Tavır Dergisi 134. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız

Transkript

Tavır Dergisi 134. sayısını pdf formatında görmek için tıklayınız
01 merhaba_sablon 11/3/13 6:53 PM Page 9
Merhaba,
Sahibi
Tavır Yayınları adına
Bahar Kurt
Genel Yayın Yönetmeni
Gamze Keşkek
Sorumlu Yazı işleri Müdürü
Yeliz Yılmaz
Yayın Danışmanı
Veysel Şahin
Yazışma Adresi
İstanbul
Mahmut Şevket Paşa Mah.
Mektep Sk. No: 4-B
Okmeydanı - Şişli - İstanbul
Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49
e-posta: [email protected]
www.tavirdergisi.org
Ankara
İdilcan Kültür Merkezi
Eski 1. Cadde
636. Sk. No: 207/2
Tel: 0 541 336 65 37
Hesap no (TL)
1042-0596147
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Hesap No (EURO)
1042-0129062
Gamze Mimaroğlu
İş Bankası Parmakkapı/İST
Fiyatı (DÖVİZ)
Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro
Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro
İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin
Posta Çeki Hesap No
Selma Altın
515 72 82
Baskı
Ezgi Matbaa
Sanayi C. Altay Sk. No: 10
Çobançeşme/İstanbul
Tel: (0 212) 452 23 02
Yayın Türü: Yerel Süreli
Sonbahara girdiğimiz şu günlerde umudumuz çiçek çiçek açıyor bir kez daha, zulmün olduğu her yerde adalet arayışı da bitmiyor. Halk, hesabını sormak istiyor,
hesabını soruyor. Biz hiç yenilmedik, biz hiç umudumuzu yitirmedik. İşte bu gördüğünüz gümbür gümbür kavgadır, bizi biz eden...
Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor. Uyuşturucu ve yozlaşma yoksul mahallelerimize sokulmaya çalışıldı yıllarca ve bunun karşısında devrimciler durdu
daima. İşte bir kez daha devrimciler karşı koyuyor çetelere ve bir fidan düşüyor
toprağa 21'inde, kahpenin 6 kurşunu ile... Hasan Ferit onun adı ve şimdi Hasan
Ferit, ölümsüzlüğün sloganı, dillerde bir yenilmezlik ezgisi... Hasan Ferit'i anlatıyor arkadaşları dergimizin sayfalarında...
Ve Eylül zamanı bir can daha düşüyor toprağa... Halktan yana sanat yapan, halkın içinde olmaktan bir kez dahi vazgeçmeyen Tuncel Kurtiz ayrılıyor aramızdan.
Onu anlatıyoruz bu sayımızda filmleri ve onurlu aydın duruşuyla...
Grup Yorum, Halkın Elleri diyor 28.yılında. Kolektif bir çalışmayla faşizmin her türlü baskısına rağmen çıkıyor Halkın Elleri albümü. Bu sayımızda röportaj yaptık Grup
Yorum'la, albüm sürecini ve baskıları kendileri anlatıyor...
Neşet Ertaş'ın vefatının birinci yılında devlet tarafından bir tören düzenleniyor.
Formaliteler, yalanlar, dolanlar, başbakanın sanatçıları eşliğinde. Bunu anlatıyoruz...
İstanbul'un orta yerinde işçi sınıfının onurlu tarihine bir halka daha ekliyor Kazova direnişçileri. Bu sayımızda onlarla röportaj yapıyoruz ve patronsuz üretimin serüvenini bir de onlardan dinliyoruz.
Devrimcilik, devrimci sanatçılık bedel istiyor bizim ülkemizde. Namuslu olmak ne
zor şeymiş meğer diyen Sabahattin Ali'lerden devraldığımız bayrağı onurla taşımanın mücadelesini veriyoruz. İşte bu yüzden bir kez daha sahne değil, sanık sandalyesi yerimiz. Dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek'in ilk mahkemesi görüldü 10 Ekim'de, fakat tahliye edilmedi. Bir kez daha faşizmi yargıladık, faşizmin mahkemelerinde. Gamze, savcıyı, hakimi seyirci yaparak mizahın diliyle,
devrimciliğin diliyle mahkum etti onları kendi sandalyesine. Yine haklılığımızla
biz dimdik dururken, onlar eğiktiler tüm haksızlıklarıyla, onursuzluklarıyla.
Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere...
Dostlukla...
02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 11/3/13 8:38 PM Page 30
3
4
5
7
9
10
11
13
15
17
19
20
22
23
26
28
29
30
GÜNCEL
hazal kara
paylaşmasaydık başkalarıyla
GÜNCEL
grup yorum
hasan için
MEKTUP
deniz ekin
mahallene hoşgeldin ferit
ÖYKÜ
gürhan torun
uyanacağım
DENEME
hazal kara
benim adım ahmet atakan
DENEME
ümit ilter
yüreğim delikanlı
GÜNCEL
sinan gümüş
tuncel kurtiz
DENEME
ümit ilter
sevinç bir eylemdir
DENEME
harun ezel
duvarların ardında bir çift göz
DENEME
can tuna
uyan berkin seninleyiz
DENEME
sanat meclisi
sanatçılar meclis kuruyor
MEKTUP
hüsnü yıldız
devrimci avukatlara saygıyla
DENEME
ebru timtik
kendi rüzgarımızı kendimiz yapacağız
RÖPORTAJ
tavır
ipin ucunda yeşeren rüyalar
RÖPORTAJ
tavır
bahar kurt’la röportaj
DEĞERLERİMİZ
deniz ekin
güvenmek
KELİMELERİN DİLİ
tavır
müdahale
AYIN FOTOĞRAFI
31
33
34
35
37
39
41
43
44
47
49
51
53
55
57
60
62
DENEME
grup yorum
umudun çocukları orkestrasını kuruyoruz
DENEME
leyla güney
bir çocuktun sen
ŞİİR
samih el kasım
haykıracağım
RÖPORTAJ
tavır
grup yorum’la röportaj
GÜNCEL
mete yılmazer
“gönül dağı”
DENEME
serkan fişek
marjinal arıların gerçek öyküsü
DENEME
ümit ilter
yarına yürümek
ŞİİR
baran sertoğlu
açlık treni
MAKALE
taylan güler
bizim de günümüz gelecek
ÖYKÜ
nilay fırat
dönüş yolu
ÖYKÜ
zerrin ege
zeliş ve balkabağı
ÖYKÜ
parmaklığın ardı sanattır
mehmet esatoğlu
DENEME
gökçe seval
hanene huzur dolsun
DİZİ
hasan bakır
sofraya bir tabak daha
KİTAP
serkan fişek
soba, pencere camı ve iki ekmek istiyoruz
SİNEMA
doğan muratlı
ilk öğretmen
HABER
3 muharrem_sablon 11/3/13 6:59 PM Page 3
güncel
güncel
paylaşmasaydık başkalarıyla...
hazal kara
Elimde bir kağıt... Kimbilir nereden düştü önüme. Nerede, kimi düşünüp not aldım. Sanki yüreğimin içindeki o koca ailenin bir yiğit evladı gibi süzülüp acı bir
doğum sancısıyla çıkagelmiş satırlar. Ve
bir defterin en arka sayfasına ilişmiş Nazım'ın sözleri. Sabırla beklemiş olduğu yerde. Şimdi tekrar okuyorum ne yazdığını
o kağıtta. Diyor ki Nazım;
Benim kuvvetim
bu büyük dünyada
yalnız olmayışımdadır.
Bu yüzden dostlar ki
bir kere bile selamlaşmadık.
Aynı hürriyet,
aynı hasret için ölebiliriz.
Düşmanlar ki kanlarına susamışım,
kanıma susamışlar.
Öfkeleyle çıktı Muharrem sokağa. Berkin'in talimatıydı aldığı. 6 şehidin hesabını sormaya gitti o şehre. Zulmün kalesini yıkmaya gitti. Ki bize armağan ettiği son
sözlerinde de görüyoruz öfkesini; “Ölene
kadar elimden düşürmeyeceğim silahımı”diyor. Ve düşüyor yollara... Sadece kendisinin değil tüm halkların öfkesi var çıkınında. Ve hasret biriktirmiş bolca... İçinde vatan kokusu, dut ağacı, sevdiceği, yol-
daşları, bütün yoksul çocuklar! Gaz bombası fişeğiyle kafasından vurulanlar da var
orada... Ve yozlaşmaya karşı savaştığı için
kurşunlanan Hasan Ferit’ler de...
Bu öfkeyle çıkıyor Muharrem sokağa... Ankara'nın orta yerinde bir gece vakti dikiliyor zalimin karşısına. Ki halkın savaşçıları
uyarılarını yapmıştı çoktan. Gün bizim,
gece bizim her an her yerdeyiz demişlerdi.
Anladım ki o gece kanına susamış düşman.
Nasıl da azgınca saldırıyor. Oysa bizim tek
bedenimiz var o akşam. Onlarsa binlerce...
Ve azgınca koşuyor itler kokunu aldıkları
yere. Yürüyerek aşıyorsun sen yolunu onlar senin kararlılığını aşabilmek için tüm Ankara'ya uykuyu haram ediyor, düşüyorlar
peşine. Öldürmek istiyorlar seni. Çünkü sen
halkın adaletisin. Tam karşılarındasın. Savaşıyorsun. Hala durduramıyorlar seni. Tek değilsin yanında yoldaşın var. Yanında Melek
var. Melek senin sevdiğin, eşin, içinde taşıdığın Melek. ‘Onun yerine de savaşıyorum’ dediğin Melek. O gün Ankara'dasın ve
Melek'in yanında, seninle... Her adımında
bu büyük sevgiyi de yanında taşıyorsun.
Daha
sıkı
sarılıyorsun
silaha.
Ve adımlarken dönüş yolunu şu dizeler var
aklının bir yerinde...
Sınırlamıyor beni sevda
yalnız senin görüntünle.
Ne sendeki güzelliğe bağımlı
ne benim duygularıma tutsak
birlikte omuzladığımız dünya.
Zincirleri yok kafamızda
yalnız birbirimizi düşünmenin.
Birlikte ürettiğimiz sevinç
çürüyüp giderdi çoktan
paylaşmasaydık başkalarıyla. *
Aynı anda bir çocuk bir sahil kentinde
onca heyecanla yaptığı uçurtmasını havalandırıyor. Uçurtma bir dala takılıyor. Çocuk dala uzanıp uçurtmayı kurtarıyor
daldan, dalı da uçurtmadan. Uçurtma
gökyüzünde havalanmaya devam ediyor.
Muharrem vurulup yere düşüyor. Uçurtma daha inatçı artık. Öyle ki küçük çocuğun elinden fırlıyor ve bulutlara kavuşuyor.
Ve şimdi Berkin’e uyan diyen, dayan diyen,
kalk Berkin kalk ekmek alacağız diyen Muharremler yürümeye devam ediyor. q
*Kemal Özer
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 3
4 yorum hasan_29-30 ellerimi tut 10/30/13 11:57 AM Page 4
güncel
güncel
hasan için...
grup yorum
Bir gencimiz daha düştü toprağa.
Aynı silah, aynı kurşun… Bu ülkenin
namuslu gençlerine hep aynı silah
doğrultuldu yıllarca. Aynı düşmanın
gözleriydi son gördükleri. Aynı haykırışı, aynı kavgayı bıraktılar geriye.
Gün oldu Latin Amerika’da bir üniversite öğrencisine doğruldu bu namlu,
gün oldu Afrika’da “köleliğe son, biz
de insanız” diyen siyah bir gence…
Gün oldu Irak’ta on dördünde Abir tanıdı bu kurşunları, gün oldu barikat
önünde direnen Ethem… Bu kez adı
Hasan Ferit… “Yaşadığımız mahallelerde uyuşturucu satıcısı istemiyoruz” diyerek Gülsuyu halkına desteğe
gittiği için vuruldu. Vuruldu dört kurşunla başından. Failleri malum, failleri kollayanlar da… Yoksul mahallelerde yaygınlaştırılan uyuşturucu çetelerine karşı öfke doluydu. Akranları
düzenin yozluğunda kirlenmesin diye,
çocuklarımız böyle bir dünyada yetişmesin diye düşledi hep.
Hasan Ferit bizim dostumuzdu. Grup
Yorum türküleriyle büyümüş, adını bir
devrim şehidinden almıştı. İstanbul’daki konserlerimizi kaçırmazdı.
İnternette yer alan Grup Yorum sayfa-
4 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
larının neredeyse tümünde emeği
vardı. Öneri ve eleştirileriyle bizde de
emeği vardı Hasan Ferit’in. Yoksul ve
emekçi Armutlu Mahallesinin tertemiz bir delikanlısı, halk çocuğuydu,
devrimciydi. Böyle tanıdık Hasan Ferit’i. Güler yüzlü ve sade bir delikanlı. Doğup büyüdüğü topraklar gibiydi. Her türlü zorbalığa karşı barikat barikat direnen mahallesi kadar inançlı
ve temiz. Bunun bedelini ödedi Hasan
Ferit. Söylediğini yapmanın, gözü
kara olmanın, insanını ve toprağını
mertçe sevmenin bedelini ödedi. Tıpkı dünyanın herhangi bir yerinde
herhangi bir zamanında vurulup düşen kardeşleri gibi... Başı dikti Hasan
Ferit’in. Peki ya onun canına kastedenler... Halkın evlatlarına düşmanca
saldıranlar… Onlar çoktan tarihin
kirli bataklıklarında yerlerini aldılar.
Çocuklarına utanılacak bir miras bıraktılar henüz hayattayken. Ve bu
yüzden Hasan Ferit’in kanlı gömleğini hastaneden kaçırmaya çalışırken
yakalandıklarında yüzlerini gizlediler.
Kaldıramadılar başlarını. Oysa Hasan
Ferit’in gözleri her zaman onların
gözlerinin içine bakacak. Halkını savunan bir genci arkasından vurmanın
hesabını isteyecek gözleri. Ve geride
kalanlara daha önce düşenlerin mirasını bırakacak yeniden. Türkülerle
çizdiğimiz yolda onun da ezgileri
olacak. Konserlerimizde o gülen gözleri görmeye devam edeceğiz biliyoruz. Güz vakti yolumuz Armutlu ’ya
düşünce o karşılayacak Yorumcu abilerini, ablalarını.
Ne zaman genç bir fidan toprağa
düşse, bu kadim toprak bir çığlık koparır. Analar besler çünkü toprağı. Yaşam ve ölüm, direnç ve sabır, sevgi ve
cesaret anaların koynundadır. Ak alınlarında al yazmalarıyla hayat kadar bilge analarımızın gözlerinde yeşerir
yiğitlerimiz. Hayat bu; düşmek de
var yirmi beşini görmeden, ellisinde
hala barikat önünde çatışmak da var.
Yüreğine ve beynine kocaman bir
dünyayı sığdıranlar için “öldü” denebilir mi? Şimdi kim diyebilir ki yirmi
birinde hayattan göçüp gitti diye
Hasan Ferit… O, canımıza değen
bir ılık rüzgar gibi çok sevdiği türkülerde yaşayacak. Hem de sonsuza
dek. Yeni doğanların isminde ve anaların göğsünde yaşayacak. q
5-6 hasan ferit_sablon 10/30/13 9:32 PM Page 5
mektup
mektup
mahallene hoş geldin ferit
deniz ekin
Mahallene hoş geldin Ferit, tabutunu
omuzlayanlar bizimkiler… Sahiden
sen mi yatıyorsun o tabutta boylu boyunca?
Hani akşam olmuştur artık, işten döner insanlar yorgun argın ve gözleri
Ferit dalgındır kaldırmazlar başlarını
çok fazla gökyüzüne… Ama Ferit
gökyüzünde yıldızlar vardır ve biz
birbirine dayanarak ayakta dururcasına bitişik yapılmış konduların ortasında bir kez daha bölüşür ekmeğimizi, arada yıldızlara diker gözümüzü bir
sohbete koyuluruz. O sohbette Ferit,
mahallenin yaşlılarıdır senin uğraştığın. Kendine has o şivenle “ya bırah
ya” dersin onlardan birine, hepsi kızar
sana ama kıyamazlar da hiç. Bizim Ferit’tir adının önüne eklenen daima,
şimdi işte bizimkiler omuzlamış tabutunu giriyorsun mahallene, hoş geldin…
Ölüm oruçları zamanına denk düşüyor
çocukluğun, Armutlu’nun dik bayırlarını adımlarken anlatırdın. Gülsüman
ana, Şenay ana, Sultan abla ve ardından
Eyüp Abi, Çuhadar... Hepsi Ferit hepsi,
ne çok düğün kurulmuştu Armutlu’da
ve sen onların içinde büyüyüp delikanlı çağına evrilmiştin.
Ne kadar kızıyordum sen olmazcı yaklaştığında, tiyatro yapalım diyordum Armutlu’da, Armutlu’nun gençleriyle “yoh
ya olmaz burda genç mi var allah aşkına hepsi yaşlı bahsana” diyordun “e
sen varsın ya” diye kızdığımda ise
gülerek seni de yaşlandırdıklarından
bahsediyordun… Bak Ferit, Kezban
ana, Songül ana, Pala dayı, Paşa amca,
İbrahim amca şimdi katafalkın başında sol yumruğu havada adını haykırıyor ve bir ağıt bırakıyor gökyüzüne, ölümsüzlüğün o büyük ezgisine… Görüyor musun Ferit, sen şehitliğin kıpkızıl onuruyla girdin mahallene…
Çalışmak zorundaydın, Armutlu’nun
yanı başındaki bir çaya beş lira verilen
Etiler’in kafelerinde… Çalışıyordun
garsonluk yapıyordun ne gecen kalmıştı ne gündüzün ve biz hiç yaşamadık ki sözleri dökülüyordu dilinden…
Şimdi onun ağırlığı tüm bedenimde
ama biliyordun Ferit, bu düzenin çelişkilerini, sömürüsünü bu düzeni viran etmenin ve gerçekten yaşadım diyebilmenin yolunu onun için mücadele ettin, onun için çok barınamadın
düzende ve yine kendi mahallende
devrimin emekçisiydin. Seni bayadır
göremediğim günlerin birinde internetten nerede olduğunu sormuştum.
Annesi, babası engelli bir arkadaşının
evinin yandığını ve bir haftadır evi
onarmak için gece gündüz çalıştığını
anlatmıştın. Şimdi o arkadaşın, o arkadaşının annesi babası daha unutur
mu seni?
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 5
5-6 hasan ferit_sablon 10/30/13 9:32 PM Page 6
larına… Onların canına kast eden
katillere karşı mücadele ederken şehit düştüğünü anlatmak da var. Onlar da yeni birer Hasan Ferit olacak,
tıpkı senin gibi… Senin yanı başında
şehit düşenleri gördükçe devrimcileşmen gibi… Ferit, baban hapishaneden yazdığı şiirle daha doğduğunda
nasihat etmiş sana mücadele etmeyi
ve sen o bayrağı taşıdın işte, mücadele ettin Ferit, “başardım baba” diye
haykırmak hakkın şimdi…
Bir şiir geçiyor zihnimden ve söylüyorum kendi kendime tanıyorum ben o
kahramanı diye… Diyor ki şair o şiirinde;
Ne okulun yaşlı hademesi bildi
Ne biz ve ne de eski arkadaşları
İleride bir gün onun adının
Yıldızlar arasında yer alacağını.
Bilseydik
Okuduğu sırayı toz içinde bırakmaz
Temizlerdik özenle ve umutla
Onun tahtaya yazdığı tebeşirinden bir
parça
Saklardı yaşlı hademe sigara tabakasında.
Mahalledeki cemevi inşaatında çalıştın, tuğlalarını kucakladın, çimentosunu sırtına yüklendin, alın terin karıştı harcına… Ve tüm bunlardan geriye o inşaatın önünde çekilmiş fotoğrafın kaldı. O inşaat bitecek ve hep hayali kurulan cemevi açıldığında yine
dillerde bir slogan, yine yüreklerde
sen olacaksın…
Yirmili yaşlarımızın başında ölüm düşüyor işte payımıza… Haziran ayaklanmasından bu yana, ölüm hiç uzak
gelmiyordu aslında, attığımız her
adımda yüreğimizin bir yanı ölüm düşüncesi taşırdı ve fakat korku eşiğini
aşalı çok oldu Ferit 31 Mayıs’tan bu
yana onlarca insan vuruldu yanımda,
Onlarcasının etleri döküldü yanık ya-
6 | TaVIR | EKİM 2013
nık, onlarcası bayıldı, gri asfalt onlarca
kez kızıla boyandı… Ve senin haberin
Ferit, ölüme bu kadar alışmış zihnime
ilk kez çok uzak geldi. Çünkü sen daha
demincek buradaydın ve bizim daha
yapacak bir çok işimiz vardı. Yok dedim
kendi kendime bir şey olmaz kalkar birkaç güne…
Ferit, katafalkını gördüm az önce, hala
içindekinin sen olduğuna inanmıyorum.
Ya ölümün bu kadar erken olmasını anlamıyorum ya da ölüm ve seni aynı yere
koyamıyorum… Sessizce tekrarlıyorum öldüğünü fakat önce kendi cümleme yabancılaşıyorum, sonra sesime,
sonra senin ismine…
Seni anlatmak da var mahallenin çocuk-
Böyledir işte, çok kez, geleceğin kahramanları
Aramızda yaşarlar da biz bilmeyiz
onları.
Birçok düşüncemiz vardı seninle, birçok yapacak iş vardı. Gözün arkada
kalmasın, söz olsun Ferit söz olsun, konuştuklarımızı yapacağız.
Ve Ferit biz hesap soracağız. 21 yaşını 6 kurşunla toprağa düşürenden,
kahpece sırtından vurandan, halkımızın canına kast edenden, gencecik bedenleri zehirleyenlerden biz hesap soracağız. Bizim kesip attığımız tırnağa
bile onlar toz konduramayacak Ferit,
Toprağında çiçekler açacak ve her
bir çiçek yarına bin umut taşıyacak. q
7-8 uyanacagim_sablon 10/30/13 12:05 PM Page 7
öykü
öykü
uyanacağım!
gürhan torun
Akşam karanlığı çökmeye başlıyor.
Hava hafif esintili, ortalık gaz bulutuna dönmüş bir halde. Ara ara gözlerim yaşarıyor, boğazım, midem yanık
bir tat aldı. Ara sokakların birinde
yürürken düşünceler sarıyor bedenimi:
bu haksızlık, bu adaletsizlik beni kor bir
ateş gibi yakıyor. Aşağıda abim, ablam
var delikanlı yüreğim onları görmek istiyor. İzlemek, bir göz göze geliş, beni
yoğuruyor, çelikleşiyorum… Bilirim
beni düşünürsün eksik olma.
-Kırılmayan bir direnç, adım adım
hakimiyet, gözlerimi kamaştıran, beni
hayran bırakan buydu. Bu mahalle bir
başkaydı. Ardı arkasına duygularım
fazlalaşıyordu. Dedim kendi kendime:
Sokağı gören pencereye yaklaştıkça,
sesler yükseliyor. Perdeyi sıyırıp pencereyi açarken, karşı komşunun balkonuna gaz bombasının düştüğünü gördüm. Ağız dolusu öfkeyle haykırdım:
katillerrr…
-İyi ki bu sokaklarda yoğruldum, büyüyordum. Benim böyle ablalarım,
abilerim oldukça sırtım yere gelmez.
Adalet nedir, hakkını savunmak nedir,
dost kim, düşman kime denir, onlar
öğretiyor bana. Ve biliyorum; ben
büyüdükçe, adımlarımda büyüyecek…
Kafamı sağa çevirdiğimde, ne idüğü belirsiz kişileri görüyordum. Elleri el değil, yüzleri insana benzemiyordu. Her
birinin alnında katil yazıyordu. Düşünüyordum; ülkeyi parsel parsel satanlara
gıkını çıkaramayan bu haydutlar, halkını, vatanını çok sevenlere düşman kesilmişlerdi!
İçimde yeşeren umudun düşünceleriyle giriyorum eve. Aklım hep orada,
biraz soluklandıktan sonra hızlıca yemeğimi yedim.
-Gerçi insanlıktan nasibini almamışlara ne gerekti vatan.
-Vatan onlara göre; satmaktı, onursuzca bir hayattı.
-Vatan onlara göre; işkence tezgahları
kurmaktı, katletmekti yüreklerimizi.
-Vatan aslında onlar için vatansızlık
demekti, yurtsuz katillerle işbirlikçilikti diğer adları. Namı diğer, halka
Annem:
-Ne bu telaş oğul yavaş ye yemeğini
zararlı bu, az soluklan
-Yüreğime söz geçiremiyorum anne,
düşman vatan hainleriydi her biri.
Sol yanım, bir başka bakıyor bana. Kırmızı fularlı ablalarım, abilerim kızıl bir
nehiri andırıyordu. Attıkları her slogan,
bilinç olup yolumuzu aydınlatıyor.
Yumruklar sıkılı, düşmanın beyninde
patlıyordu. Elde taş ne varsa silahtı
bize, yediden yetmişe herkes direniyor, barikatın ardına koşuyordu. Avazım çıktığı kadar bağırıyorum:
-Ey haydutlar, barikatın ardı vatandır!
-Çoğalarak dalga dalga geliyoruz,
korkun ey zalimler, korkun ey efendiler sizin gücünüz bize vız gelir. Siz bir
avuç biz ise milyonlarız…
Gözlerim onurlu direnişimizi seyreylerken, bir zaman ablam ile yaptığım
sohbet geldi aklıma. Çocuk denecek
kadar küçüktüm, sekiz, on yaşlarında
varım yokum.
-Abla bu mahallede hep duyuyorum,
bu vatanın gerçek sahipleri Devrimcilerdir!
Anlamıştı neyi öğrenmek istediğimi.
Başlamıştı anlatmaya:
-Vatan, sonsuz halk sevgisidir. Ba-
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 7
7-8 uyanacagim_sablon 10/30/13 12:05 PM Page 8
ğımsız bir ülkenin, ağlamayan çocuklarıdır. Halkların barış içinde yaşadığı bir anayurttur vatan. Yani
Berkin; biz demektir vatanseverlik,
karşılıksız bağlı kalmaktır. Hepimiz
birimiz için, birimiz hepimiz için
yaşarız ve gerekirse ölürüz de Berkin…
Ve yaşım ondördünde, onurun mahallesi erken büyütüyor beni, akranlarımı. Koca delikanlı edalarıyla şimdi
bir bir anlıyorum ablamın bana dediklerini. Farkında değilim ama epey
yorulmuşum, göz kapaklarım kapanıyor derken doğru odanın yolunu
tuttum. Uzandığım yatağımda bir tebessüm oluyorum, umut dolu düşlerle dalıyorum uykuya. Sabah saatleri, bir uyanıp tekrar uykuya dalıyorum. Annemin seslenmesiyle bi gayret sıçradım yataktan. Gelen sesler,
mahallede hareketliliğin başladığını gösteriyor. Oturma odasına doğru ilerliyorum. Annem, babam, kardeşlerim hep bir ağızdan:
8 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
-Günaydın Berkin
-Size de günaydın. Babam:
-Oğlum koş iki ekmek kap gel kahvaltı hazır. Kapıdan çıkmadan:
-Dikkat et, sokak hareketli bu kansızların sağı solu belli olmaz.
-Tamam baba.
Oldukça sıcak bir havaydı. Ağır ağır indin merdivenlerden, kapıya yaklaştıkça sesler, sloganlar yükseliyordu. Kapıyı açtığım da Fatma teyzenin, öfke ve
kin dolu sesi duyuluyordu:
-Yeter artık, defolun gidin buradan,
bu mahalle bizim. Pılınızı pırtınızı toplayın ve defolun gidin.
Her zaman ekmek aldığım yere giderim,
sokağın az ilerisinde karşıda kalır fırın.
Yolun karşısına geçmemle, gaz fişeğini başımda hissetmem bir oldu, en
son hatırladığım her yer kan içindeydi…
Sonrası mı, dedim ya ablalarım, abilerim çok benim sırtım yere gelmez! Ben
uykudayken arkamdan türlü teraneler uydurmuşlar; cebimde bomba yapımı varmıştan tut, illegalmişim. Desin zalimler, bana sahip çıkan, her
gün başucumda olanlar, duyuyorum sizleri. Benim için oluşturduğunuz adalet nöbetini, biliyorum kanım
yerde kalmaz. Adalet dedi mi, siz fısıldanırsınız yüreğime. Ben şimdi
uyuyorum ama sanmayın böyle kalacak, gücünüz kuvvet veriyor bana.
Her gün bedenim bileniyor, düşmanın yüzünü güldürmeyeceğim, alt
edeceğim beni hapseden bu sedyeyi. Meraklanmayın, bizim oralarda
büyümek, çelikten yoğurur insanı.
Öyle yok erken gitmek, akranlarım
bekler beni, benim için şarkılar dillendirdiler bir teşekkürü borç bilirim.
Halkım seferber olmuş, onları görmeden yakışır mı bize buradan kalkmamak. Yalnız değilim bunu bilmek güç
veriyor bana. UYANACAĞIM! Bekleyin
pek yakında aranızda olacağım. Onurun mahallesin de, genç delikanlı yüreğimle. q
9 ahmet atakan_sablon 10/30/13 2:30 PM Page 9
deneme
deneme
benim adım ahmet atakan
hazal kara
Benim adım Ahmet Atakan. Vuruldum
dün gece... İnsan önce anlayamıyor biliyor musunuz ne olduğunu. Sonra yere
düşme anı var. Yumuşacık bir yatağa atlar gibiyim. Yere düşen sadece bir beden.
Bu sefer bu beden benimki oluyor.
Şaşırdım. Ölmeyi çok güç bir şey sanardım. Oysa ölmek için bir sebebin varsa
ve bu sebep yetiyorsa gözlerini huzurla kapamak hiç acıtmıyor insanın canını.
Geçmedi mi sanıyorsun aklımdan ölmek? Ölmek sadece bir ihtimal değil elbet. Olağan bir sonuç da değil. Çünkü
ben Ethem'in katilinden hesap sorarken
vuruldum. O gün benim adım Ali İsmail'di. Azgınca saldırdı hasmım. Aklı, yüreği olmayanların tekmeleri indi kalbime.
Armutlu'da sokaktayım o gece bu kez
adım
Abdullah.
Yine yığılıyor bedenim yere. Düştüğüm yerden 14 yaşında bir çocuk kalkıyor, adı Berkin. Bu kez tam isabet ettıremiyor olacak ki düşman öldüremiyor
beni. O tetiğe basan katil eller o gece de
benim için tetiğe bastı. Bastı tetiğe ve
vurdu işte.
Yani benim adım Ahmet Atakan. Vuruldum dün gece. İnsanın canı hiç acımıyormuş. Bunu da öğrendim ölmeden
önce.
Diyor ya şiirde 'insanların içindeyim, seviyorum insanları'. Elimde tuttuğum taşın adı bugün vatan sevmektir. Ben vatanımı, halkımı seviyorum. Ethem'e, Ethem gibi savaşanlara boyun borcudur
o taş. Berkin'in okuyamadığı kitapları
fırlatmak istedim düşmana. Oynayamadığı topu fırlatmak. İnsanca yaşamı bize
çok görenlere öfkelendim ve çıktım sokağa... Dadaloğlu oradaydı, Bedrettin
ilmeği boynunda koşmuş gelmiş o
meydandan bu meydana... Mahir durabilir mi sanırsın yerinde? koşup da
gelmiş... Kanım yerde düşün ki henüz
kurumamış. Yani biz o gece vurulup
düştük yere...
