içindekiler - CERRAHPAŞA ÖĞRENCİ BİLİMSEL DERGİSİ
Transkript
içindekiler - CERRAHPAŞA ÖĞRENCİ BİLİMSEL DERGİSİ
İÇİNDEKİLER Güz Sayısı; Cilt 3, Sayı 4, 2010 Sahibi Prof. Dr. Özgün Enver Editörler Prof. Dr. H. Oktay Seymen İnt. Dr. Yasin Yılmaz Yayın Sorumlusu İdil Hancı Yayın Kurulu Dr. Erman Aytaç Prof. Dr. Cenk Büyükünal Prof. Dr. Pervin Bozkurt Dr. Fehim Esen Prof. Dr. Özgür Kasapçopur Prof. Dr. Nil Molinas Prof. Dr. Vildan Ocak Prof. Dr. Ceyhun Oral Prof. Dr. Muzaffer Sarıyar Dr. Seha K. Saygılı Doç. Dr. Hafize Uzun Prof. Dr. Feridun Vural Kapak & Grafik Tasarımı Behlül Baş Mizanpaj Haluk Kerim Karakullukçu ÖBAK Başkanı Özcan Ekin Kayan Yayın Türü Yerel Süreli Yazışma Adresi Prof. Dr. Hakkı Oktay Seymen İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Temel Bilimler Binası Fizyoloji ABD, 34098 - İstanbul www.ctfobakdergi.org Dizgi-Baskı Bu Sayıda Katkıda Bulunanlar Behlül Baş, Yasin Yılmaz, Haluk Kerim Karakullukçu, Kardelen Akın ÖBAK ETKİNLİKLERİ “TUS, Tıpta Alan Seçimi, USMLE” Paneli Burak Mergen 3 2010 – 2011 TIP ÖĞRENCİ KONGRELERİ Elif Nur Koçmar 4 FAKÜLTEDEN Cerrahpaşa’da Biyoterapi Hande Saygılı 6 TIP DÜNYASINDAN İstanbul’da Aile Hekimliği Sisteminin Sorunları 10 Hekimlere Yönelik Şiddet 12 İki, Üç Veya Dörtten İyidir! 13 ARAŞTIRMA Türkiye’deki Üç Tıp Fakültesinin Son Üç Yıldaki Yayın Oranları İbrahim Taha Dağlı, Yasin Yılmaz 15 OLGU SUNUMU Brusellozlu Olguda Behçet Selen Soylu 19 DERLEME Elitlerin Beyni Yasin Yılmaz 21 Obsesif Kompulsif Bozukluk Ve Cerrahi Tedavisi Elif Nurdan Özmansur 25 Algıla; Fakat Yanıt Verme: Locked-In Sendromu Burak Mergen 32 ÇEVİRİ MAKALE İmmun ve Metabolik Regülasyon Arasındaki Karmaşık İlişki: Multiple Skleroz Patogenezinde Leptinin Rolü Dilara Ece Toprak 37 ROPÖRTAJ: Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu Kardelen Akın, Haluk Kerim Karakullukçu 48 KİTAP KÖŞESİ Bir Cerrahın Anıları- Tarık Minkari Merve Hazal Yılmaz 52 MÜZİK KÖŞESİ Eurovision Şarkı Yarışması Tarihi Mehmet Gökhan Çulha 54 REHBERLİK Erasmus İdil Hancı 56 SİZDEN SEÇTİKLERİMİZ Doktor Bayanlar Ahsen Çelik 61 İnternlükle Karışan Nörolojik Hastalıklar Bükre Budak 65 Fotograf Behlül Baş 67 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğrnci Bilimsel Araştrma Kulübünün Yayın Organıdır. Yayın Hakları Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne aittir Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Dergi Hakkında DERGİ HAKKINDA 1. Dergi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin süreli bilimsel yayınıdır ve yılda 2 sayı yayınlanır. 2. Derginin amacı, tıp fakültesi öğrencilerinin özellikle tıp alanında olmak üzere hemen her konuda iletmek istediklerini okuyucularla paylaşmalarıdır. Bu amaçla tıbbi orijinal araştırmalar, deneme yazıları, tartışmalı konularda karşıt ve yandaş yazılar, ilginç olgu sunumları, klinik ve pratik uygulamaya ilişkin yazılar, editöre mektuplar, editör yorumları, biyografi, röportajlar, tıp alanından haberler, etkinlik raporları dergide yer alabilir. 3. Yazıların düzeni: A4 kâğıdın tek yüzüne, tek aralıklı “Word for Windows” programında, “Calibri” fontu ve 11 punto ile yazılmalı, tablolar da aynı formatta hazırlanmalıdır. Sayfa düzeni iki sütundan oluşacak şekilde olmalıdır. Yazıcı çıkışı ile elektronik kaydın aynı olduğundan emin olunmalıdır. 4. Derginin yayın dili Türkçedir. Yazıların Türk Dil Kurumu Sözlüğüne ve Yeni Yazım Kılavuzuna uygun olması gerekmektedir. Yazarın kullandığı Latince veya İngilizce tıp teriminin Türkçede yaygın olarak kullanılan bir karşılığı varsa onun kullanılması önerilmektedir. 5. Dergi editörlüğü, yayın kurallarına uymayan yazıları yayımlamamak, düzeltmek üzere yazara geri göndermek ve biçim olarak yeniden düzeltmek yetkisine sahiptir. Gönderilen yazılar danışman öğretim görevlisi, editörler tarafından değerlendirildikten sonra Yayın Kurulu kararı ile yayımlanır. Yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, başka yerde yayımlanmamış ve yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. Dergiye gönderilen yazılara telif hakkı ödenmez ve yazar tüm haklarının Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne ait olduğunu kabul eder. 6. Yazının başlığı, yazarların açık ad ve soyadları, unvanları yer almalıdır. Aynı sayfada yazışmanın yapılacağı ad ve soyadı, e-mail adresi yer almalıdır. 7. Referanslar: Dergi: Yüksel H, Güzelsoy D, Yazıcıoğlu N, Şenocak M, Öztürk M, Demiroğlu C. Long-term prognosis after a first myocardial infaction in Turkey: determinants of mortality and reinfarction. Cardiology 1994;84: 345-55. Kitap Örneği : Gökçe-Kutsal Y (Ed): Temel Geriatri. Güneş Tıp Kitabevi, Ankara 2007. Kitaptan Bölüm Örneği : Aslan D. Uluslararası sağlık bakış açısı ile yaşlılık. In: Gökçe-Kutsal Y (Ed): Temel Geriatri. Güneş Tıp Kitabevi, Ankara, 2007, pp 111-116 Elektronik yayınlardan makale örneği : Milan AM, Sugars RV, Embery G, Waddington RJ. Modulation of collagen fibrillogenesis by dentinal proteoglycans. Calcif Tissue Int, DOI: 10. 1007/s00223-004-0033-0, November 4, 2004. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Öbak Etkinlikleri “TUS, Tıpta Alan Seçimi, USMLE” Paneli Burak Mergen, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 2.Sınıf 6-7 Ekim 2010 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz panelimizde Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü olarak amacımız, tıp fakültesi öğrencisi arkadaşlarımızı doğru alan seçimi konusunda yönlendirmenin ve onlara Tıpta Uzmanlık Sınavı ile ilgili genel bilgi vermenin yanı sıra onlara “Yurt dışına çıkın; fakat ülkenize geri dönün.” mesajını da vermekti. Toplamda iki gün süren panelimizde ilk gün, Tıpta Uzmanlık Sınavı ile ilgili güncel bilgileri Mikrobiyoloji Anabilim Dalından Doç. Dr. Gökhan Aygün’ün bizlerle paylaşmasıyla başladı. İlk günkü programımız Tıpta Alan Seçimi konusunda her ana bilim dalından birer öğretim üyesi, uzman ve asistan doktorun kendi alanını iyisi, kötüsüyle bize anlatmasıyla devam etti. İkinci günün ise ilk konuşmacıları Farmakoloji Anabilim Dalından Prof. Dr. Öner Süzer ile İç Hastalıkları Anabilim Dalından Prof. Dr. Volkan Yumuk idi. Prof. Dr. Öner Süzer, USMLE ile ilgili yaptığı konuşmasıyla kafamızdaki soru işaretlerine açıklığa kavuştururken Prof. Dr. Volkan Yumuk ise yurt dışı uzmanlık tecrübeleriyle bizlere yol gösterici oldu. İkinci günün yoğun programı Tıpta Alan Seçimi konusunun ikinci bölümüyle devam etti. Panelimizin sonunda ise katılımcı arkadaşlarımıza, çeşitli internet sitelerinden yazı dizilerinin düzenlenmesiyle hazırladığımız “Tıpta Alan Seçimi ve USMLE” El Kitapçığı’nı vererek panelimizin ve panelimizdeki mesajların kalıcılığını sağlamış olduk. Prof. Dr. Cem’i Demiroğlu Oditoryumu’nda gerçekleşen panelimize günlük ortalama 350 kişi izleyici olarak katılırken panelimizde toplamda 20 konuşmacı yer aldı (bkz. Program akışı).Program sonrası aldığımız olumlu geri bildirimlerden yola çıkarak güzel bir açılış paneli yaptığımıza inanıyor, bize desteklerini esirgemeyen tüm değerli öğretim üyeleri, uzman ve asistan doktorlarımıza teşekkür ediyoruz. Program Akışı 6 Ekim 2010 Çarşamba 16:40 – 16:50 Açılış - ÖBAK Tanıtım Sunumu 16:50 – 17:10 Doç. Dr. Gökhan Aygün - TUS 17:10 – 17:20 Doç. Dr. Can Öbek - Üroloji 17:20 – 17:30 Doç. Dr. Yusuf Tunalı - Anestezi ve Reanimasyon 17:30 – 17:40 Dr. Mecbure Nalbantoğlu - Nöroloji 17:40 – 17:50 Doç. Dr. Hacı Murat Emul - Psikiatri 17:50 – 18:00 Dr. Erkan Kılıç - KBB 18:00 – 18:10 Dr. Mehmet Akif Öztürk - Onkoloji 18:10 – 18:20 Dr. Odhan Yüksel - Beyin Cerrahisi 7 Ekim 2010 Perşembe 16:30 – 16:40 Açılış - Önceki Günden Kareler 16:40 – 16:55 Prof. Dr. Öner Süzer - USMLE 16:55 – 17:10 Prof. Dr. Volkan Yumuk - Yurtdışı uzmanlık deneyimleri 17:10 – 17:20 Dr. Tuğçe Özekli Mısırlıoğlu - FTR 17:20 – 17:30 Dr. Onur Güralp - Jinekoloji 17:30 – 17:40 Uzm. Dr. Emre Eşkazan - Dahiliye (Hematoloji) 17:40 – 17:50 Yrd. Doç. Dr. Sait Sağer - Nükleer Tıp 17:50 – 18:00 KAHVE ARASI 18:00 – 18:10 Dr. Emil Mammadov - Çocuk Cerrahisi 18:10 – 18:20 Doç. Dr. Kâzım Beşirli - Kalp Damar Cerrahisi 18:20 – 18:30 Dr. Özge Özden - Kardiyoloji 18:30 – 18:40 Dr. Berrin Papilla - Genel Cerrahi 18:40 – 18:50 Uz. Dr. Halil İbrahim Gökçek - Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi 3 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi 2010 – 2011 Tıp Öğrenci Kongreleri 2010 – 2011 TIP ÖĞRENCİ KONGRELERİ Elif Nur Koçmar, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü, 3. Sınıf İBÜBAT 1. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Bolu) İzzet Baysal Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 25-27 Şubat 2011 GÜBAT 12. Ulusal Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Ankara) Gülhane Bilim ve Araştırma Topluluğu 15-17 Nisan 2011 KÜTBAT 1. Ulusal Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Kırıkkale) Kırıkkale 18-20 Mart 2011 OBAT VIII. Ulusal Göğüs Hastalıkları Tıp Öğrenci Kongresi (Eskişehir) Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 15-17 nisan 2011 TASTBAT 1. Ulusal Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Hatay) Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu Nisan 2011 FÜTBAT 4. Ulusal Cerrahi Tıp Öğrenci Kongresi (Elazığ) Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 11-13 Mart 2011" 3. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Pamukkale) Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi 25-27 Mart 2011 UBİAT Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Bursa) Uludağ Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Topluluğu 25-27 Mart 2011 KOUTBAT 3. Ulusal Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Kocaeli) Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 8-10 Nisan 2011 Ulusal Klinik Semptomatoloji Tıp Öğrenci Kongresi (İzmir) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 8-10 Nisan 2011 4 FATÜBAT 2. Uluslararası Genel Tıp Öğrenci Kongresi (Ankara) Fatih Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 15-17 nisan 2011 HÜTBAT IV.Bilim Günleri (Ankara) Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 21-23 nisan 2011 TÜBAT VI.Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Edirne) Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 22-24 Nisan 2011 KTÜBAT 3. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Trabzon) Karadeniz Teknik Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 29 Nisan - 01 Mayıs 2011 Üreme Sağlığı Tıp Öğrenci Kongresi (Adana) ÇÜBAT(Çukurova Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu) 29 Nisan - 01 Mayıs 2011 CTF-ÖBAK Uluslararası Tıp Öğrenci Kongresi (İstanbul) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi-Öğrenci Bilimsel Araştırma Kulübü 6-8 Mayıs 2011 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ADÜBAT 1. Ulusal Cinsel İstisara Multidisipliner Yaklaşım Tıp Öğrenci (Aydın) Adnan Menderes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 6-8 Mayıs 2011 2010 – 2011 Tıp Öğrenci Kongreleri 6. Ulusal Psikiyatri Tıp Öğrenci Kongresi (Manisa) Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilim Kulübü 6-8 Mayıs 2011 OMÜBAK IV. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Samsun) Ondokuz Mayıs Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Kulübü 6-8 Mayıs 2011 DÜTAB 2. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi (Düzce) Düzce Üniversitesi Tıbbi Araştırma ve Bilim Topluluğu 13-15 Mayıs 2011 CÜTBAT 2. Ulusal Tıp Öğrenci Kongresi-Tıp Eğitimi (Sivas) Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 13-15 Mayıs 2011 MÜTBAT MaSCo 2011 (İstanbul) Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilimsel Araştırma Topluluğu 24-26 Mayıs 2011 5 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Fakülteden CERRAHPAŞA’DA BİYOTERAPİ Hande Saygılı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 4. Sınıf “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi” başlıklı proje kapsamında,2007 yılının Haziran ayında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri binasında “Biyoterapi Araştırma ve Geliştirme Laboratuarı” kurulmuştur. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan öğretim üyelerinin başkanlığında laboratuvarda 14.07.2006 tarihinden beri “Larva Debridman Tedavisi” uygulanmaktadır. Peki, “Larva Debridman Tedavisi (LDT)” nedir? Erişkin dönemde insan paraziti olmayan ancak larva dönemlerinde insan ve hayvanların doku ve organlarına yerleşerek miyaza neden olan sinekler, normalde hayvanların leşleri ve bitkisel maddelerle beslenirler. Bu sineklerin dişileri bazen insan ve hayvanların hastalıklı dokularına yumurtlar veya larvalarını doğururlar. Buradaki larvalar ya sadece ölü dokularla beslenirler ya da daha derinlere geçip sağlam dokulara saldırabilirler. Calliphoridae ailesinde yer alan Lucilia cinsi sinek larvaları sadece yara yüzeyindeki infekte dokuları yiyerek yara temizlenmesine yardımcı olurlar. Bu şekilde gerçekleştirilen yara temizlenmesi “Larva Debridman Tedavisi” olarak adlandırılır. Eski bir tedavi yöntemi olan Larva Debridman Tedavisi (LDT) antibiyotiklerin gelişmesi, cerrahinin ilerlemesi ve infeksiyon sıklığının azalmasıyla kullanımı azalmışken; dirençli yara infeksiyonlarının ortaya çıkışıyla yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Tedavide, laboratuvarda steril olarak üretilen Lucilia Sericata (yeşil sinek) larvaları kullanılır. Steril larvalar, ürettikleri enzimler ile yara yüzeyindeki ölü dokuyu eriterek çıkarttıkları gibi, yarayı dezenfekte eder ve dokuyu granülasyon oluşturması için uyarırlar. Tedavi esnasında hastalarda ciddi bir rahatsızlık oluşturmazlar, ancak hareket ettiklerinden dolayı nadir olarak gıdıklanma ve kaşıntıya neden olabilirler. Ağrılı yüzeysel yarası olan hastaların yaklaşık %20 ile 25’i larva tedavisi esnasında ağrının artışından şikayet ederler. LDT’nin en önemli avantajı; larvaların canlı doku ile nekrotik dokuyu ayırması ve ölü dokuları yiyeyerek bıçağın bile yapamayacağı mikro cerrahi 6 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Fakülteden müdahaleyi yapmalarıdır. Olayların %80 ile %95inde yaranın debridmanında başarı tam ya da çok ileri derecededir. LDT ile birlikte nekrotik dokudan gelen kötü koku ve yaraya eşlik eden şiddetli ağrı önemli ölçüde azalır. Bu tedavi sonrası amputasyon önlenebildiği gibi derin yaralar için çok ciddi olan septisemi tehlikesi de ortadan kalkabilmektedir. LDT’nin kronik yaraların temizlenmesinde ve granülazisyonnun başlamasında etkili bir yöntem olduğu değişik araştırıcıların yaptığı çeşitli çalışmalar ile ispatlanmıştır. LDT ilerledikçe, yaranın üzerinde yeni sağlıklı doku katmanı oluşturduğundan klasik tedaviye göre yaranın iyileşmesi daha hızlıdır. LDT yaraların tedavisinde uygulanan klasik tedavi yöntemlerine göre daha ucuz, kolay ve başarılı bir tedavi yöntemidir. Bu özelliklerinden dolayı LDT özellikle Diyabetli hastalarda yaraların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Çünkü diyabet hastası olan insanlardaki yaraların iyileşmesi diyabet olmayan insanlardaki yaraların iyileşmesine göre daha zordur. Yara iyileşmesinde gecikme diyabetiklerde genel ve pahalı bir sorundur. İyileşmeyen diyabetik ayak ülserasyonunun tüm diyabet hastalarında %25-50 olduğu kabul edilir ve %15-25i ampütasyona gider. İyileşmeyen diyabetik ayak ülserasyonu sonucu Amerika’da yıllık 60 000 ile 70 000 ayak amputasyonu yapılması, bu durumun ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Ayrıca zayıf iyileşme kapasitesi yüzünden diyabetik insanlardaki bu yaralar kolaylıkla infekte olabilir ve bakteriler kan dolaşımına geçebilir, bu durumda yaşamı tehdit eden potansiyel infeksiyon sebebi olabilirler. Diyabetli insanlarda ayaktaki yaranın iyileşmesini teşvik için kuru veya nemli pansuman, ilaçlı pansuman, lokal antibakteriyel tedavi ve cerrahi debridman gibi tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Yapılan bu tedavilere karşın diyabetli insanların %15 ile %25’inde iyileşmeyen yaralardan dolayı bacak ya da ayak amputasyonu yapılmaktadır. Bu tür yaraların iyileşmesi için enfeksiyonun önlenmesi, yara üzerindeki ölü dokunun çıkarılması ve yeni yüzey dokusunun oluşması gerekir. Fakat nekrotik doku altındaki sağlıklı dokuya zarar vermeden debridman yapmak zor bir iştir. Larvalar bu işi kolaylıkla yaparlar. Hareket edebildikleri için yaradaki tüm nekrotik alanlara tutunur ve bol miktarda proteolitik enzimler, antibakteriyel maddeler ve nekrotik dokunun granülasyonunu geliştiren maddeler salgılayarak nekrotik dokudaki mikroorganizmaları da ölü dokularla birlikte yerler. Bu sayede nekrotik dokuyu temizlerler ve yaranın iyileşmesine büyük bir katkı sağlarlar. Larva debridman tedavisi; metisilin rezistan Staphylococcus Aureus ile infekte süregen, zor iyileşen hatta iyileşmeyerek bacak yada ayak ampütasyonuna neden olan yaraların, basınç ülserlerinin (dekübitus ülserleri), Burger Hastalığı nedeniyle gelişen ülserlerin, derideki pürülan kabuklu 7 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Fakülteden ülserlerin, venöz staz ülserlerinin, temporal mastoiditinin, Fournier gangreninin, nekrotize tümör kitlelerinin ve diğer yumuşak doku yaralarının tedavisinde de başarı ile kullanılmaktadır. Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) tarafından kabul edilen “Lucilia sericata’nın larvaları ile zor iyileşen yaraların tedavisi” başlıklı proje ile Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde bugüne kadar yakkaşık 100 hasta tedavi edilmiştir. Tedavileri 3 yıl gibi uzun bir süreye yayılan, antibiyotiklere karşı dirençli hastaların tedavisi bu yöntemle daha kısa bir zamanda çok daha düşük bir maliyetle yapılabilcektir. Günümüzde tamamlayıcı tıp olarak da nitelendirilen bir biyoterapi olan Larva Debridman Tedavisinin, “yoğun infeksiyonlu, zor iyileşen, kronik yaralar”ın tedavisinde kullanılan klasik yöntemlere göre daha ucuz,hızlı, kolay ve başarılı bir tedavi yöntemi olması , Türkiye’de sayıları milyona yaklaşan süregen yara bakımı hastaları için bir umut kapısı olacağını düşündürmektedir. 8 9 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Tıp Dünyasından İSTANBUL’DA AİLE HEKİMLİĞİ SİSTEMİNİN SORUNLARI İstanbul Tabip Odası, Aile Hekimliği uygulamasının ilk bir haftalık değerlendirmesini kamuoyuyla paylaşmak adına 09.11.2010 günü oda binasında bir basın açıklaması düzenledi. Açıklamada, edinilen bilgiler ışığında, Aile Hekimliği uygulamasının Türkiye’ye uygun bir model olmadığı ifade edildi. Sağlık Bakanlığı’nın alt yapı olmadan apar topar Aile Hekimliği'ne geçmek istemesindeki asıl nedenin nitelikli ve koruyucu sağlık hizmetlerinin verilmesi değil, kamusal sağlık hizmetlerinin hızla tasfiye edilmesi olduğu belirtildi. Açıklamada ayrıca, 400’ü aşkın Aile Sağlığı Birimi’nin boş kaldığı, ASM’lerde gerekli personel eksikliğinin yanı sıra yaklaşık 1,5 milyon kişinin aile hekimliği kaydının olmadığı belirtilerek, İstanbul için bu uygulamanın mümkün olmadığının altı çizildi. Sağlık Bakanlığı’nın, vatandaşların 1 Şubat 2011 tarihine kadar tüm Aile Hekimlerine muayene olabilme serbestisi sağlamasının da uygulamanın fiilen üç ay ertelendiğinin göstergesi olduğu belirtildi. 09.11.2010 Basın Açıklaması İlk olarak 2005 yılı Eylül ayında Düzce’de hayata geçirilen “Aile Hekimliği Pilot Uygulaması” 1 Kasım 2010 tarihi itibariyle İstanbul’da da başlatıldı. İstanbul Tabip Odası olarak, İstanbul’un böyle bir uygulama için gerekli altyapı ve uygun koşullara sahip olmadığı konusundaki uyarılarımızı, uygulamanın sakıncalarını ilgili kurumlara ve kamuoyuna iletmiş, sürecin yakın takipçisi olacağımızı ve kamuoyu ile paylaşacağımızı duyurmuştuk. Bu doğrultuda, aile hekimliğinin ilk haftasında İstanbul’un her iki yakasında Toplum Sağlığı Merkezleri (TSM) ve Aile Sağlığı Merkezleri’ne (ASM) yaptığımız ziyaretlerdeki gözlemlerimiz ile meslektaşlarımızla gerçekleştirdiğimiz toplantı ve görüşmelerden, vatandaşlarımızdan ulaşan şikayetlerden edindiğimiz bilgileri kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz: 1- Beş yıldır hazırlıkları yapılan aile hekimliği uygulaması İstanbul’da yaklaşık bir milyon iki yüz bin nüfusa tekabül eden 400’ü aşkın eksik Aile Sağlığı Birimi’yle başlamıştır. 2-Birçok ASM’de elektrik, su ve doğalgaz sıkıntısı yaşanmasının yanı sıra daha binası dahi olmayan ASM’ler mevcuttur. İstanbul genelinde ilk başta belirlenen 940 ASM’nin bir kısmı bu nedenle iptal edilmiştir. 3-Bazı ASM’lerde hem gerekli personel, hem de muayene masası, paravan, tansiyon aleti, otoskop gibi en temel malzemeler eksiktir. 4-Binası hazır olmayan Aile Sağlığı Birimi hekimleri, yakınlarda bulunan binaların bir odasına yerleştirilmiştir, yeterli donanımın olmadığı mekânlarda hizmet sunmaları istenmektedir. 5-Sağlık Müdürlüğü tarafından aile hekimlerine verilen kendilerine kayıtlı kişilerin listesini içeren birçok CD hatalı veya boş çıkmış, bazıları ise bütün uğraşlara rağmen açılamamıştır. 10 6-Birçok aile hekimi bilgi kayıt programının çalışmadığından şikayetçi olmuş, programın kullanımına ilişkin yeterli eğitim, bilgilendirme yapılmadığı gözlenmiştir. Bazı hekimler dışarıdan program satın alıp bilgilerini girmişler fakat Sağlık Bakanlığı’na veri gönderememişlerdir. 7-Birçok vatandaş bağlı olduğu aile hekimini öğrenememiştir. İstanbul’da yaklaşık 1,5 milyon kişi nin aile hekimliği kaydının olmadığı tahmin edilmektedir. 8-Bağlı bulunduğu aile hekimini internetten öğrenen birçok vatandaş ise, adres ve iletişim bilgileri ne yer verilmediği için aile hekimlerine ulaşamamıştır. 9-Aile hekimi olmak için müracaat eden ancak daha sonra vazgeçen hekimlerin yerine yeni atamalar yapılmamış, bağlı bulunan nüfus diğer aile hekimlerine dağıtılmıştır. 10- ASM’lerin levhaları mevcut olmayıp kimin tarafından yaptırılacağı belli değildir. 11- Yeni ASM kurmaya çalışan aile hekimlerine bazı kamu yöneticileri tarafından belli adresler işaret edilmektedir. 12- Bazı vatandaşların oturdukları yerden çok uzak yerleşimlerdeki Aile Sağlığı Birimlerine kayıt ettirildikleri, aile hekimine ulaşabilmek için iki toplu taşıma aracı kullanmak zorunda kaldıkları, ulaşımda güçlükler yaşandığı gelen bilgiler arasındadır. 13- Bazı vatandaşlar sistemde birden fazla aile hekimine kayıtlı olduklarını, kendi aile hekimlerinin kim olduğu bilgisine ulaşamadıklarını bildirmişlerdir. 14- Başta sağlık personeli eksiği olanlar olmak üzere birçok ASM’de gebe ve çocuk izlemleri yapılamamaktadır . 15- Otomasyon sistemini kullanamayan aile hekimleri hasta bilgilerini eskiden olduğu gibi elle, poliklinik defterine yazmaktadırlar. Ancak, bebek, çocuk, gebe aşılarını kayıt edecekleri defterleri bulunmamaktadır. 16- Birçok aile hekiminin bilgisayarı eksik olup, bazı kişi ve kurumlar tarafından belli adreslere yönlendirildikleri öğrenilmiştir. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi 17- Bazı aile hekimlerinin bilgileri doktor bilgi bankasına aktarılmadığından Ankara’ya gidip diploma tescil numarası kaydettirmek zorunda kalmışlardır. 18- Bazı aile hekimlerinin sistemde kayıtları olmadığından reçeteleri eczanelerden geri dönmekte dir. 19- TSM’lerde görevli hekimlere sürekli olarak geçici görev çıkarılmaktadır. Üç gün içinde üç ayrı geçici göreve gönderilen meslektaşımız mevcuttur. 20- TSM’lerden ASM’lere geçici göreve giden bazı hekimlerden cari harcamalara ortak olması istendiği öğrenilmiştir. 21- Aile hekimlerinin ücretlerinin ne zaman ödeneceği belirsizdir. Hiçbir güvence içermeyen yıllık sözleşmeleri konusunda ya da gelirlerinin katsayı düşürülerek azaltılıp azaltılmayacağı konusunda herhangi bir olumlu emare görülmemektedir. 22- Birçok sağlık ocağında mevcut olan devlet malı sarf malzemeleri 28 Ekim 2010 günü esrarengiz bir şekilde sıfırlanmıştır ve bu durumun hukuki sorumlusunun kim olduğu belirsizdir. 23- Bazı sağlık ocaklarının aile hekimliklerine devri sırasında sağlık kayıtları tahribata uğramış, yok olmuştur . 24- Adli nöbetleri TSM hekimlerinin mi, ASM hekimlerinin mi tutacağı konusunda değişik ilçelerde farklı uygulamalar mevcut olup kargaşa yaşanmaktadır 25- Zamanı yaklaşmakta olan okul aşılarını kimin yapacağına ilişkin belirsizlik sürmektedir. 26- Laboratuvar hizmetlerinin nasıl verileceğine ilişkin belirsizlik mevcut olup 1 Kasım 2010 itibarıyla İstanbul’da birinci basamakta laboratuvar hizmetleri bütünüyle durmuştur. 27-Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri açık olmakla birlikte akıbetleri belirsizdir ve birçok merkezde aile planlaması hizmetleri verilememektedir. 28- Verem Savaş Dispanserleri çalışmaya devam etmekte ancak hekim eksikliği yaşanmaktadır. Sağlık ocaklarının yürüttüğü ve veremin tedavi ve kontrol altına alınması için büyük önemi olan Doğrudan Gözetimli Tedavi sistemi ASM’lere devredilmiştir, ancak bu koşullar altında sürdürülmesi mümkün görülmemektedir. Tıp Dünyasından 29- Hastane acil servislerinde hizmet veren birçok pratisyen aile hekimliğini seçerek ayrılmıştır. Acil nöbetleri; aralarında göz, biyokimya, patoloji gibi yıllardır genel tıp uygulamasından uzak olan uzman hekimlere tutturulmaktadır. İş yükü iyice artmış olan acil servislerde büyük bir karmaşa yaşanmaktadır. Durumun telafisi için acil konusunda yeterli deneyime sahip olmayan mecburi hizmet atamalı yeni mezun hekimler görevlendirilmeye başlanmıştır. Bu durum hekimliğe ilk adımlarını atan hekimler için de acillere başvuracak hastalarımız için de sıkıntılıdır. 