Köy-Koop Haber Gazetesi 21. Sayı

Transkript

Köy-Koop Haber Gazetesi 21. Sayı
Üreticiden Tüketiciye
Doğal Lezzet
Türkiye’nin Tek Tarım Gazetesi
AĞUSTOS 2013
Yıl:2 Sayı:21
TÜRKİYE KÖY KALKINMA VE DİĞER TARIMSAL AMAÇLI KOOPERATİF BİRLİKLERİ MERKEZ BİRLİĞİ GAZETESİ
Torbadan Mera Çıktı!
»» TBMM Genel Kurulunda tartışmalar eşliğinde görüşülen Torba Yasa’ya hükümetin
önergesiyle; mera, yaylak ve kışlakların kiralama yoluyla imara açılmasına olanak sağlandı.
Görüşmelerine 3 Temmuz 2013 Çarşamba günü başlanan “Torba teklif” Meclis’e
76 madde olarak sunulmuştu, ancak
komisyonda ve Genel Kurul’da eklenen
maddelerle birllikte 174 madde olarak 12
Temmuz 2013 tarihinde kanunlaştı.
Gece Yarısı Önergesiyle
Meralar İmara Açıldı
Meraların 29 Yıllığına
Kiralanmasının Önü Açıldı
17 Ağustos 2011 tarihinde çıkartılan 648
sayılı KHK ile İmar Kanunu’na bir madde eklenerek, “Mera, yaylak ve kışlakların uygun görülen kısımlarının, tapuda
Hazine adına tescillerinin yapılması ve
kamu hizmetleri için gerekli olanlar dışındakilerin, talep sahiplerine bedeli
karşılığında 29 yıla kadar tahsis edilmesine” olanak sağlanmıştı. düzenlemeyle ayrıca, mera, yaylak ve kışlakların,
turizm merkezleri ile kültür ve turizm
gelişim bölgeleri kapsamında kalan kısımlarının 2634 sayılı Turizmi Teşvik
Kanunu çerçevesinde kullanılmak ve de-
ğerlendirilmek üzere Kültür ve Turizm
Bakanlığına tahsis edilmesi de öngörülmüştü. Aynı KHK ile 3194 sayılı İmar
Kanunu’nun 27. maddesi değiştirilerek,
köylerde inşa edilecek yapılarla ilgili
olarak daha önce sadece köy nüfusuna
kayıtlı ve köyde sürekli oturanlar için
geçerli olan ‘yapı ruhsatı aranmamasına’
yönelik istisna, herkesi kapsayacak şekilde genişletilmişti. Anayasa Mahkemesi,
29 Kasım 2012 tarihinde her iki düzenlemeyi de iptal etmişti.
Tarımın Geliştirilmesi İçin
Köy-Koop’un Önerileri
»» Türkiye'deki çiftçiler, genellikle küçük
ve orta ölçekli işletmelerde üretim
yapmaktadır.
Çoğunluğu kendi aile işgücünü
kullanıyor. Ancak ürettiklerinin karşılığını alamıyorlar.
Bunun birçok nedeni vardır.
Bunlardan birisi örgütlerinin
güçsüzlüğü ve de örgütler
arasında güç birliğinin olmamasıdır. Örneğin süt, domates, patates, pamuk üreticileri ya da sebze üreticilerinin
örgütleri bir araya gelemiyorlar. Temel sorunlarını güçlü
bir şekilde duyuramıyorlar.
Oysa tümü de, tarımsal girdilerinin yüksek olduğunu,
buna karşılık pazarlama kanallarının uzun olması, daha
açıkçası üretici ve tüketici
arasında fazla sayıda aracı olması nedeniyle para kazanamadıklarını belirtiyorlar. Bir
başka deyişle katma değer
üreticilere
dönmüyor.Yeni
yazı dizisi » Syf 8’de
“Tarımsal Faaliyetler ve
Çevre İlişkileri”
Tarım-çevre ilişkileri denilince ne anlıyoruz?
Tarımsal faaliyetler, çevre üzerinde ne gibi
etkilerde bulunur? Tarım ve çevre birbirleri
ile uyumlu bir şekilde sürdürülebilir mi?
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim
Görevlisi Dr. Yener ATASEVEN
“Tarımsal faaliyetler ve çevre
ilişkilerini” Köy-Koop Haber’e
değerlendirdi.
Röportaj »
Syf 12’de
TBMM Genel Kurulunda gece yarısı
verilen bir önergeyle, mera, yaylak ve
kışlakların kiralama yöntemiyle imara açılmasına olanak sağlandı. Buna
göre Hazine adına tescil edilen meralar,
yaylak ve kışlaklar Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın gözetiminde kiralama ve
geçici imara açılabilecek.
Bedava Yem Kaynağı Meralar
Beton Yığınına mı çevrilecek?
Bu düzenleme mera, yaylak ve kışlakların hayvancılık amacı dışında kiralanıp
yapılaşmaya açılmasına ve beton yığınlarına dönüşmelerine olanak sağlayacak.
Samanını ithal etmek zorunda kalan ülkemizde, yem kaynağı olan meraların,
amacı dışında kullanlıması tarıma büyük
zararlar verecektir. » Syf 6’da
İSO 500’de 6 Kooperatif Var
»» İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı
ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde
Pankobirlik iştiraki olan Konya Şeker 44.
sırada yer aldı.
Geniş kesimleri bünyelerinde barındıran bir ortaklık
modeli
olması
açısından kooperatifler her geçen
gün yeni başarılara imza atıyorlar.
İstanbul Sanayi Odası’nın
açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu içinde Pankobirlik iştiraki Konya Şeker
44. sırada, Kayseri Şeker ise
135. sırada yer almayı başardı. Pankobirlik ülkemizin 64
ilindi pancar üretimi yapan,
yaklaşık 1,6 milyon ortağıyla,
31 pancar kooperatifinin 300’e
yakın şubesi, 6
kooperatif
şeker fabrikası, ve
50’nin üzerinde
tarımsal amaçlı
iştirakiyle,
ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her
türlü girdinin teminini, dağıtımını, denetimini ve koordinasyonunu yapan bir üretici
örgütü. İSO 500 listesinde;
Trakyabirlik 77. sırada, Marmarabirlik ise 465. sırada
yer aldı. » Syf 3’de
2013 Yılı
Birleşmiş Milletler 19. Uluslararası
Kooperatifler Günü'nün teması:
"Kooperatif kurumsal kriz
döneminde güçlü kalır"
Çiğ Süt Fiyatı 1 TL Oldu
»» 25 Temmuz 2013 tarihinde Türkiye
Ulusal Süt Konseyi Merkez binasında
gerçekleştirilen toplantıda; Çiğ sütün tavan
fiyatı 1 TL olarak açıklandı.
Toplantıya katılan Köy-Koop
Genel Başkanı Yakup Yıldız
yaptığı açıklamada, “1 Ağustos - 31 Aralık 2013 tarihleri
arasında, çiğ sütün tavan fiyatı 1 TL olarak belirlendi. Belirlenen bu fiyat, üreticimizin
emeğinin karşılığı değildir,
yetersiz kalmıştır. Girdi maliyetlerimiz çok yüksek, özellikle yem fiyatlarının yüksek
oluşu üreticimizi sıkıntıya sokuyor. Umarım Aralık 2013
sonunda yapılacak olan, yeni
fiyat tesbitinde bu girdi mali-
yetleri göz önünde tutularak,
üreticinin hak ettiği yeni fiyat
belirlenir. Açıklanan bu fiyatın tüm kooperatif ortaklarımıza ve sanayicimize hayırlı
uğurlu olmasını diliyorum”
diye konuştu.
A. Ü. Ziraat Fakültesi
Geleneksel ‘Hasat
Bayramı’nı Kutladı
»» ‘Hasat Bayramı’ 25 Temmuz 2013 tarihinde
Ankara Üniversitesi Haymana Araştırma ve
Uygulama Çiftliğinde kutlandı.
Bu yıl 30.su düzenlenen ‘Hasat
Bayramı’nda Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.
Erkan İbiş, Ziraat Fakültesi
Dekanı Prof. Dr. Ahmet Çolak ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı
Vedat Mirmahmutoğulları,
birçok akademisyen, meslek
örgütü temsilcisi, öğrenciler ve basın mensupları yer
aldı. » Syf 7’de
Hadi İLBAŞ
Pr.Dr. T. Ayhan ÇIKIN
Dr. Umut TOPRAK
Dünden Bugüne
Kooperatifçilik -21» Syf 2’de
Kalkınmann Merkezine
Kooperatifleri
Yerleştirmek » Syf 6’da
Biyoteknoloji Mucizesi:
Tarım’ın Tanımı
Değişiyor Mu? » Syf 9’da
Prof.Dr. MUSTAFA KAYMAKÇI
Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
Uzm. Dr. Esra GÜNERİ
Bu Dünyadan
Bir Işıklı Geçti
» Syf 4’te
Organik Tarım mı
Endüstriyel Tarım mı?
» Syf 5’te
Türkiye’de Tarım
Reformu Hareketleri
Dr. Nezaket CÖMERT
Dr. Erhan EKMEN
Tevfik Fikret CENGİZ
Daha Adil Bir Dünya İçin
Adil Ticaret Etkisi
AB’den
Ne Farkınız Var?
» Syf 14’te
Kırsalda Kadın
Girişimciliği
» Syf 15’te
» Syf 9’da
» Syf 20’de
2
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
KOOPERATİFÇİLİK
Dünden Bugüne Kooperatifçilik -21-
MUHASEBEDE BU AY
Murat AKBABA
Muhasebeci
»» 12 Eylül 1980 Felaketi
Sayın Nusret Uzgören Tarım Kredi Kooperatifleri yanında, yasası çıkmamışken 1964’te Köy Kalkınma Kooperatiflerini kurulmasına yol açtı. Yasa 1969
da çıktı. Kendisine KOOPRRATİFÇİLİĞİN BABASI ünvanını yakıştırmak
hiç de abartılı olmaz.
– sürecek Yazarımızın tüm yazılarına;
www.koy-koop.org
internet adresinden ulaşabilirsiniz.
Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar
Vergisi Stopajının Beyanı
01/08/2013
23/08/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Prim ve Hizmet
Belgesinin Verilmesi
01/08/2013
23/08/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi
Gereken Damga Vergisinin Beyanı
01/08/2013
26/08/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar
Vergisi Stopajının Ödenmesi
01/08/2013
26/08/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait İstihkaktan Kesinti Suretiyle Tahsil Edilen Damga Vergisi ile Sürekli Mükellefiyeti Bulunanlar İçin Makbuz Karşılığı Ödenmesi
Gereken Damga Vergisinin Ödenmesi
01/08/2013
26/08/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin
Beyanı ve Ödenmesi
01/08/2013
02/09/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait 4/a ve 4/b Kapsamındaki Sigortalılara İlişkin Primlerin Ödenmesi
01/08/2013
02/09/2013
Temmuz 2013 Dönemine Ait Haberleşme Vergisinin
Beyanı ve Ödenmesi
01/08/2013
02/09/2013
Temmuz 2013 Dönemine İlişkin Ba, Bs Formlarının
Verilmesi
YAYIN KURULU
• Prof.Dr. Lütfü ÇAKMAKÇI
• Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
• Prof.Dr. Ayhan ÇIKIN
• Dr. Umut TOPRAK
• Dr. Hilal TUNCA
• Dr. Tuba ŞANLI
• Dr. Güray AKDOĞAN
• Tevfik Fikret CENGİZ
SA
M
LA
AÇLI KOO
P
RI
M
Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev Yapmaktadırlar.
ER
V E D İ Ğ E R TA
BİR
K
RK
IN
MA
LİKLERİ M
E
L
gibi sağlık kuruluşlarının kurulabileceğine dikkati çekerek, vatandaşların da
sağlık hizmeti aldıkları kooperatiflerin
ortağı olabileceğini, kendi sağlık kuruluşunda tedavi imkanı bulacaklarını açıkladı. "Ortakların eşit oya sahip olması,
işletmelerini sahiplenme duygularını
artırıyor, bu da kooperatiflerinin başarı
şansını artıracaktır" ifadelerini kullanan
Yazıcı, Bakanlık olarak kooperatifçilik
potansiyeli yüksek yeni alanlarda fikirleri olan girişimcileri, kooperatif işletme
modeli ekseninde bir araya gelerek bu
modelin sağlayacağı avantajlardan yararlanmaya davet ettiklerini kaydetti.
• Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI
• Prof.Dr. Cem ÖZKAN
• Dr. Yener ATASEVEN
• Dr. Özdal KÖKSAL
• Dr. Neşe N. TOPRAK
• Dr. Levent DOĞANKAYA
• Dr. Selen Deviren SAYGIN
• Ünal ÖRNEK
F
Yazıcı, sağlık alanında kooperatifleşme
ile özellikle büyük sermaye gerektirmeden poliklinik, tıp merkezi ve hastane
01/08/2013
23/08/2013
İ
AT
»» Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, yeni bir tür olarak sağlık kooperatiflerinin
kuruluşuna izin verdiklerini söyledi.
"Ülkemizde 85 binin üzerinde kooperatif
bugün itibariyle farklı sektörlerde 30’u
aşkın alanda ekonomimize can katıyor.
Kooperatiflerin önemi artık daha iyi kavranıyor, bu nedenle kooperatifleşme her
alana yayılıyor." diye konuştu.
Temmuz 2013 Dönemine Ait İlan ve Reklam Vergisinin Beyanı ve Ödenmesi
KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ
1971 yılından bu yana faaliyet gösteren Türkiye Köy Kalkınma ve
Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatif Birlikleri, 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’nun geçiçi 2. maddesi gereği, intibak dışı kalarak tüzel
kişiliklerini korumuş ve Merkez Birliği düzeyinde KÖY-KOOP adı altında üst örgütlenmelerini tamamlamışlardır.
Köy-Koop Merkez Birliği; Tarıma ait farklı çalışma alanlarında
(Hayvancılık, Süt üretimi ve işlenmesi, seracılık, halı–kilim üretimi,
zeytin ve zeytinyağı işlenmesi, bal, çeltik üretimi ve işlenmesi,
çiçekçilik, fidan, salça, reçel, konserve üretimi v.b.) etkinlik
gösterir. Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev
Yapmaktadırlar.
Sağlık Kooperatifleri Geliyor
Bakan Yazıcı, Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı'nda belirlenen hedefler çerçevesinde bir ilke daha imza
atarak sağlık kooperatifi kuruluşuna izin
verdiklerini beliritti.
Sağlık kooperatiflerinin 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu ve ilgili yönetmeliklerin hükümlerine uygun olarak
etkin, verimli ve kaliteli sağlık hizmeti
sunulmasını sağlamak üzere tıp doktorları, hemşireler, diğer sağlık personeli ve
diğer katılımcılar tarafından özel sağlık
kurumları açmak ve işletmek, vatandaşların her türlü sağlık gereksinimini karşılamak üzere kurulacağını belirten Yazıcı,
01/08/2013
20/08/2013
KA
Bir gün sonra Atatürk’ün 1936 yılında kurduğu Silifke Tekir Çiftliği Tarım
Kredi Kooperatifini ziyaret ettik. Hayatta olan kooperatif kurucuları ile
Nusret Bey sohbette bulundular. Köylüler, Tarım Kredi Kooperatifi kuruluşu konusunda köyümüze haber geldiğinde Kasaba eşrafı “kooperatifçilik
Komünistliktir. Yarın tavuğunuzun
yumurtasını bile elinizden alırlar”
şeklinde propaganda yapıyorlardı.. Vali
Silifke’de bizleri makamında kabul etti
ve kooperatifçiliğin yararlarını anlattı.
Buna rağmen biz korku içinde kooperatife ortak olduk. Kooperatif kurulduktan sonra gördük ki, kooperatif zararlı
değil, bizim yararımızadır.
2013/2. Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran/2013) Ait
Gelir/Kurumlar Geçici Vergisinin Ödenmesi
Ğİ • KÖY
Sayın Arkadaşım İrfan Ünver
Nasrattınoğlu’na
Türk Kooperatifçilik Kurumu Dergisi’ne
ciddi birer belge olacak Kooperatifçi
Üstadımız Nusret Uzgören ile ilgili anı
fotoğraflarından bazılarını gönderiyorum. 1978 yılında rahatsızlığı nedeniyle Ankara’da ziyaretine gitmiştim. Ziyaretim sırasında çok halsiz olduğunu
söyledi. Ben de kendisine “sizi Akdeniz
sahiline, Taşucu’na götürmeye geldim”
dedim. Kızlarının Karşı koymalarına ve
kendi isteksizliğine rağmen Taşucu’na
gelmeye razı oldu. Önce Konya’ya geldik. Orada Halk Bankası’nı görmek
istedi. Banka Müdürü ve memurlarla
görüştü. Artık halsizliği ve hastalığı bitmişti. Sonra Karamana geldik. . Yine ilk
ziyaret yeri Halk Bankası oldu. Bu iki
Banka müdürünün masasında Karınca
Dergisi’ni görünce son derece mutlu
oldu. Bana çok kez Halk Bankası’nı nasıl kurduklarını anlatırdı. Bankanı kuruluşunda az miktarda tahta sandalye
ve tahta sandıkları masa olarak kullandıklarını söyledi. Gezdiğimiz Bankalarda gelişmişliği görünce çok mutlu oldu.
Saat 17’de Silifke’ye geldik. Kendisini
Boğsak’taki motele yerleştirdim.
01/08/2013
19/08/2013
RLİ
Şimdi Gelelim Aslan Eyce’nin
Sunduğu Özel Belgelere
Köy-Koop Eski Genel Başkanı
2013/2. Dönemine (Nisan-Mayıs-Haziran/2013) Ait
Gelir/Kurumlar Geçici Vergisinin Beyanı
Bİ
Başladılar bizi sorguya çekmeye. “Siz”
dediler “fabrikaya ayçiçeği getirirken
bunların arasına konan silahları alıyor, sonra çeşitli yerlere yağ gönderirken bu silahları devlete karşı olan
kooperatiflere gönderiyormuşsunuz.
“Beyler” dedik, “bizim görevimiz, silah
dağıtmak değildir. Biz kırsal kesimin
kalkınmasıyla görevliyiz. Sizin silah
aradığınız fabrika 160 kişi çalıştırıyor. Binlerce dönüm araziye ayçiçeği
ektiriyor. Kooperatiflerin silahla ilgisi
yoktur. Onlar köylünün can dostlarıdır. Onlara ellerini silahla değil, sevgiyle uzatırlar.”
Ne var ki, bizim söylediklerimiz pek
dikkate almadılar. Bizi palas pandıras
Konya Sıkı Yönetim Komutanlığına
gönderdiler. Orada da sorguya çekildik. Hazırlanan raporları İncelenmek
üzere Yozgat Valiliği’ne havale ettiler.
Yozgat Valiliği Jandarma Komutanlığı
ile birlikte hazırladığı raporda “Suçlamaların bir iftiradan ibaret olduğunu,
kooperatifin yörenin kalkınması için
köylü ile el ele yürüdüğünü” bildirdiler.
Böylece cezalandırılmadan kurtulduk.
Aslan Eyce’de bitiş bölümünde karşılaştığı güçlüklerle birlikte 12 Mart’ın
vurduğu darbeye de değinecek.
Mehmet Hadi İLBAŞ
Aşağıda Atatürk’ün kooperatif ortaklığı
belgesi ve Nusret Uzgören’in bölgedeki
insanlarla sohbet anı gösterilmektedir.
01/08/2013
14/08/2013
Z
Kendi kooperatifimden
biliyorum. Sivas Milli
İstihbarat Teşkilatı’ndan bir
ekip gelip kooperatife ait
yağ fabrikasında araştırma
yapmaya başladı. Bizden
kanal ve kanalizasyonların
giriş yerlerini göstermemizi
istediler. Dediklerini yaptık.
Kanal ve kanalizasyonları
didik didik aradılar. Sonra
elleri boş dışarı çıktılar.
Atatürk ayrıca, 1600 dönüm araziyi
alarak Tekir Çiftliği’ni kurdu. Burada
iyi ırk inek, koyun, iyi cins buğday yetiştirilmesi ve çeltik ekimini geliştirdi.
Kendisi ayrıca ilk kurulan Tarım Kredi
Kooperatifinin bir numaralı ortağı oldu.
E
12 Eylül darbesinden en çok zarar görenler arasında kooperatifler başta gelir. 12
Eylül sabahı tüm kooperatiflerin belgelerine el kondu. Günlerce bu belgeler
incelendi.
Sevgili kooperatifçiler,
Ağustos ayı muhasebe konusu ile ilgili
yapılması gerekenleri sizler için, madde
madde aşağıda sıraladım. İşlerinizde başarılar dilerim.
İmtiyaz Sahibi ve Yayınlayan:
S.S. Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı
Kooperatifler Birliği KÖY-KOOP Adına
Yakup YILDIZ
Sorumlu Yazıişleri Müdürü:
Mehmet VAROL
Genel Yayın Yönetmeni: Emel TUĞRUL
Haber Müdürü: Turgay SOLMAZ
Haber Koordinatörü: Ayhan ELMALIPINAR
Reklam Müdürü: Yasemin ACAR
Merkez Adres: Paris Cad. 24/7 Kavaklıdere-Ankara
Tel: 0312.419 63 95-96 Faks: 0312. 419 63 95-96
Web: www.koy-koop.org • E-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın
Temmuz 2013 ANKARA
Baskı:
Atalay Matbaacılık Ltd. Şti.
Elif Sk. Sütçü Kemal İşhanı No:7/236-237 İskitler - ANKARA
Tel: 0312. 384 41 82
Yazıların Sorumluluğu yazarlara, ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
BİRLİKLERDEN HABER
3
Balıkesir Hay-Koop Genel
Kurulu’nu Yaptı
İlk 500 Sanayi Kuruluşunda
6 Kooperatif Var
»» Balıkesir Hayvancılık Kooperatifleri Birliği (HAY-KOOP) Ticaret
Borsası toplantı salonunda Olağan Genel Kurulu’nu gerçekleştirdi.
»» İstanbul Sanayi Odası’nın açıkladığı ilk 500 büyük sanayi kuruluşu
içinde Pankobirlik iştiraki olan Konya Şeker 44. sırada yer aldı.
2 yıllığına yapılan seçimlere gizli oy açık tasnif
çarşaf lise ile gidildi. Hüseyin Özcan (85 oy),
Faruk Özen (79 oy), Hüseyin Kuzgun (73 oy),
Ahmet Köseoğlu (73 oy), Hüseyin Uydaş (53
oy) ile yeni yönetimi oluşturdu. Mevcut Başkan Cemil İlcan Denetleme Kuruluna 92 oy
ile seçildi. Denetim Kurulunun diğer üyeleri
ise Kemallettin Kırca (88 oy), Ömür Baydar
(51 oy) ile oluştu.
Dosya Beledi Önümüze Çıkıyor
Genel Kurulda konuşan Faruk Özen "2011
yılında karşımıza çıkan dosya bedeli 20 TL
üreticilerin itirazı üzerine diğer illerden alınmadığı gördük ve ödemedik. 2012 yılında
yine karşımıza çıktı bu sefer Türkiye genelinde uygulandığını görünce ödemek zorunda kaldık. Anaç ve buzağı desteklemeleri için
ayrı ayrı dosya başına 10 TL'den 20 TL alınacağını belirttiler. Başka iller gibi bizde itiraz
ettik. Uygulama kalkarsa üreticimize bildireceğiz. Damızlık Birliği Üyeleri bize de üye ise
iki kere dosya parası ödememek için bildiri
yapmaları gerekiyor" dedi.
Şikayet Almadık
kooperatiflerinde başarılı kişiler. Bazı kooperatifler çok başarılı, bazılarının ise sadece
tabelaları var. Kooperatifler kendi amaçları
doğrultusunda çalışması lazım. Bu bir eğitim
meselesi. Sosyal faaliyetlerde bu arkadaşlar
çalışkan kişiler. Rüştünü ispat etmişler. Böyle arkadaşların yönetimde olması bizlerinde
işlerini kolaylaştırıyor. Hepsinin yeni görevleri hayırlı olmasını ve görevlerinde başarılar
temenni ediyorum" diye konuştu.
Genel Kurula Gıda Tarım ve Hayvancılık İl
Müdürü Bayram Ali Alanlı, Damızlık sığır
yetiştiricileri Birlik Müdürü Hasan Dertli,
Kepsut Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü
Erol Ziyadinlioğlu katıldı.
Hüseyin Özcan "Küpeleme işimiz düzenli şekilde devam etmekte. Bu konuda HAYKOOP
başarı elde etti. Hiç şikayet almadık. Sizlerinde desteklerinizi bekliyoruz" diye konuştu.
Kooperatifçilik Eğitim İşi
Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Bayram
Ali Alanlı "Makine ekipman desteklemelerinde kooperatiflere öncelik tanıyoruz. Çünkü
bireysel kişiler bir tane alıyor. Kooperatifler de bir tane alıyor ancak bütün üyelerine
hizmet verdiği için daha faydalı oluyor. Kâr
amacı gütmüyorlar. Yeni yönetimi oluşturan arkadaşlar gönüllü insanlar. Hepsi kendi
İSO 500'e Girebilmek
Kayda Değer Gelişme
“Kooperatif türlerimizden biri
olan Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri üreticilerin
güçlerini birleştirerek, ürün
arz zincirinde birbirlerini desteklediği ve bu sayede rekabet
ve pazarlık gücü kazandığı kuruluşlardır. Bu kooperatifler
üreticiyi üretim ve pazarlama
sürecinde yalnız bırakmayan,
üreticinin üretimi sürdürmesi
yönünde güven unsuru olan
kuruluşlardır. Bugün ülkemizde faal 13 tarım satış kooperatifleri birliği, 293 kooperatif ile
Türkiye’nin 57 ilinde 500 bin
civarında üretici ortağına hizmet götürerek önemli bir görev üstlenmiş bulunmaktadır.
Bu kooperatiflerimizden, İstanbul Sanayi Odasının açıkladığı ilk 500 büyük sanayi
kuruluşu içinde Trakyabirlik
77 ve Marmarabirlik ise 465.
sırada yer almayı başarmıştır.”
ancar Ekicileri Kooperatifleri Birliği
Bu birliklerden bazılarının
İSO 500 sıralamasına girebilmesi, bazılarının piyasa
etkinliklerinin ciddi oranlara
ulaşmasının ve Türkiye’nin
ihracat şampiyonları içinde
yer alabilmesinin kayda değer
gelişmeler olduğunu vurgulayan Yazıcı, “Bir başka kooperatif üretici kuruluşu olan
Pankobirlik iştiraki Konya
Şeker 44. Sırada, Kaysei Şeker ise 135. sırada yer almayı başarmıştır. Pankobirlik
Ülkemizin 64 ilinin, pancar
üretimi yapan, yaklaşık 1,6
milyon ortağıyla, 31 pancar
kooperatifinin 300'e yakın
şubesi, 6 kooperatif şeker fabrikası, (Adapazarı, Amasya,
Kayseri, Boğazlıyan, Konya,
Çumra) ve 50'nin üzerinde
tarımsal amaçlı iştirakiyle,
ortaklarının tarımsal faaliyetlerinde kullandıkları her türlü
girdinin teminini, dağıtımını,
denetimini ve koordinasyonunu yapan bir üretici örgütü
kooperatif kuruluştur. İlk 500
şirket arasında yer alan kooperatiflerinin çok önemli birer
işletme modeli olduğu bir kez
daha gözler önüne serildi.”
değerlendirmesinde bulundu.
Köy-Koop Muğla Birliğinden Vali’ye Ziyaret
Sulama Kooperatifleri 10. Kalkınma
Planında Yok!
»» Basın Bildirisi
10. Kalkınma Planı İncelendiğinde toprak, su , enerji, gıda politikalarınınbirbirleriyle olan ilişkisini
dikkate almadığı görünmektedir. 21. Yüzyılın başından
itibaren su, enerji, gıda ve
çevre arasındaki ilişki sürekli gündemde yer alırken, 10.
Plan’da bu hususa yer verilmediği görülmüştür. Planın
diğer bir diğer eksikliği de genelde kooperatiflerle ilgili sorunların yer almayışıdır.
10. Kalkınma Planı’nda kooperatiflerle ilgili açıklamalar sadece 683, 688 ve
700’üncü maddelerde çok yetersiz olarak yer
almıştır.
10. Kalkınma Planı Taslağında tarımsal sulama konusunda çok önemli işlevler üstlenen “Sulama Kooperatifleri”nin yer almadığı
görülmektedir. Bu da ülkemizdeki kalkınma
anlayışında kooperatiflerden ne denli uzaklaşılmış olduğunu ortaya koymaktadır. Halbuki 2012 yılı Birleşmiş Milletler tarafından
‘Uluslararası Kooperatifler Yılı’ olarak ilan
edilmiş ve “Kooperatifleşme” yaşanan ekonomik krizden kurtulma çaresi olarak açıklanmıştır.
Sulama Kooperatifleri özellikle bizim gibi ülkelerde ve tarımsal sulama gibi stratejik bir
konuda büyük önem taşıdığı açıktır.
Ülkemizdeki 2500 Sulama Kooperatifi,
27 Bölge Birliği, 300.000 çiftçi ortak ile
1,800,000 bin nüfusu temsil ederek, üretim,
istihdam ve göçü önleme gibi birçok alanda
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, İstanbul Sanayi
Odası (İSO) 500 raporunu
değerlendiren yazılı bir açıklama yaptı. Odası (İSO) 500
içinde yer almasının ayrı bir
önem taşıdığını ifade etti.
Kooperatiflerin ülkemiz açısından önemine değinen Yazıcı, “İlk 500 şirket arasında
yer alan kooperatiflerin çok
önemli birer işletme modeli
olduğu bir defa daha gözler
önüne serildi.” dedi.
Yazıcı, Bakanlığımız kooperatifler aracılığı ile toplumun
geniş kesimlerine önemli hizmetler sunmaktadır. Kooperatiflerimiz bugün Türkiye ekonomisi adına önemli başarılara
imza atmaktadırlar. İlk 500
içinde bu kuruluşlarımızın yer
alması ayrı bir önem taşımaktadır. Kooperatifler ülkelerin
ekonomik ve sosyal kalkınmasına önemli katkı sağlamaktadırlar. Kooperatifçilik, bugün
ülkemizde 8 milyondan fazla
insanımızın gönüllü olarak
katıldığı bir ekonomik girişim
modeli olmayı başarmıştır.”
diye konuştu. Geniş kesimleri bünyelerinde barındıran
bir ortaklık modeli olması
açısından kooperatiflerin her
geçen gün yeni bir başarıya
imza atmasının kendilerini
sevindirdiğini anlatan Yazıcı,
katkılar sağlıyor. Bu nedenle Sulama Kooperatifleri yaşadığı sorunlardan bir
an önce kurtularak Su Kaynakları
Yönetim zincirinde etkili bir şekilde yer alması gerekmektedir.
Bu nedenle Plan Taslağı’ndaki
1056’ncı maddesi “Sulama Birliklerinin ve Sulama Kooperatiflerinin kuruluş kanunu yeniden
ele alınıp düzenlenerek, daha etkin hale getirilmesi yönünde alternatifler oluşturulacaktır.
Türkiye’nin kalkınması ancak güçlü ve
etkili kooperatif yapısıyla gerçekleşebilir.
Bu nedenle Kalkınma Planlarında kooperatifler için daha geniş ve kapsamlı, hedef
ve politikalar yer almalıdır. Bunun yanısıra bu kapsamda acil olarak genel bir yasal
düzenleme yapılmalıdır. Bu düzenlemede
öncelikle kooperatiflerin Bölge Birliklerine
üye olmalır, Bölge Birliklerinin de Merkez
Birliğine üye olması zorunlu hale getirilmelidir. Genel Kurul kararlarının uygulamaya
geçebilmesi için de Merkez Birliğinin onayı
zorunlu kılınmaldır.
Türkiye’nin kalkınmasında
kooperatiflerin rolü ve önemi
gözardı edilmemelidir.
Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.
A. Halis Uysal
Türkiye Sulama Kooperatifleri
Merkez Birliği Genel Başkanı
»» Köy-Koop Muğla Birliği ve Muğla Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği
yeni atanan Vali Mustafa Hakan Güvençer’i makamında ziyaret etti.
Son valiler kararnamesi ile Bingöl Valiliğinden, Muğla valiliğine atanan Mustafa Hakan
Güvençer’e 16 Temmuz 2013
tarihinde Muğla Köy-Koop
Birlik Başkanı Eray ÇİÇEK,
Muğla Köy-Koop Birlik Müdürü Önder TAVUS ve Muğla
Damızlık Sığır Yetiştiricileri
Birliği Mehmet ALDEMİR tarafından bir ziyaret gerçekleşti.
Çok sıcak geçen ziyarette, Vali
Güvençer “İşinize ne kadar
HAL VE GİDİŞ
gönül verdiğiniz ve özveri katabildiğiniz çok
önemli. Ülkemizde her
sektörün kendine göre
sorunları var. Bizim
olumsuzluklardan şikayet etmeye hakkımız
yok. Olumlu durumları
görüp kendimize daha
fazla şeyler katarak
çalışmalarımızı yürütmemiz gerekiyor.” diye
konuştu.
Sait MUNZUR
4
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
GÜNDEM
Bu Dünyadan Bir Işıklı Geçti
»» “Değerli Kooperatifçi Dostlar, bu yazımı 13
Temmuz 2013 Cumartesi günü zamansız sonsuzluğa
uğurladığımız Prof.Dr. Alpaslan Işıklı için kaleme
aldım. Işıklı Hoca, yaşamı boyunca sanayi, tarım ve
hizmet sektöründe emeğin örgütlü mücadelesi ,özerk
üniversite ve aydınlık bir Türkiye için savaş veren
yurtsever bir Türk aydınıydı.”
Alpaslan Işıklı’yı, ilk kez Yugoslavya
(Tito)’nın sosyalist ve komünist parti
kadrolarındaki bürokratikleştirmeyi
önlemek için geliştirdiği öz-yönetim
deneyine ilişkin kitabıyla tanıdım.
Kitabı iki açımdan dikkatimi çekmişti. Birincisi şu idi; o yıllarda Türkiye’deki kimi toplumcu çevreler,
çözümleri evrensellik yaklaşımlarıyla başka odaklarda arayış içinde
idiler. Ben de aksine, toplumcu çözümlemelerin Türkiye koşullarında
üretilmesi gereğine inanlardan biri
idim. Bu nedenle katı bürokratik koşullarda reel sosyalist yönetimlerin
sürekli olamayacağını seziyordum.
İkincisi de birincisine bağlı olarak,
her konuda Tam Bağımsızlık şiarını savunuyordum. Işıklı Hoca’nın
andığım kitabı bunlara ışık tutacak
ipuçlarını veriyordu.
Işıklı Hoca, Kemalist ve Sosyalistti.
O’na göre de bu ikisinin birbiriyle çelişen yanları yoktu. Işıklı Hoca, bunu
ilk fark eden solcu aydınlardan biri
olmuştu. Çünkü Bir Kemalist’te göre
20. yüzyılda yarı sömürge ülkelerde
mücadele eden devrimci aydınların
bir ayağının solda, öteki ayağın da
milletin bağrında olmasından doğal
bir şey olamazdı. Mustafa Kemal
Atatürk bu doğrultuda “…Şark’tan,
şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl
görüyorsam, uzaktan bütün şark
milletlerinin de uyanışlarını öyle
görüyorum. İstiklal ve hürriyetine
kavuşacak olan çok kardeş millet
vardır” söyleminde bulunmuştu.
Geçtiğimiz 20 yy, bu gerçeğin yüzyılı
olmadı mı? Çin, Hindistan, Vietnam,
Küba, Cezayir, Tunus bu anlamda,
az gelişmişlerin emperyalizme karşı verdikleri kurtuluş savaşlarından
sonra ortaya çıkmadılar mı?
Işıklı ‘nın ölümü üzerine duygu yüklü bir yazı yazan Cüneyt Akalın arkadaşım bunu söyle ifada ediyor:” “Hiç
aklımızdan çıkarmayalım: emperyalizmin denetim altındaki bir ülkede
devrimcinin bir ayağı sosyalizmde,
öteki ayağı milliyetçiliktedir. Tıpkı
Dr. Sun Yat Sen, Nehru, Ahmet Sukorno, Nasır, Tito, Nkrumah, Komo
Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI
»» Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği’nin 2012 Yılı 11. Olağan Genel Kurulu
17 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Plaza Otelde yapıldı.
Genel Kurul’a misafir olarak katılan, Türkiye Milli Kooperatifler
Birliği’nden Genel Başkan Muammer Niksarlı ve Genel Müdür Leyla
Özcan, ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Turhan Tuncer, TÜSKOOP
Genel Başkanı Halis Uysal, ORKOOP Genel Başkanı Cafer Yüksel,
Prof.Dr. Gürol Ergin, Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı Balıkçılık
ve Su Ürünleri Genel Müdürü Dr.
Durali Koçak, Finansbank İşletme
Bankacılığı Yönetmeni Ebru Çetinkaya katıldı.
Güçlü Bir Su Ürünleri
Kanununa İhtiyaç Var
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
[email protected]
Kenyatta, Lumumba ve nihayet Chavez, Morales, Maduro gibi…”
Işıklı Hoca, Attila İlhan gibi aynı
zamanda Bir Sosyalistti, ancak Türk
Sosyalisti idi. Ben, Işıklı Hoca’yı Attila İlhan’ın bilim kişisi niteliğindeki ardılı olarak gördüm da Attila
İlhan’ın dediği gibi, “Bir sosyalistin,
Marksizm yöntemini kendi ulusal
koşullarına uygulayarak çıkaracağı
yorumlar önemlidir. Sağdan soldan
alacağı bilgilerle bu iş olmaz. Halkının kabul edeceği formülü bulması
lazım. Her ulus, kendi sosyalizmini
üretmek zorunda. Sonra, sosyalizmler arasında bir anlaşmaya, belki
uluslararası bir sosyalizme gidilebilir” yaklaşımına sahipti.
Işıklı Hoca, küreselleş(tir)me örtük
adıyla neoliberalizm ya da yeni emperyalizm konusuna günümüzde
ışık tutan en önemli aydınlarımızdan biri olmuştu. Örneğin ,”Neoliberalizm ve 3. Dünya Savaşı” kitabında
dünyada yaşanmakta olan kaosta,
komşularıyla savaşa itilen Türkiye'yi
nasıl etkileyeceği sorusuna yanıtlar
aradı; Latin Amerika'nın uyanışının
ve Rusya ile Çin'in varlığının bu gidişatı tersine çevirmeye yetip yetmeyeceğini tartıştı. Küreselleşme karşıtlarını ve Üçüncü Dünya'daki etnik
hareketleri titizlikle inceleyen Işıklı;
kitabında ayrıca bu büyük bunalıma
çare olabilecek dinamikler ve çözüm
yolları öneriyordu.
Işıklı Hoca, kısaca insanlığın ve dünyanın sorunlarına kafa yoran Bir
Türk Aydını idi.
Işıklar içinde yatsın.
Trakya’ya Yapılacak
Canlı Hayvan Sevklerine Düzenleme
»» Bakanlık tarafından "Aşılı Arilik" statüsü verilen
Trakya bölgesine yapılacak canlı hayvan sevklerine
yeni düzenleme getirildi.
'Trakya'da Şap Hastalığından Aşılı
Arilik Statüsünün' sürdürülebilmesi amacıyla Anadolu'dan, Trakya'ya
yapılacak canlı hayvan sevklerine
Uluslararası kurallar getirildi. Bu
çerçevede Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan 2010/7,
2010/13 ve 2013/16Sayılı Genelgeler
ekseninde Trakya Bölgesine Yapılacak olan canlı hayvan sevkleri ile ilgili bilinmesi gerekenleri; Aydın Gıda
Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Salih Köksal şöyle açıkladı. "Hayvanlar
doğumlarından itibaren işletme değiştirmemiş olmalı veya en az 3 aydır
halen bulundukları işletmede barındırılmış olmalıdır. İşletmenin 10 kilometre çevresinde de en az 3 aydır
şap hastalığı görülmemiş olmalıdır.
SÜR-KOOP Olağan Genel Kurulu Gerçekleşti
Hayvanlar sevk öncesinde 30 gün
süre ile bir işletmede izole edilmeli,
bu süre sonunda bütün hayvanlar
şap virüsü varlığı yönünden teste
tabi tutulmalı ve sonuçları negatif
olarak bulunmuş olmalıdır. Ayrıca
bu süre zarfında bu işletmenin 10
kilometre çevresinde şap hastalığı
çıkmamış olmalıdır. Test ücretleri yetiştiriciler tarafından karşılanacaktır. Hayvanlar bulundukları
işletmeden yüklemenin yapılacağı
yere nakledilirken şap hastalığı enfeksiyonuna maruz kalmamalıdır.
