.Valilik;yürüyüşlere nezaret edecek ve o sırada
düzeni sağlayacak “Hükümet komiseri”atıyordu.Bunlar da yürüyüşçülerle
yürüyorlardı.Taşkınlıklara müdahale ediyorlardı.Vali bey;hükümet komiserlerini
daha çok vergi memurlarından yapıyormuş.Bunların kollarına”hükümet görevlisi”
yazan kırmızı bant takılıyormuş.Yürüyüş sırasında;bant kayıyor ve üzerindeki yazı
okunamaz oluyormuş.Bunu gören vatandaşlar da”Şunlara bak!..Vergi memurları da
komünist olmuşlar.Yürüyüşe katılıyorlar”diye laf atıyorlarmış.Zaten halkın
sevmediği vergi memurlarında bu durum stres kaynağı oluyormuş.
Durumu Vali beye anlattım.Vergi memurlarından hükümet komiseri yapılmamasını
istedim.O da beni haklı buldu.”Biz bunu düşünmemiştik”dedi ve yardımcılarına
talimat verdi..Yalnız vergi memurları değil;tüm maliye mamurları hükümet temsilcisi
yapılmayacaktı.
Bir başka gün;Bafra Vergi Dairesi müdürü ziyaretimize geldi.Hoş geldiniz
konuşmalarından sonra o da derdini anlattı.Bafra’ya geleli üç ay olmuş.Oradan alınıp
bir başka ile ya da ilçeye yollanmasını istiyordu.Bakanlık buna karşı
çıkıyordu.Nedenini sordum.Şunu anlattı.
Bafra’ya geldiği gün;Kaymakama tekmil vermeğe gitmiş.Kaymakam;hoş geldin
faslından sonra;”Hemen vergi dairesinin duvarlarındaki yazıları
170
temizletin”demiş.Vergi dairesi duvarları sağ ve sol öğrenci kuruluşları ve militan
örgütlerin sloganlarıyle doluymuş.
O da boya aldırtmış ve duvarlardaki yazıların boyayla örtülmesini
istemiş.Personel;bu görevi yapmak istememiş ve direnmiş.”Canımızı tehlikeye
atamayız”demişler.
Daha önce Bafra’ya Turgut Akman gitmişti.Dönüşte;”Bafra Karadenizin
Teksası”demişti.Hergün tabanca sesleri duyulurmuş.O nedenle;bu kez de sağ-sol
çatışması nedeniyle kentin Teksas’a döndüğü günlermiş.
Müdür;direnen personele örnek olmak için boya kutusu ve fırçasını almış.Duvarda
yazılı bir sloganın üzerine boya sürmeğe başlamış.Ayaklarının dibine yaylım ateşi
açmışlar.O da hemen boyama işini bırakmış.
Durumu kaymakama anlatmış .Kaymakam “Ben anlamam,nasıl yaparsan yap o
sloganları sileceksin”demiş.”Jandarma yardımı ile yapayım bu işi”
demiş.Kaymakam,jandarma da vermemiş.Yaşamını tehlikeye atıp ;gözü pek bir iki
personelle tüm sloganları boya ile kapatmışlar.O gece;müdürün lojmanını
kurşunlamışlar.Sonra;yine sloganları duvarlara yeniden yazmışlar.
Osmanlı deyimiyle vergi dairesi müdürü “görevini yerine getirmede fütüra
düşmüş”tü.Yani korkuyordu ve bu nedenle görevini yapamıyordu.Doğunun en ücra
ilcesine gitmeye razıydı.!..
Zamanın Gelirler Genel Müdürü’nü tanıyordum.Ona telefon edip durumu
anlattım.Bu vergi dairesi müdürü burada başarılı olamaz.Bırak onu;çalışamaz
dedim.Anlayış gösterdi;adamı başka bir ildeki başka bir ilçeye
naklettik.Böylece;ölümden kurtulmuş oldu.Belki de;korkularını yenmeyi de
başarmıştır.
Müfettişliğim sırasında;yararlı işler yaptığımı düşünmüşümdür.Sayıları az da olsa;bu
iş onlardan biridir.
Teftiş sırasında;veraset ve intikal vergisi işlemlerinin hemen hiç yapılmamış
olduğunu gördüm.Bu vergiden;servis şefi bir bayan sorumluydu.Çağırıp nedenini
surdum.Solcu geçinen bir tipti.”Ne kadar ekmek;o kadar köfte” dedi.Devletin
verdiği maaşı az buluyormuş.O nedenle;çalışmıyormuş.”
“Buna hakkın yok!..Parayı az buluyorsan,işi bırak ve memuriyetten ayrıl..Yerine
gelecekler bu işleri yapar”dedim.O servisten aldırıp;evrak kayıt işlerine
verdirdim.Geriye dönük beş yıllık işlemlerin dosyasını oluşturup kayıtlarını yaptık ve
vergileme işlemlerini başlattık.
171
Ankara’dan gelen bir emirle;kuyumcularda envanter ve hasılat tesbiti çalışmaları
yapmamız istendi.Gerçekten de ;ülkenin her yerinde kuyumcular enaz vergiyi
öderlerdi.Burada büyük bir vergi kaçağı vardı ve hükümet bunu önlemek için bu
yöntemi bulmuştu.Oysa;bu eylem,Ecevit hükümetlerinin sonunu hazırladı.
Kuyumcular çarkı döndürmeğe başladı.İlanlar verildi;daha çok mal kıtlıkları yaratıldı
ve Ecevit gümbür gümbür gitti.
Abdurrahman beyin bir bacanağı vardı.İsatanbul’un en büyük kuyumcularından
biriymiş.Samsun’a tatile gelmişti ve bacanağında kalıyordu.Onunla da
tanıştık.Ailecek yenilen bir akşam yemeği sonrası ülkeyi kurtarma muhabbeti
yapmağa başladık!..Bu kişi”Ecevit’in günleri sayılı”demişti.Bana uzak bir olasılık gibi
görünüyordu.Ancak;İstanbul’daki kuyumcular;esnaf ve sanatkarları
örgütlemişler.TÜSİADı da yanlarına almışlar.Çarşaf çarşaf gazete ilanları ile Ecevit
hükümetinin istifasını istediler.Sonunda;koalisyon göçtü ve hükümet istifa
etti.Ecevit;gazete ilanları ile düşürülen ilk Başbakan olarak tarihteki yerini aldı!..
Sonraları;Erbakan da benzer biçimde hükümetten düşmüştü.Her gece beş dakika
evlerin ışıkları yanıp sönüyor ve teneke,tava çalınıyordu.”Bunların guluguluları bir
işe yaramaz “diyerek dalga geçen Başbakan Erbakan da sonunda yuvarlanıp gitmiş
ve tarihte teneke çalınarak düşürülen Başbakan olarak yerini almıştı!..Ne garip bir
ülkeydi bu benim memleketim yarabbi!..
Yazlıkta da ilginç olaylar yaşadım.Önce;çocuklarım hastalandı.Gripal enfeksiyon
kapmışlardı.Onları,otomobilimle devlet hastanesine götürdüm.Muayene edecek
doktor sevk kağıdına baktı”Oğlunuzun adı Devrim mi?Başka koyacak ad bulamadınız
mı”dedi.O zamanlar ülkücü geçinen doktorların bu türden tavırlar sergilediklerini
duymuştum..Örneğin;İstanbul’da bu görüşteki doktorlar yaralı olarak getirilmiş
solcu öğrencilere bakmıyorlardı.Hatta ;yarasını daha da azdırmanın yollarını
arıyorlardı.Onlardan birine Samsun’da çatmıştım.Ben de;soğukkanlılığımı
bozmadan”Bir de ikincisinin sevk kağıdına bak”dedim.Kubilay adını
görünce”İşte;çocuklara böyle adlar koymalı”dedi.
Bu kez;kontrolumu yitirdim ve adama küfür ettim.”Sen ne biçim
doktorsun!..Hipokrat yeminin nerede kaldı ulan!..Çocuklarıma bakmanı
istemiyorum”dedim.Sevk belgelerini elinden aldım.”Ne kızıyorsunuz
beyefendi..”diye söylenirken çıktık ve çocukları bir özel doktora götürüp baktırdım.
Bu sağ-sol bölünmesi o zamanlar ülkeyi bu noktalara getirmişti.Emekli bir albayın
sağcı olan oğlu;solcu olan ağabeyini öldürmüştü.Bunu vatanı kurtarmak için
172
yapmıştı!...O nedenle;12 Eylül askeri darbesi olduğunda;halktan hiçbir direnç
gelmemiş ve herkes bir “O hhh!..”çekmişti.
Yakınımızda bir yazlık site vardı.Orada;eşimin ağabeyinin tanıdıkları olan Süreyya
bey ve ailesi oturuyormuş.Onlarla da tanıştık ve görüştük.Eşim de oruç tutardı.Bazı
geceler;onlara iftara giderdik.Süreyya beyin akrabası olan bir kadın vardı.Anaç bir
karadeniz kadını.Tam bir lazdı kendisi..Site;kente uzak olduğundan ramazan topu ya
da iftar ezanı duyulmuyordu.Bu kadın;iftar vakti geldiğinde,evinin önüne çıkar,bir
şarjör mermiyi havaya sıkardı.Bu atışlar;ramazan topu yerine geçer ve site sakinleri
orucunu buna göre bozardı.!...Ayrıca;deniz kıyısında birçok kaçak yapılmış restoran
vardı.Oralardan da hemen her gece silah sesleri gelirdi.
Bu kadının oğlu da bir tetikçiymiş.Onunla da tanıştık.Kendisi anlatmıştı.
E. adlı bu kişiyi tetikçi olarak bir aile kiralamış.Samsun Emekli Sandığı otelinin döner
kapısından bir işaret kişi çıkacak ve onun arkasından çıkacak kişiyi de bizim tetikçi
vuracakmış.Olay bir kan davasıyle ilgiliymiş.
Tetikçi denileni yapmış.Ama;bir yanlışlık olmuşmuş meğer.İşaret adamın arkasından
kapıdan çıkan kişi de bunu kiralayan aileden birisiymiş meğer.Bizimki de adamı tek
kurşunla öteki yana yollamış.
Adam;durumu kendisini kiralayanlara anlatmış.Ama;bunu kiralayan aile;belki de
karşı aile ile anlaşıp bizimkini vurdu diye düşünmüş..Parasını vermişler ama;her
ihtimale binaen,adamın sağ dizine bir kurşun sıkmışlar.Adam;topal kalmıştı.Tam laz
hikayesi gibi gelişmiş olay.
Adamı yakalamışlar.Davası sürmüş ve sonunda mahkum olmuş.Ancak;ne
hikmetse,polisler bu kişiyi bulup mahkumiyet hükmünü bir türlü tebliğ
edemiyormuş!..O da hapse girmiyor;kaçak yaşamı sürdürüyordu.Af ya da
zamanaşımı bekliyormuş...Hey gidi yurdum adaleti heyy!...
Bu vesileyle;eşimin uzaktaki akrabalarından birisinin de tetikçi olduğunu
öğrendim.Bir Karadeniz kentinde;kan davası nedeniyle birisi vurulur.Aile;bu kişiye
basit bir suç işlettirir.Akaraba,hapse girer ve tutuklu bulunan karşı tarafın tetikçisini
öldürür.Kan davasında;ölenin intikamı alımış olur.Hapisten çıkana dek onu içeride
de korurlar ve ailesine bakarlar.Karadeniz’in ne demek olduğunu duyardım
ama;böylece,çok yakınımdan öğrendiklerimle bunların gerçek olduklarını da
anlamış oldum.
Bir hafta sonu;Samsun’dan Rize’ye tatile gittik.Orada;eşimin büyük ağabeyi bir
sendika süpermarketini işletiyordu.Ağabey bizi;içki içmeye ve eğlenmeye,kıra
173
götürdü.Rize’de adet öyle olduğu için eşlerimiz yoktu:Çocuklarım ve ağabeyin
çalışanları vardı.Bir dere kenarına yayıldık ve rakı sofrası kurup demlenmeğe
başladık.
Rizeliler su gibi;hızlı bir biçimde rakı içiyorlar ve biz rakıyı yavaş ve muhabbetli
içtiğimiz için”Ha bu İstanbullular ne biçim rakı içeyler daaa!..”diye dalga
geçiyorlardı.Kayın birader;üç şişe yetmişlik rakıyı saklamıştı.
Bunlar;bir süre sonra kalktılar;benim oğlanlarala futbol oynadılar.Sarhoş
olmadıklarını kanıtlamışlardı.Sonunda;yoruldular ve yine yanımıza geldiler.Rakı
istediler.Kayın birader”Veririm ama;bizim gibi;yavaş ve muhabbetli
içeceksiniz”dedi.Kabul ettiler ve rakıyı usulüne uygun içmeğe başladık.Bir süre
sonra Rizelilerden birisi”Uyyy!..Ha bu meret böyle de içileymiş daa!..”dedi.Çok
güldük.
Rizeliler böyleydi.Önce;akla uygun gelene karşı çıkıyorlar;sonra akılları yatınca
da;karşısındakinin hakkını teslim ediyorlardı.
Samsun’da bir de köpek ısırması olayı yaşamıştık.Bir akşam üzeri işten eve
geldik.Tülay telaşla olayı anlattı.Abdurrahman bey ava meraklıydı ve çok değerli bir
av köpeği vardı.Bakımlıydı ve eşim ve çocuklara da alışmıştı.Çocuklar;deniz kıyısında
onunla koşuşturuyor;oynuyorlardı.
O gün ne olmuşsa olmuş;köpek çocuklara saldırmış.Tülay da çocukları korumak için
araya girmiş.Köpek de Tülayın baldırını dişlemiş ve tırmıklamıştı.
Ertesi gün;kuduz kontroluna gittik.Doktor;köpeği getirmezsek teşhis
koyamayacağını söyledi.Hayvanı öldürüp beynine bakması gerekiyormuş.Tedirgin
olmuştuk.Konuyu Abdurrahman beyle konuştuk.
Köpeğin çok değerli olduğunu;bakımlı olduğunu;bir tehlikenin sözkonusu
olmadığını belirtti.Üç ay öncesine ait veterinerlik aşı belgelerini de gösterdi.Biz yine
de tatmin olamamıştık.Köpeği alıp devlet veterinerine götürdüm.
Veteriner köpeği tnıdığını söyledi.Bazı testler uyguladı.Örneğin ayağını yere vurdu
ve köpeğin tepkisini gözledi.Sonunda;köpeğin kuduz olmadığını söyledi.
Biz de her olasılığı düşünüp kuduz iğnesi yaptırmağa başladık.Yeterli dozda aşı da
yokmuş Samsun gibi irice bir ilde.Olanı yaptırdık ve turne sonrası da dahil;kırk
günün geçmesi için günleri korku içinde saydık.Neyse ki;köpek gerçekten de kuduz
değilmiş.Bir şey olmadı.
Orada da Sayıştay murakıpları vardı.Onlarla da gün içinde ahbaplık ediyorduk.Bir
hafta sonu Sinop’a gideceklerdi.Bizleri de davet ettiler.Ben;Sinop’u gerici bir kent
174
olarak bilirdim.O nedenle gitmedik.Oysa;öyle değilmiş ve ayrıca görülmeğe değere
bir yermiş.Ancak;bu güzel fırsattan yararlanıp Sinop’u göremedim.
KÜÇÜK ANILAR
Müfettişlik yaşamım boyunca acı tatlı;şaşırtıcı ve öğretici çeşitli olaylarla karşılaştım
ya da meslekdaşlarmdam bu tip olaylar dinledim.İşte;onlardan bazıları...
Promosyon arkadaşım Cengiz Altuğ;yetkili muavin turnesi için Pehlivanköy diye bir
ilçeye gitmişti.Yeni ilçe olmuş bir köy irisiymiş..Teftişe başlamış.Bir yandan da
yeterlik sınavına hazırlanıyormuş.Yoğun bir çalışma içindeymiş.Sınavlar sırasında
öğrenmek zorunda olduğumuz bir mali mevzuat vardı..Mali mevzuat deyip
geçmeyin..Bunların yeraldığı belgeleri üst üste koysalar;iki katlı bir evin tavanına
erişirdi.!..
Tüm devlet gelirleri,devlet giderleri,devlet malları ile ilgili
yasalar,tabliğler...Ayrıca;kambiyo,banka ve sigorta mevzuatları.Memur soruşturması
yasaları ve Türk Ceza Kanunu ve mevzuatı...Dehşet bir olay.
Teftiş sırasında;Ağostos ayı olduğundan;çalıştığı odanın kapısını açık
bırakıyormuş.Bunalmış durumda çalışırken;Trakya ağası görünümlü bir adam
kapının önünden geçerken”Müfettiş bey...Te bir işim var..Onu halledeyim geleceğim
be yahu”demiş.
Adamı ne tanıyor;ne de görüşmek için çağırmış.Densizin birisi yani..Adam;iki üç
günde bir başını uzatıp ayni sözleri yineliyormuş.
Cengizin artık burasına gelmiş yani..”Birgün odaya girse de şu adama bir
giydirsem”diye düşünmeye başlamış.Sınav stresi yanında;bir de bu adamın
densizlikleri...Canına tak demiş.
Neyse;mutlu gün gelmiş...Adam;Cengiz’in çalışma odasına girmiş.Kendisini
tanıtmadan “Eeee..Nassın ba müfettiş bey...”demiş.Cengiz lahavle çekip
susmuş.Adamı da buyur etmemiş.
Adam;muhabbet açamak için “Eeee!.Te Pilivanköyümüzü nasıl buldun
baaa!.”demiş.Cengiz;”Hah ..Şimdi zokayı yedin”demiş kendi kendine ve adama
dönüp”Vallahi zor olmadı...Kolay oldu “demiş.Adam;lafın nereye gideceğini
anlayamamış ve şaşkın”Te anlayamadım baaa Müfettiş bey”demiş.
Cengiz”Vallahi..İsatanbul’da Topkapı otobüs garajına gittim.Bir otobüse
bindim..Tekirdağ’da indim.Orada bir minibüse bindim ve buraya geldim...Böyle
buldum “demiş.ve attığı golden memnun gülümsemiş.
175
Adam yüzünü asmış “Te ne dediğini anladım be yahuuu!..Hadi bana eyvallah be
Müfettiş bey!..”demiş ve gitmiş.Bir daha da Cengizi rahatsız etmemiş.
Cengiz geceleri de daireye gelip mevzuat çalışıyormuş..Hükümet binasının yanında
bir açıkhava sineması varmış..Sinema sahibi ve çalışanları;film oynatırken ve aralarda
müzik çalarken;hoparlörleri sonuna dek açıyorlarmış.Cengiz,okuduklarını anlayamaz
duruma geliyormuş.
Birgün;malmüdürü ile işleticiye haber salmış..Seslerin biraz kısılmasını rica etmiş.O
gece;sinema daha çok yüksek sesle çalmış.Meğer;sinema işleticisi,Cengiz’in hatırını
soran vatandaşmış!...
Cengiz:bu kez adamın vergi dosyasını incelemiş..Ne kadar eksik işlemi varsa;hepsini
cezalı olarak tamamlatmış.Adam;bakmış pabuç pahalı,sinemanın sesini kısmış!..
Cengiz;sürücü belgesini de bu ilçede sınavlara girerek almış..Bir cip kiralayıp biraz
direksiyon çalışmış.Sonra;sınavlara girmiş.
Sınav günü Cengiz;ciple sınava başlangıç noktasına gelmiş.Komisyon;cipe binmiş ve
sınavı başlatmış.Cengiz aracı çalıştırmış.İlçenin sokak aralarında dolaşmağa
başlamışlar.
