Köy-Koop Haber Gazetesi 21. Sayı
Transkript
Köy-Koop Haber Gazetesi 21. Sayı
Üreticiden Tüketiciye Doğal Lezzet Türkiye’nin Tek Tarım Gazetesi AĞUSTOS 2013 Yıl:2 Sayı:21 TÜRKİYE KÖY KALKINMA VE DİĞER TARIMSAL AMAÇLI KOOPERATİF BİRLİKLERİ MERKEZ BİRLİĞİ GAZETESİ Torbadan Mera Çıktı! »» TBMM Genel Kurulunda tartışmalar eşliğinde görüşülen Torba Yasa’ya hükümetin önergesiyle; mera, yaylak ve kışlakların kiralama yoluyla imara açılmasına olanak sağlandı. Görüşmelerine 3 Temmuz 2013 Çarşamba günü başlanan “Torba teklif” Meclis’e 76 madde olarak sunulmuştu, ancak komisyonda ve Genel Kurul’da eklenen maddelerle birllikte 174 madde olarak 12 Temmuz 2013 tarihinde kanunlaştı. Gece Yarısı Önergesiyle Meralar İmara Açıldı Meraların 29 Yıllığına Kiralanmasının Önü Açıldı 17 Ağustos 2011 tarihinde çıkartılan 648 sayılı KHK ile İmar Kanunu’na bir madde eklenerek, “Mera, yaylak ve kışlakların uygun görülen kısımlarının, tapuda Hazine adına tescillerinin yapılması ve kamu hizmetleri için gerekli olanlar dışındakilerin, talep sahiplerine bedeli karşılığında 29 yıla kadar tahsis edilmesine” olanak sağlanmıştı. düzenlemeyle ayrıca, mera, yaylak ve kışlakların, turizm merkezleri ile kültür ve turizm gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımlarının 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu çerçevesinde kullanılmak ve de- ğerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsis edilmesi de öngörülmüştü. Aynı KHK ile 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 27. maddesi değiştirilerek, köylerde inşa edilecek yapılarla ilgili olarak daha önce sadece köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar için geçerli olan ‘yapı ruhsatı aranmamasına’ yönelik istisna, herkesi kapsayacak şekilde genişletilmişti. Anayasa Mahkemesi, 29 Kasım 2012 tarihinde her iki düzenlemeyi de iptal etmişti. Tarımın Geliştirilmesi İçin Köy-Koop’un Önerileri »» Türkiye'deki çiftçiler, genellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde üretim yapmaktadır. Çoğunluğu kendi aile işgücünü kullanıyor. Ancak ürettiklerinin karşılığını alamıyorlar. Bunun birçok nedeni vardır. Bunlardan birisi örgütlerinin güçsüzlüğü ve de örgütler arasında güç birliğinin olmamasıdır. Örneğin süt, domates, patates, pamuk üreticileri ya da sebze üreticilerinin örgütleri bir araya gelemiyorlar. Temel sorunlarını güçlü bir şekilde duyuramıyorlar. Oysa tümü de, tarımsal girdilerinin yüksek olduğunu, buna karşılık pazarlama kanallarının uzun olması, daha açıkçası üretici ve tüketici arasında fazla sayıda aracı olması nedeniyle para kazanamadıklarını belirtiyorlar. Bir başka deyişle katma değer üreticilere dönmüyor.Yeni yazı dizisi » Syf 8’de “Tarımsal Faaliyetler ve Çevre İlişkileri” Tarım-çevre ilişkileri denilince ne anlıyoruz? Tarımsal faaliyetler, çevre üzerinde ne gibi etkilerde bulunur? Tarım ve çevre birbirleri ile uyumlu bir şekilde sürdürülebilir mi? Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Yener ATASEVEN “Tarımsal faaliyetler ve çevre ilişkilerini” Köy-Koop Haber’e değerlendirdi. Röportaj » Syf 12’de TBMM Genel Kurulunda gece yarısı verilen bir önergeyle, mera, yaylak ve kışlakların kiralama yöntemiyle imara açılmasına olanak sağlandı. Buna göre Hazine adına tescil edilen meralar, yaylak ve kışlaklar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gözetiminde kiralama ve geçici imara açılabilecek. Bedava Yem Kaynağı Meralar Beton Yığınına mı çevrilecek? Bu düzenleme mera, yaylak ve kışlakların hayvancılık amacı dışında kiralanıp yapılaşmaya açılmasına ve beton yığınlarına dönüşmelerine olanak sağlayacak. Samanını ithal etmek zorunda kalan ülkemizde, yem kaynağı olan meraların, amacı dışında kullanlıması tarıma büyük zararlar verecektir. » Syf 6’da İSO 500’de 6 Kooperatif Var »» İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde Pankobirlik iştiraki olan Konya Şeker 44. sırada yer aldı. Geniş kesimleri bünyelerinde barındıran bir ortaklık modeli olması açısından kooperatifler her geçen gün yeni başarılara imza atıyorlar. İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde Pankobirlik iştiraki Konya Şeker 44. sırada, Kayseri Şeker ise 135. sırada yer almayı başardı. Pankobirlik ülkemizin 64 ilindi pancar üretimi yapan, yaklaşık 1,6 milyon ortağıyla, 31 pancar kooperatifinin 300’e yakın şubesi, 6 kooperatif şeker fabrikası, ve 50’nin üzerinde tarımsal amaçlı iştirakiyle, ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her türlü girdinin teminini, dağıtımını, denetimini ve koordinasyonunu yapan bir üretici örgütü. İSO 500 listesinde; Trakyabirlik 77. sırada, Marmarabirlik ise 465. sırada yer aldı. » Syf 3’de 2013 Yılı Birleşmiş Milletler 19. Uluslararası Kooperatifler Günü'nün teması: "Kooperatif kurumsal kriz döneminde güçlü kalır" Çiğ Süt Fiyatı 1 TL Oldu »» 25 Temmuz 2013 tarihinde Türkiye Ulusal Süt Konseyi Merkez binasında gerçekleştirilen toplantıda; Çiğ sütün tavan fiyatı 1 TL olarak açıklandı. Toplantıya katılan Köy-Koop Genel Başkanı Yakup Yıldız yaptığı açıklamada, “1 Ağustos - 31 Aralık 2013 tarihleri arasında, çiğ sütün tavan fiyatı 1 TL olarak belirlendi. Belirlenen bu fiyat, üreticimizin emeğinin karşılığı değildir, yetersiz kalmıştır. Girdi maliyetlerimiz çok yüksek, özellikle yem fiyatlarının yüksek oluşu üreticimizi sıkıntıya sokuyor. Umarım Aralık 2013 sonunda yapılacak olan, yeni fiyat tesbitinde bu girdi mali- yetleri göz önünde tutularak, üreticinin hak ettiği yeni fiyat belirlenir. Açıklanan bu fiyatın tüm kooperatif ortaklarımıza ve sanayicimize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum” diye konuştu. A. Ü. Ziraat Fakültesi Geleneksel ‘Hasat Bayramı’nı Kutladı »» ‘Hasat Bayramı’ 25 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Üniversitesi Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftliğinde kutlandı. Bu yıl 30.su düzenlenen ‘Hasat Bayramı’nda Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş, Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, birçok akademisyen, meslek örgütü temsilcisi, öğrenciler ve basın mensupları yer aldı. » Syf 7’de Hadi İLBAŞ Pr.Dr. T. Ayhan ÇIKIN Dr. Umut TOPRAK Dünden Bugüne Kooperatifçilik -21» Syf 2’de Kalkınmann Merkezine Kooperatifleri Yerleştirmek » Syf 6’da Biyoteknoloji Mucizesi: Tarım’ın Tanımı Değişiyor Mu? » Syf 9’da Prof.Dr. MUSTAFA KAYMAKÇI Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA Uzm. Dr. Esra GÜNERİ Bu Dünyadan Bir Işıklı Geçti » Syf 4’te Organik Tarım mı Endüstriyel Tarım mı? » Syf 5’te Türkiye’de Tarım Reformu Hareketleri Dr. Nezaket CÖMERT Dr. Erhan EKMEN Tevfik Fikret CENGİZ Daha Adil Bir Dünya İçin Adil Ticaret Etkisi AB’den Ne Farkınız Var? » Syf 14’te Kırsalda Kadın Girişimciliği » Syf 15’te » Syf 9’da » Syf 20’de 2 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber KOOPERATİFÇİLİK Dünden Bugüne Kooperatifçilik -21- MUHASEBEDE BU AY Murat AKBABA Muhasebeci »» 12 Eylül 1980 Felaketi Sayın Nusret Uzgören Tarım Kredi Kooperatifleri yanında, yasası çıkmamışken 1964’te Köy Kalkınma Kooperatiflerini kurulmasına yol açtı. Yasa 1969 da çıktı. Kendisine KOOPRRATİFÇİLİĞİN BABASI ünvanını yakıştırmak hiç de abartılı olmaz. – sürecek Yazarımızın tüm yazılarına; www.koy-koop.org internet adresinden ulaşabilirsiniz. Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar Vergisi Stopajının Beyanı 01/08/2013 23/08/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Prim ve Hizmet Belgesinin Verilmesi 01/08/2013 23/08/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi Gereken Damga Vergisinin Beyanı 01/08/2013 26/08/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar Vergisi Stopajının Ödenmesi 01/08/2013 26/08/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi Gereken Damga Vergisinin Ödenmesi 01/08/2013 26/08/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı ve Ödenmesi 01/08/2013 02/09/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait 4/a ve 4/b Kapsamındaki Sigortalılara İlişkin Primlerin Ödenmesi 01/08/2013 02/09/2013 Temmuz 2013 Dönemine Ait Haberleşme Vergisinin Beyanı ve Ödenmesi 01/08/2013 02/09/2013 Temmuz 2013 Dönemine İlişkin Ba, Bs Formlarının Verilmesi YAYIN KURULU • Prof.Dr. Lütfü ÇAKMAKÇI • Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA • Prof.Dr. Ayhan ÇIKIN • Dr. Umut TOPRAK • Dr. Hilal TUNCA • Dr. Tuba ŞANLI • Dr. Güray AKDOĞAN • Tevfik Fikret CENGİZ SA M LA AÇLI KOO P RI M Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev Yapmaktadırlar. ER V E D İ Ğ E R TA BİR K RK IN MA LİKLERİ M E L gibi sağlık kuruluşlarının kurulabileceğine dikkati çekerek, vatandaşların da sağlık hizmeti aldıkları kooperatiflerin ortağı olabileceğini, kendi sağlık kuruluşunda tedavi imkanı bulacaklarını açıkladı. "Ortakların eşit oya sahip olması, işletmelerini sahiplenme duygularını artırıyor, bu da kooperatiflerinin başarı şansını artıracaktır" ifadelerini kullanan Yazıcı, Bakanlık olarak kooperatifçilik potansiyeli yüksek yeni alanlarda fikirleri olan girişimcileri, kooperatif işletme modeli ekseninde bir araya gelerek bu modelin sağlayacağı avantajlardan yararlanmaya davet ettiklerini kaydetti. • Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI • Prof.Dr. Cem ÖZKAN • Dr. Yener ATASEVEN • Dr. Özdal KÖKSAL • Dr. Neşe N. TOPRAK • Dr. Levent DOĞANKAYA • Dr. Selen Deviren SAYGIN • Ünal ÖRNEK F Yazıcı, sağlık alanında kooperatifleşme ile özellikle büyük sermaye gerektirmeden poliklinik, tıp merkezi ve hastane 01/08/2013 23/08/2013 İ AT »» Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, yeni bir tür olarak sağlık kooperatiflerinin kuruluşuna izin verdiklerini söyledi. "Ülkemizde 85 binin üzerinde kooperatif bugün itibariyle farklı sektörlerde 30’u aşkın alanda ekonomimize can katıyor. Kooperatiflerin önemi artık daha iyi kavranıyor, bu nedenle kooperatifleşme her alana yayılıyor." diye konuştu. Temmuz 2013 Dönemine Ait İlan ve Reklam Vergisinin Beyanı ve Ödenmesi KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ 1971 yılından bu yana faaliyet gösteren Türkiye Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatif Birlikleri, 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’nun geçiçi 2. maddesi gereği, intibak dışı kalarak tüzel kişiliklerini korumuş ve Merkez Birliği düzeyinde KÖY-KOOP adı altında üst örgütlenmelerini tamamlamışlardır. Köy-Koop Merkez Birliği; Tarıma ait farklı çalışma alanlarında (Hayvancılık, Süt üretimi ve işlenmesi, seracılık, halı–kilim üretimi, zeytin ve zeytinyağı işlenmesi, bal, çeltik üretimi ve işlenmesi, çiçekçilik, fidan, salça, reçel, konserve üretimi v.b.) etkinlik gösterir. Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev Yapmaktadırlar. Sağlık Kooperatifleri Geliyor Bakan Yazıcı, Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı'nda belirlenen hedefler çerçevesinde bir ilke daha imza atarak sağlık kooperatifi kuruluşuna izin verdiklerini beliritti. Sağlık kooperatiflerinin 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu ve ilgili yönetmeliklerin hükümlerine uygun olarak etkin, verimli ve kaliteli sağlık hizmeti sunulmasını sağlamak üzere tıp doktorları, hemşireler, diğer sağlık personeli ve diğer katılımcılar tarafından özel sağlık kurumları açmak ve işletmek, vatandaşların her türlü sağlık gereksinimini karşılamak üzere kurulacağını belirten Yazıcı, 01/08/2013 20/08/2013 KA Bir gün sonra Atatürk’ün 1936 yılında kurduğu Silifke Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifini ziyaret ettik. Hayatta olan kooperatif kurucuları ile Nusret Bey sohbette bulundular. Köylüler, Tarım Kredi Kooperatifi kuruluşu konusunda köyümüze haber geldiğinde Kasaba eşrafı “kooperatifçilik Komünistliktir. Yarın tavuğunuzun yumurtasını bile elinizden alırlar” şeklinde propaganda yapıyorlardı.. Vali Silifke’de bizleri makamında kabul etti ve kooperatifçiliğin yararlarını anlattı. Buna rağmen biz korku içinde kooperatife ortak olduk. Kooperatif kurulduktan sonra gördük ki, kooperatif zararlı değil, bizim yararımızadır. 2013/2. Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran/2013) Ait Gelir/Kurumlar Geçici Vergisinin Ödenmesi Ğİ • KÖY Sayın Arkadaşım İrfan Ünver Nasrattınoğlu’na Türk Kooperatifçilik Kurumu Dergisi’ne ciddi birer belge olacak Kooperatifçi Üstadımız Nusret Uzgören ile ilgili anı fotoğraflarından bazılarını gönderiyorum. 1978 yılında rahatsızlığı nedeniyle Ankara’da ziyaretine gitmiştim. Ziyaretim sırasında çok halsiz olduğunu söyledi. Ben de kendisine “sizi Akdeniz sahiline, Taşucu’na götürmeye geldim” dedim. Kızlarının Karşı koymalarına ve kendi isteksizliğine rağmen Taşucu’na gelmeye razı oldu. Önce Konya’ya geldik. Orada Halk Bankası’nı görmek istedi. Banka Müdürü ve memurlarla görüştü. Artık halsizliği ve hastalığı bitmişti. Sonra Karamana geldik. . Yine ilk ziyaret yeri Halk Bankası oldu. Bu iki Banka müdürünün masasında Karınca Dergisi’ni görünce son derece mutlu oldu. Bana çok kez Halk Bankası’nı nasıl kurduklarını anlatırdı. Bankanı kuruluşunda az miktarda tahta sandalye ve tahta sandıkları masa olarak kullandıklarını söyledi. Gezdiğimiz Bankalarda gelişmişliği görünce çok mutlu oldu. Saat 17’de Silifke’ye geldik. Kendisini Boğsak’taki motele yerleştirdim. 01/08/2013 19/08/2013 RLİ Şimdi Gelelim Aslan Eyce’nin Sunduğu Özel Belgelere Köy-Koop Eski Genel Başkanı 2013/2. Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran/2013) Ait Gelir/Kurumlar Geçici Vergisinin Beyanı Bİ Başladılar bizi sorguya çekmeye. “Siz” dediler “fabrikaya ayçiçeği getirirken bunların arasına konan silahları alıyor, sonra çeşitli yerlere yağ gönderirken bu silahları devlete karşı olan kooperatiflere gönderiyormuşsunuz. “Beyler” dedik, “bizim görevimiz, silah dağıtmak değildir. Biz kırsal kesimin kalkınmasıyla görevliyiz. Sizin silah aradığınız fabrika 160 kişi çalıştırıyor. Binlerce dönüm araziye ayçiçeği ektiriyor. Kooperatiflerin silahla ilgisi yoktur. Onlar köylünün can dostlarıdır. Onlara ellerini silahla değil, sevgiyle uzatırlar.” Ne var ki, bizim söylediklerimiz pek dikkate almadılar. Bizi palas pandıras Konya Sıkı Yönetim Komutanlığına gönderdiler. Orada da sorguya çekildik. Hazırlanan raporları İncelenmek üzere Yozgat Valiliği’ne havale ettiler. Yozgat Valiliği Jandarma Komutanlığı ile birlikte hazırladığı raporda “Suçlamaların bir iftiradan ibaret olduğunu, kooperatifin yörenin kalkınması için köylü ile el ele yürüdüğünü” bildirdiler. Böylece cezalandırılmadan kurtulduk. Aslan Eyce’de bitiş bölümünde karşılaştığı güçlüklerle birlikte 12 Mart’ın vurduğu darbeye de değinecek. Mehmet Hadi İLBAŞ Aşağıda Atatürk’ün kooperatif ortaklığı belgesi ve Nusret Uzgören’in bölgedeki insanlarla sohbet anı gösterilmektedir. 01/08/2013 14/08/2013 Z Kendi kooperatifimden biliyorum. Sivas Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bir ekip gelip kooperatife ait yağ fabrikasında araştırma yapmaya başladı. Bizden kanal ve kanalizasyonların giriş yerlerini göstermemizi istediler. Dediklerini yaptık. Kanal ve kanalizasyonları didik didik aradılar. Sonra elleri boş dışarı çıktılar. Atatürk ayrıca, 1600 dönüm araziyi alarak Tekir Çiftliği’ni kurdu. Burada iyi ırk inek, koyun, iyi cins buğday yetiştirilmesi ve çeltik ekimini geliştirdi. Kendisi ayrıca ilk kurulan Tarım Kredi Kooperatifinin bir numaralı ortağı oldu. E 12 Eylül darbesinden en çok zarar görenler arasında kooperatifler başta gelir. 12 Eylül sabahı tüm kooperatiflerin belgelerine el kondu. Günlerce bu belgeler incelendi. Sevgili kooperatifçiler, Ağustos ayı muhasebe konusu ile ilgili yapılması gerekenleri sizler için, madde madde aşağıda sıraladım. İşlerinizde başarılar dilerim. İmtiyaz Sahibi ve Yayınlayan: S.S. Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliği KÖY-KOOP Adına Yakup YILDIZ Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Mehmet VAROL Genel Yayın Yönetmeni: Emel TUĞRUL Haber Müdürü: Turgay SOLMAZ Haber Koordinatörü: Ayhan ELMALIPINAR Reklam Müdürü: Yasemin ACAR Merkez Adres: Paris Cad. 24/7 Kavaklıdere-Ankara Tel: 0312.419 63 95-96 Faks: 0312. 419 63 95-96 Web: www.koy-koop.org • E-posta: [email protected] Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın Temmuz 2013 ANKARA Baskı: Atalay Matbaacılık Ltd. Şti. Elif Sk. Sütçü Kemal İşhanı No:7/236-237 İskitler - ANKARA Tel: 0312. 384 41 82 Yazıların Sorumluluğu yazarlara, ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 BİRLİKLERDEN HABER 3 Balıkesir Hay-Koop Genel Kurulu’nu Yaptı İlk 500 Sanayi Kuruluşunda 6 Kooperatif Var »» Balıkesir Hayvancılık Kooperatifleri Birliği (HAY-KOOP) Ticaret Borsası toplantı salonunda Olağan Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi. »» İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde Pankobirlik iştiraki olan Konya Şeker 44. sırada yer aldı. 2 yıllığına yapılan seçimlere gizli oy açık tasnif çarşaf lise ile gidildi. Hüseyin Özcan (85 oy), Faruk Özen (79 oy), Hüseyin Kuzgun (73 oy), Ahmet Köseoğlu (73 oy), Hüseyin Uydaş (53 oy) ile yeni yönetimi oluşturdu. Mevcut Başkan Cemil İlcan Denetleme Kuruluna 92 oy ile seçildi. Denetim Kurulunun diğer üyeleri ise Kemallettin Kırca (88 oy), Ömür Baydar (51 oy) ile oluştu. Dosya Beledi Önümüze Çıkıyor Genel Kurulda konuşan Faruk Özen "2011 yılında karşımıza çıkan dosya bedeli 20 TL üreticilerin itirazı üzerine diğer illerden alınmadığı gördük ve ödemedik. 2012 yılında yine karşımıza çıktı bu sefer Türkiye genelinde uygulandığını görünce ödemek zorunda kaldık. Anaç ve buzağı desteklemeleri için ayrı ayrı dosya başına 10 TL'den 20 TL alınacağını belirttiler. Başka iller gibi bizde itiraz ettik. Uygulama kalkarsa üreticimize bildireceğiz. Damızlık Birliği Üyeleri bize de üye ise iki kere dosya parası ödememek için bildiri yapmaları gerekiyor" dedi. Şikayet Almadık kooperatiflerinde başarılı kişiler. Bazı kooperatifler çok başarılı, bazılarının ise sadece tabelaları var. Kooperatifler kendi amaçları doğrultusunda çalışması lazım. Bu bir eğitim meselesi. Sosyal faaliyetlerde bu arkadaşlar çalışkan kişiler. Rüştünü ispat etmişler. Böyle arkadaşların yönetimde olması bizlerinde işlerini kolaylaştırıyor. Hepsinin yeni görevleri hayırlı olmasını ve görevlerinde başarılar temenni ediyorum" diye konuştu. Genel Kurula Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Bayram Ali Alanlı, Damızlık sığır yetiştiricileri Birlik Müdürü Hasan Dertli, Kepsut Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Erol Ziyadinlioğlu katıldı. Hüseyin Özcan "Küpeleme işimiz düzenli şekilde devam etmekte. Bu konuda HAYKOOP başarı elde etti. Hiç şikayet almadık. Sizlerinde desteklerinizi bekliyoruz" diye konuştu. Kooperatifçilik Eğitim İşi Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Bayram Ali Alanlı "Makine ekipman desteklemelerinde kooperatiflere öncelik tanıyoruz. Çünkü bireysel kişiler bir tane alıyor. Kooperatifler de bir tane alıyor ancak bütün üyelerine hizmet verdiği için daha faydalı oluyor. Kâr amacı gütmüyorlar. Yeni yönetimi oluşturan arkadaşlar gönüllü insanlar. Hepsi kendi İSO 500'e Girebilmek Kayda Değer Gelişme “Kooperatif türlerimizden biri olan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri üreticilerin güçlerini birleştirerek, ürün arz zincirinde birbirlerini desteklediği ve bu sayede rekabet ve pazarlık gücü kazandığı kuruluşlardır. Bu kooperatifler üreticiyi üretim ve pazarlama sürecinde yalnız bırakmayan, üreticinin üretimi sürdürmesi yönünde güven unsuru olan kuruluşlardır. Bugün ülkemizde faal 13 tarım satış kooperatifleri birliği, 293 kooperatif ile Türkiye’nin 57 ilinde 500 bin civarında üretici ortağına hizmet götürerek önemli bir görev üstlenmiş bulunmaktadır. Bu kooperatiflerimizden, İstanbul Sanayi Odasının açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde Trakyabirlik 77 ve Marmarabirlik ise 465. sırada yer almayı başarmıştır.” ancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği Bu birliklerden bazılarının İSO 500 sıralamasına girebilmesi, bazılarının piyasa etkinliklerinin ciddi oranlara ulaşmasının ve Türkiye’nin ihracat şampiyonları içinde yer alabilmesinin kayda değer gelişmeler olduğunu vurgulayan Yazıcı, “Bir başka kooperatif üretici kuruluşu olan Pankobirlik iştiraki Konya Şeker 44. Sırada, Kaysei Şeker ise 135. sırada yer almayı başarmıştır. Pankobirlik Ülkemizin 64 ilinin, pancar üretimi yapan, yaklaşık 1,6 milyon ortağıyla, 31 pancar kooperatifinin 300'e yakın şubesi, 6 kooperatif şeker fabrikası, (Adapazarı, Amasya, Kayseri, Boğazlıyan, Konya, Çumra) ve 50'nin üzerinde tarımsal amaçlı iştirakiyle, ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her türlü girdinin teminini, dağıtımını, denetimini ve koordinasyonunu yapan bir üretici örgütü kooperatif kuruluştur. İlk 500 şirket arasında yer alan kooperatiflerinin çok önemli birer işletme modeli olduğu bir kez daha gözler önüne serildi.” değerlendirmesinde bulundu. Köy-Koop Muğla Birliğinden Vali’ye Ziyaret Sulama Kooperatifleri 10. Kalkınma Planında Yok! »» Basın Bildirisi 10. Kalkınma Planı İncelendiğinde toprak, su , enerji, gıda politikalarınınbirbirleriyle olan ilişkisini dikkate almadığı görünmektedir. 21. Yüzyılın başından itibaren su, enerji, gıda ve çevre arasındaki ilişki sürekli gündemde yer alırken, 10. Plan’da bu hususa yer verilmediği görülmüştür. Planın diğer bir diğer eksikliği de genelde kooperatiflerle ilgili sorunların yer almayışıdır. 10. Kalkınma Planı’nda kooperatiflerle ilgili açıklamalar sadece 683, 688 ve 700’üncü maddelerde çok yetersiz olarak yer almıştır. 10. Kalkınma Planı Taslağında tarımsal sulama konusunda çok önemli işlevler üstlenen “Sulama Kooperatifleri”nin yer almadığı görülmektedir. Bu da ülkemizdeki kalkınma anlayışında kooperatiflerden ne denli uzaklaşılmış olduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki 2012 yılı Birleşmiş Milletler tarafından ‘Uluslararası Kooperatifler Yılı’ olarak ilan edilmiş ve “Kooperatifleşme” yaşanan ekonomik krizden kurtulma çaresi olarak açıklanmıştır. Sulama Kooperatifleri özellikle bizim gibi ülkelerde ve tarımsal sulama gibi stratejik bir konuda büyük önem taşıdığı açıktır. Ülkemizdeki 2500 Sulama Kooperatifi, 27 Bölge Birliği, 300.000 çiftçi ortak ile 1,800,000 bin nüfusu temsil ederek, üretim, istihdam ve göçü önleme gibi birçok alanda Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, İstanbul Sanayi Odası (İSO) 500 raporunu değerlendiren yazılı bir açıklama yaptı. Odası (İSO) 500 içinde yer almasının ayrı bir önem taşıdığını ifade etti. Kooperatiflerin ülkemiz açısından önemine değinen Yazıcı, “İlk 500 şirket arasında yer alan kooperatiflerin çok önemli birer işletme modeli olduğu bir defa daha gözler önüne serildi.” dedi. Yazıcı, Bakanlığımız kooperatifler aracılığı ile toplumun geniş kesimlerine önemli hizmetler sunmaktadır. Kooperatiflerimiz bugün Türkiye ekonomisi adına önemli başarılara imza atmaktadırlar. İlk 500 içinde bu kuruluşlarımızın yer alması ayrı bir önem taşımaktadır. Kooperatifler ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmasına önemli katkı sağlamaktadırlar. Kooperatifçilik, bugün ülkemizde 8 milyondan fazla insanımızın gönüllü olarak katıldığı bir ekonomik girişim modeli olmayı başarmıştır.” diye konuştu. Geniş kesimleri bünyelerinde barındıran bir ortaklık modeli olması açısından kooperatiflerin her geçen gün yeni bir başarıya imza atmasının kendilerini sevindirdiğini anlatan Yazıcı, katkılar sağlıyor. Bu nedenle Sulama Kooperatifleri yaşadığı sorunlardan bir an önce kurtularak Su Kaynakları Yönetim zincirinde etkili bir şekilde yer alması gerekmektedir. Bu nedenle Plan Taslağı’ndaki 1056’ncı maddesi “Sulama Birliklerinin ve Sulama Kooperatiflerinin kuruluş kanunu yeniden ele alınıp düzenlenerek, daha etkin hale getirilmesi yönünde alternatifler oluşturulacaktır. Türkiye’nin kalkınması ancak güçlü ve etkili kooperatif yapısıyla gerçekleşebilir. Bu nedenle Kalkınma Planlarında kooperatifler için daha geniş ve kapsamlı, hedef ve politikalar yer almalıdır. Bunun yanısıra bu kapsamda acil olarak genel bir yasal düzenleme yapılmalıdır. Bu düzenlemede öncelikle kooperatiflerin Bölge Birliklerine üye olmalır, Bölge Birliklerinin de Merkez Birliğine üye olması zorunlu hale getirilmelidir. Genel Kurul kararlarının uygulamaya geçebilmesi için de Merkez Birliğinin onayı zorunlu kılınmaldır. Türkiye’nin kalkınmasında kooperatiflerin rolü ve önemi gözardı edilmemelidir. Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur. A. Halis Uysal Türkiye Sulama Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Başkanı »» Köy-Koop Muğla Birliği ve Muğla Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği yeni atanan Vali Mustafa Hakan Güvençer’i makamında ziyaret etti. Son valiler kararnamesi ile Bingöl Valiliğinden, Muğla valiliğine atanan Mustafa Hakan Güvençer’e 16 Temmuz 2013 tarihinde Muğla Köy-Koop Birlik Başkanı Eray ÇİÇEK, Muğla Köy-Koop Birlik Müdürü Önder TAVUS ve Muğla Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği Mehmet ALDEMİR tarafından bir ziyaret gerçekleşti. Çok sıcak geçen ziyarette, Vali Güvençer “İşinize ne kadar HAL VE GİDİŞ gönül verdiğiniz ve özveri katabildiğiniz çok önemli. Ülkemizde her sektörün kendine göre sorunları var. Bizim olumsuzluklardan şikayet etmeye hakkımız yok. Olumlu durumları görüp kendimize daha fazla şeyler katarak çalışmalarımızı yürütmemiz gerekiyor.” diye konuştu. Sait MUNZUR 4 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber GÜNDEM Bu Dünyadan Bir Işıklı Geçti »» “Değerli Kooperatifçi Dostlar, bu yazımı 13 Temmuz 2013 Cumartesi günü zamansız sonsuzluğa uğurladığımız Prof.Dr. Alpaslan Işıklı için kaleme aldım. Işıklı Hoca, yaşamı boyunca sanayi, tarım ve hizmet sektöründe emeğin örgütlü mücadelesi ,özerk üniversite ve aydınlık bir Türkiye için savaş veren yurtsever bir Türk aydınıydı.” Alpaslan Işıklı’yı, ilk kez Yugoslavya (Tito)’nın sosyalist ve komünist parti kadrolarındaki bürokratikleştirmeyi önlemek için geliştirdiği öz-yönetim deneyine ilişkin kitabıyla tanıdım. Kitabı iki açımdan dikkatimi çekmişti. Birincisi şu idi; o yıllarda Türkiye’deki kimi toplumcu çevreler, çözümleri evrensellik yaklaşımlarıyla başka odaklarda arayış içinde idiler. Ben de aksine, toplumcu çözümlemelerin Türkiye koşullarında üretilmesi gereğine inanlardan biri idim. Bu nedenle katı bürokratik koşullarda reel sosyalist yönetimlerin sürekli olamayacağını seziyordum. İkincisi de birincisine bağlı olarak, her konuda Tam Bağımsızlık şiarını savunuyordum. Işıklı Hoca’nın andığım kitabı bunlara ışık tutacak ipuçlarını veriyordu. Işıklı Hoca, Kemalist ve Sosyalistti. O’na göre de bu ikisinin birbiriyle çelişen yanları yoktu. Işıklı Hoca, bunu ilk fark eden solcu aydınlardan biri olmuştu. Çünkü Bir Kemalist’te göre 20. yüzyılda yarı sömürge ülkelerde mücadele eden devrimci aydınların bir ayağının solda, öteki ayağın da milletin bağrında olmasından doğal bir şey olamazdı. Mustafa Kemal Atatürk bu doğrultuda “…Şark’tan, şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklal ve hürriyetine kavuşacak olan çok kardeş millet vardır” söyleminde bulunmuştu. Geçtiğimiz 20 yy, bu gerçeğin yüzyılı olmadı mı? Çin, Hindistan, Vietnam, Küba, Cezayir, Tunus bu anlamda, az gelişmişlerin emperyalizme karşı verdikleri kurtuluş savaşlarından sonra ortaya çıkmadılar mı? Işıklı ‘nın ölümü üzerine duygu yüklü bir yazı yazan Cüneyt Akalın arkadaşım bunu söyle ifada ediyor:” “Hiç aklımızdan çıkarmayalım: emperyalizmin denetim altındaki bir ülkede devrimcinin bir ayağı sosyalizmde, öteki ayağı milliyetçiliktedir. Tıpkı Dr. Sun Yat Sen, Nehru, Ahmet Sukorno, Nasır, Tito, Nkrumah, Komo Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI »» Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği’nin 2012 Yılı 11. Olağan Genel Kurulu 17 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Plaza Otelde yapıldı. Genel Kurul’a misafir olarak katılan, Türkiye Milli Kooperatifler Birliği’nden Genel Başkan Muammer Niksarlı ve Genel Müdür Leyla Özcan, ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Turhan Tuncer, TÜSKOOP Genel Başkanı Halis Uysal, ORKOOP Genel Başkanı Cafer Yüksel, Prof.Dr. Gürol Ergin, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürü Dr. Durali Koçak, Finansbank İşletme Bankacılığı Yönetmeni Ebru Çetinkaya katıldı. Güçlü Bir Su Ürünleri Kanununa İhtiyaç Var Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi [email protected] Kenyatta, Lumumba ve nihayet Chavez, Morales, Maduro gibi…” Işıklı Hoca, Attila İlhan gibi aynı zamanda Bir Sosyalistti, ancak Türk Sosyalisti idi. Ben, Işıklı Hoca’yı Attila İlhan’ın bilim kişisi niteliğindeki ardılı olarak gördüm da Attila İlhan’ın dediği gibi, “Bir sosyalistin, Marksizm yöntemini kendi ulusal koşullarına uygulayarak çıkaracağı yorumlar önemlidir. Sağdan soldan alacağı bilgilerle bu iş olmaz. Halkının kabul edeceği formülü bulması lazım. Her ulus, kendi sosyalizmini üretmek zorunda. Sonra, sosyalizmler arasında bir anlaşmaya, belki uluslararası bir sosyalizme gidilebilir” yaklaşımına sahipti. Işıklı Hoca, küreselleş(tir)me örtük adıyla neoliberalizm ya da yeni emperyalizm konusuna günümüzde ışık tutan en önemli aydınlarımızdan biri olmuştu. Örneğin ,”Neoliberalizm ve 3. Dünya Savaşı” kitabında dünyada yaşanmakta olan kaosta, komşularıyla savaşa itilen Türkiye'yi nasıl etkileyeceği sorusuna yanıtlar aradı; Latin Amerika'nın uyanışının ve Rusya ile Çin'in varlığının bu gidişatı tersine çevirmeye yetip yetmeyeceğini tartıştı. Küreselleşme karşıtlarını ve Üçüncü Dünya'daki etnik hareketleri titizlikle inceleyen Işıklı; kitabında ayrıca bu büyük bunalıma çare olabilecek dinamikler ve çözüm yolları öneriyordu. Işıklı Hoca, kısaca insanlığın ve dünyanın sorunlarına kafa yoran Bir Türk Aydını idi. Işıklar içinde yatsın. Trakya’ya Yapılacak Canlı Hayvan Sevklerine Düzenleme »» Bakanlık tarafından "Aşılı Arilik" statüsü verilen Trakya bölgesine yapılacak canlı hayvan sevklerine yeni düzenleme getirildi. 