altındaki çimleri öfkeyle ezmeye başladı. Bu arada Defne`yi ve

Transkript

altındaki çimleri öfkeyle ezmeye başladı. Bu arada Defne`yi ve
altındaki çimleri öfkeyle ezmeye başladı. Bu arada Defne’yi ve
sorusunu görmezden geldiğini iyice vurgulamak için homurtuya
benzer bir sesle, ne olduğu anlaşılmaz bir şarkı mırıldanıyordu.
“Ben çocukken parktaki çimenlerin üzerinde kocaman, ‘çimlere basmak yasaktır’ yazıyordu. Sanırım çocukların okuma öğrendiklerinde ilk okudukları cümle buydu,” dedi Defne bir çocukla
değil de yetişkin bir arkadaşıyla konuşurmuş gibi. “Yasak!”
“Ne olmuş ki, hâlâ yazıyor bile!” diye boş bulunup, biraz önce
adı konusunda tavır koyduğunu unutan Karaca atıldı.
“Yıllar sonra, büyüyüp liseyi bitirdiğimde İngilizcemi ilerletmek için İngiltere’ye gittiğimde…” diye onu duymamış gibi
devam etti Defne, “Cambridge Üniversitesi’nde yüz yıl önce
çimenlerin üzerinde sadece kadınların yürümesinin yasak olduğunu öğrendim.”
“Erkek çocukları çimleri ezerek yürüyebiliyor muymuş yani?”
“O yıllarda oğlan çocukları ve erkeklerin çimlerde yürümesi
serbestmiş, orası sadece kız çocukları ve kadınlara yasakmış! O
dönem Virginia Woolf adında akıllı bir kadın yazar, bu yasağı
bozmak istemiş ve o çimenlerin üzerinde yürümüş.”
“Oh, iyi yapmış! Babam bana yasak koyunca ben de sinir oluyorum biliyor musun?”
“İşte o kadın da tıpkı senin gibi yasaklara sinir olan birisiymiş
ve bu yüzden özellikle yasak çimenlerde yürümüş.”
“Eee? Ne olmuş sonra?”
“Ne olacak, tabii ki, oranın bekçisi gelip onu sertçe uyarmış.
Azarlamış, kadınların haddini bilmesi gerektiğini söylemiş.”
“Sana kendisi mi anlattı bunu? O kadın yazar?”
“Ah keşke tanışabilseydim onunla… Ama onun anılarını
kitaplarından okudum. Virginia Woolf, ben doğmadan çok önce,
ceplerine taşlar doldurup bir nehirde intihar etmiş…”
62
“Çimenlerde yürümesi yasak diye mi intihar etmiş? Bu çok
aptalca!”
“Hımm… Yok, sadece o nedenle olduğunu sanmıyorum.
Yasakların hepsine, insanların birbirlerine koydukları sınırlamalara, yaptıkları zulme dayanamayacak kadar iyi bir kalbi olduğu
için yaşamak ağır gelmiş olmalı ona…”
“Ezikmiş yani!” diyerek kesti attı Karaca. Sonra da ayaklarının
altındaki çimenleri yeniden öfkeyle ezmeye başladı.
“Ben ezik demezdim, olsa olsa hassasmış kalbi… Yani ne bileyim… Herkes aynı değil ki… Bak örneğin benim ablam Aysu,
bana göre daha dayanıklıdır. Çocukken ikimiz de aynı yağmurun
altında, bu bahçede oynardık, ben çabucak nezle olurdum, o
sapasağlam kalırdı. Ya da nasıl desem? Hani bazılarımız yolda bir
sokak kedisi sevsek, vapurda giderken bir yunus görsek sevinçten
gözümüz dolar, içimiz ışıldar ya… Ancak bazılarımız da hiç
açlık ihtiyacı yokken, savunmasız dünya güzeli bir geyiği ateşli
silahla vurup, hayvan can çekişirken başında sırıtarak fotoğraf
çektirir. Ya da ne bileyim, ekinlere zararlı böcekleri yiyerek tabiat
dengesine yararı olan bir bıldırcını nedensiz olarak sapanla vurur,
öldürür. Başka canlının acısından zevk almaya insan kalbi nasıl
dayanır?”
“Eziklik işte! Çocuğunu terk eden anneler de ezik! Anneler
uzun yaşamak zorundadır, ölüp çocuklarını yalnız bırakamazlar!”
“Hımmm... Woolf intihar etti diye bozuldun sen! Yalnız, şunu
söyleyebilirim ki, o kadın yazarın çocuğu yokmuş…” diye dalgın
bir sesle söylendi Defne. “Öte yandan sen haklısın, eğer anne
olsaydı, intiharı çocukları için haksızlık sayılırdı… Gerçekten
Sylvia Plath’ın çocuklarının yaşadıklarını bu açıdan düşünmemiştim… Bak, bana yeni bir bakış açısı gösterdin adını söylemeyen çocuk!”
63