Bu yayını PDF olarak indirin
Transkript
Bu yayını PDF olarak indirin
C M Y CM MY CY CMY K INDEKS Şubat / 2014 MÜZİK 12-13-14-16 RÖPORTAJ 22-23-24-26 2 BİYOGRAFİ GEZİ 1 SPOR 41-42-44-45 50-51-52-54-55 EDEBİYAT 62-63 SAĞLIK 56-58 Irmak Cali Şubat 2014 TARİH 46-48 3 BAŞYAZI Şubat/ 2014 Kışın son demini yaşadığımız bu günlerde bahar kendini hissettirmeye başladı. İstikrarsız havalar ise yolda. Kışın beraberinde getirdiği kapalı ruh hali yavaş yavaş terk edecek bünyelerimizi. Pamukkale Ailesi olarak daha fazla yolcumuza hizmet vereceğimiz İlkbahar-Yaz sezonu hazırlıklarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Sektörümüzde yüksek sezon olarak adlandırılan bu dönem için yeni proje çalışmalarımız şimdiden bizi heyecanlandırmış durumda. Yakın zamanda bu yeniliklerimizi sizinle paylaşıyor olmaktan mutluluk duyacağız. Hep tartışılmıştır Sevgililer Günü. Kutlanmalı mı, aslında her gün sevgililer günü müdür? Bu tartışmaların uzağında durarak, peronlarda gözlemlediğimiz kavuşma sahneleri hep yüzümüzü gülümsetmiştir. Ellerinde çiçeklerle dakikalarca otobüs bekleyen, sevgilisine farklı sürprizler yapan, sürekli otobüs ne zaman gelecek sorularını sorarak sevgilisinin yolunu gözleyen yolcularımızı izlemek işimizin en keyifli yanlarından biridir. Bu güzellikleri yaşıyor olmak “iyi ki bu işi yapıyoruz” dedirtiyor bize. Bu Sevgililer Günü’nde de sevenleri kavuşturmanın mutluluğunu yaşayacağız. Hiç de kolay iş değil öğrencilik. Kahvenin en büyük dost olduğu, uykuyla kıyasıya mücadeleye girilen vize ve final dönemleri… Bir yandan gelecek kaygısı, diğer yandan okulu bir an önce bitirmemizi öğütleyen ailelerimizin baskısı… Bununla birlikte en keyifli yaşlarımızda en sıkı dostlukların, en güzel tecrübelerin ve anıların yaşandığı dönemdir öğrencilik. Ne uzun ne kısa sayılacak sömestr tatilinin ardından başlayan bahar döneminde başarılar sizinle olsun. Herkese mutlu bir şubat ayı dilerim. 4 MODA HABER Şubat / 2014 Ocak ayında gerçekleşen 2014 Paris Haute Cou- ture moda haftası yine herkesi büyüledi. 2014 ilkbahar/yaz koleksiyonlarını sunan birçok tasarımcı kreasyonlarını moda severlerle buluşturdu. Bu yılki açılışını Atelier Versace ile yapan moda haftası, payetleri, işlemeler ve muhteşem kumaşlarla gü- zel bir başlangıç yaptı. Defilede mor, turuncu ve yeşil tonları dikkat çekerken kapüşonlu tasarımlar da ilgi odağı oldu. Atelier VERSACE Chanel defilesi de dikkat çeken defileler arasındaydı. Karl Lagerfeld tarafından hazırlanan koleksiyon “Sport Couture” ü tanımlar nitelik- teydi. Beyaz, gri, toz pembe, ve lila tonlarının hakim olduğu koleksiyonda, ışıltılı sneakerlar, dizlik ve “freebag” bel çantaları Haute Couture modasına yeni bir sportif soluk geCHANEL tirmiş gibi gözüküyor. 1988 yılından beri modanın ilgi odağı olan tasarımcı Maison Martin Margiela 2014 Paris Couture haftasında çiçekle kaplı yüz maskeleriyle yine ilgi odağı oldu. Dokulu kumaşların ve zengin desenli baskıların hakim olduğu koleksiyonda neredeyse gökkuşağının her rengi kullanılmış. 6 Maison Martin MARGİELA Alexis MABİLLE Raf Simons tarafından hazırlanan Christian Dior defilesi ise transparan görüntülerle karşımıza çıktı. Lazer kesimli kumaşlar, puantiye ve filenin ağırlıklı olduğu koleksiyonda renkler ise ağırlıklı olarak beyaz ve siyah. Christian DİOR Giambattista VALLİ Zuhair MURAD 7 MODA BLOG Şubat / 2014 Fashion Vibe adlı bloğun sahibi Zina Charkoplia 31 yaşında bir marka müdürü. Aslen Yunan olan Zina şuan Barcelona’da yaşıyor fakat seyahat etmek onun en büyük tutkusu. Zina işinin yanı sıra fotoğrafçılık da yapıyor fakat bloğundaki fotoğraflarını erkek arkadaşı çekiyor. Kısa sürede dikkat çekici fotoğrafları ve yaptığı kombinleriyle birçok markanın dikkatine çeken Zina şuan en çok tıklanan ve defilelere davet edilen bloggerlar arasında. Aynı zamanda birçok markayla da işbirliği yapan Zina blogger dünyasında daha birçok başarı elde edeceğe benziyor. Fashion Vibe internet adresinin yanı sıra Instagram, Twitter, Facebook, Fashiolista ve Bloglovin’de de aktif bir şekilde paylaşımlar yapıyor. http://www.fashionvibe.net/ 8 MODA BLOG 10 Şubat / 2014 MÜZİK Şubat / 2014 2005 yılının sonbahar aylarının ilk günleri… Rock’n Coke adlı halen Türkiye’nin en büyük müzik eventlerinden biri olan organizasyonu her yıl mutlaka en az iki grup için özellikle, kaçırmadan takip ettiğim yıllar. O yıl özellikle izlemek istediğim gruplar dışında alternatif sahnede adını daha önce hiç duymadığım Tamburada (kendilerini ayrıca başka bir yazımda sizlere tanıtmayı düşünüyorum) isimli grubun sahneye çıktığı sırada kulağıma çarpan sesler ve melodiler, beni büyülemişçesine kendilerini izleyen güruhun en ön tarafına doğru çekiyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse iyi bir müzik takipçisi olmama rağmen o zamana kadar bu kadar farklı bir tarzı dinlememiştim. Özellikle vokalin (adının Özlem Şimşek olduğunu sonradan öğrendiğim ve müzik hayatına Londra’da devam eden mükemmel sese sahip kişi) Türk oldu- ğunu öğrendiğimde gerçekten çok şaşırmıştım. İngilizce sözlü olan şarkıları mükemmel telaffuzla söy- leyen ve inanılmaz bir sese sahip bu kişiden ziyade, festival sonrasında kendi kendime mutlaka benim de bir tane olmalı dediğim saksafonu icra eden Korhan Futacı beni benden alıp başka yerlere götürmüştü. Orient ezgilerin, batı enstrümanlarının başında gelen saksafonla (tenor) buluşmasının bu kadar olağanüstü olacağını daha önceden tahmin edebilmiş olsaydım elbet bazı şeyler çok daha farkı olabilirdi. 12 O zamana kadar bir Türk saksafoncusu olarak İlhan Erşahin’i bir numara olarak gören ben, artık Korhan Futacı’yı neredeyse Türkiye’nin en esaslı saksafoncularından biri olarak bellemeye başlamıştım. Bununla birlikte saksafona olan ilgim artıp, kendime bir saksafon aldıktan sonra, Korhan Futacı’nın enstrümanıyla bu kadar uzun cümleleri nasıl kurduğunu anlamaya çalışmaya başladım. Gerçekten de çaldığı melodileri dinlerken bir Kafka değil de en baştan beri söylediğim Orient ezgilerden dolayı bize daha yakın olan Oğuz Atay okumuş hissi veren, Tutunamayanlar O günden itibaren Tamburada benim için çok özel bir grup olmaya başlamıştı. Maalesef kısa süre sonra, her iyi grup gibi erkenden dağıldılar. Oysa bu grubun melodilerinin tadı, bana verdiği haz ve yaşattığı hisler sürekli aklımda dolaşıyordu. Bu melodi ve tadın izin- de arayış içindeyken, bir süre sonra Dandadadan adlı grupla karşılaştım. Yine tenor saksafonun öncülüğün- deki Orient melodiler, yine o tad, yine o haz ve yine Korhan Futacı… değil de, Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ını okurmuşçasına her kelimesini ezberlemenin mümkün olduğu hissine kapıldığınız bir kitabı okurmuşçasına cümlelerin yer aldığı melodilerden bahsediyorum. Saksafonuyla buluşan tüm bu uzun cümlelerin yanı sıra bir de şarkı sözlerinde rastlanan melankolik-anarşist dizeler tüm eserlerinin ana fikrindeki ahengi meydana getiriyor. . Korhan Futacı tüm bu meziyetlerinin yanı sıra Tamburada’dan sonraki kendine ait projelerinde (Dandadan ve Korhan Futacı ve Kara orkestra) şarkıları seslendiriyor. Eminim ki ona ait şarkıları, “daha iyi söyler” diye düşündüğünüz birinden dinleseniz aynı tadı alamazsınız. Doğrusunu isterseniz bir saksafoncu gibi şarkı söylemek de zaten herkesin harcı değildir kanımca. En az bunlar kadar önemli olan diğer bir nokta da aslında Korhan Futacı’nın canlı perfor- manslarında gözümüze çarpıyor. Benim fikrim, kendisi neredeyse Thom Yorke’un saksafon çalan versiyonu adeta. Sahnede enstrümanını çalmadığı zamanlarda mikforon sehapasında asılı olan mik- rofonu tutarken sanki aşık olduğu sevgilisini öpercesine kendinden geçen, grubuyla şarkı aralarına serpiştirdikleri psychodelic doğaçlamalar esnasında izleyicilerin de kendinden geçmesini sağlayan ve normalde komik görünebilecek, lakin çalan ritimle birlikte inanılmaz bir ahenk oluşturan dansları, gerçekten de Thom Yorke’u izler hissi yaşatıyor bizde. Dediğim gibi bu müthiş pastanın üstüne bir de çilek olarak saksafonu eline aldığını düşünün. Her şey çok daha anlamlı… Çok daha derin… 13 MÜZİK Şubat / 2014 Korhan Futacı’nın Dandadan’dan sonraki projesi Korhan Futa- cı ve Kara Orkestra’da bahsi geçen Korhan Futacı’ı malum… Peki ya Kara Orkestra? “Kim bunlar?” demenize hiç gerek yok çünkü hepsi teker teker başka gruplardan tanıdığımız müzis- yenler. Örneğin klavye ve synth’de daha önce Çilekeş’in vokali olarak tanıdığımız Görkem Karabudak var. Yine Çilekeş’ten bass gitarda Gökhan Şahinkaya bulunmakta. Gitarda, Bülent Ortaçgil, ve Birsen Tezer’e eşlik eden, aynı zamanda Kırkaltı’nın gitaristi Barlas Tan Özemek bulunmakta… Davulda ise, Ceylen Ertam’e eşlik eden ve benim de beğeniyle takip ettiğim yine ilerideki yazılarımdan birinde size bahsetmeyi planladığım Kolektif İstanbul’da yer alan Ediz Hafızoğlu bulunmakta. Bu kadar iyi müzisyenin bir arada bulunması sonucunda ortaya çıkan şeyi düşünürseniz sanırım şu ana kadar neyi anlatmaya çalıştığımı biraz olsun anlamaya başlamış olmanız lazım. Grubun kendi isimleriyle aynı olan ilk albümlerinde dikkat çeken “Geleneksel Mahşer Günü” adlı şarkının adından bile Korhan Futacı ve Kara Orkestra’nın kişiliğini anlayabiliyoruz. Albümlerindeki diğer şarkılar da aynı melankolik, enerjik ve yer yer atmosferik havalara hakim. Her şekilde, her ruh halinde en derininize işleyebilecek bir oluşumdan bahsediyorum. Fakat grubun daha tanınır hale gelmesinin sebebi ikinci albümlerinde yer verdikleri ve günümüzde birçok grubun daha çok kitleye hitap edebil- mek için kullandığı cover’lama yöntemine başvurup “Ben Yine Sana Vurgunum” adlı şarkıyı ikinci albümleri olan Pavurya’da yer vermeleriyle oldu. İkinci albümle birlikte Korhan Futacı’nın her seferinde kendini ne kadar geliştirdiğini de görmüş oluyoruz. Tabii ki bir müzisyenin kendini ait hissedebileceği bir grubun oluşması, kendini her gün daha da geliştirmesi, birlikte çalıştığı diğer grup elemanlarıyla aynı frekansta hareket edebi- 14 liyor olmalarına bağlı. 