30- Aile hekimliği uygulaması nedeniyle 112 Acillerde görevli hekimlerin sayısı beşte birden aşağıya düşmüştür ve hizmetlerde büyük aksamalar yaşanmaktadır. Birçok durumda hastaya doktorsuz olarak gidilmekte, ambulanslarda görevli doktorlar görev bölgeleri dışındaki vakalar için de görevlendirilmekte ve meydana gelen sorunlar yüzünden hastalarla karşı karşıya bırakılmaktadırlar. Yukarıda otuz madde halinde saydıklarımız İstanbul’da Aile Hekimliği Uygulamasının bir haftalık bilançosunun sadece bir kısmıdır. Bütün bunların ötesinde aile hekimliği “Pilot Uygulaması”na bir de “Geçiş Dönemi Uygulaması” getirilmiş ve aile hekimlerinin 1 Şubat 2011 tarihine kadar müracaat eden hastaları kendilerine kayıtlı olmasa bile muayene ve tedavi etmeleri öngörülmüştür. Bir başka ifadeyle; İSTANBUL’DAKİ AİLE HEKİMLİĞİ UYGULAMASI SAĞLIK BAKANLIĞI TARAFINDAN FİİLİ OLARAK ÜÇ AY ERTELENMİŞTİR AMA BU DURUM KAMUOYUNA AÇIKLAN(A)MAMAKTADIR. Sağlık hizmetinin ciddiyet, iyi bir planlama ve süreklilik gerektirdiğini, “hele bir başlayalım, gerisi gelir” anlayışı ile sağlık hizmetinin düzenlenemeyeceğini Sağlık Bakanlığı’na bir kez daha hatırlatmayı görev biliyoruz. Aile hekimliğini izlemeye ve vatandaşlarımızı bilgilendirmeye devam edeceğiz. Kamuoyuna saygılarımızla duyururuz. İSTANBUL TABİP ODASI YÖNETİM KURULU Kaynak: http://www.ttb.org.tr/ 11 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Tıp Dünyasından HEKİMLERE YÖNELİK ŞİDDET Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 11 Kasım Perşembe günü ayrı kliniklerde yaşanan hekime şiddet olayları İstanbul Tabip Odası’nca gerçekleştirilen kitlesel bir basın açıklamasıyla protesto edildi. Bilindiği gibi adı geçen hastanede dün sabah ve akşam saatlerinde iki farklı klinikte hekime yönelik şiddet olayları yaşanmış, hasta ve hasta yakınlarının saldırısına uğrayan hekimler darp edilmişti. 12 Kasım 2010 Cuma günü 11.00’da hastane başhekimlik binası önünde gerçekleştirilen basın açıklamasına hekimlerin ilgi ve katılımı yoğun oldu. Basın açıklamasının okunmasının ardından, hekimler başhekimlik önünden Acil Servis’e dek alkışlı protesto ile yürüdüler. Yürüyüş sırasında hekimler “Hekime Yönelik Şiddete Son”, “Hedef Tahtası Olmak İstemiyoruz”, “Hekimleri Hedef Gösteren Siyasetçi İstemiyoruz”, “Sağlıkta Yaşanan Şiddetin Sorumlusu Hekimler Değildir” yazılı dövizler taşıdılar. Basın açıklaması ve yürüyüşe hasta ve hasta yakınları da destek verirken, bir kısım vatandaşın yürüyüşe katılması dikkat çekti. Basın açıklamasına katılan İstanbul Tabipler odası yetkilileri o sırada hastaneyi ziyaret eden İl Sağlık Müdürü’yle de bir görüşme yaptılar. Yapılan görüşmede artan şiddet olaylarının tahammül sınırlarını aştığı, kabul edilemez olduğu, şiddetin dozunun ve şeklinin giderek sertleştiği dile getirildi. Şiddet olaylarının tesadüfi olarak artmadığı, sağlık alanında bizzat Hükümet eliyle uygulamaya sokulan düzenlemelerin hekimleri ve vatandaşı çaresiz bıraktığı ve karşı karşıya getirdiği, bu anlamda yerinde ve yeterli müdahalelerin yapılmasını talep ettiğimiz, konunun takipçisi olacağımız vurgulandı. Şiddete uğrayan bir hekim de ziyaret edilerek geçmiş olsun dilekleri iletildi, olayla ilgili hukuki adımların da atıldığı bildirildi. Yetkililer sorumluluklarını yerine getirmeye davet edilirken, güvenli, güvenceli bir çalışma ortamı oluşturulması konusunda gerekli düzenlemeleri yapmanın Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda olduğu, İstanbul Tabip Odası ve TTB’nin konunun takipçisi olmaya devam edeceğini vurgulandı. Kaynak: http://www.istabip.org.tr/ 12 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Tıp Dünyasından İKİ, ÜÇ VEYA DÖRTTEN İYİDİR! Alman Kanser Araştırma Merkezi (DKFZ) bilim adamları hücre bölünmesinde önemli rol oynayan yeni bir protein keşfettiler. Protein, sentrozom duplikasyonunu düzenliyor ve kopyalanmış genetik materyali yeni oluşan yavruhücrelere dağıtıyor. Bu önemli basamak kanserli hücrelerde genelde bozulmuş durumda. Hücre döngüsünün bu kısmının daha iyi anlaşılması ile buradan yola çıkılarak yeni kanser tedavileri geliştirilebilir. Profesör (PD) Dr. Ingrid Hoffmann’ın grubu bu sonuçlarını Journal of Cell Biology dergisinde yayınladılar. Bir organizmanın büyümesi ve yaşamı için en temel ön koşullarından biri organizmanın hücrelerinin bölünebilirliğidir. PD Dr. Ingrid Hoffman DKFZ’de kendi araştırma alanını tarif ederken “Hücre bölünme süreci sıkı bir şekilde düzenlenmeli, çünkü kontrolsüz bölünme tümorlere yol açar” diyor. Hücre siklusunda bir hücrenin kromozomları önce kopyalanır ve sonra iki kardeş hücreye dağıtılır. Bu süreçte iki sentrozom tarafından önemli rol oynanır. Hücrede sitoplazmadaki bu polar cisimciklerden protein iğcikler oluşur ve bunlar sayesinde kopyalanmış kromozomlar doğru şekilde yeni oluşacak yavru hücrelere dağıtılır. Hücre bölünmesi başlamadan o hücreye ait sentrozom kopyalanır ve çoğalacak hücrede iki sentrozom bulunur. Kanser hücrelerinde ise genelde ikiden fazla sentrozom bulunur. Sonuç olarak tipik şekilde sentrozomlar düzensiz şekilde dağılmışlardır ve ek olarak kararsız olma eğilimindedirler. Önceki raporlarda Plk4 isimli bir enzimin sentrozom çoğalmasında kritik rol oynadığı belirtilmiştir. Plk4 düzeyi kanser hücrelerinde olduğu gibi çok yüksek olduğunda ek sentrozomlar oluşur. Diğer yandan enzim yokluğunda da hücre hiç sentrozom oluşturamaz. Bilim adamlarının henüz anlayamadıkları nokta ise bu anahtar enzimin nasıl düzenlendiği. Bu mekanizma hakkında daha çok bilgi edinmek için PD Dr. Ingrid Hoffmann başkanlığındaki araştırmacılar Plk4 ile ilişkisi olan proteinler üzerinde çalışıyorlar. Bağlantılı olarak European Molecular Biology Laboratory (EMBL) bilim adamları önceden bilinmeyen Cep152 adlı bir protein keşfetmişlerdi. Ingrid Hoffmann bunu şu şekilde açıklıyor: “Biz bu proteinin Plk4 enzimine bağlandığını ve onu sentrozoma çektiğini gösterebiliyoruz. Plk4; sentrozom, hücre bölünmesini indüklemeden önce sentozoma ulaşmalı”. Bu yeni bulgular transforme hücrelerin çoğalmalarını engelleyecek hedeflenmiş girişimler için yeni fikirlerin doğmasını sağlayabilir. Plk4 enzimini bloke ederek – yeni keşfedilen Cep152 proteini kullanılabilir- kanser tedavisinde yeni bir dönem başlayabilir. Bu makaleye paralel olarak bu konuda yayınlanmış iki ayrı makale daha var. USA Stanford ve İngiltere Cambridge üniversitelerinden araştırma grupları Cep152’nin sentrozom çoğalmasındaki önemini kanıtlayan raporlar yayınladılar. Onur Cizmecioglu, Marc Arnold, Ramona Bahtz, Florian Settele, Lena Ehret, Uta Haselmann-Weiß, Claude Antony and Ingrid Hoffmann: Cep152 acts as a scaffold for recruitment of Plk4 and CPAP to the centrosome. Journal of Cell Biology, DOI:10.1083/jcb.201007107 Kaynak: www.dkfz.de Çeviri: İdil Hancı, İ.Ü. Cerrahpaşa İngilizce Tıp Fakültesi, 5. Sınıf 13 14 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Araştırma TÜRKİYE’DEKİ ÜÇ TIP FAKÜLTESİNİN SON ÜÇ YILDAKİ YAYIN ORANLARI THE THREE-YEAR PUBLICATION RATIO OF THREE MEDICAL FACULTIES IN TURKEY İbrahim Taha Dağlı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü 5. sınıf İnt. Dr. Yasin Yılmaz, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü ÖZET Türkiye’de tıp bilimi dünyada olduğu gibi hızla ilerlemektedir. Bilimsel çalışmalar bu ilerlemenin en somut kanıtlarıdır. Çalışmamızda amaç, Türkiye’nin en önde giden üç tıp fakültesi olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Marmara Tıp Fakültesi ve Hacettepe Tıp Fakültesi’nde son üç yılda yayınlanan ve SCI endeksine girerek PubMed veritabanında bulunan çalışmaları incelemek idi. Yayınlar gözlemsel çalışmalar, klinik çalışmalar ve derlemeler olarak üç sınıfa ayrıldı. Ayrıca çalışmalar kendi içlerinde yapıldığı anabilim dallarına göre de tasnif edildi. Tüm yayınların içinde gözlemsel çalışmaların oranı %88, klinik çalışma oranı %6 ve derlemelerin oranı %6 bulundu. Gözlemsel çalışmalar içinde olgu sunumlarının oranı %24 olarak tespit edildi. Fakültelerimizin bilimsel konumlarını belirleyecek daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Türkiye Tıp Fakülteleri, Klinik Çalışma, Gözlemsel Çalışma ABSTRACT Medical science is progressing all over the world as well in Turkey. Scientific researches are the best evidence of this progress. Our aim was to examine the last three-year scientific researches exist in PubMed database that indexed by SCI from the pioneer medical faculties of Turkey; Cerrahpasa School of Medicine, Marmara Medical Faculty and Hacettepe Medical Faculty. Articles were classified as non-interventional studies, clinical trials and reviews. And also studies were tabulated according to departments. The non-interventional study ratio was %88, clinical trial ratio was %6 and the review ratio was %6. The case-report ratio in all non-interventional studies was %24. Further researches to determine the scientific position of our faculties are needed. Keywords: Medical Faculties of Turkey, Clinical Trial, Non-interventional Study Giriş Bilimsel araştırmalar, bilimsel yöntemler ile geçerlik kazanır. Araştırmaların yayınlanmasıyla çalışma tamamlanmış olur. Çalışmayı yayınlamak bu bakımdan oldukça önemlidir (1). Yazıların hangi dergilerde yer alacağı yayın kalitesi ve okuyucu kitlesi gibi etmenlerle belirlenir (2). Dergilere ulaşabilme ağı olarak en büyük ağ olan PubMed (National Institutes of Health agency) kullanılabilmektedir (3). Akademik yükselmede 1996 yılında getirilen dış yayın yapma zorunluluğu ile ülkemizden çıkan yayınlar, uluslararası dergilerde yerini bulmaya başlamıştır (4). Tıp alanındaki çalışmalar, hastalık ile ilgili neden, sıklık, risk, prognoz, tanı ve tedavilere yönelik verileri toplamakla başlar. Bu amaçla çeşitli yöntemler kullanılır. Bu yöntemler olgu sunumları, retrospektif, kesitsel ve prospektif çalışmaları içeren gözlemsel çalışmalar ile kontrollü ve kontrolsüz çalışmaları içeren klinik çalışmalar olmak üzere ikiye ayrılır (5). Türkiye’de tıp bilimi hızla ilerlemekte ve sürekli çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların bazısı uluslar arası dergilerde yayınlanırken bazıları ulusal dergilerde yayınlanmaktadır. Çalışmamızda amaç, Türkiye’nin en önde giden üç tıp fakültesi olan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Marmara Tıp Fakültesi ve Hacettepe Tıp Fakültesi’nde son üç yılda yayınlanan ve SCI endeksine girerek PubMed veritabanında bulunan çalışmaları 15 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi incelemek ve kıyaslamaktır. çalışma yöntemlerine Araştırma göre Yöntem Çalışmamız son üç yılda (25 Ekim 2007- 25 Ekim 2010) PubMed veri tabanında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Marmara Tıp Fakültesi ve Hacettepe Tıp Fakültesi kökenli yayınlanan çalışmaları içermektedir. Bulunan 1648 adet yayın temel olarak gözlemsel, klinik çalışmalar ve derlemeler olarak üçe ayrıldı. Gözlemsel çalışmalar da kendi içinde olgu sunumu ve diğer gözlemsel çalışmalar (retrospektif, kesitsel ve prospektif çalışmalar) olarak ikiye ayrıldı. Ayrıca yayınların yapıldığı anabilim dalları da dikkate alınarak dahili tıp bilimleri, cerrahi tıp bilimleri ve temel tıp bilimleri olmak üzere üç sınıfa ayrıldı ve iç hastalıkları ile çocuk hastalıkları kendi arasında incelendi. Bulgular Toplam 1648 adet yayın bulundu. Cerrahpaşa’dan 499 (%30), Marmara’dan 310 (%19) ve Hacettepe’den 839 (%51) adet yayın taranmıştır. Tüm yayınların arasında derlemeler 91 (%5.5), klinik çalışmalar 102 (%6.1) ve gözlemsel çalışmalar 1455 (%88) olarak hesaplandı. Çalışmalarda dahili bilimler 997 (%60.4), cerrahi bilimler 487 (%29.5) ve temel tıp bilimleri 164 (%9.9) olarak bulundu. Dahili bilimler içinde iç hastalıkları anabilim dalından çalışmaların oranı (201; %20) iken çocuk hastalıkları anabilim dalından çalışmaların oranı (277; %27.7) bulundu. Dahili bilimlerde iç hastalıkları ve pediatriden sonra en çok kardiyoloji (92; %9.2) alanında olduğu tespit edildi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden çıkan yayınlarda derleme oranı (27; %5.4), klinik çalışma oranı (19; %3.8), olgu sunumu oranı (117; %23.4) ve diğer gözlemsel çalışma oranı ise (336; %67.3) olarak saptandı. Buna kıyasla Marmara Tıp Fakültesi’nden çıkan yayınlarda derleme oranı (17; %5.4), klinik çalışma oranı (31; %10), olgu sunumu oranı (48; %15.4) ve diğer gözlemsel çalışma oranı ise (214; %69) idi. Hacettepe Tıp Fakültesi’nden çıkan yayınlarda ise derleme oranı (47; %5.6), klinik çalışma oranı (52; %6.1), olgu sunumu oranı (235; %28) ve diğer 16 gözlemsel çalışma hesaplandı. oranı (505; %60.1) olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yayınlanan çalışmalarda, dahili bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla şöyledir: Pediatri (%20), Dahiliye (%20) ve Kardiyoloji (%14)dir. Cerrahi bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla KBB (%30), Nöroşirurji (%22) ve Genel Cerrahi (%14)dir. Temel bilimler içinde en popüler alanlar ise Biyokimya (%32), Mikrobiyoloji (%28) ve Tıbbi Biyoloji (%24)dir. İç hastalıkları içinde en çok yayın yapan alanlar sırasıyla Romatoloji (%31), Gastroenteroloji (%27) ve Endokrinoloji (%19) idi. Marmara Tıp Fakültesi’nde yayınlanan çalışmalarda, dahili bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla Dahiliye (%33), Pediatri (%14) ve Kardiyoloji (%12)dir. Cerrahi bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla Üroloji (%18), Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi (%13) ile Nöroşirurji ve KBB (%11)dir. Temel bilimler içinde en popüler alanlar ise Mikrobiyoloji (%21), Biyofizik (%18) ile Tıbbi Biyoloji ve Histoloji (%15)dir. İç hastalıkları içinde en çok yayın yapan alanlar sırasıyla Gastroenteroloji (%45), Romatoloji (%15) ile Nefroloji (%12)dir. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde yayınlanan çalışmalarda, dahili bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla Pediatri (%36), Dahiliye (%16) ve Radyoloji (%12)dir. Cerrahi bilimler içinde en popüler üç alan sırasıyla Kadın-doğum (%19), Çocuk Cerrahisi ile Göz Hastalıkları (%11) ve Nöroşirurji (%10)dir. Temel bilimler içinde en popüler alanlar ise Tıbbi Biyoloji ve Biyokimya (%26), Mikrobiyoloji (%22) ve Biyofizik (%7)tir. İç hastalıkları içinde en çok yayın yapan alanlar sırasıyla Endokrinoloji (%24), Gastroenteroloji (%22) ve Hematoloji (%14)dir. Tartışma ve Sonuç Bilimsel çalışmaları, başka bilim insanlarının da yararlanabilmesini sağlamak için yayınlamak oldukça önemli bir noktadır. Ülkemizde de gelişen yayın anlayışı gerek ulusal gerekse uluslar arası dergilerde kendini göstermektedir. Demirbağ AE.(4) yaptığı çalışmada, son 5.5 yılda Türkiye’den yayınlanan PubMed vb. tarafından indekslenen 4 tıbbi bilimsel dergiye gönderilen 222 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Araştırma bilimsel çalışmayı değerlendirmiştir. Değerlendirme sonucunda en çok kesitsel (%82) ve vaka-kontrol (%41) yöntemleri kullanıldığı belirlenmiştir. Klinik çalışma oranı %32.4 olarak bulunmuştur. Aşırdizer ve ark. (6) yaptığı çalışmada, 20 basım yılındaki Adli Tıp Dergisi’ndeki yayınlar incelenmiş ve %56 oranında orijinal araştırma, %17 oranında derleme, %19 oranında olgu sunumu bildirildiği tespit edilmiştir. CERRAHPAŞA MARMARA HACETTEPE TOPLAM DAHİLİ BİLİMLER 242 0,24 195 0,2 560 0,56 997 0,6 CERRAHİ BİLİMLER 186 0,38 76 0,16 225 0,46 487 0,3 TEMEL BİLİMLER 71 0,43 39 0,24 54 0,33 164 0,1 İÇ HASTALIKLARI 48 0,24 65 0,32 88 0,44 201 0,2 ÇOCUK HASTALIKLARI 48 0,17 27 0,1 202 0,73 277 0,28 TÜRKÇE DERGİ 41 0,2 20 0,1 139 0,7 200 0,12 YABANCI DERGİ 458 0,32 290 0,2 700 0,48 1448 0,88 OLGU SUNUMU 117 0,29 48 0,12 235 0,59 400 0,24 DİĞER GÖZLEMSEL 336 0,32 214 0,2 505 0,48 1055 0,64 KLİNİK ÇALIŞMALAR 19 0,19 31 0,3 52 0,51 102 0,55 DERLEME 27 0,3 17 0,18 47 0,52 91 0,61 499 310 839 0,3 0,19 0,51 Tablo 1. Türkiye’deki Üç Tıp Fakültesinin Son Üç Yıldaki Yayın Oranlarının İstatistiksel Şeması 1648 1 TOPLAM 17 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Trakya Üniversitesi tıp fakültesinin 1999-2003 yılları arasında yaptığı yayın 317 adettir. Bu oran da tüm üniversite içindeki yayınların yaklaşık %61’i demektir (7). Bizim çalışmamızda gözlemsel çalışmalar büyük oranda bulunurken (%88), klinik çalışma oranı oldukça düşük (%6) bulundu. Bunu yanında derleme oranı ise %5.5 olarak tespit edildi. Bulgularımızın ışığında, gözlemsel çalışmaları da ayrıntılı şekilde tarayacak ve uzun dönemde yapılması planlanan çalışmalara ihtiyaç olduğu görülmektedir. İletişim Bilgileri: [email protected] [email protected] 18 Araştırma Kaynaklar 1.Oğuz NY. Bilimsel Yayın Etiği. Klinik Psikiyatri 1999;2:153159 2.Good CD, Parente ST, Rennie D, Fletcher SW. A worldwide assessment of medical journal editors’ practices and needresults of a survey by the World Association of Medical Editors. S Afr Med J 1999;89:397-401 3. Zerhouni EA. US biomedical research: basic, translational, and clinical sciences. JAMA. 2005;294(11):1352-8 4. Demirbağ AE. Tıbbi Yayınların Epidemiyolojik ve İstatistiksel Analizindeki Sorunlar ve Yapıcı Eleştiri Yaklaşımının Yayın ve Dergi Kalitesi Üzerine Etkisi. Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık, Tübitak Matbaası 2007;171180. 5.Özdemir O. Tıpta Çalışma Düzenleri. In: Özdemir O (Ed): Medikal İstatistik. İstanbul Medikal Yayıncılık, İstanbul 2006, pp 1-14 6.Aşırdizer M, Yavuz MS, Zeyfeoğlu Y. 20.Basım Yılında Adli Tıp Dergisi’nin Kalitatif ve Kantitatif Değerlendirilmesi. Adli Tıp Dergisi 2006;20(2):1-14 7.Asan A.ISI'nın kullandığı Indeksler: SCI-Expanded, SSCI ve AHCI: Tarihsel Gelişim, Bugünkü Durum ve Etki Faktörü (IF). Orlab-Online Mikrobiyoloji Dergisi 2004;2(5):1-21 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Olgu Sunumu BRUSELLOZLU OLGUDA BEHÇET BEHÇET’S DISEASE IN A PATIENT WITH BRUSELLOSİS Selen Soylu, İstanbul Üniversitesi, Cerrapaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 5. Sınıf ÖZET 21 yaşındaki erkek hasta, ara ara yükselen ateş, gece terlemesi, halsizlik, kilo kaybı ve sağ ayak bileğinde artralji şikayetleriyle İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Genel Dahiliye Bölümü’ne başvurmuştur . Hastanın fizik muayenesinde, sol servikal bölgede 0,5-1 cm çapında lenfadenomegali, splenomegali, inguinal lenfadenomegali, genital skar, sağ ayak bileğinde ağrı ve kızarıklık bulunmuştur. Ayrıca hasta 2 ay evvel köy peyniri yediğini söylemiştir. Yapılan laboratuar testlerinde hastanın karaciğer enzimlerinin ve akut faz reaktanlarının arttığı görülmüş ve hemoglobini 12,4 g /dl bulunmuştur. Yapılan Wright testi 1/160 pozitif bulunmuş ve hastaya bruselloz tanısı konmuştur. Hastada tekrarlayan oral aft öyküsü ve genital skar olduğundan Behçet tanısıyla takip edilmeye başlanmıştır. Brusellozun hızlandırdığı bir Behçet hastalığı süreci olabilir. Bu olguda brusellozun Behçet hastalığını tetiklediği sonucuna varmamız için daha ileri imünpatogenez çalışmalarına ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Bruselloz, Behçet, zoonoz ABSTRACT: A 21 year old male patient applied to I.U. Cerrahpaşa Medical Faculty Internal Medicine General Internal Medicine Department with undulant fever, night sweating, fatigue, weight loss and swelling and pain on his right ankle. In his physical examination 0,5-1 cm lymphadenomegaly on his left cervical region, genital scar, splenomegaly, inguinal lymphadenomegaly were found. In his history, he also gave the information that he had eaten unpasteurized cheese two months ago. When his laboratory results were investigated, it was seen that his liver enzymes and acute phase reactants were elevated. His hemoglobulin was 12,4 g /dl. He had a Wright positive test with 1/160 and this patient was diagnosed with brusellosis. Since he had recurrent oral aphts and genital ulcers, he was started to be followed with the diagnosis of Behçet’s disease. In this patient, Brusellosis may have speed up the process of Behçet’s disease. However to conclude that Brusellosis triggers or speeds up Behçet’s disease, further immunpathogenetic research have to be made. Keywords: Brusellosis, Behcet, zoonozis Giriş Bruselloz, Türkiye için endemik olan enfekte hayvanlardan veya hayvan ürünlerinden insanlara bulaşan zoonotik bir enfeksiyondur. Behçet hastalığı da ülkemizde sık görülmektedir. Olgu sunumu 21 yaşındaki erkek hasta, ara ara yükselen ateş, gece terlemesi, iştahsızlık, halsizlik, kilo kaybı ve sağ ayak bileğinde şişlik ve kızarıklık ve sağ bacağında kızarıklık şikayetleriyle İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Genel Dahiliye Bölümü’ne başvurmuştur. Hasta 2 ay evvel varikosel ameliyatı geçirmiştir. Hastanın alışkanlıkları sorgulandığında, 4 yıldır günde 7-8 adet sigara içtiği ve aynı zamanda sosyal alkol içicisi olduğu öğrenilmiştir. Soygeçmiş incelendiğinde annesinde hipertansiyon, babasında diabetes mellitus olduğu, abisinin ise mental retarde olduğu görülmüştür. Hastanın fizik muayenesinde, sol servikal bölgede 0,5-1 cm çapında lenfadenomegali, splenomegali, inguinal lenfadenomegali, konjunktivasında solukluk, genital skar, sağ ayak bileği, sağ bacağı ve dirseğinde ağrı ve kızarıklık 19 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi bulunmuştur. Ayrıca hasta 2 ay evvel köy peyniri yediğini söylemiş ve tekrarlayan oral aftları olduğunu belirtmiştir. Yapılan laboratuar testlerinde hastanın karaciğer enzimlerinin ve akut faz reaktanlarının arttığı görülmüş, CRP monosu 73,3mg/L ve hemoglobini 12,4 g /dl bulunmuştur. Yapılan Wright testi 1/160 olarak pozitif bulunmuş ve hastaya bruselloz tanısı konmuştur. Hastada tekrarlayan oral aft öyküsü, genital skar olduğundan Behçet tanısıyla takip edilmeye başlanmıştır. Tartışma Hastada brusellozun semptomları arasında yer alan titremeyle yükselen ateş, gece terlemesi, iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik ve uykusuzluk gözlenmiş ayrıca splenomegali, artrit, lenfadenomegali gibi bruselloz bulguları fizik muayeneyle tespit edilmiştir. Ayrıca yapılan bir çalışmaya göre Brusellozlu olgularda bu olguda karşılaştığımız gibi anemiye sıklıkla rastlanır (1). Ancak kesin tanı Wright tüp aglütinasyon testi 1/160 veya daha büyükse konabilir. Hastanın iki ay önce köy peyniri yeme anamnezi, klinik tablosu, laboratuar bulguları ve mikrobiyoloji sonuçları birlikte Bruselloz tanısını desteklemektedir (2). Hastanın 2-4. dekadda yer alması, tekrarlayan oral aft ve genital ülserlerinin olması, pozitif paterji testi alınması, monoartrit bulunması ve HLA B 51’in pozitif olması Behçet tanısı koymaya yardımcı olmuştur. Literatürde Behçet-bruselloz birlikteliği olan bir olgu bildirilmemiştir. Bakteryel bir enfeksiyon olan Bruselloz, Behçet hastalığı için tetikleyici ve bu hastalık sürecini hızlandırıcı bir ajan olabilir. 20 Olgu Sunumu Sonuç Bruselloz, ülkemiz için endemik bir enfeksiyon olduğundan, ara ara yükselen ateş, gece terlemesi, iştahsızlık, kilo kaybı şikayetleri ile başvuran hastalarda düşünülmeli ve kan kültürüyle kesin tanısı konmalıdır. Ayrıca Behçet hastalığında, ülkemizde genç erkeklerde sık görüldüğü unutulmamalıdır. Yapılan bir araştırmada inek sütü proteinlerinin vücutta oluşturduğu imün cevabın Behçet patogenezinde rol oynadığı gösterilmiştir (3). Ancak olgumuzda brusellozun Behçet hastalığını tetiklediğini söylememiz için daha ileri imünpatogenez çalışmalarına ihtiyaç vardır. Çünkü herhangi bir allerjen de Behçeti tetikleyebilir. Hastamızda da Brusellozun hızlandırdığı bir Behçet hastalığı süreci olabilir. Kaynaklar 1)Öztürk, Recep. 38 bruselloz vakasının klinik, bakteriyolojik, serolojik ve histopatolojik değerlendirilmesi. İstanbul, 1986. 2) Koçak, Funda. Bruselloz: 140 olgunun değerlendirilmesi. İstanbul, 2001. 3)Triolo g., Humoral and cell mediated immune response to cow's milk proteins in Behçet's disease. Ann Rheum Dis. 2002 May;61(5):459-62. 4)Haslet, Christopher. Davidson’s principles and practice of medicine. England. 18th edition. 5)Topçu, Ayşe Willke, ed. İnfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyolojisi. Cilt2. 2002. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme ELİTLERİN BEYNİ THE BRAIN OF ÉLITES İnt. Dr. Yasin Yılmaz; İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü ÖZET Nörogörüntüleme yöntemlerinin gelişmesi ve nöroanatomi çalışmalarının hız kazanmasıyla beynin yapısal plastisitesi hakkında daha detaylı ve merak uyandırıcı bilgiler edinilmektedir. Belirli yeteneklerin kazanılması süresince beynin çeşitli bölgelerinde nörogenezin ve sinaptogenezin gösterilmesi, beynin yapısının gelişmesinin genetik, epigenetik ve çevresel faktörlere bağlı olduğunu ortaya koymuştur. Matematikçilerde sol inferior frontal ve bilateral inferior pariyetal loblarda gri cevher artışı; müzisyenlerde motor ve işitme korteksi ile serebellumda gri cevher artışı nörogörüntüleme yöntemleri ile tespit edilmiş olup, Albert Einstein’ın postmortem beyin incelenmesinde inferior pariyetal lobulün büyük olduğu saptanmıştır. Uzun süren görsel, uzaysal ve düşünsel uğraşılar sonucu beyinin belirli bölgelerinde yapısal değişiklikler olduğu yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: Nörogörüntüleme, Nöronal Plastisite, Motor Korteks ABSTRACT By the help of development of neuroimaging techniques and acceleration of neuroanatomy studies, the more detailed and intriguing informations about the structural plasticity of brain have been elicited. Showing of neurogenesis and synaptogenesis at various brain regions during getting certain skills put forth that the development of brain structure depends upon genetic, epigenetic and also environmental factors. The increased gray matter density in left inferior frontal and bilateral inferior parietal lobules of the mathematicians; the increased gray matter density in the motor and auditory cortex and also the cerebellum have been revealed by neuroimaging techniques and the larger inferior parietal lobule was observed by the postmortem brain investigation of Albert Einstein. As a result of long lasting visual, spatial and intellectual occupation, the structural changes at certain regions of brain have been revealed by great numbers of studies. Keywords: Neuroimaging, Neuronal Plasticity, Motor Cortex Giriş İnsan beyninin kompleks yapısını kazanmasında, modern nörobilim çalışmalarının sayesinde sadece genetiğin değil, epigenetik ve çevresel faktörlerin de büyük rol oynadığı gösterilmiştir (1,2). Özellikle bazı branşlarda hayat boyu süren uzaysal ve düşünsel uğraşılar ile çeşitli uyarılar barındıran çevreye kaşı uyum ve başa çıkabilme yeteneği karşısında beyin, genetik olarak kazandığı yapısını zaman içinde zarif ve müstesna bir yapıya dönüştürebilmektedir. Beyin, gerek dış çevreden gerekse iç çevreden sürekli uyarı almaktadır ve bu uyarılar sayesinde adaptasyona uğramaktadır. Adaptasyon süresince nörogenez, mikroglia proliferasyonu, sinaptogenez, anjiogenez ve sinaptik geçiş modülasyonu gibi değişiklikler oluşmaktadır (3-7). Adaptasyonel değişikliklerin gösterilmesine yönelik yapılan ilk çalışmalar olan deney hayvanları çalışmaları; öğrenmenin serebellar kortekste sinaptogenzisi sağladığını ve motor aktivitenin anjiogeneze neden olduğunu göstermiştir (8,9). Sosyal ilişkilerin, fiziksel aktivitenin artırılması ve çevrenin zenginleştirilmesi ile farelerde nörogenezin devam ettiği gösterilmiştir (3,10). 21 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme Deney hayvanlarında beyinin gelişiminin gösterilmesinden sonra incelemeler insan beynine yönelmiştir. Öğrenmeye bağlı insan beynindeki değişiklikler Voxel-Based Morphometry (VBM) çalışmaları ile gösterilmiştir (11,12,13). Tıp fakültesi öğrencilerinin yoğun çalışma temposu göz önünde bulundurularak yapılan çalışmada, öğrencilerin yoğun sınav dönemi sonrasında bilateral posterior ve lateral pariyetal kortekslerde gri madde artışı gösterilmiştir (14). Hipokampusun uzun süreli hafıza ve uzaysal yetenekle ilgili olduğunu belirten çalışmaları (11) destekler biçimde, bu çalışmada da posterior hipokampusta gri cevher artışı saptanmıştır. Nörogenez aktivitesinin yüksek olduğu gösterilen hipokampusun (15) dışında diğer kortikal yapılarda da gri cevher artışı gösterilmiştir. Perde ayırt etme yetenekleri çok güçlü olan müzisyenlerin ise planum temporale bölgesi genişlemiştir (28). Başka bir çalışmada bazı ünlü müzisyenlerin supramarjinal giruslarının büyük olduğu saptanmıştır (29). Müzisyenlerin Beyni Matematikçilerin Beyni Müzik yapmak, hem görsel hem işitsel ve hem de var olan yetenekleri en uygun ve ahenkli şekilde kullanmayı gerektirdiğinden nöroplastisite araştırmaları için müzisyenler adeta fenomen olmuştur (16). Özellikle zaman aralıkları (perde) (17), yenilik algısı (18) ve uzaysal yeteneklerle (19) ilgili olan hipokampusun profesyonel müzisyenler üzerinde yapılan çalışmasında, müzisyenlerin sol anterior hipokampus bölgesinde fonksiyonel plastisite artışı gösterilmiştir (20). Eğer sol hipokampusta lezyon olursa zaman aralıklarını (perde) ayırt etmede oldukça güçlük çekildiği saptanmıştır (21). Yine aynı çalışmada, görsel ve işitsel zaman modellemelerinde önemli olan sağ anterior insula (22) ile yenilik algısında önemli olan sağ precuneus bölgesinde (23) müzisyenlerin fonksiyonel farklılık gösterdiği açığa çıkarılmıştır. Matematikte de uzaysal, aritmetik, görsel ve uzun süreli düşünmeler, onların beyinlerinde de morfolojik değişiklikler olabileceği kanısını güçlendirmiştir. Özellikle soyun düşünme ve aritmetik hesaplamalar ile ilgili olan pariyetal korteks üzerine yönenilmiştir. Akademik hayatlarını süren matematikçiler üzerinde yapılan çalışmada sol inferior frontal girus ile bilateral inferior pariyetal lobüllerde gri cevher artışı gösterilmiştir (30). Aynı çalışmada akademik hayatta geçen süre arttıkça sağ inferior pariyetal lobülde gri cevher artışı devam etmektedir. Başka bir morfometrik MR çalışmasında, müzisyenlerin motor ve işitsel kortekslerinde ve serebellumunda gri cevher artışı saptanmıştır (24). Senfoni orkestrası müzisyenlerinde yürütülen çalışmada sol inferior frontal girusta (Broca alanı) gri cevher artışı gösterilmiştir (25). Piyanistler üzerinde yapılan çalışmada, müziğe erken başlamakla el yeteneklerini ilgilendiren motor kortekste hacim artışı arasında bağlantı kurulmuştur (26). Müzik eğitimine erken yaşta başlayan müzisyenlerin anterior korpus callosum bağlantıları daha geniş olmaktadır (27). 22 Şekil 1. Müzisyenlerde sol hipokampusta aktivite artışı (20). Matematiksel düşünmede inferior pariyetal lobülllerin özel değer taşıdığı söylenmektedir. Matematikçilerin Prensi “Mathematicorum Principi” olarak adlandırılan ünlü matematikçi Johann Karl Friedrich Gauss’un postmortem beyin incelemesinde pariyetal lobların özel bir katlantılı hal aldığı gösterilmiştir (30). Albert Einstein’ın Beyni Ünlü kuramsal fizikçi Albert Einstein son yüzyılın yetiştirdiği en önemli bilim adamlarındandır. Uzaysal düşünmenin fazla görüldüğü fizikçilerde beynin yapısı merak konusu olmuştur. Albert Einstein’ın postmortem beyin incelemesinde görsel-uzaysal kavrama ve aritmetik düşünme yeteneğiyle ilgili olan inferior pariyetal lobülünde genişleme saptanmış ve müstesna bir pariyetal giruslara sahip olduğu Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi görülmüştür (31). Postsentral sulkusun Silvian fissur ile nadir konverjensi Einstein’ın beyninde görülmüştür. Primer somatosensory ve motor korteks alanlarının da sıradışı olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda pariyetal operkulum da görülememiştir (normal popülasyonda olmaması çok nadirdir). Pariyetal lobun oldukça geniş ve beynin morfolojik olarak sferik yapıda olduğu gözlemlenmiştir. Silvian fissurün morfolojisinin çok atipik olduğu da gözlemler arasındadır. Silvian fissurün arakasında bölünmemiş bir supramarjinal girusun olması kortikal fonksiyonel networkun oldukça gelişmiş olduğunu göstermektedir. Şekil 2.Einstein'ın postmortem beyin incelenmesi. Pariyetal Opekulum’un olmaması dikkat çekmektedir (31). Sonuç Genetik olarak sahip olunan beyin yapısı, çevresel ve epigenetik faktörlerle sürekli değişim ve gelişim halindedir. Bu gelişim süresince, ilgili kortikal ve subkortikal yapılarda çeşitli değişiklikler olmaktadır. Bu değişiklikler bir adaptasyonun sonucudur ve bu adaptasyon, çevresel ve içsel uyarıları görsel, uzaysal ve aritmetik düşünce yoluyla yürüten akademisyen, profesyonel müzisyen ve daha araştırılmamış birçok insanların zihinsel karakteristikleridir. Teşekkür Derleme Yazımızı gözden geçirerek katkılarını sunan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı’ndan Dr. Hüseyin Biçeroğlu’na teşekkür ederiz. Kaynaklar 1.Thompson PM, Cannon TD, Narrm KL, et al. Genetic influences on brain structure. Nat Neurosci 2001;4:1253–58 2.Draganski B, Gaser C, Busch V, et al. Neuroplasticity: changes in grey matter induced by training. Nature 2004;427:311–12 3.Kempermann G, Kuhn HG, Gage FH. More hippocampal neurons in adult mice living in an enriched environment. Nature 1997;386:493–95 4.Barinaga M. Developmental biology. Newborn neurons search for meaning. Science 2003;299:32–34 5.Ehninger D, Kempermann G. Regional effects of wheel running and environmental enrichment on cell genesis and microglia proliferation in the adult murine neocortex. Cereb Cortex 2003;13:845–51 6.Kempermann G, Wiskott L, Gage FH. Functional significance of adult neurogenesis. Curr Opin Neurobiol 2004;14:186–91 7.Kleim JA, Hogg TM, VandenBerg PM, et al. Cortical synaptogenesis and motor map reorganization occur during late, but not early, phase of motor skill learning. J Neurosci 2004;24:628–33 8.Black JE, Isaacs KR, Anderson BJ, et al. Learning causes synaptogenesis, whereas motor activity causes angiogenesis, in cerebellar cortex of adult rats. Proc Natl Acad Sci U S A 1990;87:5568–72 9.Isaacs KR, Anderson BJ, Alcantara AA, et al. Exercise and the brain: angiogenesis in the adult rat cerebellum after vigorous physical activity and motor skill learning. J Cereb Blood Flow Metab 1992;12:110–19 10.Kempermann G, Kuhn HG, Gage FH. Experience-induced neurogenesis in the senescent dentate gyrus. J Neurosci 1998;18:3206–12 11.Maguire EA, Gadian DG, Johnsrude IS, Good CD, Ashburner J, Frackowiak RS, Frith CD. Navigation-related structural change in the hippocampi of taxi drivers. Proc Natl Acad Sci USA 2000;97:4398–4403 12.Golestani N, Paus T, Zatorre RJ.Anatomical correlates of learning novel speech sounds. Neuron 2002;35:997–1010 13.Draganski B, Gaser C, Busch V, Schuierer G, Bogdahn U, May A. Neuroplasticity: changes in grey matter induced by training. Nature 2004;427:311–312 14.Draganski B, Gaser C, Kempermann G, Kuhn HG, Winkler J, Büchel C, May A.Temporal and spatial dynamics of brain structure changes during extensive learning. J Neurosci. 2006;26(23):6314-7 15.Eriksson PS, Perfilieva E, Bjork-Eriksson T, Alborn AM, Nordborg C, Peterson DA, Gage FH. Neurogenesis in the adult human hippocampus. Nat Med 1998;4:1313–1317 23 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi 16.Munte TF, Altenmuller E, Jancke L.The musician’s brain as a model of neuroplasticity. Nat Neurosci 2002;3:473–478 17.Knight DC, Cheng DT, Smith CN, Stein EA, Helmstetter FJ. Neural substrates mediating human delay and trace fear conditioning. J Neurosci 2004;24:218–228 18.Strange BA, Duggins A, Penny W, Dolan RJ, Friston KJ. Information theory, novelty and hippocampal responses: unpredicted or unpredictable? Neural Netw 2005; 18:225– 230 19.Maguire EA. Neuroimaging, memory and the human hippocampus. Rev Neurol (Paris) 2001;157:791–794 20.Herdener M, Esposito F, di Salle F, Boller C, Hilti CC, Habermeyer B, Scheffler K, Wetzel S, Seifritz E, CattapanLudewig K. Musical training induces functional plasticity in human hippocampus.J Neurosci. 2010;30(4):1377-84 21.Samson S, Ehrle N, BaulacM. Cerebral substrates for musical temporal processes. Ann N Y Acad Sci 2001;930:166–178 22.Herdener M, Lehmann C, Esposito F, di Salle F, Federspiel A, Bach DR, Scheffler K, Seifritz E. Brain responses to auditory and visual stimulus offset: shared representations of temporal edges. Hum Brain Mapp 2009;30:725–733 23.Gur RC, Turetsky BI, Loughead J, Waxman J, Snyder W, Ragland JD, Elliott MA, Bilker WB, Arnold SE, Gur RE.Hemodynamic responses in neural circuitries for 24 Derleme detection of visual target and novelty: an eventrelated fMRI study. Hum Brain Mapp 2007;28:263–274 24.Gaser C, Schlaug G. Brain structures differ between musicians and non-musicians. J Neurosci 2003;23:9240–45 25.Sluming V, Barrick T, Howard M, et al. Voxel-based morphometry reveals increased gray matter density in Broca’s area in male symphony orchestra musicians. NeuroImage 2002;17:1613–22 26.Amunts K, Schlaug G, Jancke L, et al. Motor cortex and hand motor skills: structural compliance in the human brain. Hum Brain Mapp 1997;5:206–15 27.Schlaug G, Jancke L, Huang Y, et al. In vivo evidence of structural brain asymmetry in musicians. Science 1995;267:699–701 28.Keenan JP, Thangaraj V, Halpern AR, et al. Absolute pitch and planum temporale. NeuroImage 2001;1402–08 29.Meyer A. The search for a morphological substrate in the brains of eminent persons including musicians: a historical review. In: Critchley M, Henson RA. Music and the Brain. London: Heinemann; 1977:255–81 30.Aydin K, Ucar A, Oguz KK, Okur OO, Agayev A, Unal Z, Yilmaz S, Ozturk C.Increased gray matter density in the parietal cortex of mathematicians: a voxel-based morphometry study. AJNR Am J Neuroradiol. 2007;28(10):1859-64 31.Witelson SF, Kigar DL, Harvey T. The exceptional brain of Albert Einstein. Lancet 1999;353:2149–5 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUK VE CERRAHİ TEDAVİSİ OBSESSIVE COMPULSIVE DISORDER AND TREATMENT WITH NEUROSURGERY Elif Nurdan Özmansur, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 4. Sınıf ÖZET Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), istenmeyen zorunlu düşünceler (obsesyonlar) ve tekrarlı davranışlarla (kompulsiyonlar) karakterize, toplumda sık karşılaşılan kronik bir hastalıktır. Moleküler nörobiyoloji, derin beyin stimulasyonu ve görüntüleme tekniklerinin gelişmesi ile OKB’ye ilişkin bilgilerimiz son yıllarda çok artmıştır. Nöroleptik ilaçların keşfiyle psikiyatri alanında cerrahi tedavi önemini kaybetmişti; fakat günümüzde, teknik yöntemlerin iyileşmesi ve nörobiyoloji alanında yaşanan ilerlemeler sayesinde stereotaksik cerrahi ile dirençli OKB hastalarında çok iyi sonuçlar alınmaktadır. Bu yazıda OKB’nin epidemiyolojisi, etiyolojisi ve klinik özellikleri gözden geçirilmiş, cerrahi tedavi seçenekleri ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Obsesif kompulsif bozukluk, psikiyatrik cerrahi, psikocerrahi, derin beyin stimulasyonu ABSTRACT Obsessive compulsive disorder (OCD), is a prevalent, chronic disorder characterized by recurrent intrusive thoughts (obsessions) and repetitive certain behaviours (compulsions). Recently, our knowledge about OCD has increased with the developments in moleculer biology, deep brain stimulation and higher imaging technics. Psychiatric surgery had lost importance when the neuroleptic medications discovered. But today, we take better results with stereotactic neurosurgery and we use different surgical approaches in intractable OCD . In this text, OCD’s epidemiology, etiology and clinical features are described, and treatment with neurosurgery is discussed. Keywords: Obsessive compulsive disorder, psychosurgery, psychiatric surgery, deep brain stimulation Giriş Obsesif kompulsif bozukluk, nüks ve remisyonlarla seyreden kronik bir hastalıktır. DSM IV TR’de affektif spektrum bozuklukları başlığı altında, bir anksiyete bozukluğu olarak ele alınmaktadır. Hastalığın etiyolojisinde, genetik, kişilik yapısı ve çevrenin etkili olduğu bilinmekle birlikle, son yıllarda nörolojik temelleri olduğu anlaşılmış ve büyük önem kazanmıştır. İlk kez Esquirol, 1837’de obsesyonların tanımını yapmıştır. Obsesyonlar genellikle bulaşma, kuşku, simetri, dini veya cinsel konularla aşırı uğraşları içerirler ve özgün bir ritüel yerine getirilmezse kötü şeyler olacağı önsezisi ile birliktelik gösterirler*3+. Farmakoterapi, psikoterapi, davranışçı terapi ve elektrokonvülzif tedavi gibi yöntemlerle hastaların önemli bir kısmı tedavi edilse dahi bu hastaların yaklaşık % 10’u hiçbir konservatif tedaviye cevap vermemektedir*2,7+. OKB yaşamı her yönü ile etkileyerek hastayı intihara kadar götüren ağır maluliyete yol açabilir. Tedaviye cevap vermeyen ve ağır özürlülük oluşturan OKB hastalarında cerrahiye başvurulmakta ve olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Görüntüleme tekniklerinin gelişmesi ve stereotakside kaydedilen ilerlemeler beyin cerrahisinde komplikasyon oranını düşürmüş, özellikle radyoşirürjikal “kapalı” cerrahi ve derin beyin stimülasyonu ile geri dönüşümü mümkün olan fonksiyonel kesi imkanları tedaviye dirençli ağır nevrozların cerrahi tedavisini yeniden ön plana çıkarmıştır*2+. Epidemiyoloji OKB, psikiyatrik bozukluklar içerisinde fobiler, madde kullanımı ve majör depresyondan sonra dördüncü en 25 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi sık rastlanan bozukluk olup; yaşamboyu yaygınlığı % 23 olarak saptanmıştır *1,8+. Sıklığı yaklaşık olarak diyabet ve astımın görülme sıklığı kadardır*6+. Panik bozukluk ve şizofreniden iki kat daha yaygındır*1+. Genellikle ergenlik ya da erken erişkinlik döneminde başlamaktadır, ancak olguların yaklaşık yarısında, belirtilerin çocukluk veya ergenlik döneminde başladığı bildirilmiştir*13+. Başlangıcı akut veya sinsi olabilir. Hamilelik, çocuk doğurma, cinsel taciz veya bir yakının kaybı gibi olaylar tetikleyici olabilir[1]. Obsesyon (saplantı); latince kuşatma demek olan, istenmeden gelen, belirgin bir anksiyete ya da sıkıntıya sebep olan, yineleyici, başka düşünce ve eylemlerle zihinden uzaklaştırılmaya çalışılan düşünce, imge ve dürtülerdir. Kompulsiyon (zorlantı); obsesyonun oluşturduğu sıkıntıyı azaltmak amacı ile katı bir biçimde uygulanması gereken, belli kurallarla yapılan yineleyici davranış veya zihinsel eylemlerdir. Huzursuzluğun ortadan kalkması ve “şimdi oldu” duygusu yaşanana kadar tekrarlanmaları gerekebilir [3]. Derleme olarak yaşar. Bu özellik OKB’yi diğer psikiyatrik hastalıklardan, özellikle içgörüsü olmayan ve OKB ile sıkça karıştırılan şizofreniden ayıran önemli bir özelliktir. Fakat obsesif kompulsif bozukluğun bazı içgörüsüz dönemleri; hastanın obsesyon ve kompulsiyonlarının mantıksız ve abartılı olduğunu kabul etmediği dönemleri olabilir. İç görüsü olmayan dirençli yetişkin OKB vakaları da vardır ve çocukluk OKB’si de içgörüsüzdür. Çocukluk OKB’si erkek çocuklarda, kızlara oranla daha sıktır ve çocuklukta başlayan OKB’nin prognozunun daha kötü olduğu bilinmektedir. Etiyoloji Genetiğin, psikososyal özelliklerin ve kişilik özeliklerinin OKB etiyolojisinde önemli olduğu kabul edilmektedir. OKB’de beyinde anormalliklerin varlığına yönelik ilk veriler, Bilgisayarlı Tomografi(CT) çalışmalarında beyin atrofisinin bir göstergesi kabul edilen, ventrikül-beyin oranının artmış olması ve kaudat çekirdekte yapısal anormalliklerin gösterilmesi ile elde edilmiştir. En sık görülen obsesyonlar ve kompulsiyonlar : 1- Yıkama kompulsiyonu + Bulaşma obsesyonu 2- Kontrol etme kompulsiyonu + Patolojik kuşku 3- Saldırgan ve cinsel içerikli tekrarlayan düşünceler 4- Simetri ve düzen ihtiyacı Dini obsesyonlar, sayma obsesyonu, somatik obsesyon, biriktirme kompulsiyonları, soru sorma ve itiraf etme kompulsiyonları... Çok farklı türde obsesyonlar ve kompulsiyonlar vardır. Hastada bunlardan sadece biri olabileceği gibi birkaçı birlikte de bulunabilir. Hastaların %75’inden fazlasında obsesyon ve kompulsiyonlar birlikte bulunur fakat sadece obsesyon veya sadece kompulsiyon bulunan vakalarda vardır*1+. Ayrıca semptomlar zaman içerisinde değişkenlik gösterebilir, mesela kontrol etme kompulsiyonları aşırı el yıkama ile yer değiştirebilir. OKB’de hasta, obsesyon ya da kompulsiyonlarının aşırı ve anlamsız olduğunun farkındadır, obsesyon ve kompulsiyonlarını ego distonik (benliğe yabancı) 26 Şekil 1. Bazal gangliyonun OKB patogenezinde önemli olduğu düşünülmektedir. OKB’lilerin birçoğunda ‘nörolojik ince belirtilerin olması’, özellikle bazal gangliyonları tutan nörolojik hastalıklarla (Sydenham koresi, globus pallidusun bilateral nekrozu, Huntington, Gilles de la Tourette sendromu), OKB’nin birlikte görülmesinin anlamlı derecede yüksek olması ve psikocerrahiden hastaların fayda görmesi bize bu bölgedeki bir patolojinin patogenezde etkili olduğunu düşündürmektedir. Zaten, serotonerjik nörotransmisyon da yine aynı Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi bölgelerde, yani striatotalamokortikal iletimde önemli bir bileşendir*11+. Psikocerrahinin başarısı, OKB’de bazal gangliyonlardaki bir bozukluğun kesin göstergesi değildir; ancak fronto- strial yolağa dikkati çekmektedir *3+. Cerahi bozulmuş olduğuna inanılan korteks-striatum-talamus-korteks paralel devrelerini kesintiye uğratarak semptomları ortadan kaldırmaktadır*2+. MRI çalışmalarında OKB hastalarında, kontrol grubuna göre sol orbitofrontal korteks, sol superior temporal girus, sol inferior paryetal korteks, sol talamus ve bilateral hipotalamus gri cevher hacminde artma; küneus ve serebellumda ise gri cevher hacminde azalma bildirilmiştir[13]. Normalde sol kaudat nukleus, sağ kaudattan hacimce daha büyüktür ve bu normal bir asimetri olarak değerlendirilir. OKB hastalarında sağ kaudatta hacim artışıyla bu asimetrinin kaybolduğu gösterilmiştir*16+. Hacim artışının, bu bölgelerdeki metabolizma ve kan akımı ile ilgili olabileceği gibi OKB patolojisinden kaynaklanmış veya bu patolojiye sekonder olarak gelişmiş de olabilir. Patogenezi anlamaya yönelik yapılan çalışmalarda, işlevsel beyin görüntüleme teknikleri ile, yapısal görüntülemeye oranla daha tutarlı ve aydınlatıcı sonuçlara ulaşılmıştır. Positron emisyon tomografisi (PET) ve fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) çalışmaları sonucu, OKB hastalarında, üç bölgede aktivite artışı olduğu anlaşılmıştır. 1- orbitofrontal korteks 2- singulat korteks 3- kaudat nukleus (Kaudat nukleus ile putamen, striatumu oluşturur ve striatumda, bazal gangliyonun işlevsel bir alt parçasıdır.) *3,11,10+ Diğer anksiyete bozukluklarında izlenen patolojilerle kıyaslandığında, anterior-lateral orbitofrontal korteks ve kaudat nukleus aktivitesi OKB’ye özgün gibi durmaktadır *3+. Derleme Orbitofontal korteksin “parazit kontrol” (interference control) görevinin olduğu, orbitofrontal korteks hasarı olan hayvanların ilişkisiz uyaranları gözardı etmede daha başarısız oldukları, nitekim OKB semptomları şiddetlendikçe orbitofrontal korteks aktivitesinin arttığı düşünülmüştür*3+. Şekil 2. PET scan görüntülemesi ile, kontrol grubuna kıyasla OKB hastalarında, orbitofrontal bölgede anlamlı aktivite artışı gösterilmiştir. Tek foton emisyon bilgisayarlı tomografisi (SPECT) çalışmaları da OKB’de kortikal perfüzyon artışı ve bazal gangliyonlarda perfüzyon anormallikleri olduğu yolunda güçlü kanıtlar sunmaktadır*16+. Yapılan birçok araştırma, aktivite artışının hem farmakoterapi hemde davranışçı psikoterapi sonrası tedaviye iyi yanıt verenlerde azalarak kontrollerin düzeyine indiğini göstermiştir. OKB’de Manyetik Rezonans Spektroskopi (MRS) çalışmaları da yapılmıştır. MRS’de beyinde nöronal kayıp veya hasarın bir göstergesi olan N-asetil-aspartat (NAA) seviyeleri ölçülmektedir. OKB hastalarında normal kontrollere göre sağ striatumda -bazı calışmalarda bilateral- NAA seviyelerinde azalma olduğu gösterilmiştir*17+. NAA seviyesinin düşük bulunması o bölgede nöronal yoğunluğun azaldığının bir göstergesidir. Bu bulgu CT ve MRI sonuçları ile de uyumlu bulunmuştur*16+. Hastaların kaçındıkları uyaran ile karşılaştıklarını hayal ettikleri sırada ve gerçek uyaranla karşılaştıklarında, tüm superior kortikal beyin bölgelerinde kan akımlarında azalma saptanmıştır. Bu sonuç kanın 27 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi beynin yüzeyel kortikal bölgelerinden, kaudat çekirdek gibi bölgelere yönelmesi ile açıklanmıştır. Tedavi seçenekleri OKB’nin tedavisinde hasta ve ailenin eğitimi, davranış terapisi ve çoğunlukla antidepresanları içeren psikofarmakoterapinin kombinasyonu temel alınır*1+. Psikoterapi (Bilişsel ve Davranışçı) Davranışçı teknikler, hastayı obsesyonel düşüncelere maruz bırakarak, kompulsiyona izin vermeden yapılan alıştırmalardır. Genellikle farmakoterapi ile birlikte uygulanmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Yapılan araştırmaların sonuçları psikoterapinin, hastada bulunan patolojik görüntüleme bulgularında gerilemeyi sağladığını göstermektedir. Bilişsel (psikodinamik ) psikoterapi ise, hastanın obsesyonlarının bilinçaltı kaynakları olduğunu kabul eden ve bu temelde sorunu ele alan Freud’cu yaklaşımdır, OKB hastalarında pek fayda sağladığı düşünülmemektedir. Farmakoterapi OKB tedavisinde, seçici serotonin gerialım inhibitörleri (SSRI) ve klomipramin(trisiklik antidepresan) kullanılır. Tedaviye dirençli hastalarda yanıtı arttırabilmek amacıyla, kullanılmakta olan SSRI’a lityum, nöroleptik ilaçlar, karbamazepin, MAO inhibitörleri, buspiron, klonidin ve L-triptofan gibi ajanlar eklenebilir [6,8]. Serotonin agonistleri ile yapılan deneysel çalışmalarda belirtilerde artma gösterilirken, SSRI tedavisine % 60 civarında iyi yanıt alınması, bu hastalığın serotonin disregulasyonu ile ililşkili olduğunu göstermekle birlikte kompleks bir hastalık olan OKB’yi tümüyle izah etmekte çok yetersizdir. Elektrokonvülzif Tedavi Suni olarak epilepsideki büyük nöbete benzeyen bir konvülsiyon yaparak, merkezi sinir sisteminde affektif, nöro vejetatif, hormonal faaliyetlerin düzenlendiği korteks altı bölgelere etkili olmak amacı ile uygulanan bir tedavi yöntemidir*14+. Primer kullanım alanı majör depresyondur. OKB’de pek de etkili olmamasına karşın, dirençli vakalarda cerrahi öncesi son çare olarak uygulanmaktadır. 