Trakya'ya hayvan sevki için 30 günlük karantina süresi ile yapılacak
testlerin sonuçlanma süresi dikkate
alınarak İl Müdürlüğüne müracaatta
bulunulmalıdır"
Genel Kurul açılış konuşmasını
yapan Su Ürünleri Kooperatifleri
Genel Başkanı Ramazan Özkaya,
“Balıkçılık sektörümüz dinamik,
hareketli, iş istihdamı sağlayan
bir sektör. Bu sektörün idare edilmesi için güçlü bir Su Ürünleri
Kanunu’na ihtiyaç var. 1380 sayılı
su ürünleri kanunu üzerinde çalışmalar son aşamaya geldi. Beklentimiz, sürdürülebilirliği sağlayacak,
kaçak avcılığı önleyecek, dürüst çalışanı koruyacak maddeleri içeren
bir kanun olmasıdır. Balıkçılarımız
bu yıl balık yakalama sorunu olmamasına rağmen, yakaladığı balıkları gerçek fiyattan satılmaması nedeniyle sıkıntılı bir sezon geçirdiler.
Piyasaya talepten fazla balık sürülmesini engellemek için bazı balık
türlerine kesinlikle kota getirilmeli
ve kontrolü de çok sıkı bir şekilde
yapılmalıdır. Teşvik verilerek tekne
ruhsatları geri alma işlemleri, önümüzdeki günlerde 30 metre üstünde de metre başına tekne sahibini
memnun edecek gerçek fiyat verilerek devam etmelidir. Bu yıl 11.’sini
gerçekleştireceğimiz Olağan Genel
Kurulumuzun tüm kooperatifçilerimize ve ülkemize hayırlı olmasını
diliyorum.” diye konuştu.
Genel Kurul Toplantısında Divan
Başkanlığına; Mithat Altunay, Divan Bşk. Yrd. Mehmet R. Akgüz,
Katip Üyelikleri Osman Demirkol,
İbrahim Marangoz, Oy tasnifçiliklerine ise Ömer Tuncer ve Celalletin Erol’dan oluştu. Oluşan Divan
Kurulu’ndan sonra gündem maddelerine geçilerek konukların konuşmalarına yer verildi.
Dünyaya bakıldığında kooperatifçiliğin üçüncü sektör haline geldiğini,
bunun için de Kooperatifçilik Strateji ve Eylem Planı’nın bir an önce
uygulanmaya geçilmesinin gerekliliğine vurgu yapan, Türkiye Sulama
Kooperatifleri Genel Başkanı Halis
Uysal, “Su Ürünleri Kooperatifleri
ve Türkiye Sulama Kooperatiflerini
eşdeğer ve kardeş birlikler olarak
görüyorum. Bu Ramazan gününde
yapılan Genel Kurulun tüm SÜRKOOP ailesine hayırlı olmasını diliyorum” dedi.
1163 Sayılı Yasanın
Değişmekte Olduğunu
Sadece Duyuyoruz
Genel Kurulda bir konuşma yapan
Türkiye Milli Kooperatifler Genel
Başkanı Muammer Niksarlı, “Dört
yıl üzerinde uğraşılan ve övünerek bahsettiğimiz ‘Kooperatifçilik
Strateji ve Eylem Planı’ uygulamaya konduktan sonra, uygulamada
olduğunun farkında olmadığımızı
söylemek istiyorum. İki tane somut
örnek vereceğim, bir tanesi 1163
Sayılı Yasanın değişmekte olduğunu sadece duyuyoruz. Bizimle bu
konuda bugüne kadar, herhangi bir
çalışma yapılmamamıştır. Ve hatta Milli Kooperatifler Birliği, diğer
Merkez Birlikleri yöneticileri, Üniversiteler, Türkiye’nin bu konuda
uzman kişileri, Yargıtay’ın ilgili daireleri, Hazine Müsteşarlığı dahil,
acaba bu Strateji Belgesi doğrultusunda ‘yeni 1163 Sayılı Yasa nasıl
olmalıdır’ çerçevesinde bir çalıştay
yaptık. Çalıştaya, bilinçli olarak
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı katılmadı. Nedeni; 1163 Sayılı
Yasanın hazırlama sorumluluğunun iligili Bakanlıkta olması. Yani
biz sorumlu değil miyiz? Bizleri ilgilendiren bir yasanın nasıl olması
konusunda kendi içimizde birkonuşma yapma hakkımız yok mu?
Böyle bir hakkın bizde olmadığı
idda ediliyorsa, Strateji Belgesi’nin
ruhuna uygun uygulanmasından
kaygı duyuyorum. Ve bu kaygımın
sadece bugün o makamlarda oturan kişilerin yorumundan kaynaklandığını biliyorum. Çünkü o kişiler
değişip yerine başkaları geldiği zaman o yorumu bu şekilde yapmayabilirler.” diye konuştu.
Orman Köylülerinin Bütün
Kazanımları Ellerinden
Alınıyor
Niksarlı ikinci değerlendirmesinde
ise, “Ormanlarımızla ilgili bir yasa
hazırlanıyor, Orman Kooperatiflerinin haberi yok. Orman köylülerinin bütün kazanımları ellerinden
alınıyor. Niye kooperatiflerin haberi yok? Hani Strateji Belgesi’nin bir
ruhu vardı? ‘Bütün sorunları sektör
sahipleriyle masaya yatırıp çözeceğiz’ diyen Başbakanın bir talimatı vardı. Ben bu uygulamalardan
Başbakanın haberi olduğunu sanmıyorum. Bu konuyu Başbakana
götürmek zorundayız. Başbakanın
açıkladığı ‘Kooperatifçilik Strateji
ve Eylem Planı’nın ruhunu aykırı
hale getiren bürokratlar ne yaptıklarını bilecekler.” dedi.
Kooperatiflerin Yerine
Üretici Birliklerini İkame
Etmek İstiyorlar
Birliklerle Kooperatiflerin aynı çatı
altında toplanamayacağını, çünkü
bu iki yapının yasalarının farklı olduğunu belirten Niksarlı, “Birinin
yasası dernekler yasası, birinin yasası ticaret yasası. Derneklerin ticaret odasına üye olması mecburiyeti
getirilse; -aynı odaların kooperatif
birliklerine üye olmasının önü açıldı gibi- ve dernekler ticaret odalarının yönetimini ele geçirirse sonuç
ne olur? Gülünç olur değil mi.Siz
odalarla birlikleri aynı merkez birliği çatısı altında toplarsanız, hepsinin eşit şekilde seçme ve seçilme
hakkı olduğuna göre, yarin o birlikler sizi yönetmeye kalkarsa? Nerede
kaldı sizin kooperatifçiliğiniz nerede kalacak? Bu vicdanada hukuka
da aykırı olabilecek herşeye aykırı.
Böyle bir yasa olmaz. Bunu Anayasa
Mahkemesine götüreceğiz. Üretici birlikleri, kooperatiflerden daha
çok destekleniyor, teşvik ediliyorlar.
Çünkü başlangıçtaki mantık; kooperatiflerin yerine üretici birliklerini ikame etmek. Peki nereden geldi
bu üretici birlikleri, Avrupa’dan.
Şimdi Avrupa’da üretici birlikleri
yok oluyor. Çünkü işlevleri eğitim
ve dayanışmadır.” dedi.
Kooperatifçilik
Felsefesinin, Anlayışının
Anadolu’daki Yansıması
Ahilik’tir, İmece’dir.
Niksarlı, “Kooperatifler kültürümüze Anadolu insanının yaşamına,
Türk insanının anlayışına aykırı
olduğu ve bunun karşılığının olmadığınıda sayın Bakanımız bütün
toplantılarda söylemiştir. Kooperatifçilik felsefesinin, anlayışının
Anadolu’daki yansıması Ahilik’tir,
imece’dir. Ama bana bir tane Avrupa’daki üretici birliğinin karşılığını söyler misiniz? Hangisi Türk
insanına yabancıdır? Onun için bu
çok temel yanlışların düzeltilmesi
gerekmektedir. Üretici birlikleri ile
kooperatifler arasındaki çelişkinin
doğuracağı sonuçların, bunların bir
çatı altında toplamanın yaratacağı
kaosun, şimdiden farkına varmak
gerekir. Varmamak için çok akıllı
olmaya gerek yok. İki çıkar grubunu bir çatı altında toplar, hepsine
eşit düzeyde seçeme ve seçilme
hakkı verirsen, kim bir fazla kişiyle
bu çatının altına girerse, bu çatıyı o
yönetir. Bu kadar basit değil mi?”
diye konuştu.
Genel Kurul’da yapılan seçimlerde,
Yönetim Kurulu Asil Üyeliklerine;
Ramazan Özkaya, Kenan Çınar,
Ali Bayrak, Nihat Beyazıt, Erdoğan
Kartal. Denetim Kurulu Asil Üyeliklerine; Gerçek Dönmez, Mithat Altunay, Şükrü İlikhan seçilmişlerdir.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
GÜNDEM
Hay-Koop Merkez Birliği Genel Kurulunu Yaptı
»» Genel Kurul 8 Temmuz 2013 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Atatürk Konferans Salonunda gerçekleştirildi.
Divan Başkanlığını Tire Süt Kooperatif Başkanı Mahmut Eskiyörük’ün
yaptığı Genel Kurulda; Katip üyeliklerine, Erzincan Hayvancılık Kooperatifleri Birlik Başkanı Abdülaziz Erdoğan ve Kayseri Hayvancılık
Kooperatifleri Birlik Başkanı Adem
Altıntaş, Oy tasnifçileri ise Osman
Yavuz ve Ali Gedikkaya’dan oluştu.
Genel Kurulun
açılışında
bir
konuşma yapan
Tarım Reformu
Genel Müdürlüğü Daire Başkanı
Mehmet Fersan
Dursun, “Yönetim Kurulu olarak, yaptığımız
çalışmalar sonucunda; Merkez Birliğimizin sorunlu
birçok işlemini sonuçlandırarak, 2011
ve 2012 yılı hesap dönemine ait 9. Olağan Genel Kurul Toplantısını bugün
gerçekleştirmekteyiz. Kuruluş amacı hayvancılık faaliyetiyle, süt ve süt
ürünleri pazarlaması olan Merkez Birliğinin sektörde etkin hale gelebilmesi
için, ülke genelinde örgütlenmesini
tamamlanması gerekmektedir.” dedi.
Hayvancılık Kooperatifleri Merkez
Birliğinin daha etkin ve verimli hale
gelebilmesi için birlik ve beraberlik
içinde olunması gerekliliğine vurgu
yapan Dursun, “Bu vesileyle görev
yaptığım süre içerisinde bize desteklerini ve yardımlarını esirgemeyen; Bölge Birliklerimize, Yönetim Kurulu’nda
görev yapan arkadaşlarıma ve Teşkilatlanma Daire Başkanlığı’nda çalışan
mesai arkadaşlarıma; Hayvancılık
Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim
Kurulu Başkanı olarak teşekkür ediyorum. Merkez Birliğimizin 9. Olağan Genel Kurul Toplantısı’nın tüm
ortaklarımıza ve ülkemiz hayvancılığına faydalı olmasını diliyor, hepinizi
saygı ve sevgiyle selamlıyorum.” diye
konuştu.
Kooperatifçiliğin gittikçe küreselleşen
dünyada yerelleşme tepkisi olarak ön
plana çıktığının altını çizenHayvancılık Genel Müdürü Mustafa Kayhan,
“Mahallinde üreten, yerel lezzeti, kalitesi ve ürün konseptiyle ön planda
olan kooperatifçilik, toplumun küreselleşmeye karşıt kesimi tarafından
büyük takdirle izleniyor.Ülkemizde
de yerel ve ulusal üretim yönünden
kooperatiflerin önemli bir misyon
yüklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuştu.
Özellikle konusu hayvancılık
olan kooperatiflere Bakanlık
olarak çok ciddi
destek imkanı
sağladıklarını
belirten Kayhan, “Yaklaşık
245 bin süt sığırı, 390 bin damızlık koyun, besicilikte de 8500’ün üzerinde hayvan
dağıtımı yapılmıştır. Bu çok önemli
bir kaynaktır. Bunun projeksiyonunu hesapladığınız zaman, katlamalı
olarak büyümeye yansıyacağını düşünmekteyiz. Son yıllarda hayvancılıktaki üst üste büyüme gerçekleş-
tirmesinin arka planında yatan da
bu destekler ve kredi imkanlarıdır.
Tarımdaki büyümeye baktığımızda
hayvancılığın daha yüksek bir büyüme sağladığını görüyoruz. Böylesi
hızlı büyüme tabi beraberinde sorunlar da getiriyor. Planlı büyüme
sorun getirmez ama planlamadan
uzaklaşınca; hem talep artışları,
hem ürün fazlalıkları piyasa dengesini bozmaktadır. İşte bu noktada
bizlerin, üretici örgütlerinin, kooperatiflerin çok etkin bir şekilde rol
üstlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.” diye konuştu.
Genel Kurulda yapılan seçimlerde;
Yönetim Kuruluna Ahmet Ertürk,
Çetin İnanç, Hüseyin Özaydın, Recep Pulat ve Ramazan Koman, Denetim Kuruluna ise Salih Akkoç, Adem
Altıntaş ve Sezgin Kahya seçildiler.
2011 yılında Türkiye Hayvancılık Kooperatifleri Merkez Birlği Yönetim
Kurulu, Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı tarafından görevden alınmış, Tarım Reformu Teşkilatlandırmadan Sorumlu Daire Başkanı Fersan Dursun ve aynı birimde görevli
Ziya Okumuşoğlu ve kontrolör Hasan Akdu’nun yer aldığı heyet HayKoop’u seçimlere götürmek üzere
kayyum olarak atanmıştı.
»» Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve 2014-2018 döneminde
uygulanacak 10. Beş Yıllık Kalkınma Plan’ına göre tarımda uygulanacak politikalar
amaç ve hedefler belirlendi.
Uygulanacak politikalar;
1. Tarımsal ürün ihraç pazarları geliştirilecek, talebe uygun nitelik ve
nicelikteki ürünlerin ihracatı amacıyla, üretim aşamasını dikkate alan
destek programları uygulanacaktır.
2. Gıda sanayiinde yerli hammaddenin rekabetçi fiyat ve kalitede sürdürülebilir temini amaçlanacak; iç ve
dış pazar için katma değeri yüksek
ve özel tüketici gruplarının ihtiyaçlarını karşılayan ürünler geliştirilecek; sektörde çevre duyarlılığı göze-
Organik Tarım mı Endüstriyel
Tarım mı?
»» Endüstriyel tarım kimyasal ilaç ve kimyasal
gübreler, şirket tohumları, yoğun tarımsal makineler
ve yoğun su kullanılarak yapılan tarım sistemidir.
10. Beş Yıllık Kalkınma Planında Tarımın Geleceği
Tarımın 5 Yıllık Geleceği
Gelecek 5 yılda, 2014-2018 döneminde tarımda uygulanacak
politikalar, amaç ve hedefleri;
"Toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini esas alan, ileri teknolojiye
dayalı, altyapı sorunlarını çözmüş,
örgütlülüğü ve verimliliği yüksek,
etkin ve talebe dayalı üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü artırmış, doğal kaynakları sürdürülebilir
kullanan bir tarım sektörünün oluşturulması amaçlanmaktadır.
Sektörün yıllık ortalama büyüme
hızının yüzde 3,1 olması, toplam istihdam içerisindeki payının yüzde
21,9'a gerilemesi ve Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla içerisindeki payının ise
yüzde 6,8 olması beklenmektedir."
5
tilecek; taklit, tağşiş ve kayıt dışılığın
önlenmesi sağlanacaktır.
3. Çok sayıda ve dağınık yapıdaki
parsellerden oluşan tarım işletmelerinde bütünlüğün sağlanması, arazi
parçalanmasının önüne geçilmesi ve
iyi işleyen bir tarım arazisi piyasasının tesis edilmesine yönelik hukuki
ve kurumsal düzenlemeler yapılacaktır.
4. Tarım ve sanayi işletmelerinin işbirliği ve entegrasyonu sağlanacak, yerel
ve geleneksel ürünlerin katma değeri
ve ihracata katkısı artırılacaktır.
5. Tarımsal destekler, tarım havzaları ve parselleri bazında, sosyal
amaçlı ve üretim odaklı olarak düzenlenecek, desteklerde çevre ile
bitki, hayvan ve insan sağlığı dikkate
alınacak, tarımsal desteklerin etkinliği izlenerek değerlendirilecektir.
Tarımsal desteklemelerde ürün deseni ve su potansiyeli uyumu göze-
tilecek, sertifikalı üretim yöntemlerine önem verilecektir. Ayrıca, tarım
sigortalarının kapsamı genişletilerek
yaygınlaştırılacaktır.
6. Tarımda sosyal yapı gözetilerek
üretim türüne göre yeter gelirli işletme büyüklüğü temelinde tarımsal işletmelerin etkinlikleri artırılacaktır.
7. Tarımsal bilgi sistemlerinin, ortak
kullanıma izin verecek şekilde entegrasyonu sağlanacaktır.
8. Sulama ve ulaştırmaya ilişkin
olanlar başta olmak üzere arazi toplulaştırma faaliyetlerinde ilgili kamu
kurumları arasında koordinasyon
sağlanacak, tarla içi geliştirme hizmetleri etkinleştirilerek sulama oranı artırılacaktır. Mevcut su iletim ve
dağıtım tesislerinde toprak kanallar
ile klasik sistemler yenilenerek kapalı sisteme geçiş hızlandırılacak ve
tarla içi sulamalarda modern sulama
yöntemleri yaygınlaştırılacaktır.
9. Gıda güvenliğini teminen ürün
piyasalarında ve çiftçi gelirlerinde
istikrar gözetilerek etkin stok yönetimi, üretim, pazarlama ve tüketim
zincirinde kayıpların azaltılması,
piyasaların düzenlenmesine ilişkin
idari ve teknik kapasitenin güçlendirilmesi ve dış ticaret araçlarının
etkin kullanılması sağlanacaktır.
Üretici örgütlerinin pazara erişimi
kolaylaştırılacaktır.
Organik tarım ise kimyasal ilaç ve
kimyasal gübreler kullanılmadan
yapılan tarımdır. Büyük tarım işletmeleri şeklinde, çoğunlukla az
sayıda türde bitki veya hayvan
yetiştirilerek, işçi kullanılarak ve
daha çok ihracat veya zincir marketler için, ancak kimyasal ilaç ve
gübreler kullanılmadan yapılan tarım sistemine “endüstriyel organik
tarım” diyoruz. Bu sistem yeterince doğaya saygı göstermediği gibi,
köylünün tasfiyesine engel olmayarak ve tüketicilerin ödeyemeyeceği
ürünlerin pazarlanmasına neden
olarak sosyal yönden de sakıncalar
yaratıyor.
Endüstriyel tarım; toprak, su, tarım ürünlerinde yarattığı kirlenme
ile hem dünyada hem de ülkemizde yaşam üzerinde ciddi bir tehdit
oluşturmaktadır. Grain adlı kuruluşun bir çalışmasında sera gazlarına gıda sisteminin bütün olarak
katkısı hesaplanmıştır. Doğrudan
tarımsal üretim sera gazlarının
%11-15’inden sorumludur. Ancak
sera gazlarının üretiminde arazi
kullanımındaki değişiklikler ve ormansızlaştırmanın %15–18, gıda
ürünleri işleme, taşıma, paketleme ve perakende satışın %15–20,
atıkların ise %2–4 payları vardır.
Toplam olarak endüstriyel gıda
sisteminin sera gazları üretimindeki payı %44–57 arasındadır.
Gerek tarım ürünlerinin işlenmesi
gerekse tarımsal üretimde büyük
bir yoğunlaşma şirketler için kaçınılmaz olmuştur. Kimyasal gübre,
tarım ilaçları, şirket tohumları hep
tek ürün ve biyo çeşitlilikte gerileme ile pazar alanı bulabilirdi.
Tarımsal üretimde işçinin kontrolünün zor olması; tek ürünü, biyo
çeşitlilikteki kaybı ve mekanizasyonda aşırı gelişmeyi zorunlu kılmakta idi.
Gerek endüstriyel tarımın dayandığı petrolün tükeniyor olması,
gerek toprak ve su başta doğal varlıkların tükenmesi, gerekse de bir
yandan obezite ile boğuşan bir kesim diğer yandan ise aç, kötü beslenmiş ve topraksız, işsiz kesimin
oluşturduğu sosyal ve ekonomik
sorunlar bu yolda çıkışın olmadığını göstermektedir.
Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
[email protected]
Agro ekolojik yöntemlerle yapılan
tarım sanıldığı gibi verimliliği düşürmüyor. 30 yıllık bir araştırmada
organik tarımda daha yüksek verim
elde edildiği saptanmıştır. (Rodale
Institute, Farming Systems Trial) Organik tarımda eğer yerel tohumlar kullanılırsa ürünler sadece
temiz olmakla kalmıyor, besleyici
değerleri de çok yükseliyor.
Topluluk destekli tarım, çiftçi pazarları gibi yaklaşımlarla el ele yürütülen ve “endüstriyel” olmayan
bir organik tarım çiftçilerin kırsal
alandan sürülerek kentlerde perişan olmalarını da engelleyebilir.
Bu tür bir organik tarım daha fazla
el emeğine gerek duyacaktır. Ürünlerin dayanışmacı bir yerel gıda
sistemi ile pazarlanması halinde
tüketiciler de bu ürünlere ekonomik olarak ulaşabileceklerdir.
Agro ekolojik yöntemleri esas alınarak yapılan bir tarım girdi maliyetlerini düşürdüğü gibi, dekara
çok daha az fosil yakıt kullanmaya
yol açacaktır.
Var olan sistem tarafından evcilleştirilmemiş bir organik tarım,
sadece tüketicilerin tercihleri ile
yaygınlaşamaz. Endüstriyel tarımda çıkarları olan tarımsal girdi şirketleri, gıda devleri, fastfood
zincirleri, büyük tarımsal işletme
sahipleri ve bunların iş verdiği reklam çevreleri gerçek bir organik
tarıma karşı çıkacaklardır. Ulusal
ve uluslararası tarım politikaları her ne kadar organik tarımı da
destekliyor görünse de endüstriyel
tarımın sürmesi yönünde güçlü bir
destek oluşturuyorlar. Politikaları
değiştirecek bir yapı kurulana dek
ekolojik ve dayanışmaya dayalı yerel tarım sistemlerinin kurulması
için çaba göstermek gerekiyor.
Hayvansal Gıdalara AB
Düzenlemesi
»» AB mevzuatına uyumlu hale getirilen hayvansal
gıdalardaki farmakolojik aktif maddelerle ilgili
faaliyet gösteren işletmecilere, 1 Eylül 2013′e kadar
süre tanındı.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan Türk Gıda Kodeksi
Hayvansal Gıdalarda Bulunabilecek
Farmakolojik Aktif Maddelerin Sınıflandırılması ve Maksimum Kalıntı
Limitleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 26
Temmuz 2013 Tarihli ve 28719 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girdi. Düzenlemeyle bazı
farmakolojik aktif maddelerin maksimum kalıntı limitleri, AB mevzuatına
uyumlu hale getirildi. Bu alanda faaliyet gösteren gıda işletmecilerine değişikliğe uyum sağlamaları için 1 Eylül
2013′e kadar süre tanındı.
6
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
TARIM
Kalkınmanın Merkezine Kooperatifleri Yerleştirmek
Torbadan Mera Çıktı!
»» Bütün sorun, “kalkınmanın merkezine kooperatifleri, insanın yüreğine
kooperatifçiliği koyabilmekte...”
TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen
ve kanunlaşan Torba Yasa’ya hükümetin önerisiyle eklenen mera,
yaylak ve kışlaklarla ilgili maddelere Ziraat Mühendisleri Odası
(ZMO) Genel Başkanı Dr. Turhan
Tuncer’den de sert tepki geldi.
Kapitalist kalkınma tipi ve hızı ekolojik dengeleri altüst etmiş, sorumsuzca yapılan bir üretim/tüketim
ilişkileriyle dünya bir uçuruma doğru sürüklenmektedir. Her insan, işadamları ortalaması kadar tüketirse
11,4 dünyaya, ABD’li bir vatandaş
kadar tüketirse 6,8 dünyaya, Avrupalı bir vatandaş kadar tüketirse 3,4
dünyaya, bir Afrikalı kadar tüketse
0.45 dünyaya gereksinim olduğu
hesaplanmaktadır. Yakın gelecekte
Dünya’nın sonunun geleceği ileri sürülmektedir.
Daha güzel bir dünya
kurmak için doğal
bir özgecilik bilincini
geliştirecek tersi bir
işletmecilik/yönetim biçimi
tasarlamak zorunluluğu
doğmuştur.
Kalkınmanın realitesi, salt ekonomik ölçütlere dayandırılan geleneksel kalkınma görüşü üzerinde
yeniden gözden geçirilmeli ve çevre
sorunu yeni kalkınma anlayışı içine
mutlaka dâhil edilmelidir.
Liberal ütopyaya dayalı geleneksel
ticari organizasyonların kalkınma
modeli yatırım karının azamileştirilmesine dayandırılmıştır.
Buna karşıt olarak önerilen
kalkınma modelinde, karın azamileştirilmesinden
ziyade, daha çok istihdam
yaratılması ve daha çok
zenginlik üretilmesi araştırılmaktadır. Yatırım karları, istihdam yaratmadan ve
mevcut istihdamı korumadan artıyorsa, bu yatırımlar
toplum açısından bir anlam
taşımazlar.
Yatırımlar yoluyla karın
artırılması dinamiğinde iki
gerçeklik ayırt edilir: emeğe bağlı yatırımlar, emeğe
bağlı olmayan yatırımlar.
Emeğe bağlı yatırımların özünde, işyeri sahibi
hem yatırımcı ve hem de yönetici
konumundadır. İşyeri sahibi, yatırım yaptığı organizasyon içinde çalışır, işçisiyle, müşterisiyle, toplumla
sürekli bağlantılıdır;
Emeğe bağlı olmayan yatırımlarda sermaye sahibi, yatırımın konusu ile hiç bağlantısı olmayan bir
realiteye sahiptir. O, sektörü ne olursa olsun, salt karını azamileştirmeyi
araştırır, yatırımlarını sürekli daha
karlı organizasyonlara doğru akacak
şekilde finansal sermayenin akıcılığını izleyerek farklı bir işletmecilik/
yöneticilik biçimine doğru gelişimini
sürdürür.
Gelişen bilim ve
teknolojinin, kar
motivasyonuna göre
çalışan kapitalist
işletmeler aracılığı ile
üretime uyarlanması
önemli çevresel sorunlar
yaratmaktadır. Ayrıca
kapitalist sistemde
insanların karşısına çıkan
en önemli ekonomik
sorunlar: işsizlik,
aşırı fiyat şişkinlikleri,
gelir dağılımındaki
adaletsizlikler ve
gittikçe kötüleşen çevre
sorunlarıdır.
Gelişen teknoloji ile birlikte işsizliğin gittikçe arttığı da bir gerçektir.
Prof.Dr. T. Ayhan ÇIKIN
[email protected]
İşsizliğin çözümünde kooperatif girişimler büyük umutlar vaat etmektedirler. Örneğin birçok gelişmiş
ülkelerde “istihdam yaratma kooperatifleri”, bir başka adıyla “üretim kooperatifleri” giderek yaygınlaşmaktadır. Bu kooperatiflerin en
gelişmiş örneklerinden biri İspanya’daki ‘Mondragon Kooperatifi’dir.
Bunun yanında, coğrafyaya bağlı
(özellikle kol gücüne dayalı emek dahil) uluslar arası hareketliliği olmayan üretim faktörlerinin istihdamını
en iyi sağlayabilecek girişimlerin kooperatifler olabileceğini ileri süren
pek çok bilim insanı bulunmaktadır.
Örneğin sürdürülebilir ve yerel kalkınmanın en favori işletmelerinin
kooperatifler olduğu pek çok kaynakta belirtilmektedir.
Bilim ve teknoloji, üretimi artırmada önemli katkılar sağlarken, bir
yandan işsizliğin büyümesine, diğer
yandan da çevreye olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Öte yandan salt kar
amacıyla çalışan işletmelerin teknolojiyi kullanarak doğayı aşırı tahrip
ettiğine dair pek çok bilgi-belge literatürde paylaşılmaktadır. Kooperatif girişimler ise, üretimlerini “kâr”
güdüsüne göre değil, “ortaklarının
ihtiyacına göre” planladıklarından,
ayrıca yerel kaynakları kullandıklarından daha çevreci girişimlerdir.
İnsanları tedirgin eden bir başka
ekonomik değişken, fiyatlar genel
düzeyinin sürekli yükselmesidir.
Klasik iktisatçılara göre arz, kar beklentilerine göre planlanırken, harcamalar ise (talep) insan ihtiyaçlarına
göre ve sahip olunan parasal gelire
göre belirlenmektedir. Üç yüz yıldır
büyüyen ekonomide, gelirlerin büyük bir kısmı tüketilemediğinden
küresel düzeyde aşırı bir likit sermaye (finans kapital) birikmiştir. Nitekim 2008 Krizi’nin harcanamayan
bu “gelirlerden” ileri geldiğini iddia
eden iktisatçılar bulunmaktadır.
Özellikle piyasa mekanizması üzerinden üretim faktörlerine yapılan
ödemeler yoluyla paylaşılan gelirlerde emeğin payı azalırken, sermaye grubunun gelirleri de sürekli
artmaktadır. Bankalarda likit olarak
toplanan bu “artı-değerler”in son
onlu yıllarda “yeni bir üretim faktörü” gibi algılanarak finans piyasaları
oluşturulmuştur. Ekonominin makro boyutta işleyebilmesi için temel
kural olan “toplam harcamaların
toplam gelirlere eşit olması” kuralı
yıllardır gerçekleşemediğinden bankalarda toplanan finans kapitalin
değerinin “dünya reel üretimini 4’e
katladığı” yönünde basında haberler
yer almaktadır.
Kapitalist sistemde bölüşüm, piyasada oluşan fiyatlar üzerinden otomatik olarak gerçekleşmektedir.
Özellikle emek “ücret” olarak payını
alırken, toprak, sermaye ve girişimcilik paylarını “rant, faiz ve kar” olarak almaktadırlar. Kooperatif girişimlerde ise, üretim “ihtiyaca göre”
planlandığından bir işletme karı
oluşmayacaktır. Kooperatif işletmelerde, alım-satım fazlası olarak meydana gelen “müspet gelir”, “risturn”
kuralına göre paylaşılacağından
ekonomide harcanamayan, krizlere
neden olabilecek bir “gelir ” birikimi
olmayacaktır.
Kooperatif işletmelerin
ekonomiye, dolayısıyla
kalkınmaya katkısını
önemsememek mümkün
değildir. Bu katkıları
şöylece özetlemek
mümkündür:
• Gücün/iktidarın paylaşılması;
• Varlığın/gelirin paylaşılması;
• Bilginin paylaşılması;
• Çevreye/bölgeye saygı;
• Bölgenin/ülkenin kalkınması
1980’lerde “kooperatiflerin
sonu geldiğini” iddia edenler vardı: özellikle SSCB’nin
misyonundan vazgeçmesi,
azgelişmiş ülkelerdeki başarısız deneyler, kooperatifçiliğin yeniden gözden
geçirilmesi konusunda pek
çok kişi ve/veya kuruluşu
harekete geçirdi. Burada
şimdilik, dört örneği anmakla yetinilecektir:
1. AB Parlamentosu,13 Nisan 1983’
de, Mihr Raporu olarak anılan ve
Avrupa’da kooperatiflerin rolünü
ve pek çok topluluk politikaları için
onun önemliliğini vurgulayan bir çalışmayı kabul ederek kooperatiflerin
AB için vazgeçilemez bir sektör olduğunu kabul etti.
2. Uluslararası Kooperatifler Birliği
(ICA), uzun çalışmaları sonucunda
1995’de “Kooperatif kimliğini” yeniden saptadığını ilan etti.
3. Uluslararası Çalışma Örgütü
(ILO)’nün 2001 yılındaki düzenlediği kooperatifçiliği geliştirme konferansı ve 2003’de yayınladığı “193
sayılı Tavsiye Kararı;
4. Birleşmiş Milletler Örgütü(ONU),
18 Aralık 2009 yılında aldığı bir kararla “Kooperatif işletmeler daha
güzel bir dünya kurar” ana temalı
olarak 2012 yılını “Uluslararası Kooperatifler Yılı (UKY)” ilan etmesi.
5. 8-11 Ekim 2012 tarihlerinde Kanada Québec’te “1.Uluslararası Kooperatifçilik Zirvesi” yapılması ve Zirvesi Bildirisi’nin BMÖ’ne sunulması;
Özetle, son onlu yıllarda gelişmiş
toplumlarda, “ekonomik kalkınmanın merkezine sürdürülebilir kalkınmayı, sürdürülebilir
kalkınmanın merkezine kooperatifleri, kooperatiflerin merkezine insanı, insanın yüreğine
kooperatifçiliği yerleştirme yoları” araştırılmaktadır.
Tuncer, “Bu düzenleme mera, yaylak ve kışlakların hayvancılık amacı dışında kiralanıp yapılaşmaya
açılmasına ve beton yığınlarına
dönüşmelerine yol açacaktır. Hükümet üyelerinin çizdikleri pembe
tablolar ve yaptıkları ‘rekor’ açıklamalarına karşın, Türkiye tarımsal
üretim ve ihracatta bırakın ‘rekor
kırmayı’, bugün samanı bile ithal
etmek zorunda kalan bir ülkedir.
Hal böyleyken bedava yem kaynağı
meralarını amacı dışında kullanarak beton yığınına çeviren Türkiye,
ithalata devam edecek ve dövizlerini o ülkelerin halklarının refahı
için kullanacaktır.” dedi.
maması gerektiğine vurgu yapan
Tuncer, “ZMO olarak, Türkiye’yi
felaketlere sürükleyebilecek bu uygulamalardan vazgeçmeye davet
ediyoruz. Bu doğrultuda, kültürel
ve doğal varlıklarımızı yok edecek
düzenlemeler derhal geri çekilerek
hayati bir yanlışın önüne geçilmelidir.” dedi.
Bakan Bayraktar:
‘Anayasaya Uygundur’
Köyde Oturma Şartı
Aranmadan Ruhsatsız
Yapı İzni Geliyor
Aynı yasaya eklenen bir başka
maddeyle de, köylerde inşa edilecek yapılar ile ilgili yapı ruhsatı
aranmaması istisnasının, ‘köyde
oturma’ şartı olmadan yine herkesi
kapsamasının sağlandığını belirten Tuncer, “Bu uygulama tarım
arazilerinin hızlı bir şekilde tahribine yol açacaktır. Özellikle kıyı şeridindeki köy yerleşim alanları ve
çevreleri, tarım arazilerinin özellikleri dikkate alınmaksızın tümüyle ranta açılacaktır.” diye konuştu.
Türkiye’yi Felakete
Sürükleyecek
Uygulamadan Vazgeçilsin
Artan nüfusumuzu beslemek için
mutlak gerekli olan tarım arazilerimiz ile geliştirmeye çalıştığımız
hayvancılığımız için büyük öneme
sahip meralarımız amacı dışında kullanılmaması, betonlaştırıl-
Meclis’te de tartışmalara neden
olan düzenlemeyle ilgili eleştirileri
yanıtlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, meraların
imara açılmasının söz konusu olmadığını belirterek, önergeyle kiralamanın nasıl olacağının anlatıldığını
kaydetti. Düzenlemenin Anayasaya
uygun olduğunu savunan Bakan
Bayraktar, meraların en fazla binde
5’inin kullanılmasına yönelik 5 ayrı
bakanlık tarafından oluşturulacak
komisyonla belirlenecek bir husus
getirildiğini söyledi.
Sebze ve Meyve Ticareti
Yönetmeliği Değişti
»» Düzenleme 01 Temmuz 2013 tarihli ve 28694 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Sebze ve Meyve Ticareti ve Toptancı
Halleri yönetmeliğinde yapılan değişikliğe göre, aynı
hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemler üretici ve üretici örgütlerinin
yanı sıra komisyoncu ve tüccarlar
arasında da yapılabilecek.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından, Sebze ve Meyve Ticareti
ve Toptancı Halleri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Yönetmelik Hakkında basın
açıklaması yapıldı. Değişikliklere
göre, Bakanlar Kurulu’nun, gerekli durumlarda hal rüsumuna tabi
malları yeniden belirleyebilmesi
yönünde düzenleme yapıldı.
Bunun yanında, uygulamayı kolaylaştırıcı bir düzenleme olarak, aynı
hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemlerin, mal fiyatlarının yükselmesine sebebiyet vermemek ve mal fiyatlarının düşmesine
engel olmamak kaydıyla üretici ve
üretici örgütlerinin yanı sıra komisyoncu ve tüccarlar arasında da yapılabilmesine imkan sağlandı.
Yine değişiklik ile
toptancı hallerindeki işyerlerinin
devrinde
ilgili
meslek örgütünün görüşünün
alınması zorunluluğu kaldırılarak,
toptancı hallerindeki mevcut işyerlerinde faaliyet gösterenlerle yapılacak olan kira sözleşmelerinde noter
onayının aranmaması öngörüldü.
Komisyoncuların vadeli satışlarda mal bedelini satış tarihinden
itibaren 30 iş günü içinde ödemesine, üreticiler tarafından perakende olarak doğrudan tüketicilere satılan malların bildirime tabi
olmamasına ve laboratuvarların
yalnızca orta ve büyük toptancı
hallerinde ve bu yerlerde faaliyet
gösterenlerin 3’te 1’inin yazılı talebi üzerine oluşturulmasına yönelik
düzenlemeler yapıldı.
Öte yandan, cezalı hal rüsumu
uygulamasına konu olan eylemler yeniden belirlendi ve toptancı
halinde satılmak üzere bildirimde
bulunulup toptancı hali dışında
toptan satılan mallar da cezalı hal
rüsumu kapsamına alındı.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
GÜNDEM
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Geleneksel
‘Hasat Bayramı’nı Kutladı
»» ‘Hasat Bayramı’ 25 Temmuz 2013 tarihinde Ankara Üniversitesi Haymana
Araştırma ve Uygulama Çiftliğinde coşku ile kutlandı.
Bu yıl 30.su düzenlenen ‘Hasat
Bayramı’nda Ankara Üniversitesi
Rektörü Prof.Dr. Erkan İbiş, Ziraat
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet
Çolak ve Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları, birçok akademisyen,
meslek örgütü temsilcisi, öğrenciler
ve basın mensupları yer aldı.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Çiftlik Müdürlüğü bünyesinde 4
adet araştırma ve uygulama işletmesi bulunduğunu, 30 yıl önce emek ve
ideallerle kurulduğunu belirten Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftlik
Müdürü Nurdan Şahin Demirağ “Bu
yıl ki bayram sevincimiz 30. Yılımızı
kutladığımız için geçen senelerden
daha büyük. Kuruluş aşamasında
emeği geçen tüm kıymetli hocalarımızı saygı ve minnetle anmak isterim.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Araştırma ve Uygulama Çiftlikleri
içerisinde arazi ve iş gücü, bitkisel ve
hayvansal üretim ile döner sermayeye sağladığı katkı bakımından Haymana Araştırma ve Uygulama Çiftliği
1. Sırada gelmektedir. 4200 dekarlık
Haymana Araştırma ve Uygulama
Çiftliğinin 2500 dekarında tarım yapılmaktadır.” diye konuştu.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dekanı Prof.Dr. Ahmet Çolak, “Bir
üretim yılı daha; öğrencimizle, hocalarımızla, çalışanlarımızla, mühendislerimizle ve uzmanlarımızla, bilgi birikimimizi ürüne dönüştürdüğümüz
bir başarının tacıdır. Bu yıl fakültemizin kuruluşunun 80. Yılı ve çiftliğimizin Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi bünyesinde faaliyet gösterişinin ise 30. yılı hayırlı uğurlu olsun.”
diye konuşarak, Haymana Çiftliğinin
tarihçesini konuklara aktardı.
Tarımda öğrenmenin mutlaka uygulama ile olacağına belirten Prof.Dr.
Ahmet Çolak “Tarım Bakanlığının
destekleri ve meslektaş dayanışması içinde bugünlere geldik. Haymana, Ayaş ve Çifteler Çiftliklerimizde
tarımı yaşayarak, yaşatarak öğretiyoruz’’ dedi. Amaçlarının dünya
standartlarında tarımı bilen mühendisler yetiştirmek olduğunu vurgulayan Çolak, ‘’Yeni eğitim programlarını hizmete alacağız, İngilizce
programları senatomuza sunacağız’’
diye konuştu.