'Trakya'da Şap Hastalığından Aşılı Arilik Statüsünün' sürdürülebilmesi amacıyla Anadolu'dan, Trakya'ya yapılacak canlı hayvan sevklerine Uluslararası kurallar getirildi. Bu çerçevede Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan 2010/7, 2010/13 ve 2013/16Sayılı Genelgeler ekseninde Trakya Bölgesine Yapılacak olan canlı hayvan sevkleri ile ilgili bilinmesi gerekenleri; Aydın Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Salih Köksal şöyle açıkladı. "Hayvanlar doğumlarından itibaren işletme değiştirmemiş olmalı veya en az 3 aydır halen bulundukları işletmede barındırılmış olmalıdır. İşletmenin 10 kilometre çevresinde de en az 3 aydır şap hastalığı görülmemiş olmalıdır. SÜR-KOOP Olağan Genel Kurulu Gerçekleşti Hayvanlar sevk öncesinde 30 gün süre ile bir işletmede izole edilmeli, bu süre sonunda bütün hayvanlar şap virüsü varlığı yönünden teste tabi tutulmalı ve sonuçları negatif olarak bulunmuş olmalıdır. Ayrıca bu süre zarfında bu işletmenin 10 kilometre çevresinde şap hastalığı çıkmamış olmalıdır. Test ücretleri yetiştiriciler tarafından karşılanacaktır. Hayvanlar bulundukları işletmeden yüklemenin yapılacağı yere nakledilirken şap hastalığı enfeksiyonuna maruz kalmamalıdır. Trakya'ya hayvan sevki için 30 günlük karantina süresi ile yapılacak testlerin sonuçlanma süresi dikkate alınarak İl Müdürlüğüne müracaatta bulunulmalıdır" Genel Kurul açılış konuşmasını yapan Su Ürünleri Kooperatifleri Genel Başkanı Ramazan Özkaya, “Balıkçılık sektörümüz dinamik, hareketli, iş istihdamı sağlayan bir sektör. Bu sektörün idare edilmesi için güçlü bir Su Ürünleri Kanunu’na ihtiyaç var. 1380 sayılı su ürünleri kanunu üzerinde çalışmalar son aşamaya geldi. Beklentimiz, sürdürülebilirliği sağlayacak, kaçak avcılığı önleyecek, dürüst çalışanı koruyacak maddeleri içeren bir kanun olmasıdır. Balıkçılarımız bu yıl balık yakalama sorunu olmamasına rağmen, yakaladığı balıkları gerçek fiyattan satılmaması nedeniyle sıkıntılı bir sezon geçirdiler. Piyasaya talepten fazla balık sürülmesini engellemek için bazı balık türlerine kesinlikle kota getirilmeli ve kontrolü de çok sıkı bir şekilde yapılmalıdır. Teşvik verilerek tekne ruhsatları geri alma işlemleri, önümüzdeki günlerde 30 metre üstünde de metre başına tekne sahibini memnun edecek gerçek fiyat verilerek devam etmelidir. Bu yıl 11.’sini gerçekleştireceğimiz Olağan Genel Kurulumuzun tüm kooperatifçilerimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum.” diye konuştu. Genel Kurul Toplantısında Divan Başkanlığına; Mithat Altunay, Divan Bşk. Yrd. Mehmet R. Akgüz, Katip Üyelikleri Osman Demirkol, İbrahim Marangoz, Oy tasnifçiliklerine ise Ömer Tuncer ve Celalletin Erol’dan oluştu. Oluşan Divan Kurulu’ndan sonra gündem maddelerine geçilerek konukların konuşmalarına yer verildi. Dünyaya bakıldığında kooperatifçiliğin üçüncü sektör haline geldiğini, bunun için de Kooperatifçilik Strateji ve Eylem Planı’nın bir an önce uygulanmaya geçilmesinin gerekliliğine vurgu yapan, Türkiye Sulama Kooperatifleri Genel Başkanı Halis Uysal, “Su Ürünleri Kooperatifleri ve Türkiye Sulama Kooperatiflerini eşdeğer ve kardeş birlikler olarak görüyorum. Bu Ramazan gününde yapılan Genel Kurulun tüm SÜRKOOP ailesine hayırlı olmasını diliyorum” dedi. 1163 Sayılı Yasanın Değişmekte Olduğunu Sadece Duyuyoruz Genel Kurulda bir konuşma yapan Türkiye Milli Kooperatifler Genel Başkanı Muammer Niksarlı, “Dört yıl üzerinde uğraşılan ve övünerek bahsettiğimiz ‘Kooperatifçilik Strateji ve Eylem Planı’ uygulamaya konduktan sonra, uygulamada olduğunun farkında olmadığımızı söylemek istiyorum. İki tane somut örnek vereceğim, bir tanesi 1163 Sayılı Yasanın değişmekte olduğunu sadece duyuyoruz. Bizimle bu konuda bugüne kadar, herhangi bir çalışma yapılmamamıştır. Ve hatta Milli Kooperatifler Birliği, diğer Merkez Birlikleri yöneticileri, Üniversiteler, Türkiye’nin bu konuda uzman kişileri, Yargıtay’ın ilgili daireleri, Hazine Müsteşarlığı dahil, acaba bu Strateji Belgesi doğrultusunda ‘yeni 1163 Sayılı Yasa nasıl olmalıdır’ çerçevesinde bir çalıştay yaptık. Çalıştaya, bilinçli olarak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı katılmadı. Nedeni; 1163 Sayılı Yasanın hazırlama sorumluluğunun iligili Bakanlıkta olması. Yani biz sorumlu değil miyiz? Bizleri ilgilendiren bir yasanın nasıl olması konusunda kendi içimizde birkonuşma yapma hakkımız yok mu? Böyle bir hakkın bizde olmadığı idda ediliyorsa, Strateji Belgesi’nin ruhuna uygun uygulanmasından kaygı duyuyorum. Ve bu kaygımın sadece bugün o makamlarda oturan kişilerin yorumundan kaynaklandığını biliyorum. Çünkü o kişiler değişip yerine başkaları geldiği zaman o yorumu bu şekilde yapmayabilirler.” diye konuştu. Orman Köylülerinin Bütün Kazanımları Ellerinden Alınıyor Niksarlı ikinci değerlendirmesinde ise, “Ormanlarımızla ilgili bir yasa hazırlanıyor, Orman Kooperatiflerinin haberi yok. Orman köylülerinin bütün kazanımları ellerinden alınıyor. Niye kooperatiflerin haberi yok? Hani Strateji Belgesi’nin bir ruhu vardı? ‘Bütün sorunları sektör sahipleriyle masaya yatırıp çözeceğiz’ diyen Başbakanın bir talimatı vardı. Ben bu uygulamalardan Başbakanın haberi olduğunu sanmıyorum. Bu konuyu Başbakana götürmek zorundayız. Başbakanın açıkladığı ‘Kooperatifçilik Strateji ve Eylem Planı’nın ruhunu aykırı hale getiren bürokratlar ne yaptıklarını bilecekler.” dedi. Kooperatiflerin Yerine Üretici Birliklerini İkame Etmek İstiyorlar Birliklerle Kooperatiflerin aynı çatı altında toplanamayacağını, çünkü bu iki yapının yasalarının farklı olduğunu belirten Niksarlı, “Birinin yasası dernekler yasası, birinin yasası ticaret yasası. Derneklerin ticaret odasına üye olması mecburiyeti getirilse; -aynı odaların kooperatif birliklerine üye olmasının önü açıldı gibi- ve dernekler ticaret odalarının yönetimini ele geçirirse sonuç ne olur? Gülünç olur değil mi.Siz odalarla birlikleri aynı merkez birliği çatısı altında toplarsanız, hepsinin eşit şekilde seçme ve seçilme hakkı olduğuna göre, yarin o birlikler sizi yönetmeye kalkarsa? Nerede kaldı sizin kooperatifçiliğiniz nerede kalacak? Bu vicdanada hukuka da aykırı olabilecek herşeye aykırı. Böyle bir yasa olmaz. Bunu Anayasa Mahkemesine götüreceğiz. Üretici birlikleri, kooperatiflerden daha çok destekleniyor, teşvik ediliyorlar. Çünkü başlangıçtaki mantık; kooperatiflerin yerine üretici birliklerini ikame etmek. Peki nereden geldi bu üretici birlikleri, Avrupa’dan. Şimdi Avrupa’da üretici birlikleri yok oluyor. Çünkü işlevleri eğitim ve dayanışmadır.” dedi. Kooperatifçilik Felsefesinin, Anlayışının Anadolu’daki Yansıması Ahilik’tir, İmece’dir. Niksarlı, “Kooperatifler kültürümüze Anadolu insanının yaşamına, Türk insanının anlayışına aykırı olduğu ve bunun karşılığının olmadığınıda sayın Bakanımız bütün toplantılarda söylemiştir. Kooperatifçilik felsefesinin, anlayışının Anadolu’daki yansıması Ahilik’tir, imece’dir. Ama bana bir tane Avrupa’daki üretici birliğinin karşılığını söyler misiniz? Hangisi Türk insanına yabancıdır? Onun için bu çok temel yanlışların düzeltilmesi gerekmektedir. Üretici birlikleri ile kooperatifler arasındaki çelişkinin doğuracağı sonuçların, bunların bir çatı altında toplamanın yaratacağı kaosun, şimdiden farkına varmak gerekir. Varmamak için çok akıllı olmaya gerek yok. İki çıkar grubunu bir çatı altında toplar, hepsine eşit düzeyde seçeme ve seçilme hakkı verirsen, kim bir fazla kişiyle bu çatının altına girerse, bu çatıyı o yönetir. Bu kadar basit değil mi?” diye konuştu. Genel Kurul’da yapılan seçimlerde, Yönetim Kurulu Asil Üyeliklerine; Ramazan Özkaya, Kenan Çınar, Ali Bayrak, Nihat Beyazıt, Erdoğan Kartal. Denetim Kurulu Asil Üyeliklerine; Gerçek Dönmez, Mithat Altunay, Şükrü İlikhan seçilmişlerdir. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 GÜNDEM Hay-Koop Merkez Birliği Genel Kurulunu Yaptı »» Genel Kurul 8 Temmuz 2013 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Atatürk Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Divan Başkanlığını Tire Süt Kooperatif Başkanı Mahmut Eskiyörük’ün yaptığı Genel Kurulda; Katip üyeliklerine, Erzincan Hayvancılık Kooperatifleri Birlik Başkanı Abdülaziz Erdoğan ve Kayseri Hayvancılık Kooperatifleri Birlik Başkanı Adem Altıntaş, Oy tasnifçileri ise Osman Yavuz ve Ali Gedikkaya’dan oluştu. Genel Kurulun açılışında bir konuşma yapan Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Mehmet Fersan Dursun, “Yönetim Kurulu olarak, yaptığımız çalışmalar sonucunda; Merkez Birliğimizin sorunlu birçok işlemini sonuçlandırarak, 2011 ve 2012 yılı hesap dönemine ait 9. Olağan Genel Kurul Toplantısını bugün gerçekleştirmekteyiz. Kuruluş amacı hayvancılık faaliyetiyle, süt ve süt ürünleri pazarlaması olan Merkez Birliğinin sektörde etkin hale gelebilmesi için, ülke genelinde örgütlenmesini tamamlanması gerekmektedir.” dedi. Hayvancılık Kooperatifleri Merkez Birliğinin daha etkin ve verimli hale gelebilmesi için birlik ve beraberlik içinde olunması gerekliliğine vurgu yapan Dursun, “Bu vesileyle görev yaptığım süre içerisinde bize desteklerini ve yardımlarını esirgemeyen; Bölge Birliklerimize, Yönetim Kurulu’nda görev yapan arkadaşlarıma ve Teşkilatlanma Daire Başkanlığı’nda çalışan mesai arkadaşlarıma; Hayvancılık Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim Kurulu Başkanı olarak teşekkür ediyorum. Merkez Birliğimizin 9. Olağan Genel Kurul Toplantısı’nın tüm ortaklarımıza ve ülkemiz hayvancılığına faydalı olmasını diliyor, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.” diye konuştu. Kooperatifçiliğin gittikçe küreselleşen dünyada yerelleşme tepkisi olarak ön plana çıktığının altını çizenHayvancılık Genel Müdürü Mustafa Kayhan, “Mahallinde üreten, yerel lezzeti, kalitesi ve ürün konseptiyle ön planda olan kooperatifçilik, toplumun küreselleşmeye karşıt kesimi tarafından büyük takdirle izleniyor.Ülkemizde de yerel ve ulusal üretim yönünden kooperatiflerin önemli bir misyon yüklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuştu. Özellikle konusu hayvancılık olan kooperatiflere Bakanlık olarak çok ciddi destek imkanı sağladıklarını belirten Kayhan, “Yaklaşık 245 bin süt sığırı, 390 bin damızlık koyun, besicilikte de 8500’ün üzerinde hayvan dağıtımı yapılmıştır. Bu çok önemli bir kaynaktır. Bunun projeksiyonunu hesapladığınız zaman, katlamalı olarak büyümeye yansıyacağını düşünmekteyiz. Son yıllarda hayvancılıktaki üst üste büyüme gerçekleş- tirmesinin arka planında yatan da bu destekler ve kredi imkanlarıdır. Tarımdaki büyümeye baktığımızda hayvancılığın daha yüksek bir büyüme sağladığını görüyoruz. Böylesi hızlı büyüme tabi beraberinde sorunlar da getiriyor. Planlı büyüme sorun getirmez ama planlamadan uzaklaşınca; hem talep artışları, hem ürün fazlalıkları piyasa dengesini bozmaktadır. İşte bu noktada bizlerin, üretici örgütlerinin, kooperatiflerin çok etkin bir şekilde rol üstlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuştu. Genel Kurulda yapılan seçimlerde; Yönetim Kuruluna Ahmet Ertürk, Çetin İnanç, Hüseyin Özaydın, Recep Pulat ve Ramazan Koman, Denetim Kuruluna ise Salih Akkoç, Adem Altıntaş ve Sezgin Kahya seçildiler. 2011 yılında Türkiye Hayvancılık Kooperatifleri Merkez Birlği Yönetim Kurulu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından görevden alınmış, Tarım Reformu Teşkilatlandırmadan Sorumlu Daire Başkanı Fersan Dursun ve aynı birimde görevli Ziya Okumuşoğlu ve kontrolör Hasan Akdu’nun yer aldığı heyet HayKoop’u seçimlere götürmek üzere kayyum olarak atanmıştı. »» Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve 2014-2018 döneminde uygulanacak 10. Beş Yıllık Kalkınma Plan’ına göre tarımda uygulanacak politikalar amaç ve hedefler belirlendi. Uygulanacak politikalar; 1. Tarımsal ürün ihraç pazarları geliştirilecek, talebe uygun nitelik ve nicelikteki ürünlerin ihracatı amacıyla, üretim aşamasını dikkate alan destek programları uygulanacaktır. 2. Gıda sanayiinde yerli hammaddenin rekabetçi fiyat ve kalitede sürdürülebilir temini amaçlanacak; iç ve dış pazar için katma değeri yüksek ve özel tüketici gruplarının ihtiyaçlarını karşılayan ürünler geliştirilecek; sektörde çevre duyarlılığı göze- Organik Tarım mı Endüstriyel Tarım mı? »» Endüstriyel tarım kimyasal ilaç ve kimyasal gübreler, şirket tohumları, yoğun tarımsal makineler ve yoğun su kullanılarak yapılan tarım sistemidir. 10. Beş Yıllık Kalkınma Planında Tarımın Geleceği Tarımın 5 Yıllık Geleceği Gelecek 5 yılda, 2014-2018 döneminde tarımda uygulanacak politikalar, amaç ve hedefleri; "Toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini esas alan, ileri teknolojiye dayalı, altyapı sorunlarını çözmüş, örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkin ve talebe dayalı üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü artırmış, doğal kaynakları sürdürülebilir kullanan bir tarım sektörünün oluşturulması amaçlanmaktadır. Sektörün yıllık ortalama büyüme hızının yüzde 3,1 olması, toplam istihdam içerisindeki payının yüzde 21,9'a gerilemesi ve Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla içerisindeki payının ise yüzde 6,8 olması beklenmektedir." 5 tilecek; taklit, tağşiş ve kayıt dışılığın önlenmesi sağlanacaktır. 3. Çok sayıda ve dağınık yapıdaki parsellerden oluşan tarım işletmelerinde bütünlüğün sağlanması, arazi parçalanmasının önüne geçilmesi ve iyi işleyen bir tarım arazisi piyasasının tesis edilmesine yönelik hukuki ve kurumsal düzenlemeler yapılacaktır. 4. Tarım ve sanayi işletmelerinin işbirliği ve entegrasyonu sağlanacak, yerel ve geleneksel ürünlerin katma değeri ve ihracata katkısı artırılacaktır. 5. Tarımsal destekler, tarım havzaları ve parselleri bazında, sosyal amaçlı ve üretim odaklı olarak düzenlenecek, desteklerde çevre ile bitki, hayvan ve insan sağlığı dikkate alınacak, tarımsal desteklerin etkinliği izlenerek değerlendirilecektir. Tarımsal desteklemelerde ürün deseni ve su potansiyeli uyumu göze- tilecek, sertifikalı üretim yöntemlerine önem verilecektir. Ayrıca, tarım sigortalarının kapsamı genişletilerek yaygınlaştırılacaktır. 6. Tarımda sosyal yapı gözetilerek üretim türüne göre yeter gelirli işletme büyüklüğü temelinde tarımsal işletmelerin etkinlikleri artırılacaktır. 7. Tarımsal bilgi sistemlerinin, ortak kullanıma izin verecek şekilde entegrasyonu sağlanacaktır. 8. Sulama ve ulaştırmaya ilişkin olanlar başta olmak üzere arazi toplulaştırma faaliyetlerinde ilgili kamu kurumları arasında koordinasyon sağlanacak, tarla içi geliştirme hizmetleri etkinleştirilerek sulama oranı artırılacaktır. Mevcut su iletim ve dağıtım tesislerinde toprak kanallar ile klasik sistemler yenilenerek kapalı sisteme geçiş hızlandırılacak ve tarla içi sulamalarda modern sulama yöntemleri yaygınlaştırılacaktır. 9. Gıda güvenliğini teminen ürün piyasalarında ve çiftçi gelirlerinde istikrar gözetilerek etkin stok yönetimi, üretim, pazarlama ve tüketim zincirinde kayıpların azaltılması, piyasaların düzenlenmesine ilişkin idari ve teknik kapasitenin güçlendirilmesi ve dış ticaret araçlarının etkin kullanılması sağlanacaktır. Üretici örgütlerinin pazara erişimi kolaylaştırılacaktır. Organik tarım ise kimyasal ilaç ve kimyasal gübreler kullanılmadan yapılan tarımdır. Büyük tarım işletmeleri şeklinde, çoğunlukla az sayıda türde bitki veya hayvan yetiştirilerek, işçi kullanılarak ve daha çok ihracat veya zincir marketler için, ancak kimyasal ilaç ve gübreler kullanılmadan yapılan tarım sistemine “endüstriyel organik tarım” diyoruz. Bu sistem yeterince doğaya saygı göstermediği gibi, köylünün tasfiyesine engel olmayarak ve tüketicilerin ödeyemeyeceği ürünlerin pazarlanmasına neden olarak sosyal yönden de sakıncalar yaratıyor. Endüstriyel tarım; toprak, su, tarım ürünlerinde yarattığı kirlenme ile hem dünyada hem de ülkemizde yaşam üzerinde ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Grain adlı kuruluşun bir çalışmasında sera gazlarına gıda sisteminin bütün olarak katkısı hesaplanmıştır. Doğrudan tarımsal üretim sera gazlarının %11-15’inden sorumludur. Ancak sera gazlarının üretiminde arazi kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaştırmanın %15–18, gıda ürünleri işleme, taşıma, paketleme ve perakende satışın %15–20, atıkların ise %2–4 payları vardır. Toplam olarak endüstriyel gıda sisteminin sera gazları üretimindeki payı %44–57 arasındadır. Gerek tarım ürünlerinin işlenmesi gerekse tarımsal üretimde büyük bir yoğunlaşma şirketler için kaçınılmaz olmuştur. Kimyasal gübre, tarım ilaçları, şirket tohumları hep tek ürün ve biyo çeşitlilikte gerileme ile pazar alanı bulabilirdi. Tarımsal üretimde işçinin kontrolünün zor olması; tek ürünü, biyo çeşitlilikteki kaybı ve mekanizasyonda aşırı gelişmeyi zorunlu kılmakta idi. Gerek endüstriyel tarımın dayandığı petrolün tükeniyor olması, gerek toprak ve su başta doğal varlıkların tükenmesi, gerekse de bir yandan obezite ile boğuşan bir kesim diğer yandan ise aç, kötü beslenmiş ve topraksız, işsiz kesimin oluşturduğu sosyal ve ekonomik sorunlar bu yolda çıkışın olmadığını göstermektedir. Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi [email protected] Agro ekolojik yöntemlerle yapılan tarım sanıldığı gibi verimliliği düşürmüyor. 30 yıllık bir araştırmada organik tarımda daha yüksek verim elde edildiği saptanmıştır. (Rodale Institute, Farming Systems Trial) Organik tarımda eğer yerel tohumlar kullanılırsa ürünler sadece temiz olmakla kalmıyor, besleyici değerleri de çok yükseliyor. Topluluk destekli tarım, çiftçi pazarları gibi yaklaşımlarla el ele yürütülen ve “endüstriyel” olmayan bir organik tarım çiftçilerin kırsal alandan sürülerek kentlerde perişan olmalarını da engelleyebilir. Bu tür bir organik tarım daha fazla el emeğine gerek duyacaktır. Ürünlerin dayanışmacı bir yerel gıda sistemi ile pazarlanması halinde tüketiciler de bu ürünlere ekonomik olarak ulaşabileceklerdir. Agro ekolojik yöntemleri esas alınarak yapılan bir tarım girdi maliyetlerini düşürdüğü gibi, dekara çok daha az fosil yakıt kullanmaya yol açacaktır. Var olan sistem tarafından evcilleştirilmemiş bir organik tarım, sadece tüketicilerin tercihleri ile yaygınlaşamaz. Endüstriyel tarımda çıkarları olan tarımsal girdi şirketleri, gıda devleri, fastfood zincirleri, büyük tarımsal işletme sahipleri ve bunların iş verdiği reklam çevreleri gerçek bir organik tarıma karşı çıkacaklardır. Ulusal ve uluslararası tarım politikaları her ne kadar organik tarımı da destekliyor görünse de endüstriyel tarımın sürmesi yönünde güçlü bir destek oluşturuyorlar. Politikaları değiştirecek bir yapı kurulana dek ekolojik ve dayanışmaya dayalı yerel tarım sistemlerinin kurulması için çaba göstermek gerekiyor. Hayvansal Gıdalara AB Düzenlemesi »» AB mevzuatına uyumlu hale getirilen hayvansal gıdalardaki farmakolojik aktif maddelerle ilgili faaliyet gösteren işletmecilere, 1 Eylül 2013′e kadar süre tanındı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan Türk Gıda Kodeksi Hayvansal Gıdalarda Bulunabilecek Farmakolojik Aktif Maddelerin Sınıflandırılması ve Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 26 Temmuz 2013 Tarihli ve 28719 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Düzenlemeyle bazı farmakolojik aktif maddelerin maksimum kalıntı limitleri, AB mevzuatına uyumlu hale getirildi. Bu alanda faaliyet gösteren gıda işletmecilerine değişikliğe uyum sağlamaları için 1 Eylül 2013′e kadar süre tanındı. 6 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber TARIM Kalkınmanın Merkezine Kooperatifleri Yerleştirmek Torbadan Mera Çıktı! »» Bütün sorun, “kalkınmanın merkezine kooperatifleri, insanın yüreğine kooperatifçiliği koyabilmekte...” TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen ve kanunlaşan Torba Yasa’ya hükümetin önerisiyle eklenen mera, yaylak ve kışlaklarla ilgili maddelere Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Dr. Turhan Tuncer’den de sert tepki geldi. Kapitalist kalkınma tipi ve hızı ekolojik dengeleri altüst etmiş, sorumsuzca yapılan bir üretim/tüketim ilişkileriyle dünya bir uçuruma doğru sürüklenmektedir. Her insan, işadamları ortalaması kadar tüketirse 11,4 dünyaya, ABD’li bir vatandaş kadar tüketirse 6,8 dünyaya, Avrupalı bir vatandaş kadar tüketirse 3,4 dünyaya, bir Afrikalı kadar tüketse 0.45 dünyaya gereksinim olduğu hesaplanmaktadır. Yakın gelecekte Dünya’nın sonunun geleceği ileri sürülmektedir. Daha güzel bir dünya kurmak için doğal bir özgecilik bilincini geliştirecek tersi bir işletmecilik/yönetim biçimi tasarlamak zorunluluğu doğmuştur. Kalkınmanın realitesi, salt ekonomik ölçütlere dayandırılan geleneksel kalkınma görüşü üzerinde yeniden gözden geçirilmeli ve çevre sorunu yeni kalkınma anlayışı içine mutlaka dâhil edilmelidir. Liberal ütopyaya dayalı geleneksel ticari organizasyonların kalkınma modeli yatırım karının azamileştirilmesine dayandırılmıştır. Buna karşıt olarak önerilen kalkınma modelinde, karın azamileştirilmesinden ziyade, daha çok istihdam yaratılması ve daha çok zenginlik üretilmesi araştırılmaktadır. Yatırım karları, istihdam yaratmadan ve mevcut istihdamı korumadan artıyorsa, bu yatırımlar toplum açısından bir anlam taşımazlar. Yatırımlar yoluyla karın artırılması dinamiğinde iki gerçeklik ayırt edilir: emeğe bağlı yatırımlar, emeğe bağlı olmayan yatırımlar. Emeğe bağlı yatırımların özünde, işyeri sahibi hem yatırımcı ve hem de yönetici konumundadır. İşyeri sahibi, yatırım yaptığı organizasyon içinde çalışır, işçisiyle, müşterisiyle, toplumla sürekli bağlantılıdır; Emeğe bağlı olmayan yatırımlarda sermaye sahibi, yatırımın konusu ile hiç bağlantısı olmayan bir realiteye sahiptir. O, sektörü ne olursa olsun, salt karını azamileştirmeyi araştırır, yatırımlarını sürekli daha karlı organizasyonlara doğru akacak şekilde finansal sermayenin akıcılığını izleyerek farklı bir işletmecilik/ yöneticilik biçimine doğru gelişimini sürdürür. Gelişen bilim ve teknolojinin, kar motivasyonuna göre çalışan kapitalist işletmeler aracılığı ile üretime uyarlanması önemli çevresel sorunlar yaratmaktadır. Ayrıca kapitalist sistemde insanların karşısına çıkan en önemli ekonomik sorunlar: işsizlik, aşırı fiyat şişkinlikleri, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve gittikçe kötüleşen çevre sorunlarıdır. Gelişen teknoloji ile birlikte işsizliğin gittikçe arttığı da bir gerçektir. Prof.Dr. T. Ayhan ÇIKIN [email protected] İşsizliğin çözümünde kooperatif girişimler büyük umutlar vaat etmektedirler. Örneğin birçok gelişmiş ülkelerde “istihdam yaratma kooperatifleri”, bir başka adıyla “üretim kooperatifleri” giderek yaygınlaşmaktadır. Bu kooperatiflerin en gelişmiş örneklerinden biri İspanya’daki ‘Mondragon Kooperatifi’dir. Bunun yanında, coğrafyaya bağlı (özellikle kol gücüne dayalı emek dahil) uluslar arası hareketliliği olmayan üretim faktörlerinin istihdamını en iyi sağlayabilecek girişimlerin kooperatifler olabileceğini ileri süren pek çok bilim insanı bulunmaktadır. Örneğin sürdürülebilir ve yerel kalkınmanın en favori işletmelerinin kooperatifler olduğu pek çok kaynakta belirtilmektedir. Bilim ve teknoloji, üretimi artırmada önemli katkılar sağlarken, bir yandan işsizliğin büyümesine, diğer yandan da çevreye olumsuz etkileri bulunmaktadır. Öte yandan salt kar amacıyla çalışan işletmelerin teknolojiyi kullanarak doğayı aşırı tahrip ettiğine dair pek çok bilgi-belge literatürde paylaşılmaktadır. Kooperatif girişimler ise, üretimlerini “kâr” güdüsüne göre değil, “ortaklarının ihtiyacına göre” planladıklarından, ayrıca yerel kaynakları kullandıklarından daha çevreci girişimlerdir. İnsanları tedirgin eden bir başka ekonomik değişken, fiyatlar genel düzeyinin sürekli yükselmesidir. Klasik iktisatçılara göre arz, kar beklentilerine göre planlanırken, harcamalar ise (talep) insan ihtiyaçlarına göre ve sahip olunan parasal gelire göre belirlenmektedir. Üç yüz yıldır büyüyen ekonomide, gelirlerin büyük bir kısmı tüketilemediğinden küresel düzeyde aşırı bir likit sermaye (finans kapital) birikmiştir. Nitekim 2008 Krizi’nin harcanamayan bu “gelirlerden” ileri geldiğini iddia eden iktisatçılar bulunmaktadır. Özellikle piyasa mekanizması üzerinden üretim faktörlerine yapılan ödemeler yoluyla paylaşılan gelirlerde emeğin payı azalırken, sermaye grubunun gelirleri de sürekli artmaktadır. Bankalarda likit olarak toplanan bu “artı-değerler”in son onlu yıllarda “yeni bir üretim faktörü” gibi algılanarak finans piyasaları oluşturulmuştur. Ekonominin makro boyutta işleyebilmesi için temel kural olan “toplam harcamaların toplam gelirlere eşit olması” kuralı yıllardır gerçekleşemediğinden bankalarda toplanan finans kapitalin değerinin “dünya reel üretimini 4’e katladığı” yönünde basında haberler yer almaktadır. Kapitalist sistemde bölüşüm, piyasada oluşan fiyatlar üzerinden otomatik olarak gerçekleşmektedir. Özellikle emek “ücret” olarak payını alırken, toprak, sermaye ve girişimcilik paylarını “rant, faiz ve kar” olarak almaktadırlar. Kooperatif girişimlerde ise, üretim “ihtiyaca göre” planlandığından bir işletme karı oluşmayacaktır. Kooperatif işletmelerde, alım-satım fazlası olarak meydana gelen “müspet gelir”, “risturn” kuralına göre paylaşılacağından ekonomide harcanamayan, krizlere neden olabilecek bir “gelir ” birikimi olmayacaktır. Kooperatif işletmelerin ekonomiye, dolayısıyla kalkınmaya katkısını önemsememek mümkün değildir. Bu katkıları şöylece özetlemek mümkündür: • Gücün/iktidarın paylaşılması; • Varlığın/gelirin paylaşılması; • Bilginin paylaşılması; • Çevreye/bölgeye saygı; • Bölgenin/ülkenin kalkınması 1980’lerde “kooperatiflerin sonu geldiğini” iddia edenler vardı: özellikle SSCB’nin misyonundan vazgeçmesi, azgelişmiş ülkelerdeki başarısız deneyler, kooperatifçiliğin yeniden gözden geçirilmesi konusunda pek çok kişi ve/veya kuruluşu harekete geçirdi. Burada şimdilik, dört örneği anmakla yetinilecektir: 1. AB Parlamentosu,13 Nisan 1983’ de, Mihr Raporu olarak anılan ve Avrupa’da kooperatiflerin rolünü ve pek çok topluluk politikaları için onun önemliliğini vurgulayan bir çalışmayı kabul ederek kooperatiflerin AB için vazgeçilemez bir sektör olduğunu kabul etti. 2. Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA), uzun çalışmaları sonucunda 1995’de “Kooperatif kimliğini” yeniden saptadığını ilan etti. 3. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün 2001 yılındaki düzenlediği kooperatifçiliği geliştirme konferansı ve 2003’de yayınladığı “193 sayılı Tavsiye Kararı; 4. Birleşmiş Milletler Örgütü(ONU), 18 Aralık 2009 yılında aldığı bir kararla “Kooperatif işletmeler daha güzel bir dünya kurar” ana temalı olarak 2012 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı (UKY)” ilan etmesi. 5. 8-11 Ekim 2012 tarihlerinde Kanada Québec’te “1.Uluslararası Kooperatifçilik Zirvesi” yapılması ve Zirvesi Bildirisi’nin BMÖ’ne sunulması; Özetle, son onlu yıllarda gelişmiş toplumlarda, “ekonomik kalkınmanın merkezine sürdürülebilir kalkınmayı, sürdürülebilir kalkınmanın merkezine kooperatifleri, kooperatiflerin merkezine insanı, insanın yüreğine kooperatifçiliği yerleştirme yoları” araştırılmaktadır. Tuncer, “Bu düzenleme mera, yaylak ve kışlakların hayvancılık amacı dışında kiralanıp yapılaşmaya açılmasına ve beton yığınlarına dönüşmelerine yol açacaktır. Hükümet üyelerinin çizdikleri pembe tablolar ve yaptıkları ‘rekor’ açıklamalarına karşın, Türkiye tarımsal üretim ve ihracatta bırakın ‘rekor kırmayı’, bugün samanı bile ithal etmek zorunda kalan bir ülkedir. Hal böyleyken bedava yem kaynağı meralarını amacı dışında kullanarak beton yığınına çeviren Türkiye, ithalata devam edecek ve dövizlerini o ülkelerin halklarının refahı için kullanacaktır.” dedi. maması gerektiğine vurgu yapan Tuncer, “ZMO olarak, Türkiye’yi felaketlere sürükleyebilecek bu uygulamalardan vazgeçmeye davet ediyoruz. Bu doğrultuda, kültürel ve doğal varlıklarımızı yok edecek düzenlemeler derhal geri çekilerek hayati bir yanlışın önüne geçilmelidir.” dedi. Bakan Bayraktar: ‘Anayasaya Uygundur’ Köyde Oturma Şartı Aranmadan Ruhsatsız Yapı İzni Geliyor Aynı yasaya eklenen bir başka maddeyle de, köylerde inşa edilecek yapılar ile ilgili yapı ruhsatı aranmaması istisnasının, ‘köyde oturma’ şartı olmadan yine herkesi kapsamasının sağlandığını belirten Tuncer, “Bu uygulama tarım arazilerinin hızlı bir şekilde tahribine yol açacaktır. Özellikle kıyı şeridindeki köy yerleşim alanları ve çevreleri, tarım arazilerinin özellikleri dikkate alınmaksızın tümüyle ranta açılacaktır.” diye konuştu. Türkiye’yi Felakete Sürükleyecek Uygulamadan Vazgeçilsin Artan nüfusumuzu beslemek için mutlak gerekli olan tarım arazilerimiz ile geliştirmeye çalıştığımız hayvancılığımız için büyük öneme sahip meralarımız amacı dışında kullanılmaması, betonlaştırıl- Meclis’te de tartışmalara neden olan düzenlemeyle ilgili eleştirileri yanıtlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, meraların imara açılmasının söz konusu olmadığını belirterek, önergeyle kiralamanın nasıl olacağının anlatıldığını kaydetti. Düzenlemenin Anayasaya uygun olduğunu savunan Bakan Bayraktar, meraların en fazla binde 5’inin kullanılmasına yönelik 5 ayrı bakanlık tarafından oluşturulacak komisyonla belirlenecek bir husus getirildiğini söyledi. Sebze ve Meyve Ticareti Yönetmeliği Değişti »» Düzenleme 01 Temmuz 2013 tarihli ve 28694 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Sebze ve Meyve Ticareti ve Toptancı Halleri yönetmeliğinde yapılan değişikliğe göre, aynı hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemler üretici ve üretici örgütlerinin yanı sıra komisyoncu ve tüccarlar arasında da yapılabilecek. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından, Sebze ve Meyve Ticareti ve Toptancı Halleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik Hakkında basın açıklaması yapıldı. Değişikliklere göre, Bakanlar Kurulu’nun, gerekli durumlarda hal rüsumuna tabi malları yeniden belirleyebilmesi yönünde düzenleme yapıldı. Bunun yanında, uygulamayı kolaylaştırıcı bir düzenleme olarak, aynı hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemlerin, mal fiyatlarının yükselmesine sebebiyet vermemek ve mal fiyatlarının düşmesine engel olmamak kaydıyla üretici ve üretici örgütlerinin yanı sıra komisyoncu ve tüccarlar arasında da yapılabilmesine imkan sağlandı. Yine değişiklik ile toptancı hallerindeki işyerlerinin devrinde ilgili meslek örgütünün görüşünün alınması zorunluluğu kaldırılarak, toptancı hallerindeki mevcut işyerlerinde faaliyet gösterenlerle yapılacak olan kira sözleşmelerinde noter onayının aranmaması öngörüldü. Komisyoncuların vadeli satışlarda mal bedelini satış tarihinden itibaren 30 iş günü içinde ödemesine, üreticiler tarafından perakende olarak doğrudan tüketicilere satılan malların bildirime tabi olmamasına ve laboratuvarların yalnızca orta ve büyük toptancı hallerinde ve bu yerlerde faaliyet gösterenlerin 3’te 1’inin yazılı talebi üzerine oluşturulmasına yönelik düzenlemeler yapıldı. Öte yandan, cezalı hal rüsumu uygulamasına konu olan eylemler yeniden belirlendi ve toptancı halinde satılmak üzere bildirimde bulunulup toptancı hali dışında toptan satılan mallar da cezalı hal rüsumu kapsamına alındı. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 GÜNDEM Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Geleneksel ‘Hasat Bayramı’nı Kutladı »» ‘Hasat Bayramı’ 25 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Üniversitesi Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftliğinde coşku ile kutlandı. Bu yıl 30.su düzenlenen ‘Hasat Bayramı’nda Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş, Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, birçok akademisyen, meslek örgütü temsilcisi, öğrenciler ve basın mensupları yer aldı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Çiftlik Müdürlüğü bünyesinde 4 adet araştırma ve uygulama işletmesi bulunduğunu, 30 yıl önce emek ve ideallerle kurulduğunu belirten Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftlik Müdürü Nurdan Şahin Demirağ “Bu yıl ki bayram sevincimiz 30. Yılımızı kutladığımız için geçen senelerden daha büyük. Kuruluş aşamasında emeği geçen tüm kıymetli hocalarımızı saygı ve minnetle anmak isterim. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Araştırma ve Uygulama Çiftlikleri içerisinde arazi ve iş gücü, bitkisel ve hayvansal üretim ile döner sermayeye sağladığı katkı bakımından Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftliği 1. Sırada gelmektedir. 4200 dekarlık Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftliğinin 2500 dekarında tarım yapılmaktadır.” diye konuştu. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ahmet Çolak, “Bir üretim yılı daha; öğrencimizle, hocalarımızla, çalışanlarımızla, mühendislerimizle ve uzmanlarımızla, bilgi birikimimizi ürüne dönüştürdüğümüz bir başarının tacıdır. Bu yıl fakültemizin kuruluşunun 80. Yılı ve çiftliğimizin Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi bünyesinde faaliyet gösterişinin ise 30. yılı hayırlı uğurlu olsun.” diye konuşarak, Haymana Çiftliğinin tarihçesini konuklara aktardı. Tarımda öğrenmenin mutlaka uygulama ile olacağına belirten Prof.Dr. Ahmet Çolak “Tarım Bakanlığının destekleri ve meslektaş dayanışması içinde bugünlere geldik. Haymana, Ayaş ve Çifteler Çiftliklerimizde tarımı yaşayarak, yaşatarak öğretiyoruz’’ dedi. Amaçlarının dünya standartlarında tarımı bilen mühendisler yetiştirmek olduğunu vurgulayan Çolak, ‘’Yeni eğitim programlarını hizmete alacağız, İngilizce programları senatomuza sunacağız’’ diye konuştu. ürünü, verimliliği sağlayacak projeleri Ankara Üniversitesi olarak ortaya koymalıyız. Ankara Üniversitesi bugün güçlü, yarin çok daha güçlü olcak.” şeklinde konuştu. Ankara Üniversitesinin tarım sektöründe daha da önemli roller oynayacağını, donanımlı kadroları ile mühendis ve bilim adamı yetiştirmeye devam edeceklerini söyleyen Prof. Dr. Erkan İbiş “Agro-Park, bir başka ifade ile Gıda ve Tarım Teknoparkı kurmak için çalışıyoruz. Bu iş Ankara Üniversitesine yakışır’’ dedi. Mirmahmutoğulları’ndan Agro-Park’a Tam Destek Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş “Su, enerji, tarım, hayvancılık ve gıdanın önemi gelecekte çok daha da artacak. Ülkemizin geleceği, gelişmesi ve kalkınması açısından da çok daha büyük boyutlarda önem kazanacak. Ziraat ve tarım deyince, üç tane önemli bileşenin birleştiği bir alan görüyoruz karşımızda. Doğa, insan ve bilim. Üçünün birleşimiyle ortaya çıkan bir uygulama sahasıdır ziraat. Tarım ve gıda üretimi çok kolay gerçekleşen, kolay sonuca varan bir uygulama değil. Bunun için emek, inanç, kararlılık, sabır, çalışmak gerekiyor. Bizim üniversite olarak bilgimizi donanımızı elde ettiğimiz sonuçları topluma aktarıyor, paylaşıyor olmamız gerekiyor. Sektörle işbirliği, birlikte üretme, gerçekleştirme, bizim bilgimizden, bilim birikimimizden, deneyimimizden; sahadaki insanların, uygulayıcıların mutlaka faydalanmasını sağlamak, daha çok İzmir'in Üçüncü Organik Pazarı Balçova’da Açıldı »» Büyükşehir, Balçova Belediyesi ve ETO işbirliğiyle kurulan pazarda semt evleri ve üretici kadınların ürünleri de satılacak. Kızılkanat Parkı içindeki 600 metrekare alanda kurulan ve organik logosu olan ürünlerin yer alacağı Ekopazar Balçova’nın 500 bin liraya mal olduğu kaydedildi. Vatandaşlar katkı maddesiz ürünleri buradan satın alma imkanı bulacak. Ekopazar Balçova, salı ve cumartesi günleri Kızılkanat Parkı’nda ilk etapta 33 tezgahla kurulacak. Kimyasal işlemden geçmemiş ahşap tezgahlarda satılacak ürünler, tüketicilere bez, kağıt ambalaj ya da bio dönüşümlü poşetlerde ulaştırılacak. Organik ürün sertifikası olsa bile ürünlerin hepsi pazar alanına girmeden önce tekrar denetimden geçecek. ETO’nun oluşturacağı komisyon kontrollerinden sonra, Ekopazar’daki ürünlerin tezgahlara konulup halka ulaştırılmasına izin verilecek. Komisyon tarafından or- Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi Ve Eylem Planı Çalışmalarının Neresindeyiz? »» 2012 yılında kooperatifçilik adına hepimizi umutlandıran gerçekten çok önemli gelişmelere hep beraber tanıklık ettik. 2012 yılı Dünya Kooperatifler Yılı olarak tüm ülkelerde kutlandı. En önemlisi kooperatifçilik sanki yeniden keşfedildi. Ülkemizde ise, üzerinde uzun yıllar çalışılan, her kesimden kabul gören, kooperatifçiliğimiz için umut ışığı niteliğinde bir belge “Türkiye Kooperatifçilik stratejisi ve Eylem Planı” Sayın Başbakan tarafından resmen açıklandı. Bazı şeyleri belki hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. Neydi bu çalışmanın genel amacı? “Kooperatifçiliğe daha elverişli bir ortam sağlamak; toplumda olumlu bir kooperatifçilik imajı oluşturmak ve sektöre güveni artırmak; verimli ve etkin uygulamaları ortaya çıkarmak; sürdürülebilirlik, rekabet edebilirlik ve yenilikçiliği sağlamak; kooperatiflerin ekonomik kalkınmaya ve gelirin daha adil paylaşımına olan katkılarını artırmaktır.” Şeklinde belirlenmiştir. Öyle zannediyorum bu amaçlara da hiç kimsenin itirazı olamaz. Bu amacın artık anlamını yitirdiğini söylemekte herhalde mümkün değil. Stratejik hedeflere baktığımızda kamuya ve kooperatiflerin üst düzey örgüt temsilcilerine çok önemli görev ve sorumlulukların verildiği görülecektir. Neydi Bu Stratejik Hedefler? İl kez böyle bir hasat bayramına katıldığını üzülerek belirten, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğullar ise “Eğer Türkiye bugün 76 Milyon nüfusunu besliyor, 31 milyon turisti doyuruyor ve ihracatını yüzde 4 artırıyor ise bu sizlerin ürettiği bilginin, bakanlığımızın ve sahada uygulayan çiftçilerimizin sayesindedir.” şeklinde konuştu. Mirmahmutoğulları, tarımsal hasılayı 63 milyar dolara, ihracatı da 16 milyar dolara çıkardıklarını, “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak Tarım ve Gıda Teknopark’ının kurulması için üzerimize düşen neyse, biz hazırız işbirliğine varız” diye konuştu. 30. Geleneksel Hasat Bayramı halk oyunları örneklerinin sunulması ve temsili hasat ile son buldu. ganik olmadığı düşünülen ürün varsa, tahlile gönderilecek ve pazar alanına alınmayacak. Ekopazar Balçova, salı ve cumartesi dışındaki günlerde de, semt evleri ve üretici kadın kooperatifleri tarafından kullanılacak. Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya, kurulan ekopazarda ayrıca tarımsal kooperatiflerin ürünlerinin de satılacağını belirterek, “Dünyada kişi başına en fazla yeşil alana sahip ilçeyiz. Bunun nedeni, Büyükşehir’in Çakalburnu’nda yaptığı Kent Ormanı’dır. Kent böyle gelişir, böyle büyür” dedi. 7 • Kamu Teşkilatlanması ve Kooperatiflere Hizmet Sunum Biçimi Yeniden Yapılandırılacaktır. • Eğitim, Danışmanlık, Bilgilendirme ve Araştırma Faaliyetleri Geliştirilecektir. • Örgütlenme Kapasitesi ve Kooperatifler Arası İşbirliği Olanakları Arttırılacaktır. • Sermaye Yapısı ile Kredi ve Finansmana Erişim İmkânları Güçlendirilecektir. • İç ve Dış Denetim Sistemleri Tümüyle Revize Edilecektir. • Kurumsal ve Profesyonel Yönetim Kapasitesi Arttırılacaktır. • Mevzuat Altyapısı Uluslararası Esaslara ve İhtiyaçlara Göre Geliştirilecektir. Kooperatifçiliğimizin geliştirilmesinde izlenecek strateji ve uygulamaları içeren eylem planı, Erol AKAR Köy-Koop Kastamonu Birlik Başkanı üzerinde ciddi çalışılması gereken konulardır. Hedef ve planların açıklanmasının üzerinden yaklaşık bir yıl gibi bir zaman geçti. Hangi noktadayız, neresindeyiz? Henüz bu konuda bir açıklama yok. Bir ara değerlendirmenin yapılması gerekmez mi? Tabii hangi Bakanlığın görevli ve sorumlu olduğu belirlenebilmişse. Para Dedektifi CNN Türk de yayınlanan para dedektifi programını sunan Sayın Cem Seymen’i gönülden tebrik ediyorum. Hem üreticinin hem de tüketicinin sorunları ancak bu kadar net bir şekilde anlatılabilir. Bu güne kadar sorunun ne olduğunu yeterince belirlemeden, hatta onu bilmeden sorunu çözmeye kalkışanların daha fazla sorun yarattığı hep görüle gelmiştir. Serbest piyasa kurallarının en önemlisi olan rekabeti, dağınık, yeterince güçlü örgüte sahip olmayan ve Ülkenin % 30-35 lik kesimini oluşturan üreticinin hangi yöntemle, hangi yapılarla rekabeti sağlayacağının bilinmesi zorunluluğu yok mu? Üreticiden tüketiciye daha ucuz ürün temini gelişmiş ülkelerde acaba hangi yapılarla sağlanmaktadır? Ekonomik yelpaze içerisinde gelişmiş ülkelerde kooperatifçiliğin yeri ve rolü nedir? Bu güne kadar Ülkemizde ekonomistler bu konular için hiç kafa yormamışlardır. Sayın Cem Seymen diğer ekonomistlerin gösteremediği duyarlılığı göstererek gerçekten ülkemizin en önemli sorununu dile getirmektedir. Kendisine teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum. Karadenizli Kadınlar Üretimde Kooperatifleşiyor Evden üretime katılım sağlayarak ekonomik yarar sağlamaya çalışan kadınların, model arayışlarında kooperatifleşmeye adım atılıyor. Bu kapsamda bölgede ilk kez kadınların ev ortamında gerçekleştirdikleri üretimlerini kooperatifleşme modeli ile pazara sunacak altyapıyı oluşturan "Trabzon Markalaşıyor "Teknik Destek Projesi Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası ile Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (DOKA) arasında imzalandı. Eğitim amaçlı proje kapsamında örgütlenme, kooperatifçilik, giri- şimcilik, pazarlama ve pazarlama başlığı altında özellikle markalaşma konusunda 15 gün süreli eğitimler verilecek. Eğitim özellikle ilk defa oluşturulan ev eksenli kadınların örgütlendiği ve özel sektörle işbirliği geliştirdiği modelin sürdürülebilirliğine yönelik workshopları içeriyor. TTSO Başkanı M.Suat Hacısalihoğlu, modelin Çin'de yaygın bir şekilde kullanıldığını, ev ortamında üretim yapan kadın emeğinin daha da değerlenmesinde bu tür organizasyonların önemli olduğunu belirtti. 8 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber KOOPERATİFÇİLİK Tarımın Geliştirilmesi İçin Köy-Koop’un Önerileri -I»» Türkiye'deki çiftçiler, genellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde üretim yapmaktadır. Çoğunluğu kendi aile işgücünü kullanıyor. Ancak ürettiklerinin karşılığını alamıyorlar. Bunun birçok nedeni vardır. Bunlardan birisi örgütlerinin güçsüzlüğü ve de örgütler arasında güç birliğinin olmamasıdır. Örgüt kirliliği, örgütlerin güçsüzlüğü ve örgütler arası işbirliği ve dayanışmanın olmaması tarımı olumsuz etkilemektedir. Örneğin süt, domates, patates, pamuk üreticileri ya da sebze üreticilerinin örgütleri bir araya gelemiyorlar. Temel sorunlarını güçlü bir şekilde duyuramıyorlar. Oysa tümü de, tarımsal girdilerinin yüksek olduğunu, buna karşılık pazarlama kanallarının uzun olması, daha açıkçası üretici ve tüketici arasında fazla sayıda aracı olması nedeniyle para kazanamadıklarını belirtiyorlar. Bir başka deyişle katma değer üreticilere dönmüyor. Tarımın Geliştirilmesi için; Kısa dönemde, tarımsal ürünlerin fiyat oluşumlarında AB'de olduğu üzere içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu politikaların sürdürülmesi zorunludur. Bu bağlamda stoklara yol açacak desteklemeler yerine, kota sistemine geçilmelidir. Bağımsız bir destekleme politikası için daha çok kaynağa gereksinme duyulacağı açıktır. Ancak bunun için, sürdürülebilir borçlanmaya değil, sağlam kaynaklara dayalı bir kamu finansman sistemini kurmak gerekiyor. Orta ve uzun dönemde ise tarımda yapısal dönüşümler gerçekleştirilmelidir. Bu amaçla başka önlemler şöyle sıralanabilir; • Küçük ve clağınık işletmeler büyütülmelidir ve birleştirilmelidir. • Üreticilerin hızla kooperatifleşmesi ve kooperatiflerin de sanayi tesislerini kurması sağlanmalıdır. • Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da Toprak reformu yapılmalıdır. ▪ Tarım Yasası yeniden düzenlenmelidir. Tarım Bakanlığı çalışmalarına ve yönetimine üreticilerin örgütlü katılımı ve denetimi sağlanmalıdır. • Tarımsal araştırma, yayım ve denetim hizmetleri, yabancıların denetirnlerinden çıkarılmalı ve güçlendirilmelidir. • Tarımsal girdilerde en önemli kalem olan tohumluk ve darnızlık hayvm) üretimi için üretici örgütleri ile kamu sektörü işbirliği içinde olmalıdır. Dışa bağımlılıktan ancak bu temelini oluşturan beslenmeyle ilişkilidir. Üstelik gıda egemenliği, küçük ve orta ölçekli işletmelerle -sürdürülebilir tarımın korunmasına da olumlu etki yapmaktadır. TARIMDA ÇÖZÜM iLKELERİ Bu çözümler, toprak edinme hakkı, işletme büyüklüğü ve örgütlenme, tarımsal Ar-Ge hizmetleri ve eğitimin düzenlenmesi, ulusların gıda egemenliğinin korunması, uluslararası denilen ancak merkez ülkelerin denetimindeki örgütlere karşı tavır geliştirme, bölgesel anlaşmalar başlıkları ile özetlenebilir. sında, üretici örgütlerinin ve meslek odalarının katkısı da yoktur. Bütün bu olumsuzluklar dikkate alınarak, küçük ve orta ölçekli işletmeler için düşük endüstriyel girdiye dayalı sürdürülebilir tarım, organik tarım ve permakültür tarımın gereksinimlerine uygun Ar-Ge etkinlikleri ve eğitim hizmetleri düzenlenmelidir. Toprak Edinme Hakkı Gıda Egemenliğinin Korunması Temel ve öncelikli çözüm, köylülerin toprak edinme hakkının, bir başka deyişle çiftçilik yapmak isteyen topraksız ya da az topraklı çiftçilerin yeterince topraklandırılmasıdır. İşletme Büyüklüğü ve Örgütlenme Gıda egemenliği için, ulusal gıda pazarlarının adil olmayan dış ticaretten korunması, çiftçilerin genetik, toprak ve su gibi kaynaklar üzerinde haklarının tekelci şirketlere karşı korunması sağlanmalıdır. Bunun sağlanması da, ekonominin diğer dallarında olduğu gibi kamunun denetimiyle olasıdır. Bu bağlamda uluslararası finans kuruluşlarının müdahalesi önlenmeli, iç pazara sermaye giriş ve çıkışları denetlenmelidir. Merkez Ülkelerin Denetimindeki Fınans Örgütlere Karşı Tavır Geliştirme Dev işletmelerde yapılan endüstriyel tarımda ortaya çıkan olumsuzluklara karşı en uygun model, küçük ve orta ölçekli çiftçi/köylü modelidir. Bu işletmelerde toplam etmen verimliliğin, büyük işletmelerden daha yüksek olduğu bilinmektedir. Köylü işletmelerinde, belli bir ölçüde var olan ölçek sorunu ise kamu yatırım işletmelerinin ve desteklemelerin onlara yönlendirilmesi ve kooperatif örgütlenme ile aşılabilmektedir. Örneğin kamu sulama hizmetleri, tarımsal desteklemeler, kooperatif makine parkları, süt toplama hizmetleri, girdilerin ucuza temin edilmesi ve çıktıların değerlendirilmesi gibi. Bu nedenlerle, dev işletmeler modeli yerine, insanlara toprak edinme hakkı sağlayan ve aile işgücünün egemen olduğu küçük ve orta ölçekli işletmeler modeli, insan doğasına şimdilik daha uygun bir model olarak ortadadır. Tarımsal Ar-Ge ve Eğitimin Düzenlenmesı kurtulabilir. • Bitki ve hayvan sağlığı, insan sağlığı etkinlikleri ile birlikte ele 3rınmalı ve sağlık bir kamu hizmeti olarak gerçekleştirilmelidir. • Üreticilerin eğitimi, kamu ve kooperatif kurumlarının işbirl;ği ile gerçekleştirilmelidir. Özetle, gıda egemenliğine yeniden kavuşmak isteniyorsa, tarımsal ürünlerin fiyat oluşumlarında AB'de olduğu üzere içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu ralitikaların sürdürülmesi zorunludur. Gıda egemenliği için gerekli korumacı tarım politikaları, içe kapanma (otarşi) değildir. Uluslararası ticaret, bütün uluslara yarar getirecek şekilde planlanmalıdır. Gıda egemenliği, bütün gereksinmelerin reti temelinde anlaşmalar yapılabilir. Özetle, tarımda küçük ve orta ölçekli işletmeler ölçeğinde, bir yolu izlemek zorunluluğu vardır. Aksi durumda insanlığın yaşayacağı olumsuz bir kaotik ortamın sahneye çıkması, kaçınılmaz bir gelecektir. Uluslararası denilen, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi finans örgütleri, ABD/AB gibi merkez ülkelerin denetimindedir. Bu örgütlerin denetimine karşı önlemler geliştirilmelidir. Bu önlemlerin başında ise çevre ülkelerinde, uluslararası sermaye ile çıkarları gereği işbirliği içinde bulunan sosyal sınıf ve katmanlarının egemenliklerinin geriletilmesi konusu gelmektedir. Diğer Yandan, işlenmemiş ya da işlenmiş tarım ürünlerine konacak gümrük fonlarının iç pazarı koruyacak şeklinde düzenlenmesi gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da; iç piyasadaki tarım ürünleri fiyatlarının, dünya borsa fiyatları arasındaki bağı koparmak zorunluluğu vardır. Çünkü dünya borsa fiyatları, genellikle, üçüncü dünya pazarlarını ele geçirmek için müdahale edilerek düşürülmüş fiyatlardır. Anılan fiyatlarla, bir yandan merkez ülkeler için sorun olan stokları eritilmekte, bir yandan da üçüncü ülkelerinin tarımları çökertilerek sürekli sosyal, siyasal ve ekonomi bağımlılık yaratılmaktadır. Bölgesel Anlaşmalar Yapmak Tarımsal Ar-Ge etkinlikleri ve eğitim, genellikle endüstriyel tarım ve büyük tarımsal işletmelerin gereksinirnierine göre şekillendirilmiştir. Bu durum, özellikle güney ülkelerinde de girdiler temelinde dışa bağımlılığı besleyen önemli bir etmen olmuştur. Diğer yandan Ar-Ge planlanma- Merkez ülkeler ile anlaşmalar yerine çevre ülkeler arasında sosyal, siyasal ve ekonomik anlaşmalar yapmak daha Yararlı bir seçenek olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda tarımsal Ar-Ge, eğitim ve tarım ürünleri tica- Tarımda Ekonomik Örgütlenme İçin Öneriler Çiftçi örgütleri, tarım politikalarına ağırlıklarını koyamıyorlar. Çiftçilerin ekonomik örgütlenmeleri,çok düşük düzeyde devam ediyor.Çiftçilerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerin kooperatif örgütlenmeleri ,Türkiye genelinde tarımsal üretimin ancak yüzde 3-4’ü denetliyor. Bu durum iki nedenden kaynaklanıyor. Birincisi,tarım kesiminde aynı doğrultuda çok örgüt var. İkincisi,örgütlerin görev alanlarının da çatıştırılmış olmasıdır. Ekonomik Örgütlenme için öncelikle, Türkiye’de birçok üründe geniş üretici kitlesine hitap eden, pazarın büyük bir kısmını elinde tutan Tariş, Çukobirlik, Trakya Birlik, Marmara Birlik, Koza Birlik, Karadeniz Birlik ve Fiskobirlik gibi kooperatif ve üst birliklerin, güçlendirilmesi ve daha demokratik bir duruma getirilmesi zorunludur. Bunlar, çiftçiler lehine Ortak Piyasa Düzenlerinin gerçekleşmesinde etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Ancak diğer ürünlerin pazarlanması ve işlenmesinde en uygun ekonomik örgütlenme modeli (Köy-Koop) Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliğidir. Bunun iki önemli nedeni vardır. Birincisi, Türkiye düzeyinde en geniş şekilde örgütlenmiş olmalarıdır. Kooperatiflerde, 7500’ü geçen kooperatif sayısı ile 790 bin civarında çiftçi örgütlenmiştir. Çiftçilerin ürettikleri ürüne ve yarattıkları katma değere sahip çıkmaları için tarımsal amaçlı kooperatiflerin, ağırlıklı olarak da Köy-Koop’ların güçlendirilmesi gerekiyor. Köy-Koop’ların Güçlendirilmesi için şunlar yapılmalıdır; • Köy-Koop’ların çiftçilere sağladığı girdilerden (tohum, ilaç, gübre, mazot vb.) alınan KDV’ler özellikle sınırlanmalıdır. • Köy-Koop’ların tarımsal girdileri üreten ve de ortaklarının ürünleri değerlendirmelerini sağlayan tesisleri kurmalan için her türlü ekonomik-sosyal ve yasal önlemler alınmalı, kısaca çiftçilerin aynı zamanda kooperatifler ile sanayici olmaları sağlanmalı. • Köy-Koop’ların pazarladığı ürünlerde KDV yüzde re düşürülmeli ve en az 10 yıl süreyle Üst birlikleri olan birim kooperatiflere kurumlar vergisi muafiyeti sağlanmalıdır •Köy-Koop’ların devlete olan borçları uzun vadeli bir planlama ile düşük faizle alınmalıdır. • Köy-Koop’ların ürünlerinin pazarlamasını sağlamak üzere yerel yönetimler devreye sokulmalı, bu amaçla ilçe ve il genelinde satış yerleri verilmelidir. • Tarım ürünlerinin pazarlanmasında kayıt dışı ekonomiyle etkin bir mücadele yapılmalıdır. • Özellikle kooperatiflere ve kooperatif üyelerine sağlanan kredilerin faizleri düşürülmeli ve geri ödeme süresi uzatılmalıdır. • Tarım ürünlerinin fiyat oluşumunda Avrupa Birliği’nde olduğu üzere Ortak Piyasa Düzenleri’ne benzeyen kurulların oluşturulmasında KöyKoop’lara ağırlık verilmelidir. Sonuç olarak çiftçilerin dirliğinin artırılmasında Köy-Koopları öne çıkarmak zorunluluğu vardır. Ancak Köy-Kooplar da kendi örgütlenmelerini yeniden gözden geçirmelidir. Zayıf noktalarını belirlemelidir. Bunlardan birisi şudur; Küçük köy kooperatifleri yerine, teknik alt yapı ve kadroya sahip ilçe ya da büyük belde/köyler düzeyinde merkezi kooperatifler kurulmalıdır. Bu amaca yönelik olarak İl ve Merkez Birliği’nin ivedilikle harekete geçmesinde yarar görülmelidir.Küçük köy kooperatiflerinin devri artık geçmiş durumdadır. Çiftçiler küçük olsun, benim olsun anlayışını terk etmelidir. Aksi takdirde aracıların ve sanayicilerin elinde oyuncak olacaklardır. Daha kötüsü büyümedikleri ve birleşmedikleri için topraklarını da kaybedecekler ya da özellikle yabancı ortaklı büyük çiftliklerin tarım işçiliğini kabulleneceklerdir. Diğer önemli bir konuda; kimi kooperatif yöneticileri ve denetleyicilerinin eğitim durumunun yetersiz oluşudur. Burada, “Kurslar “açılarak belge sahibi olanların kooperatifçilik yapmaları koşulu getirilmelidir. Önümüzdeki sayımızda; Tarım Ve Çiftçilikle İlgili Genel Düzenlemeler, Bitkisel Üretimin ve Hayvancılığın Geliştirilmesi, Gıda Sanayi ve Organize Gıda Perakendeciliğinde Durum ve Önerileri konu başlıkları altında devam edecek. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 TARIM 9 Biyoteknoloji Mucizesi: Tarım’ın Tanımı Değişiyor mu? »» Çiftçi Hasan sabah 05:00 gibi uyandı. Gün ağarıyordu. Çiftliğin hemen yanında bulunan, elektrik üreten rüzgar tribünlerinin uğultusu kuvvetli geliyordu. Elektrikle çalışan biçerdöverin aküleri dolmuş olmalıydı. İş çoktu, hasat zamanı gelmişti. Çiftçi Hasan’ın hasat edeceği şey ise ne buğday, ne mercimekti… Antiserum tarlasında hasat edilecekler, antiserum tohumlarından başka bir şey değildi... Antiserum içeren tohumların proteinlerini boşaltmak, ziraat fakültesindeki ekibin yıllarını almıştı. Bunun için ilk önce bitki tohumundaki proteinler ve bu proteinleri kodlayan genler tanımlanmıştı. Daha sonra genetik mühendisliği ile ilgili genlerde mutasyon meydana getirilerek bu genler bitki genomundan çıkarılmıştı. Diğer taraftan tıp fakültesindeki diğer bir ekip ise AIDS hastalığının tanısında kullanılan HIV antijenine spesifik antiserumlar üzerinde çalışmaktaydı. Geliştirilen çeşitli antiserumların protein analizi bitirilmiş ve bu proteinleri kodlayabilecek gen dizileri bakteri genomlarına klonlanmıştı. İlgili gen dizilerini içeren bakteriler ile de bitkiler enfekte edilmiş ve bu yabancı genlerin bitki genomuna aktarılması sağlanmıştı. İşte yıllar süren bu çabanın sonunda bitki tarafından üretilen HIV antijenine spesifik antiserumlar, boş tohum taneciklerinin içerisine sığdırılmıştı. Çiftçi Hasan tarafından hasat edilen tohumlar fabrikaya gittiğinde antiserumlar tohumlardan izole edilmekte ve saflaştırılarak hastalık tanısında kullanılmak üzere ambalajlanmakta ve hastanelere gönderilmekteydi… Yukarıda bahsettiğim kısa öykü bugün bir hayal ürününden başka bir şey değil. Belki 50 yıl sonra gerçekleşecek belki de hiçbir zaman! Ancak tarımın klasik tanımını değiştirecek pek çok ilginç biyoteknolojik uygulama hayatımıza çoktan girdi bile. Mesela, bir anti-lenfoma tümör aşısı, klonlanmış kötü huylu B-hücrelerinden elde edilen RNA taşıyan tütün bitkileri kullanılarak yapılmış durumda. Yapılan ön çalışmalar bu bitkilerden elde edilen proteinlerin kanser hastalarının aşılanmasında ve tedavisinde önemli bir potansiyel barındırdığını gösteriyor. Yine diğer bir çarpıcı örnek ise antibiyotik üreten bitkiler! Malum antibiyotikler, tıbbın en önemli enstrümanlarından. Klasik antibiyotik üretiminin maliyetinin yüksekliği ve zorluğu göz önüne alındığında bilim insanları bu yeni alternatifi oldukça önemsiyor. Bitki genomlarına klonlanan antibiyotik proteinler sayesinde düşük maliyetlerle büyük miktarlarda antibiyotik üre- timinin kolaylıkla yapılabileceği düşünülüyor. Yani antiserum tarlaları belki gerçek olmasa bile antibiyotik tarlaları önümüzdeki yıllarda gerçek olacak gibi! Yine diğer ilginç bir örnek ise bakteriler tarafından üretilen ve bugün A.B.D.’de süt endüstrisinde yaygın olarak kullanılan rekombinant büyüme hormonu. Rekombinant bakterilerden elde edilen bu hormon ile sağlanan süt üretimi artışının A.B.D.’deki günlük süt üretiminin neredeyse üçte birine denk geldiği biliniyor. Bu ilginç örneklere “rekombinant örümcek ağını” da eklemek lazım! Örümcek ağı bugün bilinen en güçlü liflerden birisi, öyle ki kurşun geçirmez yeleklerin de yapımında kullanılan karbon kökenli liflerden bile daha dayanıklı. Biyoteknolojik yöntemlerle 2000’li yıllarda geliştirilen ve sütlerinde örümcek ağı proteinleri içeren transgenik keçilerin geliştirilmesi başarılsa da, sütten ağ proteinlerinin saflaştırılması ve örümceklerin doğada yaptığı gibi ağ lifinin üretilebilmesi noktasında yaşanan problemler projenin askıya alınmasına neden olmuş durumda. Her ne kadar kitle üretiminde böyle bir engelle karşılaşılsa da önümüzdeki süreçte bu sorunun da bir şekilde çözüleceği ve örümcek ağından süper dayanıklı biyolojik giysilerin ya da malzemelerin yapılabileceği düşünülüyor. Kulağa bilim kurgu hikâyesi gibi gelen bu buluşlardan daha reel tarıma geçersek; bugün biyoteknolojinin tarımdaki en yaygın kullanımı hiç kuşkusuz genetik mühendisliğiyle elde edilen daha yüksek miktarda ve kalitede ürün veren, hastalıklara, böceklere ya da herbisit uygulamalarına dayanıklı genetik yapısı değiştirilmiş (GDO’lu) bitkiler. GDO’lu bitkilerin en bilineni ise böcekleri doğal olarak hastalandıran Bacillus thrungiensis adlı bir bakteriden elde edilen toksin genine sahip bitkiler. Doğada bakteriyel enfeksiyon esnasında üretilen toksin ile ölen böcekler, bu teknolojide ilgili toksinin bitki tarafından sentezlenmesiyle kontrol altına alınmış oluyor. 1970’li yıllarda tek toksin genine sahip ve belli böcek türlerine spesifik mısır bitkileriyle başlayan bu uygulamalar bugün çok Dr. Umut TOPRAK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [email protected] sayıda toksin genine sahip ve pek çok kelebek ve kın kanatlı larvasının kontrolünü sağlayan bitkilerin geliştirildiği bir noktaya erişmiş durumda. Yine virüs gibi şu an için direk bir çözümü olmayan bitki hastalık etmenlerine karşı geliştirilen dayanıklı bitkiler de önemli kapılar açıyor. Tarımsal üretimdeki en önemli sorunlardan biri olan yabancı otlara karşı yaygın bir şekilde kullanılan glyphosate gibi herbisitlere dayanıklı GDO’lar da uygulama açısından büyük kolaylıklar sağlayabiliyor. Herbisitlere dayanıklı bu türlerle geniş alanlarda bitkiler zarar görmeden herbisit uygulamaları kolayca yapılabiliyor. Gerek hastalıklara gerekse böceklere karşı dayanıklı olan bu bitkiler ile pek çok kimyasal pestisitin doğaya atılımı engellenerek tarım ilacı kökenli pek çok sorun da ortadan kaldırılabiliyor. GDO’lu bitkilerle sağlanan diğer bir avantaj ise daha yüksek ve daha besleyici ve kaliteli ürünlerin elde edilebilmesi. Bunun en tipik örneklerinden biri ise altın pirinç olarak bilinen ve beta-karoten ve vücudumuzdaki A vitaminin sentezinin öncü bileşenlerini içeren “Golden rice”! Beslenme kalitesinin düşük olduğu coğrafyalarda yeterince A vitamini alamayanlar için “Golden rice”’ın önemli bir besin kaynağı olabileceği düşünülüyor. Klasik ıslah çalışmalarıyla çok uzun sürelerde ıslah edilebilen pek çok bitki türünün biyoteknoloji avantajlarından faydalanarak rekombinasyon teknikleri ile daha kısa sürede eldesi de mümkün. Örneğin aşırı tuzlu, kurak ya da soğuk koşullara sahip olan ve tarımsal üretim yapmaya müsait olmayan alanlar, bu koşullara dayanıklı GDO’lar ile tarımsal üretime kazandırılabilme potansiyeli taşıyor. Tarımsal biyoteknolojinin uygulama alanları hastalık ve zararlılara dayanıklı, daha yüksek verim ve kalitede ürün sağlayan ya da herbisitlere dayanıklı olan bitkilerle sınırlı değil! Yine kesme çiçek endüstrisinde daha güzel renkte, kokuda ve büyüklükte çiçeklerin eldesinden, genetik mühendisliği ve enzim optimizasyonu ile enerji bitkilerinden daha efektif bir şekilde biyodizel, biyoetanol ve biyolojik yağ üretimine kadar pek çok uygulama da biyoteknoloji ile yapılabileceklerin sınırlarını oldukça genişletiyor. Genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerin pek çok avantajı bilinse de insan sağlığı ve çevre üzerindeki potansiyel riskleri GDO teknolojisinin doğduğu günden beri güncelliğini kaybetmeyen hassas bir konu. Nitekim doğal olarak tüketiciler GDO’ların avantajlarından ziyade riskleri üzerinde duruyor. Burada önemli olan nokta her tarımsal üretim sürecinde ortaya çıkabilecek risklerin analizinden geçiyor. Bugün organik tarımda dahi patojen kökenli toksinlerden ileri gelebilecek maddelerin yol açtığı belli riskler ya da konvansiyonel tarımda kullanılan tonlarca pestisitin kullanımı göz önüne alındığında ilgili genetik yapı değişikliği, tarımsal ürün ve ekosistem bazında değerlendirmelerin yapılması önem kazanmakta. Genetik yapı değişikliklerinin insan sağlığı üzerindeki olası etkileri, tozlaşma yoluyla doğadaki diğer bitkilere taşınımı, zararlıların bu bitkilere karşı direnç geliştirmesi gibi potansiyel risklerin anlaşılması bu teknolojiye kapıların kapatılmasıyla mümkün gözükmüyor. GDO’lar ülkemizde kullanılmasa dahi globalleşen dünya tarımı aslında bu teknonoloji ile tanışma zorunluluğunu da beraberinde getiriyor. Ayrıca biyoteknolojinin hızlı ilerlemesine bağlı olarak daha az risklere sahip ve RNA interferans gibi oldukça selektif mekanizmaları kullanan yeni nesil GDO’lu bitkilerin geliştirilmekte olduğu da unutulmamalı. Biyoteknoloji alanında bugüne kadar sağlanan ilerlemeler, biyolojik moleküllerin üretimi ve ticarileştirilmesinde bitkiden böceğe kadar pek çok doğal organizmanın kullanımı, tarımın tanımını da aslında değiştirmeye başladı bile. İnsülin üreten böcekler, kirli su arıtımında çökeltici olarak kitosan üreten bakteriler, hastalık tanısında ve tedavisinde kullanılacak transgenik bitki ürünleri, genetik hastalıkların tedavisinde kullanılacak genetik aparatlar, insektisitlere dirençli predatör, paraziotid ya da bal arısı gibi faydalı böcekler ve daha nicesi biyoteknoloji sahnesinde yerini almaya başladı. 1865 yılında Jules Verne “Aya yolculuk” romanını yazdığında Verne’ye deli diyenler dahi çıktı. O gün deli saçması olan şey 104 yıl sonra gerçekleşecekti… Son 30 yılda elde edilen teknolojik ilerlemenin ne denli büyük olduğu düşünüldüğünde 10 yıl sonra bile hayatımızda ne büyük değişikliklerin olabileceğini şimdiden kestirmek oldukça güç. Biyoteknoloji yüzyılı olarak adlandırılan yaşadığımız yüzyılda, tarım bilimiyle uğraşanların ülkemizde de biyoteknolojiye kapılarını açması ve tarımsal biyoteknoloji programlarının eğitim faaliyetlerine entegre edilmesi önem taşıyor. Bu bağlamda biyoteknoloji ve moleküler genetik, protein mühendisliği, moleküler mikrobiyoloji ve biyoinformatik gibi kardeş bilim kollarının ülkemizde de tarım eğitimine entegre edilmesi gerekiyor. Başta Kuzey ve Güney Amerika Ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kullanılan bu teknolojilerin, ülkemizde de yıllık 40 bin tona ulaşan tarım ilacı kullanımının azaltılmasında önemli katkılar sağlayabilir. En önemlisi de artık GDO algısının klasik tarlada üretilen GDO’lu bitkiler ile sınırlandırılmadan daha geniş bir pencereden bakılarak değerlendirilmesi. Dünyanın sayılı tarım ülkelerinden olan ülkemizde de “Biyoteknolog Ziraat Mühendislerini” ve Biyoteknoloji farkındalığını” yaratmamız ve bu teknolojiden sadece klasik tarımda değil daha pek çok farklı alanda da nasıl faydalanabiliriz sorusunu korkmadan kendimize sormamız gerekiyor. Sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz mutlu ve sağlıklı bayramlar! Türkiye’de Tarım Reformu Hareketleri -II2000’li Yıllar Stand by anlaşmaları kapsamında 1999 yılında IMF’ ye gönderilen niyet mektubunda DB’nın istediği düzenlemelerin gerçekleştirileceği, hububat fiyatlandırmasında Chicago Borsası sistemine uyulacağı ve ayrıca TEKEL’ in satışının 2001’ e kadar tamamlanacağı belirtilmiştir. 2000 yılının ilk dönemlerinde DB’na yazılan niyet mektubunda ise 1999’ da IMF verilen vaatlerin yerine getirilmesi yönündeki kararlılık vurgulanmıştır. Bunun üzerine aynı yılın ortalarında devletin tarımsal sektörden tamamen çıkmasını sağlayacak düzenlemeleri içeren Ekonomik Reform Kredi Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmada, tarım desteklemelerine son verilmesi, TZDK, Çay-Kur ve TEKEL’ in tamamen tasfiyesi istenmiştir. 2000 yılının son günlerinde IMF’ ye gönderilen niyet mektubunda TSKB’ lerin yeniden yapılandırılması, TEKEL ve 6 adet Şeker fabrikasının özelleştirilmesi süreci anlatılmış ve DGD’ ye geçiş için 2002 yılına işaret edilerek ilk ödemeler için DB Tarım Reformunun beklendiği belirtilmiştir. 