28 Derleme Cerrahi Kaşifi Egas Moniz’e Nobel ödülü kazandıran, nöroleptik ilaçların bulunmasının öncesinde bazı psikiyatrik hastalar için mucizevi tedavi olanağı veren prefrontal lobotomi 20.yüzyılın ikinci yarısında yerini giderek selektif paralimbik girişimlere bırakmıştır*2+. Psikocerrahi, 1976 yılında WHO tarafından, “nöral devreleri selektif çıkartma ve haraplama” olarak tanımlanmıştır. İlk psikocerrahi hedef, anterior singülat korteks, maymunlarda bu bölgenin stimüle edilmesiyle oluşturulan anksiyete ve agresyon sonucu seçilmiştir. Günümzde psikiyatrik hastalıkların tedavisinde en çok tercih edilen yöntemler; singulotomi, anterior kapsülotomi, subkaudat traktotomi, limbik lökotomi ve posteromedial hipotalamotomidir[9]. Bu ameliyatlar, lobotomi veya lobektomi gibi eski yöntemlerle karşılaştırılırsa, daha az invazivdir, morbiditesi ve komplikasyon oranı daha düşüktür. Stereotaksik psikocerrahi ülkemizde de uygulanmaya başlanmıştır. OKB cerrahisi, Kortiko-striato-pallido-talamik devrede aşırı aktiviteyi düzeltmek amacıyla bu döngüyü bir veya birkaç noktada haraplama prensibi ile yapılmaktadır. (orbitofrontal cortex → caudate nuc → globus pallidus → talamus → anterior cingulate cortex) OKB’de Stereotaksik Cerrahi Cerrahi yoluyla, frontal korteks ile bazal gangliyonların bağlantısının yani frontostrial yolağın kesilmesidir. %35-70 yarar sağlamaktadır*4+. OKB belirtilerinde ve anksiyetede postop düşüş gözlenmekte ve bu düşüş süregelen yıllarda da devam edebilmektedir*15+. Günümüzde tedaviye dirençli ağır psikiyatrik bozuklukların tedavisinde üç yöntem öne çıkmaktadır: - Anterior singülotomi - Anterior kapsülotomi - Subkaudat traktotomi [2] Cerrahi tedavi adayı, öncelikle etik kurul tarafından değerlendirilir. Hastalığın prognozunun kötü olduğu Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi kesin olarak belirlenir; ameliyat için uygun olup olmadığı, ameliyatı anladığı ve kabul ettiği tespit edilir. Leksell stereotaksik çerçevesi lokal anestezi altında takıldıktan sonra stereotaksik CT, aksiyal ve koronal MRI görüntüleri birleştirilerek, navigasyon cihazının özel programı ile beynin üç boyutlu görüntülemesi üzerinde seçilen hedef noktaların koordinasyonu belirlenir. Derleme Cerrahi operasyon sonrası OKB belirtilerinde ve ona en sık eşlik eden (yaklaşık %34) psikiyatrik hastalık olan majör depresif bozuklukta anlamlı düzelme elde edilmektedir[2,4,5]. Şekil 4. İki yanlı kapsülotomi lezyonlarını gösteren T2A aksial ve koronal MRI Subkaudat Traktotomi Şekil 3. Leksell stereotaksik çerçevesi, operasyondan önce kraniyal kemiklere biri oksipitalde, ikisi frontalde olmak üzere üç noktada sabitlenir. Anterior Singülotomi Tedaviye dirençli psikiyatrik hastalıklarda özellikle OKB’de en çok kullanılan yöntemdir. Şimdiye kadar, anksiyete ve duygudurum bozukluğu için 1000’den fazla yayınlanmış singülotomi vakası vardır*15+. OKB’nin anksiyete semptomlarında önemli olduğu düşünülmektedir. Stereotaksik hazırlık prosedürü uygulanan hastaya, çift taraflı ‘bur hole’ler genellikle koroner sütürün önünden açılır ve lezyonlar hedef noktalara gönderilen elektrotların 90 saniye içinde 85:C ‘ye ısıtılması ile oluşturulur*4,5,15+. Anterior kapsülotomi Hazırlık evresi anterior singülotomi ile aynıdır fakat hedef noktalar navigasyon cihazına çift taraflı olarak kapsüla internayı hedef alır. Kapsüla internanın ön bacağında iki yanlı lezyon oluşturarak orbitofrontal korteks ile bazal gangliyon ve talamus arasındaki bağlantıların bir kısmı kesilir*2+. Operasyonla, posterior orbital korteks ile subkortikal yapıların (singülat girus, amigdala, talamus ve hipotalamus) etkileşimi yavaşlatılır/engellenir*15+. Hedef, tuberaculum sellaenin 12mm önünde ve anterior fossanın 10-15mm yukarısında, orta hattan 614 mm laterale doğru belirlenir; ve radyoaktif Yitrium(Y90) implantasyonu ile stereotaksik olarak gerçekleştirilir*15+. Depresyon veya OKB’si olan hastaların üçte ikisinde belirgin düzelme sağlanırken, bipolar bozukluğu olan hastalarda 2-4 yıllık takipte özellikle manik epizotta belirgin düzelme elde edilmiştir*15+. Greenberg’ ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, subkaudat traktomi sonucu %40-60 oranında fayda sağlanmıştır*4+. Limbik lökotomi, genellikle bilateral singulotomi ve subkaudat traktotomi ile kombine edilerek uygulanmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır*15+. Obsesif Kompulsif Bozukluk derecelendirmesinde kullanılan Yale Brown Obsessive Compulsive Scale (YBOCS) ve Hamilton Depression Rating Scale(HAMD)’in ameliyat öncesi ve sonrası değerlendirilmesinde, ameliyet sonrası skorlarda anlamlı azalma gözlenmişdir. Postop altıncı ayda alınan sonuçlar ile daha sonraki dönemlerde alınan sonuçlarda, azalma eğilimi göstermiştir. 29 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme çelişkili ve kesin olmaktan uzak görünmektedir. Bunun sebebi yapılan çalışmaların azlığı, yöntem farklılığı, hastalığın heterojen doğası ve patogenezin karmaşıklığı sebebiyle olabilir. Şekil 5. Stereotaktaik cerrahide kullanılan 3 boyutlu navigasyon programı görüntüleri Derin Beyin Stimülasyonu (DBS) İlk olarak, 1987 yılında Parkinson tremoru tedavisinde kullanılmıştır. Diğer cerrahi yöntemlere oranla birçok avantajı vardır. İrreversibl bir lezyon oluşturulmaz. Stimülasyon elektrodları beynin spesifik bölgelerine implante edilir ve kardiyak pacemaker gibi elektriksel yüksek frekans uyarımla stimüle edilme prensibine dayanmaktadır. Stimülatör açılıp kapanabilir ve klinisyen tarafından kontrol edilebilir. Çalışma prensibi halen bilinmemektedir. Klinik etkisi cerrahi tedavi yöntemleriyle benzer olduğu için, patolojik nöral aktiviteyi bozduğu düşünülmektedir*12+. OKB tedavisinde derin beyin stimülasyon hedefleri, cerrahi hedeflerle benzerdir. İnternal kapsülün ön bacağı en çok tercih edilen hedeftir. Dirençli majör depresyonun tedavisinde ise genellikle subgenual singülat korteks ve nukleus accumbens hedef alınmaktadır*12+.En önemli komplikasyonları; yara enfeksiyonu, nöbetler ve asemptomatik intraserebral kanamalardır. Sonuç ve Tartışma Obsesif Kompulsif Bozukluk toplumda sık karşılaşılan, etkilenen bireylerin hayat kalitesini düşüren, önemli bir hastalıktır. Yapısal ve işlevsel beyin görüntüleme çalışmalarının sonuçları bu hastalıkta orbitofrontal korteks, anterior singulat korteks, bazal gangliyon ve talamusun anormallikler gösterdiği şeklindedir. Fakat görüntüleme çalışmalarından elde edilen sonuçlar, 30 Tedavide temel yaklaşım, serotonin geri alım inhibitörü ve davranışçı psikoterapinin birlikte uygulanmasıdır. Fakat hastaların %40’ından fazlası bu tedaviye yanıt vermemektedir. Görüntüleme tekniklerinin gelişmesi ve stereotakside kaydedilen ilerlemeler komplikasyon oranını düşürmüş, tedaviye dirençli ağır psikiyatrik bozuklukların cerrahi tedavisini ön plana çıkarmıştır. Psikiyatrik cerrahi girişimler, uzun geçmişleri ve başarılı sonuçlarına rağmen hala araştırma niteliğinde tedavi yöntemleridir. OKB’de görülen, nöroanatomik anomaliler ile beynin nörokimyasındaki değişiklikler arasındaki bağlantıları araştıracak çalışmalar faydalı olacaktır. Yazışma adresi: Elif Nurdan Özmansur, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Uğur Derman İngilizce Tıp Bölümü, İstanbul, [email protected] Kaynaklar *1+. Çavaş A. Obsesif Kompulsif Bozukluk. In: Verimli A. (Ed): Affektif Spektrum Bozuklukları. Nobel Tıp Kitapevi, 2004. p 38-50 [2]. Barlas O, Kulaksızoğlu IB, Gürvit H, Göker B, Solmaz B, Berkol T. Dirençli Obsesif Kompulsif Bozuklukta Cerrahi Tedavi: Anterior Kapsülotomi. Sinir Sistemi Cerrahisi 2008, cilt 1 sayı 2, S:86-92 [3]. Swedo SE, Snider LA. Neurobiology and treatment of obsessive compulsive disorder. In: Carney DS, Nestler EJ (Ed): Neurobiology of Mental ilness. Oxford University Press, New York 2004 [4]. Greenberg BD, Price LH, Rauch SL, Friehs G, Noren G, Malon D, Carpenter LL, Rezai AR, Rasmussen SA. Neurosurgery for intractable obsessive-compulsive disorder and depression: critical issues. Neurosurg Clin N Am. 2003 Apr, 14(2):199-212 [5]. Kim CH, Chang JW, Koo JW, Suh HS, Park IH, Lee HS. Anterior cingulotomy for refractory obsessive-compulsive disorder. Acta Psychiatr Scand 2003 Apr, 107(4):283-90 *6+. Bayar R, Yavuz M. Obsesif Kompulsif Bozukluk. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri, Türkiye’de sık karşılaşılan psikiyatrik hastalıklar sempozyum dizisi No:62, Mart 2008, S:185-192 [7]. Schruers K, Koning K, Luermans J, Haack MJ, Griez E. Obsessive compulsive disorder: a critical review of therapeutic perspectives. Acta Psychiatr Scand 2005. 111:261-271 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi [8]. Bayraktar E. Obsesif Kompulsif Bozukluk. Psikiyatri Dünyası 1997; 1:25-32 [9]. Pedrosa-Sánchez M, Sola RG. Modern day psychosurgery: a new approach to neurosurgery in psychiatric disease. Rev Neurol 2003 May 1-15;36(9):88797 *10+. Karslıoğlu EH, Yüksel N. Obsesif Kompulsif Bozukluğun Nörobiyolojisi. Klinik Psikiyatri 2007, 10(ek3):3-13 *11+. Eşel E. Obsesif Kompulsif Bozukluğun Biyolojisi. Klinik Psikiyatri 2000, 3:46-55 [12]. Shah DB, Pesiridou A, Baltuch GH, Malone DA, O’reaerdon JP. Functional Neurosurgery in The Treatment of Severe Obsessive Compulsive Disorder And Major Depression: Overview of disease circuits and therapeutic targeting for the clinician. Psychiatry 2008; 5(9):24-33 [13]. Rosenberg DR, Hanna GL. Genetic and imaging strategies in obsessive compulsive disorder: potential implications for treatment development. Biol Psychiatry 2000, 48:1210-1222 *14+. Köknel Ö. Psikiyatride Tedavinin Temel Prensipleri. In: Özaydın S (Ed): İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Ders KitaplarıPsikiyatri, İstanbul, 1975. p 33-37 [15]. Kim MC, Lee TK, Choi CR. Review of Long-term Results of Stereotaktic Psychosurgery. Neurol Med Chir 2002, 42:365-371 Derleme *16+. Topçuoğlu V, Aksoy A, Cömert B. Obsesif Kompulsif Bozuklukta Beyin Görüntüleme Çalışmaları. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 2003, 13:151-160 [17]. Ebert D, Speck O, Kornig AH. Magnetic Resonans Spectroscopy in Obsessive Compulsive Disorder: Evidence For Neuronal Lose in The Cingulate Gyrus and Right Striatum. Psychiatry Research: Neuroimaging 1997, 74:173176 *Şekil1+.http://www.mercksource.comppdocsuscommondo rlandsdorlandimagesnucleus_n.%2520caudatus(1).jpg&img refurl *Şekil2+. http://thecollaboratory.wikidot.com/generalpsychology *Şekil3+.http://www.sdneurosurgeon.com/old%20files/pag es/practicestereotactic.htm *Şekil4+. Barlas O, Kulaksızoğlu IB, Gürvit H, Göker B, Solmaz B, Berkol T. Dirençli Obsesif Kompulsif Bozuklukta Cerrahi Tedavi: Anterior Kapsülotomi. Sinir Sistemi Cerrahisi 2008, cilt 1 sayı 2, S:86-92 *Şekil5+.http://www.touchneurology.com/suppliers/brainla b?mini=calendar/2010/9/all& 31 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme ALGILA; FAKAT YANIT VERME: LOCKED-IN SENDROMU LOCKED-IN SYNDROME: PERCEPT BUT CAN’T REACT Burak Mergen, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 2.Sınıf ÖZET Locked-in Sendromu, hastanın çevreden gelen uyarıları algılayabildiği; fakat belli bazı efferent uyarıları, ilgili bölümlere gönderememesi sonucu yüz ile kol ve bacakları hareket ettirememe, konuşamama gibi bulgularla seyreden bir içine kapanmışlık halidir. Beyin kökü inmesi gibi akut, Amyotrofik Lateral Skleroz gibi kronik nedenlerle ortaya çıkabilen bu hastalığın en sık oluşum sebebi beyin kökü inmesidir. Beyin kökü inmesinde ise, enfarktüs, kanama veya travma gibi nedenlerle ventral pontin hasarı gözlenir. 10 yıllık sağ kalım oranı %80 olarak bulunan sendromda, düşük oranda da olsa fiziksel iyileşme gözlenmesi hastanın yaşam kalitesini (QoL) yükseltebilir ve hastanın aile hayatına geri dönmesini sağlayabilir. Bu nedenle hastanın erkenden bir rehabilitasyon uzmanına yönlendirilmesi oldukça önemlidir. Hastanın çevreyle olan iletişimini arttırıcı yönde gelişen teknoloji ise umut vericidir. Anahtar Sözcükler: Locked in sendromu, pseudokoma, ventral pontin ABSTRACT Locked-in Syndrome is a state in which the patients can perceive the impulses from environment, but cannot conduct some of the efferent impulses to the relevant regions in the body which results in the disability of speech and moving the extremities. It can be caused either acutely like brainstem stroke, or chronically like Amyotrophic Lateral Sclerosis, but the most probable cause is brainstem stroke. In the brainstem stroke, ventral pontine damage caused by infarction, hemorrhage or trauma is seen. In this syndrome whose 10 year survival rate is found to be 80%; although it is low, observing some physical improvement can increase the Quality of Life of the patient and it can help the patient to turn back to his/her family life. Thus, directing the patient to a rehabilitation specialist is very important. Technology which is on the way to increase the communication with the environment is very hopeful. Keywords: Locked-in syndrome, pseudocoma, ventral pontine Giriş Locked-in Sendromu ilk defa 1966 yılında Posner ve Plum adlı araştırmacılar tarafından “beyin sapındaki kortikospinal ve kortikobulbar yolakların hasarlanması sonucu sırasıyla kuadripleji ve anartrinin bir arada gözlenmesi” olarak tanımlanmıştır*1+. Amerikan Rehabilitatif Tıp Kongresi(1995) Locked in Sendromu’nu, devamlı göz açılımı (bilateral ptozis karmaşıklaştırıcı faktör olarak göz ardı edilmeli), kuadripleji veya kuadriparezi, afoni veya şiddetli hipofoni bulgularının yanı sıra bilişsel işlevin korunduğu, göz hareketi ve kırpmalarının birincil ve temel iletişim aracı olarak kullanıldığı bir sendrom 32 olarak tanımlamıştır*2+.Locked-in Sendromu ”Pseudo coma” ve “de-efferented state” olarak da isimlendirilir. En sık oluşum nedeni ventral pontin lezyonu olsa dahi “ventral pontin sendromu” tanımını kullanmak diğer nedenleri dışlamak anlamına geleceği için uygun değildir.*3+ Tanımı ve kapsamını bir yana bırakacak olursak Locked-in Sendromu adından da anlaşılacağı üzere bir içine kapanmışlık halidir; yani hasta çevresini algılayabilmekte fakat yalnızca gözleriyle iletişim kurabildiği için çevresine yanıt vermekte oldukça güçlük çekmektedir. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Locked-in sendromu bulgularıyla 1875 yılında literatüre ilk hasta girişini Darolles adlı araştırmacı yapmıştır*4+. Ancak bu yıldan çok daha öncelerinde bu sendrom Alexandre Dumas tarafından Monte Kristo Kontu adlı romanında Mösyö Noirtier de Villefort adlı karakter üzerinden “canlı gözlere sahip ölü beden” olarak tarif edilmiştir. Yine benzer yıllarda bir diğer klasik roman yazarı Emile Zola, Thérèse Raquin adlı, filme de uyarlanan romanındaki bir karakteri, “ölü bedeninin içine gömülmüş, sadece gözlerinin dili var” şeklinde tarif etmektedir. LIS motor bozukluğun derecesine göre üç alt kategoriye ayrılmıştır[3]: 1- Klasik LIS: Kuadripleji, Afoni bulgularının yanında Bilişsel işlevler ve dikey göz hareketleri ile göz kırpma hareketleri korunur. 2- Tamamlanmamış(incomplete) LIS: Hasta, dikey göz hareketlerine ek olarak birtakım istemli hareketleri de yapabilir. 3- Tam (total) LIS: Hasta tamamıyla hareketsizdir, yalnızca bilişsel işlevleri Derleme korunmuştur. Etiyoloji Locked-in Sendromunun en sık nedeni bilateral ventral pontin lezyonudur[5]. Bazen nadir de olsa mezensefalik lezyon da sendrom nedeni olabilmektedir*6+. En sık etiyolojisi ise vasküler bir patolojidir (baziler arter tıkanıklığı veya pontin hemorajisi) [bkz.Tablo1+. Bunun dışında travmatik beyin hasarı da bir diğer önemli nedendir. Ayrıca; 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Subaraknoid kanamaya[7] Baziler arter spazmına*7+, Beyin sapı tümörüne*8+, Santral pontin myelinolizine[9] Ensefalite[10] Pontin absesine[11] Beyin sapı ilaç toksisitesine*12+ Aşı reaksiyonuna*13+ Uzun süren hipoglisemiye*14+ sekonder gelişim gösteren vakalar da kaydedilmiştir. Tablo 1. Laureys ve ark. (2005) (Locked-in Sendromunun etiyolojisi en sık vaskülerdir Tam (total) LIS oluşumunun en önemli nedeni, son dönem Amyotrofik Lateral Skleroz (bir çeşit motornöron bozukluğu) olarak gösterilmektedir*2+ Ayrıca genel anestezi esnasında, kas gevşeticiyle birlikte yetersiz miktarda anestezik madde verildiğinde çok nadir olmakla birlikte farmakolojik-başlangıçlı LIS görülebilmektedir*15+ Tanı dolayı beyin hasarını takip eden aylar, hatta yıllar boyunca hastanın minimal göz hareketleri saptanamayabilir, yani hastanın Locked-in Sendromu’nda olduğu fark edilmeyebilir. Hastanın bilincinin açık olduğunu fark edenler ise Leon-Carrion ve ark.’nın yaptığı bir ankete göre genellikle hasta yakınlarıdır*16+. Ortalama tanı süresi 2,5 ay (78 gün) olarak bulunmuş olup 4 yıldan sonra tanı konan vakalar da literatürde yer almaktadır*16+. Locked-in Sendromu halk arasında “bitkisel hayat” olarak da bilinen vejetatif durumla, komayla ya da akinetik mutizm ile karıştırlabilir. Çünkü hastanın istemli hareket ettirebildiği tek yer gözüdür ve bundan 33 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Derleme Prognoz Tablo 2.* Hastanın bilinçli olduğunu fark eden ilk kişi Farkeden insan Hasta sayısı (yüzdesi) Hasta yakını 24 (55) Doktor 10 (23) Hemşire 8 (18) Diğer 2 (4) Leon-Carrion ve ark. (2002) Resim 1. Sagittal düzlemde çekilen bu MRG’de, 13 yaşında Locked-in Sendromlu bir kız hastada beyinsapına konumlanmış masif bir hemoraji görülmektedir*5+ Sağkalım ve Ölüm Kaydedilen en yüksek sağkalım süresi 27 yıl olmakla birlikte ölüm hızı oldukça yüksektir. Özellikle vasküler kökenli akut Locked-in Sendromlu hastalarda ilk 4 aydaki ölüm oranı %87 gibi ciddi bir orandır*17+. Hastaların en sık ölüm nedeni ise enfeksiyon olup özellikle de pnömonidir(%40). Diğer ölüm nedenleri ise primer beyin sapı inmesi(%25) veya tekrar eden beyin sapı inmesidir(%10). Bazı hastalar ise ne yazıktır ki gastrostomi yoluyla yapay beslenme ve hidratasyonu kabul etmedikleri için yaşamlarını yitirmektedirler(%10). Son olarak da kalp durması (cardiac arrest), gastrostomi cerrahisi, kalp yetmezliği ve hepatiti ölüm nedenleri arasında sayabiliriz. Doble ve ark. tarafından yapılan bir çalışmaya göre ise bir yıldan fazla tıbbi olarak ciddi bir bakıma alınan hastalarda 10 yıllık sağkalım oranı %83 olarak, 20 yıllık sağkalım oranı ise %40 olarak bulunmuştur*18+. Bu da bize tıbbi bakımın ne derece önemli olduğunu göstermektedir. * 34 Genelde vasküler kökenli LIS hastalarında motor bozuklukta ciddi manada bir düzelme gözlenememektedir; ancak birkaç nadir vakada ciddi düzelmeye rastlanmıştır*19+. Patterson ve Grabois isimli araştırmacılar ise 1986 yılında, 139 hasta üzerinde yaptıkları istatistiksel inceleme sonunda vasküler kökenli olmayan hasta grubunda vasküler kökenli olanlara göre daha erken ve daha fazla düzelme gözlendiğini saptadılar. Hayatı çevresindeki insanların ilgisine bağlı olan Locked-in Sendromlu hastalar ciddi rehabilitasyon desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Casanova ve ark.’nın çeşitli hasta veritabanlarında yaptıkları incelemelerle kapsamlı rehabilitasyon desteği alan hastalarda ölüm oranının azaldığı ve işlevsel düzelmelerin daha fazla olduğu gözlenmiştir. Rehabilitasyon desteği olarak hastaların %66’sına günde en az 5 defa fiziksel terapi, hastaların %55’ine haftada en az 3 defa konuşma terapisi uygulanmakta ve hastalar günlük en az bir kez hemşireler tarafından kontrol edilmektedir. Ayrıca hastaların yaşam kalitesini arttırmak için hastalara trakeotomi ve gastrostomi uygulamaları yapılmaktadır*5+. Ancak yıllarca sürecek böyle bir bakımın günümüz koşullarında ne oranda karşılanabileceği de büyük bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Verilen rehabilitasyon desteği sonucunda hastaların çoğu hastanenin kapalı odalarından çıkıp evlerine, yani sosyal yaşantılarına geri dönmek istemektedir. ALIS’ın veri tabanında yaptığı incelemeye göre hastaların %44’ü (108 hasta) 2ay-6yıl süren bir rehabilitasyondan sonra evlerine dönmüşlerdir. İletişim Aslında bu hasta grubundaki en önemli nokta iletişim konusudur. Çünkü hastaların tek iletişim aracı gözleridir ve gözle iletişim kurmak için çeşitli araçlar geliştirmek gerekmiştir. Önceleri yalnızca basit göz ve göz kapağı hareketleriyle hastayla iletişim kurulmuştur(örnek: yukarı bakış “hayır” aşağı bakış “evet” anlamına gelsin). Ancak doğal olarak daha detaylı iletişim kurma yollarına gidilmiştir. Feldman, 1971 yılında yalnızca çene ve gözlerini istemli olarak Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi hareket ettirebilen bir hasta ile mors alfabesi yoluyla iletişim kurmayı başarmıştır. Fakat yalnıza gözlerini hareket ettiren hastalar için bu yetersiz kalınca onlarla harflerin yazılı olduğu kağıtlar aracılığıyla iletişim kurulmuştur. Kağıtlar üzerindeki harfler çeşitli şekillerde gruplandırılarak iletişim hızlandırılmaya çalışılmıştır. Örneğin alfabedeki harfler kullanım sırasına göre dizilir ve hastanın konuşmasına yardımcı olan kişi tarafından en baştan sırasıyla gösterilir. Doğru harfe gelindiğinde hasta göz kırpışıyla bunu onaylar. Görüldüğü gibi bu çok zahmetli ve olağanüstü emek isteyen bir işlemdir. Derleme Butterfly” adlı kitabını toplamda “2 Milyon Göz Kırpışla(!)” yazma başarısında bulundu. Septik şoktan dolayı ölümünden birkaç hafta sonra ise kitabı çok satanlar listesinde yerini aldı. Kitap aynı adla 2007 yılında bir filme de uyarlandı. Bauby aynı zamanda Fransa’da Locked-in Sendromu hastalarına ve ailelerine yardım etmek üzere bir dernek kurdu: « Association du locked-in syndrome» Gelişen teknoloji sayesinde hastalarla iletişim kurma açısından çok umut verici gelişmeler yaşanmaktadır. İnfrared göz hareket sensörüyle yönetilebilen cihazlar hastaların bir monitör üzerinden evdeki çeşitli aletleri yönetmelerini sağlar. Bunun dışında beyindeki konuşma merkezlerine elektrotların yerleştirilmesiyle geliştirilen gerçek zamanlı konuşma şansını insanlığa sunan umut verici cihazı, Guenther ve ark. Locked-in sendromlu bir hasta üzerinde denemişler ve başarılı sonuç elde etmişlerdir*21+. Yaşam Kalitesi Ancak bu yolla kitap yazma azmini gösteren hasta örnekleri de vardır. Jean Dominique Bauby, 43 yaşında beyin sapı inmesi sonucu Locked-in Sendromu’na yakalanmıştır. Kendisi ünlü bir moda dergisi editörüdür. Ancak olağanüstü azmi sonucu bahsettiğimiz iletişim yoluyla “The Diving Bell and The Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanıma göre yaşam kalitesi, “…kişinin yaşamdaki pozisyonunu nasıl algıladığıdır… Kişinin fiziksel sağlığına, psikolojik durumuna, çevre ilişkisine ve bağımsızlık derecesine bağlıdır…” Yapılan bu tanıma göre yaşam kalitesi tamamıyla kişinin kendi algısına bağlıdır. Bu tanımı vurgulamak adına Kübler ve ark. tarafından yapılan anket sonucuna bakacak olursak sonuç çok ilginçtir. Hasta yakınlarının, hastaları ve hastaların da kendilerini yaşam kalitesi bakımından puanlamaları istenmiş ve yapılan anketin sonucuna göre hasta yakınları hastalardan daha düşük Yaşam Kalitesi puanı vermişlerdir. Ayrıca tüm hastalar fiziksel yeterlilik düzeylerini “sıfır” olarak işaretlemişlerdir*22+. Bu sonuçlar bize hastanın ne kadar yakınında olsak da onun hissettiklerini anlamakta yeterince başarılı olamadığımızı göstermektedir. Terminal kanserli hastalara kıyasla yapılan incelemede ise LIS hastaları daha yüksek Yaşam Kalitesi (QoL) puanı vermişlerdir*23+. Locked-in Sendromlu bazı hastalar bir şekilde bazen intihar düşüncelerine sahip olabilmektedirler. Bu intihar düşüncelerinin nedenlerini araştıran Lulé ve ark., intihar düşüncelerini fiziksel ağrının varlığı ile 35 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi birlikte artan ve mental sağlığın algılanışıyla birlikte azalan şekilde bulmuşlardır.*2+ Sonuç Locked-in Sendromlu hastaların yaşam kalitesini arttırmak adına her geçen sene daha fazla yol kat edilmektedir. Bahsettiğimiz ve geliştirilmekte olan tüm teknolojik gelişmeler oldukça umut vericidir. Tüm bu umut verici teknolojik gelişmelere rağmen asla unutmamamız gereken şey, hastaları erken yoğun bakıma almanın ne derecede önemli olduğudur. Çünkü erken yoğun bakım, erken ve daha fazla düzelme ihtimalini oldukça arttırmaktadır. Tüm rehabilitif tıp uygulamaları kapsamında ayrıca hastalara toplumda aktif rol verilerek onların hayata bağlanması sağlanmalı ve yaşam kaliteleri arttırılmalıdır. Hastaların Yazdığı Kitaplar Karl Heinz Pantke : Locked In, Julia Tavalaro : Look Up For Yes, Jean Dominique Bauby : The Diving Bell and The Butterfly, Philippe Vigand : Only The Eyes Say Yes. Kaynaklar 1. Plum F. and Posner J.B. 1966. The diagnosis of stupor and coma. F.A. Davis Co. Philadelphia, Pennsylvania, USA. 197 pp. 2. Lulé D, Zickler C, Häcker S, Bruno MA, Demertzi A, Pellas F, Laureys S, Kübler A. Life can be worth living in locked-in syndrome. Prog Brain Res. 2009;177:339-51. 3. Bauer, G., Gerstenbrand, F., Rumpl, E.: Varieties of the locked-in syndrome. J. Neurol. 221, 77-91 (1979). 4. Darolles, M. (1875). Progres Médical, 3, 629. 5. Laureys, S., Pellas, F., Van Eeckhout, P., Ghorbel, S., Schnakers, C., Perrin, F., et al. (2005). The locked-in syndrome: What is it like to be conscious but paralyzed and voiceless? Progress in Brain Research, 150, 495–511. 6. Dehaene I, Dom R (1982) Mesencephalic locked-in syndrome. J Neurol 227:255-259. 