İlk çukura düşünce araç stop etmiş..Cengiz “Herhalde sınavı kaybettim!.”demiş.Sınav
komisyonu “Olur mu müfettiş bey::Zemin kötü..Sizin bir yanlışınız yok!..”demişler.
Biraz daha sürdükten sonra Cengiz bu kez bir tavuk ezmiş.”Bu kez sınavı yitirdim
değil mi?”demiş..Komisyon yine “Sizin ne kabahatiniz var müfettiş bey...Tavuk
önünüze atladı..Yapacak bireşey yoktu!..”demişler.
Benzer birkaç olaydan sonra komisyon “can güvenliklerini”sağlamak için;sınavı kısa
kesmiş!..”Tamam müfettiş bey..Sınavı geçtiniz..Hafta içinde uğrayıp ehliyetinizi
alın!..”demişler ve kendilerini cipin dışına atmışlar..Giderken de eklemişler “Ama;bir
süre araç kullanmasanız herkes için iyi olur!..”demişler.
Nitekim;Paris’te bir otomobil kazası yapmıştı.
Bir anı da Ertuğrul’dan
O da yeterlik turnesi için Ceyhan’a gitmiş.Malmüdürlüğü veznesine girip kimliğini
göstermiş ve sayıma başlamışlar..Sayımın ortasında elektrikler kesilmiş.
Ertuğrul;hemen masanın üzerindeki devlet para pulunun üzerine abanıp “Herkes
hemen dışarı çıksın”demiş.Güya devletin parasını güvenceye almış.Sonra;o da dışarı
çıkmış ve elektriğin gelmesini beklemişler.
Bana;”İyi yapmışım değil mi?”dedi..Ben de”İyi halt etmişsin “dedim.Bana kızdı.
176
“Dua et sayımda paralar tamam çıkmış.Ya eksik çıksaydı ve veznedar,sizin
almadığınız ne malum müfettiş bey deseydi ne yapardın?!..”dedim.Şaşırmış olarak
“Doğru yahuu..Ben bunu hiç düşünmemiştim”dedi.Sonraları;müfettiş yardımcılarını
eğitirken;bu öyküyü çok anlattım,
Sayım deyince aklıma cumhuriyetin ilk yıllarındaki bir olay geldi.Eski üstadlar
anlatmıştı..
Bir maliye müfettişini Erzincan’ın bir ilçesine teftişe yollamışlar.O zamanlar böyle
yerlere atla gidilebiliyormuş..Bir at satın alıp yollara düşmüş.Turne dönüşü yeniden
satacakmış atı..
Dağ başında eşkıya müfettişin yolunu kesmiş.Müfettişin atını,parasını ve giysileri
dahil tüm eşyalarını almışlar..Adamı;don gömlek bırakmışlar..Haa..Bir de müfettiş
çantasını bırakmışlar..
Müfettiş aklını yitirmiş..Çantasını alıp;don paça gideceği ilçeye doğru yola devam
etmiş ve hükümet binasına gitmiş.Don gömlek vezne odasına girip “Ben
müfettişim,sayım yapacağım”demiş..Veznedar;adamı deli sanmış.”Tabii, tabii
efendim..Buyurun şu sandalyede istirahat buyurun..Ben malmüdürünü alıp
geleyim.”demiş..Doğruca kaymakama gitmiş ve “Vezne odasında bir deli var”demiş.
Bekçiler adamı yakalayıp uyduruk bir giysi giydirmişler ve kaymakamın karşısına
dikmişler.Adam hala”...Ben müfettişim..”deyip duruyormuş.Adamı hastahaneye
yollamadan önce adamın evrak çantasına bakmışlar.Müfettiş kimliğini
bulmuşlar..Durumu Ankara’ya bildirmişler ve adamı Ankara’ya yollamışlar..Malulen
emekli olmuş.Bizler;bu adamın Taksim’de evi bulunan kızının kiracısı
olmuştuk.Babasının başından geçmiş bu olay ..O da teyiden bu öyküyü
anlatmıştı.Sabiha adlı bu hanım İstanbul Hilton’da çalışıyordu.
Bir benzer olay da Konya-Mersin arasında Toros larda yaşanmış..Yine eski üstadlar
anlatmıştı..Belki de cinsel espri olarak anlatmış da olabilirler..
Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında eşkıya;bu kez Toroslarda müfettişin yolunu
kesmiş..Bu kez herşeyini alnışlar..Adamı da çırılçıplak bir ağaca bağlayıp gitmişler...
Müfettişler;turne yerine vardıklarını telgrafla Ankara’ya bildirirlerdi...Adamdan
varış telgrafı gelmeyince durumu Başkanlıktakiler Mersin’e sormuşlar.Valilik
de;maliye müfettişinin Mersine gelmediğini bildirmiş.Bunun üzerine;müfettiş dağ
bayır aranmağa başlamış.
Sonunda;adamı;ağaca bağlı olarak bulmuşlar.Adam bir deri bir kemik
kalmışmış...Jandarmalar hemen müfettişe doğru koşmuşlar..Müfettiş”Beni
177
bırakın...Beni bırakın...Şu danayı buradan uzaklaştırın”diye bağırmış..Meğer;yanında
sürüsünden ayrılmış bir dana varmış..Sabahtan beri annesinin memesi sanıp
durmadan ağaca bağlı müfettişi emiyormuş..Bu nedenle;dağ gibi müfettiş,iğne
ipliğe dönmüşmüş...Ruhun şad olsun İhsan Arat üstadım!...
Bir başka maliye müfettişi de;turneye İstanbul’dan bir hafif meşrep kadını yanında
götürmüş.Çevresindekilere “karım”diye tanıtmış ve mutlu bir turne yaşamış..İlk
turne yerinde bir sorun çıkmamış.Oradan;ikinci turne yeri olan Hatay iline
geçmiş..Bir otele yerleşmişler..Yine kadını,karısı olarak tanıtmış..
Meğer;otel sahibi de zaman zaman İstanbul’a gider ve çapkınlık yaparmış..Orada bu
kadına da denk gelmişmiş...Durumu kadına anlatmış..”Benimle de yatacaksın..Yoksa
durumu açıklarım”demiş.
Kadın çaresiz öneriyi kabul etmiş.Müfettişe de birşey dememiş..Geceleri müfettişle
gündüzleri de otel ağasıyle oluyormuş..
Birgün müfettiş;bir şey unuttuğu için otele ,öğleden sonra mesai saatleri içinde
gitmiş..Otel sahibi ile kadını yatakta yakalamış..Kendini tutamamış ve İstanbul
delikanlısı olduğu için adamı bir güzel döğmüş..Adam hastanelik olmuş ve büyük bi,r
olay olmuş..Vali;durumu Ankara’ya bildirmiş.
O zamanlar müfettişlere şifre de verilir ve şifreli haberleşilirdi..Müfettişe bir telgraf
gelmiş..Şifreli telgrafı çözmüş adam..Başkanlık telgrafında şöyle
diyormuş”İstanbul’dan turne yerine bir fazla bavulla gittiğiniz öğrenilmiştir!..Fazla
bavulunuzu derhal İstanbul’a geri yollayın!”
Müfettiş emre uymuş ve kadını İstanbul’a geri yollamış..Müfettiş mi?..Müfettişliğe
devam etmiş..Otelci yediği dayakla kalmış..
Yetkili muavin olarak İskenderun’a gittiğimde kaymakamdan sonra;cumhuriyet
savcısına da nezaket ziyaretine gitmiştim.Savcı şenlikli bir kişiydi ve İstanbul
Dfeterdarlığı da yapmış bir üstadımızı da tanıyordu.Hemşehrisi ve sınıf
arkadaşıymış..Benden iki yıl önce;bir soruşturma için İskenderun’a gelmiş..Gelmeden
önce sınıf arkadaşının orada savcı olduğunu öğrenmişmiş..Otele iner inmez savcıyı
aramış ve hoşbeşten sonra”Bana bak..İskenderun’un en güzel kadınını yarım saat
içinde odamda istiyorum”demiş..”Pekiyi..Yolladınız mı
kadını”dedim..”Vallahi;pavyonlarda çalışan kadınların en güzelini yolladım”dedi..Ben
konuyu çok iyi anlamadım..Acaba adam bana da “İsterseniz size de yollarım” mı
demek istemişti?...
178
Cengiz’in bir Trakya turnesinde başına gelenler vardır..Üstadıyle bir ilçeye teftişe
gitmişler..Öğlene dek çalışıp karınlarını doyurmak üzere çarşıya inmişler..Eli yüzü
düzgün bir esnaf lokantası bulup içeri girmişler..Garson;yaz günü serin olur diye
bunları arka bahçedeki bir masaya buyur etmiş..Yiyecekleri ne olduğunu
sormuşlar.Garson”Beyim,burada yalnızca kuru fasulye ve pilav vardır..Pilavı ayrı
tabakta fasulyeyi ayrı tabakata isterseniz “yanyana bir”istersiniz..Fasulyeyi pilavın
üstünde yiyecekseniz”üstüste bir “istersiniz demiş..Nitekim;diğer garsonlar
durmadan içeriye bağırıyorlarmış..”Usta çek yanyana bir...Usta;çek üst üste
bir”diye..Bizimkiler de birer tane “yanyana bir” söylemişler.Garson;içeri
bağırmış..”Usta..Kenefin ağzındaki müfettişlere iki yanyana bir
verrrr.”demiş.Bizimkiler donup kalmışlar..Meğer;garson bunları bahçedeki tuvaletin
yakınındaki bir masaya oturtmuşmuş.Yerlerini tarif ediyormuş..İlçe ufak yer
olduğundan;müfettiş olduklarını da öğrenmişmiş!..
Yine başka bir tarihte “Asil üstad” dediğimiz bir üstadın yanında muavinleri;bir
başka Trakya ilçesine teftişe gitmişler.Öğle olmuş;çarşıya gidip en iyi lokantayı
bulmuşlar.İçeri girerken asil üstad”Çocuklar..Düştük bu
lokantaya”demiş..Çünkü;İstanbul’da Hacı Salih’ten aşağı lokantaya
gidilmezdi..Yemeklerini yiyip çıkıyorlarmış..Bir turist karı koca görmüşler.İyi ve temiz
giyimli turistler;lokantaya girmeğe karar verince asil üstad “”Hah..Turistler de
düştüler azizim!”demiş.
Turgut Akman bir yaz turneye Bafra’ya gitmiş..Otobüs gece yarısı varmış
Bafra’ya..Otele yerleşmiş..Uyku ararken bakmış kentte silahlar
patlıyor!..Eyvah!..Yine ihtilal oldu diye düşünmüş.Sabaha dek uyuyamamış..
Ertesi gün,malmüdürlüğünden durumu öğrenmiş..Bafra;karedeniz böölgesinin
Teksası imiş.Hergün;her gece silahlar patlar ve adamlar ölürmüş..
Korku dolu günler boyunca teftişi sürdürmüş.Görevi gereği vergi borcu olanları
sıkıştırıyor;yasayı uygulayıp zorla tahsilat yapıyorlarmış.
Birgün;çalıştığı odanın kapısı önünde bir gürültü olmuş..”Bırakın daaa...Furacağım o
malmudurunu..”diye bağırıyormuş vatandaşın birisi.
Odacıyı çağırmış ve adamı odasına getirmesini söylemiş.Vatandaş,odaya hışımla
girmiş”Mu fettiş bey..Furacağım ha bu adamı daaa..”diye bağırmış.
Turgut;adama bağıracak yerde;adamı yatıştırmış.”Gel hemşerim..Sana bir çay
söyleyeyim..Otur şöyle de konuşalım”demiş..
179
Malmüdürü;müfettiş kendisini sıkıştırınca;vergi borcu olan adamın evine icra
memurunu yollamış..Oralarda;eve icra gelmesi büyük bir zuldü!..Adam;bu nedenle
çok kızmış..İcra memurunu Turgut yolladığından korkmuş ve ne yapacağını
şaşırmış..”Boşverin..Bunlar cahil insanlar..Yanlış iş yapmışlar!”demiş...
Adam”Hay ağzını opeyim mufettiş bey!..Ha bu adamlar beni
anlamiyler..”demiş.Turgut da adama;ödenmesi gereken borcunu ve ödemesi
gerektiğini yumuşaklıkla söylemiş..”Uyyy..Ha benimle boyle konuşsunlar..Canımı
alsınlar benum daaa..” demiş “De bakayım..Borcum ne kadardır”diye
eklemiş..Turgut;miktarı söyleyince “Uyyy..Ha bu kadar ufak bir para için adam
rahatsız edilir mi uşağum”demiş.Oğluna telefon etmiş;borcun tamamını yatırmışlar.
Benzer bir olay Bergama’da benim başıma gelmişti..Granit ocağı işleticisi olan birisi
vergilerini beyan ediyor ve fakat ödemiyordu..İcra memurları yolladık köydekı
adresine..
Ertesi gün;bir doksan boyunda yüz kilo kadar ağırlıkta sarışın bir adam hışımla
çalışma odamıza daldı..Yanımda muavinler de çalışıyordu.
“Bana bu yapılır mı!.”diye bağırıyordu.Aklıma Turgut olayı geldi..Hemen oturtup
adama bir çay söyledim.Adam;arnavuta benziyordu..Gerçekten de arnavut
kökenliymiş..Bergama ve köylerinde epeyi varmışlar.Benim de lisede arnavut
arkadaşlarım olmuştu.
Gegalardan söz edip adamla bir arnavut muhabbeti kurduk..”Senin gibi bir ağaya bu
vergi borçları yakışıyor mu?”dedim.O da telefon etti ve anında tüm vergi borçlarını
ödedi.
Urfa’ya kısa bir soruşturma için gitmiştim.Ünlü Ayn Zilha Balıklı gölünü görmeye
gittim.Bir caminin minberinin altındaki kaynaktan bir su çıkıyor ve gölü
oluşturduktan sonra;mazgallardan geçip ovaya akıyordu.
Gölün içi;neredeyse silme alabalıkla doluydu..Taze nohut demetlerini kıyıdan
uzatıyorsun..Biribirlerinin üzerine trımanıp yarım metre yükselerek bitkileri yiyip
anında bitiriyorlardı.
Söylenceye göre;Nemrut;İbrahim peygamberi odun ateşine atarak yakmağa karar
vermiş.Gölün olduğu yerde odunları üst üste yığarak devasa bir ateş yakmış..İbrahim
peygamberi bir mancınığa bağlayıp ve mancınığın iplerini kestirip;onu gülle gibi,bu
ateşin ortasına attırmış..
180
İbrahim peygamber yere değince alevler su olmuş;odunlar da alabalık!..İbrahim
peygamber bu göle düşüp ölmekten ve yanmaktan kurtulmuş.Ogün bugündür o
balıklar kutsal sayılmış ve yenmemişler.
Oysa;Harran Ovasında köylülerle konuştum.Mazgallardan kaçıp ovaya ulaşan
alabalıkları kemali afiyetle yiyorlarmış.Hatta paşanın yaptığı gibi;rakı mezesi de
yapıyorlarmış.Anlaşılan;balıklar göldeyken kutsalmış.Gölün dışına çıkınca
kutsallıkları kalmıyordu!...
Maraş turnesinde de bir garipliği gözlemiştik.Maraşlı kadınların hemen tamamı kara
çarşaf giyiyor ve peçe takıyorlardı.Hiçbir yerleri açıkta kalmıyordu.Ellerine de uzun
eldivenler takıyorlardı.Sürekli olarak da yanlarında şemsiye taşıyorlardı..Bunun
sırrını çözememiştik.
Birgün,belediye otobüsüne bindik..Peçeli ve çarşaflı kadınlar da vardı koltuklara
oturmuş..Biletçi,paraları alıp bilet kesiyordu..Sıra kadınlara gelince;kadın otobüsün
içinde şemsiyesini açıyor ve bilet parasını şemsiyenin altından uzatarak biletini
alıyordu.Böylece;peçenin altından da olsa;göz zinasını da önlüyorlarmış.Göz zinası
kavramını orada öğrenmiştim.Söylemeye gerek yok..Ağostos ayında bile kadınlar bu
kıyafetler içindeydi..Eldivenler yoluyle de ten zinasını önlüyorlarmış...
Benzer bir olaya 1980 li yıllarda İzmir’de rastlamıştım.Peçesiz,ama kara çarşaflı bir
kadının yanında beyaz çarşaflı kızı vardı.Konak meydanında yürüyorlardı.
Karşıdan gelen sakallı bir tip kadına”Aferin hanım...Bak kızını ne güzel islami
kurallara göre giyindirmişsin!..Ama;hani elindeki eldivenleri!..”demişti..İzmir’de
Ağostos sıcaklarında ayak topuklarına dek inen giysiler giymiş olan kadınların o
uzun eldivenlerden de takmalarını istiyor ve takmadıkları için onları uyarıyordu..
İş bankası otomatından para çeken bir başka genç kız görmüştüm bir başka gün..O
da üstelik tam adamın istediği gibi islami kurallara göre giyinmişti ve Ağostos
sıcağında bunalıyordu..Dayanamadım,ben de o adam gibi densizlik yaptım .Kıza;”Bu
sıcakta bu kılık giyilir mi?..Hem de senin gibi aydın görünümlü bir kıza bu kılık
yakışıyor mu?..”dedim.
Kız mahcup bir biçimde yanıt verdi “Aslında böyle giyinmek
istemiyorum..Ancak;bana böyle giyiniyorum diye burs veriyorlar..Bana yurt olanağı
sağlıyorlar..Ancak;bu sayede Ege Ü niversitesinde öğrenimimi sürdürebiliyorum!..Ne
yapayım.”dedi.
Çok mahcup olmuştum..Bu da Türkiye’nin görünmeyen gerçeklerinden biriydi.
181
Sonraları;bu kız gibi davranıp üniversiteyi bitirdikten sonra çarşaftan çıkanları;gizli
islami örgütler öldürmüşlerdi.Hem davaya ihanet edenleri cezalandırmış hem de o
sıralarda okuyan aynı koşullardaki kızlara gözdağı vermiş oluyorlardı.
Türkiye’de ne kötü olaylar yaşandı tanrım!..Hem de tanrı adına!..Kahramanmaraşta
alevi kadınlar öldürüldü.Yetmedi;rahimlerindeki canlı bebekleri öldürüldü.Sıvas’ta
aydınlar;”islami engizisyonlarca”yakıldı.Tıpkı;Yahudilerin nazilerce yakılmaları gibi!..
Birinin öcü Çankırı’da;öbürününki ise Erzincan’da alınmıştı..Neyse ki;bu olaylar bir iç
savaşa dönüşmeden yatıştırılabilmişti.
Müfettişlik yaşamım boyunca;yaşadığım ve yakın çevremden öğrendiğim ilginç
olaylar,saymakla bitmez!..
Bir keresinde Mazhar Zorlu’nun işlettiği Tüccar Kulübü Restotana
gitmiştik.Sanırım;hesap uzmanlarının bir kuruluş yılı dolayısiyle onlarla ve eşleriyle
biraraya gelmiştik.
Gece yarısına doğru;gecenin solisti şarkı söylemeğe başlamıştı.O günlerde yeni
ünlenen bir hafif müzik sanatçısıydı.
O sırada;restoranda bir koşuşturma oldu.Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve
eşi;bazı bakanları ve korumaları;eğlenmek için mekana gelmişlerdi.Çiçeği burnunda
başbakan bulutlar üzerinde yürür gibiydi.Çok sonraları;ayakları yere değecekti..
Sanatçı;bir süre şarkısını kesti.Gürültüden rahatsız olmuştu.Herkes yerine
oturdu.Proğram yeniden başladı ve sanatçı proğramını tamamladı.Alkışını aldı.
