Sigmund Freud: Uygarliğin Huzursuzluğu
Transkript
Sigmund Freud: Uygarliğin Huzursuzluğu
Book Review Sigmund Freud: Uygarliğin Huzursuzluğu Fırat Caner Girne Amerikan Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Mersin 10, Türkiye İnsanın uygarlıkla ilişkisi her zaman gerilimli olmuştur. İnsan, düzeninin bozulmasından hiçbir zaman hoşlanmamıştır. Oysa uygarlık daima onun düzenini bozacak şekilde değişmiş ve gelişmiştir. Uygarlığı geliştiren insanın kendisidir; dengesinin bozulmamasını istemesine rağmen uygarlığın üreticisi, yani kendi düzeninin bozucusu olmasının bir çelişki olduğu düşünülebilir. Bu çelişkinin bir sonucu olarak, “Uygarlığın Huzursuzluğu” daima varolmuştur. İnsan huzursuz olmuştur; ancak bu huzursuzluktan belirli bir ölçüde de olsa kurtulmanın çareleri vardır. Bu huzursuzluk ve insanın bu huzursuzluk karşısındaki savunmaları, Sigmund Freud’a göre, Oidipus karmaşası ve bu karmaşaya karşı geliştirilen savunmalarla benzerlik gösterir. Freud, 1930’da yayımladığı Uygarlığın Huzursuzluğu adlı kitabında, insanın uygarlıkla kurduğu gerilimli ilişkiyi incelemiştir. Kitabın özgün adı Das Unbehagen in der Kultur, yani, kabaca, “Uygarlığın Huzursuzluğu”, “Kültürün Huzursuzluğu” ya da “Kültürün Sıkıntısı”dır1. “Unbehagen” sözcüğünün anlam içeriği Karl Steuerwald’ın hazırladığı Deutsch-Türkisches Wörterbuch’ta şöyle veriliyor: “sıkıntı, huzursuzluk, rahatsızlık, malez” (s.563). Aynı sözlükte, “Kultur” sözcüğü için verilen anlam içeriği ise şöyle: “1. (Ziraat) işleme, ziraat, tarım 2. medeniyet, uygarlık, hars, kültür” (s.346). “Unbehagen” sözcüğü İngilizce’ye “discontents” olarak çevrilmiş. Bu sözcüğün İngilizce’deki anlamı ise, Redhouse İngilizce-Türkçe sözlüğüne göre şöyle: “hoşnutsuzluk, memnuniyetsizlik, dargınlık” (s.268). Almanca “Kultur” sözcüğü ise İngilizce’ye “civilization” olarak çevrilmiş. Yine Redhouse’a göre “civilization” sözcüğünün anlam dağarı şöyle: “medeniyet, uygarlık” (s.171). Ayrıca, sözcüğün kökü olan “civil”, “vatandaşlarla ilgili; hükümete ait, milli; sivil, ferdi, bireysel; vatandaşlık icaplarından; medeni, uygar; nazik, kibar” anlamlarına geliyor (s.171). Aynı kökten türemiş olan “civility” sözcüğünün anlamı da şöyle: “nezaket, kibarlık, terbiye; kibar söz veya hareket” 1 Ancak “die Kultur” sözcüğünün çeşitli dillerdeki kapsamları arasındaki farklılıklardan dolayı, kitabın çevirmeni Haluk Barışcan “uygarlık” sözcüğünü “kültür” sözcüğüne tercih etmiştir. “Sunuş” bölümünü yazan Ali Babaoğlu, Almanca’daki “die Kultur”ün, Latince “colere” (yetiştirmek, bakmak) fiilinden türemiş olan “cultura” (tarım ve bakım) sözcüğünden geldiğini söylüyor (s.20). Babaoğlu’na göre Almancadaki anlam içeriği çok geniş olan “die Kultur”ün Türkçe’deki en iyi karşılığı, “uygarlık”tır (s.21). 74 F. Caner, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 2(4), 74-81, 2007 (s.171). “Unbehagen” sözcüğü Fransızcaya “malaise” olarak çevrilmiş. Büyük Fransızca-Türkçe Sözlük’te “malaise” sözcüğünün anlamı şöyle veriliyor: “1. Kırıklık, keyifsizlik, rahatsızlık [...] 2. Sıkıntı, can sıkıntısı [...] 3. Tedirginlik, huzursuzluk, erinçsizlik [...] 4. Tasa, kaygı” (s.860). Aynı sözlükte, “kultur” sözcüğünün Fransızca’ya çevrilmesinde kullanılan “civilisation” sözcüğü için şu tanım veriliyor: “1. Uygarlık [...] 