2009 Nisan Sayı

Transkript

2009 Nisan Sayı
NÝSAN 2009
Sayý: 484
Fiyat: 3.5 YTL
Allah Senden Razý, Sen Allah’tan
Aydýnlanma Yolunda Ýnsan
“2 K” Kitap ve Kadýn
ÝÇÝNDEKÝLER
Aylýk Kültürel ve
Siyasi Dergi
Cilt: 41 Sayý:484 Nisan 2009
Onur Baþkaný:
Dr. Refet Kayserilioðlu
Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna
Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:
Ayþegül Kayserilioðlu
Yazý Ýþleri Müdürü:
Özenç Kayserilioðlu
Yayýn Kurulu:
Güngör Özyiðit
Nelda Bayraktar
Hale Ürkmezgil
Haberleþme Sorumlusu ve
Okur/Abone Ýliþkileri:
Kazým Erdemoðlu
0212 252 85 85
0542 676 83 47
Faks: 0212 249 18 28
P.K: 471 Beyoðlu/Ýstanbul
Yönetim Yeri:
Oba Sok. Silla Ap. No: 7/1
Cihangir/Ýstanbul
Baský:
Inkýlap Kitabevi San. Tic. A.Þ.
Çobançeþme Mah. Sanayi Cad.
Altay Sok. No:8 Yenibosna/Ýstanbul
Fiyatý: 3.5 YTL
Yýllýk Abone: 40 YTL
Yurt Dýþý: 50 YTL
Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda
Bir Tartýþma - II .................................... 2
Dr. Refet Kayserilioðlu
Allah Senden Razý,
Sen Allah’tan ...................................... 6
Ahmet Kayserilioðlu
“2 K” Kitap ve Kadýn .......................... 15
Güngör Özyiðit
Hayvanlarla Konuþmak - 4 ............... 21
Zuhal Voigt
Öðretimin Birleþtirilmesi ................... 28
Yalçýn Kaya
Felsefe Penceresinden Bakýþ (devam)
Prof. Dr. Kenan Gürsoy ile Sohbet .......... 32
Nihal Gürsoy
Diðer Ýþaretler
(Çocuklarýn Geçmiþ Yaþamlarý) ................ 39
Carol Bowman/Nelda Bayraktar
Aydýnlanma Yolunda Ýnsan ............... 42
Doç. Dr. Halûk Berkmen
Ponzi Düzeni
(Eski Günýþýðýnýn Son Saatleri) ................ 46
Thom Hartman/Arýn Ýnan
SEVGÝ DÜNYASI
1
Sevgili Dostlar
Ruhsallýðý takip edenler, iyi, dürüst ve sevgi dolu insanlar, hiç korkmadan,
çekinmeden gelecek zor günleri beklemekteler. Sonucun hayýrlý olacaðýna
emin olduklarýndan, yani o günlerin ardýndan esenlik dolu, aydýnlýk bir
dünyaya varýlacaðýndan þüphe etmediklerinden, zor günleri “hoþ günler”
olarak karþýlamaya hazýrlanmaktalar. Öte yandan bu ayný zamanda kendi
yakýn ve dar çýkarlarýndan baþka bir þeyle ilgilenmeyenler için, daha çok
para, daha çok güç, daha iyi yaþam diye ömrünü tüketmeye ve baþkalarýnýn
önünü her an kesmeye hazýr olanlar için, korkutucu bir dönemin
baþlangýcýdýr da. Çünkü içinden geçilecek karanlýk süreç, kendinden önce
baþkalarýnýn hayrýný ve gönlünü düþünen insanlarý diðerlerinden ayrýþtýran
bir yol koyacaktýr önümüze ve hiç þüphe yok ki, geleceði onlar planlayýp
onlar þekillendireceklerdir.
Ruhsallýðýn kýþýnda kar demeden, çamur demeden taze yaz meyveleri
yetiþtirmek için kollarý sývayanlar, kendinden baþka bir þeyle ilgilenmeyenlerin anlayamayacaklarý bir heyecan içindeler. Yakýnmayý, anlaþýlamamaktan þikâyeti bir yana çoktan býrakmýþ, birbirlerini aramaya, tanýmaya
çalýþýyorlar. Onlar sisin ve belirsizliðin üstüne çýkabilen bilinçleriyle birbirlerini görüp anlama aþamasýndalar. Þimdi her biri tek tek kendi gibi
olmayanlarý kýnamamayý, hor görmemeyi, asýl onlar için ýþýklarýný dolaþtýrmalarý gerektiðini benimsetiyorlar kendilerine. Çünkü gün gemisini kurtaran
kaptan günü deðil, topyekûn tüm insanlarla daha üst bir bilince erme, daha
üst bir titreþimle titreþmeye davet etme günü, onlarý buna özendirme günü.
Dünyada söylenebilecek her þey söylenmiþ, insanlarýn çok doðru ve güzel
olsa da kelimelere ve sözlere itibarlarý artýk yok. Onlar temiz gönüllerden
çýkacak sevgi ýþýðýný, her þeye raðmen deðiþmeyen anlayýþ ve toleransýn,
þefkatin sýcaklýðýný duyumsamak istiyorlar. Þimdi en çok ihtiyaç duyulan þey,
sevginin, þefkatin, baðýþlamanýn pýnarýnda gerçeðe kanmak. Kim bilir belki
o zaman “kaybolan o nur”u da bulabiliriz hep birlikte.
En Derin Sevgilerimizle
SEVGÝ DÜNYASI
SEVGÝ DÜNYASI
2
ÖZDEN ÝLE ERDEM KONUÞUYOR
Tahayyülümüzü daha ileri
götürerek, asýrlara ve
sonsuzluða doðru deðiþmeden
uzanan bu mükemmel
kanunlarýn, her ihtimali
düþünüp hesap edebilen ve
ona göre ayarlama sistemleri
kuran insanüstü bir zekânýn
varlýðýný tahayyül edip,
mantýðýmýzla kabul etmek
zorunda kalýrýz. Çünkü insan
zekâsý, bugün hâlâ kendi
beyninin ve bünyesinin
iþleyiþini bile doðru dürüst
anlayabilmiþ durumda
deðildir.
Dr. Refet Kayserilioðlu
Allah’ýn Varlýðý
Hakkýnda
BirTartýþma-II
SEVGÝ DÜNYASI
Erdem - Geçen konuþmamýzda size, "Ýzah
edemediðimiz olaylar
karþýsýnda, Tanrý yaptý,
Tanrý yarattý deyip iþin
içinden sýyrýlmak kolaydýr. Fakat bu, bir þeyi
halletmez. Her þeyi Allah
yapmýþ ve yaratmýþsa,
Allah'ý kim yaratmýþ?"
diye sormuþtum. Siz de
"Bunu siz idrak edemezsiniz!" tarzýnda bir
cevap vermiþtiniz. Tabii,
bu bir cevap olmadý.
Özden - Cevabýmý ya
iyice dinlemediniz veya
kasten baþka manâlara
çekmek istiyorsunuz.
Ben, bu büyük bilgi'nin
iyice alýnýp kavranabilmesi için, idraklerin
geniþlemesi ve geliþmesi
lâzýmdýr, dedim. Ýdrakleri geliþtiren de, yine
bilgilerdir. Yani, þahýslarýn genel bilgileri,
kültürleri, madde, insan
ve canlý münasebetleri
hakkýndaki bilgileri arttýkça, idrakleri geniþler
ve daha yüksek bilgileri
almak imkânýna
kavuþurlar. Allah hakkýnda bilgileri alýp anlayabilmek de, herkesin
kolayca baþaracaðý bir iþ
deðildir. Bu "Allah'ý kim
yarattý?" tarzýndaki
görünüþte, altýndan
3
kalkýlamaz sanýlan sorularla halledilip bitirilecek
bir problem de deðildir.
Erdem - Peki öyleyse,
lütfen cevap veriniz
Allah'ý kim yarattý?
Özden - Allah'ý kimse
yaratmamýþtýr dostum.
Allah kendi
kendine var olandýr.
Bütün varlýklarý da,
bizim idrak
edemeyeceðimiz
yokluktan
yaratandýr.
Bizim gerçekten ne
yokluðu, ne de
yoktan var edilmeyi
idrak etmemiz
mümkündür. Ayrýca,
Allah'ýn varlýðý da,
bizim anladýðýmýz
mânâda bir varlýk
deðildir.
Yani biz, ne onun varlýðýnýn ne olduðunu, ne
de onun varlýðýnýn diðer
varlýklarla münasebetinin
nasýl olduðunu bilebiliriz.
Erdem - Siz þu cevabýnýzla, hiçbir þey
söylemiþ olmadýnýz. Biz
onun ne varlýðýný, ne de
yaratýcýlýðýný idrak edemezsek, onun var
olduðunu nasýl iddia edebiliriz?!.. O halde, her
þey kendi kendine var
olmuþtur.
Özden - Allah'ýn varlýðýný idrak etmek baþka,
var olduðunu kabul
etmek baþkadýr. Bir
karýnca, benim var
olduðumu bilir ve kabul
eder; üzerine doðru
gidersem, ezilmemek
için kaçar. Ama karýnca,
benim varlýðýmýn ne
olduðunu, ne gibi kudretlerimin, tesir sahamýn ve
bilgilerimin bulunduðunu
bilebilir mi? Bunlarý
bilememesi, benim var
olduðumu inkâr etmesini
temin eder mi?
Erdem - Ama karýnca,
bizim ne olduðumuzu
bilmemesine raðmen,
bizi görerek, var olduðumuzun delilini elde
etmektedir. Bizim Allah
hakkýnda ne gibi bir
delilimiz var?
Özden - Karýnca
seviyesindeki bir varlýk,
etraftan delilleri ancak
görerek, temasla, belki
koklayarak, tadarak,
iþiterek toplayabilir.
SEVGÝ DÜNYASI
4
Halbuki insan seviyesine gelmiþ, insan
seviyesinde de üst
kademelere týrmanmaya
baþlamýþ bir varlýðýn beþ
duyu organýndan baþka,
etraftan bilgi ve delil
toplama vasýtalarý da
vardýr; þayet yoksa, mutlaka olmalýdýr. Bu vasýtalar, insanlarýn keþfettiði
âletlerdir, en baþta. Biz,
çeþitli âletlerimizle, beþ
duyu organýmýzla varlýðýný hissedemediðimiz
þeylerin varlýklarýný biliriz, hattâ onlardan faydalanýrýz. Radyo bunun
en basit misalidir.
Etrafýmýzda dolu olan
radyo dalgalarýnýn biz
farkýnda deðiliz. Fakat
radyo cihazýmýz, bütün
bu sesleri ve dalgalarý
kolaylýkla alýp, bize, var
olduklarýný bildirebilir.
Erdem - Allah'ýn varlýðý hakkýnda en ileri
âletlerimiz de, bize bir
bilgi ve delil vermiyorlar.
Özden - Ýnsan
seviyesinin üst basamaklarýna merdiven dayamýþ
bir varlýðýn, keþfedilmiþ
maddi âletlerden baþka
vasýtalar da vardýr. Bu
vasýtalarla, Allah'ýn var
olduðu hakkýnda deliller
toplayabilir ve bir
kanaate sahip olabiliriz.
Bu vasýtalarýmýzýn baþýnda tahayyül melekemiz
(yeteneðimiz) gelir.
Sonra mantýðýmýzdan,
idrakimizden ve daha
önceden edindiðimiz bilgilerden faydalanacaðýz.
Erdem - Bunlardan
faydalanarak, Allah'ýn
var olduðunun delillerini
verebilir misiniz bana?
Özden - Yanýmýzdaki
odadan bir daktilo sesi
gelse, biz, tahayyülümüz
ve idrakimizle, orada,
daktilo yazan bir kimsenin mevcut olduðunu,
seslerin süratinden, o
þahsýn daktilo yazmaktaki maharetini anlayabiliriz. Hattâ daha ileri
giderek, tuþlara vuruluþ
tarzýndan, þahsýn asabi
bir halde mi, sakin mi
olduðunu da söyleyebiliriz. Bunlar gibi,
etrafýmýzdaki eþyanýn,
yýldýzlarýn ve dünyanýn,
nihayet insanýn yapý
tarzýndan, iþleyiþinden,
canlýlardaki geliþme
kabiliyetinden, bunlarýn
bir nizam dahilinde
olduklarýný, deðiþmeyen
kanunlara göre iþlediklerini düþünüp, tahayyül
edebiliriz.
Tahayyülümüzü (hayal
gücümüzü) daha ileri
götürerek, asýrlara ve
sonsuzluða doðru
deðiþmeden uzanan bu
mükemmel kanunlarýn,
her ihtimali düþünüp
hesap edebilen ve ona
göre ayarlama sistemleri
kuran insanüstü bir
zekânýn varlýðýný
tahayyül edip, mantýðýmýzla kabul etmek
zorunda kalýrýz. Çünkü
insan zekâsý, bugün hâlâ
kendi beyninin ve
bünyesinin iþleyiþini bile
doðru dürüst anlayabilmiþ durumda deðildir.
O halde, henüz iþleyiþini
bile anlayýp idrak
edemediðimiz þuurumuzu ve bedenimizi biz,
kendimiz mi meydana
getirdik ve var ettik?
Böyle bir iddia mantýða
uymaz deðil mi?
Erdem - Ýnsanlarýn
meydana geliþleri, birbirinden üremek
suretiyledir. Çeþitli
üremeler boyunca,
Darwin'in de söylediði
gibi, seleksiyon natural
(doðal seçilme) ile insan
nesli bugünkü mükemmel þekle gelmiþtir.
Yoksa, ilk insan,
bugünkü kadar mükemmel ve geliþmiþ deðil,
iptidai idi.
Özden - Darwin'in o
nazariyesi bugün iflâs
SEVGÝ DÜNYASI
etti ama, ben yine size
cevap vereyim. Ýlkel
insanla bugünkü insan
arasýndaki yegâne fark,
zekâ bakýmýndandýr.
Yoksa, ilkel insanýn
barsaðý neyse ve ne iþler
görüyorsa, bugünkü
insanýnki de aynýdýr.
Karaciðerler, akciðerler,
mideler, böbrekler hepsi
ayný idi. Biraz iri, biraz
küçük oluþu, esasta bir
fark göstermez. Ve hiçbir
zaman insan, maymundan çýkmýþ deðildir;
maymun da, köpekten,
kediden olmuþ deðildir.
Eðer bu mümkün olsaydý, asýrlar boyunca bir
maymunun insan
olduðunu görürdük.
Hattâ eþekle atta olduðu
gibi kromozomlarý(*)
uymuyorsa, onlarý birbiriyle çiftleþtirmekten
ara mahlûklar da çýkmaz.
Yani, insanla maymunun
birleþmesinden kâh maymun, kâh insan doðmaz.
Maymundan maymun,
insandan insan doðar. O
halde, ilk andan beri
dünyada maymunlar da
vardý, insanlar da. Gene
mantýk ve tahayyüllerimizi iþletirsek diyeceðiz
ki, bütün canlýlar
dünyaya baþlangýçta ayrý
ayrý, müstakil olarak
5
gelmiþlerdir. Bunlarý
baþlangýçta dünyaya
getiren veya gönderen ve
onlarýn dünya hayatlarýný
muayyen bir düzene
baðlayan üstün bir zekâ
vardýr.
Erdem - Yani, onlarý
Allah yaratmýþ ve göndermiþtir diyorsunuz. Ýlk
sualimi mecburen yine
soracaðým. Peki, Allah'ý
kim yaratmýþtýr?
Özden - Allah, kendi
kendine var olandýr.
varettiklerinin, onun
varlýðýný idrak edebilmeleri, onun
seviyesine ulaþmalarý, varetmenin
sýrrýna onlarýn da
vakýf olmalarý
demektir ki, bir
robotun kendi kendini imâl etmesi
demektir bu.
Erdem - Madem ki
Allah kendi kendine var
olmuþtur, bunu kabul
ediyorsunuz; niye insanlarýn ve bütün canlýlarýn
da kendi kendine var
olduklarýný kabul etmiyorsunuz? Vaktimiz de
doldu. Fakat düþününüz,
bu sorumun cevabýný bir
daha seferki konuþmamýzda istiyorum.
Baþkasý tarafýndan
yaratýldýðý anda o
varlýðýn, yoktan
varedicilik vasfý kaybolur. O, Allah
olmaz; esas Hâlikin
(Yaratýcýnýn) bir
mahlûku olur. Allah
bizatihi (kendiliðinden) var olandýr;
(Gelecek ay: Konuya
varlýðýný kimseye
devam edilecektir)
borçlu olmayandýr
ve bütün var olanlarý yaratan, varedendir. Ve nihayet varlýðý, varettiklerince
(*) Kromozom: Her canlýnýn
hiçbir zaman idrak
hücrelerinin çekirdeklerinin
içinde bulunan ve sayýsý her
edilemeyecek
canlýya göre deðiþen özellik
olandýr. Çünkü,
taþýyýcýlardýr.
6
Allah Senden Razý,
Sen Allah’tan...
Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog
SEVGÝ DÜNYASI
"ROBOTUZ VE
SORUMLU DA DEÐÝLÝZ"
Ýlerlemiþ yaþýmda, eðitim ve geliþim
konularýnda bilgimi artýrmak için ikinci
bir meslek olarak psikoloji öðrenimine
baþladýðým ilk aydaki bir derste, genç
asistanýmýz büyük bir özgüvenle kanaatini açýkça ortaya koymuþtu:
"Düþüncelerimizde, yaptýklarýmýzda ve
ettiklerimizde hiçbirimiz özgür deðiliz. '
Ýrade serbestisi' diye anýlan þey yalnýzca
görünüþtedir." diye sözlerine baþlamýþ ve
filozoflardan, bilginlerden aktarmalar
yaparak atalarýmýzdan aldýðýmýz genlerin, gördüðümüz terbiyenin ve dýþ
etkenlerin yoðurduðu kiþilikler olduðumuzu, davranýþlarýmýzýn da bunlarýn
doðal bir uzantýsýndan baþka bir þekilde
yorumlanamayacaðýný söyleyerek son
noktayý koymuþtu...
Tam tamýna karþý görüþteydim. Ancak
kendi mantýk sistemimi ortaya dökmeye
ne zaman ne de zemin müsait deðildi.
Yaþam pratiði içinden akýlda kalýcý bir
cevapla sýnýftaki genç arkadaþlarý düþünceye davet etmek en doðrusu olacaktý.
Asistanýmýzdan izin alarak konuþtum:
"Hocam, eðer gerçek buysa þu anda
sadece yurdumuzda deðil, dünyanýn her
tarafýndaki mahkemelerde ne kadar haksýz kararlar veriliyor; nice insanlar pisi
pisine hapislere hattâ ölümlere gönderiliyor diye düþünmemiz doðal olmaz mý?
Madem ki koþullar neyi gerektiriyorsa
öyle davranmak zorundayýz, öyleyse
hakimlerimiz niçin onlarý suçlu ilan edip
cezalandýrýyor ve belki de idama
götürülüyorlar. Haksýzlýk deðil mi bu?!.."
Kuþkusuz sýnýftaki bu tartýþmamýz ilk
defa olan bir þey deðildi. Ýnsanlýðýn
7
baþlangýcýndan beri üzerinde konuþulan
ve sonuna kadar da ateþini sürdürecek bir
konu idi bu. Tarih boyunca deðiþik isimlerle Cebriyeciler, Fatalistler, þimdi de
Deterministler diye anýlan düþünce sistemlerinin savunageldikleri görüþlerin
aktarýlmasýndan baþka bir þey deðildi,
genç asistanýmýzýn sözleri...
NAZÝ CEHENNEMLERÝNDE BÝLE
SEÇENEK SAHÝBÝYÝZ
Nazi ölüm kamplarýnda sýrf yahudi
olduðu için 37- 40 yaþlarý arasýnda bin
bir eziyet ve yoksunluk içinde inþaat
iþlerinde üç yýl kahýr sürmüþ nöroloji ve
psikiyatri profesörü Dr.Viktor Frankl
korkunç anýlarýný ve yaþam görüþünü dile
getirdiði "Ýnsanýn Anlam Arayýþý"
kitabýnda bu determinist ve nihilist doktrinleri yeri geldikçe kýyasýya eleþtirir.
Nazi kamplarý gibi özgürlüklerin alabildiðine kýsýtlandýðý o cehennemlerde
bile insan iradesinin seçeneklere sahip
olduðunu bir aziz de bir domuz da olunabileceðini þöyle savunur:
"Ve kampta yapýlacak bir tercih her
zaman vardý. Her gün, her saat, insaný
kendi özünden içsel özgürlüðünden yoksun býrakmakla tehdit eden güçlere
boyun eðip eðmeyeceðimizi, özgürlük ve
onurdan vazgeçerek tipik bir kamp sakini
kalýbýna dökülmenizi saðlayacak þekilde
koþullarýn bir oyuncaðý olup olmayacaðýnýzý belirleyen kararlarý verme fýrsatý
saðlýyordu. Bu açýdan bakýldýðýnda,
toplama kampý sakinlerinin ruhsal tepkilerinin, belli fiziksel ve toplumsal
koþullarýn yalýn bir dýþavurumunun
ötesinde bir þey olduðu anlaþýlmalýdýr.
Uykusuzluk, yetersiz beslenme ve çeþitli
8