18 MÜZİK Şubat / 2014 Bu durum da grubu oluşturan beş kişinin ayrı ayrı birer yetenek olmasının yanı sıra birlikte ne kadar güçlü bir birliktelik ortaya çıkardıklarını gösteriyor. Korhan Futacı ve Kara Orkestra’yı dinlemeye başladığımız zaman Korhan Futacı’nın karakteristik saksafon melodilerinin yanı sıra (orient dediğim şeyden bahsediyorum) Barlas Tan Özemek’in Kırkaltı’dan miras gitar riffleriyle, Bülent Ortaçgil okulundan gelen akor tınılarının harmanlanması, Ediz Hafızoğlu’nun davullardaki jazz dokunuşları, Görkem Karabudak’ın klavye ve synthlerdeki yaratıcılığı, Gökhan Şa- hinkaya’nın ise Çilekeş’ten tanıdık gelen bass yürüyüşlerinin birleşimi bize tadı tarif edilemez bir deneyim sunuyor. Grubun konserleri de zaten tüm bu isimlerin deneyimlerinin ışığında biriken enerjilerini dışarı vurmaları sonucunda sıradan bir konser yerine daha çok bir “ayin” şeklinde gerçekleşiyor. Ortaya çıkan bu ayin sırasında Korhan Futacı’nın saksofonu sizi taciz ederek kanınıza işliyor. Birkaç şarkı sonra bu tacize karşı koyamayıp kendinizi aldığınız zevkin içinde buluyorsunuz. Davul ritmleri ve gitarlar zevkinize eşlik edip içinizi zıplatıyor. Görkem’in klavyesi ve vokal ise sizi dansa davet ediyor. İşte bahsettiğim ayin bu şekilde ortaya çıkıyor. Bahsettiğim tüm bu hikayenin şahidi olmak inanın her bireyi özel kılıyor, kulaklarınıza çarpan melodilerin eşliğinde. Her biriniz bir kere olsun Korhan Futacı ve Kara Orkestra’yı canlı izleyerek neler demek istediğimi daha iyi anlamış olacaksınız. Şahit olma- dan anlamak inanın biraz zor çünkü ne yazık ki iyi müzik denildiği zaman kendimizi çoğu zaman öksüz hissediyoruz. 16 GEZİ Şubat / 2014 LÜLEBURGAZ Tarihi M.Ö.2000’lere kadar geriye gidebilen Lüleburgaz, tarihte ilk kez karşımıza Arcadiapolis olarak çıkı- yor. Arcadiapolis, yani Lüleburgaz, tüm Roma dönemi boyunca imparatorluğun iki büyük kenti İstanbul ve Roma’yı birbirine bağlayan yol üzerindeki mükemmel konumu sayesinde zenginleşmiştir. Lüleburgaz tarihin çeşitli dönemlerinde Yunan, Pers, Makedon ve Roma egemenliklerini görmüştür. Büyük Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra Bizans etkisine giren Lüleburgaz, 1.Murad dönemin- de Osmanlı idaresine girerek Osmanlı’nın Vize kazasına bağlı bir yerleşim olarak varlığını sürdürmüştür. Balkan harbinin en çetin günlerinin yaşandığı zamanlarda Bulgar istilasını, 1. Dünya Savaşı sırasında kısa bir Fransız işgalini, Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Yunan işgalinin unutulmaz acılarla dolu günlerine tanıklık eden Lüleburgaz, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın şartları gereğince 1922 yılının Kasım ayında yeniden vatan topraklarına katılmıştır. Anadolu ile Avrupa kıtaları arasındaki yer alan Trak- ya’nın, güçlü sosyo ekonomik yapısıyla zamanın ge- tirdiği değişimleri en çabuk karşılayıp yöresindekilere zaman zaman örnek teşkil eden Lüleburgaz’ı gelin biraz daha yakından tanıyalım. Lüleburgaz Kırklareli’nin güneyinde yer almakta olup, doğusunda Tekirdağ İlinin Saray ve Çorlu İlçeleri, batısında Kırklareli ili Babaeski İlçesi, kuzeyinde Kırklareli ili Pınarhisar İlçesi ve güneyinde ise Tekirdağ ilinin Hayrabolu ve Muratlı ilçeleri ile çevrilmiştir. Kırklareli’nin en büyük yerleşim yeri olan İlçenin toplam alanı (1370) hektar olup, İlçe merkezinin denizden yüksekliği (30) metredir. İklim genel olarak yazları sıcak ve kurak, kışları ile yağışlı ve soğuktur. Genellikle kışın Balkanlardan gelen soğuk hava akımlarından etkilenmektedir. İklim özellikleri itibariyle Trakya’nın geneline hakim olan karasal iklim özellikleri gösterir. Yazlar oldukça sıcak ve kurak geçerken, kışlar oldukça soğuktur. Özellikle Balkanlar’dan gelen hava sistemleri kış aylarının genel iklim şartlarını belirlemektedir. Yağışlar ise genellikle sonbahar ortalarından bahar aylarına kadar bir periyod içerisinde görülür. İlçe topraklarının neredeyse tümü yüksekliği deniz seviyesinden 30-40 metreyi bulan yumuşak tepecikler halindeki verimli Trakya ovaları üzerinde yer almaktadır. 18 Kırklareli Lüleburgaz ilçesinde bulunan Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi ( Tavil Mehmet Paşa Menzil Külliyesi) 1569 yılında Sokollu Mehmed Paşa tarafından yaptırılan Külliye Mimar Sinan’ın Selimiye’de dehaya ulaşıp ona ustalık ünvanını kazandıracağı o müthiş eserinden önce yaptığı önemli eserler arasında yer almaktadır. Tavil Mehmed Paşa tarih kitaplarında en çok Sokollu lakabıyla karşımıza çıkar. uzun boylu” mana- sındaki “Tavil” lakabı ile de anılan Mehmed Paşa 1505 yılında Osmanlı himayesindeki Bosna içlerinde bulunan Sokolovic isimli bir köyde doğmuştu. Osmanlılar bu köye kısaca “Sokol” demekteydi. Paşa “Sokollu” lakabını doğduğu bu yerden almıştır. Kanuni Sultan Süleyman’ın “muhteşem yüzyıl”ına tanıklık etmiş, Kanuni’nin son sadrazamı olma- sının yanı sıra, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinin de sadrazamlığını yapmıştır. Kaptan-ı deryalığı, Rumeli beylerbeyliği ve sadrazamlık görevleri en önemli görevlerindendir. Kırklareli Lüleburgaz ilçesinde bulunan Sokol- Mimar Sinan’ın eseri olan külliye, cami, med- ne yolu üzerindeki menzil yerinde bulunmak- sıbyan mektebi, köprü ve türbeden meydana lu Mehmed Paşa Külliyesi, Eski-İstanbul-Edirtadır. Sultan II.Selim zamanında bu külliyenin yapılmasında en büyük etken Lüleburgaz’ın hem ticari bir merkez, hem de Rumeli seferlerine çıkan ordunun konaklama yeri olma- sıdır. Ergene nehrinin önemli kollarından biri olan Lüleburgaz deresi gibi bir su geçişinin başında oluşu da stratejik açıdan önemini ar- tırıyordu. Klasik Osmanlı külliyelerinin en bü- yüğü olan bu menzil külliyesi 40.000 m2’lik bir alana yayılmıştır. rese, çarşı, imaret, kervansaray, hamam, gelmiştir. Mimar Sinan’ın bu külliyenin yapımına 1568’den önce başladığı sanılmaktadır. Külliyeyi bütünleyen diğer unsurlar ise kaldırımlar, su deposu, su yolları, Zindan Baba türbesi, hünkar sarayı ve taş köprüdür. Bu yapıların bazıları külliye yapılırken, bazıları ise farklı tarihlerde yapılmış külliye dokusunu bütünleyen unsurlar olarak karşımıza çıkar. Günümüze değin pek çok seyyahın anlatımında karşımıza çıkan Sokollu Mehmed Paşa kül- liyesi hakkındaki en zengin, çevre ve mimari doku bütünlüğünü, dönemin sosyal hayatına katkılarını dile getiren anlatım Evliya Çelebi’ye aittir. 19 GEZİ Şubat / 2014 Cami: Sokollu Mehmed Paşa Camisi’nin tek kubbeli Osmanlı camileri arasında özel bir yeri vardır. Burada tek kubbeli cami plan sınırlarının genişletilmesi ortaya çıkmıştır. Caminin doğu ve batı yönünde ana mekan birer kemerle genişle- tilmiş ve buralara iki taraftan merdivenlerle çıkılan mahfeler yerleştirilmiştir. Ayrıca dışarıdaki dört kenarda yer alan köşe kuleleri de yapıya daha ağır ve görkemli bir görünüş kazandırmıştır. Külliyenin ana noktasını oluşturan camiye, külliyenin ana girişinden başka avlunun iki yanından da girilmektedir. Camide koyu yeşil mermer üzerine yazılan tarihsiz bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe Dua Kubbesi’nden revaklı avluya açılan kapı üzerindedir İbadet mekanını örten kubbe bir taraftan mihrap duvarına, diğer taraftan da sütunların taşıdığı geniş kemerler üzerine oturmuştur. İbadet mekanını aydınlatan pencereler iki sıra halindedir. Alt sıradaki pencereler dikdörtgen şeklinde, düz silmeli, bronz şebekelidir. Üst pencereler ise, sivri kemerlidir. Şadırvan: Cami ve medrese yapısı içerisinde yer alan revaklı galerilerin açıldığı avlunun ortasında bulunan şadırvan mermerdendir. On kenarlı, etekli ahşap çatı barok üslubundadır. 2. Mahmut döneminde yapıldığı üzerindeki kita- beden ve Sultan Mahmut Han’a ait tuğradan anlaşılmaktadır. Kalem işleri inceliklidir. Dua kubbesinden avluya girilen taç kapının altında durup camiye doğru bakıldığında, şadırvan caminin estetik duygusunu zirveye taşıyan bir manzaraya ev sahipliği yapar. Medrese: Külliyenin avlu revakları arkasında medrese hücreleri ile dershanesi yer almaktadır. Caminin önündeki avlunun üç tarafı kubbeli revaklar ve bunların arkasında kubbeli taş medrese odaları ile çevrilmiştir. Bu odalar 3.75x3.75 m. ölçüsünde kare planlıdır. İçlerinde ocaklar ve yan duvarlarında da ikişer hücre bulunmaktadır. Dershane ise, yaklaşık bu odaların dördünü birden kapsayacak büyüklüktedir. Dershane batı tarafındaki girişin arkasında medrese hücrelerinin de sonunda bulunmaktadır. Bu yapı topluluğunda cami ve medrese odaları aynı avlu etrafında birleştirilmiş ve böylece bir bütünlük sağlanmıştır. Ancak son cemaat yeri ile medrese odaları birleştirilmemiş ve ayrı bırakılmıştır. Bu özellik Mimar Sinan’ın diğer yapısı olan İstanbul Kadırga Sokulu Külliyesi’nde de görülmektedir. 20 Caminin Klasik devir özelliklerini yansıtan mihrabı mermerden yapılmıştır. XVI.yüzyıl Klasik devir özelliklerini yansıtan bezemesi son derece sadedir. Minber geometrik şebekeli ve mer- merden olup, bütün yüzeyleri naturalist çiçekler, Rumiler ve hafif kabartma süslemelerle işlenmiştir. Kuzey duvarındaki kadınlar mahfeli önünde yer alan müezzin mahfeli Bursa kemerle- rinin taşıdığı mukarnas frizli, geomet- rik geçmeli kabartma korkulukları ile dikkati çekmektedir. Caminin iç kısmı kahverengi üzerine açık renkte rumi ve çiçeklerle bezenmiş kalem işleri ile süslenmiştir. İçerisindeki yazılar, kervansarayın kitabelerini de yazmış olan Hattat Hasan Çelebi ile Abbas Mursi’ye aittir. Caminin minaresi kesme taş kaide üzerinde yuvarlak olup, tek şerefelidir. Lüleburgaz’ın Bulgarlar tarafından işgali sırasında yıkılmış, Cumhuriyetin ilk yıllarında da yeniden yapılmıştır. GEZİ Şubat / 2014 Kervansaray: Kervansarayın kapısı, iki ocaklı mutfağı, temel ve dış dükkan kemerleri iyi bir durumdadır. Eski resimlerinden anlaşıldığına göre kervansaray meyilli ahşap çatılı, beş avlu etrafında 150 odalı olduğu ve iki de ahırı bulunduğu anlaşılmaktadır. Kervansarayın harem, ahırlar, deve ahırları ayrı ayrı avlular etrafında toplanmıştır Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kervansaray hakkında şunları yazmaktadır. Lüleburgaz’ın kervansarayı büyük -“Ey ümmet-i Muhammed, Malınız, canınız, atınız, donubir kapıdan girilen kale gibi karşı karşıya yüzeli oca- nuz tamam mıdır? Diye rica edip bağırırlar. ğı olan büyük bir handır. Avlusu, deve konulan yeri ve Misafirler; ahırı dardır ki, sadece ahırı üç binden fazla hayvan alır. -“Hepsi tamamdır. Hak, hayır sahibine rahmet eyleye” Kapıda devamlı olarak bekçileri bulunur. Akşam olunca dediklerinde, bunlar kapıları açıp kapı dibinde; kapıda mehterhane