7. Landi, A., Fornezza, U., De Luca, G., Marchi, M. and Colombo, F. (1994) Brain stem and motor-evoked responses in ‘‘locked-in’’ syndrome. J. Neurosurg. Sci., 38: 123–127. 36 Derleme 8. Inci, S. and Ozgen, T. (2003) Locked-in syndrome due to metastatic pontomedullary tumor–case report. Neurol. Med.Chir. (Tokyo), 43: 497–500. 9. Noor A. Pirzada, MD, Imran I. Ali, MD Central Pontine Myelinolysis. Mayo Clin Proc. 2001;76:559-562. 10. Acharya, V.Z., Talwar, D. and Elliott, S.P. (2001) Enteroviral encephalitis leading to a locked-in state. J. Child Neurol., 16:864–866. 11. Murphy, M.J., Brenton, D.W., Aschenbrener, C.A. and Van Gilder, J.C. (1979) Locked-in syndrome caused by a solitary pontine abscess. J. Neurol. Neurosurg. Psychiatry., 42:1062– 1065. 12. Kleinschmidt-DeMasters, B.K. and Yeh, M. (1992) ‘‘Locked-in syndrome’’ after intrathecal cytosine arabinoside therapy for malignant immunoblastic lymphoma. Cancer, 70:2504–2507. 13. Katz, R.T., Haig, A.J., Clark, B.B. and DiPaola, R.J. (1992) Long-term survival, prognosis, and life-care planning for 29 patients with chronic locked-in syndrome. Arch. Phys. Med. Rehabil., 73: 403–408. 14. Negreiros dos Anjos, M. (1984) ‘‘Locked in’’ syndrome following prolonged hypoglycemia. Diabetes Care, 7: 613. 15. Sandin, R.H., Enlund, G., Samuelsson, P. and Lennmarken, C.(2000) Awareness during anaesthesia: a prospective case study. Lancet, 355: 707–711. 16. Leon-Carrion, J., van Eeckhout, P., Dominguez-Morales Mdel,R. and Perez-Santamaria, F.J. (2002b) The locked-in syndrome: a syndrome looking for a therapy. Brain Inj., 16:571–582. 17. Patterson, J.R. and Grabois, M. (1986) Locked-in syndrome: a review of 139 cases. Stroke, 17:758–764. 18. Doble, J.E., Haig, A.J., Anderson, C. and Katz, R. (2003) Impairment, activity, participation, life satisfaction, and survival in persons with locked-in syndrome for over a decade: follow-up on a previously reported cohort. J. Head TraumaRehabil., 18:435–444. 19. Ebinger, G., Huyghens, L., Corne, L. and Aelbrecht, W. (1985)Reversible ‘‘locked-in’’ syndromes. Intensive Care Med., 11:218–219. 20. Patterson, J.R. and Grabois, M. (1986) Locked-in syndrome: a review of 139 cases. Stroke, 17: 758–764. 21. Guenther FH, Brumberg JS, Wright EJ, Nieto-Castanon A, Tourville JA, et al.(2009) A wireless brain-machine interface for real-time speech synthesis. PLoS One 4:e8218. 22. Kübler, A., Winter, S., Ludolph, A. C., Hautzinger, M., & Birbaumer, N. (2005). Severity of depressive symptoms and quality of life in patients with amyotrophic lateral sclerosis. Neurorehabilitation and Neural Repair, 19, 182–193. 23. Moons, P., Marquet, K., Budts, W., & De Geest, S. (2004). Validity, reliability and responsiveness of the ‘‘Schedule for the Evaluation of Individual Quality of Life-Direct Weighting’’ (SEIQoL-DW) in congenital heart disease. Health and Quality of Life Outcomes, 2, 27. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Çeviri Makale İMMUN VE METABOLİK REGÜLASYON ARASINDAKİ KARMAŞIK İLİŞKİ: MULTİPLE SKLEROZ PATOGENEZİNDE LEPTİNİN ROLÜ THE INTRICATE INTERFACE BETWEEN IMMUNE AND METABOLIC REGULATION: A ROLE FOR LEPTIN IN THE PATHOGENESIS OF MULTIPLE SCLEROSIS Dilara Ece Toprak, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü, 3. Sınıf Giuseppe Matarese, Claudio Procaccini, Veronica De Rosa ÖZET Son birkaç yılda, metabolizmada yer alan bir dizi molekülün aynı zamanda immun yanıtın düzenlenmesinde de rolü olduğu ortaya çıkmıştır.Bu bağlamda, adiposit kaynaklı bir hormon olan leptinin, bağışıklık yanıtının düzenlenmesinde normal olduğu kadar patolojik koşullarda da etkili olduğu gösterilmiştir.Nitekim leptin üretiminin azaldığı koşulların (genetik leptin eksikliği,anoreksia nevroza,malnütrisyon…) enfeksiyonlara eğilimi artırdığı ortaya konmuştur.Aksine,otoimmun hastalıklar gibi immunite bozukluklarının artmış leptin sekresyonu ve artmış proinflamatuar,patojenik sitokinlerle ilişkili olduğu saptanmıştır. Leptin,immun yanıt ile metabolik fonksiyonlar ve beslenme durumu arasındaki “kayıp halka” olabilir.Nitekim son zamanlarda, leptin eksikliği olan farelerin, multiple sklerozun bir hayvan modeli olan EAE dahil bir dizi deneysel olarak indüklenen otoimmun hastalığa dirençli oldukları kanıtlanmıştır (EAE: ExperimentalAutoimmunEncephalomyelitis: Deneysel OtoimmunEnsefalomyelit). Normal vahşi tip fareler, EAE indüksiyonuna bağlı artmış leptin sekresyonu göstermiş ve beyin inflamatuar infiltratlarında leptin pozitif çıkmıştır. Bunun yanı sıra, leptin antagonistleriyle leptin nötralizasyonu, EAE sürecinde iyileşme sağlamaktadır.Bunu ise, myelin reaktif T hücrelerinin intraselüler sinyallerini değiştirerek ve çatal başlı/kanatlı düzenleme faktörü olan 3+CD4+ regülatör T hücrelerinin sayısnı artırarak gerçekleştirmektedir.Bu verilere göre leptin; immun tolerans,metabolik durum ve otoimmunite arasındaki bağlantı olarak kabul edilebilir.Ve leptin yolağını engellemeye yönelik stratejiler, otoimmun hastalıkların tedavisine yönelik yeni adımlar olabilir. Anahtar Kelimeler: otoimmünite, multipl skleroz, Treg, Th1 ABSTRACT Over the last few years, a series of molecules known to play a function in metabolism has also been shown to play an important role in the regulation of the immune response. In this context, the adipocyte-derived hormone leptin has been shown to regulate the immune response in normal as well as in pathological conditions. More specifically, it has been shown that conditions of reduced leptin production (i.e., genetic leptin deficiency, anorexia nervosa, malnutrition) are associated with increased susceptibility to infections. Conversely, immune-mediated disorders such as autoimmune disorders are associated with increased secretion of leptin and production of proinflammatory, pathogenic cytokines. Leptin could represent the “missing link” among immune response, metabolic function, and nutritional status. Indeed, more recently, leptin-deficient mice have been shown to be resistant to a series of experimentally induced autoimmune disorders including experimental autoimmune encephalomyelitis (EAE), an animal model of multiple sclerosis. Normal wild-type mice show increased secretion of leptin in serum upon EAE induction, and brain inflammatory infiltrates stain positive for leptin. Finally, leptin neutralization with leptin antagonists improves the EAE course by profoundly altering intracellular signaling of myelin-reactive T cells and increasing the number of regulatory forkhead/winged helix transcription factor 3_CD4_ T cells. These data suggest that leptin can be considered as a link among immune tolerance, metabolic state, and autoimmunity and that strategies aimed at interfering with the leptin axis could represent innovative, therapeutic tools for autoimmune disorders. Keywords: autoimmunity , multiple sclerosis, Treg, Th1 37 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Çeviri Makale Giriş Organizmalar, biyolojik fonksiyonlarını sürdürebilmek için yeterli enerji desteğine ihtiyaç duyarlar.Enerji rezervleri, bir dizi fizyolojik ihtiyacın karşılanmasını sağlar ve fizyolojik sistemlere ustaca bölüştürülmelidir. Ayrıca bağşıklık sistemi de optimum fonksiyon gösterebilmek için yeterli ve dengeli enerji desteğine gerek duyar. Enerji rezervleri yeterli olmadığında, enfeksiyon ve ölüm riski en fazlayken; bir enerji aşırılığı olan obezite de aynı şekilde artmış enfeksiyon riski ve zor yara iyileşmesi ile ilişkildir. Leptinin keşfi, birtakım fizyolojik sistemleri etkileyen enerji erişilebilirliği kavramını anlamamızda temel bir adım olmuştur. Zira leptin, miktarı lipit dokudaki enerji deposunu yansıtan ve açlık ve aşırı yeme ile değişen adiposit kaynaklı bir hormondur. Leptinin incelenmesi; beslenme, metabolizma ve immun homeostazı birbirine bağlayan karmaşık ağı gözler önüne sermiştir. Leptin, temel olarak adipoz doku tarafından vücut yağ kitlesiyle orantılı olarak üretilir; ayrıca mide, iskelet kası ve plasentadan da az miktarda salınır. Leptinin önemli bir rolü, besin alımını engellemek suretiyle vücut ağırlığını düzenlemek ve termogenezi artırarak enerji harcamasını stimüle etmektir. Ancak son veriler leptinin sadece bir “yağ durum” sensörü olmadığını kanıtlamıştır. Nitekim, leptin eksikliği olan *obez (ob/ob)+ fareler ve leptin reseptör eksikliği olan * diabetes mellitus (db/db)+ fareler yalnızca obez değildir. Bu fareler aynı zamanda, leptinin üreme, hematopoiez, anjiyogenez, insulin sekresyonu, kemik metabolizması, lipit ve glukoz metabolizması ile “doğal ve edinilmiş bağışıklık” üzerindeki sekonder etkilerine bağlı bir dizi anormallik gösterir. Bir immunendokrin mediatör olarak leptin Leptin, insanda 7.kromozomda, farede ise 6.kromozomda lokalize "ob" geni tarafından kodlanan 16k-Da büyüklüğünde nonglikolize bir proteindir. İnsanda ve farede, ob genindeki mutasyonlar hiperfaji ve obezite ile ilişkili olduğu gibi, azalmış enerji sarfiyatından ve nöroendokrin, metabolik ve üreme sistemine ait disfonksiyonlardan da sorumludur. Serum leptin düzeyi, genellikle obez kişilerde daha yüksektir ve cinsiyete bağlı değişim gösterir; yaş ve kilo standardize edildiğinde kadınlarda erkeklerden 38 daha yüksektir. Leptin klasik olarak, beyinde enerji depolarındaki değişiklerle ilgili sinyaller oluşturarak besin alımı ve enerji tüketimini düzenleyen bir hormon olarak kabul edilir. Serum leptin düzeyi, direkt olarak vücut yağ depolarıyla koreledir; yağ birikimiyle artar, açlık ile azalır. Leptin gen ekspresyonu; insulin, glukokortikoidler, cinsiyet hormonları gibi pek çok faktör tarafıdan düzenlenir. İnsulin, beslenme sırasında artarak leptin sekresyonunu indükler ve açlık sırasında insulin seviyesinde oluşan azalma leptin seviyesine bir düşüşü de beraberinde getirir. Bunun yanı sıra glukokortikoidler de adiposit kültürlerinden leptin sekresyonunda insulin ile sinerjik biçimde çalışır. Leptinin glukokortikoidler üzerine etkisi ise genellikle tam tersidir. Ek olarak, leptin ekspresyonu; testosteron tarafından inhibe edilir, dişilik hormonlarınca arttırılır ve direkt olarak hipotalamohipofizer aksı, üreme sistemini, hematopoiezi ve anjiyogenezi etkiler. İmmun ve endokrin sistemin bağlantılarını gösteren pek çok çalışma mevcuttur. Leptin, immun ve endokrin sistem için ortak olan önemli bir mediyatördür. Bağışıklık sisteminde leptin, C-reaktif protein (CRP), IL-1 ve IL-6 ile birlikte bir erken akut faz reaktanı olarak işlev görür; inflamasyon, sepsis ve ateş sırasında yüksek miktarlarda üretilir ve TNF ve IL-1 gibi diğer inflamatuar mediatörlerce indüklenebilir. Ancak, bu bulgular pek çok sistemde kanıtlanmış olsa da, bazı çalışmalar, akut deneysel endotoksemi, yeni doğan sepsisi, HIV enfeksiyonu ve antiinflamatuar tedavi gibi pek çok inflamatuar durumda leptin seviyelerinde artış ile sonlanmamıştır. Leptinin nöroendokrin rolü en belirgin şekilde, açlıkta -açlıkta adipoz dokudan leptin üretimi aşikar biçimde düşer- ve cinsiye hormonlarının etkisi altında -östrojen leptin üretimini artırırken testosteron azaltır- görülür. Serum leptin düzeylerinin cinsiyete bağlı değişimi de leptin ve cinsiyet hormonları arasındaki ilişkinin göstergelerinden biridir. Zira serum leptin konsantrasyonu, benzer vücut yağ kitlesine sahip kadınlarda erkeklerden daha yüksektir. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Çeviri Makale Şekil-1: Leptin, efektör (Teff) ve regülatör T hücreler (Treg) üzerine etkü ederek Th1 hücre otoimünitesini düzenler. Yağ doku tarafından salınan Leptin Teff hücre çoğalmasını artırarak ve Treg yayılımını sınırlandırarak Th1 immünitesini kuvvetlendirir: Bu bir yandan immün toleransı yöneterek diğer yandan enfeksiyonları önleyerek Teff ve Treg hücreler arasında dengeyi sağlar. Kilo kaybına eşlik edeln leptin azalmasıyla Teff çoğalması azalır ve Treg hücre yayılımı artar. Bu durum Th1 immünitesinde down regülasyona ve enfeksiyonlara artmış yatkınlıkla ilişkili hücre aracılı otoimmün hastalıklara neden olur. Tersi olarak, artmış yağ doku Teff hücre artışı ve Treg hücre azalmasına neden olan fazla leptin salınımına yol açar. Bu pro-inflamatuvar immünitede ve hücre aracılı otoimmün bozukluklarda artışa neden olur. Adipositler ve lenfoid hücreler arasındaki fonksiyonel bağlantı ve anatomik komşuluk göz önüne alındığında, leptinin nöroendokrin ve immun sistem üzerinde etkileri olması şaşırtıcı bir durum değildir. Morfolojik olarak, lenf nodları, omentum, timus ve kemik iliği dahil lenfoid doku agregasyonları lipit doku ile ilişki içindedir. Yağ depoları sadece yapısal, metabolik ve ısı yalıtım fonksiyonları taşımaz; aynı zamanda immun sisteme immun cevabın sürdürülmesinde yardımcı bir mikro çevrenin oluşumundan da sorumludur. Lenfoid ve adipoz doku, özellikle adipokinler olarak bilinen ortak mediyatörleri sayesinde karşılıklı etkileşim içindedir. Adipokinler (leptin, adiponektin, kemokinler ve diğer inflamatuarsitokinler) adiposit kaynaklı moleküllerdir ve metabolizma ile immun homeostaz arasında bir köprü görevi görürler. Leptinin immun hücrelerdeki moleküler sinyalleri Leptinin üç boyutlu yapısı dört α-heliks demet motifi içeren bir sitokindir ve bu özelliğiyle IL-3 ve IL-6 sitokin ailesi ile benzerlik gösterir. Ayrıca leptin reseptörü (ObR) de sınıf I sitokin reseptör ailesinin bir üyesidir ve sitoplazmik parçasındaki farklı uzunluktaki eklentilerin bir sonucu olarak en az altı eklenme formuna sahiptir: OBRa, OBRb, OBRc, OBRd, OBRe ve OBRf. Leptin reseptörünün kısa formları birtakım non-immun dokularca eksprese edilir ve leptinin transportundan ve yıkılımından sorumludur. Uzun form leptin reseptörü ise, OBRb olarak tanınır ve hipotalamusta, iştahı, vücut ağırlığını ve kemik yoğunluğunu düzenleyen nöropeptid ve nörotransmitterlerin salınmasından sorumlu alanlarda eksprese edilir. Ayrıca ilginç olarak, endotel hücrelerinde, pankreas β hücrelerinde, yumurtalıkta, CD34+ hematopoietik 39 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi kemik iliği pekürsörlerinde, monosit ve makrofajlarda ve ayrıca T ve B hücrelerinde de OBRb ekspresyonu gerçekleşmektedir. Leptin bağlanmasından sonra, otove çapraz fosforilasyon ile OBRb ilişkili JAK2 aktiflenir ve reseptörün sitoplazmik bölgesindeki tirozin fosforillenir. Fosforillenmiş tirozin kalıntılarından dördü, STAT faktörleri (özellikle STAT3) gibi sitoplazmik adaptörler için tutunma bölgesi olarak hizmet görür. Distal membran tirozini, bir JAK2 substratı olan STAT3 için bir bağlanma yeridir. Bir sonraki dimerizasyondan sonra STAT3 nukleusa transloke olur ve sitokin sinyal 3 supressor proteininin (SOCS3) ve diğer genlerin ekspresyonunu indükler. SOCS3, fosforillenmiş tirozinlere bağlanarak leptin sinyalini inhibe eden bir döngüde yer alır. SRC homoloğu iki kısım içeren fosfataz 2, Tyr985 ve Tyr974'e bağlanır ve adaptör proteini büyüme faktörü reseptörüne bağlı protein 2 aracılığıyla ERK1/2 ve p38 MAPK yolaklarını aktifler ve sonuç olarak FOS ve JUN ekspresyonunu indükler. JAK2, leptin bağlanmasından sonra PI-3K 'nın aktivasyonundan sorumlu insulin reseptör substratı 1/2 proteinlerinin fosforilasyonunu sağlayabilir. Ayrıca Src'nin (bir RNA bağlayıcı protein, mitozda, RNA metabolizmasında ve PI-3K'nın etkinleştirilmesinde görev alır) aktive STAT3 ve PI3K'nın p85 alt birimine bağlanarak bir adaptör protein olarak fonksiyon gördüğü düşünülmektedir. ER membranı üzerinde lokalize olan fosfotirozin fosfataz 1B, OBRb kompleksinin içeriye alımından sonra JAK2'yi fosforilleyerek OBRb sinyal iletiminin inhibisyonuna katkı sağlar. Bağışıklıkta leptin Leptinin konjenital olarak eksik olduğu bireylerde çocukluk çağında enfeksiyona bağlı ölümlerin insidansı daha yüksektir. Rekombinant insan leptininin eksojen olarak verilmesi ile ise,konjenital leptin eksikliği olan çocuklarda, naif CD4CD45RA T hücrelerinin net sayısında artış ile proliferasyon yanıtları ve lenfositlerinden sitokin salgılama kapasitelerinde düzelme görülmüştür. Fareler üzerinde yapılan çalışmalar, leptinin santral ve periferik yolakları düzenleyerek immun sistemi direkt veya indirekt olarak etkilediğini göstermektedir. Leptinin edinsel bağışıklık yanıtı üzerindeki etkileri insan CD4+ T 40 Çeviri Makale hücrelerinde geniş çapta araştırılmıştır. Leptinin fizyolojik konsantrasyonlarının bir karışık lenfosit kültürüne eklenmesi doza bağımlı CD4+ T hücre proliferasyonunu artırmaktadır. Ancak leptinin insan naif (CD45RA+) ve bellek (CD45RO+) T hücrelerinin (her iki hücre de OBRb eksprese eder) sitokin üretimi ve proliferasyonu üzerindeki etkileri farklıdır. Leptin, bellek hücrelerinin proliferasyonunu minimal düzeyde etkilerken, naif T hücrelerinde proliferasyonu ve IL-2 üretimini başlatır ve T hücre yanıtının Th1 yönüne kaymasını sağlar. Leptinin edinel bağışıklıktaki diğer bir rolü de, ob/ob farelerde leptin eksikliğinin immunsupresyon ve timus atrofisiyle birlikte görülmesiyle aydınlatılmıştır (akut açlıkta gözlemlenen bulgulara benzer). Akut kalori kısıtlaması serum leptin konsantrasyonunda ani bir düşüşe neden olur. Bu düşüşe azalmış bir gecikmiş tip hipersensitivite yanıtı ve timus atrofisi eşlik eder ve tüm bu bulgular eksojen leptin verilmesi ile geri dönüşümlüdür. Ob/ob farelerdeki (veya vahşi tip, aç kalmış hayvanlardaki) timik atrofi en çok CD4+ ve CD8+ T hücreleri içeren timus korteksini etkiler. Leptin replasmanı ise bu hücrelerdeki apoptozisi azaltmaktadır. Leptinin in vitro koşullarda immun yanıt üzerine olan direkt etkisine rağmen, leptinin in vivo koşullarda da immun yanıtı etkileyip etkilemeyeceği hala büyük bir sorudur. Bu soruyu cevaplamak son derece zordur; çünkü leptini birçok endokrin yolağa bağlayan karmaşık bir etkileşim ağı mevcuttur. T hücrelerinin kendi glikojen depoları yoktur ve bu nedenle metabolik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ekstraselüler ortamdan glukoz alımına bağımlıdırlar. Leptin, T hücrelerinde ERK1/ERK2 ve PI-3K bağımlı yolakları doğrudan stimule ederek glukoz alımını artırır ve açlıkta bozulan T hücre fonksiyonlarını düzeltmeye yardım edebilir. Bu noktada leptine benzer diğer uzun zincirli helikal sitokinlerin de (IL3,IL-7 Ve IL-15) glukozun metabolizması ve alımı için öncül rol oynadıkları unutulmamalıdır. Doğal bağışıklıkta leptin, monosit ve makrofajların fagositoz aktivitesini ve bu hücrelerden LTB4,COX2,NO gibi proinflamatuar sitokinlerin salınımını artırır. COX2 ve NO’nun indüklenebilir formları da; inflamasyon, kemotaksis ve sitokin üretiminin düzenlenmesinde Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi etkilidir ve immun yanıtı belirgin şekilde güçlendirir. Bunun yanı sıra leptin nötrofil kemotaksisini ve oksijen radikallerinin salınımını (superoksit anyon ve hidrojen peroksit) indükler. Bu mediatörler, protein denatürasyonu, membran lipidleri, karbonidatlar ve nükleik asitleri hasara uğratmak suretiyle hücrelere kısmen zarar verebilir. Nitekim insan nötrofillerinde leptin, etkisini indirekt bir mekanizma üzerinden, muhtemelen monositlerden TNF salınımını arttırarak gösterir. Leptin ayrıca doğal katil (NK) hücrelerinin gelişimi ile in vitro ve invivo aktivasyonunu etkiler. Doğal katil hücreleri OBRb eksprese ederken, db/db fareler anormal NK hücre gelişiminden kaynaklanan defekte sahiptir. Leptinin normal bir periferal NK hücre havuzunun gelişimi ve sürdürülmesi üzerine muhtemel etkileri vardır. Ayrıca, OBRb’nin NK hücre fizyolojisindeki önemli bir rolü; STAT3 aktivasyonu, IL2 ve perforinin transkripsiyonu aracılığıyla doğal katil hücre sitotoksisitesini etkilemesidir. Son zamanlarda leptinin PKC ve NO bağımlı yolaklar aracılığıyla periferik monositlerden büyüme hormonu salınımını stimule ettiği gösterilmişitir. Leptinin büyüme hormonu prodüksiyonu üzerindeki etkisi, immun homeostazda önemli bir rol oynar. Zira bu sitokin benzeri hormonun bağışıklık yanıtı üzerinde, immun hücrelerin çoğalma ve sağ kalımlarını kontrol etme yetisi vardır. Otoimmunitede leptin: multipl skleroz’daki (ms) muhtemel rolü MS, merkezi sinir sisteminin kronik, immun aracılı inflamatuar bir hastalığıdır. Hayvanlarda en son çalışılan MS modeli, deneysel otoimmun ensefalomyelittir (ExperimentalAutoimmuneEncephalomyelitis, EAE). Bu modelde; duyarlı fare türleri, temel myelin proteinine (Major Basic Protein, MBP) karşı kendi antijenleri ile immunize edilerek MSS komponenetlerine karşı otoimmunite geliştirmeleri sağlanmaktadır. Hastalık, beyin ve omuriliğe girip çıkan ve MSS’deki myelin tabakalarını zedeleyen otoreaktif T hücreleriyle karakterizedir ve kronik veya ataklarla seyreden paraliziler ile sonuçlanır (kullanılan antijene ve farenin türüne göre değişir). Myelin reaktif Th1 CD4+ hücrelerin bu hastalığı indüklediği ve/veya Çeviri Makale transferinde rol aldığı uzun süredir bilinmektedir. EAE’deki inflamatuar MSS lezyonlarında da Th1 kaynaklı sitokinler armış durumdadır. Aksine, Th2 kaynaklı sitokinler ise EAE’nin iyileşme süreciyle ve bu hastalıktan korunmayla ilişkili bulunmuştur. Leptinin EAE’nin indüklenmesi ve ilerlemesi ile ilgisi bulunduğu gösterilmiştir. Lepin eksikliği bulunan fareler EAE gelişimine karşı dirençlidirler. Leptinin eksojen olarak verilmesi bu direnci kırar ve immun yanıtı Th2 yönünden Th1’e ve IgG1’den IgG2 izotipine doğru kaydırır. Benzer şekilde, duyarlı C57BL/6J vahşi tip farelerde leptin, IFN-γ salınımını ve IgG2 sentezini artırarak hastalığı kötüleştirir. Serum leptin düzeyindeki bir dalgalanma EAE’nin klinik belirtilerinin ortaya çıkmasıyla paraleldir. Serum leptin seviyesinde oluşan bir pik, inflamatuar anoreksia, kilo kaybı ve myeline karşı patolojik T hücre yanıtı gelişmesini beraberinde getirir. EAE’li farede MSS’ye sızan lenfomononükleer infiltratlar; aktif, inflamatuar lezyonlarda in situ leptin üretimi olduğunu göstermektedir. Bu durum leptinin kayda değer lokal bir kaynağına işaret etmektedir. EAE dirençli farelerde ise sistemik ve in situ leptin sekresyonu yoktur. Bu veriler ışığında leptinin, EAE modeliyle oluşturulan MS’teki MSS inflamasyonu ile ilişkili olduğu söylenebilir. Aslında De Rosa ve ark. tarafından yapılan son çalışmalar, leptin nötralizasyonunun (anti leptin mAb ile) aktif olarak indüklenen veya pasif transferle oluşturulan EAE’nin klinik belirtileri, ilerlemesi ve ataklarında düzelme sağlayabildiğini göstermiştir. Bu etki, proteolipid protein 139-151 peptidine karşı gecikmiş tip hipersensitivite reaksiyonunun inhibisyonu, myelin antjenlerine karşı CD4+ T hücre yanıtında azalma ve IL4 ve IL-10 üretiminde artma ile ilişkilidir. Leptin nötralizasyonu yapılan farelerin CD4+ T hücrelerinde de çatalbaşlı/kanatlı heliks transkripsiyon faktörü 3 (Foxp3; regülatör T hücrelerinin selektif markerı, immun toleransın kontrolünde önemli bir hücre alt grubu) ekspresyonu da artmış; fenotip düzenleyici tarafa yönelmiştir. Biyokimyasal zeminde, leptin nötralizasyonu ile oluşturulan T hücre hipoaktivitesi; anerji faktör kinaz inhibitörü p27 (p27Kip-1)’nin aktivitesinin azaltılmasında kusur ve ERK1/2 ve STAT6 tirozin fosforilasyonuda artış ile açıklanabilir (STAT6; IL-4 transkripsiyonunun 41 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi artırılmasında ve EAE’de klasik Th2/regülatör tip sitokin cevabı ile ilgili bir faktör). Tedaviye henüz başlanmamış MS hastalarının serum ve BOS’taleptin seviyelerinde artış rapor edilmiştir. Bu durum, BOS’taki IFN-γ sekresyonuyla doğru ve dolaşımdaki düzenleyici T hücre (Treg) yüzdesi ile ters orantılı bulunmuştur. Düzenleyici T hücreleri, effektör T hücreleri tarafından oluşturulan immun yanıtın baskılanmasında etkilidirler ve MS hastalarında, sağlıklı kontrol grubuna nazaran azalış düzeydedir. Diğer bir önemli nokta da periferik Treg hücre sayısının, MS hastalarında serum leptin düzeyleriyle ters korelasyon içinde olmasıdır; ki bu düzenleyici T hücre sayısı ile leptin sekresyonu arasında bir bağlantı olduğunu göstermektedir. Regülatör T hücrelerinin timusta üretilidği göz önünde bulundurulduğunda, periferde sentezlenen leptinin mi yoksa peritimik yağ dokusunda üretilen leptinin mi Treg hücrelerinin üretim ve fonksiyonunda, dolayısıyla otoimmunite eğiliminde etkili olduğu bilinmemektedir. Henüz açıklığa kavuşturulamamış olan bu soru şu anki pek çok araştımanın konusudur. Yine de, leptin sekresyonunun MS’in akut fazında artmış olması BOS’ta IFN-γ sentezi ile ilişkilidir ve MS’in patogenezi ve hastaların klinik takibi açısından ilgi çeken bir bulgudur. Daha önce de belirtildiği üzere MS hastalarının serum ve BOS leptin düzeylerindeki artış, vücut kitle indeksiyle korelasyon göstermez. Öte yandan BOS’taki leptin artışı serumdakinden daha yüksektir. Bu durum, MSS’de sekonder bir in situ leptin sentezi mi vardır ve/veya artmış sistemik üretime bağlı olarak kan-beyin bariyerinden artmış bir leptin geçişi mi söz konusudur, sorularını doğurmaktadır. Aktif MS lezyonlarından alınan Th1 lenfositlerde yapılan mikroarray gen analizleri, immunendokrin aksa ait, leptin dahil birçok genin transkripiyonunda artış göstermektedir. Pek çok T hücre aracılı otoimmun hastalıkta olduğu gibi MS’te de immun yanıtın Th1 yönüne polarize olmasıyla birlikte, leptin transkripsiyonu