ruhsal stresler gibi koþullar, kamp sakinlerinin belli tepkiler vereceðini düþündürse de; son çözümlemede bir tutuklunun nasýl bir insan olacaðýnýn, tek baþýna
kampýn etkilerinin bir sonucu olmadýðý,
içsel bir kararýn sonucu olduðu açýklýk
kazanýr. Dolayýsýyla bu tür koþullar altýnda bile temelde ne olacaðýna kendi karar
verebilmektedir. Ýnsan, onurunu bir
toplama kampýnda bile koruyabilir."
(S.69 ) Sadece tutuklular deðil Alman
kamp görevlileri arasýnda bile çok farklý
davranýþlar sergileyenler olduðunu
söyleyen Viktor Frankl bir kamp komutaný ile ilgili anýlarýný þöyle aktarýr:
"Gardiyanlar arasýnda bile bize acýyanlarýn bulunduðunu belirtmek gerek.
Burada sadece özgürlüðüme kavuþtuðum
kampýn komutanýna deðineceðim. Özgürlükten sonra bu komutanýn, tutuklular
için en yakýn pazar kasabasýndan ilâç
almak amacýyla kendi cebinden önemli
miktarlarda para verdiði ortaya çýktý."
(S.86) Frankl, en zor koþullarda bile
umutsuz olmamayý öðütler ve Freud
psikanalizindeki determinist görüþleri
þöyle eleþtirir:
"Umutsuz bir durumla karþýlaþtýðýmýz,
deðiþtirilemeyecek bir kaderle yüz yüze
geldiðimiz zaman bile, yaþamda bir anlam bulabileceðimizi asla unutmayalým.
Çünkü o zaman önemli olan þey, kiþisel
bir trajediyi bir zafere dönüþtürmek kendi zor durumunuzu bir insan baþarýsýna
dönüþtürmek için sadece insana özgü
eþsiz insan potansiyelini harekete
geçirmektir."
"Psikanaliz sýk sýk seksüalist (topyekûn
cinselci) olmakla suçlanýyordu. Bu suçlamanýn yerinde olduðundan kuþkuluyum.
Ne var ki, bana daha hatalý ve tehlikeli
SEVGÝ DÜNYASI
gibi gelen 'Pan-Determinizm' (topyekûn
belirlemecilik) dediðim bir varsayýmýn
varlýðýdýr. Bu terimle insanýn þu ya da bu
koþullara karþý bir tavýr alabilme
yeteneðini gözardý eden bir görüþü kastediyorum.
Ýnsan tamamen koþullandýrýlmýþ ve
belirlenmiþ deðildir. Daha çok ister
koþullara boyun eðsin ister karþý gelsin,
kendi kendini belirlemektedir. Ýnsan
varolmakla yetinmez, bunu yerine her
zaman için varoluþunun ne olacaðýna, bir
sonraki anda kendisinin ne olacaðýna
karar verir." (S.123-124)
"Sigmund Freud bir keresinde: 'Birbirinden son derece farklý bir grup insaný
ayný þekilde açlýða terk edin. Kaçýnýlmaz
açlýk dürtüsünün artýþýyla birlikte, bütün
bireysel farklýlýklar bulanýklaþacak ve
bunun yerine doyurulmamýþ bir güdünün
tek biçimli bir davranýþý görülecektir.'
demiþti. Þükürler olsun ki Freud toplama
kamplarýnda bulunmadý. Onun hastalarý
Auschwitz'deki kuru tahtalarýn üzerine
deðil, Viktorya kültürünün pelüþ divanlarýna uzanýyordu. Toplama kamplarýnda
bireysel farklýlýklar bulanýklaþmýyordu.
Tam tersine daha bir farklýlaþýyordu.
Orada insanlarýn, hem domuzlarýn, hem
de azizlerin maskeleri iniyordu." (S.141)
"SUÇLULARI ORTAM YARATIR
YANÝ YAÞANTINIZ"
Özgür iradenin varlýðý, aklýmýzý
serbestçe kullanmada seçeneklere sahip
olduðumuz bu þekilde kabul edilirse;
yaptýklarýmýzdan, ettiklerimizden sorumlu olduðumuz da kendiliðinden ortaya
çýkar. Öyle trafik canavarý gibi isimler
takarak, yaptýðýmýz kazalardan,
SEVGÝ DÜNYASI
aldýðýmýz canlardan vicdanýmýzý kolayýndan temizleyiveremeyiz. Bir defasýnda
Rehber Varlýk bizlere toplumlarda
suçlarýn nasýl oluþtuðunu sorduðunda
moda bir tabirle suçu ortam'a baðlayývermiþtik. Rehberin cevabý da ilk bakýþta
bizleri onaylar gibi görünmüþtü. Ama
"yani" diyerek eklediði bir kelime, topyekûn hepimizin yaþantýsýndan oluþan bir
ortamý vurguladýðýndan, suçlarýn artýþýndaki kiþisel sorumluluklarýmýzý gün gibi
ortaya koyuvermiþti. Çünkü cevap aynen
þöyle idi: " Suçlularý ortam yaratýr; yani
YAÞANTINIZ!.."
Kiþisel davranýþlarýmýzýn bizleri üzüntüye boðan acýklý ama doðal sonuçlarýyla
karþýlaþýnca, sorumluluðu üstlenip metanetle ve onurla sýkýntýlara katlanmak ve
zorluklarý göðüslemek kolay olmasa da
imkansýz da deðil. Ancak yaþam sýrf bunlardan ibaret deðil ki. Dr.Viktor Frankl'ýn
hangi hatasý Nazi cehennemlerinde pesperiþan sürünmesine; babasý, annesi, kardeþi ve karýsýnýn gaz odalarýnda, toplama
kamplarýnda ölmesine sebep olmuþtu ki?
Hepimiz yaþamda bu türlü kendi davranýþlarýmýzýn doðrudan sonucu olmayan
belâlarla karþýlaþmýyor muyuz? Bunlara
katlanmak iþte o kadar kolay deðil.
Hele bugünlerde ve önümüzdeki aylarda, yýllarda para canavarlarýnýn dünyanýn
baþýna sardýðý ekonomik felaketlerle
boðuþurken, yine de metanetle ve gelecekten ümidimizi kaybetmeden dayanabilmenin sýrlarýný þimdiden öðrenmekte
sayýlamayacak kadar yarar var.
Nasýl ki Dr. Frankl, hiçbir suç
iþlemediði halde týkýldýðý Nazi cehenneminde, kaderine lânet okuyarak dövünmek yerine iç dünyasýný dengede tutarak,
ayakta dik durmayý baþarabildi; kitabýnda
9
bunu hayranlýkla adým adým yaþadýk.
Bunun gibi az seçilen yol da olsa yine de
ders ve kuvvet alabileceðimiz nice yaþam
öyküleri çok þükür ki epeyce var. Burada
en güzel örnekleri yine gülyüzlü
peygamberlerin yaþamýnda görüyoruz.
Çevrelerine sadece iyilik ve hayýr
getirdikleri halde, etraflarýndakilerden
neler çektikleri Bizim Celselerimizde
þöyle dile getirilir:
"Neler gelmedi ki vaktinde
gülyüzlülerin baþýna, sevgi
götürdüklerinin elinden, dilinden... Neler görmediler ki, o
gülyüzlüler vaktinde, hayrý
görmek için, götürdüklerinin
gözlerinin önünde yaptýklarý
yanlýþtan.. Neler çekmediler ki,
o gülyüzlüler arkalarýnda iyi
diye býraktýklarý insanlardan...
Siz þimdi, hangisi için diyebilirsiniz ki, o gitmeden önce,
artýk düþünecek ve üzülecek
birþeyi kalmadý diye? Hepsi
hüzünlü, hepsi yorgun, hepsi
bitkin oldular. Ama yýlmadýlar,
getirdiler, doðruyu gösterdiler
ve verdiler. Ne aldýlar?.. Sadece
Sizi Sevgisinden Varetmiþ
Olan'ýn onlara vereceði en güzel
yeri þüphesiz. Yine de onlar,
býraktýklarý için kayguda
olmadan, düþünmeden ve rahat
gidemediler."
10
"Her zaman halka halka olmuþtur,
gülyüzlülerin gözlerinin altý, deðiþmeyen
kaderlerinden. Çünkü hizmet için geldikleri hizmetin deðerini bilemezler ondan."
Ve bu þartlar içinde bile onlarý
Sevgisinden Vareden'in öðütleri þöyle
oluyordu:
"Geçmiþte birgün bir gülyüzlüye bir
söz geldi O'ndan: Kimsenin bilmediði
halde ey sen nurdan varedilen, kimsenin
göstermediðini gösteren. Onlara de ki:
Bir gün sizin içinizden bile bana sizin
içinizden olduðum halde, taþ atacaklar
olacak þüphesiz. Ama benim görevim, taþ
atanlara daha çok koþmaktýr, onlara
üzülmek deðil."
O gülyüzlüler insanlardan çektiklerinden daha da büyük sýnavlarý, o en
güvendikleri Yüce Makam'ýn, onlarý
peygamberlikle görevlendiren ilâhi
âlemin emirlerini uygularken yaþamamýþlar mýydý? Allah en ufak bir iyiliðe
dönüþümüzde bizleri baðýþlayýp kolayca
razý olabilir. Ama bizlerin dýþýmýzdaki
olaylardan, hele de O'ndan gelen musibetlerden çektiklerimizle, yine O'ndan
razý olmamýz ne kadar da zor.
Geçmiþin süzgeci geleceðin tanelerini
vereceðinden, yaþayacaðýmýz zorluklarda
O'ndan razý kalabilmemiz için en iyisi
biz o gülyüzlülerin teslimiyet sýnavlarýný
tekrar hatýrlayalým.
Ancak önce Kuran'da Maide suresinin
119. âyetinde insanýn o büyük kurtuluþunu anlatan Tanrý sözünü:
"Allah onlardan razý oldu, onlar da
O'ndan razý oldular. Ýþte o büyük kurtuluþ
budur." Ýlâhi hükmünü çok güzel
betimleyen Hýzýr'la ilgili kurgulanmýþ
SEVGÝ DÜNYASI
meseli okuyalým. Sonra da Hz.
Muhammed'in Yaradan'ýn emriyle yaptýðý, neredeyse hayatýna mâl olacak o
baþarýsýz Taif ziyaretini tekrar hatýrlayalým. En sonunda da kurbanlýk oðluyla
birlikte patika yollardan hedef mahalline
doðru adým adým týrmanan Hz.
Ýbrahim'in üç gün boyunca Yaradan'ýna
kanlý gözyaþlarýyla yalvarýþ ve inleyiþlerini Kryon Rehber Varlýðýn aðzýndan
özetleyelim.
HIZIR VE UYKUCU ADAM
Hani din kitaplarýnda aramýzda zaman
zaman insan kýlýðýna girerek dolaþan ve
Allah'ýn bizim hayrýmýza emrettiklerini
yerine getiren bir melekten "Hýzýr" adýyla
bahsedilir ya. Ýþte Hýzýr'ýn gerçekmiþcesine güzel bir öyküsü:
Hýzýr'ýn yolu camiye düþmüþ bir gün.
Bakmýþ içerisi hýnca hýnç dolu. Herkes
büyük bir dikkatle hocanýn çok güzel
vaazýný dinlemekte. Güç belâ kendine bir
yer bulup dinleyiciler kervanýna katýlmýþ.
Çok geçmeden farketmiþ ki, hemen
yanýbaþýnda oturan adamýn vaazý falan
dinlediði yok, derin bir uykuya dalýp gitmiþ. Caný sýkýlmýþ Hýzýr'ýn, adamý dürtüp
uyandýrarak kendine getirmiþ. Adam yarý
uykulu bir süre vaazý dinlemiþse de,
çabucak eski derin uykusuna dönmekte
gecikmemiþ. Hýzýr adamý yine uyandýrmýþ ve yine ayný hýzla býraktýðý yerden
uykusuna devam ettiðini görmüþ. Bu
böylece sürüp gitmiþ. Nihayet son
dürtülüp uyandýrýldýðýnda adamýn sabrý
taþmýþ ve Hýzýr'ýn kulaðýna eðilerek "beni
rahat býraksana arkadaþ" demiþ. "Eðer bir
daha uyandýrýrsan günâh benden gitti,
senin Hýzýr olduðunu bütün camiye ilân
ederim."
SEVGÝ DÜNYASI
Gaflette zannettiði, uyandýrmak için
çabaladýðý adamýn gerçek kiþiliðini
bilmesine son derece þaþýrmýþ Hýzýr ve
iþin aslýný öðrenmek için doðruca koþmuþ Yaradan'ýn huzuruna: "Yarabbi"
demiþ "Bu adam benim Hýzýr olduðumu
nereden bildi? Halbuki bana verdiðin
listede bu adamýn ismine hiç rastlamadým." Rabbi, ona: "Elindeki listenin
baþlýðýný bir daha okusana ya Hýzýr!.."
diye emretmiþ ve okumuþ Hýzýr:
"Allah'ýn razý olduðu kullarýn listesidir."
"Evet" demiþ Yaradan "Bu listede o kulumun ismi gerçekten yok. Ama benim
yanýmda, senin bilmediðin bir baþka liste
daha var. Ýþte o adam orada kayýtlý.
Çünkü o liste Allah'tan razý olan kullarýn
listesidir."
"YARABBÝ GÜCÜMÜN SONUNA
GELDÝM, ÇARESÝZÝM"
Ýnanmayanlarýn þerrinden yandaþlarý ile
yýllarca belâdan belâya uðrayan Hz.
Muhammed peygamberliðinin 9. yýlýnda
yaþadýðý iki kayýptan dolayý son derece
çaresiz kalmýþtý. Her zor anýnda ona kol
ve kanat geren amcasý Ebu Talib'in ve
kadýnlýðýn timsali sevgili karýsý
Hatice'nin, peþpeþe ölmeleri...
Bu iki gerçek dostun kaybýndan sonra
Mekkeli'lerin eziyetleri daha da artmýþtý.
Sonralarý Ýslâm tarihçileri bu yýlý haklý
olarak "hüzün yýlý" diye isimlendirmiþlerdi. Hiçbir peygamber emir
almadan þehrini terkedemezdi. Kendine
kalsa bir günlük bile takati kalmamýþtý.
Nihayet Yüce Kat'tan emir geldi tek
baþýna Taif'e gidecekti. Taif'e mi? Ýþte bu
insan mantýðýna çok aykýrý idi. Baþka her
yer olurdu ama Taif olamazdý. Havasýnýn
11
güzelliði ve meyvelerinin lezzeti ile
Mekkelilerin bir sayfiye þehri ve Lât
putunun merkezi olan Taif'de onu kim
dinlerdi?!.. Mekkeli'lerden ve
kazançlarýnýn elden gitmesinden korkmazlar mýydý? Ama emir emirdi. Ýnanýp,
teslim olup yola çýkan; önündeki hayrý
göremese bile, sonundaki hayra güvenmeliydi. Ve bir an tereddüt etmeden yola
koyuldu. Daha Taif'in dýþ mahallelerinden taþlanarak kovuldu, þehre
giremedi bile, gerisin geri kan revan
içinde Mekke'ye kaçarken Rebia
oðullarýna ait bir bostana sýðýndý da
canýný zor kurtardý. Mekke'nin kudretli
kiþilerinden olan bu kimseler peygamberin korunmasýna dair söz verdiler de,
gelecek günlerde bir süre daha rahat
nefes alabildi yüce haberci.
Bir asra varmadan Ýspanya'dan Çin'e
kadar yayýlacak Ýslâm dininin kader sayfalarýndan biri belliydi ki o bostanda
yazýlýyordu.
Taif'ten bu cefalý dönüþte sýðýndýðý
bostanda, bir asmanýn altýna yorgun
uzanmýþ o yüce peygamber gökyüzüne
bakýp þöyle dua ediyordu:
"Yarabbi, kuvvetimin sonuna geldiðimi, çaresiz kaldýðýmý, halk nazarýnda hor
görüldüðümü ancak Sana arzederim,
ancak Sana þikâyet ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin
hor görüp de dalýna bindiði çaresizlerin
Rabbi sensin. Yarabbi eðer sana karþý bir
suç iþlemediysem, çektiðim belâlara,
sýkýntýlara aldýrmam. Senin rahmetinden
uzaklaþmaktan, Senin emirlerinin dýþýna
çýkmaktan yine sana sýðýnýrým Rabbim.
Sen razý oluncaya kadar iþte affýmý diliyorum. Her kuvvet ve her kudret ancak
sendendir Allahým!.."
12
"YARABBÝ OÐLUMUN YERÝNE
BENÝM CANIMI AL!"
Tek Tanrýya inanmayý öðütleyen üç
büyük semavi dinin atasý Hz. Ýbrahim
O'nun kudretlerine defalarca þahit olmuþtu. Putlara dil uzattýðý için onu yangýn
ateþinde öldürmeye çalýþanlarýn elinden;
hiç zarar görmeden kurtaran sevgili
Allah'ýna teslimiyette en önde yer almak
onun için artýk ne kadar kolaylaþmýþtý.
O'nun ölüleri dirilttiðine de doðrudan
yaþadýðý bir olayla tamtamýna kani olmuþtu. Tanrý buyruðu ile öldürdüðü dört
kuþun canlanarak yaþama döndüðünü
gözleriyle görmüþtü. Ne var ki, Tevrat'ta
veya Kuran'da Hz. Ýbrahim'in oðlunu
Tanrýya kurban etmesi buyruðunu her
okuduðumuzda; onun neler çektiðini
hissederek içimiz paramparça olmaktadýr.
Olayýn 4000 yýl önce insanýn kurban
edilmesine epeyce rastlandýðý bir dönemde geçtiðini; Hz. Ýbrahim'in Tanrý kudretleri ve ölüleri dirilttiðine bizzat yaþa-
SEVGÝ DÜNYASI
yarak tanýk olduðunu ve zaten sonunda
oðlunun deðil, gönderilen bir koçun kurban edildiðini bilmemize raðmen, üç gün
boyunca Ýbrahim'in duygularýný paylaþmak bizlere ne kadar zor geliyor.
Belki Akaþa kayýtlarýndan da yararlanarak Kryon Rehber Varlýk bizlere ilk
defa o üç günü Hz. Ýbrahim'le birlikte
adým adým yaþatýyor. Ancak Kryon'ýn
esas amacý sadece o yüce peygambere
duygudaþlýk
etmemizi saðlamak deðil, onun
üçüncü günde
eriþtiði
olaðanüstü
realite deðiþimini, bugünün
gönülerlerinin
de anlayýp
yaþamlarýnda
uygulamalarýný
saðlamak;
Kryon'ýn esas
amacý bu...
Yaradan'a teslimiyette, körü
körüne pasif bir
itaat içinde donup kalmamýz deðil;
içimizdeki içte, O'ndan bir parçaya öz
ruhumuza, yüksek benliðimize ulaþarak
Yaradan'ýn dileklerine, buyruklarýna bizlerin de katkýda bulunup olaylarýn seyrini
etkileyerek deðiþtirmemiz istenmektedir
bugün bizlerden. Ýþte bu olaðanüstü
realite deðiþikliðinin ýþýðýnda hayal
gücümüzle, düþüncelerimizle ve hepsinden önemlisi EYLEMLERÝMÝZLE
Yaradan'la iþbirliði yapýp, O'nunla birlikte O'nun insanlar için vaat ettiði o iyilerin dünyasýnýn oluþmasý için eylemlerde bulunmak!.. Gönülerlerinden bugün
SEVGÝ DÜNYASI
bu bekleniyor.
Þimdi o trajik üç günü Kryon'ýn dilinden Hz. Ýbrahim'le birlikte yaþayalým:
"Tanrý Ýbrahim'e haber verdiðinde
sýcak bir gündü. Ona biricik oðlu Ýshak'ý
daðýn tepesindeki sunakta kurban etmesi
gerektiðini bildirdiðinde, Ýbrahim duygusal olarak yýkýlmýþtý. Buna inanamamýþtý. Aslýnda ise bu Ýbrahim için
güzel bir dersin, Tanrý'ya itaatin çok
ötesindeki bir dersin baþlangýcý idi...
Ýbrahim bu meydan okumanýn önemini
hissetmiþ ve hemen bu dersin ondan alýnmasý için dua etmeye baþlamýþtý. Daðýn
tepesine yapacaðý yolculuk için yük
hamallarýný hazýrlarken ve oðlunu bu
yolculuktan haberdar ederken bile, bu
dersin ondan alýnmasý için dua ediyordu.
Kafiledeki kimseye bu yolculuðun gerçek
amacýný söylememiþti. Sadece o bu
amacý biliyordu. Kurbanýn yapýlacaðý
yere yolculuk üç gün sürecekti. Varacaklarý yer o günün dini adeti gereðince
Tanrý'yý onurlandýrmak için koyun kurban edildiði kutsal bir yerdi. Bu kez farklý olacaktý. Ýbrahim ona dehþet veren bir
realiteye, Tanrý'nýn mucizesi dediði
deðerli oðlunu öldürmesine yol açacak
bir realiteye doðru gidiyordu. Bu mucize
çocuk ona, kendisi ileri bir yaþta iken
çocuk doðuramayacak kadar yaþlý karýsý
