PDF - Sakareller

Transkript

PDF - Sakareller
“Sana Tahammül Ediyorum”
Çeviri Derlemesi
Mayıs 2016
Türkçesi: Işık Barış Fidaner
yersizseyler.wordpress.com
Kitabın LaTeX kodları yine CC AttributionNonCommercial 3.0 Unported Lisansı altındadır.
2
İçindekiler
Çantanın dışarması meselesi . . . . . . . . . . . . . . . . . .
7
KAyıplı olmak
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
11
“Arzumu pompalayan sen, sen kötü ruhsun, geri git”
Anaëlle Lebovits-Quenehen . . . . . . . . . . . . . . . .
13
Kuzgun
Edgar Allan Poe . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
14
İşte böyledir
Led Zeppelin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
18
Kahraman Kadının Seferi
Konstantinos Dimopoulos . . . . . . . . . . . . . . . . .
20
Blackwell sona yaklaşırken,
Wadjet Eye bundan sonra ne yapacak?
Mike Rose . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
24
Wadjet Eye’ın distopik macerası Shardlight’ın yapımı . . . .
32
İşçiler İlerlemekte: Özel Edisyonla Daha Zor İlerleyin
Konstantinos Dimopoulos . . . . . . . . . . . . . . . . .
37
3
Büyük İskender
Iron Maiden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
40
Mecaz üzerine
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
43
Yasaya rağmen Lacan
Jacques-Alain Miller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
44
Otoyol
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
46
Otomobil ve Homo Psychologicus
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
48
Deja Vu
Iron Maiden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
49
Psikoloji nedir?
Georges Canguilhem . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
51
Cennete Giden Merdiven
Led Zeppelin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
63
Irmağın kenarında
Anonim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
65
Boston Mayıs Günü 2016 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
69
Boston Psikanaliz Yüksek Okulu Öğretim Üyesi, APA ve
işkence konulu New York Times makalesinde tanıtılan
raporun yazarlarından birisidir . . . . . . . . . . . . . .
70
4
Çekmeli Dönmeli Kapılar
Radiohead . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
72
Vergici
The Beatles
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
73
Nüremberg Kodu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
74
Tek bir Sansar Dünyanın En Güçlü Parçacık Çarpıştırıcısını
Çökertti
Rachel E. Gross . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
76
Planck ölçeği
Rashmi Shivni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
78
Rubik Kübikleri Üstüne Rubrik
Claude E. Shannon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
80
Britanya Sahilinin Boyu Ne Kadar?
Benoit Mandelbrot . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
84
İnanılmaz
Guido Menzio . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
91
Daha Işık Olsun
Pink Floyd . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
92
Gevrekler Canlanmış!
Amber A’Lee Frost . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
93
Cinsel fark üzerine
Slavoj Žižek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 100
5
Muamma: Şifreleme ve Cinsel İlişki
Scott Wilson . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103
Genç kız üzerine
Tiqqun . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106
Boş ve anlamdışı
Slavoj Žižek
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 107
İnternete Övgü
Bertolt Brecht’ten bozarak . . . . . . . . . . . . . . . . 111
Yazılarımı neden yazdım
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 112
Dolu konuşma
Jacques Lacan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113
Konuşma üzerine
Maria Aristodemou . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 114
Büyük Adalet Şöleni : Great Justice Fest
Metris Üniversitesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 115
Suriçi acele . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 118
6
Çantanın dışarması meselesi
6 Mayıs 2016 — yersizseyler.wordpress.com
Çanta, sosyosomatik bir nesne olarak, içindeki herşeyi içerdiği kadar dışındaki herşeyi de “içerir” – ya da “dışarır” diyelim.
Çantadaki bu ~dışarma~ işlevini Hegelci yadsımanın “açıklayıcı örneği”
sayarsak (ki hiçbir feminist zavallı çantamızı “açükleyici”lik ya da mizojiniyle
suçlayamayacaktır) tekil isimleri böyle çantalara benzetebiliriz: Marx, Freud,
Lacan, Zizek gibi.
Yani Marx, Marksizmi içerirken Marksist olmayanları dışarır. Lacan Lacancılığı içerirken Lacancılığı beğenmeyenleri, diyelim ki Deleuze-Guattaricileri
dışarır. Hegelciliği içeren Hegel isminin dışardığı şeyse belki de bizzat dışarma mefhumunun kendisidir. Dışarmanın kendisini dışaran bu “mutlak
bilme” çantasını, Lacancılığın dışardığı Deleuze-Guattari düşüncesindeki “organsız beden” mefhumuna benzetebiliriz.
O zaman diyelim ki Marx’ın “bazı fikirlerine katılmak” ne anlama gelir?
Bu tutum Marx’ın tamamen reddedilmesinden ayırt edilebilir mi?
Çanta örneğini izleyerek bu iki tutum havalimanındaki güvenlik denetimlerinde bulunabilir: “Bazı fikirlere katılmak” X-ray’de gördüğü bazı (başka)
şeyleri çantadan çıkarıp çöpe atma, fırlatma isteğidir. Tamamen reddetmekse bomba şüphesiyle çantayı yok etme, patlatma isteğidir.
7
Bilinçte algılanmış da olsa, bilinçdışı da olsa, bu isteklerin ikisinde de etkili
olan şey, aynı ~dışarılma bilgisi~dir (ve “aynen öyle!” denmesi bu dışarılma
bilgisinin yer değiştirmesini belirtir).
Ayrıca bu isteklerin ikisi de birinci tekil ya da birinci çoğul şahsın öznel
şiddetiyle yüklenmiştirler: “Çantadaki o diğer şeyleri alıp o tarafa doğru fırlatıp atacağım / atacağız”, “Çanta kendisi patlamayacak, onu patlatan ben
olacağım / biz olacağız”.
Kısacası, çantadakileri elemeye ya da çantayı yok etmeye istekli bu tekil veya çoğul şahıs, çantanın onu dışardığını bilir ve bu bilgiden güç alır.
Hatta feminizmin felsefe karşısındaki tutumunu bu bilgi-istek tepkimesinin
paradigmatik örneği sayabiliriz.
Özelde kadınlığı genelde cinsiyeti her zaman ~dışarmaları~ bakımından
bütün felsefeler (ve cinsiyete dayandırılsalar felsefe olmaktan çıkacaklardır,
bu yüzden feminizm kendini felsefe sayamaz hiçbir zaman) birer “açüklemedirler” (ya da “açüklama“dırlar, Amerikalıların “mansplaining” dedikleri
şeydirler).
Bu beyanı kabul edebiliriz çünkü “felsefe açüklemedir” beyanı, kendi aksini dışladığı ölçüde (yani “açükleme felsefedir” beyanını dışladığı ölçüde),
cinsiyetlenmenin söylemlere bağlı olduğunu teyit etmiş olur.
Çanta mecazı felsefe-feminizm ilişkisini “açıklamakla” da kalmaz: Çantanın onu dışardığını bilen kişinin çantadakileri eleme ya da çantayı yok etme
isteği, bu dışarılma bilgisinden ~güç~ alır. Yani dışaran çanta fiziksel anlamda bir güç kaynağıdır, zamana göre ölçümlerle bu gücün etkileri tespit
edilebilir1 .
1 Buhar türbinlerinden başlayıp Plüton’un gezegen olup olmamasına kadar fizik biliminde entropi kavramı etrafında incelenen birçok cisim “dışaran çantalar” gibi ele alınabilir.
8
“Bilgi güçtür” sözünün bir anlamı varsa budur: Dışarılma bilgisinin “dank
etmesi” dediğimiz kimyasal tepkime sonucu, dışarılan kişinin çanta karşısındaki eleyici ve yok edici istekleri fiziksel bir güç kazanır.
Böylece Marx, Freud, Lacan, Zizek gibi tekil isimler, yıllarca tekrar tekrar
X-ray’den geçirilen şüpheli çantalara dönerler.
Fakat Freud’un “ödünç verilen kazan”2 öyküsünde olduğu gibi, aynı çantayı X-ray’den geçiren her bir güvenlik görevlisi baktığı ekranda başka başka
tehditler görür. Bu durumda çantanın büyüklüğüne göre ya terörizm mefhumu ya da feminizmin mizojini suçlaması devreye girer ve çantanın fünyeyle
patlatılması gündeme getirilir (“Doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye
inanmıyorsun?”).
Dışarılma bilgisinin “dank ettiği” kimyasal tepkimeyi en kolay nasıl tanırız?
Mazeretlerin silinmesinde tanırız. Belki de bu tepkimeye “istek” denmesinin sebebi de budur: Mazeretler tortu gibidir. Dışarılma bilgisiyle tetiklenip
“istek” açığa çıkaran her tepkimede kimi mazeretlerin silinip gittikleri gözlemlenebilir.
Tepkimede silinip gidecek mazeretlerin hangileri olduğunu önceden bilemediğimizden “bazı mazeretlerin silinmesi” demiyoruz, “kimi mazeretlerin
silinmesi” diyoruz. Burada Marx’ın “bazı fikirlerine katılmaktan” farklı bir
kümeleme var: “Bazı fikirlere katılmak” uzamsal bir kümelemedir, “kimi
mazeretlerin silinmesi” ise zamansal bir kümelemedir: “Kimi mazeretlerin”
hangi mazeretler olduğunu ayırt edebildiğimizde bu mazeretleri zaten kaybetmiş olacağızdır. Yani silinecek “kimi mazeretlerin” hangileri olduğunu
önceden X-ray’den bakıp ayırt edebilme imkanımız yoktur. “Bazı şeyler”
denilen (hatta “bağzı şeyler” de denilen) birinci uzamsal kümeleme tipinden
ayırt edebilmek için, “kimi şeyler” dediğimiz bu ikinci zamansal kümeleme
2 Zizek’in deyişiyle “kettle logic”, Derrida’nın deyişiyle “la logique du chaudron”, ben
de buna “kazan mantığı” dedim, tahmin edilebilecek sebeplerle. Bkz. Rüya İşinde Mantık
ve Mantıkdışı (John Sallis) (Bunun “kazan kazan mantığı”yla tabii ki hiçbir ilgisi yoktur.
Yoksa acaba var mıdır?)
9
tipine “öbekleme” diyelim3 . Bu zamansal kümelemenin paradigmatik örneği
de yazılım güncellemeleri sayılabilir: “Windows 10 kurulsun mu?” sorusu sizi
zamana göre kümelemek isteyen bir uyarıdır. Bunun gibi, bu yazıyı okurken,
ya da başka herhangi bir yazıyı, kitabı, vb. okurken karşınıza çıkan her bir
yeni paragraf, her bir yeni cümle, her bir yeni söz öbeği, her bir yeni sözcük
ve hatta her bir yeni harf, işaret, şekil, çizim, bu anlamda bir “güncelleme”
ve öbekleyici bir olay gibi ele alınabilir.
Tortuların silinmesi yenilik gibi algılanabilir ama bu tepkimenin bir ~kayıp~ olduğu asla unutulmamalıdır. Bunu “kimyasal” bir tepkime saymamızın
temel gerekçesi de zaten KAyıplı olmasıdır. Çanta mecazında vurguladığımız
gibi ~kaybettirici~ bir istek, bir ~kaybettirme isteği~ söz konusudur burada:
Bu istek, “beni / bizi” dışaran bu “talihsiz / unfortunate” çantayı karıştırıp bazı şeyleri atma, ortadan kaldırma isteğidir, ya da böyle bir çantanın
bütünüyle yok edilmesi isteğidir.
Mazeret tortularını kaybettiren böyle istekler tarihsel süreçlerde bulunabilir. En belirgin örneği de ~neoliberalizm~dir. Margaret Thatcher’da bedenlenip ifade bulmuş “hiçbir alternatif yok” sloganını böyle yorumlayabiliriz:
“Mazeretlerinizi terk edin. Kimi şeyleri kaybetmiş olmanız, istekli oluşunuza kanıt sayılacaktır.”
“Hiçbir alternatif yok” sloganı, zamanın akışındaki zorunluluktan ayırt
edilebilir mi?
Bu soruyla yazıyı kesiyorum.
Işık Barış Fidaner
3 “Bayesci öbekleme” konulu doktora tezim vesilesiyle şunu da not düşeyim: “dışarma”
mefhumunun matematiksel bir formülü Bayesci kuramda “integrate out” işleminde bulunabilir.
10
KAyıplı olmak
Jacques Lacan — 1958-1959 — Seminer 6: Arzu ve yorumlanışı, s. 80
Ayrıca rüyaya verilen ifadenin askıya alınışı denebilecek noktada öznenin
kendini nasıl konumladığı da görülsün. Öznenin kendisi, kendini konumladığı gibi, kendini üstlendiği gibi, biliyordur, böyle denir, çünkü öteki, ötekinin
öznel konumunu bilmiyordur. Ve bilmediği, KAyıplı öznel konumudur, böyle
denir. Ölmüş olduğu, sonuçta, elbette ona dokunamayacak bir beyandır. Ölmüş olmaya dair bunun gibi her simgesel ifade, onu geçindirir, esasında onu
muhafaza eder. Olan aslında tam olarak bu simgesel konumun paradoksudur: oluşta olmayışın bulunmasıdır, ölmüş olmanın onaylanışının bulunmasıdır, ki bu belli bir tarzda onu ölümsüzleştirmiş olmaz. Rüyadaki mesele de
aslında budur. Fakat bu KAyıplı öznel konum, bu küçülmüş öznel değer,
onun ölmüş olmasına yönelmez, özünde şudur: bunu bilmeyen o. Öznenin
kendini ötekinin karşısında konumlaması işte böyledir. Ayrıca öteki bakımından işletilen bu türde bir korunma –ki anlamı sadece onun bunu bilmemesi
değildir, diyebilirim ki sınır noktasında bunun ona söylenmemesi mecburiyetidir de– insanlar arası her iletişimin kökünde hep az çok bulunan bir şeydir,
onun neyi bilmesine izin verilebileceği ve neyi bilmesine izin verilemeyeceğidir. Analitik söylemle uğraştığınız her seferinde etkisini tartmanız gereken bir
şey bu. Dün akşam, kendini ifade edemeyenlerden, aslında söylemle alakalı
engeller hakkında, dirençler hakkında konuşamayanlardan söz ettik. Bu boyut sayesinde bu rüya başka bir rüyaya bağlanabilir: Troçki’nin günlüğünün
son sayfasından alınmış bir rüya bu, son savaşın başlangıcında Fransa’da
kaldığı son günlerden sanırım. Özellikle etkileyici bir rüya bu. Troçki’nin,
belki de ilk defa, bitmez tükenmez dirimsel enerjisinin azaldığına dair ilk
ipuçlarını tecrübe etmeye başladığı ana ait bir rüya. Rüyasında gördüğü yoldaşı Lenin, sağlığının yerinde olmasından ve boyun eğmez karakterinden
dolayı onu tebrik eder. Diğeri ise, hep diyaloglarda olan muğlaklıkla değerlenen bir tarzda, eski yoldaşına, belki de bu sefer kendisinde, önceden hep
11
bildiğiyle aynı zeminde olmayan bir şey bulunduğunu anlatmak ister. Fakat
düşünür, ve dirimsel evrimindeki bu kritik dönüş anında böylesine belirgin
tarzda ortaya çıkan bu eski yoldaşına kıyamaz. Ve tam olarak, onun bile, Lenin’in bile çabasının boşa çıktığı zamanlara atıf yapan bir şeyi anımsatmak
isteyerek, ona öldüğü zamanı şöyle belirtir: çok çok hasta olduğun zaman.
Sanki meselenin tek solukta tam olarak formülleştirilmesi, varoluşunun aynı
dönüş noktasındaki aynı Troçki’nin devam eden rüyasında karşısına çıkan
bu gölgeyi dağıtacakmış gibidir.
ç.n. Kayıplı ve ayıplı sözcükleri “en défaut” anlamı vermek üzere CAPSLOCK kayması gibi bileşerek KAyıplı oldu.
12
“Arzumu pompalayan sen,
sen kötü ruhsun, geri git”
Anaëlle Lebovits-Quenehen — 2011 — Lacanian Ink 39, “Lacan, Şeytan”
Lacancı olarak şunu öne sürelim: Lacan’ın şeytanlığı, karşısına çıkan herkesi Che vuoi? (Ne istiyorsun? Ne arzu ediyorsun?) sorusunu yanıtlamaya
kışkırtmasından gelir.4
Sorgulayanla yüzleşince çıkan birçok seçenek vardır: 1) bütün meseleyi
gözardı edip uzaklaşıp gidilebilir, 2) reddedilmiş bir nesne gibi geride bırakılabilir, büyük vaatler gibi ya da orada olduğu bilinen bir ışık gibi, diğerleriyle
birlikte zamanı gelince yararlı olacağı bilinen bir ışık gibi geride bırakılabilir, 3) hayatınızı onun aydınlattığı meseleyle uğraşarak harcayabilirsiniz, ona
daha yakından bakabilirsiniz.
Eş-adlı olmaları cins olan şeytanla tür olan şeytan arasındaki belirgin ayrımı örtmemeli. Şeytan, kötü ruh, kendi arzumuzla ilgili kendimizi sorgulamamıza yol açan şeytanlığın olası versiyonlarından sadece birisidir. Cins
ve türün birleşeceği nokta, ancak, tarzıyla bizi maruz bıraktığı “Que vuoi?”
[sic] ile yüzleşildiğinde belirebilecek tek cevapla gelir: “beni sorgulayan sen,
arzumu pompalayan sen, sen kötü ruhsun: vade retro [geri git].” Böylece
şeytanın gereksindiği yanıt yerine – “arzumun adlandırdığı şey budur” – bu
cevap gelir: “beni sorgulayan sen kötüsün.” Böylece kötülüğün bedenlenmesi
olan şeytan hatalı [wrong] zihinlerin yaratımı olur.
Ve evet, şeytan ayrıntılarda gizli olduğuna göre, Lacan’ın eleştirmenleri,
ama hayranları da, şeytanı çoğu zaman tarzında ve gösterdiği şeyde – güçlü
bir zihin, üstün bir analist – buluyor.
Lacan kimilerine bir deve kılığı altında gözüküyor. Ama onu olduğu gibi
tanıyabilirler mi?
EN: Asunción Alvarez
4 Cazotte’nin Diable amoureux’suna atıf yapılıyor, bizzat Lacan kendisinin zaman zaman bedenlendirdiği bu karakterden bahseder.
13
Kuzgun
Edgar Allan Poe — 1845 — New York Evening Mirror
Vaktiyle bir kasvetli gece, kafa yorarken zayıf ve bitkin halde,
İlginç ve tuhaf unutulmuş eski ilimlerden bir sürü cilt üstüne,
Kafam devrilirken, uykuya dalar gibi, bir tıklatma işittim birden,
Sanki biri hafifçe vurmuştu, oda kapıma vurulmuştu.
“Misafirdir” diye mırıldandım, “oda kapıma bu tıklatan –
Budur olsa olsa, dahası yok.”
Evet, açık seçik hatırlıyorum tatsız Aralık ayıydı,
Ve ayrı ayrı ölen her köz yoğurmuştu yerde kendi hayaletini.
Hevesle istedim sabah olmasını; – bulmaya uğraşmam boşunaydı
Kitaplarımdan durdurmayı acısını – kaybolmuş Lenore’un acısını –
Melekler vermiştir ender ve ışıklı kadına ismini Lenore –
İsimsiz kalır burada daha hep.
Ve ipekten üzgün belirsiz hışırtısı her bir mor perdenin
Titretti beni – doldurdu beni işitilmemiş düşsel dehşetlerle;
Öyle ki o an, kalp atışımı yatıştırmak için, durup tekrarladım
“Misafirdir bu oda kapımda girmekte üsteleyen –
“Geç saatte misafirdir oda kapımda girmekte üsteleyen; –
Budur ancak, dahası yok,”
Güç geldi çabucak canıma; sonra hiç duraksamadan artık,
“Bayım,” dedim, “ya da Hanımefendi, cidden merhametinize sığınırım;
Ama ben doğrusu uyukluyordum, ve yani siz gelip hafifçe vurdunuz,
Ve yani siz gelip biraz tıklattınız, oda kapımı öyle tıklattınız ki,
Sizi işittiğime emin olmakta zorlandım” – o an kapıyı genişçe açtım; –
Karanlık vardı, dahası yok.
14
O derin karanlığa gözümü dikip uzunca durdum orada merakla, korkuyla,
Kuşkuyla, kurduğum hayalleri hiçbir ölümlü cüret etmemiştir kurmaya;
Ama suskunluk hiç kesilmedi, ve o karanlık hiçbir renk vermedi,
Ve orada konuşulan tek söz fısıldanan bir bu sözdü, “Lenore!”
Bunu fısıldadım, ve yankısı mırıldadı sözü gene, “Lenore!”
Bu kadar, dahası yok.
Odaya geri dönmek üzereydim, içimde hep canım yanarak,
Hemen gene işittim öncekinden daha güçlü bir tıklatma sesini.
“Eminim,” dedim, “pencere tahtalarında bir şey var eminim;
Göreyim o halde, neymiş oradaki, araştırayım bu gizemi –
Yatışsın kalbim bir süreliğine ve araştırsın bu gizemi; –
Rüzgardır, dahası yok!”
Kepengi çekip açtığım o anda, fırlayıp çırpınışlarla,
Oraya konuverdi geçmiş aziz günlerden müthiş bir kuzgun.
Hiç hürmet göstermedi; bir saniye bile durmadan yerinde;
Bir hakim ya da hakime edasıyla tünedi oda kapımın tepesinde –
Bir Pallas büstü üstüne tünedi oda kapımın hemen tepesinde –
Tünedi, ve oturdu, dahası yok.
Sonra bu kapkara kuş üzgün kuruntumu çelip güldürürken,
Taşıdığı çehrenin verdiği vakur ve amansız davranışıyla,
“Başın böyle kırpılmış da olsa, sen,” dedim, “hiç korkak değilsin eminim.
Gecenin sahilinde dolaşıp gelen korkunç nemrut ve yaşlı kuzgun –
Söyle bana nedir senin soylu ismin bu Gecenin Plütoncu sahilinde!”
Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
Çok şaşırdım çirkin kuşcağızdan işittiğim bu yalın hitaptan,
Gerçi pek az anlam – pek az alaka vardı cevabında;
Zira şunda hemfikir olmadan edemeyiz ki yaşayan hiçbir insana
Bahşedilmemiştir kuş görmek oda kapısının tepesinde –
Kuş yahut hayvan yontma büstte oda kapısının tepesinde
Böyle bir isimde: “Asla bir daha.”
15
Fakat kuzgunun tek başına otururken o büstün üstünde, söylendiği,
Bir tek o kelimeydi, o tek kelimede sanki kendi canını ortaya döker gibi.
Daha sonra hiçbir şey söylemedi – tek bir tüyünü bile çırpmadı –
Ben homurdanmaya başlayıncaya dek: “Başka dostlar da uçtu önceden –
Sabah terk eder beni, umutlarım aynı böyle uçtu önceden.”
Sonra kuş söylendi, “Asla bir daha.”
Ürktüm durguyu keserek bu kadar yerinde söylenen bu cevapla,
“Kuşkusuz,” dedim, “söylediği bu şey onun envanterinden gelmiştir,
Bunu kaptığı mutsuz sahibi koşmuştur merhametsiz bir felaketin
Peşinden giderek süratlenerek şarkıları tek yükle yüklenene dek –
Umudunun ağıtları melankoli yüküyle yüklenene dek
İşte böyle, “Asla, asla bir daha.”
Fakat kuzgun yine üzgün canımı hep çelip güldürürken,
Derhal yastıklı bir koltuğu sürdüm karşısına kuş ve büst ve kapının;
Sonra, kadifeye basılmasıyla, kendimi verdim bağ kurmaya
Kuruntu üstüne kuruntuyla düşünerek bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne –
Bu suratsız, çirkin, korkunç, cılız ve uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne
Kastettiğini böyle gaklarken, “Asla bir daha.”
Oturup bunun tahminiyle meşgul oldum, ama hiç ses çıkarmadan
O an yakıcı gözlerini bağrımın ortasına doğru dikmiş bu kuşcağıza;
Bu ve dahasını oturup sezindim, başımı rahatça yaslamışken
Yastığın kadife dikişine sırıttı lambanın ışığı o kadına,
Fakat sırıttı kadife mor dikiş ve lambanın ışığı o kadına,
Bastırmayacak, of, asla bir daha!
Sonra, düşündüklerim, hava yoğunlaştı, buharlaştı görülmez tütsüleri
Sallıyordu Seraphlar püsküllü zeminde çınlarken ayak vuruşları.
“Zavallı,” diye bağırdım, “Tanrının sana verdiği – bu meleklerle gönderdiği
Mühlet – mühlet ve ilaçtır alsın diye Lenore’la hatıranı!
İç, of bu iyi ilacı iç, ve unut o kaybolmuş Lenore’u!”
Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
16
“Peygamber!” dedim, “kötüsün! – ama peygambersin, kuş yahut şeytan! –
Ayartılıp gönderilmişsen de, rüzgar seni fırlatıp atmışsa da sahile,
Issız da olsan gözüpeksin, büyülenmiş bu çöl diyarında –
Dehşetin dadandığı bu evde – söyle bana cidden, rica ederim –
Var mı – var mı güzel koku Gilead’da – söyle bana – söyle, rica ederim!”
Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
“Peygamber!” dedim, “kötüsün! – ama peygambersin, kuş yahut şeytan! –
Tepemize bükülmüş Cennet Gök adına – ikimizin de taptığı Tanrı adına –
Acıyla yüklenmiş bu cana söyle, uzaklardaki Aidenn’de,
Sarılır mı aziz bir kadın melekler vermiş ismini Lenore –
Sarılır mı ender ve ışıklı kadın, melekler vermiş ismini Lenore?”
Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
“Bu söz ayrılmamıza işaret olsun, kuş yahut iblis!” diye bağırdım küstahça –
“Git geri dön seni fırlatan rüzgara ve Gecenin Plütoncu sahiline!
Canınla söylendiğin o yalanın renginde kara tüylerinden hiç kalmasın!
Bırak kesme yalnızlığımı! – kapımın tepesindeki büstü terk et!
Al gaganı saplandığı kalbimden, ve vücudunu çekip al kapımdan!”
Söylendi kuzgun, “Asla bir daha.”