ürünü, verimliliği sağlayacak projeleri Ankara Üniversitesi olarak ortaya koymalıyız. Ankara Üniversitesi
bugün güçlü, yarin çok daha güçlü
olcak.” şeklinde konuştu. Ankara
Üniversitesinin tarım sektöründe
daha da önemli roller oynayacağını,
donanımlı kadroları ile mühendis
ve bilim adamı yetiştirmeye devam
edeceklerini söyleyen Prof. Dr. Erkan İbiş “Agro-Park, bir başka ifade
ile Gıda ve Tarım Teknoparkı kurmak için çalışıyoruz. Bu iş Ankara
Üniversitesine yakışır’’ dedi.
Mirmahmutoğulları’ndan
Agro-Park’a Tam Destek
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Erkan İbiş “Su, enerji, tarım,
hayvancılık ve gıdanın önemi gelecekte çok daha da artacak. Ülkemizin geleceği, gelişmesi ve kalkınması açısından da çok daha büyük
boyutlarda önem kazanacak. Ziraat
ve tarım deyince, üç tane önemli bileşenin birleştiği bir alan görüyoruz
karşımızda. Doğa, insan ve bilim.
Üçünün birleşimiyle ortaya çıkan bir
uygulama sahasıdır ziraat. Tarım ve
gıda üretimi çok kolay gerçekleşen,
kolay sonuca varan bir uygulama
değil. Bunun için emek, inanç, kararlılık, sabır, çalışmak gerekiyor.
Bizim üniversite olarak bilgimizi
donanımızı elde ettiğimiz sonuçları topluma aktarıyor, paylaşıyor
olmamız gerekiyor. Sektörle işbirliği, birlikte üretme, gerçekleştirme,
bizim bilgimizden, bilim birikimimizden, deneyimimizden; sahadaki
insanların, uygulayıcıların mutlaka
faydalanmasını sağlamak, daha çok
İzmir'in Üçüncü Organik Pazarı Balçova’da Açıldı
»» Büyükşehir, Balçova Belediyesi ve ETO işbirliğiyle kurulan pazarda semt evleri ve
üretici kadınların ürünleri de satılacak.
Kızılkanat Parkı içindeki 600 metrekare alanda kurulan ve organik
logosu olan ürünlerin yer alacağı
Ekopazar Balçova’nın 500 bin liraya
mal olduğu kaydedildi. Vatandaşlar
katkı maddesiz ürünleri buradan satın alma imkanı bulacak.
Ekopazar Balçova, salı ve cumartesi günleri Kızılkanat Parkı’nda
ilk etapta 33 tezgahla kurulacak.
Kimyasal işlemden geçmemiş ahşap tezgahlarda satılacak ürünler,
tüketicilere bez, kağıt ambalaj ya
da bio dönüşümlü poşetlerde ulaştırılacak. Organik ürün sertifikası
olsa bile ürünlerin hepsi pazar alanına girmeden önce tekrar denetimden geçecek. ETO’nun oluşturacağı
komisyon kontrollerinden sonra,
Ekopazar’daki ürünlerin tezgahlara
konulup halka ulaştırılmasına izin
verilecek. Komisyon tarafından or-
Türkiye Kooperatifçilik
Stratejisi Ve Eylem Planı
Çalışmalarının Neresindeyiz?
»» 2012 yılında kooperatifçilik adına hepimizi
umutlandıran gerçekten çok önemli gelişmelere hep
beraber tanıklık ettik. 2012 yılı Dünya Kooperatifler
Yılı olarak tüm ülkelerde kutlandı. En önemlisi
kooperatifçilik sanki yeniden keşfedildi.
Ülkemizde ise, üzerinde uzun yıllar
çalışılan, her kesimden kabul gören, kooperatifçiliğimiz için umut
ışığı niteliğinde bir belge “Türkiye
Kooperatifçilik stratejisi ve Eylem
Planı” Sayın Başbakan tarafından
resmen açıklandı.
Bazı şeyleri belki hatırlamakta ve
hatırlatmakta fayda var. Neydi bu
çalışmanın genel amacı?
“Kooperatifçiliğe daha elverişli bir ortam sağlamak;
toplumda olumlu bir kooperatifçilik imajı oluşturmak
ve sektöre güveni artırmak;
verimli ve etkin uygulamaları ortaya çıkarmak; sürdürülebilirlik, rekabet edebilirlik
ve yenilikçiliği sağlamak; kooperatiflerin ekonomik kalkınmaya ve gelirin daha adil
paylaşımına olan katkılarını
artırmaktır.” Şeklinde belirlenmiştir. Öyle zannediyorum bu
amaçlara da hiç kimsenin itirazı
olamaz. Bu amacın artık anlamını yitirdiğini söylemekte herhalde
mümkün değil.
Stratejik hedeflere baktığımızda kamuya ve kooperatiflerin üst düzey örgüt temsilcilerine çok önemli görev ve
sorumlulukların verildiği görülecektir.
Neydi Bu Stratejik
Hedefler?
İl kez böyle bir hasat bayramına
katıldığını üzülerek belirten, Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğullar
ise “Eğer Türkiye bugün 76 Milyon
nüfusunu besliyor, 31 milyon turisti
doyuruyor ve ihracatını yüzde 4 artırıyor ise bu sizlerin ürettiği bilginin,
bakanlığımızın ve sahada uygulayan
çiftçilerimizin sayesindedir.” şeklinde konuştu. Mirmahmutoğulları,
tarımsal hasılayı 63 milyar dolara,
ihracatı da 16 milyar dolara çıkardıklarını, “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak Tarım ve Gıda
Teknopark’ının kurulması için üzerimize düşen neyse, biz hazırız işbirliğine varız” diye konuştu.
30. Geleneksel Hasat Bayramı halk
oyunları örneklerinin sunulması ve
temsili hasat ile son buldu.
ganik olmadığı düşünülen ürün
varsa, tahlile gönderilecek ve pazar alanına alınmayacak. Ekopazar
Balçova, salı ve cumartesi dışındaki
günlerde de, semt evleri ve üretici
kadın kooperatifleri tarafından kullanılacak. Balçova Belediye Başkanı
Mehmet Ali Çalkaya, kurulan ekopazarda ayrıca tarımsal kooperatiflerin
ürünlerinin de satılacağını belirterek, “Dünyada kişi başına en fazla
yeşil alana sahip ilçeyiz. Bunun nedeni, Büyükşehir’in Çakalburnu’nda
yaptığı Kent Ormanı’dır. Kent böyle
gelişir, böyle büyür” dedi.
7
• Kamu Teşkilatlanması ve Kooperatiflere Hizmet Sunum Biçimi Yeniden Yapılandırılacaktır.
• Eğitim, Danışmanlık, Bilgilendirme ve Araştırma Faaliyetleri Geliştirilecektir.
• Örgütlenme Kapasitesi ve Kooperatifler Arası İşbirliği Olanakları
Arttırılacaktır.
• Sermaye Yapısı ile Kredi ve Finansmana Erişim İmkânları Güçlendirilecektir.
• İç ve Dış Denetim Sistemleri Tümüyle Revize Edilecektir.
• Kurumsal ve Profesyonel Yönetim Kapasitesi Arttırılacaktır.
• Mevzuat Altyapısı Uluslararası
Esaslara ve İhtiyaçlara Göre Geliştirilecektir.
Kooperatifçiliğimizin
geliştirilmesinde izlenecek strateji ve uygulamaları içeren eylem planı,
Erol AKAR
Köy-Koop Kastamonu Birlik Başkanı
üzerinde ciddi çalışılması gereken
konulardır.
Hedef ve planların açıklanmasının
üzerinden yaklaşık bir yıl gibi bir
zaman geçti. Hangi noktadayız, neresindeyiz? Henüz bu konuda bir
açıklama yok.
Bir ara değerlendirmenin yapılması gerekmez mi?
Tabii hangi Bakanlığın görevli ve
sorumlu olduğu belirlenebilmişse.
Para Dedektifi
CNN Türk de yayınlanan para dedektifi programını sunan Sayın
Cem Seymen’i gönülden tebrik ediyorum. Hem üreticinin hem de tüketicinin sorunları ancak bu kadar
net bir şekilde anlatılabilir.
Bu güne kadar sorunun ne olduğunu yeterince belirlemeden, hatta
onu bilmeden sorunu çözmeye kalkışanların daha fazla sorun yarattığı hep görüle gelmiştir.
Serbest piyasa kurallarının en
önemlisi olan rekabeti, dağınık,
yeterince güçlü örgüte sahip olmayan ve Ülkenin % 30-35 lik kesimini oluşturan üreticinin hangi
yöntemle, hangi yapılarla rekabeti
sağlayacağının bilinmesi zorunluluğu yok mu?
Üreticiden tüketiciye daha ucuz
ürün temini gelişmiş ülkelerde acaba hangi yapılarla sağlanmaktadır?
Ekonomik yelpaze içerisinde gelişmiş ülkelerde kooperatifçiliğin yeri
ve rolü nedir?
Bu güne kadar Ülkemizde ekonomistler bu konular için hiç kafa
yormamışlardır.
Sayın Cem Seymen diğer ekonomistlerin gösteremediği duyarlılığı
göstererek gerçekten ülkemizin en
önemli sorununu dile getirmektedir.
Kendisine teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.
Karadenizli Kadınlar Üretimde
Kooperatifleşiyor
Evden üretime katılım sağlayarak
ekonomik yarar sağlamaya çalışan
kadınların, model arayışlarında
kooperatifleşmeye adım atılıyor.
Bu kapsamda bölgede ilk kez kadınların ev ortamında gerçekleştirdikleri üretimlerini kooperatifleşme modeli ile pazara sunacak
altyapıyı oluşturan "Trabzon Markalaşıyor "Teknik Destek Projesi
Trabzon Ticaret ve Sanayi Odası ile
Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı (DOKA) arasında imzalandı.
Eğitim amaçlı proje kapsamında
örgütlenme, kooperatifçilik, giri-
şimcilik, pazarlama ve pazarlama
başlığı altında özellikle markalaşma konusunda 15 gün süreli eğitimler verilecek. Eğitim özellikle
ilk defa oluşturulan ev eksenli kadınların örgütlendiği ve özel sektörle işbirliği geliştirdiği modelin
sürdürülebilirliğine yönelik workshopları içeriyor. TTSO Başkanı
M.Suat Hacısalihoğlu, modelin
Çin'de yaygın bir şekilde kullanıldığını, ev ortamında üretim yapan
kadın emeğinin daha da değerlenmesinde bu tür organizasyonların
önemli olduğunu belirtti.
8
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
KOOPERATİFÇİLİK
Tarımın Geliştirilmesi İçin Köy-Koop’un Önerileri -I»» Türkiye'deki çiftçiler, genellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde üretim yapmaktadır. Çoğunluğu kendi aile işgücünü kullanıyor. Ancak
ürettiklerinin karşılığını alamıyorlar. Bunun birçok nedeni vardır. Bunlardan birisi örgütlerinin güçsüzlüğü ve de örgütler arasında güç
birliğinin olmamasıdır.
Örgüt kirliliği, örgütlerin güçsüzlüğü
ve örgütler arası işbirliği ve dayanışmanın olmaması tarımı olumsuz
etkilemektedir. Örneğin süt, domates, patates, pamuk üreticileri ya da
sebze üreticilerinin örgütleri bir araya gelemiyorlar. Temel sorunlarını
güçlü bir şekilde duyuramıyorlar.
Oysa tümü de, tarımsal girdilerinin
yüksek olduğunu, buna karşılık pazarlama kanallarının uzun olması,
daha açıkçası üretici ve tüketici arasında fazla sayıda aracı olması nedeniyle para kazanamadıklarını belirtiyorlar. Bir başka deyişle katma değer
üreticilere dönmüyor.
Tarımın Geliştirilmesi için;
Kısa dönemde, tarımsal ürünlerin
fiyat oluşumlarında AB'de olduğu
üzere içte destekleyen ve dışa karşı
koruyucu politikaların sürdürülmesi
zorunludur. Bu bağlamda stoklara
yol açacak desteklemeler yerine, kota
sistemine geçilmelidir. Bağımsız bir
destekleme politikası için daha çok
kaynağa gereksinme duyulacağı açıktır. Ancak bunun için, sürdürülebilir
borçlanmaya değil, sağlam kaynaklara dayalı bir kamu finansman sistemini kurmak gerekiyor.
Orta ve uzun dönemde ise tarımda
yapısal dönüşümler gerçekleştirilmelidir. Bu amaçla başka önlemler
şöyle sıralanabilir;
• Küçük ve clağınık işletmeler büyütülmelidir ve birleştirilmelidir.
• Üreticilerin hızla kooperatifleşmesi
ve kooperatiflerin de sanayi tesislerini kurması sağlanmalıdır.
• Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
Toprak reformu yapılmalıdır.
▪ Tarım Yasası yeniden düzenlenmelidir. Tarım Bakanlığı çalışmalarına
ve yönetimine üreticilerin örgütlü
katılımı ve denetimi sağlanmalıdır.
• Tarımsal araştırma, yayım ve denetim hizmetleri, yabancıların denetirnlerinden çıkarılmalı ve güçlendirilmelidir.
• Tarımsal girdilerde en önemli kalem olan tohumluk ve darnızlık
hayvm) üretimi için üretici örgütleri
ile kamu sektörü işbirliği içinde olmalıdır. Dışa bağımlılıktan ancak bu
temelini oluşturan beslenmeyle ilişkilidir. Üstelik gıda egemenliği, küçük ve orta ölçekli işletmelerle -sürdürülebilir tarımın korunmasına da
olumlu etki yapmaktadır.
TARIMDA ÇÖZÜM
iLKELERİ
Bu çözümler, toprak edinme hakkı,
işletme büyüklüğü ve örgütlenme,
tarımsal Ar-Ge hizmetleri ve eğitimin düzenlenmesi, ulusların gıda
egemenliğinin korunması, uluslararası denilen ancak merkez ülkelerin
denetimindeki örgütlere karşı tavır
geliştirme, bölgesel anlaşmalar başlıkları ile özetlenebilir.
sında, üretici örgütlerinin ve meslek
odalarının katkısı da yoktur. Bütün
bu olumsuzluklar dikkate alınarak,
küçük ve orta ölçekli işletmeler için
düşük endüstriyel girdiye dayalı sürdürülebilir tarım, organik tarım ve
permakültür tarımın gereksinimlerine uygun Ar-Ge etkinlikleri ve eğitim
hizmetleri düzenlenmelidir.
Toprak Edinme Hakkı
Gıda Egemenliğinin
Korunması
Temel ve öncelikli çözüm, köylülerin
toprak edinme hakkının, bir başka
deyişle çiftçilik yapmak isteyen topraksız ya da az topraklı çiftçilerin yeterince topraklandırılmasıdır.
İşletme Büyüklüğü ve
Örgütlenme
Gıda egemenliği için, ulusal gıda pazarlarının adil olmayan dış ticaretten
korunması, çiftçilerin genetik, toprak
ve su gibi kaynaklar üzerinde haklarının tekelci şirketlere karşı korunması
sağlanmalıdır. Bunun sağlanması da,
ekonominin diğer dallarında olduğu
gibi kamunun denetimiyle olasıdır.
Bu bağlamda uluslararası finans kuruluşlarının müdahalesi önlenmeli,
iç pazara sermaye giriş ve çıkışları
denetlenmelidir.
Merkez Ülkelerin
Denetimindeki Fınans
Örgütlere Karşı Tavır
Geliştirme
Dev işletmelerde yapılan endüstriyel
tarımda ortaya çıkan olumsuzluklara karşı en uygun model, küçük ve
orta ölçekli çiftçi/köylü modelidir.
Bu işletmelerde toplam etmen verimliliğin, büyük işletmelerden daha
yüksek olduğu bilinmektedir. Köylü
işletmelerinde, belli bir ölçüde var
olan ölçek sorunu ise kamu yatırım
işletmelerinin ve desteklemelerin onlara yönlendirilmesi ve kooperatif örgütlenme ile aşılabilmektedir. Örneğin kamu sulama hizmetleri, tarımsal
desteklemeler, kooperatif makine
parkları, süt toplama hizmetleri, girdilerin ucuza temin edilmesi ve çıktıların değerlendirilmesi gibi.
Bu nedenlerle, dev işletmeler modeli yerine, insanlara toprak edinme
hakkı sağlayan ve aile işgücünün
egemen olduğu küçük ve orta ölçekli işletmeler modeli, insan doğasına
şimdilik daha uygun bir model olarak ortadadır.
Tarımsal Ar-Ge ve
Eğitimin Düzenlenmesı
kurtulabilir. • Bitki ve hayvan sağlığı, insan sağlığı etkinlikleri ile birlikte ele 3rınmalı ve sağlık bir kamu
hizmeti olarak gerçekleştirilmelidir.
• Üreticilerin eğitimi, kamu ve kooperatif kurumlarının işbirl;ği ile
gerçekleştirilmelidir. Özetle, gıda
egemenliğine yeniden kavuşmak isteniyorsa, tarımsal ürünlerin fiyat
oluşumlarında AB'de olduğu üzere
içte destekleyen ve dışa karşı koruyucu ralitikaların sürdürülmesi zorunludur. Gıda egemenliği için gerekli korumacı tarım politikaları, içe
kapanma (otarşi) değildir. Uluslararası ticaret, bütün uluslara yarar getirecek şekilde planlanmalıdır. Gıda
egemenliği, bütün gereksinmelerin
reti temelinde anlaşmalar yapılabilir.
Özetle, tarımda küçük ve orta ölçekli işletmeler ölçeğinde, bir yolu
izlemek zorunluluğu vardır. Aksi durumda insanlığın yaşayacağı olumsuz bir kaotik ortamın sahneye çıkması, kaçınılmaz bir gelecektir.
Uluslararası denilen, Dünya Bankası,
IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi finans örgütleri, ABD/AB gibi merkez
ülkelerin denetimindedir. Bu örgütlerin denetimine karşı önlemler geliştirilmelidir. Bu önlemlerin başında ise çevre ülkelerinde, uluslararası
sermaye ile çıkarları gereği işbirliği
içinde bulunan sosyal sınıf ve katmanlarının egemenliklerinin geriletilmesi konusu gelmektedir. Diğer
Yandan, işlenmemiş ya da işlenmiş
tarım ürünlerine konacak gümrük
fonlarının iç pazarı koruyacak şeklinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir
nokta da; iç piyasadaki tarım ürünleri fiyatlarının, dünya borsa fiyatları arasındaki bağı koparmak zorunluluğu vardır. Çünkü dünya borsa
fiyatları, genellikle, üçüncü dünya
pazarlarını ele geçirmek için müdahale edilerek düşürülmüş fiyatlardır.
Anılan fiyatlarla, bir yandan merkez
ülkeler için sorun olan stokları eritilmekte, bir yandan da üçüncü ülkelerinin tarımları çökertilerek sürekli
sosyal, siyasal ve ekonomi bağımlılık
yaratılmaktadır.
Bölgesel Anlaşmalar
Yapmak
Tarımsal Ar-Ge etkinlikleri ve eğitim,
genellikle endüstriyel tarım ve büyük
tarımsal işletmelerin gereksinirnierine göre şekillendirilmiştir. Bu durum, özellikle güney ülkelerinde de
girdiler temelinde dışa bağımlılığı
besleyen önemli bir etmen olmuştur. Diğer yandan Ar-Ge planlanma-
Merkez ülkeler ile anlaşmalar yerine
çevre ülkeler arasında sosyal, siyasal ve ekonomik anlaşmalar yapmak
daha Yararlı bir seçenek olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda tarımsal
Ar-Ge, eğitim ve tarım ürünleri tica-
Tarımda Ekonomik
Örgütlenme İçin Öneriler
Çiftçi örgütleri, tarım politikalarına
ağırlıklarını koyamıyorlar. Çiftçilerin ekonomik örgütlenmeleri,çok
düşük düzeyde devam ediyor.Çiftçilerin büyük bir çoğunluğunu oluşturan küçük ve orta ölçekli işletmelerin kooperatif örgütlenmeleri
,Türkiye genelinde tarımsal üretimin ancak yüzde 3-4’ü denetliyor.
Bu durum iki nedenden kaynaklanıyor. Birincisi,tarım kesiminde aynı doğrultuda çok örgüt var.
İkincisi,örgütlerin görev alanlarının
da çatıştırılmış olmasıdır.
Ekonomik Örgütlenme için öncelikle, Türkiye’de birçok üründe geniş
üretici kitlesine hitap eden, pazarın
büyük bir kısmını elinde tutan Tariş,
Çukobirlik, Trakya Birlik, Marmara
Birlik, Koza Birlik, Karadeniz Birlik
ve Fiskobirlik gibi kooperatif ve üst
birliklerin, güçlendirilmesi ve daha
demokratik bir duruma getirilmesi
zorunludur. Bunlar, çiftçiler lehine
Ortak Piyasa Düzenlerinin gerçekleşmesinde etkin bir şekilde kullanılmalıdır.
Ancak diğer ürünlerin pazarlanması
ve işlenmesinde en uygun ekonomik
örgütlenme modeli (Köy-Koop) Köy
Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliğidir. Bunun iki
önemli nedeni vardır. Birincisi, Türkiye düzeyinde en geniş şekilde örgütlenmiş olmalarıdır. Kooperatiflerde,
7500’ü geçen kooperatif sayısı ile 790
bin civarında çiftçi örgütlenmiştir.
Çiftçilerin ürettikleri ürüne ve yarattıkları katma değere sahip çıkmaları
için tarımsal amaçlı kooperatiflerin,
ağırlıklı olarak da Köy-Koop’ların
güçlendirilmesi gerekiyor.
Köy-Koop’ların Güçlendirilmesi için şunlar yapılmalıdır;
• Köy-Koop’ların çiftçilere sağladığı girdilerden (tohum, ilaç, gübre,
mazot vb.) alınan KDV’ler özellikle
sınırlanmalıdır.
• Köy-Koop’ların tarımsal girdileri
üreten ve de ortaklarının ürünleri
değerlendirmelerini sağlayan tesisleri kurmalan için her türlü ekonomik-sosyal ve yasal önlemler alınmalı, kısaca çiftçilerin aynı zamanda
kooperatifler ile sanayici olmaları
sağlanmalı.
• Köy-Koop’ların pazarladığı ürünlerde KDV yüzde re düşürülmeli ve
en az 10 yıl süreyle Üst birlikleri olan
birim kooperatiflere kurumlar vergisi muafiyeti sağlanmalıdır
•Köy-Koop’ların devlete olan borçları uzun vadeli bir planlama ile düşük
faizle alınmalıdır.
• Köy-Koop’ların ürünlerinin pazarlamasını sağlamak üzere yerel yönetimler devreye sokulmalı, bu amaçla
ilçe ve il genelinde satış yerleri verilmelidir.
• Tarım ürünlerinin pazarlanmasında kayıt dışı ekonomiyle etkin bir
mücadele yapılmalıdır.
• Özellikle kooperatiflere ve kooperatif üyelerine sağlanan kredilerin
faizleri düşürülmeli ve geri ödeme
süresi uzatılmalıdır.
• Tarım ürünlerinin fiyat oluşumunda Avrupa Birliği’nde olduğu üzere
Ortak Piyasa Düzenleri’ne benzeyen
kurulların oluşturulmasında KöyKoop’lara ağırlık verilmelidir.
Sonuç olarak çiftçilerin dirliğinin
artırılmasında Köy-Koopları öne çıkarmak zorunluluğu vardır. Ancak
Köy-Kooplar da kendi örgütlenmelerini yeniden gözden geçirmelidir.
Zayıf noktalarını belirlemelidir.
Bunlardan birisi şudur; Küçük köy
kooperatifleri yerine, teknik alt yapı
ve kadroya sahip ilçe ya da büyük
belde/köyler düzeyinde merkezi kooperatifler kurulmalıdır. Bu
amaca yönelik olarak İl ve Merkez
Birliği’nin ivedilikle harekete geçmesinde yarar görülmelidir.Küçük
köy kooperatiflerinin devri artık
geçmiş durumdadır. Çiftçiler küçük
olsun, benim olsun anlayışını terk
etmelidir. Aksi takdirde aracıların ve
sanayicilerin elinde oyuncak olacaklardır. Daha kötüsü büyümedikleri
ve birleşmedikleri için topraklarını
da kaybedecekler ya da özellikle yabancı ortaklı büyük çiftliklerin tarım
işçiliğini kabulleneceklerdir.
Diğer önemli bir konuda; kimi kooperatif yöneticileri ve denetleyicilerinin eğitim durumunun yetersiz
oluşudur. Burada, “Kurslar “açılarak
belge sahibi olanların kooperatifçilik
yapmaları koşulu getirilmelidir.
Önümüzdeki sayımızda; Tarım Ve
Çiftçilikle İlgili Genel Düzenlemeler, Bitkisel Üretimin ve Hayvancılığın Geliştirilmesi, Gıda Sanayi ve
Organize Gıda Perakendeciliğinde
Durum ve Önerileri konu başlıkları
altında devam edecek.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
TARIM
9
Biyoteknoloji Mucizesi: Tarım’ın Tanımı Değişiyor mu?
»» Çiftçi Hasan sabah 05:00 gibi uyandı. Gün ağarıyordu. Çiftliğin hemen yanında bulunan, elektrik üreten rüzgar tribünlerinin uğultusu kuvvetli
geliyordu. Elektrikle çalışan biçerdöverin aküleri dolmuş olmalıydı. İş çoktu, hasat zamanı gelmişti. Çiftçi Hasan’ın hasat edeceği şey ise ne
buğday, ne mercimekti… Antiserum tarlasında hasat edilecekler, antiserum tohumlarından başka bir şey değildi...
Antiserum içeren tohumların proteinlerini
boşaltmak, ziraat fakültesindeki ekibin
yıllarını almıştı. Bunun için ilk önce bitki
tohumundaki proteinler ve bu proteinleri kodlayan genler tanımlanmıştı. Daha
sonra genetik mühendisliği ile ilgili genlerde mutasyon meydana getirilerek bu
genler bitki genomundan çıkarılmıştı.
Diğer taraftan tıp fakültesindeki diğer
bir ekip ise AIDS hastalığının tanısında
kullanılan HIV antijenine spesifik antiserumlar üzerinde çalışmaktaydı. Geliştirilen çeşitli antiserumların protein
analizi bitirilmiş ve bu proteinleri kodlayabilecek gen dizileri bakteri genomlarına klonlanmıştı. İlgili gen dizilerini
içeren bakteriler ile de bitkiler enfekte
edilmiş ve bu yabancı genlerin bitki genomuna aktarılması sağlanmıştı. İşte
yıllar süren bu çabanın sonunda bitki tarafından üretilen HIV antijenine spesifik
antiserumlar, boş tohum taneciklerinin
içerisine sığdırılmıştı. Çiftçi Hasan tarafından hasat edilen tohumlar fabrikaya
gittiğinde antiserumlar tohumlardan
izole edilmekte ve saflaştırılarak hastalık
tanısında kullanılmak üzere ambalajlanmakta ve hastanelere gönderilmekteydi…
Yukarıda bahsettiğim kısa öykü bugün
bir hayal ürününden başka bir şey değil.
Belki 50 yıl sonra gerçekleşecek belki
de hiçbir zaman! Ancak tarımın klasik tanımını değiştirecek pek çok ilginç
biyoteknolojik uygulama hayatımıza
çoktan girdi bile. Mesela, bir anti-lenfoma tümör aşısı, klonlanmış kötü huylu
B-hücrelerinden elde edilen RNA taşıyan tütün bitkileri kullanılarak yapılmış
durumda. Yapılan ön çalışmalar bu bitkilerden elde edilen proteinlerin kanser
hastalarının aşılanmasında ve tedavisinde önemli bir potansiyel barındırdığını
gösteriyor. Yine diğer bir çarpıcı örnek
ise antibiyotik üreten bitkiler! Malum
antibiyotikler, tıbbın en önemli enstrümanlarından. Klasik antibiyotik üretiminin maliyetinin yüksekliği ve zorluğu
göz önüne alındığında bilim insanları
bu yeni alternatifi oldukça önemsiyor.
Bitki genomlarına klonlanan antibiyotik
proteinler sayesinde düşük maliyetlerle büyük miktarlarda antibiyotik üre-
timinin kolaylıkla yapılabileceği düşünülüyor. Yani antiserum tarlaları belki
gerçek olmasa bile antibiyotik tarlaları
önümüzdeki yıllarda gerçek olacak gibi!
Yine diğer ilginç bir örnek ise bakteriler
tarafından üretilen ve bugün A.B.D.’de
süt endüstrisinde yaygın olarak kullanılan rekombinant büyüme hormonu. Rekombinant bakterilerden elde edilen bu
hormon ile sağlanan süt üretimi artışının
A.B.D.’deki günlük süt üretiminin neredeyse üçte birine denk geldiği biliniyor.
Bu ilginç örneklere “rekombinant örümcek ağını” da eklemek lazım! Örümcek
ağı bugün bilinen en güçlü liflerden birisi, öyle ki kurşun geçirmez yeleklerin de
yapımında kullanılan karbon kökenli liflerden bile daha dayanıklı. Biyoteknolojik yöntemlerle 2000’li yıllarda geliştirilen ve sütlerinde örümcek ağı proteinleri
içeren transgenik keçilerin geliştirilmesi
başarılsa da, sütten ağ proteinlerinin
saflaştırılması ve örümceklerin doğada
yaptığı gibi ağ lifinin üretilebilmesi noktasında yaşanan problemler projenin askıya alınmasına neden olmuş durumda.
Her ne kadar kitle üretiminde böyle bir
engelle karşılaşılsa da önümüzdeki süreçte bu sorunun da bir şekilde çözüleceği ve örümcek ağından süper dayanıklı
biyolojik giysilerin ya da malzemelerin
yapılabileceği düşünülüyor.
Kulağa bilim kurgu hikâyesi gibi gelen
bu buluşlardan daha reel tarıma geçersek; bugün biyoteknolojinin tarımdaki
en yaygın kullanımı hiç kuşkusuz genetik mühendisliğiyle elde edilen daha
yüksek miktarda ve kalitede ürün veren,
hastalıklara, böceklere ya da herbisit
uygulamalarına dayanıklı genetik yapısı
değiştirilmiş (GDO’lu) bitkiler. GDO’lu
bitkilerin en bilineni ise böcekleri doğal
olarak hastalandıran Bacillus thrungiensis adlı bir bakteriden elde edilen toksin
genine sahip bitkiler. Doğada bakteriyel
enfeksiyon esnasında üretilen toksin ile
ölen böcekler, bu teknolojide ilgili toksinin bitki tarafından sentezlenmesiyle
kontrol altına alınmış oluyor. 1970’li
yıllarda tek toksin genine sahip ve belli
böcek türlerine spesifik mısır bitkileriyle başlayan bu uygulamalar bugün çok
Dr. Umut TOPRAK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Bitki Koruma Bölümü
[email protected]
sayıda toksin genine sahip ve pek çok
kelebek ve kın kanatlı larvasının kontrolünü sağlayan bitkilerin geliştirildiği
bir noktaya erişmiş durumda. Yine virüs
gibi şu an için direk bir çözümü olmayan
bitki hastalık etmenlerine karşı geliştirilen dayanıklı bitkiler de önemli kapılar
açıyor. Tarımsal üretimdeki en önemli
sorunlardan biri olan yabancı otlara karşı yaygın bir şekilde kullanılan glyphosate gibi herbisitlere dayanıklı GDO’lar da
uygulama açısından büyük kolaylıklar
sağlayabiliyor. Herbisitlere dayanıklı
bu türlerle geniş alanlarda bitkiler zarar
görmeden herbisit uygulamaları kolayca
yapılabiliyor. Gerek hastalıklara gerekse
böceklere karşı dayanıklı olan bu bitkiler
ile pek çok kimyasal pestisitin doğaya
atılımı engellenerek tarım ilacı kökenli
pek çok sorun da ortadan kaldırılabiliyor. GDO’lu bitkilerle sağlanan diğer bir
avantaj ise daha yüksek ve daha besleyici ve kaliteli ürünlerin elde edilebilmesi.
Bunun en tipik örneklerinden biri ise
altın pirinç olarak bilinen ve beta-karoten ve vücudumuzdaki A vitaminin sentezinin öncü bileşenlerini içeren “Golden
rice”! Beslenme kalitesinin düşük olduğu coğrafyalarda yeterince A vitamini
alamayanlar için “Golden rice”’ın önemli
bir besin kaynağı olabileceği düşünülüyor. Klasik ıslah çalışmalarıyla çok uzun
sürelerde ıslah edilebilen pek çok bitki
türünün biyoteknoloji avantajlarından
faydalanarak rekombinasyon teknikleri
ile daha kısa sürede eldesi de mümkün.
Örneğin aşırı tuzlu, kurak ya da soğuk
koşullara sahip olan ve tarımsal üretim
yapmaya müsait olmayan alanlar, bu
koşullara dayanıklı GDO’lar ile tarımsal
üretime kazandırılabilme potansiyeli taşıyor. Tarımsal biyoteknolojinin uygulama alanları hastalık ve zararlılara dayanıklı, daha yüksek verim ve kalitede ürün
sağlayan ya da herbisitlere dayanıklı
olan bitkilerle sınırlı değil! Yine kesme
çiçek endüstrisinde daha güzel renkte,
kokuda ve büyüklükte çiçeklerin eldesinden, genetik mühendisliği ve enzim optimizasyonu ile enerji bitkilerinden daha
efektif bir şekilde biyodizel, biyoetanol
ve biyolojik yağ üretimine kadar pek çok
uygulama da biyoteknoloji ile yapılabileceklerin sınırlarını oldukça genişletiyor.
Genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerin
pek çok avantajı bilinse de insan sağlığı
ve çevre üzerindeki potansiyel riskleri
GDO teknolojisinin doğduğu günden
beri güncelliğini kaybetmeyen hassas bir
konu. Nitekim doğal olarak tüketiciler
GDO’ların avantajlarından ziyade riskleri üzerinde duruyor. Burada önemli olan
nokta her tarımsal üretim sürecinde ortaya çıkabilecek risklerin analizinden
geçiyor. Bugün organik tarımda dahi
patojen kökenli toksinlerden ileri gelebilecek maddelerin yol açtığı belli riskler
ya da konvansiyonel tarımda kullanılan
tonlarca pestisitin kullanımı göz önüne
alındığında ilgili genetik yapı değişikliği, tarımsal ürün ve ekosistem bazında
değerlendirmelerin yapılması önem kazanmakta. Genetik yapı değişikliklerinin
insan sağlığı üzerindeki olası etkileri,
tozlaşma yoluyla doğadaki diğer bitkilere taşınımı, zararlıların bu bitkilere karşı
direnç geliştirmesi gibi potansiyel risklerin anlaşılması bu teknolojiye kapıların
kapatılmasıyla mümkün gözükmüyor.
GDO’lar ülkemizde kullanılmasa dahi
globalleşen dünya tarımı aslında bu teknonoloji ile tanışma zorunluluğunu da
beraberinde getiriyor. Ayrıca biyoteknolojinin hızlı ilerlemesine bağlı olarak
daha az risklere sahip ve RNA interferans gibi oldukça selektif mekanizmaları kullanan yeni nesil GDO’lu bitkilerin
geliştirilmekte olduğu da unutulmamalı.
Biyoteknoloji alanında bugüne kadar
sağlanan ilerlemeler, biyolojik moleküllerin üretimi ve ticarileştirilmesinde bitkiden böceğe kadar pek çok doğal organizmanın kullanımı, tarımın tanımını da
aslında değiştirmeye başladı bile. İnsülin
üreten böcekler, kirli su arıtımında çökeltici olarak kitosan üreten bakteriler,
hastalık tanısında ve tedavisinde kullanılacak transgenik bitki ürünleri, genetik
hastalıkların tedavisinde kullanılacak
genetik aparatlar, insektisitlere dirençli
predatör, paraziotid ya da bal arısı gibi
faydalı böcekler ve daha nicesi biyoteknoloji sahnesinde yerini almaya başladı.
1865 yılında Jules Verne “Aya yolculuk”
romanını yazdığında Verne’ye deli diyenler dahi çıktı. O gün deli saçması olan şey
104 yıl sonra gerçekleşecekti… Son 30
yılda elde edilen teknolojik ilerlemenin
ne denli büyük olduğu düşünüldüğünde
10 yıl sonra bile hayatımızda ne büyük
değişikliklerin olabileceğini şimdiden
kestirmek oldukça güç. Biyoteknoloji
yüzyılı olarak adlandırılan yaşadığımız
yüzyılda, tarım bilimiyle uğraşanların
ülkemizde de biyoteknolojiye kapılarını
açması ve tarımsal biyoteknoloji programlarının eğitim faaliyetlerine entegre
edilmesi önem taşıyor. Bu bağlamda
biyoteknoloji ve moleküler genetik, protein mühendisliği, moleküler mikrobiyoloji ve biyoinformatik gibi kardeş bilim
kollarının ülkemizde de tarım eğitimine
entegre edilmesi gerekiyor. Başta Kuzey
ve Güney Amerika Ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok yerinde kullanılan
bu teknolojilerin, ülkemizde de yıllık 40
bin tona ulaşan tarım ilacı kullanımının
azaltılmasında önemli katkılar sağlayabilir. En önemlisi de artık GDO algısının
klasik tarlada üretilen GDO’lu bitkiler
ile sınırlandırılmadan daha geniş bir
pencereden bakılarak değerlendirilmesi. Dünyanın sayılı tarım ülkelerinden
olan ülkemizde de “Biyoteknolog Ziraat
Mühendislerini” ve Biyoteknoloji farkındalığını” yaratmamız ve bu teknolojiden
sadece klasik tarımda değil daha pek çok
farklı alanda da nasıl faydalanabiliriz
sorusunu korkmadan kendimize sormamız gerekiyor. Sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz mutlu ve sağlıklı bayramlar!
Türkiye’de Tarım Reformu Hareketleri -II2000’li Yıllar
Stand by anlaşmaları kapsamında 1999
yılında IMF’ ye gönderilen niyet mektubunda DB’nın istediği düzenlemelerin
gerçekleştirileceği, hububat fiyatlandırmasında Chicago Borsası sistemine uyulacağı ve ayrıca TEKEL’ in satışının 2001’
e kadar tamamlanacağı belirtilmiştir.
2000 yılının ilk dönemlerinde DB’na
yazılan niyet mektubunda ise 1999’ da
IMF verilen vaatlerin yerine getirilmesi yönündeki kararlılık vurgulanmıştır.
Bunun üzerine aynı yılın ortalarında
devletin tarımsal sektörden tamamen
çıkmasını sağlayacak düzenlemeleri içeren Ekonomik Reform Kredi Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmada, tarım
desteklemelerine son verilmesi, TZDK,
Çay-Kur ve TEKEL’ in tamamen tasfiyesi
istenmiştir. 2000 yılının son günlerinde
IMF’ ye gönderilen niyet mektubunda
TSKB’ lerin yeniden yapılandırılması,
TEKEL ve 6 adet Şeker fabrikasının özelleştirilmesi süreci anlatılmış ve DGD’ ye
geçiş için 2002 yılına işaret edilerek ilk
ödemeler için DB Tarım Reformunun
beklendiği belirtilmiştir.
13 Temmuz 2001’de Tarımsal Reform Uygulamaları Kredisi Anlaşması
(TRUP) imzalanmıştır. Doğrudan Gelir Desteği Projesi, Çiftçi Geçiş Sistemi,
TSKB’nin yeniden yapılandırılması,
Proje Destek ve Yatırım Hizmetleri şeklinde sınıflandırılan ve ilk bakışta fayda sağlayacak eylemler gibi görülen bu
düzenlemelerin neticeleri hiç de iç açıcı
olmamıştır. Proje; DGD için çiftçi kayıt
sisteminin başlatılmasını, TSK’lerinin
hızla özelleştirilmesini ve TSKB’lerinin
azaltılarak konumunun güçlendirilmesini; ayrıca 12000 fazla işçinin işten çıkarılmasını, TİFAİ, TEKEL ve Çay-Kur
için özelleştirme süreçleri içinde yeni
fiyatlandırma mekanizmalarının oluşturulmasını, bütün tarımsal KİT’lerin
özelleştirilmesini, ayçekirdeği ve pamuğa ilişkin prim ödemelerinin aşamalı olarak kaldırılmasını istemektedir.
TİGEM işletmeleri yerli ve yabancı tarım-gıda tekellerine kiralanmak (özelleştirmek) üzere ihaleye çıkartılmıştır.
Bunlardan 14’ ü 30 yıllık sözleşmelerle özel sektöre kiralanmıştır. TÜGSAİ’
a ait gübre fabrikalarının tümü 2004
ve 2005 yıllarında özelleştirilmiştir.
TÜGSAİ’ın kurumsal varlığına son
verilerek, devlet gübre sektöründen
çekilmesi sağlanmıştır. TİFAİ’nin özelleştirilmesi için hukuksal alt yapının
hazırlanmasını ve şeker fiyatlarının
serbestçe belirlenmesini öngören Şeker Kanunu 4 Nisan 2001 tarihinde
kabul edilmiştir. TZDK’ye bağlı Manisa
Kükürt İşletmesi 2000 yılında, Adapazarı Traktör İşletmesi ise 2003 yılında
satılmıştır. Kısaca Türkiye alt yapısına
uygun olarak tarımı, girdi ve teknoloji
bakımında destekleyen kamu kuruluşları özelleştirilerek tarım sektörü zayıflatılmış ve işlevsiz hale getirilmiştir.