tarafýndan verilmiþti.
"Ýbrahim önceki gece uyumamýþtý ve
þimdi kafilenin arkasýndan yürüyordu.
Baþka zaman olsa arkadan yürümezdi
ama aðladýðýný kimsenin görmesini
istemiyordu. Oðlu bir sürü soru sormuþtu. Ýbrahim ona sadece daðýn tepesinde
13
bir kurban vereceklerini söylemiþti...
Ýbrahim yaþamý boyunca bundan daha
kötü bir durum yaþamamýþtý. Yine de yolculuðun birinci gününde o engebeli
patikayý týrmanýrken kendine hakim
olmaya çalýþmýþtý. Ýlk gece kamp kurduklarýnda kendini kampýn uzaðýndaki bir
toprak yýðýnýnýn üzerine attý ve sevgili
adil Tanrýsýna dua etti: 'Sevgili Tanrým
lütfen bu dersi benden al, artýk bu iþi
benim gerçekten yapacaðýmý bildiðine
göre bu yükü benden al ve tüm bunlarý
anlamam için yardým et lütfen' diye yalvardý. Gecenin sessizliðinde bitkin
düþmüþ ve yarý uykulu bir halde iken
Ýbrahim Tanrý'nýn sesini berrak bir
biçimde duydu: 'Ýbrahim sakin ol,
BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.' Ýbrahim bu
yanýtý nasýl yorumlayacaðýný bilemedi.
'Sevgili Ruh nasýl sakin olabilirim?
Kalbim paramparça ve ruhum harap
halde. Bu bir kabus, böyle bir þey
karþýsýnda nasýl sakin olabilirim? Nasýl
huzur duyabilirim? Benden sakin olmamý
istiyorsun, nasýl olacaðým?' Ýbrahim
çaresiz bir yorgunluk ve yenilgi ile oraya
yýðýldý, sonra yine ayný yanýtý duydu:
'Ýbrahim sakin ol, BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.' Ýbrahim o gece uyku ile uyanýklýk arasýnda sürüklenip durdu. Uyandýðý
her seferinde dudaklarýnda ayný dua
vardý. Topraðýn üzerinde Tanrý'nýn
önünde yüz üstü uzanmýþ kendisine daha
iyi bir yanýt verilmesi için yalvarýp
yakarýyordu... Ertesi gün kafile tepeye
doðru yine týrmanmaya baþladý ve yine
Ýbrahim en arkadan yürüyordu. Canlý bir
cenaze gibiydi. Tüm gün boyunca güneþ
üzerlerinde parýldadý. Ýbrahim gözlerini
14
oðlundan, biricik oðlundan ayýramýyordu. Mola verdikleri her seferinde Ýshak'ý
yanýna çaðýrýp onu hayranlýk ve sevgi ile
seyrediyordu.
"Yine gece oldu, bu son gece idi. Ertesi
gün daðýn tepesine kurbanýn gerçekleþtirileceði yere varacaklardý. Ýbrahim yine
kamp yerinden uzaklaþýp yalnýz kalabileceði bir yer buldu. Orada bir sunak yaptý
ve Tanrý'ya o anda orada bizzat kendisinin kurban olmasýna izin vermesi için
yalvardý. Tanrý ile konuþmaya çalýþtý,
hiçbir yanýt alamadý. Bir süre sonra
yanýt geldi. Bu kez biraz farklý idi:
'Ýbrahim dinle!' dedi ses. 'Dinle sakin ol
Ýbrahim, BEN'ÝM Tanrý olduðumu bil.'
Sanki bu sözlerde bir mesaj, bir tür umut
vardý. Tanrý bunu neden yapsýndý ki?
Ona Tanrý'nýn herhangi bir insanýn
ýstýrap çekmesinden zevk almadýðý
söylenmiþti. Ona Tanrý'nýn tüm derslerin
sadece itaat deðil, çözümlerle ilgili
olduðunu söylemiþ olduðunu hatýrladý.
Havada farklý bir þeyin bulunduðunu hissetti ve tüm tabloyu kavramaya baþladý.
"Ýbrahim huzur ve sükûnet yaratabilmek için daðýn tepesinde vuku bulacak
þeyle ilgili vizyonunu ya da realitesini
deðiþtirmesi gerektiðini anladý. Oðluyla
birlikte daðýn tepesinde bir piknik yaptýklarýný gözünde canlandýrmaya baþladý.
Hep birlikte bir ziyafet yapacak,
Tanrý'nýn sevgisini kutlayacaklardý. Ve
oðlu onur konuðu olacaktý. Ýbrahim bu
vizyonu tuttu ona tüm
kalbiyle inandý. Öðütlenen sükûneti
yaratmasýnýn tek yolu buydu. Kalben
sakinleþmeye ve esenlik duygusu hissetmeye baþladýðýnda, mesajýn geriye kalan
SEVGÝ DÜNYASI
kýsmý da ona verildi. Ýbrahim bir vahiy
aldý. BEN'ÝM oydu, kendisi idi. O onun
Tanrýsallýk dairesiydi. Mesaj aslýnda
þuydu:
'Ýbrahim bizim Tanrý olduðumuzu bilerek sükûnet içinde ol.' Þimdi mesajý
idrak etmiþti. O Tanrý'nýn bir parçasý idi.
Ýbrahim sahip olduðu içindeki mutlak
güçle realitesini deðiþtirmek üzere idi.
Oðlunu sýrtýna alýp kafilenin baþýnda
daðýn tepesine doðru yol alýrken kutlama
yapmaya baþlamýþtý bile. Tanrý'nýn yapmasýný istediði þeyi yapacaktý. Mesaj
açýktý ve Ýbrahim deðiþimi bizzat gerçekleþtirmek üzere güçlendirilmiþti.
"Bu öykünün nasýl bittiðini biliyorsunuz. Ýbrahim oðluyla birlikte daðýn
tepesinde bir piknik yaptý... Bu, realiteyi
deðiþtirmekle ilgili bir öyküdür. Bu,
insanýn en korkutucu dersler için bile
sonucu gözünde canlandýrarak çözümler
yaratma gücü ile ilgili bir öyküdür. Bu,
korku karþýsýnda zafer kazanmakla huzura kavuþmakla ilgili bir öyküdür.
"Senin realiten nedir sevgili varlýk?
Sen felâket ve umutsuzluk içeren bir
realite ile korkuya mý kapýlýyorsun?
Neden yenisini yaratmýyorsun? Sen
kesinlikle bunu yapabilecek þekilde
güçlendirildin. Bugün verilen mesajýn
tüm anlamý þudur. Siz realitenizi
deðiþtirebilirsiniz, öyleyse bunu yapýn.
Ýþe umudu hayal ederek gözünüzde canlandýrarak baþlayýn. Her türlü sorun
karþýsýnda huzur yaratmaya çalýþýn. Onu
genel görüþle büyük plân içinde görüp
anlayýn. Sonra Ýbrahim gibi, saf niyetle
çevrenizdeki realitenin dokusunu
deðiþtirmeye baþlayýn!.. (6.kitap S.82-86)
Resim: Jean-Honore Fragonard
“2 K” Kitap ve Kadýn
Güngör Özyiðit, Psikolog
16
T
anrý'nýn kullarýna ilk buyruðu:
OKU! Bu buyruðu can kulaðý ile
dinlemiþ ve uygulamýþ insanlardan biri de hiç kuþkusuz Mustafa Kemal
Atatürk
Mustafa Balbay, tutuklanmadan önce
"Cumhuriyet" teki köþesinde, Atatürk'ün
okumasý ile ilgili olarak þunlarý yazýyor:
"Atatürk en çok okudu! Anýtkabir
Derneði, onun okuduðu kitaplarýn saptanabilenleri üzerinde güzel bir çalýþma
yaptý. Atatürk'ün okurken altýný çizdiði,
yanýna notlar düþtüðü bölümleri biraraya
getirdi. Bu bölümler 12 bin 500 sayfa
tuttu ve 24 ciltte toplandý. Atatürk'ün
okuduðu saptanmýþ kitap sayýsý 3997. Bu
kitaplarýn 1741'i Çankaya Köþkü'nde,
2151'i Anýtkabir'de, 102'si Ýstanbul
Üniversitesi Kütüphanesinde, 3'ü Samsun
Gazi Halk Kütüphanesi'nde. Atatürk'ün
Sofya'da ve Þam'da görev yaptýðý sýrada
da pek çok kitap okuduðu biliniyor ama,
ne yazýk ki onlar kayýtlarda yok.
"Atatürk'ün okuduðu kitap yelpazesi
tarihten dilbilimine, coðrafyadan sanata
kadar çok geniþ bir alan içeriyor. Bu 24
cildi inceleyince insan, Atatürk'ün
entelektüel yanýyla karþý karþýya geliyor..."
Demek ki, Mustafa Kemal Atatürk,
sadece düþmanýn canýna okumakla, o
dönemin egemen güçlerine meydan okumakla kalmýyor. En çok da kitap okuyor.
Ýþte onun okumaya ve öðretime verdiði
önemi gösteren bir baþka örnek: Kurtuluþ
Savaþý'nda asker bulmakta zorluk çekildiði günlerde, kendisine, erkek öðretmen
ve öðrencilerin askere alýnmasý önerildiðinde, verdiði tüyler ürpertici yanýt:
"Onlar benim kurtuluþtan sonraki ordularým."
Ve gerçekten kurtuluþtan sonra, yeni
kuþaðý yetiþtirmek üzere öðretmenlere
emanet ediyor.
SEVGÝ DÜNYASI
...VE ALLAH KADINI YARATTI
Atatürk'ün kitap gibi kutsal bildiði,
deðer verdiði bir varlýk da KADIN! Evlât
edindiklerinin hemen hepsinin kýz olmasý
bunun bir göstergesi. Tevfik Fikret'in
"Elbet sefil olur beþer, alçalýrsa kadýn"
sözünden yola çýkarak, kadýnýn erkekten
bile daha iyi eðitim almasý gerektiðini
vurgulayan yine o. Çünkü insanlýðýn ilk
öðretmeni, maddi-manevi yetiþtiricisi
kadýn, yani anne!.. Onun uygar Avrupa
ülkelerinden önce kadýna seçme-seçilme
hakký vermesi, bunun somut bir örneði.
O, ta 1934'de bir toplumun yarýsýný oluþturan kadýnlar eðitilmeden, o toplumun
nasýl uygarlaþabileceðini sorgulayarak
þunu söylüyor: "... Kadýnlarýný geri
býrakan milletler, medeniyetten nasibini
alamazlar."
Çarþaf açýlýmýndan medet umanlara,
CHP'nin kurucusu Mustafa Kemal
sesleniyor:
"Bazý yerlerde kadýnlar görüyorum ki,
baþýnda bir bez, peþtemal veya buna benzer bir þeyler sararak yüzünü, gözünü
gizler ve yanýndan geçen erkeklere karþý
arkasýný çevirir veya yere oturarak
çömelir. Bu davranýþlar neyi gösterir?
Medeni bir millet anasý, medeni bir millet kýzý için bu garip þekiller, bu vahþi
vaziyet nedir? Bu hal milleti gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lâzýmdýr."
8 Mart 2009 Kadýnlar Günü. Buna
iliþkin olarak "Hürriyet"in KONDA
Þirketine yaptýrdýðý araþtýrmanýn
sonuçlarýna göre, kadýnýn durumu þöyle:
Kadýnlarýn yüzde 10'u hiç okuma
yazma bilmiyor, yüzde 50'si ilkokul
mezunu. Yüzde 55'i "Neden okuldan
ayrýldýn?" sorusuna "Büyüklerim istedi"
diyor. Yüzde 7,5'i evlendirilmek üzere
okuldan alýndýðýný söylüyor.
Kadýnlarýn yüzde 60'ý sokaða çýkmak
SEVGÝ DÜNYASI
için izin almak zorunda. Üç kadýndan
ikisi istemediði biriyle evlendiriliyor.
Zorla evlendirilenler yüzde yedi dolayýnda.
Yine Türkiye'de her üç kadýndan biri
þiddete uðruyor. Þiddet "Kadýnlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acý veya
ýstýrap veren bir eylem veya bu tür
eylemlerle tehdit etme, zorlama ve
dayak" olarak tanýmlanýyor.
Eðitimsiz ve mesleksiz kadýnýn
ekonomik özgürlüðü de olmuyor. O yüzden yoksulluk ve geleneklerin aðýr
baskýsý altýnda þiddet gördükleri halde
katlanmak zorunda kalýyorlar.
Son yýllarda kadýnlara þiddetin azalmak
þöyle dursun, arttýðý gözleniyor. Namus
ve töre adýna iþkence, öldürme, intihara
zorlama oraný yüzde 25 artmýþ durumda.
Bu kötü gidiþe dur demenin yolu okul
ve eðitim. Ne var ki, Türkiye'de bugün
hâlâ kýz çocuklarýný okula göndermeyen
on binlerce aile var.
Kadýnlarýn temsil edilmediði bir meclis
ne denli demokratik olabilir? 2009 Yerel
Seçimleri için Ýstanbul'da 39 Ýlçede,
Ankara'da 35 Ýlçede, Ýzmir'de 49 Ýlçede
sadece birer kadýn aday gösterildi.
Birçok ünlü düþünür 21. yüzyýlý Kadýn
Yüzyýlý olarak görüp gösteriyor.
Dünyanýn diþi enerjiye, kadýn sevgisine
ve þefkatine ihtiyacý olduðu belirtiliyor.
Ayrýca yapýlan araþtýrmalarda, eðitimde
olsun, iþ yaþamýnda olsun kadýnýn daha
ileride olduðu görülüyor. Ne yazýk ki,
erkek egemen toplumda bu bir türlü hayata yansýmýyor.
KADIN VE CÝNSELLÝK
Bugün bile erkeklerin çoðu kadýný cinsel obje olarak görme eðiliminde. Ve
kadýnlar da medya marifetiyle buna
özendirilmekte. "Aptal sarýþýn" erkekler
17
için her zaman revaçta. Medya'da arka
sayfa güzeli olarak çýplak kadýn bedeni
meta gibi kullanýlmakta. Kadýn olarak
sevginin, anne olarak kutsalýn simgesi
olan o güzelim ÝNSAN, erkeðin keyif
nesnesine dönüþtürülmektedir. O nedenle
neredeyse genlerine iþlemiþ bir biçimde
kadýnlar da aþký dünyalarýnýn merkezi
kýlmak üzere yetiþtiriliyor. Mutluluðu
sadece karþý cinsle iliþkileri olarak
algýlýyorlar. Önce kendilerini sevmeyi
öðrenecek yerde, bütün sevgisini bir
erkeðe boca edip, sonra ondan sevgi
dileniyorlar.
AÞK VE SEVGÝ
Âþýk olma, cinselliði yaþama, baþka bir
SEVGÝ DÜNYASI
18
insanla bütün bütüne bir kaynaþma ve bir
olma açlýðýdýr. Bir süre için insan yalnýzlýktan kurtulduðunu, kendini ve
karþýsýndakini tanýdýðýný sanýr. Yalnýzca
cinselliði paylaþma ve onun verdiði
hazda buluþma, yapýsý gereði geçici ve
aldatýcýdýr.
Çoðu âþýklar kendilerinde baþkasýný
görmezler. Yürekleri baþkalarýna karþý
kapalýdýr sanki. Böylelerinin sevgisi iki
kiþilik bencilliktir ancak. Ýki kiþilik bir
kucaklaþmayla yalnýzlýk sorunlarýný
aþtýklarýný sanýrlar. Oysa diðer insanlardan koptuklarý için, birbirlerinden de
ayrýdýrlar aslýnda. Cinsellik anlamýnda
aþk elbet ki iki kiþilik çok özel bir
iliþkidir. Ama genel sevgi anlamýnda aþk
insaný diðer varlýklara daha da çok açar.
Sevmeden edemeyen, birbirini sevmeyi
de tam anlamýyla beceremeyen, hani
Resim: Jean-Honore Fragonard
þairlere "seninle de, sensiz de olmuyor"
dedirten sorun, kiþilerin kendilerini
sevmeyi es geçmeleri, bunu bencillik
sanmalarýdýr.
Oysa Erich Fromm'ýn da belirttiði gibi
kendini sevmenin bencillikle hiç mi hiç
ilgisi yoktur. Bencil insan yalnýz kendisi
ile ilgilidir; vermeyi deðil, almayý sever.
Her þeye çýkar gözü ile bakar. Bencil
insan gerçekte kendini sevmez. Bu sevgisizliði kendisiyle çok ilgiliymiþ gibi
göstererek örtmeye çalýþýr.
KENDÝNÝ SEVMEK
Kendini gerçekten seven kendi deðerlerini görür. Kendini geliþtirmek için bir
çaba içinde olur. Ve ayný olumlu çabayý
baþkalarý için de gösterir; yani
baþkalarýný da sever.
SEVGÝ DÜNYASI
Birini sevmek, sevme gücünü sevdiði
kimse üzerine odaklamak, onun geliþmesine katkýda bulunmaktýr.
Sevgisini bir insan olarak kendinden
esirgeyen biri, bir baþka insaný nasýl
sevebilir? Kendi iç dünyasýnda huzur
bulamayan biri, bunu baþkasýna nasýl
verebilir? Ýnsanýn bir baþkasýný sevmesi,
ancak kendini sevmesi ile gerçekleþebilir.
Meister Eckhart, gerçek sevgiye iliþkin
bu düþünceleri þöylece özetler:
"Kendinizi seviyorsanýz, baþkalarýný da
kendinizi sevdiðiniz ölçüde seversiniz.
Karþýnýzdaki kimseyi kendinizden daha
az sevdiðiniz sürece kendinizi sevmeyi
baþaramazsýnýz; ama kendinizi de,
baþkalarýný da ayný ölçüde severseniz; bu
bir tek kiþi de hem Tanrý'dýr hem de
insan. Bu yüzden kendisini ve baþka
herkesi ayný ölçüde seven insan, büyük,
sevgisinde samimi, dürüst bir insandýr."
"Bizim Celselerimiz"in diliyle
söylersek: "Sevgi, hiçbir þeyi ayýrdetmeksizin sevenlerin; sabrederek sevmek,
sevmek için çalýþmak, çalýþtýkça sevmek,
severken saygý duymak, saygý duyarak
sevmek için yaptýklarý iþtir."
KADIN AYNASINDA
KENDÝNÝ SEYRETMEK
Ünlü bilim adamý Einstein, kadýnlarý
anlamanýn zorluðunu kendince þöyle dile
getirir:
"Bazý erkekler kadýnlarý anlamaya
çalýþýr; diðerleri kendilerini daha basit
konulara adarlar, örneðin görecelik
kavramýna."
Einstein haklý. Sadece akýl ve mantýkla
kadýný anlamaya çalýþmak, iþi yokuþa
sürmek olur.
Ama sevgiyle, gönül diliyle kadýna
yönelirseniz, o size bir çiçek gibi kendini
açar.
19
Ýþte size, sevginin inceliðini, kadýnlara
ulaþmanýn yolunu yordamýný gösteren,
haným eliyle yazýlmýþ mis kokan bir
bildiri:
“Sevgili Erkekler,
“Biz, bir erkeðe soru dolu gözlerle
baktýðýmýzda ömür boyu kalýp
kalmayacaðýný merak ederiz.
“Ýyi olup, olmadýðýmýz sorulduðunda biraz durgun bir ses tonuyla 'iyiyim' diyorsak, aslýnda pek iyi
olmadýðýmýzý söylemek isteriz.
“Günün ortasýnda sizi arýyorsak
eðer, biraz ilgiye ihtiyaç duymuþuz
demektir.
“Ailemiz hakkýnda biz kendimiz
olumsuz konuþabiliriz belki ama sizin
eleþtirmenizi istemeyiz.
“Kilo aldýðýmýzý biz kendimiz
söyleyebiliriz ama sizin bunu onaylamanýzdan hiç hoþlanmayýz, kýrýlýrýz.
“'Bu aralar kilo aldým galiba' diyorsak, iltifat edilmesini bekleriz.
“Ýsteklerimizi dolaylý yoldan ifade
ederiz. Meselâ 'üþüdüm' diyorsak,
bize sarýlmanýzý istediðimizi
söylemiþizdir.
“Bir þeye 'tamam' demiþsek ve fakat
isteksiz söylemiþsek, kesinlikle tamam
deðildir.
“'Seni seviyorum' cümlesini bir kez
duymak bize asla yetmez.
“Çok küçük þeylerden mutlu oluruz.
Bir de, beklenmedik anlarda gelen bir
demet çiçek, gün içinde kýsa bir telefon mesajý ya da küçük bir sürpriz...
Bugün Dünya Kadýnlar Günü.
Sadece bugün deðil, her gün sevgi ve
ilgi bekleriz. Ýnanýn ki bunu hak ederiz.
“Dünya Kadýnlar Gününüz Kutlu
olsun.”
20
KADINA ÇAÐRI
Otuz yýl kadar önce "Þefkat ve Zarafet,
senin Adýn Kadýn" baþlýklý yazýmýn finali
bugün için ve her zaman için geçerli:
"Yüzyýllar boyu ezilip sömürülen,
yuvayý diþi kuþ yapar diye övülen, saçý
uzun aklý kýsa diye yerilen, seninle de
sensiz de olmuyor denilen, yani kadýn,
yani sen. Erkeðe lâyýk deðil ama lâzým
