FAUST VE SAVAŞ Kubilay AKTULUM* ÖZET Kökeni oldukça

Transkript

FAUST VE SAVAŞ Kubilay AKTULUM* ÖZET Kökeni oldukça
Faust ve Savaş
Kubilay AKTULUM
FAUST VE SAVAŞ
*
Kubilay AKTULUM
ÖZET
Kökeni oldukça gerilere uzanan, halk arasında dolaşan bir öykünün dönüştürülmüş bir
biçimi olduğu, dolayısıyla da gerçekten var olduğu güçlü bir olasılık olarak karşımıza çıkan, çok
sayıda yeni versiyonu yazılan, yenidenyazıldığı her dönemde anlamsal ve biçimsel
dönüşümlere uğratılan Faust Batı kültürünün en önemli söylenlerinden birisidir. XX. yüzyılda
insanlığın yüz yüze kaldığı krizler (iki büyük savaş) Faust söyleninin hala güncelliğini
yitirmediğini yeterince kanıtlamıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında çok sayıda Alman genci
çantalarında Goethe’nin Faust’uyla cepheye gitmişlerdir. Savaş başlar başlamaz, Oswald
Spengler Batı’nın Çöküşü başlıklı yapıtında Faust’dan Batı kültürünün ‘temel bir simgesi’ olarak
söz edecektir, Almanya çökmekte olan bu kültürün son kalesidir. XX. yüzyılda insanlığı derinden
yaralayan iki büyük dünya savaşının ardından, Faust bu kez savaşın yıkıcı sonuçlarını, Faust
gibi, geçici bir ün uğruna Şeytan’la anlaşma yapmaktan geri durmayan savaş meraklısı
yöneticilerin dünyayı ele geçirme istekleri sonucunda yol açtıkları felaketlerin bir simgesi olarak
değişik yazarlarca yenidenyazılmıştır. İçinde bulunduğumuz koşullara, başkalarının acılarına
bakınca, Faust’un Şeytan’la yeni anlaşmalar yaptığını düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Bu
çalışmanın Faust’un, savaşlara boğulan insanın dramının bir simgesi olduğunu, olmayı
sürdürdüğünü anımsatmaktan öte bir amacı bulunmamaktadır.
RESUME
Avant d’être le héros ambivalent d’une légende populaire née dans l’Allemagne
troublée du XVIe siècle, avant de devenir ensuite l’un des plus grands mythes européens
modernes, Faust a bel et bien existé. Les crises du XXe siècle donneront à Faust une actualité
immédiate. Lors de la première guerre mondiale, de nombreux combattants allemands partiront
au front avec le texte de Goethe dans leurs sacs. Au lendemain du conflit, Oswald Spengler
dans Le Déclin de l’Occident présentera Faust comme le « symbole majeur » de la culture
occidentale dont l’Allemagne représente le dernier fleuron au milieu de la décadence moderne.
Enrichi depuis de nombreuses réminiscences présentes dans l’inconscient collectif, réécrit
plusieurs fois par divers auteurs, le mythe de Faust garde encore son actualité de nos jours, où
grandes découvertes, racisme, extrémisme, massacres, sida, Internet, et surtout, guerres
déterminent grandement notre vie quotidienne. Rien n’a vraiment changé depuis l’histoire de ce
Faust dont on dit qu’il avait fait un pacte avec le diable !
Batı kültürünün temel yapıcı unsurlarından birisini söylenlerin oluşturduğunu, Elektra,
Oidipus, Prometheus, Don Juan gibi daha pek çok söylenin insanın temel karmaşalarını,
saplantılarını yansıtmak için yaratılan ve sürekli olarak başvurulan birer simge olduklarını
belirtmeliyiz. Onca söylenin arasında hala güncelliğini ve evrenselliğini koruyabilmiş, sanatın ve
edebiyatın hemen bütün dallarında yeni versiyonları oluşturulmuş olan bir başka söylen daha
bulunmaktadır: Faust söyleni.
Gerçekten de Batı kültürünün temel taşlarından birisidir Faust söyleni. Faust öyküsünün
başından günümüze gelinceye değin onlarca değişik versiyonu yazılmış, her yeni versiyonda
yazıldığı dönemin koşullarına göre yeni anlamlarla donatılmıştır. Tiyatro, opera, sinema, çizgi
film, kukla oyunu, bale, roman, şiir gibi sanatın ve edebiyatın çeşitli alanlarında sanatçılar
Faust’un dramatik öyküsünü durmadan yenidenyazmışlardır. Üzerinde yüzlerce çalışma yapılan
Faust yalnızca yazınsal bir izlek olmakla kalmayıp toplumbilimsel bir boyut kazanmış, çokbiçimli
bir kılığa sokulmuştur. Geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi günümüzde de simgesel bir ilkörnek
olarak benimsenmiştir.
Faust söyleninin Antik Yunan kültürü içerisinde anılan söylenlerden farklı olarak kökeni
XV. ya da XVI. yüzyıllara uzanır. Halk arasında dolaşan bir öykünün dönüştürülmüş bir biçimi
*
Prof. Dr. Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
1
Kubilay AKTULUM
Faust ve Savaş
olduğu, dolayısıyla da Faust’un bir uydurmaca değil, gerçekten varolduğu güçlü bir olasılık
olarak karşımıza çıkmaktadır. 1466 ve 1539 yıllarında, Almanya’da yaşadığı, adının Johann ya
da Georg olduğu ileri sürülen bir Faust’un varlığından söz edilir kimi kaynaklarda. Helmstadt’da
doğan, 1483 yılında Heidelberg Üniversitesine başlayan tıp, gökbilim ve felsefe eğitimi aldığı
söylenen bir Georg Faustus’un gerçekten yaşadığı söylenir. Faust’un tıp, gökbilim yanında
özellikle büyücülük işleriyle uğraştığı belirtilir. 1580 ya da 1587 yıllarında Faust konusunda
sözde bir yaşamöyküsü bile kaleme alınır: Faust Kitabı’dır adı bu yaşamöyküsünün. P.F. adında
birisi Şeytan’la anlaşma imzaladığı, yaşamı lanetlenen, büyücülükle uğraştığı için öldürülmesi
gerektiği söylenen günahkar bir kişinin (Faust) öyküsünü yazar. Kendi konusunda yazılan bu
yaşamöyküsüne bakılırsa bilgin birisidir Faust. Yirmi dört yıl zevk dolu bir yaşam sürdükten,
serüvenden serüvene atıldıktan sonra korkunç bir biçimde ölür.
1586 ya da 1588 tarihinde başka dillere çevrilir Faust Kitabı. Kitapta genel olarak Faust
öykülerinde rastlanan bir bölümleme karşımıza çıkar: Faust’un Şeytan’la yaptığı anlaşma,
ardından yolculuklarının öykülenmesi, büyücülük yaparak kazandığı başarılar, son anlarında
bulduğumuz umutsuzluk, yok oluşunun acı öyküsü pek az değişikliklerle sonradan yazılan
versiyonlarda yinelenir. Faust öyküsü İngiltere’de ve öteki pek çok Avrupa ülkesinde fuarlarda,
kukla tiyatrolarında gösterilir, bir fars görüntüsünden kurtarılarak öyküye bir dram havası verilir,
sonuna töresel bir sonuç eklenir: Şeytan’la (Kötülük’le) anlaşma yapan Faust’un korkunç sonu.