Diğer taraftan, DB’dan temin edilen
600 milyon dolarlık kredi karşılığında, TRUP kapsamında tarımda fiyatı
destekleme uygulaması kaldırılmış,
tarım sektöründeki girdilere verilen
sübvansiyonlar kaldırılmış, verilen bü-
Uzm. Dr. Esra GÜNERİ
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
[email protected]
tün desteklerin yerine DGD sistemine
geçişmiş, üretimden bağımsız üreticinin ürettiği miktar ile pazar fiyatı dikkate alınmadan, belli bir ekim alanı ve
verimlilik dikkate alınarak, üreticiye
doğrudan gelir desteği verilmiştir. Yani
hiçbir alt yapı çalışması olmaksızın,
arazi bazında uygulanabilirliği ve riskleri araştırılmaksızın “haydi bakalım”
zihniyetiyle çok kısa bir sürede korumacı politikalar yerine serbest piyasa
şartlarının geçerli olduğu sisteme geçilmiştir. Tarımsal destekleme aracı
olarak yansıtılan DGD üretime dayalı
verimliği artırmak yerine mülkiyeti
esas alarak daha çok bir sosyal politika aracı haline gelmiştir. Desteklerin
üretim yerine arazi büyüklüğüne göre
verilmesi, küçük arazi sahiplerinin bu
uygulamadan faydalanmalarını sınırlı
veya yetersiz kılmıştır. Kadastro çalışmalarındaki noksanlıklar ve arazilerin
büyüklükleri nedenleriyle DGD sistemi
bazı çiftçiler için önemli bir gelir kaynağı haline gelirken bazı çiftçiler içinse
başvuru masraflarını bile karşılayamayacak kadar gelir sağlamıştır. Diğer
taraftan, AB tarafından aslında üretim
fazlası ürünlerin üretimini azaltmak
için uygulanan DGD politikaları, bilmeyen için sanki üreticinin gelir desteğini
artıcı bir uygulama gibi yansıtılmış, ancak Türkiye’de birçok üründe üretimin
düşmesine ve çiftçinin tembelleşmesine sebep olmuştur.
yoksun kalmıştır. Örneğin, üretici desteklerinin çekilmesi nedeniyle 20002009 yılları arasında kırmızı et üretiminde çok sıkıntılar yaşanmış, bu dönemde
kırmızı et fiyatlarındaki sürekli artışın
engellenebilmesi için 2010 yılında dışarıdan karkas et ithalatına izin verilmiştir.
Fakat canlı hayvan ithalatı yapılmasına
başlanması bile kırmızı et fiyatlarındaki
yükselmeyi durdurmamıştır.
Dikkat çekilmesi gereken diğer bir nokta
da AB ve diğer ülkelerde çeşitli yasal düzenlemeler ve kanunla belirlenmiş tarım
politikalarının ülkemizde yeni yeni ele
alınmaya başlanmasıdır. Ülkemizde bu
yasal düzenlemelerdeki açıklar da büyük
üreticilerin daha da büyümesine küçük
üreticilerin ise ortadan kaybolmasına
neden olmuş; kırsaldan kentlere göçün
önünü açmıştır. Bu göçler kentlerde işsizlik oranlarının artmasına neden olmuştur. Sonuç, Türkiye’yi tarımsal ürünler
alanında ihracatçı iken, DB ve IMF ile yapılan kredi anlaşmaları çerçevesinde verilmiş olan taahhütler nedeniyle özellikle
son yıllarda ithalatçı duruma getirmiştir.
DGD sisteminin işlevinin bitmesi ve
sistemden çıkması üzerine 2010 yılında
yeni politika olan Havza Bazlı Üretim
ve Destekleme Modeli’nin uygulamasına başlanmıştır. Bu model çerçevesinde ülkenin arazi, toprak yapısı ve iklim
şartlarına bakılarak farklı havzalara
ayrılmış, ayrılan bu havzalar için ayrı
ayrı belirlenmiş ürünlere pirim desteği
vermeyi hedeflenmiştir. Sistem her ne
kadar ürünlere prim verse de arazideki verimlilik yerine üretici tarafından
beyan edilen ürün miktarı baz alınmış,
yani DGD sistemi mantığının farklı bir
şekilde sunulmasından dolayı sektördeki tahribatı artırmıştır. 2000 yılında
ülkede 7,8 milyon çiftçi var iken, 2011
yılı içerisindeki çiftçi sayısı 6,1 milyona gerilemiştir. Diğer bir ifade ile 1,7
milyon çiftçi tarım sektöründen uzaklaşmış ve köylerden kentlere göç etmiştir. Bu durum tarım sektöründeki gizli
işsizliğin artmasına neden olurken,
kentlerdeki işsizlik oranının da yükselmesini tetiklemiştir. -Sürecek-
Ayrıca, hayvancılıkla uğraşan tarım üreticileri DGD’ den hiçbir şekilde yararlanamadığından birçok üretici destekten
Yazarımızın önceki yazısına; http://
www.koy-koop.org/gazete_temmuz_2013.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.
Yönetimsel bazda ele alınacak olursa;
AB’de DGD, ödemeleri üretimde bir fark
ödemesi niteliğinde iken, az gelişmiş ya
da gelişmekte olan ülkelerde DGD, yanlış algılanmış ve uygulanmıştır. Bu uygulama Türk tarım sektörüne büyük zararlar veren bir dönüm noktası olmuştur.
10
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
TARIM
Gıda Katkı Maddelerinin Kullanımına Sınırlama
»» ​Gıdalarda, gıda katkı maddelerinde, gıda enzim ve aroma vericilerinde kullanılan
gıda katkı maddelerinin kullanım koşulları ve etiketleme kuralları yeniden belirlendi.
30 Haziran 2013 tarihli resmi gazetede
yayınlanarak yürürlüğe giren, yönetmeliğin 2 numaralı ekinde yer alan
gıda katkı maddeleri, olduğu haliyle
piyasaya sunulacak ve belirlenen koşullar altında gıdalarda kullanılacak.
Yönetmelik hükümleri ile uyumlu
olmayan bir gıda katkı maddesi veya
bu gıda katkı maddesini içeren bir
gıda piyasaya arz edilemeyecek. Domuz kaynaklı bir gıda katkı maddesi;
gıdalarda, gıda katkı maddelerinde,
gıda enzimlerinde ve gıda aroma
vericilerinde kullanılamayacak. Bir
gıda katkı maddesi; mevcut bilimsel
kanıtlara dayalı olarak önerilen katkı
maddesinin kullanım miktarı tüketici sağlığı açısından güvenlik riski doğurmuyorsa, ekonomik ve teknolojik
açıdan uygulanabilir başka yöntemlerle gerçekleştirilemeyecek. Makul
teknolojik bir ihtiyaç bulunuyorsa,
kullanımı tüketiciyi yanıltmıyorsa
ve çevresel faktörler de dahil olmak
üzere, ilgili diğer mevzuat kurallarını sağlıyorsa gıda katkı maddesi
listelerinde yer alabilecek. Gıdanın
besin değerini düşüren bir gıda katkı maddesi ancak; soz konusu katkı
maddesini içeren gıda, günlük diyetin önemli bir öğesini oluşturmuyorsa veya üzel beslenme ihtiyacı
bulunan tüketici gruplarına yönelik
gıdaların üretimi için mutlaka gerekliyse listeye alınabilecek.
Bir gıda katkı maddesinin kullanım
miktarı, istenen etkiyi yerine getirebilecek gerekli olan en düşük miktar olarak belirlenecek. Gıda katkı maddesinin kullanım miktarı belirlenirken;
soz konusu madde için oluşturulmuş
kabul edilebilir günlük alım miktarları
veya buna eşdeğer bir değerlendirme
ve bu katkı maddesinin bütün kaynaklardan alınacak muhtemel günlük
alım miktarları dikkate alınacak.
Ayrıca gıda katkı maddesinin özel
tüketici grupları tarafından tüketilen
gıdalarda kullanılması durumunda, bu katkı maddesinin bu tüketici
grupları tarafından günlük alınması
muhtemel olan miktarları kullanım
miktarının belirlenmesinde etkili
olacak. Yönetmeliğin ilgili ekinde
özellikle belirtilmedikçe gıda katkı
maddeleri, işlenmemiş gıdalarda ve
2 numaralı ekte belirtilenler hariç
olmak üzere, "bebeklere ve küçük
çocuklara yönelik özel beslenme
amaçlı gıdalara ilişkin mevzuat kapsamındaki bebek formülleri, devam
formülleri ve bebek ve küçük çocuk
ek gıdalarında" kullanılmayacak.
Hayvansal Gıdalar İçin Özel Hijyen
Kuralları Yönetmeliğinde yer alan
çiğ etlerin sağlık işaretlemeleri ile
yumurta kabukları dahil hayvansal gıdalara doğrudan uygulanan
tanımlama işaretleri ve yumurta
kabuklarının süsleme amacıyla
renklendirilmesinde, listedeki gıda
renklendiricileri
kullanılabilecek.
Son tüketiciye sunulmayacak gıda
katkı maddelerinin genel etiketleme
kuralları Son tüketiciye sunulmayacak gıda katkı maddelerinin tek
başına, birbirleriyle, diğer gıda bileşenleriyle veya bunlara ilave edilmiş
diğer maddelerle karışım halinde
satılması halinde, ambalaj veya kaplarının üzerinde her bir gıda katkı
maddesinin yönetmelikte geçen adı,
E kodu veya her bir katkı maddesinin adı veya E kodunu içeren bir
satış tarifnamesi yer alacak. Bunun
yanında, "gıdada kullanım içindir"
veya "gıdada kullanımı sınırlıdır"
ifadesi veya gıda katkı maddesinin
kullanımının amaçlandığı gıdayı
belirten daha özel bir ifade, gerekli
olduğu durumlarda özel depolama
veya kullanım koşulları, parti işareti
veya numarası, kullanım talimatının
eksikliğinde, gıda katkı maddesinin
uygun bir şekilde kullanımı mümkün olmayacaksa; gıda katkı maddesinin kullanım talimatı, net miktar
gibi bilgiler ambalaj veya kapların
üzerinde bulunacak.
Yönetmelik kapsamında faaliyet gösteren gıda işletmecileri yönetmelik
hükümlerine, 1 Temmuz 2013 tarihinden önce piyasaya arz edilen buğday unu, ilgili alt kategoride yer alan
ekmekler, çiğ köfte ve mezeler için 1
Ağustos 2013 tarihine kadar uyum
sağlayacak. Yönetmelik hükümleri
ambalajsız olarak piyasaya sürülen
ekmekler, ilgili alt kategoride yer alan
buğday unu, pide ve bazlama için 1
Temmuz 2013 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girecek.
Salça, domates ve biber püreleri 1
Temmuz 2016 tarihine kadar piyasada bulunabilecek. Bu arada yeni yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle "29
Aralık 2011 tarihli ve 28157 üçüncü
mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda
Katkı Maddeleri Yönetmeliği" yürürlükten kaldırıldı.​
ZZTK Beş Ülkede Zeytinyağı Tanıtımı Yapacak
»» Türkiye, zeytin ve zeytinyağı üretiminde dünya ikinciliğini hedefliyor.
2023 yılında 3,8 milyar dolar ihracat
hedefine ulaşmak için yoğun bir tanıtım çalışması yapan Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Komitesi (ZZTK),
2013 yılının ikinci yarısında beş tane
uluslararası fuara katılarak Türk
zeytin ve zeytinyağını tanıtacak
Zeytin ağacı varlığını son 15 yılda
90 milyondan 170 milyona çıkaran
Türkiye, yakın gelecekte oluşacak
üretim artışını pazarlamak için çalışmalarını sürdürüyor. Ekonomi
Bakanlığı ile Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği işbirliğiyle
kurulan, Türk zeytin ve zeytinyağının dünya genelinde tanıtımı için
faaliyet gösteren ZZTK, 2013 yılının
ilk yarısında İngiltere ve Brezilya’da
gıda fuarlarına katılmıştı. Komite,
2013 yılının ikinci yarısında ise hızını arttırarak, beş ülkeden tanıtımı
için çalışacak. Ayrıca Brezilya’dan
kasım ayında gelecek VIP alım heyetini ağırlamaya hazırlanıyor.
5-9 Ekim 2013 tarihlerinde Almanya’ nın Köln şehrinde düzenlenen ve
dünyanın en büyük gıda fuarı olarak
kabul edilen Anuga Fuarı’na katılacak
olan ZZTK, burada özellikle sofralık
zeytin ihracatını arttırmak için tanıtım yapacak. Almanya’da 3,5 milyon
Türk yaşadığına dikkat çeken ZZTK
Yönetim Kurulu Başkanı Metin Ölken,
Türkiye’nin sofralık zeytin ihracatında
pazar lideri olan Almanya'da mevcut
konumunu daha da güçlendirmeyi
amaçladıklarını söyledi. Ölken, “Türkiye, 2011-12 sezonunda Almanya’ya
36 milyon 799 bin dolarlık sofralık zeytin ihraç etti. Almanya’nın,
Türkiye’nin zeytin ihracatındaki payı
yüzde 31 seviyesinde. Almanya, Avrupa’daki ekonomik krizden en az
etkilenen ülkelerin başında geliyor.
Almanya’ya ihracatımızı çok daha fazla arttırabiliriz.” diye konuştu.
Çin’de Tadım Etkinliği
Düzenlenecek
Zeytinyağı tüketiminin hızla arttığı
Çin, Türk zeytinyağı sektörünün iştahını kabartıyor. Yıllık tüketimi 35
bin tona ulaşan Çin pazarından daha
fazla pay almak isteyen ZZTK, 13-15
Kasım 2013 tarihlerinde Şanghay’da
düzenlenecek Şanghay Gıda ve Teknolojileri Fuarı’nda, Türk zeytinyağını Çinli tüketicilerinin beğenisine
sunacak. Şanghay’da fuar süresince
Türk zeytin ve zeytinyağını tanıtan bir seminer vereceklerini ifade
eden ZZTK Başkanı Ölken, şöyle
devam etti: “Çin’de seminer dışında
Türkiye’nin çeşitli yörelerinden götüreceğimiz zeytin ve zeytinyağları
ile yemek pişirme ve tadım etkinlikleri yapmayı planlıyoruz. Çin’e zeytinyağı ihracatında geçen sezon yüzde 84 artış yakaladık. Bu artışı 2013
yılında da tekrarlamak istiyoruz.”
ZZTK tarafından hem zeytin hem
de zeytinyağında hedef pazar olarak
belirlenen Kuzey Irak’ta, 18-21 Kasım 2013 tarihlerinde Erbil Gıda ve
Teknolojileri Fuarı da ZZTK’nin katılacağı diğer bir fuar olacak. ZZTK,
bu yıl dördüncü defa bu fuara katılacak. ZZTK’nin tanıtım çalışmaları ile Irak’ın, Türkiye’nin sofralık
zeytin ihracatında ikinci, zeytinyağı
ihracatında ise dördüncü sıraya yükseldiğini anlatan Metin Ölken, bu
ülkeye yönelik tanıtım çalışmalarını
devam ettireceklerini aktardı. İstanbul Ticaret Odası’nın organizasyonu
ile 28 Kasım-1 Aralık 2013 arasında
Tayland’ta düzenlenecek olan 1. Tayland Türk Ürünleri Fuarı’na da katılma kararı alan ZZTK, ağırlıklı olarak
bölgesel yağ ve zeytinlerin tattırılmasını hedefliyor. Söz konusu fuarla
Tayland’ın dışında Malezya, Kamboçya, Vietnam, Laos ve Endonezya
gibi ülkelere de ulaşmayı amaçlıyor.
Türkiye’de kişi başına yıllık 1,5 kg.
seviyesinde olan zeytinyağı tüketimini 2 kg.’a çıkarmayı hedefleyen
ZZTK, 23-26 Eylül 2013 tarihlerinde İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve
Sergi Sarayı’nda düzenlenecek Asya
Pasifik Perakende Konferansı’na,
Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin bütün tanıtım gruplarına tahsis edeceği stantta katılmayı planlıyor.
ZZTK’nin 2013 yılının ikinci yarısında iç piyasada yapacağı tanıtım faaliyetlerinden bir diğeri ise İzmir'de
27-29 Eylül tarihlerinde Forum Bornova Alışveriş Merkezi’nde planlanan Zeytinyağı Festivali 2013 olacak.
Organik Hayvancılık Desteği
Başvuruları 7 Ekim'de Başlıyor
»» Anaç sığır, buzağı, manda ile anaç koyun ve keçi
yetiştiricileri desteklerden yararlanmak için; 7
Ekim 22 Kasım 2013 tarihinleri arasında başvuru
yapabilecekler.
Organik tarım destekleme çalışmalarında görev alacak kurum ve
kuruluşların belirlenmesi, organik
hayvan yetiştiriciliği faaliyetinde bulunan yetiştiricilere organik
anaç sığır, manda, buzağı, anaç
koyun, keçi yetiştiriciliği ile organik arılı kovan destekleme ödenmesi ile ödemeye ilişkin usul ve
esasları kapsayan; Organik Hayvancılık Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğ, 20 Temmuz
2013 Tarihli ve 28713 Sayılı Resmi
Gazete'de yayımlandı.
Yetiştiriciler, organik tarım destek başvuru dilekçesi ve uygunluk belgesiyle Organik Tarım Bilgi Sistemin'de kayıtlı oldukları il
veya ilçe müdürlüklerine başvuracak. Organik hayvancılık desteklemesinden yararlanmak isteyen
yetiştiriciler, Türkvet'te, OTBİS
İcmali-1'de ve OTBİS İcmali-2'de
de kayıtlı olan ve yetkilendirilmiş
kuruluşça kontrolü yapılmış ve yönetmelik hükümlerine göre uygun
bulunmuş organik süreçte bulunan, aynı kulak küpe numarasına
sahip büyükbaş hayvanlar üzerinden desteklenecek. Buzağılar için
OTBİS İcmali-1'de kayıtlı olma
şartı aranmayacak. Organik arılı
kovan desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiriciler ise 9 Eylül-11 Ekim 2013 tarihleri arasında
il veya ilçe müdürlüklerine başvuru yapabilecekler.
Organik tarım destekleme ödemesine hak kazanan yetiştiricilileri;
anaç sığır ve manda başına 150 TL,
buzağı için 50 TL, anaç koyun, keçi
için 10 TL ödenecek. Arılı kovanlara ise kovan başına ise 5 TL destek
sağlanacak.
ESK, Gerektiğinde Et ve Süt
Fiyatlarına Müdahale Edecek
»» Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu
“Fiyat dengesini sağlayacak tüm koşullarını
kullanacağız” dedi.
Et ve Balık Kurumu Nisan ayında
Bakanlar Kurulu kararı ile Et ve
Süt Kurumu adıyla yeniden teşkilatlandırılmıştı. Kurum, Merkez
Bankası'nın yaptığı gibi; et, süt ve
balık piyasasına müdahele edebilecek. ESK Genel Müdürü İsmail
Kemaloğlu, “Piyasaya girip et ya da
süt alacağız. Piyasa dengesini sağlayacak tüm şartları kullanacağız.
Süt piyasasındaki fiyat hareketleri,
arz talep dengesizlikleri hayvancılık piyasasını otomatik olarak
baskı altına alabiliyor. Bu nedenle piyasanın düzenlenme ihtiyacı
var. Bizim görevimiz de piyasayı
düzenlemek yani müdahale etmek.
Biz, üretimden nihai tüketiciye et
ve süt ürünlerinin ulaşmasına ka-
dar geçen süreci düzenleyeceğiz.
Yetiştirici çok, ama alıcı sınırlı.
Alıcı ve satıcının buluştuğu alanlar
olmadığı için piyasada ürün fiyatında sıkıntılar yaşanıyor” dedi.
Kemaloğlu, “Arzın fazla, fiyatın istikrarsız olduğu dönemde devreye
gireceğiz. Gerekirse süt tozu alacağız, gerekirse ihraç edeceğiz.” dedi.
Kemaloğlu, “Balıkçılık piyasası dönemsel işleyen bir piyasa. Orada da
ara dönemlerde ve piyasa alt yapısı oluşması için devreye girmemiz
söz konusu olacak. Biz, et, süt ve
balıkla ilgili Türkiye haritası çıkarıyoruz. Nerede potansiyel var, alt
yapı var, biz nerede müdahale edebiliriz gibi bir harita çıkarıyoruz”
şeklinde konuştu.
Poşetsiz Ekmek Satılmayacak
»» Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından
yapılan düzenleme ekmek satışı ve imalatında önemli
yaptırımları içeriyor.
Ekmek ve ekmek çeşitlerinin üretim, dağıtım ve satış aşamalarında
yapılan değişikliklerle besin değerini arttırmak, sindirimini kolaylaştırmak ve tansiyon, obezite gibi
toplumda yaygın olarak görülen
sağlık problemleriyle mücadele
etmek amacıyla ekmeklerin kepek
oranının yükseltilirken tuz miktarı
azaltılıyor. Ekmeğin daha hijyenik
şartlarda üretilmesi ve tüketicilere
ulaştırılmasını temin etmek amacıyla Bakanlık ve Fırıncılar Federasyonu tarafından ülke genelinde
sektör çalışanlarına yönelik hijyen
eğitimleri düzenlendi. Yeni düzenlemeye göre, 1 Temmuz'dan itiba-
ren ekmekler açıkta satılamayacak,
bakkal ya da marketlerde ekmek
dolapları içeride bulundurulup,
satıcı kontrolünde tüketicilere
ulaştırılacak. Yeni düzenlemelere
uymayan üretici ve perakendeciler
hakkında yaptırım uygulanacak.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
SÜT
Peynir Harici Geleneksel
Fermente Süt Ürünleri
“Süt Kuzusu” Projesi Çocuklara
Süt, Üreticiye Güç sağladı
»» Birçok kültürü içinde barındıran ülkemiz yöresel süt ürünleri açısından da oldukça
zengindir. Süt ve süt ürünlerinden yapılan geleneksel ürünler sağlıklı ve dengeli
beslenmenin temel taşları olarak yüzyıllardır insan hayatında önemli bir yer tutmuştur.
Fermente süt ürünleri de insanlar
için önemli bir gıda ve besin kaynağıdır. Fermente süt ürünleri, sütün
başta laktik asit bakterileri olmak
üzere belirli mikroorganizmalar tarafından doğal ya da kültürler aracılığı ile fermente edilmesi sonucu
elde edilen farklı kıvam ve aromaya
sahip süt ürünleridir. Günümüzde
birçok yeni fermente süt ürünü üretilmekle birlikte, en çok tüketilen ve
belki de en eski fermente süt ürünü
yoğurttur. Bununla birlikte ayran,
kefir, kımız, keş, tuzlu yoğurt, kış yoğurdu gibi fermente süt ürünlerinin
de ülkemizde yaygın tüketim alanı
bulunmaktadır. Sütü, mayalama
yoluyla hem değerlendirme hem de
daha dayanıklı besinlere dönüştürme yöntemleri Orta Asya, Ortadoğu
ve Güneydoğu Avrupa'da binlerce
yıldır bilinmektedir. Süt, keçi derisinden yapılmış tulumlarda taşınırken sıcak havada sütün bu tulumun
içinde canlı kalan doğal mikrobiyel
flora tarafından "kendiliğinden" ekşimesi (kesilmesi) ve bunun sonucu
pıhtılaşıp, karşımıza yoğurt olarak
çıkmış olması yoğurdun ilk üretimi
ile ilgili ilk akla gelen varsayımdır.
Bununla birlikte, sıcak aylarda sağım sonrasında sütün içindeki mikroorganizmaların metabolik faaliyetleri sonucu kendiliğinden oluşan
pıhtının önce ekşimiş süte sonra
yoğurda dönüşmüş olması da olasılıklar arasında yer almaktadır. Gerek arkeolojik buluntular, gerekse
gezginlerin söylenceleri yoğurdun
büyük bir olasılıkla Moğolistan'dan,
Mançurya'dan Mezopotomya ve
Anadolu'ya, Balkanlar'a, Macaristan
ovalarına dek yayılan Avrasya coğrafyasında doğduğunu işaret etmektedir. Benzeri fermente süt ürünlerinin anayurdunun Orta Asya olduğu
savını güçlendirmektedir.
Canan GÖK
[email protected]
Elif GÜNAY
[email protected]
Nilay ERTUĞRUL
Tatar Kozalak Yoğurdu
Denizli Yanık Yoğurdu
Bu yoğurt çeşidinin üretiminde süzülen yoğurdun suyunun içerisinde
2-3 gün bekletilen yeşil çam kozalağı
yoğurt yapılacağı zaman mayalama
sıcaklığına kadar ısıtılan süte ilave
edilir ve tencerenin üzeri örtülür.
Kozalak tarafından mayalama gerçekleştirilir.
Yanık yoğurt, özellikle Denizli'de
yaygın olarak üretilen bir yoğurt çeşididir. 'İsli yoğurt' olarak da bilinmektedir. Genellikle keçi sütünden
yapılan yanık yoğurdun özgün bir
aroması vardır.
Geleneksel Yayık Ayranı
Ayran, yoğurt ve suyun 1.1 oranında
karıştırılması ile elde edilmektedir.
Geçmişte, yayık ayranı üretiminde
kullanılan yayıklara “kırb-tülük” adı
verilmekteydi. Köpüklü yayık ayranı
Balıkesir ilinde yaygın olarak tüketilmektedir.
Kımız
Anadolu’nun başta Sivas ve Bingöl
olmak üzere çeşitli yörelerinde son
yıllara dek iyi bilinen ancak günümüzde unutulmaya yüz tutan bir
başka yoğurt çeşididir.
Özellikle Erzurum, Van, Hatay,
Karaman, Sivas illeri ile Akdeniz
Bölgesi’nin bazı illerinde üretilen
konsantre bir yoğurt çeşididir.
Keş
Kafkasya bölgesinde yüzyıllardır bilinen, yazın ev dışında, kışın ise ev
içerisinde içeride tutulan meşe fıçılar ya da hayvan işkembesi içinde
keçi ya da inek sütünden üretilen kefir, kefir daneleri içerisinde bulunan
bakteri ve mayaların ortak faaliyeti
ile oluşan geleneksel bir fermente
süt ürünüdür.
Geleneksel ve Endüstriyel kefir üretim şeması
»» Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük,
İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle yürütülen
"Süt Kuzusu" projesinde 2.6 milyon litrelik yeni süt
dağıtımı sözleşmesine imza attıklarını söyledi.
Sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi ve
üreticinin desteklenmesi açısından büyük önem taşıyan proje
kapsamında bugüne kadar 0-5 yaş
grubu çocuğu bulunan ihtiyaç sahibi ailelere toplam 4 milyon 242
bin litre süt dağıtıldığını söyleyen
Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, "Her hafta 98 bin
ailenin doğrudan evine 2 litre süt
ulaştırıldı. Çocuklara süt, üreticiye
ise güç sağladık. Gerek 'Okul Sütü',
gerekse 'Süt Kuzusu' projeleri için
sütün doğrudan üreticiden temin
edilmesi, Küçük Menderes Havzası
süt üreticileri için büyük önem taşımaktadır. Projeler sayesinde bölgede süt hayvancılığı gelişmiş, üretim miktarı artmış ve en önemlisi
de süt taban fiyatlarının dengede
kalması sağlanmıştır" dedi.
Modern sistem
"Projenin her aşamasında büyük bir ekibin titizlikle çalıştığını
dile getiren Eskiyörük, "2 binin
üzerinde ortağı bulunan Tire Süt
Kooperatifi'nden temin edilen sütler, miniklerin sofrasına gelene kadar birçok kez kontrolden geçiyor.
Modern sağım sistemli çiftliklerde
el değmeden sağılan sütler, doğrudan soğutma tankına aktarılıyor.
Antibiyotik kontrolü, alkol testi ve
su analizini kapsayan ön kontrole
tabi tutuluyor. Testlerde geçemeyen
sütler imha ediliyor. Aranılan özelliklere sahip sütler ise soğuk şekilde
muhafaza edilerek fabrikaya gönderiliyor. Fabrikaya ulaştıktan sonra,
yağ, yağsız kuru madde, ph, somatik hücre sayısı, yabancı madde,
toplam canlı (bakteri) gibi birtakım
mikrobiyolojik, fiziksel ve kimyasal
testlere giriyor. Tüm bu testlerden
geçen üretim için uygun kalite değerlerine sahip olan sütler, üretim
bandına alınıyor. Steril ortamda
ambalajlanan sütler daha sonra
İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin
deposuna gönderiliyor ve buradan
dağıtıma çıkıyor. Çocuklarımızın
geleceğine yatırım yapan İzmir
Büyükşehir Belediyesi'ne teşekkür
ederiz" diye konuştu.
Yerli Tarım Ürünü Katılması
Şartı Geri Geliyor
Kış yoğurdu
Kefir
''Kurut'' adından da anlaşılacağı gibi
kurutulmuş bir fermente süt ürünüdür. Süzme yoğurt, süzülmüş yayık
ayranı veya süt kesiğine elle biçim
verildikten sonra güneşte kurutularak üretilmektedir.
Dımız Yoğurdu
Dımız yoğurdu Sivas ve çevresinde
krema kullanılarak üretilen ve yüksek yağ içeriğine sahip ve kıvamlı bir
yoğurt çeşididir.
Keş ülkemizde Bolu ve Kastamonu
başta olmak üzere Batı Karadeniz
yöresine özgü bir fermente süt ürünüdür.
Kurut
az olarak da peyniraltı suyu karışımından elde edilen süzme yoğurduna önceden hazırlanmış ot ve tuz
karışımı ilave edilmesiyle yapılır.
[email protected]
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Süt Teknolojisi Bölümü
Peskütan
11
Kısrak sütünün ekşitilmesiyle elde
edilen geleneksel bir fermente süt
ürünü olan kımız, benzeri fermente
süt ürünleri gibi, belirli bir mikroorganizma topluluğunun faaliyeti sonucunda meydana gelmektedir.
Tulum Yoğurdu
Van Cacığı
Van ili ve çevresinde geleneksel olarak üretilip yine aynı bölgede kahvaltılık olarak tüketilen Van cacığı,
Mayıs-Haziran sezonunda ayran ve
Denizli ve Burdur’un birçok köyünde üretildiği kayıt altına alınan
tulum yoğurdu, ailenin günlük tüketiminden artan sütün özel olarak
hazırlanmış tulumlar (tuluk) içinde
kendiliğinden pıhtılaşması sonucu
meydana gelir.
Tuzlu Yoğurt
Hatay ve Reyhanlı’da inek veya keçi
sütünden üretilen Tuzlu yoğurt 5-6
aydan 1 yıla kadar saklanabilmektedir.
»» Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun Motorin
Türlerine İlişkin Teknik Düzenleme Tebliği'nde
Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ kapsamında
25 Haziran 2013 tarihinden itibaren geçerli
olacak şekilde yapılan değişiklikle biyodizel
harmanlanmasına ilişkin zorunluluk kaldırılmıştı.
Enerji Bakanı Taner Yıldız, yeniden
akaryakıtta biyodizel kullanımının teşvik edilmesi yönünde karar aldıklarını açıkladı. Türkiye’de
akaryakıta mısır, ayçiçeği ve şekerpancarı gibi ürünlerden üretilen
biyodizel katılması uygulamasına
önümüzdeki yıl başlanacaktı. Ancak Tarım Bakanlığı bunun tarımsal üretimi olumsuz etkileyeceğini
belirterek, buna karşı çıkmıştı.
Bakanlığın itirazı üzerine EPDK’da
uygulamadan vazgeçmişti. Bakan
Yıldız, yerli kaynakların ekonomiye
kazandırılması açısından biyodizelin büyük önem taşıdığına işaret
ederek, bu konuda Tarım Bakanlığı ile yeni bir yol haritası hazırladıklarını bildirdi. Yıldız, sözlerini
şöyle sürdürdü.Bir dizi karar aldık.
Daha önce yüzde 3 olan üst sınırın
yüzde 5’e kadar çıkarılmasıyla ilgili
süreci başlatıyoruz. Bu bizim ithalatımızı azaltacak. Tarlada sanki
kendi petrolümüz varmış gibi bu
katkıyı koyacağız. Bu oranı artırdığımız kadar yerli üretimimizi- katkımızı artırmış olacağız” dedi.
Tarımsal Desteklemelerden
Men Cezası Alanlara Müjde !
TBMM Genel Kurulu'nda kabul
edilen, Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişiklik
Yapılmasına Dair Kanuna göre, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih
itibariyle devam eden her türlü incelemeler veya adli ve idari soruşturmalar sonuçlanıncaya kadar destekleme
ödemelerinin yapılmaması amacıyla
konulan ödeme yasakları, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten iti-
baren en geç 2 ay içinde Gıda, Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı'na başvurulması halinde kaldırılacak.
12
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
RÖPORTAJ
“Tarımsal Faaliyetler Doğa İle Uyumlu
Yapılmadığı Zaman Çeşitli Çevre
Sorunlarına Neden Oluyor”
Röportaj:
Emel Tuğrul
»» Tarım-çevre ilişkileri denilince ne anlıyoruz? Tarımsal faaliyetler, çevre üzerinde ne gibi etkilerde bulunur? Tarım
ve çevre birbirleri ile uyumlu bir şekilde sürdürülebilir mi? Bu konularda bilgi verecek olan bu röportajda; Ankara
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Elemanı Dr. Yener ATASEVEN “Tarımsal faaliyetler ve
çevre ilişkilerini” Köy-Koop Haber'e değerlendirdi.
Köy-Koop Haber- Öncelikle, tarım
ve çevre kavramları denilince ne
anlamamız gerekiyor?
Öncelikle şunu
belirtmekte yarar
var. Üreticilerde
“ne kadar gübre
ve ilaç kullanırsam
ürünüm o kadar
artar” şeklinde
bir yaklaşım var.
Bunun doğru
olmadığını ne
kullanılırsa
kullanılsın her
şeyin aşırısının
yarardan çok
zarar getireceğini
söylememiz
lazım. Bu
anlamda, tarımsal
faaliyetlerde
aşırı miktarlarda
kullanılan
kimyasal gübre
ve ilaç; ürüne,
toprağa, suya,
havaya ve
canlılara zarar
veriyor.
Yener ATASEVEN- Tarım kavramını
tarımsal faaliyetler olarak düşünmeliyiz. Genel anlamda, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretimi veya bu ürünlerin
daha değerli hale getirilmesine yönelik her türlü ekonomik faaliyet tarım
kavramı içerisinde yer almaktadır. Bu
açıklama kapsamında tarımsal faaliyetleri, toprağı ve tohumu kullanarak
bitkisel ve hayvansal hammaddeleri
üretmek ve elde edilen bu hammaddeleri yarı veya mamul işlenmiş ürün haline getirmek olarak tanımlayabiliriz.
Çevre kavramına gelince aklımıza çok
geniş tanımlar gelebilir. Çevre kavramı
ilk bakışta açık ve kolay anlaşılabilir
olarak görünebilir. Ancak çevre kavramı incelenmeye başladıkça sınırlarının
çizilmesinin ve tanımının yapılmasının
güç olduğu da görülecektir. Ancak çevrenin kısaca bir tanımı, insan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen
ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız
bir etkide bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin
belirli bir zamanki toplamı şeklinde yapılabilir.
K.K. – Bu açıklama ışığında,
tarımsal çevre kavramı ne
demektir?
Y.A.- Tarımsal faaliyetlerin çevre üzerine etkileri ile ilgili olan her konu tarımsal çevre kavramı içerisinde yer
alır. Yani; tarımsal faaliyetlerinin hava,
su, toprak, iklim ve insan vb. konular
üzerinde olan etkileri tarımsal çevre
kapsamı içindedir. Görüldüğü üzere
tarımsal faaliyetler ve çevre kavramları birbirleriyle çok yakından ilişkilidir.
Bu iki kavram birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar yakındır.
K.K. – Tarımsal faaliyetler ve
çevre ilişkilerine başlamadan
önce, çevre sorunlarının ortaya
çıkışı nasıl olmuştur? Bu konuda
bilgi verir misiniz?
Y.A.- Çevre sorunları birden bire ortaya çıkmamış zaman içinde birikerek
varlığını duyurmuştur. Gelecek kaygısı, toplumların çevre sorunlarına daha
ciddi olarak eğilmelerine neden olmuştur. Yarınını güvence altına almak isteyen insan, çevre sorunları ile yakından
ilgilenmeye başlamış ve bu sorunları
değişik faaliyetlerle toplumların gündemine yerleştirmiştir. Örneğin, 1952
yılı Aralık ayında Londra’da kirli hava
nedeniyle bir hafta içinde yaklaşık
4.000 kişinin yaşamını yitirmesi, çevre
sorunlarının niteliğini toplumlara tanıtan ilk örneklerden biri olmuştur.
toprağın çoraklaşması ve erozyonun
ortaya çıkması da yaşanabilecek diğer
sorunlardır. Aynı arazide üst üste aynı
bitkilerinin yetiştirilmesi ile toprakta
belirli hastalık ve zararlılar çoğalabilir. Bu durumda yapılması gereken
ekim nöbeti yani münavebeli tarımdır.
Münavebeli ekim sistemi ile toprakta
bulunan organik madde miktarı artırılabilir. Münavebede olan ürünler
hasattan sonra arazide kök ve hasat
artıkları şeklinde bıraktıkları organik
madde ile toprağın humus yönünden
zenginleşmesinde önemli şekilde katkıda bulunmaktadır.
K.K. – Çevre kirliliğine neden
olan temel faktörlerden bahseder
misiniz?
Y.A. - Çevre sorunlarının belli başlı nedenleri arasında; nüfus artışı, düzensiz
şehirleşme, ormanların yok edilmesi ve
erozyon, tarım topraklarının amaç dışı
kullanımı, meraların aşırı otlatılması,
orman yangınları, kanunsuz ve aşırı
avcılık, konut ve işyerlerinde kalitesiz
yakıt kullanımı, sanayi tesislerinin neden olduğu kirlilik, kişi başına kullanılan enerji, su ve kömür miktarındaki
artış, doğal bitki örtüsünün yok edilmesi, atmosferik özelliklerden kaynaklanan problemler (asit yağmurları vs.),
atık sular, çöp ve katı atıklar, yanlış
arazi kullanımı vb. olarak sıralanabilir.
K.K. – Çevre kirliği saydığınız
şekillerde meydana gelirken
tarımsal faaliyetlerin çevre
üzerine olan etkilerinden
bahseder misiniz?
Y.A.- Tarım alanındaki her türlü faaliyetin çevreyi de etkilediği veya bu
faaliyetlerin çevre şartlarından etkilendiği bilinmektedir. Bu durumda, tarım
ve çevre arasındaki ilişkiler iki şekilde
oluşmaktadır. Her şeyden önce tarım,
özellikle de modern üretim yöntemleri çevre kirliliğinin nedenlerinden bir
tanesidir. Tarımsal faaliyetler yoluyla
toprak, su, hava ve doğal denge gibi
tüm çevresel ortam etkilenmektedir.
Diğer taraftan da çevre kirliliğinin kurbanı olmaktadır. Tarım dışı kaynaklardan yayılan zararlı maddeler suyu,
toprağı ve havayı kirletmekte, bunun
sonucu olarak yetiştiriciliği yapılan
tarım ürünlerinde zararlarla karşılaşılmaktadır.
K.K. – Bu durumda tarımsal
faaliyetlerin çevreye olan olası
etkileri nelerdir?
Y.A. - Tarımsal faaliyetler doğa ile
uyumlu yapılmadığı zaman çeşitli çevre sorunlarına neden olmaktadır. Bu
sorunlar temel olarak 5 başlık altında
toplanabilir. Bunlar:
1. Yanlış toprak işlemenin neden olduğu sorunlar,
2. Sulamanın neden olduğu sorunlar,
3. Münavebesiz ekimin neden olduğu
sorunlar,
4. Erozyon,
5. Bilinçsiz girdi kullanımının neden
olduğu sorunlardır.
K.K. – Toprağı doğru olarak
işlenmekten ne anlamalıyız?
Y.A. - Toprak işlenirken önemli olan
organik madde miktarının düşürülmemesidir. Eğer toprak yüzeysel olarak işlenirse ya da gereğinden daha az
işlenirse bu durumda toprağa daha az
oksijen gireceğinden toprak yanlış işlenmiş olacaktır. Dolayısıyla da topraktaki organik materyalin kısa sürede ayrışması engellenecektir. Benze şekilde,
eğer toprak gereğinden fazla işlenirse
su kaybı artacağından yine toprak işlemeden kaynaklı sorun olacaktır.
K.K. – Peki sulamadan kaynaklı
ne tür sorunlar karşımıza
çıkabilir?
