Anemon Dergi 1.sayı - Muş Alparslan Üniversitesi

Transkript

Anemon Dergi 1.sayı - Muş Alparslan Üniversitesi
ANEMON
MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ
ULUSAL HAKEMLİ DERGİ
ISSN: 2147-7655
CİLT/VOL: 1 SAYI/NO:1
YIL/YEAR: HAZİRAN/JUNE 2013
ANEMON
MUŞ ALPARSLAN ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER DERGİS
Sahibi
Muş Alparslan Üniversitesi Adına
Prof. Dr. Nihat İNANÇ (Rektör)
Editör
Doç. Dr. Emin ÇELEBİ
Editör Yardımcıları
Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN
Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ
Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN
Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Bayram COŞKUN
Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT
Prof. Dr. Hasan ÇİFTÇİ
Doç. Dr. Abdullah KIRAN
Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN
Doç. Dr. Emin ÇELEBİ
Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ
Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN
Yrd. Doç. Dr. Fikret GEDİKLİ
Yrd. Doç. Dr. İsmet KESEN
Yrd. Doç. Dr. Kadir ÜÇAY
Yrd. Doç. Dr. M. Kamil COŞKUN
Yrd. Doç. Dr. Nurullah ULUTAŞ
Yrd. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ
Yrd. Doç. Dr. Süleyman AYDENİZ
Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM
Sekreterya
Arş. Gör. Bahattin ÇATMA
Arş. Gör. Berat ÇİÇEK
Arş. Gör. Kübra KULAKLIKAYA
Arş. Gör. Önder TİLCİ
Grafik Tasarım
Erdal YILDIZ
Danışma Kurulu/Advisory Board
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN (İstanbul Üniversitesi), Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA (Mardin
Artuklu Üniversitesi),Prof. Dr. Alev SINAR UĞURLU (Uludağ Üniversitesi),Prof. Dr. Ali TAŞKIN
(Cumhuriyet Üniversitesi),Prof. Dr. Ali UZUN (19 Mayıs Üniversitesi),Prof. Dr. Bayram COŞKUN
(Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Bilal ERYILMAZ (İstanbul Medeniyet Üniversitesi),Prof.
Dr. Bilgehan PAMUK (Gaziantep Üniversitesi),Prof. Dr. Erdoğan ERBAY (Atatürk
Üniversitesi),Prof. Dr. Eyüp G.İSPİR (Gazi Üniversitesi, TODAİE),Prof. Dr. M. Faysal GÖKALP
(Uşak Üniversitesi),Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT (Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Hasan
ÇİFTÇİ (Muş Alparslan Üniversitesi),Prof. Dr. Hüsamettin ERDEM (Selçuk Üniversitesi),Prof.
Dr. İsmail TAŞ (Şırnak Üniversitesi),Prof. Dr. Kazım YOLDAŞ (Bingöl Üniversitesi),Prof.
Dr. Mehmet Hüseyin BİLGİN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi),Prof. Dr. M. Sait ŞİMŞEK
(Necmettin Erbakan Üniversitesi),Prof. Dr. Mahfuz SÖYLEMEZ (İstanbul Üniversitesi),Prof. Dr.
Mustafa AYDIN (Selçuk Üniversitesi),Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK (Çukurova Üniversitesi),Prof.
Dr. Ramazan YELKEN (Selçuk Üniversitesi),Prof. Dr. Şamil DAĞCI (Ankara Üniversitesi),Prof.
Dr. Şehabettin YALÇIN (Kâtip Çelebi Üniversitesi),Prof. Dr. Şehmus DEMİR (Atatürk
Üniversitesi),Prof. Dr. Tuncer ASUNAKUTLU (Muğla Üniversitesi),Prof. Dr. Turgay UZUN
(Muğla Üniversitesi),Prof. Dr. Veli URHAN (Gazi Üniversitesi),Prof. Dr. Yasin AKTAY (Yıldırım
Beyazıt Üniversitesi),Doç. Dr. Abdullah KIRAN (Muş Alparslan Üniversitesi),Doç. Dr. Ali UTKU
(Atatürk Üniversitesi),Doç. Dr. Bülent SÖNMEZ (Dicle Üniversitesi),Doç. Dr. Emin ÇELEBİ
(Muş Alparslan Üniversitesi),Doç. Dr. Erdal BAYKAN (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Doç. Dr.
Hasan ÇİÇEK (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Doç. Dr. Mustafa ÇEVİK (Adıyaman Üniversitesi),Doç.
Dr. Mustafa YAĞBASAN (Fırat Üniversitesi),Doç. Dr. Yılmaz KARADENİZ (Muş Alparslan
Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKKAYA (Adıyaman Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ahmet YAYLA
(Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ercan ÇAĞLAYAN (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd.
Doç. Dr. İbrahim KESKİN (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. İskender DÖLEK (Muş
Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATAR (Yüzüncü Yıl Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr.
Naim ÜRKMEZ (Erzurum Teknik Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Ömer Tuğrul KARA (Çukurova
Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Recep Arslan (Muş Alparslan Üniversitesi),Yrd. Doç. Dr. Yusuf
BATAR (Muş Alparslan Üniversitesi)
ANEMON MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi yılda en az iki sayı olarak yayınlanan ulusal hakemli bir
dergidir. ANEMON’da yayınlanan yazıların bilimsel ve hukukî sorumluluğu yazarlarına aittir.
Yayınlanan yazıların bütün yayın hakları Muş Alparslan Üniversitesi’ne ait olup, yayıncının izni
olmadan kısmen veya tamamen basılamaz, çoğaltılamaz veya elektronik ortama taşınamaz.
İletişim:
Tel:0 436 249 49 49 - 1201 - Fax:0 436 213 00 28
Web:www.alparslan.edu.tr / e-mail:[email protected]
Adres: Muş Alparslan Üniversitesi / Rektörlük
BU SAYININ HAKEMLERİ
Prof. Dr. Bayram COŞKUN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Prof. Dr. Fethi Ahmet POLAT (Muş Alparslan Üniversitesi)
Prof. Dr. Hasan ÇİFTÇİ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet Hüseyin BİLGİN (İstanbul Medeniyet Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdullah KIRAN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Doç. Dr. Abdülcelil BİLGİN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Doç. Dr. Ali SAYILIR (Muş Alparslan Üniversitesi)
Doç. Dr. Hasan ÇİÇEK (Yüzüncü Yıl Üniversitesi)
Doç. Dr. İbrahim ERDOĞAN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Doç. Dr. Mehmet ÖNAL (İnönü Üniversitesi)
Doç. Dr. Mustafa ÇEVİK (Adıyaman Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ahmet AKKAYA (Adıyaman Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Cemil ORUÇ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin DOĞAN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İskender DÖLEK (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. İsmet KESEN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Kadir ÜÇAY (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. M. Kamil COŞKUN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Nurullah ULUTAŞ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk ALTUNÇ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Ömer Tuğrul KARA (Çukurova Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Reşat AÇIKGÖZ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Serdal SEVEN (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Süleyman AYDENİZ (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Şahin EFİL (İnönü Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Veli SIRIM (Muş Alparslan Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Yusuf BATAR (Muş Alparslan Üniversitesi)
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
SİYASETİN KÜLTÜREL VE SOSYAL HAYATTAKİ YANSIMALARI
BAĞLAMINDA “ENSÂR VE MUHACİR” KAVRAMLARI /
REFLECTIONS OF THE POLITICS ON THE CULTURAL AND SOCIAL LIFE
IN THE CONTEXT OF THE CONCEPTS; “ANSAR AND MUHADJIR”
Adnan DEMİRCAN
7-16
THE ARAB SPRING AND THE CHANCE OF
DEMOCRATIC TRANSFORMATION IN SYRIA /
ARAP BAHARI VE SURİYE’DE DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM İMKANI
Abdullah KIRAN
17-33
WHITEHEAD’IN MEDENİYETLEŞMEYE İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ/
WHITEHEAD’S THOUGHTS ON CIVILISATION
Kasım MOMİNOV
35-44
DELİLİK VE ESER YOKLUĞU: BİR SINIR DENEYİMİ OLARAK DELİLİK /
MADNESS AND THE ABSENCE OF AN OEUVRE:
MADNESS AS A BOUNDARY EXPERIENCE
Ümit KARTAL
45-54
BİLGİ YÖNETİMİ VE EĞİTİM YÖNETİMİNE UYGULAMASI /
KNOWLEDGE MANAGEMENT AND APPLICATION
OF EDUCATIONAL MANAGEMENT
İsmet KESEN
55-85
EĞİTİM MÜFETTİŞLERİNE GÖRE MESLEKTAŞ İZLENİMİ /
COLLEAGUE IMPRESSION ACCORDING TO EDUCATION INSPECTORS
Müzeyyen ÖVÜR – R. Şamil TATIK
87-104
OKUL YÖNETİCİLERİNİN REHBERLİK HİZMETLERİNE BAKIŞ
AÇILARI ÜZERİNE OKUL REHBER ÖĞRETMENLERİNİN GÖRÜŞLERİ/
PERCEPTIONS OF SCHOOL GUIDANCE TEACHERS ON SCHOOL
ADMINISTRATORS’ PERSPECTIVES ABOUT GUIDANCE SERVICES
İbrahim Hakan KARATAŞ Murat POLAT
105-124
ÇOCUK EDEBİYATINDA YAŞ GRUPLARINA
GÖRE KİTAPLAR VE ÖZELLİKLERİ /
FEATURES OF JUVENILE BOOKS ACCORDING TO
AGE GROUPS IN CHILDREN’S LITERATURE
Ferhat ÇİFTÇİ
125-138
DERLEME SÖZLÜĞÜ’NDE AYAKKABI VE
AYAKKABICILIKLA İLGİLİ SÖZ VARLIĞI
VOCABULARY ABOUT SHOES AND SHOEMAKING IN GLOSSARY OF REVIEW
Murat PARLAKPINAR
139-154
KÜLTÜR FARKLILIKLARI EKSENİNDE GİRİŞİMCİLİK
ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİMLER VE YABANCI GİRİŞİMCİLİK /
THE VARIEGATIONS IN ENTREPRENEURSHIP PERCEPTION AS PART
OF CULTURAL DIVERSITY AND FOREIGN ENTREPRENEURSHIP
Hayriye BAŞCI NUR Filiz ERATAŞ
155-171
KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA KALKINMA
POLİTİKALARINA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ /
A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE TO DEVELOPMENT
POLICIES IN THE CONTEXT OF GLOBALIZATION
Atik ASLAN
173-190
YALIN LOJİSTİK AÇISINDAN KONAKLAMA İŞLETMELERİNİN TEDARİK
ZİNCİRİ YAPISI VE KARŞILAŞTIRMALI BİR MALİYET ANALİZİ/
SUPPLY CHAIN STRUCTURE OF ACCOMMODATION ENTERPRISES IN
TERMS OF LEAN LOGISTICS AND A COMPARATIVE COST ANALYSIS
Halil SAVAŞ İsmail KILIÇ
191-222
TEZ TANITIM VE DEĞERLENDİRME /
INTRODUCTION AND ASSESMENT OF A THESIS
Ayhan BİLMEZ
223-126
Adnan DEMİRCAN
Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları
Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
SİYASETİN KÜLTÜREL VE SOSYAL HAYATTAKİ YANSIMALARI
BAĞLAMINDA “ENSÂR VE MUHACİR” KAVRAMLARI
REFLECTIONS OF THE POLITICS ON THE
CULTURAL AND SOCIAL LIFE IN THE CONTEXT OF
THE CONCEPTS; “ANSAR AND MUHADJIR”
Adnan DEMİRCAN*1
Özet
Peygamberliğin Medine döneminde Müslümanları tanımlamak üzere kullanılan alt kimlik arasında Ensâr ve Muhacir kavramlarının özel bir yeri vardır. Bununla birlikte Resûlullah’tan sonraki
dönemlerde Ensâr ve Muhacir kavramlarına nispet edilmede farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ensâr kavramına mensubiyet ve bu kelimeyi kimlik olarak kullanmak daha yaygın iken Muhacir kavramını kimlik
olarak kullananlar yok denecek kadar azdır. Hz. Peygamber döneminde Muhacirlerden olmak büyük
bir şeref ve iftihar sebebi iken Muhacirlerin çocuklarının kendilerini babalarının bu sıfatına nispet
etmemeleri dikkat çekicidir. Elinizdeki makalede, bunun siyasî sebepleri üzerinde durulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Muhacirler, Ensâr, Kureyş, siyaset.
Abstract
There is special importance of the concepts of Muhajir and Ansar that were the sub-identity to
describe Muslims when the prophet was at Madina. However, there are differences in the usage of
those concepts after the prophet. While the concept of Ansar and their usage as an identity was so commonly used, concept of Muhadjir was much less in usage as an identity. Although it was considered
to be Muhadjir as a great honor in time of the Prophet, it is interesting that their descendants did not
attach themselves to their father’s honorary title “Muhadjir”. In this article, we will deal the political
reasons of them.
Keywords: al-Muhādjirūn [Emigrants], al-Ansār [Helpers], Quraysh, politics.
Y
*1 Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi. İlahiyat Fakültesi., [email protected]
7
Demircan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
“İnsanlar emirlik işinde Kureyş’e tabidirler. Müslümanları Müslümanlarına, kâfirleri kâfirlerine tabidir.”1
Hadis
Siyasetin, din, kültür, sosyal hayat, hukuk ve ekonomi ile sıkı bir ilişkisi olduğu inkâr
edilemez. Bu alanlarda karşılıklı etkileşimin izlerini çeşitli yönleriyle tespit etmek mümkündür. Günümüzde siyasîlerin çeşitli görüşlerinin teşekkülü ve sergiledikleri icraatları
gibi konularda; mensup oldukları şehrin, bölgenin, dinin, mezhebin; aldıkları eğitimin;
aile ve çevrelerinden etkilendiklerine dair iddiaların zaman zaman dillendirildiğini görüyoruz. Siyasîler, manevî dünyalarını inşa eden birçok etkenle birlikte siyaset yaparlar. Keza siyasilerin aldıkları kararların ve icraatlarının farklı etkilerini toplumun çeşitli
katmanlarında ya da kurumlarda görmek de mümkündür. Biz bu kısa makalede, siyasî
tutumun mensubiyet anlayışını nasıl şekillendirebildiğini Muhacir ve Ensâr kavramlarına
nisbet çerçevesinde ele almaya çalışacağız.
Sözlükte “ilgi kurmak, nispet etmek, atfetmek, akraba olmak, yakınlık kurmak” gibi
anlamlar taşıyan ve nesep kökünden gelen nisbe kelimesi (çoğulu niseb) “bir şeyin bir
yere, bir aile, kabile ya da topluluğa, bir din yahut mezhebe, bir meslek ya da sanata, bir
sıfata vb. bağlanması, onunla ilişkilendirilmesi” demektir. Nisbeye neseb, [çoğulu ensâb]
veya izafe adı da verilmektedir.2
Araplarda nispe bir tür kimliktir, kişinin biyografisinin parçasıdır; hatta günümüzde
iş başvurularında talep edilen özgeçmişin gördüğü işlevin bir kısmını görür. Zira kişinin,
hayatında önemli bir yere sahip olan kabile, şehir, mezhep gibi mensubiyetlere nispet
edilerek tanınması sağlanır. Kişinin ailesine, kabilesine, şehrine ya da bölgesine nispet
edilmesi onun kökeni açısından büyük önem taşır. Kişinin hayatında önemli olan seyahat
ettiği ya da yaşadığı yerin zikredilmesi de önemli bir biyografik bilgidir. Araplar buna
değer verdikleri için bazen bir kişinin birden çok yere nispet edildiğini görüyoruz.
Karşımıza çıkan bir âlimin aynı zamanda el-Kûfî, el-Bağdâdî, el-Mısrî olarak zikredilmesi bizi şaşırtmamalıdır. Bu nisbelerden, kişinin bütün bu yerlerle doğum, eğitim,
görev sebebiyle ilişkisi olduğunu anlarız.
Muhacir ve Ensâr Kavramlarının İslâm Kültüründeki Yeri
Hz. Peygamber’in hicretinden sonra ortaya çıkan Muhacir ve Ensâr kavramları, onun
yaptığı önemli sosyal düzenlemelerin göstergelerinden biridir. Bu kavramlar Kur’ânî
kavramlar olarak İslâm toplumunu tanımlamak üzere kullanılmaya başlanmıştır. Kavramların ortaya çıkışı Mekkeli Müslümanların hicret etmesi ve Medineli Müslümanların
onları yurtlarında barındırmalarıyla başlamıştır. Ancak bu kavramların, yerine ihdas edildiği nitelemelerden ve nisbelerden farklı özelliklere sahip oldukları görülmektedir.
Hz. Peygamber döneminde İslâm ümmetini tanımlamak için Müslüman [muslim=muslimûn] adı kullanılıyordu. Bunun dışında alt kimlikler olarak kabile kimlikleri de
Müslim, İmâre 1.
1
2 Avcı,“Nisbe”, DİA, XXXIII, 142.
Y
8
Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları
vardı. İslâm, ırkçılığı yasaklamakla birlikte kişinin ailesini ve soyunu tanımlayıcı nitelemeleri reddetmemiş, bilakis kişinin soyunu inkâr etmesini yasaklamıştır.
Medine döneminde, Mekke’den hicret eden Müslümanlar için Muhacir adı betimleyicidir. Zira onlar Allah’ın rızasını umarak yurtlarını terk edip Medine’ye gitmişlerdir.
Muhacirlerin çoğu Kureyş kabilesinin farklı kollarına mensuptu. Burada alt kimlikleri
ortaya çıkarmak, ümmetin birliği açısından faydasız bir iştir. Bu sebeple birleştirici ortak
özellikleri olan hicret eylemini gerçekleştirmiş olmaları uygun bir tanımlamadır.
Medineli Müslümanlar ise yurtlarına hicret eden din kardeşlerine Allah’ın rızasını
umarak yardım edenlerdir. Onların bu yardım ve destekleri Ensâr olarak isimlendirilmeleri suretiyle tescil edilmiştir. Medinelilerin kabile kimlikleri de mevcuttur. Bunlar esasen
iki kardeş kabile olan Evs ve Hazrec kabilelerine mensuplardı. Bu iki kardeş kabile arasında İslâm’dan önce var olan bir kan davası sebebiyle savaşlar meydana gelmişti. Kabile
kimliği, onlar için düşmanlığı hatırlatan, birleştirici değil bölücü bir kimliktir. Oysa Ensâr
adı, birleştirici bir özelliğe sahiptir.
Kur’ân’da Ensâr ve Muhacirler Allah rızasını kazanmak için yaptıkları fedakârlıklar
sebebiyle övülmüşlerdir:
“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihat edenler, (Muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.
Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihat edenler de sizdendir...”3
“İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve
(Muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının
dostlarıdır.”4
Dikkat çeken ilginç hususlardan biri şudur: Hz. Peygamber döneminde Kureyş ismi
daha çok Mekkeli müşrikler için kullanılıyordu. Kur’ân-ı Kerim’de sadece bir yerde geçen bu isim, Cahiliye dönemi Kureyş’inin ticarî amaçlı yaz ve kış seferlerinden bahseder.5
Hz. Peygamber Kureyş’le daha çok müşrik Mekkelileri kasteder. Çünkü Allah Resûlü
tebliğe başladığında Kureyş’in ileri gelenleri (mele’) atalarının dinine aykırı gördükleri
yeni dinle mücadele ettiler. Onların meşruiyet dayanağı atalarının dini, yani Kureyş’in
diniydi. Bir anlamda onlar Kureyş kimliğini kullanarak Allah Resûlü’nü engellemeye
çalışmışlardır.
Muhacir Kavramı
3
Enfâl 8/74-75.
4
Enfâl 8/72.
5
Kureyş 106/1-4.
6
Ankebût 29/26; Nisa 4/100.
7
Tevbe 9/100, 117; Nur 24/22; Ahzab 33/6; Haşr 59/8.
8
Mümtahine 60/10.
Y
Muhacir [çoğulu: muhâcirûn] kelimesi Kur’ân’da tekil olarak iki yerde,6 eril-çoğul
olarak beş yerde7 ve dişil-çoğul (Muhacirât) olarak bir yerde8 geçmektedir.
Allah Resûlü döneminde Ensâr’dan olmak önemli bir şeref ve iftihar vesilesi olmakla
9
Demircan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
birlikte Muhacir olmak daha değerli vasıftır. Allah Resûlü bir konuşmasında, “Eğer hicret
(şerefi) olmasaydı Ensâr’dan olmak isterdim.”9 buyurur.
Mekke döneminde Müslümanların gördükleri baskılar hicreti zorunla hale getirmiş;
hatta hicret etmek hak-batıl mücadelesinde taraf olmak anlamına gelmiştir. İmkânı olduğu halde hicret etmeyenler ise eleştirilmiştir: “Kendilerine yazık eden kimselere melekler,
canlarını alırken, ‘Ne işte idiniz?’ dediler. Bunlar, ‘Biz yeryüzünde çaresizdik.’ diye cevap
verdiler. Melekler de, ‘Allah’ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!’ dediler. İşte
onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir! Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar
müstesnadır. İşte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedicidir, bağışlayıcıdır.”10
Mekkeliler açısından bakılırsa Muhacir kavramının Mekke Müslümanları için kullanılması, onları yurtlarından çıkaran Kureyşli akrabalarından ayıran ve hicretin önemine
vurgu yapan bir özelliğe sahiptir. Hicretten sonra Kureyş isminin Hz. Peygamber’i ve
davasını reddeden ve onlara meşruiyet tanımayan müşrik Mekkeliler için kullanılmasının
bilinçli bir tercih olduğu muhakkaktır. Zira Kureyşliler, kendi varlıklarını ve kimliklerini
bu tanımlamayla ortaya koymuşlardır. Oysa Kur’ân ve Peygamber Medine’ye hicretten
sonra kendilerini inanca bağlı bir nitelemeyle tanıtmayı tercih etmişlerdir. Bu da Allah
yolunda memleketini terk eden Müslümanları ifade eden Muhacir kavramıdır.
Muhacir kavramı, Mekke fethine kadar Mekkeli Müslümanlar açısından dine bağlılığı
ifade eden bir kavram olmuştur. Zira Mekke’nin fethine kadar imkân bulan Müslümanların hicret etmesi, Hz. Peygamber ile onu reddeden Kureyş arasında tercih yapmak anlamına gelmektedir. Bu öneminden dolayı Muhacir olmanın kültürde ayrı bir yeri vardır.
Hz. Peygamber döneminde Müslümanlar arasında Mekke’den Medine’ye hicret etmiş
olmak fazilet sebebi olarak değerlendiriliyordu. Bir gün Hz. Ömer, Esma bt. Umeys’e
“Hicrette sizi geçtik. Bundan dolayı Resûlullah’a (s) sizden daha layık ve yakınız!” dedi.
Esma, Hz. Ömer’in bu sözlerinden alınarak söylediklerini Resûlullah’a (s) anlattı. Hz.
Peygamber ona ne cevap verdiğini sordu. Ardından, “Bu hususta o bana sizden daha layık ve yakın değildir. Onun ve arkadaşlarının bir hicreti, siz gemiyle yolculuk yapanların
[Habeşistan Muhacirlerinin] ise iki hicreti vardır.” buyurdu.11 Bilindiği gibi Esma, eşi
Cafer b. Ebî Tâlib’le birlikte Mekke’den Habeşistan’a gemiyle hicret etmiş; oradan da
Kızıldeniz’i geçerek Medine’ye gitmiştir. Hz. Peygamber Mekke’den Habeşistan’a, oradan da Medine’ye gidenlerin iki hicret yaptıklarını vurgulayarak Esma’ya iltifat etmiştir.
Hz. Ömer de atıyyelerin dağıtımında Mekke fethine kadar geçen zaman aralığında
Müslüman olanlara, ya da belli başlı hadiselerde yer alanlara fetihten sonra Müslüman
olanlardan daha fazla atıyye vermiştir.
Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethinden sonra hicretin sona erdiğine dair “Fetihten
sonra hicret yoktur.”12 sözü fetihle birlikte Müslümanlar için yükümlülük olan hicretin
Müslim, Zekât 139; Ahmed b. Hanbel, II, 315.
9
10 Nisâ 4/97-99.
11 Buhârî, Meğâzî 38; Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 169.
12 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45.
Y
10
Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları
sona erdiğini ifade eder. Bununla birlikte hicretin kıyamete kadar devam edeceğine dair
bir hadis de nakledilir: “Tövbe sona ermedikçe hicret sona ermez; güneş batıdan doğuncaya kadar da tövbe son bulmaz.”13 Bu hadis, hicret olgusunun sadece bu döneme mahsus
olmadığını, tarihin değişik zamanlarında hicret koşullarının oluşabileceğini ifade eder.
Ancak rivayetin Muaviye’den nakledilmiş olması yaşadığı dönemde Muhacir olmanın
toplum nezdindeki değerini göstermektedir. Eğer hadis sahihse, bu rivayetin Muaviye
tarafından tespit edilmesini gerektirecek sosyal koşulların olduğu görülmektedir.
Bilindiği gibi Muaviye, Mekke fethinden sonra Müslüman olmuş; fetihten kısa bir
süre sonra Medine’ye gitmesine rağmen İslâm kültürü içinde muhacirlerden sayılmamıştır.
Hz. Ali, kendisiyle siyasî mücadeleye girişen Muaviye’yi Mekke fethi sırasında Müslüman olması sebebiyle eleştirmiş; onun Tulekâ’dan14 olduğunu söyleyerek hilafet iddiasının olamayacağını vurgulamıştır.15
Ensâr Kavramı
Ensâr kelimesi “yardım etmek” anlamındaki nasr kökünden türeyen nasîr ya da nâsır sıfatının çoğulu olup ism-i mensubu ensârîdir [çoğulu: ensâriyyûn].16 Enes b. Mâlik’in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur’ân’da yer almıştır.17 Ensâr tabiri bu anlamıyla
Kur’ân’da iki yerde18 Muhacirlerle birlikte geçmekte ve Allah’ın her iki topluluktan da
hoşnut olduğu belirtilmektedir.19
Müslümanların hicretinden önce Medine ahalisi, Yahudiler ve Araplar olmak üzere
etnik-dinî iki gruptan meydana geliyordu.20 Yahudiler Nadîr, Kaynuka ve Kurayza kabilelerine ayrılırken Araplar Evs ve Hazrec gibi iki büyük kabileden oluşuyordu. Bu iki
Arap kabilesi arasında düşmanlık bulunduğu için kan bağına dayalı tasnifin yerine “Allah
Resûlü’ne ve Mekkeli Müslümanlara yardım edenler” anlamında Ensâr tabirinin tercih
edilmesi, hem onları birleştirici hem de akideye dayalı bir tasniftir.
Ensâr tabirinin Medine yıllarında zaman içinde yerleştiği görülmektedir. Bu kavram
hem Hz. Peygamber tarafından, hem de Raşid Halifeler döneminde birçok olay sırasında
Medineli Müslümanlara iltifat amacıyla kullanılmıştır. Kavram, olumlu anlamı sebebiyle
Medineliler tarafından da sahiplenilmiş, her zaman bir iftihar vesilesi olmuştur. Ülkemizde bugün bile kendilerini Ensâr’a nispet eden birçok insanın olduğunu biliyoruz. Bu bağ13 Dârimî, Siyer 70.
14 Tulekâ, Mekke fethinden sonra yaptığı konuşma sırasında Hz. Peygamber’in Mekkelilere “Entumu’t-tulekâ”
(Özgürsünüz, gidebilirsiniz!) dediği için kullanılan bir tabirdir.
15 Minkarî, s. 29; İbn Kuteybe, I, 85; İbn A‘sem, I [I-II], 515.
16 Algül,“Ensâr”, DİA, XI, 251.
17 Buhârî, Menâkibü’l-ensâr 1; Algül, “Ensâr”, DİA, XI, 251.
18 Tevbe 9/100, 117.
19 Algül, “Ensâr”, DİA, XI, 251.
20 Yahudilerin bir kısmının Arap olduğu hesaba katılırsa bu tanımların zaman zaman iç içe geçtiğini söylemek de
Y
mümkündür.
11
Demircan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
lamda Ensâr, Ensaroğlu, Ensari, Ensarioğlu ve ismin Türkçesi olan Yardımcı soyadının
çokça kullanıldığına şahit oluyoruz.
Siyasî İlişkilerin Kimlik Tanımlamaya Etkisi
Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ensâr ve Muhacir kavramlarının farklı amaçlarla
kullanıldığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Ensâr tarafından düzenlenen Sakîfe toplantısına katılan Hz. Ebû Bekr, Hz. Peygamber’in yerine birisini seçmek
amacıyla bir araya gelen Ensâr’a Resûlullah’a (s) ve Müslümanlara yaptıkları yardımlar
sebebiyle iltifat etti. Öte yandan Hz. Ebû Bekr, Muhacirlerin faziletlerinden söz ettikten
sonra Arapların ancak Kureyşli birisine itaat edebilecekleri tezini temellendirmeye çalışarak iktidarın kendilerinde olması lazım geldiğini savundu. Hz. Ebû Bekr’in buradaki
konuşması planlanmış bir konuşma değildi, ancak Kureyş’i parçalayıcı bir tanımlama
yapmasının elini zayıflatacağını biliyordu. Ayrıca kullanabileceği en etkileyici siyasî argümanlardan biri buydu. Buradaki konuşmalarda Kureyş’in kimliğini bütünleştiren bir
tanımlama yaparken, Ensâr tanımının da Medineli Müslümanları bütünleştirici yönüne
vurgu yapmış; aynı toplantıda, iktidarın Ensâr’ın eline geçmesi halinde Hz. Peygamber’in hicretiyle birlikte Medine’de sağlanan birliğin ve kardeşliğin zarar görebileceğine
işaret edilmiştir.21
Hz. Ali, Sakîfe toplantısındaki Kureyşîlik vurgusuna, akrabalık açısından bir değerlendirme yaparak karşı çıkmaktadır: Ona Sakife toplantısı hakkında haber ulaşınca,
“Ensâr ne dedi?” diye sordu. “Bizden bir emir, sizden bir emir olsun dediler.” cevabını alınca, “Onlara karşı Resûlullah’ın (s) onların iyilerine iyilik yapılmasını, kötülerinin
ise bağışlanmasını vasiyet etmesiyle delil getirmediniz mi?” diye sordu. “Bunda, onlar
aleyhinde nasıl bir delil var ki?” dediler. Hz. Ali, “Eğer emirlik onlarda olsaydı onlar
hakkında vasiyette bulunulmazdı.” dedi. Sonra “Kureyş ne dedi?” diye sordu. “Kendilerinin Resûlullah’ın (s) ağacı olmalarıyla delil getirdiler.” dediler. Hz. Ali, “Ağacı delil
getirdiler; ama meyveyi ihmal ettiler.” dedi.”22
Hz. Ali Sakîfe’de mağdur edildiği düşüncesini Kureyş üzerinden eleştirmektedir: Allahım! Senden Kureyş’e ve onlara yardım edenlere karşı yardım diliyorum. Onlar, akrabalığımı kopardılar ve konumumun yüceliğini küçülttüler. Bana ait olan bir iş hususunda
benimle çekişmek üzere birleştiler.23
Hz. Peygamber’den sonra iktidara gelen dört halife Kureyş’in farklı boylarına mensuptu. Bunların siyasî birliği sağlamaları ve güçlerini koruyabilmeleri için Kureyşîlik
kimliğini öne çıkarmaları gerekiyordu. Hz. Ali’nin Kureyşîlik kimliğine fazla vurgu yapmadığını söyleyebiliriz. Ancak ona muhalefet eden Muaviye ve etrafındakiler bu kimliği
yeterince öne çıkarıyorlardı. Öte yandan Hz. Ali’nin ordusunda Kureyşlilerin azlığı göze
çarpar.
Raşid Halifelerden sonra Emevî hanedanının kurucusu olan Muaviye dâhil olmak
21 İbn Kuteybe, I, 13-16.
22 eş-Şerîf er-Radî, s. 189-190.
23 eş-Şerîf er-Radî, s. 406-407
Y
12
Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları
üzere hiçbir Emevî halifesi, Muhacir kimliğini kullanamazdı. Zira onlar arasında Muhacir olan kimse bulunmadığı gibi babaları da Muhacirlerden değildi. Bu sebeple Muhacir
adının kullanılması onların siyasî nüfuzlarına zarar verebilirdi.
Aynı şey, Emevîlerin iktidarına son veren Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın torunları olan Abbasîler için de söz konusudur. Dedeleri Hz. Abbas’ın hicretten önce Müslüman
olduğu ve Müslümanlığını gizleyerek Bedir’e katıldığı,24 Tulekâ’dan olmadığı ve Mekke fethedilmeden önce Hz. Peygamber’e ulaştığı ifade edilir.25 İbn Saʻd, Hz. Abbas’ı,
“Bedir’e [Müslüman olarak] katılmayan,26 ancak eskiden Müslüman olan, tamamı Habeşistan’a katılan ve Uhud ve sonrasındaki savaşlara katılan Muhacirler ve Ensârın ikinci
tabakası”nın içinde en başta zikretmektedir.27 Oysa Hz. Abbas, Müslümanların ele geçirdikleri Bedir esirleri arasındadır. Hz. Peygamber, kendisinin ve beraberinde esir edilen
üç akrabasının fidyesini ödemesini istedi. İbn Saʻd’ın naklettiği rivayete göre Hz. Abbas,
Hz. Peygamber’e Müslüman olduğunu, istemeyerek Bedir’e geldiğini söylemiş; ancak
Hz. Peygamber, “Müslümanlığını Allah bilir.” diyerek muaf tutulma talebini reddetmiştir.28 Bazı rivayetlerde Hz. Abbas’ın Hendek’ten sonra hicret ettiği nakledilir.29 Başka bir
rivayete göre Hz. Peygamber Hayber’i fethederken Hz. Abbas hicret ederek Cuhfe’ye
ulaşmış ve Hz. Peygamber’e hicret ettiği haberini göndermiş, o da Abbas’a ganimetten
pay vermiştir.30 Ancak Hz. Abbas’ın Hayber’in fethi sırasında Mekke’de olduğuna dair
rivayetler de nakledilmektedir. Buna göre Hz. Abbas Hayber’in fethinden sonra hicret
etmiştir.31 Bunların yanı sıra Mekke fethinden hemen önce hicret ettiğine dair rivayetler
de vardır.32 Bütün bu farklı rivayetler, Hz. Abbas’ı Muhacirler arasında zikretme çabasının ürünüdür. Oysa Hz. Abbas’ın Mekke fethinden önce meydana gelen olaylarda rolüne
rastlamıyoruz. Sadece Mekke’de olup bitenlerle ilgili Resûlullah’a istihbarat sağladığına
dair rivayetler mevcuttur.33 Hz. Abbas’ın muhacirliği bile sonradan kurgulanmış gibi göründüğüne göre muhacir kimliği, Abbasîler için de siyasî bir ranta dönüştürülebilecek
durumda değildir.
O halde Hz. Peygamber’in vefatından başlayarak, ama daha çok Emeviler döneminden itibaren Muhacirlik yerine Kureyşîliğe vurgu yapılması, Mekkeliler açısından Muhacir nitelemesinin ayrıştırıcı ve siyasî gücü zayıflatıcı bir anlam kazanmaya başlamasıyla
24 Zehebî, II, 78.
25 Zehebî, II, 78.
26 Hz. Abbas, müşriklerin baskısı karşısından istemeyerek Bedir savaşına katılmıştır (İbn Saʻd, IV, 9, 10). Bununla
birlikte onun müşrik ordusunun iaşe ihtiyacını karşılayanlardan biri olduğu da nakledilir (İbn Hişâm, II, 320).
27 İbn Saʻd, IV, 5.
28 İbn Saʻd, IV, 12.
29 İbn Saʻd, IV, 15.
30 İbn Saʻd, IV, 15.
31 İbn Saʻd, IV, 16.
32 İbn Hacer, II [III-IV], 30.
Y
33 İbn Hacer, II [III-IV], 30.
13
Demircan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
ilişkilidir.
Öte yanan Muaviye döneminden başlayarak Kureyş’in iktidar gücünün belirgin bir
şekilde görünmeye başlaması, nitelemenin Kureyş olarak tercih edilmesinin sebeplerindendir.
Kureyşliler, daha Resûlullah’ın (s) hayatında, Mekke’nin fethinden sonra istikbalin
İslâm’da olduğunu anladıkları için siyasî güçlerini İslâm kimliği altında sürdürmüşlerdir.
Mekke fethinden hemen sonra Kureyş’in önemli liderlerinden biri olan Ebû Süfyan’ın
ailesini toplayarak Medine’ye göç etmesi şaşırtıcı değildir. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Ebû Süfyân onun Necrân ve çevresinin zekât amiliydi.34 Medine’ye döndüğünde
Hz. Ebû Bekr’in halife seçildiğini öğrenince Abdumenâf’tan biri dururken bir Teymlinin
halife seçilmesine rıza gösterdikleri için Hz. Ali’yi eleştirmiş -halife seçimi tamamlanmış
olmasına rağmen- ona biat etmeyi önermiştir.35 Ancak Ebû Süfyân, kısa sürede istikbalin
iktidarın yanında olmakta olduğunu gördü. Bundan sonraki süreçte çocuklarıyla birlikte
aktif bir şekilde Hz. Ebû Bekr’in hizmetinde görev aldı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra siyaset hep Kureyş’in önderliğinde yürütülmüştür. Öyle ki, iktidardan uzak kalan Hâşimoğulları bile yöneticilerden rahatsız olan muhaliflerin sığındıkları bir Kureyş boyudur. Kureyş’in sahip olduğu siyasî nüfuza Ensâr’ın
karşılık verememesi, ilk Müslümanlara verdikleri desteği gündemde tutmakla yetinmelerine sebep olmuştur. Hatta bu durumdan dolayı Ensâr’ın muhayyel bir tarih uydurduğu
iddiası ileri sürülmüştür.36
Yukarıda kısaca tasvir etmeye çalıştığımız siyasî koşulların, birçok alanda olduğu gibi
İslâm tarihi boyunca sosyal sınıflandırma ve kimlik tanımlamada da belirleyici olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim kaynaklarımızı incelediğimizde el-Ensârî nisbesi çok kullanıldığı halde el-Muhacirî nisbesinin pek kullanılmadığını görürüz. Bu duruma Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan İslâm Ansiklopedisi’nde “Muhacirûn” maddesinin yazarı
Buhl da işaret etmiş;37 ancak sebepleriyle ilgili bir değerlendirmede bulunmamıştır.
Sözünü ettiğimiz kimlik tercihinin kaynaklara nasıl yansıdığını tespit etmek amacıyla
el-Mektebetü’ş-şâmile (el-isdâru’s-sâni) kitap programında yaptığımız basit bir tarama,
durumu tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. Bazıları mükerrer olan 6688 kitap ihtiva
eden programda 116.378 “el-Ensârî” kelimesi geçmektedir. Kuşkusuz bunların hepsi nisbe değildir; ancak aralarında çok sayıda nisbe de mevcuttur. “el-Muhâcirî” kelimesi ise
sadece 614 defa geçmektedir. Ancak incelediğimiz kadarıyla bunlar da nisbe değildir.
Oysa el-Kureşî nisbesi 49.093, el-Kureyşî nisbesi ise 371 defa geçmektedir.
Eğer Ensârî ve Muhâcirî nisbelerinin ikisi de yaygın olarak kullanılsaydı, Ensârın
sayısının Mekke muhacirlerine göre daha fazla olması sebebiyle Ensârî nisbesinin daha
çok kullanılması, anlaşılır bir durum olurdu. Ancak Muhâcirî nisbesinin kullanılmaması,
nisbe tercihinin sayısal çoklukla ilişkili olduğunu söylememize imkân vermemektedir.
34 Taberî, III, 318.
35 Bk. Belâzurî, II, 271; Ya‘kûbî, II, 126.
36 Reckendorf, H., “Ensâr”, İA, IV, 277.
37 Buhl, Fr., “Muhâcirûn”, İA, VIII, 452.
Y
14
Siyasetin Kültürel ve Sosyal Hayattaki Yansımaları Bağlamında “Ensâr ve Muhacir” Kavramları
Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde “Ensâr” maddesi yer alırken “Muhacir” kavramı madde olarak yer almamış, sadece kelimenin geçtiği yerde Ensâr maddesine
atıf yapılmıştır. Yine aynı ansiklopedide Ensârî nisbesiyle anılan üç kişinin biyografisine
yer verilmiştir.
Bilindiği gibi nesebin bilinmesi, kişinin sosyal ve siyasî kimliği için önem arz ettiğinden Araplarda nesebin muhafazası için Ensâb ilmi ortaya çıkmış; bu alanda birçok eser
telif edilmiştir. Sadece bir kabileye tahsis edilmiş kitaplar içinde Kureyş kabilesiyle ilgili
olanlar ise çoğunluğu oluşturmaktadır.38 Bunun Kureyş kimliğini öne çıkarıcı bir tercih
olduğunu düşünmek yanlış değildir.
Sonuç
Bu çalışma, kavramlarla siyaset arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla yapılmış bir
denemedir. Aslında Ensâr ve Muhacir kavramları İslâm medeniyetinin insana bakışını
yansıtan, insanı dinî tercihine göre niteleyen bir anlayışın tezahürüdür. Bu nitelemelerle
dine taraf olmak ve kişinin dine hizmet için rol üstlenmesi övgüye mazhar olmuştur.
Hz. Peygamber döneminde birleştirici olan Ensâr ve Muhacir kavramları siyasî gelişmelere göre şekillenmiştir. Kureyşli yönetici elitin yönlendirmesinin etkisiyle de Muhacir
kavramı, Kureyş’in gücünü bölen ve onları ayrıştıran bir özelliğe sahip olması sebebiyle
nisbe olarak tercih edilmemiştir.
Allah Resûlü’nün vefatından sonra Ensâr nitelemesi, Medineli Müslümanlar için, Kureyş nitelemesi ise Mekkeli Müslümanlar için bütünleştirici bir özelliğe sahip olmuştur.
Kaynaklar
Ahmed b. Hanbel (241/855), Müsned, İstanbul 1402/1982.
Algül, Hüseyin, “Ensâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XI, İstanbul
1995.
Avcı, Casim, “Nisbe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XXXIII, İstanbul 2007.
el-Belâzurî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. Yahyâ (279/892), Ensâbu’l-eşrâf, Thk.: Süheyl Zekkâr, Riyâd Ziriklî, Beyrut 1417/1996.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), Sahîh, İstanbul 1992.
Buhl, Fr., “Muhacirûn”, İslâm Ansiklopedisi [İA], VIII, 3. Basım, İstanbul 1979.
ed-Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. el-Fadl b. Behrâm (255/869),
Sünen, İstanbul 1401/1981.
Fayda, Mustafa, “Ensâb”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi [DİA], XI, İstanbul
1995.
İbn A‘sem el-Kûfî, Ebû Muhammed Ahmed (314/926 civarı), el-Fütûh, Beyrut 1406/1986.
İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut (t.y.).
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Sîretu’n-Nebî, Thk.: Mustafa
es-Sakkâ, İbrahim el-Ebyârî, Abdülhafîz Şelebî, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî, Beyrut
Y
38 Fayda, “Ensâb”, DİA, XI, 248.
15
Demircan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
(t.y.).
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî (276/889), el-İmâme
ve’s-siyâse, Thk.: Tâhâ Muhammed ez-Zeynî, Beyrut (t.y.).
İbn Saʻd, Muhammed (230/844), Kitâbu’t-Tabakâti’l-kebîr, Thk.: Ali Muhammed Ömer,
Mektebetü’l-Hâncî, Kahire 1421/2001.
el-Minkarî, Nasr b. Müzâhim (212/827), Vak‘atu Sıffîn, Thk.: Abdüsselam Muhammed
Harun, Kahire 1382/1962.
Müslim, Ebü’l-Hüseyin b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî (261/874), Sahîh, Thk.: M.
Fuâd Abdulbâkî, İstanbul 1413/1992.
eş-Şerîf er-Radî (406/1015) [Derleyen], Nehcü’l-belâğa, Thk. ve Şerh: Muhammed Abduh, Müessesetü’l-ma‘ârif, Beyrut 1410/1990.
Reckendorf, H., “Ensâr”, İslâm Ansiklopedisi [İA], IV, İstanbul 1993.
et-Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, Thk.
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, 2. Basım, Dâru’l-maʻârif, Kahire (t.y.).
Watt, W. Montgomery, “al-Ansar”, The Encyclopaedia of Islam, New Edition, I, Leiden
1986.
el-Ya‘kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (284/897), Târîhu’l-Ya‘kûbî, Beyrut
1412/1992.
ez-Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1374), Siyeru aʻlâmi’n-nübelâ, Thk.: Şuayb el-Arnavut, 2. Basım, Müessesetü’r-risâle, 1402/1982.
Y
16
Abdullah Kıran
The Arab Spring And The Chance Of
Democratic Transformation In Syria
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
THE ARAB SPRING AND THE CHANCE OF
DEMOCRATIC TRANSFORMATION IN SYRIA
ARAP BAHARI VE SURİYE’DE
DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM İMKANI
Abdullah KIRAN*1
Abstract
It cannot be denied that the Arab Spring has started a very important transformation process in the
Middle East but it is very difficult to expect that this transformation will lead to a democratic change
within a very short period of time and contribute to a democratic development in the sense of Western
experience. Transition from oppressive and authoritarian regimes to a democratic regime does not
take place in a short period of time through uprising and revolution. Democracy is a phenomenon that
requires possession of democratic culture and tolerance rather than accepting it as a regime. Besides,
the ethnic and religious structure of the countries taking part in Arab Spring is different from each
other. In some of those countries, ethnic and religious demands come before the desire for democracy
and democratic aspirations. For instance, the Kurds in Syria, who do not have even identity cards and
have not been considered as citizens until recently, demand the recognition of the Kurds as a national
entity and their participation to Syria government, while Sunni Muslims in Syria essentially want to put
an end to the Shiite dictatorship and to establish a majority regime under their rule. On the other hand,
the major fear of Syrian Christians is that the Sunni majority government which will be potentially
established after the collapse of Assad regime will not recognize their basic rights. In this paper we will
focus on different and contradicting demands of Kurds, Christians, Sunni and Shiite Muslims in Syria.
Keywords: Arab Spring, Syria, Kurds, Christians, Sunni, Shiite
Özet
Arap Baharı’nın Ortadoğu’da çok önemli bir değişim sürecini başlattığı inkâr edilemez. Ancak bu
değişimin kısa bir süre içinde demokratik bir dönüşüme yol açması ve Batılı anlamda demokrasilerin
gelişmesine katkı sağlamasını beklemek oldukça zordur. Baskıcı ve totaliter rejimlerden demokratik rejimlere geçiş, bir ayaklanma veya bir devrimle kısa bir süre içinde olabilecek bir durum değil.
Demokrasi, bir rejimin kabullenmesinden ziyade demokratik bir kültüre sahip olmayı gerektiren bir
olgudur. Ayrıca Arap Baharı zincirine dâhil olan ülkelerin etnik ve dini yapılanmaları birbirinden çok
farklıdır. Kimi ülkelerde etnik ve dini talepler, demokrasi ve demokratik taleplerden önce gelmektedir.
Örneğin Suriye’de, daha yakın zamana kadar kimliği bile olmayıp vatandaş kategorisinde yer almayan
Kürtlerin en önemli önceliği ulusal varlıklarının tanınması ve yönetimde pay sahibi olmak iken, Sün-
Y
*1 Assoc. Prof. Dr., Muş Alparslan University, Head of Department of International Relations, a.kiran@alparslan.
edu.tr
17
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
nilerin temel amacı Şii diktatörlüğe son verip kendilerinin yönetimde olacağı bir çoğunluk rejiminin
kurulmasıdır. Suriye’deki Hıristiyanların en büyük korkusu Esat rejiminin yıkılmasının ardında iktidarı
devralacak Sünni çoğunluğun Hıristiyan azınlığa yaşam tanımamasıdır. Çünkü bizler her çoğunluk
rejiminin demokratik bir rejim olmadığını çok iyi biliyoruz.
Anahtar Kelimeler: Arap Baharı, Suriye, Kürtler, Hıristiyanlar, Sünniler, Şiiler
The Minority Rules in the Middle East
Right after the First World War, the borders of North Ireland, Yugoslavia and Middle
East were established within 17 months (Fisk, 2007, s.XXi). So the borders of the Middle East were controversial from the very beginning. However, the administrative bodies
appointed by the mandatory power were much more problematic. When countries such as
Great Britain and France terminated their direct rule in countries under their protection,
they introduced minority regimes that would remain faithful to them so that they would
be able to intervene in the domestic policies of those countries. Especially in Iraq, Syria
and Lebanon, rather than establishing legitimate regimes which are based on the rule of
majority, ethnic and religious minorities were assigned as the administrative body. And
these minority groups in power preserved their oppressive and totalitarian essence in order to ensure the stability of their power and not to share it with other elements of society.
Actually this kind of ruling was in favor of western powers that were ruling the region indirectly and it was in harmony with the spirit of Cold War. But these borders and minority
rules never brought peace and tranquility to the region. These problematical borders and
administrations are the main reason for the continuous bloodshed in the Middle East.
The minority rules continued for decades in the region and it was not easy for the
majorities of these societies to terminate the minority character of these regimes in the
Middle East. In Lebanon, it took a 15-year of destructive civil war to abolish the Maroni’s dominant rule. Iraq, which was established with the combination of three province
of the Ottoman Empire, was one of those to have the most problematical borders in the
region. Great Britain formed new Iraq by bringing Mosul, Baghdad and Basra together;
the majority of the population was Kurds, Sunnis and Shiites respectively in these provinces. Then Prince Faisal of Hejaz, a Sunni Muslim, was appointed as the head of state.
Faisal and his successors ruled Iraq until the military coup of 1958. However, this coup
d’état could not overthrow the Sunni reign in the country. Consisting 25% of the total
population approximately, the Sunnis would be able to rule nearly half century further
over the Shiites who were around 55% and Kurds who were 20% of the population (Galbraith, 2006:7 ).
It was the intervention of US after which the Sunni reign in Iraq was brought down
and terminated. Moreover, Sunnis’ struggle for power continued and caused a civil war
in Iraq in spite of US. There is a high probability that Syria will also share the same fate
with Iraq and Lebanon. The more Basher al Assad stays in power, the more the chance of
civil war in Syria will exacerbate. In addition, all parameters show that he will not give up
easily and voluntarily. This situation inevitably will prolong the period of the uncertainty
Y
18
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
in Syria; because Hafez al Assad didn’t repeat the mistake Hosni Mubarak made and did
not give the control of military forces to those that were not the members of his family.
While Mubarak’s son was working in private sector, the gun-shy Hafez al Assad left the
supervision of the military forces to his sons. Besides, he educated and trained his sons
such that they could keep the military and the politics under their strict control. In his
governing process, rather than relying on Arab nationalism, he based his rule on traditional attachment factors such as family, clan, tribe and religious sect. In Egypt, there was
no army who could sacrifice itself for the sake of Mubarak and initiate a war against its
people. But in Syria, there is an army which will remain loyal to Basher al Assad almost
forever (Landis, 2012). .
It has been nearly two years since Syria’s revolt, no action has been initiated like the
one on the Tahrir Square that could overthrow the al Assad reign in Syria. At first, Syria
opposition leaders considered that foreign sanctions would be effective and soon after
the regime would fall. However, that was not the case. Given that the Special Forces,
the Intelligence, elite units and the army’s administrative body have no alternative but to
gather tightly around Basher al Assad when they think of the aftermath of Assad regime,
it seems such an action will not be initiated in near future. When we look at the whole
picture in Syria, we see that almost each Nusayrie family has a member either in army,
police unit, the Ministry of Education or other public institutions. Not only Nusayries,
Shiites or Alawites, there are also some Sunnis that have cooperated with Assad and share
the same fate with him. All these factors force Assad Dynasty to maintain their reign of
forty years (Haling & Birke, 2012).
Baath and Minority Rule in Syria
With a surface of 185.180 km2 and a population of 22.5 million, Syria used to have
a unique position in the Middle East policies. In modern times, it played a key role in
the Arab awakening and with its pan- Arab stance; it has been mentioned as the heart of
Arab nationalism (Ismael, 2001, s.237). The geographical position of the country played
a critical role in its evaluation. Located on a spot where three continents meet historically,
Syria has a heterogeneous social and cultural structure. With Muslims, Christians, Arabs,
Sunnis, Alawites, Kurds, Druzes, Armenians and different sects of Christianity, the country turned out to be a real example of social and cultural mosaic.
Y
Right after the independence, the Sunni leaders initiated a struggle in order to undermine the Alawites power over the country, but they failed. This pressure encouraged the
Alawites minorities to expand their influence over the army and politics. The first parliamentary election held in 1947 was marked with corruption and disorder in the country. In
the first Arab- Israeli war of 1948-1949, when the Arab armies were defeated, the distrust
against the government was at peak. This situation made the way for the first military
coup in Syria and Colonel Husni al Zaim took control of the country. The military coup
brought an end to the ruling of former nationalists, which consisted mainly of rich merchants and aristocrats. The military coups followed one after another and General staffs
19
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
always found the opportunity to manipulate the parliament members. Against the weak
resistance of the Parliament, the General Staff was always successful in appointing the
head of state. In 1951, the army abolished the parliament and banned all the political
parties and gave the executive and legislative power to the General Staff. In 1953 a new
constitution was accepted and General Staff Colonel Abid al Shishakli became the head
of state. But upon the unending unrest and corruption allegation, on 25th of February 1954
he escaped to Lebanon. Then he settled in Argentine where he was assassinated two years
later. All these events and uncertainties paved the way for Baath Party rule. In 1956 the
Baas Party joined the National Union Government and took the major positions in the
cabinet. Thus the Alawites, Druzes and Isma’ilis became dominant in the army and Baath
Party. Baath Party created great opportunities for other minorities in the country excluding Kurds (Ismael, 2001:237).
In Syria, during the Ottoman period, Sunni Arabs were controlling the army and the
Alawites were not allowed to assume public offices. But the mandatory regime acted in
the opposite way and deprived Sunnis from all important posts. In 1963, the number of
Alawite army officers in Syria was 65%. In 1970, when Hafiz al Assad came to power, he
offered a secular constitution which allowed that even Christians could become president.
These factors led to frustration among Sunnis and they began to protest him all around the
country. In 1976, the sectarian conflict brought Sunnis and Alawites against each other
and the Muslim Brotherhood organization called Alawites as infidels. The Alawites, who
were intimidated by the Sunni reaction gathered around Hafiz al Assad and the tension
continued for six years. Actually the Muslim Brotherhood and other fundamental Islamic
organizations were against Baas Party rule since the beginning (Seale, 2012).. When the
sectarian conflict reached its peak, in 1982, Hafiz al Assad massacred 20.000 people in
Hamma in order to suppress the revolt. After 1982 events, the Alawite supervision over
the state apparatus increased and nowadays, the major part of the army, which is around
700.000 and intelligence, is mainly consisted of Alawites (Goldsmith, 2012).
When Hafiz al Assad came to power, Syria’s population was around 6 million and the
majority of people were living in rural areas, but by the time he died, the population had
reached 18 million and urban population had increased significantly. In 2000 Hafiz al Assad’s son Basher al Assad took power; at the beginning, he wanted to create an impression
that he was different from his father and as a moderate leader and supporter of reforms,
he wanted to lead his country into a democratic path. At that time both his people and
westerners had the hope that he could initiate some reforms, but they were disappointed
soon. He was quick in promising reforms; nevertheless he couldn’t maintain this policy.
In order to liberate the economy he began to take some steps, but soon he came across
with Baas Party obstacle. The economy was based on bribe and corruption, Baas Party
was controlling this net and was never eager to give up. When Basher couldn’t pass over
the Party’s veto, he began to catch and punish the opposition members that were asking
for reforms and imprisoned them (Murphy, 2012). Another issue that distracted Basher’s attention to domestic affairs was the country’s foreign agenda. While dealing with
Y
20
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
an intensive foreign agenda, he closed his eyes to the acts of his family members and of
those who were violating rights (Seale, 2012).
As his father did, Basher himself was relying on Alawite population in the country.
They had the key positions in security and economy, and Sunnis were deprived from
such positions. But if one is a rich merchant or a successful artist, regardless of his sect
or religion (Sunni, Druze or Christian), the administration always maintained good relations with such people and was eager to develop a kind of cooperation with them. But the
privileges that Alawites owned were totally different. While they are not eager to abdicate
their privileges, they fear that if Basher goes, a Sunni administration might replace him,
in which case they will certainly pursue a revenge policy and not forgive them. This security concern shapes their attitudes and forces them to be faithful to the current regime
(Goldsmith, 2012).. The more the crisis continues, the more the chance that the conflict
between Alawites and Sunnis turns into a civil war increase (Byman, 2012).
When the Syria crisis broke out, many leaders and the Syrian opposition representatives predicted that the end of regime was near. The leader of Syria’s Muslim Brotherhood
Riad al Shaqfa estimated that Assad would fall just within a few months. While US Foreign Secretary mentioned Assad as “a walking dead”, Israel Defense Minister predicted
that Assad would fall within a few weeks. But this didn’t happen. In August 2011 U.S.
President Barack Obama and EU leaders explicitly called Basher al Assad to resign, but
Assad ignored those calls and continued to proceed on his own way. All those assumptions did not go beyond a wish. While the crisis and the violence in Syria continue, it
frequently brings the foreign intervention to the agenda.
Foreign Intervention
Until very recently the Arab world was proud of its longstanding leaders. Muammar
Kaddafi came to power in 1969, and Hafiz al Assad family has been ruling Syria since
1970. Ali Abdullah Selah came to power in 1978 in South Yemen and then the country
united with North Yemen. In 1981, after Anwar Sadat assassination, Hosni Mubarak came
to power and in 1987 Zine Abidin Bin Ali became the president of Tunisia. The Hasimi
family has been ruling Jordan since 1920 and Saud family has been ruling Saudi Arabia
since 1932. The Alouite dynasty, who rules Moroco, first came to the power in 17th century. The wind of democracy blew in East Asia, Eastern Europe, Latin America and even
Sub- African countries, but Arabs monarchies were still in power (Gause,2011). The Arab
spring shook some of the Arab monarchies, but in some places that kind of a change was
not possible with domestic dynamics, therefore there was need for foreign intervention.
Y
Rising in Tunisia, the Arab Spring has brought changes to the form of regimes in four
countries till now. More than one and half year passed over the Syrian uprising which
started on 15 March 2011 yet the former regime is still in power and in annually of the
events there were the supports of Basher all Assad who rallied in Damascus, not members of opposition. During all this time, Assad ignored the call of US, EU leaders and
21
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Turkey Prime Minister to resign and to leave the ruling of country. Besides he wanted to
suppress the revolt by violence. When the bloodshed and violence reached at an unbearable level, the call for foreign intervention was put on the agenda.
A few months after Syrian revolt, in June 2011 Turkey came forth with idea to create
a “buffer zone” within the borders of Syria. In December 2011, France Foreign Minister
Alain Juppe suggested to open a “humanitarian corridor” inside Syria to provide food and
medicine to the victims of violence. On November 02, 2011, in her address to UN Human
Rights Counsel, Navi Pillay of United Nations High Commissioner for Human Rights
said that “in order to take urgent and effective measures to protect Syrian people, international community must act urgently.” It was not for the first time that UNHRC brought
up the atrocities conducted in Syria; UN Human Right Council had previously explained
that Assad regime was committing crimes against humanity (Weiss, 2012).
Although the international community was in expectation of tough measures against
Syria, the idea to intervene in the country did not find sufficient support in UN Security
Council. Russia and China vetoed the Security Council resolution which called Assad to
resign. In November 2011 and February 2012, Russia and China acted jointly and did not
let the Security Council to take any resolutions against atrocities conducted by Syria government. According to both countries, the veto resolution would mean an intervention in
the domestic affairs of Syria which also meant the breach of the principle of sovereignty
(Dyer, 2012). The attitudes of Russia and China drew the reaction of some countries that
were in favor of external intervention. Many people consider that this policy of Russia
and China stem from their interests in the Middle East and their relations with Syria.
Actually the history of Soviet Union’s (Russia) relations with Syria dates back to the independence of the country from France mandate. Especially after Second World War, in
1950’s both countries developed close relations in different fields. In March 1963, when
Baas Party came to power their relations were strengthened and both countries came
closer ideologically.
Russia, China and Iran are strictly resisting against any foreign intervention to Syria,
and justify their claims with the argument that as a sovereign country Syria has the right
to suppress the revolt within its borders. Almost regretful for their intervention policy in
Libya, the US has a different approach to the issue. While the US does not support the
idea of foreign intervention explicitly, it prefers regime change in Syria. If the regime is
changed through domestic opposition, the US and its allies may be glad. There are a few
reasons why the US pursues such a policy and is in favor of regime fall. Firstly, Syria
has a kind of strategic relationship with Iran, which dates back to Iranian revolution; it
considers Israel as its enemy and always supports Palestinian groups against Israel. In addition, Syria was the first on the line of the countries that were against the US intervention
in Iraq. There are other factors that make US refrain from direct intervention. Washington
is concerned about the crisis and the chaotic situation in the event of the total failure of
the state of Syria, which will cause terror and even a regional war. The struggle to topple
Assad can cause unexpected clashes around the country. Besides, like other dictator-
Y
22
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
ships, Assad had converted Syria into a society and state that will be the guardians of the
regime. Not only the army and the police organization, but also the courts, the economy,
almost everything has been structured to ensure the regime’s survival (Byman , 2012).
At this stage, the number of countries who are eager to intervene into Syria is very
limited. Neither United States, nor EU and Arab League are in favor of direct intervention. Former US Secretary of State Henry A. Kissinger point outs the difficulties why the
US is not in favor of an intervention: “In Syria, calls for humanitarian and strategic intervention merge…While the United States accelerates withdrawals from military interventions in neighboring Iraq and Afghanistan, how can a new military commitment in the
same region be justified, particularly one likely to face similar challenges?” (Kissinger,
2012). It is estimated that without involving in a direct intervention, US may support Turkey and Arab League intervention, but on the condition that the US will not get involved
in such an operation. It is known that in the Middle East, Turkey, Qatar and Saudi Arabia
are pursuing a policy of foreign intervention. While Saudi Arabia and Qatar’s attitudes
mainly stem from fear from Iran and its ambitions over the region, Turkey holds different
concerns regarding Syria. Besides, no one can guarantee that a foreign intervention can
bring stability to Syria and finish the conflict. There is a high probability that a foreign
intervention could aggravate the instability around the country. When Syrians take the
Iraq example, even those who are not happy with Assad reign are doubtful about the idea
of foreign intervention ( Joshua, 2012)..
Another reason is why many countries refrain from a foreign intervention stem from
Syria’s antagonistic opposition group’s attitudes. It is not only the Free Syrian Army
(FSA) that has launched a war against the regime in the country; the groups such as Jabhat
an Nusra (Salvation Front), Ahrar al Sham (the Liberation of Greater Syria), Strangers
for a Greater Syria Brigade and some fundamentalist Islamic group who call themselves
Salafists are also waging a war against the regime. There are also some Islamic groups
that came from countries such as Libya, Iraq, Chechnya, and Pakistan and even from
Great Britain. Especially the foreign groups are considered to be much more radical and
extremists. Even sometimes, some of the representatives of FSA express their concerns
about these radical groups. On the other hand, to what extent these extremist groups are
cooperating with others and what they are doing are unknown. The FSA, which considers
itself as an umbrella organization, has no influence or control on these groups. Mustafa
Sheikh, a member FSA Military Council, claims that 60% of those who are struggling
to overthrow Basher al Assad are working under FSA umbrella, and their number is
estimated to be around 50.000. Considering that the number of government forces who
are involving in war is around 280.000, we understand that the opposition groups are no
less in number, if only they could struggle in harmony (The Economist, August 4th 2012).
Y
In the list of these different groups who struggle to overthrow Syria government, there
is an internationally well known terrorist group, the infamous El Qaida. The organization
works independently from FSA and it has members and supporters from countries such as
Caucasia, Afghanistan, Yemen, Libya, Jordan, Egypt and Turkey. The organization works
23
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
with extremist Islamic groups that have come from different countries. Those countries
that are in favor of quick fall of Syrian regime, namely Turkey, Saudi Arabia and Qatar,
while providing base and concrete support to the opposition, to some extent, they are indirectly being in cooperation with El-Qaida. According to some analysts, these countries
consider El- Qaida as “an organization that inflames the planned struggle” against Syria
regime (Düzel, 8 Ekim, 2012).
Especially countries that are ruled by Shiite administrations such as Iran, Iraq and
Lebanon think in this way. According to them the Wahabies are targeting Shiite and in
Syria the main target is to remove the Shiite administration. For example, when the jihadist groups in Damascus attached Seid Zeynep neighborhood, they massacred everybody without taking care of women and children. The graveyard of Prophet Mohamed’s
granddaughter Zehra was at that neighborhood and that place was holy for all Shiite. This
situation directly makes Iranian and Iraqi Shiite groups a part of the conflict. Thus Mehdi
Army in Iraq, which acts under the leadership of Muqteda al Sadr and once fought against
the US forces, considers Syria’s situation as threat to its existence and proclaim that they
will not just sit and watch it. Mehdi Army doesn’t see any inconvenience to proclaim that
it has trained suicide teams to act within Syria. This things forces Iran, Iraq and Syria
regimes to take Syria disputes as a real sectarian war. According to them, this war which
was launched by Sunni jihadists groups such as Wahhabi, Salafies and El- Qaida are targeting Shiites. They know when the Shiite government of Syria replaced with a Sunni
administration it will creates a major threat to the Iraq’s Shiite regime and eventually to
Iran. Henry A. Kissinger too considers Syria’s interim crisis as a sectarian war and writes
in this way: “The real issue is a struggle for dominance between Assad Alawites backed
by many of other Syrian minorities, and Sunni majority (Kissinger, August 3, 2012).”
The situation of extremist and jihadist groups in Syria concerns the United States and
western world seriously and thus they avoid directly involving into the conflict and having an active role. They realized how Syria’s revolution has been kidnapped by extremist
and jihadist groups. Actually at the begging of the crisis the US has some sympathy to
the Syrian National Opposition, but currently they try to prevent the provision of heavy
arms to opposition groups in centers such as Doha and Riyadh. So one of the reasons why
opposition doesn’t have sufficient arms and artillery stems from recently changed US
policies. It seems even after the Presidential election the US will follow the same policy
(Bozkurt,2002). Because for the US, el Qaida is a sworn enemy and they will not act
jointly with this group even if the war is against a common enemy. The US public opinion
which has been shaped by the spirit of 9/11 syndrome cannot endure such policy. Obviously if the US has to make a choice between El- Qaida and Syria’s current regime, there
is no doubt that it will prefer Assad.
The other disadvantage of intervening into Syria is the possibility of a deepening instability. Especially a unilateral intervention will directly increase the chance of involvement of regional powers such as Iran, Iraq and Saudi Arabia. The regional interventions
always have the potential to draw global forces into the conflict, internationalize the prob-
Y
24
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
lems and make it more complicated. Another risk of intervention, except for politicized
opposition, is to interlock the other segments of society around the regime and force them
to be supporter of Assad. Throughout its history, Syria has always been exposed to external intervention which led to a fragile sensitivity among people. In various periods the
country has been invaded by Babels, Assyrians, Persians, Macedonians, Romans, Byzantine, Eyyubies, Seljuk, Crusaders, Ottomans and France.
In the case of any intervention, the Syrian regime, in order to extend its life, will pursue such a rigid sectarian policy, which will be harder than the one Iraq and Lebanon had.
Saudi Arabia and Qatar were always in favor of external intervention, but their main concern was sectarian sensitiveness. Both countries refrain from revolts which could occur
within their borders and devising a proxy war over Syria against Iran. The more the Syria
crisis continues, the more the chance that it will spread to neighboring countries. Turkey
continuously warns and keeps it in its agenda that it can intervene into the Kurdish region
of Syria in order to disperse newly emerging Kurdish autonomy. Even from now the
events in Syria have spread to Lebanon and Syria could destabilize this tiny and fragile
neighbor at any time. In the case of a dismemberment of Syria, all the borders which have
been drawn after the collapse of Ottoman Empire will be discussed again. It is probable
that any intervention can prolong the duration of war. Unless the supporters of Syrian
government and the opposition groups reach an agreement among themselves, it will be
difficult to reduce violence or compromise(Milne, 2012.
Kurds as the Milestone of the Revolt
Assad has been acting very cautiously from the beginning in order to prevent Kurdish
people’s assistance and support to the revolt. He knew very well that the support of the
Kurds would determine the result. In order to keep Kurds outside of the revolt, he began
to provide hundred thousand of Kurds with their citizenship rights. In 1962, with the
pretext that they were not born in Syria, the government dispossessed 120 000 Kurds of
their citizenship rights. When the Syrian revolt started, the number of Kurds that were not
citizen was around 300 000. The Syrian regime was pursuing a policy to break the Kurds
in every field of life. So it was not enough to deprive Kurdish people of their citizenship
rights; in order cut off the connections between Kurds in Syria and Kurds in Turkey, in
1973 the government began to cast all Kurds that were leaving on the border. Within the
frame of this policy it evacuated Kurds over a 300 km distance on borders and confiscated
their land; replaced Arabs with Kurds in order to create an “Arab corridor” on the border.
All this things increased the Kurdish people awareness of the regime policies towards
them. They were aware of the Syrian policy adopted against them, which is why they
acted very cautiously, in order to not draw the regime’s wrath upon themselves. In the
past, when they resisted against government policies they were punished brutally and
they could find no supporters. That is why they act politically in this last revolt, and they
do not want to lose their last chance.
Y
There are a few reasons why Kurds stay away from the opposition groups or keep a
25
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
distance between themselves and them. Firstly, the mighty Syrian opposition, which basically consists of Muslim Brotherhoods and Arab nationalists, has never had any sympathy
for Kurdish people’s legitimate rights. Second, especially this time Kurds do not want to
miss the opportunity to rule over them. Not only the Kurds, but also everybody is aware
of the fact that Kurds are in a unique position that can determine the fate of war. The side
they support will be victorious. Henry Jackson Society, which is located in London and
acts as foreign policy center, points out that Kurds are able to determine the fate of the
revolt. The Kurds are aware that the opposition is not sincere in their attitude toward them
and when they become victorious, their attitude might be worse than Assad regime. It is
true, Assad regime was not democratic, but at least, to some extent it was secular towards
other minorities. So another reservation of Kurds stems from fundamentalist Islamic regime, which will not be tolerable and inclusive. Last but not least, Kurds do not want to
become a part of a game that they will lose (Kennedy, 2012)..
Actually, at the beginning the Kurds never rejected taking part in Syria National
Council. But their attempts always failed. The Arabs blamed Kurds on not supporting
revolt against the regime; the Kurds accused Arabs of ignoring Kurdish people’s national
rights and acting in parallel with Turkey. In July 2012 Istanbul Meeting, when the Arabs,
without any concession, insisted on the name of “Syria Arab Republic” and didn’t take
the demands of the Kurds into consideration, the Kurds left the meeting. Later, in Cairo
meeting, when the Arabs acted in the same way and insisted on their attitude and did
not want to compromise, the Kurds again had to leave the meeting. The Kurds asked the
opposition to accept an article stating that “The Kurdish people must be recognized,”
but the Arabs declined the request. They simply wanted the Kurds to follow them as a
“big brother” and do not to hesitate about doing anything. At the end all these conditions
caused Kurds to pull themselves away from the opposition and forced them to work on
their own solutions. Although once the leader of SNC was a Kurd, the Kurdish people
existence in this organization is just symbolic (Tol, 2012).
On the other hand the policies of the neighboring countries deeply affect the Syrian
Kurds political deployment and their position. For example Turkey wants Syrian Kurds
to act with Iraqi Kurds rather than to act with PYD, which has close relation with PKK.
Within this frame Turkey wants Barzani to use his own credit and influence Syrian Kurds
to keep away from PYD. But Syrian Kurds do not trust Turkey and they believe that
Turkey is mostly close to the Arab opposition rather than the Kurds. The PYD and their
supporters think, after the collapse of Assad, Turkey, in collaboration with Arab’s Muslim
Brotherhood organization and nationalists, will establish a Sunni puppet state and shall
not share or give any responsibility to them in the governance of the country. This idea
is not limited with the supporters of PYD alone; it is quite common among other Kurds
too. While Turkey constantly focuses on the threat of PYD to attack Turkey or violent its
borders from the lands that they have taken under their control after withdrawal of Assad
forces, Salih Muhmmed Muslim, the head of PYD, in one of his interviews with members of the International Middle East Peace Research Center(IMPR) explicitly says that
Y
26
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
there will not be such an attack against Turkey. In answering IMPR’s member questions
such as, “Is there any possibility that there will be attacks by the PKK from settlements
controlled by the PYD in northern Syria?” He replies: “I guarantee that there won’t be any
shooting from security forces towards Turkey. We haven’t brought up our community or
our young generation with fear of or hostility toward Turkey. But among the Turks I see
that there is a Kurdish phobia. If they leave this aside we can live in peace together. We
have inherited these lands from our fathers and ancestor”(Ergil, 2012).
The External and Internal Factors of the Crisis
In order to stop the war in Syria and be able to establish peace, two factors play a
main role; one of them is internal and the other is external. The internal factor stems from
Syria’s domestic dynamics, mainly its ethnic and religious structure. If the ethnics and
religious components were sharply divided, then to some extend it would be easy for
proper and acceptable solution. Rather than such a division, in many centers of Syria,
such as Damascus and Aleppo, the ethnic and religious groups are mixed. For example
70% of Aleppo population is Sunni and the other %30 consists of Alawites and Christian
minorities. Neither Sunnis, Alawites and nor Christians is homogeneous. Each of them
has their own sub- groups. Usually, when the division is on a religious and sectarian base,
the ethnic root is not considered. 70% of Aleppo is Sunni, but the Kurds are also included
in this figure. In reality they alone constitute 10% of the city.
Jonah Galtung points out different and antagonistic demands of Syria’s ethnic and religious community and tries to illustrate their demands. According to him : “ 1) Alawites
(15%): want to remain in power, fort the best of all, 2) Shias in general want the same,
3)Sunnis: want the majority, their rule, democracy, 4) Jews, Christian, minorities: want
security, fear of Sunni rule, 5) Kurds: want high level of autonomy, some community with
other Kurds” (Galtung, 2012).
Y
It is clear that external factors are as complicated as the internal factors. Because there
are a number of global and regional actors who monitor Syria’s events very closely from
America to Asia. As global actors of the opposite camp we can mention US and RussiaMiddle East bloc. The US comes as vanguard of western block, which includes some EU
countries, Turkey, Saudi Arabia and Qatar. Russia vanguard a block of countries, mainly
located in Asia and Middle East. In this block nearby to Russia we can mention China,
Iran, Iraq and Lebanon to some extent. Although they seem to be in the same camp, the
privileges that Turkey and US have show big differences. Both powers believe that Basher al Assad has lost his legitimacy and has to resign, but they cannot agree on how the
balance of power should be reshaped. While Turkey supports a united Syria, with a Sunni
majority rule in which the Kurds will not pose a threat in the future for Turkey, the US is
keen on the security of oil and natural gas.
Although Israel could be classified under the western group, she has a different agenda
and comes forth with various demands and has some priorities. In Cairo, the demonstration in Tharir Square reminded the Europeans the 1989 events, but Israelis looked from a
27
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
very different point of view. One of the Israeli officials stated: “We see it as Tehran 1979.”
From the beginning Israel was very pessimistic about Egypt’s future and according Israeli
Prime Minister Netanyahu, “Egypt will go in the direction of Iran.” There upon, in general the Israelis are very sensitive about their security, and with security oriented perception
they began to examine how the developments will affect their society. With this point of
view they attempt to understand how a regime change in the Middle East could affect
their future. Through all history of Israel, Egypt was their most dangerous enemy. In the
Arab- Israeli wars of 1948, 1956, 1967, 1969-70, and 1973 Egypt fought against Israel.
After a while, with the meditations of US, Anwar Sadat agreed to make a peace agreement with Israel. When he was assassinated, Hosni Mubarak took his place and walked
in the same direction. Mubarak was faithful to the peace agreement and on the issues like
terrorism he acted with Israel as a strategic partner. Israeli analyst Aluf Been point out
that: “Israel has replaced eight prime ministers, fought several wars and engaged in peace
talks with multiple partners and Mubarak was always there ( Byman, 2011).
Israel considers, in the event that Assad is overthrown, the new comer to power could
easily create a risk for Israel’s security. Although Syrian regime supported organizations
like Hezbollah and Hamas, she didn’t want to launch a total war against Israel, especially
after 1967. During the period that Hafiz al Assad was in power he always refrained from
entering a direct war with Israel and, if the war was inevitable, he could appease Syria
public opinion and manipulate the events, as he wishes. Basher al Assad, who replaced
his father could take some risks, but never was eager to launch a war against Israel. He
always wanted to stay away from a war that he could not win. In 2007 Israel bombed Syria’s nuclear facility, but again two countries didn’t go into a war. Syria always supported
Hezbollah in Lebanon, but never let the tension rise such that it would go out of control.
If Basher Assad is overthrown, it is unknown whether the new administration will take
care of these sensitive issues (Byman, 2011).
On the other hand, while Turkey and Israel seems to take part in the same block, it
is almost impossible for them to compromise on their demands and expectations. In the
first place, Israel will prefer Assad to a new administration which could cause a potential
war in the future (Byman, 2011). If Israel comes to a point to choose between Assad and
someone else, it is certain that Israel will prefer Assad as his policies with Muslim Brotherhood are known to Israel. If the Muslim Brotherhood comes into power in Syria as it
did in Egypt, it will constitute a serious threat against Israel’s security. If in the future, the
Muslim Brotherhood or any other Islamic party comes into power in Jordan, Israel will
be surrounded from the north, south and west. There is no doubt that this situation will
increase its vulnerability. Even the possibility of such a condition would disturb Israel
seriously (Engdalh, 2012).
If Basher falls, Syria protects its territorial integrity and a Sunni majority comes into
power as Turkey expects, this new situation will absolutely be a disadvantage for Israel.
If decline of Bashers al Assad is unavoidable, then Israel will not support Syria’s territorial integrity; it will certainly prefer dismemberment of the country. A Syria that has
Y
28
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
been divided into small pieces will be in favor of Israel. Besides, in the event of such
dismemberment, Iran will lose its control over Syria and lose one of its strategic partners.
The change in the borders and a new map for the Middle East shall strategically serve for
Israel’s interests (Galtung, 2012)”. There is no doubt in Middle East, the change of borders and a new map, strategically will serve Israel interest” (Galtung, 2012). Obviously,
in the case of a dismemberment of Syria, all the borders which have been drawn after the
collapse of Ottoman Empire will again began to be discussed.
Another reason why countries such as US, EU, Turkey, Saudi Arabia and Qatar are
organized in the opposite block of Russia, China, Iran, Iraq and Syria is energy geopolitics. Especially natural gas, as clean energy resources is much more preferable than coal
and nuclear energy. Following the Fukushima disaster, Germany, one of the leading EU
countries, decided to give up the use of nuclear energy gradually and replace it with natural gas, which is known to be environmentally friendly. Other leading EU countries such
as Germany, France and Spain have decided to reduce the use of CO2 seriously by 2020.
In order to achieve this target, they have to replace coal with natural gas. When natural
gas is used instead of coal, it reduces CO2 emission by 50-60%. These factors forces EU
to reconsider its energy needs and makes EU one of the biggest demanding markets in the
world for natural gas.
In the international power struggle, while some members of Western Block were making estimations regarding the time of the fall of Syria regime, in July 2011 Syria, Iran
and Iraqi administrations made a mutual agreement on natural gas transmission pipe line
among themselves. The pipeline length is more than 1,500 kilometers with capacity to
transfer 110 million cubic meters of natural gas a day and it will be constructed within
three years (Hafidh & Faucon, 2011).When this natural gas pipe line project is implemented, it will start from Port Assalouhey nearby South Pars natural gas fields, and it will
travel over Iraq, reach to Damascus and from there to Lebanon Mediterranean port and
via this port it will reach European markets. The South Pars natural gas resources have
been divided between Iran, Qatar and Gulf and constitute one of the largest natural gas
fields in the world. On August 2011, in Syria, around Qara region which is close to the
Lebanon border, a large natural gas field was discovered. Syria plans to add this field to
the common line, too. If this line is implemented, the region known as Shiite Crescent
will be interlocked economically. Another target of this initiative is to dysfunction Washington-supported Nabucco pipe line project. It is estimated that this “Shiite” pipe line
will cost around 10 billion dollars, which is equal to Nabucco project cost. That pipe line,
which will come from Iran and will be merged with Syria natural gas line, will be transferred over Russian base of Tarsus. There is no doubt that this situation will strengthen
Russia hand in natural gas market and create a kind of monopoly (Engdalh, 2012).
The Remedies and Possibility of Democratic Transformation
Y
It is toughest part to come up with a solution for the ever-increasing and aggravating
crisis in Syria. Each drop of bloodshed enlarges the distance between parts of the conflict
29
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
and shrinks the hope for solution. Although we know each country has its own conditions
and the solution must be derived from country’s realty itself, again we can’t refrain ourselves from thinking on some other examples that can inspire us. Can a country in the
region or in the world become a model of solution for Syria? Jonah Galtung suggests a
solution based on Switzerland model. Thus he writes: “One Syria, federal, with local autonomy, even down to the village level, with Sunnis, Shias and Kurds having relations to
their own across the borders. International peacekeeping also for the protection of minorities. And non- aligned, which rules out of foreign bases and flows of arms… Napoleon
invaded to control Switzerland in 1998- 1806, but gave up” (Galtung, 2012).
If the neighbors of Syria were countries like Germany, France, Italy and Austria, then
it wouldn’t be difficult to implement solutions that resemble Switzerland model. Unfortunately Syria doesn’t have such neighbors and besides this kind of solutions may
instigate their ethnic and religious minorities to ask for same rights. Moreover, almost
all of its neighbors have got involved in the problem to some extent and none of them
even has the chance to meditate objectively. If the aim is to preserve Syria’s territorial
integrity, it is true then the federal solutions look like the most reliable alternative. In
order to implement such a solution we need the consent of the domestic and external
parties of the problem. As mentioned above, unless we get the consent of external parties
of the conflict, mainly US led western block and Russia-Middle East block; it will not
be possible to achieve peace and stability. The external parties of the conflict must agree
among themselves and impose a proper and acceptable solution to domestic parties of the
conflict. It is clear that when the external parties of the conflict cease their support for the
beleaguering parties and when they do not get logistic support, it will not be possible for
them to continue on war.
Although the Kurds speak of a kind of autonomy, they actually claim for a federal arrangement as a political solution. They are inspired by the Kurdistan region of Iraq in this
case. It was the federalism which brought peace and tranquility to Iraq’s restless people
who suffered a lot from dictatorship and totalitarian regimes. Just like in Iraq, the Kurds
constitute the majority of the population in some geographical areas in Syria and in this
way they differ from other ethnic and religious communities of country. After Basher al
Assad era, the Sunnis in Syria will probably not be in favor of such a solution and will resist it. It is not secret that they will struggle for Sunni dominant reign and when they came
to power, they will be “armed with unlimited supply of weapons from Sunni Gulf Arabs
and Turkey (Olson, 2013)” and surely not hesitates to attempt to overthrow Shiite government in Iraq. Even the Shiites will not like the idea of federalism as they are already
in power. But when they lose their power, they will take into consideration the balance of
power within the country and then will be willing to adopt a decentralized administration.
That is the basic reason why Basher, without going a war against the Kurds left the administration of Kurdish region to the Kurds. In the Middle East, in order to terminate the
traditional and inflexible monarch rules and transfer them to the democratic and federal
administrations is not an easy deal that could be achieved within a short period of time. It
Y
30
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
is certainly a matter of time and it requires a democracy culture, a spirit of understanding
and embracing the “other”.
After French Revolution, from 1793 to 1794, Mamilmilien Robespierre was among
the 12 members of Executive Organ of the government and was responsible for Public
Security. In spite of his powerful position, he still had a restricted area of execution for
the policies that were expected to be fulfilled. He confronted a dilemma, which is the
fate of almost all revolutions. Without involving the former regime’s crimes, he had to
guarantee the individual rights, show respect for universal freedom and preserve people’s
property. To that end, he imposed a virtual life to the people. But some parts of the society
showed resistance to his impositions. While he tried to break this resistance he became
the architect of an era which is known as the Terror Reign in France history. During this
period, which continued from 5 September 1793 to the 28 July of 1794, 17000 people
were beheaded by guillotine and ten thousand people were imprisoned. The Jacobins
executed everybody they regarded as an enemy of the revolution. The civil war erupted
after France Revolution coasted a hundred thousand of people’s lives and paved the way
for Napoleon Bonaparte to come reign in 1799(Patrice, 2012).
Y
Arab Spring reminds of the France Revolution and 1848 revolutions that occurred in
many parts of Europe to some extent. These revolutions caused wide range violence and
civil wars, which stemmed from intolerance and the lack of a democratic civil culture. In
the viewpoint of many westerners the Middle East has always been considered to be the
synonym of terror, Islamic fundamentalism, dogmatism and intolerance (Pappê, 2005).
Hence, these features and the identity of the region have been taken as a threat to world’s
peace and stability. Unfortunately, due to the political climate of the Middle East, violence and force have always been brought up as the solutions to problems therein. These
facts can easily shed light on our prediction about what Assad will do and especially after
the fall of his regime, and how a brutal and sectarian war will erupt in Syria. So what
about democracy? The answer is hidden in a Turkish idiom: “It has been postponed to
another spring.” A spring which might come after the Arab Spring.
31
Kıran, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Resources
Ajami, F. (2009). “The Ways of Syria Stasis in Damascus” Foreign Affairs, May/June.
Bozkurt, A. (2012). “The pro- war lobby Rallies in Turkey,” Today’s Zaman, October 13.
Byman, D. (2011). “Israel’s Pessimistic View of the Arab Spring,” The Washington Quarterly, 21 Jun.
Çandar, C. (2012). “Arap”a Muhabbet, ya Kürt” e, Hürriyet, 28 Temmuz.
Dağı, İ. (2012). “Ready for a war, but who will be the warriors?” Today’s Zaman, October
8.
Daniel, B. (2012). “Preparing for Failure in Syria,” Foreign Affairs, March 20.
Düzel, N. (2012). “Esad Askeri Açıdan Güçleniyor,” Pazartesi Konuşmaları, Kaan Dilek
röportajı, Taraf, 8 Ekim.
Engdalh, W. (2012). “Syria, Turkey, Israel and Greater Middle East Energy War,” Voltaire
Network, 12 October.
Fisk, R. (2007). The Gerat War of Civilization, The Conquest of Middle East, Vintage
Books, New York.
Galbraith, P.(2006). The End of Iraq, How American Incompetence Created a War Without End, Simon& Schuster Paperback, New York.
Galtung, J. (2012). “Solution oriented conflict transformation- Syria,” The Daily Star,
Strategic Issues: 23/06/
Gause III, F. G. (2011). “Why Middle East Studies Missed the Arab Spring, the Mighty
of Authoritarian Stability, Foreign Affairs.
Geoff D. Quentin P. & Abigail F. S. (2012). “US ‘disgusted’ with Syria peace plan veto,”
Financial Times, February 5.
Goldsmith, L. (2012). “Alawites for Assad Why the Syrian Sect Backs the Regime,”
Foreign Affairs, April 16.
Haling, P. & Birke, S. (2012). “Beyond the Fall of the Syrian Regime, “http://www.
merip.org/mero/mero022412?ip_login_no_cache=e788a5777b05511144b68d6b734af5aa, February 24.
Hafidh, Hassan and Faucon, Benoit (2011).’Iraq, Iran, Syria Sign $10 Billion Gas-Pipeline Deal,’ The Wall Street Journal, Moday, July 25.
Hopkins, N. S. & Ibrahim, S. E. (1997). Arab Society: Class, Gender, Power, and Development(Cairo: American University Press, 1997.
Ismael, T. Y. (2001) Middle East Politics Today Government and Civil Society, University Press of Florida.
“Jihadists on the way,” The Economist, Aug 4th 2012.
Kennedy, M. (2012) .”Kurds Remain on the Sideline of Syria’s Uprising,” The New York
Times, April 17.
Y
32
The Arab Spring And The Chance Of Democratic Transformation In Syria
Kissinger, H. A. (2012) “Meshing realism and idealism in the Middle East,” The Washington Post, August 03.
Landis, J. (2012). “The Syrian Uprising Of 2011: Why the Assad Regime Is Likely To
Survive To 2013”, Middle East Policy, Vol. XIX, No.1, Spring.
Milne, Seumas, “Intervention is now driving Syria’s descent into darkness,” The Guardian, 7 August 2012.
Murphy, R. W.(2011). “Why Washington Didn’t Intervene In Syria Last Time Comparing
1982 to 2012,” Foreign Affairs, March 20.
Olson, Robert (2013). “The Resugence Of The Sunnis,” Today’s Zaman, January 4.
Pappê, I.(2005). The Modern Middle East, Routledge, New York.
Patrice, .R. H. (2012). “Robespierre’s Rules for Radicals How to Save Your Revolution
without
Losing Your Head,” Foreign Affairs, July/August.
Patrick J. M. & Richter, P.(2012) Los Angeles Times, March 15.
Seale, P. (2012) “Assad Family Values “How the Son Learned to Quash a Rebellion From
His Father,” Foreign Affairs, March 20.
Tol, G. (2012). “Syria’s Kurdish Challenge to Turkey” Foreign Policy, August 29.
Tol, G. (2012). “Turkey Cozies Up to the KRG”, Middle East Institute, May 24.
Weiss, M. (2012). “What it Will Take to Intervene in Syria” Foreign Affairs, January 6.
Y
World Directory of Minorities and Indigenous Peoples (October 2011) - Syria : Overview,
The UN Refuge Agency.