Ve kuzgun, asla kalkışmayarak, hâlâ oturur, hâlâ oturur
Solgun Pallas büstü üstünde oda kapımın hemen tepesinde;
Ve gözleri hayal kurmaktaki bir iblise benzer tamamen,
Ve üzerindeki lambanın ışığı onun gölgesini yere düşürür;
Ve benim canım yerde yatıp süzülen o gölgenin dışına
Çıkmaz – asla bir daha!
(The Raven, Wikipedia, Vikipedi)
17
İşte böyledir
Led Zeppelin5 — 1970 — Led Zeppelin III
Bilmem nasıl derim sana
Senle oynayamam artık
Bilmem nasıl uyarım annemin bana dediğine
Dostum, kapı komşum
İnanılmaz şeyler diyor insanlar
Sen boşver onları düşünme
Memnunum ben burada oturup gün boyu çalışmaktan
Mahallenin karanlık yanındasın sen
Ve çıktığımda yürüdüğünü görürüm
Niye görmez gözlerin beni
Oynayacak başka oyun mu buldun yoksa
Ne dedi annem bana
İşte böyledir, ah...
İşte böyle olması gerekir
Ya, ya, annem bunu dedi
İşte böyle kalması gerekir
Ve dün seni gördüm ırmağın kenarında dururken
Ve gözyaşı değil miydi o gözlerine dolanlar
Ve yüzdüğü kirli suda ölen hep o balıklar
Hipnotize mi etti seni?
5 Kurşundan
Zeplin
18
Ve dün seni gördüm minik çiçekleri öperken
Ama canlı olan her şey ölmek için doğmuştur
Ve ben de sana derim ki aslında hiçbiri mesele değildir
Ve senin tek yaptığın orada durup ağlamaktır
Bilmem ne derim bu konuda
Sen bana hiç kulak vermezken
Ama şimdi gördüklerine tekrar tekrar bakma vaktidir
Hep böyle mi kalması gerekir?
İşte böyledir
İşte böyle olması gerekir
Anlasana işte, annem bunu dedi
İşte böyle kalması gerekir, ya...
(That’s The Way)
19
Kahraman Kadının Seferi
Konstantinos Dimopoulos — 15 Ekim 2014 — rockpapershotgun.com
Güzel bir maceranın başlangıcı işte buna benzer.
Bu yılki İhtişam Seferi [Quest for Glory ] (yani Sierra’nın Kahraman Seferi [Hero’s Quest]) dirilmeleri, yeniden hayal etmeleri, yeniden ziyaret ve
yeniden yapımları arasında Kahraman Kadının Seferi: Ragnarok Habercisi’ne [Heroine’s Quest: The Herald of Ragnarok] utanmazca aşık oldum.
Bencillikten uzak eski moda kahramanlık üzerine çok hoş bir oyun bu, İhtişam Seferi’nin ruhunu dahice yakalıyor. Bizzat menkıbenin [saga] kendi
sonuncu bölümünün aksine, öncüllerindeki standartlara gururla kafa tutan
bir macera bu.
Yazı yazmak üzere Kahraman Kadının Seferi’ni layıkıyla oynamış olarak,
son tuttuğum notlara şöyle bir bakmak beni kıkırdatıyor. Her yerde bu şaşır20
tıcı, şu mükemmel, bu hoş, öbür şey dahice. Not olarak hiçbir işe yaramazlar
elbette, ama hevesimi dürüstçe kanıtlıyorlar. Orada tek bir “ama” bile yok.
Kahraman Kadının Seferi hakikaten fevkalade bir oyun.
Şaşırtıcıdır ki aynı zamanda anıtsal karmaşıklıkta bir oyun. Adını veren
Kahraman Kadın savaşçı, büyücü ya da hırsız olabildiğinden ve bu sınıfların
her birisi çeşitli yetenekler, büyüler, istatistikler ve özelliklere uyarlanabildiğinden, bulmacalara şaşılası çeşitlilikte yollardan yaklaşmak mümkün. Dahası seçtiğiniz sınıf oyunda toslayacağınız yan seferleri de etkiliyor, böylece
oyuna macera janrında çok nadir bulunan yeniden oynanabilirlik boyutunu
veriyor. Kahraman Kadının Seferi, bir şeyleri gösterme ve tıklama tarihi
boyunca, üç kere üst üste oynamaya değecek birkaç macera oyunundan
birisidir. Üç değilse de en azından iki kere olsun.
Ve geliştiriciler kendi işlerini iyice zorlaştırarak, olan biten her şeye münasip bir animasyonun eşlik etmesini sağlamışlar. Mesela her büyünün kendine
özgü bir pirotekniği [pyrotechnics] var, hatta hoş karakter portreleri hareket
ediyor. Ayrıntılardaki titizlik gerçekten afallatıcı, ve oyunun zorluk ayarları
da buna dahil, kavga zorluğunun, açlık ya da ayazlamadan ne kadar kolaylıkla öleceğinizin ayarlanması da dahil.
Ayazlama, bilirsiniz, aşırı düşük sıcaklıklara maruz kalan insanların başına
gelen şeydir ve Viking mitolojisinden esinlenmiş ortamlar buzlu, soğuk ve
karlı olmaya meyillidir. Ayrıca bu ortam kahramanca senaryoyu destekleyen epik ve çok münasip Wagnerci müziklerle geliyor. Kahraman Kadın,
bir tür karanlık efendinin iki başlı ve pek aklı başında olmayan yardakçısı
onu pusuya düşürdükten sonra, kendini bir kasabada bulur. Buzlu soğukta
kıtlık çeken bu kasabanın gerçek bir kahramana ihtiyacı vardır. Buralı insanlar başlangıçta yalnızca kahramanca niyetlerinize güvenirler, yeteneklerinize
değil, ancak siz kıymetinizi kanıtladıktan sonra size saygı duymaya başlarlar.
Bir oyun dünyasını canlı ve hissedilir kılan şeyler böyle dokunuşlardır. Böylesine devasa ve dinamik bir oyun dünyasında bile. Tamamen seslendirilmiş
karakterlerden şaşırtıcı bir demetle, perilerin [nymph], öcülerin [troll], devlerin, çocukların ve kelime oyunu seven büyücülerin gerçekçi hareketlerle
etrafınızı sardığı bir dünya. Onları öğleden sonra meyhanede, geceleyin ev21
lerine kapanmış halde bulabilirsiniz, ve peşlerinde dolaşmak hiçbir zaman
can sıkıcı değildir.
Fikirlerle, acayip ortamlarla, seferlerle, yan seferlerle, oyuncuklarla, diyaloglarla, çılgın fikirlerle, M.C. Eschervari mekanlarla ve beklenmeyecek kadar
çok ve genelde yerli yerinde küçük mizahi dokunuşlarla dolu bir dünya bu.
Fazla keyif kırıcı olmayacak bir örnek olarak kudretli Ratatosk verilebilir. Bu
konuşan sincap dişleriyle Yggdrasil’in kudretli dallarını kesebileceğini iddia
ediyor. Sahici kıyamet sincabı.
Kısacası, Kahraman Kadının Seferi ihtişamlı bir macera-RYO [RPG] karışımı. Klasik İhtişam Seferi oyunlarıyla aynı düzeyde bir oyun; onlarla kıyaslanabilecek bir oyun – ücretsizler bir yana, pek fazla oyun bu düzeye
erişemez. İhtişam Seferlerinin geleneksel olarak tökezlediği kavga işinde bile
Kahraman Kadın idare ediyor, hiç fena değil. O kadar zengin bir tecrübe ki
aslında bunun için seve seve iyi bir ödeme yapabilirdim. Evet. 10 üzerinden
10. Ve eğer herhangi bir Sierra oyununu sevdiyseniz buna ve inanılmaz cilasına bayılacaksınız. Hatta oyunun yanında sevgiyle düzenlenmiş bir PDF
Düşlem yaratıklarının kafasını karıştırmak her zaman zevkli bir iş olmuştur.
22
el kitabı, DVD ve CD kapağı ve elbette bir etiket geliyor.
Ateşli bir sevginin emeği işte buna benzer.
Kahraman Kadının Seferi Windows için DRM’siz olarak ve bütün güzellikleriyle birlikte Crystal Shard sitesinde bulunuyor. İsterseniz Steam
aracılığıyla da kapabilirsiniz.
ç.n. “Heroine”i “Hero / Kahraman”dan ayırt etmek için “Kahraman Kadın”
dedim. Bu haliyle biraz kulak tırmalasa da en azından bu vesileyle “Kadın
Kahraman” tabirini tersine çevirmiş oluyoruz.
Ragnarok, Kıyamet’in İskandinav mitolojisindeki adıymış.
“Sefer” “Quest”i tam karşılamasa da bağlama uygun bir terim oldu bence.
23
Blackwell sona yaklaşırken,
Wadjet Eye bundan sonra ne yapacak?
Mike Rose — 4 Nisan 2014 — gamasutra.com
Dave Gilbert hayatının son sekiz yılını nakite çevirmek üzere. Yayınladığı
Blackwell dizisinin beşinci ve son bölümü The Blackwell Epiphany ’yi [Blackwell Tezahürü] 24 Nisan’da çıkaracak, ve hayatının bu dolambaçlı uzun
faslı nihayet devamına erebilecek, sanki bizzat Joey ile Rosa ona laf anlatırlarmış gibi.
Aslında daha bile uzun sürmüştü. Gilbert genç bir kadını eski bir aile
hayaletiyle eşleştirme fikrini ta 2003’te Bestowers of Eternity ’yi [Ezeliyet
Bağışçıları] yazarak ortaya çıkarmıştı — The Blackwell Legacy [Blackwell
Mirası] üç yıl sonra bu kavramın sürdürülmesiydi.
“Bu karakterleri çok uzun zamandır kafamda taşıyordum,” diye anlatıyor
bana. “Yani onların artık düşünce sürecime dahil olmaması garip olacak.”
“Yani bu üzücü, aynı zamanda sinir bozucu,” diye sürdürüyor. “Blackwell hoş, istikrarlı bir satış. Asla Gemini Rue gibi bir çok satar olmaz, ama
patlayacak hali de yok. Yani her zaman bilirim ki Blackwell çıkararak meşguliyetimizi [business] sürdürebiliriz. Şimdi güvence biraz azaldı.”
24
Wadjet Eye Games stüdyosuyla, hatta ondan da önce, Gilbert yaklaşık
on yıldır macera oyunu çevresinin öne çıkan bir destekçisi oldu. Endüstri
emektarını izleyenler onun oyun yaratmakla kalmadığını bilir — oyunları yayınlar da, Resonance, Puzzle Bots ve emektar tasarımcının katkı da yaptığı,
demin bahsettiğimiz Gemini Rue gibi müthiş oyunlar yayınlar.
Ama Blackwell’in sona yaklaşmasıyla, Gilbert eskiden beri bildiği rahatlık ve güvencesini kaybetmenin neye benzeyeceğini bizzat keşfetmek üzere.
Dizi bu ay içinde sonlanırken, tamamen yeni bir şeye başlamanın arayışında
olacak. Tahmin edersiniz ki bu biraz korkutucu.
“Ama vaktidir,” diyor. “Tam vaktidir. Bunu sonsuza kadar uzatabilirim,
ama beni hasta eder, ve izleyenleri de hasta eder. Başlangıçta her dört ya
da beş ayda bir yeni bir oyun yapmayı planlamıştım. Bunun böyle olmadığı
görüldü. ‘Hey, 10 oyun yapabilirim, tam zamanlı çalışıyorum, bunu yapabilirim!’ diye düşündüm. Ama hayır, bu mümkün değildi.”
Geliştiricinin dizinin altıncı oyunu için bir fikri varmış, ama dediğine göre
koca bir yeni bölümü kaldırmaya yetecek kadar güçlü bir fikir değilmiş gerçekten — o da bu fikri son oyunun içine katlamış, bütün çabasını ortaya
dökmek istemiş.
“Özleyeceğim, ama başka işlerle devam etmek de hoş olacak,” diye kafa
25
yoruyor. “Bu karakterleri çok uzun zamandır kafamda taşıyordum, ayrıca
baştaki oyunları seviyorum, o zamanlar hâlâ iyiydiler, daha iyi yapabileceğimi
anlıyorum sadece. Blackwell sürerkenki o oyunlara hâlâ bağlıyım, ve artık
temiz bir geçiş olacağından, hayranlara bir Blackwell oyunu daha ulaştırma
gereği duymadan başka işlerle devam edebilirim.”
“Bitirmiş olmak hoş, ama onu gerçekten özleyeceğim.”
Sekiz yıla uzamış bir vidyo oyunu dizisinden bekleyebileceğiniz gibi, hem
markanın kendisi hem de Gilbert’in tarzı bu süreçte ciddi bir evrim geçirdi.
Mesela şimdi artık yazarken biraz daha ekonomik olmasını, ve diyaloglarda
her bir satırı değerli kılmasını biliyor.
Şöyle ekliyor: “Öğrendiğim bir şey varsa, iyi bir oyunun nasıl yapılacağı
değildir — bir oyunu kötü [bad] yapan şeyleri öğrendim. Çok iyi karşılanmayan kararlar verdim, ve insanlar sevmediler, ben de sevmedim. Ama şimdi
biliyorum ve tekrar etmeyeceğim, yani daha iyi bir oyun yapmayı öğrenebilirim. İyi bir oyunun nasıl yapıldığını biliyor değilim, ama önceden düştüğüm
tuzaklardan sakınabilirim.”
The Blackwell Epiphany [Blackwell Tezahürü]
26
Artık Gilbert kendi yetkinliğini bildiğine göre, bir sonraki projesinde kapsam, uzunluk ve konu bakımından daha tutkulu davranmayı göze alabilir —
Epiphany ’de de böyle yapmış.
“Bütün o dersleri aldım ve Epiphany ’de kullandım,” diye belirtiyor. “Bu
sefer ilk defa bu oyuna bakıyorum ve görüyorum ki nihayet olmuş: hep
kafamda olup asla gerçekten yapamadığım Blackwell oyunu olmuş.”
Peki Gilbert’in bunca yıl macera oyunu tasarlarken öğrendiği bir numaralı
püf noktası nedir? “Bence gerçekten daha tatmin edici macera oyunları size
daha çok keşif ve deney olanağı verenlerdir,” diyor. “Kendi temponuzla yol
almanıza olanak verirler. Oyun kolay olabilir, ki bence bunda sorun yok,
yeter ki oyuncunun zekasının bu kolay bulmacaları çözme yeteneğine saygı
duysun.”
Peki Gilbert’e göre göster-tıkla macera oyunu janrı yakın gelecekte ne
yöne gidecek? Geliştirici bu oyunların seçebileceği en iyi rotayı izlediğine
inanıyor, ve bunun daha ne kadar iteklebileceğini görmek de ona heyecan
veriyor.
“Birçok geliştiricinin dışarıya çıkmayı öğrenmesi önemlidir — ‘kliğin’ dışına demek istemiyorum tam olarak — ama macera oyunlarını sadece macera oyunu hayranları için yapmak daha çekiciydi, çünkü bayağı tecrit olmuş
bir topluluktu,” diye belirtiyor.
“Yani bence bizim en büyük çıkışımız Gemini Rue ile oldu. Ana akım bir
kitleye ulaşmayı bir şekilde becerdik, bu da bize haritada bir yer kazandırdı.
Birdenbire insanlar bize bakıp ‘Vauv’ dediler. Yaptığımız işi seviyorlar.”
Hem oyuncular hem de geliştiriciler artık fark etmeye başladılar ki, diye akıl
yürütüyor Gilbert, göster-tıkla macera oyunları artık genelde düşünüldükleri
gibi düşünülmemelidir.
“Onları macera oyunundan ibaret gibi düşünemezsiniz,” diye belirtiyor.
“Onlar oyundur, ve oyunlar herkes içindir. Onlar öyküdür, ve öyküleri herkes sever. Tehlikeli olan bence ‘Evet şimdi bir göster-tıkla macera oyunu
yapıyoruz!’ denmesiydi, heyecan vermesi beklenen şey buydu — ama artık
bu yetmez. Mesela şöyle olmalı: ‘Uzayda mahsur kalmış bir adam konulu
27
The Shivah: Kosher Edition [Yas: Helal Versiyon]
bir oyun yapıyoruz.’ — insanlara heyecan veren şey budur. Mesele onun bir
macera oyunu olmasından ibaret değildir — hepsi bu olamaz.”
Bunları düşünen Gilbert, geleneksel göster-tıkla oynanış tarzının öyküyle
entegre edilebildiği incelikli dengeleme eylemini tartışıyor.
“Çoğu zaman bayağı cool öykü öğelerini oyundan çıkarırım, çünkü onları
ya etkileşime sokamamışımdır ya da eğlenceli kılamamışımdır,” diye belirtiyor. “Bunu tecrübe etmek eğlenceli mi, yoksa bu olay bir ara sahneden mi
ibaret? Hep bunu düşünürüm: Peki bunu bir tecrübeye nasıl çeviririm, pasif
seyircilikten nasıl çıkarırım?”
“Ve bence iyi macera oyunları bu noktada parlıyor,” diye sürdürüyor. “Bir
kitap ya da film ya da TV gösterisi yapacağınıza neden macera oyunu yaparsınız? Çünkü tecrübenin içindesinizdir, sizin başınıza geliyordur ya da siz
bunu yapıyorsunuzdur. Öyküyü ileri doğru süren fail siz olursunuz, ve kıvırması çok zor bir dengedir, ama becerildiğinde, benzersiz bir tecrübe olur.
Bu janrın en başarılı olduğu nokta budur.”
Gilbert’in gelecek planlarına gelirsek, yakın zamanda başka bir episodik
28
macera oyunu dizisi yapmayı hiç düşünmüyor, orası kesin.
“Şimdiki aklım olsa böyle bir dizi yapmazdım sanırım,” diye kabulleniyor.
“Buna ‘episodik’ demeyi sevmiyorum — her birinin kendi başına durduğunu
düşünmeyi seviyorum — ama tabii ki devam ettirilen bir sürü öykü var.”
“Bence esas mesele müşteri güveninin henüz oluşmamış olması, eğer bir
Telltale değilseniz,” diye ekliyor. “Kimse bitmeyebilecek bir şeye, ya da yakın
zamanda bitmeyebilecek bir şeye yatırım yapmak istemez.”
Oyuncuların Blackwell dizisine besledikleri bütün güvene rağmen Gilbert’in
dediğine göre bu oyunların satışı tek başına çıkan oyunların satışının yanına
bile yaklaşamamış. Geliştirici “Bir şey satın almak tam bir tecrübe almak
için yapılıyor,” diye akıl yürütüyor.
Macera Oyunu Stüdyosu’nu (AGS) da geride bırakacak, bu da cidden
büyük bir olay, şimdiye kadar çıkardığı bütün oyunların içinde tekleyen bir
AGS bulunduğu düşünülürse.
Wadjet Eye Fransisco Gonzalez’in ilk ticari oyunu A Golden Wake’i [Altın
Uyanış] yayınlıyor.
29
“Unity’ye geçiş yapmaya niyetleniyorum, ama hep AGS’ye geri dönüyorum — nasıl çalıştığını biliyorum, ve istediğimi ona nasıl yaptırabileceğimi
biliyorum,” diyor. “Blackwell sonrası bunu yapmak için çok iyi bir vakit
olacak.”
“Ayrıca Janet [Gilbert, karısı ve Wadjet Eye Games CTO’su] bundan sonra
tek bir satır koda bile dokunmamı yasakladı,” diye gülüyor. “The Blackwell
Epiphany, programcı ve tasarımcı/yazar olarak yapabileceklerimin son sınırı
sayılır. Böcek tamiri ve benzeri şeylere çok fazla odaklanırım, oysa kocaman
bölgelerin yazılması ya da yeniden yazılması gerekiyordur. Her şeyi kurgulamakla o kadar meşguldüm ki ‘Off! Yapılacak çok fazla şey var!’ diye biraz
çıldırdım. Ve Janet şöyle dedi: “Sonraki oyunu ya ben programlıyorum ya
da başka birisi programlıyor. Sen sadece tasarıma odaklanmalısın.”
Gilbert’in bundan sonra ne yapmak istediğine dair kişisel bir fikri var, ama
bir sonraki büyük adımı Fransisco Gonzalez’in ilk ticari oyunu A Golden
Wake’i [Altın Uyanış] yayınlamak olacak. Gonzalez bana GDC’de bir demo
yaptı ve bu oyun Wadjet Eye kataloguna yeni ve kesinlikle gayet ilginç
bir ekleme olacağa benzer, L.A. Noire tarzında sorgulama sahneleri var,
oyuncuya birçok tercih sunulmuş.
Gonzalez’in Gilbert’le birlikte çalışmak üzere New York’a taşınmış olması
da bir o kadar ilginç. Artık emektar geliştirici NY kafelerinde laptopuyla
yalnız başına oturmuyor — Gonzalez’le birlikte çalışıyor, ve iki tasarımcı da
bu düzenden inanılmaz mutlu görünüyordu.
Hepsi bu değil. Gilbert ayrıca Ben Chandler’i de Wadjet Eye takımına
çekmiş. Bu isim tanıdık gelebilir çünkü Chandler macera oyunu ortamında
artık çok uzun zamandır dayanak noktası oldu, Eternally Us, Shifter’s Box
ve I Fought the Law, and the Law One gibi oyunlarla.
“Artık Ben benim oldu,” diye gülüyor. “Ona bu işi verebilmek hoş oldu,
çünkü uzun zamandır bu işi onun önünde sallıyor gibiydim, şöyle şeyler
diyordum: ‘Evet, oyunlarımız iyi iş yaparsa seni kesinlikle tam zamanlı işe
alacağız.’ Gündüz işinin onu çok meşgul ettiği bir noktaya geldi, ben de tam
şu anda onu işe almanın daha anlamlı olacağını düşündüm. Böylece bizimle
tam zamanlı çalışabilecek.”
30
TechnoBabylon’un ilk hali. Wadjet Eye yeniden yapımı yayınlayacak
Chandler önceden ücretsiz olan TechnoBabylon oyununun yeni çıkışı üstüne çalışıyor, yaratıcısı James Dearden (Wadjet Eye onu da yayınlıyor) ile
birlikte, ve başka yerlerde Gilbert’a ufak tefek bol bol iş yapıyor. “Çizebilmeyi, yaratıcı olabilmeyi ve meşgul olmayı seviyor,” diye belirtiyor Gilbert.
“Müthiş bir durum, çünkü ona her ay ödeme yapıyorum, o da gerekeni yapıveriyor, bakıcılık etmem gerekmiyor. Yapmayı öyle çok seviyor ki, müthiş.”
Peki ya mobile geçmek nasıl olur? Wadjet Eye iPad uyumlu iki oyun
çıkardı — Gemini Rue ve The Shivah — ve Gilbert’in dediğine göre bunlar
fena satmamışsa da PC satışlarının üstüne çıkmamışlar.
“Bu arada ilk üç Blackwell oyununu mobile uyarlıyoruz,” diye belirtiyor.
“Onları bitirdikten itibaren diğer oyunlara odaklanacağız. Bizim için bu kuyruğumuzun uzun olması demek. Daha uzun süren tutkulu işler yapabiliyorsak, eski oyunlarımızın bize hâlâ para kazandırması sayesinde. Yenisini
yapmaktaki motivasyonumuz budur.”
“Sonraki projeme gelirsek, şimdi ne yapacağıma dair bir fikrim var, ama
sanırım kısa bir süreliğine mola vereceğim.”
31
Wadjet Eye’ın distopik macerası
Shardlight’ın yapımı
Tim — 10 Nisan 2016 — indiegames.com
Shardlight [Kırık Işık], son yayınlanan Wadjet Eye oyunu, ölümcül bir hastalığın dadandığı kasvetli bir gelecekte geçen bir göster-tıkla [point-and-click]
macera oyunu. Öyküde anlatılan genç kadın Amy Wellard salgına yakalanmış bir tamircidir ve hayatta kalmak için bir panzehir bulmak zorundadır.
Fransisco Gonzalez ve Ben Chandler’in ortak buluşu Shardlight’ın başlangıçta ortaçağ dönemlerinde geçeceği ve Kara Vebaya odaklanacağı düşünülmüştü. Fakat biraz düşündükten sonra bu fikir evrilerek, bir hastalığın
taşıyıcılarını yavaş yavaş öldürdüğü ve hayatta kalan nüfusun pek fazla umudunun kalmadığı felaket-sonrası bir öykü oldu.
32
Gonzalez Shardlight’ın esinlendiği Children of Men, V for Vendetta, Hunger Games gibi film ve kitapları sayıyor. Arkane Studio ve Bestheda Softworks’ün Dishonored [İtibarsız] oyunu da tesirli bir rol oynamış.
Hayranları 2013’te ikilinin çıkardığı küçük Shardlight öncüsü projeyi anımsayabilir, tanıdığımız estetik tasarım orada da vardı. The Rebirth/The Reaper [Yeniden Doğuş/Azrail] adını taşıyan bu teaser oyun Gonzalez’in dediğine göre bir AGS (Adventure Game Studio) topluluk yarışması için yaratılmış.
Adına uygun “Bir Hafta Bir Oda” yarışmasında, geliştiriciler bir hafta ayırarak tek bir odada vuku bulan bir oyun yaratmaya davet ediliyor. “Shardlight’ın fikri zaten o noktada gelişmişti ve temel öykü zaten yazılmıştı,”
diyor Gonzalez. “Eğlenceli bir iş yapmak ve dünyadaki hissiyatı almak için
bu yarışmanın büyük bir fırsat olduğuna karar verdik.”
“Zaten Ben oyunun görsel tasarımını getirmeye başlamıştı,” diye ekliyor,
“biz de Shardlight dünyasında küçük bir teaser oyunu yapıp insanları inşa
ettiğimiz dünyaya hazırlamaya karar verdik.”
Gonzalez bir bulmaca tasarladığında çoğu zaman öyküde nasıl bir rol oynayacağını, o noktaya uygun gelecek engelin ne olacağını düşünüyor. “Bana
33
göre bulmacaları çıkarmak macera oyun tasarımının en çetin yanıdır,” diye
belirtiyor Gonzalez. “Gerçeklikte temellenen ya da oyun dünyasının hakikatine uygun mantık bulmacalarına çok inanıyorum. Sonuçta kolay tarafta
kalma eğiliminde oluyorlar.”
Shardlight’ın en zorlu bulmacası olan karatahta bulmacasının, oldukça
ayırt edici olduğunu söylüyor. Kimi insanlar şahane bulurken kimileri bulmacayı sinir bozucu ve çözümünü fazla muğlak buluyor.