Y.A. -Sulama konusunda karşımıza
çıkabilecek en önemli sorunlar taban
suyunun yükselmesi ve toprağın tuzlulaşmadır. Toprakların aşırı sulanması
ile toprağın tuz oranı artmaktadır. Sulamadan kaynaklanan bir diğer sorun,
sulamadan geri dönen suların kirletici
etkileridir. Sulamadan dönen sular,
tarımda kullanılan azotlu ve fosforlu
gübrelerle pestisitlerin, derine sızma
ve yüzey akışı ile yıkanarak veya taşınarak su kaynaklarında birikmesinin
ana nedenidir. Bir diğer önemli nokta
da sulama yöntemidir.
Türkiye’de genellikle
vahşi sulama dediğimiz
salma sulama yöntemi
kullanılmaktadır. Bu yöntem
de suyun gereğinden fazla
kullanılmasına sebep
olmaktadır.
Sulama suyu yönteminin yanlış seçilmesi sonucunda oluşan toprak erozyonu bir diğer çevre sorunudur.
K.K. – Münavebesiz ekimden
kaynaklı sorunlar nelerdir?
Y.A. - Uzun yıllar aynı bitkilerin ekildiği arazilerde verim kaybının olması
çok doğaldır. Bu arazilerde topraktaki verimliliğin azalmasının yanında
K.K. – Bir diğer sorun olan
erozyon, tarım-çevre ilişkilerini
nasıl etkilemektedir?
Y.A. - Erozyonun oluşmasında 2 temel
faktör vardır. Bunlardan birincisi doğal
etmenler ikincisi de insandan kaynaklanan etmenledir. Burada önemli olan
etmen doğal koşullardan çok insan faaliyetlerinden kaynaklanan erozyon riskidir. Çünkü, tarımda doğa koşullarına
çok az seviyede müdahale edilmektedir. İnsanlardan kaynaklanan etmenler arasında en önemlileri toprakların
uygun şekillerde kullanılmaması, toprağın yanlış yöntemlerle işlenmesi,
münavebe sisteminin uygulanmaması,
ormanların tahrip edilmesi ve orman
arazilerinin tarım arazisine dönüştürülmesi, çayır-meralarda aşırı ve düzensiz otlatma gibi etmenler sayılabilir. Saydığımız bu etmenler erozyonun
ortaya çıkmasını kolaylaştırmakta ve
erozyona karşı önlem alınmasını zorlaştırmaktadır.
K.K. – Tarımsal faaliyetlerde
karşımıza çıkan en önemli
sorunların başında girdilerin
yanlış kullanılması gelmektedir.
Tarımsal faaliyetlerde girdilerin
bilinçsizce kullanılması ne gibi
sorunlara yol açmaktadır?
Y.A. - Öncelikle şunu belirtmekte yarar
vardır. Üreticilerde “ne kadar gübre ve
ilaç kullanırsam ürünüm o kadar artar”
şeklinde bir yaklaşım var. Bunun doğru
olmadığını ne kullanılırsa kullanılsın
her şeyin aşırısının yarardan çok zarar
getireceğini söylememiz lazım. Bu anlamda, tarımsal faaliyetlerde aşırı miktarlarda kullanılan kimyasal gübrenin
ve ilacın ürüne, toprağa, suya, havaya
ve canlılara zararları vardır.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
RÖPORTAJ
K.K. – Tarımsal üretimde en
fazla hangi kimyasal gübreler
kullanılmaktadır?
Y.A. - Tarımda en çok kullanılan ticari gübreler azotlu, fosforlu ve potasyumlu gübrelerdir. Toprağa azot
kaynağı olarak ilave edilen organik
gübrelerden örneğin, ahır gübresinin aşırı düzeyde uygulanması ile de
nitrat kirliliğinin çevreyi etkilemesi
olasıdır. Bu nedenle, hem kimyasal
hem de organik (ahır gübresi gibi)
gübrelerin aşırı düzeyde ve yanlış
uygulanması ile doğadaki azot dengesi bozulmaktadır.
K.K. – Bu gübrelerin aşırı kullanılması ne gibi sorunlara yol
açabilir?
Y.A. - Azot, fosfor ve potasyum gibi
besin elementlerini içeren kimyasal
gübrelerin bitkisel üretimde aşırı ve
yanlış olarak uygulanması yararları
yanında birçok zararı da beraberinde getirmektedir. Yapılan bir çalışma tarımda kullanılan ticari gübrelerin %50’sinin yararlı olabildiğini,
geri kalan kısmın yıkanma, yüzey
akışı ve buharlaşma ile ortamdan
uzaklaştığını göstermiştir. Gübrelemenin çevre üzerine olan etkileri; toprak, su, hava, bitki kalitesi ve
canlılar üzerine olmaktadır. Bitkisel
üretimi artırıcı yönde büyük bir etkiye sahip olan gübreler toprağın bazı
özellikleri üzerinde olumsuz etkiler
yapabilmektedir. Gübreler toprak
asitleşmesine yol açarak, toprakların
niteliklerinin bozulmasında etkili
olabilmektedirler. Bunların yanında,
aşırı gübre kullanımının miktar açısından üreticiye olumsuzluk getirdiğini görmekteyiz. Bu da dolayısıyla
üreticinin ekonomik olarak zarara
uğraması anlamına gelmektedir.
K.K. – Kimyasal gübrelerin su
kaynakları üzerinde olumsuz
etkileri olduğunu biliyoruz. Bu
gübrelerin aşırı kullanılması
durumunda su kaynakları
nasıl etkilenmektedir?
Y.A. - Gübrelemenin yüzey suları ve
içme suları üzerine olumsuz etkileri
en çok azotlu ve kısmen de fosforlu gübrelerin dengesiz bir şekilde
kullanımından kaynaklanmaktadır.
Kullanılan azotlu gübrelerin önemli
bir kısmı bitki ve toprak tarafından
alınır. Bitkiler ve toprak tarafından
alınamayan azotlu gübreler ise yıkanarak alt katmanlardaki taban suyuna veya yüzey akışı ile akarsu, göl ve
denizlere taşınır. İşte, sulara karışan
veya bitki bünyesinde birikebilen
nitrat çevreyi kirletici ana unsurlar-
dan bir tanesidir.
K.K. – Kimyasal gübrelerin
başka hangi kaynaklara etkisi
vardır?
Y.A. - Kimyasal gübrelerin aşırı
kullanımının su kaynakları dışında
hava ve bitki kalitesi üzerine olumsuz etkileri vardır. Gübrelemenin atmosfer havasını iyileştirici etkisine
karşın bazı gübrelerde havayı olumsuz etkileyen çok düşük miktarlarda
madde çıkışı olabilmektedir. Ayrıca,
azotlu gübrelerden zaman zaman
serbest hale geçen amonyak veya
azot atmosfere karışabilmektedir.
Kimyasal gübrelerin aşırı kullanımı
Y.A. - Bazı kimyasal ilaçların buharlaşabilme özelliği vardır. Dolayısıyla,
bu ilaçlar havayı kirletebilir. Bu tür
kimyasal ilaçların yoğun kullanıldığı
yaşam alanlarındaki tüm canlılar da
bunlardan olumsuz yönde etkilenebilirler.
Bu arada yukarıda saydığımız bu
etkiler dışında önemli olan bir nokta da kimyasal ilaçların hayvanlara
olumsuz etkilerinin var olması.
K.K. – Evet bu konu da çok
önemli. Kimyasal ilaçların
hayvanlar üzerine olan etkileri
nelerdir?
durumunda ortaya çıkan olumsuzluklardan bir diğeri de bitki kalitesi üzerine olan etkilerdir. Özellikle
aşırı azotlu gübreleme sonucu bitki
dokularında önemli oranda nitrat
ve nitrit birikimi görülmektedir. Bu
azot formlarının bitkide birikimi, bu
bitkilerle beslenen insan ve hayvanlarda önemli sağlık sorunlarına yol
açabilmektedir.
K.K. – Yukarıda saydığınız
olumsuz etmenler ışığında,
gereksiz gübre kullanımını
önlemek için ne gibi önlemler
alınabilir?
Y.A. - Gereksiz gübre kullanımından kaçınmak için öncelikle toprak
analizlerinin yapılması gerekir. Yapılacak analizler neticesinde toprağın ihtiyacı olan gübre miktarı
belirlenmiş olur. Bu aşamada öncelikli olarak üreticilerin toprak analizi
yaptırma alışkanlığı kazanması gerekmektedir. Bunun yanında, daha
az kolay çözülebilir veya en azından
toprakta daha az hareketli gübreler
kullanılmalıdır. Eğimli arazilerde
donmuş toprak yüzeyinden yıkanma
ile ortaya çıkacak gübre kayıpları önlenmelidir. Toprak canlılarının gelişimini teşvik etmek suretiyle azot
depolama kapasiteleri artırılmalıdır.
Toprakların su tutma kapasitelerinin artırılarak, gereksiz su kayıpları
önlenmelidir.
K.K. – Bir başka önemli konu
da tarımsal faaliyetlerde
kullanılan kimyasal ilaçlarla
ilgilidir. Kimyasal gübreler
gibi kimyasal ilaçların da
etkileri konusunda bilgi verir
misiniz?
Y.A. - Kısaca belirtmek gerekirse
kimyasal ilaç, tarım ilacı ya da pestisit olarak da adlandırabileceğimiz
bu maddelerin kalıntılarının suya,
toprağa, havaya ve gıdalara bulaşarak bunları kirletmesi bir çevre
sorunudur. Bunların yanında bu
maddeler insan ve hayvan sağlığını
ve doğal dengeyi de olumsuz yönde
etkilemektedir.
K.K. – Kimyasal ilaçlar
su kaynaklarına nasıl
ulaşmaktadır?
Y.A. - Kimyasal ilaçlar su kaynaklarına çeşitli yollarla ulaşabilmektedir. İlaçlama esnasında su kaynağı
içindeki ya da kenarındaki bitkiler
ve hayvanlar bu ilaçlar ile doğrudan
temas edebilirler. İlaçlar yağmur
suları ile yıkanabilir, boş ambalaj
kaplarının sulara atılması ile su kaynakları bulaşabilir. Bunun yanında,
tarım ilacı üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına bırakılması yoluyla da kirlilik oluşabilir.
K.K. – Su kaynaklarının
kimyasal ilaçlarla
kirlenmesinin ne gibi zararları
vardır?
Y.A. - İçme ve sulama suyu sağlayan barajlardaki suyun pestisitlerle
kirlenmesi insanlar, evcil ve yabani
hayvanlar için büyük tehlikeler yaratabilmektedir. Su kaynakları içerisinde yaşayan canlılar açısından
da önemli bir tehlike bulunmaktadır. Örneğin, balıklar için doğrudan
ölümler olmakta, su kaynağındaki
ortamda oksijen azalması gibi değişiklikler olmakta ve bunların neticesinde de ölümler yaşanmaktadır.
Suların tarım ilaçları ile bulaşması
sonucunda sadece balık ve kuşlar
ölmemekte, ilaç kalıntısına maruz
kalan bu balık ve kuşlarla beslenen
diğer canlılar bu arada insanlar da
etkilenmektedir.
K.K. – Kimyasal ilaçların su
kaynakları dışında etkilediği
başka yerler de var mıdır?
Y.A. - Tabi ki vardır. Kimyasal ilaçlar su kaynaklarını etkilediği gibi
özellikle insanı, toprağı ve atmosferi
de olumsuz yönde etkilemektedir.
Örneğin, kimyasal ilaçlar insan vücuduna ağızdan, deriden ve solunum
yoluyla girmektedir.
Tarım ilaçlarının bir
bölümü ani (akut) etkilidir,
bir bölümü de kronik
yani yavaş etkilidir. Akut
zehirlenmeler tarım ilacının
solunması, yenmesi veya
deriye temas etmesi ile
görülmektedir.
Bu tür zehirlenmeler sonucunda insanın yaşamsal faaliyetlerinin durması ya da yavaşlaması, ishal, titreme, aşırı terleme, mide bulantısı,
göz bebeklerinde küçülme gibi belirtiler gözlenmektedir.
K.K. – Hocam, kimyasal
ilaçların toprak üzerine de
etkileri vardır değil mi? Bu
kimyasal ilaçlar topraklara
nasıl etki etmektedir?
Y.A. - Kimyasal ilaçlar yağmur ve
rüzgar gibi dış etkenlerle toprağa
bulaşabilmektedirler. Toprağa bulaşan bu ilaçlar topraktaki böceklere
zarar vermektedir. Tohum ilaçlamaları sırasında tohuma uygulanan
tarım ilaçları ise doğrudan toprağa
bulaşmaktadır. Toprağa bulaşan bu
ilaçlar toprak mikroorganizmalarının kısmen ya da tamamen yok olmasına neden olmaktadır. Toprak
verimliliğini artırmada önemli rol
oynayan solucanlar da topraktan tarım ilacı kalıntılarını alacaklarından
zarar görmektedirler.
K.K. – Kimyasal ilaçlar
atmosfere ne gibi etkilerde
bulunmaktadır?
Y.A. - Çiftlik hayvanlarının et, süt ve
süt mamulleri ve kümes hayvanlarının yumurtalarında bulunan kimyasal ilaç kalıntıları tüketicileri etkileyebilmektedir. Bu sebeple ilaçlanan
alanlarda hayvan otlatılmaması
gerekmektedir. Genellikle bitkilerin çiçeklenme periyodu içinde kullanılan kimyasal ilaçlar çok sayıda
arının ölümüne yol açabilmektedir.
Zararlılarla mücadelede hatalı ilaç
uygulamaları ve bilinçsizce kullanılan bazı tarım ilaçları, tohumlu beslenen kuşlar başta olmak üzere bazı
türlerin sayısında önemli azalmalara
neden olmuştur.
K.K. – Görünen o ki kimyasal
ilaçların hayatımızın her
yerine olumsuz etkileri
var. Peki hocam, kimyasal
ilaçlar nedeniyle olabilecek
kirlenmelerin önünde
geçebilir miyiz? Bu konuda
neler yapılabilir?
Y.A. - Çok kısa bir şekilde anlatmak
gerekirse, kimyasal ilaçlardan kaynaklanabilecek kirlenmelerin önlenmesi için öncelikle ilaçlama bittikten
sonra boş ambalajların, ilaç atıklarının, ilaçlama aletlerinin yıkandığı
suların akarsulara veya durgun sulara karışmamasına üreticilerin özen
göstermesi gerekmektedir. Bunların
önlenmesi halinde ilaçlardan meydana gelebilecek bulaşmaların da
önüne geçilebileceğini söyleyebiliriz.
K.K. – Tarımsal faaliyetlerin
çevre üzerine olan olumsuz
etkilerini anlattınız. Bu
noktada, tarım ve çevre
konusunda Türkiye’de hangi
politikalar uygulanmaktadır?
Bu uygulamalardan bahseder
misiniz?
Y.A. - Bu konuda Türkiye’de uygulanan politikalara baktığımızda yapılan çalışmalar “çevreye dost tarım
yöntemleri” olarak adlandırılmaktadır. Bu yöntemler arasında organik
tarım, İyi Tarım Uygulamaları, ÇATAK (Çevre Amaçlı Tarım Arazilerini Koruma Programı), toprak analizi
uygulaması gibi uygulamalar vardır.
Örneğin, organik tarımsal
üretimde izin verilen
maddelerin dışında
kimyasal gübrelerin ve
ilaçların kullanılması
yasaklanmıştır. Dolayısı
13
ile, bu maddelerden
kaynaklanabilecek
kirlenmelerin önüne
bir nebze de olsa
geçilebilmektedir. İyi
Tarım Uygulamaları’nda ise
kimyasal ilaçlar ve gübreler
kontrollü kullanılmaktadır.
Yani, ilacın ve gübrenin
zamanı, miktarı ve yöntemi
gibi unsurlar sürekli olarak
kontrol altında olduğundan
bu maddelerden
kaynaklanabilecek
bulaşmalar da
izlenebilmektedir.
Toprak analizi de bir diğer önemli konudur. Yapılacak analizler ile
toprağın ihtiyaç duyduğu bitki besin maddeleri belirlenecek ve üretici
analiz sonuçlarına göre gübreleme
yapacaktır. Toprak analizlerinin
üreticiye de maddi katkılarının olduğunu söylememiz gerekir.
K.K. – Üreticiler bu
konuda hangi desteklerden
yararlanabiliyor?
Y.A. - Saydığımız tüm bu uygulamalar için devlet üreticilere destekleme ödemesi yapmaktadır. Örneğin,
organik meyve-sebze üretimi yapıyorsanız 50 TL/da, tarla bitkileri
üretimi yapıyorsanız 10 TL/da destekleme alabilirsiniz. Bunun yanında eğer, organik hayvancılıkla da
uğraşıyorsanız yine desteklemeden
yararlanabilirsiniz. Yine, İyi Tarım
Uygulamaları çerçevesinde meyvesebze üretimi yapıyorsanız 25 TL/
da, örtü altında üretim yapıyorsanız
100 TL/da destekleme alabilirsiniz. Bunların yanında bir de toprak
analizi yaptırmışsanız 2.5 TL/da bir
destekleme almanız mümkündür.
Görüldüğü gibi tarımsal çevre politikaları konusunda üreticilerin yararlanabileceği çeşitli destekleme uygulamaları vardır. Bu uygulamalardan
yararlanmak hem tarımın çevre
üzerine olan etkilerini olumlu yönde etkileyecek hem de üreticilerin
gelirleri artırabilecektir. Ancak, bu
noktada belirtilmesi gereken önemli
bir konu vardır. Bu da, üreticilerimizin bilinçlendirilmesidir. Bunun yapılması için tarım-çevre konusunda
eğitimlerin yapılması, üreticilere bu
konuların öneminin anlatılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde tarım
ve çevrenin sürdürülebilirliğinden
bahsetmemiz mümkün olabilir. Aksi
taktirde, gelecek kuşaklar bugünkünden daha kötü bir durumla karşılaşabilir.
K.K. – Son olarak ne söylemek
istersiniz?
Y.A. - Son olarak tarım ve çevrenin
birlikte düşünülmesi gerektiğini,
birbirinden ayrılamayacak kadar
yakın olan iki kavram olduğunu belirterek; bu vesile ile tüm üreticilerimize sağlıklı, mutlu ve bereketli bir
üretim sezonu dilerim.
14
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
AB ve TARIM
“Ekosistem Mühendisi Tarlada Zararlılara
Karşı Çalışıyor”
»» Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Ziraat Münehdisi Dr. Hilal Tunca,
Yüksek Ziraat Mühendisi Hatice Hilal Moran ve Ziraat Yüksek Mühendisi Şahin
Tatlı, hazırladıkları projelerle zararlılarla mücadelede tarım ilacı kullanımı
konusunda bağımlı olan birçok üreticiye alternatif bir mücadele olan biyolojik
mücadeleyi öneriyorlar.
2013’de iş fikri ile Teknogirişim Sermayesi Desteği’ni kazanarak “BiyoGramma” adlı şirketini kuran
ve genç girişimci Dr. Hilal Tunca,
“Ekosistem Mühendisi” adını verdikleri doğal düşman bir böcek
(Trichogramma pintoi) ile “Ekosistem Mühendisi Tarlada Zararlılara
Karşı Çalışıyor” sloganını benimsediklerini söyledi. Tunca, hazırladığı
proje ile zararlılarla mücadelede
tarım ilacı kullanımı konusunda
bağımlı olan birçok üreticiye alternatif bir mücadele olan biyolojik
mücadeleyi önerdiklerini belirtti.
Üreticilere Ekonomik
Avantaj Sağlayacak
Bu mücadele yönteminde; üreticiler
biyolojik mücadeleyi tercih ettikleri
için sağlıklı bir çevrede çalışmalarını
sürdürecek, tüketiciler daha sağlıklı
ürünlere ulaşabilecek, doğa ise sürdürülebilirliğini koruyacak. Uzun
süredir bu faydalı böcek üzerinde
çalışan Tunca, bu proje ile üretici tarlasında ekosistem mühendisi
gibi çalışacak faydalı böceğin düşük
sıcaklıklarda depolanması ve kitle
üretimine yönelik prototip üretim
tekniğinin ilk kez geliştirileceğini
söyledi. Sözkonusu tekniğin geliştirilmesinden sonra ürünün pazarlanma koşullarının ortaya konmasını amaçladıklarını belirten Tunca,
ileriki aşamalarda ise iç ve dış talebe
bağlı olarak böceğin ekonomik kitle üretim yöntemini geliştirmeyi ve
daha fazla üreticiye ulaşmayı hedeflediklerini belirttti.
“Üniversiteli Böcekler
Üreticilerin Hizmetinde”
Girişimci Ziraat Mühendisi Hatice
Hilal Moran, 2013’de geliştirdiği
iş fikri ile Teknogirişim Sermayesi
Desteği’ni kazanarak Ankara Üniversitesi Teknopark bünyesinde
“BiyoPoda” adlı şirketini kurdu.
Moran, “Dost Hekzapoda” adını
verdikleri biyolojik mücadele etmeni bir böcek (Bracon hebetor) ile
“Üniversiteli Böcekler Üreticilerin
Hizmetinde” sloganını benimseyerek bir Ar-Ge yolculuğuna koyulduklarını söylüyor. Üniversite döneminde uzun süre bu faydalı böceğin
laboratuvarda yetiştiriciliğini yapan
Moran, hazırladığı bu iş fikri ile tarımda zararlı böceklerle mücadelede tarım ilacı kullanımına alternatif
bir mücadele yöntemi olan Biyolojik Mücadele’nin önemine dikkat
çekiyor. Tarımda biyolojik mücadele uygulamalarının yaygınlaştırılması ile tarım ilaçlarının neden
olduğu olumsuz etkilerin önemli
ölçüde ortadan kaldırılacağını; çevre ve insan sağlığının korunacağını, biyoçeşitlilik ve doğal dengenin
sürdürülebilirliğinin sağlanacağını
bildiren Moran, çalışmasıyla “Dost
Hekzapoda” adını verdiği faydalı
böceğin bir yıl içinde prototip kitle
üretiminin gerçekleştirileceğini ve
pazarlanma potansiyelinin belirleneceğini söylüyor. Moran, ileriki
dönemlerde ise bu faydalı böceğin
ekonomik kitle üretimi ve ticarileşmesine yönelik mekanizasyon, kalite kontrol ve pazarlama çalışmaları
yaparak bu faydalı böceği daha fazla
üreticinin hizmetine sunmayı hedeflediklerini söyledi.
“Zararlı Böcekleri
Yiyen Faydalı Böcekler
Uygulamada”
Ziraat Yüksek Mühendisi Şahin
Tatlı ise 2013’de sunduğu bir iş
fikri ile Teknogirişim Sermayesi
Desteği’ni alarak Ankara Üniversitesi Teknopark’ında “BiyoVen”
adlı bir şirket kurdu. Şahin Tatlı, iş
fikrinde “Biyo Dost” adını verdikleri böcek yiyen bir böcek türünün
(Venturia canescens) üretimi üzerine odaklandıklarını ve “Zararlı
Böcekleri Yiyen Faydalı Böcekler
Uygulamada” sloganını benimsediklerini bildirdi. Tatlı, bu sloganı
kullanarak başta tarımsal ürün üreticileri olmak üzere toplumun farklı kesimlerinde ekoloji farkındalığı
yaratmayı amaçlıyor.
Seçtikleri faydalı böceğin birçok zararlı böceği baskılayabildiğini açıklayan girişimci, projesinin; salt teorik bir çalışma olmadığını, aksine
faydalı böceğin üreticilerin kullanımına verilmesi yönünde prototip
kitle üretimi üzerine odaklandığını söylemekte. Biyolojik mücadele
uygulamalarının yaygınlaştırılmasıyla üreticilerin daha sağlıklı bir
çevrede çalışma koşullarına sahip
olacaklarını, tüketicilerin daha
sağlıklı-pestisit kalıntısı olmayan
ürünlere kavuşabileceklerini, mevcut doğal dengenin ve biyoçeşitliliğin ise korunacağını bildiren Tatlı,
prototip üretiminden sonra iç ve
dış pazara yönelik ayrıntılı pazar
araştırmaları yaparak faydalı böceğin ekonomik kitle üretim yöntemini geliştirerek, Biyo Dost’u daha
fazla üreticiyle buluşturmayı amaçladıklarını aktardı.
İnsanoğlu Su Sistemlerine Zarar Veriyor
»» Bilim insanlarına göre, insanoğlunun küresel su sistemlerine büyük zarar verdiği
yeni bir jeolojik dönemin eşiğindeyiz.
Uzmanlar, bugünkü durumu, 11 bin
yıl önce, buzulların geri çekilmesiyle gezegenimizin geçirdiği büyük
değişimle karşılaştırıyor. Bir süre
önce Almanya'nın Bonn kentinde
bir araya gelen uzmanlar, su sistemlerinin korunması için neler yapılması gerektiğini masaya yatırdı.
Bazıları hala insanoğlunun çevreye
verdiği zararın büyüklüğünü tartışırken, Bonn'da biraraya gelen uzmanların bu konuda fazla şüphesi
yoktu. Hatta insanların çevreye
verdiği zararla yeni bir jeolojik çağ
açıldığını savunanlar ve bu çağa
Antroposen adını verenler var. Uzmanlar şimdi de bu yeniçağın Jeolojik Zaman Skalası'nda resmen yer
alıp almaması gerektiğini tartışıyor.
Merkezi Bonn'da bulunan Küresel
Su Sistemleri Projesi'nin başkanı Anik Bhaduri, şöyle konuşuyor:
“Küresel Su Sistemleri Projesi, nere-
açısının, çevre araştırmalarını derinden etkilediğini belirtiyor: ”İnsanlar barajlar inşa ederek, toprak
kullanımını değiştirerek küresel su
sistemlerini ve döngüsünü etkiliyor. Bunun sonucu olarak küresel
su sistemlerinin yerel bazda insan
etkilerine maruz kaldığını görüyoruz. Yerel etkiler bölgesel, kıtasal
ve küresel boyutlara ulaşıyor.”
deyse on yıldır, karmaşık su sistemlerinin doğa ve insanla etkileşimini
incelemek için geniş kapsamlı araştırmalar yürütüyor. Elde ettiğimiz
bulgular, insan faaliyetlerinin küresel su sistemlerinin değişmesi üzerinde kilit rol oynadığını gösteriyor.”
Proje, yerel çevreler üzerinde dar
kapsamlı araştırmalar yapmak
yerine insan faaliyetlerinin su sistemleri üzerindeki etkisine küresel
açıdan bakıyor. Bhaduri, bu bakış
KOOPERATİF
AB’den Ne Farkınız Var?
Sevgili Kooperatifçi Dostlar,
Bugüne kadar bu köşede Avrupa
Birliği’nde üretici örgütlenmesi ile
ilgili çeşitli bilgiler ve haberler vermeye çalıştım. Bu sefer sizlere bir
test öneriyorum. Burada sizlerin Avrupa Birliği’ndeki emsallerinizden
farkınızın ne olduğunu sizlerin cevaplamasını istiyorum. Aşağıda birkaç temel sorudan oluşan bir tablo
bulunuyor. Bu tabloda yer alan her
bir konuya kendinizi değerlendirerek EVET bu konuda faaliyetimiz
var, ya da HAYIR bu konuda hiç bir
şey yapmıyoruz diyerek kendinizi
değerlendirebilirsiniz.
Muhtemelen, ilk sorulardan sonra
cevapların olumsuzlaştığını göreceğiz. Gelin birlikte bunun değerlendirmesini yapalım.
İlk sorular kooperatifçiliğin evrensel
ilkeleri ile ilgiliydi. Demek ki, kooperatifçilik konusunda 160 yıllık geçmişimiz ile genel konuları benimsediğimizi, 14 binden fazla kooperatif ile
bu konuda ilerlediğimizi rahatlıkla
söyleyebiliriz. Fakat sonraki sorular,
kooperatifin piyasa şartlarında ortaklarına rekabet gücü sağlamak üzere
yapması gereken hizmetler ile ilgiliydi. İşte burada kooperatiflerimizin
Türk Ticaret Kanunu’nda belirtildiği
adıyla “Kooperatif Şirket” olarak çalışamadığını, henüz bu mantığı benimseyemediğini görüyoruz. Yıllardır
devletimizin verdiği ciddi miktarda
destekler oldu. Buna karşın kooperatiflerimizin bu desteklerinden doğru
şekilde istifade etmediğini, destek
alındıktan sonra kooperatifin unutulduğunu, kişisel davranıldığı için
bu desteğin de kısa sürede heba olduğunu hep birlikte yaşadık. Demek
ki; burada sorun kooperatifi kurmak,
üreticileri buraya çekmek ya da des-
Dr. Erhan EKMEN
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
Teşkilatlanma Daire Başkanlığı
Projeler ve Dış İlişkiler
Çalışma Grubu Sorumlusu
teklemek ile ilgili değil. Sorun daha
ziyade kooperatifin nasıl kullanılması
gerektiği ile ilgili.
Peki, bu sorunu kim çözer?
Cevabı çok basit.
Dünyada kime sorarsanız sorun, bu
sorunun tek bir cevabı var: “sorunun
sahibi kim ise, sorunu o çözer”. Elbette burada herkese görev düşüyor.
Hepimiz sorumluluklarımız çerçevesinde sorunumuzu hep birlikte çözeceğiz. Ama artık, asla çözümü başkasından beklemeyeceğiz. Ya işbirliği
yapacağız ya da bugün, en geç yarın
yok olup gideceğiz.
Lütfen aşağıdaki soruları bir daha
okuyun. Sonra da kendinize sırasıyla
şu soruları sorun. Ben tek başıma bu
sorunu nasıl çözerim? Kooperatifimdeki ortaklarım ile bu sorunu nasıl
çözerim? Küçük olsun benim olsun
mantığından vazgeçip çevremdeki
diğer kooperatifler ile nasıl çözerim?
Sizlerin ürettiği nimetin değerinin
daha iyi anlaşıldığı Mübarek Ramazanınızı kutluyor, birlik ve beraberlik duygularımızın daha da pekiştiği
iyi bayramlar diliyorum.
Sorular
Kooperatifinize ortaklık herkese açık mı?
Kooperatifinizde ortaklık gönüllülük esasına mı dayalı?
Kooperatif yönetim ve denetimi demokratik mi?
Kooperatifiniz özerk ve bağımsız mı?
Ortaklarınızı bilgilendirme amacıyla eğitimler veriyor musunuz?
Diğer kooperatifler ve örgütler ile işbirliği yapıyor musunuz?
Ortaklarınızın ve ürettikleri ürünlerin kaydını eksiksiz olarak
bütün detayları ile güncel ve güvenilir bir şekilde tutuyor
musunuz?
Ortaklarınız tarafından üretilen ürünlerin katma değerini arttırabilmek amacıyla işleme, paketleme, ambalajlama, depolama,
nakliye gibi faaliyetleriniz var mı?
Ortaklarınız tarafından üretilen ürünlerin piyasaya satışını düzenliyor musunuz?
Çevrenizdeki firmalar ile kooperatifiniz adına sözleşmeler yapıyor musunuz?
Ortaklarınızın üretimini piyasanın talebine bağlı olarak, kalite,
standart ve miktar açısından planlıyor musunuz?
Piyasada fiyat istikrarını sağlamak amacıyla müdahalelerde
bulunmak için planınız var mı?
Üretim maliyetlerini azaltıcı tedbirler alıyor musunuz?
Desteklemeleri dağıtımda rol alabilecek teknik alt yapınız, personeliniz, donanımız var mı?
Kayıt, takip, planlama ya da müdahale gibi uygulamalar için bir
fonunuz var mı?
Ürünlerin işlenmesi ve atıkların değerlendirilmesinde çevreyi
koruyucu tekniklerin uygulanması konusunda bir faaliyetiniz
var mı?
Biyolojik çeşitliliğin sürdürülmesine yönelik uygulamalar
konusunda bir faaliyetiniz var mı?
Evet Hayır
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
TARIM
15
Daha Adil Bir Dünya Ekonomisi İçin Adil Ticaret Etkisi
»» Küreselleşen dünyada bilgiden, teknolojiye hatta insan ilişkilerine kadar her şey o kadar çok hızlı gelişiyor ki bu baş döndürücü değişimler
karşısında değişimleri anlamaya ve yakalamaya çalışıyoruz.
Hızla değişen ve dönen bu çarkın içinde ülkemiz için, insanlık için, çevre
için, bilim için, gelecek kuşakların
her anlamda daha güvenli bir dünyada yaşayabilmesi için neler yapabilirim diye düşünmeye başlıyorsunuz. Hepimizin bildiği deniz yıldızı
hikâyesi gibi, bu dünyanın daha güvenli ve sürdürülebilir olmasında
herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Çünkü dünya günümüzde küreselleşme kavramıyla küçük bir köy
haline geldi. Bu nedenle de insanlığın artık üzerinde yaşadığı bu dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan
sosyal, ekonomik, bilimsel olaylar ile
sorunlar karşısında ilgisiz ve duyarsız davranma lüksü yoktur.
Günümüzde küresel ekonomi oldukça hassas dengeler içerisinde olup,
iyi yönetilmesi gereken bir süreçten
geçmektedir. Bu süreç içerisinde,
2008 yılında ortaya çıkan ‘‘küresel
ekonomik kriz’’ gelişmiş ülkeleri
etkilemiş ve etkilemeye de devam
etmektedir. Ancak gelişmekte olan
ülkelerin bu krizden daha az etkilendiği yönünde bir algı mevcuttur.
Ekonomisi tarıma dayalı, gücünü
insan emeğinden alan ve gelişmekte olan ülkeler olarak nitelendirilen Üçüncü Dünya ülkeleri (Afrika,
Orta-Latin Amerika, Asya–Pasifik
) yıllardır batının sömürgesi altında kalmışlardır. Bu ülkeler zaman
içerisinde sömürgelikten kurtulup
bağımsızlıklarını kazanma, kalkınma ve gelişme gayreti içerisinde olmuşlardır. Aynı zamanda yoksulluk,
yüksek oranda işsizlik ve çevre sorunlarıyla mücadele etmektedirler.
Gelişmiş ülkeler, ilerleyen süreçte
yaşanan bu sorunların sancılarını
hafifletmek için vicdan muhasebelerinin bir sonucu olsa gerek ‘‘Adil
Ticaret ’’ denilen insani değerler ile
maddi değerleri bir arada buluşturabilen bir ticaret şeklini ortaya çıkarmışlardır. Başlangıçta el sanatı
ürünlerinin yoğunlukta olduğu Adil
Ticaret Pazarı, 1980’li yıllarda el sanatlarına olan ilginin azalmaya başlaması sonucu hareket yanlılarını
yeni çıkış yolları aramaya yöneltmiş
ve kendilerine seçtikleri yeni alan;
‘‘tarım ürünleri’’ olmuştur (www.
birikimdergisi.com). Bu ürünler,
dünyanın güneyindeki Üçüncü Dünya ülkelerinde emek yoğun işgücüne
dayalı küçük ölçekli aile işletmesine
sahip çiftçilerin ürettikleri kahve,
çay, kakao ve muz gibi ürünlerdir.
Adil Ticaret Modelinin kronolojik
olarak gelişim tarihçesini incelediğimizde, ilk olarak 1940’lı yıllarda
ABD’deki bazı dini gruplar ve sivil
toplum örgütlerinin öncülüğünde
başlatıldığını görmekteyiz. ABD’deki
bu gruplar, 1946-1949 yıllarında
Üçüncü Dünya ülkeleri ile adil ticaret zincirini kurmuşlardır. ABD
başlayan bu hareket Avrupa’da da
destek görerek yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle Hollanda ve İngiltere bu hareketin öncülüğünü yapmışlardır. Hollanda’da 1988 yılında
Adil Ticaret Piyasasının ilk ve en
önemli ürünü ‘‘Max Havelear’’ isimli
Meksika’dan gelen kahve olmuştur.
Bu kahve markası Avrupa’nın diğer
ülkelerinde de yaygınlaşmaya başlayarak diğer ürünlerinde pazarda
‘‘Adil Ticaret Logolu’’ ürünler olarak
markalaşmasına neden olmuştur
ve marketlerin raflarında yerlerini
almışlardır. Örneğin bu markalar,
Hollanda, İsviçre, Belçika, Danimarka, Norveç’te Max Havelear, Almanya, ABD, İtalya, Kanada, Japonya’da
Transfair, İngiltere ve İrlanda’da Fairtrade Mark, İsveç’te Rättvisemärkt
olarak piyasaya sürülmüşlerdir
(www.fairtrade.org.uk).
Adil Ticaret Modeli üreticilerine,
tüketicilerine ve satıcılarına sağladığı faydaları ve çevre dostu uygulamaları ile geleneksel ekonomide
uygulanan diğer üretim ve pazarlama modellerine göre göre daha
adaletli, daha insancıl ve gelişmemiş ülkelerin daha sürdürebilir bir
büyüme yakalayabilmelerine olanak
sağlayan bir model olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ayrıca çiftçilerin doğrudan ithalatçılarla iletişim kuran
kooperatifler şeklinde örgütlenmelerini, gelirlerini arttırmalarını, çevreye duyarlı uygulamalarda bulunmalarını ve üreticiler ile daha kalıcı
ilişkiler geliştirmelerini sağlayarak
ekonomik istikrarın oluşmasında da
önemli rol oynamaktadır.
Bu model, günümüzde sadece küçük ölçekli üreticiler tarafından değil
aynı zamanda bilinçli tüketicilerin
de son derece ilgi gösterdiği ve desteklediği bir model olmuştur. Bilinçli
tüketiciler, gelişmemiş ülkelerdeki
küçük üreticilerin adaletli şekilde
kazanç elde edebilmeleri konusunda
hassas davranmaktalar ve bu hassasiyet aracılar ile satıcılar tarafından
önce ürün fiyatlarına, dolayısıyla da
üreticinin emeğinin karşılığını almasına neden olmaktadır. Tüketiciler
aldığı ürünün parasının üreticinin
cebine gideceğini bilerek satılan
ürüne biraz daha fazla fiyat vermeye gönüllü olmaktadırlar. Satıcılar
ise tüketicinin bu hassasiyetini ticari kazanca çevirerek pazar paylarını
büyütebilmektedirler. Üreticiler de
Dr. Nezaket CÖMERT
Ziraat Yüksek Mühendisi
[email protected]
ürünleri için zorlu rekabet koşullarında aldığından daha yüksek bir fiyat alarak yoksulluk sorununu hafifletmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca bu
model, kadınların üretim sürecine
daha aktif katılımlarını desteklemekte, çocuk işçilerin BM Çocuk Hakları
Konvansiyonu koşullarına göre çalışma olanakları sağlamakta ve çevreye
duyarlı ticaret ilkelerini benimsemektedir (www.birikimdergisi.com).
Adil Ticaret Hareketi, zaman içerisinde uluslararası boyutlarda da
örgütlenerek dünya piyasasındaki
yerini güçlendirmiştir:
Uluslararası Adil Ticaret Etiketleme
Organizasyonu( Fairtrade Labelling
Organizations International, FLO)
1997’de Almanya’nın Bon şehrinde
kurulmuştur. Asya, Afrika ve Latin
Amerika’da elliden fazla ülkenin bir
milyondan fazla küçük ölçekli üreticisini ve tarım işçisi aileyi çatısı altına alan bu örgüt, üretici örgütlerini
inceliyor ve sertifikalandırıyor.
Uluslararası Adil Ticaret Örgütü (International Fair Trade Association,
IFAT) 1989 yılında adil ticaret üretici
kooperatifleri, birlikleri, ithalat ve ihracat şirketleri, toptancılar, ulusal ve
bölgesel adil ticaret ağları ve destekçi
örgütlerin bir araya gelmesi ile 60 ülkeden 300 destekçisi ile kurulmuştur.
Network of European Worldshops
(NEWS) Avrupa’nın 13 ülkesinden 15
World Shop’u içine alan çatı örgüttür.
European Fair Trade Association (EFTA) Asya, Afrika ve Latin
Amerika’dan ithalat yapan, ekonomik olarak dezavantajlı olan 400
üretici ile çalışan bir sivil toplum kuruluşudur (www.fairtrade.org.uk).
Uluslararası Adil Ticaret Örgütü
(IFAT)’nün istatistik verilerine göre,
dünya çapında Adil Ticaretin cirosu
2011 yılında % 12’lik bir artışla 5 milyar Euro piyasa değerine ulaşmıştır.
Avrupa’da kurulan birçok pazarda
Adil Ticaret pazar payı önemli ölçüde artmıştır. En eski Adil Ticaret
pazarı olan Hollanda’da büyüme en
az % 24 oranında gerçekleşmiş olup
İngiltere’de en büyük Adil Ticaret
Pazar cirosu %12 artış kaydetmiştir.