33
Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
WHITEHEAD’IN MEDENİYETLEŞMEYE İLİŞKİN DÜŞÜNCELERİ
WHITEHEAD’S THOUGHTS ON CIVILISATION
Kasım MOMİNOV*1
Özet
A.
N.
Whitehead,
ortaya
koymuş
olduğu
düşünceleri
ile
XX.
Yüzyıl
felsefesinde önemli etkiler bırakmış bir filozoftur. Süreç felsefesi içinde yer alan Whitehead, teolojik
düşüncelerine paralel olarak sosyal ve kültürel alanlardaki görüşlerinde de “süreç” anlayışından ayrılmaz. Bu çerçevede ele aldığı konulardan biri de medeniyetleşmedir. Medeniyetleşmeyi bireyin kendisini yaşadığı toplumda gerçekleştirme süreci olarak ele alan filozof, bunun eğitim yolu ile tekâmüle
ereceğini savunur. Bu çalışmanın amacı, süreç filozofu Whitehead’ın, medeniyet anlayışına ilişkin
görüşlerini ve özellikle onun süreç felsefesi bağlamında medeniyet sorununa yaklaşımını ortaya koymaktır.
Anahtar Sözcükler: Whitehead, medeniyet, süreç felsefesi, değişme, gelişim, birey, modern dünya, din ve Tanrı.
Abstract
A. N. Whitehead is a influential philosopher who affected on contemporary thought. As a thinker
of process philosophy, Whitehead, in parallel with his theological thoughts, handles his socio-cultural
thoguhts in the context of process philosophy. In this frame, one topic he treats is civilisation. According to him, the importance of civilization emerges in self-realization of individual and the civilisation
reachs its peak by education. In this article, we will try to show his thought concerning civilisation,
particularly his approach to the matter of civlisation, in the context of process philosophy.
Keywords: Whitehead, civilisation, process philosophy, change, development, individual, modern world, religion and God.
Y
*1 Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, [email protected]
35
Mominov, K.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
Batı dillerinde “medeniyet”in karşılığı olan “civilization” kelimesi, ilk defa Victor
Riqueti Mirabeau tarafından 1757 yılında yayımlanan L’ami des hommes ou traité de
la popu­lation (Er kişinin dostluğu veya nufüz üzerine yazı) adlı kitabında kullanılmış
ve kısa sürede diğer Avrupa dil­lerine yayılmıştır. Latince civitas kelimesinden türetilen
“civiliza­tion” kelimesi ve türevleri Türkçede “medeniyet” kavramına karşılık gelir ve
Arapça, şehir anlamına gelen “Medine” kelimesinden türetilmiştir. Yunancada şehir anlamına gelen polis kelimesi ise, civitas gibi, nezaket, kibarlık, incelik (“politeness”) anlamını taşır (İbrahim, 2010, 2:2).
Bir medeniyeti meydana getiren kültürel değerler hangi şartlarda ve ne tür toplumlarda ortaya çıkar? Bazı toplumlarda maddi ve manevi alanlarda gelişme gösterebilirken,
neden diğer toplumlarda aynı gelişmeyi gösteremez? Bütün bu sorulara Whitehead’ın
medeniyet hakkındaki felsefi düşüncelerinin temeline inerek cevap bulabileceğimiz kanaatindeyim.
Whitehead Ve Medeniyet Olgusu
Aydınlanma dönemi düşünürlerine göre “medeniyet” kavramı, toplumsal ilerleme
düşüncesiyle iç içedir. Başka bir ifadeyle, medeniyet aklîliğin (rationality) dine baskın
gelmesi anlamında hem yerel ve bölgesel adet ve geleneklerin çöküşü hem de doğa bilimlerinin gelişmesiyle bağlantılıdır. Avrupa kültür çevrelerinde ilerlemenin sanayi toplumunun ortaya çıkışı ve devletlerarasındaki tek kültürel biçimliliğin artışı ile ilgili olduğu düşünülmüştür. Oysa Whitehead’e göre, XVIII. yüzyıl Aydınlanma kuşağı ve onların
XIX. yüzyıldaki takipçileri, insan zihni ile ilerlemenin mümkün olduğu yolunda yaygın
bir inanç yaratarak, geleceğin her zaman geçmişten daha iyi olacağı yönünde pozitivist
bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu pozitivist akıl, medeniyet ve teknolojinin gelişiminde
büyük ölçüde etkili olmakla birlikte, insan yaşamında özlü bir öneme sahip olan kültürel,
dini, sosyal vb. değerlerin insanlığın gelişmesini olumsuz etkileyeceğini savunmuştur. Bu
bağlamda Whithead medeniyetleşme konusundaki düşüncelerini metafizikle ilişkilendirmiş ve bunları kendi içinde bir bütün olarak sunmuştur. (Roland Faber, Brian G. Henning
and Clinton Combs, 2010: 227, 249). Durand’ın ifade ettiği gibi Whitehead medeniyet
hakkında geniş çaplı düşüncelerini Adventure of İdeas, Process and Reality ve Modes of
Thought adlı eserlerinde ortaya koymuştur. Bu anlamda Whitehead’ın medeniyet teorisine bakışı olumludur. Durand’ın Johnson’dan alarak açıkladığı şekliyle, Whitehead’ın
medeniyet konusunda dikkatle üzerinde durduğu üç temel teori vardır: 1) Kolektif eylem
teorisi. 2) Eğitim. 3) İlerleme (progress) mit’i (Durand, 2001: 1-15). Whitehead’ın düşüncesinde kolektif eylem teorisi olumsuz yapı arz ettiği gibi aynı zamanda sosyalleşme
yolunda gelişmemiş toplumların başvurdukları bir yoldur. Bütünsel bir eğitim sisteminden yoksun, sadece tek taraflı bir eğitimi esas aldıkları için böyle bir toplumda yetişen
bireylerin toplum içinde yaratacağı kolektif eylemler, her zaman yıkıcı ve trajik sonuçlarıyla insan hayatında olumsuz etkiler yaratabilir. Oysa progressive (ilerlemeci) yapı,
medenileşmiş toplumu kurmaya açıktır; Güçlü, yüksek düzeyde eğitim sahibi, her zaman
Y
36
Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri
progressive özelliğe açık olan bireylerin oluşturduğu toplum medenileşmiş toplumdur.
Whitehead’ın düşüncelerinde yüksek birey; hayatın tüm parçalarını en ince ayrıntısına
kadar tecrübe eden bireydir. Bu birey, din, ahlak, sanat, siyaset, adalet ve özgürlük gibi
alanlarda bütün bir organik yapıya sahip “great individual/mükemmel birey” bir bireydir
(Johnson, 1950: 45). Bu bakımdan medeniyetleşmenin getirdiği bazı bunalımların aşılabilmesi için ahlaka özel bir önem atfedilir.
Medeniyetleşmenin getirdiği bulanımlar, her ne kadar fırsatlar zamanı olarak görülse
de, Whitehead’e göre felsefe şimdi son hizmetlerini sergileyecektir. Whitehead, toplumlarda görülen bu bulanıklıklardan kurtulmak için esas bu bulanıklıklara sebep olan enkazların araştırılıp öğrenilmesi gerektiğini söyler. (Whitehead, 1932: 159). Whitehead 1932
de bunları dile getirirken, silahlaşmanın gelişmesini sağlayan II. Dünya Savaşı’ndan bile
önce, bunların medeniyetleşme yörüngesinde, kötü bir enkaza sebep olabileceğinin farkına varmıştır.
Whitehead’a göre felsefenin görevi, bu enkazdan kurtulmayı sağlayacak anlayışı
hazırlamak olmalıdır (Whitehead, 1932: 98). Yine Whitehead tüm medeniyetleşme çabalarını güçlendiren, “önem hissi”, “hayatın değeri” gibi düşüncelerin insan ve toplum
yaşamında çok önemli olduğunu belirtir. Nitekim o bunu felsefenin armağanı olarak diğer
bir yazısında açıklamaktadır (Fisher, 2001: 1, 3). “Perspektif duygunun neticesidir, önem,
duygunun bir görümümüdür, önem kendisini duygunun halden hale geçmesi gibi ortaya
koyuyor!”. (Whitehead, 1967: 178) Bu bağlamda konumuzu açıklığa kavuşturmak için
bütün bir çerçeve içinde, bazı ana kavramlarda temellenen düşüncelerinden söz ederek
Whitehead’ın konu ile ilgili fikirlerini anlaşılır kılabiliriz. Çünkü Whitehead’ın düşünceleri, birçok konuda, tıpkı şeylerin yapısı gibi bileşik bir yapıya sahiptir. Bu düşüncelerin
bileşenlerini teker teker çözmeye başladığınızda, o şeylerin anlamı açıklığa kavuştuğu
gibi varlık temeli de açığa çıkacaktır. Bunun için Whitehead’ın görüşlerini ilk sırada Tanrı
ve din, sanat ve mistisizm, kavrayış (Prehension), topluluk, bilfiil şey, kendini gerçekleştirme, ben, ezeli objeler (eternal objects) gibi kavramlar üzerinden okuduğumuz zaman
onun fikirlerinin aslında bütün bir felsefi sistemiyle bütünleştiğini görürüz (Whitehead,
1967: 48, 66, 34; 1925: 12; 1948: 88; Albayrak, 2001: 9 ).
Y
Whitehead de, tıpkı M. M. Sherebatov ve M. M. Speranskiy gibi insanı merkeze alır.
Ona göre insan aktüel (faal) bir varlıktır. Ancak onun insana atfettiği bu faal oluşu anlamak için önce Whitehead’ın metafizik görüşünü incelemek gerekir. Çünkü aktüel (faal)
olma durumu, “Whitehead’e göre aktüel dünyanın temsil ettigi metafizik durumdan ibarettir. Bu ise düzenin varlığının işleyişinin bir çeşidine işaret eder. Aktüel metafizik durumda tabiatın düzeninin isleyişinden bahsetmek Tanrı’dan bahsetmek anlamına gelir. O,
bu anlamda Tanrı’yı kâinatın şahıssız bir düzeni olarak görür” (Türer, 2002: 46). İnsan
bu anlamda topluluk içinde yaşayan bir birey olarak bu potansiyele sahiptir. Bir bireyin
toplum içinde kendisini ortaya koyması, temelde kendini belirlemesi anlamına gelir. Yani
toplum içinde yaşamakta olan her bir birey, bir şekilde yaşadığı şeyleri tecrübe ederek
o şeyi gerçekleştirir. Bireyin hayatındaki her yeni tecrübe, ona bir adım ileriyi belirleme gücü verir. Dikkat edersek Whitehead’ın düşüncesinde, tıpkı Tanrı için söz konusu
37
Mominov, K.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
olan aktüellik, birey için de hatta ve hatta tüm varlık için de geçerli olan bir durumdur.
Hal böyle olunca, birey aktüel bir şekilde toplum içinde kendisini belirledikçe bir düzeni
oluşturmaktadır. Bu düzen ise sırasıyla cemaat (grup), toplum ve medeniyette kendisini bütünlüğe erdirmektedir. İşte Whitehead’e göre medeniyetin temel çekirdeğini aktüel
olan insan oluşturur. Medeniyet toplum ve insanı değil; insan, toplumu ve medeniyeti var
kılmaktadır. O bakımdan gerçek medeniyeti oluşturan insan ve insan toplumu ne akıldan
(düşünceden) ne de dinden yoksun olabilir. İnsan özünde bilfiil olanı kavramadan bir düzen kuramaz; düzenin olmadığı yerde ne medeni toplum ne de medeniyet olur. Bunu anlamak için de Whitehead’ın organik felsefesini iyi kavramak gerekir. Çünkü “kavrama”
eyleminde, Whitehead’e göre, üç önemli faktör bulunur: a) Eylemi yapan, gerçekleştiren
süje. Yani kendi yapısında kavramayı somut bir unsur olarak bulunduran “bilfiil şey”.
b) Kavranan “veri” c) “Subjektif form”. Yani öznenin veriyi nasıl kavradığı konusudur.
Whitehead bilfiil şeylerin birbirini kavramasını “fiziksel kavrayış”, ezeli objelerin birbirini kavramasını “kavramsal kavrayış” şeklinde adlandırır. Her iki durumda da kavrayış
tarzının (sübjektif formun) şuurluluğu ihtiva etmesi şart değildir. Bu, en geniş anlamda
bir “duyma” olayıdır. Duyulan bilfiil bir şey, duyanın dünyasında “objektifleşir” (objectification); yani orada bir gerçeklik kazanır” (Aydın, 1985: 38). Whitehead’in felsefesinde
Sonuç da önemli ve faaldir. Her bilfiil şeyde, kendisinin ilgili olduğu bütün öteki şeyleri
kavraması ve fiilin oluşturduğu bir bütünlük vardır. Her bilfiil şey, “karmaşık”tır. Bu,
onun yapısında vardır. Dolayısıyla, terkibi açıklamak için klasik metafiziğin başvurduğu
Yeter-Sebep kavramına gerek yoktur. Zaten Whitehead’e göre, her şeyde, belli ölçüde de
olsa, kendi kendisini belirleme (Self-determining) gücü vardır.
Çağdaş düşüncenin yarattığı birçok problemlere yer veren Whitehead XVIII. ve
XIX. yüzyılda köleliğin ortadan kaldırılması için gayret sarfetmiştir. (Whitehead, 1932:
26,28). Çünkü ona göre “Medeniyetleşmiş toplumların gücü yüksek amaçların gerçekleşmesi için harcanan zamanın bilincini anlayan bireylerin yaygın anlayışınca korunur”.
Whitehead’ın fikir serüvenlerinde insanın öz hakları ayrıca bir öneme sahiptir. Ona göre
Batı medeniyetlerinin en iyi özelliklerinin temelinde, sırf insanlıklardan kaynaklanan,
insanın öz hakları fikrini içeren “insan ülkü”sü yatmaktadır (Whitehead, 1932: 11). Bu
ülkü esas olarak, tanrısal acun bilimsellik içinde bu doktrinini bütünleştiren Hırıstiyanlık
ve insan ruhu doktrini ile Plâtonculuğun birleşen etkisi sonucu Batı medeniyetine aşılanmıştır. Whitehead’a göre bu başarı tam vaktinde gelmiş, bununla birlikte bir sürü ayrı
düşünce ortaya çıkmıştır ve bunlar hümaniter ülkünün tam karşısında yer almışlardır. Bu
ayrılıkçı görüşlerden biri, Hobbes ve Hume tarafından temsil edilen, insan ruhunu yok
sayan materyalist veya duyumcu fenomenalist görüştür.
Hume’un izlenimlerinin ve izlenimlerine tepkisinin sürekli değişikliği, (her bir izlenim ayrı bağımsız varlık olarak) Platonik ruhtan ayrıdır. İnsanın evrendeki statüsü yeniden gözden geçirilmeyi gerektirir. “Senin düşünebildiğin insanoğlu nedir?” Yaratmanın
en üst düzeyinde olan insanın kardeşliği, ahlaki prensipleri için iyi tanımlanmış gerçeklik
olmaktan ayrılmıştır. Niçin bir izlenimin sürekli değişikliği, efendi köle ilişkisine benzer
diğer bir izlenimin sürekli değişikliğiyle ilgili olmasın? Bunun için çok açık bir neden
Y
38
Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri
yoktur (Whitehead, 1932: 29, 30).
Hume, Platon’a ait din geleneğinden kaynaklanan psikolojik mirastan dolayı, muhtemelen kişisel olarak köleliği sevmemesine rağmen, buna karşı olduğuna dair hangi fikri
verebilirdi? Bu soru insanların zihninde, insani değerlerin, hislerden ya da kendimize ait
olan ilişkilerimizden bağımsız bir insanoğlu sevgisi yoktur diyen Hume’un sözlerinde
yatıyor. İster Fenomenalist ister materyalist nedenle olsun insan ruhunun reddi, modern
düşünce ve hayatın somut işlerinde varsayılan, yani bir özgürlüğümüzün olduğu, davranışlarımızın bilinçli bir şekilde edindiğimiz ülkülerce şekillenebileceği, iki nesil öncesi,
ahlaki değeler arasındaki diğer bir şekliyle yakından ilişkilidir. Whitehead insan toplumlarının güç ve inanç ya da çelişki ve uyum, birbiriyle karşılaştığında, herşeyin etkili bir
nedensellikle belirlendiğine dikkat çeker. Bu nedenle ülkülerin güçsüz, sosyal ilişkilerin
hem toplum içinde hem de toplumlar arasında tamamen güç ve ilişkiye dayandığını ima
eden bir fikir içerdiğini gördüğü zaman gerçeğin bu olduğuna inanır. Oysa Whitehead
belli miktarda güç ilkelerinin her zaman gerekli olduğuna da inanır. Sağlıklı toplumların esasen paylaşılan ülkülerin ikna edici gücüyle toplandığını, bu nedenle kuvvetin tamamen aza indirilmesi gerektiğini iddia eder (Whitehead, 1932: 30, 32, 56). Bu kuvvet
ilkesine en önemli katkı özellikle sosyal Darwincilerce yorumlanan evrim görüşüdür. Bu
görüşe göre var olma çabası, güçlünün hayatta kalması açısından anlaşılan doğal seleksiyonun üstünde durarak ilerleme, daha iyi bir tür meydana getirdiğini görerek bireylerin
şaşırmasıdır. Bu doktrin Platon tarafından ifade edilen “insanların kardeşliği üzerinde
durmaktansa, şu an uyumsuz olanın yok edilmesini sağlamaya yönelmemiz” gerektiği
fikrinden oldukça farklı bir ilkeyi destekler.
Bu ilerlemenin acımasızlığından meydana geldiği görüşündeki bu evrime ait doktrin, tüm insanlık hareketleri için bir meydan okumadır. Whitehead yazılarının önemli bir
kısmında din ve dini inancın güçlü ve esaslı bir şekilde bireyde yaşaması gerektiğine vurgu yapar. Ona göre dini duyguların zayıflamaya başlaması, medeniyetin çöküşünde en
önemli unsur olarak karşımıza çıkar. Zira din, görev ve ihtiram duygularını yüceltir. Bu
duygular olmaksızın medeniyeti geliştirmek mümkün değildir (Türer, 2002: 39) . Whitehead’ın düşüncelerinin en önemli yanı insanlık için mümkün olan değerlerin aktüalitede
tüketilemez oluşudur (Hartshorne, 1981: 18, 19). Yine O’nun için önemli olan, anlam
ve düşüncenin eksikliğinin, medeniyetleşmede bir durgunluğa yol açan ve birçok skandallara kaynak olan örneklerinin tarihte görülmüş olmasıdır. Whitehead çalışmalarında
hep bu yöndeki düşünceleri işleyerek, insanlığın gelişmesi için her bireyin kendi özünü
keşfetmesi gerektiğini vurgular. Bu keşif sonucunda ait olduğu toplumun değerlerini; dini
değer ve inançlarını benimsenmesi ve bu değerlerin, bireylerce tecrübe edilmesiyle bireyin kendi kendini kontrol altına alabilmesi beklenir (Whitehead, 1967: 337).
Y
Whitehead’ı bu görüşlere getiren düşünce, şüphesiz onun metafizik düşünce temelinden gelmektedir. Çünkü onun düşüncesinde her şeyde belli ölçüde de olsa kendini belirleme gücü vardır (Aydın, 1985: 38). İnsan da bir varlık olarak bu düzenin bir parçasıdır
ve faal bir varlıktır. İnsan bu düzenin içinde kendini belirlerken bir takım şeyleri tecrübe
ediyor demektir. İnsanın tecrübe etmesi, onun bilfiil olanla ilişkisini ortaya koyar. Bilfiil
39
Mominov, K.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
olanla kurulan düzenli ilişki, aynı zamanda toplumun oluşturduğu medeniyetin, başka bir
ifadeyle yaşamın kendisinin düzenli oluşuna işaret eder. Bu düşünce Whitehead’ın “ben”
ile “sen” olanın ilişkisinde işlediği benlik konusu ile ilgilidir. Kişi bu benlik sayesinde
medeni ilişkilerini düzene koymaktadır. Stascha Rohmer konuyla ilgili olarak bireyin
kendi kendini (self experience) tecrübe ederek belirlediği gibi medeniyetlerin de kendilerini bu şekilde kanıtladığını belirtir. (Faber ve arkadaşları, 2010: 215). Whitehead bunu
şu sözleriyle dile getirir: “...Bizi sarmalayan dünyayı anlama çabalarının devamı ve tüm
ideallerle birlikte değerleri anlamak ve yaşamak…” (Whitehead, 1971: 137) için benlik, kendisini tecrübe sürecinde etkin olan “faktör”lerinde ortaya koymaktır. (Mominov,
2008: 22). Çünkü Whitehead’ın medeniyetleşmeye ilişkin düşüncelerinde barışıcıl bir
yöntem tutumluluğunu vurgulayan düşünceler yer almaktadır.
Whitehead’e göre medeniyetleşmede insan zihni ile ilerlemenin mümkün olduğu
yolunda yaygın olan kanaat, temelde tıpkı doğmatik inançlarda olduğu gibi yanlış yola
götürür ve istenmedik kültür değişikliklerine sebep olur. Bu şekilde pozitivist akılcılığın
getirdiği kültürel değişim sorun çözmekten öte, ortaya yeni sorunlar çıkarır. Toplumda
olması gereken davranış yolları ile olma şekilleri arasında birçok norm çatışmasına sebep
olur. Bu bakımdan Whitehead, toplumun kültürel bakımdan değişme için değil gelişme
için çaba göstermesi gerektiğini söyler. Çünkü değişme, bireylerin ahlaki yapısına etkide
bulunduğu gibi, davranışlarında anomik tutumlara da sebep olabilir. Diğer taraftan toplumlar arası sosyal gerginliklere de zemin hazırladığı gibi kendi kültürlerine yabancılaşmaya da yol açar. Bu anlamda Whitehead The Function of Reason adlı eserinde konuyla
ilgili olarak medeniyetleşmede, pozitivist akıl yürütmesini tehlikeli bulur (Whitehead,
1971: 130, 135).
Whitehead bu noktada benlik sorununa bir ontolojik mesele olarak bakmaktadır.
Çünkü Varlığın idraki ile insanın bu varlık içinde nasıl davranması ge­rektiği problemi,
metafizik, kozmoloji, epistemoloji, ahlak ve siyaset alanlarının sorusu olarak tümünü
birbirine bağlar. Varlığın idrakini “nasıl davranmalı­yım?” sorusundan ayırmak, bizi bir
tarafta ahlakî temelleri olma­yan bir ontolojik-epistemik sisteme, öbür yandan ontolojisi
olma­yan bir ahlak sistemine götürür. Varlık hakkında kapsamlı ve tutarlı bir çerçevenin
ortaya konması için, farklı varlık mertebeleri ve yaşam alanları arasında tutarlı ve anlamlı
bir ilişkinin kurulmasına ihtiyaç vardır. Bir medeniyetin geliştirdiği sosyal-siyasî düzene
şekil veren ve içerik kazandıran şey, o medeniyetin sahip olduğu dünya gö­rüşü ve varlık
hakkında düşünceleridir. Medeniyet bunların sonucunda ortaya çıkan fikrî, fizikî, siyasî
ve ekonomik düzeni ifade etmektedir.
İşte Whitehead geliştirdiği süreç felsefesiyle bu düşüncelere, hem geleneksel teistleri,
hemde aşırı idealistleri, materyalistleri, barışçıl ikna metotları ile gerçeği anlamaya çağırmaktadır. Whitehead bu metodlarını ve modellerini modern medenileşmiş kişi üzerinden,
bilim ve din, doğa ve evren, tanrı ilişkileri düşüncesinde geliştirmiştir (Whitehead, 1971:
43, 45). Lynne Belaief bir çalışmasında konu ile ilgili olarak Whitehead’ın spekülatif
türden düşünce sistemi geliştirmekte olduğunu ileri sürer. Ona göre Whitehead, ustalıkla zamanın toplum problemlerini tespit edip felsefesinde bu problemlerin, hem düşünce
Y
40
Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri
hem de yaşamsal boyutta bir bütün olarak, çözümleyici yollarını açıklığa kavuşturmaya
çalışmaktadır (Belaief, 1966: 277, 286) .
Jay Tidmarsh (1998:1) Whitehead’ın Metafiziği ve Kanun Hakkında Bir Diyalog adlı
çalışmasında Belaief’in yorumlamakta olduğu o spekülatif düşüncenin Whitehead’ın metafizik düşüncesinde, bir başka ifadeyle sürecin yayılımında tezahür ettiğini ifade eder.
Çünkü hakikaten, Whitehead’ın medeniyet anlayışı, toplumların ve hatta toplumun bir
parçası olarak yaşamakta olan insanın dahi, bu sürece katılmasıyla gerçekleşir. Nitekim
medeniyet dediğimiz yapı, sürecin yayılımında, yani süreçle beraber gerçekleşiyor olmalıdır. Bu açıdan baktığımızda Whitehead bireylerin farklı medeniyet tasavvurlarının farklı
ben-idraki formları ürettiğini savunmak suretiyle, hem medeniyet kavramına pozitif bir
anlam yükler hem de medeniyetlerin çoğulluğuna işaret eder.
Şu kadarını söylememiz gerekirse, Whitehead konu ile ilgili düşüncelerini ustalıkla
eski Yunan’dan, Platon ve Aristoteles’ten alarak Orta Çağ’ın ünlü düşünürleri Augustinus
ve Abelardus’un insan ve Tanrı hakkında ileri sürdükleri düşüncelerini yeniden yirminci yüzyıla taşımaktadır. Tıpkı ortaçağın Hıristiyan filozoflarının yapmaya çalıştığı gibi,
medeniyetleşme yolunda hem dinin hem de insanın konumunu felsefi bir biçimde temellendirmeye çalışmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Whitehead, spekülatif bir sistem
geliştirmenin nedenlerine ilişkin en esaslı açıklamaları sağlamaktadır. En azından bugün,
bu sistemin, düşüncenin gelişimi için gerekli olduğuna inanmaktadır. O aynı zamanda,
medeniyeti oluşturan öğelerin doğruluk, güzellik, sanat ve barış olduğuna dikkat çekerek
bugünün insanlığının bu sürece katkısını, Hegel’in ifade ettiği gibi organik bir bütünlük
içerisinde, bu öğeler doğrultusunda gerçekleştirmesi gerektiğini vurgular. Bu ise Whitehead’ı ayrıcalıklı kılan yanlarındandır. Çünkü Whitehead’in geliştirdiği metot ve modellerinde yaptığı şey, sözünü ettiğimiz medeniyetleşmeye doğru giden yolda modern insan
prototipinin aydınlanma ile birlikte kaybettiğini yeniden ona kazandırmak olmuştur. Çünkü ona göre inançtan yoksun bir toplum, medeniyetleşme yolunda kendi özünü kaybetmiş
bir bireye benzer. Whitehead bu problemi bireyin üzerinden bir varlık problemi olarak ele
almaktadır (Bruce, 2011: 33, 88, 135). Ona göre insanın farkında olduğu her fenomen sürekli bir oluşum halindedir (Whitehead, 1929: 33). Ayrıca tıpkı bireyin süreçte kendisini
tecrübe ederek oluşturduğu gibi, sosyal yaşam ve sosyal organizasyonlar da süreçte bir
oluşum içerisindedirler. Medeniyet de, bu oluşumda varlığa gelir ve belli bir süre sonra
tıpkı insan gibi tarihin derinliklerine gömülür.
Sonuç Yerine
Y
Whitehead bütün bu arz ettiğimiz çerçeveyi yalın bir biçimde formüle etmektedir.
Şöyle ki, zamanında sosyalleşmekte olan bir medeni toplumun karşılaştığı kolektif eylem problemine, eğitim yoluyla, toplumun en küçük parçası olan bireyi yüksek birey
konumuna çıkartarak çözüm üretmektedir. Bu çözümün üçüncü yapısını ise ilerlemeci
(progressive) sistem oluşturmaktadır. Nitekim Whitehead’a göre ilerlemeci yapıda yıkıcı
eylemler değil barışçıl, entelektüel faaliyetler daha aktif olup medeniyetleşmenin en ileri
safhalarını oluştururlar.
41
Mominov, K.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Whitehead, kendi mantığının kıyısında olmaktan uzak olan modern dünyanın, kasıtlı
olarak ufkunu daralttığına işaret etmektedir. Bu aslında iyi pratik amaçlar için yapılmıştır.
Onun, fazlasıyla meyve verdiğini gösteren gerçeklik ile ilgili basit bir modeli vardı ve o
bunu tartışmakla zaman kaybetmek istemiyordu. Bu modeli kullanarak doğayı öğrenme işine devam edebilirdi. Sosyal bilimlerde analojik modeller iyi işlemekteydi. Başlangıçta model redüksiyon ve esasen analitikti. Bütün, araştırma için daha basit parçalara
ayrılmaktadır. Parçalar kendi ile sınırlı düşünülmektedir, öyle ki içsel ilişkilerin dikkate alınması gerekir. Bu modele dayalı araştırma büyük sayılarda araştırmayı bir araya
getirmiştir. Bir anlamda parçalar arası ilişkiler Leibniz’in monadlarını hatırlatmaktadır.
Ancak aralarında önemli bir fark vardır: Zira Leibniz’in monadlarının dış dünyaya açılan
pencereleri yoktur. Kendi dışındaki dünya ile bütün bağlantılarını kopararak kendi içine
kapanmıştır. Fakat Whitehead’ın düşüncesinde ise parçalar aynı zamanda kendi dışındaki
dünyaya açıktır ve diğer bireylerle bağlantıları vardır. Çünkü Whitehead için gerçeklik,
ilişkiseldir. Bu ise daha da etkileyici bir şekilde, insan varlığı tarafından çok büyük miktarlarda manipulasyonu ve kontrolü olanaklı kılmıştır.
Diğer taraftan, bu modele dayanarak dünyaya ilişkin kavramsal anlam kazandırma
çabaları başarısız olmuştur. Modelin üzerinde oluşturulan gerçeğe ilişkin nosyonlar ve
yeterli nedensellik, analiz altında yetersiz kalmıştır. Felsefi açıdan bakıldığında, sürecin gerçekliği metafizik olarak doğru algılanamamıştır. Bu da süreci, metafiziğin reddine
götürmüştür. Whitehead’a göre bu hareketi yapan Kant olmuştur ve O’na göre Kant son
iki yüzyılın en etkili felsefecisidir. Kendisi sadece bu modelde yer alan düşünce kategorilerinin akıl tarafından anlaşılabileceğini ileri sürmüştür; fakat aynı zamanda da bunların
aslında bizim deneyimlediğimiz dünyadan farklı bir dünyayı karakterize ettiklerini ileri
sürmek için herhangi bir temelin olmadığını da fark etmiştir.
Bir hareketin keskin sınırları yoktur. Birçok düşünür süreç düşüncesine ilişkin en açık
alternatifleri bile onu tam olarak benimsemeden reddedebilmektedir. Whitehead’ın süreç
düşüncesi olarak ifade ettiği hareket yeni bir sentezi oluştururken, yirminci yüzyılın genel
entelektüel iklimini, analitik düşüncesini sentetik olana tercih etmiştir. Bu artık “metafizik” ya da “spekülasyon” gibi yeni pejoratif terimler tarafından kolaylıkla ortadan kaldırılabilir. Berkeley’den Hume’a ve Wittgenstein’dan Derida’ya kadar süreç düşüncesine
alternatif çözümler üretmiş olan kişiler, genellikle önceki bakış açısı temelinde yeni bir
sistemi oluştururken pozitif adımları ele almayı reddetmektedirler.
KAYNAKÇA
Aydın. M. (1985). Süreç (Proses) Felsefesi Işığında Tanrı-Âlem İlişkisi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 27, s. 31-87, Ankara
Albayrak. Mevlüt.(2001). Tanrı ve Süreç, Isparta: Fakülte Kitabevi.
Belaief, Lynne. (1966). Whitehead and Private-Interest Theories, Ethics, 76.
Bruce, E, G. (2011). Process Theology A Guide For The Perplexed, Published by T&T
Clark International, London.
Y
42
Whitehead’ın Medeniyetleşmeye İlişkin Düşünceleri
Cihan, Mustafa. (2008). A. N. Whitehead, Süreç Felsefesi ve Eğitim, KKEFD, Sayı 18.
Ertürk, Ramazan.(2000). Giriş, Süreç Felsefesi Bağlamında Sembolizm,Whitehead, Ankara: A yayınları.
Durand, K.K. J. (2001). Whithead’s Philosophy of Civilization: İdeas Great İndiviuals,
Education and The Problem of Collective Action, Henderson State University
Summer
Hartshorne, Charles. (1981). Whitehead’s View of Reality, New York: Pilgrimm Press.
Johnson A. H. (1950). Whitehead‘s Philosophy of Civilization, Whitehead and the Modern World:
Science, Metaphysics, and Civilization, Victor Lowe, et al. eds., (Boston: The Beacon
Press,
Kalın, İbrahim. (2010/2) Dünya Görüşü, Varlık Tasavvuru ve Düzen Fikri: Medeniyet
Kavramına Giriş, Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, Cilt 15 Sayı 29.
Laurence, F, Wilmot. (1979). Whitehead and God: prolegomena to theological reconstruction, Wilfrid Laurier University Press, Canada.
Matthew, Fisher. (2001). Human Development and the Nature of Creativity, Concrescence Vol. 2.
Mominov, K. (2008). Süreç Felsefesinde Ahlak, DEÜ, Sos. Bil. Ens, Flesefe ve Din Bilimleri Bölümü, İzmir: Basılmamış Doktora Tezi.
Roland Faber, Brian G. Henning and Clinton Combs. (2010). Byeond Metaphusics? Explorations in
Alfred North Whitehead’s Late Thought, Amsterdam - New York, NY (Michael. Halewood: Fact, Values, Individuals, and Others: Towards a Metaphysics of Value)
Türer, Celal. (2002). Whitehead’ın Din Felsefesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi II. Sayı: 2.
Tidmarsh, Jay (1998), Whitehead’s Metaphysics and the Law: A Dialogue, Albany Law
Review, Vol. 62, No. 1.
Whitehead, A, N. (1926). The Aims of Education and Other Essays, Macmillan Company.
Whitehead, A, N. (1932). Adventure of Ideas, Harvard University Press
Whitehead, A, N. (1971). The Function of Reason, Boston: Beacon Press.
Y
Whitehead, A, N.(1967). Process and Reality, Edited by David Ray Griffin New York.
43
Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
DELİLİK VE ESER YOKLUĞU:
BİR SINIR DENEYİMİ OLARAK DELİLİK
MADNESS AND THE ABSENCE OF AN OEUVRE:
MADNESS AS A BOUNDARY EXPERIENCE
Ümit KARTAL*1
Özet
Michel Foucault, kendi ifadesiyle, bir düşünce sistemleri tarihçisidir. Burada tarihçilik klasik anlamın
dışına taşar ve nedenselcilik, ilerlemecilik ve sürekliliklere bağlanan tarih kavrayışından kendini özgün
bir biçimde ayırt eder. Deliliğin klasik çağdaki tecessümü bir zamanlar mümkün olan akıl ve delilik
arasındaki iletişimi ilga eder. Delilik ve anormallik sadece dışlayıcı, olumsuzlayıcı bir iktidar söylemi
etrafında anlaşılamaz, asıl olarak kurucu bir işlevi de vardır. Akıl ve akıldışı, geleneksel batı metafiziğinin özdeşlik ve başkalık mantığı dairesinde başkalığın yalnızca aynının özdeşliğinin onaylanması,
aynının ebedi geri dönüşü, bağlamında hiyerarşik bir ikilik olarak kurulur. Dolayısıyla Foucault bu
mantığın, özdeşlik ve başkalık hiyerarşisinin dışında başka bir mantık, “farkı fark olarak” deneyime
açan bir mantık, arayışındadır. Bu nedenle Foucault ilkin bir sınır ihlalinin mümkün olup olmadığı
sorusuna, sonrasında ise sınır ihlalinin bir sınır varsayımına dayanmasını göz önünde bulundurarak bir
“dışarı” arayışına yönelir. Bu yöneliş ifadesini edebiyat ve delilik arasındaki yakınlıkta bulur. Bu çalışmada, öncelikle, deliliği bir “eser yokluğu” olarak ele alan Foucault’nun, Deliliğin Tarihi’inde ifadesini bulan, “sessizliğin arkeolojisi”nin aradığı “aklın dilinin beri tarafı”nın imkânı üzerinde durulacaktır.
Ardından, Foucault’nun bu arayış dolayısıyla temellendirmeye çalıştığı bir dış-dışarı düşüncesinin vardığı ufka odaklanılacaktır. Bu çalışmanın son uğrağı bu yönelimin, edebiyat ve delilik deneyimlerinin
yakınlığında açığa çıkan deneyimin, imkânı üzerine temellenmiştir.
Anahtar kelimeler: akıl, delilik, eser yokluğu, dışarı, sınır deneyimi.
Abstract
Michel Foucault, in his own words, is a historian of the systems of thought. Nevertheless his conception of historiography, differentiating itself in a peculiar way, goes beyond the classical understanding
of history which is centered on causality, progress, and continuities. The emergence of the madness
through the classical age does away with the communication between reason and madness which has
been possible once. Madness and abnormality cannot only be understood in terms of a discourse of
power which is exclusive and negative, but it also has a constructive function. Reason and irrationality
are constructed as a hierarchical dualism in terms of the western metaphysics’ identity and difference
logic; in this context difference does make sense only in so far as it is understood as the affirmation of
the identity of the same, which only means the eternal return of the same. Thus, Foucault is in search
for a distinct logic, other than the one which is based on identity-difference hierarchy, through which
Y
*1 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Sistematik Felsefe ve Mantık
Anabilim Dalı. [email protected]
45
Kartal, Ü.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
one could experience “the difference as difference”. Therefore, Foucault, first of all, tends to figure out
whether a transgression of boundary is possible or not and then he proceeds to a search for “outside”
since the assumption of the transgression has already taken for granted the boundary. This tendency
finds its expression within the affinity between the madness and literature. In this work at first I will
put some emphasis on the possibility of “this side of the language of the reason” which was put forth in
the History of Madness by Foucault as he was seeking for “archaeology of silence”, that is, that of the
madness as an “absence of an oeuvre”. Then I will focus on the horizon sprung from Foucault’s search,
that is, the idea of an “outside”. Finally, I will deal with the possibility of this tendency which aims at
finding an outside emerging through the experience of the affinity between the madness and literature.
Keywords: reason, madness, the absence of an oeuvre, outside, the experience of boundary.
Başka’nın sınır deneyinden tıbbi bilginin kurucu biçimlerine ve bunlardan şeylerin düzenine ve Aynı düşüncesine girerken kendini arkeolojik düşünceye sunan şey, tüm klasik bilgi veya daha doğrusu, bizi klasik düşünceden ayıran ve modernliğimizi kuran şu eşiktir. İnsan adı verilen ve insan bilimlerine kendine özgü bir alan açan
şu garip bilgi figürü, ilk kez bu eşiğin üzerinde ortaya çıkmıştır. Batı kültürünün bu derin düzey değişikliğini
gün ışığına çıkarmaya uğraşırken, bizim kendi sessiz ve safçasına hareketsiz zeminimize kopuşlarını, istikrarsızlıklarını, kırıklarını iade etmiş oluyoruz; ve ayaklarımızın altında yeniden kaygıya kapılan o olmaktadır.
Michel Foucault, Kelimeler ve Şeyler
Dilin, özellikle insan dilinin, kökenine ilişkin arayış geniş bir literatür oluşturur. İnsani iletişimin dayanağı olarak dilin kökeni sorunu özne-nesne, ben-dış dünya ayrımına ve
bu “ayrı” varlık düzeylerinin iletişiminin imkân ve imkânsızlığına odaklanır. Kök, köken
ya da kaynak arayışı özgün bir dizi yaklaşımı açığa çıkarırsa da temelde önemli bir problemi gündeme taşır: kelimeler ve şeyler arasındaki ilişkinin ne olduğu ve nasıl işlediği sorusudur bu. Babil söylencesi kelimeler ve şeyler arasındaki Tanrı tarafından mühürlenmiş
özdeşliğin ortadan kalkmasını, “kendine ad vermek” ve “göğe yükselmek”, yani “sözün
iktidarını kullanmak”, isteyen insani “meydan okuma”nın Tanrı tarafından cezalandırılmasını hikâye eder (Revel, 2006: 37). Bu cezalandırma, nasıl ilk günah cennetten kovulma ile cezalandırılırsa, dillerin saydamlığını ortadan kaldırır. İlk günah ve ceza tarihi
başlatırken, ikincisi bu tarihsel varlığın iletişim olanağını güçleştirir. Kelimeler ve şeyler
arasında Tanrı tarafından tesis edilmiş özdeşliği ifade eden bu altın çağ, kibrine yenik
düşen insan tarafından ortadan kaldırılsa da, Ortaçağ boyunca hüküm süren benzerlik
mantığı bu Tanrısal izi takip ve yeniden tesis etme çabası olarak karşımıza çıkar.
Foucault Söylemin Düzeni (1970) konuşmasının hemen başında kişisel dilden kurtulmak ve “hiç kimseye sezdirmeden [söylemin içinde] eriyip gitme[k]… söylemin kendisinden kaynaklandığı kişi olacak yerde, onun uzayıp gidişinin rastlantısallığında, zayıf
bir boşluk, olası eriyişindeki bitiş noktası” olmak arzusundan bahseder (2001: 9). Bu
arzuya rağmen, Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi’nde sorduğu biçimiyle kim, nereden,
nasıl ve hangi yetkiyle konuşuyor sorularını sormadan, dolayısıyla söylemi belirleyen
episteme ve bu epistemenin gündeme getirdiği dışlama mekanizmalarını hesaba katmadan, ya da onu ihlal ederek veya onun dışına çıkarak konuşmak mümkün müdür sorusunu
Y
46
Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik
sormak gerekir. Konuşan öznenin ya da genel olarak özne ve dilin dışına çıkmak mümkün
müdür? Bu çalışmada sözü edilen sorulara odaklanılarak Foucault’nun delilik ve edebiyat
arasında işaret ettiği yakınlığın bu imkânı sunup sunmadığı tartışılacaktır.
Yapısalcılık, dili kendi içsel bütünlüğü içerisinde olarak, batı metafiziğinin özne
kavrayışını tehdit eder. Bu tehdit Nietzsche’de öznenin, mutlak özne olarak Tanrı’nın,
bir dilbilgisi hatası olduğu kavrayışının mirasçısı olarak görülebilir. Saussure’ün yapısalcılığı öznenin ölümünü dil (langue) ve söz (parole) arasındaki ilişkide ilan ederken
yeni bir açmazla, “yapı” kavramıyla karşımıza çıkar. Kendisi tarihsel olmayan ama tarihi
oluşturan bir yapı olarak dil. Getirdiği eleştirel ufkun ve yeniliğin yanı sıra, yapısalcılık,
Derrida’nın “mevcudiyet metafiziği” olarak adlandırdığı ve eleştirel düşüncesinin radikal olarak hedef aldığı, batı metafiziğinin çerçevesi içinde kalır. Bir “yöntem” olarak
yapısalcılığın amacı “tecrit edilmiş olay ya da anlamları onların taşıyıcısı [underlying]
olan yapısal yasalar vasıtasıyla çözümlemek” ve “tikelleri onları yöneten genel kodların bütünlüğüyle [totality] karşılıklı münasebeti içerisinde betimleyerek kavramak[tır]”
(Kearney, 1994: 240).1 Saussure dilin ne olduğu ya da neye göndermede bulunduğunu
değil bir “biçimsel ilişkiler sistemi olarak” dili kendi dışında herhangi bir şeye götürmeden açıklamaya çalışır. Anlamın kökeni ne Tanrı ne de insandır. Dolayısıyla göstergenin
anlamı ne aşkın bir mutlak varlıkta ne de tarihsel bir varlık olarak insandadır, fakat “dilin
içerisinde olan göstergeler arasındaki farklılık ve karşıtlıklar” vasıtasıyla belirlenir. Dil
ve söz arasındaki ayrım evrensel ve zamandışı olan bir sistem ile gündelik hayatın, şimdi
ve burada olan, somut ifadelerine karşılık gelir. Saussure tarihsel olan söz karşısında tarihdışı olan dile öncelik verir. Bu ikincisi yalnızca tarihsel olan sözü değil aynı zamanda
tarihin anlamını da mümkün kılan bir yapıdır. Saussure dilin kökeni üzerine metafizik ve
mistik açıklamaları bir kenara bırakmaya çalışırken metafizik geleneğin mirasçısı olmayı
sürdürür. Bütünsel ve tamamlanmış bir sistem olarak dilin bir dışarısı yoktur.
Foucault’yu Kearnay’in belirttiği gibi Levi-Strauss, Barthes ve Lacan gibi Sassure’ün
ortaya attığı semiyoloji metodunun “keşfedilmemiş alanlara” uygulanması eğiliminin bir
bileşeni olarak okumak mümkün ama problemlidir (1994: 251). Foucault düşüncesinin
ilk evresinde, çağdaşlarında da belirgin olarak takip edilebileceği gibi, “anlamın biçimsel
olarak nasıl kurulduğu” sorusuna odaklanır. Burada Husserl’in fenomenolojisinin belirleyiciliği öne çıkar. Fenomenoloji şeylerin kendisine dönerek özlerin bilgisini yakalama
uğraşında öznelci aşkın idealizmin sınırında iş görür. Yapısalcılık ise tamamlanmış, bütünsel bir dil kavrayışından yola çıkarak tarihdışı yapılara odaklanır. Foucault çağının
kendisi üzerinde de etkisi olan bu yaklaşımlar karşısında kendi düşünsel eğiliminde bir
farklılaşma anına değinir. Bu farklılaşma anı aynı zamanda onun yapısalcılıkla olan farkının da altını çizer. Kimsiniz siz, profesör Foucault adlı söyleşide Foucault bunu şöyle
ifade eder: “ben ne anlamla ne de anlamın ortaya çıkış koşullarıyla ilgileniyorum; benim
üstünde durduğum şey, anlamın değişim ya da kesintiye uğrama koşullarıdır, anlamın,
başka bir şeyi ortaya çıkarmak için yok olma koşullarıdır” (FS, 2011: 85).
Bu bağlamda, özellikle ilk döneminde, Foucault’nun yapısalcı yöntemin açtığı ufukMetnin devamında Saussure’ün temel görüşleri Kearney’in metnine dayanarak aktarılmıştır.
Y
1
47
Kartal, Ü.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
ta yol aldığı söylenebilirse de onun ısrarcı reddedişine kulak vermek gerekir. Episteme
kavramı Foucault’nun yapısalcılıkla olan müphem ilişkisini, yakınlık ve ayrışma, belirgin
kılar. Bu belirginleşme Bilginin Arkeolojisi’nde gündeme gelir. Foucault Bilginin Arkeolojisi’nde önceki tarihlerinde (Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu ve Kelimeler ve Şeyler)
muhtelif biçimlerde ele aldığı söylemi genel olarak açımlamaya çalışır. Bu girişim ne önceki yapıtların “yeniden ele alınışı” ne de onların “doğru olarak tasvir edilmesi” olmadığı
gibi onlardan “farklıdır” (BA, Foucault, 1999: 31). Yine de bu çaba okuyucu açısından
ciddi bir güçlük taşır. Blanchot bu zorluğu şöyle ifade eder:
Bilginin Arkeolojisi’ni (bu başlık kendi başına tehlikelidir, çünkü kaçınılması
gereken şeyi arche’nin logosunu veya köken sözün çağrıştırmaktadır) okuyun
ve tekrar okuyun ve orada negatif teolojinin birçok kalıbını gördüğünüzde şaşıracaksınız. Foucault reddettiği şeyi muhteşem cümlelerle tasvir etme yeteneğini
burada sergilemiştir: “…değildir, bununla beraber …de değildir, … hiç değildir,” öyle ki “değer” düşüncesinin kesin bir biçimde reddettiği şeyi belirginleştirmek için elinde neredeyse hiçbir şey kalmaz… (2005: 74).
O halde, bu yapıtta tanımlandığı biçimiyle episteme nedir? Episteme “değişik söylem türlerini birbirine bağlayan ve belirli bir tarihsel döneme karşılık gelen bir ilişkiler
bütünü” olarak karşımıza çıkar (Revel, 2006: 35). Episteme adlandırmak, bölmek, sınıflandırmak ve düzene sokmanın yanı sıra “olası bilginin alanını önceden düzenler” (age.,
43).2 Revel’e göre bir çağın söylemine ve pratiğine hâkim olan, onu belirleyen, belirlerken sınırlayan, sınırlarken dışlayan bir epistemeden diğerine geçiş sorunu Foucault’nun
açıkta bıraktığı bir sorudur (2006: 40). Bununla birlikte bu açıkta bırakma anlamlıdır. Bir
geçiş, sıçrama ya da kopuş geleneksel tarihçiliğin ilerlemeci ve nedenselci açıklamalarını çağrıştırır. Oysa Foucault’nun arkeolojisi bu yaklaşımların dışında ve ötesinde tarihe
yaklaşmak ister. Episteme kavramı geçiş sorunu bağlamında bir açmazla karşılaşıyor olsa
da yapısalcılıktan uzak bir kavrayışı işaret eder. Epistemik çerçeve, Revel’in ifadesiyle,
“tarihselleştirilmiştir”, “bir doğum ve ölüm anı vardır” ve her ne kadar “sınıflandırıcı,
taksonomik düzen olarak işlev” görse de “statik değildir” (2006: 50). Dolayısıyla soru
tekrar gündeme gelir bir dışarısı var mıdır?
Blanchot Bilginin Arkeolojisi’nde “bilgi ve iktidar” arasındaki ilişkinin Foucault’yu
siyasal bir yönelime götürdüğünü vurgular (2005: 79). Bu siyasal yönelim bir karşı-iktidar arayışında açıklanamaz. Revel’in ifade ettiği gibi “iktidarı tersinden ya da baş aşağı
yeniden üretmekle sınırlı kaldığı sürece, karşı-iktidar iktidarı kesintiye uğratmaz, uzatır
(ters simetri şeklindeki paradoksal biçim altında), üretmez, kaçınılmaz olarak yeniden
üretir” (2006: 42). Bu bağlamda akıl ve akıldışı arasındaki kurucu yarılmaya geri gitmek
gerekir. Deli klasik çağdan önce de vardır ve toplumsal hayatın bir bileşeni olarak oradadır: tanrısal cezbeye uğramış meczup ve dünyevi aşkın divane ettiği mecnun. Klasik
çağda ortaya çıktığı yeni formla delilik sessizliğe mahkûm edilerek bir iktidar teknolojisi
2
Revel buna örnek olarak kimyanın elementler tablosunu gösterir. Bu tablo yalnızca mevcut elementleri belirtmekle
kalmaz ama yer verdiği boş kutucuklarla bulunabilecek yeni elementleri de bu tasnifte konumlandırır. Önemli bir
ayrıntı olarak, Revel bu elementler tablosunun Fransız dersliklerinde genel olarak “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”
yazısıyla birlikte asılı olduğunu belirtir.
Y
48
Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik
beraberinde dışlanır, ortadan kaybolur; kaybolurken aklın hükümranlığını tahkim eder.
Foucault bunu “delilik üzerine geliştirilen rasyonel bilgi deliliği bastırsa ve ona patolojik
araz statüsü vererek elini kolunu bağlasa da kültürümüzde delilik olmadan akıl olamayacağı” biçiminde ifade eder (BK, 2011: 26). Modern insan bir zamanlar mümkün olan
iletişimi ortadan kaldırır. Deli ve akıllı arasındaki iletişim “kesintiye uğramış” ve “ortak
dil” ortadan kalkmıştır (age., 22).
Deliliğin Tarihi Foucault’nun düşünsel projesinin merkezi bir uğrağıdır. Bu belirleme Foucault’nun düşünsel projesinin doğrusal bir çizgide ilerlediği; kesinti ve kopuşları barındırmadığı anlamına gelmez. Bu kesinti ve kopuşları Foucault’nun kendisi de
ortaya koyar.3 Deliliğin Tarihi’inde Foucault “sessizliğin arkeolojisi”ni yaptığını ifade
eder (age., 22). Delilik bir “eser yokluğu”dur (age., 24). Bu nedenle Foucault deliliği bir
bilimsel söylemin nesnesi olarak değil ama bir bilimsel söylemi mümkün kılan bir sınır
durumu olarak kavrar. Bu yaklaşım Foucault’yu fenomenolojik ve yapısalcı yöntemlerden ayırt eden önemli bir noktadır.
Deliliğin Tarihi bir sessizliğin arkeolojisi olduğu kadar sınırların, sınır deneyimi
olarak deliliğin tarihidir. Bir sınır-kavram (Grenzbegriff) “bilgiyi sınırlayan, ama aynı
zamanda bu sınırın ötesinde bir şeyin bulunduğunu da gösteren” bir kavramdır (Akarsu, 1998: 160).4 Bununla birlikte burada bir sınır deneyimi olarak deliliğin Foucaultcu
anlamda ele alınışında Bilginin Arkeolojisi’nde ifadesini bulduğu biçimde a priori’nin
önüne ayırt edici bir “tarihsel” nitelemesi eklenmelidir. Bu sınır deneyimi aynı zamanda
“insan”ı ortaya çıkaran bir deneyimdir (BK, 2011: 94). Foucault bu sınır deneyiminin
arkeolojisini yaparken “aklın dilinin beri tarafında” kalan bir bölmeden bahseder (BK:
s. 29). Dolayısıyla Foucault’nun sınırların tarihçiliği ve sessizliğin arkeolojisine yönelen
projesi “hiçbir zaman yeniden kurulamayacak olan bir deliliği esir tutan tarihsel bütünün
-nosyonlar, kurumlar, hukuki ve polisiye önlemler, bilimsel kavramların- yapısal bir incelemesini” yaparak “akıl ile deliliği aynı anda hem ilişkilendiren hem de birbirinden ayıran
karara yaklaşmak” ister (age., 27). Sınır deneyimine yönelen bu araştırma aynı zamanda
“aklın beri tarafı”na geçmenin sınır ihlalinin imkânını da araştırır.
İktidarın klasik kavranışı açısından baskıcı ve yasaklayıcı bir kurumsal pratik olarak
algılanır. Oysa Foucault’ya göre iktidar ne yalnızca bu baskıcı ve yasaklayıcı kurumsallık
üzerinden ne de genel olarak bir olumsuzlayıcı-negatif bir uygulama olarak ele alınır.
İktidar, Foucault’nun arkeolojik yöneliminde genel olarak söylemi ele alışında olduğu
gibi, başka bir şeyin işareti olarak kendi dışında bir yerde değil pozitif varoluşunda algılanır.5 Akıl ve akıldışı arasındaki kurulan ilişki Revel’in ifadesiyle Foucault’nun iktidar
3
Yöntemsel olarak arkeolojiden soybilime geçiş, yönelim olarak düşünce sistemleri tarihçiliğinden siyasal
sorunlara eğilen bir aktivizme geçiş Foucault’nun düşünsel ve kişisel yaşamında belirgin olarak takip edilebilir.
4 Arı Usun Eleştirisi’nde Kant metafiziğin temel problemi olarak “sentetik a priori yargıların nasıl mümkün olduğu”
sorusunu yanıtlamaya girişmeden önce a priori-a posteriori, sentetik-analitik yargılar arasındaki ayrımı belirgin
kılar. Bu bağlamda a priori yalnızca deneyimden bağımsız olmakla değil “mutlak” anlamda deneyimden bağımsız,
evrensel ve nesnel olarak belirlenir.
Bu bağlamda Foucault hem Marksist ideoloji hem de Freudcu baskı-bastırma kuramı çerçevesinde belirlenen
iktidar analizlerini hedefine alır. İdeoloji Foucault için üç açıdan sakıncalıdır: 1. Hakikat karşısındaki tavrı
problemlidir, 2. Bir özne tasarımından hareket eder ve son olarak 3. Alt yapı karşısında ikincil bir duruma düşer
Y
5
49
Kartal, Ü.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
analizlerine yansıyan “asimetrik simetri”yi belirgin kılar (2006: 34). Bu ilişki simetriktir,
çünkü akıldışı ancak aklın kendisinden kalkarak düşünülebilir, buradaki olumsuzlama
aynı zamanda bir kurucu unsurdur. İlişkinin asimetrikliği ise aklın akıldışını suskunluğu
itmesi, konuşma hakkını elinden almasında ortaya çıkar (age., 33–34).
Delilik, akıl hastalığı ya da anormallik/patolojik, bir kez bilimsel söylem ve uygulamanın nesnesi haline geldiğinde bir iktidar sorunu haline gelir, iktidarın kurumsal siyasal
örgütlenme olarak kısıtlı kavranışını aşan bir sorun. Foucault bir kurucu karşıtlıklar sistemin toplumsal yapı üzerindeki belirleyiciliğinin altını çizer. Fakat onun temel meselesi batı tarihinin belirli bir döneminde ortaya çıkan “normallik” ve “patolojik” ikiliğinin
diğer tüm ikilikler kendi bünyesine yayması sorunudur (FS, 2011: 86). Bu totalleştirici
yayılma iktidar sorununun düğümlendiği anı işaret eder. Patolojik, normal dışı, sapkın
olanın belirlenmesi iktidarın “sağaltıcı” otoritesine gündeme getirir. Bilgi ve iktidar arasındaki ilişki “denetim” mekanizmaları üzerinden işler. Foucault “bize bir bireysellik dayatarak bizim için bir kimlik imal eden” bu mekanizmanın belirleyici özelliğini “her bir
bireye uygulanıyor olması” olarak tanımlar ve şöyle devam eder:
Her birimizin bir biyografisi, bir okul dosyasından kimlik kartına, pasaporta
kadar, herhangi bir yerde her zaman belgelenen bir geçmişi vardır. Herhangi
bir anda her birimize kim olduğumuzu söyleyebilecek bir yönetim organizması
her zaman vardır ve devlet, istediğinde, tüm geçmişimizi bir uçtan diğerine kat
edebilir” (BK, 2011: 282).
Foucault’nun suç ve cinsellik sorunlarını ele aldığı son dönem yapıtlarında, Hapishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi, suç ve cinselliğe karşı tertibatın nasıl suçlu ve
günahkârın, her iki durumda da sapkın olanın, bedeni üzerinde bir tasarrufta bulunma,
cezalandırma-ehlileştirme, ritüelinin on sekizinci yüzyıldaki kırılma noktasını işaretler.
Bu kırılma noktası disiplinden denetime geçiş anına karşılık gelir: disiplin “epistemik ve
toplumsal uzamın düzenini belirleyip güvence altına almak için bireyleştirirken”, denetim “iş gücünün tutalı kalıcılığını sağlamak için insanları niteliklerine göre sıralar” (Revel, 2006: 48). Foucault açışından temel mesele bilgi ve iktidar arasında sürekli bir ilişki
olduğu değil bu ilişkinin nasıl tecessüm ettiği ve bunu mümkün kılan kırılma, kopma
anını tespit etmektir. Bedenin doğrudan ve kamusal bir gösteri biçiminde cezalandırılmasından söylem ve pratikler aracılığıyla iktidar teknolojisinin normallik ve patolojik olanın
tasnif ve tecrit edilmesini akıl üzerinden tesis edişi birbiriyle bağımlı ya da bağımsız
bir dizi söylem ve pratiği belirleyen kırılma anı. Dolayısıyla delilik ya da akıl hastalığı
onu nesnesi kılan psikiyatrinin tarihinden, bu tarihin ortaya koyduğu külliyattan “teşhis”
edilemez.
Burada vurgulanan teşhis tıbbi söylemin kullandığı anlamda değil, Nietzsche ve onu
takip ederek Foucault’nun kullandığı bağlamda “felsefenin görevi” olarak karşımıza çıkan teşhistir. Felsefenin gündemini değiştiren bu Nietzscheci müdahale felsefenin artık
tarih ötesi, aşkın bir hakikat söyleminin etrafında temellenemeyeceğinin işareti olarak
okunmalıdır (FS, s. 89). Bu okuma Foucault’nun “günümüzde felsefe yapmak ne anla(“Hakikat ve İktidar”, 2000: 69).
Y
50
Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik
ma gelir?” sorusuyla bitişir. Foucault’nun bu soruya verdiği yanıt “hakikatin analitiği”
karşısında “şimdinin ontolojisi”nde temellenir (Öİ, 2000: 172). Burada Foucault’nun hakikati reddettiği anlamını çıkarmamak gerekir. Foucault “benim yapmaya çalıştığım şey,
düşünce ile hakikat arasındaki ilişkilerin tarihini yazmaktır; hakikatin düşüncesi olarak
düşüncenin tarihi. Benim için hakikatin var olmadığını söyleyenlerin hepsi, sorunları basitleştirmeye eğilimli kafalardır” derken “hakikati kendi tekelinde bulundurduğunu iddia
eden bir siyasi sistemden daha tehlikeli bir şey yoktur” diye ekler (age., 85, 97). Foucault
burada bir tersyüz etme işlemi uygular. Geleneksel batı metafiziği hakikati kendi tekelinde tuttuğuna inanır ve onun aynının özdeşliği etrafında yinelenen ontolojisi bu hakikat
kavrayışıyla döngüsel bir ilişkide temellenir.
Foucault’nun hakikat kavrayışı önsel bir kabulden değil şimdinin ontolojisinden, güncellikten hareket eder. Kendini geçmiş ve şimdi, dolayısıyla gelecek, üzerinde hakikati
elinde bulundurma otoritesi olarak gören tarihçinin “epistemolojik masumiyet” söylemi
bilgi ve iktidar arasındaki bağıntının üzerini örter. Geçmiş üzerine nesnel bir temsil iradesi ve hakikat otoritesi bakışından kaynaklanan tarihçiliğin onu bir süreklilik olarak
okuması kaçınılmazdır. Böylesi bir okuma “öznenin kurucu görevi için gerekli olan korelattır: özneden kurtulan herşeyin ona geri dönebileceğinin garantisi” (BA, 1999: 26). Bilgi
ve iktidar arasındaki ilişkinin altının çizilmesi bir sürekliliği işaret etmek yerine tarihin
evrimci, teolojik ya da nedenselci bir bakış açısından ele alınamayacağını gösterir.
Foucault batının “tarih saplantısı”nın dikkat çeker (Öİ, 2000: 291). Bu bağlamda “batı
tarihi bir mittir” (Descombes, 1993: 110). Mit aynının ebedi yinelenişi, tekrar geri dönüşü olarak okunduğunda “aklın delilik hakkındaki monoloğu” olan psikiyatri bize akıl ve
akıldışının bölünme anını, sınır deneyiminin kendisini değil “temeldeki önyargının” yinelenmesini vermesi anlamında bu mitin önemli bir bileşenidir (BK, 2011: 22). Mit ritüelsiz
olmaz. Bununla birlikte delilik, tarih ve eser yokluğu arasındaki ilişki belirginleşir. Descombes tarih ve yapıt arasındaki ilişkiyi Yeni-Hegelcilere bağlar: “Yeni-Hegelci öğretide
tarih par excellence ‘yapıt’tır. Delilik tarih oyununda oynayacak hiçbir rol bulamayacak
ve ‘tarihin sonuna’ hiçbir katkıda bulunamayacak herşeydir” (age., 112).6
Eğer bir sınır durumu olarak delilik bir eser yokluğu ise ve delinin konuşma imkanı
geri dönüşü olmayan biçimde elinden alınmış, sessizliğe itilmişse, Foucault’nun “aklın
dilinin beri tarafı”na geçme, yani sınır ihlali nasıl mümkündür, ya da daha açık bir ifadeyle mümkün müdür? Foucault Deliliğin Tarihi projesiyle bu ihlalin mümkün olduğu
kanısındadır ama bu projenin başarıya ulaşmadığı, ya da asla ulaşamayacağı eleştirileri
haklı olarak gündeme gelir. Blanchot L’entretien infini’deki şu ifadesi dikkate değer:
Sınır-yaşantı herşey kendi dışındaki herşeyi dışlarken herşeyin dışında varolanın yaşantısıdır; ve bir kez herşeye erişildikten sonra erişilecek kalanın, ya da
herşey bilindikten sonra bilinecek kalanın: girilemezin kendisinin, bilinemezin
Descombes tarih meselesinde Foucault ve Sartre arasındaki gerilime de dikkat çeker. Descombes’in aktardığına
göre Sartre Foucault’yu “tarihin arkasında, hiç kuşkusuz, hedef Marksizmdir. Bu yeni bir ideoloji oluşturma
girişimidir, burjuvazinin henüz Marks’a karşı dikebileceği son siperi” cümleleriyle sert bir biçimde eleştirir, daha
doğrusu suçlar. Çalışmanın kapsamını aştığından Sartre-Foucault tartışmasına burada girilmemiştir. Bu konuda
Mark Poster’ın Foucault, Marksizm ve Tarih yapıtının ilk bölümü detaylı bir analiz sunar (2008: s. 15–54).
Y
6
51
Kartal, Ü.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
kendisinin” (akt. Descombes, 1993: 113).
Böylesi bir deneyim mümkün müdür? Sınır ve sınır ihlali önemli sorunları açığa çıkarır. İhlal ve sınır arasındaki ilişki müphemdir. Daha önce akıl ve akıldışı arasında sözünü
ettiğimiz asimetrik simetri burada da devreye girer. İhlal sınırı varsayar, bu varsayım
aynı zamanda bir onaylama olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda Derrida’nın Foucault’ya
yönelik eleştirisinin önemi ve haklılık ihtimali öne çıkar. Derrida Cogito and History of
Madness yazısında Foucault’yu basit bir tuzağa düşmekle suçlar. Bu tuzak “deliliği çoktan sürgüne göndermiş olan bir araçla –yani, aklın diliyle– deliliğe ulaşabileceğinin sanılmasından” kaynaklanır (Boyne, 2009: 83).7 Foucault bu imkânsızlığın farkındadır ama
bir çıkış arayışının onun erken dönemimden itibaren var olduğunu dikkate aldığımızda,
bir vaz geçişten ziyade başka bir ufka yönelişi buluruz. Blanchot’nun etkisiyle sınır ihlali
fikrinden “dışarı” fikrine ve bunun “somut arayış”ına girer. Bu ufukta delilik ve edebiyat
vardır. Foucault bunun işaretlerini daha Kelimeler ve Şeyler’de verir:
Bu kitabın doğum yeri, Borges’in bir metninin içindedir. Okunduğunda, düzene sokulmuş tüm yüzeyleri ve varlıkların kaynaşmasını bizim için yatıştıran
tüm düzlemleri sarsalayarak, bizim bin yıllık Aynı ve Başka uygulamamızı şirazesinden çıkartarak ve onu uzun bir süre boyunca kaygılara sevk ederek, tüm
düşünce alışkanlıklarını -bizimkileri: bizim çağımız ve coğrafyamızın sahip olduklarını sarsan gülüşün içindedir (1994: 11).
Foucault burada “başka bir düşüncenin egzotik cazibesi” ve bizim düşüncemizin sınırını ifade eden Borges’in “bir Çin Ansiklopedisi” metnine göndermede bulunur. Yine de
bu başka düşünme bir imkânsızlık olarak belirir. Çünkü temel mantığı olanaksız kılmaya
dayanır. Oysa “yeni bir dünya kurmak için yeni sözcükler yeterli değildir. Yıkıcılık, sözcükler ile şeyleri bir arada tutan ve onların ilişkilerinin içsel biçimi –doğal değil saymaca,
tarihselleştirilmiş, iktidara sıkı sıkıya bağlı bir biçim– olan ince bir gerilim hattından
geçer” (Revel, 2006: 59).
Edebiyat ve delilik arasındaki yakınlığın vurgulandığı diğer örnek, yine Kelimeler ve
Şeyler’de, Don Quijote’dir. Foucault’ya göre Don Quijote “Rönesans dünyasının negatifini temsil etmektedir” (KŞ, 1994: 85). Kelimeler ve şeyler arasındaki karşılıklı ilişki
yakınlık ve benzerlik üzerinden değil ama kelimelerin şeylerin düzeni tesis ettiği bir temsil üzerinden kurulur. Don Quijote’nin “benzerliğin bütün işaretleri önünde mola veren
özenli bir hacı” olarak maceraları bir sınır deneyimi olarak açığa çıkar (KŞ, 1994: 83).
Don Quijote gösterge ve gösterilen arasındaki kopukluğu gidermek, ilişkiyi yeniden inşa
etmek ister. Bu isteği modern edebiyat için de söylenebilir. Katedral Heyeti Üyesi’nin
tanımıyla Don Quijote “komik bir mensur epiktir”. Komedi ve dolayısıyla kahkaha ciddiyeti tehdit eder, onun özgüvenini sarsar. Bu anlamda Don Quijote “geleneğe ve otoriteye
başkaldırı” anlamına gelir (Parla, 2013: 56). Don Quijote ardına düştüğü kelimeler ve
şeyler arsındaki benzerliği yeniden tesis etme arayışı başarılı olmaz ama edebiyatta özgün
bir yer açar: roman. Kelimeler ve şeyler arasındaki benzerlik bağının çözüldüğü ve yeni
bir temsil ilişkisinin açığa çıktığı Rönesans edebi türler “tanımlamış ve sınıflandırmıştır.
Bu metin Derrida’nın Writing and Difference yapıtında yer alır (2005: ss. 36-76).
7
Y
52
Delilik ve Eser Yokluğu: Bir Sınır Deneyimi Olarak Delilik
Neoklasik dönemde bu tanım ve sınıflandırmalar kurallaştırılmaya” çalışılmıştır (age.,
29). Don Quijote bu sınıflandırmadan kaçar. Don Quijote romanın ilk örneğidir, roman on
dokuzuncu yüzyıla kadar edebi bir tür olarak algılanmaz. Bunun nedeni ise farklı türleri
iç içe geçiren bir yapısı olması dolayısıyladır. Bu bağlamda, Don Quijote’nin başarısız
girişimi bir hayal kırıklığına değil, başka bir dil olanağının, söylemin dışına çıkmanın
olanağını işaret ettiği söylenebilir.
Foucault’nun tarihçiliği zaten çoktan yitmiş olan geçmişin yeniden kurulması, yakalanması değil, bu yitip gitmiş, sessizliğe gömülmüş, cansız olanın izine şimdinin ufkunda
yönelir. Bu yüzden arkeoloji özgün bir yöntem olarak ortaya çıkar:
O, dilsiz anıtların, cansız izlerin, bağlantısız nesnelerin ve geçmiş tarafından
terkedilmiş şeylerin disiplini olarak, arkeolojinin tarihe yöneldiği ve ancak tarihsel bir söylemin yeniden kurulmasıyla ancak anlam kazandığı bir zaman idi;
…diyebiliriz ki, günümüzde, tarih arkeolojiye –anıtın içsel tasvirine–yönelir”
(BA, 1999: 19).8
Foucault’nun tarihçiliği anlatıcının, hakikati ve nesnelliğin otoritesi olarak tarih yazarının, ya da kahramanın belirleyiciliğinde gündeme gelen klasik tarihçilikten radikal
bir biçimde ayrılır. Foucault “deliliğin tarihinin Başka’nın [the Other] tarihi” olduğunu
“şeylerin tarihini” ise “Aynı’nın [the Same] tarihi” olduğunu vurgular, fakat onun aradığı bu özdeşlik ve başkalık mantığının dışında bir ilişkidir (KŞ, 1994: 24). Anlatıcının
ve kahramanın olmadığı, deliliğin sınırlarında açığa çıkan edebiyat incelemeleri Foucault’nun aradığı başka bir anlatım, özdeşlik-ötekilik ikileminin “dışında”, farkı fark olarak
düşünebileceğimiz bir mantık imkânını sunar. Yine de Foucault’nun siyasal arayışının
son dönem etik düşüncesinde daha rafine bir boyut kazandığını vurgulamak gerekir.9**
8
Anlatım bozukluğu çevirmene ait.
9 Metin içerisinde Foucault’nun Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Seçme Eserler’i içinde yayınlanan
yazı ve söyleşilere yapılan gönderme doğrudan kitap içerisindeki sayfa numaralarına yapılmıştır
Y
**
53
Kartal, Ü.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Kaynakça
Akarsu, Bedia (1998). Felsefe Terimleri Sözlüğü. 7. Baskı. İstanbul: İnkılap Kitapevi
Yayın Sanayi ve Tic. A.Ş.
Bayne, Roy (2009). Foucault ve Derrida: Aklın Öteki Yüzü. Çeviren: İsmail Yılmaz.
Ankara: BilgeSu.
Blanchot, Maurice (2005). Hayalimdeki Michel Foucault. Çeviren: Ayşe Meral (Michel
Foucault’nun Maurice Blanchot: Dışarının DüşüncesiMaurice Blanchot:
Dışarının ile birlikte). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Derrida, Jacques (2005). Writing and Difference. Translated, with an introduction and
additional notes, by Alan Bass. London and New York: Routledge.
Descombes, Vincent (1993). Modern Fransız Felsefesi. Çeviren: Aziz Yardımlı. İstanbul:
İdea Yayınevi.
Foucault, Michel (1994). Kelimeler ve Şeyler (KŞ). Çeviren: M. Ali Kılıçbay. Ankara:
İmge Kitabevi.
—. (1999). Bilginin Arkeolojisi. Çeviren: Veli Urhan. İstanbul: Birey Yayıncılık.
—. (2000). Özne ve İktidar (Öİ). Çevirenler: Işık Ergüden-Osman Akınhay. İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
—. (2001). “Söylemin Düzeni”. Çev. Turhan Ilgaz. Ders Özetleri içinde, çeviren:
Selahattin Hilav. 5. Baskı. İstanbul: YKY.
—. (2011). Büyük Kapatılma (BK). 3. Basım. Çevirenler: Işık Ergüden-Ferda Keskin.
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
—. (2011). Felsefe Sahnesi (FS). 2. Basım. Çeviren: Işık Ergüden. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Kearney, Richard (1994). Modern Movements in European Philosophy: Phenomenology,
Critical Theory, Structuralism. 2nd edition. Manchester and New York:
Manchester Univeristy Press.
Parla, Jale (2013). Don Kişot’tan Bugüne Roman. 13. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Poster, Mark (2008). Foucault, Marksizm ve Tarih. Çeviren: Feride Güder. İstanbul:
Otonom Yayıncılık.
Revel, Judith (2006). Michel Foucault: Güncelliğin Bir Ontolojisi. İtalyancadan çeviren:
Kemal Atakay. İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Y
54
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
BİLGİ YÖNETİMİ VE EĞİTİM YÖNETİMİNE UYGULAMASI1*
KNOWLEDGE MANAGEMENT AND APPLICATION
OF EDUCATIONAL MANAGEMENT
İsmet KESEN2**
Özet
Yönetim bilimi alanında yüzyılın en önemli iki kavramı bilgi ve teknolojidir. Bilgi, örgütlerin
yeni üretim etkeni, teknoloji ise onun vazgeçilmez unsurudur. Bilgi yönetimi, zihinsel sermayeyi yönetilebilir bir değer olarak ele alan en önemli örgütsel yönetim alanıdır. Örgütsel etkinlikler, yönetim
modelleri ve teknoloji bilgi yönetiminde kullanılan araçlardır. Bilgi toplumuna geçişte eğitim büyük
önem taşımaktadır. Eğitimin etkililiği büyük oranda etkili okullara, etkili okul geliştirmek de bilgi yönetimi alanında yetkin, etkili okul yöneticilerine bağlıdır. Bu araştırmanın amacı, bilgi, bilgi yönetimi
ve eğitim örgütlerinde bilgi yönetimi kavramlarını ve uygulamalarını incelemektir.
Anahtar Kelimeler: Bilgi, bilgi yönetimi, teknoloji, eğitim yönetimi
Abstract
Two most important concepts of the century in management science are knowledge and technology. Knowledge is the new production factor of the organizations while the technology is the vital
part of it. Knowledge management is the most important area of organisational management which
deals with intellectual capital as a manageable value. Organisational activities, management models
and technology are the tools that are commonly used in knowledge management. Education is seen as
the key to knowledge ecology. The effectiveness of education heavily depends upon effective schools,
which themselves rely on effectiveness and competency of school administrators on knowledge management. The purpose of this study is examining concepts and applications of knowledge, knowledge
management and knowledge management in educational organizations.
Keywords: Knowledge, knowledge managment, technology, education managment,
*1 Bu çalışma, yazarın doktora Tezinin bir bölümünden derlenmiştir. İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Bilgi Yönetimi
Yeterlikleri (Ankara İli Çankaya İlçesi Örneği. (2006). Ankara: Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Y
**2 Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, [email protected]
55
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
Bilgi, bilmeyi bilmektir,
Bilmek, kendini bilmektir.
İnsan dışındaki tüm canlılar yaşamak için ne yapacaklarının bilgisine önceden sahiptirler. Hayvanlar neyi yemeleri gerektiğini, otoburlar zehirli olmayan otları, etoburlar
kendilerini besleyebilecek yaratıkları bir başkasının bilgi aktarmasına gerek olmaksızın
ayırt edebilirler. İnsan ise, ne yapacağını bedeninde hazır bulunan bir donanımdan çıkaramaz, çevresiyle baş edebilmesi, yaşamını sürdürebilmesi, herhangi bir şeyi bilebilmesi
için, güdülerinin yanında ‘bilgi’ denilen bir soyutlukla ilinti kurması gerekir. İnsan bilgiyi
alır. Aldıklarının yardımıyla türetir. İnsanın aldığı veya türettiği bilgi hiçbir zaman bedeninin bir parçası olmaz. İnsanın bedenine bitişik olan yalnızca yeti denilen bir imkândır.
İnsan olmak veya insan kalmak ancak bir bilgi dağarcığıyla yani bir takım soyut uzlaşma
alanlarıyla mümkündür. İnsanın bilgisiz yaşayamayışı da onun topluluklar halinde, örgütsel yaşamasını zorunlu kılmaktadır (Özel 2004: 21).
İnsan, özü gereği bilmek ister, dolayısıyla düşünce tarihi, insanın bilme çabalarının
tarihidir denilebilir. Düşünebildiği takdirde var olabileceğini duyumsayan insan ruhu, her
defasında daha iyi ve/veya en iyi duruma gelmeyi isteyerek, adımladığı her basamağı
düşünme ve üretme sürecinin ara duraklarından biri ve düşünmeyi de varlığının bir teminatı olarak görmüştür. İnsanlık bu yeteneği sayesinde yaptığı tüm çalışmalarında aslında
huzur ve rahat içinde sürdürülebilir bir yaşam imkânına kavuşmayı amaçlamaktadır. Kuramsal ve uygulamalı bilimler de yaptıkları çalışmalarla hep bu amaca hizmet etmektedirler. Bu amaç doğrultusunda, birçok aşamadan sonra içinde yaşadığımız çağda ‘bilgi
toplumu’ denilen yeni bir boyuta ulaşılmıştır.
İnsanlık tarihinde geçilen her önemli aşama, zenginlik kaynaklarının da değişimine
sebep olmuştur. Tarihsel bağlamda insanlığın en önemli üç aşaması olduğu kabul edilen
tarım toplumu, sanayi toplumu ve ardından bilişim (bilgi+iletişim) toplumu, farklı zenginlik kaynaklarına sahip olmuştur. 16. ve 17. yüzyılların zenginlik kaynağı olan toprak,
sanayi toplumuna geçişle yerini makine ve fabrikaya bırakmış, bilişim toplumuna dönüşüm ile ise her dönemde değerli olan, ancak belirli merkezlerde toplanan bilgi, giderek
artan bir güç olarak en önemli zenginlik kaynağı olmuştur. İnsanlık, sanayi toplumundan
bilişim toplumuna bir bilişim devrimi yaparak geçmiştir. Sosyal ve ekonomik gelişme
sürecinde başta insan etkeni ve bilgi olmak üzere tüm alanlarda yapısal değişimi gerekli
kılan, sanayi toplumunun uzantısı olarak ortaya çıkan bilgi toplumu; ‘bilgi ekonomisi’,
‘sanayi-sonrası toplum’, ‘bilişim toplumu’, ‘bilgi çağı’ gibi adlandırmalarla ifade edilmektedir. Ayrıca, sosyal ve ekonomik gelişme sürecinde tarım devrimi birinci dalga, sanayi devrimi ikinci dalga, enformasyon devrimi veya bilgi toplumundaki gelişmeler ise
üçüncü dalga olarak nitelendirilmektedir. Üçüncü dalga, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal alanda yeni bir yaşam biçimi doğmasına neden olmuştur. Daha önceki dönemlerde
başlıca üretim etkenleri toprak, emek, hammadde ve sermaye iken bilgi toplumu (üçüncü
dalga) ekonomisinin temel kaynağı bilgi olmuştur (Toffler ve Toffler 1996:42).
Y
56
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
Günümüzde gelişmiş ülkeler bu yeni zenginlik kaynağına sahip olmanın; bilgiyi üretmek, paylaşmak, saklamak ve etkin olarak kullanmak ile mümkün olacağının bilinci ile
hareket etmektedirler. Şan’ın (2005) aktarımına göre; Romer (1993), “gelişmiş ve kalkınmakta olan ülkeler arasında, düşünce ve nesne boşluklarının (idea gaps and object
gaps) var olduğunu, nesne boşluğunun; fabrikaların, yolların ve hammaddelerin olmaması, düşünce boşluğunun ise kalkınmakta olan ülkelerin gelişmiş ülkelerde ekonomik
değer olarak üretilen ve kullanılan bilgiye erişilememesi durumu olduğunu” belirtir (Şan
2005:1). Bilgi temelli gelişimin odağında entelektüel sermaye ve teknoloji kavramları yer
almaktadır. Öğrenme süreçlerini başarıyla gerçekleştiren ve insan sermayesi olarak yatırım yapılmış bireyler ekonomiye devinim kazandırmakta ve geliştirilen teknolojiler ile
ekonomik etkinlikler kolaylaşmakta ve hızlanmaktadır. İyi eğitimli, yenilikçi ve girişimci
bireylerin oluşturduğu insan sermayesi, toplumun ekonomik etkinliklerini de olumlu etkilemektedir (Laszlo ve Laszlo 2002:409).
Dünyayı kısa zamanda etkisi altına alan bilgi toplumunun temel özellikleri sanayi
toplumunun özellikleri ile karşılaştırmalı olarak şu şekilde sınıflandırılabilir (Aktan ve
Tunç 1998):
Sanayi toplumunda maddi sermaye ve kol gücünün yerine, bilgi toplumunda bilgi ve
insan sermayesi (beyin gücü) geçmiştir.
•
Sanayi toplumunda mal ve hizmet üretiminde gelişmenin başlangıcı olan buhar makinesinin yerini bilgi toplumunda bilgisayar almıştır.
•
Sanayi toplumundaki fabrikaların yerini bilgi toplumunda bilgi kullanımını içeren
bilgi ağları ve veri bankaları (iletişim ağ sistemi) almaktadır. Bilgi, dünyanın her
tarafında üretilmekte ve iletişim teknolojileriyle her tarafa yayılmaktadır.
•
Sanayi toplumundaki genel eğitimin yerini bilgi toplumunda eğitimin bireyselleşmesi ve sürekliliği almaktadır.
•
Sanayi toplumundaki özel ve kamu iktisadi kuruluşlardan farklı olarak bilgi toplumunda gönüllü kuruluşlar önem kazanmaktadır.
•
Sanayi toplumunda, üretilen mal ve hizmetlerin kıtlığı söz konusu iken, bilgi toplumunda bilgi kıt değil, paylaşıldıkça artmaktadır.
•
Sanayi toplumunda üretilen mal ve hizmetlerin bir yerden bir yere taşınmasında
uzaklık ve maliyet önemli iken, bilgi toplumunda bilgi otoyollarıyla tüketici ile bilgi
arasındaki uzaklık önemini kaybetmekte ve maliyetler en aza inmektedir.
•
Sanayi toplumunda tüketici taleplerinin karşılanmasında mal ve hizmetlerin devinimi oldukça düşük, bilgi toplumunda ise bilginin devinimi kolaydır. Bu durum, bilginin sınırsız bir tüketici tarafından tüketilmesine ve yenilikleri özendirmesine yol
açmaktadır.
Y
•
57
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Bilgi toplumunda, ekonomik ve sosyal yaşamın merkezinde bilgi ve iletişim teknolojileri bulunmaktadır. Artık bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişim ve kişi başına
kullanım oranı, ülkelerin gelişmişliğinin ölçütü olarak görülmektedir. Bilgi toplumunda
bir örgütün uzun erimli başarısı ve etkinliği, sahip olduğu bilgi birikimine, bu bilgiyi
doğru biçimde ve hızlı değerlendirebilmesine ve örgütsel hafızasına (arşivine) bağlıdır.
Kurumun etkinliği bilgiye yön vererek aldığı kararlar ile değerlendirilebilir. İyi ve doğru
kullanılan bilgi, etkinlik ve verimliliği yanında getirir. Bununla birlikte başarılı örgütler
yalnızca teknoloji ve yöntemlere yatırım ile amaçlarına ulaşamaz. İnsangücü yatırımı,
bilgi toplumunda giderek daha da önem kazanmaktadır (Şan 2005:i).
Bilgi toplumuna geçişle yaşanan dönüşüm örgütsel çalışmalarda yöneticilerin, geometrik olarak artan bir bilgi ve belge akışına, sesli, görüntülü, elektronik, basılı olarak,
internet, e-postalar, yazışmalar, raporlar ve telefonlar gibi yöntemlerle kolaylıkla ulaşmalarına imkân sağlamıştır. Bu durum, giderek gelişen teknolojinin de etkisiyle örgütlerin,
yoğun bir bilgi ve belge yönetimi sorunu ile karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur. Geometrik olarak artan bilgi ve belge üretimi örgütlerde bilgilerin üretilmesi ve geliştirilmesi, sınıflandırılarak saklanması, aktarılarak paylaşılması ve kullanılarak değerlendirilmesi
süreçlerinin belirli bir sistemle yönetilmesini zorunlu hale getirmiştir.
Bilgi
Türk Dil Kurumu Sözlükleri, bilgiyi eğitim bağlamında; “insan usunun kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüne verilen ad; insan anlığının çalışması sonucu ortaya
çıkan düşünsel ürün; genel olarak ve ilksezi biçiminde zihnin kavradığı temel düşünceler;
bir yargılamada bulunabilmek için bilinmesi gereken öğelerin her birine verilen ad; bir
şeyi bilme hali” olarak (Oğuzkan 1974), bilişim bağlamında; “bilgi işlemde, kullanılan
uzlaşımsal kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam” olarak (Aydın 1981)
ve felsefi bağlamda; “bilme edimi; bilinen şey; bilme edimi sonunda ulaşılan şey; bir
şeyin bir şey olarak kavranması” olarak tanımlamıştır. Aynı Türkçe Sözlük’de; bilginin
şu biçimlerde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir: “insandaki ruhsal bir olay olarak; kavrama edimi, asalt bilinç edimi, yönelme (eğilim, intention) olarak; özne (bilen) ve nesne
(bilinen) arasındaki ilişki olarak (bilgi bağlantısı); nesnenin öznedeki imgesi, tasarımı,
izdüşümü olarak (bilgi oluşumu); tasarım imgesinin nesneyle uyuşması olarak; bilgimizin ve bilgi imgemizin nesnenin tüm içeriğine yaklaşma eğilimi olarak (bilgi süreci, bilgi
ilerlemesi); bilginin başkasına ulaştırılabilir, aktarılabilir sonucu olarak (bilgi ürünü, bilgi
sonucu)” (Akarsu 1975).
İngilizce’de ise bilgi iki farklı kavramla nitelendirilmektedir: İstatistiksel verilerin
oluşturduğu ‘information’ ve bu verilerin yorumlanarak daha anlamlı ve bütüncül olarak
ortaya konduğu ‘knowledge’. Bilgi kavramı üzerine yerli ve yabancı kaynaklarda değişik
yorumlar yapılmaktadır. Bu nedenle bilginin ne olduğu ve ne olmadığının anlaşılabilmesi
için bu terim kavramsal, felsefi ve örgütsel bağlamda ele alınarak incelenmelidir. Aşağıdaki bölümlerde bilgi kavramı, farklı disiplin ve yaklaşımlardan yararlanılarak aydınla-
Y
58
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
tılmaya çalışılmıştır.
İngilizce’deki ‘knowledge’ ve ‘information’ kelimeleri, Türkçe’de ‘bilgi’ kelimesi
ile tek karşılık bulmaktadır. Hançerlioğlu (1976:165), bilgiyi İngilizce ‘cognition’ ve
‘knowledge’ kelimelerinin karşılığında kullanmış ve “insanın toplumsal emeğiyle meydana çıkardığı nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin, düşüncesinde yeniden üretimi” olarak
tanımlamıştır. İngilizcede ‘cognition’, “bilme eylemi veya süreci; algılama” (Unabridged
Dictionary 2006); ‘knowledge’ ise, “bilme durumu, anlama, aşina olma, farkında olma”
anlamında kullanılmaktadır (Unabridged Dictionary 2006). Hançerlioğlu (1977a:272),
İngilizce ‘information’a karşılık olarak Türkçede ‘haber alma’ ifadesini kullanır ve “dille
ya da fiziksel bir uyaranla bildirme ve bilgi alma” olarak tanımlar.
İnam (2006), bilgi konusunda dört farklı kavramın olduğunu ve bunların birbirinden
ayrılması gerektiğini vurgular. Bunlar; veri (data), haber-malumat (information), bilgi
(knowledge) ve bilgeliktir (wisdom). Veri, bir canlı organizma olarak insana ulaşan her
şeydir. Yani, insanın yüzünü yalayıp geçen rüzgâr, başının üzerine yağan yağmur, kulağına gelen ses vb. bunlar birer veridir. Türk Dil Kurumu Sözlükleri’nde ise veri; “sonuç
çıkarmak, çıkarsama yapmak, ya da bir incelemeyi sürdürmek için gerekli olaylara, ilişkilere ve sayısal ham bilgilere verilen ad; bir araştırmada sorunun çözümünü sağlamak
amacıyla derlenen bilgiler” olarak tanımlanmıştır (Oğuzkan 1974).
