sayı 110 / nisan 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

sayı 110 / nisan 2009 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Nisan 2009
İÇİNDEKİLER
AYLIK E⁄‹T‹M DERG‹S‹
YIL: 10
G
SAYI: 110
G
ISSN-1302-5600
G
N‹SAN 2009
SAHİBİ
Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK
Millî Eğitim Bakanı
N
Genel Yayın Yönetmeni
Aziz ZEREN
Yayımlar Dairesi Başkanı
N
Yazı İşleri Müdürü
Selâmi YALÇIN
([email protected])
Dinçer Eflitgin / TENEFFÜS OLUNCA EVE KAÇMAK EN ‹Y‹S‹
2
Murat Soyak / DÖRT ‹fiLEM
3
‹smail Karakurt / BADEM A⁄AÇLARI ‹LE KONUfiAN ATTAR
6
Mehmet Nur Karageçi / MEKTEPTEN MEMLEKETE DÖNEN
N
Yayın Kurulu
Dinçer EŞİTGİN
Şaban ÖZÜDOĞRU
Hakkı USLU
Çağrı GÜREL
Aysun İLDENİZ
Macit BALIK
N
Tasarım
Hakkı USLU
([email protected])
N
İletişim ve Koordinasyon
Dinçer EŞİTGİN
([email protected])
fiA‹R YAHYA KEMAL BEYATLI 11
Bestami Yazgan / KIR Ç‹ÇE⁄‹
19
Abdurrahman Bayç›nar / K‹M‹N TÜRKÜSÜ
20
Çetin K›zg›n / MED CEZ‹R
21
Mustafa Ökkefl Evren / SAAT, AYNA VE FOTO⁄RAF
22
Handan Konak / ‹Ç SESLE ‹Ç‹M‹N fiEHR‹
23
N
Yönetim Merkezi
Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA
http://yayim.meb.gov.tr e-posta: [email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188
Fax: (0 312) 212 81 48
Feridun Eser / L‹SE DERS K‹TAPLARINDA
N
Dizgi
Reyhan İLKER
ERMEN‹ SORUNU
25
Menekfle Gültekin / D‹KS‹YON KURSLARI VE TÜRKÇE
30
N
Baskı
Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü
N
Abone / Dağıtım
Fikri NAYIR
Tel: (0312) 866 22 01 / 246
Fax: (0 312) 866 22 72
Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlanmasın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorumludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim”
adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı
Yayımlar Dairesi Başkanlığının 22.12.2005 tarih ve
6088 sayılı oluru ile basılmıştır.
Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve
öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin
Ziraat Bankası Elmadağ-Ankara şubesindeki
Devlet Kitapları Döner Sermayesi Müdürlüğünün
2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak
makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner
Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan/ANKARA”
adresine gönderilmesi gerekmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 4646
Süreli Yayınlar Dizisi: 249
Özlem Ak› / ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEM‹
YABANCI D‹L Ö⁄RET‹M‹
35
Ramazan Çeken / FEN VE TEKNOLOJ‹ E⁄‹T‹M‹NDE
YAfi VE ALGI DÜZEY‹NE UYGUN E⁄‹T‹M‹N
B‹REYSEL VE SOSYAL GEL‹fi‹M AÇISINDAN ÖNEM‹
40
GÜNDEM
44
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Dinçer Eşitgin
teneffüs olunca
eve kaçmak
en iyisi
bana hep matematikten soruyorsun gibi sevip sevmediğimi
ben kaç bilinmeyenli denklem içinden çözeyim bu bilmeceyi
anlatsam hayatım roman diyen kimler söyle bugüne kadar
bir mısra bilemedin bir şiir olmadı bir hikâye hadi bir destan yazabilmiş
çaresi yok sulhu yok aşkla uzayıp giderken kerrat cetvelleri
avaz avaz siyaha bulanmış bir âleme seslemişsin ismimi
kıtalardan okyanuslardan dağlardan ovalardan söz açıp da sonra
gökyüzü görmez bu uğursuz vadiye elimi kolumu bağlamak oh ne iyi
bir teneffüs buldum ben de kaçtım işte her şeyden
önlüğümü duvara astım kalbime duvarı önlüğüme kalbimi
ki ben kaç bilinmeyenli denklem içinden çözeyim bu bilmeceyi
bana hep matematikten soruyorsun sevip sevmediğimi
2
Nisan 2009
Murat Soyak
DÖRT İŞLEM
-toplama
bir varmış
bir daha
iki elma
bir varmış
iki daha
üç kiraz
bir varmış
üç daha
dört erik
bir varmış
dört daha
beş taş
elele verir de
büyür sayılar
topladıkça
3
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
-çıkarma
bir elde beş parmak
uçunca serçe parmak
kaç kalır elde
on elmamız vardı
ikisi çürümüş ama
içinden çıkarmak gerek
teneffüse çıkınca
şeker aldın ya
eksildi paran
-çarpma
çarpılmış sayılar
bak bak
iki kere iki
dört köşe
çarpılır sayılar
çoğalsın diye
dört kere dört
on altı yıldız
4
Nisan 2009
çarpılınca kırılmaz
koşar da koşar
yorulmaz mı sayılar
on altı kere on altı
-bölme
bölüyoruz her öğün
yetsin diye hepimize
ekmeği bölmek gibi
dört ceviz var
elde kalan bu
kardeşim de ister
iki sana iki bana
dört bölündü ikiye
paylaşmak güzel
5
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
BADEM AĞAÇLARI İLE
KONUŞAN ATTAR
İsmail Karakurt
“Yalvarıyorum sana, karlı dağların eteklerinde
Çiçeklenen badem bahçeleri içindeki evler adına.
Çocukların uykusunu kaçıracak hiçbir anı
Ve içimizde hiçbir acılık bırakmadan
Çoktan yaşanıp bitmiş o aşklar gibi
Çiçeklenen badem ağaçları adına yalvarıyorum sana...”
(Yakarış’tan, Henrik Nordbrandt)
er ne varsa insan içindir bu dünya-
arasında bir diyalog, bir etkileşim söz konusudur.
da. Karlı dağlar, serin sabahlar, gök
Bu ilişkisinin bahar ile yeniden kazanımı, aynı za-
ekinler, çiçeklenen badem ağaçları,
manda insanın aşkın bir yaşantıyı yakalayabil-
evler, kış uykusuzluğu, yalvarışlar...
mesi bakımından da bir kazanımdır... Bu aynı za-
Hepsi insana gerçeği anlatmak ve
manda, tabiat dilinin insan diliyle kendi zamanı
insanın gerçekliği algılaması içindir. Parklarda,
ve tonunda örtüşmesi, hani şairin “Ben gurbette
bahçelerde, yol kenarlarındaki papatyalar, zak-
değilim/Gurbet benim içimde” diyen uzak ve yakınla ‘tekrarlanan buluşma’sını ya da içkinliğini
belirler.
H
kumlar, güller, ağaçların nimetleri bakmayı bilen
gözlere sevinç; ruh burkuntusuna teselli verir.
Tabiatın yeniden dirilme işlevi bütün varlığı olduğu gibi, bu toprakların atmosferini soluyan insan-
Bir güzellemedir tabiatın baharla yeniden uya-
ları da yakından ilgilendirir. Çünkü tabiat ile insan
nışı... Sonsuz Güzel’in, yeryüzünde, güzellerin
yüzünde en güzelinden gülümsemesidir. İnsanın
6
Nisan 2009
tabiata bu şekilde bakışı, zamanın ve hayatın ye-
larla oynaşan ay ışığıyla, ırmaklarla, başı du-
niden yakalanışı, gerçeği derinden kavrayışının
manlı bir dağ ile arkadaşlık kurmak, onlarla ko-
bir ifadesidir. Yenilenme hayatın içinde var oldu-
nuşmak için vakit ayırabilir, ağaçlardan dostlar
ğuna göre, aslında gerçeği derinden kavrayanlar
edinebilir. Bazen her birinin yanına gider onlara
için yaşanan her an yenidir, yenilenir durur. Tabi-
dokunur, onlarla merhabalaşır, onlarla söyleşir
atla ya da toprakla ünsiyet kuran insan, dünya
ve can sıkıntısını giderebilir. Çünkü insan, fıtra-
gerçekliği dediğimiz bahar kompozisyonunun bir
tında yaratılan her şeyi sarıp sarmalayacak de-
parçasını oluşturan ağaçlarla binlerce konuşma
rinleşme, bağlanma ve sevme mayasını taşı-
yapabilir.
maktadır. Bu maya, kişiyi tabiatın yaşayan bir
parçası yaparak, yüreğini tekmil sevinç ve coş-
İnsan evrenin sonsuzluğunda ağaçlarla, çi-
kunluğuyla toprak gibi kabartmaktadır.
çeklerle, böceklerle, otlarla, sürüp giden gökyüBahar gelince kuştüyü gibi hafif, taze bir kan-
züyle, yıldızlarla, dallar arasından süzülerek su-
7
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
la yüzü gülecek yeryüzünün. Bir tebessüm sıcak-
Yeryüzü…
lığı, deli yeşile doğru bir coşku, bir sevinç merhaZaman, bu gün…
bası dokunacak aşkla her şeye. Bahar, gökyüzü
kadar süren, çocukluk kadar bir şey; iyi ki gele-
Hava çıngılanır, su dillenir, toprak söylenir
cek! O gelince, ağaç dallarının ıslıkları Rumî’nin
cemreyle... Bahar kanı bu, bahar heyecanı işte.
nefesi gibi hem hışırtılı hem yanık olacak. O ge-
Hava açık, bahardan çalıntı bir gün, baş dönme-
lince, penceresini açarak çayını yudumlayan bir
si ve sarhoşluk!... Atalara uyarak söylersek, gü-
şair olmayı çok isterdim, gökte taklalar atan bir
neş ağaçlardan bazılarını yanıltırmış. Hani bir
kuş gibi bakışlarının boşluğuna biçim vermeyi.
söz dolanır ya halkın dilinde, “yalancı bahar” diye. Öyle olmaz inşallah bu yıl. Ağaçların erken çi-
***
çeklenme zamanı. Artık durdurulamaz bir süreç
Vakit uçar, bahar gelir.
başlamıştır. Otlar yeşermiş sağda solda. Ağacın
dallarında bir kuş, aralıklarla ötüyor. Ben duy-
Uyanış ve arınma...
dum, bir de Allah!
Uyanış ve arınmayla tabiat ağaçları yeniden
Zaman, bu gün... Vakit tamam... Baharın tay-
konuşturuyor. Ben de konuşabilir miyim ağaçlar-
ları hazır... Cümle ağacın köklerine bahar havası
la?... Acaba ağaçlarla konuşmaya, dibinde kuru-
sızmıştır. Kökler, yazgıya uyar. Ağaçlara çiçek,
muş otlardan, gövdesinde gezinen karıncalardan
insanlara aşk yürür. Ağaçların da tıpkı insanlar
ya da uçamayan küçücük böceklerden hareket
gibi canı, yüreği ve hisleri vardır. Güneşle biraz
ederek mi başlamalıyım? Evet, bir yerden başla-
oynaşınca birden bakmışsınız ki nazlarını bitire-
malıydım halleşmeye. Çünkü onlarla konuşmak,
rek salkım saçak çiçek donanması olmuşlar...
yazılan bir kitabın sonuna gelmek gibi keyifli. Yeter ki “Dilinden anlayan olsun” hiç nazlanmadan
Zaman, bu gün…
kendisiyle halleşmek isteyenlere “neler söyler!”
ağaçlar... Eğer konuşamazsam, ‘ağaçlarla konu-
Zaman ya da zamansızlığın içinde her ağacın
şan bir attar olmak’ isteği, içimde kurumuş bir dal
parçası gibi kalırsa... yanarım o zaman! Okuldan
kıra, kırdan eve varıncaya kadar “Nasibe inanacaksın, nasipten öteye yol yok!” diye içimdeki endişeyi sakinleştirmeye çalıştım. Çünkü çocukluğumdan beri düşlediğim bir şey vardı: Ağaçlarla
konuşmak! Ağaçlarla konuşan bir attar olmak!...
Az şey mi bu! Az şey mi bahar; iğdenin baygın
kokusunu, şeftalinin pembe çiçekleriyle mevsime
kattığı coşkuyu, deniz kıyılarından yaylalara kadar her yerde rastlanan erik ağaçlarının sık dokulu bembeyaz çiçeklerini, taze dut kokusunu bilenlerle badem bahçeleri içindeki evlerde oturanlar
için... “Çiçeklenen badem ağaçları adına” yalvaranlar için...
kendine özgü bir dili, çözülmeyi bekleyen imgesi
ve dinlemeye değer bir öyküsü vardır.
Badem ağacının öyküsü...
Toprak ayırmaz. Güneşli, ılık yerleri daha çok
sever. Yaygın ya da dik dikensiz dalları. Mevsimdeki ve topraktaki en küçük değişikliklere hemen
tepki verir. Baharı özleyenlerin imdadına kar taneleri gibi bembeyaz çiçekleriyle yetişmesi badem ağaçlarına özgü bir imtiyaz, “bir ilk” olma
özelliğidir. Bu mevsimde insanları önce çiçekten
rüyaya götürür. Ardından ince uzun yapraklarıyla
yeşile döner.
Badem ağaçları, aşkla çiçeğe yürüdü.
8
Nisan 2009
Ben de bugün badem ağaçlarının çiçekli göl-
Havada bir salvo! Çiçek korosu halinde insanın
geleriyle örtülen yoldan yürüdüm eve doğru. İç-
üzerine üzerine saldırıyor. Bu ses, bu ışık, bu ko-
ten içe ‘hoşça bir bakış’ etkisini hissettiriyor. Her
ku, bu renk cümbüşü, göğün maviliğinde sağa
şeyde bir coşku, bu coşkuya Türkçenin süt dişli
sola dağılmış birkaç fırça darbesi kar beyaz bu-
şairinin adının verildiği camiden yükselen ezan
lutlar akıyor. Cennetten koparılmış gibi bu baş
sesi de karışıyor... Sağ tarafımdaki Turgutlu’ya
döndürücü manzarayı seyrediyorum. Deli olma-
nazır küçük tepenin yamacı deli yeşil. Vadinin iki
mak işten değil. Siz hiç “tepeden tırnağa çiçek
yanı zeytinlik. Biraz ötede, yeni tomurcuklanan
açmış” badem ağacı gördünüz mü? Gördüğünüzde Orhan Veli’nin;
birkaç incir ağacı; az yukarıda her yana dağılmış,
dal budak salmış nar ağacı ve çalılar...
“Deli eder insanı bu dünya,
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,
Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç...”
İşte şubat sonu. Turgutlu’da da mart ayı gelmeden bademler çiçek açtı. Uzaktan baktığınızda siyah beyaz lekeler şeklinde görünüyor ba-
dizelerini mırıldandınız mı? Hiç kuşkusuz,
dem ağaçları. Hassas ve narin.
böyle bir yaşamak hazzı kışkırtır insanı; bir duyTepede güneş pırıl pırıl. Gökyüzü masmavi,
gu, bir buğu hali buram buram. Çiçek açan ba-
ova alabildiğine çıldırmış bir çiçek ormanı gibi.
dem ağaçlarının önünde çocuklar gibi poz verdi-
9
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
niz mi? Bilmiyorum çiçeklenmiş bir badem dalını
yakarışını duyarak, acının badem ettiği gönülleri
kopararak bir yakınınıza, bir büyüğünüze, bir
yad ediyorum. Bahar zamanı çağla halini meyve,
sevdiğinize armağan ettiniz mi? Badem çiçekleri-
kuruyunca çekirdeğini badem diye yediğimiz
ni bir tebessüm gibi dallarıyla sevdiklerinize su-
ağacın çiçeklerine bakıp yaradılışı ve bereketi,
nabilmeniz için uygun yerlerinden koparmanız
mevsimlerin tazeliği ve gençliğini, zarafeti ve yer-
gerekiyor.
yüzünün şiirini dinliyorum.
Boşuna mı “Nerden baksak kendini anlatıyor
Dal yeşil, çiçek beyaz, gök mavi; bir Meryem
her şey!” diyor İlhan Berk? Onun “Ağaçlardan arkadaşları oldu. Hâlâ da var.” Artık benim de
ağaçlardan arkadaşlarım var. Baharın gençlik
çavlanı çağrışımıyla göz kırpan, ruha akan çiçekleri, yaprakları ve üzeri tüylü çağlasıyla badem
ağaçları; yalnız olmadığımızı hissettiriyor.
tebessümü yüzlerde.
Badem çiçekleri, Van Gogh’un bir resmine de
konu olmuştur. Ünlü ressam, dallar üzerindeki
beyaz lekelerin oyununu ve görsel çekiciliğini fırçasına yansıyan duyarlılıkla sanki yeşil dallarda
değil gökyüzünde dans eden siluetler gibi çizmiştir.