belletilen, her iþe koþulan, para ile
satýlan, haklarý kýsýlan, ikinci sýnýf insan
sayýlan, yani anamýz, bacýmýz, yani
eþimiz, yârimiz. Biz erkekler, yani senin
dikbaþlý, dediðim dedik çaldýðým düdük
diyen çocuklarýn, meydaný epeyce boþ
bulduk ve bildiðimizi okuduk bugüne
dek. Sen hep sustun geride annece
sevginle ve kadýnca sezginle. Evinde,
iþinde gücünde oyalandýn biteviye.
Yýkadýn-pakladýn, sildin-süpürdün,
yedirip-içirdin, çocuklarý büyüttün. Sonra
koþullar deðiþti. Dýþarýda da çalýþmak
zorunda kaldýn. O yönde de erkeðe
yardýmcý olmaya çalýþtýn.
Biz erkekler ne mi yaptýk bu arada?
Biz bir tarih yaptýk anam. Biz bir uygarlýk yarattýk bacým, ki sorma gitsin. Ýyilikte yarýþacak yerde, savaþtýk habire
kýzkardeþim. Öldük, öldürdük. Ýþkence
ettik, iþkence gördük. Yerine göre cellat,
yerine göre kurban olduk. Sefalet saçtýk
dört bir yana. Kanla suladýk tarihi. Ve
biliyor musun, ne yazýk ki biz þiddetin,
hoyratlýðýn kültürünü yaptýk sevgili eþim.
Ve galiba en önemlisi, durmadan çukura
düþmemizin nedeni, biz sevgiyi unuttuk,
biz senden uzak düþtük sevgilim!..
Ve anneciðim, biz bir kabahat daha
iþledik. Ýnsanlar yetmemiþ gibi, doðaya
da bulaþtýk, onu da bir iyice kirlettik.
Hava, su, toprak, ne varsa zehirledik.
Kana kana bir su içmeyi ve tertemiz bir
SEVGÝ DÜNYASI
nefes almayý bile haram ettik birbirimize.
Ve þimdi, çaresizliðin eþiðindeki bir
çocuk gibi "Anne!" diye baðýrýp seni
çaðýrýyoruz. Senin yardýmýný diliyoruz.
Gel anneciðim, dualarýnla bizi baðýþlat,
þefkatinle kuþat, özverinle, karþýlýksýz
vericiliðinle bizi bize kazandýr...
Gel eþim, yarým, seninle bir bütünü
oluþturalým, ÝNSAN'ý yaratalým...
Gel sevgilim, sevgiyi öðret bize...
Gel bacým, kardeþliðin kültürünü
yapalým seninle...
Gel kadýným, inceliðinle yol ol
erkeðe...
Bu çýkmazdan bizi ancak senin annece
sevgin ve kadýnca sezgin kurtarabilir.
Yani doðacak insanýn yüzünde iki bahar
çizgisi olacak senden armaðan: Þefkat ve
Zarafet. Sana özgü iki nimet. Öyleyse
baþladýðýmýz gibi bitirelim ve þöyle diyelim: Þefkat ve Zarafet; senin adýn
KADIN!.."
Resim: Fernand Toussaint
SEVGÝ DÜNYASI
21
Hayvanlarla
Konuþmak - 4
Çeviren ve Derleyen: Zuhal Voigt
Psiþik konularda son senelerde varýlan noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz tasavvur
binalarýnýn temellerini sallayan niteliklere eriþti. Elbette ki hangi
açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði, neyi benimseyeceði,
her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ bir þeydir. Hiçbir þey katý kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve insan düþüncesi bu açýdan
tamamen özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi tayin eder.
Bilginin sýnýrlarý da katý olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir ve bu aslýnda, her varlýðýn
tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin gidebileceði
ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta
kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha baþka bazýlarýnýn da öne
sürdüðü bu yeni reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz ki, ayný
sonsuz özgürlük sistemi içinde deðerlendirilmelidir.
22
HAYVANLARIN GEÇMÝÞ
YAÞAMLARI
Psiþik konularda son senelerde varýlan
noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný
zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz
tasavvur binalarýnýn temellerini sallayan
niteliklere eriþti. Elbette ki hangi açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði,
neyi benimseyeceði, her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ birþeydir. Hiçbir þey katý
kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve
insan düþüncesi bu açýdan tamamen
özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi
tayin eder. Bilginin sýnýrlarý da katý
olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi
sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir
ve bu aslýnda, her varlýðýn tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin
gidebileceði ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta
kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha
baþka bazýlarýnýn da öne sürdüðü bu yeni
reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz
ki, ayný sonsuz özgürlük sistemi içinde
deðerlendirilmelidir.
Geçen sayýlarýmýzda, dünyayý bizimle
paylaþan çeþitli hayvanlarýn yaþamlarý ve
kiþilikleri konusuna bambaþka bir görüþ
açýsý getiren hayvan iletiþimcilerinin,
yani hayvanlarla telepatik ve ruhsal
yoldan iliþki kurarak onlarla konuþabilenlerin görüþlerinden ve deneyimlerinden bahsetmiþtik.
Amerikalý hayvan terapisti ve iletiþimcisi Penelope Smith, hayvanlarýn da týpký
insanlar gibi, yaþamlarý boyunca olgunlaþtýklarýný, görüþlerini deðiþtirdiklerini,
yaþadýklarý deneyimlerden tecrübe
SEVGÝ DÜNYASI
kazandýklarýný, kiþiliklerinin geliþtiðini
ve sürdürdükleri ömürleri içinde, yaþamlarýnýn hakkýný vermeyi öðrendiklerini
söylüyor.
Belli bir hayvan bedeni içinde tek bir
ömür tüketmek, öðrenilecek her þeyi
öðrenmeye yetiþemeyeceðinden, onlar da
týpký biz insanlar gibi tekrar tekrar bu
dünyaya geliyorlar.
“Eðer hayvanlar, bu hayatlarýndan
hemen önceki hayatlarýnda, baþka bir
cins olarak yaþamýþlarsa, yeni bedenlerini anlamakta ve bu bedene uyum saðlamakta önce zorlanabilirler. Yeni bedenleri içinde, önceki bedenlerinde alýþmýþ
olduklarý biçimde davranmaya devam
ederler ve yeni bedenleri içinde kendilerini huzursuz ve beceriksiz hissederler.
Örneðin önceki hayatýný vahþi bir hayvan
olarak geçirmiþ ve bu defa ehli bir hayvan olarak dünyaya gelmiþ bir varlýk,
insanlara alýþmakta ve ev hayvaný olarak
yaþama koþullarýna uymakta güçlük
çeker. Daha önceki yaþamlarýnda kötü bir
biçimde ölmüþ olan hayvanlar da, yeni
hayatlarýna uymakta zorluk yaþayabilirler. Böyle durumlarda, onlarla terapi
görüþmeleri yapýlarak, eski hayatlarýndaki travmalarý aþmalarýna ve yeni hayata
uyum saðlamalarýna yardým edilebilir.
“Bir keresinde beni, önüne gelene
saldýrmakta olan Rottweiler cinsi bir
köpek için çaðýrmýþlardý. Oraya gittiðimde, yavru iken ve daha sonra kendisine gayet iyi muamele edilmiþ olduðu
halde, kötü huylu, huzursuz ve mutsuz
bir köpek buldum karþýmda. Önceki hayatlarýný araþtýrdýðýmda, o zamana kadar
SEVGÝ DÜNYASI
baþkalarýyla birlikte yaþam konusuna çok
yabancý kalmýþ bir varlýk olduðunu
gördüm. Bir önceki yaþamýnda,
sürüsünün kurallarýna uymak istemediði
için devamlý yalnýz yaþayan bir kurttu.
Yapayalnýz da ölmüþtü. Ölmeden önce,
bir kulübede köpekleriyle mutlu yaþayan
bir adamý görmüþ ve tekrar yalnýz olmamayý çok istediðinden, bu defa bir köpek
yavrusu olarak gelmiþti. Ama eski
alýþkanlýklarýndan kurtulamýyor, asiliðinden ve saldýrganlýðýndan vazgeçemiyordu. Bu yüzden birlikte yaþadýðý aile neticede onu vermek zorunda kaldý. Ona,
yaþamlarýnýn kendisi için bir iþkence
haline gelmemesi için, düþmanca tavýrlarýndan vazgeçmesi gerektiðini tavsiye
ettim.
“Bu köpek gibi, birçok hayvanlar,
yaþamlarýnda geçmiþ hayatlarýnýn izlerini
taþýrlar. Tavþanlarýmdan biri, öldükten
sonra yine bizim ailemize gelmek istiyordu ve bu defa bir kobay olarak
gelmeyi seçmiþti. Ýlk zamanlarda onun
evin içinde týpký bir tavþan gibi hoplayarak yürümesini seyrettik, çünkü yeni
bedenini nasýl kullanacaðýný henüz
anlayamamýþtý. Bir keresinde de, insanlarla birlikte olmaya alýþamayan, çok
korkak bir köpekle karþýlaþmýþtým. Bu
köpek bir önceki hayatýnda ormanda
vahþi bir geyik olarak yaþamýþtý ve hâlâ
bir geyik gibi düþünüp hareket ediyordu,
bu yüzden insanlardan hala korkuyordu."
Hayvanlarýn türlerine göre kendilerini
birbirlerinden çok baþka biçimlerde ifade
edebileceklerini öðrenmiþtik Smith'den.
Yine ayný tür içindeki hayvanlarýn da,
davranýþ ve algýlamalarýnda kiþisel farklýlýklar gösterebileceklerini de. Yani bir
23
papaðanýn, bir kargadan tamamen farklý,
bir kedinin bir köpekten baþka olacaðý
gibi; bir köpeðin de kendi türü içindeki
bütün diðerlerinden farklý bir kiþiliðe ve
ifade biçimine sahip olacaðýný. Bütün
bunlara, hayvanlarýn, týpký biz insanlar
gibi, geçmiþ hayatlarýndan izler de
taþýyabileceðini eklersek, "hayvan deyip
geçmemek" için bir sürü sebep olduðunu
farkedebiliriz.
Her hayvan, hangi türden olursa olsun,
cisim olarak ne kadar yer kaplarsa
kaplasýn, özerk bir mahlûk, özel bir kiþilik ve çok karmaþýk bir yaratýktýr. Bu
düþünce ne kadar yeni olursa olsun, her
hayvanýn, týpký bizlerin her biri kadar
saygýn olmasý, öyle karþýlaþýlmasý
gereken bir varlýk olduðu fikrine alýþmamýz zorunludur artýk.
Penelope Smith, hayvanlarýn geçmiþ
hayatlarý hatýrlama konusunda, bazen
insanlardan daha yetenekli olduðunu
söylüyor:
“Birçok hayvan, geçmiþteki yaþamlarýnýn, bugünkü hayatlarýný etkilediðinin
bilincinde deðildir. Ama yapýlan terapi
görüþmelerinde, geçmiþteki olaylarý ve
deneyimlerini, insanlardan çok daha
çabuk hatýrlarlar. Çünkü onlar, toplumun
koyduðu tabulara tabi deðildirler."
Smith, geçmiþteki yaþamýnýn etkilerinin farkýnda olmayan "Nick" isimli
bir köpekle olan deneyimini þöyle
anlatýyor:
“Bir haným, Nick isimli köpeðinin,
itaat etmeyi öðrenmesi için oynanan
çomak oyununu, kendisiyle oynamayý
SEVGÝ DÜNYASI
24
reddettiði gerekçesiyle beni aramýþtý. Eve
girdiðimde "Of! yine þu insanlardan biri
daha." düþüncesiyle karþýladý beni Nick.
Sahibesiyle konuþtuktan sonra gözlerimi
ona diktiðimde, düþüncelerini okuduðumu farketti birden ve geri geri giderek
odanýn bir köþesine sýðýndý. Gözlerini
benden ayýramýyordu ve çok þaþkýndý.
Nick düþündüklerinin anlaþýlmasýný
istemiyordu ve þimdiye kadar böyle
biriyle karþýlaþacaðýný hiç aklýna
getirmemiþti. Ýlk þaþkýnlýðýný atlattýktan
sonra bana, insanlarla köpeklerin
oynadýðý þu çomak atýp getirme oyununu,
nasýl da aþaðýladýðýný söyledi. Bu oyunu
kendi haysiyetine yediremiyordu.
Konuþmamýz sýrasýnda Nick, ödüller
kazanmýþ bir yarýþ atý olarak geçirdiði
son hayatýný hatýrladý. O hayatýnda kendisini hep üstün ve deðerli hissetmiþti.
Sahibesine bunu anlattýðýmda, o da
Nick'in baþýný, kendi cinsi olan Sheltie
cinsinden baþka türlü tuttuðunu ve ön
ayaðýyla bir at gibi topraðý eþelediðini
söyledi. Konuþmamýzýn devamýnda ben
Nick'e ruhsal bir varlýk olarak kendisine
olan saygýmý ve onun kendi hakkýndaki
deðer ölçüsünü tanýdýðýmý dile getirerek,
þu andaki hayatýna dikkatini çektim.
Nick o ana kadar, bir önceki yaþamýnýn,
bu hayatýný nasýl etkilediðini farketmemiþti. Davranýþýnýn sebebinin geçmiþ
hayatý olduðunu farkedince gitgide daha
rahatladý ve küstah tutumu da yok oldu.
Aslýnda sahibesiyle oynamaktan hoþlandýðýný ama sýrf emir almaktan
hazzetmediðini keþfetti. Davranýþýnýn asýl
sebebini anladýktan sonra, köpek olarak
geçirdiði bu hayatýna karþý olan tutumu
da deðiþti ve oyunlara severek katýlmaya
baþladý."
Reenkarnasyon Sýrlarý
Penelope Smith'in hayvan iletiþimcisi
olarak uzun seneleri kapsayan deneyimleri içinde, þaþýrtýcý ve ilginç daha birçok
hikâyeler var. Bunlarý incelerken, klasik
reenkarnasyon düþüncelerine de yeni
kapýlar açýldýðýný görmekteyiz. Arista
isimli kedinin öyküsü bunlardan biri:
"Arista, çok gururlu ve hükmetmeyi
seven bir kediydi. Çevresindeki diðer
SEVGÝ DÜNYASI
kedilerle sürekli bir savaþ içerisindeydi.
Onunla yaptýðým konuþmalarda kendisinin, önceki hayatlarýndaki davranýþ
biçimlerinin etkisinde olduðunu gördüm.
Bir yaþamýný bir kraliçe olarak geçirmiþti. Bu yaþamýnda, idaresi altýnda
olanlardan mutlak itaat görmüþtü. Bir
diðer yaþamýnda da sahiplerine isyan
eden bir köle olmuþtu. Kedi olarak
geçirdiði bu yaþamýnda, onun isteðine
uymayan bütün diðer hemcinsleriyle
kavgaya giriþiyordu. Yaptýðýmýz konuþmalarda, kendi davranýþlarýnýn nereden
kaynaklandýðýný gördü ve alýþkanlýðýný
tam býrakamasa da, diðer kedileri daha
iyi anlamaya baþladý."
Psiþik konularda son senelerde varýlan
noktalar, düþünce dünyamýzýn sýnýrlarýný
zorlayan, insan zihni olarak kurduðumuz
tasavvur binalarýnýn temellerini sallayan
niteliklere eriþti. Elbette ki hangi açýklamanýn ne kadarýný alýp kabul edeceði,
neyi benimseyeceði, her varlýðýn kendisine býrakýlmýþ birþeydir. Hiçbir þey katý
kurallar halinde deðildir. Ýnsan varlýðý ve
insan düþüncesi bu açýdan tamamen
özgürdür ve sýnýrlarýný her zaman kendisi
tayin eder. Bilginin sýnýrlarý da katý
olmadýðýndan, her varlýk kendi bilgi
sýnýrlarýný kendi istediði ölçüde geniþletir
ve bu aslýnda, her varlýðýn tamamen kendisine özgü olan ve ancak kendisinin
gidebileceði ruhsal yolunda, ona tanýnmýþ olan sonsuz özgürlük kavramýnýn ta
kendisidir. Bu açýdan, Smith'in ve daha
baþka bazýlarýnýn da öne sürdüðü bu yeni
reenkarnasyon görüþü de, hiç þüphesiz
ki, ayný sonsuz özgürlük sistemi içinde
deðerlendirilmelidir.
Smith, her hayvanýn o andaki hayatýn-
25
da, birbirinden çok farklý þeyleri hedefleyebileceðini ve birbirinden farklý
niyetlerle gelmiþ olacaðýný söylüyor.
Örneðin Bir kedi olan Chico San insanlarýn karmaþýkdüþünce tarzý ile ilgilenmiyor, sadece insanlara sevgi verebilmek
ve onlar tarafýndan sevilmek istiyor. Bir
baþka kedi olan Yoda ise, insanlarý
sadece gözlemliyor, onlarla daha yakýn
bir iliþki istemiyor, kaldýðý evi sýk sýk
deðiþtiriyor ve baþka insanlarý gözlemlemek istiyor.
Bütün bunlarý okumak ve üzerinde
düþünmek, "hayvan deyip geçmemek"
sözünün derinliklerini bir parça bile olsa
biz insanlara hissettirebiliyor.
Av ve Avcý
Dünya üzerinde doðanýn dengesi o þekilde ki, hemen her hayvan, bir baþka
hayvanýn yemi olmak durumunda. Özellikle vahþi doðada gördüklerimiz, hayvansever yaradýlýþta olan ve tüm hayvanlara zarar gelmemesini isteyen insanlarýn
zor kabullenebileceði bir doða kanununu
ortaya koyuyor. Bir aslanýn bir karacayý
parçalamasýný, bir ayýnýn bir fok balýðýna
saldýrmasýný ve bunun gibi av sahnelerini
içimiz burkularak seyrediyoruz.
Canlýlarýn birbirini öldürüp yemesini,
yaratýlýþýn kuralý olarak kabul ediyor ama
bir yandan da keþke öyle olmasaydý diye
düþünmekten kendimizi alamýyoruz.
Penelope Smith kendi deneylerine
dayanarak, doðanýn bu düzenini þöyle
açýklýyor:
"Bizim doðamýzda, kendi yaþamýný
devam ettirebilmek için öldürmek gerek-
SEVGÝ DÜNYASI
26
tiðine dair, tüm yaratýklar arasýnda
karþýlýklý sessiz bir anlaþma vardýr ki, bu
anlaþma gereði, yaþayabilmek için avlanmak zorunluluðu, insanlarýn dýþýndaki
hayvanlar arasýnda, çabuk ve mümkün
olduðunca acýsýz gerçekleþir. Herkesçe
kabul edilen, avcý ve avlanan esasýna
dayalý bir doða anlaþmasý dahilinde bir
arada yaþayan vahþi hayvanlar ortamýnda, düþmanýnýn pençeleri arasýna düþen
hayvanýn ruhu, bedenini derhal terkeder.
Bu durumda düþmaný tarafýndan avlanan
hayvanlar genel olarak, ne þiddetli bir acý
ne de ruhsal bir travma yaþarlar.
Avlandýktan sonra, ruhlarý çoðunlukla
ayný cinsten baþka bir bedende yeniden
doðar ve yeni bir yaþama baþlarlar.
Elbette ki hiç kimse bir baþka hayvanýn
avý olarak yaþamayý kolay bir þey olarak
tasavvur etmez. Ama böyle bir yaþam,