Verilerin bir üst basamak olan habere (malumat, enformasyon) dönüşebilmesi için insanın onun farkında olması ve yorumlaması gerekir. Örneğin bir uçak biletinde harflerden
ve rakamlardan oluşmuş karmaşık yazılar biletin sahibi için bir veri grubudur ve biletin
sahibi bu yazıların bir şeyler ifade ettiğinin farkındadır. Bu verilerin habere dönüşebilmesi, insanın onu okuyup çözebilmesini gerektirir. Bu veriler çözüldüğünde uçağın kalkış
saati, kapısı gibi anlamlar elde edilir, bunlar da insan için haberdir (malumat, enformasyon). Haberin varlığı, insanın hayatta karşılaştığı veya çözmeye çalıştığı sorunları çözmesi için gereklidir fakat yeterli değildir. Çünkü haberin de bir üst basamağı olan bilgiye
çevrilmesi gerekir. Eğer uçak biletinin sahibi uçak kalkış durumu ile elde ettiği haberi,
içselleştirerek, yorumlayarak davranışlarını bu haber doğrultusunda yeniden düzenleyerek, programını habere göre yaparsa, haberi kendisi için bilgi boyutuna çıkarmış olur.
Y
Bilgi, veri ve haber gibi daha ham anlam biçimleri ile anlayış, kavrayış, akıl ve bilgelik
gibi daha karmaşık ve işlenmiş anlam biçimleri arasında yer alır. Veri, gözlemlenebilen,
ölçülebilen veya hesaplanabilen bir davranış ya da tutuma ait değerdir. Enformasyon ise,
verileri ve belirli yorum ya da işlemleri içerir ve verilere göre daha belirli bir çerçeveye
sahiptir. Başka bir ifade ile enformasyon elde edilebilen, filtrelenen ve işlemden geçirilen
verilerdir. Bilgi, deney, deneyim, yorum ya da fikrin bir araya gelmesi ile oluşan, sosyal
olaylarda, karar ve eylemler için uygulanmaya hazır yüksek değerde bir enformasyon
şeklidir. Bilgi, kişisel anlamda düzenlenmiş enformasyondur ve genelde deney ve deneyimlerin bileşiminden oluşur. Veri, haber ve bilgiden sonra anlam piramidinin en üstünde
akıl ve bilgelik bulunur. Bilgelik, sosyal olaylarda doğru ya da yanlış olanı ayırt etmeye
yarayan bütün bilgileri kapsar. Sosyal olayların nedenlerini doğru bir şekilde kavrayabilmeye ve en doğru ya da en güzeli seçebilmeye yardımcı olan anlama, kavrama ve
59
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
akıl yürütme aşamalarında doğru kararlar alınabilmesi, bilginin sistematik bir biçimde
işlenmesi, gözlem ve deneyimlerle yeniden şekillendirilmesi halinde mümkün olabilir.
Bu aşama anlam piramidindeki son aşama olan akıl-bilgelik aşamasını simgeler (Aktan
ve Vural 2005).
İnsan, kalıtım bilgileriyle biyolojik; algılama, depolama, hatırlama, düşünme ve konuşma yetenekleriyle bilişsel; toplumla etkileşimi ve dil kullanımıyla toplumsal bir varlıktır. İnsani bilgi, insanın eksiklik duyduğu ortamlarda gereksinim ve istemleriyle üretilir. Ülken (2001:208-214), insan gereksinimini iki bölüme ayırır: Bilinen ve bilinmeyene
duyulan gereksinim. Bilinene duyulan gereksinim, varlığından haberdar olunan ve bilincine varılmış şeye olan gereksinimdir. Bilinmeyene duyulan gereksinim ise, varlığından
haberdar olunmayan ve bilincine varılmamış şeye duyulan gereksinimdir. Habermas’a
göre: Bilgi, insanın istemleri ile oluşur. İstem, bilgi edinmenin nedeni değil, bilgi edinme
kılavuzu, yönelimi ve stratejisidir. İstemler, teknik, pratik ve özgürleşimci istemlerdir.
Teknik istemle insanın doğayla etkileşimi sonucu ampirik-analitik; pratik istemle toplumla etkileşimi sonucu, tarihsel-yorumsamacı; özgürleşimci istemle kendisiyle etkileşimi sonucu eleştirel bilimler ortaya çıkar. İnsani bilgi, beyinde gömülü bilgi, bedende
gömülü bilgi ve yetenek bilgisi (beyinde ve bedende gömülü bilginin etkileşimli kullanımını sağlayan) olarak sınıflandırılabilir. Bu özellikler, aynı zamanda insanın bilgi üretme
potansiyeli taşıyan bir varlık olduğunun da ifadesidir. İnsan, kendisinin yeniden üretimi
sürecinde, çalışma ve etkileşim ile bilgi üretir. Habermas’a göre insani bilginin kökenleri,
insanın düşüncelerinde, eylemlerinde ve istemlerindedir (Çiğdem 1997:67-74).
Rosenthal (1970), ‘Bilginin Zaferi’ adlı eserinde İslam dünyasında bilgi üzerine yaptığı kapsamlı ve derin araştırmasında, Arapça ‘ilm’in İngilizcedeki ‘knowledge’ (bilgi)
ile adeta tamamen örtüştüğünü, bununla beraber ‘knowledge’(bilgi)’nin ‘ilm’in olgusal
ve duygusal içeriğini bütünüyle ifade etmede yetersiz kaldığını belirtmiştir (Rosenthal 2004:12). Rosenthal (1970), yaptığı incelemede onlarca bilgi tanımına ulaşmıştır.
Bu tanımların çoğunun, öznel olanın nesnel olan ile girdiği ilişki içinde yaşadığı zihni
(psikolojik) eyleme dair bir açıklamanın -somut veri hâkimiyetinin- bir şekilde bilginin doğasını yakalama hususunda yeterli olacağı varsayımını temel alındığını söyler. Bu
tanımlarda bilinen (ma’lum) nesnenin bilgiden önce geldiğinin kabul edilmiş bir olgu
olduğunu da vurgular. Bu tanımlardan üst tanım olarak gösterdiği bazıları şunlardır (Rosenthal 2004:74-90):
•
Bilgi, bilme işlemidir, bilen ve bilinen ile özdeştir ya da bilene bilmesini sağlayan
bir niteliktir.
•
Bilgi, marifettir.
•
Bilgi, zihni algılama sayesinde bir ‘elde etme’ ya da ‘bulma’ işlemidir.
•
Bilgi, açıklama, tespit etme ve kesinlikle belirleme eylemidir.
•
Bilgi, bir suret, bir kavram ya da mana, zihni bir şekillendirme ve canlandırma ve/
veya zihni bir doğrulama eylemidir.
Y
60
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
•
Bilgi, inançtır (bu bilgi anlayışı, aslen felsefidir).
•
Bilgi, hatırlama, hayal gücü, hayal, görüş ve düşüncedir.
•
Bilgi, harekettir.
•
Bilgi, davranış ile ilişkilendirilerek tanımlanabilir. Aristoculuk, ‘bilginin, amelin
(edim) mebdei (başlangıç) ve amelinde, bilginin menşei (kök) olduğunu’ ileri sürer.
•
Bilgi, cehaletin tam tersi olarak anlaşılabilir.
•
Bilgi, dışarıdan gelen bir ilhamın ya da bir iç müşahedenin (gözlem) sonucudur.
Dilsel bağlamda bakıldığında bilgi (knowledge), tek özne tarafından enformasyon
veya haber ise birden fazla özne tarafından gerçekleştirilen eylemde ortaya çıkan üründür.
Kavramsal olarak bilgi ve haber (enformasyon) arasındaki fark; özne sayısı ile eylemin
gerçekleştirilme ve nesnelleştirilme biçimlerindedir. Bilgi, insanın düşünmesiyle oluşan
bilişsel birikimidir. Haber ise bilginin toplumda dolaşan halidir ya da toplumsal bilme
sürecine girmiş bilgidir ve hareket yönü bilenden bilmesi istenene ya da bilmek isteyene
doğrudur. Bilgi kavramında; tek özne ve tek kişi tarafından gerçekleştirilen eylem, haber
kavramında ise birden çok özne ve etkileşimli eylem vardır. Haber bilgilendirme amacı
taşır, bilgi ise amaç ve ihtiyaç durumunda kullanılabilecek durağan ya da potansiyel bir
bütündür. Enformasyon ayrıca enformasyon teknolojisi aracılığı ile üretilen veri için de
kullanılmaktadır (Şan 2005:26).
Tonta (2004)’nın aktarımına göre Kuçuradi (1995), felsefi olarak bilgi (knowledge)
ve bilginin nesnesini inceleyerek; bazı Avrupa dillerinde bilgi teriminin hem bilme etkinliğini hem de bu etkinlik sonucu elde edilen çıktıyı tanımlamak için kullanıldığına değinmekte ve insanlara ait bir etkinlik olan bilginin iç içe geçmiş birçok etkinlikten (algılama,
anlama, düşünme, karşılaştırma, yorumlama, açıklama, doğrulama, değerlendirme, vb.)
oluştuğunu vurgulamaktadır. Yine felsefi olarak Mengüşoğlu (1992:47-48), bilgiyi, insani bağlamda ele almış ve bilme etkinliği sürecinde bilen ile bilinen (bilinmek istenen)
arasında oluşan ürün olarak tanımlamıştır. Bilgi olgusu, kuramsal çerçevede; İngilizce
epistemologia (bilimsel bilgi) ve gnosiology (sezgisel bilgi) terimleri ile Türkçe’de ise
‘bilgi kuramı’ terimi ile incelenmektedir. Usçular grubundaki filozoflar, bilginin insan
usunda doğuştan var olduğunu; duyumcular ise, insan bilgisinin doğuştan sonra duyularla
kazanıldığını savunmuşlardır (Hançerlioğlu 1979b:37).
Y
Sokrates “hiç kimse bilerek yanlış yapmaz” der ve bilgi ile erdemi, cehalet ile de erdemsizliği özdeşleştirir. O’na göre “bilgi, bizzat güzel ve iyidir; bilgi, bizzat erdemdir.”
Fakat Sokrat, her türlü bilginin değil ancak özel bir bilgi türünün erdem olabileceğini
belirtmektedir. Bu özel bilgi ise iyi ve kötünün bilgisidir. Bilginin özel bir çeşidi olan bu
bilgi ise ‘hikmet’tir. Hikmet, tıp, geometri gibi bir bilimdir ve tıp nasıl sağlığın bilimi
ise aynı şeklide hikmet de ‘insan benliğinin bilimidir.’ Aristo ise bilgi-davranış ilişkisini
temelde kabul etmesine rağmen ahlaki zayıflığın kötü davranışlara yol açabileceğini ilk
defa savunan kişi olarak Sokrat’ın “bilgili kişi, erdemli kişidir” görüşüne karşı çıkmıştır.
Ancak Aristo, düşünce sisteminin temel yapısı olan ilk felsefesi’ne (metafizik) şu cümle
61
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
ile başlamaktadır: “Bütün insanlar tabii olarak bilmek isterler.” Aristo tüm bilgileri dört
temel sınıfta toplamaktadır. İlk kademe bilgiyi sadece duyularla elde edilen bilgi, ‘algısal
bilgi’(sense-perception) olarak adlandırmaktadır. Bu bilginin daha kullanılır bir duruma
getirilmesine ise ‘deneyim’ demektedir. Bundan daha üstün olan bilgiyi ise ‘sanat’ olarak adlandırmaktadır. Aristo’ya göre sanatkâr, bilginin sebeplerini bildiği halde, deneyim
sahibi kimse sadece ‘bilginin öyle olduğunu bilmektedir.’ Aristo’ya göre bütün bu bilgilerden daha üstün olan bilgi ise ‘hikmet’tir (sofia). Hikmet, ilk sebeplerin ve ilkelerin
bilgisini içeren ‘kuramsal bilgi’dir (Açıkgenç 1992:17-19).
Krishnamurti (1979); bilgiyi değişik bir bakış açısı ile değerlendirerek; insanın gelişmesinin giderek daha çok bilgi elde etmesinde yani biriktirilen bilgide yatmadığını,
bilginin her zaman geçmiş olduğunu ve geçmişten özgürleşme olmadan gelişimin her
zaman sınırlı kalacağını ve belirli bir düzene sıkışılıp kalınacağını vurgulamaktadır. O’na
göre bilginin tüm hareketini bütünüyle görmekle elde edilen farklı bir öğrenme yoluyla
gelişim sağlanabilir. Bilgi gereklidir ama bilginin sınırlılıklarını anlamak ve bütün hareketine ilişkin bir içgörü elde etmek gerekir (Krishnamurti 1999:110).
Farklı yönleriyle incelenmeye çalışılan bilgi kavramı, İngilizce, Osmanlıca ve Türkçe’deki bilgi ile ilişkili kavramlar karşılaştırılarak şu şekilde çözümlenebilir (Çizelge 1):
Çizelge 1. İngilizce ve Türkçe’de Bilgi İle İlişkili Kavramlar
İngilizce
Osmanlıca
Türkçe
Data
Muta
Veri
Information
Malumat
Haber
Knowledge
İlim
Bilgi, bilmek
Wisdom
İrfan, hikmet
Bilgelik, tanımak
Kaynak: Kesen (2006:12)
Çizelge 1’de belirtilen ve genellikle birbirleriyle karıştırılan bilgi ile ilgili kavramlar
şöyle çözümlenebilir: ‘Bilen’in (özne) bilebilmesi için ‘bilinen’e (nesne) ihtiyacı vardır.
Diğer bir deyişle ‘bilen’ (bilgin, âlim) ve ‘bilinen’ (nesne, malum) olmazsa bilgi (ilim)
de olmaz. Bilgi, bilen ile bilinen arasındaki bir ilişkinin ürünüdür. Bu ilişkiden, ‘bilinen’
iki farklı konum alabileceği için, iki farklı bilgi yaklaşımı çıkarılabilir. ‘Bilinen’ olarak
insan zihninin dışında kalan dünyaya ait nesneler kastedildiğinde farklı bir bilgi türünden,
‘bilinen’ olarak aynı zamanda ‘bilen’ olan insanın kendisi, zihni, davranışı, düşünmesi,
değerleri kastedildiğinde ise farklı bir bilgi türünden bahsediliyor demektir. Başka bir
deyişle bilgi ile ilgili olarak, ‘bilinen’e göre ‘bilgi’ ve ‘bilen’e göre bilgi sınıflandırılması
yapılabilir. ‘Bilinen’e göre bilgi; ‘bilinen’in bilen’in zihnindeki kavramsal görüntüsü olan
bilgi türüdür. Yani dış dünyadaki nesnelerin bilgisidir. ‘Bilen’e göre bilgi ise, insanın dış
dünyadan duyuları aracılığıyla algıladıklarının kendisi olan bilgi türüdür. Birinci yakla-
Y
62
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
şımda tikellerin bilgisi, ikinci yaklaşımda ise tümellerin bilgisinden söz edilebilir. Yani
birinci tür bilgide daha çok parçalı bir yaklaşım, dış dünyadaki tek tek nesnelerin bilgisi
söz konusu iken ikinci yaklaşımda tümel yani zihindeki kavramsal, bütünsel bir yaklaşım
olduğu görülmektedir.
Bilgi kavramı, yapılan bu tartışmalardan sonra, kavramın Türkçe’deki karşılıkları da
gözetilerek anlaşılabilirliğinin kolaylaşması için şu şekilde özetlenebilir: İngilizce’de
‘Knowledge’ ve Arapça’da ‘İlim’ kelimesi, Türkçe’de fiil kökü (mastar) anlamı ve isim
anlamı olmak üzere iki şekilde karşılık bulmaktadır: Mastar anlamıyla ‘bilmek’ eylemi,
isim anlamı ile ise bilme eyleminin çıktısı olan ‘bilgi’ kastedilmektedir. Mastar anlamıyla
bakıldığında ‘bilgi’nin, bilmeyi bilmek yani bilebilmek anlamına geldiği görülmektedir.
Bu anlamıyla bilgi, öğrenme kavramına yaklaşmaktadır. O halde bilgi aynı zamanda öğrenmek, anı yakalayabilmek ve sürekli yenilik halidir denilebilir. Bilinmiş olan bilgi yani
isim anlamındaki bilgi ise paylaşılmak istendiğinde habere (enformasyon) dönüşmektedir. Nesnel, objektif (kesin) bilgi’ye ‘bilim’, bu tür bilgi sahibine ise ‘bilgin’ (alim)
denilmektedir. Bu bilgi türü ‘bilinen’e göre bilgi türüdür. Yani bilgin kendi dışındaki nesnelerin bilgisine sahiptir. Eğer bilgin aynı zamanda kendine ait bilgilere sahip ise, yani
‘kendini bilen’ ise ona ‘bilge’ (arif) denilmektedir. Bu bilgi türü de ‘bilen’e göre bilgi
türüdür ve Türkçe’de tanımak (irfan) olarak, İngilizce de ise ‘Wisdom’ olarak karşılık
bulmaktadır.
Bilgi Çeşitleri
Şan (2005), kalkınmanın öznesinin ülke(ler) olduğunu ve kalkınma kavramının temelini değişme ve gelişme (development) felsefesinden aldığını, insansal, nesnel, ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik boyutlarının bulunduğunu belirterek bilgiyi insansal,
nesnel/fiziksel, ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik boyutlarda incelemiş ve bilginin
gelişmede ve kalkınmada araç olduğunu belirtmiştir (Şan 2005:27-30).
Y
Nesnel olarak bilgi, evrende dengesizlik olduğunda ortaya çıkar. Heisenberg’e göre
nesnel bilgi (maddenin iç düzenine ait bilgi), enerjinin maddeleşmesi ile eş zamanlı olarak oluşur (Öner 2000:216-218). Enerjinin maddeye dönüşmemesi durumunda ise enerji
bir başka enerji formuna dönüşür ve dağıntı (entropy) oluşur. Bir olgu olarak dağıntı, bilgi
veya enerji taşıyan bir sistemde düzensizlik ve rasgelelilik miktarını belirleyen bir niceliktir. İç düzen bilgisine sahip ve çeşitli biçimlerde oluşmuş olan maddeler (okyanuslar,
kıtalar, dağlar vb.), bir bütün olarak doğada sürekli bir değişimle birbirlerini etkilerler.
Ekonomik olarak bilgi, bir mal, bir üretim etkeni ve bir ticari etkileşim aracıdır. Mal
olarak bilgi, alınır, satılır, üretilir, pazarlanır ve tüketilir. Bilgi ve bilgi taşıyan nesneler,
ekonomik bir değere ve çeşitli kullanım işlevlerine sahiptir. Üretim etkeni olarak bilgi,
hem somut bilgi ürünlerindeki bilgi stoku hem de yetişmiş insangücündeki potansiyel
bilginin kullanılması bağlamında bir işleve sahiptir. Toplumsal olarak bilgi, toplumsal
bir ürün ve toplumsallaşma aracıdır. Toplumda bilgi, her bireyin, topluluğun ve toplumun
konumlarına göre birbirleriyle etkileşmesi sonucu üretilir (din, ideoloji, kültür, değerler,
normlar, kurallar, fikirler, deneyler, inançlar, hukuk, kararlar vb.). Bunları içeren kav63
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
ramlar; toplumsal bellek, toplumsal bilinç, toplumsal biliş ve yaygın bilgidir. Toplumda
üretilen her tür bilgi toplumsallaşmanın aracı ve ürünüdür, toplumsal uzlaşma ve değer
yaratılmasını sağlar ve toplumu bütünleştirir. Kültürel olarak bilgi, bir kültür ürünü ve
kültürel etkileşim aracıdır. Hançerlioğlu (1977:363), günlük kullanımda bilgi ile kültür
kavramlarının aynı anlam taşıdığını belirtir. Soyut kültür ürünü olarak bilgi, insanın kendisi, doğa ve toplumla etkileşimi sonucu oluşan ve biriken felsefe, mantık, bilim, keşifler, icatlar, hukuk, din, dil, ahlak, siyaset, sanat, eğitim, ideolojiler, inançlar, toplumsal
normlar, toplumsal bilinç, günlük ve örtük bilgi olarak çeşitlenmektedir. Somut kültür
ürünü olarak bilgi, her kültürel üründe gizli olarak var olan iç düzen bilgisidir. Soyut ve
somut kültür ürünü olarak bilgi, bilgi kaynaklarında dil ve/veya yazı ile nesnelleştirilerek
içerilen bilgidir. Kültürel etkileşim aracı olarak bilgi, dil ve yeniliklerdir. Dil ve yazı,
bilginin üretilmesi, nesnelleştirilmesi, iletilmesi, yayılması ve kullanılmasında bir araçtır.
Ayrıca, bilginin üretilmesi, nesnelleştirilmesi, saklanması, iletilmesi, çoğaltılması, yayılması, kullanılması için yararlanılan araçlar ve mekanizmalar da somut kültür ürünleridir
ve kültür oluşturma aracıdır. Toplumda kültürel etkileşim, iletişim, bilgi alış verişi ve
eğitim ile gerçekleşir. İletişim, bilgi alış verişi ve eğitim, kültürün oluşturulması ve aktarılmasında rol oynayan bilgi ile ilgili süreçlerdir. Politik olarak bilgi, politik bir ürün ve
politika oluşturma aracıdır. Sözen (1999:65), bir bilgi türü olan bilimsel bilginin, hakikati
ve kişileri, bedensel ve toplumsal denetim altına aldığını belirtir. Bu bağlamda bir güç
aracı olarak kullanılması ile bilgi, politik bir ürün olma konumuna girer. Bu nitelik bilgiye
politika oluşturma aracı olma işlevini de yükler (Şan 2005:27-30).
Kavramsallaştırma çabaları açısından bilgi çeşitleri ve bilgi dönüşümlerinin değerlendirilmesi önemlidir. Bilgi çeşitli bakış açılarına göre farklı biçimlerde bulunabilmektedir. Örgütsel bilginin kendi içinde değişik biçimlerde sınıflandığı çeşitleri vardır. Bunlar; bir şeyi veya olayı tanımlayan ‘açıklayıcı bilgi’, tarihi gerçeklere dayanan ‘tarihi
bilgi’, deneyime dayanan ‘tecrübi bilgi’, sebep sonuç ilişkilerine dayalı ‘kuramsal bilgi’
açık (explicit) bilgi ve örtük (tacit) bilgi, derin (deep) bilgi ve yüzeysel (shallow) bilgi,
açıklayıcı-anlık (declarative) bilgi ve süreçsel (procedural) bilgi, sınırlı sayıda kişinin
bilgisi (esoteric) ve herkese açık bilgi (exoteric), işlevsel (functional) bilgi, yorumlayıcı
(interperative) bilgi ve kritik (critical) bilgi gibi çeşitlerdir (Courtney 2001:23; Nonaka
1999:35). Bu adlandırmalar farklı olsa da içeriklerine göre bu alanda birçok araştırmacı temelini Polanyi’nin sistemleştirdiği; açık bilgi (explicit knowledge) ve örtük-davranışsal-zımni bilgi (tacit knowledge) kavramlarını kullanmaktadır (Bhatt 2000; Nonaka
1999:35). Bilgi yönetimi açısından bilginin türleri Çizelge 2’de olduğu gibi beş boyutta
ele alınabilir (Campos ve Sanchez 2003:6).
Y
64
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
Çizelge 2. Bilginin Kavramsal Boyutları ve Çeşitleri
Kavramsal Boyutlar
Bilgi Çeşitleri ve Sınıfları
Bilgi kuramı açısından
Açık: objektif, formüle edilmiş
Örtük: sübjektif, uzmanlığa ve deneyime dayalı
Beşeri bilimler açısından
Bireysel: bir kişiye ait
Sosyal: bir gruba veya örgüte ait
Sistem açısından
Harici: enformasyona dayalı, teknik
Dâhili: üretilen, içselleştirilen, kavramaya dayalı
Stratejik açıdan
Kaynak: genellikle açık bilgi
Kapasite: genellikle örtük ve teknik
Vizyon: genellikle örtük ve kavramaya dayalı
Ticari açıdan
Bireysel: çalışanların beyninde, örtük ve açık bilgi
Örgütsel: grupsal öğrenme, örtük ve açık bilgi
Yapısal: süreçler, el kitapları, etik kurallar, örtük ve
açık bilgi
İnsan bilgisini ele almaya ‘anlatabileceğimizden daha fazlasını bilebiliriz’ şeklinde
ifade edilen olguyu temel alarak başladığını belirten Polanyi, örtülü bilginin önemini
vurgulamıştır. Örtülü bilgi, örgütlerdeki çalışmalar sırasında bireylerin edindikleri deneyimler sonucunda oluşan bilginin kaydedilmemiş veya ifade edilmemiş şeklidir. Bu bilgi
türü bireysel, bağlama özgü, biçimlendirilmesi, ifade edilmesi ve iletilmesi güç bir bilgi
türüdür. Açık bilgi ise biçimsel, yerleşik, kayıtlı ve sistematik dilde ifade edilebilen, herkesin kolayca ulaşabildiği bir bilgi çeşididir. Yazılı olan her türlü bilgi açık bilgi özelliği
taşır. Bir yemeği tarifine ve ölçülerine bakarak yapmak açık bilgiye, uzman bir aşçının
aynı yemeği göz kararı ile yapması örtük bilgiye örnek verilebilir.
Y
Her örgüt, farklı oranlarda örtük ve açık bilgiye sahiptir. Örtük ve açık bilgi bir madalyonun iki yüzü gibidir ve bir örgütte her ikisi birlikte bulunur. Örgütlerde yeni bir ürün,
süreç ve hizmet geliştirme aşamalarında, örtük bilgi, açık bilgi haline dönüştürülebilirse,
örtük bilgiye sahip bireyler örgütten ayrıldığında bu bilgilerin kaybedilmesinin önüne
geçilmiş olur. Bir örgütte örtük bilgi miktarının az olması, bir olumluluk gibi görünse de
açık bilginin kolay erişilebilirliği nedeniyle örgütü rakipleri karşısında zayıflatabilir. Bu
nedenle örgütler önemli bilgilerini korumalıdırlar. Örgütte örtük bilginin toplam bilgiye
oranı düşünce, açık bilgilerinin rakiplerce edinilmesi olasılığı artacağından örgütün ‘dışsal kırılganlığı’ (rekabet gücünün zayıflaması) artar. Örtük bilginin örgütün toplam bilgisine oranı artınca, bireylerin örgütten ayrılmasına bağlı olarak oluşacak bilgi kaybıyla
örgütün ‘içsel kırılganlık’ artar.
65
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Nonaka (1994), öğrenmenin, “örtük bilgi ile açık bilginin kesişmesinden” oluştuğunu
belirtmiştir. Örneğin bir süre önce yeni bir satış tekniği denemiş bir yönetici bu konuda
‘örtük’ bilgiye sahiptir. Eğer deneyimini yazıya döker ve şirketin intranet sitesinde yayınlar ise bilgisinin bir kısmı yakalanmış ve ‘açık’ hale gelmiş olacaktır. Daha sonra bir
başka satış yöneticisi okuduğu tekniği bir sonraki satış görüşmesinde kullanırsa, bilgi bir
kez daha ‘örtük’ biçime dönüşür. Bu süreçte bilgi yakalanmış, aktarılmış ve üretilmiştir.
Böylece öğrenme, bu iki tür bilginin sürekli “kesişmesiyle” hiçbir zaman sona ermeyen
bir kapalı dönüşüm sürecine dönüşür (O’Dell ve diğerleri 2003:22).
Örgütsel Bilgi
Bilgi enformasyondan daha büyüktür. Örgütlerde enformasyon bolluğu yaşanır ve insanlar kullanmadığı sürece bu enformasyonun bilgi olduğu söylenemez. Bilginin fazlası
olmaz ama enformasyonun fazlası olabilir. Günümüzde çok sayıda örgüt elektronik araçlarla daha hızlı ve daha büyük hacimlerde taşınabilen enformasyonun çalışanlarına güven
vermek yerine akıllarını karıştırdığını, odaklanma becerilerini kaybettirdiğini, proaktif
davranmak yerine hareketsiz kalmalarına neden olduğunu fark etmiş durumdadır (O’Dell
ve diğerleri 2003:22). Bu tespitten hareketle O’Dell ve diğerleri (2003:23), bilgiyi, “harekete geçmiş enformasyon” olarak betimlemektedirler. Yazarlara göre “çerçevesi çizilmemiş ve yorumu yapılmamış gerçekler ve rakamlar” olan veriler ile “verilerdeki genel modeller” olan enformasyon kendi başlarına bilgi değildir. Davenport ve Prusak’a (1998:5)
göre bilgi; “yeni deneyimleri ve enformasyonu değerlendirmek, içselleştirmek için bir
ortam ve çerçeve sağlayan, deneyim, değerler, sözel enformasyon, uzmanlık kavrayışı ve
mesnetli sezginin akışkan bir karışımıdır. Bilenlerin dimağından doğar ve gene orada uygulanır. Örgütlerde bilgi, çoğu kez yalnızca belgelerde ya da sır gibi saklanan evraklarda
değil, örgütün gündelik işleyişinde, süreçlerde, pratiklerde ve normlarda gizlidir.” Choo
(2000), örgütsel bilgiyi, örgütsel öğrenme denilen ve bilgi kullanımının son aşaması olan
döngünün odak noktası olarak görmekte, Nonaka ve Takeuchi (1995:58) ise, bilginin
gerekçelendirilmiş gerçek inançlar olduğunu vurgulamaktadır. Birey kendi inançlarının
doğruluğunu dünyaya ilişkin gözlemlerine dayanarak gerekçelendirir. Bu gözlemler ise
bireye özgü bakış açısına, kişisel duyarlılık düzeyine ve bireysel deneyimlere dayanır.
Dolayısıyla bilgi üreten birey gerekçelendirilmiş inançlar geliştirerek ve bunlara bağlı
kalarak yeni bir durumdan bir anlam çıkarmaktadır (Krogh ve diğerleri 2002:16). Diğer
bazı araştırmacılar ise örgütsel bilgiyi şöyle tanımlamaktadırlar: Aktan ve Vural’ın (2005)
aktarımına göre, Allee (1997), bilgiyi, önceden belirlenen bir dizi sistematik kural ve
prosedüre uygun bir biçimde işlenmiş enformasyon yani insanlar arasındaki iletişim sürecinde aktarılan, paylaşılan ve yeniden şekillendirilen deneyim ve enformasyon; Bennet
ve Bennet (2000) belirli bir durum, sorun, ilişki, teori veya kurala ait veri ve enformasyondan oluşan anlayış; Argyris (1993) ise, içinde yaşadığımız dünyayı ve olayları yorumlamak ve yönetmek için uyguladığımız bir dizi anlayış, kavrayış ve genellemeler ile
bize güçlü bir kavrayış ve bakış açısı kazandıran her türlü zihni etkinlik, sosyal olaylarda
karşımıza çıkan eylem ve olayları anlamamıza yardım eden işaret ve kodlamalar, insan-
Y
66
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
ların ve örgütlerin etkin bir biçimde eylem gerçekleştirmeleri için sahip olmaları gereken
kapasite olarak betimlemişlerdir. Bilgi, belli bir süreçten geçmiş verilerdir. Bilginin elde
edilmesinde belirli bir sıra vardır. Sırasıyla imgelerden veriler, verilerden enformasyon,
enformasyondan da bilgi elde edilir. Belirli durumlarda yararlı olacak şekilde kullanılan
enformasyona bilgi adı verilmektedir (Catherine ve Clarke 2000:237).
Bilgi, enformasyon ve veri kavramları arasındaki farkı O’Dell ve diğerleri (2003:23),
‘süpermarket örneği’ ile açıklamaya çalışmıştır. Bu benzetime göre; “bir süpermarketler
zinciri yeni bir müşteri veri madenciliği uygulamasına geçtiğinde satın alma davranışlarına ilişkin veri biriktirmeye başlamıştı. Sonra bu verilere dayanarak satın alma davranışı modellerini ortaya çıkarmak amacıyla görünürde birbiri ile ilgisiz noktalar arasında
korelasyon (karşılıklı ilişki) analizleri gerçekleştirdi. Örneğin Cuma öğleden sonraları
yapılan bebek bezi ve bira alışverişleri arasında açık bir korelasyon olduğu hemen görüldü. Yönetim bu tuhaf enformasyon parçacığını aldı ve Cuma öğleden sonraları alışverişe
çıkan erkeklerin kendileri için bira, eşlerinin verdiği listeye göre de bebek bezi aldıkları
varsayımını yaptı. Müşterilerinin davranışlarına ilişkin bu bilgi ile donanmış olarak da
harekete geçti ve bebek bezleri ile biraların raflarındaki konumunu yeniden düzenledi.”
Bu örnekten de anlaşılacağı gibi veri, enformasyon ve bilgi arasındaki ilişki dönüşümlü-yinelenmeli türden ilişkilerdir (Keskin ve Kalkan 2005). Bilgi ve enformasyon içinde
bulundukları bağlama özgü olarak anlam kazanma ve insanlar arasındaki sosyal etkileşim
sürecinde dinamik olarak yaratılma bakımından ortak niteliklere sahiptirler. Fakat bilgi
insan eylemi ve bireylerin değer sistemleri ile daha derinden ilişkilidir (Nonaka ve Takeuchi 1995:58-59). Martensson (2000) bilginin temel özelliklerini şöyle toparlamıştır
(Aktan ve Vural 2005):
Bilgi kolayca biriktirilip saklanamaz. Bilgi, bilgisayarlardan daha çok insanların
beyninde yer alır ve gerektiğinde çalışanların kullanımına sunulabilmesi için sınıflandırılması ve saklanması genellikle zordur.
•
Enformasyon, insan aklı ile işlenmediği sürece değersizdir ve bilgi haline gelmez.
Bilgi, enformasyonun insan aklı ile işlenmesi, yeniden üretilmesi, düzenlenmesi
veya kullanılmasıdır. Bilginin oluşma süreci, olay ve verilerin genel enformasyonları oluşturacak şekilde düzenlenip, yapılandırılması ile başlar, belirli bir kullanıcı
grubunun gereksinimlerine uygun bir biçimde yeniden düzenlenip filtreden geçirilmesi ile sürer ve belirli bir düzen ve yapıya kavuşmuş bu enformasyonu bireylerin
özümseyip bilgiye dönüştürmeleri ile son bulur. Bu dönüştürme süreci bireylerin
içinde bulundukları koşullardan etkilenir.
•
Bilgi, deneyim, yorum ve içinde bulunulan şartları bünyesinde barındıran enformasyondur ve yeni bir bakış açısının ortaya çıkmasına yol açar.
•
Bilgi, kullanılmadığında herhangi bir anlam ifade etmez. Bilgi, karar ve eylemlerle
uygulanmaya hazır yüksek değerdeki enformasyondur.
Y
•
67
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tonta (2004)’nın aktarımına göre konuya bilgi araştırmaları (information studies)
açısından yaklaşan Buckland (1991) ‘bilgi’ (information) terimini üç ayrı anlamda ele
alarak tanımlamaktadır: 1) Süreç olarak bilgi (information-as-process); 2) Bilgi olarak
bilgi (information-as-knowledge); ve 3) Nesne olarak bilgi (information-as-thing). ‘Süreç olarak bilgi’ ye örnek olarak insanın yeni bir şeyler öğrendiği zaman mevcut bilgilerinin değişmesi ve yeni öğrendikleriyle ilişkili olarak mevcut bilgilerini gözden geçirmesi
durumundaki öğrenme eylemi verilebilir, yani birisine bir şeyler aktarma ya da söyleme
süreci ‘süreç olarak bilgi’ olarak adlandırılmaktadır. Bu süreçte karşı tarafa aktarılan şeye
ise ‘bilgi (knowledge) olarak bilgi’ adı verilir. ‘Bilgi’ terimi bilgilendirici, bilgi taşıyıcı
nesneler (kitap, dergi, film, belge, vb.) için de kullanılmaktadır. Bu anlamda ise ‘nesne
olarak bilgi’den söz etmek mümkündür. Bilgilenme sürecinde (süreç olarak bilgi) insan
beyninde meydana gelen değişiklikler tam olarak açıklanamadığı gibi, bu süreç sonunda
edinilen bilgiyi (knowledge) elle tutup, gözle görmek ya da nesnel yöntemlerle ne kadar
bilgi edinildiğini ölçmek de mümkün değildir. Bu süreç sonunda elde edilen bilgi (knowledge) ancak tanımlanarak nesneler üzerine aktarıldığı zaman (nesne olarak bilgi) elle
tutulur, gözle görülür ya da ölçülebilir hale gelmektedir. Bilgi taşıyan nesneleri işleyerek
yeni formlarda bilgi elde etmek ise ‘bilgi işleme’ (information processing) olarak adlandırılmaktadır (Tonta 2004:1).
Buckland (1991), bilginin soyut ya da somut olmasına ve varlık ya da süreç olmasına
göre bir sınıflandırma yapmış (Çizelge 3) ve hangi disiplinlerin ne tür bilgiyle uğraştıklarını saptamıştır. Örneğin, varlık olarak ele alındığında ‘bilgi olarak bilgi’ soyut, ‘nesne
olarak bilgi’ ise somuttur. Süreç olarak ele alındığında ise ‘süreç olarak bilgi’ soyut, nesneleri işleyerek yeni formlarda bilgi elde etme (bilgi işleme) ise somuttur. Varlık ya da
süreç olarak soyut bilgi (bilgi olarak bilgi, bilgilenme) bilişsel (cognitive) bilimlerin ve
eğitimin ilgi alanına girmektedir. Somut olan nesne olarak bilgi ve bilgi işleme ise ‘bilgi
yönetimi’nin ilgi alanına girmektedir.
Çizelge 3. Bilgiye Dört Farklı Bakış Açısı
SOYUT
SOMUT
VARLIK
Bilgi olarak bilgi
Bilgi (knowledge)
Nesne olarak bilgi
Veri, belge, kayıtlı bilgi
SÜREÇ
Süreç olarak bilgi
Bilgilenme
Bilgi işleme, veri işleme, belge
işleme, bilgi mühendisliği
Kaynak: Buckland (1991); aktaran Tonta (2004:2)
Belge ise süreç ya da varlık olarak soyut bilginin nesneler üzerine aktarılarak elle
tutulur, gözle görülür hale gelmiş halidir. Çok genel anlamıyla, bilgi taşıyan kil tablet,
yontu, papirüs, harita, yazma, kitap, dergi, resim, film, kaset, cd-rom, dvd, ağ aracılığıyla
erişilebilen web sayfası, vb. gibi nesneler ‘belge’ olarak adlandırılır. ‘Belge’ (document)
terimi de tanımlanması güç terimlerden biridir. Latince ‘document’ sözcüğü ‘docere’
Y
68
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
(öğretmek, bilgilendirmek) fiili ile ‘-ment’ (araçlar) son ekinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Yani ‘belge’ terimi öğretmeye veya bilgilendirmeye yarayan ders, deney
ya da metin gibi araçlar için kullanılmaktadır. ‘Madam Dokümantasyon’ olarak anılan
Fransız dokümantalist Suzanne Briet (1951), ‘belge’yi; “bir fiziksel ya da entelektüel
olguyu temsil etmek, yeniden yaratmak ya da ispatlamak için korunan ya da kaydedilen
tüm somut ve sembolik dizinsel işaretler” olarak tanımlar ve Briet (1951), “Yıldız bir
belge midir? Selden sürüklenen bir taş belge midir? Yaşayan bir hayvan belge midir?”
sorularına karşılık olarak, bunların belge olmadığını ancak “yıldızların fotoğrafları ve katalogları, mineraloji müzesindeki taşlar, kataloglanmış ve hayvanat bahçesinde gösterilen
hayvanların birer belge” olduğunu belirtmiştir (Tonta 2004:2).
Bilgi Yönetimi
Tiwana (2003), 1950’lerden 2000’lere ulaşan dönemde yöneticilerin başvurduğu
gözde araçların evrimini belirterek (Şekil 1), bu araçların bazılarının sadece bir yönetim
modasının oluşumuna katkıda bulunduğuna, bazılarının ise günümüze kadar hala yaşamakta olduğuna vurgu yaparak, bu araçların hepsini tehdit eden bir unsurdan söz eder. Bu
unsurun, bilginin takviyesi, deneyim, entelektüel varlık ve tüm bunların yönetilebilmesi
olduğunu ve bu inatçı tehdidin de günümüzde bilgi yönetimi diye adlandırdığımız gelişmeye neden olduğunu belirtir (Tiwana 2003:22-23).
Günümüzde örgütlerin tek ve en önemli rekabet avantajı olan bilgi, yaşamını sürdürmek isteyen ve bunu başaran örgütlerin kilit unsurudur. Özellikle iş süreçlerinde edinilen
ve ele avuca gelmez örtük bilginin temelinde bilginin değerlendirilmesi yatmaktadır. Örtük bilgi, eski veya yeni, büyük ya da küçük tüm örgütlerin değerini artırmaktadır. Bilginin önemine dayanarak Tiwana (2003:72-74), örgütler için bilgi yönetiminin gereğini
şöyle sırlamaktadır:
Örgütlerin piyasa değeri büyük ölçüde örtük bilgiye dayanmaktadır,
•
Rekabet üstünlüğü açısından teknoloji artık ölü bir kaynaktır,
•
Bilgi, fiziki malvarlığının aksine artan ölçülerde getiri sağlamaktadır,
•
Bilgi yönetimi gereksiz iş tekrarını önler, pahalı yeniden icatları engeller ve hataların
tekrarlanmasına mani olur,
•
Bilgi yönetimi örgütleri bilgi kaybından korur,
•
Bilgi yönetimi iş süreçlerinde zamanlamayı kolaylaştırır,
•
Bilgi yönetimi düşünsel işbirliğini teşvik eder,
•
Bilgi yönetimi, örgüte geleceği önceden sezme becerisi kazandırır,
•
Bilgi yönetimi örgütün fırsatları değerlendirmesini sağlar,
•
Bilgi yönetimi süreç yeterliği yaratır, iyi süreçler rekabet avantajı sağlar,
•
Bilgi yönetimi örgüte esneklik sağlar.
Y
•
69
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
2000’li Yıllar
Bilgi Yönetimi
Düşünsel Sermaye
Teşebbüs Entegrasyonu
Bilgi Paylaşım Kültürü
1990’lı Yıllar
Öğrenme, öğrenileni
unutma
Bilgi yönetimi birleştirici
kuruluş hedefi olarak
belirir
Temel Beceriler
Öğrenen Örgütler
Yeniden Yapılanma
Stratejik Enformasyon Sistemleri
Intranet’ler & Extranet’ler
Piyasa Değeri
1980’li Yıllar
Toplam Kalite Yönetimi (TKY)
Yerinden Yönetim
Kurumsal Kültür
Teori Z
Küçülme
Kültürel özellikler
hesaba katılır
1970’li Yıllar
Örtük bilgi
resimdeki yerini
alır
Stratejik Planlama – Mintzberg & Porter
Tecrübe Eğrisi
Portföy Yönetimi
Otomasyon
1960’lı Yıllar
Teori Y
Holdingleşme
T – grupları
Merkezileşme ve Adem-i Merkezileşme
1950’li Yıllar
Hedeflerle Yönetim (HY)
Program Evrimi ve Gözden Geçirme Tekniği (PEGG)
Çeşitlilik
Kantitatif (Niceliksel) Yönetim
Elektronik Veri İşleme
İşyerlerinin odak noktası
dağıtılan uzmanlık ve bilgiye
doğru kayar
Şekil 1. Bilgi Yönetiminin 1950’lerden bu yana gelişimi (yöneticilerin seneler boyunca kullandığı araçlar)
Bir örgütün daha iyi kararlar alması, daha etkili ve verimli olması, yüksek güdülü
çalışanların oluşturduğu yenilikçi bir kültür oluşturabilmesi, sürekli gelişebilmesi ve bilgi paylaşımını sağlayabilmesi için ‘bilgi yönetimi’ örgütlerin önemli bir gereksinimdir.
Bilgi yönetiminin temel amacı, bir örgütün yaşama yeteneğini ve başarısını gerçekleş-
Y
70
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
tirebilmek için örgütün mümkün olduğunca akıllıca hareket etmesini sağlamak ve bilgi
varlıklarının değerini yükseltmektir (Wiig 1997:8). Bollinger ve Smith (2001:10)’e göre
bilgi yönetiminin amacı, bir örgütü oluşturan her bir parçanın toplamından daha güçlü ve
değerli ve rakiplerinden daha rekabetçi bir örgüt oluşturmak için çalışanlarının uzmanlık
ve özgün bilgilerini ölçebilen, saklayan, kullanan ve değerlendirebilen bir ‘öğrenen örgüt’ yaratmaktır. Beijerse (1999:97) ise bilgi yönetimi ile örgütlerin neler kazanacağını
şöyle açıklar:
“Bilgi yönetimi örgütlerin verimliliğini artırır, hizmet alanında daha
akıllıca hareket ederek alandaki konumlarını iyileştirir, devamlılığını sağlar, kârlılığını artırır, ürün geliştirme ve pazarlama arasındaki ilişkiyi geliştirir, çalışma gruplarının beceri ve yeteneklerini geliştirir, öğrenmeyi daha
verimli ve etkin bir hale getirir, karar alma sürecini etkinleştirir, bilgi çalışanları arasındaki iletişim ve sinerjiyi destekler, bilgi çalışanlarını örgütte
tutar ve örgütlerin asıl iş ve önemli örgütsel bilgileri üzerinde odaklanmasını sağlar.”
Bilgi yönetiminin amaçları şöyle sıralanabilir: Yenilik ve buluşları özendirmek, örgütün rekabet gücünü artırmak; örgütün düşünme gücünü artırarak yeni düşünceler üretmek; bilgi üretme anlayışı ve deneyimi geliştirmek, ilgili kişiye doğru yer ve zamanda
gereksinim duyduğu bilgiyi kullanışlı ve yararlı kılarak zaman kaybını önlemek; uzmanlık ve bir işin nasıl yapılacağı (know-how) ile ilgili kaynak bilgi bulmak ve bunları tekrar kullanabilmek için saklanmasını sağlamak; işbirliği, paylaşım, sürekli öğrenme ve
gelişmeyi desteklemek; bilgi paylaşmanın değerini artırarak çalışanlar arasında güven ve
yardımlaşma duygusu geliştirmek; karar verme kalitesi geliştirmek; müşterilere yönelik
sorumluluğu artırmak, çalışanların bilgi yüklenmesini önlemek; entelektüel varlıkların
değerini anlamak ve onların değer, etkililik ve başarısını artırmak; ürün ve hizmetlerin
kalitesini yükseltmek (Levett ve Guenov 2000:258; Jarrar 2002:322-323).
Bilgi yönetimi uygulamalarının amacı örgütlere göre farklılık gösterir fakat genel
olarak şu noktada birleşirler; örgütün sahip olduğu bilgi varlıklarından en üst düzeyde
yararlanmak ve örgütün entelektüel sermayesini en iyi şekilde değerlendirmektir. Bilgi
yönetimi ayrıca rutin tekrarları önleyerek örgüte zaman ve emek yönünden artırım sağlar.
Yetki devrini kolaylaştırır, örgütün çevreye karşı esnekliğini artırır, çalışan devrinin yüksek olduğu örgütlerde bilgi kaybını azaltır ve süreklilik sağlayarak yönetim süreçlerinin
hızını artırır (Çınar 2002:22). Yönetimde daha etkin kararlar alınarak verimlik artırılır.
Y
Bilgi yönetiminin temel amacı örgütsel üstünlük sağlamak için çalışanların örtük bilgilerini en ileri düzeyde kullanabilen ve içinde bulunulan çevredeki en iyi uygulamalardan yararlanabilen bir ‘öğrenen örgüt’ oluşturmak olduğundan bilgi edinmede örgütsel
öğrenme son derece önemlidir (Aktan ve Vural 2005). Bilgi yönetimi kavramı ile birlikte
anılan öğrenen örgüt kavramı, bazı noktalarda bilgi yönetimi kavramıyla örtüşmektedir.
Öğrenen örgütlerde örgütsel öğrenmenin temel etkeni olarak takım kavramı üzerinde durulur. Buna karşın bilgi yönetimi bireyi temel almaktadır. Öğrenen örgüt takımdan örgüte
ve oradan bireye ulaşırken bilgi yönetiminde bireyden örgüte ve oradan takıma giden bir
71
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
ilişki kurulur (Barutçugil 2002:77). Entelektüel sermaye, öğrenen örgüt ve bilgi yönetimi aynı ağacın dalları gibidir (Stewart 1997:60). Öğrenen örgütler, entelektüel sermaye,
bilgi varlıkları, şirket bilinci, şirkette bilgelik olarak adlandırılan çalışmalar, temelde tek
hedefte birleşmektedirler: Örgüt içindeki bilgi, korunmaz, değerlendirilmez ve geliştirilmezse örgüt yok olur.
Bilgi yönetimi bir örgütün ‘neyi bildiğini bilmesi’ olarak nitelenirse, bilgi yönetimine
öncelikle örgütsel amaçlarla bilgi gereksinimlerinin belirlenmesi, örgütün sahip olduğu
bilgi kaynakları ve kanallarının açığa çıkarılması, örgütte bilgi paylaşımını destekleyecek
yönetimsel düzenlemelerin yapılması ile başlanmalıdır. Bir örgütte, çalışanlar aradıkları
bilgiye nasıl erişeceklerini bilmiyorlarsa, bilgi aramaya nereden başlayacakları konusunda ikilemde kalıyorlarsa, gerekli bilgiyi bulmak için fazla zaman ve emek harcanıyorsa
bilgi yönetimi uygulamasına başlanılması gerekir. Bilgi yönetimine geçiş sürecinde örgütler şu noktalara dikkat etmelidirler (Choo 2000):
•
Örgütsel amaçların ve bilgi gereksinimlerinin belirlenmesi,
•
Mevcut bilgi kaynak ve kanallarının değerlendirilmesi (teknoloji+hizmetler)
•
Mevcut ve olası kaynaklara göre örgüt yapısının düzenlenmesi (yönetimsel yapı)
•
Örgüt kültürünün bilgi paylaşımını destekler hale getirilmesi (insan kaynakları)
Bilgi, karar verme, planlama, denetleme gibi tüm yönetim süreçlerinin temelini oluştur ve yönetim dünyasının oksijeni gibidir. Örgüt yönetiminin belirlenen amaçlara ulaşabilmesi için sürekli belirli kararlar alması gerekir. Alınan kararların doğru ve amaca uygun olabilmesi için ise karar için kullanılan girdilerin (bilgilerin) nitelikli olmasını, doğru
zamanda doğru yerde doğru kişide olmasını gerektirir. Bu nedenle bilgi yönetimi örgütler
için vazgeçilmez bir gerekliliktir. Davenport (1998), bilgi yönetiminin oldukça politik
bir etkinlik alanı olduğunu belirtir. Bilginin güç, dolayısıyla politik bir araç olmasından
kaynaklanan bu görüş, örgütlere bilgi politikası olarak yansımaktadır. Örgütsel bilgi ile
ilgili politikalar, hem örgütün bilgi ile ilgili kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı, hem
de örgüt çalışanlarını, bilgi kirliliğinden, yoğunluğundan ve gereksiz bilgiden korumak
üzere yapılır. Bilgi yönetimi, örgütlerde bilgi faaliyetlerinin bütüncül yönetimi; bilgi politikası ise zamana ve duruma göre oluşan koşullarda bilgi etkinliklerinin uyumlu yönetimi
için çizilen yol ya da yollardır.
Bilgi Yönetimi Modelleri Ve Stratejileri
Stratejik yönetim anlayışı örgütü çevresiyle kıyaslayarak tanımlar. Örgütün stratejik
konumu ve yönü onu rakiplerinden farklı kılan yetenekleri ve bu yeteneklerin kendisinde
sürdürülebilir rekabet üstünlüğü kazandırabilecek biçimde nasıl kullanıldığı ile ilgilidir.
Stratejik bilgi yönetimi ise stratejik yönetim sürecinin tamamlayıcı bir unsurudur ve teknolojik sistemlerle sosyal ve kültürel süreçlerin birlikte etkin olarak kullanılarak örgütsel
değer yaratılmasını amaçlar. Bilgi toplumu, bilginin sermaye, insangücü ve maddi kay-
Y
72
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
nakların yanında stratejik bir üretim etkeni olarak kullanıldığı toplumdur. Bir kaynağın
stratejik değer olması dört özelliği bünyesinde barındırmasına bağlıdır (Bollenger ve
Smith 2001:9) bir örgütte bilginin stratejik değeri olabilmesi için:
•
Değerli bilgi olması,
•
Az bulunan bilgi olması,
•
Taklit edilemez veya zor taklit edilebilen bilgi olması,
•
Yerine yedeği olmayan değiştirilemez bilgi olması.
Stratejik bilgi yönetiminde izlenecek stratejiler belirlenirken örgütün örtük ve açık
bilgi boyutu dikkate alınmalıdır. Örtük bilgi, yeniden yapılanma sürecine giren örgütlerde, gelişmiş yönetim yöntemlerini kurumlarında uygulamak isteyen yöneticiler için
ortaya çıkarılması gereken önemli bilgi kaynağıdır. Bilgi yönetimi kısaca örtülü bilginin
açık bilgiye, açık bilginin de yeniden açık bilgiye dönüştürülme sürecidir. Bu nedenle örgütlerde, uygulanacak yönetim biçemlerinin örtülü bilgiyi açık bilgiye, açık bilgiyi
de yeniden açık bilgiye dönüştürebilecek nitelikte olması gerekmektedir (Odabaş 2003).
Stratejik bilgi yönetimi yaklaşımına göre, örgüt için stratejik önemi en yüksek olan kaynak bilgi, en önemli yetenek ise bilgiden en üst düzeyde yararlanabilme becerisidir. Stratejik bilgi yönetiminin temel amacı örgütün uzun erimli bilgi gereksinimi belirlenerek, bu
gereksinimin giderilmesine yönelik var olan kaynakların ve imkanların en etkin biçimde
yönetilmesine yönelik stratejiler geliştirmektir (McCann ve Buckner 2004:50). Bilgi yönetimi stratejileri genellikle üç grupta toplanır: teknoloji ağırlıklı stratejiler, birey ağırlıklı
stratejiler ve sosyal süreçlere göre stratejiler (Nicolas 2004:21). Etkin bir bilgi yönetimi
stratejisi bir örgütte teknolojik sistemlerin, sosyal ve kültürel unsurların, insangücü yönetiminin ve örgütün iş stratejisine odaklanmasının dengeli bileşimidir (Tiwana 2003:174).
Bilgi yönetimi anlamında ise strateji, bilgi politikasının kısa ve uzun dönemli olarak ortaya konulmasıdır (Celep ve Çetin 2003:47).
Y
Açık bilgi ve örtük bilgi sınıflandırması temel alınarak bilgi yönetimi, dinamik, sisteme yönelik, insana yönelik ve pasif olarak dört aşamada ele alınabilir. Açık bilgiye
ulaşmak ve kullanmak için bir kişinin gereksinim duyduğu örgütsel bilginin kodlanma
ve saklanma derecesi Şekil 2’de açık bilgiye yönelik hat üzerinde gösterilirken, örtük
bilgiye yönelik hat, kişisel ilişkiler yoluyla örgütsel bilginin elde edilmesi ve paylaşılmasını ifade etmektedir (Choi ve Lee 2003:406). Pasif bilgi yönetim biçemine sahip olan
örgütler bilgi yönetimi ile pek ilgilenmeyen örgütlerdir. Bu tür örgütlerde sistemli bir
yönetim olmaz ve bilginin yönetilmesinde örgütsel yapı, kültür ya da bilgi teknolojileri
kullanılmaz. Bilgiden yararlanılmayan bu yönetim biçemi ile örgütlerin verimliliklerini
artırmaları son derece zordur. Sisteme yönelik bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler
bilginin kodlanması ve yeniden kullanılmasına önem verirler. Gelişmiş bilgi teknolojileri
yoluyla bilginin kodlanmasında başarı sağlayarak bilgiye erişim ve bilginin kullanımındaki karmaşıklığı azaltabilirler. Bu yönetim biçeminde müşterilere daha hızlı tepki verme ve bilgi uygulamalarını daha düşük maliyetlerle gerçekleştirmek mümkündür. Bilgi,
önceden hazırlanan prosedürler, kodlar ve elkitapları yoluyla yönetilir ve paylaşılır. Bu
73
Yüksek
Sisteme Yönelik
Dinamik
Düşük
Açık Bilgiye Yönelik
2003:406). Pasif bilgi yönetim biçemine sahip olan örgütler bilgi yönetimi ile pek ilgilenmeyen
örgütlerdir. Bu tür örgütlerde sistemli bir yönetim olmaz ve bilginin yönetilmesinde örgütsel
yapı, kültür ya da bilgi teknolojileri kullanılmaz. Bilgiden yararlanılmayan bu yönetim biçemi
ile örgütlerin verimliliklerini artırmaları son derece zordur. Sisteme yönelik bilgi yönetim
biçemine sahip olan örgütler
ve yeniden
kullanılmasına
önem verirler.
Kesen, İ. bilginin
Anemonkodlanması
MŞÜ Sosyal Bilimler
Dergisi. 1(1)
2013.
Gelişmiş bilgi teknolojileri yoluyla bilginin kodlanmasında başarı sağlayarak bilgiye erişim ve
bilginin
kullanımındaki
karmaşıklığı
azaltabilirler.
Buekonomilerinden
yönetim biçeminde
müşterilerevedaha
şekilde
kodlanan bilgi
yeniden kullanılarak
ölçek
yararlanılabilir
ör- hızlı
tepki gütsel
vermeetkinlik
ve bilgi
uygulamalarını
daha
düşük
maliyetlerle
gerçekleştirmek
mümkündür.
artırılabilir. İnsana yönelik bilgi yönetimi biçemi, örtük bilginin ve kişisel
Bilgi,deneyimlerin
önceden hazırlanan
prosedürler,
kodlar ve elkitapları
yoluyla
ve olmayan
paylaşılır. Bu
elde edilmesi
ve paylaşılmasına
büyük önem
verir. yönetilir
Bilgi, resmi
şekilde
kodlanan
bilgi
yeniden
kullanılarak
ölçek
ekonomilerinden
yararlanılabilir
örgütsel
sosyal ağlardan elde edildiği için standart prosedürler ihmal edilebilir. İnsan boyutuve
etkin
etkinlik artırılabilir. İnsana yönelik bilgi yönetimi biçemi, örtük bilginin ve kişisel deneyimlerin
bir bilgi yönetimi için son derece önemlidir. Anlamlı ve işe yarar bilgiler veritabanları
elde edilmesi ve paylaşılmasına büyük önem verir. Bilgi, resmi olmayan sosyal ağlardan elde
veya benzeri kaynaklardan daha çok dostluk ve samimiyetin geçerli olduğu ilişkiler yoedildiği
için standart prosedürler ihmal edilebilir. İnsan boyutu etkin bir bilgi yönetimi için son
paylaşılır.
Bu nedenle
arasındaki
güvenin
iletişimin
gücü, başarının
dereceluyla
önemlidir.
Anlamlı
ve işeörgüt
yararüyeleri
bilgiler
veritabanları
veyavebenzeri
kaynaklardan
daha çok
sağlanmasında
önemli
bir
etkendir.
Dinamik
bilgi
yönetimi
biçemine
sahip
olan örgüt
örgütler
dostluk ve samimiyetin geçerli olduğu ilişkiler yoluyla paylaşılır. Bu nedenle
üyeleri
her ikigüvenin
tür bilgiye
yöntemlere
de önemsağlanmasında
verirler ve bu nedenle
bütüncülDinamik
ve
arasındaki
ve yönelik
iletişimin
gücü, başarının
önemli daha
bir etkendir.
saldırgan
örgütlerdir.
ve açık bilgiyi
bir tarzda
yönetirler
ve bu de
sa-önem
bilgi daha
yönetimi
biçemine
sahip Örtük
olan örgütler
her ikidinamik
tür bilgiye
yönelik
yöntemlere
verirler
vedoğruluğu
bu nedenle
daha bütüncül
daha yeni
saldırgan
örgütlerdir.
Örtük ve (Aktan
açık bilgiyi
yede
kanıtlanmış
bilgileri ve
kullanıp
imkânlardan
yararlanabilirler
dinamik
bir tarzda
ve Vural
2005). yönetirler ve bu sayede doğruluğu kanıtlanmış bilgileri kullanıp yeni
imkânlardan yararlanabilirler (Aktan ve Vural 2005).
Pasif
İnsana Yönelik
Düşük
Yüksek
Örtük Bilgiye Yönelik
Kaynak:
(2003:406)’denaktaran
aktaranAktan
AktanveveVural
Vural(2005).
(2005).
Kaynak: Choi
Choi ve
ve Lee
Lee (2003:406)’den
Şekil 2. Bilgi Yönetimi Türleri
Şekil
2. Bilgi Yönetimi Türleri
İlkolarak,
olarak, 1986
1986 yılında
yılında Dr.
Dr. Karl
Karl Wiig
Wiig tarafından
tarafından işletme
işletme alanyazınına
alanyazınına kazandırılan
kazandırılan bilgi
İlk
bilgistratejisi,
yönetimi örgütsel
stratejisi,başarımı
örgütsel başarımı
içineyleme
bilgiyi eyleme
dönüştürmeye
yönetimi
arttırmakarttırmak
için bilgiyi
dönüştürmeye
yönelikyöbilinçli
nelik bilinçli
bir uygulama
tanımlanır
(Özgener
2004:3).
Örgütler sonkendilerinin
zamanlarda sahip
bir uygulama
olarak
tanımlanırolarak
(Özgener
2004:3).
Örgütler
son zamanlarda
oldukları
stratejiksahip
değeri
olan entelektüel
varlıkları
(değer, fikir,
eser, yazı,
belge
vb.)
dikkate
kendilerinin
oldukları
stratejik değeri
olan entelektüel
varlıkları
(değer,
fikir,
eser,
yazı, belge vb.) dikkate almaya başlamışlardır. Bilgi yönetimi, bir girişimin modellenmesi ve çözümlenmesi ile onun stratejik nesnelerinin birleştirilmesi üzerine temellendirilen
gelecekteki evrimini kuşatır. Bilgi yönetimi yaklaşımı, bilginin, elde edilmesi, saklanması, paylaşılması ve değerlendirilmesi üzerine odaklanarak, varlık modelleri, sorun çözümü, yeniden kullanım, stratejik planlama ve karar verme tarzında bir süreç şekillendirerek yönetimin etkili olmasına yardımcı olur (Kuswara 2001:1).
Stratejik bilgi yönetiminin iki temel refleksi vardır. Bunlar bilmek ve cevap vermektir.
İç etkenler açısından bilmek, örgütün kendi bilgi kaynaklarını tanıması, güçlü ve zayıf
yönlerinin farkında olmasıdır. Dış etkenler açısından bilmek, dış bilgi kaynaklarından haberdar olmak, örgütün dış çevresindeki fırsat ve tehditleri tanımasıdır. İç etkenler açısın-
Y
74
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
dan cevap verebilmek, örgütün kendi bilgi kaynaklarını ve iç dinamiklerini etkili biçimde
kullanarak stratejik yönetimin beklentilerini karşılayabilmektir. Dış etkenler açısından
cevap verebilmek, örgütün dış bilgi kaynaklarını (müşteri bilgisi, rakipler hakkındaki bilgiler vb.) rakiplerine karşı üstünlük ve kendisi için rekabet avantajı sağlamak amacıyla
etkili bir biçimde kullanmasıdır (Zaim 2005:288-299).
Bilgi Yönetimi Bağlamında Eğitim Örgütlerinin Genel Durumu
Bilgi (information) toplumu olma durumuna göre dünyadaki bazı ülkeler hızla koşarken bazıları büyük adımlarla ilerlemekte bir kısmı ise teknolojik alt yapı ve ekonomik,
toplumsal ve politik değişimlerini gerçekleştirmeye çalışmakta diğerlerinin de imkânlarının sınırlı olduğu gözlenmektedir. Ülkelerin enformasyon kapasitelerini ve zenginliklerini ölçmeyi amaçlayan Bilgi (Enformasyon) Toplumu Endeksi (Information Society
Index, ISI - 2002), göstergelerine göre Türkiye Bilgi toplumu olmanın eşiğinde olan ülkeler grubunda görülmektedir. Ülkelerin enformasyon kapasitelerini ve zenginliklerini ölçmeyi amaçlayan bu değerler: Bilgisayar alt yapısı (kişiye, hane halkına, işgücüne düşen
bilgisayar sayısı, eğitim amaçlı kullanılan bilgisayar sayısı, ağa bağlı bilgisayar sayısı,
yazılım ve donanım harcamaları); bilgi (information) alt yapısı (kişi başına düşen kablo
aboneliği, mobil telefon, faks, radyo ve tv sahipliği, telefon konuşma maliyeti, telefon
hatları hata oranı, hane halkına düşen telefon sayısı); İnternet alt yapısı (işletmelerde,
evlerde, eğitim faaliyetlerinde ve elektronik ticarette İnternet kullanımı) ve toplumsal alt
yapı (insan hakları, gazete okunurluğu, basın özgürlüğü, okullara kayıt sayısı) ile ilgili
değişkenler temel alınarak hesaplanmaktadır (Çizelge 4).
Çizelge 4. Bilgi (Information) Toplumu Endeksi, 2002.
BT olma durumu
(ISI Puanı)
Hızla koşanlar
(3500’ün üzerinde)
Büyük adımlarla
İlerleyenler
(3500 – 2000)
Ülkeler (55 ülke)
İsveç, Norveç, İsviçre, Birleşik Devletler, Danimarka, Hollanda,
Birleşik Krallık, Finlandiya, Avustralya, Taiwan, Hong Kong,
Japonya, Singapur, Kanada.
Almanya, Avusturya, Yeni Zelanda, Kore, Belçika, Fransa, İrlanda,
İsrail, İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz.
Birleşik Arap Emirlikleri, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Malezya,
Polonya, Arjantin, Şili, Panama, Bulgaristan, Güney Afrika, Türkiye,
Romanya, Venezuela, Meksika, Kosta Rika, Brezilya.
İmkânları sınırlı
olanlar
(1000’e kadar olanlar)
Kolombiya, Rusya, Filipinler, Tayland, Suudi Arabistan, Peru,
Ekvador, Ürdün, Mısır, Çin, Hindistan, Endonezya, Pakistan
Y
Eşiğinde olanlar
(2000 – 1000)
75
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Kaynak: Information Society Index (2002) aktaran Şan (2005)
TİSK’in 2002 yılında 49 ülkede yaptığı ve Türkiye’nin bilgi ekonomisi yarışındaki yerini gösteren anketinde Türk örgütler, değişime uyum sağlama yeteneği açısından
dünyanın en başarılı örgütleri arasında yer almıştır. Değişimlere uyum yeteneğinde Türkiye, 49 ülke arasında dünya dördüncüsü olmuştur. Aynı araştırmada birinci sırada olan
Çin, 2002’de milli gelirinin % 2’ye yakınını telekomünikasyon yatırımlarına harcamıştır.
Telekomünikasyon yatırımlarında Türkiye 2000 yılında 13. sıradayken 2002 yılında 43.
sıraya gerilemesi yatırımlar açısından olumsuz bir durum olarak görülmektedir. ABD,
internet yatırımları, bilgisayar kullanımı ve bilgisayar gücü açısından diğer ülkelerden
oldukça ileri konumda bulunmaktadır. 49 ülke içinde ABD’den sonra İsveç, Finlandiya, Japonya ve Almanya gelmektedir. Bunun sebebi bu ülkelerin AR-GE faaliyetlerine
ağırlık vermelerine ve teknolojiyi ekonomik hayata yansıtmayı amaçlayan reformların
başarısına bağlanmaktadır. Türkiye, teknolojik rekabette 33. sırada yer almaktadır (TİSK
2002:4).
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak, Türkiye’de de 1980’li yıllardan itibaren başlayan ve giderek hız kazanan sosyal, politik ve ekonomik alanlardaki yeni uygulamalarla bir değişim süreci yaşanmaktadır. Her değişim ve yeniliğin başarıya ulaşmasında
en önemli etken iyi yetişmiş insan kaynağıdır. Türk eğitim kurumlarında etkili eğitimin
gerçekleştirilebilmesi her alandaki değişim ve gelişimi yakından izleyen bilgi üreten ve
bilgiyi etkin kullanabilen insan kaynağı ile mümkündür. Buna rağmen, Türk eğitim kurumlarının etkililiğine ilişkin olarak, göstergeler pek iç açıcı değildir. Eğitim örgütlerinde
istenen etkililiğin sağlanabilmesi açısından sistem çapında değişime ihtiyaç vardır (Erdoğan 2003:261). Bugün Türk eğitim sisteminin en önemli sorununu yenilenme sorunu
olarak belirten Çetin (2004:16), Türkiye’nin ikinci dalga (sanayi toplumu) toplumunun
ihtiyaçlarına uygun insan modelini belirleyemeden dünyanın bilgi toplumuna geçtiğine
işaret ederek, eğitim sistemindeki temel sorunun yeni gereksinimleri karşılayacak yeni
yönetim stratejileri belirleyememesi olduğuna dikkat çekmektedir. Sürekli eğitim olgusu,
geçmişte hiç olmadığı kadar uygulama alanı bulmuştur. Eğitim kurumlarının fonksiyonlarını yerine getirmeleri değişim ve bilginin etkili kullanılması ile ölçülmektedir. Dünyada değişim ve yenileşmeler eğitim kurumlarını hem çıktılarını pazarlama hem de aldığı
girdilerin beklentilerine cevap vermek açısından iki yönlü etkilemektedir. Türk eğitim
örgütleri bunun dışında kalmakla eleştirilmektedir (Özdemir 2000:1).
Okulda bilgi yönetiminin lideri olarak okul yöneticisi paylaşılan bir okul kültürü oluşturduğu zaman, bilginin paylaşılmasını ve davranışa dönüştürülmesini başarabilir (Çelik
1999:60). İlköğretim okullarının örgütsel öğrenmesine yönelik yapılan bir araştırma sonucu sürekli öğrenme boyutunun diğer boyutlara göre daha zayıf olduğunu göstermektedir (Celep 2004:557-575).
Okullarda çağın gereklerine uygun etkili eğitimin gerçekleştirilmesinde okul yöneticiliği mesleği daha önce olmadığı kadar önem kazanmıştır. Okulun bir öğrenen örgüt
haline gelmesini sağlayan, okul ve çevresiyle birlikte bir okul topluluğu oluşturan, öğretmenlerin mesleki gelişimlerini ve öğrencilerin bilgi ve becerilerini en üst düzeye çıkara-
Y
76
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
cak ortamları oluşturan kişi, liderlik nitelikleri taşıyan okul yöneticileridir. Okul yöneticileri okullarda öğretmen, öğrenci ve diğer çalışanlarla olduğu kadar okul çevresiyle de
etkili iletişim ve işbirliği oluşturarak, okulun gelişmesi ve etkili eğitim için bilginin etkili
yönetimini sağlayabilir (Muratoğlu ve Özmen 2005:4).
Buket Çetin’in 2002 yılında, bilgi yönetimi açısından ilköğretim okul yöneticilerinin
gösterdikleri davranışlara ilişkin öğretmen algılarını konu alan araştırmasında, ilköğretim
okullarında bilgi merkezlerinin oluşturulmasına yönelik olarak, deneklerden elde edilen
veriler eşliğinde şu sonuçlara ulaşılmıştır. Öğretmenlerin %34,9’u okulda bilgi kaynak
merkezinin bulunmadığını, %31,2’si çok az bulunduğunu, %15,8’i ise ara sıra bulunduğunu dile getirmişlerdir. Aynı araştırmada, öğretmenlerin %66,7’si okullarında, ilgili
bütün yayınlara yer veren iyi bir biçimde kataloglanmış bir kütüphanenin olmadığını ya
da çok az olduğunu; %81’i okullarında eğitim-öğretimle ilgili bilgi haritasının oluşturulmasında ve bunun sürekliliğinin sağlanmasında sorumlu bir merkezin veya bir grubun
olmadığını ya da çok az olduğunu dile getirmişlerdir (Celep ve Çetin 2003).
Çınar’ın 2002 yılında yaptığı, “Eğitim Yöneticilerinin Bilgi Yönetimindeki Yeterlikleri (Malatya İli Örneği)” isimli doktora çalışmasında; milli eğitim müdürleri bilginin
elde edilmesi ve depolanması boyutunda kendilerini “üst düzeyde yeterli”, bilginin paylaşılması boyutunda “en üst düzeyde yeterli” değerlendirirken, bilginin kullanılması boyutunda “orta düzeyde yeterli” olarak değerlendirmişlerdir. Okul yöneticileri bütün boyutlarda milli eğitim müdürlerini “orta düzeyde yeterli” olarak değerlendirmiş, ilköğretim
müfettişleri ise milli eğitim müdürlerini bilginin elde edilmesi ve paylaşılması boyutunda
“orta düzeyde yeterli”, bilginin kullanılması ve depolanması boyutunda “alt düzeyde yeterli” olarak değerlendirmişlerdir. (Çınar 2002).
MEB (2005:3) verilerine göre, Türkiye okullarında 250 bin civarında bilgisayar ve
yaklaşık % 50-60 oranında bilgisayar laboratuarı bulunmaktadır. MEB projesine göre
2005-2006 eğitim öğretim yılında bilgisayar laboratuarı bulunmayan hiçbir okul kalmayacaktır. Yine MEB verilerine göre İstanbul’da 15-17 yaş grubundaki gençlerin yüzde
33,7’si interneti hiç kullanmamaktadır. Türkiye genelinde okullarda 240 bin bilgisayar
bulunmakta, fakat 17 milyon öğrenci göz önüne alındığında, yaklaşık 71 öğrenciye bir
bilgisayar düşmektedir. Bu durum, gösterilen gayretlere rağmen, okullarımızın teknoloji açısından ihtiyacının ne denli büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte,
MEB desteği ile yeni teknolojik donanım ve yazılımların kullanılmasının teşviki için etkili olabilecek uygulamalar da görülmektedir. Ülkelerin kalkınmasında önemli unsur olan
eğitim kurumlarımızın çağdaş eğitim ortamlarını oluşturabilmesi, bilişim teknolojisinin
eğitim bilimlerinin hizmetine sunduğu imkanlardan yararlanarak yeni sınıf donanımlarının kurulması ve eskilerinin düzenlenmesinin gerekli olduğu düşünülerek, 2005/23 sayılı
genelgede yayımlandığı şekli ile MEB ve Türkiye Bilişim Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜBİSAD) işbirliği ile ‘Bilgisayarlı Eğitime Destek’ projesi başlatılmıştır (Muratoğlu ve Özmen 2005:4).
Y
Bilginin örgütsel süreçlerde etkili kullanılması örgütlerin gelişmesini sağlamakta ve
küreselleşen iş ortamında rekabet gücü oluşturmaktadır. Bilgi toplumunda örgütlerin ger77
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
çek sermayesi entelektüel sermaye olarak da bilinen bilgi ve beceri olarak iyi yetişmiş
insan gücüdür. Bireysel ve örgütsel bilginin iyi yönetilmesinin çarpıcı boyutta yarışmacı
avantaj sağladığını ve özellikle iş örgütlerinin pazar ortamında karlılıklarını ve meydan
okuyuculuklarını artırdığını belirten Friehs (2004:4-5), genellikle kar amacı gütmeyen
eğitim örgütlerinin bilgi yönetimi meselesiyle fazla ilgili görünmediklerine dikkat çekerek bu örgütlerin etkili bilgi yönetimi stratejilerini yaşama geçirmeleri ile performanslarını artıracağını belirtir. Toplumun yenileşmesine öncülük eden eğitim örgütleri bilgiyi
yönetime uygularken bilginin kullanılmasını ve üretilmesini örgütün ve çevrenin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak dengelemek zorundadır (Valdez 2004:6).
Bilgi toplumunda maddi üretim değil bilgi üretimi önceliklidir. Bilginin kaynağını
bilimsel düşünce ve bilgi teknolojisi oluşturmaktadır. Bilgi toplumunda bilginin etkili
bir şekilde kullanılması anlayışının ve değişmelerin eğitim örgütlerinde yaşanması kaçınılmazdır. Bilginin üretildiği, öğretildiği ve sunulduğu yerler olan eğitim örgütleri bilgi
toplumunun vazgeçilmez kurumlarıdır (Can 2002:2).
Bilginin paylaşımı etkili bilgi yönetiminde diğer önemli bir husustur. Bilgi paylaşımı
için bilgiyi oluşturan ve bilginin gücüne inanan toplumun oluşması gerekir. Bilgi toplumu, örgütler toplumudur ve temel amacı, bilgiyi bir görevle bütünleştirerek gerekli paylaşımı sağlamaktır (Öğüt 2001:20). 1996 yılında New York Times’ın yaptığı bir araştırma,
iş görenlerin sadece % 20’sinin diğerleriyle işbirliğine girdiğini, yöneticilere ise çoğu
zaman gerekli çözümler yerine, yöneticilerinin duymak istediklerinin verildiğini ortaya
koymaktadır. Bu bağlamda bilgi yönetimini uygulayan örgütlerin, bilgiyi paylaşmayı bir
öncelik haline getirerek, çalışanların performanslarını iyi düzenlemeleri ve değerlendirmeleri gerekmektedir (Özmen 2003:5).
Bu nedenle okulda bilgi paylaşma kültürü meydana getirilmelidir. Okul kültürü açısından bilgi temel bir kaynak olarak görülmelidir. Bilgiyi ön planda tutan bir okul kültüründe bilgi okul yöneticisinin mülkiyetinden çıkmakta, bilgiye ihtiyaç duyan herkes
ondan yararlanabilmektedir. Bilgi temelli bir okul kültüründe okul yöneticisi de bilgiyi
temel bir değer ve güç olarak görür, bunun etkin paylaşımını sağlar (Çelik 1999:61).
Karadal ve Özçınar’ın (2004:3) 2000 yılında örgüt içi bilgi paylaşımını belirlemek için
yapmış oldukları örnek olay çalışmasında; çalışanların büyük çoğunluğunun (%84) bilgiyi bir güç olarak gördükleri; %73’ünün bilgiyi paylaşmak zorunda olduğunu düşündüklerini; %68’inin örgüt sayesinde kazandıkları bilginin kendilerine özel olmayıp, örgütün
bir değeri olduğunu algılamadıklarını; %57’sinin ise, bilginin kendi pozisyonlarını koruduğunu düşündüklerini göstermektedir.
Bilgi hizmetleri ve içeriği ile ilgili önemli sorunlardan birisi ülkemizdeki bilgi okuryazarlığı düzeyinin çok düşük olmasıdır. Bilgi okuryazarlığı bireylerin basılı ve elektronik
ortamdaki bilgi kaynaklarından, gerekirse bilgisayarları ve ağları da kullanarak, ihtiyacı
olan bilgilere erişebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de orta öğretimde
ve üniversitelerde öğrencilere kütüphane kullanımı, bilgisayar ve internet hakkında bazı
dersler verilmesine karşın, okul ve üniversite kütüphanelerinin yeterince gelişmemiş olması, bilgisayar ve internet imkânlarının yetersizliği nedeniyle bilgi okuryazarlığı konu-
Y
78
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
sunda büyük eksiklikler bulunmaktadır. Bu nedenle bilgi okuryazarlığı sorununun henüz
yeterince farkında olunmadığı ve bu soruna köklü çözümler getirmek üzere sistematik bir
çaba harcanmadığı söylenebilir. İngilizce konuşulan ülkelerde her alanda internet kullanımının daha yüksek olduğu görülmektedir. İngiltere’de çiftçilerin interneti daha yaygın
olarak kullandıkları, Fransa’da ise daha az kullandıkları ortaya çıkmıştır. Tarımla ilgili
İngilizce web sitelerinin daha fazla olması bunun nedeni olarak gösterilmektedir. Türkiye
açısından da internetin tabana yaygınlaştırılması ve her sektörde kullanılabilmesi, Türkçe
web sitelerinin artırılmasına bağlıdır. Bu konuda ilgili sektörlerin web sitelerini kurup geliştirmeleri gerekmektedir (Bilişim Teknolojileri ve Politikaları Özel İhtisas Komisyonu
Raporu 2001:28).
Bilgi yoğunluklu örgütler olan eğitim kurumlarında Milli Eğitim Sistemi bilgi yönetim sisteminin alt yapısını oluşturmak için bilgisayar destekli program çalışmaları başlatmıştır. Bu proje Milli Eğitimi Geliştirme Projesi kapsamında uygulamaya geçirilen ve
e-devlete ulaşma adımlarının en önemlilerinden biri olan; Milli Eğitim Bakanlığı Bütünleşik Yönetim Bilgi Sistemi (MEBSİS)’tir. Bu kapsamda Bakanlığın çeşitli birimlerinin
etkinlikleri elektronik ortamda yapılmakta ve yönetim işlerinde bilgi teknolojilerinden
yararlanılmaktadır. MEBSİS’in hayata geçirilmesi 1987 yılında PERSİS (Personel Sistemi) ile başlamıştır. Bu sebeple çeşitli alt sistemler oluşturulmuş ve Bakanlık birimlerinin
hizmetine alınmıştır. Oluşturulan alt sistemler: Yüksek Öğretim Sistemi (YÖSİS), Dış
İlişkiler Sistemi (DİDİS), Bütçe Sistemi (BÜSİS), İdari Mali İşler Sistemi (İMİSİS), İller
ve İlçeler Yönetim Bilgi Sistemi (İLSİS), İşletmeler Sistemi (DÖNERSİS), Sosyal İşler
Sistemi (SOİSİS)’tir. Bu alt sistemlerin en önemlisi İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri
Yönetim Bilgi Sistemi (İLSİS) Projesidir. Bu proje kapsamında; Bakanlık birimlerinin iş
ve işlemlerinin bilgisayar desteğinde yürütülebilmesi için çeşitli donanım ve yazılımlar
temin edilmiştir. Bu bağlantı ile yönetim bilgi sistemi gerçekleştirilerek istenilen bilgilere
kısa sürede ulaşmak mümkün olmaktadır. İLSİS kapsamında illerde kullanılmak üzere
hazırlanan yazılımlar sayesinde bir öğretmenin hizmet cetveli hazırlanması işlemi daha
önceki yöntemlere göre % 90 oranında daha az zaman harcanarak alınabilir hale gelmiştir.
Bu projenin bir alt sistemi olan Okul Yönetim Bilgi Sistemi’nin (OKSİS) 2003 yılı içerisinde uygulamaya geçeceği belirtilmiş fakat henüz tamamlanamamıştır. Bu kapsamda
ilk olarak öğrencilerin; sınavlardan aldıkları notlar, devam-devamsızlık durumları, ders
günlük planları ve ders yıllık planlarının bulunması düşünülmüştür. OKSİS tamamlanamadığından dolayı okullar kendi imkânları ile dışarıdan okul yönetimi bilgisayar paket
programları satın almışlardır. Okulların çoğunda BİLSA adlı bir şirketin yaptığı paket
programlar bilgi yönetimi için kullanılmaktadır. Fakat bu programın ne derece verimli
kullanıldığı hakkında kapsamlı bir bilgi bulunmamaktadır.
Sonuç Ve Öneriler
Y
Yönetim bilimi alanında yüzyılın en önemli iki kavramı bilgi ve teknolojidir. Bilgi,
örgütlerin yeni üretim etkeni, teknoloji ise onun vazgeçilmez parçasıdır. Bilgi yönetimi,
zihinsel sermayeyi yönetilebilir bir değer olarak ele alan en önemli örgütsel yönetim ala79
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
nıdır. Örgütsel etkinlikler, yönetim modelleri ve teknoloji bilgi yönetiminde kullanılan
araçlardır. Bilgi yönetimi uygulamalarında bu araçlar, örgütsel bilginin elde edilmesini
ve geliştirilmesini, sınıflandırılarak tekrar kullanılmak üzere saklanmasını, ilgili bireylere
aktarılarak paylaşılmasını ve doğru zamanda doğru yerde kullanılarak değerlendirilmesini sağlamak üzere birlikte ve uyum içinde çalışırlar.
Dünyada ve ülkemizde teknoloji devrimi ve bilgi toplumuna geçişte eğitim büyük
önem taşımaktadır. Bilgi toplumunda en değerli varlık insangücüdür. Tarım ve sanayi
toplumlarında insanın bedensel gücü ön planda iken bugün artık insangücü denildiğinde
beyin gücü akla gelmektedir. Eğitimin etkililiği büyük oranda etkili okullara bağlıdır.
Etkili bir okul geliştirmek için etkili bir okul yöneticisinin olması zorunludur. Etkili okul
yöneticisi olabilmek için bir yöneticinin bilgi yönetimi alanındaki yeterliğinin üst düzeyde olması gerekir. Bilginin üretilmesi ve geliştirilmesi, sınıflandırılması ve saklanması,
aktarılması ve paylaşılması, kullanılması ve değerlendirilmesi bilgi yönetiminin bileşenleridir. Bu bileşenlerde yöneticinin başarı derecesi onun yeterliliğinin de derecesidir.
Türkiye’de “enformasyon” ve “bilgi” kavramları arasındaki önemli ve kritik fark, fark
edilemediğinden ve bu kavramlar birbirleri yerine kullanıldığından özellikle haber (malumat, enformasyon) sözcüğünün bilgi olarak algılanmasından, eğitim örgütlerinin bilgi
kavramı bağlamında karmaşıklık içerisinde olduğu söylenebilir. Bu karmaşıklık nedeniyle, eğitimcilerin sınıflarda öğrencilere aktardığı birçok şey haber (malumat, enformasyon)
düzeyinde kalmakta ve bilgi düzeyine çıkamamaktadır. Ölçme ve değerlendirme işlemleri
de öğrencilerin bilgi düzeylerini değil enformasyon edinme düzeylerini hedeflediğinden
ezberci ve taklit üzerine bir eğitim öğretim sürdürülmektedir. Yani öğrenciler aldıkları verileri, sadece haber düzeyinde tutup, sınıflarını geçebilmekte, sınavlarda sorulan sorulara
önceden belirlenmiş cevaplar verilmekte ve bu özellikleri ile bir öğretmen, matematikçi,
fizikçi, doktor vb. olabilmektedirler.
Enformasyonun bilgiye dönüşebilmesi, o enformasyonun insan yaşayışıyla bütünleşmesini, içselleştirilmesini, yorumlanmasını ve değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bir
insan kendisine ulaşan enformasyonu, kendi sözcükleriyle yeniden dile getirilebiliyorsa,
içselleştirebiliyorsa, tartışabiliyorsa, eleştirebiliyorsa, yaşamında kullanabiliyorsa ona
katkıda bulunabiliyorsa ancak o zaman onun bilgisi haline gelir. Ülkemizde çok kullanılan bir deyim vardır: “doktorun (imamın) dediğini yap, yaptığını yapma.” Bu deyim
ülkemizin eğitim durumunu çok iyi yansıtmaktadır. Öğrenciler, öğretmenlerinin dediklerini yapmaya zorlanılmakta, yaptıklarından ise uzak tutulmaya çalışılmaktadır. Çünkü
ülkemizde hemen hemen her meslek grubundaki insanlarda, istisnalar elbette var, bilginin
insan yaşamı ile bütünleştiği zor görülebilecek bir durumdur.
Bilginin insan üzerinde bir üst düzeyi daha vardır, o da bilgiyi bilgece (wisdom)
kullanmaktır. Bilgelik sözcüğü bilimsel düzlemede pek kullanılmadığından, bilimle
uğraşanlar da haber (malumat, enformasyon) düzeyinde çalışıp, öğrencilere ya da meslektaşlarına bilgi verdiğini sanmakta ve fakat aslında malumat aktarmaktadırlar. Bunun
sonucunda ise insanlar, kendilerine öğretilen şeyleri taklit etmenin ötesinde bir şeyler
üretememektedirler.
Y
80
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
Sonuç olarak, bilginin bilincine sahip olunmadan, bilgin ve bilge olabilmenin, erdemli insanların olduğu topluluklar oluşturabilmenin mümkün olamayacağı unutulmadan,
eğitim kurumlarından başlanılarak bilgi üzerine yeniden ve özenle eğilmeli, bilgi ve bilgi
ile ilgili kavramlar, kitaplar, eğitim filmleri, dizi filmler vb. görsel etkinliklerle aydınlatılmalı ve tüm etkinlikler bu aydınlık sağlandıktan sonra yeniden tasarlanmalıdır.
Bilgi yönetimi her kurumun titizlikle takip etmesi gereken bir yönetim tarzına dönüştürülmelidir.
Özellikle açık bilginin sınıflandırılması ve saklanması için okullarda ve kurumlarda
işlevsel bir arşiv sistemi kurulmalıdır. Bu sistem elektronik sistemler üzerinden de aktif
olarak kullanılabilmelidir.
Her insanda saklı olarak bulunan örtük bilginin paylaşılması ve yaygınlaştırılabilmesi
için kurum içi formel veya formel olmayan etkinlikler (seminerler, paylaşım sohbetleri,
eğitimler vb.) düzenlenerek örtük bilginin paylaşımı sağlanmalıdır.
Bilginin etkin bir şekilde paylaşıma sokulabilmesi için bireylerin iletişim yeteneklerinin üst düzeyde olması gerekmektedir. Bu nedenle her kurumda özellikle eğitim kurumlarında çalışan bireylerin iletişim becerileri eğitimlerle geliştirilmelidir.
Kaynakça
Açıkgenç, A.(1992). Bilgi Felsefesi. İstanbul: İnsan Yayınları.
Akarsu, B. (1975). Felsefe Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Aktan, C. C. ve Tunç, M. (1998). Bilgi Toplumu ve Türkiye. Yeni Türkiye Dergisi,
Mart-Nisan: 118-134.