***
***
Bir de, bağımızdaki badem ağaçlarını hiç unutamam. Biri her yıl meyve verirdi, diğeri iki yılda
Enfes bir görünüş. Bir nazlı salınış, yaşanmış
bir. Yine de babam, gölgesi hatırına onu kesmek
ya da yaşanacak sevdalar kadar saf. Yelkenler
istemezdi. Geçmiş, sözcükler, hayalen ve düşle.
gibi açılan tuhaf bir duygu içerisindeyim.
“Badem çiçeklerine açtım penceremi
Bu duyguyla, bir şaire daha, Fransız şair Paul
Hayra yoruyorum umudun çağlasını
Bir şarkı gibi, bir düş gibi.”
Celan’a kulak veriyorum; “say bademleri, / say
acı olanı, uyanık tutanı say / beni de onlara kat”
10
Nisan 2009
MEKTEPTEN MEMLEKETE DÖNEN ŞAİR
YAHYA KEMAL BEYATLI
Mehmet Nur Karageçi
Y
ıllar var ki aydınlarımız, şairlerimiz,
gerçek manada aydınlarımızın az oluşu, olanla-
romancılarımız hülasa geniş bir ka-
rın ise topluma hareketlilik kazandırmaktan çok
lem erbabı aydınlarımız; bir Mehlika
geri planda ve savunmada kalması; üzerinde du-
Sultan uğruna nice sahillere yelken
rulması gereken, sosyolojik ve tarihî açıklamala-
açtılar. Ancak ne aradıkları Leyla’yı
ra muhtaç bir husustur.
bulabildiler ne de ayrıldıkları sahillere dönebildiAydınlarımızın Gurbet Yılları
ler. Kimi yaşadığı zamanı anlayamadı, kimi çağın
gerisinde olduğumuzu düşünüp yabancı diyarlar-
Psikolojik olarak kabul edilen bir gerçektir ki
dan devşirdiği anlayışlarla yaraya merhem olma-
insan, bir işe, bir düşünceye kendini kaptırdığı öl-
ya çalıştı kimi de geçmişin hülyalarına sarılarak
çüde o iş veya düşüncenin etkisine yavaş yavaş
yaşadığı çağı bu bakış açısıyla yeniden kurmaya
girerek âdeta onda fani olur. Artık zihnini işgâl
çalıştı. Ama gaye ne olursa olsun herkesin kendi
eden ve fani olduğu düşüncenin penceresinden
birikim ve kültürüne göre yeni bir dünya kurmak
eşya ve hadiseleri yorumlar.
istediği ve geleceğe bir ses ve soluk olarak kalmak istediği bir gerçekti. Bu gerçeklerle yüzleşen
Tarih biliminin verilerine göre aydınlarımızın
aydınlarımızın birçoğu kendi değerlerine yabancı
eşya ve hadiseleri yorumlayıştaki bu bakış açısı
ve gaflet içindeydi. Milletin kaderiyle ilgili ileriye
sorunu Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesini izle-
dönük hiçbir kanaat ileriye süremeyen, günü kur-
yen yıllarda hız kazanmıştır. 18. asırda yenileş-
tarmaya çalışan ve hepsinden önemlisi olup bi-
me hareketinin tarihi, toplumda herhangi bir
tenleri sağlıklı bir şekilde değerlendirebilecek
esaslı değişmeyi hedef almadan, belirli bir ihtiyaç
11
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
daha kolay ulaştığından kendini diğer kesimlerin
önünde gören ve kendisine öteki kesimleri eğitme, değiştirme ve yönlendirme görevini üstlenen
bir aydın grubu ortaya çıkar.” (Hanioğlu,148.)
karşısında bazı teknik ve bilgilerin memlekete
nakledilmesi için yapılmış az çok ciddi teşebbüslerden ibaretti. Fakat 19. yüzyılda fikir hareketlerinin gelişmesi, bazı olayların etkisiyle daha çabuk olur ve yenilik hayatın her alanına kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla rahatça yayılır.
Bu aydın topluluğu Batı’nın teknik ve teknolo-
Artık Batılılaşmanın amacı, bir önceki yüzyıla gö-
jik üstünlüğü karşısında başı dönmüş, bakışı bu-
re orduyu teknik bilgilerle donatıp ıslah etmek de-
lanmıştır. Medeniyet adına gidip oralardan ne
ğildir. Bütün bir hayatın özelliklerini ve sosyal ya-
alacağını bilememiştir. Asırlarca yaşana yaşana
pının dokusunu birden değiştirmektir. Bu bir asır-
billur bir öz olan kendi medeniyetini ve bu mede-
lık süreçte Devlet-i Âliyenin çökmüş olmasının
niyetin oluşturduğu, yaşamın her karesine sinmiş
payı büyüktür. Önce 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın
sanat, mimari, örf, âdet gibi ayırıcı özelliklere ya-
kaldırılıp yeni ordunun kurulması ile ilk büyük za-
bancılaşarak müstağrip (Batı hayranı) haline gel-
fer elde edilir. 1839’da devlet, kendisi için Avru-
mişlerdir. Böyleleri, artık kesinlikle kendileri ola-
palılaşmayı (Tanzimat Fermanı’yla) resmî bir
rak duyamamış, kendileri olarak düşünememiş
program olarak kabul eder. Ahmet Hamdî Tanpı-
ve kendileri olarak zevk alamamışlardır. Bu iti-
nar’ın da dediği gibi, bundan sonra memleket
barla da, bütün bir tarih boyunca birikip gelişen
içinde yapılacak mücadeleler, artık devlete ait bir
örfler, âdetler, dinî duygu ve düşünceler, sanat ve
ıslahat, orduyu modernleştirme çalışmalarından
edebiyat gibi hayatî unsurlar onlara ters gelmeye
ziyade, nesillerin yaşayış tarzı ve yeni bir hayat
başlamıştır.
etrafında gelişir.
Varoluşçu akımın temsilcisi Jean Paul Sartre
“Yeryüzünün Lânetleri” kitabının önsözünde bu
durumu çok açık ve ibret verici bir şekilde açıklar:
“Amsterdam, Paris, Londra gibi ülkelere, birkaç
aylığına, bir kısım Asyalı ve Avrupalı gençleri getirip gezdirecek; giyim-kuşamlarını değiştirecek;
biraz yabancı dil, biraz da Batı kültürü verdikten
sonra kendi kültür ve manevi değerlerinden
uzaklaştırarak yeniden ülkelerine göndereceğiz.
Artık bizim borazanlarımız haline gelen bu gençler, gittikleri ülkelerde bizim düşündüğümüz gibi
düşünecek ve bizim söylediklerimizi haykıracaklardır.” Bunun neticesinde kendi kültürünü bilmeyen ama onu aşağılamada oldukça usta, kültür
ve medeniyet köklerinden bütün bütün habersiz,
bu kökleri yerden yere vurmada müsamahasız
ve peşin hükümlü bir nesil yetişecektir. Edebiyattan anlamayan, şiir, roman, tiyatro, tenkit gibi
edebi birikim, araştırma ve ilim ciddiyeti isteyen
alanlarda yetersiz; geçmişi karalamada alabildi-
Yöneticiler, Batılılaşmanın bundan sonraki
safhasını askerî ve ekonomik ıslahatlar olarak
görmez. Devlet-i Âliyenin Batı kültür ve müesseselerine olan ilgisi artar. Yirmi sekiz Mehmet Çelebi, Damat İbrahim Paşa tarafından Paris’e elçi
olarak gönderilir. Kendisinden Fransa’nın medeniyet araçlarına, kültürüne ve eğitimine dikkat
ederek, bunlardan uygun olanlarının ülkeye uygulanması istenir.
Batı ile geliştirilen ilişkiler sonucunda buradaki değişik sosyal yapı ve kültürle karşılaşan Osmanlı aydınları ciddi bir zihniyet değişikliği geçirir. Bu zihniyet değişikliği, yakın tarihte yaşanılan
büyük toplumsal değişimin hazırlayıcısı olur.
“Böylece Batılılaşma düşüncesinin en önemli
yansıması 19. yüzyılda kendini aydınlar üzerinde
hissettirir. Batıyı diğer kesimlere göre daha iyi tanıdığı, gazete, dergi gibi kitle iletişim araçlarına
12
Nisan 2009
ğine merhametsiz, alabildiğine cüretkâr ve kendi
ikliminde gurbet yaşayan bir aydın topluluğu ortaya çıkacaktır.
Tarihi ve Kültürüyle Barışık Bir Yaşam
Tanzimat Fermanı’nın bir kurtuluş reçetesi
olarak kabul edildiği ve daha sonraki dönemlerde
aydınlarımız, çeşitli arayışlara girmişlerdir. İnsanı, ilim yoluyla gerçeği bulan, ilimle kemale ermeye çalışan bir anlayışla değerlendirmeye çalışırsak, bu arayışların “mükemmele sahip olma veya mükemmeli elde etmeye çalışma” ortak paydasında buluştuğunu görürüz.
İşte bu arayış sahiplerinden biri de Üsküp’te
Yıldırım Bayezid Han diyarında doğup, asıl adı
Ahmet Agâh olan Yahya Kemal Beyatlı’dır. Çocukluğu, belli bir döneme kadar şefkâtli bir annenin yanında geçen, eğitimi için verildiği mahalle
mektebinden “Yeni Mekteb”e geçişi çocuk denebilecek yaştaki şairimizde ciddi bir yabancılaşma
hissi uyandırır. Bu okul değişimi ona çok ağır gelir. On sekiz yaşına gelince tahsilini tamamlaması için İstanbul’a gönderilir ve burada tanıştığı
Şekip adlı daha önceleri Fransa’ya kaçmış ve etrafına topladığı gençlere Avrupalı filozofların fikirleri ve Paris’ten hayranlıkla bahseden biriyle tanışır. Gençlik hülyalarıyla dolu olduğu bir dönemde tanıştığı Şekip Bey, Yahya Kemal’de bir Paris
sevdası tutuşturur. Bir dönem edebiyatının rüya
şehri Paris’e doğru yola çıkan şair âdeta yeni bir
hayata gözlerini açmış gibidir. Paris’te dokuz yıl
kalan şair, İstanbul’a çok farklı düşüncelerle döner. Eski Yunan ve Latin hayranlığı manasına gelen “Nev-Yunanilik” fikrini kısa süre de olsa büyük
bir hararetle savunur. Bu fikirlerinden dolayı ciddi tepkilerle karşılaşır. Osmanlı tarihine ilgi duyarak bu kültürün asıl köklerine inmeye karar verir.
Geçici de olsa uzaklaştığı ve bir türlü başaramadığı toplumun içine karışmak onda tarifsiz keder-
13
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
ler oluşturur. Birgün bayram namazına gitmeye
yolojik manada bir ad koymamışsa da, bir kültür
karar verir ve sabah uyanamamak korkusuyla o
meselesi olarak değerlendirmiştir. Kapanan bir
gece gözüne uyku girmez ve sabah abdest ala-
medeniyet dönemini, kendi çağı içinde yeniden
rak camiye gidişini: “Ben kapıdan girince bütün
yaşamış ve Sezai Karakoç’un ifadesiyle: “Bir ne-
cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğru-
vi mermerlerle o dönemi mumyalıyorum, tâ gelecekte bir çağ onun bu mumyalarını çözdüğünde
onu taptaze görebilme imkanına ersin.” anlayışıyla “kökü mazide olan âti” olmanın mücadelesini vermiştir (Karakoç,52). Yahya Kemal, herhangi sistem iddiası bulunmamasına rağmen Batı’nın teknolojik üstünlüğü karşısında hemen hiç
ezilmemiş, asli değerlerimizi şuurlu bir şekilde
savunmaya devam etmiştir. Batı’yı da çok iyi idrak etmiş olan şair, ruh esaretine düşmeden, Batıyla eşitlik içinde konuşabilmiş birkaç aydından
biridir. Dokuz yıl kaldığı Paris’te, Batı kültürünün
mahiyetini kavramış, İstanbul’a döndükten sonra, büyük iddialarla ortaya çıkan fikir akımlarından uzak durmuştur. Son asrın fikir çilesini çeken
mütefekkirlerinden Cemil Meriç “Jurnal”inde
onun bu yönüne dikkat çeker: “Yahya Kemal’de
kemal var, ihtilal yok. Uçmuyor, yürüyor.” der.
Evet, Yahya Kemal bir ilim adamı değildi, düşüncelerini her zaman bir sanatkâr olarak ifade ediyordu. Başka bir deyişle o, bir sistem adamı değil, “vecd adamı”ydı (Ayvazoğlu,62). Bunun doğal sonucu olarak da kültürün, işporta malı gibi
bedeli ödenince alınıp eve götürülecek bir tablo,
bir resim olmadığını, onun içinde varolup geliştiği çevrenin; bütün zaman ve mekân unsurlarının
birleşik noktası olması açısından bir bütün olduğunu ve geliştiği çevreyle anlam kazanacağını
çok iyi biliyordu.Bu nedenle medeniyeti oluşturan
ve besleyen bütün anlamlı parçaları birleştirmeye ve bir çerçeveye yerleştirmeye, onu ayakta tutan bütün anlamlı parçalarla değerlendirmeye
çalışmıştır. Bunu yaparken kültürümüzün, “nev-i
şahsına mahsus” belli bir hayat biçimi ve o milleti meydana getirenlere ait bir davranışlar bütünü
olduğunu unutmayarak kültür ve medeniyete,
maziye sarılmış, onu sevmiştir.
su bizim nesilden benim gibi birini camide gördüklerine şaşırıyorlardı. Orada o saatte toplanan
Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının girdiğini zannediyordu. Ben; içim hüzünle dolu, yavaş
yavaş gittim. Va’zı diz çöküp dinleyen iki hamalın
arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar, bütün cemaatin içinde yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Vaazdan sonra namazda ve hutbede
onların içine karışıp Muhammed sesi kulağıma
geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücud olarak gördüm. O sabah,
o Müslümanlığa az aşina Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir
cemaati idik. Namazdan çıkarken, kapıda âyandan Reşid Âkif Paşa durdu. Bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: ‘Bu bayram namazında iki defa
mes’udum, hamdolsun sizlerden birini kendi başına camie gelmiş gördüm. Berhudar ol oğlum,
gözlerimi kapaman evvel bunu görmek beni müteselli etti.’ dedi. O sabah gönlüm her zamankinden daha fazla açıktı.” cümleleriyle dile getiren
şair belki de daha sonraları hiç yaşayamayacağı
duyguları terennüm etmenin ve insanlarla kaynaşmanın huzurunu yaşıyordu.
Bir Mehmet Âkif gibi siyasi ve toplumsal yelpazede mücadeleci kişiliğe sahip olmayan Yahya
Kemal, Âkif’in şiiriyle kurtarmaya çalıştığı koca
devleti, medeniyeti; tarih çerçevesinde tespit etmeye, onun büyüklüğünü anıtlaştırmaya, en üstün değerlendirmeyle onu gözler önüne sermeye
çalışmıştır. Yahya Kemal, Osmanlı Devleti’nin inkırazı karşısında hiçbir zaman siyasi manada bir
teklifin sahibi olmamıştır. Esasen o bir sistem
adamı değildi. Bununla beraber, meseleye sos-
14
Nisan 2009
Osmanlı tarihine özel bir ilgi duymuş, “Eski Şi-
Yahya Kemal’in zamanının Türkçesiyle söyle-
irin Rüzgârıyla” şiir kitabında yer alan “Selimna-
diği şiirlerini bir araya getirdiği “Kendi Gök Kub-
me” bölümünde Yavuz Sultan Selim’in 1514’ten
bemiz” adlı şiir kitabında millî hayata ait birçok
1517’ye kadar doğuya ve güneye açılan iki bü-
sahneyle karşılaşabiliriz. “Süleymaniye’de Bay-
yük seferinin safhalarını, kendi zamanının Türk-
ram Sabahı” , “Mohaç Türküsü”, “Akıncılar”,
çesiyle destanlaştırmıştır.İstanbul’a şiirlerinde
“Koca Mustafa Paşa”, “Yol Düşüncesi”, “Hayal
özel bir önem vermiş ve bu aziz şehri vatanın ter-
Şehir”, “Üsküdar’ın Dost Işıkları” gibi şiirlerinde
kibi olarak görmüştür. “İstanbul’u Fetheden Yeni-
bu kültür içinde yaşanan tarihî ve kültürümüzün
çeriye Gazel”inde fethin kahramanlarını alkışla-
mümin, mütevekkil insanlarının kelimelerle nasıl
mış, fethin mübarek askerlerini ebedi olarak dil-
hayat bulduğunu rahatlıkla görebiliriz:
lerde yaşatmıştır. Anadolu’nun Türkleşmesi adına bir kilometre taşı olan Malazgirt Savaşı’nı ve
Koca Mustâpaşa! Ücra ve fakir İstanbul!