Faust söyleni yalın, sıradan bir halk söylencesi olmaktan öteye geçip farklı sanatsal
hareketler içerisinde yer bulabilmiş, farklı sanatsal okullar içerisinde hep yeniden güncel duruma
getirilmiştir. Ünlü bir doktorun bulunduğu konumdan hoşnutsuz olup Şeytan’la anlaşma
yapması, ruhunu ona satması izleği her dönemde, yeni toplumsal ve ekonomik koşullar
içerisinde yeni anlamlarla donatılmıştır. “Eski” bir efsane sürekli olarak “yeni”, “güncel” bir
efsane olarak bizim bir simgemiz durumuna gelmiştir.
Yenidenyazılan Faust öykülerinden birisi İngiltere’de karşımıza çıkar. 1590 yıllarında
Christofer Marlowe İngilizce’ye çevrilen bir Faust versiyonundan esinlenerek la Tragique
Histoire du Dr. Faust’u tiyatroya uyarlar. Marlowe onu Yenidendoğuş’un başkaldıran bir
kahramanı durumuna getirir.
XVII. yüzyılda ve XVIII. yüzyılın başında Faust halk tiyatrosuna uyarlanır: Faust’un kukla
senaryoları, fuarlarda gösterilen fars türü versiyonlarına rastlanır. Bu oyunlarda Faust’tan çok bir
uşak ön plana çıkarılır, Faust ise genelde oyunun sonunda cezalandırılır. Lessing ise Faust’u
insanın, insan düşüncesinin bir simgesi durumuna getirir.
Almanya’daki Sturm und Drang (dehanın, özgün dahinin ideal olarak kabul edilmesi)
hareketi içerisinde anılan Klinger, Friedrich Miller gibi kimi genç yazarlar Faust’u tutkulu bir
kahraman, başkaldıran bir ‘titan’ konumuna çıkarırlar. Bu grup arasında anılan Goethe 17711773 yıllarında Urfaust adında bir dram yazar, ancak yayımlamaz bunu, 1790 yılında aynı metni
yeniden gözden geçirerek Fragment de Faust’u, 1808 yılında da Première Partie d’une tragédie
de Faust’u yazar. Ölümünden birkaç yıl önce, 1832 yılında Deuxième Partie’yi, (İkinci Faust)’u
yazar. Goethe Faust söylencesini yeni bir kılığa sokar: onu insanlığın evrensel bir tipi durumuna
getirir.
Romantik yazarlar Lenau, Chamisso, Grabbe, Berlioz sonsuzluk arayışında olan
kahramanı ülküleştirmeden onun Şeytan’la anlaşmasına ve uğradığı lanetli sona sıklıkla
yeniden dönerler.
XIX. yüzyılda Faust söyleninin pek çok yeni versiyonu, tiyatro, şiir, opera, düzyazı
biçimleri yazılır. Faust’un öyküsü neredeyse sıradanlığa indirgenir. Özde birbirleriyle benzeşip
buluşsalar da bu söylenceye yüklenen anlamlar günün koşullarına uygun yeni anlamlar yüklenir.
XX. yüzyılda Faust söyleninin yine pek çok yeni versiyonuna rastlıyoruz. Yeni
anlamlarla donatılan Faust farklı açılardan yorumlanır. Yazılan kitaplarda Faust’a yığınla
anıştırmalar yapılır. Şeytanla anlaşma izleği yinelenir. André Dabezies, aynı konunun yalnızca
1900 ve 1955 yılları arasında Almanca yazılmış dram, roman, öykü, opera, kukla oyunu, film
versiyonlarının sayısının yüze yakın olduğu, bunlara üçer dörder sayfalık kısa şiirlerin de
eklendiğinde bu sayının daha da arttığını belirtir (Dabezies, 1967, s. 1-5). Başka dillere çevrilen
Faust’un, yeni Faust öykülerinin sayılarının da altmıştan fazla olduğu, sessiz sinemada ise on
sekiz versiyonunun bulunduğunu ekler. Fransa’da birinci ve ikinci dünya savaşlarının ardından
başka Faust öyküleri yazılır. Anglo-Sakson ülkelerde Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Faust
öykülerinin sayıları çoğalır. Özellikle Almanya ve Fransa’da Birinci Dünya Savaşı’nın ardından
2
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Faust ve Savaş
Kubilay AKTULUM
yazılan Faust öykülerinde bir patlama görülür. Goethe’nin Faust’unun başarısı Almanya’da
1934’lü yıllara değin sürer, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeni Faust öyküleri yazılır. Yirminci
yüzyılın acı, kabus dolu yıllarında Faust öyküleri hep gündeme gelmiş, yenidenyazılması
gereksinimi duyulmuştur. Faust söyleni çağdaş yüzyılın, çağdaş tarihin, kötülüklerle dolu bir
dönemin simgesel öyküsü durumuna gelmiştir.
Yazılan versiyonların çoğunda Faust’un Şeytanla yaptığı anlaşma yanında, onun
Marguerite ile olan aşkı değişmez izleklerin başında gelmektedir. XIX ve XX. yüzyıllarda yazılan
versiyonlarda, özellikle opera uyarlamalarında, Goethe’nin Faust’undan başka antik kukla ya da
fars örneklerinden yararlanılır, onlardan esinlenilir. Özgün bir biçem arayışında olan yazarlar bu
yola başvururlar. Kimi yazarlar Goethe’nin çizgisinde kalarak yapıtlarına felsefi ve simgesel bir
boyut ve anlam katmaya uğraşmışlardır. Kimileri Faust’a dinsel bir görünüm katmışlar, kimileri
ise onu güncel anlamlarla donatmışlar, günün koşullarına uyarlamışlardır. Özellikle Almanya’da
yazılan Faust versiyonlarında siyasal ya da toplumsal güncellik yansıtılmak istenmiştir.
İspanya’da yazılan Faust öyküleri alaycı bir kılığa sokulmuş, bunlar güldürüler ya da parodiler
biçiminde tasarlanmıştır. Yazılan öykülerde kimi değişiklikler hemen göze çarpmaktadır.
Örneğin XX. yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’nın ardından yazılan tiyatro oyunlarında Goethe’nin
Faust’unun çizgisine bağlı kalınmış, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, artık Goethe’nin dramına
bağlı kalmadan, yazarlar Faust’u yeni biçimlere sokarak, ona kimi yeni simgesel anlamlar
yüklemişlerdir. Çoğu zaman kötümser bir anlamdır bu. Faust’un kişiliğinden çok, bir savaş
ortamında, onun Şeytan’la yaptığı anlaşma izleği üzerinde durulmuştur. XX. yüzyılda yazılan
Faust öykülerinin anlamını güncel siyasal ve tarihsel olaylar ışığında araştırmak gerekir.
Schelling’den başlayarak ikinci Reich dönemine gelinceye değin tüm XIX. yüzyılda
Faust Almanya’da söylensel bir figür olarak görülmüştür. Ulusal bir izlek olarak Faust’un kişiliği
belli bir ulus, ülküsel bir figür, ulusun sorunlarını dile getiren bir kişi durumuna getirilmiştir. XX.
yüzyılın başlarında yazarların kaygısı Faust’a ulusal bir anlam vermek değilken, dünya
savaşlarının yarattığı sarsıntı, acılar yazarları bu öyküye, özellikle Almanya’da, daha ulusal
anlamlar vermeye götürmüştür. Ulusçuluğun yükselişe geçtiği bir dönemde Faust öykülerinin
sayıları artmış, Faust bir slogan durumuna getirilmiş, siyasal ve ideolojik anlamlarla
donatılmıştır.
