Hadislerle Öğütler

Transkript

Hadislerle Öğütler
ALLAHI GÖRECEKMİYİZ
Allah`ı görmeyi ne çok istediğinizi biliyorum.
Büyüklerinize, kim bilir kaç defa:
- Allah`ı niçin göremiyoruz? diye sormuşsunuzdur.
Tıpkı balıklar gibi.Hani onlar da birbirine:
- Deniz diye bir şey varmış. Gidip,bizde görsek,derlermiş.
Allah, her zaman yanı başımızda; hatta kendinin de buyurduğu gibi, “Bize boyun damarımızdan
daha yakın!” Ama yine de biz onu göremiyoruz. Zaten göreceğimizde yok; çünkü bu gözlerimiz, Allah`ı
görecek şekilde yaratılmamış.
- Ya ahirette ? Orada da Allah`ı göremeyecek miyiz? diye sorarsanız, bu önemli sorunun
cevabını peygamber efendimizden alalım,derim.
Aynen sizin gibi, Peygamber Efendimizin arkadaşları da bu konuyu pek merak etmişler ve ona:
- Ey Allah'ın Elçisi! Biz, ahirette Rabbimizi görecek miyiz? diye sormuşlar.
Peygamber efendimiz de şunları söylemiş:
- Evet,göreceksiniz. Bir öğle vakti, açık bir havada, gök yüzünde hiçbir bulut yokken, güneşi
görebilmek için birbirinizi hiç itip kakar mısınız? Ayın on dördüncü gecesinde, açık ve bulutsuz
gökyüzünde ayı görebilmek için zorluk çeker misiniz?
Peygamberimizin arkadaşları bu soruya:
- Hayır,yâ Rasûlallah,diye cevap vermişler.
O zaman Peygamber efendimiz:
- Ayı ve güneşi görmek için zorluk çekmiyorsanız,ahiret günü, Allah Teâlâ yı görmek için de hiçbir
sıkıntı çekmeyeceksiniz, buyurmuş.
Bir başka gün de peygamberimiz şunları anlatmıştır:
Cennetlikler, cennete girince, Allah Teâlâ onlara:
- Size daha fazla şeyler vermemi ister mi siniz?diye soracak.
Onlar da:
- Rabbimiz!Sen bizim yüzümüzü ak ettin. Bizi cennete koyup cehennemden kurtardın. Senden
daha fazla ne isteyebiliriz? diyecekler.
O zaman Allah Teâlâ ,kendiyle kulları arasındaki engeli kaldıracak. Cennetlikler, Allah Teâlâ ya
doya doya bakmaktan daha üstün ve daha güzel bir şey olmadığını anlayacaklar.
Prof. Dr. Mehmet Yaşar KANDEMİR
Ahırete İnanıyorum
BEŞYÜZ YILLIK AMEL
Allahü Teâlânın kullarından biri vardı. Eni boyu otuz arşın olan küçük bir adada otururdu. Bu kimse
beş yüz sene bu adada Allah’a ibâdet etti. Allahü Teâlâ, kendisine parmak kalınlığında kaynayan tatlı
bir su ile her gün bir meyve veren bir nar ağacı verdi. Her gün bu su ile ab-destini alır, susadığında içer,
karnı acıktığında o bir narı yer karnını doyururdu. Bütün zamanını ibâdet ile geçiriyordu.
Bu kimse Allahü teâlâdan, ruhunu secde eder vaziyette iken almasını istedi. Ve âhır ete kadar bu
şekilde kalmasını diledi. Dileği yerine getirildi. Sonra Allahü Teâlâ, ahirette:
Kulumu rahmetimle Cennete koyunuz, buyurdu.
O kimse buna itirâz edip:
Ben yaptığım amellerin karşılığı olarak Cennete girmek istiyorum, dedi.
Bunun üzerine, Allahü teâlâ, meleklere emir verdi. Yapmış olduğu amellerin hesabının yapılmasını
istedi. Yapılan hesapta yapmış olduğu beş yüz yıllık ibâdetin sevabı sadece göz nimetinin şükrü bile
olmadığı görüldü. Yanî göz nimeti, kulun yaptığı beşyüz yıllık ibâdetten daha ağır geldi. Bunun üzerine
Allahü teâlâ, bu kimsenin Cehenneme atılmasını emretti. O kimse hatâsını anladı. Allahü teâlâya
yalvarıp, rahmeti ile muamele yapmasını istedi. Allahü teâlâ da kendisine acıyıp, rahmeti ile muamele
ederek, onu Cennetine koydu.
MÜJDE! MÜJDE!
Bir gün Peygamberimiz, Hazret-i Aişe annemizle konuşurken şöyle buyurdu:
- Allah'a kavuşmayı ve onu görmeyi kim isterse, Allah Teâlâ da o kulunu görmekten memnun
olur.
Kim Allah'a kavuşmayı istemezse, Allah da onunla görüşmekten hoşlanmaz.
Peygamberimiz'in sözlerini zevkle dinleyen Aişe annemiz:
- İyi ama, ey Allah'ın sevgili elçisi! Bizler ölümü hiç sevmeyiz, dedi.
Peygamber Efendimiz:
- Hayır, hayır, diye açıkladı. Ölüm hiç de sizin bildiğiniz gibi değil. Bakın anlatayım:
Allah'ı seven ve O'na inanan bir kimse öleceği zaman, melekler onun yanına gelirler. Allah'ın onu
ne çok sevdiğini, ona vermek için ne güzel nimetler hazırladığını müjdelerler.O zaman bu mutlu insan,
bir an önce dünyadan ayrılmayı ve Allah'a kavuşmayı ister. Allah Teâlâ da o kuluna kavuşmayı arzu
buyurur.
Ama Allah'a inanmayan adam böyle değildir. O zavallı, öleceği zaman, ahirette başına gelecek
felâketler kendine söylenir. Bunları duyunca çok üzülür ve ölümden nefret eder. Allah'a kavuşmayı hiç
mi hiç istemez. Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.
Demek ki, sevgili çocuklar, iyi kimseler için ölüm, korkulacak bir şey değildir. Allah'a şükür biz
Müslüman’ız. Allah'ı seviyor ve O'na inanıyoruz. Öyleyse, bizim de dünyadan ayrılma, ahiret hayatına
başlama zamanımız gelince melekler etrafımızı alacaklar; bize Allah'ın selâmını getirecekler;
cennetteki yerimizi gösterecekler. Sonrada: «Haydi, buyur.gidelim!» diyecekler. O zaman biz,
yüzümüzde tatlı bir tebessümle cennete doğru uçup gideceğiz.
Biz ölümden korkmayız.
Ölümden kötüler korksun.
Prof. Dr. M. Yaşar KANDEMİR
(Ahirete İnanıyorum, İstanbul, 1983, s. 9-10.)
ALLAHÜ TEALANIN RAHMETİ SONSUZDUR
İşlenen günahlar ne kadar büyük olursa olsun, Allahü teâlâ onu affedebilir. Allahü teâlâ için
güçlük yoktur.
Önceki kavimlerden bir kimse vardı. Bu kimse, doksan dokuz kimseyi öldürmüştü. Sonra tevbe
etmek isteyerek bir "Âbid"in yanına vardı. Kendisine sordu:
Ben doksan dokuz kimseyi öldürdüm fakat, şimdi pişman oldum. Tevbe etmek istiyorum.Kabul
olur mu, diye sordu.
Âbid: Sen çok büyük günah işlemişsin, tevben kabul olmaz, dedi.
Bunun üzerine adam kızıp bu zâtı da öldürdü. Böylece öldürdüğü kimselerin sayısı yüze çıkmış
oldu.
Sonra kendisine başka bir âbid tavsiye edildi. Ona gidip başından geçenleri aynen anlattı. Bu
âbid kendisine şöyle cevap verdi:
Evet çok günah işlemişsin.Fakat Allahü teâlâ, işlenen günahlar ne kadar büyük olursa olsun,
tevbe edenin günahlarını affeder. Seni bu hâle bulunduğun çevre getirmiş. Bulunduğun çevredeki
insanlar çok kötü kimselerdir. Onlardan uzak durman lâzımdır. Filan yerde bir köy vardır.Oranın halkı iyi
kimselerdir.Şimdi sen, bütün her şeyini köyünde bırak arkana "bakmadan köye git. O köyde kalır eski
köyüne gitmezsen sen de iyiler sınıfına dâhil olursun!..
Bu tavsiye üzerine, o kimse hiç arkasına bakmadan iyi insanların bulunduğu köye doğru yola
çıktı. Fakat daha o köye varmadan, iki köy arasında iken eceli gelip yolda vefat etti.
Bu kimsenin iyiler defterine mi yoksa kötüler defterine mi yazılacağı hususunda melekler, arasında
şöyle bir konuşma geçti: Azâb melekleri, "Bu kimse yüz kişiyi öldürdü, onun için bizimdir" dediler.
Rahmet melekleri de, "Evet yüz kişiyi öldürdü fakat tevbe etti, iyi kimselerden olmak istedi, onun için
bizimdir" dediler.
Bunun üzerine, Allahü Teâlâ-dan emîr geldi:
İki köy arasını ölçün! Hangisine daha yakın ise, o köyün ahâlisinden demektir, buyuruldu.
Ölçtüler. Halkı iyi olan köye daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine iyiler defterine yazıldı.
YAZIK OLDU SALEBE’YE
Medine Müslümanlarından Salebe, mala ve mülke karşı aşırı derecede hırslıydı. Zengin olmak
istiyordu. Nihayet bir gün Sevgili Peygamberimizin huzuruna çıkarak şöyle dedi:
- Ya Rasulallah! Allah’a dua et de zengin olayım.
Allah’ın Rasulü, Salebe'nin bu isteğine şöyle cevap verdi:
- Şükrünü yapabildiğin az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.