Ta fetihten beri mü’min, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rû’yâda.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
(Kendi Gök Kubbemiz, Koca Mustafa Paşa)
bu savaşın komutanı Sultan Alparslan’ın ruhuna,
yazdığı gazelle fatihalar göndermiş ve tarih şuurunu hep canlı tutmaya çalışmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın millet için bir ölüm kalım mücadelesi olduğunu ruhunda hissetmiş, düzyazılarıyla desteklemiş, şiirinde kelimeler en içli dua olup yaratana akmış, yaratanın ezanlarla müeyyed namının artması için, İslam’ın son ordusunu galip et-
Yahya Kemal, Osmanlı tarih ve medeniyetine
mesini istemiştir:
düşkünlüğü, şiirlerinde tarihle barışık, anlayışından dolayı, yer yer eleştirilmiş, şiir dili küçümsen-
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yarabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur yarabbi
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın
Galib et çünkü bu son ordusudur İslam’ın
(Eski Şiirin Rüzgârıyla, 26 ağustos 1922)
miş ve adeta tarihin çıkmaz sokağına hapsedilmek istenmiş, “Harabisin harabati değilsin /Gö-
zün mazidedir, âti değilsin” suçlamasına maruz
kalmıştır. Bu suçlamaya: “geçmişi bilmenin gerekliliğini, geleceği onsuz kuramayacağımız gerçeğini ve geçmişle barışık olmanın milliyetinin
gereği olduğu hakikatini” söylemek istercesine
“Ne harabi, ne harabatiyim / Kökü mazide olan
atiyim” mısralarıyla cevap vermiştir.
Bir zamanlar fikrî olarak anlaşamadığı Ziya
Gökalp’ın önem vermediği musikiye ömrü boyunca yakın durmuş, “Tanburi Cemil Beyin Ruhuna
Gazel” şiirinde vefasını göstermiş, İsmail Dede
Mektepten Memlekete Dönüş
Efendi’yi şiirlerinde bayraklaştırmış; çok insanın
eski musikimizden anlamayacağını ve ondan an-
1902 senesinde on sekiz yaşında, alafranga
lamayanın bizden bir şey anlamayacağını ifade
neslin birçok çocuğu gibi Paris sevdasına tutulan
ederek kültürümüzü oluşturan önemli hususlara
Yahya Kemal’in bu isteği aslında o dönem genç-
dikkati çekmiştir:
liğinin hazin hikâyesini özetlemektedir. Memleketten mektebe kaçışını “Çocukluğum, Gençli-
Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlayamaz bizden
ğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım” eserinde ayrıntılarıyla anlatır. İstanbul’da avare bir taşra genci
15
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
“Babıâli caddesinden geçerken bir rüya görüyor
gibiydim. İki tarafımdaki binalar, arabadan daha
alçak hissini veriyordu. Uzun seneler yüksek binalarla çevrilmiş şehirlerin rüyetim üzerindeki tesiri hâlâ devam ediyordu. Gelip geçen halkın esvapları soluk, vücudları bücür görünüyordu.”(Hatıralar,126.) Yine de bu uzun Avrupa hayatından
dönerken Müslümanlaşmış, kendi vatandaşları
için fazla duygusallaşmış bir ruha dönmüş olarak
görür kendini. “İstanbul’dan bize ait her şeye nefret hisleriyle dolu olarak kaçan çocuk, tarih ortasında ve coğrafyada Türklüğü aramak üzere,
genç bir adam olarak döner. Fikirleri henüz oturmamıştır; fakat evin sıcaklığı onu kısa sürede bir
anne şefkâtiyle sarar.”( Ayvazoğlu,27.)
olan ve hiç Fransızca bilmeyen şair, memleketi
bir zindan, Avrupa’yı nurlu bir âlem olarak görmekteydi. Özellikle Asya ahlakından nefret etmekte; vapurda, tramvayda, sokakta binlerce insan tarafından kendisine dikilen şarkın göreneklerini kollayan bakışlarına kendisini isyan etmektedir. Bu ruh hali, şairi millî muhitin çevresinden
kurtulmak için arayışa iter ve edebi eserlerde, romanlarda tanıdığı âlemlere atılmak için harekete
geçirir. Özellikle Paris bir ihtiras ateşi olarak yakar şairi, buna o dönem gençliğini etkileyen Jön
Türklük düşüncesi de eklenince artık Mehlika
Sultan’ın peşine düşmek vakti gelir:
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı.
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Kara sevdalı birer âşıktı.
İstanbul’a döndükten sonra kendini arayış
devresine girer şair. Bir taraftan Yunan medeniyetine kısa bir merak sarar. Paris’ten aldığı Batı
zevkinden de kurtulamaz. Bir kültür bileşimini
gerçekleştirmek ister.
Bir hayalet gibi dünya güzeli, rüyalarına girdiğinden beri hepsi büyülenmiştir ve o sırlı güzeli
Son Söz Yerine: Millî Edebiyatın Ayak Ses-
görmek için Kaf dağlarına giderler. Hepsinin içi;
leri
hicranla doludur. Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
daima yollar uzamakta, kalp üzülmektedir.
Her milletin geçmişten miras olarak aldığı kül-
Paris’te aralıksız dokuz sene kalır Yahya Ke-
tür değerleri vardır. Bu değerler onun kanı-canı
mal. Gençlerin hayal beldesi Paris’in eğlence
ölçüsündedir. O, bu değerler sayesinde kendi gi-
yerleri, kahvelerinin müdavimi olur. Bir ara kendi-
bi düşünür, kendi gibi hareket eder ve her zaman
ni bohem hayatın içinde bulur. Bununla birlikte
kendi olmanın rahatlığı içinde bulunur; hayatını
Fransız şiirini ve şairlerini tanır. Kendi estetiğini
da daha bir engince ve daha bir net duyar. Bu ha-
kurmaya çalışır. Ünlü tarihçi Albert Sorel’den al-
yat farklı şekil ve desenlerde edebi eserlere yan-
dığı şuurla Türk tarihi üzerinde düşünmeye baş-
sır. Her yazar, aynı zamanda bir aydın olmanın
lar ve Leon Cahun’un Türk tarihiyle ilgili kitabını
sorumluluğu içinde kendi millî muhitini eserlerin-
okuduktan sonra millî tarihle ilgili düşünceleri bir
de canlandırmak durumundadır. Tarih, ona bir
bütünlük teşkil etmeye başlar.
vazife vermiştir: “Gerçek bir entelektüel, önce ül-
kesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir. Yani rüşeymi bir mahiyet taşıyan, şu veya bu sınıfın ideolog ve demagogu olmamak, ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı
müdafaa etmek.”(Meriç, 54.) Kendi kafasıyla dü-
1912 Nisanında İstanbul’a döner. Dokuz sene
süresince alıştığı Paris hayatından ayrılmak ona
çok ağır gelir. Paris yaşamı şaire o kadar sinmiştir ki onda, artık ikinci bir fıtrat olmuştur âdeta.
16
Nisan 2009
şünen, kendi gönlüyle hisseden, uyanık bir şuur,
tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir merakla bu vazifeyi yapmaya
azimli olmalıdır.
Yahya Kemal Beyatlı, Paris dönüşü, kafasındaki fikirlerle edebi bir hareket noktası arar. Batıyı görmüş, kendi geçmişi ve şiir birikiminin üzerine kuracağı bir anlayış inşa etmek ister. Artık
“mektepten memlekete dönen” Yahya Kemal,
1936 yılında yayımlanan “Memleketten Bahseden Edebiyat” adlı yazısıyla bu düşünceyi açıkça
ortaya koyar. Yahya Kemal bu yazısında: “Türk-
çede yazarken, onda dokuz oranında, yabancıların ülkelerinden, onların yazarlarından, sanatçılarından, siyaset adamlarından, onların tarihteki
kişilerinden, kısaca onların olmuş ve olan işlerinden, onların geçmiş ve geçen hayatlarından söz
ederiz. Bununla birlikte konuşurken de eğer konu
bilimle, edebiyatla ve sanatla ilgiliyse yine kendimizden ziyade daha çok onların konusuna dalarız.” diyerek edebiyatta, sanatta ve günlük hayatta batı edebiyatının ve düşüncesinin bizi nasıl sarıp sarmaladığını çok dikkatli bir şekilde ortaya
koyar. Yahya Kemal bu müşahedesini bir fıkrayla
daha da somutlaştırır: “Gazete sahibi bir arkadaşım vardı. Bir gün bana: ‘Bizim gazeteyi okuyor
musun?’ dedi. ‘Hayır’ dedim. ‘Niye?’ dedi. Sizin
gazetenizi bir gün okudum. İlk yazıdan haberlere
kadar ve haberlerden sinemaya kadar hep Amerika’dan ve Avrupa’dan söz ediyordu. Türkiye’yle
ilgili bir şey görmedim. O zamandan beri okumuyorum, dedim. Arkadaşım güldü ve açıklamada
bulunduktan sonra, sözünü şöyle bitirdi; Türkçe
gazete, tıpkı bildiğimiz gibi, Avrupa gazetesinin
kopyasıdır. Gazetenin yazı odaları vardır. Orada
bir masanın üstünde Avrupa’dan gelen gazeteler
yığılı durur, onların bazı konularını mütercimler
seçip tercüme ederler. Birçok gazetenin sayfalarını işte bu tercümeler doldurur. Edebiyat yazarlarımız genellikle Fransa’nın son durumundan,
edebiyatçı ve yazarlarından söz eden makaleler
getirirler; ben de Avrupa siyasetiyle ilgili bir başyazı yazarım. İşte böylece âlâ bir sayı çıkar. Senin istediğin gibi, büyük oranda bu ülkeden söz
eden bir gazete bu ülkede çıkamaz. Çünkü her
sabah, şu koca Anadolu’nun ve Trakya’nın bu
geniş İstanbul’un bütün hayatını yansıtacak bir
memleket gazetesini çıkarmak gerektir.”
İşte bunlar da gösteriyor ki Anadolu’dan,
memleketten söz eden bir fikir dünyasına, iletişim araçlarına ve edebiyata şiddetle ihtiyaç vardır. Yahya Kemal bu yazısında ümitsiz değildir.
Millî bir edebiyatın ve düşünce dünyasının doğacağını inancı tamdır. 1860’ta Şinasi ve Agâh
17
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Efendi’nin yeni bir düşünüşle, millî bir görüşle çı-
Yahya Kemal, bir vecd adamıdır. O, tarihte ve
karmış oldukları ilk bağımsız Türk gazetesini yet-
kültürde devamlılığa inanıyordu. Değişimin ve
miş altı yıl sonra şimdi de çıkarmak gerekliliğini
devamlılığın geçmişi yeniden inşa ederek sağla-
vurgular. O halde geçen yetmiş altı yılı taklit dö-
nacağını biliyordu. Gerek şiiri gerekse düzyazıla-
nemi saymak gerektiğini söyler.
rıyla bunu savundu. Ne yazık ki kültür ufkumuzda doğan bu anlayış sonra gelenlerce devam et-
Yahya Kemal, edebiyatımızda memleketin ve
tirilemedi ve Beşir Ayvazoğlu’nun ifadeleriyle
Anadolu’nun anlatılması ihtiyacının yeni edebi-
söyleyecek olursak “şark ufuklarında başlayan
yatın doğmasıyla birlikte doğduğunu vurgular:
vuzuh, başladığı yerde kaldı.”
“Sultan Abdülaziz döneminde her işimizde milliliği unutarak frenk düşüncesine bağlandığımızdan
söz eden şair, o dönemin en büyük yenilikçisi sa-
KAYNAKÇA:
yılıyordu ve onun bu görüşü, o zaman yenileşen
Ayvazoğlu, Beşir(1996). Eve Dönen Adam
milliyetçilerin alafrangaya karşı bir görüşü gibi
Ötüken Yayınları, İstanbul.
görünmüştü; ondan sonra kaç şair, kaç şair, kaç
Beyatlı Yahya Kemal (1986). Çocukluğum,
mütefekkir, kaç yazar, kaç romancı, kaç kez hem
Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hatıralarım, Yahya
de kuru bir iddia ile değil, örnekler göstererek,
Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul.
eser vererek; kimi şiirde milletin beğenisini, sesi-
Beyatlı Yahya Kemal (1990). Edebiyata Dair,
ni, duygusunu dil haline getirerek, kimi milletin İs-
“Memleketten Bahseden Edebiyat”, Yahya Kemal
tanbul’da ve taşradaki hayatından en gerçek
Enstitüsü Yayınları, İstanbul.
sayfalar parıldatarak, kimi tarihimizin sayfalarını
Beyatlı Yahya Kemal (1961). Kendi Gökkub-
en doğru belgelerle canlandırarak, bu özlediği-
bemiz, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstanbul.
miz gelecek edebiyatın varlığını müjdelediler.” di-
Beyatlı Yahya Kemal (1985). Eski şiirin Rüz-
yerek millî bir edebiyatın ayak sesleri hakkında
gârıyle, Yahya Kemal Enstitüsü Yayınları, İstan-
bilgi verir.
bul.
Hanioğlu Şükrü(1992). “Batılılaşma”, İslam An-
Onun şiirlerinde millî hayat gerçekçi, fiziki gö-
siklopedisi, C.5 s.148, T.D.V. Yayınları, İstanbul.
rünüşüyle değil; estetik bir zeminde yer alır. Zira
Karakoç, Sezai(1986). Edebiyat Yazıları – II,
o, kendi devirleri itibariyle küçültülmüş, ufalanmış
Diriliş Yayınları, İstanbul.
bir coğrafyayı bir türlü hazmedememiştir. Onun
Meriç, Cemil (1985). Kırk Ambar, İletişim Ya-
için teselli olarak geçmişe sığınmış, eserlerinde
yınları, İstanbul
daima geçmişe olan özlemlerini dile getirmiştir.
Hâlihazırdaki buhranı hayal dünyasında genişleterek rahatlamaya çalışmıştır.
18
Nisan 2009
Bestami Yazgan
KIR ÇİÇEĞİ
Bir okulun bahçesinde
Sevdim seni kır çiçeği
Cıvıl cıvıl zil sesinde
Sevdim seni kır çiçeği
Koşup gelince yanıma
Misafir oldun canıma
Alır almaz kucağıma
Sevdim seni kır çiçeği
Alfabeyi öğrenince
Düştün tatlı bir sevince
Yaprak yaprak, hece hece
Sevdim seni kır çiçeği
Kanatlanıp uçtuğunda
Mutluluklar saçtığında
Her sınıfı geçtiğinde
Sevdim seni kır çiçeği
Yılları kaygı ederken
İlköğretim, lise derken
Mezun olup da giderken
Sevdim seni kır çiçeği
19
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Abdurrahman Bayçınar
KİMİN TÜRKÜSÜ
Yüce dağlar nerden aldın dumanı
Zalim elden verdin bize fermanı
Baykuş saldın çamlarına yurdumun
Eğil, başın duman almış oy dağlar
Dağların ardında analar ağıt yakar
Delikanlı saçları kar beyazla taralı
Kaç gün geçti sıla bizi buralarda tutalı
Sarıkamış dağlarında kaç yerinden yaralı
Eğil, başın duman almış oy dağlar
Gözlerinde Mehmet’in soğuk soğuk ölüm var
Selam ettik süngümüzle zirvesinde dağların
Düşlerimiz saklı kalsın kollarında karların
Nazlı gelin, yetim çocuk divanesi yolların
Eğil, başın duman almış oy dağlar
Mehmet’imden anasına sitem dolu mektup var
Ensesine askerimin ecel gelmiş ayaz kor
Hastalık mı açlık mı yoksa savaş mı zor
Nerde kaldın Bezm-i Âlem Mehmet sana gel diyor
Eğil, başın duman almış oy dağlar
Allahuekber’in kucağında hüzün var.
20
Nisan 2009
Çetin Kızgın
MED CEZİR
Çekildi önümde hayal perdesi,
Bir adım ötesi nur, çamur bir adım gerisi,
Ezelin raflarında çürüyen yüreğimden
Akıyor adının her hecesi,
Sen olmaya geliyorum.
Serin bir poyraz, tenimi okşar gibi,
Sezdim seni.
Bir ışık tut yüreğime,
Gönlünden gönlüme akan.
Geçer gibi Mecnun'un Leyla'sından
Senden öte bir 'sen'e vardım,
Ebedi bir sevdaya kapıldım;
'Ben'i 'sen'de bıraktım.
Bir nefes ver bana,
Ruhundan ruhuma akan.
21
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
SAAT, AYNA VE FOTOĞRAF
Mustafa Ökkeş Evren
D
uvarda uzun zamandır aynı kaderi
Fotoğraftan bir kadın sıcaklığı yayılıyordu
paylaşan saat, ayna, bir de fotoğraf
odanın soğuk duvarlarına. Simsiyah saçlarıyla
asılıydı. Paylaştıkları kader yalnızlık-
bir siluet gibiydi ve iri gözlerinde buğulu bir bakış
tı Saat hiç durmadan işliyordu zama-
vardı kadının. Tebessümü çalınmış tenha dudağı
nı. Niçin işleyip durduğunun farkında
söylenmemiş sözlerin çeyiz sandığını duyumsatıyordu insana.
değildi. Onun için gecenin üçü ile gündüzün üçü
arasında bir fark yoktu. Çünkü şimdiye kadar “Aa
Kapı gıcırdayarak açıldı. Her zamanki vakitte
saat üç olmuş” diyen hiç kimse çıkmamıştı.
gelmişti yine. Saate bakmadı. Saatin de umurunAyna, darağacında sallanan yalnızlığı imgeli-
da olmadı akşamın gelişi. Adam kendisiyle göz
yordu sanki. Bakılmamak acı veriyordu. Duvara
göze gelmemek için aynaya çarpan bakışlarını
asıldığı günden beri yalnız bir adamın kısa ve
hızla kaçırarak fotoğrafa odakladı gözlerini.
anlamsız bakışlarıyla yetiniyordu sadece.