da artar. Öte yandan aktif EAE lezyonlarında inflamatuar T hücreleri ve makrofajların çevresinde leptinin in situ sekresyonunda artış gözlenmiştir. MS’li hastaların BOS’larında artmış leptin 42 Çeviri Makale düzeyleri, inflamatuar hücrelerin bizzat yol açtğı bir durum olabilir. Zira MS hastalarına ait insan myelin temel proteinine (hMBP) spesifik otoreaktif T hücreleri ile yapılan çalışmalar, bu hücrelerin aktivasyonlarından sonra leptin sentezlediklerini ve leptin reseptör ekspresyonunu stimule ettiklerini göstermiştir. Leptin antikorları ve leptin reseptör blokerleri, hMBPspesifik T hücre klonlarının antijen ile uyarılma sonucu verdikleri proliferatif yanıtı azaltmaktadır; ki bu durum, otoreaksiyonu baskılayan bu otokrin yolağın temelinde leptin bazlı bir müdahale yer alabileceğine işaret eder. Son olarak, IFN-β ile tedavi edilen MS hastalarında atak öncesi serum leptin düzeylerinde artış gösterilmiştir. Yine son çalışmalarda, leptinin MS hastalarında, hastalığın akut fazında periferik monositlerdenin vitro TNF-α, IL-6 ve IL-10 sekresyonunu engellediği, hastalığın stabil evrelerinde ise bir etkisi olmadığı rapor edilmiştir. Ayrıca, MS hastalarında nöbet sırasında T hücrelerinde ObR miktarı artmıştır ve bu artış fosfor -STAT3 seviyelerindeki artışla ilişkilidir. Tüm bunlar göz önüne alındığında, anlaşılmaktadır ki; leptin MS’teki nöroantijenleri hedef alan patojenik (otoreaktif) Th1 yanıtının oluşumunda rol alan birçok inflamatuar faktörden biridir. Düşük serum leptininin yardımcı T hücrelerinin aktivasyonunu ve timüs fonksiyonlarını bozarak enfeksiyonlara eğilimi artırdığı varsayılmaktadır. Öte yandan, leptin Th1 aktivasyonunu artırıcı etkisi ile EAE, tip 1 diabet ve antijen aracılı artrit gibi deneysel olarak indüklenen birçok otoimmun hastalığa eğilimi artırmaktadır. Leptinin birtakım otoimmun koşullardaki rolünü tam olarak ortaya koyabilmek için daha daha fazla deneysel kanıta ihtiyaç vardır. Buna rağmen bu alandaki yeni çalışmaların bu konuda birçok yeni bilgiye kapı açması bile son derece heyecan vericidir. Bu bağlamda, leptinin adipoz doku ve nöroendokrin sistemden köken alan ve hem besin alımı ve metabolizmada hem de bağışıklık sisteminde rolü olan çok sayıda faktörden yalnızca biri olduğu belirtilmelidir. Bu mediatörler adiponektin, visfatin, nöropeptid Y ve ghrelindir. Özellikle ghrelinin, leptin tarafından indüklenen inflamatuar sitokin salımı Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi üzerindeki anti-inflamatuar etkisi homeostazdaki güçlü etkisi ilgi çekicidir. Çeviri Makale ve timik Regülatör T hücreleri ve leptin Geçen yüzyılın sonlarına doğru otoimmuniteyi engelleme yeteneği olan bir grup hücre: regülatör T (Treg) hücreleri tanınmıştır. Treg hücreleri immunaktaivasyonu baskılamada dominant bir role sahiptirler, dolayısıyla self-tolerans ve homeostazda kritik mediatörlerdir. Otoimmuniteyi baskılama işlevi olan olan bu hücre alt grubunu daha iyi tanımlamak için gösterilen çabalar, IL-2Rα zincirinin temel üreticisi olan CD4+ T hücrelerinin supresör aktivite yönünden son derece zengin hücreler olduğu tanısıyla sonuçlanmıştır. Doğal kaynaklı bu CD4+ CD25+ Treg hücreler, self-toleransın T hücre aracılı sağlanmasında en iyi adaylar olmuşlardır. İn vitro olarak T hücre reseptör cross-linking işlemi uygulanan Treg hücreler, IL-2 üretimi yapamamakta; ancak effektör T hücrelerinin sitokin üretimini ve proliferatif yanıtını baskılayabilmektedirler. Ancak bu in vitro anerji, daha kompleks bir in vivo aktivasyona ters düşer. Edinilmiştransfer deneyleri Treg hücrelerinin kendilerini yenileme yetenekleri olduğunu göstermektedir; son derece az sayıda Treg hücresi transferi otoimmüniteye karşı uzun süren koruma sağlar. Ek olarak; Treg hücreleri, spesifik T hücre reseptörü (TCR) stimülasyonundan veya genetik olarak Treg hücre eksikliği olan farelere transferinden sonra, lenfopenik koşularda sağlam MHC sınıf II bağımlı proliferasyon yeteneği gösterir. Yüksek konsantrasyonlu IL-2 antijen spesifik Treg hücrelerinin antijenizasyonu ve kolonizasyonunu sağlar- varlğında TCR ve CD28 ilavesinden sonra Treg hücre populasyonun yayılımı üzreine in vitro bir protokol geliştirilmiştir. İn vitro ortamdaki beligin anerjilerine rağmen Treg hücre popülasyonu in vivo ortamda ciddi gelişim yeteneğine sahiptirler ve daha önce yapılan anerjik hücre tanımı bu bağlamda yanıltıcıdır. Foxp3 sentezi CD25+Treg hücreler başta olmak üzere düzenleyici aktivitesi olan diğer CD25- T hücrelerinde de görülmektedir. Bu transkripsiyon faktörünün, bu hücre grubunun fonksiyonu ve gelişimi ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Foxp3, Treg hücrelerinin doğal oluşumunda şimdiye kadar tanımlanmış en kesin markerdır. İnsanın ölümcül otoimmun hastalığı olan “X ‘e bağlı, poliendokrinopati, enteropati, immundisfonksiyon”un nedeni olarak, Foxp3’ü kodlayan gende mutasyonların tanımlanması ve kendiliğinden mutasyona sahip bir farede aynı hastalığın analogunun gösterilmesi, bu alanda önemli bir buluştur ve Treg hücrelerin fonksiyonel kökeni üzerine daha sonra yapılan çalışmalar yön vemiştir. Son zamanlarda yapılan çalışmalar, leptinin insanın doğal olarak oluşan Foxp3+, CD4+, CD25+ Treg hücrelerinin çoğamasında negatif bir sinyal olabileceğini göstermiştir. Taze izole edilmiş Treg hücreler leptin üretir ve yüksek miktarlarda ObR eksprese eder. Anti-CD3 ve anti-CD28 stimulasyonu sırasında leptinin, leptin monoklonal antikoru (mAb) ile in vitro nötralizasyonu, IL-2 bağımlı bir Treg hücre proliferasyonu ile sonlanmaktadır. Leptin mAb varlığında çoğalan Treg hücrelerde Foxp3 ekspresyonu artmış ve hücreler baskılayıcı özelliğini korumuştur. Etki, ObR aracılı leptin sinyaline sekonder gelişir. Leptin nötralizasyonu, Treg hücrelerin anerjik durumunu tersine çevirir; bu durum siklin bağımlı p27Kip-1’in azaltılması ve ERK1 ve ERK2’nin fosforilasyonu ile gerçekleşir. Tüm bu bulgular, leptin nötralizasyonunun in vitro ortamda Treg hücrelerin yayılımı üzerine önemli bir etkiye sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Obezite ve leptin: inflamasyon ve adipoz doku arasındaki köprü Leptinin kritik bir rolü olduğunun genetik olarak kanıtlanması ve besin alımını kontrol ederek anoreksijenik yolaklar üzerindeki güçlendirici etkisi, çok güçlü ve anlamlı bir sisteme ışık tutmuştur. Leptin sinyal yolağında bir aksama olması halinde kemirgenlerde ve insanlarda şiddetli ve devamlı hiperfaji görülmekte; ancak bu durum yağ doku kitlesinin aşırı artması halinde de değişmemektedir. Bu durumda, diğer adiposit kökenli sinyaller de besin alımının adiposit aracılı düzenlenmesinde en azından yardımcı bir etkiye sahip olmalıdır. Obezite ve onunla ilgili metabolik patolojiler, en yaygın ve zararlı metabolik hastalıklardır ve yetişkin popülasyonunun %50’sinden fazlasını etkilemektedir. Bu durumlar, 43 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi anormal sitokin prodüksyonu, artmış akut faz reaktanları ve inflamatuar sinyal yolaklarının aktivasyonuna; yani doğal bağışıklık yanıtının artmasına yol açar. Ve kronik inflamatuar durumlar baş gösterir. Bu bağlantı, en azından deneysel hayvan modellerinde, hiç de yersiz değildir; zira bizzat obezitenin kendisiyle veya insulin direnci, tip 2 diabet ve kardiovasküler hastalıklar gibi onunla yakından ilgili durumlarla tutarlılık gösterir. Obezite varlığında ortaya çıkan infamatuar yanıtın ilgi çekici özelliklerinden biri de bilhassa adipoz dokuda tetiklenmesi ve gerçekleşmesidir; ancak metabolik açıdan önemli diğer yerler de hastalığın ilerleyişi ile bu inflamatuar sürece katılırlar. Obezite ve komplikasyonları çerçevesinde; inflamatuar yanıtın zamansal ve uzaysal nitelikleri, metabolik disregülasyondan sorumlu hedef hücreler ve altta yatan moleküler mekanizmalar cevap bekleyen kritik sorular olarak kalmıştır. Adipositlerin metabolik yolaklardaki etkisi net olarak bilinse de, inflamasyondaki rolü tam olarak açıklanamamıştır. Adipositlerin ve monosit ve makrofajlar gibi çeşitli tip immun hücrelerin benzer etkiler gösterdiği ortaya konmuştur. Leptin ise, obezitede görülen adipoz doku yoğunluğu ve inflamasyon arasındaki en önemli bağlayıcı mediatördür. İnsanda, nicelik olarak değil ama işlevsel olarak lepin eksikliğinin görüldüğü temel durum obezitedir; zira obezitede, artmış serum leptin düzeyleri sonucu santral ve periferik leptin direnci gelişmektedir. Epidemiyolojik çalışmalar, obez hastalarda enfeksiyonların, özellikle solunum yolları ve üriner sistemdeki enfeksiyonların, arttığını ifade etmektedir. Bu süreçte; vücut yağ miktarındaki aşırı artış sonucunda akciğer ventilasyonundaki ve böbreklerden idrar çıkışındaki değişmeler gibi pek çok faktörün etkisi vardır. Bir diğer faktör ise, CD4+ T hücrelerinde eksprese edilen leptin reseptörlerinde duyarsızlaşmadır; artmış leptin seviyesi, bir süre sonra T hücreleri tarafından leptin eksikliği olarak algılanır. Özet olarak; obezite, doğal bağışıklığın (makrofaj sistemi) düşük dereceli, kronik aktivasyonuna neden olur; bu aktivasyon obeziteye paralel gelişen insulin direnci, tip 2 diabet ve ateroskleroz gibi patolojik koşullarla ilişkilidir. Bunun yanı sıra leptin direncini 44 Çeviri Makale takiben değişen T hücre aktivitesi ve artan enfeksiyon eğilimi de yine obezitenin bir sonucudur. Sonuç olarak, tartışmanın bir can alıcı noktası da obezite ve otoimmun hastalıkların ilişkili olup olmadığıdır. Şu anda, bu konu üzerine yeterli miktarda güçlü ve geniş çaplı epidemiyolojik çalışma olmadığından, çok kesin sonuçların varlığından söz edilemez. MS hastalarında vücut kitle indeksinin arttığı gösterilmiştir. Ancak bu durumun, tedavide kullanılan besin alımını ve yağ kitlesini artırabilecek ilaçlardan (kortikosteroidler,IFN-β) veya nöromusküler zayıflama sonucu gelişen fiziksel aktivite azlığından kaynaklanıp kaynaklanmadığı net değildir. Bu konuyu hedef alan daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğu kesindir. Sonuçlar Üstte bahsi geçen konulardan hareketle,metabolik durum ile immun toleransı kontrol eden Treg hücre yanıtı arasında sıkı bir bağlantı olduğu sonucuna varılabilir.Leptin,bir yandan Th1 yanıtını indükleyip bir yandan da Treg hücre aktivitesini baskılayan proinflamatuar bir sitokindir.Bu nedenle leptin, kendi antijenine veya yabancı antijenlere karşı abatılı immunoinflamatuar yanıta ve hatta otoimmunite risk faktörleriyle (genetik yatkınlık, HLA, çevre…) biraraya geldiğinde otoimmuniteye yol açan bir mediatördür.Leptin, metabolik durum ve Treg hücreler arasındaki ilişkiyi otoimmun hastalıklara eğilim açısından net olarak tanımlayacak yeni çalışmalara gereksinim vardır.Bu bağlamda Fontana ve ark. tarafından yapılan son çalışmalar, kalori kısıtlaması ve bunu izleyen serum leptin düzeyinde azalmanın, insanlarda immuninflamatuar parametreleri (IL-6,CRP gibi) belirgin şekilde azaltabildiğini göstermiştir; ki bu da beslenme müdahaleleri ile inflamatuar yanıtların baskılanabileceğini düşündürür.Bunun yanı sıra,farelerde akut açlığın veya mAb ile leptin nötralizasyonunun, IL-4 ve IL-10 sekresyonunu artırarak EAE’nin gelişimi,ilerlemesi ve nörolojik belirtileri üzerine iyileştirici etkisi gösterilmiştir.Leptin antagonistlerinin benzer şekilde endometriozisli farede peritonealinflamasyonu azaltması da,leptin sinyallerini hedef alan stratejilerin ileride immun ve Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi otoimmun yanıtın baskılanmasında olabileceğinin kanıtıdır. Çeviri Makale yardımcı Kaynaklar 1. Samartin, S., Chandra, R. (2001) Obesity, overnutrition and the immune system. Nutr. Res. 21, 240–243. 2. Friedman, J. M., Halaas, J. L. (1998) Leptin and the regulation of body weight in mammals. Nature 395, 763– 770. 3. Matarese, G., La Cava, A., Sanna, V., Lord, G. M., Lechler, R. I., Fontana, S., Zappacosta, S. (2002) Balancing susceptibility to infection and autoimmunity: a role for leptin? Trends Immunol. 23, 182–187. 4. Chehab, F. F., Lim, M., Lu, R. (1996) Correction of the sterility defect in homozygous obese female mice by treatment with the human recombinant leptin. Nat. Genet. 12, 318–320. 5. Bennett, B. D., Solar, G. P., Yuan, J. Q., Mathias, J., Thomas, G. R., Matthews, W. (1996) A role for leptin and its cognate receptor in hematopoiesis. Curr. Biol. 6, 1170– 1180. 6. Sierra-Honigmann, M. R., Nath, A. K., Murakami, C., Garcı´a-Carden˜a, G., Papapetropoulos, A., Sessa, W. C., Madge, L. A., Schechner, J. S., Schwabb, M. B., Polverini, P. J., Flores-Riveros, J. R. (1998) Biological action of leptin as an angiogenic factor. Science 281, 1683– 1686. 7. Ducy, P., Amling, M., Takeda, S., Priemel, M., Schilling, A. F., Beil, F. T., Shen, J., Vinson, C., Rueger, J. M., Karsenty, G. (2000) Leptin inhibits bone formation through a hypothalamic relay: a central control of bone mass. Cell 100, 197–207. 8. Zhang, Y., Proenca, R., Maffei, M., Barone, M., Leopold, L., Friedman, J. M. (1994) Positional cloning of the mouse obese gene and its human homologue. Nature 372, 425– 432. 9. Landman, R. E., Puder, J. J., Xiao, E., Freda, P. U., Ferin, M., Wardlaw, S. L. (2003) Endotoxin stimulates leptin in the human and nonhuman primate. J. Clin. Endocrinol. Metab. 88, 1285–1291. 10. Orbak, Z., Ertekin, V., Akay, F., Ozkan, B., Ors, R. (2003) Serum leptin levels in neonatal septicemia. J. Pediatr. Endocrinol. Metab. 16, 727–731. 11. Bornstein, S. R., Preas, H. L., Chrousos, G. P., Suffredini, A. F. (1998) Circulating leptin levels during acute experimental endotoxiemia and antiinflammatory therapy in humans. J. Infect. Dis. 178, 887–890. 12. Koc¸, E., Ustu¨ndag˘, G., Aliefendiog˘lu, D., Ergenekon, E., Bideci, A., Atalay, Y. (2003) Serum leptin levels and their relationship to tumor necrosis factor-_ and interleukin-6 in neonatal sepsis. J. Pediatr. Endocrinol. Metab. 16, 1283– 1287. 13. Yarasheski, K. E., Zachwieja, J. J., Horgan, M. M., Powderly, W. G., Santiago, J. V., Landt, M. (1997) Serum leptin concentrations in human immunodeficiency virusinfected men with low adiposity. Metabolism 46, 303–305. 14. Zhang, F., Basinski, M. B., Beals, J. M., Briggs, S. L., Churgay, L. M., Clawson, D. K., DiMarchi, R. D., Furman, T. C., Hale, J. E., Hsiung, H. M., Schoner, B. E., Smith, D. P., Zhang, X. Y., Wery, J. P., Schevitz, R. W. (1997) Crystal structure of the obese protein leptin-E100. Nature 387, 206–209. 15. Tartaglia, L. A., Dembski, M., Weng, X., Deng, N., Culpepper, J., Devos, R., Richards, G. J., Campfield, L. A., Clark, F. T., Deeds, J., Muir, C., Sanker, S., Moriarty, A., Moore, K. J., Smutko, J. S., Mays, G. G., Wool, 898 Journal of Leukocyte Biology Volume 84, October 2008 http://www.jleukbio.org E. A., Monroe, C. A., Tepper, R. I. (1995) Identification and expression cloning of a leptin receptor, Ob-R. Cell 83, 1263–1270. 16. Tartaglia, L. A. (1997) The leptin receptor. J. Biol. Chem. 272, 6093– 6100. 17. Park, H. Y., Kwon, H. M., Lim, H. J., Hong, B. K., Lee, J. Y., Park, B. E., Jang, Y., Cho, S. Y., Kim, H. S. (2001) Potential role of leptin in angiogenesis: leptin induces endothelial cell proliferation and expression of matrix metalloproteinases in vivo and in vitro. Exp. Mol. Med. 33, 95–102. 18. Lord, G. M., Matarese, G., Howard, J. K., Baker, R. J., Bloom, S. R., Lechler, R. I. (1998) Leptin modulates the Tcell immune response and reverses starvation-induced immunosuppression. Nature 394, 897–901. 19. Sa´nchez-Margalet, V., Martı´n-Romero, C., SantosAlvarez, J., Goberna, R., Najib, S., Gonzalez-Yanes, C. (2003) Role of leptin as an immunomodulator of blood mononuclear cells: mechanisms of action. Clin. Exp. Immunol. 133, 11–19. 20. Banks, A. S., Davis, S. M., Bates, S. H., Myers, M. G. (2000) Activation of downstream signals by the long form of the leptin receptor. J. Biol. Chem. 275, 14563–14572. 21. Bjørbaek, C., Buchholz, R. M., Davis, S. M., Bates, S. H., Pierroz, D. D., Gu, H., Neel, B. G., Myers Jr., M. G., Flier, J. S. (2001) Divergent roles of SHP-2 in ERK activation by leptin receptors. J. Biol. Chem. 276, 4747–4755. 22. Sweeney, G. (2002) Leptin signaling. Cell. Signal. 14, 655–663. 23. Martin-Romero, C., Sanchez-Margalet, V. (2001) Human leptin activates PI3K and MAPK pathways in human peripheral blood mononuclear cells: possible role of Sam68. Cell. Immunol. 212, 83–91. 24. van den Brink, G. R., O’Toole, T., Hardwick, J. C., van den Boogaardt, D. E., Versteeg, H. H., van Deventer, S. J., Peppelenbosch, M. P. (2000) Leptin signaling in human peripheral blood mononuclear cells, activation of p38 and p42/44 mitogen-activated protein (MAP) kinase and p70 S6 kinase. Mol. Cell Biol. Res. Commun. 4, 144–150. 25. Ozata, M., Ozdemir, I. C., Licinio, J. (1999) Human leptin deficiency caused by a missense mutation: multiple endocrine defects, decreased sympathetic tone, and immune system dysfunction indicate new targets for leptin action, greater central than peripheral resistance to the effects of leptin, and spontaneous correction of leptin mediated defects. J. Clin. Endocrinol. Metab. 84, 3686– 3695. 45 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi 26. Farooqi, I. S., Matarese, G., Lord, G. M., Keogh, J. M., Lawrence, E., Agwu, C., Sanna, V., Jebb, S. A., Perna, F., Fontana, S., Lechler, R. I., DePaoli, A. M., O’Rahilly, S. (2002) Beneficial effects of leptin on obesity, T cell hyporesponsiveness, and neuroendocrine/metabolic dysfunction ofhuman congenital leptin deficiency. J. Clin. Invest. 110, 1093–1103. 27. Howard, J. K., Lord, G. M., Matarese, G., Vendetti, S., Ghatei, M. A., Ritter, M. A., Lechler, R. I., Bloom, S. R. (1999) Leptin protects mice from starvation induced lymphoid atrophy and increases thymic cellularity in ob/ob mice. J. Clin. Invest. 104, 1051–1059. 28. Lord, G. M., Matarese, G., Howard, J. K., Lechler, R. I. (2001) The bioenergetics of the immune system. Science 292, 855–856. 29. Frauwirth, K. A., Riley, J. L., Harris, M. H., Parry, R. V., Rathmell, J. C., Plas, D. R., Elstrom, R. L., June, C. H., Thompson, C. B. (2002) The CD28 signaling pathway regulates glucose metabolism. Immunity 16, 769–777. 30. Khaled, A. R., Durum, S. K. (2002) Lymphocide: cytokines and the control of lymphoid homeostasis. Nat. Rev. Immunol. 2, 817–830. 31. La Cava, A., Matarese, G. (2004) The weight of leptin in immunity. Nat. Rev. Immunol. 4, 371–379. 32. Caldefie-Chezet, F., Poulin, A., Tridon, A., Sion, B., Vasson, M. P. (2001) Leptin: a potential regulator of polymorphonuclear neutrophil bactericidal action? J. Leukoc. Biol. 69, 414–418. 33. Caldefie-Chezet, F., Poulin, A., Vasson, M. P. (2003) Leptin regulates functional capacities of polymorphonuclear neutrophils. Free Radic. Res. 37, 809– 814. 34. Siegmund, B., Lear-Kaul, K. C., Faggioni, R., Fantuzzi, G. (2002) Leptin deficiency, not obesity, protects mice from Con A-induced hepatitis. Eur. J. Immunol. 32, 552–560. 35. Zhao, Y., Sun, R., You, L., Gao, C., Tian, Z. (2003) Expression of leptin receptors and response to leptin stimulation of human natural killer cell lines. Biochem. Biophys. Res. Commun. 300, 247–252. 36. Tian, Z., Sun, R., Wei, H., Gao, B. (2002) Impaired natural killer (NK) cell activity in leptin receptor deficient mice: leptin as a critical regulator in NK cell development and activation. Biochem. Biophys. Res. Commun. 298, 297–302. 37. Dixit, V. D., Mielenz, M., Taub, D. D., Parvizi, N. (2003) Leptin induces growth hormone secretion from peripheral blood mononuclear cells via a protein kinase C- and nitric oxide-dependent mechanism. Endocrinology 144, 5595– 5603. 38. Williams, K. C., Ulvestad, E., Hickey, W. F. (1994) Immunology of multiple sclerosis. Clin. Neurosci. 2, 229– 245. 39. Matarese, G., Di Giacomo, A., Sanna, V., Lord, G. M., Howard, J. K., Di Tuoro, A., Bloom, S. R., Lechler, R. I., Zappacosta, S., Fontana, S. (2001) Requirement for leptin in the induction and progression of autoimmune encephalomyelitis. J. Immunol. 166, 5909–5916. 46 Çeviri Makale 40. Sanna, V., Di Giacomo, A., La Cava, A., Lechler, R. I., Fontana, S., Zappacosta, S., Matarese, G. (2003) Leptin surge precedes onset of autoimmune encephalomyelitis and correlates with development of pathogenic T cell responses. J. Clin. Invest. 111, 241–250. 41. De Rosa, V., Procaccini, C., La Cava, A., Chieffi, P., Nicoletti, G. F., Fontana, S., Zappacosta, S., Matarese, G. (2006) Leptin neutralization interferes with pathogenic T cell autoreactivity in autoimmune encephalomyelitis. J. Clin. Invest. 116, 447–455. 42. Matarese, G., Carrieri, P. B., La Cava, A., Perna, F., De Rosa, V., Aufiero, D., Fontana, S., Zappacosta, S. (2005) Leptin increase in multiple sclerosis associates with reduced number of CD4_CD25_ regulatory T cells. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 102, 5150–5155. 43. Lock, C., Hermans, G., Pedotti, R., Brendolan, A., Schadt, E., Garren, H., Langer-Gould, A., Strober, S., Cannella, B., Allard, J., Klonowski, P., Austin, A., Lad, N., Kaminski, N., Galli, S. J., Oksenberg, J. R., Raine, C. S., Heller, R., Steinman, L. (2002) Gene-microarray analysis of multiple sclerosis lesions yields new targets validated in autoimmune encephalomyelitis. Nat. Med. 8, 500–508. 44. Batocchi, A. P., Rotondi, M., Caggiula, M., Frisullo, G., Odoardi, F., Nociti, V., Carella, C., Tonali, P. A., Mirabella, M. (2003) Leptin as a marker of multiple sclerosis activity in patients treated with interferon-_. J. Neuroimmunol. 139, 150–154. 45. Tilg, H., Moschen, A. R. (2006) Adipocytokines: mediators linking adipose tissue, inflammation and immunity. Nat. Rev. Immunol. 6, 772–783. 46. Dixit, V. D., Yang, H., Sun, Y., Weeraratna, A. T., Youm, Y. H., Smith, R. G., Taub, D. D. (2007) Ghrelin promotes thymopoiesis during aging. J. Clin. Invest. 117, 2778–2790. 47. Sakaguchi, S., Sakaguchi, N., Asano, M., Itoh, M., Toda, M. (1995) Immunologic self-tolerance maintained by activated T cells expressing IL-2 receptor_-chains (CD25). Breakdown of a single mechanism of self-tolerance causes various autoimmune diseases. J. Immunol. 155, 1151–1164. 48. Fisson, S., Darrasse-Je`ze, G., Litvinova, E., Septier, F., Klatzmann, D., Liblau, R., Salomon, B. L. (2003) Continuous activation of autoreactive CD4_ CD25_ regulatory T cells in the steady state. J. Exp. Med. 198, 737–746. 49. Fontenot, J. D., Gavin, M. A., Rudensky, A. Y. (2003) Foxp3 programs the development and function of CD4_CD25_ regulatory T cells. Nat. Immunol. 4, 330–336. 50. Gavin, M. A., Clarke, S. R., Negrou, E., Gallegos, A., Rudensky, A. (2002)Homeostasis and anergy of CD4(_)CD25(_) suppressor T cells in vivo. Nat. Immunol. 3, 33–41. 51. Klein, L., Khazaie, K., von Boehmer, H. (2003) In vivo dynamics of antigen-specific regulatory T cells not predicted from behavior in vitro. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 100, 8886–8891. 52. Brunkow, M. E., Jeffery, E. W., Hjerrild, K. A., Paeper, B., Clark, L. B. Yasayko, S. A., Wilkinson, J. E., Galas, D., Ziegler, S. F., Ramsdell, F. (2001) Disruption of a new forkhead/winged-helix protein, scurfin, results in the fatal Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi lymphoproliferative disorder of the scurfy mouse. Nat. Genet. 27, 68–73. 53. Chatila, T. A., Blaeser, F., Ho, N., Lederman, H. M., Voulgaropoulos, C., Helms, C., Bowcock, A. M. (2000) JM2, encoding a fork head-related protein, is mutated in X linked autoimmunity-allergic disregulation syndrome. J. Clin. Invest. 106, R75–R81. 54. Sakaguchi, S. (2005) Naturally arising Foxp3-expressing CD25_CD4_ regulatory T cells in immunological tolerance to self and non-self. Nat. Immunol. 6, 345–352. 55. De Rosa, V., Procaccini, C., Calı`, G., Pirozzi, G., Fontana, S., Zappacosta, S., La Cava, A., Matarese, G. (2007) A key role of leptin in the control of regulatory T cell proliferation. Immunity 26, 241–255. 56. Heilbronn, L. K., Campbell, L. V. (2008) Adipose tissue macrophages, low grade inflammation and insulin Çeviri Makale resistance in human obesity. Curr. Pharm. Des. 14, 1225– 1230. 57. Amar, S., Zhou, Q., Shaik-Dasthagirisaheb, Y., Leeman, S. (2007) Dietinduced obesity in mice causes changes in immune responses and bone loss manifested by bacterial challenge. Proc. Natl. Acad. Sci. USA 104, 20466– 20471. 58. Giesser, B., Beres-Jones, J., Budovitch, A., Herlihy, E., Harkema, S. (2007) Locomotor training using body weight support on a treadmill improves mobility in persons with multiple sclerosis: a pilot study. Mult. Scler. 13, 224–231. 59. Fontana, L., Eagon, J. C., Trujillo, M. E., Scherer, P. E., Klein, S. (2007) Visceral fat adipokine secretion is associated with systemic inflammation in obese humans. Diabetes 56, 1010–1013. 