Aktan, C. C. ve Vural, İ. Y. (2005). Bilgi Çağı Bilgi Yönetimi ve Bilgi Sistemleri. Konya:
Çizgi Kitabevi.
Allee, V. (1997). Expanding Organizational Intelligence. The Knowledge Evolution, Butterworth-Heinemman, 44-50
Barutçugil, İ. (2002). Bilgi Yönetimi. İstanbul: Kariyer Yayıncılık,
Beijerse, R. P. U. (1999). Questions in Knowledge Management: Defining And Conceptualizing A Phenomenon. Journal of Knowledge Management, Volume 3, Number 2.
Bhatt, G. D. (2000). Organizing Knowledge in The Knowledge Development Cycle.
Journal of Knowledge Management, Vol. 4, Number 1, 15-26.
Bilişim Teknolojileri ve Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu. (2001). DPT: 2560,
ÖİK: 576.
Y
Bollenger, A. S. ve Smith, R. D. (2001). Managing Organizational Knowledge As A Stra-
81
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
tegic Asset. Journal of Knowledge Management, Vol.5, No 1.
Campos, E. B. ve Sanchez, P.S. (2003). Knowledge Management in The Emerging Strategic Business Process: Information, Complexity and Imagination. Journal of
Knowledge Management, Volume 7, Number 2.
Can, N. (2002). Eğitim Örgütlerinde İnsan Kaynakları Yönetiminin Bütünleştirme İşlevi
İle İlgili Görevleri. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, 12-28.
Catherine, B. ve Clarke, M. (2000). How Do Managers Use Knowledge About Knowledge Management? Journal of Knowledge Management, Volume 4, Number 3, 237
Celep, C. (2004). Örgütsel Öğrenme Açısından İlköğretim Okulları. XII. Eğitim Bilimleri
Kongresi, Eğitim Bil. Enst. Gel. Derneği, Ankara.
Celep, C. ve Çetin, B. (2003). Bilgi Yönetimi. Ankara : Anı Yayıncılık.
Choi, B. ve Lee, H. (2003). Knowledge Management Strategy and Its Link to Knowledge
Creation Process. Expert Systems with Applications. 23, 173-187.
Choo, C. W. (1998). The Knowing Organization: A Process Model of Knowledge Management. http://choo.fis.utoronto.ca/Workshops/ Wittenburg.ppt.html/sld007.
htm.
Choo, C. W. (2000). Working with Knowledge: How Information Professionals Help Organizations Manage What They Know. Library Management, 21(8), 395-403.
Courtney, J. F. (2002). Decision Making and Knowledge Management in Inquiring Organizations: Toward a New Decision-Making Paradigm for DSS. Decision Support Systems, http://www.elsevier.com.
Çelik, V. (1999). Eğitimsel Liderlik. Ankara: Pegem Yayınları.
Çetin, Ş. (2004). Değişen Değerler ve Eğitim. Milli Eğitim Dergisi, No:161
Çınar, İ. (2002). Eğitim Yöneticilerinin Bilgi Yönetimindeki Yeterlikleri. (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Çiğdem, A. (1997). Akıl ve Toplumun Özgürleşimi: Jürgen Habermas ve Eleştirel Epistemoloji Üzerine Bir Çalışma, İkinci baskı, Vadi Yayınları 69 (10), Toplum dizisi,
30(4), Konya
Davenport, T. H. ve Prusak. L (1998). Working Knowledge: How Organizations Manage,
What They Know. Boston: Harvard Business School Press.
Erdoğan, İ. (2003). Karşılaştırmalı Eğitim: Çağdaş Eğitim Sistemleri. İstanbul: Sistem
Yayıncılık,
Friesh, B. (2004). Knowledge Management in Educational Settings. http://www.see-educoop.net/education_in/pdf/erasmus2009-oth-enl-t03.pdf
Hançerlioğlu, O. (1976-80). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, (7 Cilt). An-
Y
82
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
kara: Remzi Kitabevi,
Hançerlioğlu, O. (1977a). Düşünce Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Hançerlioğlu, O. (1979b). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi.
İnam, A. (2006). Bilgi Toplumu ve Türkiye. http://www.metu.edu.tr/~www41/ahmet-inam/bilgi-toplumu-2.htm
Jarrar, Y. F. (2002). Knowledge Management: Learning for Organizational Experience.
Managerial Auditing Journal, 17 (6), 322–328
Karadal, H. ve Özçınar F. (2004). Örgüt içi Bilgi Paylaşımı Bir Örnek Olay Çalışması.
http://www.nigde.edu.tr/
Karadal, H. ve Özçınar, F. (2004). Örgüt içi Bilgi Paylaşımı Bir Örnek Olay Çalışması.
http://www.nigde.edu.tr
Keskin, H. ve Kalkan V. D. (2005). İşletmelerde Bilgi Yönetiminin Tanımlanması ve
Kavramsallaştırılması: Kobi’lerde Bilgi Yönetimi Araçlarının Kullanımına İlişkin Bir Araştırma. Kocaeli Üniversitesi 1.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=166
Kesen, İ. (2006). İlköğretim Okulu Yöneticilerinin Bilgi Yönetimi Yeterlikleri. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara: Hacettepe Üniversitesi.
Krishnamurti, J. (1993). Öğrenme ve Bilgi Üzerine, (Çev: Anita Tatlıer). İstanbul: Ayna
Yayınları.
Krogh, V. G.; Ichiro, K.; Nonaka, I. (2002). Bilginin Üretimi. (Çev: Günhan Günay).
İstanbul: Dışbank Kitapları.
Kuswara, A. U. (2001). An Experience in Knowledge Management System Implementation at Indonesian Leading IT School. http://www.hds.utc.fr/~barthes/ISMICK01/papers/IS01-Anbulagan.pdf
Laszlo K. C. ve Laszlo, A. (2002). Evolving Knowledge For Development: The Role Of
Knowledge Management In A Changing World. Journal of Knowledge Management. Volume 6, Number 4.
Levet, G. ve Guenov, M.D. (2000). A Methodology for Knowledge Management Implementation. Journal of Knowledge Management. vol.4, no.4, 258-270.
Mccann, J.E. ve Buckner, M. (2004). Strategically Integrating Knowledge Management
Initiatives. Journal of Knowledge Management. Vol:8, No:1, 47–63.
MEB. (2005). Haberler. www.http://meb.gov.tr/index1024.htm
Mengüşoğlu, T. (1992). Felsefeye Giriş. İstanbul: Bilgi Kitabevi,
Y
Muratoğlu, V. ve Özmen, F. (2005). Eğitim Örgütlerinde Bilgi Yönetimi Stratejileri-Yaş
Ve Okul Türü Değişkenlerine Göre Eğitimci Görüşleri (Tunceli İl’i Örneği).
83
Kesen, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
http://www.ab.org.tr/ab06/bildiri/85.pdf
Nicolas. R. (2004). Knowledge Management Impacts on The Decision-Making Process.
Journal of Knowledge Management. Vol:8.
Nonaka, I. (1994). A Dynamic Theory of Organizational Knowledge Creation. Organization Science (5:1), 14-37,
Nonaka, I. (1999). Bilgi Yaratan Şirket, Harvard Business Review (Seçmeler) Bilgi Yönetimi. İstanbul: MESS Yayınları.
Nonaka, I. ve Takeuchi, H. (1995). The Knowledge-Creating Company. Oxford: Oxford
University Press,
O’dell, C.; Grayson, J. C.; Essaides, N. (2003). Ne Bildiğimizi Bir Bilseydik, (Çev: Günhan Günay). , İstanbul: Dışbank Kitapları-3.
Odabaş, H. (2003). Kurumsal Bilgi Yönetimi. http://www.stradigma.com/turkce/kasim2003/makale_07.html
Oğuzkan, F. (1974). Eğitim Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Öğüt, A. (2001). Bilgi Çağında Yönetim. Ankara: Nobel Dağıtım,
Öner, Y. (2000). İdealizm Determinizm’den Olasılığa Doğru W. Heisenberg: Fizik ve
Felsefe: Diyalektik Olasılıktan Determinizme Doğru. İstanbul: Belge Yayınları
Düşünce Dizisi.
Özdemir, S. (2000). Eğitimde Örgütsel Yenileşme. Ankara: Pegem Yayınları.
Özel, İ. (2004). Şiir Okuma Kılavuz. İstanbul:Şule Yayınları,
Özgener, Ş. (2004). Global Ölçekte Değer Yaratan Bilgi Yönetimi Stratejileri. http: //
www. bilgiyönetimi. org/ cm/ pages/yazAek.php?
Özmen, F. (2003). 21. Yüzyılda Bilgi Yönetimi ve Eğitim Örgütleri. Açık ve Uzaktan
Eğitim Sempozyumu, 2-13, 23-25, Mayıs.
Rosenthal, F. (2004). Bilginin Zaferi-İslam Düşüncesinde Bilgi Kavramı. İstanbul: Da
Yayıncılık.
Sözen, E. (1999). Söylem: Belirsizlik, Mübadele, Bilgi/Güç ve Refleksivite. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Stewart, T. A. (1997). Entelektüel Sermaye. İstanbul: MESS Yayınları.
Şan, M. (2005). Kalkınma Planlamasında Bilgi Yönetimi ve Devlet Planlama Teşkilatı
İçin Kurumsal Bilgi Politikası Modeli. Ankara: Yayın No: DPT: 2687.
TİSK. (2002). Türkiye’nin Bilgi Ekonomisi Yarışındaki Yeri. http://www.tisk.org.tr/yayinlar.asp?sbj=jcrid=678
Tiwana, A. (2003). Bilginin Yönetimi. (Çev: Günhan Günay), Dışbank Kitapları-5.
Y
84
Bilgi Yönetimi ve Eğitim Yönetimine Uygulaması
Toffler, A. ve Toffler, H. (1996). Yeni Bir Uygarlık Yaratmak. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Tonta, Y. (2004). Bilgi yönetiminin kavramsal tanımı ve uygulama alanları. Kütüphaneciliğin Destanı Uluslararası Sempozyumu, (Bildiriler) içinde, 55-68, 21-24 Ekim.
Ankara.
Unabridged Dictionary (2006). Based on the Random House Unabridged Dictionary,
Random House, Inc. Dictionary.com Unabridged (v 1.1).
Valdez, G. (2004). Technology Leadership: Enhancing Positive Educational Change.
http:// www. ncrel. org/ sdrs/ areas/issues/educatrs/leadrshp/le700
Wiig, K. (1997). Knowledge Management: Where Did It Come From And Where Will It
Go? Expert Systems With Applications, Pergamon Press/Elsevier, Vol.14.
Y
Zaim, H. (2005). Bilginin Artan Önemi ve Bilgi Yönetimi. İstanbul: İşaret Yayınları.
85
Müzeyyen ÖVÜR – R. Şamil Tatık
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
EĞİTİM MÜFETTİŞLERİNE GÖRE MESLEKTAŞ İZLENİMİ
COLLEAGUE IMPRESSION ACCORDING
TO EDUCATION INSPECTORS
Müzeyyen ÖVÜR1* – R. Şamil TATIK2**
Özet
Bireyler bulundukları ortamda etkileşimde bulundukları kişilerin kendileri hakkında sahip oldukları izlenimleri merak ederler ve öğrenmek isterler. Bu izlenimlerin kendi arzularıyla paralel olması
halinde mutlu olmaktalar, aksi takdirde ise çoğunlukla üzülmektedirler. Görünmek istedikleri gibi bir
izlenim bırakmak isteyen bireyler bunun için çeşitli girişimlerde bulunurlar ve çaba gösterirler. Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapmakta olan eğitim müfettişi ve yardımcılarının görüşlerine göre,
meslektaşlarının izlenim yönetimi taktiklerinden hangilerine ve ne düzeyde başvurduklarının belirlenmesini amaçlayan bu araştırma, tarama modelindedir. Araştırmanın örneklemi, tesadüfî örnekleme
yöntemi ile belirlenen 100 eğitim müfettişi ve yardımcısından oluşmaktadır. Araştırmada veri toplama
aracı olarak anket kullanılmıştır. Literatür analizinden elde edilen bilgiler ışığında daha önce yapılan
bir çalışmada geliştirilmiş ve uygulanmış olan anket formu üzerinde değişiklikler yapılmış ve izlenim
yönetimi taktikleri 4 faktör boyutu açısından ele alınarak kullanılmıştır. Elde edilen veriler SPSS (Statistical Package for the Social Sciences) programında çözümlenmiş, verilerin çözümlenmesinde, sınıflama türündeki sorular için frekans ve yüzde kullanılmıştır. Yöneticilerin izlenim taktiklerini kullanma
düzeylerini betimlemek amacıyla aritmetik ortalama, standart sapma; gruplar arası karşılaştırmalar
yapmak amacıyla da ilişkisiz örneklemler için tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır. Ortalamalara
bakıldığında müfettişlerin baskın olarak belli bir taktiği çok sık kullanmadıkları görülmüştür. En çok
kullanılan taktiğin “Niteliklerini Tanıtma” olduğu saptanmıştır. Bunu “Açıklama Yapma”, “Yıldırma”
ve “Övgü” taktikleri izlemiştir. Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır.
Anahtar sözcükler: izlenim modelleri, izlenim taktikleri, izlenim yönetimi.
Abstract
Individuals are always curious about and want to learn about peoples’ impressions about themselves with whom they are in interaction in their environment. If their impressions show parallelism with
their wishes, they are happy, otherwise they are mostly upset. Individuals, who wish to create such an
impression that they want to be seen or recognized, put forth in many different ways. This research
which aims to determine the impressions of inspectors’ colleagues according to the education inspectors and their assistants, who work in the Ministry of National Education, is survey research model.
*1 Eğitim Denetmen Yardımcısı, İstanbul Eğitim Denetmenleri Başkanlığı, [email protected]
Y
** Araştırma Görevlisi, Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, r.samiltatik@
gmail.com
87
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Study group which consists of 100 education inspectors and their assistants, was determined through
random sampling method. A questionnaire was used as a data collection tool. In the light of results of
the literature review, the questionnaire which was used before was developed and adapted and the impression method strategies in the questionnaire was used from the point of 4 scale dimension. Findings
were analyzed through SPSS (Statistical Package for Social Sciences), frequency and percentage were
used for the classification questions in the analysis of the findings. In order to describe the levels of administrators’ using impression strategies, arithmetic mean and standard deviation were used; one-way
analysis of variance was used in order to make comparisons between groups for the unrelated samples.
According to the mean average, it is understood that the inspectors are not often using a certain strategy
commonly. It has been stated that “Self promotion” is the most commonly used strategy. This strategy
is followed by “Explaining”, “intimidiation” and “ingratiation” strategies. Any meaningful correlations
couldn’t be found between the inspectors’ colleagues’ impression method strategies and their demographic characteristics.
Keywords: impression models, impression strategies, impression management.
Giriş
İzlenim Yönetimi
İzlenim yönetimi 1990’lı yılların başlarında örgüt alanyazınında ilgi uyandırmaya
başlayan, bireyler ve örgütler için negatif ve pozitif etkilere sahip, sosyal ilişkileri yönetmeyi ifade eden bir kavramdır (Akdoğan ve Aykan, 2008). İzlenim yönetimine ilişkin ilk
sistematik çalışma sosyolog Erving Goffman (1959) tarafından yapılmıştır (Leary, 1996).
Goffman’ın bu konuya ilişkin en büyük katkısı 1959’da yayınlanan “The Presentation of
Self in Everyday Life” adlı kitabıdır (Jones, 1990; Leary, 1996). Sosyal hayatındaki ve iş
hayatındaki etkileşimlerinde başarıyı yakalamayı, diğer insanlar tarafından kabul görmeyi ve onaylanmayı hedefleyen birey, bu hedeflerine ulaşabilmek için bilinçli ve bilinçsiz
çaba göstermeye başlar (Schlenker, 1980; Kacmar ve Carlson, 1994) ve artık izlenimlerini yönetme sürecine girmiş demektir (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009; Akdoğan ve Aykan,
2008). Akdoğan ve Aykan (2008), bireylerin izlenim yönetimi taktiklerini uygulayarak
sosyal çevrelerindeki diğer bireyleri etkilemeye çalıştıklarını ifade etmektedir.
Bireyler sosyal yaşam kapsamında iletişim halinde oldukları kişilerde arzu ettikleri
izlenimi oluşturabilmek için birtakım roller oynamaktadır. Bu roller, bireyler için benlik
haline gelebilmektedir; çünkü bireyler girdikleri ortamlarda amaçlarına ulaşabilmek için
çeşitli roller oynamak durumunda kalmaktadır (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009). Bireyler
farklı rol ve durumlara göre sosyal kimliklerini ortaya koymaktadır (Bozeman ve Kacmar, 1997). Tabak, Basım, Tatar ve Çetin (2010), insanların kendileri hakkında başkalarında oluşan değerlendirmelerini ve davranışlarını etkileyebilecek imajlar oluşturma
gayretinde olduklarını ifade etmektedir.Bireylerin sosyal ilişkilerini tesis edebilmeleri ve
bu ilişkilerini sürdürebilmeleri için kendilerini ortaya koymalarını net düzenlemeleri ve
iletişim halinde oldukları kişilerin kendilerini ortaya koyuşlarını doğru algılamaları gerekmektedir. Kısaca, kendini ortaya koyma davranışlarını organize etme ve kontrol etme
becerisi etkili sosyal ve kişilerarası iletişimin ön şartıdır (Yıldırım ve Bozdoğan, 2009).
Akdoğan ve Aykan (2008)’e göre, birey diğer bireylerin kendisinde oluşturduğu izlenimlere dikkat ederek ilişki içinde olduğu bireyler ile düzgün ve uyumlu ilişkiler ge-
Y
88
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
liştirmektedir. Akdoğan ve Aykan (2008), izlenim yönetimini bireylerin diğer bireylerin
kendilerine dair oluşan algılarını, bilinçli veya bilinçsiz olarak kontrol etme ve yönlendirme davranışları olarak tanımlamaktadır. Ancak, başlangıçta bazı psikologlar tarafından
izlenim yönetimi sosyal ilişkilerin manipülasyon, kandırma ve yalan üzerine kurulu çirkin yüzü olarak tanımlanmıştır (Rosenfeld, Giacalone ve Riordan, 1995).
Bu çalışmada, Schenkler (1980), Kacmar ve Carlson (1994) tarafından yapılan bireyin
sosyal hayatındaki ve iş hayatındaki etkileşimlerinde başarıyı yakalamayı, diğer insanlar
tarafından kabul görmeyi ve onaylanmayı hedefleyerek bu hedeflerine ulaşabilmek için
bilinçli ve bilinçsiz çaba göstermesine izlenim yönetimi denir tanımı esas alınmaktadır.
İzlenim Yönetimi Modelleri
Leary ve Kowalsky (1990), yaptığı araştırmada izlenim yönetimini etkileyen birçok
değişkeni mümkün olduğunca teorik olarak anlamlı en küçük faktörler setine indirmeyi
amaçlamıştır. Ancak, her biri farklı ilkelere göre işleyen ve farklı durumsal ve önceki eğilimlerden etkilenen izlenim yönetiminin iki ayrı sürecinin olduğu açıktır. Birinci süreç,
izlenim güdülemesi iken ikinci süreç, izlenim oluşturmadır.
Bozeman ve Kacmar (1997) tarafından geliştirilen sibernetik modelde ise izlenim yönetimine güdülenme; hedef birey ile aktörün arzu edilen sosyal benlik duygusu, referans
bireyden alınan dönütler arasında temel olarak algılanan farklılıkların bir işlevidir. Bu
farklılıklar karşılaştırma yapılarak bulunur. Karşılaştırmalar aktöre, istediği imajın başarıldığını gösteriyorsa, o zaman zaten kullanılan taktikler devam ettirilecektir (örneğin senaryo mizanseni). Ancak, bir farklılık meydana gelmişse, aktör kullanmak için alternatif
taktikleri araştıracaktır.
Y
İzlenim yönetimine ilişkin bir diğer model de Gardner ve Martinko (1988) tarafından
geliştirilmiş modeldir. Bu model Goffman’ın dramaturjik bakış açısını yansıtmaktadır.
Temel olarak çevre, aktörlerin izleyiciler için performans gösterdiği bağlam ve ortam sağlar. Bu bağlamda, aktörün ve izleyicilerin davranışları ve özellikleri, uyarıcı rolü oynamak
için çevresel belirtilerle birleşir. Her bölümün durum tanımını üretmek için bu uyarıcılar
algılanır çeşitli bilişsel, güdüsel ve duygusal süreçlerden geçirilerek yorumlanır. Bu uyarıcılar aktör ve izleyiciler tarafından algılanır ve bilişsel, güdüsel ve duygusal süreçlerden
geçirilerek yorumlanır sonra da durum tanımlaması yapılır. Aktör ve izleyiciler şüphesiz
ki durumun birçok yönünü farklı şekilde tanımlamaktayken, onların yaptıkları tanımlar
birçok açıdan örtüşmektedir. Tanımlamayı bir rehber olarak kullanan aktörler, en çok arzu
edilen etkiyi bırakacağını umdukları o davranışları seçerler. Bir aktörün sunum başarısı,
aktörün performansının seyircinin durum tanımlamasıyla uyumlu olarak algılanma derecesinden etkilenir. Uyum ne kadar yüksekse, aktörün arzu edilen etkiyi yaratması ve lehte
cevaplar alması o kadar mümkündür. Buna karşılık, izleyici aktörün sunumunu uygun
olarak algılamazsa, olumsuz etkiler ve istenmeyen izleyici tepkileri daha muhtemeldir.
İzleyici aktörün sunumuna tepki verdikten sonra, aktör bu tepkiyi algılar ve performansın
başarısına veya başarısızlığına dair nedensel bir yorum yapabilir.
89
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
İzlenim Yönetimi Taktikleri
Tedeschi ve Norman (1985) ise izlenim yönetimi taktiklerini, kendini tanıtmaya yönelik taktikler ve kendini savunmaya yönelik taktikler olmak üzere iki grupta toplamıştır.
Kendini tanıtmaya yönelik taktikler: kendini sevdirme, niteliklerini tanıtma, yıldırma, örnek olma, yardım isteme ve vurgulama. Kendini savunmaya yönelik taktikler: açıklama,
özür dileme, engel koyma ve yadsıma.
Bozeman ve Kacmar (1997) izlenim yönetimi taktiklerini; kimliği geliştirme, kimliği
koruma ve kimliğe uyum taktikleri olarak üçe ayırmaktadırlar. Kimlik geliştirme taktikleri, bireyin hedefin gözündeki sosyal kimliğini geliştirmesine ve ilerletmesine yönelik
davranışlar ve stratejilerdir. Kimlik koruma taktikleri ise, bireyin hedefin gözündeki sosyal kimliğinin zarar görmesini engellemeye yönelik davranışlar ve stratejilerdir. Kimliğe
uyum taktikleri de arzu edilen sosyal kimliklerle aktörün mevcut sosyal kimlikleri arasındaki pozitif farklılıkları çözmektir.
Schutz (1998), izlenim yönetimi taktiklerini dört grupta toplamıştır: girişken, saldırgan, korunmaya yönelik ve savunmaya yönelik taktikler.
Crane ve Crane (2002), izlenim yönetimi taktiklerini girişken taktikler ve savunma
taktikleri olarak iki sınıfta toplamıştır. Girişken taktikler; kendini sevdirme, niteliklerini
tanıtma, örnek davranışlarda bulunma, kendine acındırma ve tehdit etme iken savunma
taktikleri; masumiyet, olayı kabul etme ancak sorumluluk almama, sorumluluğu kabul
etme ve özür dileyerek sorumluluğu alma ve cezaya razı olmadır.
Bu çalışmada, kendini tanıtmaya yönelik taktiklerden övgü (ingratiation), niteliklerini
tanıtma (self promotion) ve yıldırma (intimidiation) taktikleri; kendini savunmaya yönelik taktiklerden ise sadece açıklama (explaining) taktikleri kullanılmıştır. Bu bağlamda,
bu taktiklerden övgü, kendini sevdirme, niteliklerini tanıtma ve yıldırma şöyle açıklanabilir (Jones & Pittman, 1982’den akt: Bolino & Turnley, 1999):
Övgü, diğer bireyler tarafından beğenilmek için onlara yağcılık yapmaya ve iyilikte
bulunmaya yönelik bir taktiktir.
Niteliklerini tanıtma, diğer bireyler tarafından uzman olarak görülmek için başarıları
ve yetenekleri önplana çıkarmaya yönelik bir taktiktir.
Yıldırma, diğer bireyler tarafından tehlikeli olarak algılanmak amacıyla cezalandırmak için insanın gücünü ve potansiyelini kullanmasına yönelik bir taktiktir.
Luthans (1992), açıklama yapma taktiğini bireylerin kendi yaptıkları konusunda mazeret bildirmesi ya da meşrulaştırma girişiminde bulunması olarak tanımlamaktadır (akt:
Akdoğan ve Aykan, 2008). Crane ve Crane (2002)’ye göre, olumsuz bir durumda, o durumun güçlüğünü azaltmak için açıklama yapma yoluna gidilir.
Yöntem
Araştırmanın Modeli
Tarama modeli geçmişte ve halen var olan durumu var olduğu şekilde betimlemeyi
Y
90
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
amaçlayan bir araştırma yaklaşımıdır. Korelasyon türü, iki ya da daha çok değişken arasında birlikte değişim varlığını ve/veya derecesini belirlemeyi amaçlayan bir araştırma
modelidir (Karasar, 1998: 79-81). Araştırmada tarama modeli kullanılarak eğitim müfettişi ve yardımcılarının görüşlerine göre meslektaşlarının izlenimlerinin ne olduğunun ve
bu görüşlerin kişilerin demografik özelliklerine göre değip değişmediğinin betimlemesi
amaçlanmıştır.
Çalışma Evreni ve Çalışma Grubu
Evren, araştırma sonuçlarının genellenmek istendiği elemanların tümüdür (Karasar,
2003). Araştırmanın çalışma evrenini, mufettişler@googlegroups mail grubuna üye olan
2350 eğitim müfettişi ve yardımcısı oluşturmaktadır. Google Grup, ortak ilgi alanlarına
dayalı olarak birçok haber grubu ağları dahil olmak üzere tartışma gruplarını destekleyen
Google şirketinin sağladığı ücretsiz bir servistir (Google, 2013). Evrenden herhangi bir
örnekleme yoluna gidilmemiş olunup, ankete yanıt veren eğitim müfettişi ve yardımcıları
çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Değerlendirmeye alınan 100 anketten 7 tanesinin
boş olması veya aynı soruya birden fazla yanıt verilmesi gibi nedenlerle değerlendirme
için uygun olmadığı tespit edilmiş ve bu nedenle çalışma 93 anket üzerinden yapılmıştır.
Örneklemin Demografik Özelliklerine İlişkin Bulgular
Bu alt bölümde; örneklemin demografik özelliklerine göre dağılımı, frekans ve yüzde
tanımlayıcı istatistikleri kullanılarak incelenmiştir.
Örneklemin cinsiyetlerine göre dağılımları Tablo 1’de özetlenmiştir.
Tablo 1: Örneklemin Cinsiyetlerine Göre Dağılımı
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Toplam
Frekans
8
85
93
Yüzde
8,6
91,4
100,0
Örneklemin cinsiyetlerine göre dağılımları Tablo 1’de özetlenmiştir. Tablodaki değerlerden katılımcıların % 8,6’sının kadın, % 91,4’ünün erkek olduğu anlaşılmaktadır.
Örneklemin kıdemlerine göre dağılımları Tablo 2’de özetlenmiştir.
Tablo 2. Örneklemin Meslekteki Kıdemlerine Göre Dağılımı
Frekans
22
8
15
23
25
93
Yüzde
23,7
8,6
16,1
24,7
26,9
100,0
Y
Kıdem
5 Yıl Ve Daha Az
6-10 Yıl
11-15 Yıl
16-20 Yıl
21 Yıl ve Üstü
Toplam
91
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tablodaki değerlerden katılımcıların % 23,7’unun kıdeminin 5 yıl ve daha az, %
8,6’sının kıdeminin 6-10 arası, % 16,1’inin kıdeminin 11-15 arası, % 24,7’sinin kıdeminin 16-20 arası, % 26,9’unun kıdeminin 21 yıl ve üzeri olduğu anlaşılmaktadır.
Örneklemin branşlarına göre dağılımları Tablo 3’te özetlenmiştir.
Tablo 3: Örneklemin Branşlarına Göre Dağılımı
Branş
Sınıf Öğretmeni
Diğer Branşlar
Toplam
Frekans
60
33
93
Yüzde
64,5
35,5
100,0
Tablodaki değerlerden katılımcıların % 64,5’inin sınıf öğretmeni, % 35,5’inin diğer
branşlarda olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle son dönemlerde yapılan eğitim müfettiş yardımcılığı sınavlarında branş öğretmenlerine de başvuru hakkının tanınması meslekte branş öğretmeni kökenli müfettiş
sayısını artırıcı etki yapmıştır.
Çalışma grubunun eğitim düzeylerine göre dağılımları Tablo 4’de özetlenmiştir.
Tablo 4: Örneklemin Eğitim Düzeylerine Göre Dağılımı
Eğitim Düzeyi
Eğitim Enstitüsü
Lisans Tamamlama
4 Yıllık Fakülte (Lisans)
Lisansüstü
Toplam
Frekans
1
8
41
43
93
Yüzde
1,1
8,6
44,1
46,2
100,0
Tablodaki değerlerden katılımcıların % 1,1’inin eğitim enstitüsü, % 8,6’sının lisans
tamamlama, % 44,1’inin lisans mezunu, % 46,2’sinin lisansüstü mezunu olduğu anlaşılmaktadır.
İlkokul öğretmenlerini de yükseköğretimde yetiştirmek için 1974 yılından itibaren
iki yıllık eğitim enstitüleri açılmaya başlanmıştır. 1976 yılında sayıları 50’yi bulan bu
kurumların 30’u daha sonra kapatılmış ve 20 Temmuz 1982’den itibaren eğitim yüksekokulları haline dönüştürülerek üniversiteler bünyesine alınmıştır (M.E.B-T.T.K.B, 1992:
8). Bu nedenle eğitim enstitüsü kökenli müfettişlerin sayısının az olması olağandır. Lisansüstü mezunu müfettişlerin oranının fazla olması ise bu tür araştırmalara daha ilgili
olmaları ihtimali ile açıklanabilir.
Y
92
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
Veri Toplama
Araştırmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Anket, literatür analizinden elde edilen bilgiler ışığında Demir (2002) tarafından yapılan “Resmi ve Özel Liselerde Görev Yapmakta Olan Öğretmenlerin İzlenim Yönetimi Taktiklerini Kullanma
Düzeyleri ve Bu Taktiklerin Seçimine Etki Eden Etkenlerin Saptanması” adlı çalışmada
geliştirilmiş ve uygulanmış olan anket formu üzerinde değişiklikler yapılmış Anket iki
bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde demografik bilgilere ilişkin 4 kapalı uçlu soru yer almaktadır. İkinci
bölüm izlenim yönetimi taktiklerini içeren 21 sorudan oluşmaktadır. Bu bölümde yer
alan sorular likert tip beşli dereceleme türünde hazırlanmıştır. Ölçek, (1) her zaman, (2)
çok sık, (3) ara sıra, (4) çok nadir, (5) hiçbir zaman seçeneklerinden oluşmuştur. Ancak
yapılan çalışma sonucu faktör analizleri ile ölçeğin 4 faktör boyutundan oluştuğu görülmüştür. Bu nedenle faktör analizi sonucu birden fazla boyut içine giren sorular elenmiş ve
izlenim yönetimi taktikleri 4 faktör boyutu açısından ele alınarak kullanılmıştır. Ölçeğin test edilmesinde ve faktör yapılarının geliştirilmesinde; uzman görüşüne
başvurulmuştur. Kullanılan ölçeğin güvenilirliği Alfa Katsayısı kullanılarak tekrar test
edilmiştir. Bulunan Alpha = ,90 olup ölçeğin güvenilir olduğu görülmüştür.
Anketin uygulanmasında anket formları müfettişlere araştırmacı tarafından e-mail yoluyla ulaştırılmış, formlar doldurulduktan sonra yine araştırmacı tarafından aynı yöntemle toplanmıştır. Yanıtlanan anket formlarından 7 tanesinin yanlış kodlama, birden fazla
şık işaretleme gibi nedenlerden dolayı geçersiz olduğu görülmüş ve analizler 93 anket
formu üzerinden yapılmıştır.
Verilerin Analizi
Elde edilen veriler SPSS programında çözümlenmiş, verilerin çözümlenmesinde, sınıflama türündeki sorular için frekans ve yüzde kullanılmıştır. Yöneticilerin izlenim taktiklerini kullanma düzeylerini betimlemek amacıyla aritmetik ortalama, standart sapma;
gruplar arası karşılaştırmalar yapmak amacıyla da ilişkisiz örneklemler için tek yönlü
varyans analizi kullanılmıştır.
Bulgular ve Yorumlar
Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
Y
Bu bölümde müfettişlerin kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ile bu taktikler
arasındaki ilişki incelenmiştir. İzlenim yönetimi ölçeğinde katılımcılara meslektaşlarının
belirtilen davranışları hangi sıklıkla yaptıkları sorulmuştur. Cevap seçenekleri arasında
bulunan “Hiçbir zaman”ın karşılığı 0 puan, “Çok Nadir” 1 puan, “Ara Sıra” 2 puan, “Çok
Sık” 3 puan, “Her Zaman” 4 puan olarak bilgisayara girilmiştir.
93
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tablo 5: Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
Boyut
N
En
Düşük
En Yüksek
Ortalama
Standart
Sapma
Övgü
Niteliklerini
Tanıtma
Yıldırma
Açıklama
Yapma
91
,00
4,00
1,69
1,09232
92
,00
4,00
2,31
,91094
88
,00
4,00
2,02
1,00872
90
,00
4,00
2,05
,90092
Bu ortalamalardan anlaşıldığı üzere tüm izlenim yönetimi taktikleri müfettişler tarafından “Ara Sıra” kullanılmaktadır. Söz konusu faktörlere ait standart sapma değerleri ise
0,90 ile 1,09 arasında değişmektedir. Müfettişler izlenim yönetimi taktiklerinden en fazla,
niteliklerini tanıtma taktiğini kullanırken; en az, övgü taktiğini kullanmaktadır.
Ortalamalar değerlendirildiğinde müfettişlerin baskın olarak izlenimleri için bir taktik kullanmadıkları görülmektedir. Niteliklerini tanıtma taktiğinin diğer taktiklere kıyasla
daha sık kullanımı müfettişlerin saldırgan bir tavırdan kaçınarak olumlu bir izlenim sergilemeyi tercih ettiklerini göstermektedir. Yıldırma taktiğinin az da olsa kullanılıyor olması
ise meslektaşlar arasında olumlu örgüt ikliminin etkilenmesine, performansın düşebilmesine neden olmakla beraber ileri boyutta mobbing(yıldırma) davranışlarının ortaya çıkması ihtimaline de neden olabilir. Bu nedenle müfettişlerin bu tür yıldırma taktiklerinden
gerek kurum içinde gerek ise okul ortamlarında mutlaka kaçınması gerekmektedir.
Övgü taktiği ise müfettişler tarafından en az başvurulan taktiktir. Bu sonuç diğer
araştırmalar ile karşılaştırıldığında farklılıklara rastlamak mümkündür. Örneğin, Ünaldı
(2005) tarafından emniyet örgütlerinde yapılan araştırmada yöneticilerin en sık kullandığı izlenim yönetimi taktiği övgü iken; müfettişler en az övgü taktiğini kullanmaktadır.
Benzer şekilde Akdoğan ve Aykan (2008) tarafından Erciyes Üniversitesi’nde çalışan
akademisyenlerin kullandığı izlenim yönetimi taktiklerinde de ilk sıralarda övgü taktiği
yer almaktadır. Bu sonuçlardan anlaşılacağı üzere müfettişler emniyet örgütü mensubu
yöneticiler ve akademisyenlerden farklı olarak övgü taktiğini çok az kullanmaktadırlar.
Bunun nedeninin meslektaşlar arasında kendini övmenin olumsuz anlaşılabileceği kaygısı ve yakın iş arkadaşlıklarının bu davranışa engel olabileceği düşünülebilir.
Müfettişlerin kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri arasındaki ilişki ise korelasyon
analizi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo 6’da sunulmaktadır.
Y
94
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
Tablo 6: Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki
İlişkiler
Boyut
Övgü
Pearson Korelasyonu
Övgü
Niteliklerini
tanıtma
1
,716(**)
,549(**)
,480(**)
,000
,000
,000
Anlamlılık
Niteliklerini
Tanıtma
Yıldırma
Açıklama
Yapma
Yıldırma
Açıklama
yapma
N
91
90
87
88
Pearson Korelasyonu
,716(**)
1
,652(**)
,617(**)
Anlamlılık
,000
,000
,000
N
90
92
87
89
Pearson Korelasyonu
,549(**)
,652(**)
1
,673(**)
Anlamlılık
,000
,000
N
87
87
88
85
Pearson Korelasyonu
,480(**)
,617(**)
,673(**)
1
,000
Anlamlılık
,000
,000
,000
N
88
89
85
90
** α= 0.05 düzeyinde anlamlı
Buna göre Övgü-Niteliklerini Tanıtma, Övgü-Yıldırma, Övgü-Açıklama Yapma, Niteliklerini Tanıtma-Yıldırma, Niteliklerini Tanıtma-Açıklama Yapma, Yıldırma-Açıklama
Yapma değişkenleri arasında (0,5’in üzerinde) pozitif doğrusal bir ilişki bulunmaktadır.
Müfettişlerin Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri ile Demografik Özellikleri Arasındaki İlişki
Bu başlıkta müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine
ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasındaki ilişki incelenmiştir.
Y
Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile cinsiyetleri arasındaki ilişki t testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları
Tablo 7’de sunulmuştur.
95
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tablo 7: Müfettişlerin Cinsiyetleri İle Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim
Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki
Levene Testi
Boyut
Övgü
Niteliklerini
Tanıtma
Yıldırma
Açıklama
Yapma
F
t testi
Anlamt
lılık
Serbestlik
Anlamlılık
Derecesi
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,001 ,979
,493
89
,623
Varyansların Eşitsizliği Vars.
,470
8,247
,651
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,051 ,822
,746
90
,458
Varyansların Eşitsizliği Vars.
,843
8,895
,421
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,887 ,349
,337
86
,737
Varyansların Eşitsizliği Vars.
,288
6,738
,782
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,005 ,944
-,688
88
,493
Varyansların Eşitsizliği Vars.
-,709
7,130
,501
Buna göre; Övgü, Niteliklerini Tanıtma, Yıldırma ve Açıklama yapma faktörleri ile
cinsiyet arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Müfettişlerin cinsiyetlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ise Tablo 8’de sunulmaktadır.
Tablo 8: Müfettişlerin Cinsiyetlerine Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
Boyut
Övgü
Niteliklerini Tanıtma
Yıldırma
Açıklama Yapma
Cinsiyetiniz Nedir
N
Ortalama
Std. Sapma
Std. Hata
Kadın
8
1,8750
1,15728
,40916
Erkek
83
1,6747
1,09164
,11982
Kadın
8
2,5417
,79557
,28128
Erkek
84
2,2897
,92240
,10064
Kadın
7
2,1429
1,19965
,45342
Erkek
81
2,0082
,99858
,11095
Kadın
7
1,8214
,87457
,33056
Erkek
83
2,0663
,90568
,09941
Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden erkek ve kadın müfettişlerin, “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma” “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri
arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bulgu Tablo 7’de t-testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına
Y
96
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
ilişkin müfettiş algılarının, cinsiyetlerine bağlı olarak farklılık göstermediği sonucuna
varılmıştır.
Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile branşları arasındaki ilişki t testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları
Tablo 9’da sunulmuştur.
Tablo 9: Müfettişlerin Branşları İle Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim
Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki
Levene Testi
F
Övgü
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,291
Anlamt
lılık
Serbestlik AnlamDerecesi lılık
,591
Varyansların Eşitsizliği Vars.
Niteliklerini
Varyansların Eşitliği Varsayımı ,326
Tanıtma
,569
Varyansların Eşitsizliği Vars.
Yıldırma
Varyansların Eşitliği Varsayımı 2,207
,141
Varyansların Eşitsizliği Vars.
Açıklama
Yapma
Varyansların Eşitliği Varsayımı 2,192
t testi
,142
Varyansların Eşitsizliği Vars.
,131
89
,896
,130
62,170
,897
,782
90
,436
,792
69,035
,431
-,378
86
,707
-,397
74,600
,693
-,869
88
,387
-,938
75,080
,351
Buna göre; Övgü, Niteliklerini Tanıtma, Yıldırma ve Açıklama yapma faktörleri ile
branş arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Müfettişlerin branşlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ise Tablo 10’da sunulmaktadır.
Tablo 10: Müfettişlerin Branşlarına Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
Övgü
Branşınız
N
Ortalama
Std. Sapma
Std. Hata
Sınıf Öğretmeni
59
1,7034
1,08722
,14154
Diğer Branşlar
32
1,6719
1,11882
,19778
Niteliklerini Tanıtma
Sınıf Öğretmeni
59
2,3672
,92785
,12080
Diğer Branşlar
33
2,2121
,88513
,15408
Yıldırma
Sınıf Öğretmeni
56
1,9881
1,07490
,14364
Diğer Branşlar
32
2,0729
,89497
,15821
Açıklama Yapma
Sınıf Öğretmeni
59
1,9873
,96872
,12612
Diğer Branşlar
31
2,1613
,75705
,13597
Y
Boyut
97
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden sınıf öğretmeni ve branş kökenli müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerine
ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bulgu Tablo 9’daki t-testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına
ilişkin müfettiş algılarının, branşlarına bağlı olarak farklılık göstermediği sonucu ortaya
çıkmaktadır. Bu nedenle müfettişin sınıf öğretmeni ya da branş öğretmeni kökenli olmasının söz konusu taktikleri algılamasında önemli bir fark oluşturmadığı görülmektedir.
Sınıf öğretmeni ilköğretimin ilk beş yılında öğrencilere toplumsal yaşamda gerekli
olan temel bilgi, beceri ve tutumları kazandıran kişidir. Branş öğretmeni ise genellikle ortaöğretim kurumlarında görev yapan veya üniversitelerin ilköğretim ikinci kademe
için öğretmen yetiştiren lisans bölümü mezunu öğretmenlerdir. Her iki meslek grubunun
üniversitede almış olduğu eğitim farklı olmasına rağmen izlenim algılarına herhangi bir
etkisi olmadığı görülmektedir.
Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri Anova testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları
Tablo 11’de sunulmuştur.
Tablo 11: Müfettişlerin Eğitim Durumları ile Meslektaşlarının Kullandıkları
İzlenim Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki
Gruplar Arası
Kareler
Toplamı
2,949
Serbestlik
Derecesi
3
Ortalama
Kare
,983
Grup İçi
104,436
87
1,200
Toplam
107,385
90
Gruplar Arası
,729
3
,243
Grup İçi
Toplam
Gruplar Arası
Grup İçi
Toplam
74,783
75,512
2,879
85,645
88,524
88
91
3
84
87
,850
Gruplar Arası
1,196
Grup İçi
Toplam
71,041
72,237
Boyut
Övgü
Niteliklerini
Tanıtma
Yıldırma
Açıklama
Yapma
F
Anlamlılık
,819
,487
,286
,835
,960
1,020
,941
,425
3
,399
,483
,695
86
89
,826
Buna göre “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile eğitim durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ise Tablo 12’de sunulmaktadır.
Y
98
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
Tablo 12: Müfettişlerin Eğitim Durumlarına Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
N
Ortalama
Std.
Sapma
Std.
Hata
Eğitim Enstitüsü
1
3,0000
.
.
Lisans Tamamlama
8
1,5000
1,10195
,38960
4 Yıllık Fakülte (Lisans)
39
1,8077
1,09193
,17485
Lisansüstü
43
1,5930
1,09792
,16743
Toplam
91
1,6923
1,09232
,11451
Eğitim Enstitüsü
1
3,0000
.
.
Lisans Tamamlama
8
2,1667
1,29713
,45860
4 Yıllık Fakülte (Lisans)
41
2,3496
,82648
,12907
Lisansüstü
42
2,2857
,93290
,14395
Toplam
92
2,3116
,91094
,09497
Eğitim Enstitüsü
1
3,0000
.
.
Lisans Tamamlama
7
1,9048
,37090
,14019
4 Yıllık Fakülte (Lisans)
38
2,1754
1,03899
,16855
Lisansüstü
42
1,8730
1,04623
,16144
Toplam
88
2,0189
1,00872
,10753
Eğitim Enstitüsü
1
2,7500
.
.
Lisans Tamamlama
7
1,8214
,71755
,27121
4 Yıllık Fakülte (Lisans)
41
2,1220
,94393
,14742
Lisansüstü
41
1,9939
,89876
,14036
Toplam
90
2,0472
,90092
,09496
Boyut
Övgü
Niteliklerini Tanıtma
Yıldırma
Açıklama Yapma
Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında
belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bulgu Tablo 11’deki Anova testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”,
“Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına ilişkin müfettiş algılarının, eğitim durumlarına bağlı olarak farklılık göstermediği
sonucuna varılmıştır. Bu sonuç kullanılan izlenim yönetimi taktiklerinin gözlenmesinde
bireylerin algılarının eğitim durumlarına göre farklılık göstermediğini açıklamaktadır.
Y
Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri Anova testi kullanılarak incelenmiş ve analiz sonuçları Tablo
13’de sunulmuştur.
99
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Tablo 13: Müfettişlerin Kıdemleri ile Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim
Yönetimi Taktikleri Arasındaki İlişki
Kareler
Toplamı
Serbestlik
Derecesi
Ortalama
Kare
F
Anlamlılık
Gruplar Arası
2,949
3
,983
,819
,487
Grup İçi
104,436
87
1,200
Toplam
107,385
90
Gruplar Arası
,729
3
,243
,286
,835
Grup İçi
74,783
88
,850
Toplam
75,512
91
Gruplar Arası
2,879
3
,960
,941
,425
Grup İçi
85,645
84
1,020
Toplam
88,524
87
Gruplar Arası
1,196
3
,399
,483
,695
Grup İçi
71,041
86
,826
Toplam
72,237
89
Boyut
Övgü
Niteliklerini
tanıtma
Yıldırma
Açıklama
yapma
Buna göre “Övgü”, “Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile kıdem arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktikleri ise Tablo 14’de sunulmaktadır.
Tablo 14: Müfettişlerin Kıdemlerine Göre Meslektaşlarının Kullandıkları İzlenim Yönetimi Taktikleri
Övgü
Örnek olma
Y
100
N
Ortalama
Std. Sapma
Std. Hata
5 Yıl Ve Daha Az
21
1,7619
1,14694
,25028
6-10 Yıl
8
1,6875
1,03294
,36520
11-15 Yıl
14
2,0714
1,08941
,29116
16-20 Yıl
22
1,5227
1,06321
,22668
21 Yıl ve Üstü
25
1,6200
1,12064
,22413
Toplam
90
1,7056
1,09106
,11501
5 Yıl Ve Daha Az
22
2,4091
,83528
,17808
6-10 Yıl
8
2,5417
,88976
,31458
11-15 Yıl
13
2,5128
,82345
,22838
16-20 Yıl
22
2,4697
,91234
,19451
21 Yıl ve Üstü
25
2,3733
,82395
,16479
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
Niteliklerini
tanıtma
Yıldırma
Açıklama
yapma
Toplam
90
2,4407
,83737
,08827
5 Yıl Ve Daha Az
21
2,1746
,89826
,19602
6-10 Yıl
8
2,5000
,71270
,25198
11-15 Yıl
14
2,5952
,89804
,24001
16-20 Yıl
23
2,1449
1,02408
,21354
21 Yıl ve Üstü
25
2,4000
,88192
,17638
Toplam
91
2,3223
,91010
,09540
5 Yıl Ve Daha Az
22
2,1515
1,05774
,22551
6-10 Yıl
8
1,6250
,89863
,31771
11-15 Yıl
14
2,5000
1,07616
,28762
16-20 Yıl
22
1,8939
,93371
,19907
21 Yıl ve Üstü
21
1,9206
,94225
,20562
Toplam
87
2,0383
,99796
,10699
5 Yıl Ve Daha Az
21
2,1667
1,06164
,23167
6-10 Yıl
8
1,9688
,81763
,28908
11-15 Yıl
14
2,2143
,87077
,23272
16-20 Yıl
23
1,8913
1,00234
,20900
21 Yıl ve Üstü
23
2,0652
,69584
,14509
Toplam
89
2,0590
,89904
,09530
Tablonun ortalama sütunundaki değerlerden müfettişlerin; “Övgü”, “Niteliklerini
Tanıtma” “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında
belirgin bir farklılık olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bulgu Tablo 13’deki Anova testi bulguları ile birlikte değerlendirildiğinde “Övgü”,
“Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma” ve “Açıklama Yapma” taktiklerinin kullanım sıklığına ilişkin müfettiş algılarının, kıdemlerine bağlı olarak farklılık göstermediği sonucuna
varılmıştır. Bu nedenle yaş ve tecrübe bakımından kıdemli olan müfettiş algıları kıdemi
daha düşük olan diğer müfettişlerin algılarından farklı değildir.
Y
Araştırmada müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik arasındaki ilişki yönünde bir bulgu elde edilmiş ancak
gözlem yapılan müfettişin demografik özelliklerine yönelik bir ayrımdan söz edilmemiştir. Benzer araştırmalarda izlenim yönetimi taktiklerini kullanma konusunda demografik özellikler arası farklılıklar ele alınmıştır. Örneğin, Akgün (2009); izlenim yönetimi
taktikleri kullanımında, cinsiyet, yaş, mesleki deneyim gibi demografik değişkenlerin
etkisini incelemek için yapılan analizlerde, taktiklerin kullanımının cinsiyet ve mesleki
deneyime göre anlamlı bir farklılık göstermediğini ancak yaşa bağlı olarak farklılaştığını
ortaya koymuştur. Ünaldı (2005) tarafından yapılan araştırma sonuçları da bu sonuca
101
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
paralellik göstermesine rağmen alanyazında yer alan bazı görüş ve araştırmalar kadınların ve erkeklerin izlenim yönetimi taktiklerini kullanma konusunda farklılıklar olduğunu
göstermektedir. Örneğin, Demir (2002) tarafından yapılan araştırmada ise resmi ve özel
liselerde çalışan erkek öğretmenler, örnek olma taktiği dışında kendini tanıtmaya yönelik
izlenim yönetimi taktiklerini, kadınlara göre daha sık kullanmaktadırlar. Ayrıca 26 yıl ve
daha fazla mesleki deneyime sahip öğretmenler, niteliklerini tanıtma taktiklerini daha az
mesleki deneyime sahip olanlara göre daha sık kullanmaktadır. Açıklama yapma taktiklerini kullanma sıklıkları ise mesleki deneyime göre anlamlı bir farklılık göstermemektedir.
Sonuçlar
Eğitim müfettişlerinin meslektaşlarının kullandığı izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşlerinin saptanması amacıyla yapılan bu araştırmada, ilk olarak müfettişlerin
kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerinin kullanılma sıklığı verilerle analiz edilmiştir.
Ortalamalara bakıldığında müfettişlerin baskın olarak belli bir taktiği çok sık kullanmadıkları görülmektedir. En çok kullanılan taktiğin “Niteliklerini Tanıtma” olduğu saptanmıştır. Bunu “Açıklama Yapma”, “Yıldırma” ve “Övgü” taktikleri izlemiştir.
Müfettişlerin meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ile demografik özellikleri arasındaki ilişki ise aşağıdaki gibidir:
Görüş bildiren müfettişlerin cinsiyetleri ve branşlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin değerlendirmeleri arasında belirgin bir farklılık yoktur. Ancak göreli de olsa kadın müfettişler erkek müfettişlere kıyasla meslektaşlarının açıklama yapma dışındaki diğer izlenim yönetimi taktiklerini daha çok kullandıklarını belirtmişlerdir. Açıklama yapma taktikleri ise erkek müfettişler tarafından daha çok
gözlenebilen bir durum olmuştur.
Müfettişlerin eğitim durumlarına göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi
taktiklerine ilişkin görüşleri ANOVA testi kullanılarak incelenmiştir. Buna göre “Övgü”,
“Niteliklerini Tanıtma”, “Yıldırma”, “Açıklama Yapma” faktörleri ile eğitim durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir.
Müfettişlerin kıdemlerine göre meslektaşlarının kullandıkları izlenim yönetimi taktiklerine ilişkin görüşleri ANOVA testi kullanılarak incelenmiş ve Övgü, Niteliklerini
Tanıtma, Yıldırma, Açıklama Yapma faktörleri ile kıdem arasındaki ilişkinin istatistiksel
olarak anlamlı olmadığı görülmüştür.
Kaynaklar
Akdoğan, A. A. ve Aykan, E. (2008). İzlenim Yönetimi Taktikleri: Erciyes Üniversitesi’nde
Görev Yapan Akademisyenlerin İzlenim Yönetimi Taktiklerini Belirlemeye
Yönelik Bir Uygulama. Yönetim. Yıl:19, Sayı: 60 (Haziran).
Akgün, T. (2009). İzlenim Yönetimi Taktikleri İle İş Performansı Değerleme Puanları
Y
102
Eğitim Müfettişlerine Göre Meslektaş İzlenimi
Arasındaki İlişki: Bir Uygulama. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
Bolino, M. C. ve Turnley, W. H. (1999). Measuring İmpression Management In
Organizations: A Scale Development Based On The Jones And Pittman Taxonomy.
Organizational Research Methods. (2):187-206.
Bozeman, D. P. ve Kacmar, M. K. (1997). A Cybernetic Model of Impression Management
Processes in Organizations. Organizational Behavior and Human Decision
Processes. Vol:69, No:1, March, pp:9-30.
Crane, E. ve Crane F. G. (2002). Usage and Effectiveness of Impression Management
Strategies in Organizational Settings. Journal of Group Psychotherapy
Psychodrama and Sociometry. 25-34.
Demir, K. (2002). Türkiye’deki resmi ve özel lise öğretmenlerinin izlenim yönetimi,
Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara.
Gardner, W. L. ve Martinko, M. J. (1988). Impression Management in Organizations.
Journal of Management, 14, 321-338.
Goffman, E. (1959). The presentation of Self in Everyday Life. Anchor Books. A Division
of Random House, Inc. New York.
Google (2013).Wikipedia, The Free Encyclopedia. http://en.wikipedia.org/wiki/Google_
Groups. Erişim Tarihi: 15.05.2013.
Jones, E. E. (1990). Interpersonal perception. New York: W. H. Freeman and Company.
Kacmar, K. M. ve Carlson, D. S. (1994). Using Impression Management in Women’s Job
Search Processes. American Behavioural Scientist. 37(5): 682-697.
Karasar, N. (2003). Bilimsel Araştırma Yöntemi. 12. Baskı, Ankara: Nobel Yayıncılık.
Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Leary, M. R. (1996). Self-presentation, Impression Management and Interpersonal
Behavior. Oxford: Westview Press.
Leary, M. R. ve Kowalsky, R. M. (1990). Impression Management: A Literature Review
and Two-component Model, Psychological Bulletin, 107(1):34-37.
MEB, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (1992). Öğretmen Yetiştirmede Koordinasyon.
Ankara.
Rosenfeld, P., Giacalone, R. A. ve Riordan, C. A. (1995). Impression Management in
Organizations. New York: Routledge.
Schlenker, B. R. (1980). Impression Management: The Self-concept, Social Identity, and
Interpersonal Relations. Brooks/Cole Pub. Co. (Monterey, Calif.).
Schutz, A. (1998). Assertive, Offensive, Protective, And Defensive Styles Of SelfPresentation: A Taxonomy. The Journal of Psychology. 132(6):611-628.
Y
Tabak, A., Basım, H. N., Tatar, İ. ve Çetin, F. (2010). İzlenim Yönetimi Taktiklerinde
Beş Faktör Kişilik Özelliklerinin Rolü: Savunma Sanayiinde Bir Araştırma. Ege
103
Övür, M. ve Tatık, R. Ş.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Akademik Bakış/Ege Academic Review. 10 (2), 539-557.
Tedeschi, J. T. ve Norman, N. (1985). Social Power, Self-Presentation, And The Self.
In B. R. Shlenker (Ed.), The self and social life (pp. 293-322). New York, NY:
McGraw-Hill.
Ünaldı, S. (2005). Emniyet Örgütü Yöneticilerinin İzlenim Yönetimi. Ankara: Ankara
Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
Yıldırım, K. ve Bozdoğan, A. E. (2009). Öğretmen Adaylarının Kendini Ayarlama
Psikolojilerinin Belirlenmesine Yönelik Bir Durum Çalışması. Ahi Evran
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. Cilt:10, Sayı:3. (Aralık).ss.129-134.
Y
104
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları
Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
OKUL YÖNETİCİLERİNİN REHBERLİK
HİZMETLERİNE BAKIŞ AÇILARI ÜZERİNE OKUL
REHBER ÖĞRETMENLERİNİN GÖRÜŞLERİ
PERCEPTIONS OF SCHOOL GUIDANCE TEACHERS ON SCHOOL
ADMINISTRATORS’ PERSPECTIVES ABOUT GUIDANCE SERVICES
İbrahim Hakan KARATAŞ1* Murat POLAT2**
Özet
Bu araştırmanın amacı, ilk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin okul rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik bakış açılarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda değerlendirilmesidir. Araştırmanın çalışma grubunu 2011-12 eğitim öğretim dönemlerinde İstanbul ili Bağcılar
ve Fatih ilçelerindeki ilk ve ortaöğretim okullarında görev yapmakta olan n=95 katılımcı oluşturmaktadır. Katılımcıların n=59’u kadın n=36’sı erkektir. Araştırma nitel araştırma desenindedir. Veri toplama
aracı olarak ilgili alanyazın doğrultusunda araştırmacılar tarafından geliştirilen yarı yapılandırılmış bir
görüşme formu kullanılmıştır. Katılımcılara okul rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik
hizmetleri ile ilgili sorular yöneltilmiştir. Öğretmenlerin yanıtları kaydedilmiş ve cevaplarda yer alan
ifadeler betimsel analiz tekniği ile özetlenmiş ve yorumlanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen
bulgulara göre rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde okullar yeterli görülmemektedirler. Rehberlik hizmetlerine okul yöneticilerinin inançları vardır ancak kimi uygulamalar sözde kalmaktadır.
Öğrenci kişilik hizmetleri okullardaki sınıf mevcutlarının fazlalığı, fiziki koşulların yetersizliği, yeterli
zamanın olmaması ve çoğu zaman yöneticilerle işbirliği eksikliği nedenleriyle sekteye uğramaktadır.
Çalışmada elde edilen bulgular tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Okul yöneticileri, rehberlik hizmetleri, okul rehber öğretmenleri, nitel araştırma
Abstract
The purpose of this study is to evaluate perceptions of school guidance teachers on school administrators’ perspectives about school guidance services. The study was carried out among 95 school
guidance teachers employed in the primary and high schools in İstanbul, affiliated with the Ministry
of National Education. For the purpose of this study, easily accessible sampling method is selected
from among purposive sampling methods. The teachers in the sample were interviewed. During the
interview they were asked questions about school administrators’ perspectives about school guidance
services. Their responses were recorded, and their expressions were summarized and interpreted using
descriptive analysis technique. The findings of the analysis show that implementation of guidance
services in schools is not sufficient. School administrators have beliefs to guidance services. But some
of the so-called guidance applications can’t be done . The findings of the study are discussed and recommendations are made.
Keywords: School administrators, guidance services, school guidance teachers, qualitative research
*1 Yrd. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, [email protected]
Y
**2 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, [email protected]
105
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
Ülkemizde tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi ilk ve ortaöğretim kurumları eğitim sisteminde muhatabı oldukları hedef kitlenin 6-18 yaş aralığında olması nedeniyle oldukça
stratejik bir öneme haizdirler. Bu açıdan ilk ve ortaöğretim çağındaki neslin gerek akademik gerekse sosyo-psikolojik gelişim ve ilerlemeleri üzerinde önemli etkileri olduğu
düşünülen ilk ve ortaöğretim okullarının rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci
kişilik hizmetleri açısından öğrencilerine yeterli düzeyde bir hizmet sunmaları beklenir.
Bu beklentinin okullarda gerçekleşmesi sürecinde en başta okul yöneticilerine ve okul
rehber öğretmenlerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Okullarda rehberlik hizmetlerinin geliştirilmesine yönelik çalışmalar bir ekip işidir. Okula ait tüm birimlerce desteklenmesi gerekir. Özellikle eğitim kurumlarında okul rehberlik hizmetleri sürecine ve
bu sürecin devamlılığına yönelik nitelikli hizmetlerin sağlanmasına okul yöneticilerinin
olumlu katılım göstermeleri beklenen bir durumdur. Bu durumun önemi en başta öğretmen ve öğrencilere yönelik hizmetlerde, okul yöneticilerinin, okullarındaki rehberlik
hizmetlerinin etkililiğine olan inançlarını okul kalitesinin artırılmasına imkân tanıyacak
şekilde düzenlemiş olmalarında yatmaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın okullarda rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine
işlerlik kazandırabilmek amacıyla hazırladığı Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği 2001 yılında yayınlanmıştır. Bu yönetmeliğe göre Türk Milli Eğitim Sisteminin genel amaçları çerçevesinde okullardaki rehberlik ve psikolojik danışma hizmetlerinin amacı, öğrencilerin kendilerini gerçekleştirmelerine, eğitim sürecinden yetenek ve
özelliklerine göre en üst düzeyde yararlanmalarına, en uygun şekilde kullanmalarına ve
geliştirmelerine imkân sağlamaktır. Buradan hareketle okullardaki rehberlik hizmetleri
öğretim ve yönetim hizmetlerine destek olmakla birlikte, esas amacı öğrencinin kendisini
tanımasına yardımcı olmak ve bireyin doğru kararlar alma becerisini geliştirmek olan
profesyonel bir hizmettir. Ancak bir okulda psikolojik danışmanın okul personelini işe
katmadan tek başına bu hizmetleri yürütmeye çabalaması uygun bir davranış olmaz (Güven, 2009). Çünkü okullarda rehberliğin profesyonel bir hizmet olarak yürütülmesinde
temel ilkelerden biri, okul rehberlik sürecinde birey ile yakından ilgili olan psikolojik
danışmanlar, öğretmenler, veliler ve yöneticiler gibi birçok unsurun anlayış ve işbirliği
içinde olmasının elzem olduğu şeklindeki düşüncedir. Başka bir deyişle okullarda rehberlik adına yürütülecek hizmetlerde işbirliği ve katılımın önemli olduğu ön görülmektedir
(Erkan, 2001; Özabacı, Sakarya ve Doğan 2008; Güven, 2009; Kuzgun, 2009; Şahin,
2010; Camadan ve Sezgin, 2012).
Günümüz okullarında okul yöneticilerinin rolleri, görevleri ve yöneticilerden beklentiler daha karmaşık bir hal almıştır. Okullarını başarılı bir biçimde yönetmek isteyen
yöneticilerden, okullarını ve toplumu çok iyi tanımaları, liderlik yapmaları ve sürekli
olarak kendilerini geliştirmeleri ve okuldaki öğretmen ve psikolojik danışmanlar ile koordinasyon içinde olmaları istenmektedir. Bu durum rehberlik hizmetlerine dair okullardaki yöneticilere düşen rollerin genel olarak: a) Rehberlik Programına Liderlik Yapma ve
Destekleme, b)Programın Organizasyonunu Sağlama ve Müşavirlik Yapma, c) Programa
Y
106
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
Kaynak Sağlama çerçevesinde oluşturulması sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla okullarda rehberlik hizmetleri okula ait en temel işlevlerden biri olarak görülmektedir. Başka
bir deyişle okul yöneticileri okullarındaki rehberlik hizmetlerinin etkili ve başarılı olması konusunda doğal sorumludurlar (Karip ve Köksal, 1999; Yeşilyaprak, 2000; Paskal,
2001; Tan, 1998; Akbaş, 2001).
Okullarda öğretim faaliyetleri dışında öğrencilerin gelişimine uygun ortam sağlamak,
karşılaşılan güçlükleri gidermek ve gerekli önlemleri almak için bazı hizmetler sunulmasından, bu hizmetlerin etkililiğinden, önemli ölçüde sorumlu ve okullarda kurulan
Rehberlik ve Psikolojik danışma servislerinde görevli rehber öğretmenler vardır. Rehber
öğretmenlerin okullardaki rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde okul yönetimiyle işbirliği yaparak süreci geliştirme yönünde eğilim göstermesi beklenir. Ancak
okullarda rehberlik hizmetlerine dair özellikle yöneticiler ve okul rehber öğretmenleri
arasındaki işbirliği her zaman gerektiği gibi sağlanamayabilir. Rehberlik hizmetlerine
dair okullarda oluşturulan veya oluşturulacak işbirliği sürecinde okul rehber öğretmenlerinin ve yöneticilerinin rolleri ile ilgili çeşitli tartışmalar ve araştırma sonuçları mevcuttur
(Taylı, 2008; Ünal ve Ünal, 2010; Camadan ve Sezgin, 2012; Tagay ve Sarı, 2012). Örneğin rehber öğretmen ve yönetici arasındaki karşılıklı iletişim eksikliği, vb problemlerin
varlığı, süreci olumsuz etkileyebilmektedir. Rehber öğretmenlerin öğrencilerle doğrudan
iletişim kurması okul rehberlik süreçlerinin gelişmesinde önemli bir durumken bu konuda Murray (1995a, 1995b), rehber öğretmenlerin okuldaki tüm rehberlik hizmetleri
sürecinde öğrencilerle sadece zamanlarının %40’lık bir diliminde doğrudan iletişime geçebildikleri belirtmiştir. Ayrıca kimi zaman okul yöneticileri okul rehberlik hizmetleri
kapsamında ders programı hazırlamayı da rehber öğretmenlere şart koyabilmektedirler.
Yani bu şekilde okul yöneticileri rehber öğretmenlerin zamanlarının çoğunda asıl görevleri olmayan ders programlarını hazırlamaya vakit ayırmalarını isteyebilmektedirler
(Stalling, 1991; Partin, 1993; Tennyson, Miller, Skovholt ve Williams, 1989; Pasmad,
Alexander, Farris ve Hudson, 2003’ten Akt. Owen ve Owen, 2008). Öte yandan Türkiye’deki araştırmalar okul rehberlik hizmetlerinin bir işbirliği süreci olduğunu ve bu
süreçte sadece rehber öğretmenlere değil okul yöneticisi, sınıf öğretmeni, öğrenci ve velilere ait önemli sorumlulukların da olduğu yönündedir (Taylı, 2008; Ünal ve Ünal, 2010;
Camadan ve Sezgin, 2012; Tagay ve Sarı, 2012).
Bu açıdan okullarda yürütülen rehberlik hizmetlerinden birinci derecede sorumlu kişiler olan rehber öğretmenlerin okul rehberlik hizmetlerinin kaliteli bir düzeyde gerçekleştirilebilmesi için gerek okula gerek yönetime dair işbirliği sürecinin değerlendirilmesine
yönelik görüşlerinin belirlenmesinin, sürece dair daha sağlıklı sonuçların alınmasında
yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Bu düşünce ile ilk ve ortaöğretim okullarındaki
yöneticilerin okul rehberlik hizmetlerine yönelik algılarının rehber öğretmenlerce değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Böylece eğitim kurumlarındaki rehberlik hizmetlerinin daha
sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesine bir katkı sağlanacağı düşünülmektedir. Bu amaçla
araştırmanın alt problemlerini okul rehber öğretmenlerine yönelik olarak:
Y
1. İlk ve ortaöğretim okul müdürleri rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu,
107
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
okul rehber öğretmenlerine manevi destek oluyor mu?
2. İlk ve ortaöğretim okul müdürleri rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve
beceriye sahip mi, okul rehber öğretmenlerine fiili destek oluyor mu?
3. İlk ve ortaöğretim okullarında öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi?
4. İlk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin rehberlik hizmetlerine bakış açılarına yönelik okullardaki rehber öğretmenlerin görüşleri nasıldır?
soruları oluşturmaktadır.
Yöntem
Araştırma modeli
Bu araştırma nitel araştırma modelinde yürütülmüştür. Yıldırım ve Şimşek’e (2005)
göre nitel araştırma gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi veri toplama tekniklerinin
kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya
konmasına yönelik bir sürecin izlendiği araştırma türüdür (Camadan ve Sezgin, 2012). İlk
ve ortaöğretim okullarındaki yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin etkililiğine dair tutumlarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda tespitine yönelik betimsel bir
araştırma yapılmıştır.
Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubunu amaçlı örnekleme yöntemiyle seçilen ve 2011-2012
eğitim öğretim dönemlerinde İstanbul ili Bağcılar ve Fatih ilçelerine bağlı 47 resmi ilk
ve ortaöğretim okulunda görev yapmakta olan n=95 (36’sı erkek 59’u kadın) rehberlik
ve psikolojik danışmanlık (PDR) öğretmeni oluşturmaktadır. Katılımcıların mesleki kıdemleri 2 ile 18 yıl arasında değişmektedir. Çalışma grubu ve özelliklerine dair bilgiler
Tablo1.’de verilmiştir.
Tablo 1. Çalışma Grubu ve Özellikleri
Sıra No
İlçeler
Erkek
Kadın
1
Bağcılar
19
27
Okul Sayısı
26
2
Fatih
17
32
21
Toplam
36
59
47
Veri Toplama Aracı
Araştırmanın kuramsal yapısını oluşturmak üzere ilgili alan yazın incelenmiştir. Bu
alan yazın taraması sonrasında eldeki veriler doğrultusunda bir soru havuzu oluşturulmuş
ve bu soru havuzundaki 14 soru maddesi konu ile ilgili iki akademisyen ve bir ortaöğretim rehber öğretmenine sunularak uzman görüşleri alınmaya çalışılmıştır. Alınan dört
uzman görüşü doğrultusunda soru havuzu içerisinden en temel üç soru maddesi alınarak
Y
108
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
yarı yapılandırılmış bir görüşme formu (Rehberlik Hizmetleri Öğretmen Görüşme Formu
(Ek:1)) geliştirilmiştir.
Görüşme formu içeriğinde katılımcılara yönelik olarak cinsiyet ve kıdem değişkenlerinin sorulduğu bir kişisel bilgiler bölümü de yer almaktadır. Geliştirilen görüşme formu
kapsam ve yapı geçerliliğinin sağlanabilmesi için yeniden bir uzman grubunun görüşüne
sunulmuş ve sırasıyla Fatih Üniversitesi (iki yardımcı doçent), Fatih ilçesi (iki psikolojik danışma rehberlik (PDR) öğretmeni) görev yapmakta olan uzman grubunun görüşü
alınmıştır. Alınan uzman görüşleri doğrultusunda gereken düzeltmeler yapılarak görüşme
formu araştırma kapsamında kullanılmıştır. Görüşme formu okul rehberlik hizmetleri,
okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri olmak üzere belirlenen üç ana temaya yönelik
olarak hazırlanmıştır. Araştırmanın veri toplama sürecinde, verilerin toplanmasına yönelik olarak, 2011-2012 öğretim dönemi Fatih Üniversitesi Formasyon Eğitimi Programı
Rehberlik dersi öğrencileri görüşme formlarının çalışma kapsamındaki okullarda görevli
rehber öğretmenlere ulaştırılması konusunda katkı sağlamışlardır. Katılımcılar görüşme
formlarına yanıtlarını daha çok yazılı olarak vermeyi tercih etmişlerdir. Ayrıca kimi katılımcılar ses kaydı yapılmasını ve yazılı olarak yanıt vermeyi istemediklerinden görüşme
formundaki açık uçlu sorulara istenen yanıtlar görüşmeciler tarafından kayıt altına alınmıştır.
Verilerin Analizi
Çalışma sonunda 95 ilk ve ortaöğretim rehber öğretmeni ile görüşülmüştür. Katılımcılardan 8›ine ait görüşme verileri betimsel analiz için yeterli görülmediğinden araştırma kapsamından çıkarılmıştır. Bunun nedeni 8 katılımcının verdikleri yanıtların oldukça
yüzeysel ve kısa cevaplar şeklinde olmasıdır. Geriye kalan 87 katılımcıdan elde edilen
veriler üzerinde betimsel analiz tekniği kullanılarak bulgulara ulaşma yoluna gidilmiştir.
Bulguların analizinde kimi katılımcıların doğrudan ifadelerine yer verilmiştir. Araştırmada katılımcı görüşleri Ö1, Ö2, Ö3,... vb şekilde kodlama yapılarak kimi zaman birebir
alıntı yapılarak kullanılmıştır. Görüşme formlarının analizinde her soru maddesine verilen yanıtlar kendi içerisinde betimsel analize tabi tutulmuştur.
Bulgular
1. Okul müdürü rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu, size manevi destek
oluyor mu?
Okul rehberlik hizmetleri ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir.
a)
İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
Y
İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre görev yaptıkları okullarda okul
müdürlerinin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları ve rehber öğretmen olarak
kendilerine manevi destek sağladıkları görülmektedir. Bu durumu bir katılımcı «Öğrencilere daha iyi bir rehberlik hizmeti sunabilmek için okul müdürü maddi manevi her konuda
bizlere yardımcı oluyor” (Ö6) şeklinde ifade ederken başka bir katılımcı ise “Evet, ben
109
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
bu konuda şanslıyım. Çalıştığım okullarda idarecilerle sorun yaşamadım. Şu anda da
rehberliğin gerekliliğine ve rehberlik hizmetlerinin tampon bir unsur olduğuna inanan
idarecilerle bir aradayım. Sadece manevi değil maddi-manevi tüm eksikliğimizi gideren
bir okul müdürüne sahibiz” (Ö10) sözleriyle açık şekilde belirtmiştir.
Öte yandan kimi rehber öğretmenler ise okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerini destekleyici görüşte olduklarını ancak kendileriyle doğrudan iletişim yolunu tercih etmediklerini söylemektedirler. Bir katılımcı «Okul müdürümüz rehberlik hizmetlerinin gereğine
bu okul için inanıyor. Müdür yardımcılarıyla iletişim kuruyor. Rehber hocaları olarak
rehberlik hizmetlerine hangi müdür yardımcısı bağlıysa onunla iletişim içerisindeyiz.
Müdürümüz destekliyor fakat doğrudan iletişim kurmuyor” (Ö9) sözleriyle okul içi süreçlerde rehberlik konusunda kendi okullarında iletişimin çoğu zaman müdür yardımcılarıyla sınırlı olduğunu vurgulamıştır.
Diğer taraftan okul rehberlik hizmetlerinde görev yaptıkları okulların müdürlerinden
yeterli desteği alamadıklarını, gerekli maddi ve manevi desteği göremediklerini savunan
rehber öğretmenlerde bulunmaktadır. Bu durumu “Okul müdürü gerekliliğine inanıyormuş gibi görünse de manevi destek verdiği söylenemez, haftada iki saat rehberlik dersi
koyuluyor ancak özellikle ilkokul kademesinde sınıf öğretmenleri bu derslere girip başka
dersler işliyor, müdür bu konuda denetleme yapmıyor” (Ö25) sözleriyle anlatırken “Rehberlikle ilgili bir durum olduğunda sözel olarak destek var; ama bu işlevselleştirilmek
istenince baskılanma oluyor. Seminer tarzı etkinliklerde arkamda duruluyor; ama manevi
desteğin çok olduğuna inanmıyorum” (Ö28) şeklinde dile getirmektedirler. Bu iki katılımcının görüşlerini Ö24, Ö26, Ö27, Ö29 ve Ö30 kodlu katılımcılarda benzer ifadelerle
desteklemektedirler. Özellikle katılımcı Ö29 “Okul müdürü manevi destek olarak, önerilerimi dikkate alıyor. Ama yine de bazen bildiğini okuyor” ifadesiyle okul müdürü ile
arasındaki diyalog sürecini dikkat çekici bir şekilde anlatmaktadır.
b) Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
Ortaöğretim rehber öğretmenlerinden konu hakkında olumlu görüş bildiren katılımcıların görüşleri daha çok “Okul müdürümüz rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor.
Bize elinden gelen desteği veriyor. Bize okul içinde sağlıklı çalışma ortamı oluşturmaya
azami gayret ediyor” (n=19) görüşü etrafında birleşmektedirler. Ayrıca katılımcı Ö56
“Başka okullardaki gibi müdüre rehberlik sorunlarını yazılı iletip yazılı cevap alanların aksine müdürle birebir iletişime geçme durumumuz var” sözleriyle okul müdürüyle
iletişimde kendilerinin bir problem yaşamadıklarını ancak diğer bazı okullarda rehberlik
hizmetleri ile ilgili sorunların çözümünde yazılı başvuru yönteminin kullanıldığını belirtmektedir. Katılımcı Ö64 ve Ö35 ise okullarda rehberlik hizmetlerinin etkililiğinde fiziksel şartlarında elverişli olması gerektiğine dikkati çekmektedirler. Bu durumu “Okulumuz
büyük bir okul, pek çok bölüm bulunmakta ve bütün bölümlere okul rehberlik hizmetlerinin ulaşması da gerekli, idare destek veriyor. Ancak manevi anlamda ne kadar destek verilse de hem okulda tek rehber öğretmen olmasından dolayı hem de okul mevcudunun fazla olmasından dolayı hizmetlerin sunulmasında sıkıntılar yaşanmaktadır. Yani sıkıntıların
büyük çoğunluğu, fiziksel şartlar nedeniyle gerçekleşmektedir” sözleriyle özetlemektedir.
Y
110
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
Okullarda rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesinde yöneticilerdeki rehberlik algısının önemli olduğunu ifade eden katılımcı Ö65 “Okul müdürü büyük oranda rehberlik
hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor ve elinden geldiğince destek olmaya çalışıyor ancak
daha fazla desteğe ihtiyaç olduğu da bir gerçek şüphesiz. Rehberliğin ihtiyaçlarının ikinci sınıf ihtiyaç değil gerekli ve birinci sınıf bir ihtiyaç olduğuna inanması daha önemlidir” ifadesiyle rehberlik hizmeti için gereken ihtiyaçların ikinci sınıf ihtiyaçlar olarak
görülmemesinin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Öte yandan katılımcı Ö70 okullarında
okul müdürünün kendilerine her türlü şekilde destek olduğunu belirtir ve okulda düzenlenen öğretmenler kurulu toplantılarına dikkat çekerek “Okul müdürü öğretmenler kurulu
toplantılarında mutlaka bana da konuşmam için söz verir. Eğitim ve öğretim yılını değerlendirmek için rehberlik çalışmaları adına söylemek istedikleriniz veya tavsiyeleriniz var
mı? Diye soru yöneltir. Bir rehber öğretmen olmam hasebiyle söylediklerini benimde desteklememi bekler” ifadeleriyle öğretmenler kurulunda rehber öğretmenlere söz hakkı verilmesinin rehber öğretmene manevi destek olunması açısından önemini belirtmektedir.
Okullarında rehberlik hizmetlerine yeterli düzeyde destek olunsa bile rehber öğretmenlerin kimi zaman görev ve sorumlulukları haricinde işlere yönlendirildikleri görülmektedir. Konuyla ilgili olarak katılımcı Ö72 “Çoğu okulda rehberlik danışmanlarının
farklı görevlere yöneltildiğini görebiliyoruz. Alanı olmayan derslere bile girenler var. Ancak bu okulda bu söz konusu olmuyor ve işimi çok rahatlıkla yapıyorum” sözlerini kullanırken katılımcı Ö77 ise rehberlik hizmetlerinde işbirliğinin önemine işaret ederek “Okul
müdürü rehberlik hizmetlerine hem inanıyor hem de manevi destekte bulunuyor. Ama
manevi destekten ziyade okul içerisinde alınan kararlar her zaman işbirliğinde yürütülür. İşbirliği dâhilinde yürütüldüğü zaman bir sorun çıkmaz. Her şey birlik ve beraberlik çerçevesi altındadır” şeklinde görüş belirtmektedir. Ayrıca katılımcı Ö75 okullarında
öğrenci sayılarının fazlalığını dile getirerek “Öğrencilerle ilgili herhangi bir problemle
karşılaştığımız zaman okul müdürüyle rahatça iletişime geçebiliyoruz. Ancak sınıfların
çok kalabalık olması sebebiyle her öğrenciyle bireysel ilgilenemiyoruz. Okulumuzda 5
öğretmen rehberlik hizmeti vermesine rağmen 2500 öğrenciye ulaşmak çok zor oluyor”
anlatımıyla kurum içi rehberlik hizmetlerinin etkililiğinde okuldaki öğrenci sayılarının
göz önünde bulundurulması gerektiğine dikkat çekmektedir. Burada yer alan okullarda
rehberlik hizmetlerine yeterli düzeyde destek olunsa bile rehber öğretmenlerin kimi zaman görev ve sorumlulukları haricinde işlere yönlendirildikleri, okullarda rehberlik hizmetleri konusunda işbirliği ve okulların öğrenci sayılarının kapasitenin üzerinde olduğu
yönündeki katılımcı görüşlerini diğer katılımcıların (n=39) görüşleri de benzer şekillerdeki anlatımlarla desteklemektedir.
Y
Diğer taraftan rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine ya da etkililiğine yönelik okul yönetiminin olumsuz görüşe sahip olduğunu bildiren katılımcılarda mevcuttur
ve bu katılımcıların ortak görüşleri genellikle “ Okul müdürleri rehberlik faaliyetlerine
inanmıyorlar ve manevi destek de vermiyorlar” noktasında birleşmektedir. Bunun yanı
sıra katılımcılardan bazıları ise okul rehberlik hizmetlerine verilmesi gereken destek faaliyetlerinin sözde kaldığını “Evet, genellikle okul yöneticileri çok inandıklarını söylerler.
111
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Rehberlik bir okulun bel kemiğidir derler fakat onların rehberlik tanımları ve anlayışları
bizimkilerden farklıdır. Onlar rehberlik hizmetinin kapsadığı alanı çok geniş görürler”
(Ö33, Ö39) ifadeleriyle dile getirmişlerdir. Katılımcılardan Ö34 ve Ö37 ise okul müdürlerinin genel olarak rehberlik hizmetlerine destek olduklarını ancak manevi yönden bir
destek görmediklerini belirtmişlerdir.
Katılımcı Ö38 ise “Okul müdürleri genellikle rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine
inanmıyorlar ve rehber öğretmenlere bu konuda destek olmuyorlar. Rehber öğretmenler
hakkında derse girmedikleri için ve ayrı bir odaları olduğu için “çalışmıyor, boş oturuyor” gibi şeyler düşünülüyor ve idareciler de bu durumu kullanmak istiyorlar. Kendilerinin yapması gereken birçok işi rehber öğretmenin üstüne yıkmaya çalışabiliyorlar”
anlatımıyla kimi okullarda rehber öğretmenlere karşı derse girmedikleri düşüncesiyle
“çalışmıyor, boş oturuyor” türünden değerlendirmelerin olduğunu bir tür ön yargıya maruz kaldıklarını ve bu durumunda yöneticiler tarafından bir istismar aracı olarak kullanıldığını ifade etmektedir.
2.
Okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahip
mi, size fiili destek oluyor mu?
Okul desteği ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir.
c) İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
Okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları ve rehber öğretmenleri destekledikleri söylenebilir ancak rehberlik hizmetleri için çoğu zaman yeterli
donanıma sahip değillerdir. Okullarda okul müdürleri ile rehberlik servisi arasında karşılıklı bir doğal yardımlaşma sürecinin olduğuna vurgu yapılmıştır. İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre konuyla alakalı olumlu görüşe sahip katılımcılar genel
olarak şu ifadelerle görüşlerini dile getirmişlerdir: “Okul müdürümüz rehberlik hizmetleri
hakkında tam bilgi birikim ve beceriye sahip olmasa da öğrenciler için sunduğumuz rehberlik hizmetlerine destek olmaktadır” (n=19).
“Size söylediğim gibi kendisi rehberlik bölümünün öneminin farkında olan bir yöneticidir. Fakat rehberlik alanı ile ilgili bir alt yapısı maalesef mevcut değil. Fiili ve manevi
destek olma konusunda ise hiçbir sıkıntımız yoktur. Destek olma konusunda ki tüm sorularınıza rahatlıkla evet diyebilirim” (Ö14).
“Yeterince bilgiye sahip değil. Ben daha uzman olduğum için bana yardımcı olmaya
çalışıyor ve ben bu konuda yeterince herkese destek sağladığım için oda bana manevi
destek sağlıyor” (Ö16)
Rehber öğretmenler bazıları ise okul müdürlerinin sınıf öğretmenliği branşından geliyor olmalarının rehberlik hizmetlerine olumlu katkı sağladığı yönünde görüş belirtmişlerdir. Bu konuda katılımcı görüşleri:
“Okul müdürümüz sınıf öğretmenliğinden geldiği için rehberlik hizmetlerinde çok titiz
davranıyor. Neler yapılması gerektiği konusunda görüşmeler yapıyoruz. Belirli aralıklarla neler yaptığımızı öğrenmek için toplantılarımız oluyor. Yeterli bilgi, birikim ve beceriye
Y
112
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
sahip. Bu konuda gerçekten çok hassas davranıyor. Envanterlerde bir eksiklik var mı?
Öğrencilere hangi etkinlikler nasıl yapılıyor? Bunların hepsini ciddi bir şekilde takip
ediyor. Eksik olan ne varsa hemen tedarik ediyor” (Ö21).
“Okulumuz müdürü kendilerinin branş öğretmeni değil de, sınıf öğretmeni olmalarından ötürü, rehberlik hizmetlerinin gerekliliğinin bilincinde olan ve gerektiğinde hem
maddi hem manevi destekte bulunan bir yöneticidir” (Ö3) şeklindedir.
Okul müdürlerinin rehberlik hizmetleri konusunda gerekli bilgi beceriye sahip olmadıklarını ve bu durumunda okul rehberlik hizmetlerinde bir aksaklığa neden olduğunu
savunan katılımcılar bulunmaktadır. Konuyla ilgili öğretmen görüşleri şu şekildedir:
“Müdürümüz bu konuda pek fazla bilgi sahibi değil. Kendisinin yönetici bir karakteri
olduğu için bu konularla fazla ilgilenmiyor. Bu sebepten benim işim daha da zorlaşıyor
çok fazla destek göremediğim için” (Ö24, Ö26, Ö28, Ö29, Ö30)
“Rehberlik dersinde başka derslerin işlenmesine göz yumduğu için okul müdürünün
fiili olarak ta çok fazla destek olduğu söylenemez” (Ö25).
“Branş öğretmenlerinin rehberlik öğretmenleri ile irtibatı yeteri kadar kuvvetli değil.
Bu durumda rehberlik hizmetlerinin aksamasına neden oluyor. Branş öğretmenlerinin de
rehberlik konusuna yeteri kadar önem vermemesi de bu durumun bir sonucudur. Çoğu
branş öğretmeni etkinlikleri tam olarak anlayamadığından yapamıyor. Öğretmenler, öğrencilere en çok meslek seçiminde yardımcı olabiliyor. Diğer rehberlik faaliyetleri ise
çoğunlukla aksıyor” (Ö27).
Kimi rehber öğretmenler ise okul yöneticilerinin rehberlik konusundaki bilgi ve motivasyon eksikliklerine dikkati çekmektedirler. Bu duruma katılımcılardan biri “Okul müdürü öğrenci başarısının her yönüyle rehberlik hizmetlerinin sağlıklı yürütülmesine bağlı
olduğuna inanıyor, bu konuda da elinden gelen her türlü desteği yapıyor. Ancak müdürün
motive etmesi pek yeterli değildir. İstediklerini bildirir ve yapılmasını bekler çok fazla
şeyde istediği olur fakat müdürün motive konusunda eksik olduğunu düşünüyorum bu
tek rehberlik hizmetiyle sınırlı değil, okuldaki tüm öğretmenlere ve derslere yönelik diye
düşünüyorum” (Ö19) şeklinde açıklık getirirken Ö4 bu durumu yaş unsuruna bağlamakta
ve “Müdürlerin yaşlarının büyük olmasından rehberlik eğitimi ile ilgili eksikliklerinden
dolayı negatif etkiler olabiliyor” görüşünü savunmaktadır. Başka bir deyişle okul müdürünün yaşı, rehberlik konusundaki bilgi düzeyi ve iletişim yeterliliği etkili rehberlik
hizmetlerinin sunumunda önemli roller üstlenebilmektedir. Araştırmaya katılan öğretmenlerden diğer 18 rehber öğretmenin bu soru maddesine yönelik görüşleri de Ö6, Ö10,
Ö9, Ö19 ve Ö4 ile benzer ifadeleri içermekle birlikte genellikle “Okul Müdürü rehberlik
hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor. Evet, manevi destek oluyor” cümleleriyle görüşlerini
özetlemişlerdir.
d)
Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
Y
Ortaöğretim öğretmenlerinin okul müdürlerinin rehberlik konusunda bilgi ve yeterlilik düzeylerinin yüksek olduğunu düşündükleri görülmektedir. Katılımcılar okul müdürlerinin özellikle veli ve öğrenci boyutunda okullarındaki rehberlik hizmetlerine katkıları113
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
nın çok olduklarını belirtmişlerdir. Konuya ilişkin bazı katılımcı görüşleri şöyledir;
“Okul müdürümüz rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahiptir.”
gibi bir ortak ifade ile dile getirmektedirler “(Ö43, Ö44, Ö45).