Faust kuşkusuz yalnızca ulusal düzlemde, kolektif bir görüngüde ele alınmaz. Bireysel
bir görüngüde de simgesel anlamlarla donatıldığını eklemekte yarar var. Söylenlerin kişinin
açıkça dile getiremediği kimi isteklerini dolaylı yoldan dile getirme yolu olduğunu kanıtlamaya
uğraşan ruhbilimcilerin varsayımlarına yaslanarak, Faust’un Şeytan’la yaptığı anlaşma, örneğin
Yenidendoğuş döneminde, kimi hümanistlerin toplumda yükselip yücelme, başarılı olma
düşlerini; romantik dönemde örtük olarak, yaşadığı koşullardan mutsuz olan romantik insanın,
sanatçının, dinin ya da usun yollarından geçerek varamadığı sonsuzluk arayışını dile getirme
yolu olur. Moden yazarlarda ise Faust’un Şeytan’la yaptığı anlaşma simgesel olarak modern
bireyciliğe bir başkaldırı olarak yüceltilir. Faust’un kendisi alçaltılan, küçük düşürülen insanın
utku kazanma düşünü temsil eder. İki dünya savaşı yaşayan Almanya Faust’a döner yüzünü,
insanlar ulusun yüzyüze kaldığı dramın ortasında, katlanılması olanaksız bir gerçeklikten
yüzlerini olanaksız bir utku düşüne çevirirler.
Faust bir bastırmanın, yansıtmanın, dışa vurmanın yolu olur, bir toplumun, bir insan
grubunun simgesi durumuna gelir. Jung’un simge konusunda yaptığı tanımlamalara uygun
olarak, simgeler ortak bir bilincin, bilinçaltının bastırılan özlemlerini, düşlerini yansıtırlar. Jung bu
görüşünü somutlaştırmaya uğraşırken örneklerini Goethe’nin Faust’undan seçer, ondan kimi
bölümler alıntılar. Faust “yaşamın simgesidir” ona göre, yaşanmış bir deneyimi açıklar. Jung
çözümlemelerini Ben’i ile içgüdüleri arasında seçim yapmak zorunda olan bölümlenen insan
konusunda sürdürürken, özellikle de Types psychologiques (Psikolojik Tipler) başlıklı yapıtında
Faust’a sıklıkla gönderme yapar. Karanlık, anlaşılmaz bir dram yaşayan kişi tehlikeli, insandışı
bir Faust’tur ona göre. Nazi yönetimiyle işbirliği yaparak Şeytan’la bir tür anlaşma imzalayan
Almanya’nın, bu yeni Faust’un histeriye tutulduğu sonucuna varır. Birey bütünlüğüne yeniden
ancak
Faust’cu tutumundan vazgeçtiğinde
kavuşacaktır Jung’a göre. Jung’un
tanımlamalarından çıkan sonuca bakılırsa İyilik ve Kötülük arasında seçim yapmakta özgür olan
Ben’in simgesidir Faust. (Jung, 1938, s. 96).
Jung görüngüde değişikliklerin bir yüzyıldan ötekine aynı ilkörneği yeniden ortaya
çıkardığını, ilkel insanda görülen aynı söylensel yaratı ile birleştiğini dile getirir. İnsanın
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
3
Kubilay AKTULUM
Faust ve Savaş
başından günümüze gelinceye değin farklı koşullarda dünyadaki koşulunun bir yansısı olur
Faust söyleni. Bireysel olduğu kadar insanın, bir toplumun durumunu yansıtır.
Faust bütünüyle bir çatışmalar yüzyılı olan XX. yüzyılda Alman özellikleriyle donatılmış
ulusal bir kahraman, aynı zamanda bir insanlık ülküsüdür. Faust modern insanın yüzyüze
kaldığı özlemlerin, onun karmaşık ve durmadan kaygılarının bir simgesi olur.
Her yüzyıl, her dönem içinde bulunulan koşullara göre farklı biçimlerde algılamıştır
Faust’u. Faust kimi zaman doğayı ele geçirmeye, ardından insanlığa gençliğini yeniden
buldurma uğraşında olan tutkulu birisi olarak algılanmıştır. Faust din odaklı Ortaçağ
düşüncesinin yarattığı baskıdan kurtarılarak, her türden töremsel olana karşı çıkıp arzunun
serbest bırakılmasının simgesi durumuna getirilir aynı zamanda. Nietzsche’nin “üstün insan”
felsefesini izleyen kimi yazarlar ise papaz kesiminin, dinin kölesi olmak yerine onların
baskılarından kurtarmak yoluna giderler; insanı dinin buyruklarından ve yasaklamalarından,
bilgisini artırmak için koydukları sınırlardan kurtarmanın simgesi yaparlar Faust’u. Maurice
Barrès ise Faust’u bireyciliği yücelten, çalışmayı, ilerlemeyi, söze dayalı belirsiz, kapalı
söylemler karşısında özgür bir başkaldıran, ülküsel bir kişi durumuna getirir. Toplumbilimciler ise
burjuva sınıfının kölesi, anamalcılığın yücelttiği koşullar içerisinde karşımıza çıkan tipik bir
entellektüel olarak görürler Faust’u. Kimilerine göre Faust bilimselliğin, aklın bir iflası olarak
algılanır, modern uygarlığın insanı insanlığından eden materialist sistemine karşı bir
başkaldırının simgesidir o. Dünyaya bilimle egemen olmaya çalışan modern insanın durumunu
temsil eder Faust.
Her çağın kendi görünümüne uygun bir duruma getirdiği, kimi yeni simgelerle
zenginleştirdiği, İyi ve Kötü arasında seçim yapmakta özgür bireyin iki yönünü simgeleyen
Faust, bir grubun kabul görmüş bir simgesi olduğu kadar tüm insanlığın da bir simgesidir. Her
grup için, o grubun tümünü kapsayan koşullar içerisinde temel bir sorunu, varlıksal bir ilişkiyi dile
getirme yolu olur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Faust Alman ulusçuluğunun ülküsel
bir figürü durumuna getirilir.
Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi dünyanın sonunun geldiği düşüncesini yaratır
kafalarda. Savaş meydanlarına giden milyonlarca genç insan için bu son düşüncesi daha güçlü
bir biçimde öne çıkmaktadır. Faust genç bir kuşağın yazgısını temsil etmektedir.
Gerçekten de öteki ülkelerde sürekli gündemde olmasına karşın, krizin patlak
vermesinden kısa bir süre öncesine değin Almanya’da edebiyat alanında düşünsel beklentilere
yanıt vermediği gerekçesiyle Goethe’nin Faust’undan önceleri fazla söz edilmez. Ancak
Houston Stewart Chamberlain’in söylediği gibi, (Dabezies, 1967, s. 89) seferberlik ilan edilir
edilmez, Faust’un tüm baskıları Almanya’da kısa sürede tükenir. Georges Saunders tutsak
alınan düşman askerlerinin ceplerinde çoğu zaman bir Faust kitabının bulunmasının simgesel
bir durum olduğu üzerinde durur.(Saunders, G. (1916), “Faust and the German Character,
Nineteenth Century: LXXX, s. 718) Çünkü Faust moda bir öykü olması yanında eşi benzeri
görülmemiş korkunç bir felaketle yüz yüze kalan genç bir kuşağın durumunun bir özeti gibidir.
Almanya dışındaki ülkelerde, Alman askerlerinin ceplerinde Goethe’yi, kendi Faust’larını
taşıdıkları bir gerçektir. Değineceğimiz gibi, savaş yıllarında Faust bir propağanda aracı olarak
bile kullanılmıştır. Kimi düşünürlere göre Faust tehlikeli bir felsefenin: Almanya’nın, Barrès’nin
ileri sürdüğü gibi, askeri bir pan-almancılığa kayışın simgesidir. Faust bir esin kaynağı olur.