İsviçre’de ise satılan muzun yarısından fazlasında (% 55) Adil Ticaret Modeli uygulanmıştır. Büyüme
oranları yeni Adil Ticaret pazarlarının bazılarında oldukça yüksek seviyelere çıkmıştır. Güney Afrika’da da
tüketiciler 2011 yılında, bir önceki
yıla göre adil ticaret ürünlerine en
az 3 kat daha fazla harcama yapmışlardır. Günümüzde Uluslararası Adil
Ticaret Logolu ürünler 120 ülkede
satılmaktadır. Bu ürünler gelişmekte
olan ülkelerdeki yaklaşık 1,2 milyon
kişi tarafından üretilmektedir (www.
summer-foundation.org).
Küçük ölçekli üreticiler ile iletişime
geçmeye çalışan Adil Ticaret girişimlerinin, uluslararası kuruluşlardan
ziyade direkt olarak üretici kooperatifleri ve diğer tarımsal amaçlı sivil
toplum örgütleriyle temasa geçme
ilkesi oldukça önemli ve dikkat çekicidir. Dünyada küresel ekonomi
içinde kendine önemli bir yer bulan
Adil Ticaret Modeli, ülkemizde kavram olarak bilinmekte ancak pratikte tarım ve sanayi sektöründe ürün
elde etmede uygulanan bir üretim
modeli değildir. Bu modelin dünyadaki uygulamalarına bakıldığında özellikle küçük ölçekli çiftçilerin
kurdukları tarımsal amaçlı ve tüketici kooperatifleri tarafından başarıyla
uygulandığını görmekteyiz. Örneğin
derginin bir önceki sayısında dünyadan kooperatif hikayeleri köşemizde Kosta Rika’da yaklaşık 20.000
ortaklı küçük ölçekli işletmesi olan
kahve ve şeker üreticileri tarafından
kurulmuş olan CoopeAgri El Genel
R.L. kooperatifinin başarı hikayesini anlatmıştık. Kooperatifin Adil
Ticaret Modelini uygulayarak, Adil
Ticaret Logolu ürünlerini ihraç ettiğini ve Latin Amerika’da Adil Ticaret
Sistemi içerisinde birinci sırada kooperatif olma başarısını elde ettiğini
paylaşmıştık
(www.stories.coop).
Diğer bir başarı hikâyesi de ABD’nin
Kaliforniya Eyaletinde 63 tane organik tarım yapan aile çiftçilerinin
bir araya gelerek kurdukları Farmer
Direct Co-operative Ltd. (FDC) adlı
kooperatif, Adil Ticaret ve Organik Sertifikalı ürünler elde ederek
yeni bir gıda markası oluşturmuş
ve önemli başarılara imza atmıştır
(www.farmerdirect.coop). Bu tip başarı hikayeleri örneklerinin sayısını
çoğaltabiliriz.
Dünyadaki birçok
kooperatif tarafından
başarıyla uygulanan
bu model, ülkemizdeki
tarımsal amaçlı
kooperatiflerimiz
tarafından da uygulanarak
kooperatiflerin Adil Ticaret
Logolu ürünleri gerek iç
pazarda gerekse dış pazarda
önemli bir paya sahip
olabilir.
Ayrıca tüketicilerin daha çok sempatisini kazanarak emeğe saygılı, çevreye duyarlı ve adil bir modelle elde
ettiği ürünlerini piyasalardaki rekabet koşullarına karşı daha güçlü bir
şekilde pazarlayarak kendi lehlerinde önemli avantajlar ve pozisyonlar
yakalayabilirler. Ayrıca bu model,
özellikle küçük ölçekli aile işletmelerine sahip olan yerli üreticilerimizin
örgütlenme kabiliyetlerinin artmasında da önemli rol oynayarak iç ve
dış pazarlarda daha etkili olmalarına
olanak sağlayacaktır.
Güçlü bir tarımsal ekonomiye sahip
olan ülkemizde, Adil Ticaret Logosu taşıyan ürünlerimizin de market
raflarında yer aldığını görmenin, bu
logoyu taşıyan mekânlarda dostlarımızla oturup sohbet etmenin, yemek
yemenin, çayımızı ve kahvemizi yudumlamanın keyfini yaşarken diğer
taraftan da bu mekânlara bıraktığımız paranın dünya ticaretinin daha
insancıl ve adil bir düzen içerisinde
sürdürülebilmesine katkıda bulunacağını bilmenin huzurunu bizler de
yaşayabiliriz.
KAYNAKLAR
1. www.birikimdergisi.com, Tan Morgül, İyi Pragmatizm Vesilesiyle, "Taş
Üstüne Taş Koyma Hamlesi", Birikim,
Sayı: 211. 2. www.fairtrade.org.uk,
The Fair Trade labelling international
history. 3. www.summer-foundation.
org, The Fair Trade .4. www.stories.
coop 5. www.farmerdirect.coop, farmer
direct co-op.
Burdur Gölü’nde Mermer Ocağı Tepkisi
»» Burdur Gölü Yönetim Planı'nda yapılan değişiklikle, göl çevresindeki Söğüt Dağları’nın da mermerciliğe açılması ihtimali ortaya çıktı.
Söğüt Dağı'nı mermercilik faaliyetine
kapatan Burdur Gölü Yönetim Planının 3 No'lu kararının revizyonuna yönelik tepkilerin ardından Burdur Doğaltaş Derneği Başkanı Nasuh Ekinci,
Söğüt Dağı'nda mermer rezervi olmadığını belirtti. Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Ufuk Gökduman ise
"Mermer rezervi yoksa, o alanı koruyan 3 No'lu karar neden kaldırılmak
isteniyor" sorusunu yöneltti. Burdur
Doğaltaş Derneği Başkanı Ekinci, "Ticari olarak mermer, taş kesebilen elmaslı kesici makinelerde kesilebilen,
kesildikten sonra tahta ve levhalar
verebilen, kırılıp dağılmayan abrasivlerle silinip aşındırılan ve pırıl pırıl
cilalanan, homojen renkli ve müşteri
tarafından talep edilip satın alınan
doğal malzemelerdir. Burdur Söğüt
Dağı'nda bu tanımlara uygun mermer
malzeme ve yapılar kesinlikle yoktur"
diye konuştu.Söğüt Dağı'nı çok iyi
bildiğini belirten Ekinci, sözlerini
şöyle sürdürdü: "Ben 20 yıllık mermerciyim. O dağları adım adım gezdim, her bölgesini avucumun içi gibi
bilirim. Kesinlikle Söğüt Dağları'nda
mermer yok. Bazı kişiler bir bardak
suda fırtına koparıyorlar. Var diyenler iddialarını ispat etsinler."
"Mermer Ocağı
Açılmayacağını Taahhüt
Etsinler"
Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Ufuk
Gökduman ise, Burdur Gölü Yönetim Planı'nın 3 No'lu kararının, Söğüt Dağı'nı mermercilik
faaliyetlerine kapattığını hatırlattı. Tepki çeken karar revizyonuyla ilgili olarak Gökduman,
"Şayet dedikleri gibi Söğüt Dağlarında mermer rezervi yoksa,
o alanı koruyan 3 No'lu karar
neden kaldırılmak isteniyor"
sorusunu yöneltti. Doğa Derneği Burdur Temsilcisi Gökduman, ayrıca işletmecilerin Söğüt
Dağı'na mermer ocağı açılmayacağı konusunda taahhütte bulunmaları halinde Yönetim Planı
ile ilgili sorunun ortadan kalkacağını ifade etti.
Burdur Gölü Yönetim Planının
(2008-2012) 3 No'lu kararı, Söğüt
Dağı'nı mermercilik faaliyetine kapatıyor. Söğüt Dağları, karaçam ormanları ve ardıç ormanı ile bölgenin
en yoğun doğal bitki örtüsünü barındırıyor. Söğüt Dağları, Burdur Gölü
çevresinde tarım sahalarının, köy yaşamının ve yaban hayatının mermerciliğin olumsuz etkilerinden korunduğu tek doğal saha olarak biliniyor.
Burdur Gölü Yönetim Planı, Burdur
Yerel Sulak Alan Komisyonu'nda
önümüzdeki 5 yıl süreç için revize
edilecek. Orman ve Su İşleri 6. Bölge
Müdürlüğü, sektör tarafından gelen
talepleri Yerel Sulak Alan Komisyonu üyelerine sundu.
16
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
KOOPERATİFÇİLİK
Dünyadan Kooperatif Hikâyeleri
Dr. Nezaket CÖMERT / Dr. Erhan EKMEN
Sevgili Kooperatifçi Dostlar,
Bu sayıda; www.stories.coop adlı sitede yayınlanan bir hikayeyi paylaşacağız. Bu sefer yine
uzaklardan Japonya’dan ilginç ve bir o kadar
da anlamlı olan hikâyemiz var. Kooperatiflerin
her türlü sıkıntı anında nasıl kalıcı çözüm yolları oluşturduğunu ve güçleri birleştirebildiğini
gösteren iyi bir örnek.
Mübarek Ramazan ayının, ülkemize ve tüm insanlığa hayırlara vesile olmasını, ülkemizde birlik ve beraberliğimizi daha çok arttırmasını ve
ürünlerinize bereket getirmesini diliyor, Ramazan Bayramınızı şimdiden kutluyoruz.
Sevgi ve saygılarımızla.
(Sendai) ve Kobe Kooperatiflerinin büyük çabaları sonucunda oluşan ortak bir işbirliği ile gerçekleştirildi.
KOOPERATİFLER DOĞAL
AFETLERİN YARALARININ
SARILMASINDA BİZDE VARIZ
DEDİ… !!
‘‘Sendai Lahanası” Deprem Felaketi Sonrası Yeniden Yapılanmanın Sembolü Oldu…
(Japon Tüketicileri Kooperatif BirliğiJCCU)
Japonya’da 11 Mart 2011’de meydana gelen 9
şiddetindeki Tohoku depreminden sonra oluşan
önemli şeylerden bir tanesi, bölgede kooperatiflerin çabalarıyla gerçekleşen yeniden yapılanma ve
depremden muzdarip bölgelerin ülke çapındaki
kooperatiflerden, ortaklarından, ulusal ve yerel
yönetimlerden aldıkları yardımın miktarıydı.
Miyagi Tarım Lisesi (Natori) öğrencileri, depremden sonra geçici okulları olan ve sığınak yeri
olarak ilan edilen Watari Lisesinde ‘‘Sendai Lahanasının’’ tohumlarını ektiler. Ayrıca, Meisei
Gakuen Lisesinden öğrenci ve öğretmenlerden
oluşan 21 kişi, JA Sendai Tüketici Koopeartifi
personeli ve yerel gıda üreticileri ‘‘Sendai Lahanasının’’ fidelerinin nakli işlemlerine katkıda
bulundular. Ürünün ilk satışı Kasım 2011 tarihinde Miyagi Kooperatifinin mağazalarında
yapıldıktan sonra Aralık 2011 tarihinde Hyogo
ve Osaka’daki 64 kooperatif, Miyagi’den gelen
‘‘Sendai Lahanasını’’ ve diğer sebzeleri sattılar.
Diğer kooperatiflerin katılımı da kooperatifleri
ülkede görünürlüğünün arttırılmasına yardımcı
oldu.
Deprem felaketinin yaralarının yeniden sarılmasının bir sembolü olarak önemli hamlelerden biri,
tsunamiden dolayı tahrip olmuş olan kıyı alanlarında ‘‘Sendai Lahanası’’ olarak yeni bir marka
adı altında Çin Lahanasının üretilmesi oldu.
Bu proje, Tarım Kooperatifi ve Tüketici Kooperatifleri olan Miyagi Kooperatifi, JA Zennoh
Türk Çiftçisinin Dünya ile Rekabeti İçin
Destekler Artmalı
»» Türkiye Ziraat Odaları Birlik Başkanı (TZOB) Başkanı Şemsi
Bayraktar, yılda 20 milyar dolar ihracat yapan Türk çiftçisinin dünya
çiftçisiyle rekabet edebilmesi için mukayeseli ve mutlak üstünlük
sağlaması gerektiğini söyledi.
Aydın'da bir iftar programına katılan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada,
Avrupa Birliği ve ABD'de
çiftçiye aşırı destek olduğunu, Türk çiftçisin de
mutlaka mazot ve gübre
desteğinin artarak devam
etmesi gerektiğini söyledi.
Bayraktar, "Dünya Ticaret Örgütü dünya tarımını
liberal yapıya götürüyor.
Korumaları ve iç destekleri kaldırıyor. Korumasız bir tarım
sektörüne doğru gidiyoruz. O
zaman biz ne yapacağız, gerekli
tedbirler alacağız. Türk çiftçisinin mutlaka verimli bir şekilde
üretim yapmasını sağlayacağız.
Gelişmiş ülkelerle olan mücadelemizde ikinci problemimiz
mutlak üstünlük problemi.
Bunu aşamadığımız takdirde
zaten tarım sektöründe en büyük maliyet buradan geliyor.
Maliyeti aşağıya çekmek mümkün değil. Türk çiftçisi sulama
yapamaz ise yeni teknolojilerle tanışamaz ise verimlilikten
bahsedilemez" dedi.
Yapısal Sorunları
Çözmemiz Gerekli
Tarım sektörünün hedefinin büyük olduğunu kaydeden TZOB Başkanı, "Türkiye
olarak bölgemizin özellikle
Ortadoğu'nun gıda ambarı
olmak zorundayız. Hedefimiz
bu. Bu hedefe ulaşmak için
önümüzde bazı engeller var,
bunları aşmamız lazım. Yine
tarım sektörümüzü rekabetçi
bir yapıda dünyaya açabilmemiz için önümüzdeki iki engelin aşılması şart. Bunlardan
bir tanesi mukayeseli üstünlük. Nedir bu? Bu, dünya ile
rekabet edebilmenin anahtar
formülü. Verimliliğimizi artırmamız gerekiyor. Bunun için
de yapısal sorunları çözmemiz
lazım. Bunlardan bir tanesi
arazi parçalanması. Medeni
hukuk gereğice arazilerimizi durmandan parçalıyoruz.
Maalesef işletme büyüklüğü
Türkiye'de 5,5 hektar civarında. Bu da Türkiye'nin önünde
verimli üretim yapamaya en
büyük engel" değerlendirmesinde bulundu.
Toprak Varsa Hayat Var
»» Geçtiğimiz günlerde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede 2013
yılı Toprak Bayramı ve Toprak Haftası kutlandı.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve il
Müdürlüklerinin öncülüğünde ve koordinasyonunda toplantılar ve etkinlikler yapıldı. Toprağın önemi konusunda toplumda
farkındalık yaratmaya yönelik çeşitli faaliyetler gerçekleştirildi. Bu etkinliklerde toprağın önemi ortaya konuldu. Dünyada ve
ülkemizde yaşanan toprak erozyonu, çevre
felaketlerinden zarar gören toprak varlığı,
küresel iklim değişikliğinin gıda üretimine
olumsuz etkileri dile getirildi. Bu tablo karşısında gıda güvenliğimizin ve yaşamımızın
ne denli tehlike altında olduğu anlatıldı.
Özetle 1945 yılında yayınlanan 4760 sayılı
Toprak Bayramı Kanunu’na göre kutlanan
toprak bayramı ve toprak haftasında bir
kez daha topluma toprağın önemi ve korunması konusunda mesajlar verildi. Bu
yılki haftanın ana teması “Toprak Varsa
Hayat Var” idi. Bu mesaj ile toprağı neden
korumamız gerektiği çok kısa bir cümle ile
ifade ediliyordu. Dünyada topraksız bir yaşamın olamayacağı belirtiliyordu. Toprak
olmadan insanın ve canlıların beslenmesi
için gıda üretemeyeceğimiz açıklanıyordu.
Bir santimetre toprağın bile yüzyıllar alan
uzun bir süreçte oluştuğu gerçeğinin iyi
görülmesi, en küçük toprak kaybının bizler
için büyük kayıp olduğu vurgulanıyordu.
Kayıplarımız birer birer ortaya konuluyordu. Alınan tedbirler siyasetin ince çizgileri
ile halka aktarılıyordu. Toprağı neden korumamız gerektiği en yetkili ağızlardan üstüne basa basa açıklanıyordu.
Tüm bu faaliyetler
gerçekleştirilirken insan
düşünmeden edemiyor. Görsel
şölenlerle bayram havasında
söylenen bu sözlere dünden
bugüne iktidarlar gerçekte ne
kadar uydu? Biz halk olarak ne
derece toprağa sahip çıktık ve
koruduk? Bugüne kadar göz
göre göre bunca toprağı neden
kaybettik? Toprak sorunlarına ne
derece ilgi gösterdik? Ülkemizde
devlet kuruluşları ve birkaç
STK dışında kaç STK süslü ve işi
geçiştirici demeçler bir tarafa
aktif eylem içinde oldu? Kaç üye
ve ortağını eğitti? Kaç proje ile
yol gösterdi?
Hepimiz biliyoruz ki toprak insanlık tarihinin her döneminde önemini koruyan
varlıkların başında gelmiştir. Toprağın bu
önemi toplumların dini ve kültürel yaşamlarına yansımış ve her dinde ve kültürde
toprak kutsal kabul edilmiştir. Türk kültürü içinde toprak ana tanrıca olarak görülmüş, Besleyen barındıran ve yaşam veren olarak kabul edilmiştir. Ancak toprak
insanoğlu için böylesi değerli kabul edilse
de tarım toplumundan sanayi toplumuna
geçiş ile birlikte toprağa verilen önem ciddi ölçüde erozyona uğramaya başlamıştır.
Toprak kayıplarımız hızla artmıştır. Başta
erozyon olmak üzere sanayi tesisler, şehirlerin ve oto yolların tarım alanları aleyhine
genişlemesi, çevreyi kirletmesi, yanlış toprak işleme ve çevreye zarar veren tarımsal
girdi kullanımı daha birçok sorun topraklarımızın elden çıkmasına sebep olmuştur.
Çevrenin ve doğal kaynakların korunmasını hiçe alan politikalar, toprağın amaç dışı
kullanımı ve tarımda eğitim eksikliği nedeniyle toprağın hatalı işlenmesi toprak kayıplarını adeta tetiklemiştir. Çevremizdeki
doğal kaynakları hızla kirlenirken ve yok
ederken tehlikenin farkına oldukça geç vardık. Bugün çevre kirliliği nedeniyle ortaya
çıkan küresel ısınmanın yol açtığı doğal
afetler toprağa daha da fazla zarar vermeye
başlamıştır. Milyonlarca insan yaşanan doğal afetlerden dolayı zarar görmüştür.
Gelişmiş ülkeler sahip oldukları eğitim ve
kültür düzeyleri, kurdukları örgütsel yapılar ve gelişmiş demokrasi kültürü içinde
tehlikenin farkına bir ölçüde varmıştır. Ne-
Ünal ÖRNEK
Ziraat Yüksek Mühendisi
[email protected]
ler yapılması noktasında ulusal politikaları
dışında uluslararası platformlarda konuyu
ele almaya başlamışlardır. Çünkü bir zamanlar bazı ülkelerin çevreye zarar veren
teknolojileri diğer geri kalmış ülkelere taşımaları da fayda etmemiş, çevre zararı tüm
dünyayı etkilemeye başlamıştır. Küresel
ısınma ve toprak kayıpları tüm dünyanın
sorunu olmuştur. Toprak koruma çevre
kirliliği ile mücadele Birleşmiş Milletlerin
öncelikli konuları arasına girmiştir. Örgüte
üye tüm ülkelere toprağı korumak, su kaynaklarını korumak ve çevre kirliliğine karşı
duyarlı olmak noktasında uyarılar yapılmaya ve etkin çaba göstermeleri istemektedir.
Toprağın korunması için yasal tedbirler
almak yetmemektedir. Her sorunu devletin kurumlarına havale etmek yetmemektedir. Toplumdaki her bireyin üstleneceği
görev vardır. Özellikle devlet dışı kurum
ve kuruluşların yani sivil toplum örgütlerinin üyelerinin ve ortaklarının kısa vadeli
kazançları ile düşünmek bir tarafa toprağın
ve çevrenin korunması noktasında her bayram demeç vermek yerine biz geçtiğimiz yıl
şunları çalışmaları yaptık ve şu sonuçları
elde ettik demeleri gereklidir. Gerektiğinde
toprağa ve çevreye zarar veren kişi ve kuruluşlara karşı açık tepkiler gösterilmelidir.
Toprak geri kazanılması çok zor olan, ama
kısa zamanda kaybedilebilen toplumsal bir
hazinedir ve atalarımızın bize emanetidir.
Bu emaneti korumak ve gelecek nesillere
sağlıklı şekilde devretmek hepimizin insanlık görevidir. Çünkü gelecek nesillerimizi güvence altına almak onlara temiz
ve kullanılabilir topraklar bırakmamız ile
mümkündür.
Bugün çevre ve toprak koruma
mücadelesi veren bilim adamları
ve aktivistlerin eylemlerini
yorumlarken gerçekleri
çok iyi görmeliyiz. Onların
bize gelecekteki tehlike için
bugünden mesaj veren elçiler
olduklarını bilmeliyiz. Onların
hepimiz için verdikleri haklı
mücadelelerini kısa vadeli
maddi menfaatlerimize göre
değil vicdani duygular içinde
ülkemizin ve çocuklarımızın
geleceğini düşünerek
değerlendirmeliyiz.
Toprağımız varsa yaşamın devam edeceğini asla unutmamalıyız. Topraklarımızı korumalıyız.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
TARIM
17
5957 Sayılı Kanunun Toptancı Hallerine Yansımaları
Türkiye, önemli bir meyve ve sebze
üreticisi ülke olup, ürün çeşitliliği açısından da oldukça şanslıdır.
Üretilen meyve ve sebzenin sadece
yaklaşık %6-7’si ihraç edilmekte ve
üretim potansiyeli ihracata yeterince
yansıtılamamaktadır. Meyve sebzede üretimin ötesinde, pazarlamada
da sorunları sürmektedir. Pazarlamada iç ve dış pazarlarda standartlar, kalıntı limitleri, ürün kayıpları,
etkili üretici örgütlerinin azlığı, yüksek pazarlama marjları gündemdeki
yerini korumaktadır. Meyve ve sebze pazarlamasında yer alan toptancı
hallerinin toptan alım-satım, fiyat
oluşumu, piyasadaki gelişmeleri
yansıtması, izlenebilirlik açısından
önemli rolü-işlevleri bulunmaktadır.
Geçmişte toptancı hallerinde işlem
gören ürün ve miktarı sınırlı iken,
yeni mevzuat ile ürün çeşitliliği ve
izlenebilirliğin artması beklenmektedir. Önceden işlem hacimleri ile
ilgili verilerin güvenilirliği tartışılırken, hal kayıt sisteminin yerine
oturması ile kayıt dışılığın ortadan
kaldırılması hedeflenmiştir.
Yeni mevzuat ile hedef çıtası yükseltilmeye çalışılmıştır. Bu mevzuat ile
sadece meyve sebze değil, arz ve talep
derinliği olan ürünlerin de toptancı
hallerinde satışına olanak sağlamak
istenmektedir. Ancak mevcut yasadan sonraki düzenlemeler hala meyve ve sebze kurgusuna yöneliktir.
Toptancı hallerin meyve sebze pazarlaması açısından öneminden önce,
bu ürünlerin üretim ve dış ticaret açısından yerini ortaya koymak gerekir.
Türkiye’de meyve ve sebze üretim,
tüketim, ekonomik değeri ve sanayiye hammadde sağlaması nedeniyle
önemlidir. 2013 yılında tahmini 28,1
milyon ton sebze ve 18,2 milyon ton
meyve üretilmiştir. Bir önceki yıla
göre üretim miktarları sebzede %1,3
ve meyvede %0,9 oranında artış göstermiştir. Türkiye, meyve ve sebzede üretim, çeşitlilik, genelde birçok
üründe kendine yeterlilik açılarından
oldukça şanslı bir ülkedir. Kendine
yeterlilik oranları; 2011/2012 piyasa
döneminde limonun %251, portakalın
%123, incirin %993, kayısının %525,
üzümün %134, muzun %49, fındığın
%468, antepfıstığının %103, kestane
%107, kuru soğanda %108, domateste
%112, biberde %108, hıyarda %108’dir
(TÜİK,2013; Albayrak, 2009).
Türkiye’de 2012 yılında yaklaşık
87,8 milyar TL civarındaki bitkisel
üretim değerinin %62’sini (55 milyar TL) meyve ve sebze üretim değeri oluşturmuştur. Sebze üretim
değeri 25,4 milyar TL, meyve üretim
değeri (baharat+içecek dâhil) 29,2
milyar TL’dir (TÜİK,2013).
Türkiye’de meyve ve sebze üretiminin düşük bir kısmı ihracat edilmekte olup, örneğin sebzenin sadece % 6,6’sı ihracata konu olmuştur.
İhracatta en önemli ürünler domates, limon, mandarin ve portakaldır. İhracatta ağırlığı olan dış pazarlar ise Rusya, Irak, Almanya ve
Ukrayna’dır. İhraç ürünlerde pestisit kalıntı düzeyleri (yakın zamanda
dolmalık biber, üzüm ve armut gibi
ürünlerde) hala sorun olmaktadır.
toptancı haller sadece toptan pazarlar
olmaları açısından değil, hallerle ilgili
organizasyonların paydaşlara yönelik
yayın çıkarma, eğitim çalışması ve seminer düzenleme gibi birçok etkinliğe imza atmaları açısından da dikkat
çekmektedirler.Son yıllarda büyük
perakendecilerin kendilerine ait etkili satın alma ve dağıtım sistemlerini
kurmaları nedeniyle toptancı hallerin
işlem hacimlerinde azalma olduğu
bilinmektedir.
Türkiye’de meyve ve sebze ticareti
ve toptancı hallerin dikkat çekmesinin sebeplerine bakıldığında; üretim
hacmi, ürün kayıplarının fazla olması, meyve-sebzelerin sık tüketilen
ürünler olması, spekülasyona açık
bir piyasasının olması sayılabilir.
Türkiye’de 2001 yılında 177 adet
olan haller, 2011 yılında 196’ye ulaşmıştır. Hallerdeki esnaf mevcudu
da artmış, üretici birliği ve üreticiler de halde yer almaya başlamıştır.
2011 yılında faal işyerlerinin %0,9’u
üretici ve üretici birliklerine aittir
(5957’de minimum %20 olması öngörülmektedir). Soğuk hava deposu,
fiyat panosu, tasnif ve ambalaj tesisi
gibi altyapıda olumlu gelişmeler vardır. Toptancı hallerinde işyeri sayısı
ve işlem hacmi en yüksek olanlar;
Antalya, Mersin, İstanbul, Tarsus,
Diyarbakır, Ankara’dır.
Türkiye’de 2000’li yılların başında
toptancı hallerinin satış yeri kriterine yapısı incelendiğinde, sadece
%4,27’si büyük iken, %92’si küçük
ve alt grup niteliğindedir. Bu yapının
günümüzde de benzer olduğu bilinmektedir. Ancak yeni Kanunla bu yapının düzenlenmesi beklenmektedir.
Toptancı halleri, aşağıda sunulan
boyutları ile önemli pazarlar olup,
iyileştirilmeleri de gerekmektedir:
1. Yaş meyve ve sebzenin toptan ticaretinin yapıldığı merkezlerdir.
2. Komisyoncu, tüccar, üretici örgütü ve perakendeci zincirini buluşturan bir platformdur.
3. Altyapı olanakları genelde zayıf,
teknoloji kullanım düzeyi oldukça
düşük merkezlerdir.
4. Modern depolama, tasnif, ambalajlama tesisleri eksikliği vardır.
5. İç pazarda yaş meyve ve sebzede
standartların isteğe bağlı uygulanması, hallerde de standartların uygulanmasını olumsuz yönde etkilemiştir.
6. 2009 yılında yürürlüğe giren bitkisel ürünlerde kimyasalların kayıt
altına alınması ile ilgili mevzuat toptancı hallerinde uygulanamamıştır.
7. Uluslararası toptancı pazarlarla
işbirliği gelişmektedir.
Yaş meyve ve sebzede pazarlama kanalının uzaması pazarlama marjının
yükselmesine neden olmaktadır. Son
yıllarda yapılan çalışmalarda, bazı
yaş meyve ve sebzelerde üretici-hal
fiyat farklarının %36-%91, üreticipazar fiyat farklarının % 82-%268,
üretici-market fiyat farklarının %
204-%456 arasında değiştiği belirlenmiştir. Görüldüğü üzere, üretici
fiyatı ile market ve pazar fiyatları
arasındaki farkın hal fiyatlarına göre
daha yüksek olması dikkat çekicidir.
Toptancı Hallerinin Yapısı
ve Önemi
5957 Sayılı Kanunun
Getirileri
Ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre
toptancı hallerinin kurumsal ve ticaret hacimleri, kuruluş yerinin seçimi,
altyapı olanakları, ticarete konu olan
ürünler değişmektedir. Ülkelerin
toptancı halleri ile ilgili kendi mevzuatı bulunmaktadır. Birçok ülkede
toptancı hallerinin yerel yönetimler,
kooperatifler, şirketler, üretici grupları özelinde yada birlikte yönetildiği
görülmektedir. Gelişmiş ülkelerde
Türkiye’de toptancı halleri incelenirken; son olarak 26.03.2010 tarih ve
27533 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 11.03.2010 tarih ve 5957 sayılı
“Sebze ve Meyveler İle Yeterli Arz ve
Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun”u iyi okumak gerekir.
Türkiye’de toptancı halleri eskiden
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nün yetki ala-
Prof.Dr. Mevhibe ALBAYRAK
A.Ü. Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
[email protected]
nında iken, Bakanlıkların yeniden
yapılanma sürecinden sonra Gümrük ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret
Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır.
3.6.2011 tarih ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname-KHK/640
d maddesine göre; ” Sebze ve meyveler ile yeterli arz ve talep derinliği
bulunan diğer malların ticaretini düzenlemek, toptancı halleri ile pazar
yerlerinin çağdaş bir yapıya kavuşturulmasını ve işletilmesini sağlamak
ve bu konularda mevzuatla verilen
görevleri yapmak” birimin görevleri
arasında belirtilmiştir.
5957 Sayılı Kanunun getirileri:
1. Hal Kayıt Sistemi (http://www.
hal.gov.tr) oluşturulması
2. Bildirim sistemine dahil olanlar:
• Sanayi üretiminde kullanılacaklar
• İhraç edilecekler
• İthal edilenler
• Sertifikalı organik ürünler
• Üretici örgütlerince hal dışında satılanlar
• Üreticilerce perakende olarak doğrudan tüketicilere satılanlar
• Sertifikalı İTU ürünleri
• Fatura ve müstahsil makbuzu ile
üreticiden alınan ürünler
3. Ürünlerin tekrar tekrar hale girişleri ortadan kalkması
4. Üretici örgütü belgesi alabilmek
için, üretici örgütlerin asgari üye
sayısı, asgari şartların Yönetmelikle
belirlenmesi
5. Üretici örgütleri ortaklarının ve ortak olmayanların malını satabilmesi
6. Komisyon oranı en fazla %8 düzeyinde olması
7. Hal içindeki satışlarda rüsumun
%1, hal dışında %2 olması
8. Gıda güvenilirliği-kalitesi analizi
belgelenirse, hal rüsumu yarısı oranında alınır.
9. Belediye hal gelirinin en az %10’
unu hale harcaması
10. Hal hakem heyetlerinin uyuşmazlıklara bakması
11. Halde işyeri kiralama (en fazla 10
yıl ) ya da satış ile işletilmesi
12. Halde toplam işyerinin en az
%20’sinin üretici örgütünce işletilmesi
13. Ticari güven için hal esnafından
nakit, bono ve tahvil gibi teminat
alınması
14. 6.maddenin 5.fıkrası “malların
ayıklanması sınıflandırılması, ambalaj, etiketleme, taşıma ve muhafaza kapları, gıda güvenirliliği ve
standart uygulamalarında mevzuata
uyum” 3 yıl sonra uygulanacak olması (kanunun yürürlüğe girmesinden 3 yıl sonra-2013)
Tarımsal ürün piyasalarında üretici
örgütlerinin pazar payının geliştirilmesi önemsenmektedir. Ancak toptancı hallerinde üretici örgütlerinin
geçmişteki faaliyette bulunma oranı
dikkate alındığında, Kanunla işyerlerinin en azından %20’sinin üretici
örgütleri tarafından işletilebilmesi-
ne zemin hazırlanması önemlidir.
Bu konuda ciddi bir beklenti olmasa
da, umarım yanılırım. Güçlü üretici
örgütlerinin toptancı hallerde çalışması halinde kalite, standart, ambalajlama, taşıma, depolama, fiyat oluşumu açısından katkılarının olması
beklenebilir.
7.12.2011 tarih ve 28135 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Sebze ve
Meyve Ticareti İle Hal Kayıt Sistemi Hakkında Tebliğ (2011/1)” ile
T.C.Gümrük ve Ticaret Bakanlığı
Hal Kayıt Sistemi oluşturulmuş ve
web site adresi http://www.hal.
gov.tr şeklindedir.
Hal Kayıt Sisteminin
getirileri:
1. Pazarlanan meyvenin %22, sebzenin %30’unun toptancı hallerinde
işlem gördüğü bir yapıdan kayıtlı
ekonomiye ciddi bir katkı olacaktır.
2. Bildirimciler arasında üreticiden
alınan malları tüketiciye satan market, manav, pazarcı ve diğer perakendeciler; üreticiden aldığı ürünü
kendi üretiminde kullanan lokanta,
otel, yemekhane, hastane ve yurt
gibi kuruluşlar da bildirim kapsamına alınmıştır.
3. Künye ve künye numarası: Malın
cinsi, üretim yeri, miktarı, üreticisi
ve hangi işletmeye ait olduğu, varsa
sertifika bilgileri içerir. Barkodlu etiket her işlem için basılır.
4. Sınai üretimde kullanılmak veya
ihraç edilmek üzere bildirim yapılan
mallar, bu amaçla kullanılmayıp iç
pazara sunulacaksa tekrar bildirim
öngörülmesi isabetli bir karardır.
5. Üreticilerin İTU ve organik üretim
de dâhil, Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığının ilgili sistemlerine kayıtlı
olmaları zorunlu kılınmıştır. 1.1.2013
tarihine kadar aranmaz. Kayıtlı olmayanlar bildirim yapamayacaktır.
6. Toptancı hal dışında faal olan tüccar, halde mal satmak üzere bildirimde bulunabilir.
7. Depodaki ürünlerin bildirimi yapılmalıdır
8. Bildirim çağrı merkezi üzerinden
telefonla ya da toptancı halinde görevlilerce yapılmaktadır
9. Mallarını ilgililerin gösterdiği
yerde doğrudan perakende olarak
tüketicilere satan üreticiler, sisteme
kaydolmadan her yıl Ocak ayında
yıllık satış miktarlarını ilgili idareye
bildirmektedir.
10. Herkes, künye numarasını kullanarak çağrı merkezi ya da internet
sayfasından bilgileri sorgulayabilir.
11. Hal rüsumu, malı satın alanlarca
5 işgünü içinde ödenir. Tüccar alımlarında hal rüsumu 5 gün içinde ödenir. Komisyoncular aracılık yaptığı
için, malı alanlarla birlikte rüsumu
ödemede zincirleme sorumludur.
12. Hal rüsumunun %25’i malın üretildiği yerdeki toptancı hali belediye/
işletmeci hesabına, %75’i tüketime
sunulacağı yerdeki halin belediye/
işletmeci hesabına aktarılır.
13. Malın üretildiği yerde hal yoksa
rüsumun tamamı tüketime sunulacağı yerdeki hale aktarılır.
14. Malın tüketildiği yerde hal yoksa
rüsumun tamamı üretildiği yerdeki
hale aktarılır.
15. Malın üretildiği ve tüketildiği
yerde hal yoksa rüsumun tamamı
ayrı hesaba aktarılır. Belediyelerin
rüsum gelirlerine göre, ilgili belediye
hesaplarına aktarılır.
16. Mevcut toptancı hallerinde teknik şartları sağlamayanların kapatılması birleştirilmesi önemlidir.
Sebze ve Meyve Ticareti ve Top-
tancı Halleri Hakkında Yönetmelik
(7.7.2012 tarih ve 28346 Sayılı RG)
ve değişiklikleri (31.12.2012 tarih
ve 28514 sayılı (4.mükerrer) Resmi
Gazete, 01.07.2013 tarih ve 28694
sayılı Resmi Gazete) söz konusudur.
Değişiklik ile, aynı hal içinde mal alımı, satımı ve devrine ilişkin işlemler,
üretici ve üretici örgütlerinin yanı
sıra, komisyoncu ve tüccarlar arasında da yapılabilecektir. Haldeki işyerlerinin devrinde ilgili meslek örgütü
görüşünün alınması zorunluluğu
kaldırılmış, işyerlerinin kira sözleşmelerinde noter onayı aranmayacaktır. Hal rüsumu gerektiğinde
Bakanlar Kurulunca yeniden belirlenebilecek, rüsum üretim ve tüketim bölgesi belediyeleri arasında eşit
oranda dağıtılacaktır. Hal rüsumlarının bildirimcilerce doğrudan %25
oranında üretim bölgesi, %75 oranında tüketim bölgesi toptancı halinin bağlı olduğu belediyenin veya
işletmecisinin hesabına yatırılması
uygulamasının 31/12/2013 tarihine
kadar devam edebilecektir. Komisyoncuların vadeli satışlarda mal bedelini satış tarihinden itibaren 30 iş
günü içinde ödemesine, üreticilerin
perakende olarak doğrudan tüketicilere satılan mallarının bildirime
tabi olmamasına ve laboratuvarların yalnızca orta ve büyük toptancı
hallerinde ve bu yerlerdeki esnafın
1/3’ünün yazılı talebi üzerine oluşturulması sağlanmıştır. Bildirim işleminin malın üretildiği yerden veya
girdiği gümrük kapısının bulunduğu
yerden gideceği yere kadarki aşamada yapılabilmesine imkan veren uygulamanın süresi de 31 Aralık 2013
olarak belirlenmiştir (GTB,2013).
Sebze ve Meyve Üretici Örgütleri
Hakkında Yönetmelik (4.8.2012 tarih ve 28374 Sayılı RG) sayesinde
sebze ve meyve üreticilerince kurulan tüzel kişiliklerin üretici örgütü
olarak belgelendirilmesine ve üretici örgütlerinin faaliyetlerine ilişkin
usul ve esasları düzenlenmiştir.
5957 Sayılı Kanun, özellikle meyve
sebze ticaretinde kayıtlı ticarete zemin hazırlaması açısından önemli
olsa da, sancılı bir geçiş sürecini de
içeren bir boyutu da bulunmaktadır.
Genel anlamda, Kanundan beklentiler fazla olup, uzun vadede özellikle
başlangıçta sebze meyve tarımı ve
pazarlanmasını geliştirecek ve iyileştirecek bir süreç için düğmeye basılmıştır. Sektörün bu geçişi başarması
kayıt dışılığın olduğu diğer sektörlerin de kayıt altına alınması ve gıda
güvenliğinin sağlanması açısından
bir örnek olacağı düşünülmektedir.
Buna rağmen, mevcut kooperatif ve
üretici birliklerin sisteme dahil olmada tereddütleri de olabilir.
Bu değerlendirmelerle birlikte, 5957
Sayılı Kanun açısından aşağıdaki
sorulara da cevaplar verilmesi gerekmektedir?
1. Mevcut haller arz ve talep derinliği
olan ürünlere hizmet edebilecek altyapıya sahip midir?
2. Hallere girişin avantajı olacak mıdır?
3. Hal dışında kar marjı bilinmez
iken, toptancı hallerindeki %8 sınırlama serbest piyasa koşullarına
uygun mudur?
4. Mevcut üretici örgütlerinin Bakanlıktan “üretici örgütü belgesi”
alması AB’ye uyum açısından mıdır?
5. Kanunla standartlar ne düzeyde
uygulanabilecektir?
Sonuç olarak, tüm paydaşların sorumluluklarını yerine getirmesi
Kanunun uygulamadaki başarısını
etkileyecektir. Toplumsal fayda açısından tarafların Kanunun gereklerini yerine getirmesi öncelikle önem
taşımaktadır.
18
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
HAYVAN HASTALIKLARI
Sığırlarda Löykoz Hastalığı (Bovine Enzootik Leukozis - BEL)
»» Sığır löykozu çeşitli organ ve sistemlerin lenfo-retiküler dokularında neoplastik lenfosit hücre infiltrasyonları ile karakterize, malign nitelikte
tümoral bir hastalık olup, lezyonların yerleştiği organlara göre değişen çeşitli klinik semptomlarla seyreder.
Hastalığın beş farklı klinik
formu bulunmaktadır.