Sanatçı sahneyi terk ederken;başbakanın korumalarından birisi;elinde küçük bir
kağıtla,belki de başbakanın kartıyla sanatçının yolunu kesti.Sanatçı;yeniden sahneye
döndü.Süleyman Demirel’in masasına bakarak “Bir istekte bulunuldu.Ancak;ben
buradaki proğramımı tamamladım.Şimdi;acele fuara gidip orada da bir proğram
yapmam gerekiyor.Özür diliyorum.Herkese iyi eylenceler
diliyorum”dedi.Restorandan çıkmak için kapıya yöneldi.Demirel’in işareti ile adamın
yolunu yine korumaları kesti.İstek şarkıyı okuması konusunda ısrar ettiler.
Tekrar sahneye gelen sanatçı”Başbakan da olsanız;bir sanatçıya zorla bir şey
yaptıramazsınız.!..Ben buradaki proğramımı tamamladım ve gidiyorum..Ne
yapacaksanız yapın ya da yaptırın!..”dedi ve yürüdü .Bu kez,Mazhar Zorlu yolunu
kesti ve şarkıyı söylemesini rica etti.Sanatçı ondan da özür diledi ve çıktı,gitti.
Süleyman Demirel;o sıralar Cumhuriyet Halk Partisi ile olan koalisyonu bozmuş ve
yenilenen seçimden galip ayrılmıştı.Tek başına iktidardı.O nedenle;kendisini çok
güçlü sanıyordu.
182
Ancak;sanatçıdan belki de siyasetteki ilk dersini almıştı.
Ertesi gün;ne yerel gazetelerde ne de ulusal gazetelerde bu konuda en küçük bir
haber vardı.Kimse olayı yazmamıştı.O zaman basın-siyasetçi işbirliğini ve iç içeliğini
gözlemiş oldum.
Basının bu yararını koruma yanını sonradan çeşitli olaylarda sık sık
gözledim.Bunlardan en çarpıcı olanı,yerel bir gazeteyle ilgiliydi.
Bu gazetede İzmir sosyetesinin magazin haberleri de yayınlanırdı.Birgün Turgut ve
Kamuran Hallaç adlı arkadaşalarımızın,eşleriyle eğlenirken çekilmiş resimlerini
gördüm o gazetede..
Telefon edip takılayım istedim.”Hadi;sizler de sosyetik oldunuz artık..Önemli kişiler
oldunuz ki gazetede resimleriniz çıktı”dedim.
Bana;”Parayı bastırmasaydık;o resmi ve haberi gazeteye nah
koyarlardı!..”dediler.İnanamadım.
Meğer;magazin haberlerine parayı bastırdın mı,hem de yüklüce bir para,hem de
makbuzsuz ve belgesiz,gazetelerin magazin bölümünde resmin basılıyor ve haber
oluyormuşsun.Vergi dışı,kesintisiz tertemiz para.Bir maliyeci olarak içimden “Pes
doğrusu..Şeytanın aklına gelmez”demiştim.
Sonradan;basının bazı haberleri şantaj aracı olarak kullandıklarını;böyle de
vergisiz,temiz paralar kazandığını duydum!..
İki ulusal gazete arasındaki rekabet nedeniyle;bir gazete patronunun eşinden
ayrılması nedeniyle;bu türden şantaj olaylarının basın aleminde yaşanmakta
olduğunu ulusca da öğrenmiş olduk!..
Diğer yandan;karapara incelemeleri dolayısıyle şunu da gözledim...Mafya
babalarının sanık olduğu davaları;medya izlemiyor ve bu konularda halkı
bilgilendirmiyordu.Ya korkuyorlardı ya da bir karşılıklı yarar ilişkisi içindeydiler.
Mafya olaylarını inceledikçe;mafya-polis-basın-siyasetçi sacayağını her davada
gözler olduk.
Siyasetçiler de yetkilerini ve güçlerini kötüye kullanabiliyordu ve bunlar cezasız
kalıyordu.Birgün;bir vali yardımcısı arkadaşımı ziyarete gitmiştim.Konuşurken;bir
telefon geldi ve arkadaşımın canı sıkıldı..
Emniyet Müdürlüğü bu vali yardımcısına bağlıydı.Bir gece önce;bir kahvehanede
kumar oynandığını saptamışlar.Kahvehaneyi basmışlar;tutanak düzenleyip
kahvehaneyi mühürlemişler.Ertesi gün;yasanın verdiği yetkiyi kullanıp idareten üç
gün kapatmışlar.
183
Arkadaşım sabah göreve gelince olayı öğrenmiş.Öğleden sonra telefon
gelmişti.Vali;bir siyasetçinin isteğini iletip kahvehanenin derhal açılmasını
istemiş.”Ulan ibreti alem için birgün kapalı kalsın be..”diye hayıflanıyordu vali
yardımcısı..Türkiye’de işler böyle yürüyordu işte!..
Nitekim;benzer bir olayı Ercan üstadla “tahsilat hızlandırma teftişi”nde
yaşamıştık.Borcunu ödememeyi alışkanlık haline getirmiş vergi mükelleflerini
sıkıştırıyor ve batık vergi alacaklarını tahsil ettiriyorduk.
Ençok;minibüs işletenler vergi borçlarını ödememiş görünüyorlardı.Vergi
dairesi;borçlulara ödeme emri tebliğ etmiş:haciz uygulaması yapmıyordu.
Trafik şubesinden polis isteyip;haciz edilmiş araçları,minibüsleri satılmak üzere
maliyenin arsasına ,otoparka çektirmeğe başladık..Aracı kapatılan minibüs işlerticisi
hemen tüm borçlarını ödüyordu..Üç günde çok güzel batak borç tahsilatı yaptık.
Dördüncü gün;Ercan üstada Ankara’dan telefon geldi.Umum Şoförler ve
Otomobilciler Derneği ve bunların konfederasyonu;sorunu devrin Başbakanı
Süleyman Demirel’e götürmüşler.O da yasalara uygun yapılan bu uygulamanın
durdurulmasını istemiş.Ben kıdemli müfettiş olsam;direnir ve bu isteği
karşılamazdım.Ama;Ercan üstad kıdemliydi..Bağırdı,çağırdı ve fakat uygulamayı
durdurttu.Minibüscüler siyasiler için oy deposuydu.Böylece;siyasilerin devlet
yararını bir yana bırakıp kendi yararlarına öncelik verdiklerini bir kez daha gözledim.
Yıllar sonra;bu kez tek başıma tahsilat hızlandırması teftişi yapıyordum.Vergi dairesi
müdürüne “Validen ya da siyasilerden işlemleri durdurma istemi gelebilir..Müfettiş
bey var..Onunla görüşün..”dersin dedim..
Gerçekten de birçok kişi baskıda bulunmak istemiş.Müdür;devrede benim
olduğumu söyleyip baskılara direnmiş.
Gerçi;bu uygulamayla oldukça büyük vergi borçlarını ve cezalarını tahsil
ettik.Ancak;üç ay sonra,hükümet bir vergi affı çıkardı ve ödeme karşılığı cezalardan
vazgeçti.
Kendilerinden zorla tahsilat yaptığımız mükellefler;zavallı vergi dairesi müdürünü
neredeyse döveceklermiş..”Bundan sonra hiç vergi ödemeyeceğiz..Nasıl olsa vergi
affı çıkıyor..Allahın enayisi biz miyiz!.”demişler.
Böyle düşünenler;sonunda haklı çıkmışlardı.Çünkü;hükümetler sık sık vergi affı
çıkararak ya da adli ceza aflarına vergi affı ekleyerek vergisini muntazaman ödeyen
mükelleflerin de yoldan çıkmasına neden olmuşlardı.
184
1960 lı yıllarda maliye müfettişliği çok saygı gören bir meslekti.Bir kez,Müsteşardan
daha çok elimize para geçiyordu..Merkez ve taşradaki tüm üst düzey atamalarda
Maliye Teftiş Kurulu’nun görüşünün alınması zorunluydu.Memurlar hakkında
doğrudan soruşturma başlatabiliyorduk.Memurlara disiplin cezası ya da takdirname
verebiliyorduk.
Bu nedenle;müfettişlerin küçük para hesapları yapmaları ya da paraya düşkünlükleri
hoş karşılanmıyordu.
Nitekim;üstadlardan birisi;turne için gittiği ilde patatesin çok ucuz olduğunu
saptar.Turne dönüşü;üç çuval parates alır ve otobüsle İstanbul’a yollar.Köy kökenli
olduğu için;aslında,bu davranışı normaldir.
Ancak;olay teftiş kurulunda duyulur ve başkanın kulağına gider.Sözü geçen müfettiş
başkanlığa çağırılır ve azarlanır.Bu olaydan sonra;bu müfettişe hiçbir önemli teftiş
ya da soruşturma verilmez.Sürekli dernek teftişi verilir.Bunun sonucunda adı
“dernekçi müfettiş”e çıkar!..
Keza;müfettiş yardımcılarından birisi hakkında üstadları;doldurdukları tanıtma
belgesinde “paraya düşkündür”kaydı koyarlar.Bu nedenle,müfettiş yardımcısı
yeterlik sınavını kazanamaz.Kuruldan ayrılır ve özel kesimde çalışır.Ne yazık ki orada
da başarılı olamaz.Yani;istediği paralara kavuşamaz ve zenginleşemez!..
1970 li yıllarda Maliye müfettişleri Ercan Meftunoğlu ve Nazif
Kocayusufpaşaoğlu;zamanın Devlet Planlama Teşkilatı Daire başkanları olan Turgut
Özal ve Ekrem Pakdemirli hakkında soruşturma yapmakla görevlendirilirler.Bunlar o
dönemde teşkilatta “takunyalılar”diye anılırlardı.İslami koşullara işyerlerinde de
uymaya çalıştıkları için böyle anılırlardı.Abdest almak için binanın tuvaletine
takunyaları ile gittikleri için böyle
anılırlardı.Sonradan;Başbakan,Cumhurbaşkanı,Maliye Bakanı olmuşlardı .
Müfettişler;çalıştıkları odaya girip kimliklerini gösterip soruşturma için geldiklerini
belirtmişler.Turgut Özal”Sizler;bizler hakkında soruşturma
yapamazsınız”demiş.Ercan üstad kimliğini masasına fırlatıp atmış “Al da oku
bakalım..Yapar mıyız yapamaz mıyız!”demiş.Soruşturmayı yapmışlar ve raporlarını
ilgili mercilere vermişler.
Yıllar sonra;Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca;ilk verdiği emir”müfettiş Ercan
Meftunoğlu’nun bizler hakkında verdikleri raporları görmek
istiyorum”olmuş.Raporları vermişler;okumuş;tarafsız davrandıklarını anlamış
Niyeti;haklarında soruşturma yapmış bu müfettişleri meslekten
185
atmakmış.Ancak;raporlardan bir dayanak bulamamış..Oysa;müslüman adamın kin
tutmaması gerekmez mi?Üstelik;adamlar görevlerini yapmışlar.Bu ne hırsmış böyle
tanrım!..
Turgut Özal’a gelince;Başbakan ya da Cumhurbaşkanı olduğu sürece Maliye Teftiş
Kurulu’nu kapatmağa çabalamıştı.O daha sessiz ve derinden gidip sorunu kökünden
çözmeyi düşünmüş.Ama başaramamıştı.Bunları;Teftiş Kurulunun yüzüncü kuruluş
yılı kokteylinde anlatmaktan da çekinmemiştir.
Orada şunu söyledi.”Yaşamım boyunca çok az yenilgi tattım.Bunlardan birini Maliye
Teftiş Kurulu ile girdiğim çekişmede yaşadım..Bu kurulu kapatmak için elimden
geleni yaptım. Başaramadım”
Bu olaydan yirmi yıl sonra;Turgut Özal’ın dünya görüşüne sahip şimdiki
hükümet,Maliye Teftiş Kurulu’nu ve diğer teftiş kurullarını kapatmak için yasalar
hazırlıyor.Görüldüğü gibi;Maliye Teftiş Kurulu’nun temeli öyle sağlam atılmış
ki;yıllardır uğraştıkları halde;kapatamıyorlar..İMF de kapatmağa çabalıyor
ama;onların da etkisi yetmiyor..Daha nice yıllara ey kurul!...
Ercan ve Nazif üstad;kurulun sıkı soruşturmacı müfettişleri olarak tanınmışlardı.O
nedenle;tüm dünyada yankılanmış “Lockhead Skandalı”diye anılan olayın
soruşturmasını da onlar yapmışlardı.
Gazete haberlerine göre;Hava Kuvvetleri Komutanımız da bu skandala
bulaşmıştı.Lockhead uçaklarının alımı dolayısiyle;Amerikan firması birçok devletin
ünlü devlet adamlarına rüşvet,komisyon ödediğini Aamerikan senatosundaki
soruşturmada itiraf etmişti.Bizde;Nezih Dural adlı bir işadamı alımlara aracılık
etmişti.Bu kişinin de komisyon adı altında açıktan aldığı paraların olduğu;bu paraları
İsviçre bankalarında sakladığı iddia ediliyordu.Bir kambiyo suçu sözkonusuydu.
Müfettişler;mali polisle işbirliği yaparak çalışmışlar ve Nezih Dural’ı “ikna
ederek”İsviçre bankalarındaki paralarını yurda getirtmişlerdi.Yanlış
anımsamıyorsam;adamcağız bu eylemi dolayısiyle yargılanmış ve hüküm de giymişti.
Oysa;günümüzde ne komisyonlar alınıp veriliyor!..Yakalanan olsa bile;hüküm giyen
yok!..Türkiye;yolsuzlukla savaşım konusunda,ileri gideceğine geriye doğru yol
almıştır..Bu nedenle de uluslar arası istatistiklerde de yolsuzluk ülkeleri
sıralamasında başlarda yer almaktayız.
Günümüzde;ülkemizde Osmanlı Devletinin çöküşündeki çarpıklıklar her alanda
yaşanmağa başlamıştır.Neyse ki;uluslar arası kuruluşların ve anlaşmaların gereği
olarak;ülkemizde de karapara aklama ile savaşım başlamıştır.Bu alanda da Maliye
186
Müfettişleri yeni kurulmuş karapara aklama ile savaş örgütüne,Masak’a en büyük
desteği vermektedir.
Halen;her türden yolsuzluklarla savaşımda en etkili yöntem bu incelemeler
olmaktadır.Ancak;bu sistemi de bozmak için medya,siyasiler elbirliği
yapmaktadır.Günümüzde;karapara aklama suçları için özel af getirilmesi gündeme
taşınmıştır.
Müfettişliğimin son üç yılında;sürekli ve yalnızca karapara aklama incelemeleri
yaptım.
Balina operasyonu;Matador operasyonu;uyuşturucu kaçakçılarının karapara aklama
eylemlerini inceledim.
Balina organizasyonu; hayali olarak kurulmuş ortaklıklar aracılığıyle;hayali ihracat
yapıp devletten haksız katma değer vergisi iadeleri almak için kurulmuş örgütü
ortaya çıkarmıştır.Yaklaşık;sekiz trilyon lira haksız vergi iadesi devletten alınmış ve
mal edinilmiştir.
Ayrıca;bu hayali ihracatı fırsat bilip;yurt dışında
uyuşturucudan,kumarhanelerden,başka yasadışı işlerden elde ettikleri dövizleri de
“ihracat bedeli” gibi gösterip yurda getirmişler;çeşitli yatırımlar yaparak karapara
aklamışlardır.Bu yöntemle yaklaşık yirmialtı trilyon lira karapara yurda getirilmiş ve
aklanmıştır.
Dava önce;Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmıştır.Ancak;bu işlerin ucu siyasilere
de uzanabileceğinden siyasiler;Devlet Güvenlik Mahkemeleri yasasını değiştirip bu
tür davaları normal mahkemelere,ağır caza mahkemelerine devrettiler.Davalara
henüz başlanamadı.Muhtemelen bir genel af beklanmektedir!..Türkiye;bir karapara
aklama cenneti ve af cennetidir!..
Soruşturma sırasında iki kez tehdit edildim..Gelenlere”Ben zurnanın son
deliğiyim..Benimle niye uğraşıyorsunuz..Gidin beni görevlendirenlerle
uğraşın”dedim..Rahat bırakmadılar.İncelemelerin sonuna doğru çetebaşının
avukatları;noterden yolladıkları bir protesto ile beni baskı altına almak
istediler;tehdit ettiler..Bu avukatları baroya ve savcılığa şikayet ettim.Şikayetimin
davası iki yıl sonra görüldü ve avukatlar”avukatlık görevlerini
yaptıkları”için;mahkemece beraat ettirildiler.
Yine Maliye Müfettişi Metenin arkadaşı olan bir karadenizli;bu çetenin
karaparalarını aklamış görünen bir ailenin beni öldürmeyi düşündüğünü;bunu o
ailede gelin olan kızkardeşinin engellediğini söyledi.Ayrıca;beni koruması gereken
187
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının bunun yerine hakkımda Bakanlığa suç
duyurusunda bulunduğunu öğrendim.Böyle;güç koşullar altında görevleri yapmağa
çabaladım.
Sonra;İranlı bir çete reisinin uyuşturucu kaçakçılığı karapara aklama incelemesini
yaptım.Bu adamın;sonradan Van’da oğlunu polisten zorla alan eski milletvekili ile
dirsek teması vardı.Oğlu da uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmıştı.
Matador operasyonu ile ele geçmiş bir başka uyuşturucu çetesi mensubu;bu İranlıya
yirmi daire satmıştı.Yani;çeteler biribiri içine girmiş olarak çalışıyorlardı.Matador
operasyonunda elegeçirilmiş uyuşturucu kaçakçıları hakkında da karapara aklama
incelemeleri yaptım.
Daireleri satan adam;akrabalarına kurdurduğu iki ayrı yapı kooperatifi
yoluyle;yaklaşık dört trilyon lira bedelli apartman daireleri inşa ederek karapara
aklamıştı.Bu inceleme ile ilgili olarak Vatan Gazetesi’nde haber yayınlanmış.Adımı
da yazıp beni deşifre etmişler;hedef göstermişlerdi.Yaşamımın geri kalan
kesimini;bu olayların derin stresi altında geçirecektim..O da bırakırlarsa!..
Son olarak;Matador operasyonu ile ele geçmiş Urfi Çetinkaya adlı uyuşturucu
kaçakçısının çetesi ile ilgili karapara incelemeleri yaptım.
Adam;İspanya’da yakalanmış;hüküm giymişti.Sonra;Türkiye’de yakalanmış ve hüküm
giymiş.Ancak;hapishaneden bile uyuşturucu kaçakçılığı işlerini
yürütüyordu.Hakkında;Adana;da ,Edirne’de,İstabul’un çeşitli ilcelerinde açılmış
davalar vardı.
Adam;onlarca ilkokul yaptırmış ve devlete bağışlamıştı.Valilerle çekilmiş
fotoğrafları vardı.Büyük depremden sonra da depremzedelere evler yapmış va
bağışlamıştı.İfadesine göre;kaçakçılık işlerinden yirmibeş milyar dolar elde
etmişti.İspanya’da olsun;Türkiye’de olsun;çete üyelerinden çürük çıkanları
öldürülmüştü.Son olarak;kooperatiflerle karapara aklayan uyuşturucu kaçakçısını
vurmuşlardı.
Tüm karapara incelemelerinde;şu dört grup insana
rastlanmaktadır:Çeteler,polisler,medya mensupları,siyasiler..
Özellikle;tüm medyayı kontrol ediyorlardı.Aleyhlerinde tek satır haber
olmuyordu.Örneğin;Urla’daki çocuk köyü olayı günlerce manşetlerde
kalıyordu.Ama;bunlardan söz edilmiyordu.Televizyonda gıda yolsuzlukları
anlatılıyor;bunlardan söz edilmiyordu.Bir tek Kurtlar Vadisi dizisinde bunlar
anlatılıyordu.Millet de dizi olarak izliyordu.