“Bazı şeyleri dışarıda bırakmamız gerekti çünkü eğlenceli değildiler,” diye
devam ediyor Gonzalez. “Örneğin Tıp Bakanlığındaki bir bölümde iz sürebilmek için yere temizleyici dökerek açığa çıkan lekeleri takip ederek Merkez
Depoya ulaşmanız gerekiyordu.”
“Ayrıca pikap bulmacasında geçici bir dönertabla [turntable] bulmanızı
gerektiren ek bir adım vardı,” diyor Gonzalez. “Çözmek için çiftlikten bir
pasta getiriliyordu ama bunu mantıklı ya da gerekçeli kılmanın yolu yoktu,
o yüzden tamamen kaldırıldı.”
İzahat [commentary ] özelliğini, The Shivah’ta [Yas] ilk kullanıldığı zamandan beri hayranlar çok beğenmiş, ki Dave Gilbert’in Wadjet Eye Games
etiketinin çıkardığı ilk macera oyunuydu bu. Shardlight’ta da bütün takım
34
oyunun hepsinin üzerinden geçerek insanların duymak isteyebileceğini düşündükleri şeylerin listesini yapmışlar.
“Bunların çoğu bir fikrin nereden çıktığıyla ya da bir şeyin nasıl kodlandığıyla ya da belki bir konuşmada fazla bariz olmayan bir altmetinle ilgili
şeyler,” diyor Gonzalez. “Düzenlemede çıkarılan hiçbir şey yoktu aslında.
Kaydettiğimiz her şey oyuna dahil olabildi.”
Shardlight’ı yaparken AGS motorunu kullanmak bile zaman zaman zorluklar yaratmış ve bunun tek nedeni takımın oyunun iyi görünmesini istemesi
değilmiş. “Oyunun derlendiği ilk AGS versiyonunda karakter portreleri için
alpha harmanlama [alpha blending] desteği yoktu,” diye kafa yoruyor Gonzalez. “Sonuçta her portrenin etrafında pikselli tuhaf bir hale oluyordu, o
yüzden portreler için ayrı bir GUI oluşturmamız gerekti.”
“Her portre sureti [sprite] için boş bir manken suret sokmamız ve düzgün gözüksün diye suret numarasını değiştirmemiz gerekmişti,” diye devam
ediyor Gonzalez. “Neyse ki bu mesele sonradan tamir oldu.”
Shardlight daha geçen ay çıktı ve Gonzalez şimdiden bir sonraki projesi
üstüne çalışıyor. Şu anda tasarladığı oyun, bir Victorya dönemi alternatifinde geçen steampunkımsı bir dedektif oyunu. Edgar Allan Poe ve Charles
Dickens eserlerinin çok büyük tesiri var.
35
“Oyunun içinde çoklu vakalar olacak, ve her birinde çoklu çözüm düzeyleri olacak, yani bir uçta bütün ipuçlarını bulup hepsini çözebileceksiniz,
öbür uçtaysa her şeyi tamamen kaçırıp vakayı çözemediğinizi bildirmeniz
gerekecek,” diyor Gonzalez.
Bu esnada Chandler Unawoved [İnkârda] adlı yeni bir oyun üstüne Gilbert’le sıkı çalışma içinde. “New York kentinde geçen bir şehir düşlemi [fantasy ] bu, Blackwell’e çok benziyor, ama belki ton olarak Vampire the Masquerade’e [Vampir Maskara] biraz daha yakındır,” diye belirtiyor Chandler.
“Benim 320×240’tan daha büyük çözünürlükte yapacağım ilk gerçek proje
bu, ben de yıllarca duraksadıktan sonra artık nihayet bunu denemeye kendimi hazır hissediyorum.”
“Yıllardır böyle bir anlatıya grafik yapmak istemiştim, o yüzden bu benim
için çok tatmin edici bir proje,” diye sonuca bağlıyor.
36
İşçiler İlerlemekte: Özel Edisyonla
Daha Zor İlerleyin
Konstantinos Dimopoulos — 16 Mart 2016 — gnomeslair.com
Bir süre önce duyurmuştum ve sonunda oldu. Huzzah! Hemencecik ve mümkün olan en sihirli yoldan yepyeni İİ geldi ve artık o bir İİ değil, o yüzden,
lütfen, İşçiler İlerlemekte: Özel Edisyon — Daha Zor İlerlemekte’ye
hoşgeldin demek için biraz zaman, oynamak içinse daha çok zaman ayırınız.
Benzersiz bir Yunanistan’ın-işçi-sınıfı-ol simülasyonudur, ve lectronice’in şaşırtıcı twine güçleri sayesinde çok güzel ve cilalı bir metin tabanlı oyundur.
Fakat değişen tek şey görünüş ve süslü tipografi değil. Aslında oyunun
çoğunu düzenledim ve kısmen yeniden yazdım, oyun şimdi daha kullanışlı,
İngilizce, Fransızca (çeviren EnsembleVide), Türkçe (çeviren Işık Barış Fidaner) ve İspanyolca (çeviren Pablo Martinez) oynanabiliyor. Ha, ve hâlâ
eriştiğiniz her son için bir kitap tavsiyesi bulunuyor!
37
İİ:ÖE-DZİ tercih ettiğiniz tarayıcıyla philome.la üzerinden çevrimiçi oynanabiliyor ya da çevrim dışı oynamak için çeşitli kaynaklardan indirilebiliyor.
Hatırlatma: Patreon aracılığıyla vereceğiniz destekler indie oyunculuk (ve
genelde oyunculuk) hakkında sözlerimin ve elbette bizzat oyunlarımın daha
fazlasını yapabilecek kadar uzun yaşayabilmem için gerçekten işime yarayabilir. Teşekkürler!
Konstantinos Dimopoulos — 21 Eylül 2015 — gnomeslair.com
İşçiler İlerlemekte, bitsin diye koşturulmasına ve aslında hiç 1.0 versiyonuna ulaşmamasına rağmen, benim çok sevdiğim, metinli küçük bir politik
simülasyon, ve bir mucize eseri neredeyse popüler olabildi. Ayrıca kendine
birkaç tanıtım yazısı yazdırıp Türkçe ve İspanyolca’ya birkaç güzel çeviri yaptırarak beni çok gururlandırdı ve, kabul edilmeli, bu oyun gerçekten daha
iyisini hak ediyor.
38
Artık İİ gerçekten gereksindiği dikkatin hepsini kazanacak çünkü nihayet
onun taze, yeni Özel Edisyonu üstüne çalışmaya başladım, ki –en azından–
metinleri cilalanmış, typoları düzeltilmiş, İspanyolca ve Türkçe’ye çevrilmiş,
estetik bir muayeneden geçmiş halde ve şurasında burasında yapılacak birkaç
değişiklikle gelecek.
Ama hepsi bu değil. Zaman bulup fazladan bir mili katetmeye çalışacağım:
oyunun Yunancaya çevrilmesi, daha çok içerik ve yeni dallar eklenmesi, ses ve
müzik ayarlanabilir mi diye bakılması, mutlaka birkaç illüstrasyon yapılması
ve mümkün olan en iyi İşçiler İlerlemekte’yi imal etmek için daha başka
dillerde çeviri avına çıkılması.
Eğer yardım etmek isteyeceğinizi düşünüyorsanız, farklı çeviriler katarak,
grafik, müzik üreterek (ya da Twine’da nasıl ses ve müzik katılabileceğine
dair içgörü sağlayarak) ya da oyunun stil koduyla zekice bir şeyler yaparak, o
zaman ne güzel, lütfen bana bir mesaj yazın. Sizinle bu küçük proje üstüne
çalışmayı çok isterim.
Ve, diğer herkes, endişelenmeyin. Dünyalı Öncelikleri yavaş yavaş ama
güzelce ve en önemlisi emin adımlarla ilerliyor. Aramızdan birileri ölmeden
hazır olacaktır.
Hatırlatma: Patreon aracılığıyla vereceğiniz destekler indie oyunculuk (ve
genelde oyunculuk) hakkında sözlerimin ve elbette bizzat oyunlarımın daha
fazlasını yapabilecek kadar uzun yaşayabilmem için gerçekten işime yarayabilir. Teşekkürler!
39
Büyük İskender
Iron Maiden6 — 1986 — Somewhere in Time7
“Oğlum kendine başka bir
Krallık ara, zira ardımda kalan
sana çok küçük gelir”
(Makedonya Kralı Filip – M.Ö. 339)
Doğuya doğru
Antik Yunanistan’da
Makedonya denen antik ülkede
Bir oğul doğdu
Makedon Filip’e
Efsane çocuğun adı İskender
Ondokuz yaşında
Makedon Kralı oldu
Ve tüm Ön Asya’yı kurtarmaya ant içti
Ege Denizi kıyısında
M.Ö. 334’te
Pers ordularını çok ağır yendi
Büyük İskender
Adıyla korku saldı insanların kalbine
Büyük İskender
Efsane oldu ölümlü insanlar içinde
6 Demir
Kız
Bir Yer
7 Zamanda
40
Kral Üçüncü Daryus
Yenilince kaçtı Pers ülkesinden
İskitler düştü Seyhun nehri kıyısında
Mısır da geçti sonra Makedon Kralın eline
Onun kurduğu kentti İskenderiye
Dicle nehri kıyısında
Yine karşılaştı Kral Daryus’la
Ve gene ezdi onu Erbil savaşında
Girdiğinde Babil’de
Ve Susa’da hazineler buldu
Perslerin başkenti Persepolis’i aldı
Büyük İskender
Adıyla korku saldı insanların kalbine
Büyük İskender
Tanrı oldu ölümlü insanlar içinde
Frig Kralı bir kağnı arabası bağlamıştı
Ve İskender kesti ‘Gordiyon düğümü’nü
Ve efsaneye göre kim bu düğümü çözerse
Asya’nın hakimi o olacaktı
Dört bir yana yaydı Helenizmi
Öğrenmiş Makedon zihnini
Kültürleri batılı yaşam tarzıydı
Hıristiyanlığın yolunu hazırladı
Yürüyerek, yürüyerek
Savaştan bitkinler yan yana yürüyerek
İskender’in ordusu sıra sıra
Gitmemiş artık peşinden Hindistan’a
Yorulmuş kavgadan, acı ve görkemden
41
Büyük İskender
Adıyla korku saldı insanların kalbine
Büyük İskender
Ateşlenip öldü Babil’de
(Alexander the Great)
42
Mecaz üzerine
Jacques Lacan — 1958-1959 — Seminer 6: Arzu ve yorumlanışı, s. 114
Dilin ilkel biçiminde sıfat işlevini üstlenen şeyin mecazlar olduğu söylenmiştir. Öznede bunu confirm ederiz, gerçi burada kendimizi ruhun gizemli
ilkel bir işletimi karşısında bulmayız, dildeki yapısal bir gereklilik karşısında
buluruz: İmlenen düzeninde bir şey doğurulacaksa, bir imleyenin başka bir
imleyenin yerine geçirilmesi zorunludur.
Bana diyeceksiniz ki: Sen bunu nerden biliyorsun? Yani sen niye “hav
hav”ın köpeğin yerine geçirilmesini öne sürüyorsun. Öncelikle size derim ki
yaygın –ve yakın zamanda bana getirilmiş– bir gözleme göre çocuk, köpeğe
“hav hav” diyebildiği andan itibaren, köpekle kesinlikle hiçbir alakası olmayan bir sürü başka şeye de “hav hav” diyecektir, böylece dolaysızca gösterecektir ki buradaki esas mesele aslında işaretin imleyene dönüştürülmesidir:
Bu imleyen çok çeşitli yerine geçirmelerle o anda hiçbir önemi kalmayan
şeyler bakımından, başka imleyenler ya da gerçeğin birimleri olabilen şeyler bakımından test edilir. Çünkü buradaki mesele imleyenin kudretinin test
edilmesidir.
Bunun doruk noktası –size bahsettiğim bilimsel konuşmanın sonunda dediğim şey bununla ilgiliydi– çocuğun en yüksek yetke ve en müthiş ısrarla
şöyle bildirdiği kararlaşma anıdır: Köpek “miyav” der, ya da kedi “hav hav”
der. Kesin bir kararlaşma noktasıdır bu, çünkü ilkel mecaz, ki saf ve basitçe imleyici yerine geçirmeyle teşkil edilmiştir, bu anda, imleyici yerine
geçirmenin uygulanışıyla, nitelendirme kategorisini doğurur.
43
Yasaya rağmen Lacan
Jacques-Alain Miller — 2011 — Lacanian Ink 39, “Lacan’ın Hayatı”
Bu “yasaya rağmen” ne anlama gelir, eğer ciddiye alacaksak? Lacan ihlalciliğini gururla ilan etmiştir, ve o ihmalciyi oynar, işe yaramazı, serseriyi oynar.
Genet, hatta belki Rimbaud buna başka adlar verirdi. Lacan, o halde, ilk
başta, öğretisinin en başında, Ödipal yasanın merkezi olan “Babanın-Adı”nı
icat edendir, ama kendinin de yasaya rağmen olduğunu söylemeden ortadan
kaybolmak istemez.
Lacan aslına bakılırsa yasaya kafa tutan biriydi, en küçük detaylarına kadar.
Lacan yanınızda yolcu koltuğunda otururken arabayı sürmek hiç başınıza
gelmemiştir, ama bilmelisiniz ki, onun “kesinlikle tahammül edilemez” bulduğu bir şey varsa, o da kırmızı ışıklarda durmaktı. Onun hatırı için kırmızı ışıklarda geçecek kadar ileri gitmedim, ki kendi sürdüğünde bunu hep
yapardı, ama hep yeşil ışığa denk gelmeye uğraşırdım. Ama bir seferinde,
iskelelerde, rue de Lille yakınlarında, kırmızı ışıktan kaçamadım. O zaman
Lacan yetmişbeş ya da yetmişaltı yaşındaydı. Kapıyı açtı, dışarı adım attı,
yaya yoluna çıktı, ve kendi başına devam etti, ağır ağır yürüdü, adeti olduğu gibi başını eğerek. Oğlak burcudur, Capricorn, ve bu burçta olanların
tabiatına dair yapılan tarifler, her astroloji çalışmasında, ona eldiven gibi
uyar. Işıkların öbür tarafında onu arabaya geri bindirmeyi becerdim. Ama
bu akıldışı görünen davranışı onun yasaya rağmen‘inin bir formülden ibaret
olmadığını çok iyi gösteriyor. Durdurucu tüm işaretler karşısında saf ve ba44
sit bir tahammülsüzlüğü var gibiydi. Bu, denebileceği gibi, onun katlanılmaz
olanıydı, onun kendi gerçeğiydi.
Kızının bana anlattığı da şöyle.
Kuzey İtalya’dan onu alıp Uluslararası Psikanaliz Derneği Kongresi’nin yapıldığı Stockholm’e onu arabayla götürüyor. Yıl 1963, kongrenin konusu dişi
cinselliği; Lacan’ın yürütme oturumundaki yerini İdareci kaldırıyor, Dolto’yla
birlikte, bu da onun “afarozu” olacak, Lacan’ın sonraki yıl diyeceği gibi. Judith çok iyi araba sürer, düzenli, ortalama bir hızda, ve babası memnundur,
mutludur. Kızı onun kırmızı ışıklara dayanamadığını bilir, bu yüzden, hiç
rastlamayacak şekilde ayarlar. 500 kilometre boyunca mucize gibidir: tek
bir kırmızı ışık bile yok! Kız hoşnuttur. Langres’dan çıkarken bir demiryolu
geçidine gelirler: bir tren geliyordur, bariyer iniyordur. Ve Lacan şöyle der:
“Seni bunca yoldan hiç getirmemeliydim.”
İnsanlar Lacan gibi davranacak diye korkmalı mıyım? Ötekiyle böyle bir
ilişki, yasaklarının en meşrusuyla, böyle bir sabırsızlık ilişkisi, herkese verilmemiştir. Burada bulduğunuz etik çok sıradışı bir oluş şeklini adlandırır.
Lacan Sainte-Anne Hastanesi’nde tıp stajı yaparken kendi uydurup personel
odasının duvarına astığı sloganı alenen nakletmiştir: “Deli olmayı dileyerek
deli olunmaz.” Bir doktor, psikiyatrist, profesör, itfaiyeci olmak – bunları
insan fiilen dileyebilir, ama deli olmak oluşun başka bir boyutudur. O halde,
Lacan olmayı dileyerek de Lacan olunmaz.
45
Otoyol
Jacques Lacan — 1955-1956 — Seminer 3: Psikozlar, s. 290
Yol, işte ele almaya değecek bir imleyen – yol, çeşitli ulaşım araçlarınızla
seyahat ettiğiniz otoyol, Mantes’tan Rouen’e giden yol mesela. Paris demeyeceğim, o özel bir vaka.
Mantes ve Rouen arasında bir otoyol bulunması, tek başına, araştırmacının
tefekkürüne kendini sunan bir olgudur.
Varsayalım ki –böyle otoyollara çok seyrek rastlanabilen güney İngiltere’de
olduğu gibi– Mantes’tan Rouen’e gitmek için bir dizi tali yoldan geçmeniz
gerekiyor, Mantes’tan Vernon’a sonra da Vernon’dan bilmemnereye giden
yollar gibi. Bunun tecrübe edilmesi, tali yollar dizisiyle otoyolun hiç aynı
şey olmadığının farkına varılmasına yeter. Sırf sizi pratikte yavaşlatmakla
kalmaz, çıkış noktasıyla varış noktası arasında ne olup bittiğine dair davranışınızın anlamını tamamen değiştirir – hiç otoyol olmadan bütün bölgenin
tali yollar ağıyla örtüldüğü hayal edilirse, a fortiori [daha da böyledir ].
Otoyol kendi içinde varolan ve dolaysızca tanınabilen bir şeydir. Bir patikadan, çalılıktan, yamaçtan ya da yerel tali yoldan çıktığınızda, bir otoyola
geldiğinizi dolaysızca anlarsınız. Otoyol bir noktadan diğerine uzanan bir şey
değildir, uzam içinde yayılmış bir boyuttur, kaynak bir gerçekliğin mevcutlaşmasıdır.
Otoyolu örnek seçtim çünkü o, Mösyö de la Palice’in8 diyeceği gibi, bir
iletişim yoludur.
Otoyolun bir noktadan diğerine gitme aracından ibaret olduğunu düşünerek, burada banal bir mecaz yapıldığı izlenimini edinebilirsiniz. Yanlış.
[Mistake.]
8 ç.n.
Mösyö de La Palice diye birisi yok, bariz doğruları ifade eden bir deyim bu.
46
Otoyol, ekvator ormanı boyunca yürüyen fillerin açtığı patikalarla hiç aynı
şey değildir. Bu patikalar her ne kadar önemli gözükseler de, fillerin geçişinden başka hiçbir şey değildirler. Kuşkusuz bu hiçe sayılamaz çünkü
fillerin göç etmesinin fiziki gerçekliğiyle desteklenir. Dahası bu geçişin bir
yönü vardır. Bu patikaların, bazen öne sürüldüğü gibi, mezarlıklara götürüp götürmediğini bilmiyorum, pek efsanevi gözüküyor bu –kemik depoları
olabileceği sanılıyor– ama fillerin patika üzerinde güçten düşmedikleri kesin.
Otoyol ile fil patikası arasındaki fark şudur: Biz kendi yolumuzda dururuz
–ve Paris tecrübesi ön plana çıkar– yol üstünde o kadar dururuz ki toplaşmalar biçimleriz ve bu geçiş yerlerini neredeyse geçilemez kılacak kadar
viskozlaştırırız.
Otoyollar üzerinde çok başka bir sürü şey olur.
Bazen öyle olur ki otoyola niyetli ve maksatlı olarak gireriz ama sonra
dönüp gene tekrar geri geliriz. Bu yola çıkış ve geri dönüş hareketi de gayet
özseldir, burada izi sürülen aşikar bir olgudur: Otoyol sadece her çeşit konut
ve ikamet yerlerinin toplaştığı bir saha olmakla kalmaz, o ayrıca imleyen
oluşuyla anlamları kutuplaştıran bir sahadır da.
Otoyol kenarında evler inşa edilir, yükselip yayılan bu evlerin otoyola bakmaktan başka hiçbir işlevleri yoktur. Tam anlamıyla, otoyol, insan tecrübesinde inkar edilemez bir imleyen olduğu için tarihin bir aşamasını belirtir.
47
Otomobil ve Homo Psychologicus
48
Deja Vu
Iron Maiden9 — 1986 — Somewhere in Time10
Gördüğün tanıdık yüzleri
Nerden tanıdığını hatırlamazken
Acaba yanılıyor musun?
Gittiğin belirli yerleri
Hiç görmemiş olduğunu bildiğinden
Acaba emin misin?
Çünkü bilirsin ki olmuştu önceden
Ve bilirsin ki bu gerçek bir an
Ve bilirsin Deja Vu olunca
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
Fark ettin mi hiç konuştuğun şeyi
Önceden de konuşmuş olduğunu
Tuhaf değil mi?
9 Demir
Kız
Bir Yer
10 Zamanda
49
Sezdin mi hiç konuştuğun kişinin
Birazdan sana neler diyeceğini
Sanki hazırlanmış gibi
Çünkü bilirsin ki duymuştun önceden
Ve bilirsin ki bu gerçeküstü bir an
Ve bilirsin Deja Vu olunca
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
Sanki buraya gelmişim önceden
(Deja Vu)
50
Psikoloji nedir?11
Georges Canguilhem — 1958 — EN: R. Groome
Psikologun “psikoloji nedir” sorusuyla olan derdi, filozofun “felsefe nedir”
sorusuyla olan derdinden daha fazla gibidir. Zira felsefede anlam ve öz sorusu felsefeye bir yanıt sağlamaktan çok felsefeyi oluşturur. Dahası, kendini
filozof sayacaklar açısından, bu sorunun bitimsizce yeniden doğuşu, tatmin
edici bir yanıttan yoksun kalışı, alçakgönüllülük sebebidir, alçalma sebebi
değildir. Ama psikoloji açısından, onun özüne dair bu soru, ya da mütevazı
olursak onun kavramına dair bu soru, psikologun varoluşunu da sorgulanır
kılar. Böyledir, çünkü eğer psikolojinin ne olduğu sorusuna tam bir yanıt verilemezse, psikologun ne yaptığı sorusunu yanıtlamak da zor olur. Psikologun
bir uzman olarak kendi taşıdığı önemin gerekçesini araması ancak belirsiz
bir yararla olur, ki bu önemin verilmesi elbette hiçbir psikologu gücendirmeyecekse de, bir filozoftan geldiği takdirde, aşağılık kompleksine neden
olacaktır.
Psikologun yararının tartışılır sayılmasından, bunun yanılsamalı olduğu anlaşılmamalıdır: bununla kastedilen sadece bu yararın pek iyi saptanmamış
oluşudur kuşkusuz, bir bilimin uygulanmasıyla sağlanan hiçbir kanıtı olmamasıdır. Demek ki psikolojinin statüsü sabitlenmemiştir, kompozit bir
ampirisizmden, harfiyen kendi öğretilme gayesi bakımından kodlanmış bir
ampirisizmden daha fazlası veya daha iyisi sayılması gerektiği söylenemez.
Aslında, bir sürü psikoloji çalışmasında, özensiz felsefe, lüzumsuz etik
11 ç.n.
Fransızcadan İngilizceye çevirisinden Türkçeye çevrilmesi sürmekte olan Fransızca makalenin Türkçeye yapılan çevirisinin Fransızca kaynak metinle karşılaştırılarak
gözden geçirilmesi için Fransızca bilen sosyal psikoloji doktoru redaktör aranmaktadır.
Adayın artık Lacancı olması değilse de Lacancılığa karşı takındığı düşmanca tutumunu
terk etmesi şartı aranacaktır.
51
ve denetimsiz tıbbın bir karışımının bulunduğu izlenimi edinilebilir. Böyle
çalışmalar özensiz birer felsefedir, çünkü psikoloji nesnellik bahanesi altında
eklektiktir. Bunlar lüzumsuz birer etiktir, çünkü psikoloji etnolojik deneylerle
itirafçı, eğitimci, şef, yargıç, vb. arasında eleştirmeksizin eşleştirme yapar.
Bunlar denetimsiz birer tıptır, çünkü en akıl almaz ve en iyileştirilemez
üç çeşit hastalığın çalışılması ve tedavisi düşünülürse –deri hastalıkları, sinir
hastalıkları ve zihin hastalıkları–, bunların son iki tanesi her zaman psikolojiyi
gözlem ve hipotezlerle donatmıştır.
Dolayısıyla da görülebilir ki bu talep, “Psikoloji nedir?” diye öne sürülen
bu soru, ne yersizdir ne de boştur.
Bilim kavramının karakter birliği uzun zamandır bilim nesnesi yönünde
arandı. Nesne, özelliklerinin çalışılmasında faydalanılacak yöntemi dikte edecekti. Ama sonuçta bu, bilimi, keşfettiği sahadaki bir verinin [donné] araştırılmasıyla sınırlamak demekti. Bilim kavramı, kendi sahasını edinen her
bilimin az çok kendi verilerini [donné] yonttuğu görüldükçe, giderek bilimin
nesnesinden çok yöntemine dayanır oldu. Daha kesin olarak, “bilim nesnesi”
ifadesi yeni bir anlam kazandı. Bilim nesnesi artık çözülecek problem ve engellerin özgül sahasından ibaret değildi, aynı zamanda bilim öznesinin niyeti
ve amacıydı. Demek ki o bizzat kuramsal bilinci teşkil eden özgül projeydi.
“Psikoloji nedir?” sorusu, psikolojideki yöntembilimsel projelerin çokluğu
karşısında, psikoloji sahasının birliğini ortaya çıkararak yanıtlanabilir. Bu
türde harika bir yanıtı Prof. Daniel Lagache 1947’de vermişti, Edouard Claparède’nin 1936’da getirdiği bir soru üzerine12 . Burada psikolojinin birliği,
genel bir icra [conduite] kuramı tanımlamakta aranır: deneysel psikoloji, klinik psikoloji, psikanaliz, sosyal psikoloji ve etnolojinin bir sentezinde aranır.