Evet, benim adım Ahmet Atakan... Vurulsam da ölsem de bitmeyek bir kavgadır bizim ki... Ağlayan anaların evlat
özlemi bir yanda... Diğerinde bu toprağa sevdalı yiğitler... Savaşa devam
ediyoruz, ölmeye devam ediyoruz,
hesap sormaya devam ediyoruz.
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 9
10 yuregim delikanlı_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:06 PM Page 10
deneme
deneme
yüreğim delikanlı
ümit ilter
“Benim vicdanım şeref dolu,
Yüreğim delikanlı…” *
Yüreğim delikanlı…
Yüreğim delikanlı…
Tek başıma kalsam da, onca zalimin Kalleşliği yakıştırmadık kendimize
hiç, pusulardan eğilmeden geçtik.
karşısında, boyun eğmem asla.
Yüreğim delikanlı…
Yüreğim delikanlı…
İçimde duyarım yüreği yanan anaların Mazlumun kanayan yarasına, çıkartıp
yükselen suskun feryadını.
yüreğimizi bastık.
Yüreğim delikanlı…
Yüreğim delikanlı…
Sonunda ölüm olsa da, kavgaya maz- Zalimin karşısında susup yutmadık
lumun yanında girerim.
dilimizi, haykırdık ateşli gerçeği.
Yüreğim delikanlı…
Yüreğim delikanlı…
Büyük insanlık yumruğunu, su ve gaz Zora, zorbalığa ezdirmez o büyük
püskürten post-modern canavarın sevdayı, taşır içinde.
suratına indiririm.
Yüreğim delikanlı…
Faşizmin zorbalığı kapitalizmin yozluYüreğim delikanlı…
Boyun eğmenin akıllılık sayıldığı yer- ğu ve piyasaların alçaklığına karşı
de, “deli” olmayı başarırım.
vazgeçmedik paylaşmanın ve dayanışmanın güzelliğinden.
Yüreğim delikanlı…
Halkın acılarına sırtını dönme kan- Yüreğim delikanlı…
sızlığı yerine, kanla tarih yazmanın cü- Şaşmaz içimdeki halkların kardeşliği
retine sahibim.
pusulası, yürürüm omuz omuza kar10 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
deşlerimle yarına.
Yüreğim delikanlı…
Anamdan emdiğim Haydari bir yiğitliktir, kavgada büyüttüğüm delikanlı
yüreğimdir.
Ve şimdi söz Ahmet Atakan’ın:”…Haksızlık karşısında eğilme. Eğilirsen hem
hakkını hem de şerefini kaybedersin, demiş Hz. Ali. Biz eğilmedik, dimdik ayaktayız, eğilenler utansın… Gecenin bu saatinde Ali’yi, ailesini, Abdullah’ı, ailesini düşünüyorum. Çünkü
yüreğim yanıyor, karşı gelemiyorum.
Fitnecinin, fesatçının karşısında dimdik duruyorum. Çünkü benim vücudum şeref dolu, yüreğim delikanlı…
Utanması gereken sahip çıkmayanlardır!..”
Yüreğimiz delikanlı…
Yüreğimiz Ahmet Ahmet çarpıyor…
*Ahmet Atakan q
11-12 tuncel_sablon 11/3/13 7:10 PM Page 11
güncel
güncel
tuncel kurtiz
sinan gümüş
Burjuva sanatının, pespaye dizilerin
değil; Halktan Yana Sanatın Önemli İsmidir Tuncel Kurtiz.
Umut filminin Hamal Hasan’ı, Duvar’ın Ali Emmisi, Sürü’nün Hamo
Ağa’sı…
Çirkin Kral’dan Üçünüzü de Mıhlarım’a
kadar birçok Yılmaz Güney filminin
önemli karakteri…
Destanı’nı oyunlaştıran ve sahneleyen
tiyatrocu…
Tuncel Kurtiz’i kaybettik. Kalp krizi sonucu hayatını kaybettiği açıklandı.
Sesiyle şiirlere hayat veren, okuduğu
metinlere can katan…
Yaşamının önemli bir bölümünü Halk
İçin Sanata adadı Tuncel Kurtiz. Yeteneğini, bilgisini, birikimini halkın geleneklerini, yoksulluğunu, çilesini anlatmak için kullandı.
Yüzünün her kıvrımını ezberlediğimiz,
sesinin her vurgusunu yüreğimizde
hissettiğimiz…
Bereketli Topraklar Üzerinde’nin Kürt
Zeynel’i…
Ulusal ve Uluslar arası alanda birçok
ödülü olan bir sinemacı, bir yönetmen, bir oyuncu, bir tiyatrocu…
Şellale’den Işıklar Sönmesin’e, Tabutta Rövaşata’dan O da Beni Seviyor’a
önemli onlarca filmin oyuncusu…
Politik filmlerin, politik şiirlerin, politik
tiyatronun ülkemizdeki önemli isimlerinden…
Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin
Bir aydın, bir ilerici, bir sosyalist…
Devrimci müzik geleneğinin ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden
Grup Yorum’la da ilişkisi 2000’li yılların başında başladı.
Yorum’un ABD’nin Irak işgali ve dünya üzerindeki sömürüsüne karşı çıkardığı ‘Biz Varız’ isimli tek şarkılık albümde Ümit İlter’in yazdığı Geçit Yok
isimli şiiri seslendirdi. Bu şiir ABD’nin
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 11
11-12 tuncel_sablon 11/3/13 7:10 PM Page 12
Ortadoğu’daki saldırganlığına karşı
açık bir karşı koymaydı. Halkların emperyalist saldırganlığa karşı haklı şiddetinden yana tavır alan, emperyalizmin mutlak yenileceğini haykıran bir
devrimci şiirdi. Bu şiiri hiçbir tereddüte düşmeden, büyük bir coşkuyla,
ABD’ye karşı büyük bir öfkeyle okudu.
Sesiyle şiiri adeta yaşayan bir canlıya
dönüştürdü.
Aynı şiiri Yorum’un 2010 yılında İnönü Stadyumu’nda verdiği 25. Yıl konserinde 55 bin kişiye de okudu. Stadyumda adeta yer yerinden oynadı.
İşte bütün bu yanlarıyla birlikte halka
sırtını dönmeyen, dönekleşmeyen,
inançsızlaşmayan, halk için sanat yapan, halktan biri olarak yaşayan bir
isim oldu Tuncel Kurtiz. Bir ilerici, bir
sosyalist aydındı…
Bununla birlikte başka bir yanı daha
vardı Kurtiz’in:
12 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
Ezel’in Ramiz Dayı’sı… Muhteşem Yüzyıl’ın Ebu Suud’u…
tavrına karşılık Tuncel Kurtiz gerçeği
her fırsatta dile getirdi.
Yani popüler kültür içinde, medyada, TV
dizilerinde son yıllarda bir yer edinmeye başlamıştı. Yaşamın zorlukları, kapitalizmin vahşiliği onu da para kazanmak
için dizi vb yerlerde oynamaya mecbur
bırakmıştı. Gönülsüzdü buralarda oynarken. Bunu her fırsatta dile getiriyordu. 77 yıllık ömrün, 40 küsür yıllık sanatsal yaşamının küçük, minicik bir bölümünü kaplar onun böyle dizilerdeki rolleri.
Nazımlar’ın, Yılmaz Güneyler’in içini
boşaltmaya çalışan, onları sadece
aşklarıyla, kabadayılıklarıyla gündeme
getiren, politik görüşlerini yok sayan
politikası Tuncel Kurtiz’de de işliyor.
Ama özelikle genç nesiller onu halkçı
kimliğiyle değil dizilerdeki bu yapay
kimliğiyle tanıdılar.
Burjuvazi de onun halkçı kimliğini olabildiğince gizlemeye çalıştı. Kendisine
maletmeye, kendisi ile birlikte var etmeye çalıştı. Kendi değeriymiş gibi sunmaya çalıştı. Basının onun ilerici aydın
yanını neredeyse görmezden gelen
Onların sanatına güç veren, can veren,
efsaneleştiren, halkın belleğinde derin izler bırakmasını sağlayan esas
nedenin Sosyalist birer devrimci olmaları gerçeğini her fırsatta gizliyor burjuvazi.
Biz ise tüm değerlerimizi olduğu gibi
Tuncel Kurtiz’i de sahipleniyor ve
yüksek sesle haykırıyoruz:
Tuncel Kurtiz halkındır. Tuncel Kurtiz
bizimdir. Bizden çalmanıza, kirletmenize izin vermeyeceğiz… q
13-14 sevinc bir eylem_sablon 10/30/13 2:38 PM Page 13
deneme
deneme
sevinç bir eylemdir
ümit zafer
“Sevince, acıdan daha çok cesaret gerekiyor” *
Neden? Neden, sevince acıdan daha
çok cesaret gerekiyor?
Gel, bu sorunun cevabını birlikte arayalım hayatın içinde.
Sevinçlerimizi nasıl yaratıyoruz, ne
dersin?
budur cesaret gerektiren. Bu eylem,
“acı çekme” nin edilgenliği yerine acılarımızdan sevinç yaratabilme iradesinin sonucudur. Acı çekmek cesaret gerektirmez. Sıradan olan bu. Sevinç ise,
cesaret olmadan yaratılamaz.
Evet, bir yaratma eylemidir sevinç.
Acılarımızdan yaratıyoruz sevinçlerimizi. Ki hepsi ödenmiş ve ödenmekte olan bedeller üzerinde yükselir. İşte
bu yüzden, Eduardo Galeano dostumuz haklıdır: Sevince acıdan daha çok
cesaret gerektirir. Bizim maceramızda böyledir bu.
Acılarımız, zulmün eseridir. Sevinçlerimiz bizim eserimiz. Ve biz o acılardan sevinç yaratmanın nasıl olacağını öğreniriz hayat denilen kavgadan.
Zulmün karşısında yenilmez, acılar
karşısında yıkılmaz oluşun sırrı buradadır.
Askıda bir delikanlı, elektrik veriyorlar.
Her akım sarsıp savuruyor bedenini. Belki istem dışı sesler çıkartıyor o anda. Koltuk altları kopuyor, koptu, kopacak.
Soruyor önce. Vücudunun ağırlığı, kollarına düşman oluyor. Elektriğin her
akımıyla, organları patlayacakmış gibi
oluyor. Ne kadar sürüyor bu? Belli değil. Belli olan tek bir şey var ki, o da şu:
Delikanlı direniyor. Bir süre sonra o delikanlıyı kaldırıp alıyorlar hücresine. Bir
külçe gibi yığılıyor sanki bedeni sidik kokan hücrenin ortasına. Kafası zemine
çarpıyor. Belki birazdan bayılacak ama
biz, şimdi, dudağının kenarına bakalım.
Evet, bir tebessüm var. Delikanlımız
sevinç yaşıyor, direndiği için…
Acı değil ama acıyı göğüsleyip sevince dönüştürmenin eylemi, evet işte
Hüsnü Yıldız’ı tanırsınız. Biz ona Derviş
Hüsnü diyelim. Kardeşi Ali Yıldız’ın bir
toplu mezara gömülen kemiklerini
alabilmek için ölüm orucu yaptı. Düşünün, katledildikten sonra toplu mezara gömülün kardeşinden geriye kalan kemikleri alabilmek için, ölümü
göze aldı. Bir yanından anası bir yanında kızı ve yattı ölümü Derviş Hüsnü.
Dervişlik biraz da bu değil mi zaten.
Acılardan sevinç yaratabilmenin sıra
neferliği, değil mi?
Ali Yıldız’ın dirisini paramparça edenler, ölüsünün haberini bile vermediler ailesine. Ve yıllar böyle geçti. Ve yıllar sonra, Ali’nin de bulunduğu toplu mezarın yeri öğrenildi. İstedi kardeşinden geriye kalanları Hüsnü. Vermediler! Toplu mezarı açmadılar. Sonunda, kendi bedenini şehit kardeşinden kalan kemikleri alabilmek için,
ölümü yatırda Derviş Hüsnü.
Haklıydı ve sonunda Büyük İnsanlık, bir
zafer daha kazandı. Toplu mezarlar açıldı, Ali’den kalan kemikler alındı ve Dersim’in orta yerinde zafer halayı çekildi…
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 13
13-14 sevinc bir eylem_sablon 10/30/13 2:38 PM Page 14
Acı karşısında bir köşeye çekilmek, sıradan olandır. Sevinç ise bir kılıca
benzer. Ki kavganın örs ve çekiç darbeleri arasında şekil verilen acılarımızdan sevincin kılıcı yaratılır. Zulmün
karşısına geçip “sebep olduğunuz
acıya yenilmedim” demektir sevinç.
Bedelini ödemeden sevinmek yok bu
kavgada. Kavganın amasız lığıdır söz
konusu olan.
Bir kaya parçası düşün, devasa irilikte ve sertlikte. Acının kayası diyelim
bu kütleye. Ya altında ezileceksin ya
da o kayayı yonta yonta sevincin
heykelini yaşatacaksın. Üçüncü bir
seçenek, hiçbir zaman yoktur. Tercih
senin. Bilirsin, küçük-burjuvazi sınıfsal karakterine uygun olarak acı
çekmeyi pek sever. Sevinç yaratmaya ise gücü yetmez. Çünkü sevinç, cesaret gerektirir.
Faşizm, “ayaktakımı” nın sadece acı
çekmesini ister. Acı çekmek, faşizmin
yazdığı kadere boyun eğmek olur,
tek başına kalırsa. Acısından kılıç
imal edense, acısının hesabını soracak demektir. Ve ancak hesap sormanın eylemi, sevinç yaratır. İşte bu
14 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
yüzden, acılarımız zulmün eseri olurken, sevinçlerimiz bizim eylemimizdir.
ler gördükçe emin olur kendi gücünün azametinden.
Faşizm, bize acı çekmeyi layık görür. Sadece acı çeken biçareler olmamızı isterler. Büyük insanlık, sadece acı çekmekle sınırlı kalsaydı, ne “Büyük” olurdu ne
de “İnsanlık” olarak var olurdu. Büyük İnsanlık, acısından sevinç yaratmayı başararak kendisini var etmiştir, diyebiliriz.
Hayır! Faşizm, olanca yüzsüzlüğüyle
bizim yüzümüze bakıp gücünden
emin olamayacak. Çünkü, bizim yüzümüzde, Anadolu bilgeliğinin şu sözü
yazar; Zulmün artsın ki, zevalin çabuk
gelsin…
Söylesene, acılarımız mı büyük yoksa
sevinçlerimiz mi? Acılar her zaman yeterinden fazla büyüktür. Sevincin büyüklüğünü ise yaratmak gerekiyor.
Yaratmak ise cesaret ve emek istiyor. Ne dersin, bir cevap bulabildik mi
soruya?
Sevgili Ulrike Meinhof “Üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim” derken, haklıdır. Üzüntü, acının dışavurumudur. Acı, zulmün eseridir. Ve diyebiliriz ki, sebep olduğu acının biz de
yarattığı üzüntüyü gördükçe tatmin
olur zalim. Gördüğü, zulmünün eseridir çünkü. Kendi gücünün nelere kadir olduğunu görüp iktidarının sağlamasını yaptıkça rahatlar zalim. Kederin kırık bayrağının dalgalandığı yüz-
Acılarının altında ezilmeyeceksin hiçbir zaman. Acılarını sevince çevirmesini bileceksin. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demektir bu. Ama sadece
bu kadar da değil. Kan kusturan koşulları toptan ortadan kaldırmanın
kavgasında ileri adım atmanın sevincidir ihtiyacımız olan.
Hiç unutma, acılarımız bitip tükenmez
cephanemizdir. Cesaretimiz ise elde
silah ve sevinç, hedefi vurmaktadır. Ki
düşmana vurdukça seviniriz biz.
Cesaretin var mı, sevinç için…
Kuşan da gel o zaman…
Kavga seni çağırıyor… q
* Eduardo Galeano
15-16 kemal_sablon 10/30/13 2:40 PM Page 15
deneme
deneme
duvarın ardında bir çift göz
harun ezel
Hani kimi anlar vardır anlatmakta
zorlanırsın. Kelimeler boğazında düğümlenir, beynin karıncalanır ve öyle
acır ki yüreğin kan kusarcasına kusmak istersin içindeki acıları.
İnsan hayatı ne garip. Doğuyor, yaşıyor ve ölüyor. Bir tiyatro sahnesi misali. Oyun bitiyor ve kapanıyor perde. Karanlık dipsiz bir kuyu mu, yıldızların ışıldadığı bir gökyüzü mü? Nedir payına düşen senin? İyi oynamışsan oyununu, canından can yaşatabilmişsen bir başkasını ve hakikatin yolundan sapmamışsan payına
düşen bellidir; alkışlar, sloganlar, türkü ve marşlarla uğurlanırsın sonsuzluğa.
Duvarda küçük bir delik. Deliğin ardında bir çift göz. Kemal’in gözleri!
Yüzünde büyük insanlığın güzelliği.
Gözlerinde yoldaş sevgisi.. Konuşmaya başlıyoruz. “Burada siz yoldaşlarımın yanında kendimi daha iyi
hissediyorum..” diyor. Birkaç adım
geriye gidiyor. Zayıflamış, yorgun
düşmüş bedenini görüyoruz. Gözlerinde hafif şişlik ve sararmış teni.
Morali iyi ama sağlığı hiç iyi değil.
Bunu hissediyorsun ilk bakışta. Ama
neden bu kadar zayıfladın, sararıp
yorgun düştün diyemiyorsun. Dilin
varmıyor işte. Biliyorsun o lanet hastalık içten içe kemirir, halsiz, yorgun
düşürür insanı.
Bu hastalığa yakalanan abimden bi-
liyorum içten içe nasıl kemirdiğini.
Benden daha sağlıklı daha kiloluydu.
Çocukluğumuz, gençliğimiz beraber
geçmişti, beraber büyümüştük. Benden
iki yaş büyüktü. Okulu beraber bırakıp
çalışmaya başlamıştık.
Bir gün ağrıları çok şiddetlenmişti.
Hastaneye gittik. Ayak diz kapağında
dayanılacak gibi olmayan bir sancı vardı. Hastanede ağrı kesici vitamin karışımı iğne yapıp bizi geri yolladılar. Bu
ağrıları daha sonra sık sık tekrarlandı.
Bu nedenle hastaneye kaç kez gittiğimizi hatırlamaz olmuştuk. Artık geceleri uyuyamaz olmuştu. Ağrıları öyle
şiddetleniyordu ki, çocuklar gibi kıvranarak ağlardı. Kimi geceler bilincini
kaybedip bayılıyordu. Aynı odada yatıyorduk. Kaç gece ateşler içinde sayıklarken gördüm, başucunda bekledim.
Ateşi düşmeyince ve ağrıları şiddetlenince hastaneye kaldırıyorduk. Bir gün,
“daha büyük” bir hastaneye sevk etmek
geldi akıllarına. Gönderildiğimiz hastane yatışına karar verdi. Tetkikler, filmler, patoloji sonuçları.. Sonuç “Kanser”
dedi doktorlar. O gün evde, göz göze
gelmekten çekiniyor, gözlerimizi birbirimizden kaçırıyorduk. Ne yemek pişti, ne televizyon açıldı. Bir çaresizlik, can
sıkıntısı hali. Kontrol edemediğimiz
garip bir duygu sarmıştı bizi.
Neden böyle olmuştu? Hastalığı neden
uzun bir süre tespit edilemeyip ilerle-
mesinin önüne geçilememişti? Bu
hastalık nasıl bulaşmıştı? Suçlu kim?
Doktorlar mı? Biz mi? Yoksa “kader”
denilerek kanıksatılan yoksulluk mu?
Kim suçlu? Böyle uzayıp gitse de sorular, cevap bellidir aslında! Ve hep en
yoksullar çeker acıyı, kederi, kahrı.
Kemal’le konuşuyorum. Deliğin ardındaki gözlerine bakarak. Ertesi gün
hastaneye gidecek. Kemoterapi tedavisi görecek. Abimden edindiğim deneyimleri, tecrübeleri anlatıyorum.
Nelere dikkat etmesini, bol bol sıvı almasını, yemek yemesini, moralini
yüksek tutmasını, vücut direncini
güçlü tutmak için bunları yapması gerektiğini anlatıyorum.
Her cümlede yıllar öncesine gidiyorum. Canım acıyor. Kemal umutlu ,
kendine güveniyor ve sevgiyle bakıyor. İradeli olmayı, insan iradesinin
neleri alt edebildiğini biliyor. Bu bilinç
onu güçlü kılıyor.
Gecenin ilerleyen saatlerinde hastaların uyumasıyla birlikte hastane koridorlarını sessizlik sarardı. Abimin
yattığı yatağın yanında, refakatçi olarak sandalyede oturuyordum. Beni de,
onu da uyku tutmamıştı. Sessiz sessiz benimle dertleşmek istedi. Korkularını anlattı. Elini tutup avuçlarımın
arasına aldım. Ölümden konuşuyordu, ölüm korkusunu.. Konuşurken
doldu gözleri. Elini, yüzünü okşaya-
EK!M-KASIM 2013 | TAVIR | 15
15-16 kemal_sablon 10/30/13 2:40 PM Page 15
sular dökülmüştü sanki. Garip bir
şaşkınlık hali. Yattığı yöne çeviriyorum
yüzümü. Ona doğru yürüdüm. Başını, yüzünü okşayıp öptüm. Yüzümü
çıplak göğsüne koyup sarıldım. Hala
sıcaktı, yüzümde hissediyordum sıcaklığını. Öyle ne kadar zaman geçti bilmiyordum. Vücudu artık soğumaya başlamıştı. Sonra elbiselerini bir
kaç eşyasını bize verip onu alıp götürdüler.
rak, korkmamasını, güçlü olmasını, iyileşeceğini söyledim. “iyi olacaksın” diyerek güç vermek istiyordum. Ama
hastanenin o sessizliği ve boğucu
havası karışık duygular yaşatıyordu.
Akşam oldu havalandırma kapıları
kapanmadan Kemal’le biraz daha
konuşmak istiyoruz. Kemoterapi tedavisinin yan etkilerini konuşuyoruz. Saç dökülmesi, mide bulantıları,
halsizlik. Vücut direncini koruyabilmesi ve yan etkileri en aza indirmesi için
tekrar hatırlatıyorum bol sıvı almasını, yemek yemesini, moralini iyi tutmasını. Duvarın ardında duran gözlerine bakıyorum. Gözlerinde umut,
gözlerinde hayat ve bize duyduğu
sevgi, bağlılık. Korkuyu çıkarıp atmış yüreğinden. Umutsuz değil, umut
olmayı bilendir Kemal. Çünkü o devrimcidir.
Umutsuzluk, can sıkıntısı. Gün gün karanlığın içine saplanan ölüm korkusu. Bizi anlatıyorum abime. Büyük
ailemizi. İnsan iradesinin ne kadar
güçlü olduğunu, umutsuzluğun karşısında umutlu olmanın güzelliklerini. Bir bileklik vardı kolumda. Elbistan
kadın hapishanesinden Güler Ze16 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013
re’lerin yolladığı bir hediye! Onun koluna taktım. Anlattım Güler Zerelerimizi, dağlarımızı, tutsaklarımızı, büyük direnişimizi. Saygıyla dinliyordu!
Bir gece haber geldi. Abimin çok fenalaştığını söylediler. Hastaneye giderken
arabanın camını açıp hava almaya çalıştım. Bir durgunluk hali sarmıştı beni.
Hastane koridorlarında yürürken tuhaf
bir sessizlik vardı sanki. Yüreğim hızla
çarpar olmuş, göğüs kafesimi çatlatacak neredeyse! Yatırıldığı bölüme gittim. Acil'in yoğun bakım ünitesine
bağlı yatıyordu. Doktorlarıyla konuştum. “Durumu hiç iyi değil, kanser her
tarafını sarmış” dediler. Baş ucuna gittim. Ellerini avuçlarımın arasına aldım,
defalarca yüzünü öptüm. Yarı baygın
gözlerini açtı. Konuşamadı, gözlerimin içine baktı. Sonra ağır ağır kapandı gözleri, açık tutmaya gücü yetmedi. Bir süre sonra bağlı olduğu makinenin sesi değişti. Bir şeyler oluyordu. Doktorları çağırdık. Onu başka
yere taşıdılar. Aramıza perde çektiler.
Kalp masajı yapıyorlardı. Son kez bakmıştı gözlerimin içine. O anda bir film
şeridi gibi bir bir geçti gitti anılarımız.
Perde açıldı. “Başınız sağolsun” dedi
doktorlar. Başımdan aşağıya kaynar
Kemal günler sonra hastaneden geri
getirildi. Aynı gün sohbete çıkacağız.
Kemal’imizle aynı sohbet grubundayız. Onunla kucaklaşacak, tedavisinin nasıl geçtiğini soracağız. Ayrı
ayrı hücrelerde kalan yoldaşlarımızla sohbet alanında buluşuyoruz. En
son Kemal’i getirdiler. Kucaklaştık,
yetmedi yanaklarından öptük. Bizi kucaklarken dünyanın tüm güzelliklerini kucaklıyordu sanki. Öyle mutlu,
öyle sevgi dolu! Uzun uzun sohbet ettik, kısa voltalar attık beraber. Üç
saat hemen de bitti. Ne çabuk! Birbirimize doyamadık. Üç saatlik sohbet zamanı dolmuştu. Haftaya tekrar
görüşmek, kucaklaşmak üzere birer
birer hücrelere döndük.
İnsanı güçlü kılan nedir? Acılarından umut doğurmasıdır, iradesini
çelikleştirir. Devrimciler yüreklerinde
her zaman umut taşır. Bu umut devrimcileri güçlü kılar. Kemal’i güçlü yapan da bu duygulardı. Biz duygusunu taşımak, güven huzur veriyor.
Hastalık, tutsaklık koşullarında dahi
hep dirençli olabilmek.. İşte Kemal’imizi bu yüzden tahliye ettireceğimize inanıyoruz. Kemal’i biz tahliye ettirecek ve yaşatacağız. Buna
inancımız sonsuz. Kemal’i zulmün
elinden çekip alacak yoldaşlarımız!
Not: Bu yazı Kemal Avcı içerde tutukluyken, tahliye olmadan çok kısa bir
süre önce yazılmıştır. !
17-18 iyikotuberkin_sablon 10/30/13 2:41 PM Page 17
deneme
deneme
uyan berkin seninleyiz...
can tuna
Berkin Elvan 3 ayı aşkın süredir Okmeydanı'nda hastanede yatıyor. 14 yaşındaki Berkin Elvan AKP'nin polisleri tarafından başından gaz bombasıyla vuruldu.
Aylardır arkadaşları ve ailesi uyanmasını bekliyor... Vurulduğu andan itibaren
arkadaşları onu yalnız bırakmadılar.
Sahiplenmenin en güzel örneklerini
gösterdiler. Okmeydanı'nda arkadaşları sürekli eylemer yapıyorlar.
14 - 16 yaşındaki çocuklarımızı, gençlerimizi hep sorumsuzluk yapmakla
suçladılar, hep aklı beş karış havada olmakla suçladılar.... Gençliğin sorumsuz olması işlerine geliyordu, çünkü kurdukları hırsızlık düzeninin sürmesini istiyorlar. Bunun için, milyonlarca öğrenciyi, birbirine omuz atıp geçsin diye eğitiyorlar, en yakın sıra arkadaşını rakip,
düşman olarak görsün diye eğitiyorlar.
Ama başaramadılar. İşte Okmeydanı
gençleri tam tersini yapıyor. Kendi mahallelerinin çocuğu için, arkadaşları
için aylarca eylem yaptılar, yapmaya devam ediyorlar. Mahalleden yürüyerek
hastaneye kadar gidip nöbet tuttular,
polisle çatıştılar. Kimi zaman tek başına hastane önünde pankart açtılar,
gözaltına alındılar...
9 Eylül'de insan zinciri oluşturmak için,
en çok gençler çalıştı, Berkin'in arkadaşları kapı kapı dolaştılar. Her tarafı pankartlarla donattılar. Günler öncesinden başlayan hazırlıklar, Berkin içindi.
Okmeydanı'nın her sokağına, her apartmanına girdiler. Bu düzen, "Babana
bile güvenmeyeceksin." der, gençleri
böyle yetiştirmeye çalışıyorlar. Ama
yanıldılar, "Bu gençlerden ne köy olur ne
kasaba" diyenler yanıldılar. Gençlerimizi,
uyuşturucuyla zehirlemeye çalışmışlardı.
Yoksulların oturduğu mahallelere özellikle uyuşturucuyu, içkiyi, mafyayı sokmaya
çalışıyor polis. Okmeyadanı'na da, uyuşturucu sokmaya çalışıyorlar, gençleri zehirleyerek, beyinlerini uyuşturarak yok etmek istiyorlardı. Ama olmadı, Berkin'in arkadaşları, umudun çocukları buna izin vermediler. Halk ayaklandığında, anneleriyle, babalarıyla, arkadaşlarıyla birlikte yürüdüler. Çok erken yaşta, hesap sormayı
öğrendiler, faşizmi tanıdılar. Öfkeyle, hesap sormak için, Berkin için insan zinciri
eylemine çalıştılar.
9 Eylül'deki kepenk kapatma eyleminde,
Okmeydanı'nda bütün esnaf kepenk kapatarak destek verdi. Yüzde yüz katılım
oldu. AKP'nin polisi daha sabahın erken
saatinde başlamıştı saldırmaya. Okmeydanı Anadolu girişi'nde okul duvarına, devasa bir Berkin resmi asılmıştı. Kırmızı bez
üzerine Berkin'in resmi, "Diren Berkin
Okmeydanı seninle" yazan devasa pankart, birkaç saat sonra, polisler tarafından
yırtılarak götürülmüş. Etraftaki başka
pankartlara dokunmamışlar bile. Saat 10
civarında bütün esnaf kepenk kapatmıştı. Esnaflar kepenk kapatırken ne için kapattığını çok iyi biliyordu; "Sadece Berkin
için değil, tüm ezilen halklar için kapattım. Berkin 14 yaşında bir çocuk, eyleme
katılmış da olsa polisin onu vurmaya
hakkı yok... Kurşun sıkmaya hakkı yok. Yaklaşık 3 aydır Berkin hastande yatıyor,
okula da gidemeycek. Bir kuru ağacı kırıyorsun insanın zoruna gitmiyor. Ama
Berkin bir fidan, canımız acıyor, insanın
gücüne gidiyor." Bir diğer esnaf, "Kepengi sesimiz duyulsun diye kapattım. Berkin'i vuran polis yakalansın, cezalandırılsın diye... Berkin'in hayatını karartmak
istediler, onu vuran polisin de hayatı bitsin... süründülüsün istiyorum... " İslamcı basın, esnafların kepenklerini zorla kapattıklarını söyledi. Dini imanı para
olan islamcı tüccarlar, bu sahiplenmeyi anlayamaz. Onlar depremlerde, gelen yardımları yağmalamayı bilirler, dolandırmayı bilirler. Hiçbir şey için karlarından taviz vermezler. Bu yüzden saldırıyorlar. Esnafların kepenk kapatmasına akılları ermiyor.
Esnaflar polisin saldırganlığına karşı
kepenk kapattılar: "Bizim de çocuğumuz
olabilir, gerçekten polisin yaptığı yanlış. En yakın mesafeden biber gazı atıyor. Şu an dükkanın içinde, portakal gazı
var gelenleri öksürtüyor. En ufak bir şeyde polisi dikiyorlar. Polisler buraya dikilmese bir şey olmaz.. Millet yürüyüş yapıyor yürüyüşü engelliyorlar. Herkes
yapsın yürüyüşünü, sloganını atsın...