Salebe, bir süre bu hadisin anlamı üzerinde düşünerek benliğini saran aşırı hırstan birazcık olsun
kurtuldu. Fakat bu duygu, onun yakasını bir türlü bırakmıyordu. Tekrar Peygamberimize müracaat etti:
- Ya Rasulallah! Dua et de zengin olayım.
Bu sefer biraz daha açık konuşan Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
- Be senin için kafi bir örnek değil miyim? Allah’a yemin ederim ki isteseydim şu dağlar altın ve
gümüş olarak arkamdan akıp geleceklerdi, fakat ben kabul etmedim.
Rasulullah'ın sözlerine rağmen Salebe israr etti:
- Seni hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki eğer beni zengin ederse fakir fukarayı
koruyacak, her hak sahibine hakkını vereceğim.
Salebe'nin bu kadar ısrarına dayanamayan Rasulullah (sav):
- Rabbim Salebe’yi istediği mala kavuştur, diye dua etti.
Salebe bundan sonra koyun alarak otlatmaya başladı. Koyunları sürüler tutacak kadar çoğaldı.
Daha evvel bütün namazlarını cemaatle kıldığı için “ Cami Kuşu ” diye anılan Salebe, artık sadece
öğle ve ikindiyi cemaatle kılabiliyordu. Diğerlerini koyunlarının ardında, bazen de kaza olarak kılıyordu.
Salebe’nin kısa zamanda bereketlenip çoğalan koyunları Medine yakınlarına sığmaz oldu. Uzak
çöllere, sulak yaylalara gitme gereği ile karşılaşan Salebe, artık öğle ve ikindi namazlarına da gelmiyor,
sadece cumaları mescitte görülüyordu. Nihayet koyunları, ona Cuma namazlarını da unutturdu.
Bir gün Rasulullah (sav): “Salebe görülmüyor, nerededir? diye sordu. Sahabeler:
- Koyun aldı. Koyunları buralara sığmaz olduğundan şimdi çöllerde, sürüsünün ardında dolaşıyor,
dediler.
Rasulullah (sav):
- Yazık oldu Salebe’ye! .. buyurdu.
İşte bu sırada zekat ayeti nazil olarak, mali durumu iyi olan Müslümanların, geçim sıkıntısı içinde
bulunan kardeşlerine yardım etmeleri emredildi. Bu emre büyük bir istekle uyan Müslümanlar,
mallarının bir kısmını, geçim sıkıntısı içinde yaşayan kardeşlerine seve seve verdiler. Salebe ise mallarının
zekatını istemek üzere gelen görevlilere: “ Bu sizin yaptığımız, düpedüz haraççılıktır.” diyerek onları eli
boş çevirdi.
Haberi duyan Rasulullah (sav) üzülerek : “Yazık oldu Salebe’ye” sözünü tekrarladı.
Salebe, önceden; “Zengin olursam zekatımı vereceğim.” diye yemin etmişti. Fakat sonra bu
yemininden dönüp zekatını vermeyince Tevbe Suresinin 75 ve 76. ayetleri nazil oldu. Bu ayetlerde,
zengin oldukları takdirde fakirleri gözeteceklerini söyleyen kimselerin bu sözlerini unuttukları belirtiliyor
ve onlar münafık olarak nitelendiriliyordu.
Ayetlerin kendisini münafıklar sınıfına dahil ettiğini anlayan Salebe, Rasulullâh’a müracaat
ederek yoksulların hakkını getirdiğini söylediyse de Rasulullah (sav) kabul etmedi. Üzüntülü bir şekilde:
- Senin yardımını alamam artık Salebe; Allah beni bundan men etti. Haydi git! diye karşılık verdi.
Peygamberimizin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir'e başvuran Salebe, sırasıyla Hz. Ömer ve H.
Osman’a da müracaat etti. Ancak onlar da ; “Rasulullah'ın almadığı yardımı biz kabul edemeyiz”
dediler.
Salebe Hz. Osman zamanında ölürken kulaklarında şu sözler çınlıyordu:
- Ya Salebe! Şükrünü yerine getirdiğin az mal, şükrünü yerine getiremediğin çok maldan hayırlıdır.
ANNESİNİ DARILTAN ALKAME
Son dakikalarını yaşayan bir hastanın (şehadet) getirememesini kötü manaya yoran bir kadın,
Rasulullâh Aleyhissalatü Vesselam'a müracaat ederek:
"Kocam son anlarını yaşayan bir hastadır. Bir müddetten beri yanında şehadet getiriyorum, dili
durduğu için o, bu şehadet kelimesini söyleyemiyor. Kelime-i Şehadet'i getiremeden ölür diye
korkuyorum; buna bir çare bul ya Rasulallah, dilinin tutulması sona ersin de Kelime-i Şehadet'i getirsin"
dedi.
Rasulullah Efendimiz bu hastanın sıhhatli zamanındaki hareketlerini, hayatını sordu:
Kocanın yaşadığı hayat nasıldı? Müslümanlığı sadece iddia halinde mi idi, yoksa inandığının
icaplarını yerine getirir, İslam'ı fiilen yaşar mı idi?" Kadın:
- Ya Rasulallah, dedi. Kocamın Müslümanlığı öyle iddiadan ibaret bir Müslümanlık değildi.
İnandığının icaplarını tamamen yerine getirir, İslam'ın emirlerini nefsinde eksiksiz olarak tatbik etmeye
gayret ederdi. Dinin haram kıldığı fiillerden şiddetle kaçındığı gibi, kötü bir alışkanlığı da yoktu.
Bu sefer Rasulullâh Efendimiz:
- O halde sen git annesini çağır, dedi. Bir müddet sonra huzuru Risalet'e giren yaşlı bir kadın:
- Ben Alkama'nın annesiyim, çağırmışsınız geldim, ya Rasulallah, dedi.
Efendimiz ona sordu:
- Oğlun Alkama'dan memnun musun? Evlatlık vazifesini yerine getiriyor mu idi, yoksa sana karşı
itaatsizlikte mi bulunuyordu?
Kadın evvela biraz durakladı, halinden belli idi ki, öz evladına karşı bir kırgınlığı, küçük de olsa bir
dargınlığı vardı.
- Ya Rasulallah, dedi. Oğlum çok iyi, bana karşı itaat ve hürmette kusur etmezdi. Nedense bu
saygısı onu evlendirinceye kadar devam etti. Hele son günlerde ailesinin sözüne bakarak bana karşı
tutum ve tavrını iyice değiştirdi. Bu yüzden kalbimde oğlum Alkama'ya karşı bir kırıklık vardır.
Üzgün ve yaşlı annenin bu ifadesinden işin iç yüzünü anlayan Rasulü Ekrem Efendimiz, ashabına
odun toplayarak bir ateş yakmaları için emir verdi:
Kadın merakla sordu:
"- Ateşi ne için yaktırıyorsun ya Rasulallah?"
Efendimiz cevap verdi:
"- Oğlun Alkama'yı yakmak için."
"- Neden yakmak istiyorsun ya Rasulallah?"
"- Çünkü, karısının teşvikiyle anasını darıltıp, ailesinin haksız vesvesesi ile velinimetini küstürenleri
Cenab-ı Hak Cehennem'in şiddetli ateşinde uzun müddet yakacaktır. Sen hakkını helal etmezsen
Alkama da aynı şiddetteki azaba duçar olacağından, ben burada onu dünya ateşi ile yakayım da
Cehennem'in o şiddetli azabından kurtulsun."
Bu sözleri ile annesinin merhamet ve şefkatini harekete getirmeyi düşünen Rasulullah, nihayet
kırgın ve dargın anneden şu sözleri duyar:
"- Ya Rasulallah, ben hakkımı helal ediyorum, ciğer pare yavrumun ne dünyada, ne ahirette
ateşte yanmasına, azab çekmesine gönlüm razı değil."
Annenin oğluna hakkını helal etmesi üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz, ashabdan Bilal-i Habeşî ve
Selman-ı Farisî ile birlikte diğer zevatı Alkama'nın yanına göndererek:
"- Gidin bakın, Alkama'nın dilindeki bağ çözüldü mü?" der.
Ziyaretçiler evin önüne geldiklerinde Alkama'nın "Eşhedü en la ilahe illallah" diyerek şehadet
getirmeye başladığını işitirler...
Son sözü şehadet kelimesi olan Alkama'nın cenazesinde bulunan Rasulullah, mezarlıkta
Müslümanları ikaz ederek, aile sözü ile ebeveynini darıltanların Kelime-i Şehadet'ten mahrum
kalabileceklerini beyan buyururlar.
MÜSLÜMAN MÜSLÜMANIN KARDEŞİDİR
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin
ihtiyacını görürse Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da o
sebeple onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanı örterse, Allah da onu Kıyamet
günü örter."
EBU DÜCANE
Gönlü hakikat incileriyle bezenmiş yüce sahabe takvada en ileri derecedeydi. Bütün namazlarını
Peygamberin arkasında kılıyordu. Ebu Dücane seher vakti gelir gelmez evinden çıkıyor, Mescidi
Nebevinin yolunu tutuyor, sabah namazını devamlı olarak Kainatın Efendisiyle kılıyordu. Fakat namazı
kılar kılmaz dua ve tesbihleri beklemeden kalkıp gidiyordu. Bu husus Nebiyyi Muhteremin dikkatini
çekmiş olacak ki bir gür sordular:
- Ey Ebu Dücane! Neden acele çıkıp gidiyorsun?
Ebu Dücanenin gönül dudakları dile geldi ve:
- Ey Allah’ın Sevgili Rasulü, dedi. Sana feda olayım. Sebebi şudur: Komşumun bahçesindeki
hurmaların dalları bizim evin önüne kadar uzanıyor. Gecikecek olursam bizim çocuklar uyanacak ve
rüzgarın tesiriyle avucumuza dökülen olgun hurmaları bilmeyerek yiyecek, midelerine haram lokma
girmiş olacak. Buna meydan vermemek için dökülen hurmaları topluyor, komşumun evinin önüne
bırakıyorum.