2. Uygarlaştırma, uygarlaşma” (s.267). Öyleyse, öncelikle tüm bu sözcüklerin Türkçe’deki anlam içeriğini vermek gerekiyor. Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı Türkçe Sözlük’te “medeniyet” sözcüğünün anlam içeriği şöyle veriliyor: “Uygarlık” (s.1000). “Uygarlık” kelimesi ise “1. Uygar olma durumu, medeniyet, medenilik. 2. Bir ülkenin, bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, fikir, sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümü” (s.1522). “Hars” sözcüğü “1. Esk. Tarla sürme. 2. Kültür” anlamlarını içeriyor (s.613). “Kültür” sözcüğünün anlam dağarı ise şöyle: 1. Tarihi, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere aktarmada kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin. 2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü. 3. Muhakeme, zevk ve leştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi. 4.Bireyin kazandığı bilgi [...] 5. Biy. Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme. 6. Tarım. (s.947) Bu açıklamalardan, Freud’un “die Kultur” sözcüğüyle, 1. maddedeki tanıma sahip “uygarlık” kavramına işaret ettiği ve çevirmen Babaoğlu’nun seçiminde haklı olduğu görülmektedir. Şimdi, “Uygarlığın Huzursuzluğu”nun temel nedenlerini ele alalım: Birinci neden, uygarlığın, insanın beklentilerini karşılayamamasıdır. İkinci nedense, insanın, uygarlığın nimetlerinden faydalanabilmek için vazgeçtiği içgüdülerinin tatmin olamayışıdır. Uygarlık, insanın hangi beklentilerini karşılayamamıştır? Sigmund Freud’a göre insanın uygarlıktan çeşitli beklentileri vardır. Beklediği en önemli iki şey, uygarlığın pratikte ancak kısmî olarak sağlayabildiği güvenlik ve adalettir. İnsanın uygarlıktan beklentileri bunlarla sınırlı değildir. Freud’a göre insanın bu beklentiler içinde en “ilginç” olanı, “uygarca” sözcüğünün bir ironiyi vurgulayacak biçimde tırnak içinde kullanılmasından anlaşıldığı kadarıyla uygarlıkla pek ilgisi olmayan “güzellik”tir: Sanki ilk dile getirdiğimiz talebimizi yadsımak istercesine, insanların hiç de yararlı olmayan, hattâ gereksiz görünen şeylere, örneğin şehirlerde oyun ve hava alma alanı olarak gereken parklarda çiçek tarhlarının da bulunmasına ya da evlerin pencerelerinin çiçek saksıları ile süslü olmasına özen göstermesini de “uygarca” bularak takdir ederiz. Uygarlığın takdir etmesini beklediğimiz gereksizliğin güzellik olduğunu hemen fark ederiz. (s.51) 75 Book Review Güzellik, gereksinimlerin iyice birikmelerine engel olan bir tür “kaçış alanı” olması nedeniyle, ani tatmin sağlayıcılara bir örnek olarak gösterilebilir. Bir başka deyişle, Freud’a göre, insan, uygarlıktan kendisi için küçük “kaçış alanları” hazırlamasını ister. Fakat uygarlık, güvenlik ve adaleti yeterince sağlayamadığı gibi, kendisini meşru kılacak kaçış alanlarını üretmek konusunda da yeterince başarılı olamamıştır. “Uygarlığın Huzursuzluğu”nun ikinci temel nedeninin, insanın içgüdülerinin tatmininden yoksun kalması olduğunu söylemiştik. Şimdi, bunun nedenlerini ele alalım: Freud’a göre insanın acılarının üç ana kaynağı vardır: Doğanın üstün gücü, bedenin zayıflığı ve insanların aile, devlet ve toplum içindeki ilişkilerini düzenleyen ayarlamaların yetersizliği (s.45). Bu acı kaynaklarının ilk ikisi, insanı kabullenmeye ve kaçınılmaz olana boyun eğmeye zorlar. Çünkü insan