çalınıp kapı kapanır. Bekçiler vakıf -“Yollarda gafil gitmen, vakit kaybetmen, herkesi arkaolan kandilleri yakıp kapı dibinde yatarlar. Eğer gece ya- daş etmen, yürün, Allah kolaylık getire” diye dua ve na- rısı misafir gelirse kapıyı açıp içeri alırlar. Hazır yemek sihat ederler. Herkes bir tarafa yol alır. Bu yapı da Sokolgetirirler. Amma dünya yıkılsa içeriden dışarı bir kimse lu Mehmed Paşa’nın olup, demir kapının kemeri üzerinde bırakmazlar. Vakıf şartı böyledir. Tâ bütün misafirler kalkınca yine mehterhane çalınıp herkes malından haberdar beyaz mermer taşa Karahisari hattıyla kitabesi şöyle yazılmıştır. “Bu kervansaraya gelen oldu hep revan”. olur. Hancılar tellallar gibi; Hamam: Zindan Baba Türbesi: hamamları plan tipinde, çifte bir hamamdır. Her bölümün sonra bu yapı topluluğuna eklenen Zindan Baba Türbe- la çevrilmiştir. lara göre Çelebi Mehmet devrinde (1413-1421) Gazi Sıbyan Mektebi: nağa göre de külliyenin yapımında çalışan ve haksız yere Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi’nin hamamı Klasik Türk Sokollu Kervansarayının kuzeyinde bulunan ve daha üzeri kubbelerle kaplı olan bu hamamın etrafı dükkânlar- si’nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Bazı kaynak- Günümüzde kütüphane olarak kullanılan Sıbyan Mektebi tek kubbeli ve kare planlıdır. Üzeri sekizgen bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülmüştür. Sokollu Mehmed Paşa (Taşköprü-Lüleburgaz) Köprüsü Kırklareli Lüleburgaz ilçesinde, Havsa-Çorlu yolu üzerin- Evrenos Bey’in bayraktarı için yapılmıştır. Bir başka kayhapsedilen bir ustabaşının türbesidir. Günümüzde türbe olduğu sanılan bu yapının yakın tarihlere kadar saat kulesi olarak kullanıldığını gösteren bir resim Luigi Mayer’in albümünde bulunmaktadır. Aynı zamanda bu yapı, meydan düzenlemesi sırasında ilçe hapishanesinin içerisinde de bulunan bu köprü Burgaz Deresi üzerine yapılmıştır. de yer almıştır. mış olduğu külliyenin bir bölümünü oluşturmaktadır. Külliyenin kuzeyinde bulunan çarşı kervansaray ile cami Köprü Sokollu Mehmed Paşa’nın Lüleburgaz’da yaptır- Çarşı: arasında yapılmıştır. İlk yapımında 159 dükkan olmasına rağmen, bunların büyük bir kısmı yıkılmış, günümüze yalnızca 10-15 dükkan gelebilmiştir. Kesme taştan yapılan bu dükkanlar doğu-batı yönünde yolun iki tarafına sıralanmıştır. 22 RÖPORTAJ Şubat / 2014 Son dönemde komedi deyince aklımıza gelecek ilk 3 isimden biri o. Aslında hatırı sayılır bir süredir hayatımızda olmasına rağmen geçtiğimiz yılın en büyük tv projelerinden İşler Güçler’le, sonrasında Düğün Dernek filmiyle gönlümüzde taht kuran mimiklerin efendisi Ahmet Kural’dan bahsediyoruz. Ahir zamanın belki en çok konuşulan ismiyle Pamukkale Dergi olarak keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Ahmet Kural’ın oyunculukla ilgili serüvenini merak ediyoruz. Lise Yıllarında ilgim başladı; bunu üniversitede amatör olarak çektiğimiz ve benim hep kamera önünde yer aldığım kısa filmler izledi. İstanbul’a geldikten sonra Levent Kırca Tiyatrosu profesyonel anlamda oyunculuğa ilk adım attığım yer oldu... Kariyerinizle ilgili umutsuzluğa kapıldığınız dönemler oldu mu? Hayır. Oyuncu olmasaydınız nerede olurdunuz? Bu soru zaman zaman karşıma geliyor. Ancak sorulduğu zamanlarda bile ne olurdu, nerede olurdum, nasıl bir meslek tercih ederdim hiç cevap veremiyorum. Yaptığım iş aklıma o kadar net yerleşmiş ve yaptığım işi o kadar çok seviyorum ki, başka bir mesleğe ilgi duymadım ve duyamıyorum. 22 RÖPORTAJ Şubat / 2014 Yeteneğiniz tartışılmaz. Size “mimiklerin efendisi” diyorlar. Oyunculuğun arka planda büyük bir çalışma ve emek gerektirdiğini biliyoruz. Yeteneğinizi geliştirmek için özel bir çalışma gerçekleştiriyor musunuz? Teşekkür ederim ... Hayır özel bir çalışma yapmıyorum. Mümkün olduğunca doğal oynamaya çalışıyorum . Mimiklerimi bile çok az kullanmaya çalışıyorum. Fazlasının izleyiciyi görsel olarak rahatsız edeceğini düşünüyorum.. Ahmet Kural denilince ilk olarak komedi oyuncusu bir profil akıllara geliyor. Aslında geçmişinize bakıldığında drama projelerinin içerisinde de yer aldınız. Böyle bir algıdan memnun musunuz? Bundan sonrası için ko- medi dışında başka işlerde de yer almayı düşünüyor musunuz? Kendi adıma her ikisinin de keyfi ayrı ama komedi yap- mak eğlenceli ve seyircilerimiz bizi komedi projelerde izlemekten mutlu. İlerleyen zamanlarda drama bir proje yapmak istiyoruz. Ama bakalım ne zaman? Ahmet Kural’ın kariyerinde dönüm noktası diyebileceğimiz olayı merak ediyoruz. Çalgı Çengi ( kısa ama öz:) ) Her projenizin sizdeki yeri farklıdır mutlaka. Bununla birlikte sizdeki yeri en özel projenizi merak ediyoruz. İşler Güçler çünkü senaryosu gereği daha önce denenmemiş bir proje çok keyifli çok eğlenceli ve yine içerisinde hem kendimi olduğum gibi gösterebildim; hem de değişik karakterler canlandırma şansı buldum. Erol karakteri de bunlar içerisinde en keyif aldıklarımdan. Çalgı Çengi’de ekonomik olanaksızlıklar sebebiyle bir takım sıkıntılar yaşandığını ve Cem Yılmaz’ın da desteğiyle bu filmin bizlere ulaştığını duymuştuk. Cem Yılmaz sizce nasıl bir adam ve o dönem yaşadığınız hisleri merak ediyoruz. Evet. Cem Yılmaz, Fikir Sanat ve Fida Film filmimizin vizyona girmesinde bize çok yardımcı oldular. Cem Yılmaz gibi önemli bir mizahçının yapmış olduğunuz komedi filmini beğenip destek olması çok gurur verici bir durumdu. Tabi ki çok mutlu olduk 23 RÖPORTAJ Şubat / 2014 Murat Cemcir, Sadi Celil Cengiz’le olan beraberliğinizi nasıl yorumluyorsunuz? Murat la çok iyi bir elektriğimiz var . İki ayrı ama birbirini tamamlayıcı insanlarız insanların bizi Zeki - Metin ikilisi gibi görüyor ve seviyor olması da bizi çok mutlu ediyor. Özlemişler o dönemi ve o dönemin mizahını. Sadi ile İşler Güçler de çok güzel bir iş çıkarttık, çok eğlendik. Öncesi de var tabi. Üsküdar’a Giderken dizisinde tanıştım ve hatta konuk oyuncu olarak yer aldığım bölümlerde çalışmıştık. Bir diğer yol arkadaşınız da Selçuk Aydemir. Bu kimya nasıl oluştu? Selçuk’un Ramazan Güzeldir adlı Tv projesinde Mu- rat’ın isteği ile 1 bölüm konuk oyuncu olarak yer aldım; orada tanıştık ve çalışmaya başladık. Birbirimize kattıklarımızla da iyi işler ortaya çıktı. Aslında her işim benim için bir dönüm noktası :)) Düğün Dernek vizyona ilk girdiği günden beri kapalı gişe performans gösteriyor. Bu beklediğiniz bir ilgi miydi? Bir gişe rekoruna gider mi? Bu filmdeki başarıyı neye bağlıyorsunuz? Çok Şükür... Bekliyorduk ama bu kadar hızlı ve ça- buk değil. Filmin başarısı öncelikle bir aile filmi ve Anadolu filmi olmasıyla birlikte bir de ekibimize bağlıyorum tabiki. Yakın zamanda yeni projeler olacak mı? Ahmet Kural’ı bundan sonra nasıl işlerde göreceğiz. Kardeş Payı adlı dizimiz başlıyor. Yine Selçuk Ayde- mir yazıyor ve yönetiyor. Sonrasını hepbirlikte göreceğiz... 24 UYGULAMA Şubat / 2014 GÖZLÜK Gözlük Türkiye’de çok hızlı büyüyen akıllı telefonlar için geliştirilmiş çok kullanışlı ve yolcu dostu bir mobil haber okuma uygulaması. Mobil telefonlarda gündemi takip etme ihtiyaçlarını global rakiplerinden bile öteye geçen teknolojilerle karşılayan Gözlük takımının arkasında ise Silikon Vadisi merkezli bir Türk girişim grubu var. Seri girişimleri ile öne çıkan grubun kurucularıdan Emre Kazdağlı ile Gözlük platformunu değerlendirdik. Gözlük fikri nasıl doğdu? Bilindiği üzere Türkiye’de yakın zamanda yaşanan olaylar ve protesto süreci neredeyse her düşünce yapısına sahip kesimde medyaya karşı bir tepki oluşmasına yol açtı. Bu süreç, vatandaşların belirli medya eksenlerinde sıkıştığının ve çok sesli yaklaşımların eksikliğinin altını çizdi. Silikon Vadisi’nde yaşayan dört teknolojist (Alp Artar, Emre Kazdağlı, Emrecan Doğan ve kısa süre sonra katılan Yiğithan Orhan) olarak bizler de bir kahve buluşması esnasında kendimizi bu konuda hararetli bir sohbetin içinde bulduk. Bu sohbetin sonucu olarak misyonu, “Kullanıcıların hayatına fikir zenginliği getirmek ve kendi görüş- lerini duyurmalarını sağlamak” olan Gözlük fikri doğdu. Gözlük, ekibin uzmanlık alanına da doğ- rudan uyan mobil odaklı ve yapay-zeka merkezli bir modelde geliştirilecekti. Diğer taraftan, mobil teknolojiler ve sürekli internete bağlı olabilen cihazlar yüzyıllardır hiç değiştirmeden yaptığımız şeyleri iyi yönde değiştirme gücüne sahip olmaya başladı. Biz Silikon Vadisi’nde mobil teknolojileri ilk keşfeden ve önemini anlayan mühendisler olarak bu öğ- renimlerimizi Türkiye’ye yararlı olacak şekilde kullanmayı amaç edindik, ve özellikle mobil haber alma üzerine uzun zaman araştırma yaparak ortaya Gözlük platformunu çıkardık.Aynı şekilde soruları yanıtlamak isterseniz de sorular anında ekranınıza geliyor. Seçtiklerinizi yanıtlayıp ‘Answer’ butonuna tıklamak dışında, yanıtı pas geçip diğer soruya bakabilme şansınız da var. Ayrıca yanıtlar için oy vermek mümkün fakat 30 cevap arasında sizin en beğendiğinizi bulmaya çalışmak da çok kolay bir iş gibi görünmüyor. 