bir hayvan kitlesel üretim kurbaný
olduðu veya hayvan kesim evlerine
düþtüðü veya laboratuarlarda kobay
olduðu zaman yaþayacaðý iþkenceler,
ölüm korkularý ve azaplar ile sonuçlanmamaktadýr.
Demek ki, bizim doðada þahidi olduðumuz av ve avcý düzeni, yaþamýn dengesini korumak için düþünülmüþ bir
gereklilik ve aslýnda bir vahþetin ya da
adaletsizliðin ifadesi deðil. Bu sözlerden
anladýðýmýza göre, hayvanlar bu düzenin
farkýndalar ve doðanýn bu kanununa,
yine kendilerine doða tarafýndan verilmiþ
bir yetenek yoluyla uyabiliyorlar. Kendi
bedenlerini yiyerek beslenen hayvanlarýn
eline düþtüklerini anladýklarýnda, bu
bedeni anýnda terk edebiliyorlar ve bize
kanlý bir parçalanma þeklinde akseden bir
olayý aslýnda yaþamýyorlar. Onlarýn
düzeninde suç veya suçlu yok. Tanrý'nýn
çizdiði doðalarýnýn gereðini ifa ediyorlar.
Ama biz insanlar, kendi menfaatlerimiz
gereði, etlerinden, sütlerinden, derilerinden mümkün olduðu kadar çok faydalanmak için,hayvanlarý kendi doðal
koþullarý dýþýnda, kitle halinde besliyor,
toplu halde kesiyor, üzerlerinde acý verici
deneyler yapýyor, dolayýsýyla suçu da
bizler iþliyoruz.
Bir keresinde köpeðim Pasha ile bir
gezintide iken, Pasha bir sincabýn yolunu
kesmiþti. Ardýndan yere oturdu ve ona
seslendi: "Koþ, haydi koþsana!" Ama sincabýn bedeni korkudan taþ kesilmiþti ve
ruhu, ölümü çok yakýnda hissettiðinden
bedenini terketmiþti bile. Ancak sincap
bedeninin parçalanmamýþ ve hâlâ
sapasaðlam olduðunu ve yaþadýðýný
anladýðýnda, þoktan kurtuldu ve ruhu
gövdesine geri döndü. Sonra da en
yakýndaki aðaca fýrlayarak Pasha'yý
sevindirdi."
Smith, ehlileþtirilmiþ hayvanlarýn birbirleriyle iliþkisinin de, evlerde yaþayan
hayvanlarýn artýk avlanmak zorunda
olmamasýndan dolayý deðiþiklik
geçirdiðini söylüyor. Bu deðiþiklik hayvanlarýn genetik özelliklerine bile tesir
ediyor. Yeni hayatýný evcil bir hayvan
olarak geçirmeyi planlayan bir varlýðýn
belli bazý hedefleri oluyor. Bu þekilde,
evcil hayvanlar, vahþi hayvanlardan farklý olarak, aslýnda avlarý olmasý gereken
hayvanlarla dostluklar kurabiliyorlar.
Bazý hayvanlar av içgüdülerini, eðer çok
þiddetli deðilse ve insanlar tarafýndan
Düþmanla Yaþamak
SEVGÝ DÜNYASI
27
avcý olmaya özellikle teþvik edilmezlerse, kontrol altýnda tutabiliyorlar.
Hayvanlarý, insanlar tarafýndan bu
içgüdülerini kontrol altýnda tutmaya
teþvik etmek de mümkün.
görülmekte. Her hayvan ayrý bir kiþilik,
ayrý bir yetenek, ayrý bir dünya. Her hayvan özgün bir varlýk. Bir genelleme
yapýlamaz. Týpký biz insanlarda olduðu
gibi.
Bu þekilde, evdeki kediyle kucak
kucaða yatan köpekler, ya da sýrtýna konmuþ kanarya ile veya patileri arasýndaki
fareyle objektiflere poz veren kediler
hepimizi hayretlere düþürebiliyorlar.
Yine yukarýdaki açýklamalardan
anladýðýmýza göre, örneðin bir köpeði,
zaten doðasýnda olan avcýlýk dürtüsünü
bileyerek, her þeye saldýran bir mahlûk
haline getirmek mümkün olduðu gibi,
tersine teþvik ve terbiye ederek, sosyal
bir varlýk olmasýný saðlamak da imkân
dahilinde. Ve buna muktedir olan varlýðýn kim olduðu da belli: Ýnsan!
"Ben birlikte yaþadýðým hayvan dostlarýmý, birbirleriyle müþterek yaþamlarýnda av dürtülerini kontrol edebilmeleri
konusunda teþvik ederim. Bazý hayvanlar
buna isteklidir, baþka hayvanlarý av
olarak deðil arkadaþ olarak görmek
konusunda terbiye edilebilirler. Bazýlarý
ise, içgüdülerine uyarak
zevkine vardýklarý heyecan
ve tatmin duygularýndan
vazgeçmek istemezler.
Köpeðim Pasha av dürtülerini, av peþinde koþmanýn
kendisine, avýný öldürmekten daha fazla zevk vereceði biçimde kontrol edebiliyordu. Kedilerim
Pasha'nýn kendilerine diþleriyle masaj yapmasýna
bile izin veriyorlardý. Diðer
Afgan köpeðim Miel ise,
þayet ben yanýnda deðilsem
av dürtüsüne söz geçiremiyordu. Kedilerim de onun
yoluna çýkmamayý tercih
ediyorlardý."
Burada da her hayvanýn
ayný olmadýðý açýkça
Gelecek sayýda "Hayvanlarýn ölümü ve
ölümden sonraki hayatlarý"
28
CUMHURÝYETÝN ÝLK YILLARINDA EÐÝTÝM - III
SEVGÝ DÜNYASI
Öðretimin Birleþtirilmesi
(Tevhid-i Tedrisat)
Yalçýn Kaya
29 Ekim 1923, Türkiye Cumhuriyeti'nin
tarihinde nasýl önemli bir kavþak olmuþsa
benzer bir kavþak da 2 Mart 1924 tarihinde
oluþur. Günümüzde üzerinde pek fazla durulmayan bu tarih, ilerde çýkacak devrim
yasalarýnýn ilkinin gündeme geldiði bir gün
olarak tarih sayfalarýna geçer.
Bu tarihte gündeme gelen ve 24 Temmuz
günü çýkarýlan 3 önemli yasanýn eðitimle
ilgili olaný bu yazýmýzýn konusu olacak.
Osmanlý Ýmparatorluðu'nun reform yýllarý
boyunca süren laik eðitim istekleri, din okullarýnda -medrese ve evkaf ilkokullarý- deðiþiklik yapýlmasý yolunu açamaz. 1839-1876
SEVGÝ DÜNYASI
Tanzimat döneminde ise ahiret kadar dünya
yaþamýný da amaç edinen bir eðitim ilkesinin
benimsenmesiyle yetinilir. Yeni kurulan
okullar ve ordu okullarý din makamlarýnýn
yetkileri dýþýna çýkarýlýr ama hiçbir reformcu
din okullarýna dokunmaya cesaret edemez.
Yeni okullarýn yanýnda, eskileri de yaþamayý sürdürür, böylece birbirine karþýt
düþünceler taþýyan iki farklý kuþak yetiþtirilir.
1916 yýlýnda toplanan Ýttihat ve Terakki
Genel Kongresi, Evkaf Nezareti'nin (Vakýflar
Bakanlýðý) elindeki ilkokullarý Maarif
Nezaretine devreder fakat medreselere
dokunmaya cesaret edemez. Medreseler,
Evkaf Nezaretinin (bakanlýðýn) elinden alýnýr
ama bunlar bir baþka dini makama "Bab-ý
Meþihat"a býrakýlýr.
Bu harekette dini okullarýn laðvý, din derslerinin okullardan çýkarýlmasý gibi köklü bir
atýlým söz konusu deðildir.
Bu arada Anadolu'nun çeþitli yörelerinde
(kasabalar da dahil) açýlmýþ yabancý uyruklu
misyoner okullarý da öðrenci yetiþtirmektedir.
Bir anlamda, ülkede ikili bir eðitim dizgesi
deðil üçlü bir eðitim dizgesi söz konusu
olmaktadýr.
Gayrimüslim uyruklu vatandaþlarýn çocuklarýnýn eðitimi için açýlmýþ olan Latin
Okullarýnýn (Katolik Mektepleri) sayýsý
baþlangýçta 40 kadardýr. Bu okullara devam
eden öðrenci sayýsýnýn 6.000 kadar olduðu
tahmin ediliyor. 1830 yýlýndan bu yana açýlmaya baþlanan Amerikan Protestan
Okullarýnýn (Board Okullarý da deniliyor)
sayýsý giderek artmaktadýr. 1910 yýlýnda Ana
ve Ýlkokul sayýsý 395, öðrenci sayýsý 19.243;
kolej sayýsý 6, kolej öðrencisi sayýsý 1219'dur.
1914 öncesi toplam okul sayýsý 430'a ulaþýr.
Ýþin ilginç yaný, Maarif Okullarýnýn eðitim
yöntemini beðenmeyen varlýklý Müslüman
ailelerin çocuklarý da bu okullara devam
etmektedirler. Latin ve Protestan yabancý
okullara devam eden Türk ve Müslüman
öðrenci sayýsýnýn tüm öðrenci sayýsýna oraný
1900 yýlýna deðin yaklaþýk % 15 iken,
1910'da % 60, Cumhuriyetin ilk yýllarýnda ise
29
% 75'e çýkar. Tüm bu yabancý okullarýn
öðrenci sayýsý bir ara 23.000'e ulaþýr.
Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda gerek Mustafa
Kemal'in eðitimle ilgili konuþmalarýnda,
gerek bazý yetkililerin söylevleri arasýnda
öðretim kurumlarýnýn birleþmesi gerektiðine
deðinen bazý söylemlere rastlamak olanaklýdýr. Ne var ki bu dönemde medreselerin ve
okullardaki din derslerinin aleyhine hiçbir þey
söylenmemiþtir. Savaþ biter bitmez yaptýðý
çeþitli konuþmalarda Mustafa Kemal, öðretimin birleþtirilmesi gereðinin üzerinde durur
ve medreseler konusunda:
"Medreseler ne olacak, Evkaf ne olacak
dediðimiz zaman hemen bir karþý koymayla
karþýlaþýrsýnýz. Bu karþý koyuþu yapanlardan
hemen ne hak ve yetkiyle yaptýklarýný sormak
gerek. Ulusumuzun ve ülkemizin
Dârülirfanlar'ý bir olmalýdýr. Ülkenin bütün
çocuklarý kadýn-erkek ayni þekilde oralardan
çýkmalýdýr." der.
Küçük bir ilerici-aydýn grubu Mustafa
Kemal'in yukarýdaki düþüncelerini desteklemektedir ama hiç kimse medreselerin ve
onlarý denetleyen Evkaf Nezaretinin kaldýrýlmasý konusunu açýkça önerme yoluna gitmez.
1924 yýlýnda Hilafetin kaldýrýlmasýna kadar
giden siyasi geliþmeler, Evkaf ve Þer'iye
(adalet) Nezaretinin, medreselerin kaldýrýlmasýyla sonuçlanacaktýr.
29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet'in
üzerinden daha altý ay geçmeden eskilerin
düþünüp de adýný söyleyemedikleri medreseokul ikiliðinin kaldýrýlmasý, ulusal, halkçý,
çaðdaþ ve laik eðitime geçilmesi gibi konular
korkusuzca tartýþmaya açýlýr. Eðitimde ký
erkek eþitliði, köy ve köylü eðitiminin önemi
-uzun süre lafta kalacak olmasýna karþýn-,
demokratik eðitim kavramlarý da yasal düzenleme öncesinde, Meclis dýþýnda ve içinde
çokça irdelenmektedir.
Mustafa Kemal ve onunla birlikte yeni
Türk eðitimini ilkelerini saptayanlar olasý ki
eðitimdeki yetersiz tabloyu, köklü bir
devrimin temelleþtirilmesi açýsýndan çok
önemli bir eksik olarak gördüler. 1 Mart 1924
30
günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açýlýþ
söylevinde Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal
Paþa, 1934'e deðin çýkartýlacak ve yaþama
geçirilecek "Devrim Yasalarýnýn" baþlama
iþaretini verirken, öncelikle öðretim birliðinin
önemini vurgular:
"Türkiye'nin eðitim politikasý her þeyden
önce ulusal bir kapsamda olmalýdýr. Bu nedenle de Evkaf-Þer'iye ve Maarif Vekâletinin
düþünce birliðine varmasý beklenir" der.
Nitekim 2 Mart 1924 günü Cumhuriyet
Halk Fýrkasý Meclis Grubu toplantýsýnda daha
sonraki Devrim Yasalarýna temel olacak üç
önemli yasa gündeme gelir, Halifeliðin
kaldýrýlmasý, Osmanlý Hanedaný'nýn yurt dýþýna çýkarýlmasý ve en önemlisi olan Þer'iye ve
Evkaf Vekâletinin kaldýrýlmasý -Tevhid-i
Tedrisat Kanunlarý.
Saruhan mebusu Vasýf Bey (Çýnar) ve 57
arkadaþýnýn önerdiði Tevhid-i Tedrisat
Kanununun gerekçesi þöyle açýklanýr:
"Bir devletin genel eðitim siyasetinde,
ulusun duygu ve düþünce bakýmýndan birliðini saðlamak gereklidir ve bu da öðretim birliði ile olur. Ýki baþlý bir eðitim dizgesiyle iki
tip insan yetiþtirilir. Önerimiz kabul
edildiðinde Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki
tüm eðitim kurumlarýnýn biricik mercii Maarif
Vekâleti olacaktýr."
(Vasýf Bey mezarýndan kalk da bir bak,
senin önerdiðin Öðretim Birliði 2000
Türkiye'sinde ne hallere gelmiþ!)
Ýzmir manevralarýnda, komutanlarca
(Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak, Ýsmet
Ýnönü) bu konuda alýnan destekleme kararý
sonucu, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 24
Temmuz 1924 günü Meclis tarafýndan da
kabul edilerek yasalaþýr, yürürlüðe girer.
Görüldüðü gibi arkalarýna ilerici-aydýn kanadý
alan komutanlar, Öðretim Birliði Yasasý (o
dönemdeki adýyla Tevhid-i Tedrisat
Kanunu)'nu Meclis onayýndan geçirerek eðitimi tek bakanlýða baðlý bir biçime getirmiþlerdir.
Öðretim Birliðinin önemini Mustafa
Kemal, söylevlerinde þu sözlerle vurgular:
SEVGÝ DÜNYASI
"Eðitim ve öðretimi birleþtirmedikçe ayni
fikirde, ayni zihniyette bireylerden oluþmuþ
birleþik bir ulus yapmaya imkân aramak
abesle uðraþmak olmaz mýydý?"
Bu düþünce yasanýn gerekçesinde de belirgindir. Nitekim yasada yer alan aþaðýdaki
açýklama, Öðretim Birliðinin amacýný açýkça
göstermektedir:
"Bir ulusun bireyleri ancak bir eðitim görebilir. Ýki türlü eðitim bir ülkede iki türlü insan
yetiþtirir. Bu ise duygu birliði, düþünce ve
dayanýþma amaçlarýndan tümüyle uzaktýr."
430 Sayýlý Tevhid-i Tedrisat
Kanunu Hükümleri:
Madde 1 - Türkiye içerisindeki bütün öðretim ve bilim kurumlarý Maarif Vekâletine
baðlýdýr.
Madde 2 - Þer'iye-Evkaf Vekâleti ya da tüm
özel vakýflar tarafýndan yönetilen medreseler
Maarif Vekâletine baðlanmýþtýr.
Madde 3 - Þer'iye-Evkaf Vekâletinin
bütçesindeki okul ve medreselerle ilgili
ödenekler Maarif Vekâletine devredilmiþtir.
Madde 4 - Maarif Vekâleti yüksek din uzmanlarý yetiþtirmek üzere Dârülfûnun içerisinde bir Ýlâhiyat Fakültesi kuracak, imam ve
hatiplik yapmak üzere din adamlarýnýn
yetiþtirilmesi için de ayrý okullar açacaktýr.
Madde 5 - Bu kanunun yayýn tarihinden
geçerli olmak üzere genel eðitim ve öðretim
ile uðraþmakta olup da þimdiye deðin Milli
Müdafaa Vekâletine baðlý askeri orta ve liseler ile Saðlýk Bakanlýðýna baðlý öksüz yetiþtirme yurtlarýna ait kadro ve ödenekler Maarif
Vekâletine geçirilmiþtir. Askeri okullarda
görev yapan öðretmenlerin kadrolarý þimdilik
Milli Müdafaa Vekâletinde kalacaktýr.
Yasa o denli kökten maddeler kapsamaktadýr ki ilk anda tüm askeri okullar ve Harp
Okulu bile Maarif Vekâletine (Bakanlýðýna)
verilmiþ, bir yýl sonra yapýlan düzenleme ile
tekrar Milli Müdafaa Vekâletine
devredilmiþtir. Ýlk anda askeri okullarýn bile
SEVGÝ DÜNYASI
bu kapsam içerisine alýnmasýndaki amaç, ayný
yolu izlemesi olanaksýz medreselerin kendiliðinden kapanmasýný saðlamaktýr.
Gerçekten, Öðretimin Birleþtirilmesi
Yasasýnda medreselerin kapatýldýðýna dair bir
hüküm yoktur. Ancak medreselerin görevini
yapmak, yüksek ilâhiyat uzmanlarý yetiþtirmek üzere Ýlâhiyat Fakültesi, Ýmam-Hatip
okullarý açýlmasý yasal olarak öngörülmüþtür.
Böylece medreselerin kapatýlmasý karar altýna
alýnmýþ ama resmen açýklanmamýþ oluyordu.
Mustafa Kemal'in özel meclislerinde bu konu
sýk sýk gündeme gelmiþtir. O, medreselerin
reformuna ve devamýna olanak görmemektedir. Yusuf Akçora gibi düþünürler medreseleri
kapatmamayý, adýný "Hakimiyet-i Milliye
Medreseleri" olarak deðiþtirerek reforma tabi
tutmayý, buralara yoksul kesimlerden öðrenci
alarak devrimi yayacak din adamlarý
yetiþtirmeyi önermiþtir.
Mustafa Kemal, Devrim Medreseleri
düþüncesini benimsememiþ, kapatýlmalarý
konusundaki üstelemesini sürdürmüþtür.
Nitekim 1925'e kadar tüm medreseler kapanacaktýr. Açýlan ilk Ýlâhiyat Fakültesi ile 26
Ýmam-Hatip Lisesi zorlamalar olmamasýna
karþýn 1934'e kadar birer ikiþer kapanacaktýr.
Büyük çoðunluðu Müslüman olan halkýn bu
yasalarý desteklediðini öne sürmek yanlýþ
olur. Olasýlýkla savaþ yorgunu, geçim derdinde, geliþmelerden uzak ve habersiz halkýn
iþbaþýndaki yönetime güveni, böylesine
önemli bir yeniliðin tepkisiz kalmasýna neden
olmuþtur. Anayasa güvencesi altýna alýnan
Öðretim Birliði Yasasýnýn, öteki devrim
yasalarýnda olduðu gibi, politik çýkarlar ve oy
hesaplarý ile gizli ya da açýk saldýrýlara,
eleþtirilere uðramasý 1946'lý yýllarda baþlayacak ve 1950'li yýllardan sonra da tümüyle göz
ardý edilecektir.
Öðretim Birliði Yasasýnýn en büyük
destekçisinin yurdun dört bir yanýna daðýlmýþ
olan aydýn öðretmenler olduðu ve ilerici
basýnýn da bu oluþuma katký yaptýðý bilinmektedir. Yasanýn yürürlüðe girmesinden
sonraki üç yýlda, resmi okullara medreseler-
31
den sýzan dinsel eðitim, buna koþut olarak
Arapça ve Farsça öðretim kaldýrýldý.
1927 yýlýnda ulusal sýnýrlar içerisinde baþka
dinden insanlarýn da olduðu öne sürülerek ilk,
orta ve liselerden din dersleri kaldýrýldý.
Azýnlýk okullarý da Maarif Vekâletine baðlandý. Bu geliþmeler 1928 harf devriminin
hazýrlýðý olarak da düþünülebilir.
Öðretim Birliði Yasasýnýn kabulünden kýsa
bir zaman sonra Eðitim Bakaný Vasýf Çýnar
Bey, bu yasaya uygun olmadýðýný öne sürerek
medreselerin kapatýldýðýný ilan edecektir. Kapandýklarý 1924 yýlýnda, ülkede 479 medrese
ve 18 bin medrese öðrencisi vardýr ancak