“Bizim müdürümüzün rehberlik hizmetleri hakkında gerekli olan bilgi ve birikime sahip olduğunu düşünüyorum. İlk olarak rehberlik hizmeti sadece öğrencilere değil velilere
ve öğretmenlere de hizmet vermelidir. Okul müdürümüz bunun farkında olduğu için öğrencilere, velilere ve öğretmenlere yönelik paneller ve konferanslar düzenleme konusunda bize destek oluyor. Çok sık yapamasak da okul dışı etkinliklerinde uygun koşulları
sağlamaya çalışıyor. Ayrıca bir diğer önemli nokta öğrencilerimizin her türlü sorunlarıyla rehberlik servisi ilgilendiği için, ihtiyacı olan öğrencilerimize burs verme ve bulma konusunda da okul müdürümüzün son derece ilgili olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında
bir takım okul içi veya dışında sorunu olan öğrencilerimizi fark ettiğimiz zaman gerekirse
okul müdürümüz velilerle birebir görüşmeler içine giriyor ve sorunun çözümü konusunda
yardımcı olmaya çalışıyor” (Ö81).
“Müdürümüz okulumuzun faaliyetlerini, öğretmen-öğrenci ilişkilerini öğrencilerimizin veliler ile olan görüşmelerini belirli bir koordinasyon sistemi ile yürütmektedir.
Örneğin; hangi öğrencimizin ne tür ilaç kullandığını biliriz, ne tür sıkıntıları olduğunu bizzat öğrenciyle de velisiyle de görüşürüz bunlardan bizim ve müdürümüzün haberi
olur” (Ö76).
Diğer taraftan rehberlik hizmetleri için yeterince vakit ayrılmadığı, verilen sözlerin
hep sözde kaldığı, hizmet içi eğitimlerin yeterli düzeyde olmadığı ve kimi okul müdürlerinin baskıcı ve otoriter tutumlarının okullardaki rehberlik hizmetlerinde çeşitli sorunlar
yaşattığı yönünde katılımcı öğretmen görüşleri de mevcuttur. Öğretmenler bu konulara
ilişkin şöyle ifadeler yer vermektedirler:
“Hayır bu konuda bir birikime sahip değil. Bu çalışmaların gerçekliğine inanmadığı
için bir destek de yok. Bunun altında yatan sebep de bir bilgi sahibi değil kendisini geliştirmesi lazım” düşüncesinde birleşmektedir (n=12).
“Rehberlik hizmetine çok vakit ayrılmıyor. Yani müdürümüzle çok fazla bu hizmetle
alakalı görüşemiyoruz” (Ö34).
“Genellikle okul müdürleri rehberliğin gerekli olduğuna sözde inanırlar, fakat icraat
ta pekte umursamazlar. Okul yöneticileri rehberlik yaklaşımını bilmedikleri için, içeriğini
de bilmezler. Tek bildikleri rehberliğin gerekli olduğudur. Bakanlık her sene bu konuyla
ilgili düzenli seminerler veriyor, fakat bu seminerler de sohbet şeklinde geçtiği için rehberlik hizmetlerine pekte bir faydası olmuyor. Asıl olması gereken, hizmet içi eğitimin
daha destekli daha faydalı hale getirilmesidir” (Ö35).
“Bir çok müdür yeterli bilgi birikimine sahip olmamakla birlikte rehber öğretmen
rehberlik hizmeti dışında joker gibi farklı veya boş alanda değerlendirme durumu oluyor.
Müdürlerin bu bilgi yetersizliği yüzünden rehber hocalar extra bir yük alıp yıpranıyor.
Bu yüzden öğrenciler hepsiyle ilgilenme olanağımız olmuyor. Bir kişi veya olay hakkında
objektif testler, görüşmeler yapılarak yapılan raporları kendi görüşlerine aykırı olduğu
Y
114
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
takdirde kendilerine yapılmış hakaret ve saygısızlık olarak algılayabiliyorlar. Müdürlerin rehberlik servislerinin görev ve sorumluluklarını anlaması için çok ciddi eğitimden
geçirilmeli” (Ö37).
Son olarak bazı rehber öğretmenlerin kimi okullarda bir tür sekreter gibi görüldükleri
düşüncesini bir öğretmen şu şekilde açıklamıştır:
“Okul müdürleri genellikle rehberlik hizmetleri hakkında yeterli bilgi, birikim ve beceriye sahip değildirler. Onlara göre rehberlik hizmetinin belli bir sınırı yoktur. Rehberlik
öğretmenini sekreter gibi görürler. Öğrencilerle ilgilenmek dışında okulun evrak işlerini
de bize yaptırıyorlar. Gördüğünüz gibi yapılmayı bekleyen birçok dosya var. Onlara göre
bir sınıf öğretmeni de öğrencilere rehberlik yapabilir. Bu yüzden bizden daha fazlasını
bekliyorlar. Bu nedenle okulda bir koordinatör durumundayım. Bunlara rağmen okul müdürü yapmak istediğim çalışmalarda fiili desteğini de esirgemiyor” (Ö42).
3. Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi?
Öğrenci kişilik hizmetleri ana teması altında ilköğretim ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ayrı alt başlıklar altında aşağıda verilmiştir.
e)
İlköğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
İlköğretim rehber öğretmenlerine göre okullarda öğrenci kişilik hizmetlerine dönük
çalışmalar yeterli değildir. Öğretmenlere göre bu durumun önde gelen temel sebeplerinden biri okullardaki öğrenci sayılarının fazlalığıdır. Ayrıca kimi okullarda yeterli sayıda
rehber öğretmen olmaması bir diğer etken olarak belirtilmiştir (Ö1, Ö2, Ö3, Ö12). Konuya ilişkin katılımcı görüşleri aşağıda verilmiştir:
“Yani bu konuda evet desem yalan olur. Standardı yakalamak hedefimiz. Rehberlik
ucu açık olan bir branştır. Bu okulda da bir tane rehber öğretmeni bulunmaktadır. 1300
öğrenci bulunan okulda bu rakam çok sıkıntılı bir durumdur. Bu konuda çok fazla eksik
olduğunu düşünmekteyim” (Ö12),
“Buna olumlu bir cevap veremeyeceğim. Öğrenci sayısı çok fazla fakat okulda sadece
iki rehber öğretmeni var. Malum burası devlet okulu. Bu sebeple yeteri kadar ilgilenemeyebiliyor olabiliriz” (Ö2).
“Okulumuzda iki tane rehberlik uzmanı var. Ben 350 öğrenciye bakıyorum. Hepsi ile
ayrı ayrı ilgilenemesem de genel manada ilgilenmeye çalışıyorum. Özellikle sınıf öğretmenleri ile irtibata geçip sorunlu öğrencilerle ilgilenmeye çalışıyorum. Okulumuzda
öğrenci kişilik hizmetlerinin yeterli düzeyde olmadığına inanıyorum” (Ö6).
“Hayır, yeterli düzeyde değil. Türkiye genelinde olduğu gibi, Okulun norm kadrosu 3
iken 1 rehberlik öğretmeni istihdam ediliyor” (Ö11),
“Okul zaten üç bin kişi ben okulda tek rehber öğretmeniyim ve istesem bile yardımcı
olamıyorum ve bu yüzden uygulama yetersiz kalıyor uygulama tekniklerinde geri dönüşüm sağlayamıyoruz bu yüzden” (Ö16),
Y
“Öğrenci kişilik hizmetleri tarafımızdan tam olarak yapılmaya çalışılmaktadır. Yalnız 500 öğrenciye 1 rehber öğretmen olarak atama yapıldığından dolayı ve üzerimizdeki
115
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
sorumlulukların çok olmasından dolayı yetişememe sıkıntısı yaşamaktayız. Yetişebildiğimiz oranda yeterli olmaya çalışıyoruz. Kendi adıma ise gerçekten yetişmeye çalışıyorum
demekle yetinebilirim” (Ö18).
“Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde denemez, çünkü okulda tek rehberlik hocası olduğumdan her öğrenciye yeterli vakit ayıramıyorum, rehberlik derslerinin de
yeterli düzeyde olduğunu düşünmüyorum” (Ö25).
“Hayır, yeterli değil, gerek fiziksel koşullar (sınıfların kalabalık olması, imkânların
yetersizliği, mali sorunlar, rehber öğretmenlerinin azlığı) gerekse velilerin rehberlik hizmetine bakış açısı, sosyoekonomik düzeyleri rehberlik hizmetinin yeterli düzeyde uygulanamamasına neden olmaktadır” (Ö19).
f) Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri:
Ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşleri ile ilköğretim rehber öğretmenlerin görüşlerinin okul öğrenci kişilik hizmetlerinin aksamasında öğrenci mevcutlarının fazla ve
rehber öğretmen sayılarının az olduğu sonucunda birleştiği görülmüştür. Konuya ilişkin
bazı katılımcı görüşleri şöyledir:
“Okulun bir rehberlik hocasına düşen 500 öğrencinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenip
kişilik analizi yapılması ve onlarla tek tek görüşme imkanı olmaması, öğrencilerin çoğu
zaman rehberlik hizmetlerinden yeterli oranda faydalanamamalarına yol acıyor. Bizimde kalabalık içinde onların fark edemiyor olmamız, öğrencilerin kişiliklerine çok fazla
yardımcı olamıyoruz ve onların kişiliklerine çok az katkı sağlayabiliyoruz” (Ö75).
“Hayır ne yazık ki çünkü öğrenci sayısı çok fazla ve onları tanımakta zorluk çekiyoruz. Kalabalık bir yana birde çocukların bu servisi kullanmak istememeleri bu servisin
anlaşılamadığını ve yeterli olmadığını gösterir. Bazı öğrencileri haftada 2 veya 3 kez
görürken hiç muhatap olmadan mezun olanlar bile olabiliyor” (Ö74).
“ Okulda bulunan öğrenci sayısının fazlalığından dolayı herkesin isteği doğrultusunda hizmetler bulunmamaktadır. Bireysel ihtiyacı olanlara ve talep edenlere karşı gereken
hizmet verilmektedir. Mesela derslerde başarısı düşük olan bir öğrenci için, bunun nedenlerini belirleyecek testler uygulanmaktadır. Ancak dediğim gibi bu rehber öğretmenin
yanına gelip talep eden öğrencilere uygulanmaktadır” (Ö73),
“Okulun kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil çünkü okulda 2000 öğrenci var. Bu
konuda bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ama yeterli düzeyde değil. Eğer benim 300 öğrencim olsaydı, her birinin ders, aile, kişisel durumları ve gelecekle ilgili planları hakkında
bilgi sahibi olabilirdim ama 2000 öğrencili bir okulda bu pek mümkün olmuyor” (Ö33).
“Öğrenci kişilik hizmetleri son derece yetersiz özellikler devlet okullarında böyle olduğunu düşünüyorum. şu anda bizim okulumuzda 3500 öğrenci var ve benden ayrı bir
rehber öğretmen daha var ancak her birimize 1750 öğrenci ile ilgilenmek zorundayız bu
durumda kişilik hizmetleri nasıl yeterli olabilir ki” (Ö65).
“Hayır, yeterli düzeyde değil. Rehberlik öğretmeni sayısının 4 olması gereken bir lisede, 1 adet rehberlik öğretmeni çalışıyor” (Ö82).
Y
116
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
Öte yandan kimi okullarda öğrenci kişilik hizmetleri adına yapılan çalışmaların sadece anketlerle sınırlandırıldığı, kırtasiyecilik anlayışının egemen olduğu ve yeterli alan
uzmanının (psikolojik test uzamanı, ölçme uzmanı, vs) istihdam edilmediği ifadelerinde
bulunan katılımcılar da vardır. Bu katılımcı görüşleri şu şekildedir:
“Öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil. Öğrenciler soru sormak ve dertlerine çare olacak muhatap bulmakta zorluk çekmektedirler. Öğrencilere sadece anket
uygulanıyor. Anket değerlendirilmeleri gerçek anlamda yapılmıyor. Fakat formalitede her
şey çok düzgün” (Ö31).
“Devletin dili yazılı metin olduğu için her şeyi yazılı hale dönüştürmek gerekiyor,
kırtasiyecilik fazla, işler yavaş yürüyor. Teorikte 250 öğrenciye 1 rehber hoca düşmesi
gerekirken, pratikte ise yaklaşık 1000 öğrenciye 1 rehber öğretmen düşüyor buda ciddi
manada öğrencileri tanıma, araştırma ve ilgi yeteneklerini ortaya çıkarma konusunda
çok eksik kalıyoruz” (Ö37).
“Hayır, maalesef okulda ki öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde değil. Çünkü rehberlik servisi sadece rehberlik öğretmeninden değil, bir ölçme değerlendirmeci, eğitim
programcısı vb gibi kişilerden oluşturulmalıdır. Eğitim öğretimin bütünleyici bir parçası
olduğu için, kültürel, eğitsel, sosyal yardım, vb gibi faaliyetlerin bir arada toplandığı
öğrenci işleri de okullarda bulundurulmalıdır” (Ö35).
Tartışma
Bu araştırmanın amacı, ilk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin okul rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik bakış açılarının okul rehber öğretmenlerinin görüşleri
doğrultusunda değerlendirilmesidir. Alan yazında okullardaki rehberlik hizmetleri sürecinin pek çok faydası olduğundan söz edilmektedir. Öncelikle rehber öğretmenlere okulu
ve okul çevresini değiştirme imkânı vermektedir. Ayrıca okullarda her açıdan zamanın
etkili kullanılmasını sağlar. Rehber öğretmenlere, ailelerle, öğrencilerle, sınıfla ve bütün
okulla, sistemli ve bütüncül şekilde ilgilenebilmeleri için müdahale fırsatları sağlar. Bu
faydalar, rehberlik hizmetlerinin bir parçası olan öğrenci, aile, öğretmen, yönetici ya da
toplum için de geçerlidir. Dolayısıyla rehberlik hizmetleri, okul sistemine daha geniş bir
etki yapma imkânı vermektedir (Dinkmeyer ve Carlson, 2001; Dollarhide, 2003b; Schmidt, 2003’ten Akt. Tagay ve Sarı, 2012).
Y
Yapılan araştırma kapsamında gerçekleştirilen görüşmeler sonunda ulaşılan bulgular, ilk ve ortaöğretim okullarındaki rehber öğretmenlerin okul yöneticilerinin rehberlik
hizmetlerine inanıp inanmadıkları ve bu konuda bilgi sahibi olup olmadıkları hakkındaki
ve belirlenen üç ayrı temaya (okul rehberlik hizmetleri, okul desteği ve öğrenci kişilik hizmetleri) yönelik görüşleri arasında paralellik bulunduğunu göstermektedir. Başka
bir deyişle araştırmanın gerçekleştirildiği okullarda yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin
gerekliliğine olan inançlarının olumlu ve artan oranlarda olduğu konusunda öğretmen
görüşleri birbirleriyle örtüşmektedir. Bu durumu Camadan ve Sezgin (2012) yaptıkları
araştırma sonucunda, okul müdürlerine göre okullarında yürütülen rehberlik faaliyetle-
117
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
rinde gerek öğrencilere gerekse ilgili diğer kişilere yardımcı olunduğu anlaşılmaktadır,
şeklinde ifade edilmiştir. Rehber öğretmenlere göre okul müdürleri, okullarındaki rehberlik hizmetlerinin gerçekleştirilmesi sürecinde okuldaki diğer unsurlarla birlikte olumlu
katkılarının olduğunu düşünmektedirler.
Rehber öğretmenlerin görüşlerine göre müdürler, rehberlik hizmetlerinin yararlılığına
genellikle inanıyorlar ancak rehberlik hizmetleri, birçok okul müdürü için ikinci sınıf
iş olarak görülüyor ve rehber öğretmenler, müdürlere okullarında rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine olan destekleri konusunda aynı olumlu notu vermiyorlar. Müdürlerin
destek konusunda bu durumda olmalarının sebepleri arasında okulun fiziksel koşullarının rehberlik hizmetleri için yeterli olmaması, sınıf mevcutlarının kapasitenin üstünde
olması, okullardaki diğer branş öğretmenleri ve yöneticilerle olan işbirliği eksiklikleri
ve rehber öğretmenler hakkında “rehber öğretmenler derse girmiyorlar, boş oturuyorlar,
vb” şekildeki ön yargıların bulunduğu sonuçları görülmüştür. Bu sonuçlar çerçevesinde
örneğin, Owen ve Owen (2008) tarafından yapılan bir araştırmada, rehber öğretmenlerin
okullarda yeterli düzeyde psikolojik danışma ve rehberlik hizmetini veremedikleri çünkü
yönetsel işlere fazla zaman ayırdıkları bulunmuştur. Okul müdürleri rehber öğretmenlerin yönetsel çalışmalarını görüp kişisel özelliklerini, özellikle de çalışkanlığını ön plana
çıkarmış olabilirler. Özellikle ülkemizde rehber öğretmenlerin rol ve işlevleri fazla belirgin olmadığı için birçok yazar rehber öğretmenlerin rollerinin netleştirilmesi gerektiğini
ifade etmektedir (Pişkin, 1989; Doğan, 2000; Yöndem, 1999; Korkut, 2007; Yalçın, 2006;
Ünal ve Ünal, 2010).
Bununla yanı sıra araştırma kapsamındaki ilk ve orta öğretim okullarındaki kimi rehber öğretmenler ise, okullardaki fiziksel koşulların ve imkânların çoğu zaman rehberlik
hizmetlerinde aksamalara neden olabildiğini kabul etmekle birlikte bu durumun okullardaki rehberlik hizmetlerinin ikinci sınıf bir ihtiyaç olarak düşünülmesine neden olacak
şekilde bir davranışa dönüştürülmemesi gerektiğini düşünmektedirler. Okul müdürleri
okul rehberlik hizmetlerini ikinci sınıf ihtiyaçlar olarak görmekten kendilerini sakınmalıdırlar. Bu noktada okul müdürleri öğrenci velileriyle işbirliği yaparak veya okul aile
birliklerini sürece daha çok dâhil ederek kimi fiziksel koşulların iyileştirilmesine katkı
sağlayabilirler (Finkelstein, 2009). Dahası konuya ilişkin görüşlerine başvurulan ilk ve
ortaöğretim rehberlik öğretmenleri kendi okullarında okul müdürleriyle karşılıklı işbirliği sürecinin işletilmesinin rehberlik hizmetlerinin yürütülmesi sürecini kolaylaştırdığını
belirtmektedirler. Dolayısıyla okullarda rehberlik hizmetleri sürecinde okul yönetimi ve
okul rehberlik servisleri arasında oluşması beklenen işbirliği ikliminin pozitif etkilerinin
önemli olacağı öngörülmektedir. Çünkü okullarda rehber öğretmenler ve yöneticilerin
kendilerine yüklenen görevleri olduğundan etkili bir şekilde yerine getirmeleri beklenir.
Ayrıca bu konuda ülkemizde ve yurt dışında yapılan birçok araştırma, okul rehberlik hizmetlerinin sadece okul yöneticileri ve rehber öğretmenlerine bırakılamayacağı özellikle
öğrenci velilerinin de sürece dâhil edilerek işbirliğine gidilmesi gerekliliği vurgulanmaktadır (Özabacı, Sakarya, Doğan, 2008; Hamamcı, Murat, Çoban, 2004; Finkelstein, 2009;
Hatipoğlu, 2010; Akgün, 2010).
Y
118
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
Öte yandan rehberlik hizmetlerinin yürütülmesine dair işbirliğinin sağlanarak etkin
işletilebilmesinde öncelikli olarak okullardaki yönetim kadrosunda bulunan müdür, müdür başyardımcısı ve müdür yardımcısı gibi unvan sahiplerinin okullarında rehberlik
hizmetlerinin işleyiş süreci hakkında fikir birliği sağlamaları da önemlidir. Özabacı, Sakarya ve Doğan (2008) “Okul Yöneticilerinin Okuldaki Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşleri” üzerine yürüttükleri bir araştırmada, okul rehberlik
hizmetlerinin işleyişine dair okul yönetiminden sorumlu müdür ve müdür yardımcılarının
görüşleri arasında birçok farklılıkların olduğunu belirlemişlerdir. Araştırma kapsamında
kimi okul müdürlerinin “Rehberlik servisinin sürekli bir birim olarak okulda yer almasının öğrenci gelişimi açısından yararlı olacağını düşünüyorum” şeklindeki görüşe yüksek
düzeyde katılım gösterdikleri sonucuna ulaşılmıştır. Öte taraftan okul müdür yardımcıları
ise yüksek düzeyde “Rehber öğretmenlerin okuldaki rehberlik hizmetlerinin yürütülmesi
dışında idari bölüme de yardımcı olduğu için okulda bulunması gerektiğini düşünüyorum” türündeki görüşe katılmış olmaları okullardaki rehberlik hizmetlerine bakış açısı
konusunda oldukça dikkat çekicidir. Okullarda rehberlik hizmetlerine dair özellikle üst
kademe yöneticiler arasında işbirliğine dayalı fikir birlikteliklerinin her zaman sağlanamadığı anlaşılmaktadır.
Özetle, mevcut araştırma bulguları doğrultusunda araştırmaya katılan ilk ve ortaöğretim okul rehber öğretmenleri genel olarak okullarındaki yöneticilerin rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inandıkları inancını paylaşmaktalar ancak bu inancın daha çok manevi
destek olarak kendilerine yansıtıldığı ve fiili desteğin geri planda kaldığını düşünmekteler. Birçok okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında yeterli bilgi, birikim ve beceriye
sahip olma noktasında eksik ya da güncel olmayan bilgilere sahip ve özellikle bu nedenle
okullardaki rehberlik hizmetleri sürecindeki öğrenci kişilik hizmetleri konusunda rehberlik servisleri yeterli düzeyde gelişim gösterememekteler. Bu durumun bir diğer öncelikli
sebebi okullarda rehberlik servisleri ve okul yöneticileri arasında “hizmette işbirliği” kuralının etkin işletilemediğine dair rehber öğretmen görüşlerinin yüksek düzeyde olmasıdır.
Sonuç ve Öneriler
Araştırmaya katılan ilk ve ortaöğretim rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre araştırmanın sonuçlarını şöyle sıralamak mümkündür:
Y
1. Okul müdürlerinin rehberlik hizmetlerine inançları vardır. Ancak kimi okul müdürleri rehberlik hizmetlerini okullarda gerekliliğini benimsemelerine rağmen bu konuda
söyledikleri çoğu zaman uygulamaya geçmemektedir (n=31). Okullarda rehber öğretmenlere görev ve sorumlulukları haricinde işler verilebilmektedir. Bu durum en önce öğrenci kişilik hizmetlerinin aksamasına neden olabilmektedir (n=46). Okullarda rehberlik
hizmet alanları ve konularına yönelik olarak kimi yöneticilerin eğitimleri yeterli düzeyde
değildir. Bu konuda bilgilendirici seminer ve eğitim faaliyetlerine daha çok ihtiyaç olduğu belirtilmektedir (n=41). Okul yöneticilerinin rehberlik kavramının yararları üzerine
olan inançlarının tazelenmesi, rehber öğretmenlerin okullardaki misyonlarının net olarak
119
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
anlaşılması ve daha etkin hizmet içi eğitim kurslarının oluşturulabilmesi amacıyla gerekirse okul rehber öğretmenleri aracılığıyla konu hakkında tanıtıcı ve bilgilendirici mini
seminer çalışmaları yapılabilir. Ancak hizmet içi eğitim vurgusu eğitim araştırmalarında
sıkça öne çıkan kavramların başında gelmekle birlikte özellikle ülkemizde hizmet içi eğitim kavramının ayrıntılandırılarak yenilikçi bir model çerçevesinde revize edilmesinin
gerekli olduğu düşünülmektedir.
2. Okul müdürlerinin rehberlik hizmetleri konusunda bilgi, birikim ve beceri eksiklikleri olmakla birlikte hizmetlerin gerçekleştirilmesi noktasındaki desteklerini rehber
öğretmenlere sağlamaktadırlar (n=17). Okullarda rehber öğretmenler okul yöneticileri ile
olan işbirliklerini kuvvetlendirici takım çalışmalarında yöneticilerinde bulunmalarını isteyerek bilgi, birikim ve beceri paylaşımı için olumlu bir iklim oluşmasını sağlayabilirler.
3. Okullarda müdürler ve rehber öğretmenler arasında iletişim kopuklukları olduğu
belirtilmektedir (n=59). Kimi zaman okul müdürlerinin yaş değişkenleri de rehberlik hizmetleri sürecine olan görüşlerinin ve inançlarını etkilemektedir. Bu etki daha çok olumsuz iletişim süreçleri şeklinde olmaktadır (n=8). Bu konular hakkında okullarda yüksek
kıdemli okul yöneticilerine ve diğer personele yönelik personel güçlendirme çalışmalarının düzenli aralıklarla en başta il milli eğitim müdürlüklerince yürütülmesi yaş ve diğer
değişkenlerin eğitim ortamlarında doğurabileceği olumsuz iletişim etkilerinin azaltılmasında yararları olabilir.
4. Birçok okuldaki rehber öğretmenleri okullarındaki sınıf mevcutlarının fazlalığından, fiziksel koşulların yetersizliğinden ve evrak işlerinin çokluğundan rahatsızdırlar
(n=44). Bu durum daha çok Milli Eğitim Bakanlığı düzeyinde çeşitli çalıştaylar ve raporlar yoluyla dikkat çekilerek aşılabilir.
5. Okul içerisinde özellikle diğer branş öğretmenleri ve kimi yöneticiler arasında
rehber öğretmenlere yönelik var olan “rehber öğretmenler derse girmiyorlar, boş oturuyorlar, vb” yöndeki önyargılar rehber öğretmenlerin performanslarını olumsuz etkilemektedir (n=29). Okullarda öğretmenler arasındaki iletişim iklimini kuvvetlendirici
sosyal ortamların çeşitlendirilmesi kimi ön yargıların giderilmesinde etkin rol alabilir.
dir:
Araştırma sonuçları incelendiğinde özetle üç genel sonucun öne çıktığı görülmekte-
1. İlk ve ortaöğretim okul yöneticilerinin rehberlik hizmetleri hakkında çeşitli bilgi
eksikliklerinin olduğu bildirilmiştir.
2. Okullarda rehber öğretmenlerin rollerine ilişkin kimi önyargılar ve bu nedenle
çoğu hallerde küçük ya da büyük oranlarda iletişim kopukları vardır.
3. Okul rehber öğretmenleri rehberlik hizmetlerinin daha etkin gerçekleştirilmesi
noktasında yeterli buldukları desteği okul yönetimlerinden alamamaktadırlar.
Bu araştırma ve sonuçlarının nitel araştırma modelinin bir özelliği olarak ebetteki tüm
okullara genellenebilmesi mümkün değildir. Bu nedenle araştırma sonuçlarının özellikle
nicel ve nitel tekniklerin birlikte kullanılacağı karma yöntemler ve daha geniş örneklem
gruplarıyla test edilmesi konuya ilişkin önemli başka ayrıntılara ulaşılmasında yardımcı
Y
120
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
olabilir.
Okullarda rehberlik hizmetlerinin, okul desteğinin ve öğrenci kişilik hizmetlerinin
etkin olarak işletilmesi sürecinin aynı zamanda ciddi ve profesyonel bir denetim gerektirdiği düşünülmektedir. Bu nedenle ilk ve ortaöğretim okullarının gerçekleştirdikleri rehberlik hizmetlerinin rehberlik alan uzmanlarınca denetlenmesi hizmetlerinin kalitesini ve
iyileştirilmesini sağlayıcı bir etki oluşturabilir.
Okul müdürlerinin ve diğer branş öğretmenlerinin rehberlik konusunda farkındalık
düzeylerini artırıcı türde eğitim ve seminer çalışmaları özellikle alan uzmanı akademisyenler ve müfettişlerce okullara gidilerek gerçekleştirilebilir.
Teşekkür
Araştırmanın veri toplama sürecinde verilerin toplanmasına yönelik katkılarından
dolayı 2011-2012 öğretim döneminde Fatih Üniversitesi Formasyon Eğitimi Programı
Rehberlik dersi öğrencilerine teşekkür ederiz.
Kaynakça
Akgün, E. (2010). Okul Öncesi Öğretmenlerinin Bakıs Açısıyla Anasınıflarındaki Rehberlik Hizmetlerinin Değerlendirilmesi. İlköğretim Online, 9(2), 474-483. [Online]: http://ilkogretim-online.org.tr
Bardakçı, A. B. (2011) İlköğretim Okullarında Çalışan Sınıf Öğretmeni, Sınıf Rehber
Öğretmeni Ve Psikolojik Danışmanların Kapsamlı/Gelişimsel Rehberlik Programına İlişkin Görüşleri. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Adana.: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Berkant, H. G. ve Tuncay, A. A. (2012). İlköğretim Birinci Kademedeki Sınıf Öğretmenlerinin Rehberlik Hizmetlerindeki Yeterlilikleri Gerçekleştirme Düzeylerinin
Değerlendirilmesi. Turkish Studies - International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/3, pp. 617-635.
Camadan, F. ve Sezgin, F. (2012) İlköğretim Okulu Müdürlerinin Okul Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşleri Üzerine Nitel Bir Araştırma. Türk Psikolojik Danışma
ve Rehberlik Dergisi. 2012. 4 (38), 199-211.
Finkelstein, D. (2009). A Closer Look at the Principal-Counselor Relationship: A Survey
of Principals and Counselors. Erişim Tarihi: 10.11.2012 www.collegeboard.com/
advocacy
Güven, M. (2009). Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişlerinin Okul Rehberlik Hizmetleri ve
Denetimiyle İlgili Görüşleri. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, (9) 2, ss.
171-179.
Y
Hamamcı, Z., Murat, M. ve Çoban, A. E. (2004) Gaziantep’teki Okullarda Çalışan Psikolojik Danışmanların Mesleki Sorunlarının İncelenmesi. XIII. Ulusal Eğitim
Bilimleri “Kurultayı, 6-9 Temmuz 2004. Malatya: İnönü Üniversitesi, Eğitim
121
Karataş, İ. ve Polat, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Fakültesi,
Hatipoğlu, H. (2010). Okullarda Yürütülen Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Uygulamalarının Belirlenmesi Ve Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi. Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Konca, F. (2007). İlköğretimde Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Programlarının Geliştirilmesi Sürecinde Karşılaşılan Sorunlar. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eskişehir.
Korkut, F. (2007). Counselor Education Program Accreditation and Counselor Credentialing in Turkey. Counselor Education Program Aınternational Journal for the
Advancement of Counselling , 29 (1), 11-20.
Owen, F. K. ve Owen, D. W. (2008). Okul Psikolojik Danışmanlarının Rol ve İşlevleri:
yöneticiler ve Psikolojik Danışmanların Görüşleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, yıl: 2008, cilt: 41, Sayı. 1. ss. 207-221.
Özabacı, N., Sakarya, N. ve Doğan, M. (2008). Okul Yöneticilerinin Okuldaki Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi.
Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 11, Sayı 19, ss.8-22.
Pişkin, M. (1989). Orta Dereceli Okullarda Görevli, Yönetici, Öğretmen Ve Danışmanların İdeal Ve Gerçek Danışmanlık Görev Algıları.Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi. Ankara: Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Şahin, F. Y. (2008). Ortaöğretimdeki Öğrenci Görüşlerine Göre Psikolojik Danışma Ve
Rehberlik (Pdr) Hizmetlerinin Değerlendirilmesi. Uluslararası İnsan Bilimleri
Dergisi, Cilt:5. Sayı: 2. ss 1-26, [Online]: http://www.insanbilimleri.com.
Tagay, Ö. ve Sarı, T. (2012) Okullarda Konsültasyon Hizmetleri ve İşbirliğine Dayalı
Konsültasyon Modelleri. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Yıl 12. Sayı. 23. Haziran 2012, 157 – 172.
Taylı, A. (2008). Okul Psikolojik Danışma Ve Rehberlik Hizmetlerinin Değerlendirilebilirliği. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:
2008-2 Sayı. 17. ss: 133-145.
Ünal, A. ve Ünal, E. (2010). Öğretmen Ve Öğrencilerin Rehber Öğretmeni Algılamalarına İlişkin Bir Durum Çalışması. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi. Cilt:7.
Sayı.2 Yıl:2010, 919-944.
Yalçın, İ. (2006). 21 Yüzyılda psikolojik danışman. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi. 39 (10. 117-133.
Yeşilyaprak, B. (2000). Eğitimde Rehberlik Hizmetleri. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2005). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Yöndem, D. Z. (1999). Liselerdeki Yönetici ve Öğretmenlerin Psikolojik Danışma ve
Rehberlik Hizmetlerine İlişkin Beklentileri. Çağdaş Eğitim Dergisi. 24 (257).
Y
122
Okul Yöneticilerinin Rehberlik Hizmetlerine Bakış Açıları Üzerine Okul Rehber Öğretmenlerinin Görüşleri
EK1
Okullarda Rehberlik Hizmetleri Öğretmen Görüşme Formu
Cinsiyet:
( )K
( )E
Mesleki Kıdem : ( ) 1-4 yıl ( ) 5- 10 yıl
Belirlenen Görüşme Süresi: 45 dk.
( ) 10 ve yukarısı: ……
(Lütfen Süreyi Belirtiniz)
Araştırma Soruları
Okul müdürü rehberlik hizmetlerinin gerekliliğine inanıyor mu, size manevi destek
oluyor mu?
Okul müdürü rehberlik hizmetleri hakkında bilgi, birikim ve beceriye sahip mi, size
fiili destek oluyor mu?
Y
Okulda öğrenci kişilik hizmetleri yeterli düzeyde mi?
123
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
ÇOCUK EDEBİYATINDA YAŞ GRUPLARINA
GÖRE KİTAPLAR VE ÖZELLİKLERİ
FEATURES OF JUVENILE BOOKS ACCORDING TO
AGE GROUPS IN CHILDREN’S LITERATURE
Ferhat ÇİFTÇİ1*
Özet
Çocukluk dönemindeki okuma süreci, bu dönem için yazılan kitapların taşıması gereken özellikler
ve bunlarla ilgili birtakım hususlar, çocuk edebiyatı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu değerlendirme başlıklarından birini, yaş seviyelerine göre çocuk kitapları oluşturmaktadır. Bu kitapların bulundurması gereken özellikler, doğru sonuçlar almak adına sürekli dillendirilmekte ve bu doğrultuda
bazı tasniflere gidilmektedir. Çünkü çocuğun kitap okumasıyla doğrudan ilgili olan yaş seviyesi, çocuk
edebiyatının içerdiği tezlerin amacına ulaşmasında kilit rol oynamaktadır. Bu bakımdan, seçilecek bir
çocuk kitabının doğru zamanda doğru çocukla buluşması, bu edebiyat olayının sağlıklı bir şekilde
gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bu makalede, çocuk edebiyatı ve kapsamında yer alacak kitaplara dair
birtakım temel değerlendirmelerde bulunularak bunların yaş gruplarına göre sınıflandırılması üzerinde
durulmuştur. Ayrıca bazı yaklaşımlar ileri sürülerek çocuğun dünyası ile kitapların dünyası arasında
doğru bir ilişki kurulması gerektiğine değinilmiştir.
Anahtar kelimeler: Çocuk, çocuk edebiyatı, çocuğa görelik, yaş gurupları, yaş gruplarına göre
kitaplar.
Abstract
Reading process in childhood, the features that juvenile books should contain and some particularities related to those books are being evaluated in the context of Children’s Literature. One of the
primary headings in this evaluation is Juvenile Books According to Age Groups. To percieve heathy
results, the features theys hould contain are being articulated continuously and some classifications are
being done. As age group is directly related to child’s reading process, it has a key role in the accomplishment and assertation of the thesis of Children’s Literature. In this respect, bringing together the
proper book with the proper child will provide a healthy occurence for this literary event. In this article, some basic evaluations are made about Children’s Literature and juveniles and their classification
according toage groups is pointed out. In addition, some opinions can be invoked that is emphasized to
establish the relationship between the world of boks with the world of child.
Keywords: Child, children’s literature, for children, age groups, books according to age groups.
Y
*1 Okutman, Muş Alparslan Üniv., [email protected]
125
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
1. Giriş
İnsanoğlunun yaşamında birtakım dönemler vardır. Bunlar, çocukluk, gençlik ve
yaşlılık olarak karşımıza çıkar. Bu dönemlerin kendine has özellikler ve tecrübeler barındırdığı bir gerçektir. Tabii ki bunların aralarında keskin bir ayrım yapmak kolay değildir.
Fakat insanoğlunun yaşam tecrübesini ortaya koyduğu orta yaşları doğuran güçlü bir çocukluk döneminden bahsetmek mümkündür. Çocukluk, insanın gençlikten önceki çağı1
olarak tanımlandığına göre, bir kesiklikten değil, gelişimden ve devamdan bahsetmek
daha doğrudur. Bu bakımdan çocukluk döneminde edinilen her türlü bilgi ve donanımın
ileri zamanlar için önemli olduğu üzerinde durulmaktadır. Bu anlayışa göre çocukluk,
ileri zamanlar için bir çeşit depo işlevi görmektedir. Bu yüzden bu dönemin verimli geçmesi gerektiği sıkça dile getirilmektedir. Bu verimliliği sağlayacak en önemli şeylerden
biri okumadır. Okuma, gelişi güzel bir şekilde yapılacak bir faaliyet değildir. Her şeyden
önce, edinilmiş/edinilecek önemli bir beceridir. Bu noktada, okumayı daha anlamlı kılması adına çocuk edebiyatına ihtiyaç duyulmaktadır. Çünkü çocuk edebiyatı, okur-yazarlık konusunun temel taşını oluşturmaktadır.2 Fakat bu durum, sadece çocuk edebiyatı
kavramının ileri sürülmesiyle eksikliklerin giderileceği anlamına da gelmemelidir. İrdelendikçe durumun farklı boyutlara sahip olduğu görülmektedir. Bu, hem edebiyat hem de
çocuk kavramının derin yapısına işaret etmektedir. Bu bakımdan iyi çözümlenmiş çocuk
ve edebiyat kavramları ışığında varılacak önemli bir adlandırma olarak çocuk edebiyatı
üzerinde durmak gerekir.
Çocuk edebiyatı, adında da anlaşıldığı üzere dönemsel bir nitelik taşımaktadır. Bu
dönemselliğin kitapları da belirleyen önemli bir unsur olduğu açıktır. Çocukluğun bebeklikten ergenliğe kadar olan dönem olduğunu belirten Hasan Güleryüz, bu dönemin
de kendi içinde ayrıldığını söyledikten sonra, o halde kendine göre kitapları olmalı düşüncesini ileri sürer.3 Bu belirlemeden hareket edildiğinde, çocuk edebiyatının en temel
meselelerinden birinin “çocuğa görelik” kavramı ışığında kitapların nitelikleri olduğunu
söylemek gerekir. Nitelikli bir kitabın okuyucu ile buluşmama durumu, yetişkinler için
okuyucu aleyhinde değerlendirilecek bir şeydir. Çünkü okuyucunun, kitapla ilişkisini kuracak bir kararlılığa ve onu anlama donanımına sahip olması gerekir. Fakat bu, çocuk edebiyatında değişkenlik göstermektedir. Çocuk edebiyatında nitelik, çocukla buluşturulacak
bir şey olmakla beraber, daha çok rehber konumundaki kişilerin planlaması gereken bir
şey olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamda, çocuklar için yazmak, yetişkinler için yazmaktan
daha zordur.4 Ayrıca bu, doğrudan çocuk seviyesiyle ilgili bir şeydir. Bu bakımdan çocuk
edebiyatının nitelikli olma durumu, farklı farklı değişkenlere bağlıdır. Yalnızca birkaç
unsurun ortaklığından elde edilecek bir kavram olarak görünmemektedir. Bu yüzden, bu
farklı değişkenlere bağlı verilerin toplanıp değerlendirilmesi ve belli ilkeler çerçevesinde
çocuk edebiyatı kavramı adı altında yaygınlaştırılması gerekir. Çocuk edebiyatına dair
1
D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yayınları, Ankara,2011.
2
Gıyasettin Aytaş, “Okuma Gelişiminde Çocuk Edebiyatının Rolü”, TÜBAR-XIII-/2003-Bahar, s.157.
3
Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, PegemAkedemi Yayıncılık, 2002, s.207.
4
Seyit Battal Uğurlu, “Çocuk Edebiyatı Eleştirisi”, Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages
Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3, Summer 2010, s.1933.
Y
126
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
teorik izahın belli bir kıvama geldiği düşünüldüğünde, eksikliğin daha çok pratik alana
ilişkin olduğu görülmektedir. Çocuğa, “Okuduğunuz hikâyeden ne anladınız?” sorusu yöneltildiğinde, ana düşünceyi söylemek yerine hikâyeyi özetlemeye çalışmaktadır diyen
Halil Karatay, öğretmenin rehberliğinde gerçekleşecek pratiklerin önemli olduğunu belirtir.5 Bu durum, tamamlanması gerekenlerin hem pratik hem de teorik karşılıklar taşıdığını
ortaya koymaktadır.
2. Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları
Çocuk edebiyatı, erken çocukluk döneminde başlayıp ergenlik dönemini de kapsayan bir yaşam evresinde, çocukların dil gelişimi ve anlam düzeylerine uygun olarak
duygu ve düşünce dünyalarını sanatsal niteliği olan dilsel ve görsel iletilerle zenginleştiren, beğeni düzeylerini yükselten ürünlerin genel adı olarak tanımlanmaktadır.6 Bu tanım
göstermektedir ki çocuk edebiyatı, çocukluk dönemindeki birçok bileşene bağlı olarak
söz konusu olmaktadır. Çocukların dil gelişimi, anlam düzeyleri, sanatsal nitelikleri gibi
durumlar, bu bileşenlerden ilk akla gelenlerdir. Ayrıca bu kavram, birtakım roller ortaya
koymaktadır. Bu rollerin en başında gelenler “çocukluk” ve “yazarlık”tır. Bunların etkileşimiyle de “kitap” ve “çocuğa görelik” kavramları söz konusu olmaktadır. Edebiyatı bir
inşa eylemi olarak düşündüğümüzde, çocuğa göreliği hedeflemesi bakımından yazar özne
konumundadır. Ferhan Oğuzkan’ın çocuk edebiyatını, usta yazarlar tarafından özellikle
çocuklar için yazılmış olan ve üstün sanat nitelikleri taşıyan eserler olarak tanımlaması7,
bu açıdan yerindedir. Sever, bunu “çocuk gerçekliğinin iyi bilinmesi”8 olarak karşılar. Bu
bakımdan, çocuk edebiyatının önde gelen kavramlarına ait özellikler ve olması gerekenler, çocuk edebiyatının işlevi ve gerekliliği için önemli açılımlar barındırmaktadır. Bu
kavramların doğru şekilde anlaşılması, çocuk edebiyatına yüklenecek anlamlar için de
oldukça önem arz etmektedir. Bunlardan birinde söz konusu olan bir eksiklik, çocuk edebiyatı kurgusunu bozmakla kalmayıp bu alana ilişkin bazı eleştirilerin ileri sürülmesine
yol açmaktadır. Bu eleştirilerin, çocuk edebiyatının ontolojik mahiyetine yönelik olduğu
gibi eser ve içeriğine ilişkin olarak da dillendirildiği görülmektedir.
Genel bir belirlemeyle söyleyecek olursak, çocukların okuyacağı kitaba, çocuk kitabı denir. Bu çocuk kitaplarının en belirgin yönüdür. Bu belirleme, “çocuğa görelik”
kavramsallaştırmasının söz konusu olmasını sağlar. Böylece çocuk ve kitap ilişkisinin
özelleştirilmesiyle çocuk kitapları söz konusu olmuş olur. Çocuk kitapları, çocuğun üç
yaşına ulaştığı dönemde, onlarla ana dilinin yapı ve işleyişine ilişkin ilk ipuçlarını sunan,
dilin ve çizginin anlatım gücünü ve güzelliğini yansıtabilen görsel ve dilsel uyaranlar olarak çocuğun yaşamında yer edinmeye başlar.9 Aslında bu, oldukça normal bir durumdur.
Çünkü iletişimin basit (sözlü) düzeyden yoğun (yazılı) düzeye varması kaçınılmazdır.
Halil Karatay, “Karakter Eğitiminde Edebi Eserlerin Kullanımı”, Turkish Studies İnternational Periodical For the
Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1, Winter 2011, s.1409.
6
Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, Kök Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 9.
7
Ferhan Oğuzkan,Yerli ve Yabancı Yazarlardan Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Anı Yayınları, Ankara,2001. s. 3.
8
Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 21.
9
Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 29.
Y
5
127
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Sosyal çevre, okul yaşantısı bunu gerektirir ve kitaplar, bu gelişimin somut nesneleri
olarak bu ilişkiyi sağlamada rol alır. Böylece karşımıza çıkan nesne/kitap, çocuğa görelik çerçevesinde çocuk kitabı özelliğini kazanmış olur. Tabii ki burada, çocuğa göreliğin
farklı kriterler ve verilerle oluşturulma durumu ortaya çıkmaktadır. Çünkü eğitim, belli
açılardan karmaşık bir süreçtir ve bu çocuk gibi daha karmaşık bir yapıya yöneldiğinde,
bazı planlamaları gerektirmektedir. Bu bakımdan çocuk kitaplarının, çocuklara ait kitaplar olduğu kabulü yetersiz bir belirlemedir ve bu, birçok boyutu göz önünde bulundurarak
iyileştirilmelidir.
3. Çocuk Kitaplarında Yaş Gruplarına Göre Sınıflandırma Çalışmaları
Çocuğun birey olarak kabulü ve çocuk psikolojisindeki gelişmeler sonucu eğitimci yazarlar “çocuk edebiyat” kavramını ortaya atmışlardır.10 Çocuğun belli gelişim dönemlerinden geçtikten sonra yetişkin olabileceği, bu gelişim evrelerine uygun kitaplar
yazılmasını zorunlu kılınmıştır.11 Bu zorunluluğun ortaya çıkardığı ürünler, çocuk edebiyatı eserleri olarak geçmektedir ve çocukluk döneminin kendi içinde ayrılacağı bazı yaş
guruplarını dikkate almak zorundadır. Aksi takdirde, yaş gurubuna uygun olmayan bir
çocuk edebiyatı eserinin bir değer sunmak yerine, yıkıcı ve uzaklaştırıcı bir etkide bulunması, kaçınılmaz olacaktır. Öte yandan, keskin ayrımlarla çocuğun yaş guruplarından
bahsederek değiştirilmez, esnetilemez kitap seviyelerini söz konusu etmek de yanlıştır.
Çünkü her çocuk kendi içerinde ayrı bir gelişim durumuna sahiptir ve genel kategoriler içerisinde bunu dikkate almak gerekmektedir. Bu noktada “çocuğun takvim yaşı” ile
“okuma yaşı”12kavramlarına başvurmak, yaşanacak sorunları giderecek bir rol oynayabilir. Bu yüzden edebiyat içerisinde çocuk edebiyatı, çocuk edebiyatı içerisinde çocuk
kavramı özelleştirilebilirse daha iyi sonuçlar alınabilmesinin önü açılacaktır.
Birçok araştırmacının yaş guruplarıyla ilgili temelde benzer ama birçok hususta da
farklı ayrımlar ve değerlendirmeler yaptıkları görülür. Çocuğun takvim yaşı, yaş dönemi, devam ettiği sınıf, okuyacağı edebi türler, edebi türlere yönelik bazı tarzlar, metnin
cümle yapısı, tema, yazım tarzı, (el yazısı, matbu) metni anlamaya yönelik sorular vb.
durumların bu ayrımlara etki ettiği görülmektedir. Çocuk gelişim süreçlerinde tür ilişkileri üzerinde duran Hasan Güleryüz, çocuk kitaplarını türlere göre tasnif eder.13Bu tasnifte
“masal çağı” ve “okul dönem”leri yer alır. Masal çağını çocuğun 3-9 yaşları arasındaki
dönemi olarak belirleyen Güleryüz, okul öncesi dönemi ve ilkokulun 1,2,3. sınıf çağını
bu dönem içinde değerlendirir. Ayrıca Beinlich’in bu dönemi, “büyülü düşünüş dönemi”
olarak adlandırdığını söyleyen Güleryüz, türsel ayrımı, içerik ve tarz açısından da, “ilk
evre”, “gerçeklere yönelme çağı” (9-12), yaratıcılığın ön planda olduğu “serüven çağı”
(12-…) ve “soyut düşünme çağı” (yaratıcılık ) olarak dört kategoriyle ele alır.14
10 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 156.
11 Kelime Erdal, Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları, Milli Eğitim, S. 178, Bahar 2008, s. 157.
12
Miriam Zeliha Stebler, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El
Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek),Ankara, 2011. s. 128.
13 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 214.
14 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 216-217.
Y
128
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
Yaş gruplarına yönelik kitaplarda başka bir tasnif değerlendirmesi de Serdal Seven’e
aittir. Seven, çocuk kitaplarını “tanıma ve algılama kitapları”, “kabartma ve otomatik
fırlayan sayfalı kitaplar”, “tekerleme ve yuva şarkısı kitapları”, “resimli ninni kitapları”,
“ABC kitapları”, “sayı kitapları”, “kavram kitapları”, “resimli kitaplar”, “sesli kitaplar”,
“okul öncesi faaliyet kitapları” (3-6), “okuma yazamaya hazırlık kitapları” şeklinde tasnif
eder.15 Bu tasnifte, çocuk kitaplarının birçok açıdan bir ayrıma tabi tutulduğu görülmektedir. Temelde çocuk gelişimi ve çocuğun ilgi ve alakasına dayalı olan bu yaklaşım; kitabın
içeriği, teması, kapağı, türü ile ilgili bir tutum benimsemektedir.
Çocuk kitaplarının taşıması gereken özellikleri,“içyapı” ve “dış yapı”yla ilgili özellikler olarak gören İbrahim Kıbrıs,16 dikkat çekici olarak çocuk kitaplarındaki anlatımın,
Maupassant tarzından Çehov tarzına doğru evrilmesi gerektiği üzerinde durur. Bu ayrımda, basit olay tarzından daha karmaşık durum tarzına doğru bir gidişat söz konusudur. Bu
da, doğrudan çocuğun yaşı ve gelişimiyle ilgilidir ve çocuk kitaplarına ilişkin önemli bir
belirleme içermektedir. Çocuk kitaplarını, iki ana başlık altında inceleyen Ömer Yılar,
bunları “resimli kitaplar” ve “edebî kitaplar” olarak sıralar.17 Resimli kitaplar, genellikle
0-8 yaş arası -kendi içinde ayrılabilecek şekilde-, edebî kitaplar ise yaş grubu olmayan
kitaplar olarak değerlendirilir. Çocuk ve okuma ilişkisini okul öncesi ve sonrası zamanlara ilişkin olarak belli yaşlar çerçevesinde ele alan Yılar, ayrıca, okuma eğilimlerinin
kesin çizgilerle belirlenemeyeceğine hükmünde bulunur. Bunu da aile, çevre, ruhsal yapı,
yetiştikleri kültürel durum, bulundukları sosyoekonomik düzey vb. birçok faktörle ilişkilendirir.18 Genel bir ayrım yapılması mantığına ek olarak çocuk odaklı bir sınıflandırmaya
kapı aralayan bu ifadeler, daha sağlıklı görülmektedir. Daha evvel de belirtildiği üzere,
çocuk edebiyatı, zaten kendi adlandırması üzerinden bir sınıflandırma durumuna işaret
etmektedir. Buna ilaveten, çocuğa uygunluğun detaylandırılarak farklı sınıflandırmalara
kapı aralanması gerekmektedir. Bu da, hem “çocuk edebiyatı” hem de “çocuğa görelik”
kavramları ışığında, “çocuğun takvim yaşı” ve “okuma yaşı”yla tamamlanabilecek bir
şeydir.
Bir başka sınıflandırma da, çocuğun ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda devam ettiği
sınıfa göre yapılmaktadır. Bu sınıflandırmada da genel bir eğilim olarak çocuk seviyesi ve
buna göre edebî türler, bazı kitap içeriklerinin esas alındığı görülmektedir:
1 ve 2. sınıflarda basit masallar, hayvan öyküleri, büyük boyda bol resimli az yazılı
kitaplar, boyanacak resimli kitaplar, albümler, oyun kitapları vb.
3. sınıfta efsaneler, masallar, gerçeğe yakın öyküler, başvuru kitapları, çocuk dergileri, vb.
4 ve 5. sınıflarda çocuk romanları, tarih öyküleri, gezi yazıları, biyografiler, anılar,
15 Serdal Seven, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı (Ed. Şener Demirel), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2010,
s. 110-114.
16 İbrahim Kıbrıs, Çocuk Edebiyatı, Kök Yayıncılık, Ankara, 2010, s. 39.
17 Ömer Yılar, “Çocuk Yayınları”, Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Ed. Ömer Yılar-Lokman Turan),Pegem
Akademi, 2011, s. 44.
Y
18 Ömer Yılar, “Çocuk Yayınları”,Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Ed. Ömer Yılar-Lokman Turan),s 41.
129
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
büyükler için yazılmış ünlü eserlerin bu yaş çocuğuna göre uyarlanmış baskıları, şiir kitapları, piyesler, vb.
6. sınıfta şiir, öykü, anı (hatıra), masal, fabl, deneme, tiyatro, mektup,
7. sınıfta şiir, öykü, anı, makale, roman, deneme, söyleşi (sohbet), gezi yazısı, biyografi,
8. sınıfta şiir, öykü, anı, makale, roman, deneme, söyleşi, eleştiri, destan türlerinde
metinler.19
Orhan Okay, zamanında okunmamış bazı eserlerin ilerleyen zamanlarda okunmasının güç olduğu üzerinde durur ve Heidi’yi 10, Polly Anna ve Keloğlan masallarını 12,
Binbir Gece Masalları’ndan çocuklara uygun olanları 15, Pol ve Virgine’i 17 yaşına kadar
okunması gereken ve ileri yaşlarda okutulması güçleşecek örnek eserler olarak sıralar.20
Bu ifadeleri, telafisi mümkün olmayacak bir okuma durumuna işaret etmesi bakımından
dikkate almak gerekir.
Çocuk kitaplarının dağılımı konusunda hem benzerlikler hem de farklılıklar söz konusudur. Fakat bu farklılıkların doğru sonuçlar almak adına pozitif bir durum oluşturması
da mümkündür. Teknik bir konu olarak karşımızda duran çocuk kitaplarının yaş gruplarına göre dağılımı, doğru yaklaşımlar ve ayrımlar yapılabildiğinde, çocuk edebiyatı alanına bir gelişme sunmakla beraber, bu kavrama ve alana yöneltilen bazı eleştirilerin de
karşılanmasını sağlayacaktır. Bu anlamda, çocuk edebiyatının bu teknik konusu, niteliğe
ilişkin belirlemeler bakımından oldukça önemlidir. Öte yandan, bu teknik belirlemelerin
alan içi değerlendirmeler olarak kalması, başka bir problem durumuna işaret eder. Çünkü
sadece yaş gruplarına göre kitap dağılımı konusunda yetersizlikler yoktur. Bu, biraz da
okuma kavramının toplumsal karşılık bulamamasıyla da ilintili bir durum olarak görülmelidir. Bir çocuğun okuma durumunu iyileştirecek sosyal, kültürel bir atmosfer yoksa
iyi belirlemeler eşliğinde sunulmuş çocuk kitaplarının varlığı da anlamsız kalmaktadır.
4. Yaş Gruplarına Göre Kitaplar
Çocuk kavramını merkeze aldığımızda, çocuğun gelişimine bağlı olarak yaş gruplarına ilişkin genel bir ayrım yapmak mümkündür. Dört aşamadan oluşan çocukluk döneminin birinci evresi doğumdan yaklaşık üç hafta oluncaya kadar, ikinci evresi on sekizinci aya kadar, üçüncü evresi 6-7 yaşına kadar, dördüncü evresi ise ergenlik dönemine
kadar sürmektedir.21 Ayrıca çocukluk dönemini, “okul öncesi dönem” (0-6 yaş), “okul
dönemi” (7-11 yaş) ve “yetişkinlik dönemi” (12-16 yaş) olarak da ayırmak mümkündür.22
Çeşitli durumlar dikkate alınarak bu tasnif değiştirilebilir. Fakat kesin olan, çocukluk
döneminin belli bir gelişim seyrine sahip olduğudur. Bu yüzden çocuk gelişimine bağlı
19 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, Grafiker Yayınları,
Ankara, 2011, s. 57.
20 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.63.
21
Tacettin Şimşek, Fatih Yalçın, Yasin Mahmut Yakar, “Çocuk ve Edebiyat”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk
Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek), Ankara, 2011. s. 11.
22 Ali Fuat Bilkan, “Çocuk Edebiyatı –Kavram ve Mahiyet”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.7.
Y
130
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
olarak yaş guruplarına ve seviyelerine uygun kitaplar seçilmek zorundadır. Bu, oldukça
doğal bir durumdur. Metnin anlaşılma düzeyinden tutun da renk, punto ve görsel destekleme unsurları, bu durumda dikkat edilmesi gereken önemli içermelere sahiptir. Algıyı
oluşturan ve zihin dünyasında somutlaşacak olan bu göstergeler, çocuk edebiyatı metinleri için üzerinde dikkatle durulması gereken hususlar olarak anlaşılmalıdır. Bu yüzden,
bu konuda yapılacak yanlışların çocuğun zihninde oluşturacağı tahribatın önüne geçmek
için dikkatli olunması gerekmektedir. Çünkü yanlış bir girdi, sadece bulunulan zaman
diliminde anlamsız olarak karşımızda olmayıp ilerisi için de bir engel oluşturmaktadır.
4.1. 1-3 Yaş Grubu İçin Kitaplar
Kitabın çocuk algısındaki ilk izlenimleri nesne boyutunda değerlendirilmelidir. Çünkü çocuk, bu yaş diliminde çeşitli fiziksel becerileri kazanmış olarak oldukça hareketli bir
konumdadır ve kitap ona kaldırabileceği, dokunmaktan zevk alacağı ve renklerinden haz
alacağı bir nesne olarak görünmektedir.23 Fikret Uslucan, bu konuya ilişkin olarak çocukların görme, dokunma ve tatma duyularını kullanmalarına ve bunların sıralamasına dikkat
çeker.24 Bu yüzden çocuğun kitapla ilişkisini kontrol eden ebeveynler, kontrollü olmak
zorundadır. Bu konuda çocuğa okuma yazma eğitimi vermeden önce ebeveynleri eğitmek
gerektiği ileri sürülmüştür.25 Ebeveynler, ne ilk karşılaşmayı zedeleyecek ne de bu ilk
karşılaşmada kitaba zarar verecek bir durum oluşturmalıdırlar. Sakınmanın iki boyutlu
olarak ileriye taşıma bilincini yüklenmesi gerekir. Bu da, çocuğun kitapla temas kurması
için bazı kanalların açık bırakılması ve onun önemli bir nesne olduğunun daha ilk zamanlardan kavratılmasıyla ilgilidir. Dilsel olarak gelişimin atacağı bu zaman diliminde şarkılı
ve sesli kitaplar, ses tekrarlarından oluşan minik tekerlemeler, sözcük tekrarlarına dayalı
uyaklı şiirler çocuğun ilgisini çekmektedir.26 Ayrıca bu yaş gurubundaki kitapların belli
bir oranda ¾’ü resim, ¼’ü de yazıdan oluşmalıdır.27 Bu yaş gurubu kitaplarını taşıdığı
özellikle bakımından ayıracak olursak, daha çok “tanıma ve algılama kitapları” (bebeğin
ilk kitabı)nın28 bu döneme denk düşeceğini söyleyebiliriz. Bu bakımdan, çocuğun bu zaman diliminin özelliklerini taşıyan kitaplarla buluşturulması gerekmektedir.
Bu yaş gurubundan 2-3 yaşları için Sedat Sever’in, Ülkü Ovat-Ümit Öğmel, Sesler;
Nina Filipek, İlk Sözlüğüm; Can Göknil, Temiz Kirli; Leslie McGuire, Dişlerini Fırçalıyor musun?; Atsuko Morozumi, Minik Tavşan Yatma Zamanı adlı eserler, önerdiklerinden bazılarıdır.29 3-4 yaşları için de, Fatih Erdoğan, Kuşumu Kim Kışkışladı; Necdet
23 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı,
S.104-105, s.191.
24
Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı
Özel Sayısı, S.104-105, s.35.
25
Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı
Özel Sayısı, s.35.
26 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, s.191.
27 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, s.191.
28 Serdal Seven, “Çocuk Kitapları”, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı ( Ed. Şener Demirel), s.110.
Y
29 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s.30-31.
131
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Neydim, Düşler Teknesi; Ayla Çınaroğlu, Üç Kuzucuk; Seza Aksoy, Uyku Ağacı; Gülçin
Alpöge, Ah Şu Su adlı eserler önerdikleri arasındadır.30
Hasan Güleryüz, 2-4 yaşları için Eriç Carle’nin, Mavi Bulut; 2-5 yaşları için Cames
Levis’in Küçük Deneyci, Aseza Aksoy’un Uyku Ağacı adlı eserleri tanıtmaktadır.31
4.2. 4-6 Yaş Grubu İçin Kitaplar
Bu yaş gurubu, okul öncesi dönem olarak da adlandırılmaktadır.32 1-3 yaş döneminden sonra çocuğun gelişimin daha bir somutlaştığı görülür. Bu yüzden masal ve öykü
okuma/anlatma dönemidir.33 Seçilecek kitapların fazlaca uzun olmaması ve gerekli ölçüde bir kurguya sahip olması lazımdır. Bu durumda çocuk, kendisi ve yaşamı dışındaki
farklı kurgulara yönelmiş ve böylece ilişki kurmayı öğrenmiş olur. Bu yaş gurubu çocuklarında aynı masalı veya öyküyü tekrar tekrar dinleme eğilimi görülür. Bu yüzden çocuğun dünyası ve mantığı içerisinde farklı kitaplarla buluşması sağlanmalıdır.34 Çocuğun
tekrar okunması veya anlatmasını istediği masalın/hikâyenin aslında başka bir açıdan ne
kadar etkili olduğunu da göstermektedir bu durum. Bu yüzden dengeli bir yaklaşımla bu
isteğin ve durumun kontrolü sağlanmalıdır. Bir imkân olarak karşımızda olan çocuğun
bu tekrar okunma arzusunun, bu açıdan dikkate alınması gerekir. “Kabartma ve otomatik
fırlayan kitaplar, tekerleme ve yuva şarkısı kitapları, resimli ninni kitapları”35 gibi, bu yaş
gurubunun algısına hitap eden kitapları, bu ayrımlar ve adlandırmalarla söz konusu etmek
mümkündür. Çocuğun 10-12 yaş döneminde kalıcı bir alışkanlığa dönüşecek olan kitap
okuma etkinliklerinin temelleri, özellikle ilk altı yaş içerisinde atılacağından,36 bu yaş
döneminin son evresi olan 4-6 yaş dönemine dikkat etmekte fayda vardır.
Sedat Sever, 4-5 yaşları için önerdikleri arasında Aytül Akal, Küçük Prens’in Doğum
Günü; Nur İçiözü, Yalnız Yılan; Fatih Erdoğan, Fili Yuttu Bir Yılan; Aysel Gürmen, Ben
Neredeyim adlı eserleri yer almaktadır.37
Hasan Güleryüz, 4-6 yaşları için Gülten Dayıoğlu’nun Öyle Eğleniyorum ki; 4-7
yaşları için İsmail Kaya’nın Uçmak İsteyen Kaplumbağa adlı eserlerini tanıtmaktadır.38
4.3. 6-8 Yaş Grubu İçin Kitaplar
Bu dönem, okumanın artık okul düzeyinde gerçekleştiği bir yaş gurubudur. Bu yüzden okul bünyesi içerisindeki kitapların da bu yaş grubu kategorisinde değerlendirilmesi
30 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s.31-32.
31 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 207.
32 Miriam Zeliha Stebler,“Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”,Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı
(Ed. Tacettin Şimşek),s. 128.
33 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.192.
34
Miriam Zeliha Stebler, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El
Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek), s. 129.
35 Serdal Seven, “Çocuk Kitapları”, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı (Ed. Şener Demirel), s.111.
36 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.192.
37 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 33.
38 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 208.
Y
132
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
mümkündür. Çocuğun kendi yaşam alanını içeren muhtevaya sahip kitaplarla bu dönemde karşılaşması, onda kitap bağlılığını oluşturacaktır. Ayrıca bu yaş gurubu kitapları, birtakım ahlaki ve toplumsal davranışın kazandırılmaya çalışıldığı bir içeriğe de sahip olmalıdır. Bu içerik, çocuğa dayatılan ve kabaca işaret edilen bir tarzda olmamalıdır. Çünkü bu
konuda ciddi hatalar yapılmaktadır. Çocuğun bireysel ve toplumsal anlamda doğru kabul
edilecek durumları keşfedecek içeriklerle karşılaşması, bu hataların giderilmesi için bir
başlangıç oluşturabilir. Bu bakımdan, genelde edebi eser, özelde çocuk edebiyatı eseri,
okurun tercihte bulunmasını sağlamalıdır. Ayrıca bunun, tercih kavramının şahsiyet gelişimine sunacağı katkıyı öngörmesi gerekmektedir. Bu güveni sağlayan çocuk kitabının
başarı sağlaması oldukça mümkün görünmektedir. Bunun yanında, bu yaş gurubu için
giderek estetik karşılığı güçlü olan kitaplara yönelmekte fayda vardır. Çocuğun, kendisinden hareketle dışarıyı algılama ve değerlendirme yetisi geliştikçe, buna paralel olarak estetik beğeninin de farklılaşacağı düşünülmelidir. Bu durumun göz ardı edilmesi, zamanla
sadece içeriğe odaklanılan bir hal alacağından, olumsuz bir durum oluşmasına yol açar.
Bu yüzden eserde, hem değer içeriğinin hem de estetik karşılığın bir gelişim dengesine
sahip olması oldukça önem kazanmaktadır. Çünkü kitaplar, edebî düzlemde içerik ve
biçim açısından doğruluk ve güzellik özelliklerine sahip olmalıdır. Bütün sanat yapıtlarında okuyucuya sunulacak katkılar, anlamsal ve estetik boyut olmadan düşünülemez. Bu
durumun bizleri vardırdığı hassasiyetlere çocuk kavramını ve bilinç dünyasını da eklediğimizde, meselenin önemi daha da artacaktır. Bu bakımdan, çocuk merkezliliğinde doğru
bir edebî etkileşim için söz konusu ayrıntıların bilinmesi oldukça önem arz etmektedir.
Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek, Okuma Eğitimi adlı eserlerinde, dil gelişimi,
zihinsel gelişim, kişilik gelişimi, sosyal gelişim ilkeleri çerçevesinde belli yaş aralıklarına uygun kitap listesi önermektedir. 6-8 yaş aralığı için Abdulkadir Budak, Kuşların
Alfabesi; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kuş Ayak; Gülten Dayıoğlu, Ece ile Yüce-Annem Beni
Sevmiyor mu?; Serpil Ural, Çiçeğin Ömrü adlı eserler, önerilen kitaplardandır.39
Fikret Uslucan da, Mesnevi, Kelile ve Dimne, Binbir Gece Masalları’ndan bazı seçmelerin 7 yaş için uygun olduklarını belirtmektedir.40
Sedat Sever’in 5-6 yaşları için İsmail Kaya, Küçük Karganın Bir Günü; Tarık Demirkan (Derleyen), Her Güne Bir Masal; Ömer Lütfi Şadoğlu, Bulmacalı Bilmeceler adlı
eserleri; 6-8 yaşları için de Yalvaç Ural, Gözü Boynuz ile İzi Yaldız; Ayla Çınaroğlu,
Şiir Gemisi; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yazıları Seven Ayı adlı eserleri önerdikleri arasında
sıraladığı görülmektedir.41
4.4. 8-10 / 9-11 / 11-12 Yaş Grupları İçin Kitaplar
Bu yaş döneminde okul bilgisindeki gelişime bağlı olarak sosyal bir gelişim de izlenir. Bu nedenle farklı duyguların geliştiği bir evre olarak düşünülmelidir bu yaş dönemi.
39 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.72.
40
Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı
Özel Sayısı, s.37.
Y
41 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 34-35-36.
133
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Çocuğun kendi cinsinden arkadaşlara yöneldiği bu dönemde bu yönelmenin nabzı tutularak bu durum bir imkâna dönüştürülmelidir. Erkeklerin bu yaştan itibaren serüven
ruhu gelişirken, kızlarda daha çok düşsel ögelerle romantizm baskın bir hal alır.42 Bu
dönemin kitapları, genel olarak öykü kitaplarının yanında fabl, şiir, çizgi roman, doğa ve
fen olaylarıyla ilgili kitaplardır. Kişilik gelişimin ergenlik kavramıyla buluştuğu bu yaş
grubunda, ergenlik gelişimine paralel bir şekilde edebî gelişimin de sağlanması gerekir.
Doğru tercihler ve doğru müdahaleler, ergenliğin bu ilk zamanlarını imkâna dönüştürme
olanağına sahiptir. Ayrıca, çocuğun bu dönemde, aile ve öğretmen gibi rehberlerden çok,
arkadaş ve çevre etkileşimine açık olması, kitapların grup faaliyetleri eşliğinde söz konusu edilmelerini gerektirmektedir. Bu bakımdan, kendi tercih ve belirlemeleri yoluyla,
kitapların yaşamlarında cazip bir konuma gelmesi sağlanabilir.
Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek’in önedikleri kitap listesinde, bu 8-10 yaş aralığı
için, Cemal Süreya’nın Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Cin ile
Cincik, Gökhan Özcan’ın Altmışikiden Tavşan, Mevlana İdris’in Çınçınlı Masal Sokağı,
M. Ruhi Şirin’in Dünyaya Gelen Adam, Samed Behrengi’nin Bir şeftali Bin Şeftali adlı
eserlerinin yer aldığı görülür.43 10-12 yaş aralığı için de, Antoine de Saint Exupery’nin
Küçük Prens, Gülten Dayığlu’nun Kafdağı’nın Ardına Yolculuk, Sevim Ak’ın Vanilya
Kokulu Mektuplar, Ülker Köksal’ın Uzaydaki Arkadaşım adlı eserlerin, önerilenler arasında yer aldığı görülür.44
Fikret Uslucan ise, 9-10 yaşları için Alice Harikalar Diyarında, Peter Pan; Jules Verne
ile Ömer Seyfettin’in eserlerini; 11- 12 yaşları için de Dede Korkut Hikayeleri, peygamber kıssaları, Kemalaettin Tuğcu’nun eserlerini önermektedir.45
Sedat Sever’in, önerdikleri arasında 8-10 yaşları için Yalvaç Ural’ın Müzik Satan Çocuklar’ı; Çetin Öner’in Portakal’ı yer almaktadır. 10-12 yaşları için Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Balina İle Mandalina’sı; Çetin Öner’in Gülibik’i; Gülten Dayıoğlu’nun Mo’nun
Gizemi adlı eserleri önerdiği görülmektedir.46
Hasan Güleryüz, 7+ yaşları için Nazım Hikmet’in Sevdalı Bulut; 8+ için Kemal
Ateş’in Yitik Kuzuları; 9+ için kendi eseri Rüzgârlı Vadi; Samet Behrengi’nin Küçük
Kara Balık; 8-10 yaşları için de Tacim Çiçek’in Şeftali Dede adlı eserleri tanıtmaktadır.47
4.5. 13-15 Yaş Grubu için Kitaplar
Çocuğun gençlik dönemine adım attığı bu ilk yıllar, genellikle içe kapanma ve isyankârlık eğilimlerinin arttığı görülür.48 Bu yüzden, bugüne gelinceye dek elde edilen
42 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194.
43 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.74.
44 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.76.
45
Fikret Uslucan, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”, Hece Çocuk Edebiyatı
Özel Sayısı, s.37.
46 Sedat Sever, Çocuk ve Edebiyat, s. 37.
47 Hasan Güleryüz, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, s. 208-209.
48 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194.
Y
134
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
bazı kazanımların bir durağanlık belki de bir tehlike yaşadığı dönem olarak görülmelidir.
Çocukta oluşan fikri arayışların ve gözlemlenen durumlarla oluşan memnuniyetsizliklerin uzun sürmesi halinde bazı sıkıntılar baş gösterebilir. Arayış döneminde olan çocuklara, bu dönemde biyografi tavsiye etmek faydalı olabilir.49 Tabii ki çocuğun çevresine karşı
aktif olduğu bu yaş döneminde, toplu olarak ortam iyileştirici okumalara ve yönlendirmelere ihtiyaç vardır. Okul ortamlarında veya farklı sosyal merkezlerde kitap merkezli
çalışmaların gerçekleştirilmesi ergen gruplarını motive edebilir. Sıkıcılığı önlemek adına
mizah dergilerinin bu dönem için işlevselliği bir hayli fazladır. Çünkü bu yaş gurubunun
bu tarz zekâ egzersizlerine karşı ilgili olduğu görülmüştür. Ayrıca, edebiyat çalışmalarında bu yaş gurubunu merkeze almak oldukça önemlidir. Okul dergisi gibi projelerle bu yaş
grubunun aktifleşme isteği karşılanmış olur. Bu bakımdan okul içinde edebi faaliyetleri
somutlaştırmanın büyük getirileri vardır.
Osman Gündüz ve Tacettin Şimşek’in öneri listesinde 12-15 yaşları için, Halikarnas Balıkçısı, Parmak Damgası; Jose Mauro de Vasconcelos, Şeker Portakalı; Reşat Nuri
Güntekin, Anadolu Notları; Server Bedii (Peyami Safa), Cingöz Recai-Elmaslar İçinde
adlı eserler, önerilenler arasındadır.50 15 yaş ve üzeri için de, Adalet Ağaoğlu, Fikrimin
İnce Gülü; Attila İlhan, Allah’ın Süngüleri; Cengiz Aytmatov, Elveda Gülsarı; Mustafa
Kutlu, Uzun Hikâye; Üstün Dökmen, İletişim Çatışmaları ve Empati adlı eserlerin önerilenler arasında olduğu görülmektedir.51
Sonuç
Çocuk edebiyatında yaş grupları ayrımı ve bunlara yönelik kitaplar, kolayca belirlenecek bir şey değildir. Bu belirlemeyi etkileyecek birçok unsur söz konusudur. Bu konuda, çocuğun takvim yaşından okuma yaşına ve başka birçok değişkene dek bazı ayrıntılara ve bunların çocuğun dünyasındaki karşılığına değinmek gerekir. Okul öncesi dönemden gençlik dönemine kadarki olan süreçte gerçekleşecek okumalar, öncelikle çocuğa
sunulacak nitelikli kitaplarla sağlanmalıdır. Bu bakımdan çocuk edebiyatı kitaplarının,
birçok unsura sahip olması yanında, çocuğa görelik ilkesi çerçevesinde çocuğun yaşına
uygun olması gerekir. Çocuk edebiyatı, bu anlamda, adlandırılması bakımından çocuğa
görelik anlamını kabul etmektedir. Geriye kalan şey ise, bu kapsam içerisinde, çocuk
kitaplarını farklı açıları gözetecek şekilde tasnif etmek ve buna uygun okuma süreçlerini
desteklemektir. Bu konuda, çocuk kitaplarına yönelik genel bir kategori yapılmalı, içeriğe
ilişkin bilgiler zenginleştirilmeli ve yapılacak tasniflerin esnek tutulması gerekmektedir.
Böylece, bu olanakların hazırlandığı bir çocuk edebiyatının tutarlılığı artacak ve çocukluk dönemi okumaları anlamlı hale gelecektir.
Çocuk edebiyatında yaş gruplarına göre kitap ve özellikleri, daha çok alanın teknik
bir meselesi olarak anlaşılmaktadır. Her disiplinin belli açılardan ayrıştırılabilecek ko49 Sıddık, Akbayır, Şerife Şahin, Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat, s.194.
50 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.80.
Y
51 Osman Gündüz-Tacettin Şimşek, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El Kitabı, s.83.
135
Çiftçi, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
nuları olduğu gibi, çocuk edebiyatının da böyle bir durumu vardır ve bu doğal karşılanmalıdır. Bu doğallığın, konuyla alakalı belirlemelerin yapılması için zemin oluşturduğu
söylenebilir. Fakat bu zeminin, araştırmacılar için farklılıklara olanak sağladığı ve bu
farklılıkların konuya dair bir toparlamadan çok ters etkide bulunduğu da ileri sürülebilir.
Çocuklar için yaş guruplarına göre kitapların, daha çok edilgen halde olan çocuk ve ebeveynler için karmaşık hale gelmesi, bu açıdan dikkat edilmesi gereken bir husustur. Bu
yüzden kitap tercihlerine ilişkin olarak doğal karşılanacak uzman görüşlerinin mümkün
olduğu müddetçe benzerlik göstermesi önem kazanmaktadır. Çocuk edebiyatında bürokratik bir engel oluşmaması için bunun üzerinde düşünülmelidir. Yazar, uzman, yayınevi
ve katılımları sağlanacak diğer kişilerin/yapıların hemfikir olacağı kriterlerin oluşturulması gerekmektedir. Hatta bu kriterler, kalite standartları şeklinde belirlenip çocuk edebiyatının nitelikli sonuçlar alması için belirleyici konuma taşınabilir. Hem mevcut hem de
yayımlanacak eserlerin bu kriterler eşliğinde ele alınması ve okunma alanına taşınması,
bu konuyla ilgili dengeleyici bir etki gösterebilir. Hedeflenen kitle olan çocukların, belli
bir gelişime ermeleri bakımından okumaları gereken kitaplara bu tarz bir müdahale yahut
bu konu hakkında böyle bir strateji izlenmesi gerekli görünmektedir. Çünkü okuma eylemi, karakteri gereği çoklu bir yapıya sahiptir. Taraflardan biri çocuk olduğundan, bu daha
makul bir durama işaret etmektedir.
Çocuk edebiyatına dair her türlü konu ve belirlemenin kilit rolde değerlendirileceği
eser kalitesi oldukça önemlidir. Bu kalitenin, çocuk edebiyatının özneleri tarafından karşılanması gerekir. Çocuk kitaplarını yaş gruplarına göre ayrıştırmada da bu gerekçe söz
konusudur. Fakat kalite kavramı, bu konudaki belirlemelerin doğal süreçleri de gözetecek
şekilde anlam kazanmaktadır. İnsanoğlunun tercihleri, daha çok deneme yanılma durumlarının belirlediği bir olgunluk sayesinde gerçekleşmektedir. Bu bakımdan çocuğun veya
ebeveynlerin, kitap belirlemedeki hatalarının da biraz katkı sunacak bir durum oluşturduğu kaydedilmelidir. Bu ayrıntı, çocuğun tercihlerini ortaya koymasında biraz özgür bırakılmasıyla da ilgilidir. Ayrıca, çocuğun tercihinden sonra, gerçekleşecek okuma sürecinin
birlikte müzakere edilmesi için de pedagojik anlamda önemli fırsatlar sunmaktadır.
Y
136
Çocuk Edebiyatında Yaş Gruplarına Göre Kitaplar ve Özellikleri
Kaynakça
Akbayır, Sıddık - ŞAHİN, Şerife “Yaş Guruplarına Göre Çocuklar İçin Edebiyat”, Hece
Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105.
Aytaş, Gıyasettin, “Okuma Gelişiminde Çocuk Edebiyatının Rolü”, TÜBAR-XIII-/2003Bahar.
Bilkan, Ali Fuat “Çocuk Edebiyatı –Kavram ve Mahiyet”,Hece Çocuk Edebiyatı Özel
Sayısı, S.104-105.
Doğan, D.Mehmet, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, Yazar Yayınları, Ankara, 2011.
Erdal, Kelime, “Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Kitapları”, Milli Eğitim, S. 178, Bahar 2008.
Güleryüz, Hasan, Yaratıcı Çocuk Edebiyatı, PegemAkedemi Yayıncılık, 2002.
Gündüz, Osman – ŞİMŞEK, Tacettin, Anlama Teknikleri 1 Uygulamalı Okuma Eğitimi El
Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara, 2011.
Karatay, Halil, “Karakter Eğitiminde Edebi Eserlerin Kullanımı”, Turkish Studies İnternational
Periodical For The Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/1,
Winter 2011.
Kıbrıs, İbrahim, Çocuk Edebiyatı, Kök Yayıncılık, Ankara, 2010.
Oğuzkan, Ferhan, Yerli ve Yabancı Yazarlardan Örneklerle Çocuk Edebiyatı, Anı Yayınları, Ankara, 2001.
Seven, Serdal, Edebi Metinlerle Çocuk Edebiyatı ( Ed. Şener Demirel), Pegem Akademi
Yayınları, Ankara, 2010.
Sever, Sedat, Çocuk ve Edebiyat, Kök Yayıncılık, Ankara, 2007.
Stebler, Miriam Zeliha, “Yaş Gruplarına Göre Çocuk Kitapları”, Kuramdan Uygulamaya
Çocuk Edebiyatı El Kitabı (Ed. Tacettin Şimşek) Ankara, 2011
Şimşek, Tacettin, YALÇIN, Fatih, YAKAR, Yasin Mahmut, “Çocuk ve Edebiyat”, Kuramdan Uygulamaya Çocuk Edebiyatı El Kitabı, Ankara, 2011.
Uğurlu, Seyit Battal, “Çocuk Edebiyatı Eleştirisi”, Turkish Studies İnternational Periodical For the Languages Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/3,
Summer 2010, s.1933.
Uslucan, Fikret, “Okuma Alışkanlığının Kazandırılmasında Çocuk Edebiyatının Rolü”,
Hece Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, S.104-105, s.35.
Y
Yılar, Ömer,“Çocuk Yayınları”, Eğitim Fakülteleri İçin Çocuk Edebiyatı (Editörler Ömer
YILAR- Lokman TURAN, Lokman), Pegem Akademi, 2011.
137
Murat Parlakpınar
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
DERLEME SÖZLÜĞÜ’NDE AYAKKABI VE
AYAKKABICILIKLA İLGİLİ SÖZ VARLIĞI
VOCABULARY ABOUT SHOES AND SHOEMAKING IN GLOSSARY OF REVIEW
Murat PARLAKPINAR1*
Özet
Türkler giyim kuşam konusunda belli bir kültüre sahip bir millettir. İlk vatanları olan Orta Asya’da
yünden ve deriden giyim eşyaları yapmakta ustaydılar. Yünden keçe çizmeler yanında deriden çizmeler de yapıp kullanıyorlardı. Türkler Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken belirli bir ayakkabı kültürünü
de beraberlerinde getirmişlerdir. Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlılar döneminde artan ihtiyaca paralel
olarak ayakkabıcılık alanında büyük gelişmeler olmuş dolayısıyla ayakkabı çeşitleri çoğalmıştır. Eski
Türkçeden günümüz Türkiye Türkçesine uzanan çizgide hem yazı hem de konuşma dilinde ayakkabı
ve ayakkabıcılıkla ilgili olarak önemli bir söz varlığının olduğu görülür. Bu bağlamda önemli kaynaklardan biri de Derleme Sözlüğü’dür. Bu çalışmada Derleme Sözlüğü’nde geçen ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürüyle ilgili söz varlığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Türkler, ayakkabı, ayakkabıcılık, Derleme Sözlüğü, söz varlığı.
Abstract
Turks are a nation with a culture in clothing. They were good at making wool and leather clothing
at their first homeland in Central Asia. They were making and using wool felt boots also leather boots
too. The Turks brought with them their culture of a particular shoe when they came to Anatolia from
Central Asia. Parallel with the growing need of shoemaking in Anatolian Seljuks and Ottomans, there
have been major advances in the field, so shoe kinds multiplied. It has been seen that there is an important vocabulary about the presence of shoes and shoemaking on line from old Turkish to present-day
Turkey Turkish in both written and spoken language. In this context, one of the important sources is
glossary of review. In this study, the presence of the vocabulary about shoes and shoemaking culture
will be examined in the Glossary of Review.
Keywords: Turks, shoes, shoemaking, Glossary of Review, presence of vocabulary.
Y
*1 Arş. Gör. , Muş Alparslan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı,
[email protected]
139
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
Ayakkabı Türklerde giyim kuşam kültürünün önemli bir unsurdur. Orta Asya’da yaşadıkları dönemde izlik adını verdikleri kendilerine has bir çarıklarının olduğunu Kaşgarlı
Mahmud’un Divanü Lûgat-it Türk (I, 104)’te verdiği bilgilerden öğrenmekteyiz . Bununla birlikte keçeden yapılmış uzun ve kısa konçlu çizmeler, hayvan derisinden yapılmış başmak adını verdikleri daha başka ayakkabılar da giyilmekteydi (Koca, 2000:161).
Türkistan’ın Yedisu Bölgesi’nde yapılan bir kazıda ortaya çıkan Hun mezarındaki ölülerin ayakkabılarının bugünkü Orta Asya köylülerinin ayakkabıları biçiminde olup çok iyi
işlenmiş ince deriden yapılmış olduğu görülmüştür (İnan, 1998: 518). Bunlar, Türklerin
Anadolu’ya yerleşmeden önce belirli bir ayakkabı kültürüne sahip olduklarını göstermektedir. Türk boylarının Asya’dan Anadolu’ya göçleriyle bu kültür de Anadolu’ya taşınmıştır.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde değişen yaşam koşulları ve artan ihtiyaca paralel olarak ayakkabı çeşitleri çoğalmış buna bağlı olarak da ve ayakkabıcılık gelişmiştir.
Osmanlı döneminde ayakkabılar; yapıldıkları malzemeye, biçimlerine ve kullanıldıkları
yere göre değişik adlar almıştır. Başmak, çapula, çizme, çedik, edik, fotin, galoş, mest,
kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik, tomak, yemeni başlıca ayakkabı çeşitleridir. Genel anlamda ayakkabı için kullanılan bu değişik adlar Türklerde ayakkabı kültürü
bakımından var olan zenginliğin de en güzel göstergelerindendir. Bunun yanında Türkçede “ayakkabı” sözcüğünün ne zaman ortaya çıktığı hususunda elimizde kesin bilgiler
bulunmamaktadır. Bu konuya bir yazısında yer veren Gülden Sağol (2007: 19)’un tespitlerine göre 15. yüzyıl eserlerinden Miftahü’l- cenne’de geçen: “kaçan ayagı kabın giyse
ola ayak kabı duèâ kılur” (Miftahü’l-cenne, 191) cümlesi bize kelimenin Türkçede bu
yüzyılda henüz birleşik kelime olma özelliği kazanmamışsa da tamlama olarak kullanıldığını göstermektedir “Ayakkabı” kelimesinin Ahmet Vefik Paşa’nın Lehçe-i Osmanî’sinde
varlığı görülmezken, Şemsettin Sami, Kamûs-ı Türkî’de ayak maddesi altında ele aldığı
kelime için “ayağa giyilecek şey, papuç, kundura, çarık, potin, terlik vesâire” (s. 56) şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamadan anlaşılmaktadır ki kelime zamanla birleşik
sözcük olma özelliği kazanmış, kelimenin kullanım anlamı genişlemiş ve yaygınlaşmıştır.
Ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürüyle ilgili söz varlığı yazılı eserlerde karşımıza çıkmakla birlikte Anadolu ağızlarında da bu konuda bir zenginlik göze çarpmaktadır. Bu
çalışmanın temel amacı Anadolu ağızlarının söz varlığının en önemli kaynak eseri durumunda olan Derleme Sözlüğü (DS) üzerinde bir inceleme yaparak ayakkabı ve ayakkabıcılık kültürü ile ilgili olarak Anadolu ağızlarında yaşayan söz varlığını tespit etmektir.
Tespit edilen kelimelerin kimi zaman etimolojik, morfolojik, fonetik özellikleri üzerine
de değerlendirilmeler yapılacaktır.
1. Ayakkabı ve Ayakkabıcılık Anlamlarına Gelen Terimler
babba (I) (DS, II,451) “Fortlu ve fortsuz küçük çocuk ayakkabısı.” (İncesu *Di-
Y
140
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
nar-Afyon, Uluğbey, Yassıviran *Senirkent, *Eğridir ve köyleri, Sücüllü, Hisarardı *Yalvaç, Tabay, *Keçiborlu-Isparta; Bunak *Tefenni, Anbarcık *Gölhisar, Çerçin-Burdur;
Oğuz, Yukarıkaraçay, Beylerli, Çardak *Acıpayam, *Sarayköy ve köyleri, Yukarıboğaz,
Garipköy, *Tavas, *Çal-Denizli; Bozdoğan, Alanlı-Aydın; Furunlu *Bayındır, Tepeköy,
*Torbalı-İzmir; Dikilitaş-İstanbu; Gürnes *Akşehir-Konya; Bahçeli *Bor-Niğde; Kışla *Elmalı –Antalya; Yerkesik-Muğla).1 Ayrıca kelimenin Anadolu ağızlarında babaş
(*Alaşehir-Manisa), babı (Kütahya) babık (Yozgat ve çevresi) babuk *Kandıra-Kocaeli) şeklinde olan söyleyişleri de bulunmaktadır. Ayrıca bapba~bappa~bapul (DS II,
522) “Küçük çocuk ayakkabısı” bapba (Isparta, Tekkeöy *Şavşat- Artvin), bappa (Nilüfer-Bursa). babba kelimesinden –cı ekiyle türetilmiş babbacı (Burdur) “çocuk ayakkabısı diken kimse” (DS, II, 452) kelimesi de ağızlarda geçmektedir.
babuç (DS, II, 454) “Ayakkabı, papuç, bir çeşit terlik, yemeni.” Bu kelimenin Farsça “pâpûş” kelimesinden ses değişimi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Pâpûş “ayak örten, papuç, ayakkabı” (OTL, 852) *pâpûş>papuç>babuç. Anadolu ağızlarında babıc
(Silifke, *Gülnar- İçel) babıç (Kızılköy, Çiftlik *Dinar- Afyon, *Eşme köyleri- Uşak,
Yakaköy, Çaltı *Gelendost, *Keçiborlu köyleri, Yassıviran, *Senirkent-Isparta; *Tefenni, Yeşilova köyleri-Burdur; *Tavas köyleri,*Acıpayam köyleri, Zeyve, Atabey, *Çal,
Tekeköy-Denizli; Hamzabali, Sürez, *Bozdoğan-Aydın; *Savaştepe-Balıkesir; Yenice
*Emet-Kütahya;*Sivrihisar-Eskişehir; Çorum; *Antakya ve köyleri-Hatay; *Bor-Niğde; *Karaman, Görmel, *Ermenek,-Konya; Karaisalı-Adana; Armutlu*Elmalı Antalya)
babık (I)-1 (*Senirkent-Isparta), babış (I) (Hisarardı *Yalvaç-Isparta; -Burdur; Eymir,
*Bozdoğan-Aydın; *Elmalı köyleri-Antalya; Müskebi *Bodrum, *Milas-Muğla) babu
(II) (*Edremit-Balıkesir; Manca *Orhangazi-Bursa; Çayağzı *Şavşat-Artvin), babuş (II)
(Çulhan *Bozdoğan –Aydın; Bursa; Engiz *Bafra-Samsun), bobuç (I) (Balıkesir) şeklinde söylenişleri de görülmektedir. Derleme Sözlüğü’nde bu kelimeden –cı ekiyle türetilmiş
ve “ayakkabıcı” anlamına gelen babışcı (*Elmalı köyleri-Antalya), babuccu (Amasya),
babuşcu (Engiz *Bafra-Samsun) ve yine babıç sözcüğünden -lık yapım ekiyle türetilmiş
olan babıçlık (*Bor-Niğde) “ayakkabı konulan yer” kelimeleri de Anadolu ağızlarında
varlıklarını sürdürmektedir. DS’de babıçlık kelimesinin babuşluò (*Ağın-Elazığ) şekli
de yer almaktadır.
başmak (DS, II, 564) “1. Ayakkabı (*Bergama, *Bornova-İzmir; Kastamonu; Trabzon; *Arpaçay-Kars; Erzurum, Macaris *Erciş-Van; Sivas; *Kayaş-Ankara, Kayseri) 2.