26 Gözlük ile neyi farklı yapıyorsunuz? Bir diğer önemli özellik, kullanıcıyı dinleyen bir olayı farklı lenslerden değerlendirebilmesi bizim push bildirimler, size önerilen kaynaklar, haber- getirdiğimiz en önemli yenilik, içerikten ziyade okuma, bitirme, bitirmeden çıkma, beğenme, rik konseptini merkeze koymak yerine kullanıcıyı tik olarak harmanlanıp kişiselleştirme için kulla- Kullanıcılarımızın farklı fikirlere ulaşması ve aynı organizasyon için çok büyük öneme sahip. Medya dünyasına lerin sıralanışı tamamiyle sizden toplanan haber kullanıcıyı merkezde gören modelimiz. Biz içe- paylaşma gibi 53 değişik ölçümleme ile otoma- merkeze koyup, ilgilendiği içerikleri keşfetmek nılıyor. sunmak üzerine çalışıyoruz. Her kullanıcı profili Ulaşım dünyasına Gözlük platformunun getirdiği liz edip, her kullanıcıya özel olacak manşetler ve Gözlük kullanıcılarının bizi nasıl, ne zaman, ve lanıcıya doğru içeriği, doğru zamanda vermek ve tırma konularımız arasında. Bir uygulama, kulla- ve kullanıcıya doğru yerde ve doğru şekilde olmamız. Gözlük’ten aldığınız için önemli olacak haberleri yapay zeka ile ana- neler var? haber akışları yaratıyoruz. Bizim için amaç, kul- hangi koşullarda kullandıkları bizim temel araş- uzun vadeli bir ilişki geliştirebilmek. nım şartlarına uygun tasarlandığı ve geliştirildiği ölçüde başarıya ulaşır. Kullanıcı deneyimini araştırdığımızda ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. En çok kullanıldığımız zamanlar, okurlarımızın se- yahat halinde oldukları zaman dilimleri. Sabah ve akşam işe toplu taşıma ile ulaşım zamanlarında kullanım oranlarımız en yoğun hale geliyor. Tabi bir de ülkenin gündemi yoğun olduğunda önemli son dakika haberlerini haber kaynaklarından bile daha hızlı belirleyebildiğimiz için, gönderdiğimiz anlık bildirimler binlerce okuru anında haber çekiyor. Ulaşım konusuna geri dönersek, seyahat halindeyken kullanıcının bulunduğu durumu iyi anlayıp ona göre uygulamayı ilerletiyoruz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki seyahat esnasında kullanıcının hem rahatlık hem de konsantrasyon olarak sınırlı bir durumu var. Bundan dolayı en ilgi çeken aktivitelerin başında mobil telefonlar- dan oyun oynamak ve haber okumak geliyor. Biz Gözlük okurları için, kitap okumaktan daha popüler bir aktivite haline gelmiş bulunmaktayız ve yeni teknolojilerimizle çok daha fazla okura seyahat sırasında bizi kullanabilme şansı vere- ceğiz. Örnek olarak, kullanıcılar bugün itibariyle Gözlük’teki haberleri sadece okuma seklinde in- celeyebiliyor. Kendi araçlarını kullanan ya da seyahat halindeyken yazılara odaklanmakta zorluk çeken kullanıcılarımıza haberlerin sesli okunması ya da 60 saniyede gündem özetlenmesi gibi tamamen kendimizin geliştirdiği olanaklar sunmayı planlıyoruz. İnanıyoruz ki Pamukkale ile seyahat eden yolcular da, seyahatleri sırasında iPhone ve Android uygulamalarımız üzerinden rahatça sev- dikleri gazete, dergi, ve yazarlara erişebilir ve seyahatlerini daha da keyifli hale getirebilirler. 27 YAŞAM Şubat / 2014 Güne Zinde Başlamak İçin Kahve Dışındaki Seçenekler 1- Elma Elmanın vücudumuza faydalarını eminim biliyorsunuz. İçerdiği fruktoz sayesinde şeker ihtiyacımızı doğal ola- rak karşılıyor ve dolayısıyla verdiği enerji sayesinde uyanmamıza yardımcı olacağı da aşikar. Sindirim sistemimize yavaş yavaş dahil olan elma, karbonhidrat ihti- yacımızı da giderdiğinden, enerjiye dönüşür ve kolayca harekete geçmemizi sağlar. 2- Çikolata Diyelim ki kahveniz kalmamış ve o sabah kendinize bir türlü gelemiyorsunuz. Her ne kadar kilo aldırıcı ve aslen mutluluk kaynağı olarak bilinse de, çikolatalı yiyecekleri kahve yerine deneyebilirsiniz. Sonuçta o da kakao çekirdeğinden yapılıyor. Kahvenin kardeşi! Böylelikle hem çikolatanın mutheşem tadını çıkarmış, hem de enerji düzeyinizde artış sağlamış olacaksınız. Çikolatalı besine kavuşur kavuşmaz kendinize geleceğinizden hiç şüphe yok. Çikolata, normal bir sindirim sisteminde en az kahve kadar çabuk bir şekilde işlenir. Mesela sıcak çikolata… Nefis. Bu arada siyah çikola- tayla beyaz çikolatanın bu anlamda birbirinden farkı olmadığını söylemeliyim. 3- Tuz Koklamak Tuz koklamanın sarhoş ayıltma yöntemi olduğunu bi- liyor muydunuz? Bayılan birini ayıltmak için de kulla- nırlar. Çok fazla kullanıldığında sinüslere ve dolayısıyla beyne de hasar verebilir. Ama mutlaka ayılmanız ve bir an evvel kendinize gelip güne başlamanız gereken zamanlarda baş vurabileceğiniz bir yöntemdir. 4- Enerji İçecekleri Gün ortası olmuş ve siz hala yeterince enerjik değilsiniz. Her ne kadar sağlıklı bir seçenek olmasa da, adı üzerinde, yapılacak şeylerden biri de enerji içeceği içmek. 28 YAŞAM Şubat / 2014 5- Güzel Bir Kahvaltı Vaktiniz varsa şöyle misler gibi kokular eşliğinde güzel bir kahvaltı sofrası hazırlayabilir ve keyifli keyifli güne başlayabilirsiniz. Doğal olarak tüm vücudunuz uyanmak ve bu şenliği kutlamak gerektiğini fark edecektir. Sadece kahvaltının kokusu değil, yiyecekler de size enerji vereceği için metabolizmanızı harekete geçirir ve uyanmanızı sağlar. Hem de kahveye gerek bile kalmadan. 6- Sabah Sporu Elbette sabah sporu yapmaya her zaman vakit bulama- yabilirsiniz. Ama güzel bir yürüyüş ihtiyaç duyduğunuz tüm enerjiyi size kazandıracaktır. Kalori yaktığınız ve sağlıklı yaşama dair attığınız bu olumlu adımın ötesinde, hem kaslarınız açılacak, hem de kan dolaşımınız hızlanacak. Sonrasında güzel bir duş. Tamamdır. Artık güne hazırsınız. 7- Su Sabah kalkar kalmaz bir bardak limonlu su içebilirsiniz. Ayrıca, güzel bir duş almak, bence sabahları güne baş- larken yapılması mutlaka gerekli, rutin hareketlerden biri olmalı. Vücudumuzun doğal ihtiyaçlarından biri olan suyu es geçmemek lazım. Güne sağlıklı bir başlangıç için, mutlaka su! 8- Müzik Müzik dinlemek hem ruhumuzu rahatlatır hem de aynı zamanda bizi uyandırır. Verdiği enerji sayesinde havaya girip hareketlenmeyen neredeyse yoktur sanırım. Elbette tahammül düzeyiniz ve beğeni tarzınız doğrultusunda. Ayrıca, bir gece önce sağlıklı bir uyku uyuyabildiyseniz, ertesi gün kendinize gelmeniz de o kadar rahat olacaktır. Belki de alarmınızı müzikle değiştirebilirsiniz. Hatta sabah işe veya okula gidiş rutinlerinizi yaparken, arka fondan gelen melodiler eşliğinde keyifle hazırlanmaya kim hayır diyebilir ki? 30 18 SEVGİLİLER GÜNÜ Şubat / 2014 SEVGİ I İ L ILER GÜNÜ KAPIDA.. Her yıl 14 Şubat yaklaşırken, birbirlerini gönül bağıyla seven insanlar hummalı bir hazırlığa başlarlar. O gece yenilecek yemek, o gün giyilecek elbiseler, o gün verilecek hediyeler … ABD’de yıllık ortalama Sevgililer Günü harcaması 13.19 milyar dolar ve bu güne özel olarak üre- tilen gül sayısı 196 milyon adet. (StatisticBrain) Türkiye’de de BKM (Bankalararası Kart Merkezi) raporuna göre sevgililer gününde sadece kredi kartlarıyla dolar bazında 700 milyon dolardan fazla harcama gerçekleşiyor. Sevgililer gününde çiçek satışları 5 kat, gül satışları 10 kat artıyor. Sevgililer gününde 2 milyara yakın kartpostal gönderildiği tahmin ediliyor. Sevgililer Günü çok sayıda evlenme teklifinin de gerçekleştiği bir gün. Peki tarihte farklı kültürler Sevgililer Günü’nü nasıl kutlamışlar? Günümüzde ilginç sevgililer günü gelenekleri var mı? · Hint geleneklerine göre kalp sadece sevgiyi değil hayatı da simgeliyor. Bir kişiye kalp figüründe bir hediye vermek sevginin yanında hayatını da adamak anlamına geliyor. · Filipinli Çiftler için Sevgililer Günü’nün bir getirisi de sevdikleri insanlarla hayatlarını birleştirmek. Ülkede her yıl yüzlerce çift tam da 14 Şubat Sevgililer Günü’nde toplu nikah kıydırıyorlar. · İngiltere’de 1700′lü yıllarda kızlar hoşlandıkları erkeklerin isimlerini kağıtlara yazar ve kağıtları kille kaplarlarmış. Daha sonra kille kaplı kağıtları suya atarlarmış. Kil suda erir ve kağıt suyun üzerine çıkarmış. Suyun üzerine çıkan ilk kağıdın üzerinde ismi yazan erkeği kendilerine eş olarak seçerlermiş. İngiltere, Sevgililer günü için en ilginç geleneklere sahip ülkelerden. Sevgililer Günü arifesinde kadınlar yataklarının kenarına iğneyle dört adet yaprak iliştiriyorlar ve yumurta yiyorlarmış. Böylece, gelecekteki kocalarını rüyalarında göreceklerine inanıyorlarmış. 32 Guatemala’da Sevgililer Günü’nün önemi sadece sadece bir kez bir köprünün üzerinde görüşebilirler. dostluk ve aile sevgisinin de kutlandığı bir gün haline ve ilişkileri için dua ederler. Bekarlarsa aşk konusunda · birbirine aşık genç çiftleri kapsamıyor. Aynı zamanda gelmiş 14 Şubat. İnsanlar aileleriyle vakit geçiriyor. Yaşlı insanlar sokaklarda geleneksel kıyafetlerle dolaşıyorlar ve hediyeleşme gayet önemli bir yer tutuyor. · Orta Çağ’da erkekler hoşlandıkları kızın adını bir bez parçası üzerine işleyip, bu bez parçasını bir hafta boyunca kollarına takarlarmış. · Çin’de Sevgililer Günü, ay takvimine göre 7. ayın 7. gününde kutlanıyor. Bu güne “Qi Xi Jie” yani “Yedilerin Gecesi” deniyor. Efsaneye göre Niulang adlı bir çoban Zhinv adlı bir periye aşık olur ancak, cennetin tanrıçası perinin bir ölümlüyle evlenmesine izin vermez. Yılda Yedilerin Günü’nde çiftler tapınaklara gidip evlilikleri şans dilerler. · Hindistan ve Pakistan’da bazı aktivistler Sevgililer Günü’nün bir utanç günü olduğunu düşünüyor ve o günü protesto ediyorlar. · Tarih boyunca yaklaşık 8 St.Valentine olmuştur. Bu azizlerin 3 tanesi kendi adlarına bir gün belirlemiş ve o günler bayram olarak kutlanmıştır. Bazı akademisyenler ise bunun bir spekülasyon olduğunu ve yalnızca 2 St.Valentine’in olduğunu, Sevgililer Günü’nün de bu azizlerin ilan ettikleri bir bayram olduğunu iddia etmektedir. · Sevgililer Günü’nün adı 17.yüzyılda İngiltere ve ABD’de Gerçek Aşk Düğümü ya da Sonsuz Aşk Düğümü olarak geçiyor. · Malezya’nın 14 Şubat Sevgililer günü geleneği de hayli ilginç. Tıpkı Çin’deki gibi Sevgililer Günü ay tak- viminin 7. ayının 7. gününe denk geliyor. Malezyalı genç kızlar bu günde telefon numaralarını portakalların üzerlerine yazıp nehre fırlatıyorlar. Portakalların hayallerinin erkekleri tarafından bulunmasını istiyorlar. · Brezilya’da Sevgililer günü 12 Haziran’da kutlanı- yor ve adına da “Dia dos Namaorados” yani “Aşıklar Günü” deniyor. Brezilyalı genç kızların bu gün için özel bir gelenekleri var. Hoşlandıkları bütün erkeklerin isimlerini kağıtlara yazıp bir kutunun içine koyuyorlar ve rastgele bir tanesini seçiyorlar. Seçtikleri ismin gelecekteki aşkları olacağına inanıyorlar. 33 SEVGİLİLER GÜNÜ Şubat / 2014 · Antik Roma’da 13-15 Şubat tarihleri arasında düzenlenen Kurt Festivali’nin, Sevgililer Günü’ne öncülük ettiği bir başka söylentidir. Kurt Festivali, bir arınma ve bereket festivali olarak kutlanırdı. Festival öncesi genç erkekler bir kutunun içinden ismini çektikleri kızla festivale katılır ve daha sonra bu çiftlerin büyük çoğunluğu evlenirmiş. · Galler’de Sevgililer Günü 25 Ocak’ta kutlanıyor ve bu güne Dwynwen günü deniyor. Dwynwen Galler kültürüne ait bir Azize. Onun hikayesi aşıklara ilham veriyor. Dwynwen günü’nde sevgililer birbirlerine “Aşk Kaşığı” denen kaşıkları hediye ediyorlar. 17. yüzyıldan beri bu gelenek sürüyor. · Roma Mitolojisi’ne göre gül, Venüs’ün yani aşk tanrıçasının en sevdiği çiçekmiş. Çiçek tanrıçası Flora gülün adını aslında aşk tanrısı Eros’a atfen koymuş. Rose. · ilk 14 Şubat tarihli kartpostal 1800 yıllarda ABD’de Esther Howland tarafından sevgilisine yollanan kartpostalmış. · Quirkyalone Günü sevgilisi olmayanları Sevgililer Günü’ne bir alternatif olarak kutladıkları gündür. Bu günü kutlamaktaki amaç, sevgilisi olmayanların da farkına varılması gerektiğidir. · Japonya’da Sevgililer Günü olan 14 Şubat ile 14 Mart arasında bir bağ vardır. 