bunlardan sadece 6 bini gerçek öðrencidir.
Diðerleri kayýtlarýný yaptýrýp, askerlik görevinden geri býraktýrýlmalarý haklarýný elde ettikten sonra bir daha okulun semtine uðramayan, dükkan ve tezgâhlarýnda çalýþan kiþilerdir.
Dönemin Baþbakaný Ýsmet Ýnönü 1925
yýlýnda Muallimler Birliðinde yaptýðý bir
konuþmada öðretmenlere þöyle sesleniyordu:
"Tevhid-i tedrisatýn bazýlarýnca
kötüleneceðini, öncülük edenlerin dinsizlikle
suçlanacaðýný biliyorduk. Bu sistemde
baþarýlý olalým, on yýl kararlýlýkla yürüyelim,
þimdi bize karþý olanlar göreceklerdir ki
Müslümanlýðýn en saf ve katýksýz þekli bizde
yaþanacaktýr. Siz öðretmenler dini deðil,
ulusal eðitimi vereceksiniz. Milli eðitimde iki
kýsým düþünebiliriz: Siyasal ve vatansal.
Bütün bu topraklara Türk anlamýný veren bir
'Türk Ulusu' var. Fakat bu ulus henüz, beklediðimiz yekpare ulus görünüþünü vermiyor.
Ama bu nesil bilinçle, bilim ve hayatýn
rehberliðiyle bütün ömrünü vakfederek
çalýþýrsa, siyasi Türk ulusu kültürel, düþünsel
ve toplumsal tam ve olgun bir ulus olacaktýr.
Yaþayacaksak yekpare bir ulus kitlesi olarak
yaþayacaðýz. Ýþte milli terbiye dediðimiz sistemin genel hedefi budur."
Dergimizin önümüzdeki sayýsýnda Türk
milli eðitimine damga vuran bir bakanýn,
Mustafa Necati'nin kýsa yaþam öyküsünü ve
baþarýlarýný sizlerle paylaþacaðýz.
32
SEVGÝ DÜNYASI
“Ýnsanýn, insan
olarak kendisinin
unutulduðu bir
yerde dünyanýn nasýl
bir anlamý olur?
Ýsterse küreselleþme,
isterse Türkileþme
olsun, ulusal olarak
da hiçbir manâ ifade
etmeyecektir.”
Prof. Dr.
Kenan Gürsoy ile
Felsefe Penceresinden Bakýþ
(önceki aydan devam)
Nihal Gürsoy
SEVGÝ DÜNYASI
Nihal Gürsoy - Geçen ay sohbetimizde "Felsefe Toplantýlarý" çatýsý altýnda deðerlendirilen pek çok konuya yer
vermeye çalýþtýk. Müsaade ederseniz bu
sohbetimize sizin "Etik ve Tasavvuf" adlý
kitabýnýzdaki "Evrenselleþme" kavramýndan yola çýkarak baþlamak istiyorum.
"Evrenselleþme" nedir tam olarak?
"Küreselleþme" ya da "Globalleþme" gibi
günümüzde oldukça gündemde olan
kavramlardan ne gibi farklýlýklarý vardýr?
"Evrenselleþme" fikri bugünün insanlýðýna neler kazandýrabilir?
Tasavvuf düþüncesinden de yararlanarak, felsefenin ýþýðý altýnda neler
söyleyebilirsiniz bu konuda?
Kenan Gürsoy - Sorunuz için teþekkür
ediyorum, ayrýca kitabýmý deðerlendirdiðiniz için de teþekkür ediyorum.
Söylediðiniz gibi Tasavvufun kullandýðý
modeli, burada hatýrlatmakta fayda olabilir. Var olan bir terim olan
"evrenselleþme"yi ben özel bir manâda
kullandým.
Þimdi gerçekten de þu anda dünya
üzerinde küreselleþme, dediðimiz bir
durum yaþanýyor. Hattâ öyle garip bir
durum ki; zaman zaman ekonomik
anlamda üst seviyede olan ülkelerin
aktör olduðu, özne olduðu bir faaliyet
þeklinde ifade ediliyor. Bence, bu dahi
onun üzerinde olumlu bir yorum yapmaktýr. Çünkü küreselleþmenin þu anda
bir öznesinin olmadýðýný görüyoruz.
Yani, kendi baþýna giden, kendi baþýna
oluþmakta olan bir durum þeklinde gittikçe yaygýnlaþarak devam ediyor. Ama
nereden kaynaklandýðýný ve bize neyi
empoze etmekte olduðunu hatýrlayacak
olursak, bunun vahþi kapitalizmin ürünü
olduðunu söyleyebiliriz. Her halükârda,
küreselleþme kavram olarak bütünleþmek, dünyayla bir ve beraber olmak
anlamýnda kullanýldýðýnda bunun isabetli
33
KENAN GÜRSOY
KÝMDÝR?
1950 yýlýnda Ankara'da doðan
Prof. Dr. Kenan Gürsoy orta öðrenimini Saint Benoit Fransýz Erkek
Lisesi'nde tamamladýktan sonra
Fransýz Hükümeti'nin vermiþ olduðu
bir bursla yüksek öðrenimini felsefe
alanýnda Fransa'da Rennes ve Paris
Sorbonne Üniversitelerinde gerçekleþtirdi. Yurda dönüþünden hemen
sonra Atatürk Üniversitesi Felsefe
Bölümü'nde asistan oldu. 1979 yýlýnda felsefe doktoru, 1983 yýlýnda
doçent, 1989 yýlýnda profesör unvanlarýný aldý. 1984 yýlýndan itibaren Dil
Tarih Coðrafya Fakültesi'nde görev
yapan Gürsoy, 1997 yýlýndan beri
Galatasaray Üniversitesi Öðretim
Üyesi kadrosunda yer almaktadýr ve
halen bu Üniversitenin Fen Edebiyat
Fakültesi Dekanýdýr. Çalýþmalarý
daha ziyade Etik (Ahlâk Felsefesi),
Dinler Arasý Etik, Tasavvuf ve
Egzistans Felsefesi gibi alanlardadýr.
Eserleri: Traduction et
Commentaire de Maquamat al Awliya
de Akþemseddin; Jean-Paul Sartre
Ateizminin Doðurduðu Problemler,
Egzistans ve Felsefe Üzerine
Görüþler; Maurice Merleau-Ponty'de
Ýdrak Problemine Giriþ; Bir Felsefe
Geleneðimiz Var mý?; Gönül Gözü
(Tuðrul Ýnançer ile beraber); Bir
Evrensel Projemiz Var mý?; Etik ve
Tasavvuf
34
bir kavram olmadýðýný düþünüyorum.
Oysa, ne güzel bir þey olurdu, birlik
içinde olmak. Fakat bu birliktelik, bana
bir genellik empoze ediyorsa; yani ben
tek biçimlendirilmiþ bir dünyanýn ürettiði
ve empoze ettiði þekilleri kabul etmek
mecburiyetinde kalýyorsam, meselâ hamburger yemek ya da mutlaka ayný içeceði
tüketmek, tek biçime uyarlanmak, tek
biçimde düþünmek durumunda kalýyorsam, burada büyük zarar görüyorum
demektir.
Burada asýl kendisini ifade etmesi
gereken, çeþitliliði içindeki o insandýr.
Kendi itibarýyla birey olarak, fert olarak,
þahýs olarak yaþamakta olan o insan,
özgürlüðü dolayýsýyla, kendi sorumluluðunu farkeden bir insandýr. Deðer
olarak kendisini gündemde tutmasý
gereken bir insandýr. Elbette egoizm
anlamýnda kullanmýyorum. Fakat
yeteneklerinin, çeþitliliðinin,
yaratýcýlýðýnýn ortaya çýkmasý bakýmýndan söylüyorum. Bunu en küçük birim
olan birey açýsýndan söylüyorum ama
küçük küçük topluluklar, kültürler açýsýndan da söyleyebilirim. Ne þahýs, ne o
kültür, ne medeniyetler, ne o farklý farklý
oluþlar yitirilmeksizin, her zaman
yeniden yeni þekillerde doðabilecek o
imkânlar ortadan kaldýrýlmaksýzýn, fakat
hepsinin kendi üzerindeki özgür bilincinden ve sorumluluðundan hareketle
oluþan bir "biz"e "birlik"e doðru
yürümeliyiz. Eðer küreselleþme kendini
öznesiz, aktörsüz bir alan, bir durum þeklinde genelleþtirilecek, kalýba dökülecek
gibi empoze ederse; burada size hiçbir
þekilde yer kalmaz.
Ýnsanýn, insan olarak kendisinin unutulduðu o yerde ise dünyanýn nasýl bir
anlamý olur? Ýsterse küreselleþme, isterse
Türkileþme olsun, ulusal olarak da hiçbir
SEVGÝ DÜNYASI
manâ ifade etmeyecektir.
Öyleyse evrenselleþme ne anlama gelecektir? Evrenselleþme, þahýs olarak,
kültür olarak kendi üzerindeki bir bilinçten, medeniyet açýsýndan kendi
üzerindeki bir farkýndalýktan, bunlarýn
hiçbirine yani þahýs, kültür ve medeniyet
olarak yabancýlaþmaksýzýn, ötekilerle birliðe doðru yönelmek demektir.
Yani kendine, kendi olmaklýðýna ihanet
etmeksizin kendi þahsiyetliliðine
yabancýlaþmaksýzýn evrenselliðe doðru
yol almaktýr.
Kendindeki evrensel olaný ötekiler
adýna da yakalayabilmektir. Bu tavýr
vahþi kapitalizmde daha çok bu kapitalizme dayalý bir ekonomiyi ifade ederken,
þimdi evrenselleþme de kendimden
dolayý olan sorumluluðu üzerime almam
fakat "öteki"nin de sorumluluðunu
üstlendiðim bir etiði içerecektir.
O zaman ekonomik küresel deðerlerle
etik arasýnda bir etkileþim oluþturuyoruz
ki, bu ayný zamanda ekonomiyi de etikleþtirmek, etik kýlmak, ahlâklý kýlmak
fakat etik alanýn da ekonomiyle bütünleþmeksizin yapamayacaðýný ona farkettirmektir.
Yani, bireysel kendi içine kapalý bir
alanda deðil, bütün dünyayla buluþmaya
doðru yönelen, kendinde bütün cihaný
hisseden, fakat birey olarak da kendine
yabancýlaþmayan; makro kozmosun
içinde kendi mikro kozmosunu bulan ve
en küçük haliyle de bütün bir cihaný
içinde taþýdýðýný düþünen bir þahsiyeti,
bir kültürü, bir medeniyeti yakalamak.
Bunu ancak etik olarak yapabiliriz.
Tasavvuf kültürüyle bunun bir alâkasý
olabilir mi?
Bizim kendi kültürümüzün bu en temel
insan hareketinden baþlayarak söyleyebilirim ki, Tasavvuf'ta da söz konusu
SEVGÝ DÜNYASI
olan, kendi içinde derunileþen, iç
dünyasýnda yol alan o insaný bulmaktýr.
Ama iç dünyasýnda yol alan bu insan
kendi içinde kapalý kalmaz. Kendi kendisine ne mahkûmdur ne de kendi kendisi
açýsýndan büyümekte bir yarar görür.
Önemli olan onun kendi içinde, cihaný
cihan kýlan, yaratýlmýþý yaratýlmýþ kýlan
temel prensibi yakalayabilmesidir.
Yani kendi oluþturduðu o parçada,
bütünün anlamýný yakalayacaktýr. Böyle
olduðu zaman hem derunileþecek, kendi
içinde bir tekâmül sergileyecek, hem de
yekdiðerine yani diðer insanlara,
topluma, bütün bir kâinata doðru açýlacaktýr. Bireyi kendine yabancýlaþtýrmaksýzýn, onu, bütün bir dünya insanýyla
buluþturmaya doðru yöneltmiþ olacaktýr.
O zaman, vahdetteki kesret ve kesretteki
vahdet prensibini hatýrlayarak, bu
kesretin bir parçasý olarak en küçük
parçanýn bile vahdeti, yani bütünlüðü
temsil ettiðini görmek durumunda olacaktýr.
Evrenselleþme, böyle bir bütünlüðe
doðru kendine yabancýlaþmaksýzýn çýkabilmek, kendini kendi olarak tekâmül
ettirirken bütün bir insanlýkla da onlarýn
sorumluluðunu üzerine alarak buluþmaktýr.
Nihal Gürsoy - Anlattýklarýnýzdan yola
çýkarak þöyle bir baðlantý yapmak istiyorum, sanki "evrenselleþme" sürecine
giren insana, iyi insan olmak anlamýnda
da yol almaya baþladýðý görülüyor. Bu
konuda düþünceleriniz nelerdir? Ayrýca,
felsefe iyi insan olmak adýna ne gibi
çalýþmalar yapmýþtýr?
Kenan Gürsoy - Daha önceki
sorunuzun devamý olan bu konuyu
felsefe için sorduðunuz sorudan baðýmsýz
olarak cevaplandýrayým izninizle. Söz
konusu olan insan, kendine yabancýlaþ-
35
maksýzýn, kendi olmak adýna bütün bir
insanlýkla buluþan o insandýr. Kendisinin
olduðu kadar, cihanýn da sorumluluðunu
kendince üzerine alan o insandýr. Onun
çilesini kendi adýna çeken, onun ulaþmak
durumunda olduðu hayýrlý terkiplere
önce kendinde ulaþan o insandýr.
Diðerinden beklemeksizin önce kendisi
teklif eden, kendi teklif ettiðinde ötekinin
hayrýna olacaðýný bilen ama onu kendisine indirgemeksizin onun kendisi
olmaklýðýna hürmet eden insandýr.
Yani, cihan için elimde bir reçete var
diye, onun kafasýna vura vura, ona bunu
empoze ede ede bir baþka çeþit küreselleþme tahakkümü oluþturan o insan
deðil. Ama, kendi alçakgönüllülüðünde
bütün bir cihan için güzel bir þeyler üretmekte olduðunun bilincinde ya da en
azýndan gayretinde olan kiþidir. Bunu
ötekine empoze etmek deðil, kendinde
ona iyi örnek oluþturmak durumunda
olan insandýr. Demek ki evrensellik
böyle bir þey, bu iyi insan olmak mýdýr?
Evet, ama bu iyi insan olmaklýðýn bir
nüansý vardýr. Siz, kendi iyi insan olmaklýðýnýzý ötekine bir seçim empoze ederek
deðil, sadece kendiniz olarak gerçekleþtirebilirsiniz. Az önce Tasavvuf'tan
bahsettiniz siz, bana kalýrsa; Tasavvufun
öznelleþtirdiði, oluþturmak istediði örnek
insan. Ýnsan-ý Kâmil, önce kendisi olan
kendisinde derinleþen ama yavaþ yavaþ
kendisinde derinleþtikçe, bütün bir insanlýk âlemiyle hattâ bütün varlýkla buluþan,
onlarý kendi açýsýndan ifade eden
insandýr. Tanrý katýnda övülmüþ sýfatlara,
deðerlere yönelen o insandýr. Buldum
iddiasýnda olan deðil fakat onlara doðru
yönelmenin bir erdem olduðunu bilen
insandýr. O, diðerlerine kendisini mutlaka
beni takdir ederek, bana benzeyin diyen
o insan deðildir. Fakat, kendi þah-
36
siyetinin içinde öteki insanlara da kendi
doðru þahsiyetlerini bulmalarýný bir þekilde telkin eden o insandýr.
Yani, onlarý tek tek kalýba sokan deðil,
fakat onlarla olan iletiþiminde onlarýn da
kendilerini kendileri itibarýyla bulmalarýna yönlendiren ama asla tek biçimlendirmeyen o insandýr.
O zaman örnek insan kendisi itibarýyla
kendisine düþen rolü iyi oynayan ve
herkese de kendine düþen o rolleri doðru
oynamayý telkin eden bir müþahhas þahýs
örneði sunan insandýr. Batýlýlar, Ýnsan-ý
Kâmil'i tercüme ederken buna evrensel
insan diyorlar. Yani bizim kâmil, olgun
insanýmýzý onlar evrensel insan diye tercüme etmiþler, bu tercüme benim pek
hoþuma gidiyor doðrusu.
Nihal Gürsoy - Felsefe evrensel, örnek
insana etik-ahlâk alaný içerisinde mi yer
vermiþtir? Etik alan bu arayýþ içerisinde
midir?
Kenan Gürsoy - Þöyle cevap vereyim.
Felsefe kendi disiplinlerinden biri olarak
insan felsefesi de yapar. Bu bir felsefe
disiplinidir. Felsefi antropoloji diyoruz.
Bir diðer taraftan da deminden beri
söylemeye çalýþtýðým etik konusu, yani
ahlâk sorumluluðunu gündeme getiren
bir ahlâk felsefesi ortaya çýkar. Ahlâk
felsefesi her zaman bunu böyle
söylemese de, temelde galiba insaný
kendi bireyselliðine mahkûm etmeksizin,
söz konusu birey dahi olsa geniþ manâda
evrenselliði arayan o insandan söz eder.
Nihal Gürsoy - Bizim toplumumuzda
Tasavvuf Düþüncesi evrensel birlik ve
bütünlük anlayýþý yönünde gösterdiði
hedefler bakýmýndan insanýmýza önemli
bir yol aldýrmýþ gözüküyor. Bu konudaki
görüþlerinizden yararlanabilir miyiz?
Kenan Gürsoy - Gerçi Tasavvuf,
bugün felsefe lisanýyla iþlenmiþ olsaydý
SEVGÝ DÜNYASI
pek çok bakýmdan, pek çok sorunumuzu
deðerlendirmek itibarýyla gerekli bir
gelenek olabilirdi. Doðru anlaþýlan bir
Tasavvuf anlayýþýnýn, doðru yaþanan bir
Tasavvuf uygulanýþýnýn, bugünün felsefeleri açýsýndan doðru iþlenmiþ bir
Tasavvuf sistemizasyonunun çok önemli
olduðunu ben de düþünüyorum. Ama
Tasavvufu dünyadan bir el etek çekme,
þahsiyeti bakýmýndan kendine
yabancýlaþma olarak deðil, tam tersi hayata katýlarak ortaya çýkartmak gerekir.
Bakýn þöyle anlatayým. Biraz evvel
evrenselleþmeden söz ederken þunu da
söyleyebilirdim. Her gelenek kendi
içinde kendinden hareketle evrenseli
yakalayabilmelidir. Her biri kendi içinde
saklý olan bir evrenselliði öteki insanlara
da açabilmeli ve de insanlarý doðru
algýlayabilmek için gündeme getirebilmelidir.
SEVGÝ DÜNYASI
Ýslâm dini açýsýndan Tasavvuf, özdeki
temel birlik akidesini iþlediði için tam bir
evrenselliði de dile getirir. Fakat bu
evrensellik kendisini bir genellik içinde
kaybeden evrensellik deðildir. Bu
evrensellik, özellikle iþte o gelenek
doðru takib edildiði zaman anlaþýlabilen
ve onun ruhuna intibak edildiði zaman
yaþanýlarak oluþturulan bir tavýrdýr.
Bunu önemsiyorum. Yani, her bir þahýs
nasýl kendinde diðer bütün insanlarla
buluþabilecek bir temel prensip
yakalayabiliyorsa; hem de ötekilerle bir
ve beraber olacak kadar, onlarýn kendinden yansýdýðýný farkedebilecek bir seviyeye gelebiliyorsa; ya da tersinden
söyleyeyim, nasýl her insan baþkalarýnda
kendisinin bir diðer yüzünü görebiliyorsa, ayný þeyi doðru ve iyi temellendirilmiþ dini geleneklerde de bulmak
mümkündür.
Ýþte Ýslâmiyet, kendisini Tasavvuf
üzerinden anladýðýnda bu temel evrensel
birlik ruhunu anlayabilir. Bu genelleþme
deðildir. Çünkü kendine has bir biçimi
vardýr. Ama bu, o biçimin içinde
bulunulduðu için kendisini farkeden bir
evrensel yapýdýr.
Nihal Gürsoy - Teþekkürler. Felsefe,
baþýndan bu yana sorguladýðý gerçeklerle
insanlýða en çok hangi alanda yol aldýrmýþtýr?
Kenan Gürsoy - Tabii ki ben, etik yani
ahlâk felsefesi çalýþan bir insan olarak;
ahlâki bilinç kazandýrmada felsefenin
rolü çok yüksektir diyebilirim. Evrensel
bir ahlâki tavýr kazandýrmasý bakýmýndan
felsefeye çok þey borçlu olduðumuz
muhakkak.
Ama felsefe, bilginin geliþim süreci