188
Mutlaka;her çetede bir ya da birkaç polis ya da polis eskisi ele geçiyordu.Ya
istihbarat sağlıyorlar ya da koruma görevi yapıyorlardı.
Siyasiler ise;çetelerin adliyeyle olan sorunlarını çözüyordu.Bazı kez;kaçakçılıkta
fiilen görev de alıyorlardı.
Bir tarihte Fransa’da kırmızı pasaport sahibi olan Kudret Bayhan adlı bir Türk
senatör uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmış ve hüküm giymişti.Ülkede;bu kişinin
eroinleri partisi için kaçırdığı ve parasının parti finansmanında kullanıldığına dair
dedikodular yayılmıştı.Parti de,devrin başbakanının kardeşine ait eroinleri
yakalattığına dair dedikodular yaymıştı.O zamanlar,medya olayın üzerine gitmemiş
ve bu olay bir “Devler sırrı”olarak kalmıştır.
Bir de başımdan komik bir olay geçmişti.Onu anlatayım.Oniki Mart ihtilali
olmuştu.İşten çıkmış eve gidiyordum.Jandarmalar otobüsü durdurdu ve kimlik
kontrolü yaptılar.Benim üzerimde müfettiş kimliğim vardı, onu
gösterdim.Kimliğimde Süleyman Demirel imzasını görünce;beni otobüsten anarşist
gibi indirdiler.Çünkü;askeri harekat ona karşı yapılmıştı.O da şapkasını alıp gitmişti.
Astbubaylarına gittim.Durumu anlattım.Beni bir sonraki belediye otobüsüne koyup
evime yolladılar.Gözaltına alınmaktan kurtulmuştum!..
Ancak;Tanju Polatkan adlı bir sınıf arkadaşım benim kadar şanslı olmamıştı.27 Mayıs
ihtilali sırasında aranan eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan Ankara’dan
kaçmış;Eskişehirde yakalanmıştı.Mülkiyenin Haziran sınavlarına gelmek için
Eskişehir’de otobüse binen Tanju’yu kimlik denetimi yapan askerler;otobüsten
indirmişler ve askeri hapishaneye götürmüşlerdi.Onu;Hasan Polatkan’ın akrabası
sanmışlar.Derdini anlatıp Hasan Polatkanın akrabası olmadığını kanıtlayana dek üç
dört gün içeride kalmış ve sınavlara güç bela yetişmişti.
İLGİNÇ ANEKDOTLAR
Ülkedeki ilk hayali ihracat incelemelerini yapmıştık.Bu incelemelere arama ile
başlamış ve mali polisle işbirliği yapmıştık.Adı hayali ihracata karışmış olanların mali
poliste ifadelerini alıyorduk.
O sırada;polisler genç bir adam getirdiler.Üzerinde yüz alman markı çıkmış.O
zamanlar;kambiyo rejimi nedeniyle döviz bulundurmak suçtu.
Polis şefi;adama parayı nasıl edindiğini sordu.Genç adam;alman markını yolda
bulduğunu söyledi.Polis şefi;genç polislere işaret etti.Adamı alıp götürdüler.On
189
dakika kadar sonra;adam,iki polisin koltukladığı bir durumda,zorla
yürüyerek,ayaklarını sürüyerek geldi.İfade vermeğe başladı.
Parayı;bir bakkaldan almıştı.Polis şefi;telsizle talimat verdi.On dakika sonra bakkal
da mali polis bürosundaydı.Şef;ona da parayı nereden bulduğunu sordu.Bakkal;bir
alman turiste yiyecek maddeleri satıp ondan aldığını ileri sürdü.
Polis şefi;yine genç polislere işaret etti.Bakkalı da alıp götürdüler.On dakika kadar
sonra;ayaklarını sürüye sürüye getirdiler.O da ifade verdi.Parayı hangi matbaada
bastıklarını;nasıl dağıttıklarını;kimlerle çalıştıklarını bir bir anlattı.
Polis şefi telsizle yeniden talimat verdi.Matbaacı ve diğer adamlar da yarım saat
sonra;mali polisteydi ve ifade veriyorlardı.Meğer adamın üzerinde bulunan yüz mark
sahteymiş.Ertesi gün;kalpazan çetesinin yakalandığını tüm gazeteler manşetten
yazdılar.
Bizler;kendilerini kutladık ve polisin namuslu kişilerden oluştuğunu göremekten
sevindiğimizi söyledik.
Mali polis şefi;”Bizim aramızda da çürük elmalar olur” dedi ve anlattı.
Yıllar önce;bir uyuşturucu şebekesinin Suriye’ye altın yollayıp karşılığında
uyuşturucu alacağı ve Avrupa’ya taşıyacağı öğrenilmiş.Adamın;Mercedes marka
pahalı bir araçla Türkiye’ye girmesine ve Suriye’ye geçmesine izin vermişler.Malları
alıp yeniden Türkiye’ye girdikten sonra izlemeğe başlamışlar ve Eminönü’nde
arabalı vapurdan ineceği sırada yakalamayı planlamışlar.
Adam;tuzağın farkına varmış ya da tuzaktan bir şekilde haberdar olmuş;arabayı
bırakıp kaçmağa başlamış.Polisler de arkasında koşmuşlar ve adam Karaköy’deki
deniz hatlarının yolcu salonunda kıstırılmış ve çatışma başlamış.O sırada;devrin mali
polis şefi gelmiş ve polislerin ateşini durdurmuş.Alman uyruklu kaçakçıya
seslenmiş..Peter adlı kaçakçı;polis şefini görünce tabancasını atıp teslim olmak
istemiş.Mali polis şefi;tabancasız almana ateş etmiş ve adamı öldürmüş.Ben de
hatırlıyorum;ertesi gün hemen tüm gazeteler”Türk polisi yakalar” manşetiyle
çıkmıştı ve polis kuruluşları övülmüştü.
Oysa;polis örgütü, silahsız almanı öldüren mali polis şefi hakkında soruşturma
başlatmış ve bu polis şefinin de çete mensubu olduğunu ortaya çıkarmış.Peter’in
konuşmaması için onu öldürdüğü ortaya çıkmış.Belki de Peter’e hakkında ihbar
olduğunu da o bildirmiş ve sonra adamın işini bitirmiş..Doğal olarak;işin bu bölümü
basında yer almamıştı.O günden sonra;aramızda”Türk polisi yakalar”esprisi yapılır
olmuştu.
190
Bir başka hoş olmayan anekdot da tabir yerinde ise bir eşek şakasıyle ilgilidir.
12 Eylül öncesi;hergün yollarda öğrenciler pusu sonucu ya da serseri kurşunlarla
ölüyorlardı.Birtakım karanlık gruplara mensup kişiler sık sık birilerini kaçırıyor ve
akrabalarından fidye istiyorlardı.
Bu dönemde;Ayhan Öner üstadın odasında toplanmış;mesleki bir konuyu
tartışıyorduk.Üstadın telefonu çaldı.Dışarıdan aranıyormuş.Telefondaki kişiyle
konuşmaya başladı.Konuştukça;önce sapsarı sonra kapkara oldu.Telefonu yerine
bıraktığında elleri ve dudakları titriyordu.
Olağan dışı birşeyler olduğunu anladık ve üstada ne olduğunu sorduk.Telefonda bir
adam;üstadın kız çocuğunu kaçırdıklarını;fidye istediklerini;sonra yine arayacaklarını
söylemiş ve telefonu kapatmış.
Üstad;bir vergi dairesinde çalışan eşini aradı ve durumu
bildirdi..Kadıncağız;heyecandan bayılmış.
Bizler;neler yapılacağını tartışırken;içeri Ayçal Ulugeçit adlı genç bir müfettiş
girdi.Gergin ortamı görüp ne olduğunu sordu ve bizler de durumu anlattık.
Ayçal”Üstad;o telefonu bizler ettik..Telefonda ağzımı mendille kapatım ben
konuştum..Sana şaka yaptık.”dedi.
Bizler önce donup kalmıştık.Çünkü bu eşek şakasını da geçmişti;emsali görülmemiş
bir dangalaklık olmuştu.Ayhan üstad;yerinden fırlayıp Ayçal’ın üzerine yürüdü.Araya
girip kavga çıkmasına engel olduk.Eline geçirseydi;belki de öldürecekti
onu!..Ayçal;akıllı bir tipti.Durumun vehametini anladı ve kaçtı.O gün dairede
görünmedi.
Üstadın yatışması dakikalar aldı.Hemen eşini arayıp durumu bildirmesinin iyi
olacağını belirttik.O da öyle yaptı.
Ayçal’ın buna benzer densizlikleri sonraki yıllarda da sürdü.Özellikle;Maliye
müfettişi unvanını gereksiz yerlerde ve işlerde kullanması can sıkıcı
oluyordu.Sonunda;genç yaşta teftiş kurulundan ayrılmak zorunda kaldı. On iki Eylül
öncesi;Türkiye’de tam bir toplumsal çılgınlık yaşanmıştı.Kardeş kardeşi
öldürmüştü..Öğrenciler;yaraladıkları karşı gruptan öğrencilerin bu durumları ile
yetinmemişler;yaralı bedenlerine ayrııca kurşun sıkarak öldürmüşlerdi.Böyle bir
ortamda yapılmış Ayçal’ın eşek şakası; daha da etkili olmuş ve üstad aylarca
toparlanamamıştı.
Bir başka anekdot üniversite öğretim üyesi olan tıp doktorları ile ilgilidir.
191
Üniversite mevzuatı ile;tıp doktoru olan öğretim üyelerine yarım gün çalışma ,part
time çalışma sistemi getirilmişti.Bu sistemi benimseyenler;öğleden sonraları
açtıkları muayenehanelerde çalışıyorlar;ancak o zaman diğer tam gün çalışanlara
verilen ek ödemelerden yararlanamıyorlardı.
Benim güzel ülkemin güzel doktor öğretim üyeleri;bunun da yolunu bulmuşlar;tam
günü seçtikleri halde muayene açmadan ya da muayene açarak gizlice dışarıda da
çalışmışlardı.Bu durum;bu tür çalışmayan çoğunluk açısından sıkıcı bir durum ve
eşitsizlik kaynağı oluyordu.
60 lı yıllarda;İzmir’de vergi dairesi teftişi sırasında bu durumda olanların
mükellefiyetlerini kurdurmuştuk.O yıl beyanda bulunmuşlar;ertesi yıl
muayenehanelerini kapatmışlardı.
2000 yılında;Florence Nightingale özel hastahanesinde vergi incelemesi yapan bir
maliye müfettişi;üniversitede çalışan birçok öğretim görevlisi doktora büyük paralar
ödendiğini saptamış ve ödemeleri döktürmüş.Bunların durumunun bir maliye
müfettişince incelenmesini önermiş.Görev bana verildi.İstanbul’da üniversite
hastahanelerinde ve devlet hastahanelerinde çalışıp özel hastaneden de ücret
almışların durumlarını araştırdım.Yüzlerce profesör ve doçentten yaklaşık yirmi
kadarı part time çalışmayı seçmişti.Diğerleri tam gün çalışıyor görünüyordu.O
zaman;özel hastanede iş yapmayanlarla birlikte almış oldukları yan ödemeleri
almamaları gerekiyordu.Oysa;almışlardı.
Bunlardan;bu haksız alınmış ek ödeneklerin geri alınmasına dair raporlar
düzenledim ve haksız alınmış paraların tamamına yakın kesimini itiraz etmeden geri
ödediler.
Yine o tarihlerde yapılmış olan Balina operasyonunda devletten alınmış haksız vergi
iadeleri 8 trilyon lira dolayında iken;bu doktorlara da geriye dönük beş yıl içinde
yaklaşı 5 trilyon lira haksız ödeme yapıldığını saptadım ve bunları geri
aldırdım.Araştırma görevlisi olanlar hakkında ayrıca;yönetmelik hükümlerine
göre;meslekten çıkarma disiplin cezası uygulanması gerekiyordu.
Haksız yan ödeme almış onlarca araştırma görevlisi hakkında disiplin cezası
uygulanmasına dair de rapor düzenlediğim halde;bir tek Marmara Üniversitesi’ndeki
bir araştırma görevlisine ceza uyguladıklarını öğrendim.Kimbilir kimlerin yararına
dokunmuştu ki;kabak onun başına patlamıştı.
Geçmiş yıllarda da;birçok öğretim görevlisi hakkında ceza davası açılmasına ya da
disiplin cezası uygulanmasına dair raporlar düzenlemiştik.Hiçbiri
192
uygulanmamıştı.Üniversite özerkliğinin bir kötü yanı buydu.Suçluları mahkemeye
yollamak hakkında seanato karar veriyordu.Senato üyeleri de “yarın sıra bana
gelebilir”diyerek olayları örtbas etme yönüne gidiyordu.
KIBRIS GÖREVİ SERÜVENİ
Kıbrıs Barış Harekatından yaklaşık on ay sonra;Kuzey Kıbrıs’ta bir maliye teftiş
kurulu kurma görevi ile adaya gittim.Önce;bir başıma gidip ev tuttum ve dönüp
ailemi de aldım ve Temmuz başında Kıbrıs’taki yeni evimize yerleştik.
Bana beş tane Mülkiye’yi bitirmiş maliye bakanlığı personeli verdiler.Bunları
müfettiş yapacaksın dediler.Bir yandan;bunları eğittim;bir yandan da
araçları,evrakı,yazışmaları ile teftiş kurulunu kurdum.
İlk günlerde Girne’ye gittik.Görevimiz;savaş sonrası kalmış değerli malları ve diğer
ticari eşyayı tutanaklarla saptayıp devlete mal etmekti.Bu çalışmalarımız birkaç ay
sürdü ve saptadığımız malları;büyük ambarlarda toplayıp Kıbrıslılara ve Türkıye’den
tursit olarak gelen Türklere satmağa başladık.
Gineye ilk girdiğimiz gün;Girne bomboştu .Evlerde kimseler otrurmuyordu ve
sokaklar da bomboştu.Savaş sırasında;dükkanlar yağmalanmıştı.Özellikle
kuyumcular caddesinde sokaklarda gümüş takımlar ve süs eşyaları yerlerde
sürünüyordu.Altın eşyalar;askerlerce alınıp Türkiye’ye taşınmıştı.Girneden
Güzelyurt’a ve Mağosa’ya giden yollarda düşmana ait tank leşleri;kamyon
kalıntıları,tahrip olmuş silahlar vardı.Evlerin bazıları bombalanmış ve harap
olmuşlardı.Girnenin en ünlü otelinden uçaklara uçaksavarlarla ateş açmışlar.Pilot
öyle ustaca bir füze atmış ki;yalnız uçaksavarın bulunduğu giriş kapısının üzerindeki
bir kule yıkılmıştı.Girne’de İngilizlere ait sayısız yazlık ev vardı ve onlar da terk
edilmişti.
Bizim mal tesbit çalışmalarımızdan sonra;Girne’ye güneyden gelen göçmen Kıbrıslı
Türkleri yerleştirmeye başladılar.Bana da bir İngilizin yazlığını önerdiler.Ben
güvenlik açısından kabul etmedim.
Milli emlak adına yaptığımız tesbit çalışmalarımızda çok bir para ve değerli eşya
saptayamamıştık.Söylendiğine göre;savaş sırasında Türkiye’den gelen mehmetçikler
evlerde altın eşya aramış ve İngiliz poundlarını,gavur parası,bunlar Türkiye’de
geçmez diyerek ocaklara atıp yakmışlar.Oysa;herşeye karşın ele geçirdiğimiz
poundlarla sonraki aylarda;güneyden kritik bazı malları ithal edebilmiştik.
193
Hükümette görevli Milli Savunma Bakanı;en akıllı olanmış.Savaş sonrasında;tüm
zengin rum evlerini dolaşmış ve ne kadar pul kolleksiyonu varsa alıp götürmüş.O
yolla;pound milyoneri olduğu söyleniyordu.
Kurtarılmış olan kuzey Kıbrıs’a batılı ülkelerce ekonomik ambargo uygulanmaya
başlamıştı.Bu nedenle;oradaki soydaşlara gelir sağlayacak bir ekonomik yaşamın
örgütlenmesi ve başlatılması gerekiyordu.Bunun için;bir Türkiye Yardım Kurulu
kuruldu.Başında;eski bir maliye müfettişi olan Mustafa Yuluğ vardı.Her
bakanlık;geliştirdiği projeleri bu üniteye veriyor;onlar bunları değerlendirip
Türkiye’ye bildirerek finansman sağlıyorlardı.
Ben teftiş kuruluna girdiğim yıllarda Ankara’da Amerikalıların AİD MİSYONU diye
bir kuruluşları vardı.Onlar da Türkiye’ye yapılan yardımları düzenliyordu.Bu
kuruluşun başında Mister Handly diye birisi vardı.Sonraları;CİA ‘nın başkan
yardımcısı olarak görev yapmıştı.Böylece;AİD nin ne misyonu olduğu da ortaya
çıkmıştı.Nitekim;bir tarihte Amerika; Erzurum Ünüversitesi’ne ders aracı olarak
kullanılmak üzere birçok mal bağışlamış.Ancak;bunlar kullanılmayıp çürütülmüştü
ve bir maliye müfettişi üniversite mensupları hakkında soruşturma açılmasını
istiyordu.Nereden haberleri olmuşsa;bu Handly gelip benden bu raporun bir
örneğini istemişti.O sıralar;ben, müsteşar olmuş teftiş kurulu başkanı yerine fiilen
başkanlık yapıyordum.Adama;olmaz demiştim.Keza;bu kişi sonraları teftiş kurulu
başkanı ile İzmir’e de geldi.Bir akşam yemeğinde bizlerle bir 35 lik rakı içti.Yemek
bittiğinde bir de 70 lik rakı içmişti.Üstelik mezesi baklavaydı!..Böyle bir içkiye
dayanıklılık gösterisi de yapmıştı.Özel bir hapı yemekten önce içince;istedikleri
kadar içki içebiliyorlarmış.Bir 007 filminde görmüştük bunu.
Kıbrıstaki narenciye bahçeleri işlenmeye başladı.Turistik oteller Türk turistlere
açıldı.Bu turistik otellerin başına yine eski bir maliye müfettişi olan Nezih üstadı
getirdiler.Önceleri;Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü yapmıştı.Bu kuruluşun turistik
otelleri olduğundan işten anlar diye onu yollamışlardı.Ayrıca;o sıralar bir başka eski
maliye müfettişi olan İlhan Evliyaoğlu da Turizm Bakanı idi.Onun da etkisi olmuştur.
Büyükelçilikte de eski bir genel müdür; maliye danışmanı olarak çalışıyordu.Bunlarla
ve müfettileşlerimle güzel günler geçirdik.Oldukça önemli işleri de başardık.
Eşim yaşamından pek memnun değildi.Güneydeki Rumlar zaman zaman elektiriği
kesiyorlardı.Çünkü elektrik santralı onların bölgesinde kalmıştı.Biz de buna karşılık
onların suyunu kesiyorduk.Birgün sonra durum normale dönüyordu.Zaman zaman
da bizim tarafa ateş açıyorlardı.Eşim savaş çıkacak diye korkuyordu.Oysa;ben Tür k
194
kuvvetleri komutanı ile görüştüm.”Uçar bey;Türkiye ile Yunanistan arasında savaş
çıksa bile burada savaş olmaz.Çünkü;ben toplarımı koymuşum.Adanın en güney
ucuna dek heryeri vurabiliyorum.Onlar da toplarını sıralamışlar;adanın en kuzeyine
kadar vurabilirler.Bu koşullarda savaş bir çılgınlık olur.Onlar da savaşamazlar
meraklanmayın”demiş ve ben yatışmıştım.