doğaya hiçbir zaman tamamen hâkim olamayacaktır ve bu doğanın bir parçası olan organizması, her zaman, uyum ve verim kapasitesi sınırlı bir yapı olarak kalacaktır. Ancak bunu bilmek insanın elini kolunu bağlamaz; aksine, yapacaklarına yön verir. Çünkü insan, acılarını yok edemese bile, onları hafifletebilir (s.45). İnsanın üçüncü acı kaynağı karşısındaki konumu, diğer iki kaynak karşısındaki konumundan farklıdır: [K]endi yarattığımız düzenlemelerin hepimiz için niye acı yerine koruma ve saadet kaynağı olmadığını anlayamayız. Ancak, özellikle bu alanda acıları önleme konusunda yaşadığımız başarısızlığı göz önünde bulundurursak, bu başarısızlığın arkasında hâkim olunamayacak bir doğanın – kendi ruhsal bünyemizin – bir parçasının yattığından kuşkulanabiliriz. (s.45) Uygarlık, kişinin, kendisine acı gelse bile, diğerleriyle birlik olabilmek için dürtülerinden vazgeçmeye katlanmasını gerektirir (Babaoğlu, s.17). Nihayetinde, toplumun kendi kültürel ideallerinin gerçekleşmesi adına bireye dayattığı engellemelerin çekilmez gelmesi, bireyi nevrotikleştirir (s.46). Buna bağlı olarak, “özgürlük isteği uygarlığın belirli türlerine ve taleplerine ya da uygarlığın kendisine karşı çıkar” (s.54); çünkü uygarlık “büyük ölçüde içgüdülerin yadsınması üzerine” kuruludur ve uygarlığın önkoşulu, güçlü içgüdülerin tatmin edilemeyişidir (s.55). İçgüdülerin tatmin edilemeyişi insanı mutsuz eder. Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu adlı kitabında, “Dar anlamda mutluluk dediğimiz şey, iyice birikmiş gereksinmelerimizin daha çok ani bir tatmini olup doğası gereği yalnızca kısa bir görüngü olarak mümkündür” der. Ona göre insan her zaman mutluluğun peşindedir ve mutlu olmaya yönelik çaba harcar: “Bu çabanın iki yönü, bir olumlu bir de olumsuz hedefi vardır. Bir yandan acı ve keyifsizliğin yokluğunu, öte yandan da yoğun haz duyguları yaşamayı ister” (s.36). Çağdaş uygarlık, insanın tatminini sağlamak için, bireylerin acı ve keyifsizliklerini “optimum” (en uygun) düzeyde tutarak, gereksinimlerin “iyice” birikmelerine engel olmuştur. Bu nedenle, çağdaş insanın mutsuzluğu, Freud’un çabanın ikinci yönü olarak belirttiği “mutluluğun peşindelik”ten uzak bir alanda gerçekleşmektedir. “Uygarlığın Huzursuzluğu” içindeki çağdaş insan, asıl olarak, acı ve keyifsizliğin çokluğundan ötürü değil, 76 F. Caner, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 2(4), 74-81, 2007 birikmiş gereksinimlerin ani tatmininden uzak kalmaktan ötürü, yani dar anlamda mutluluğun yokluğundan ötürü “mutsuz”dur. Bu bağlamda, uygarlığın huzursuzluğu içindeki çağdaş insanın mutsuzluğu, bir tür “can sıkıntısı”na da benzetilebilir. Uygarlık, insanı mutsuz etmektedir. Buna karşın, Freud’a göre, insanın mutsuzluğunun faturasını tümüyle uygarlığa çıkarmak doğru değildir. Freud, çağdaş uygarlığın yarattığını söylediği bu huzursuzluğu inceleme nesnesi olarak ele almasına rağmen, “Sefaletimizin büyük bir bölümünden kültür/uygarlık dediğimiz şey sorumludur” iddiasını şaşırtıcı bulur. Çünkü bu iddia, beraberinde, insanın uygarlıktan vazgeçip ilkel koşullara geri dönerse daha mutlu olacağı iddiasını da içerebilir. Ona göre, tüm olası itirazlara rağmen, ilerlemenin ve uygarlığın getirdikleri, götürdüklerinden daha çoktur: Bu sonuca şöyle itiraz yöneltilebilir: Benden