Yabanıl, tehlikeli bir düşüncenin atıldığı serüvenin simgesidir Santayana’ya göre. Santayana,
1917, s. 24). Bir tür büyücü kılığına girerek, dünyayı kendi çıkarlarına hizmet etmeye zorlama
ülküsünü temsil eder. Faust’u Almanya ile özdeşleştiren, Şeytan’la anlaşma yapanın Almanya
olduğu görüşünün savaş döneminde sıklıkla dile getirildiği görülür. Faust’un temsil ettiği yeni
düşman, kötülük Almanya’dır. Latin kültürünün bir savunucusu olan Delfour Faust’un,
Goethe’nin, Mefistofeles’in aynı Alman özüne sahip olduklarını, üstün bir Alman insanı ülküsünü
temsil ettiklerine inanır (Delfour, 1916). İtalyan Giovanni Papini ise Almanya’nın kendi imge
dünyasında aradığı kahramanı Faust’ta bulduğunu, Goethe’nin dramının “Alman düşüncesinin
kara kitabı” olduğunu düşünür. (bkz. Dabezies, 1967, s. 91).
Faust yalnızca Alman düşüncesinin bir simgesi olmakla kalmaz, yakın tarihin,
Almanya’nın istilacı politikasının, insanlığı derinden sarsacak girişimlerinin de bir öyküsü olarak
görülür. Vladimir Frankel’e göre Goethe “tanrısal” bir dahidir, çünkü “eski bir Faust söyleninin
Almanya’nın geleceğini belirttiğini ve bu yapıtta Alman halkının tutkularını olağanüstü bir
güzellikle betimlediğini” bildirir. (Dabezies, 1967, s. 91). Almanya’nın gerçek, sırf kendine özgü
4
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Faust ve Savaş
Kubilay AKTULUM
bir özelliğini gizleyen Faust, masum bir Marguerite konumundaki Rusya’yı baştan çıkarmaya
uğraşan bir Almanya’yı da haber verir; Rusya’da Alman kültürünün ve ekonomisinin istilasını
dışa vurur örtük olarak. Ancak hapishanedeki Marguerite gibi Rus düşüncesi de uyanır,
Belçika’ya Alman Faust’unun kanlı ellerinin bulaştığını o da görür. Frenkel şeytanla yapılan
anlaşma izleği üzerine durmasa da Revue des Deux Mondes’da çıkan bir yazısında ayrıca
Almanya’yla işbirliği yaparak ruhunu Şeytan’a satan Türkiye’nin böylelikle Faust-Şeytan
sayesinde “mucizevi bir gençlik” bulacağını umduğunu belirtir. (Dabezies, 1967, s. 92).
Marguerite Combes, Hélène enchainée başlıklı üç perdelik dramında megaloman ve şiddet
yanlısı bir Alman Faust’u tasarlar; Faust yasa koyandır, güzellikten anlamaz, idealist bir
öğrencinin yakarmaları karşısında sarsılmaz bir ayak diretmeyle durur. Faust cephede “bize
acıyın” diyen askerlerin çığlıklarıyla, biraz olsun o şiddetli tutkusunun lanetlendiğini hisseder ve
acı sonunu beklemeye koyulur. Almanya gibi Faust da sonunda asıl gerçeğe dönerler.
Louis Bertrand Faust’da kendine bir çıkar sağlama uğraşındadır. Faust’da bulmaya
çalıştığı kendi ırkını silmek peşinde olan Almanya’dır; düşmanın portresini onda bulmaya
uğraşır. Aklın intiharı yolunu seçen Almanya lanetli eylemini kendi megalomanisi, bir üstün insan
yaratma politikası uğruna yöneltmiştir, bütün amacı amansız ve sınırsız bir yayılmadır, öyle ki bu
sınırsızlığı ve yayılmacılığını “kutsallık” düzeyine vardırmıştır: “Bu eylemi (…) bu sınırsız ve
amaçsız bir yayılmadan başka kural ve sınır tanımayan bu yıkıcı gücü tanrılaştırmıştır. (…)
Cesetler ve yıkıntılar işte karşımızda duruyor (…) Bundan böyle, bizim için, Faust’un şiiri yasak
(…) Klasik biçimiyle, barbar bir şiir bu.” (Bertrand, L, “Goethe et le germanisme, Revue des
Deux mondes, 1915: 721-752)
Faust ve Almanya’nın idealleri konusunda bu türden söylemlere karşın Goethe’yi ve
onun Faust’unu bilen kimi yazarlar Goethe’yle Alman siyasetçilerinin güttükleri olumsuz
“Almancılık” tutumlarını birbirinden ayırmışlardır. Örneğin Henri Bataille Goethe ya da Alman
karşıtı bir tutum içerisine girmeden Faust’un ikinci cilt V. perdesindeki bir sahneden esinlenerek
bir savaş şiiri yazmıştır.
Faust Almanya’nın bir propağanda aracı, bir kahramanı; onun ele geçirme düşüncesini
ve dinamizmini simgeleyen bir tip durumuna getirilmesine karşın Hermann Hesse, Faust
konusunda şu görüşü dile getirir: “Yurttaşlar, ulusçu olmadığı için, Goethe’nin kullanılabilir bir
silah olmadığını anladılar kısa sürede (…) Bu nedenle Goethe 1914 yılının yazından başlayarak
ulusal değerler süresince büyük ölçüde gözden düştü.” (Dabezies, 1967, s. 94) Goethe’ye karşı
bu sakınımlı tutum Almanların Faust’u bir propağanda aracı olarak pek az kullandıkları
düşüncesine yol açar. Ancak Faust bir başka deneyimin, bir başka türden düşünce yürütmenin,
duygularını dile getirmenin yolu olur savaş sırasında.
Öyleyse neden savaşa giden onca asker yanlarına Faust’u almışlardır? Gerhard
Füllkrug bu soruyu sormaktan kendini alamaz. Füllkrug gençlik yıllarında aldıkları eğitimden
geriye kalan anılar dışında rastladığı askerlerin Faust’da bağlanacak kimi değerlerin arayışında
olduklarından söz eder: kültür, bilgi, arzu, ve ayrıca güçtür bu değerler, çünkü Faust’un kendisi
de bir üstün insan olmak arzusundadır, “üstün insan Goethe onu böyle tanımlar.” Kuşkusuz bir
gerçekliğin yerini alamaz Faust, bu öyküyü okumak, cephede savaşan askerleri ölümden
kurtarmaya yetmez, beklentilerine yanıt vermez. Savaştan yirmi altı yıl sonra anılarından söz
eden eski bir asker Faust’un cephede savaşan askerler için ne önemi olduğu konusunda ip ucu
verir: “1914 yılında Fransa cephesine giderken yanımızda Zerdüşü ya da İttifak Yıldızını değil,
Yeni Ahit ve Faust’u götürmemizin nedeni, (…) gerçekte o savaş yıllarının karmaşası içerisinde
şiir vatanın, ana dilin, Alman ruhunun ve onun yaşama hakkının bir özeti olmuştu” (Dabezies,
1967, s. 95).