Kıbrıslı Türkler değişik aksanla türkçe konuşuyorlardı..İlk bir ayda anlaşmada güçlük
çektim.Sonra;uyum sağladım.Ailem de öyle oldu.Sonunda okula gitmeyen
çocuklarım o denli uyum sağladılar ki;Türkiye’ye döndüğümüzde Kıbrıslılar gibi
türkçe konuşuyorlardı.Bu kez;İzmir’de arkadaşları ile anlaşmada güçlükler
çekmişlerdi.
Ben Mülkiye yıllarından konuşmalarına biraz aşinaydım.Çünkü sınıf arkadaşım olarak
onlarca Kıbrıslı vardı. Kıbrıs cumhurbaşkanının genel sekreteri;bir diğeri muhalefet
partisi lideriydi.
Ankara’da cumartesi günleri çay partileri düzenler;dans eder,eğlenirdik.Bunlardan
birinde;bir arkadaşım sıkışmış;tuvalete gidecekmiş.O sırada yanına bir Kıbrıslı gelmiş
ve kendi aksanı ile tuvaletin yerini sormuş”Tuvalet ordadır? “demiş.Bizimki
;teşekkür etmiş ve gösterilen yere seğirtmiş.Bir yandan da”Nereden anladı”diye
düşünürmüş.Gittiği yönde tuvalet yokmuş.Geri dönmüş.Neyse ki Kıbrıslı derdini
anlatıp tuvaleti bulmuşmuş.O yöne doğru seğirtmiş bu kez.
Hemen tüm müfettişlerimin arabası vardı ve durmadan arabanın dümeninden söz
ediyorlardı.Meğer;dümen dedikleri aracın direksiyonu imiş.
Bir başka günde;bir müfettiş evinin Niyagarasının bozulduğundan;onartacak usta
bulamadığından söz ediyordu.Onu da anlamadım ve sordum.Meğer;tuvaletin
klozetinin su deposu bozulmuş.Türkiye ‘de de ilk kullanılan tuvalet su depoları
Niyagara markalıydı.Bunlar Kıbrıs’ta da kullanılıyormuş.Su deposu yerine niyagaya
diyorlarmış.Aletin markasını adına dönüştürmüşler.
Adaya;Türkiye’de afet bölgesi ilan edilmiş köylerde oturan Türkleri iskan
ediyorlardı.Birgün;müfettişlerden birisi.”Üstadım;bu karadenizliler nasıl
kişilerdir”diye sordu.Olayı anlamıştım.Kendisi;Lefkoşa’ya yakın bir köyde
oturuyordu.Oraya birkaç karadenizli aile iskan etmişler.”Sizin köyünüze de iskan
ettiler mi”dedim,evet dedi.”O zaman yandınız.”diye sürdürdüm konuşmamı.Üç ay
sonra;bakkal dükkanı;altı ay sonra pastane ya da fırın açarlar.Oralardan kazandıkları
paralarla elinizdeki ve boştaki tüm arazileri satın alırlar”dedim..”Bakkal dükkanını
açtılar bile üstad”dedi ve gülüştük.
195
Bir süre sonra;Anadoludan gelen göçmenlere kara sakallılar diye takılmağa
başladılar.Bunda,doğudan ve güneydoğudan getirilen göçmenlerin payı büyüktü.Bir
kesimi;Anadoludaki kılığını,kıyafetini terk etmemişti.Bir kesimi de uygarlığa
alışamamıştı.Örneğin;bunlara dayalı döşeli Rum evleri vermişler.Bunlar;o canım
masaların ayaklarını kesip bunları yer sofrası yapmışlar;öyle yemek yiyorlarmış.
Hafta sonlarında;Girne ile Lefkoşa arasındaki dağlık bölgeye pikniğe giderdik.Çok
güzel zeytinli ekmek yapan bir fırın vardı.Onlardan alır;kokakola eşliğinde
yerdik.Kıbrıslı Türkler;çocukluğumda İzmir’de gördüğüm gibi;ellerinde bir bıçak
dağlarda yabani ot toplar;pişirip yerlerdi.
Çocuklarım;dağcılık oynayalım derlerdi ve dağın yamacından yukarılara
yürürdük.Savaş sırasında yılan yuvaları da tahrip olmuştu.Dağın yamaçları yılan
kaynıyordu.Ben elimde bir sopa ile çocukların önünde yürür;gördüğüm yılanları
sopanın ucuyla kovalardım.
Bir yıl sonra;oradayken satın aldığımız ufak tefeği de vovosa yükleyip Türkiye’ye
döndük.Bana;kıbrıs vatandaşı olmamı da önerdiler.Onu da kabul etmedim.
BÜROKRASİ OYUNLARI
Bürokratların haftanın spor olaylarını tartıştıktan sonra bütün gün düşündükleri tek
şey “Nasıl kazık yemem,nasıl kazık atarım”konusudur.Tıpkı bir ihtiraslı tüccar gibi
düşünür ve davranırlar.
Nitekim;ben de bu bürokratların bu tür davranışlarının öznesi olmuşumdur.
Birgün;teftiş kurulu başkanı telefonla arayıp İzmir Defeterdarı olmayı ister miyim
diye sordu.Defterdar emekli olmuş;yeni defterdar arıyorlardı.Ben de
“olurum”dedim.
O zamanlar;teftiş kurulu çok güçlüydü.Bir yere önemli bir atama mı
yapılacak;mutlaka teftiş kurulunun da görüşü alınırdı.En azından aday hakkında
soruşturma dosyası var mı;teftişler sonunda düzenlenmiş tanıtma belgeleri iyi mi
gibi konularda bilgisine başvurulurdu.Diğer yandan;teftiş kurulu,bir müfettişi bir
makama aday gösterince o atama mutlaka gerçekleşirdi.
196
Bu kez öyle olmadı.Bir hesap uzmanı İzmir Defterdarı olarak atandı.İdarede görev
yaptıktan sonra başkan olmuş bir başkanımız vardı.Ona telefon edip;olayın böyle
gelişmesinin nedenini sordum.
“Biz;İzmir’e hesap uzmanlarından defterdar atanacağını biliyorduk.Adaysız
kalmayalım diye,kibarca laf olsun diye seni aday gösterdik”demişti.Ben de;onurumla
oynamağa hakkının olmadığını belirtmiş ve telefonu yüzüne kapatmıştım.
Ayni kişi;bir başka kez yine telefonla aradı.İzmir ‘de çalışıyordum.İran’da bir geçici
görev çıkmış;gidip gidemeyeceğimi sordu.RCD örgütünün mali denetimiyle ilgili on
günlük geçici bir görevdi.Teftiş kurulunun töreleri gereği;en kıdemli müfettişten
aşağı doğru herkese bu görevi önermiş;kabul etmemişler;şimdi bana soruyordu.
O sıralar;İran-I rak savaşının en civcivli zamanlarıydı.Kimse;yaşamsal tehlikenin ciddi
boyutlarda olduğu bu göreve gitmek istemiyordu.Ben de gitmek istemediğimi
bildirdim.
Birkaç gün sonra;bakan oluru geldi.Buna göre; İran’daki göreve ben
gidecektim.Benim altımdakiler de bu göreve gitmek istememişti.Başkan;bana kazık
atmayı uygun bulmuştu.Belki de telefonu yüzüne kapattım diye yapmıştı bunu.Tüm
arkadaşlar”Başkan seni itlaf etmek,ölümüne yol açmak istiyor” diye dalga
geçmişlerdi.
Bir başka olayda;Nato İzmir kuvvetleri komutanının kazığını yemiştim.Brüksel’deki
boş bir Nato kadrosuna bir maliyeci atanacaktı.Feyyaz üstad o sıralar Nato’da
çalışıyordu.Onun önerisi ile ben aday oldum.
İzmir’deki binada Fransızca ve İngilizce bilgim sınandı.Ben herşeyin
bittiğini;atamamın yapılacağını sanıyordum.Beni son görüşmeye çağırdılar.Gittim..
Karacı Nato İzmir komutanı;havacı bir Türk general ve karacı bir Amerikan generali
vardı odada.Nato Kuvvetler komutanı Türk general;”Uçar bey,sizi bu kadroya
önermeyeceğiz.Benim tanıdığım bir emekli albay var.Onu önerecegiz”dedi.Havacı
general çok şaşırdı.”Paşam;Uçar bey hakkında olumlu karar vermiştik ,ne
oldu?”dedi.Adamın dediği dedikti.Benim adaylığımı bildirmediler.
Sonraları;bir iş için Brüksel’e gittiğimde;Nato nezdindeki misyonda çalışan bir
diplomat arkadaşım”Uçar;o general senin maliyeyi bile bilmediğini yazmıştı resmi
yazıda”dedi.O karşı çıkmış.Uçar konusunu en iyi bilenlerden
biridir;demiş;dinletememiş.Adam;Türkiye’deki çirkinlikle yetinmemiş;böyle bir pislik
de yapmıştı.Yerime giden o albay eskisinden hiç memun değillerdi.Ne dil
biliyordu;ne bütçe..Albayı zengin etmek için;beni harcamışlardı.
197
Bir başka kazığı da Personel Genel Müdürü olan eski bir maliye müfettişinden
yemiştim.
Bu kişi;Süleyman Demirel’in kayın biraderinin yeğeniydi.Hasbelkader Isparta
belediye başkanlığı yapmış bu amca hakkında 12 Eylül’den sonra soruşturma
yapmıştım.
Önce;bir yurt dışı göreve başvuru toplanıyordu.Ben de bu görev için başvuruda
bulundum.;aldığım bilgilere göre;idareden yeteneksiz ve yabancı dili olmayan birisi
atanmış bu göreve.
Bu personel genel müdürü;benim başvurumu Dışişleri Bakanlığı’na
yollamamış.Sümeninin altında bekletmiş.Böylece;suç işlemişti.Öte yandan;amcasına
yapılanların öcünü benden alıyordu.
Keza;bir başka yurtdışı görev başvurusunda da ayni biçimde davranmıştı.
Bir başka kez;devrin Maliye Bakanı personel genel müdürünü çağırmış ve “Maliye
Müfettişi Uçar Demirkan’ın teftiş kurulu başkanı olmasını istiyorum.Kararname
taslağını hazırla ve getir”demiş.Bana ;sonradan kendisi anlatmıştı.Gerçekten de o
Maliye Bakanı ile iyi ilişkilerim vardı.Ama;sonradan durumu duyan idaredeki genel
müdür arkadaşlarım devreye girmişler ve bu atamayı önlemişler.
Bir de müstaşarın Maliye Bakanı’nı yediği bir bürokratik olay vardır.
Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca “Bundan sonra yurt dışı görevlere yabancı
dil bilenler yollanacak.”diye olur hazırlatmıştı.Ben de sınava girdim.Ankara’daki Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Fransızcadan 100 üzerinden 96 alarak sınavı
kazandım.Benimle birlikte bir Hesap Uzmanı ve bir Gelirler Kontrolörü de sınavı
kazandılar.
Ama,atamalarımız bir türlü yapılamadı.Çünkü,atama olurunu müstaşarın hazırlaması
gerekiyordu.Müsteşar bakan emirlerine karşın oluru hazırlamadı.Neymiş,bu
uygulama yapılırsa,maliye merkez yönetimine maliye müfettişi,hesap uzmanı
kökenli personel bulunamazmış.Sanki,yurt dışı görevler,merkezdeki görevlerden
daha önemsizmiş gibi!
Sonraları,Teftiş Kurulu Başkanı olmak için çabaladım.Aynı müsteşar,aynı bakanla
yine takıştı.Bakan,müsteşarı görevden almak istedi.Ancak,Başbakan buna ait
kararnameyi imzalamadı ve bakan istifa etmek zorunda kaldı.
Çünkü,müsteşar,dönemin cumhurbaşkanını Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki
görevinden beri tanıyordu.Her Cuma gecesi,Köşke gidip Cumhurbaşkanı ile yemek
yiyor ve Maliye hakkında bilgi arz ediyordu.
198
Bu ilişki sonucu,müsteşar değil bakan gitmiş oldu!
Bu olaylardan sonra;bürokraside görevlere gitmeme kararı aldım.Belki de ben de bu
tür davranışlar içine girecektim ve kendime olan saygımı yitirecektim.Müfettişlikten
emekli olana dek;ne makam önerildiyse;hayır dedim.Müsteşar
yardımcılığı;müsteşarlık(diğrer bakanlıklarda)önerilerine de hayır dedim.Emekli
müfettiş olduktan sonra”İyi ki böyle davranmışım”diye kendimi
kutluyorumGerçi;emekli maaşım biraz düşük kaldı ama;olsun varsın..
ÖDÜLLER
Kırk dört yıllık meslek yaşamımda;bir kez ulusal bir ödüle layık görüldüm.O
da;Mülkiyeliler Birliği’nin açtığı bir yarışma nedeniyle oldu.
Meslek yaşamım boyunca biri “Sevi” adlı şiir kitabı olmak üzere;onüç kitabım
yayımlandı.Ayrıca;yüzü aşmış sayıdaki mesleki konulardaki makalelerim,çeşitli
dergilerde yayımlandı.Keza;şiirlerim;birkaç düzyazım;birkaç şiir çevirim de edebi
dergilerde yayımlandı.
Mülkiyeliler Birliği”Türkiyenin sanayileşmesi” konusunda,ödüllü bir yarışma
açmıştı.Bu yarışmaya;”Türkiye’nin Sağlıklı Sanayileşmesi” başlıklı bir çalışmamla
katıldım.Yarışmada;birinciliğe değer yapıt bulunamadı.Benim çalışmamı ikinci ilan
ettiler ve bana önemli miktarda bir ödül verdiler.
Olay bununla da kalmadı.Birgün TRT de sabah proğramları yapan bir bayan beni
aradı.Benimle;radyoda,proğramlarından birinde bir söyleşi yapmak
istedi.Konusu;ödül kazanan yapıtım olacaktı.Kabul ettim.
O zamanlar;ülkede henüz televizyon yayınları yoktu.Ya da belki de yaygın değildi.O
nedenle;radyoda onbeş dakikalık bir söyleşi yaptık.Ankara Radyosu’na saat 6.30 da
gittim.Saat 7.00de 15 dakika süren bir söyleşi yaptık. Türkiyenin sanayileşmesi
konusunda;çalışmamda yeralan görüşlerimi belirttim.
Mülkiyeliler Birliği;ödül kazanmış bu çalışmamı yayınlamadı.Sonradan;kendilerinden
izin alıp,çalışmamı kitap olarak Maliye Bakanlığı’nın tetkik kurulu yayınları arasında
yayınlattım.
Bu arada;yayınlanan “Vergicilik El Kitabı”mın;o yıllarda üniversitelerde kaynak kitap
olarak önerildiğini;komşuların üniversitelerde okuyan çocuklarından öğrendim.Bu
da benim için;bir ödül kazanma gibi önemli bir olay olmuştu.
Keza;sermaye piyasaları ile ilgili bir çalışmam;ikinci baskı yapmıştı.O
zamanlar;Maliye Tetkik Kurulu Başkanı olan ilk üstadım İlhan Özer bey
199
söyledi.”İkinci baskı yapacağız ama;sana ikinci baskıdan dolayı telif hakkı
ödemeyeceğiz”dedi.Ben de olur dedim.
İlk kez;bir kitap bu kuruluşca ikinci kez ve 20.000 adet basıldı.Bu da benim için bir
ödül gibi olmuştur.
Son yıllarda;İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler odası;üyelerinin eğitimine
yaptığım katkılardan dolayı bir plaket verdi.Turmob,serbest muhasebeciler ve mali
müşavirler ve yeminli mali müşavirler odaları birliği de;bu mesleğin kurulup
gelişmesinde geçici kurul üyesi olarak yaptığım hizmetler nedeniyle bir plaket
sundu.
CUMHURİYETİN ELLİNCİ YILI KUTLAMALARI
Teftiş Kurulu’nun başkan yardımcılığı görevini yürütürken;cumhuriyetin ellinci yılını
kutlama çalışmaları ve törenleri de yapıldı.
Başbakanlık’ta bir kutlama komitesi kurulmuştu.Her bakanlıktan bir temsilci
katılacaktı.Maliye Bakanlığını ben temsil ediyordum.
Zamanın komite başkanlığını da yürüten Başbakan yardımcısı;komitenin
harcamalarının denetlenmesi için bir muhasip üyeye gerek gösterdi ve bu işi “siz
üstlenin”dedi bana.
Ben de;müfettiş olduğumu;aynı zamanda başkan yardımcılığı yaptığımı;gerekirse
her an bu harcamaları müfettiş olarak denetleyebileceğimi belirterek;bu öneriye
karşı çıktım.Neyse;sonradan;Maliye Bakanlığı’nı temsilen bir de muhasip üye atandı
ve bu işi o yaptı.
Komite toplantıları;genel olarak Bakanlar Kurulu toplantı salonunda
yapılıyordu.Ben de Dışişleri bakanı koltuğunda oturuyordum.Tanıyanlar şakayla
karışık tebrik ediyor”Bakarsın Dışişleri Bakanı olmuşsun”diyorlardı.
Sonraki yıllarda;İzmir’de çalışırken,beni milletvekili yapmak istediler.Hem iktidar
partisi hem de muhalefet partisi”Gel;seni paraşütle meclise indirelim”dediler.Ben
kabul etmedim.Kabul etseydim belki de Dışişleri değil ama;bir bakan olurdum!..
Bakanlıkta da bir kutlama komitesi oluşturulmuştu.Orada da teftiş kurulunu ben
temsil ediyordum.
Komisyonun başkanı Mülkiye’den bir yaşlı profesördü.Ayrıca;doçent İsmail Türk
vardı.Profesör olan Bedri Gürsoy;sonraları bir aralık Maliye Bakanlığı da
yapmıştı.Baktım;hiçbir proje üretmeden toplantıları uzatıyorlar ve sürekli ödenek
almanın yollarını arıyorlardı.Hiçbir olumlu katkıları olmuyordu.
200
Benim önerim üzerine;bir “Elli Yılda Maliye”armağan kitabı yayımlanmasına karar
verildi.Ben de oraya bir makale ile katkıda bulundum.Oysa;ben çok daha akademik
çalışmalar yapılmasını istiyordum.Konuları konuştukça;biz
uygulamacıların;üniversitenin önüne geçtiğini gözledim.Zaman zaman İsmail Türk
hoca;”Yahu sen bunları nerden biliyorsun allah aşkına”diye hayretini belirtiyordu.
Ayrıca;”Cumhuriyetin Ellinci Yılında Vergisel Yapımız”başlıklı bir çalışmamı Maliye
Tetkik Kurulu kitap olarak yayımladı.Alanındaki ilk çalışmaydı.Zaten;yayımlanan tüm
kitaplarım;alanında ilk yayımlardı.Keza;bu kitabım da üniversitelerde yardımcı
kaynak kitap olarak tavsiye edilmişti.
WASHINGTON DC
İMF kursu için dört aylığına ABD başkentine gitmiştim.Yola çıkmadan önce
bildirdikleri adrese gittim.İrice bir otel binasıydı.Yabancı ve Amerikalı İMF konukları
bu binada kalıyordu.Lokantası,kafesi,oyun alanları vardı.Concordia Building adlı bir
yapıydı.İMF ye yürüyüş mesafesindeydi ve Washington’un en merkezi yerindeydi.