Takunya (Kars, Çilehane *Reşadiye- Tokat; *Kangal-Sivas) 3.terlik (Çanakkale)”. TS’de
başmak (paşmak) “ayakkabı”. Başmak “shoe, slipper” (EDPT, 383). Anadolu ağızlarında
varlığını gördüğümüz sözcük ayakkabı anlamında kullanılan en eski sözcüklerden biridir.
Kaşgarlı, kelimeyi “başak ‘papuç’ Çiğilce. Oğuzlarla Kıpçaklar bi “m” getirerek başmak
derler.” (DLT I, 378) şeklinde bir açıklamayla vermektedir. Kaşgarlı’nın kelimeyle ilgili
yaptığı açıklamadan anlaşılmaktadır ki başak~başmak < *baş-(m)ak aynı anlama gelBu çalışmada kelimelerin derlendiği yer adları DS’de geçtiği şekliyle verilmiştir. Buna göre kelimenin derlenme
yeri köy ise başına hiçbir işaret konulmamış, ilçe merkezleri ise * işareti ile gösterilmiştir. İncesu *Dinar-Afyon
şeklinde yazılı olan madde Afyon’un Dinar ilçesine bağlı İncesu köyünden derlenmiş demektir.
Y
1
141
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
mektedir. Anadolu ağızlarında bu sözcükten türemiş başmakçı (Çilehane *Reşadiye-Tokat) kelimesi de geçmektedir. Bu kelimenin basmahcı (Iğdır Kars), basmaòçı (Taşburnu
*Iğdır-Kars) gibi söylenişleri de görülmektedir. “Ayakkabıcı” anlamına gelen başmakçı
kelimesinin Türkçe Sözlük’te geçen bir diğer anlamı “ Camilerde giriş bölümünde çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse” (TS, 219) dir.
çapula (DS XII, 4476) “Ayakkabı” (Beşikdüzü *Vakfıkebir –Trabzon). Eyuboğlu,
çapula için “kaba deriden yapılan ucu kıvrık ayakkabı” açıklamasını yapmakta kelimenin
etimolojisini çap- > çap-u-l-a (2004:131) olarak vermektedir. Kaynaklarda her ne kadar
çapulanın Doğu Karadeniz Bölgesi’ne has bir ayakkabı çeşidi olduğu belirtilse de DS’de
kelimenin geçtiği yerlerle ilgili kayıtlardan bu ayakkabı çeşidinin İç Anadolu Bölgesi’nde
de kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kelimenin Anadolu ağızlarında küçük ses değişiklikleriyle geçtiği görülmektedir: capul (Rize), cabula (Cumayanı–Zonguldak; *Zile–Tokat;
*Mesudiye–Ordu; *Şebinkarahisar–Giresun;-Rize; Hacıilyas *Koyulhisar–Sivas), çapıla
(*Kargı –Kastamonu; -Çorum; *Ünye –Ordu; *Tirebolu, *Nefsiköseli, *Görele –Giresun;
Gümüşhane; *Bünyan –Kayseri; *Kozan-Adana), cabula (Kapıköy *Maçka –Trabzon).
cizme~cızma (DS III, 992) “Konçlu ayakkabı, çizme.” cizme (Samsun; *Merzifon-Amasya; Gaziantep; *Antakya,*Reyhanlı-Hatay; *Bor-Niğde), cızma (Gaziantep). Ayrıca
Anadolu ağızlarında “çizme” anlamında kullanılan çekme (DS, III, 1115) ve dizme (DS,
IV, 1532) sözcükleri bulunmaktadır. “Çizme” kelimesinin kökeni konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır. Doerfer kelimenin çiz- “çizgi çekmek” ten geldiğini belirtmektedir. Hasan Eren (1999: 96) ise kelimenin “çözmek” anlamındaki çiz- fiilinden geldiğini
savunmaktadır. Eren’e göre çiz- fiiline -me isim yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulan
bu kelime önceleri çizme edik olarak kullanılmaktaydı. Daha sonradan çizme edik yerine
yalnız çizme adı kullanılmıştır. Anadolu ağızlarında çizmeye çekme adının da verildiği ve
bu adın da çekme edik ten geldiği görülmektedir.
dikici ustalığı (DS, IV,1487) “Ayakkabıcılık” (İstanbul). Belirtisiz isim tamlaması şeklindeki bu söz öbeğini oluşturan sözcüklerden “dikici” TS’de çeşitli anlamlarıyla
karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamlar incelendiğinde ayakkabıcılıkla ilgili olarak “Sökük
ayakkabıları onaran kimse” veya “yeni yapılan ayakkabıların dikiş işini yapan kimse”
(TS, 523) lere “dikici” denildiği görülmektedir. Dikici kelimesi dik- fiili ve fiilden isim
yapım eklerinden biri olan –ici ekiyle türetilmiştir. Tuncer Gülensoy, ET ve OT’de tik“dikmek” fiilinin *tı:- “delmek, saplamak” (TTTSKS, 282) eyleminden türediği belirtmektedir. Ancak Gülensoy, bu bilgiyi Nişanyan’ın verdiği bilgilerden yola çıkarak
vermektedir. Gülensoy bu konuda şunları da ek olarak belirtmektedir: Nişanyan ti:- fiili
vermişse de EUTS’de ve DLT’de böyle bir fiilin bulunmamaktadır. ET’deki “tit-” fiili
1. “teberru etmek, bağışlamak, vermek” 2. “Adlandırılmak, değerlendirilmek anlamlarındadır” (EUTS, 24). DLT’de “tit-” 1. “(Yara) acımak; 2. direnmek, karşı koymak; dik
bakmak” demektir. Gülensoy’a göre, Nişanyan, kaynak belirtmediği için “dikmek” sözcüğünün etimolojisiyle ilgili verdiği bu anlamlar da şüphelidir. Söz öbeğinde yer alan
diğer sözcük olan usta< Far. ustâd kelimesinden gelmektedir. Ustâd “1. Bir zanaatı gereği
Y
142
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
gibi öğrenmiş olan ve kendi başına yapabilen kimse 2. Zanaat öğreticisi, 3. Zanaatçılar
için unvan” anlamlarını taşımaktadır. Kıpçak Türkçesinde de üstad “usta, öğretici” (KTS,
294) anlamındadır. Usta sözcüğü –lık yapım eki ve III. tekil kişi iyelik ekini alarak tamlanan durumuna gelmiştir.
dübendi (DS, IV, 1616) “Ham deri ve ham köseleden yapılan yerli ayakkabı.” Kelime
Farsça özellikler göstermektedir. Farsçada dü “iki” (OTS, 282) anlamına gelirken bendî
de esir köle gibi, temel anlamları yanında “kapatan, örten” (OTS, 127) anlamlarına da
sahiptir. Bu yönüyle iki ayağı örten, kapatan anlamında “dübendî” denilmiş olabileceği
akla gelse de kelime sözlüklerde tespit edilememiştir.
edik (I) (DS, V, 1664) “1. köylü çizmesi 2. patik, çocuk ayakkabısı 3. mest 5. köylü
yemenisi 6. terlik 7. ayakkabı.” Kelimenin Türkçe Sözlük’te verilen anlamları şunlardır:
“1. Yumuşak ve renkli sahtiyandan yapılmış yarım konçlu lapçın. 2. Kısa çizme” (TS,
601). Clauson, kelimenin anlamını “boot” (EDPT, 53) olarak vermektedir. Gülensoy, kelimenin etimolojisini “<*ötlüg “delikli, delinmiş” (DLT)<öt “delik, çukur+lüg> l ünsüzünün düşmesiyle “ötüg” şeklinde vermektedir. Bu sözcüğün eski Türkçede daha genel
anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. ET Σtük “terlik, ayakkabı, çizme” (EUTS, 78).
DLT’de etik “papuç, mest” ol etik yisin sızgadı = “o, papuç, mest gibi şeylerin dikişleri
arasına parça koyup sızgı yaptı” (DLT, III, 283). Ayrıca bu kelime DLT’de etük “edik, papuç” (I, 68) şeklinde de geçmektedir. Kaşgarlı Mahmud büküm etük şeklinde bir söyleyişin de olduğunu belirtmektedir. Bu söz öbeği “kadın papucu” (DLT, I, 395) anlamındadır.
DLT’de geçen bir başka benzer kullanım da çulkuy etük “topuğu çarpık papuç” (III, 242)
ifadesinde görülmektedir. Bahaeddin Ögel’e göre etik, etük, ötük, edük deyişleri Kaşgarlı
Mahmut zamanında “ayakkabı” için kullanılan adlardı (1978:115). Kıpçak Türkçesinde
ise etik etük edük itük “mesh, çizme” (KTS, 70, 77, 117). Lehçe-i Osmânî’de edik “çekme
ve çizmenin yumuşak nevi” (LO, 128). Ayrıca halk ağzında ödük (II) (DS IX, 3311)
“Çocuk ayakkabısı, patik” ödük<edik<etik~etük.
edikçi (DS V, 1665). “Kunduracı” (*Ödemiş-İzmir). Clauson (1972:53) *etükçi sözcüğünün etük’ten geldiğini belirtmekte ve anlamını da “bootmaker” olarak vermektedir.
Kaşgarlı kelime için “etük kelimesinden de ‘etükçi’ denir ki ‘ekinci’, ‘papuççu’, ‘kavaf’
demektir” (DLT, II, 49) diyerek bu kelimenin etük’ten geldiğini ortaya koymaktadır.
galevle~galevli (DS VI, 1900) “Ayakkabı.” galevle (Aşudu *Darende-Malatya;
*Ayaş, *Beypazarı –Ankara; *Bor –Niğde), galevli (*Zile-Tokat). Bunlar yanında garevle~karevle (DS VI, 1922) “Ayakkabı” garevle (*Boyabat -Sinop, Çavundurbala *Çubuk –Ankara); gavelle (DS VI, 1938) “Ayakkabı” (Karkıncık *Artova -Tokat, Çanıllı
*Ayaş –Ankara).
Y
galıç (II) (DS VI, 1901) “Bir cins köylü ayakkabısı.” (Balıkesir, Çorum); galuç (II)
(DS, VI, 1904) “Eskiden giyilen bir çeşit kadın ayakkabısı.” (Uluşiran *Şiran- Gümüşhane); Ayrıca galuş (I) (DS VI, 1904) “Gönden yapılmış bir çeşit ayakkabı.” (Niğde).
143
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Anadolu ağızlarındaki bu varyantların galoş sözcüğüyle ilişkili olduğu söylenebilir. Galoş sözcüğü Fr. galoche “tabanı tahtadan yapılmış deri ayakkabı” sözcüğünden gelmedir.
Dolayısıyla galıç/galuç/galuş<galoş<galoche.
galik (II) DS VI, 1901) “Sivri topuklu kadın ayakkabısı, ayakkabı” (İzmir; Cenciğe-Erzincan). harik (I) 1. Kendirden yapılan bir çeşit ayakkabı (*Mutki-Bitlis), 2. Eski
ayakkabı (Malatya; Çamova, *Divriği-Sivas). Kelime başı h>k değişimi ile karik (II)
(DS VIII, 2664) “Üstü keçi kılından, altı ipten yapılmış bir çeşit ayakkabı”, (*Mutki –
Bitlis).
gondura (DS VI, 2199) “kundura, ayakkabı” (Samsun, Erzincan,*Erciş –Van DS
VI, 2101). Kundura sözcüğü Yunanca olan ve “tiyatrolarda ayağa giyilen özel ayakkabı”
anlamına gelen koytura dan gelmektedir: koytura > kondura > kundura. Anadolu ağızlarında gundura, gundire kondura, (*Yeşilova –Burdur) gibi söylenişleri vardır.
kaltak (DS VIII, 2610) “Eski ayakkabı” (*Kandıra- Kocaeli). Bu sözcük Türkçede
çeşitli anlamlara sahip bir sözcüktür: “1. Üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmış olan
eyerin tahta bölümü. 2. Kuskunsuz eyer 3. Kaba, iffetsiz namusuz kadın” gibi anlamları
bulunmaktadır. Tuncer Gülensoy, bu kelimeyle ilgili yaptığı açıklamada O. Nedim Tuna’nın bu kelimenin kalta- “sürmek”, kalta-k “sürtülmüş” anlamında olduğunu ve eyer
için kullanılan anlamının da bu anlamdan türediğini söylediğini belirtmektedir. Bu bağlamıyla düşünülürse ayakkabı için kullanılan bu anlamın da kelimenin “sürmek, sürtülmüş”
anlamından genişlemiş olduğu söylenebilir. Kelimenin DS’de katlık (Haşhaşı-Erzincan)
ve kaluk (Gümüşhane) şekilleri de geçmektedir.
keviş (DS VIII, 2776). “Ayakkabı” (*Aslanköy –İçel) Kelime Farsça kefş “ayakkabı”
den halk ağzında keviş olmuştur.
kortlana (DS VIII, 2928) “Yamalı, büyük ayakkabı” (*Bor- Niğde).
köşker~koşker~köşger~köşkürcü (DS VIII, 2980) “Kunduracı, yemenici, kundura
onarıcısı” köşker (*Uluborlu –Isparta; -İzmir;-Samsun; Diphacı, *Merzifon ve çevresi;
-Amasya; *Erbaa–Tokat; *Nazimiye–Tunceli; Malatya;*Kilis–Gaziantep; Maraş; Amik
ovası Türkmenleri; *Reyhanlı, *Antakya ve çevresi–Hatay; *Suşehri, *Gürün, Çepni
*Gemerek, Maksutlu*Şarkışla–Sivas; *Şereflikoçhisar–Ankara; Köşker–Kırşehir; *Develi, Afşar aşireti *Pınarbaşı,*Bünyan, Nize–Kayseri; *Bor–Niğde; *Karaman –Konya;
Gâvurdağı *Osmaniye, *Kadirli, *Kozan–Adana; -Antalya). koşker (*Bor-Niğde), köşger (Tez–Afyon; Tokat; -Eskişehir; *Divriği–Sivas; Pazar *Kızılcahamam–Ankara; Talas–Kayseri; Niğde), köşkürcü (Akçaviran, Sertaç –Burdur). Farşça kefş sözcüğüne –ger
ekinin getirilmesiyle kefş-ger halk ağzında köşger/köşker/koşker olmuştur.
lokman (DS IX, 3084) “Koncu kısa ayakkabı” (Konya). Özel ismin tür adı olarak
kullanıldığı görülmektedir. Sözlüklerde bu sözcüğün ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına
rastlanmamıştır.
Y
144
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
markap (DS IX, 3129) “Burnu kıvrık, arkası basılarak giyilen ayakkabı, yemeni”
(Erzurum). Yine Erzurum ağzında markop “topuklu terlik” olarak geçmektedir.
metelik (DS IX, 3174). “Yemeniye benzer bir çeşit ayakkabı” (Maraş). metelik <
Fr. metallique. metelik Türkiye Türkçesinde “çeyrek kuruş, on para değerinde demir
para” (TS, 1381) anlamındadır. Kelimenin sözlüklerde ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına
rastlanmamıştır.
metot (DS IX, 3174) “Köylü kadınların giydiği üzeri işlemeli ayakkabı” (Tokat).
metot < Fr. mΨthode “yöntem” (TS, 1382).
minik (V) (DS IX, 3201) “Her çeşit çocuk ayakkabısı” (Muallim *Gebze –Kocaeli)
Kelimenin Türkiye Türkçesindeki anlamı “küçük ve sevimli” (TS, 1028)’dir. Çocuklar
için yapılan ayakkabıların boyut olarak küçük olmaları bu şekilde adlandırılmalarına sebep olmuş olabilir.
moda (III) (DS IX, 3208) “Köylü kadınların giydiği lastik ayakkabı biçiminde bir
çeşit ayakkabı.” (Tokat). moda < İt. mode sözcüğünden dilimize geçmiştir. Türkçe Sözlük’teki anlamları şunlardır. “1. Değişiklik ihtiyacı veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik 2. Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı
gösterilen aşırı düşkünlük. 3. Geçici olarak yeniliğe ve toplumsal beğeniye uygun olan”
(s. 1404). Verilen bu anlamları göz önüne alındığında sadece Tokat ağzında varlığını gördüğümüz kelimenin bu yörede bir dönem köylü kadınlar arasında giyilmesi yaygınlaşmış
ya da bir başka deyişle moda olmuş bir ayakkabı çeşidi için kullanılmış olabileceği söylenebilir.
napçıl (DS IX, 3239) “Lastik ayakkabı” (*Ürgüp -Nevşehir).
nerdane (DS IX, 3247) “Kırmızı kadın ayakkabısı” (Isparta).
pâbul (DS IX, 3375) “Ayakkabı” (Bağlıca *Ardanuç -Artvin); parpul (DS IX, 3400)
“Bebek ayakkabısı” (*Niksar -Tokat). Ayrıca farklı söyleyiş özellikleriyle karşımıza çıkan popul~popol~poppu~popu (DS IX, 3469). “Çocuk ayakkabısı, patik.” popul (*Niksar –Tokat; -Rize; Suhara *Çıldır –Kars; -Erzurum), popol (Erzurum), popu (*Serik-Antalya), popu (Rumeli Göçmenleri İstanbul).
rüzgâr (DS, IX, 3506) “Yemeniye benzeyen bir çeşit ayakkabı” (Maraş). Rüzgâr Farsça bir sözcük olup “1. Zaman 2. çağ, devir 3. Yel” anlamlarına sahiptir (OTS, 1249).
Sözlüklerde ayakkabıcılıkla ilgili bir anlamına rastlanmamıştır.
sulguç (DS, X, 3691). “Ayakkabı” (Tosya –Kastamonu).
Y
şıpırdak (DS, X, 3770) “Ayakkabı” (Balçova –İzmir). Tuncer Gülensoy, bu kelimenin etimolojisini şu şekilde vermektedir: şıpırdak <şí+p+ı-r-dak (TTTSKS, 842).
145
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
tabakayağı (DS, XII, 4796) “Bir çeşit ayakkabı” (Maraş).
tomak (I) (DS, X, ) “Kısa konçlu ayakkabı, potin” (Sulusaray *Artova –Tokat; -Konya). Gülensoy, kelimenin etimolojisini şöyle vermektedir: tomak<*to-m-(a)k (TTTSKS,
908). Ögel (1978:115)’in Ahmet Vefik Paşa’dan aktardığı bilgilere göre tomaklar “kalın
top çizmelerdir ve şekil olarak tokmağa benzedikleri için bu adı almışlardır.”
yağubbe (DS XI, 4125) “Erkeklerin giydiği yumuşak deri çizme, edik” (Buruk-Adana).
yanevre (DS XI, 4164) “Yemeni, ayakkabı” (Barla –Isparta).
yemeni (I)~yimeni (DS XI, 4230) “Yumuşak yazlık bir çeşit ayakkabı.” (Bağıllı,
Anamos *Eğirdir –Isparta; *Çivril, -Denizli; Karacasu –Aydın; *Alaşehir–Manisa; -Balıkesir; Muallim, *Kandıra –Kocaeli; Karabüzey *Araç, -Kastamonu; -Çankırı; *Perşembe,*Ünye –Ordu; Şehli *Tirebolu –Giresun; Karalar *Şiran –Gümüşhane; Çayağzı, Yavuz *Şavşat –Artvin; Cenciğe –Erzincan; *Divriği ve köyleri, Çepni, Karaözü *Gemerek
–Sivas; -Yozgat; Kırık *Kızılcahamam, Kuyucu –Ankara; Elbaşı, Salkınma –Kayseri;
*Ermenek, -Konya; -Adana; *Gülnar –İçel; *Gölcük –Muğla; Naip –Tekirdağ) Anadolu
ağızlarında kelimenin ilk hece ünlüsünün darlaşması ile yimeni, (-Gaziantep; *Antakya
ve köyleri-Hatay) şeklinde bir söyleyişinin de olduğu görülmektedir. “Yemenî” sözcüğü
Türkçeye Arapçadan girmiş bir sözcüktür. Çeşitli anlamlara sahip bir kelimedir: “1.Yemen ülkesine ait 2. Kalıpla basılıp elle boyanan, kadınların başlarına bağladıkları tülbent
3. Bir tür hafif ve kaba ayakkabı” (ATKS,706). Yemeni Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Yemenî Ekber adlı bir usta tarafından Yemen’den getirilmiştir. “Yemeninin
alt derisi manda, yüz derisi keçi, kenarı oğlak, iç yüzü koyun, iç tabanı sığır derisinden
yapılır, çirişle yapıştırılarak balmumuna batırılmış pamuk ipliğiyle çapraz dikilir” (Emiroğlu, 2012: 223).
2. Ayakkabı Yapımında Ya da Tamirinde Kullanılan Alet ve Malzemelerle İlgili Terimler
balık gözü (DS, II, 505) “Ayakkabıların bağ geçirilen deliklerine ve kemerlerin deliklerine takılan teneke”( Aliköy *Çaycuma-Zonguldak). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde
oluşmuş bu birleşik sözcüğün anlam aktarması yoluyla oluşturulduğu görülmektedir. Şekil olarak ayakkabıların bağ geçirme delikleri balık gözüne benzediği için “balık gözü”
terimiyle adlandırılmıştır.
basgı (II) (DS, II, 539) “Ayakkabıcılıkta kullanılan bir alet” (Bekilli *Çal –Denizli).
basgı<bas-gı. Türkiye Türkçesinde baskı kelimesinin TS’de geçen anlamlarından biri
“bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres” (s. 206) olarak verilmektedir. Kelimenin bu anlamı
dikkate alındığında ayakkabıcılıkta kullanılan bu aletin bir sıkıştırma, pres aleti olduğu
anlaşılmaktadır.
Y
146
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
bıçkı~biçki~bikçi (DS, II, 658) “Deri ve kösele kesmek için ayakkabıcı ve saraçların kullandığı bir aygıt.” bıçkı (Isparta; Balıkesir; -Kocaeli; *Gerze –Sinop; Trabzon;
Edirne); biçki (Çanakkale; *Vezirköprü –Samsun; *Boyabat –Sinop; -Rize); bikçi (Dere-Konya). Bıçkı kelimesi bıç- fiiline –kı isim yapım ekinin getirilmesiyle oluşturulmuştur. Eski Uygur Türkçesinde bıçġu “bıçkı, bıçak” (EUTS, 40) Orta Türkçe döneminde
yine bıçgu olarak geçmektedir: “Ağaç kesilen şeye yıgaç bıçgu denir” (DLT, I, 13). Kıpçak Türkçesinde bıçkı “bıçkı, testere” (KTS, 30).
bizgiç~bizi (DS, II,714). “Çarık dikmek için kullanılan demir, ağaç çivi.” bizgiç
(Eşke *Divriği –Sivas ); bizi (Şavşat- Artvin). bizi sözcüğü Eski Türkçede varlığını gördüğümüz sözcüklerden biridir. Kök olan biz “ çuvaldız, çelikten yapılmış sivri uçlu ağaç
saplı araç” anlamındadır ve Talat Tekin kelimenin etimolojisini biz <*bi:z olarak vermektedir. RÊsÊnen ise bí +yez olarak vermektedir (TTTSKS, 153). Şemseddin Sami Kâmûs-ı
Türkî’de biz için “kunduracı ve sarrâçların iğneyi geçirdikleri yeri delmeye mahsus tahta
saplı sivri demirden âlet” (s. 259) açıklamasını yapmıştır.
danalya (DS, IV,1356) “1. Ayakkabıyı kalıba çekmeye yarayan aygıt” (Şehri–Giresun; Rize ). Kelimenin Türkçe adı “dişlidir” (Oğuz, 2004: 672).
delecek~delgi~delgüç (I) (DS, IV,1409) “Ayakkabıcıların deriyi delmek için kullandıkları bir ağaç, zımba.” delecek (Rize; Çavuşköy *Babaeski–Kırklareli); delgi (*Senirkent –Isparta); delgüç (I) (Ulaş göçmenleri –Sivas). del- Eski Türkçede tel- er tam teldi=
adam duvar deldi (DLT II, 22) Uygur Türkçesinde ise tΣlinmΣk “delinmek çatlamak”
(EUTS, 232) fiilinde görüldüğü üzere tΣl- Kıpçak Türkçesinde de del- (KTS, 58) olarak
geçmektedir. delecek<del-ecek, delgi<del-gi, delgüç>del-güç.
dilbidir~dilfitil (DS, IV, 1491) “Kunduracıların kullandığı delik delmeye yarayan
araç, zımba.” dilbidir (Muğla); dilfitil (*Ladik-Samsun).
dipcik (III) (DS, IV,1510) “Yemeni, çarık gibi giyeceklerin ökçesiz tabanı” (Gâvurdağı *Cebelibereket –Adana). dip “asıl, kök, dip, temel” anlamlarına gelmektedir.
OT’de tüb~tüp “kök, temel, taban” (TTTSKS, 287). Kıpçak Türkçesinde dip “bir şeyin
nihayeti” (KTS, 62) anlamıyla geçmektedir. O halde dipcik kelimesi dip isim köküne
+cik küçültme yapım eki getirilerek türetilmiştir.
Y
dişdiş (DS, IV, 1520) “Ayakkabıların kenarlarına diş yapmak için kullanılan bir ayakkabıcı aygıtı” (*Vezirköprü- Samsun). Aynı anlama gelen iki sözcüğün birleşip kaynaşmasıyla oluşmuş bu birleşik yapılı isimi oluşturan “diş” sözcüğünün organ anlamı dışında
yan anlamlarından biri de “çark, testere, tarak gibi çentikli şeylerdeki çıkıntıların her
biri” dir. Aletin diş yapma ya da açma özelliği düşünüldüğünde bu anlamı taşıyan iki aynı
sözcüğün birleşmesiyle oluştuğu anlaşılmaktadır. “Diş” sözcüğü Eski Türkçe ve Orta
Türkçede tış, ti:ş olarak geçmektedir. Tekin kelimenin etimolojisini *ti:ş RÊsÊnen ise
tíş olarak vermektedir.
147
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
dişli (DS, IV, 1525) “Ayakkabıcıların sayayı kalıba çekmek için kullandıkları kerpeten gibi bir araç” (-Afyon; -Çorum; *Vezirköprü –Samsun; -Ankara; -Kırşehir; *Bor
–Niğde). Kelime diş isim köküne –li isim yapım ekinin getirilmesiyle türetilmiştir. dişli
< diş+li.
dizdemiri (DS, IV,1530) “Islatılmış köseleyi döverek sertleştirmeye ve genişletmeye
yarayan demir aygıt, muşta” (-Balıkesir; *Vezirköprü –Samsun). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde kurulmuş olan bu birleşik yapılı kelime diz ve demir kelimelerinin birleşmesiyle oluşmuştur. DLT’de diz “diz” ti:z “diz” (III, 123) Talat Tekin, kelimenin etimolojisini <*ti:z; RÊsÊnen ise *tír olarak vermektedir. DLT’de, temür “demir” kök temür kerü
turmas savında dahi gelmiştir= gök demir boş durmaz (DLT I, 363-364) <tĆmür (kapalı
e). Sümercede tibira “metal” (Tuna, 2011: 74); EUTS tÊmir=tÊmür (233), KTS temir
(269).
gebgebi (I) (DS VI, 1956) “Ayakkabı çivisi”, (Eyüp –İstanbul,*Safranbolu –Zonguldak, İzvitler *Ermenek –Konya). Kelime Farsça kebkeb’den gebgebi. Kebkeb “nalçeye
veya ayakkabının tabanına çakılan çiviye verilen isimdir” (Onay, 1993: 311).
gerdel ~ gerder (DS VI, 1995). “Ayakkabıcıların, işlenmek için gön, kösele koydukları tahta kap.” gerdel (Samsun, Trabzon); gerder (Trabzon). gerdel sözcüğü Yunancadan alıntılama bir sözcük olup Türkçe Sözlük’te “süt vb. şeyler koymaya veya hayvanlara
yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap” (TS, 541) olarak açıklanmaktadır. Bu sözcük LO’da da geçmektedir ve “kovanın bol, boysuz nevi”(LO, 156) olarak tanımlanmaktadır. İsmet Zeki Eyuboğlu (2004: 278) bu kelimenin Rumca khardori
(ağaçtan yapılmış su kabı) den geldiğini ve dilimize kardor-kerder/gerdel şeklinde geçtiğini bildirmektedir. Bu açıklamadan da anlaşıldığı üzere gerdel genel amaçlı kullanılan
bir çeşit kovadır.
gizlengiç (DS VI, 2087) “Geyik boynuzundan yapılan, çarık dikmeye yarayan, sivri iki çatalı olan araç.” (İğneciler *Mudurnu –Bolu). TS’de benzer bir söyleyişe sahip
bizlengiç sözcüğü geçmektedir: bizlengiç “Ucu çivili değnek” (s. 290). Kök olan biz
sözcüğünün anlamı ise “katı bir şeyi delmek için kullanılan çelikten yapılmış sivri uçlu
ve ağaç saplı araç, tığ: kunduracı bizi” (TS, 289). Bu açıklamalar kökün biz olabileceğini ortaya koymaktadır. Söyleyiş farklılığından kaynaklı olarak gizlengiç şeklinin olduğu
anlaşılmaktadır.
halça (III)~halçe (DS VII, 2259). “Kunduracıların kalıp üzerine koydukları meşin
parçaları” halça (III) (*İskilip –Çorum; *Ermenek –Konya), halçe (Kütahya).
haltan (I)~halta (IV) (DS VII, 2262). “Çarık ya da ayakkabı yamalığı” haltan (I)
(*Kurşunlu –Çankırı); halta (IV) (*Kurşunlu, *Ilgaz –Çankırı).
hamla- (DS VII, 2268). “Ayakkabıya pençe vurmak” (Adana). Kelimenin etimolojik
özelliği dikkate alındığında ham isim kökü –la da isimden fiil yapım ekidir. Sözlüklerde
Y
148
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
“ham” sözcüğünün kelimeyle ilişkili bir anlamına rastlanmamıştır.
hartı (III) (DS VII, 2296) “3. Delinen çarığa konan parça” (Gebeme *Mesudiye
–Ordu) hartı sözcüğünün Derleme Sözlüğü’nde bu anlamı dışında “deri, gön”, “derinin
ince yeri” gibi anlamlarının da olduğu görülmektedir. Anlam genişlemesine uğrayarak
kelimenin “çarığa vurulan deri yama” anlamı kazandığı görülmektedir.
ilgi tığı (DS, VII, 2522). “Kundura dikmek için kullanılan tığ” (*Bor-Niğde). Belirtisiz isim tamlaması şeklinde oluşmuş bu birleşik sözcüğü oluşturan sözcükler tek başlarına ele alındığında nasıl bir alet olduğu hakkında fikir sahibi olmak kolaylaşmaktadır.
İlgi sözcüğünün çeşitli söz anlamları bulunmaktadır. ilgi kelimesinin Anadolu ağızlarında
geçen anlamlarından biri de “kaba dikiş” dir. Aynı zamanda bu sözcükten türemiş olduğunu düşündüğümüz ve halk ağzında kullanımı görülen ilgile- fiili de “iki parçayı birbirine
eğreti olarak dikmek, teyellemek” (TS, 955)’tir. Tığ ise Farsça bir sözcüktür tığ <Far. tîg
“dantel veya yün örmekte kullanılan ucu çengelli kısa şiş” (TS, 1973). Bu iki kelimenin
birleşmesiyle oluşan “ilgi tığı” “kunduralara kaba dikiş atmakta kullanılan tığ” olarak
tanımlanabilir.
kabıra (DS VIII, 2583) “Ayakkabıların altına çakılan demir çivi” (İlyas *Keçiborlu
–Isparta ; *Bozdoğan –Aydın). Bu sözcük kabara’dan halk ağzında kabıra olmuştur.
Kabara TS’de “1. Dayanaklılık sağlamak amacıyla, ayakkabıların altına çakılan iri başlı
çivi” (s. 1019) olarak açıklanmaktadır. Kelimenin kökü “kabar-”tır. Anadolu ağzında orta
hece ünlüsünün daralmasıyla kabıra şeklinde söylendiği görülmektedir.
kaçaburuk~kaçaburuk~kacabruk~kacaburuk~kaçabık~kaçaburuğ~kaçamık~
kaçanbu-ruk~kaçavruk (DS, VIII, 2586), “Ayakkabılara ağaç çivi çakmak için delik
açmakta kullanılan bir ayakkabıcı aracı, biz.” kaçaburuk (*Düzce –Bolu; -Sinop; -Ankara; *Bor –Niğde; *Milas –Muğla); kacabruk (Niğde), kacaburuk (Manisa), kaçabık
(Rize), kaçaburuğ (İstanbul), kaçamık (Denizli) kaçanburuk (*Bodrum-Muğla), kaçavruk (Kastamonu). Ayrıca kasaburuk (DS, VIII, 2672) “Ayakkabılara çivi çakmak
için kullanılan ucu bizli bir çeşit araç” (*Akyazı –Sakarya; -Samsun; Trabzon; *Merzifon
–Amasya; Kırşehir).
Y
kadak (I)~kadah (III)~kadek (III)~kadet~kodak (VII) (DS VIII, 2588). kadak “1.
Ayakkabıların altına çakılan demir çivi 2. Küçük çivi” Kada- çivilemek, mıhlamak; bağlamak (KTS, 122) kadak<kada-k Kıpçak Türkçesinde kadav “çivi, mıh, çengel” (KTS,
122) ve hadak “çivi, çengel, mıh” (KTS, 89) olarak görülmektedir. Kelime başındaki h
ünsüzünün k’ye değişimiyle Anadolu ağızlarında kadah (Cemele, Kırşehir), kadet (Kayseri) şeklinde söylenişleri görülmektedir. Kadak kelimesiyle aynı anlama gelen ancak
ağız farklılığından kaynaklı olarak söyleyiş farklılıkları görülen gadak (II) “1. Çivi 2.
Küçük ayakkabı çivisi”; gadah (II) “2. Büyük çivi”, gadah (II) -1. “küçük ayakkabı çivisi” Ayrıca gadah mıhı “çivi”, gadah (ğ) “gadamak işlemi”, gadah vur- “tamir etmek”,
gadah mıhı “kundura çivisi” (DS VI, 1888) gibi kelimeleri de burada belirtmek gerekir.
149
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
kereste (DSVIII, 2753). “Kunduracı gereçleri (kösele, deri, çiriş vb.)” (*Silifke –
İçel). Bu sözcük Far.kerâste den gelmektedir. Türkçede kereste şeklini almıştır. TS’de
verilen anlamlarından biri de “ayakkabı yapımında kullanılan gereç” (s. 839) olarak açıklanmaktadır. Kelime Türkçenin ses özelliklerine bağlı olarak kereste olarak söylenegelmiştir.
labunya (DS IX, 3058) “Kunduracılıkta ayakkabıya cila vurmakta kullanılan araç”
(İstanbul, *Bor-Niğde).
levger (DS IX, 3074) “Ayakkabıların dikiş yerlerini ütülemekte kullanılan bir araç”
(Maraş).
makat ağacı (DS IX, 3107) “Ayakkabıcıların gönleri parlatmak için kullandıkları
yuvarlak değnek.” (Maraş). makat < mak’ad “minder üzerine örtülen çuha vesaireden
yüz, ihram şal” (LO, 270) Tamlamada geçen makat kelimesinin çuha, bez anlamları
düşünüldüğünde gönleri parlatmada kullanılan bu değneğin ucu bezli bir alet olduğu akla
gelmektedir.
menkir (II) (DS IX, 3164) “Meşin ve köselenin ensiz ince uzun parçası” (Isparta).
mesul çekmek (DS IX, 3172) Ayakkabıya pençe vurmak (Karamanlı *Tefenni –Burdur). mesul <Ar. mes’ûl “sorumlu” (TS, 1378), çek- eylemiyle birleşip anlamca kaynaşmış birleşik fiil oluşturmuştur.
muhat (DS IX, 3217 ) “Tersinden dikilen yemenilerin burnunu itmek ve çevirmek
için kullanılan ağaçtan yapılmış araç” (*Beypazarı -Ankara). Muhât kelimesi Arapça bir
sözcük olup “kuşatılmış, sarılmış, çevrilmiş” (TS, 1040) gibi anlamları vardır. Bu anlamları düşünüldüğünde yemenilerin burun kısımlarını çevirmede kullanılan bu aletin kıvrık
bir şeklinin olduğu ve bu şeklinden dolayı da bu adı aldığı söylenebilir.
muştu (DS XII, 4600) “Ayakkabıcı aracı” (*Kula- Manisa). Muştu kelimesi Farsça
bir kelime olup “ sevindiren haber, müjde” (TS, 1047) anlamındadır. Ancak bu kelimenin
kunduracılıkla ilgili olmadığı ortadır. Anadolu ağızlarında geçen ve ayakkabıcı aracı”
anlamında olan muştu kelimesinin Farsça muşta sözcüğünün halk ağzında geçen bir şekli
olduğu bu kelimenin sözlükte geçen anlamlarına göz atıldığında ortaya çıkmaktadır. Bu
kelimenin TS’de geçen anlamları şunlardır: “1. Karşısındakine vurmak için özel olarak
açılmış deliklerine parmakların geçirilmesiyle kullanılan demir parçası. 2. Kunduracıların derileri vurarak inceltmek için kullandıkları metalden tokmak 3. Parmağın biri bükülüp sivriltilerek vurulan yumruk” (TS, 1046). Verilen ikinci anlam Anadolu ağızlarındaki
muştu sözcüğünün muşta kelimesiyle ilgili olarak ele alınmasını gerektirmektedir. O halde muştu<muşta<muşte.
nallıma (DS IX, 3236) 1. “Küçük kundura çekici” (Bozlar –Burdur). Kelimenin
Anadolu ağızlarında nallımba (*Çivril –Denizli) şeklinde de söylendiği görülmektedir.
Y
150
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
Anadolu ağızlarında varlığı görülen bu sözcüğe sözlüklerde rastlanmamıştır.
navlım (DS IX, 3242) “Çarık dikmekte kullanılan ince kesilmiş hayvan derisi” (Büyükkabaca *Senirkent –Isparta).
oltan (DS IX, 3278) Bu kelimenin Anadolu ağızlarında çeşitli anlamlarda kullanıldığı görülmektedir: “1. Kesilip dikilmeye hazırlanmış yemeni (*İskilip –Çorum; Rize)
2. Eskiyen yemeni ayakkabı altına vurulan pençe (Mut köyleri –İçel, *Akseki –Antalya)
3. Mest ve yemeni yüzünü köseleye tutturmak için yapılan iri dikiş (Çorum, *Merzifon
köyleri –Amasya; Beypazarı –Ankara) 4.Çarığın içine konulan bez ya da deri parçası
(Çorum, *Merzifon köyleri –Amasya; Beypazarı –Ankara) 5. Çarık ipi (Geyikli- Çanakkale).” Mukaddimetü’l-edeb’de bir fiil olarak oltanla- veya ultaŋla- “(ayakkabıya) taban
geçirmek” geçmektedir. Yine Çağataycada ultaŋ “gön deri” anlamında kullanılmaktadır.
Oltan kelimesi Kırgızcada ultaŋ “taban, pençe” aynı kökten utlar-“ayakkabıyı dikmek”
olarak geçmektedir (Kırbaç 2003: 35-36). Bu fiil Anadolu ağızlarında da yaşamaktadır:
oltar- (I) (DS IX, 3278) “Eski bir ayakkabıyı ya da elbiseyi onarmak” Ayrıca yine ultang/ultan’dan gelen ortan (DS IX, 3289), sözcüğü de DS’de iki farklı anlamda geçmektedir: “1. “Yemeni denilen ayakkabının yüzüyle köseleyi birbirine tutturan dikiş” (PaluElazığ), 2. “Yama pençe” (İbradı *Akseki–Antalya). Sözcük eski bir Türkçe sözcük olan
ultang’dan gelmektedir: *ultang>ultan>oltan/ortan.
ortaayak (DS IX, 3288) 1. “Ayakkabıcıların kullandığı kadın ayakkabısı kalıbı.”
2. “Çizmeye benzeyen bir çeşit ayakkabı.” (Isparta; Amasya; Trabzon). Sıfat tamlaması
şeklinde kurulmuştur.
panko (DS IX, 3392) “Kunduracıların kullandığı diz tahtası” (Vezirköprü- Samsun).
panzal (DS IX, 3392) “Yemeni yaparken dize geçirilen iki ucu birbirine dikilmiş bir
çeşit kayış” ( Isparta).
pasalak (DS IX, 3404) “Çarık yapmak için kesilen gönün orta parçası” (Şıhlar *Ulubey –Ordu).
pine (DS IX, 3454) “Çarıkların, yemenilerin altına vurulan kösele parçası” (Malatya,
Ankara) Ayrıca kelime sonundaki ince ünlünün kalınlaşmasıyla pina (Yozgat) şeklinde
bir söyleyişinin olduğu görülmektedir. Farsça pîne “yama (özellikle ayakkabı yaması)”
(OTL, 865).
seğirden (DS X, 3565) “Kunduracılıkta 28 numara ayakkabı kalıbı” (Çocuklar için)”
(*Zile-Tokat).
vardala (DS XI, 4091) “Ayakkabının içine konulan meşin vb.” (*Düzce- Bolu).
Y
voltan (DS XI, 4107) 1. Delik çarığa boydan boya konan gön parçası (*Kargı- Kastamonu) 2. Çapulada saya ile köseleyi birbirine tutturan dikiş (*Ünye-Ordu).
151
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
yediyaşar (DS XI, 4222) “Ayakkabıcılıkta kullanılan bir yemeni ölçüsü” (Isparta).
Kelime bir yedi sayı sıfatı ile yaşar sıfatfiilinin birleşmesiyle oluşmuştur.
yolah, yolak (VII) (DS XI, 4289) “Ayakkabının üstüne vurulan yama” (*HozatTunceli).
Sonuç
Bu çalışmada Derleme Sözlüğü’nde kaydı verilen ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili söz varlığı ayakkabı ve ayakkabıcılığın sözcüksel alanı dikkate alınarak sınıflandırılmıştır. Ayakkabı ve ayakkabıcılık anlamlarını karşılayan kelimeler bir grupta, ayakkabı
yapımında ya da tamirinde kullanılan malzemelerle ilgili kelimeler de ayrı grupta ele
alınmıştır. Söyleyiş farklılıkları gösteren ancak aynı anlama gelen kelimeler aynı maddede toplanmıştır. Derleme Sözlüğü’nde varlığını tespit ettiğimiz söz varlığı ayakkabı ve
ayakkabıcılık kültürünün Türklerin yaşamında önemli bir yerinin olduğunu göstermektedir. Çalışma sonunda ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ile ilgili Eski Türkçede varlığı görülen başmak, çarık, edik, oltan, biz gibi bazı kelimelerin günümüzde Anadolu ağızlarında
varlıklarını sürdürdükleri görülmüştür. Değişen yaşam koşulları ve kültürel etkileşimlere
paralel olarak ayakkabı ve ayakkabıcılıkla ilgili söz varlığında önemli bir artış olduğu da
ortadadır. Makalede öncelikli amaç Derleme Sözlüğü’nde ayakkabı ve ayakkabıcılıkla
ilgili söz varlığının tespiti olmakla birlikte kimi zaman kelimelerle ilgili morfolojik ve
etimolojik açıklamalar da yapılmıştır. Ne var ki kültürel etkileşimlerin bir sonucu olarak
çeşitli dillerden Türkçeye girmiş bazı kelimelerin etimolojileri hususunda bilgiler vermek
mümkün olmamıştır. Bunda tam ve eksiksiz bir etimolojik sözlüğümüzün olmayışı en
önemli nedendir. Dolayısıyla bu çalışmada da ancak sınırlı sayıda kelimenin etimolojisi
konusunda bilgiler verilmiştir. Bunlar; babıc, babıç, babık, babu, babuç, babuş, bobuç <
papuç < Far. pâ-puş; galıç, galuç, galuş < galoş < Fr. galoche; gondura, gundire, gundura, kondura < kondura < Yun. koytura; gebgebi < Far. kebkeb; keviş < Far. keşf; koşker,
köşger, köşker; Far. keşfger; metelik < Fr. metallique; metot < Fr. mΨthode; moda < İt.
mode;; gerdel,gerder < Rum. khardori; kereste < Far. kerâste; muştu<muşta < Far. muşte;
pine, pina < Far. pîne kelimeleridir. Anadolu bir kültürler coğrafyasıdır. Bu coğrafyada
çok çeşitli topluluklar yaşamış ve çok farklı diller konuşulmuştur. Bu durum Türkçeye
ayrı bir zenginlik katmıştır. Özellikle ağızlar konusunda yapılan çalışmalarda bu daha da
yakından görülmektedir.
Y
152
Derleme Sözlüğü’nde Ayakkabı ve Ayakkabıcılıkla İlgili Söz Varlığı
KAYNAKÇA
Ahmet Vefik Paşa (2000). Lehçe-İ Osmânî (LO).(Haz. Recep Topraklı). Ankara: TDK
Yayınları.
Caferoğlu, A. (2011). Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü (EUTS). Ankara: TDK Yayınları, 2
Baskı.
Clauson, G. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-13th Century Turkish. London:
Oxford University Press.
Derleme Sözlüğü (DS). I-XII (1964). Ankara: TDK Yayınları.
Emiroğlu, K. (2012). Gündelik Hayatımızın Tarihi.İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları
Eren, H. (1999). Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü (TDES1). Ankara: Bizim Büro Basımevi. 2. Baskı.
Ermiş H. (2008). Arapçadan Türkçeleşmiş Kelimeler Sözlüğü. (ATKS) İstanbul: Ensar
Neşriyat.
Eyuboğlu, İ. Z. (2004). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü (TDES2). İstanbul: Sosyal Yayınları.
Gülensoy, T. (2007). Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü
I-II (TTTSKS). Ankara: TDK Yayınları.
İnan, A. (1987). Makaleler ve İncelemeler I, Ankara: TTK Basımevi.
Kanar, M. (2003). Osmanlı Türkçesi Sözlüğü (OTS). İstanbul: Derin Yayınları.
Kâşgarlı Mahmud (2006). Divanü Lûgat-it Türk (DLT) I-IV. (Çev. Besim Atalay). Ankara: TDK Yayınları.
Kırbaç, S. (2003). ‘Oltan’ Kelimesi. Ayakkabı Kitabı. İstanbul: Kitabevi Yayınları. s.3537.
Koca, S. (2000). Türk Kültürünün Temelleri II. Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi,
Giresun Fen Edebiyat Fakültesi Yayını.
Oğuz, B. (2004). Türkiye Halkının Kültür Kökenleri: Teknikleri, Müesseseleri, İnanç ve
Âdetleri. C. 5. İstanbul: İstanbul Matbaası.
Onay, A. T. (1993). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar (Haz. Doç. Dr. Cemal Kurnaz).
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Ögel B. (1978). Türk Kültür Tarihine Giriş C. 5. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Y
Sağol, G. (2003). Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri. Ayakkabı Kitabı. İstanbul:
Kitabevi Yayınları. S. 19-27.
153
Parlakpınar, M.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Toparlı, R., Vural, H. ve Karaatlı R. (2007). Kıpçak Türkçesi Sözlüğü (KTS). Ankara:
TDK Yayınları.
Tuna O. N. (2011). Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi ilgisi ile Türk Dili’nin Yaşı Meselesi.
Ankara:TDK Yayınları. 2. Baskı.
Şemsettin Sami (2012). Kâmus-i Türkî (KT).(Latin Harfleriyle). (Haz. R. Gündoğdu, E. F.
Önal E. F. ve N. Adıgüzel). İstanbul: İdeal Kültür Yayıncılık.
Türkçe Sözlük (TS) (2005). Ankara: TDK Yayınları. 10. Baskı.
Y
154
Hayriye Başcı Nur Filiz Erataş
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik
Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
KÜLTÜR FARKLILIKLARI EKSENİNDE GİRİŞİMCİLİK
ANLAYIŞINDAKİ DEĞİŞİMLER VE YABANCI GİRİŞİMCİLİK
THE VARIEGATIONS IN ENTREPRENEURSHIP
PERCEPTION AS PART OF CULTURAL DIVERSITY
AND FOREIGN ENTREPRENEURSHIP
Hayriye BAŞCI NUR*1 Filiz ERATAŞ2**
Özet
Son yıllarda üzerinde önemle durulan konulardan biri de girişimcilik ve girişimci kültürün toplumlar arasında gösterdiği farklılıklardır. Girişimciliğin öneminin artması, ekonomilerin iktisadi ve sosyal
gelişimi açısından hayati işlev görmesiyle yakından ilişkilidir. Girişimcilik, ülkelerin kalkınmasında,
teknolojinin gelişmesinde büyük rol oynarken, ayrıca ülkenin sanayileşmesine, endüstriyel çeşitliliğine
ve rekabet gücünün düzeyine de önemli katkılar sağlamaktadır. Giderek artan girişimcilik faaliyetleri,
durgun ekonomileri harekete geçirmekte, yeni iş alanlarının oluşturulmasına ve istihdam sorunlarının
çözümüne yardımcı olmaktadır. Girişimcilik, aynı zamanda gelişmekte olan ülkeler açısından ekonomik büyüme için vazgeçilmez bir araç olarak görülmektedir. Bu olgu, bugün için gelişmiş ekonomiler dahil olmak üzere küresel ölçekte kabul görmektedir. Girişimcilik, sosyal ve kültürel yapının
olanaklarıyla yakından ilişkilidir. Bazı toplumlarda girişim ruhu ve coşkusu baskılanırken, bazılarında
teşvik edilmektedir. Girişimciliğin genel kabul görmüş tanımı içinde yer alan “risk alabilme gücü” ve
“yeniliklere açık olma” geleneksel toplumlarda zayıf kalabilmektedir. Geleneksek toplumlarda, düzeni
değiştirmek ve alışılmış kalıpların dışına çıkmak hoş görülmez ve bastırılmak istenir. Bunu çözmek
ve girişimci ruhtan olabildiğince yararlanmak adına yabancı girişimcilik devreye girmektedir. Türkiye’nin bugüne kadar yeterince yararlanamadığı yabancı girişimci (yabancı sermaye) kavramı, Türk
ekonomisinin küresel düzeyde rekabet edebilen bir ekonomiye dönüşümü için önemli bir role sahiptir.
Bu çalışmada, Türkiye’nin yabancı girişimciden en üst düzeyde yararlanabilmesi için oluşturulması
gereken ekonomik ve politik yapı üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, Girişimci Kültür, Yabancı Sermaye.
Abstract
In recent years, one of the most emphasized subjects is entrepreneurship and the differences of
the entrepreneurial culture between the societies. The increasing importance of entrepreneurship is
closely related to having a vital role in the financial and social progress of the economies. Entrepreneurship, plays an important role in development of the countries and technology, also contributes to
industrialization, industrial diversity and the level of competitiveness. The increasing entrepreneurial
activities assists in stimulating stagnant economies, establishing new business areas and solving the
employment issues. Entrepreneurship, also is considered as an indispensable tool for economic growth
*1 Araştırma Görevlisi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, [email protected]
Y
** 2 Araştırma Görevlisi, Celal Bayar Üniversitesi, İ.İ.B.F., İktisat Bölümü, [email protected]
155
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
in developing countries. This phenomenon is accepted worldwide, including the developed economies.
Entrepreneurship is closely related to the opportunities that the social and cultural structure can offer.
In some societies, the enthusiasm and the spirit of entrepreneurship are suppressed while they are being
encouraged in others. “The power of taking risks” and “being open to the new” which is a part of the
generally accepted definition of entrepreneurship could be ineffectual in traditional societies. In the
traditional societies, to change the rules of the social order and break with the tradition is not tolerated
and is wanted to be suppressed. In order to deal with this problem and make the best of the spirit of the
entrepreneurship, the foreign capital steps in. The concept of foreign entrepreneur (foreign capital) that
Turkey has not benefited efficiently so far, has an important role in the transformation of the Turkish
financial and industrial system to an economy that may be globally competitive. In this research, the
financial and political structure which is needed to be established in Turkey in order to make the best
use of the foreign entrepreneur will be examined.
Keywords: Entrepreneurship, Entrepreneurial Culture, Foreign Capital.
Giriş
Girişimcilik, 1980’li yıllardan itibaren toplumların kalkınması ile ilgili yapılan araştırmalarda sıklıkla karşılaşılan ve önem verilmeye başlayan konulardan birisi olmuştur.
Girişimcilik, mevcut durumun sürdürülmesinden ziyade yenilikçilik, yaratıcılık gibi
mevcut durumun dışına çıkmayı gerektiren; toplumların ve organizasyonların değişimi
başarılı gerçekleştirmelerini sağlamalarına yardımcı olan bir süreçtir. Klasik olarak bakıldığında girişimcilik faaliyetlerinde bulunan kişi, kar elde etmeyi amaçlayarak, kendi işini
kuran, çeşitli üretim faktörlerini bir araya getirerek ve risk üstlenerek üretim sürecinde
bulunan ve bunun sonucunda da kar elde etmeyi amaçlayan kişidir. Günümüzde ise girişimci, sürekli olarak mevcut durumun ötesine geçebilmek amacıyla yenilikler ve değerler
ortaya koyabilen, daha önce fark edilememiş fırsatları tespit edip kullanabilen kişidir.
Bazı toplumların girişimcilik konusunda gösterdikleri performans farkının oluşmasında, topluma ait kültürel değerler önemli ölçüde etkili olmaktadır. Girişimciliğin önemli
niteliklerinden olan başarı ihtiyacı duyma, risk üstlenme, cesaret, birikim yapma gibi
özelliklere dair ilk telkinler ve uyarımlar kültür tarafından sunulmaktadır. Çalışmada öncelikle girişimci ve girişimcilik kavramları incelendikten sonra, girişimci kişilik ve kültür
kavramlarına değinilmiştir. Ardından, kültürün girişimciliğe ne şekilde etki ettiği konusu
açıklanmaya çalışılmıştır.
Günümüzde girişimciliğin kalitesinin gösteren birçok parametre vardır. Yenilikçilik,
patent başvurusu, Ar-Ge harcaması ve bunun alt bileşenleri, rekabetçilik endeksindeki
sıra, dış ticaret dengesi, ihraç ve ithal mallarının katma değer açısından düşük olması, açılan ve kapanan şirket sayısı, nesilden nesile başarıyla devredilen şirket sayısı gibi
birçok gösterge tanımlamak olasıdır. Girişimciliğin taklit edilerek başarılı girişimcilerin
bulunduğu ekonomik çevrelerde daha hızlı geliştiği varsayıldığında, ülkemizde girişimci
ruhu arttırmak, başarılı girişim örneklerinin ülkemize girmesini sağlamak adına yabancı girişimciliğin artması gerekmektedir. Ancak bunun sağlanması için temel reformlara
değinmek ve ekonomideki kurumsallaşma çalışmalarına dikkat etmek gerekmektedir.
Çalışmada Türkiye’nin girişimcilik performansı değerlendirildikten sonra, yabancı girişimcilikten daha çok yararlanmak adına yapılması gerekenler üzerinde durulmaktadır.
Y
156
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
1.Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik
1.1. Girişimcilik Kavramı
Girişimcilik kuramsal olarak iktisadi bir çerçeve içinde ele alınan bir kavramdır. Ekonomi biliminin temelini oluşturan kişi olarak bilinen Adam Smith, girişimci ile sermaye sahibi kavramlarını birbirinden ayırmamıştır. 19’uncu yüzyıl başlarında ortaya çıkan
Neo-klasik ekol, bu görüşü devam ettirmiş ve girişimcinin işyeri yöneticisi olduğu kabul
edilmiştir. Kısacası, girişimci, yönetici olarak maaş alan ve ekonomik teoride özel bir
konumu olmayan kişidir (TÜSİAD, 2002:35).
Girişimcilik konusundaki bilimsel tanım ilk kez 1803 yılında Jean Baptiste Say tarafından yapılmakla birlikte, Say’ın öncesinde, Cantillon, Condillac ve Von Thünen bu
girişimciliği konu alan çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. 18. yüzyılın son çeyreğinde Cantillon, girişimciliğin risk alma ya da risk üstlenme vasfını öne çıkarmıştır. Say’ın tanımlaması ise, girişimci denilen yeni bir üretim faktörüne dikkat çekmiştir. Say, girişimciyi;
toprak, emek ve sermayeyi temin ve organize ederek üretime yönlendiren üretim faktörü
olarak tanımlamıştır (Schumpeter,1982:76). Üstelik Say, sermaye sahibi ile girişimcinin
işlevini yönetim, işletmecilik, denetim, karar alma gibi süreçlerde birbirinden ayırmakta
ve girişimciliğin kazancı olan karın, üretimin iyi ya da kötü taraflarının peşinen kabul
edilmesi ile ortaya çıktığını ileri sürmektedir (Alada, 2001:48).
1934’te Joseph A. Schumpeter, girişimciliğin keşif ve yenilik yapma vasıfları üzerinde durmuştur. Schumpeter, riski üzerine alma vasfının girişimciliği tanımlayacak yeterli
bir özellik olmadığını, yenilik yapmayan işadamının girişimci sıfatını alamayacağını dikkatle vurgulamıştır (Alada, 2001:51).
Tablo 1’den izlenebileceği gibi girişimcilik kavramı farklı dönemlerde farklı açılardan incelenmiştir.
Tablo1: Girişimcilik Kavramının Gelişimi
Dönem
Ortaçağ Dönemi
Girişimcilik Kavramının Kullanımı
Bu dönemde girişimcilik, büyük ölçekli üretim projelerini yöneten bir
aktör ya da yönetici olarak benimsenmiştir. Bu türden büyük ölçekli
üretim projelerinde girişimci, herhangi bir risk almamakta, sadece
tahsis edilen kaynakları kullanarak projeyi yöneten kişidir.
1725
Richard Cantillon
Girişimci, sermayeyi tedarik eden kişiden farklı olarak risk üstlenen
kişidir. Girişimci belirli bir fiyattan satın alan, ancak belirsiz fiyattan
ürününü satan, bu nedenle riskle faaliyetlerini sürdüren kişidir.
Y
17. yüzyıl
Girişimcilik kavramı ile risk arasında ilk kez bu dönemde ilişki
kurulmuştur. Girişimci kar ya da zarar etme riskini üstlenerek, devletle
anlaşma imzalamak suretiyle mal ya da hizmet tedarikinde bulunan
kişidir.
157
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
1797
Beaudeau
Girişimci, risk üstlenen, planlayan, idare eden, organize eden ve sahip
olan kişidir.
1803
Jean Baptiste Say
Sermaye karından, girişimci karını ayırt etmiştir.
1876
Francis Walker
Fonları tedarik edip faiz alanlarla, yönetsel becerilerinden dolayı kar
elde edenleri ayırt etmiştir.
1921
Frank H.Knight
Risk ile belirsizliği birbirinden ayırmıştır.
1934
Joseph Schumpeter
Girişimci, inovasyon yapan ve denenmemiş teknolojileri geliştiren
kişidir.
1961
David McClelland
Girişimci, faal, orta düzeyde risk alan kişidir.
1964
Peter Drucker
Girişimci fırsatları maksimize eden kişidir.
1975
Albert Shapero
Girişimci, teşebbüs eden, insiyatif alan, bazı sosyal ve ekonomik
mekanizmaları organize eden ve iflas riskini göze alan kişidir.
1980
Karl Vesper
Girişimciler, ekonomistler, psikologlar, işadamları ve politikacılar
tarafından farklı değerlendirilmektedir.
1983
Giffort Pinchot
İç girişimcilik, işletme içinde çalışan bireylerin girişimciliğidir.
1985
Robert Hisrich
Girişimcilik, finansal, sosyal, psikolojik risklerle birlikte parasal
ve kişisel tatmin elde etme, bu amaçla, gerekli zaman ve çabayı
harcayarak farklı bir değere sahip bir şey yaratma sürecidir.
Kaynak: Hisrich,Robert D. ve Michael P.Peters, Entrepreneurship-Starting, Developing and Managing a New Enterprise, 3.Baskı, USA:Irwin Publishing,1995:6’dan aktaran Döm, S. (2006). Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği, Ankara: Detay Yayıncılık, s. 11.
Günümüzde girişimci, emek, teknoloji, sermaye ve doğal kaynaklar olarak sayılan
üretim faktörlerini en güncel teknik yöntem ve bilgilerle analiz edip bir araya getirerek
mal veya hizmet üreten birey olarak ön plana çıkmaktadır (İGİAD,2008:21). Girişimcilik
ise, girişimcilerin risk alma, fırsatları kovalama, hayata geçirme ve yenilik yapma süreçlerinin tümüne verilen bir ad olarak tanımlanmaktadır (TÜSİAD,2002:34).
Y
158
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
1.2. Girişimci Kişilik
Girişimciliğin bir takım kişisel özelliklerin bileşimi olduğu konusunda önemli bir fikir birliği vardır. Genel anlamda girişimciler bağımsız, risk üstlenen, yenilikçi, sezgilerine ve şanslarına güvenen, belirsizliğe karşı toleransı olan, başarı için fırsat kollayan, ve
başarma arzusuna sahip insanlardır.
Yenilikçilik, girişimcilik tanımının odak noktasını oluşturmaktadır. Yenilikçi olmak,
yeni ürünler, yeni yöntemler oluşturma, yeni pazarlara girme, yeni bir organizasyon yapısı kurma ve tüm bunlara yönelik bir irade ortaya koymayı içeren bir eğilimdir (Erdoğmuş,
2007:42). Yenilik, yaratıcı fikirler üzerinde çalışacak yetenekli ve birbirini tamamlayan
insanların emeğini gerektiren zor bir iştir. Çağdaş toplumlarda, girişimciden beklenen
sürekli şekilde yenilikleri geliştirmeleridir. Bu yönden modern girişimcinin gücü; yenilik
yapma ve yaptığı yenilikleri somut ticari ürünlere dönüştürebilme yeteneğiyle değerlendirilmektedir (Duran, Saraçoğlu,2009:60). Girişimci değişimi normal ve sağlıklı görür,
Schumpeter’in söylediği gibi “yaratıcı yıkıcılık” görevini üstlenmiştir. Bir diğer deyişle,
geleneği yıkarak yeniyi yaratmaktadır. Değişim her zaman zordur, bu zoru yenmek için
girişimci hem üretim, hem de kullanım aşamasında karşılaşabileceği dirençleri hesaplamak ve onları aşmaya yönelik çabalar göstermek zorundadır (TÜSİAD, 2002: 37).
Geleneksel anlamda girişimcilik, risk üstlenme eylemidir. İşletmelerde özellikle yönetici kademesindeki kişiyle girişimciyi birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Çünkü
girişimci işletmenin kar ve zarar riskini üstlenmektedir. Yüksek başarma güdüsüne sahip
olan girişimcinin aldığı risk, maddi sınırları aşan niteliktedir.
Girişimcilerin kişilik özelliklerinden biri de proaktifliktir. Proaktif kişilik, bulunduğu
koşullardan daha iyisini arzulayan, fırsat kollayan, inisiyatif sahibi, dinamik ve değişimi yakalamaya çalışan kişidir. Girişimci, değişimi karlı bir çıkar kapısı olarak kavrayıp,
onun içinde ortaya çıkacak somut geleceği, toplumun ihtiyaçları yönünde biçimlendiren
kişileridir (Top, 2006: 6).
1.3. Kültürler Arası Farklılaşma
Kültürel farklılıklar, farklı kişilik, benlik ve karakter yapılarının oluşumuna kaynaklık
ederler. Bu yüzden birbirinden farklı kültürlerin yetiştirdiği insanlar benzer konu ya da
koşullar karşısında farklı tepkiler vermektedirler. Kimi kültürler, dışa açık, özgür, bağımsız kişiliklerin oluşumuna fırsat tanırken, kimileri, bağımlı, korumacı ve güvensiz
kişilikler üretir.
Hofstede’in bir topluma ait olan kültürün farklı boyutlar kapsamında düşünülmesi
gereğinden hareketle yaptığı çalışmasında, kültürel farklılaşmaya sebep olan, belirsizlikten kaçınma, güç mesafesi, erillik-dişilik ve bireycilik-toplumculuk boyutları
bu alanda genel kabul görmüş boyutlardır. Bu boyutlara ek olarak Sargut’un (2001)
çalışmasında yer verdiği denetim noktası boyutu da eklenmiştir.
Y
Belirsizlikten kaçınma boyutu; toplumların, bilginin yetersiz olduğu, açık olmadığı veya hiç olmadığı, değişimin hızının ve boyutunun öngörülemediği durumlar159
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
dan duydukları tedirginlik düzeyi ile ilgilidir (Hofstede, 1984:25). İnsanlar belirsizlik
içeren ortamlara uyum göstermekte önemli sorunlar yaşarlar. Belirsizliğe toleransı
yüksek olan bireylerin, belirsizlik ve bilgi yükü altında uygun ve esnek davranışlar
sergileyebildikleri ve bu kişilerin diğer insanların içsel özelliklerine daha duyarlı oldukları görülmektedir (Sargut,2001:180). Bu toplumlarda insanlar daha özgür olmayı,
risk üstlenmeyi, yenilik ve değişime açık olmayı tercih etmektedirler. Belirsizlikten
kaçınma eğilimi yüksek bireylerden oluşan toplumlarda, bireyler kendileri için yaşamı daha güvenli hale getirmek adına biçimsel ve yazılı kuralları artırma çabasında olmaktadırlar. Düşünce yapılarına ters gelen fikirlere karşı çıkma ve mutlak doğruluğu
olan arama faaliyetlerini gerçekleştirmeleri kaçınılmazdır.
Güç mesafesi boyutu, bir topluluğun bireyleri ve örgütlerinde gücün eşit olmayan bir
biçimde dağılımı ile ilgilidir. Bazı toplumlarda ve kültürlerde az gücü olan insanlar, gücün eşit olarak dağıtılmadığını kabullenmişlerdir. Başka bir deyişle, toplumdaki bireyler
arasındaki güç mesafesi fazladır. Böyle bir toplumda üst makamlarda bulunanlar haklı
olmak için doğruyu bilmek zorunda değillerdir. Çünkü haklılıkları sahip oldukları güçten kaynaklanmaktadır (Sargut,2001:182). Toplumlara göre; bireyin yaşının, ailesinin,
eğitim gördüğü kurumun saygınlığının bireylere güç verdiği bilinmektedir. Bu faktörlerin
etkisiyle, bireyin çabasına, eğitimine ve deneyimine bakılmaksızın bireye güç ayrıcalığı
getirilmektedir. Düşük güç mesafeli toplumlarda, gücün neden olduğu farklılıklar en aza
indirilmeye çalışılır. Toplumsal ve örgütsel hiyerarşinin az olması, insanların birbiriyle
rahatça iletişim kurmasını, ve insanların risk almaktan korkmamasını getirir. Yüksek güç
mesafeli toplumlarda ise, güç farklılıkları benimsenmekte ve kurumsallaştırılmaktadır.
Astlar üstlerinin gücünü kabul etmişlerdir ve onların yönlendirmeleriyle hareket etmektedirler. Bu sistemlerdeki oluşabilecek belirsizliklerin güç mesafesi aracılığıyla azaltılmaya
çalışıldığı gözlemlenmektedir.
Kültürün erillik boyutu olarak da adlandırılan bir kültürün erkeklik boyutu, atılganlık,
para kazanmaya önem verme, kendine güvenme, kararlılık, bağımsız olma eğilimlerinin
egemen olması gibi özellikleri sergilemektedir. Dişi kültürün göstergeleri ise, uyumcu
olmaları, fazla öne çıkmayan, içe dönük karakterlere açıklık göstermeleri, merhametli
ve sadık olmaları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Erkek kültürlerde, çalışmak için yaşamak
ilkesi benimsenirken dişi kültürlerde yaşamak için çalışmak ön plana çıkmaktadır(Aytaç,
2006:155). Erkek kültürlerde çocuklar, hırslı, girişken, rekabetçi bir tarzda yetiştirilmektedir.
Bireycilik-toplumculuk algısı, belli bir toplumda, bireysel değerlerin mi yoksa
toplumsal değerlerin mi egemen değerler olarak algılandığını gösteren kültürel bir boyuttur. Kimi toplumlarda bireyciliği ön plana çıkaran inançlar ve değerler daha önemli
iken, kimi toplumlarda ise toplumculuk ön plandadır. Bireycilikte önemli olan nokta
kişisel yeterlilik ve kontroldür. Bireyin amaçlarını oluşturması ve kendi başarılarından
gurur duyması süreci söz konusudur. Bireyci kültürlerde kişiler ben merkezli düşünceye sahiptirler ve denetim bireyin içsel baskısıyla sağlanmaktadır. Ortak davranışçı
(kolektivist) toplumlarda ise grubun ya da toplumun çıkarları bireyin çıkarlarından
Y
160
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
üstün tutulmaktadır. Paylaşım, işbirliği ve grubun uyumuna önem verilmektedir. Bireyler kendilerini grubun bir parçası gibi hisseder, bireysel çıkarlarını düşünmeden
gruba katkı vermeye hazırdırlar. Ortak davranışçı kültürler üyelerini dışsal-toplumsal
baskıyla denetlenmektedir (Sargut, 2001:185).
Denetim noktasına göre insanlar içseller ve dışsallar olarak ikiye ayrılır. İçseller kendi
hayatlarını denetleyebileceklerine inanmaktadırlar. Başarı ya da başarısızlıklarının kendi
ellerinde olduğunun bilincindedirler. Oysa dışsallar olayların ve durumların kendi davranışlarından bağımsız geliştiği inancındadırlar. Her toplumda ve kültürde içseller ve dışsallar vardır. Ancak bazı toplumların içselliği, bazı kültürlerin de dışsallığı özendirebileceği söylenebilmektedir. Örneğin belirsizlikten kaçınmayı öngören bir kültürün daha çok
dışsal davranış biçimlerini ve değerleri dayatması olasılığı yüksektir. Çünkü belirsizliğe
tolerans ile içsellik arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır (Sargut, 2001:196).
1.4. Kültürün Girişimciliğe Etkisi
Kültür, insanların davranışlarına ve kişiliklerine doğrudan etki eden bir sistemdir.
Geleneklerden aile içerisinde alınan eğitime, ahlaki kurallara, kişilik yapısına, davranış
biçimine, yaşam tarzına ve sosyal çevreye kadar bir çok öğede kültürün izleri görülmektedir. Ön kabullerimiz ve tercihlerimiz büyük ölçüde, içerisinde yaşadığımız toplumsal
kültürün bir eseridir (Aytaç, 2006:153). Girişimciliğin de; kültürel değerlerden etkilenmemesi olası değildir. Girişimci güdülerin ve davranış kalıplarının oluşumunda kültürel
yapı önemli bir rol üstlenmektedir.
Hiçbir kültür; girişimciliği destekleyen ya da girişimciliğe karşı olan bir kültür olarak
tanımlanamaz. Kültürle girişimcilik faaliyeti arasında bir ilişki kurulurken, hangi tür kültürlerin girişimciliğe destek verdikleri, hangilerinin engelleyici etkilere sahip oldukları
sorunu önem taşımaktadır. McClleand (l962), girişimciliğe destek veren kültürlerin üç
temel davranışı öne çıkarttıkları ve bunların yüksek sorumluluk üstlenme, hesaplı risk
alma ve performansa dönük geribildirim talep etme olduğu üzerinde durmaktadır (Aytaç,
2006:154).
Girişimci özelliklerinin toplumda genel kabul görmesi, girişimci değerlerin ve davranışların onaylanması, hatta ödüllendirilmesi ile girişimcilik yaygınlaşmaktadır. Sosyal
ve kültürel değer farklılıkları nedeniyle girişimciliğin çok kabul görmediği bazı ülkelerde
başarısız olma korkusu yüzünden kişiler risk almaktan çekinmektedirler. Bu da yeniliklere açılabilecek kapıların kapatılması anlamına gelmektedir.
Y
Sosyal ortamın etkilerini inceleyen çalışmalar aile ortamının önemine dikkati çekmektedir. Kimi geleneksel, ataerkil aile yapıları girişimciliği kısıtlamaktadır. Ataerkil aile
yapılarında, anne-babanın sıkı denetimi ve çocukların ebeveynlerine itaat güdüsü çok
baskındır. Çocuklarının garanti bir işte çalışmasını isteyen aileler, yönlendirmeleri de bu
şekilde yapmaktadır. ‘Az da olsa düzenli bir gelir olsun’ veya ‘çalışma saatleri belirli
olsun’ gibi düşünceler girişimcileri kültürel yönde etkileyen engellerdendir. Bu yapı içinde yetişen çocuklarda yenilikçiliğe açıklık, bireysel başarının hedeflenmesi, dinamizm,
161
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
üretkenlik, risk almak gibi girişimciliğe özgü değerlerin oluşması zorlaşmaktadır. Buna
karşın, modern toplumlar ve aile yapıları, görece değişken, dinamik, rekabetçi bir kültüre açıklık göstermektedirler (Aytaç,İhan, 2007:108). Türkiye’nin toplumsal yapısına
bakıldığında da girişimcilikten çok mecburi bir garanticiliğin daha yaygın olduğu görülmektedir. Girişimciliği uyarmada eğitim önemli bir etkendir. Girişimciliğin, yüksek
eğitimsel ortamlarda daha hızlı arttığı görülmektedir. Eğitimin, bireye, kendine güven ve
bağımsızlık gibi özellikleri kazandırmasıyla birlikte, yüksek öğretim kurumları bireylere
çeşitli kariyer seçenekleri sunmakta, onların ufkunu genişletmekte ve fırsatları algılamada bir adım önde kılmaktadır. Eğitimli kişilerin girişimciliği ileri teknoloji ve bilgi isteyen
dolayısıyla rekabet gücü yüksek alanlarda yoğunlaşmakta, eğitim düzeyi düşük kişilerin
geliştirdiği girişimcilik ise daha çok emek yoğun ya da geleneksel ve ulaşılabilirliği geçmiş olan teknolojiyi kullanan alanlarda yoğunlaşmaktadır (Ersoy, 2010:73).
Bireyler arasındaki güven ilişkisinin düşük ya da yüksek olması da girişimciliği etkilemektedir. Araştırmalara göre, toplumlarda yükselen güven düzeyi işbirliği eğilimini
arttırmaktadır. İşbirliği ise toplumsal dinamizm ve gelişme için ateşleyici bir rol oynamaktadır. Bazı kültürlerde birbirini tanımayan kişiler arasında bile güven duygusu gelişmiş olabilmektedir ki bu kültüre sahip toplumlarda toplumsal sermaye birikimi fazladır.
Çizilen bu çerçeveden sonra kültürün girişimciliğe etkisi konusunda, kültürel
farklılaşma adına genel kabul görmüş boyutların başlıkları altında girişimcilik özellikleri incelenecektir.
Belirsizlikten kaçınma boyutu incelenecek olursa, belirsizliğe toleransı yüksek olan
yöneticilerin eylemlerinde girişimci özellikler sergilediğini görülmektedir. Bu bireyler
araştırmacı kişilikleri ve karmaşık işleri çözme yönündeki yetenekleri ile belirsiz bir ortamda hızlı ve doğru karar verebilmektedirler. Williams ve Narendran (l999), belirsizlikten kaçınmanın teşvik edildiği toplumlarda, kurumlar ve insan ilişkilerinde, yerleşik
kalıpların tercih edildiğini ifade etmişlerdir (Aytaç,İlhan, 2007:111). Belirsizlik, endişe,
korku ve stres yarattığı için güvenli bulunmaz. Bu nedenle girişimsel riske yönelim zorlaşır. Bu konuda Türk toplumunun kültürel niteliğine bakıldığında, belirsizlikten kaçınma
düzeyinin yüksek olduğu sonucuna varılmaktadır. Örneğin ülkemizde yaygın bir uygulama olan “yaşam boyu istihdam” belirsizlikten kaçınma eğiliminin doğal bir sonucudur
(Sargut, 2001:182). Bireyler çalıştıkları işten memnun olmasalar ve yeni bir iş kurma
düşünceleri olsa dahi, işten çıkma riskini alamadıkları için, yeni iş fikirleri hayata geçirilememektedir. Güney ve Nurmakhamatuly (2007)’nin yaptığı çalışmada üniversiteli
Türk gençlerinin mezun olduktan sonra ikinci sırada bir kamu kuruluşunda çalışmayı
tercih ettikleri görülmektedir. Bunun nedeni, az olan belirsizlik toleransının Türkiye’de
güç mesafesini artırması ve dolayısıyla da girişimcilik için gerekli olan riskleri almayı
engelleyici olmasıdır.
Çalışmalarda, girişimciliğe olan etkisinin daha iyi anlaşılabilmesi için, güç mesafesi boyutu belirsizlikten kaçınma boyutu ile birlikte değerlendirilmektedir. Türkiye’de güç mesafesi de, belirsizlikten kaçınma eğilimi de fazladır. Kültürün de etkisiyle, belirsizliğe karşı toleransı azalmış olan kişiler, risk almamak adına, üstlerinin
Y
162
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
sözlerinden çıkmayarak, güç mesafesini arttırmaktadırlar. Böylesi bir ortamda kişilerin yenilikçi fikirler geliştirmesi ve gerçekleştirmeye çalışması bir yana sürekli
verilen emirleri uygulamaktan başka şansları kalmamaktadır.
Bir kültürün erillik-dişilik boyutunda kendine güven ile alçak gönüllülük özellikleriyle ilgi kurulmaktadır. Erkek kültürlerdeki insanların kendine güven duyguları daha
yüksektir. Dişi kültürlerde ise alçak gönüllülük egemen faktör olarak görülmektedir. Girişimci kişilik özellikleri içinde bulunan kendine güven duygusunun erkek kültürler içinde
daha rahat yer bulduğu söylenebilmektedir. Erkek kültürlü toplumlarda çocuklar, dişi kültüre göre daha hırslı, girişken, çalışmayı seven ve rekabetçi bir tarzda yetiştirilmektedir.
Bir başka deyişle, erkek kültürler, girişimci kişilik oluşumunda daha etkindir.
Kültürel çevrenin toplulukçu ya da bireyci olmasının girişimciliğin en önemli öğelerinden risk almada büyük etkisi bulunmaktadır. Bireyci kişi, bağımsız bir yönelime, kendine yeterlik üzerine bir vurguya, akılcılığa, insanların kendi başarısından gurur duyduğu
ve kendine güvendiği bir kültüre işaret etmektedir. Buradan hareketle bireyci kültürlere
hakim değerler de hatırlandığında, bireyciliğin girişimcilik için olumlu anlam ifade ettiği
söylenebilir. Ortak davranışçı kişi diğer grup üyelerine kendini bağımlı hissedip, amaçlarını grubun amaçlarına uyumlandırmaya çalışmaktadır. Toplumsal davranışını, grup
normlarına, görev ve sorumluluklarına göre belirlemektedir. Toplumlarda ise grubun ya
da toplumun çıkarları bireyin çıkarlarının üstündedir. Ortak davranışçı kişi için, iç grupla ve diğer kişilerle ilişkide olmak akılcılıktan önce gelmektedir. Bireycilik çağdaşlığın
koşutu olarak görülmektedir ve cinsiyet rolleri gibi çağdaş değerlerle bağdaştırılmıştır. Toplulukçuluk ise geleneksel ve tutucu bir ideoloji ile bağdaştırılmıştır (Kağıtçıbaşı,2000:98). Ülkemiz açısından bakıldığında, Türkiye bireyciliğin gelişmediği, ortaklaşa
davranışın ağır bastığı bir toplumdur. Türklerdeki hemşehrilik ve adam kayırmanın, karşılaşılan problemleri devlete, Allah’a veya başka güce havale etme alışkanlığının veya
kurtarıcı bekleme eğiliminin kökeninde bu ortaklaşa davranış kültürü yer almaktadır. Bu
nedenle Türk toplumunda girişimcilik yeterince gelişememiştir (Coşkun, 2009).
Y
Denetim noktasına göre içseller ve dışsallar olarak ayrılan insanlardan içsel olanların, dışsallara oranla liderlik yetenekleri daha gelişmiştir. Dışsal liderler baskıcı gücü ve
tehdidi daha yoğun kullanırken, içsel liderlerin ikna ve uzmanlık gücünü yeğledikleri
gözlenmektedir (Sargut, 2001:197). Bir diğer taraftan, içselller yenilikçi ve yaratıcılık
isteyen işlerde çalışmaya gönüllü olurlarken, dışsallar sıradan ve rutin işlerden yanadırlar. İçseller başlarına gelenin kendi yaptıklarının bir sonucu olduğuna inanmaktadırlar.
Başarılı olmaya önem verirler, bunun için öğrenme, soru sorma ve sorumluluk üstlenme
eğilimleri yüksektir. Bu durumda içsellerin girişimci niteliklerinin öne çıktığını söyleyebilmektedir. Türk toplumunda dışsallık eğiliminin yüksek olduğu yönünde bir kanı vardır.
Toplumun genel performansına bakıldığında, belirsizliğe toleransı az olan, dış denetime
gereksinim duyan, sürekli dış uyarılar bekleyen, sorumluluk almaktan kaçınan, kurtarıcı
bekleme eğilimi fazla olan bireylerin nüfusça fazla olduğu gözlenmektedir. Girişimcilik
adına daha çok içsel denetimli insan yaratmak için, egemen kültürdeki dışsallığı özendiren öğelerin ortadan kaldırılması gerekmektedir (Sargut, 2001:201).
163
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
2. Türkiye’nin Girişimcilik Performansı ve Yabancı Girişimcilik
Türkiye’nin girişimcilik konusundaki yeterliliğini inceleyeceğimiz bu bölümdeki
bulgularımızla yabancı girişimcilere olan ihtiyacımızın ölçüsünü belirlemeye çalışacağız. Her ülkenin yabancı sermayeye ihtiyacı olduğunu söyleyebileceğimiz küreselleşme
çağında, taklit edilerek öğrenilen disiplinli çalışma, düzenli organizasyon yapısı oluşturabilme, cesaret ve atılgan tavır sergileyebilme vasıfları açısından örnek oluşturabilecek
yabancı girişimci modellerine olan gereksinimden bahsedeceğiz. Girişimci kişilerin yetişmesi veya girişimci ruhunun oluşabilmesi yeni bir kültürün oluşmasını gerektirmektedir. Bu nedenle toplum yapısının, bakış açısının da değişmesi zorunludur. Bu yeni bakış
açısı da yabancı girişimcilerle ortaklık ya da yabancı girişimlerde istihdam edilen kişiler
dolayısıyla sağlanabilecektir.
2.1. Girişimciliğin Önemi
Girişimciliğin son dönemde popüler olmasının başlıca sebepleri arasında üç önemli
başlık altında toplanabilir (TÜSİAD,2002:40). Bunlardan ilki istihdam sorununun artması, ikincisi yeni ekonominin gittikçe güçlenmesiyle değişen ekonomik yapı ve son olarak
ekonomi ve işletme alanlarında teorik gelişmeler ve girişimciliğin genel kabulüdür.
Küresel Girişimcilik Platformu (Global Entrepreneurship Monitor -GEM) tarafından
yayınlanan 2012 Küresel Girişimcilik Raporun’da, 69 ülke arasında yapılan araştırmada,
yüksek girişimcilik faaliyetleri olan ülkelerin ortalama ekonomik büyümenin üzerinde
gelişme gösterdiği belirtilmektedir. Çünkü girişimcilik, işletmeciliğin ve toplumun yapısında bir değişim başlatır ve geliştirir. Bu değişimi sağlayan yenilikçiliktir. Girişimci yeni
düşüncelerin oluşturulması, yayılması ve uygulamasını hızlandırmaktadır. Yeni teknolojileri kullanan sektörlerde verimlilik artar ve hızla büyüyen sektörler üzerinden ekonomik
büyüme ivme kazanmaktadır.
Girişimcinin tüm faaliyetleri makro ekonomik dengeleri desteklemektedir. Örneğin
satış hasılatını arttırmak isteyen girişimci iç ve dış piyasalarda yoğun bir faaliyet gösterecektir. Bu amaçla ihracatını arttıran girişimcinin ödemeler dengesi üzerinde olumlu katkıları olacaktır. Satış ve üretim artışı beraberinde kapasitenin artmasına ve yeni eleman
alımına yol açacaktır. Satış hasılatını arttırmak için maliyetleri düşürme yoluna gidecek
olan girişimci verimliliğini arttırmayı hedefleyecektir. Ardından, verimlilik artışı tasarruf artışını getirecektir. Tasarrufun bir kısmı yeni yatırımlara dönüştürülürken, bu durum
tasarruf-yatırım dengesini olumlu etkileyecek, bir kısmı finans piyasalarında değerlendirilirken finansman dengesini iyileştirecektir. Girişimciliğin hedeflerinden biri de rekabet gücünün arttırılmasıdır. Rekabet, fiyat istikrarını beraberinde getirerek ve enflasyonu
düşürecektir. Enflasyonun düşmesi faiz oranlarını aşağı çekerken kaynaklar-harcamalar
dengesi üzerinde olumlu etki sağlayacaktır.
2.2. Türkiye’nin Girişimcilik Performansı
Bir akademik araştırma konsorsiyumu olan Global Entrepreneurship Monitor (GEM)
ülkelerin girişimcilik faaliyetinin düzeyini ve girişimciliğin ekonomik gelişmedeki rolü-
Y
164
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
nü belirlemek için girişimcilik faaliyeti ile ilgili nitelikli araştırma verileri oluşturmaktadır. GEM’in yaptığı çalışmalarda ülkeler, faktör, verimlilik ve inovasyon odaklı ekonomiler olarak sınıflandırılmaktadır. Türkiye bu sınıflandırmada verimlilik odaklı ekonomiye
sahip ülkeler arasındadır.
GEM’nin girişimcilik tanımlamaları şöyledir:
Kuruluş Aşamasındaki Girişimciler (Nascent Entrepreneurs): 18-64 yaş arasındaki
yetişkin nüfus içinde, şu anda bir iş kurmaya hazır, henüz bir ücret-maaş geliri olmayan
ya da üç aydan az süredir geliri olan kişilerdir.
Yeni Girişimciler (New Firm Entrepreneurs): 18-64 yaş arasındaki yetişkin nüfus
içinde, şu anda bir işletmenin yönetici ya da sahibi olarak aktif çalışan, üç aydan fazla
ancak 3-5 yıldan az bir süredir geliri olan kişilerdir.
Erken Evre Girişimciler (Total Early Stage Entrepreneurs-TEA): 18-64 yaş arasındaki
yetişkin nüfus içinde, kuruluş aşamasındaki girişimciler ile yeni girişimcileri kapsar.
Kurumsallaşmış Girişimciler (Established Business Owners): 18-64 yaş arasındaki
yetişkin nüfus içinde bir iş kurup devam ettiren yönetici ya da işletme sahiplerinden 42
aydan fazla süredir geliri olan kişilerdir.
Tablo 2’de 18-64 yaş aralığı için yukarıda tanımlanan girişimcilerin Türkiye’deki oranının yıllara göre değişimini gözler önüne sermektedir.
Tablo 2: Türkiye’de Girişimcilik Faaliyetlerin Yaygınlığı (%)
2006
Kuruluş aşamasında girişimci
Yeni girişimci
Erken evre girişimci
2.2
4.0
6.1
2008
3.2
3.0
6.0
2010
3.7
5.1
8.6
2011
6.3
6.0
11.9
2012
7.0
5.0
12.0
Kaynak: GEM Raporlarından yararlanılarak yazarlar tarafından hazırlanmıştır.
Tablo 2’ye göre Türkiye’de erken evre girişimcilik oranı 2010 yılında % 8.6, 2011
yılında ise % 11.9’dur. GEM 2011 Küresel Girişimcilik Raporuna göre 2011 yılında ülkelerin girişimcilik notu da denebilecek bu endeks % 12’dir. Bunun anlamı her 100 yetişkinden 12’si girişimcidir. Geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında girişimcilik oranının arttığı
görülmektedir. Ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu verimlilik odaklı ekonomiye sahip
diğer ülkelere bakıldığında ortalama girişimci sayısı %14’tür. Bu oran Çin’de % 24’e
çıkmaktadır.