Sus sus sus nereye kadar susulacak. Millet anca böyle sesini çıkarabiliyor. Anne
babaya Allah yardım etsin... Tanıyoruz,
biliyoruz... "
Polis saldırısından esnaf da zarar görüyor. Okmeydanı yıllardır direnişlerin
yaşandığı ve polisin en çok saldırdığı
yerlerden biri. Bu çatışmalarda esnaflardan da zarar görenler oluyor. Polis de bilerek zarar veriyor. Okmeydanı halkı ve
esnafı birlikte dayanışma içinde olarak
bu zararları giderebilir. Zarar gören,
camı kırılan, kepengi yamulan esnafla-
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 17
17-18 iyikotuberkin_sablon 10/30/13 2:41 PM Page 18
rın yalnız başına bu zararları sürekli
karşılaması kolay olmayacaktır. Bu tür
sorunlar, yine halkın dayanışmasıyla,
imece usulüyle çözülebilir. Berkin Elvan
için yapılan eylemde bütün halkın destek verdiğini sahiplendiğini, dayanışma
içinde olduğunu gördük. Bazen esnafların camları zarar görüyor, bazen evlerin camları kırılıyor, gaz bombaları yüzünden yangınlar çıkıyor. Esnafıyla, halkıyla, çocuklarıyla, gençleriyle bütün
halk birlikte, tek bir vücut gibi hareket
ettiğinde hiçbir güç halkı yenemeyecektir. Bu zararları gidermek için, dayanışmayı örgütlemek için, esnaflardan,
gençlerden, boya ve duvar ustalarından
oluşan komiteler kurulabilir.
Berkin 14 yaşındaydı, Grup Yorum şarkılarıyla büyüdü... Şimdi hastanede komadayken, Grup Yorum şarkıları dinlemeye devam ediyor. Okmeydanı gençleri kendi seslerini kaydedip Berkin'e
göndermişler. Her biri bir umutla, berkine sesleniyor 'Uyan Berkin... seni seviyoruz... Aramıza dön' diyorlar. Okmeydanı halkı, kendi çocuğuna sahip
çıktı. Halk pencerelerden tencere tavalar çalarak, 9 Eylül'deki insan zincirine
katıldı... Binlerce kişi Berkin'i sahiplenmek için gece geç saatlere kadar sokaklardaydı. Polisin attığı gaz bombalarına
rağmen, plastik mermilere rağmen sokağı, mahalleyi terketmediler. Hırsızların, soyguncuların düzeni herkesi bencil olarak yetiştirmek istiyor. Çıkarın olmadan tırnağını bile verme diyor. Okmeydanı'nında, gaz bombalarına, plastik mermilere rağmen sonuna kadar sahiplendiler arkadaşlarını. Onlarca kişi yaralandı, ama hiçkimse pişman değildi.
9 Eylül gecesi, çok daha büyük bir kitle toplandı Berkin için. Binlerce kişi, Okmeydanı'na akın etti. Okmeydanı'nın
gençleri birlikte büyüdükleri Berkin
için tek yürek oldular. Sokakta hangi
gençle konuşsanız artık Berkin'i tanıyor.
Çocukluğundan beri korolarda, kurslarda, "Köşe"de Okmeydanı gençleriyle birlikte büyümüştü. Gaz bombalarıyla henüz bebekken tanışıyor Okmeydanı
18 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
gençleri. 9 Eylül'de, Neredeyse bütün
Okmeydanı'nın çocukları, gençleri sokaktaydı. Tam bir kardeşlik havası hakimdi. Önceki eylemlerden daha farklı hissetiler bu defa. Kendi mahallelerinde, kendi arkadaşlarını sahiplenmek için sokaklardaydılar. Her zamankinden çok daha
fazla genç ve çocuk sokaklardaydı. Yüzlerce Berkin hesap sormak için sokaklardaydı. "Hepimiz birer Berkin'iz" diyor
gençler. Berkin bu sahiplenmeyi duyacak,
el ele kenetlenmiş binlerce arkadaşı "Berkin uyan" diyor. Berkin, duyuyor seslerini. Gün gün, an an ulaştırıyorlar seslerini
Berkin'e. Berkin'i bu sahiplenme yaşatacak.
Umudun çocukları'na sorduk "ne düşünüyorsunuz, neden sahiplendiniz Berkin'i?"diye; "Berkin benim arkadaşım kardeşim, Berkin bizim için son nokta oldu
artık. Polislerin neler yaptığını, ne olduğunu gördük öğrendik. Berkin'i seviyorum birlikte beraber büyüdük. Berkin
vurulduğuyla kalmayacak, bunun bedelini ödeyecekler. Berkin için ölürüm bile,
polislerle çatışırım… Berkin için uçurtma
uçuracağız, yürüyüşler düzenleyeceğiz,
koro yapacağız. Grup Yorum Korosu oluşturacağız. En sevdiği türkü, Grup Yorum'dan Kavuşmaydı…"
"Berkin bizim kardeşimiz, bugün, onu anmasak benim kardeşimin başına gelecek
aynı şey. Burası Okmeydanı. Gaz da gelir her yerden, bomba da gelir. AKP polisi kahpece saldırıyor. Bizim elimizde ne
var, bir taşımız var biz de onunla savunacağız. Bunlar akreplerle, Tomalarla silahlarla saldırıyorlar. Biz ne yapabiliriz ki, elimizde ne varsa onunla yapacağız.
Taşımız var bizim, yakında taşı da yasaklayacaklar. 90 gündür komada yatıyor, biz
sahiplenmeyeceğiz de kim sahiplenecek. "
"Onun başına gelenin bir başka çocukların başına gelmemesi için sahiplendim.
Berkin burada doğdu büyüdü, okmeydanında. Faşist polisin, katil polisin onu
göz göre göre hedef alarak vurmasını haz-
medemiyoruz. Berkin için birçok yürüyüşler düzenledik, o yoğun bakımda
kaldığı sürece ve çıktıktan sonra da, yürüyüşleri düzenlemeye, eylemler yapmaya devam edeceğiz. Onun yanında
olacağız."
"Berkin arkadaşımız olduğu için, iyi
günde kötü günde de yanımızdaydı. Biz
de onun her zaman yanında olacağız.
Polis, onu vurdu. Biz de Berkin için elimizden gelen herşeyi yapacağız, gerekirse canımızı vereceğiz. Biz onun yerinde olsaydık, o da bizim için aynı şeyleri yapardı. Okullar açıldı, berkin hala yatıyor. Önümüzdeki etkinliklerde, hep yanındayız, hep beraber olacağız."
"Berkin Elvan'ı sahipleniyorum çünkü
Umudun Çocuğu'dur. Benim kardeşimdir. Yarınımdır. Benim için vuruldu
sokakta."
"Berkin Elvan benim öz kardeşim gibidir. Zaten bizim mahalle bir kardeştir. Biz
vuruldukça bitmeyeceğiz, daha da çoğalacağız, AKP faşizmine karşı. Daha çok
mücadele edeceğiz. Biz onlara karşı
daha çok mücadele edeceğiz. Hiç boyun eğmeyeceğiz."
İşte bu sahiplenme çıldırtıyor AKP'yi ve
polislerini. Azgınca saldırmaya devam
ediyorlar. Gençleri, çocukları, halkı hedef alarak plastik mermiler sıkıyorlar, gaz
bombaları sıkmaya devam ediyorlar. Başına gaz bombası sıktıkları yeni gençlerin ailelerini tehdit ediyorlar "gaz
bombası derseniz, çocuğunuzu gözaltına alırız" diyorlar.
AKP'nin polisi saldırıyor, katlediyor,
ama yaptıklarını savunamıyor. Gizlemek
için tehdit ediyor. Çünkü korkuyorlar,
vurdukları her bir kişi, bin kişi olarak dönüyor, on bin kişi olarak dönüyor. Şimdi binlerce Berkin sokakta. Berkin bu sesi
duyacak, Berkin'i sahiplenmemizle yaşatacağız. q
19 sanatcilar meclisi_sablon 10/30/13 2:42 PM Page 19
güncel
güncel
sanatçılar meclis kuruyor...
sanat meclisi
Sinemacılar, tiyatrocular, müzisyenler, sairler, edebiyatçılar, ressamlar,
heykeltıraşlar, fotoğrafçılar... Kısacası
ülkenin tüm disiplinlerden aydın ve sanatçıları Ekmek, Özgürlük ve Adalet
için tek çatı altında birleşiyor.
kurtulabilmesi ve özgürce üretebilmesi
için uygun koşulları yaratmayı amaç
edinir. Bu nedenle ses kayıt stüdyoları,
görüntülü çekim ekipmanları, montaj
stüdyoları, atölyeler, kültür merkezleri
kurmayı hedefler.
Meclislerin temsilcilerinin bir araya
gelmesiyle Sanatçılar Meclisi Yürütmesi oluşur.
SANAT MECLİSİNİN İLKELERİ
1 - Sanatçılar Meclisi tüm sanat disiplinlerinin ayrı ayrı mesleki sorunları ile
ortak sorunlarını dayanışma ile çözmeyi amaçlar.
6 – Üretimlerin halkla buluşturulabilmesi için uygun koşulları yaratmayı amaç
edinir. Bu nedenle televizyon ve radyo
kurmak; sinema salonları, tiyatro sahneleri, sergi salonları kurmak; konserler, turneler, sergiler, festivaller düzenlemek
hedefleri arasındadır.
YAPILMASI DÜŞÜNÜLEN ETKİNLİKLER:
1 – Bir stadyum, büyük bir meydan
veya büyük bir parkta yapılacak olan,
yüzbinlerce kişiyi bir araya getirecek bir
Festival düzenlenebilir. Gezi Direnişini selamlayan, sanatın tüm dallarının
festival alanına yansıtıldığı bir şenlik
seklinde örgütlenebilir. Bu festivalle Sanatçılar Meclisi çalışmasını başlatabiliriz.
Özlük hakları (emeklilik, sağlık vb.);
Uzun, sağlıksız ve insanlık dışı koşullarda çalışma zorunluluğu (dizi setleri, kayıt stüdyoları vb.); Yapımcı terörü (üretime müdahaleleri, üretimi durdurmaları vb.); Telif hakki gibi çözüme
muhtaç tüm konularda çözüm yöntemleri üretir.
2 – Devletin, yapımcının, basının hedef aldığı; ezilen, linç edilen, baskı gören tüm aydın ve sanatçılarla dayanışma içinde olur, sahiplenir.
3 – Yıllarını kültür sanata adamış, zamanla unutulmuş, sistem tarafından
bir kenara itilmiş; hasta, bakıma muhtaç, yoksul sanat emekçilerini bulur ve
onlarla dayanışma içinde olur.
4 – Ülkemizdeki anti demokratik uygulamaların karşısında olur.
Milliyetinden, dininden, mezhebinden, yasam biçiminden dolayı baskı
gören halkların, kişi ve kurumların yanında olur.
5 – Sanatçıların yapımcı teröründen
ÇALIŞMA BİÇİMİ VE YAPISI
Her sanat dalının kendi meclisi olur. Sinemacılar Meclisi, Müzisyenler Meclisi,
Tiyatrocular Meclisi, Sairler ve Edebiyatçılar Meclisi, Performans Sanatçıları
Meclisi gibi, tüm disiplinlerin kendine ait
meclisi olur.
Sinemacılar Meclisi içinde yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların, set
emekçilerinin, post prodüksiyon emekçilerinin kendilerine ait komisyonları
olur. Bu komisyonlar kendi mesleki
meselelerine yoğunlaşır. Buradaki komisyonların temsilcilerinden Sinemacılar Meclisi oluşur.
Tüm meclislerin bir araya gelmesiyle
Sanatçılar Meclisi oluşur.
2 – Tüm mesleki ve güncel sorunların
konuşulacağı, onlarca oturumla herkesin konuşma olanağı bulabileceği, ayrıntılı bir program çıkarmamızı sağlayacak olan bir Sanat Sempozyumu
örgütlenebilir.
3 – Gezi Parkı direnişi sonrasında ortaya çıkan ve İstanbul’un birçok mahallesinde devam eden forumlara, kültürsanat etkinlikleri ile destek olunabilir.
Müzisyenler Meclisi içinde icracıların,
tonmaysterlerin, kompozitörlerin, ses-ışık
emekçilerinin kendilerine ait komisyonları olur. Bu komisyonlar kendi mesleki
meselelerine yoğunlaşır. Buradaki komisyonların temsilcilerinden Müzisyen Meclisi oluşur.
Daha güçlü olmak için;
Mesleki sorunlarımızı çözmek için;
İnsan gibi yasamak için;
Üretebilmek için;
Üretimlerimizi kitlelerle buluşturabilmek için;
Ekmeğimiz için;
Adalet ve Özgürlük için;
Diğer meclisler de ayni şekilde kurulacak
komisyonlardan oluşur.
BÜTÜN SANAT DİSİPLİNLERİ
BİRLEŞİN! q
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 19
20-21 sev. av_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:12 PM Page 20
mektup
mektup
devrimci avukatlara saygıyla
hüsnü yıldız
Sevgili avukatım Taylan, sen ve avukat
arkadaşlarının mahkemesinin 23-25
Aralık’ta Silivri Hapishanesi Yerleşkesi’nde görüleceğini öğrendim. Eski
bir müvekkilin olmam yanında sen hapishaneye konulduktan sonra da üç kişilik arkadaş kontejanından arkadaş
görüşçün oldum. Görüşçün olmayı
çok istedim ki henüz tutuksuz olan dışarıdaki avukat arkadaşlara beni en
başa yazmalarını söyledim. Bendeki bu
aşırı isteğin sizin avukatlık yapma biçiminizle doğrudan bir alakası olduğunu söylemeliyim.
Sorarsan eğer annem iyi, 14 yıl sonra
sizlerin çabalarıyla kavuştuğu oğlunun
mezarına iki haftada bir gidiyor, su döküp duasını ediyor. Sizlerden laf açılınca yüreği, yeniden burkuluyor. “Annesi nasıl’’ deyip anneni soruyor. “Söyle
merak etmesin annesine, Taylan iyi bir
insan en kısa zamanda bırakırlar’’ diyor.
Sevgiyle, vatanına bağlılıktan öte bir
çıkar göz etmeyen siz ve sizin gibilerin sahiciliği, güvenilirliği günlük yaşamının her anını çıkar ilişkisi üzerinden yürütenleri çileden çıkartıyor. Polisin ürettiği yalan yanlış senaryoları
sokak ağzı ile servis ediyorlar.
Yakın zamanda başımdan geçen bir
durumu anlatmak istiyorum. İstiyorum
çünkü yazılıp çizildiğine göre savcılar
sizler tutuklandıktan sonra da suç
unsuru olacak deliller arıyorlarmış.
20 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
Birkaç arkadaş Kazova işçilerinin Şişli Bomonti’deki eylem çadırını ziyaret
ettik. Ramazan öncesi olduğu için yanlarına vardığımızda çay içiyorlardı. Bize
de ikram ettiler. Çaylarımızı başı türbanlı ablamızın on altı yıllık Kazova hikayesini dinlerken içtik. Bir sabah çocuklarını her zamanki gibi öpüp koklayıp
üç aylık maaşını alamamasına rağmen
ekmek kapımız diyerek bellediği fabrikaya gelmiş. “Hala inanamıyorum”
diyor anlatırken, binlerce işçinin artık
sıradanlaşmış akıbetine kendisi de uğradığında. Devlete sadık, iktidara bağlı yaşamış. “Üstelik oyumuzu gözümüz kapalı verirdik senelerdir Erdoğan’a” diyor. Devletin hangi kurumuna
gitmişse değil sahiplenmek tehdit
edilmiş. AKP iktidarının yüzeysel din
söyleminin konfeksiyon atölyelerinden büyük işletmelere kadar binlerce
başı türbanlı konfeksiyon işçisinin sendikasız, sigortasız hiçbir iş güvencesi
olmadan sömürülmesi için kullandığını anlamış. O zaman duymuş senin ve
diğer hukukçu arkadaşların adını. Ve
şimdi onların haklarını savunmanız iddianamelerinizde suç olarak yer alıyor.
Ziyaretine geldiğimde sormuştum
sana ‘’Geçen yıl hangi tür davalara girdin.’’ diye. Geçen yıl yaklaşık 80 davaya girdiğini, bu davaların 60’ının Hey
Tekstil, Darkmen Tekstil, Rosateks,
Akçay, Bedaş başta olmak üzere emek
dünyası ile ilgili olduğunu söylemiştin. Sonrası, işçilerle birlikte direndiniz ve çoğunda da kazandınız. Haksızlığa uğrayan işçilerin yanında onların
direniş önlüklerini giyerek yine onlarla cop darbelerini, biber gazını, orantılı şiddeti(!) paylaştınız. Bir direniş bitmeden, haksızlığa uğrayan yenileri kapınızı aşındırmaya başladı. Bu acımasız sömürü çarkında yalnız hareket
edemeyeceklerini gördüklerinde, işçilerin nasıl birbirlerine kenetlendiklerine tanık olduk. Bu tanıklığa ortak
olan birileri ise sizinle ters orantılı
olarak hiç de mutlu olmayıp düğmeye bastılar.
Yıl 1995.. KANAL 6’da “Dinamit” programı, sunucuları Ahmet Altan ve Neşe
Düzel. Format gereği program sütüdyosu mahkeme salonu şeklinde
hazırlanmış. Sunucular savcı, konuklar da kendilerini anlatmaya, aklamaya çalışan sanık sandalyesindeki tutuklular gibi. Konuklar ise; R. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç ve Hasan Hüseyin Ceylan. Bir saatten fazla süren
programda o zaman İstanbul İl Başkanı olan R. Tayyip Erdoğan, iktidara geldiklerinde başta ABD ve Avrupa emperyalist güçlerinin ülkeden kovulacağını sonra da, sevgi, kardeşlik toplumu inşa edeceklerini söylüyor. Bunu
niye anlattım sevgili avukatım. Bunu
12 yıldır ülkeyi her yıl bir önceki yılı
aratırcasına baskı ve tehditle, şiddet
ve şantajla yönetenlerin “adalet arayışı”ndan nerelere geldiğini anımsatmak istedim. Sırf iktidarının devamlılığı için tüm ülkeyi hücrelerine kadar
ayrıştırmaktan çekinmeyen, işçi, köylü, memur tüm emekçileri dilenci gibi
20-21 sev. av_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:12 PM Page 21
gören, basını avucuna alıp her türden
muhalefeti polis işkencesiyle bastırmaktan çekinmeyen bir iktidarla karşı karşıyayız.
Sahi dışarıda olsaydınız Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş ve İrfan Tuna’nın katledilmesine seyirci mi kalırdınız, müdahil mi olurdunuz? Gözünü kaybeden, ağır yaralanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kaç kişinin
avukatlığını hiçbir karşılık beklemeden üstlenirdiniz. Katiller korunurken, cenazeye katılanlara dava açanlara karşı durur muydunuz? Ethem’i,
İsmail’i bilerek kasten öldüren katil
polislerin peşini bırakır mıydınız?
Bu yıl kızımla yeniden gittiğim Dersim dönüşünde senin gibi tutsak
avukatlar Ebru ve Barkın Timtik kardeşlerin anneleriyle tesadüfen karşılaştım. Bir sevgi pınarı gibiydi gözleri. Munzur’a çalar bakışları hüzünle
gülümsedi, yol boyunca sohbetlerimizde. Avukatlarımın annesinin bana
tanıdık bakışlarına bir şeyler ikram etmek istedim, istemedi. Yolluğunda
Elazığ’dan aldığı simit vardı. Bitiremedi onu da.. bilmem kaç mola geçtiğinde hala.
Av. Güçlü’nün annesinin beraber görüşe gideceğimiz gün bir saat öncesinden buluşma adresine gelip heyecanla ayakta beklemesine ne demeli. Ya kayıtlar yapılıp görüş kabinine gi-
rerken sıranın önünde hep onun olmasına. Eşinin vefatından önce savcılık
yaptığı için sık sık değiştirmek zorunda kaldığı şehirler yüzünden Güçlü’nün
zor şartlarda eğitimini tamamladığını,
şimdi ise birkaç metre karelik görüş kabinine sığdırmak zorunda olduğu sevgisini anlatamamanın çaresizliğini yaşaması.
ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı’ya da
sormuştum. Son bir yılda hangi davalara girdiğini. Yaklaşık 90 davaya girdiğini bunların sadece yüzde on beşinin
siyasi olmadığını söylemişti. Pamuk
yüzlü annesinin böyle bir evlada sahip
olduğu için şanslı olduğunu düşündüm. Elimi uzattım anne de uzattı.
Öptüm, alnıma koyarken çoktan tanışmıştık, buram buram şefkat kokan salonda. Annesinin, saklamaya çalıştığı
gözyaşlarını yakalamış olacak ki Selçuk
abi, istem dışı olarak gözlüklerinin altını iki parmağıyla sildi.
Anneleriyle tanışamadığım Av. Naciye
ve Av. Şükrüye ablaların ise çocuklarını tanıdım Sevgili Taylan. Yer değiştirtmiş koşullar, onlara. Çocukları için koşturan ana babaların yerlerini alıp annelerinin peşlerine düşmüşler mapushane koridorlarında. Annelerinin gözaltına alındığı sabahtan sonra, onlar da çocukluk düşlerine veda etmişler. Kolları kırılırken gülümseyebilen, yaka paça
gözaltına alınırken, dayak görüntüleri
televizyonlarda gösterilen anneleriyle
hep gurur duyduklarını söylüyorlardı
konuştuğumuzda. Peki, onların çocukluklarını çalan hırsızlar, kendi çocukları için kaygılanmaz mı hiç. Öyle görünüyor ki kaygılanmıyorlar. Varsın onlar kaygılanmasınlar. Bu kadar çok
mağdurun avukatlığını yapanların
savunmasını bizler pekala yapabiliriz.
Çocuklukları hep beraber geri vermekle yükümlü değil miyiz biz koca
adamlar; Merve, İrem ve Güleycan’a.
Av. Günay’ın annesi ile hiç karşılaşmadım. Ama bilirim ki annemden çok
farklı değildir. Aynı tedirgin bakışları,
aynı ürkek uyanışları vardır. Evladına
olan uzaklığı her gün yeniden sarsar
onu bir kez daha. Adalet peşinde koşarken oğlunun başına gelenleri bildiği için asla güvenmez oğlunu tutsak
edenlere.
Sevgili avukatım Taylan, o meşhur
hikayeyi toplumun her kesimi, yakın
tarihlerdeki olaylarda bir kez daha
gördü. Papaz, bana bir şey olmaz dedikçe sıranın kendisine gelmesini sadece hızlandırmıştır. Bu sebeple başta işlerini kaybeden ve kaybetme
tehlikesini hisseden basın çalışanı
gazetecilere, hukukçulara, aydın sanatçı yazarlara, işçilere, memurlara,
yoksul halklara, öğrencilere, kadınlara, çevrecilere... çağrıda bulunuyorum.
Sıranın size daha ağırlaştırılmış bir şekilde geleceğini mi bekleyeceksiniz.
q
EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 21
22 ruzgar_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:17 PM Page 22
deneme
deneme
kendi rüzgarımızı kendimiz yapacağız...
ebru timtik
İçimde esen rüzgârın ne yandan gelip ne
yana gittiğini anlayamazdım ilkin. Ama
rüzgardı işte, düzene koyduğum kâğıtlarımı, tozlarımı, saçlarımı dağıtırdı. Yönümü şaşırırdım. Ya da öyle sanırdım.
mezdi. Ben de O’na hiç lanet etmedim.
Arkasından söz demedim. Dermanımı
verdim.Şarkılarımı alır duyar kulaklara götürürdü. Şarkıları söyler ama duyamazdım.
Şarkıları kulaklarıma getirir
Sallardı beni
Rüzgârın dansı bayırlarda sürerdi
Yeşillere asılır
Yıldızlara çekerdi
Denizlerimi dalgalandırırdı. Tutup tutup
bir tutam deryayı kıyılarıma vururdu.
Kimi sarsar, kimi bulandırırdı. Ne varsa kıyılarımda atık, kir, pas alır götürür, arındırırdı. Çeker gider hafif bir esinti bırakırdı. Belli belirsiz bir kabarmayla dalgalanırdı başım. Kafa sallardım. Anladım sanırdı.
Kokular getirirdi davetkâr. Kırlara koşardım. Kokular getirirdi çeker içime saklardım.
Biz rüzgârla yakın arkadaştık. Kardeşten
ileriydik. Biz rüzgârla oyunlar oynardık.
Değirmenler döndürür çamaşır kuruturduk. Binerdim sırtına dünyayı dolaşırdık.
Kokular ter kokuları
Kokular yağmur kokuları
Kokular anne kokuları
Yar kokuları
Ağaçlarımı eğer, kuru dallarımı kırardı. Kı- Lavanta, gül, papatya, sümbül en çok da
rılan kuru dallarla beni döverdi. Tövbekâr leylak getirirdi. Sesler getirirdi akşam üstolmazdım. Yapraklarımı sürükler, orman leri
vadilerine götürürdü.
Dalga sesleri
Yağmurlarımı taşırdı. Çorak topraklarıma Ağustos böcekleri
serperdi. Sonra memnunca gülümser, ko- Bir çocuk ağlayışı
vuklara gizlenirdi.
Öfkeli bir haykırış
Sesler getirirdi.
İkindi vakti güzde bana kızardı. Karşı Bağlama
koyuşlarıma aldırmaz eserdi. Meydan Kara gözlüm
okurdum, meydanda dururdum. Daha ol- Ağlama
madı üstüne üstüne yürürdüm. Acımaz- Kara yazı bağlama
dı, ben de ona acımazdım. Ama en çok Keman beni yaktı
da O’na yanardım.
Ey aman
Çatılarımı uçurmazdı. Çocuklarımı üşüt- Sallardı bedenimi, bir ileri bir geri
22 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
Ne yana gitti şimdi, küstü mü? Unutulduk. Şu Haziran öğlesi, şimdi biraz serinlik getirse hücreye... Biraz deniz kokusu,
biraz da çam, geceleri
Açsa da şu bulutlar biraz yıldız görsek
Hepsinden geçtim. Bir meydanlara uğrasa, ses getirse “Her yer Taksim...” diyen,
“Haklıyız...” diyen, “Zafer...” diyen seslerden... Kimsecikler yakalayamaz O’nu
ama oyun arkadaşım, sırdaşım, inat eder
de uğramazsa tel örgülerimize; sanmasın ki eli böğründe bekleyeceğim. Çekip
içime sakladıklarımı soluğumun gücüyle bir üfleyeceğim. Soluğumuzun gücüyle bir üfleyeceğiz.
Biz; kendi rüzgârımızı kendimiz yapacağız. q
23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 23
röportaj
röportaj
ipince ipin ucunda yeşeren rüyalar
tavır
Kazova’ya gitmeden önce orda olmasını çok istediğim bir ablamız
vardı. Direnişin ilk günlerinde destek için gittiğimizde sessiz ve düşünceliydi. Elim boşta kalmış tokalaşmamıştı ablamız inançları gereği. Uzattığı çayı biz içerken oda bizleri anlamlandırmaya çalışmıştı.
Aradan geçen onca günden sonra
işte burda Nurten ablamızla yine
birlikteyiz.
Kendini tanıtırmısın dediğimizde
55 yaşında olduğunu, eşini yıllar
öncesinde kaybettiğini, üç çocuğunu ise kendi deyimiyle namerde
muhtaç etmeden çalışarak büyütmüş. Beş altı yaşlarındaki torunu
Ömer Osman, babaannesinin işgal ettiği fabrikada her an kendisiyle birlikte duruyor. 16 yıllık çalışmanın karşılığı hiç bir hakkı verilmeden kapı önüne konulmak olunca
şimdilerde bir işgalci, bir direnişçi
olmuş. Bu yaşadıkları onun hayal
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 23
23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 24
dünyasının çok ötesinde olmasına
rağmen ‘gerçek yaşam buymuşu’ an
an süren direnişleri esnasında öğrenmiş. Bu süreçte yıllarca hiç çıkmadığı Taksim’e Şişli’ye, elinde döviz veya pankartlarla çıkar olmuş.
Korkmuş mu evet korkmuş. Heyecanlanmış mı , ürkmüşmü evet
hemde çok. Fakat vazgeçmeye hakkını almadan burayı terk etmeye hiç
mi hiç niyetli görünmüyor.
Peki Nurten abla böyle bir şey bekliyormuydun diye sorduğumuzda.
--Hiç böyle bir şey beklemiyordum.
Patronlarımız hacı idi. Ben namussuz değilim. Hakkınızı yemem. Hacca gittim geldim. Beş kuruşunuzu
yemem diyordu.
Patrondan sonra oğlu yanımıza
geldi. Siz fabrikadan ayrılmayın.
Ben sizin çıkışınızı veririm dedi.
Altınada imzamı atarım, korkmayın
dedi. 1 haftalık izinlisiniz, iş yok zaten gidin gelin dedi. Ama bizi oyuna getirdiler. Gittik geldik ki makinaların hepsi kaybolmuş.
Dokuma makinasının üzerindeki
ipliklerden özenle bitirilmiş kazaklara gözleri kayarken Nurten ablamızın bizde sorularımızı sıralıyoruz.
İçerde kalan maaş , mesaileriniz
varmı? Kıdem tazminatları ne oldu?
--İçerde 4 aylık maaşımız kaldı. Mesailerimiz tazminatlarımız hepsi
içerde kaldı.
Kıdem tazminatın ne kadar tutuyor
Nurten abla hesaplatabildin mi?
--İşverene göre 16 milyar tutuyormuş. Ama ben avukatlarıma hesaplattırdığımda 28 milyar alacağın
var dediler.
Peki, fabrika şu an çalışıyor. Makinaların sesini duyuyoruz. Bu sürece nasıl geldiniz.
24 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
--Avukatlarımızı tuttuktan sonra yürüyüşler yaptık. Yürüyüşlerden sonrada fabrikayı işgal ettik, İşgal edince görüyorsunuz üretime başladık.
Nasıl yürüyüş yaptınız. Niye yürüyüş
yaptınız. Daha önce hiç yürüyüş yapmışmıydın. Yürüyüş yapanlara nasıl
bakardın?
görünce onun ve oğlunun parasını asla vermeyin demiş. Gelen milletvekilleri ve sanatçılarda olmuş
ama ben yokken gelmişler görmedim. Burda bomantide başka işçilerde var bazıları desteğe gelip konuşuyor bazılarıda korkudan selam da vermiyor.
Hiç yürüyüş yapmadım yapanlarada
şaşkınşıkla bakardım. Ne gerek var
bunlar yürüyor diye. Demek ki başımıza gelince anlıyormuşuz. Bizde
anladık onların nasıl ve niye yürüdüğünü.
Nurten abla suçlu sadece patronmu. Ya sizi duymamazlıktan gelen
devlet. İktidardaki AKP’ye ne demeli. Basından duymuşlardır en azından sizleri.
--Tayyip erdoğan 4,5 sene evvel
buraya firmamıza geldi. Baktı beğendiği kazaklar oldu. Kendisine 25
tane kazak yapıldı. El işçiliğini de
ben yapmıştım. Sahip çıkmıyor demekkibize. Az sahip çıksaydı belki
daha az direnip hakkımızı alırdık.
Ama duymuyorlar yada duymamazlıktan geliyorlar.
Oyunu kime veriyordun ?