Litvanya cephesinde ise yüzbaşı Hülsebusch Faust ile İncil arasındaki koşutluğu daha
da derinleştirir. Sürmekte olan savaş sırasında bu korkunç deneyime katlanmak zorunda olan
insanlar moda yapıtlarla uğraşacak durumda değildirler, bu uzun korkunç savaşa dayanabilmesi
için kendine dayanaklar arar, kaynağa, kökene dönme gereksinimi duyarlar. Hülsebusch
haftalar süren bekleme sırasında bir askerin şunları söylediğini duyar: “al ve oku, ve artık
sadece İncil yok:”
“Neredeyse unuttuğumuz gerçeklik ve yaşamı yeniden Kutsal gerçekliğin kitabı olan
İncil’de, ve insan gerçekliğinin, hiç değilse gerçeklik için mücadelenin kitabı olan Faust’da
yeniden bulmuştuk. Faust da, Augustin gibi, durmak dinlenmek bilmeden Doğayı ve kendi
yaşamını derinleştirmesine olanak sağlayan sürekli mutluluğa doymak bilmez bir özlem değil
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
5
Kubilay AKTULUM
Faust ve Savaş
midir? Şiirin içimizde soylu ve iyi olanı eğitmek için değeri buradan gelmektedir.” (Dabezies,
1967, s. 96)
Savaş insanları gerçek kaynağına döndürür, kendi gerçekliğini kutsal bir ülkü olan
İncil’de ve bir insanlık ülküsü olan Faust’da bulacaktır.
Benzer biçimde Batı cephesinde yüzbaşı Wanderer “cephedeki askerin el kitabının”
gerçekte Goethe’nin Faust’u, özellikle İkinci Faust’u olduğunu söyler. Eski değerleri tersine
çeviren ve Faust’u tercih ettiren olay savaştır:
“İlk kitaptaki Faust, zevk peşinde, serüven peşinde koşan Faust barış zamanında insan
yüreğinin sorunlarını iyi özetlemektedir- ancak şu canavarca savaş fırtınasının estiği yıllarda,
(…) bir enerji ideali, cesur bir yüreklilik gibi yaşamın sözlerini boşuna ararsınız (…)
Ancak Faust’un ikinci kitabı için durum bambaşkadır. Dünyadan el etek çeken bilgin,
dünya işlerine dalan zevk düşkünü adam dünyayı ele geçirmek isteyen birisidir. Cephede,
cephe gerisinde, anavatanda her yerde Almanların işleri göze çarpıyor: işte o zaman Faust’un
ikinci bölümünde, bize lazım olan kahraman, bizi yükselten kişi karşımıza çıkıyor.” (Dabezies,
1967, s. 96)
Faust’un ikinci kitabı birincisi kadar başarılı olmamışsa da kitabın dördüncü
sahnesindeki savaş manzaraları ile savaş meydanındaki bir subayın 1916 yılında yaşadıkları
arasında bir yığın benzerlik bulunur:
“Bu dış etkinlik ve kendi kendimizle olan bu iç çatışma, sabretmeyi, gururla özgür bir
halkla özgür bir toprakta ayakta kalmak isteyen can çekişen Faust’a gelinceye değin, yaşamını
sergileme cesaretini öğrenme” (Dabezies, 1967, s. 97) ideali peşindedir askerler.
Goethe kendi dramına kendi dramımız, yaşamın derin gerçekliği olan pek çok unsuru
sokabilmiştir, cephede ölüm ile yaşam arasında bireyin kendi kendisine sorabileceği pek çok
soruya yanıt bulunabilmektedir onun yapıtında.
Üniversite hocalarının, aydınların çıkardıkları benzer anlamları cephede bir askerin
çıkarması savaşan askerler arasındaki ortak psikolojinin ne olduğunun ip uçlarını da verir.
Savaşan, bitmek bilmeyen bir bekleyiş içerisinde olan, kendine hakim olabilme konusunda çaba
göstermek için Faust örnek alınır; ülküsel bir figür durumuna getirilir. Orta sınıf bir Alman okulda
Faust’un yalnızca birinci kitabını okumuşken, ilk kez büyük bir kesim Faust’un ikinci kitabını
okur, onun çağdaş özelliklerini bulup çıkarır, Faust’u tüm yanlarıyla yeniden keşfeder. Faust
uzmanlar yanında halkın ulusal malı oluverir.
Cepheye gitmeyenler askerlere Faust’un en güzel baskıları verilir. Faust’un kökeninden
değil, Faust’un kendisinden söz edilir artık. Okurların çoğu Faust’un yaşama bir anlam katmak
olduğunu düşünür. Hümanistlerin, ünlü yazarların, genç izlenimcilerin Faust’ta göremediklerini
gören cephedeki asker Faust’u kendi mücadelesinin bir simgesi, kahraman durumuna getirir.
İçgüdüsel olarak Goethe’nin kahramanında kendi özlemlerinin yansısını bulur. Savaşla yüzyüze
gelen genç bir nesil Faust’un deneyimini kendinde yeniden yaşar. Çukurlarda Faust’un
sapkınlıklarıyla yaşar, bir ülküsel kahraman olmakla kalmaz, onun geçtiği deneylerden geçer,
başarısızlıklarıyla yüz yüze kalır, kendini bir Faust durumunda bulur. Okulda aklında kalan
birkaç anıdan yola çıkarak savaş yıllarında günlük yaşamını Faust’un görüngüsünden izler,
kendi yaşamını onun yaşamıyla özdeşleştirir, bitmek bilmeyen, anlam veremediği savaşa bir
anlam bulur: Faust’un Şeytanla yaptığı anlaşmanın anlamıdır bu: kötülük
Savaş sırasında bu denli güncel olan Faust konusunda askerler ve subaylardan başka
kimi yazar ve eleştirmenler de kendi görüşlerini dile getirir, savaş bağlamında Faust’a kendi
anlamlarını yüklerler.
Örneğin Engelhardt 1916 yılında destansı bir biçemde yazdığı “Faust, bir Alman söyleni
mi?” başlıklı uzun şiirinde dünya savaşına anıştırma yapar:
“Giriş: Şair halkının atası Faust’a ve onun misyonuna layık olduğunu görmek istiyor: bu
nedenle dualarında (1911 yılındaki) sonsuz özlemi uyandıracak fırtınaya çağrıda bulunuyor.
Birinci Şarkı: Cesareti kırılan Faust düşüncesinin “ansiklopedik bir sözlük gibi kısır”
olduğunu hisseder; ancak söylenceler Feniksi onu yolculuklara çıkmaya, yaşamaya, mücadele
etmeye davet eder: uçsuz bucaksız, ardından küçücük evreni göstermek için onu yanında
götürür. Faust ondan kendi eylem isteğini deneyeceği bir toprak parçası ister.
II. Şarkı: Kral, zafer kazanmış, yükseklerde, işte göründü, doyumsuz ve gizemli bir
dağın ermişi, devrimle tahtından indirildi ve hapsedildi; ancak bir uyum ülkesine götürülen kral,
hala sonsuzluğun, kuracağı dünyanın, bilginin hayalini kuruyor.
6
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Faust ve Savaş
Kubilay AKTULUM
III. Şarkı: Feniks gözlerinin önünden, bir teleskoptaki gibi, evrenin tarihini geçiriyor;
kosmik, jeolojik ve evrimsel bir izleyiş, modern buluşlar, dünya savaşı ve Merkez İmparatorların
utkusunun gösterileşiyle sonlanıyor bu izleyiş. Faust birlik düşüncesini seyretti, ancak bu
düşünce kokuşmuş büyük kentler uygarlığında acı ve savaş uygarlığında yeniden ortaya çıkan
Kurtarıcının tasarladığı uygarlıkta gerçekleştirilemez gibi geliyor ona; ancak yaşlı bir bilge onun
sorularını yanıtlıyor ve kilisesinde derin düşüncelere dalan Faust “Bütün” ile “Bir” hissediyor
kendisini.