yüzlerce kilometre ötede yaşayan çocuğumun sesini ne zaman istersem işitebilecek, arkadaşımın, uzun ve zahmetli yolculuğunu kazasız belasız atlatmış olduğunu gemisi demirledikten kısa bir süre sonra öğrenebilecek olmam olumlu bir haz kazancı, mutluluk duygusunda bir artış değil mi? Tıbbın bebek ölümlerini, doğum enfeksiyonlarını olağanüstü bir oranda azaltmayı uygar insanın ortalama yaşam süresini küçümsenmeyecek denli uzatmayı başarmış olmasının hiç mi anlamı yok? (s.47) Üstelik, “uygarlık” kavramı nasıl tanımlanırsa tanımlansın, acı kaynaklarından gelen tehdide karşı savunmada kullanılan araçların hepsi uygarlığa aittir (s.46). Freud, eski çağlarda yaşamış olan insanların kendilerini ne ölçüde mutlu hissettiklerini bilmenin zor olduğuna işaret eder (s.48). Ona göre, insanın ilkellik ile mutluluk arasındaki ilişkiye dair yanılsaması, coğrafî keşiflerle yakından ilgilidir: “Âdet ve töreleri yetersiz gözlemleyen ve yanlış yorumlayan Avrupalılar, [yerlilerin] üstün uygarlıktan gelen ziyaretçilerin erişemeyeceği, basit, gereksinimleri az, mutlu bir yaşam sürdükleri izlenimine kapıldılar” (s.46). Ancak Freud’a göre yine de “[g]ünümüzdeki uygarlıkta kendimizi hoşnut hissetmediğimiz kesin” görünmektedir (s.48). “İçinde yaşanan uygarlığın içinde yaşıyor olmaktan kaynaklanan olumsuz duygular”, bu metinde söz edilen “uygarlığın huzursuzluğu” için çok uygun bir tanımdır. “Olumsuz duygular” gibi belirsiz bir tamlamanın kullanılmasının nedeni, Freud’un özgün Almanca metnindeki “unbehagen” sözcüğünün birden çok olumsuz duyguya işaret etmesidir. Bu tür belirsiz bir ifadeyi kullanmak, yeri geldikçe hangi olumsuz duygudan bahsediliyorsa onu ifade eden sözcük verildiği sürece, bir sakınca yaratmayacaktır. Son olarak, Freud’un “uygarlık”tan ne anladığını açıklayalım. Freud, “uygarlık” sözcüğünün, “yaşamımızı hayvan atalarımızınkinden ayıran, insanları doğadan korumak ve insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek gibi iki amaca hizmet eden eylem ve düzenlemelerin toplamını tanımladığını” kabul eder (s.48). Uygarlaşan insan, “ilerleme” sayesinde, sürekli gelişmiş ve sonunda bir tür “protezli tanrı” hâline gelmiştir: 77 Book Review İnsanın, başta zayıf bir hayvan olarak üzerinde belirdiği ve türünün her bireyinin de savunmasız bir bebek [...] olarak ayak basmak zorunda olduğu dünyada bilim ve teknik aracılığıyla gerçekleştirdikleri, yalnızca bir masal gibi görünmekle kalmaz, adeta masallardaki dileklerin hepsinin – hayır, çoğunun – gerçekleşmesidir. Sahip olduğu bu şeyleri birer kültürel kazanım sayabilir. İnsan çok eskiden beri mutlak güç ve mutlak bilgi ideali oluşturmuş, bu ideali tanrılarında cisimleştirmiştir. Kendi arzularına ulaşılmaz görünen – ya da kendisine yasak olan – ne varsa hepsini bu tanrılara atfetmiştir. O halde diyebiliriz ki, bu tanrılar kültürel ideallerdi. Şimdi ise insan bu ideale erişmeye çok yaklaşmış, neredeyse kendisi tanrı haline gelmiştir. Tabii ki, insanlığın genel yazgısı ideallerine ulaşmasına ne kadar izin verirse: Hiçbir zaman tümüyle ulaşılmamış, kimi açılardan tamamen başarısız olunmuş, başka açılardansa kısmi bir başarı elde edilmiştir. İnsan, deyim yerindeyse, bir tür protezli tanrı haline gelmiştir. Yardımcı organlarının tümünü kuşandığında hayli muhteşemdir; ama bunlar kendi bedeninin