Ama belki yakından bakınca denebilir ki bu birlik daha çok profesyoneller
arası bir eş-varolma paktına benzer, bir dizi vakada açığa çıkan bir tutarlılıkla elde edilen mantıksal bir öze benzemez. Lagache’ın sağlam uyum arayışı
iki eğilim arasındadır: doğalcı (deneysel psikoloji) ve hümanist (klinik psi12 L’unite
de la psychologie, P.U.F., Paris, 1949.
52
koloji) arasında, ki ona göre ikincisinin daha çok ağırlık taşıdığı hissedilir.
Bu da kuşkusuz incelemenin en tartışmalı kısımlarında hayvan psikolojisinin
noksanlığını açıklar. Elbette klinik, deneysel psikolojiye -ki çoğunlukla hayvanlara dair bir psikolojidir- dahildir, fakat bu klinik, deneysel psikoloji yönteminin uygulanacağı bir madde olarak kapatılmıştır. Aslında bir psikoloji,
nesnesine bağlı kalmadan, yalnızca yöntemine bakılarak deneysel sayılamaz.
Öyle görünmese bile, psikolojiye klinik, psikanalitik, sosyal ya da etnolojik
denilmesi, yönteminden çok nesnesi yoluyla olur. Bütün bu sıfatlar tek ve
aynı çalışma nesnesini belirtir: İnsan, konuşkan veya suskun, sosyal veya
asosyal insan. Acaba burada genel bir icra kuramından özenle bahsedilmesi
mümkün müdür, insan diliyle hayvan dili arasında, insan sosyetesiyle hayvan sosyetesi arasında bir süreklilik mi yoksa bir kopuş mu olduğu sorusunu
çözmemişken? Bu noktadaki kararın filozoftan gelmeyip bilimle bulunması,
aslında psikoloji de dahil birçok bilimle bulunması mümkündür. Ama kendini tanımlamak üzere, psikoloji, yargı bildirmeye çağrıldığı bu şeye önyargı
bildiremez. Aksi halde genel bir icra kuramı olarak kendisini öneren bu psikolojinin kendi insan fikrini imal etmesi kaçınılmaz olur. Demek ki filozofun
psikologa bu fikrin nereden geldiğini sormasına, acaba yoksa bu fikrin aslında
bir felsefeden mi geldiğini sormasına müsaade edilmesi gerekir.
Bu temel soruya, psikolog olmadığımız için, karşıt bir yoldan ulaşmayı
denemek isteriz. Yani sormayı önerdiğimiz şey, psikolojik denen çeşitli farklı
disiplinlere potansiyel birlik sağlayan şeyin bir proje birliği olup olmadığıdır.
Fakat araştırma yordamımız belli bir mesafeyi gerektirmekte. Farklı sahaları ayrı ayrı keşfedebiliriz ve kesişimlerini bularak (Prof. Lagache örneğinde
bu onlarca yıl sürdü) bugünkü hallerini kıyaslayabiliriz. Bu projelerin örtüşüp örtüşmediklerinin araştırılması, her birindeki anlamların ayırt edilmesini
gerektirmekte – sadece psikologun yürütücü otomatizm içinde kaybolduğu
zamanlarda değil, psikologun kışkırttığı bir durumdan proje çıktığı hallerde
de.
“Psikoloji nedir?” sorusuna yanıt aramak, bizim için, o halde, psikolojinin kendi yönelimleri içinde, yani felsefe ve bilim tarihiyle ilişkisi içinde ele
53
alındığı bir psikoloji tarihi çıkarılması mecburiyetine döner. Böyle bir tarih
ister istemez teleolojik olacaktır, çünkü sorduğu sorunun anlamını psikolojinin kaynağındaki muhtelif disiplin, yöntem ve girişimlerde farzedildiği haliyle
iletmek durumundadır – bunlar arasında süregiden ihtilaf da bu soruyu fiilen
meşrulaştırır.
1) Doğa Bilimi Olan Psikoloji
Psikoloji can bilimini belirtse de, bağımsız bir psikolojiye dair herhangi bir fikir ya da olgunun antik felsefi sistemlerde bulunmaması dikkate değerdir, ki
bu sistemlerde psişe veya can doğal bir oluş sayılmıştır. Can üzerine çalışmalar, metafizik, mantık ve fizik arasında bölünmüş halde kalırlar. Aristo’nun
eseri Cana Dair aslında genel biyoloji üstüne bir eserdir ve fiziğe adanmış
yazılarından birisidir. Aristo’dan sonra ve skolastik Okullular geleneğinin ardından 17’nci yüzyıl başındaki felsefe, canı hâlâ bir fizik meselesi gibi ele
alıyordu. Fiziğin nesnesi, canlılık potansiyeliyle örgütlenmiş doğal bedendi.
Bu yüzden fizik, canı, canlı bedenin biçimi gibi13 ele aldı, maddeden ayrı
tutulan bir cevher gibi değil. Bu bakış açısına göre, bilgi organlarını çalışan
fizik, yani harici duyu organlarıyla (olağan beş duyu) dahilî duyu organlarını (ortak duyu, düşlem ve bellek) çalışan fizik, solunum veya sindirim
organlarını çalışmaktan farklı değildi. Can doğal bir çalışma nesnesiydi, bi13 ç.n. Burada “X gibi”yi “X’e benzeyerek” anlamında değil, “as X” “qua X” “X olarak”
“X diye” “X halinde” alternatifi olarak kullanıyoruz. Yani “X gibi” deyince X’in kendisine
nazaran bir küçültme veya alçaltma olmadığı bilinsin. X gibi olan şey X’ten aşağı değildir.
Hatta bilakis “X gibi olmak” bizzat X’in taşıdığı en ağır yükü oluşturur.
X bir adlandırma olduğuna göre ve tüm adlandırmalar (dar kapsamlı da olsa) bir mutlaklaştırmaya dayandığına göre, “X gibi” ile “X” arasındaki mesafe, izafiyetle mutlaklık
arasındaki mesafedir. X’in kendisi mutlaklık tarafında olsa bile, X’in taşıdığı ve taşıyabileceği tüm özellikler [attribute] izafiyet tarafında, yani X gibilik tarafında kalır.
İzafiyetle mutlaklık arasındaki bu mesafe, varlık ile mevcudiyet arasındadır.
Mutlaklık olan X, “X gibi”yi mevcut kılar: X’in kendi varlığı kaybedilirse, X gibilik,
varlığı silinen bir mevcudiyet olacaktır. Kavramsal düzeyde “ölüm” tam olarak budur.
Psikanalizdeki “ölüm dürtüsü” mutlaklık-izafiyet diyalektiğinde izafiyetin hakim olmasını
belirtir, izafiyetin mutlaklığı sürekli zorlamasını, tekrar tekrar ortadan kaldırmasını belirtir,
yani ölüm dürtüsü, mutlaklığın izafiyet karşısında çaresiz kalmasını belirtir. Bunu belirten temel bir terim “inconsistency” yani bağdaşmazlıktır (inconsistency’ye bağdaşmazlık,
incoherence’a tutarsızlık diyoruz, bkz. şu yazıdaki dipnot).
54
çimler hiyerarşisinde bir biçimdi, fakat canın öz işlevi biçimler bilgisiydi.
Doğa kuramında ilk [original] ve evrensel anlamıyla can bilimi, fizyolojinin
bir alanıydı.
Kopuş olmaksızın bu antik kavrayış modern psikolojinin bir tarafına kadar
gelir: Nöro-fizyolojiye, ki uzun zaman psiko-fizyolojiye özgü sayılmıştır (bugünse diğer şeylerin yanısıra psiko-endokrinolojiye özgü sayılmaktadır), ve
tıbbi bir disiplin sayılan psiko-patolojiye kadar gelir. Modern fizyolojinin başarısına olanak veren iki devrimi, Harvey’in dolaşım kuramı ve Lavoisier’in
solunum kuramını, aynı önemdeki bir başka kuram önceledi: Bu devrim
ise, Galien’in klinik ve deneysel olarak duyumsama ve hareket organının
can değil beyin olduğunu, canın beyne dayandığını saptamasıydı. Aristocu
doktrinin aksini gösteren ve Alkmaion, Hipokrat ve Plato’nun öngörülerine
uygun olan Galien devrimi, İskenderiye, Herophile ve Erasistrate Okulu doktorlarının çizgisine uygundu. Bu gelenek içinde Galien hakiki ve kesintisiz
bir araştırma kuşağı kurdu: Yüzyıllarca süren bu ampirik pnömatolojinin
temelindeki hayvan ruhu kuramı, 18’inci yüzyıl sonunda elektro-nörolojinin
gelmesiyle birlikte bir kenara süpürüldü. Psişik işlevlerle ansefalik organlar
arasındaki ilişkileri kavrayışında kesinlikle çoğulcu olsa da, Gall, doğrudan
Galien’i takip etmiştir. Ayrıca Gall, taşkınlıklarına rağmen, 19’uncu yüzyılın
Öte yandan, X gibi olmak, X’in izafi bir belirtisidir. Yani X gibi olan mevcudiyet, X’in
varlığını ancak izafi olarak ortaya çıkarabilir. Demek ki mutlaklığı çaresiz bırakan izafiyetin
kendisi de mutlaklığı belirtmekte yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik bir gizleme biçimi
alır, izafiyet mutlaklığı gizler, ama mutlaklığın yokluğunu gizler. “Gizem” ve “sır” budur.
X gibilik sürekli kendisinden uzaklaşarak X’in yokluğunu gizler. Varlık böylece gizlenen
yokluğun gölgesi olarak sürdürülür. Böylece mutlaklık izafiyete dayanır: İzafi tutarsızlıklar
mutlak bağdaşmazlıkları perdeler. Dönüşümle dönekliği ayırt etmenin zorluğu buradan
gelir.
Mesafenin mutlaklıkla izafiyet arasında olması, asimetrik olması anlamına gelir. Bu
asimetrik mesafenin kendisi uzamsızdır. Uzama yansıtılabilen ve böylece ölçüm yapılabilen simetrik mesafe, iki asimetrik mesafenin karşı karşıya konmasıyla inşa edilir. Çember
ve küre denklemlerinde yarıçapın karesi alınmasının sebebi budur. Gaussian vb. dağılımlarda bulunan varyans, standart sapma vb. parametreler işte bu simetrik mesafe inşasına
dayanır. Resmi gerekçeleri azami entropi ilkesi olsa da bu inşaların gerçek işlevi mesafelerdeki asimetriyi simeriye indirgeyerek uzamlandırmak ve ölçülebilir kılmaktır. İstatistiksel
belirginlik, tolerans, tahammül gibi bütün eşiklendirici yaklaşımların altyapısında böyle simetrikleştirici inşalar bulunduğu saptanabilir. Gereklilik-olumsallık diyalektiğinin ötesinde
mutlaklık-izafiyet diyalektiğinin açığa çıkarılması için tüm bu inşaların yeniden gözden
geçirilmesi ve perdeledikleri asimetrik mesafelerin açık halde formülleştirilmesi gerekir.
55
Broca’ya kadarki ilk altmış yılı boyunca serebral yerelleştirmelere ilişkin tüm
araştırmaların kapsamına egemen olmuştur.
Özetle, psiko-fizyoloji ve psiko-patoloji gibi günümüz psikolojisi de 2’nci
yüzyıla kadar gider.
2) Öznellik Bilimi Olan Psikoloji
17’nci yüzyılda Aristo fiziğinin düşüşüyle birlikte para-fizik olan psikoloji
sona erdi, yani doğal nesnesiyle can bilimi sona erdi, ve bununla ilinti içinde,
öznellik bilimi olan psikoloji doğdu.
Düşünen öznenin bilimi olan modern psikolojinin doğuşunun esas sorumluları 17’nci yüzyılın mekanik fizikçileridir.
Eğer dünyanın gerçekliği artık algı içeriğiyle karıştırılamıyorsa, gerçeklik
eğer duyusal deneyimdeki yanılsamaların indirgenmesiyle elde ediliyor ve
ortaya konuluyorsa, o halde bu deneyimin nitel kalıntısı, gerçeği fol kılar gibi
mümkün olması yüzünden [du fait qu’il est possible comme falsification du
réel], zihne özgü bir sorumluluğu devreye sokar.
Yani bu nitel kalıntı, matematikçi ve mekanikçinin aklıyla, onların vérité [truth] enstrümanı ve gerçeklik ölçüsüyle kendini özdeştirmediği ölçüde,
deneyim öznesini devreye sokar. Fakat bu sorumluluk, fizikçinin gözünde,
kusurdur. Dolayısıyla da psikoloji, zihni suçtan arındıran bir girişim gibi kurgulanır. Fizik karşısında onun projesi, doğanın zihni gerçeklik muhakemesinde hata işlemeye neden mecbur bıraktığını açıklayan bir bilim olmaktır.
Psikoloji, mekanik fizikçinin bilgilenme işlevini uygularken kusurlandırdığı
karşıduyuyu hesaba çeken bir dışsal duyu fiziği işletir.
A) Dışsal Duyu Fiziği
Öznellik bilimi olan psikoloji demek ki başlangıçta psikofiziktir, iki nedenle:
Birincisi, çünkü fizikçilerce ciddiye alınacaksa bir fizikten aşağısı olamaz.
56
İkincisi, çünkü bir doğa içinde, yani insan bedeninin yapısı içinde, insan
varoluşunun gerçekdışı tortularının varolma nedenlerini aramak zorundadır.
Böyle olsa da, fiziğin dalı olan antik can bilimi kavrayışına dönmek burada
söz konusu değildir. Yeni fizik bir hesaplamadır. Psikoloji duyumsamanın
nicel sabitlerini ve bu sabitler arasındaki ilişkileri belirlemeye uğraşarak fiziği
taklit etme eğilimindedir.
Descartes ve Malebranche bunun ön cephesindedir. Règles pour la direction de l’esprit (XII)’de Descartes, duyumsal veriler arası nitel farklılıkları
geometrik figürler arası bir farklılığa indirgemeyi önerir. Duyumsal veriler,
terime özgü anlamda, bir bedeni başka bedenlerce inform ettikleri ölçüde bu
meseleye konu edilirler; dışsal duyumun inform ettiği, içsel bir duyumdur:
“düşlemdir, gerçek ve figürlü bir bedenden başka hiçbir şey değil”. Règles
XIV ’te Descartes özellikle Kant’ın duyumsamaların yoğunluk boyutu dediği
şeyi ele alır (Saf Aklın Eleştirisi, Aşkınsal Analitik ve Algının Öngörülmesi):
Işıklar, sesler, vb. arasında yapılan kıyaslamalar, figürlü bedenin uzanımıyla
analoji içinde kesin [exact] ilişkilere çevrilemezler. Descartes’ın refleks terimi ve kavramını aslında icat etmemiş olsa da uyarılma ve tepki arasındaki
ilişkinin sabitliğini onaylamış olduğu da buna eklenirse, dışsal duyumun matematiksel fiziği gibi anlaşılan bir psikolojinin onunla başlayıp Fechner’e kadar geldiği görülür. Bu da Hermann Helmholtz gibi fizyologların çalışması
sayesindedir – ve Kantçı çekinceler karşısındadır. Bu çekinceleri eleştiren de
Herbart olmuştur.
Wundt bu türdeki psikolojiyi genişleterek deneysel psikoloji boyutuna vardırdı. Bu çalışmalar, mekanikten ve fizikten beklenecek türde evrensel geçerlilik taşıyan analitik bir belirlenimciliğin yasalarıyla “bilinç olgularının”
açığa çıkarılması beklentisiyle desteklendi.
Fechner 1887’de öldü, Bergson’un Essai sur les donnees immediates de
la conscience (1889) tezinden iki yıl önce. Wundt 1920’de öldüğünde çok
iyi eğitilmiş [formé] bazı öğrencileri hâlâ hayattaydı. Bu öğrenciler Biçim
57
[Forme] psikologlarına dışsal duyumun analitik fiziği –aynı zamanda deneysel ve matematiksel– karşısındaki ilk saldırılarda yardımcı oldular. Bu da
Ehrenfels’in biçimin niteliklerine dair gözlemlerine uygundur (Ueber Gestaltqualitaten, 1890): Bergson’un algılanan bütünlükler analizinde açığa çıkan
gözlemlerdir, varsayılan parçalarına baskın gelen organik biçimlerdir (Essai,
Ch. II).
B) İçsel Duyu Bilimi
Fakat öznellik bilimi dışsal duyu fiziğinin detaylandırılmasına indirgenmez;
benlik [Soi] bilincinin bilimi gibi ya da içsel duyunun bilimi gibi sunulur ve
önerilir. Psikoloji teriminin Ben [Ego] bilimi anlamını taşıması 17’nci yüzyıldan itibarendir (Wolff). Bu psikolojiye dair her tarih Descartes’ın Tefekkürler ’iyle başlatığı işin karşı anlamı gibi yazılabilse de ondaki sorumluluğu
taşımayacaktır.
Descartes’ın Tefekkürler 3 ’ün başlangıcında “dahilî”yi ele alarak daha bilinir, daha tanıdık kılmaya uğraşması, Düşünceye yöneliktir. Kartezyen dahilî, Ego Cogito [Düşünen Ben] bilinci, canın kendisini saf anlayış anlamında
doğrudan bilmesidir [connaissance]. Descartes’ın Tefekkürler ’ine metafizik
denmiştir çünkü ‘Düşünüyorum’un varoluşunu dolaysızca yakalayarak doğasını ve özünü doğrudan elde etme iddiası taşırlar. Kartezyen tefekkür kişisel
bir güvenirlik değildir. Ben bilgisine matematikteki özeni ve kişiseldışılığı
veren yansıma, benliğin [Soi] gözlemlenmesi değildir, ki 18’inci yüzyıl başında ruhsalcılar bu savı Sokrat’a öyle tereddütsüzce atfettiler ki Pierre-Paul
Royer-Collard Napoleon’u yokedilemez taht ve sunağının Kendini-Bil, ‘Cogito’ ve İçebakış [Introspection] taşlarıyla döşendiğine temin edebilmişti.
Kartezyen dahilî’nin Aristo’nun “nesneleri dahilî olarak kafada tasarlayan”
içsel duyusuyla hiçbir alakası yoktu, ve görmüş olduğumuz gibi Descartes
bunu bedenin bir tarafı saymıştır (Règle XIII). İşte bu yüzden Descartes’a
göre can kendisini doğrudan bilir ve bedene kıyasla daha kolayca bilir. Bu
olumlamada açıkça ve bilerek yapılan polemik sıklıkla gözardı edilir, Aristo58
cuya göre can kendisini doğrudan bilmez: “Canın bilinmesi doğrudan değil,
ancak yansımayla olur. Zira can herşeyi görürken kendini ancak aynadaki
yansımasıyla görebilen göze benzer . . . can da kendini aynen böyle görür ve
kendini ancak yansımayla ve etkilerini tanıyarak bilir.” Bu sav Descartes’ı
öfkelendirir, Gassendi Tefekkürler 3 ’e yaptığı itirazlarda bu savı ele aldığında Descartes onu şöyle yanıtlar: “Ne göz kendini görür ne de ayna, ruh
ise aynayı da, gözü de, kendini de çok iyi bilir.”
Bu kararlı yanıt skolastik savı ortadan kaldırmaz, ki Maine de Biran “Düşüncenin Bileşimbozumu Üstüne Hatıra”da [Memoire sur la decomposition
de la pensée] bunu bir kez daha Descartes’ın aleyhine çevirir. Onun gibi
Auguste Comte Descartes’ı içebakış imkanına karşı çıkmaya çağırır, yani
Pierre-Raul Royer-Collard’ın Reid’den ödünç aldığı benlik-bilgisi yöntemine
karşı çıkmaya çağırır, ki bu yöntemle o psikolojiyi ruhsal Cevhercilerin deneyci geleneksel savlarını destekleyen bilimsel bir metafizik propedötiğine
çevirmiştir. Bizzat Cournot, dirayetiyle, bu savı tekrar ele alarak şu fikre
uygulamaktan çekinmez: Psikolojik gözlem gözlemcinin Ben’inden çok başkasının icrasıyla ilgilidir, psikoloji bilimden çok bilgelikle ittifak kurar, ve
“Teoremden ziyade aforizmaya çevrilmeleri psikolojik olguların doğasında
vardır.”
Descartes’ın öğretisi iki yoldan hatalı tanınır: Birincisi, ona karşı Ben’in
doğal tarihi gibi bir ampirik psikoloji kurgulamaktır — Locke’dan Ribot’ya,
ve Condillac yoluyla, Fransız İdeologlar ve İngiliz Faydacılar gibi; ikincisi,
onunla birlikte cevhersel Ben sezgisi temelinde bir rasyonel psikoloji kurgulamak ya da bunu kurguladığına inanmaktır.
Bugün halen Kant’ın şu tespitindeki görkem korunur: Wolff, yeni doğanları
‘Kartezyen-sonrası’ (Psychologica Empirica, 1732; Psychologica Rationalis,
1734) diye vaftiz edebilmişse de, onların meşruiyet iddialarını temellendirememişti. Kant’ın gösterdiği gibi, bir yandan, görüngülerin içsel duyumu
ampirik sezginin bir biçiminden ibarettir, zaman ile karıştırılmaya meyillidir;
öbür yandan, Ben, tüm idrak muhakemelerinin öznesi, deneyim örgütlenmesinin bir işlevidir, ama bunun bir bilimi olması imkansızdır çünkü bilimlerin
59
aşkınsal koşulu budur. Doğa Biliminin İlk Metafizik İlkeleri (1786) psikolojinin matematik ya da fizik imgesi altında bir bilim olabileceğine karşı
çıkar. Matematiksel fiziğin varolabilmesiyle aynı anlamda bir matematiksel
psikoloji mümkün değildir. Yoğunluk genlikleri altında algıların öngörülmesi
için, içsel duyum değişimlerine sürem matematiği uygulansa bile, düz doğrusal çizginin özelliklerine sınırlayıcı bir geometri uygulamaktan daha önemli
bir şey elde edilmez. Kimyanın analiz ve sentez işleriyle kurgulanmasıyla
aynı anlamda bir deneysel psikoloji yoktur. Ne kendi üzerimizde ne de başkası üzerinde deneyler yürütebiliriz. Ve içsel gözlem nesnesini başkalaştırır.
Kendi kendini gözlemleyerek şaşırma isteği yabancılaşmaya yol açar. Dolayısıyla da psikoloji ancak tarif edici olabilir. Onun asıl yeri, antropoloji içinde
bir yetkinlik kuramı için propedötik olmak ve bilgelik kuramıyla taçlanmış
bir ihtiyat olmaktır.
C) Yakından Duyu [sens intime] Bilimi
Eğer çürütülmesi istenecek psikolojiye klasik denilecekse, belirtmek gerekir ki psikolojide klasikler hep birilerine göredir. Duyumsalcıların varisi olan
İdeologlar, İskoç psikolojisini klasik sayabilirler, ki o da onlar gibi inductive bir yöntem telkin eder, amacıysa onların aksine ruhun cevherliğini daha
iyi onaylayabilmektir. Fakat Duyumsalcılarla İdeologların atomcu ve analitik psikolojileri, Gestalt Psikolojisi kuramcıları onları klasik psikoloji diye
reddetmezden önce, çoktan [déjà] Maine de Biran’ın romantik psikolojisine
sayılmışlardı. Ona göre psikoloji Günlük Defterin [Journal intime: yakından
defter] tekniği ve yakından duyunun [sens intime] bilimi olur. Descartes’ın
yalnızlığı matematikçinin özdisipliniydi [ascèse]. Maine de Biran’ın yalnızlığı
bir kaymakamın boşbeleşliğidir [l’oisiveté d’un sous-préfet]. Kartezyen ‘Düşünüyorum’ düşünceyi kendi içinde kurar. Birancı ‘İstiyorum’ bilinci kendine
göre, hariciyet karşısında kurar. Ofisine kapanarak, Maine de Biran, psikolojik analizde yapılanın basitleştirme değil karmaşıklaştırma olduğunu keşfetti,
ilkel psişik olgunun bir öğe olmadığını, zaten [déjà] bir ilişki olduğunu, bu
ilişkinin de çaba içinde yaşandığını keşfetti. Onun gibi yetke işlevleri taşıyan,
60
emir veren bir adamdan pek beklenmeyecek iki sonuca ulaştı: Birincisi, bilinç bir kudretle bir direnişin çatışmasını gerektirir; ikincisi, insan, Bonald’ın
düşündüğü gibi, organların hizmet verdiği bir zeka değil, zekanın hizmet
verdiği canlı bir organizmadır. Canın bedenlenmesi gereklidir, dolayısıyla da
biyolojisi olmayan psikoloji olmaz. Benliğin gözlemlenişi ne iradî hareketin
fizyolojisinden, ne de hisselliğin patolojisinden vazgeçer. Maine de Biran’ın
iki Royer-Collard arasındaki hali eşsizdir. Doktriner (Pierre Paul) ile görüştü
ve psikiyatrist (Antoine-Athanase) onu muhakeme etti. Maine de Biran’dan
M. Royer-Collard ile Lüksemburg Bahçesi’nde bir Gezinti’miz [Promenade]
var, onun küçük kardeşi olan Antoine-Athanase Royer-Collard’dansa, Maine de Biran’ın Doktrininin İncelenmesi var. Eğer Maine de Biran Cabinis’i
(İnsanın Fiziki ve Manevi İlişkileri, 1798) okuyup tartışmamış olsaydı, Bichat’ı (Hayat ve Ölüme Dair Araştırma, 1800) okuyup tartışmamış olsaydı,
patolojik psikolojinin tarihi onun adını bile anmazdı. İkinci Royer-Collard,
Pinel’den sonra ve Esquiol ile birlikte, Fransız Psikiyatri okulunun kurucularından birisidir.
Pinel ‘deliler’in [alienés] hem diğerleri gibi hasta olduğunu, cin çarpmış ya
da suçlu olmadıklarını, hem de diğerlerinden farklı olduklarını ve özelleşmiş
hastane hizmetlerinde olduğu gibi, ayrı tutularak bakım görmeleri gerektiği
fikrini savunmuştu. Bicetre ve Salpêtrière’de, Pinel, delilerin terapik tecridinden bağımsız bir disiplin olarak mental tıbbı kurdu. Royer-Collard 1805’te
başhekim olduğu Maison Nationale de Charenton’da Pinel’i taklit etti. Aynı
yıl Esquirol, Tutkuların Mental Yabancılaşmada Sebep, Belirti ve İyileştirici
Araç Gibi Ele Alınması konulu tıp tezini savundu. Royer-Collard 1816’da
Paris Tıp Fakültesi’nde adlî tıp profesörü oldu, sonra 1821’de mental tıbbın ilk ünvanını aldı. Royer-Collard ve Esquirol’in, delilerde paraliz çalışan
Calmeil gibi, genel paralizi tanıyıp yalıtan Bayle gibi, çocuklarda mental gerilik çalışmasını başlatan Felix Voisin gibi öğrencileri oldu. Salpêtrière’de,
başkalarının yanısıra Pinel, Esquirol, Lelut, Baillarger ve Falret’nin ardından
1862’de Charcot’nun başına geçtiği bu hizmete dair çalışmaları Theodule
Ribot, Pierre Janet, Cardinal Mercier ve Sigmund Freud izleyecekti.