Varlığın sebebi olan Peygamber gökleri aydınlatacak şekilde tebessüm buyurdular ve
memnuniyetlerini bildirdiler.
ANNEYE İTAAT
Veysel Karani, aşkı Rasulullah ile yanıp tutuşmuştur. Tek emeli, biricik gayesi Rasulullah’ın mübarek
cemalini görmekti. Bu aşk ile günler gelip geçiyordu. Bir gün annesine:
- Anneciğim! Eğer müsaade edersen gidip sevgili Peygamberimizin mübarek yüzünü göreyim.
Gidip Medine'de ziyaret edeyim, dedi.
Veysel Karani'nin anası uzun uzun düşündü.
Sonra:
- Bir şartla izin veririm. Rasulullah'ı hane-i saadetlerinde (mübarek evinde) ziyaret edeceksin.
Başka yerde değil, dedi.
Aşık-ı Resul olan Veysel Karani anam izin verdi diye sevinç içinde Medine yoluna düştü.
Günlerce yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Peygamberimizin evini sordu. Gösterdiler. Hane-i
Saadetin kapısını çaldı. İçeriden Hz. Aişe validemiz:
- Kim o? diye seslendi. Veysel Karani:
- Benim, ben, Veysel, Yemen'in Karan köyünden geldim. Rasulullahı ziyaret için geldim dedi. Hz.
Aişe validemiz:
Resulü Ekrem mescide gitti. Hemen oracıkta görebilirsin dedi. Veysel Karani:
- Ah! dedi. Gidemem, anamın izni buraya kadar dedi.
Hz. Aişe (R.A.) validemiz:
- Ey Allah'ın kulu! Kimsin sen? dedi. Veysel:
- Adım Veysel'dir. Yemen'in Karan Köyündenim. Çobanlık yaparım. Sevgili Efendimizi ziyaret için
buraya kadar anacığımdan izin almıştım. Demek ki görmek nasip değilmiş diyerek gerisin geriye
döndü.
Rasulullah, mescidden döndüklerinde:
- Ya Aişe! Buraya Üveys (Veysel) mi geldi?
Onun beni bu dünyada görmesi nasip olmayacak. Allah onu imtihan ediyor. Annesine olan
itaatının derecesini ölçüyor, dedi.
Veysel Karani anasına geldi, olanları derin bir ah çekerek anlattı. Üzüntü ve kederinden sararıp
solmuştu. Anası:
- Üzülme oğlum, üzülme dedi. Sen beni memnun ettin ya, Allah'ta seni memnun edecek.
Sevgili Efendimizi öbür dünyada göreceksin dedi.
KEL, ALATENLİ VE ÂMÂ'NIN KISSASI
Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Benî İsrail'den üç kişi vardı: Biri ala tenli, biri kel, biri de âmâ. Allah bunları imtihan etmek istedi. Bu
maksatla onlara (insan suretinde) bir melek gönderdi.
Melek önce ala tenliye geldi. Ve: "En çok neyi seversin?" dedi. Adam:
"Güzel bir renk, güzel bir cilt, insanları benden tiksindiren halin gitmesini!" dedi. Melek onu
meshetti. Derken çirkinliği gitti, güzel bir renk, güzel bir cilt sahibi oldu. Melek ona tekrar sordu:
"Hangi mala kavuşmayı seversin?"
"Deveye!" dedi, adam. Anında ona on aylık hamile bir deve verildi.
Melek:
"Allah bunları sana mübarek kılsın!" deyip (kayboldu) ve Kel'in yanına geldi.
"En ziyade istediğin şey nedir?" dedi. Adam:
"Güzel bir saç ve halkı ikrah ettiren şu halin benden gitmesi!" dedi. Melek,keli elleriyle meshetti,
adamın keli gitti. Kendisine güzel bir saç verildi. Melek tekrar:
"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:
"Sığırı!" dedi. Hemen kendisine hâmile bir inek verildi. Melek:
"Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!" diye dua etti ve âmânın yanına gitti. Ona da: "En çok neyi
seversin?" diye sordu. Adam:
"Allah’ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!" dedi. Melek onu meshetti ve Allah da
gözlerini anında iade etti. Melek ona da:
"En çok hangi malı seversin?" diye sordu. Adam:
"Koyun!" dedi. Derhal doğurgan bir koyun verildi.
Derken sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vâdi dolusu
develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu.
Sonra melek, ala tenliye, onun eski hali ve heyetine bürünmüş olarak geldi ve:
"Ben fakir bir kimseyim, yola devam imkanlarım kesildi. Şu anda Allah ve senden başka yardım
edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve
vermeni talep ediyorum! Tâ ki onunla yoluma devam edebileyim!" dedi. Adam:
"(Olmaz öyle şey, onda nicelerinin) hakları var!" dedi ve yardım talebini reddetti. Melek de:
"Sanki seni tanıyor gibiyim!Sen ala tenli, herkesin ikrah ettiği, fakir birisi değil miydin? Allah sana
(sıhhat ve mal) verdi" dedi. Ama adam:
"(Çok konuştun!) Ben bu malı büyüklerimden tevârüs ettim!" diyerek onu tersledi. Melek de:
"Eğer yalancı isen Allah seni eski hâline çevirsin!" dedi ve onu bırakarak kel'in yanına geldi. Buna
da onun eski halinde kel birisi olarak göründü. Ona da öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım talep
etti. Bu da önceki gibi talebi reddetti. Melek buna da:
"Eğer yalancıysan Allah seni eski hâline çevirsin!" deyip, âmâya uğradı. Buna da onun eski hali
heyeti üzere (yani bir âmâ olarak) göründü. Buna da:
"Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bugün, evvel Allah sonra
senden başka bana yardım edecek yok! Sana gözünü iade eden Allah aşkına senden bir koyun
istiyorum; ta ki yolculuğuma devam edebileyim!" dedi. Ama cevaben:
"Ben de âmâ idim. Allah gözümü iade etti, fakirdim (mal verip) zengin etti. İstediğini al, istediğini
bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan, sana zorluk çıkarmayacağım!" dedi. Melek de:
"Malın hep senin olsun! Sizler imtihan olundunuz. Senden memnun kalındı ama diğer iki
arkadaşına gadap edildi" (ve gözden kayboldu)."
Buhari, Enbiya 50, Müslim Zühd 10, (2964).
CENNETE GİRECEKMİYİM?
Saadet asrında bir gün, bir ihtiyar kadıncağız Nebiyyi Ahir zamanın mukaddes huzuruna geldi:
-Ey Allah’ın Sevgili Rasulü, dedi. Cennete girecek miyim?
Allah Rasulünün yüzünde hayal üstü bir gülümseyiş:
-İhtiyar cennete giremez! buyurdu.
Kadın gri döndü, gözlerinden iplik iplik yaşlar akmaya başladı. Gönlü hüzün ve kederle doldu.
Allah’ın Sevgili Peygamberi, öyle tatlı, öyle içten güldüler ki, mübarek dişleri inci taneleri gibi
parıltılar saçtı ve kadına haber gönderdiler.
-Cennete yaşlı girmeyecek, genç olarak girecektir.
Kadın bu defa da saadetinden uçacak gibi oldu.
MAĞARA ASHABININ KISSASI
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlardan üç kişi yola çıktılar. (Akşam olunca) geceleme ihtiyacı onları bir
mağaraya sığındırdı ve içine girdiler. Dağdan (kayan) bir taş yuvarlanıp, mağaranın ağzını üzerlerine
kapadı. Aralarında:
"Sizi bu kayadan, salih amellerinizi şefaatçi kılarak Allah'a yapacağınız dualar kurtarabilir!"
dediler. Bunun üzerine birincisi şöyle dedi:
"Benim yaşlı, ihtiyar iki ebeveynim vardı. Ben onları çok kollar, akşam olunca onlardan önce ne
ailemden ne de hayvanlarımdan hiçbirini yedirip içirmezdim. Bir gün ağaç arama işi beni uzaklara attı.
Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlar için sütlerini sağdım. Hâla uyumakta idiler. Onlardan önce
aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım.
Geciktiğim için çocuklar ayaklarımın arasında kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, onların
uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü:
"Ey Allah’ım! Bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan, bizim yolumuzu kapayan şu taştan bizi
kurtar!"
Taş bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci şahıs şöyle dedi:
"Ey Allah’ım! benim bir amca kızım vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak
istedim. Ama bana yüz vermedi. Fakat gün geldi kıtlığa uğradı, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona,
kendisini bana teslim etmesi mukabilinde yüzyirmi dinar verdim; kabul etti. Arzuma nail olacağım
sırada:
"Allah'ın mührünü, gayr-ı meşru olarak bozman sana haramdır!" dedi. Ben de ona temasta
bulunmaktan kaçındım ve insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu halde onu bıraktım,
verdiğim altınları da terkettim.
Ey Allah'ım, eğer bunları senin rıza-yı şerifin için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar."
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecek kadar açılmadı.
Üçüncü şahıs dedi ki:
"Ey Allah’ım, ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Ancak bir tanesi (bir
farak pirinçten ibaret olan) ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işletip kâr ettirdim.
Öyle ki çok malı oldu. Derken (yıllar sonra) çıkageldi ve:
"Ey Abdullah! bana olan borcunu öde!" dedi. Ben de:
"Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir. Git bunları al götür!" dedim. Adam:
"Ey Abdullah, benimle alay etme!" dedi. Ben tekrar:
"Ben kesinlikle seninle alay etmiyorum. Git hepsini al götür!" diye tekrar ettim. Adam hepsini aldı
götürdü.
"Ey Allah’ım, eğer bunu senin rızan için yaptıysam, bize şu halden kurtuluş nasip et!" dedi. Kaya
açıldı, çıkıp yollarına devam ettiler."