Sonuç: Faust barışçı ülkesi için aynı barış özlemini duyuyor – savaştan kaygı duymuyor
bununla birlikte. “Çünkü yalnızca sen, acımasız savaş, ataların düşüncesinin kılıcını yeniden
doğuruyorsun, yalnızca sen ırkına sadık olanların en iyisini buduyorsun.” (Dabezies, 1967, s.
99).
Şiirde yoğun olarak dünya savaşına, yaralılar ve ölülerle dolu cephelere, savaş
meydanlarına anıştırmalar yapılır, “mücadele”, “kavga” sözcüklerine bağlanan sözcükler
kullanılır, Faust’un güncel yanına bu kullanımlarla gönderme yapılır böylelikle. Şiirde ülkenin
propağandası da yapılır. Sonuç bölümünde bu propağanda açıklıkla kendini belli eder:
“Yalnızca vatan ve yurdumuz için mücadele etmiyoruz, aynı zamanda Uygarlığın mutluluğu için
de mücadele ediyoruz.” (Dabezies, 1967, s. 99-100)
Faust, Engelhardt’ca bir savaş Faust’u durumuna getirilir böylelikle. Onun düşlediği XX.
yüzyıl Faust’u Şeytan’la anlaşma yapma izleğiyle, Şeytan’ın kendisiyle pek uğraşmaz;
mücadeleci, savaşçı bir Faust’tur onunki, söylene kosmik bir boyut katan modern insanın
simgesidir tasarladığı Faust.
Modern insana göre Faustçuluk Prometheus’un iyimserliğiyle özdeştir, kötülük ise
sadece bir kuruntudur. Savaşın büyük bir darbe indirdiği bu iyimserlik İmparatorluk
Almanya’sının umutlarını yansıtmaktadır.
Robert Saitschick’in 1917 yılında yayımlanan La détresse spirituelle de notre époque.
Regards sur l’avenir de Faust (Çağımızın tinsel çıkmazı. Faust’un geleceği üzerine görüşler)
başlıklı yapıtında savaşa bir kez anıştırma yapılmasına karşın, yazar Goethe’nin yapıtına
günümüzde insanlığın karşı karşıya bulunduğu krizin ve arayışının bir yerinesi olarak gönderme
yapar. Şeytan’la yapılan anlaşma, günah vb. izlekler üzerinde durmak yerine Faust’un kişiliğini
öne çıkararak Saitschick, dinsel bir eğilimle, gerçek içsel değerlerin arayışında birisi olarak
sunar Faust’u.
Bir arayış içerisinde olan insanlığın tip durumundaki kahramanı olarak görülen,
ülküleştirilmiş Faust dinsel bir görüngüye kayar, dinsel bir anlama bürünür. Kitapta ne
Marguerite’ten, ne büyük yapıttan, ne Faust’un ölümünden, ne de bir sonuç bölümünden söz
edilir. Dramatik anlar, dinsel çerçeve ortadan kaldırılır. Faust ve Mefistofeles, arayış içerisinde
olan insanla sapkınlıkları yüz yüze gelir. Yazar güncel olana dalmaktan kaçınır, bunu da bilinçli
olarak yapar; güncel durumları dolaylı yoldan evrensel, ebedi değerlerin ışığında aydınlatmak
yoluna gider. Böyle bir yolu seçerek Faust’u bir propağanda aracı yapmaktan, cephede savaşan
askerlerin yaşadıkları acı deneylerin bir aracı durumuna getirmekten kaçınır.
Paul Duysen’in Méphistophélès, Strindberg et la guerre (Mefistofeles, Strindberg ve
Savaş) başlıklı dramatik şiirinin başlığına bakıldığında, bunun “çağa ayna tutan” bir yapıt olduğu
sanısı uyanır:
“1917: “Büyük dişi şeytan” ve Mefistofeles hepsini toplu olarak cehenneme götüren
cinayetler konusunda askerleri sorguya çekerler, ancak korkuyla ellerinden kaçırdıkları Faust’a
gönderme yaparlar, Strindberg’in cehennemde yanmadığını söylerler! Yazara yeni bir yaşam
önerirler, Strindberg direnir, sonra kabul eder, ancak hiçbir yükümlülük üzerine almaya
yanaşmaz.
Savaştan altı yıl sonra, Strindberg yaşamını Bilgi’ye adar ve yaşamın anlamı konusunda
arkadaşlarının fikirlerini alır. Daha sonra, yakınları ve sevdiği kadın tarafından terk edilince,
kendi içine kapanır, düşlerinden ve özlemlerinden vazgeçer. Yuvası yıkılır, çocuğunu bile terk
etmek zorunda kalır. Bununla birlikte güveni sürer, Mefistofeles karısını ve dostlarını kendisine
cehennemde gösterse bile, yaşamın anlamına inanmaktan kendisini alıkoyamaz, öfkelenen
Mefistofeles onu döver ve tehdit eder, ancak Strindberg ölümü kabullenir: gerçekliği, aradığı şey
budur zaten!” (Dabezies, 1967, s. 101).
Yazar güncel olandan yola çıkar, ancak görüngüsü gitgide değişmeye başlar: 1917
yılında askerlerin savaşı simgesel olarak yozlaşmış, bozulmuş, saçma bir dünya düşüncesine
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
7
Kubilay AKTULUM
Faust ve Savaş
giriş niteliğindedir. Asıl sorun peşinden gelir: Modern bir dünyada Faust’un girdiği kılık nedir?
Nietzsche’nin söylediği gibi, Tanrı bu dünyada uzun süredir öldüğüne göre, herşeyi üzerine alan
artık Mefistofeles’tir, Strindberg’e ikinci bir şans tanır ve bu ikinci Faust’u umutsuzluğa atmayı
beklediği yaşamın içerisine sürükler. Goethe’nin izlerine rastlanır burada. Yeni Faust kötümser
bir gerçekçilik içerisinde yaşamın anlamsızlığını, doyumsuzluğu, bu kötümserliğin tanıklık ettiği
arayışı dile getirir. Goethe’nin yapıtında olduğu gibi. Doyumsuzluk ve ülküsel arayış
Strindberg’in ulaştığı Faust durumunu tanımlar. Strindberg’in istediği Gerçeklik, ardından
Bilgi’dir. Daha sonra olup bitenlere, yaşama bir anlam bulmakla yetinecektir; sonunda ise,
saçma bir dünyanın çıkmazına takılınca, arayışının gerçekliğe ve insanın büyüklüğüne
yeteceğini kabullenecektir.
Yazar Faust öyküsünü çizgisinden biraz saptırmasına karşın, yapıtı dönemi ile ilgili belli
bir tanıklık değeri de taşır. 1900’lü yılların bir yazarı olan Strindberg savaş öncesi, dekadan, yok
olan bir aydını temsil eder, Faust’un özelliklerini taşımayı sürdürür.
Yazarlar savaşa batmış olan Almanya’ya kendi Faust’unu, cephedeki insanlara
bekledikleri Faust’u sunamamıştır. 1918 yazındaki bozgunda bu boşluk daha fazla kendini
duyurur. Kasım Devrimi ve ateşkes bir gelenekler, düzen ve kesinlemeler dünyası olan Alman
İmparatorluğunun sonu olur.