22
Nisan 2009
İÇ SESLE İÇİMİN ŞEHRİ
Handan Konak
İ
çim bir şehir. Ve içimin şehrinde bir
ne haldeydi de şimdi bu kadar büyüdü? Yoksa
gürültü, kalabalık, sorunlar ve sorun-
hep büyük fakat boş muydu?
ların trafiği artıyor günden güne. Ben
büyüdükçe içimin şehri büyüyor. Ço-
Dönüp baktım şehrime farklı bir gözle, başka-
cukken belki de en çok istediğim şey
sının penceresinden. Ne çok derdim varmış. Her
büyümekti. Fakat nereden bilebilirdim ki o zaman
şeyi ne çok sorun etmişim hayatımda. Her olay,
içimde bir şehir olduğunu, bu şehrin sürekli büyü-
her kişi, her mekân ve beni yaralayan, acıtan, ka-
düğünü ve gökyüzümün daraldığını? Çocukken
natan her şey için bir bina dikmişim. Bazısı çok
23
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
katlı bazısı kaçak bir gecekondu bazısı ise koca
bir gökdelen. Her biri için farklı düşünmüş, üzülmüşüm. Fakat şimdi anlıyorum ki tüm bu içimdeki karmaşa beni hakikatten, insanlıktan, hayallerimden alıkoymuş. Düşünemez olmuşum çevremdekileri, insanlığı, doğruyu, doğru yolu. Ve
doğru yolun izinden gitme gayretimi yitirmişim.
Artık fazlasıyla unutkan olmuş ve bu unuttuklarıma çok daha fazla umursamaz olmuşum. Yaralamaz olmuş etrafımda cereyan eden tüm olumsuzluklar, hayasızlıklar, insafsızlar. Fark edemediğimden karşı koymak bir yana buğz bile edemez olmuşum zalimlere.
Kafamı kaldırıp bakmak istiyorum göğüme
ama içimdeki trafiğin kırmızı ışığı olmadığından
süratle geçen dünya telaşesinin altında ezilmemek için çekiveriyorum kendimi kenara. Yaslıyorum sırtımı bir binanın duvarına, kaldırıyorum kafamı görmeye çalışıyorum göğümü. Gördüğüm
sadece mavi bir ufaklık, oysa bu olmamalı gök.
Gök dediğin, alabildiğince geniş ve masmavi ve
bulutsuz olmalı. Baktın mı için açılmalı, baş başa
kalmalısın kendinle. Meğer ne çok hata etmişim
diyorum o an kendime, ne saçma şeyler uğruna
ıskalamışım değerleri, insanlığı, beni ben yapan
her şeyi.
Bir boy aynası alıyorum içimin şehrine, bakıyorum kendime. Gördüklerim, görmek isteyip göremediklerim hüsrana uğratıyor beni. Gördüklerim, hırs, azgın bir nefs, bitmeyen arzu ve istekler, yalanlar, adaletsizlik. “Kararmışım ben” diyorum. Kalabalıklaşıp büyürken kararmış içimin
şehri. İs kaplamış her yanı. Olduğum sandığım
ben değilim aynadaki. Hani nerede, diyorum, insanlık namına yaptıklarım?
Ve anlıyorum ki ben büyüdüm, kirlendi içimin
şehri, daraldı gök yüzüm.
24
Nisan 2009
LİSE DERS KİTAPLARINDA
ERMENİ SORUNU
Feridun Eser
Ermenileri Türklere karşı kışkırtmaları ve isyana
1. Giriş:
teşvik etmeleri ile başlamıştır. Dün, sorunun do-
E
rmeni sorunu hakkında, ne dünya
ğuşunu sağlayan odakların, bugün soruna taraf-
kamuoyu ne de milletimiz yeterli bil-
sız yaklaşmaları beklenemez.
giye sahiptir. Ermeni lobileri, buldukları her fırsatta kendi iddialarını ade-
Asıl üzerinde durulması gereken husus şudur:
ta beyin yıkarcasına dünya kamu-
Ermeni sorunu ile ilgili kendi tezlerimizi yıllardır
oyuna sunmakta ve insanları etkilemektedirler.
dünya kamuoyuna neden anlatamadık? Dünya
Bu propagandaların etkisiyle birlikte, Batı kamu-
kamuoyu bir yana, Türk toplumunda bile Ermeni
oyunun Ermeni sorunu karşısında Ermenileri
sorunu hakkında şüphesi olanlar vardır: Çoğu in-
mazlum ve mağdur görerek Türkleri suçlamaları,
sanımızın zihninde, “Acaba katliam yapmış ola-
milletimizin Batı ile yaşadığı tarihsel serüvenin
bilir miyiz?” sorusu yer almaktadır. Haklı olduğunuz bir davayı, gerçeği, kendi toplumunuza anlatamamışsanız, dünya kamuoyunun anlamasını,
size hak vermesini bekleyemezsiniz. Peki bu durumun sebebi nedir? Bizce sebeplerden biri, belki de en önemlisi, her yıl yüzbinlerce mezun ver-
Batılılara kazandırmış olduğu perspektife de
bağlanabilir. Ermenilere daha yakın olmuşlardır.
Ermeni sorunu, temelinde, Batılı emperyalist
devletlerin menfaatleri (Osmanlı coğrafyası üzerindeki emelleri ve şark meselesi) doğrultusunda
25
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
diğimiz, yarınlarımızın büyükleri olan öğrencileri-
yer aldığı görülecektir.
mize Ermeni sorununu yeterince anlatamamış
Bizce hem Osmanlı Tarihi’ni anlatan hem İnkı-
olmamızdır.
lap Tarihi’ni anlatan ders kitaplarında Ermeni soTürk veya yabancı, insanların genelinin Erme-
rununa mutlaka ayrı bir ünite halinde yer verilme-
ni sorunu hakkında sahip oldukları bilgiler, kulak-
lidir. Ve yine mutlaka Çağdaş Türk Tarihi adı ile
tan duyma veya maksatlı propagandalara dayalı
2008- 2009 eğitim öğretim yılında okutulmaya
bilgilerdir ve yüzeyseldir. Bilginin öneminin daha
başlanmış olan ders müfredatında da “Cumhuri-
iyi anlaşıldığı, bilgiye daha kolay ulaşılabildiği gü-
yet Dönemi Ermeni Sorunu” adlı bir ünite bulun-
nümüzde insanların çoğunun slogan ve propa-
malıdır.
gandalarla şartlandırılması kabul edilebilecek bir
Tarih kitaplarında Osmanlı-İran, Osmanlı-Ma-
durum değildir. Bilgi, ancak eğitim öğretim yolu
car, Osmanlı-Fransız, Osmanlı-Rus ilişkileri alt
ile planlı ve etkili bir biçimde bireylere aktarılır.
başlıklar halinde yer alırken Osmanlı-Ermeni veya Osmanlı-Rum ilişkileri konularına yeterince
2. Lise Ders Kitaplarında Ermeni Sorunu:
yer verilmemiştir. Ermeni, Rum gibi azınlıklarla
2.1. Mevcut Durum:
Türklerin ilişkileri, azınlıkların toplumsal yapıdaki
konumları bağlamında, birkaç satırla geçiştiril-
Ülkemizde okutulmakta olan lise ders kitapla-
miştir. Ermeni lobileri her fırsatta sözde soykırı-
rında Ermeni sorunuyla ilgili yeterli bilgi olmadığı-
ma ait rakamlar vererek dikkat çekmekte iken,
nı söyleyebiliriz. Ermeni sorunu ile ilgili bilgilerin
ders kitaplarımızda çetecilerin katletmiş olduğu
kısmen Tarih ve Milli Güvenlik Bilgisi kitaplarında
26
Nisan 2009
Türklere ait hiçbir rakam yoktur. Ermeni sorununa, en fazla yer vermiş olan ders kitabı, İnkılap
Tarihi’dir.
Günümüzde Ermeni lobilerinin Türkiye karşıtı
faaliyetleri ve Ermenistan’ın politikaları (Ermenistan’ın lobilere verdiği destek ve 1991’den beri
Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinin Ermenistan
tarafından işgal edilmesi bölgesel güvenliğe yönelik bir tehdittir) millî güvenliğimizle doğrudan
alakalıdır. Ermeni lobilerinin yürüttüğü faaliyetler,
ğini söyleyebiliriz. Bu gerçeğe rağmen, Edebiyat
millî güvenliğimize yönelik tehditlerden biridir. Bu
ve Dil ve Anlatım kitaplarında doğu ve batı ede-
nedenle Ermeni sorununun Millî Güvenlik Bilgisi
biyatından örnek edebi eserler tanıtılırken Erme-
kitaplarında yer alması doğaldır. Ancak liseleri-
ni dil ve edebiyatından hiç bahsedilmemektedir.
mizde okutulan Millî Güvenlik Bilgisi ders kitabı
incelendiğinde, bu kitapta da yeterli bilginin bu-
Unutulmamalıdır ki, ortaya konan edebi eser-
lunmadığı görülecektir. Millî Güvenlik Bilgisi kita-
ler, hangi toplumda üretildi ise o toplum hakkında
bı, Ermeni örgütlerinin yurt dışındaki dış ilişkiler
da bazı bilgiler verir. Osmanlı döneminde ortaya
görevlilerimize ve kurumlarımıza yaptıkları terör
konan Ermeni edebi eserleri incelendiğinde,
saldırılarına birkaç satırda yer vermiştir. Bilhassa
Türk- Ermeni ilişkileri/ kültür etkileşimi hakkında
Ermenilerin Batılı ülkelerde yürüttükleri Türkiye
önemli bilgilere ulaşılacaktır. Böylelikle, Ermeni
karşıtı etkili lobi faaliyetlerine hiç değinilmemiştir.
lobilerinin sunduğu gibi, Türk-Ermeni ilişkilerinin
Kitapta Ermenistan’ın 1991’de Karabağ’a saldır-
sadece çatışma ekseninde yürümediği görüle-
dığı yer almasına rağmen Karabağ’ın 1991’den
cektir.
beri işgal altında olduğu gerçeğine yer verilme2.2. Öneriler:
mesi önemli bir eksikliktir.
-Ermeni Sorununun Anlaşılabilmesi İçin-
Liselerde okutulmakta olan Edebiyat, Dil ve
Anlatım kitaplarında yüzyıllarca birlikte yaşamış
Osmanlı Tarihi’ni anlatan ders kitaplarında
olduğumuz Ermenilerin edebi eserleri (şiir, ma-
muhakkak, “Osmanlılar döneminde Ermeni So-
sal, müzik, öykü, destan, atasözü…) hakkında
hiçbir bilgi olmaması şaşılacak bir durumdur!
Türklerle Ermeniler, 11.yy.dan beri birlikte yaşamış iki toplumdur. Birlikte yaşamın bir getirisi olarak yüzyıllar içinde kültürel etkileşimler olmuştur.
Ermeni halk ve âşık edebiyatı ile Türk halk ve
âşık edebiyatı arasında bir yakınlık/ benzerlik
vardır. Masallar, öyküler, şarkı ve şiirler, atasözleri incelendiğinde her iki toplum mensuplarının
ortaya koymuş oldukları edebi eserlerin konu ve
şekil bakımından birbirlerine benzerlik gösterdi-
27
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Türk-Ermeni Teali Cemiyeti etrafında Kurtuluş
Mücadelemize verdikleri destek kitaplarda yerini
almalıdır. Göz ardı edilmemesi gereken bu gerçek, Ermenilerin soykırım iddialarının da asılsız
olduğunun bir işaretidir.
Çağdaş Türk Tarihi ve Millî Güvenlik Bilgisi kitaplarında, Ermeni terör örgütlerinin yapmış oldukları eylemler ve Ermeni lobilerinin faaliyetleri,
kısa ama net olarak anlatılmalıdır. Her fırsatta
Türkiye’yi adeta teyakkuza geçiren lobi faaliyetrunu” adı ile bir ünite olmalıdır. Bu ünite içinde
lerinin yabancı siyasiler ve halk üzerindeki etkisi
karşılaştırmalı olarak farklı dönemlerdeki Erme-
küçümsenmemelidir. Ermeni lobilerinin yürüttük-
ni, Rum, Yahudi ve Türk nüfusları tablolar halin-
leri sözde soykırım iddialarına Ermenistan’ın ver-
de verilmelidir. “Millet-i sadıka” denilen Ermenile-
diği destek ve Azerbaycan’a ait Karabağ toprak-
rin, Türk toplum yapısı içindeki konumları, kaza-
larının 1991’den beri Ermeni ordusunun işgali al-
nımları, diğer azınlıklara göre sahip oldukları ay-
tında olduğu, 1.000.000’dan fazla Azeri’nin va-
rıcalıkları somut örnekler verilerek anlatılmalıdır.
tanlarından ayrı yaşamak zorunda kaldıkları, Do-
Batılı güçlerin hangi maksatlarla, hangi kanallar-
ğu Anadolu bölgemizin Ermeniler tarafından
la Ermenileri Türklere karşı kışkırttıkları Rusya,
kendi haritalarında “Batı Ermenistan” olarak nite-
Fransa, İngiltere alt başlıkları halinde tek tek net
lendirildiği bilgisi kitaplara ilave edilmelidir. Ünite
bir şekilde işlenmelidir. Osmanlı toplumu içinde
aralarına konulan “okuma parçaları”nda, öyküle-
yer alan azınlıkların, Türklerle ilişkileri ve kültür
yici anlatımla, konunun ayrıntılarının verilmesi ol-
etkileşimleri somut örneklerle ortaya konmalıdır.
dukça etkili olacaktır. Nitekim eski İnkılap tarihi
Ermeni çetecilerinin yaptıkları eylemlerde öldü-
kitaplarında (1990’lı yıllarda okutulan ders kitabı)
rülmüş olan Türklere ait rakamların kitaplarda yer
Kazım Karabekir’in Ermeni katliamıyla ilgili hatı-
alması çok çarpıcı olacaktır. Zorunlu göçün se-
ra ve gözlemlerinin yer aldığını hatırlatmak
bep ve sonuçları, göçün sorunsuz yapılabilmesi
gerekir.
için devletin aldığı tedbirler de yine net bir şekilKültürümüzde önemli bir yeri olan Nasreddin
de ortaya konmalıdır ki göç hakkındaki şüpheler
Hoca fıkralarımız, Ermeniler arasında da bilinir.
ve olumsuz propagandalar etkisiz kılınabilsin.
Türk halk hikayelerinden Kerem ile Aslı’ya Erme-
90.000’den fazla askerimizin donarak şehit oldu-
ni şair Sayat Nova tarafından nazire yapılmıştır.
ğu Sarıkamış faciasında Ermeni çetecilerin rolü
K. Garliyan’ın, Sultan Abdülhamit için marş yaz-
olduğu vurgulanmalıdır.
dığını biliyoruz.. Son zamanlarda dikkatleri çeİnkılap Tarihi kitaplarında yer alması gereken
ken “Sarı Gelin” türküsünün Türk halk edebiyatı-
önemli bir husus da şudur: Türk karşıtı fikirlere
na mı, Ermeni halk edebiyatına mı ait olduğu tar-
kapılmamış, çetecilere destek vermemiş, tüm
tışmaları medya tarafından günlerce haber yapıl-
kışkırtmalara rağmen, Türklerle beraber yaşama
mıştı. Bu türkü, her iki toplumun da sahip çıktığı
istek ve iradesi gösteren, çetecileri eleştiren Er-
bir türküdür; iki toplumun ortak değeridir. Yine se-
meniler de olmuştur. Bu anlayıştaki Ermenilerin,
vilerek okunan ve dinlenen, “Hani sen benim idin,
28
Nisan 2009
sözünden döndün niye?” türküsü de bir Ermeni
bestekar tarafından bestelenmiştir. Bu somut örnekler, Edebiyat ve Dil ve Anlatım kitaplarında
yerini almalıdır ki Türk- Ermeni ilişkilerinin sadece çatışma boyutlu olmadığı görülsün.
rım gerçeği budur. Bu gerçeğin, dünya kamuoyu
bir yana, Türk toplumunda anlaşılamaması makul görülecek bir durum değildir. Ermeni sorununun doğru ve etkili bir şekilde öğretilememesi, bireylerin, geçmişleriyle ilgili şüphelere kapılmasına yol açmaktadır.