--Oyumu hep Tayyip Erdoğana verdim. Bundan sonra kime oyumu
vereceğimi bilmiyorum. Gece rüyamda bile bu soruyu kendime soruyorum.
Kaç yaşındasın Nurten abla.
--55 yaşındayım.
55 yaşına kadar hiç yürümemiş olan
Nurten abla birden bire kendini yürüyüş yaparken slogan atarken buluyor ne dersin.
--Hakkımız almak için yürüyoruz. Şişliden buraya kadar slogan atıyoruz.
İçeriyide işgal ettik hakkımızı almak
için.
Üretimede başladınız.
--Üretime başladık. Ürettiklerimizi
satacağız. Hakkımızı öyle alacağız.
Demin bana bir kazak göstermiştin.
Toptan fiyatını da 199 tl olarak söyledin.Çok büyük tekstil firmalarına
ürettiğiniz bu kazaklardan sizde giyebiliyormuydunuz?
--Biz kendi ürettiklerimize sadece
sadece bakıyoruz. 200 milyona nasıl
kazak alalım. Biz çarşı pazarda paramız olduğunda 10- 20 milyona kazak
alabiliyoruz.
Sizi desteğe kelen insanlar kuruluşlar varmıydı. Tam olarak destek bulduğunuzu söyleyebilirmisiniz.?
--Evet , bütün gazetelerden televizyonlardan gelenler oldu. Soru sorduklarında baktım kimse konuşmuyor. Ben anlattım yaşadıklarımızı.
Hatta patron benim konuştuğumu
Bütün ülkeye mal olan bir direnişin
şu an önemli bir parçasısın. İşten
atılıp sizin gibi hakkınıı alamayan
işçilere ne söylemek istersin.
--Dirensinler ve asla çalıştıkları yeri
terk etmesinler. Direnerek kazanabilirler ancak. Bir şey anlatıcam.
Eniştem ve ablamla asma köprüden
geçiyorduk. Şimdi adını unuttum
oranın. 500 kişi aynı bizim gibi sloganlar atarak yürüyordu. Bir kişi fazla olsun dedim inip onlarla yaklaşık 20 otuz adım yürüdüm. Gitmeseydim kendimi kötü hissederdim.
Eniştem gitme baldız baksana onlarda bizim gibi paralarını alamamışlar diyince, nasıl yürümem dedim. Akşam eve gittiğimizde eniştem
ve
ablam
hala
gülüyorlardı.Seni bu direniş çok
23-25 kazova_sablon 10/30/13 2:58 PM Page 23
değiştirdi diye ara sıra takılırlar
hala bana.
Nurten ablanın bu anlattıklarını
düşündükçe onun insan olarak var
olma koşullarını yerine getirmenin huzurunu taşdığına tanık oluyoruz. Kazova fabrikasının önünde
bizi karşılayan başka eylemciler
olduğu gibi direnişe desteğe gelenlerde var. Patron fabrikayı talan
ederken yerlere saçılmış iplik parçalarını, hırsızlığının bir kanıtı olarak sanki geride bırakmış. Makinalara desen, renk ve model yükleyen
bilgisayar programı da çalındığı
için ustabaşı konumundaki Serkan
zihnini zorlayarak umutla sorunu
çözmeye çalışıyor. Biz ordan ayrılmadan hemen önce savcılığa ifade
vermekten gelen iki işçi gülerek an-
latıyorlar yaşadıklarını.’’ Savcı sormuş siz niye patronun kızının çalıştığı Yeni Şafak gazetesinin önüne
gidip hırsız Gaye Somuncu diye bağırıyorsunuz’’.
Eperyalist politikaların en acımasız
uygulamacılarından olan AKP iktidarı işçiyi, yoksulu, köylüyü, ormanı,
suyu vb. yaşama ait ne varsa yok etmek için yemin etmişcesine saldırmaktadır. Kapalı kasa servis aracında boğularak ölen emekçi kadınlar
çoktan unutulmuşken, her gün iş
kazalarında ölen işçilerin haberi sıradanlaşırken, işçi sendikalarının iktidarın dümen suyna girereken bu
direniş çok anlamlıdır. Gezi parkı
eylemlerinin nasıl yaygınlaştığı üzerine bihaber kafa yoranların yarına
yeni 16-17 haziranların gelmekte
olduğunu şimdiden görmeleri ve
destek vermeleri gerekmektedir.
Kendimiz üretip hakkımızı öyle alacağız iddasındaki bu mütavazi insanların direnişi her koşulda üzerine koyularak desteklenmelidir. Bir
eylemci şöyle diyordu; ipliğide çaldılar ya önce eldeki ipliklerle kazak
yapıp satacağız. Sattığımız ürünlerin parasıyla önce yeni iplik alacağız. Sonra sonra Nurten ablamızın
gülümseyerek anlattığı direniş anısıyla özetleyelim.
Oğlum telefonla aradığında makinalarımız çalışmaya başlamıştı. Sesi
duymuş ‘’ Ooo anneme bakın makinaları şakır şakır çalıştırmışsınız
diyince… arada bir boğazı düğümlenen direniş sahiplerine binlerce
teşekkürler var olun sağolun.q
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 25
26-27 bahar rop_29-30 ellerimi tut 10/30/13 2:59 PM Page 26
röportaj
röportaj
bahar kurt’la röportaj
tavır
Bir yıllık tutsaklığın ardından tekrar Tutsaklık, bu ülkede yaşayan her onurözgürlüğüne kavuştun. Neler hisse- lu aydının, sanatçının ödeyeceği bir
diyorsun?
bedeldir. Halkın sanatçıları bu bedeli
alınlarının ak cefası sayarlar. Ben de
İbrahim Çuhadar isimli bir devrimci- halkını ve vatanını seven bir sanatçı olanin cenazesini sahiplendiğimiz için tu- rak payıma düşen bedeli ödedim.
tuklanmıştım. Cenaze günler geçmesine rağmen Adli Tıp Kurumu’nda tutulu- Bir yıl süren tutsaklığım Bakırköy Kadın
yor, ailesine ve yoldaşlarına verilmiyor- Hapishanesi’nde geçti. 24 kişilik koğuşdu. Ve biz de bu durumu protesto etmek larda kalıyorduk. Siyasi tutsaklar olarak
ve cenazeyi alabilmek için TAYAD’ın bir aradaydık. Sömürücü iktidarlar
çağrısıyla İdil Kültür Merkezi’ndeki arka- geçmişten bu yana hapishaneleri bir
daşlarımızla birlikte Adli Tıp Kurumu değirmen olarak inşa etmişlerdir daiönüne gittik. Devrimci sanatçı hayatın ma. Amaç halkın direnen damarlarını
her alanındadır çünkü. Müzisyendir, şa- öğütmektir. Nice halk sanatçısı bu
irdir, ressamdır… Yeri gelince de eylem- değirmenlerde öğütülmek istenmişcidir. Kavganın sanatını kavganın içinde tir. Ancak halkın değerleri egemenleyapar. Adına halk denilen deryadan rin yıldırma yöntemlerinden daha
beslenir. O deryadan koparsa kurur, güçlüdür. Bu değerlere sıkı sıkıya tuölür… İşte bu bilinç ve duygu yoğunlu- tunanlar için hapishaneler değirmen
ğuyla İbrahim Çuhadar’ı sahiplendik. olmaktan çıkar, okula dönüşür. TutsakHani diyor ya Nazım; “Ve gayrısı, mese- lığım boyunca üretirken, zindanlara
la benim on sene yatmam, lafı güzaf” kapatılıp da sözünü söylemekten vazişte öyle… Halkı için canını vermiş Çu- geçirilemeyen Nazımlar, Sabahattin
hadar, benim hapis yatmam da lafı gü- Aliler, Rıfat Ilgazlar yanımızdaydı. 12
zaf.
Eylül karanlığında kahramanlık destanı yazan Apolar, Hasanlar, Haydarlar yaTutsaklık koşullarından biraz bah- nımızdaydı. İdil daima yanımızdaydı.
seder misin? Tutsaklığı devrimci sa- Yol gösteriyordu, güç veriyordu. Onlanatçı olarak yaşadın. Neler yaşadın, rın yarattıkları geleneğe sahip çıkıyor,
neler hissettin bu süreçte?
büyütüyorduk.
26 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
Tutsaklığım boyunca bir dakikamız bile
boş geçmedi diyebilirim. Devrimci sanat faaliyetlerimiz orada da devam etti.
Şiir geceleri, tiyatro çalışması, koro çalışması yapıyorduk. Çoğu arkadaşımızın
o güne kadar tiyatro konusunda veya
müzik konusunda aldığı bir eğitim yoktu. Fakat tüm amatörlüklerine rağmen
çok güzel oyunlar ortaya çıkardılar. Yarattıklarımız kolektivizmin gücüydü.
Kendi imkanlarımızla yaptığımız bir
ışık düzeneğimiz vardı, tiyatroda kullanıyorduk. Gardiyanlar bir gün bu ışık düzeneğini arama esnasında görüp el
koydular. Aramaya hapishanenin 2.
müdürü de katılmıştı. Ona ışık düzeneğini tiyatro için kullandığımızı söylediğimizde bize “Burası eğitim yeri mi?” diye
cevap verdi. Ve ışık düzeneğimizi alıp
gittiler. Öyle ya, onlar devrimcilerin kişiliklerini ezip yok etmek için yapmışlardı hapishaneleri, tiyatro da neyin nesiydi! Ailelerimizin, arkadaşlarımızın araştırma yazılarımızda kullanmamız için
gönderdikleri internet çıktısı yazıların verilmeyip “el koyma” kararı almalarının nedeni de bu olsa gerekti. Yani hapishaneyi eğitim yerine çevirmemek! Ancak
ne yaparlarsa yapsınlar üretmemizin
önünde engel olamazlar. Çünkü beynimiz bizim ve ona el koyamazlar.
26-27 bahar rop_29-30 ellerimi tut 10/30/13 2:59 PM Page 27
Seninle birlikte tutsak olan devrimci sanatçılardan Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar ve İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Gamze Keşkek ile iletişiminiz nasıldı? Görüşebiliyor muydunuz? Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’nde tutsak bulunan İdil Tiyatro Atölyesi oyuncularından Veysel Şahin ile iletişiminizi nasıl sağlıyordunuz?
Ayfer ve Gamze ablayla aynı koğuştaydık. Tüm çalışmalarımızı birlikte yürütüyorduk. Sadece üçümüz de değil; DevGençliler, devrimci avukatlar, devrimci
memurlar da bu kolektifin bir parçasıydı. Hepimizin birbirimize öğreteceği
çok şey vardı. Bilgilerimizi, yeteneklerimizi paylaştık. Öğrendik ve öğrettik. Veysel abiyle ise düzenli bir mektup trafiğimiz vardı. Yazdığı şiir, yazı vb. şeyleri
Tavır’a gönderdiği gibi bizimle de paylaşıyordu.
Dergimizin yazarlarının bir kısmını
hapishanelerdeki devrimci tutsaklar
oluşturuyor. Hatta iki dergimiz çalışanı, yazarı Veysel ve Gamze tutuklu. Sanatsal üretim anlamında hapishaneler “ mutfak” işlevi görüyor. Sen
nasıl değerlendirdin bu “mutfak”ı?
Evet, devrimci tutsaklar Tavır’ın en sadık yazarlarıdır. Yazılarıyla, önerileriyle,
eleştirileriyle Tavır’ı beslediler, besliyorlar. Ben de tutsaklığım boyunca Tavır’dan hiçbir zaman ayrı kalmadım.
İçeride de Tavır yazarları olarak aylık düzenli toplantılar yapıyorduk. Televizyondan ve gazetelerden gündemi takip
ederek konu önerileri çıkarıyor, alt başlıklar oluşturuyor ve sonra bu konuları kendi aramızda bölüşüp yazıyorduk.
Ve Tavır’a gönderiyorduk. İdil Kültür
Merkezi ve Grup Yorum’dan görüşümüze gelen arkadaşlarla her sayının değerlendirmesini de yapıyorduk ayrıca.
Tutsaklığın sürecinde Anadolu halkları AKP faşizmine karşı ayaklandı. İki
buçuk milyon insanın katıldığı, aylar-
ca süren direnişler yaşandı. Hapishanede tutsak olarak, tutsak bir devrimci sanatçı olarak bu süreci ne kadar takip edebildin? Neler hissettin anlatır
mısın bize?
Halk ayaklanması sürecinde hapishanede olmak tutsaklığın sızısını en yoğun yaşadığımız süreçlerden biriydi. Faşizm
karşısında halkımızla omuz omuza olamamak çok ağrımıza gitmişti. Bir ablamız
“Ben yıllarca bu günü bekledim ve şimdi buradayım.” demişti. Biz de onun gibi
yıllardır bu günü bekliyorduk. Halkımıza
güvenmiştik çünkü daima. Sadece beklemek değil, ilmek ilmek örmüştük bugünü. Fakat o günlerde hapishanedeydik
işte. Gözümüz kulağımız radyoda, televizyondaydı. Yüreğimizse tabii ki Taksim’de
ve Anadolu’nun her köşesinde direnen
halkımızın yanındaydı. Ayaklanmaya sanatçıların katılımı, desteği de yoğun
oldu. Bu da beni ayrıca gururlandırdı. Yıl-
larca halka inanmayan sanatçılar şimdi “Halkımla gurur duyuyorum.” diyordu. Ve bir kez daha gördük ki, egemenler halkın sanatçısından çok korkuyor.
Bundan sonra hedef bu korkuyu daha
da büyütmek. Bunun yolu da ancak
halkla birlikte olmaktan geçiyor.
Son olarak söylemek istediğin bir şey
var mı?
Tavır’ın 34 yıllık bir tarihi var. Ancak beslendiği tarih binlerce yıllık bir geçmişe
dayanıyor. Tavır’ın sesini kısmak hiç
kolay değildir o yüzden. Tavır ailesi
beş on yazar, yazı işleri müdürü vs.’den
oluşmuyor. Anadolu’nun her yerinden,
hapishanelerden, yurt dışından insanlar Tavır için yazıyor. Tavır’ın sahibini, yazarlarını tutuklasalar da kalemini halk
için oynatan tüm yazarlar Tavır’a sahip
çıkacaktır. Her şeyden önce bu derginin
sahibi halktır ve halkı susturamazlar.
EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 27
28 guvenmek_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:22 PM Page 28
değerlerimiz
değerlerimiz
güvenmek
deniz ekin
Anadolu'nun herhangi bir köyünde
gece kapısı açık uyuyan bir ailenin evinden kapitalizmin kirli kara kutusu şaşalı bir jenerikle yeni bir ürün tanıtıyor ve
reklamın sonu "Sadece kendine güven" diyerek bitiyor.. Halbuki o televizyonun bulunduğu evin kapısı çoğu
gece kapanmıyor.. Çünkü o köyde herkes birbirine güveniyor ve içlerinden birine bir şey olsa herkesin tepki vereceğini biliyor..
Evet, o kapılarını kapatmaya gerek duymadığımız evlerimizin içindeki kirli
kara kutu bizlere, sadece kendine güvenmeyi empoze etmeye çalışıyor. Çünkü gölgesinden dahi korkan kapitalizm bunun böyle olmasını istiyor. Kapitalizm ancak bu şekilde çarkının devam
edeceğini biliyor.. Sadece kendine güvenen insan, etrafındaki her şeyden ve
herkesten kuşku duyar. Yalnızdır ve çaresizdir.. Daha çok ve daha hızlı tüketir.
Ve böyle bir insanın, bu adaletsiz düzeni tümden yıkıp, yaşanılası güzel bir dünya kurma hayali yoktur... Fakat öz kültürünü, değerlerini unutmayan insan iyinin güzelin yaratıcısı olacaktır...
Bizim özümüz Anadolu'dadır.. O, gece
açık kalan kapıların ardında beşiğe belenmişizdir... Başımız dara düşse tüm mahalle yanımızda olmuştur ve ne zaman
başımıza bir hal gelse yine herkesin bizim yanımızda olacağını bilmişizdir.
Aynı kandan, aynı candan olmadan
kardeş olmanın yaratıcısı, birlikte ölüme
gidebilmenin ustası olmuşuzdur...
Ve bizim topraklarımız, bu düzen yıkılıp
viran olacak diyen yiğitler yetiştirmiş onlara güvenmiştir.. Kim beri hay'la cenge
28 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
girecek olsa, ardında adına kahramanlık destanları yakan koskoca bir halk vardır.. On yıllardır, halkların kurtuluş mücadelesi için savaşanlara halkımız güvenmiş, kimi zaman evini açmış, kimi zaman varını yoğunu paylaşmış, kimi zaman kulağı yüreğinde bir zafer türküsü
için beklemiştir.. Her adaletsizlikte "sorarlar bir gün/sorarlar" diyerek türküler
yakmış; acısını, öfkesini devrimcilerin
dindireceğini bilmiştir. Kuşku yok ki bu
güven karşılıklıdır.. Devrimciler halka güvenmiştir daima.. 122 kere açlıktan
ölürken de, hapishane hücresinde hastalıkla mücadele ederken de, siperde
mavzer beklerken de...Serez'in esnaf
çarşısında Şeyh Bedrettin'in birazdan bedeni gerilecekken çarmıha Bedrettin, bir
gün mutlaka kazanacağız demiştir..
Mahir Kızıldere'de yoldaşlarıyla şehit düşerken mücadelenin devam edeceğini,
Anadolu topraklarından nice kahramanlar çıkacağını öngörmüştür... Bunun
yarattığı güvenle başı dik, gözleri umut
dolu şehit düşmüştür... Barikatların
önünde Demirci Kawa'lardan, Mahirle-
re, Sabolara, Dayılara bir geleneği devam ettirmenin onuruyla yiğitçe çatışanlar başlarına bir şey geldiğinde yoldaşlarının, halkın kendilerini nasıl sarıp
sarmalayacağını bilmiştir... Bu güvenle
bir adım, bir adım daha öne atılınmıştır.. Ve bugün artık, böyle sürüp gitmeyeceği aşikar olan bu düzeni tümden,
tez elden yıkıp viran edip, güzel aydınlık bir gelecek inşaa etmek için mücadele eden, on dördünde beyni sokaklara akıtılan devrimcilere, o devrimcileri sahiplenen evindeki çekyatına kadar
barikata malzeme olarak taşıyan halkımıza güvenmeliyiz.
Biz ortak bir amaç uğruna bir araya gelerek, aynı karından doğmadan kardeş olabilmenin en güzel örneğini sergilemiş, bir büyük aileyiz... Bugün artık
her an bedenimizde düşmanın bir darbesini hissedebileceğimiz günleri yaşıyorsak eğer; aynı büyüklükte bir güvenle bir kez daha kenetlenmeliyiz...
Gerisi hayat.. q
29 mudahale_sablon 11/3/13 7:16 PM Page 41
kelimelerin dili
kelimelerin dili
müdahale
tavır
Kimi kelimeler kullanıldığı yere
göre etkili bir silah görevi görürler.
İstediği düşünceyi farkına vardırmadan zihinlere yerleştirerek hedefe ulaşırlar. Bunlardan birisi “müdahale” sözcüğüdür. Aslında “polis
müdahalesi” desek daha doğru
olur. Müdahale bir ihtiyaçtan doğan fiildir. Şartlar böyle bir eylemin
gerçekleşmesini zorunlu kılar. Peki
polis müdahalesinin kullanıldığı
yerlere bakalım. Örneğin son birkaç
haftada gazetelerde yer alan başlıklara bakalım:
- Ahmet Atakan’ın cenaze töreni
sonrası çıkan olaylara polis müdahale etti.
- Polis Taksim’de göstericilere müdahale etti.
- Hasan Ferit Gedik için yürüyüş yapan gruba polis müdahale etti.
- Berkin Elvan için yapılan eyleme
müdahale edildi.
Benzer birçok örnek sıralanabilir.
Sadece gazetelerde, televizyonlarda değil bizlerin de ağzındadır bu
kelime. Burjuvazinin yapmak istediği şey yaptıklarını haklı göstermektir bunun için her yalanı, her kelimeyi kullanır. Müdahalenin kelime anlamı araya girmek karışmaktır. İnsanları katletmenin, zehirlemenin adı müdahale olmuştur. Fakat müdahale
değildir yaptığı, azgınca saldırmaktır. Müdahale etmek kadar meşru ve
yumuşak değildir polisin yaptıkları.
Burjuva basın, medya her şeyi olduğu gibi polisin saldırısını da müdahale diyerek hafifletmeye çalışıyor. Bakın polis tomasıyla, gazıyla nasıl müdahale etmiş.
Polis müdahale etti!
- 14 yaşında Berkin’i vurdu. 90 gündür yoğun bakımda. Okullar açıldı ve
Berkin hala uyuyor.
Polis müdahale etti!
- Ethem’in beynini boşalttı. Olanca
kanı aktı gitti sokaklara.
Polis müdahale etti!
-19 yaşında Ali İsmail’i döve döve öldürdü. Polis sadece müdahale ettiği
için katilleri hala sokaktalar ve aramızdalar.
Polis müdahalesi diye zihnimize
yerleşen bu sözcük aslında gizliden
gizliye yapılan bu saldırıları bize kabullendiriyor. Halkın hakkını savunması meşrudur. Halkın insanca
yaşamak kadar doğal bir talebi olamaz. Yoksulluğa, yozlaşmaya karşı
direnmek kadar meşru bir eylem
olamaz.
Bunun karşısında duran herhangi
bir eylem gayrı meşrudur, saldırıdır.
Eğip bükmeye, kılıflara uydurmaya
gerek yok. Halka saldırı vardır, halkın çocuklarına açıktan saldırı vardır. Bu gerçeği Berkin Elvan da Hasan Ferit Gedik de tekrar tekrar
hatırlattı bize.
Yani müdahale masum bir kelime
değildir. Durum ne ise o yazılmalıdır. Polis işkence yaptı. Polis insanların beynini sokağa akıttı. Bir
kelime ile faşizmi gizleyemezsiniz..
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 29
30 ayin fotosu_29-30 ellerimi tut 10/30/13 3:21 PM Page 30
ayın fotoğrafı
ayın fotoğrafı
30 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
31-32 umudun cocuklari_sablon 11/3/13 12:35 PM Page 31
tanıtım
tanıtım
umudun çocukları
orkestrasını kuruyoruz!
grup yorum
Yine yüreklerimize büyük umutlar
doldurup düştük yollara. Baktığın
kadar görürsün, inanırsan mutlaka
başarırsın diyerek "haydi" diyoruz.
Yolculuğumuz kalabalık... Yanımızda yine enstrümanlar var. Konuklarımız mı? Konuklarımız bu defa küçük kardeşlerimiz, genç arkadaşlarımız… Umudun Çocukları demeyi
tercih ediyoruz kendilerine. Onları
da yanımıza alıp düşüyoruz yollara...
Bir bayram havası yaratacağız hep
birlikte.
Sokaklara tüm neşesini akıtan, koşturan, top oynayan "yaramaz" çocuklarımız... Onlar bizim geleceğimiz. Gelecekleri çalınmış, yoksullukları yüzlerinde bölünmüş uykuların
sersemliği gibi, dizlerinde yırtık bir
pantolon... Patlak toplarının peşinden koşar onlar akşamlara kadar. Ve
hep gülen yüzleri meydan okur bu
hayata. Hiç bisikleti olmayan, bir
kaç tur atabilmek hayaliyle gece uykuları kaçan çocuklarımız. Oyuncak
parası biriktiren ve aslında daha o
günlerde hayatla kavgalı, bir türlü
geçinemeyen... Kimisi de bu yoksulluğun ürettiği yozlaşmanın dişlileri
arasında öğütülen… Çetelerin eline
düşen… Umudunu yitirip çareyi tiner
torbalarında, bali kutularında arayan…
Hepsi ama hepsi bizim çocuklarımız.
Bu gözü dönmüş obur düzen her şeyimize olduğu gibi çocuklarımıza da
düşman. Her şeyi olduğu gibi çocuklarımızı da yok ediyor. Onları bu çarkın içinden çekip alacağız. Yarın milyonlarcasını, bir gün tamamını kurtaracağız. Bu düzenin kökünü kuruttuğumuzda… Ama hepten yarına ertelemiyoruz bu işi. Şimdi küçük küçük
adımlarla, ulaşabildiğimize ulaşıp,
çekip almak istiyoruz bu düzenin
vahşetinden.
İsyan eden tüm çocuklara anlatılan bir
öykü var. Her şeye boyun eğmenin,
savaşmamanın öyküsü. “Bu dünyada
hiç uğraşma nasıl olsa öteki dünyada...” diye başlıyor. Bu öykü; ezilmek,
yapılan tüm haksızlıklar karşısında
susmak temelli. Ama 14 yaşındaki
Berkinler reddediyor bu öneriyi. Biz
de Berkinler’in, yoksul ama savaşçı çocukların mahallelerinden başlıyoruz yolumuzu adımlamaya.
Söylediğimiz gibi, yolumuzu çocuklarımızla ve sırtımızda enstrümanlarımızla adımlayacağız… Hayatın bir kenara ittiği, değer vermediği, umutlarını söndürdüğü çocuklarımız, enstrümanlarımızla, müziğimizle, sanatımızla tanışacak…
Kemanlarımız, flütlerimiz çocuklarımızın elinde bizim hikayelerimizi
anlatacak. Bir orkestra kuruyoruz
çocuklarımızla birlikte. Kemandan
viyolaya, çellodan kontrbasa, obuadan klarnete, enstrüman çalmayı
öğrenmek, koca bir orkestranın bir
parçası olmak tüm çocuklarımızın
hakkı. Yoksulluk, çocuklarımızın yarattığı, çocuklarımızın tercih ettiği
bir şey değil. Bu bir kader, bir yazgı hiç değil. Bazıları çok para kazanacak diye en ağır işlere koşulan,
sokakta mendil satmaya mecbur
bırakılan, içecek temiz su bulamayan çocuklarımız için kültür de sanat da salıncaktan yıldızları tutmak
gibidir. Biz bu mesafeyi kaldıracağız.
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 31
31-32 umudun cocuklari_sablon 11/3/13 12:35 PM Page 32
Her birinin eline birer enstrüman
verecek, bu enstrümanların kullanımını da öğreteceğiz.
Oysa egemenlere göre sanat sadece burjuvaziye aittir. Belirli bir zümre ona ulaşabilir. Biz demiyor muyuz
müzik ekmek gibi su gibi diye. İnsanların kendilerini ifade ettikleri,
yaşamlarını, acılarını, korkularını,
sevinçlerini, sevdalarını, özlemlerini anlattıkları bir araçtır müzik. Tüm
sözlerden daha kuvvetli olduğu anlar vardır. En çaresiz anında umudun
olur. Bazen bir anne gibi kucaklar,
bazen sarsar. Ama bir de bakmışsın
ki en ufağımızın bile cepleri umut
dolu. Kuracağımız orkestranın bir
adı var: Umudun Çocukları Orkestra-
32 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
sı. Bu orkestrada hep birlikte büyüyeceğiz. Beraber aşacağız umutsuzlukları ve tüm zorlukları. Müziğimizle
meydan okuyacağız hayata ve tüm
mutsuzluklara.
Enstrümanları ve enstrüman eğitimini yüksek ücretli kılıp halk çocuklarından esirgeyen bu düzene ve sahiplerine inat en iyi çocuklarımızın
kirli paslı elleri çalacak viyolayı. Obuaya kavuşacak çatlak dudakları, daha
önce adını hiç duymadığı obuaya.
Öyle bir üfleyecek ki klarnete, duygusu tüm halkı saracak. Anadolu’ya
özgü enstrümanlarımız, bağlamalarımız, ritim aletlerimiz de olacak orkestramızda. Ama klasik müzik enstrümanları da olacak… Klasik müziği,
klasik müzik enstrümanını yüksek
tabakaların soyluların tekeline almaya kalkanlar görecek ki ne cevherleri var bu halkın.
Şimdi ilk orkestramızı kurarak, Okmeydanı’nda çalışmaya başlayarak
atıyoruz ilk adımımızı. Kocaman
görkemli bir nehre dönüşüceğiz
zamanla... Orkestralarımız kısa zaman içinde mahallelerimizi ve şehirlerimizi kuşatacak. Dört bir yanda
bizim orkestralarımız olacak.
Çocukları umutla, umudu çocuklarla tanıştıracağız. Ve umudun çocukları olarak, umudun ezgileriyle
dünyayı sarsacağız. q
33 cocuktun sen_sablon 10/30/13 3:27 PM Page 33
deneme
deneme
bir çocuktun sen...
leyla güney
Bir çocuk,
Gülümseme eksik olmasın yüzünde
Oyun oynasın, düşsün, paylaşsın sevgiyi
Yeşersin mutluluk, yüzümüze gelsin aydınlık*
13 yaşında bir çocuktun sen. Okul
arkadaşların tarafından darp edilerek öldürüldün. Tartışmıştınız, tartışmanın nedenini bilmiyorum, belki “yan baktın, omuz attın” kavgasıydı belki de “kız meselesi”ydi,
kimbilir. Ama ölümünü gerektiren
bir mesele olmadığı kesindi.
13 yaşındayken kendin gibi çocuk
yaşta olan okul arkadaşların öldürdü seni. Biri bir tekme salladı,
diğeri yumruk attı, beriki tokatladı, öteki yere yıktı. Sen yerde cansız kaldın… Umutlarını büyüttüğün
okul koridoru mezarın oldu. Bu
nasıl bir yuvaydı böyle Ahmet? Bizim yuvalarımız sıcak olur, bizim
yuvalarımızda sevgi vardır, kardeşlik vardır, beraberlik vardır. Yoksa
devletin yuvası bizim yuvalarımızdan farklı mıydı? Sen niye bir başına kaldın o “yuva”da? Neden bir başına, çaresiz, savunmasız kaldın?
Devletin “yuva”sında büyümen,
“adam” olman için ne çok alınteri
dökmüştü baban halbuki. Kömürden kısmış, boğazından kısmış, yol
parasından kısmıştı… Fotokopi paranı, karne paranı, spor paranı, sürekli başındaki kelimenin değiştiği
… paranı ödeyip durmuştu. Sen de
pek hevesliydin, yine bir eylül ayı
gelip çatmış ve yeni bir okul yılına
başlamıştın. Bir yaş daha büyümüş
olmak, bir üst sınıfa geçmek heyecanlandırıyordu seni. Daha okul açılalı iki
hafta bile olmamıştı ki, bir gün haberlerde rastladım sana. “Kanarya
İlköğretim Okulu'nda okuyan Ahmet
Şahin isimli öğrenci, arkadaşları tarafından darp edildi. Olay sonrası hemen hastaneye kaldırılan Şahin, hayatını kaybetti.” diyordu haber. Meğer
can paranı ödemiş baban yıllar yılı
Ahmet.
Peki ya katil kim? Seni ortalarına
alıp da öldüresiye döven okul arkadaşların mı? Söyle Ahmet, senin bu
genç yaşında kara toprağın altına
girmenin hesabını okul arkadaşlarından mı soracağız? Şimdi sana elini kaldıranların bileklerine kelepçe
vursa devlet, adalet mi? Ki adaleti
mülkün temeli sayanların yapacağı
en fazla budur. Ya sen, sen geri gelecek misin Ahmet? Senin gibi başka
Ahmetler çıkmayacak mı çocukların
bileğine kelepçe vurulduğunda? Bak
Maltepe’ye, Pozantı’ya, ülkenin dört
bir yanına. “geleceğimiz” dedikleri
çocuklar için her yere hapishane inşa
etmişler. O hapishaneler senin için,
arkadaşların için. Senin payına kara
toprak düştü, arkadaşlarına da beton
duvarlar düşecek. Senin de onların da
yazgısını yazan bir, anlıyor musun?