Bir hafta sonunda geç uyandım.Saat 10.00 dolaylarında televizyonda bir alt yazı
geçmeğe başladı.Bir fırtına Florida’dan ülkeye girmiş;kuzeye doğru yol alıyordu.Saat
11.00 dolayında Washington üzerinde olacaktı.Alınması gerekli önlemler
sıralanıyordu.
Ben;bizim meteoroloji tahminlerini düşünüp bıyık altından güldüm.Adamlar amma
da abartıyorlardı haa.!..Üstelik,fırtınanın gelişini saat ve dakika olarak biliyorlardı!...
Odanın penceresinden dışarı baktım.O saatlerde dolu olması gereken meydan ve
sokaklar boşalmıştı.Ben de bu durumda binadan çıkmamaya karar verdim.Ünlü
fırtınayı televizyon izleyerek beklemeğe başladım.
Gerçekten de ;saat 11.00 den itibaren;Concordia’nın önündeki ufak meydanda
bulunan ulu bir çınar ağacının yaprakları kıpırdamaya başladı.Kısa süre
sonra;göğdesi dört beş adam kalınlığında olan ulu çınar;sağa sola eğilmeğe
başladı.Bir süre sonra;kökleri topraktan ayrıldı ve onbeş yirmi metre yükseklikteki
ağaç ;caddeye boylu boyunca devrildi.Uç dalları;karşıdaki binanın cephesindeki
camları,çerçeveleri aşağı indirdi.Göğdesi de birkaç otomobili ezdi.
Televizyon;saat 12.00 den itibaren fırtınanın daha kuzeydeki Baltimore’da olacağını
duyurmuştu.Gerçekten de ;o saatten itibaren;bir liman kenti olan bu kentten fırtına
görüntüleri televizyondaydı.Daha sonra fırtına;kuzeye doğru yoluna devam etti.
201
Akşam;televizyon haberlerine göre;onlarca kişi ölmüş;yaralanmış;yüzlerce bina
yıkılmıştı.Keza;ağaçlar evlerin üzerine düşmüş ve onları pasta gibi ikiye
biçmiş;otoları ezmişti.
Bir amerikalı ile televizyonda röportaj yapıyorlardı.Adam;otosuyle bir ağacın
tepesindeydi.Uzatılan bir mikrofona şunları söylüyordu.
“Bilmem kaç numaralı ulusal otoyolda aracımla gidiyordum.Birden yerden
havalandım ve bir kuş gibi;bu ağacın üzerine kondum”Televizyoncu;ağacın tepesine
uzatılmış bir itfaiye merdiveninin ucunda yapıyordu röportajını!...
Washington DC;Potomac River adlı bir nehrin iki yakasında kurulmuştu.Dolayısiyle
çok nemliydi.
Büyükelçilikte mali danışman olanTevfiği ilk ziyarete gittiğimde;kendisinin çelik
yelek taşımadığını gördüm.O sıralar;Ermeniler,Türk diplomatlara
saldırıyorlardı.Neden çelik yelek giymediğini sordum.”Üstad;adamlar beni vurmağa
karar vermişlerse;çelik yelek buna engel olamaz.Dürbünlü tüfekle başımdan
vururlar olur biter.O nedenle;çelik yelek cenderesine sokmuyorum
kendimi”demişti.Haklıydı..
Türkiye’ye döndükten sonra;aşırı kar yağışı nedeniyle hava alanından kalkan bir uçak
Potomac River’e düşmüştü.Kanatları donmuş;ondan düşmüş denmişti.
Ben yaz aylarında orada bulundum.Fırtına olayı hariç;doğal afetlerle
karşılaşmadım.Ancak;çok sıcak oluyordu.Bazı günler nem oranı;yüzde yüz
oluyordu.Bulvarlarda yürürken;bulutun içinde yürüyor gibi oluyordunuz.
Washington;Mall denilen büyük ve uzun park alanı;müzeleri;Kennedy Center adlı
kültür merkezi ile turistik bir kentti.Ünlü Başkanların anıt mezarları da vardı.
Uzay müzesi çok ilginçti.İlk kez uzayda yürümüş astronotların kapsülü;aya inen
modül;aydan getirilmiş ay taşı sergileniyordu.Ayrıca;tavanda film izlenen değişik
teknikli bir sineması vardı ve burada uzayın oluşumu ve fethi anlatılıyordu.
Keza;Simitssonıan Müzesi;Ulusal Sanat Gelerisi vardı.Yerli Amerikalı turistlerin
ilgisini çeken bir de dikili taşı ve seyir kulesi vardı.
4 Temmuz ulusal bayramında;Mall denilen yeşil alanda yüzbini aşkın kişi
toplandı;bütün gece yediler;içtiler;eğlendiler.Ertesi sabah;yürüyüşümü yaparken o
koskoca yeşil alanın tertemiz olduğunu gördüm.Onca insanın atıkları birkaç saatte
temizlenmişti.Uygarlık bu olmalıydı.Her iş için organize olmak!..
Masonların büyük locasının bulunduğu mekanları da gezdik.
202
MASONLAR
Maliye Teftiş Kurulu’na girene dek;masonluk kavramını bilmezdim.İlk kez;ikinci
üstadım İsmail Hakkı Batuk bey bu konudan söz etti.
Ona göre;Teftiş Kurulu’nun yarıdan çoğu masondu.Bu yola;müfettiş muaviniyken
giriliyor ve sonra;memuriyet gibi,derece derece yükseliniyordu.Teftiş Kurulu bir tür
masonik klüp gibiydi.Bu nedenle;kurulda din ve siyaset konuşulması ve bu
konulardaki tartışmalar yasaktı.
Sonradan;Teftiş Kurulu;”İmam Hatipliler”klübüne dönüştü.Hergün din konuşulur ve
tartışılır oldu.Kurul;camiciler ve olmayanlar diye ikiye ayrıldı ve zayıfladı.Günümüzde
bu durum hala sürmektedir.
Batuk üstad beni;turne sonrası,Cihangir’deki evine akşam yemeğine davet etti.O
zamanın ünlü sinema oyuncusu Orhan Günşiray ve eşi de
davetliydiler.Oturduk;birlikte yemek yedik.Sonra;kahveleri içip sohbete koyulduk.
Anladığım kadarı ile Orhan Günşiray da masondu.Bana masonluğu özet olarak
anlattılar.Bu yola girip girmeyeceğimi sordular.Ben o zamanlar;hızlı solcu
gençlerdendim.Bize bu tür örgütler ters geliyordu.İncelikle;mason olmayı
düşünmediğimi belirttim.
Bana”Bu olayın futbol kulübü tutmak”gibi bir olay olduğunu;bir kulübe üye olmamın
bir sorun yaratmayacağını belirterek ısrar ettiler.Ben yine olmaz dedim.Batuk
üstad;bu işi futbol kulübü tutmağa benzetmişti ama;ben İzmir’de çalışırken;bir
ihbarı incelemek için İzmir’e gelmişti.Sonradan;İzmir’in önemli masonlarından
olduğunu öğrendiğim bir kişiyi kambiyo suçu işler duruma düşmekten
kurtarmıştı.Kulüpçülüğe bu da dahildi.!..Günümüzde de;dinciler kendileri gibi
düşünenleri koruyorlar;suçlarını örtbas ediyorlardı.Türkiye’de bu açıdan çok bir şey
değişmiyordu.
İkinci olarak;masonlarla İzmir’de karşılaştım.Hesap Uzmanları Kurlu İzmir Grubu
başkanı Baki Levent bey yüksek dereceden masondu.Hesap uzmanları ile altmışlı
yıllarda arkadaşlık ediyor;aile ziyeretleri yapıyorduk.
Bu gidip gelmelerin birinde;Baki bey de onların yollarına girmemi önerdi.Bizim
kuruldaki üstadlardan da örnekler verdi.Ben yine kabul etmedim.Bu arada;Ercan
Meftunoğlu’nun mason olmak istediğini;ancak sinirli bir tip olduğundan uygun
bulmadıklarını belirtti.Belki de;ne denli ince seçim yaptıklarını belirterek beni
kandırmak için söylemişti bilmiyorum.
203
Sonraları;yetmişli yıllarda;bu kez orta okuldan arkadaşım olan Ergenekon
aracılığıyle bir girişimde daha bulundular.Bana;kutsal kitaplarını verdiler.Okudum.
Kitapta masonluğun”on emri”vardı.Bunlardan birine göre;”İnsanlar yardım edilmeye
layıktır.Ancak;masonlar insandır”kuralı geçerliydi.Bu ilke bana ters geldi ve yine
yollarına girmeyi ret ettim.Ancak;bundan sonra;Bülent Ecevit gibi “önlüksüz mason”
olarak ilşkilerimi sürdürdüm.
Süleyman Demirel;Adalet Partisini ele geçirmeğe,genel başkan olmağa
çalışırken;mason olduğu yönünde propoganda yapılmış ve partinin başına geçmesi
engellenmek istenmişti.O da locasından izin alarak “mason olmadığı”na dair basına
belge dağıtmıştı ve bu yolla yarışı kazanmıştı.
Masonluk;Osmanlıdan beri bu ülkede varolan bir örgüttü.İbrahim Müteferrika’ya
dek dayandığı anlaşılmıştı.Mason padişahlar,halifeler,şeyhülislamlar,vezirler vardı.
Atatürk bile;bir aralık Selanikte “Union et Progré”locasına üye olmuş;sonradan
uyutulmuştu.O da Cumhuriyetin ilk yıllarında ünlü mason maliye bakanı Cavit’i
astırmıştı..Locası da;”İttihat ve Terakki”partisi’ni kurmuştu sonradan.Paris Büyük
Locası’na bağlı bu partinin karşısına;bir başka mason locası partisi geçmişti.”Liberté
et Fraternité”locası;”Hürriyet ve İtilaf Partisi”ni kurmuştu.
1950
yılın
da ortaya çıkan çok partili rejime;belki de 1960 Anayasası’na dek Türk siyasal
yaşamında bu iki
partinin gizli çekişmesi egemen olmuştur.Sonraki yıllarda;Refah Partisi iktidar üyesi
parti ya da iktidar partisi olunca;masonları yönetimden uzaklaştırmağa ve devleti
kendilerinin ele geçirme eylemini başlattı .Bu eylem;günümüzde de sürmektedir.
Bir zamanlar;İstanbul’da işe giderken genç müfettişlerle bu konuyu
tartıştık.Onlar;masonların kendilerinden başkasını insan saymadıklarını ve
kendilerine yaşam hakkı tanımadıklarını söyledilerBen de;onlara şunu söyledim
“Sizler de masonlarla aynısınız.Hiçbir ayrımınız yok.Çünkü;sizler de “İnsanlar yardım
edilmeye layıktır.Yalnız;camiye giden sünni müslümanlar insandır”diyorsunuz.Bunun
üzerine,diyecek birşeyleri olmadığından;bu konudaki tartışma son buldu.
Babam;bektaşilik yoluna girmiş bir”can” idi.Birgün;bir meyhanede demlenip Allah
muhabbeti yapıyorlarmış.Yanlarındaki masada oturan dört kişi;muhabbetle
ilgilenmiş ve masaları birleştirmeyi önermişler.Bektaşiler;hiçbir ayırım
yapmadıklarından”olur”demişler ve ortak muhabbet başlamış.
204
Bir aralık;babamın yanında oturan birisi;matematik öğretmeni olduğunu:mason
olduğunu belirtmiş ve “Bizler bir tek bektaşilerden çekiniriz.”demiş.Babam;bunun
nedenini sormuş.O da;”Bizde otuzüç derece var.Sizde ise kırkıncı derece
var.Sizler;bizlerden daha yukarı derecelere çıkabiliyorsunuz”demiş.
Babamın açıklamalarına göre bu kişi;İnönü Lisesi’nde matematik öğretmeni olan
Sıtkı Selek imiş.Bu öğretmeni ben de tanıdım sonraları.İzmir’in saygın kişilerinden
birisiydi.
Masonlarla halen içiçe yaşıyorum.Uyutulmuş bir mason arkadaşım var.Zaman zaman
bir araya gelip ülke sorunlarını ve günlük sorunları tartışıyoruz.Hepsi de zeki,zengin
ve toplumda saygı gören kimselerdir.
Masonlar;hemen her partide yer alıyorlar ve kardeşlerinin yararlarını koruyucu roller
oynuyordu.
27 Mayıs ihtilalinin iki numaralı adamı;ben başkan yardımcısı iken Teftiş Kurulu’na
gelmiş;orada başkanla Türkiye’yi kurtarıyorlardı!..Ben de lafa girip”Masonlar
oldukça ve onlar bunu istemedikçe Türkiye’yi kurtarmanın zor olduğunu
söyledim.Nitekim;ihtilalden sonra kurdukları hükümette de masonlar vardı.
Adam;”Vallahi;hükümeti kurarken bu konuya önem verdik.Hükümete girmesinler
diye araştırma yaptırdık;ama yine de girmeyi başardılar”dedi.Oysa;Atatürk
zamanından beri;MİT Masonları da izliyordu.Bu nedenle;söylediklerinde bu kişiyi
samimi bulmadım.
Nitekim;sonradan öğrendiğime göre kendisi de Paris ve İskoç locaları dışında bir
masonluk örgütü kurmuş.Onun başkanlığını yürütüyormuş.Türk Yükseltme Cemiyeti
adlı bu örgüt;masonlar gibi örgütlenip çalışmaya başlamış.
Masonlarla ilgili bir anım da Milliyetçi Hareket Partisi ile ilgilidir.Bu eğilimdeki genç
maliye müfettişleri;kendi partilerinde masonların olmadığını
savunuyorlardı.Oysa;yönetim kurulu üyelerinden birisinin;Agah Oktay Güner’in
mason olduğuna dair dedikodular vardı.Ad vermeden bunu onlara söyleyince çok
kızdılar.”Gidin,araştırın”dedim.Bir hafta sonra süklüm püklüm geldiler”Haklıymışsın
üstad”dediler.
Bu Milliyetçi Hareket Partisi;sonradan İzmir’de yaptığım bir soruşturmada da
karşıma çıktı.
12 Eylül öncesinde;Tariş’in iplik fabrikasında büyük toplumsal olaylar olmuştu.İşçiler
fabrikaya el koymuşlardı.12 Eylül’den sonra;Tariş’te olan olaylarla ilgili bir ihbarı
incelemekle görevlendirilmiştim.
205
İncelediğim dönemde Tariş genel müdürü;ülkü ocaklarından yetişmiş
birisiydi.Bunun döneminde iplik fabrikasındaki iplik ihracatında bazı yolsuzluklar
yapıldığı ihbar edilmişti.
İncelemelere başlar başlamaz;hemen bir telefon geldi.Genel müdürün;Türkeş’in
adamı olduğu;gizli örgütteki rütbesinin albay olduğu ve incelemeleri ona göre
yapmam isteniyordu.Kibarca tehdit ediliyordum.
Ben;her maliye müfettişi gibi yılmadım ve görevi dört dörtlük yaptım ve
soruşturmayı tamamladım.
Suçu savcılığa ihbar etmeden önce;adamın ifadesini almam gerekiyordu.
Genel müdürü incelik gösterip yazıyle değil;telefonla ifadeye çağırdım.Telefonda
“Sen kim oluyorsun da sana ifade vereceğim..Benim kim olduğumu öğrenmedin
mi?!..”dedi.
Bunun üzerine;yazı yazarak ifadeye çağırdım.Bir yaz günü;mafya babaları
gibi;gömleği göbeğine dek açık;boynunda bir altın kolye ile ifadeye geldi.Hakkındaki
tüm suçlamaları reddetti.Tutanağı imzaladı ve “Bunu senin yanına bırakmam”dedi.
Yaşamım boyunca ilk kez;yasal yolların dışına çıktım ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nda
çalışan bir arkadaşıma telefon ettim.Olayı anlattım ve bu kişinin ne denli tehlikeli
olabileceği konusunda bilgi istedim.Telefonum etkili olmuş olmalı ki;beni rahatsız
etmediler.Yine de yaşamımın birkaç uykusuz gecesini bu nedenle geçirmiş oldum.
Zaten;o kişiyi genel müdürlükten alıp başka bir Milliyetçi Hareket Partisi eğilimliyi
genel müdür atadılar.O kişi de;İzmir Savcılığı ile işbirliği yaparak;takipsizlik kararı
aldırttı.Bu karara da idare olarak itiraz etmediler ve olay yargısız kaldı.
DİĞER BAZI ÖNEMLİ SORUŞTURMALAR
Tanığı olduğum bir ilginç soruşturma;Karayolları Genel Müdürlüğü ile
ilgilidir.İstanbul-Ankara otoyolunun Bolu dağı geçişini üstlenmiş bir İtalyan inşaat
firmasına;Bakanlar Kurulu Kararı ile,ihale sözleşmesine ve şartnameye aykırı olarak
yirmi milyon doları aşkın bir ödeme yapılmıştıDurumu saptayıp;sayman
hakkında;amiri italık yapmış ve parayı ödetmiş olan Karayolları Genel Müdürü
hakkında;bu kuruluşun bağlı olduğu bakan hakkında ve ödemeye dayanak olan
Bakanlar Kurulu Kararı’nı imzalamış bakan üyeler hakkında soruşturma yapılmasını
önermiştimn.
Aradan uzun süre geçti;bu kişiler hakkında bir işlem yapılmadı.Sonra;anlamadığım
bir yerlerden bir rüzgar esti ve Maliyenin saymanı ile genel müdür yargılandılar ve
206
mahkum oldular.Bakanı;Meclis soruşturma izni vermeyerek akladı ve Bakanlar
Kurulu Üyeleri’ne bir şey olmadı.Bana göre;en azından bu durumda bakanın da
yargılanması gerekirdi;bu yapılmadı.
Bir de ;Milli Piyango Genel Müdürü hakkında yaptığım bir soruşturma vardır.
Suçun zaman aşımına uğramasına iki ay kala;maliye müsteşarının aldığı bir
soruşturma oluru ile soruşturmayı bir hesap uzamanı kökenli bakanlık danışmanı ile
benim yapmam isteniyordu.
Soruşturma oluru yetkisiz makamca hazırlanmıştı.Beni soruşturma ile
görevlendirecek olurun Teftiş Kurulu Başkanınca hazırlanması gerekiyordu.Buna
göre soruşturmayı yapsaydım;soruşturma mahkemede bu nedenle bozulacak ve suç
zaman aşımına uğrayacaktı!..Böyle,ince hesaplar yapılıyordu bürokraside!..Maliye
Müsteşarı Biltekin Özdemir belki de bu oluru bilerek sakat hazırlamıştı.Ne de
olsa;kendisi eski bir maliye müfettişiydi ve bunu bilmesi gerekirdi.
Önce;Başkanlığa yazı yazıp doğru biçimde soruşturmacı atanmamı
sağladım.Sonra;hızlı bir çalışma ile zaman aşımı dolmadan soruşturmayı
tamamladım ve raporu cumhuriyet savcılığına yolladık.
Hesap uzmanı kökenli diğer soruşturmacı;kendisi gibi eski hesap uzmanı olan genel
müdürü koruyordu.Suçlu olmadığına dair rapor düzenlememizi
istiyordu.Oysa;bizden önce bir başka maliye müfettişi soruşturma konusu olayları
çok güzel incelemiş ve suçları ayrıntıları ile saptamıştı.
Rapor düzenleme aşamasında sorun çıkarmamak için onun dediği gibi soruşturma
raporu düzenledik.Ben bu raporu;ayrıca düzenlediğim bir rapora yollama yaparak
muhalefet şerhiyle imzaladım
Benzeri bir olayı;İstanbul Defterdar yardımcısı Alper Kuş hakkında yaptığımız
soruşturmada yaşadım.Eski bir maliye müfettişi olan bu kişi müfettişliği sırasında
yaptığı bir vergi incelemesinde büyük bir yanlışlık yapmış ve hazinenin zararına yol
açmıştı.