bir parçası değildir, ayrıca zaman zaman başına büyük işler açar [...] Ama incelememizin gerekleri açısından, günümüz insanının tanrıya benzemesinin kendine mutluluk getirmediğini unutmamamız gerekiyor. (s.50) Nitekim, mutluluğun peşinde olmak, Freud’a göre haz ilkesinin programı ile ilgilidir ve bu ilke ruhsal aygıtın işleyişine hâkimdir (s.36). İlke “mutluluk” hedefine uygundur; ancak programı bütün dünya ile çatışma hâlindedir. Freud’a göre, uygulanması mümkün değildir; mutluluk bu yüzden “iyice birikmiş gereksinmelerimizin daha çok ani bir tatmini olup doğası gereği yalnızca kısa dönemli bir görüngü olarak mümkündür” (s.36). İnsan mutlu olamaz belki; fakat bir sonraki altbölümde anlatılacağı üzere, acılarından korunmak için çeşitli yöntemler geliştirebilir. Kısaca, insan mutlu olmak, yani içgüdülerini tatmin etmek ve acı çekmemek ister. Ancak güvenlik ve adalet beklentileri doğrultusunda, bunları sağlaması gereken uygarlığın önkoşulu olarak, güçlü içgüdülerinin tatmininden büyük ölçüde vazgeçmek zorunda kalır. Ancak günümüz uygarlığı insanın güvenlik ve adalet beklentilerini yeterince karşılayamadığı gibi, kendisini meşru kılacak kaçış alanlarını da yeterince üretememiştir. İnsan, bu nedenlerle mutsuzdur ve mutsuzluğundan (ya da uygarlıktan kaynaklanan acılarından) kurtulabilmek için çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Freud’a göre uygarlığın huzursuzluğundan kaçmanın dört önemli yöntemi vardır: Keyif verici maddeler, bilim ve sanat çalışmalarıyla örneklenebilecek libido kaydırmaları, fantezi tatminleri ve sevgi. Sigmund Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu’nda, “Yaşamı çekilir hale getirmek için müsekkinlerden vazgeçemeyiz”der (s.35). Ona göre, yaşamı çekilir hâle getiren üç tür müsekkin vardır: “Zavallılığımızı küçümsememizi sağlayacak muazzam oyalanmalar, bu zavallılığı azaltacak dolaylı tatminler, bizi buna karşı 78 F. Caner, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 2(4), 74-81, 2007 duyarsızlaştıracak keyif verici maddeler” (s.35). Freud’a göre yaşamın çekilir hâle gelebilmesi (ya da insanın keyifsizlikten kaçınabilmesi) için bu tür müsekkinler gereklidir. Keyifsizlikten kaçınmakta kullanılan yöntemler, mutsuzluk kaynaklarına göre çeşitlilik gösterirler (s.37). Örneğin inzivaya çekilmek bu yöntemlerden biridir; bireysel bir yöntemdir. İnziva yoluyla insanlardan ve uygarlıktan uzaklaşılarak huzura ulaşılır. Bir başka yöntem, bilimi kullanarak doğaya karşı saldırıya geçmek ve herkesin mutluluğu için çalışmaktır. Kısacası, ılımlı ya da aşırı, tek yönlü ya da çok yönlü pek çok yöntem vardır. Ancak Freud’un ele aldığı yöntemlerin en önde gelenleri şöyle sıralanabilir: Keyif verici maddeler, bilim ve sanat çalışmalarıyla örneklenebilecek libido kaydırmaları, sanat eserlerinden alınan hazla örneklenebilecek fantezi tatminleri ve cinsel sevgi yahut cinsel ilişkiyle örneklenebilecek sevgi. Freud’a göre dünyayı çekilir hâle getirmenin en etkili yolu, kimyasal yol, yani keyif verici maddelerdir: Freud’a göre keyif verici maddeler mutluluk mücadelesinde ve acıdan kaçmakta öylesine rağbet görür ki, hem bireyler hem de halklar bunlara libido ekonomilerinde “sarsılmaz” bir yer ayırmışlardır (38). Bu maddeler yalnızca keyif vermezler; aynı zamanda kişiyi geçici olarak dış