14 Şubatta kadınlar sev- dikleri erkekler için çikolatalar hazırlıyorlar. Çikolatala- rını sevdiklerine verdikten sonra ise beklemeye koyu- luyorlar. Tam bir ay sonra, yani 14 Mart’ta erkek de aynı duyguları paylaşıyorsa bu jeste karşılık vermesi gerekiyor. Bu güne “Beyaz Gün” deniyor. · Tayvan’da Sevgililer günü tıpkı Japonya ve kore- 2deki gibi kutlanır. Ancak, bu sefer roller değişir. 14 Şubat’ta erkekler çikolataları kızlara verip bir ay bo- yunca beklemeye koyulurlar “Beyaz Gün”ün gelmesi için. Ayrıca, kent meydanlarında gökyüzüne üzerlerinde çiftlerin isimleri yazılı olan fenerler bırakılır ve harika bir görüntü oluşur 34 SEVGİLİLER GÜNÜ Şubat / 2014 · Kore’de ise çikolata verdikleri erkeklerden cevap gel- mezse 14 Nisan yani “Kara Gün”de yas tutuyorlar. Ve yas tutarken de mutlaka siyah erişte yiyorlar. · Sevgililer Günü’ne çağrıştıran tüm objelerin rengi kırmı- zıdır. Bunun nedeni kanın kırmızı olmasıdır. İki insan arasında aşk başladığı zaman kalp normalden çok daha fazla kan pompalamaya başlar. · Iraklı gençler Sevgililer Günü’nde elmaları süslüyorlar. Bunun Hz Adem ve Hz Havva’nın hikayesine bir gönderme olduğunu belirtiyorlar. · Slovenya için 14 Şubat’ın Sevgililer günü olmasının ya- nında farklı bir anlamı daha var. 14 Şubat aynı zamanda bolluk ve bereket anlamına geliyor. Yaygın inanışa göre tarlalardaki ekinler 14 Şubat’ta filizlenmeye başlıyor. Çiçekler de 14 Şubat’ta büyümeye başlayarak bahara hazırlanıyor. · Finlandiya 14 Şubat konusunda diğer ülkelerden farklı bir düşünceye sahip. 14 Şubat Sevgililer Günü’ne verdikleri isim, “Ystävänpäivä”. Yani, “Arkadaşlık Günü”. Herhangi bir romantik anlamı yok. Finlandiyalılar bu günde arkadaşlarıyla eğleniyorlar ve arkadaşlarına hediyeler alıyorlar. 36 Şubat / 2014 Ballon D’or, bir önceki sezonun en iyi futbolcusuna verilen ve yıllık olarak düzenlenen bir futbol ödülüdür. En iyi futbolcu dünyanın her yerinden antrenörler ve uluslararası takım kaptanlarının yanı sıra gazetecilerin kullandığı oylara dayanarak seçilir. FIFA Ballon d’Or’un kuruluşu 2010 yılında France Football Dergisi’nin düzenlediği Ballon d’Or ile FIFA’nın düzenlediği FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödüllerinin tek çatı altında birleştirilmesi ile gerçekleşmiştir. İlk ödül töreni 10 Ocak 2011 tarihinde Zürih, İsviçre’de gerçekleştirilmiştir. Fikir ilk kez 1956 yılında Derginin başyazarı Gabriel Hanot’un iş arkadaşlarından yılın en iyi futbolcusu- nu oylamalarını istemesiyle ortaya çıkmıştır. 1956 yılında ödülü ilk kazanan kişi Blackpool futbolcusu Stanley Matthews oldu. İlk olarak gazetecilerin sadece Avrupa kulüplerinde oynayan Avrupalı oyunculara oy vermesine izin verilmişti. Bu nedenle Avrupa’da oynayan fakat Avrupalı olmayan Diego Maradona ve hem Avrupalı olmayıp hem de Avrupa’da futbol oynamayan Pelé gibi oyuncular bu ödüle aday olamadı. 1995 yılında bir Avrupa kulübünde oynayan fakat Avrupalı olmayan oyuncuların da ödüle aday olmasına izin veren bir kural değişikliği yapıldı. Bu değişikliğin ardından aynı yıl, Milan’da oynayan Liberyalı George Weah ödülü kazandı ve Avrupa dışından ödül kazanan ilk oyuncu oldu. 2007 yılında dünya genelindeki tüm oyuncuların ödüle aday olabilmesi sağlandı ve oy veren gazeteci sayısı da artırıldı. Ödül, 2006 yılında 52 Avrupalı gazetecinin oylarıyla belirlenirken; 2007 yılı birincisi, dünya çapında 96 gazetecinin oylarıyla seçildi. Ödülü en çok kazanan oyuncular, 4 kez Messi, 3’er kez ile Johan Cruyff, Marco Van Basten ve Michel Platini’dir. Hollandalı ve Almanlar yedişer kez ile ödülü en çok kazanan milliyetler olurken, İtalyan kulüpleri Juventus ve Milan altışar farklı oyuncunun aldığı sekiz ödülle, ödülü kazanmış en çok oyuncuya sahip takımlardır. Ballon d’Or ödülünü bu sene kazanan futbolcu ise, Cristiano Ronaldo olmuştur. Bir çok kimse ödülü, yarıştığı tüm kupaları kazanan Ribery’nin alması gerektiğini düşünse de, 4 senedir Messi’nin hegamonyasında olan ödülü Ronaldo evine ağlayarak götürmüştür. Ribery neden almadı diye kızanlara da soruyorum: Neden Ribery aday oldu da, Robben olmadı? Münih deyince aklımıza o başarılar da sadece Ribery gelmiyor. Saat gibi işleyen bir takım Bayern Münih. Ama Messi olmadan Barcelona, Ronaldo olmadan Real Madrid kolu kanadı kırık kuşlar gibi. Benim şahsi fikrim sorulsaydı ben de oyumu Ronaldo’ya verirdim. Kim bilir belki bir gün benimde oy hakkım olur ve bir Türk futbolcuya oy verme şansım olur. İki dileğim de yüzümü gülümsetmeye yetti 38 SPOR Şubat/ 2014 YILMAZ VURAL Çok değil 4’ü amatör 5’i profesyonel 9 yıl futbol oynamış Yılmaz Vural. Üstelik oynadığı 5 yılın hepsi alt ligler. Oynadı sayılmaz esasen. Futbolu bırakan milli futbolculardan bir farkı olmalı ki, şu ana kadar 27 kez görev değiştirerek, 22 farklı takım çalıştırmıştır. Bu demek oluyor ki, 5 kez ayrıldığı takıma tekrar geri dönmüş. Mütevazı bir ailenin çocuğu olarak idealist bir amaçla Ankara Spor Akademisi mezunu olur. Annesi- nin bileziklerini satarak, Türkiye’de antrenörlük lisansı alabilme imkanı tanınmadığı için Almanya’ya Köln Futbol Akademisine gider. Giderken bir çok zorluk yaşar. Yeri gelir inşaatlar da çalışır ama yılmaz Yılmaz Vural. Almanca ve İngilizce öğrenir. Sadece Köln’e gidebilmek için iki sene uğraş verir. Zor şartlar altında hatta bazı zamanlar kaçak yaşayarak lisanslarını tamamlar. Türkiye’ye dönüşünde Ergun Gürsoy’un referansıyla Özkan Sümer’in yardımcısı olarak ilk kez Malatyaspor’da yardımcı antrenör olarak göreve başlar. Evli ve 3 çocuk babası Vural, Gurbetçi Şaban filminde ufak bir rol alır. İlk zamanlar onu filmde gördüğünü iddia edenlere “Yok o ben değilim” dese de, şu sıralarda bile televizyonda zap yaparken rastlayabileceğimiz bazı reklamlarda da görüyoruz kendisini. Kamerayı pek sever. Hatta zaman zaman Hikmet Karaman’ın sürekli kamera görünce Yılmaz Vural’ı örnek aldığını düşünürüm. O da pek sever. İkisi de kameralara karşı çok içtendir. Yılmaz Vural zaman zaman espri de yapar. Hatta espri yapmasa bile bazen bize espri gelir o söylediği. Tribünlerin “Yılmaz Vural takla atsana” diye tempo tutmasına gülerek alkışla karşılık verir. Bardağın dolu tarafına bakmayı çoğu zaman bilmiştir. Ama bana kalırsa (aslında kendisi de bazı açıklamalarında bunu belirtir), onun bu kameralar ile olan ilişkileri kendi başını yakmıştır. 40 Yönetime söylemesi gereken sözleri kameralar karşısında açık edince kulüp yöneticileri hoş karşılamamış olsa gerek ki bu kadar çok kere görev değiştirmiştir. Bir keresinde sorulan soru üzerine, sezon başı kamplarının yorucu olduğunu, çok uğraştıklarını, sonrasında ise görevlerinden alındıklarını bunun hoş olmadığını, kendisinin hep hazır takım bıraktığını iddia etmiştir. Sanırım lig başlar- ken yönetim ile arası iyiyken ilerleyen haftalarda demek ki aralar açılıyor. Takımlar kendisinden uzun vadede değil hep kısa vadede yararlanıyorlar. Yine bir başka demecinde Fatih Terim’in ilk milli görevi Sepp Piontek yardımcılığının, ondan önce ken- disine teklif edildiğini, kendisinin kabul etmemesi üzerine Fatih Terim’in göreve geldiğini şu sözlerle ifade eder: “Kabul etseydim, bugün Terim olmazdı. İyi ki önünü açmışım. Türkiye sayemde onu kazandı” 3 büyükler(özellikle Fenerbahçe) veyahut Milli Takım ne zaman hoca arayışına girse hemen kendisinin aday olması, “İlla yabancı hoca arıyorlarsa, bende Alman pasaportuda var” söylemi onun işini aslında zorlaştırmaktadır. Günümüzde motto olan “Kaçan kovalanır” lafını kendisine buradan hatırlatmak istiyorum. Bazı şeyler “Kol kırılır yen içinde” şeklinde olması gerekir ama yatak odası sırlarını kameralar önünde konuşması başını yakıyor. Bir benzeri olayı yine İngiltere Premier Lig’de oynayan Galler takımı Cardiff City olayında da yaşadı. Kulüp başkanı Mehmet Dalman ile İngiltere’de buluşup, takım hakkında toplantı yapıp, şartları görüşür Vural. Türkiye’ye dönüşte hemen ka- meralar karşısında bunu açık edince, karşı tarafta ise bunun gizli kalması gerektiğini düşündüğünden he- men inkar ederek: “Yok yahu biz görüşmedik, bizim adımızı kullanarak reklam yapıyor” gibi açıklamalarda bulunur. Hatırlarsınız belki aynısını Kayserispor Menajeri Süleyman Hurma’da söylemişti. Hatta O biraz daha ileri giderek, Vural’ın düşürdüğü takımlardan ayrı bir lig kurulabileceğini iddia etmişti. 41 SPOR Şubat/ 2014 Kendisi çok iyidir, hoştur. Ama işte siz karar verin. Böyle bir teknik adamın yöneticisi siz olsaydınız ve sizin üstünüzdeymiş gibi hareket edip size basın üzerinden laf ya da takım ile ilgili gizli kalması gereken bazı şeyleri basına söylese hoşunuza gider miydi? Söylediği bazı enteresan sözler : -Fenerbahçe’yi bana verin, 3 yıl üst üste şampiyon yaparım. -Benim aptal oğlum, geri zekalı oğlum Mar- vin af edersin, benimle başı derde girecek şimdi. Futbolcu zeki olacak. İnanamıyorum. -Tecavüz ettiler bize, tabiri caizse. -Gurbetçi Şaban filmi için 40 Mark verdiler. Nasıl oynamayacaksın? -Yılmaz Vural takla atıyor, Yılmaz Vural şu, magazinleştirmek. Yılmaz Vural olmasa ne yapacak bu Türkiye. Bir renk diyorsun yani. Hadi ol bakalım futbolun rengi. Kolay mı? 60 yaşındayım ben. 28 senemi vermişim ben bu renkli adam olmak için. Buna bir saygınız olsun ya. Abicim sen zaten bir sarayın sa- hibisin. Galatasaray ya. Bırak milli saray da başkasına kalsın abi ya. Bütün saraylar senin olmaz yani. -Türkiye’de gittiğiniz hiç bir kulüpte sistem yok. -Bu ülkede yalnız Fatih Terim ve Mustafa Denizli yok. -Futbol toplum psikolojisini dengeleyen çok önemli bir sosyal olay. -Ben salak mıyım ikide bir bas bas bağırıyorum Fenerbahçe’yi verin, Milli takımı verin diye. Niye? Verin bakalım bir, bu donanımla bakalım ne yapacak diye bir merak eden yok mu? İki tane 4 yıllık üniversite bitirdim ben. Yok mu merak eden kimse Allah aşkına ya? 42 SPOR Şubat/ 2014 -Futbolcular köledir. Futbolcular modern gladyatörlerdir. -Türkiye’de herkes gemisini kurtaran kaptan. -Federasyonun hiç bizi umursadığı yok. Futbolcu bizi mahkemeye verdi diye isyan ediyor kulüpler. Parasını alamayan futbolcu ne yapacak? Seni camiye mi verecek? Mahkemeye verecek tabi. -Bir kaç ticaret deneyimim oldu. Başında durmadığım için başarılı olamadım. -Benim hatam şu: Popüler olmak. Adamlar benim popular olmamı istemiyor. Biz üstüne çıkınca kıskanıyor. Bütün sanatçılar benim can ciğer arkadaşım. Ben şimdi başkanı o sanatçılarla tanıştırınca ne oluyor? Adam eziliyor. Olmuyor. -Kapitülasyonlardan bu yana Türkiye’de yabancı ayrıcalığı var. -Roberto Carlos ben seninle fotoğraf çektirirken titriyorum heyecandan ama, benim anam ağladı Almanyalarda. Sen Peru’dan aldığın lisansla Türkiye’de hocalık yapamazsın. - İngiltere’de bir Türk antrenörün olmasına başkanına da enterasan geliyor. Araştırıyor- beni Daily Mail’in baş yazarı ile tanıştırdı. kadar şansım vardı. Bahis konusu olduk İn- belki Türkiye de inanmadı. Bir arkadaşım, 2-3 saat sohbet ettik. “Çok etkilendim bu olaydan seni İngiliz pazarına tanıtmak istiyorum” dedi. Ertesi gün tam sayfa çıktı. Sonra Cardiff City başkanı ‘Biz ilgileniriz’ diye aradı. O kadar ciddi boyuta kadar geldi ki düne kadar “Yılmaz Vural, Sven-Goran Eriksson, Solskjaer” diye yazıldı. İngiltere’de CV ile iş yapılıyor. Bizde adamla iş yapılıyor. Kulübün 44 lar ve gündem baya sıcak oluyor. Herkes giliz medyasında. Bizim bir haber ajansımız “Yılmaz Vural bombası patladı” diye haber yapıyor. O kadar mutlu oldu ki benim gitmeme! BBC, Daily Mail, Guardian sanki benim adamım da haber yaptırdım. Üzülüyorsun. Öyle bir ülkeyiz ki hiç birimiz, birbirimiz bir şey olmasını istemiyor. TARİH Şubat / 2014 Tarihteki Ünlü Çiftler Anthony ve Cleopatra (M.