61
Psikopatolojinin pozitif anlamda Galien’le başladığını görmüştük; 1896’da
psikanaliz terimini yaratan Freud’la tamamlandığını görüyoruz. Psikopatolojideki gelişim diğer psikolojik disiplinlerle ilişkisiz değildi. En az bir yüzyıl
boyunca Biran’ın araştırmaları sonucunda psikopatoloji felsefeyi şu soruyu
kendine sormaya zorladı: Psikolojiye dair fikrini iki Royer-Collard’ın hangisinden almalıydı? Psikopatoloji bu kesintisiz tartışmadaki metafiziğin psikolojiye yönünü miras bırakmasında hem yargıç hem de taraf oldu, ama
fizik ve psişik arasındaki ilişkilere dair sözünden de vazgeçmedi. Bu ilişki
uzun zaman somato-psişik diye formülleştirildi, sonra psiko-somatik oldu.
Bu ters dönüş, başka yerde bilinçdışının taşıdığı anlamı etkileyenin aynısıdır. Eğer psişizm –Descartes’ın haklı ya da haksızca yetkilendirdiği– bilinçle
özdeştirilirse, bilinçdışı fizikî bir düzene aittir. Psişiğin bilinçdışı olabileceği
düşünüldüğünde, psikoloji artık kendisini bilincin bilimine indirgemez. Psişik
artık saklı olan değil, kendini saklayandır (saklanandır); artık yakından [intime] olmakla kalmaz, –Bousset’den alınıp Mistiklere taşınmış bir terimle–
dipsizdir [abyssal] de. Psikoloji yakınlığın bilimi olmakla kalmaz, canın derinliklerinin de bilimidir.
(...)
62
Cennete Giden Merdiven
Led Zeppelin14 — 1971 — Led Zeppelin IV
Parlayan herşeyin altın olduğundan emin bir hanımefendi
Cennete giden bir merdiven satın alacak
Oraya gidince bilir ki tüm dükkanlar kapalı da olsa
Bir sözle elde edebilir alacağı şeyi
Ah ah ve cennete giden bir merdiven satın alacak
Duvarda bir ibare var ama o emin olmak istiyor
Zira bilirsiniz bazen sözlerin iki anlamı olur
Dere kenarındaki ağaçta bir kuş var şarkı söyler
Bazen tüm düşüncelerimiz kuşkuya kapılır
Ah ben de merak ediyorum
Ah ben de merak ediyorum
Batıya baktığımda gelen bir hissiyat var
Ve ruhum gidiyorum diye ağlar
Düşüncelerimde yükselir ağaçlardan duman halkaları
Ve durup bakanların sesleri
Ah ben de merak ediyorum
Ah ben de gerçekten merak ediyorum
14 Kurşundan
Zeplin
63
Ve fısıltılar diyor ki yakında eğer hepimiz ezgiyi çalarsak
Kavalcı bizi aklın yoluna ulaştıracak
Ve durup katlananlara yeni bir gün doğacak
Ve ormanlar kahkahayla yankılanacak
Kenardaki ağaçlarda telaş var diye hemen endişelenme
Mayıs kraliçesine bahar temizliği yapılıyordur sadece
Evet seçebileceğin iki yol var ama uzun vadede
İzlediğin yolu değiştirmeye vaktin olacak yine
Ve ben de merak ediyorum
Başın uğulduyor ve geçmeyecek, söyleyeyim bilmiyorsan
Kavalcı seni çağırıyor ona katılmaya
Sevgili hanımefendi rüzgarın esmesini duyarsın? Ve bilirsin ki
Merdivenin fısıldayan rüzgarda uzanmakta?
Ve biz yoldan aşağı kıvrılıp giderken
Gölgelerimizin boyu canlarımızdan uzundur
Hepimizin bildiği bir hanımefendi geçer
Beyaz ışıkla parlar ve göstermek ister
Herşeyin gene nasıl altına döndüğünü
Ve çok dikkatle dinlerseniz eğer
En sonunda ezgisi size gelecektir
Herkes bir ve biri herkes olduğunda
Kaya olup da yuvarlanmadığında
Ve o cennete giden bir merdiven satın alacak
(Stairway to Heaven)
64
Irmağın kenarında
Bırakacam sırtımdaki yükü
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Bırakacam sırtımdaki yükü
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
Nakarat:
Ben uğraşmayacam
Ben uğraşmayacam
Artık savaşla
Ben uğraşmayacam
Ben uğraşmayacam
Artık savaşla
artık savaşla
artık savaşla
artık savaşla
artık savaşla
Terk edecem kılıçla kalkanımı
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Terk edecem kılıçla kalkanımı
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Saplayacam kılıcımı altın kuma
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Saplayacam kılıcımı altın kuma
65
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Giyecem uzun beyaz elbisemi
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Giyecem uzun beyaz elbisemi
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Takacam yıldızlı tacı başıma
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Takacam yıldızlı tacı başıma
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Giyinecem altın pabuçlarımı
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Giyinecem altın pabuçlarımı
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
66
Konuşacam Barış Prensiyle
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Konuşacam Barış Prensiyle
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
El sıkışacam dünyanın her yerinde
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
El sıkışacam dünyanın her yerinde
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Aşacam Ürdün nehrini
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Aşacam Ürdün nehrini
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Tırmanacam dağın tepesine
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
67
Tırmanacam dağın tepesine
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
[Nakarat]
Tırmanacam Cennet yolundan
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Irmağın kenarında
Tırmanacam Cennet yolundan
Irmağın kenarında
Uğraşmayacam artık savaşla
(Down By The Riverside)
ç.n. 1918 tarihli kaydı ile copyright sistemine dahil edilmiş bu anonim şarkı,
“gospel” janrına ait “spiritüel” bir “iş şarkısı” sayılıyor. Bu kategorilerin
çıkışı incelenirse Güney Amerika’da zenci halkların köleleşmesi ve Hıristiyanlaşması ile örtüştükleri görülür. Vietnam savaşı döneminde aynı şarkıya
barış yanlısı bir “protesto şarkısı” olarak yeniden işlev kazandırılmıştır. Birçok versiyonu bulunabilir.
Heaven “cennet” yerine “gök” diye de çevrilebilir. Bizim “cennet” dediğimiz
“paradise”, “third heaven” yani “üçüncü gök”e tekabül ediyor.
Gelecek zaman kip çekiminde “uğraşmayacağım / uğraşmıycam” gibi alternatif biçimler kullanılabilir.
68
*MEDYA TAVSİYESİ*
1 Mayıs 2016
İRTİBAT: Dorotea Manuela
(617) 922-5744
[email protected]
1 MAYIS GÜNÜ DOĞU BOSTON, CHELSEA, VE EVERETT İÇİN PLANAN EYLEMLER 2:30 PM’DE BAŞLAYACAK
1 Mayıs 2016, sekiz saat işgünü için ulusal çapta genel grevin 127’nci yıldönümüdür!
“Mayıs Günü” diye de bilinen Uluslararası İşçiler Günü, işçi hakları için mücadeleleri onurlandırmak üzere dünya çapında kutlanmaktadır. 1 Mayıs 1886
ve takip eden günlerde Chicago polisi ateş açmış, çalışma koşullarını iyileştirmek için haftada kırk saat çalışmayı da içeren taleplerle grev yapan binlerce
işçiye saldırmıştır.
Bu yılki tören ve kutlamada ise, tüm arkaplanlardan işçi ve ailelerin yüzyüze geldiği emsalsiz politik zorluklar, bütçe kesilmelerinden eğitime, sağlık
bakımından insani hizmetlere, sendika için mücadeleden barınma adaletine
ve belgesiz işçiler için mücadeleye kadar birçok meseleyi içermektedir.
Dünyanın her yanında işçiler mücadelelerimizin hepsini birleştirmek için yanyana dururlar çünkü “Birinin zarar görmesi herkesin zarar görmesidir!”
NEDİR: Mayıs Günü Törenleri ve Kutlamaları
NE ZAMAN: Pazar, 1 Mayıs 2016
NEREDE: Chelsea Belediyesi’nde [City Hall] 2:30 PM’de toplanma
(Everett’ten Chelsea’ye ve oradan Doğu Boston’a katılımlı yürüyüşler 3:00
PM’de)
Esas Yürüyüş: Piers Parkı, 95 Marginal Sokağı, Doğu Boston 5PM’de.
İRTİBAT: Boston Mayıs Günü Komitesi (617) 922-5744 veya (857) 3345084 ve eposta için [email protected].
DAHA FAZLA BİLGİ: http://www.BostonMayDay.org ziyaret ediniz
###
69
Boston Psikanaliz Yüksek Okulu Öğretim
Üyesi, APA ve işkence konulu New York
Times makalesinde tanıtılan raporun
yazarlarından birisidir
Resmi Basın Açıklaması — 30 Nisan 2015 — newswire.com
Dr. Stephen Soldz, Boston Psikanaliz Yüksek Okulu öğretim
üyesi, Pulitzer ödüllü gazeteci James Reisen’in yazdığı önemli
bir New York Times makalesinde tanıtılan raporun başyazarlarından birisidir. Rapor Amerikan Psikoloji Birliği [American
Psychological Association – APA] ve C.I.A. arasında kurulan
tezgahla [collision] C.I.A.’nın “gelişmiş sorgulama programı”nın
desteklendiğini ileri sürmektedir.
Brookline, Massachusetts, 30 Nisan 2015 (Newswire.com) – BGSP öğretim üyesi, Stephen Soldz, Ph.D., Pulitzer ödüllü gazeteci James Reisen’in
30 Nisan 2015’te yayınlanan önemli bir New York Times makalesine konu
olan raporun yazarlarından birisidir. Times’daki makale Amerikan Psikoloji
Birliği’nin C.I.A.’nın “gelişmiş Sorgulama” programını gizlice desteklediği iddiasını detaylandırmaktadır. Senato’nun “İşkence Raporu” denen belgesinde
bu program yakın zamanda tarif edilmişti.
Dr. Soldz’un yanısıra raporun iki başyazarı daha var: Harvard Üniversitesi’nden Nathaniel Raymond ile Etik Psikoloji Koalisyonu’ndan ve APA’nın
Temsilciler Konseyi üyelerinden Steven Reisner, Ph.D. Yaklaşık on yıllık
zahmetli bir araştırmayla yazılan bu rapor direkt kaynak belgeleri analiz etmektedir. Yazarların iddiasına göre bu belgeler Amerikan Psikoloji Birliği’nin
etik politikasını değiştirerek o zamanlar gizli tutulan Bradbury “işkence not70
ları”na uyarlanması için A.P.A., C.I.A. ve Savunma Bakanlığı arasında tezgah kurulduğunu ispatlamaktadır.
Dr. Soldz’un yorumuna göre, “Bu tezgah Amerikan psikoloji tarihinin en
büyük skandalını oluşturmaktadır. Mesleğimiz, insanlara yardım etmeyi ve
“zarar vermeme etiğini” temel alsa da, kendi mesleki birliğince saptırılarak
insanların iradesini kırmak için kullanılan zararın ayarlanması amacına yöneltilmiştir. Eğer meslek ve A.P.A. bu meselenin derinine inmezse, bunun
nasıl cereyan ettiğini bulmazsa, ve tekrarlanmaması için ciddi reformlar getirmezse, bu kefen psikolojinin üstünde daha onlarca yıl örtülü kalacaktır.”
Dr. Soldz psikanalist, klinik psikolog ve etkin araştırmacıdır. Psikoterapi
süreci ve neticesine dair, gelişim ve patolojide kişilik süreçlerine, uyuşturucu
bağımlılığı ve gençlerde tütün kullanımına dair problemler üstüne çalışmıştır. Üç araştırma ve danışma örgütünde Araştırma Direktörlüğü yapmıştır,
halen de uygulama ve eğitim verdiği Boston Psikanaliz Yüksek Okulu’nda
Araştırma, Değerlendirme ve Program Geliştirme Merkezi Direktörüdür. Son
on yıldır Dr. Soldz psikologların istismarcı ulusal güvenlik sorgularına katılmasını önleme çabalarına öncülük etmektedir.
Psikanalitik kavramların sosyal meselelere uygulanması Dr. Soldz’un ilgi
alanındadır. Sosyal Sorumluluk İçin Psikologlar’ın eski başkanı ve halen yönlendirme kurulu üyesidir, Etik bir Psikoloji için Psikologlar’ın kurucuları arasındadır, ve İnsan Hakları için Hekimler’in İşkence-Karşıtı Danışmanıdır. Dr.
Soldz birçok Guantanamo davasında mesleki danışmanlık yapmıştır.
Boston Psikanaliz Yüksek Okulu Hakkında
Boston Psikanaliz Yüksek Okulu, bölgesel akreditasyonlu, psikanaliz üstüne, psikanaliz, sosyete toplum ve kültür üstüne master ve doktora dereceleri yanısıra psikanalitik psikoterapi, çocuk ve ergen müdahalesi ve psikanaliz
üstüne sertifikalar veren bağımsız bir yüksek okuldur. BGSP’nin ayrıca New
York ve New Jersey’de branş kampüsleri vardır.
İrtibat: Jeila Irdmusa, 617-277-3915 x32
71
Çekmeli Dönmeli Kapılar
Radiohead — 2001 — Amnesiac
Ambar kapıları vardır
Ve döner kapılar vardır
Büyük gemilerin dümeninde kapılar
Ve döner kapılar vardır
Kendi kendine açılan kapılar vardır
Raylı kapılar vardır
Ve gizli kapılar vardır
Kilitlenen kapılar vardır
Kilitlenmeyenler vardır
Kapılar vardır geçirir içeri
ve dışarı
Ama hiç açılmaz
Ve tuzak kapıları vardır
Onlardan geri dönemezsiniz
(Pulk/Pull Revolving Doors)
72
Vergici
The Beatles — 1996 — Revolver
Nasıl olacak söyleyeyim sana
Sana bir taneyse ondokuzu bana
Çünkü ben vergiciyim, evet vergiciyim
Yüzde beş az geldiyse sana
Şükret hepsini almadığıma
Çünkü ben vergiciyim, evet vergiciyim
Araba sürüyorsan, sokaktan keseceğim
Oturmaya kalkarsan, koltuktan keseceğim
Fazla üşüyorsan, sıcaktan keseceğim
Yürümeye çıkarsan, ayaktan keseceğim
Vergici!
Çünkü ben vergiciyim, evet vergiciyim
Hiç sorma neden almak istediğimi (Aahh Bay Wilson)
Biraz daha ödemek istemiyorsan (Aahh Bay Heath)
Çünkü ben vergiciyim, evet vergiciyim
Ölenlere tavsiyemdir dinleyin
Gözünüzdeki kuruşları beyan edin
Çünkü ben vergiciyim, evet vergiciyim
Ve benden başka kimseye çalışmıyorsun sen
Vergici!
(Taxman)
73
Nüremberg Kodu
Mike Rose — 4 Nisan 2014 — gamasutra.com
1. İnsan süjenin gönüllü rızası kesinlikle elzemdir.
Demek ki dahil edilen kişi rıza verecek yasal yetkinliğe sahip olmalıdır;
tercih gücünü özgürce, herhangi bir kuvvet, hile, aldatma, zorlama,
dolandırma öğesinin müdahalesi olmaksızın, kısıtlayıcı veya mecbur
edici başka hiçbir gizli biçimin müdahalesi olmaksızın ifa edebileceği
bir konumda olmalıdır; ve konuyu oluşturan öğelere dair sahip olduğu
bilgisi ve kavrayışı yeterli olmalıdır, bir anlayış geliştirerek aydınlanmış bir karar verebilmesini sağlamalıdır. Bu ikinci öğe, olumlu kararının kabul edilmesinden önce deney süjesine şunların bilinir kılınmasını
gerektirir: Deneyin doğası, süresi ve maksadı; nasıl icra edileceği, yöntem ve araçları; beklenmesi makul olacak tüm zorluk ve tehlikeler; bu
deneye katılmasının sağlığı ve bedeni üzerinde sebep olabileceği etkiler.
Bu rızanın niteliğini tespit etme görev ve sorumluluğu, deneyi başlatan, yöneten ve yürüten her bir bireyin üzerindedir. Bu kişisel görev
ve sorumluluk başka birilerine fütursuzca havale edilemez.
2. Deney, sosyetenin toplumun iyiliği için verimli sonuçlara, başka çalışma yöntem ve araçlarıyla temin edilemeyecek sonuçlara ulaşacak
bir deney olmalıdır, doğası itibariyle rastgele ya da gereksiz bir deney
olmamalıdır.
3. Deney, hayvan deneylerine dayanarak, hastalık ya da çalışılan problemin doğal tarihine dair bilgiye dayanarak öyle tasarlanmalıdır ki,
öngörülen sonuçlar elde edildiğinde deneyin uygulanmasına gerekçe
sağlanmış olmalıdır.
74
4. Deneyin icrasında gereksiz fiziki ve mental acıdan ve yaralanmadan
tamamen kaçınılmalıdır.
5. Ölüm ya da sakatlayıcı yaralanma olacağına inanmak için önsel bir nedenin bulunduğu hiçbir deney icra edilmemelidir; deneysel hekimlerin
de süje hizmeti gördüğü kimi deneyler belki bundan hariç tutulabilir.
6. Alınacak riskin derecesi, deneyin çözeceği problemin insani önemiyle
belirlenen dereceyi asla aşmamalıdır.
7. Deneysel süjenin yaralanma, sakatlık ya da ölüme yönelik uzak imkanlardan bile korunması için uygun hazırlıklar yapılmalıdır ve elverişli
vasıtalar sağlanmalıdır.
8. Deneyi yalnızca bilimsel niteliklere sahip kişiler icra etmelidir. Deneyi
icra eden ve yürüten kişilerden deneyin tüm aşamaları boyunca azami
derecede yetenek ve özen gereksinilmelidir.
9. Deney akışı boyunca, insan süje, deneyin sürdürülmesinin ona imkansız görüneceği fiziki ya da mental bir duruma ulaşırsa, deneye son
verme özgürlüğüne sahip olmalıdır.
10. Deney akışı boyunca, görevli bilimci, ondan gereksinilen iyi niyet, üstün yetenek ve özenli muhakemeye uyarak deneyi sürdürmesinin deney
süjesinin yaralanma, sakatlık ya da ölümüne yol açabileceğine inandırabilecek sebepler görürse, herhangi bir aşamada deneyi sonlandırmaya hazır olmalıdır.
“Nüremberg Askeri Mahkemelerinden önce 10 No’lu Kontrol Konsey Yasası
altında Savaş Suçlularının Yargılanması”, ss. 181-182. Washington, D.C.:
U.S. Government Printing Office, 1949.
Kaynak: archive.org’un arşivlediği HHS.gov arşivi
Nüremberg Mahkemeleri (1945-1946) @ Wikipedia & YouTube
İngilizcesi.
75
Tek bir Sansar Dünyanın En Güçlü
Parçacık Çarpıştırıcısını Çökertti
Rachel E. Gross — 29 Nisan 2016 — slate.com
Cenevre’deki Geniş Hadron Çarpıştırıcısı [collider ] insanlığın en güçlü bilimsel enstrümanı. Kurulması 7 milyar dolara malolmuş, 17 millik (27 km)
yörüngede ışık hızına yakın süratle çarptırılan protonlar sayesinde ele avuca
gelmeyen Higgs bozonu parçacığının incelenebilmesini sağlayarak evrenimizin fiziki doğasını daha iyi anlamamıza yardım edecek bir çaba bu. Sansar
Geniş Hadron Çarpıştırıcısı bütün ihtişamıyla. Fotoğraf: Richard Juilliart/AFP/Getty Images
76
[weasel], minik, meraklı gözüken bir memelidir ve genelde bir pounddan
(0.45 kg) daha hafiftir. Fakat Perşembe gecesi, Geniş Hadron Çarpıştırıcısı
karşısında galibiyet kazanan, bir sansar oldu.
Goliath’a karşı David’imsi bir marifetle bu sinsi yaratık güç kablosunu kemirdi, kendini elektrikledi ve kendisiyle birlikte çarpıştırıcıyı da geçici olarak
saf dışı bırakmayı başardı, NPR’ye göre.
(Çarpıştırıcının Mayıs ortası itibariyle çalışıyor olması bekleniyor.)
Sansarlar bilimsel sorgulamadan nefret mi ediyor? Öyle gibi gözüküyor.
Sanki bu ölüm makineleri dertleri bilinsin diye makineleri bile öldürüyor gibi.
Bu kışkırtılmamış intihar saldırısının bütün insanları uyardığı çok net: Eğer
böyle güvensizce evrenin gizemlerini sorgulamaya devam ederlerse onları
vahim neticeler beklemektedir.
Daha kötüsü, sansarlar, teknolojiye karşı birleşmiş hayvanlardan oluşan
daha geniş bir ittifakın parçası olabilirler, ki bu ittifakın kapsamı henüz kavrayışımızı aşmaktadır. NPR’ye göre “Daha önceden de hadiseler yaşanmıştı,
mesela 2009’daki hadisede bir kuşun kritik elektriksel sistemlere bir baget
attığına inanılıyor.” Bu kuşun nerelerde bulunduğu halen bilinmemektedir.
Henüz bu son saldırının motivasyonu tespit edilmiş değil, ama sansar cinsinin [weaselkind] kendi türlerinin [species] yıllarca güvenilmez alçaklıkla
eşanlamlı gibi kullanılması karşısında intikam aldığından kuşkulanılmakta.
O halde, dikkat: Bir sonraki intikam piç sıçanlardan [rat bastards] gelebilir.
77
Planck ölçeği
Rashmi Shivni — 19 Mayıs 2016 — symmetrymagazine.org
Planck ölçeği evrenin asgari sınırını koyar, bu sınırın ötesinde fizik yasaları
çöker.
1890’ların sonunda fizikçi Max Planck fizik yasalarının ifadesini basitleştirecek birimler kümesini öne sürdü.
Yalnızca doğanın beş sabitini (ışık hızı ve yerçekimi sabiti de dahil) kullanarak, siz, ben ve hatta Alpha Centauri’li uzaylılar bile bu aynı Planck
birimlerine ulaşabilirdi.
Basit Planck birimleri boy, kütle, sıcaklık, zaman ve yüktür.
Gelin Planck boyu birimini ele alalım. Proton Planck boyundan yaklaşık
78
100 milyon trilyon kere daha büyüktür. Şu perspektiften bakalım: Protonu
gözlenebilir evren kadar büyültseydik, Planck boyu Tokyo’dan Chicago’ya
bir seyahat kadar olurdu. 14 saat uçuş size uzun gözükebilir, fakat evren
bunun farkına bile varmazdı.
Planck ölçeği evrensel birimler kümesi olarak icat edildiğinden, bu sınırların
aynı zamanda bilinen fizik yasalarının geçerlilik sınırları olduğunu anlamak
sarsıcı oldu.
Örneğin Planck boyundan daha küçük bir mesafe bir anlama bile gelmez —
fizik çöker.
Fizikçiler Planck ölçeğinde fiilen ne olup bittiğini bilmez, ancak spekülasyon
yapabilirler. Kimi kuramsal partikül fizikçileri dört temel kuvvetin hepsinin
–yerçekimi, zayıf kuvvet, elektromanyetizma ve güçlü kuvvetin– sonunda
bu enerjide tek bir kuvvette birleşeceğini tahmin ediyor. Kuantum yerçekimi
ve süpersicim gibi görüngülerin de Planck enerji ölçeğinde baskın çıkması
mümkün.
Planck ölçeği evrensel sınırdır, bu sınırın ötesinde halen bilinen fizik yasaları
çöker. Onun ötesinde kalan şeyleri kavrayabilmek için, yeni, çökemez bir
fiziğe ihtiyacımız var.
79
Rubik Kübikleri Üstüne Rubrik
Claude E. Shannon — 1 Aralık 1981 — Scientific American
1 Aralık 1981, Scientific American editörü Dennis Flanagan’a mektup.15
Sevgili Dennis:
Muhtemelen ayak yaptığımı, ki bence ayar yaptığımı, sanıyorsun juggling
makalem durduğu rafta tozlanırken. Bu ancak kısmen doğrudur. Yakın zamanda ulaştığım iki sonuç var:
1. Şairliğim bilimciliğimden daha iyi.
2. Scientific American’da şiir köşesi olmalı.
Bunların ikisine de katılmayabilirsin, ama “Rubik Kübikleri Üstüne Rubrik”i
senin için ekte gönderiyorum.
Sevgiler,
Claude E. Shannon
P.S. Halen juggling makalesi üstüne çalışmaktayım.
15 Şiirin
yayınlanmış başka bir versiyonu için bakınız: Cubic Circular
80
Rubik Kübikleri Üstüne Rubrik16
Tuhaf mallar gönderir Macaristan:
Kont Drakula, ve ZsaZsa G.,
Şimdi de Erno Rubik’in Sihirli Küpü
Hem PhD’liye hem taşralı köylüye.
Şeytanca zekasıyla bu mühendis
Kürenin müziğini tuzağa düşürdü.
Küre üstüne küre ve tamamen 3B–
Kinematik bir senfoni!
Te! Ra! Ra! Bum Di Ey!
Bir günde bin dolardır
Rubik’in kübik ödemesi.
Chevrolet sürer kendisi.17
Kırk-üç kentilyondan çok18
Problem açtı Rubik başımıza.
Böylesine şahane rakamlar
Sagan’ın bile aklını kurcalar.19
Gitsin seks ve şiddet,
Gelsin dingin zeka.
Kubrick’in “Otomatik Portakal”ı – Hayır!
Rubik’in Sihirli Kübü – Jawohl!
Te! Ra! Ra! Bum Di Ey!
Kü-bişler nizamsız mıdır?