3. Sonuç:
Tarih öğretiminin ve tarih bilinci kazandırmaDünya kamuoyu, Ermeni lobilerinin ileri sür-
nın önemi küçümsenemez. Geçmişin eksik ve
düğü tezlerden etkilenmekte ve Türklerin, Erme-
kusurlu öğrenilmesi, gelecekte telafisi zor veya
nilere soykırım yaptığı yalanına inanmaktadır. Ül-
mümkün olmayacak durumlara yol açabilir. Tari-
kemizde de bir kısım insanlarımız, bu propagan-
hin doğru öğretilmesi, millete ve devlete duyulan
dalardan etkilenerek tarihimiz hakkında şüpheye
saygı ve güven bağlarını pekiştirir. Okullarımızda
kapılmaktadırlar. Bu şüphelerin, doğru ve etkili
okutulan ders kitaplarında Ermeni sorunu ile bil-
bilgilendirme ile ortadan kaldırılması gerekmek-
hassa Türk- Ermeni ilişkileri ile ilgili yeterli kap-
tedir.
samda bilginin yer almaması çok mühim bir eksikliktir. Tarih, Millî Güvenlik Bilgisi, Edebiyat ve
Tarafsızlığını koruyabilen yabancı bilim adamı
Dil ve Anlatım kitaplarındaki sözkonusu eksiklik-
ve araştırmacılar da ifade etmektedirler ki, ger-
ler bir an evvel giderilmelidir. Bu, aciliyeti bulunan
çekte soykırıma maruz kalanlar Türklerdir. Soykı-
insani ve millî bir yükümlülüktür.
29
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
DİKSİYON KURSLARI
VE TÜRKÇE
Menekşe Gültekin
T
ürkçe dünyanın yaşayan en eski dil-
Kursların açılışı iyi niyetten olsa da Türkçe
lerinden biridir. Zaten o, Banarlı’nın
eğitimi almamış kişilerin bu kurslarda hocalık
da tabiriyle bir imparatorluk dilidir.
yapması birçok sakınca doğurmaktadır. Çünkü
Ancak dünyanın bütün dillerinde ol-
güzel konuşmak demek sadece güzel bir ses to-
duğu gibi onun da sancıları, sorunla-
nu ile beden dilini doğru kullanarak konuşmak
demek değildir. Aynı zamanda kelimelerin kök ve
rı olması doğaldır.
ekli anlamlarını bilmek, harflerin çıkış yerlerini
Şahsi kanaatime göre Türkçenin günümüzde-
bilmek, ona göre telaffuz etmektir. Bunu da dil
ki en önemli sorunları diksiyon, telaffuz ve yazıl-
alanında uzman olan kişilerin tam anlamıyla bil-
dığı gibi okunup okunmama meselesidir. Uzman-
mesi mümkündür
ların ve “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” özdeyişi mucibince Türkçenin sorunlarını kendine
Ben de bir öğretmen ve mesleki anlamda ken-
dert edinen birçok kişinin bu konularda kalem oy-
dini geliştirmek amacıyla diksiyon kurslarına de-
nattığını, çare aradığını gerek köşe yazılarından
vam etmiş biri olarak meseleye yaklaşacağım.
gerekse makale ve bildirilerden öğreniyoruz. Ancak güzel konuşma ve diksiyon, sırf Türkçeyi vur-
Üzerinde durmak istediğim birinci mesele bu
gu, tonlama ve doğru nefes alma ve beden dili
kurslarda öğretildiği üzere Türkçenin yazıldığı gi-
konusunda yetenekli oldukları düşünüldüğü için
bi okunup okunmaması meselesidir. Aslında dil-
dil konusunda uzman olmayan eski spiker ve ti-
ciler dünyanın hiçbir dilinin yazıldığı gibi okunma-
yatrocular eline bırakılınca ortaya vahim tablolar
dığını iddia ederler. Alfabesi farklı olan Arapçada
çıkmaktadır.
bile “el” harf-i tarifinin şemsi ve kameri harflere
30
Nisan 2009
göre tamlamalarda nasıl şekil aldığını dille uğra-
nuşmalarına bakarak görebiliriz. Ellili, altmışlı yıl-
şanlar bilirler. Bu Türkçe için de geçerlidir. Ko-
ların siyah beyaz filmlerinde “yapıciim, görüci-
nuşma dili ile yazı dili birbirinden farklıdır. Mese-
im,kalıciim” şeklinde bir telaffuz var. Ancak günümüzde ne İstanbul’da ne Anadolu’da konuşulmayan bir Türkçe olarak bu dil çok suni kalıyor. Millî Edebiyat döneminde İstanbul hanımlarının konuştuğu Türkçe konuşma ve yazı dili olarak esas
alınmış, peki “yapiciim, görüciim, ediciim, bişi” biçiminde bir Türkçeyi neye göre esas alacağız,
büyük ünlü uyumu kuralını göz ardı mı edeceğiz?
Gerçi büyük ses uyumu kuralını, Türkçeleşmiş
nice yaşayan sözün yabancı sayılması şeytanlığına yol açtığı için yıkıcılar elinde bir çeşit silah
olarak gören yazarlarımız var (Banarlı 2002:193)
ama burada gördüğümüz gibi Türkçe filler bu kuralın hilafına değişmektedir. Burada yine Ziya
Gökalp’in kalemiyle cevap vermek istiyorum:
“Türk halkının bildiği ve kullandığı her sözcük
Türkçedir. Halk için alışılmış olan ve yapma olmayan her sözcük ulusaldır. Bir ulusun dili kendisinin cansız köklerinden değil, canlı kullanımlarından oluşan canlı bir organizmadır.”( Gökalp
1987:121)
la Türkiye’de hiç kimse “Akşama dolma pişirece-
ğim” diye konuşmaz, “akşama dolma pişiriceem”
biçiminde söyler, yine hiç kimse “Arabamı tamir
ettireceğim.” demez, “Arabamı tamir ettiriceem”
der. Toplumda doğal konuşan hiçbir insan “değil”
demez “diil” der. Yakup Kadri: “Ben bizim dili son
derece fonetik buluyorum. Söylendiği gibi yazılan
bir dildir bu, İtalyanca gibi. İtalyanca bu yüzden
ahenkdardır ve bizim dilimizin de ahengi bu sayede artmıştır” der. Dil yaşayan, gelişen bir varlık
olarak kabul edildiğine göre yazara ancak yaşadığı döneme göre hak verebilirim. Çünkü Genç
Kalemler yazarlarının da marifetiyle dilde Türkçülüğün bir esası olarak o dönemlerde konuşma
ve yazı dilinin birleştirilmeye çalışıldığını biliyoruz. Ziya Gökalp dildeki bu ikiliği hastalık olarak
görür ve bu hastalığın çaresi olarak şu iki şeyden
birini yapmak gerektiğini vurgular: “Ya yazı dilini
aynı zamanda konuşma dili durumuna getirmek
ya da konuşma dilini aynı zamanda yazı dili durumuna getirmek.” (Gökalp1987:98) Ancak bu tür
çalışmalar zamanına göre yazı dilini konuşma diline göre güncellese de zaman içinde konuşma
dili yazı diline göre ister istemez farklılaşmakta.
Çünkü dil canlı bir varlıktır, kelimeler doğar, gelişir, değişir ve ölür. Zaten verdiğim örnekler de
Türkçenin yazıldığı gibi okunmadığına kanıttır.
Eğer böyle “yapıciim, ediciim” biçiminde konuşmamız icap edecekse de milletçe topyekûn
bir dil eğitiminden geçmemiz gerekecek.
Şüphesiz her kelimenin de Avrupa dillerindeki
gibi yazıldığı gibi okunmayacağına dair bir kural
da yok. Mesela yazı, imam, gelirken, olsa vs. bin-
Peki bu alanda sorun nedir? Sorun kurslara
lerce kelime de Türkçede yazıldığı gibi okunur.
göre kelimelerin nasıl telaffuz edileceğine dair
Açıklığa kavuşturulması gereken bir başka me-
çelişkilerdir. Ben “pişireceğim, yapacağım, bağır-
sele de bunların ayrımının yapılması. 9. sınıf Dil
dı, bir şey” şeklinde yazılan kelimeleri okunuş itibarıyla “pişiriceem, yapıcaam, baardı, bi şey” biçiminde öğrenmiş isem bir başka kurstan bir başka kişi bunları “pişiriciim, yapıciim, bişi” şeklinde
öğreniyor. Misaller bu kelimelerle de sınırlı değil.
Bu söyleyiş farlılıklarını akşam dizilerinin seslendirmelerine ve farklı spikerlerin, tiyatrocuların ko-
ve Anlatım kitabında yazı ve konuşma dili ayrımı
verilirken; herkes, inşallah, hakikaten, nasıl, İstanbul, geç kelimelerinin konuşma dilindeki karşılığı herkez, iişallah, hakkaten, nası, İstambul,
geş olarak verilmiş. Yine değerli tiyatro sanatçısı
Işıl Yücesoy bir bildirisinde benzeşme kuralına
göre “anlat” kelimesini “annat”, “dinle”yi “dinne”,
31
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
“karanlık”ı “karannık” ,“ilaçları” “ilaşları” biçiminde konuşma dilindeki dönüşümler olarak vermiş.
(Yücesoy 2002:183) Bu kelimeler gerçekten böyle mi söylenmelidir? Üstelik biz benzeşmeyi dilbilgisinde sertleşme ve boğumlanma noktasına
göre benzeşme olarak iki şekilde bir ses olayı diye bilmekteyiz.
2002,178) Türk Dil Kurumu’nun 2005 basımı kılavuzunda bu kelimeler lügat, hülya, lüzum, lütfen şeklinde iken neye ve kime inanacağız. Nur,
Nuh, Nuri, numara, nutuk, nohut, normal, nokta,
nota kelimelerinde ise doğrusu uğraşmama rağmen û’yu ve o’yu nasıl ince çıkaracağımı anlamadım. Bu kitaplarda verilen rûya, rûzgâr gibi telaffuzlar da abartıdan öteye gidemiyor. Yok keli-
Diksiyon kurslarında ve kitaplarında güzel ko-
melerin Arapça ve Farsça asıllarına sadık kalma-
nuşmaya isnat olarak harflerin çıkış noktaları ve
mız isteniyorsa Çamaşıra câmeşuy, nâneye nâ-
çeşitleri de verilmekte. Çünkü Türkçede sesler
na, haftaya hefte, çerçeveye çarçube, sokağa
ince-kalın, açık-kapalı olarak ayrılmakta. Uzun
zukak, paraya pâre, hastaya haste dememiz ge-
bir sesin kısa olarak söylenmesi nasıl kulak tır-
rekmez mi? Kitapların geneli de sanki sözleş-
malıyorsa kapalı e (é) nin de açık olarak söylen-
mişler gibi aynı örnekleri vermekte. N’yi bir tara-
mesi güzel konuşmayı ilke edinenlerin kulakları-
fa bırakacak olursak bir başka düşündürücü nok-
nı tırmalar. Öyle ki önemli kelimesini sürekli “öne-
ta da bu ünsüzlerin kendilerinin ince olabilecek-
emli” şeklinde telaffuz eden konuşmacıya taham-
leridir. Mesela Arapçada hem t hem tı, hem kaf
mülsüzlüğümden gıda ile ilgili bir seminerden na-
hem kef, hem lam hem lamelif vardır. Misal; sa-
sıl sıkılıp kaçtığımı, televizyondaki sunucuya kı-
at, seyahat, sıhhat, kelimelerinde son harf kalın
zıp kanal değiştirdiğimi, ukala damgasını göze
olan ‘tı’ harfi değil t’dir. Kâse kelimesindeki k,
alıp insanları uyarmaktan kendimi alamadığımı
kalın ‘k’ değil ince ‘k’ dir. Fransızcada ise kalın l
ben bilirim. Tabii ki bu konuda bir eğitim hem in-
yoktur.
sanları geniş geniş “pencere, el, temsil” deme
çirkinliğinden kurtaracak hem de kapalı e’yi Türk-
Ğ ’nin varlığı ya da yokluğu bir başka tartışma
çenin kaybolan sesleri arasına girmekten kurta-
meselemizdir. Diksiyon kursları ve kitaplarına ba-
racaktır. Diğer ünlülerin de uzun, kısa, dar, geniş
kılırsa böyle bir ses yoktur, bu ses ya kendinden
şekillerinin öğretilmesinde bir beis yok. Ancak bu
önceki ünlüyü uzatmaya, bir değer uzun söyle-
konudaki çelişki şu: Kısa ve uzun a’nın yanında
meye ya da iki ünlüyü kaynaştırmaya yarar. Me-
bir ince a (alkol, halbuki, laf, lavabo, seyahat,
sela tiyatro sanatçısı Can Gürzap buna şu örnek-
sıhhat, saat, kase) normal o’nun yanında bir in-
leri vermiş:
ce o(loca, lokma, lokum, vs.) kalın u’nun yanında
ağlamak- a:lamak, doğan-do an, sağa-sa, da-
bir ince û (lûgat, hûlya, lûzum, lûtfen vs.) var mı-
ğa-da:(Gürzap,2007:100)
dır, yoksa bunlar l, t gibi bazı harflerin inceltici etkisine mi girmiştir? Ki dikkat edilirse bunlar l ve t
Nüzhet Şenbay da bu sesin, varlığını kendin-
gibi belli seslerle beraber kullanılmaktadır. Diksi-
den önce gelen ünlünün süresini uzatmakla his-
yon ile ilgili birçok kitapta bu kelimeler bu şekilde
settirdiğini belirtir. (Şenbay 2004:41)Dolayısıyla
yazılmış, üstelik yazarları da lütfen kelimesini
onun örnekleri de aynı doğrultudadır. Ancak göz-
“lûtfen” biçiminde telaffuz etmemiz gerektiğini
den kaçırılan bir husus var ki o da ğ’nin arka da-
özellikle vurguluyorlar. Yine Işıl Yücesoy bu keli-
mak konsonantı olduğudur.(Ergin,1989:43) Me-
melerdeki û’nun halk arasında ü olarak söylendi-
sela bağ kelimesini hakkını vererek söylediğimiz-
ğini ve bunun yanlış olduğunu söylüyor.(Yücesoy
32
Nisan 2009
de ğ’nin arka damakta boğumlandığını görürüz.
Uzun a’nın kurslarda imâle olarak öğretilme-
Ama kelimeyi diksiyoncular gibi ba: veya baa bi-
si de dikkatimi çeken bir başka husus. Oysa biz
çiminde söylediğimizde a sesi ğ’nin boğumlandı-
imaleyi vezin gereği kısa ünlünün uzun söylen-
ğı yeri vermemektedir. Zaten kelimeyi konuşma
mesi şeklinde bir aruz kusuru olarak biliriz.
dilinde söylediğimiz zaman kendisine bir ünlü ek
(misal a) getirdiğimizde araya kaynaştırma koya-
Ben piyasadaki az sayıdaki diksiyon kitabını
mayız, bağa diye söyleriz. Madem kendinden ön-
inceledim. Az sayıda diyorum çünkü bu konuda
ceki ünlüyü uzatıyor neden baaya demiyoruz da
fazla kitap yok. Yazılanlar da eski spikerlerin, ti-
bağa şeklinde ek getiriyoruz. Böyle olsaydı
yatrocuların kitapları. Aslına bakarsanız spikerler, tiyatrocular eski ama kitaplar yeni. Bu konu-
“Bağa girdim bağ budanmış bağa bülbül dadanmış” türküsünü ‘Türkçede iki ünlü arasına
kaynaştırma sesi girer’ kuralına göre herhalde
şöyle söylememiz gerekecekti.
daki en eski kitap da Devlet Konservatuarı’nda
diksiyon hocalığı yapmış rahmetli Nüzhet Şenbay’ın “Alıştırmalı Diksiyon Sanatı” kitabı. Piyasadaki güzel konuşma ve diksiyon kitaplarının
çoğu epeyce Nüzhet Şenbay’dan kotarılma. An-
“Baaya girdim baa budanmış baaya bülbül
dadanmış”
cak 1940’lı yıllarda yazılmış bu kitap doğrusu günümüze göre çok kadük kalıyor. Zaten Şenbay
da kitabı hocası Karl Ebert’in asistanı iken o yıl-
Ğ’nin bazı durumlarda y’ye dönüştüğü doğru-
lara kadar mevcut bir diksiyon kitabı bulunmadı-
dur. Mesela ‘değirmen’in ‘deyirmen’, ‘eğlence’nin
ğı için, Fransızcadaki diksiyonla ilgili kitaplardan
‘eylence’ okunması gibi. Ama onu yok saymak da
yararlanarak yazdığını ifade ediyor. (Şenbay
temelsiz.
2004:VIII)
33
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Günümüzde ana konusu diksiyon olmayıp
“katagorize”, “aşçı”yı ahçı biçiminde telaffuz edip
doğru Türkçe üzerine de kitaplar var. Yavuz Bü-
diksiyon ve güzel konuşma dersi verenlerin elin-
lent Bakiler, Hüseyin Movit, Oktay Sinanoğlu,
de, Türkçeyi doğru konuşma meselesi, bir çık-
Hakkı Devrim gibi eğitimleri dil alanında olmadı-
maza girecektir.