içinde her seferinde ona çok aziz bir dost
olarak refakat eden bir vezir konumundadýr. Her seferinde bilgiyi uyarýr,
37
her seferinde o bilginin kendisini doðru
metodolojilerle izleyebilmesi için ona
yol açar. Bir tür eleþtiri faaliyetini
sürdürür. Onu, diðer bilgilerle bütünlüðü
açýsýndan, o birlik bakýmýndan ele alýr ve
o bilginin etik anlamda kullanýlabilirliðinin saðlanabilmesi için de bir uyarýcý
rolündedir.
Nihal Gürsoy - Size göre, bugün
insanlýk en çok neyi sorgulamalýdýr?
Kenan Gürsoy - Bugün, insanlýðýn
etik farkýndalýða ulaþabilmesi adýna
onun, tarih içindeki rolünü sorgulamamýz
gerekiyor. Bunu sorgulama, ayný zamanda içinde yer aldýðý bütünü sorgulamaktýr; bütünün mahiyetini sorgulamaktýr. O
zaman insan içinde yer aldýðý bütünü
mahiyeti itibarýyla, sorunlarý itibarýyla,
sorumluluðu itibarýyla deðerlendirecektir.
Nihal Gürsoy - Siz, Galatasaray
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Dekanýsýnýz dolayýsýyla eðitimin ve öðretimin tam anlamýyla içindesiniz. Bilgi
Toplumuna doðru yol aldýðýmýz bu
süreçte eðitmensiz, öðretmensiz eðitimden sýkça söz ediliyor. Bu konuda ve bir
de eðitimin temel almasý gereken deðerler hakkýnda görüþlerinizi alabilir miyiz?
Kenan Gürsoy - Bir kere kazanýlan
hiçbir þeyi gereksiz görmemek lâzým.
Kazanýlan her þey üzerinden insanýn
insan olmak bakýmýndan kendi oluþumunu eleþtiri konusu yapmamýz lâzým.
Elbette bilgisayarlý eðitim, kýtalararasý
ekran aracýlýðýyla yaygýn eðitimden
bahsedilebilir. Fakat bunlara eðitimden
çok öðrenim demek daha uygundur.
Bilgi kelimesi eðer malûmat anlamýnda
kullanýlýyorsa, bu öðretim de iþte onun
gerçekleþtirildiði onun aktarýldýðý öðretimdir.
Fakat eðitim deyince ben bütün sorularýnýza verdiðim cevaplarda olduðu gibi
38
insaný gündemde tutmak istiyorum.
Eðitim, eðer insan içinse, onun insan
olmaklýðýna bir þeyler katmak içindir.
Eðitim, insaný insan kýlmak içindir. Bu
nedenle, insanýn yeryüzünde daha saðlam
durabilmesi için, geniþ çaplý bir eðitimden ve öðretimden bahsetmek gerekir.
Yani, bilgiler, bilimler edindiðimiz her
türlü kazanýmlarýn hepsi insaný insan kýlmak açýsýndan önemlidir. Bir makine
oluþturmuyoruz. Böyle bakýldýðýnda
hiçbir þekilde bilgi çaðýnýn gereklerini ve
onun imkânlarýný da gözardý etmeksizin
onlarýn kazandýracaðý her türlü imkâný da
benimseyerek ve kullanarak eðitim
yapýlabilmelidir. Ama þunu da belirtelim
ki, eðer eðitim insan olmak eðitimiyse
bunun kazanýlacaðý tek yer vardýr, o da
insandýr. Yani öðrenen, eðitilen kadar,
öðrenilen ve üzerinden eðitilen de,
yaþayan o insanýn kendisidir.
Öteki türlü yavaþ yavaþ vasýtalar ve
bahaneler olmaya baþlýyor. Fakat asýl
insanlýðýmýzý kazanacak olduðumuz o
yer bir insanýn þahsiyeti üzerinden onun
kendisini ortaya koymak adýna kullandýðý
mesleði, sanatý, felsefeyi, bilgiyi ve bilimi bulabilmektir.
O zaman, eðer gerçek mahiyetiyle
insan olmak için bir eðitim düþünüyor-
SEVGÝ DÜNYASI
sak, onu insandan almanýn dýþýnda daha
yüksek bir anlayýþ olamayacaktýr diye
düþünüyorum. Eðitimin de bunu gündemde tutmaya ihtiyacý var. Bütün
konuþtuklarýmýzý yeniden bir gözden
geçirdiðimizde öyle algýlýyoruz ki, temel
rolde insan var, insanýn kendisini kavramasý var ve insana insan olmasý bakýmýndan hizmet edip, onun kendisini kendisi
olarak iþleyebileceði bir durum oluþturmak var.
Eðitim de buna alet olursa, o zaman
gerçek mânâda eðitim olur. Kendi özgürlüðünü, kendi þahsiyetini, kendi
becerikliliðini, kendi sorumluluðunu
insana kazandýrmak lâzým. Ama bu nereden ve nasýl olacaktýr diye soracak olursanýz, ne olursa olsun bir insandan
geçerek yine insana akacaktýr.
Tasavvufun temele aldýðý o harikulâde
iletiþim, etkileþim, eðitim ifadesini bir
defa daha burada söyleyelim "insandan
insana sirayet".
Nihal Gürsoy - Teþekkür ediyorum
dergimiz, okuyucularýmýz ve kendi
adýma çok yararlý bir sohbet oldu.
Kenan Gürsoy - Ben de teþekkür ediyor, çalýþmalarýnýzda baþarýlar diliyorum.
Okuyucularýnýza da selâm ve sevgilerimi
iletiyorum buradan.
SEVGÝ DÜNYASI
39
ÇOCUKLARIN
GEÇMÝÞ YAÞAMLARI
Carol Bowman'ýn,
"Children's Past Lives"
Kitabýndan Çeviren: Nelda Bayraktar
Diðer Ýþaretler
Geçen ay Carol Bowman çocuklarýn geçmiþ yaþamlarýný çözebilmek için pratik bir
rehber sunmuþtu. Bildiðiniz gibi anne ve babalarýn en fazla zorlandýklarý konu çocuklarýnýn geçmiþ yaþam anýlarýný fantezilerden ayýrmaktý. Anne ve babalar çocuklarýný
herkesten fazla anlasalar da bunu ayýrt edebilmek için dört tane iþarete dikkat etmeleri
gerekiyordu. Carol Bowman, geçmiþ yaþam anýlarýnýn farklý bir kaynaktan çýktýklarý için
fantezilerden birçok yönüyle ayýrt edilebildiðini söylemiþ, fantezilerin aklýn oyunu olduklarýný ama geçmiþ yaþam anýlarýnýn ise gerçek yaþanmýþ olaylar olduklarýný vurgulamýþtý.
Bu nedenle dikkatli ve hassas bir gözlemcinin aradaki farký hemen kavrayabileceðine
dikkat çekmiþti.
Bowman, geçmiþ yaþam anýlarýnýn belki de bir düzineden fazla iþaretinin olabileceðini
keþfetmiþ ancak kolaylýk olsun diye bunlarý þu dört ana iþarette toplamýþtý :
1. Hakikat Tonu
2. Zaman içindeki tutarlýlýk
3. Anlattýklarýnýn yaþýnýn ve tecrübesinin üstünde olmasý
4. Paralel davranýþ kalýplarý ve özellikleri
Geçen ay bu iþaretlerden birincisine baþlamýþtýk. Bu ay konumuza kaldýðýmýz yerden
devam ediyoruz.
Çocuklardan birinin
annesi olan Charlotte dört
yaþýndaki oðlu Jerry'nin
geçmiþ yaþamýný
anlatýrken sesinin bambaþka bir tonu büründüðünü
söylemiþti. Jerry
arkadaþlarýyla birlikte
1945 yýlýnda öldüðünü
söylüyordu. Sesinde son
derece ciddi ve kederli bir
ton vardý. Charlotte oðlunun ses tonundaki bu ani
deðiþikliði kavramýþtý.
Jerry dört yaþýndaki bir
çocuk deðil de, daha da
yaþlý birisiymiþ gibi
konuþuyordu.
Ed Durbin'in üç yaþýndaki oðlu ise televizyonda
Abe Lincoln'ün resmini
görünce aniden Ýç Savaþ
hakkýnda konuþmaya
baþlamýþtý. Adeta büyük
bir insan gibi konuþuyordu. Esas ilginç olan ses
tonundaki derinlik deðil
konuþma tarzýydý. Çocuk,
bir asker olarak yaþadýðý
deneyimleri tüm gerçekliðiyle anlatýyordu.
Geçmiþ yaþamlarýný
aktaran çocuklarýn ruh
SEVGÝ DÜNYASI
40
halleri ciddi, mutlu, ilgili,
heyecanlý veya kederli
olabilir ama onlarýn ses
tonlarýnda daima kesin ve
kararlý olduklarýný belli
eden ifadeler yer alýr.
Böylece onlarýn þaka yapmadýklarýný anlarsýnýz.
Tiiu, kýzý Liia'nýn ses
tonunda heyecanlý bir
ifade sezmiþti. Liia annesine "Anne ben iþte burada öldüm" demiþti. Bunu
söylerken kederli veya
mutsuz deðildi ve bunu
doðal bir sonuç olarak
ortaya koymuþtu.
Hem bir çocuk psikologu hem de bir anne olan
Lisa, kýzý Courtney'nin
geçmiþ yaþam anýlarýný su
üzerine çýkarmasýyla birlikte bu tarz tespitlerde
ustalaþmýþtý. Lisa, geçmiþ
yaþam anýlarýnýn birer fantezi olmadýklarýný kýzýnýn
ses tonundaki kararlýlýktan
anlayabildiðini söylemiþti.
Lisa bana þunlarý anlatmýþtý: "Hem bir danýþman
hem de bir öðretmen
olarak þunu söyleyebilirim
ki, çocuklar hikâyeler
uydurduklarýnda benden
kendilerine gülmemi beklerler. Çünkü bu tarz
hikayeler anlatan çocuklarýn seyirciye ihtiyaçlarý
vardýr. Bu nedenle de fanteziler onlar için interaktif
bir iletiþim þeklidir.
"Ancak Courtney
geçmiþ yaþam anýlarýný
anlatmaya baþladýðýnda
interaktif bir iletiþim kurmuyor. Cümleler söylüyor
ve buna tepki vermesem
bile konuþmasýna devam
ediyordu."
Çocuklar geçmiþ yaþam
anýlarýný doðal bir þeymiþ
gibi anlatýrlar. Bunun sebebi hatýrladýklarý þeyleri
size aktarmalarýdýr. Bu
aynen geçen hafta ya da
geçen ay yaþadýklarý bir
þeyi size anlatmalarýna
benzer. Size anlattýklarý
olaylar geçen yýl kutladýklarý doðum günü partisi
kadar gerçek ve canlýdýr
onlar için.
Çocuklar geçmiþ yaþam
anýlarýný anlatmaya
baþladýklarýnda sadece
sesleri deðil görünüþleri
de farklýlýk gösterir.
Örneðin yüz ifadeleri
farklýlaþýr, bazen çocuðun
yüzüne olaðanüstü bir
huzur ve dinginlik ifadesi
yerleþir, yüzleri parlar.
Çocuklarýndaki bu yüz
ifadelerini tespit etmek
anneler için kolaydýr. Çocuklar anlatacaklarý þeyi
bitirdiklerinde ise hemen
normale dönerler. Geçiþleri son derece hýzlý olur.
Hemen oynamaya, dans
etmeye veya baþka bir
þeyle uðraþmaya baþlarlar.
Sanki hiç bir þey olmamýþ
gibi iki ve üç yaþýndaki
hallerine geri dönerler.
Çocuklarýnýz geçmiþ
yaþam anýlarýný anlatmaya
baþladýklarýnda onlarýn
farklý bir enerji alanýna
girdikleri fark eder siz de
bu alanýn bir parçasý
haline gelirsiniz. Öyle ki
bedeniniz karýncalanmaya
ve iðnelenmeye baþlar.
Bedeninize enerji dolar.
Hatýrlayacaðýnýz gibi
çocuklarýma regresyon
denemesi yaptýðýmda ben
de ayný þeyleri hissetmiþtim. Peki bunun anlamý
nedir? Sanýrým, çocuk
geçmiþ yaþamýný hatýrladýðýnda farklý bir bilinç
haline girmekte bu da çocuðun çevresinde bulunan
enerji alanýnda bir deðiþiklik meydana getirmektedir. Çocuðun anlattýðý
hikayeyi can kulaðýmýzla
dinlediðimizde ve onun
bir parçasý olduðumuzda,
biz de enerji alanýnda
meydana gelen bu deðiþime tepki vermiþ oluruz.
ÝKÝNCÝ ÝÞARET
Zaman Ýçindeki
Tutarlýlýk
Çocuklarýn anlattýklarý
hikâyelerin gerçekten
geçmiþ yaþam anýlarý
olup-olmadýðýnýn ikinci
iþareti zaman içindeki
tutarlýlýklarýdýr. Çocuklar
geçmiþ yaþamlarýna ait bir
anýyý belli bir süre boyunca (haftalarca, aylarca ve
yýllarca) en ufak bir
deðiþiklik yapmadan
defalarca anlatýrlar.
Zaman içindeki bu
tutarlýlýk da geçmiþ yaþam
anýsýyla fantezi arasýndaki
farký belirler. Fanteziler
bir süre sonra ayný þekilde
tekrar edilmezler.
Fanteziler çocuðun hayal
gücünün ürünü olduklarýndan dolayý, deðiþe-
SEVGÝ DÜNYASI
bilirler veya tümüyle
unutulabilirler.
Victoria Bragg, dört
yaþýndaki Mark'la karþýlaþtýðýnda bir ana okulunda çalýþýyordu. Mark önceki hayatýnda Victoria ile
evli olduðunu söylüyordu.
Bu hikâyeyi bir kaç hafta
boyunca dört kez anlatmýþtý.
Victoria bu olayý þöyle
nakletti:
"Babam bir rahip
olduðundan dolayý
Kilisede büyüdüm sayýlýr.
Farklý yaþ gruplarýnda pek
çok çocuða öðretmenlik
yaptým. Çocuklarýn
hikâyeler uydurduklarýný
ama bunlarý hemen unuttuklarýný iyi bilirim. Bu
hikâyeler onlarýn hayal
gücünün ürünü olduklarýndan dolayý zaman içinde
tutarlý olmalarý imkansýzdýr.
"Ancak Mark'ýn anlattýklarý tümüyle tutarlýydý
çünkü hep ayný hikayeyi
en ince ayrýntýsýna kadar
anlatýyordu. Bana anlattýklarýnýn aynýsýný annesine
de anlatýyordu.
"Mark geçmiþ hayatýnda
önce benim öldüðümü
söylüyor ancak bu olayla
ilgili herhangi bir heyecan
ya da keder ifadesi
taþýmýyordu. Ona her
seferinde: "Bu olay ne
zaman oldu?" þeklinde
sorular yönelttiðimde
morali bozuluyor ve bana
"Sana söylemiþtim ya!"
diyordu."
ÜÇÜNCÜ ÝÞARET
41
Çocuðun Anlattýklarýnýn
Yaþýnýn ve Tecrübesinin
Üzerinde Olmasý
Küçük çocuðunuzun
henüz öðrenmediði konular hakkýnda konuþtuðunu
iþittiðinizde onun geçmiþ
yaþam anýlarýný anlattýðýný
anlayabilirsiniz.
Çocuðunuzun yaþamýþ
olduðu deneyimleri en iyi
siz bildiðinize göre bu
konuda rahatlýkla karar
verebilirsiniz.
Çocuðunuz çok küçük
ise bunu bilmek daha da
kolaylaþýr çünkü yaþadýðý
tecrübeler zaten azdýr. Ancak okula giden çocuklarýnýz için bu o kadar kolay
olmayabilir. Böyle bir durumda sezgilerinize güvenmeniz gerekir. Çocuðunuzun geçmiþ yaþamýndan anýlar aktardýðýndan
þüphe ettiðinizde ona:
"Bunu nereden biliyorsun?" tarzýnda sorular sorarak bir yere varmaya
çalýþýn, bu þekilde kendilerini size açabilirler.
Gümüþ Diþ
Illinois'nin kýrsal kesiminde yaþayan Karen
Greene, kýzý Lauren'i diþ
hekiminden almýþ evlerine
doðru dönüyorlardý.
Karen Greene yaþadýðý
deneyimi þöyle anlattý:
"Arka diþlerine gümüþ
kaplamalar konulan
Lauren diþçinin koltuðunda gayet uslu bir þekilde
oturmuþ, hiç aðlamamýþ
ve hatta diþçiye yardým
bile etmiþti. Eve dönerken
sesindeki ciddi ses tonuyla: "Diþimde gümüþ olsun
istemiyorum çünkü birlikte öldüðümüzde kötü
adamlar gümüþ diþlerimizi
sökmüþlerdi" dedi.
"Bunu söyler söylemez
de kalbim yerinden çýkacakmýþ gibi vahþice çarpmaya, bedenim ise titremeye baþladý. Öyle ki,
herhangi bir kazaya meydan vermemek için,
arabayý yolun kenarýna
çekmek zorunda kaldým.
Biz Yahudi olduðumuzdan
dolayý kýzýmýn Soykýrýmla
ilgili konuþtuðunu hemen
anlamýþtým. Çünkü
Naziler ölen Yahudiler'in
gümüþ ve altýn diþlerini
çýkarmýþlardý. Bu nedenle
kýzýmýn asla þaka yapmadýðýný anlamýþtým.
"Lauren bunlarý sesinde
en ufak bir korku duygusu
olmaksýzýn anlatmýþtý.
Gümüþ diþleri istemediðini söylerken herhangi bir
protesto eylemi de ortaya
koymamýþtý. Lauren'in bu
konuda bilgi sahibi olmasý
imkansýzdý. Soykýrýmý
bilen oðlum bile diþlerin
sökülmesiyle ilgili ayrýntýyý bilmiyordu. Onlarý
korkutmak istemediðimden dolayý onlara daha
önce bu konuda herhangi
bir þey okumamýþtým. Ýþte
tam o an Lauren'e karþý
içimde büyük bir sevgi
hissettim çünkü anlattýðý
her þeye kesinlikle inanmýþtým." Gelecek ay:
Konumuza kaldýðýmýz
yerden devam edeceðiz.
42
SEVGÝ DÜNYASI
Aydýnlanma Yolunda Ýnsan
Doç. Dr. Haluk Berkmen
1352-1429 yýllarý arasýnda yaþamýþ
olan Ankaralý Hacý Bayram Veli, bir
Anadolu bilgesi ve þairidir. Ýnsanýn
olmuþ bitmiþ bir varlýk olmadýðýný ve
kendisini inþa ederek geliþtirmesi gerektiðini savunmuþ olan bir tasavvuf ehlidir.
Kendisi döneminin önemli bir kiþisi ve
hocasý olduðundan, Sultan II. Murat
onun öðrencilerini askerlik görevinden
muaf tutarmýþ. Bu þiirinde, bu bilge kiþi
insaný bakýn nasýl tanýmlýyor:
Çalabým bir þâr yaratmýþ, iki cihan aresinde
Bakýcak didar görünür, ol þârýn kenaresinde.
Çalap=Tanrý ve þâr=þehir olduðuna
göre Tanrý insaný iki cihan arasýnda, fizik
ile metafiziðin ufkunda bir þehir olarak
SEVGÝ DÜNYASI
yaratmýþtýr. Bu þehrin kenarýna
bakýldýðýnda Tanrý'nýn güzel yüzü
görünür. Bu ifadede ilginç olan insana
doðrudan deðil, odaklanmadan, sezgiyle
bakýldýðýnda Tanrý'nýn güzel yüzünün
belirginleþtiðidir. Aslýnda "güzel yüz"
sözü ile iþaret ettiði Allah'ýn güzel isimleri, yani Esma-ül Hüsna'dýr.
Nâgehan, ol þâre vardým, ol þarý yapýlýr gördüm
Ben dahi Bir'e yapýldým, taþ-ü toprak aresinde.
Nagehan=ansýzýn, o þehre gittim ve
þehrin inþa halinde olduðunu gördüm.
Yani, insan olmuþ bitmiþ bir yapý
deðildir. Sürekli dönüþür ve hem inþa
edilir hem de kendini inþa eder. Dönüþen
ve oluþan sadece bedeni deðil ayný
zamanda tinidir (ruhudur). Ýnsanýn
bedeni her ne kadar taþ ve topraktaki
minerallerden oluþmuþ olsa da, asýl özü
Tanrýnýn birliðidir. Bu ifadede Muhiddin
Ýbn-ül Arabi'nin Vahdet-i Vücûd (varlýðýn
tekliði) felsefesi de bulunmaktadýr.
Ol þârdan oklar atýlýr, gelir ciðere batýlýr
Arifler sözü satýlýr, ol þârýn pazaresinde.
Ýnsan denen kale gibi korunaklý þehirden oklar atýlýr. Atýlan oklar burada bir
benzetme (mecaz) olup, yaralayýcý ve
kýrýcý sözler kastedilmektedir. Bu bakýmdan, bu sözler insanýn ciðerine batar.
Kendini koruma gayreti içinde olan
insaný çepeçevre duvarlarla korunan bir
kaleye benzetiyor. Fakat, bu kalenin
içinde kurulan Pazar yerinde arif kiþilerin
sözleri satýþa hazýr sunulmuþ durumdadýr.
Ýsteyen onlara talip olup onlarý satýn alabilir. Burada sözü edilen satýþ para