2010 yılına ait verilerin olduğu rapordaki çalışmada Türkiye, ekonomik gelişmede
kendisiyle benzer özellikler gösteren ülkeler arasında değerlendirilmektedir. Araştırmaya konu olan 24 ülke arasında Türkiye’nin yeni girişimciler oranı % 5.1 ile dokuzuncu
sıradadır. Kuruluş aşamasındaki girişimciler sıralamasında ise Türkiye’nin yeri % 3.7 ile
yirminci sıradır.
Y
Bağlı olduğu grupta Türkiye’de kadın girişimci oranı düşüktür. Her 100 erkeğe karşı-
165
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
lık 28 kadının girişimcilik faaliyeti içinde olduğu görülmektedir (GEM,2010:31). İş yaşamında erkekler bilgi ve deneyimleri konusunda kendilerine daha fazla güven duymaktadırlar. Kadınlar erkeklere göre başarısız olmaktan daha çok çekindikleri için girişimcilik
ruhlarını baskılamaktadırlar.
Girişimcilerin yaş gruplarına bakıldığında, pek çok ülkede girişimcilerin 25-34 yaş
arasında yoğunlaştığı görülmektedir. Türkiye’de ise 25-34 yaş arasındaki girişimcilerin
oranı 2008’de % 44.36 iken 2010 yılında bu oran % 31.84’e gerilemiştir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun yayınladığı “Hanehalkı İşgücü Araştırmasına” göre genç işsizlik
oranı ise % 21.6’dır. Bu duruma göre her beş gençten biri işsizdir. Buna karşın 35-44 yaş
aralığındaki girişimciler ile 45-54 yaş arasındaki girişimcilerin oranı artmaktadır. Nüfusumuzun büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu göz önüne alınırsa girişimcilerimiz
yaşlanmaktadır. Bu veriler göstermektedir ki, Türkiye’de bireyler girişimci olmadan önce
ilk tercih olarak kurulmuş bir şirkette çalışmak ya da kamuda görev almak istemektedirler
(GEM,2001:31). Gençlerimizi, bir kariyer yolu olarak girişimciliği seçmeleri adına cesaretlendirmemiz ve teşvik etmemiz gerekmektedir.
TÜİK’in yayınladığı yıllık girişim istatistikleri 2008 yılında son bulmaktadır. Verilere göre girişim sayısı yıllık sanayi ve hizmet istatistikleri kapsamında olan sektörlerde
faaliyet gösteren ve referans dönemde aktif olan tüm birimlerin sayısıdır. 2003 yılından
başlayarak inceleyecek olursak, 2003 yılında 1 milyon 740 bin olan girişim sayısı, 2008
yılında 2 milyon 583 bin olmaktadır (TÜİK,2011). Yıllar itibariyle çalışan sayısıyla girişim sayısını oranlandığında ise bir artış gözlenmemektedir.
2.3. Yabancı Girişimcilik
Yabancı sermaye yatırımları, yatırım yapılan ülkeye sermaye girişi sağladığı için
sermaye sıkıntısı çeken birçok ülkede önemli bir kaynaktır. Yabancı sermaye yatırımları,
uluslararası firmaların ülke içinde ya kendi başlarına ya da yerel ortaklıklar ile gerçekleştirdikleri yatırımlardır. Girişimcilerin yaratacağı zenginlik açısından yabancı girişimci
(yabancı sermaye) gelişmekte olan ülkeler için oldukça anlamlıdır. Bununla birlikte girişimciliğin taklit edilmesiyle birlikte başarılı girişimcilerin bulunduğu ekonomik çevrelerde daha hızlı geliştiği varsayıldığında, yerel girişimciler de yabancı girişimcilerin
başarısını görerek işletme kurma adına cesaret kazanmaktadırlar.
Ekonomik, siyasal ve sosyal boyutlarıyla etkili olan küreselleşme sürecinin ortaya
çıkardığı en önemli olgulardan biri, genellikle gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğru yapılan orta ve uzun vadeli sermaye ve teknoloji getiren “Doğrudan Yabancı
Yatırımlardır-DYY”. DYY, ülke ekonomilerini ayakta tutan temel taşlardan birini oluşturmaktadır. Bu yönüyle DYY’ler hem ekonomik hem de politik çevrelerde ekonomik
büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi için gerekli ve önemli bir araç olarak kabul
edilmektedir. OECD tarafından yapılan bir sınıflandırmaya göre, doğrudan yabancı yatırımlar ülke ekonomilerine, bilgi ve teknoloji transferi, girişimcilik kültürünün gelişmesi,
uluslararası ticari entegrasyonda artış, yerel işletmelerin rekabetçi özelliklerini ve beşeri
Y
166
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
sermaye birikimini arttırma gibi olumlu katkılar sağlamaktadır (OECD,2003:87).
Bu olumlu etkilerinden yararlanabilmek için dünya sistemi içinde Türkiye’nin belirgin bir fark oluşturması gerekmektedir. Yüksek büyüme ve alım gücü sürekli artan, genç
çalışabilir ve tüketebilir bir nüfusa sahip olması Türkiye’nin en büyük farkı olmakla birlikte, bunlar gerekli ancak tek başına yeterli değildir. Yapılan çalışmalar göstermektedir
ki; enflasyon, döviz kurları, kişi başına düşen GSYİH, emek gücü, faiz oranları ve ekonominin dışa açıklığı gibi makroekonomik göstergelerin yanı sıra, kurumsal faktörler de
doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir (İGİAD,2008:74)
UNCTAD’ın 2011 Dünya Yatırım Raporu’na göre 2010 yılında Türkiye’ye uluslararası doğrudan yatırım girişleri bir önceki yıla göre % 8 artarak, 9.1 milyar Dolara yükselmiştir. Türkiye dünya genelinde en fazla uluslararası doğrudan yatırım çeken 27. ülke
olurken; gelişmekte olan ülkeler arasında 14. sırada yerini almaktadır. 2010 yılında en
fazla uluslararası doğrudan yatırım çeken ilk beş ülke sırasıyla ABD, Çin, Hong Kong
-Çin, Belçika ve Brezilya’dır. ABD’ye yapılan yabancı yatırım girişleri 228,3 milyar Dolar ve Çin’e yapılan yabancı yatırım girişleri 105,7 milyar Dolar’dır. Rakamlar çarpıcı bir
şekilde önümüzde durmaktadır.
Yatırım alanlarını yabancı sermayeye dolayısı ile yabancı girişimcilere çekici kılabilmek için bazı düzenlemeler gerekmektedir. Siyasal ve sosyal istikrarın sağlanması,
enflasyonun düşürülmesi ve kayıt dışının önlenmesi bunların başında gelmektedir. Bununla birlikte bürokratik engellerin en aza indirilmesi gerekmektedir. Çünkü Türkiye’de
yabancı sermayeli bir şirketin kuruluşunun uzun zaman alması yabancı sermayenin girişine engel olmaktadır.
Doğrudan yabancı yatırımların sektörel düzeyde göstereceği farklılıklar bütün boyutlarıyla çalışılmalı, sektörlerin özel durumları belirlenmelidir Stratejik hedefle uyumlu
olarak, öncelikli sektörler belirlenmeli ve bu sektörlerde yatırım çekmek için gerekli olan
altyapı ve üretim faktörleri arzı geliştirmeli, kurumsal çerçevedeki eksiklikler bir an önce
giderilmelidir. Seçilen sektörlere ayrıcalıklı parasal teşvikler verilmemeli; ancak yatırımın
büyüklüğü ve yaratılan istihdama göre vergi indirimleri sağlanmalıdır (Yılmaz,2007:16).
Yabancı yatırımcılar, Türkiye’nin yabancı yatırımları gerçekten istediğinden emin
değildirler. Yabancı sermayenin bir devlet politikası olarak kabul görülmediğine ve bürokrasinin içine sinmediğine inanmaktadırlar. Yabancı yatırımcılar, Türkiye’nin sunduğu
yatırım teşviklerinin, enflasyonu ve yüksek işgücü maliyetini telafi etmekte yetersiz kaldığına inanmaktadır (Halis vd.,2007:317).
Y
Yabancı sermayenin ortak girişim şeklinde gelmesine olumlu katkıda bulunması açısından, yerli girişimcilere doğrudan yabancı yatırımları yakından tanımaları için yabancı
girişimciler ile ilgili bilgi verilmelidir. Aksi halde işverenler yabancı sermayeye karşı
temkinli davranacaklardır. Bununla birlikte, yabancı yatırımcıyı ülkeye çekecek alternatif
yöntemler bulunmalı, karşılıklı olarak güven arttırmak amaçlanmalıdır. Özellikle günümüzde giderek önem kazanan fikri mülkiyet haklarının ve rekabetin korunmasına yönelik
hukuksal sistem reforme edilmelidir.
167
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Sonuç
Girişimciliğe yol açan ya da engelleyen faktörlerin ortaya konması ve ölçülmesi zordur. Bu konuda en ciddi çalışmalar OECD ve GEM tarafından yapılmaktadır. Yapılan
çalışmaların sonucunda görülmektedir ki bazı toplumlar girişimcilik konusunda yüksek
performans gösterirken, diğerlerinde aynı performans görülmemektedir. Sosyal bilimciler bu farkın oluşmasında “kültür” kavramının oynadığı rol üzerinde durmaktadırlar.
Girişimcilik, iktisadi bir değer olmanın ötesinde, hem gerçekleştiği ortam hem de ortaya çıkardığı değişimci hareketlilik itibariyle, toplumsal, kültürel ve politik dinamiklerle
yakından ilişkilidir. Bu bağlamda, son yıllarda girişimcilik araştırmalarında toplumsal/
kültürel boyut öne çıkmaktadır.
Toplumun dinamik unsurlarından biri olan girişimcilerin, üyesi oldukları toplumun
kültüründen soyutlanmaları olası değildir ve girişimciler, yaşadıkları toplumdan etkilenerek bir takım değer yargıları edinmektedirler. Gelişmişlik boyutunda çağın önünde giden
toplumlara bakıldığında, sahip oldukları girişimci sayısının fazla olduğu görülecektir.
Aynı paralelde, bu toplumların sahip oldukları kültürel değerlerin de girişimciliği destekleyen boyutlarda olduğu görülmektedir.
Ekonomik büyümeyi hedefleyen ülkeler için, endüstriyel yapının iyileştirilmesi, rekabet gücünün artırılması, ekonomik büyümenin hızlandırılması, istihdamın artması ve
gelir düzeyinin iyileştirilmesi için ekonomik yapının girişimci ve yenilikçi olması gerekmektedir. Bu nedenle, ekonomik ilerlemeyi sağlamak ve sık yaşanan krizlerden kurtulmak için Türkiye’nin günü kurtaran geçici çözümler değil, uzun vadeli bir çıkış yolu bulması gerekmektedir. Sunulan çözüm önerilerinden biri de girişimciliğin geliştirilmesidir.
Bir ülkede girişimciliğin oluşturulması veya desteklenmesi için kullanılacak, kesin belirli
yöntemler yoktur. Çünkü her ülkenin tarihsel gelişimindeki farklılıklar nedeniyle oluşan
ekonomik, politik, sosyal ve teknolojik yapı değişiklik göstermektedir. Bu nedenle, bir
ülkede girişimciliği açıklayan faktörler diğer bir ülke için geçerli olmayabilir.
GEM raporuna göre Türkiye’de her 100 kişiden sadece 12’si girişimci olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu girişimcilerin % 80’i iş bulamadığı, yani mecbur kaldığı için kendi
işini kurmaktadır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden sadece 1 veya 2’si girişimciliği kendine bir kariyer seçeneği olarak tercih etmektedir. Türkiye’nin kalkınma düzeyi için bu
girişimcilik oranı oldukça düşüktür. Bunun nedeni olarak, Türkiye’nin kültürel yapısında
girişimcilikten çok, mecburi bir garanticiliğin daha yaygın olduğunu ileri sürülmektedir.
Ticaret kanunlarının çok ortaklı kuruluşların işleyişini tam teminat altına alamayışı, kayıt
dışı ekonominin varlığı da dikkate alındığında, güçlü bir sermaye yapısının oluşmadığı ve
yatırımların küçük teşebbüslerden ileri gidemediği görülmektedir.
Gerek mevcut tasarruf-yatırım açığının finansmanı gerekse yüksek katma değer elde
edip yüksek kar marjlarıyla sermaye birikiminin tesis edilmesi için Türkiye yabancı girişimciye ihtiyaç duymaktadır. Çünkü Türkiye’de yaşanan eksiklik sadece finansman kaynağı değil, aynı zamanda bilgi görgü eldesi (know how) ve teknoloji transferi sağlanmasıdır. Gerçekleştirilecek yabancı yatırım, üretim, istihdam ve ihracat rakamlarının ötesinde,
Y
168
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
çok uluslu şirketlerin teknoloji, yönetim birikimi ve mali deneyimlerinin ülkeye transferi
için en etkin araç olacaktır.
Uluslararası piyasada büyük çaplı ve teknoloji yoğun yabancı yatırımları çekmek için
ülkeler arasında ciddi bir rekabet vardır. Türkiye’de bu alandaki yatırımcılara kendisinden daha cazip olanaklar sunan ülkelerin gerisinde kalmamak için vergi ve teşvik alanlarındaki rekabete katılmak zorundadır. Eylem planı içinde ele alınan adımlardan ilki, yatırım ortamının uluslararası düzeye çıkarılması için hukukun üstünlüğü ilkesinin eksiksiz
uygulanması ve etkin yönetimin devletin bütün kademelerine yayılmasıdır.
Kaynakça
Alada, D.(2001). “İktisadi Düşünce Tarihinde Girişimcilik Kavramı Üzerine Notlar”, I.Ü.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 23:47-52.
Aytaç, Ö.(2006). “Girişimcilik: Sosyo-Kültürel Bir Perspektif”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 15:139-160.
Aytaç, Ö. ve İlhan, S. (2007). “Girişimcilik ve Girişimci Kültür: Sosyolojik Bir Perspektif. http://www.sosyalbil.selcuk.edu.tr/sos_mak/articles/2007/18/Oaytac-Sılhan.
Pdf,). Erişim Tarihi: 12.02.2012 Çarıkçı, İ.H. ve Koyuncu, O. (2010). Bireyci-Toplumcu Kültür ve Girişimcilik Eğilimi
Arasındaki İlişkiyi Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2(3):1-18.
Coşkun, M. (2009). Kültürün Girişimciliğe Etkileri. http://www.hrturkiye.com/index.
php/kulturun-girisimcilige-etkileri/. Erişim Tarihi: 18.02.2012.
Demirel, E. ve Tikici, M. (2004). Kültürün Girişimciliğe Etkileri. Doğu Anadolu Bölgesi
Araştırmaları. ss. 49-58.
Döm, S. (2006). Girişimcilik ve Küçük İşletme Yöneticiliği. Ankara: Detay Yayıncılık.
Erdoğmuş, N. (2007). Aile İşletmeleri Yönetim Devri ve İkinci Kuşağın Yetiştirilmesi.
İGİAD Yayınları: 6.
Ersoy, H.(2010). Kültürel Çevrenin Girişimcilik Tercihine Etkisi. Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 2(1):71-77.
Global Entrepreneurship Monitor. (2010). “ Entrepreneurship in Turkey 2010. http://
www.gemconsortium.org/docs/2280/gem-turkey-2010-report>
(09.03.2012).
Global Entrepreneurship Monitor. (2011). 2011 Global Report. http://www.gemconsortium.org/docs/2201/gem-2011-global-report. (18.02.2012).
Global Entrepreneurship Monitor. (2012). 2012 Global Report. http://www.gemconsortium.org/docs/2645/gem-2012-global-report (06.05.2013)
Y
Güney, S ve Nurmakhamatuly, A. (2007), “Kültürün Girişimciliğe Etkisi: Kazakistan ve
169
Başcı Nur, H. ve Erataş, F.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Türkiye Üniversite Öğrencilerinin Girişimcilik Özelliklerinin Belirlenmesine Yönelik Kültürlerarası Araştırma”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 10(18):62-86.
Halis, M., Yıldırım, M., Özkan, B. ve G., Özkan. (2007). “Yabancı Girişimciliği Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesine Yönelik Bir Araştırma”, Selçuk Üniversitesi,
Karaman İ.İ.B.F. Dergisi, 12(9):304-318.
Hofstede, G. (1984). Culture’s Consequences: International Differences in Work Related
Values.Newburg: Park Sage Publications.
İGİAD. (2008). Girişimcilik Raporu. İstanbul: İGİAD Yayınları:8.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2000). Kültürel Psikoloji Kültür Bağlamında İnsan ve Aile, Sosyal Psikoloji Dizisi:2, İstanbul: Evrim Yayınları.
Keat, R., Abercrombie, N. (1991). Enterprise Culture. London and New York: Routledge.
Kınay, H. F.(2006). Girişimcilik Kalkınma ve Rekabet İlişkisi Kütahya’da Kobilerin
Girişimcilik Profili, Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmış Yüksek
Lisans Tezi.
OECD. Measures of Restrictions on Inward Foreign Direct Investment for OECD Countries,
OECD Economic Studies No. 36, 2003/1. Erişim Tarihi: 10.02.2012 http://www.oecd.
org/dataoecd/22/20/33638671.pdf .
Ören, K. ve M. Biçkes .(2011). Kişilik Özelliklerinin Girişimcilik Potansiyeli Üzerindeki
Etkileri (Nevşehir’deki Yüksek Öğrenim Öğrencileri Üzerinde Yapılan Bir Araştırma). Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi.
16(3):67-86.
Sabahattin, P.(2002), Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ankara: Liberte Yayınları.
Sargut, S.(2001), Kültürlerarası Farklılaşma ve Yönetim. Ankara: İmge Kitabevi.
Schumpeter, J. A.(1982), The Theory of Economic Development, E-book: Transaction
Publishers. www.books.google.com. Erişim Tarihi:26.03.2010.
Top, S. (2006). Girişimcilik Keşif Süreci, İstanbul: Beta Basım A.Ş.
TÜİK. (2011). Hanehalkı İşgücü Araştırması Aralık 2011 Dönemi, Sayı:56.
TÜİK. Yılık İş İstatistikleri. http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=30&ust_id=9.Erişim Tarihi: 15.02.2012.
TÜSİAD. (2002). Türkiye’de Girişimcilik. Ankara: TÜSİAD Yayınları.
Wagner, P. (2003). Modernliğin Sosyolojisi. Çev. Mehmet Küçük. Ankara: Ege Matbaacılık.
Y
170
Kültür Farklılıkları Ekseninde Girişimcilik Anlayışındaki Değişimler ve Yabancı Girişimcilik
UNCTAD. (2011). World Investment Report 2011. Erişim Tarihi:12.02.2012.
Y
Yılmaz, K. (2007). Türkiye için Doğrudan Yabancı Yatırım Stratejisi’ne Doğru. ss.162. http://www.yased.org.tr/webportal/Turkish/Yayinlar/Documents/DYYStrateji-TR.pdf Erişim Tarihi: 15.03.2012.
171
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma
Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
KÜRESELLEŞME BAĞLAMINDA KALKINMA
POLİTİKALARINA SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ
A SOCIOLOGICAL PERSPECTIVE TO DEVELOPMENT POLICIES
IN THE CONTEXT OF GLOBALIZATION
Atik ASLAN1*
Özet
Bu çalışmada kalkınma politikalarının azgelişmişlik, yoksulluk, işsizlik, bölgesel dengesizlik gibi
temel toplumsal sorunları ne düzeyde ortadan kaldırdığı ve sosyo-ekonomik açıdan bir gelişme sağlayıp sağlamadığı ele alınacaktır. Kalkınma projelerinin yoksulluğu, azgelişmişliği ve gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermedeki rolü tartışılacaktır. Söz konusu toplumsal sorunların çözülmesi için ileri
sürülen yaklaşımlar çalışmamızın temel problematiğini oluşturacaktır. Çalışmada takip edilen yöntem
daha ziyade literatür taramasına dayanmaktadır. İnsani gelişme açısından ülkeler ve bölgeler arası
farklılıkların nedenleri ve sosyo-ekonomik sorunların çözümü için uygulanan kalkınma politikalarının
eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi gerekliliği konunun önem derecesini göstermektedir. Kalkınma
yazınında, kalkınma politikalarının toplumda var olan eşitsizlikleri azaltmadığı aksine eşitsizlikleri
sürdürdüğü şeklinde eleştiriler bulunmaktadır. Ayrıca uygulanmakta olan kalkınma politikalarının
etkinliği, yararlılığı ve geçerliliği tartışma konusudur. Çalışmamız neticesinde, uygulanan kalkınma
politikalarının sosyo-ekonomik gelişme açısından istenilen başarıyı sağlayamadığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İnsani Gelişme, Bölgesel Dengesizlik, Kalkınma Politikaları, Küreselleşme.
Abstract
In this study, it will be evaluated that at what level the development policies eliminate the basic
social problems such as underdevelopment, poverty, unemployment, regional imbalances, and whether the implemented development policies provide an improvement in socio-economic perspective or
not. The role of development policies in eliminating the poverty, underdevelopment and unfair distribution of income will be discussed. The main approaches that put forward to solve the sated social
issues will form the main subject of our study. The method follow up in this study is mainly based on
the literature review. The necessity of a critical approach in investigation of causes for the differences
between regions and countries in terms of human development, and the implemented development policies to solve socio-economic problems indicates the severity of the subject. In the literature, it is criticized that the development policies do not reduce the existing inequalities in the society; in contrary
they maintain the inequalities. Moreover, the usefulness and the efficiency of implement development
policies is the issue of discussion. As a result of this study, it has been identified that the implemented
development policies could not provide a desired success in terms of socio-economic development.
Keywords: Human Development, Regional Imbalance, Development Policy, Globalization.
Y
*1 Arş. Gör., Muş Alparslan Üniv. İİBF., [email protected]
173
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Giriş
Küreselleşen dünyada sosyo-ekonomik açıdan bir eşitsizlik olduğu ve küreselleşmenin olumlu ve olumsuz etkilerinin bir yerden diğerine farklı sonuçlar doğurduğu görülmektedir. Ekonomik ve sosyal kapasiteleri gelişmemiş ülkelerin küreselleşme sürecinin
getirilerinden yararlanamadıkları ve bu süreçten olumsuz anlamda etkilendikleri gözlemlenmektedir. Küreselleşme sürecinin etkileri sonucunda gerek ülkeler arasında gerekse
de ülkelerin kendi içlerinde gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk oranı artarak kaygı
verici düzeylere ulaşmaktadır. Küreselleşme, toplumsal kutuplaşmanın artmasına ve sınıf yapılarının dönüştürülmesine neden olmaktadır. Ulusal ekonomiler ve yerel düzeyde
insanların refah düzeyleri belirlenmektedir. Azgelişmiş ülkelerde yaşayan milyonlarca insan yeterli beslenme, sağlık, eğitim gibi olanaklardan yoksun kalmaktadır (Şenses, 2007:
17; Şenses, 2009a: 235). Yoksulluk sınırının altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların sayısı her geçen gün artmakta, bu insanlar asgari temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadırlar. Tarımsal üretim artışına rağmen beslenme olanakları gelişememektedir
(Nunnenkamp, 2007: 303). Mutlak yoksulluk içinde bulunan insan sayısının önümüzdeki
yıllarda daha da artmasından endişe duyulmaktadır.
Küreselleşme sürecinin heterojen bir yapısı olduğundan hareketle, kalkınma politikalarının bölgesel dengesizlik, azgelişmişlik, yoksulluk, işsizlik gibi temel toplumsal sorunlar üzerinde ne derece etkide bulunduğu; az gelişmiş toplumların sosyo-ekonomik yapısı
üzerinde anlamlı bir farklılık oluşup oluşmadığı tartışılacaktır. İlgili yazında birbirinden
farklı çok sayıda kalkınma kuramı bulunmaktadır. Kalkınma konusundaki temel sosyolojik kuramlar genel bir çerçevede ele alınacaktır. Bu çalışmada, etkinliği ve yaygınlığı
bakımından önemi nedeniyle, “modernleşme ve bağımlılık” kuramları temel alınmıştır.
1. Kalkınma ve İlgili Temel Kavramlar
Kalkınma, birtakım değerlere göre bir gelişme süreci ya da farklı ülkelerin kalkınma
seviyelerinin görece karşılaştırılması olarak açıklanmaktadır. Sözü edilen değerler, toplumda istenilen durumlarla ilgilidir (Colman ve Nixon, 1978: 2). Kalkınma ekonomik temelli bir içeriğe ve toplumsal boyutlara sahip bir kavramdır (Başkaya, 2000: 33; Veltmeyer, 2006: 9). Sen’e göre kalkınma gerçek özgürlüklerin genişletilmesi sürecidir. Sen’e
göre kalkınma yoksulluğun, yoksunluğun ve kamusal hizmetlerdeki ihmallerin ortadan
kaldırılmasını gerektirmektedir. İnsanlarının büyük çoğunluğunun temel özgürlükleri
çağdaş dünya tarafından reddedilmektedir. Temel özgürlüklerden yoksunluk insanların
özgürlüğünü elinden alan iktisadi yoksunlukla ilişkilidir. Sen’e göre “iktisadi özgürlük
yoksunluğu sosyal özgürlük yoksunluğunu doğurabildiği gibi, sosyal ya da siyasal özgürlük yoksunluğu da iktisadi özgürlük yoksunluğunu besleyebilir.” Özgürlük kalkınmayı
başarmanın aracı ve temel hedefidir (Sen, 2004: 17).
Kalkınma bir bölgenin ekonomik etkinliğini ve istihdam olanaklarını o bölgede yaşayan herkesin lehine olacak şekilde artırma kapasitesi olarak açıklanmaktadır (Barnet,
Y
174
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
2008: 220). Kalkınma; eğitim, sağlık gibi alt yapının geliştirilmesinin yanı sıra geçimlik
üretimin ulusal ve dünya pazarlarıyla bütünleşmesini mümkün kılacak yeni teknoloji,
kurum ve ilişki örüntülerine dönüşüm süreçlerini de içermektedir (Ertürk, 1996: 343).
Kalkınma, politik nitelikli, içinde farklı toplumsal tabakaların tercihlerini barındıran ve
buna göre tanımlanan, biçimlendirilen, yönlendirilen planlı bir eylemdir. Kalkınma, insanı temel alacak bir biçimde, üretici güçlerin gelişmesi, emek verimliliğinin artması ve
insanın daha fazla insanca yaşamasını ifade etmektedir. Kalkınma, herkesin temel hizmetlere ve bilgi kaynaklarına kolayca ulaşabildiği, katılımcı, cinsiyet dengeli, demokratik
ve kültürel dönüşümlere açık, saydam/hesap verebilir yönetim yapılarına sahip, toplumsal anlamıyla tüm dezavantajlı grup ve tabakaların ortadan kalktığı, sorun çözme yeteneği gelişmiş, doğal kaynakları koruyan ve geliştiren, insanların geleceğe güvenle baktığı
toplum ve topluluklar oluşturma eylemidir (Saltık ve Açıkalın, 2008: 149). Kalkınmada
yoksulluğun azaltılması, izlenilen ilke ve stratejilerin başta kadınlar olmak üzere, toplumdaki tüm mağdur kesimler açısından doğurduğu olumlu ya da olumsuz sonuçlar dikkate
alınmaktadır. Savunmasız toplum kesimlerinin durumunun iyileştirilmesi, yoksulluğun
azaltılması, katılımcı demokratik yapıların güçlendirilmesi gibi ilkeler yeni kalkınma
yaklaşımlarının benimsediği temel ilkelerdir (Shepherd, 1998: 17).
Kalkınma kavramı “kendi kendine sürdürülebilen büyüme, üretim biçiminde yapısal
değişme, teknolojik yenilik, sosyal, siyasal ve kurumsal yenileşme, insanların yaşamlarında yaygın iyileşme” gibi temel unsurlardan oluşmaktadır (Şenses, 2009a: 235). Büyüme, kalkınmanın gerçekleşmesi için gerekli olan fakat yeterli olmayan bir koşul olarak
ele alınmaktadır. Büyüme ve kalkınma kavramları arasında farklılıklar bulunmaktadır
(Tümertekin ve Özgüç, 2007: 86). Büyüme, ekonomik yapıda herhangi bir değişme olmadan toplam üretimde belli bir zaman aralığında meydana gelen herhangi bir artışı,
niceliksel bir değişmeyi ifade eder (Freyssinet, 1985: 125). Büyümenin yapısı ve şekli, büyümenin yoksulluk ve eşitsizlik üzerindeki etkisi açısından önemlidir (Thorbecke,
2009: 165). Kalkınma, uzun bir geçmişi olan ve aynı zamanda bir süreci ifade eden teknik
bir kavramdır (Mair: 1987: 1).
Y
Kırsal kalkınma kavramı kalkınmayla ilgili temel kavramlardan biridir. Kırsal kalkınma, belirli bir kırsal alanda yaşayan insanların bir bütün olarak tarımsal, ekonomik,
sosyal, kültürel alanlarda gelişmelerine, tarım dışı istihdam ile gelir olanaklarının artırılmasına, çevre duyarlılığına yardımcı olacak tüm unsurların harekete geçirilmesine ve bu
unsurların en uygun düzeyde yer almasına dayanmaktadır (Gündüz, 2006: 137). Kırsal
kalkınma kavramı, sadece tarım sektörünü kapsayan bir olgu olarak görülmemekte, üretim ve tüketim kavramlarıyla doğrudan ilişkilendirilmektedir. Kırsal bölgelerde üretimin
artırılması, kırsal alanda yaşayan bireylerin dinamik üreticiler haline getirilerek istihdam
sorunlarının giderilmesi, üretilen malların değerlendirilebileceği sanayinin kurulması,
kırsal kalkınmanın temel koşulları olarak sıralanmaktadır. Günümüzde kırsal kalkınma
projeleri, bölgesel dengesizlik ve kırsal yoksulluğu gidermek üzere yaygınlık kazanmaktadır.
175
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Günümüzde kalkınma ile ilgili temel kavramlardan biri de sürdürülebilir kalkınma
kavramıdır. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun (Brundtland Komisyonu) 1987
yılında yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” adlı raporda sürdürülebilir kalkınma kavramı
şöyle tanımlanmaktadır: “Sürdürülebilir kalkınma gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını
karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin bugünkü kuşakların kendi ihtiyaçlarının
karşılanması durumudur” (Pike, Pose ve Tomaney, 2008: 4; Keleş, Metin ve Sancak,
2005: 67). Gelecek kuşakların kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye sokmaksızın bugünkü kuşakların ihtiyaçlarının karşılanması öngörülmektedir. Sürdürülebilir kalkınma temelde ekonomik büyüme, yoksulluğun giderilmesi ve doğal çevrenin
korunmasını içermektedir (Başkaya, 2011: 121). Sürdürülebilir kalkınmanın çevresel,
ekonomik ve toplumsal boyutları bulunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla,
ekonomik büyümenin tek başına yeterli olamayacağı, üretilen zenginliklerin ülkeler, bölgeler ve gelir grupları arasında adaletli bir şekilde dağıtılması ve aynı zamanda çevresel
değerlerin de korunması gerekliliği vurgulanmaktadır (Kaynak, 2007: 41). Sürdürülebilir
kalkınmada bugünkü ve gelecek kuşaklar arasında eşitliğin sağlanması vurgulanmaktadır.
Kalkınmanın sürdürülebilirliği gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin ortak sorunu olarak kabul edilmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın üzerinde önemle durduğu konulardan
biri yoksulların temel ihtiyaçlarının giderilmesidir (Kırmızıaltın, 2008: 1063). Sürdürülebilir kalkınmanın aslında bir yanılsamadan ibaret olduğunu ileri süren görüşlere göre bu
kavram sermayenin yeniden üretilmesini ifade etmektedir. Sürdürülebilir kalkınma kavramıyla kapitalist ekonomik sistemin temel dinamikleri sorgulanmadan biraz daha doğal
kaynaklara saygılı bir ekonomik büyüme savunulmaktadır (Başkaya, 2002: 21; İdem,
2002: 84).
Kalkınmanın dünya genelinde aynı hız ve etkide gerçekleşmemiş olması sosyal bilimler alanında tartışılmaktadır. Kalkınma tartışmaları genellikle Avrupa merkezlidir. Kalkınma düşüncesinin temelleri Eski Yunan dönemine kadar uzansa da kalkınmanın asıl
şekillenişi Rönesans ve Aydınlanma’nın ortaya çıkması, merkantilizm ve sömürgeciliğin
yükselmesi, bilim ve sanayinin gelişmesi, sanayi kapitalizminin büyüyerek dünya geneline yayılmasıyla açıklanmaktadır (Haque, 1999: 39). Kalkınma düzeyinin yükselerek
yayılması bilimin gelişmesi, formel eğitimin yaygınlaşması, iç etkenlerin değişmesi, yeni
siyasal yapıların oluşması ve ideolojik etkenlerin (rasyonel ve seküler yapı) güçlenmesine bağlanmaktadır (Meier, 1989: 62).
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, ülkelerin kalkınma sürecinde aldıkları mesafeyi göstermek amacıyla 1990 yılından itibaren her yıl İnsani Gelişme Endeksi (Human Development Index) yayınlanmaktadır. UNDP’nin geliştirdiği İnsani Gelişme Endeksi, doğumda yaşam beklentisi ile ortalam yaşam süresi, eğitim düzeyi
ve kişi başına reel GSYİH ile ölçülen yaşam standardı olmak üzere 3 gösterge üzerine
kurulmuştur. İnsani gelişme kavramı, “sağlık, eğitim, beslenme, barınma, bilgiye erişim,
katılım, demokrasi ve özgürlük derecesi gibi birçok boyut ve bakış açısı içermektedir”
(Thorbecke, 2009: 166). UNDP İnsani Gelişme Raporları, “insanların sağlıklı bir yaşam,
Y
176
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
gelir ve eğitim olanaklarına sahip olup olmadıklarını göstermeye ve ülkeleri bu eksende karşılaştırmaya çalışmaktadır.” UNDP’nin 1991 tarihli İnsani Gelişme Raporu’nda
“insani gelişme makul insani tercihlerin çoğalmasını ifade eden bir süreç olarak” tanımlanmaktadır (UNDP, 1991: 2). 1994 İnsani Gelişme Rapor’una göre gelişme; ekonomik
büyümeyi sağlamakla beraber gelir dağılımında eşitliği sağlamayı, çevreyi korumayı, istihdamı artırmayı ve kadınların konumunu güçlendirmeyi temel alır (Kaynak, 2007: 69).
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) insani gelişmişliği ölçmede ortalama
yaşam süresi (sağlık), ortalama eğitim süresi ve kişi başına düşen milli geliri kullanmaktadır. 2010 yılı UNDP İnsani Gelişme Raporu verilerine göre insani gelişmişlik sıralamasında Türkiye’nin yeri ülkenin ekonomik gelişmişliği ile sosyal gelişmişliği arasındaki
dengesizliği net bir biçimde ortaya koymaktadır (UNDP, 2010).
2. Kalkınma ve Bölgesel Dengesizlik
Bölgesel dengesizlik, bir ülkenin farklı yerlerinde görülen her türlü eşitsizlik olarak
açıklanmaktadır. Yatırımların yetersizliği ya da azlığı, iktisadi ve siyasi nedenlerle yatırımların belirli bölgelerde yoğunlaşması, bölgeler arası dengesizliğin nedenleri arasında
sayılmaktadır. Bir ülkenin geneli dikkate alınarak bölgelerarası karşılaştırma yapıldığında, sosyal ve ekonomik faktörler açısından kötü durumda olan bölge “azgelişmiş bölge”
olarak nitelendirilmektedir. Azgelişmiş bölge, gelişme potansiyelini kaybetmiş veya gelişme olanakları olmayan bölgedir. Ülkenin genel ortalamasıyla karşılaştırılarak azgelişmiş bölgeye bakıldığında kişi başına düşen gelirin düşüklüğü, tarımla uğraşan nüfus
oranının fazlalığı, nüfus artış hızının yüksekliği, yatırım oranın düşüklüğü, geleneksel
yapıdan dolayı kadının toplumsal konumunun zayıflığı, dışa kapalı bir toplumsal yapının
varlığı ve alt yapı olanaklarının yetersizliği göze çarpmaktadır (Erkal, 1978: 35). Gelir
seviyesi ve gelir artış hızı ülke ortalamasının üzerinde olan bölge ise gelişmiş bölge olarak karşımıza çıkmaktadır (Gündüz, 2006: 137). DPT tarafından periyodik olarak her
beş yılda bir yapılan -istihdam, eğitim, sağlık, sanayi, tarım, inşaat gibi göstergelerin
değişken olarak kullanıldığı- sosyo ekonomik gelişmişlik sıralamasına göre Türkiye’de
bölgeler arası gelişmişlik farklarının yüksek boyutlarda olduğu görülmektedir. İlk sıralarda bulunan İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli ve Bursa gibi illerin Türkiye’nin batısında,
son sıralarda yer alan Muş, Ağrı, Bitlis, Şırnak ve Hakkari gibi illerin ise Türkiye’nin doğusunda yer alıyor olması bölgeler arası dengesizliğin somut bir göstergesi olarak kabul
edilmektedir (Çabuk Kaya, 2010: 121). Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren; “Türkiye
neden kalkınamıyor, nasıl kalkınabilir, Türkiye’de azgelişmişliğin nedenleri nelerdir?”
gibi sorular çeşitli bilimsel çalışmalarla cevaplandırılmaya çalışılmıştır.1 Yerasimos, Türkiye’nin doğusuyla batısı arasındaki dengesizliği, Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süre
Konuyla ilgili belli başlı çalışmalar için bkz. [Aytür, M. (1970). Kalkınma Yarışı ve Türkiye, Ankara: Bilgi
Yayınevi; Gülalp, H. (1983). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Yayınları; Keyder, Ç.
(1999). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları; Kırım, A. (2008). Türkiye Nasıl Zenginleşir.
İstanbul: Remzi Kitabevi; Thornburg, M. W. (1949). Türkiye Nasıl Yükselir. Çev: Semih Yazıcıoğlu. İstanbul:
Nebioğlu Yayınevi; Yerasimos, S. (1992). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. Cilt:1,2,3. Çev: Babür Kuzucu.
İstanbul: Belge Yayınları.]
Y
1
177
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
uygulamış olduğu sosyo-kültürel politikalara dayandırarak, bölgesel dengesizliğin yeni
olmadığını, tarihsel nedenlerinin bulunduğunu vurgulamaktadır (Yerasimos, 1992: 345).
Bölgeler arası dengesizliklerle beraber gelir dağılımı adaletsizliği de varlığını sürdürmüştür. 1930’lardaki ekonomik bunalım ve 1960’lardan sonraki sanayileşme süreciyle birlikte Türkiye’de gelir dağılımı eşitsizliği yüksek boyutlara ulaşmıştır (Keyder, 1999: 278).
3. Kalkınmanın Amaçları
Kalkınma olgusu ele alınırken ‘ne için kalkınma’ sorusunun sorulması önem arz etmektedir. Kalkınma çabalarının doğayı kontrol altına almak, yaşam standartlarını yükseltmek, istihdam olanaklarını artırarak çalışma koşullarını iyileştirmek, toplumlararası
yarışta önde yer almak, çevreyi korumak ve ekonomik, sosyal, siyasal yönden özgürlük
düzeyini yükseltmek gibi temel amaçları vardır. “Beslenme, barınma, sağlık, korunma
gibi temel ihtiyaçların giderilmesi, istihdamın artırılması, eğitimde kalitenin sağlanması,
kültürel ve insani değerlere daha fazla önem verilmesi, bireylerin ekonomik ve sosyal seçeneklerinin artırılması” kalkınmanın başlıca hedefleri arasında sayılmaktadır (Kaynak,
2007: 49).
Kalkınma politikalarıyla tüm bölgelerin rekabet gücünü yükseltilerek ulusal kalkınmaya ve istihdama olan katkısının artırılması, bölgeler arası gelişmişlik farklarının azaltılarak refahın ülke genelinde ve asgari refah standardının tüm toplum kesimlerinde dengeli
dağıtılması hedeflenmektedir (Kara, 2008: 39). Kırsal ve bölgesel kalkınma projeleriyle,
yoksulluk içinde yaşayan bireylerin sosyo-ekonomik açıdan yaşam düzeylerinin iyileştirilmesi ve ekonomik yapının güçlendirilmesi hedeflenmektedir. Günümüzde kalkınma
sorunsalı, demokrasi sorunsalının çerçevesi içinde değerlendirilmekte, kalkınma hedefi
ile demokrasi hedefi birbirini tamamlayan seçenekler olarak görülmektedir (İnsel, 2006:
198). “Bir ulusun zenginliğinin arttıkça demokrasisinin de gelişerek sürdürülme şansının
artacağı” düşünülmektedir (Lipset, 1963: 48).
Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeyi sağlamak amacıyla 1950’li yıllardan itibaren
Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde Bölgesel Kalkınma Ajansları (BKA) kurulmaya başlamıştır. Kalkınma stratejileri/planları hazırlamak ve kalkınmaya yönelik hedefleri gerçekleştirmek gibi temel işlevlere sahip olan kalkınma ajansları, sayısal ve yapısal açıdan her
ülkenin özelliklerine uygun bir şekilde kurulmuşlardır. Kalkınma ajansları, yerel ve bölgesel düzeyde kalkınmayı sağlayacak kurumlar olarak ön plana çıkmıştır.
4. Kalkınma Kuramları
Kalkınma yazınında farklı kalkınma kuramları bulunmakta; bu kuramların küresel
eşitsizlik, yoksulluk gibi temel toplumsal sorunları ele almada kendilerine özgü güçlü
ve zayıf yönleri bulunmaktadır. Kalkınma kuramlarının farklı yorumları bulunmaktadır.
Bunlardan Veltmeyer (2006: 39), kalkınma konusunda çeşitli ‘düşünce ekolleri’ oldu-
Y
178
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
ğunu belirtmektedir. Modernleşme kuramları, Latin Amerika yapısalcılığı, neo-Marksist bağımlılık kuramı, katılımcı alternatif kalkınma ve eleştirel alternatif kalkınma bu
yaklaşımlardan bir kaçını oluşturmaktadır. Kalkınma kuramlarını pazar odaklı kuramlar,
bağımlılık kuramları, dünya düzeni kuramları ve devlet merkezli kuramlar şeklinde sınıflandıran Giddens ise bu kuramların her birinin kendilerine özgü zayıf ve güçlü yanlarının
bulunduğunu vurgulamaktadır (Giddens, 2008: 451). Kalkınma kuramları, kapitalist Batı
dünyasının kuramları olarak değerlendirilmektedir. Kapitalist dünya sistemi içinde yer
aldıkları sürece azgelişmiş ülkelerin kalkınma sorunlarını çözmeleri zor görünmektedir.
Kalkınma kuramlarının toplumda var olan eşitsizlikleri azaltmadığı aksine eşitsizlikleri
sürdürdüğü şeklinde eleştiriler bulunmaktadır. Kalkınmış ülkelerin bulundukları konuma, kalkınmamış ülkelere önerdikleri politikalar ya da kurumlarla gelmedikleri hatta öne
sürülen reçetelerin kalkınmayı zorlaştırdığı ileri sürülmektedir (Chang, 2009a: 18). Bu
çerçevede, birbirinden farklı kalkınma kuramları arasından, özellikle modernleşme ve
bağımlılık kuramlarına yer verilecektir.
4.1. Modernleşme Kuramı
Modernleşme kavramının içeriği sanayileşme sürecinde oluşmuştur. Modernleşme,
sanayileşme ile birlikte oluşan ekonomik, siyasal ve toplumsal dönüşüm sürecidir. Modernleşme kuramına göre azgelişmiş ülkeler modern ekonomik kurumları, teknolojileri
ve kültürel değerleri benimsemeleri durumunda ekonomik yönden gelişebileceklerdir
(Wallerstein, 1994: 5). Modernleşme kuramında kalkınma problemi geniş bir çerçevede
ele alınmaktadır. Modernleşme yaklaşımını savunanlar ekonomik ve toplumsal kalkınmanın başlatıcısı ve devam ettiricisi olarak rasyonelliği görmektedirler (Kaynak, 2007:
35). Kalkınma, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda bir modernleşme projesi
olarak düşünülmektedir.
Modernleşme kuramına göre, bir ülkenin kalkınmamasının temel nedeni, o ülkenin
kendi koşullarıdır (Cirhinlioğlu, 1999: 16). “Modern endüstriyel devletlerin, nüfuz etme
alanları görece olarak politikalarını hayata geçirmelerine olanak sağladığından, klasik
despot devletlerden çok daha güçlü olduğu” varsayılmaktadır. Despotik gücün devletin
zayıflığının bir kaynağı olduğu ve gücün gelişmişlik derecesinden doğduğu düşünülmektedir. Güçlü devletler tarihsel olarak başarılı olan, ekonomik kalkınmayı teşvik eden devletlerdir. Güçlü devletler bunu egemen gruplarla işbirliği yaparak gerçekleştirmişlerdir
(Weiss ve Hobson, 1999: 159).
Y
Gelişme sosyolojisinde gelişmiş/azgelişmiş ayırımına benzer şekilde geleneksel ve
modern toplumsal yapılar ayırımı yapılmaktadır. Gelişme sosyologlarından Talcott Parsons’a göre, her toplum geleneksel olandan modern olana doğru zamanla evirilecektir
(Ercan, 1996: 107). Kalkınma süreci gelenekselden moderne doğru çizilmektedir. Hedef,
azgelişmiş dünyada Batı tipi ekonomik yapılar veya kurumlar oluşturmaktır. Modern toplumun sahip oldukları, geleneksel ya da azgelişmiş toplumun “şimdilik” sahip olamadıklarıdır. Modernleşme kuramcıları, gelişmiş ülke özelliklerine sahip olmayan ülkeleri
179
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
“azgelişmiş” olarak değil “gelişmekte olan” ülkeler olarak nitelendirmeyi tercih ederler.
Modernleşme sonucunda azgelişmiş ülkeler, Batı tarzı kurum ve değerleri kendi toplumlarında uygulayarak gelişeceklerdir.
Modernleşmeci kuramcılardan biri olarak kabul edilen Rostow, her toplumun tarihsel
olarak belirli aşamalardan geçerek gelişebileceğini ileri sürmektedir. Rostow’a göre her
toplum geleneksel toplum, hazırlık aşamasındaki toplum, kalkış aşamasındaki toplum,
kalkınma aşamasındaki toplum (iktisadi olgunlaşma yolundaki) ve refah aşamasındaki
(kitle tüketimi) toplum aşamalarından geçerek kalkınmasını tamamlayacaktır. Geleneksel aşamada ekonomik yapı tarıma dayalıdır ve üretim biçimi ilkeldir. Tasarruf oranları
düşük, iş ahlakı gelişmemiş ve kaderci bir toplumsal yapı egemendir. Toplum sınıflara ayrılmıştır. Hazırlık aşamasındaki toplumda ekonomik büyüme ve kalkınmaya geçiş görülmektedir. Üçüncü aşama olan kalkış aşamasındaki toplumda tarım toplumundan sanayi
toplumuna doğru bir değişim gerçekleşmektedir. Yeni toplumsal kurumlar oluşturulmakta
ve üretimde yeni teknolojiler kullanılmaktadır. Kalkınma aşamasındaki toplumda ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştiği görülmektedir. Refah toplumu aşamasında ise
toplumun tüm ihtiyaçlarının karşılandığı ve sorunlarının giderildiği aşamadır (Rostow,
1971: 21; Giddens, 2008: 454). Ekonomik aşamalarla politik bakış açısı, güvenlik, refah
ve anayasal düzenin oluşturulması arasında bir ilişki söz konusudur.
4.2. Bağımlılık Kuramı
Bağımlılık kuramı temsilcileri, sınıflar arasındaki sosyal, siyasal ve maddi eşitsizlikler üzerinde durarak sosyo-politik sistemi eleştirmektedirler. Bağımlılık kuramcılarına
göre yoksulluk, azgelişmişlik, açlık gibi temel sorunlar, kapitalist sistemden kaynaklanmaktadır. Bağımlılık, gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasındaki ilişkilerin yapısını
anlatır. Azgelişmişlik açıklanırken, azgelişmişliğin gelişmişlikle olan ilişkisi vurgulanmaktadır. Azgelişmişlik kavramı üzerinde yoğunlaşan Bağımlılık kuramı temsilcileri, başta Yapısalcılık ve Marksizm olmak üzere iki temel kaynaktan etkilenerek sosyal
problemler ve eşitsizlikler üzerinde durmaktadırlar (Harrison, 1988: 62; Ercan, 1996:
142). Bağımlılık okulunun en önemli özelliği iç ve dış etkenler arasındaki etkileşime
yaptığı vurguyla analiz yapmasıdır (Meier, 1989: 105). Bağımlılık okuluna göre gelişmiş
ve azgelişmiş ülkeler arasında güç ve kontrole dayanan bir sömürü ilişkisi bulunmaktadır. ‘Bağımlılık okulu” temsilcileri gelişme sorununu azgelişmiş toplumlar açısından
ele alarak bağımlılık kuramının gelişimine katkı sağlamışlardır. Bağımlılık kuramında
gelişme ve azgelişme kavramları aynı madalyonun iki yüzü olarak değerlendirilmekte ve
sosyo-ekonomik koşullar bir ülkenin dünya ekonomik sisteminde bulunduğu konumla
ilişkilendirilmektedir.
Bağımlılık kuramı temsilcilerine göre, küresel kapitalist sistemde azgelişmiş ülkeler, yoksulluk ve sömürü çarkının içine hapsedilmiştir. Küresel eşitsizlik, güç kullanma
dahil her türlü yolla muhafaza edilmektedir. Kapitalist ekonomik sistemin değişmesiyle
bu sorunlar ortadan kaldırılabilir (Giddens, 2008: 455). Ülkeler arasında görülen ekono-
Y
180
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
mik ilişkilerdeki eşitsizlik, dünya kaynaklarının kullanımına ve kontrolüne yansımaktadır
(Tümertekin ve Özgüç, 2007: 106). Azgelişmiş ülkelerin kalkınması, kapitalist ülkelerle eşitsiz ilişkilerin ortadan kaldırılmasını gerekli kılmaktadır (Freyssinet, 1985: 226).
Azgelişmişlik, kapitalizmin dünya çapında yayılmasının bir ürünüdür. Azgelişmişliğin
anlaşılabilmesi için kapitalist sistemin iyi incelenmesi gerekmektedir (Gülalp, 1983: 133;
Freyssinet, 1985: 348; Savran, 2008: 256).
Bağımlılık okulu temsilcileri azgelişmiş ülkelerde gelişmenin olabilmesi için devletin rolünün güçlü olması gerektiğini ileri sürmektedirler (Erbaş, 2009: 20). Bağımlılık
teorisyenleri, devlete önem vermekle beraber, uluslararası sistemden bir kopma olmadığı takdirde kalkınmanın gerçekleştirilmesi konusunda devletin gücüne karşı eleştirel ve
şüpheci bir bakış açısı sergilemektedirler (Tüylüoğlu ve Çeştepe, 2008: 77). Bağımlılık
okulunun ulusal ve uluslararası düzlemlerde güçler dengesine verdiği önem günümüzün
anlama çabalarına katkı sağlamaktadır (Şenses, 2009a: 277). Bağımlılık kuramcılarına
göre kalkınma, tüm toplum kesimlerinin özellikle de yoksul kesimlerin daha iyi yaşam
standartlarına kavuşmasını ifade etmektedir Tümertekin ve Özgüç, 2007: 171). Bağımlılık okulu, azgelişmişliği sömürü ilişkisine dayanan dış etkenlere bağlamaktadır (Meier,
1989: 62). Paul Baran’a göre merkezden çevreye doğru kapitalizmin yayılması, çevrede
“gelişmişlik” sağlamak yerine “azgelişmişlik” üretmektedir (Başkaya, 2000: 79). Kapitalizm, dünya ekonomisinde eşit olmayan ilişkilerin egemenlik kurmasını sağlamaktadır.
Andre Gunder Frank’a göre kapitalist mekanizmalar merkezde kalkınmayı, çevrede ise
azgelişmişliği doğururlar (Merquior, 2008: 66).
Baran’a göre azgelişmiş ülkelerin azgelişmişliğini, gelişmiş ülkelerin gelişme sürecinde aramak gerekmektedir. Baran, gelişmiş kapitalist ülkelerin azgelişmiş ülkelerin
kalkınması için verdikleri çabaların oldukça tartışmalı ve inandırıcılıktan uzak olduğunu
vurgulamaktadır. Baran’a göre azgelişmiş ülkelerin gelişmemiş olmasının nedeni Batı
Avrupa kapitalizmidir. Baran, kapitalizmi bir devlet ya da bölgenin diğer devlet ya da bölgeler aleyhine gelişmesi olarak tanımlamaktadır (Ercan, 1996: 147; Keyder, 2009: 99).
Baran’a göre ileri kapitalist ülkeler az gelişmiş ülkelerin nasıl ve nereye kadar kalkınacaklarını belirlemektedirler. Gelişmiş ülkeler pre-kapitalist ülkelerin yerli elitleriyle anlaşarak kalkınmayı geciktirmektedirler. Böylece ileri kapitalist ülkeler az gelişmiş ülkelerin
iç kaynaklarını kolayca kullanabilmekte ve sömürü ilişkisini sürdürmektedirler. Yabancı
sermaye sahiplerince bağımlı ülkelerin kaynaklarının büyük kısmına da el konulmaktadır.
Geleneksel elitler ise lüks tüketime harcama yapmaktadırlar (Meier, 1989: 105). Baran,
azgelişmiş ülkelerin kapitalist dünya sisteminin sömürü çarkından kurtulmaları için bu
toplumlarda, akılcı çözümlerin üretilmesi ve kendine güvenin sağlanarak toplumcu ekonomik planlamanın gerçekleştirilmesi gerekliliğini vurgulamaktadır (Harrison, 1988: 71).
Y
Frank ise gelişmişlik ve azgelişmişlik olgularını, metropol ve uydulardan oluşan dünya kapitalist sistemine bağlamaktadır. Azgelişmişlik, büyük ölçüde azgelişmiş uydu ülke
ile gelişmiş ülkeler arasındaki metropol-uydu ilişkilerinin tarihsel ürünüdür. Uydular, ancak metropollerin çıkarlarıyla uyumlu olduğu sürece ve metropollerin izin verdiği oran181
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
larda kalkınabilmektedirler. Uydu-metropol ilişkisinde belirleyici olan taraf uydu ülkeler
değildir. Eğer belirleyici olan taraf uydu ülkeler olsaydı bu ülkelerde yerel kalkınma daha
mümkün olabilirdi. Uydular, metropol merkezlerle bağlarının zayıfladığı dönemlerde
en çok gelişmeyi sağlayabilirler (Kaynak, 2007: 139). Kapitalist dünya ekonomisi ülkeler arasında ve belli bir ülkede de bölgeler arasında bir “metropol-uydu” ilişkiler ağını
oluşturmaktadır. Metropoller uyduların ekonomik artı değerine el koyarlar. Metropoller
zenginleşirken “uydu”larda yoksulluk artmakta ve azgelişmişlik yeniden üretilmektedir.
Metropol gelişmeyi, uydu ise azgelişmişliği ifade etmektedir. Kapitalist sistem aynı anda
hem kalkınmayı hem de azgelişmişliği üretmektedir. Geri kalmışlık ve gelişmişlik dünya
kapitalist sistemin işleyişinde eş zamanlı olarak üretilmektedir (Bernstein, 2008: 394;
Hirschman, 2007: 44). Demokrasi ve kapitalist kalkınma arasındaki ilişkiyi inceleyen
Frank, üçüncü dünya ülkelerinde 1970’lerde yaşanan sistematik insan hakları ihlalleri
ve siyasal şiddet olaylarının tesadüfi olmadığını aksine bunun ekonomik sömürü için
bir gereklilik olduğunu belirtmektedir (Frank; 1981: 88). Frank’a göre gelişmenin her
ülkede aynı aşamalardan geçerek gerçekleşeceği vurgusu büyük bir yanılgıdır (Ercan,
1996: 153).
Theotonio Dos Santos’a göre; bağımlılık ilişkisi eşitsiz bir ilişkidir. Sistemin belirli
parçalarının gelişmesi diğer kısımlarının geri kalmasına bağlıdır (Ercan, 1996: 151). Azgelişmiş ülkelerin durumunda olumlu anlamda bir değişim olabilmesi, ancak azgelişmiş
ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarında ve gelişmiş ülkelerle ilişkilerinde bütünsel bir dönüşüm olmasına bağlanmaktadır. Sözde kalkınma politikaları, yeni sömürü ve bağımlılık
ilişkileri oluşturmaktadır (Hirschman, 2007: 39). Azgelişmiş ülkeler, mevcut dünya sistemi çerçevesinde uygulanan kalkınma politikaları sonucunda daha derin bir azgelişmişlik
sergilemişlerdir.
Bağımlılık kuramından esinlenerek şekillenen dünya sistemi kuramının tezlerine değinmekte yarar vardır. Dünya sistemi kuramcıları, yoksul ve zengin ülkelerdeki kalkınmayı, eşitsizliği etkileyen küresel, siyasal ve ekonomik ilişkiler ağını kritik etmektedirler
(Giddens, 2008: 457). Azgelişmişlik ‘kapitalist olmayan bir dünyanın kapitalistleştirilmeye çalışılmasının’ bir sonucudur. Dünya sistemi yaklaşımı, Batı’nın gelişmişliğini ve
Batı dışı toplumların azgelişmişliğini kapitalist dünya ekonomisi içindeki eşitsiz gelişme
süreci ile açıklamaktadır. Çevrenin azgelişmişliği sürekli olarak yeniden üretilmektedir (İslamoğlu, 2010: 53). Dünya sistemi kuramının temsilcilerinden Wallerstein’e göre
(2010: 347), dünya birbirine eşit olmayan ve zengin bölgelerin yoksul bölgeleri sömürdüğü üç ekonomik bölgeye ayrılmıştır: Merkez (ABD, Japonya ve Batı Avrupa gibi gelişmiş sanayi ülkeleri), çevre (düşük gelirli ve ekonomileri tarıma dayalı ülkeler) ve yarı
çevre (kısmen sanayileşmiş, orta gelirli, çevre ülkeleri üzerinden kar elde eden merkeze
yakın ülkeler). Wallerstein, teorisini uzun bir süreci kapsayan tarihsel bir perspektiften
yola çıkarak açıklamaya çalışmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarının akıbeti,
uluslararası ekonomik ve politik sistem tarafından belirlenmektedir. Dünya sistemindeki
koşullar ve yapılara bağlı olarak ülkelerin kalkınma çabaları şekillenmektedir.
Y
182
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
Kalkınmayla ilgili herkes tarafından kabul edilen ortak bir açıklama ya da tanım yapmanın zor olduğunu vurgulayan Wallerstein, son yıllarda herhangi bir yerde herhangi
bir hükümetin kalkınmayla ilgili gerçek anlamda yararlı bir çalışmasının olduğundan da
şüphe duymaktadır. Wallerstein, “daha fazlayı” elde teme çabası olarak nitelendirilen kalkınmanın nasıl olacağı, nasıl sürdürüleceği tartışmalarının yanısıra, kalkınma politikalarının toplumsal amacı elde etmek için sunuluyor olmasının çoğu insana umut verdiğini
iddia etmektedir. Wallerstein, kalkınmaya yönelik olarak sunulan çeşitli iddiaları şöyle
özetlemektedir:
“Bize sosyalizmin kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize bırakınız yapsınların
(laissez-faire) kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize geleneklerimizden uzaklaşmamızın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize geleneklerimizi yeniden canlandırmanın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize sanayileşmenin kalkınmaya giden yol
olduğu söylendi. Bize tarımda verimliliği arttırmanın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize kapalılığın kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Bize dünya piyasalarına
açılmanın (ihracata dayalı büyüme) kalkınmaya giden yol olduğu söylendi. Hepsinin ötesinde, bize sadece ancak ve ancak doğru şeylerin yapılması halinde kalkınmanın mümkün
olabileceği söylendi”(1994: 3).
Wallerstein, bütün bu iddialardan hangisinin doğru olabileceğini sorgulayarak, bu
sorulara güçlü bir şekilde hatta tutkuyla cevap vermek isteyenlerin de az olmadığını belirtmektedir. Wallerstein, dünyadaki devrimci hareketlerin sürüyor olmasını baskıcı duruma son verme isteğine ve en azından devlet bazında bu devrimci mücadelenin kendi
ülkelerinde gerçek anlamda kalkınmanın kapılarını aralayacağına yönelik beklentilere
bağlamaktadır. Wallerstein, buradan hareketle kalkınmanın toplumun sorunlarına çözüm
bulmak için gerçekten bir yol gösterici mi yoksa bir yanılsama mı olduğunu ortaya çıkartabilmek için kapitalist dünya ekonomisi tarihinin yeniden sorgulanması gerektiğini vurgulamaktadır. Kapitalist dünya ekonomisi tarihi hakkında bildiklerimizi yeniden
gözden geçirmek amacıyla Wallerstein, aşağıdaki beş sorunun cevaplarının tartışılmasını
gerektiğini düşünmektedir.
1. Kalkınma neyin kalkınmasıdır?
2. Gerçekte kim veya ne kalkındı?
3. Kalkınma talebinin altındaki esas istek nedir?
4. Böyle bir kalkınma nasıl oluşabilir?
5. Yukarıdaki dört sorunun cevaplarının politik imaları nelerdir?
Y
Wallerstein’a göre kalkınmada iyi (sıçrama) ve kötü (durgunluk) zamanlar vardır. Azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerin seviyesine ulaşmaları zor görünmektedir. Kalkınma
resminin geneline bakılarak karşılaştırma yapıldığında en üstteki devletler ile en alttaki
devletler arasında büyüme ve daralma dönemlerinde farklı yansımalar görülmektedir. Her
183
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
iki durumda da en üsttekiler kazançlarının ne olacağıyla ilgilenmektedirler. En alttakiler
ise büyüme dönemlerinde gelişme açısından umutlanırlarken daralma dönemlerinde kasvetli/karamsar bir atmosferi paylaşmaktadırlar. Bütün bunlara karşın kalkınmaya yönelik
tutkulu bir beklenti varlığını sürdürmektedir (Wallerstein, 1994: 5).
5. Kalkınma Politikalarının Eleştirisi
Küreselleşme bağlamında yerel ve bölgesel ölçekte başarılı bir kalkınmanın nasıl
gerçekleştirileceği, kapsamı ve içeriği sorgulanmaktadır. Kalkınma konusundaki eleştirel
görüşleriyle tanınan Ha-Joon Chang’a göre günümüzde kalkınmış ülkeler hem tavsiye
ettikleri politikalar bakımından hem de oluşturdukları kurumlar aracılığıyla kalkınmakta
olan ülkeler açısından “merdiveni itmektedirler.” Kalkınmakta olan ülkelere uygulanan
reform baskısı pek de olumlu sonuç vermemektedir (Chang, 2009: 207-222). Chang, gelişmekte olan ülkeler 1960-1980 döneminde “kötü” politikalar uyguladıkları halde, daha
“iyi” politikalar uyguladıkları 1980-2000 dönemine göre çok daha hızlı büyüdüklerini
öne sürmektedir. Bu paradokstan hareketle sözde iyi olan politikaların aslında gelişmekte olan ülkeler için iyi olmadığı, “kötü” olan politikaların ise bu ülkeler için iyi olduğu
sonucuna varılır. Bugünün gelişmiş ülkeleri, sözde iyi politikaları önermekle, daha önce
zirveye ulaşmak için kullandıkları “merdiveni tekmeleyerek” gelişmekte olan ülkelerin
gelişmelerini engellemektedirler(Chang, 2009b: 114; Chang, 2002: 128).
“Merdiveni tekmelemenin” arkasındaki niyet ne olursa olsun, son 20 yıllık döneme
bakıldığında uluslararası kalkınma kurumları tarafından tavsiye edilen politika ve kurumların gelişmekte olan ülkelerde vaat edilen kalkınma dinamiğini oluşturmadığı görülmektedir. Oysa gelişmekte olan ülkelere, bulundukları şartlara daha uygun olan politika ve
kurumları seçmelerine olanak verilirse bu ülkeler daha hızlı büyüyecekler ve bu durum
uzun dönemde gelişmiş ülkelerin de yararına olacaktır (Chang, 2002: 121).
Günümüzde, kalkınmış ülkelerin benimsedikleri politika ve kurumların, kalkınmakta
olan ya da kalkınmamış ülkelere tavsiye ve talep edilen kurumlardan, politikalardan farklı olduğu görülmektedir. Kalkınmış ülkelerin kalkınmakta olan ülkelerin çabalarını kolaylaştırdığını söylemek zor görünmektedir. Eski politikaların “doğruluğu” tartışmalıdır.
Sözde “doğru” politikaların kalkınmakta olan ülkelerin o kadar da yararına olmadığına
dair tespitler bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerin, dünyadaki değerli kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor olması, azgelişmişliğin temel nedenleri arasında kabul
edilmektedir. Kalkınma ve ilgili temel kavramlar üzerinde yeniden düşünülmesi ve bu
kavramların kapitalist ilişkiler bütününün karmaşık yapısı içerisinde ele alınması gerekmektedir.
Sonuç
Küreselleşme gelişmekte olan ülkeler için başarı olanaklarını artırmakla beraber yeni
Y
184
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
riskleri beraberinde taşımaktadır. Genellikle ileri sanayi ülkelerin çıkarları gözetilerek
kalkınma politikaları oluşturulmaktadır. Bu durum doğruluğu tartışmalı da olsa uygulanmakta olan kalkınma politikalarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Günümüzde
kalkınma tartışmaları nicelikten niteliğe doğru yoğunlaşmakta, kalkınma hedeflerinin ne
kadar gerçekleştirildiğinden ziyade kalkınmanın ne kalitede gerçekleştirildiği önem kazanmaktadır. Doğayla barışık, insani değerleri önemseyen, yaşam kalitesine vurgu yapan,
eşitlikçi ve özgürlükçü bir kalkınma anlayışına ihtiyaç duyulmaktadır.
Kalkınma konusu yalnızca merkezden belirlenen, yukarıdan aşağıya dayatılan bir gelişme süreci olarak değerlendirilmemektedir. “Merkeziyetçi yaklaşım” yerine yerelden
bölgesele, ulusaldan uluslararası düzeye “çok düzlemli bir yaklaşım” dikkate alınmaktadır. Günümüzde, tüm dünyada uygulanması düşünülen tek tip bir kalkınma modelinin
geçerliliği kalmamıştır (Clark, 1996: 28). Bir ülkenin veya bölgenin geri kalmışlığı hem
iç dinamiklerle hem de dış dinamiklerle ilişkilendirilmektedir. Kalkınma süreci değerlendirilirken, sosyal ve siyasal yapılar ile ilgili temel dinamikler dikkate alınmaktadır. Kalkınma, temel özgürlükleri genişletme sureci olarak kabul edilen “demokratikleşmeyle”
birlikte değerlendirilmektedir.
Geri kalmış bölgelerin kalkındırılması ve bölgeler arası dengesizliğin giderilmesi
genel olarak tüm ülkelerin ve özel olarak da Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri
olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de çeşitli kalkınma araçları geliştirilmesine rağmen,
uzun yıllar bölgesel gelişme farklılıkları varlığını sürdürmektedir. Uygulanan sekiz adet
beş yıllık kalkınma planına rağmen, Türkiye’nin özellikle doğusu ile batısı arasındaki
kalkınmışlık farkının önüne -coğrafi, kültürel, tarihsel, siyasal, ekonomik nedenlerle- geçilememiştir. Türkiye’de yoksullukla mücadele ile ilgili kurumlar istenilen düzeyde birlikte hareket etmemekte ve yoksullukla ortak bir mücadele stratejisi geliştirilmemektedir.
Yoksulların demokratik örgütlenmesine giden yolu tıkayan, bağımlılık kültürünün oluşturulmasına neden olan bağış yapmak yerine, yoksulların işgücüne dahil edilerek topluma
entegre edilmeleri yoksulluk sorununun çözülmesine daha fazla katkı sağlayabilir. Yoksulluğun, kamuoyunda, öncelikli bir gündem maddesi olarak işlenmesi ve yoksullukla
mücadelenin toplumsal bir hedef olarak gösterilmesi bu sorunun çözülmesinde önem arz
etmektedir (Şenses, 2003: 302).
Y
Türkiye’de bölgeler arası gelişmişlik farklarının giderilmesinde, kalkınma projeleri
stratejik bir öneme sahiptir. Ülke içinde, bölgeler arası dengesizliğin nedenlerinin tespit
edilerek farklılıkların giderilmesi amacıyla bilimsel çalışmalar yapılması bir gerekliliktir.
İnsani gelişme açısından bölgeler arası farklılıkların nedenleri ve sosyo-ekonomik sorunların çözümü için uygulanan kalkınma projelerinin eleştirel bir yaklaşımla incelenmesi
ve değerlendirilmesi gerekliliği konunun önem derecesini göstermektedir. Kalkınma projelerinin temel amacının bölgeler arası gelişmişlik farkının azaltılması olduğu kalkınmayla ilgili kurum ve kuruluş yetkilileri tarafından vurgulanmaktadır. Bölgesel kalkınma
ile ülke kalkınması arasında doğrudan bir ilişki kurulmaktadır. Bu nedenle dünyada ve
Türkiye’de uygulanmakta olan kalkınma projelerinin bölgeler arası gelişmişlik farkını
185
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
azaltmada ne düzeyde etkili olduğu incelenmelidir. Kalkınma projelerinin hedeflenen
sosyo-ekonomik unsurları ne derece gerçekleştirdikleri tespit edilmeye çalışılmalıdır.
Uygulanan kırsal ve bölgesel kalkınma projelerinin hedef kitle üzerindeki etkileri, yoksulluğu ne ölçüde azalttığı, insani gelişme açısından nasıl bir ilerleme sağladığı, gelir
dağılımı eşitsizliğinin giderilmesinde katkısı, kaynakların verimli kullanılıp kullanılmadığı üzerine bilimsel nitelikte incelemeler yapılmalıdır. Bölgesel ve yerel azgelişmişliğin
hangi politikaların bir sonucu olduğundan hareketle kalkınma projelerinin yoksulluk ya
da eşitsizliği gidermedeki yerinin ne olduğu; yoksulluğun, az gelişmişliğin ve toplumsal
eşitsizliğin azaltılması için ne tür projelerin geliştirilmesinin yararlı olacağı gibi temalar
üzerinde durulmalıdır.
Kaynakça
Aytür, M. (1970). Kalkınma Yarışı ve Türkiye, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Başkaya, F. (2011). Yeni Paradigmayı Oluşturmak, Ankara: Maki Basın Yayın.
Başkaya, F. (2002). Kalkınma: Bir Efsanenin Sonu. Ankara: Özgür Üniversite Forumu,
S.19.
Başkaya, F. (2000). Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Ankara: İmge Kitabevi.
Bernsteın, H. (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü. Kalkınma ve Azgelişmişlik.
Ed: William Outhwaite, (Çev.) Melih Pekdemir, İstanbul: İletişim Yayınları.
Chang, H.J. (2009a). Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü, Çev: Tuba Akıncılar Onmuş,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Chang, H.J. (2009b). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Merdiveni Tekmelemek.(
89-122). Der: Fikret Şenses, (Çev.) Nil Demet Güngör, İstanbul: İletişim Yayınları.
Chang, H.J. (2002). Kicking Away the Ladder: Development Strategy in Historical Perspective. London: Anthem Press.
Clark, J. (1996). Kalkınmanın Demokratikleşmesi. (Çev.) Serpil Ural. Ankara: Türkiye
Çevre Vakfı Yayını.
Colman, D. ve Frederick N. (1978). Economics of Change in Less Developed Countries.
Oxford:Philip Allan Publishers Limited.
Çabuk Kaya, N. (2010) Farkındalık Yaratarak Kadını Güçlendirme: Güneydoğu Anadolu
Bölgesinde Bir Kalkınma Modeli, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi. Ankara: Sosyoloji Derneği Yayınları, Cilt: 13 - Sayı: 2.
Erbaş, H. (2009). Küreselleşme Kapitalizm ve Toplumsal Dönüşümler. Ankara: Palme
Yayıncılık.
Ercan, F. (1996). Gelişme Yazını Açısından Modernizm, Kapitalizm ve Azgelişmişlik.
İstanbul: Sarmal Yayınevi.
Y
186
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
Erkal, M. E. (1978). Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması. İstanbul: Şamil Yayınevi.
Ertürk, Y. (1996). Alternatif Kalkınma Statejileri: Toplumsal Cinsiyet Kadın ve Eşitlik.
Ankara: ODTÜ Gelişme Dergisi. Sayı:23. Sayfa: 341-356.
Frank, A. G. (1981). Crisis in The Third World, London: Heineman.
Freyssinet, J. (1985). Azgelişmişlik İktisadı. Çev: Mehmet Ali Kılıçbay - Tezer Öçal,
Ankara: Gazi Üniversitesi Yayınları. No:73.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (2012) Kırsal Kalkınma Yatırımlarının Desteklenmesi Programı Uygulama Rehberi, Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü. Ankara. Erişim Tarihi: 20.02.2012. http://www.tedgem.gov.tr.
Giddens, A. (2008). Sosyoloji. Yayına Hazırlayan: Cemal Güzel. İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Gülalp, H. (1983). Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojileri. Ankara: Yurt Yayınları.
Gündüz, A.Y. (2006). Bölgesel Kalkınma Politikası. Ankara: Baran Matbaacılık.
Haque, M. S. (1999). Restructuring Development Theories And Policies: A Critical Study.
Albany: State University of New York Press.
Harrison, D. (1988). The Sociology of Modernization and Development. London: Unwin
Hymin Ltd.
Hirschman, A. O. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Der: Fikret Şenses.
(Çev.) Sedef Öztürk. İstanbul: İletişim Yayınları.
İdem, Ş. (2002). Sürdürülebilemez Kalkınma: Sürdürülebilir Kalkınma mı? Yaşam mı.
Özgür Üniversite Forumu Dergisi. Sayı(19).
İnsel, A. (2006). İktisat İdeolojisinin Eleştirisi. İstanbul: Birikim Yayınları.
İslamoğlu, H. (2010). Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü. Yayına Hazırlayan:
Ayşe Çavdar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kara, M. ve Yaman, A. (2008). Bölgesel Kalkınma Ajansları. Türkiye’de Bölgesel Kalkınma Politikasının Dönüşümü Sürecinde Kalkınma Ajanslarının Kuruluş Çalışmaları: Son Durum ve Değerlendirmeler. İstanbul: Günaydın Ofset.
Kaynak, M. (2007). Kalkınma İktisadı. Ankara: Gazi Kitabevi.
Keleş, İ., Metin, H.ve Özkan Sancak, H. (2005). Çevre Kalkınma ve Etik. Ankara: Birlik
Matbaacılık.
Keyder, Ç. (1999). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İstanbul: İletişim Yayınları.
Keyder, Ç. (2009). Toplumsal Tarih Çalışmaları. İstanbul: İletişim Yayınları.
Kırım, A. (2008). Türkiye Nasıl Zenginleşir. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Y
Kırmızıaltın, E. (2008). Ekonomik Kurumlar ve Kavramlar Sözlüğü. Sürdürülebilir Kalkınma. Ed: Fikret Başkaya ve Aydın Ördek, Ankara: Maki Basın Yayın.
187
Aslan, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Lipset, S. M. (1963). Political Man, London: Mercury.
Mair, L.(1987). Anthropology and Development. Hong Kong, Macmillan Educatin.
Meier, G. M. (1989). Leading Issues in Economic Development. New York: Oxford University Press.
Merquior, J. G. (2008). Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü. Kalkınma. Ed: William
Outhwaite. (Çev.) Melih Pekdemir. İstanbul: İletişim Yayınları.
Nunnenkamp, P. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Üçüncü Dünyanın
Geleceği, Mevcut Sorunlar ve Kalkınmada İşbirliğine Yönelik Sonuçlar. Derleyen: Fikret Şenses. (Çev.) Sedef Öztürk. İstanbul: İletişim Yayınları.
Pike, A., Pose, A. R. ve Tomaney, J. (2008). Local and Regional Develpment. New York:
Routledge.
Rostow, W. W. (1971). Politics and the Stages of Growth. New York: Cambridge University Press.
Saltık, Ahmet ve Açıkalın, O. (2008). Kırsal Kalkınmanın Önderlerinden Dr.Ahmet Saltık’a Armağan. Kalkınmada Yeni Kavram ve Stratejiler. Ankara: Sürkal.
Savran, S. (2008). Kod Adı Küreselleşme 21.Yüzyılda Emperyalizm. İstanbul: Yordam
Kitap.
Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma. Çev: Yavuz Alogan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Şenses, F. (2009a). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Neoliberal Küreselleşme Kalkınma İçin Bir Fırsat mı Engel mi?. Der: Fikret Şenses. (Çev.) Nil Demet Güngör.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Şenses, F. (2009b). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Neoliberal Küreselleşme Çağında Yoksulluk Araştırmalarındaki Kayıp Bağlantılar: Türkiye Deneyiminden
Çıkarılacak Dersler. Der: Fikret Şenses, (Çev.) Murat Koyuncu, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Şenses, F. (2007). Kalkınma İktisadi Yükselişi ve Gerilemesi. Giriş. (Çev.) Sedef Öztürk.
İstanbul: İletişim Yayınları.
Şenses, F. (2003). Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk. İstanbul: İletişim Yayınları.
Thorbecke, E. (2009). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Kalkınma Doktrini Evrimi.
Der: Fikret Şenses, (Çev.) Haki Pamuk, İstanbul: İletişim Yayınları.
Thornburg, M. W. (1949). Türkiye Nasıl Yükselir. (Çev.) Semih Yazıcıoğlu. İstanbul:
Nebioğlu Yayınevi.
Tümertekin, E. ve Özgüç. N. (2007). Ekonomik Coğrafya Küreselleşme ve Kalkınma.
İstanbul: Çantay Kitabevi.
Tüylüoğlu, Ş. ve Çeştepe, H. (2008). Kalkınma Ekonomisi. Kalkınma Teorilerinin Temelleri ve Gelişimi. Bursa: Ekin Yayınevi.
UNDP (2010) Human Development Report. New York: Published for the United Nations
Y
188
Küreselleşme Bağlamında Kalkınma Politikalarına Sosyolojik Bir Bakış
Development Programme.
Veltmeyer, H. (2006). Latin Amerika ve Başka Bir Kalkınma. Çev: Özkan Akpınar. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık.
Wallerstein, I. (2010). Modern Dünya Sistemi, Cilt:1. Çev: Latif Boyacı. İstanbul: Yarın
Yayınları.
Wallerstein, I. (1994) Capitalism and Development. Development, Lodester or Illusion?.
Ed: Leslie Sklair. London: Routledge.
Weiss, L.ve Hobson, J. M. (1999). Devletler ve Ekonomik Kalkınma. Çev: Kıvanç Dündar. Ankara: Dost Yayınları.
Y
Yerasimos, S. (1992). Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye. Cilt:3. Çev: Babür Kuzucu. İstanbul: Belge Yayınları.
189
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik
İsmail Kılıç
Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı
Bir Maliyet Analizi
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
YALIN LOJİSTİK AÇISINDAN KONAKLAMA
İŞLETMELERİNİN TEDARİK ZİNCİRİ YAPISI VE
KARŞILAŞTIRMALI BİR MALİYET ANALİZİ*1
SUPPLY CHAIN STRUCTURE OF ACCOMMODATION
ENTERPRISES IN TERMS OF LEAN LOGISTICS
AND A COMPARATIVE COST ANALYSIS
Halil SAVAŞ**2 İsmail KILIÇ***3
Özet
Günümüzde işletmelerin tedarik zinciri yapısının etkin olarak işletilmesine olan ihtiyaç, artan tedarik zinciri ve lojistik faaliyetlerine paralel olarak her geçen gün artmaktadır. Diğer yandan, rekabetin şiddetini gittikçe artırması ve piyasaların bu konudaki katı tutumu işletmelerin maliyetler üzerine
odaklanmasına yol açmaktadır. Bu noktada, tedarik zincirinin yapısı ve lojistik faaliyetlerinin analiz
edilerek, katma değer yaratmayan faaliyetlerden ve her türlü israflardan arındırılmış yalın bir tedarik
zinciri ve lojistik yönetiminin oluşturulması büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada; yalın lojistik
çerçevesinde tedarik zincirinin yapısı, bileşenleri, lojistik ve lojistik yönetimiyle yalın lojistik ilkeleri
üzerinde durularak, seçilen iki farklı büyüklükteki konaklama işletmesinin tedarik zinciri yapısı analiz
edilmiş ve bu iki konaklama işletmesinin çamaşır yıkama maliyetleri karşılaştırılmıştır. Yıkama hizmetinin otel içinde verilmesi yaklaşık % 10 maliyet tasarrufu sağlamaktadır. Otel işletmesinin bu hizmet
alımını büyük oteller ölçeğinde gerçekleştirebilmesi durumunda ise, mevcut dışarıdan hizmet alma
teklifine göre maliyet tasarrufu % 50’leri bulmaktadır.
Anahtar Sözcükler: yalın lojistik, yalın lojistik ilkeleri, konaklama işletmeleri, maliyet karşılaştırması
Abstract
Nowadays, the need for an effective management of the structure of a supply chain in businesses is
increasing day by day parallel to the increasing supply chain and logistic functions. On the other hand,
the continuing increase in the competition and the strict attitude of the market in these subjects give rise
to the businesses to focus on the cost. In this point, it is important to make a simple supply chain and a
logistic management by analyzing the structure of a supply chain and the logistic functions which do
*1 Bu çalışmanın maliyet karşılaştırmasını içermeyen kısmı 10-12 Mayıs 2012 tarihinde yapılan Ulusal Lojistik ve
Tedarik Zinciri Kongresi’nde bildiri olarak sunulmuştur.
**2 Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü, [email protected]
Y
***3 Öğr. Gör., Muğla Üniversitesi, Muğla Meslek Yüksekokulu, Muhasebe Bölümü, [email protected]
191
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
not make added value and cleared from all kinds of wasting.In this study, within the framework of lean
logistics, supply chain structure, components, logistics and logistics management, with emphasis on
the principles of lean logistics, supply chain structure and laundry costs with two chosen different sized
accommodation enterprises have been analyzed and compared in the two accommodation enterprises.
Giving the laundry service in the hotel provides cost savings of about 10%. If the hotel can perform this
service purchasing in the case of the scale of the major hotels, according to the current bid to receive
services outside, it finds more than 50% of cost savings.
Keywords: lean logistics, principles of lean logistics, accommodation enterprises, comparison
of costs
1. Giriş
Rekabet üstünlüğü, firmaların rakiplerine göre kendilerine özgü, tek ve üstünlükleri
olan bir sistem oluşturmalarıyla elde edilir. Temel düşünce, müşteri için etkin ve verimli
bir şekilde katma değer meydana getirmek ve bunu sürdürülebilir kılmaktır. Bunu işlemler stratejisi araçlarıyla sürdürebilmenin yolu; farklılaşma, düşük maliyet ve müşteri
isteklerine hızlı cevap verme stratejilerinde yatmaktadır (Heizer ve Render, 2008: 36). Bu
stratejilerin başarılı bir şekilde uygulanması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması firmaların rekabet gücü açısından oldukça önemlidir. Ancak, farklılaşma stratejisinin, iletişim ve
etkileşimin son derece arttığı, insanların ve firmaların dünyanın her yerindeki gelişmelerden kısa süre içinde haberdar olduğu, bir firmanın farklı bir uygulamasının diğer firma
veya firmalar tarafından hemen taklit edildiği bir ortamda bu stratejiyi başarılı bir şekilde
uygulamak ve sürdürmek kolay değildir.
Düşük maliyet ve müşteri isteklerine hızlı yanıt verebilme stratejilerinin başarısı ise;
hammadde ve malzemelerin tedarik edilmesinden, bunların mal ve hizmetlere dönüştürülmesi ve müşteriye teslimine kadar olan sürecin en iyi şekilde yapılandırılmasına bağlıdır. Tedarik zinciri olarak adlandırılan bu yapının müşteri isteklerine zamanında yanıt
verebilmesi ve maliyetin düşük olması bu zincirde yer alan her bir bileşenin etkin, verimli
ve doğru bir şekilde çalışmasına, zincirde yer alabilecek katma değer oluşturmayan her
şeyin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Bu da, yalın üretim ilkelerinin tedarik zinciri ve
tedarik zinciri içinde yer alan lojistik faaliyetlerine başarı ile uygulanması anlamına gelmektedir.
2. Tedarik Zincirinin Yapısı
Bir tedarik zinciri, bir mal veya hizmetin üretilmesi ve teslim edilmesiyle ilgili tesislerin, fonksiyonların ve faaliyetlerin organizasyonlarının sırasıdır. Bu sıra, hammaddelerin temel tedarikçileri ile başlar ve nihai müşteriye kadar uzanır. Bu zincirdeki tesisler;
depoları, fabrikaları, işlem merkezlerini, perakende satış noktalarını ve ofisleri kapsar.
Fonksiyonlar ve faaliyetler ise; talep tahminleri, satın alma, stok yönetimi, bilgi yönetimi,
kalite güvence, çizelgeleme, üretim, dağıtım, teslimat ve müşteri hizmetleriyle ilgilidir.
Tedarik zinciri yönetimi ise, arz ve talep yönetiminin bütünleştirilmesi amacına yönelik,
tedarik zinciri boyunca ve işletme organizasyonu içindeki işletme fonksiyonlarının stra-
Y
192
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
tejik koordinasyonudur. Tipik bir hizmet işletmesinin genel bir tedarik zinciri yapısı Şekil
1’de verilmiştir (Stevenson, 2009: 511).
Tedarikçi
Depolama
Hizmet
Müşteri
Tedarikçi
Şekil 1: Genel Olarak Tipik Bir Hizmet İşletmesinin Tedarik Zinciri Yapısı
Tedarik zinciri boyunca sağlıklı olarak müşteriden tedarikçilere doğru eksiksiz, güncel ve hızlı bilgi akışının aynı zamanda ve tam ters yönde müşteriye doğru materyal
akışının sağlanamaması durumunda birçok problem ortaya çıkmaktadır. Bunların içinde
en çok bilinen ve karşılaşılanı “Bilginin Erozyonu” (Bullwhip Etkisi) olarak adlandırılan
talepte ve teslim sürelerinde belirsizlik ve farklılaşma yaşanmasıdır. Söz konusu durumda
tedarik zincirinin müşteriden uzaklaşılan her bir halkasında sipariş miktarlarında ve teslimatlarda ortaya çıkan ve tedarikçiler arasında yol aldıkça giderek büyüyen aksaklıkların
etkisi büyüktür. Bilginin erozyonu sonucunda tedarik zinciri performansına yönelik olarak; üretim maliyetleri, envanter maliyetleri, ikmal zamanı, nakliyat maliyetleri, yükleme
ve karşılama maliyetleri artarken, ürünün bulunurluk seviyesi ve karlılık azalmaktadır
(Türker, Balyemez ve Biçer, 2005). Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi, tedarik zincirinde
yer alan herkesin, karmaşık ve gereksiz işlemlerden, hızlı, etkin ve doğru işlemeyen bir
bilgi akışının olduğu tedarik zinciri yapısından olumsuz etkileneceği açıktır.
Hizmet sektöründe yer alan işletmelerin imalat sektöründeki işletmelere göre, birbirinden farklı özellikler taşıması sebebiyle tedarik zinciri yapılarının da farklılıklar göstermesi doğaldır. Konaklama işletmelerinin de bu çerçevede; kuruluş, işleyiş ve üretim
faaliyetleri için gerekli olan finans, personel ve malzeme tedarikleri açısından farklılıklarının olması kaçınılmazdır. Konaklama işletmelerinde finansman, personel ve malzeme
tedariki aşağıda kısaca açıklanmıştır (Şahin, 2001).
a) Finansman Tedariki: Bir işletmenin sermaye yapısı; öz sermaye ile kısa veya
uzun vadeli borçlardan oluşur. Firma ilave sermayeye ihtiyaç duyarsa, bunu çok değişik
kaynaklardan temin edebilir. Bunlar; sermaye artırımı yapılması, kredi temin edilmesi,
yeni ortakların alınması veya kâr dağıtımının yapılmaması gibi tercihlerden oluşur. Burada önemli olan sermayenin en uygun şartlarda ve uygun zamanda temin edilmesidir.
1960’lı yıllardan sonra ortaya çıkan ve işletmelerin değerini maksimum yapmak için gerekli olan aktif, pasif yönetimi, 1980’li yıllarda da devam etmiştir. Günümüzde finansal
yönetim, küreselleşmenin en yoğun yaşandığı alanlardan biridir. Türkiye’de turizm sektörünün finansman kaynakları; öz kaynaklar, kredi kaynakları, yabancı sermaye ve kamu
kaynakları olmak üzere dört ana başlık altında toplanabilir.
Y
b) Personel Tedariki: Emek yoğun bir sektör olan konaklama işletmelerinin başarısı,
193
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
çalışanlarının niteliklerine ve başarılı yönetim uygulamalarına bağlıdır. Sunulan hizmetlerin kalitesi çalışanların nitelikleri ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle konaklama işletmelerinin personel tedarikinde, işletmeye maksimum derecede yararlı olabilecek personelin
bulunması ve istihdam edilmesi gerekir. Personel seçim işleminin amacına ulaşabilmesi,
başarılı olabilmesi için işin özelliklerinin gerektirdiği koşulların belirlenmesi gerekmektedir. Bunu sağlamak için yapılacak personel seçimi ön çalışmaları; iş analizi, personel
planlaması ve personel kaynaklarının belirlenmesi şeklinde sıralanabilir.
c) Malzeme Tedariki: Konaklama işletmelerinde sunulan hizmetlerin özelliğinden
dolayı temin edilmesi gereken malzemeler çeşitlilik arz etmekte ve binlerce kalemden
oluşmaktadır. Bu kadar çok çeşitten oluşan malzemelerin tedarik işlemleri, hem kuruluş aşamasında, hem de işletmenin faaliyet dönemi süresince yoğun olarak devam etmektedir. Örneğin, konaklama işletmelerinde kullanılan temizlik araç ve gereçleri veya
yiyecek-içecek hizmetleri için gerekli olan araç ve gereçler, parasal açıdan çok yüksek
meblağlar tutmakta ve beraberinde tedarik planlaması ve politikalarını gerektirmektedir.