Kaderin senin elinde değil. Kaderin
tekmeleri, yumrukları üzerine yağdı-
ranların elinde de değildi. Senin kaderin, bizim kaderimiz bir avuç sömürücü asalağın elinde. Sermayesinin %70’ini silah sanayisine harcayan, şiddet içerikli oyunlarıyla
kucaktaki çocuklarımızı vahşileştiren, yarattığı bireyci-bencil kültürle kendinden başkasını gözü görmeyen insanlar yetiştirenler çiziyor
kaderimizi. Kaderimiz insanı insanlıktan çıkartan bu düzenin elinde.
Vahşi olan, sana vuran çocuk eller
değil, o elleri yaratanlardır.
Çocukların öldürülmeyip şeker yiyebildiği bir dünya var biliyor musun Ahmet? Masallar ülkesi değil
orası, bu dünya üzerinde kurulacak.
Senin için kuracağız o dünyayı er ya
da geç. Sevinçler boy verecek bizim
dünyamızda, acı değil. Kardeş olacak insanlar, düşman değil. Sen
göremeyeceksin o dünyayı kardeşim, belki ben de göremeyeceğim.
Ama BİZ senin için dövüşmeye devam edeceğiz. Seni tanıyıp da vazgeçmek olur mu? Olmaz Ahmet.
Senin ahını da yazdık artık hesap
defterimize. Senin 13 yaşında hayata veda eden yüreğini de kattık
yüreğimize. Merak etme, düşünü
bile kurmana izin vermedikleri o
dünyayı yaratıp, sana vereceğiz.
*Nazım Hikmet Ran q
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 33
34 suriye_29-30 ellerimi tut 10/30/13 3:30 PM Page 34
şiir
şiir
haykıracağım
samih el kasım
Bana bir karış toprak kalana kadar,
bir tek zeytin ağacı kalana kadar,
bir tek portakal ağacı,
bir tek kuyu,
bir ufak koru kalana kadar,
anılar kalana kadar,
bir küçük kitaplık,
ölmüş dedemin resmi,
bir duvar kalana kadar,
arapça sözcükler, halk türküleri,
şiirler, el yazmaları kalana kadar,
Antar Al Absi masalları,
bu gözler, bu kitaplar,
bu eller kalana kadar,
bir de bu soluk,
Doysun varsın utancın ekmeğiyle
bendeki bu soluk...
alçak domuzlar,
Haykıracağım dünyanın suratına
güneşin düşmanları.
özgür insanlar adına savaşı.
soluğum kesilene kadar
kalacak soluğum.
Ekmek olacak,
silâh olacak,
savaşan ellerde
soluğum.
34 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
35-36 grup yorum_sablon 10/30/13 4:04 PM Page 35
röportaj
röportaj
grup yorum’la röportaj
tavır
Uzun bir aranın ardından yeni albümlerini dinleyicisi ile buluşturacak olan Grup Yorum ile yeni albümleri üzerine konuştuk. 30. yılına artık iki seneden az kalan Grup
Yorum ile hem albüm, hem de ülke
gündemine ilişkin konustuk.
TAVIR: Öncelikle yeni albümünüz hayırlı olsun. Yaklaşık beş yıl
oldu, en son cıkardıgınız Başeğmeden albümünden sonra. Bizimde aklımıza ilk önce bu soru
geliyor, eminiz diğer dinleyicilerinizde bu soruyu soruyorlardır.
Neden bu kadar uzun bir ara
oldu ?
Gerçekten uzun bir zaman geçti
aradan, çok beklettik biliyoruz.
Ama bu zaman diliminin inanın
her anı dolu dolu geçti bizim açımızdan. Bu zaman dilimine bir İnönü Stadı konseri ve daha sonrasından bunun dvd'si, 3 tane büyük
halk konseri, yüzlerce konser sığdırdık. F Tipi Filmi çektik, dokuz yönetmenle birlikte ve bunun ülke çapında, yurtdışında gösterimlerini organize ettik. Bunları yaparken bir
yandan da baskılar devam etti üstümüzde, iki defa çalışmalarımızı yürüttüğümüz kültür merkezimiz basıldı.
Düşüncelerimizden dolayı yargınlandık, hakkımızda 70 yıl istenen cezalarla karşılaştık. En son yaşadıgımız baskında albüm kayıtlarımız çalındı, devrimcileri sahiplendiğimiz
için hapislere atıldık. Bir üyemiz Ayfer Rüzgar hala tutuklu Bakırköy Kadın Hapishanesi'nde. Elbette bunları mazeret olsun diye söylemiyoruz
ama bunlar bizim gerçeklerimiz. Bu
süreçten çıkardığımız en önemli sonuç daha hızlı, daha atak olmak ve artık böyle uzun aralar vermeden kısa
sürelerde albümler çıkarmak. Bunuda başaracağımıza inanıyoruz, çünkü biz gerçekten büyük bir aileyiz.
TAVIR:Albüme gelecek olursak,
yeni albümün isminin "Halkın Elleri" olacağını öğrendik. Neden
"Halkın Elleri" ve nasıl bir albüm
olacak ?
Halkın elleri şarkısı kanser hastası bir
tutsak olan Güler Zere için yaptıgımız
bir şarkı. Ama bu şarkı Güler'in yaşadıklarını anlatmakla kalmıyor. Güler
uzun emekler sonucu tabiri yerindeyse ilmek ilmek örülen bir mücadele sonucu ölüme terk edildiği
bir hapishanenin mahkum koğuşundan alındı ve halkının ellerine
teslim edildi. Ömrünün son günlerini halkının içinde yaşadı mutlu ve
huzurlu bir şekilde. Bu süreçte gördük ki halk sahiplenince aşılmayacak dağ kalmıyor, zalimler diz çöküyor. İşte bu gücü ifade ettiği için albümün adını da "Halkın Elleri" koyduk.
Aynı zamanda, halkın elleri direniyor, halkın elleri demir, kömür tutuyor, halkın elleri fabrikalarda kendi emekleri, hakları için direniyor,
halkın elleri zenginlerin sofrasında
daha fazla meze olmamak için isyan
ediyor, Taksim'leri yaratıyor.
Albüm 14 şarkıdan oluşuyor. Tabi
bunca katilamın, haksızlığın olduğu bir ülke ve dünyada anlatılacak
çok şey var, bu anlamda çokça bestemiz var ama neticede albüme
koyabileceğimiz şarkı sayısı belli.
Bunun için en yakıcı olan konuları,
gündemi ele aldık. Albümdeki şarEKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 35
35-36 grup yorum_sablon 10/30/13 4:04 PM Page 36
kıların 11 tanesinin bestesi ve sözleri Grup yoruma ait, bu şarkılardan
biri de kürtçe.
Refik Durbaş'ın Vur isimli şiirini
besteledik . Arap halklarına ve önceliklede ülkeleri emperyalistler
tarafından işgal edilmek istenen
Suriye halkları için arapça bir marş
var albümde, bu marşı konserlerimizde de okumuştuk, Weyn Al Malain, anonim arap halk marşı. Bu
marşın bizim için ayrı bir önemide
var. Bu marşı Ayfer okuyacaktı stüdyo ortamında. Bunun için kaldığı
Bakırköy hapishanesinde şarkıyı
okuyabilmesi için gerekli işlemleri
yapmak istedik ama olumsuz sonuç
aldık. Şarkıyı okuması engellendi
Ayfer'in. Ama Ayfer'in sesi yine albümde olacak, dışarda iken bu
marşı söylediği konserin kaydıyla
da olsa albümde bu marşı Ayfer
okuyacak. Bunların dışında söz ve
müziği Ali Haydar Emre'ye ait Bıra
Bıra isimli zazaca bir türkü de olacak albümde.
Bu albümümüzde diğer albümlerimiz gibi yine büyük bir kolektivizm
ürünü olarak ortaya çıktı. Bu albümdeki her şarkının sözü de müziği de Yorumcularla birlikte başta
İdil Kültür Merkezi çalışanları ve
çok geniş bir ailenin ürünü olarak
ortaya çıktı.
36 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
Yoksul mahallerimizden insanlarımızla, işçi-memur, öğrenci dinleyicilerimizle, bir araya geldik, şarkılarımızı dinledik, tek tek üzerine konuştuk şarkıların, notlar aldık. Yine devrimci tutsaklarla çok sıkı bir bağımız
oldu, onların görüşleri, önerileri,
üretimleri ile daha da zenginleşti
bu kollektvizm süreci.
Yorum olarak bu notlar üzerine şarkılarımızı yeniden değerlendirdik,
düzenledik . İnanın hangi şarkının albüme girip girimeyeceği bu kolektif
çalışma sürecinde şekillendi. Bu çalışma tarzı çok değerli bizim için,
bize çok şeyler katıyor. Müziğimizin
gücü burada, hayat suyu burası,
yani kolektivizm.
Albümümüz biliyorsunuz çalındı, yaşadığımız polis baskınında. Geri de
verilmedi. Aslında birkaç ay önce çıkmış bir albüm olabilirdi bu albüm,
ama olmadı. Bizde yeniden yaptık
şarkılarımızı, daha iyi daha güzel olması için daha fazla çalıştık ve inanıyoruz dinleyicilerimizin bu uzun süren bekleyişlerine güzel bir cevap
vermiş olacağız.
TAVIR:Bu albümden sonra yeni bir
albüm çalışması da var mı?
Evet var böyle bir çalışamamız. Başladık bile, elimizdeki besteleri değerlendiriyoruz, bunlara bakıyoruz. "Hal-
kın Elleri" çıktıktan sonra daha yoğun bir şekilde albüm çalışmalarımız devam edecek.
TAVIR:Peki başka projeler var
mı?
Ruhi Su türkülerinden oluşan bir albüm hazırlığı içindeyiz. Ruhi Su’nun
söylediği, bestelediği türküleri, şarkıları yeniden düzenleyip bir albüm çıkartacağız. Ruhi Su’nun bizim müziğimizde ayrı bir yeri vardır, hem devrimci sanat geleneğinin yaratılmasında, hemde müzikte yarattığı gelenek anlamında bizdeki yeri çok özeldir. Bu albümle ustamıza olan saygımızı, bağlılığımızı, yarattıklarının asla unutulmayacağını göstermek istiyoruz.
TAVIR:Son olarak konserler ne
durumda, var mı yakında konserleriniz?
Tabi konserler devam ediyor, yoğun
bir biçimde. Hem yurt içinde hem
de yurt dışında konserlerimiz olacak. Ama İstanbul’da Bakırköy’de
yaptığımız gibi büyük bir halk konserini 5 Ekim’de Ankara’da yapacağız, 150 bin yürek olarak Ankara’da ekmek,adalet ve özgürlük için
şarkılarımızı söyleyeceğiz. q
37-38 gonuldagi_sablon 10/30/13 9:11 PM Page 37
güncel
güncel
“gönül dağı”
mete yılmazer
Tayyip Erdoğan Neşet Ertaş Anmasında "Gönül Dağı"nı okumuş.
Neşet Ertaş Halkın Sanatçısıdır.
Onu devlet sanatçısı yapmaya gücünüz yetmez.
Geçtiğimiz günlerde, birden bire
televizyonlarda Başbakanı ve bir
grup sanatçıyı Neşet Ertaş'ın "Gönül Dağı" türküsünü okurken gördük. Neredeyse bütün televizyonlar canlı verdi...
Neşet Ertaş anması varmış. Biz de
televizyonlarda Tayyip Erdoğanı
karşımızda görünce duyduk. 'Neşet
Ertaş 1'inci Altın Bağlama Kültür
Sanat Ödülleri' varmış. Törende sanatçılardan İbrahim Tatlıses, Orhan
Gencebay, Ahmet Özhan, Bedia
Akartürk, Metin Şentürk, İsmail Türüt, Fatih Kısaparmak, Safiye Soy-
man, Gülşen Kutlu, Emel Taşçıoğlu,
Erol Parlak gibi şarkıcılar katıldı, kültür sanat ödülleri verildi...
Abdal Kültürüne hizmet ödülünü
Erol Parlak'a sanatçı Orhan Gencebay,
en iyi okuyucu dalında Gülşen Kutlu'ya Başbakan ve eşi plaket verdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik
törende yaptığı konuşmada, "Büyük
ustayı bugün anmaya geldik." dedi.
Yaptıkları her işin altından başka bir
şey çıkıyor. Başbakan, Başbakanın
Eşi, Kültür Bakanı kalabalık bir ekip,
Neşet Ertaş'ı anmak için mi gitmiş Kırşehir'e? Haberleri doğru okuduğumuzda, amaçlarının Neşet Ertaş'ı
anma olmadığı ortaya çıkıyor. Erdoğan, Markios Otele gelmiş. Türkiye'nin en büyük SPA ve Termal Oteli'nin sahiplerinden Ercan Malkoç'un
ürettiği elektrikli otomobilin deneme
sürüşünü yapmış.... Ardından Neşet
Ertaş anması yapmışlar... Ödüller
vermişler... Katılacak sanatçılar nasıl belirlenmiş, ödülleri belirleyen
bir jüri, komisyon vb. var mı? bunları hiç bilmiyoruz. Kırşehir Belediyesi ve Kırşehir Valiliği ortaklığıyla
düzenlemiyler, Kültür ve Turizm
Bakanlığı desteklemiş.
Ülkemizin en önemli ozanlarından
Neşet Ertaş adına bir anma, tören
yapılıyor ama ne Neşet Ertaş'ın ailesinin haberi var, ne de türkücülerin, sanatçıların haberi var böyle bir
anmadan. Bütün organizasyon bittikten sonra anma etkinliğinden
haberdar olduklarını anlatan Hasan
Saltık, “Telif haklarının sahibi ve
yapımcısı olarak ben; ve aileyi temsilin Hüseyin Ertaş en son bilgilendirildik. En azından önceden
haberdar etseler katılmama kararı
vermezdik. Herkes Neşet Ertaş’ı
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 37
37-38 gonuldagi_sablon 10/30/13 9:11 PM Page 38
anabilir, gece yapabilir ama bunun politik ve ticari amaçlı kullanılması bizi rahatsız eder” diye konuştu.
yun eğdiği anlamına gelmiyor. İktidarların yozlaştırma çabalarına karşı halkın yanında, halk kültürünü
ileri taşıyan bir ozandır Neşet Ertaş.
Politik ve ticari amaç dışında bir şey
göremedik Başbakanın katıldığı
Neşet Ertaş anmasında. Halkı aldatmak için bir gösteri dışında, halk
için faydalı bir şey yapmadılar. Tayyip Erdoğan konuşmasında, "O hep
boyun eğdi, sesini çıkarmadı. Sabrı ve sadakati gösterdi." dedi... Erdoğan herkesin kendisine biat etmesini, sadakat göstermesini hayal
ediyor. Ama Erdoğan Yalan söylüyor. Neşet Ertaş, bütün yoksulluğuna rağmen ne Tayyip'e, ne de önceki iktidarlara sadakat göstermemiş, biat etmemiştir. Boyun eğdiği
de doğru değildir, boynunu büküp, sinmemiştir. Türküleriyle halkın önünde dik durmuş, coşmuş,
coşturmuştur. Herhangi bir politik
mücadelenin parçası olmaması, bo-
Tayyip Erdoğan'ın katıldığı programda, "Gönül Dağı" türküsünü hep birlikte okudular, Tayyip Erdoğan da
sanatçılarla birlikte türküyü okudu.
Sahneye çıkan sanatçılar yüzlerini
Erdoğan'a dönerek söylediler. Şarkıcılara sormak lazım, Neşet Ertaş'a
saygı için mi okudunuz, Erdoğan'a
yaranmak için mi sahneye çıktınız....
38 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
Halktan yana hiçkimse böyle bir törene katılmaz, katılamaz, midesi kaldırmaz. Ülkeyi gaza boğan, katliam
emri veren bir başbakanla düet yapmak nasıl bir "onur"dur. Neşet Ertaş'ı
nasıl buna alet edersiniz. Neşet Ertaş'ın ailesinin haberi olmadan, yıllardır birlikte çalıştığı sanatçı dostlarının haberi olmadan yapılan bir anmanın meşruluğu yoktur. Zaten ya-
pılan sahne gösterisi, Neşet Ertaş
anmasından öte, Tayyip Erdoğan'a
moral etkinliği gibiydi. Apar topar, aceleye getirilmiş bir program gibi görünüyor. Kadrolu TRT sanatçılarını çağırmışlar, Tayyip Erdoğan'a yaranmak isteyen sanatçılar
getirilmiş. O törene katılmanın vebali ağırdır. Neşet Ertaş'ın iki eli yakanıza yapışır.
Neşet Ertaş, halkın sanatçısıdır. Henüz hayatteyken "Devlet Sanatçısı"
olmayı reddetmiş, devletten maaş
almayı reddetmiştir. Uzak durmuştur bu tür şaaşalı törenlerden.
Ömrü boyunca mütevazı olmuş,
halkın içinde olmuştur. Neşet Ertaş'ın cenaze törenini de, devlet töreni gibi yapmaya çalıştılar. Halkı
cenaze töreninden uzak tutmaya
çalıştılar, olmadı. Halk akın akın
Neşet Ertaşın cenazesine aktı. Çünkü o halkın ozanıydı, sazının teli
halk için çaldı, halk için söyledi. q
39-40 marjinal ari_sablon 10/30/13 4:17 PM Page 39
deneme
deneme
marjinal arıların gerçek öyküsü
serkan fişek
1.Bölüm
Gerze, Sinop’un Karadeniz kıyısında
bulunan ve güzelliği dillere destan
bir ilçesidir. Böylesi bir güzelliğin
ortasına termik santral yapmaya
kalkmak, ancak burjuvazinin aklına
gelebilecek bir çirkinliktir.
Ve lakin, memleket sahipsiz değil.
Gerze’nin doğa dostu, vatansever
halkı dikilir bu termik santral girişiminin karşısına. Ve termik santral
sondajına engel olmaya çalışırlar.
Faşizm ne için var? Elbette Gerze halkının toprağını, doğasını korumaya
kalkması “suç” sayılacaktır. Ve termik
santral sondajına engel olmaya çalışan halktan insanlara dava açılacaktır. Suçları, güvenlik güçlerine, eğitim
verdikleri arılarla saldırı düzenlemek.
Gülmeyin, “suç” gerçekten bu.
İDDİANAME:
Bir holding termik santral yapmak
için Gerze’de sondaj çalışmalarına
başlar. Yöre halkı da buna karşı çıkar.
Halkın direnişi karşısında, şirketin
sondaj çalışmalarına güvenlik sağlayan polis ve jandarma, geleneksel
davranış biçimini sergiler: tazyikli
su, biber gazı, cop, TOMA...Saldırı
karşısında halkın tutumu da geleneksel olur, direniş.
Yargı ne işe yarar? Elbette, iddianame
hazırlar. Ve Gerze halkının direnişine
ilişkin dört yıla kadar hapis cezası ister.
sünden alınmamıştır. Sadece, memleketin hali Aziz Nesin'lik bir şekilde
devam etmektedir.
İddianame der ki; Gerze halkı, şirketin
çalışmasına güvenlik sağlayan jandarma ve polisin üzerine arı atmak suretiyle direnmiştir.
DEVAM:
Gazete haberini okumaya devam
ediyoruz. Termik santrala karşı direniş geçmek ve bu direniş içinde arılarla işbirliği yapmak “suç”unu işleyenlerden birisi de Yaykıl Köyü muhtarı Ahmet Tiryaki. Bakın ne diyor:
SAVUNMA:
Bu “iddia”ya karşılık, Yeşil Gerze Çevre
Platformu (YEGEP) dönem sözcüsü
Ferhat Hançer bakın ne diyor:
“… O arılar beni de soktu. İddianamede “kovanlar atıldı” deniliyor, Ancak arılar gaz bombasından etkilenerek kovanları terk etti. Askerin, polisin üzerine saldırdı. Arılar kovanlarından çıktılar, kovanlar atılmadı. Dava dosyasında yer alan görüntülerde de kovan atılma görüntüsü yok. Sadece yaşanan arbedenin görüntüsü var. (22 ağustos
2013 – Radikal gazetesi)
Anlaşılan o ki, arılar gaz bombasından
etkilenerek, gaz bombasına maruz kalan her tabiat evladının yapacağı gibi
gaz bombası atanlara karşı direnişe
geçmişler. İyi de etmişler. Ki malum
gazcıları da püskürtmeyi başarmışlar.
DİKKAT:
Okuduklarınız bir Aziz Nesin öykü-
“…Gazı attılar, hayvanlar bunaldı ve
saldırdı. Tüm köylüye saldırdı. Kendi
üzerlerindeki suçları atmak için bunu
yapıyorlar. Arıları eğittiğimizi söylüyorlar. Arı eğitilebilir mi?” (Aynı
gazete)
Yeşil Gerze Çevre Platformu’nun eski
sözcüsü Şengül Şahin ise “büyük
suç”larına dair, şunları söylemiş:
“...TOMA’nın sıktığı sudan ya da polisin attığı gazdan kovanlar zarar
görmüş olabilir. Arılar herkesi soktu.
Emniyetteki bir toplantıda, bir emniyet müdürü aynen şunları söyedi:
"O kadar örgütlü çalışmışsınız ki arıları bile eğitmişsiniz, bize saldırttınız."
Toplantıya katılanlarla hep birlikte
güldük.” (Aynı gazete)
Tabiat evladı arıların direnişe verdi-
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 39
39-40 marjinal ari_sablon 10/30/13 4:17 PM Page 40
dım. Ne zaman bir şey sorsam “vızz”
diyor sadece bu münafık hayvan...
Aynen, amirim, ben de sizin gibi düşündüm. Lafı ağzımdan aldınız. Örgüt tavrı koyuyor amirim. Kesinlikle örgüt tavrı bu. Malum örgütün malum tavrı değilse ben de ne olayım.
O kadar soru soruyorum “vızz” deyip
duruyor. Susma hakkını kullanıyor
bu. Vızz vızz da vızz vızz. Bir ara çıldıracaktım. Aklıma, fikrime mukayyet
ol yarabbim noktasına geldim amirim.
ği destek, elbette, soruşturma konusu olacaktı.Oldu.
2.Bölüm
"Amirim, nihayet yakaladık terörist
arılardan birini. Diğerleri, maalesef
kaçmayı başardılar. Tutamadık amirim. Şey ettiler, iğneleriyle her tarafımızı soktular. Delik deşik ettiler.
Ama birini yakalamayı başardık. Daha
doğrusu, nasıl desem...
Şöyle söyleyeyim amirim, bu münafık hayvan, ekip arabamızın içine
girmesin mi? Gizlice hem de. Fark
eder etmez, attık kendimizi dışarı. Kapıları, pencereleri sıkı sıkıya kapadık
hemen. Biz arabanın içine giremiyoruz, kafir arı dışarı çıkamıyor. Kaldık
öyle, otobanın ortasında. Neyse, çekici çağırdık. Yok kapıyı açıp arabanın
içine girmeye kalkışmadık. Şüpheli arı
kaçmasın diye.
Evet amirim, medya kanalları haberi yazdırdığımız gibi verdiler: “Sinop
ili Gerze ilçesi Yaykıl köyü kırsalında
faaliyet gösteren dış mihraklı, marjinal arı kolonisinin tehlikeli bir üyesi
yapılan bir operasyonla ele geçirilmiştir.”
İşte o arı bu, amirim. Kanatlarından
40 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
askıya bağladığımız için bir şey yapamıyor şimdi. Ama siz yine de iğne
mesafesinden fazla yaklaşmayın. Maazallah, iğneler miğneler sonra.
Haklısınız, amirim, iğne durumundan
bunu silahlı terör örgütü üyeliğine
sokmamız lazım. Fezlekesini öyle hazırlarız. İğneli arı, silahlı demektir. Halbuki, şimdi “zamanın ruhu” iğneleri de
gömmeyi gerektiriyor, değil mi amirim?
Yok, amirim, adını söylemedi münafık
hayvan. Fakat benden kaçar mı? Kısa
bir araştırma yaptım hakkında. Bunların adı “Apis Mellifica” imiş. Latince,
evet. “Zar kanatlılardan, bal ve bal
mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek”
bilgisini verdi istihbarat şubesi. Dış kaynaklı olmasına bundan daha iyi delil
olabilir mi amirim? Şu isme bak: Apis
Mellifica. Var bunda bir numara.
...
Sormaz mıyım, amirim, sordum hepsine. FBI, NASA, CIA, NATO ve MOSSAD’a sordum. Bilgi istedim. Hepsi de
“icabına bakın” dediler. “Sorgulayın, ileri sorgulama teknikleri deneyin” dediler. Denedik...
Henüz sonuç alamadık amirim. FBI
kursunda öğrettikleri gibi sorguladık
ama “vız” dedi, başka bir şey demedi.
Ne demek şimdi bu, ben de anlama-
Haklısınız, amirim, fezlekesine yazdım hemen. “Vızz” diyerek görevli
memura mukavemet ve hakaret ettikleri açıktır. Söz konusu olan örgütsel bir tavırdır ve esasen “vızz gelir sizin operasyonlarınız” demek istenmektedir. Şüpheli arı, bu tavrıyla örgüt üyesi olduğunu da ikrar etmiş
oldu.
Sinsi bir komployla karşı karşıyayız
amirim. Arının bu vızıldamasının şifreli bir iletişim olduğu açık. Arıları vızıldayarak kaos eylem planını hayata geçirmek istiyorlar. Huzur bozucu
bu arılar amirim. İşte o gün huzurumuzu bozdular, alayımızı sokarak
saflarımızda kaos yarattılar.
Marjinal, amirim, bu arılar. Dikkat
edin mesela, bunlar gibi bal yapan
başka böcek var mı? Yok. Mesela, tahta kurusu bal yapar mı? Yapmaz. Hamamböceği yapar mı? Yapmaz.
Kene? Sinek? Pire? Çekirge? Hiç birisi yapmaz. Sadece arılar yapıyorlar.
Marjinal işte bunlar amirim.
Örgütlü, amirim bunlar. Mesela o
gün, şirketin adamlarına, polise, jandarmaya saldırdılar. Devlet ve şirket
düşmanı bu arılar amirim. O gün, yemin olsun, halka hiç saldırmadılar.
Halktan yana bu arılar amirim.
Amirim, bizi arılar bile sevmiyor..."q
41-42yarınayuru_sablon 11/3/13 7:30 PM Page 41
deneme
deneme
yarına yürümek
ümit ilter
“Olduğu yerde donup kalmış koşulları,
Kendi şarkıları eşliğinde
Dans etmeye zorlamalıyız…”*
Yeni bir hayat isteyen halk, ayağa kalktı. Ve Marx’ın deyimiyle söylersek, hayatı dansa kaldırdı.
Halk ayağa kalkınca, hayatın adı AYAKLANMA olur.
Ayaklanma, “ayaklar baş olmaz” diye fetva veren muktedir zevatın otoritesinin
halkın ayakları altında kalmasıdır. Ki ancak, yeni bir hayat isteyen halk ayaklanır.
Ayaklanır ve yürür üstüne haksızlığın,
ayrımcılığın, zulmün ve sömürünün. Ve
her bir adımında hayat denilen kavganın bilgisine sahip olur.
Bilgi güçtür ve zulme karşı direnme hakkının tarihsel bilgisine sahip olan halk,
gücünü keşfeder. Keşfettiği kendi gerçekliği ve zapt ettiği meydanlar olur…
KORKUNÇ VE GÜLÜNÇ
Zalimin korkunç yüzünün aynı zamanda ne kadar gülünç olduğunu ancak
ayaklanan halk görebilir.
Zalimin korkunç yüzündeki gülünçlüğün ortasına kahkaha patlatmak fırsatını kaçırmaz halk.
Korku salarak rıza sağlayan zalimin gülünç duruma düşmesi felaketi olur.
Çünkü, artık korku ile razı edemez hal-
kı cehenneme çevirdiği hayata.
Ve halk, yeni bir hayat özleminin önünde
engel olan zalimin zulmüne karşı, haklı öfkesini kuşanır.
YAKIŞIKLI HALK
Halkın en yakışıklı hali, zulme kafa tutan
halidir. Ki ancak zulme kafa tuttuğunda,
kendi omuzları üzerinde kendi kafasını taşır halk.
Kainatın en aydınlık güneşi, bu kafanın
içinde doğar.
Zalime başkaldırmayı ve zulme baş eğmemeyi icat eden bu kafadır.
Dünyaya dışarıdan bakmadan maviş dünyasının yuvarlaklığını keşfeden ve yarına
umutla bakmasını bilen bu kafanın ağırlığını ancak ve ancak Büyük İnsanlık taşır
boynunun üstünde.
Ve Büyük İnsanlığı, “büyük” kılan zora, zorbalığa baş eğmemesidir hiçbir zaman…
denle, halk düşmanları yarın’a düşmandır. Asla gelsin istemezler. Çünkü,
o yarın’da halk düşmanlarına yer yoktur.
Ve onlar, yarına baktıklarında kendi
yok oluşlarını gördüklerinden yarın’ı
yok etmek isterler.
İsterler ki, hep bugün’ü yaşasın zaman.
Çünkü, gün tekrar ettikçe kendini olanca köhneliği içinde, sürer zalimin zevkü sefa düzeni.
Ve fakat sonu vardır zulmün. Çünkü yarın’ı vardır halkın. Ve halk, yarın’a sahip
çıkmak için bugünü ayaklandırır…
CHE DER Kİ
Bakın, ne diyor Komutan Ernesto Che
Guevara:”Geleceği fethetmek devrimin stratejik ögesidir, bugünü durdurmak, değişmesini önlemekse, çağdaş
dünyada savunma konumunda bulunan gericiliğin karşı stratejisidir.”
YARIN’IN ADRESİ
Büyük İnsanlık, ayaklanan halk ile yürür
yarına.
ARTIK YETER!
Halk, geleceği fethetmek ister. Bunun
için ayağa kalkar. Ve yürür yarın’a. Sokaklardan geçer, meydanlara çıkar ve yürür
faşizme karşı omuz omuza.
“Yarın” demek özlenen, beklenen, istenen
ve uğruna dövüşülen yeni bir hayat demektir.
“Yarın” , Büyük İnsanlığın o büyük sevdasının vuslat günüdür. İşte tam da bu ne-
Halk düşmanları hep aynı gün’ü yeniden
ve yeniden yaşatmak ister. Bu amaçla
buyruk salar, cop sallar, gaza boğar, kurşun sıkar. Uzun ve sıkıcı bir dizi filme çevirdikleri hayatın, repliği olmayan figü-
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 41
41-42yarınayuru_sablon 11/3/13 7:30 PM Page 42
ranı olmayı dayatırlar halka.
Tarihsel rolünden vazgeçmeyen halk,
“Artık yeter’” dediğinde, korkunçluğu
gülünç yüzleriyle kalır zalimler. Onca
buyruğun, cop, gaz ve kurşunun işe yaramadığını görünce, şafağın karşısındaki gece gibi olur kaderleri…
YARIN:SOSYALİZMDİR
Yeni bir hayat isteyen halk, “yarın”ı istiyor demektir.
Yarın, halkın her şeyin en güzeline layık
olduğu hayatın adıdır. Ki gün, kapitalizm
ise…
Şüphesiz yarın ,sosyalizmdir.
Sosyalizm ise, Che Guevara’nın dediğidir: “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur.”
42 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
O BÜYÜK SEVDA
Yeni bir hayat istemek, sadece halka
mahsus bir ayrıcalıktır. O büyük sevdadır
söz konusu olan, adı özgürlüktür.