1. Erişkin sığırlarda rastlanan ve en
önemli form olan ‘enzootik viral löykozis’
2. 6 aylıktan küçük buzağılarda rastlanan ‘sporadik juvenil löykozis’
3. 2 yaşından küçük genç sığırlarda
rastlanan ‘sporadik timik löykozis’
4. Genç sığırlarda görülen ‘sporadik
deri löykozu’
5. İyi huylu lenfositozis
Genellikle 5-8 yaşları arasında görülen enzootik viral löykozis, ekonomik
bakımdan çok önemli bir hastalıktır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yıllık
sığır löykozu infeksiyonundan dolayı
süt üretiminde 1.6 milyon, lenfomalı
ineklerin sürüden ayrılması ile 40.5
milyon, sperma ve embriyoların dış
ticaretinde azalmalar nedeniyle 1.7
milyon dolarlık kayıp olduğu; veteriner hizmetleri için ise 0.5 milyon dolarlık harcama yapıldığı bildirilmiştir.
ENZOOTİK VİRAL
LÖYKOZİS
Enzootik viral löykozis tüm dünyada
yaygın olarak seyreden bir infeksiyondur. Enfeksiyon, lenfosarkoma
ve lenfositozis formlarının belirli
coğrafik bölgelerde ortaya çıkması
nedeniyle ‘enzootik viral löykozis’
olarak isimlendirilmiştir.
Dünyada ve Türkiye’de hayvancılık
sektöründe çeşitli problemler hayvan sağlığını, yetiştiriciliğini, populasyonu, elde edilecek hayvansal
ürünlerin kalitesini, miktarını ve
tüketimini önemli düzeyde etkilemektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde hayvan ithali sırasında gümrük
girişlerinde damızlık sığırlar löykoz
yönünden taranmaktadır.
Etiyoloji:
Etkeni retroviruslardan bovine leukemia virusu (BLV)’dur. Bu virus
doğal şartlarda sadece sığırlar için
patojen olmakla birlikte, deneysel
olarak koyunlara nakledilebilir. Virus enfekte hayvanların lenfositlerine yerleşir.
Enfekte sığır hayatı boyunca virus
taşıyıcısı durumunda kalabilir. Virusun hastalık yapıcı etki göstermesi,
enfekte hayvanın genetik direnç durumu ve dispozisyon yaratan çevre
faktörleri ile yakından ilgilidir. Hastalık iki yaşından sonra görülmeye
başlar.
Virus; enfekte hayvanların kanında,
tümörlü dokularında, sütünde, kolostrumunda ve idrarında bulunabilmektedir. Burun ve salya akıntısında
virusun bulunmadığı, spermanın virus taşıyıcısı olmadığı saptanmıştır.
Bu nedenle suni tohumlama çalışmaları risk taşımamaktadır.
Patogenez:
Enzootik löykoz görülen sürüde bulaşma riski çok yüksek olmakla birlikte, klinik olayların miktarı çok
yüksek değildir. Enfekte hayvanlarda
infeksiyonun ortaya çıkışı genetik direnç ile ve bu direncin azalmasına neden olan gebelik, laktasyon, yem değişikliği, metabolizma hastalıkları ve
büyük cerrahi operasyonlar gibi predispozisyon faktörleri ile ilişkilidir.
Virus bağışıklık mekanizması üzerine supresif etkilidir.
Arş. Gör. Bahar ONARAN
A.Ü. Veteriner Fakültesi
Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı
Tanı:
Prelöykotik dönemdeki hastalarda
ancak serolojk testler ve kan muayeneleri ile tanı koyulabilir. Zayıflama,
verim düşüklüğü, yürüyüş bozuklukları, lenf yumrusu şişlikleri ve lenforetiküler dokuların hiperplazisini
akla getiren viseral fonksiyonel değişiklikler löykoz ihtimalini akla getirir.
Semptomlar:
Ayırıcı tanı:
İnkübasyon süresi genelde 4-6 yıl
kadardır. Hastalık kronik etkilidir.
İlk belirti hayvanın kondisyonunun
sebepsiz şekilde geri gitmesidir.
Zayıflama, iştah azalması, anemi,
verim azalması gibi atipik belirtiler
gözlenebilmektedir. Beden ısısı genellikle normaldir. Çok hızlı seyir
takip eden olgularda, beden ısısında
zaman zaman artışlar olabilmektedir. Myocardda lezyon bulunmadığı
sürece nabız normaldir.
Tipik belirtiler, multisentrik lenfosarkom niteliğindeki lenf yumrusu
ve lenf düğümü hiperplazileridir.
Derideki ve yüzeysel lenforetiküler
dokulardaki şişlikler farklı büyüklüklerde ve ağrısızdır.
İç organlarda ve visceral lenf yumrularında meydana gelen tümörler yerleştikleri organlara göre farklı klinik
semptomlara yol açarlar:
Abomazum duvarındaki lenfoid tümörler ülserleşirler. Buna bağlı olarak, iştahsızlık, ön midelerde atoni,
sıklıkla diyare görülür. Dışkı çok
sulu, yapışkan kıvamda ve kanamadan dolayı koyu renktedir.
Mediastinal lenf yumrusu hiperplazileri çok ilerlediğinde yemek borusuna basınç yapar ve sıklıkla sekunder timpani ortaya çıkar.
Boyun bölgelerindeki lenf yumrularındaki neoplastik hiperplaziler solunum güçlüğüne, hırıltılı solunuma
yol açar.
Omuriliğin epidural boşluğunda gelişen tümörler paralize sebep olur.
Sığırlarda lenf yumrusu hiperplazilerine neden olan diğer hastalıklar tüberküloz, aktinobasillozis,
theileriozis’dir.
Aktinobasilloziste apseleşme olduğu
için lenf yumrusuna punksiyon yapıldığında irin çıkmasıyla kolay ayırt
edilir. Tüberküloz, tüberkülin testiyle ayırt edilebilir. Theileriozis için ise
kan muayenesi yapılır.
Eradikasyon ve korunma:
Klinik olarak hastalık semptomu
gösteren hayvanlar, kan muayeneleri ve serolojik muayene sonuçlarına
göre pozitif bulunan hayvanlar mecburi kesime sevk edilir.
Portörleri ortaya çıkarmak için sürüdeki hayvanlar yılda en az iki kez
serolojik muayeneden geçirilir.
Sürüde iki yıl boyunca, 6 ayda bir
uygulanan serolojik testlerin hiçbirinde seropozitif hayvan bulunmadığı takdirde bu sürü löykozdan ari
olarak kabul edilebilir.
Bulaşmaları önlemek için:
• Böceklerle sürekli olarak mücadele
sağlanmalıdır.
• Aşılamalar, kan alma, çeşitli enjeksiyonlar ve operasyonlarda kullanılan cerrahi ekipman ve malzemeler
her uygulama için değiştirilmelidir.
• Doğal tohumlama yerine suni tohumlama tercih edilmelidir.
• Genetik seleksiyon yapılarak, löykozlu familyalar elimine edilir.
• Orijini bilinmeyen yerden hayvan
alınmaz. Hayvan alınan işletmenin
löykozdan ari olduğuna dair sertifikaya sahip olması gerekir.
• Enfekte olduğu bilinen ineğin kolostrumu buzağıya içirilmez. Buzağıya sero negatif ineklerden elde edilen kolostrum verilir.
• Aşılamanın profilaktik ve terapötik
amaçla kullanıldığı belirtilmektedir.
Post mortem bulgular:
Visceral lenf düğümlerinde, dış lenf
sistemlerinde farklı büyüklük ve sayılarda lenfoid hiperplaziler görülür.
Lenf düğümleri büyümüş, sert ve
açık sarı renklidir. Kesit yüzü homojen görünümdedir, korteks ve medulla seçilemez. Kesit yüzeylerinde
nekroz ve kanama odaklarına rastlanabilmektedir.
Abomazum ve kalp duvarındaki neoplastik hiperplaziler, mukozalardaki ülserler kolayca fark edilebilir.
Dalak genel olarak büyümüş, kesit
yüzeyi grimsi renkte folliküller ile
bezenmiştir. Hastalığın sinirsel şekillerinde son lumbal ve ilk sakral
sinir kordonlarındaki kalınlaşmalar
fark edilebilmektedir.
Yaşlı hayvanlarda multisentrik
formda sağ atriumda tümör oluşabilirken, gençlerde kalp lezyonları
belirli bir yerleşim göstermez.
Timus etkilendiğinde organda yaygın büyüme gözlenir.
Tümörün kesit yüzü lobüler görünümde olup, homojen, sert, beyaz
veya grimsi sarı renktedir. Bazen kanama ve nekrozlara rastlanır. Özellikle gençlerde kemik iliği de etkilenebilir ve genellikle nekrozlar gelişir.
Et muayenesi ve Yasal
düzenleme:
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, 23 Aralık 2011 tarihinde resmi gazetede yayınlanan
‘Sığırlarda Löykoz Hastalığına Karşı
Korunma ve Mücadele Yönetmeliği’,
sığırların löykozdan korunması ile
ulusal bir eradikasyon programının
kuralları ve koşullarını kapsamaktadır. Yönetmeliğe göre, sığırlarda
löykozun varlığı ya da varlığından
şüphe edilmesi durumunda özellikle
lenfatik sistem ve diğer organlardaki
tümörlerin varlığında derhal yetkili
otoriteye bildirilmesi zorunludur.
Sığırlarda löykozun tedavisine yönelik işlemlerin ve aşı uygulamasının
yapılması yasaktır.
Yine bu yönetmeliğe göre, löykozun
resmi olarak teyit edildiği bir sürüdeki sığırların tamamının kesiminin
öngörüldüğü durumlarda bu hayvanlar otuz gün içerisinde kesime
tabi tutulur. Löykoz hastalığı tespit
edilen hayvanlara ait karkaslar şarta
tabi tutularak kavurma yapıldıktan
sonra tüketimine izin verilir. Kesilen hayvanlara ait iç organlar ile ilgili olarak; gözle görülebilir tümör,
nekroze doku gibi hastalık lezyonları
bulunması durumunda iç organlar
imha edilir, lezyon görülmeyen iç
organlar ısıl işleme tabi tutularak
tüketilebilir. Derileri ise işlenmemiş
deri olarak kullanılamaz.
Hayvan Hastalıkları Konusunda Köylüler
Bilinçlendiriliyor
»» 2013 yılı hayvan hastalıklarıyla mücadele kapsamında Adapazarı'nda şap,
brusella, kuduz ve PPR aşılamaları, İlçe Müdürlüğü Veterinerlerince hız kesmeden
devam ederken çalışmaların en kısa zamanda bitirilmesi planlanıyor.
2013 yılı hayvan hastalıklarıyla mücadele kapsamında Adapazarı'nda
şap, brusella, kuduz ve PPR aşılamaları, İlçe Müdürlüğü Veterinerlerince hız kesmeden devam ederken çalışmaların en kısa zamanda
bitirilmesi planlanıyor.
Şap hastalığına karşı karantinaya
alınan köyler dezenfektan ile ortak
kullanım alanları yapılan çalışmalarla ilaçlanırken, işletme sahipleri
de henüz hastalık bulaşmamış işlet-
melerinin ilaçlanması konusunda
bilgilendiriliyor.
Adapazarı İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü İrfan İnce çalışmaları yerinde görmek ve üreticilerin sorunlarını dinlemek ve çözüm
önerilerinde bulunmak üzere, aşılama çalışmalarına bizzat katılırken, köy kahvehanelerinde yapılan
toplantılarla vatandaşlar detaylı
olarak bilgilendiriliyor.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
TOPRAK
Toprağa Karışan Tarım İlaçlarının (Pestisitlerin)
Davranışları, Çevre ve İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri -I-
Geleneksel tarım anlayışının temeli
“artan gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için birim alandan daha fazla
ürün veriminin sağlanması gereği”
dir. Bu yaklaşımın bir ayağını “gübreleme”; oluştururken diğer önemli
basamağını da “tarımsal mücadele”
oluşturuyor. Bir tarımsal faaliyet
sırasında gelişmekte olan bitkilerin hastalık, zararlı ve istenmeyen
diğer bitkilerin etkilerinden korunarak ürün ve kalitenin artırılması olayını çoğunuzun bildiği üzere
”Tarımsal Mücadele” olarak ifade
ediyoruz. Peki, kime veya neye karşı mücadele ediyoruz? Ürünlerimize
musallat olan “mikroskobik canlılar,
kemirgenler, akarlar ve nematodları
içeren çeşitli toprak canlıları” ve tarlamızda suya ve verdiğimiz gübreye
ortak olan “yabancı otlar”. Bir diğer
soru; Bu mücadeleyi nasıl gerçekleştiriyoruz? Üretim aşamasından
depolamaya kadar uzanan süreçte
az önce ifade ettiğimiz istenmeyen
canlı ve bitkileri ortadan kaldırmak
için latincede “hastalık öldürücü”
anlamına gelen “Pestisit” dediğimiz
birtakım kimyasal maddeler kullanıyoruz. Tarım ve çevre ile ilişkileri
gibi konulara ilgi duyan hemen hemen herkesin aşina olabileceği bu
sorular ve cevaplarını Türkiye’de
oldukça ihmal ettiğimizi düşündüğüm bir konu ile ilişkilendirmek istiyorum. Konumuz tarımsal mücadele
boyunca uygulanan pestisitlerin toprak ile olan ilişkileri. Ama bu konuya değinmeden pestisit kullanımın
yakın geçmişine doğru bir yolculuk
yapmak yerinde olacaktır.
Tarımsal zararlılarla mücadele düşüncesinin kökeni aslında binlerce
yıl öncesine dayanıyor. Ancak mücadele amaçlı kimyasalların değişimi ve kullanım düzeyi açısından bu
tarihçeyi İkinci Dünya savaşı öncesi ve sonrası olarak ikiye ayırabiliriz. İkinci Dünya Savaşı öncesinde
pestisit olarak kullanılan maddeler
arsenik, bakır, manganez, kurşun,
çinko gibi inorganik maddelerden
veya kurumuş kasımpatı çiçeğinden
üretilen pire tozu, tütünsü bitkilerden elde edilen nikotin sülfat ve
baklagillerden elde edilen rotenon
gibi tamamen doğadan elde edilmiş
maddelerden oluşuyordu. Ancak
ikinci dünya savaşından sonra sentetik (yapay) maddeler kullanılmaya
başlandı. Bunun bir nedeni doğal
mücadele ürünlerinin kimyasal özelliklerinin kararsız olması (kullanım
veya depolama esnasında özelliklerini yitirmesi) ve imalat masraflarının yüksek olmasıdır. Ancak daha
önemli olabilecek bir başka neden
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte sentetik kimyasalların üretimine yönelik endüstrinin gelişmesidir. Bu
dönemde “kimyasal savaş silahları”
geliştirme çabaları sırasında kullanılan bazı maddelerin aslında bitki ve
böcekler üzerinde de son derece hızlı
ve örgün bir öldürücü etki gösterdiği farkedilmiştir. Dolayısı ile her
ne kadar DDT1 ve kimyasal yapıları
açısından akraba olan “Aldrin”, “Dieldrin”, “Endrin” ve “Heptaklor” gibi
böcek öldürücülerin keşfi 1940’ların
başında gerçekleşmiş de olsa, bu
ilaçların yoğun olarak kullanıldığı
dönem ülkelerin endüstri ve teknoloji alanlarında büyük atılımlar sergilediği ve aynı zamanda geleneksel
tarımın gelişmeye başladığı savaş
sonrası dönem olmuştur. Bu dönemde organik fosforlu ve karbamat grubu ilaçların üretilmesi sayesinde organik pestisit devri başlamış ve 70’li
yıllara kadar ki süreçte “Parathion”
ve “Pyrethroid”ler gibi ilaçlar da geliştirilerek tarım zararlılarına karşı
yoğun olarak kullanılmıştır.
Geleneksel tarım anlayışının yükselişe geçtiği 1950’li yıllarda pestisitlerin (özellikle organo-klorlu olanlarının) insan ve çevre sağlığı üzerindeki
etkileri hafife alınmış ancak daha
sonraları bu maddelerin istenmeyen
(hedef) canlıları ortadan kaldırmakla kalmayıp suda, toprakta, bazı bitkilerde biriktiği; dolayısı ile pestisit
uygulanmış koşullarda beslenen
birçok masum hayvanlarca alındığı
ve ardından bulaşık olan bitkisel ve
hayvansal ürünlerin beslenme zincirine dâhil olması ile insana ulaştığı
ve yağ dokularında uzun süre kalarak biriktiği anlaşılmıştır.
Bu tecrübelerin ışığında 70’li yıllara
gelindiğinde dünyanın birçok ülkesinde gelişen çevre bilinciyle birlikte özellikle DDT ve kimyasal türevi
olan Aldrin, Dieldrin, Eldrin ve Heptaklor gibi insektisitler yasaklanmış
1 DDT (Dikloro Difenil Trikloroethan): 1939
yılında keşfedilen; klorlu hidrokarbon olarak bilinen; karbon, hidrojen ve klor elementlerini içeren; imalatı kolay; insan ve
hayvanlarda yağ dokularında ve sinir sisteminde biriken; zehirleyici ve öldürücü etkileri son derece yüksek; tarımsal koşullarda
istenmeyen böceklere karşı mücadele etmek
ve kontrol sağlamak üzere 70’li yıllara kadar
çeşitli ülkelerde çok yüksek düzeyde tüketilmiş bir insektisit (böcek öldürücü)
Doç. Dr. Oğuz Can TURGAY
A.Ü. Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
[email protected]
Araş. Gör. Muhittin Onur AKÇA
A.Ü. Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
[email protected]
ve 2000’li yıllara gelindiğinde ise
BHC2 , HCB3 , PCB4 , HCH5 ve endosülfan gibi organo-klorlu pestisitlerin üretimi ve kullanımı pek çok
ülkede yasaklanmıştır. Günümüzde,
geleneksel tarımın yoğun bir şekilde
uygulandığı A.B.D gibi ülkelerde ve
yaş meyve-sebze üretimimizin %5’ni
ihraç ettiğimiz Avrupa Birliği Ülkelerinde insan ve çevre sağlığına zarar
veren ilaç kalıntıları ile ilgili çok ciddi tedbirler bulunmaktadır. Bu durumun yakın ve en somut örneği son
yıllarda ihraç ürünlerimizde yapılan
kalıntı analizlerinde müsaade edilen değerlerin üzerinde kalıntı tespit
edilmesinden dolayı ürünlerimizin
geri gönderilmesi sorunudur ve hemen hemen her yıl bir veya birkaç
kez Türkiye’nin tarım gündemine
gelen bir sorundur.
Ancak biz bu yazımızda farklı bir bakış açısı ile pestisit kalıntıları ve etkileri konusunda dikkatinizi oldukça
önemli bir diğer konuya çekmek istiyoruz. Giderek artan ihracatımız ve
bunun Ülkemize sağladığı ekonomik
getirilerden dolayı yaş meyve-sebze ürünlerinin kalıntı içeriği konusu kuşkusuz önemli. Peki, acaba bu
ürünleri yetiştirmek için kullandığımız toprak ve su kaynaklarımızda
pestisit kalıntılarının birikip birikmediğini ve bunun nelere sebep ola2 BHC: lindan
3 HCB: hegzaklorbenzen
4 PCB: poliklorbifenil
5 HCH: klorsiklohegzan
bileceği konularını yeterince önemsiyor muyuz?
Aslında bu sorulara cevap vermeden önce bilim insanı Rachel
Karson’un “Sessiz Bahar 6” isimli
eserinden gerçek bir hikâye anlatalım; A.B.D. Kaliforniya Eyaletinde bulunan Clear Gölü Bölgesinde,
“Chaoborus astictopus” olarak bilinen, sivrisineklerle akraba olan fakat kan emici olmayan bir tatarcık
türü, yüksek sesli vızıltısı nedeniyle
göl çevresinde yaşayan ve balık tutmaya gelen halk tarafından rahatsız edici bulunuyordu. 1950 yılına
kadar bu böceği kontrol altına alma
mücadelesi beklenen sonucu vermeyince 1954 yılında DDD7 isimli
bir pestisit uygulamasına gidildi.
İlaçlama sonrasında tatarcıklar ortadan kaybolmuştu. Ancak kısa bir
süre sonra kötü şeyler olmaya başladı. “Yumurta piçleri” olarak bilinen, balık ve böcek larvası gibi su
hayvanları ile beslenen su kuşları da
ölmeye başladı. Güzel görünümlü ve
zarif olan bu hayvanların çözümü
aranan problemle sizce bir ilgisi var
mı? Neyse devam edelim. Yumurta
piçlerinin ölüm nedeni araştırılırken bu kuşların yağ dokusunda 1600
ppm8 düzeyinde DDD tespit edildi.
Ama tatarcık sorununu çözmek için
suya uygulanan DDD düzeyi 0,02
ppm’den fazla değildi. Bu seksen bin
kat fark nasıl olabiliyordu? Bu sorunun cevabı göldeki balıklar ve diğer
canlılar da analiz edildiğinde şekillenmeye başladı. DDD önce suda
yaşayan planktonlar9 ve tatarcık vb.
diğer böceklerin vücuduna girmişti.
Plankton ve böcekleri tüketen balıklar da dolayısı ile DDD’den nasibini alıyordu. Aynı şekilde DDD ile
zehirlenmiş balıkları yiyen yumurta
piçi ve diğer kuşlar da zehirlenmişti. Zehirin nasıl ve nerelere kadar
6 Sessiz Bahar: 1962 yılında bilim insanı
Rachel Carson tarafından kaleme alınan,
pestisitlerin çevre ve insan üzerinde yarattığı etkileri uygun bir dille kamuoyuna yansıtan, doğal kaynakların geleceği ile ilgili
endişelerin ne kadar haklı olduğuna dikkat
çekerek modern çevre bilincinin oluşmasına
ve pek çok ülkede resmi çevre ajansları ve kurumlarının açılmasına vesile olan bir kitap.
7 DDD (Dikloro - difenil - dikloroetan)
DDT’nin kimyasal açıdan akrabası olan bir
organoklorinli böcek öldürücü
8 ppm: Kimyasal derişim birimidir. Bir
maddenin (su gibi) bir karışım içindeki miktarının bir ölçüsüdür. Örneğin 1ppm madde
1lt suda çözünmüş olan 1mg maddedir.
9 Plankton: suyun akım yönüne göre hareket
eden mikroskopik boyuttaki bitkiler ve tek
hücreli canlılar, balıkların beslenme kaynağı
19
yayıldığını tespit etmek için yapılan
analiz ve gözlemler göl ve çevresinde yaşayan canlıların çoğu durumda göle uygulanandan daha fazla
DDD içerdiğini gösterdi. Bunun bir
nedeni “plankton-böcek-balık-kuş”
besin zinciri içinde zehir düzeyinin
bir canlıdan başa bir canlıya doğru
katlanarak artmasıdır. Çünkü farklı halkalarda bulunan canlılar hem
beslenme yolu ile hem de bulundukları ortamda temas yolu ile zehirlenmektedir. Daha önemli bir tespit ise
canlı vücudunda hücrelerin yenilenmesi, çoğalması ve büyüme gibi
olağan metabolik faaliyetler boyunca dokularda biriken zehirin adeta
kopyalanarak çoğalmasıydı. Bütün
bunlar neden son halkada yer alan
kuşların daha fazla DDD içerdiğini
açıklamıyor mu?
Yukarıdaki hikâye bir böceği ortadan kaldırmak için göl ekosistemine verilen bir insektisidin doğadaki
beslenme zinciri içinde nelere yol
açtığını görmemizi sağlayan güzel
bir örnek. O yıllarda yaşanmış bu ve
benzeri pestisit yıkımlarını görmek
açısından değerli okurlara “Sessiz
Bahar”ı okumalarını öneririm. Pestisitlerin dikkatsiz ve gereğinden
fazla kullanıldığında çevre ve insan
sağlığını nasıl etkilediğine (felç, kanser, kalp ve böbrek hastalıkları vb.
sorunlar) dair pek çok örnek bu kitapta mevcuttur.
Diğer yandan bazılarınız bu örnek
hikâyedeki senaryonun (tatarcık böceğine karşı DDD) ve sahnenin (göl
rekreasyonel alanı) tarımsal üretim
süreçlerinde pestisit kullanımı ile
ilgili olmadığını düşünebilirsiniz.
Toprak ve su ekosistemlerinin birbirinden farklı yaşam ortamları olduğu doğru. Ancak yukarıdaki örnekte
ifade edildiği gibi bir tarım ilacının
“yayılması”, “canlı bünyesinde beslenme ve temas yolu ile alınması ve
birikmesi” ve “besin zinciri içinde artarak hareket etmesi” gibi olayların
tarımsal topraklarda da gerçekleştiğini kesinlikle söyleyebiliriz. Hatta
homojen olmayan fiziksel, kimyasal
ve biyolojik özelliklerinden dolayı toprağa intikal eden pestisitlerin
davranış ve etkileri çok daha karmaşıktır. Dolayısı ile toprakta pestisit
kirliliği ile ilgili örnekler vermeden
önce toprağa karışan pestisitlerin
nasıl davrandığı konusunda bir ön
bilgi vermemiz yerinde olacaktır.
-Sürecek-
Pamukkale Üniversitesi Organik
Tarım İşletmeciliği Bölümü Açtı
TZOB: Süt Üretimi Artarken, Sanayiye Aktarılan
Miktar Düştü
»» Pamukkale Üniversitesi’ne (PAÜ) bağlı dört yıllık
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’na bu yıl 60 öğrenci
alınacak.
»» Mayıs ayı itibarıyla sanayiye aktarılan süt miktarının yüzde 1,8 geriledi.
Türkiye’de ilk kez açılmış olan bölümün Yüksekokul Müdürü Yrd. Doç.
Dr. Şevket Civelek, mezunlarının
“organik tarım uzmanı lisans diploması” alacaklarını söyledi. Bölgenin ve ülkenin ihtiyacı olan, bilgi ve
becerisini en şekilde kullanan insan
gücünü yetiştirmeyi hedeflediklerini bildiren Civelek, “Küreselleşmenin beraberinde getirdiği negatif
çevresel etkenler günümüz tarımını
tekrar doğal alanlara yöneltti. Tüketiciler artık her ürünün doğal olanını tercih ediyor. Bu bağlamda PAÜ
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu,
Türkiye’de bir ilke imza attı, ilk organik tarım işletmeciliği bölümünü
Çivril ilçesinde açtık. İlçede organik
tarım sahaları ve seraları kurularak,
buralarda üretim yapılacak.” dedi.
İş adamı Atasay Kamer’in katkılarıyla kurulan yüksekokulda, öğrencilere
barınma ve yemek bursu da verilecek. Atasay Kamer de doğduğu bölgenin gelişmesi için üzerlerine düşen
konularda yardıma hazır olduklarını
belirterek, “En büyük dileğim okulumuzu gelecekte kütüphanesi, sosyal tesisleri ve barınma imkanlarıyla
uluslararası standartlara sahip bir
kampus olarak görebilmek. Böylelikle Çivril’in akademisyenler ve üniversiteliler için cazip bir merkez haline
geleceğine inanıyorum” dedi.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB)
Başkanı Şemsi Bayraktar, sanayiye
aktarılan süt miktarındaki düşüşe
rağmen toplam üretimin arttığını,
dolayısıyla iç piyasada fiyat istikrarının sağlanmasının büyük önem
arz ettiğini söyledi.
Bayraktar, Mayıs ayında, geçen yılın aynı ayına göre, tavuk yumurtası
üretimi yüzde 13,4 artarken, tavuk
eti üretiminin yüzde 0,1, sanayiye
aktarılan süt miktarının yüzde 1,8
gerilediğini, Mayıs'ta 768 bin 737
ton inek sütünün sanayiye aktarıldığını belirterek, "Sanayiye aktarılan süt miktarındaki düşüşe karşın
toplam süt üretimimiz sürekli artıyor. 17 milyon tonluk üretime ulaşıldı. Süt sektörünün yıllık bazda
225 milyon dolardan fazla ihracatı
söz konusu. İç piyasada fiyat istikrarının sağlanması çok önemlidir.
Sütü üreten çiftçilerimize hak ettikleri gelir sağlanırsa sürdürülebilir
üretim yapılabilir." dedi.
Bayraktar, "Kanatlı sektörü en modern teknolojinin kullanıldığı, olağanüstü kapasitesi olan bir sektör.
2012 yılında tavuk yumurtası, eti ve
sakatatı ihracatının yüzde 31,5 artması da bunu gösteriyor.” dedi. Kişi
başına tavuk yumurtası tüketiminin Türkiye’de 175-180 adet iken,
Almanya’da 212, Avusturya’da 234
adedi bulduğunu belirten Bayraktar, “Ülkemizde tavuk eti üretimi 20 kilogram dolaylarında.
Tavuk eti üretimi, İngiltere’de 32,
Avustralya’da 38, ABD’de 49 kilogramı buluyor. Rakamlar, iç tüketimin daha da artabileceğini gösteriyor.” ifadelerini kullandı. Kanatlı
sektöründe 2012 yılında tavuk yumurtası, eti ve sakatatında yıllık
ihracatın yüzde 31,5 artışla 640,9
milyon dolardan 842,9 milyon dolara yükseldiğini de kaydetti.
20
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
KIRSAL KALKINMA
Kooperatiflerde Muhasebenin Önemi -I»» Sevgili Kooperatifciler, bu aydan itibaren sizlere ‘kooperatifçilik
muhasebesi’ konusunda yazılarım olacak. Bu ay muhasebenin genel
tanımı ve bizleri ilgilendiren konularla giriş yapmış olacağım.
Kooperatiflerde Muhasebenin Önemi
Kooperatifimizde muhasebe
tutmak zorunda mıyız? Neden?
Hepimiz şu ya da bu şekilde ekonomik faaliyetlerle uğraşırız, satın alırız, yatırım yaparız, kredi çekeriz, borçlarımızı öderiz ya
da en azından ödemeye çalışırız. Ancak her
zaman sahip olduğumuz varlıkların net değerini ya da gelir ve harcamalarımızı bilmemiz
mümkün olmaz. Muhasebe bizim bu işleri
düzgün bir şekilde yönetebilmemize yardım
eder. Muhasebe bilgisinden yoksun olmak
ise, para yönetimi dünyasında okuma-yazma
bilmemeye benzer. Muhasebe; karar verme,
kooperatifi yönetme ve kooperatifi yönetme
ve kooperatifin ilişkili olduğu diğer kurum
ve kuruluşlarla olan kaydını tutma açısından
zaruridir.
Muhasebe gerekli deniliyor. Peki, bir
muhasebeci ile anlaştıktan sonra kooperatif yöneticisi olarak benim sorumluluğum daha ne olabilir?
Kooperatif yöneticisi olarak bizler kooperatifin yönetiminden, sorumlu olduğumuz gibi
bu işlemlerle ayrılmaz bir bütün olan muhasebe nin de asıl uygulayıcısıyızdır. Çünkü
muhasebe yaptığımız işlemlerin bir anlamda
belgesi ve yazıya dökülmüş ifadesidir.
Örneğin bir süt kooperatifinde kooperatif
ortaklarına ait sütün satışı biz kooperatif yöneticileri ile alıcı mandıra arasında gerçekleştirilir. Bu satış için mandıraya bir fatura
kesmemiz gerekir. Bu faturayı kesmek, ortaklardan sütü kayıtlı olarak almak ve satmak,
gerektiğinde onları bu konuda bilgilendirmek
gibi işlemler aksaksız bir şekilde kooperatif
yöneticisinin yapması gereken işlemlerdir.
Muhasebeci ise bizim yapmış olduğumuz iş
ve faaliyetleri sunduğumuz belgelere dayanarak belirli bir düzene göre kayıt altına alan,
sınıflandıran ve anlamlı bir rapor hazırlayarak bu raporu biz kooperatif yönetimine,
ortaklarımıza, ilgili kurum ve kuruluşlara sunan uzmandır.
Dolayısıyla muhasebenin asıl uygulayıcıları
kooperatif yöneticileridir. Bu nedenle bizim
muhasebe konusunda büyük sorumluluğumuz vardır.
Demek ki yöneticilerin
muhasebeciden fazla sorumluluğu
buluyor. Bu sorumluluğu yerine
getirebilmek için bilmemiz
gerekenler nelerdir?
• Bildirimler ve yasal süreler
• Defterler ve önemi
• Belgeler
• Muhasebe terimleri
• Yöneticinin dikkat etmesi gereken bazı
önemli hesaplar ve kooperatiflerde vergi konularında kooperatif yöneticisinin bilgi sahibi olması gereklidir.
Çünkü; kooperatifi yönetebilmek, gidişatı
kontrol edebilmek ve ceza almamak için her
yöneticinin bu konuları bilmesi gerekir.Ayrıca gerektiğinde kooperatif yöneticilerinin
kooperatifin iş ve işlemler hakkında diğer
yönetim kurulu üyelerine, kooperatif ortaklarına, vergi dairesi yetkilileri, Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı kontrolörlerine ve kooperatif ile ilişkisi bulunan 3. Şahıslara bilgi
vermesi gerekir. Ayrıca yöneticinin bilgi sahibi olabilmesi ve işleyişi kontrol edebilmesi
için de bu bilgiler gereklidir.
Kooperatif işlemeye başladıktan sonra bazı
gelişmeleri bildirmemiz gereken kurum ve
kuruluşlar vardır. Bunlar kanun tarafından
belirlenmiştir. Bu kurum ve kuruluşlar ile
bildirilmesi gerekenler şunlardır:
• İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü
Kooperatifimizin işleyişine ilişkin bilgiler tarımsal amaçlı kooperatiflerden sorumlu bakanlığa, il müdürlükleri aracılığıyla düzenli
olarak aktarılır. Bu bildirimler şunlardır:
Turgay SOLMAZ
Köy-Koop Genel Müdürü
• Olağan ve olağanüstü genel kurullara
ilişkin bildirimler: Genel kurul tarihinden
en geç 15 önce kurul yapacağına ve bakanlık
temsilcisi tayin edilmesine ilişkin dilekçe, bu
temsilciye ödenecek ücretin maliye veznesine
yatırıldığını gösteren alındı belgesi, gündem
ve ilan tutanağı il ve ilçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne gönderilmelidir.
• Genel kuruldan 15 gün önce yapılan bu bildirime benzer şekilde, genel kurul tarihinden
sonraki 15 gün içerisinde gündem, toplantı
çağrısı ve ilanı, tutanağı, yönetim ve denetim
kuruluraporları, bilanço, kar-zarar cetveli,
genel kurul toplantısında hazır bulunan ortaklar listesi, genel kurul tutanağı ve üst kuruluş paylarının ödeme makbuzlarının her
birisinden birer adet olmak üzere hazırlanan
evraklar İl veya İlçe Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne ulaştırılmalıdır.
• Ticaret Sicil Memurluğu: Kooperatifin
kuruluşunda
yapılması gereken bildirimler dışında Ticaret
Sicil Memurluğuna, değişen yönetim kurulu
üyelerinin ad ve soyadları tescil ve ilana tabidir.
• Vergi Dairesi: Kooperatifin kuruluşunda
yapılan işe başlama bildirimi haricinde:
-Adres değişikliğinde,
- Yeni bir vergiye tabi olunduğunda,
- Menkul ve gayrimenkul alınması halinde,
- Yapılan işten farklı bir iş alanına girilmesi
halinde,
- Ana sözleşme ve yönetim kurulu değişiklilerinde,
- İş bırakma (tasfiye) halinde
biz kooperatif yöneticileri bu değişiklikleri,
değişiklik tarihinden itibaren en geç 1 ay
içerisinde bildirmekle yükümlüyüz.
Neden defter tutarız?
• Kooperatifin faaliyetleri, iş ve işleyişi ile alakalı aldığımız kararın tesbit ve tescil edilebilmesi için,
• Ortaklarımıza ilişkin bilgilerin bir kaydını
oluşturmak amacıyla,
• Kooperatifimizin vergi ile ilgili sermayesini
ve hesap durumlarını tesbit etmek için,
• Kooperatifimizin kasasında, bankasında,
ortaklarında, 3. Kişilerde vb. ne kadar alacağı
veya borcu olduğunu tesbit ve takip edebilmek için tutarız.
Kooperatifimizde tutmamız gereken
defterler hangileridir?
• Yönetim kurulu karar defteri,
• Ortak kayıt defteri,
• Kasa defteri,
• Demirbaş defteri,
• Yevmiye defteri,
• Defter-i kebir (büyük defter),
• Envanter defteri .
Yukarıda belirtilen defterlerin tümü kooperatifte bulundurulması zorunlu defterlerdir.
Bu defterlere ek olarak, kooperatifin yaptığı
işin niteliğine göre aşağıda belirtilen bazı yardımcı defterlere ek olarak, kooperatifin yaptığı işin niteliğine göre aşağıda belirtilen bazı
yardımcı defterlere de ihtiyaç duyulabilir.
Gelen-giden evrak kayıt defteri, Kıymetli
evrak, Teftiş defteri, Stok giriş çıkış defteri,
İmalat defteri. Bu defterlere hangi bilgiler kayıt edilmelidir?
Önümüzdeki ay bu konu üzerinde konuşacağız. Saygılarımla.
Kırsalda Kadın Girişimciliği
»» Girişimci, bağımsız çalışmak isteyen, bir iş fikri olan, yenilikçi,
yönetim becerisine sahip olan ve risk alabilen kişi olarak
tanımlanmaktadır.
Girişimciliğin temelinde bilgi, beceri ve güven duygusu
yatar Girişimciden beklenen,
kendi kazancını artırmanın
yanı sıra, ülke kaynaklarını
etkin bir biçimde kullanarak
ekonominin büyümesine ve
gelişmesine katkıda bulunmak ve istihdam yaratmaktır.
Son yıllarda KOSGEB, İŞKUR ve başka kurumlarca
yeni girişimciler yaratmak
amacıyla çok yoğun olarak
girişimcilik eğitimleri yapılmakta ve bu eğitimleri tamamlayıp sertifika alanlara
KOSGEB tarafından 30.000
TL karşılıksız destek ve ayrıca makine ekipman alımına
70.000 TL faizsiz kredi verilmektedir. Bunun yanında
bankalar ve bazı STK’lar tarafından mikro kredi uygulamaları bulunmaktadır.
Daha önceki yazılarımızda bu
eğitimlerin kırsal kesimi de
hedeflemesi gerektiği ve kırsalda kendi işlerinde çalışan
kadınların yeni iş kurmalarının sağlanarak kayıtlı istihdama geçişlerinin sağlanması
yanında gelir artışı sağlayacağı açıktır. Ancak böyle bir
programın kırsal kesimde uygulanması sadece girişimcilik
eğitimleri verilerek olmaz.
Yerel ihtiyaçlar göz önüne
alınarak tarım dışı alternatif
iş olanaklarının ve organizasyon yapılarının belirlenerek
girişimci kırsal kadınlar veya
onların oluşturduğu kurumlar yaratılabilir.
Köy-Koop Merkez
Birliğinin Kadın
Kooperatiflerine
yönelik yaptığı
“İhtiyaç Analizi”
çalışmasında
kadınların
ezici çoğunluğu
kazandıkları parayı
çocukları ve aileleri
için harcamaktadır.
Dolayısıyla kırsal kadının
katılımı ile ailenin geliri artmakta ekonomik ve sosyal
gelişme hızlanmaktadır. Yine
Tevfik Fikret CENGİZ
Köy-Koop Merkez Birliği
Proje Koordinatörü
[email protected]
bu çalışmada kırsal kadının
yeniliklere ve sosyal yaşamını geliştirmeye (örneğin tatil
yapma isteği) son derece açık
olduğu görülmüştür. Kadın
girişimci sayısının artırılması
ile cinsiyet temelinde eşitlik
sağlanması yanında,
• Kadınların piyasaya sunulacak üretim yapmalarını sağlamak,
• Kadınların ekonomik gücünü artırmak ve dolayısıyla toplumsal olarak güçlenmesini ve
özgürleşmesini sağlamak,
• Kadınlar erkeklere kıyasla
gelirlerinin daha büyük bir
bölümünü evlerine ve çocuklarına harcadıkları olgusundan hareketle, ailenin refahını artırmak,
• Kadınların toplum içindeki konumlarını yükseltmek
amaçlanmaktadır.
Genelde iş kurma aşamasından izlenen yol ki bu çoğunlukla erkekler için geçerlidir,
erken yaşta bir atölye ya da
fabrikada çalışmaya başlamak
ve böylece hem bir işyerinin
nasıl çalıştığı hem de belirli
bir malın nasıl üretildiği konusunda tecrübe kazanmaktır. Bir yandan da, bu yolla
tasarruf edilmeye çalışılarak
ileride kurulacak iş için sermaye biriktirilir. Böylelikle,
ücretli istihdam, bir anlamda girişimciliğin altyapısını
oluşturur. Kadınlar açısından
ise durum farklıdır. Ücretli
çalışan kadınların sayısının
azlığı girişimcilik için gerekli
böyle bir altyapının oluşmasını engeller. Kırsalda yaşayan
kadın için ise temel bilgi, yöresel ürünlerin üretimi konusuyla sınırlıdır. Başlangıçta
bu durumu sabit kabul edip
kadınların
yapabildiklerini
ortak üretebilecekleri ticari
alanlar oluşturmak daha uygun olmaz mı ? Örneğin her
evde yöresel peynir üretilip
satmaya çalışmaktansa her
köyde bir imalathane açıp
yine kendileri çalışsa, temizlik
ve hijyeni de sağlamış olurlar. Böylece birikimlerini de
kullanmış olurlar. Bunu da
kurumsal kimliği olan bir yapı
altında yapmak herhalde en
doğrusu olacaktır.