1918 Devrimi bir avuç idealist insanda, işçi kesiminde, genç izlenimci sanatçılarda bir
umut ışığı doğurmuşsa da, devrim özellikle Almanların büyük çoğunluğu için, sırtlarından
hançerlendiklerini düşünen ve eski düzeni yeniden kurmak ve ülkenin çevresinde toplanacağı
geleneksel değerleri güçlendirmek amacıyla evlerine dönen askerler için tehdit dolu bir işaret
olmuştur. Savaş deneyiminin ardından Karl Spindler bir kez daha “çağımız için bir Faust” tanımı
yapmaya uğraşır. Yıkıntılar ortasındaki ülkeyi yeniden ayağa kaldırmak uğraşında olan Karl
Polenske, Commentaire d’actualité de Faust’da (Faust’un Güncelliğinin Yorumu) Faust’u ülkenin
içinde bulunduğu koşullara uygun olarak yeniden yorumlar. Karl Wollf la Fin de Faust (Faust’un
Sonu) ile bozguna uğrayan Almanya’yı özdeşleştirir, gerçek değerlerin çabuk unutulduğunu,
insanların fazlaca kapıldığı sonuca varır. Tekniği insanların hizmetine sunarak, Faust gibi,
kendilerinin de gücü şiddete değil, “sevgi”ye dönüştürmeye çalışmalarını önermiştir.
Johannes Buser savaşın sorumlusunun kim olduğunu, Goethe’nin Faust’u mu, yoksa II.
Guillaume’un mu olduğunu sorar. Zor zamanlarda bir model olsun diye Almanya’nın simgesel
kahramanını suçsuz çıkarmak söz konusudur burada, istenen şey, savaşın ve bozgunun
yarattığı yeni koşullarda, düşünmesini bilen insanlar için Faust bir rehber olarak önerilir. 1919
yılında yayımlanan “Pour les Hommes qui réfléchissent: Faust: notre guide!” başlıklı yazarı belli
olmayan bir yazının önerdiği budur.
Dört yıl boyunca başka ülkelerde Goethe’nin Faust’u yorumlanmaya uğraşılırken, temsil
ettiği ülküyü yıkmadan Alman askerleri Faust’un ülküsel yaşamını cephede yeniden kendileri
yaşadıklarını sanmışlardır. Bu yazınsal figür günlük yaşamının temel parçası durumuna gelmiş
olan savaşın ortasında örnek bir değer olarak yeniden keşfedilmiştir.
Birinci dünya savaşına gelinceye değin Faust’un kişiliği ülküselleştikçe güncelden
uzaklaşırken, seferber olan bütün Almanya’da savaş sırasında Faust ülküsel bir mücadeleci,
asker durumuna gelir.
Faust yalnızca yazınsal bir kişi olmakla, edebiyat alanında karşımıza çıkan bir figür
olmakla kalmaz, toplumsal bir fenomen durumuna gelir. Faust yazınsal alanın dışına taşıp bir
söylen görünümüne bürünür.
“Biz, öteki uygarlıklar, artık biliyoruz ki hepimiz ölümlüyüz” (Valéry, s. 988) diye yazar
1919 yılında Paul Valéry. Spengler’a gönderme yapılmasa da Paul Valéry’nin söylediği
düşünceyi dile getiren çok sayıda kitap yayımlanır bu yıllarda. Savaş sonrası yeni bir sayfa
açılmıştır. Faust’a savaş öncesi yüklenen anlamlar savaş sonrası yüklenen anlamlardan
kuşkusuz biraz daha farklıdır.
Sarsıntıyı en şiddetli bir biçimde duyan ülke Almanya olmuştur. Dünya’da çatlaklar
meydana gelmiş, Goethe geleneği sona ermiş, ya da can çekişmektedir. Savaş, tüm insanlığı
sarsan Faust ve Şeytan arasındaki meydan savaşı gibi görülmüştür.
Devrim Şeytan’ın ele geçirdiği bu tarihi yenilemiştir. Faust Mefistofeles’e yenilmiş,
Alman halkı acılar içerisine sürüklenmiştir. Faust, o günün Almanya’sının, Almanlarının
durumunu özetler, tüm Almanya’nın simgesi olur. Savaştan çıkan bu ülke yüzünü bir
kahramana, Faust’a döner. Ölüme alışkın, eskiden sarsılmaz olan inancı sarsılmıştır. Savaş,
8
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
Faust ve Savaş
Kubilay AKTULUM
onda, Faust’ta, Barrès’nin söylediği gibi, 1914 yılında Almanya’nın dramını buldurur: akıl
karşısına günahı çıkarır. Almanya da ruhunu dünyayı ele geçirme uğruna Şeytan’a satmıştır.
Faust’un şiiri durmadan yinelenir. Bu yeni Faust, Goethe’nin yaratmadığı Faust’tur. Faust hem
insanlığı, hem de Almanya’yı; Almanların içerindeki eylem özlemini, duygu derinliğini, tinsel
özgürlüğünü, sonsuzluk özlemini temsil eder. Savaş sonrası bir atılım, kötülüğe karşı
mücadelenin örnek kahramanı, insanlığın ve Yeni Almanya’nın acılarını dindirmek için bir simge
durumuna getirilmek istenir. Yazarlar, şairler Goethe’nin Faust’unu yeni koşullarda bu
doğrultuda yenidenyazarlar. Yaşanan bir krizin sonucunda tinsel gereksinimlere bir yanıt verme,
yerle bir olan, yönünü şaşıran Almanya’ya bir ülkü sunma yolu aranır. Faust söylencesi Alman
halkının söylencesi olur. Almanya’nın vardığı her dönüm noktasında şairler Faust’u yeni bir
biçime sokarlar. Savaş, bozgun, devrim gibi Almanların yaşadığı güncel olaylara bağlı olarak
Faust insanüstü güçlerle mücadelenin simgesi olur. Faust ulusal bir kimliğe iyiden iyiye bürünür,
bir Alman söyleni özlemini gündeme getirir.
Nazilerin 1933 yılında hükümeti ele geçirmesiyle daha vatansever, daha Alman
özelliklerini taşıyan Faust öyküleri yazılır. Ulusal söylenlerin arayışında olan yeni hükümet
(rejim) de bütünüyle Alman özelliklerini taşıyan yeni bir Faust ülküsü arayışındadır. Ancak
Goethe yeni yöneticilerin gözünde kuşkulu bir yazardır. Döneminin siyasal çatışmaları
karşısında sessiz kalması, tarafsız tutumu Alman kültürüne duyduğu çocuksu coşkudan klasik
değerlere gitgide kayışı onu yararsız, hatta tehlikeli (ideolojik olarak) bir konuma getirir yeni
yöneticilerin gözünde. Onlar Goethe’nin özellikle gençler üzerindeki etkisine son vermek gerekir
düşüncesindedirler. Nazi yönetimi Goethe’yi dışlamıştır iyiden iyiye.
Buna karşın kimileri partinin “yeni dünya vizyonu” için Goethe’ye başvurmayı
önermekten geri durmamıştır. Alfred Rosenberg ülküsel Alman insanının arayışına çıkarken
Faust’a yaslanır. Hitler bile Goethe’den hiç te hoşlanmadığını dile getirse de, onu yalnızca
kullandığı şu “Eylem” sözcüğü nedeniyle bağışlamaya hazır olduğunu söyler.