Ve yarın, halkın özlediğidir. Yarın’ı özlemek,
o büyük sevdaya dair tarihsel bir özelliktir. Halkın karakteristik özelliği, daima
yarına yürümesidir. İşte bu yürüyüşün gidişatını anlatır bize tarih.
Ve tarih şahittir, hiçbir zalim halkın yürüyüşünün önünü sürgit kesememiştir. Firavunlar, tanrı –krallar, engizisyon, sultanlar, çarlar ve diktatörler halkın yarına
ilerleyen ayakları altında kalmışlardır. Bu
hep böyle olmuştur ve bu hep böyle olacaktır. Söz konusu olan tarihin akışıdır ve
tarihi hep halk yazmıştır…
YARIN’A AÇILAN KAPI
Ekmek, Özgürlük, Adalet için ayaklanan
halk, gömer göğsüne vurulup düşen ev-
latlarını birer birer.
Ve halk, göğsünde taşıdığı şehitlerini
asla unutmaz.
Unutmamakla da kalmaz sadece, birer
birer vurulup düşenlerin hesabını da birer birer sorar. Ki haksızlıkların hesabını sorarak yarın’a kapı açar.
HAYDİ YARIN’A…
Marx’la başlamıştık Mahir Çayan’la bitirelim:
“…Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar
bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.”
Haydi o dünyayı kazanmaya…
Yarın’a…q
*Karl Marx
43 siir 20 ekim_sablon 10/30/13 9:17 PM Page 43
şiir
şiir
açlık treni
baran sertoğlu
Açlık treniydi bu
Fedalar tutuşturdular ateşi
Düşen her can sarsıyor zalimleri
Vagonlarına can yüklenip
Meşale olup aydınlattılar
Patlıyor beyinlerinde
Vatanı yar yaren eyleyip
Karanlık yolları
Açlık treni bu
Çok uzun bir yolculuğa çıkıp
Açlık treni bu
Hiç durmadan yol aldı
Anadolu’nun dört tarafını dolaşa- Can bedeli yol alıyor
Ve artık son durakta
cak
Her can biliyor bunu
Bu durak zafer…
Yolcu alacak, yolcu bırakacak
Kuşanıyor newrozun isyanını
Sadece mevsimleri değil
20 Ekim, açlık treni yola koyuldu
Harlıyor ateşi Cengiz Soydaş
Yılları da devirdi…
Kara kaşlı, kara gözlü delikanlılar
Fidan Kalşen’den aldığı bayrağı
İnançlar, bilinçler, fedalar,
Genç kızlar… Ard arda bindi
Dalgalandırıyor ölümün burçlarında
Kararlılıklar yaratıldı Büyük Direniş
Onlar en önde
Ve sağlıyor ta göğsüne
Zafera atılan son adım
“Koyupınar” süzülüyor hayatın etek-
Açlık treni bu, deviriyor mevsimleri
lerinden
Vagonlarında bedenler
Nazlı nazlı
İlk onlar göğüsleyecek ölümü
Eriyor ince ince
Laz, Çerkes, Kürt, Türk, Arap,
Namluya sürülen kurşun değil
Açlık treninin son yolcusu
Çingene
Candır artık
Vakti gelince son kez iniyor
1..2…10…60…122…
Trenin merdivenlerinden
Umudu oturtup gözlerine
Gülüşünü bırakıp kalanlara
Karışıyor ab-ı hayatın sonsuzluğuna
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 43
44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 44
makale
makale
bizim de günümüz gelecek!
taylan güler
1-) “..Eskiye oranla iskelete dönmüştüm ama önemli değildi. Çözülmemekten başka hiçbir şey önemli değildi. Bir kez daha döndüm. Soğuk
çok etkiliydi. Çözülmeyi reddeden tek
bir Cumhriyetçi Siyasi Savaş tutuklusunun dayanma gücünü kıracak hiçbir şeyleri yoktu tüm emperyalist
cephaneliklerinde diye düşündüm.
Ve bu çok doğruydu. Direncimizi
kırmayı başaramazlar ve asla başaramayacaklar. Soğuktan donarak yeniden döndüm. Kar pencereden battaniyenin üstüne yağıyordu. ‘Tiocfaidh
ar la’ dedim kendi kendime. ‘Tiocfaidh ar la’ *Bizim de günümüz gelecek.
(Hücremde bir gün, syf 84)
44 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013
Yukarıdaki satırların sahibi Boby
Sands’dir. Boby Sands İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesi veren İRA’nın (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) önderlerinden biridir.
İrlanda halkı kendi topraklarında
köle olarak esaret içinde yaşamayı
değil, İngiliz emperyalizmine karşı
savaşarak bağımsızlığını kazanmayı
yeğlemiştir. İRA bu amaçla çıkmıştır
ortaya. Boby Sands bu savaşın kurmaylarından biridir.
2 -) İrlanda İngiliz emperyalizmince
işgal edilmiştir. Ancak işgal etmek
demek İrlanda halkını teslim almak
anlamına gelmez. Emperyalizmin
amacı budur ancak bu amaca ulaşması kolay olmayacaktır. Çünkü vatanını ve halkını seven, bu uğurda savaşmayı göze alan, bağımsızlık ateşiyle yanıp tutuşan yurtseverlerin
bu işgale sessiz kalmayacağı aşikardır. Boby Sands ve yoldaşlarının da
yaptığı budur. Onlar bağımsızlık şiarıyla düştüler yola. Bağımsızlık uğruna son neferlerini verene kadar da bu
yolda yürümeye devam ettiler.
Halklar için bağımsızlıktan daha
önemli şey yoktur. Halklara atalarından miras kalan, doğup büyüdüğü
ve öldüğü topraklarda bir yanabcı
gibi yaşaması, sömürülüp köleleşti-
44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 45
rilmesi sineye çekilecek bir olgu değildir. Ölülerini gömüştür o topraklara.. Kanı akmıştır, evlat doğurup
büyütmüştür. Dövüşmüştür vatanı
için ölüp öldürmüştür. İnsanı var
eden yaşadığı topraklardır. O toprakların üzerinde yazılan tarih.. Ki tarihi halklar yazar. Yani konu bağımsızlık oldu mu akan sular durur. Ki o
suyu durduran da gürül gürül akıtan
da halkın gücü kudretidir.
Bağımsızlık uğruna al kanlara boyanmayan toprak yoktur şu ihtiyar dünyada. Bağımsızlık uğruna dövüşmeyen halkta. Söz konusu olan vatan
toprakları olunca bu uğurda ölüm
hoş gelir sefa gelir cümle halklara.
3-) her vatanseverin yolu hapishanelere mutlaka düşer. Egemenler devrimcileri, yurtseverleri mücadelenin dışına düşürmek için teslim almak için hapishanelerle mutlaka tanıştırır. Şehitlik ve tutsaklık bir devrimci için kaçınılmaz duraklardan
ikisidir. Ki bu onurlu mücadelenin nişaneleridir her ikisi de. İrlanda halkının binlerce evladı da bu gerçekle yüz yüze gelmiştir.
İrlanda hapishaneleri de aynı ülkemizde olduğu gibi sayısız direniş
ve zafere tanıklık etmiştir. “Britanya
sömürgeciliğine karşı İrlandalıların
direnişinin tarihi açlık grevinde ölen
kahramanlarla doludur. En çok tanınanlardan biri Dublin’deki Mountgoy
Hapishanesinde Britanya tarafından
zorla beslendikten sonra ölen
1916’daki “Paskalya Ayaklanması”
gazisi Thomas Ashe’dir. “Egemenlerin teslim alma saldırıları.. Devrimcilerin vatanseverlerin de direnişleri
hiç bitmez. Açlık grevleri, ölüm oruçları da bu geleneğin önemli bir par-
çasıdır. Boby Sands’de genç yaşta tanışır hapishanelerle. Henüz 22 yaşındadır. O zamanlar İRA’lı tutsaklar için
hapishaneler kelimenin tam anlamıyla okuldur. İrili ufaklı direnişlerle, açlık grevleriyle kazanılan haklarla birlikte siyasi ve askeri eğitimlerini yapabildikleri yerler haline gelmişti hapishaneler. Ve emperyalizm bundan rahatsızdır.
4-) “Britanya hükümeti de strateji değiştirdi. Bu yeni stratejinin temel saç
ayağı genç Katolik erkeklerin yaygın
tutuklanmasını, işkence altında ağır
sorgulamaları ve genellikle sadece
sorgu altında alınan sözlü ya da yazılı ifadelere dayanılarak tek bir hakimin
suçluyu ilan ettiği jürisiz mahkemeleri kapsayan bir dizi güvenlik operasyonuydu. Bu sürecin yanında yeni bir
hapishane yapısı ortaya çıktı. Mart
1976 sonrasında yaptıkları eylemlerden dolayı suçlu bulunan tüm tutsakların siyasi statüsü geri alındı ve bunlar Long Kesh hapishanesinin yeni
inşa edilen “H blokları”nda hücre hapsine çarptırıldılar. Daha sonra Güney
Afrika’daki Robben Adasında da kopya edilen bu sistemde her iki kanadın
da 25 hücrenin ve orta çizgisinde de
idari alanın olduğu “H” şeklindeki sekiz tane hücre bloğundan oluşmaktaydı.
Emperyalizmin değişmez yöntemidir. Ülkemizde de benzer süreçler yaşanmıştı yaşanmaya da devam etmektedir. Emperyalizm ve işbirlikçileri baskı zulüm ve katliamlarla teslim
alamadıklarını, tecritle, yalnızlaştırarak, birbirinden kopararak, teslim almak ister. Bunu, biat etmeyen ülkelere de, örgütlere de uygular. Bunu adı
tecrittir. Amerika ve Avrupa emperyalistleri tecriti özellikle hapishaneler-
de devrimci ve yurtseverler üzerinde yaygın olarak kullanmıştır. Ancak
her seferinde de karşılarında direnenleri bulmuşlardır.
İngiliz emperyalizmi de İRA tutsaklarına “H-Blok” diye anılan hapishanelerinde tecriti uygulamıştır. Ancak
karşılarında teslimiyeti kabul eden
değil direnen boyun eğmeyen tutsakları bulmuştur. Saldırının adı sadece tecrit değildir. Tecritin yanında
tek tip elbise ve her türlü onur kırıcı, insanlık dışı uygulamayı kabul ettirme dayatmaları vardır. İRA’lı tutsaklar tam 5 yıl bu saldırılara fiili direnişlerle karşılık verdi. Ve tarihler 1
mart 1981’i gösterdiğinde Boby
Sands önderliğindeki İRA tutsakları
bedenlerini açlığa yatırdı.
5-) Tecrit, tek tip elbise, her türlü insanlık dışı dayatma ve direniş.. İRA
tutsakları Boby Sands öncülüğünde
bedenlerini açlığa yatırmışlardı ancak sorun sadece tek başına açlık değildi. Hiç dışarı çıkarılmadan 24 saat
soğukta elbisesiz ve çıplaktılar hücrelerde. Battaniyeye sarınarak durdukları için “battaniye adamlar” diye
anılır olmuşlardı. Tek tip elbise giymenin anlamı her yerde aynıydı,
teslimiyetti. Özgür Tutsakların dediği gibi: “Bir kefen giymek gerekecekse bu onların biçtiği kefen olmayacak”tı. İhaneti reddettiler Sonra dışkı protestosu başladı. Düşmanın bir
saldırı aracı haline dönüştürdüğü
tuvalet ve banyo ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı. Tuvaletlerini bulundukları yerde gidererek dışkılarını
duvarlara sıvayarak yaşamlarını teslim almak için en aşağılık yöntemi
kullanıyorlardı.Fiziki işkencenin de
sistematik hale geldiği bu koşullarda, soğuk havasız pis ortam ve açlık..
EK!M-KASIM 2013 | TAVIR | 45
44-46 bizimde_29-30 ellerimi tut 11/3/13 7:37 PM Page 46
Ellerinde olan tek silah bedenleriydi
ve bedenleriyle dövüşüyorlardı. Direnmenin üretmenin destanını yazıyorlardı.
hakkından geldi” yazdı. Bahsi geçen başkan demir leydi lakaplı Margret Teacher’di. Evet hakkından geldiler. Yendiler emperyalistlerin başbakanını. Sefil yaşamı geçtiğimiz
Dışarı ile bağları çok sınırlıydı. Ziya- günlerde son buldu. Hatırlayanı olretlerde idarenin hoşuna gitmeyen mayacak. Boby Sands ve yoldaşları
şeyleri konuşmak ziyaretin bitmesi ise unutulmadı, unutulmayacak.
anlamına geliyordu. Ama onlar durmadılar. “Her tutsağın sigara kayıtla- 6-) Büyük bir direnç, inanç ve kararrı üzerine günde birkaç tane mektup lılıkla sürdü direniş. Ölümle sonuçyazdığı ve bunların dışarı sızdırılıp lanacak bir eylemin gönüllülük tedünya çağındaki etkili isimlere ulaş- melinde yürütülebileceği aşikardı
tırıldığı bir “propaganda fabrikası” ancak İRA’nın Birlik Komutanı gönülinşa etmişlerdi. Boby Sands tutsak- lülerin savaşçıların tümüne hitaben
ları destekleyen kitlesel bir kamuo- emin olmayanların bırakabileceğine
yu hareketinin taslağını çizen bir dair mektup yazdı. Savaşçılar temesaj dışarı sızdırmış şöyle yazmış- reddütsüz görevlerine devam ettiler.
tı: “İnsanlara ulaşma fikrinin amacı
onlara basit bir mesaj iletmektir. Direnişin sonunda Boby Sands’in
Herkese gönderdiğimiz mesaj ba- de içinde olduğu 10 tutsak şehit
sitçe şöyle olabilir: H-blokları Parça- düştü.
la”
5 Mayıs 1981’de 27 yaşında şehit düBu çağrı, bu şiar şöyle bir karşılık bul- şen Boby Sands’in cenazesine 100
du ki insanlar harcayacakları parala- bini aşkın insan katıldı. İrlanda halrın üstüne bile yazdılar. Duymayan kı evladını bağrına bastı. İRA gelekalmadı.
neklerine uygun şekilde İRA militanlarının havaya “son selam” atışı yapDünya direnişe sahip çıktı. Boby masıyla ölümsüzlüğe uğurlandı.
Sands direniş sürerken İngiliz parla- İran’ın başkenti Tahran’da İngiltere
mentosuna üye seçildi. The New Büyükelçiliğinin bulundu caddeye
York Times gazetesi Boby Sands için “Özgürlük savaşçısı Boby Sands cad“gözü pek İngiltere Başbakanı’nın desi” adı verildi.
46 | TAVIR | EK!M-KASIM 2013
7-)Son söz..
Belki kimi biçimsel farklılıklar içerebilir. Ama öz olarak ülkemizde yaşanan hapishane direnişleriyle arasında fark yoktur. Zulme karşı direnmek dünyanın her tarafında haktır.
Emperyalizm ve işbirlikçileri değerlerimize, kişiliğimize yöneldiğinde
direnmekten başka yol yoktur.
Boby Sands’ler H-Blok direnirken
Türkiye’de Amerikancı Faşist Cunta
işbaşındaydı ve hapishaneler devrimcilerle doluydu. Çok değil Boby
Sands’lerden 3 yıl sonra Apo’lar, Tek
Tip Elbise saldırısına karşı Cuntanın
zindanlarında bedenlerini açlığa yatırıp direniş ve zaferin destanını
yazdılar.. Berdanlar, İdiller, Ahmet
İbililer, Fidanlar, Belfast sokaklarının
duvarlarına resmi çizilen Sevgi Erdoğanlar Boby Sandslerle paylaştığımız
açlığın ve zaferin adı oldular.
“Direnmekten savaşmaktan gurur
duyuyorum” *
“Bir canım var feda olsun halkıma
vatanıma” **
*Boby Sands
**Ahmet İbili
47-48 donusyolu_sablon 10/30/13 4:28 PM Page 47
öykü
öykü
dönüş yolu
nilay fırat
Hayatın zorluklarını çocuk yaşta tanımaya başladım. Yaşanılanların ne anlama geldiğini, ne olduğunu tam
kavrayamıyordum. Her şey oyun gibi
geliyordu. Algılayamıyordum. Ve zamanla bu oyunun nasıl acımasız bir
hale geldiğini gördüm.
Köyde evin kapısının önünde kocaman bir alan vardı. Bu alanda yazları
biçilen ekinleri patoslar ya da harmana serer otla üstünden “musene”yle
çevirirdik. Bu tahtanın ve yöntemin
yardımıyla otlar un ufak olurdu. Bu bizim için ise sadece bir oyundu. Harmandan sonra bu alan bize bir oyun
alanı olurdu. Top oynar, ip atlar ve
ebelemeç oynardık. Bazen de köpeğimiz Çomarla oynardık.
Birgün yine böyle bir oyunun neşesi
ve kahkahası içerisindeyken bahçede
annem hızlı adımlarla yanımıza gelerek “çabuk içeri girin” dedi. Bizse hala
birbirimizi kovalıyorduk. Ve annem bu
sefer daha yüksek bir sesle “çabuk diyorum size” dedi. Annemin bu kızgınlığını anlayamıyorduk. İçeri girdik ve
annem kapıyı kapattı. Telaşlı ve tedirgindi. Aradan birkaç dakika geçti.
Bir araba sesi duyduk. Aniden araba
geliyor dedik heyecanla. Heyecanlıydık çünkü arabanın gelmesi misafirin gelmesi demekti. Şehirden geldiği için çok sevinirdik. Misafirin gel-
mesine değil, şeker ve çikolatalardandı sevincimiz.
Ama bu gelenler beklediğimiz ve geldikleri için de sevinçli olduğumuz misafirlerimiz değildi. Gelen arabalar “cemseler”di. Kapıda babamla konuşuyorlardı. Biz de içeride oturmuş, konuşmaları dinliyorduk. Normal şekilde başlayan
konuşma yerini bağrışmalara bıraktı.
Aniden hızlı bir şekilde dış kapı açıldı.
İçeriye bir anda ellerinde uzun silahlar,
kafalarında şapkalar ayağında uzun
kara botları olan adamlar girdi. Kıyafetlerindeki karalık yüzlerine yansımıştı.
Bunlar askerlerdi… Biz korkudan annemin eteğine yapışmış bırakmıyorduk.
Kara kıyafetlerinden, ellerindeki silahlardan korkuyorduk. İlk defa görüyordum. Az önce attığımız kahkaha, kahkahayla birlikte attığımız çığlık sesleri
yerini korkuya bırakmıştı.
Evin her tarafını aradılar. Bütün eşyaları dağıtıp yerlere saçmışlardı. Buzdolabının içine, annemin yaptığı yağ, çökelek ve ekmeğimizin içine varana kadar
baktılar. Şaşkın ve korkulu gözlerle ne
aradıklarını anlamaya çalışıyorduk. Dedim ya çocuk yaştaydık henüz. Çocuk
yaşta oyun oynarken tanıştım o kara
yüzlerle ve evimizi kirleten postallarla.
Bu durum giderek sıklaşmaya başladı.
Ara ara gelip “ihbar var” der ve evimizi
dağıtıp giderlerdi. “Dağdakilere yardım ediyorsunuz. Teröristleri besliyorsunuz” derlerdi her geldiklerinde. Bizse onlara gerilla abiler, gerilla
ablalar derdik. Bir gün yine böylesi bir
“arama” da annem dayanamayıp bağırdı. “Ne istiyorsunuz, ne her gün her
gün gelip evi dağıtıyorsunuz! Çıkın gidin” diye bağırınca kara suratlı ve
kara postallılardan biri elindeki silahla annemin üstüne yürüdü. O an
sadece koşup adamın boğazına yapışmak istedim. Çocukluğuma aldırmadan. Öyle öfkelenmiştim. Sonra babamı da alıp geldikleri cemsellere binip
gittiler. Annem ise feryat edip ağlıyordu. O gün annem damın üstünde
oturup yola bakıp durdu. Ta ki babam
gelene kadar. Karar vermişti. Doğup
büyüdüğümüz köyümüzü, tırnaklarımızla yaptığımız evimizi terketmemiz
gerekiyordu. Kararı vermişlerdi kara
postallılar. Her ne kadar yok desek de,
gitmeyi,z desek de gitmek, köyümüzü bırakmak zorundaydık. “Yoksa zulüm üstüne zulüm yaşatırlar. Bizi bu
saatten sonra burda yaşatmazlar” diyordu babam. Annem ise çaresiz bir
şekilde ağlıyordu.
Aradan birkaç gün geçti. Kapının
önüne kocaman bir kamyon geldi. Var
olan bütün hayvanlarımızı bu kamyona yüklediler. Kamyona yüklenirken
annem kapının eşiğine oturmuş, el-
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 47
47-48 donusyolu_sablon 10/30/13 4:28 PM Page 48
lerini dizlerinin üzerine koymuş, yüzünü avuçlarının içine almıştı. Öyle sessiz sessiz bakıyordu. Ve yine yanaklarından aşağıya doğru gözyaşlarını
akıtıyordu. Kamyonun kasasında keçiler ve koyunlar bağırışıyorlardı. Sanki onlar da bu ayrılığa kendi dilleriyle isyan ediyorlardı.
Bunun üzerinden kaç gün geçti bilmem. Kapının önüne tekrardan kamyon geldi. Bu sefer de kamyona yüklenen eşyalarımız ve bizlerdik. Evimizden köyümüzden ayrılan bizdik.
Eskiden arabanın gelmesi heyecanlandırır bizi. Deliler gibi havalara zıplar
bağırırdık “araba geldi- araba geliyor” diye. Oysa şimdi ne seviniyor ne
de heyecanlanıyorduk. Hüzün, gözyaşı ve öfke vardı artık. Evimizin önüne
gelen bu son araba bizi götürmek içindi.
Her şey tamamdı artık. Kamyonun
hareket etmesi için sadece bizim binmemiz gerekiyordu. Annem son kez
48 | TaVIR |EKİM-KasIM 2013
evimize baktı. Evin duvarına elini sürdü. Islak gözleriyle ektiğimiz bostana,
biçtiğimiz tarlalara bakıyordu. Bir anneme bakıyorum bir karşımızda duran
dağlara. Biraz aşağıda gürül gürül
akan dereye bakıyorum, bir de üstüne çıkıp topladığımız elma ağacına.
Sonra bomboş olan ve koşup oynadığımız harman yerine. Baktıkça içim acıyordu. Öfkelenmiştim. Gözlerimle
sessiz ve usulca dolaştım evini bahçenin her bir köşesini. Koşup oynadığım,
düşüp kolumu, bacağımı yara ettiğim bahçemize son defa bakıyormuşum gibi baktım. Hafızama kazıdım
her bir yeri.
Tam arabaya binecekken hepimizi şaşırtan ve aynı zamanda sevindiren bir
şey oldu. Kamyona yüklenip götürülen
arılar kovandan birer ikişer çıkarak
yönünü köyümüze verip geri geldiler.
Etrafta kanat çırpıp vız vızlıyorlardı.
Kendi dilleriyle isyan ediyorlardı belki. Sonra derken arılarımızın sayıları giderek artmaya başladı. 10, 20, 30 ve
hepsi. Yok gitmiyor arılarımız. Kabul et-
miyorlar bu sürgünü. Toprağını, emeğini verdiği bunca şeyi bırakıp gitmek istemiyorlar. İçim kıpır kıpır
oldu. Umut doldum. Evet biz de bugün gidiyoruz ama başka bir zaman
tıpkı arılarımız gibi geleceğiz, diye
düşündüm.
Arabanın camından her yere baktım.
Evimiz ve köyümüz gözden kaybolana kadar. Ve gözümün gördüğü her
şey her yere “geri geleceğiz” diye
haykırdım. Haykırdım dağa, taşa, ağaca, kuşa, çiçeğe, dereye… Köklerimiz buralarda, bu topraklarda oldukça birgün geri döneceğiz. Kovanlarca
petek petek bal işlemiş arılar, boy
vermiş fidanlar karşılayacak bizi. Tekrardan kavuşmuş olacağız…
*musene: uzun geniş tahta ve altında
sivri taşların olduğu bir alet. Tahtanın
altındaki taşlar sayesinde otlar da
ufalanır. Çok eski zamanlardan beri
köylerde kullanılır. Günümüzde ise
kullanımı nadirdir. q
49-50_sablon 10/30/13 4:29 PM Page 49
öykü
öykü
zeliş ve balkabağı
zerrin ege
Zeliş ayakları çıplak toprağın üzerinde yürüyordu turuncu şortu rengini
iyice kaybetmişti. Babası önceki yıl almıştı ama sürekli giydiği için eskimişti. Kimi zaman annesi şortunu yıkayınca kuruyana kadar dışarıya çıkamıyordu. Eskiden durumları daha iyiydi.
Ekip biçtiklerini satabiliyorlardı. Traktörleri ile patosa gidiyor parayla köylülerin saplarını taşıyorlardı. Ama
şimdi traktörlerinin romörkü harmanda eskimeye bırakılmıştı. Zeliş ve
arkadaşları bazen içine girip oyun
oynuyorlardı. Traktörü, babası geçen
yıl borçları yüzünden satmıştı. Ondan
sonra biraz daha kötüye gitmişti durumları. Zeliş’in arkadaşlarıyla tüm
oyunları toprakla, ağaçlarlaydı. Çamurdan evler yapıyor kuruduktan
sonra evcilik oynuyorlardı. Sıkıldıklarında meşe ağaçlarının tepesinde sürekli kurulu duran küçük evlerine çıkıyorlardı. Ağaç dallarından, yapraklarından ördükleri küçük evlerinde;
abileri yardım etseler de Zeliş ve arkadaşlarının emeği daha büyüktü.
Onun için bozulmasın diye büyükleri içine almıyorlardı. kimi günler akşama kadar küçük evlerinde oynuyor,
uyuyor dallardan topladıkları kızılcıktan, fındıktan oluşan yemeklerini yiyorlardı. Evcilik oyunlarında çalışırken,
ev kurarken, yiyecek bulurken farklı
fikirler hep Zeliş’ten çıkıyordu. Yine bir
gün evde oynarken arkadaşlarına
dönerek uçsuz bucaksız denizleri
görmek istemez misiniz diye sordu.
Arkadaşları şaşırmıştı nasıl görecek-
lerdi. Şimdiye kadar hiç köyden çıkmamışlardı.
Akşam eve döndüklerinde denize de
nasıl girileceğini unutmuştu arkadaşları. Ama Zeliş kafasına koymuştu bir
kez. Denize gitmek istediğini babasına
söylemişti bir kaç defa. Çizgi filmde izlemişti çizgfilmin kahramanı denizde
yüzme öğreniyordu köpeği de onunla
birlikte atlıyor birlikte yüzüyorlardı.
Boğulmak üzere olan bir kişiyi köpeğiyle birlikte kurtarıyordu. Zeliş peşinden ayrılmayan köpeği dumanla yüzerken hayal ediyordu kendisini. Açılıyor
açılıyor hiç kimsenin görmediği, insan ayağının değmediği yerlerden geçiyordu. Bu, onda dünyayı dolaşma,
tüm insanları tanıma isteği uyandırıyordu.
Babası bizim maddi gücümüz yok, denize gidemeyiz demişti. Bu sözler onu
denize girme fikrinden vazgeçirmişti
ama daha çok merakını artırmıştı. Denize gitmek için neden para gerekliydi? Denizler zenginlere mi aitti? Bir
gün tarlada büyüyen bal kabağını gördüğünde gözlerine inanamadı. İlk defa
bal kabağı görüyordu. Onun için keşfedilecek bir şey çıkmıştı. büyük insanlar gibi inceliyordu. Her gün kabak
tarlasına gidip gelmeye içlerinden bir
tanesine yaklaşarak bu benim olsun deyip annesinden babasından habersiz
sulamaya onunla konuşmaya ayrık otlarını ayıklamaya başladı. Zeliş haftalar
sonra bal kabağının yanına geldiğinde
çok şaşıracak bir şeyle karşılaştı. Bal
kabağı o kadar büyümüştü ki neredeyse kendi boyuna kadar gelmişti. Biraz daha büyüse patlayacak gibi duruyordu. Zeliş ağzını açmış hayranlıkla kabağına bakarken birden bal kabağının içinden bir ses geldi. İnsan sesine benziyordu. Acaba birileri bal
kabağının içine mi giriyor diye kaygılanmaya başladı. Zeliş'in kaygılandığını gören bal kabağı “Benim konuşan
ben senin bal kabağın. Bal kabağı konuşamaz mı sandın? Bütün canlılar konuşur. Sesli ya da sessiz. Yeter ki çıkarsız sevgimizi onlara verelim. Benim konuşan köpeğim kuşum var. Onların
konuşmasına hiç şaşırmıyorum. Çünkü onların dili var. Havlıyorlar... ötüyorlar... sonra da konuşuyorlar. Ama senin ne ağzın var ne de dilin. Onun için
konuştuğuna inanmıyorum şaşırıyorum.” Bu söz üzerine bal kabağı kocaman ağzını açtığında Zeliş şaşkınlıktan kocaman dilini yutacaktı neredeyse. Dili ise bir harman büyüklüğüne
yaklaşıyordu.
Bal kabağı “Günlerdir bana denize
gitmek istediğini söylüyorsun en sonunda da arkadaşlarına sordun ama
arkadaşların daha eve varmadan
unuttular deniz fikrini. Babana her denize gitmek istediğini söylediğinde
üzülüyor, isteğini yerine getiremediği için. Geçen gün sesli sesli düşünürken duydum. Traktörün römorküne
branda gerip suyu doldursam acaba
diyordu.” Zeliş başını yere eğdi bu
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 49
49-50_sablon 10/30/13 4:29 PM Page 50
kez. Bir daha babama denize gitmek
istediğimi söylemeyeceğim diye mırıldandı. Başını tekrar kaldırdığında bal
kabağı kocaman ağzını açmış. Dilini
yerlere kadar uzatmış Zeliş'i yukarı çağırıyordu. Zeliş bir anlık tereddüt yaşasa da “Ben onu seviyorum. Toprağını çapaladım, suladım, zararlı otlarını
çapaladım.” diyerek dilinden yukarı
doğru tırmanmaya başladı. Daha tam
olarak ağzına ulaşmadan bal kabağı
dilini içeriye çekerek ağzını kapattı.
Zeliş biraz yürüdükten sonra gözlerini açmaya başladı. Gözlerine inanamıyordu. Bir daha kapatıp bir daha açıyordu masmavi bir denizin kenarındaydı. Göz alabildiğine uzanıyordu. biraz sahil boyu yürümeye devam ettikten sonra tellerle çevrili bir kumsala
geldi. Kumsalın hemen kenarında villalar vardı. Burada hiç kimse çalışmıyordu. Sanki dünyaya eğlenmeye gelmişçesine kaygısızdı. Hiç çalışmadan
bu kadar zengin ve rahat yaşıyorlar
diye iyice merak eden Zeliş araştıran
gözlerle yürümesine devam etti. Yazlık evin içinde tellerle çevrili kumsalda
yürüyen insanlar robot misali yürüyor,
donuk gözlerle etraflarını görmüyorlarmışçasına bakıyor, etraflarında bulunan hizmetçilerine emirler yağdırıyorlardı. Kapılara bekçiler koymuşlardı. Bunlar siyah giysileriyle yarasalara
benziyorlardı.