dünyadan bağımsızlaştırırlar. Keyif verici madde kullananlar, gerçekliğin baskısından kurtulur ve kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacak koşullar sunan kendi dünyalarına kaçarlar (s.38). Keyif verici maddelere çeşitli doğal ve sentetik uyuşturucularla alkol örnek gösterilebilir. Bu maddeleri kullanan kişilerin dış dünyadan kaçmayı istedikleri, buna bağlı olarak da dış dünyadan kaynaklanan bir huzursuzluk yaşadıkları söylenebilir. İkinci önemli yöntem libido kaydırmalarıdır: Libido kaydırmaları, ruhsal aygıtın olanak tanıdığı ve kendisine büyük bir işlevsel esneklik kazandıran bir yöntemdir (s.39). Libido kaydırmalarındaki amaç, içgüdülerin hedeflerinin, dış dünya tarafından etkilenemeyecekleri bir alana aktarılmasıdır. Bu yöntemin en belirgin kazancı, ruhsal ve entelektüel çabadan kaynaklanan haz edinimlerinin yeterince artırılmasıdır (s.39). Bilim ve sanat alanındaki çalışmalar, bu yönteme örnek olarak gösterilebilir. Bu yöntemle elde edilen doyumun yoğunluğu, kaba ya da içgüdüsel itkilerin doyurulmasıyla sağlanan doyuma göre daha azdır. Yöntemin zayıf yönüyse, herkes tarafından uygulanabilir olmayışıdır (s.39). Üstelik, bu yöntemi uygulayacak yeteneklere sahip olan az sayıda şanslı kişi bile, acıdan tümüyle korunamaz (s.40). Üçüncü önemli yöntem fantezi tatminleridir. Fantezi tatminleri arasında, ilk sırada, “sanatçı aracılığıyla kendisi yaratıcı olmayan kişiler için bile ulaşılır kılınan sanat eserlerinden alınan zevk gelir” (s.40). Bu, sanatın etkisine açık kişiler için, önemli bir haz kaynağı ve tesellidir. Fakat unutulmamalıdır ki sanat yapıtlarının yarattığı hafif narkoz, yaşamın sıkıntılarından geçici ve yetersiz bir uzaklaşma sağlar ve “gerçek sefaleti unutturacak kadar güçlü değildir” (s.40). Fantezi tatminlerinde gerçeklikle olan bağ daha da gevşetilmiştir. Freud’a göre bu tür bir tatmin, yanılsamalardan sağlanır. Yanılsama oldukları, gerçeklikten saptıkları bilinmesine rağmen, bunlardan alınacak zevkten vazgeçilmez (s.40). Bu yanılsamaları sağlayan 79 Book Review alan fantezi dünyasıdır. Bu dünya, gerçeklik duygusunun gelişmesi aşamasında, gerçekliğin sınanmasının gerekliliklerinden ayrı tutulmuş ve gerçekleştirilmesi güç arzuların tatmininin karşılanmasına ayrılmıştır. Dördüncü önemli yöntem, “yaşam sanatı”nın bir parçası olan sevgidir. Sevginin de amacı kaderden bağımsızlaşmayı sağlamaktır (s.41). Sevgide kişi dış dünyadan yüz çevirmez; aksine, onun nesnelerine sarılır ve bu nesnelere yönelen duygusal bir ilişki sayesinde mutlu olur: “Adeta yorgun ve teslimiyetçi bir hedef olan keyifsizlikten kaçınma ile de yetinmez; bu hedefi bir yana bırakarak olumlu anlamda mutluluk edinmeyi amaçlayan kökensel, tutkulu bir çabada ayak direr” (s.41). Cinsel sevgi, sevginin görünümleri içinde haz duyumunun en güçlü deneyimini yaşatanıdır (s.42). Ancak bu yöntemin de zayıf bir yanı vardır; çünkü seven kişi acıya karşı korunmasız kalır. Nitekim, Freud’a göre âşık olan kişi “ben” ile “sen”in bir olduklarını iddia eder ve bu birlik gerçekten mevcutmuşçasına hareket etmeye hazırdır (s.27). Böylece “ben”in sınırları ortadan kalkmış olur. Uygarlık ile sevgi arasındaki gerilim kaçınılmazdır (s.59). Çünkü uygarlığın temel çabalarından biri, insanları büyük birimler hâlinde bir araya toplamaktır; buna karşın