Soruşturmadan;bu kişinin suçlu olduğu ortaya çıkıyordu.Ben;ilgili hakkında banka
hesapları araştırması yapılmasını da önerdim.Kıyamet o zaman koptu.Ankara’dan
gelmiş müfettiş;olayı örtbas etmek istiyordu.İstanbul’dan katılan Turgut Akman da
“Kol kırılır;yen içinde kalır”diye düşünüyordu.
Soruşturmanın yarısında;soruşturmayı kestirdiler.Ben de soruşturma
komisyonundan ayrılıp İzmir’e döndüm.Başkanlıktan;soruşturma komisyonundaki
görevimden alınmamı istedim.Başkan bunu kabul etmedi ve beni komisyonda
207
bıraktı.Ben de diğer iki müfettişe “Ne yazarsanız yazın.Getirin bana
imzalayacağım”dedim.Meğer hayatımın yanlışını yapmışım!..
Sonra;bizim suçsuz dediğimiz raporu inceleyen Danıştay bu kişiyi suçlu
buldu.Danıştay Genel Kurulu’na yapılan itiraz üzerine Genel Kurul da adamı suçlu
buldu.Bu kişi;yargılama aşamasında ceza almaktan kurtuldu.
Danıştay;kararında haklı olarak “Müfettişler;suçlu müfettişi korumuşlar”anlamına
gelen ibarelere de yer vermişti Bunu Turgut Akman’a aktardım.Rapor sırasındaki
tartışmalardaki tavrımın doğruluğunu ve haklılığımı teslim etti.ve çok
korktu.Başkanlık;hakkımızda soruşturma açabilirdi.Ben;komisyonda olanları anlatıp
ayrılmak istemiştim.Bu nedenle;soruşturmadan kurtulurdum.Ama;onlar
yandıydılar..Neyse ki;Başkanlık olayı soruşturma konusu yapmadı.Kimbilir;belki de
zamanın kurul başkanı kendisinin de okkanın altına gidebileceğini düşünmüştür!..
CEMAL SÜREYA ANILARI
Onunla ilk kez ‘Üvercinka’adlı şiir kitabı aracılığıyle tanıştım.Oradaki şiirleri çok
beğenmiştim.
Kurula 1961 yılında girdiğimde;Cemal Süreya takma adlı Cemalettin Seber
üstad;yeni ünlenen bir ozandı.Benim de şiire ilgim vardı.Bir şiirim lisedeyken Varlık
Dergisi’nde yayımlanmıştı.O zamanlar bu önemli bir olaydı.O nedenle;üstadın tüm
şiir kitaplarını aldım ve okudum.
Bir şiirinde “Tarifsiz uzuyor bacakların”diyerek sevgilisinden söz ediyordu
üstad.Sonraları;kendisini Türkiye’nin ilk erotik şairi olarak gördüğünü söylemişti.
Bu şiirini okuyan yaşlı üstadların dikkatini çekmiş.Defterdarlıkta;müfettişlere
ayrılmış yerde öğle yemeği yerken;yaşlı üstadlar bu konuyu
konuşuyorlardı.Birisi;”Bu genç arkadaşın hemen evlenmesi gerek!”diye bir yorumda
bulundu..Biz muavin takımı;buna çok gülmüştük.
Gerçi;sonradan Cemal Süreya üstad bu yaşlı üstadını haksız çıkarmadı.Yedi kocalı
hürmüz oldu ve yedi kez evlendi.
Bir süre sonra Cemal Süreya;maliye müfettişliğinden istifa edip ayrıldı.Papirüs
Dergisi’ni çıkarmağa başladı.Dergi çok tutuldu ve üstad,gerçek ozanlık serüvenine
başlamış oldu.
Papirüs Dergisi’ni çıkarmağa başladığında;Cağaloğlu Yokuşu’ndaki izbe iş yerinde
ziyaretine gittim ve onu şahsen tanımış oldum.
208
Ben de;Papirüs’te yayınlansın diye şiirler yolladım ona.Ama O;şiiirlerime ilgi
duymadı ve onlara dergisinde yer vermedi.İlk şiirimi ‘şiir denemesi’diyerek
yollamıştım.Bana yanıt vermişti.’Her şeyin denemesi olur;şiirin olmaz’demişti ve
haklıydı.
Ben yılmadım ve sürekli şiir yolladım ona.Sonraki yıllarda;Papirüs serüveni hüsranla
bitmişti ve dergi kapanmıştı.Birgün;bir şiirim için bana mektup yazıp”Şimdi şiiri
kuyruğundan yakalamışsın”dedi.İstanbul’un minareli görünümünü çağrıştıran bir
imzası vardı mektubunda.Hala saklarım o mektubu.
Sonra;ben de “Sevi” adlı ilk ve son şiir kitabımı yayımladım.Her şairin ilk kitabı aşk
üzere olur derler.Benimki de öyle olmuştu.Kapağına da şiire gebe bir kadın figürü
çizmişti Turgay Gönenç.Hem ressam hem şairdi.Kitabımdam elli adedini eşine
dostuna dağıtması için Cemal Üstad’a yollamıştım.Gidip paket postanesinden bile
almamış.Kitap paketi geri gelmişti.Ben yine de ona kırılmadım.Sonradan;mali açıdan
o sıralar çok zor durumda oluğunu öğrendim ve ona hak verdim.
Sonra;1973 yılına dek bir kopukluk oldu üstadla aramda.O yılda başkan yardımcılığı
görevi için Ankara’daydım.Başkan yardımcılığı yapıyordum.Cemal Süreya da
bakanlığın Tetkik Kurulu üyesiydi.Orada kendisi ile sık sık görüşmeye ve muhabbet
etmeğe başladık.Haftada bir ya da iki gün;Mülkiyeliler Birliğine çıkan yokuş
üzerindeki ünlü bir lokantaya giderdik.Orada;öğleleri yemek yer ve şarap
içerdik.Başka sanatçılar da gelirdi.Adını Cumhuriyet Lokantası olarak
anımsıyordum..Bahçesi de vardı.Güzel havalarda bahçede
otururduk.Sanattan,şiirden,siyasetten söz ederdik.
Fransa’dayken Marcel Aymé adlı bir tiyatro yazarının bir tiyatro oyununu,bir
komedisini Türkçeye çevirmiştim.Orijinali ile çevirisini Cemal üstada verdim.Okudu
ve çok beğendiğini söyledi.Heyecanlanmıştı bayağı.Savaş ve askerlik aleyhtarı bir
komediydi.
Bunu oynatalım;dedi.Ben de olur,dedim.O zamanlar ünlü AST Ankara Sanat
Tiyatrosu vardı.Onlara götürmüş.Okumuşler ve onlar da çok
heyecanlanmışlar.Hemen oynarız demişler.
Çok sevinmiştim.Birçok tiyatro oyunum vardı yazılmış.Bu çeviri oyun
oynanırsa;onlara da gün yüzünü görme olasılığı doğacaktı.
Ancak;bir hafta sonra kara haber geldi.Marcel Aymé’nin oyunlarını Türkçeye çevirme
hakkını Edebiyat Fakültesi’ndeki bir profesör almıştı.Bu kişi tiyatro ile ilgili yazılar da
yazardı.Onunla gidip konuşmuşlar. Olmaz;demiş.Güçlük çıkarmış.
209
Oyunun tiyatroda oynanmasından doğacak telif hakkını bölüşmeyi önerdim
ona.Kabul etmedi.Herhangi bir biçimde;Marcel Aymé’nin benim oyununu
çevirdiğimden haberi olursa;diğer oyunlarını da benim çevirmemi isteyebilir diye
korkuyordu.Telif hakkımdan vazgeçmeme karşın da oyunu oynatamadık.
Başka bir oyunumu da Devlet Tiyatrolarına yollamıştım.O zamanlar tiyatroların
dramaturgluğunu bir bayan yapıyordu.Kubilay adlı oyunumu beğenmişti.Oyunun
kurgusu;dili iyiydi ve oynanabilirdi.Ancak;toplumsal bir olaydan yola çıkıp Kubilay’ın
bireysel yazgısını işlememe kafayı takmıştı.Oysa;önemli olan çalışmanın bir tiyatro
oyunu boyutunu kazanmış olmasıydı.
Cemal üstadla konuyu görüştüm.Bir akşam yemeği ayarladı.Sanatçılar arası ilişkiler
böyle yürüyormuş.Oturduk;yedik içtik ve oyunu birkez daha tartıştık.Ancak
dramaturg hanımı ikna edemedim.Cemal üstadın dediğine göre;bu tür işlerde daha
sıkı ilişkiler gerekiyordu.Bu serüven de öylece noktalandı.
Sonra;İzmir’e döndüm.Cemal Süreya’nın İzmir maliyesinde görevli;ilk karısından
olma bir kızı vardı.Kız;annesini bıraktığı için ona dargınmış.Uzun süre
konuşmamışlar.Hala da görüşmek istemiyormuş.
Durumu bana anlattı.Kızına;ona hissettirmeden kanat germemi istedi.Ben de olur
dedim.Kızın;bir iki sıkıntılı durumunu bilgisi dışında düzelttim.
Sonraları;Cemal üstadın kızı ile arası iyileşti.Birgün İzmir’e geldi ve kızınla bir
başbaşa öğle yemeği yediler.Sonraları Cemal üstad fırsatlar yaratıp İzmir’e sık sık
gelmeğe başladı.Hem kızını görüyor hem de İzmir’deki sanat çevreleri ile düşüp
kalkıyordu.
Her gelişinde beni de arar ve sanatçı arkadaşları ile olan buluşmalarına beni de
götürürdü.Mehmet Doğan;Turgut Uyar;Edip Cansever ile o yıllarda tanıştım.Turgay
Gönenç de katılırdı bu toplantılara.
Bu arada Cemal Süreya üstad;editörlüğünü yaptığı”Sesimiz”adlı;kadın haklarını
savunan bir dergide ve “Oluşum”adlı bir başka dergide;şiirlerimi;düz
yazılarımı;çevirilerimi de yayımlamağa başladı.Bu arada;iki de Baudlaire çevirimi
yayımladı.Şiirlerin asıllarını;Vasfi Mahir çevirilerini ve benim çevirilerimi
yolladım.Benim çevirilerimi beğendi ve dergiye aldı.
Sonraları yine koptuk.Ölümünden önce;son olarak İstanbul’da Todori’nin
meyhanesinde oturduk;yedik,içtik ve sanattan söz ettik.Sonraları bu geceyi bir
düzyazı kitabında;anıları arasında anlatmıştı.
210
Bir yurt dışı görevden döndüğümde”Üstü kalsın”deyip genç yaşta evren
değiştirdiğini öğrendim.
Ve çok üzüldüm.Aslında;her ölüm erkendi...
Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca hayranıydı.O nedenle de sık sık
tartışıyorlardı.Onun dağlarının doruklarına tırmanmaya can atıyordu aslında.Sık sık
da ona küsüyordu.Bir de;Sezai Karakoç hayranıydı.Onunla da sık sık buluşur ve
şiirden söz ederlerdi.Sezai Karakoç da maliye müfettiş muavinliği yapmış ve aşırı
bulunan dini tutum ve davranışları nedeniyle müfettiş olamamıştı.Öyle
söylenirdi.!..Turgut Akman da Sezai Karakoç hayranıydı.Onun müridi olduğunu
söyleyip takılırdık Turgut’a.
Cemal üstad;gerçekten de;bir sözcük kuyumcusuydu.Ece Ayhan,Edip Cansever ve
Turgut Uyar ile Türk şiirini buldukları yerden ileri doğru itelediler durmaksızın.İyi de
yaptılar!..
Cemal üstadın oğlunun ‘ülkücü’ olduğunu öğrenince çok şaşırdım.Kendisi de
şaşırmış zaten.Çevresine;’Bizim Zazalığımız ne oluyor o zaman’diyormuş.
Kısa aralıklarla yaptığı devlet memurluğu görevini de her zaman dört dörtlük yaptığı
bilinir.Darphane Genel Müdür iken;kendisini görevden almak için denetlemeğe
gelmiş bakana”Bu kapı neden kapalı”diye sorunca;”Darphanenin tüm kapıları
herkese açıktır.Ama;benim yüreğimin kapısı size kapalıdır”diyecek ve görevi
bırakacak kadar da cesurdu.Kal sağlıcakla üstad!..
POLİSLE İLGİLİ ANILAR
Yaşamımda polisle tanışmam onbeş yaşımda iken oldu.
Sıcak bir Ağostos gecesi;geç saatte arkadaşlarla İzmir Fuarı eğlencesinden
dönüyorduk.Gençlik işte..Moda olmuş bir batı müzüği şarkısını beş altı arkadaş
ıslıkla çalarak sokak aralarında yürüyorduk.
Mahalle karakolunun önünden geçerken;karakol komiseri bağırdı.’Heeyy..Ne
oluyor.Gecenin bir vaktinde bu ne gürültü’.Komiser;o gün aramızda bulunmayan bir
arkadaşımızın babasıydı.Hemen ıslıkları kestik;yürümeyi sürdürdük.
‘Durun bakalım..Nereye gidiyorsunuz.Öyle ucuz kurtulmak yok..Size bir ders
vereyim de aklınız başınıza gelsin.’dedi.Polislere emir verdi;bizleri yaka paça
karakola soktular.
Komisere oğlunun arkadaşı olduğumuzu söyledik.Tınmadı.
211
‘Sizi sabaha dek nezarethaneye atayım da aklınız başınıza gelsin.’dedi.’Atın bunları
nezarethaneye’diye bağırdı.
Bizleri nezarethaneye koydular.İçerisi bok,sidik ve kusmuk kokuyordu.Üç serseri
birer kenarda sızmış;uyuyorlardı.Neyse ki;sabaha az bir süre kalmıştı.Korku içinder
sabahın biran önce gelmesini bekledik.
Sabah,karakoldan çıkınca’Uçar,gelecekteki yaşamında öyle bir noktaya gel ki;polis
sana böyle ulu orta dokunamasın.’ Diye düşündüm ve vali olmağa karar
verdim.Kaderde Maliye Müfettişi olmak varmış..
Ayni karakol komiserini;bir kabadayıyı,bir katili etkisiz duruma getirirken
izledim.İkiçeşmeliğin en namlı kabadayısı;bir meyhaneciyi kendisine bedava içki
vermediği için bıçaklamış;meyhanecinin oğlu da karnından onu bıçaklamıştı.
Adam;caddenin ortasında,elinde uzun bir saldırma ile kendisini bıçaklayanı arıyor;bir
yandan da kan kaybediyordu.Komiser;adama yanaşıp bıçağı tutan bileğine
yapıştı.Başkalarına zarar vermesini önledi ve adamı teslim olmağa ikna etti.Belki de
adam;kan kaybından halsiz düştü ve teslim oldu.Zaten;hastaneye kaldırıldığında
ölmüştü ve onu vuran genç az bir cezayla kurtulup sonra mahallenin kabadayısı o
olmuştu.
İkinci kez;kız kardeşimin kocaya kaçması olayından dolayı polisle
karşılaştım.Komşumuz olan bir karı koca;kız kardeşimi kandırmışlar;o da komşu
kadının ağabeyine kaçmıştı.Kız kardeşim o sırada on üç yaşındaydı,kaçtığı adam ise
yirmi yedi yaşında.Ben de on beş yaşında yeni delikanlı..
Kadının evine zorla girmiş;küfürler etmiş ve kadını dövmek istemiştim.Komşular
gelip kadını elimden aldılar.Kadın karakola gidip hakkımda şikayette bulunmuş.Bir
saat sonra polisler gelip beni aldılar ve mahalle karakolunun nezarethanesine
koydular.Bu kez iyi davrandılar.Ne de olsa;kız kardeşim kaçırılmıştı ve olay bir
namus sorunuydu!.
İfadeler alındı ve beni ertesi gün,suçüstü duruşması için hakimin karşısına
diktiler.Hakim bir bayandı ve liseli olduğumu öğrenince,bir ay hapis cezası verip
erteledi.Beş yıl içinde benzer suç işlersem;bu bir ay için de hapis yatacaktım.O
nedenle;üniversite bitene dek;bu tür eylemlerden uzak durdum.
Sonra;kız kardeşim o adamla evlendi.İki oğlu ve bir kızı oldu.Hepsini okutup ayrı ayrı
mühendis yaptı.Ben de enişteyle can dostu oldum.
Bu deneyimlerimden sonraları;gerek yeğenlerimin ve gerekse kendi çocuklarımın
yetiştirilmesi aşamalarında yararlandım.
212
Daha sonra;bir trafik kazası nedeniyle karakolluk oldum.Benim aracıma
otomobiliyle çarpan adam;sekizde sekiz suçluydu.Kaza yerinde araçların durumuna
göre;kaza yeri raporu böyle düzenlenmişti.O nedenle;Karşıyaka karakoluna gidip
ifade de verdik.
Bir arkadaşım;’Trafik şubesine gidip kaza raporundan bir fotokopi
alalım.’dedi.Ramazan bayramı arifesi olduğundan;trafik şubesi kapanmak
üzereydi.Bayramdan sonra fotokopi için gelmemizi söylediler.
Bayramdan sonra fotokopi için gittiğimizde;adamın sekizde altı ve benim de sekizde
iki suçlu olduğumuza dair rapor düzenlenmiş olduğunu gördük.Nedenini
sorduk;bana çarpan araç ticari taksiydi.Sekizde sekiz suçlu olursa;yasaya göre
tutuklanması gerekiyormuş.Adam polislere yalvarmış;bayramda çalışmam
gerekiyor,yapmayın demiş.O nedenle polisler raporu değiştirmişler.
Başka bir gün;özel aracımla İzmir’e gidiyordum.Uşak yakınında,gecenin geç saatinde
trafik denetlemesi yapıyorlardı.Önümdeki minibüsün stop lambaları
yanmıyordu.Adam;polislere,araçtan inmeksizin, şoför mahallinden bir paket filtreli
sigara uzattı;adamı bıraktılar.Benim sol farım yanmıyormuş;indim baktım
yanmıyordu.Karşıdan gelen araçlardan birir,küçük bir taş fırlatmış;farın camı ve
ampulü kırılmıştı.Durum;açıkça görülüyordu.
Yola çıkarken aracımın tüm dentimlerini yaptırdığımı;farlarımın sağlam olduğunu;ilk
fırsatta kırılmış farı değiştireceğimi söyledim.Dinlemediler ve benden tehlikeli araç
kullanma cezası aldılar.Ben de rüşvet vermedim ve cezayı ödedim.
Yaşamım boyunca kimseye rüşvet vermedim;kimseden de rüşvet almadım.Ama;bir
keresinde,İstanbul’da maliye müfettişleri Tarabya’daki otelde içkili yemek
yemiştik.Recep adlı bir arkadaşımın aracıyla Anadolu yakasına geçecektik.Bebek
çıkışında polisler trafik denetlemesi yapıyorlardı.Recep çok korktu
.Sanki hep yaparmışım gibi;’Merak etme bir şey olmaz..Ruhsatın içine iki yirmilik koy
ve trafik aracına gidip ruhsatı polislere ver.’dedim.Öyle de yaptı.Adamlar;iki yirmiliği
alıp Recebi salmışlar.Bu yöntemi de kayın birederlerimden öğrenmiştim;ama hiç
uygulamamıştım.
Bir kezinde de;Adana’dan otomobilimle Ankara’ya dönüyordum.Bir benzin
istasyonuna girdim.Orada bir bölge trafik otosu vardı.İçinde;mahalleden çocukluk
arkadaşım vardı.Bölge trafik müdürüymüş.O gece,denetime o da
katılıyormuş.Oturup birer bira içtik ve eski günleri andık.Sonra ben yola koyuldum.