Ö. 41- 30) Sezar’ın öldürülmesinden sonra Kleopatra, Romalı komutan Marc Anthony ile birlikte olmaya başladı; M.Ö. 40 yılında ikiz çocukları olan çift M.Ö. 36 yılında evlendi. Anthony, eşi Kleopatra’yı Mısır, Kıbrıs, Girit ve Suriye valisi tayin etti. Anthony’nin gücünü bu şekilde kullanması Roma Senatosu’nda olay yarattı ve Marc Anthony hain ilan edildi. Anthony ve Kleopatra M.Ö. 31 yılında Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. İskenderiye’deki sarayına döndükten sonra Kleopatra’nın kendisini bir kobraya sokturarak intihar ettiği rivayetleri yayılmıştır. Bunun üzerine Marc Anthony de kendini bıçaklayarak öldürdü. Napolyon ve Josephine (1795- 1810) Napolyon güzel Josephine’i görür görmez vurulmuş ancak kendini ifade etmesi seneler sürmüştür. Napolyon, sevgilisinin asıl adı olan Rose’u sevmediği için ona Josephine demeyi tercih etmiş; o da bu ismi ölene kadar kullanmıştır. Napolyon ve Josephine 1804’te Fransa imparatoru ve imparatoriçesi olarak tahta geçmiştir. Josephine’nin bir varis dünyaya getiremeyince çift 1810 yılında boşanmıştır. Frida Kahlo ve Diego Rivera (1929- 1954) Ünlü Meksikalı ressam Frida Kahlo ile Diego Rivera, Kahlo öğrenciyken duvar resimleri yapan ünlü res- sam Rivera’dan resim üzerine danışmanlık alması ile başladı. Rivera o dönemde evli olmasına rağmen Frida Kahlo ile ilişkileri başladı; 1929 yılında çift evlendi. Evlendiklerinde Rivera 42 Kahlo ise sadece 22 yaşındaydı; Kahlo’nun ailesi çiftin evliliğine karşı çıkarak onları “Fil ve Güvercin” diye nitelendirdi. Rivera’nın sadakatsizliği ve çiftin değişken karakterleri nedeniyle çift, inişli çıkışlı bu evlilikten sonra 1939’da bo- şandı. Bir yıl sonra yeniden evlenme kararı alan Kahlo ve Rivera’nın ikinci evliliği de en az birinci kadar çalkantılıydı. Özel hayatlarındaki tüm bu inişli çıkışlı seyre rağmen, Kahlo ve Rivera tarihteki en önemli ressamlar arasına girmeyi başardı. 46 TARİH Şubat / 2014 Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan (1517-1558) Gerçek adı Alexandra Anastasia Lisowska olan Hür- rem Sultan’a Kanuni Sultan Süleyman tarafından Türkçe’de neşeli, soylu kişi anlamına gelen Hürrem ismi verilir. Osmanlı’nın en güçlü kadınlarından olan Hürrem Sultan Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk nikah kıydırtan sultandır. Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın mektupları, yazışmaları ve Sultan Süleyman’ın şiirleri birçok romana konu olmuştur. Ayrıca yine Avrupa’da ve Türkiye’de birçok resim, müzik ve bale eserine konu olmuştur. Prens Rainier ve Grace Kelly (1955-1982) Monako Prensi Rainier ile Grace Kelly 1955 yılında Cannes Film Festivali’nde tanıştı. Oscar ödüllü güzel aktris ile genç prens arasındaki flört, bir yıl sürdü. Bu bir yılın sonunda çift dünya çapında yaklaşık 30 milyon kişinin televizyondan izlediği bir düğünle evlendi. Evlendikten sonra Monako Prensesi olarak anılmaya başlayan Kelly, sinema kariyerini de bir kenara bırak- tı. Prens Rainier, evlendikten sonra Kelly’nin filmlerini Monako’da yasakladı. Çiftin üç çocuğu oldu: Prenses Caroline, Prens Albert ve Prenses Stephanie. John Lennon ve Yoko Ono (1968- 1980) Yoko Ono ile John Lennon, 1966’da Ono’nun Londra’daki resim sergisi sırasında tanıştı. Çift, bundan bir sene sonra çıkmaya başladı. Lennon’un eşi Cynthia Lennon’ın boşanma davası açmasından sonra Lennon ve Ono 1969’da evlendi. Birçok albümde birlikte çalışan çift, aynı zamanda Vietnam Savaşı’nı da birlikte protesto etti. The Beatles grubunun dağılma- sından sonra New York’a taşınan çiftin 1975 yılında bir oğlu oldu. 8 Aralık 1980 tarihinde John Lennon, evinin önünde vurularak öldürüldü. Lennon’un anısına eşi Yoko Ono, Central Park’ta Strawberry Fields Anıtını, Japonya’da John Lennon müzesini ve İzlanda’da Imagine Peace Kulesini yaptırdı. Prens Khurram ve Mumtaz Mahal Begum 1600 - Hindistan Prens Khurrum (daha sonra Shah Jahan olan) genç, zarif Arjumand Banu Begum (daha sonra Mumtaz Mahal olarak adlandırılan)’a daha henüz 14 yaşında iken aşık oldu. Birlikte heryere seyahat ettiler, ve Mumtaz 14. çocuklarını doğururken ölünce, Shah Jahan Taj Mahal’in onun anısına inşa ettirdi. 48 BİYOGRAFİ Şubat / 2014 Ara Güler 16 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Küçük Güler 1951 yılında Getronagan Ermeni Lisesini bitirmiş ve o yıllarda sinemalardan çok etkilenmiştir. Lisedeyken film stüdyolarında sinemacılığın her dalında çalışırken Muhsin Ertuğrul’un Tiyatro Kurslarına devam etti; çünkü yönetmen veya oyun yazarı olmak istiyordu. 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde gazeteciliğe başladı. Bu yıllarda Ermenice gazete ve edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlandı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne devam ediyordu. Ancak fotoğrafçı ve gazeteci olmaya karar verdi. 1950’li yıllarda İstanbul Üniversitesi İktisat Fa- olarak hem de fotoğraf çekerek devam ettirmek de gazeteciliğinin ilk demlerini yaşıyordu. Gaze- Henri Cartier Bresson ile tanışması onu dünyanın kültesi’nde okurken Yeni İstanbul gazetesinde tecilik yıllarında bazı gazete, mecmua ve edebi dergilerde Ermenice öykülerde yazdı. Çok yönlü bu yaşam serüveninde kariyerini hem gazeteci istiyordu. 1953 yılında Magnum’un kurucusu seçkin ajanslarından olan Magnum Ajansı’nın fotoğrafçıları arasına girmesine vesile oldu. O yıllardaki başarılı işleri onu İngilterede yayımlanan Photography Annual Antolojisi’nde dünyanın en başarılı yedi fotoğrafçısından biri olarak lanse etti ve aynı yıl Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneğine ilk Türk üye olarak kabul etti. 1954 yılında Hayat dergisinde fotoğraf bölümünün başına geçti takip eden yıllarda uluslararsı misyonları oldu özellikle Time Life, Paris Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto muhabirliği sorumlusu oldu. Ara Güler’in meslek hayatı başarı ve ödüllerle doludur. 50 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” ünvanını kazandı. İsviçre’de çı- kan Camera dergisinde kendisine özel bir sayı ayırdı. 1964’de Mariana Noris’in ABD’de basılan “Young Turkey” adlı yapıtında fotoğrafları kullanıldı.1967’de Japonya’da çıkan “Photography of the World” antolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotoğrafı yayınlandı. 1967’de Kanada’da açılan “İnsanların Dünyasına Bakışlar” sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen “Renkli Fotoğrafğın On Ustası” adlı sergide; aynı yıl Alman- ya’da, Köln’de Fotokina Fuarı’nda yapıtları sergilendi.1970’de “Türkei” adında fotoğraf albümü Almanya’da yayımlandı. Sanat ve sanat tarihi konularındaki fotoğrafları ABD’de Time-Life, Horizon ve Nesweek kitap bölümlerince ve İsviçre’de Skira Yayınevi tarafından kullanıldı.1971’de Lord Kinross’un “Hagia-Sophia” (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekti. Ara Güler belli dönemlerde Amerika, Almanya ve Pariste kişiler sergilerde açtı. Meslek kariyerinde onun için hatırası olan Bertrand Russel, Winston Churchill, Arnold Toynbee, Picasso, Salvador Dali gibi birçok ünlü ile bir araya gelip fotoğraflarını çekti, röportajlar yaptı. Bu dünya başarıları kendi ülkesinde de dikkatleri çekti ve 1979 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin foto muhabirliği dalındaki birincilik ödülünü aldı. 1986’da Hürriyet Vakfı’nca basılan, Prof. Abdullah Kuran’ın yazdığı Mimar Sinan kitabını fotoğrafladı. Bu kitap 1987de Institute of Turkish Studies tarafından İngilizce olarak yayınlandı. 1989’da Hil Yayınları Ara Güler’in Sinemacıları kitabını yayınladı. Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları, 1992’de Fransa’da Edition Arthaud, ABD ve İngiltere’de Thomas and Hudson, Singapur’da Archipelago Press tarafından Turkish Style başlığıyla, Fransa’da ise Albin Michel yayınevi tarafından Demeures Ottomanes de Turquie adıyla yayınlandı. Dünya Şirketler Grubu 1994’te Eski İstanbul Anıları, 1995’te Yitirilmiş Renkler kitabını yayınladı. Ana Yayıncılık ise 1994’te Bir Devir Böyle Geçti, Kalanlara Selam Olsun ve 1995’te Yüzlerinde Yeryüzü adlı kitapları yayınladı. Ara Güler’in fotoğrafları Paris Ulusal Kitaplıkta, ABD’de Rochester Georg Eastman Müzesi’nde Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda bulunuyor. Köln Mueseum Ludwing’de Das Imaginare Photo Museum’da fotoğrafları sergileniyor. 51 BİYOGRAFİ Şubat / 2014 Usta fotoğrafçı kendisine fotoğraf sanatçısı denmesinden hoşlanmaz hatta fotoğrafın sanat olup olmadığı olduğu konusunda da ‘Ben fotoğrafın bir sanat olduğundan emin değilim, fotoğrafın bir mesaj vermesi lazım’ diyor. Güler’e göre fotoğraf görünenin göründüğü şekliyle çekilmesinden ibarettir ve ona göre fotoğraf yalan söylemeyen bir makine’dır çünkü dili yoktur yalan konuşmak için. O na göre gerçeği yansıtmak sanat olmasından daha mühimdir ve eğer fotoğrafın sanat yönü varsa ikinci plandadır çünkü anın çekildiği fotoğraf çok mühimdir gerçek yaşamı yakalamak için. Ara Güler bir dünya insanı bir dünya fotoğrafçısıdır. 