13 Temmuz 2001’de Tarımsal Reform Uygulamaları Kredisi Anlaşması (TRUP) imzalanmıştır. Doğrudan Gelir Desteği Projesi, Çiftçi Geçiş Sistemi, TSKB’nin yeniden yapılandırılması, Proje Destek ve Yatırım Hizmetleri şeklinde sınıflandırılan ve ilk bakışta fayda sağlayacak eylemler gibi görülen bu düzenlemelerin neticeleri hiç de iç açıcı olmamıştır. Proje; DGD için çiftçi kayıt sisteminin başlatılmasını, TSK’lerinin hızla özelleştirilmesini ve TSKB’lerinin azaltılarak konumunun güçlendirilmesini; ayrıca 12000 fazla işçinin işten çıkarılmasını, TİFAİ, TEKEL ve Çay-Kur için özelleştirme süreçleri içinde yeni fiyatlandırma mekanizmalarının oluşturulmasını, bütün tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesini, ayçekirdeği ve pamuğa ilişkin prim ödemelerinin aşamalı olarak kaldırılmasını istemektedir. TİGEM işletmeleri yerli ve yabancı tarım-gıda tekellerine kiralanmak (özelleştirmek) üzere ihaleye çıkartılmıştır. Bunlardan 14’ ü 30 yıllık sözleşmelerle özel sektöre kiralanmıştır. TÜGSAİ’ a ait gübre fabrikalarının tümü 2004 ve 2005 yıllarında özelleştirilmiştir. TÜGSAİ’ın kurumsal varlığına son verilerek, devlet gübre sektöründen çekilmesi sağlanmıştır. TİFAİ’nin özelleştirilmesi için hukuksal alt yapının hazırlanmasını ve şeker fiyatlarının serbestçe belirlenmesini öngören Şeker Kanunu 4 Nisan 2001 tarihinde kabul edilmiştir. TZDK’ye bağlı Manisa Kükürt İşletmesi 2000 yılında, Adapazarı Traktör İşletmesi ise 2003 yılında satılmıştır. Kısaca Türkiye alt yapısına uygun olarak tarımı, girdi ve teknoloji bakımında destekleyen kamu kuruluşları özelleştirilerek tarım sektörü zayıflatılmış ve işlevsiz hale getirilmiştir. Diğer taraftan, DB’dan temin edilen 600 milyon dolarlık kredi karşılığında, TRUP kapsamında tarımda fiyatı destekleme uygulaması kaldırılmış, tarım sektöründeki girdilere verilen sübvansiyonlar kaldırılmış, verilen bü- Uzm. Dr. Esra GÜNERİ Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü [email protected] tün desteklerin yerine DGD sistemine geçişmiş, üretimden bağımsız üreticinin ürettiği miktar ile pazar fiyatı dikkate alınmadan, belli bir ekim alanı ve verimlilik dikkate alınarak, üreticiye doğrudan gelir desteği verilmiştir. Yani hiçbir alt yapı çalışması olmaksızın, arazi bazında uygulanabilirliği ve riskleri araştırılmaksızın “haydi bakalım” zihniyetiyle çok kısa bir sürede korumacı politikalar yerine serbest piyasa şartlarının geçerli olduğu sisteme geçilmiştir. Tarımsal destekleme aracı olarak yansıtılan DGD üretime dayalı verimliği artırmak yerine mülkiyeti esas alarak daha çok bir sosyal politika aracı haline gelmiştir. Desteklerin üretim yerine arazi büyüklüğüne göre verilmesi, küçük arazi sahiplerinin bu uygulamadan faydalanmalarını sınırlı veya yetersiz kılmıştır. Kadastro çalışmalarındaki noksanlıklar ve arazilerin büyüklükleri nedenleriyle DGD sistemi bazı çiftçiler için önemli bir gelir kaynağı haline gelirken bazı çiftçiler içinse başvuru masraflarını bile karşılayamayacak kadar gelir sağlamıştır. Diğer taraftan, AB tarafından aslında üretim fazlası ürünlerin üretimini azaltmak için uygulanan DGD politikaları, bilmeyen için sanki üreticinin gelir desteğini artıcı bir uygulama gibi yansıtılmış, ancak Türkiye’de birçok üründe üretimin düşmesine ve çiftçinin tembelleşmesine sebep olmuştur. yoksun kalmıştır. Örneğin, üretici desteklerinin çekilmesi nedeniyle 20002009 yılları arasında kırmızı et üretiminde çok sıkıntılar yaşanmış, bu dönemde kırmızı et fiyatlarındaki sürekli artışın engellenebilmesi için 2010 yılında dışarıdan karkas et ithalatına izin verilmiştir. Fakat canlı hayvan ithalatı yapılmasına başlanması bile kırmızı et fiyatlarındaki yükselmeyi durdurmamıştır. Dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta da AB ve diğer ülkelerde çeşitli yasal düzenlemeler ve kanunla belirlenmiş tarım politikalarının ülkemizde yeni yeni ele alınmaya başlanmasıdır. Ülkemizde bu yasal düzenlemelerdeki açıklar da büyük üreticilerin daha da büyümesine küçük üreticilerin ise ortadan kaybolmasına neden olmuş; kırsaldan kentlere göçün önünü açmıştır. Bu göçler kentlerde işsizlik oranlarının artmasına neden olmuştur. Sonuç, Türkiye’yi tarımsal ürünler alanında ihracatçı iken, DB ve IMF ile yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde verilmiş olan taahhütler nedeniyle özellikle son yıllarda ithalatçı duruma getirmiştir. DGD sisteminin işlevinin bitmesi ve sistemden çıkması üzerine 2010 yılında yeni politika olan Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli’nin uygulamasına başlanmıştır. Bu model çerçevesinde ülkenin arazi, toprak yapısı ve iklim şartlarına bakılarak farklı havzalara ayrılmış, ayrılan bu havzalar için ayrı ayrı belirlenmiş ürünlere pirim desteği vermeyi hedeflenmiştir. Sistem her ne kadar ürünlere prim verse de arazideki verimlilik yerine üretici tarafından beyan edilen ürün miktarı baz alınmış, yani DGD sistemi mantığının farklı bir şekilde sunulmasından dolayı sektördeki tahribatı artırmıştır. 2000 yılında ülkede 7,8 milyon çiftçi var iken, 2011 yılı içerisindeki çiftçi sayısı 6,1 milyona gerilemiştir. Diğer bir ifade ile 1,7 milyon çiftçi tarım sektöründen uzaklaşmış ve köylerden kentlere göç etmiştir. Bu durum tarım sektöründeki gizli işsizliğin artmasına neden olurken, kentlerdeki işsizlik oranının da yükselmesini tetiklemiştir. -Sürecek- Ayrıca, hayvancılıkla uğraşan tarım üreticileri DGD’ den hiçbir şekilde yararlanamadığından birçok üretici destekten Yazarımızın önceki yazısına; http:// www.koy-koop.org/gazete_temmuz_2013.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. Yönetimsel bazda ele alınacak olursa; AB’de DGD, ödemeleri üretimde bir fark ödemesi niteliğinde iken, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde DGD, yanlış algılanmış ve uygulanmıştır. Bu uygulama Türk tarım sektörüne büyük zararlar veren bir dönüm noktası olmuştur. 10 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber TARIM Gıda Katkı Maddelerinin Kullanımına Sınırlama »» Gıdalarda, gıda katkı maddelerinde, gıda enzim ve aroma vericilerinde kullanılan gıda katkı maddelerinin kullanım koşulları ve etiketleme kuralları yeniden belirlendi. 30 Haziran 2013 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren, yönetmeliğin 2 numaralı ekinde yer alan gıda katkı maddeleri, olduğu haliyle piyasaya sunulacak ve belirlenen koşullar altında gıdalarda kullanılacak. Yönetmelik hükümleri ile uyumlu olmayan bir gıda katkı maddesi veya bu gıda katkı maddesini içeren bir gıda piyasaya arz edilemeyecek. Domuz kaynaklı bir gıda katkı maddesi; gıdalarda, gıda katkı maddelerinde, gıda enzimlerinde ve gıda aroma vericilerinde kullanılamayacak. Bir gıda katkı maddesi; mevcut bilimsel kanıtlara dayalı olarak önerilen katkı maddesinin kullanım miktarı tüketici sağlığı açısından güvenlik riski doğurmuyorsa, ekonomik ve teknolojik açıdan uygulanabilir başka yöntemlerle gerçekleştirilemeyecek. Makul teknolojik bir ihtiyaç bulunuyorsa, kullanımı tüketiciyi yanıltmıyorsa ve çevresel faktörler de dahil olmak üzere, ilgili diğer mevzuat kurallarını sağlıyorsa gıda katkı maddesi listelerinde yer alabilecek. Gıdanın besin değerini düşüren bir gıda katkı maddesi ancak; soz konusu katkı maddesini içeren gıda, günlük diyetin önemli bir öğesini oluşturmuyorsa veya üzel beslenme ihtiyacı bulunan tüketici gruplarına yönelik gıdaların üretimi için mutlaka gerekliyse listeye alınabilecek. Bir gıda katkı maddesinin kullanım miktarı, istenen etkiyi yerine getirebilecek gerekli olan en düşük miktar olarak belirlenecek. Gıda katkı maddesinin kullanım miktarı belirlenirken; soz konusu madde için oluşturulmuş kabul edilebilir günlük alım miktarları veya buna eşdeğer bir değerlendirme ve bu katkı maddesinin bütün kaynaklardan alınacak muhtemel günlük alım miktarları dikkate alınacak. Ayrıca gıda katkı maddesinin özel tüketici grupları tarafından tüketilen gıdalarda kullanılması durumunda, bu katkı maddesinin bu tüketici grupları tarafından günlük alınması muhtemel olan miktarları kullanım miktarının belirlenmesinde etkili olacak. Yönetmeliğin ilgili ekinde özellikle belirtilmedikçe gıda katkı maddeleri, işlenmemiş gıdalarda ve 2 numaralı ekte belirtilenler hariç olmak üzere, "bebeklere ve küçük çocuklara yönelik özel beslenme amaçlı gıdalara ilişkin mevzuat kapsamındaki bebek formülleri, devam formülleri ve bebek ve küçük çocuk ek gıdalarında" kullanılmayacak. Hayvansal Gıdalar İçin Özel Hijyen Kuralları Yönetmeliğinde yer alan çiğ etlerin sağlık işaretlemeleri ile yumurta kabukları dahil hayvansal gıdalara doğrudan uygulanan tanımlama işaretleri ve yumurta kabuklarının süsleme amacıyla renklendirilmesinde, listedeki gıda renklendiricileri kullanılabilecek. Son tüketiciye sunulmayacak gıda katkı maddelerinin genel etiketleme kuralları Son tüketiciye sunulmayacak gıda katkı maddelerinin tek başına, birbirleriyle, diğer gıda bileşenleriyle veya bunlara ilave edilmiş diğer maddelerle karışım halinde satılması halinde, ambalaj veya kaplarının üzerinde her bir gıda katkı maddesinin yönetmelikte geçen adı, E kodu veya her bir katkı maddesinin adı veya E kodunu içeren bir satış tarifnamesi yer alacak. Bunun yanında, "gıdada kullanım içindir" veya "gıdada kullanımı sınırlıdır" ifadesi veya gıda katkı maddesinin kullanımının amaçlandığı gıdayı belirten daha özel bir ifade, gerekli olduğu durumlarda özel depolama veya kullanım koşulları, parti işareti veya numarası, kullanım talimatının eksikliğinde, gıda katkı maddesinin uygun bir şekilde kullanımı mümkün olmayacaksa; gıda katkı maddesinin kullanım talimatı, net miktar gibi bilgiler ambalaj veya kapların üzerinde bulunacak. Yönetmelik kapsamında faaliyet gösteren gıda işletmecileri yönetmelik hükümlerine, 1 Temmuz 2013 tarihinden önce piyasaya arz edilen buğday unu, ilgili alt kategoride yer alan ekmekler, çiğ köfte ve mezeler için 1 Ağustos 2013 tarihine kadar uyum sağlayacak. Yönetmelik hükümleri ambalajsız olarak piyasaya sürülen ekmekler, ilgili alt kategoride yer alan buğday unu, pide ve bazlama için 1 Temmuz 2013 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girecek. Salça, domates ve biber püreleri 1 Temmuz 2016 tarihine kadar piyasada bulunabilecek. Bu arada yeni yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle "29 Aralık 2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği" yürürlükten kaldırıldı. ZZTK Beş Ülkede Zeytinyağı Tanıtımı Yapacak »» Türkiye, zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünya ikinciliğini hedefliyor. 2023 yılında 3,8 milyar dolar ihracat hedefine ulaşmak için yoğun bir tanıtım çalışması yapan Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Komitesi (ZZTK), 2013 yılının ikinci yarısında beş tane uluslararası fuara katılarak Türk zeytin ve zeytinyağını tanıtacak Zeytin ağacı varlığını son 15 yılda 90 milyondan 170 milyona çıkaran Türkiye, yakın gelecekte oluşacak üretim artışını pazarlamak için çalışmalarını sürdürüyor. Ekonomi Bakanlığı ile Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği işbirliğiyle kurulan, Türk zeytin ve zeytinyağının dünya genelinde tanıtımı için faaliyet gösteren ZZTK, 2013 yılının ilk yarısında İngiltere ve Brezilya’da gıda fuarlarına katılmıştı. Komite, 2013 yılının ikinci yarısında ise hızını arttırarak, beş ülkeden tanıtımı için çalışacak. Ayrıca Brezilya’dan kasım ayında gelecek VIP alım heyetini ağırlamaya hazırlanıyor. 5-9 Ekim 2013 tarihlerinde Almanya’ nın Köln şehrinde düzenlenen ve dünyanın en büyük gıda fuarı olarak kabul edilen Anuga Fuarı’na katılacak olan ZZTK, burada özellikle sofralık zeytin ihracatını arttırmak için tanıtım yapacak. Almanya’da 3,5 milyon Türk yaşadığına dikkat çeken ZZTK Yönetim Kurulu Başkanı Metin Ölken, Türkiye’nin sofralık zeytin ihracatında pazar lideri olan Almanya'da mevcut konumunu daha da güçlendirmeyi amaçladıklarını söyledi. Ölken, “Türkiye, 2011-12 sezonunda Almanya’ya 36 milyon 799 bin dolarlık sofralık zeytin ihraç etti. Almanya’nın, Türkiye’nin zeytin ihracatındaki payı yüzde 31 seviyesinde. Almanya, Avrupa’daki ekonomik krizden en az etkilenen ülkelerin başında geliyor. Almanya’ya ihracatımızı çok daha fazla arttırabiliriz.” diye konuştu. Çin’de Tadım Etkinliği Düzenlenecek Zeytinyağı tüketiminin hızla arttığı Çin, Türk zeytinyağı sektörünün iştahını kabartıyor. Yıllık tüketimi 35 bin tona ulaşan Çin pazarından daha fazla pay almak isteyen ZZTK, 13-15 Kasım 2013 tarihlerinde Şanghay’da düzenlenecek Şanghay Gıda ve Teknolojileri Fuarı’nda, Türk zeytinyağını Çinli tüketicilerinin beğenisine sunacak. Şanghay’da fuar süresince Türk zeytin ve zeytinyağını tanıtan bir seminer vereceklerini ifade eden ZZTK Başkanı Ölken, şöyle devam etti: “Çin’de seminer dışında Türkiye’nin çeşitli yörelerinden götüreceğimiz zeytin ve zeytinyağları ile yemek pişirme ve tadım etkinlikleri yapmayı planlıyoruz. Çin’e zeytinyağı ihracatında geçen sezon yüzde 84 artış yakaladık. Bu artışı 2013 yılında da tekrarlamak istiyoruz.” ZZTK tarafından hem zeytin hem de zeytinyağında hedef pazar olarak belirlenen Kuzey Irak’ta, 18-21 Kasım 2013 tarihlerinde Erbil Gıda ve Teknolojileri Fuarı da ZZTK’nin katılacağı diğer bir fuar olacak. ZZTK, bu yıl dördüncü defa bu fuara katılacak. ZZTK’nin tanıtım çalışmaları ile Irak’ın, Türkiye’nin sofralık zeytin ihracatında ikinci, zeytinyağı ihracatında ise dördüncü sıraya yükseldiğini anlatan Metin Ölken, bu ülkeye yönelik tanıtım çalışmalarını devam ettireceklerini aktardı. İstanbul Ticaret Odası’nın organizasyonu ile 28 Kasım-1 Aralık 2013 arasında Tayland’ta düzenlenecek olan 1. Tayland Türk Ürünleri Fuarı’na da katılma kararı alan ZZTK, ağırlıklı olarak bölgesel yağ ve zeytinlerin tattırılmasını hedefliyor. Söz konusu fuarla Tayland’ın dışında Malezya, Kamboçya, Vietnam, Laos ve Endonezya gibi ülkelere de ulaşmayı amaçlıyor. Türkiye’de kişi başına yıllık 1,5 kg. seviyesinde olan zeytinyağı tüketimini 2 kg.’a çıkarmayı hedefleyen ZZTK, 23-26 Eylül 2013 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenecek Asya Pasifik Perakende Konferansı’na, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin bütün tanıtım gruplarına tahsis edeceği stantta katılmayı planlıyor. ZZTK’nin 2013 yılının ikinci yarısında iç piyasada yapacağı tanıtım faaliyetlerinden bir diğeri ise İzmir'de 27-29 Eylül tarihlerinde Forum Bornova Alışveriş Merkezi’nde planlanan Zeytinyağı Festivali 2013 olacak. Organik Hayvancılık Desteği Başvuruları 7 Ekim'de Başlıyor »» Anaç sığır, buzağı, manda ile anaç koyun ve keçi yetiştiricileri desteklerden yararlanmak için; 7 Ekim 22 Kasım 2013 tarihinleri arasında başvuru yapabilecekler. Organik tarım destekleme çalışmalarında görev alacak kurum ve kuruluşların belirlenmesi, organik hayvan yetiştiriciliği faaliyetinde bulunan yetiştiricilere organik anaç sığır, manda, buzağı, anaç koyun, keçi yetiştiriciliği ile organik arılı kovan destekleme ödenmesi ile ödemeye ilişkin usul ve esasları kapsayan; Organik Hayvancılık Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğ, 20 Temmuz 2013 Tarihli ve 28713 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. Yetiştiriciler, organik tarım destek başvuru dilekçesi ve uygunluk belgesiyle Organik Tarım Bilgi Sistemin'de kayıtlı oldukları il veya ilçe müdürlüklerine başvuracak. Organik hayvancılık desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiriciler, Türkvet'te, OTBİS İcmali-1'de ve OTBİS İcmali-2'de de kayıtlı olan ve yetkilendirilmiş kuruluşça kontrolü yapılmış ve yönetmelik hükümlerine göre uygun bulunmuş organik süreçte bulunan, aynı kulak küpe numarasına sahip büyükbaş hayvanlar üzerinden desteklenecek. Buzağılar için OTBİS İcmali-1'de kayıtlı olma şartı aranmayacak. Organik arılı kovan desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiriciler ise 9 Eylül-11 Ekim 2013 tarihleri arasında il veya ilçe müdürlüklerine başvuru yapabilecekler. Organik tarım destekleme ödemesine hak kazanan yetiştiricilileri; anaç sığır ve manda başına 150 TL, buzağı için 50 TL, anaç koyun, keçi için 10 TL ödenecek. Arılı kovanlara ise kovan başına ise 5 TL destek sağlanacak. ESK, Gerektiğinde Et ve Süt Fiyatlarına Müdahale Edecek »» Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu “Fiyat dengesini sağlayacak tüm koşullarını kullanacağız” dedi. Et ve Balık Kurumu Nisan ayında Bakanlar Kurulu kararı ile Et ve Süt Kurumu adıyla yeniden teşkilatlandırılmıştı. Kurum, Merkez Bankası'nın yaptığı gibi; et, süt ve balık piyasasına müdahele edebilecek. ESK Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu, “Piyasaya girip et ya da süt alacağız. Piyasa dengesini sağlayacak tüm şartları kullanacağız. Süt piyasasındaki fiyat hareketleri, arz talep dengesizlikleri hayvancılık piyasasını otomatik olarak baskı altına alabiliyor. Bu nedenle piyasanın düzenlenme ihtiyacı var. Bizim görevimiz de piyasayı düzenlemek yani müdahale etmek. Biz, üretimden nihai tüketiciye et ve süt ürünlerinin ulaşmasına ka- dar geçen süreci düzenleyeceğiz. Yetiştirici çok, ama alıcı sınırlı. Alıcı ve satıcının buluştuğu alanlar olmadığı için piyasada ürün fiyatında sıkıntılar yaşanıyor” dedi. Kemaloğlu, “Arzın fazla, fiyatın istikrarsız olduğu dönemde devreye gireceğiz. Gerekirse süt tozu alacağız, gerekirse ihraç edeceğiz.” dedi. Kemaloğlu, “Balıkçılık piyasası dönemsel işleyen bir piyasa. Orada da ara dönemlerde ve piyasa alt yapısı oluşması için devreye girmemiz söz konusu olacak. Biz, et, süt ve balıkla ilgili Türkiye haritası çıkarıyoruz. Nerede potansiyel var, alt yapı var, biz nerede müdahale edebiliriz gibi bir harita çıkarıyoruz” şeklinde konuştu. Poşetsiz Ekmek Satılmayacak »» Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yapılan düzenleme ekmek satışı ve imalatında önemli yaptırımları içeriyor. Ekmek ve ekmek çeşitlerinin üretim, dağıtım ve satış aşamalarında yapılan değişikliklerle besin değerini arttırmak, sindirimini kolaylaştırmak ve tansiyon, obezite gibi toplumda yaygın olarak görülen sağlık problemleriyle mücadele etmek amacıyla ekmeklerin kepek oranının yükseltilirken tuz miktarı azaltılıyor. Ekmeğin daha hijyenik şartlarda üretilmesi ve tüketicilere ulaştırılmasını temin etmek amacıyla Bakanlık ve Fırıncılar Federasyonu tarafından ülke genelinde sektör çalışanlarına yönelik hijyen eğitimleri düzenlendi. Yeni düzenlemeye göre, 1 Temmuz'dan itiba- ren ekmekler açıkta satılamayacak, bakkal ya da marketlerde ekmek dolapları içeride bulundurulup, satıcı kontrolünde tüketicilere ulaştırılacak. Yeni düzenlemelere uymayan üretici ve perakendeciler hakkında yaptırım uygulanacak. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 SÜT Peynir Harici Geleneksel Fermente Süt Ürünleri “Süt Kuzusu” Projesi Çocuklara Süt, Üreticiye Güç sağladı »» Birçok kültürü içinde barındıran ülkemiz yöresel süt ürünleri açısından da oldukça zengindir. Süt ve süt ürünlerinden yapılan geleneksel ürünler sağlıklı ve dengeli beslenmenin temel taşları olarak yüzyıllardır insan hayatında önemli bir yer tutmuştur. Fermente süt ürünleri de insanlar için önemli bir gıda ve besin kaynağıdır. Fermente süt ürünleri, sütün başta laktik asit bakterileri olmak üzere belirli mikroorganizmalar tarafından doğal ya da kültürler aracılığı ile fermente edilmesi sonucu elde edilen farklı kıvam ve aromaya sahip süt ürünleridir. Günümüzde birçok yeni fermente süt ürünü üretilmekle birlikte, en çok tüketilen ve belki de en eski fermente süt ürünü yoğurttur. Bununla birlikte ayran, kefir, kımız, keş, tuzlu yoğurt, kış yoğurdu gibi fermente süt ürünlerinin de ülkemizde yaygın tüketim alanı bulunmaktadır. Sütü, mayalama yoluyla hem değerlendirme hem de daha dayanıklı besinlere dönüştürme yöntemleri Orta Asya, Ortadoğu ve Güneydoğu Avrupa'da binlerce yıldır bilinmektedir. Süt, keçi derisinden yapılmış tulumlarda taşınırken sıcak havada sütün bu tulumun içinde canlı kalan doğal mikrobiyel flora tarafından "kendiliğinden" ekşimesi (kesilmesi) ve bunun sonucu pıhtılaşıp, karşımıza yoğurt olarak çıkmış olması yoğurdun ilk üretimi ile ilgili ilk akla gelen varsayımdır. Bununla birlikte, sıcak aylarda sağım sonrasında sütün içindeki mikroorganizmaların metabolik faaliyetleri sonucu kendiliğinden oluşan pıhtının önce ekşimiş süte sonra yoğurda dönüşmüş olması da olasılıklar arasında yer almaktadır. Gerek arkeolojik buluntular, gerekse gezginlerin söylenceleri yoğurdun büyük bir olasılıkla Moğolistan'dan, Mançurya'dan Mezopotomya ve Anadolu'ya, Balkanlar'a, Macaristan ovalarına dek yayılan Avrasya coğrafyasında doğduğunu işaret etmektedir. Benzeri fermente süt ürünlerinin anayurdunun Orta Asya olduğu savını güçlendirmektedir. Canan GÖK [email protected] Elif GÜNAY [email protected] Nilay ERTUĞRUL Tatar Kozalak Yoğurdu Denizli Yanık Yoğurdu Bu yoğurt çeşidinin üretiminde süzülen yoğurdun suyunun içerisinde 2-3 gün bekletilen yeşil çam kozalağı yoğurt yapılacağı zaman mayalama sıcaklığına kadar ısıtılan süte ilave edilir ve tencerenin üzeri örtülür. Kozalak tarafından mayalama gerçekleştirilir. Yanık yoğurt, özellikle Denizli'de yaygın olarak üretilen bir yoğurt çeşididir. 'İsli yoğurt' olarak da bilinmektedir. Genellikle keçi sütünden yapılan yanık yoğurdun özgün bir aroması vardır. Geleneksel Yayık Ayranı Ayran, yoğurt ve suyun 1.1 oranında karıştırılması ile elde edilmektedir. Geçmişte, yayık ayranı üretiminde kullanılan yayıklara “kırb-tülük” adı verilmekteydi. Köpüklü yayık ayranı Balıkesir ilinde yaygın olarak tüketilmektedir. Kımız Anadolu’nun başta Sivas ve Bingöl olmak üzere çeşitli yörelerinde son yıllara dek iyi bilinen ancak günümüzde unutulmaya yüz tutan bir başka yoğurt çeşididir. Özellikle Erzurum, Van, Hatay, Karaman, Sivas illeri ile Akdeniz Bölgesi’nin bazı illerinde üretilen konsantre bir yoğurt çeşididir. Keş Kafkasya bölgesinde yüzyıllardır bilinen, yazın ev dışında, kışın ise ev içerisinde içeride tutulan meşe fıçılar ya da hayvan işkembesi içinde keçi ya da inek sütünden üretilen kefir, kefir daneleri içerisinde bulunan bakteri ve mayaların ortak faaliyeti ile oluşan geleneksel bir fermente süt ürünüdür. Geleneksel ve Endüstriyel kefir üretim şeması »» Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle yürütülen "Süt Kuzusu" projesinde 2.6 milyon litrelik yeni süt dağıtımı sözleşmesine imza attıklarını söyledi. Sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ve üreticinin desteklenmesi açısından büyük önem taşıyan proje kapsamında bugüne kadar 0-5 yaş grubu çocuğu bulunan ihtiyaç sahibi ailelere toplam 4 milyon 242 bin litre süt dağıtıldığını söyleyen Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, "Her hafta 98 bin ailenin doğrudan evine 2 litre süt ulaştırıldı. Çocuklara süt, üreticiye ise güç sağladık. Gerek 'Okul Sütü', gerekse 'Süt Kuzusu' projeleri için sütün doğrudan üreticiden temin edilmesi, Küçük Menderes Havzası süt üreticileri için büyük önem taşımaktadır. Projeler sayesinde bölgede süt hayvancılığı gelişmiş, üretim miktarı artmış ve en önemlisi de süt taban fiyatlarının dengede kalması sağlanmıştır" dedi. Modern sistem "Projenin her aşamasında büyük bir ekibin titizlikle çalıştığını dile getiren Eskiyörük, "2 binin üzerinde ortağı bulunan Tire Süt Kooperatifi'nden temin edilen sütler, miniklerin sofrasına gelene kadar birçok kez kontrolden geçiyor. Modern sağım sistemli çiftliklerde el değmeden sağılan sütler, doğrudan soğutma tankına aktarılıyor. Antibiyotik kontrolü, alkol testi ve su analizini kapsayan ön kontrole tabi tutuluyor. Testlerde geçemeyen sütler imha ediliyor. Aranılan özelliklere sahip sütler ise soğuk şekilde muhafaza edilerek fabrikaya gönderiliyor. Fabrikaya ulaştıktan sonra, yağ, yağsız kuru madde, ph, somatik hücre sayısı, yabancı madde, toplam canlı (bakteri) gibi birtakım mikrobiyolojik, fiziksel ve kimyasal testlere giriyor. Tüm bu testlerden geçen üretim için uygun kalite değerlerine sahip olan sütler, üretim bandına alınıyor. Steril ortamda ambalajlanan sütler daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin deposuna gönderiliyor ve buradan dağıtıma çıkıyor. Çocuklarımızın geleceğine yatırım yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne teşekkür ederiz" diye konuştu. Yerli Tarım Ürünü Katılması Şartı Geri Geliyor Kış yoğurdu Kefir ''Kurut'' adından da anlaşılacağı gibi kurutulmuş bir fermente süt ürünüdür. Süzme yoğurt, süzülmüş yayık ayranı veya süt kesiğine elle biçim verildikten sonra güneşte kurutularak üretilmektedir. Dımız Yoğurdu Dımız yoğurdu Sivas ve çevresinde krema kullanılarak üretilen ve yüksek yağ içeriğine sahip ve kıvamlı bir yoğurt çeşididir. Keş ülkemizde Bolu ve Kastamonu başta olmak üzere Batı Karadeniz yöresine özgü bir fermente süt ürünüdür. Kurut az olarak da peyniraltı suyu karışımından elde edilen süzme yoğurduna önceden hazırlanmış ot ve tuz karışımı ilave edilmesiyle yapılır. [email protected] Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü Peskütan 11 Kısrak sütünün ekşitilmesiyle elde edilen geleneksel bir fermente süt ürünü olan kımız, benzeri fermente süt ürünleri gibi, belirli bir mikroorganizma topluluğunun faaliyeti sonucunda meydana gelmektedir. Tulum Yoğurdu Van Cacığı Van ili ve çevresinde geleneksel olarak üretilip yine aynı bölgede kahvaltılık olarak tüketilen Van cacığı, Mayıs-Haziran sezonunda ayran ve Denizli ve Burdur’un birçok köyünde üretildiği kayıt altına alınan tulum yoğurdu, ailenin günlük tüketiminden artan sütün özel olarak hazırlanmış tulumlar (tuluk) içinde kendiliğinden pıhtılaşması sonucu meydana gelir. Tuzlu Yoğurt Hatay ve Reyhanlı’da inek veya keçi sütünden üretilen Tuzlu yoğurt 5-6 aydan 1 yıla kadar saklanabilmektedir. »» Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun Motorin Türlerine İlişkin Teknik Düzenleme Tebliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ kapsamında 25 Haziran 2013 tarihinden itibaren geçerli olacak şekilde yapılan değişiklikle biyodizel harmanlanmasına ilişkin zorunluluk kaldırılmıştı. Enerji Bakanı Taner Yıldız, yeniden akaryakıtta biyodizel kullanımının teşvik edilmesi yönünde karar aldıklarını açıkladı. Türkiye’de akaryakıta mısır, ayçiçeği ve şekerpancarı gibi ürünlerden üretilen biyodizel katılması uygulamasına önümüzdeki yıl başlanacaktı. Ancak Tarım Bakanlığı bunun tarımsal üretimi olumsuz etkileyeceğini belirterek, buna karşı çıkmıştı. Bakanlığın itirazı üzerine EPDK’da uygulamadan vazgeçmişti. Bakan Yıldız, yerli kaynakların ekonomiye kazandırılması açısından biyodizelin büyük önem taşıdığına işaret ederek, bu konuda Tarım Bakanlığı ile yeni bir yol haritası hazırladıklarını bildirdi. Yıldız, sözlerini şöyle sürdürdü.Bir dizi karar aldık. Daha önce yüzde 3 olan üst sınırın yüzde 5’e kadar çıkarılmasıyla ilgili süreci başlatıyoruz. Bu bizim ithalatımızı azaltacak. Tarlada sanki kendi petrolümüz varmış gibi bu katkıyı koyacağız. Bu oranı artırdığımız kadar yerli üretimimizi- katkımızı artırmış olacağız” dedi. Tarımsal Desteklemelerden Men Cezası Alanlara Müjde ! TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen, Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişiklik Yapılmasına Dair Kanuna göre, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle devam eden her türlü incelemeler veya adli ve idari soruşturmalar sonuçlanıncaya kadar destekleme ödemelerinin yapılmaması amacıyla konulan ödeme yasakları, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten iti- baren en geç 2 ay içinde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'na başvurulması halinde kaldırılacak. 12 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber RÖPORTAJ “Tarımsal Faaliyetler Doğa İle Uyumlu Yapılmadığı Zaman Çeşitli Çevre Sorunlarına Neden Oluyor” Röportaj: Emel Tuğrul »» Tarım-çevre ilişkileri denilince ne anlıyoruz? Tarımsal faaliyetler, çevre üzerinde ne gibi etkilerde bulunur? Tarım ve çevre birbirleri ile uyumlu bir şekilde sürdürülebilir mi? Bu konularda bilgi verecek olan bu röportajda; Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Elemanı Dr. Yener ATASEVEN “Tarımsal faaliyetler ve çevre ilişkilerini” Köy-Koop Haber'e değerlendirdi. Köy-Koop Haber- Öncelikle, tarım ve çevre kavramları denilince ne anlamamız gerekiyor? Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Üreticilerde “ne kadar gübre ve ilaç kullanırsam ürünüm o kadar artar” şeklinde bir yaklaşım var. Bunun doğru olmadığını ne kullanılırsa kullanılsın her şeyin aşırısının yarardan çok zarar getireceğini söylememiz lazım. Bu anlamda, tarımsal faaliyetlerde aşırı miktarlarda kullanılan kimyasal gübre ve ilaç; ürüne, toprağa, suya, havaya ve canlılara zarar veriyor. Yener ATASEVEN- Tarım kavramını tarımsal faaliyetler olarak düşünmeliyiz. Genel anlamda, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretimi veya bu ürünlerin daha değerli hale getirilmesine yönelik her türlü ekonomik faaliyet tarım kavramı içerisinde yer almaktadır. Bu açıklama kapsamında tarımsal faaliyetleri, toprağı ve tohumu kullanarak bitkisel ve hayvansal hammaddeleri üretmek ve elde edilen bu hammaddeleri yarı veya mamul işlenmiş ürün haline getirmek olarak tanımlayabiliriz. Çevre kavramına gelince aklımıza çok geniş tanımlar gelebilir. Çevre kavramı ilk bakışta açık ve kolay anlaşılabilir olarak görünebilir. Ancak çevre kavramı incelenmeye başladıkça sınırlarının çizilmesinin ve tanımının yapılmasının güç olduğu da görülecektir. Ancak çevrenin kısaca bir tanımı, insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamanki toplamı şeklinde yapılabilir. K.K. – Bu açıklama ışığında, tarımsal çevre kavramı ne demektir? Y.A.- Tarımsal faaliyetlerin çevre üzerine etkileri ile ilgili olan her konu tarımsal çevre kavramı içerisinde yer alır. Yani; tarımsal faaliyetlerinin hava, su, toprak, iklim ve insan vb. konular üzerinde olan etkileri tarımsal çevre kapsamı içindedir. Görüldüğü üzere tarımsal faaliyetler ve çevre kavramları birbirleriyle çok yakından ilişkilidir. Bu iki kavram birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar yakındır. K.K. – Tarımsal faaliyetler ve çevre ilişkilerine başlamadan önce, çevre sorunlarının ortaya çıkışı nasıl olmuştur? Bu konuda bilgi verir misiniz? Y.A.- Çevre sorunları birden bire ortaya çıkmamış zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur. Gelecek kaygısı, toplumların çevre sorunlarına daha ciddi olarak eğilmelerine neden olmuştur. Yarınını güvence altına almak isteyen insan, çevre sorunları ile yakından ilgilenmeye başlamış ve bu sorunları değişik faaliyetlerle toplumların gündemine yerleştirmiştir. Örneğin, 1952 yılı Aralık ayında Londra’da kirli hava nedeniyle bir hafta içinde yaklaşık 4.000 kişinin yaşamını yitirmesi, çevre sorunlarının niteliğini toplumlara tanıtan ilk örneklerden biri olmuştur. toprağın çoraklaşması ve erozyonun ortaya çıkması da yaşanabilecek diğer sorunlardır. Aynı arazide üst üste aynı bitkilerinin yetiştirilmesi ile toprakta belirli hastalık ve zararlılar çoğalabilir. Bu durumda yapılması gereken ekim nöbeti yani münavebeli tarımdır. Münavebeli ekim sistemi ile toprakta bulunan organik madde miktarı artırılabilir. Münavebede olan ürünler hasattan sonra arazide kök ve hasat artıkları şeklinde bıraktıkları organik madde ile toprağın humus yönünden zenginleşmesinde önemli şekilde katkıda bulunmaktadır. K.K. – Çevre kirliliğine neden olan temel faktörlerden bahseder misiniz? Y.A. - Çevre sorunlarının belli başlı nedenleri arasında; nüfus artışı, düzensiz şehirleşme, ormanların yok edilmesi ve erozyon, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, meraların aşırı otlatılması, orman yangınları, kanunsuz ve aşırı avcılık, konut ve işyerlerinde kalitesiz yakıt kullanımı, sanayi tesislerinin neden olduğu kirlilik, kişi başına kullanılan enerji, su ve kömür miktarındaki artış, doğal bitki örtüsünün yok edilmesi, atmosferik özelliklerden kaynaklanan problemler (asit yağmurları vs.), atık sular, çöp ve katı atıklar, yanlış arazi kullanımı vb. olarak sıralanabilir. K.K. – Çevre kirliği saydığınız şekillerde meydana gelirken tarımsal faaliyetlerin çevre üzerine olan etkilerinden bahseder misiniz? Y.A.