karþýlýðý olmayýp, bilginin elde edilmesi
43
için gerekli olan emek ve çabaya iþaret
etmektedir.
Þakirtleri taþ yontarlar, yontup üstâda sunarlar
Çalabýn ismin anarlar, ol taþýn her paresinde.
Þakirtler=çýraklar taþ yontarlar diyor.
Burada kastedilen taþ insanýn alt benlik
boyutudur. Katý bir taþa benzeyen nefs-i
emmare'nin yontulup güzel bir heykele
dönüþmesi esas amacý oluþturur. Ancak,
bu gayeye doðru yaklaþýlýp yaklaþýlmadýðýný saptayacak olan çýrak olan,
mürid deðil, usta olan mürþittir. Benliðin
yontulup güzelleþmesi için insanýn sürekli Tanrý'yý anmasý ve hatýrlayýp zikretmesi
gerekir.
Bu sözü arifler anlar, cahiller bilmeyip tanlar
Hacý Bayram kendi banglar,
ol þârýn minaresinde.
Hatýrlayýp anma olayýnýn önemini
cahiller bilmeyip kötülerler. Tanlamak =
kötülemek ve Banglamak = baðýrmak,
seslenmek olduðu ve minareden insanlar
ibadete çaðrýldýklarýna göre, Hacý
Bayram Veli'nin yaptýðý, insanlarý ibadete
(güzel eylemlere) davet etmektir. Þârýn
minaresi ayný zamanda þehrin en yüksek
noktasý olduðundan, insanýn ulaþacaðý en
yüksek benlik katý olan Ýnsan-ý Kâmil
mertebesini simgeliyor. Hacý Bayram
Veli, bu yüksek benlik katýndan insanlara
seslendiði için onun sözlerinin gizli
anlamý sadece ârif olanlara açýktýr.
Günümüzde Hacý Bayram Veli gibi bilgeleri bulmak oldukça zordur. Çünkü bu
bilge kiþiler gerçek doðalarýný gizlemeyi
tercih ederler. Onlar sýrlý kiþilerdir.
Ortalýkta dolanmazlar ama þiirleri ve
44
bilge sözleri ile hepimize aydýnlýk yolu
göstermekten de geri kalmazlar.
Aydýnlanma arayan kiþilere Gautama
Buda þu ifade ile yol gösteriyor:
"Yalnýzca ve yalnýzca kendini adama
yoluyla hakikatin farkýndalýðýna
eriþilebilir".
Kendini aydýnlanma yoluna adamýþ
olan insan bir gönül yolu seçer. Gönül
mutluluðuna ve sezgi açýlýmýna neden
olmayan yol bilgelik yolu olamaz. Gönül
yoluna girenlerde görülen iki önemli
özellikten biri cesaret, diðeri alçak
gönüllülüktür. Aydýnlanmak isteyen bir
genç bilge mürþide sormuþ:
"Aydýnlanmaya ulaþabilmem için kaç yýl
gerekir?" Usta: "Yirmi yýl" demiþ. "Ya
çok çalýþýr çok gayret edersem kaç yýl
gerekir?" diye yeniden sorunca usta:
"Otuz yýl" demiþ. Demek ki, bu aydýnlanma durumu ne çok çalýþma ile ne de
büyük emek sarf ederek elde edilebilir.
Aydýnlanma denebilecek olan bu bilinç
düzeyi, sabýr ve cesaretle, nefsin emir ve
isteklerini kontrol ederek, bir meyvenin
olgunlaþmasý gibi olgunlaþmayý bekleyerek ve hiç beklenmedik bir anda ani bir
sýçrama þeklinde aydýnlanmanýn gerçekleþeceðine inanarak bu gönül yolunda
ilerlemenin sonucunda gerçekleþir. Bu
ani deðiþimin bir kritik birikim sonucu
oluþmuþ olduðunu da söylemek mümkündür. Sonuçta izlenecek olan gönül
yolu dýþta deðil içtedir. Ýçsel denge ve
olgunluða ulaþmýþ nefs "Kemale Ermiþ",
yetiþkin kiþi olarak kendini tanýmýþ, hem
kendine hem de çevresine hayýrlý olmayý
baþarmýþ insandýr. Bu yaklaþýmda teklik
felsefesi bulunmakta ve iç ile dýþýn
SEVGÝ DÜNYASI
bütünsel bir teklik oluþturduðunu,
içimizde ne varsa dýþýmýzda da onu göreceðimizi ifade etmektedir. Bu düzeye
ulaþmýþ kiþi hakikate "yakîn" olduðundan
yabancýlaþma duygusundan tümüyle kurtulmuþ olarak yaþamýný sürdürür.
Yakîn sözü süphe içermeyen bilgi için
kullanýlýr. Bilge kiþiler üç tür yakîn'den
söz ederler. 1. Ýlmel yakîn, 2. Aynel
yakîn ve 3. Hakkel yakîn. Ýlmel yakin
hem akýl ve mantýðýmýzla hem de hayat
tecrübemizle ulaþtýðýmýz bilgiler için
söylenir. Ýlimin bilimden daha ileri
bütünsel bir bakýþ içerdiðini belirtmek
isterim. Ancak yine de bakýþta varsayýmlar ve nakli kabuller bulunmaktadýr. Ayn
sözü Arapça göz demek olduðundan
Aynel Yakin, gözle görülecek kadar
yakýn olan bir hakikati ifade eder. Artýk
varsayýmlar ve inançlarýn yerini bizzat
þahit olmak ve deneyimlemiþ olmak
gerekmektedir. Üçüncü ve en ileri boyuttaki bilgi olan Hakkel Yakin durumunda
kiþi tanrýsal gerçeklikle bütünleþmiþ ve
hakkýn zatýnda yok olmuþ olan insandýr.
Bu duruma "fenafillah" veya Budist
görüþünde "nirvana" adý verilmektedir.
Fenâ sözü yok olmak anlamýna gelir.
Bizim gündelik dilimizde ise "kötü"
anlamýnda kullanýlmaktadýr. Oysaki
Allah boyutunda yok olmak öyle her
isteyenin ulaþabileceði bir mertebe
deðildir. Bunun için bir ömür boyu bu
yolda birçok sýnavlardan geçmek ve
birçok fedakârlýklarda bulunmak gerekir.
Aslýnda karþýlaþtýðýmýz her olay bir
sýnavdýr. Gündelik hayatýmýzda sürekli
kararlar alýyoruz ve dýþ etkilere tepkiler
veriyoruz. Aldýðýmýz kararlarýn ve
verdiðimiz tepkilerin ne tür sonuçlara yol
SEVGÝ DÜNYASI
açacaðýný da çoðu zaman hiç sorgulamýyoruz. Bilge kiþi için karþýlaþtýðý her olay
veya durum geçilmesi gereken bir sýnav
özelliði taþýr. Yani, bizlerin kendimize
sürekli sormamýz gereken soru þudur:
"Acaba ben bu sýnavý baþarý ile geçtim
mi?". Çünkü sýnavý geçmezsek ayný
sýnav farklý gibi görünen fakat aslýnda
ayný olan bir diðer sýnav þeklinde
karþýmýza çýkacaktýr.
Amaç, hayatýmýzý istediðimiz gibi
þekillendirmekten çok, kendi hayrýmýza
olduðu kadar bütünün hayrýna olan
davranýþlarý ve tercihleri yapabilmektir.
Çünkü, sadece kendi isteklerimizi ön
planda tutarsak çýkarcý bir toplum oluþur
ve sen ben kavgasý sürer gider. Oysa ki
her durumda "Bu seçeneðimle sadece
kendimi mi düþünüyorum? Yoksa hem
kendimi hem de toplumun genel çýkarýný
mý düþünüyorum?" sorusunu sorabilmek
gerekir. Kendi çýkarýmýzý hiçe saymamýz
mümkün olmasa da toplumun genel
çýkarýna ters düþen davranýþlardan kaçýnmak bir ahlâk ve bilgelik düzeyi gerektirir. Bu bilgeliði ve genel toplum
ahlâkýný aileler ve okullar çocuklara
yeterince aþýlayabiliyorlar mý? Kanýmca,
asýl sorulmasý gereken ve üzerinde
durulup çareler aranmasý gereken soru
budur.
Eðer toplumda bu tür "Sosyal Ahlâk"
eðitimi ihmal edilirse zaman içinde
yozlaþma artar ve dengesiz, hasta bir
toplum oluþur. Sosyal Ahlâk'tan kasýt,
toplum içinde yaþayan her ferdin tek bir
birey olmadýðý bilinci içinde, diðer her
ferde karþý saygýlý, sorumlu, disiplinli ve
hoþgörülü davranmasýdýr. Sosyal Ahlâk
45
deðerleri güçlü olan bir toplum, saðlýklý
bir þekilde yaþamaya devam eder ve
dünyada saygýn bir yer sahibi olur.
Sosyal ahlâký bir dýþ davranýþ þekli
olarak yorumlamamak gerekir. Sosyal
ahlâk sorumluluk ve katýlýmcýlýk da
gerektirir. Olaylara seyirci kalmakla
deðil, katýlmakla ve bütünsel bir enerji
alaný yaratmakla dönüþüm saðlanabilir.
Bunun için de fertlerin topluca belli bir
bilgelik düzeyine ulaþmalarýnda yarar
vardýr.
Bilgelik dendiðinde, bilgiden öte bir
farkýndalýk boyutu ve uygulamada güzellik kast edilmektedir. Zaten hayr sözü
iyilik ve güzellik anlamlarýný da içerir.
Eskiler eylem yaptýklarýnda "Hayr-hasenat"sözünü kullanýrlar, iyilik ve güzellik
içeren davranýþlarý tercih ederlerdi.
Hasenat sözü güzellik demek olan "hüsn"
sözünün çoðuludur ve her seçimimizde
iyiliðin ve güzelliðin de gözetilmesi
gerekir. Bu sözle ayný zamanda kastedilen anlam insanýn yaptýklarý ile övünmemesi ve egosuna gereðinden fazla
önem vermemesidir. Her insanda bir
miktar ego vardýr çünkü ego bizim
yaþamýmýzý sürdürmemiz için gerekli
olan korunma mekanizmalarýný içerir.
Ancak, egoya fazla düþkün olup aþýrý
önem verenler bencil bir girdabýn içine
düþerler ve yaþamlarýnda sürekli geçici
tatminler peþinde koþarlar. O zaman da
karþýlaþtýklarý sýnavlardan kalýrlar. Yani,
ayný tür benzer sýnavlar yaþamlarý boyunca karþýlarýna çýkar. Ýnsan bir kere bir
sýnavdan geçerse o sýnav bir daha karþýsýna çýkmaz. Artýk, ayný tür zorluklarla ve
engellerle de karþýlaþmazlar. Çünkü iç ile
dýþ arasýnda kesin bir ayýrým yoktur.
SEVGÝ DÜNYASI
46
Eski Gün Iþýðýnýn Son Saatleri
Yazar: Thom Hartman Çeviren: Arýn Ýnan
Ponzi Düzeni
Ponzi düzeni ortada yaþamý devam ettirecek hiç bir þey kalmadýðý güne kadar
her þeyin herkes için çok iyi gittiði bir
düzendir. Bu sürecin sonunda sistem
yýkýlýr. Ponzi düzeninin adý, yaptýklarýyla
herkesi büyülediði kadar herkese ibret
olan bir Amerikalý giriþimciden gelir.
1917 yýlýnda Charles A. Ponzi, Florida'da boyacýlýkla uðraþan gezici bir
adamdý. Birinci Dünya Savaþý henüz
sona erdiðinden dolayý Avrupa'nýn
finansal sistemleri ayak sürüyordu. Savaþ
sonrasýnda meydana gelen finansal karmaþadan kendisine bir pay çýkarma fýrsatý sezinleyen Ponzi, binlerce kiþinin
hayatýný mahveden ancak kendisini bir
milyonere dönüþtüren bir fikri uygulamaya soktu.
Ponzi, 1919'larýn sonunda Boston'a
taþýnarak Pie Alley'de kendisine bir ofis
açtý ve kurduðu þirkete "The Securities
Exchange Company" adýný verdi.
SEVGÝ DÜNYASI
Ponzi'nin kurduðu þirket, Fransa ve
Almanya'da çýkan cevaplý posta kuponlarýný (o zamanlar bunlar deðerlerinin
çok altýndaydý) satýn almak ve bunlarý
Amerikan dolarý üzerinden Amerika
Birleþik Devletleri sýnýrlarý içinde satmak
ve böylece çökmüþ Fransýz ve Alman
ekonomilerinin paralarýnýn deðeriyle
Dolar arasýndaki deðeri yansýtan bir kâr
elde etmek üzere kurulmuþtu. (O sýrada
Avrupa'da yaklaþýk 1 sent bedelle alýnabilen cevaplý posta kuponu ABD'de 6
tane 1 sentlik pulla deðiþtirilebilmekteydi. Bu, cevaplý posta kuponunu ucuz
olduðu ülkede alýp pahalý olduðu ülkede
bozdurmaktan ibaret bir tür döviz ticareti
olarak görülebilir. O sýrada Avrupa dövizlerinin çökmüþ olmasý, posta fiyatlarýnýn ise yeni duruma göre düzenlenmemiþ
olmasý dolayýsýyla bu gerçektir.)
Aslýnda böylesine bir düzen imkânsýzdý
ancak Ponzi ve ona ilk para yatýranlar
bundan büyük bir servet elde ettiler.
Ponzi yatýrýlan paranýn karþýlýðýnda
sadece 45 gün içinde %50 faiz geliri vaat
47
ettiðinden dolayý Boston'da yaþayan
40.000 kiþi tasarruflarýný ona yönlendirmiþti. Ona ilk para yatýran bir kaç bin
kiþi çok zengin olduðundan dolayý Ponzi
de onlara vermiþ olduðu sözü tutmuþ
oldu. Ancak daha sonra Ponzi faizleri
ödeyebilmek için yeni yatýrýmcýlarýn paralarýný kullanmaya baþladý. Ponzi'ye ilk
para yatýranlar çevrelerindeki kiþilere ne
kadar hýzlý bir þekilde zengin olduklarýný
anlatmaya baþladýklarýnda haber her yana
kýsa bir sürede yayýldý. Pie Alley'deki
ofiste çalýþan düzinelerce eleman dev para stoklarýný sayabilmek için geceleri de
mesai yapmaya baþladýlar. Böylece altý
ay içersinde 15 milyon dolar topladýlar.
Ponzi, baþarýlý giriþiminin baþ döndürücü günlerinde kendisiyle yapýlan bir
röportaj sayesinde yaþayan en büyük
Ýtalyan diye anýlmaya baþlandý. Kendisiyle röportaj yapan gazeteciye kendisine bu ismi taktýðýndan dolayý tevazuyla: "Hayýr yanýlýyorsunuz. Benden daha
büyükleri var. Örneðin Amerika'yý keþfeden Kristof Kolomb ve radyoyu icat eden
Marconi" diye cevap verdi.
Daha sonra hakkýnda çýkan olumsuz
haberlerle Ponzi'ye para yatýranlar azalmaya baþladý. Sisteme yeni para
girmediði için ilk yatýrýmcýlarýnýn faizlerini ödeyemedi ve böylece de elindeki
paralarla birlikte kayýplara karýþtý.
Benzer bir olay da 1996 yýlýnda
Albania'da meydana geldi. Bu da en az
Ponzi olayý kadar vahimdi ve eyaletin
hükümeti neredeyse düþme noktasýna
geldi. Bu olayda da Albania eyaletinde
yaþayan insanlarýn çeyreðinden fazlasý
tüm tasarruflarýný yerel bir organize
örgüte kaptýrmýþlardý. Hükümet üyeleri
serbest piyasada bu tarz hareketlerin ola-
48
bileceðini savunduklarýndan dolayý hiç
bir önlem almamýþlardý. Hükümetin tek
hedefi kapitalizmi yaþatmaktý. Bu olayýn
sonucunda Albania eyaletinin vatandaþlarý yatýrdýklarý paranýn bir kuruþunu
bile geri alamadýlar.
FOSÝL YAKITLARIMIZ DA
BÝR PONZÝ DÜZENÝ MÝ
YARATACAK?
Dünyamýz da fosil yakýtlar olarak depolanmýþ enerjiyi sürekli olarak kullanýyor ve tüketiyor. Öyleyse dünyamýz da
týpký bir Ponzi düzeni gibi mi veya daha önce sözünü ettiðimi yazýlým þirketi gibi mi iþliyor acaba? Sanýrým daha çok yazýlým þirketi gibi iþliyor ama Ponzi düzenine benzer taraflarý yok deðil.
Yeryüzü kýsýtlý miktarda fosil
yakýtlara sahiptir. Tam kapasitenin ne olduðu konusunda
farklý görüþler olsa bile hiç
kimse bu yakýtlarýn sonsuza
kadar yeteceðine inanmamaktadýr. Biz insanlar bu yakýtlarý
artan nüfusu destekleyebilmek
için kullandýk.
Peki ya bu yakýtlar biterse ne
yapacaðýz?
Yeryüzünün bereketli olduðu zamanlarda çeklerini eksiksiz alanlar yaþama
þanslarýnýn gayet yüksek olduðunu
zannedebilirler. Her hangi bir nükleer
savaþ veya yeryüzünün tamamýný etkileyecek düzeyde bir salgýn hastalýk baþ
göstermediði sürece bu kiþiler haklý olabilirler. Ancak esas þanssýz olanlar geriye
kalan gýdaya ve enerjiye muhtaç olanlardýr.
SEVGÝ DÜNYASI
Hatýrlayacaðýnýz gibi yazýlým þirketindekiler de hayatlarýný devam ettirebilmek için baþka bir iþin arayýþýna girmiþlerdi. Ancak dünyamýzda petrol bitmeye yüz tuttuðunda, kapýlarý kapayýp da
baþka bir enerji kaynaðýna gidemeyiz.
Tarihin binlerce yýlý boyunca yakýt
azalmaya baþladýðýnda savaþlarýn patlak
verdiðini çok iyi tecrübe etmiþizdir.
Yeni enerji kaynaklarý ise daha henüz
geliþtirilmemiþtir.
Ancak, fosil olmayan enerji kaynaklarý
da vardýr ve bunlarýn kullanýmý ise gittikçe yaygýnlaþmaktadýr. Ne yazýk ki
Pulitzer ödülü sahibi Ross Gelbspan
(1997 yýlýnda yazdýðý bir kitapta)
Amerikan petrolü ve kömür endüstrisinin
bu yeni teknolojilerin geliþmelerini baltaladýklarýný söylemiþtir.
Gelbspan'ýn açýkça gösterdiði gibi,
alternatif enerji kaynaklarýmýzý geniþletmemiz gerekmektedir ki gelecekte
çocuklarýmýz yaþayabilsinler.
(Gelecek ay: Konumuza "Eski
Hastalýklar Yeniden Ortaya Çýkýyorlar"
baþlýðýyla devam edeceðiz)
“Lütfen Yeni Yýlda
Aboneliðinizi
Yenilemeyi
Unutmayýnýz!..”
Deðerli
Okuyucularýmýz
Sevgi Dünyasý Dergimiz
Haziran 2007 tarihinden
baþlamak üzere yalnýzca
abonelerimize ulaþmaktadýr.
Bizlerle olmaya devam etmek istiyorsanýz,
Oba Sok. Sýlla Ap. No: 7/1 Cihangir/Ýstanbul adresine mektupla
veya Haberleþme Sorumlusu ve Okur/Abone Ýliþkileri:
Kazým Erdemoðlu’na (0212) 252 85 85 no’lu telefonla, (0212)
249 18 28 no’lu faxla abone adresinizi bildirmenizi rica ederiz.
En içten sevgilerimizle
Sevgi Dünyasý
Adý, Soyadý:
Adres:
Posta Kodu:
Ýlçe:
Ýl:
Tel:
Abone ücreti:
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
.....................................................
Yurt içi (40 YTL)
................
Yurt dýþý (50 YTL)
................
Posta Çeki No: 385999 (Sevgi Yayýnlarý)

Benzer belgeler

2008 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar

2008 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda Bir Tartýþma - II .................................... 2 Dr. Refet Kayserilioðlu

Detaylı

2009 Mayıs Sayı - xn--sevgiyaynlar

2009 Mayıs Sayı - xn--sevgiyaynlar Allah’ýn Varlýðý Hakkýnda Bir Tartýþma - II .................................... 2 Dr. Refet Kayserilioðlu

Detaylı

2007 Haziran Sayı - xn--sevgiyaynlar

2007 Haziran Sayı - xn--sevgiyaynlar Aydýnlanma Yolunda Ýnsan ............... 42 Doç. Dr. Halûk Berkmen

Detaylı

2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar

2009 Eylül Sayı - xn--sevgiyaynlar Tonguç Hakkýnda - 2 ........................ 14 Yalçýn Kaya

Detaylı