Buhari, Enbiya 50, Büyü' 98, İcâre 12, Hars 13, Edeb 5; Müslim, Zikr 100, (2743); Ebu Dâvud, Büyû'
29, (3387).
ÇÖLDEN ODUN TOPLAMA
Resul-i Ekrem (s.a.a) ashabla yolculuklarından birinde, boş ve otsuz bir yerde indiler. Odun ve
ateşe ihtiyaçları oldu. “Yakılacak bir şey toplayınız” buyurdu. “Ya Rasulullah’ın, bakınız, bu yer ne
kadar boş, hiç bir odun görülmüyor” dediler. “Buna rağmen herkes mümkün mertebe bir miktar
toplayabilir” dedi.
Ashab sahraya dağıldı. Dikkatle yere bakıyorlardı. Eğer yere düşmüş, küçük bir dal parçası
gördülerse, hemen alıyorlardı. Herkes parça parça toplayabildikleri şeyleri getirdi. Sonra hepsi,
topladıkları şeyleri bir araya döktüler ve böylece çok miktarda odun parçacıkları toplandı.
Bu sırada Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu: Küçük günahlar, da bu küçük odunlar gibidir.
Başlangıçta göze batmaz. Fakat her şeyi arayan ve takibeden vardır. Aradınız takip ettiniz, bu kadar
odun toplandı. Günahlarınız da böyle toplanıp sayılır ve bir gün görürsünüz ki göze batmayan o küçük
günahlardan, büyük bir yığın meydana gelmiştir!
BİRLİKTE YEMEK
Resul-i Ekrem, dostlarıyla birlikte, binek hayvanlarından iner inmez, yüklerini yere koydular, daha
sonra bir koyun keserek yemek hazırlamaları için karar aldılar.
Birisi: “Koyunu ben keserim” dedi.
Diğeri: “Derisini ben yüzerim” dedi.
Üçüncüsü: “Etini de ben pişiririm” diye söze katıldı.
Dördüncü:............
Resul-i Ekrem (s.a.a): Çölden odunu da, ben toplarım.” buyurdu.
Topluluk: “Ey Allah’ın elçisi, siz zahmet etmeyip sakin bir köşede oturursanız, biz bu işlerin hepsini
seve seve yaparız” dediler.
Resul-i Ekrem(s.a.a): Evet, yapabileceğinizi biliyorum. Fakat Allah, “Her hangi bir kulunun, kendi
dostları ve arkadaşlarından, özel imtiyazlarla ayrılarak, seçkin bir vaziyette görünmesini sevmez”
buyurdu. Sonra çöle doğru gitti ve çölden çalı çırpı toplayıp getirdi.[1]
DÜŞÜNMEKTE ÇALIŞMAKTIR
Peygamber Efendimiz bir gün yolda giderken, hiçbir iş yapmadan tembel tembel oturan bir
adam gördü. Adama selam bile vermeden yanından geçip gitti.
Dönüşünde Peygamberimiz, yine aynı yoldan geçiyordu. Adam hala aynı yerde oturmaktaydı.
Peygamberimiz bu defa adama selam verdi.
Adam şaşırdı. Hemen kalktı ve Peygamberimize:
- Ya Rasulallah! Siz giderken de ben burada oturuyordum., bana selam vermemiştiniz. Fakat,
şimdi selam verdiniz. Bunun sebebi nedir? diye sordu.
Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu:
- Ben giderken, sen bomboş oturuyordun. Hiçbir iş yapmıyordun. Dönüşümde ise, eline bir çöp
almış yere birtakım çizgiler çiziyordun. Belli ki düşünüyordun. Düşünmek de çalışmaktır. Onun için sana
selam verdim.
Öyleyse Sevgili Gençler hiçbir zaman boş durmayalım. Küçük te olsa bir takım işlerle meşgul
olalım. Hiçbir iş yapmıyorsak, neler yapabileceğimizi, kendimize ve insanlara nasıl faydalı
olabileceğimizi düşünelim. İmkan ve fırsat bulduğumuzda iyi ve faydalı düşüncelerimizi
gerçekleştirmeye çalışalım.
DELİKANLI SEN BENİ SIKINTIDA BIRAKTIN
Abdullah bin Ebi'l-Hamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
"Peygamberliğinden önce Rasulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk. Bu alış
verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı. Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz
vermiştim. Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum. Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman
onu yerinde buldum. Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın. Ben şuracıkta üç gündür seni
bekliyorum' buyurdu."
ALLAH NAMAZ SAYESİNDE HATALARI SİLER
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle
söylediğini işittim: "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde her gün beş kere
yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mı, ne dersiniz?"
"Bu hal, dediler, onun kirlerinden hiçbir şey
bırakmaz!" Aleyhissalâtu vesselâm: "İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün
hataları siler" buyurdu."
CÖMERTLİK
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise
AIlah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini
AIIah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."
İSAR (CÖMERTLİK ÜSTÜ )
Bir gün Peygamberimize bir misafir geldi. Yorgun ve çok fakir olduğunu söyledi.
Peygamberimiz hanımlarının birisinin evine haber gönderdi. Hanımı;
"Yâ Rasulallah, seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, evde sudan
başka bir şey yoktur" dedi.
Sonra başka bir hanımına gönderdi, ondan da aynı cevabı aldı. Neticede anlaşıldı ki,
Peygamberimizin hanımlarının hiçbirisinin evinde yiyecek yoktur.
Sonra Peygamberimiz Sahabelere;
"Kim bu adamı bu akşam misafir ederse Allah ona rahmet etsin" buyurdu.
Bunun üzerine Ensardan bir zat kalktı. Kendisinin misafir edebileceğini söyledi ve aldı, evine
götürdü. Hanımına:
"Evde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.
"Çocukların yiyeceğinden başka bir şey yoktur" cevabım aldı.
Hanımına, "Çocukları bir şeyle oyala. Yemek isteyecek olurlarsa uyut, misafirimiz yemek yiyeceği
zaman kalk, lâmbayı söndür. Tâ ki kendisiyle birlikte yemek yediğimizi göstermiş olalım."
Sofraya oturdular. Misafir yemeğini yedi. Kendileri de yer gibi yaptılar, fakat aç olarak
gecelediler.
Ev sahibi sabah olunca Peygamberimizin huzuruna geldi. Peygamberimiz kendisine şu müjdeyi
verdi:
"Sizin yaptığınız bu güzel işten dolayı Allah her ikinizden de razı oldu."
ALLAH GÜNAHLARINI AFFETTİ
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında idim. Bir
adam huzuruna gelerek: "Ey Allah'ın Rasulü, dedi, ben bir hadd (suçu) işledim, cezasını tatbik et!"
Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (bir şey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Rasulullah'la
birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve: "Ey
Allah'ın Rasulü! dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah'ın Kitabını tatbik et!"
Efendimiz: "Sen bizimle birlikte namazını eda etmedin mi?" diye sordu. Adam: "Evet!" dedi. Efendimiz:
"Öyleyse git. Zîra Allah, senin günahını affetti" veya -haddini affetti" dedi."
HER MÜSLÜMANIN SADAKA VERMESİ GEREKİR
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Her Müslüman’ın
sadaka vermesi gerekir" buyurdu. Kendisine: "Ya bulamayan olursa?" diye soruldu. "Eliyle, çalışır, hem
şahsı için harcar, hem de tasadduk eder" cevabını verdi. "Ya çalışacak gücü yoksa?" diye soruldu. "Bu
durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sâhibine yardım eder" dedi. "Buna da gücü yetmezse?" dendi. "Ma'rufu
veya hayrı emreder" dedi. "Bunu da yapmazsa?" diye tekrar sorulunca: "Kendini başkasına kötülük
yapmaktan alıkor. Zîra bu da bir sadakadır" buyurdu.
SADAKA
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: "Bir
adam: "Bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim!'' deyip, sadakasıyla çıktı. Fakat (farkına varmadan)
onu bir hırsızın avucuna sıkıştırdı. Sabah olunca herkes:
"Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!" diye
dedikodu yaptı. Adam:
"Ya Rabbi bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamd ediyorum'' dedi ve
ilâve etti: "Ancak mutlaka bir sadaka daha vereceğim!'' Yine sadakasıyla çıktı. (Gece karanlığında
bu sefer de) bir zaniyenin avucuna sıkıştırdı. Sabahleyin herkes:
"Bu gece bir zâniyeye sadaka
verilmiş!" diye dedikodu yaptı. Adam:
"Allah'ım bir hırsız ve zâniyeye sadaka verdiğim için sana
hamdolsun! yine de bir sadakada bulunacağım!'' dedi. Sadakasıyla birlikte sokağa çıktı. (Karanlıkta)
bu sefer de bir zenginin eline sıkıştırdı. Sabahleyin herkes: "Bu gece bir zengine sadaka verilmiş!'' diye
dedikodu yaptı. Adam:
"Allah'ım, bir hırsız, bir zâniyeye ve bir zengine sadaka verdiğim için sana
hamd ediyorum!'' dedi. (Bilahare rüyasında ona gelip şöyle denildi): "Senin sadakaların kabul edildi.
Şöyle ki: (İhlasla yani Allah rızası için vermen sebebiyle) hırsızın hırsızlıktan vazgeçip iffete gelmesi,
zâniyenin zinadan vazgeçmesi, zenginin ibret alıp Allah'ın kendine verdiklerinden tasadduk etmesi
umulur."
ABDESTİN FAZİLETİ
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Mü'min -veya Müslüman- bir kul abdest aldı mı yüzünü yıkayınca, gözüyle bakarak işlediği bütün
günahlar su ile -veya suyun son damlasıyla- yüzünden dökülür iner, ellerini yıkayınca elleriyle işlediği
hatalar su ile birlikte -veya suyun son damlasıyla- ellerinden dökülür iner. Ayaklarını yıkayınca da
ayaklarıyla giderek işlediği bütün günahları su ile -veya suyun son damlasıyla- dökülür iner. (Öyle ki
abdest tamamlanınca) günahlarından arınmış olarak tertemiz çıkar."