- Tarım alanındaki her türlü faaliyetin çevreyi de etkilediği veya bu faaliyetlerin çevre şartlarından etkilendiği bilinmektedir. Bu durumda, tarım ve çevre arasındaki ilişkiler iki şekilde oluşmaktadır. Her şeyden önce tarım, özellikle de modern üretim yöntemleri çevre kirliliğinin nedenlerinden bir tanesidir. Tarımsal faaliyetler yoluyla toprak, su, hava ve doğal denge gibi tüm çevresel ortam etkilenmektedir. Diğer taraftan da çevre kirliliğinin kurbanı olmaktadır. Tarım dışı kaynaklardan yayılan zararlı maddeler suyu, toprağı ve havayı kirletmekte, bunun sonucu olarak yetiştiriciliği yapılan tarım ürünlerinde zararlarla karşılaşılmaktadır. K.K. – Bu durumda tarımsal faaliyetlerin çevreye olan olası etkileri nelerdir? Y.A. - Tarımsal faaliyetler doğa ile uyumlu yapılmadığı zaman çeşitli çevre sorunlarına neden olmaktadır. Bu sorunlar temel olarak 5 başlık altında toplanabilir. Bunlar: 1. Yanlış toprak işlemenin neden olduğu sorunlar, 2. Sulamanın neden olduğu sorunlar, 3. Münavebesiz ekimin neden olduğu sorunlar, 4. Erozyon, 5. Bilinçsiz girdi kullanımının neden olduğu sorunlardır. K.K. – Toprağı doğru olarak işlenmekten ne anlamalıyız? Y.A. - Toprak işlenirken önemli olan organik madde miktarının düşürülmemesidir. Eğer toprak yüzeysel olarak işlenirse ya da gereğinden daha az işlenirse bu durumda toprağa daha az oksijen gireceğinden toprak yanlış işlenmiş olacaktır. Dolayısıyla da topraktaki organik materyalin kısa sürede ayrışması engellenecektir. Benze şekilde, eğer toprak gereğinden fazla işlenirse su kaybı artacağından yine toprak işlemeden kaynaklı sorun olacaktır. K.K. – Peki sulamadan kaynaklı ne tür sorunlar karşımıza çıkabilir? Y.A. -Sulama konusunda karşımıza çıkabilecek en önemli sorunlar taban suyunun yükselmesi ve toprağın tuzlulaşmadır. Toprakların aşırı sulanması ile toprağın tuz oranı artmaktadır. Sulamadan kaynaklanan bir diğer sorun, sulamadan geri dönen suların kirletici etkileridir. Sulamadan dönen sular, tarımda kullanılan azotlu ve fosforlu gübrelerle pestisitlerin, derine sızma ve yüzey akışı ile yıkanarak veya taşınarak su kaynaklarında birikmesinin ana nedenidir. Bir diğer önemli nokta da sulama yöntemidir. Türkiye’de genellikle vahşi sulama dediğimiz salma sulama yöntemi kullanılmaktadır. Bu yöntem de suyun gereğinden fazla kullanılmasına sebep olmaktadır. Sulama suyu yönteminin yanlış seçilmesi sonucunda oluşan toprak erozyonu bir diğer çevre sorunudur. K.K. – Münavebesiz ekimden kaynaklı sorunlar nelerdir? Y.A. - Uzun yıllar aynı bitkilerin ekildiği arazilerde verim kaybının olması çok doğaldır. Bu arazilerde topraktaki verimliliğin azalmasının yanında K.K. – Bir diğer sorun olan erozyon, tarım-çevre ilişkilerini nasıl etkilemektedir? Y.A. - Erozyonun oluşmasında 2 temel faktör vardır. Bunlardan birincisi doğal etmenler ikincisi de insandan kaynaklanan etmenledir. Burada önemli olan etmen doğal koşullardan çok insan faaliyetlerinden kaynaklanan erozyon riskidir. Çünkü, tarımda doğa koşullarına çok az seviyede müdahale edilmektedir. İnsanlardan kaynaklanan etmenler arasında en önemlileri toprakların uygun şekillerde kullanılmaması, toprağın yanlış yöntemlerle işlenmesi, münavebe sisteminin uygulanmaması, ormanların tahrip edilmesi ve orman arazilerinin tarım arazisine dönüştürülmesi, çayır-meralarda aşırı ve düzensiz otlatma gibi etmenler sayılabilir. Saydığımız bu etmenler erozyonun ortaya çıkmasını kolaylaştırmakta ve erozyona karşı önlem alınmasını zorlaştırmaktadır. K.K. – Tarımsal faaliyetlerde karşımıza çıkan en önemli sorunların başında girdilerin yanlış kullanılması gelmektedir. Tarımsal faaliyetlerde girdilerin bilinçsizce kullanılması ne gibi sorunlara yol açmaktadır? Y.A. - Öncelikle şunu belirtmekte yarar vardır. Üreticilerde “ne kadar gübre ve ilaç kullanırsam ürünüm o kadar artar” şeklinde bir yaklaşım var. Bunun doğru olmadığını ne kullanılırsa kullanılsın her şeyin aşırısının yarardan çok zarar getireceğini söylememiz lazım. Bu anlamda, tarımsal faaliyetlerde aşırı miktarlarda kullanılan kimyasal gübrenin ve ilacın ürüne, toprağa, suya, havaya ve canlılara zararları vardır. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 RÖPORTAJ K.K. – Tarımsal üretimde en fazla hangi kimyasal gübreler kullanılmaktadır? Y.A. - Tarımda en çok kullanılan ticari gübreler azotlu, fosforlu ve potasyumlu gübrelerdir. Toprağa azot kaynağı olarak ilave edilen organik gübrelerden örneğin, ahır gübresinin aşırı düzeyde uygulanması ile de nitrat kirliliğinin çevreyi etkilemesi olasıdır. Bu nedenle, hem kimyasal hem de organik (ahır gübresi gibi) gübrelerin aşırı düzeyde ve yanlış uygulanması ile doğadaki azot dengesi bozulmaktadır. K.K. – Bu gübrelerin aşırı kullanılması ne gibi sorunlara yol açabilir? Y.A. - Azot, fosfor ve potasyum gibi besin elementlerini içeren kimyasal gübrelerin bitkisel üretimde aşırı ve yanlış olarak uygulanması yararları yanında birçok zararı da beraberinde getirmektedir. Yapılan bir çalışma tarımda kullanılan ticari gübrelerin %50’sinin yararlı olabildiğini, geri kalan kısmın yıkanma, yüzey akışı ve buharlaşma ile ortamdan uzaklaştığını göstermiştir. Gübrelemenin çevre üzerine olan etkileri; toprak, su, hava, bitki kalitesi ve canlılar üzerine olmaktadır. Bitkisel üretimi artırıcı yönde büyük bir etkiye sahip olan gübreler toprağın bazı özellikleri üzerinde olumsuz etkiler yapabilmektedir. Gübreler toprak asitleşmesine yol açarak, toprakların niteliklerinin bozulmasında etkili olabilmektedirler. Bunların yanında, aşırı gübre kullanımının miktar açısından üreticiye olumsuzluk getirdiğini görmekteyiz. Bu da dolayısıyla üreticinin ekonomik olarak zarara uğraması anlamına gelmektedir. K.K. – Kimyasal gübrelerin su kaynakları üzerinde olumsuz etkileri olduğunu biliyoruz. Bu gübrelerin aşırı kullanılması durumunda su kaynakları nasıl etkilenmektedir? Y.A. - Gübrelemenin yüzey suları ve içme suları üzerine olumsuz etkileri en çok azotlu ve kısmen de fosforlu gübrelerin dengesiz bir şekilde kullanımından kaynaklanmaktadır. Kullanılan azotlu gübrelerin önemli bir kısmı bitki ve toprak tarafından alınır. Bitkiler ve toprak tarafından alınamayan azotlu gübreler ise yıkanarak alt katmanlardaki taban suyuna veya yüzey akışı ile akarsu, göl ve denizlere taşınır. İşte, sulara karışan veya bitki bünyesinde birikebilen nitrat çevreyi kirletici ana unsurlar- dan bir tanesidir. K.K. – Kimyasal gübrelerin başka hangi kaynaklara etkisi vardır? Y.A. - Kimyasal gübrelerin aşırı kullanımının su kaynakları dışında hava ve bitki kalitesi üzerine olumsuz etkileri vardır. Gübrelemenin atmosfer havasını iyileştirici etkisine karşın bazı gübrelerde havayı olumsuz etkileyen çok düşük miktarlarda madde çıkışı olabilmektedir. Ayrıca, azotlu gübrelerden zaman zaman serbest hale geçen amonyak veya azot atmosfere karışabilmektedir. Kimyasal gübrelerin aşırı kullanımı Y.A. - Bazı kimyasal ilaçların buharlaşabilme özelliği vardır. Dolayısıyla, bu ilaçlar havayı kirletebilir. Bu tür kimyasal ilaçların yoğun kullanıldığı yaşam alanlarındaki tüm canlılar da bunlardan olumsuz yönde etkilenebilirler. Bu arada yukarıda saydığımız bu etkiler dışında önemli olan bir nokta da kimyasal ilaçların hayvanlara olumsuz etkilerinin var olması. K.K. – Evet bu konu da çok önemli. Kimyasal ilaçların hayvanlar üzerine olan etkileri nelerdir? durumunda ortaya çıkan olumsuzluklardan bir diğeri de bitki kalitesi üzerine olan etkilerdir. Özellikle aşırı azotlu gübreleme sonucu bitki dokularında önemli oranda nitrat ve nitrit birikimi görülmektedir. Bu azot formlarının bitkide birikimi, bu bitkilerle beslenen insan ve hayvanlarda önemli sağlık sorunlarına yol açabilmektedir. K.K. – Yukarıda saydığınız olumsuz etmenler ışığında, gereksiz gübre kullanımını önlemek için ne gibi önlemler alınabilir? Y.A. - Gereksiz gübre kullanımından kaçınmak için öncelikle toprak analizlerinin yapılması gerekir. Yapılacak analizler neticesinde toprağın ihtiyacı olan gübre miktarı belirlenmiş olur. Bu aşamada öncelikli olarak üreticilerin toprak analizi yaptırma alışkanlığı kazanması gerekmektedir. Bunun yanında, daha az kolay çözülebilir veya en azından toprakta daha az hareketli gübreler kullanılmalıdır. Eğimli arazilerde donmuş toprak yüzeyinden yıkanma ile ortaya çıkacak gübre kayıpları önlenmelidir. Toprak canlılarının gelişimini teşvik etmek suretiyle azot depolama kapasiteleri artırılmalıdır. Toprakların su tutma kapasitelerinin artırılarak, gereksiz su kayıpları önlenmelidir. K.K. – Bir başka önemli konu da tarımsal faaliyetlerde kullanılan kimyasal ilaçlarla ilgilidir. Kimyasal gübreler gibi kimyasal ilaçların da etkileri konusunda bilgi verir misiniz? Y.A. - Kısaca belirtmek gerekirse kimyasal ilaç, tarım ilacı ya da pestisit olarak da adlandırabileceğimiz bu maddelerin kalıntılarının suya, toprağa, havaya ve gıdalara bulaşarak bunları kirletmesi bir çevre sorunudur. Bunların yanında bu maddeler insan ve hayvan sağlığını ve doğal dengeyi de olumsuz yönde etkilemektedir. K.K. – Kimyasal ilaçlar su kaynaklarına nasıl ulaşmaktadır? Y.A. - Kimyasal ilaçlar su kaynaklarına çeşitli yollarla ulaşabilmektedir. İlaçlama esnasında su kaynağı içindeki ya da kenarındaki bitkiler ve hayvanlar bu ilaçlar ile doğrudan temas edebilirler. İlaçlar yağmur suları ile yıkanabilir, boş ambalaj kaplarının sulara atılması ile su kaynakları bulaşabilir. Bunun yanında, tarım ilacı üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına bırakılması yoluyla da kirlilik oluşabilir. K.K. – Su kaynaklarının kimyasal ilaçlarla kirlenmesinin ne gibi zararları vardır? Y.A. - İçme ve sulama suyu sağlayan barajlardaki suyun pestisitlerle kirlenmesi insanlar, evcil ve yabani hayvanlar için büyük tehlikeler yaratabilmektedir. Su kaynakları içerisinde yaşayan canlılar açısından da önemli bir tehlike bulunmaktadır. Örneğin, balıklar için doğrudan ölümler olmakta, su kaynağındaki ortamda oksijen azalması gibi değişiklikler olmakta ve bunların neticesinde de ölümler yaşanmaktadır. Suların tarım ilaçları ile bulaşması sonucunda sadece balık ve kuşlar ölmemekte, ilaç kalıntısına maruz kalan bu balık ve kuşlarla beslenen diğer canlılar bu arada insanlar da etkilenmektedir. K.K. – Kimyasal ilaçların su kaynakları dışında etkilediği başka yerler de var mıdır? Y.A. - Tabi ki vardır. Kimyasal ilaçlar su kaynaklarını etkilediği gibi özellikle insanı, toprağı ve atmosferi de olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin, kimyasal ilaçlar insan vücuduna ağızdan, deriden ve solunum yoluyla girmektedir. Tarım ilaçlarının bir bölümü ani (akut) etkilidir, bir bölümü de kronik yani yavaş etkilidir. Akut zehirlenmeler tarım ilacının solunması, yenmesi veya deriye temas etmesi ile görülmektedir. Bu tür zehirlenmeler sonucunda insanın yaşamsal faaliyetlerinin durması ya da yavaşlaması, ishal, titreme, aşırı terleme, mide bulantısı, göz bebeklerinde küçülme gibi belirtiler gözlenmektedir. K.K. – Hocam, kimyasal ilaçların toprak üzerine de etkileri vardır değil mi? Bu kimyasal ilaçlar topraklara nasıl etki etmektedir? Y.A. - Kimyasal ilaçlar yağmur ve rüzgar gibi dış etkenlerle toprağa bulaşabilmektedirler. Toprağa bulaşan bu ilaçlar topraktaki böceklere zarar vermektedir. Tohum ilaçlamaları sırasında tohuma uygulanan tarım ilaçları ise doğrudan toprağa bulaşmaktadır. Toprağa bulaşan bu ilaçlar toprak mikroorganizmalarının kısmen ya da tamamen yok olmasına neden olmaktadır. Toprak verimliliğini artırmada önemli rol oynayan solucanlar da topraktan tarım ilacı kalıntılarını alacaklarından zarar görmektedirler. K.K. – Kimyasal ilaçlar atmosfere ne gibi etkilerde bulunmaktadır? Y.A. - Çiftlik hayvanlarının et, süt ve süt mamulleri ve kümes hayvanlarının yumurtalarında bulunan kimyasal ilaç kalıntıları tüketicileri etkileyebilmektedir. Bu sebeple ilaçlanan alanlarda hayvan otlatılmaması gerekmektedir. Genellikle bitkilerin çiçeklenme periyodu içinde kullanılan kimyasal ilaçlar çok sayıda arının ölümüne yol açabilmektedir. Zararlılarla mücadelede hatalı ilaç uygulamaları ve bilinçsizce kullanılan bazı tarım ilaçları, tohumlu beslenen kuşlar başta olmak üzere bazı türlerin sayısında önemli azalmalara neden olmuştur. K.K. – Görünen o ki kimyasal ilaçların hayatımızın her yerine olumsuz etkileri var. Peki hocam, kimyasal ilaçlar nedeniyle olabilecek kirlenmelerin önünde geçebilir miyiz? Bu konuda neler yapılabilir? Y.A. - Çok kısa bir şekilde anlatmak gerekirse, kimyasal ilaçlardan kaynaklanabilecek kirlenmelerin önlenmesi için öncelikle ilaçlama bittikten sonra boş ambalajların, ilaç atıklarının, ilaçlama aletlerinin yıkandığı suların akarsulara veya durgun sulara karışmamasına üreticilerin özen göstermesi gerekmektedir. Bunların önlenmesi halinde ilaçlardan meydana gelebilecek bulaşmaların da önüne geçilebileceğini söyleyebiliriz. K.K. – Tarımsal faaliyetlerin çevre üzerine olan olumsuz etkilerini anlattınız. Bu noktada, tarım ve çevre konusunda Türkiye’de hangi politikalar uygulanmaktadır? Bu uygulamalardan bahseder misiniz? Y.A. - Bu konuda Türkiye’de uygulanan politikalara baktığımızda yapılan çalışmalar “çevreye dost tarım yöntemleri” olarak adlandırılmaktadır. Bu yöntemler arasında organik tarım, İyi Tarım Uygulamaları, ÇATAK (Çevre Amaçlı Tarım Arazilerini Koruma Programı), toprak analizi uygulaması gibi uygulamalar vardır. Örneğin, organik tarımsal üretimde izin verilen maddelerin dışında kimyasal gübrelerin ve ilaçların kullanılması yasaklanmıştır. Dolayısı 13 ile, bu maddelerden kaynaklanabilecek kirlenmelerin önüne bir nebze de olsa geçilebilmektedir. İyi Tarım Uygulamaları’nda ise kimyasal ilaçlar ve gübreler kontrollü kullanılmaktadır. Yani, ilacın ve gübrenin zamanı, miktarı ve yöntemi gibi unsurlar sürekli olarak kontrol altında olduğundan bu maddelerden kaynaklanabilecek bulaşmalar da izlenebilmektedir. Toprak analizi de bir diğer önemli konudur. Yapılacak analizler ile toprağın ihtiyaç duyduğu bitki besin maddeleri belirlenecek ve üretici analiz sonuçlarına göre gübreleme yapacaktır. Toprak analizlerinin üreticiye de maddi katkılarının olduğunu söylememiz gerekir. K.K. – Üreticiler bu konuda hangi desteklerden yararlanabiliyor? Y.A. - Saydığımız tüm bu uygulamalar için devlet üreticilere destekleme ödemesi yapmaktadır. Örneğin, organik meyve-sebze üretimi yapıyorsanız 50 TL/da, tarla bitkileri üretimi yapıyorsanız 10 TL/da destekleme alabilirsiniz. Bunun yanında eğer, organik hayvancılıkla da uğraşıyorsanız yine desteklemeden yararlanabilirsiniz. Yine, İyi Tarım Uygulamaları çerçevesinde meyvesebze üretimi yapıyorsanız 25 TL/ da, örtü altında üretim yapıyorsanız 100 TL/da destekleme alabilirsiniz. Bunların yanında bir de toprak analizi yaptırmışsanız 2.5 TL/da bir destekleme almanız mümkündür. Görüldüğü gibi tarımsal çevre politikaları konusunda üreticilerin yararlanabileceği çeşitli destekleme uygulamaları vardır. Bu uygulamalardan yararlanmak hem tarımın çevre üzerine olan etkilerini olumlu yönde etkileyecek hem de üreticilerin gelirleri artırabilecektir. Ancak, bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir konu vardır. Bu da, üreticilerimizin bilinçlendirilmesidir. Bunun yapılması için tarım-çevre konusunda eğitimlerin yapılması, üreticilere bu konuların öneminin anlatılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde tarım ve çevrenin sürdürülebilirliğinden bahsetmemiz mümkün olabilir. Aksi taktirde, gelecek kuşaklar bugünkünden daha kötü bir durumla karşılaşabilir. K.K. – Son olarak ne söylemek istersiniz? Y.A. - Son olarak tarım ve çevrenin birlikte düşünülmesi gerektiğini, birbirinden ayrılamayacak kadar yakın olan iki kavram olduğunu belirterek; bu vesile ile tüm üreticilerimize sağlıklı, mutlu ve bereketli bir üretim sezonu dilerim. 14 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber AB ve TARIM “Ekosistem Mühendisi Tarlada Zararlılara Karşı Çalışıyor” »» Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Ziraat Münehdisi Dr. Hilal Tunca, Yüksek Ziraat Mühendisi Hatice Hilal Moran ve Ziraat Yüksek Mühendisi Şahin Tatlı, hazırladıkları projelerle zararlılarla mücadelede tarım ilacı kullanımı konusunda bağımlı olan birçok üreticiye alternatif bir mücadele olan biyolojik mücadeleyi öneriyorlar. 2013’de iş fikri ile Teknogirişim Sermayesi Desteği’ni kazanarak “BiyoGramma” adlı şirketini kuran ve genç girişimci Dr. Hilal Tunca, “Ekosistem Mühendisi” adını verdikleri doğal düşman bir böcek (Trichogramma pintoi) ile “Ekosistem Mühendisi Tarlada Zararlılara Karşı Çalışıyor” sloganını benimsediklerini söyledi. Tunca, hazırladığı proje ile zararlılarla mücadelede tarım ilacı kullanımı konusunda bağımlı olan birçok üreticiye alternatif bir mücadele olan biyolojik mücadeleyi önerdiklerini belirtti. Üreticilere Ekonomik Avantaj Sağlayacak Bu mücadele yönteminde; üreticiler biyolojik mücadeleyi tercih ettikleri için sağlıklı bir çevrede çalışmalarını sürdürecek, tüketiciler daha sağlıklı ürünlere ulaşabilecek, doğa ise sürdürülebilirliğini koruyacak. Uzun süredir bu faydalı böcek üzerinde çalışan Tunca, bu proje ile üretici tarlasında ekosistem mühendisi gibi çalışacak faydalı böceğin düşük sıcaklıklarda depolanması ve kitle üretimine yönelik prototip üretim tekniğinin ilk kez geliştirileceğini söyledi. Sözkonusu tekniğin geliştirilmesinden sonra ürünün pazarlanma koşullarının ortaya konmasını amaçladıklarını belirten Tunca, ileriki aşamalarda ise iç ve dış talebe bağlı olarak böceğin ekonomik kitle üretim yöntemini geliştirmeyi ve daha fazla üreticiye ulaşmayı hedeflediklerini belirttti. “Üniversiteli Böcekler Üreticilerin Hizmetinde” Girişimci Ziraat Mühendisi Hatice Hilal Moran, 2013’de geliştirdiği iş fikri ile Teknogirişim Sermayesi Desteği’ni kazanarak Ankara Üniversitesi Teknopark bünyesinde “BiyoPoda” adlı şirketini kurdu. Moran, “Dost Hekzapoda” adını verdikleri biyolojik mücadele etmeni bir böcek (Bracon hebetor) ile “Üniversiteli Böcekler Üreticilerin Hizmetinde” sloganını benimseyerek bir Ar-Ge yolculuğuna koyulduklarını söylüyor. Üniversite döneminde uzun süre bu faydalı böceğin laboratuvarda yetiştiriciliğini yapan Moran, hazırladığı bu iş fikri ile tarımda zararlı böceklerle mücadelede tarım ilacı kullanımına alternatif bir mücadele yöntemi olan Biyolojik Mücadele’nin önemine dikkat çekiyor. Tarımda biyolojik mücadele uygulamalarının yaygınlaştırılması ile tarım ilaçlarının neden olduğu olumsuz etkilerin önemli ölçüde ortadan kaldırılacağını; çevre ve insan sağlığının korunacağını, biyoçeşitlilik ve doğal dengenin sürdürülebilirliğinin sağlanacağını bildiren Moran, çalışmasıyla “Dost Hekzapoda” adını verdiği faydalı böceğin bir yıl içinde prototip kitle üretiminin gerçekleştirileceğini ve pazarlanma potansiyelinin belirleneceğini söylüyor. Moran, ileriki dönemlerde ise bu faydalı böceğin ekonomik kitle üretimi ve ticarileşmesine yönelik mekanizasyon, kalite kontrol ve pazarlama çalışmaları yaparak bu faydalı böceği daha fazla üreticinin hizmetine sunmayı hedeflediklerini söyledi. “Zararlı Böcekleri Yiyen Faydalı Böcekler Uygulamada” Ziraat Yüksek Mühendisi Şahin Tatlı ise 2013’de sunduğu bir iş fikri ile Teknogirişim Sermayesi Desteği’ni alarak Ankara Üniversitesi Teknopark’ında “BiyoVen” adlı bir şirket kurdu. Şahin Tatlı, iş fikrinde “Biyo Dost” adını verdikleri böcek yiyen bir böcek türünün (Venturia canescens) üretimi üzerine odaklandıklarını ve “Zararlı Böcekleri Yiyen Faydalı Böcekler Uygulamada” sloganını benimsediklerini bildirdi. Tatlı, bu sloganı kullanarak başta tarımsal ürün üreticileri olmak üzere toplumun farklı kesimlerinde ekoloji farkındalığı yaratmayı amaçlıyor. Seçtikleri faydalı böceğin birçok zararlı böceği baskılayabildiğini açıklayan girişimci, projesinin; salt teorik bir çalışma olmadığını, aksine faydalı böceğin üreticilerin kullanımına verilmesi yönünde prototip kitle üretimi üzerine odaklandığını söylemekte. Biyolojik mücadele uygulamalarının yaygınlaştırılmasıyla üreticilerin daha sağlıklı bir çevrede çalışma koşullarına sahip olacaklarını, tüketicilerin daha sağlıklı-pestisit kalıntısı olmayan ürünlere kavuşabileceklerini, mevcut doğal dengenin ve biyoçeşitliliğin ise korunacağını bildiren Tatlı, prototip üretiminden sonra iç ve dış pazara yönelik ayrıntılı pazar araştırmaları yaparak faydalı böceğin ekonomik kitle üretim yöntemini geliştirerek, Biyo Dost’u daha fazla üreticiyle buluşturmayı amaçladıklarını aktardı. İnsanoğlu Su Sistemlerine Zarar Veriyor »» Bilim insanlarına göre, insanoğlunun küresel su sistemlerine büyük zarar verdiği yeni bir jeolojik dönemin eşiğindeyiz. Uzmanlar, bugünkü durumu, 11 bin yıl önce, buzulların geri çekilmesiyle gezegenimizin geçirdiği büyük değişimle karşılaştırıyor. Bir süre önce Almanya'nın Bonn kentinde bir araya gelen uzmanlar, su sistemlerinin korunması için neler yapılması gerektiğini masaya yatırdı. Bazıları hala insanoğlunun çevreye verdiği zararın büyüklüğünü tartışırken, Bonn'da biraraya gelen uzmanların bu konuda fazla şüphesi yoktu. Hatta insanların çevreye verdiği zararla yeni bir jeolojik çağ açıldığını savunanlar ve bu çağa Antroposen adını verenler var. Uzmanlar şimdi de bu yeniçağın Jeolojik Zaman Skalası'nda resmen yer alıp almaması gerektiğini tartışıyor. Merkezi Bonn'da bulunan Küresel Su Sistemleri Projesi'nin başkanı Anik Bhaduri, şöyle konuşuyor: “Küresel Su Sistemleri Projesi, nere- açısının, çevre araştırmalarını derinden etkilediğini belirtiyor: ”İnsanlar barajlar inşa ederek, toprak kullanımını değiştirerek küresel su sistemlerini ve döngüsünü etkiliyor. Bunun sonucu olarak küresel su sistemlerinin yerel bazda insan etkilerine maruz kaldığını görüyoruz. Yerel etkiler bölgesel, kıtasal ve küresel boyutlara ulaşıyor.” deyse on yıldır, karmaşık su sistemlerinin doğa ve insanla etkileşimini incelemek için geniş kapsamlı araştırmalar yürütüyor. Elde ettiğimiz bulgular, insan faaliyetlerinin küresel su sistemlerinin değişmesi üzerinde kilit rol oynadığını gösteriyor.” Proje, yerel çevreler üzerinde dar kapsamlı araştırmalar yapmak yerine insan faaliyetlerinin su sistemleri üzerindeki etkisine küresel açıdan bakıyor. Bhaduri, bu bakış KOOPERATİF AB’den Ne Farkınız Var? Sevgili Kooperatifçi Dostlar, Bugüne kadar bu köşede Avrupa Birliği’nde üretici örgütlenmesi ile ilgili çeşitli bilgiler ve haberler vermeye çalıştım. Bu sefer sizlere bir test öneriyorum. Burada sizlerin Avrupa Birliği’ndeki emsallerinizden farkınızın ne olduğunu sizlerin cevaplamasını istiyorum. Aşağıda birkaç temel sorudan oluşan bir tablo bulunuyor. Bu tabloda yer alan her bir konuya kendinizi değerlendirerek EVET bu konuda faaliyetimiz var, ya da HAYIR bu konuda hiç bir şey yapmıyoruz diyerek kendinizi değerlendirebilirsiniz. Muhtemelen, ilk sorulardan sonra cevapların olumsuzlaştığını göreceğiz. Gelin birlikte bunun değerlendirmesini yapalım. İlk sorular kooperatifçiliğin evrensel ilkeleri ile ilgiliydi. Demek ki, kooperatifçilik konusunda 160 yıllık geçmişimiz ile genel konuları benimsediğimizi, 14 binden fazla kooperatif ile bu konuda ilerlediğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat sonraki sorular, kooperatifin piyasa şartlarında ortaklarına rekabet gücü sağlamak üzere yapması gereken hizmetler ile ilgiliydi. İşte burada kooperatiflerimizin Türk Ticaret Kanunu’nda belirtildiği adıyla “Kooperatif Şirket” olarak çalışamadığını, henüz bu mantığı benimseyemediğini görüyoruz. Yıllardır devletimizin verdiği ciddi miktarda destekler oldu. Buna karşın kooperatiflerimizin bu desteklerinden doğru şekilde istifade etmediğini, destek alındıktan sonra kooperatifin unutulduğunu, kişisel davranıldığı için bu desteğin de kısa sürede heba olduğunu hep birlikte yaşadık. Demek ki; burada sorun kooperatifi kurmak, üreticileri buraya çekmek ya da des- Dr. Erhan EKMEN Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Teşkilatlanma Daire Başkanlığı Projeler ve Dış İlişkiler Çalışma Grubu Sorumlusu teklemek ile ilgili değil. Sorun daha ziyade kooperatifin nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili. Peki, bu sorunu kim çözer? Cevabı çok basit. Dünyada kime sorarsanız sorun, bu sorunun tek bir cevabı var: “sorunun sahibi kim ise, sorunu o çözer”. Elbette burada herkese görev düşüyor. Hepimiz sorumluluklarımız çerçevesinde sorunumuzu hep birlikte çözeceğiz. Ama artık, asla çözümü başkasından beklemeyeceğiz. Ya işbirliği yapacağız ya da bugün, en geç yarın yok olup gideceğiz. Lütfen aşağıdaki soruları bir daha okuyun. Sonra da kendinize sırasıyla şu soruları sorun. Ben tek başıma bu sorunu nasıl çözerim? Kooperatifimdeki ortaklarım ile bu sorunu nasıl çözerim? Küçük olsun benim olsun mantığından vazgeçip çevremdeki diğer kooperatifler ile nasıl çözerim? Sizlerin ürettiği nimetin değerinin daha iyi anlaşıldığı Mübarek Ramazanınızı kutluyor, birlik ve beraberlik duygularımızın daha da pekiştiği iyi bayramlar diliyorum. Sorular Kooperatifinize ortaklık herkese açık mı? Kooperatifinizde ortaklık gönüllülük esasına mı dayalı? Kooperatif yönetim ve denetimi demokratik mi? Kooperatifiniz özerk ve bağımsız mı? Ortaklarınızı bilgilendirme amacıyla eğitimler veriyor musunuz? Diğer kooperatifler ve örgütler ile işbirliği yapıyor musunuz? Ortaklarınızın ve ürettikleri ürünlerin kaydını eksiksiz olarak bütün detayları ile güncel ve güvenilir bir şekilde tutuyor musunuz? Ortaklarınız tarafından üretilen ürünlerin katma değerini arttırabilmek amacıyla işleme, paketleme, ambalajlama, depolama, nakliye gibi faaliyetleriniz var mı? Ortaklarınız tarafından üretilen ürünlerin piyasaya satışını düzenliyor musunuz? Çevrenizdeki firmalar ile kooperatifiniz adına sözleşmeler yapıyor musunuz? Ortaklarınızın üretimini piyasanın talebine bağlı olarak, kalite, standart ve miktar açısından planlıyor musunuz? Piyasada fiyat istikrarını sağlamak amacıyla müdahalelerde bulunmak için planınız var mı? Üretim maliyetlerini azaltıcı tedbirler alıyor musunuz? Desteklemeleri dağıtımda rol alabilecek teknik alt yapınız, personeliniz, donanımız var mı? Kayıt, takip, planlama ya da müdahale gibi uygulamalar için bir fonunuz var mı? Ürünlerin işlenmesi ve atıkların değerlendirilmesinde çevreyi koruyucu tekniklerin uygulanması konusunda bir faaliyetiniz var mı? Biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesine yönelik uygulamalar konusunda bir faaliyetiniz var mı? Evet Hayır Köy-Koop Haber Ağustos 2013 TARIM 15 Daha Adil Bir Dünya Ekonomisi İçin Adil Ticaret Etkisi »» Küreselleşen dünyada bilgiden, teknolojiye hatta insan ilişkilerine kadar her şey o kadar çok hızlı gelişiyor ki bu baş döndürücü değişimler karşısında değişimleri anlamaya ve yakalamaya çalışıyoruz. Hızla değişen ve dönen bu çarkın içinde ülkemiz için, insanlık için, çevre için, bilim için, gelecek kuşakların her anlamda daha güvenli bir dünyada yaşayabilmesi için neler yapabilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. Hepimizin bildiği deniz yıldızı hikâyesi gibi, bu dünyanın daha güvenli ve sürdürülebilir olmasında herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Çünkü dünya günümüzde küreselleşme kavramıyla küçük bir köy haline geldi. Bu nedenle de insanlığın artık üzerinde yaşadığı bu dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan sosyal, ekonomik, bilimsel olaylar ile sorunlar karşısında ilgisiz ve duyarsız davranma lüksü yoktur. Günümüzde küresel ekonomi oldukça hassas dengeler içerisinde olup, iyi yönetilmesi gereken bir süreçten geçmektedir. Bu süreç içerisinde, 2008 yılında ortaya çıkan ‘‘küresel ekonomik kriz’’ gelişmiş ülkeleri etkilemiş ve etkilemeye de devam etmektedir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin bu krizden daha az etkilendiği yönünde bir algı mevcuttur. Ekonomisi tarıma dayalı, gücünü insan emeğinden alan ve gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen Üçüncü Dünya ülkeleri (Afrika, Orta-Latin Amerika, Asya–Pasifik ) yıllardır batının sömürgesi altında kalmışlardır. Bu ülkeler zaman içerisinde sömürgelikten kurtulup bağımsızlıklarını kazanma, kalkınma ve gelişme gayreti içerisinde olmuşlardır. Aynı zamanda yoksulluk, yüksek oranda işsizlik ve çevre sorunlarıyla mücadele etmektedirler. Gelişmiş ülkeler, ilerleyen süreçte yaşanan bu sorunların sancılarını hafifletmek için vicdan muhasebelerinin bir sonucu olsa gerek ‘‘Adil Ticaret ’’ denilen insani değerler ile maddi değerleri bir arada buluşturabilen bir ticaret şeklini ortaya çıkarmışlardır. Başlangıçta el sanatı ürünlerinin yoğunlukta olduğu Adil Ticaret Pazarı, 1980’li yıllarda el sanatlarına olan ilginin azalmaya başlaması sonucu hareket yanlılarını yeni çıkış yolları aramaya yöneltmiş ve kendilerine seçtikleri yeni alan; ‘‘tarım ürünleri’’ olmuştur (www. birikimdergisi.com). Bu ürünler, dünyanın güneyindeki Üçüncü Dünya ülkelerinde emek yoğun işgücüne dayalı küçük ölçekli aile işletmesine sahip çiftçilerin ürettikleri kahve, çay, kakao ve muz gibi ürünlerdir. Adil Ticaret Modelinin kronolojik olarak gelişim tarihçesini incelediğimizde, ilk olarak 1940’lı yıllarda ABD’deki bazı dini gruplar ve sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde başlatıldığını görmekteyiz. ABD’deki bu gruplar, 1946-1949 yıllarında Üçüncü Dünya ülkeleri ile adil ticaret zincirini kurmuşlardır. ABD başlayan bu hareket Avrupa’da da destek görerek yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle Hollanda ve İngiltere bu hareketin öncülüğünü yapmışlardır. Hollanda’da 1988 yılında Adil Ticaret Piyasasının ilk ve en önemli ürünü ‘‘Max Havelear’’ isimli Meksika’dan gelen kahve olmuştur. Bu kahve markası Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yaygınlaşmaya başlayarak diğer ürünlerinde pazarda ‘‘Adil Ticaret Logolu’’ ürünler olarak markalaşmasına neden olmuştur ve marketlerin raflarında yerlerini almışlardır. Örneğin bu markalar, Hollanda, İsviçre, Belçika, Danimarka, Norveç’te Max Havelear, Almanya, ABD, İtalya, Kanada, Japonya’da Transfair, İngiltere ve İrlanda’da Fairtrade Mark, İsveç’te Rättvisemärkt olarak piyasaya sürülmüşlerdir (www.fairtrade.org.uk). Adil Ticaret Modeli üreticilerine, tüketicilerine ve satıcılarına sağladığı faydaları ve çevre dostu uygulamaları ile geleneksel ekonomide uygulanan diğer üretim ve pazarlama modellerine göre göre daha adaletli, daha insancıl ve gelişmemiş ülkelerin daha sürdürebilir bir büyüme yakalayabilmelerine olanak sağlayan bir model olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca çiftçilerin doğrudan ithalatçılarla iletişim kuran kooperatifler şeklinde örgütlenmelerini, gelirlerini arttırmalarını, çevreye duyarlı uygulamalarda bulunmalarını ve üreticiler ile daha kalıcı ilişkiler geliştirmelerini sağlayarak ekonomik istikrarın oluşmasında da önemli rol oynamaktadır. Bu model, günümüzde sadece küçük ölçekli üreticiler tarafından değil aynı zamanda bilinçli tüketicilerin de son derece ilgi gösterdiği ve desteklediği bir model olmuştur. Bilinçli tüketiciler, gelişmemiş ülkelerdeki küçük üreticilerin adaletli şekilde kazanç elde edebilmeleri konusunda hassas davranmaktalar ve bu hassasiyet aracılar ile satıcılar tarafından önce ürün fiyatlarına, dolayısıyla da üreticinin emeğinin karşılığını almasına neden olmaktadır. Tüketiciler aldığı ürünün parasının üreticinin cebine gideceğini bilerek satılan ürüne biraz daha fazla fiyat vermeye gönüllü olmaktadırlar. Satıcılar ise tüketicinin bu hassasiyetini ticari kazanca çevirerek pazar paylarını büyütebilmektedirler. Üreticiler de Dr. Nezaket CÖMERT Ziraat Yüksek Mühendisi [email protected] ürünleri için zorlu rekabet koşullarında aldığından daha yüksek bir fiyat alarak yoksulluk sorununu hafifletmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca bu model, kadınların üretim sürecine daha aktif katılımlarını desteklemekte, çocuk işçilerin BM Çocuk Hakları Konvansiyonu koşullarına göre çalışma olanakları sağlamakta ve çevreye duyarlı ticaret ilkelerini benimsemektedir (www.birikimdergisi.com). Adil Ticaret Hareketi, zaman içerisinde uluslararası boyutlarda da örgütlenerek dünya piyasasındaki yerini güçlendirmiştir: Uluslararası Adil Ticaret Etiketleme Organizasyonu( Fairtrade Labelling Organizations International, FLO) 1997’de Almanya’nın Bon şehrinde kurulmuştur. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da elliden fazla ülkenin bir milyondan fazla küçük ölçekli üreticisini ve tarım işçisi aileyi çatısı altına alan bu örgüt, üretici örgütlerini inceliyor ve sertifikalandırıyor. Uluslararası Adil Ticaret Örgütü (International Fair Trade Association, IFAT) 1989 yılında adil ticaret üretici kooperatifleri, birlikleri, ithalat ve ihracat şirketleri, toptancılar, ulusal ve bölgesel adil ticaret ağları ve destekçi örgütlerin bir araya gelmesi ile 60 ülkeden 300 destekçisi ile kurulmuştur. Network of European Worldshops (NEWS) Avrupa’nın 13 ülkesinden 15 World Shop’u içine alan çatı örgüttür. European Fair Trade Association (EFTA) Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan ithalat yapan, ekonomik olarak dezavantajlı olan 400 üretici ile çalışan bir sivil toplum kuruluşudur (www.fairtrade.org.uk). Uluslararası Adil Ticaret Örgütü (IFAT)’nün istatistik verilerine göre, dünya çapında Adil Ticaretin cirosu 2011 yılında % 12’lik bir artışla 5 milyar Euro piyasa değerine ulaşmıştır. Avrupa’da kurulan birçok pazarda Adil Ticaret pazar payı önemli ölçüde artmıştır. En eski Adil Ticaret pazarı olan Hollanda’da büyüme en az % 24 oranında gerçekleşmiş olup İngiltere’de en büyük Adil Ticaret Pazar cirosu %12 artış kaydetmiştir. İsviçre’de ise satılan muzun yarısından fazlasında (% 55) Adil Ticaret Modeli uygulanmıştır. Büyüme oranları yeni Adil Ticaret pazarlarının bazılarında oldukça yüksek seviyelere çıkmıştır. Güney Afrika’da da tüketiciler 2011 yılında, bir önceki yıla göre adil ticaret ürünlerine en az 3 kat daha fazla harcama yapmışlardır. Günümüzde Uluslararası Adil Ticaret Logolu ürünler 120 ülkede satılmaktadır. Bu ürünler gelişmekte olan ülkelerdeki yaklaşık 1,2 milyon kişi tarafından üretilmektedir (www. summer-foundation.org). Küçük ölçekli üreticiler ile iletişime geçmeye çalışan Adil Ticaret girişimlerinin, uluslararası kuruluşlardan ziyade direkt olarak üretici kooperatifleri ve diğer tarımsal amaçlı sivil toplum örgütleriyle temasa geçme ilkesi oldukça önemli ve dikkat çekicidir. Dünyada küresel ekonomi içinde kendine önemli bir yer bulan Adil Ticaret Modeli, ülkemizde kavram olarak bilinmekte ancak pratikte tarım ve sanayi sektöründe ürün elde etmede uygulanan bir üretim modeli değildir. Bu modelin dünyadaki uygulamalarına bakıldığında özellikle küçük ölçekli çiftçilerin kurdukları tarımsal amaçlı ve tüketici kooperatifleri tarafından başarıyla uygulandığını görmekteyiz. Örneğin derginin bir önceki sayısında dünyadan kooperatif hikayeleri köşemizde Kosta Rika’da yaklaşık 20.000 ortaklı küçük ölçekli işletmesi olan kahve ve şeker üreticileri tarafından kurulmuş olan CoopeAgri El Genel R.L. kooperatifinin başarı hikayesini anlatmıştık. Kooperatifin Adil Ticaret Modelini uygulayarak, Adil Ticaret Logolu ürünlerini ihraç ettiğini ve Latin Amerika’da Adil Ticaret Sistemi içerisinde birinci sırada kooperatif olma başarısını elde ettiğini paylaşmıştık (www.stories.coop). Diğer bir başarı hikâyesi de ABD’nin Kaliforniya Eyaletinde 63 tane organik tarım yapan aile çiftçilerinin bir araya gelerek kurdukları Farmer Direct Co-operative Ltd. (FDC) adlı kooperatif, Adil Ticaret ve Organik Sertifikalı ürünler elde ederek yeni bir gıda markası oluşturmuş ve önemli başarılara imza atmıştır (www.farmerdirect.coop). Bu tip başarı hikayeleri örneklerinin sayısını çoğaltabiliriz. Dünyadaki birçok kooperatif tarafından başarıyla uygulanan bu model, ülkemizdeki tarımsal amaçlı kooperatiflerimiz tarafından da uygulanarak kooperatiflerin Adil Ticaret Logolu ürünleri gerek iç pazarda gerekse dış pazarda önemli bir paya sahip olabilir. Ayrıca tüketicilerin daha çok sempatisini kazanarak emeğe saygılı, çevreye duyarlı ve adil bir modelle elde ettiği ürünlerini piyasalardaki rekabet koşullarına karşı daha güçlü bir şekilde pazarlayarak kendi lehlerinde önemli avantajlar ve pozisyonlar yakalayabilirler. Ayrıca bu model, özellikle küçük ölçekli aile işletmelerine sahip olan yerli üreticilerimizin örgütlenme kabiliyetlerinin artmasında da önemli rol oynayarak iç ve dış pazarlarda daha etkili olmalarına olanak sağlayacaktır. Güçlü bir tarımsal ekonomiye sahip olan ülkemizde, Adil Ticaret Logosu taşıyan ürünlerimizin de market raflarında yer aldığını görmenin, bu logoyu taşıyan mekânlarda dostlarımızla oturup sohbet etmenin, yemek yemenin, çayımızı ve kahvemizi yudumlamanın keyfini yaşarken diğer taraftan da bu mekânlara bıraktığımız paranın dünya ticaretinin daha insancıl ve adil bir düzen içerisinde sürdürülebilmesine katkıda bulunacağını bilmenin huzurunu bizler de yaşayabiliriz. KAYNAKLAR 1. www.birikimdergisi.com, Tan Morgül, İyi Pragmatizm Vesilesiyle, "Taş Üstüne Taş Koyma Hamlesi", Birikim, Sayı: 211. 2. www.fairtrade.org.uk, The Fair Trade labelling international history. 3. www.summer-foundation. org, The Fair Trade .4. www.stories. coop 5. www.farmerdirect.coop, farmer direct co-op. Burdur Gölü’nde Mermer Ocağı Tepkisi »» Burdur Gölü Yönetim Planı'nda yapılan değişiklikle, göl çevresindeki Söğüt Dağları’nın da mermerciliğe açılması ihtimali ortaya çıktı. Söğüt Dağı'nı mermercilik faaliyetine kapatan Burdur Gölü Yönetim Planının 3 No'lu kararının revizyonuna yönelik tepkilerin ardından Burdur Doğaltaş Derneği Başkanı Nasuh Ekinci, Söğüt Dağı'nda mermer rezervi olmadığını belirtti. Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Ufuk Gökduman ise "Mermer rezervi yoksa, o alanı koruyan 3 No'lu karar neden kaldırılmak isteniyor" sorusunu yöneltti. Burdur Doğaltaş Derneği Başkanı Ekinci, "Ticari olarak mermer, taş kesebilen elmaslı kesici makinelerde kesilebilen, kesildikten sonra tahta ve levhalar verebilen, kırılıp dağılmayan abrasivlerle silinip aşındırılan ve pırıl pırıl cilalanan, homojen renkli ve müşteri tarafından talep edilip satın alınan doğal malzemelerdir. Burdur Söğüt Dağı'nda bu tanımlara uygun mermer malzeme ve yapılar kesinlikle yoktur" diye konuştu.Söğüt Dağı'nı çok iyi bildiğini belirten Ekinci, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben 20 yıllık mermerciyim. O dağları adım adım gezdim, her bölgesini avucumun içi gibi bilirim. Kesinlikle Söğüt Dağları'nda mermer yok. Bazı kişiler bir bardak suda fırtına koparıyorlar. Var diyenler iddialarını ispat etsinler." "Mermer Ocağı Açılmayacağını Taahhüt Etsinler" Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Ufuk Gökduman ise, Burdur Gölü Yönetim Planı'nın 3 No'lu kararının, Söğüt Dağı'nı mermercilik faaliyetlerine kapattığını hatırlattı. Tepki çeken karar revizyonuyla ilgili olarak Gökduman, "Şayet dedikleri gibi Söğüt Dağlarında mermer rezervi yoksa, o alanı koruyan 3 No'lu karar neden kaldırılmak isteniyor" sorusunu yöneltti. Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Gökduman, ayrıca işletmecilerin Söğüt Dağı'na mermer ocağı açılmayacağı konusunda taahhütte bulunmaları halinde Yönetim Planı ile ilgili sorunun ortadan kalkacağını ifade etti. Burdur Gölü Yönetim Planının (2008-2012) 3 No'lu kararı, Söğüt Dağı'nı mermercilik faaliyetine kapatıyor. Söğüt Dağları, karaçam ormanları ve ardıç ormanı ile bölgenin en yoğun doğal bitki örtüsünü barındırıyor. Söğüt Dağları, Burdur Gölü çevresinde tarım sahalarının, köy yaşamının ve yaban hayatının mermerciliğin olumsuz etkilerinden korunduğu tek doğal saha olarak biliniyor. Burdur Gölü Yönetim Planı, Burdur Yerel Sulak Alan Komisyonu'nda önümüzdeki 5 yıl süreç için revize edilecek. Orman ve Su İşleri 6. Bölge Müdürlüğü, sektör tarafından gelen talepleri Yerel Sulak Alan Komisyonu üyelerine sundu. 16 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber KOOPERATİFÇİLİK Dünyadan Kooperatif Hikâyeleri Dr. Nezaket CÖMERT / Dr. Erhan EKMEN Sevgili Kooperatifçi Dostlar, Bu sayıda; www.stories.coop adlı sitede yayınlanan bir hikayeyi paylaşacağız. Bu sefer yine uzaklardan Japonya’dan ilginç ve bir o kadar da anlamlı olan hikâyemiz var. Kooperatiflerin her türlü sıkıntı anında nasıl kalıcı çözüm yolları oluşturduğunu ve güçleri birleştirebildiğini gösteren iyi bir örnek. Mübarek Ramazan ayının, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlara vesile olmasını, ülkemizde birlik ve beraberliğimizi daha çok arttırmasını ve ürünlerinize bereket getirmesini diliyor, Ramazan Bayramınızı şimdiden kutluyoruz. Sevgi ve saygılarımızla. (Sendai) ve Kobe Kooperatiflerinin büyük çabaları sonucunda oluşan ortak bir işbirliği ile gerçekleştirildi. KOOPERATİFLER DOĞAL AFETLERİN YARALARININ SARILMASINDA BİZDE VARIZ DEDİ… !! ‘‘Sendai Lahanası” Deprem Felaketi Sonrası Yeniden Yapılanmanın Sembolü Oldu… (Japon Tüketicileri Kooperatif BirliğiJCCU) Japonya’da 11 Mart 2011’de meydana gelen 9 şiddetindeki Tohoku depreminden sonra oluşan önemli şeylerden bir tanesi, bölgede kooperatiflerin çabalarıyla gerçekleşen yeniden yapılanma ve depremden muzdarip bölgelerin ülke çapındaki kooperatiflerden, ortaklarından, ulusal ve yerel yönetimlerden aldıkları yardımın miktarıydı. Miyagi Tarım Lisesi (Natori) öğrencileri, depremden sonra geçici okulları olan ve sığınak yeri olarak ilan edilen Watari Lisesinde ‘‘Sendai Lahanasının’’ tohumlarını ektiler. Ayrıca, Meisei Gakuen Lisesinden öğrenci ve öğretmenlerden oluşan 21 kişi, JA Sendai Tüketici Koopeartifi personeli ve yerel gıda üreticileri ‘‘Sendai Lahanasının’’ fidelerinin nakli işlemlerine katkıda bulundular. Ürünün ilk satışı Kasım 2011 tarihinde Miyagi Kooperatifinin mağazalarında yapıldıktan sonra Aralık 2011 tarihinde Hyogo ve Osaka’daki 64 kooperatif, Miyagi’den gelen ‘‘Sendai Lahanasını’’ ve diğer sebzeleri sattılar. Diğer kooperatiflerin katılımı da kooperatifleri ülkede görünürlüğünün arttırılmasına yardımcı oldu. Deprem felaketinin yaralarının yeniden sarılmasının bir sembolü olarak önemli hamlelerden biri, tsunamiden dolayı tahrip olmuş olan kıyı alanlarında ‘‘Sendai Lahanası’’ olarak yeni bir marka adı altında Çin Lahanasının üretilmesi oldu. Bu proje, Tarım Kooperatifi ve Tüketici Kooperatifleri olan Miyagi Kooperatifi, JA Zennoh Türk Çiftçisinin Dünya ile Rekabeti İçin Destekler Artmalı »» Türkiye Ziraat Odaları Birlik Başkanı (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, yılda 20 milyar dolar ihracat yapan Türk çiftçisinin dünya çiftçisiyle rekabet edebilmesi için mukayeseli ve mutlak üstünlük sağlaması gerektiğini söyledi. Aydın'da bir iftar programına katılan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada, Avrupa Birliği ve ABD'de çiftçiye aşırı destek olduğunu, Türk çiftçisin de mutlaka mazot ve gübre desteğinin artarak devam etmesi gerektiğini söyledi. Bayraktar, "Dünya Ticaret Örgütü dünya tarımını liberal yapıya götürüyor. Korumaları ve iç destekleri kaldırıyor. Korumasız bir tarım sektörüne doğru gidiyoruz. O zaman biz ne yapacağız, gerekli tedbirler alacağız. Türk çiftçisinin mutlaka verimli bir şekilde üretim yapmasını sağlayacağız. Gelişmiş ülkelerle olan mücadelemizde ikinci problemimiz mutlak üstünlük problemi. Bunu aşamadığımız takdirde zaten tarım sektöründe en büyük maliyet buradan geliyor. Maliyeti aşağıya çekmek mümkün değil. Türk çiftçisi sulama yapamaz ise yeni teknolojilerle tanışamaz ise verimlilikten bahsedilemez" dedi. Yapısal Sorunları Çözmemiz Gerekli Tarım sektörünün hedefinin büyük olduğunu kaydeden TZOB Başkanı, "Türkiye olarak bölgemizin özellikle Ortadoğu'nun gıda ambarı olmak zorundayız. Hedefimiz bu. Bu hedefe ulaşmak için önümüzde bazı engeller var, bunları aşmamız lazım. Yine tarım sektörümüzü rekabetçi bir yapıda dünyaya açabilmemiz için önümüzdeki iki engelin aşılması şart. Bunlardan bir tanesi mukayeseli üstünlük. Nedir bu? Bu, dünya ile rekabet edebilmenin anahtar formülü. Verimliliğimizi artırmamız gerekiyor. Bunun için de yapısal sorunları çözmemiz lazım. Bunlardan bir tanesi arazi parçalanması. Medeni hukuk gereğice arazilerimizi durmandan parçalıyoruz. Maalesef işletme büyüklüğü Türkiye'de 5,5 hektar civarında. Bu da Türkiye'nin önünde verimli üretim yapamaya en büyük engel" değerlendirmesinde bulundu. Toprak Varsa Hayat Var »» Geçtiğimiz günlerde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede 2013 yılı Toprak Bayramı ve Toprak Haftası kutlandı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve il Müdürlüklerinin öncülüğünde ve koordinasyonunda toplantılar ve etkinlikler yapıldı. Toprağın önemi konusunda toplumda farkındalık yaratmaya yönelik çeşitli faaliyetler gerçekleştirildi. Bu etkinliklerde toprağın önemi ortaya konuldu. Dünyada ve ülkemizde yaşanan toprak erozyonu, çevre felaketlerinden zarar gören toprak varlığı, küresel iklim değişikliğinin gıda üretimine olumsuz etkileri dile getirildi. Bu tablo karşısında gıda güvenliğimizin ve yaşamımızın ne denli tehlike altında olduğu anlatıldı. Özetle 1945 yılında yayınlanan 4760 sayılı Toprak Bayramı Kanunu’na göre kutlanan toprak bayramı ve toprak haftasında bir kez daha topluma toprağın önemi ve korunması konusunda mesajlar verildi. Bu yılki haftanın ana teması “Toprak Varsa Hayat Var” idi. Bu mesaj ile toprağı neden korumamız gerektiği çok kısa bir cümle ile ifade ediliyordu. Dünyada topraksız bir yaşamın olamayacağı belirtiliyordu. Toprak olmadan insanın ve canlıların beslenmesi için gıda üretemeyeceğimiz açıklanıyordu. Bir santimetre toprağın bile yüzyıllar alan uzun bir süreçte oluştuğu gerçeğinin iyi görülmesi, en küçük toprak kaybının bizler için büyük kayıp olduğu vurgulanıyordu. Kayıplarımız birer birer ortaya konuluyordu. Alınan tedbirler siyasetin ince çizgileri ile halka aktarılıyordu. Toprağı neden korumamız gerektiği en yetkili ağızlardan üstüne basa basa açıklanıyordu. Tüm bu faaliyetler gerçekleştirilirken insan düşünmeden edemiyor. Görsel şölenlerle bayram havasında söylenen bu sözlere dünden bugüne iktidarlar gerçekte ne kadar uydu? Biz halk olarak ne derece toprağa sahip çıktık ve koruduk? Bugüne kadar göz göre göre bunca toprağı neden kaybettik? Toprak sorunlarına ne derece ilgi gösterdik? Ülkemizde devlet kuruluşları ve birkaç STK dışında kaç STK süslü ve işi geçiştirici demeçler bir tarafa aktif eylem içinde oldu? Kaç üye ve ortağını eğitti? Kaç proje ile yol gösterdi? Hepimiz biliyoruz ki toprak insanlık tarihinin her döneminde önemini koruyan varlıkların başında gelmiştir. Toprağın bu önemi toplumların dini ve kültürel yaşamlarına yansımış ve her dinde ve kültürde toprak kutsal kabul edilmiştir. Türk kültürü içinde toprak ana tanrıca olarak görülmüş, Besleyen barındıran ve yaşam veren olarak kabul edilmiştir. Ancak toprak insanoğlu için böylesi değerli kabul edilse de tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ile birlikte toprağa verilen önem ciddi ölçüde erozyona uğramaya başlamıştır. Toprak kayıplarımız hızla artmıştır. Başta erozyon olmak üzere sanayi tesisler, şehirlerin ve oto yolların tarım alanları aleyhine genişlemesi, çevreyi kirletmesi, yanlış toprak işleme ve çevreye zarar veren tarımsal girdi kullanımı daha birçok sorun topraklarımızın elden çıkmasına sebep olmuştur. Çevrenin ve doğal kaynakların korunmasını hiçe alan politikalar, toprağın amaç dışı kullanımı ve tarımda eğitim eksikliği nedeniyle toprağın hatalı işlenmesi toprak kayıplarını adeta tetiklemiştir. Çevremizdeki doğal kaynakları hızla kirlenirken ve yok ederken tehlikenin farkına oldukça geç vardık. Bugün çevre kirliliği nedeniyle ortaya çıkan küresel ısınmanın yol açtığı doğal afetler toprağa daha da fazla zarar vermeye başlamıştır. Milyonlarca insan yaşanan doğal afetlerden dolayı zarar görmüştür. Gelişmiş ülkeler sahip oldukları eğitim ve kültür düzeyleri, kurdukları örgütsel yapılar ve gelişmiş demokrasi kültürü içinde tehlikenin farkına bir ölçüde varmıştır. Ne- Ünal ÖRNEK Ziraat Yüksek Mühendisi [email protected] ler yapılması noktasında ulusal politikaları dışında uluslararası platformlarda konuyu ele almaya başlamışlardır. Çünkü bir zamanlar bazı ülkelerin çevreye zarar veren teknolojileri diğer geri kalmış ülkelere taşımaları da fayda etmemiş, çevre zararı tüm dünyayı etkilemeye başlamıştır. Küresel ısınma ve toprak kayıpları tüm dünyanın sorunu olmuştur. Toprak koruma çevre kirliliği ile mücadele Birleşmiş Milletlerin öncelikli konuları arasına girmiştir. Örgüte üye tüm ülkelere toprağı korumak, su kaynaklarını korumak ve çevre kirliliğine karşı duyarlı olmak noktasında uyarılar yapılmaya ve etkin çaba göstermeleri istemektedir. Toprağın korunması için yasal tedbirler almak yetmemektedir. Her sorunu devletin kurumlarına havale etmek yetmemektedir. Toplumdaki her bireyin üstleneceği görev vardır. Özellikle devlet dışı kurum ve kuruluşların yani sivil toplum örgütlerinin üyelerinin ve ortaklarının kısa vadeli kazançları ile düşünmek bir tarafa toprağın ve çevrenin korunması noktasında her bayram demeç vermek yerine biz geçtiğimiz yıl şunları çalışmaları yaptık ve şu sonuçları elde ettik demeleri gereklidir. Gerektiğinde toprağa ve çevreye zarar veren kişi ve kuruluşlara karşı açık tepkiler gösterilmelidir. Toprak geri kazanılması çok zor olan, ama kısa zamanda kaybedilebilen toplumsal bir hazinedir ve atalarımızın bize emanetidir. Bu emaneti korumak ve gelecek nesillere sağlıklı şekilde devretmek hepimizin insanlık görevidir. Çünkü gelecek nesillerimizi güvence altına almak onlara temiz ve kullanılabilir topraklar bırakmamız ile mümkündür. Bugün çevre ve toprak koruma mücadelesi veren bilim adamları ve aktivistlerin eylemlerini yorumlarken gerçekleri çok iyi görmeliyiz. Onların bize gelecekteki tehlike için bugünden mesaj veren elçiler olduklarını bilmeliyiz. Onların hepimiz için verdikleri haklı mücadelelerini kısa vadeli maddi menfaatlerimize göre değil vicdani duygular içinde ülkemizin ve çocuklarımızın geleceğini düşünerek değerlendirmeliyiz. Toprağımız varsa yaşamın devam edeceğini asla unutmamalıyız. Topraklarımızı korumalıyız. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 TARIM 17 5957 Sayılı Kanunun Toptancı Hallerine Yansımaları Türkiye, önemli bir meyve ve sebze üreticisi ülke olup, ürün çeşitliliği açısından da oldukça şanslıdır. Üretilen meyve ve sebzenin sadece yaklaşık %6-7’si ihraç edilmekte ve üretim potansiyeli ihracata yeterince yansıtılamamaktadır. Meyve sebzede üretimin ötesinde, pazarlamada da sorunları sürmektedir. Pazarlamada iç ve dış pazarlarda standartlar, kalıntı limitleri, ürün kayıpları, etkili üretici örgütlerinin azlığı, yüksek pazarlama marjları gündemdeki yerini korumaktadır. Meyve ve sebze pazarlamasında yer alan toptancı hallerinin toptan alım-satım, fiyat oluşumu, piyasadaki gelişmeleri yansıtması, izlenebilirlik açısından önemli rolü-işlevleri bulunmaktadır. Geçmişte toptancı hallerinde işlem gören ürün ve miktarı sınırlı iken, yeni mevzuat ile ürün çeşitliliği ve izlenebilirliğin artması beklenmektedir. Önceden işlem hacimleri ile ilgili verilerin güvenilirliği tartışılırken, hal kayıt sisteminin yerine oturması ile kayıt dışılığın ortadan kaldırılması hedeflenmiştir. Yeni mevzuat ile hedef çıtası yükseltilmeye çalışılmıştır. Bu mevzuat ile sadece meyve sebze değil, arz ve talep derinliği olan ürünlerin de toptancı hallerinde satışına olanak sağlamak istenmektedir. Ancak mevcut yasadan sonraki düzenlemeler hala meyve ve sebze kurgusuna yöneliktir. Toptancı hallerin meyve sebze pazarlaması açısından öneminden önce, bu ürünlerin üretim ve dış ticaret açısından yerini ortaya koymak gerekir. Türkiye’de meyve ve sebze üretim, tüketim, ekonomik değeri ve sanayiye hammadde sağlaması nedeniyle önemlidir. 2013 yılında tahmini 28,1 milyon ton sebze ve 18,2 milyon ton meyve üretilmiştir. Bir önceki yıla göre üretim miktarları sebzede %1,3 ve meyvede %0,9 oranında artış göstermiştir. Türkiye, meyve ve sebzede üretim, çeşitlilik, genelde birçok üründe kendine yeterlilik açılarından oldukça şanslı bir ülkedir. Kendine yeterlilik oranları; 2011/2012 piyasa döneminde limonun %251, portakalın %123, incirin %993, kayısının %525, üzümün %134, muzun %49, fındığın %468, antepfıstığının %103, kestane %107, kuru soğanda %108, domateste %112, biberde %108, hıyarda %108’dir (TÜİK,2013; Albayrak, 2009). Türkiye’de 2012 yılında yaklaşık 87,8 milyar TL civarındaki bitkisel üretim değerinin %62’sini (55 milyar TL) meyve ve sebze üretim değeri oluşturmuştur. Sebze üretim değeri 25,4 milyar TL, meyve üretim değeri (baharat+içecek dâhil) 29,2 milyar TL’dir (TÜİK,2013). Türkiye’de meyve ve sebze üretiminin düşük bir kısmı ihracat edilmekte olup, örneğin sebzenin sadece % 6,6’sı ihracata konu olmuştur. İhracatta en önemli ürünler domates, limon, mandarin ve portakaldır. İhracatta ağırlığı olan dış pazarlar ise Rusya, Irak, Almanya ve Ukrayna’dır. İhraç ürünlerde pestisit kalıntı düzeyleri (yakın zamanda dolmalık biber, üzüm ve armut gibi ürünlerde) hala sorun olmaktadır. toptancı haller sadece toptan pazarlar olmaları açısından değil, hallerle ilgili organizasyonların paydaşlara yönelik yayın çıkarma, eğitim çalışması ve seminer düzenleme gibi birçok etkinliğe imza atmaları açısından da dikkat çekmektedirler.Son yıllarda büyük perakendecilerin kendilerine ait etkili satın alma ve dağıtım sistemlerini kurmaları nedeniyle toptancı hallerin işlem hacimlerinde azalma olduğu bilinmektedir. Türkiye’de meyve ve sebze ticareti ve toptancı hallerin dikkat çekmesinin sebeplerine bakıldığında; üretim hacmi, ürün kayıplarının fazla olması, meyve-sebzelerin sık tüketilen ürünler olması, spekülasyona açık bir piyasasının olması sayılabilir. Türkiye’de 2001 yılında 177 adet olan haller, 2011 yılında 196’ye ulaşmıştır. Hallerdeki esnaf mevcudu da artmış, üretici birliği ve üreticiler de halde yer almaya başlamıştır. 2011 yılında faal işyerlerinin %0,9’u üretici ve üretici birliklerine aittir (5957’de minimum %20 olması öngörülmektedir). Soğuk hava deposu, fiyat panosu, tasnif ve ambalaj tesisi gibi altyapıda olumlu gelişmeler vardır. Toptancı hallerinde işyeri sayısı ve işlem hacmi en yüksek olanlar; Antalya, Mersin, İstanbul, Tarsus, Diyarbakır, Ankara’dır. Türkiye’de 2000’li yılların başında toptancı hallerinin satış yeri kriterine yapısı incelendiğinde, sadece %4,27’si büyük iken, %92’si küçük ve alt grup niteliğindedir. Bu yapının günümüzde de benzer olduğu bilinmektedir. Ancak yeni Kanunla bu yapının düzenlenmesi beklenmektedir. Toptancı halleri, aşağıda sunulan boyutları ile önemli pazarlar olup, iyileştirilmeleri de gerekmektedir: 1. Yaş meyve ve sebzenin toptan ticaretinin yapıldığı merkezlerdir. 2. Komisyoncu, tüccar, üretici örgütü ve perakendeci zincirini buluşturan bir platformdur. 3. Altyapı olanakları genelde zayıf, teknoloji kullanım düzeyi oldukça düşük merkezlerdir. 4. Modern depolama, tasnif, ambalajlama tesisleri eksikliği vardır. 5. İç pazarda yaş meyve ve sebzede standartların isteğe bağlı uygulanması, hallerde de standartların uygulanmasını olumsuz yönde etkilemiştir. 6. 2009 yılında yürürlüğe giren bitkisel ürünlerde kimyasalların kayıt altına alınması ile ilgili mevzuat toptancı hallerinde uygulanamamıştır. 7. Uluslararası toptancı pazarlarla işbirliği gelişmektedir. Yaş meyve ve sebzede pazarlama kanalının uzaması pazarlama marjının yükselmesine neden olmaktadır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda, bazı yaş meyve ve sebzelerde üretici-hal fiyat farklarının %36-%91, üreticipazar fiyat farklarının % 82-%268, üretici-market fiyat farklarının % 204-%456 arasında değiştiği belirlenmiştir. Görüldüğü üzere, üretici fiyatı ile market ve pazar fiyatları arasındaki farkın hal fiyatlarına göre daha yüksek olması dikkat çekicidir. Toptancı Hallerinin Yapısı ve Önemi 5957 Sayılı Kanunun Getirileri Ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre toptancı hallerinin kurumsal ve ticaret hacimleri, kuruluş yerinin seçimi, altyapı olanakları, ticarete konu olan ürünler değişmektedir. Ülkelerin toptancı halleri ile ilgili kendi mevzuatı bulunmaktadır. Birçok ülkede toptancı hallerinin yerel yönetimler, kooperatifler, şirketler, üretici grupları özelinde yada birlikte yönetildiği görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde Türkiye’de toptancı halleri incelenirken; son olarak 26.03.2010 tarih ve 27533 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11.03.2010 tarih ve 5957 sayılı “Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”u iyi okumak gerekir. Türkiye’de toptancı halleri eskiden Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nün yetki ala- Prof.Dr. Mevhibe ALBAYRAK A.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü [email protected] nında iken, Bakanlıkların yeniden yapılanma sürecinden sonra Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. 3.6.2011 tarih ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname-KHK/640 d maddesine göre; ” Sebze ve meyveler ile yeterli arz ve talep derinliği bulunan diğer malların ticaretini düzenlemek, toptancı halleri ile pazar yerlerinin çağdaş bir yapıya kavuşturulmasını ve işletilmesini sağlamak ve bu konularda mevzuatla verilen görevleri yapmak” birimin görevleri arasında belirtilmiştir. 5957 Sayılı Kanunun getirileri: 1. Hal Kayıt Sistemi (http://www. hal.gov.tr) oluşturulması 2. Bildirim sistemine dahil olanlar: • Sanayi üretiminde kullanılacaklar • İhraç edilecekler • İthal edilenler • Sertifikalı organik ürünler • Üretici örgütlerince hal dışında satılanlar • Üreticilerce perakende olarak doğrudan tüketicilere satılanlar • Sertifikalı İTU ürünleri • Fatura ve müstahsil makbuzu ile üreticiden alınan ürünler 3. Ürünlerin tekrar tekrar hale girişleri ortadan kalkması 4. Üretici örgütü belgesi alabilmek için, üretici örgütlerin asgari üye sayısı, asgari şartların Yönetmelikle belirlenmesi 5. Üretici örgütleri ortaklarının ve ortak olmayanların malını satabilmesi 6. Komisyon oranı en fazla %8 düzeyinde olması 7. Hal içindeki satışlarda rüsumun %1, hal dışında %2 olması 8. Gıda güvenilirliği-kalitesi analizi belgelenirse, hal rüsumu yarısı oranında alınır. 9. Belediye hal gelirinin en az %10’ unu hale harcaması 10. Hal hakem heyetlerinin uyuşmazlıklara bakması 11. Halde işyeri kiralama (en fazla 10 yıl ) ya da satış ile işletilmesi 12. Halde toplam işyerinin en az %20’sinin üretici örgütünce işletilmesi 13. Ticari güven için hal esnafından nakit, bono ve tahvil gibi teminat alınması 14. 6.maddenin 5.fıkrası “malların ayıklanması sınıflandırılması, ambalaj, etiketleme, taşıma ve muhafaza kapları, gıda güvenirliliği ve standart uygulamalarında mevzuata uyum” 3 yıl sonra uygulanacak olması (kanunun yürürlüğe girmesinden 3 yıl sonra-2013) Tarımsal ürün piyasalarında üretici örgütlerinin pazar payının geliştirilmesi önemsenmektedir. Ancak toptancı hallerinde üretici örgütlerinin geçmişteki faaliyette bulunma oranı dikkate alındığında, Kanunla işyerlerinin en azından %20’sinin üretici örgütleri tarafından işletilebilmesi- ne zemin hazırlanması önemlidir. Bu konuda ciddi bir beklenti olmasa da, umarım yanılırım. Güçlü üretici örgütlerinin toptancı hallerde çalışması halinde kalite, standart, ambalajlama, taşıma, depolama, fiyat oluşumu açısından katkılarının olması beklenebilir. 7.12.2011 tarih ve 28135 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Sebze ve Meyve Ticareti İle Hal Kayıt Sistemi Hakkında Tebliğ (2011/1)” ile T.C.Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Hal Kayıt Sistemi oluşturulmuş ve web site adresi http://www.hal. gov.tr şeklindedir. Hal Kayıt Sisteminin getirileri: 1. Pazarlanan meyvenin %22, sebzenin %30’unun toptancı hallerinde işlem gördüğü bir yapıdan kayıtlı ekonomiye ciddi bir katkı olacaktır. 2. Bildirimciler arasında üreticiden alınan malları tüketiciye satan market, manav, pazarcı ve diğer perakendeciler; üreticiden aldığı ürünü kendi üretiminde kullanan lokanta, otel, yemekhane, hastane ve yurt gibi kuruluşlar da bildirim kapsamına alınmıştır. 3. Künye ve künye numarası: Malın cinsi, üretim yeri, miktarı, üreticisi ve hangi işletmeye ait olduğu, varsa sertifika bilgileri içerir. Barkodlu etiket her işlem için basılır. 4. Sınai üretimde kullanılmak veya ihraç edilmek üzere bildirim yapılan mallar, bu amaçla kullanılmayıp iç pazara sunulacaksa tekrar bildirim öngörülmesi isabetli bir karardır. 5. Üreticilerin İTU ve organik üretim de dâhil, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ilgili sistemlerine kayıtlı olmaları zorunlu kılınmıştır. 1.1.2013 tarihine kadar aranmaz. Kayıtlı olmayanlar bildirim yapamayacaktır. 6. Toptancı hal dışında faal olan tüccar, halde mal satmak üzere bildirimde bulunabilir. 7. Depodaki ürünlerin bildirimi yapılmalıdır 8. Bildirim çağrı merkezi üzerinden telefonla ya da toptancı halinde görevlilerce yapılmaktadır 9. Mallarını ilgililerin gösterdiği yerde doğrudan perakende olarak tüketicilere satan üreticiler, sisteme kaydolmadan her yıl Ocak ayında yıllık satış miktarlarını ilgili idareye bildirmektedir. 10. Herkes, künye numarasını kullanarak çağrı merkezi ya da internet sayfasından bilgileri sorgulayabilir. 11. Hal rüsumu, malı satın alanlarca 5 işgünü içinde ödenir. Tüccar alımlarında hal rüsumu 5 gün içinde ödenir. Komisyoncular aracılık yaptığı için, malı alanlarla birlikte rüsumu ödemede zincirleme sorumludur. 12. Hal rüsumunun %25’i malın üretildiği yerdeki toptancı hali belediye/ işletmeci hesabına, %75’i tüketime sunulacağı yerdeki halin belediye/ işletmeci hesabına aktarılır. 13. Malın üretildiği yerde hal yoksa rüsumun tamamı tüketime sunulacağı yerdeki hale aktarılır. 14. Malın tüketildiği yerde hal yoksa rüsumun tamamı üretildiği yerdeki hale aktarılır. 15. Malın üretildiği ve tüketildiği yerde hal yoksa rüsumun tamamı ayrı hesaba aktarılır. Belediyelerin rüsum gelirlerine göre, ilgili belediye hesaplarına aktarılır. 16. Mevcut toptancı hallerinde teknik şartları sağlamayanların kapatılması birleştirilmesi önemlidir. Sebze ve Meyve Ticareti ve Top- tancı Halleri Hakkında Yönetmelik (7.7.2012 tarih ve 28346 Sayılı RG) ve değişiklikleri (31.12.2012 tarih ve 28514 sayılı (4.mükerrer) Resmi Gazete, 01.07.2013 tarih ve 28694 sayılı Resmi Gazete) söz konusudur. Değişiklik ile, aynı hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemler, üretici ve üretici örgütlerinin yanı sıra, komisyoncu ve tüccarlar arasında da yapılabilecektir. Haldeki işyerlerinin devrinde ilgili meslek örgütü görüşünün alınması zorunluluğu kaldırılmış, işyerlerinin kira sözleşmelerinde noter onayı aranmayacaktır. Hal rüsumu gerektiğinde Bakanlar Kurulunca yeniden belirlenebilecek, rüsum üretim ve tüketim bölgesi belediyeleri arasında eşit oranda dağıtılacaktır. Hal rüsumlarının bildirimcilerce doğrudan %25 oranında üretim bölgesi, %75 oranında tüketim bölgesi toptancı halinin bağlı olduğu belediyenin veya işletmecisinin hesabına yatırılması uygulamasının 31/12/2013 tarihine kadar devam edebilecektir. Komisyoncuların vadeli satışlarda mal bedelini satış tarihinden itibaren 30 iş günü içinde ödemesine, üreticilerin perakende olarak doğrudan tüketicilere satılan mallarının bildirime tabi olmamasına ve laboratuvarların yalnızca orta ve büyük toptancı hallerinde ve bu yerlerdeki esnafın 1/3’ünün yazılı talebi üzerine oluşturulması sağlanmıştır. Bildirim işleminin malın üretildiği yerden veya girdiği gümrük kapısının bulunduğu yerden gideceği yere kadarki aşamada yapılabilmesine imkan veren uygulamanın süresi de 31 Aralık 2013 olarak belirlenmiştir (GTB,2013). Sebze ve Meyve Üretici Örgütleri Hakkında Yönetmelik (4.8.2012 tarih ve 28374 Sayılı RG) sayesinde sebze ve meyve üreticilerince kurulan tüzel kişiliklerin üretici örgütü olarak belgelendirilmesine ve üretici örgütlerinin faaliyetlerine ilişkin usul ve esasları düzenlenmiştir. 5957 Sayılı Kanun, özellikle meyve sebze ticaretinde kayıtlı ticarete zemin hazırlaması açısından önemli olsa da, sancılı bir geçiş sürecini de içeren bir boyutu da bulunmaktadır. Genel anlamda, Kanundan beklentiler fazla olup, uzun vadede özellikle başlangıçta sebze meyve tarımı ve pazarlanmasını geliştirecek ve iyileştirecek bir süreç için düğmeye basılmıştır. Sektörün bu geçişi başarması kayıt dışılığın olduğu diğer sektörlerin de kayıt altına alınması ve gıda güvenliğinin sağlanması açısından bir örnek olacağı düşünülmektedir. Buna rağmen, mevcut kooperatif ve üretici birliklerin sisteme dahil olmada tereddütleri de olabilir. Bu değerlendirmelerle birlikte, 5957 Sayılı Kanun açısından aşağıdaki sorulara da cevaplar verilmesi gerekmektedir? 1. Mevcut haller arz ve talep derinliği olan ürünlere hizmet edebilecek altyapıya sahip midir? 2. Hallere girişin avantajı olacak mıdır? 3. Hal dışında kar marjı bilinmez iken, toptancı hallerindeki %8 sınırlama serbest piyasa koşullarına uygun mudur? 4. Mevcut üretici örgütlerinin Bakanlıktan “üretici örgütü belgesi” alması AB’ye uyum açısından mıdır? 