ğı halde kendilerini Türkçeye adamış ustaların
Kaynakça:
hakkını inkâr etmediğimi belirtmeliyim. Keşke
Banarlı, Nihad Sâmi(2002) Türkçenin Sırları İstanbul:
herkes onlar kadar duyarlı ve araştırmacı olsa.
Kubbealtı Neşriyatı
Neticede araştırma yapmayanın, ezbere konuşa-
Devellioğlu, Ferit (1990),Osmanlıca Türkçe Ansiklo-
nın söz hakkı yoktur.
pedik Lûgat, Ankara: Aydın Kitabevi
Ergin, Muharrem (1989), Türk Dilbilgisi, İstanbul:
Sonuç
Bayrak Basım/Yayım / Tanıtım
Gökalp, Ziya (1989),Türkçülüğün Esasları, İstanbul:
Türkçeyi güzel konuşmak ve yazmak her Türk
vatandaşının görevidir. Türkçe ve Türk dili ve
İnkılap Kitabevi
Gürzap, Can (2007),Söz Söyleme ve Diksiyon, İstan-
edebiyatı öğretmenlerinin bu konuda yaptığı görevi bir ihtiyaç olarak diksiyon kursları ve eğitici
bul: Remzi Kitabevi
Şenbay, Nüzhet (2004), Alıştırmalı Diksiyon Sanatı”,
kitaplar da üstlenmektedir. Doğru nefes alma,
vurgu, tonlama, artikülasyon (boğumlanma) duy-
İstanbul: MEB Yay.
guların ifade edilebilmesi, doğallık, beden dilinin
Yazım Kılavuzu, (2005) Ankara : TDK Yay.
kullanılması, konuşma kusurlarının düzeltilmesi
Yücesoy, Işıl (2002), “Diksiyon Nedir ve İnsanın Ya-
bağlamında bunların faydaları yadsınamaz. An-
şam Biçimindeki yeri Ne Olabilir” Eyüboğlu Eğitim Ku-
cak bu işin dil uzmanı olmayan tiyatrocuların, su-
rumları Türkçe- Türk Dili ve Edebiyatı Öğretiminde So-
nucuların ve uzman olmayan başka kişilerin eli-
runlar, Çözümler, Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu II 30
ne bırakılması sorun olarak görünmektedir. Yok-
Mart 2002 İstanbul
sa Türkçe dil kurallarına tam vakıf olmayanların
veya
“mütevazı”yı “mütevazi”, “kategorize”yi
34
Nisan 2009
ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ
YABANCI DİL ÖĞRETİMİ
Özlem Akı
luslararası sosyo-kültürel, ticari iliş-
bundaki çocuklara yabancı dil daha kolay, doğal
kilerin hızlandığı, bilim ve teknoloji-
ve eğlenceli bir yöntemle öğretilebilir, edinim yo-
den gelen verilerin paylaşımının
lu ile bilinçaltı bir sistem kurulabilir. Böyle bir sis-
vazgeçilmez olduğu küreselleşen
tem ile yetiştirilen çocukların yabancı dil bilgileri-
günümüz dünyasında yabancı dilin
nin daha kalıcı olduğu, yaşıtlarına göre daha ba-
önemi her kesimden ve her yaştan insan için
şarılı, duygusal zekâsının gelişmiş, utangaçlık-
uluslararası iletişimin zorunluluğundan dolayı
tan uzak ve rahat iletişim kurabilen bireyler ola-
vazgeçilmez bir hâl almıştır. Uluslararası iletişi-
rak geliştiği ispatlanmıştır. Türkiye eğitimde “Ya-
mimizi sağlıklı bir şekilde yürütebilmemiz için, ya-
bancı Dil Öğretimi” tartışmalarına 19.yüzyıl sonlarında ve 20.yüzyıl başlarında başlamıştır. Bu
dönemlerde Osmanlıcanın yerine Batı dillerine
geçilmesi düşünülmüş ve özellikle 1980’li yıllarda
yabancı dil öğreniminde talepler artış göstermiştir. Unutulmamalıdır ki dil çağdaş uygarlığa açılan bir penceredir ve dünyadaki bilimsel gelişmeler ancak bu pencere aracılığıyla izlenebilecektir.
U
bancı dil konusunda iyi olmak ve yabancı dil ile
rahatlıkla iletişim kurmak zorundayız. Bu yüzden
daha akıcı konuşabilen, yazabilen kısacası yabancı dille sağlıklı iletişim kurabilen bireylerin
oluştuğu bir ülke olabilmemiz için, en erken yaşta dil öğretimine başlamalıyız.
Bu çalışmanın amacı, etkin ve kalıcı bir yabancı dil öğretimi için erken yaşta başlanan eği-
Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Dil, insanların
timin önemini vurgulamak ve bu amaç doğrultu-
düşündüklerini, duygularını anlatmak için kullandıkları ses ve yazı işaretli dizgesidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Dil, duygu, düşünce ve isteklerin,
bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan
öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına
sunda hangi yöntem ve tekniklerin kullanılabileceğini ortaya koymaktır. 0-5 yaş grubundaki çocuklar, yabancı dil öğrenimi açısından nörofizyolojik gelişimlerini tamamladığından, bu yaş guru-
35
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş
nuşan bireylerin düzeyine erişebildiği ileri sürül-
bir araçtır. İletişim kurma ihtiyacından doğmuş-
müştür. Ancak her şeye rağmen, yabancı dil öğ-
1
tur . Kişinin iletişim yeteneğinin geliştirilmesi, dili-
retimi ile yabancı dille öğretimi birbirine karıştır-
ni kullanabilme becerisi ile doğru orantılıdır. Dil,
mamak gerekmektedir. Çok gerekli olan yabancı
bir düşünce tarzıdır, bu yüzden değişen ve geli-
dil öğretimini bütün okul kademelerinde en etkili
şen toplumlara ayak uydurabilmemiz ve çocukla-
ve verimli bir şekilde gerçekleştirmek gerekir. Her
rımızı her alanda diğer ülkelerin çocukları ile ya-
şeyden önce çocuklarımıza yani gelecek nesille-
rışabilecek, aynı zamanda bilimsel ve teknolojik
rimize ana dili duygusu, duyarlığı ve dil bilincini
yeniliklere ayak uydurabilecek düzeyde yetiştire-
yerleştirmeliyiz. Ana dilinin yetersiz olduğu inan-
bilmek istiyorsak; erken yaşta öğrenilen yabancı
cı ile yetiştirilen bir gencin kendi diline ve kültürü-
dilin en etkili öğrenme olduğunu görüp yabancı
ne saygılı olması beklenemez.
dil eğitim programlarımızı tekrar yeni bir dil eğitimi programı dahilinde düzenlemeye gitmek, ge-
Bugüne kadar yapılan araştırmalar, dili hep
lecek kuşağı en iyi şekilde yüzyıla hazırlamak
nasıl ve niçin öğrenmeli sorusuna yanıt aramış-
eğitim camiasının görevidir.
tır. Birçok dil öğretim teknikleri üzerinde durulmuş, her yöntemin amacının da dilin en kısa sü-
Yapılan araştırmalar, yabancı dilin küçük yaş-
rede öğretebilmek olduğu gözlenmiştir. Oysa asıl
larda ana dille beraber öğretilmesinin en faydalı
önemli olan, yabancı dili en etkili ve en kalıcı şe-
yol olduğunu göstermektedir. Yabancı dil öğreni-
kilde nasıl ve hangi tekniklerle öğretilmesi gerek-
mine çocuk yaşta başlayanların, ana dil gibi ko-
tiğidir. Dünyadaki birçok dil bilimcisine göre, orta
36
Nisan 2009
ve yüksek öğretimde hangi yöntem uygulanılırsa
mediğini düşündüğünüz bir konuyu, kısa bir süre
uygulansın okutulan derslerin çoğu bilgiye daya-
sonra karşımıza çıkıp şaşırtıcı bir biçimde açıkla-
lıdır, oysa, yabancı dil “bir beceri işidir” ve bece-
yabilirler. Bilim dünyası erken yaşta dil eğitimi ko-
ri de yinelemeyle kazanılır, unutmamak için öğre-
nusunda ikiye ayrılmış durumdadır. Bir grup ço-
2
nilen dili kullanmak gerekmektedir . Buradan da
cuklara erken yaşta çok fazla bilgi yüklenmesinin
anlaşıldığı gibi, dil öğretiminde yapılan tekrar bil-
çocuğu zihinsel zekâ açısından geriletebileceğini
gide kalıcılık sağlamaktadır. Yani dil öğretimine
savunurken, diğer grup ise çocukların bilgi da-
ne kadar küçük yaşta ve ne kadar erken dönem-
ğarcıkları genişletilmezse istenilen başarı çocuk-
de başlanırsa, tekrar o ölçüde fazlalaşacak ve
larımızdan beklenemez demektedir. Ünlü Rus
dilde kalıcılık sağlanmış olacaktır.
akademisyen Nörofizyolog A. N. Şepovalnikov’a
göre artık çağdaş araştırmacıların ellerinde insan
Araştırmalar insan beyninin 5 yaşına kadar
beyninin kapasitesini ve çalışmasını ölçüp ince-
gelişmesini önemli ölçüde tamamladığını kanıtla-
leyebilecek aletler bulunmakta ve bunların verile-
mıştır, yani çocuğun beyni hayatının ilk 5 yılında
rine göre aslında çocukların birçoğu fazla bilgi
gerçekleri ve bilgileri alır ve bunları hafızasında
yüklenmesinden değil aksine bilgi yetersizliğin-
depolar, bu dönemde öğrenme daha kolay ve do-
den sıkıntı çekmektedirler diye düşünmektedir4.
ğal olur. Bu yüzden çocuklar için 0-5 yaş arası
Bilindiği gibi çocuk beyni 3 yaşına kadar bir yetiş-
dönem yabancı dil öğrenme açısından büyük bir
kin beyninin %80’i kadar ağırlığa erişebilmekte-
öneme sahiptir. Bu dönemde çocuğun beyninde-
dir. Bu dönem içerisinde çocuk, ebeveyninden al-
ki nörofizyolojik mekanizma çok faaldir ve bu me-
dığına göre beynin algı kapasitesini arttırabilir.
kanizmanın yardımıyla dil otomatik olarak beyne
Eğer çocuk 5 yaşına kadar bir dilde ya da ana di-
kaydedilmektedir. Bu dönemden sonra bu meka-
linde konuşmayı öğrenmişse bu yaştan sonra
nizma özelliğini kaybetmekte ve kayıt özelliği so-
başka bir dili de öğrenebilir demektir. Her çocu-
na ermektedir. Yabancı dil eğitimcilerinin çok iyi
ğun zekâ ve hafıza kabiliyeti farklıdır. Eğer bir ço-
bildiği gibi, hangi yaşta ve seviyede dil eğitimi ve-
cuk dil öğrenmede zorluk çekiyor ve kendisini sı-
rirseniz verin, yabancı dil öğretimi için, doğal bir
nıfındaki diğer çocuklarla karşılaştırıyorsa neti-
ortam sağlanmalı, dilin değişik çalışmaları ara-
cede başarısızlık ve kendine güvenmeme gibi
sında sıkı bir bağ kurulmalı, çeşitli ders araç ge-
psikolojik problemler ortaya çıkabilir. Ama erken
reçlerinden gerektiğinde ve yerinde, çoklu zeka
yaşlarda dil öğretimine başlanırsa bu durum, söz
kuramı da gözetilerek yani görsel, duyusal, işitsel
konusu çocuklar için psikolojik problemlerin ol-
ya da kinestetik açıdan eğitim verilmelidir. Öğret-
maması ve birkaç dilin kolayca öğrenilmesi anla-
men öğrenciyi sıkmadan, zorlamadan, eğlenceli
mına gelmektedir. Eğer bir çocuk gerçekten iki
yöntemlerle güncel ve o seviyenin ilgisini çekebi-
veya daha fazla dili aynı anda öğrenebiliyorsa bu
lecek konular eşliğinde yabancı dil eğitimini ver-
durumu çok dillilik veya ‘’polilinguizm’’ olarak ad-
melidir. Çocuk yaştaki bir öğrenci yabancı dili,
landırmak mümkündür5. Çocuğun birkaç dili aynı
edinim yolu ile çeşitli oyunlarla öğrenir. Bir dilin
anda kullanabildiği örneklere genellikle yabancı
öğrenilmesi esnasında hafızada en fazla ve ko-
ülkelerde yaşayan ailelerin çocuklarında rastlan-
lay saklanan şeylerin ne olduğunu araştıran bilim
maktadır.
insanlarına göre isimler, sayılar ve tabii ki şiir ve
şarkılar ilk sıraları almaktadır3. Çocuklar tahmini-
Yabancı dil öğrenmenin de, tıpkı ilaçlar gibi
mizden çok daha zekidirler. Daha önce öğrene-
yan etkileri vardır, ancak bunlar aranıp da bulu-
37
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
namayan türden olumlu etkilerdir, örneğin utan-
kemmel bir şekilde öğrenebiliyorsa bu dönem
gaçlığın ortadan kaldırılması, diyalog gücündeki
içerisinde başka birkaç dili de aynı zamanda öğ-
zayıflığın giderilmesi gibi. Akademisyen L. Bada-
renebilir ki bu sadece uygulanan metoda ve za-
lona’ya göre, başka işle meşgulken düşünceleri-
mana bağlıdır.
ni sesli olarak dile getirmek ve aynı zamanda konuşulanlara cevap hazırlamak günümüz şartla-
Ülkemizde sekiz yıllık temel eğitim programla-
rında ulaşılması zor bir şeydir6. Bunun gerçekleş-
rının uygulanmasıyla birlikte, ilköğretimin 4. ve 5.
mesi ise çocuklukta sağlanır. Daha önce de de-
sınıflarında yabancı dil öğretimi de başlatılmıştır.
ğindiğimiz gibi eğer çocuğun konuşma yeteneği
Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma-Geliştirme Da-
küçük yaşta geliştirilmezse ileride geliştirilmesi
iresi Başkanlığınca yabancı dil dersi için prog-
mümkün olmaz. Yabancı dil öğrenimi sırasında
ramlar geliştirilmiş ve öğretim materyalleri hazır-
çocuklar sadece bilgi almakla kalmayıp hayata
lanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığının Ekim 1997 ta-
daha estetik yaklaşma ve daha estetik algılama
rih ve 2481 sayılı Tebliğler Dergisi’nde, yabancı
kabiliyeti de kazanırlar. Çocukların hangi tür mü-
dil öğretimine 4. ve 5. sınıflarda başlamanın ge-
ziği tercih ettikleri yönünde Japonya’da yapılan
rekçeleri, dersin genel ve özel amaçları, içerikle-
bir araştırmanın sonuçlarına bakıldığında Betho-
ri, yöntem ve teknikleri yayınlanmıştır9. Ancak şu
ven’ın 5. Senfonisi’nin çocukların en hoşuna gi-
anda İngilizce dil öğretimi ilköğretim 4. sınıfta
den müzik olduğu görülmektedir7. Çocuk eğitimi
başlıyor olmasına rağmen, üniversite öğrencisi
konusunda kitaplar yazmış olan Fransız Eğitimci
olup hâlâ yabancı dil bilgisi zayıf olan ve cümle
Sesil Lupan’a göre çocuklar, 3-5 yaşları arasında
kuruluşunu bile anlayamayan bir nesille karşı
oldukça meraklı olduklarından özellikle bu dö-
karşıyayız.
nemde çocuğu, seveceği güzel bir dil ile tanıştır-
Türkiye şu anda öyle bir noktaya gelmiştir ki
mak gerekir8.
herhangi bir iş başvurusunda, memuriyete giriş-
Bu çalışmada elde edilen bulgular değerlendi-
te, yüksek lisans ya da doktora başvurularınızda
rildiğinde, yabancı dil öğreniminin, dinleme bece-
hangi branş mezunu olursanız olun, yabancı dil
risini ve hafızayı geliştirdiği ve böylece iletişim ol-
belgeniz mutlaka istenmektedir. Bu yüzden şayet
gusuna önemli bir boyut kazandırdığı belirlen-
erken yaşta yabancı dil öğretimine başlanabilir-
miştir. Yine, ikinci dil öğrenenlerin kendi dillerini
se, dilin yapı taşları olan sözcükler bol miktarda
okuma-anlama becerilerini de geliştirdikleri ve
öğrenilecek ve dilde yazılı anlatımı öğrenmek da-
ayrıca okuma sınavlarında daha yüksek notlar
ha da kolaylaşacaktır. Günümüzde yapılan ya-
aldıkları bilinmektedir. Birçok durumda, başka bir
bancı dil sınavlarının neredeyse tamamı yazılı
dil öğrenmek çocuğun Türkçe yeteneğini gelişti-
anlatıma, test çözme yeteneğine ve teknik bilgi-
rir. Çocuklar diğer dillerin yapılarını öğrenirken
ye bağlıdır. İşte tüm bu sınavların üstesinden ge-
Türkçe hakkında da birçok şey öğrenirler. Yaban-
lebilmek; erken yaşta başlanan yabancı dil edini-
cı bir dili öğrenmiş olan çocuklar, diğer kültürlere
minin zamanla öğrenime geçilmesi aşamalarıyla
karşı kültürel çoğulculuk, açıklık ve takdir duygu-
mümkün olacaktır.
su beslerler. Kendini ifade etme kabiliyetleri geli-
Günümüzde bir veya birkaç yabancı dil bilmek
şir, kelime hazineleri genişler ve bunun yanında
hayatın çeşitli alanlarında neredeyse olmazsa ol-
kendi dilini yeni alanlarda kullanma becerileri ar-
maz kural hâline gelmiş durumdadır. Dünyanın
tar. Eğer çocuk ana dilini çok erken yaşlarda mü-
38
Nisan 2009
her tarafında milyonlarca insan bir yabancı dil
zenlemeler ve olgunluk önemli rol oynamaktadır,
öğrenmek uğruna çok büyük oranda maddi güç,
bu yüzden ergenlik dönemlerinde bu teknikler
enerji ve vakit harcamaktadır. Yabancı dil öğren-
geliştirilmeli, özellikle okuma ve yazma becerileri
mek uğruna gösterilen bu büyük çabaya rağmen,
üzerinde tüm teknolojik gelişmeler kullanılarak
büyük oranda, alınan netice tatmin edici olmak-
yine güncel ve ilgi çekici konularla öğretilmelidir.
tan uzak olup harcanan çaba, enerji ve zamanın
Bu konunun önemi özellikle ilköğretim okulların-
10
boşa gittiği gözlenmektedir . Bunun temel nede-
da vurgulanmalı, öğrenci ve velilere “Erken Ya-
ni ise kullanılan öğretim metodunun hatalı ve ek-
bancı Dil Eğitiminin Faydaları” ve “Geleceğimiz
sik olması, yabancı dil eğitimi verecek yeterli
İçin Yabancı Dilin Önemi, Zorunluluğu” hakkında
kadronun bulunamaması, ders kitaplarının içerik
düzenli aralıklarla bilgilendirme toplantıları reh-
eksikliği, dil laboratuarlarının birçok okulda bu-
berlik ve yabancı dil eğitmenleri tarafından veril-
lunmaması, varsa dahi etkin bir biçimde kullanı-
melidir.
lamaması ya da en önemli sorun olarak düşündüğüm yabancı dil eğitimi için çok geç kalınması
___________________________
gibi birçok sebebi vardır.