Önce çevir o tarafa,
Sonra çevir bu tarafa.
16 T. S. Eliot 1922’de dipnot zengini “The Waste Land”i yayınladığında, eleştirmenlerde
dikkate değer bir velvele koptu – sanat çalışması kendi ayakları üstünde mi durmalıdır
yoksa The Golden Bough gibi kalın ciltlere atıf yapmalı mıdır? Biz Eliot’un yanındayız
ve anlamımızı netleştirmek ve yükseltmek için dipnotları özgürce kullanacağız. Öncelikle
bu şiir gibi de okunabilir, “Te! Ra! Ra! Bum Di Ey!” sekiz ölçü nakarata şarkı gibi de
söylenebilir).
17 Şimdi biraz şiirsel lisans– Wall Street Journal’ın 23 Eylül 1981’de bildirdiğine göre
Rubik kübik teliflerden ayda 30,000$ alıyor ama “külüstür takoz bir Polski Fiat” sürüyor.
Bu Chevrolet kadar iyi durmaz ve kafiyeli olmaz.
18 Kübün 8!12!/2 × 38 /3 × 21 2/2 = 43252003274489856000 olası düzenlemesi var.
19 Carl Sagan “milyarlarca” dediğinde eğer üç milyar kastediyorsa, kırk-üç kentilyondan
çok olması için milyarlarca “milyarlarca” gerekir.
81
Temiz tut ve güven kübüne.
Ov kübünü Vazelinle
Kübist aman dikkat başparmağa,
Nasırlı eline, uyuşmuş parmaklara.20
Başkasından alma başkasına verme.
Yoksa densizler yerdeğiştirip iki parçanı,
Yerdeğiştirip insafsızca düşürür
Çözülmezliğe.21
Çö-zül-mez-liğe.
Olası en dayanılmaz yere.22
Ne kadar inat etsen de
Varılmaz çözümlere.
Küp ustaları izler Rubik kampı–
Bühler, Guy ve Berlekampı;
John Conway Cambridge’dekileri yürütür
(Ve arkada çaktırmadan kübü çözer!).23
Bayan Kathleen Ollerenshaw’a hürmetle,
Belediye başkanından hızlı kübik hamle.
Artık Dave Singmaster da KİTABINI yazdı.24
Birisi daha var gözardı edilemez–
Singmaster’ın ofis arkadaşı!
Programlamada hükümet!
Alg’ritmik ağır siklet!
Morwen B. Thistlethwaite!
20 Dokumacı poposu ya da balıkçı dirseği kadar ağır olmasa da kübist başparmağı
acıtıcı ve sinir bozucu olabilir. Böyle mesleki rahatsızlıklar için The New England Journal
of Medicine’in son sayılarına bakınız.
21 Uzman kübist arkadaşım Pete arkadaşı Bill’le hobi dükkanında karşılaşmasını anlattı.
Bill kübünü Pete’e vermiş ve günlerdir uğraşıp beceremediğini söylemiş. Birkaç dakika
sonra Pete kübü öyle bir konuma çevirmiş ki iki parçanın yerdeğiştirdiği görülüyormuş.
Pete: Bill, birisi kübündeki iki parçayı yerdeğiştirmiş.
Bill: Mümkün değil. Hep yanımda taşıdım ya da dairemde bıraktım, oraya girecek anahtar
da kimsede yok.
Pete: Kimsede yok mu?
Bill: Evet, kimsede yok. Sadece bende ve kız arkadaşımda var.
22 Özellikle Nisan ayında.
23 Aslında birazcık dikizliyor.
24 Singmaster, David. Notes on Rubik’s Magic Cube, Enslow Publishers, Hillside, New
Jersey 07205.
82
Rubik’in grupileri bilir grupları:
(Matematik bu, rock değil, seni gerizekalı)
Kareleri ve dilimleri, üç burgulu halkaları,
Artı tek-takasları ve süpergrupları.
Artık süpergruplardan küçük gruplar da var
Peşlerinden gelip onları ısırırlar,
Ve onlardan da küçük gruplar var,
Neredeyse sonsuza kadar.
Kaç hamlede çözülecek?
Kaç tarafı çevrilecek?
Thistlethwaite’e göre elli-iki.
Tanrıya bile on ve sekiz gerek.25
Bu mesele çelik gibi karıştı:
İnsan aklı bilgisayar çipine karşı.
Conway’in sekiziyle yoğrulan teoremler
Thistlethwaite’in yazdığı programlara karşı.
Beyindeki milyarlarca nöron
Makinedeki megabitleri yenecek mi?
Bu teistik bölünmenin gücüyle–
Tanrıdaki algorism çıkacak mı!
BİTİŞ:
Erkek (düşkündür
Küplere)
Müthiş bir
Hevesle:
Te! Ra! Ra! Bum Di Ey!
Erkeklerin dolapları çetelenmiş kıç tarafa
Hayatımızı küpleyelim gitsin!
Kadın: Uzunca durur
(ki görmüş
bunu önceden):
—————OY VAY!
25 Thistlethwaite’le Tanrı arasındaki bu “mano a mano”da, “niceleyicilerin karışması”
Thistlethwaite’e kaybettiriyor (ve Tanrıya kazandırıyor). Bilinen şu ki Tanrıya göre bazı
konumlarda asgari 18 hamle gerekiyor, Thistlethwaite’e göreyse her konumda azami 52
hamle yetiyor.
83
Britanya Sahilinin Boyu Ne Kadar?
İstatistiksel Kendine-benzerlik ve Fraksiyonlu Boyut
Benoit Mandelbrot — 1967 — Science
Özet. Jeografik eğriler kendi detaylarına öyle katlanmıştırlar ki
uzunlukları sıklıkla sonsuzdur, ya da tanımlanamazdır. Fakat
birçoğunun istatistiği “kendine-benzerdir,” yani her bir kısım,
bütünün ölçeği-indirgenmiş bir imgesi gibi değerlendirilebilir. Bu
durumda karmaşıklık derecesi D diye bir nicelikle tarif edilebilir,
bu nicelik, “boyut”ta olabilecek birçok özelliğe sahiptir, gerçi
fraksiyonludur; yani sıradan, düzeltilebilir eğrilerle ilişkilendirilen
1 değerini aşar.
Denizkıyısı şekilleri çok katlanmış eğrilere örnektir, bu eğrilerin her bir kısmı
–istatistiksel anlamda–, bütünün ölçeği-indirgenmiş bir imgesi gibi değerlendirilebilir. Bu özellik “istatistiksel kendine-benzerlik” adıyla anılacaktır.
Böyle figürlerde bir boydan söz etmek çoğu zaman anlamsızdır. Bunun
gibi26 , “Vistula’nın sol kıyısı, yüksek duyarlıkla ölçüldüğünde, okul haritasından okunan boyun on, yüz, hatta bin katı boylar getirecekti.” Daha genelde
jeografik eğriler, karakteristik büyüklükleri geniş bir aralığa saçılmış özelliklerin üst üste bindirilmesi [superposition] gibi değerlendirilebilirler; daha
ince özellikler hesaba katıldıkça, ölçülen toplam boy artar, ve çoğu zaman
jeografi alemiyle jeografiyi ilgilendirmesi gerekmeyen detaylar arasında net
bir ayrım bulunmaz.
Jeografik eğrinin çeşitli karmaşıklık derecelerini birbirinden ayırt etmek
için demek ki boydan başka niceliklere ihtiyaç vardır. Bir eğri kendine-benzer
olduğunda D diye bir benzerlik kuvvetiyle karakterize olur, bu nicelik bir
26 H. Steinhaus, Colloquium Math. 3, 1 (1954), burada daha eski kaynaklar listelenmiştir.
84
Şekil 1. Richardson’ın verileri, köşeleri eğri üzerinde olan eşit kenarlı çokgenler yoluyla jeografik eğrilerin ölçülmesiyle ilgilidir. Çemberde kenar sıfıra
giderken toplam boy bir sınıra yakınsar. Tüm diğer hallerde, kenar kısaldıkça
toplam boy artar, çifte logaritmik grafiğin eğimi mutlak değerde D − 1’e
eşittir. (Richardson’ın Şekil 17’sinden izinli olarak alınmıştır)
boyutun taşıyabileceği birçok özelliğe sahiptir, gerçi çoğu zaman eğrilere
sıklıkla atfedilen 1 boyutunu geçen bir fraksiyondur. Richardson’ın kimi ampirik gözlemlerini bu ışık altında tekrar inceleyelim27 . Bu gözlemleri Büyük
Britanya’nın batı sahilinin D = 1.25 boyutunda olduğunu imletecek gibi
yorumlamayı öneriyorum. Böylece şimdiye dek ezoterik kalmış “fraksiyonlu
boyutta rastgele figür” kavramının basit ve somut uygulamaları olduğu ve
büyük fayda sağladığı görülür.
Kendine-benzerlik yöntemleri tesadüfi görüngülerin çalışılmasında yetkin
27 L.
F. Richardson, General Systems Yearbook 6, 139 (1961).
85
bir araçtır, hem jeoistatistikte, hem de ekonomi28 ve fizikte29 . Aslında birçok
gürültü D boyutu 0’la 1 arasında barındırır, öyle ki bilimcinin boyutu 0’dan
sonsuza dek uzanan süreğen bir nicelik gibi değerlendirmesi gerekir.
Birinci paragraftaki iddiaya dönelim ve bir denizkıyısı boyunun ölçülmesi
için kullanılan yöntemleri gözden geçirelim. Bir jeograf dakik detaylara ilgisiz
olduğundan, jeografik anlam taşıyan özelliklerin boylarına alt sınır olarak G
diye pozitif bir ölçek seçebilir. O zaman bir sahilin A ve B noktaları arasındaki boyunu değerlendirmek için, denizle mesafesi G’yi aşmadan A’yı B’ye
bağlayan en kısa karasal eğriyi çizebilir. Bunun alternatifi, sahil üzerinde
G boyunu aşmayan düz bölütlerle A’yı ve B’yi içeren noktaları birleştiren
en kısa çizgiyi çizmesidir. Birçok başka imkanlı tanımlama vardır. Pratikte,
elbette, en kısa yolların kestirilen değerleriyle yetinmek gerekir. Ölçümlerde,
bir pergeli harita boyunca yürüterek, köşeleri eğride duran açık bir çokgenin G boyundaki eşit kenarlarının sayıldığını varsayacağız. Eğer G yeterince
küçükse A’dan mı B’den mi başlanacağı önem taşımaz. Böylece bir boy
kestirimi elde edilir, buna L(G) diyelim.
Maalesef jeograflar G değerinde anlaşamazlar, L(G) de büyük ölçüde
G’ye bağlıdır. Neticede G’nin birçok değeri için L(G)’nin bilinmesi gerekir.
Daha iyisi, L(G)’yi analitik bir formülle G’ye bağlamak hoş olacaktır. Tamamen ampirik karakterde böyle bir formülü Lewis F. Richardson30 önermişti
ama maalesef hiç dikkat çekmedi. Formül şu: L(G) = M G1−D , burada M
pozitif bir sabittir, D en az 1’e eşit olan bir sabittir. Bu D’nin, “bu hudut karakteristiğinin, hudut düzensizliğinin dolaysız görsel algısıyla pozitif
ilintili olması beklenebilir. Bir aşırı uçta, haritada düz gözüken bir hudutta
D = 1.00 olur. Öbür aşırı uçta, dünyanın en düzensiz gözüken sahillerinden
biri olarak Britanya’nın batı sahili seçilmiştir; ve D = 1.25 verdiği bulunmuştur. Haritadaki görünüşlerine bakılırsa dünyada ortalama düzensizlikte
olan üç diğer hudut, M.S. 1889 civarı Almanya’nın kara hudutları D = 1.15;
28 B. Mandelbrot, J. Business 36, 394 (1963), ya da The Random Character of Stock
Market Prices, P. H. Cootner, Der. (M.I.T. Press, Cambridge, Mass, 1964), s. 297.
29 B. Mandelbrot, IEEE Inst. Elect. Electron. Eng. Trans. Commun. Technol. 13, 71
(1965) ve IEEE Inst. Elect. Electroni. Enig. Trans. Inform. Theory 13 (1967). Çok benzer değerlendirmelerin geçerli olduğu türbülansta, ayrıca “özelliklerin” (yani burgaçların [eddy ]) karakteristik büyüklükleri de çok geniş aralıkta saçılır, bunu da ilk olarak
1920’lerde ortaya çıkaran bizzat Richardson’dır.
30 L. F. Richardson, Genieral Systems Yearbook 6, 139 (1961).
86
İspanya ve Portekiz arasındaki kara hududu D = 1.14, ve Avustralya sahili
D = 1.13 vermiştir. Atlasın en pürüzsüzlerinden biri olarak seçilen sahil
Güney Afrika’daydı, onda da D = 1.02’dir.”
Richardson’ın bu ampirik buluşu, iyi-tanımlanmış bir boyla takdis edilerek “düzeltilebilir” [rectifiable] oldukları söylenen pürüzsüz eğrilerin sıradan
davranışıyla belirgin karşıtlık içindedir. Böylece, yine Steinhaus’u31 alıntılarsak, “gerçekliğe yakın yeterlikteki bir beyan, doğada karşılaşılan çoğu kavisi
[arc] düzeltilemez saymak olurdu. Bu beyan, düzeltilemez kavislerin matematikçilerin icadı olduğu ve doğal kavislerin düzeltilebilir olduğu inancının
aksinedir: Hakikat bunun tersidir.”
Ben de şöyle yorumluyorum: Richardson’ın bağıntısı, 1’den büyük boyutlu
eğrilerin matematikçilerin icadı olduğu inancının aksinedir. Buna göre boyut kavramının temel bir özelliğini gözden geçirmek ve fraksiyonlu boyutlar
değerlendirmesine nasıl doğallıkla yol açtığını göstermek gereklidir.
Öncelikle, düz bir çizginin boyutu 1’dir. Buradan, her pozitif N tamsayısı
için, (0 ≤ x < X) bölütü, birbiriyle örtüşmeyen [(n−1)X/N ≤ x < nX/N ]
biçiminde N bölüte, n’in değeri 1’den N ’e giderken, tam olarak ayrıştırılabilir. Bu parçaların her birisi r(N ) = 1/N oranında bir benzerlikle bütünden
çıkarsanabilir. Bunun gibi, düzlemin boyutu 2’dir. Buradan, her kusursuz
N karesi için, (0 ≤ x < X; 0 ≤ y < Y ) dikdörtgeni, birbiriyle örtüşmeyen [(k − 1)X/N 1/2 ≤ x < kX/N 1/2 ; (h − 1)Y /N 1/2 ≤ y < hY /N 1/2 ]
biçiminde N dikdörtgene, k ve h 1’den N 1/2 ’ye giderken, tam olarak ayrıştırılabilir. Bu parçaların her birisi r(N ) = 1/N 1/2 oranında bir benzerlikle
bütünden çıkarsanabilir. Daha genel durumda, N 1/D ’nin pozitif tamsayı olduğu her zaman, D boyutlu dikdörtgenli bir paralelkenar, r(N ) = 1/N 1/D
oranında bir benzerlikle bütünden çıkarsanabilen N paralelkenara ayrıştırılabilir. Böylece D boyutunun karakteri D = − log N/ log r(N ) bağıntısıyla
belirlenir.
D niceliğinin bu sonuncu özelliği, N parçaya tam olarak ayrıştırılabilen
daha genel figürler için de D niceliğinin bulunabileceği anlamına gelir, yeter ki her parça r(N ) oranında bir benzerlikle, ya da belki dönme ya da
31 H. Steinhaus, Colloquium Math. 3, 1 (1954), burada daha eski kaynaklar listelenmiştir.
87
Şekil 2. Düzeltilemez kendine-benzer eğriler şöyle elde edilebilir. Adım 1:
Yukarıdaki çizimlerden herhangi birini seçiniz. Adım 2: N bacağının her birisini, 1/4 oranı benzerliğiyle bütün çizimden çıkarılan bir eğriyle değiştiriniz.
Elinizde (1/4)2 boyunda N 2 bacaklı bir eğri kalacak. Adım 3: Her bacağı
(1/4)2 oranı benzerliğiyle bütün çizimden elde edilen bir eğriyle değiştiriniz.
Arzulanan kendine-benzer eğriye bu adımların sonsuz dizisiyle yaklaşılır.
simetriyi izleyen bir benzerlikle bütünden çıkarsanabilsin. Eğer böyle figürler varsa, boyutlarının D = − log N/ log r(N ) olduğu söylenebilir32 . Böyle
figürlerin var olduğunu göstermek için, süreğen türevlenemez von Koch eğrisinin birkaç bariz varyantını sergilemek yeterlidir. Bu eğrilerin her biri bir
32 “Boyut” kavramı ele avuca gelmez ve çok karmaşıktır, ve bu makaledeki gibi basit
değerlendirmelerle tüketilmekten uzaktır. Farklı tanımlar sık sık farklı sonuçlar verir, ve
alan paradokslarla doludur. Yine de, Hausdorff-Besicovitch boyutu ve kapasiter boyut,
rastgele kendine-benzer figürler için hesaplandığında, şimdiye dek benzerlik boyutu ile
aynı değeri vermiştir.
88
sınır gibi inşa edilir. Adım 0, (0, 1) bölütünü çizmektir. Adım 1, Şekil 2’deki
kıvrık eğrilerden birini çizmektir, bu eğriler (0, 1/4) bölütünün üstüne bindirilebilen N aralıktan yapılmıştır. Adım 2, adım 1’de kullanılan N bölütün
her birinin yerine adım 1’in eğrisini r(N ) = 1/4 oranıyla indirgeyerek elde
edilen bir kıvrık eğriyi geçirmektir. Böylece 1/16 boyunda N 2 tane bölüt
elde edilir. Aynı sürecin her tekrarı daha çok detay ekler; adım sayısı sonsuza doğru büyürken, kıvrık eğrilerimiz süreğen sınırlara yakınsar ve incelenirse bu sınırların kendine-benzer oldukları barizdir, çünkü ötelemeyi izleyen
r(N ) = 1/4 oranında bir benzerlikle bütünden çıkarsanabilen N parçaya
tam olarak ayrıştırılabilirler. Böylece, N verildiğinde, sınır eğrinin boyutunun
D = − log N/ log r(N ) = log N/ log 4 olduğu söylenebilir. Örneklerimizde
N , 4’ten büyük olduğundan, tekabül eden boyutların hepsi 1’i aşar. Şimdi
de boyu değerlendirelim: s numaralı adımda, yakınsamamız G = (1/4)s
boyunda N s bölütten oluşur, yani L = (N/4)s = G1−D olur. Böylece, sınır
eğrinin boyu sonsuz olur, bir “çizgi” olmasına rağmen. (Bir düzlem eğrisinin
2’ye eşit boyut taşımasının dışlanmadığını belirtelim. Bunun örneği kareyi
dolduran Peano eğrisidir.)
Bu boyut mefhumunun pratik uygulamasının daha iyi değerlendirilmesi
gerekir, çünkü kendine-benzer figürlere doğada nadiren rastlanır (kristaller
bunun bir istisnasıdır). Fakat kendine-benzerliğin istatistiksel biçimine sıklıkla rastlanır, ve boyut kavramı daha da genelleştirilebilir. Bir (kapalı) düzlem figürünün rastgele seçildiğini söylemek birçok tanımı imletir. Birincisi,
imkanlı figürlerin bir ailesi seçilmelidir, bu çoğu zaman Ω ile belirtilir. Bu
aile sonlu sayıda üye içerdiğinde, rastgele seçim kuralı, her imkanlı figüre
iyi tanımlanmış bir seçilme olasılığı atfederek belirlenir. Fakat Ω genelde
sonsuzdur ve her figürün seçilme olasılığı sıfırdır. Ama uygun tanımlanmış
“olaylara” (seçilen figürün –belirli bir anlamda– belirli başka bir figürden
biraz farklı olması gibi olaylara) pozitif olasılıklar iliştirilebilir.
Ω ailesinin, olaylar ve olasılıklar da tanımlıyken, kendine-benzer olması, iki
koşula gerek duyar. Birincisi, her imkanlı figür, N figürü birbirine sararak
bağlayarak inşa edilebilmelidir, ki bu N figürün her birisi imkanlı bir figürden r oranında bir benzerlikle çıkarsanacaktır; ikincisi, olasılıklar öyle
belirlenmelidir ki bütün figür tek hamlede seçildiğinde de, bağlandığı sırayla
seçildiğinde de aynı değer elde edilsin. (N değeri keyfî olabilir, ya da belirli
89
bir diziden seçilebilir, mesela rastgele olmayan dikdörtgenlere izafi kusursuz karelerden, ya da Şekil 2’de kurulan eğrilerde rastlanan 4, 5, 6 veya
7’nin entegral kuvvetlerinden seçilebilir.) r değerinin N ’yi seçerek belirlendiği durumda, − log N/ log r bir benzerlik boyutu gibi değerlendirilebilir.
Fakat çoğu zaman, r verildiğinde, Ω’daki farklı figürlere göre N farklı değerler alacaktır. Birbirinden “yeterince uzak” noktalar değerlendirildiğinde,
“yeterince ince” bir ölçekteki detaylar asimtotik olarak bağımsızlaşabilirler,
öyle ki − log N/ log r, r sıfıra giderken hemen hemen kesinlikle bir sınıra
yakınsar. Bu durumda, bu sınır bir benzerlik boyutu gibi değerlendirilebilir. Geniş koşullar altında, yakınsayan poligonların boyu asimtotik olarak
L(G) ∼ G1−D gibi davranacaktır.
Bir benzerlik boyutunun var oluşunun matematiksel koşullarını belirlemek
tamamen çözülmüş bir sorun değildir. Aslında jeografik eğrinin rastgele olması fikri bile rastgeleleliğin diğer uygulamalarında aşina olunan bir dizi
kavramsal sorunu yaratır. Demek ki, Richardson’ın ampirik yasasına dönersek, kusursuz güvenceyle en fazla şunu söyleyebiliriz: bu benzerlik boyutu
fikri, jeografik eğrilerin fraksiyonlu D boyutunda rastgele kendine-benzer
eğriler oldukları fikriyle uyumludur. Ampirik bilimciler kusurlu çıkarımlarla
yetinmeliyse de, ben bu raporun en başında beyan edilen daha pozitif yorumdan yanayım.
BENOIT MANDELBROT
Uluslararası Meşguliyet Makineleri
Thomas J. Watson Araştırma Merkezi,
Yorktown Tepeleri, New York 10598
14 Kasım 1966: 27 Mart 1967
ç.n. “Geography”nin Türkçesine “coğrafya” yerine “jeo” ve “grafik” olduğundan “jeografik” dendi. Cümleleri akıcı kılmak için “uzunluk” yerine
“boy” dendi.
90
İnanılmaz
Guido Menzio — 9 Mayıs 2016 — facebook.com
İnanılmaz...
Philly Syracuse uçağı piste çıkmış, kalkışa hazır. Yanımda oturan (kadın)
yolcu (kadın), hostesi çağırıyor, ona bir not veriyor. Hostes geri gelip ona
“Uçak kalksın mı, rahat mısınız, hasta mısınız?” diye soruyor. Daha çok bekliyoruz. Kapıya geri dönüyoruz. Yolcu uçaktan çıkıyor. Daha çok bekliyoruz.
Pilot bana geliyor ve uçaktan çıkmamı istiyor. Orada beni FBI görünümlü
siyah giyimli adamlar karşılıyor. Bana komşumu soruyorlar. “Tuhaf bir şey
fark etmedim” diyorum. “O senin bir terörist olduğunu düşünmüş çünkü
bir tomar kağıda tuhaf şeyler yazıyormuşsun” diyorlar. Gülüyorum. Onları
uçağa geri getiriyorum. Matematiğimi gösterdim.
Biraz komik. Biraz endişe verici. Hanımefendi sadece bana baktı, yazdığım
gizemli formüllere baktı, ve benim hayırsız işler peşinde olduğum sonucuna
ulaştı. Bu nedenle bütün bir uçuş 1.5 saat geciktirildi.
Trump’ın Amerikası gelmiş bile. Henüz iktidarda değil gerçi. Ben şahsen
kavga vereceğim.
ç.n. Olayla ilgili birçok haber yapılmış. Arama motorlarından taranıp incelenebilir.
91
Daha Işık Olsun
Pink Floyd — 1968 — A Saucerful of Secrets33
Çok, çok, çok, çok uzaktan
İşitti insanlar onun dediğini
Ben bir yol bulacağım
Bir gün gelecektir
Bir şey yapılacak
Ve sonunda kudretli gemi
Bir alev noktası üstüne alçalarak
İnsan ırkıyla temasa geçti Mildenhall’da
Şimdi, şimdi, şimdi vaktidir
Farkında olmanın vaktidir
Carter’ın babası onu orada görünce
Anladı Rhull’un ona açtığını
Uyanık Hereward’ın akkor canını
Ah ah gözümde bir şey
Göklerde bir şey
Bekler orada beni
Dıştan kilit yavaşça geri çevrilir
Görevlilerin iç çektiği işitilir
Çünkü ortaya çıkmıştır akkor giysisiyle
Göklerde Lucy
Ah ah sen hiç bilir miydin
Hiç onlar bilmez mi
Bir şey diyemem
Kozmik güçlerini toparlayarak
Ve hafif akkor ayak uçlarıyla
Psişik yayıntılar uçar
(Let There Be More Light)
33 Bir
Fincan Dolusu Sır
92
Gevrekler Canlanmış!
Sol Forum’a katılmamak üzerine
Amber A’Lee Frost — 12 Haziran 2015 — thebaffler.com
Sol Forum 2015’in mekanı, John Jay Ceza Hukuku Koleji (en bilinen adıyla
“polis okulu”). / Vitor Pamplona
Birkaç hafta önce Manhattan’da yüzlerce sosyalist, komünist, anarşist, ve
hatta birkaç eli yüzü düzgün “küçük-d” demokrat ayak sürüyerek Sol Forum 2015’in uygunsuz mekanı John Jay Ceza Hukuku Koleji’ne (ironiktir,
en bilinen adıyla “polis okulu”na) geldi. Eğer radikal politik sempozyumlardan habersizseniz, Sol Forum artık işlemeyen Sosyalist Okullular Konferansı’ndan (SSC: Socialist Scholars Conference) evrildi, 1960’lardaki ilk SSC
tükendikten sonra 1981’de tekrar kurulmuştu. SSC, Birleşik Devletler’deki
en geniş, en öne çıkan solcu zirve oldu, gerçi ulus çapında üniversite ke93
sintileri zamanla faaliyetin hem bütçe hem de personelini daralttı. 2004’te
Sol Forum diye yeniden adlandırıldı ve halen büyük bir kitle çekmekte: 1300
konuşmacı ve dört yüz faaliyetiyle iftihar eden bu yılki muhabbetin göze
çarpan başlığı “Adalet Yoksa Barış Da Yok: Kapitalizm ve Demokrasinin
Krizleriyle Yüzleşmek”ti.