5. Kanunla standartlar ne düzeyde uygulanabilecektir? Sonuç olarak, tüm paydaşların sorumluluklarını yerine getirmesi Kanunun uygulamadaki başarısını etkileyecektir. Toplumsal fayda açısından tarafların Kanunun gereklerini yerine getirmesi öncelikle önem taşımaktadır. 18 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber HAYVAN HASTALIKLARI Sığırlarda Löykoz Hastalığı (Bovine Enzootik Leukozis - BEL) »» Sığır löykozu çeşitli organ ve sistemlerin lenfo-retiküler dokularında neoplastik lenfosit hücre infiltrasyonları ile karakterize, malign nitelikte tümoral bir hastalık olup, lezyonların yerleştiği organlara göre değişen çeşitli klinik semptomlarla seyreder. Hastalığın beş farklı klinik formu bulunmaktadır. 1. Erişkin sığırlarda rastlanan ve en önemli form olan ‘enzootik viral löykozis’ 2. 6 aylıktan küçük buzağılarda rastlanan ‘sporadik juvenil löykozis’ 3. 2 yaşından küçük genç sığırlarda rastlanan ‘sporadik timik löykozis’ 4. Genç sığırlarda görülen ‘sporadik deri löykozu’ 5. İyi huylu lenfositozis Genellikle 5-8 yaşları arasında görülen enzootik viral löykozis, ekonomik bakımdan çok önemli bir hastalıktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde yıllık sığır löykozu infeksiyonundan dolayı süt üretiminde 1.6 milyon, lenfomalı ineklerin sürüden ayrılması ile 40.5 milyon, sperma ve embriyoların dış ticaretinde azalmalar nedeniyle 1.7 milyon dolarlık kayıp olduğu; veteriner hizmetleri için ise 0.5 milyon dolarlık harcama yapıldığı bildirilmiştir. ENZOOTİK VİRAL LÖYKOZİS Enzootik viral löykozis tüm dünyada yaygın olarak seyreden bir infeksiyondur. Enfeksiyon, lenfosarkoma ve lenfositozis formlarının belirli coğrafik bölgelerde ortaya çıkması nedeniyle ‘enzootik viral löykozis’ olarak isimlendirilmiştir. Dünyada ve Türkiye’de hayvancılık sektöründe çeşitli problemler hayvan sağlığını, yetiştiriciliğini, populasyonu, elde edilecek hayvansal ürünlerin kalitesini, miktarını ve tüketimini önemli düzeyde etkilemektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde hayvan ithali sırasında gümrük girişlerinde damızlık sığırlar löykoz yönünden taranmaktadır. Etiyoloji: Etkeni retroviruslardan bovine leukemia virusu (BLV)’dur. Bu virus doğal şartlarda sadece sığırlar için patojen olmakla birlikte, deneysel olarak koyunlara nakledilebilir. Virus enfekte hayvanların lenfositlerine yerleşir. Enfekte sığır hayatı boyunca virus taşıyıcısı durumunda kalabilir. Virusun hastalık yapıcı etki göstermesi, enfekte hayvanın genetik direnç durumu ve dispozisyon yaratan çevre faktörleri ile yakından ilgilidir. Hastalık iki yaşından sonra görülmeye başlar. Virus; enfekte hayvanların kanında, tümörlü dokularında, sütünde, kolostrumunda ve idrarında bulunabilmektedir. Burun ve salya akıntısında virusun bulunmadığı, spermanın virus taşıyıcısı olmadığı saptanmıştır. Bu nedenle suni tohumlama çalışmaları risk taşımamaktadır. Patogenez: Enzootik löykoz görülen sürüde bulaşma riski çok yüksek olmakla birlikte, klinik olayların miktarı çok yüksek değildir. Enfekte hayvanlarda infeksiyonun ortaya çıkışı genetik direnç ile ve bu direncin azalmasına neden olan gebelik, laktasyon, yem değişikliği, metabolizma hastalıkları ve büyük cerrahi operasyonlar gibi predispozisyon faktörleri ile ilişkilidir. Virus bağışıklık mekanizması üzerine supresif etkilidir. Arş. Gör. Bahar ONARAN A.Ü. Veteriner Fakültesi Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı Tanı: Prelöykotik dönemdeki hastalarda ancak serolojk testler ve kan muayeneleri ile tanı koyulabilir. Zayıflama, verim düşüklüğü, yürüyüş bozuklukları, lenf yumrusu şişlikleri ve lenforetiküler dokuların hiperplazisini akla getiren viseral fonksiyonel değişiklikler löykoz ihtimalini akla getirir. Semptomlar: Ayırıcı tanı: İnkübasyon süresi genelde 4-6 yıl kadardır. Hastalık kronik etkilidir. İlk belirti hayvanın kondisyonunun sebepsiz şekilde geri gitmesidir. Zayıflama, iştah azalması, anemi, verim azalması gibi atipik belirtiler gözlenebilmektedir. Beden ısısı genellikle normaldir. Çok hızlı seyir takip eden olgularda, beden ısısında zaman zaman artışlar olabilmektedir. Myocardda lezyon bulunmadığı sürece nabız normaldir. Tipik belirtiler, multisentrik lenfosarkom niteliğindeki lenf yumrusu ve lenf düğümü hiperplazileridir. Derideki ve yüzeysel lenforetiküler dokulardaki şişlikler farklı büyüklüklerde ve ağrısızdır. İç organlarda ve visceral lenf yumrularında meydana gelen tümörler yerleştikleri organlara göre farklı klinik semptomlara yol açarlar: Abomazum duvarındaki lenfoid tümörler ülserleşirler. Buna bağlı olarak, iştahsızlık, ön midelerde atoni, sıklıkla diyare görülür. Dışkı çok sulu, yapışkan kıvamda ve kanamadan dolayı koyu renktedir. Mediastinal lenf yumrusu hiperplazileri çok ilerlediğinde yemek borusuna basınç yapar ve sıklıkla sekunder timpani ortaya çıkar. Boyun bölgelerindeki lenf yumrularındaki neoplastik hiperplaziler solunum güçlüğüne, hırıltılı solunuma yol açar. Omuriliğin epidural boşluğunda gelişen tümörler paralize sebep olur. Sığırlarda lenf yumrusu hiperplazilerine neden olan diğer hastalıklar tüberküloz, aktinobasillozis, theileriozis’dir. Aktinobasilloziste apseleşme olduğu için lenf yumrusuna punksiyon yapıldığında irin çıkmasıyla kolay ayırt edilir. Tüberküloz, tüberkülin testiyle ayırt edilebilir. Theileriozis için ise kan muayenesi yapılır. Eradikasyon ve korunma: Klinik olarak hastalık semptomu gösteren hayvanlar, kan muayeneleri ve serolojik muayene sonuçlarına göre pozitif bulunan hayvanlar mecburi kesime sevk edilir. Portörleri ortaya çıkarmak için sürüdeki hayvanlar yılda en az iki kez serolojik muayeneden geçirilir. Sürüde iki yıl boyunca, 6 ayda bir uygulanan serolojik testlerin hiçbirinde seropozitif hayvan bulunmadığı takdirde bu sürü löykozdan ari olarak kabul edilebilir. Bulaşmaları önlemek için: • Böceklerle sürekli olarak mücadele sağlanmalıdır. • Aşılamalar, kan alma, çeşitli enjeksiyonlar ve operasyonlarda kullanılan cerrahi ekipman ve malzemeler her uygulama için değiştirilmelidir. • Doğal tohumlama yerine suni tohumlama tercih edilmelidir. • Genetik seleksiyon yapılarak, löykozlu familyalar elimine edilir. • Orijini bilinmeyen yerden hayvan alınmaz. Hayvan alınan işletmenin löykozdan ari olduğuna dair sertifikaya sahip olması gerekir. • Enfekte olduğu bilinen ineğin kolostrumu buzağıya içirilmez. Buzağıya sero negatif ineklerden elde edilen kolostrum verilir. • Aşılamanın profilaktik ve terapötik amaçla kullanıldığı belirtilmektedir. Post mortem bulgular: Visceral lenf düğümlerinde, dış lenf sistemlerinde farklı büyüklük ve sayılarda lenfoid hiperplaziler görülür. Lenf düğümleri büyümüş, sert ve açık sarı renklidir. Kesit yüzü homojen görünümdedir, korteks ve medulla seçilemez. Kesit yüzeylerinde nekroz ve kanama odaklarına rastlanabilmektedir. Abomazum ve kalp duvarındaki neoplastik hiperplaziler, mukozalardaki ülserler kolayca fark edilebilir. Dalak genel olarak büyümüş, kesit yüzeyi grimsi renkte folliküller ile bezenmiştir. Hastalığın sinirsel şekillerinde son lumbal ve ilk sakral sinir kordonlarındaki kalınlaşmalar fark edilebilmektedir. Yaşlı hayvanlarda multisentrik formda sağ atriumda tümör oluşabilirken, gençlerde kalp lezyonları belirli bir yerleşim göstermez. Timus etkilendiğinde organda yaygın büyüme gözlenir. Tümörün kesit yüzü lobüler görünümde olup, homojen, sert, beyaz veya grimsi sarı renktedir. Bazen kanama ve nekrozlara rastlanır. Özellikle gençlerde kemik iliği de etkilenebilir ve genellikle nekrozlar gelişir. Et muayenesi ve Yasal düzenleme: Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, 23 Aralık 2011 tarihinde resmi gazetede yayınlanan ‘Sığırlarda Löykoz Hastalığına Karşı Korunma ve Mücadele Yönetmeliği’, sığırların löykozdan korunması ile ulusal bir eradikasyon programının kuralları ve koşullarını kapsamaktadır. Yönetmeliğe göre, sığırlarda löykozun varlığı ya da varlığından şüphe edilmesi durumunda özellikle lenfatik sistem ve diğer organlardaki tümörlerin varlığında derhal yetkili otoriteye bildirilmesi zorunludur. Sığırlarda löykozun tedavisine yönelik işlemlerin ve aşı uygulamasının yapılması yasaktır. Yine bu yönetmeliğe göre, löykozun resmi olarak teyit edildiği bir sürüdeki sığırların tamamının kesiminin öngörüldüğü durumlarda bu hayvanlar otuz gün içerisinde kesime tabi tutulur. Löykoz hastalığı tespit edilen hayvanlara ait karkaslar şarta tabi tutularak kavurma yapıldıktan sonra tüketimine izin verilir. Kesilen hayvanlara ait iç organlar ile ilgili olarak; gözle görülebilir tümör, nekroze doku gibi hastalık lezyonları bulunması durumunda iç organlar imha edilir, lezyon görülmeyen iç organlar ısıl işleme tabi tutularak tüketilebilir. Derileri ise işlenmemiş deri olarak kullanılamaz. Hayvan Hastalıkları Konusunda Köylüler Bilinçlendiriliyor »» 2013 yılı hayvan hastalıklarıyla mücadele kapsamında Adapazarı'nda şap, brusella, kuduz ve PPR aşılamaları, İlçe Müdürlüğü Veterinerlerince hız kesmeden devam ederken çalışmaların en kısa zamanda bitirilmesi planlanıyor. 2013 yılı hayvan hastalıklarıyla mücadele kapsamında Adapazarı'nda şap, brusella, kuduz ve PPR aşılamaları, İlçe Müdürlüğü Veterinerlerince hız kesmeden devam ederken çalışmaların en kısa zamanda bitirilmesi planlanıyor. Şap hastalığına karşı karantinaya alınan köyler dezenfektan ile ortak kullanım alanları yapılan çalışmalarla ilaçlanırken, işletme sahipleri de henüz hastalık bulaşmamış işlet- melerinin ilaçlanması konusunda bilgilendiriliyor. Adapazarı İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü İrfan İnce çalışmaları yerinde görmek ve üreticilerin sorunlarını dinlemek ve çözüm önerilerinde bulunmak üzere, aşılama çalışmalarına bizzat katılırken, köy kahvehanelerinde yapılan toplantılarla vatandaşlar detaylı olarak bilgilendiriliyor. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 TOPRAK Toprağa Karışan Tarım İlaçlarının (Pestisitlerin) Davranışları, Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri -I- Geleneksel tarım anlayışının temeli “artan gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için birim alandan daha fazla ürün veriminin sağlanması gereği” dir. Bu yaklaşımın bir ayağını “gübreleme”; oluştururken diğer önemli basamağını da “tarımsal mücadele” oluşturuyor. Bir tarımsal faaliyet sırasında gelişmekte olan bitkilerin hastalık, zararlı ve istenmeyen diğer bitkilerin etkilerinden korunarak ürün ve kalitenin artırılması olayını çoğunuzun bildiği üzere ”Tarımsal Mücadele” olarak ifade ediyoruz. Peki, kime veya neye karşı mücadele ediyoruz? Ürünlerimize musallat olan “mikroskobik canlılar, kemirgenler, akarlar ve nematodları içeren çeşitli toprak canlıları” ve tarlamızda suya ve verdiğimiz gübreye ortak olan “yabancı otlar”. Bir diğer soru; Bu mücadeleyi nasıl gerçekleştiriyoruz? Üretim aşamasından depolamaya kadar uzanan süreçte az önce ifade ettiğimiz istenmeyen canlı ve bitkileri ortadan kaldırmak için latincede “hastalık öldürücü” anlamına gelen “Pestisit” dediğimiz birtakım kimyasal maddeler kullanıyoruz. Tarım ve çevre ile ilişkileri gibi konulara ilgi duyan hemen hemen herkesin aşina olabileceği bu sorular ve cevaplarını Türkiye’de oldukça ihmal ettiğimizi düşündüğüm bir konu ile ilişkilendirmek istiyorum. Konumuz tarımsal mücadele boyunca uygulanan pestisitlerin toprak ile olan ilişkileri. Ama bu konuya değinmeden pestisit kullanımın yakın geçmişine doğru bir yolculuk yapmak yerinde olacaktır. Tarımsal zararlılarla mücadele düşüncesinin kökeni aslında binlerce yıl öncesine dayanıyor. Ancak mücadele amaçlı kimyasalların değişimi ve kullanım düzeyi açısından bu tarihçeyi İkinci Dünya savaşı öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde pestisit olarak kullanılan maddeler arsenik, bakır, manganez, kurşun, çinko gibi inorganik maddelerden veya kurumuş kasımpatı çiçeğinden üretilen pire tozu, tütünsü bitkilerden elde edilen nikotin sülfat ve baklagillerden elde edilen rotenon gibi tamamen doğadan elde edilmiş maddelerden oluşuyordu. Ancak ikinci dünya savaşından sonra sentetik (yapay) maddeler kullanılmaya başlandı. Bunun bir nedeni doğal mücadele ürünlerinin kimyasal özelliklerinin kararsız olması (kullanım veya depolama esnasında özelliklerini yitirmesi) ve imalat masraflarının yüksek olmasıdır. Ancak daha önemli olabilecek bir başka neden İkinci Dünya Savaşı ile birlikte sentetik kimyasalların üretimine yönelik endüstrinin gelişmesidir. Bu dönemde “kimyasal savaş silahları” geliştirme çabaları sırasında kullanılan bazı maddelerin aslında bitki ve böcekler üzerinde de son derece hızlı ve örgün bir öldürücü etki gösterdiği farkedilmiştir. Dolayısı ile her ne kadar DDT1 ve kimyasal yapıları açısından akraba olan “Aldrin”, “Dieldrin”, “Endrin” ve “Heptaklor” gibi böcek öldürücülerin keşfi 1940’ların başında gerçekleşmiş de olsa, bu ilaçların yoğun olarak kullanıldığı dönem ülkelerin endüstri ve teknoloji alanlarında büyük atılımlar sergilediği ve aynı zamanda geleneksel tarımın gelişmeye başladığı savaş sonrası dönem olmuştur. Bu dönemde organik fosforlu ve karbamat grubu ilaçların üretilmesi sayesinde organik pestisit devri başlamış ve 70’li yıllara kadar ki süreçte “Parathion” ve “Pyrethroid”ler gibi ilaçlar da geliştirilerek tarım zararlılarına karşı yoğun olarak kullanılmıştır. Geleneksel tarım anlayışının yükselişe geçtiği 1950’li yıllarda pestisitlerin (özellikle organo-klorlu olanlarının) insan ve çevre sağlığı üzerindeki etkileri hafife alınmış ancak daha sonraları bu maddelerin istenmeyen (hedef) canlıları ortadan kaldırmakla kalmayıp suda, toprakta, bazı bitkilerde biriktiği; dolayısı ile pestisit uygulanmış koşullarda beslenen birçok masum hayvanlarca alındığı ve ardından bulaşık olan bitkisel ve hayvansal ürünlerin beslenme zincirine dâhil olması ile insana ulaştığı ve yağ dokularında uzun süre kalarak biriktiği anlaşılmıştır. Bu tecrübelerin ışığında 70’li yıllara gelindiğinde dünyanın birçok ülkesinde gelişen çevre bilinciyle birlikte özellikle DDT ve kimyasal türevi olan Aldrin, Dieldrin, Eldrin ve Heptaklor gibi insektisitler yasaklanmış 1 DDT (Dikloro Difenil Trikloroethan): 1939 yılında keşfedilen; klorlu hidrokarbon olarak bilinen; karbon, hidrojen ve klor elementlerini içeren; imalatı kolay; insan ve hayvanlarda yağ dokularında ve sinir sisteminde biriken; zehirleyici ve öldürücü etkileri son derece yüksek; tarımsal koşullarda istenmeyen böceklere karşı mücadele etmek ve kontrol sağlamak üzere 70’li yıllara kadar çeşitli ülkelerde çok yüksek düzeyde tüketilmiş bir insektisit (böcek öldürücü) Doç. Dr. Oğuz Can TURGAY A.Ü. Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü [email protected] Araş. Gör. Muhittin Onur AKÇA A.Ü. Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü [email protected] ve 2000’li yıllara gelindiğinde ise BHC2 , HCB3 , PCB4 , HCH5 ve endosülfan gibi organo-klorlu pestisitlerin üretimi ve kullanımı pek çok ülkede yasaklanmıştır. Günümüzde, geleneksel tarımın yoğun bir şekilde uygulandığı A.B.D gibi ülkelerde ve yaş meyve-sebze üretimimizin %5’ni ihraç ettiğimiz Avrupa Birliği Ülkelerinde insan ve çevre sağlığına zarar veren ilaç kalıntıları ile ilgili çok ciddi tedbirler bulunmaktadır. Bu durumun yakın ve en somut örneği son yıllarda ihraç ürünlerimizde yapılan kalıntı analizlerinde müsaade edilen değerlerin üzerinde kalıntı tespit edilmesinden dolayı ürünlerimizin geri gönderilmesi sorunudur ve hemen hemen her yıl bir veya birkaç kez Türkiye’nin tarım gündemine gelen bir sorundur. Ancak biz bu yazımızda farklı bir bakış açısı ile pestisit kalıntıları ve etkileri konusunda dikkatinizi oldukça önemli bir diğer konuya çekmek istiyoruz. Giderek artan ihracatımız ve bunun Ülkemize sağladığı ekonomik getirilerden dolayı yaş meyve-sebze ürünlerinin kalıntı içeriği konusu kuşkusuz önemli. Peki, acaba bu ürünleri yetiştirmek için kullandığımız toprak ve su kaynaklarımızda pestisit kalıntılarının birikip birikmediğini ve bunun nelere sebep ola2 BHC: lindan 3 HCB: hegzaklorbenzen 4 PCB: poliklorbifenil 5 HCH: klorsiklohegzan bileceği konularını yeterince önemsiyor muyuz? Aslında bu sorulara cevap vermeden önce bilim insanı Rachel Karson’un “Sessiz Bahar 6” isimli eserinden gerçek bir hikâye anlatalım; A.B.D. Kaliforniya Eyaletinde bulunan Clear Gölü Bölgesinde, “Chaoborus astictopus” olarak bilinen, sivrisineklerle akraba olan fakat kan emici olmayan bir tatarcık türü, yüksek sesli vızıltısı nedeniyle göl çevresinde yaşayan ve balık tutmaya gelen halk tarafından rahatsız edici bulunuyordu. 1950 yılına kadar bu böceği kontrol altına alma mücadelesi beklenen sonucu vermeyince 1954 yılında DDD7 isimli bir pestisit uygulamasına gidildi. İlaçlama sonrasında tatarcıklar ortadan kaybolmuştu. Ancak kısa bir süre sonra kötü şeyler olmaya başladı. “Yumurta piçleri” olarak bilinen, balık ve böcek larvası gibi su hayvanları ile beslenen su kuşları da ölmeye başladı. Güzel görünümlü ve zarif olan bu hayvanların çözümü aranan problemle sizce bir ilgisi var mı? Neyse devam edelim. Yumurta piçlerinin ölüm nedeni araştırılırken bu kuşların yağ dokusunda 1600 ppm8 düzeyinde DDD tespit edildi. Ama tatarcık sorununu çözmek için suya uygulanan DDD düzeyi 0,02 ppm’den fazla değildi. Bu seksen bin kat fark nasıl olabiliyordu? Bu sorunun cevabı göldeki balıklar ve diğer canlılar da analiz edildiğinde şekillenmeye başladı. DDD önce suda yaşayan planktonlar9 ve tatarcık vb. diğer böceklerin vücuduna girmişti. Plankton ve böcekleri tüketen balıklar da dolayısı ile DDD’den nasibini alıyordu. Aynı şekilde DDD ile zehirlenmiş balıkları yiyen yumurta piçi ve diğer kuşlar da zehirlenmişti. Zehirin nasıl ve nerelere kadar 6 Sessiz Bahar: 1962 yılında bilim insanı Rachel Carson tarafından kaleme alınan, pestisitlerin çevre ve insan üzerinde yarattığı etkileri uygun bir dille kamuoyuna yansıtan, doğal kaynakların geleceği ile ilgili endişelerin ne kadar haklı olduğuna dikkat çekerek modern çevre bilincinin oluşmasına ve pek çok ülkede resmi çevre ajansları ve kurumlarının açılmasına vesile olan bir kitap. 7 DDD (Dikloro - difenil - dikloroetan) DDT’nin kimyasal açıdan akrabası olan bir organoklorinli böcek öldürücü 8 ppm: Kimyasal derişim birimidir. Bir maddenin (su gibi) bir karışım içindeki miktarının bir ölçüsüdür. Örneğin 1ppm madde 1lt suda çözünmüş olan 1mg maddedir. 9 Plankton: suyun akım yönüne göre hareket eden mikroskopik boyuttaki bitkiler ve tek hücreli canlılar, balıkların beslenme kaynağı 19 yayıldığını tespit etmek için yapılan analiz ve gözlemler göl ve çevresinde yaşayan canlıların çoğu durumda göle uygulanandan daha fazla DDD içerdiğini gösterdi. Bunun bir nedeni “plankton-böcek-balık-kuş” besin zinciri içinde zehir düzeyinin bir canlıdan başa bir canlıya doğru katlanarak artmasıdır. Çünkü farklı halkalarda bulunan canlılar hem beslenme yolu ile hem de bulundukları ortamda temas yolu ile zehirlenmektedir. Daha önemli bir tespit ise canlı vücudunda hücrelerin yenilenmesi, çoğalması ve büyüme gibi olağan metabolik faaliyetler boyunca dokularda biriken zehirin adeta kopyalanarak çoğalmasıydı. Bütün bunlar neden son halkada yer alan kuşların daha fazla DDD içerdiğini açıklamıyor mu? Yukarıdaki hikâye bir böceği ortadan kaldırmak için göl ekosistemine verilen bir insektisidin doğadaki beslenme zinciri içinde nelere yol açtığını görmemizi sağlayan güzel bir örnek. O yıllarda yaşanmış bu ve benzeri pestisit yıkımlarını görmek açısından değerli okurlara “Sessiz Bahar”ı okumalarını öneririm. Pestisitlerin dikkatsiz ve gereğinden fazla kullanıldığında çevre ve insan sağlığını nasıl etkilediğine (felç, kanser, kalp ve böbrek hastalıkları vb. sorunlar) dair pek çok örnek bu kitapta mevcuttur. Diğer yandan bazılarınız bu örnek hikâyedeki senaryonun (tatarcık böceğine karşı DDD) ve sahnenin (göl rekreasyonel alanı) tarımsal üretim süreçlerinde pestisit kullanımı ile ilgili olmadığını düşünebilirsiniz. Toprak ve su ekosistemlerinin birbirinden farklı yaşam ortamları olduğu doğru. Ancak yukarıdaki örnekte ifade edildiği gibi bir tarım ilacının “yayılması”, “canlı bünyesinde beslenme ve temas yolu ile alınması ve birikmesi” ve “besin zinciri içinde artarak hareket etmesi” gibi olayların tarımsal topraklarda da gerçekleştiğini kesinlikle söyleyebiliriz. Hatta homojen olmayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinden dolayı toprağa intikal eden pestisitlerin davranış ve etkileri çok daha karmaşıktır. Dolayısı ile toprakta pestisit kirliliği ile ilgili örnekler vermeden önce toprağa karışan pestisitlerin nasıl davrandığı konusunda bir ön bilgi vermemiz yerinde olacaktır. -Sürecek- Pamukkale Üniversitesi Organik Tarım İşletmeciliği Bölümü Açtı TZOB: Süt Üretimi Artarken, Sanayiye Aktarılan Miktar Düştü »» Pamukkale Üniversitesi’ne (PAÜ) bağlı dört yıllık Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’na bu yıl 60 öğrenci alınacak. »» Mayıs ayı itibarıyla sanayiye aktarılan süt miktarının yüzde 1,8 geriledi. Türkiye’de ilk kez açılmış olan bölümün Yüksekokul Müdürü Yrd. Doç. Dr. Şevket Civelek, mezunlarının “organik tarım uzmanı lisans diploması” alacaklarını söyledi. Bölgenin ve ülkenin ihtiyacı olan, bilgi ve becerisini en şekilde kullanan insan gücünü yetiştirmeyi hedeflediklerini bildiren Civelek, “Küreselleşmenin beraberinde getirdiği negatif çevresel etkenler günümüz tarımını tekrar doğal alanlara yöneltti. Tüketiciler artık her ürünün doğal olanını tercih ediyor. Bu bağlamda PAÜ Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Türkiye’de bir ilke imza attı, ilk organik tarım işletmeciliği bölümünü Çivril ilçesinde açtık. İlçede organik tarım sahaları ve seraları kurularak, buralarda üretim yapılacak.” dedi. İş adamı Atasay Kamer’in katkılarıyla kurulan yüksekokulda, öğrencilere barınma ve yemek bursu da verilecek. Atasay Kamer de doğduğu bölgenin gelişmesi için üzerlerine düşen konularda yardıma hazır olduklarını belirterek, “En büyük dileğim okulumuzu gelecekte kütüphanesi, sosyal tesisleri ve barınma imkanlarıyla uluslararası standartlara sahip bir kampus olarak görebilmek. Böylelikle Çivril’in akademisyenler ve üniversiteliler için cazip bir merkez haline geleceğine inanıyorum” dedi. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, sanayiye aktarılan süt miktarındaki düşüşe rağmen toplam üretimin arttığını, dolayısıyla iç piyasada fiyat istikrarının sağlanmasının büyük önem arz ettiğini söyledi. Bayraktar, Mayıs ayında, geçen yılın aynı ayına göre, tavuk yumurtası üretimi yüzde 13,4 artarken, tavuk eti üretiminin yüzde 0,1, sanayiye aktarılan süt miktarının yüzde 1,8 gerilediğini, Mayıs'ta 768 bin 737 ton inek sütünün sanayiye aktarıldığını belirterek, "Sanayiye aktarılan süt miktarındaki düşüşe karşın toplam süt üretimimiz sürekli artıyor. 17 milyon tonluk üretime ulaşıldı. Süt sektörünün yıllık bazda 225 milyon dolardan fazla ihracatı söz konusu. İç piyasada fiyat istikrarının sağlanması çok önemlidir. Sütü üreten çiftçilerimize hak ettikleri gelir sağlanırsa sürdürülebilir üretim yapılabilir." dedi. Bayraktar, "Kanatlı sektörü en modern teknolojinin kullanıldığı, olağanüstü kapasitesi olan bir sektör. 2012 yılında tavuk yumurtası, eti ve sakatatı ihracatının yüzde 31,5 artması da bunu gösteriyor.” dedi. Kişi başına tavuk yumurtası tüketiminin Türkiye’de 175-180 adet iken, Almanya’da 212, Avusturya’da 234 adedi bulduğunu belirten Bayraktar, “Ülkemizde tavuk eti üretimi 20 kilogram dolaylarında. Tavuk eti üretimi, İngiltere’de 32, Avustralya’da 38, ABD’de 49 kilogramı buluyor. Rakamlar, iç tüketimin daha da artabileceğini gösteriyor.” ifadelerini kullandı. Kanatlı sektöründe 2012 yılında tavuk yumurtası, eti ve sakatatında yıllık ihracatın yüzde 31,5 artışla 640,9 milyon dolardan 842,9 milyon dolara yükseldiğini de kaydetti. 20 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber KIRSAL KALKINMA Kooperatiflerde Muhasebenin Önemi -I»» Sevgili Kooperatifciler, bu aydan itibaren sizlere ‘kooperatifçilik muhasebesi’ konusunda yazılarım olacak. Bu ay muhasebenin genel tanımı ve bizleri ilgilendiren konularla giriş yapmış olacağım. Kooperatiflerde Muhasebenin Önemi Kooperatifimizde muhasebe tutmak zorunda mıyız? Neden? Hepimiz şu ya da bu şekilde ekonomik faaliyetlerle uğraşırız, satın alırız, yatırım yaparız, kredi çekeriz, borçlarımızı öderiz ya da en azından ödemeye çalışırız. Ancak her zaman sahip olduğumuz varlıkların net değerini ya da gelir ve harcamalarımızı bilmemiz mümkün olmaz. Muhasebe bizim bu işleri düzgün bir şekilde yönetebilmemize yardım eder. Muhasebe bilgisinden yoksun olmak ise, para yönetimi dünyasında okuma-yazma bilmemeye benzer. Muhasebe; karar verme, kooperatifi yönetme ve kooperatifi yönetme ve kooperatifin ilişkili olduğu diğer kurum ve kuruluşlarla olan kaydını tutma açısından zaruridir. Muhasebe gerekli deniliyor. Peki, bir muhasebeci ile anlaştıktan sonra kooperatif yöneticisi olarak benim sorumluluğum daha ne olabilir? Kooperatif yöneticisi olarak bizler kooperatifin yönetiminden, sorumlu olduğumuz gibi bu işlemlerle ayrılmaz bir bütün olan muhasebe nin de asıl uygulayıcısıyızdır. Çünkü muhasebe yaptığımız işlemlerin bir anlamda belgesi ve yazıya dökülmüş ifadesidir. Örneğin bir süt kooperatifinde kooperatif ortaklarına ait sütün satışı biz kooperatif yöneticileri ile alıcı mandıra arasında gerçekleştirilir. Bu satış için mandıraya bir fatura kesmemiz gerekir. Bu faturayı kesmek, ortaklardan sütü kayıtlı olarak almak ve satmak, gerektiğinde onları bu konuda bilgilendirmek gibi işlemler aksaksız bir şekilde kooperatif yöneticisinin yapması gereken işlemlerdir. Muhasebeci ise bizim yapmış olduğumuz iş ve faaliyetleri sunduğumuz belgelere dayanarak belirli bir düzene göre kayıt altına alan, sınıflandıran ve anlamlı bir rapor hazırlayarak bu raporu biz kooperatif yönetimine, ortaklarımıza, ilgili kurum ve kuruluşlara sunan uzmandır. Dolayısıyla muhasebenin asıl uygulayıcıları kooperatif yöneticileridir. Bu nedenle bizim muhasebe konusunda büyük sorumluluğumuz vardır. Demek ki yöneticilerin muhasebeciden fazla sorumluluğu buluyor. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek için bilmemiz gerekenler nelerdir? • Bildirimler ve yasal süreler • Defterler ve önemi • Belgeler • Muhasebe terimleri • Yöneticinin dikkat etmesi gereken bazı önemli hesaplar ve kooperatiflerde vergi konularında kooperatif yöneticisinin bilgi sahibi olması gereklidir. Çünkü; kooperatifi yönetebilmek, gidişatı kontrol edebilmek ve ceza almamak için her yöneticinin bu konuları bilmesi gerekir.Ayrıca gerektiğinde kooperatif yöneticilerinin kooperatifin iş ve işlemler hakkında diğer yönetim kurulu üyelerine, kooperatif ortaklarına, vergi dairesi yetkilileri, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı kontrolörlerine ve kooperatif ile ilişkisi bulunan 3. Şahıslara bilgi vermesi gerekir. Ayrıca yöneticinin bilgi sahibi olabilmesi ve işleyişi kontrol edebilmesi için de bu bilgiler gereklidir. Kooperatif işlemeye başladıktan sonra bazı gelişmeleri bildirmemiz gereken kurum ve kuruluşlar vardır. Bunlar kanun tarafından belirlenmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar ile bildirilmesi gerekenler şunlardır: • İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Kooperatifimizin işleyişine ilişkin bilgiler tarımsal amaçlı kooperatiflerden sorumlu bakanlığa, il müdürlükleri aracılığıyla düzenli olarak aktarılır. Bu bildirimler şunlardır: Turgay SOLMAZ Köy-Koop Genel Müdürü • Olağan ve olağanüstü genel kurullara ilişkin bildirimler: Genel kurul tarihinden en geç 15 önce kurul yapacağına ve bakanlık temsilcisi tayin edilmesine ilişkin dilekçe, bu temsilciye ödenecek ücretin maliye veznesine yatırıldığını gösteren alındı belgesi, gündem ve ilan tutanağı il ve ilçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne gönderilmelidir. • Genel kuruldan 15 gün önce yapılan bu bildirime benzer şekilde, genel kurul tarihinden sonraki 15 gün içerisinde gündem, toplantı çağrısı ve ilanı, tutanağı, yönetim ve denetim kuruluraporları, bilanço, kar-zarar cetveli, genel kurul toplantısında hazır bulunan ortaklar listesi, genel kurul tutanağı ve üst kuruluş paylarının ödeme makbuzlarının her birisinden birer adet olmak üzere hazırlanan evraklar İl veya İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne ulaştırılmalıdır. • Ticaret Sicil Memurluğu: Kooperatifin kuruluşunda yapılması gereken bildirimler dışında Ticaret Sicil Memurluğuna, değişen yönetim kurulu üyelerinin ad ve soyadları tescil ve ilana tabidir. • Vergi Dairesi: Kooperatifin kuruluşunda yapılan işe başlama bildirimi haricinde: -Adres değişikliğinde, - Yeni bir vergiye tabi olunduğunda, - Menkul ve gayrimenkul alınması halinde, - Yapılan işten farklı bir iş alanına girilmesi halinde, - Ana sözleşme ve yönetim kurulu değişiklilerinde, - İş bırakma (tasfiye) halinde biz kooperatif yöneticileri bu değişiklikleri, değişiklik tarihinden itibaren en geç 1 ay içerisinde bildirmekle yükümlüyüz. Neden defter tutarız? • Kooperatifin faaliyetleri, iş ve işleyişi ile alakalı aldığımız kararın tesbit ve tescil edilebilmesi için, • Ortaklarımıza ilişkin bilgilerin bir kaydını oluşturmak amacıyla, • Kooperatifimizin vergi ile ilgili sermayesini ve hesap durumlarını tesbit etmek için, • Kooperatifimizin kasasında, bankasında, ortaklarında, 3. Kişilerde vb. ne kadar alacağı veya borcu olduğunu tesbit ve takip edebilmek için tutarız. Kooperatifimizde tutmamız gereken defterler hangileridir? • Yönetim kurulu karar defteri, • Ortak kayıt defteri, • Kasa defteri, • Demirbaş defteri, • Yevmiye defteri, • Defter-i kebir (büyük defter), • Envanter defteri . Yukarıda belirtilen defterlerin tümü kooperatifte bulundurulması zorunlu defterlerdir. Bu defterlere ek olarak, kooperatifin yaptığı işin niteliğine göre aşağıda belirtilen bazı yardımcı defterlere ek olarak, kooperatifin yaptığı işin niteliğine göre aşağıda belirtilen bazı yardımcı defterlere de ihtiyaç duyulabilir. Gelen-giden evrak kayıt defteri, Kıymetli evrak, Teftiş defteri, Stok giriş çıkış defteri, İmalat defteri. Bu defterlere hangi bilgiler kayıt edilmelidir? Önümüzdeki ay bu konu üzerinde konuşacağız. Saygılarımla. Kırsalda Kadın Girişimciliği »» Girişimci, bağımsız çalışmak isteyen, bir iş fikri olan, yenilikçi, yönetim becerisine sahip olan ve risk alabilen kişi olarak tanımlanmaktadır. Girişimciliğin temelinde bilgi, beceri ve güven duygusu yatar Girişimciden beklenen, kendi kazancını artırmanın yanı sıra, ülke kaynaklarını etkin bir biçimde kullanarak ekonominin büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunmak ve istihdam yaratmaktır. Son yıllarda KOSGEB, İŞKUR ve başka kurumlarca yeni girişimciler yaratmak amacıyla çok yoğun olarak girişimcilik eğitimleri yapılmakta ve bu eğitimleri tamamlayıp sertifika alanlara KOSGEB tarafından 30.000 TL karşılıksız destek ve ayrıca makine ekipman alımına 70.000 TL faizsiz kredi verilmektedir. Bunun yanında bankalar ve bazı STK’lar tarafından mikro kredi uygulamaları bulunmaktadır. Daha önceki yazılarımızda bu eğitimlerin kırsal kesimi de hedeflemesi gerektiği ve kırsalda kendi işlerinde çalışan kadınların yeni iş kurmalarının sağlanarak kayıtlı istihdama geçişlerinin sağlanması yanında gelir artışı sağlayacağı açıktır. Ancak böyle bir programın kırsal kesimde uygulanması sadece girişimcilik eğitimleri verilerek olmaz. Yerel ihtiyaçlar göz önüne alınarak tarım dışı alternatif iş olanaklarının ve organizasyon yapılarının belirlenerek girişimci kırsal kadınlar veya onların oluşturduğu kurumlar yaratılabilir. Köy-Koop Merkez Birliğinin Kadın Kooperatiflerine yönelik yaptığı “İhtiyaç Analizi” çalışmasında kadınların ezici çoğunluğu kazandıkları parayı çocukları ve aileleri için harcamaktadır. Dolayısıyla kırsal kadının katılımı ile ailenin geliri artmakta ekonomik ve sosyal gelişme