2009 yılında ABD en saygın vakıflarından olan Lucie Vakfı Uluslararası Fotoğraf Ödüllerinden en önemlisi olan Hayat Boyu Başarı ödülünü büyük duayen foto muhabiri Ara Güler layık görüldü. Lucie Vakfından ilk ödül alan Türk ünvanıda Ara Gülerin olmuştur. Güler’in yerine ödülü alan asistanların- dan Baharoğlu, “Ara Güler, fotoğrafı çok önemli bir meslek olarak görüyor. O size şunu iletmemi istedi; bir beyin cerrahının işi ne kadar önemliyse, foto muhabirinin ya da fotoğ- rafçının işi de o kadar önemli ve profesyonellik gerektiren bir iş” dedi. Gazeteci Nezih Tavlaş’ın, fotoğrafın efsane ismi Ara Gü- ler’in hayatını anlattığı Foto Muhabiri adlı 343 sayfalık kitapta Ara Güler’in doğduğu günden bugüne kadar tanık olduğu olaylar kronolojik bir sırayla anlatılırken bir yandan da Türkiye’nin 80 yıllık tarihi yer alıyor. 52 BİYOGRAFİ Şubat / 2014 Ara Güler İle Yapılan Röportajlardan Alıntılar “Ben olmasaydım, Türk edebiyatı ‘yüz’süz kalacaktı” 1948 yılından bu yana gazetecilik yapan ve o yıllarda dostluk kurduğu yazarları çoğunlukla bir sohbet esnasında ya da bir gezintide ‘Şöyle bir bak da fotoğrafını çekeyim.’ diyerek gündelik işin bir parçasıymış gibi fotoğraflayan Güler, “İyi ki de çekmişim o fotoğrafları, ben olmasaydım, Türk edebiyatı yüzsüz kalacaktı.” diyor. Fotoğrafların büyük kısmı, sıcak dost ortamlarında çekilmiş olsa da mesleğe ilk başladığı yıllarda kendi deyimiyle ‘tıfıl’ bir foto muhabiriyken Halide Edip’in karşısında heyecanlandığını itiraf ediyor Güler. Kimi sanatçıları da görevi olduğu için fotoğraflamış; bunlardan biri, Yeni İstanbul Gazetesi’ne konuşan Neyzen Tevfik. “Şimdi bende bir tane bile fotoğrafı yok.” diyor. Siyasi olay- lardan dolayı kundaklanan Yeni İstanbul Gazetesi’nde aralarında Neyzen Tevfik’in fotoğraflarının da bulunduğu yüzlerce negatifi kül olan Güler, “Kim bilir kimler vardı orada.” diye hayıflanıyor hâlâ. ‘Portreci değil, gazeteciyim’ Ara Güler, “Ben portreci değilim, gazeteciyim; röportaj yapan, yaşam fotoğrafları çeken adamım. Portre de çekiyorum; çünkü çok mühim. Bunlar bizim dünyamızı kuran adamlar, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı, Halide Edip’i okumayan bir insan nasıl olgunlaşır?” diyor; ama Güler ile görüştüğü sanatçılar arasındaki bilgi akışı tek taraflı olmamış hiç. Sabahattin Eyüboğlu, Ara Güler’in fotoğraflarını gördükten sonra, görselliğin anlatımdan daha etkili olduğunu savunmaya başlamış. 54 ‘Chaplin, Einstein ve Sartre’ı çekemedim’ Ara Güler’in çok istediği halde fotoğrafını çekemediği üç isim var; Einstein, Jean Paul Sartre ve Chaplin, “Einstein’ın zamanında çok genç ve meslekte yeniydim. Hayat mecmuasında çalışıyordum o yıllarda. Einstein nerede, ben nerede, kimse göndermez ki gidip çekeyim. Sartre’a gelince, Paris’te Delambre Sokağı’nda, 9 numaralı binanın üçüncü katında oturuyordu. Aynı binanın ikinci ve üçüncü katında ünlü bir fotoğraf laboratuvarı vardı. Oraya her gidişimde Sartre ile karşılaşmayı umuyordum. Gerçi Montparnasse kahve- lerinde otururken birkaç fotoğrafını çektim; ama bu benim istediğim tarzda bir fotoğraf çekimi değildi.” diyen Ara Güler, Chaplin’e ulaşmak için verdiği mücadeleyi ise şöyle anlatıyor: “Onun resmini çekmek için çok uğraştım, herkesi araya koydum, hatta mektup bile yazdım; ama bir sonuç çıkmadı. İsviçre’de evinin bulunduğu Vevey’e gittim; kar, kış kıyamet demeden sabahtan akşama kadar kiraladığım taksinin içinde günlerce evinin önünde bekledim. Son gün karısı Ona yarım saatliğine beni eve kabul etti, çay ikram etti. Ama Chaplin yoktu, biliyordum üst kattaydı. İnsanlığın zihnine dünyanın en cevval adamı olarak yerleşmiş bir imajı bozmamak için o günkü görünüşüyle ortaya çıkmak istemediği belliydi. Çünkü benim gibi, kuşkusuz o da biliyordu ki elimdeki fotoğraf makinesi acımasız bir makineydi.”Ara Güler en iyi fotoğrafını çekemeden bu dünyadan gideceğini düşünüyor; çünkü insanın daima en iyiye doğru yürüdüğünü; ama oraya ulaşamadan hayatını tamamladığına inanıyor. “İnsan doğduğu andan itibaren ölmeye başlar. Elli, altmış, yetmiş sene boyunca neyi bekleriz, ölmeyi tabii ki, arada da oyalanırız işte.” diyen Ara Güler her güne ‘yeni ve güzel bir gün’ gözüyle bakmayı da ihmal etmiyor. Ödülleri 1979 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Birincilik Ödülü (foto muhabirliği dalında) 2000 Fransa Légion d’honneur nişanı 2004 Yıldız Üniversitesi fahri doktora unvanı 2005 Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü 2008 İstanbul Fotoğraflarıyla İstanbul Turizm Özel Ödülü[3] 2011 Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Ara Güler’in Fotoğraf Üzerine Sözleri Sanat olmasına lüzum yoktur fotoğrafın. Fotoğraf tarih olayıdır. Tarihi zaptediyorsun, bir makina ile tarihi durduruyorsun. Fotoğraf konusunda şanslıyım çünkü olay beni buluyor. Ben singer dikiş makinesiyle bile fotograf çekerim. Sanatçı olmanın en kolay yolu fotoğrafçı olmaktır. Sıkıysa müzisyen ol. En iyi makina en iyi fotografı çekseydi en iyi daktiloya sahip olan da en iyi romanı yazardı. Keşke işim deklanşöre bastığım an bitse. Bir daha dünyaya gelseydim tramvay olmak isterdim. Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın. 55 SAĞLIK Şubat / 2014 HEMOROİD HASTALIĞI - MEDİCAL PARK BURSA HASTANESİ GENEL CERRAHİ UZMANI DOÇ. DR. ŞÜKRÜ AYDIN DÜZGÜN, HEMOROİD HASTALIĞI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ HAKKINDA BİLGİ VERDİ… DOÇ. DR. ŞÜKRÜ AYDIN DÜZGÜN: “HEMOROİDLERİN “HEMOROİD HASTALIĞI”NA DÖNÜŞMESİ, GENELLİK- DOÇ. DR. ŞÜKRÜ AYDIN DÜZGÜN, LE KABIZLIK VE AŞIRI IKINMA GİBİ NEDENLER İLE İÇİNDEKİ KAN DAMARI YUMAĞININ DAHA FAZLA KANLA DOLARAK BÜYÜMESİ, HEMOROİDİ YE- RİNDE TUTAN İPLİKSİ BAĞLARIN UZAYARAK HEMOROİDLERİN SARKMASI İLE OLUR…” “HEMOROİD HASTALIĞINDA DÖRT AŞAMA BULUNMAKTA…” “HEMOROİD HASTALIĞININ TEDAVİSİNDE HASTALIĞIN AŞAMASINA GÖRE FARKLI YÖNTEMLER UYGULANIR. HASTALIĞIN TÜM ŞEKİLLERİNDE ORTAK OLAN TAVSİYE KABIZLIĞI ÖNLEMEK İÇİN LİF VE POSA YÖNÜNDEN ZENGİN DİYETLE BESLENMEKTİR…” “BAZEN HEMOROİDLERİN AMELİYATLA ÇIKANLMASI GEREKEBİLİR. ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ AŞAMADA İSE AMELİYAT DAHA UYGUN BİR SEÇİM OLACAKTIR…” “HEMOROİD HASTALIĞI OLAN KİŞİDE KALIN BAĞIRSAK KANSERİ GE- LİŞMESİ SÖZ KONUSU DEĞİL. ARALARINDA NEDENSEL BİR İLİŞKİ BULUNMUYOR…” Medical Park Bursa Hastanesi Genel Cerrahi uzmanı rahat halinde makat kanalının yumuşak bir şekilde ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Düzgün, bir engel oluşturmaz. Bu damar yumağı yastıkçıkları Doç. Dr. Şükrü Aydın Düzgün, hemoroid hastalığı “Hemoroid hastalığı olan kişide kalın bağırsak kanseri gelişmesi söz konusu değil. Bu iki hastalığın arasında nedensel bir ilişki bulunmuyor” dedi. Hemoroid terimini tek başına kullanıldığında bir hastalığı değil, herkeste bulunan ve makat kanal içinde yer alan yapıları ifade ettiğini belirten Düzgün, “Hemoroid, özellik itibari ile içi damar yumağından oluşmuş yastıkçıklar olarak tanımlanabilirler. Bu yastıkçıklar ihtiva ettikleri içi kan dolu damar yu- mağı sayesinde oldukça yumuşak yapıda olup isti- 56 kapanmasını sağlarken, tuvalet ihtiyacı sırasında da içinde yer alan iplikçik şeklindeki yapılar onların yerlerinde kalmalarını sağlar ve büyüyüp sarkmalarını önler” dedi. Hemoroid yastıkçıkları büyüyüp şikayetlere sebep olduğu zaman “hemoroid hastalığı”ndan söz edilebileceğini vurgulayan Şükrü Aydın Düzgün, bu durumda büyümüş olan hemoroid yastıkçığı, kanama, özellikle tuvalet ihtiyacı sırasında dışarıya çıkma ve ağrı gibi şikayetlere neden olabileceğini söyledi. 18 SAĞLIK Şubat / 2014 DÖRT AŞAMA… Hemoroid hastalığında dört aşamanın olduğunu belirten Aydın, bu aşamaları şöyle açıkladı: “Hemoroidlerin “hemoroid hastalığı”na dönüşmesi, genellikle kabızlık ve aşırı ıkınma gibi nedenler ile içindeki kan damarı yumağının daha fazla kanla dolarak büyümesi, hemoroidi yerinde tutan ipliksi bağların uzayarak hemoroidlerin sarkması ile olur. Hastalığının birinci aşamasında hemoroid yastıkçıkları çok az büyümüştür ve makattan dışarıya çıkmazlar. Ancak tuvalet yaparken veya yaptıktan sonra kanamaya neden olurlar. Makattan bakıldığında dışarıdan görülmesi imkansızdir, o yüzden rektoskopi gibi tanı araçları ile tanınabilirler. Bunun bir ilerisi olan ikinci aşamada ise ek olarak tuvalete çıkarken hemoroidler dışarıya sarkarlar ancak ardından tekrar anal kanaldaki yerlerini alırlar. Hemoroidin daha da büyüdüğü ve içindeki iplikçiklerin uzayıp gevşediği durumda ise tuvalet sırasında dışarıya çıkan memeler ancak el yardımı ile yerlerine yerleştirilebilirler. Bu safha üçüncü aşama olarak adlandırılır. Memelerin iyice büyüdüğü ve iplikçiklerin tümüyle gevşedigi safhada artık hemoroid yastıkçıkları sürekli makat dışında yer alır ve içeriye yerleştirilemezler. Bu durumda da dördüncü aşama geçilmiş olur.” TEDAVİ YÖNTEMLERİ… Medical Park Bursa Hastanesi Genel Cerrahi uzmanı Doç. Dr. Şükrü Aydın Düzgün, hemoroid hastalığının tedavisi hakkında da bilgi verdi. Aydın, “Hemoroid hastalığının tedavisinde hastalığın aşamasına göre farklı yöntemler uygulanır. Hastalığın tüm şekillerinde ortak olan tavsiye kabızlığı önlemek için lif ve posa yönünden zengin diyetle beslenmektir. Sadece diyet düzenlemesiyle birinci aşama ek bir tedavi uygulanmadan kontrol altına HEMOROİD VE BAĞIRSAK KANSERİ… alınabilir. Destek olarak bölgesel krem ve fitil uygulama- kanseri arasında bir ilişkinin olmadığını için bant ile bağlama işlemi yapılabilir. Hastalığın ikinci gün, “Bu konu bize sıklıkla soruluyor. hemoroidlerin bağırsak kanseri gelişmesi söz konusu seçim olacaktır” diye konuştu. bağırsak ları yapılabilir. Nadiren özellikle kanamayı kontrol etmek dile getiren Doç. Dr. Şükrü Aydın Düz- aşamasında da bu önlemler yeterli olabilir ancak bazen Hemoroid hastalığı olan kişide kalın cü ve dördüncü aşamada ise ameliyat daha uygun bir Hemoroid hastalığı ile kalın değil. Ancak hemoroid hastalığının bazı belirtileri kalın bağırsak kanserinde de görülebilmekte. Ama bu iki hastalığın arasında nedensel bir ilişki bulunmuyor. Daha ziyade şikayetlerin benzemesi nedeni ile ayırıcı teşhis açısından önem taşımaktadır” şeklinde konuştu. 