Gençlere yaptığı konuşmalarda Baldur von Schirach, Hitler’in Kavgam’ı dışında “direnişi
besleyen kitaplardan birisinin” Faust olduğunu söyler. Weimar’da ise şu dokunaklı sözleri
duyarız: “Bana en mükemmel Alman kitabının adını söyle: Faust’tur bu. Bana Alman şairinin
adını söyle: Goethe’dir bu.” (Dabezies, 1967, s. 288). Faust Nazi döneminde, tüm
olumsuzluklara karşın, temel kitaplardan birisi durumuna gelir. Çünkü Faust Alman halkının
ruhunu temsil eder, doymak bilmez arayışı Alman halkının yaşam biçimi olan “eylem” kültünün
simgesidir. Alman halkından Faust gibi kahramanlık beklenir. Faust iyice “uluslaştırılır.” Eski
anlamlarından boşaltılır, yeni ideolojinin bir tür propağanda aracı durumuna getirilir. Söylensel
izleklerinden koparılan Faust bir klişedir artık. Bununla birlikte Birinci Dünya Savaşı’nda
cephedeki askerler onu bir ülkü, bir kahraman durumuna getirmişlerken, İkinci Dünya Savaşı
sırasında adına yaraşır yeni bir yapıt, kayda değer bir yorum yazılmamış, Faust karşısında
tepkisiz kalınmıştır. Ulusal ideoloji söylensel bir öykünün sonu olmuştur. Nazi rejimine karşı
yazan kayda değer tek isim ise Dr. Faustus adlı ünlü romanıyla Thomas Mann olmuştur.
Nazi yönetiminin baş düşmanlarından birisi ilan edilen Mann onun dayattığı ulusal
klişelere sırt çevirir, o patlak veren savaşla birlikte insanlığın trajedisini kendi versiyonunda
yansıtma yoluna gider. Klasik Faust’un özellikleri onun yapıtında da karşımıza çıkar: Ruhunu
Şeytan’a satan Dr. Faustus (ünlü müzisyen Adrian Leverkün) onun yardımıyla olağanüstü,
büyüleyici yapıtlar besteler. Ancak sonunda, süre bitince Şeytan’a teslim olur. Kusursuz yapıtı
yaratmak isteyen bir sanatçının Şeytan’la anlaşma yapması bilinen bir izlektir.
Mann, Goethe’nin Faust’undan aldığı unsurları önce Büyülü Dağ başlıklı romanında
alaycı bir biçimde yinelemiştir. Yaşadığı dönemin olaylarına oldukça duyarlı olan, esinini
söylenlerde arayan Thomas Mann için Faust içinde yaşadığı dönemin kaygılarını, korkularını iyi
yansıtabilecek bir söylendir oysa.
Krizin tam ortasında, ulusal bir ülkü arayan Almanya’da aklı, kültürü, demokrasiyi
hiçleyen bir XX. yüzyıl söyleni yaratılmak istenmektedir. Akıl ve düzen yanlısı Mann bu türden
bir girişime karşı çıkar. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya konusunda düşüncelerinin neler
olduğu konusunda kendisini sorgulayan Mann İmparator Frédéric’e övgüler düzdükten sonra
daha bireysel bir bilanço yapar, dönemi konusunda daha derinlemesine düşünmeye başlar.
“Barbar” Nazi yönetiminin elinden kaçıp Amerika’ya göç etmesinin ardından ortak bir histeriden
ve çöküşten söz etmeye başlar. Almanya’nın tarihinde krizin ölümcül işaretlerini bulur,
Nietzsche’nin ve Hölderlin’in delirmesi ile Alman düşüncesinin iflası arasında koşutluk kurar.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi
9
Kubilay AKTULUM
Faust ve Savaş
Hitler’i sanatçının yaşadığı sorunun bir öncüsü gibi görür. Cani sanatçının ikizi olmuştur: Mann
karabasanlar içerisindeki Almanya ile sanatçıyı (kendisini) özdeş konuma getirir.
Savaşla birlikte Almanya yeni, karanlık bir serüvenin içerisine dalar, bütün insanlığı da
peşinden sürükler, tehdit eder. Delirmekte olan Almanya bir çağın ve uygarlığın romanı olur.
Şeytan’la anlaşan Adrian’ın öyküsü Şeytan’la anlaşma yapan bir ülkenin karanlık serüvenine
bağlanır. Almanya da Faust’un yazgısını paylaşır.
Mann bir XVI. yüzyıl havası yaratır yapıtında. Nevrozlu, acılarla dolu, tanrıbilimcilerin,
hümanistlerin, büyücülerin, Şeytan’ın akıllarda egemen olduğu, Dürer’in, Lüther’in, Faust’un
yüzyılıdır XVI. yüzyıl. Faust’un yanılgılarına Almanya da düşer. Akılla Şeytan arasındaki seçimi
Almanya Şeytan’dan yana kullanır. Akıldışılık bir salgın durumuna gelir. “Ulusal söylen” peşinde
koşan gençlik şeytansı olandan yana çıkar. Söylensel klişelere yaslanan, şiddetten yana seçim
yapan bir diktatör yığınları peşinden sürükler, insanlığı acı deneyimlerine, başa döndürmek
uğraşına; barbarlığa dönüş yoluna girer. Almanya Faust’un yazgısını paylaşır diktatör ile,
Şeytan’la anlaşmaya hazırdır, barbarca bir şiddetin kölesi durumuna getirecektir bu anlaşma
onu. Thomas Mann uygarlığın yüz yüze bulunduğu krize sözü getirir böylelikle.
Adrian iyilik ve kötülük arasında seçimini özgürce yapar. Seçimini geçici bir ün uğruna
kötülükten yana kullanır. Sonradan suçlu olduğunu kabul eder. Thomas Mann’a göre Almanya
da suçludur. Sonunda hem Adrian hem de Almanya Şeytan’la yaptıkları anlaşmayı kaybederler.
Thomas Mann’ın romanı çağının romanıdır. Bir savaşın romanı.
KAYNAKÇA
(Faust söyleni konusunda Batı’da kuşkusuz en önemli uzmanın, değerli hocam André
Dabezies’nin olduğunu belirtmeliyim; onun bu konudaki temel yapıtı ‘Visages du Faust au XXe
Siècle’i bu konudaki tüm araştırmacıların olduğu gibi bizim de temel başvuru kaynağımız oldu.)
Bertrand, L. (1915), “Goethe et le germanisme”, Revue des Deux Mondes, 15, Paris.
Bianquis, G. (1955). Faust à travers quatre siècles, Paris: Droz
Dabezies, A. (1967) Visages du Faust au XXe Siècle, literature, Idéologie et Mythe, Paris:
PUF.
Dedeyan, C. (1967). Le thème de Faust dans la littérature européenne, 6 vol., Paris: Lettres
Modernes
Delfour, L. (1916), La culture latine, Paris: Nouvelle Librairie Nationale
Dumiche, B. et BLONDEAU,D., (2006). Faust, Modernisation d’un modèle, [publié par le
Centre de recherche sur la transmission des modèles littéraires et esthétiques de
l'Université de Reims]
Goethe, J.W von. (2004), Faust I-II, Paris: Larousse
Jung, G. (1958). Les types psychologiques, Genève.
Jung, G. (1938). Le moi et l’inconscient, Paris: Gallimard
Santayana, G. (1917), L’erreur de la philosophie allemande, Paris: Nouvelle Librairie
Nationale
Saunders, G. (1916), “Faust and the German Character, Nineteenth century, LXXX.
Mann, T. (2004), le Docteur Faustus, Paris: Livre de Poche
Marlowe, C. (1999), le Docteur Faust, Paris: Flammarion
Valery, P. (1957), Oeuvres t.1, Paris: Pléiade.
Valery, P. (1962), Mon Faust, Paris: Gallimard
10
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi