İndir - Diyarbakır Kitapları

Transkript

İndir - Diyarbakır Kitapları
DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT
DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat
Tür
Araştırma
Sayfa Tasarımı
Ensari Özdoğan
Birinci Baskı
Temmuz 2014 (e-kitap)
Bu kitabın her türlü yayın hakkı Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat’a aittir. Tanıtım amacıyla yapılacak
kısa alıntılar dışında yazarın yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
ISBN: 978-605-85033-4-2
e-mail:[email protected]
DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
PROF. DR. YUSUF KENAN HASPOLAT
Yusuf Kenan Haspolat • 1954 yılında Diyarbakırda doğmuştur. Çocuk Hastalıkları, Çocuk Acil, Gelişimsel Pediatri ve Endokrin dallarında profesör olan yazar halen Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesinde
Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk babasıdır.
Yayınlanmış Eserleri
Bedüzzaman ve Diyarbakır
Dicle İlçesi
Diyarbakır Ekonomi Tarihi 1
Diyarbakır Ekonomi Tarihi 2
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 1
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 2
Diyarbakır Sosyokültürel Tarihi 3
Diyarbakır Yeraltı Kaynakları
Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 1
Diyarbakır Yerüstü Kaynakları 2
Diyarbakır'da Çevre ve Doğa (Sempozyum)
Diyarbakır'da Doğal Hayat, Su, İklim, Enerji, Maden
Eğil ve Turizm
Ergani İlçesi ve Turizm
Gül Şehri - Diyarbakır Sempozyumu
Hani İlçesi
Her Yönüyle Diyarbakır İlçeleri
Karacadağ
Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır
Peygamberler, Sahabeler ve Evliyalar Kenti Diyarbakır (4. Baskı)
Sema (Şiir)
Tabiattan Fısıltılar (Şiir)
Tarih - Kültür - İnanç Kenti Diyarbakır
Tüm Yönleriyle Çermik İlçesi ve Turizm
Ümit (Şiir)
Tüm Yönleriyle Diyarbakır Kulp İlçesi Ve Turizm
Tüm Yönleriyle Çüngüş İlçesi Ve Turizm
Diyarbakır Kalesi
Diyarbakır İlçe Kaleleri
Diyarbakır’ın Tarihi Evleri
Diyarbakır İlçe Evleri, Köşkler, Saraylar, Küçeler
İçindekiler
1-Diyarbakır Evleri
2- Evlerde Taş İşçiliği Ve Süsleme
3- Diyarbakır Evlerinde Dam
4- İnanç Ve Diyarbakır Evleri
5- Cumhuriyetin İlk Yıllarından Günümüze Diyarbakır
Evlerinin Serencamı
6-Kaynaklar
Sayfa No.
7
179
261
275
305
350
1.BÖLÜM
DİYARBAKIR EVLERİ
DİYARBAKIR EVLERİ
Tarihsel Süreçte Diyarbakır Kentinin Mekânsal Oluşumu
Diyarbakır, insanlık ve uygarlık tarihinin yeşerdiği üç bölgeden biri olan, Eski Yunanca iki nehir arasında kalan yer anlamına gelen “Mezopotamya” yani Fırat ve Dicle
arasındaki bölgenin kuzeyinde; insanlığın ilk kez yerleşik düzene geçtiği daha sonra tarımı ve hayvancılığı öğrendiği bölge olan verimli hilal (fertility
crescent) bölgesinde yer almaktadır. Neolitik Döneme (MÖ 8000–5500), insanlığın
yerleşik yaşama geçtiği döneme ait yani günümüzden 10 000 veya 8 000 yıl öncesine tarihlenen çok önemli dört yerleşme Hallam Çemi, Çayönü, Demirci Höyük ve Kortik
Tepe Diyarbakır ilinde bulunmaktadır. Bu yerleşim yerleri sadece Anadolu veya Mezopotamya için değil tüm dünya uygarlık tarihinde büyük öneme sahiptirler. Diyarbakırİçkale’de yer alan höyüğün ilk yerleşim yeri olduğu düşünülmektedir. İçkale’de askeri
bölgede yer alan höyüğün henüz kazılmamış olması nedeniyle kentin tarih öncesine, ait
bilgiler çok azdır. Diyarbakır kentinin yerleşik dokusunun biçimlenişi Geç Roma Dönemi’nde olmuştur. Romalılar 4.yy.’ın ortasında kenti Roma Mezopotamyası’nın başkenti
yapmış, kent idari ve ticari faaliyetlerle büyümüş, MS. 330 yılında doğu surları yapılmış
ve bugünkü biçimini almıştır.(26)
Doğu ile baüyı birleştiren bir noktada, Dicle vadisine hakim bir tepe üzerinde inşa
edilmiş Diyarbakır şehri, kara iklimine sahip olmasına rağmen, stretejik bir merkez ve
bunun yanı sıra önemli bir ticaret şehriydi. Oldukça verimli topraklara sahip olan şehir,
aynı zamanda çevresini bir set halinde kuşatan surlar vasıtasıyla gayet iyi korunuyordu.
Diyarbakır şehrini bir baştan bir başa çevreleyen surlar, şehre oldukça değişik ve
olağanüstü bir çehre veriyordu. Bu durumu, Diyarbakır şehrini geçmiş dönem lerde ziyaret eden seyyahların eserlerinden de tespit etmek mümkündür.
DİYARBAKIR EVLERİ 9
1930 Yılında Diyarbakır Suriçi(26)
1932 yılı kent planı(A.Gabriel)
10 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Geçmiş dönemlerde Diyarbakır şehrine uzaktan yaklaşan birinin ilk gördüğı şey,
Diyarbakır surları idi. Dolayısıyla, şehri ziyaret eden seyyahlar, Diyarbakır hakkında verdikleri bilgilere, burayı anlatarak başlamışlardır. “ Kent yekpare bir kc yatığın üzerine
kurulmuştur. Çevresinde karataştan bir kale duvarı yapılmıştır. Amid şehr, nin kalesine benzer
bir kale ne gördüm, ne de başka bir yerde bunun gibi gördüm, diyen duydum diyen Nâsır-ı
Hüsrev’in (1046) yanı sıra, M.D. Aramon (1555) “... Diyarbekir kalesi taştan yapılmış,
sağlam ve güzel bir yapıdır.... * derken, Evliya Çeleb 1654-1655’te (H. 1605) Diyarbakır
Kalesi’nin özellikleri hakkında değerli bilgiler verir. Bunlara ilâve olarak Diyarbakır şehrini
ziyaret eden Polonyalı Simeoı (1612), Jean Baptiste Tavernier (1630) Carsten Niebuhr
(Mayıs 1766, Inciciyan (1804), Helmut Von Moltke (12 Nisan 1838), Xavier Hommaire
(1847) v1 Heinrich Petermann (1853), Diyarbakır Kalesi başta olmak üzere, diğer konularda da oldukça kıymetli bilgiler vermektedirler. Ancak bu seyyahla içerisinde William
Heude (1817) ve J.S. Buckingam’ın (1815) vermiş olduklar bilgiler, ayrı bir önem taşır. W.
Heude, (1817) “Doğuda pek az yer bir Avrupalı gezgin bundan daha yeni ve ilginç bir
görünüm sunar... derken, Buckingham “... Diyarh kir, etrafı surlarla çevrilmiş ve hakim bir
tepe üzerine oturmuş, camileri ve minareleri ile ihtisamlı bir görüntü veren mevki itibarı ile
güçlü bir şekilde müdafa edildiği belli olan bir şehirdir.[Amid’in üzerine yerleştiği alan her
tarafı ile verimli ve üretkendir. Dicle’den geçerken, ka sabanın üzerine oturduğu tepenin
eteğinde zirâi bir refah ve dahilî bir uygunluk görülür. Diyarbakır şehrinin bütünü bazalt
bir kaya üzerine kurulmuş olup, kasaba daire şeklinde su tarla çevrilmiştir....”şeklinde verdiği
bilgilerin, kalenin yanı sıra şehrin bütün öze İlklerini de yansıttığı görülür(109)
1515 yılında kent nüfusunun 50 000 olduğu, Diyarbakır’ın Osmanlı İmparatorluğu’na katılmasından sonra ticaretin gelişmesi ile nüfusun 100.000’e yaklaştığı belirtilmektedir. Evliya Çelebi seyahatnamesinde 17. yüzyılın görkemli ve zengin Diyarbakır’ını
anlatmaktadır. 18. yüzyıldan sonra salgın hastalıklar ve göçler nedeni ile kent nüfusu
önemli ölçüde azalmış 1870 yılında nüfus 21.372 kişiye inmiştir. 1875 tarihli DiyarBekir-Salnamesi’nde kent nüfusu 12.051 olarak belirtilmiştir.1863’de eyalet sisteminden
il sistemine geçilmesi, Diyarbakır’ın yönetsel ve ekonomik kontrol alanını daralmış olması da kentin sosyo-ekonomik gerilemesinde önemli bir etkendir. Sur içinde yapılan
imar faaliyetleri 1916 yılında Dörtyol-Saray Kapısı arasındaki yolun açılması ile surların
bir kısmının yıkılarak Dörtyol-Dağkapı caddesi ile Dörtyol-Urfakapı arasındaki caddenin açılmasıdır. Geleneksel ticaret aksı bu yeni caddelere kaymıştır. Diyarbakır kentinin
mekânsal gelişimi ve dönüşümü 19. yüzyıla kadar sur içinde olmuştur. Tanzimat sonrasında 1868–1875 yılları arasında sur dışında, Seyran Tepe’de hastane, kışla, cami ve Mülkiye Dairesi yaptırılmıştır.(26)
DİYARBAKIR EVLERİ 11
Sosyal ve Demografik Yapı
Diyarbakır, bulunduğu konum ve coğrafya nedeniyle, neolitik dönemden (Çayönü
höyüğü) günümüze birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde kent, bu medeniyetlerin sosyal, demografik ve kültür katmanlarından oluşmaktadır. Kent yüzyıllar
boyunca birçok unsuru bünyesinde taşımıştır. Diyarbakır’ın Müslümanların eline geçmesi ile Hıristiyan, Musevi ve Müslümanlar kısa bir süre öncesine kadar birlikte yaşamışlardır. Ancak birçok sosyolojik nedenden dolayı bugün gayrimüslimlerden çok az
bir grup kentte yaşamaktadır. Diyarbakır bir ortaçağ kale kentidir. Kentin kalesi, Dicle
vadisinden yaklaşık 100 metre kadar yüksekte geniş bir düzlük üzerine kurulmuş iç ve
dış kale diye iki bölümden oluşmaktadır. 1940’lı yıllara kadar yaklaşık 40.000 civarındaki
kent halkı surların çevirdiği bu kalede yaşamaktaydı. Sur dışına ilk çıkış 1869–1875 yılları arasında Vali Kurt İsmail Paşa döneminde kolorduya ait kışla, hastane, cami ve servis
binalarından oluşan yapı topluluğunun sur dışına yerleştirilmesi ile başlamıştır. Sivil halktan sur dışına ilk çıkışlar esnaf ve tüccar gruplarıyla 1950 yıllarında olmuştur. )Kırsaldan
kente olan göçler kent nüfusunu hızlı bir şekilde artırmıştır. Kentin yeni iş olanakları
sağlaması ve cazibesinin yanında son dönemlerde yaşanan sosyal olaylardan kaynaklanan
zorunlu göçler kent nüfusunu artıran başlıca etkenlerdir. 1990 yılında kent merkezinin
nüfusu 595.440 iken
Gayrimüslimler ve Diyarbakır
Osmanlı İmparatorluğu’nun dayandığı temel unsur Türkler olmakla beraber diğer
din ve milletlere mensup halklarda devlet içinde yaşamaktaydılar. Ancak, bu grupların
yaşadığı kentlerin sayısı çok azdır. 19. yüzyılda Diyarbakır’a bakıldığında bu dini ve etnik
grupların yaşadığı görülmektedir. Kentin mahallelerinin bir bölümünü bu gayrimüslim
halktan oluşmaktadır. Bu gruplar aynı, farklı ve karışık mahallelerde yaşamışlardır. Diyarbakır’da 65 adet Müslüman, 13 adet Müslüman olmayan ve 42 adet karışık mahallelerden meydana gelmektedir. Gayrimüslimlerin XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda yaşadıkları
13 adet mahalle adları aşağıda belirtilmiştir. (Yılmazçelik, 1995)
Hace Maksud Meryem-i Sağir
Mar-Habib Köprüyan
Küçük Kinisa Sarraf İskender
Meryemun Meryemi-Kebir
Bekçiyan Yahudiyan
12 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Şemsiyan Molla Hennan
Rumiyan
Bu mahallelerde yaşayan Müslüman olmayan halk, Hıristiyan (Ortodoks, Katolik,
Protestan, Süryani, Nasturi ve Keldani) ve Musevi dinlerine inanmaktaydılar. Aynı zamanda bu halk Ermeni, Rum ve Yahudi milletlerinden oluşmaktadır. (Yılmazçelik,
1995) Ancak, Diyarbakır’da büyük bir çoğunlukla Müslümanlar yaşamaktaydı. 19 yüzyılın ikinci yarısında kentin nüfusu 312444’tür. Nüfusun, 240574’ünü Müslüman,
45291’ini Ermeni, 1437’sini Rum, 6332’sini Katolik, 13649’unu Süryani, 3975’ini Protestan, 1170’ini Yahudi ve 16’sıda Latin halklardan oluşmaktadır. (Yılmazçelik, 1995)
Kent nüfusunda çeşitli dönemlerde değişmeler yaşanmıştır. Nüfustaki bu değişimlerin
nedeni, salgın hastalıklar, kıtlık ve sosyal olaylardır. Günümüzde ise gayrimüslimlerin
sayısı yok denecek kadar azdır. Sosyal olaylar ve kentleşme hareketleri bu sayının azalmasına neden olmuştur. Diyarbakır’da tarım ve dokumacılık en önemli üretim sektörlerinin başında gelmekteydi. Osmanlıların fethinden sonra kentte darphane, kirişhane,
macunhane, boyahane, tabakhane, başhane ve şemihane gibi tesisler kurmuşlardır. Yörede üretilen pamuğun daha sonra iplik ve kumaş olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı
olarak iplik boyama sektöründe oluşumu ile dokumacılık alanında büyük gelişmeler kaydetmiştir. (Yılmazçelik, 1995). Tanzimat sonrası Diyarbakır merkezde ciddi bir sanayi
üretimi yapılmaktaydı. Üretilen malların kenti içi tüketim fazlası olan % 40–60 oranlardaki ürünler dış ülkelere ihraç edilmekteydi. Bunlar, dokuma, işlenmiş deri ile madenler, kuyumculuk ürünleri ve işlemeli kumaşlardan oluşan mallardır. Dış satım işlerini
daha çok Ermeni ve Süryanilerin elindeydi.
Ayrıca kentte 1971 tarihli Diyarbekir Vilayet Salnamesinde, üç Ermeni, bir Protestan,
bir Rum Katolik, bir Keldani, Süryani ve Yahudilere ait toplam dokuz adet gayrimüslim
okulu vardı. (27)
Cumhuriyet Sonrası Diyarbakır Kentinin Gelişimi: Cumhuriyet döneminde 1935
yılında yapılan ilk nüfus sayımında Diyarbakır Kenti’nin nüfusu 34.642 kişidir. Diyarbakır Kenti 1936’lardan sonra sur dışına çıkmaya başlamış öncelikle Yenişehir bölgesi
gelişmeye başlamış ve bunu Kooperatif ve Şehitlik mahalleri izlemiştir. Cumhuriyet döneminde 1928–1945 yılları arasında, tekrar Sur dışında gelişme başlamıştır. 1930 yılında
Belediyeler yasasının çıkması ile tüm Türkiye’de olduğu gibi Diyarbakır’da da imar faaliyetleri başlamış, bu dönemde Yenişehir Bölgesi planlı olarak gelişme göstermiştir.
DİYARBAKIR EVLERİ 13
1960’lı yıllara kadar Kentin, Sur dışında özellikle Yenişehir ve Kooperatif mahallerinde planlı gelişmesini sürdürdüğü bilinmektedir. 1930’larda ülkemizdeki şehircilik
yaklaşımının, planlı bahçeli yeni kent oluşturmaya yönelik modernist anlayışının bu dönemde Diyarbakır’da da yansımaları görülmektedir. Ancak 1950’lerde başlayan ve
1960’lardan sonra belirgin olarak ortaya çıkan kırsal göç ve nüfus artışının benzer kentlerde görülen etkileri Diyarbakır’da da yaşanmıştır. Bunun en belirgin örneği, 1960’lı
yıllarda, Diyarbakır kentinin çevresinde yer alan Bağlar 1984 ve 1994 planlarının öngördüğü gelişme alanlarından planlı olarak gelen bölgeler vardır. Bunlar, Bağlar Bölgesi’nde Huzurevleri’nde, Diclekent çevresinde yoğunlaşmıştır. 1990 sonrası Şilbe
Bölgesi’nde başlatılan toplu konut yapılaşması etaplar halinde sürmekte olup, toplu ve
planlı gelişme örneğidir(26)
Geleneksel evler; kare, dikdörtgen veya yamuk planlı bir avlunun etrafına birimlerin
sıralanmasıyla oluşmuştur. Büyük ve zengin ailelerin evleri harem ve selamlıklıdır. Her
iki kısmın yazlık ve kışlık odaları ayrı ayrı düzenlenmiştir. Evlerin zemin katında havuzlu
eyvanlar, odalar ve servis mekanları(tuvalet, banyo, mutfak, ahır), birinci katta ise odalar,
gezemek, eyvan ve tuvalet yer alır. Bodrum ise kiler ve odunluk olarak kullanılmaktadır.
Evin büyüklüğüne ve ev sahibinin zenginliğine göre oda sayısı değişmektedir. Evlerin iç
ve dış cepheleri farklı özellikler gösterir. İçe dönük avlu cepheleri, çok zengin bir mimariye
sahiptir. Avlu cephelerinde beyaz derzler, süslemeler, kalker taşları, kapılar, değişik formlardaki pencereler, parmaklıklar, farklı eyvan ve pencere kemerleri kullanılmıştır. Sokak
cepheleri, iç cephe mimarisine göre oldukça sadedir. Genellikle yüksek sağır duvarlar şeklindeki dış cephede mimari elemanlar, saçaklı basit bir giriş kapısı, tepe pencereleri ve
cumbadan oluşmaktadır. Ana yapım malzemesi işlenmesi zor olan bazalt taşıdır (50)
1608 1619 yıllarında seyyah Polonyalı Simeon un Diyarbakır evleri hakkında
görüşü
Evlerin dış manzarası çirkin ve kirli ise de, içeri girdikten sonra bir daha dışarı çıkmak istemezsiniz. Bunlar Halep evleri gibi zarif, nakışlı tavanlı ve köşklü evlerdir(98
DİYARBAKIR GELENEKSEL EVLERİ
Sur içindeki Diyarbakır, ilk elden yoğun ve sıkışık yapısıyla dikkat çeker. Bu yoğunluk
bir yönüyle Doğu Karekterli organik yapılaşmayı, bir yönüyle de Roma döneminden bu
yana Sur içinde sıkışmış bir kenti ifade eder. Roma döneminde kalan ve günümüzde de
14 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
yer yer hala kullanılan kanalizasyon ağı, mimarisi dokunun eskiden de sıkışık olduğunu
gösterir. Sokaklar ve evler kaçınılmaz olarak bu sıkışık dokudan payını alır. Evler genel
olarak düzensiz bir geometri ile birbirinden ayrılır ya da birbirine yaklaşır. Ancak parseller ne kadar düzenli olursa olsun, evleri çevreleyen avlu duvarları, birbirleriyle olabildiğince dik açıyla buluşur.
Diyarbakır’da köklü bir mimari gelişiminin varlığını ortaya koyan eski yapıların başında evler gelmektedir. En az 5 bin yıllık bir geçmişe sahip Diyarbakır’ın evleri de; yüzyılların verdiği tecrübe neticesi gelişerek, kentin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına uygun
durumuna getirilmiştir. Evlerin itinayla inşa edilmesi kendine özgü karekteristik özellikler taşıyan bir mimari yapının oluşmasını beraberinde getirmiştir. Diyarbakır evleri
genellikle kara bazalt taşından inşa edilmiştir. Evler çoğu zaman bodrum kısmı bazalt
taşından, üst kat ise arası tuğla dolgu ahşap karkas olarak inşaa edilmiştir.
Bazalt taş Diyarbakır yapılarının esas malzemesidir. Bölge halkı bazalt’ın renginden
ve çok kullanılmış olmasından dolayı Diyarbakır’a “KARA AMİD” ismi koymuşlardı.
Diyarbakır’da ayrıca duvarların çoğunda bir sıra siyah, bir sıra beyaz; kemer taşları ve
sütun gövdeleri de siyah, beyaz münavebeli olarak kullanılmıştır.
Diyarbakır evlerinin yapımında Anadolu’nun köklü geleneğini Doğu’dan ve Mezopotamya’dan gelen etkilerle beslenmiş ve yörede var olan her kültürün katkısıyla yeni
sentezlere ulaşmıştır. Diyarbakır evlerinin biçimlenişinde “Yazları çok sıcak, kışları çok
soğuk” geçen yöre ikliminin etkisi de büyüktür. Bu yüzden, eski Diyarbakır evleri; “yazlık”, “kışlık”, ve “mevsimlik” bölümler halinde yapılırdı.
Yazlık bölüm, en özenli ve en süslü odaların yer aldığı kısımdır. Daima kuzeye bakan,
kuzey rüzgarlarına açık eyvanların altında, “soğukluk” denilen ve bazen içerisinde küçük
bir taş havuz da bulunan odalar yer alır. Yazları, dışarıda gölgede 45-50 dereceyi bulan
sıcaklık, yöreye özgü bir odada 20-25 dereceye düşer.
Avlularla çevrelenmiş evlerin sokaklarla buluşma noktası, kuşkusuz kapılardır. Kapılar,
hem sokakla buluşma, dışa açılma hem de ev içi hayatı koruma, sakınma işlevini üstlenir.
Eyvan ise Diyarbakır evlerinin en göze çarpan mimari unsurudur. Evin bütün zenginliğini kendinde toplar. Genellikle kırık kemerlidirler. Evlerin bol güneş alması için genellikle çok sayıda pencereleri mevcuttur.
DİYARBAKIR EVLERİ 15
Diyarbakır evlerinde avlu, eyvanın devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Şiddetli
soğuk geçen günler dışında hayat eyvan ve avluda geçer. Avlular sokağa tamamen kapalı
olduğu gibi komşu evlerden de görünmezler. Eski Diyarbakır evlerinde “Haremlik ve
Selamlık” olarak iki bölüm mevcuttur. Bu evlerin en önemli odası ise “Mabeyn” odasıdır.
İki bölümü birbirine bağlayan bu odadan, evin erkeğe harem kısmına geçer. Mutfaklarda
evlerin harem kısmında bulunur. Ve tek kemerli bir eyvan şeklindedir. Avluya açık olan
mutfağın zemini taşlarla döşelidir.
Diyarbakır eski evlerine en iyi örnek olarak bilinen Cemil Paşa Konağı, İskender Paşa
Konağı ve halen Diyarbakır’da Kültür Müzesi haline getirilen ve 1820 yılında yapılan
Cahit Sıtkı Tarancı’nın evidir. Sosyolog Ziya Gökalp ve yazar Esma Ocak’ın evleri de en
iyi mimariye sahip Diyarbakır eski evleri arasında yer almaktadırlar.(40)
Diyarbakır evinde ilk, yaşamsal, vazgeçilmez öge avludur, Eyvan, oda, servis alanları
bunu izler. Avlusuz Diyarbakır evi olmaz. Bu nedenle oda burada başlı başına bir yaşam
->irimi değildir. Avlu konutun gövdesi, diğerleri dallandır. Tek dal ile de olmaz. Diğer
bir anlatımla Diyarbakır’da avlu- eyvan veya avlu-oda plânı olmaz. Parsel ne denli küçük
olursa olsun avlu-oda-eyvan ve servis alanları bir bütündür.
Diyarbakır evi suya, yeşilliği uzak değildir. Mahalle, meydan verileri avluya girer.
Çeşme, ağaç yeşillik oradadır. \ğaçsız ev, gülsüz bahçe olmaz. Dut neredeyse şarttır. Boşun.t mı Diyarbakır ipekböcekcilik endüstrisi kurmuş? İpekler, vıllar, örtüler üretmiş, Tarım
- hayvancılık ürünü dericiliği çeliştirmiş.
Diyarbakır evinde ailenin büyüklüğü parsele, oda sayına yansır. Zengin biri bunlardan
yoksununu yeğlemez. Etkin. edilgen ve saygın biri, yalnız evi değil semtini sokağını,
dahası komşusunu bile seçer. Havuzu büyür, sayısı artar, haremliği selâmlığı oluşur. Servis
alanı artar. Ancak süslemesi hemen hemen yine aynıdır. Öyleyse elbise büyüp küçülüyor.
Özen ve takı neredeyse aynı.
Diyarbakır evi temelinden damına kadar düşey taşıyıcılarda kâgirdir. O nedenle,
ahşap karkasın elemanları yoktur.
Sıcak iklim tavanları ara kat sığacak kadar yüksek tutu- • Bu nedenle üst - tepe pencere
değişik biçimde delikli havalandırma pencereleri (Dairesel, dilimli,dairesel dilimli
«famla vb.) yazlık kanatlar için sıklıkla kullanılır.
16 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır evinde odalarda ısınma donanımı (zengin konağından en yoksununa
kadar) yoktur. Baca (sadece mutfakta olmaz. Yaygı, sergi, giyim, kuşam hep yündendir.
Dışarıda karbondioksidi atılmış meşe kömürü “köz haline gelince mangalla içeriye alınır.
Kışın bir masa, hamur tahtası veya o görevi yapan bir yükseltinin üstüne örtülen büyük
yün battaniyeye bağdaş kuranlar yaklaşır, çevresini sarar, midesini örter, mangal alttadır.
Sırtında hırka vardır. Ayak ısındımı vücut ısınır. Tek ocak mutfaktadır. Bu nedenle kış
odası, mutfağa yakın, korunaklı, güneşe yönelik bol pencereli ve diğer yönüyle
konumaklıdır. Bir yönü de sofaya açılır. Bu koşullarda besbelli kışlık kanatta sofa eyvana
yeğlenmiştir. İç içe 2 oda da bu açıdan yararlıdır. Yaz etkenleri bunun tersidir. açılmak,
gerekir. Eyvan sofaya, avlu eyvana yeğlenir. Sıcak arttıkça damda veya avluda yatılır.
Pencereler buna göre azalır, çoğalır. Cumba buna göre yerini alır. Sokağa, onun
doğrultusunda açılır. Komşuya rastlayan büyük duvar kapalıdır. Karşıda görüş, yoksa ancak
pencere açılabilir. Odalar hemen daima sadece avluya açılır. Bu nedenle ister yaz ister kışlık
olsun diğer 2 duvar sağır, üçüncüsü iç bağlantıya (sofa, eyvan veya diğer oda) açılır. Bu ara
duvarlar eksendeki kapı ve 2 yanındaki birer pencereli, bu nedenle çoğu kez ahşap karkas,
bazen inceltilmiş taş duvar olarak yerlerini alırlar. Ahşap kirişleme bunlara oturtulmaz.
Tepe pencerelerinin görevi, yüksek tutulan üst yarıyı aydınlatmaktır. Açılır kapanır
türde de değildirler. Renkli camlar yeğlenir. Dışta tel kafes vardır. Yazlık kanadın yuvarlak, doğram asız ufak üst pencereleri de böyledir. Oda kapılan ara duvarlarda camlı olup
içeride perdeleri vardır. Kilitlenirler. Üst hizaları yanındakilerle uyumludur. İçe açılırlar
ve oda birden algılanır. İki kanatlılar özenli yapılarda çoğunluktadır.
Diyarbakır evinde ahşap ve tuğla döşeme yoktur. Sal taşı kaplılar. Eyvanlarda
çoğunluktadır. Odaların taşlığına (seki altı) da uyarlanabilir. Kışlık odada döşeme saltaşlı
olmaz. Horasan harçlıdırlar. Yazlık konutta bazı sal taşlı odalar bilinçli olarak yapılmışlardır.
Hemen daima odalar, sofalar, eyvanlar, ister yazlık, ister kışlık avludan 50 cm’den
başlayarak 1,00 - 1,70 m’ye kadar yükseltilirler.
Duvarlarda doğramasız ve doğramalı ufak dolaplar (ta- ka), örtii örtülen yüklükler
vardır. Yarım daire kesitli, bazen önü dairesel dilimli taşkın tablalı, üstü mukarnas
dizisiyle örtülü alçı siislemeli girintiler vardır. Örtülmezler çünkü süs öğesidirler. Ne işe
yaradığı tam olarak bilinmez. Ailenin bir iki fotoğrafı, ufak bir aynadan başka görevi olmasa gerekir. Gaz lambası da gömmemek koşuluyla konabilir. Önü ceviz doğramalı az
sayıda dolap gördük.(24)
DİYARBAKIR EVLERİ 17
Diyarbakır evlerine tarihi örnekler (77)
Plan düzeni
Geleneksel Diyarbakır Evleri bir avlu (kare, dikdörtgen ve yamuk planlı) ve onu saran
bina kütlelerinden (bir, iki, üç ya da dört yapı kütlesi) oluşmaktadır. Bina kütlelerinin
sayısı ve parsel büyüklüğü ev sahibinin zenginliğiylc orantılıdır. Avlu etrafına dizilmiş
her bir kütle bulunduğu yöne göre birbirinden farklı özellikler gösterir. Bir, iki ya da üç
katlı bina kütlelerinin zemin katında mutfak, tuvalet, ahır ve çok ender banyo gibi servis
mekânları yanında havuzlu eyvanlar ve odalar gibi çok amaçlı yaşama mekânları bulunur.
Üst katta ise odalar, eyvanlar ve bazen de merdivenin ara ya da üst sahanlığında bir tuvalet
yer alır. Her evde bulunan bodrum katı depo ve kiler olarak kullanılmıştır. Zemin ve üst
katlar arası bağlantı avlu, eyvan ya da aralık birimlerindeki merdivenlerle; bodrum katına ise bağlantı avludan inilen merdivenlerle sağlanmıştır.
Bu evlerde avlu çevresindeki kütlelerin konumlan, bilinçli bir amaca yöneliktir. Köylerin en özellikli bölümünü, avlunun güneyinde bulunan yazlık mekânlar oluşturur. Bu
mekanlardaki tüm açıklıklar kuzeye bakar. Böylece güneş ışığı bu mekânlara giremez.
Mekânlar devamlı gölge alan bir alana bakarlar. Bu nedenle bu birimler, yazlık mekânlar
18 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
olarak adlandırılırlar ve yaz mevsimi süresince kullanılırlar. Gün ışığı ve doğal hava, görsel
bağlantının kurulduğu avludan sağlanır. Avlu yaz aylarında özellikle bu birimlerin iç sıcaklıklarının düşürülmesine yardımcı olur. Yazlık tüm mekânların tavan yüksekliği diğerlerine göre daha fazladır. Evin en gösterişli ve büyük eyvanı bu bölümde bulunur.
Yazlık eyvanlar diğer mevsimlik kütlelerdeki eyvanlara oranla daha yüksek ve gösterişlidir. Yazlık kütlelerde eyvan, eyvan-oda, oda-eyvan-oda ilişkili mekân düzenlemeleri
sıklıkla görülür.
Avlunun genellikle kuzeyinde bulunan yaşam alanları kışlık mekânlardır. Bu mekanlardaki tüm açıklıklar güneye bakar. Bu nedenle gündüz vakitleri bu mekânlar güneş ışığına maruz kalırlar. Ancak kuzey kütlesi bulunmayan evlerde avlunun doğusunda
bulunan ve batı güneşi alan kütle, hem kuzey hem de doğu kütlesi bulunmayan evlerde
ise avlunun batısında bulunan ve doğu güneşi alan kütle kışlık bölümü oluşturur. Bu kısımdaki birimler, kışlık mekânlar olarak adlandırılırlar ve kış mevsimi süresince kullanılırlar. Bu bölümde genellikle oda, oda-aralık, oda-aralık-oda, mutfak-oda ilişkili
mekânsal düzenlemeler görülür.(22)
Gizlilik:
Gizlilik, eski Diyarbakır evleri kitlesel biçimini etkilemiştir. Özellikle dini inancın
etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucu oluşan evin gizliliği hem içte hem de dışta
dikkat çekicidir.
İçte gizlilik harem ve selamlık bölümleri ile sağlanmıştır. Eski Diyarbakır evlerinde,
her eski Türk evinde olduğu gibi harem ( kadınlara ait ) ve selamlık ( erkeklere ait ) bölümü bulunur. Eski evlerde bu bölümler iki ayrı ev gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir
ara kapı ile sağlanmıştır. Zengin ailelere asit evlerde bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde ise avlu evin haremidir
Dışa gizlilik, evin yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı olması ile açıklanabilir. Bu kapalılık, sokak ve yandaki komşu evlere doğru olur
Sonuçta; eski Diyarbakır evlerinin kitlesel biçimlenmesinde gizlilik, harem ve selamlık bölümlerinin oluşmasında etkili olmuştur (65)
DİYARBAKIR EVLERİ 19
Şekil: Geleneksel Diyarbakır evi planı (Aluçlu, Kejanlı, 2001).(101)
Diyarbakır evlerinde malzeme
Anadolu mimarisinde ilk dönemlerden itibaren kullanılan taş, hemen her dönemde
mimarinin ana malzemesi konumundadır. Bunun nedeni taşın coğrafi konumu ve jeolojik yapısı nedeniyle Anadolu’da bol bulunmasıdır. Ayrıca yerli ustaların taşı işlemeye
karşı yatkınlıkları ve taşın, belli üretim koşulları gerektirmemesi de bu derece yoğun kullanılmasında etkili olmuştur.
Diyarbakır, El-Cezire bölgesinin üçüncü bölümü olarak kökü Geç Roma ve Erken
Hristiyan dönemine bağlanan zengin bir taş işçiliği geleneğine sahiptir. İslam döneminde
de bu gelenek devam ettirilmiştir.
Diyarbakır mimarisinde kullanılan taş çeşitleri arasında bazalt ilk sırada yer almaktadır. Sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ lavlarından oluşan bu taşın “lavların derinde
geç veya yüzeyde çabuk soğumasına bağlı olarak” gözenekli ve gözeneksiz olmak üzere
iki çeşidi bulunmaktadır. Gözenekli taş, işlenmesi daha kolay yumuşak bir özellik gösterirken, gözeneksiz taş daha sert bir yapıya sahiptir. Renkleri griden siyaha değişen bazalt,
Diyarbakır’daki İslam dönemi yapılarında işlev ve boyut farkı gözetilmeksizin hemen
hemen bütün yapıların asıl malzemesi konumundadır. Gözeneksiz bazaltın yoğunluğu
fazla olduğu için dayanma gücü de daha fazladır. Gözenekli bazalt, yapısı itibariyle bozulmaya ve dolayısıyla deforme olmaya daha yatkın bir özellik taşımaktadır. Bazalt, sağlamlığına karşın işlenmesinin zorluğu nedeniyle süslemeye çok elverişli değildir. Bu nedenle
20 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
süslemede ender olarak kullanılmış, bunun yerine özellikle yüzey bezemeciliğinde, yapı bazaltla inşa edilmiş olsa da, kalker tercih edilmiştir. Bazı yapılarda bazalt ve kalkerin süsleme
malzemesi olarak bir arada değerlendirildiği görülmektedir. Diyarbakır’da mimari süslemede kullanılan ikinci taş çeşidi kireç taşı olarak da isimlendirilen kalkerdir. Kalker, Anadolu’da en fazla bulunan taş çeşididir. Rengi sarıdan griye kadar değişen pek çok çeşidi
bulunan bu taş özellikle İç Anadolu’da yoğun olarak görülmektedir.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde Şanlıurfa, Gaziantep ve Mardin’de bol miktarda bulunan kalker, çıkarıldığı zaman işlenmeye oldukça müsait yumuşak bir yapıya sahipken
havadan aldığı oksijenle zamanla sertleşmektedir. Diyarbakır’daki yapılarda Ergani bölgesinde yoğun olarak bulunan açık sarı renkli kalker kullanılmıştır. Kalker, Diyarbakır’daki yapılarda inşa malzemesi olarak kullanılan siyah bazaltın mimarideki ağır etkisini
hareketlendirme amacıyla özellikle süslemelerde kullanılmıştır. İlçelerde ise durum biraz
daha farklıdır. Silvan’da kalker hem yapı hem süsleme malzemesi olarak değerlendirilmiştir. Diyarbakır-Silvan arasındaki üslupsal ayrışmayı, bazaltın hiç kullanılmadığını düşünerek, malzeme için de vurgulamak mümkündür. Hani’de daha koyu renkte bir kalker
kullanılmıştır. Hazro’da ise kalkerin krem ve koyu kahve iki tonu bir arada kullanılarak
mimariye iki renkli bir görünüm kazandırılmıştır.
Yapılarda renkli taş almaşıklığı yaygın olarak kullanılmıştır. Bu polikromi siyah
bazalt ve sarı kalkerin ardışık olarak birer sıra halinde devam ettirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu tekniği tam olarak süsleme olarak nitelendirmek doğru olmayabilir.
Ancak belli bir estetik kaygı güdülerek yapılan ve mimarinin görsel etkisini arttırarak
hareketlilik kazandırma amacı taşıyan bu uygulamayı sadece bir yapım tekniği olarak
ele almak da mümkün değildir. İki renkli taş işçiliği Diyarbakır’da farklı dönemlere
ait yapılarda uygulanmıştır. Ancak polikromi belli bir mimari elemanı vurgulamak
üzere yapılan uygulamalardan ziyade, dış mimaride cepheleri hareketlendirme adına
kullanılmıştır.(23)
Tuğla ve kiremit gibi taş malzemeler de yapılarda kullanılmıştır. Yalnız bu taşlar, bazalt
taşına oranla çok az kullanılmıştır. Tuğla genelde, kubbe, tonoz yapımında ve döşeme
kaplamalarında; kiremit ise saçak kenarlarında ve çatılarda kullanılmıştır. Bazı camilerde
rastlanılan, çatı kiremidinin yeşil renkte sırlı olanlarına, evlerin bir kısmında da rastlanmaktadır.(28)
DİYARBAKIR EVLERİ 21
Diyarbakırın kendine has ev mimarisi üç mecburiyet tesiriyle yoğrulmuştur:
1 — Şehrin çepe çevre 8 kim. kadar uzunluktaki bir surla çevrilmiş ve bu suretle iskân
sahasının uzun yıllar tahdit edilmiş olması. (Bugün inşaat artık sur dışında yapılmaktadır.)
2 — Şehir Karacadağ volkanının yığdığı lâvlar üzerine kurulduğundan etrafta bol
miktarda bazalt,trahit ve emsali taşların bulunuşu.
3 — Şehrin çok sert bir kara iklimine malik oluşu.
Türkiye’nin en sıcak bölgelerinden bilini teşkil eden
Diyarbakır’da yazlar çok kurak geçer, kuraklık 45 dereceye kadar yükselir. Kışları ise
umumiyetle rutubetlidir;şiddetli soğuklar ender olur ve kısa sürer.
Diyarbakır evlerinde uzun bir geleneğin tesiriyle bu şartların en iyi sureti halline vasıl
olunmuştur.
Fakat bugünkü yüzyılın idrakine göre artık yukarıda saydığımız üç mecburiyetten
yalnız sonuncusunun bakı kalması, eski geleneğin kurduğu muvazenenin mutlak tatbikini kaldırabilir.
Sahanın dar oluşu, geniş bahçeler içindeki evleri değil de, birbirine bitişik evlerin inşasını; iklimşartı evlerin ortasında birer avlu bulunmasını; mahallî volkanik taşlar ise evlerin kara bazalttan inşasını sağlamıştır. Bu suretle evlerin odaları geniş bir avlunun
etrafına dizilmiştir. Bu kendi içine bakan ikametgâh tipi bir çok meseleleri ayni zamanda
hal etmiş bulunuyordu. Bir kere iklim sıcak olduğundan avlu içindeki havuz, ağaçlar ve
binanm hiç eksilmeyen gölgesi serinliği temin ediyordu.
Ayni zamanda komşulardan ürkmeden serilip, oturma imkânı da elde edilmiş oluyordu.
Sonradan evlerin bitişik oluşu ve kendi içine bakan bir evde sokağın ehemmiyeti olmayışı sokağı insan ve tek bir hayvanın geçebileceği nisbete indirmiştir.
Bu suretle diğer bir fayda da temin edilmiş, yani evlerin mümkün olduğu kadar sokaklara daimî gölge atması sağlanmıştır. Diğer taraftan evlerin çıkıntıları ile dar sokak22 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
ların bir yüzünü diğer yüzündeki binaya bağlayan köprüler de sokağı güneşten muhafaza
ederler. . Diyarbakır sokakları bu suretle, sokaktan ziyade evleri birbirine bağlayan üstü
açık koridorlara benzemekte ve bu keyfiyet şehre bir orta çağ hususiyeti vermektedir. Sokaklar çok dar olduğundan binaların köşe çıkıntıları,bir süvariyi rahatsız etmeyecek şekilde kırılmış ve stalaktitle bezenmiştir,(1)
Sosyal Yapı
Eski Diyarbakır’da aile yapısı, büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük aile; ana, baba ve
çocuklarının oluşturduğu çekirdek ailelerden meydana gelmiştir. Bu nedenle çekirdek akraba
ailelerin bir ortak alan (avlu) çevresinde yaşadıkları bir düzen oluşmuştur. Aile yapısının büyüklüğü, konutların büyüklüğünü, avlu ve çevresindeki kitlelerin sayısını belirler.
Ayrıca dini inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucu oluşan konutun
gizliliği hem içte hem de dışta olmak üzere iki şekilde konutun kitlesel biçimlenmesini
etkilemiştir.
İçte gizlilik harem (kadınlara ait) ve selamlık (erkeklere ait) bölümleri ile sağlanmıştır.
Eski konutlarda bu bölümler iki ayrı konut gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir oda ile
sağlanmıştır. Zengin ailelere ait konutlarda bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde ise
avlu konutun haremidir.
Dışa gizlilik, konutun yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya kapalı olması ile
açıklanabilir. Bu kapalılık, sokağa ve yandaki komşu konutlara doğru olur.
Sonuçta, eski Diyarbakır konutlarının kitlesel biçimlenmesinde gizlilik, harem ve selamlık bölümlerinin oluşmasında etkili olmuştur.(19)
Tarih boyunca birçok fikir ve sanat adamı yetiştirmiş olan Diyarbakır, bilim ve kültür
merkezi olma özelliğini her zaman korumuştur. Diyarbakır konumu itibariyle, ilk çağlardan beri, bu yönünü geliştirmiştir. Bir kültür merkezi olması sebebiyle, Ortaçağın getirdiği tüm ekonomik ve kültürel etkileri beraberinde yaşamıştır.
Bugün hala kırsal bölgelerde etkilerini gördüğümüz, geleneklerine bağlı bir toplum
ve kültür yapısı, Diyarbakır halkını Cumhuriyet döneminde de etkilemiştir.
DİYARBAKIR EVLERİ 23
Günümüzde az da olsa bu geleneğin sürdüğü söylenebilir.
Yörede üç farklı sınıftan halkın varlığından söz edilmektedir; büyük arazi sahibi
olan ağalar, zengin kesimi, esnaf ve zanaatkârların oluşturduğu orta tabaka, işsiz, genelde amelelikle uğraşan, ya da ağaların ve beylerin emrinde çalışan dar gelirli kesim.
Sosyal yapıdaki bu hiyerarşik yapılanmanın mimari tasarımları etkilediği görülmektedir. Böylece mimaride farklı tipte planlar ortaya çıkmıştır. Halkın yaşam şekli, gelenek-görenekleri, dinsel yaşantının yansıması olan bir aile yaşantısı, ev halkının
mahremiyetinin oluşmasına neden olmuştur. Tüm bu etkileşimler, mimari yapının
oluşmasındaki en büyük unsurlardır. Bu durumu güçlendiren etkenler, sosyal yapılanma, dini yaşam ve aile kurumuna verilen önemle paraleldir. Diyarbakır evleri genelde iki katlı olarak yapılmışlardır. Zemin katlar sokağa kapatılmıştır. Bunun sebebi;
mahremiyet ve komşu rüzgarının, güneşinin kesilmesidir.
1935 yılında demiryolunun şehre ulaşmasıyla, kent içedönük yapısından kurtulmuş
ve hızla kozmopolitleşme sürecine geçmiştir. Nüfusun artışını tetikleyen en önemli etken
çevreden kente yapılan göçlerdir. Yoğun göç, kentin yükünü artırmış ve toplum yapısındaki değişimlere sebep olmuştur. Modernleşme çabaları, eski gelenek ve göreneklerin
devam etmesi ve yoğun nüfus artışı, çarpık kentleşmeye neden olmuştur. Bunun sonucunda geleneksel toplum yaşamı ciddi kırılmalar yaşamıştır.
Binalar ve Yol İlişkisi
Günümüzde binalarla yolun ve binalar arasındaki mesafelerin belirli bir ölçüde olması
gerekmektedir. Bu gün için geçerli olan bu kurala, Diyarbakır’da daha önce uyulduğu
görülüyor. Dar sokak ölçülerine rağmen yollar, 3-4 m yükseklikteki avlu duvarları ve
daha geniş sokaklarda ise iki katlı cumbalı konutlarla çevrelenmiş, o zamanın taşıt aracı
olan hayvan ve yaya ulaşımına uygun olarak boyutlanmıştır
Estetik
Dış cephelerde ve iç mekanlarda estetik oluşturma arayışı, bugün olduğu gibi, geleneksel Diyarbakır konutlarında da belirgin olarak görülmektedir. Avluya bakan cephelerde bazaltın kasvetli ve sevimsiz hali, beyaz derz ve motiflerle giderilmiştir. Ayrıca iç
odalardaki pencerelerde ve duvarlardaki boşluklarda yapılan işlemlerle, renkli cam ve aynalarla, iç mekanda da estetik arayışlarına gidilmiştir (51)
24 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
İklime Göre Yönlenme
Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarbakır’da, Suriçi eski
konutları avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgarlarına karşı en basit korunma
şeklidir. Eski Diyarbakır konu-tundaki avlu, Orta Anadolu’daki iç bahçe niteliğindeki
avludan farklı olup, Mezopotamya avlusu ile aynı özellikleri taşımaktadır. Çünkü Diyarbakır, Mezopotamya’ya yakın sıcak bir iklime sahiptir.
Eski Diyarbakır avlusu ile Türk konutundaki sofanın ortak niteliği bağlayıcı olmalarıdır. Ancak aralarındaki fark, değişik iklimlerden kaynaklanmaktadır. Bağlayıcı avlu,
sıcak iklim bölgelerinde görülür ve üstü açıktır. Bağlayıcı sofa ise sıcak bölgelerde (Diyarbakır, Urfa v.b.) görülmez. Üstü ve genellikle de yanları kapalıdır.
Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır konutu biçimine etkisi, avlu çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlendirilmelerinde açıkça görülür. Avlu çevresindeki
odaların oluşturduğu kitleler, uygun güneş yönüne göre yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme,
yazın kullanılan yazlık ve kışlık kullanılan kışlık odaların ayrı yerlerde tasarlanmasına
neden olmuştur. Kışlık ve yazlık odaların yanında baharlık birimlere de yer verilmiştir.
Eski Diyarbakır konutlarında bütün kitle ya da kitleler genel olarak avlu içine bakarlar.
Bu plan tiplerin de yazlık kitlenin yeri her zaman sabit olup avlunun güneyindedir. Genellikle bu kitlenin içinde niş şeklinde, avluya bakan ve çoğunlukla içinde havuzu olan
eyvan birimi bulunur. Avlunun asal işlevi birimleri birbirine bağlamak, eyvanın ise oturma,
dinlenme ve serinleme gereksinimini karşılamaktır. Bunun yanında ikisi de hem mekânları
bağlama hem de oturma, dinlenme ve serinleme gereksinimini karşılamışlardır.
Kışlık kitle, avlunun genellikte kuzeyinde bulunur. Kuzey kitlesi bulunmayan eski
konutlarda avlunun doğusundaki, kuzey ve doğu kitlesi bulunmayan eski konutlarda ise
avlunun batısındaki kitle, kışlık bölümü oluşturur. Baharlık kitle ise «U» tipi dış ve orta
avlulu konutlarda görülür. Avlunun doğu ya da batısında bulunur.
İklim, sonucu oluşan yönlenmenin kitlesel biçimlenmeye etkisi, mevsimlik kitlelerin
(yazlık, kışlık ve baharlık) meydana gelmesinde ve bunların plan tiplerindeki değişik konumlarında görülür(29).
DİYARBAKIR EVLERİ 25
Karacadağ’dan getirilen bazalt taşı, yerkürenin derinliklerinden yeryüzüne püsküren
lavların soğumasından oluşan siyah renkli bir taş bazalt’laşırken yüzeyde ya da derinde
oluşuna, ya da geç soğumasına bağlı olarak gözenekli ya da gözeneksiz olurlar.
Diyarbakır’da bazalt’ın gözeneksiz olanına “erkek taş” denir, gözeneklisine ise “dişi
taş”. Gözenekli dişi taşın işlenmesi ne denli kolaysa, gözeneksiz erkek taşın işlenmeside
o kadar zordur. Gel gör ki, bu iki taş da Diyarbakır mimarisine can verir, ruh katar. “Erkek
taş azdır. Yapıların özellikle söve, lento, sütun, başlık, havuz, pencere, kapı gibi yük binen
bölümlerinde kullanılır. Kemerler, Köprüler onunla direnir. Yazıtlar onunla dile gelir.
Ustaların hüneri taşın sertliğini unutturur. Ne denli zor işlenirse de, estetiğinin kalıcılığı
onu Diyarbakır yapılarının bir vazgeçilmezi yapmıştır. Dişi taş erkek taşın yandaşıdır.
Erkek taşın yanı başındadır her daim. Birbirini tamamlar, tıpkı yaşamda erkeğin kadını,
kadının erkeği tamamlaması gibi...”(19)
Diyarbakır’ın eski sivil mimarisinin en güzel örneklerini, köşkler ve evler oluşturmaktadır. Kendilerini ilk başta göstermeyen, kentin dar sokaklarına çok az açıklıkları bulunan
evler, Diyarbakır’da gelişen Türk mimarisinin çizgisini kavramak isteyenler için, önemli
ipuçları vermektedir. Evler inceleme konusu olduğu zaman, Güneydoğu Anadolu’daki
Türk Mimarisi’nin kendine özgü görünüşlerinin nasıl vücut bulduğu anlaşılabilmektedir.
Bu görünüş, en yalın evden, zengin ailelerin evlerine kadar uzanmıştır. Bugün, ekonomik
koşulların değişmesiyle ve bunun sosyal hayattaki yansımalarıyla karşılaşılmaktadır. Bu
hızlı değişimlerin diğer bir sebebi de, kentin sur dışına doğru yönelmesidir. Eskiden bu
evlerde yaşayan ailelerin de, bu tarihi yapıları bırakıp sur dışındaki yapıları tercih ettikleri
görülmektedir. İklim, geleneksel Diyarbakır evlerinin planlanmasını etkileyen en önemli
unsuru oluşturmaktadır. Şehrin yer aldığı bölgede yazlar çok sıcak ve kurak, kışlar çok
soğuk ve yağışlı geçmektedir. Bu nedenle evlerin tasarımı, güneşten yaz aylarında en az,
kış aylarında ise en fazla yararlanmak üzere yapılmıştır. Bu yüzden evlerde yazlık, kışlık
ve mevsimlik bölümler oluşmuştur.
Kışlık kısımda bulunan çok sayıda pencere yine ısıdan faydalanmak için düzenlenmiştir. Bundan da anlaşılacağı üzere, iklim koşulları Diyarbakır ev mimarisinin şekillenmesindeki en büyük etkenlerden birini oluşturmaktadır. Evlerdeki mevsimlik kısımlar
da, iklimin etkisiyle doğuya ya da batıya doğru yönlendirilmiştir. Diyarbakır evlerinin
ve sokaklarının şekillenmesindeki, diğer önemli bir husus da surlardır.
26 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Şehrin surlarla çevrilmiş olması, yerleşim birimlerinin bu dar alan içinde gelişme
zorunluluğu, güvenlik sebebiyle şehrin sur dışına çıkmamış olması ve sıcak-kuru iklimin etkisi birbirine bitişik avlulu yapıların ve organik bir sokak dokusunun oluşmasına
neden olmuştur.
Surların evlere iki yönlü etkisi bulunmaktadır. İlk etkisi, yazın çok sıcak olan bölgeye,
serinletici rüzgarların girmesini engellemektir. İkincisi tam tersi bir etkidir. Surlar, kentin
genişlemesini sınırlamış ve sur içindeki yerleşimin yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Böylece evler birbirine yakın durmuş ve sokaklar daralmıştır. Böylece sur içinde gölgelik alan
çoğalmış, serinletici öğeler öne çıkmıştır. Ayrıca bu etki, sokakların şekillenmesinde bazı
haller yaratmıştır. Evlerin sokaklardan yüksek duvarlarla ayrıldığı görülmektedir. Sokaklar dar olduğundan, şahnişlerden dış cepheye pencere açılmamış, açıldığı zaman yan taraflara ve cephenin üst kısımlarına açılmıştır. Ev mimarisini etkileyen diğer önemli bir
unsur da, aile yaşantısının gizli tutulması esasını içermektedir. Böylece evin mahremiyeti
yüksek duvarların arkasına gizlenmiş, dışarıya açılmamıştır. Bu durum yalnızca, dışarıya
kapanma şeklinde olmamıştır. Aynı zamanda, yan evlerle de ilişki duvarlarla sınırlandırılmıştır. Avluda geçen günlük yaşam, ev dışında görülmektedir. Bu durum evlerin fiziki
güvenliğini de sağlamaktadır. Çevresel ve sosyal yaşantının gereği olarak, ev mimarisi
oluşturulmaya çalışılmıştır.
Diyarbakır ev mimarisini oluşturan diğer önemli etkenler, malzeme ve mimari birimleridir. Kullanılan malzemenin hemen hemen bütün yapılardaki işlenişi benzer özellikler
göstermektedir Diyarbakır yapılarının genelinde kullanılan bazalt taş, Diyarbakır evlerinin de vazgeçilmez öğesi konumundadır.(2)
Türkler bu yüzden bazaltın renginden ve çok kullanılmış olmasından dolayı Diyarbakır’a “Kara Amid” demişlerdir. Diyarbakır evlerinde en çok bazalt taşı kullanılmıştır. Diyarbakır’da bu taşın iki cinsi vardır. Bunlar dişi taş ve erkek taş diye
adlandırılmaktadır. Dişi taş, sağlam ve kara renklidir. Dişi taş hafif olduğu için, evlerde
daha çok kullanılmıştır. Dişi taş genelde duvarlarda ve döşemelerde kullanılmıştır.
Erkek taş ise boşluksuz ve ağırdır. Erkek taşın daha çok sütun ve sütun başlıklarında
ve havuzlarda kullanıldığı görülmektedir.
Bu iki kara taşın yanında, daha az dayanıklı olan, koyu görünüşü biraz olsun hafifletmek amacıyla kalker taşı kullanılmıştır. Kalker taşı, az bulunduğu için, fazla kullanılmamıştır. Yerine bazalt taşının yüzü beyazlatılıp, yapay bir görünümle aynı izlenim
DİYARBAKIR EVLERİ 27
verilmeye çalışılmıştır. Aynı zamanda kara bazalt taşının, kasvetli görünüşünü hafifletmek amacıyla, “cıs” adı verilen beyaz renkli süslemelere de yer verilmiştir. Tuğla ve kiremit
gibi taş malzemeler de yapılarda kullanılmıştır. Yalnız bu taşlar, bazalt taşına oranla çok
az kullanılmıştır. Tuğla genelde, kubbe, tonoz yapımında ve döşeme kaplamalarında; kiremit ise saçak kenarlarında ve çatılarda kullanılmıştır. Bazı camilerde rastlanılan, çatı
kiremidinin yeşil renkte sırlı olanlarına, evlerin bir kısmında da rastlanmaktadır. Evler
genelde düz ve damlar toprakla örtülmüştür. Döşemelerde horasan, sıvanın altında sıkıştırılmış toprak kullanılmıştır. Diyarbakır evlerinde, damlar önemli bir işlevi yerine
getirmişlerdir. Yazın, halk sıcaktan korunmak için damlarda kurdukları, “ taht” adını
verdikleri yüksek ahşap karyolalarda yatmışlardır.
Tavan ve döşeme kirişlerinde, genellikle kavak ağacı kullanılmıştır. Kullanılan kavak
ağacının uzunluğu, bir bakıma odaların boyutlarını belirlemiştir. Kavak ağacı, Diyarbakır’a çevreden gelmektedir. Tavan ve kirişlerde bolca kullanılan kavak ağacına karşılık,
kapı, pencere ve dolap doğramalarında ceviz ağacı kullanılmıştır. Dolap ve oda kapılarında çok ince süslemelere yer verilmiştir. Diyarbakır evlerinde ev içinin bezemesine de
özen gösterilmiştir. Bazı evlerde, duvarlarda çini kullanılmış, zemin renkli mermerlerle
döşenmiştir. Odaların duvarlarında ‘paca’ adı verilen kapaksız dolaplar yapılmıştır. Mutfaklarda bulunan ‘ocak’ biriminin alçı işiyle, bazen altın yaldız, bazen de diğer renklerle
bezendiği görülmektedir. İç mekandaki bu renkli işçiliklerin yanında bir de dışarıdaki
havayı içeriye, içerdeki havayı dışarıya veren “tepe pencereleri” kullanılmıştır. Bu pencereler, tavana yakın kısımlarda yüksekte yapılmıştır ve hava tahliyesini sağlamaktadır. Dışarıdan bakınca, bu iç mekandaki çeşitlilik çok az hissedilmektedir. Diyarbakır evlerinde
kullanılan diğer bir malzeme de, orta avluya, sokağa bakan açıklıklardaki pencereler veya
gezemeklerdeki demir parmaklıklardır. Bu parmaklıklar motiflerle bezelidir ve büyük
bir hareket öğesidir. Diyarbakır ev mimarisini oluşturan önemli birimler vardır. Bu birimlerden en önemlisi eyvan birimidir.
Eyvan: Genellikle avlu seviyesinde olan ve bir iki basamakla çıkılan eyvan birimi, Diyarbakır ev mimarisindeki en önemli öğedir. Çoğunlukla iki tarafı kapalı, avluya bakan
kısmı açıktır. Eyvanlar yazın güneşten daha az etkilensin diye kuzeye doğru yönlendirilmiştir. Eyvanın zemini ve duvarları dişi bazalt taştan yapılmıştır.
Bir yaz odası görünümünde olan eyvan birimi, ev halkının en fazla zaman geçirdiği
mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Yazın, devamlı olarak sulanan eyvanların, dişi bazalt
taştan olan zemini, deliklere dolan suların buharlaşmasıyla etrafa serinlik vermektedir.
28 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Eyvanların üst örtü sistemi, kavak kirişli dam veya tonozdur. Evlerin çoğunda, odalara
giriş eyvan biriminden sağlanmaktadır. Eyvanlar evin, en geniş açıklıkları olduğundan,
kemerleri de aynı oranda süslü ve göz alıcıdırlar.
Avlu: Eyvanın tamamlayıcı öğesi durumundadır. Geleneksel Diyarbakır evlerinde
ıslak alanlar, yarı kapalı alanlar, kapalı alanlar ve düşey bağı kuran merdivenler avludan
doğrudan bağlantısı olan mekanlardır. Büyük aile yapısına sahip olan Diyarbakır evlerinde haremlik ve selamlık birimleri gelişmiştir. Evin haremlik kısmındaki avlusuna, sokaktan, genellikle süslü kemeri olan, iki metreyi geçmeyen basık bir kapıdan
girilmektedir. Sokak arası diye tabir edilen bir geçitten sonra avluya geçilmektedir. Selamlık kısmındaki avluya ise, at üstünde bir süvarinin eğilerek geçebileceği genişlikte bir
geçitle varılmaktadır. Bu iki avluyu birbirinden ayıran duvarlarda ise pacalar ve yemek
servisinin gerçekleşebilmesi için yapılan yemek pencereleri bulunmaktadır.(2)
Diyarbakır evleri, şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına uygun olarak, binlerce
yıllık bir deneyim ve gözlem sonucu gelişen ve kullanılan bazalt malzemenin de yönlendirilmesiyle ortaya çıkan kendine has mimari yapının özelliğini taşır.
Dışa kapalı olan evlere, üzerinde top başlı demir çiviler ve sıklıkla güvercin ya da yumulmuş kadın eli şeklindeki kapı tokmağının ( şak şak ) bulunduğu tek veya iki kanatlı
tahta bir kapıdan girilir. Kapıların arkasında bir ucu duvara yerleştirilmiş demir kapı kolları, kapıya ayrı bir sağlamlık vermiş. Kapılar bin bir gece masallarından kalmış gibi işlemeli iri demir anahtarla kilitlenir. Gün içinde kapıyı açmak için, kapı dilini oynatan,
dilencide denen, küçük anahtar kullanılır. Genellikle küçük bir holden ( kapı aralığı )
geçilerek avluya varılır. Bazı evlerde açık kapıdan içerinin görülmemesi için kapı aralığının sonunda ikinci bir tahta kapı bulunur.
Dişi bazalt taşla kaplı avluda, buna Havuş da denir, yıkandıktan sonra taşın gözeneklerinde biriken su, esen hafif rüzgarın etkisiyle tatlı bir serinlik sağlar. Avlularda şaşmaz şekilde taş bir havuz, fıskiye ve özellikle güllerin hakim olduğu bir küçük bahçe ve
bazen de gölgelikli bir ağaç bulunur. Bu ortamda sabah kahvaltısı veya gece serinliğinde
yıldızların altında havuzdan akan suyun çıkardığı şırıltılı ortamda dinlenmek, tadına
doyum olmaz bir zevk verir.
Evlerin, dişi bazalt taşlardan yapılmış tek, iki yada nadiren üç katlı ön cephesi, ayrı
bir mimari özellik gösterir.Ön cephede bol ışık alınmasını sağlamak için üst tarafı kemerli
DİYARBAKIR EVLERİ 29
geniş pencereler, eyvanlar,siyah bazalt taşlar arasına çekilen cis denen ince beyaz bezemeler ayrı bir güzellik sağlar.Cephenin üst tarafında , evin mimari Ermeni ise Latin, Müslüman ise ise Arap rakamları ile yapım tarihinin yazılması gelenektir.
Ev yapılırken beğenilen ön cephe modeli, Karacadağ’ın Çıkıntaş bölgesindeki taş
ocağında önceden çıkarılan özel taşlarla hazırlanır ve getirilerek yerine oturtulur.
Üst kata çıkmak için yapılan, bir ucu duvara gömülü, avluya doğru uzanan taş merdiven ve genellikle Ermeni ustalarının eseri, özel demir işçiliği ile yapılmış merdiven demirleri bir sanat eseri değerindedir.
Şahnişin denen, evlerin sokağa bakan cephesinde dışarı taşan odanın iki yanındaki
pencereden gelen gideni görmek, kapıyı çalanı kontrol etmek mümkündür.Buna karşılık
penceredeki kafesin arkasındakini dışardan görmek mümkün değildir. (115)
Eyvan, üst katın vazgeçilmez öğesidir. Yazın uzun sıcak günlerinde ısınan avludan
uzaklaşarak daha esintili olur umuduyla üst kata çıkmak, kaçınılmaz olurken, faydalanılan alan da artırılmış olur. Genelde üst eyvan, alttakini yineler, veya alttaki oda üstünde
eyvan vardır. Tersi yığma yapı düzenine fazla uygun düşmez, ancak yok da değildir. Yerleşim açısından en az görülen yön batıdır. Bunu doğudaki izler. Her ikisi de güneşi yarım
alır. Kışın oturulamayacağına göre yazın yeterli serinliğin burada sağlanamadığı görülüyor. Kuşkusuz Diyarbakır’da en arananı güney kanatta olup kuzeye bakanıdır. Yan ve
arka odalarla beslenince, onların daha serin olacağına kuşku yoktur. Genellikle eyvan,
yan odaları varsayımıyla ortalarda olur. Böylece önünde gezemek vardır. Devam edip
dama ulaşanı veya bitiminden tahta merdivenle buraya çıkıldığı da olur.
Eyvanın tek, iki veya üç gözlü oluşunun Diyarbakır’ın çeyrek dilimleriyle ilgisinden
çok, parsel alanı ve buraya yerleşimiyle bağı vardır. Bir konutta eyvan sayısının ve özellikle 2,3 gözlülerin, oturanın toplumdaki yeriyle bağı açıktır. Kendi kültürel, parasal
ve sosyal düzeyine uygun mekan seçeneğine göre konuklarını böyle yerlerde ağırlaması
kaçınılmaz olur(24)
İklimin sıcak olması oda yüksekliklerini etkilemiştir. Avlu, eyvan kuzeye yönlendirilmiş, avluda kullanılan gözenekli bazalt taşın serinlik vermesi sağlanmıştır.
Yaşam yaz aylarında avlu ve eyvanlarda, kış aylarında ise odalarda geçer. Bu evlerde
çok sayıda oda mevcuttur. Oda sayıları evin zenginliğine göre değişmektedir. Ataerkil
30 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
aile yapısının hüküm sürdüğü bu evlerde bir bodrum kat üzerinde kurulan, tek ya da iki
kattan oluşan bu evlerin harem-selamlık bölümleri de vardır. Harem kısmının kapısı 2
metreyi geçmeyen, süslü basık bir yapı iken, selamlık kapısından ise bir atlının geçebileceği kadar yüksektir. (30)
Eyvan
DİYARBAKIR EVLERİ 31
Eski Diyarbakır evlerinde eyvanların çok büyük önemi vardır ve eyvan ile avlusuz ev
bulunmaz. Eyvanlar evin kapalı bölümü ile avlu arasındaki yarı açık bölümdür. Eyvanlar
genellikle kuzey yönüne açık bir yaz odasıdır. Ev sahibinin maddi gücüne göre tek gözlü,
iki gözlü veya üç gözlü olabilmektedir. Yaz aylarında ev halkının en çok kullandığı mekandır. Eyvan döşemeleri dişi (gözenekli) bazalt taşı ile yapılır. Delikli olan bu taş yazın
sulanarak bir mikro klima etkisi ile serinlik sağlar.
Eyvan duvarları yarıya kadar gözenekli taş ile örülüdür. Üst kısım ise moloz taş ile
örülüp sıvandıktan sonra beyaz kireç badana yapılır(6)
Nişler ve yüklükler (22)
32 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
EYVANDA ŞİİR MOLASI
Küçeçıkmazın yanındaki,
Geniş havşli evimizin,
Gezemekle çıkılan büyük eyvanı.
Duvar diplerinde taş yastık,
Önlerinde döşek ve minder,
Bekler yaşlı misafirleri.
Bakır cezvede kaynayıp,
Fincana süzülen.
Ve,
Hatırı kırk yıl süren,
Kahveler burda içilirdi,
Kaçak tütünden, sarma sigara eşliğinde.
Burda edilirdi kelâmın hası.
Burda yaşanırdı, ayışığında.
Sıcak yaz akşamları,
Şimdi, hayatımın en güzel yılları.
Şiir molası verdim, kendime.
Gümüş tabakamdan dökülen,
Kaçak tütün kokar ortalık.
Bir de saksıdaki reyhan kokusunu alırım.
Gözlerimi kapatarak,
Cağların arasından, seyre daldım avluyu.
Çocukken düştüğüm basamağı.
Dizimi kanattığım yeri gördüm.
Üstümü yıkadığım tulumba,
Sobe oynarken saklandığım kileri,
Havuzda yüzen ördekle,
Cambazlık öğrettiğim kedimi gördüm.
Dedemi gördüm aksakalıyla.
Bana harçlık veren nenemi gördüm.
Hayatın yüküyle ezilen babamı,
Ev işiyle savaşan, annemi gördüm.
Kuşbazların uçurduğu güvercinleri,
Dam loğlayan amcayı,
DİYARBAKIR EVLERİ 33
Kuyupaklayan hafızı gördüm.
Bulgurçekenlerle beraber,
Eskimocu, tatlıcı, şerbetçi geçti önümden.
Seslendim,
Duyuramadım.
Karıştırdım ceplerimi,
Param yokmuş, alamadım.
Okul müdürümü, öğretmenimi gördüm.
Namık Kemal ilkokulunda mendil,
İskenderpaşada ğar,
Tekkapı’ da top oynadığım arkadaşlarımı gördüm.
Bağırdım,
Çağırdım, ismini bildiklerimi.
Duymadılar.
Saklambaç oynadılar benimle.
Sobelediler beni,
Ebe kaldım oyun boyunca.
Koştum arkalarından, yetişemedim.
Açtım gözlerimi.
Nefes nefese.
Resmi geçidi bitmişti çocukluğun.
Bayramı sona ermişti, rüyalarımın.
Mesafesi yarım asır,
Sermayesi kocaman boşluk.
Ben de o boşlukta,
Sallanan adam.
Döndüm, kendi kendime.
Eyvandaki sekide oturuyorum.
Önümde kahvem var, bol köpüklü.
Elimde sigaram.
Sigaramın dumanında halkalar.
Silinirken resimler, birer birer.
Hayalimde yar.
Bir de,
Yanımda beyaz kağıtlar.
Ve onlara,
Şiir diye yazdıklarım var. A.N.Gördük
34 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Çok Amaçlı Mekânlar Avlu
Avlu, evin merkezi ve çevresindeki mekânların bağlantısını sağlayan ortak bir alanıdır.
Genelde tüm mekânlara buradan ulaşılır. Üstü açık bir yaz odası şeklindedir. Yazın sıcak
rüzgârından korunmak için tasarlanan rasyonel bir mekândır. Çeşitli mekânlar ve yüksek
duvarlarla çevrili olan avlulu ev, içe dönük bir plan organizasyonuna sahiptir ve neredeyse
dış dünyaya zemin katında kapalıdır. Duvarlarında nişler bulu mizlenme mekânlarından
(ahır, kiler, depo, mutfak, banyo, tuvalet) oluşur. Bu mekânlar hem özeîlikleri hem de
içinde geçen etkinlikleri düzeyinde incelenmiştir.
Nan avluda havuz, kuyu, su kanalları, çiçeklikler ve ağaçlar için boşluklardan oluşan
çeşitli su ve bitki öğeleri bulunur.
Avlu, havanın soğuk olmadığı mevsimlerde gün içinde oturma, bulaşık ve çamaşır yıkama, yemek hazırlama, geceleyin uyuma, ayrıca bazen de komşu ve akrabaların katıldığı
sosyal etkinliklerin (nişan, düğün gibi) yapıldığı çok amaçlı bir mekândır. Ayrıca sokağa
göre bu mekân, kiiçük çocuklar için vazgeçilmeyen daha korunaklı bir oyun alanıdır. Çok
iş- levli olması özellikle yaz aylarında her gün yıkanmasını zorunlu bir hale getirirdi. Özellikle yemek hazırlığı için uygun bir ortam oluşturan avluda, “habeş” adı verilen geçici ocaklar üzerine sacayağı (Ermenice “gesgerenk”) ve onun üzerine de sac konularak yulka ekmek
pişirilirdi (Margosyan, 1996). Kışlık yiyecek hazırlıkları genellikle avluda yapılırdı(22)
Yaşam yaz aylarında avlu ve eyvanlarda, kış aylarında ise odalarda geçer. Bu evlerde
çok sayıda oda mevcuttur. Oda sayıları evin zenginliğine göre değişmektedir. Ataerkil
aile yapısının hüküm sürdüğü bu evlerde bir bodrum kat üzerinde kurulan, tek ya da iki
kattan oluşan bu evlerin harem-selamlık bölümleri de vardır. Harem kısmının kapısı 2
metreyi geçmeyen, süslü basık bir yapı iken, selamlık kapısından ise bir atlının geçebileceği kadar yüksektir.
Evin en önemli bölümlerinden biri yazlık kısımdır. Bu bölümde en önemli birim eyvandır. Eyvan avludan yaklaşık 15 cm yukarıda bulunan oturma alanlarıdır. Eyvan tek
gözlü, iki gözlü veya üç gözlü olabilir.(101)
Eyvanın önünde avlu, avlunun ortasında da çok derin olmayan havuz, çiçeklik, dut
ağacı vardır. Havuz avlunun bir parçası olmakla beraber zaman zaman eyvanın içine de
girmektedir. Havuzun bir uzantısı olan sersebil de serinlemek için yapılan ayrı bir büyüleyici elemandır. Tüm bu detaylar su kadehi ile tamamlanır.(101)
DİYARBAKIR EVLERİ 35
Havuz: Diyarbakır evlerinde, avlularda ve eyvanlarda derinliği fazla olmayan havuzlar
yapılmıştır. Bu havuzlar suyun sesini ve serinliğini hissedecek şekilde dizayn edilmişlerdir.
Havuzlar genelde, kare, dikdörtgen, yuvarlak, altı ve sekiz köşeli olarak yapılmışlardır.
İlginç şekilleri olan havuzlara da rastlanmaktadır. Avluların kenarları çoğunlukla erkek
bazalt taştan yapılmıştır.(2)
Geleneksel Diyarbakır evlerinde havuz, eyvan veya avluda yer almaktadır.
Eyvandakiler daha küçük boyuttadır. Kare, dikdörtgen, elips ve daire şekilleri vardır
Dairesel formda havuz
Dikdörtgen formda havuz(3)
36 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Havuz kadar önemli onu tamamlayan bir detay da, boşalan su için düşünülen(görsel
su oyunları) kanalcıklar ve kadehlerdir. Suyun basınçlı olduğu ev veya semtlerde ortada fiskiye de bulunabilir. Ancak en yaygın olanı iki kadehli havuzlardır. Kısa kenar ortalarına
veya 4 kenar ortalarına yerleştirilirler. Bunlar, yarım daire yıldız ve katmer verilerek yonulur,
çanağı çukur ve havuza doğru kanallı olurlar. Bunlardan su hafifçe taşar ve havuza dökülür.
Böylece çok az ses yaparken kulağı yormadan görsel zenginlik sağlar ve serinlik verir (2)
Aziz Mahmut Urmevi tekkesinde suyun raks edişine vesile olan bir mimari eser
Su Kadehi (4)
DİYARBAKIR EVLERİ 37
Fıskiye
Bir havuz detayı ve su kadehi(105)
38 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi tulumba
DİYARBAKIR EVLERİ 39
Muharrem Erim evi havuz
40 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Tarihi evlerde havuzlar da ayrı bir estetik
Bir Diyarbakır evinde havuz(Tarihi Kızılay binası)
DİYARBAKIR EVLERİ 41
C.Sıtkı ev
Gazi köşkü ve havuz (gece)
42 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Gazi köşkü serdap(gece)
Gazi köşkü Havuz
DİYARBAKIR EVLERİ 43
Gazi köşkü Serdap
44 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Havuzun yanı başında taş öğe
Gazi köşkü
DİYARBAKIR EVLERİ 45
Esma ocak evi
46 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cemilpaşa konağı
Diyarbakır’da havuz iki yerdedir. Avlu ve eyvan Safranboludaki gibi odaya girmez. Her
ikisinin de amacı sıcak iklimin serinliğe duyduğu klimal ve görsel özlemdir. Eyvandakiler
daha ufaktır. Yaygın üç tür havuz türü var: Dikdörtgen, eliptik ve köşeleri pahlanan dikdörtgen-elips arası 8 kenarlılar. Suyun basınçlı olduğu evlerde ortada fıskiye bulunur. En
yaygın olanı iki kadehlileridir. Bunlardan su hafif kaynar ve havuza dökülür. Böylece çok
az ses yaparken kulağı yormadan görsel zevki okşar ve belli serinlik verir (24)
Ahmet Arif müzesi havuz
DİYARBAKIR EVLERİ 47
Çelikmen sokak.No.10’da bir havuz
Eski bir Diyarbakır evi (Gren park oteli müştemilatı)
48 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1936 yılı Diyarbekir evlerinden birinin avlusu(Konyar)
1936 yılı Nebi camii önünde havuz(106)
DİYARBAKIR EVLERİ 49
Dört ayaklı minare yanında seher mutfağı evinde su öğeleri
Kuyu
Havuz
50 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Çeşme
DİYARBAKIR EVLERİ 51
Havuz
52 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Odalar:
Diyarbakır evlerinde haremlik ve selamlık olarak karşımıza çıkan odaların en önemli
kısmı “mabeyn” odasıdır. “Mabeyn” harem ve selamlık odalarını birbirine bağlayan birimdir. Evin beyi, gerektiği zamanlarda bu kısımdan, harem bölümüne geçmektedir.
Tarihte Diyarbakır erkeği
DİYARBAKIR EVLERİ 53
Tarihte Diyarbakır erkeği
54 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
C.Sıtkı evi
DİYARBAKIR EVLERİ 55
Diyarbakır’ın zenginlere özgü evleri harem ve selamlık olmak üzere iki ayrı bölümden
meydana gelmiştir. Bu bölümlerin dışarıdan birbirlerinden ayrı girişleri vardır. İçerideki
bağlantıları da döner dolapların yardımıyla sağlanmıştır.
Bazı varlıklı Müslümanlarla gayrimüslimlerin evlerinde küçük farklılıklar olurdu. Müslümanlara ait evlerin odalarından birinde kıble tarafındaki duvarda mihraba benzer bir oyuk
olurdu. Misafirler için mutfakta yapılan yemekler tahtanın bir bölümüne konup tahtaya vurularak çevrilirdi. Böylece namahreme görünmeden yemek servisi yapılmış olurdu (41)
Kuzeyde bulunan büyük oda evin en büyük oda misafirlerin ağırlandığı yerdir. Düğünlerde ve taziyelerde bu oda hazırlanır. Ayrıca şehriye kesme günleri de burada yapılır
bekâr olan erkek çocuklarına anneler buralarda kız beğenir.(101)
Tepe penceresi(105)
56 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Oda kapıları (22)
DİYARBAKIR EVLERİ 57
Pencereler(22)
58 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakırda kadın ve ev
Oda
C.Sıtkı evi
DİYARBAKIR EVLERİ 59
Kuzeyde bulunan büyük oda evin en büyük oda misafirlerin ağırlandığı yerdir. Düğünlerde ve taziyelerde bu oda hazırlanır. Ayrıca şehriye kesme günleri de burada yapılır
bekâr olan erkek çocuklarına anneler buralarda kız beğenir.(30)
Esma Ocak evinde oda düzeni
60 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
DİYARBAKIR EVLERİ 61
Esma Ocak Evi
62 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Genç kızların çeyizleri sandıklarda saklanır, kitap, gündelik eşyalar vb. kapaklı veya
kapaksız duvar içindeki sabit dolaplara konulurdu.
Gün içinde oturulan oda gece yatmaya göre düzenlenirdi. Oda içinde gece yüklüklerden çıkarılan yataklar ve yorganlar yere serilir, sabah yine toplanıp yerine bırakılırdı.
Yüklüğün içindeki eşyaların görünmemesi için önüne bir perde asılırdı (32)
Esma Ocak evi
DİYARBAKIR EVLERİ 63
Esma Ocak evi
64 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Esma Ocak evi
DİYARBAKIR EVLERİ 65
Esma Ocak evi
66 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Esma Ocak evi
1714 tarihli Diyarbakır şeriyye sicillerine göre Diyarbakır’da ev eşyaları şu şekildedir
Her odanın ortasında büyükçe diyebileceğimiz ve belgelerde orta halı denen halılar
vardır. Bu halıların kapatmadığı yerler, yan halı veya haliçe denen küçük halılarla kapatılırdı. Kış aylarında soğuğun etkisini azaltmak için halıların altına hasırlar döşenirdi.
Yaz aylarında ise halılar kaldırılarak, daha serin bir ortam sağlayacak kilimler döşenirdi.
DİYARBAKIR EVLERİ 67
Halı ve kilimlerle beraber ,keçeden yapılmış döşeme malzemesi de kullanılabilirdi(keçe,
yan keçe, orta keçe).halı ve kilimleri sık sık temizlemek kolay olmadığından, üzerleri temizlenmesi daha kolay cacımlar ile örtülürdü(cacım, keçeli cacım)
Bu döşeme üzerine, oturma rahatlığı bakımından içi yün ve pamuk gibi şeylerle doldurulmuş şilte(kebir şilte, sagir şilte) veya mak’adlar (kırmız mak’ad, yemeni mak’ad,
dimi mak’ad bırakılırdı.Şilte ve mak’adlar her zaman yere bırakılmayabilirdi, bazen oda
içinde kurulan sedirlerin üzerine de bırakılabilirdi. Duvar veya pencere kenarlarına dizilen sedir, şilte ve mak’adların üzerine sırtı dayamak için minderler(kıyı minder)konulurdu. Bununla birlikte genellikle oda içinde daimi surette serili bulunan seccadeler vardı.
Seccade ince kumaştan olabildiği gibi, halı seccade de olabiliyordu.
Genellikle evin yatak odasında, yatak odası yoksa veya ev tek odalı ise odanın bir köşesinde yüklükte muhafaza edilen yorgan, döşek ve yastıklar, ev halkının mutad olarak
kullandıkları ve muhtemel misafirler için kullanılacak olanlar şeklinde ikiye ayrılırdı. Ev
halkının kullandığı yorgan, döşek ve yastıklar yüklükte üzeri bir örtüyle örtülü şekilde
dururken, misafirler için veya çeyiz olarak hazırlananlar ise hurçlara sarılı olarak saklanırdı. Ayrıca hurçlar, yaz aylarında, kışlık yatacakları muhafaza içinde kullanılırdı.
Yorganlar içinde dikkati çeken bir çeşit ‘Tenur yorgan’lardır. Bu yorgan, uyku amaçlı
olmayıp, içinde köz bulunan mangalın üzerine örtülen ve ev halkının yataklarının yorganın altına sokarak ısındıkları yorgandı.Yastık çeşitleri ise Tüy yastık,kumaşi yastık,kadife yastık,yemeni yastık,bube yastık,yastık-ı Burusa,yastık-ı Beşiktaşi idi.
Diğer ev eşyaları:
Yatak odasında sanduklar bulunmaktaydı. Sandukaların içindeki boğçalara(Yemeni
boğça, Tokat boğça) sarılı halde yastık yüzleri,nakışlar,iç çamaşırları,havlular,peşkirler
bulunur,bunlarla birlikte günlük kullanılan elbiseler daha çok dolaplara asılmakta şayet
dolap yoksa bunlar da boğçalar da muhafaza edilmekteydi.Kıymetli mücevherler ise sanduklarda daha küçük kutularda (zarf,ceviz zarf,nehasi zarf,sim zarf ) muhafaza edilirdi.
Yine hemen her evde ,evin güzel kokması için buhurdanlar ve gül suyunun konulduğu
gülübdanlar bulunurdu.
68 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Aydınlatma için ise şem’danlar,mumlar,fenerler ve fanuslar kullanılırdı.Avluda oturmak için iskemleler ve rahat dolaşmak için nalinler bulunurdu.
Evde örtülmesi için gereken yerler için değişik amaçlı perdeler bulunmaktaydı(kapu
perdesi,baca perdesi,yemeni perde,.çadır perdesi).hemen her evde duvara asılı halde ayna
ve saatler(çalar saat,akrep saat,pandol saat,bakır saat bulunurdu) (31)
Yerlere kış mevsiminde önce hasır, üstüne de eğer var ise hah, yoksa kilim serilirdi.
Bahar mevsimi gelince hah ve hasırlar kaldırılıp yalnızca ince kilimler serilirdi.
Aydınlanma için kullanılan çıra, fanus, lamba v.s. şeyler duvarlardaki çivilere asılırdı.
Evlerin mutfağı, tuvaleti ve banyoları avluda olurdu. Genelde sokak kapısından hemen
girişte tuvalet yer alırdı, bundan sonra da ve odalar gelirdi. Tüm odaların avluya bakan
pencereleri vardı. Bunlar, hem odaların aydınlanmasına hem de evin hanımının bir yandan işini yaparken diğer yandan avluda oynayan çocukları kontrol etmesine yarardı.
Çamaşırlar mutfakta yıkanır, ocakta yanan ateşin üs-tünde kazanla su ısıtılır ve bu
sudan o dönem kepçe yerine kullanılan sapı uzun ve içi oyularak kurutulmuş su kabağı
ile su alınıp çamaşırların bulunduğu Teştlere dökülürdü. Bu şekilde bir yandan sabunlanarak yıkanan elbiselerin kirli suları dökülür diğer yandan da yeni ve temiz su ile ikinci,
üçüncü el sabunlanıp tam temizlenmeye çalışılırdı.
Bazen de iyice temizlenmesi istenen şeyler Teşt denilen büyük ve derin bakır tepsilerde
yere konup Tokaç denen tahtalarla dövülerek temizlenmeye çalışılırdı. Uzun ve yorucu
bir temizlikten sonra son defa Tahfil denilen helalleme işlemi yapılarak artık temizliğinden emin olunan çamaşırlar, çatal şeklindeki uçları birbirlerine birleştirilip ayakta tutulan
ağaçların arasına bağlanan iplere asılırdı.
Bu işlemlerden sonra zaman öğleye yaklaştığı için artık yemek hazırlıklarına başlanırdı. Çünkü ya okuldan gelecek çocukların doyurulması ya da esnaf olan evin babasının
öğle yemeği için sefer taslarının hazırlanıp gönderilmesi gerekmektedir. (96)
DİYARBAKIR EVLERİ 69
MEKTUP
Oğlum Ehsan!
Ana heyran nasılsan?
Ne haldasan?
Biz seni aramasah sormasah
Sen bizi ne arisan ne de sorisan
Sen ne hersiz bir evlatmişsan
Bemırad olmiyasan
Hahın kızinan gezisen dolaşisan
Edemisen anan mektup yazasan?
Heç Allah’tan korhmısan bizi merakta bırahisan?
Dünegin diyazan oğli Hüsen gelmişti Ankara’dan
Getmişem sağlık haberin ondan almişam
Seni belediye otobozunda görmiş bir kıznan
Sözlüm diye bahsetmişsen o kızdan
Birde yüzüg tamişsan barmağan
Niye oğlum sen anasız kalmişsan
Sansahan evlenmağa kalmişsan?
Hüsen’e dedim ki;
“Hüsenl Hele birezim kızi anlat
Dedi ki;
Ne anlatayım diyaza, Ay parçası bemırad”
Gülende güller açi
Ağliyanda incinen mercan saçi
Bele güzel ne görülmiş ne duyulmiş
Hak teala öz nurundan yaratmiş.
Ehsan!
Niye sen hırıf olmişsan
Böyükleren danışmadan evlenmağa kahmişsan
Kardaşındanda mi ibret almisan?
Getti bir tango kız getirdi
Ne kendisi rehet etti
Ne de bizi rehet ettirdi
Kız da kız olaydi üregim yanmazdi
Ele zaif ele zaifti ki
70 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ayni Çirtik Esoya benzidi
Çirpi gibi bacaği
Emin ağanın ayağı gibi ayaği
Çamaşır tokacı gibi de elleri vardi
Ne ağlidi ağliyasan
Ne gülidi gülesen
Ne konuşmağımızı begenidi
Ne bişırdığımızı yeyidi
Zıkkımın köküni yiyeydi
Hırçikli meftüneyi ağzına koymidi
Kibekudura kaşığını degdirmidi
Pencegoşt kebabından hanımın meğdesi bulanidi
Herbişede kusur bulidi
Herbişeye yengi yengi adlar tahidi
Ben deyidim babakanuç
O deyidi “patlican ezmesi”
Ben deyidim lebeni
O deyidi “yoğurt çorbası”
Ben deyidim hılorik aşi
O deyidi “ekşili İzmir köftesi”
Yoh! Carut degil faraşmiş
Küçe degil sokahmiş
Hebene degil destiymiş
Havuca pırçikli demah ayipmiş
Ben bele konuşiyam diye benden utanimiş.
Niye kendi yaptığından utanmidi
Gün evle olidi yatahtan kahidi
Ne Hevşi süpüridi ne ayah yoluna su dökidi
Benim elimden çaput
Onun elinden roman düşmidi
Gezmağa gidende de en öge o düşidi.
Birgün baban tükenden geldi
Sakosi çininde içeri girdi
Hanımın kızı yerinden bile teprenmedi
Baban çoh ağırına getti
Bırahsam, alimallah saçıni pırçigini yolacahti.
DİYARBAKIR EVLERİ 71
Ben ne şanssız bir kariymişam anam!
Kaynanaların zalım zamanında gelin olmişam
Gelinlerin zalim zamanında da kaynana olmişam
Kime ne etmişemki bulmişam.
Ehsan! Sen senolasan
Akli başında bir kız alasan
ister Diyarbakır1i olsun
İstersen yedi yabancıdan olsun
Yeter ki helal süt emmiş bir kız olsun
İstiyem ki sonradan peşman olmiyasan
Kari kısmi ayakkabi degil ki sıhtimi çıharasan atasan
Namusumdur diyecasan
Ömribillah çekecahsan.
Ehsan! Biliyem eyisen hoşsan
Herşeye çabuh kızisan
Kızanda da alalo gibi kabarisan
Oğlum! Asebi erkegin kahri çoh olur
Kahır çeken kari zor bulunur
Onun için kariların hamuri sabırnan yoğrulmuştur.
Onlar hanımdır
Onlar hatundur
Onlar sultandır
Onların mekanı Cennet-ala’dır
Onlar ışıhtır
Onlar nurdur
Onlar yüce Allah’ın erkeklere bir lütfudur.
Kadri göral
Birinci kattaki odalara “çardak” adı verilmektedir. Sokağa çıkıntıları olan çardaklar
da bulunmaktadır. Bu çıkıntılar “Şahnişin” olarak adlandırılmaktadır. Şahnişlerin yan
taraflarında bulunan pencerelerden, sokağı izlemek mümkündür. Odalarda bulunan dolaplarda, kapılarda ve pencerelerde çok ince süslemeler kullanılmıştır. Ahşap, cam, alçı
işçiliğinin en güzel örneklerini buralarda görmek mümkündür. Odalarda göze çarpan
bir diğer önemli özellik ise “serdap” adı verilen ve soğukluk olarak kullanılan kısımlardır.