hızlanmaktadır. Yine Tevfik Fikret CENGİZ Köy-Koop Merkez Birliği Proje Koordinatörü [email protected] bu çalışmada kırsal kadının yeniliklere ve sosyal yaşamını geliştirmeye (örneğin tatil yapma isteği) son derece açık olduğu görülmüştür. Kadın girişimci sayısının artırılması ile cinsiyet temelinde eşitlik sağlanması yanında, • Kadınların piyasaya sunulacak üretim yapmalarını sağlamak, • Kadınların ekonomik gücünü artırmak ve dolayısıyla toplumsal olarak güçlenmesini ve özgürleşmesini sağlamak, • Kadınlar erkeklere kıyasla gelirlerinin daha büyük bir bölümünü evlerine ve çocuklarına harcadıkları olgusundan hareketle, ailenin refahını artırmak, • Kadınların toplum içindeki konumlarını yükseltmek amaçlanmaktadır. Genelde iş kurma aşamasından izlenen yol ki bu çoğunlukla erkekler için geçerlidir, erken yaşta bir atölye ya da fabrikada çalışmaya başlamak ve böylece hem bir işyerinin nasıl çalıştığı hem de belirli bir malın nasıl üretildiği konusunda tecrübe kazanmaktır. Bir yandan da, bu yolla tasarruf edilmeye çalışılarak ileride kurulacak iş için sermaye biriktirilir. Böylelikle, ücretli istihdam, bir anlamda girişimciliğin altyapısını oluşturur. Kadınlar açısından ise durum farklıdır. Ücretli çalışan kadınların sayısının azlığı girişimcilik için gerekli böyle bir altyapının oluşmasını engeller. Kırsalda yaşayan kadın için ise temel bilgi, yöresel ürünlerin üretimi konusuyla sınırlıdır. Başlangıçta bu durumu sabit kabul edip kadınların yapabildiklerini ortak üretebilecekleri ticari alanlar oluşturmak daha uygun olmaz mı ? Örneğin her evde yöresel peynir üretilip satmaya çalışmaktansa her köyde bir imalathane açıp yine kendileri çalışsa, temizlik ve hijyeni de sağlamış olurlar. Böylece birikimlerini de kullanmış olurlar. Bunu da kurumsal kimliği olan bir yapı altında yapmak herhalde en doğrusu olacaktır. Kadınların bir iş yeri kurma ve yönetme aşamalarında, erkeklere kıyasla, sadece kadın olmalarından kaynaklanan daha fazla sayıda ve daha zorlu engellerle karşılaştıkları kabul edilmeseydi, kadın girişimciliği konusunda bir çok STK olmazdı. Konu sadece bir finans ve kredi bulma meselesi değildir. Bunlar sağlandığında her şey yoluna girmiş olmamaktadır. Bu nedenle, kadın girişimciliğini özellikle de kırsal kesimde geliştirmekten söz ederken, toplumumuzda kadınların ev içinde ve dışında ayrımcılığa uğradığını kabul edip kadın girişimciliğini destekleme mekanizmalarını bu olgunun bilincinde olarak tasarlamak gerekmektedir. Dolayısıyla, kadın girişimciliğini destekleme ve geliştirme amacında olan bir programın kadınların toplum içindeki konumunun dönüştürülmesine yönelik politikalarla desteklemesi gerekir. Bu nedenle de kadın girişimciliğinin geliştirilmesinden, daha çok sayıda kadının, halen sahip olduklarından daha yüksek bir gelire ulaşmasını sağlayacak ve toplumsal anlamda güçlenmelerinin önünü açacak işler kurmalarının desteklenmesini anlamak gerekir. Tarım Destek Ödeme Tarihleri Belli Oldu »» Bazı tarım ürünlerine yönelik fark ödemesinden yararlanmak için son başvuru tarihi 2 Eylül olarak belirlendi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın "Türkiye Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeline Göre 2012 Yılı Ürünü Yağlı Tohumlu Bitkiler, Hububat ve Baklagil Fark Ödemesi Desteğine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliği" Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre; kütlü pamuk (yurt içerisinde üretilen sertifikalı tohumları kullananlar), yağlık ayçiçeği, soya fasulyesi, kanola, aspir, dane mısır, buğday, arpa, çavdar, tritikale, yulaf, çeltik, kuru fasulye, nohut ve mercimek ürünlerinde fark ödemesi desteğinden yararlanmak isteyen üreticilerin başvuru başlangıç tarihi 1 Ekim 2012, son başvuru tarihi 2 Eylül 2013, başvurularda ürün alım ve satım belgeleri olan fatura ve müstahsil makbuzlarının düzenleme tarihi en son 30 Nisan 2013 olarak kaydedildi. Fark ödemesi desteğinden yararlanmak isteyen zeytinyağı üreticilerinin, tasiriye faturaları ile zeytinyağı satış faturalarının, Vergi Usul Kanununun ilgili maddesindeki hükme uygun olarak düzenlenecek. Tasiriye faturaları ile yapılacak son başvuru tarihi 2 Eylül 2013, bu tarihten sonra satılan zeytinyağlarına ait alım satım belgelerinin son teslim tarihi ise 1 Ekim 2013 oldu. Bu tarihten sonraki başvuruların kabul edilmeyeceği hükme bağlandı. Tebliğ, 27 Haziran 2012 tarihinden sonraki dönemi kapsayacak şekilde geçerli olacak. Köy-Koop Haber Ağustos 2013 SAĞLIK 21 Hepatit B ve C’nin Tedavisi Mümkün mü? »» Hepatit bazı hastalarda hiçbir belirti vermezken bazılarında halsizlik, iştahsızlık, bulantı, kusma, sarılık, eklem ağrıları ve kaşıntı gibi belirtiler gösteriyor. Dt. Coşkan ARAS [email protected] Sağlıklı Dişler, Mutlu Gülüşler... Merhaba değerli okurlar, 7. Ağız ve diş sağlığı sohbetimizde yine sizinleyiz. - Sapasağlam dişimi kaybettim, hem de hiç çürük yoktu! Bu, sık sık çevremizdeki kişilerden duyduğumuz tanıdık bir söz değil mi? Evet, dişlerimizin çenede bağlı olduğu dişeti ve çene kemiği çeşitli nedenlerle çekilerek ve eriyerek dişleri kök ucundan tutmaya başlar, böylelikle de dişlerin sallanmasına ve kaybına neden olabilir. Evet, Diş Sağlığı kadar Dişeti Sağlığı da önemlidir. Dişeti Sağlığı Sağlıklı dişeti; Gül pembesi rengindedir, sert ve pürüzlüdür, kanamaz. Hastalıklı dişeti; Kırmızıdır, yumuşaktır, parlaktır, kanamalıdır. normaldir, alttaki kemikte erime yoktur, bazılarına ise yanlış fırçalama (yan fırçalama gibi) neden olabilir ki doğru fırçalama yönteminden iki sayı önceki sohbetimizde bahsetmiştim. Akla takılan bazı konulara gelince; Diştaşı temizliği alışkanlık yapar mı sorusuna en güzel cevap aslında soruda gizli. Öncelikle ağızda diştaşı olduğunu kabul edip bunları aldırmama yönünde bir tavsiye var. Bu şuna benzer; Yemeklerden sonra yağlanmış ellerini yıkama, bir sonraki yemekte yine yıkamak zorunda kalırsın! Diştaşı temizliğinde mineler çizilir mi sorusuna cevap olarak da şunları söyleyeyim; Mine o kadar serttir ki her çiğnemede yaklaşık 60-70 kg. yük bindirilir, yine de dayanır ve dakikada 400,000 devir dönen elmas frezlerle zor kesilir. Dolayısıyla doğru kullanılan bir aletle, 6 ayda bir diştaşı temizliğinin hiçbir zararı olmaz. Elektron mikroskoplarıyla, dişlerden kesitler alınarak dünyanın her yerindeki dişhekimliği fakültelerinde bunlar bilimsel olarak araştırılıyor. Dişeti Hastalığının Tedavisi: Hastalıklı Dişeti Dişetinin Hastalanmasına Etken Olan Nedenler: Ağızda biriken ve uzaklaştırılamayan yiyeceklerin oluşturduğu diştaşları başlıca nedenlerdendir. Kalıtımın da etkisi vardır. Annebabada dişler sallantı nedeniyle kaybedilmişse çocuklarında da bu hastalığın görülme sıklığı artar. Şeker hastalığı gibi bazı hastalıklar da nedenler arasındadır. Diştaşı; Sadece ve sadece yiyeceklerin ağızda kalmasıyla ve tükürükteki bazı minerallerle birleşmesi sonucu oluşur. Vücudun yaptığı bir oluşum değildir. Yani idealde hiç yemek yenmezse veya her yiyecekten sonra dişlerin üzerinden tamamen uzaklaştırılırsa hiç diştaşı oluşmaz. Diştaşı Bazı kişilerde hep dişlerini fırçaladığı halde hemen diştaşı oluşur. Bazı kişilerde ise hiç fırçalamadığı halde çok az diştaşı oluşur. Bunun nedeni tükürüğün akıcılığının ve içerdiği bazı minerallerin miktarının kişiden kişiye değişmesidir. Diştaşlarının hacim olarak milimetreküpünde milyonlarca tip mikrop bulunur, bunlar dişetinde iltihap ve kanamalara, dişi tutan diş kemiğinin erimesine, sonucunda da dişlerin sallanıp düşmesine yol açar. Hiç unutmam, fakültede kibarlığıyla tanınan bölüm başkanımız, bir kadın hastamızın ağzını gördüğünde gördükleri karşısında dayanamamış ve şu sözleri söylemişti: “Hanımefendi, bu ağızla bir köpeği ısırsanız, köpek ölür!” Bazı dişeti çekilmeleri fizyolojik yani Herkes için altı ayda bir diştaşı temizliği (detertraj) gerekliliği dişhekimince kontrol edilmelidir, bu ilk aşamadır. Eğer kemikteki erime ileri boyuttaysa uyuşturarak derin temizlik anlamına gelen subgingival küretaj yapılmalıdır. Erime daha da ileri boyuttaysa dişeti ameliyatı yani flap operasyonu gerekir. Genel anestezi gerektirmeyen, küçük bir ameliyattır. Böylelikle sallanan dişlerin sallanması kesilir, dişlerin ömrü uzatılır, çekilmeden kurtarılır. Tedavi ihmal ediliyorsa, dişeti kanasa bile ‘kanıyor’ diye dişleri fırçalamayı bırakmamak gerekir. Kanasın, fırçalanınca kanla birlikte, biriken eklenti ve oluşan iltihap da uzaklaşır, hatta sonraki fırçalamalarda kanama biraz azalır. Tabi ki kesin çözüm dişeti tedavisidir. Diştaşı temizliğine gelmeyen ve kanıyor diye fırçalamayan birisine bu tavsiyeyi yaptım. Bir süre sonra dişetleriyle arasının nasıl olduğunu sorduğumda aldığım cevaba şaşırdım kaldım. “İyi iyi kanıyor!”. “Nasıl yani?”dedim. “Siz ‘dişetlerinin kanaması iyidir’ demiştiniz ya!” Yine laf lafı açtı, yine Ortodonti (Tellerle Diş Düzeltme) konusu sonraki sayıya kaldı. Sonraki sayıda Diş Ağartma (Beyazlatma), Ağız kokusu (Halitozis) gibi bazı genel konulara da değineceğim. Diş sağlığı için daima belirteceğim bir konu var: “Dişim ağrırsa dişhekimine gider doldurturum” yanlıştır. Diş kendiliğinden ağrımıyorsa doldurulur. Kendiliğinden ağrı varsa ya kanal tedavisiyle kurtarılmaya çalışılır ya da çekilir. Dişhekimine, şikayet olmadan 6 ayda bir, en geç yılda bir gidiniz. Unutmayalım, ‘Can boğazdan gelir’ ama dişlerin de arasından geçer! İleti adresime çekinmeden olumluolumsuz eleştirilerinizi ve sorularınızı yazınız. (Ad soyadınızın yayınlanmasını isteyip istemediğinizi de belirtiniz.) Sonraki sayılarda buluşmak üzere; Sağlıklı dişler, mutlu gülüşler… Kronik viral hepatitlerin ülkemiz için önemli bir sağlık problemini oluşturuyor. “Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği tarafından 2010 yılında tamamlanan Türkhep isimli epidemiyolojik çalışmaya göre ülkemizde en az 3 milyon hepatit B’li ve 750 bin hepatit C’li hasta bulunuyor. Kronik B hepatitinin kesin tedavisi yok. Ancak mevcut tedaviler, virüsün çoğalmasını baskılayarak karaciğerdeki hasarın ilerlemesini yani siroz vekaraciğer kanseri gelişmesini önleyebiliyor. Bazı ilaçlarla erken evre karaciğer sirozu aşamasında karaciğerdeki hasarın iyileştirilebilmesi mümkün olmakta” Hepatit C tedavisinde yeni kullanıma giren ilaçlar sayesinde başarı oranları yüzde 70 düzeylerine geldi. Hepatit B ve C’den korunmak için • Tüm cerrahi müdahaleler sırasında kullanılan malzemeler optimum koşullarda sterilize edilmelidir. • Özellikle diş tedavileri sırasında kullanılan tüm malzemelerin iyi ste- rilize edildiğinden emin olmalıdır. • Berber ve kuaför salonlarında kullanılan manikür-pedikür aletleri vb. malzemelerin mutlaka sterilizasyonu sağlanmalı, jilet ve ustura uçları tek kullanımlık olmalıdır. • Dövme, piercing, akupunktur gibi girişimler steril koşullarda yapılmalı ve tek kullanımlık malzemeler kullanılmalıdır. • Tüm gebelere gebelik sırasında hepatit testleri yapılmalı, şayet bağışıklığı yoksa hepatit B için aşılanmalıdır. • Cinsel yolla bulaşım da göz ardı edilmemeli ve kontrolsüz ve korunmasız cinsel temastan kaçınılmalıdır. Atık Yağlar Engellilere Umut Olacak »» Bu proje ile hem çevre korunacak hem de engellilere destek olunacak. "Temiz Çevre Engelsiz Hayat" Projesi kapsamında toplanacak bitkisel atık yağlar, geri dönüşüme kazandırılarak elde edilecek gelirle engelli vatandaşların başta akülü araba olmak üzere pek çok ihtiyacı karşılanacak. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı öncülüğünde Türkiye Çevre Koruma Vakfınca (TÜÇEV) düzenlenen ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Belediyeler Bir- liği ile Türkiye Muhtarlar Konfederasyonu tarafından desteklenen "Temiz Çevre Engelsiz Hayat" Projesi Trabzon'da başladı. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden yapılan yazılı açıklamada, evlerde kızartmalarda kullanılan bitkisel yağların, kızartma sonrası kullanılmaz hale geldiğince lavabolara veya çöpe döküldüğü ve çevreye, su kaynaklarına büyük zarar verdiği belirtildi. Projeyle ülke genelinde bitkisel atık yağların toplanarak çevre kirliliğinin önleneceği ifade edilen açıklamada, "Top- lanan bitkisel atık yağlar geri dönüşüme kazandırılarak elde edilecek gelirle engelli vatandaşlarımızın başta akülü araba olmak üzere pek çok ihtiyacı karşılanacaktır. Projenin uygulanması, evlerde kızartma sonrası pet şişe gibi kapalı kapta biriktirilecek yağlar, okul, cami, muhtarlık ve merkezi yerlerdeki toplama noktalarına yerleştirilen proje logolu yeşil bidonlara, kapalı pet şişeyle bırakılmak suretiyle gerçekleştirilecektir." denildi. Uygulamada pilot il seçilen İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Trabzon'da proje logolu yeşil bidonların toplama noktalarına yerleştirildiği belirtildi. Titreyen Eller Neyin Habercisi? »» Sağlıklı kişilerde de görülebilen el titremesi, nörolojik ve sistemik hastalıkların habercisi veya bu hastalıklarda kullanılan ilaçların yan etkisi olarak da ortaya çıkabilir. Elde görülen titreme, günlük yaşamda basit olarak bilinen pek çok işin rahatlıkla yapılmasını engelleyen önemli bir rahatsızlık. Titreme, yani tremor ‘vücudun bir kısmındaki kasların istemsiz olarak ritmik bir şekilde kasılması ve gevşemesi sonucu ortaya çıkan hareketler’ olarak tanımlanıyor. Bilim insanları ellerde titreme ile başvuran hastaların büyük çoğunluğunda esansiyel tremor olarak adlandırılan iyi huylu bir durum saptandığını vurguluyorlar. Sebebi bilinmemekle birlikte sıklıkla ailesel geçişli. Altta yatan ciddi bir hastalık yok. Genellikle 20’li yaşlarda belirginleşir ya da başlar; ama her yaşta da görülebilir. Yorgunluk, stres, kafein bu titremeyi arttırırken, alkol alımı azalttığı görülebilir. Yaş ilerledikçe genellikle artış gös- terir ve eller dışında kafada, dilde, bacaklarda da görülmeye başlayabilir. Sıklıklar kişinin yaşamını kısıtlayıcı ağırlıkta olmaz; ancak ince el becerisi gerektiren işlerde çalışırken zorluk çekebilirler. Ellerde titreme yapan nörolojik hastalıkların içerisinde en çok bilineni Parkinson. Parkinson genellikle ileri yaşta ellerde titreme ile başlayan ve beyin hasarına yol açan ilerleyici bir hastalık. Ellerde titreme yapabilen diğer nörolojik İDDİA Bir ünlü iddiacı etrafındakilerle iddiaya tutuşmuş: -Ben gözümü ısırırım! Etrafındakilerin şaşkın bakışları altında takma gözünü çıkarıp ısırmış ve kazanmış. Kaybedenlere dönüp yeni bir iddia ortaya atmış: -Ben popomu ısırırım! Az önce kaybedenler bu yeni iddia karşısında dayanamayıp bir kez daha iddiaya girmişler ve gözlerine inanamamışlar. Adam bu sefer de poposunu ısırmış. Nasıl mı? Ağzınan çıkardığı takma dişlerle!!! hastalıklar; multiple skleroz (MS), inme, travmatik beyin hasarı, beyincik ve beynin yıkımı ile giden ilerleyici hastalıklar. Ayrıca vücuda dağılan sinir liflerinin hasarlandığı durumlarda, bazı omurilik hastalıklarında da ellerde titreme olabilir. Astım ilaçları, amfetamin gibi uyarıcılar, psikiyatrik hastalıkların tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da ya etki olarak ellerde titremeye yol açabilir. Stres Titreme tipine bağlı olarak ilaçla tedavinin mümkün stres, yorgunluk, özel bir gün gibi bazı durumlarda titremeleri belirginleşen kişilere ilaçlarla müdahale ediliyor. İlaçla tedavi edilemeyen hastalarda ise cerrahi ve beyin pili takılması gibi yöntemlerin de devreye girebiliyor. Sert Kabuklu Kuru Yemişler Kalp Dostu »» Sert kabuklu kuru yemişlerin kalp ve damar sağlığını koruyorak, kanser riskini azaltıyor. İspanya'da 55 ile 90 yaş aralığındaki 7 bin kişinin katıldığı araştırmayla kuru yemiş tüketim miktarı ile kalp, damar hastalığı ve kansere bağlı ölüm oranı arasındaki ilişki değerlendirildi. Araştırmada ortalama 4,8 yıl hasta takibi yapıldı. Bir haftada 1 porsiyonu 28 gram olmak üzere 3 porsiyondan fazla sert ka- buklu kuru yemiş tüketen kişiler, bu yiyeceği tüketmeyen kişilerle karşılaştırıldığında, kalp ve damar hastalığına bağlı ölümlerde yüzde 55, kansere bağlı ölümlerde ise yüzde 40 oranında azalma olduğu saptandı. 22 Ağustos 2013 Köy-Koop Haber ETKİNLİKLER AĞUSTOS 2013 TARIM FUARLARI TAKVİMİ 14 Ağustos - 18 Ağustos 2013 Çorlu Tarımtech 2013 6.Corlu Tarım Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik, Sulama ve Teknolojiler Fuarı Tarım, Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik, Sulama ve Seracılık Teknolojiler,Traktör ve Ekipmanları Renkli Fuarcılık AĞUSTOS AYI TARIM TAKVİMİ TARLA ZİRAATI a) Anızların bozumuna devam edilir. Bazı yerlerde sonbahar ekimi için, bazı yerlerde de ikinci mahsul için toprak işlemesi yapılır. b) İkinci mahsuller ile Sonbahar ekimleri yapılır. c) Sulama, çapalama ve diğer bakım işleri devam eder. d) Her türlü hastalık ve zararlılar ile mücadele devam eder. Ambarlarda da zararlılarla mücadele edilir. e) Hububat ve diğer tarla bitkileri hasadı devam eder. Harman işleri yürütülür. Ürünler ambarlanır, ambalajlanır, pazara sevkedilir ve değerlendirilir. Ambarlarda ürünler tekniğine uygun şekilde saklanır. 15 Ağustos - 18 Ağustos 2013 DLG-ÖÇP Tarım ve Teknoloji Günleri Açık Alan Uygulamalı Tarım Fuarı Tohumlar, Gübreler, Zirai İlaçlar, Tarım Makineleri, Fidanlar Sulama Ekipmanları, Sera Teknolojileri, Fideler, Hayvancılık, Gıda, Tarım Ekipmanları, Gübre, Tohum, İlaç, Hayvancılık DLG Fuarcılık 18 Ağustos - 22 Ağustos 2013 Tarımtech 2013 6.Traktör ve Ekipmanları Fuarı Traktör ve Ekipmanları Renkli Fuarcılık 22 Ağustos - 24 Ağustos 2013 Konya Tohum 2013 3.Tohumculuk Fidancılık, Bahçe Bitkileri, Zirai Mücadele, Sulama, Gübreleme ve Ekipmanları Fuarı Tohumculuk, Fidancılık, Bahçe Bitkileri, Zirai Mücadele, Sulama, Gübreleme, ve Ekipmanları Tüyap-Konya MEYVECİLİK a) Sonbahar dikimi yapılacak bahçelerde toprak hazırlığı yapılır. b) Dikim yoktur. c) Meyve bahçesi ve fidanlıklarda sulama, çapa, filiz ve kök piçlerinin temizliği yapılır. Durgun göz aşısı devam eder. Gübre şerbeti verilir. d) Her türlü meyve hastalık ve zararlılarına karşı mücadele yapılır. e) Hasat işleri devam eder. Meyveler ambalajlanır. Pazara sevkedilir, kurutulur, konserve yapılır, suları çıkarılır ve çeşitli şekillerde değerlendirilerek saklanır. HAYVANCILIK a) Hayvanların meralarda yeteri yem bulamamaları sebebiyle takviye yemleme yapılır. Koyunlarda kırkım devam eder. Ahır besisi yapılan yerlerde hayvanlara bolca yeşil yem verilmelidir. b) Küçük ve büyük baş hayvanlar çiftleştirilir. SEBZECİLİK a) Son turfanda sebzelerin yerleri hazırlanır. b) Son turfanda sebze tohumları ekilir, fideleri dikilir. c) Sebze bahçelerinde çapa, sulama, uç alma, koltuk alma gibi bakım işleri yürütülür. d) Her türlü sebze hastalık ve zararlılarına karşı mücadele tekniğine uygun şekilde yapılır. e) Hasat ay boyunca devam eder. Sebzeler uygun ambalajlara konarak pazara sevkedilir. Bazıları da kurutulur, salçalar, turşular, konserveleri reçelleri yapılarak değerlendirilir. BAĞCILIK a) Bağlarda uç alma, yaprak toplama, sulama gibi bakım işleri yapılır. b) Her türlü bağ hastalık ve zararlıları ile mücadele edilir. 2. Isaf Safety & Health İş Güvenliği ve İş Sağlığı Fuarı İş Güvenliği Ekipmanaları, Kişisel Koruyucu Malzemeler, İş Güvenliği Eğitimi, İş Sağlığı Ekipmanları Marmara Fuarcılık İstanbul Gıda-Tek 2013 8.Gıda ve İçecek Teknolojileri, Gıda Güvenliği, Katkı ve Yardımcı Maddeler, Soğutma, Havalandırma, Depolama Sıvı Gıda, Et, Süt, Unlu Mamüller, Üretim Makine Sistem ve Ekipmanları, Gıda Güvenliği, Kalite Kontrol Cihaz ve Sistemleri, Soğutma, Havalandırma, Depolama. Tüyap - İstanbul Türkiye’de 24 saat esasıyla hizmet veren tek Merkez olan Ulusal Zehir Danışma Merkezi, zehirlenmeler hakkında size bilgi verir... TAVUKÇULUK a) Kümeslerin temizliğine ve dezenfeksiyonuna devam edilir. Duvarlar kireçle badanalanır. b) Tavuklar ve piliçler çeşitli yemlerle beslenir. Yeşil yem verilmesine devam edilir. Tavuklar anızlara, yoncalıklara ve çayırlara salıverilir. c) Her türlü tavuk hastalık ve zararlılarına karşı mücadele yapılır. ARICILIK a) Kovanlarda temizlik devam eder. Dolu çerçeveler çıkarılarak yerlerine boşlar konur. Kovanlar geceleri sarsılmadan bol çiçekli, florası zengin yerlere nakledilir. b) Arılarda görülecek hastalık ve zararlılarla mücadele edilir c) Bal hasadı devam eder . ▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve 28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Plastik Madde ve Malzemeler Tebliği (No: 2013/34) ▶▶ 1 Temmuz 2013 Tarihli ve 28694 Sayılı Resmî Gazete, Sebze ve Meyve ▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve Ticareti ve Toptancı Halleri Hakkında 28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden İlişkin Yönetmelik Plastik Madde ve Malzemelerin ▶▶ 6 Temmuz 2013 Tarihli ve 28699 Bileşenlerinin Migrasyon Testinde Sayılı Resmî Gazete, 1041 Onuncu Kullanılan Gıda Benzerleri Listesi Tebliği (No: 2013/35) Kalkınma Planının (2014-2018) 19 Eylül - 22 Eylül 2013 12 Ekim - 15 Ekim 2013 d) Çeşitli hayvan hastalık ve zararlılarına karşı mücadele edilir. ▶▶ 30 Haziran 2013 Tarihli ve 28693 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği Gıda 2013 Worldfood İstanbul 21.Uluslararası Gıda Ürünleri ve Teknolojileri Fuarı Süt, Et, Sekerleme, Konserve, Çay Ve Kahve, Organik, Deniz Ürünleri, Dondurulmuş ve Hazır Gıda, Gıda Katkı Maddeleri, İçecekler, Yağlar, Bakliyat, Baharat E Uluslararası Fuar Allgreen Yenilenebilir ve Sürdürülebilir Enerji Fuarı Her Türlü Enerji Verimliliği, Alternatif Enerji Çözümleri, Yenilenebilir Enerji Teknolojileri, Çevre Dostu Ürünler İstanbul Fuarcılık A.Ş. c) Yem bitkilerinin ve çayırların hasadı, kurutulması, balyalanması ve depolanmasına devam edilir. Mevzuat 5 Eylül - 9 Eylül 2013 26 Eylül - 29 Eylül 2013 c) Hasat, pazarlama ve değerlendirme işleri devam eder. Onaylandığına İlişkin Karar Bitki Koruma Ürünleri Bayilik Sınavı Bitki Koruma Ürünleri Bayi veya Toptancı İzin Belgesi almak için yapılacak olan sınav başvuruları 25 Eylül 2013 tarihinde başlayacak. İzin Belgesi talebinde bulunacaklara Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nce 10 Kasım 2013 Pazar günü saat 10:00’da Ankara’da yapılacak. Sınav Duyurusu, 20 Eylül 2013 tarihinde www.meb.gov.tr internet adresinde yayımlanacak. Başvuruda istenilen belgeler; Başvuru Dilekçesi, Diploma veya Mezuniyet Belgesinin Onaylı Sureti, Transkript (Sadece Teknikerler için Bitki Sağlığı ile ilgili dersi aldığını gösteren), Kimlik Fotokopisi, 2 adet fotoğraf. Sınava girecek adaylar 45 TL(kırkbeş TL) sınav ücretini Milli Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bağlı Döner Sermaye İşletmesinin T.C.Ziraat Bankası Başkent/ANKARA, Türkiye Vakıflar Bankası Ankara Merkez ve Türkiye Halk Bankası Küçükesat Şubelerinden herhangi birine, “Kurumsal Tahsilat Proğramı” aracılığı ile aday kendi T.C.Kimlik Numarasını belirtmek suretiyle 01/10/2013– 21/10/2013 tarihleri arasında yatıracaklar. ▶▶ 11 Temmuz 2013 Tarihli ve 28704 Sayılı Resmî Gazete, Toprak Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik ▶▶ 13 Temmuz 2013 Tarihli ve 28706 Sayılı Resmî Gazete, Pazar Yerleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik ▶▶ 14 Temmuz 2013 Tarihli ve 28707 Sayılı Resmî Gazete, Bombus Arısı Kullanımına Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliği (Tebliğ No: 2009/2)’nin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/32) ▶▶ 14 Temmuz 2013 Tarihli ve 28707 Sayılı Resmî Gazete, Bombus Arısı Kullanımına Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliği (Tebliğ No: 2009/65)’nin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/44) ▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve 28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda Kodeksi Madde ve Malzemelerdeki Vinil Klorür Monomer Miktarı Analiz Metodu Tebliği (Tebliğ No: 2002/22)’nin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/36) ▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve 28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda Kodeksi Madde ve Malzemelerden Gıda Maddelerine Geçen Vinil Klorür Miktarı Analiz Metodu Tebliği (Tebliğ No: 2002/23)’nin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/37) ▶▶ 18 Temmuz 2013 Tarihli ve 28711 Sayılı Resmî Gazete, Hayvan Beslemede Kullanılan Yem Katkı Maddeleri Hakkında Yönetmelik ▶▶ 20 Temmuz 2013 Tarihli ve 28713 Sayılı Resmî Gazete, 2013 Yılı Kurban Hizmetlerinin Uygulanmasına Dair Tebliğ ▶▶ 20 Temmuz 2013 Tarihli ve 28713 Sayılı Resmî Gazete, Organik Hayvancılık Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/43) Köy-Koop Haber Ağustos 2013 SPOR-TARIM BULMACA Sıcak Yaz Günlerimizin Hayali… Havuzlu Bir Ev! 350 Bin! Bu rakam ne bir para miktarı ne de söz gelimi her gün trafiğe katılan araç sayısı. Bu rakam sadece 20112012 yıllarında biraz eksik biraz fazla olmak kaydıyla tüm Türkiye’deki havuz sayısıdır. Bunun içinde ticari amaç için yapılanından tutun da otellerin, evlerin bahçelerini süsleyen havuzlar da var. Bu sayıya her yıl 10 bin civarında inşa edilen havuz sayısını da eklersek yakın zamanda herkesin havuzlu ev hayalinin gerçekleşeceğini varsayabiliriz. Havuz, özellikle sıcak yaz aylarında serinlemek için en çok tercih edilen mekânlardandır. Çünkü pratiktir. Denize nazaran daha az hazırlığı gerektirir. Ancak dikkat edilmediğinde, beraberinde birçok tehlikeli sağlık sorunlarına da davetiye çıkarabilir. Havuzların en büyük özelliği kapalı sistem olmalarıdır. Çok sayıda insanın aynı anda kullanabildiği havuzların en büyük kirlilik kaynağı da yine insanlardır. İnsan bedeni, ter, genital akıntılar, idrar yolu akıntıları, parfüm, losyon, krem, şampuan, makyaj malzemeleri, ayaklarla taşınan organik atıklar, havuz kenarında tüketilen yiyecekler ve havuzun etrafındaki uygunsuz peyzaj (düzenleme) nedeni ile havuzlar sürekli kirlenir. Adnan YAHŞİ Atletizm Yıldız Milli Takım Antrenörü [email protected] onlarca sağlık sorunu ve hastalık bizleri beklemektedir. Havuzlardaki hastalık ve sağlık sorunlarına örnek olarak: • Amipli dizanteri (Kanlı ishal) • Deri yangısı (Deri-alerji sorunları) • Gastroenterit (Kusma-ishal) • Giardiasis (İshal) • Hepatit (Sarılık) • Samonellosis (İshal) • Tifo (İshal) • Mantar İnsanların bu kadar sık kullandığı havuzlar artık sadece yazın değil, kışında kullanılmaktadır. Özellikle havuzları çocuk yaştakilerin daha çok kullandığı göz önüne alınırsa, direnci daha düşük bu yaş grubunun sağlığı açısından hijyene (temizlik) daha çok önem verilmesi gerekliliği ortadadır. Bunun aksi durumlarda TARIM BULMACA 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 1 K A R A H İ N D İ B A 2 A D A N A T E M İ S 3 R A K A M F R T A 4 D K D N E 5 E A O R T E N 6 L S L A V 7 E K U N 8 N A L N İ O 9 10 R 11 12 S T N İ A N L A C K A R E T E M U N A A T İşletmeci Tarafından Yapılacak Analizler Parametre 28 26 38 mg/L 2 30 mg/L 40 80 6,5 7,8 mg/L 1 1,5 mg/L 1 3 mg/L 0,3 0,6 Her Gün mg/L - 100 Toplam Alkalinite (CaCO3) Haftada 1 defa mg/L 30 180 Renk Her Gün Pt/Co Olarak 10 Birim Her Gün SiO2 veya Jakson Birimi Olarak 5 Birim ya da NTU veya FNU Olarak 0,5 Birim Sıcaklık Kapalı Yüzme Havuzu P M E K U K A I A R Hidrojen Peroksid pH Tatlı ve Deniz Suyu Açık ve Kapalı Yüzme Havuzları Kapalı Yüzme Serbest Klor Havuzu Açıkı Yüzme Havuzu Açık ve Serbest Klor Kapalı Yüzme Siyanürik Asit Havuzları Bulanıklık R U S A R S A N U N A Y Soldan Sağa 1- Birleşikgillerden, uzun ve dişli yapraklı, çiçekleri sarı ve kömeç biçiminde bir bitki 2- Bir ilimiz... Sincap... Duman lekesi 3- Sayıları gösteren işaret... Fransiyumun simgesi... Uzaklık belirtir 4- Kıdem kısaltılmışı... 5- Anaatardamar... Genişlik... Bir binek hayvanı 6Bir Kuzey Avrupa halkı... Bir nota... 7- İlave... Üç beyazdan biri... Dokumacılıkta kullanılan çok ince, esnek ve parlak tel 8- Uğur sayılır... Şafak vakti... Eski Türklerde hakan 9- Afrikada bir ırmak... Tatlı olmayan 10- Turpgillerden, yaprakları salata gibi yenen bir bitki... Bir nota... Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak 11- Ana konu... Postu değerli etçil bir hayvan 12- Erkek ördek... Avrupada bir nehir. Yukarıdan Aşağıya 1- Kar kalkmasından hemen sonra çıkan çiğdeme benzer, beyaz bir çiçek, akçabardak.... 2- Dört tarafı denizlerle çevrili kara parçası... Mine çiçeği 3- Erkek dansçı... Bir mantarla bir su yosununun ortak yaşamasıyla ortaya çıkan bitkilerin genel adı... 4- Türkiye’nin Asya kıtasında kalan bölümü... Güney Amerika’nın dağlık bölgelerinde yaşayan, yük hayvanı 5- Olgunlaşmamış... Üretimden alınan pay 6- Akaryakıt Tüketim Vergisi... İsviçrede bir kanton 7- Birçte sanzatü... Kayseri iline bağlı ilçelerden biri... 8- Yaprakları güzel kokulu ve yaz kış yeşil olan bir ağaç... En kısa zaman... 9- Gıbta etmek... Temel yapı taşımız 10- Yunan mitolojisinde kanatlı uçun adam... 11- İlişkin... Demiryolu 12- Dünya ve Türkiye’de birçok ödül almış, gazetemizin karikatüristi. Küreselleş(tir)me Karşısı Bilim Politik Yazılar Prof.Dr. Mustafa Kaymakçı Yayınevi: İlkim Ozan Yayınları Kitapta öncelikle günümüzde dünya ve Türkiye’de bilimin durumu ele alınmış ve akademik kapitalizm irdelenmiştir. Bu yazıları, Batı’da bilimin gelişmesi, buna karşılık İslam Dünyası ve Osmanlı’da bilimin gerilemesinin nedenlerini sorgulayan metinler izlemiştir. Bilimin ve onun yarattığı uygarlığın salt Batı’ya ait bir olgu olduğunu ve Doğu’nun gelişen Dünya tarihi içinde edilgen bir izleyici olarak kaldığını varsayan Oryantalizm/Avrupa merkezci görüşler ise birbirini izleyen yazılarla sorgulanmış ve bu görüşün dayanıksız olduğuna ilişkin bilgiler derlenmiştir. Z U İlk Havuzun Kullanımından Önce ve İzleyen 4’er Saatlik Aralıklarla Olmak Üzere Günde En Az 3 Defa (Kaynak: Resmi Gazete 15 Aralık 2011-Sayı 28143) KİTAP N D 0C Açık Yüzme Havuzu Biguanid T İ Sınır Değerler 26 12 M Birim En Çok İ A Analiz Aralığı En Az Y. İzzettin BAŞER 1 A • Göz İltihabı • Dış kulak yolu iltihabı gibi rahatsızlıkları verebiliriz. Çevre kirliliği tehdidi altında olmasına rağmen bu tür rahatsızlıklara deniz kullanımında sık rastlanmaz. Çünkü denizin kendi dezenfeksiyon (temizleme) özelliği vardır. Bu nedenle özellikle bebek ve çocukların denize götürülmeleri havuzdan daha sağlıklıdır. Gözümüzü bir an korkutan bu sağlık problemleri olasılıkları, bazı konulara dikkat edildiğinde ortadan kalkabilir. Havuz kullanımında dikkat edilecek bazı hususlar şunlardır: • Kullanacağımızın havuzun güvenilir bir firma tarafından işletildiğini, • Havuz bakımının düzenli yapıldığını, • Havuz dibinin net göründüğünü, • Havuz etrafındaki peyzajı, • Havuz suyunun kokusunu, • Havuzun pompa ve filtre sistemlerinin uygunluğunu, • Havuz suyunun laboratuar sonuçlarının analizini kontrol etmeliyiz. Bunlara ek olarak, havuza girerken kesinlikle duş almak, bone takmak, lensle suya girmemek, havuzu kullanan insan sayısı olarak kapasitesinin üstünde olan yerleri tercih etmemek, vücutta herhangi bir kesik, yara, iltihap ve enfeksiyon riski varsa suya girmemek, kulaklara tıkaç takmak, havuz suyu yutmamak gibi önlemlerde sağlıklı havuz kullanımı için göz önünde bulundurulması gereken güvenlik önlemlerindendir. Son söz, önce sağlık ve güvenlik. Spor dolu günler sizinle olsun… 23 Kooperatifçilik Kooperatif Web Sayfası Projesi Prof.Dr. Ziya Gökalp Mülâyim Yayınevi: Yeni İnsan Kooperatifçilik kitabının 6. Baskısında okurlarına ülkemiz ve dünya kooperatifçiliğindeki en son durum ve gelişmeler güncelleştirilerk verilmiş. Kitapta; Genel Kooperatifçilik, Kooperatifin Tanımı, İlkeleri, Kooperatifle Sermaya Şirketleri Arasındaki Farklar, Özel Sektör Karşısında Kooperatiflerin Durumu, Devlet ve Kooperatif, Kooperatifçilik Mevzuatı ve birçok konu ele alınmış. Nasıl Bir Organik Tarım Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA Yayınevi: Yeni İnsan Bu kitapta Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Başka Bir Gıda Mümkün Girişimi, Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi, Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği deneyimlerini paylaştı, nasıl sorusunun yanıtlarını aradı. 11 tarim destek 31,5 x 46,5 cm.pdf C M Y CM MY CY CMY K 1 19.07.2013 16:31