47 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Ropörtaj Kardelen Akın, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü, 2. Sınıf Haluk Kerim Karakullukçu, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü, 1. Sınıf Dergimizin bu sayısında Fakültemiz Genel Cerrahi Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu ile Minimal invaziv Cerrahi üzerine röportaj yaptık. Kendisine bize gösterdiği ilgi için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Prof. Dr. Tayfun Karahasanoğlu 6 Ekim 1963 Trabzon doğumlu, ilkokul, ortaokul ve liseyi Trabzon’da okumuş, 1986’da İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştur. İhtisasını yine Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yapan Tayfun Karahasanoğlu, ihtisas eğitiminin sonunda Londra’ya giderek Laparoskopik Cerrahi alanında kendini geliştirmiştir. Yine Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Doçent ve Profesör olan Tayfun Karahasanoğlu evli ve iki çocuk babasıdır. Tıp fakültesini isteyerek mi seçtiniz? Yine bu zor sorular.(Gülüşmeler) Hayır isteyerek seçmedim. O zamanlar o kadar farkında değildim. Ben 1980 yılı tıp fakültesi girişliyim. Türkiye’de 1980 yılı önemli bir yıl. İhtilal oldu. 1979 yılında meslek seçiminden daha çok, ülkenin sorunlarıyla ilgilendiğimizi sanıyorduk. O yüzden çok düşünmemiştim. Ailem seçti ama seçtikten sonra çok sevdim. Tıp fakültesi seçmeseydiniz ne seçerdiniz peki? Seçtikten sonra pek düşünmedim bu soruyu. Ama yine tıp seçerdim. Çünkü çok seviyorum doktorluğu. Mezun olduktan sonra neden genel cerrahi dediniz? Şöyle söyleyeyim: İnsanları çok seviyorum. Birinci nedeni bu. İnsanlarla ilgili her şeyden 48 hoşlanıyorum. Sadece onları tedavi etmekten değil; onların farklı yaşam şekillerini, geçmişten bugüne nasıl geldiklerinden öğrenmekten, tarihten ve insanlarla ilgili birçok şeyden hoşlanıyorum. Bu yüzden insanlara bu şekilde yakın olmak hoşuma gidiyor. İkinci olarak; özellikle son 20 yıl içinde çok hızlı değişim gösteren alanlardan birisi genel cerrahi. Şöyle anlatayım. 1900-1990 arasında, 90 yılda elbette ki genel cerrahide değişiklikler oldu; ama 1990’dan sonra çok hızlı değişti. Gündelik yaşantımızda bile böyle. Teknoloji de çok gelişti. Bu sürede biz de o değişimin içerisinde olduk. Değişmek ve değiştirmek şansı bulduk. Bu da çok keyifliydi. Minimal invaziv cerrahinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi 1990’lı yıllara kadar bir insanı ameliyat etmenin tek yolu, insanın karnında açılan uzunlukları 8-10 ile 60-70 cm arasında değişen kesilerdi. Yurtdışında 1988 yıllarında; Türkiye’de de 19911992 yıllarında laparoskopik cerrahi başladı. Laparoskopik cerrahide, aynı işlemleri hastanın karnında oluşturulan 1cm uzunluğundaki 4-5 kesiden yapmaya başladık. 2 yıl önce de biraz daha değişim başladı. Sadece göbeğin içerisinden tek delikten. Bu arada bunlarla eş giden robotik cerrahi de yapmaya başladık. Geleceğin cerrahi yöntemi de doğal açıklıkları kullanarak, doğal açıklıklardan girerek yapılan cerrahi. Ağız, mesane, vajina, kalın bağırsak içi vb. Belki bu robotla da kombine edilecek. Belki de tek portla… Şu anda ileriyi tam kestirmemiz mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim endüstri çok destekliyor bu sektörü. Benim gördüğüm, endüstrinin desteği alındığı zaman çok şeyin değişeceğidir. Bir çocuk da hayal kurar ama hayalleri gerçek olmaz, çünkü arkasında endüstri desteği yoktur. Son yıllarda bizde de karın içindeki organların hemen hemen hepsininin ameliyatlarını laparoskopik yapmaya başladık. 1990’lardan beri hızlı bir değişim oldu diyorsunuz. Bir hekim olarak bu değişimin gerisinde kalmamak için çabalamak gerek tabii ki. Bu konuda bir hekim neler yapabilir ? Kesinlikle çabalamak gerek. Benim asistanlığım zamanında (o zamanki hocalara haksızlık yapmak istemiyorum) bir bilgiye ulaşmak çok zordu. Bilgisayar yoktu. Mesela benim 1995 yılında Dis Colon Rectum’da bir yazım yayınlanmıştı. Hem benim için hem de Türkiye için önemli bir yazıdır. Ama o yazıyı yazabilmek için inanılmaz yayın taraması yaptım. İnanılmaz eziyet çektim. Amerika’daki bir arkadaşa yayınları yalvar yakar getirttik. Oysa bugün hepimiz oturuyoruz. Burada internetten yarım saatte alıyoruz. Bu beraberinde şunu getirdi: Yurtdışı ile aramızdaki farkı kapattı. Eskisi gibi değil. Eskiden birçok şey yurtdışında başlar, Türkiye’de uygulanması daha uzun zaman alırdı. Kongre izlemek eskisi gibi değil. Yurtdışına gitmek gerekmiyor. Birkaç gün içinde kongre Ropörtaj sunumlarına ulaşabiliyorsunuz. Kitaplara ulaşmak çok kolay. Takip etmek isteyen için çok kolay. Önceki jenerasyondan şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Şu anda Türkiye’de ve dünyada genel cerrahinin durumu nedir? Türkiye’deki genel cerrahi uluslar arası standartlara erişmiş durumda mı? Bu çok zor bir soru. Çok fazla boyutu var. Türkiye’de iyi insanlar da var , kötü insanlar da. Amerika’da da İngiltere’de de vardır. Sanırım yurtdışında bu alt ve üst değerler birbirine daha yakın. Burada uçlar daha fazla. İhtisasını aldıktan sonra bu bilgilerle meslek hayatını tamamlayan meslektaşlarımız var. Amerika’da böyle değil. Mezuniyet sonrası eğitim daha iyi. Bu nedenle insanlar sürekli kendini geliştirebiliyorlar. Ekonomi daha iyi. Hastahaneler hekimleri zorunlu olarak eğitime gönderiyor. Burada bir hekim 50 yıl boyunca bir kongreye gitmese bile kimse sormaz niye gitmediğini. Ya da kimse onun bilgisini değerlendirmez. Orada daha farklı. Bilimsel çalışmalarınız için konu seçerken sizi kendi ilgi alanınız mı yönlendiyor; yoksa dönemin bilimsel trendlerinden de etkileniyor musunuz ? İlgi alanım. Tabii ki söyle söyleyeyim. Sonuçta ilgi alanım o günkü koşullara göre belirleniyor. Mesela bugün son yıllardaki çalışmalarımızın büyük bir bölümü laparoskopik cerrahi, tek port cerrahi robotik cerrahi… Bunlar zaten cerrahi içerisinde son 15 yılın yükselen değerleri. Dolayısıyla, ilgi alanı gündelik gelişmelerin çok da dışında olmaz. Ülkemizdeki genel cerrahi asistanlığı eğitimini nasıl buluyorsunuz? Yeterli düzeyde eğitim veriliyor mu ? Çok kötü. (duraksıyor) Bence genel cerrahi asistanlık eğitimi rezalet! Öğrenci eğitimi de benzer. Tamamen kişisel çabalara bırakılıyor. Toplantılar yapılıyor ama bu sorun aşılamıyor. Sorun süre ile ilgili değil. Niteliği değiştirmek lazım. 49 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Tıp eğitimine 1980 yılında Cerrahpaşa’da başlamışsınız. Şimdiki tıp eğitimi ile kendi dönemizdeki tıp eğitimini kıyaslayabilir misiniz? Daha iyi olduğunu sanmıyorum. Eskiden de çok iyi değildi ama şöyle bakmak lazım.. Teknolojide, insan hayatında birçok değişiyor. Öğrenci eğitiminin de daha iyi olmasını beklersiniz. St. Mary’s Hospital’da (Londra/İngiltere) yurtdışı deneyiminiz olmuş. Bu deneyim size neler kattı? Benim hayatımda çok önemli bir dönemdir o. Ben oraya laparoskopik cerrahi için gittim. Gittiğim zaman Türkiye’de laparoskopik cerrahi uygulanmıyordu. Ben oradayken başladı. Yurtdışı ile burası arasında çok fark var. Türkiye’de insanlar kendi krallıklarını kurup tamamen bu krallıklar içinde yaşayabiliyor. Orada bir sistem var. krallıklar varsa bile o sistem insanları kendi istediği şekilde yönlendiriliyor. Bunu öğrenme şansım oldu. Gittiğim merkez o zamanlar önemli 3-4 merkezden biriydi. Başlangıçta hayal gibi geldi. Türkiye’de yapılmayan laparoskopik ameliyatları görme şansı buldum. Hayatımda çok şey değiştirdi. Oradayken cerrahinin klasik konvansiyonel açık cerrahisinin geride kalacağını, değişeceğini gördüm. Sadece bilgi ortamı değil; düşünce ortamı da beni geliştirdi mi diyorsunuz yani? Farklı şeyler öğreniyorsunuz, sadece bilgi değil. Bizim gittiğimiz yıllarda bir asistan, bir yıl kıdemli bir asistanın ya da bir hocanın yanında konuşamazdı. Soru sorsa terslenirdi. Zaten Türkiye düşünmekten hoşlanılan bir ülke değil maalesef. Orada ise bireysel düşüncenin ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Bir asistan kliniğin en tepesindeki kişiye “Hayır sen yanlış düşünüyorsun” diyebilir. Burada ise farklı düşündüğünü bile yüz kere kıvırarak söyler. Bence herkesin bunları gidip farklı bir yerde görmesi lazım. Bir cerrah olarak, hastalarınız ile iletişim kurmak ve onların güvenini kazanmak için neyi ön 50 Ropörtaj planda tutarsınız? Bu konuma gelene kadar nasıl bir yoldan geçtiğinizi sizi örnek alacak arkadaşlarımıza anlatıp bizlere de bu konuda öneriler verir misiniz? Bu konuda özel bir çaba sarf etmiyorum ben, hakikaten. Hastalara kendi birinci dereceden yakınım, eşim, annem, babam, kardeşim gibi yaklaşıyorum. Ailemden birine ne yapacaksam onlar için de aynı şeyi yapmaya çalışıyorum. Bunu yaptığınız zaman hasta hissediyor. Hasta için önemli olan şey, onun sorunlarına onun sorunlarına sahip çıkacağınızı ve sonuna kadar birlikte yürüyeceğinizi hissetmesi. Onu hissederse zaten sizinle beraber oluyor. Hissetmezse siz alanınızda çok iyi olsanız bile bir sürü sorun çıkıyor. Türkiye’de bilimsel dergi çıkarılmasına öncülük yaptığınız biliniyor. Peki Türkiye’deki dergicilik anlayışını uluslararası standartlar açısından değerlendirebilir misiniz? Türkiye’de çok önemli konulardan birisi bu. Bir ara YÖK, doçent ve profesör atamaları için uluslar arası dergilerde yayın gerekliliği çıkarttı. Bence bu iyi bir şey ama bu beraberinde şunu da getirdi. Kimse yurtiçine yazı yazmamaya başladı. Mesela benim son 10 yıl içerisindeki yazılarımın çoğu yurtdışına yazdıklarımdır. Yurtiçine yazdıklarımın çoğu da benden rica ettikleri içindir. Yurtiçindeki dergilerin kaliteli yazı bulamaması büyük bir sorun. Herkes kaliteli yazısını yurtdışına gönderiyor. Haliyle dergi kalitesi düşüyor ve dergilerimiz uluslararası atıf indekslerine giremiyor. Bu konularda düzenleme yapmak lazım. Daha yeni yeni düşünülen bir konu bu. Yakın zamanda “Da Vinci” adlı ameliyat robotu ile obez bir hastayı ameliyat ettiniz. Robot cerrahisinin kullanım alanı ve laparoskopik cerrahiye katkıları hakkında neler söylemek istersiniz? Şöyle düşünün. Açık cerrahide hasta üzerinde bir alanda çalışıyoruz diyelim. Uygun açıyı bulamazsak yer değiştirmek zorunda kalıyoruz. Bazen o da yeterli olmuyor karşıdaki asistana Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi veriyoruz makası. “sen şurayı keser misin?” diyoruz. Laparoskopik cerrahide ise birkaç delikten giriyoruz ve tek noktadan aynı cisme yaklaşıyoruz. Bazı bölgeler ulaşamakta güçlük çekebiliyoruz. İkinci olarak da iki boyutlu görebiliyoruz. “Da Vinci”nin birinci avantajı, robotun üç boyutlu olması. Avatar filmi gibi düşünün. İkinci olarak; mesela elimizi kaç derece döndürebiliriz? Sınırlı. Ancak 270 derece. Ama robot 540 derece dönüyor. Her yöne çalıştığı için insan elinin yapabileceğinden daha fazla fonksiyon sağlıyor. Üçüncü büyük avantajı ise cerrahinin geleceğinde transvajinal transluminal ya da göbek deliğinden yapılan ameliyatlar var. Bizim bu konuda 4 tane yayınımız var. Bu ameliyatlar hasta için iyi, çünkü iz bırakmıyor. Ama mesela cerrah için çok zor. Çünkü daracık bir yerde üç dört alet birbiriyle çakışıyor. Amerika’da yapılan ve onay bekleyen bir robot var. Tek delikten girip dışarıda cerrahın rahatça işini yapmasını sağlıyor. Cerrah masada oturarak konforla da aynı işi yapabilir. Ropörtaj Laparoskopik olarak yapılması da gold standarttır. Bugün reflüsü olan hastalar bu ameliyat mutlaka laparoskopik olarak uygulanır. Biz tek port olarak yaptık bu ameliyatı. Ama tek port cerrahide en önemli sorun, bizim çalışma alanı üzerine karaciğer düşüyordu. Karaciğeri asmak için bir yöntem geliştirdik, bu yönteme de “İstanbul Yöntemi” dedik. Burada yöntemden çok kliniğimizin geçmişi ve Rudolf Nissen’i hatırlatması önemli. Yöntemin kendisi de önemli ama bu anlamı daha büyük. Çocuklarınızın olduğunu öğrendik. Aralarında tıbbı seçmeyi düşünen var mı ? Yok, oğlum zaten Messi olmayı düşünüyor. (Gülüşmeler) Kararı kendilerinin vermelerinin isterim ama yine de doktor olmalarını istemem. Biz belli bir dalgayı yakaladık, şanslıydık; ama şimdi doktorluk yapmak çok zor bu ülkede. İnsanların, bakanlığın bakışı; çok şey istenmesi ve çok az şey verilmesi… Sosyal ilgi alanlarınızdan da bahseder misiniz? Hazır konu göbek delikliğinden yapılabilen ameliyatlara gelmişken, siz de Dünya tıp litaratürüne “İstanbul Ameliyatı” olarak geçen ameliyatı sayın Hamzaoğlu ile beraber yaptınız. Bu ameliyat hakkında bize biraz bilgi verebilir misiniz? Kitap okumayı çok seviyorum. Çok yoğun çalıştığım için seçerek okuyorum. Tarih okuyorum. Tıp tarihi, siyaset tarihi, insanlık tarihi. 18-20 yaşlarda merakım buydu. Onun dışında fırsat buldukça kayak yapıyorum ama çok vaktim olmuyor. Gece ona onbire kadar çalışıyorum. Bu ameliyatın bizim kliniğimiz açısından şöyle bir önemi var. Bu kliniğin kurucularından Rudolf Nissen, bugün reflü ameliyatlarında en çok yapılan “Nissen Ameliyatını” bulan kişi. 2. Dünya Savaşı’nda önce Atatürk’ün kucak açtığı Alman bilim adamlarından birisi. Yahudi kendisi. Türkiye’ye geliyor ve okulumuzdaki saatli binanın dizaynını falan ayarlıyor. İlk kez Nissen ameliyatını burada yapıyor. Sonra ilerleyen yıllarda Amerika’ya gidiyor. Nissen ameliyatı bugün reflü cerrahisinde gold standart bir ameliyattır. Mesleğiniz kendinize vakit ayırmanıza engel mi oluyor? Oluyor. Çok çalışıyorum. 18 yaşındaki Tayfun gelse; bugünkü tayfunu döver. (Gülüşmeler.) “Daha fazla sosyalleş” der. Bize kendisi ile ropörtaj yapma şansını tanıyan Sayın Tayfun Karahasanoğlu’na ve yardımlarından dolayı Asistan Dr. Erman Aytaç’a ve İntern Dr. Yasin Yılmaz’a teşekkür ederiz. 51 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Kitap Köşesi BİR CERRAHIN ANILARI- TARIK MİNKARİ Merve Hazal Yılmaz, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 3. Sınıf Cerrahpaşa Tıp Fakultesi’nde okumak doktor olmaya karar vermiş her bir öğrenci için müthiş bir gururdur. İnsan burada cok ceşitli vakalar görmenin yanı sıra belki başka fakültelerde cok nadir olan bir fırsatla da karsı karsıyadır: En tecrubeli ellerden, en doğru ve eksiksiz bilgiyi hem de her bir ders her bir anabilimdalı için ayrı ayrı aldığından emindir, şüphe etmez. Her biri alanında en başarılı olmayı başarmış olan hocalarımız her zaman bilgileriyle guven verir. Sadece bilgi sahibi oldukları için değil ama bunun yanı sıra derin tecrubeleriyle de saygı uyandırırlar. Işte bu muthiş hocalardan biri de Tarık Minkari’ydi. Tam olarak çıkaramadınız kim olduğunu belki, çünkü hiçbirimiz onun derslerine yetişemedi ama hiç değilse amfilerimizden birinin onun adını taşıdığı düşünülürse, bu isim elbette tanıdık gelmeli. İşin aslı sevgili arkadaslar, yakın zamanda vefat eden (7 Ekim 2010) hocamız adı amfilere verilerek yaşatılmayı hakeden bir cerrahtan cok daha otesidir. Profesor Dr. Tarık Minkari etkileyici akademik kariyeri ve cerrahlık yaşamının dışında mizah dolu kalemiyle edebiyat dünyasında da kendine güzel bir yer edinmiş Cerrahpaşalı bir hocadır. 52 6 yıllık tıp eğitimimiz süresince bir cok profesorden dersler alıyoruz, bu sekilde edindiğimiz bilgilerle dünyanın en zor meslekleri listesinde başı cekmeye her daim hazır olan doktorluğa hazırlanmaya calısıyoruz. Acaba doktorluğu zor yapan tanı koymanın çetrefilliği ya da tedavinin imkânsızlıkları mı sadece? Bana kalırsa bizim mesleğimizi güç hale getiren en önemli unsurlardan biri de insanlarla iletişim kurmak! Tam da bu sorunlar üzerine yılların tecrubesine sahip bir cerrahın anılarını dinlemek istemez miydiniz? Üstelik bu anılar okulumuzda yaşanmıs bizlere tanıdık gelecek bir sürü öğeyle süslenmişken. Onca hastayla, hasta yakınıyla yaşanmıs enteresan anlar, hikâyeler; kimi zaman komik, kimi zaman çileden cıkaran, kimi zaman trajik ama hep hastalara ait, hep bir ucuyla bize dokunan anılar. Yıllarca, hele de Cerrahpaşa gibi engin bir hastanede edinilmiş o tecrübelerden bir nebze haberdar olabilmek -hele de bu hikâyeler okudukca guldurmeyi basarabilecek bir mizah anlayısıyla yazılmıssa- hiç de fena bir fikir değil! Tarık Minkari bir sürü kitaba imza atmış ancak aralarından öyle kitaplar varki, hocanın Cerrahpaşa’da kadro alabilmek için çektiği sıkıntılardan tutun meslektaşlarıyla yaşadığı çekişmelere, darbe günlerinde öğretim üyelerinin yaşadıklarından, ilk kez 1976da yürürlüğe sokulmaya calışılmış “Tam Gün Yasası” ile ilgili görüşlerine, bizler için ilgi çekici birçok ayrıntıyı içeriyor. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Kitap Köşesi oluşuyor: ilk kısımda daha çok yakın dostu olmayı başarmış meslektaşlarıyla ilgili anıları anlatırken, ikinci kısımda cerrahpaşada beraber çalıştığı meslektaşları ve hocaları (Burhanettin Toker, Adnan Salepçioğlu, Fahri Arel gibi bize tanıdık gelebilecekler ve daha birçokları) ile ilgili yazılarıyla kafamızda çizdiği portreleri görüyoruz. Ve son bölüm de emekliliği için adına düzenlenen törenlede yapılmış konusmalardan oluşuyor. “Bir Cerrahın Anıları” adlı kitabı 1993te basılmış. Özellikle hastalarla olan ilişkilerin komik-öğretici olarak aktarıldığı anılara dayanan kısa hikâyelerden oluşan ve kesinlikle kendisini okutan bir kitap. “Anılar Portreler Tören” adlı bir diğer kitabı ise 1994 yılında yaynılanmış ve 3 bölümden Kitapları okurken kafanızda derin bir dünya görüşüne sahip olabilmiş, hayatı neşeli anlar halinde birktirmiş ve aynı zamanda mesleğinde saygı duyulan disiplinli ve çok başarılı bir cerrah canlanıyor. Çok tatlı bir dille yazılmış olan bu kitaplar kimi zaman eleştiren kimi zaman babacan bir tavırla öğreten ama genellikle tebessüm ettirmeyi amaçlayan akıcı diliyle bir tıp öğrencisi tarafından okunmayı kesinlikle hakediyor! 53 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Müzik Köşesi EUROVISION ŞARKI YARIŞMASI TARİHİ İnt. Dr. Mehmet Gökhan Çulha, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü Eurovision Şarkı Yarışması (İngilizce: Eurovision Song Contest; Fransızca: Concours Eurovision de la Chanson), Avrupa Yayın Birliği (EBU)'nin her yıl Avrupa ülkeleri arasında düzenlediği dünyanın en ünlü ve uzun soluklu şarkı yarışmasıdır. 1956'da başlayan Eurovision macerası, San Remo Şarkı Festivali'nde doğdu. 24 Mayıs 1956'da İsviçre'nin Lugano kentindeki Kursaal Theatre'da gerçekleştirilen ilk gecede Hollanda, İsviçre, Belçika, Almanya, Fransa, Lüksemburg ve İtalya yarıştılar. Gecenin birincisi Lys Assia'nın söylediği "Refrain" şarkısı ile İsviçre oldu. sanatçıyı seçerek beste siparişi vermeyi tercih ediyor. Televote (televizyon oyu), 1997'de ilk kez uygulamaya konulan ve 2003 yılından itibaren de yarışmaya katılan tüm ülkeler için zorunluluğu olan bir kural. 2004 yılında katılım önceki yıllara göre yüksek olduğu için, 12 Mayıs'ta yarı final ve 15 Mayıs'ta final olmak üzere, Eurovision tarihinde ilk kez iki aşamalı olarak gerçekleştirildi. Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması'na ilk defa 1975 yılında büyük bir merak ve heyecanla katıldı. Elemeler aylarca sürmüş, televizyonlar günlerce yarışan şarkıları dinletmişti. Nihayetinde Semiha Yankı'nın seslendirdiği "Seninle Bir Dakika" Eurovision'da yarışan ilk şarkımız oldu. Eurovision Şarkı Yarışmasının yapılmasında ana amaç ülke televizyonları arasında ortak canlı yayın yapabilme kabiliyetini gerçekleştirme ve kaliteyi arttırmaktır. Türkiye yarışmaya 1978'de ikinci defa katıldı, 1979'da son anda yarışmadan çekildi. 1993 yarışmasında son 5'e kalan ülkeler 1994 finaline katılamadığından Türkiye 1994'te Eurovision Şarkı Yarışması'nda yer alamadı. Diğer bütün yıllarda Eurovision'da yarıştı. Bugüne değin İrlanda tam 7 kez birinci olarak en çok kazanan ülke oldu. En çok ev sahipliği yapan ülke ise 5 birinciliği bulunan Birleşik Krallık'tır. Tam 8 defa ev sahipliği yapmıştır. 1986'da Klips ve Onlar grubunun "Halley" parçasıyla dokuzunculuk başarısından sonra nihayet 1997'de Şebnem Paker'in seslendirdiği "Dinle" şarkısı ile üçüncülük zaferini elde ettik. EBU'nun tahminine göre Eurovision, her yıl ortalama 400 ile 600 milyon izleyici tarafından izlenmekte ve bu sayı her yıl giderek artmaktadır. Ülkelerin çoğu Eurovision'a göndereceği şarkıyı seçmek için her yıl ulusal yarışma düzenliyor ve şarkının belirlenmesi için halk oylamasına başvuruyor. Buna karşın bazı ülkeler doğrudan TRT, 2003 yılında radikal bir karar alarak Sertab Erener'e yarışması için teklif götürdü. Erener, Demir Demirkan ile ortak besteledikleri "Everyway That I Can" adlı şarkıyla Riga'daki 48. Eurovision Şarkı Yarışması'nda birinci gelerek Türkiye'nin bu konudaki makus talihini yenmesini sağladı. Böylece Türkiye, 2004 Eurovision Şarkı Yarışması'na ev sahipliği yapmış oldu. Türkiye, şu 54 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi ana kadar katıldığı bütün yarışmaların finaline kalabilmiştir. Sertap Erener- Eurovision şarki yarişması 2003 Daha sonra 2000'li yıllarda önceki yılların aksine ilk ona birçok kez girmeyi başardık. 2004 yılında Athena, "For Real" şarkısı ile ülkemize Müzik Köşesi dördüncülüğü getirdi. 2007 yılında Türk pop müziğinin en büyük yıldızlarından olan Kenan Doğulu ve şarkısı "Shake It Up Şekerim" ile Helsinki'de yarıştık ve yarışmaya dördüncü tamamladık. 2008 yılında yapılan Eurovision Şarkı Yarışması'nda Mor ve Ötesi grubu yedinci oldu. 2009'da Hadise "Düm Tek Tek" adlı şarkısıyla dördüncü oldu. 2010'da maNga "We Could Be The Same" adlı şarkısı ile Türkiye'ye ilk defa 2.lik kazandırdı. Eurovision'da ülkemizi Nilüfer, Ajda Pekkan, Neco, maNga, MFÖ, Seyyal Taner, Sibel Tüzün, Kenan Doğulu, Kayahan, Mor ve Ötesi ve Hadise gibi ünlü sanatçılarımız temsil ederken Semiha Yankı, Ayşegül Aldinç, Candan Erçetin, Arzu Ece, Demet Sağıroğlu, İzel, Reyhan Karaca, Şebnem Paker ve Tuğba Önal gibi genç isimler de yarışma sayesinde ünlendiler. 55 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Rehberlik ERASMUS İdil Hancı, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü, 5. Sınıf gerekiyor. Sınava girmek için Erasmus başvuru tarihi süresince başvuru formunu doldurup Cerrahpaşa Öğrenci işlerine teslim etmeniz gerekiyor. Başvuru formunda gitmek istediğiniz ilk üç üniversiteyi sıralıyorsunuz, bu sıralama çok da önemli değil, sonrada değiştirilebiliyor. Forma yazdığınız ülkelere göre yabancı dil sınavına hangi dil veya dillerden gireceğiniz belirleniyor. Bu konu şimdiye kadar dergimizin farklı sayılarında çok defa yazıldı, tartışıldı. Ben 11 ayını Almanyada Erasmus öğrencisi olarak geçirmiş biri olarak size Erasmus programıyla ilgili daha önce yazılmamış olan karar ve başvuru aşamalarını objektif bir şekilde aktarmaya çalışacağım. Başvuru ve karar süreci, yabancı dil sınavı, hibeler Erasmus programına katılabilmek için öncelikle az da olsa yabancı dil bilginizin olması gerekiyor, çünkü Erasmus programıyla gitmek istediğiniz eğitim yılının öncesindeki nisan ayında İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü’nde yabancı dil sınavına giriyorsunuz, bu sınavlardan geçmek için almanız gereken puan 100 üzerinden 50. Yabancı dil sınavları genelde gitmek istediğiniz ülkenin dilinde oluyor, yalnızca Çek Cumhuriyeti ve Polonya İngilizce eğitim verdikleri için, bu ülkelere gidebilmek için İngilizce sınavına girmeniz 56 Gitmek istediğiniz ülkenin dilinde her hangi bir dil yeterliliği belgeniz (TOEFL vs) olup olmaması fark etmiyor, sınava girmeniz zorunlu. Çünkü bu puanlarınız maddi destek (hibe) alıp almayacağınıza karar vermek için kullanılıyor. Fakülte not ortalamanız 25 ile çarpılıp, buna yabancı dil sınavında aldığınız not ekleniyor. Aynı şekilde İstanbul Üniversitesinden Erasmus başvurusu yapmış herkes için aynı hesaplama yapılıp fakülte ayrımı yapılmaksızın öğrenciler hesaplanan bu puanlara göre sıraya diziliyor ve örneğin o sene 200 kişiye hibe verilecekse listeden ilk 200 kişi hibe alıyor. Bu sistemde ne yazık ki düzeltilmesi gereken bazı problemler var, birincisi sıralamaların fakülte ayrımı yapılmadan olması, bu durumda aslında iyi not ortalaması yapılması kolay bölümde okuyanlar zor bölümlerdeki öğrencilerin önüne geçiyorlar. İkincisi, bu hibe alacaklar listesinin yedek listesi, yani hibe almaya hak kazanmış ama gitmekten vazgeçmiş öğrencilerin hibelerinin kimlere verileceğine dair bir listeleri yok. Bu durumda vazgeçen öğrencilerin hibeleri yanıyor. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Bu arada hibelerle ilgili kısaca bilgi vermem gerekirse bunlar gideceğiniz ülkeye göre aylık 300 ile 600 Euro arasında değişiyor. Hibeniz ne yazık ki yurtdışındaki giderlerinizin tamamını karşılamıyor, yani ailenizden maddi destek almanız şart denebilir. Hibe almaya hak kazanmışsanız, hibeniz sadece bir dönemlik (maksimum 5 aylık) oluyor. İkinci dönem kalmak isterseniz, ikinci dönem ihtiyaçlarınızı kendiniz karşılamanız gerekiyor. Dönemlik hibenizin %80i gitmeden önce teslim etmeniz gereken belgelerin tamamını teslim ettiğinizde hesabınıza yatıyor. Kalan %20si ise döndüğünüzde belgelerinizi eksiksiz olarak teslim ettiğinizde, gittiğiniz üniversitede aldığınız derslerin 3te 2sinden geçtiğiniz takdirde hesabınıza yatıyor. Rehberlik istedikleri, Berlin ile de anlaşmamız 2 kişilik olduğu ve onların Berlin tercihleri ile kontenjan dolduğu için ben Berlin’i tercih edememiştim. Bir ya da iki dönem kalmak isteyip istemediğinize ise baştan karar vermek zorunda değilsiniz, birinci dönem boyunca memnuniyetinize bakarak, isterseniz ikinci döneme yine aynı belgeleri hazırlayarak rahatça devam edebilirsiniz. Belgeler vs Karar süreci sonrasında ne yazık ki zorlu bir evrak toplama ve hazırlama süreci başlıyor. Bu süreç gerçekten sabır istiyor, fakat bu dönemde yılıp vazgeçmezseniz sizi gerçekten kendinize çok şey katabileceğiniz bir veya iki dönem bekliyor. Başvuru formunuzu fakülte öğrenci işlerine teslim ettikten ve yabancı dil sınavına girdikten sonraki basamak, sonuçlarınız belli olduktan sonra gitmek istediğiniz yere kesin olarak karar vermek. Bu süreçte gitmek istediğiniz üniversitelerin tıp fakültesi ders programları ile kendi fakülteniz ders programlarını karşılaştırmalı, okulunuzun uzamasını istemiyorsanız ders programı uyumlu olan bir üniversite seçmelisiniz. Yabancı üniversitelerin ders programlarını bulmak her zaman çok kolay olmuyor, programlar her zaman web sitelerinde yer almıyor, bunun için sizin ya da belki Erasmus koordinatörümüz Prof Dr Sinan Celayir’in karşı kurum yetkilileriyle mail veya telefon yoluyla iletişime geçip ders programlarını istemesi gerekiyor. Özetlemem gerekirse bu süreçte “Öğrenim anlaşması”, “Akademik Tanınma Belgesi” gibi belgelere karşı kurumda alacağınız dersleri ve bunların kendi fakültenizdeki karşılıklarını yazarak belgeleri Sinan Hoca’ya ve bir kısmını gidip İstanbul Üniversitesi Erasmus Kurum Koordinatörü Doç. Dr. Sevinç Hatipoğlu’na, bir kısmını da karşı kurum Erasmus Koordinatörüne fakslayıp imzalatmanız gerekiyor. Bu sürecin zorluğu her iki tarafın da belgelerinizi sizin istediğiniz kadar hızlı imzalayamamasından, hatta imzalamayı unutmalarından kaynaklanıyor. Bu belgeler gideceğiniz kurumda alacağınız derslerin döndüğünüzde kabul edilmesini garantiye alan belgeler, bu nedenle oldukça önemliler. Kesin kararınızı yabancı dil puanları belli olduktan sonra Sinan Hoca’nın yaptığı toplantıda söylemeniz gerekiyor. Bu toplantıda puanı en yüksek öğrenciden düşük öğrenciye doğru tek tek görüşmeye girip gitmek istediğiniz üniversiteyi belirliyorsunuz. Yani yabancı dil sınav notunuz ve ortalamanız yine burada yine önemli. Örneğin benden önce görüşmeye giren iki kişi Berlin Yoğun evrak işiyle uğraşacağınız diğer bir süreç ise vize başvuru süreci. Burada ihtiyacınız olan belgeler: eğer hibe alacaksanız Rektörlük binasındaki Uluslar Arası Akademik İlişkiler Kurulu’ndan buna dair bir belge, yurtdışında bulunduğunuz süreçte hibe’nin eksik kalacağı kısmı ailenizin karşılayacağına dair ailenizden noter onaylı belge ve maddi durumunuzun buna yeterli olduğunu gösteren tapu banka hesabı gibi 57 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi belgeler, karşı kurumdan alacağınız davet mektubu ve sağlık seyahat sigortanız. Hibeli öğrenciyseniz vizeniz daha çabuk çıkıyor, eğer hibesiz iseniz vize başvurunuzu en az bir ay önceden yapmanızı tavsiye ederim. Ayrıca hibenizin yatması için Ziraat Bankası’ndan Euro hesabı açtırmanız ve Uluslar Arası Akademi İlişkiler Kurulu’nda imzalayacağınız “Öğrenim hareketliliği sözleşmesine”ne hesap numaranızı yazmanız gerekiyor. Hibenizin hesabınıza yatması için yurt dışına çıkmadan önce öğrenim anlaşmasının karşı kurumdan imzalanıp fakslanmış şekli, akademik tanınma belgeniz, gidiş uçak biletinizin kopyası, karşı kurumdan aldığınız davet mektubunu ve doldurduğunuz bilgi formunu gitmeden Uluslararası Akademik İlişkiler’e teslim etmeniz gerekiyor. Hibenizin kalan kısmını alabilmeniz içinse dönüşte öğrenim anlaşmanızın gittiğinizde karşı kuruma imzalattığınız orijinali, varış ayrılış belgesi, dönüş uçak biletiniz, pasaportunuzda giriş çıkışlarınızı gösteren damgaların bulunduğu sayfaların fotokopileri ve transkriptinizi yine Uluslar Arası Akademik İlişkiler Kurumu’na teslim ediyorsunuz. Yurtdışında yaşam Öncelikle gitmeden, gittiğinizde nerede kalacağınızı kesinleştirmeniz gittiğiniz zaman kolaylık sağlar. Çünkü gittiğinizde zaten yapmanız gereken birçok iş var, bunlara bir de kalacak yer bulmak eklenmesi çok yorucu ve bıktırıcı olabilir. Daha karşı kurumla iletişime geçtiğinizde ilk öğrenmeniz gereken şey size yurt sağlayıp sağlayamayacakları, yurt sağlamaları hem ekonomik açıdan uygun olur, hem de yurt ortamında çevre edinmeniz ve arkadaşlıklar kurmanız için de avantajlı. Yurt sağlayamıyorlarsa bile sizin kendi imkânlarınızla nereden kalacak bir yer bulabileceğinize dair sizi bilgilendirmelerini 58 Rehberlik sağlayın veya buralarda tanıdıklarınız varsa onlardan yardım isteyin. Örneğin bana üniversite ekim itibariyle yurt ayarlamıştı, oysa ben eylül başında gidiyordum. Orada okuyan bir arkadaşımdan kısa dönemli kiralık oda ilanları olan bir web sitesi olduğunu öğrendim ve ilanlardan ilk ay için okula yakın bir yurt odası tuttum. Yurt dışında yaşama alışmak zor olabiliyor, örneğin benim gibi ailesiyle yaşayan, etrafında sürekli konuşacak birileri olan biri için yalnız kalmak gerçekten zordu, bu dönemde arkadaşlık edinmeniz, sıkıldığınız zaman etrafınızda bir şeyler yapabileceğiniz birileri olması çok iyi oluyor. Erasmus öğrencisi olarak bu hiç zor değil, çünkü üniversitenin ve fakültenin Erasmus öğrencilerini tanıştırmak için parti, gezi, toplantı gibi birçok aktiviteleri oluyor. Tavsiyem Erasmus öğrencilerinin yanı sıra mümkünse gittiğiniz ülkenin insanlarıyla da yakınlık kurmanız. Bu özellikte eğitim dili İngilizce olmayan üniversitelere gidenlere tavsiyem. Erasmus öğrencileri genelde aralarında İngilizce konuşur, belki İngilizceniz daha iyi olduğu için sizin de tercihiniz bu olabilir, ama derslerden geçmek için gittiğiniz ülkenin dilinde yazılı ve sözlü sınavlara girmek zorunda olduğunuzu unutmayın. Ayrıca karşınızda ikinci yabancı dilinizi de geliştirme fırsatı varken bunu tepmeyin. İlk bir ay dersleri yeterince ya da istediğiniz kadar anlayamamanız çok normal, bunun için kendinize ilk ayda sınava girmeyeceğiniz bir ders programı hazırlamış olmanız iyi olur. Yabancı dilde tıp terimlerini öğrenmeniz açısından eğitim gördüğünüz dilde cep kitabı ya da özet kitapları okumanız çok faydalı olur. (Yurt dışında üniversite kütüphaneleri çok iyi durumda, her türlü ihtiyacınız olan kitabı bulabiliyor, gerekirse başka şehirlerden istetip ödünç alabiliyorsunuz, hiç kitap satın almanıza bile gerek kalmıyor.) Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Gittiğiniz zaman yapmanız gereken bazı işlemler var. Örneğin İstanbul Üniversitesinin döndüğünüz zaman istediği belgeleri Erasmus koordinatörüne imzalatmak, okul kaydını yaptırmak, gerekiyorsa kütüphaneye kayıt yaptırmak. Genelde Türkiye’deki sağlık sigortanız yurt dışında geçerli değil, bunun için orada yeni bir sağlık sigortası yaptırmanız gerekiyor. Diğer bir gereklilik ise şehirde ikamet ettiğinizi belediyeye bildirmek. Daha sonra okul kaydınız, sigortanız ve ikamet belgeniz ile birlikte 3 aylık tek girişlik vizeniz bitmeden önce oturma izinizi almanız gerekiyor. Erasmus neler kazandırır? Bununla ilgili daha önce birçok şey yazıldığı için bu bölümü çok kısa geçeceğim. Öncelikle hayatınızın ilerleyen zamanlarında muhmetelen iş ve aile durumlarından dolayı sahip olamayacağınız özgürlüğe sahip olduğunuz tek dönem olan öğrencilik, bu kadar uzun süreli bir yurt dışı deneyimi için en uygun zaman. Gittiğiniz ülkede akademik açıdan bizden daha üstün, araştırma ve eğitim olanaklarının bizdekinden daha iyi durumda olduğu bir yerde eğitim göreceksiniz. Gittiğiniz ülkenin kültürünü ve insanlarını daha yakından tanıyacak, diğer Erasmus öğrencileri ile arkadaşlıklarınız sayesinde farklı kültürleri öğreneceksiniz. En önemlisi meslek hayatınızda çok faydalı olacak yabacı dilinizi geliştirecek, belki de Türkiye’de henüz hayata geçirilmemiş tıbbi yenilikleri görme fırsatı bulacaksınız. Rehberlik üstünde yaşamayı öğrendim. Alman Lisesi’nden aşina olduğum bir ülke ve kültürü bir sene boyunca orda yaşayarak çok daha yakından tanıma fırsatı edindim. Alman ve birçok başka ülkeden bir sürü insanla tanıştım, bir kısmıyla çok iyi arkadaşlıklar kurdum, aslında insanların farklı kültürlerde farklı diller konuşarak yetişmelerine rağmen zaman zaman ne kadar benzer olabildiklerini ve ne kadar iyi anlaşabildiklerini gördüm. Üç sene boyunca hiç kullanmadığım, neredeyse unutmak üzere olduğum Almancamı yeniden liseden mezun olduğum zamanki seviyesine getirdim. Akademik olarak Türkiye’de asla katılma fırsatım olamayacak önemde bilimsel bir araştırmaya katıldım, bilimsel araştırmalar ve makale yazımlarıyla ilgili birçok şey öğrendim. Boş zamanlarımda ve tatillerde vize sorunum olmadan rahatça diğer ülkelere seyahat ettim. Evet kabul etmeliyim bu süreçte karşıma özellikle formalitelerle ilgili pek çok engel çıktı ama yeterince istekli ve sabırlı olunca bu engellerin aşıldığını gördüm, ve tüm o bitmek bilmiyormuş gibi gelen sorunlara rağmen, hayatımın en eğlenceli ve faydalı yıllarından birini geçirdim. Umarım yazdıklarım faydalı olmuştur, yine de merak ettikleriniz için bana [email protected]’dan ulaşabilirsiniz. Kendi kazanımlarımı anlatmam gerekirse, ilk defa bu kadar bağımsız ve bu kadar kendi ayaklarım 59 60 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Sizden Seçtiklerimiz DOKTOR BAYANLAR İnt. Dr. Ahsen Çelik, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İngilizce Tıp Bölümü Pek sevgili ve saygıdeğer hemcinslerime ithafen, meslektaş 01 Ağustos 2010 tarihli Antalya-İstanbul THY TK2977 sefer sayılı uçağında cam kenarında yerimi almış, uçuş için hazırlanıyor bir yandan da bu yolculukta kimlerle tanışacağımı merak ediyordum, çünkü İstanbulAntalya yolculuklarımla hep çok enteresan insanlarla tanışmıştım. Tamam, başka bir şey daha vardı aklımda, yerimi değiştirtmiş kendimce kadere karşı gelmiş, belki de hayatımın akışını değiştirmiştim. Ben bunları düşünürken, az sonra ellerinde kocaman bir kamerayla iki genç oturdu yanıma; Ahmet ve Yunus. Ahmet Kurtlar Vadisi’nin çekimlerini, Yunus da Melekler Korusu’nun çekimlerini yapıyormuş, Antalya’ya bir otelin reklam çekimleri için gelmişler. Setlerden, dizilerden, oyunculardan bolca dedikodu yaptıktan, bir de oyunculuk teklifi aldıktan sonra sıra benim ne yaptığıma geldi. Ben tıp okuyorum, son sınıftayım. Her zaman ki gibi hastanede yaşadıkları eziyetlerden, doktorlar tarafından mazur kaldıkları kötü ve kaba muameleden bahsettiler. Sen sakın öyle olma dediler. Bunları duymaya alışkın olduğum için cevaplarım hazırdı, ezberlediğim cümleleri sanki ilk defa söylüyormuşçasına sıraladım. Sonra bir şey soracağım dedi Ahmet, neden doktor erkekler doktor bayanlarla evlenmiyorlar? İlk defa böyle bir soru alıyordum, hazırlıksız yakalandım, öylemiymiş deyip gülebildim sadece. Güya Ahmet’in bir arkadaşının kız arkadaşı doktormuş ama o kadar kaprisliymiş ki sonunda ayrılmışlar. Doktor bayanlar oldukça kaprisli oluyormuş, o yüzden mi doktor erkekler onları tercih etmiyormuş? Ahmet’in iddiasına gelirsek, yani doktor erkeklerin doktor bayanları tercih etmeme meselesine, kapristen farklı nedenleri olmalı diye düşünüyorum. Meslektaşıyla evlenmek istemeyen bir doktor erkek öncelikle çok yoğun bir iş temposunda çalışan bir eş istemiyor, eviyle ve kendisiyle daha ilgili bir eş istiyor olabilir. Halk arasında çok kötü bir deyiş var, ben bunu bir kadınlar gününde duymuş, unutmak istemiş ama tüm unutulmak istenip de unutulamayan cümleler gibi unutamamıştım. Şöyle ki taşralı bayanlar der ki ‘erkeğin yatağında orospusu, evinin hizmetçisi, mutfağının aşçısı, çocuklarının anası olacaksın’. Erkek egemen bir toplumda, evliliği kurtuluş gibi gören ya da nihai kaderi evlilik olan bir kız için altın öğüt. Ne olursa olsun o evlilik yürümeli, bu da yuvayı yapan dişi kuşa bağlı, ‘anasının evinden ak duvağıyla çıktıysa kocasının evinden ak kefeniyle çıkmalı’, hem ‘koca bu kocatır öyle olmasaydı ismi gül gonca olurdu’ ya, o yüzden sabretmeli, diş sıkmalı. Ne kadar ‘modernleşsek’ de genlerimize işlenen bu bilgi belki de değişmiyordur. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi? Belki de bu kadınlar günlerden günlere gezerken kitapların arasına gömülüp çok okuyan kadınlardan çok daha fazla bilgiye sahip olmuşlardır. Yoğun iş temposu nedeniyle evine, erkeğine, kendine yeterince zaman ayıramayan doktor bayan, kendini kapının mandalı olarak buluyor olabilir ya da en başından tercih edilmiyor olabilir. Bu anlayışta bir bay doktor kazara bir bayan doktoru kabul etse bile, onun çok ağır bir bölüm tercih etmesini istemeyecek, Dermatoloji, FTR, Radyoloji gibi rahat bir bölüm seçmesini isteyecektir. Sonuçta birinin eve, çocuklara göz kulak olması gerekir. Hem bayanın yeri kocasının yanı, sıcak evidir. Sonra üstünlük meselesi var tabi. ‘Bir kadın karakterini önce kız evlatken, sonra kız kardeşken nihayet bir eş ve anneyken açığa vurur. Bunu gösterişsiz bir cazibeyle, erdemli bir aşkla sağlamlaştırır. Bir kadının belli bir meziyeti örneğin derin bir aklı varsa en iyisi onu derin bir 61 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi sır olarak saklamasıdır. “Nüktedanlık çok beğenilir peki zeka? Hayır. Bu en çok korkulan yetenektir.” diyor rahip, Aşkın Kitabı’nda. Bir kadının erkekten Sizden Seçtiklerimiz Sonra bu doktor annesine fazlaca düşkün olabilir, onların öyle bir gönül bağı vardır ki kimse giremez aralarına, siz bile giremezsiniz. O zaman annesinin gösterdiği veya istediği birini tercih edecektir. Ya da öyle mükemmelliyetçidir ki, ‘armudun sapı üzümün çöpü’ derken kimseyi beğenememektedir. Başka bir nedenle de doktor karakterimiz daha tıp fakültesi’ne gelmeden hayatının kadınını bulmuş olabilir, bu bayan da farklı bir meslek seçmiş olabilir. Ya da doktor, öğrenimi boyunca denemiştir kendi meslektaşıyla yürütmeyi ama olmamıştır, sonuçta ‘Kısmetse gelir Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden’ değil mi.. daha zeki olması ya da aynı zeka seviyesinde olması, daha çok kazanması gibi rekabet yaratan faktörlerle uğraşmak istemeyen doktor, gene meslektaşını seçmek istemeyebilir. Daha manipüle edebileceği ve kendini yanında daha Sahip gibi hissedebileceği birini tercih edebilir. Hele ki bu doktor bayan güçlü olmak, kendi ayaklarının üstünde durmak, özgür olmak yolunda azmetmişse, aciz duygusal yardıma muhtaç bir tablo çizemiyor ve erkeğe kendini kahraman gibi hissettiremiyorsa vay haline. Sonra doktorluğu parası ve havası için de seçmiş, kendini efendi sanarken metalaşan kadının kölesi olmuş, bencilliği yüzünden yürümeyen ilişkilerini çapkınlığa vurarak, eksikliklerini çokça belden aşağı konuşarak örtbas etmeye çalışan, gözlüklü ve güvenilir maskesinin altında serseri ruhlu bir doktorsa bu karakter, ona göre yeterince seksi olamayan ve etik değerlerinin dışına çıkamayan, kendisini ispatlama imkanı vermeyen bu pamuk prenses, cici inek kızı tercih etmeyecek, zaten kimseyi tercih etmeyecek, kamusal Doc Juan olmaktan memnun, geceleri saat 12yi vurduktan sonra beyaz önlüğünün altından kara kılları büyüyen bir kurt adama sabahın ilk ışıklarıyla tekrar beyaz önlüklü temiz doktora dönüşerek ikiyüzlü hayatına devam edecektir. 62 Tıp fakültesi sıralarında, koridorlarında tanışıp, bu hayatın zorluklarına birlikte göğüs geren ve bu arkadaşlığı evlilikle taçlandıran çok uyumlu doktor çiftler de var. Meslektaş olan Angelina Jolie ve Brad Pitt, Çağla Şikel Emre Altuğ gibi isimler mutlu bir çift olmanın prestijini kullanarak ve uyum içinde çalışarak ortak işlere imza atıyor, diğer meslektaşlarına göre daha fazla kazanıyorlar. Bu akıma uyan, birbiriyle uyumlu alanlar seçen bu doktor çiftler de aynı prestiji ve kazancı sağlayabilirler. Peki ya bayan doktorlar? Onlar erkek doktorları tercih ediyor mu, meseleye bir de bu taraftan bakmalı. Sonuçta onların da bir seçim hakkı var değil mi, o kadar da talipsiz kısmetsiz değiller. Bu konuda da çeşitli tercihler söz konusu. Bu tempoyu yalnız meslektaşının anlayabileceğini düşünüp, boyu boyuma huyu huyuma uygun deyip doktorları seçen bayan doktorlar da var, onları fazla çapkın, paragöz ya da anti sosyal bulup, evde çeşitlilik, renk olsun diyerek tercihini farklı meslek gruplarından yapan bayanlar da. Bir arkadaşımın tezine göre lise ve üniversite hayatını ders çalışmakla geçiren bu beyefendi, parayı ve boş zamanı bulunca gözü açılıyor ve yaşamaya anca meslek sahibi olduktan, ünvanını aldıktan, talipleri de arttıktan sonra başlıyor, bu yüzden de iyi bir koca adayı olamıyor. Hem sonra her kızın gönlünde bir kahraman yatıyor, kimine göre bu bir hâkim kimine göre mühendis kimine göre iş Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi adamı kimine göre asker kimine göre doktor, böylelikle toplumdaki yerini belirliyor, kendini daha seçkin hissediyor. Eğer gönlündeki kahraman bir doktor değilse, bu bayanın gözü dışarı kaymaya başlıyor, yok eğer doktorsa bu yardımsever, pratik, akıllı meslektaşıyla bir yastıkta kocuyor. Gelelim doktor bayanların karakterine. Bir bayan psikiyatrist hocamız doktor bayanların mazoşist, narsist ve histerik karakterde olduklarını söylemişti. Doktor bayanları bu kadar keskin bir kesişim kümesine almak ne kadar doğru olur ya da gerçekten alınabilir mi şüpheliyim doğrusu. Hırslı ve mükemmelliyetçiyiz bence, hayatın önemsediğimiz tüm alanlarında. Her şeyin en doğrusunu biz biliriz, her şeyin en iyisini, en mükemmelini isteriz. Yakınlarımızdan alır, insanlığa veririz. Ama sanılanın aksine ilişkilerimizde oldukça özveriliyiz. E çok düzenli bir doktor bayan görmedim bu güne kadar, temiziz ama biraz dağınık olduğumuz söylenebilir. Bunun dışında sanırım herkes şahsına münhasır. Kaprisli miyiz? Hayatın zor olduğu stres katsayımızın oldukça yüksek olduğu zamanlar oluyor, belki destek arıyoruz böyle zamanlarda, buna kapris denir mi? Sanmıyorum. Eskiden başarılı erkeklerin arkasında başarılı kadınların olduğu söylenirdi, artık çalışan bayan için de geçerli bu söz. Başarılı bayan doktorların arkasında anlayışlı, sabırlı sevgililer, eşler var ve olacak. Türk dizilerindeki kadın doktor karakterleri nedense çok bahtsızdır. Mesela ‘Hatırla Sevgili’ de Ahmet, annesinin öğrencisi olan doktor kızla evlenmek üzeredir, ama bu iyi niyetli hanım doktor kıza bir türlü ısınamamıştır, hala Yasemin’e aşıktır. Nitekim Yasemin ortaya çıkınca doktor kızı yarı yolda bırakır, sanki aşk her şeyi meşrulaştırırmış gibi Yasemin’e koşması çok romantik gelir izleyenlere. Zavallım doktor kız önce intihara kalkışır sonra ölemeyince Anadolu’nun bir köyüne gider, kendini hizmete adar. Sonra ‘Haziran Gecesi’nde Baran’la Havin’in hikayesinde de benzer bir tablo vardır. Havin Baran’a hediye olarak yollanır bir doğum günü Sizden Seçtiklerimiz partisinde, Baran’la Havin o gece birlerine aşık olurlar, sonra yolları ayrılır. Gene Baran’ın annesinin yanında çalışan asil, kibar, hanım doktor kızla evlenir Baran. Sonra Havin çıkar, doktor kızla bebekleri olmasına rağmen yitik, entrikacı Havin’e gider Baran. Gene bir doktor bayan terkedilmiştir. Filmlerde doktor bayanlar güzel, kibar, hanım hanımcık, iyi niyetli ama terkedilendi. ‘Kavak Yelleri’ dizisiyle doktor kadın kimliği az da olsa değişti medyada. Aslı lise son sınıfta bütün sene erkeklerle gezerek ve sivilce çıkarmayarak tıp fakültesini kazandı, gene tüm tıp hayatı boyunca gezdi, tozdu, aşklar yaşadı, gözde, şanslı, kayınvalidesini doğurtacak mezuniyet konuşmasını yapacak kadar da başarılı bir kızdı. Ve ‘Doktorlar’ dizisinde Ela, Zenan gibi güçlü, özgür, seçim yapan, renkli hayatları olan doktor bayanlar... Kavak yelleri de Doktorlar da yabancı dizilerden uyarlama, o yüzden hala Türk sinemasının doktor bayanlara bakışı değişti mi tam kestiremiyorum. Bu bakış senaristin bakışı mı, bir tesadüf mü, yoksa toplumun genel kanısı mı? Sanırım bir birleşim kümesi... Ama bir şekilde toplum bu okuyan ve çok bilen kadını aşktan soyutluyor kanımca, içten içe alttan alta. Okumanın, meslek sahibi olmanın bedelini aşktan ve ya mutlu bir evlilikten mahrum kalmakla ödettiriyor. Ötekinin sahip olduğunu varsaydığı şeye bizim sahip olmamıza müsaade etmiyor. O yüzden arkadaşlarımız 4 yıllık bölümler okuyup mezun olup veyahut hiç okumayıp, iş ve eş sahibi olduklarında biz hala bekar, özgür ve okuyoruz diye kötü hissetirilmeye çalışıyoruz, içten içe alttan alta. Ne istediğimizi bildiğimiz ve zor beğendiğimiz için, sanki biz tercih edilmiyormuşuz gibi yaftalanıyoruz, içten içe alttan alta. Size bir şey söyleyeyim mi doktor bayanlar? Biz mükemmeliz, o yüzden çekilemiyoruz. Ve size bir şey daha söyleyeyim mi? Mutluluğu ve aşkı biz de onlar kadar hak ediyor, onlar kadar yaşıyoruz. Siz yeter ki oyuna gelip kötü hissettirmelerine izin vermeyin, kendinize güvenin... Hak ettiğiniz tüm mutluluklar ‘geç de olsa’ sizin olsun... 63 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi P.S.1 Bu yazıyı yazan kişi kesinlikle feminist değildir. P.S.2 Bu yazıyı yazan kişi hiçbir şekilde kimseyi seçimleri ve düşünceleri yüzünden yargılamamakta, kendince gözlemlerini aktarmaktadır. 64 Sizden Seçtiklerimiz P.S.3 Bu yazıyı yazan kişi gözlemlerinde yanılmış olabilir ama şu ana kadar hayatın ona gösterdikleri, onun da anlayabildikleri bunlardır. P.S.4 Görüş ve önerileriniz için [email protected] adresinden bu yazıyı yazan kişiye ulaşabilirsiniz. Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Sizden Seçtiklerimiz İNTERNLÜKLE KARIŞAN NÖROLOJİK HASTALIKLAR İnt. Dr. .Bükre Budak, Düzce Üniversitesi, Tıp Fakültesi Henüz intern’lüğün tanımı tam olarak yapılabilmiş değil. Etyolojide suçlanan faktörler olmakla birlikte akıllardaki soru işaretleri hâlâ silinemedi. İnternlük, ayırıcı tanısı oldukça geniş olan bir sendromdur. Ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken nörolojik hastalıklar aşağıda sıralanmıştır. Hangi bulgu veya semptomlar nedeniyle karıştırılabileceği açıklanmıştır. Not: Hastalıklar ve bulgu/semptomları doğrudur. Dev hücreli arterit (Temporal arterit) : Çene kladikasyonu (Bir intern gün içerisinde o kadar çok kişiyle muhatap olur ki bir süre sonra konuşurken çenesi ağrır) İntrakranial kitle: Sabahları fazla olan baş ağrısı (Nöbetlerden arda kalan günlerde hastaneye gitmek için erken uyanmak zorunda olan internün sabahları daha fazla olan kronik baş ağrıları olur.) Grand mal epilepsi: Epileptik cry (Canına tak eden olaylar serisi sonunda derin bir nefes alan ve expriumda tüm acılarını içinden atarcasına ses telleri hareketlenen internün ağlarcasına çıkardığı ses hastanenin boş koridorlarında yankılanır.) Temporal lob epilepsi: Ambulatuar otomatizma (İntern bazen ilgilendiği işi bırakarak bir süre etrafta dolaşır ve daha sonra yarım bıraktığı işin başına döner ancak bu dolaşma faslını hatırlamaz.) TIA: Fokal nörolojik belirtiler (İnternün beyin kan akımındaki azalmaya bağlı, ani olarak ortaya çıkan, 24 saat içinde geçen, çeşitli nörolojik belirtiler olabilir.) Baziller arter oklüzyonu: Bilinç bozukluğu, bilateral motor ve duyu kaybı (İntern gün içerisinde yoğun bir şekilde çalışıp günaşırı nöbet tutar ve sonunda aklen ve fiziken biter.) Serebellar lezyon: Aksiyon tremoru (İntern gözlem altında bir işlem yaparken eli ayağı titreyebilir.) Asendan retiküler aktive edici sistem (ARAS) hasarı: Konfüzyon (İntern yorgunluğunun ilk evresinde, uyanık ama bilinci bulanıktır.) -Letarji (İntern yorgunluğunun ikinci evresinde bir köşede uyuyakalır ama hafif uyaranlarla uyanır.) -Stupor (İntern yorgunluğunun üçüncü evresinde uykusundan ancak sarsarak kaldırılabilir.) -Koma (İntern yorgunluğunun dördüncü evresinde dış uyaranlara hiçbir cevap vermez.) -Vejetatif durum (İnternün uyku uyanıklık siklusu korunmuştur ancak bilişsel reaksiyon göstermez.) Alzheimer: Yakın bellekte bozulma (İntern bir süre sonra, söylediği bir şeyi veya kendine söylenenleri saniyeler içinde unutmaya başlar. Kampüs hayatı olmayan internün şimdi de hipokampüsü can çekişmektedir.) Pick Hastalığı: Önce davranış bozukluğu sonra kognitif bozukluklar (İntern önce çevresine 65 Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi karşı değişik hâl ve tavır içerisinde olup ilerleyen zamanlarda frontal lob atrofisine bağlı kişilik değişiklikleri yaşar. Bu durum internün gerçek yüzünün görülmesi olarak değerlendirilse de çalışmalar bunun patolojik bir sürecin sonucu olduğunu göstermektedir.) Hipokinetik hareket bozuklukları: Negatif belirtiler: a)Bradikinezi (İntern ilk günlerde canla başla çalışır ancak kısa sürede anlar ki dünyayı kendi kurtarmayacaktır ve hareketlerinde bir yavaşlama dikkati çekmeye başlar.) b)Maske yüz (İntern köprüden geçene kadar politikasıyla çevresine yarı ciddi yarı sitemkâr yarı masum bir yüz ifadesi takınır. Bu maskeleyici ifade stajdan staja farklılıklar gösterir.) c)Göz kırpmada azalma (İntern yeri gelince gözünü kırpmadan kan almalı, kan almalı ve kan almalıdır.) 66 Sizden Seçtiklerimiz d)Postural bozukluk (İntern günlerin yorgunluğuyla beli bükülmüş, boynu tutulmuş bir köşede hayatını idame ettirir.) Myastenia Gravis: Gün içerisinde artan ptozis (İntern güne başlarken az çok mevcut olan enerjisini günün ilerleyen saatlerinde tüketir, bir göz kapağı yavaş yavaş düşer ve yüzündeki asimetri sadece kendi gibi intern olan arkadaşları tarafından algılanır çünkü internü internden başkası anlamaz.) Psödobulbar paralizi: Sebepsiz ağlama ve gülme nöbetleri (İntern çoğu zaman haklı sebepleri olsa da zaman zaman sebepsiz ağlama ve gülme krizlerine girebilir.) Biraz abartmış olabilirim ama TUS’a çalışıyorum, benden binlerce gereksiz bilgiyi ezberlememi bekleyen bu sistem karşısında biraz abartmak hakkım diye düşünüyorum. SAVARONA.. Behlül Baş, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Türkçe Tıp Bölümü, 5. Sınıf Canon 400D, Canon EF-S 10-22mm f/3.5-4.5 USM Cerrahpaşa Öğrenci Bilimsel Dergisi Sizden Seçtiklerimiz 67