Serdaplar, bölgesel bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok eski devirlerden beri kullanılan bu birimler, Abbasiler’e bir dönem başkentlik yapmış olan Samarra’da bulunmak72 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
tadır. Serdaplarda selsebil bulunmaktadır. Selsebilerde suyun akışı, üst kanaldan, üzerleri
mermer veya çiniyle kaplı eğimli bir yoldan akmaktadır. Su, bu yolu takip ederek aşağıya
iner ve alt deliklerden geçerek, süslü bir kanalı izleyip havuza ulaşmaktadır. Selsebillerdeki
bu su oyunu, etrafı serinleterek, sıcağı azaltmaya yönelik bir görev üstlenmektedir. (2)
Diyarbakır evlerinin bir özelliği serdap’lardır. Sıcak yaz günlerinde eyvan ve avlular
yetersiz kalınca buna önlem olarak bir nevi sığınak olan serdaplar yapılmıştır. Bunlar evlerin yerleşme planı içerisinde bir tür bodrum odası olup avluya açılırlar ve kuzeye yöneliktirler. Diyarbakır C. S. Tarancı evinde olduğu gibi bazı örneklerde iki basamakla
içerisine girilen havuzlu, mekânlardır.
Resim. C.Sıtkı Tarancı Evi’nde Bulunan Serdap(5)
Zengin evlerinde bazen havuzların eyvanın içerisine kadar girdikleri görülmüştür.
Bazı örneklerde buralara küçük selsebiller eklenmiştir. Bunun da nedeni selsebillerin eve
serinlik sağlamasıdır. Duvar yüzeyinden bir su kanalı ile akıtılan su, önündeki havuza
dökülür. Diyarbakır da selsebiller genellikle sur dışında yer alan köşklerde bulunur(4)
DİYARBAKIR EVLERİ 73
Serdap (22)
Serdap(Z.Gökalp evi)
74 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
C.Sıtkı evi
DİYARBAKIR EVLERİ 75
Odalarda doğal aydınlatmaya önem verilmiştir.Kişinin bir sedirin üzerinde otururken
dışarıyı rahatlıkla görebileceği bir boyutta parapet yüksekliği belirlenmiştir.Pencere genişlikleri en az 30 cm,en fazla 110 cm arasında değişmektedir.Odaların serin olmasını
sağlamak amacıyla yüksek tutulması,doğal aydınlatmada da bir zorlanmaya neden olmuştur.Bu da halk arasında Tepe pencere ya da Taka olarak bilinen 50-90 cm.arasında
değişen genişlikteki küçük pencereler yardımıyla giderilmeye çalışılmıştır. (42)
Serdap(105)
Sahanlık ve Gezemek
Cahit Sıtkı Tarancı Evi’nde merdiven genellikle bir sahanlıkla son bulur. Sahanlığın
uzatılarak eyvan ve odalara geçiş yapan bölümüne “gezemek” adı verilir. Bu bölüm evin
batı kanadındaki odanın önünde yer almaktadır. Merdivenler yapının diğer bölümlerinde olduğu gibi dişi bazalt taştandır. Korkuluklar demir işçiliğinin en güzel örnekleriyle
çevrilidir.
76 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Resim: Yazlık Bölümde Sahanlık ve “Gezemek”(5)
Merdiven
Merdiven avlunun bir bütünleyici (veya onun ayrılmaz bir parçası), görsel zenginliği,
çoğu kez plâstik sanat niteliğine kadar uzanan ve bazen bir heykel konumuna erişen gerekli bir elemanıdır. Diyarbakır evinde ulaşım büyük ölçüde avludandır. Bodruma, sergaha, kilere,eyvana üst kata ve dama ulaşım hemen daima buradandır. Bunun yanında
bazen ara ve üst kat ile dama eyvandan çıkıldığı da otur. Bunların sayıları azdır. İkisi birden olanlar, o ev için bir ayrıcalık, üstünlüktür. Yaşam biçimi olarak eyvanla üstündeki
oda arasında bir bağ düşünülüyorsa, kış koşullarında ıslanmadan yaşlı nine ve dede gibilerine daha kısa ve korumaktı (konforlu) bir ulaşım sağlamak isteniyorsa, eyvan veya
oraya açılan odadan onun taşlığından bağlantı verilebilir. Genellikle mutfak üstüne yerleştirilen koltuk odaların (Cahit Sıtkı Tarancı’nın evinde, giriş koridoru üstünde de vardır) merdiveni odadandır. Burada hem kış koşulları kolayiaştırılmada hem de basamak
sayısı en aza indirilerek yaşlılara kolaylık sağlanmaktadır. Bunların dışında giriş aralığından üst kata çıkan merdivenler de yok değildir. Ancak sayıları oldukça azdır.(24)
DİYARBAKIR EVLERİ 77
Bahçe
Tarihi Diyarbakır evlerine “sokak arası” veya “kapı arası” denilen dar bir geçitten girilir.
İç-dış yaşamı birbirine bağlayan, bazı evlerde ahır bağlantısının da yapıldığı bu mekanlar,
evin merkezi sayılan “Avlu”ya açılır. Avlu, yazın günlük yaşamın büyük bölümünün geçirildiği, dikdörtgen planlı (bölümler arası kullanım farklılığından dolayı) bir alandır. Dişi
taş ile (bazaltın gözenekli olanına verilen isim) döşeli avlular, odalar, eyvan, bazen ahır,
mutfak, kiler ve hela ile çevrilidir. Bu alanın ortasında çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçlarının
yer aldığı (incir, dut, ayva vb.) küçük bir bahçe, havuz ve içinden su çektikleri tulumba adı
verilen kuyular bulunurdu. Hanımlar günlük temizlik ve bahçe bakımında kuyulardaki
suyu kullanır, içme suyunu evdeki veya mahalledeki çeşmeden sağlarlardı(32)
Esma ocak evi tulumba
78 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır evi bahçesiz düşünülemez. Küçük de olsa avlunun bir köşesi bu yeşil alana
ayrılmıştır. Bahçe alanı Tarancı Evi’nde oldukça büyük tutulmuştur. Bu alanın ortasında
çiçeklik ve çeşitli meyve ağaçları bulunmaktadır. Evin kara taşlı kasvetli havası bu yeşil
doğa parçasıyla giderilmeye çalışılmıştır.
Mutfak:
Harem kısmında yer alan mutfak, avluya açık bir eyvan şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Mutfaklarda ocak bulunmaktadır. Bu ocaklar yemek pişirmek amacıyla yapılmıştır.
Mutfakların zemini taş kaplıdır ve genelde alt kısmında kiler birimi bulunmaktadır. Kiler
kısmı diğer depolar gibi “zerzembe” adı verilen bodrum katına alınmıştır. Bol pencereli
olan bu kısımlar, depolama ve kiler için gerekli koşulları taşımaktadırlar.(2)
Evlerin mutfakları tek kemerli bir eyvan şeklindeydi. İçinde ocakları olan mutfaklar,
evin kullanım kolaylığı bakımından harem bölümünde kilerlere yakın olarak düzenlenmiştir. Mutfak içinde yemeğin pişirildiği yerlere “maltız” denirdi. İçinde üç-dört ocağı
olan maltızların içinde kömür ateşi yakılırdı. Ayrıca mutfağın içinde yer alan bacalara
tütmekten gelen “tütünlük” adı verilirdi. Çamur ve sıvalı olan bacaların yanında yemek
pişirmede kullanılan kazan, kepçe, bakraç vb. mutfak eşyaları yer alır, bu araç gereçler
ve günlük artan yemekler tel dolaplara konulurdu(32)
Ailenin büyük olması ve buzdolabının olmayışı yemeklerin günlük olarak yapılmasını
gerektirmiştir. Fındık, fıstık, ceviz, pestil, kuru üzüm gibi yiyecekler ise günlük oturulan
kışlık odanın bir köşesinde kurulu, meyve odalarında sandıklarda saklanırdı. Odadan üçdört basamakla çıkılan bu odalara “meyve odası” veya “sandık odası” denilirdi. Kış geceleri
dışarıya çıkıp kilere inmeden, rahatça ulaşılabilen bu mekanlardaki sinilere konan yiyecekler gelen misafirlere ikram edilir, diğer zamanlarda ev halkı tarafından keyifle yenirdi
DİYARBAKIR EVLERİ 79
Eski evlerde yemekleri evin büyük hanımları yapar, gelinler yardım ederlerdi. Yapılan
yemekler mevsime bağlı olarak sıcak günlerde eyvan veya avluda, soğuk olduğunda alt
katta oturma odası olarak da kullanılan evin büyüklerinin odasında yenirdi. Halı üzerine
sofra bezi serilir, üzerine alçak bir sehpa üzerine “sini” (büyük tepsi) bırakılırdı. Yemekler
mutfaktan “kuşhane” adı verilen kaplarla sini üzerinde getirilirdi. Yemeğe önce büyükler
ve evin erkekleri başlar, daha sonra hanım ve çocuklar otururdu. Odalara giriş, oymalı
ahşap kapılarla sağlanırdı (32)
Mutfak(C.Sıtkı evi)
80 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
C.Sıtkı evi mutfak
C.Sıtkı evi mutfak
DİYARBAKIR EVLERİ 81
Esma Ocak evi mutfak
Mutfak
82 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kuzeyde bulunan mutfak, soğuk kış günlerini güney sıcağını alarak korunmaya çalışmıştır. Mutfak harem bölümünde, tek kemerli olup, avluya bakar ve düzayak girilir.
İçinde ocak bulunur. Zemini taş kaplı olup, buradan alttaki kilerlere inilir. Aileler kalabalık olduğundan besinlerin depolanma gereksinimi vardır. Kiler serin olması nedeniyle
bodrum katta yer alır. Avlu ile direk bağlantılı olanları da vardır. Kilerler bir veya birkaç
basamakla inilen bodrumlarda yer alır. (30)
Kiler
DİYARBAKIR EVLERİ 83
Kiler
84 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Paşa mh.Yardımcı sk.1.ada.144 (68)
Mıgırdıç Margosyanın’ın anlatımıyla kiler konusuna derinleşelim
Sonbahar demek, kilerlerin ağzına kadar doldurulması demekti. Önce odun kömürü
alırdık. Anam yüzünü, ağzını, başını bezle örter, sadece gözlerini açıkta bırakır ve çuvallar
dolusu kömürü ayıklayıp cinsine göre istif ederdi.
“Bu ‘arot’tur” der, az yanmış, iyice kömürleşmemiş olanları ayırırdı.
“Bu ‘dık’tır” der, eledikten sonra eleğin altında kalan küçük kömür parçacıklarını bir
kenara yığardı.
“Bunlar da ‘ağgik’ kömürdür” der, iyi kömür, has kömür olanları özenle ayrı bir yere
dizer, kümelerdi.
Evimizde, her kömürün kullanılacağı bir yer vardı. “Arot”lar çamaşır kazanının altında
yakılır, su kaynatılırdı. “Ağgik” yani iyi kömürle taş ekmeği pişirilirdi. “Dik” ise, nohut
kavurup leblebi yapmak için yakılan ateşte kullanılırdı.
Sonra bulgur ve dövme hazırlardık. Buğday ayıklanır, değirmene gönderilirdi. Gelen
un elenirdi
DİYARBAKIR EVLERİ 85
“Bu has un.”
“Bu kepek...
“Has undan “patila” denen bir nevi peynirli börek yapı- lirdi. Ancak patilanın lezzetli
olması için, peynirin tam yağ sız, “imansız” peynir olması gerekirdi. Kepek ise sokaklarda
“şişe aliyam, boş şişe aliyam” deyip, sırtlarındaki torbalark gezen Yahudilere veya bizim
deyimimizle Moşe’lere satılırdı. Onlar da topladıkları kepekleri ve boş şişeleri başkalarına
satar, ticaret yaparlardı. Ermenilerin hemen hepsi esnaf sanatkârdılar.
Moşeler ise ticaret adamı...
Anam koruk suyu hazırlardı, ceviz sucuğu yapardı. Kurı üzümü ve pestili satın alırdık.
Egil’ in pestili en iyisiydi. Pestil ne kadar ince olursa o kadar lezzetli olurdu. Sizler,
pestilin içine ceviz içi koyup yediniz mi hiç? Tadını bilir misinizi Bizim muhallebimiz,
yoğurttu; çikolatamız da, üzüm şırasından yapılmış, güneşte kurutulmuş, sonra kalıp
halinde kesilmiş “kesme”... Yoğurda pekmez katardık, kaşık kaşık yerdik. Bizim pastamızdı bu, daha doğrusu bizim kekimiz...
Şaşırdınız mı..?
Bizim evlerimizde kilerlerimiz vardı. Kilerlerimiz kocaman göbekli küpelerin içine
ne mi korduk? Söyleyeyim: Öncelikle en kocaman en şişko,en göbekli küpümüz unla
dolu olurdu. Onun yanısıra boylarına göre dizilen diğer küplerimiz,dövme bulgur,mercimek, nohut, fasulye ve pirinç küpleriydi. Başka küplerimiz de vardı: Pekmez küpü,
onunla kapı komşusu yağ küpü,biz biz çocukların en çok sevdiği,sık sık da yokladığı, bu
yüzden de ikide bir analarından zılgıt yediği kuru üzüm küpü, pestil, ceviz ve cevizli
sucuk küpü….
Bizim oralarda zenginlik ölçüsü kilerin büyüklüğü, kilerdeki küp sayısı ve onların da
göbekli ya da sıska oluşlarıyla ölçülürdü. Evin küpleri tümden boşsa o evin durumu berbat,kötü, hali perişan ve acıklı demekti. Biz dualarımızda belirtir,şöyle söylerdik:
‘’ Tanrı kimsenin küpünün boş bırakmasın’’
‘’ Halil İbrahim ‘in beti bereketi küplerimizde hiç eksik olmasın…
86 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Genelde küplerimiz iki renk olurdu: Kırmızı toprak, yani kil renkli,de yeşil sırlı olanlar. Kil renkli küplerimize un. Dövme, yeşil mercimek, kırmızı mercimek, nohut, fasulye
ve bulgur; sırlı yeşillere ise eritilmiş ve sonradan saç örgüsü şeklinde örülmüş,içine de yabani peynir otu konmuş peynir,kaya tuzu,pekmez ve yağ korduk.
Anam hamur yoğururken veya ayran çorbası pişirirken kilerden alması gereken bir
şey varsa,hamurlu elleriyle,teşt’’in yanından kalkmadan bizlere, bana, kardeşime yada
kız kardeşime seslenirdi:
‘’Kız Ani, kilerden azıcık tuz getir.’’
Kızkardeşim koşarak tuz küpüne yönrelir, küpün yuvarlak tahta kapağını kaldırır,
onun da altındaki bezi aralar,bir parça tuz alır, kapağını tekrar yerine koyar ve tuzu getirip
anama verirdi. Oda,tuzu hamura katar,kendi kendine dualar fısıldar yoğurmayı sürdürürdü. Biraz sonra bu kez başka bir şey için seslenirdi:
Sopeee, kilerden lülüğü getir!’’ (92)
Diyarbakır mutfağı(Ziya Gökalp evi)
DİYARBAKIR EVLERİ 87
Mutfak ve Kadın
Mutfak-Kiler Anlayışı
Her evin mutfağı ve kileri bulunmaktaydı, genelde. Şehir merkezinde bazalt evlerin
mutfağı yanında alt katta yaz ve kış saklanması gereken erzak, yapılan bölümlerde muhafaza edilirdi. Yaz mevsiminde iki katlı evin zemininde soğukluk sebebiyle yiyeceklerin
bozulmaması için tel örgü ile yapılan dolaplarda meyve-sebze, peynir, yoğurt ve et olmak
üzere evin ihtiyaçları saklanırdı. Zeminde bulunan kilerde saklanan yiyecekler, zemindeki
soğukluk sebebiyle doğal bir buzdolabı etkisine sahiptir. Bozulması muhtemel olan kimi
yiyecekler, evin avlusunda bulunan su kuyularında yapılan özel bölmelerde saklanabilirdi.
Sonbaharla birlikte sırlı Küplerde pekmez, sadeyağ, pestil, cevizli-badem sucuk muhafaza
altına alınırdı… Günümüzde buzdolabı ve dondurucu muhafazalar sebebiyle kilerde bu
tarz besin saklama söz konusu değildir. Yapılaşma ile birlikte eski bazalt evler de bir bir
ortadan yok olmaya yüz tutmuştur.(89)
88 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Şefik Korkusuz kilerlerin fonksiyonunu anlatıyor
Diyarbekir evlerinde kiler ise; genellikle Serzemin /Zerzemin denilen ve küçük pencereciklerle avluya bakan bodrum katlarında olurdu. Burası da taşlardan yapıldığı için
yazları çok serin olur ve günümüz buzdolabının yerini tutardı. Buralara yağ, peynir, turşu,
un, bulgur ve benzeri yaş ve kuru yiyecek ve içecekler o dönemlerde meşhur olan yeşil
sırlı boyalı büyüklü küçüklü küplere doldurulup bırakılırdı.
Yemeklerin saklandığı dolaplar, üç tarafı telli, havalanması tam, tahta dolaplardı. “Teldolap” diye anılan bu dolaplar günübirlik yemeklerin soğutulması ve korunması için
kullanılırdı. İçilecek sular, “Habene” ismi verilen büzük bir ya da iki küpte bulunur, bunlardan da “Su testisi” adı verilen pişmiş topraktan yapılmış testilere konarak el altında
bulundurulurdu.
Odunluk ve eski eşyalar devamlı kilerde bulunulurdu.
Kilerlerin bir başka özelliği de ev halkının kendilerini yaz mevsiminin kavurucu sıcağından korumaya çalıştığı ver olmasıydı. Bazı yaz günlerinde Belediye zabıtaları sabahları saat 10-10,5 sıralarında ellerindeki teneke borazanlarla sağa sola giderek şöyle
anons yaparlarmış; Sıcağlar ba§ladiiii, herkes bodrımlaraaaal İkindi vaktine yakın bir
zamanda yine; dışari çıhabûırsıııızl diye çağrı yaparlarmış. (Bu durumu bizzat o dönemleri yaşamış olan; Merhum Hacı Kadri Mermutlu bey bana anlatmıştı.Ş.K.)(97)
Kiler (105)
DİYARBAKIR EVLERİ 89
DİYARBAKIR YEMEKLERİ
DİYARBAKIR YEMEKLERİ
EV YAŞAMI
Ev Hali
Temmuz da doğmuşum,
Sıcağında Diyarbakır’ın.