EY ALLAHIN KULLARI KARDEŞ OLUNUZ
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Sakın
zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekâbet
etmeyin, hasetleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah'ın kulları, Allah'ın
emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu
mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her
müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır.
Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza
bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır -eliyle göğsünü işaret etti- : Sakın
ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç
günden fazla küsmesi helâl olmaz.
MÜMİNİN ÖRNEĞİ BEDENİN ÖRNEĞİDİR
Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Rasulullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular
ki: "Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü'minlerin misali, bir bedenin
misalidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler."
Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).
HİÇ KİŞİ ANNE BABASINA SÖVER Mİ
İbnu Amr İbni'I-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasulûllah aleyhissalâtu vesselâm:
"Kişinin anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır!" buyurmuşlardı. Orada bulunanlar:
"Hiç kişi anne ve babasına söver mi?" dediler.
"Evet! Kişi, bir başkasının babasına söver, o da babasına söver; annesine söver, o da bunun
annesine söver!" buyurdular."
BAKIŞ AÇISI
İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"İki haslet vardır, bunlar kimde bulunursa Allah onu şükredici ve sabrediciler arasına kaydeder:
- Diyanette kendinden üstün olana bakıp, ona uymak.
- Dünyalıkta kendinden aşağı olana bakıp, Allah'ın kendine vermiş olduğu üstünlüğe
hamdetmek.
İşte böyle olan kimseyi Allah şükredici ve sabredici olarak yazar.
Kim de diyanette kendinden aşağı olana bakar, dünyalıkta da kendinden üstün olana bakar ve
elde edemediğine üzülürse Allah onu şükredici ve sabredici olarak yazmaz."
ARANIZDA SELAMI YAYINIZ
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Nefsim yed-i kudretinde olan zâta yemin ederim ki, imân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi?
Aranızda selamı yaygınlaştırın!"
İNSANA DEĞER
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Medine ehlinden bir cariye bile Rasulullah aleyhissalatu
vesselâm'ın elinden tutardı ve Aleyhissalatu vesselâm elini onun elinden çekmezdi de, cariye ihtiyacı
için, O'nu Medine'nin istediği semtine çeker götürürdü. (Rasulullah tevazu gösterir, itiraz etmezdi)."
ÖLÇÜ
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselamcın şöyle söylediğini
işittim:
"Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da buğzunu ölçülü
yap, günün birinde dostun olabilir."
KİM BİR MÜSLÜMANIN ...
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim
bir mü'minin dünyevi kederlerinden birini giderirse, Allah da onun Kıyamet günü kederlerinden birini
giderir. Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve ahirette kolaylık gösterir. Kim bir
müslümanı örterse, Allah da onu dünya ve ahirette örter. Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe,
Allah da onun yardımındadır. Kim ilim aramak düşüncesiyle bir yola düşerse, Allah onun cennete olan
yolunu kolaylaştırır. Bir grup, Allah’ın kitabını okumak ve aralarında tedris etmek üzere Allah’ın
evlerinden birinde toplanırsa, üzerlerine mutlaka sekine iner ve onları rahmet kaplar, melekler onları
sarar. Allah da onları yanında bulunan mukarreb meleklere anar. Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa, nesebi
hızlandıramaz."
BIRAKIN ONU! HAK SAHİBİNİN KONUŞMA HAKKI VARDIR
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'da bir adamın
(parası ödenmemiş) bir devesi vardı. Borcunu istemeye geldi. Bu sırada kaba sözler sarfetti, hatta
Ashab'tan bâzıları haddini bildirmek istedi. Ancak Rasulullah (aleyhissalatu vesselâm) buna meydan
vermeyip: Bırakın onu! Hak sâhibinin konuşma hakkı vardır" buyurdu, sonra da: Devesini verin!" diye
emretti, (ilgililer) devesini aradılarsa da bulamadılar. Fakat onunkinden daha değerli bir deve buldular.
Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz:
"Bunu verin" dedi. Adam: "Bana borcunu tam ödedin, Allah da
sana ödesin" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: En hayırlınız, borcunu en iyi ödeyendir!" buyurdu."
BIRAKIN ONU! HAK SAHİBİNİN KONUŞMA HAKKI VARDIR
İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam gelerek Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan bir alacağını veya bir hakkını talep etti. Bunu yaparken nezâkete uymayan bazı
yakışıksız söz sarfetti. Rasûlullah'ın ashabı adama dersini vermek istediler. Ama Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm müsaade etmeyip: "Bırakın! Zira alacaklı kimsenin, hakkını alıncaya kadar borçlu üzerinde söz
hakkı vardır" buyurdular."
BEN HAKKIMI TALEP EDİYORUM
Ebu Sa'îdi'l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Bir bedevi Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a
gelerek, Efendimizin uhdesinde bulunan alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hatta:
"Borcunu ödeyinceye kadar seni tâciz edeceğim" dedi. Ashab-ı Kiram hazretleri bedeviyi azarlayıp:
"Yazık sana! Kiminle konuştuğunu bilmiyorsun galiba!" dediler. Adam: "Ben hakkımı talep ediyorum"
dedi. Aleyhissalâtu vesselâm, ashabına: "Sizler niçin hak sahibinden yana değilsiniz?" buyurdu ve Havle
Bintu Kays radıyallahu anhâ'ya adam göndererek: "Sende kuru hurma varsa benim borcumu
ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz" dedi. Havle: "Hay hay! Babam sana kurban olsun
Ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Kadın, Rasûlullah'a borç verdi, O'da bedeviye olan borcunu kapadı ve ayrıca
yemek ikram etti. (Bu tavırdan memnun kalan) bedevi: "Borcunu güzelce ödedin. Allah da sana
mükafatını tam versin" diye memnuniyetini ifade etti: Aleyhissalâtu vesselâm da: "İşte bunlar (borcunu
hakkıyla ödeyenler) insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir
cemiyet iflah olmaz" buyurdular."
ŞURASI MUHAKKAK Kİ BEN SADECE HAKKI SÖYLERİM
Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "(Ashab’tan bir kısmı): "Ey Allah'ın Resûlü! Sen bize şaka
yapıyorsun!" demişlerdi. "Şurası muhakkak ki (şaka da bile olsa) ben sadece hakkı söylerim! "
buyurdular."
İLK VAHYİN GELİŞİ
Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a vahiy olarak ilk başlayan
şey uykuda gördüğü salih rüyalar idi. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen vukua
geliyordu. (Bu esnada) ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilip orada, ailesine dönmeksizin
birkaç gece tek başına kalıp, tahannüs'de bulunuyordu. -Tahannüs ibadette bulunma demektir.- Bu
maksatla yanına azık alıyor, azığı tükenince Hz. Hatice radıyallahu anha'ya dönüyor, yine aynı şekilde
azık alıp tekrar gidiyordu. Bu hal, kendisine Hira mağarasında Hak gelinceye kadar devam etti. Bir gün
ona melek gelip:
"Oku!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Ben okuma bilmiyorum!" cevabını verdi. (Aleyhissalâtu vesselâm hâdisenin gerisini şöyle anlatır:
"Ben okuma bilmiyorum deyince) melek beni tutup kucakladı, takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra
bıraktı. Tekrar:
"Oku!" dedi. Ben tekrar:
"Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra
tekrar bıraktı ve: "Oku!" dedi. Ben yine: "Okuma bilmiyorum!" dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü sefer
takatım kesilinceye kadar sıktı. Sonra bıraktı ve:
"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin kerimdir, o
kalemle öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" (Alâk 1-5) dedi."
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme (bir
korku) vardı. Hatice'nin yanına geldi ve:
"Beni örtün, beni örtün!" buyurdu. Onu örttüler. Korku gidinceye kadar öyle kaldı. (Sükûnete
erince) Hz. Hatice radıyallahu anhâ'ya, başından geçenleri anlattı ve:
"Nefsim hususunda korktum!" dedi. Hz. Hatice de:
"Asla korkma! Vallahi Allah seni ebediyen rüsvay etmeyecektir. Zira sen, sıla-i rahimde
bulunursun, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırırsın. Misafire ikram
edersin. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (halka) yardım edersin!" dedi. Sonra Hz. Hatice,
Aleyhissalâtu vesselâm'ı alıp Varaka İbnu Nevfel İbni Esed İbni Abdi'l-Uzzâ İbni Kusay'a götürdü. Bu zat,
Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuş bir kimseydi. İbrani’ce (okuma)
yazma bilirdi. İncil'den, Allah'ın dilediği kadarını İbrani’ce olarak yazmıştı. Gözleri âma olmuş yaşlı bir
ihtiyardı. Hz. Hatice kendisine:
"Ey amcam oğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, ne söylüyor!" dedi. Varaka Aleyhissalâtu
vesselâm'a:
"Ey kardeşimin oğlu! Neler de görüyorsun?" diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm gördüklerini
anlattı. Varaka da O'na:
"Bu gördüğün melektir. O Hz. Musa'ya da inmiştir. Keşke ben genç olsaydım (da sana yardım
etseydim); keşke, kavmin seni sürüp çıkardıkları vakit hayatta olsaydım!" dedi. Rasûlullah aleyhissalâtu
vesselâm:
"Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?" diye sordu. Varaka:
"Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yok ki, O'na husumet edilmemiş olsun! O gününü
görürsem, sana müessir yardımda bulunurum!" dedi. Ancak çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy
de fetrete girdi (Kesildi)."
YANIMDA MAL OLSA BUNU SİZDEN AYRI OLARAK BİRİKTİRECEK DEĞİLİM
Ebu Sa’îdi’l-Hudrî radıyallahu anh anlatıyor: "Ensar radıyallahu anhüm'den bazı kimseler,
Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan bir şeyler talep ettiler. Aleyhissalâtu vesselâm da istediklerini
verdi. Sonra tekrar istediler, o yine istediklerini verdi. Sonra yine istediler, o istediklerini yine verdi.