1. Yangın B. 1999. İlköğretimde Türkçe Öğretimi,
MEB Yay. Ankara.
Bu araştırmada, bu sebeplerden bahsetmek
2. Başkan Ö. 1988. Bildirişim, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.
yerine çok fazla güç ve zaman harcamadan kolay bir şekilde ve erken yaşlarda dil öğretme me-
3. Kalinina L. 1969. Razvitiya Slovesnoy Pomyati,
‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:12, s:55-59
totları hakkında bilgiler verilerek, erken çocukluk
döneminden başlamak üzere yabancı dil öğreti-
4. Martinov S. 1994. Haçu, ştobı moy rebyonok bıl
vunderkındom, ‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:8, p.
79.
minin önemi ve öğretim teknikleri üzerinde durulmuştur. Dilin insanla birlikte var olduğu düşünü-
5. ALAN Y. 1994. “Lisan ve İnsan”, İzmir:TÖV.
ISBN 975-7744-32-8.
lüyorsa, insana verilen değer kadar dile değer
vermek gerekmektedir. Son zamanlarda çocuk-
6. Badalen L., Ustinov L. 1989. O roli rannıh vpeçatleniy, ‘’Doşkolnoe Vospitonoe’’, No:11, p.11.
lara bir değil aynı zamanda birkaç yabancı dilin
öğretilmesi yönünde uzmanlar çalışmalara baş-
7. Iduka M. 1992. Posle tryöh uje pozdno, Moskva,
p.18.
lamışlardır. Bunlara örnek olarak, M. Pavloviç
(Yugoslavya), V. Leopold ve U. Penfild (ABD), G.
8. Lupan S. 1993. Pover v svoe ditya, Moskva, s.
119.
Hes (Almanya), E. Negnevitskaya (Rusya), S.
9. Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu. 1983.
Resmî Gazete, Yayım Tarihi ve Sayısı: 19/10/1983
18196, No: 2923.
Lupon (Fransa) vd. gösterilebilir. Çocukların yaşları ilerledikçe dil öğrenme kapasiteleri de düşmektedir. Bu yüzden okul öncesi dönemde hatta
10. Valeri R. B. 2001. “Çok Erken Yaşlarda Çocuklara Yabancı Dil Öğretimi”, Üniversitetoplum.org
/ Üniversite ve Toplum Dergisi, Eylül 2001, Cilt 1, Sayı: 2.
0-5 yaş aralığında çocuklara yabancı dil eğitimi
şarkılarla, şiirlerle, parmak oyunları ile drama
tekniği ile doğal yöntemler eşliğinde verilmelidir.
Dilin keşfi için zihinsel ve soyut sistemlerdeki dü-
39
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
FEN VE TEKNOLOJİ
EĞİTİMİNDE YAŞ VE ALGI
DÜZEYİNE UYGUN EĞİTİMİN
BİREYSEL VE SOSYAL
GELİŞİM AÇISINDAN ÖNEMİ
Ramazan Çeken
lköğretim çağında fen eğitiminde ku-
Fen kavramlarının çevresel bağlantılarının
ramsal soyut bilgilerin, akademik bi-
güçlü olması kadar, bireyin yaş ve algı düzeyine
lim sistematiği anlayışına göre öğ-
hitap etmesi de önem taşımaktadır. Bireyin fen
rencilere aktarılması, kavramların
kavramlarının somut karşılığını dış dünyada ara-
güncel yaşamla ilgi kurulmasına en-
maya çalışması, beden ve zihin yapısı ile sosyal
gel teşkil etmektedir. Çünkü akademik nitelikli
gelişime etki etmektedir. Aktivitelerin etki alanının
fen kavramlarının anlaşılması karmaşık ve zor
bu denli geniş boyutlu olması, fen eğitiminde be-
bir özellik taşırken, gerçek yaşam ile ilgili fen ko-
den ve zihin gelişiminin yanında sosyal gelişime
nuları öğrencilerin seviyesine uygun ve değer
de gerektiği kadar yer verilmesini gerektirir.
İ
yüklüdür (Boujaoude, 2000:45). Akademik içerikli fen kavramlarının öğretilmesinde, öğrencilerin
Öğrenme-öğretme sürecinde zihinde doğru
aktivite düzenlemeye ve uygulamaya teşvik edil-
şemaların oluşturulması, etkili, kalıcı ve anlamlı
mesi, fen eğitimine hareketlilik getirebilir. Okullar
öğrenme ile mümkündür. Doğru şemaların oluş-
çevresel imkânlara yönelerek, yeni aktivite ma-
turulması ise bireysel ve sosyal bağlantıları ne-
teryallerine, kolay ve ucuz bir şekilde ulaşabilir
deni ile karmaşık bir sürecin yaşanmasını gerek-
(Çeken, 2007:13).
li kılmaktadır. Bu süreçte gelişim dönemlerinin
40
Nisan 2009
özelliklerine uygun eğitim-öğretim yöntemleri uy-
Uygulamaya konulan yeni fen programının bu
gulanırsa, fen kavramlarının da bireyin yaş ve al-
anlamda önemli bir bilimselliği bulunmaktadır.
gı düzeyine uygun etkinliklerle aktarılması sağla-
Ancak bu programın tüm ülke çapında uygula-
nabilir.
maya konulduğu 2008-2009 eğitim öğretim yılı
sonunda gerçekleştirilecek araştırma çalışmaları
Eğitimcilerin, bir yandan somut etkinlikler yolu
ile kavramların hitap ettiği yaş ve algı düzeyi ko-
ile bireyin beden ve zihin gelişimini sağlayacak
nusunda en gerçekçi verilere ulaşılabilir. Mevcut
çalışmalara yönelmesi, diğer yandan da bu geli-
programın gelişime açık yapısı böyle bir yaklaşı-
şimin gelecek için doğru bir zemin teşkil edecek
ma destek olabilecek niteliktedir (MEB, Fen ve
özellikte olması için etkinlikler kurgulaması gere-
Teknoloji Dersi 4. ve 5. Sınıflar Öğretim Progra-
kir. Bu amaçları gerçekleştirebilecek aktivitelerin,
mı ve Öğretmen Kılavuzu, 2005: 35).
bireyin etkileşim içinde olduğu doğal ve sosyal
çevre ile birlikte, öğretim programına yansıtılması, gelişim dönemlerine olumlu etkiler yapabilecek bir yaklaşımdır.
Basit Fen Aktiviteleri (Çeken, Akbüber, Güler, 2009)
Basit Fen Aktiviteleri (Çeken, Akbüber, Güler, 2009)
Yaş ve algı düzeyine uygun fen etkinliklerinin
Aktivitelerin, bireyin yaş düzeyine ne derece-
araştırılması, eğitim sisteminde sıklıkla karşılaşı-
de uygun olduğuna yönelik olarak fen eğitimin-
lan yeteneklerin doğru alanlara yönlendirileme-
de, oldukça geniş bir araştırma alanı bulunmak-
mesi ile yaş ve algı düzeyine uygun aktivite seçi-
tadır. Her ne kadar yapılandırmacı öğrenme an-
minde karşılaşılan sorunlara çözüm üretebilecek
layışına uygun yeni fen ve teknoloji programı ile
niteliktedir. Eğitimcilerin, öğrencileri doğru za-
bazı kavramların sınıf düzeyi değiştirilse de eği-
manda doğru etkinliklere yönlendirmesi, onların
tim sistemimizde bu konuda öteden beri geniş
yeteneklerinin geliştirilmesine önemli katkı sağla-
çaplı bir araştırma eksikliği mevcuttur. Her yeni
yabilir. Bu tür çalışmalar, normal zekâ düzeyinde-
fen programı uygulamaya konulduğunda basınç,
ki bireyler kadar, üstün zekâlı ve kaynaştırma
ısı ve sıcaklık, kuvvet, hız, manyetizma gibi ko-
eğitimine tabi bireyler için de büyük önem taşı-
nuların, aktarılmasının önerildiği sınıf düzeyinin
maktadır.
sürekli değiştirilmesi, bu duruma örnektir.
Bireyin somut ve soyut işlemler döneminde
41
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
uygulayacağı aktiviteler ile sosyal ve bireysel ge-
münde ortak akla gerekli değeri verebilen öğren-
lişimin bu denli iç içe olması, gelecekteki toplu-
ciler, sosyal gelişim açısından öngörülen seviye-
mun şekillendirilmesi açısından kaydadeğer bir
ye ulaşmış kabul edilebilir.
öneme sahiptir. Her bireyin örgün eğitim sonrasındaki vatandaşlık hayatı, bu gelişim dönemle-
Doğayı sevme yönünde değer yargısı oluştu-
rinde gerçekleşen bireysel ve sosyal etkileşimler-
rabilen bir bireyin, zihin dünyasında oluşan sür-
le şekillenmektedir. Aktivitelerin planlanmasın-
dürülebilir bir kalkınma anlayışı, fen eğitiminin
dan, sunumu ve yorumlanmasına kadar her aşa-
sosyal gelişime sağlayabileceği diğer bir önemli
masında, sosyal etkileşim gerçekleşir.
katkıdır. Bu bilinç düzeyine günümüz dünyasında
büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Ülkelerin eğitim an-
Fen eğitiminin sosyal gelişime en önemli kat-
layışında bilimin öğretilmesi yaklaşımı ile değil,
kısı, aktiviteler yolu ile bireyde özgüven duygusu
bilimin eğitimi anlayışı hakim olsaydı, küresel bo-
ve çevre bilincinin oluşturulmasıdır. Bu iki özellik
yutlu çevre sorunları ile karşı karşıya kalınmazdı.
bireyin kendini gerçekleştirebileceği gelişim sürecini yaşamasını ve bireysel yeteneklerini doğa
Günümüz dünyasında salt bilim öğretimi ile
ve toplum için faydalı olarak kullanabilmesini
yetişen güç sahibi otoritelerin, doğa ve toplum
sağlar. Özgüven duygusu, bireyin kendi içinde de
odaklı bir yaklaşıma sahip olmamaları, fen eğiti-
duygu, tutum ve davranış bakımından tutarlı bir
minin sosyal etkileşim boyutunun yeterince kur-
gelişim göstermesine katkı sağlar. Bireysel ola-
gulanamamış olmasından kaynaklanmaktadır.
rak her bakımdan güçlü, ancak sorunların çözü-
Gelecekteki bilim uygulayıcılarının yetiştirildiği
42
Nisan 2009
günümüzde, fen ve teknoloji eğitimin bireysel ve
dan ibarettir. Birey ve topluma etki boyutu ile ele
toplumsal bağlantıları, sorumluluk bilincinin oluş-
alınması gereken fen ve teknoloji dersinin, disip-
turulmasına katkısı nedeni ile öğretim programla-
linlerarası bir yaklaşımla öğretilmesi, yüz yüze
rında hakettiği yeri bulmalıdır. Bu sağlanabilirse,
kalınan çevre ve toplumsal sorunlar nedeni ile
günümüzde fen ve teknoloji eğitimi gören birey-
daha da bir gereklilik ve önem kazanmaktadır.
lerinden, gelecekte doğa ve toplum ile ilgili so-
Kaynakça
rumluluk taşımaları beklenebilir.
BOUJAOUDE, Saouma. (2000). What Might Happen
If……? The Science Teacher. 67(4). 44-47.
Fen eğitiminin bireysel ve sosyal gelişim alanları ile bu denli bağlantılı olması, örgün eğitimde
ÇEKEN, R. (2007). Sekizinci Sınıf Öğrencilerine Fi-
bilimin sadece öğretim etkinlikleri olarak değil,
ziksel ve Kimyasal Değişmelerin Basit Fen Aktiviteleri İle
eğitim odaklı ve geniş kapsamlı olarak dikkate
Öğretilmesinin Başarıya Etkisi. Ankara: Gazi Üniversite-
alınmasını gerektirmektedir. Fen öğretimi ile fen
si Doktora Tezi.
eğitimi arasında çok önemli farklar bulunmakta-
ÇEKEN, R., AKBÜBER, C. ve GÜLER, S.Z. (2009).
dır. Bu farkın öğretim programlarına yansıtılabil-
Örgün Ve Bireysel Eğitimde Üstün Yeteneklilerin İhtiyacı-
mesi için zor ve sıkıcı olarak kabul edilen kav-
nın Karşılanmasında Basit Fen Aktiviteleri. Türkiye Üstün
ramların bireyin ilgisini çekebileceği etkinlikler
Yetenekli Öğrenciler 2. Kongresi. Anadolu Üniversitesi,
yolu ile tüm bağlantıları dikkate alınarak tasarlan-
Eskişehir. 25-27 Mart 2009. (Kabul Edildi).
ması gerekmektedir.
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (2005). İlköğretim Fen ve Teknoloji Dersi 4. ve 5. Sınıflar Öğretim
Fen eğitimi, ne salt bilimsel bilgilerden ne de
Programı ve Öğretmen Kılavuzu. Devlet Kitapları Müdür-
ilgi çekme amacı ile sunulan aktiviteler yığının-
lüğü, Ankara.
43
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
GÜNDEM
3. Robot Yarışması
Millî Eğitim Bakanlığı Erkek
Türkiye’de 2010’un “Japon
Teknik Öğretim Genel Müdürlü-
Yılı” olarak ilan edildiğini anla-
ğü ve Japonya Uluslararası İş-
tan Millî Eğitim Bakanı Çelik,
birliği Teşkilatının (JICA) işbirli-
2003’ün Japonya’da “Türk Yılı”
ğiyle düzenlenen 3. Robot Ya-
olarak kutlandığını ve bu dö-
rışması, Selim Sırrı Tarcan Spor
nemde Japonya’nın Türkiye’nin
Salonu’nda gerçekleştirildi.
ve Türk kültürünün tanınması
Yarışmanın açılış töreninde
konuşan Millî Eğitim Bakanı
kan Çelik, gelecek yıl Japonya
üçüncüsüne de 500’e yakın ya-
Büyükelçiliği ve JICA ile işbirliği
rışmacı katıldığını anımsatarak,
yaparak geniş katılımlı uluslara-
“Bu şu demektir; her geçen gün
rası bir robot yarışması düzen-
bu yarışmaya katılan proje sayı-
leyeceklerini söyledi.
rüyoruz” dedi.
zenlenmeye başlandığını ve bu
yarışmaların robot teknolojisinin
gelişmesine önemli katkı sağladığını vurguladı.
olduğunu, ancak Japonya hak-
manın ilkine 150, ikincisine 270,
büyük işler başarabileceğini gö-
Japonya’da 1980’li yıllarda dü-
Türklerin Japonya’ya ilgisi
dirdi.