Diyarbakır’lı zaten sıcak olur,
Temmuz’un sıcağıyla
İki kere sıcakcık olmuşum.
Yani hep öyle derler de ondan diyorum.
Eyvan da güller vardı, avluda havuz.
Anam tulumbayı çektiği gibi,
Bütün avlu, bal dök yala.
Havuza attım mı kavunla karpuzları,
Doyamazsın görüntüsüne onların artık.
Ancığım mil gibi tertemizdi,
Her bir işi öyleydi.
Vahap ağa hamamına gitti mi,
Canımızı çıkartırdı keselemekten.
İnler ağlardım, ne olur anne yeter artık,
Sanki asırlık temizlik yapardı,
Kücücük canımıza.
Ama eve gittim mi o yorgunlukla,
Döşerdi kavurma, pastırma,
Bir de sobanın sıcağın da
Paşa keyfi olurdu valla.
Babam pek bi severdi çocuklarını,
Anama da aşıktı.
Hiç usamadan, her gün sorardı evden çıkmadan,
Tek tek her birimize, “ne isti canınız.”
Söyleyince onları, babe dayanırdı kapıya,
Bebe, evimizin alış veriş memuruydu.
Her şeyin en iyisini almak zorundaydı,
Yoksa anam başının etini yerdi valla.
Dedim ya pek bi titizdi.
Evimizin kileri bile oda gibi süslü ve temizdi.
92 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bu yüzdendi hamamcı fako bile,
Kimseye vermezdi yerimizi,
O beyzları görünce içim açılıyor derdi.
Tabi bir de,bal gibi komşularımız vardı,
Hangisini saysam ki, unutursam birini,
Çok ayıp olur affetmem kendimi.
Hep birden anlatayım iyisimi.
Evlerin hemen tamamı eyvanlı ve avluluydu,
İçinde beyler efendiler yaşardı,
Biri zorda olsa, hepsi birden koşardı.
Bir de hanımların toplantıları vardı,
Nasıl anlatsan bilmem ki !
Sazlı sözlü olanı bizden bir öncekilermiş,
Bize kalanlarsa az değil hani.
Harika lezzetli yemekler yapılır.
Yiyince sevoş, bal mı var elinde bu ne lezzettir
Diyip, başlardı çay keyfi,
İnce tebessümlerle,
Yudumlarken çayları,
Başlardı hanımların tatlı sohbetleri.
Sohbet dediysem, öylesine değil,
Her biri edipti sanki, birinin derdi varsa,
Ustaca, alim gibi sarılırdı yaraya sabır ilacı.
Sonra da, onu hiçbir dille tarif edemeyeceğim,
Usltalıkla anlatılan esprili hadiseler hikayeler.
Öyle tatlı dokundurmalar yapılırdı ki,
Kimse gücenmez sadece gülerlerdi,
Bundandı herhalde uzun ömürler.
Ve tabi ki hic eksik olmayan,
Mevlütler hatimler, dini hadiseler.
Ne güzeldi o günler.
Nenemin repertuarı hayli genişti,
Her geldiğinde,
Hepimizi toplayıp dizinin dibine,
DİYARBAKIR EVLERİ 93
Başlardı masallat hikayeler.
Allah’ım doyamazdık tadına,
Bu yüzden, dört gözle beklerdik nenemizi.
En kısa hikayesi bir saat sürerdi.
Hem dertli hem de çok muzipti nenem,
Siyah tülbentten fare yapar,
Bibilerin önüne atardı.
Onların da ödü kopar, gerçek sanır,
Divanın üstüne fırlarlardı.
Kız Ayşe yapma böyle,
Vallah kalbime indireceksin derdi.
Nenem gülmekten yerlere serildi.
Ne tatlıydın nenem benim
Sonra biz büyüdük küçüldü her şey ,
Ne varsa fazilete dair,
Rezillerin elinde matrak keyfi,
Alaya aldıkları, aslında benlikleri.
Çünkü bilememiş kendini,
“İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin
Bu nice okumaktır.”
Bildikçe okudukça, çığırından çıkmış her şey,
Oysa en iyi bilen onlar, çünkü
Her şeyle alay ediyorler
Öyle ya, ne kadar matrak yapılırsa,
O kadar edipsin bu zaman da.
Ne diyim suç zamanda mı,
Yoksa ana baba da.
Her şeyin sonu hayır olur inşallah.
(Zeynep Doğulu)
94 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Abdüsettar Hayati Avşar Diyarbakır evlerini anlatıyor
Babam bir ev aldı burada. 3 kemerli eyvanı, eyvanının bir sütunu beyaz taş, bir sütunu
gri, yani bazalt taş. Hatta Diyarbekir surlarından alınmış kocaman taşlar vardı evin duvarlarında. Eyvanlarımız daima şimale karşıdır, yazlık odalarımız daima şimaldedir, arkası
duvardır, fakat ön tarafı daima güneş görsün diye cenuba karşıdır. Yazlık odalar ayrı,
kışlık odalar ayrıdır. Çok güzeldi eski Diyarbekir evleri. İki katlıydı daha yukarısına kadı
müsaade etmez. Harem ve selamlık bölümleri vardır. Yani kadınlar ve erkekler evin içinde
birbirini göremez. Kapılarda tokmaklar vardır, güvercin şeklindedir. Meşhur Ermeni demirci ustası Mitezcan’ın eserleridir onların çoğu. Yukarıda, büyüklerin çalacağı tokmak,
aşağıda çocukların çalacağı at nalı şeklinde daha küçük bir tokmak olurdu. Şimdi harem
tarafında, şahnişin (cumba) yoktur. Hareminde şahnişini olan evin kızlarını almazlar,
ordan erkek görmüştür diye. Selamlık ile harem arasında döner dolap vardır, üzeri saçla
kaplı, bi tarafı açık, raf şeklinde. Yemekler harem tarafından konur, dolabı çevirirler, karşı
taraftaki hızmetkarlar o yemekleri alırlar, masalara götürürler, erkekler yerler.(43)
Anılarla Yaşamak diyerek İrfan Yazıcıoğlu söze giriyor
Faytonlarla Coşardık
Yağlı Kırbaç Koşardık
Çelik Çomak Oynardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Dağda Kenger Toplardık
Çayda Çıra Oynardık
Hülelerde Yatardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Gece Tahtta Yatardık
Yıldızları Sayardık
Ezanla Uyanırdık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
DİYARBAKIR EVLERİ 95
Çakıl Ekmek Alırdık
Çakılmasta Doğrardık
Yarpuzuda Katardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Etli Keşkek Yapardık
Şire Üzüm Sıkardık
Sucuk Pestil Yapardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Urum Dutu Toplardık
Karahöbür Satardık
Damdan Dama Atlardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Dağdan Odun Çatardık
Keleklerle Taşırdık
Deliloyla Oynardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Biz Dicleye Dalardık
Şebbot Bahren Avlardık
Nergizleme Yapardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Bayram Çörek Yapardık
Hançepekte Koşardık
Şememotu Koklardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
96 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bademleri Toplardık
Leüzniye Yapardık
Tepsilerle Satardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Otlu Peynir Yapardık
Lale Leylak Toplardık
Halaylarla Coşardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Sabah Ciğer Yapardık
Kişniş Sumak Katardık
Fiskayadan Bakardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Hevselde Dolaşırdık
Kum Şeftali Toplardık
Kışlık Reçel Yapardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Pilava Badem Kattık
Duvaklı Pilav Yaptık
Çükündürü Kaynattık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Bakla Meftune Yaptık
Patileyi Açardık
Dolmaya Sumak Kattık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
DİYARBAKIR EVLERİ 97
Düğünde Tırşik Yaptık
Geline Hasır Taktık
Şemameyle Oynadık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Anzeleye Koşardık
Balıkları Okşardık
Şırıl Şırıl Coşardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Habeniski Pişirdik
İpe Balican Dizdik
Dibekte Kahve Ezdik
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Dondurmacı Arardık
Bahri Zerene Vardık
Gencebaydan Çalardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Kavun Karpuz Toplardık
Hasoçerko Sayardık
Harbecinde Dolaştık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Meyan Kökü Islardık
Sırtımızda Satardık
Babi Aloyu Andık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
98 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Damda Zingil Yapardık
Taş Ekmeği Sarardık
Naneçüçe Toplardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Bulgur Çekenle Kalktık
Bulgurdan Ekmek Yaptık
Şıdanları Asardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Halı Kilim Dokurduk
İspayide Satardık
Dıngılhavaya Daldık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Dileden Dile Dolaştık
Dostluklarda Hep Vardık
Diyarbakıra Yardık
Nerde O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
İrfan Rızayla Andık
Eski Yeni Dolandık
Anılara Hep Daldık
Nerne O Eski Günler
Keşke Uzun Olaydı...
Ecz İrfan Rıza Yazıcıoğlu
DİYARBAKIR EVLERİ 99
Kadri Göral’ı da dinleyelim
ANA SÖZLERİ
Ortalıh henem işıh olmamıştı
Analarımızsa yatahllarından çotan kahmışti
Gülyüzlü Gülbeyaz hanım
Nur saçan Nuriye hanım
Kadir kıymet bilen Kadriye hanım
Anam Fahriye hanım
Bir degil
Bin degil
Daha onbinlerce Fahriye hanım
Attıkları adıma kurban olayım
Ayaklarının altına sermiş cenneti Yaradan’ım
Bilmiyem ki hangisini anayım
Şaşırmışam hangi birini anlatayım
Hepisi biribirinden hanım
Hepisi biribirinden arvattı
işleri temiz mi temiz
Aşları leziz mi leziz
Eşleri de aziz mi azizdi
Eşlerinin bir işi
Kendilerinin binbir işi vardı
İslerinin başında da
Çocuklarının hal ve gidişi vardı
Ana deyip geçmezlerdi
Her doğurana ana demezlerdi
Ana ne doğuran ne de doyurandır
Ana doğurduğunu terbiye ile yoğurandır” derlerdi
Onlar görgülü hanımlardı
Onlar güngörmüş hatunlardı
Görgüsüzlerle görüşmez
Heft-ü heşt etmezlerdi
Cariyeyken hanım olan
Kurnayı kırar tasnan
Halayıkken hatun olan
Hamamı doldurur sesnen” derlerdi
100 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kendi kendilerine yeterler
Hadlerini bilirlerdi
“El atma binen çabuk iner derlerdi
Sırları metindi
Ser verir sır vermezlerdi
“Söyleme sırrını dostuna
Oda söyler kendi dostuna” derlerdi
“Körden değil nankörden
Yüzsüzden değil ikiyüzlüden
Tipi bozuktan değil
Sütü bozuktan korkun” derlerdi
Gül derler gibi söz derlerlerdi
Derledikleri sözü derde derman ederlerdi
Varındır dünya alem yarindir
Yokundur külhan dibi yolundur
Hastalanmadan sağlığınızın
Yoksul düşmeden varlığınızın
Yalnız kalmadan önce de
Dostlarınızın değerini biliniz” derlerdi
Boş çuvalı ne yapsan dik durmaz
Boş insan da baş eğmekten kurtulmaz”
Onlar boş değillerdi
‘Boş oturanı Allah sevmez’ derlerdi
Başıboş gezenlere
Boş boş laf edenlere
Boşuna vakit geçirenlere
Onlarda boş verirlerdi
Onlar büyüklerinden şunu işitmişlerdi
Ne doğrarsan aşan, 0 gelir karşan
Aşlarına haram karışmadı
Dillerine yalan dolaşmadı
İşlerine pislik bulaşmadı
O pakizelerden pak nesiller üredi
O Azizelerden izzetli evlatlar türedi
Allah’ın rahmeti onların üzerine
Onların duaları da bizim üzerimize olsun.
Kadri Göral
DİYARBAKIR EVLERİ 101
Diyarbekir ve Diyarbekir’in çevresinde eski kış aylarında tandır kurulurdu. Tandırın
kuruluşu şöyleydi: Evlerin güneye bakan kış odalarının (O odalara Diyarbekir’de “günel
odalar” yani güneş alan oda denirdi) orta yerinde dört beş santim derinliğinde, 30-35
cm boyunda, 20-25 cm eninde mangal vazifesini gören taştan oyulmuş ateş konacak bir
yer bulunurdu. Dışarda yakılmış, gazı ve dumanı gitmiş kömür ateşi, mangal külü ile beraber getirilip o oyuğun içine bırakılır. “Eğiş” dediğimiz aletle orta yeri biraz açık kalmak
şartıyla külle kapatılıp üzerine de 60-70 cm yüksekliğindeki tandır kürsüsü konulurdu.
Tandır kürsüsünün üzerine bezden yapılmış bir tandır örtüsü örtülür, onun üzerine de
özel olarak yapılmış tandır yorganı serilirdi. Yorganın üzerine de yorgan çabuk kirlenmesin diye büyük bir yorgan örtüsü örtülürdü. Tandır köşesinin etrafına döşekler serilir,
yastıklar konur, yastıkların üzerinde oturulur, sohbet edilirdi. Gece de döşeklerin üzerine
uyku yastıkları konur. Tandır yorganının altından ayaklar tandıra doğru uzatılarak yatılırdı. Tandırın etrafındaki korkuluk uykuda ayakların tandıra girmesini önler. Tandır
kürsüsünün üst kısmının altındaki köşede sinilerin konacağı raf yerleri vardır. Tatlılar,
börekler oraya konur, sıcak kalmaları sağlanır. Gece bu yiyecekler çıkarılıp sıcak sıcak
yenirdi. Bu çok da tasarruflu olurdu. Abdüssettar için tandırın zevki bir başkaydı, sohbetleri dinlemenin keyfinin yanında, sıcak, tatlı, börek yemekti...
O günlerin Diyarbekir’inde “Kedinin ağzıyla” şu maya okunurdu:
Ben yamanam yamanam Damdan dama ucaram Burma burma sıcaram Yük üstidür
yazlığım Tandır altı kışlığım
Kuru tatlılardan; lokum, bastık, sucuk, kesme, leblebi şekeri, kişmiş şekeri, susam
şekeri, loğusa şekeri, horoz şekeri, bilezik şekeri, halka şekeri, şeker lokum, kurabiye, şam
dolması, badem şekeri, fındık şekeri, çıtçıt şekeri, kum leblebisi şekeri, damla, naneli,
meyveli, zencefilli, darçmlı, baharatlı, nesat, bilezik, hamre, kefleme şekeri vs.
Ezmelerden; badem, fındık, fıstık, cevizli, kuru üzüm, kayısı, erik, zerdali, ezmeler...
Ve vazgeçilmez olan tel helvası evin bolluk, bereketinin simgesiydi.(45)
1714 tarihli Diyarbakır şeriyye sicillerine göre Diyarbakır’daki mutfak eşyaları şu şekildedir:
Yemek yapımında kullanılanlar:
102 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Mutfaktan bir görünüm
Mutfak Gereçleri
DİYARBAKIR EVLERİ 103
Ekmek için hamurun yoğrulması için kullanılan teşt. Bunla birlikte sahanlar (bakır
sahan,kapaklı sahan),tencereler (kebir tencere,vasat tencere,sagir tencere,lokma tenceresi),kepçe,kefgir,süzgi,havan,bıçak sayılabilir.Ayrıca ocağın üzerine bırakılan ve üzerine
tencere konuşlan sac ayağı ve ateşi karıştırmak için kullanılan maşa…
Yemeğin yenilmesi esnasında kullanılanlar:
Taslar(cam tas,saplı tas,su tası ve çorba tası),kaseler )Kütahya kase,sim kase,Fağfur
kase),tabaklar(cam tabak,serpuş tabak,Acem tabak),siniler(Kebir sini,vasat sini,sagir
sini),kaşıklar(hoşab kaşığı),kalay lengeri,üskureler,sofra bezleri
Muhafaza için kullanılanlar:
Satılar(Kollu satıl,Acem satıl),kumkumalar,çanaklar(Acem çanağı),zahire
küpleri,maşrabalar,çuvallar,bakır kavanoz,fağfur kavanoz
Bunların dışında ısınma ile birlikte yemek yapımında kullanılan,Tunç mangal,bakır
mangal;zahireleri öğütmek için el değirmenleri ve kahve ibrikleri,fincanlar(60)
Alipaşa semtinde bir aile sabah kahvaltısında (46)
104 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Varlıklı ailelerin evlerinde, hizmetliler ile ev halkının yemekleri ayrı ayrı ancak aynı yemekten yenirdi. Normal ailelerde ise hizmeti; evin gelini ve kızları görürdü. Yemekler genelde hep beraber yenir, ancak bazı şeyh ve Molla ailelerinde babaların yemekleri ayrılarak
kendilerine takdim edilir, diğer ev halkı ise beraberce yerdi. Ev halkı Müslim-Gayrı Müslim
fark etmeden erken uyanır ve hayata başlardı. Önce sabah namazına kalkılır ve namazdan
sonra evin hanımları hemen kahvaltıyı hazırlayarak evin beyi ile oturup yedikten sonra bey,
evden uğurlanıp işine gönderilir ve asıl gün, o andan itibaren başlardı. (97)
1950 yıllarını İhsan Kanat anlatıyor
Sofra hazırlanırken, kırıntıların üzerine dökülmesi için sofra bezi denen yaygı yayılır,
üzerine özel ahşap işçiliğiyle yapılmış sini altlığı konurdu. Bizdeki katlanabilir olan bu altlık, tek parça ahşaptan çok ustaca kesilerek, çivi, menteşe gibi birleştirici malzeme kullanmadan, açıldığında dört ayaklı olarak duran bir mini masa ayağı oluştururdu. Bu sanat
eserinin üzerine de doksan santimetre veya bir metre çaplı kalaylı (üzeri yapımcısının zevki
ile şekillendirilmiş, kenarları genellikle tırtıllı, büyük bakır tepsi) sini konulurdu. Yiyeceklerin konulduğu sahanlar, kaşık ve çatallar kalaylı bakırdandı. Sofrada otururken yaydan
yaygıyı ayaklarımızın üstüne çekerek otururduk. Babamızın yemeye başlaması beklenirdi.
Babamızın kaşığının harekele geçmesiyle, ana ve çocuklar hep beraber yemeğe başlardık.