Yanında mevcut olan şey bitmişti; şöyle buyurdular: Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak
(kendim için) biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır (istemezse), Allah onu iffetli kılar. Kim istiğna
gösterirse Allah da onu gani kılar. Kim sabırlı davranırsa Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan
daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır." Rezin rahimehullah şu ziyadede bulunmuştur:
"İslâm'a girip, yeterli miktarla rızıklandırılan ve verdiği bu miktara Allah'ın kanaat etmeyi nasip ettiği
kimse kurtuluşa ermiştir."
DEVE YAVRUSU
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam Aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek: "Ey Allah'ın
Resûlü! Beni bir deveye bindir!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Ben seni devenin yavrusuna
bindireceğim!" dedi. Adam: "Ey Allah'ın Rasulü, ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki!)"
deyince Aleyhissalâtu vesselâm: "Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurur?" buyurdular."
EY ALLAHIN RASULÜ CANIMI YAKTINIZ
Useyd İbnu Hudayr radıyallahu anh anlatıyor: "Ensardan mizahçı bir zat vardı. (Bir gün yine)
konuşup yanındakileri güldürürken Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm elindeki çubuğu (şaka yollu)
adamın böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam "Ey Allah'ın Rasulü (canımı yaktınız). Müsaade edin kısas
yapayım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da: "Haydi yap!" buyurdu. Adam: "Ama üzerinizde gömlek var,
benim üzerimde yoktu (kısas tam olması için çıkarmalısınız)!" Adamın talebi üzerine, Aleyhissalâtu
vesselâm gömleğini kaldı(rıp böğrünü aç)tı. Adam, Rasulullah'ı kucaklayıp böğrünü öpmeye başladı
ve: "Ben bunu arzu etmiştim ey Allah'ın Rasulü!" dedi."
ALEYHİSSALATÜ VESSELAM VE ASHABI BİR YIL GÜLDÜLER
Ümmü Seleme radıyallahu anha anlatıyor: "Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh ticari maksatla,
Aleyhissalatu vesselâm'ın vefatından bir yıl önce Busra ya kadar gitmişti. Beraberinde Nu'aymân ve
Suvaybıt İbnu Hermele de varlardı. Bunlar Bedir gazilerindendi.. Nu'aymân erzakları gözetiyordu.
Suvaybıt mizahı seven şakacı birisiydi. Nuayman'a (bir ara): "Bana yiyecek bir şeyler ver!" dedi. O ise:
"Bekle de Ebu Bekir gelsin!" dedi. Suvaybıt (biraz öfkelenerek) "Vallahi seni kızdırmasını bilirim!" dedi.
Râvi der ki: "(Bir müddet sonra) bunlar bir kavme uğradılar. Suvaybıt onlara:
"Benim bir kölem var,
satın alırsanız (ucuza vereceğim)" der. Onlar da "Alırız!" derler. Suvaybıt: "Ancak şimdiden söyleyeyim,
kölem çenebazdır, o size: "Ben hür kimseyim (köle değilim)" diyecektir. Eğer o böyle dedi diye
almaktan vazgeçecekseniz (alıcı olup da) kölemle arama fesad sokmayın!" dedi. Onlar: "Hayır! biz onu
senden satın alacağız!" dediler ve (pazarlık edip) on deve mukabili Nuayman'ı satın aldılar. Sonra
yanına gelip, boynuna sarık veya ip bağladılar. Nu'ayman: "Bu adam sizinle alay ediyor, ben hürüm,
köle değilim" dedi. Adamlar: "Senin böyle söyleyeceğini bize haber vermişti (yalanlarınla bizi
kandıramazsın)" dediler ve Nuayman'ı alıp götürdüler.
Derken Hz. Ebu Bekr geldi. Durumu kendisine
haber verdiler. Ravi der ki: "Hz. Ebu Bekr o kavmin peşine düştü, develerini geri verdi ve Nu'âyman'ı
kurtardı. Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm'ın yanına döndükleri zaman hâdiseyi haber verdiler. Bu
hadiseye Aleyhissalatu vesselâm ve ashabı bir yıl güldüler."
MERHAMET ETMEYENE MERHAMET EDİLMEZ
Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasulullah (aIeyhissalâtü vesselâm) (bir gün), Hasan
İbnu Ali (radıyallâhu anhümâ)'yı öpmüş idi. Bu sırada yanında bulunan Akra' İbnu Hâbis, (sanki bunu
tuhaf karşıladı ve:) "Benim on tane çocuğum var. Fakat onlardan hiçbirini öpmedim" dedi. Rasulullah
(aleyhissalâtü vesselâm) ona bakıp: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez" buyurdu." Rezin ilâve
etti: "(Rasulullah (aleyhissalâtü vesselâm) şunu da söyledi:"Allah siz(in kalbiniz)den merhameti çıkardı
ise ben ne yapabilirim?"
BU DEVENİN SAHİBİ KİM
Abdullâh İbnu Câfer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Rasulullah(aleyhissalâtü vesselâm)'ın kazâ-i
hâcet yaparken geri tarafından istitar (perdelenme) için en ziyâde tercih ettiği sütre, bir bina veya bir
hurma kümesi idi. Bir seferinde Ensârdan bir zâtın bahçesine girdi. Orada bir deve vardı. Deve
Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı görünce inledi ve gözlerinden yaşlar aktı. Aleyhissalâtu vesselâm
deveye yaklaştı ve gözyaşlarını sildi. Hayvan sâkinleşti.
"Bu devenin sâhibi kim?" diye sorarak ilgi
gösterdi. Ensar'dan bir genç: "O bana aittir ey Allah'ın Rasulü!" deyip ortaya çıkınca Hz. Peygamber
onu payladı: "Allah'ın sâna mülk kıldığı bu deve hakkında Allah'tan korkmuyor musun? Bâk! Bu bana
şikâyette bulundu. Sen bunu acıktırıyor ve fazla çalıştırarak da yoruyormuşsun."
ATEŞLE CEZALANDIRMAK SADECE ATEŞİN RABBİNE HASTIR
Abdurrâhman İbnu Abdullah, babası Abdurrahman (radıyallâhu anh)'dan rivâyet eder ki şöyle
demiştir: "Biz bir seferde Rasulullah(âleyhissalâtü vesselâm) ile beraber idik. Rasulullah bir ara bir ihtiyacı
için yanımızdan ayrıldı. O sırada hummara denen bir kuş gördük, iki tane de yavrusu vardı. (Kuş kaçtı)
yavrularını aldık. Kuşcağız etrafımıza yaklaşıp çırpınmaya, kanatlarını çırpıp havada inip çıkmaya
başladı. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz gelince: "Kim bu zavallının yavrusunu alıp onu
ızdıraba attı? Yavrusunu geri verin!" diye emretti. Bir ara, ateşe verdiğimiz bir karınca yuvası gördü.
"Kim yaktı bunu?" diye sordu. "Biz!" dedik. Ateşle azab vermek sadece ateşin Rabbine hastır" buyurdu."
ON MİSLİNDEN YEDİYÜZ MİSLİNE KADAR
Rasulullah (sav) bir kutsi hadiste şöyle buyuruyor:
Allah iyiliklerin ve fenalıkların yazılmasını emretti. Sonra güzellerin güzelliğini, fenaların da
çirkinliklerini açıkladı. Her kim bir iyilik yapmak ister de onu yapamazsa, Allah o kimseye bir iyilik sevabı
yazdırır. Eğer o kimse bir iyilik yapmak ister ve yaparsa, Allah ona on mislinden yedi yüz misline hatta
daha çok iyilik sevabı yazdırır. Her kimde kötü bir iş yapmak ister de onu yapmazsa, o kimseye bir iyilik
sevabı yazdır. Eğer o kimse fena işi yapmak ister ve fenalığı yaparsa, Allah ona bir kötülük ( günah)
yazdırır.
ALLAHIN RAHMETİNDEN ÜMİT KESİLMEZ
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün
en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip tarif edildi. Ona kadar gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü,
kendisi için bir tevbe imkânının olup olmadığını sordu. Rahip: "Hayır yoktur!" dedi. Herif onu da öldürüp
cinayetini yüze tamamladı.
Adamcağız, yeryüzünün en bilginini sormaya devam etti. Kendisine âlim bir kişi tarif edildi. Ona
gelip, yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tevbe imkânı olup olmadığını sordu. Âlim: "Evet, vardır,
seninle tevben arasına kim perde olabilir?" dedi. Ve ilâve etti:
" Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zîra orada Allah'a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla
Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer. "
Adam yola çıktı. Giderken yarı yola varır varmaz ölüm meleği gelip ruhunu kabzetti. Rahmet ve
azab melekleri onun hakkında ihtilâfa düştüler. Rahmet melekleri: "Bu adam tevbekâr olarak geldi.
Kalben Allah yönelmişti" dediler. Azab melekleri de: "Bu adam hiçbir hayır işlemedi" dediler.
Onlar böyle çekişirken insan suretinde bir başka melek, yanlarına geldi. Melekler onu aralarında
hakem yaptılar. Hakem onlara: "Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yer arasını ölçün, hangi tarafa
daha yakınsa ona teslim edin" dedi. Ölçtüler, gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği (iyiler diyarına) bir karış
daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar."
MÜFLİS KİMDİR
Ebu Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber (sav):
Biliyor musunuz, müflis kimdir? dedi.
Bizce müflis parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.
Bunun üzerine Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
Benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, Kıyamet Günü’nde namaz, oruç ve zekatla gelir, fakat
şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüştür. Bundan
dolayı onun iyiliklerinden hakkını yediği kimselerden her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden,
iyilikleri tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yüklenir; sonra o kimse Cehennem’e atılır.