58 ameliyatla çıkanlması gerekebilir. Üçün- VAR ETTİNİZ, VAR OLUN... Darüşşafaka varsa sayenizde var. 150 yıldır iyi ki varsınız. Darüşşafaka’ya bağış yapın, annesi veya babası hayatta olmayan binlerce çocuğumuzun eğitimine katkıda bulunun. www.darussafaka.org | 444 1863 LEZZETİ BOL Şubat / 2014 ... 60 61 EDEBİYAT Şubat / 2014 Charles Bukowski Her aynaya baktığında ne kadar çirkin olduğunun farkına varan Bukowski, Bu hayatta tek bir şansı olduğunu düşünür; o da yazar olmak... Bir akşamüstü küçük odasının yazı masasında oturur 24 yaşındaki Charles Bukowski; dışarısı çok sıcak ve radyoda müzik çalmaktadır. ‘Yaz- manın en büyük şartı sarhoş olmaktır.’ diyen Bukowski, o akşam da sarhoştur ve yazmaktadır... Kapı çalar; o esnada gömleğini ilikleyen Bukowski kapıyı daha önce hiç görmediği iki adama açar. O kadar sarhoştur ki, kapıdaki adamların kendisine ABD´nin en önemli ve prestijli ödüllerinden olan Pulitzer Ödülü´nü vermeye geldiklerini düşünür. Bu düşünceye neredeyse hiçbir yazısı yayınla- mamış olmasına rağmen kapılır. Oysa Ziyaretçiler FBI´dandır... Kapıdaki adamlar, Bukowski´yi taşındığı son ad- resini makamlara bildirmediği gerekçesiyle alırlar evden. ABD II. Dünya Savaşı´nın içindedir ve 3 yıldır Almanya ve Japonya´ya karşı savaşmaktadır. Bukowski´nin askeri görevden kaçtığı düşünülür. Bukowski cezaevine atılır ve o sırada yazmakta olduğu “Annemin Kalbi Öldü“ gibi cümleler içeren kısa öykülerinin taslaklarına el konulur. Bir kaç hafta sonra serbest bırakılan Bukowski hakkında bir psikiyatrist “ifadesiz suratının ardında inanılmaz bir hassasiyet gizliyor“ notunu düşer. Savaşa gitmek zorunda bırakılmaz şanslı Bu- kowski, çünkü kura çekimi belirler o zamanlar savaşa gidecek erkekleri ve Bukowski´nin adı kura çekiminde çıkmaz. 62 Heinrich Karl Bukowski junior 16 Ağustos 1920 An- Bu dünya kendisi için bir kaçıştır. D.H. Lawrence ve dernach (Almanya) doğumludur. Ernest Hemingway kitaplarını bir el feneriyle yorgan Angeles´e taşınır. Annesi ve Babası Amerika´ya taşın- 20.00´da ışıkları kapatmasını ister. renciler Heini diye hitap ederler Bukowski´ye. Bunun dırır. 3 yaşındayken ailesi Amerika Birleşik Devletleri, Los altında okumak zorunda kalır, çünkü babası saat dıktan sonra oğullarına Henry ismini verirler, fakat öğ- İleride yorgan altını, yaşadığı tek cennet olarak adlan- sebebiyse sahip olduğu alman aksanı. İlk hikayesini ergenlik döneminde yazar Bukowski. ilişkiler ve arkadaşlıklar kuramayan bir çocuk olan Bu- bağlar. İlk hikayesindeki kahramanı, I. Dünya Savaşı’n- ken Kızılderili kostümü ile sokaklarda gezerdi. Kızılde- eden bir savaş pilotuydu. ebeveynlere sahip olduğunu sıklıkla yakınındakilere ekonomi okumak üzere Los Angeles City College´a lasına sahip değilsin“ der. Henry çoğu zaman akşamdan kalma olduğu için derse Bukowski bir tutunamayandı tam anlamıyla. Sağlıklı Yazma sebebini ise çevredeki en çirkin çocuk olmasına kowski, bütün erkek çocuklar Cowboy kostümü giyer- da elini kaybeden ve buna rağmen savaşmaya devam rili kostümü babasının hediyesiydi. Sonraları korkunç 1939´da okulunu bitirince; gazetecilik, İngilizce ve anlatır ve “bütün dünyan ebeveynelerindir, daha faz- kayıt olur. İngilizce dersi her sabah 7´de başlar ve Ve Henry Edebiyatı keşfeder... geç kalır. Yüzündeki Akne izlerinden dolayı yaşı olduğundan bü- yük gösterdiği için viski ve biraya daha kolay yaşıt- larından daha kolay erişir. Alkole olan düşkünlüğü de buradan gelir Bukowski’nin. İngilizce dersini zor da olsa geçen Bukowski, yaratıcı yazarlık dersiyle arası hiç de iyi değildir. Daha sonraları hocası hakkında da hiç iyi şeyler yazmayacaktır Henry. Genelde ilk bir saatten sonra dersi terk eder Henry ve ne hocalarıyla, ne de diğer öğrencilerle iyi geçinemez. Özellikle de Edebiyatla ilgilenen öğrencilerden nefret eder. Üniversitede bir Edebiyat dergisi çıkaran öğrencileri aşağılar, çoğu zaman doçentlere haftada 30 yazı teslim eder ve bu çok yazma özelliğini ileri yaşlarda da korur. 1 Eylül 1939´da Almanya Polonya´ya saldırır ve II. Dünya Savaşı başlar. O sıralar okulda provokatör olarak adlandırılan Bukowski, Hitler´e olan sevgisinden bahseder. Buna rağmen bugüne kadar asla gerçekten bilinmez Bukowski´nin bir Nazi olup olmadığı. Haziran 1941´de, kendi isteğiyle mezun olmadan okulu bırakır. Aralık´ta Japonlar Pearl Harbor´a saldırır ve Amerika Birleşik Devletleri savaşa katılır... Okulu bıraktıktan sonra geçici küçük işlerle su üstünde kalmaya çalışır Henry. Edebiyatta; kadınlarla ve hayatın her alanında ne yaşadıysa onu işleyen Bukowski´nin kahramanları unutulanlar ve tutunamayanlar olur genellikle tıpkı kendisi gibi. Bir şeyler yazarken fonda müziğini eksik etmeyen Henry oturur daktilonun başında... İlk kez bir dergide yazısı yayınlandığında ise Charles Bukowski ismi basılır, çünkü Henry ismini siler. Artık Bukowski kendisi için artık bambaşka bir hayatın başladığını düşünür... 63 REKLAM OBURLARI 66 Şubat / 2014 67 INSTAGRAM GÜNLÜĞÜ 68 Şubat / 2014 18 TWITTER GÜNLÜĞÜ Şubat / 2014 Müca h Aşk. ide Çaka n . @mu cahid eckn O Kadın @okadinburada Bütünleme Sınavı için dönüş. Arif ERSOY @arifersoy1903 k icin sabahın 6sında kalkVayyy be kücüklügümüzde izleme tesekkürü bir borc biliriz :) tıgımız Tsubasa icin @Pamukkale er lut_ @KemalBu a.. Teşekkürl Kemal Bulut bile yanınızd hastayken @Pamukkale Madame Coco @melisaybuke @Pamukkale hill climb racing bile var böyle firmaya can kurban . Sınırsız hizmet sınırsız konfor. Emre Bedir @EmreBedir25 Türkiye’de teksiniz @Pamukkale Bu konfor için teşekkürler :) obaci cı @ilaydas İlayda Soba kürü Haha teşek ale kk mu Pa @ :) borç bilirim pınar bayraktar @pbyr ktr İkinci evimsin @Pamu kkale bu yüzden hery ere seninle :) Twitter üzerinden @pamukkale profiline gönderilen “tweet”ler arasından seçilmiştir. 70 ARKAMIZDAN KONUŞANLAR Şubat / 2014 elif çiç ek @C icekkk Pamuk _kkk cuğum m konusu nda iyic yolculuk e aştın son se feri se bayıldım ne daha biço n k :)@Pam ukkale Boş Ad a @Meti m nAlpgo ce Kırklare line bir n c mayla seyaha ok firt ettim Pamuk ama ka hepsin le kalitesiyle; ic böler, c arpar, toplar, ık @pam arır.. Hosgeld ukkale ın k @ #heybebe k b rb bs uk hep Yine pam favorim pamuk :) ale kk u m a @P ler Kürşad İş ad @avkurs firması bir otobüs isikendi kend ki n düşünü lcuyo er r.h yle yarışıyo i biraz kendilerin luğumda uyorlar. ol iş m le daha yeni le Pamukka tebrikler @ Yunus @Y unu #pamukkale sOrakci bi ikramlar bi ikramlar şımartıyorsun beni lü tfen :) yıldırım müslüm 9 rm ld y @mslm h 8 iskale saba @Pamuk reli arabasınkla tanbul kır a boğulduk. m dayım ikra numara. 0 1 l e n o rs Pe emir Soyud Yasin 3 @Ysn2 aleturizm gerkk u m a P # veriyor. hizmet n te cek lsun.. Helal o Ümit Kuza n @umitkuza n @Pamukka le sekerli turk kahvem de Sorunsuz, m geldi. utlu bir yolculuk. Mehmet Özgün @mehmetozgunn Otobüste servis yapılırk en arka fonda Pink Floyd çalarak beni daha da etkilemeyi başarıyorsun @Pamukkale :) Muham m Muham ed Baş @ m Bu Pam d_Bas u bi harik kkale Turizm a dostu m, abii cok iyi yaa. Yasemin Ç. @cakmatrakyaliii İlk defa İst-burgaz ara sı kaliteli bir yolculuk yaptım. Teşekkürler pamukkale turizm. z Karagö zz z Ahmet o g a ük etkar @ahm ltuk, priz, büy wich, ko d iş n n a e s G v arşiv, et daha e d , n ekra intern hvesi, ndüm türk ka e düşü iy d ir il b la h o a ne vall dım ey bulama kale k u @Pam Memiş Burak g n e @lawc le turizmin ka Tr Pamuk rının kibarligi la çalışan rı üzerinde rtla standa *adio s @sd mucukos yldrm m Dostu m ozellik playlistin iz cok le tra pamu n kkale ce muzikle iyi ya r@ ARKAMIZDAN KONUŞANLAR 74 Şubat / 2014 SİNEMA Şubat / 2014 Para Avcısı The Wolf Of Wall Street 24 yaşında genç ve hırslı bir adam olan Jordan Belfort, yatırımcıları aldatarak kısa zamanda köşeyi döner. Kısa zamanda tonla para kazanıp o parayı aynı zamanda çabucak harcayabilen birisi olur. Uyuşturucu kullanan, fahişeler ile ilişkiye giren pahalı ve pis bir hayatı vardır. Film, gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır ve Amerikan borsasında çalışan komisyoncu Jordan Belfort’un biyografisinden esinlenilmiştir. Yönetmenliğini Martin Scorcese’nin üstlendiği film Amerikan borsasında komisyoncu olan Jordan Belfort’un biyografisinin bir uyarlaması. Filmin başrolünde Leonardo DiCaprio yer alırken kadroda Jonah Hill, Kyle Chandler ve Jean Dujardin kendisine eşlik ediyor. Bi Küçük Eylül Meselesi Eylül hayatta istediği her şeye sahip. Güzel, neşeli, eğlenceli. Ta ki bir gün başına bir şey gelene ve yaşamının son bir ayını unutana dek. Ailesi, arkadaşları her şeyin yolunda olduğunu söyleyip dururken, Eylül bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başlar. Ve hatırlamadığı bir ayın peşinden Bozcaada’ya gider. Orada, daha önce hiç görmediği derbeder, garip bir adam, ona seslenir. “Eylül. Beni hatırlamıyor musun? Sen burada, bu adada bana aşık oldun.” Yapım- cılığını Ay Yapım’ın üstlendiği aşk filminin başrollerini Farah Zeynep Abdullah ve Engin Akyürek paylaşırken, yönetmen ve senarist ise Kerem Deren. 76 SİNEMA Şubat / 2014 RoboCop Yıl 2029′dur ve çokuluslu şirket OmniCorp, robot teknolojisinin merkezindedir. İnsansız uçakları dünya çapındaki Amerika savaşlarını kazanmaktadır, şimdi ise bu teknolojiyi sivil cepheye getirmek istemektedirler. Alex Murphy sevgi dolu bir koca, baba ve Detro- it’de suç ve yolsuzluğu engellemek için elinden geleni yapan iyi bir polistir. Bir görev sırasında ciddi anlamda yaralandıktan sonra, OmniCorp Alex’in hayatını kurtarmak için robotik bilimlerini kullanır. Çok sevdiği şehrin sokaklarına inanılmaz yeni yeteneklerle döner, fakar sıradan bir adamın daha önce asla karşılaşmadığı durumlar ile birlikte. Filmin yönetmen koltuğunda José Padilha bulunurken, başrollerini Joel Kinnaman, Douglas Urbanski, Abbie Cornish ve Gary Oldman paylaşıyor. Recep İvedik 4 Togan Gökbakar’ın yönetmenliğinde, Çamaşırhane Film’in yapımcılığında 21 Şubat’ta vizyona girecek Recep İvedik 4’te, İvedik’in İstanbul’da başlayan maceraları, Maldivler’de ısssız bir adada katılacağı yarışmaya kadar uzanıyor ve izleyicisine yine kahkaha garanti ediyor. Survivor’a katılan Recep, burada Karayip korsanlarıyla karşılacak ve macera kaldığı yerden devam edecek. 77