“Şimdi sıra bizde” diyen Ba-
sat verildiği zaman onların ne
Tanaka, robot yarışmalarının
için büyük destek verdiğini bil-
Doç. Dr. Hüseyin Çelik, yarış-
sı katlanıyor. Gençlerimize fır-
ğunu söyledi.
Japonya Büyükelçisi Nobuaki Tanaka da Japon hükûmetinin
Türkiye’yi desteklediğini belirterek, Japon firmaların Türki-
Türkiye’nin Kyoto Protoko-
ye’deki yatırımlarını anlattı. Bu-
lü’ne imza attığını hatırlatan Ba-
günkü ortamın bir “teknoloji fu-
kan Hüseyin Çelik, bu yarışma-
arına benzediğini” dile getiren
nın “Temalı Robot” kategorisin-
Tanaka, Japon Honda firması-
de “Çevre” konusunun işlenme-
nın yarışmanın sponsorluğunu
sini anlamlı bulduğunu ifade etti.
üstlenmesinin de anlamlı oldu-
44
kında fazla bilgileri bulunmadığını kaydeden Tanaka, “Japon-
ya’da sadece robotlar yok. Bu
nedenle 2010 Türkiye’de ‘Japon
Yılı’ olarak kutlanacak ve Japonya çeşitli yönleriyle tanıtılacak. Bütün Türkler’in buna ilgisini bekliyoruz” diye konuştu.
Erkek Teknik Öğretim Genel
Müdürü Hüseyin Acır da yarışmanın “Öğrencilerin mesleki bil-
gi ve becerilerini kullanarak girişimcilik, bilimsel düşünme, yaratıcı zekâ ve rekabet bilinciyle
araştırmaya yönelmelerini teş-
Nisan 2009
vik etmek” amacıyla düzenlen-
ğını ifade eden Genel Müdür
du. Temalı Robot Yarışması’n-
diğini belirtti.
Acır, 329’u liselerden, 88’i üni-
da, öğrencilerin, çöp toplayarak
versitelerden toplam 437 öğren-
yerine ağaç diken robot gösteri-
cinin yarışacağını belirtti.
leri, arkadaşlarının tezahüratları
Yarışmanın “Temalı Robot”,
“Sumo Robot”, “Çizgi İzleyen
Robot” ve “Serbest” olmak üze-
Konuşmaların ardından öğ-
re dört ayrı kategoride yapılaca-
renciler “demo” gösterileri sun-
eşliğinde ilgiyle izlendi.
Millî Eğitim Akademisi
Hizmete Açıldı
Devlet Bakanı ve Başbakan
verdiğini anlattı. 1990’lı yıllarda
niyet seviyesine gelinebileceğini
Yardımcısı Cemil Çiçek ile Millî
temeli atılan iki binanın yapımı-
ifade etti. Bunun birinci ayağının
Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin
nın da tamamlandığını kaydetti.
eğitim olduğunu vurgulayan Ba-
Çelik, Hasanoğlan ve Elma-
Bakan Cemil Çiçek, “Eğer siya-
kan Çiçek, dünyanın bütün ül-
dağ’da, aralarında Millî Eğitim
set hizmet için yapılıyorsa biz
kelerinde eğitimin birinci planda
Akademisinin de bulunduğu açı-
bu hizmetleri yaptık” diyerek, bu
geldiğine işaret etti. Bütçeden
lış törenlerine katıldı.
tesislerin temelinin Turgut Özal
en fazla kaynağı Millî Eğitime
döneminde ‘Hasanoğlan’ın eği-
ayırdıklarını kaydeden Bakan
tim konusunda bir cazibe mer-
Çiçek, son 6-6,5 yıl içinde eği-
kezi olması amacıyla’ atıldığını
timde büyük sıçramalar olduğu-
söyledi.
nu dile getirdi.
Bakan
Çiçek,
Hasanoğ-
lan’daki Millî Eğitim Akademisi
ve Ders Aletleri Yapım Merkezi’nin açılış töreninde yaptığı
konuşmada, bu tesislerin ta-
Millî Eğitim Akademisi Ka-
Elmadağ’da da yüksekokul-
mamlanmasında emeği geçen-
nun Taslağı’nın TBMM’ye sevk
lar ve diğer eğitim kurumlarının
lere teşekkür etti ve “Ama en
edildiğini belirten Bakan Çiçek,
hizmet verdiğini ifade eden Ba-
büyük teşekkürümüz Millî Eği-
kanun taslağının Nisan ayında
kan Çiçek, Hasanoğlan’da yap-
tim Bakanımızadır” dedi.
yasalaşmasını ve 2009-2010
tırılan bu tesislerin birçok ilde
eğitim-öğretim yılında uygula-
bulunmadığını, bu tesislerin ye-
maya girmesini hedeflediklerini
ni kurulan üniversitelerin birço-
anlattı.
ğundan daha mükemmel oldu-
Elmadağ’ın eğitim alanında
Türkiye’nin en çok yatırım yapılan ilçelerinden biri olduğunu
kaydeden Bakan Çiçek, burada
Bakan Çiçek, bir memlekette
7-8 eğitim kurumunun hizmet
hizmet yapılarak çağdaş mede-
ğunu dile getirerek, “İnşallah
burası bir üniversite şehri olma
noktasında önemli bir adım at-
45
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
mış oluyor” dedi.
Bu merkezin birçok ders
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr.
Hüseyin Çelik de törendeki konuşmasında, akademinin temelinin neredeyse çeyrek asır önce atıldığını ancak iktidarları döneminde tesisin bitirilmesine hız
verilerek bugün açılış yapma
noktasına gelindiğini anlattı.
kanlar
Kurulu’ndan
geçerek
araç gerecinin yapıldığı dev bir
TBMM’ye sunulduğunu anım-
fabrika olduğunu dile getiren
sattı.
Bakan Çelik, Devlet Kitapları
Müdürlüğü’nün İstanbul’dan buraya taşındığını, Eğitim Araçları
Araştırma Geliştirme Dairesi
Başkanlığı’nın da bu merkeze
taşınacağını bildirdi. Buranın
tam anlamıyla bir kampüs hali-
Tesisin 20 bin metrekarede
ne geldiğini vurgulayan Bakan
çevre tanzimiyle birlikte hizmet
Çelik, Hasanoğlan’da hizmet
vereceğini kaydeden Bakan Çe-
veren ve eskiden Köy Enstitüsü
lik, kendi dönemlerinde inşaatın
olan Anadolu Öğretmen Lise-
yaklaşık yüzde 70’inin yapıldığı-
si’nin binasını da yenileyecekle-
nı ifade etti.
rini belirtti.
Akademide aynı anda 800
öğretmenin hizmet içi eğitim
alabileceğine, Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki bütün çalışanların
bu akademiden yararlanabileceğine işaret eden Bakan Çelik,
“Burada bir lisans eğitimi verilmeyecek. Burası bir Adalet Akademisi gibi olacak. Yıllardır özlemi çekilen ve bir eksiklik olarak görülen bu bina Hasanoğlan’a, Elmadağlılara ciddi bir
katkı sağlayacak, Millî Eğitim
Ders Aletleri Yapım Merke-
Bakan Çelik, açılışı yapılan
Bakanlığı’nda da bir boşluğu
zi’nin inşaatının da 1990 yılında
tesislerin bugünkü rakamla 100
dolduracak. Burası bir beyin
başladığını ancak temel atıldık-
milyon TL’ye mal olduğunu bil-
olacak” diye konuştu.
tan sonra tamamlanmasına yö-
dirdi. Millî Eğitim Akademisi’nin,
nelik çalışmaların yavaş ilerledi-
Millî Eğitim Bakanlığı Teşkilat
ğini belirten Bakan Çelik, bina-
Kanunu’nda yer almasına rağ-
nın depreme dayanıklı olmayan
men bir yasası bulunmadığını,
bölümlerinin
karşı
bu nedenle sadece kağıt üzerin-
güçlendirildiğini ve yapımının
de kaldığını anlatan Bakan Çe-
2005 yılında tamamlandığını
lik, hazırlanan Millî Eğitim Aka-
kaydetti.
demisi Kanun Taslağı’nın Ba-
depreme
Konuşmaların ardından Bakanlar Çiçek ve Çelik, Akademinin ve Ders Aletleri Yapım Merkezi’nin açılışını yaptı ve beraberindekilerle binaları gezerek
bilgi aldı.
Yüksek Öğretimde
Türk-İngiliz İşbirliği
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr.
lu Devlet Bakanı David Lammy
Bakan Çelik, mesleki eğitim ve
Hüseyin Çelik, Türkiye’de Türk-
ile bir araya geldi. Millî Eğitim
diğer alanlarda iki ülke arasında
İngiliz Üniversitesi kurulması
Bakanlığı Tevfik İleri Toplantı
nasıl işbirliği yapılabileceği üze-
konusunu görüşmek üzere İngil-
Salonu’nda gerçekleşen görüş-
rinde duracaklarını söyledi.
tere Yükseköğretimden Sorum-
meye ilişkin açıklama yapan
46
Ele alacakları temel konula-
Nisan 2009
rından birinin Türkiye’de bir
son ziyareti esnasında İngiltere
Türk-İngiliz üniversitesi kurul-
ile stratejik, ortaklık anlaşması
ması olduğunu ifade eden Ba-
yapıldı. Bu anlaşmanın hüküm-
kan Çelik, İngiltere’nin yükse-
leri içerisinde böyle bir üniversi-
köğretim bakımından dünyanın
tenin kurulması da iki tarafın ira-
önde gelen ülkelerinden birisi
desiyle ortaya konulmuştur. Biz,
olduğunu belirtti. Bakan Çelik,
bugünkü toplantıda bunun im-
“Biz de İngiltere’ye yıllardan be-
kanları üzerinde konuşacağız.
ri lisansüstü alanında öğrenci
Bu bir devlet üniversitesi mi ol-
gönderiyoruz. 2006 yılından iti-
malıdır, yoksa bir vakıf üniversi-
baren her yıl 1000 öğrenci gön-
tesi mi olmalıdır? Bunlar üzerin-
dermeye karar verdik” dedi.
de duracağız” diye konuştu.
kaydettiğimiz ilerlemedir” dedi.
İngiltere ve Türkiye ortaklığında kurulabilecek bir üniversitenin yapısı hakkında görüşeceklerini belirten Lammy, İngiltere’nin önemli üniversitelerinden Liverpool Üniversitesi’nin
böyle bir ortaklıkla yakından ilgilendiğini kaydetti.
Lammy, bu ortaklığın en yakın bir zamanda kurulmasının
çok olumlu bir gelişme olacağını
İngiltere’nin yükseköğretim-
Bakan Lammy de, “Türkiye
deki önemli birikimini Türkiye’ye
ile ilişkilerimiz hiç bir zaman şu
taşımak için, Türk-İngiliz üniver-
anda olduğu kadar iyi bir sevi-
sitesi kurulmasını hedefledikle-
yeye gelmemiştir. Bu iyi ilişkile-
rini söyleyen Bakan Çelik, “Sa-
rin en iyi göstergelerinden biri
yın Başbakanımızın İngiltere’yi
de ortak eğitim hedeflerinde
ifade ederek, toplantıda öğrenciler arasında değişim projesini,
eğitim kurumları arasında sistemli bir işbirliğini de konuşacaklarını söyledi.
Öğretmen Okullarının Kuruluşunun
161. Yıl Dönümü Kutlamaları
Millî Eğitim Bakanı Doç. Dr.
Tarım toplumunda insanların
verenler, bilgiyi ön plana çıka-
Hüseyin Çelik, Van Kültür Mer-
geçimlerini kas güçlerini kulla-
ranlar, dünyadaki en büyük zen-
kezi’nde, Öğretmen Okullarının
narak sağladığını belirten Ba-
ginliğin sahibidir. Bilgi toplu-
Kuruluşunun 161. yıl dönümü
kan Çelik, “Sanayi toplumunda
munda, büyük sanayiye, fabri-
kutlamaları kapsamında düzen-
insanlar makineleri keşfettiler ve
kalara veya yer üstü, yer altı
lenen törene katıldı. Burada ko-
mekanikle insan gücünü birleşti-
kaynaklarına sahip olanlar, zen-
nuşan Bakan Çelik, insanlığın
rerek zenginlik kazandılar” diye
gin sayılmıyor. Kimde bilgi var-
tarım toplumundan sanayi top-
konuştu. Bilgi toplumunda ise
sa ve bilginin teknolojiye uyar-
lumuna, sanayi toplumundan
insanların çok farklı evreye gir-
lanması kimde en iyiyse onlar
bilgi toplumuna geçerek bugün-
diğini vurgulayan Bakan Çelik,
en zengin toplumlardır. Bill Ga-
lere geldiğini söyledi.
şöyle devam etti: “Kafaya önem
tes’i dünyanın en zengini yapan
47
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim
fabrikaları değildir. Temelinde
lardır. Çünkü yeryüzünün en
dürdü: “Fakat bu şimdi değiş-
bu kafa meselesinin ön planda
saygın mesleği öğretmenliktir.
miştir. Eğitim fakültelerinin öğ-
olması ve kafaya verilen önem
Öğretmenin yetiştirdiğine bir fi-
renci alma yüzdeliği ile hukuk
yatmaktatır. Japonya bu örnek-
yat biçilemez. Kuyumcunun, el-
fakültelerinin öğrenci alma yüz-
lerden biridir. Japonya’nın nüfu-
masçının üretimine paha biçebi-
deliği hemen hemen aynıdır. Bu
su Türkiye nüfusunun iki katıdır.
lirsin ama öğretmenin yetiştirdi-
son derece önemlidir. Göreve
Kişi başına 45 bin dolara sahip
ğine fiyat biçemezsin.”
başladığımızda toplam 102 öğ-
olan ve dünyanın en zengin teknolojisine sahip bir ülkedir. Yer
altında ve üstünde madeni yok.
Teknolojiyi ve bilgisayarı yakalaması Japonya’yı zengin hale
getirmiştir. Bunun çok iyi okutul-
Yeryüzünün en büyük zenginliğinin insan olduğunu vurgulayan Bakan Çelik, insan kaynakları konusunda Türkiye’nin
son derece zengin olduğunu
Malzemelerinin insan olduğunu ifade eden Millî Eğitim Bakanı Çelik, şunları kaydetti: “Ye-
tiştirdiğimiz, yüceltmeye çalıştığımız ve aydınlatmaya çalıştığımız insandır. İşin şekli değişse
de zamanın çarklarına göre yeni yeni uygulamalar ortaya çıksa da ruh ve öz aynıdır. Osmanlıcada bir atasözü vardır, ‘Devlet
kalem ile kılıç üzerinde durmaktadır.’ İki türlü ordu vardır. Şüphesiz ki silahlı ordular idealimizi
temin eder ama bizim kalemli
91 Anadolu Öğretmen Lisesi
daha ekledik. Öyle derme çatma binalar da değil. Üniversite
kampüslerine benzeyen okullar
yaptık. Açtığımız bu yeni okulla-
söyledi.
ması ve iyi tecrübe edilmesi gerekiyor.”
retmen okulu vardı. Bu sayıya
rın binalarına bakarsanız gerTürkiye’nin, dünyanın en
çekten çok güzel ve modern.
genç nüfusuna sahip olduğuna
Gençlerin ihtiyaçlarına cevap
dikkati çeken Bakan Çelik, şöy-
verecek okullardır. Bazı okulla-
le konuştu: “Bu bizim için çok
rımızın kendilerine ait kampüs-
önemli bir imkândır. Biz pergel
leri yok ama TOKİ ile yaptığımız
gibi olacağız. Bir ayağımız Tür-
anlaşmada, 2010’da tüm Ana-
kiye’de, diğer ayağımız bütün
dolu öğretmen liseleri söyledi-
dünyayı içine alabilecek bir açı
ğim tarzda birer kampüse kavu-
oluşturmalıdır.
Antenlerimiz
şacak. Öğretmenler istikbale in-
dünyaya açık olmalıdır. İnsan-
san yetiştirmeye devam ede-
lıkla nasıl uzlaşacağımızı öğre-
cek.”
ten ve öğrenen bir gençlik yetiştirdiğimiz zaman biz bu meseleyi hep birlikte aşarız. Bu gençliği siz öğretmenler yetiştireceksi-
Etkinliklere, Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve
Eğitimi Genel Müdürü Ömer Balıbey, Millî Eğitim Müdürü Yahya
niz.”
ordularımız, bizim istikbalimizi
Yıldız, okul müdürleri ve öğren-
temin eder. Dolayısıyla eğitim
Ailelerin, 70 ve 80’li yıllarda
davası bir istikbal davasıdır. Öğ-
çocuklarına ‘’Hiçbir şey olamaz-
retmen arkadaşlarım bizim ka-
san bari bir öğretmen ol’’ dedik-
lemli kuvvetlerimizin komutanla-
lerini ifade eden Millî Eğitim Ba-
rıdırlar. Onlar saygıdeğer insan-
kanı Çelik, sözlerini şöyle sür-
ciler katıldı.
Bakan Çelik, daha sonra
“Dünden Bugüne Van’da Eğitim
Fotoğrafları” sergisinin açılışını
yaptı.
48

Benzer belgeler