O DÜZGÜN OLURSA BÜTÜN VÜCUT DÜZGÜN OLUR
Numan bin Bişr Radıyallahu anh’den: Peygamber (sav)’in şöyle söylediğini işittim: “ Helal bellidir,
haram da bellidir. Bu ikisinin arasında çok kimselerin bilmedikleri şüpheli şeyler vardır. Binanaleyh bir
kimse bu şüpheli şeylerden korunursa, dinini ve ırzını korumuş olur. Şüpheli iş işleyenler, harama düşerler.
Korunun kenarında hayvanlarını otlatan kimse gibi ki, koruya dalması pek mümkündür. Dikkat ediniz,
her hükümdarın bir korusu vardır. Uyanık olunuz, Allah’ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Şunu da
biliniz ki, beden de bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün vücut düzgün olur. Eğer o bozuk olursa,
bütün vücutta bozulur. Biliniz ki, bu et parçası kalptir.”
OĞLANLA KIZI EVLENDİRİN
Rasulullah (sav) söyle buyurdu:
“ Sizden önce yaşayanlardan bir adam, bir kimseden bir tarla satın aldı. Bu tarlayı satın alan
kimse, orada içinde altın bulunan bir küp buldu. Satana gelip:
“ Altınını al! Ben senden tarlayı satın aldım, altını satın almadım!” dedi.
Satan da:
“ Ben sana araziyi içinde bulunan her şeyi ile birlikte sattım!” dedi.
Anlaşamayınca bir adamı hakem tayin ettiler. Adam onları dinledikten sonra:
“ Sizin çocuklarınız var mı? “ dedi.
Onlardan biri: “ Oğlum var” , diğeri de: “Kızım var” dedi.
Hakem:
“Oğlanla kızı evlendirin! Bu paradan ikisi için harcayın ve tasaddukta bulunun” dedi.
EY ADEMOĞLU HASTALANDIM DA BENİ ZİYARET ETMEDİN
Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: “ Allahu Teala Kıyamet gününde şöyle buyuracak:
“ Ey Ademoğlu, hastalandım da beni ziyaret etmedin” Ademoğlu diyecek ki:
“ Ben seni nasıl ziyaret edebilirdim ki, sen Alemlerin Rabbisin” Allahu Teala buyuracak ki:
“Falan kulum hastalandı da ziyaret etmedin. Bilesin ki, onu ziyaret etseydin, Beni onun yanında
bulacaktın.”
“ Ey Ademoğlu, acıktım da beni doyurmadın.” Ademoğlu diyecek ki:
“ Seni nasıl doyurabilirdim ki, Sen Alemlerin Rabbisin. Allahu Teala buyuracak ki:
“ Bilesin ki falan kulum senden yiyecek istedi de vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, onu
benim anımda bulurdun.”
“ Ey Ademoğlu susadım da bana su vermedin.” Ademoğlu diyecek ki:
“ Ya rabbi, sana nasıl su vereyim? Sen Alemlerin Rabbisin.” Allahu Teala buyuracak ki:
“ Falan kulum senden su istedi de vermedin. Bilesin ki, eğer ona su verseydin onu benim yanımda
bulacaktın.”
ARADAKİ FARK
Hazret-i Ömer “r.a.” anlatıyor:
- Bir gün Resûl-i Ekrem “Sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bize, askeri donatmak için, sadaka
getirin diye, emr ettiler. Benim malımın çok olduğu bir zamân idi. Gönlümden geçti ki, her zamânda,
kardeşim Ebû Bekr “radıyallahu teâlâ anh” sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi.
Ammâ bu defa ben ondan fazla vereyim diye, malımın yarısını götürdüm.
Rasûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki,
- Yâ Ömer! Ev halkına ne alıkoydun.
Dedim ki,
- Yâ Resûlallah! Yarısını alıkoydum. Bu sırada Ebû Bekr “radıyallahu anh” cümle malını getirip,
koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki,
- Yâ Ebâ Bekr!Ev halkına ne alıkoydun?
Ebû Bekr,
- Yâ Rasûlallah! Ehlime Allahü teâlâ yı ve Resûlünü alıkoydum, deyince,
- İkinizin arasındaki fark, cevâbınız arasında olan fark gibidir, buyurdular.
Ondan sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın her bir işte, önüne geçme ümidimi kestim.
SADAKA
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor:
Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): " Her Müslüman’ın sadaka vermesi gerekir " buyurdu.
Kendisine: " Ya Rasulullâh! Eğer sadaka verecek bir şey bulamazsa ne yapar, söyler misiniz? " diye
soruldu.
" Çalışır, elinin emeği ile kazandığını hem kendisi harcar, hem de sadaka olarak verir " cevabını
verdi.
" Çalışmaya gücü yetmezse ne yapar? " diye soruldu.
" Bu durumda, sıkıntıya düşmüş bir ihtiyaç sâhibine yardım eder " buyurdu.
" Böyle bir yardıma da gücü yetmezse? " denildi.
" İyiliği veya hayrı emreder " buyurdu.
" Bunu da yapmaya gücü yetmezse? " diye tekrar sorulunca:
" Kendini başkasına kötülük yapmaktan sakındırır, bu da onun için bir sadakadır " buyurdu.
Rasulü Erkemin açıklamalarına göre; sadaka yalnız para veya mal ile muhtaçlara yapılan
yardımdan ibaret değildir. Mal ile para ile yapılan yardımlarla beraber aşağıda sayacağımız şeyleri
yapan kimselerde sadaka sevabına ulaşır.
 İnsanın kendisine ve aile bireylerine karşı görevlerini yerine getirmek
 Komşuları ile olan ilişkilerinde kırıcı olmamak, ona her konuda yardım elini uzatmak
 Bir yoksulu yedirip, giydirmek ve barındırmak
 Güler yüz ve tatlı dille insanların gönüllerinin almak, sevgi ile başları okşamak
 Üzgün ve dertli birini teselli etmek
 Bildiklerini başkalarına öğretmek
 Çevremizdekilere doğru yolu göstermek
 Hasta, yaşlı ve kimsesizleri ziyaret etmek
 Her konuda çevremizdeki insanların yardımına koşmak
 Hasta, sakat ve yaşlı bir kardeşimize taşıtlarda yer vermek, elinden tutup karşıdan karşıya
geçmesine yardım etmek
 Bir yolcuya, bir misafire gideceği veya aradığı yeri göstermek
 Çevremizde insanlara rahatsızlık, tiksinti veren şeyleri ortadan kaldırmak
 İnsan olsun hayvan olsun susayan birine su vermek
 Yaşlı, hasta bir komşunun çarşı-Pazar işlerini görmek
Kısaca; Allah ve Rasulünün bizden istediği, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir şeyi yapmak iyiliktir.
Hatta kötülükten sakınmak, başkalarına kötülük yapmamakta bir iyiliktir. Bütün iyiliklerde “ sadaka ” dır.
DKAB Kaynak Kitap A.Saim KILAVUZ – Akif KÖTEN – Osman ÇETİN – Hüseyin ALGÜL
AĞLAYAN KIZ ÇOCUĞU
Peygamber ( sav ) bir gün çarşıdan eve giderken, iki gözü iki çeşme ağlayan küçük bir kız
çocuğu ile karşılaştı. Peygamber ( sav ) çocuğa: Neden ağlıyorsun? Diye sordu.
Küçük kız: Ben bir hizmetçiyim. Ev sahibi un almam için bana para vermişti. Ama ben parayı
kaybettim, dedi.
Peygamber ( sav ) üzerinde olan bütün parayı küçük kıza verdi. Ancak küçük kız hala ağlamaya
devam ediyordu. Peygamberimiz ( sav ): Kaybettiğin paraya kavuştun, hala niye ağlıyorsun, diye
sordu.
Küçük kız: Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum, dedi.
Peygamber ( sav ) küçük kızın elinden şefkatle tuttu: Korkma yavrum gel benimle dedi ve onu
eve kadar götürdü.
Kapıya gelince dışardan ev sahibine selam verdi. Ama kapı üçüncü selamdan sonra açıldı.
Peygamberimiz ( sav ) : İlk selamımı duymadınız mı? diye sordu.
Ev sahibi: Duyduk ama, sesinizi tekrar tekrar duymayı, selamınızın artmasını istedik. Size canımız
feda olsun, Ey Allah’ın Rasulü. Buraya kadar niye zahmet ettiniz? dedi.
Peygamberimiz ( sav ) : Bu kızcağız geç kaldığı için dövülmekten korkuyordu, bu sebepten onu
size kadar getirdim, buyurdu.
Ev sahibi Peygamberimiz ( sav ) in ziyaretine öyle sevinmişti ki : Buna sebep olan kız artık hizmetçi
değil evladımız sayılır, dedi.
NİÇİN GÜLÜMSEDİĞİMİ BİLİYOR MUSUNUZ?
“Rasûlüllah (s.a.v.) ile ashabı ile beraber bulunuyordu, bir ara gülümseyerek:
— Niçin gülümsediğimi biliyor musunuz? diye sordular. Bizler, ‘hayır’ deyince, Resûl-i Ekrem
Efendimiz buyurdular ki:
— Kulun, Rabb’ine karşı kendisini müdâfaasından ve Allah ile aralarında geçen (şu) konuşmadan
ötürü gülümsüyorum.
Kul der ki:
— Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?
Allah Teâlâ:
— Evet, buyurur. Kul:
— O halde ben de yabancı şâhidi kabul etmiyorum. Bana, benden şâhit istiyorum, deyince Allah
Teâlâ:
— Peki, senin hesâbını kendi a‘zâların görsün ve Kirâmen Kâtibîn de şâhit olsun, buyurur ve dili
susturularak, a‘zâlarına, ‘Konuşun’ denir. A‘zâlar da teker teker yaptıklarını haber verirler. Sonra dili
açılır. Adam a‘zâlarına, ‘Başımdan def‘olun, ben sizi korumak için uğraşıyorum, siz ise yaptıklarınızı
söylüyorsunuz’ der.”