Zeliş ilgi ve şaşkınlıkla bakarak yürürken birden kendini yerde buldu. Bir
şeye takılmıştı. Kendine geldiğinde
yerde yatan bir insana takılıp düştüğünü gördü. Şimdi aniden başka bir yere
gelmişti. Sanki başka bir dünyaydı burası. Yerde yatan çocuğun giysileri
eski, ayakkabıları paramparçaydı. Parmakları ucundan çıkmıştı. Çocuk kendine çarpılması doğal bir şeymiş gibi
şöyle bir başını kaldırdıktan sonra eski
haline dönmüş, gazete ve kartonlardan
oluşan yatağına gömülmüştü.
Zeliş bu kadar iki farklı bir dünyaya sa-
50 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
niyeler içinde geçmiş olmasına inanmıyordu. Evler yıkık dökük, küçük kibrit kutusunu andırıyordu.
Burada yaşayan insanlar köyünün insanlarına benziyordu, sürekli çalışıyorlardı.
Yine de çok yoksullardı. Bu nasıl olabilirdi. Çalışanlar, her şeyi üretenler hem
yoksul hem de evsizlerdi. Bunları sesli düşünüyordu Zeliş, "Zenginler emeklerini
çalıyorlar da ondan" diye bir ses duydu.
Ses hemen arkasında duran beyaz sakallı nur yüzlü bir adamdan geliyordu. Zeliş bu nur yüzlü adama karşı bir yakınlık
hissetti. Sanki doğduğundan bu yana tanıyormuş gibiydi. Gidip elini öpmek istedi ama beyaz sakallı adam hemen ellerini geriye çekti. "Ben seni öpeyim." diyerek Zeliş’in yanaklarından öptü. Bir taşın üstüne oturdular. Buradan her şey görünüyordu. Saray gibi evlerle yıkık dökük
evler.
“Bak kızım" dedi nur yüzlü adam. "Ben
yüzyıllar öncesinde yaşadım. Bu çelişki
taa o zamandan bu yana var. Bir avuç
zengin milyonlarca halkı köle gibi kullanalı beri asırlar geçti. Halkın emeğini çalmakla kalmıyorlar, beyinlerini de teslim
almak istiyorlar. Verilenle yetinen insanlar yaratmak için onlarca şey deniyorlar."
Zeliş nur yüzlü dedenin sözünü keserek
"Sen yüzyıllar öncesinde yaşadıysan
şimdiki zamanı nereden biliyorsun."
diye sordu. "Adalet için yaşayanlar hiç ölmezler kızım. yüzyıllar da bin yıllar da
geçse özgürlük arayanlara farklı dünyaları, yaşamları merak edenlere yol göstermeye devam eder."
"Ben denizi merak ediyordum. Onun
için gelmiştim buraya. Ama gördüm ki
denize gidemeyen, göremeyen sadece
biz değilmişiz. Denize çok yakın olanlar
bile benim hayalimde canlandırdığım
gibi yaşayamıyorlar. Kalacak ev bulamıyorlar. Kalacak ev bulamayanlar o kadar
çok ki... Biraz önce kepçelerle yıkılan mahalleden geçtim. İnsanlar sokaklarda
çaresizce oturuyorlardı."
"Söylediğini ben de gördüm. Zenginler denizlerin, toprağın, dağların her şeyin sahibi görüyorlar kendilerini."
Zeliş nur yüzlü dedeye dönerek "Bunu
değiştirmenin bir yolu yok mu?" diye
sordu. Beyaz sakallı dede "Var olmaz
mı? Her şeyin bir çaresi vardır. Bütün
çocukların senin gibi bal kabağı yetiştirmesini sağlayabilirsin önce. Ama
bu da yetmez. Çünkü insan boyunu
aşan balkabağı tarlalarını görenler
onlara el koymak isteyeceklerdir. Kabakları besleyen suları durdurmak isteyeceklerdir. Çünkü onlar her şeyin
güzeline el koyarlar. Bundan dolayı
kendi topraklarınızı sevmeli tüm köylüye güvenmelisiniz. O zaman yetiştirdiğiniz kabakları el konulmadan büyütür tüm ülkelere yayabilirsiniz. Sorunları çözebilirsiniz. Tüm yaşam, üretilenler birkaç kişinin olmaktan çıkar. Evsiz,
yoksul hiç kimse kalmaz. Bütün çocuklar denizde gönüllerince yüzebilir, oynayabilirler."
Bunu söyler söylemez ortadan kayboldu dede. Zeliş “Şimdi olmaz! Şimdi olmaz!" diye etrafına bakınıyordu. Daha
sorup öğreneceği onlarca şey vardı.
Bal kabağı Zeliş’in dışarı çıkmasını
bekliyordu. Tam o sırada hem bal kabağının hem de Zeliş'in aklına güzel bir
fikir geldi. Tüm çocuklara bu yaşamı
gösterirlerse bal kabağı yetiştirmeye
razı olurlar. Kendi yaşadıkları yerin
kıymetini daha iyi anlarlar. Korumak
için hiçbir emekten kaçınmazlar diye
düşünüyorlardı.
Zeliş evine dönerken bal kabağı tarladan ona gülümsüyordu. Eve geldiğinde romörkün su dolu olduğunu
görünce çok şaşırdı. Harmanda duran
romörke babası çadır gerip içine su
doldurmuş, deniz haline getirmişti.
Zeliş koşup arkadaşlarını çağırdı. Beraberce suya atladılar...q
51-52 parmakligin ardi _sablon 10/30/13 4:30 PM Page 51
öykü
öykü
parmaklığın ardı sanattır
mehmet esatoğlu
1960’lı yıllarda bir slogan çıktı ortaya;
“Her yer tiyatrodur” diye. Bu slogan o
yıllarda tiyatro yapan bir dolu insanı
etkiledi. O güne dek tiyatro, kafalarda bir bina içinde sahnede üretilen,
kırmızı kadife perdesi, kırmızı kadife
koltukları olan bir sanat etkinliğiydi.
Tiyatronun gelmişine, geçmişine ilişkin çok detaylı bilgiler de olmadığından bu konuda derinlemesine bir
sorgulama da yapılamıyordu.
Zaman 60’ların ortasına doğru vurduğunda tüm taşlar yerinden oynamaya başlamıştı. “Her Yer Sahnedir” sloganıyla ülkenin gençleri sokaklara,
caddelere, meydanlara yöneldiler.
Oyun oynama işi o günden sonra
alan bulduğu her yerde gerçekleşmeye başladı. Zaten esas geldiği yer de
açık alanlardı.
başladı içimde. 1993 yılının 2 Temmuz
gecesine doğru. Kartal’da sahne arkasındayız. Rıfat Ilgaz’ın “ Abbas Yolagiden” adlı oyununu sahneleyecek Kartal
Sanat Tiyatrosu. Biz oyunun son dakika heyecanı içindeyiz. Ancak fonda
bir Sıvas konuşmaları duyuyoruz. Ne olduğunu anlayamıyoruz. Bir an Sıvas’ta
ne olmuş diye düşünüyoruz. Ama sahne telaşı buna olanak vermiyor.
Oyun bitiyor. Belli belirsiz haberler yayılıyor. Ölümlerden söz ediliyor. Yine anlayamıyoruz. Orada bir şenlik yapılacaktı. Ölümün orada ne işi var diye düşünüyoruz. O saatten sonra yaşamımızda
sadece çalan telefonlar ve televizyonlardaki görüntüler var.
Önümde bir mektup duruyor. Bakırköy kadınlar mapushanesinden gelme. Orada özgür tutsaklar benim
yazdığım bir oyunu sahnelemişler.
Onu muştuluyorlar.Mektubu elime
aldım. Başladım okumaya. Sayfalar
dolusu coşkulu, heyecanlı satırlar.
Bir kalabalık ve onun fonunda yanan bir
bina görüntüsü. Kameraya bakıp el
sallayan insanlar ve arkadan gelen
“yak” haykırışları. Bir gece yarısı Asım
Bezirci ile karşılaştım. Sıvas’tan dönmüştü. Alnı, göğsü ve dizleri yanmıştı. Kolundaki saat sekizi beş geçe durmuştu
ve bir ambulansın içinde sessiz yatıyordu. Söyleyecek sözleri sanki dudaklarına kitlenip kalmıştı.
Mektupla birlikte büyük bir yolculuk
Baktım ve “yetmiş kitap yazmış Asım
Bezirci’ye bak” sözleri ağzımdan dökülüverdi. Borçluydum Asım beye. O
kadar çok şey borçluydum ki. Ben
sanat alanında Asım Bezirci üniversitesinde okumuşlardanım. Ülkede edebiyat ve sanatla ilgili tüm öğretim
alanları Asım beye sırtını dönmüşken
ben gittim onun üniversitesine yazıldım. Çünkü Asım Bezirci gerçek bir sanat- edebiyat üniversitesiydi. Orada
her şey apaçık öğretilirdi. Orada yalana, dolana bilim dışılığa yer yoktu.
O üniversitenin temel taşı Asım Bezirci yatıyordu bir ambülansın içinde
ve naylonlara sarılmıştı. 1993’ten sonra yirmi yıl bütün ülkeyi saracak bir
yangının ilk alevleriyle yanıp ölüvermişti.
O ölürken Ethem Sarısülük 7 yaşında
bir çocuktu. Ondan bir süre önce öldürülen ve bir süre sonra öldürülecek
tüm çocuklar hemen hemen o yaşlardaydı. Ekmek almaya giderken vurulan çocuklar daha doğmamıştı bile.
1994 yılından başlayarak her 2 Temmuz’da bir oyun yazmaya karar verdim. Yangının on beşinci yılında ise
“Sıvas Yandı Kaç Yıl Oldu” oyununu
yazdım.
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 51
51-52 parmakligin ardi _sablon 10/30/13 4:30 PM Page 52
Oyunun ilk gösterimi İstanbul Büyükdere’nin tepesinde Dağevleri mahallesinde oldu. Bir çocuk parkında toplanmış yüzlerce kadın, erkek çocuk büyük bir heyecanla izlemişti oyunu.
Oyun oradan yola çıktı. Kentin tüm
semtlerinde oynadı. Bir dolu kentte
dolandı. Bir gün yolu Bakırköy Kadınlar hapishanesine düştü.
Bizde mapushanelerdeki tiyatronun
da bir tarihi vardır. Bir zamanlar tutsakları rehabilite amacıyla kullanılan
tiyatroya devrimci tutsaklar müdahale ettiler. Sanatı mahkumları mapushane koşullarına boyun eğdirmek
için kullananlara karşı bir aydınlanma,
bilinçlenme silahına dönüştürdüler.
12 Eylül’ün en karanlık günlerinde iki
yöntem kafa kafaya geldi. Metris’te,
Alemdağ’da, Selimiye’de Çanakkale,
Bursa ve daha adını bilemediğimiz
nice cezaevlerinde devrimci oyunlar
sahnelendi. Mapushane idarecilerinin
örgütlediği etkinliklere de karşı konuldu. Mapushanelerde tiyatro oyunları öncelikle üretenlerde unutulmayacak anılar bırakır. İşin ilginç yanlarında biri de oyuncuların olduğu kadar izleyicilerin de işin üretim süreci
ile iç içe oluşudur. Buralarda tüm üretim el birliği ile hazırlanır. Elbirliği
ile hazırlanan oyuna kimse kayıtsız kalamaz. Oyunun hazırlanması da sahnelenmesi de aynı heyecanla paylaşılır. Sanatın insanla ilişkisinin nasıl olmasını en iyi gösteren mekanlardan
biri de mapushanelerdir.
Tutsaklar yazdıkları mektupta sanata
dört bir yanından nasıl bir ilgiyle yaklaştıklarını anlatıyorlar. Yazıklarına
baktığımızda üretim sürecinde sanatla ilgili bir dolu eksik, yanlış bilgiyi, önyargıyı bir yana attıklarını görüyoruz.
Öncelikle sanat üretmek için bilgiye
ve eğitime gereksinimimiz var. Ama
bu, yalnızca işin bir yanı. Sanat üretme konusunda bilgi sahibi ve eğitim-
52 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
li bir dolu insan var ama ne yazık ki iş
üretmeye gelince çıkmaza giriyorlar.
Çünkü işlevli bir üretim için önce sağlam bir dünya görüşüne , sonra cesaret
ve daha fazla cesarete, sınıfların kavgasında doğru ve kararlı bir duruşa gereksinimimiz var.
şüren bir dolu insan örneği vardır
sanatın serüveninde.
Devrimci tutsaklar oyun çalışmalarını
yaparken ve izlerken bütün bu olguları birer birer fark ederek saptamışlar.
Tutsakların önemli saptamalarından
biri de kollektif çalışma ile ilgili. Yazdıkları mektubun bir yerinde “Kollektif uğraşın somut bir üretime dönüşmesinin
sevinci”nden söz ediyorlar.
Brecht ünlü bilgin Galile Galileo’nun
yaşamını anlattığı oyununda tersane
işçilerini anlatıyor. Bir palanganın iplerini yeni biçimde bağlayarak bir
anda yükü nasıl hızla kaldırdıklarını,
yüz yıllık bir yöntemi nasıl bir anda değiştirdiklerini betimliyor. Ardından
da Galile şöyle ekliyor “o an yeni bir çağın başladığını anladım.”
Kollektif üretebilmek için kollektif üretme bilinci gerekiyor. Eğer bu bilinçle
yola çıkılmazsa kollektif üretelim derken üretimin önünde koca bir engel olmaktan öteye gidemeyiz.
Kollektif üretmeye girişirken öncelikle
herkes işin neresinden tutacağını baştan saptamak durumundadır. Feodal bir
anlayış olan “kervan yolda düzülür”
mantığı artık günümüz koşullarında
geçerli değildir.
Kollektif anlayışta eğer üretime katılanlar hedefi yaşamsal bir sorun olarak ele
almıyorlarsa işin aksaması ve yürümemesi kaçınılmazdır.
Yapılan çalışmada herkesin nasıl işin bir
ucundan tuttuğu, küçük büyük demeden herkesin gönül birliği ile nasıl katkılar yaptığı mektupta çok içtenlikle ifade edilmiş.
Tutsakların önemli saptamalarından
biri de kollektif çalışmada herkesin
paylaştığı rolleri küçümsemeden işe
sarılması.
Sanat alanında burjuva hastalıklardan
biri de “başrol” tutkusudur. Emeğine ve
yeteneğine bakmadan kaldıramayacağı ağır işlere soyunup hem işi berbat
eden hem de kendini zor duruma dü-
Rus yönetmen Konstantin Stanislavski öğrencilerini “bugün Hamlet yarın
figüran olmaya hazır olun” sözleriyle
eğitirdi.
Bende özgür tutsaklardan gelen mektubu okuyunca heyecanlandım. Onların kollektif çalışmaya, sanata nasıl
coşkuyla yaklaştıklarını gördüm. Bu da
bende “yeni bir çağ” duygusu yarattı.
İçinde yaşadığımız kokuşmuş sistem
ülkenin en güzel evlatlarını zindanlara tıkıyor. Onlara soluk alma hakkı vermiyor. Ama onlar en zorlu koşullarda
üreterek, var ederek kendilerini diri tutuyorlar, yeniliyorlar. Bambaşka bir insan olmaya çabalıyorlar.
Mapushane koşullarında sanat üretimi sadece sanatsal bir etkinlikten
ibaret olmamalıdır. Burada üretime
katılmak için belli bir yeteneğe de gerek yoktur. Önemli olan el ele verip
yeni bir şeyler kotarmaktır.
Üretimin her aşamasını tartışmaya
açmak, dersler çıkarmak, eksiklik,
hata ve zaaflarla savaşmak bizim ufkumuzu açacaktır.
Bakırköy’de kadın tutsaklar bir ışık
yakmışlar. Bir oyun üretmişler. Ürettiklerini oturup değerlendirip yazmışlar.
Yazdıkları mektubu bir ödül olarak kabul ettim, aldım odamın baş köşesine koydum. q
53-54 hanene_sablon 11/3/13 12:26 PM Page 53
deneme
deneme
hanene huzur dolsun
gökçe seval
Yüreği usta bir şairdir Nazım Hikmet.
Şiir dışında, diğer edebi türlerden de
eserler vermiş, miras bırakmıştır
bizlere. Nazım Hikmet SSCB'de yaşadığı dönemde sinemayla ilgilenmiş ve senaryolar yazmıştır. 1959 yılında "Güneşin Sevinci" olarak adlandırılan, daha sonra "Hanene Huzur Dolsun" adını alarak değiştirilen
çizgi film senaryosu oluşturmuştur. Bu çizgi filmin adı ilk kez Vera
Tulyakova- Hikmet'in anılarında
geçmiştir.
Film ilk olarak siyah - beyaz renklerden oluşan bir kum saatinin dönmesiyle başlar. Kum saati zamanın ilerlediğini simgeler. Güneşli bir günde,
huzur içinde bir çiftçi, öküzü ile
tarlasını sürmektedir. Başka bir çiftçi ise, yüzünde beliren bir huzur ile
toprağa tohum ekmektedir... Ekinler büyür, gelişir. Meyve ağaçları
serpilir. Bir çiftçi meyve ağaçları altında gölgelenmektedir. Birden ka-
ranlık çöker her yer siyah- beyaz bir
tona bürünür. Kara pelerinli bir şövalye belirir. Siyah flamalar dalgalanarak
çiftçinin elini kolunu bağlar. Tankların
ateş açması ve okların atılmasıyla savaş başlar. Doğa tahrip edilir, insanlar
ölür. Çiftçi umutsuz bir şekilde başı
eğik durmaktadır.
Kum saatinin dönmesiyle zaman akar.
Çiftçi tarlasını eker. Güneş tepeden
huzurlu bir şekilde dünyayı aydınlatmaktadır. Mutlu ve huzurlu bir şekilde çalışan çiftçi, bir genç kız görür. Güneş arkalarında kocaman belirir. Delikanlı genç kıza çiçek uzatır ve her ikisi de güneşin içine dalarlar. Yıldızlara
dokunur, gökyüzünde dans ederler.
Masmavi gökyüzünde yelkenli ile dolaşır, kuşlarla birlikte sevinç ve çoşku
ile uçarlar... Birden karanlık çöker,
üniformalı bir atlı belirir. Delikanlının
eli kolu bağlanır. Savaş başlar, insanlar ölür. Ve genç kıza uzatılan çiçek
yere düşer.
Kum saati döner. Teknolojinin gelişmesiyle fabrikalar yapılır, uçaklar
uçar. Ekranda dünya haritası belirir
ve üzerini siyah teller kaplar. Bütün
dünya
alevler
içinde
yanmaktadır.Harita da, Sovyetler
Birliğinde ise, bir ağacı kireçleyen
huzurlu bir delikanlı belirir. Üretimin, emeğin devam ettiğini simgeler bu delikanlı. Delikanlı bir tuğla balyasını vince takıp döner ve
operatör olur. Proje çizen bir eleman, rende yapan bir marangoz,
bir çiftçi... Sonra delikanlının küçük oğlu belirir yanıbaşında. İkisi de
mutlu ve huzurludur. Küçük çocuk
elindeki kitabın içindeki harfleri babasına gösterir, harfleri bir şeylere
benzetmeye çalışırlar. Çocuk "A"
harfini gösterir ve "A" der. Babası hayır anlamında başını sallar, onun
sadece bir "A" harfi olmadığını, bacası tüten bir eve benzediğini söyler. Harflerin yalnızca harflerden
ibaret olmadığını, başka nesnelere
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 53
53-54 hanene_sablon 11/3/13 12:26 PM Page 54
veya canlılara benzediğini düşünürler. Baba ve çocuk mutludur. Bu
mutluluk ekranın kararmasıyla değişir. Bombalar atılır. Ekranda Gamalı haçlar belirir. Açılan ateşlerde kitaptaki harfler delik deşik olur. Hitler'i çağrıştıran komutanla II. Dünya
Savaşı başlar. Her yer yakılıp yıkılır.
Doğa kül olur. Baba kızıl bir kılıç alıp
kaldırır, kızıl yıldızlarla dolar her
yer. Gamalı haç parçalanır. Küle dönmüş bir dünyada, delikanlı küllerin
arasında bir fidan görür. Yüreği
umut ve huzur dolar. Fidan büyür
ağaç olur. Doğa canlanır, meyve
ağaçları çoğalır. Delikanlı, elinde
güneşi simgeleyen bir heykel yontmaktadır.
Bomba sesleri aniden bu huzuru
böler. Teknolojik savaş başlar. Füzeler,roketaratlar... Delikanlı kararlıdır. Siyah bir gölge gibi beliren ko-
54 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
mutanın yanında düğmeye basmaya
hazırlanan bir robot vardır. Fakat;
aniden insanlar çoğalmaya başlar,
birlik olurlar. Ellerini 'dur' anlamında
kaldırırlar. Robot durur. Örgütlenen
insanlar , bir savaşı başlamadan durdururlar.
Filmin sonlarına doğru delikanlı , sarı
saçlı kıza pembe bir çiçek uzatır. Küçük çocuk yanlarında belirir. Arkalarında kocaman bir elma ağacı... Aile
mutlu ve huzurludur.
Filmde barışın, huzuru ve mutluluğu
getirdiği anlatılır. Bir bakıma, örgütlü mücadelenin önemine ve geleceği yok etmeye çalışanlara karşı boyun
eğmemeyi de vurgular. İnsanların el
ele verdiği sürece zulmü yeneceğini
gösterir. Nazım Hikmet bu senaryo ile
hem çocuklarımıza hem de büyüklere bir miras bırakmıştır.
Çizgi film: Soyuzmultfilm Yapımı
Yıl: 1962
Senaryo: Nazım Hikmet
Yönetmenler: İgor Nikolayev, Viktor
Nikitin
Sanat Yönetmeni: Sergey Yutkeviç
Ses Yönetmeni: Georgiy Martınyuk
Müzik: Aleksey Nikolayev
Ressam: İrina Svetlitsa
Operatör: Mihail Druyan
Redaktör: Arkadiy Snesarev
Animasyonlar: Viktor Arsentiyev,
Viktor Şevkov, Vladimir Papov, Valentin Karavayev, Vadim Dolgih, Vladimir Pekar, Vladimir Krumin, Vladimir Karp
Kaynakça:
Nazım Hikmet'ten Çizgi Filmler
Yazan: M. Melih Güneş
YKY Yayınları
55-56 dizi_sablon 10/30/13 4:33 PM Page 55
dizi
dizi
sofraya bir tabak daha
hasan bakır
Televizyon dizilerinin bizi ekrana kilitleyen, bizi neredeyse bağımlı hale
getiren özellikleri nelerdir hiç düşündünüz mü? İlk akla gelenler etkileyici bir hikaye, merak uyandıran
olaylar dizisi ve bu büyük sektörün
bizi ekran başına oturtmak için kullandığı bazı küçük oyunlar vs… yani
“merakımıza” oynaması. Hiç de yanlış bir tespit değil. Bugün özellikle
Amerika kaynaklı diziler adeta her bölümünde ayrı bir heyecan fırtınası
yaratarak uzun metraj filmlerle yarışıyor. Hem de her türden konu işliyor.
Olabildiğine gerçekçi yaşamlar, fantastik maceralar, mistik konular, tarihi olaylar ve kişiler… Liste uzar gider.
Bu tarzın ülkemizde ki mümessili
olan cnbc-e kanalının dizilerine bir
göz atabilirsiniz. Dev prodüksiyonlarla
seyirci avı… Tam bir görsel şölen…
Unutulmaz dakikalar… 40 dakikada sinema keyfi. Hem de her hafta ayrı bir
macerayla. İster izlemiş olun ister izlememiş, LOST dizisini birçoğunuz duymuşsunuzdur. Kaçıranlar internetten
izledi, daha önce izlememiş olanlar
toplu DVDlerini alıp üst üste izledi,
üniversitelerde LOST izleme günleri
yapıldı, dizinin T-Shirtleri kapışıldı. Bu
sadece bir örnek... Bunun gibi daha
niceleri nice çılgınlıklar yarattı, yaratmaya devam ediyor.
Ülkemizde durumun biraz daha farklı bir
yönü daha var… “Bizim” diziler farklı bir
damardan daha giriyor. Kullandığı bu
yol aslında çok sevdiği ve kendini garan-
tide hissettiği bir yol: halkın değerlerini ve kültürünü alabildiğine kullanması ve bizleri can evimizden vurması… Bu elbette kabaca ve göstere
göstere yapılan bir iş değil. Bugüne
kadar televizyonlarda yayınlanıp başarılı olmuş dizilere şöyle bir bakalım.
Birbirleriyle dayanışma halinde bir
mahalle, kötülüklere karşı birlikte
mücadele eden insanlar, iyilik ve dürüstlük timsalleri… Televizyonun gündemimize girmesiyle birlikte hep içimizden biri oldular. Bu dizilerde yapılan espriler ağzımıza dolandı, karakterlerin isimlerini çocuklarımıza koyduk. Neden? Çünkü o karakterler değil miydi mertliği, dürüstlüğü simgeleyen. O isimler değil miydi safça sevmeyi, uğruna ölmeyi simgeleyen. İyi
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 55
55-56 dizi_sablon 10/30/13 4:33 PM Page 56
ve kötü karakterleriyle birlikte bizim
dilimizi konuşan, bizim gibi davranan
insanlardı. Perihan Abla*’dan bugüne
niceleri hayatımızın içine girdiler. Çok
masumdular, naiftiler, hep bizim dilimizi konuştular. Ama burjuvazinin
istediği tüm propagandaları da yaptılar. Burjuvazi denetleyemediği, hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyen dizileri yayından kaldırttı. Halkın çıkarlarını gözeten konular işlendiğinde hemen kulaklarını dikti düzen… Hakimiyeti mutlak değildir elbette, ama bugün burjuvazinin onay vermediği
hangi dizi yayınlanmaya devam edebilir ki?
Yıllar sonra tekrar yayınlanmaya başlayan Çocuklar Duymasın dizisinin
dev afişlerini görmüşsünüzdür. "Sofranıza bir tabak daha koyun akşam sizdeyiz". Alelade tercih edilmiş bir cümle, slogan değil bu. Bu bizim dilimiz,
bizim kültürümüz. "Bunda bir şey
yok, bu da bizim dizimiz" diye düşünenler olabilir. Fakat televizyonda
yayınlanan dizi ve televizyon programlarının bizim hayatımızı ve düşüncemizi nasıl yönlendirdiğini hepimiz
iyi biliyoruz. Örneğin akşam yemeğine gelecek olan Çocuklar Duymasın
dizisi hem gizli reklam alarak hem de
56 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
işlediği konularla izleyenleri direk olarak bir ürünü satın almaya ve bir fikri kabullendirmeye çalıyor. Dizinin karakterlerine bakarsak iyi gelirli okumuşlar, yalandan feodal bir baba ve onların yaşamlarının bir parçasında duran yoksul
bir iki karakter. Daha bize benzeyen karakterler yani daha yoksul olanlar cahil,
her zaman hata yapmaya müsait ve asıl
kahramanlar tarafından yönlendirilmeye muhtaç haldeler. Her şeyin en iyisini bilenler Avrupai yaşayanlar, kültürümüzle alakası olmayan insanlar. Peki,
bize kendini kabul ettirmek için kullandığı dile bakın. "Sofraya bir tabak daha
koyun." Bu cümle size eski filmlerden tanıdık geliyor değil mi? Yoksul bir sofraya konuk olan misafir için evin babası
sesleniyor... Dahası birçoğumuz sofralarımızda işitip söylemiyor muyuz?
Halkın dilinden konuşmak, halkın deyimlerini kullanmak yıllarca halkı sömürenlerin başvurduğu bir yöntem oldu.
Sakıp Sabancı'yı tanımayan biri onun
halktan biri olduğunu düşünebilirdi
mesela. Ya da yıllarca halka kan ağlatmış olan Süleyman Demirel sıradan
bir işçi olarak tanınabilirdi. Çünkü biz
gibi olmaya çalıştılar. Bizim gibi konuşmaya çalıştılar. En mutlu, en acılı anımızda söylediklerimizi, dilimizden dökülen-
leri kullandılar. Adeta yıllarca bizi can
evimizden vurdular. Ama gerçek hiç
de öyle değil. Gerçekte onların ne düşüncelerinin ne de yaşamlarının bizimle bir ilgisi vardır. Bizim gibi yaşamazlar, bizim gibi yemezler, bizim
gibi gülüp eğlenmezler. Her şey o büyük düzenleri içindir. Gerekirse kasket
takar toprak bellerle ama köylü karşılarında iki çift laf söyleyince "gözünü toprak doyursun, ananı da al git"
derler. Bu büyük iki yüzlülük hayatımızın hemen her alanında devam
ediyor. O holding sahipleri ki “gecekondulardan gelip boğazımızı kesecekler” korkusuyla yaşadılar. Gecekondunun gazabına uğramamak için
onun gibi konuştular, onun bir parçasıymış gibi gözüktüler.
İzlediğimiz diziler ne kadar bize yakınsa aslında o kadar uzaktır bizden.
Bize doğrudan saldırıya geçen bir
araçtan daha tehlikelidir belki de.
Belki severek takip ettiğimiz dizileri
bundan sonra bir de bu gözle izlemeliyiz.
(*) Perihan Abla 1986-1988 yılları arasında TRT’de yayınladı. Yoksul insanların yaşadığı bir mahallede geçiyordu. q
57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 57
kitap
kitap
soba, pencere camı
ve iki ekmek istiyoruz
serkan fişek
Yılmaz Güney’in senaryosunu
yazıp, yurtdışında-İmralı’dan
firar ettikten sonra – kendi yönetiminde çektiği Duvar adlı
bir filmi vardır. Filmde Ankara
Merkez Kapalı Hapishanesi olarak bilinen Ulucanlar Hapishanesi'nde kalan çocuk tutukluların yaşadığı acılar anlatılır.
Kayıp hayatlardır onlarınki.
Ankara’nın en yoksul mahallelerinde - Çinçin, Dışkapı, Gültepe – doğanların başka bir
hayat sürmeleri mümkün değil-
dir zaten. Ya hırsız olacaklardır, ya
fuhuş bataklığında boğulacaklardır…
Ve de kaçınılmaz olarak yolları Ulucanlar’a çıkacaktır.
Çinçin’in çocukları sokağa doğarlar.
Küçücükken TCK’nın “suç” saydığı fiillerle tanışırlar. Polise “zorba”, bekçiye “cibali” derler, “tufa”ya (hırsızlığa) çıkarken ikisine de dikkat
ederler. Çinçin’in kendi içinde tek
bir hırsızlık bile olmaz ama. Tutarlar birbirini yabancılara karşı, hele
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 57
57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 58
rileri tarafından… Bir genç kız, ana
baba da yoksa ya da güçten düşmüşse başka ne yapacaktır ki? Evdeki dört-beş gırtlaktan bir şeylerin geçmesi gerekir yaşamaları için.
Yani hayat daha doğrusu kapitalist
sömürü sistemi, baştan vurmuş en
ağır darbesini bu iki göz kondu da
yaşamaya çalışanlara. Vursalar kendilerini dağlara taşlara, isyan haykırışları aşsa ola sonuç değişmez…
Bir Türk filmi klasiği gibi, “kader ağlarını çoktan örmüştür” bile… O
“kadere” razı gelir ister istemez
Çinçin’in kara tenli, kara gözlü,
kara saçlı genç kızları. Sevdanın
en “hoşosu”nu yaşarlar ama hayat,
onlara bu sevdayı haram etmekte
gecikmez… Kardeşinin istediği
ayakkabıyı almak için mağaza sahibiyle yatmayı kabul ettiği anda artık kendisi için yaşamayacağını,
ondan sonra nefes alıp veren bir et
kemik yığını haline geleceğini biliyordu.
de polise karşı. Zorbalar bastılar mı
mahalleyi, evden eve sinyaller uçar
sakat olan tüyer ya da “zula”ya girer, gizlenir. “Zula”dakileri cazgırlık
yapan karıları, kızları korur. Polis en
çok bu kadınlardan korkar zaten.