aile, bireyi serbest bırakmaz istemez. Aile bireylerinin birlikteliği ne kadar güçlüyse, bu bireylerin daha geniş bir yaşam çevresine girmeleri de o kadar zor olacaktır (s.59). Üstelik uygarlık kadınla erkek arasındaki ilişki üzerinde de belirleyicidir: “Giderek artan bir şekilde erkek işi haline gelmiş olan uygarlık uğraşı, kadınların karşısına giderek zorlaşan sorunlar çıkarır ve onları pek üstesinden gelemeyecekleri içgüdü yüceltmelerine zorlar” (s.60). Nitekim, erkeğin ruhsal enerjisi sınırsız değildir ve görevlerini yerine getirebilmesi için libidosunu amaca uygun bir şekilde dağıtması gerekmektedir. Erkek, uygarlık için kullandığı libidoyu “büyük ölçüde” kadınlar ve cinsel yaşamdan geri çeker (s.60). Michel Foucault da uygarlıkla cinsellik arasında bir çatışma olduğu görüşündedir: “Cinsellik [...] bastırılıyorsa, bunun nedeni genel ve yaygın bir işe koşma’yla uyuşmazlığıdır” (s.12). Bu bastırmanın sonucu olarak, uygarlığa karşı bir düşmanlık ortaya çıkar. Freud’a göre haz ilkesinin insanın mutlu olması için dayattığı program, gerçekleşebilecek bir program değildir (Freud, s.43). Buna rağmen, insan bu programı gerçekleştirmeye çalışmaktan hiçbir zaman vazgeçmez. Yöntemlerin hiçbiri, arzuların tek başına, arzuların tümünün tatminini sağlayamaz ve herkes kendine göre yöntemleri benimser: Esas olarak erotik yapıdaki kişi diğer insanlarla duygusal ilişkileri ön plana alacak, kendi kendine yeterli olmaya yönelen narsisistik kişi esas tatmini ruhsal iç süreçlerde arayacak, eylem insanı gücünü sınayabileceği dış dünyadan vazgeçmeyecektir. Bu tiplerin ortalama bireyi için, yeteneklerinin tümü ve kendisi için olanaklı içgüdü yüceltmelerinin miktarı, ilgilerini nereye yöneltmesi gerektiği konusunda belirleyici olacaktır. Her aşırı seçim, bireyi 80 F. Caner, GAU J. Soc. & Appl. Sci., 2(4), 74-81, 2007 seçmiş olduğu – diğerlerini dışlayan – yaşam tekniğinin yetersiz kaldığı yerlerde ortaya çıkacak olan tehlikelerle karşı karşıya bırakarak cezalandıracaktır. (s.43) Kişi, bu yöntemlerden birkaçını birden kullanıyor olabilir. Ancak hangi yöntem ya da yöntemleri seçerse seçsin, amacı keyifsizlikten, acıdan ya da huzursuzluktan kaçmaktır. Uygarlığın Huzursuzluğu, kişiyi bu yöntemleri kullanmaya iten nedenlerden yalnızca biri olarak değerlendirilmelidir. Nitekim, kişi, örneğin fiziksel acılar nedeniyle de bu yöntemleri kullanmaya yönelebilir. Şimdi, Freud’un görüşlerini kısaca özetleyelim: İnsan güvenlik ve adalet beklentilerinin karşılanması için, bunları sağlaması gereken uygarlık için çeşitli özgürlüklerinden ve güçlü içgüdülerinin tatmininden büyük ölçüde vazgeçmek zorunda kalmıştır. Ancak uygarlık insanın beklentilerini yeterince karşılayamamış ve kendisini meşru kılacak kaçış alanlarını da yeterince üretememiştir. İnsan, hem beklentileri karşılanmadığından, hem de içgüdülerini yadsımak zorunda kaldığından mutsuzdur ve bu mutsuzluğundan (ya da uygarlıktan kaynaklanan acılarından) kurtulabilmek için çeşitli yöntemler geliştirmiştir. Freud’a göre uygarlığın huzursuzluğundan kaçmanın dört önemli yöntemi vardır: Keyif verici maddeler, bilim ve sanat çalışmalarıyla örneklenebilecek libido kaydırmaları, fantezi tatminleri ve sevgi. Kaynak Freud, S, 1999. Uygarlığın huzursuzluğu. Çev. Haluk Barışcan. Metis Yayınları, İstanbul. 81