En iyi ihtimalle Sol Forum yoldaşlık ve tutku için güven veren bir fener gibi
kalmıştır. Tecrübeli gazetecilere, organizatörlere ve akademisyenlere ek olarak, forumda çoğu zaman birkaç büyük kamusal entelektüel, mesela Noam
Chomsky, David Harvey, Angela Davis yakalanır, Harry Belafonte, Michael
Moore gibi yüksek profil aktivistlerle de listeye tuz biber ekilir. Hatta organizatörler bazen politik başarı öyküsü tuhaflığıyla yem atarlar, en son
Seattle Kent Konseyi üyesi ve açık sosyalist Kshama Sawant ile olduğu gibi.
Genelde, hem konuşmacılar hem de katılımcılar akıllı, arkadaşça ve sıklıkla
gayet genç ve yakışıklı olurlar (ben kendim de böyle diyorsam).
En kötü ihtimalle ise Sol Forum Marksistlerin Comic Con’udur –Commie
Con diyebilirsiniz– ve ineklerle sosyal reddedilmişlerin katıksız bok gösterisidir. Otuz küsur yıl sürmüş öldürücü bir garez üstüne size nutuk çekecek
acılı moruklar da vardır, politikadan anlamayan Che Guevara tişörtlü Adbusters abonesi çocuklar da vardır. Ahlak taslayan Troçkistler, gülünç Maocu
Üçüncü-Dünyacılar, tepeden konuşan yataycı anarşistler, kendini beğenmiş
sosyal demokratlar ve bunun gibi ezoterik ideolojik geleneklerden bir ordu
gayretkeş yandaşın tamamı, En Dayanılmaz Anti-Kapitalist olmak için yarışır. Sol Forum’a kötü ün kazandıran zahmetli Q&A [soru & cevap] oturumlarında genelde hiç “Q” bulunamaz. İnsanlar ne çok kitap okuduklarını (ya
da daha kötüsü ne çok kitap yazdıklarını ve kendi başlarına yayınladıklarını)
utandırıcı numaralar ve/veya maçoluk gösterileriyle teşhir etmeyi severler,
ve çoğu zaman siniklik içgörünün yerine geçer.
Fakat huysuzlar ve arsızlar, bilmiş gevezeler ve sekterler, narsistler ve
kötümserler –bütün bu insanlara bence katlanılabilir, hatta bazıları çekicidir. Hayır, Sol Forum’un en kötü yanı kaçıklar, paranoyaklar, histerikler
ve konferansın en kötü ünlü politikasının (“teslim alınan hiçbir panel teklifi reddedilmeyecek”) çekimine kapılıp gelen bütün diğer hakikaten işlevsiz
94
kişiliklerdir.
Evet öyle: Kayıt harcını öder ve doğru formları doldurursanız, bir odanız
ve bir masanız oluyor ve programda size yer veriliyor. Yani Sol Forum, bütün
diğer tecrübeli ve zeki ortalık karıştırıcılara ek olarak, 9/11 Hakikatçilerine,
bizleri “mecburi floridasyon” teröründen kurtaracak olanlara, genelde zırdeli ve/veya anti-sosyal olanlara yuva oluyor. Kimsenin onların derslerini
dinlemesi gerekmiyor, ama onlar başka insanların derslerinde dolaşıyor, ve
kendine radikal diyenleri sağ kanatın bize dair kurguladığı parodilerden ayırt
edememek hakikaten çok cesaret kırıcı.
Geçen yıl, zırdeliliğin zirvesi “Žižek Delenda Est” oldu (“Žižek Yok Edilmelidir.”) En azından bir “tankçı” (Sovyet özürcüsü ya da fiilen Stalinci
anlamına gelen bir argo deyim) içeren bu panelin savı, Sloven Marksist filozof Slavoj Žižek’in bir çeşit COINTELPRO kripto-Nazi olduğuydu. Okuma
listesinde Zion’un Bilgili Yaşlılarının Protokolleri ve Kavgam vardı, özet ise
paranoyak bir başyapıttı:
Zizek, NYTimes, Guardian, BBC, In These Times ve Verso Books yardımıyla gösterideki en tanınımışş [sic] “Marksist” olan
ünlü entelektüel bireyden ibaret değildir, aynı zamanda bir tür
ideolojik rövanşist karanlık operasyonun adıdır; amacı, son yılların radikal okululuk [sic] ve kolonisizleşme kazanımlarının tersine çevrilmesi, ABD emperyal propaganda ve dezenformasyonunun “liberalizm eleştirisi” ve “karşıt içgörüler” diye satılması,
görgü kurallarının yeniden barbarlaştırılması (entelektüel çevreyi yeniden tecritlendiren ırkçı ve cinsiyetçi sözel saldırganlığın normalleştirilmesi), ki bu görgü kuralları sosyal hareketçlik
[sic] başarılarıyla büyük ölçüde uygarlaştırılmıştı, ve Nazi ideolojisini –”radikal sol” diye yeniden markalayarak– akademide,
“indy” yayıncılıkta ve varlığını sürdüren “karşıkültür” çevrelerinde yeniden canlandırmaktır. Mesele (birçoğunun palyaçoya
benzeterek reddettiği) bu tek bireyle sınırlı değildir, onun nüfuzunu düzenli olarak gösteren kültür üreticilerinin dikkate değer
95
bir ağını içermektedir, ki bu nüfuz, ABD’nin emperyal özrünü,
propagandasını ve dezenformasyonunu yüzeysel “sol” paketle
yeniden üretmekte ve İmparatorluk karşısında enerji kazanarak
tehdit oluşturan tüm meydan okuyuşlara oportünistçe saldırmaktadır.
İki saat civarında süren panel buradan dinlenebilir, ama hayal kırıcı bir
yavanlıkta; tankçıların gerçek hayatta bu kadar detaycı ve sönük olduklarını
kim bilebilirdi?
Amerikalı bir sosyalist örgütün uzun zamandır üyesi olmama rağmen, bu
yıl Sol Forum’a zaman ayırmak için fazla aklı başında olduğuma karar verdim. Sloven Komünistlere dair acayip komplolar yoktu ama öcülere dair
klasik kuruntular –son zamanlarda yükselen “kimliklenici” ve “kesiştirmeci”
buzzwordlerle birlikte– akademinin dalgın endüljanslarından süzülerek hakikaten gerçekdışı bazı durumlar yarattı.
Duyduğum ilk geri dönüşlerden birine göre bir Siyah Hayatlar Önemlidir
[Black Lives Matter ] paneli “Stalinizme karşı Troçkizmin erdemleri üstüne
polemik bir tartışmaya dönmüş (ve sonunda bir panelist “polisleri süpürmek üzere orduyu ele geçirmenin muhtemelen en makul kısa vadeli strateji
olacağını” iddia etmiş).” Naklen yayın rol oyuncusu Russeverin kişotçu tek
hedefliliği işte böyle.
Meşru bir şiddet tehdidine tanık olmak istiyorsanız eğer, Yunanistan’a
karşı Almanya: Avrupa’nın Gelecek Kavgası’na gitmeliydiniz. Yürütücü Podemos politik sekreteri Eduardo Maura, yeni kurulan Yunanistan parlamentosunda Syriza parti çoğunluğundan Konstantinos Tsoukalas’ı ağırlıyordu.
Hararetli tartışma olması beklenmişti, ama izleyicilerin en öfkelisi mikrofonun bozukluğunu kavrayamayan bir çatlaktan ibaretti. Odayı dolduran
herkes Tsoukalas’ın söylediklerini duymaya uğraşırken, tombul, orta yaşlı
bir adam içeri daldı ve “Duyamıyorum!” diye bağırmaya başladı.
Kalabalık ona “şşş!” yapıp mikrofon durumunu açıklamayı denedi. Anında
şöyle yanıt verdi “Siz hepiniz bir grup faşistsiniz!” İnce huylu bir arkadaşım
yeniden açıklamayı denedi, ama bastırılamaz partizanımız şöyle cevapladı
96
“Ve sen, bir parça boksun sen siktimin piçi, biliyon mu?!?” Bu noktada nazik
yoldaşım dikkate değer boy avantajını kullanmaya mecbur hissetti, küfürlere
ve apaçık gel-birader-bisıkıntımıvar beden diline cesurca katlanarak isyancıyı
kapıdan dışarıya doğru güttü.
Böyle anlar o kadar efsanevidir ki arkadaşımın aslında biraz hoşuna gitti
ve şöyle dedi: “gerçek sahici bir Sol Forum tecrübesi gibi oldu, artık bir çeşit
kulübe dahil olmuşum gibi geldi.”
Bu biraz böyle, ama Sol Forum’da kızgınlığın bu kadar ortaya çıkıp saldırganlığa dönüşmesi aslında olağan değil. Rencide olanların derdi, çoğu durumda, küçük liberal sanat okullarının dışında pek az duyulabilen algılanmış
ihlaller türündedir, İklim Adaleti ve Kesişimselliğe Ana Akım Çevrecilerce El
Konulması: Zorluklar, Fırsatlar ve Endişeler’de olduğu gibi.
Punk rock’ı yeni keşfetmiş onbeş yaşında çocuklar gibi, sonradan görme
[nouveau] “Sosyal Adalet Savaşçısı” kalabalığı çoğu zaman inanılmaz temel,
neredeyse antika fikirlere dair orantısız bir mülkiyet duyusu taşır. Hırsızlık
ve intihal suçlamaları revaçtadır. Sözü geçen paneli toplayan insanlar kendilerinin ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan, homofobik olmayan, transfobik
olmayan eşsiz bir çevreciliğe dahil olduklarına ve şimdi nasıl olduysa dolandırıldıklarına inanıyor. Özetleri:
Queer ve trans* renkli insanların [people of color ] (QT*POC)
iklim hareketinde marjinalleştirilmesi –iklim değişiminin bu topluluklarda yol açacağı kıyaslanamaz etkilere dair sessizlik ve
QT*POC özgürleşmenin iklim hareketine sunduğu radikal katkıların gözardı edilmesi– ana akım iklim hareketinin kesişimsel
analizini öne sürme, derinleştirme ve genişletmenin öneminin
altını çizmektedir.
Numaracı pis sahte çevrecilerin gelip senin kesişimselliğini yürütmesi nasıl
da nefret edilesi değil mi? Akla uygun herhangi bir politik başarı düşüncesinde, onların fikir/bilinç/jargon/kısaltmalarına kitlelerce “el konulması”nın
bu “kesişimsel çevreci” öncülerin nihai amacı olması beklenirdi. Ama po97
mo politikayı kişiliğinin yerine geçirdiğin zaman, “Annneeeee, beni taklit
ediyooooo [Moooooooom, he’s coooooopying meeeee]” çabucak yeni bir
ezilmişlik standardına döner.
Sol Forumun genelindeki kolejli atmosfere ek olarak, panel yorgunu katılımcılara teklif edilen “hafif tarife” var. Ama bu toplanmalar daha yakından incelenirse pek inceliksiz adıyla SOL KANAT KOMEDİ GÖSTERİSİ!
oturumuna benzedikleri –yani Hıristiyan Rock’ın politik eşdeğeri oldukları–
görülür, ve ne pahasına olursa olsun bunlardan sakınılmalıdır.
Gerçek komedi İslam’ı Günah Keçisi Yapma Tehlikesi: Denetimli 9/11 Yıkımı Konusunda Sol’un Sessiz Kalmasıyla Azdırılması gibi panellerden geliyor. Bunu bu yılki üç Hakikatçi panelden birisi diye saydım, ama bu adamlar
bariz en iyi açıdan bakmış: Jet benziniyle çelik kirişlerin eriyeceğine ancak
ırkçılar inanır!
Neyse ki o panel JFK Suikasti Araştırmasında Yasal Çözümler’le aynı
saatte değildi – saat çakışmasından daha kötü bir şey olamaz. Oliver Stone
daha önce de Sol Forum’da konuşmuştu, ama bu panelin ev sahibi “yeni
kurulmuş Politik Suikastlere Karşı Vatandaşlar”dı. (Sizi bilmiyorum ama
politik suikast yanlısı ayak takımını vatandaşların nihayet püskürtüyor olması
beni rahatlattı.)
Ama en azından o örgütlü bir paranoyaydı. Arkadaşlarıma Sol Forum’dan
iyi öyküler anlatmasını ilk istediğimde biri şöyle yanıtladı, “Yani mesela
Cuma gecesi avluda katlanır sandalyede oturup “şarbon” diye bağırarak
bayrak sallayan adam gibi mi?”
Onu detayları anlatmaya zorladığımda beni kayıtsızca yanıtladı, “Öyle işte.
Yerel renk.” ABD solundaki düzensizliğe işte bu kadar bağışıklık kazanıyorsunuz.
Gerçi birçok “deli onuru” paneli olan bir sempozyumdan ne bekleyecektik?
Bu panellerdeki konuşmacılar psikolojiyi bir başarısızlık sayarak kınıyor ve
98
mental hastalığın “spiritüel bir hediye” olduğunu öne sürüyor.34
Bu marjinalistalarla akılcı konuşma denemeleri bekleyebileceğiniz kadar
iyi gidiyor. Yazar Arun Gupta evanjelik vegan ve hayvan özgürlükçülerini
zekice ve sempatikçe eleştiren bir panelde konuştu. Fabrika çiftçiliğine ve
hayvan zalimliğine açık karşıtlığına rağmen, “türcü” olmakla kınandı. Sonradan bana görüşmede dediğine göre:
Eğer bu ortamda Stalin’i savunan bir panel organize etseydim, hayvan haklarını eleştiren bir panelden daha az tartışmalı
olurdu. İnsanca üretilmiş et yemek sorun değildir demenin, “Hey
Joe amca on veya yirmi milyon yumurta kırmış olabilir, ama
çok iyi bir omlet yapmış!” demekten daha tartışmalı olması, sol
hakkında bize ne söyler?
Bunda abartı olmaması üzücüdür, ve Sol Forum’un etkisiz kargaşası solun
genel durumunun belirtisidir. Ama kıyamet öngörmüyorum.
Solun politik tarihin kritik bir anında olması gayet mümkündür: bugünlerde Amerikalılar gerçekten sosyalizm bahsini seviyor, ve yeni bir temel
inşa etme potansiyeli inanılmaz cesaret verici. Ama genişleme arayışı içinde
olmamız gerekmesine ek olarak, projemizi de inceltmek zorundayız. Marjinalistalar gelecek yoldaşlarımızın dikkatini dağıtıyor, işini aksatıyor ve onları
caydırıyor. O halde biraz dışarıcı [exclusive] olmanın zamanıdır: tankçılar,
hakikatçiler ve tofular, mücadeleyle sınanmış konferans anekdotlarının düzenli akışını sağlıyor olabilir, ama bizi daha iyi bir dünya inşa etmeye yaklaştıracak değiller.
34 ç.n. Ruhsal’ın üç karşılığının (psychic, mental, spiritual) tek cümlede bir araya gelmesi dikkat çekici. Hemen ardından da “marjinalista” terimi uyduruluyor. Yani “gelecek
yoldaşlarımızın dikkatini dağıtan, işini aksatan ve onları caydıran” şeyler. Canlanan gevrekler?
99
Cinsel fark üzerine
Slavoj Žižek — 1994 — Keyfin Metastazları:
Kadınlar ve Sebepsellik Üzerine Altı Deneme, s. 158
... Bu tersyüz noktası Evrensel’i kuran istisnadır.35
Hegel’in her cinsin tek bir türü olduğu savı, öbür türün cinsin kendisi
olduğu savı, aynı paradoksal tersyüz noktasına yöneliktir. Örneğin ‘Zengin
insanlar parası olan fakir insanlardır’ dediğimizde, bu tanım ters çevrilemez –
‘Fakir insanlar parası olmayan zengin insanlardır’ diyemeyiz. ‘Fakir insanlar’
ve ‘zengin insanlar’ diye iki türüne ayrılan nötr bir ‘insanlar’ cinsine sahip
değiliz: Cins ‘fakir insanlar’dır, bu cinsin türü olan ‘zengin insanlar’ı elde
etmek için bu cinse türsel farkı [differencia specifica] (para) eklemek zorundayız. Psikanalizin cinsel fark tasavvuru da bununla homolog gibidir: ‘Kadın
iğdiş edilmiş adamdır’. Burada yine bu önerme ‘Adam falluslu kadındır’ diye
tersine çevrilemez. Fakat bundan adamın erkek olarak ontolojik önceliği olduğu sonucunu çıkarmak yanlış olurdu. Hegelcilikteki paradoks, türsel farkın
‘kesilmesi’nin cinsin kendisinde teşkil edici oluşudur. Başka bir deyişle iğdiş
edilme, adam cinsini tanımlar; iğdişle işaretlenmemiş ‘nötr’ evrensel İnsan,
olsa olsa iğdişin inkarını belirtir.
Lacan’ın burada becerdiği iş, cinsel farkı, katı Kantçı anlamda aşkınsal düzeyde tasavvur etmektir – yani hiçbir ‘patolojik’ ampirik içeriğe atıf yapmadan tasavvur etmektir. Onun cinsel fark tanımlaması aynı zamanda ‘özcülük’
35 Bunun bir diğer örneği evrensel muhakemenin en kötü ünlü vakasıdır: ‘Bütün insanlar
ölümlüdür’. Kendi örtük libidinal-simgesel ekonomisinde böyle bir muhakeme her zaman
beni –yani söyleyiş süjesi olarak konuşan kişinin mutlak tekilliğini– dışarır [excludes].
Gözlemcinin güvenli mesafesinden ‘herkes’in ölümlü olduğunu tespit etmek kolaydır; fakat
bu beyanda söyleyiş süjesinin istisna tutulması beyanın kendisine dahildir – Lacan’ın dediği
gibi, bilinçdışında, hiçkimse kendisinin ölümlü olduğuna hakikaten inanmaz; bu bilgi inkar
edilir, fetişist bir bölünme [splitting] ile uğraşırız: ‘Ölümlü olduğumu çok iyi biliyorum,
ama yine de...’.
100
tehlikesinden de kaçınır, çünkü onun tasavvurunda iki cinsel konumun her
birinin ‘özü’, türsel bir bağdaşmazlık biçimidir, çatışkı biçimidir. ‘Kadının
özü’ pozitif bir varlık değil, bir çıkmazdır [impasse], onu ‘kadın olmaktan’
alıkoyan bir açmazdır [deadlock]. Bu bakımdan Lacan sadece Hegel’i izler,
o da özcülük eleştirisini bizzat öz mefhumunun özcü olmadığını söyleyerek
cevaplardı – ‘özün özü’ onun bağdaşmazlığında, kendi inherent bölünmesinde [splitting] yatar; ya da Derrida’nın diyebileceği gibi, öz kendi ‘özsel’
karakterini ancak bağdaşımsız stratejilere başvurarak öne sürebilir, Irma’nın
iğnesi rüyasında Freud’un ödünç alınan şemsiyeye dair argümanındaki gibi
(şemsiyeyi sana sapasağlam iade etmiştim; senden ödünç aldığımda zaten
hasar görmüştü. . . ). Bu ‘inşasızlaştırma’nın [deconstruction] emsal vakasını Hegel Ruhun Görüngübilimi’nde Kant’ı eleştirirken söyler: Hegel Kant’ın
kendi ‘etik biçimciliğini’ öne sürmek için bir sürü ‘gayrımeşru’ Verstellunglar
becermeye [ayarlar çekmeye] (bir çıkarımın orta yerinde anahtar [key ] kavramların anlamını değiştirmeye, vb.) mecbur kaldığını ortaya çıkarır.
İşte bu yüzden Lacan’ın ‘cinsiyetlenme formülleri’ ile Kant’ın saf akıl antinomileri arasında koşutluk kurmak çok yerindedir [fully justified]: Lacan’daki
‘eril’ ya da ‘dişil’, süje üstüne pozitif enformasyon sağlayan –yani onun bazı
görüngüsel özelliklerini adlandıran– bir yüklem değildir; o daha çok, Kant’ın
tasavvurunda saf negatif bir belirlenim olan, belirli bir sınırı adlandırmakla,
kaydetmekle kalan şeyin bir örneğidir – daha net [precisely ] söylersek: süjenin görüngüsel gerçeklik dahilinde bir nesne gibi teşkil edilmesini sağlayabilecek kendi kimliklenme teşebbüsünde başarısız kalışının türsel bir modalitesidir. Bu açıdan Lacan, cinsel farkın birbirine eklenerek beraberce İnsan
bütününü oluşturan iki karşıt kutbun ilişkisi olması mefhumundan alabildiğine uzaktır: ‘eril’ ve ‘dişil’ İnsan cinsinin iki türü değildir, daha çok, süjenin
İnsan kimliğinin tamlığına ulaşmakta başarısız kalışının iki şeklidir. ‘Adam’
ve ‘kadın’ beraberce bir Bütün oluşturmaz, çünkü her birisi zaten kendi
içinde başarısız kalmış bir Bütündür.
Böylece Lacan’ın cinsel fark kavramlaştırmasının kötü ünlü ‘ikili mantık’
tuzağından neden kaçındığı da açık olmalıdır: onda ‘eril’ ve ‘dişil’, karşıt
yüklemlerin art arda dizilmesi kılığında (etkin/edilgin, sebep/etki, akıl/seziş;
vb.) karşı karşıya konmazlar; daha çok, ‘eril’de ve ‘dişil’de, bu karşıtlıklardaki çatışık ilişkinin kendisine dair farklı modaliteler vardır. ‘Adam’, kadın101
etkinin bir sebebi değildir, sebep ve etki arasındaki ilişkiye dair türsel bir
modalitedir (onda: sebep ve etkilerin çizgisel sıralanışı ve istisna tutulan eşsiz öğe, Son Sebep vardır), buna karşın ‘kadın’ farklı bir modaliteyi imletir
(onda: sebebin kendi etkilerinin bir etkisi gibi işlev gördüğü bir çeşit sarmaşık ‘etkileşim’ vardır). Cinsel hazlar sahasında, eril ekonomi ‘teleolojik’
olma eğilimindedir, fallik orgazmın mükemmel haz [pleasure par excellence]
oluşunu merkez alır, dişil ekonomide ise teleolojik bir merkez ilke etrafında
örgütlenmemiş bazı hazların dağıtık bir ağı vardır. Sonuçta ‘eril’ ve ‘dişil’,
cevherli iki pozitif varlık değil, bir ve aynı varlığın iki farklı modalitesidir: eril
bir söylemi ‘dişileştirmek’ için onun türsel ‘tonalite’sini –bazen neredeyse hiç
algılanamadan– değiştirmek yeterlidir.
İşte burada Foucaultcu ‘inşacılar’la Lacan’ın yolu ayrılır: ‘inşacılar’a göre
cinsellik doğal bir veri değil, bir brikolajdır, heterojen söylemsel pratiklerin
yapay bir birleştirmesidir; Lacan ise naif cevherciliğe dönüş yapmadan bu
görüşü reddeder. Ona göre cinsel fark söylemsel, simgesel bir inşa değildir;
o tam olarak simgeleştirmenin başarısız kaldığı noktada ortaya çıkar: cinsiyetli oluruz çünkü simgeleştirme her zaman kendi inherent imkansızlığı ile
karşı karşıya gelir. Buradaki mesele ‘gerçek’, ‘somut’ cinselliklerin ‘adam’
veya ‘kadın’ denen simgesel inşalara asla tam olarak uyamamaları değildir: mesele daha çok, bu simgesel inşanın kendisinin belli bir köklü açmaza
[fundamental deadlock] ek olarak gelmesidir. Kısacası, cinsel farkı simgeleştirmek mümkün olsaydı, iki cinsiyetimiz değil tek bir cinsiyetimiz olurdu.
‘Erkek’ ve ‘dişi’, Bütünü oluşturan iki tamamlayıcı parça değildir, bu Bütünü
simgeleştirmeye dönük iki (başarısız) denemedir.
ç.n. “Essence”la karışmaması için “specific”i “özgül” diye çevirmedim, burada konu edilen “species”den hareketle “türsel” diye çevirdim.
Yine “essence” ile karışmaması için “subject”i “özne” diye çevirmedim,
“süje” diye çevirdim. Türkçede “özne” derken “özgürlük” çağrıştırılmak istenir ama “subject / süje”de “being subject to / tabi olma” çağrışımı vardır.
Çıkarımın orta yerinde gayrımeşru Verstellunglar olmasın diye “key”i “kilit”
diye çevirmedim, “anahtar” diye çevirdim.
102
Muamma: Şifreleme ve Cinsel İlişki
Scott Wilson — 14 Mayıs 2016 — thelacanianreviews.com
“Bilinçdışı ... şifrelenecek [se chiffre] bir şey değil, şifresi çözülecek [se déchiffre] bir şeydir. Yani: keyfiyetin kendisidir.” Jacques Lacan, Televizyon. 18-19.
Graham Moore’un Taklit Oyunu (2014) filminde, Benedict Cumberbatch’ın
oynadığı Alan Turing’in, gençliğinde sevdiği okul çocuğu Christopher Morecom’la şifreli [encrypted] aşk mesajları değiştokuş ettiği dokunaklı bir sahne
var. Bu sahne Turing’in şifrelemeye [encryption] duyduğu ilginin –ki elbette
ikinci dünya savaşı sırasında Britanya’nın Bletchley Park’ta Almanya’nın
Muamma [Enigma] makinesinin şifresini çözmesiyle doruğa ulaşmıştı– aşk
muammasını ve cinsel ilişkinin imkansızlığını temel aldığını düşündürüyor.