“Polisten dost olmaz” herkesin düsturudur Çinçin’de. Ama karakolla
arayı hoş tutmak için rüşvet verirler bazen. Bu işe “karakolu kafaya
almak” denir. Muhbirlik edenlerden nefret edilir. Adı “ispiyon”a çıkmış biri zaten Çinçin’de barınamaz,
tası tarağı toplar defolur gider.
58 | TaVIR | EKİM-KasIM 2013
Yoksulluk alınlarına bıçakla kazınmıştır Çinçinlilerin. Yoksulluk bile
utanır buradaki yoksulluktan. Paranın
hüküm sürdüğü bir dünyada, paranın
lütfundan hiç nasibini almayan burada, yozluk da had safhada yaşanır.
Gencecik kızlar “süt parasına” kendi
gibi birisine varmış ne ola, yoksa
evin geçimini sağlamak için tek “sermayesi” olan bedenini satılığa çıkaracaktır, eli mahkûm! Kimse istemez
elbet ama bu “kader” onların iradesi dışında yazılmıştır künyelerine bi-
Uyuşturucu Çinçin’i dertten tasadan uzaklaştıran ya da tam tersi
derdi, tasayı, acıyı Çinçin’in üzerine boca eden bir beladır. Esrara alışır Çinçin’in çocuğu önce, sonra
hafa “Roş”a terfi eder. Roş’u çeken
çocuk, zehir gibi olur, korkusuz bir
kaplan gibi atılır avının üzerine. O
an her şeyi yapmaya hazırdır. Roş’u
ona veren bunu çok iyi bilir. Artık
gıcık olduğu birini de öldürtür ona,
soyulmayacak mağazayı da soydurtur.
Karakolda “faili meçhul” bir kamyon
dosya vardır. Çinçin’in çocukları
bir yakalanmaya görsün, bu karakolda uzaktan yakından alakaları
olmadığı işlerin faili olurlar bir
dakikada. Polisin onları razı etmeleri için falakaya yatırmaları yeter
de artar zaten. Dayaktan, işkenceden kurtulmak için her birinden üçbeş sene hapis yiyeceklerini bildikleri halde, hepsini üstlenirler genç-
57-59 soba_sablon 10/30/13 4:35 PM Page 59
ler. Yapacakları başka bir şey de
yoktur zaten. Karakola girdikleri
anda kendileri için her şeyin bittiğini bilirler. Öyle öğretmiştir “hayat” onlara bunu. Artık ikinci adresleri olan Ulucanlar’a doğru acılı
bir yolculuk başlamaktadır polis
arabasıyla…
Mustafa bir garip oğlan. Anası,
babası ve kızkardeşi Zeycan’la iki
göz gecekonduda yaşar Çinçin’de.
Babası Hamza bir radyo tamircisinde çalışır, ayak işlerine bakar. Annesi Fatma, okuma yazma bilmez bir
ev hanımı. Hamza onca geçim sıkıntısına rağmen okutur Mustafa’yı “sen oku, hem kendini hem de
bizi kurtar” der Mustafa’ya. Mustafa da çok ister bunu… Ama diyalektiğin ana kuralı işler bir taraftan.
Mustafa akranlarında ne görürse
onu öykünür.
Okul dışında yaptığı hamallıkta
hak ettiği parayı vermeyen kadının
kapısının önündeki iki çift ayakkabıyı çalarak başladığı hırsızlığı, Yaşar, Ramazan ve Hüseyin’le bir tekel bayiini soyarak büyütür. İlk “işi”
olduğu için affeder polis Mustafa’yı.
Ama “kader” peşini bırakmaz Mustafa’nın. Dayısının yerleştirdiği bir
diş tedavi merkezinde doktorun
pisliklerine tanık olunca doktorun
iftirasına uğrayarak işten atılır. Hırsızlıkla suçlamıştır doktor hiçbir
günahı olmadığı halde. Mustafa
hamallık yaparken kinlendiği kadından sonra ikinci kinlendiği kişi
olan doktordan intikam almaya yemin eder. Sokaklardan ve kendisiyle aynı “kaderi” paylaşan arkadaşlarından başka kimsesi yoktur artık.
Mustafa’nın ve esmer olduğu için
“karanlık” lakabıyla anılan ekip arkadaşı Yaşar’ın hikâyelerinin temel
alındığı kitap 70’li yılların son dönemini de yansıtıyor tüm çıplaklığıyla. Çinçin’in ve ona benzeyen di-
ğer mahallelerin “kaderi” ile birlikte… Tufacılar, esrarkeşler, ihanetler, dostluklar, arkadaşlıklar, sevdalarla birlikte yarım hayatlar, kayıp insanlar var kitapta. Adaletsizlikler,
haksızlıklar ve kapitalizmin insanı
insanlıktan çıkaran kültürel yozlaştırma saldırısı… İnsanı derinden sarsan
karakterler, olaylar, sonuçları… Kısaca hayat yani.
Yılmaz Güney, bu kitabını sahip olduğu dünya görüşüne uygun olarak
sosyalist gerçekçi pencereden bakarak yazmış. Tümüyle gerçekler kitapta, tek satır kurgu yok. Yılmaz
Güney, gerçeğin gücünü kullanıyor
kitabın her satırında… Gerçeğin etkileyiciliğini, değiştiriciliğini… Ulucanlar Hapishanesi’nin bir adı da
sübyan koğuşu olan Dördüncü Koğuş’ta yaşananlar insanın kanını
donduracak cinstendir. İnsanı “Bu
kadar da olmaz!” dedirtecek cinstendir. Ama ne yazık ki hepsi gerçektir.
Garibansa bir çocuk, kimsesizse, beş
parasızsa, arkası olanların, parası
olanların kölesidir, boğaz tokluğuna
keyif nesnesidir. Dışarının acımasızca tekmeleyerek attığı çocuk, bir de
içerinin darbesini yiyecektir. Cehennemi öte geçelerde aramaya lüzum
yoktur, Dördüncü Koğuş cehennemin öbür adıdır, o çocuk için, cehennemin ta kendisindir. Cehennemdeki ateş içindedir, sıcaktır, yakar
kavurur ama Ulucanlar’ın Dördüncü
Koğuşu’nda o çocuklar için asıl soğuktur cehennem. İt gibi titrerler.
Soba yoktur. Kömür vermezler zaten,
soba olmadığı için. Pencerelerinde
hiç cam yoktur, gazeteyle veya naylonla kapatılmıştır o camların boşluğu. Tek tayın (ekmek) düşer çocukların payına günde. O da hiçbir zaman
tüm getirilmez, eksiktir. Açtır yani çocuklar, tek ekmekle doymazlar ki…
Canlarına tak edince, dayağı, işkenceyi, paket olmayı göze alıp isyan
ederler… Barikatlar kurulur ranzalarla kapılara… Dünyayı istemiyorla-
dır… Sadece Soba, pencere camı
ve iki ekmektir istedikleri… Yani
üşümemek ve ekmekle de olsa doymak! Verilmez istedikleri… Direnişin karşılığı zulümdür, işkencedir.
Siyasiler de vardır Ulucanlar’da…
Çocukların çektiği acılardan bihaberdirler ama. Kendi aralarında tartışmaktadırlar; emperyalizm-sosyal emperyalizm çatışması yaşanıyordur aralarında. Yılmaz Güney,
kendi ideolojik çizgisinin de savunduğu sosyal emperyalizm tezini 20 beyir’in ağzından geniş geniş
anlatarak savunmaya devam etmiştir kitapta… 1977 yılının ideolojik tartışmalarının en önemlilerinden birinin kitapta yer alması normal olsa da, çok da gerekli değildir
hani.
Sonuç olarak…
1970’lerin son yıllarındaki Ankara’nın Çinçin’ini, oraların insanlarını, yaşadıklarını, acılarını, hüzünlerini, yarım kalmış yaşamlarını ve
Ulucanlar’ın Dördüncü Koğuşu’nu
öğrenmek, öğrenmek de değil bire
bir yaşamak için okunmalı bu kitap.
Şimdiden Ankara’sını, Çinçin’ini
oradan çıkıpta bu ülkeyi daha iyi tanıyabilmek için. Bir de Yılmaz Güney’in yazarlığının gücünü görmek
için. q
Kitabın Adı: Soba, Pencere Camı
ve İki Ekmek İstiyoruz
Yazan: Yılmaz Güney
Yayın evi: Güney Yayınları
Yayın Yılı (1.Basım: 1977) 2004
EKİM-KasIM 2013 | TaVIR | 59
60-61 ilkogretmen_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:42 PM Page 60
sinema
sinema
ilk öğretmen
doğan muratlı
İlk öğretmen filmi izlenmesi gereken
bir film. 1924 yılında Sovyetlerin Kazak bölgesinde bir köyde yaşananları anlatmaktadır. 1917'de Rusya'da
Sovyet Devrimi gerçekleşmiş, kapitalizme karşı ilk sosyalist ülkenin inşası
sürecine girilmiştir. Devrimden sonra
daha yapacakları çok işleri vardır devrimcilerin. Önlerinde zorlu bir süreç ve
zorlu görevler vardır. Bir yandan sanayileşmeyle sosyalist üretim ilişkilerinin
hakim kılınması bir yandan da sosyalist insan kişiliğini yaygınlaştırmak
önlerindeki en büyük görevdir.
Filmin geçtiği köy feodal bir kültürün
hakim olduğu, merkezden kopuk,
ağalık sisteminin yaygın olduğu bir
köydür. Devrim henüz koşullar nedeniyle kendini gösterememiştir.
Kızılordu askeri olan Duyşen önemli
görevler yüklenmiştir. Savaş bitmiş
yeni görevler Duyşen'i beklemektedir.
Şimdiki görevi öğretmen olmaktır.
Feodal ilişkilerin hakim olduğu oku-
ma yazma bilmeyen köylü çocuklar
eğitilerek sosyalist kişilik kazandırılacaktır. Bu görevle Kazak bölgesinde
bulunan bir köye gönderilir. Köye gider gitmez köyün meydanına köylüleri toplayarak ne için geldiğini anlatır. Köylüler gülerler, dalga geçerler
Duyşen'le. "Okuyunca ne olacak, bizim
ne işimize yarayacak" derler. Köyde
okul açacağını söyler Duyşen. Köylü
burada okula ihtiyacımız yok diyerek
Duyşen'e yardımcı olamayacaklarını
söylerler. Fakat Duyşen kararlıdır. Köyde bulunan kullanılmayan bir ahırı
okula çevirir. Masa, sandalye vb. hiçbir olanağı yoktur. Tek tek evleri dolaşıp çocukları toplar ve okulu açarlar.
Okula Lenin posteri asılır. Tüm bu
olanaksızlıklar ve zorluklar içerisinde
eğitime başlarlar. Duyşen çocuklara
sosyalizmi anlatır. Önderleri Lenin'i anlatır. Çocukların geneli 6-10 yaş arasındadır. En büyük öğrenci 12 yaşındaki
kız öğrenci Altınay'dır.
Havalar soğuk, kar yağar her tarafı buz
keser. Okula gidecek yolda küçük bir
dere vardır. Çocuklar kendi başına
gidip gelemezler. Duyşen taşlardan
yol yapmaya çalışır. Fakat başarısız
olur. Bunun üzerine buz kesmiş havada çocukları sırtına alarak geçirir.
Kendisi donma pahasına yapar bunu.
Köylü Duyşen'le dalga geçmeye de
devam eder. Fakat Duyşen aldırış et-
60 | TAVIR | EKİM-KAsIM 2013
60-61 ilkogretmen_29-30 ellerimi tut 10/31/13 4:42 PM Page 61
mez. Hedefe kilitlenmiştir. Çocukları
eğitmelidir.
Duyşen sosyalizme ve onun önderi Lenin'e bağlıdır. Onlar için her türlü fedakarlıktan kaçınmaz. Bu bilinçle devrimin ona verdiği görevi yerine getirmek için her türlü zorluk ve olanaksızlığa rağmen yakınmadan çalışmaya
devam eder.
Duyşen olumlu yanlarının yanında
olumsuz yanları da vardır. Fedakar, ısrarcı, kararlı kişiliğinin yanında en
belirgin özelliği sekter yanlarıdır. Çocuklara karşı aşırıya kaçan davranışlar
sergiler. Örneğin bir derste ölüm üzerine konuşulurken çocuklardan biri
"Lenin de ölür mü?" diye sorduğunda
çocuğa "Dünya sermayesinin oyununa gelmeyin." diyerek tokat atar. Bunun üzerine çocuklar ağlayarak okuldan kaçarlar. Sonra kendisi de yaptığı hatanın farkına varır. Fakat bu tarz,
değiştirilmesi gereken bir tarzdır. Çocukları eğitirken kendini de eğitmek
zorundadır.
mış olduğunu görür. Bunun üzerine öfkelenerek köyün tek ağacı olan kavak
ağacını keser. O köyde tek ağaç olması nedeniyle kutsaldır o ağaç köylü
için. Yıllarca dokunulmamıştır bu yüzden. Orada geri adım atmayacağını
yeniden ilan eder Duyşen. bu sahne
aynı zamanda filmin sonudur.
Filmin bize öğrettiklerini şöyle sıralayabiliriz:
1)Her türlü zorluğa ve olanaksızlığa rağmen Duyşen ısrarla kararlılıkla sosyalizmi o köye taşımanın mücadelesini verir. Tek başınadır. Bölgeyi tanımamaktadır. Yılgınlığa kapılmaz. Hedefe kilitlenir ve çalışmaya başlar. Bir devrimcide olması gereken en temel özelliklerden birini taşır.
2)Duyşen eğitime ve değiştirmeye kilitlenmiştir. Aldığı sorumluluğun ağırlığının bilincindedir. Bu kararlılık karşı-
sında hiçbir güç duramaz. Tüm olumsuzluklara, olanaksızlıklara rağmen
eğitimdeki ısrarı devrime olan inanç
ve bağlılığın göstergesidir.
3)Devrimi cüretle sahiplenmiştir Duyşen. Cüret tek başına göğüs göğüse
çarpışmakla açığa çıkan bir şey değildir. Yaşamın her anında cüretli olmak zorunda olduğumuzu öğretiyor
bize.
4) Olumlulukları yanında olumsuzlukları da vardır Duyşen'in. Eğitim tarzı
eleştirilebilir. Devrimcilerin çocuklara yaklaşımı sevgiye dayanır. Eğitimin
temeli sabır, sevgi ve emeğe dayanır.
Tokat atma vb yaklaşımlar bizim eğitim anlayışımızın dışındadır. Bu yanıyla eğitirken bir yandan da kendini
eğitmelidir Duyşen. Bu bizim için de
böyledir. Öğretirken öğrenen olmalıyız. q
Köy feodal ilişkilerin egemen olduğu
bir köy demiştik. O bölgenin ağası beğendiği kızı alma özgürlüğüne sahip. Tabi bunu bedava yapmıyor. Ağa
bir gün köye geldiğinde Altınay'ı görür. Sonra ailesinden ister. Ailesi de kabul eder. Ağa ve adamları okulu basıp Altınay'ı alırlar. Duyşen karşı koyar
fakat başarılı olamaz. Duyşen bu duruma sessiz kalmaz Ağa'yı bulup tutuklatır. Altınay'ı alıp köye getirir. Fakat bu duruma Altınay'ın ailesi ve
köylü memnun değildir. Altınay'ı lekelenmiş olarak görürler bu yüzden de
köyde istemezler. Duyşen Altınay'ın
köyde yaşayamayacağını anlayınca
alıp eğitilmek üzere şehire gönderir.
Köye geri döndüğünde okulun yakıl-
EKİM-KAsIM 2013 | TAVIR | 61
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:17 PM Page 62
haberler
haberler
“Sanat“ Meclisi 1. Sanat Buluşması” Gerçekleşti
Sanat Meclisi'nin 1. Sanat Buluşması, 'Her yer Taksim,
Her Yer Direniş' temasıyla 26-27 Ekim'de Gazi Mahallesi'ndeki Büyük Gazi Park'ında gerçekleşti. Festival
gün boyu sanat meclisinin sahneleri ve meydanları
hazırlamasıyla başladı.1. Gün sergiler ve sahnelerin kurulumları yapılarak açılışları gerçekleştirildi. Gün
boyunca her disiplin kendi alanındaki alanları kurarak
açılışlarını tamamladı. Red Fotoğraf Kulübü, Nar Fotoğraf Kulübü, Galata Fotoğrafhanesi ve FOSEM'e ait
Gezi Direnişi fotoğraflarından oluşan fotoğraf sergileri
açıldı. Grafiti sanatçısı Gölge sabah saatlerinde başladığı
çalışmasını gün boyu devam ederek tamamladı.Taksim Ayaklanmas’ında hayatını kaybedenlerin isimlerinin verildiği alanlardan Ali İsmail Korkmaz Müzik
Meydanı'nda birinci gün sıra gecesi ekibi sahne aldı.
Sıra ekibi bir yanda türküler söylerken bir yanda çiğ
köfte yoğurdu. Performans boyunca yoğurulan çiğköfte
izleyicilere dağıtıldı.
İrfan Tuna Fotoğrat Sergisi farklı meydanlara geçerken
izleyicileri Gezi'nin karelerinde ağırladı. Berkin Elvan
Karikatür Sergisi'nde ise Gezi sürecindeki halkın
yaratıcı mizah örnekleri sergilendi.
Ethem Sarısülük Tiyaro Meydanında Mehmet Esatoğlu
ve İdil Tiyatro Atölyesi yönetiminde Forum Tiyatro sahnelendi. Forum tiyatroda gençlerin nasıl politikleştiği
işlendi ve tiyatroya, orada bulunan izleyiciler de
katılarak rol aldı. Akşam saatlerinde kurulan halk
sofrasında katılımcılarla birlikte yemekler yenildi.
Medeni Yıldırım Resim ve Heykel Sergisi'nde sergilenen heykeller ve tablolar büyük ilgi gördü.
İkinci gün öğle saatlerinden itibaren Gazi Parkı'na binlerce insan geldi. Parkın her noktasında farklı bir performans, her güzergahta sergiler ziyaretçilere açıldı.
Ethem Sarısülük Tiyatro Meydanı'nda Tiyatro Simurg,
Ortadirek Tiyatro, Tiyatro Pencere, Oynayan İnsan Tiyatrosu, İdil Tiyatro Atölyesi ve Ali Yıldırım seyircilerin
yoğun ilgi gösterdiği alanda oyunlarını sergiledi.
Mehmet Ayvalıtaş Dans Meydanı'nda ise gün boyu halk
dansları, modern danslar, sokak dansları, tango, pandomimler, hiphop toplulukları gösterilerini ve duran
adam Erdem Gündüz performanslarını sergiledi.
Abdullah Cömert Sinema Çadırı'nda, Taksim ve Gezi
Ayaklanması konulu kısa film, belgeseller, video kurgular ve Gezi Ayaklanması için yapılan müzik klipleri
gösterildi.
62 | TAVIR | ekIm-kAsım 2013
Ali İsmail Korkmaz Müzik Meydanı’nda gün boyu
Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Mehmet
Akbaş,Tarık Aslan, Koray Tarhan, Erbane Ekibi, Kara
Güneş, Selçuk Balcı, Hakan Yeşilyurt, Erdal Bayrakoğlu,
Niyazi Koyuncu, Yasemin Göksu, Burhan Berken, Nejat Yavaşoğlu, Kırmızı Nazmi Akyıldız ve Fuat Saka müzik
dinletileri verdi.
Ahmet Atakan Şiir ve Edebiyat Meydanı Şairler
Kıraathanesi'nde ise Barış Atay, Bülent Emrah Parlak,
Zeynep Köylü, İbrahim Karaca, Ali Özgür Özkara,
Cenk Gündoğan, Metin Kaygalak, Semir Aslanyürek şiirler okudu ve izleyicilerle söyleşiler gerçekleştirdi.
Gün ışığının kararmasıyla birlikte parkın farklı noktalarındaki performanslar sonlandı ve saat 19.00'da
ana sahnede etkinlikler başladı. Sanat Meclisi adına
yapılan açılış konuşmasının ardından Hakan Yeşilyurt,
Barış Atay, Nejat Yavaşoğulları, Ezel Akay, Teneke
Trampet, Fuat Saka, Bülent Emrah Parlak, Hüseyin Turan, Tiyatro Simurg, Niyazi Koyuncu, Tolga Sağ, Muharrem Temiz, Yılmaz Çelik, Zuhal Olcay, Erdal Bayrakoğlu,
İdil Tiyatro Atölyesi, Halk Dansları, Adile Yadırgı, Aynur
Doğan, Can Dündar, İbrahim Karaca ve Grup Yorum
sahne aldı.
Buluşmaya Taksim Ayaklanması'nda hayatını kaybedenlerden Ali İsmail Korkmaz'ın, Ahmet Atakan'ın ve
Mehmet Ayvalıtaş'ın aileleri de katıldı. Konuşma yapmak üzere sahneye çıktıklarında binlerce kişiden "Her
Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganları duyuldu. Evlatlarının onurlu mücadelelerini anlatan aileler ve
sanatçılar 28 Ekim'de Ankara'da gerçekleşecek olan
Ethem Sarısülük'ün mahkemesine çağrıyla 1. Sanat Buluşması'nı sonlandırdı.
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:18 PM Page 63
GRUP YORUM GÜNCE
w30 Ağustos
w5 Ekim
Viyana’da Kömünist Partisi’nin düzenlediği festivalde bin- Ankara Kent Koop. Pazar Alanı’nda 30 bin kişinin katılılerce kişiye seslendi.
mıyla Anadolu Halk Konseri’ni gerçekleştirdi.
w1 Eylül
w6 Ekim
Viyana’da Yusuf Taş ve Özgür Aslan’ın açlık grevi yaptı- Kamu Emekçileri Cephesi’nin tutsak memurlarla dayağı hapishane önünde Avusturya Sol’u ve dinleyicileriy- nışmak için Bostancı Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirle birlikte türkülerini seslendirdi.
diği geceye katılarak türkülerini seslendirdi.
w15 Eylül
w17 Ekim
Forumların ortak düzenlediği Eylül’de Gel Festivali’nde Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda düzenlenen DEVKadıköy’de binlerce kişiye seslendi.
GENÇ Şöleni’ne katılarak türkülerini söyledi.
w15 Eylül
w26 Ekim
Geleneksel Armutlu Güz Şenliği’nde, binlerce kişiyle tür- Avusturya Linz şehrinde bin kişiyle türkülerini seslendirkülerini söyledi.
di.
w20 Eylül
w27 Ekim
Ruhi Su’nun mezarı başında düzenlenen anma etkinli- Gazi Mah. Büyük Gazi Parkı’nda gerçekleşen 1. Sanat Buğine katılarak Bize Ölüm Yok marşını seslendirdi.
luşması’nda sahne alarak on binlerce kişiyle türkülerini
seslendirdi. q
Grup Yorum Ankara’da 30 Bin Kişiyle
Anadolu Halk Konseri’ni Gerçekleştirdi
ca Eskişehir, Kütahya, Afyon, Konya, Çorum'da kurulan
komitelerle de yapıldı.
Saat 16.00’da başlayan konserde Grup Yorum üyeleri
türkülerini, marşlarını mücadele içerisinde şehit düşenlere adayarak söyledi. Ayrıca, Neşet Ertaş’tan Neredesin
Sen’i de seslendirdi. Konserde konuk olarak yerini alan
Selçuk Balcı ise kemençesi ile Karadeniz ezgilerini
alana taşıdı. Kemençe ile söylediği şarkıyı Ferit'e
söylediğini belirterek sahneden ayrıldı. Halaylar çek“Ekmek, Adalet ve Özgürlük için” şiarıyla ilk kez düzen- ilirken alanda büyük bir coşku vardı. Alanın dört bir
lenen Anadolu Halk Konseri, 5 Ekim'de Ankara'da yanında Hasan Ferit’i, Muharrem’i, Ethem’i, tüm devrim
gerçekleştirildi.Batıkent Kent Koop Halk Pazarı’nda şehitlerini selamlayan parnkartlar asılıydı.
yapılan konserin hazırlıkları günler öncesinden
başlamıştı. Konser, hazirandaki halk ayaklanmasından Otuz bin kişinin katıldığı konser soğuğa ve faşizmin her
sonra, şehitler veren Anadolu için özel bir anlama türlü engellemesine rağmen seneye tekrar gerçekleştirsahipti. Komiteler kuruldu ve herkes bu özel konser için menin sözüyle son buldu.
çalışmaya başladı. Konserin çalışması Ankara'da, ayrı-
ekIm-kAsım 2013 | TAVIR | 63
62-64 haber yorum_29-30 ellerimi tut 11/4/13 1:18 PM Page 64
haberler
haberler
kısa... kısa... kısa... kısa.. kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa... kısa...kısa...
wBahar Kurt Tahliye Edildi
Dergimiz sahibi Bahar Kurt devrimci İbrahim
Çuhadar’ın cenazesini alabilmek için gerçekleştirilen basın açıklamasına katılmış ve gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Bahar Kurt, ikinci kez görülen mahkemede tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Aynı davadan ev hapsi cezası yurt dışı yasağı bulunan Grup Yorum
elemanları Selma Altın ve Dilan Balcı’nın ev
hapsi kaldırıldı fakat yurtdışı çıkış yasakları devam ediyor.
wTuncel Kurtiz Vefat Etti
Tiyatro ve sinema sanatçısı Tuncel Kurtiz 27 Eylül günü sabah saatlerinde evinde fenalaşarak
vefat etti. 77 yaşındaki Tuncel Kurtiz daima halkın içinde ve devrimcilerin yanındaydı.
wAyfer Rüzgar Tahliye Edilmedi
Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar devrimci Nebiha Aracı’yı sahiplenmek için gerçekleştirilen
basın açıklamasına katılmış buradan gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Ayfer Rüzgar 10
Eylül’de görülen mahkemece tahliye edilmedi. Bir sonraki mahkeme ocak ayında gerçekleşecek.
wGamze Keşkek Tahliye Edilmedi
İdil Tiyatro Atölyesi oyuncusu Gamze Keşkek,
ocak ayında İdil Kültür Merkezi’ne gerçekleştirilen baskında gözaltına alınarak tutuklanmıştı. Gamze Keşkek 10 Ekim’de görülen ilk mahkemede devrimci sanatı savunan bir savunma
gerçekleştirdi. Gamze Keşkek’in mahkemesi 25
Şubat 2013 tarihine ertelendi.
wGrup Yorum Ruhi Su Anmasına Katıldı
Grup Yorum elemanları 20 Eylül 1980’de vefat
eden devrimci sanatçı Ruhi Su’nun mezarı
başında gerçekleştirilen anmaya katıldı. Anmada Bize Ölüm Yok marşını söyleyen Grup Yorum
elemanları Ruhi Su’nun kendilerine yol göste-
64 | TAVIR | ekİm-kAsım 2013
ren bir öğretmen olduğunu ve onu yaşatmak, yeni nesle aktarmak için onun türkülerinden oluşan bir albüm çalışması olduklarını ifade etti.
wKazova Direnişi Defilesi Gerçekleşti
Haklarını alabilmek için işten atıldıkları fabrikayı işgal edip üretime geçen Kazova işçileri
direnişleriyle ürettikleri kazakları sergiledikleri bir defile gerçekleştirdi. Bu defilede ürettikleri kazakları Pelin Batu, Nilüfer Açıkalın, Mehmet Esatoğlu, Hakan Yeşilyurt, İlkay Akkaya,
Gülay, Cengiz Bozkurt, Serhat Tutumluer, Selçuk Balcı, Ötekiler Müzik Topluluğu, Güler
İnce, Burcu Demir, Merve Tuba Taruk, Ezgi Kaya
sergiledi. Defilede ayrıca Grup Yorum, Gülay,
Hakan Yeşilyurt, İlkay Akkaya ve Bandista
sahne aldı.
wKazova Direnişi Direniş Günleri Film
Festivali 1-2-3 Kasım’da
Kazova Direnişi Kültür Sanat Komitesi, Türkiye’den ve Dünya’dan işçi direnişlerini anlatan
filmleri Direniş Günleri adıyla gerçekleştirecekleri film festivali’nde izleyenlerle buluşturacak.
Ayrıca yönetmenlerle de söyleşilerin gerçekleşeceği festival, işçilerin direnişte olduğu
Kazova Tekstil Fabrikası’nda yapılacak.
wGenco Erkal, Ferhan Şensoy ve Levent
Kırca’ya Gezi Cezası
Kültür ve Turizm bakanlığı tarafından her yıl
özel tiyatrolara yapılan ödenek yardımlarında
bu yıl bakanlık yetkilileri destek kurulu jürisine bir liste göndererek bu listedeki Genco Erkal, Ferhan Şensoy, Levent Kırca gibi isimlerin
Gezi eylemlerine destek verdiği ve AKP karşıtı ifadeler kullandığı bu sebepten bu tiyatrolara yardım yapılırsa AKP tabanına bu durumu
açıklayamayacaklarını söyledi. Tartışmalar sonucunda “tam uzlaşma sağlayamayan” jüri
üyelerinden bazılarının bu yılki destek yardım-
larını “şerhli” imzaladığı ve tiyatro destek yardımları için kurul kararının Bakan Ömer Çelik’in
onayına sunulduğu kaydedildi.
wTiyatro Yönetmeni Haşmet Zeybek Vefat
Etti
Tiyatro yönetmeni Haşmet Zeybek Osmanbey'deki evinden gazete almak için çıkdı ve dönüşte eve girdiğinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Ocak ayında Şehir Tiyatroları’ndan
emekli olan Haşmet Zeybek Irgat adlı oyunuyla ve tiyatroya önemli katkılarıyla belleklerde
yerini almıştı.
wAltın Portakal’da da Her Yer Taksim Her Yer
Direniş
50. Altın Portakal Film Festivali’nde bu yıl açılıştan itibaren salonda Her Yer Taksim Her Yer
Direniş sloganları duyuldu. Ayrıca ödül alan
film ekipleri yaptıkları konuşmalarla ödülleri
Gezi şehitlerine adadı.
wDev-Genç 44. Yıl Etkinliği Yasaklandı
Çalışmaları aylar öncesinden başlayan şenlik
Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’nün sözleşmeyi tek
taraflı fesh etmesiyle yasaklandı. Durumu protesto etmek için Harbiye Açıkhava Tiyatrosu
önünde toplanan kitleye polis saldırdı. Grup Yorum ise aynı gün 20.00’de Galatasaray Lisesi
önünde durumu teşhir etti ve bir konser verdi. Dev-Genç şenliği ise 17 Ekim’de binlerce kişinin katılımıyla Okmeydanı Sibel Yalçın Parkı’nda gerçekleşti.
widil Kültür Merkezi’nde Kurs Kayıtları
Devam Ediyor
İdil Kültür Merkezi’nde yeni dönem, bağlama,
gitar, yan flüt, halk oyunları, keman, tiyatro, fotoğraf ve sinema atölyesi, İdil çocuk korosu ve
Grup Yorum Korosu kurs kayıtları devam ediyor. Bilgi için: 0 212 238 81 46 q

Benzer belgeler

İndirmek İçin Tıklayınız.

İndirmek İçin Tıklayınız. 02 icindekiler_29-30 ellerimi tut 11/3/13 8:38 PM Page 30

Detaylı