KİMLER ALLAH YOLUNDADIR?
Ka‘b ibn-i Ucre radıyallâhü anh anlatıyor:
“Bir adam Nebiyy-i Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem’e uğramıştı. Rasûlullah (s.a.v.)’ın ashâbı,
bu adamın kuvvet ve kabiliyetini görünce,
— Yâ Rasûlellah, bu adam Allah yolunda cihad etseydi ne güzel olurdu, dediler.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
— “Bu adam, küçük çocuklarının geçimini temin etmek için çıktı ise, Allah yolundadır.
“Yaşlı anne ve babasına hizmet için evinden çıkmışsa, Allah yolundadır.
“Çalışıp nefsini dilencilikten korumak için çıkmışsa, Allah yolundadır.
“Âilesinin geçimini temin etmek için çıkmışsa, Allah yolundadır.
(Çalışıp kazandığının) çokluğuyla övünmek, (zenginliğiyle gururlanmak) için çıkmışsa, tâğutun
(şeytanın) yolundadır.” (Taberânî rh., Mu‘cemü’s-Sağîr, 2/650)
Hadîs-i şerîfin bir başka rivâyetinde, sahabelerin yukarıda zikri geçen temennileri üzerine Sevgili
Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz sözlerine, “Allah yolunda olmak, sadece ölmekle mi olur
sanıyorsunuz?” buyurarak başlamıştır.
YOKSUL VE ZENGİN
Rasulü Ekrem (s.a.a) her zamanki gibi meclisinde oturmuş ve dostları da etrafında halka şeklinde,
onu bir yüzük taşı gibi ortaya almışlardı. Bu arada eski elbiseli fakir bir Müslüman kapıdan içeriye girdi.
İslami adetlere göre herkes her hangi mevkide olursa olsun bir oturuma girince nerede boş yer bulursa
hemen oraya oturmalıdır. “Benim canım şurasını istiyor” görüşüyle özel bir yere oturmak gerekmez. O
adam etrafına bakındı ve boş bir yer buldu; gitti oraya oturdu. Tesadüfen ileri gelen zenginlerden
birisinin yanına oturmuştu. Zengin adam elbisesini toplayarak ondan bir az uzaklaştı. Bu hareketleri
izleyen Resul-i Ekrem (s.a.a) ona dönerek:
- Fakirliğinden sana bir şey geçer diye mi korktun?
- Hayır ya Rasulallah.
- Servetinden ona bir pay düşer diye mi korktun?
- Hayır ya Rasulallah.
- Elbiselerin kirlenir diye mi korktun?
- Hayır ya Rasulallah.
- O halde niçin yanından uzaklaşıp bir kenara çekildin?
- Yanlış bir iş yaptığımı ve hata ettiğimi itiraf ediyorum. Şimdi bu hatamın telafisi ve bu günahımın
keffareti olarak servetimin yarısını bu Müslüman kardeşime vermeye hazırım dedi. Çünkü ona karşı
yanlış bir hareket yaptım. Beni bağışlayın ya Rasulallah.
- Eski giyimli adam: Fakat ben bunu kabul etmeye hazır değilim.
- Cemaat: Niçin?
- ”Çünkü bir gün beni de bir gururun sarmasından ve bir Müslüman kardeşime, bu gün bu şahsın
bana yaptığı gibi, aynı hareketi yapmaktan korkuyorum” der.
ARKADAŞINI AL, BERABERCE CENNETE GİRİN
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:
“Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber bulunuyorduk. Bir ara azı dişleri görülecek şekilde gülümsedi.
Sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular:
“Ümmetimden iki kişi Allâh’ın huzuruna gelirler. Birisi,
-Yâ Rab, benim bunda hakkım var; hakkımı bundan al, bana ver, der. Allah Teâlâ da ötekine,
-Hakkını ver, buyurur. Adam,
-Yâ Rab, bende sevap nâmına bir şey kalmadı, der. Cenâb-ı Hakk,
-Baksana, bu adamın sevabı kalmadı, ne dersin? buyurur. Adamcağız,
- O halde benim günahlarımdan alsın, der. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bunu anlatırken gözleri
yaşardı ve, “O gün büyük bir gündür. İnsan; günâhının alınmasını ister” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ
hak sahibine,
-Başını kaldır ve cennete bak, buyurur. Adamcağız,
- Yâ Rab, inci ile işlenmiş, gümüşten apartmanlar ve altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi
peygamber, hangi sıddîk veya hangi şehitler içindir? der. Allah Teâlâ,
-Bunlar, bana ücretini verenler içindir, buyurur. Adamcağız,
-Bunların hakkını kim ödeyebilir? der. Hz. Allah,
-Sen istersen bunlara sahip olabilirsin, buyurur. Adam,
-Nasıl olur, yâ Rab? deyince, Cenâb-ı Hakk,
-Hakkını bu adama bağışlamakla, buyurur. Adam,
-O halde ben bunu affettim, der. Allahü zû’l-Celâl hazretleri de,
-Arkadaşını al, beraberce cennete girin, buyurur.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz,
‘Allah’tan korkun, Allah’tan korkun ve siz de kendi aranızı düzeltin. Bakınız, bizzat Hazret-i Allah
mü’minlerin arasını buluyor’ buyurmuşlardır.
İMANIN GÜCÜ
Peygamberimizin arkadaşlarından Talha Bin Ubeydullah şöyle anlatıyor: "Peygamberimizin
huzuruna Necid ahalisinden bir adam geldi.Saçı başı dağınık, kaba konuşan bir insandı. Durumundan
köylü veya çoban olduğu anlaşılıyordu.Peygamberin önüne diz çöküp:
-İslam nedir,diye sordu.
Peygamberimiz: -Bir günde beş vakit namaz kılmaktır, buyurdu.
Adam: -Beşten fazla bir şey yok mu,diye sordu.
-Hayır, dedi Peygamberimiz. Farz olan sadece beştir.Ama nafile kılmak istersen başka.
Peygamberimiz,daha sonra, Ramazan Orucu'ndan bahsetti.
Adam: Ramazan Orucu'ndan başka oruç var mı,diye sordu. Peygamberimiz: Hayır, dedi.Farz
olan Ramazan Orucu'dur.Ama nafile tutmak istersen başka.
Peygamberimiz bu sefer,zekattan bahsetti.
Adam: Söylediğin miktardan fazla vermem gerekir mi? Diye sordu.
Hayır,dedi Peygamberimiz. Farz olan söylediğim kadardır. Nafile olarak vermek istersen başka.
Bunun üzerine adam şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki,bundan ne fazlasını ne de eksiğini
yaparım. Sonra kalkıp gitti.Peygamberimiz de onun ardından: -Eğer bu adam doğru söylüyorsa, felaha
(kurtuluşa) erdi; Cennete girdi, buyurdu.
HİZMET EDEN MİSİNİZ, EDİLEN Mİ?
İsterseniz bir de Allah Resulü Efendimiz (sas)'e bakalım. Hizmet edenlerin mi, yoksa edilenlerin mi
içinde olmayı tercih etmektedir görelim.
Bir savaş dönüşünde mola verilmiş, öğle yemeği hazırlamak isteyen ashab kesecekleri koyunun
hizmetini konuşuyorlar.
Biri, ben koyunu getireyim, öteki ben de keseyim, bir başkası da et hazırlamada görev alayım,
derken Allah Resulü de oturduğu yerden kalkıyor ve şöyle diyor:
Ben de ötelerden odun toplayıp da ateşi yakayım.Diyorlar ki:
Haşa, yâ Resulallah! Siz oturun, biz hizmetin hepsini de yapar huzurunuza getiririz!
Şöyle buyuruyor Allah Resulü:
Bilirim ki siz bütün hizmeti yapar, ayağıma getirirsiniz. Ancak ben başkaları hizmet ederken, seyirci
kalmak istemem. Ben de hizmet edenler arasında yerimi almayı tercih ederim. Seyirci kalmak bana
ağır gelir. Hizmet etmek mutluluk verir.
İşte Allah Resulü hizmet edilen değil de eden olmayı böyle tercih ediyor, tüketen değil de
üretenden olmayı böyle ibretimize sunmuş oluyor.
*Nitekim bir adam hakkında konuşulurken biri şöyle bağladı sohbeti. Dedi ki:
Ben onunla hacca gittim, çok ibadet eden birisidir. Her konaklamada hemen namaza durur,
çok ibadet ederdi.
Efendimiz şöyle sordu:
Her konaklamada ibadet ederdi de devesinin yemini, suyunu kim verir, kendisinin hizmetini kim
yapardı?
Dedi ki:
Hizmetini biz yapardık.
Efendimiz burada da tarihî sözünü şöyle söyledi:
Demek ki siz ondan çok ibadet etmişsiniz! Çünkü o, hizmet edilenlerden olmuş, siz ise hizmet
edenlerden.
*Bu konuda en çarpıcı bir misal de meşhur Bağdat vaizi Yahya bin Muaz'ın kardeşine
söylediklerinde. Mekke'de mücavir kalan kardeşi gönderdiği mektubunda der ki:
Mekke'de durumum çok iyi. Bir de hizmetçim var, bana çok iyi hizmette bulunuyor.
Hicri 235'in ünlü vaizi kardeşine gönderdiği cevabında şöyle ikazda bulunur:
Hizmet edilen olmakla iftihar etme de hizmet eden olmakla iftihar et. Zira hizmet edilmek Allah'a
mahsustur. Hizmet etmek de kula mahsustur. Sen Allah'a mahsus sıfatla muttasıf olmayı düşünme de
kula ait sıfatla muttasıf olmaya çalış.
Misalleri burada kesiyor, kendimize sorular soruyoruz.
Bizim halimiz nasıl, durumumuz nedir? Hizmet etmeyi mi tercih ediyoruz, yoksa hizmet edilmeyi
mi? Allah'a mahsus sıfat mı, yoksa kula mahsus sıfat mı?