103
İmkansız olması sadece eşcinsel karakterinden değil tabii ki; kodları ve akrostişleriyle tutku nesnesindeki tüm cevheri boşaltıp onu ‘insandışı eş’ imleyenine döndüren şövalye aşkı şairleri gibi (Lacan, VII: 150) Turing’in Eros
odağı da matematik ve makineler olmuştu. Alan Hodges’un yetkin biyografisi Alan Turing: Muamma (2014) kitabının aktardığına göre, ki film de bu
kitabı temel alır, Turing, “bir seferinde matematikten cinsel haz türettiğini
söyler” (161). Kuşku yok ki onun makine zekası ve yapay hayat araştırmalarına bir temel sağlayan seminal denemelerle bu alanları üretme “saplantısının” [obsession] kökeninde yine bu Eros vardı. Moore’un filmi, Turing’in
kendi Otomatik Hesaplama Motoruna çocukluk aşkı “Christopher”ın adını
vermesiyle bu ilintiyi yakalıyor.
1940 ve 50’lerde Lacan elbette yeni sibernetik bilimi ve enformasyon kuramından büyülenmişti, başvurduğu kaynaklar arasında Claude Shannon ve
Norburt Wiener da vardı. Turing’den değil ama düşünen makinelerinden
söz etmiştir. Dahası Lacan, onlardaki ikili sistemin aynı zamanda dilin temeli ve bilinçdışının yapısı olduğunu öne sürer. “Simgeselin dünyası makinenin dünyasıdır.” Lacan’ın öğretisinin bu aşamadaki mantrası budur ve bunu
anlamak analistlerin görevidir: “konuştuğu sürece, özne, aradığı yanıtı, dönüşünü, sırrını, gizemini, modern makinelerin bize temsil ettiği inşa edilmiş
simgede kusursuzca bulabilir” (II: 186). Ve aslında bilinçdışında, matematik
cinselliktir: “özne o konuyu düşünmezken, simgeler birbiri üstüne binmeyi,
çiftleşmeyi, çoğalmayı, birbirlerini döllemeyi, birbiri üstüne zıplamayı, birbirlerini parçalamayı sürdürürler” (II: 185). Hem Turing hem de Lacan, kendi
farklı yollarıyla, düşüncenin ille de insan beyni gerektirmeyen bir simgeleştirme etkisi olduğunu tespit ederler.
Turing ve Lacan arasındaki karşılaşmanın kaçırılması talihsizliktir çünkü
Lacan sibernetiğe yöneldiğinde, Turing zihnin daha yüksek bir anlayışına
ulaşma çabasıyla çoktan psikanalize başlamıştı. Turing’in analizinin eşcinsellik mahkumiyetiyle ve onu 1954’te intihara sürüklediği anlaşılan “kimyasal iğdiş” hükmüyle hiçbir ilgisi olmadığı belirtilmeli. Turing’in ağbisine
göre psikanaliz onun hayli methettiği bir tecrübeydi (Hodges, 611). Aslında
Franz Greenbaum’la analiz döneminde, mahkumiyetine yol açan Aralık 1951
olaylarıyla ilgili acayip bir kısa öykü yazmıştı. Öyküde Turing kendisini “Alec
Pryce” olarak kurgulaştırır: Pryce yeni bitirdiği “gezegenler arası seyahat”
makalesini, yirmili yaşlarında tanıttığı ve artık “Pryce dubası” [Pryce’s buoy ]
104
diye bilinen fikirden daha iyi bulmaktadır. Bu söz her kullanıldığında Alec
bir gurur parıltısı duyardı. Gayet bariz çift anlamlılık da onu pek memnun
ederdi. Eşcinselliğini sergilemeyi hep sevmişti . . . (Hodges, 564-5).
“Pryce dubası” elbette “Turing makinesi”nin kodlanmasıdır, kelime oyunuyla çocuk [boy ] ve makineyi (bu örnekte deniz seyahatlerinde bir işaret
ve sinyal yayıcısı) ilintilendirir, ama aynı zamanda U-Boy’un U-Boat’a neredeyse eş-adlı olmasıyla, onu batıran çocuk Arnold Murray’i, “imkansız” Denizcilik Muammasını kırarak konumlamaya çalıştığı ölümcül nesnelere doğru
yoğunlaştırır, ki Britanya Hükümeti bu başarısından dolayı onu donatmıştır.
Fakat Turing’in en ünlü makalesi, ünlü “taklit oyunu” ya da “Turing
testi”ni ortaya çıkaran makaledir, kurdukları etkileşim arttıkça bilgisayarların insanlarla karıştırılacağını isabetle tahmin etmiştir. Fakat Turing bu
testin önsözünde, erkeklerle kadınların salt simgeleme düzeyinde ayırt edilmesi problemiyle ilgili benzer bir testten bahsederek, buradaki meselenin fark
imleyenlerinden ibaret olmayıp yönlendirdikleri keyfiyetin de söz konusu olduğuna işaret eder. Biyografi yazarının dediği gibi, cinsellik “simge dizilerine
indirgenebilir olmayan olgulara bağlıydı” (Hodges, 2013: 523). Bunun gibi,
Lacan’ın makinelerle ilgili sorduğu soru, düşünebilip düşünemedikleri değildi, bildiklerinin söylenip söylenemeyeceğiydi, çünkü “bilginin temeli şudur
ki, uygulamasının keyfiyeti, edinilmesiyle aynı şeydir” (XX: 97).
Hem Turing hem de Lacan’da “simgeselin dünyası makinenin dünyası”
olsa da, Turing’in evrensel hesaplama makinesi kendi nesnesiyle örtüştüğünden, onun Silikon Vadisindeki takipçileri bizzat doğanın bir Turing makinesi
olması ve simgeselin gerçekle bitişik olması varsayımından cesaret alır. Fakat yaşamından ve çalışmasından anlaşılacağı gibi, onun mirasının sebebi
ve sınırı olarak konumlanabilen, farklı türde bir gerçektir – cinsel ilişkinin
imkansızlığıdır.
ç.n. İnternetler derlemesindeki NSA Üzerine (Matthew Green) yazısında
yaptığım gibi burada da “encryption/decryption” terimlerini şifreleme diye
çevirdim, ama her seferinde [encryption] [decryption] diye belirtme gereği
duydum, bu terimlerin encipherment ve decipherment ile karıştırılmaması
için.
105
Genç kız üzerine
Tiqqun — FR: 2007, EN: 2012 — Genç Kıza
Dair Bir Kuram İçin Hazırlayıcı Maddeler
Demek ki Genç Kız, artık kendisiyle kıymet haricinde hiçbir yakınlığı kalmayan oluştur, ve her faaliyeti, bütün ayrıntılarıyla, kendini kıymetlendirmeye
yöneltilmiştir. Her an kendisini, kendi şeyleşmesinin egemen öznesi olarak
onaylar. Kudretinin sorgulanamaz karakteri, dümdüz edilmiş bu oluşun bütün ezici eminliği, tamamen anlık konvansiyonlarla, kodlarla ve temsillerce
örülmüş o eminlik, jestlerinin birazıyla dirilen bütün o yetke, bunların hepsi
onun “sosyete” nezdindeki mutlak saydamlığına dolaysızca endekslenmiştir.
Kesin anlamda bu hiçliği yüzünden, her bir muhakemesi bütün sosyal
düzenin mecburi ağırlığını taşır, o da bunu bilir.
...
Genç Kızın “özgürlüğü” Gösteri’nin en pathetic üretimlerindeki gösteriş
kültünün ötesine nadiren geçer. Özünde, bir şevk eksikliği karşısında yabancılaşmanın gereklerinin öne sürülmesinden oluşur.
106
Boş ve anlamdışı
Slavoj Žižek — 1994 — Keyfin Metastazları:
Kadınlar ve Sebepsellik Üzerine Altı Deneme, s. 129
Aşkınsal genesisin beri yüzündeki ‘gerçek genesis’ sorunsalını ilk formülleştiren Schelling oldu: Weltalter fragmanlarında (1811-15) uyguladığı program,
‘Tanrıdaki gerçek’ uçurumundan, yani dünya yaratılmadan önceki Tanrı olan
dürtüler [Triebe] girdabından, Sözün, Logosun belirişinin türetilmesidir. Schelling Tanrının varoluşu ile Varoluşun müphem ve yarılamaz Zeminini, yani
‘Tanrıda olup henüz Tanrı olmayan’ korkunç ön-simgesel Şeyi birbirinden
ayırt eder. Bu Zemin, ‘çelişki [Zusammziehung , contractio]’ –benliğe geri
çekilme, bencilce öfke, hep yokeden delilik– ile ‘uzanma’ –Tanrının Sevgisini
hibe etmesi, taşırması– arasındaki çatışık gerilimden oluşur. (Bu çatışkıda
Freud’un libido ve ölüm dürtüsü ikilisini önceleyen ben dürtüleri ve sevgi
dürtüleri ikilisini nasıl fark etmeyiz?) Bu dayanılmaz çatışkı, vakitsizce geçmiştir, asla ‘mevcut’ olmamış bir geçmiştir, çünkü mevcutluk Logosu imletir, konuşulan Sözdeki açıklığı, dürtülerin çatışık nabız atışının simgesel
farklılığa çevrilmesini imletir.
Demek ki Tanrı ilkin ‘mutlak umursamazlık’ uçurumudur, hiçbir şey istemeyen iradedir, huzur [peace] ve güzelliğin hükmüdür; Lacancı terimlerle:
saf dişil keyfiyettir [feminine jouissance], herhangi bir bağdaşımdan yoksun
boşluğa doğru saf genişlemedir, hiçliğin bir arada tuttuğu ‘hibe etme’dir.
Tanrının asıl ‘tarih-öncesi’, ilksel bir daralma [contraction] eylemiyle Tanrının kendine sağlam bir Zemin bulmasıyla, kendisini Bir olarak, bir özne,
pozitif bir varlık [entity ] olarak teşkil etmesiyle başlar. Hastalığa kapılır gibi
107
oluş [being] ile ‘darlanan’ [contract] Tanrı, daralma ve genişlemenin deli,
‘psikotik’ dönüşümüne yakalanır; sonra bu delilikten kaçmak için dünyayı
yaratır, Sözü söyler, Çocuğu doğurur. Sözün belirişinden önce Tanrı ‘depresif manik’tir ve bu da Tanrının evreni neden yarattığı muammasının en açık
yanıtını verir – onu delilikten çekip çıkaracak bir tür yaratıcı terapi olarak . .
. . 36 Sonraki Schelling ‘vahiy felsefesi’yle Tanrının evvelce kendi varoluşuna
sahip olduğunu kabullenerek önceki radikalliğinden vazgeçti: bu haliyle artık
daralma Tanrının kendisini bağlamaz; Tanrının yaratıklar evrenine biçim verecek maddeyi yaratma eylemini adlandırmakla kalır. Böyle olunca Tanrının
kendisi artık ‘genesis’ sürecine karışmaz: genesis sadece yaratılışla ilgilidir,
Tanrı ise tarihsel süreci tarihin dışındaki emniyetli bir yerden yönetir ve sevinçli neticeyi güvence altına alır. Bu geri çekilişle birlikte, Weltalter ’den
‘vahiy felsefesi’ne doğru kayma ile, Weltalter ’deki sorunsal geleneksel Aristocu ontolojik terimlere çevrilmiş olur: Varoluş ile Zemini arasındaki karşıtlık
artık Öz ile Varoluş arasındaki karşıtlığa döner – buna göre ilahi Öz olarak
Logos, etkililiğe ulaşabilmek için pozitif bir Varoluşa ihtiyaç duyar, vesaire.37
Deleuze ile Lacan’daki maddeci ‘bahis’ burada yatar: ‘cinsiyetsizleme’,
Anlam-Olayının nötr-cinsiyetsizlenmiş yüzeyinin getirilmesi, aşkın, bedendışı bir kuvvetin yapacağı müdahaleye yaslanmaz; cinsiyetlenmiş bedenin
kendi inherent çıkmazından türetilebilir. Bu kesin anlamda –vülger maddecilerle müphemcilere kabullenmedikleri dayanışmaları içinde ne kadar sarsıcı
gelebilse de– fallus, ‘iğdiş’in imleyeni olan fallik öğe, diyalektik maddeciliğin
36 Bu sorunsalın eşsiz bir sunumu için bkz. Jean-Franois Marquet, Liberté et existence.
Étude sur la formation de la philosophie de Schelling, Paris: Gallimard 1973.
37 Bu geri çekilme ayrıca politik tutumda radikal bir değişim getirir: Weltalter fragmanlarında Devlet, cisimlenmiş Kötülük olarak, Kudretin dış makinesinin bireyler üstündeki
tiranlığı olarak kınanır (bu haliyle ortadan kaldırılmalıdır), sonraki Schelling ise Devleti
insanın Günahının vücut bulması sayar – tam da insan kendini onda tanıyamadığı ölçüde
(Devlet bireyleri ezen dış, yabancılaşmış bir kuvvet halinde kaldığı ölçüde) o insanın hilekarlığının ilahi cezasıdır, insanın günahkar kaynaklarının anımsatıcısıdır (bu haliyle ona
koşulsuzca itaat edilmelidir). Bkz. Jürgen Habermas ‘Dialektischer Idealismus im Übergang zum Materialismus – Geschichtphilosophische Folgerungen aus Schellings Idee einer
Contraction Gottes’, Theorie und Praxis, Frankfurt: Suhrkamp 1966, s. l08-61.
108
aslî kategorisidir. ‘İğdiş’ imleyeni olarak fallus, Anlam-Olayının saf yüzeyinin
belirişine aracı olur; bu halde o, ‘aşkınsal imleyen’dir –Anlam sahasındaki
anlamdışı olarak Anlam dizisinde dağıtım ve regülasyon yapar. ‘Aşkınsal’
statüsü, onda ‘cevhersel’ hiçbir şey yok demektir: fallus tam anlamıyla [par
excellence] surettir. Fallusun ‘sebep olduğu’ şey, yüzey olayını bedensel derişimden [density ] ayrı tutan ayırıdır [gap]: kendi true, etkili, bedensel sebebi bakımından Anlam sahasının otonomluğunu sürdüren ‘sanki-sebep’tir
[pseudo-cause]. Burada Adorno’nun gözlemi anımsanmalıdır: aşkınsal teşkil
edilme mefhumu bir tür perspektif tersyüzün sonucudur; öznenin kendi teşkil edici kudreti olarak (hatalı) algıladığı şey aslında onun kudretsizliğidir,
kendi ufkuna dayatılmış sınırlamaların ötesine geçmekten aciz oluşudur –
aşkınsal teşkil edici kudret, öznenin true bedensel sebeplere kör kalmasının beri yüzü olan bir sanki-kudrettir. Sebep olarak fallus, bir sebebin saf
suretidir.38
Hiçbir yapı yoktur ki, iki dizinin (imleyen ve imlenen dizilerinin) kesişme
noktası olan, –Lacan’ın çok kesin ifadesiyle– ‘imleyenin imlenenin içine düştüğü’ kısa devre noktası olan bu ‘fallik’ momenti içermesin. Anlam sahasındaki anlamdışı noktası, imleyenin sebebinin Anlam sahasına işlendiği noktadır – bu kısa devre olmasaydı imleyenin yapısı dış bir bedensel sebep gibi
eylem göstermiş ve Anlam etkisini üretememiş olacaktı. Dolayısıyla da bu
iki dizi (imleyen ve imlenen dizileri) hep ‘çifte işlenmiş’ paradoksal bir varlığı içerir – bu varlık aynı anda hem fazlalık hem noksanlıktır – imleyenin
imlenen üzerindeki fazlalığıdır (imleneni olmayan boş imleyendir) ve imlenenin noksanlığıdır (Anlam sahasındaki anlamdışı noktasıdır). Dolayısıyla da,
simgesel düzen belirdiğinden itibaren, yapısal bir yer ile bu yeri işgal eden,
dolduran öğe arasındaki asgari farkla uğraşırız: bir öğeyi yapıda doldurduğu
38 (Simgesel) negatiflikle beden arasındaki bu ‘imkansız’ kesişimi formülleştirme çabası Jacqueline Rose’un ‘Melanie Klein’a dönüş’ünü de güdüleyen kuvvet gibi görünür
(bkz. Why War?, Oxford: Blackwell 1993). Bu nedenle şu satırların yazarı kendisini saf
‘dogmatik’ bir Lacancı saysa da bu teşebbüsle derin dayanışma hissi taşımaktadır.
109
yer hep mantıken önceler. Dolayısıyla da bu iki dizi, ‘boş’ biçimsel yapı (imleyen) ve yapıdaki boş yerleri dolduran öğelerin dizisi (imlenen) olarak tarif
edilebilir.
Bu perspektife göre paradoks bu iki dizinin asla örtüşmemesi olgusundan
ibarettir: aynı anda hem –yapı bakımından– boş, işgal edilmemiş bir yer olan
hem de –öğeler bakımından– hızla giden, kaçan bir nesne, yeri olmayan bir
işgalci olan bir varlıkla hep karşılaşırız.39 Böylece Lacan’ın düşlem formülünü (S
♦ a) üretmiş olduk, çünkü yapıdaki boş yer, atlanmış bir imleyen
olan öznenin mathemi S
’dir, objet a ise tanımı itibariyle aşırı bir nesnedir,
yapıdaki yerinden yoksun bir nesnedir. Dolayısıyla da mesele, bir öğenin yapıdaki elverişli yerlerin üzerindeki fazlalığından ya da kendisini dolduracak
öğesi olmayan bir yerin fazlalığından ibaret değildir – yapıdaki boş bir yer,
gene, belirip bu yeri dolduracak bir öğeye dair düşlemi sürdürmüş olacaktı;
yerinden yoksun aşırı bir öğe, gene, onu bekleyen henüz bilinmeyen bir yere
dair düşlemi sürdürmüş olacaktı. Mesele daha çok, yapıdaki boş yerin, yerinden yoksun başıboş [errant] öğeyle sıkıca ilintili olmasıdır: onlar iki farklı
varlık değil, bir ve aynı varlığın arka ve beri yüzüdürler – bir Möbius şeridinin
iki yüzeyine işlenmiş bir ve aynı varlıktırlar. Kısacası, S
olan özne, derinliğe
ait değildir: yüzeyin kendi topolojik bükülmesiyle belirir.
39 Deleuze,
The Logic of Sense, New York: Columbia University Press 1990, s. 41.
110
İnternete Övgü
Bertolt Brecht’in Partiye Övgü’sünden bozarak:
İki tane gözün varsa senin
Binlerce gözü var İnternetin
Her kullanıcının bildiği birkaç kent,
Beş kıtanın beşini de biliyor İnternet
Her kullanıcının vakti belli
İnternetin ise tarih saati
Her kullanıcıyı yok edebilirler her an
İnternet ise yedi değil, binlerce can
Biçimlerin öncüsü o çünkü
Ve o yönetiyor direnişi
Gerçeğin bilinciyle işlenmiş olan
İçeriklerinin akışıyla
111
Yazılarımı neden yazdım
Jacques Lacan — EN: 2013 — Dinin Galibiyeti’nden bir alıntı
Yazılarımı [Écrits] insanlar onları anlasın diye yazmadım, insanlar onları okusun diye yazdım. Bu ikisi hiç aynı şey değil. İnsanlar hiçbir şey anlamıyor,
doğrudur elbette, bir süreliğine, ama yazılar onlara bir şey yapıyor. Bu yüzden de – dışarıdan dikizleyip hayal edilenin aksine – insanlar onları okuyor,
buna inanmaya eğilimliyim. İnsanların Yazılarımı satın alıp hiç açmadıkları
hayal ediliyor. Foldur bu [false]. Hatta insanlar yazılar üstüne çalışarak kendilerini tüketiyor. Tabii ki Yazılarıma başlayan birinin yapabileceği en iyi şey
onları anlamaya çalışmaktır. Ve onları anlayamadığı için, çalışmayı sürdürür. Bile bile onları insanların anlayamayacağı bir hale sokmadım – mevcut
şartların neticesi böyle oldu. Konuştum, çok tutarlı ve kavranabilir dersler
verdim, ama onları her yıl tek bir makaleye çevirince konuşma konularının
toplamına kıyasla inanılmaz yoğunlaştırılmış yazılar çıktı, ve onları Japon
çiçekleri <Žižek> gibi suya koymak gerekir açımlanmaları için. Bu kıyaslamadan ne çıkarılacaksa odur.
112
Dolu konuşma
Jacques Lacan — 1953-1954 — Seminer 1: Freud’un Teknik Makaleleri
Dolu konuşma, bir kişiyi başka bir kişinin tanımasında kurulduğu haliyle hakikati hedefleyen, hakikati biçimleyen konuşmadır. Dolu konuşma, icra eden
konuşmadır. Öznelerden birisi sonradan kendini, önceki olduğundan başka
halde bulur. İşte bu yüzden analitik deneyimde bu boyuttan kaçınılamaz.
Analitik deneyimi yanılsamaya dayalı, telkine dayalı bir oyun, bir tuzak,
bir dolap gibi düşünemeyiz. Onun meselesi dolu konuşmadır. Bu nokta belirtildikten itibaren, zaten fark etmiş olabileceğiniz gibi, bir sürü şey tasnif
olur ve netleşir, fakat bir sürü paradoks ve çelişki belirir. Bu tasavvurun
değeri tam olarak bu paradoksları ve çelişkileri açığa çıkarmasıdır, ki bu
onları mat ya da müphem kılmaz. Aksine çoğu zaman ahenkli ve kavranabilir gözüken şeylerdir matlığı barındıran. Ve öbür yandan antinominin
içinde, ayırının içinde, zorluğun içindeyken berraklaşma fırsatları ile karşılaşırız. İşte bu, yöntemimizin üstüne temellendiği bakış açısıdır, ve umuyorum
ki ilerleyişimizdir.
113
Konuşma üzerine
Maria Aristodemou — 2014 — Yasa, Psikanaliz, Toplum kitabından
Buna koşut bir şekilde, konuşan varlıklar olarak öznelliğimizin merkezi öğeleri, fiilen konu ettiğimiz kırıntılar değil ancak bilinçdışı olarak bilebildiğimiz ve bu yüzden konu etmekte zorlandığımız kırıntılardır. Nitekim Lacan’a
göre, düşünmeyi bıraktığımız, aptalca şeyler zikrettiğimiz zamanlarda arzu
hakkında bir şey bulabiliriz: “Özne düşünen kişi değildir. Özne tam olarak
aptalca şeyler zikretmeye teşvik ettiğimiz kişidir (onu büyülemek için diyeceğimiz gibi ‘her şeyi söylemeye’ değil, her şey söylenemez) ... Tam olarak
onun artık bunu düşümek istemediği ölçüde belki onun hakkında bir şeyler
daha öğreniriz.”
...
Eğer dil, özneye değil de Büyük Öteki’ye aitse ve onun insafına kalmışsa,
ve daha özne doğmamışken bile bu böyleyse, o zaman özgür konuşmadan
bahsetmenin ne anlamı olabilir ki? Psikanalize göre göreceğimiz karşıtlıklar
özgür ve zoraki konuşma arasında değildir, dolu ve boş konuşma arasındadır.
114
Büyük Adalet Şöleni : Great Justice Fest
Wo Ich war, soll Es werden (Academic) : Wo Es war, soll Ich werden (Journalist)
Siz gelirken biz gidiyorduk (Akademisyen) : Siz giderken biz dönüyorduk (Gazeteci)
115
22 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’nde hem akademisyenler, hem de gazeteciler
yargılanıyor! Metris Üniversitesi olarak, herkesi bu Büyük Adalet Şöleni’ne
katılmaya davet ediyoruz.
———————–
Peki ama, nedir Metris?
Metris bir üniversite, Metris bir hapishane. . .
Üniversitelerde özgür düşünen, adalet ve barış isteyen insanların yolu Metris’e düştükçe, hapishaneler birer üniversite. . .
Üniversiteler; baskı, itibarsızlaştırma, tektipleştirme ile, en küçük hücresine
kadar yozlaşmış bu iktidarın kalıbına sokuldukça, birer hapishane. . .
Metris sadece akademisyenlere mi?
Özgür düşüncenin yuvası olması gereken üniversiteler, öğrencilere de Metris!
Sadece üniversiteler mi Metris?
Fikrini yazacak mecra arayanlara, medya kurumları Metris!
Adalet arayanların karşısında saray gibi yükseldikçe hukuksuzlukla alçalan
mahkemeler birer Metris!
Kentsel dönüşüm ile evlerinden edilenlere şehrin çeperleri, yeni mahalleleri
Metris!
Kiminin yolsuzlukla – rantla cepleri şişerken, üç kuruşa çalıştırılan milyonlara
işyerleri, ofisler, fabrikalar Metris!
Kendilerine dayatılan savaşların yıkımından kaçan, onursuz yaşamaktansa
kendini lağım çukurlarına atarak canını almayı yeğleyen komşularımıza sunduğumuz yegane şey Metris!
Avrupa’nın egemenlerinin sığınmacıları başlarından savmak için Türkiye’ye
biçtiği rol de Metris!
116
Bombalarla, tankla, topla, tüfekle yıkılan mahallelerimiz, evlerimiz bize Metris!
Kapatılan haber siteleri, sosyal medya yasakları, paylaştıkları mesajlar bahane edilerek tutuklanan kullanıcıları ile, İnternet bile Metris!
Ana dilinde konuşturulmayanlara, kendi kültürünü yaşayamayanlara, egemenin dili, egemenin kültürü, her gün Metris!
Vicdanın içi tamamen boşaltılıp; bir dinin, bir mezhebinin, bir yorumu yıllarca dayatılırken, cenazelerini kaldıramayanlara, kutsal mekanlarına gaz
bombaları atılanlara ibadethaneleri birer Metris!
Yıllarca yanı başımızda özgürce akmış derelere, o derelerin hayat verdiği
insanlara, halklara, HES’ler birer Metris!
Rant için silbaştan kurulan mahallelerde, toplanan sokak hayvanlarına, hayvan toplama kampları, Kısırkaya’lar Metris!
Her yeni katliamla birlikte, bir öncekinin yükünün daha da büyüyerek sırtımıza yüklendiği, tarihimiz bize Metris!
Siyasi mücadele yürütmek isteyenlere; barajları, ayak oyunları, hileleriyle,
seçimler birer Metris!
Evde, sokakta, okulda, iş yerinde tacize, tecavüze uğrayan kadınlara; bu
erkek egemen dünya Metris!
Ve her metrisin başında bir metris, en tepesinde bir baş Metris, dilinde tek
bir cümle: “Çünkü zorundasınız!”
Biz de diyoruz ki: “Hayır efendim, hiç de değiliz!”
117
Suriçi acele
Aşk kaderden, neşe kederden, kazanç emekten, iktidar halklardan çalınmıştır.
118