Konaklama işletmeleri malzeme tedarik işlemlerini satın alma yöntemi ile gerçekleştirmektedir. Satın alma, bir şirket veya organizasyonun işletme amaçlarını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan mal ve hizmetleri tam zamanında ve maliyet etkin bir şekilde temin
etmek için üçüncü kişilerle sözleşme yapması sürecidir (Quayle, 2006).
3. Tedarik Zincirinin Bileşenleri
Yalın lojistik yönetimi ve ilkelerinin başarılı bir şekilde uygulanması tedarik zincirinin bileşenlerinin iyi bir şekilde anlaşılmasına bağlıdır. Bu açıdan tedarik zincirinin
bileşenleri aşağıda kısaca ela alınmıştır (Ashish, 2009):
Yalın Tedarikçiler: Yalın tedarikçiler değişimlere cevap verebilmelidirler. Fiyatları, yalın süreçlerin verimliliğinden dolayı genellikle daha düşüktür. Bir sonraki aşamada
muayeneye gerek duyulmadığından kaliteleri gelişmiştir. Yalın tedarikçiler teslimatlarını
zamanında yaparlar ve kültürlerinden biri de sürekli iyileştirmedir.
Yalın tedarikçileri geliştirmek için, işletmeler tedarikçilerini değer akışına dâhil etmeli, tedarikçilerin yalın dönüşümü gerçekleştirmeleri için onları cesaretlendirmeli ve
yalın faaliyetlerde bulunmalarını sağlamalıdırlar. Bu, onların problemlerini çözmelerini
ve tasarruflarını paylaşmalarına yardım edecektir. Aslında böylece, işletmeler tedarikçilerine fiyat hedeflerini sürekli düşürmelerine ve kalite hedeflerini yükseltmelerine yardım
edebilirler.
Yalın Tedarik: Bazı yalın tedarik süreçleri, e-tedarik ve otomasyona dayalı tedariktir.
E-tedarik, birçok işlemlerin web tabanlı uygulamalarla gerçekleştirilmesini sağlar. Otomatik tedarik, birçok tedarik fonksiyonundan insan faktörünü kaldıran ve finansal kaynaklarla bütünleşmiş yazılımları kullanır. Yalın tedarikin anahtarı görünürlüktür. Tedarikçiler, müşterilerinin işlemlerini, müşteriler de tedarikçilerinin işlemlerini görebilmelidirler. İşletmeler mevcut değer akışlarının haritasını çıkarmalı ve tedarik sürecinde mevcutla
birlikte bir gelecek değer akışı oluşturmalıdırlar. Bir ürün veya bilgiyi çekmenin yanında,
bir bilgi akışı tasarlanmalıdır.
Y
194
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
Yalın İmalat: Yalın imalat sistemleri; müşterinin istediğini, istediği miktarda, istediği
zamanda en az kaynakla üretir. Yalın çabalar genel olarak imalat ile başlar çünkü diğer
alanlardaki sürekli geliştirme için kaynakları serbest bırakır ve işletmenin geri kalanı için
bir çekme sistemi oluşturur. Yalın kavramların genel olarak imalata uygulanması, maliyetleri azaltma ve kalite geliştirme için büyük bir fırsat sunar, ancak birçok işletme, diğer
fonksiyonlardaki yalın kavramlardan büyük faydalar elde etmişlerdir.
Yalın depolama: Yalın depolama, ürün depolama süreçlerindeki atıkları ve katma değer oluşturmayan aşamaların ortadan kaldırılması anlamına gelir. Genel olarak depolama
fonksiyonları:
a) Kabul,
d) Toplama,
b) Biriktirme/depolama,
e) Paketleme,
c) İkmal (tekrar yerine koyma),
f) Yükleme.
Atık depolama, depolama süreci boyunca yer alabilir ve şunları kapsar:
a) Geri iade edilen kusurlu ürünler,
d) Aşırı hareket ve taşıma,
b) Fazla üretim veya fazla yüklenen mal- e) Gereksiz ve verimsiz süreç adımları,
lar,
f) Taşıma adımları ve uzaklıkları,
c) Ek alan gerektiren ve depo verimliliğini g) Parça, malzeme ve bilgi için bekleme.
azaltan fazla stoklar,
h) Bilgi süreçleri.
Depolama sürecindeki her bir adım, ortadan kaldırılması için nerede gereksiz, tekrar
eden ve katma değer yaratmayan faaliyetler var diye kritik bir biçimde incelenmelidir.
Yalın Taşıma: Taşımadaki yalın kavramlar şunları içerir:
a) Temel kariyer programları,
d) Birleştirilmiş çoklu-durma yüklemeleri,
b) Geliştirilmiş taşıma yönetim süreçleri e) Çapraz yerleştirme,
ve otomatik fonksiyonlar,
f) Doğru boyutlandırma ekipmanı,
c) Optimize edilmiş mod seçimi ve sipariş g) İthalat / İhracat ulaştırma süreçleri,
havuzu oluşturma,
Değer akış haritalandırmasını da içeren yukarıdaki kavramları gerektiren anahtarlar;
akışı oluşturma, süreçlerdeki atıkları azaltma, katma değer yaratmayan faaliyetleri ortadan kaldırma ve çekme süreçlerini kullanmadır.
Y
Yalın Müşteriler: Yalın müşteriler işletme ihtiyaçlarını anlarlar ve böylece anlamlı
gereksinimler belirleyebilirler. Hız ve esnekliğe değer verirler, yüksek düzeyde teslimat
ve kalite performansı beklerler. Yalın müşteriler, etkili ortaklıklar kurmakla ilgilenirler –
maliyetleri azaltmak için toplam tedarik zincirinde daima sürekli iyileştirme yöntemleri
ararlar. Yalın müşteriler, satın aldıkları ürünlerden değer beklerler ve etkileşimde bulundukları tüketicilere değer sağlarlar.
195
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
4.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Lojistik ve Lojistik Yönetimi
Lojistik, malların ileri ve geri doğru akışıyla ilgili tedarik zincirinin ayrılmaz bir parçasıdır. Lojistik yönetimi ise, gelen ve giden taşımanın yönetimi, malzeme taşıma, depolama, stok, siparişleri hazırlama ve dağıtım, üçüncü parti lojistik, müşterilerden malların
dönüşünü içeren ters lojistiği içermektedir (Stevenson, 2009: 512). Tedarik Zinciri Yönetimi Profesyonelleri Konseyi (CSCMP) ise lojistik yönetimini, müşteri gereksinmelerini
karşılamak üzere, üretim noktası ve tüketim noktaları arasındaki mal, hizmet ve ilgili
bilgilerin ileri ve geri yöndeki akışları ile depolanmalarının etkin ve verimli bir şekilde
planlanması, uygulanması ve kontrolünü kapsayan tedarik zinciri süreci aşaması olarak
tanımlamaktadır. Lojistik, günümüzün çok kanallı iş dünyasında gittikçe daha da karmaşık hale gelen bu işlemlerin yönetimi ve sistemleri, lojistik ağları ve tedarik zincirinin
ayrılmaz bir parçasıdır (Ashish, 2009:87). İşletmelerin bu tanımlamalar çerçevesinde gittikçe genişleyen faaliyetleri ve daha fazla uluslararası alana açılmaları lojistik faaliyetlerini artırırken, işletmelerin bu faaliyetlerle ilgili maliyetleri daha titizlikle incelemeleri
gereğini ortaya çıkarmaktadır.
Geniş bir bakış açısıyla lojistik yöneticilerinin iki temel amacı vardır. Birincisi, mümkün olduğunca verimli bir biçimde malzemelerin tedarikçilerden işletme içine taşınması,
işletme içinde taşınması ve işletme dışına taşınmasıdır. İkincisi tedarik zincirinin tamamında verimli bir akışa katkı sağlamaktır. Geleneksel olarak lojistik yöneticileri, direkt
kontrol yetkisine sahip oldukları birinci amaca odaklanmaktadırlar. Ancak dikkatle bakılırsa, malzemeler tüm tedarik zinciri boyunca hareket etmektedir. Lojistik, tedarik zinciri
boyunca hareket eden malzemelerin depolanması ve hareketinden sorumlu olduğuna göre
lojistik içinde yer alan faaliyetler şöyle sıralanabilir (Waters, 2003):
• Tedarik ve Satın Alma: Bir organizasyonda malzemelerin akışı genellikle ilk olarak
tedarik sorumlusunun tedarikçiye bir satın alma emri göndermesiyle başlar. Bu, tedarik biriminin uygun tedarikçileri bulması, şartları ve koşulları görüşmesi, teslimatı
düzenlemesi, sigorta ve ödemeleri ayarlaması ve malzemelerin kuruluşa gelmesi için
her şeyi yapması anlamına gelir.
• Tedarik Lojistiği: Malzemelerin tedarikçilerden kuruluşun teslim alma yerine doğru
hareketidir. Bunun için karayolu, demiryolu veya havayolu gibi bir ulaşım türünün
seçilmesi, en iyi taşıma işletmesinin bulunması, rotanın belirlenmesi, bütün güvenlik
ve hukuki gereksinimlerin karşılandığından emin olunması, teslimatların zamanında
ve uygun maliyetle yapılması vs. gerekmektedir.
• Siparişleri Alma: Malzemelerin siparişlere uygun teslim alındığından emin olmalı,
makbuzları onaylamalı, teslimat araçlarını boşaltmalı, malzemelerin hasarlı olup olmadığını kontrol etmeli ve onları düzenlemelidir.
• Depolama: Malzemeler depoya taşınır ve ihtiyaç duyuluncaya kadar depoda muhafaza edilir. Dondurulmuş gıdalar, ilaçlar, gazlı kimyasallar ve tehlikeli mallar gibi
birçok malzeme özel bakım gerektirir.
• Stok Kontrolü: Stoklar için politikaları belirler. Depolanacak malzemeleri, toplam
Y
196
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
yatırım miktarını, müşteri hizmetlerini, stok düzeylerini, sipariş büyüklüklerini ve
siparişlerin verilme zamanını saptamaya çalışır.
• Siparişleri Çekme: Malzemeleri bulur ve depodan çeker. Genel olarak, müşteri siparişleri için malzemelerin yeri belirlenir, tanımlanır, kontrol edilir, raflardan alınır, tek
yüklemede birleştirilir, paketlenir ve taşınacak araçlara yüklenmek üzere ilgili alana
gönderilir.
• Malzeme Taşıma: Kuruluş içinde işlemler için malzemelerin taşınmasıdır. Malzemeler bir işlemden diğerine taşınır veya depolardan ihtiyaç duyulan noktalara götürülür.
Malzeme taşımanın amacı, kısa yollarla, uygun araçlarla, daha az zayiatla özel paketleme ve taşımayı kullanarak etkin ve verimli bir taşıma gerçekleştirmektir.
• Sevkiyat Lojistiği: Malzemeleri depolama alanından alır ve müşterilere teslim eder.
• Fiziki Dağıtım Yönetimi: Sevkiyat lojistiğini de kapsamak üzere, bitmiş mamullerin
müşterilere teslim edilmesiyle ilgili faaliyetler için kullanılan genel bir kavramdır.
Pazarlama ile aşağı doğru olan faaliyetler arasında önemli bir bağlantı oluşturur.
• Geri Dönüşüm, İade ve Atıkları Ortadan Kaldırma: Ürünler müşterilere teslim
edilmiş olsa bile, lojistiğin işi bitmiş sayılmaz. Teslim edilen malzemelerle ilgili
problemler olabilir. −hatalı, çok az veya fazla, yanlış ürün− Bu hataların giderilmesi
için bilgi toplanmalı ve geri dönüş sağlanmalıdır. Hatta bazı ambalaj malzemeleri
müşterilerden toplanarak yeniden kullanılmak ve geri dönüşümleri sağlanmak üzere
tedarikçilere geri gönderilebilir. Kullanılmayacak durumda olanlar ise çevreye zarar
vermeden ortan kaldırılmalıdır. Buna ters lojistik veya tersine dağıtım adı verilir.
• Konum: Bazı lojistik faaliyetleri farklı yerlerde olabilir. Örneğin, bitmiş ürün stokları üretimin sonunda tutulabilir, depo yakınlarına taşınabilir, müşterilere yakın depolara konulabilir, aracı kuruluşların depolarına da aktarılabilir. Lojistik, bu faaliyetler
için en iyi yerleri bulmalı veya karar verirken önemli bir rol üstlenmelidir.
• İletişim: Malzemelerin fiziksel akışı bilgi akışıyla birleştirilmek zorundadır. Bu tedarik zincirinin bütün bileşenlerini; ürün hakkında bilgi geçilmesi, müşteri talebi,
taşınacak malzemeler, zamanı, stok düzeyleri, eldeki miktarlar, problemler, hizmet
düzeyleri vs. birbirine bağlar.
Lojistiğin tüm süreci, malzemelerin firma içine, firma boyunca ve firma dışına hareket etmesiyle ilgili olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır: (1) Gelen lojistik veya tedarik
lojistiği, tedarikçilerden alınan malzemelerin hareketi ve depolanması, (2) malzeme yönetimi, malzemelerin firma içinde akışı ve depolanması, (3) giden lojistik veya fiziksel
dağıtım ise, ürünlerin en son üretim noktasından müşterilere taşınması ve depolanmasını
göstermektedir. Bu kavramlar diğer lojistik kavramlarıyla birlikte Şekil 2’de gösterilmiştir (Farahani, Rezapour, Kardar, 2011).
Y
Şekil 2’de görüldüğü gibi, lojistik iki tip akış ile ilgilidir: fiziksel akış ve bilgi akışı.
Genel olarak fiziksel akış, lojistik ağı boyunca ileriye doğru bir akış olarak düşünülür ki,
bu akışın ana yönü üretim noktasından tüketim noktasına doğrudur. Bilgi akışı ise geriye
doğru olarak düşünülür ki, akışın ana yönü aşağıdan yukarıdaki elemanlara doğrudur.
197
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Ancak pratik açıdan, fiziki ve bilgi akışlarının yönleri tek yöne doğru değildir. Malzeme
ve bilgi her iki yönde akışa sahiptir. Fiziksel akış dikkate alındığında, ürünün geri doğru
akışı ters lojistik olarak adlandırılmaktadır. Bu, hurda ve atıklar ya da kullanılmış veya
iade edilen ürünlerin sistem boyunca geri akışıdır.
Şekil 2: Lojistik sürecinde malzeme ve bilgi akışlarının yönü
Lojistik yönetimi ve tedarik zinciri yönetimi zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılsa da, klasik lojistik kavramı ile tedarik zinciri yönetimi kavramı arasında bir fark
vardır. Lojistik genel olarak tek bir işletmenin sınırları içinde gerçekleşen faaliyetlerle
ilgiliyken, tedarik zinciri birlikte çalışan, pazara bir ürün teslim etmek için eylemlerini
koordineli olarak gerçekleştiren şirket ağlarıyla ilgilidir. Aynı zamanda klasik lojistik,
dikkatini tedarik, dağıtım, bakım, stok yönetimi faaliyetleri üzerine odaklamaktadır. Tedarik zinciri, klasik lojistik kapsamındaki tüm faaliyetlerin yanında, pazarlama, yeni ürün
geliştirme, finans ve müşteri hizmetleri gibi faaliyetleri de kapsamaktadır (Hugos, 2006).
Lojistiğin dayandığı ve beraberinde hareket ettiği bazı temeller kısaca şöyle açıklanabilir (Öztürk, 2008):
• Strateji: Mevcut faaliyet maliyetinin minimizasyonu, müşteriye katma değer sağlayabilme, kontrol edilme ve ortama uyarlanabilme gibi stratejilerin belirlenmesi lojistiğin temel dayanaklarındandır.
• Yapı: İşletmeler arasında, fonksiyonel bir bütünlük sağlanabilmesi halinde lojistik
hizmetleri daha sağlam yürütülebilmektedir.
Y
198
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
• Kapasite: Lojistik firmasının güçlü ve sağlam bir lojistik ağ tasarımına ve kanal sistemine sahip olması, ağın çeşitli alanlarında kilit stok seviyeleri bulundurması çok
büyük önem taşır.
• Hareket: Malzeme, bilgi ve hizmet akışının maksimum düzeyde olması lojistik faaliyetlerinin daha hızlı ve doğru gerçekleşmesi açısından çok büyük önem taşır.
• İnsan: Fonksiyonel bütünleşme, işletmeler arası ilişki ve etkileşimde en önemli ve
kilit faktördür.
• Finansal Öğeler: Pazar hareketlerinin takibi, zamanında müdahale ve iyi bir sermaye altyapısının önemi çok büyüktür.
• Fiziksel Olanaklar: İşlevsel süreçler ve işlevlerin bütünleşmesi bu faktöre örnek olarak verilebilir.
5. Yalın Lojistik Ve İlkeleri
Yalın lojistiğin bir işletmede uygulanabilmesi için tedarik zinciri ve onun bir unsuru
olan lojistiğin tüm unsurları ve kapsamının yalın hale getirilmeye çalışılması gerekir. Bu
sürecin yalın hale getirilmesi için, yalın üretimin de temel ilkeleri olan bu ilkelerin bilinmesinde yarar vardır. lean.org internet sitesinde yer alan “The Lean Fulfillment Stream”
adlı dokümana göre, firmanın lojistik sistemindeki birçok gereksiz şeyin ortadan kaldırılması ve sistemin iyileştirilmesine imkân sağlayan bu ilkeler şunlardır:
1. Mudaların ortadan kaldırılması: Diğer bütün süreçlerde olduğu gibi lojistik sisteminde de mudalar mevcuttur ve ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu mudalar
katma değer üretmeyen her şey olarak ifade edilebilir. Lojistiğin tedarik, malzeme taşıma ve sevkiyat ile ilgili süreçlerinde birikme, bekleme, stoklama gibi tüm mudalar
gerekli çalışmalar yaparak sistemden kaldırılmalıdır.
2. Tedarik süresinin kısaltılması: Hem tedarikçi hem de üretim yönünde lojistik açısından hedeflenmesi gereken en önemli nokta tedarik süresidir. Tedarik süresinin
kısaltılması aynı zamanda lojistik sisteminin en fazla değer üretir hale gelmesi demektir. Çünkü lojistik sisteminde tedarik süresi iki şeyin toplamından oluşmaktadır.
Bunlar değer + israf olarak karşımıza çıkmaktadır. Tedarik süresinin kısalması ise
yalnızca israfın önlenmesi ile mümkün olacağından, tedarik süresini kısaltmak lojistik sisteminin verimliliğini hızla artıracaktır. Oldukça kesin ve kolayca hedef olacak
bir nokta olması ile tedarik süresi burada anahtar konumundadır.
3. Müşteri taleplerinin tüm tedarik sisteminde görünür yapılması: Yalın üretim sisteminde olduğu gibi bilgi akışı daima önde olmak zorundadır. Müşteri taleplerinin
tüm tedarik zinciri tarafından bilinmesi ile sorunların azalması ve talebin zamanında
karşılanmasını sağlamaktır.
Y
4. Dengelenmiş akış (Heijunka) oluşturulması: Dengeleme muda, mura ve murinin
azaltılması ve maliyetlerin düşürülmesi için anahtar kelimedir. Dengeli akış ile lojistik uygulamaları için aşırı yükü ve taşıma maliyetlerini optimize etme olanaklı hale
199
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
gelecektir. Milk run uygulamasına destek olacaktır.
5. Çekme sisteminin kullanılması: Çekme sistemi tüm sistemin bel kemiğidir. Çekme
sistemi olmadan dengeleme, milk run, JIT uygulamak söz konusu dahi olmayacaktır.
Yalın lojistik çekme sisteminin var olması ile hayat bulur.
6. Hızı artırılması, dalgalanmaların azaltılması: Bilindiği gibi akış ve hız yalın sistemin temel öğeleridir. Birikmeleri azaltmak, stokları yok etmek ve verimliliği artırmak
için akış hızını olabildiğince artırmak önemlidir. Hız burada daha fazla çalışmak,
daha çok üretmek anlamında kullanılmamaktadır. Tedarik süresinin azalması, sistemin çevik hale gelmesi temel hedef olarak düşünülmelidir. Dalgalanmaların azalması, müşteri taleplerinin dengelenmesi ile çalışma verimliliği hızla artacak, çalışanların
moral ve motivasyonları ile sisteme uygulanan aşırı yükler ortadan kalkacaktır. Böylece pek çok kayıpların da ortadan kalkması ile sistem değer üreten daha yalın bir
hale gelecektir.
7. Takım çalışması ve süreç yaklaşımının kullanılması: Her alanda olduğu gibi burada da takım çalışması ve dolayısıyla sinerji oluşumu önemlidir. Kişisel performanstan
ziyade takım performansı ön planda tutulmalı, kişisel ihtiraslar törpülenmelidir. Böylece sinerji yardımı ile toplam performans katlanabilecektir. Yalın üretim sisteminde
insan kaynakları yaklaşımı olarak benimsenen saygı, takım çalışması politikaları ile
lider odaklı yaklaşım, çalışanlara gelişme fırsatı verilmesi, kaynakların adilce paylaşımı sinerji yaratmak için yapılan uygulamalardan bazılarıdır.
8. Tedarik sisteminin toplam maliyetine odaklanma: Bu yaklaşım tüm ticari işlerde olduğu gibi tek mantıklı seçenektir. Toplam maliyetin en düşük seviyede olması
önemlidir. Örneğin çok lokasyonlu bir firmanın ortak platformdan satın alma yapması sonucu ortaya çıkan ve lokasyonlar tarafından sıkça yapılan maliyet itirazları
bu bağlamda değerlendirilebilir. Temel olan grubun toplam maliyeti olacağından bir
lokasyon için bir miktar maliyetin yüksek olması buna karşılık tedarikçi nezdinde
önemli hacim oluşması sonucu toplamda en ucuz maliyetin elde edilmesini sağlayan
ortak satın alma platformu doğru bir uygulamadır.
6. Bir Otelin Tedarik Zinciri Yapısı Ve Yalın Lojistik Açısından Değerlendirilmesi
Turizm sektöründe, hizmet ve ürün sunan oteller ilk akla gelen işletmelerdir. Sunulan
hizmet ve ürünler oldukça çeşitlidir. Binlerce ürünün tedarik edilmesi söz konusudur.
Bu da çok karmaşık bir tedarik sürecini beraberinde getirmektedir. Bu kısımda, tedarik
zinciri yönetimi yapısı ve lojistik faaliyetleri analiz edilerek, katma değer yaratmayan
faaliyetlerden arındırma ve maliyetleri en aza çekme amacı çerçevesinde Muğla yöresinden bir otel işletmesi seçilmiştir. Otel işletmesi 1995 yılından beri faaliyet gösteren 325
odalı ve 990 yatak kapasitesine sahip 4 yıldızlı bir oteldir. Otelde konaklama tipi olarak
HB uygulanmakta, müşteri portföyünü ağırlıklı olarak İngiliz turistler oluşturmaktadır.
İşletme içinde bulunan Ana Mutfak, Alakart Restoran, Snack Bar ve Julian Bar üretim
Y
200
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
departmanlarını oluşturmaktadır. Servis, Housekeeper, Teknik Servis, Önbüro, Güvenlik
gibi departmanlar ise kendi görev alanlarında hizmet sağlayan departmanlardır. Muhasebe departmanı finans işlerini yerine getirirken, satın alma departmanı ise tüm işletmenin
ihtiyacı olan her türlü malzeme ve hizmeti tedarik etmeye çalışmaktadır.
Departmanların hizmet ve ürün sunumundaki zamanlama konusundaki hassasiyetleri
hizmet ve ürün işlemleri açısından çok büyük önem arz etmektedir. Müşteri gözüyle bakıldığında departmanlardan birindeki aksaklık sadece o departmana değil, tüm işletmeye
mal edilebilmektedir. Bu sebeple, departmanlarda çalışan personelin ürün tedariki ve sunumu noktasında bilgi sahibi kişilerden seçilmesi büyük önem arz etmektedir. Ayrıca tüm
personel belli aralıklarla eğitime tabi tutulmaktadır.
İşletmenin tedarik zinciri yapısı Şekil 3’de gösterildiği gibi; finans, personel ve malzeme tedariki olmak üzere üç gruba ayrılabilir.
Otelin Tedarik
Zinciri Yapısı
Finans Tedariki
Personel Tedariki
Malzeme Tedariki
Şekil 3: Otelin Tedarik Zinciri Yapısı
i. Finans Tedariki
İşletmenin tüm ihtiyaçlarının karşılanması için nakit akışının sağlanmasıdır. İşletme
bu ihtiyaçları karşılama gücünü hizmet sağladığı müşterilerden elde etmektedir. Otel işletmelerinde gelirler, genellikle oda ücreti ve müşterilerin konaklama süresince gerçekleştirdikleri ekstra harcamalardan sağlanır.
Oda ücretleri genelde seyahat acentaları vasıtasıyla gelen müşterilerden elde edildiğinden, bu ücretler acentalardan tahsil edilmektedir. Acenteler ödemeleri zamanında
yapmadıkları için malzeme tedariki sırasındaki nakit akışını müşterilerin ekstra harcamalarından finanse etmek daha uygun olmaktadır.
Kullanılan ticari programın kredili satış (kredi kartı verilerek ) yapma imkânı olduğu
tespit edilmiş ve bu uygulama faaliyete geçirilmiştir. İzmir’den bir firma ile anlaşılarak
kredi kartları otel logolu olarak bastırılmıştır.
Y
Müşteri resepsiyona ilk kaydını yaparken resepsiyon görevlileri tarafından ister kredili olarak isterlerse nakit para yatırarak kartların müşteri tarafından alınması sağlanmıştır.
Her bir kartın şifresi olduğundan, müşteriler bu kartları kaybetseler bile harcama gerçekleşme ihtimali bulunmamaktadır. Bundan dolayı müşteriler istedikleri zaman istedikleri
201
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
yerde (otel içindeki bar ve restoranlar) harcamalarını yapabilme imkânına kavuşmuş oldular.
Bu uygulama ile birlikte müşteri ekstra harcamaları, ilk yıllardaki ekstra gelirlere göre
kişi başı ortalama 0.70 pound artma göstermiştir. Ayrıca, otel içindeki nakit akışı da tek
bir noktadan sağlandığı için nakit kontrolü kolaylaşmış ve muhasebe departmanında personel sayısında azaltmaya gidildiği tespit edilmiştir.
Kartların müşteri çıkışı sırasında geri alınmamasıyla, müşterilerin gittikleri bölgelerde veya şehirlerde otelin ücretsiz tanıtımına katkıda bulunduğu tespit edilmiştir.
ii.
Personel Tedariki
Personel müdürü ile yapılan değerlendirme otel çalışanlarının % 40’ının otel lojmanlarında konaklatıldığı tespit edilmiştir. Personelin eğitim düzeyine bakıldığında, Housekeeper ve Mutfak departmanında ilköğretim mezunlarının çalıştığı diğer departmanlarda
ise genelde yüksekokul veya üniversite mezunlarının çalıştığı tespit edilmiştir. İşletmenin
personel alım politikası gereği, daha önceki yıllarda çalışan personelin tekrar işe alınması
ön planda tutulmaktadır.
Bununla birlikte bölgesel ve ulusal kariyer siteleriyle de işbirliği yapılmaktadır. İşletme aradığı özellikteki elemana bu sitelerden daha hızlı ulaşmakta ve sonuca çok daha
çabuk varmaktadır.
Personel konaklama maliyetlerinin daha düşük seviyelere nasıl düşürüleceği konusunda geçen yıl yapılan bir çalışmada; üç katlı bir binanın, her katında 12 personel olmak
üzere 2 daire bay ve 1 daire bayan personele ayrılmak üzere kiralandığı tespit edilmiştir.
2011 yılı sezon başında ( Şubat – Mart ) personel alımında Marmaris içinde ikamet eden
personele ağırlık verilmiş, bunun sonucunda 3 olan daire sayısı 2’ye indirilmiştir.
İşletmeye kazancı 25.200.-TL – 18.000.-TL = 7.200.-TL dir.
2010 yılı daire kira fiyatı 700.-TL (12x700x3 = 25.200.-TL)
2011 yılı daire kira fiyatı 750.-TL (12x750x2 = 18.000.-TL)
Kira artışına rağmen kira kazancı % 28,5’dur.
iii.
Malzeme Tedariki
İşletmenin malzeme tedariki iki şekilde yapılmaktadır. Biri departmanların malzeme tedariki (işletme içi tedarik), diğeri ise tedarikçilerden işletmeye malzeme tedarikidir
(işletme dışı tedarik). Hizmet işletmelerinin en önemli unsuru müşteri memnuniyetini
sağlamaktır. Müşteriler işletmenin mimari yapısı yanında sundukları hizmetin ve ürünün
hızı ve kalitesini de ön planda tutmaktadırlar. Bu noktada, satın alma departmanına büyük
iş düşmektedir. Hem işletme içi malzeme tedarikini hem de işletmeye malzeme tedarikini
çok iyi planlamaları gerekmektedir. Satın alma departmanı bu noktada malzeme sağlayan
tedarikçiler ile iyi bir koordinasyon içinde olmalıdır.
Y
202
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
Otel işletmeleri doluluk oranlarını göz önünde bulundurarak malzeme tedarikini sağlamaktadır. HB otellerde sabah kahvaltısı ve akşam yemeği ücretini oda fiyatları içinde
yansıttıkları için bu hizmetler mutlaka sağlanmak zorunda olduklarından malzeme tedarikini aksatmadan gerçekleştirmek zorundadırlar. Bununla birlikte ekstra ücretli olarak da
bar ve restoranlarda müşterilerine hizmet vermektedir.
Tüm bu hizmetlerin dışında, otelde bulunan diğer departmanların da malzeme ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların koordineli ve zamanında yapılabilmesi için departmanlar arası
ve tedarikçilerle çok iyi bir koordinasyona ihtiyaç vardır. İşletme satın almaları gerçekleştirirken Şekil 4’deki yolu izlemektedir. İşletme içi tedarik yönetimi incelendiğinde; bir
departmanın malzeme isteğini depo sorumlusuna iletebilmesi için işletme fiziki yapısı da
göz önüne alındığında 30-60 dakika arasında bir zaman geçtiği gözlemlenmiştir. Bu süre
içinde personelin malzeme ihtiyacını departman amirine bildirmesi, amirin ihtiyaçları
kendi alt deposundan mı yoksa ana depodan mı karşılayacağının tespiti ve yazılan sipariş
fişlerinin genel müdüre onaylatılması sonrasında depoya ulaştırılması zaman almaktadır.
Bazen genel müdür odasında olmadığında veya otel dışında olduğunda bu süre daha da
uzamaktadır.
Departman
Çalışanları
Departman
Amirleri
Depoda Olan Malzemelerin Depodan
Verilmesi
Genel Müdür
Onayı
Depo
Sorumlusu
Eksik Malzemelerin
Temin İçin Bildirilmesi
Satın Alma
Müdürü
Tedarikçiler
Şekil 4: Otelin Tedarik Zinciri Yapısı
Y
Bu sorunu ortadan kaldırmak için işletme içinde kullanılan ticari programın stok yönetimi sipariş modülünden faydalanılması kararlaştırılmıştır. Bu program sayesinde departman amirleri siparişleri fişe yazmak yerine bilgisayar programına yazmaya başlamış
ve bu sırada hangi malzemenin ana depoda olduğunu anında görerek olmayan malzemeler için gerekli önlemleri departman içinde almışlardır. Ana mutfak ürünün depoda
olmadığını anında görerek bazen menülerde değişikliğe gitmesi depodan gelecek cevap
beklenilmeden yapılmasının sağlanacağı ön görülmüştür. Bunun yanında, genel müdürün
onay işlemini gerçekleştirmesi için makamında olmasına da gerek kalmamıştır. İnternet
erişimi olan her yerden siparişleri görerek onay vermesi sağlanmıştır.
203
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Yapılan bu uygulama ile gün içinde ana depodan malzeme çeken departmanlar düşünülürse, yaklaşık her bir departmanın malzeme çekiminin minimum 30 dakika azalacağı
öngörülmüştür. Her gün ana depodan malzeme çeken departmanlar (ana mutfak, alacarte
restaurant, snack bar, julian bar, housekeeper) dikkate alınırsa gün içinde sadece siparişlerin bilgisayar ortamına aktarılması ile günde 5x30 dak. = 150 dak. = 2.5 saat günde
personelin depodan malzeme çekmek ile uğraşması yerine başka işlere yönlendirilmesine
imkân sağlayacaktır. Ayda 30 gün çalışıldığı dikkate alınırsa yapılan tasarruf 75 saati
bulacaktır.
a.
Departmanlar
Otel işletmesinin housekeeper, teknik servis, ana mutfak, alacarte mutfak, barlar, depo
ve satın alma gibi kendi görev alanlarında hizmet sağlayan departmanları vardır ve bu
departmanlarla ilgili elde edilen bilgiler aşağıda verilmiştir.
i. Housekeeper
Oda temizliği ve otelin genel temizliğinden sorumlu departmandır. Bu hizmetleri
sağlama sırasında en fazla ihtiyaç duyduğu malzeme oda içinde bulunan mefruşatların
temizliğinin sağlanması için kullanılan malzemeler yer almaktadır. Mefruşat temizliğini
Marmaris’te bulunan bir şirketten karşılamaktadır. Bu işlemi her gün odalardan alınan
malzemelerin akşamüstü saat 5 gibi tedarikçinin gönderdiği bir araç vasıtasıyla işletmeden alındığı ve ertesi gün akşam 5’te geri getirilip o günkü kirli malzemeleri aldığı tespit
edilmiştir. Bu işlem için otelin tüm mefruşat malzemesi 2.5 katı olarak yedeklenmiştir.
Malzemelerden biri odada kullanılırken diğeri temizlenmeye gönderilmekte ekstra durumlar içinde bir miktar stokta bulundurulmaktadır.
Otel incelendiğinde çamaşırhanesinin olduğu ama kullanılmadığı atıl olarak durduğu
tespit edilmiştir. Çamaşırhanenin çalıştırılması durumunda maliyetlerin azaltılabileceği
düşünülmüş ve bu amaçlar otelin çamaşır yıkama maliyetleri analize tabi tutulmuştur.
Maliyetlerin ayrıntılı bir analizi takip eden alt bölümlerde yer almaktadır.
ii. Teknik Servis
Bu servis; kullanma suyu arıtma, havuz hijyeni, ısıtma sistemleri ve teknik hizmetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlayan departmandır. Bu işlemler için tuz, ph, asit,
LPG ve teknik malzemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bunların tedariki için yılbaşında bir
firma ile sabit fiyattan bir anlaşma yapıldığı ve yıl boyunca fiyatta bir değişme olmadığı
görülmüştür. Malzeme tedarikinde de günü birlik ana depodan malzeme çekimi yapmadıkları için malzeme ihtiyacında bir zorlanma yaşanmadığı görülmüş olmasına karşın,
bir personelin her akşam havuzlar için iki adet, biri 400 ton diğeri 220 ton olmak üzere
asit ve PH attığı tespit edilmiştir. Bu işlemin bazı sıkıntıları olduğu görülmüştür. PH ve
asit düzeyini belirlemek için atılacak asit ve ph’ın seviyesini belirlemek için her gün bir
tüp içine biraz havuz suyu alındığı ve bunun derecesine göre malzeme atılması gerektiği saptanmıştır. 2012 yılı itibariyle yapılan araştırmalar sonucunda bilgisayarlı otomatik
dozajlama sistemi kurulmasına karar verilerek, hem işlemin teknik şartlara daha uygun
Y
204
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
olarak yapılması sağlanmış hem de buradaki teknik personelin yaklaşık 2 saat akşamüzeri
başka işlere yönlendirilmesi sağlanmıştır.
Birde LPG kullanımının gün içinde sıcak su ihtiyacında çok fazla kullanıldığı ve
maliyetleri artırıcı bir sebep olduğu tespit edilmiştir. Marmaris bölgesinde yaklaşık 7-8
ay iyi derecede güneş olduğu dikkate alındığında, çatıya güneş enerjisi kurulumu ile gün
içindeki sıcak su ihtiyacının karşılanabileceği saptanmıştır. 2011 Eylül ayı itibariyle kurulan 54 adet güneş enerjisi panelinden sıcak su ihtiyacının büyük bir kısmının karşılandığı
görülmüştür.
2011 yılı sezonu başında teknik servis müdürü ile yapılan görüşmeler çerçevesinde
suyun arıtılması için kullanılan tuzun tablet tuza çevrilmesine karar verilmiş ve yılsonunda başka bir 5 yıldızlı otelin arıtmasında kullanılan toz tuz kullanımına göre yapılan
karşılaştırma sonuçları Şekil 5’deki gibi elde edilmiştir. Şekilde incelenen otel otel 1,
diğer otel ise otel 2 olarak çalışmamızda adlandırılmıştır.
Şekil 5: Toz tuz ve tablet tuz kullanım maliyetlerinin karşılaştırmalı grafiği
iii.Ana Mutfak
Y
Otelin müşterileri için sabah kahvaltısı ve akşam yemeklerinin hazırlandığı bölüm ana
mutfaktır. 2011 yılında günlük çıkarılacak menü listesi 1 haftadan 2 haftaya çıkarılmıştır.
Bu sayede malzeme tedarikinde hangi malzemelerin kullanılacağı 2 haftalık periyotta
belli olmaya başlamıştır. Satın alma departmanı buna göre malzeme tedarikini daha rahat
bir şekilde temin etmeye başlamıştır. Uzun süreli kullanma zamanı olan malzemeler 2
haftalık olarak tedarikçilerden alınmaya başlamıştır. Temini gecikecek malzemeler önceden belirlenip aşçı başına bildirilerek son dakika değişikliklere ihtiyaç kalmadan 1-2 gün
öncesinden menülerde değişiklik imkânı sağlanmıştır. Bunun yanında ana depoda bulunan ve kullanım süreleri kısalan malzemeler de departman ofislerine kurulan bilgisayar
ile takip edilmeye başlanmış ve aşçı başı gerekirse menülerde ufak değişiklikler yaparak
bu ürünlerin kullanımını daha hızlı bir şekilde uygulamaya başlamıştır. Bu sayede stok
devir hızı ve zayiat oranı azalmıştır. Ana depodan malzeme tedariki bilgisayar sistemi ile
205
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
daha hızlı bir şekilde sağlanmaya başlamıştır. Müşterilere sunulacak olan ürünler birer
haftalık tahminlerdeki müşteri sayılarına göre hazırlanmaktadır. Böylece ana depodan
malzeme alımı daha rahat ve hızlı bir şekilde sağlanmaya başlanmıştır.
Ana mutfak içinde bir kasaphanenin olduğu tespit edilmiş ve dışarıdan temin edilen
et ürünleri buradaki depoya direkt olarak aktarılmaya başlanılmıştır. Bu sayede ana depodaki soğuk havada etler için ayrılan bölüme başka dondurulmuş ürünlerin konması
sağlanmıştır.
Maliyeti yüksek ve satın alma açısından birçok tedarikçilerle çalışma gerekliliği olan
yiyecek tedariki iki haftalık menüler sayesinde önceden belirlenmeye başlamış ve satın
alma malzemeleri daha hızlı ve kolay tedarik edilmeye başlanmıştır.
iv. Alacarte Mutfak
Müşterilerin HB harici ekstra ücret ödeyerek istedikleri ürünleri satın alıp yiyebilecekleri bir bölümdür. Müşterilere sunulacak ürünler ana mutfaktan farklılık göstermektedir. Önceden menü hazırlama şansları çok fazla yoktur. Bu durumda malzeme miktarlarının daha az depolanması ve çeşitliliği fazla tutmayı gerektirir. Çünkü müşterinin neler
isteyeceği belli değildir. Satın alma ile çok iyi bir malzeme tedariki zinciri kurmayı gerektirir. Alacart mutfağının bir avantajı da otelde ağırlıklı olarak İngiliz müşterilerin konaklamalarıdır. Önceki yıllardaki satış rakamları göz önünde bulundurularak bazı ürünler ön
hazırlık aşamasından geçirilerek departmanın sunum dolabında hazır olarak bekletilebilmektedir. Bu sayede satın alma hangi ürünlerin daha sık gideceğini tahmin edebilmekte
ve malzeme tedarikini tedarikçilerden temin edebilmektedir.
v. Barlar
Tüm içecek çeşitlerinin satıldığı bir bölüm olan bar, malzeme saklama açısından en
rahat bölümdür. Ana depodan yeterince malzemeyi çok rahat bir şekilde kendi depolarına
alabilirler. Genelde kullandıkları malzemeler uzun ömürlü olduğundan depolama koşullarında bir sıkıntı çekmezler. Bununla birlikte depolanacak malzemelerin fiyatları yüksek
olduğundan (bilhassa yabancı alkollü içecekler) stok devir hızının iyi ayarlanması gerekmektedir.
Departmanın malzeme isteğini otelde müşterilerin kart sistemi kullanmaya başlamasıyla birlikte gün sonunda malzeme kullanımının sistem üzerinden üretim yapılarak sarf
ettirilmesi sağlanmıştır. Bu sayede deposunda ne kadar malzemesinin kalması gerektiğinin kontrolü yapılarak elinde bulunan fazla malzemenin tekrar istenmesinin önüne geçilmiştir.
vi. Depo
Tedarik zinciri yönetiminin otel işletmesi içinde başlangıç yeri ana depodur. Malzemelerin gerekli koşullarda saklanması, departmanların malzeme isteklerinin karşılandığı
bir bölümdür. Depo görevlisinin gelen ürünlerin, işletmeye girişinin sağlanması, eksik
ürünlerin satın alma müdürüne bildirilmesi, departmanların isteklerini karşılama gibi gö-
Y
206
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
revleri vardır. Bu işlemleri yapmak için iki personel depoda görevlendirilmiş olup bu
personellerin günlük çalışma şekilleri şöyledir:
Satın alma tarafından tedarikçilerden temin edilen malzemeler araçlarla depoya geldiğinde, öncelikli olarak gerekli sağlığa uygunluk kuralları çerçevesinde malzemelerin
taşınıp taşınılmadığının kontrolü yapılmaktadır. Daha sonra düzenlenen fatura ile gelen
malzemenin miktar ve marka olarak aynı olup olmadığı kontrol edilerek teslim alma işlemi gerçekleştirilmektedir. Gelen malzemelerin depoya aktarılması sırasında depo içi ile
araç parkı arasında otelin fiziki yapısı itibariyle 40 mt lik bir mesafe bulunmaktadır. Bu
mesafe yük taşıma çek-çekleri ile personel tarafından taşınmaktadır. Gün içinde gelen
malzeme yoğunluğundan bu işlem bir personelin yaklaşık 2-3 saatini almaktadır. Depo
da gerekli incelemeler yapıldığında deponun araç parkının altına kadar uzandığı tespit
edilmiştir. Buraya bir yük asansörü inşa ettirildiğinde bir personel ile işlemlere devam
edilebileceği ön görülmüş ve 2012 yılı itibariyle depoda bir personel çalıştırılmaya başlamıştır. Yapılan denemelerde asansörle malzemelerin direkt depo içine asansörle indirilmesiyle asansör yapım maliyeti personel ücretinden fazla olmakla birlikte 1-2 yıl içinde
kendini amorti ederek işletmenin personel maliyetinin ana depo için minimum düzeye
indirilmesi sağlanmıştır.
Bunun yanında departman siparişlerinin bilgisayar ortamından gerçekleştirilmesiyle
eksik malzemeler satın alma müdürü tarafından otomatikman görülmekte ve depo sorumlusunun tekrar bir liste hazırlamasının önüne geçilmektedir. Sağlanan bu kolaylıklarla
birlikte depoda bir personelin işleri rahatlıkla yürütülebileceği görülmüştür.
vii. Satın Alma
Otelin bütün malzeme ihtiyacının karşılanması için tedarikçilerden satın alma yapan bölümdür. Satın alma Müdürü depo ile koordineli çalışmaktadır. 2011 yılında KDV
hariç 1.563.073.-TL tutarında malzeme tedariki gerçekleştirmiştir. Çok fazla tedarikçi
ile çalışılmakta ve bu tedarikçilerin hangi malzemeleri sağladıklarının çok iyi bilinmesi
gerekmektedir.
İşleyiş içinde her gün tedarik edilecek malzemeler için fiyat teklif listesi hazırlanıp
firmalara faks çekilmekte ve gelen fiyatları değerlendirmek sabah saatlerinde en az 2-3
saat almaktaydı. Fiyat teklifi işlemlerinin bilgisayar programı üzerinden yapılmaya başlanmasıyla birlikte bu sürenin ortalama 1 saate indiği görülmüştür. Bu sayede satın alma
müdürüne sabahleyin 1-2 saat arasında zaman tasarrufu sağlanmış ve bu süreyi malzemelerin daha uygun ve daha hızlı nasıl temin edilebileceğini araştırma imkânı olarak
kullanması istenmiştir. Böylece satın alma müdürü tedarikçilere ziyaretlerde bulunarak;
ürünleri saklama koşulları, malzeme nakliyesinde hangi tür araçların kullanıldığı, araçların fiziki durumları, tedarikçilerin ürünleri hangi sürelerde temin edebilecekleri gibi konularda daha fazla bilgi sahibi olmuş ve tedarikçileri de işletmenin koşulları ve istenilen
özellikler hakkında bilgilendirme faaliyetlerini yapma imkânı elde etmiştir.
Y
Hizmet sektöründe müşteri memnuniyeti ön planda olduğu için müşterinin istediği
207
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
her ürünü bulup sunmak otel işletmeleri için büyük önem arz etmektedir. Bunu da işletmeye sağlayacak olan tedarikçilerdir. İyi bir tedarikçi seçimi işletmenin en önemli unsurudur. Otelin malzeme tedarikini sağlayan tedarikçilerin alt yapılarını iyileştirmeleri,
işletmenin malzeme tedarikini hızlı ve etkin bir şekilde yapılabileceği hem otel işletmesi
hem de tedarikçilerle yapılan görüşmelerde ortaya çıkmıştır.
Otel işletmelerinde dışarıdan malzeme tedarikinin yanında otel içi departmanların
malzeme tedariki ve kullanımı da yalın lojistik ilkeleri açısından incelenmeye değer görülmektedir. İşletme içi stok devir hızının daha yüksek seviyelerde olması kayıp malzeme oranını minimize etmiştir. Bilgisayar sistemlerini daha etkin bir şekilde kullanmakla
birlikte iç tedarikin daha hızlı ve etkin bir şekilde kullanılması, bazı ürünlerin daha etkin
alternatifleri kullanılarak maliyetlerin azaltılabileceği gözlemlenmiştir.
İşletmenin malzeme tedariki sırasında da o coğrafyada bulunan tedarikçilerin teknolojik alt yapılarının olması, gerekli gıda hijyeni koşullarında taşıma işlemini hızlı bir
şekilde sağlamalarının da önemi giderek artmaktadır.
7. İki Otelin Çamaşır Yıkama Maliyetlerinin Karşılaştırılması
Otellerin seçiminde, özellikle maliyet verilerinin kolay temin edilebilmesi yanında
otellerin yıkanacak çamaşır miktarının maliyetleri etkileyip etkilemediğinin belirlenmesi
açısından çamaşır miktarıyla, çamaşır yıkama işleminin otel içinde ve dışında yapılma
durumlarına göre otellerin seçimi yapılmıştır. Otel 1 olarak verilen otel, önceki kısımlarda tedarik zinciri yapısı incelenen dört yıldızlı, yıkama işlemini kendi içinde gerçekleştiren, yıkanacak ürünlerin havlu vb. için günlük, çarşaf ve nevresim gibi ürünlerin ise
genel olarak iki günde bir değiştirildiği, yaklaşık 325 oda ve 900 yatak kapasiteli Muğla
yöresinde hizmet veren bir oteldir.
Otel 2 olarak adlandırılan otel ise, beş yıldızlı yaklaşık aynı kapasitede, yıkama işlemlerini ise dışarıya yaptıran yani bu hizmeti dışarıdan satın alan, yıkanacak malzemelerin
büyük bir kısmının genel olarak her gün düzenli bir şekilde değiştirildiği, yaklaşık 1001
oda ve 2100 yatak kapasiteli yine Muğla yöresinde kurulmuş bir oteldir.
Maliyet karşılaştırmalarının sağlıklı olabilmesi için her iki otelin aynı sezona ilişkin
olarak 2011 yılı turizm sezonundaki maliyetleri analize tabi tutulmuştur. Maliyet hesaplamalarının nasıl yapıldığı takip eden kısımlarda verilmekle birlikte, karışıklık oluşturmaması için çok fazla ayrıntıya girilmemiştir.
i. Yıkama Hizmetini Kendisi Veren Otelin Maliyetlerinin Analizi
Öncelikle takip eden kısımlardaki hesaplamalarda kullanılacak ortalama temizlik
malzemesi maliyetleri Tablo 1’de verilmiştir. Bu tabloda, temizlik malzemeleri birim
maliyetler olarak yer alırken, personel ücreti üç kişilik, elektrik gideri birim olarak ve
LPG gideri 8 ayı kapsayan bir sezonluk olarak verilmiştir.
leri
Y
208
Tablo 1: Otel 1 için temizlik maddelerinin birim maliyetleriyle diğer maliyet kalem-
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
Temizlik Maddesi
Cinsi
Birim Fiyatı
Diğer Maliyetler
Kalemi
Klorak
0,40 TL/kg.
Personel Maaşı
Tutarı
1
36.000
Ozonex
7,12 TL/kg.
Elektrik Gideri
2.25
Ventura Usona Ext
3,97 TL/kg.
LPG Gideri
40.000
Softenit
1,98 TL/kg.
Renoval
8,87 TL/kg.
TL/sezon
TL/KwSaat
TL/sezon
Otel 1’in yıkanan ürünlerinin cinsi ve miktarı, bu ürünlerin temizliği için yıkama
firmalarının önerdiği standart temizlik malzemesi kullanım miktarları ve fiili kullanılan
temizlik maddesi miktarları Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2’deki hesaplamalara ilişkin
bir örnek vermek gerekirse, büyük havlunun ağırlığı 600 gramdır. İlgili sezonda 56235
adet büyük havlu yıkanmış ve bunun toplam ağırlığı 33741 kg.’dır. Bu ürün için yıkama
büyük makinede yapılmakta ve büyük makine kapasitesi 75 kg olduğuna göre, 449.88
makine yıkaması yapılması gerekmektedir. Makine başına 0.4 kg klorak kullanılmakta
olduğundan, kullanılan klorak miktarı 179.95 kg. olarak hesaplanır. Diğer temizlik maddelerinden ozonex makine başına 0.5 kg, ventura veya usone 0.5 kg, softenit ise 0.6 kg
olarak kullanılmaktadır. Bu miktarlar, yıkama firmaları tarafından tavsiye edilen temizlik
maddesi kullanım miktarlarıdır.4
Büyük makinede yıkanan miktar toplamı 127.389,01 kg. olduğuna ve büyük makinede 75 kg. Çamaşır yıkanabildiğine göre yaklaşık 1698 makinelik çamaşır yıkanmıştır.
Fiili makine yıkama sayısı ise 1790’dır. Yıkanan miktar toplamı makine çamaşır sayısına
bölünürse, makine başına düşen çamaşır miktarı bulunur ki, bu da 71.17 kg.’dır. Küçük
makinenin yıkama kapasitesi 5 kg.’dır ve küçük makinede yıkanan toplam miktar yıkama
kapasitesine bölünürse 2495.8 yani yaklaşık olarak 2496 makinelik çamaşır yıkanması
gerekmektedir. Ancak ilgili sezonda küçük makinede yıkanan çamaşır miktarı fiili olarak
1728 makineliktir. Bu farkın sebebi ise, yıkama personelinin zaman zaman 5 kg. Kapasiteli makineye 7-8 kg. çamaşır atmasından kaynaklanmaktadır.
Küçük makinede yıkanan çamaşırlar için makine başına 150 gr. olarak temizlik maddelerinden sadece ventura veya usona ext kullanılmaktadır. Fiili olarak 1728 makinelik
çamaşır yıkandığına göre bu temizlik maddesinin kullanım miktarı 259.20 kg. olmaktadır.
Diğer yandan Tablo 2’de kullanılması gereken temizlik maddesi miktarları ile kullanılan miktarlar arasında çok ciddi bir fark ortaya çıkmaktadır. Bu farkın sebebi ise,
suyun sertlik derecesi ve malzeme kirliliğine göre personelin temizlik maddesi miktarını
kendine göre ayarlamasıdır. Genel olarak da, yıkama firmalarının önerdikleri değerler
üzerinden yıkama yapılmamaktadır.
Tablo 2: Otel 1’in yıkanan ürünleri ve temizlik maddelerinin standart ve fiili miktarlarının dağılımı
Y
14 Yıkamada çalışan üç kişidir. Bunlardan ikisi daha tecrübeli olduğu için ortalama 1600 TL, diğeri ise sigorta dahil
1300 TL aylık ücret ile 8 ay boyunca çalıştırılmıştır.
209
210
Y
Tablo 3’de yıkanan ürün başına düşen temizlik maddesi miktarı hesaplamaları verilmiştir. Bu tabloda makine sayısı sütunundaki
değerler, toplam yıkanan çamaşır miktarının makine başına çamaşır miktarı olan 71.17 kg değerine bölünmesi suretiyle hesaplanmıştır.
Yıkanan Ürünlerin
Toplam Kullanılması Gereken Malzeme Miktarları (Kg.)
Ventura veya
Miktarı
Toplam
Softenit
Clorak (Kg.)
Ozonex
Cinsi
Ağırlığı
Birimi
Usona Ext.
(Ad.)
Ağırlığı (Kg.)
Büyük Havlu
600
Gr.
56.235
33.741,00
179,95
224,94
224,94
269,93
Küçük Havlu
420
Gr.
56.252
23.625,84
126,00
157,51
157,51
189,01
Ayak Havlu
420
Gr.
15.715
6.600,30
35,20
44,00
44,00
52,80
Büyük Çarşaf
1200
Gr.
25.870
31.044,00
165,57
206,96
206,96
Yastik Kilifi
100
Gr.
45.067
4.506,70
24,04
30,04
30,04
36,05
Küçük Çarşaf
450
Gr.
43.465
19.559,25
104,32
130,40
130,40
Sun.Havlu
500
Gr.
11.119
5.559,50
37,06
37,06
44,48
Yatak Örtüsü
2000
Gr.
206
412,00
2,20
2,75
2,75
Alez
3000
Gr.
349
1.047,00
5,58
6,98
6,98
Duş Perde
350
Gr.
843
295,05
1,57
1,97
1,97
Perde
520
Gr.
93
48,36
0,26
0,32
0,32
Nevresim
1600
Gr.
506
809,60
4,32
5,40
5,40
Battaniye
1800
Gr.
78
140,40
0,94
1,12
Büyük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı
127.389,01
Masa Örtüsü
280
Gr.
18.342
5.135,76
Peçete
50
Gr.
7.765
388,25
Müşteri Çamaşırı
Mak. Ad.
295
1.475,00
259,20
Üniforma +
Mak. Ad.
1.096
5.480,00
Personel
Küçük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı
12.479,01
Yıkanan Çamaşır Miktarı Genel Toplamı
139.868,01
KULLANILMASI GEREKEN TEMİZLİK MADDESİ MİKTARI
649,01
848,32
1.108,46
593,39
KULLANILAN MİKTAR
30
488
961
479
FARK
619,01
360,32
147,46
114,39
Yıkanan Ürünlerin
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
Büyük havlu için kullanılan klorak miktarı hesaplanırken; sun. Havlu için klorak kullanılmadığından bunun makinesi sayısı toplam makine sayısından düşülmüş ve kullanılan
30 kg. klorak miktarı toplam makine sayısı 1711,81 değerine bölünmüştür. Bulunan değer
büyük havlu için hesaplanan makine sayısı ile çarpılarak büyük havlu için kullanılan klorak miktarı 8.31 kg. olarak hesaplanmıştır. Diğer temizlik maddeleri için de hesaplamalar
benzer şekildedir.
Tablo 4’de ise, kullanılan malzeme miktarlarının yıkanan ürün başına maliyetleri verilmiştir. Temizlik maddeleri için maliyetlerin hesaplanmasında Tablo 1’de verilen maliyet değerleri kullanılmıştır.
Tablo 4’de hesaplanan temizlik maddelerinin maliyetleri ile diğer maliyet kalemlerine göre yıkama birim maliyetleri hesaplamaları Tablo 5’de verilmiştir. Örneğin Tablo
4’de büyük havlu için temizlik maddesi maliyeti 2346.41 TL’dir. Bu tutar yıkanan büyük
havlu miktarına bölünürse büyük havlu birim başına düşen maliyet 0.04 TL/birim olarak
hesaplanır. Küçük makinede yıkanan çamaşırların maliyeti 1029.02 TL olduğuna göre,
kg. başına ve makine başına maliyetler hesaplanarak tablodaki diğer değerler bulunabilir.
Otel 1 konaklama işletmesi çamaşırları kendi yıkama biriminde değil de dışarıya yaptırmış olsa idi ortaya çıkacak maliyetler Tablo 6’da verilmiştir. Tablo 6’da otelin kendi
çamaşır yıkama biriminin kullanılması durumunda hesaplanan Tablo 5’deki birim maliyetler dışarıdan yapılan teklif birim fiyatları ile kıyaslama yapabilmek açısından bu tabloda birlikte verilmiştir.
ii. Yıkama Hizmetini Dışarıdan Satın Alan Otelin Maliyetlerinin Analizi
Otel 2 yıkama hizmetini dışarıdan satın almaktadır. Otel 2’nin yıkanan ürünlerine
ilişkin bilgilerle yıkama maliyetleri ve maliyet toplamı Tablo 7’de verilmiştir. Tablo 7’de
dikkati çeken en önemli nokta, bu otelin yıkanacak çamaşır kapasitesinin çok fazla olmasından dolayı yıkama fiyatının neredeyse yarıya inmesidir. Eğer otel 1, otelin 2’nin
fiyatlarından yıkama yaptırabilse idi Tablo 8’de verilen maliyetler oluşurdu.
Y
Bu tablodan da görüldüğü üzere, daha önce belirtildiği gibi otel 1’e verilen fiyat KDV
dahil 0,53 Euro iken otel 2’ye verilen fiyat olan 0.27 Eurodan yıkama yaptırılabilse otel
1’in yıkama maliyeti 90.054 TL olarak gerçekleşecekti. Bu maliyet, otelin kendi yıkama
maliyetlerinin de oldukça altındadır. Ancak yıkanacak çamaşır miktarının az olması, otele
böyle bir fiyat verilmesinin önündeki en büyük engeldir.
211
212
Y
600
420
420
1200
100
450
500
2000
3000
350
520
1600
1800
Küçük Havlu
Ayak Havlu
Büyük Çarşaf
Yastık Kılıfı
Küçük Çarşaf
Sun.Havlu
Yatak Örtüsü
Alez
Duş Perde
Perde
Nevresim
Battaniye
Ağırlığı
Büyük Havlu
Cinsi
Yıkanan Ürünlerin
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Birimi
78
506
93
843
349
206
11.119
43.465
45.067
25.870
15.715
56.252
56.235
140,40
809,60
48,36
295,05
1.047,00
412,00
5.559,50
19.559,25
4.506,70
31.044,00
6.600,30
23.625,84
33.741,00
1,97
11,38
0,68
4,15
14,71
5,79
78,12
274,82
63,32
436,20
92,74
331,96
474,09
0,20
0,01
0,07
0,26
0,10
4,82
1,11
7,64
1,63
5,82
8,31
3,10
0,19
1,13
4,01
1,58
21,30
74,93
17,26
118,92
25,28
90,51
129,25
Ozonex
0,77
4,46
0,27
1,63
5,77
2,27
30,63
107,75
24,83
171,02
36,36
130,16
185,88
0,91
35,97
29,16
42,70
152,86
218,31
Ventura veya
Softenit
Usona Ext.
16,51
3,80
26,20
5,57
19,94
28,48
Renoval
Toplam Kullanılan Malzeme Miktarları (Kg.)
Miktarı
Toplam
Makine Clorak
(Ad.)
Ağırlığı (Kg.) Sayısı
(Kg.)
Yıkanan Ürünlerin
Tablo 3: Otel 1’in Yıkanan Ürün Başına Düşen Temizlik Maddesi Miktarlarının Dağılımı
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Y
1.096
295
7.765
18.342
139.868,01
5.480,00
12.479,01
1.475,00
388,25
5.135,76
30
619,01
FARK
649,01
77,65
1027,15
1789,93
KULLANILAN MİKTAR
KULLANILMASI GEREKEN TEMİZLİK MADDESİ MİKTARI
Yıkanan Çamaşır Miktarı Genel Toplamı
Küçük Makinede Yıkanan Çamaşır Miktarı Toplamı
Mak. Ad.
Üniforma + Personel
Gr.
50
Mak Ad.
Gr.
280
Müşteri Çamaşırı
Peçete
Masa Örtüsü
Büyük Makinede Sayısı Toplamı
360,32
488
848,32
147,46
961
1.108,46
259,20
114,39
479
593,39
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
213
214
Y
600
420
420
1200
100
450
500
2000
3000
350
520
1600
1800
280
50
Masa Örtüsü
Peçete
Müşteri
Çamaşırı
Üniforma +
Personel
Ağırlığı
Büyük Havlu
Küçük Havlu
Ayak Havlu
Büyük Çarşaf
Yastık Kılıfı
Küçük Çarşaf
Sun.Havlu
Yatak Örtüsü
Alez
Duş Perde
Perde
Nevresim
Battaniye
Cinsi
295
1.096
Mak. Ad.
18.342
7.765
56.235
56.252
15.715
25.870
45.067
43.465
11.119
206
349
843
93
506
78
Miktarı
(Ad.)
474,09
331,96
92,74
436,20
63,32
274,82
78,12
5,79
14,71
4,15
0,68
11,38
1,97
Toplam
1027,15
77,65
Makine
Sayısı
920,29
644,40
180,02
846,73
122,92
533,48
151,64
11,24
28,56
8,05
1,32
22,08
11,99 3470,73
0,04
0,10
0,03
0,00
0,08
3,32
2,33
0,65
3,06
0,44
1,93
Clorak Ozonex
1029,02
Ventura
veya
Usona Softenit Renoval
Ext.
737,96
432,25
252,59
516,72
302,66
176,87
144,36
84,55
49,41
678,97
0,00
232,40
98,57
57,73
33,74
427,78
0,00
146,42
121,59
71,22
9,01
22,90
6,45
1,06
17,71
3,07
1,80
2786,15
950,22
891,44
Temizlik Maddelerinin Maliyetleri (TL)
5.480,00
Küçük Makinenin Temizlik Maddesi Maliyeti ile Genel Toplam
1.475,00
5.135,76
388,25
33.741,00
23.625,84
6.600,30
31.044,00
4.506,70
19.559,25
5.559,50
412,00
1.047,00
295,05
48,36
809,60
140,40
Toplam
Ağırlığı (Kg.)
Yıkanan Ürünlerin
Mak. Ad.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Birimi
Yıkanan Ürünlerin
Tablo 4: Otel 1’in Yıkanan Ürün Başına Düşen Maliyetlerinin Dağılımı
9.139,54
2.346,41
1.642,98
459,00
1.761,16
313,40
1.109,62
344,45
20,29
51,56
14,53
2,38
39,87
4,87
8110,52
Toplam
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Y
Büyük Havlu
Küçük Havlu
Ayak Havlu
Büyük Çarşaf
Yastık Kılıfı
Küçük Çarşaf
Sun.Havlu
Yatak Örtüsü
Alez
Duş Perde
Perde
Nevresim
Battaniye
Masa Örtüsü
Peçete
Müşteri
Çamaşırı
Üniforma +
Personel
Cinsi
Gr.
56.235
Gr.
56.252
Gr.
15.715
Gr.
25.870
Gr.
45.067
Gr.
43.465
Gr.
11.119
Gr.
206
Gr.
349
Gr.
843
Gr.
93
Gr.
506
Gr.
78
Gr.
18.342
Gr.
7.765
Mak.
Ad.
295
Mak.
Ad.
1.096
Küçük Makine İçin Toplam
600
420
420
1200
100
450
500
2000
3000
350
520
1600
1800
280
50
0,41
0,41
295
1.475,00
5.480,00
1096
12.479,01 2.495,80
0,04
0,03
0,03
0,07
0,01
0,03
0,03
0,10
0,15
0,02
0,03
0,08
0,06
0,02
0,00
474,09
331,96
92,74
436,20
63,32
274,82
78,12
5,79
14,71
4,15
0,68
11,38
1,97
1027,15
77,65
1,29
1,29
0,15
0,11
0,11
0,31
0,03
0,12
0,13
0,51
0,77
0,09
0,13
0,00
0,00
0,07
0,01
1,43
1,43
0,17
0,12
0,12
0,34
0,03
0,13
0,14
0,57
0,86
0,10
0,15
0,00
0,00
0,08
0,01
8,08
8,08
Genel Maliyet Toplamı
4,95
4,95
0,33
0,23
0,23
0,66
0,06
0,25
0,28
1,10
1,65
0,19
0,29
0,00
0,00
0,28
0,05
LPG
Toplam
Birim
Maliyet
0,70
0,49
0,49
1,38
0,12
0,52
0,58
2,29
3,43
0,40
0,59
0,08
0,06
0,45
0,08
Yıkama Birim Maliyetleri (TL)
Makine Temizlik
İşçilik Elektrik
Sayısı Malzemesi
33.741,00
23.625,84
6.600,30
31.044,00
4.506,70
19.559,25
5.559,50
412,00
1.047,00
295,05
48,36
809,60
140,40
5.135,76
388,25
Toplam
Ağırlığı (Kg.)
Yıkanan Ürünlerin
Ağırlığı Birimi Miktarı (Ad.)
Yıkanan Ürünlerin
Tablo 5: Otel 1’in Yıkama Birim Maliyetleri ve Maliyet Toplamı
166.674
8.855
2.383
39.280
27.504
7.684
35.743
5.247
22.520
6.430
471
1.198
337
55
40
5
8.295
627
Toplam
Maliyet
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
215
216
Y
600
420
420
1200
100
450
500
2000
3000
350
520
1600
1800
280
50
Büyük Havlu
Küçük Havlu
Ayak Havlu
Büyük Çarşaf
Yastık Kılıfı
Küçük Çarşaf
Sun. Havlu
Yatak Örtüsü
Alez
Duş Perde
Perde
Nevresim
Battaniye
Masa Örtüsü
Peçete
Müşteri Çamaşırı
Üniforma +
Personel
Ağırlığı
Cinsi
Yıkanan Ürünlerin
295
1.096
Mak Ad.
5.480,00
1.475,00
Miktarı
Toplam
(Ad.)
Ağırlığı (Kg.)
56.235
33.741,00
56.252
23.625,84
15.715
6.600,30
25.870
31.044,00
45.067
4.506,70
43.465
19.559,25
11.119
5.559,50
206
412,00
349
1.047,00
843
295,05
93
48,36
506
809,60
78
140,40
18.342
5.135,76
7.765
388,25
Mak Ad.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Birimi
1096
11,75
3,43
0,40
0,59
0,08
0,06
0,30
0,05
Otelin Yıkama
Maliyeti (TL/Kg.)
0,70
0,49
0,49
1,38
0,12
0,52
0,58
2,29
11,75
Toplam Maliyet
KDV (% 18)
Genel Toplam Maliyet
1,00
1,00
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
14,71
4,15
0,68
11,38
1,97
1027,15
77,65
295
Yıkama Fiyatı
(Euro/Kg.)
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
0,45
5.480,00
66.765,86
1.475,00
471,15
132,77
21,76
364,32
63,18
2.311,09
174,71
12.878
156.899
28.242
185.141
3.466
1.107
312
51
856
148
5.431
411
Toplam Maliyet
Toplam
(Euro)
Maliyet (TL)
15.183,45
35.681
10.631,63
24.984
2.970,14
6.980
13.969,80
32.829
2.028,02
4.766
8.801,66
20.684
2.501,78
5.879
185,40
436
Dışarıdan Hizmet ve Otelin Kendisi Yıkaması Durumunda Maliyetler
Makine
Sayısı
474,09
331,96
92,74
436,20
63,32
274,82
78,12
5,79
Yıkanan Ürünlerin
Tablo 6: Otel 1’in Yıkama Hizmetini Dışarıdan Alması Durumunda Maliyetler
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Y
Birimi
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
H/K
F&B
F&B
F&B
H/K
F&B
F&B
F&B
F&B
F&B
F&B
F&B
F&B
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
Çarşaf Tek Kişilik
Çarşaf Çift Kişilik
Pike Tek Kişilik
Pike Çift Kişilik
Yastık Kılıfı
Banyo Havlusu (Büyük Havlu)
El Havlusu (Küçük Havlu)
Ayak Havlusu
Plaj Havlusu
Alez Tek Kişilik
Alez Çift Kişilik
Yatak Örtüsü Küçük
Yatak Örtüsü Büyük
Battaniye
Nevresim Tek Kişilik
Nevresim Çift Kişilik
Yorgan
Masa Örtüsü 155*116
Kapak130*120 Bordo
Peçete
Bornoz
Masa Örtüsü (Küçük)
Yorgan (Küçük)
Battaniye (Küçük)
Masa Örtüsü Yuvarlak (K)
Runner
Masa Kapak Büyük
Kidsen Yastık Kılıfı
Yastık
Malzeme
Birim
Fiyatı (€/Kg.)
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
0,27
Toplamlar
Genel Toplam Maliyet (TL)
Ağırlık (Kg./
Br.)
0,60
0,85
1,15
1,25
0,11
0,68
0,21
0,26
0,80
0,62
0,90
1,34
2,71
2,07
1,37
1,38
2,04
0,75
0,27
0,07
1,08
0,67
1,84
1,90
0,59
0,20
0,40
0,09
0,80
Toplam Miktar
(Adet)
44.990,00
76.046,00
1.908,00
763
184.271,00
317.187,00
300.973,00
89.502,00
276.108,00
926
447
189
120
1
26.207,00
43.527,00
864
90.524,00
88.312,00
579.772,00
4.498,00
66.678,00
482
324
876
13.434,00
57.003,00
0
93
2.266.025,00
Tablo 7: Otel 2’nin Yıkanan Çamaşırları ve Bunların Maliyetlerinin Dağılımı
26.994,00
64.639,10
2.194,20
953,75
20.269,81
215.687,16
63.204,33
23.270,52
220.886,40
574,12
402,30
253,26
325,20
2,07
35.903,59
60.067,26
1.762,56
67.893,00
23.844,24
40.584,04
4.857,84
44.674,26
886,88
615,60
516,84
2.686,80
22.801,20
0,00
74,40
946.824,73
Toplam Miktar (Kg.)
7.288,38
17.452,56
592,43
257,51
5.472,85
58.235,53
17.065,17
6.283,04
59.639,33
155,01
108,62
68,38
87,80
0,56
9.693,97
16.218,16
475,89
18.331,11
6.437,94
10.957,69
1.311,62
12.062,05
239,46
166,21
139,55
725,44
6.156,32
0,00
20,09
255.642,68
600.760,29
Toplam Maliyet (€)
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
217
218
Y
280
50
Masa Örtüsü
Peçete
Üniforma + Personel
Müşteri Çamaşırı
600
420
420
1200
100
450
500
2000
3000
350
520
1600
1800
Büyük Havlu
Küçük Havlu
Ayak Havlu
Büyük Çarşaf
Yastık Kılıfı
Küçük Çarşaf
Sun. Havlu
Yatak Örtüsü
Alez
Duş Perde
Perde
Nevresim
Battaniye
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Gr.
Birimi
56.235
56.252
15.715
25.870
45.067
43.465
11.119
206
349
843
93
506
78
(Ad.)
Miktarı
295
1027,15
77,65
474,09
331,96
92,74
436,20
63,32
274,82
78,12
5,79
14,71
4,15
0,68
11,38
1,97
Makine
Sayısı
5.480,00
1096
12.479,01 2.495,80
1.475,00
5.135,76
388,25
Toplam
Ağırlığı
(Kg.)
33.741,00
23.625,84
6.600,30
31.044,00
4.506,70
19.559,25
5.559,50
412,00
1.047,00
295,05
48,36
809,60
140,40
Yıkanan Ürünlerin
Gr.
18.342
Gr.
7.765
Mak.
Ad.
295
M a k .
A d .
1.096
Toplam Maliyet (KDV Dâhil)
Ağırlığı
Cinsi
Yıkanan Ürünlerin
0,35
0,27
0,27
0,35
4,11
4,11
0,18
0,03
1.918,00
38.320,76
516,25
1.386,66
104,83
4.507
90.054
1.213
3.259
246
Dışarıdan Hizmet Alınması ve Otelin Kendisi
Yıkaması Durumunda Maliyetler
Toplam
Toplam
Yıkama
Birim Fiyat
Maliyet
Maliyet
Fiyatı (Euro/
(TL/ürün)
(TL)
(Euro)
Kg.)
0,27
0,38
9.110,07
21.409
0,27
0,27
6.378,98
14.991
0,27
0,27
1.782,08
4.188
0,27
0,76
8.381,88
19.697
0,27
0,06
1.216,81
2.860
0,27
0,29
5.281,00
12.410
0,27
0,32
1.501,07
3.528
0,27
1,27
111,24
261
0,27
1,90
282,69
664
0,27
0,22
79,66
187
0,27
0,33
13,06
31
0,27
1,02
218,59
514
0,27
1,14
37,91
89
Tablo 8: Otel 1’in Yıkama Hizmetini Otel 2 Fiyatından Dışarıdan Alabilmesi Durumunda Maliyetleri
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
Yalın Lojistik Açısından Konaklama İşletmelerinin Tedarik Zinciri Yapısı ve Karşılaştırmalı Bir Maliyet Analizi
8. Sonuç ve Değerlendirme
Yalın üretim ve yalın lojistik günümüz işletmelerinin rekabet gücünü artırmada en
önemli araçlardan biridir. İşletmelerin tedarik zincirini en ayrıntısına kadar dikkatle gözden geçirmeleri, maliyetleri ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaları maliyetleri aşağı çekmenin de yolunu açacaktır. Nitekim bu çalışmada ele alınan tedarik zinciri içinde sadece
çamaşır yıkama maliyetlerinin ayrıntılı bir değerlendirilmesi bile önemli maliyet tasarrufları sağlayabilmektedir.
Tablo 5 ve 6’nın maliyet toplamlarının gösterildiği Şekil 6’dan anlaşılacağı gibi Otel
1’in maliyetleri dışarıdan yıkama hizmeti ile kendisinin yıkaması karşılaştırıldığında yaklaşık % 10 azalmaktadır. İşletmenin bu hizmet alımını büyük oteller ölçeğinde gerçekleştirebilmesi durumunda ise, mevcut dışarıdan hizmet alma teklifine göre maliyet tasarrufu
% 50’leri bulmaktadır.
Şekil 6: Çamaşır Yıkama Maliyetlerinin Karşılaştırmalı Grafiği
Turizm sektöründe yıkama firmaları yıkanacak malzeme miktarına göre fiyatlarını
daha düşük tutabilmektedir. Otel 1’in kapasitesi Otel 2’ye göre daha düşük olduğundan
farklı bir fiyat teklifiyle karşılaşmıştır. Yıkama firmaları işletmenin firmaya uzaklığı ve
malzemeleri otellerden almak için çıkacak araçların doluluk kapasitesi ile birlikte sabit
maliyetlerindeki artışları göz önünde bulundurarak farklı duruma göre farklı fiyatlar verebilmektedirler.
Y
Dışarıdan yıkama hizmeti alındığında önemli bir boşluk da mefruşat malzemesinin ye-
219
Savaş, H. ve Kılıç, İ.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
dekli çalışma miktarının kapasitenin zaman zaman üç katına çıkabilmesidir. Zira yıkama
firmalarında oluşabilecek yıkama aksaklıklarından dolayı gecikebilecek temiz malzeme
temini işletmeleri böyle bir yola itmektedir. Maliyeti artıran bir nokta da, hizmet firmalarının müşteri memnuniyetini ön planda tutmalarından dolayı müşterilerin temizlik günü
olmasa bile odasının temizliği ve mefruşatların değiştirilmesini gerçekleştirmek istemeleridir. Hâlbuki yıkama hizmetini kendi bünyesinde veren bir işletme çabuk ve ihtiyaca
göre yıkama yaparak temiz ürünleri gün içinde müşterilerinin hizmetine sunabilmektedir.
İşletmenin daha kuruluş aşamasında çamaşırhanesini kurması, makinelerini satın alması ve sonra da yıkama hizmetini dışarıdan satın almaya yönelmesi durumunda bu kuruluş maliyetleri de işletmenin aleyhine bir sonuç doğurmaktadır.
Sonuç olarak, bu çalışmanın benzerinin tedarik zincirindeki tüm bileşenler için yapılması, farklı senaryoların dikkatli bir biçimde değerlendirilmesi konaklama işletmelerinin
yalın lojistik ve maliyet araçlarıyla rekabet gücü ve gelirinin artmasında önemli bir rol
oynayacaktır.
Kaynaklar
Ashish B. (2009). “Textbook of Supply Chain Management” – Global Media, Lucknow,
IND. 195 p.
Farahani R. Z., Rezapour S., Kardar L. (2011). “Logistics Operations and Management”
– Elsevier Inc., 475p.
Heizer J., Render B. (2008). “Operations Management” – Ninth Edition, Pearson International Ed., NewYork, 816 p.
Hugos M. (2006). “Essentials of Supply Chain Management” – Wiley.
Quayle M. (2006). “Purchasing and Supply Chain Management: Strategies and Realities”
– Published in the United States of America by IRM Press, 377 p.
Öztürk, G.C., (2008) Tedarik Zincirinde Milk-Run Sistemi ile Cross Docking Sistemlerinin Maliyetlerinin Karşılaştırılması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi. Fen Bilimleri Enstitüsü Endüstri Mühendisliği Anabilim Dalı Endüstri Mühendisliği Programı.
Stevenson W.J., (2009). “Operations Management” – Tenth Edition, McGraw-Hill International Ed., NewYork, 906 p.
Türker M., Balyemez F., Biçer A.A., (2005) “Üretim Sürecinde tedarik Zincirinin Önemi
ve Maliyet Yönetimi”, V. Ulusal Üretim Araştırmaları Sempozyumu, İstanbul Ticaret Üniversitesi, 25-27 Kasım, ss.459-465.
Waters D. (2009). “Logistics: An Introduction to Supply Chain Management” – published
by Palgrave Macmillan Houndmills, New York, 369 p.
The Lean Fulfillment Stream, http://www.lean.org/downloads/BLFS_Part1.pdf, ErişimTarihi: 02.06.2013.
Y
220
Tez Tanıtım ve Değerlendirme
ANEMON
Muş Alparslan Üni̇ versi̇ tesi̇ Sosyal Bi̇ li̇ mler Dergisi
ISSN: 2147-7655
Cilt:1
Sayı:1
Haziran: 2013
TEZ TANITIM VE DEĞERLENDİRME
INTRODUCTION AND ASSESMENT OF A THESIS
Ayhan BİLMEZ1*
Teceli Karasu, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi Sürecinde Engelliler, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Erzurum - 2013, ss. X-152.
Danışman: Yrd. Doç. Dr. Eyüp ŞİMŞEK
Örgün din eğitiminde engellileri konu edinen tez, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde tez konusunun niçin seçildiği, yapılan çalışmayla amaçlanın ne olduğu
hakkında bilgi veren yazar, bu alan ile ilgili daha önce yapılmış çalışmaları ve kendi çalışmasının bunlardan farkını belirtmektedir. Araştırılan problemin niteliği ve kapsamı mümkün olan bütün açıklığıyla sunulmuştur. Araştırmanın yapılış yönteminin açıkça belirtildiği çalışmada, veri toplama teknikleri ve veri analizleri başka araştırmalarda rahatlıkla
tekrarlanabilecek şekilde ortaya konmaktadır. Engellilere yönelik örgün din eğitiminde
yaşanılan sıkıntıları en iyi bilenlerin bu alanda çalışan öğretmenler olduğu, dolayısıyla
onların görüşleri ve gözlem yoluyla konuyu ele almanın doğru olduğu vurgulanmaktadır.
Bununla birlikte, çalışma yapılan konu ile ilgili farklı anlamlarda kullanılan kavramlar
açıklanarak tezden daha iyi istifade edilmesi hedeflenmiştir.
Çalışmanın kavramsal çerçevesinin oluşturulduğu birinci bölümde: engellilerin tanımlanması için kullanılan kavramlar, sınıflandırılmaları, gelişim özellikleri, eğitimleri
ve İslam dinin engellilere yaklaşımı üzerinde durulmuştur. Sakat, özürlü, özel eğitim gerektiren vb. kavramlar içerisinde bireyi en az inciten ve bireyin en iyi tanınmasını sağlayan kavramın “engelli” olduğu bu yüzden çalışmada engelli kavramına yer verildiği
belirtilmektedir. Yetersizliği olan engellileri tanımlamada benzer tartışmaların batı da
olduğunu belirten yazar, bu tartışmaların engellilerin sorunlarının gündeme gelmesinin
önüne geçmemesi gerektiği kanaatindedir.
Bilim adamlarının ilgili oldukları çalışma alanları çerçevesinde engellileri sınıflandırma yoluna gittiğini ifade eden yazar, on iki farklı guruba ayırdığı engellilerin gelişim
özellikleri ile her bir gurubun özgün ve kritik evreleri hakkında bilgi vermiştir. Bununla
Y
*1 Araştırma Görevlisi, Muş Alparslan Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, [email protected]
221
Bilmez, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
birlikte ülkemizde örgün din eğitiminde engellilere yönelik eğitim veren okul gurupları
özetlenerek yeterlilikleri tartışılmıştır.
Engellilere yaklaşım, tarihi seyri içerisinde kısa bir şekilde ele alınmış kutsal dinler
ve özellikle de İslamiyet’in gelişinden sonra engellilere yaklaşımdaki farklıklara dikkat
çekilmiştir. İslam dini gelmeden önceki toplumlarda engellilerin; musibetlerin ve doğal
afetlerin sebebi olarak görüldüğü, ölüme terk etme veya öldürme yoluyla onlardan kurtulmaya çalışıldığı belirtilmiştir.
Engellilere yönelik din eğitiminin niçin olması gerektiği belirtildikten sonra Kur’an
ve Hz. Muhammed’in engellilere yaklaşımları üzerinde durulmuştur. Din eğitiminin bireyin anlam arayışına cevap verdiği, içerisinde yaşanılan kültürü etkilediği, kişiler arası
ilişler üzerinde belirleyici olduğu ve dolayısıyla engellileri bundan mahrum bırakmanın
doğru olmadığını ifade eden yazar, Kur’an’ın indiği dönemde ortaya koyduğu prensiplerin ve Hz. Peygamber’in engellilere yaklaşımının, birçok yönüyle günümüzden daha ileride olduğunu belirtmektedir. Kur’an’ın ve Sünnetin yaklaşımı beş farklı engelli gurubu
üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır. Ancak İslamiyet’in engelliler ile ilgili bu guruplar
üzerinden ortaya koyduğu ilkeler tüm engelli guruplarına genellenebilir niteliktedir.
Allah’ın bütün insanları eşit ve üstün yarattığı belirtilen çalışmada, engelin Allah nazarında eksiklik olarak değerlendirilmeyeceği, zira üstünlüğün takvayla olacağı vurgulanmaktadır. Hz. Yakup’un gözlerinin görmemesini görme engeli, Hz. Zekeriya’nın üç
gün boyunca sadece işaret ile konuşmasını işitme engeli, Hz. Musa’nın dilinin yeterince
dönmemesini konuşma ve dil bozuklukları engeli kategorisinde değerlendirilebileceğini
belirtilen yazar, bu kıssaların gönümüzde engellilere yaklaşım ve din eğitimleri açısından
örneklikleri özerinde durmuştur.
Örnek yaşantısıyla insanlığa rehber olan Hz. Muhammed, sözleri ile engellileri onore
ederek onlar ile iletişime geçmiştir. Hz. peygamberin ticaret yapıp sürekli aldanan sahabeyi ticaretten men etmeyip farklı tavsiyelerde bulunmasını toplumla bütünleştirme
çabası olarak değerlendiren yazar, İslamiyet’in zihinsel yetersizliği olanlara hem inanç-ibadet boyutuyla hem de toplumsal boyutuyla sağladığı kolaylıkların lütuf değil, bir hak
olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade etmektedir. Aynı şekilde, yaşadığı dönemde fiziksel olarak güzel görünmeyen ve sosyo-ekonomik olarak düşük seviyede değerlendirilebilecek engelli bir sahabe için dönemin ileri gelenlerinden birinin kızını istemeye
bizzat kendisinin gitmesini de bu minval üzere değerlendirmiştir. Abese Suresi’nin ilk on
ayeti üzerinde çok düşünülmesi gerektiği belirtilen çalışmada, bu ayetlerin inişine sebep
olarak gösterilen Abdullah İbn-i Mektûm örneğinin tek başına bile engellilere bakış açısı
oluşturma ve onların bireysel-toplumsal hakları konusunda içinde yeterli sayıda ilkeleri
barındırdığı vurgulanmaktadır.
2002 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın işbirliği ile yapılan, “Türkiye Engelliler Araştırması” sonuçlarına göre engelli oranı % 12.29 olarak tespit edildiği bilgisini veren yazar, aileleri ve yakın çevreleri dikkate
Y
222
Tez Tanıtım ve Değerlendirme
alındığında engelli eğitiminin ve özellikle din eğitimi öneminin daha iyi anlaşılabileceğini ifade etmektedir. Ancak bu eğitimin öğrenci ve yaşam merkezli olması gerektiğinin
de altını çizmektedir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, daha çok gözleme ve özel eğitim okulları ile özel eğitim sınıflarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine giren öğretmenlerin görüşlerine
yer verilmiştir. Trabzon- Muş –Erzurum illerinde hem ayrı özel eğitim kurumları hem de
normal okulların bünyesinde özel eğitim sınıflarında derse giren öğretmenler ile görüşülmesi,
muhtemel farklı problemleri ortaya koyması ve derinlemesine konunun analiz edilmesine imkân sağlaması açısından önemlidir. Çalışmaya katılan örneklemin demografik
bilgilerinin yer aldığı araştırmada konunun tüm detaylarıyla ortaya konması için yarı yapılandırılmış sorular ile görüşme tekniğini uyguladığını belirten yazar, gözlem, ön uygulama ve uzmanların görüşleri sonucu görüşme sorularının belirlediğini ifade etmektedir.
Çalışmada öğretmelerin engellilere yönelik din eğitimi ile ilgili kanaatleri, engelli din
eğitiminde iletişimin önemi, okulların fiziki çevrelerinin eğitimdeki yeri, lisans döneminde alınan eğitimin yeterliliği, Rehberlik Araştırma Merkezi ( RAM) ve Bireyselleştirilmiş Eğitim Programının (BEP) engelli din eğitimine katkısı, öğrenme-öğretme sürecinde
kullanılan öğretim materyalleri, engelli din eğitiminde bilgisayar ve internet kullanımı
ile FATİH projesi gibi konular, öğretmen görüşleri ve daha önce yapılmış çalışmaların
verileri ışığında tartışılmıştır.
Engellilere yönelik din eğitiminin onlara sağlanan bir lütuf olmasından ziyade bir
hak olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten yazar, bu anlayışla başta bu alanda uzmanlaşmış öğretmen eksikliği olmak üzere, engellilere yönelik din eğitiminde yaşanan
sıkıntıların ortadan kaldırılması gerektiğini belirtmektedir. Bu alana yönelik ihtisas alanın
açılması, öğretim programlarının eğitimi yapılan engelli guruplarının merkeze alınarak
belirlenmesi, buna göre öğretim materyallerinin hazırlanması gerekir. Bu alanda yaşanan
bir çok sıkıntının ve çözüm önerilerinin ortaya konduğu araştırmada; zihinsel engellilere
yönelik ders ve kılavuz kitaplarının olmayışı, görme engellilere yönelik farklı puntolar
ile yazılmış başta ders kitapları olmak üzere öğretim materyali ve dini sesli kitap yokluğu,
işitme engellilere yönelik görselliği ön planda olan materyal ve dini kavramların işaret
dili sözlüğünde yeterince yer almaması gibi eksiklikler ilk göze çarpanlar arasında yer almaktadır. Ayrıca engelli öğrencilerin okullaşma oranlarındaki hızlı artışa dikkat çekildiği
çalışmada, okulların kapasitelerinin üzerinde öğrenciye eğitim vermek zorunda kaldığı ve
bu sıkıntının bir an evvel giderilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Y
Sonuç itibariyle tanıtımını yaptığımız bu çalışma; engellilerin özellikleri ve eğitimlerini, engellilere yönelik din eğitiminin niçin gerekli olduğunu, Kur’an ve Sünnet’in
engellilere bakışını ve örgün eğitimde engellilere yönelik din eğitiminde yaşanan problemleri başarılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışmanın, engellilere din öğretimi veren
öğretmenler ile görüşülerek hazırlanmış olması, mevcut problemlerin tespiti ve ortaya
223
Bilmez, A.
Anemon MŞÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 1(1) 2013.
konması açısından önemlidir. Açık ve anlaşılır bir üslupla kaleme alınan bu yüksek lisans
tezinin İslam dininin engellilere yaklaşımı ve yaşadığımız dönemde örgün eğitim içinde
din öğretiminde yaşanan problemler ile ilgili yapılacak yeni çalışmalara önemli katkılar
sağlayacağı ve bu alana ilgi duyan herkese faydalı olacağı kanaatindeyim.
Y
224