Kadınların bir iş yeri kurma
ve yönetme aşamalarında,
erkeklere kıyasla, sadece kadın olmalarından kaynaklanan daha fazla sayıda ve daha
zorlu engellerle karşılaştıkları
kabul edilmeseydi, kadın girişimciliği konusunda bir çok
STK olmazdı. Konu sadece bir
finans ve kredi bulma meselesi değildir. Bunlar sağlandığında her şey yoluna girmiş
olmamaktadır. Bu nedenle,
kadın girişimciliğini özellikle
de kırsal kesimde geliştirmekten söz ederken, toplumumuzda kadınların ev içinde ve
dışında ayrımcılığa uğradığını
kabul edip kadın girişimciliğini destekleme mekanizmalarını bu olgunun bilincinde
olarak tasarlamak gerekmektedir. Dolayısıyla, kadın girişimciliğini destekleme ve
geliştirme amacında olan bir
programın kadınların toplum
içindeki konumunun dönüştürülmesine yönelik politikalarla desteklemesi gerekir.
Bu nedenle de kadın girişimciliğinin geliştirilmesinden,
daha çok sayıda kadının, halen sahip olduklarından daha
yüksek bir gelire ulaşmasını
sağlayacak ve toplumsal anlamda güçlenmelerinin önünü
açacak işler kurmalarının desteklenmesini anlamak gerekir.
Tarım Destek Ödeme Tarihleri Belli Oldu
»» Bazı tarım ürünlerine yönelik fark ödemesinden yararlanmak için
son başvuru tarihi 2 Eylül olarak belirlendi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı'nın "Türkiye Tarım
Havzaları Üretim ve Destekleme Modeline Göre 2012 Yılı
Ürünü Yağlı Tohumlu Bitkiler, Hububat ve Baklagil Fark
Ödemesi Desteğine İlişkin
Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliği"
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre; kütlü pamuk
(yurt içerisinde üretilen sertifikalı tohumları kullananlar), yağlık ayçiçeği, soya fasulyesi, kanola, aspir, dane
mısır, buğday, arpa, çavdar,
tritikale, yulaf, çeltik, kuru
fasulye, nohut ve mercimek
ürünlerinde fark ödemesi
desteğinden yararlanmak isteyen üreticilerin başvuru
başlangıç tarihi 1 Ekim
2012, son başvuru tarihi
2 Eylül 2013, başvurularda
ürün alım ve satım belgeleri olan fatura ve müstahsil
makbuzlarının
düzenleme
tarihi en son 30 Nisan 2013
olarak kaydedildi.
Fark ödemesi desteğinden
yararlanmak isteyen zeytinyağı üreticilerinin, tasiriye
faturaları ile zeytinyağı satış
faturalarının, Vergi Usul Kanununun ilgili maddesindeki
hükme uygun olarak düzenlenecek. Tasiriye faturaları ile
yapılacak son başvuru tarihi 2
Eylül 2013, bu tarihten sonra satılan zeytinyağlarına ait
alım satım belgelerinin son
teslim tarihi ise 1 Ekim
2013 oldu. Bu tarihten sonraki başvuruların kabul edilmeyeceği hükme bağlandı.
Tebliğ, 27 Haziran 2012 tarihinden sonraki dönemi kapsayacak şekilde geçerli olacak.
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
SAĞLIK
21
Hepatit B ve C’nin Tedavisi Mümkün mü?
»» Hepatit bazı hastalarda hiçbir belirti vermezken bazılarında halsizlik, iştahsızlık,
bulantı, kusma, sarılık, eklem ağrıları ve kaşıntı gibi belirtiler gösteriyor.
Dt. Coşkan ARAS
[email protected]
Sağlıklı Dişler, Mutlu Gülüşler...
Merhaba değerli okurlar,
7. Ağız ve diş sağlığı sohbetimizde
yine sizinleyiz.
- Sapasağlam dişimi kaybettim, hem
de hiç çürük yoktu!
Bu, sık sık çevremizdeki kişilerden
duyduğumuz tanıdık bir söz değil mi?
Evet, dişlerimizin çenede bağlı olduğu dişeti ve çene kemiği çeşitli nedenlerle çekilerek ve eriyerek dişleri kök
ucundan tutmaya başlar, böylelikle
de dişlerin sallanmasına ve kaybına
neden olabilir. Evet, Diş Sağlığı kadar
Dişeti Sağlığı da önemlidir.
Dişeti Sağlığı
Sağlıklı dişeti; Gül pembesi rengindedir, sert ve pürüzlüdür, kanamaz.
Hastalıklı dişeti; Kırmızıdır, yumuşaktır, parlaktır, kanamalıdır.
normaldir, alttaki kemikte erime
yoktur, bazılarına ise yanlış fırçalama (yan fırçalama gibi) neden olabilir ki doğru fırçalama yönteminden
iki sayı önceki sohbetimizde bahsetmiştim. Akla takılan bazı konulara
gelince; Diştaşı temizliği alışkanlık
yapar mı sorusuna en güzel cevap
aslında soruda gizli. Öncelikle ağızda diştaşı olduğunu kabul edip bunları aldırmama yönünde bir tavsiye
var. Bu şuna benzer; Yemeklerden
sonra yağlanmış ellerini yıkama, bir
sonraki yemekte yine yıkamak zorunda kalırsın!
Diştaşı temizliğinde mineler çizilir
mi sorusuna cevap olarak da şunları söyleyeyim; Mine o kadar serttir
ki her çiğnemede yaklaşık 60-70 kg.
yük bindirilir, yine de dayanır ve dakikada 400,000 devir dönen elmas
frezlerle zor kesilir. Dolayısıyla doğru kullanılan bir aletle, 6 ayda bir
diştaşı temizliğinin hiçbir zararı
olmaz. Elektron mikroskoplarıyla,
dişlerden kesitler alınarak dünyanın
her yerindeki dişhekimliği fakültelerinde bunlar bilimsel olarak araştırılıyor.
Dişeti Hastalığının Tedavisi:
Hastalıklı Dişeti
Dişetinin Hastalanmasına Etken Olan Nedenler:
Ağızda biriken ve uzaklaştırılamayan yiyeceklerin oluşturduğu diştaşları başlıca nedenlerdendir.
Kalıtımın da etkisi vardır. Annebabada dişler sallantı nedeniyle kaybedilmişse çocuklarında da bu hastalığın görülme sıklığı artar.
Şeker hastalığı gibi bazı hastalıklar da nedenler arasındadır.
Diştaşı; Sadece ve sadece yiyeceklerin ağızda kalmasıyla ve tükürükteki bazı minerallerle birleşmesi sonucu oluşur. Vücudun yaptığı bir
oluşum değildir. Yani idealde hiç
yemek yenmezse veya her yiyecekten
sonra dişlerin üzerinden tamamen
uzaklaştırılırsa hiç diştaşı oluşmaz.
Diştaşı
Bazı kişilerde hep dişlerini fırçaladığı halde hemen diştaşı oluşur. Bazı
kişilerde ise hiç fırçalamadığı halde
çok az diştaşı oluşur. Bunun nedeni
tükürüğün akıcılığının ve içerdiği
bazı minerallerin miktarının kişiden kişiye değişmesidir. Diştaşlarının hacim olarak milimetreküpünde
milyonlarca tip mikrop bulunur,
bunlar dişetinde iltihap ve kanamalara, dişi tutan diş kemiğinin erimesine, sonucunda da dişlerin sallanıp
düşmesine yol açar.
Hiç unutmam, fakültede kibarlığıyla
tanınan bölüm başkanımız, bir kadın hastamızın ağzını gördüğünde
gördükleri karşısında dayanamamış
ve şu sözleri söylemişti: “Hanımefendi, bu ağızla bir köpeği ısırsanız,
köpek ölür!”
Bazı dişeti çekilmeleri fizyolojik yani
Herkes için altı ayda bir diştaşı temizliği (detertraj) gerekliliği dişhekimince kontrol edilmelidir, bu ilk
aşamadır.
Eğer kemikteki erime ileri boyuttaysa uyuşturarak derin temizlik anlamına gelen subgingival küretaj
yapılmalıdır. Erime daha da ileri boyuttaysa dişeti ameliyatı yani flap
operasyonu gerekir. Genel anestezi
gerektirmeyen, küçük bir ameliyattır. Böylelikle sallanan dişlerin sallanması kesilir, dişlerin ömrü uzatılır, çekilmeden kurtarılır.
Tedavi ihmal ediliyorsa, dişeti kanasa bile ‘kanıyor’ diye dişleri fırçalamayı bırakmamak gerekir. Kanasın,
fırçalanınca kanla birlikte, biriken
eklenti ve oluşan iltihap da uzaklaşır, hatta sonraki fırçalamalarda
kanama biraz azalır. Tabi ki kesin
çözüm dişeti tedavisidir.
Diştaşı temizliğine gelmeyen ve kanıyor diye fırçalamayan birisine bu
tavsiyeyi yaptım. Bir süre sonra dişetleriyle arasının nasıl olduğunu
sorduğumda aldığım cevaba şaşırdım kaldım. “İyi iyi kanıyor!”. “Nasıl
yani?”dedim. “Siz ‘dişetlerinin kanaması iyidir’ demiştiniz ya!”
Yine laf lafı açtı, yine Ortodonti (Tellerle Diş Düzeltme) konusu sonraki sayıya kaldı. Sonraki sayıda Diş
Ağartma (Beyazlatma), Ağız kokusu
(Halitozis) gibi bazı genel konulara
da değineceğim.
Diş sağlığı için daima belirteceğim
bir konu var: “Dişim ağrırsa dişhekimine gider doldurturum” yanlıştır. Diş kendiliğinden ağrımıyorsa
doldurulur. Kendiliğinden ağrı varsa
ya kanal tedavisiyle kurtarılmaya çalışılır ya da çekilir. Dişhekimine,
şikayet olmadan 6 ayda bir, en
geç yılda bir gidiniz.
Unutmayalım, ‘Can boğazdan gelir’
ama dişlerin de arasından geçer!
İleti adresime çekinmeden olumluolumsuz eleştirilerinizi ve sorularınızı yazınız. (Ad soyadınızın yayınlanmasını isteyip istemediğinizi de
belirtiniz.)
Sonraki sayılarda buluşmak üzere;
Sağlıklı dişler, mutlu gülüşler…
Kronik viral hepatitlerin ülkemiz için
önemli bir sağlık problemini oluşturuyor. “Türk Karaciğer Araştırmaları Derneği tarafından 2010 yılında
tamamlanan Türkhep isimli epidemiyolojik çalışmaya göre ülkemizde
en az 3 milyon hepatit B’li ve 750
bin hepatit C’li hasta bulunuyor.
Kronik B hepatitinin kesin tedavisi
yok. Ancak mevcut tedaviler, virüsün çoğalmasını baskılayarak karaciğerdeki hasarın ilerlemesini yani
siroz vekaraciğer kanseri gelişmesini önleyebiliyor. Bazı ilaçlarla erken
evre karaciğer sirozu aşamasında
karaciğerdeki hasarın iyileştirilebilmesi mümkün olmakta” Hepatit
C tedavisinde yeni kullanıma giren
ilaçlar sayesinde başarı oranları
yüzde 70 düzeylerine geldi.
Hepatit B ve C’den
korunmak için
• Tüm cerrahi müdahaleler sırasında kullanılan malzemeler optimum
koşullarda sterilize edilmelidir.
• Özellikle diş tedavileri sırasında
kullanılan tüm malzemelerin iyi ste-
rilize edildiğinden emin olmalıdır.
• Berber ve kuaför salonlarında kullanılan manikür-pedikür aletleri
vb. malzemelerin mutlaka sterilizasyonu sağlanmalı, jilet ve ustura
uçları tek kullanımlık olmalıdır.
• Dövme, piercing, akupunktur gibi
girişimler steril koşullarda yapılmalı ve tek kullanımlık malzemeler
kullanılmalıdır.
• Tüm gebelere gebelik sırasında
hepatit testleri yapılmalı, şayet bağışıklığı yoksa hepatit B için aşılanmalıdır.
• Cinsel yolla bulaşım da göz ardı
edilmemeli ve kontrolsüz ve korunmasız cinsel temastan kaçınılmalıdır.
Atık Yağlar Engellilere Umut Olacak
»» Bu proje ile hem çevre korunacak hem de engellilere destek olunacak.
"Temiz Çevre Engelsiz
Hayat" Projesi kapsamında toplanacak bitkisel atık yağlar, geri
dönüşüme kazandırılarak elde edilecek gelirle engelli vatandaşların başta akülü araba
olmak üzere pek çok
ihtiyacı karşılanacak.
Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı öncülüğünde Türkiye Çevre Koruma Vakfınca (TÜÇEV) düzenlenen ve Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı, Milli
Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Türkiye Belediyeler Bir-
liği ile Türkiye Muhtarlar
Konfederasyonu tarafından desteklenen "Temiz
Çevre Engelsiz Hayat" Projesi Trabzon'da başladı.
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden yapılan yazılı
açıklamada, evlerde kızartmalarda kullanılan bitkisel
yağların, kızartma sonrası
kullanılmaz hale geldiğince
lavabolara veya çöpe döküldüğü ve çevreye, su kaynaklarına büyük zarar verdiği belirtildi. Projeyle
ülke genelinde bitkisel atık yağların
toplanarak çevre kirliliğinin önleneceği ifade edilen açıklamada, "Top-
lanan bitkisel atık yağlar geri dönüşüme kazandırılarak elde edilecek
gelirle engelli vatandaşlarımızın
başta akülü araba olmak üzere pek
çok ihtiyacı karşılanacaktır. Projenin uygulanması, evlerde kızartma
sonrası pet şişe gibi kapalı kapta biriktirilecek yağlar, okul, cami, muhtarlık ve merkezi yerlerdeki toplama
noktalarına yerleştirilen proje logolu yeşil bidonlara, kapalı pet şişeyle
bırakılmak suretiyle gerçekleştirilecektir." denildi. Uygulamada pilot
il seçilen İstanbul, Ankara, İzmir,
Bursa ve Trabzon'da proje logolu
yeşil bidonların toplama noktalarına yerleştirildiği belirtildi.
Titreyen Eller Neyin Habercisi?
»» Sağlıklı kişilerde de görülebilen el titremesi, nörolojik ve sistemik hastalıkların
habercisi veya bu hastalıklarda kullanılan ilaçların yan etkisi olarak da ortaya çıkabilir.
Elde görülen titreme, günlük yaşamda basit olarak bilinen pek çok işin
rahatlıkla yapılmasını engelleyen
önemli bir rahatsızlık. Titreme,
yani tremor ‘vücudun bir kısmındaki kasların istemsiz olarak ritmik
bir şekilde kasılması ve gevşemesi
sonucu ortaya çıkan hareketler’ olarak tanımlanıyor.
Bilim insanları ellerde titreme ile
başvuran hastaların büyük çoğunluğunda esansiyel tremor olarak
adlandırılan iyi huylu bir durum
saptandığını vurguluyorlar. Sebebi bilinmemekle birlikte sıklıkla
ailesel geçişli. Altta yatan ciddi bir
hastalık yok. Genellikle 20’li yaşlarda belirginleşir ya da başlar; ama
her yaşta da görülebilir. Yorgunluk,
stres, kafein bu titremeyi arttırırken, alkol alımı azalttığı görülebilir.
Yaş ilerledikçe genellikle artış gös-
terir ve eller dışında kafada, dilde,
bacaklarda da görülmeye başlayabilir. Sıklıklar kişinin yaşamını kısıtlayıcı ağırlıkta olmaz; ancak ince
el becerisi gerektiren işlerde çalışırken zorluk çekebilirler.
Ellerde titreme yapan nörolojik
hastalıkların içerisinde en çok bilineni Parkinson. Parkinson genellikle ileri yaşta ellerde titreme
ile başlayan ve beyin hasarına yol
açan ilerleyici bir hastalık. Ellerde
titreme yapabilen diğer nörolojik
İDDİA
Bir ünlü iddiacı etrafındakilerle iddiaya
tutuşmuş:
-Ben gözümü ısırırım!
Etrafındakilerin şaşkın bakışları altında
takma gözünü çıkarıp ısırmış ve kazanmış.
Kaybedenlere dönüp yeni bir iddia ortaya
atmış:
-Ben popomu ısırırım!
Az önce kaybedenler bu yeni iddia karşısında dayanamayıp bir kez daha iddiaya girmişler ve gözlerine inanamamışlar. Adam
bu sefer de poposunu ısırmış. Nasıl mı?
Ağzınan çıkardığı takma dişlerle!!!
hastalıklar; multiple skleroz (MS),
inme, travmatik beyin hasarı, beyincik ve beynin yıkımı ile giden
ilerleyici hastalıklar. Ayrıca vücuda
dağılan sinir liflerinin hasarlandığı
durumlarda, bazı omurilik hastalıklarında da ellerde titreme olabilir. Astım ilaçları, amfetamin gibi
uyarıcılar, psikiyatrik hastalıkların
tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar
da ya etki olarak ellerde titremeye
yol açabilir.
Stres
Titreme tipine bağlı olarak ilaçla tedavinin mümkün stres, yorgunluk,
özel bir gün gibi bazı durumlarda
titremeleri belirginleşen kişilere
ilaçlarla müdahale ediliyor. İlaçla
tedavi edilemeyen hastalarda ise
cerrahi ve beyin pili takılması gibi
yöntemlerin de devreye girebiliyor.
Sert Kabuklu Kuru
Yemişler Kalp Dostu
»» Sert kabuklu kuru yemişlerin kalp ve damar
sağlığını koruyorak, kanser riskini azaltıyor.
İspanya'da 55 ile 90 yaş aralığındaki 7 bin kişinin katıldığı araştırmayla kuru yemiş
tüketim miktarı ile kalp, damar hastalığı ve kansere bağlı ölüm oranı arasındaki ilişki
değerlendirildi. Araştırmada
ortalama 4,8 yıl hasta takibi
yapıldı. Bir haftada 1 porsiyonu 28 gram olmak üzere
3 porsiyondan fazla sert ka-
buklu kuru yemiş tüketen kişiler, bu yiyeceği tüketmeyen
kişilerle karşılaştırıldığında,
kalp ve damar hastalığına
bağlı ölümlerde yüzde 55,
kansere bağlı ölümlerde ise
yüzde 40 oranında azalma olduğu saptandı.
22
Ağustos 2013 Köy-Koop Haber
ETKİNLİKLER
AĞUSTOS 2013
TARIM FUARLARI TAKVİMİ
14 Ağustos - 18 Ağustos 2013
Çorlu Tarımtech 2013
6.Corlu Tarım Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik, Sulama ve Teknolojiler Fuarı
Tarım, Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik, Sulama
ve Seracılık Teknolojiler,Traktör ve Ekipmanları
Renkli Fuarcılık
AĞUSTOS AYI TARIM TAKVİMİ
TARLA ZİRAATI
a) Anızların bozumuna devam edilir. Bazı
yerlerde sonbahar ekimi için, bazı yerlerde
de ikinci mahsul için toprak işlemesi yapılır.
b) İkinci mahsuller ile Sonbahar ekimleri yapılır.
c) Sulama, çapalama ve diğer bakım işleri
devam eder.
d) Her türlü hastalık ve zararlılar ile mücadele devam eder. Ambarlarda da zararlılarla
mücadele edilir.
e) Hububat ve diğer tarla bitkileri hasadı devam eder. Harman işleri yürütülür. Ürünler
ambarlanır, ambalajlanır, pazara sevkedilir
ve değerlendirilir. Ambarlarda ürünler tekniğine uygun şekilde saklanır.
15 Ağustos - 18 Ağustos 2013
DLG-ÖÇP Tarım ve Teknoloji Günleri
Açık Alan Uygulamalı Tarım Fuarı
Tohumlar, Gübreler, Zirai İlaçlar, Tarım Makineleri, Fidanlar Sulama Ekipmanları, Sera
Teknolojileri, Fideler, Hayvancılık, Gıda, Tarım
Ekipmanları, Gübre, Tohum, İlaç, Hayvancılık
DLG Fuarcılık
18 Ağustos - 22 Ağustos 2013
Tarımtech 2013
6.Traktör ve Ekipmanları Fuarı
Traktör ve Ekipmanları
Renkli Fuarcılık
22 Ağustos - 24 Ağustos 2013
Konya Tohum 2013
3.Tohumculuk Fidancılık, Bahçe
Bitkileri, Zirai Mücadele, Sulama,
Gübreleme ve Ekipmanları Fuarı
Tohumculuk, Fidancılık, Bahçe Bitkileri, Zirai
Mücadele, Sulama, Gübreleme, ve Ekipmanları
Tüyap-Konya
MEYVECİLİK
a) Sonbahar dikimi yapılacak bahçelerde
toprak hazırlığı yapılır.
b) Dikim yoktur.
c) Meyve bahçesi ve fidanlıklarda sulama,
çapa, filiz ve kök piçlerinin temizliği yapılır.
Durgun göz aşısı devam eder. Gübre şerbeti
verilir.
d) Her türlü meyve hastalık ve zararlılarına
karşı mücadele yapılır.
e) Hasat işleri devam eder. Meyveler ambalajlanır. Pazara sevkedilir, kurutulur, konserve yapılır, suları çıkarılır ve çeşitli şekillerde değerlendirilerek saklanır.
HAYVANCILIK
a) Hayvanların meralarda yeteri yem bulamamaları sebebiyle takviye yemleme yapılır.
Koyunlarda kırkım devam eder. Ahır besisi
yapılan yerlerde hayvanlara bolca yeşil yem
verilmelidir.
b) Küçük ve büyük baş hayvanlar çiftleştirilir.
SEBZECİLİK
a) Son turfanda sebzelerin yerleri hazırlanır.
b) Son turfanda sebze tohumları ekilir, fideleri dikilir.
c) Sebze bahçelerinde çapa, sulama, uç alma,
koltuk alma gibi bakım işleri yürütülür.
d) Her türlü sebze hastalık ve zararlılarına karşı mücadele tekniğine uygun şekilde yapılır.
e) Hasat ay boyunca devam eder. Sebzeler
uygun ambalajlara konarak pazara sevkedilir.
Bazıları da kurutulur, salçalar, turşular, konserveleri reçelleri yapılarak değerlendirilir.
BAĞCILIK
a) Bağlarda uç alma, yaprak toplama, sulama gibi bakım işleri yapılır.
b) Her türlü bağ hastalık ve zararlıları ile
mücadele edilir.
2. Isaf Safety & Health
İş Güvenliği ve İş Sağlığı Fuarı
İş Güvenliği Ekipmanaları, Kişisel Koruyucu
Malzemeler, İş Güvenliği Eğitimi, İş Sağlığı
Ekipmanları
Marmara Fuarcılık
İstanbul Gıda-Tek 2013
8.Gıda ve İçecek Teknolojileri, Gıda Güvenliği, Katkı ve Yardımcı Maddeler, Soğutma, Havalandırma, Depolama
Sıvı Gıda, Et, Süt, Unlu Mamüller, Üretim Makine Sistem ve Ekipmanları, Gıda Güvenliği, Kalite
Kontrol Cihaz ve Sistemleri, Soğutma, Havalandırma, Depolama. Tüyap - İstanbul
Türkiye’de 24 saat
esasıyla hizmet veren
tek Merkez olan Ulusal
Zehir Danışma Merkezi,
zehirlenmeler hakkında
size bilgi verir...
TAVUKÇULUK
a) Kümeslerin temizliğine ve dezenfeksiyonuna devam edilir. Duvarlar kireçle badanalanır.
b) Tavuklar ve piliçler çeşitli yemlerle beslenir. Yeşil yem verilmesine devam edilir.
Tavuklar anızlara, yoncalıklara ve çayırlara
salıverilir.
c) Her türlü tavuk hastalık ve zararlılarına
karşı mücadele yapılır.
ARICILIK
a) Kovanlarda temizlik devam eder. Dolu
çerçeveler çıkarılarak yerlerine boşlar konur.
Kovanlar geceleri sarsılmadan bol çiçekli,
florası zengin yerlere nakledilir.
b) Arılarda görülecek hastalık ve zararlılarla
mücadele edilir
c) Bal hasadı devam eder .
▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve
28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda
Kodeksi Gıda ile Temas Eden Plastik
Madde ve Malzemeler Tebliği (No:
2013/34)
▶▶ 1 Temmuz 2013 Tarihli ve 28694
Sayılı Resmî Gazete, Sebze ve Meyve
▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve
Ticareti ve Toptancı Halleri Hakkında 28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk
Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına
Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden
İlişkin Yönetmelik
Plastik Madde ve Malzemelerin
▶▶ 6 Temmuz 2013 Tarihli ve 28699 Bileşenlerinin Migrasyon Testinde
Sayılı Resmî Gazete, 1041 Onuncu Kullanılan Gıda Benzerleri Listesi
Tebliği (No: 2013/35)
Kalkınma Planının (2014-2018)
19 Eylül - 22 Eylül 2013
12 Ekim - 15 Ekim 2013
d) Çeşitli hayvan hastalık ve zararlılarına
karşı mücadele edilir.
▶▶ 30 Haziran 2013 Tarihli ve
28693 Sayılı Resmî Gazete, Türk
Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri
Yönetmeliği
Gıda 2013 Worldfood İstanbul
21.Uluslararası Gıda Ürünleri ve
Teknolojileri Fuarı
Süt, Et, Sekerleme, Konserve, Çay Ve Kahve,
Organik, Deniz Ürünleri, Dondurulmuş ve Hazır
Gıda, Gıda Katkı Maddeleri, İçecekler, Yağlar,
Bakliyat, Baharat
E Uluslararası Fuar
Allgreen Yenilenebilir ve Sürdürülebilir
Enerji Fuarı
Her Türlü Enerji Verimliliği, Alternatif Enerji Çözümleri, Yenilenebilir Enerji Teknolojileri,
Çevre Dostu Ürünler
İstanbul Fuarcılık A.Ş.
c) Yem bitkilerinin ve çayırların hasadı, kurutulması, balyalanması ve depolanmasına
devam edilir.
Mevzuat
5 Eylül - 9 Eylül 2013
26 Eylül - 29 Eylül 2013
c) Hasat, pazarlama ve değerlendirme işleri
devam eder.
Onaylandığına İlişkin Karar
Bitki Koruma Ürünleri
Bayilik Sınavı
Bitki Koruma Ürünleri Bayi veya Toptancı İzin Belgesi almak için yapılacak olan sınav başvuruları 25 Eylül 2013
tarihinde başlayacak. İzin Belgesi talebinde bulunacaklara Milli Eğitim Bakanlığı Yenilik ve Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü’nce 10 Kasım 2013 Pazar günü
saat 10:00’da Ankara’da yapılacak. Sınav Duyurusu, 20
Eylül 2013 tarihinde www.meb.gov.tr internet adresinde yayımlanacak. Başvuruda istenilen belgeler; Başvuru
Dilekçesi, Diploma veya Mezuniyet Belgesinin Onaylı
Sureti, Transkript (Sadece Teknikerler için Bitki Sağlığı ile ilgili dersi aldığını gösteren), Kimlik Fotokopisi, 2
adet fotoğraf. Sınava girecek adaylar 45 TL(kırkbeş TL)
sınav ücretini Milli Eğitim Bakanlığı Destek Hizmetleri
Genel Müdürlüğüne bağlı Döner Sermaye İşletmesinin
T.C.Ziraat Bankası Başkent/ANKARA, Türkiye Vakıflar
Bankası Ankara Merkez ve Türkiye Halk Bankası Küçükesat Şubelerinden herhangi birine, “Kurumsal Tahsilat Proğramı” aracılığı ile aday kendi T.C.Kimlik Numarasını belirtmek suretiyle 01/10/2013– 21/10/2013
tarihleri arasında yatıracaklar.
▶▶ 11 Temmuz 2013 Tarihli ve
28704 Sayılı Resmî Gazete, Toprak
Kirliliğinin Kontrolü ve Noktasal
Kaynaklı Kirlenmiş Sahalara Dair
Yönetmelikte Değişiklik Yapılması
Hakkında Yönetmelik
▶▶ 13 Temmuz 2013 Tarihli ve
28706 Sayılı Resmî Gazete, Pazar
Yerleri Hakkında Yönetmelikte
Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Yönetmelik
▶▶ 14 Temmuz 2013 Tarihli ve
28707 Sayılı Resmî Gazete, Bombus
Arısı Kullanımına Destekleme Ödemesi
Yapılmasına Dair Bakanlar Kurulu
Kararı Uygulama Tebliği (Tebliğ No:
2009/2)’nin Yürürlükten Kaldırılmasına
Dair Tebliğ (No: 2013/32)
▶▶ 14 Temmuz 2013 Tarihli ve
28707 Sayılı Resmî Gazete, Bombus
Arısı Kullanımına Destekleme
Ödemesi Yapılmasına Dair
Bakanlar Kurulu Kararı Uygulama
Tebliği (Tebliğ No: 2009/65)’nin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair
Tebliğ (No: 2013/44)
▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve 28710
Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda Kodeksi
Madde ve Malzemelerdeki Vinil Klorür
Monomer Miktarı Analiz Metodu
Tebliği (Tebliğ No: 2002/22)’nin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Tebliğ
(No: 2013/36)
▶▶ 17 Temmuz 2013 Tarihli ve
28710 Sayılı Resmî Gazete, Türk Gıda
Kodeksi Madde ve Malzemelerden
Gıda Maddelerine Geçen Vinil Klorür
Miktarı Analiz Metodu Tebliği (Tebliğ
No: 2002/23)’nin Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Tebliğ (No:
2013/37)
▶▶ 18 Temmuz 2013 Tarihli ve
28711 Sayılı Resmî Gazete, Hayvan
Beslemede Kullanılan Yem Katkı
Maddeleri Hakkında Yönetmelik
▶▶ 20 Temmuz 2013 Tarihli
ve 28713 Sayılı Resmî Gazete,
2013 Yılı Kurban Hizmetlerinin
Uygulanmasına Dair Tebliğ
▶▶ 20 Temmuz 2013 Tarihli ve
28713 Sayılı Resmî Gazete, Organik
Hayvancılık Destekleme Ödemesi
Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/43)
Köy-Koop Haber Ağustos 2013
SPOR-TARIM BULMACA
Sıcak Yaz Günlerimizin Hayali… Havuzlu Bir Ev!
350 Bin!
Bu rakam ne bir para miktarı ne de
söz gelimi her gün trafiğe katılan
araç sayısı. Bu rakam sadece 20112012 yıllarında biraz eksik biraz fazla olmak kaydıyla tüm Türkiye’deki
havuz sayısıdır. Bunun içinde ticari amaç için yapılanından tutun da
otellerin, evlerin bahçelerini süsleyen havuzlar da var. Bu sayıya her
yıl 10 bin civarında inşa edilen havuz
sayısını da eklersek yakın zamanda
herkesin havuzlu ev hayalinin gerçekleşeceğini varsayabiliriz.
Havuz, özellikle sıcak yaz aylarında
serinlemek için en çok tercih edilen
mekânlardandır. Çünkü pratiktir.
Denize nazaran daha az hazırlığı
gerektirir. Ancak dikkat edilmediğinde, beraberinde birçok tehlikeli
sağlık sorunlarına da davetiye çıkarabilir.
Havuzların en büyük özelliği kapalı
sistem olmalarıdır. Çok sayıda insanın aynı anda kullanabildiği havuzların en büyük kirlilik kaynağı da
yine insanlardır. İnsan bedeni, ter,
genital akıntılar, idrar yolu akıntıları, parfüm, losyon, krem, şampuan,
makyaj malzemeleri, ayaklarla taşınan organik atıklar, havuz kenarında tüketilen yiyecekler ve havuzun
etrafındaki uygunsuz peyzaj (düzenleme) nedeni ile havuzlar sürekli kirlenir.
Adnan YAHŞİ
Atletizm Yıldız Milli Takım Antrenörü
[email protected]
onlarca sağlık sorunu ve hastalık bizleri beklemektedir.
Havuzlardaki hastalık ve sağlık sorunlarına örnek olarak:
• Amipli dizanteri (Kanlı ishal)
• Deri yangısı (Deri-alerji sorunları)
• Gastroenterit (Kusma-ishal)
• Giardiasis (İshal)
• Hepatit (Sarılık)
• Samonellosis (İshal)
• Tifo (İshal)
• Mantar
İnsanların bu kadar sık kullandığı
havuzlar artık sadece yazın değil,
kışında kullanılmaktadır. Özellikle
havuzları çocuk yaştakilerin daha
çok kullandığı göz önüne alınırsa,
direnci daha düşük bu yaş grubunun
sağlığı açısından hijyene (temizlik)
daha çok önem verilmesi gerekliliği
ortadadır. Bunun aksi durumlarda
TARIM BULMACA
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
1
K
A
R
A
H
İ
N
D
İ
B
A
2
A
D
A
N
A
T
E
M
İ
S
3
R
A
K
A
M
F
R
T
A
4
D
K
D
N
E
5
E
A
O
R
T
E
N
6
L
S
L
A
V
7
E
K
U
N
8
N
A
L
N
İ
O
9
10
R
11
12
S
T
N
İ
A
N
L
A
C
K
A
R
E
T
E
M
U
N
A
A
T
İşletmeci Tarafından Yapılacak Analizler
Parametre
28
26
38
mg/L
2
30
mg/L
40
80
6,5
7,8
mg/L
1
1,5
mg/L
1
3
mg/L
0,3
0,6
Her Gün
mg/L
-
100
Toplam
Alkalinite
(CaCO3)
Haftada 1 defa
mg/L
30
180
Renk
Her Gün
Pt/Co Olarak 10 Birim
Her Gün
SiO2 veya Jakson Birimi
Olarak 5 Birim ya da NTU
veya FNU Olarak 0,5 Birim
Sıcaklık
Kapalı Yüzme
Havuzu
P
M
E
K
U
K
A
I
A
R
Hidrojen
Peroksid
pH
Tatlı ve
Deniz
Suyu Açık
ve Kapalı
Yüzme
Havuzları
Kapalı
Yüzme
Serbest Klor
Havuzu
Açıkı Yüzme
Havuzu
Açık ve
Serbest Klor
Kapalı
Yüzme
Siyanürik Asit Havuzları
Bulanıklık
R
U
S
A
R
S
A
N
U
N
A
Y
Soldan Sağa
1- Birleşikgillerden, uzun ve dişli yapraklı, çiçekleri sarı ve kömeç
biçiminde bir bitki 2- Bir ilimiz... Sincap... Duman lekesi 3- Sayıları
gösteren işaret... Fransiyumun simgesi... Uzaklık belirtir 4- Kıdem
kısaltılmışı... 5- Anaatardamar... Genişlik... Bir binek hayvanı 6Bir Kuzey Avrupa halkı... Bir nota... 7- İlave... Üç beyazdan biri...
Dokumacılıkta kullanılan çok ince, esnek ve parlak tel 8- Uğur sayılır... Şafak vakti... Eski Türklerde hakan 9- Afrikada bir ırmak...
Tatlı olmayan 10- Turpgillerden, yaprakları salata gibi yenen bir
bitki... Bir nota... Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak 11- Ana konu...
Postu değerli etçil bir hayvan 12- Erkek ördek... Avrupada bir nehir.
Yukarıdan Aşağıya
1- Kar kalkmasından hemen sonra çıkan çiğdeme benzer, beyaz bir çiçek, akçabardak.... 2- Dört tarafı denizlerle çevrili kara parçası... Mine
çiçeği 3- Erkek dansçı... Bir mantarla bir su yosununun ortak yaşamasıyla ortaya çıkan bitkilerin genel adı... 4- Türkiye’nin Asya kıtasında
kalan bölümü... Güney Amerika’nın dağlık bölgelerinde yaşayan, yük
hayvanı 5- Olgunlaşmamış... Üretimden alınan pay 6- Akaryakıt Tüketim Vergisi... İsviçrede bir kanton 7- Birçte sanzatü... Kayseri iline
bağlı ilçelerden biri... 8- Yaprakları güzel kokulu ve yaz kış yeşil olan bir
ağaç... En kısa zaman... 9- Gıbta etmek... Temel yapı taşımız 10- Yunan
mitolojisinde kanatlı uçun adam... 11- İlişkin... Demiryolu 12- Dünya ve
Türkiye’de birçok ödül almış, gazetemizin karikatüristi.
Küreselleş(tir)me Karşısı
Bilim Politik Yazılar
Prof.Dr. Mustafa Kaymakçı
Yayınevi: İlkim Ozan Yayınları
Kitapta öncelikle günümüzde dünya ve
Türkiye’de bilimin durumu ele alınmış
ve akademik kapitalizm irdelenmiştir. Bu yazıları, Batı’da bilimin gelişmesi, buna karşılık İslam Dünyası ve
Osmanlı’da bilimin gerilemesinin nedenlerini sorgulayan metinler izlemiştir. Bilimin ve onun yarattığı uygarlığın
salt Batı’ya ait bir olgu olduğunu ve
Doğu’nun gelişen Dünya tarihi içinde
edilgen bir izleyici olarak kaldığını varsayan Oryantalizm/Avrupa merkezci
görüşler ise birbirini izleyen yazılarla
sorgulanmış ve bu görüşün dayanıksız
olduğuna ilişkin bilgiler derlenmiştir.
Z
U
İlk Havuzun
Kullanımından
Önce ve
İzleyen
4’er Saatlik
Aralıklarla
Olmak Üzere
Günde En Az 3
Defa
(Kaynak: Resmi Gazete 15 Aralık 2011-Sayı 28143)
KİTAP
N
D
0C
Açık Yüzme
Havuzu
Biguanid
T
İ
Sınır Değerler
26
12
M
Birim
En Çok
İ
A
Analiz Aralığı
En Az
Y. İzzettin BAŞER
1
A
• Göz İltihabı
• Dış kulak yolu iltihabı gibi rahatsızlıkları verebiliriz.
Çevre kirliliği tehdidi altında olmasına rağmen bu tür rahatsızlıklara
deniz kullanımında sık rastlanmaz.
Çünkü denizin kendi dezenfeksiyon
(temizleme) özelliği vardır. Bu nedenle özellikle bebek ve çocukların
denize götürülmeleri havuzdan daha
sağlıklıdır.
Gözümüzü bir an korkutan bu sağlık
problemleri olasılıkları, bazı konulara dikkat edildiğinde ortadan kalkabilir.
Havuz kullanımında dikkat edilecek
bazı hususlar şunlardır:
• Kullanacağımızın havuzun güvenilir bir firma tarafından işletildiğini,
• Havuz bakımının düzenli yapıldığını,
• Havuz dibinin net göründüğünü,
• Havuz etrafındaki peyzajı,
• Havuz suyunun kokusunu,
• Havuzun pompa ve filtre sistemlerinin uygunluğunu,
• Havuz suyunun laboratuar sonuçlarının analizini kontrol etmeliyiz.
Bunlara ek olarak, havuza girerken kesinlikle duş almak, bone takmak, lensle suya girmemek, havuzu
kullanan insan sayısı olarak kapasitesinin üstünde olan yerleri tercih etmemek, vücutta herhangi bir kesik,
yara, iltihap ve enfeksiyon riski varsa suya girmemek, kulaklara tıkaç
takmak, havuz suyu yutmamak gibi
önlemlerde sağlıklı havuz kullanımı
için göz önünde bulundurulması gereken güvenlik önlemlerindendir.
Son söz, önce sağlık ve güvenlik.
Spor dolu günler sizinle olsun…
23
Kooperatifçilik
Kooperatif
Web Sayfası Projesi
Prof.Dr. Ziya Gökalp Mülâyim
Yayınevi: Yeni İnsan
Kooperatifçilik kitabının 6. Baskısında okurlarına ülkemiz ve dünya
kooperatifçiliğindeki en son durum
ve gelişmeler güncelleştirilerk verilmiş. Kitapta; Genel Kooperatifçilik,
Kooperatifin Tanımı, İlkeleri, Kooperatifle Sermaya Şirketleri Arasındaki Farklar, Özel Sektör Karşısında
Kooperatiflerin Durumu, Devlet ve
Kooperatif, Kooperatifçilik Mevzuatı
ve birçok konu ele alınmış.
Nasıl Bir
Organik Tarım
Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
Yayınevi: Yeni İnsan
Bu kitapta Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Başka Bir Gıda Mümkün Girişimi, Kibele Ekolojik Yaşam
Kooperatifi, Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği deneyimlerini paylaştı,
nasıl sorusunun yanıtlarını aradı.
11 tarim destek 31,5 x 46,5 cm.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
19.07.2013
16:31