213
Bir süre sonra;bir trafik otosu bana yetişti ve beni durdurdu.Araçtan inen trafik
polisi’Müdürüm size aramağan vermeyi unutmuş..’dedi.Yoldan geçen ilk Bulgar TIR
ını durdurdu.’Tu baks sigaret,van badıl viski’dedi.TIR şoförü istenenleri verdi.O
zamanlar bunlar Türkiye’de bulunmuyor;genelde kaçak olarak satılıyordu.Benim’Ne
yapıyorsunuz;durun’dememe karşın;aldıklarını vosvosun arka kanepesine atıp
gittiler.Buna rüşvet denir mi bilmem artık.
Son beş yıl içinde hep karapara incelemeleri yaptım.Hayali ihracatçılar,uyuşturucu
çeteleri,haraç çetelerini inceledim.Hepsinin içinde bir ya da birden çok polis de çete
üyesi olarak yakalanmıştı.Kimisi emekli,kimisi görevde polislerdi ve çetelerin işlerini
kolaylaştırıp;onlara bilgi sizdırıp paralarını alıyorlardı.Keza;basın ve medya bu tür
olayların da üzerine gitmiyor;bu konularda haber yapmıyorlardı.
İzmir’de Balina operasyonu sırasında yeminli mali müşavirler
tutuklanmıştı.İzmir’deki meslek odaları benden hukuki yardım istemiş ve İzmir Mali
Polisi ve üst düzey yetkilieri ile toplantılar yapmıştık.Mali polis şefleri bana yakın ilgi
göstermişler ve sosyal tesislerine serbest giriş kartı vermişlerdi.Ben,onlarla
yakınlaşmayı seçmedim.Buna karşılık;operasyonda görevli genç bir maliye müfettişi
arkadaş,mali polisle dirsek temasını sonraları da sürdürmüştür.Mali polis şefleri
İzmir’den İstanbul’a gittiler ve orada da ‘Örümcek opersayonu’nu yürüttüler.
Sonraları;bu operasyonlar birilerinin canını sıktı ve eski İçişleri Bakanı’nın ‘Tapınak
şovalyeleri’dediği bu gurup gözden düştü ve soruşturma geçirdi.Maliye müfettişi
arkadaş da pasif bir göreve verildi.Anlı sanlı türk medyası ve basını;olayların bu
yanını da hiç görmedi…
Günümüzde;Balina operasyonu,örümcek opersayonu,batık bankalar opersayonu
gibi olayların mahkeme aşamaları da medyaca ve basınca
izlenmemektedir.Özellikle;Balina operasyonunda,Honk Kong’a kadar uzanan bir
uluslar arası örgüt söz konusudur.ve bunlara ait belgeler;mahkemelerde bulunan
dosyalarda yer almaktadır.
Günümüzde polis;demokratikleşme adına güçsüzleştirilmiş ve sonunda ülke;bu
günkü kaosun içine yuvarlanmıtır.
Polislerle ilgili bir anı da şudur.İzmir Defterdarlığındaki büromuzda çalışırken özel
araçlarımızı emniyet müdürlüğünün araçları arasına park ederdik.İzmir halkı;bizleri
MİT ajanı sanırmış.Kent içind bir sokakta park ederken,bir değnekçi söylemişti
bunu.Bizim halkımızın ya da mafya çevrelerinin bu yorumuna şaşıp kalmıştık.
214
YOLCULUK HALLERİ
Çok gezen çok görür derler.Çok gezenin başından da çok kaza geçer.Ehh;ben de
müfettişlik gibi gezginci bir mesleği kırk yıldan çok süre ile yaptığıma göre;benim de
başımdan epeyi kaza geçmiştir doğal olarak!..
İskenderun turnesindeyken;hafta sonlarında minibüsle yakındaki halk plajlarına
gider;tertemiz denizde yüzer;sonra yine minibüsle kente dönerdik.
Yine böyle bir dönüş sırasında;minibüste,şoförün yanında oturuyordum.Sıcak bir yaz
günüydü.Yolun sağ yanında;uzakta köylüler harman kaldırıyordu.Bir de;o sıralar
Türkiye’ye teşvik kredileri ile ithal edilen montafon cinsi bir inek;yola yakın
otluyordu.
Bir anda;otlamakta olan inek,bir şeyden korktu.Büyük bir olasılıkla bir yılan görmüş
olmalıydı.Başladı tarlaların içinden geçerek yola doğru koşmağa..Sonunda;yola çıktı
ve minibüsü gördü.
Minibüs şoförü;hayvana çarpacağımızı anlamıştı.Sağ ve soldaki şarampoller oldukça
derindi.Minibüsü oraya yöneltirse devrilecek ve yaralanacaktık.Fren yapmağa
başladı.Ancak;aracı durduramadı.Hayvan da;minibüsün kendisine vuracağını
anlamıştı.O da kendini korumak için;o koca kafası ile minibüsün önüne tos vurdu.
“Nalları dikti”derler ya..İşte;aynen öyle oldu..Yarım tona yakın ağırlıktaki koca
montafon ineği,sırtüstü yola yattı.Dört ayağı;gökyüzüne döndü ve öylece
devinimsiz kaldı.
Minibüstekiler;şoför ve ben donup kalmıştık.İlk olarak;şoför kendine geldi ve
minibüsten inip hayvana yardım etmeğe yeltendi.Ölmemiş olabileceğini
düşünüyordu.Gerçekte;bir panik yaşıyor ve anlamsız davranışlarda bulunuyordu.
Minibüste bulunan köylü yolcular şoförü uyardılar.”Aman hemşerim..Sakın aşağı
ineyim deme..Sen;ineğin sahibi olan ailenin hayatını kaydırdın.Yıkımlarına yol
açtın...İnek ölmüştür..Seni dinlemezler ve sana kötülük ederler..Bas gaza
gidelim.Kente girince ilk karakola yanaş ve dur.Karakolda durumu anlatırsın;biz de
şahitlik ederiz..Sonra sen;köylülere ulaşıp bir şekilde inek için kan bedeli
ödersin..Yoksa;bu köylüler seni öldürürler bile!..”
Adamlar haklı görünüyordu.Tarlalarda harman yapan köylüler de olayı
görmüşlerdi.Ellerindeki tırpanlar;yabalarla minibüse doğru koşmağa
başlamışlardı.İneğin başına gelenden sonra;çıldırmış gibiydiler.
215
Şoför hemen aracı çalıştırdı ve oradan kaçarcasına uzaklaştık.İskenderun’a girer
girmez;ilk karakola gidip olayı anlattık.Tutanaklar düzenlediler.Ben de ifade
verdim.Sonra;olay nasıl gelişti;bilgim olmadı.
Bir keresinde;İzmir’den Mersin’e gidiyordum.Gece yola çıktık ve sabaha karşı
Konya’nın ilcelerinin yakınlarından geçmeğe başladık.
Tam şoförün arkasındaki koltukta oturuyordum ve tedirginlikten
uyuyamıyordum.Zaten;genelde gece yolculuğu yapmazdım.
Çünkü;bir müfettiş arkadaşın kız kardeşi;eşiyle balayından Ankara’ya gece
yolculuğunda dönerken;otobüs bir kazaya karışmış ve eşiyle yaşamını
yitirmişti.Kıyılarından taşacak biçimde kasasına demir saç yüklemiş bir
kamyon;otobüsün bunların bulunduğu sol yanını;bir bıçakla keser gibi kesmesi
sonucu can vermişlerdi.Onlarca kişinin de başını koparmıştı katil kamyon..
Bu arada;bizim otobüsün şoförünün uyuklamağa başladığını gördüm.Adamın
başı;direksiyona doğru,aşağı düşüyor;uyanıyor;biraz sonra yine ayni duruma
geliyordu.Otobüs ise, hızla yola devam ediyordu.
Adamın omuzuna vurdum.Dikiz aynasından bana bakıp”Ne var
abi”dedi.”Uyukluyorsun..Yol kenarında göreceğin ilk kuyunun yanında
dur”dedim.Oralarda;yol kenarlarında;uzun sopalara bağlı kovaların bulunduğu
kuyular vardı.”Yok abi:bir şey olmaz..”diyordu hala..”Bak hemşerim;durmazsan seni
fena yaparım..”dedim.
İlk kuyunun yanunda durduk.Uzun bir sırığın ucuna bağlı kovayı kuyuya salladık ve
kuyudan su çektik.Suyla başımızı;yüzümüzü yıkadık.
O zamanlar sigara da içerdim.Adama bir sigara tuttum ve birlikte birer sigara içtik.O
arada şafak da atmış ve ortalık aydınlanmıştı.
“Allah razı olsun abi..İyi ki bunu yaptık.Kendime geldim...Artık;Konya’ya rahatlıkla
ulaşırız.”dedi.Kazasız belasız Konya’ya ulaştık.Orada otobüsü başka bir şoför
devraldı ve yola devam ettik.
Bir başka yolculuk halini de Mersin-Konya arasında yaşamıştım.
Mersin’de soruşturmayı tamamlamış;İzmir’e dönüyordum.Bu kez;gündüz yolculuğu
yapıyordum.
Silifke’yi geçip Toroslara sardırdık.Kar yağmaya başladı.Torosların en yüksek
yerindeki Sertavul geçidine geldiğimizde;kar her yeri kaplamıştı.Önümüzde
bembeyaz büyük bir halı vardı.Ya da kardan oluşan bir çölün ortasındaydık.Ne yol
belliydi ne de şarampoller.Ne de virajlar görünüyordu.
216
Yine şoföre yakın oturuyordum.Kaza sırasında içgüdüsel olarak şoförlerin
kendilerini kurtarmak için manevra yaptıkları ve genelde yaşamda kaldıkları
söylenirdi.O nedenle;şoför tarafında ve şoföre yakın oturmağa çalışırdım
otobüslerde.
“Her halde;karayolları ekiplerinin gelip yolu açmasını bekleyeceğiz.”dedim
şoföre.Önümüzde izini süreceğimiz bir araç tekerlek izi bile yoktu.
Şoför”Olur mu öyle şey ağabey..Ben yavaş yavaş bu otobüsü Karaman’a
indiririm.Meraklanma sen.Hem;arkamızdakiler de benim izimi sürerek yola devam
ederler”dedi.
Tehlikeli olacağını söyledim.”Abi:bak telefon direklerini ve tellerini görüyor
musun..Ben onları izleyip yolun nerelerden geçtiğini tahmin eder ve aşağıya
inerim.Sen kalbini ferah tut”dedi.
Nasıl merak etmeyeyim ki!..Dediği mucize gibi bir şey olacaktı...Neyse;adam dediğini
yaptı ve kıyı kıyı giderek bizi sağ ve salim Karaman’a indirdi.
Bir keresinde de Varan ile İzmir’den Ankara’ya gidiyordum.O zamanlar Türkiye’nin
en güvenli otobüs işletmesiydi.İş gerektirdiğinden;gece yolculuğu yapıyordum.
Afyon’a dek rahat geldik.Afyon’dan itibaren sıkı bir kar yağışı başladı.Silecekler zor
yetişiyordu.
Afyon’un çıkışında;sert bir rampa vardı.Oradan geçerken;yoldan çıkmış ve devrilmiş
otomobiller ve kamyonlar gördük.Kar, buza yatmıştı..Bunun farkına varmayıp hız
yapan araçlar kaymış ve yoldan çıkmıştı.
Şoförümüz hızını iyice azalttı.Daha ileride bir başka rampayı tırmanmaya
başladık.Tam rampanın yarısına gelmiştik ki;karşıdan tepe üstünde bir tır
kamyonu;hiç gerek yokken bir özel otomobili geçmeğe başladı.Bizi gördü ve fren
yapmağa başladı ama;nafile gayret!..Duramıyor ve hızla üzerimize geliyordu.
Otobüste herkes salavat getirmeğe başladı.Şoförümüz direksiyonu sağa kırıp
şarampole indi.Otobüs yana doğru bir savruldu.Ancak;şoför otobüsü devirmeden
yeniden dengeye getirmeyi başardı.Bir süre tarla gibi bir alanda zıplayarak gittik ve
durduk.
Şoförü canı yürekten kutladık.Meğer;kendisi Avrupa yollarında da çok kötü kış
koşullarında otobüs kullanırmış.Benzer durumları oralarda da yaşamışmış...O
nedenle;soğukkanlılığını yitirmemiş ve bizleri ölümden ve yaralanmaktan
kurtarmıştı.İnip otobüsün altını ve çevresini kontrol ettiler.Yavaş yavaş yola doğru
geldik ve yola çıkıp yolumuza devam ettik.
217
Karşıdan gelen otomobil ve tır kamyonu mu?!..Durumu gördükleri
halde;durmamışlar ve yardımı düşünmeden hızla uzaklaşmışlardı.Ne olacak
ki..Burası benim ülkem “Burası Türkiye”.
Bir tarihte de;Çanakkale üzerinden İzmir’e benim vosvosla yolculuk
yapıyorduk.Sanırım;bir bayram sonrası dönüşü idi.O zamanlar gençtim ve biraz da
deliydim herhalde.Çünkü;o kötü vosvosu 140 kilometre hızla kullanıyordum.!..
Edremit yakınlarında gündüz yol alıyorduk.Sağ tarafta tarlalar ve otlayan hayvanlar
vardı..Bir at;birden otlamayı kesip yola doğru koşmağa başladı.Tehlikeli bir durum
olabileceğini düşünüp fren yapmağa başladım.Tam yolun ortasına geldiğinde at
otomobili gördü ve kendisini tehlikede duydu.Yolun ortasında durup kendini
savunmayı düşündü.Ben durmadan fren yapıyordum ve at yolun ortasında
durmuş;bana yaklaşıyordu.Çarpmamız işten değildi.Yoldan da
çıkamıyordum.Arabada eşim ve çocuklarım vardı.Gözümü karartıp ata vurmaya
karar verdim.Tam ata beş metre kala;frenlemelerimin etkisi görüldü ve otomobil
durdu.O sırada at ön iki ayağını havaya kaldırıp şaha kalkmıştı.Ön ayakları ile ön
cama vurdu vuracaktı.Durduğumuzu görünce;ön ayaklarını indirdi.Bize hışımla bir
baktı ve yolun diğer yanına inip koşmağa başladı.Yine azraile çalım atmıştım.
Bundan önce de;bir bayram arifesinde İstanbul’a kendi aracımla
gidiyordum.Bayramı şimdiki eşimle,o zaman evli değildik,görüşüyorduk;İstanbul’da
geçirecektim.
Karşıyaka’ya doğru ilerlerken bir sütçünün at arabasını geçtim.Yol hafifçe sağa
dönüyordu.Sağa yanaşmama fırsat kalmadan karşımda dehşetengiz bir durumu
gördüm.Yolun ortasında iki geçilmez çizgi vardı.Yolun sol yarısında;karşımda bir
benzin tankeri bir otomobili geçiyordu.Başka bir taksi;benzin tankerinin arkasından
sola fırladı ve iki geçilmez çizgiyi geçip geldi bana vurdu.Aracımın sol yanından
vurmuştu.Başım ön cama vurup şişti.Dizim de kaputu açma koluna vurup
şişti.Araçlar durdu.Arabadan indim ve bana vuran aracın şoförünü yumruklamağa
başladım.Adam;görünüşümden korkmuş olmalı ki;bana karşı gelmiyor ,kaçıyordu.
Biraz sonra;geçtiğim sütçü at arabası geldi.Sürücüsü Karşıyakalı olduğundan şoförü
tanıyormuş.Adama geçmiş olsun dedi.Sonra bana”Ben kazayı gördüm.Kabahat sizde
“dedi.Ben bu kez onun üzerine yürüdüm ve onu da dövdüm.Adam benimle döğüşe
girecekti.Şoför engel oldu.”Görmüyor musun..Adam şok geçiriyor!.”dedi.Neyse;biraz
sonra;Karşıyaka’dan İzmir’e giden benim arkadaşlarım geçmeğe başladılar.Aracımın
önü hurda olmuş;ön camı patlamıştı.Sol çamurluğu yok olmuştu.Sonradan;yerdeki
218
bir metal parçasını açtık;doğrulttuk ve sol ön çamurluk olduğunu anladık.Adam;öyle
hızlı vurmuştu bana.Bir arkadaşım;yere düşmüş benim aracımın jant kapağını
gösterdi.Yolun ortasında duruyordu.”Dikkat et;bunun yerini
değiştirmesinler””.Kazada kimin suçlu olduğunun anlaşılması açısından bu çok
önemli”dediler.
Bir süre sonra;bir başka taksi durdu.Bana vuran şoförün arkadaşıymış.Ayağıyle
benim jant kapağını geçilmez iki çizgiye doğru itti.Bu kez ona saldırdım ve adama
sıkı biriki yumruk vurdum.Jant kapağını alıp yerine koydum.
Yaşamımda ilk kez adam döğmüştüm.Hem de üç tane bıçkını döğmüştüm.!..
Sonra polisler geldi ve kazayı görünce bana çarpan şoföre”Sizin gibileri asmak
lazım”dediler ve mahallinde düzenlenen kaza tutanağında bana vuranı yüzde yüz
hatalı gösterdiler.Sonra karakola gittik ifadeler alındı.Ben gerçekten de şok
geçiriyordum.Durmadan hüngür hüngür ağlıyordum.Polisler”Ne ağlıyorsunuz
beyefendi.Cana zarar gelmemiş ya!”diyorlardı.Vuran şoför”Abi adam şok
geçiriyor”diyordu.Liseli bir şoförmüş;bunları da biliyormuş!..
Karakolda döğdüğüm sütçü”Ben bu adamdan davacıyım.Beni döğdü”diyor;bu
konuda ifedesinin alınmasını istiyordu.Sonunda;komiser dayanamadı”Ulan;bu
adamdan para sızdırmak istiyorsun ama;yağma yok..Bak;doktor adama bir haftalık
deli raporu vermiş.Hangi hakim olsa;seni döğmesini şok geçirmesine bağlar..Defol
git”diye kovaladı.
Bir arkadaşım”Uçar gidelim;kaza için mahallinde düzenlenmiş raporun bir örneğini
alalım.Bakarsın;yarın değiştirirler”dedi.Hızla Yenişehir’deki trafik şubesine gittik ve
rapordan fotokopi yapmak istedik.ama mesainin bittiğini;bayram sonrası gelmemizi
söylediler.Bayram sonrası gittiğimizde raporda vuranın yüzde seksen;benim de
yüzde yirmi kusurlu olduğum yazılıydı.Nedenini sorduk.”Yüzde yüz kusurlu diye
rapor düzenleseydik adamın savcılığa gitmesi ve tutuklanması
gerekiyordu.Oysa;bayramda iş yapıp ailesin, geçindirmesi gerekiyormuş.O nedenle
anlayış gösterdik ve bunu yaptık”dediler.N e olacak..Burası benim ülkem”Burası
Türkiye”!...
.
219
S O N S Ö Z
Buraya dek anlattıklarım;maliye müfettişliği mesleğimdeki anılarımın yarısı
kadardır.Aslında;çocukluktan bu yana “ Kişi Uçar”ın anılarını yazmanın daha ilginç
olacağını düşünüyorum.Keza;1945 yılından bu yana Türk toplumunun “Toplumsal
anıları”nı yazmanın daha da ilginç olacağını düşünüyorum.
Kimbilir;belki de tüm bu anıları da yazıya dökerim ve yayımlamak isteyenler olursa
yayımlarım.
Her ne kadar sürcü lisan eyledikse affola..Kalın sağlıcakla!..
.
.
220
221