Ailemizde, akşam yemeğindeki sofra düzeni çok önemliydi. Özellikle baham bunu
çok önemserdi. Akşam yemeğinde, tüm aile bireylerinin sofrada olması gerekirdi. Aksi
takdirde, çok önemli bir gerekçe yoksa yemeğe başlanmazdı. Yemekte eğer eksik kişi varsa
gelmesi beklenirdi. Beklenen kişi her kimse gelince haklı bir sebep gösterip hesap vermeliydi. Zira ev halkının diğer bireyleri de o saate kadar o kişiyi beklerdi. Ailede böyle
bir gelenek olduğundan, herkes buna olabildiğince uyuyordu. O yıllarda her insanın kolunda saat olmadığı gibi o yaşlarda bizde de yoktu. Ancak, kıstas güneşti. Yani hava kararmadan evde olmalıydık.(114)
Sokak kapısından başlayarak Diyarbakır konutlarında her yerde olduğu gibi ayrı
bir dünya, düzen zevk ve anlam olduğuna değinmiştik. Avlu evin tek odağıydı. Görev
burada başlar, buradan dağılır ve sonuçta yine burada toplanırdı. Hamal, sırtında küfesiyle evin erkeğinin arkasından erzağıyla gelince bunları yerine yerleştirmek, türlerine göre ayrı yerlere koymak hanımların göreviydi. Yaz ve sonbahardan özellikle
yakacak ve bal, pekmez, yağ, şeker, bulgur, pirinç, mercimek gibi ana yiyecekler satın
alınıp küplerde vb. korunurdu. İmece ile yapılan salça, şehriye, erişte, buğdayın öğüDİYARBAKIR EVLERİ 105
tülmesi, yaprak ve dolma kurutulması, örgü peynir, kavurma, sucuk evde yapılmaktaydı. Bu yönüyle ev bir atölye ve üretme hazırlama merkeziydi.
Mutfak doğrudan avluyla bağlantılı ve düzayak girilirdi. Ocaklarda odun yakılır,
kazan tencere kaynar, odun kömürü maltızlarda kullanılırdı. Gazla çalışan prümüs
ocakları daha sonraları yaşamımıza girdi. Evin hanımı, ninesi vb. pirinci odada ayıklar,
hamuru halıya diz çöküp yoğurur, mayasını katıp, üstünü örterek sıcak yerde ekşimeye
bırakırdı. Yere örtü serilir. Hamur tahtası konur, bakır kablarda yemek yenirdi. Ekmek
torbası saygıya özenle açılır, dilimler dağıtılır, sonra bayatlamaması için yine örtülürdü.
Bulaşık mutfakta yıkanmaktaydı. Topukları kızarmış çocuklar, gelinler tulumbadan
su doldurur onlara taşırlardı. Elbet kış günleri buraları soğuktu. Yünlü elbiseler, hırkalar, yün çoraplar patikler giyerlerdi. Takunyalar avluda kullanılıyordu. Kilerde tel
dolap, yiyeceklere ayrılır, kışlık besinler, bodrumda tereklere sıralanmış küplerde korunurdu. Bununla yetinmeyen bazı konutlarda burada 2. bir kuyu veya yere gömülmüş
küp yaz ve kış gece ve gündüz ısı farkı az değişen konforu sağlarken, özel yiyecekler
beklemesi zor besinler veya çabuk soğuması istenen yiyecekler, ucun ucun buradan alınırdı. Ancak buna karşın Cami Kebir Mahallesi Müze Sokak 25 bodrumsuz evlerde
vardır. Bunların, bazı yiyecekleri, hiç yoksa geniş sepetlere koyup, suya değmeyecek
şekilde kuyuya iple sarkıtma şansları vardı.
Oda ayrı bir dünya idi. Kuzey kanat kışın güneş görür, güney kanat yazın serin olurdu.
İkisi arasında sürekli taşınma kaçınılmazdı. Ara katlar daha korunaklıydı. Evin yaşlıları
elbet burayı yeğlemekteydiler. Yaygı ve sergiler, çoğunlukla yündendir. Yemeğini hazırlayan, temizliğini bitiren hanımlar burada toplanır, karbondioksiti atılmış odun kömürü
mangalla içeriye alınır, külle örtülür ve odanın ortasına konurdu. Ninenin kenarını açıp
sıcak küle sürdüğü cezve, torunu için gömdüğü patates, sallanan beşik, kapıya asılmış
kilim, doğramaların kenarına yapıştırılmış kağıt veya hamurlu bezler, ayaklarını altına
alıp sedire kurulmuş başörtülü nineler, ellerinde mekik, şiş veya kasnaklı çeyiz düzen
gençler kızlar, yün çorap onaran anneler odanın ayrılmaz, sahipleriydi. Kedi sobanın kenarına kıvrılıp yatar, sıcaktan gevşer, yarı uyanık, ayaklarını öne uzatıp gerinirken, olabildiğince esnerdi.
Yastıklar hemen daima beyaz kırlentliydi. Uçlarına dantel örmek, gençlerin göreviydi. Dantel perdeleri, masa ve sehpa örtüleri, renkli iplikle dokunmuş işlemeleri
konuklara göstermek en büyük zevkleriydi. Hele bir de sesi güzel olan, sohbeti tatlı
olan, taklit yapan, hikâyeler anlatanlar varsa söyleşiye doyulmazdı. Bu kapalı ekono106 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
mide sözlü edebiyat ve müzik çok önemliydi. Sabah erken saate (imsak- namaz arası)
sokak kapısını süpürüp yıkamakla başlayan, sobayı yakıp çayı hazırlamakla, evin erkeğini ve çocukları uğurlayıp yemek kaygısına koyulan, öğle üstü aç gelip anne yemek!
diyen yavrulara sofra kurmak her günün kaçınılmaz zorunlu işleriydi. Kalabalık ailede
ev işlerinden her birini ucundan biri tutar, yemek sonrası yorgunlukları bu kez ev
gezmeleriyle tamamlanırdı. Çamaşır ayrı bir zorluktu. Mutfakta kazanda su kaynar,
içine Öküzbaşı marka çivit veya odu külü atılır, bazı çamaşırlar bunda iyice yumuşatılırdı. Sonra oturak tahtasına oturan hanımlar, leğende sıcak suyu büyük kepçelerle
alarak çamaşırı ova ova yıkar, buz gibi suda yıkar ve ipe asarlardı. Kışın odada kurutmaları gerekirdi. Kömürlü ağır demir ütüler vardı. Bir yandan sıcak diğer yandan
soğuk su içinde kızaran eller, bükülen beller, kızaran topuklar ve yanaklarla bu her
hafta yapılırdı. (Kültür bakanlığı)
Diyarbakır’da sonbaharda şu tanıdık manzaralara balkonlarda rastlıyoruz
DİYARBAKIR EVLERİ 107
Diyarbakır’da sonbaharda şu tanıdık manzaralara balkonlarda rastlıyoruz
Mehmet Mercan kış hazırlıklarını anlatıyor
Kuşkusuz kış hazırlığı yalnız yakacakta olmazdı.
Yiyecek için de bu ayda hazırlıklara başlanırdı.
Çeşitli turşular kurulur, pastırma yapılır, küplere peynir basılır, şehriye dökülürdü.
Ayrıca kurutmalık sebzeler alınırdı. Bamya, yeşil fasulye, dolmalık ve de güveçlik patlıcan, dolmalık biber, kabak, hatta domates alınır. Bunlar yıkanır, ayıklanır, temiz bezlere
serilir, bazıları da iplere dizilir kurutulurdu.
Biber ve domates salçası da bu aylarda çıkarılırdı.
Bu arada kışlık zahire hazırlanırdı. Bazı aileler Buğday pazarından hazır bulgurluk
kaynatılmış dövme alırken, bazı aileler bulgurluk buğday alır evlerde kaynatırlardı.
Kaynatılmış buğdaydan avuç avuç yemek hoşumuza giderdi. Bu yüzden annelerimizden azar da işitirdik.
108 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kaynatılan buğday damlarda kurutulduktan sonra mahalle aralarındaki DİNKLERE
gönderilirdi.
Bulgurluk buğday dinklerde gözleri bağlı atların çevirdiği büyük yuvarlak taşların altında dövülürdü.
Köylerde ise bu işlem büyük taş dibeklerde yapılırdı.
Büyük taş dibeklerin önünde karşılıklı duran iki, bazen üç kişi ellerindeki ağır tokmakları sıra ile ve ritmik hareketlerle indirir, saatler süren yorucu bir uğraş sonunda buğday dövülmüş olurdu.
Dinklerde dövülen buğday daha sonra mahalle aralarında sırtlarında makineleriyle
“Bulgur çekeeen, bulgur çekeeen” diye dolaşan seyyar makinecilere çektirilirdi.
Çekilen bulgur çeşitli ölçülerdeki eleklerden geçirildikten sonra kilerdeki küplere doldurulurdu.
Ayni aylarda evlerde bulgurdan başka, peynir, pekmez, sade yağ, kavurma, kuru üzüm,
ceviz, bastık ve üzüm sucuğu da yapılırdı. Her birinin küpü ayrıydı…
…………
Kavurma günleri şenlikli olurdu.
Evde kesilmiş koyunların etleri, ya da kasaptan alınmış gövde etler yumruk büyüklüğünde doğranır, bolca sade yağ ve kuyruk yağı ile büyük kavurma kazanlarına atılarak
pişirilirdi.
Kavurma günü yakın akrabalar evde toplanır, bir yanda etler pişerken bir yandan da
kesilmiş koyunun ciğeri ve yüreği ile kebaplar yapılırdı.
Avlunun uygun yerinde ya da mutfaktaki ocakta gür ateş üzerine kurulu demirden
üç ayağın üzerine konulmuş büyük kazanlarda yapılan kavurmanın içine ekmeğimizi batırıp yemeğe can atardık.
Fokur fokur yağda kavrulan etlerin arasına ayva atılırdı.
DİYARBAKIR EVLERİ 109
Kavurma ile birlikte pişen ayvalar sıcak sıcak dilimlenir yenirdi.
Etler kavrulduktan sonra bir miktar alınır, yağa batırılmış ekmeklerin üzerinde, üstü
örtülü tabaklara konur, mahalledeki yoksul ailelere ve komşulara gönderilirdi…
Pişen kavurma sıcak sıcak özel sırlı küplere doldurulur soğumaya bırakılırdı..
Etler büyük kepçelerle küplere doldurulurken ailenin büyüğü ninemiz ya da annemiz
kavurmanın bereketli olması için besmele çeker dua ederdi.
Böylece dualar eşliğinde küplere doldurulan kavurma, zorunlu olmadıkça, kar düşene
kadar kullanılmazdı.
Kavurmanın ardından bu kez pastırma hazırlığı yapılırdı. Yine evde kesilmiş koyunların etleri, ya da kasaptan alınmış butlar kıyıldıktan sonra özel baharatlar ve yeteri kadar
sarımsak katılarak yoğrulur, birkaç saat dinlendirildikten sonra sakatatçılardan sağlanan
temizlenmiş şirdanlara doldurularak avlunun havadar, güneş görmeyen bir bölümünde
direklere çakılmış çivilere, ya da çengellere asılır kurutmaya bırakılırdı…
…………..
Evlerde, “ŞA’RE KESME” zamanı genellikle ekim ve kasım aylarıdır.
ŞA’RE KESME, Diyarbakır’da İMECE’nin en güzel uygulandığı gelenektir.
Yakın komşular, akrabalar Şa’re kesilen eve gelir, yardım ederler.
Evin hanımı konuklara çay, çerez, evde yapılmış tatlılar, çörekler ikram eder.
Şa’re kesme sırasında kadınlar hem sohbet eder, hem mani yarışmaları yaparak eğlenirler.
Bu sırada doğaçlama yapılan yarışmalarda ve atışmalarda kadınlar kızlar, mahalledeki,
sevdalılar üzerine, kentte meydana gelmiş önemli olaylar üzerine maniler yakar, şarkılar,
türküler söylerlerdi.
Denilebilir ki Şa’re kesme günleri Diyarbakır manilerinin, türkülerinin doğduğu ortamlardır..
Kadınların sohbetinde; her türlü haber ve dedikodu vardır.
110 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Gelin-kaynana kavgasından, karı-koca ilişkilerine, eltilerin, kumaların kıskançlıklarına, gençlerin kaçamaklarına kadar her şey.
Karısına kim ne almış, hangi kadın, nerede ne giymiş, hangi takıyı takmış, kim kime
sevdalı, hangi kadın pasaklı, kim daha nekes, yani cimri, kim daha cömert, bu sohbetlerde
ortaya serilirdi.
Kısaca, kavurma yapmanın da, ŞA’RE kesmenin de Diyarbakır folklorunda ayrı bir
şenlikli yeri vardı…
Ne güzeldi o günler…
Ermeni vatandaşımız Silva Özyerli Diyarbakır kış hazırlıklarına değiniyor.
Diyarbakır sonbaharında kışlık yiyeceklerin hazırlanmasında bulgurun yeri çok özeldir.
Önce çuvallarla buğday alınır; kolu komşu çağrılarak imece usulüyle taşlarından arındırılırdı. Zaten tümbu hazırlıklar yapılırken şehrin dar sokaklarında uzun süre “Bulgur
çekeeennn! Bulgur çekeeennnn!..” sesleri duyulurdu.
Herkes bulgurunu çektirmek için sıraya girer; kendisine ayrılan gün geldiğinde, bulguru çeken usta sırtında koca makinenin yüküyle birlikte, avluda yerini alır ve bulgurun
çekileceği yeri belirlerdi.
Ev sahibi yani annem; evdeki irili ufaklı sofra bezlerini, kilerde duvarda asılı olan yine
boy boy elekleriçıkarır. Tabii bu işlere başlamadan önce, bulgurları (zahire denirdi) yerleştireceği küpleri temizlemış, bez torbalar yıkanmış doldurulmaya hazır bir şekilde bekletirdi.
Bulguru çeken ustanın makinesi (Bundan iki yıl önce çukurcuma’da bir antikacı dükkanında görmüş,dünyalar benim olmuş gibi sevinmiştim.) kol gücüyle, manuel çalışan
bir makineydi.
Makinenin her iki tarafında bisiklet tekerleği boyutunda ama, tamamen demirden
olan iki büyük yuvarlakhalka vardı. Bu her iki yuvarlak halkanın üstünde de makineyi
çalıştırmak için (elle) tutulacak yer vardı.
DİYARBAKIR EVLERİ 111
Usta önce bu makinenin bazı parçalarını yerleştirir ardından da ayarını yapardı.
Makinenin aksamlarını ve ayarlarını yaparken rahmetli annem de sofra bezlerini makinenin oluğununaltına gelecek şekilde avluya yere yayardı. Usta önce bir deneme yapar
anneme bulgurun iriliğini gösterirdi. Her zaman da annemin cevabı: “Usta biraz daha
ince olsun ayarı biraz daha küçük çekecek gibi yap.” olurdu.
Usta son ayarlamaları yaptıktan sonra, makinenin gürültüsü tüm Gavur Mahallesini
kaplardı.
Artık bulgur çektiğimizi duymayan kalmazdı.
Usta kova kova buğdayı makinenin haznesine doldurur, annem de boy boy eleklerle
öğütülen buğdayları elemeye başlardı...
Bu aşamada rahmetli annemle yine rahmetli bulgur çeken usta arasında kıyasıya bir
yarış başlardı...
Her İkisi de kol gücüyle çalışırlardı.
İlk elemeden geçen ve eleğin üstünde kalan iri bulgura kibekudur adı verilir. Bu kibekudurla hem meyhane pilavı, hem kibekudur hem de kibe-bumbar yapılırdı.
Daha sonra biraz daha sık dokunmuş eleğe sıra gelirdi. Bu eleme işleminden sonra
eleğin üstünde kalan bulgur, daha önce bütün mahallenin toplanarak dedikodular eşliğinde, elde kesilen şehriyenin odun ateşinde kavrulduktan sonra büyük bir aşkla buluştuğu bulgurla, bütün bir kış bereketli sofraların bulgur pilavı olurdu.
Daha sonra kilerlerin demirbaşı olan meşhur eleklerin en küçüğüne sıra gelirdi.Yine
ritmik ve tempolu kol hareketleriyle bulgur elenir, eleğin üstünde kalan bulgura da köftelik (simit veya simındırik) olan bulgur elde edilir. Bu bulgurla da içli köfte, kısır, çiğköfte yapılırdı.
Veee en önemli olan bölüme geldim işte!.
Diyebilirim ki, bu yazıyı sırf bunu paylaşmak için yazdım.
112 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Giderek seyrek gördüğümüz Soba
DİYARBAKIR EVLERİ 113
Bütün bu eleklerden geçirilen bulgurun sonunda geriye BULGUR UNU kalır.
Becerikli Anadolu kadınlarının elinde, evinde hiçbir şey atıl değildir!..
O nasıl bir bilgeliktir ki, bu derece yaratıcılıkla üretkenliği bir arada barındırır.
Bu bulgur unu büyük bir sahanda bekler. Bir taraftan 2-3 soğan küçük küçük doğranır
zeytinyağında güzelce öldürülerek soğutulur. Bir demek maydanoz ince ince kıyılır. Sırasıyla taze çekilmiş kişniş, pul biber, nane, maydanoz, kavurulmuş soğan ve iki yemek
kaşığı normal un (Malzemeleri özleştirmesi için konulur.) konarak güzelce yoğurulur,
bekletmeden mahalle fırınına gönderilir, yolu gözlenirdi.
Eve bulgur ekmeğinden önce kokusu ulaşır!.
Baharat, soğan ve bulgur unundan muhteşem lezzette bir bulgur ekmeği yapılırdı.
Tabii sadece senede bir defa!...
Evet, arkadaşlar birkaç günlük emeğin, yorgunluğun ürünü olan bulgur, Halil İbrahim’in bereketiyle birlikte kilerde küplere yerleştirilir. Küplerin üstüne kenarları dantel
işlenmiş örtüleri örtülür, ardında da tahta kapakları yerleştirilirdi.
Bulgurunu eleyen de eleğini duvara asar...dı.
Yerlere kış mevsiminde önce hasır, üstüne de eğer var ise halı,yoksa kilim serilirdi.Bahar
mevsimi gelince halı ve hasırlar kaldırılıp yalnızca ince kilimler serilirdi, (47)
Eski Diyarbakır’daki yaşamı Şeyhmus Diken anlatıyor
Eski ve Bazalt Diyarbekir evinin, Ermeni Dikran ‘ın yaptığı güvercin kafası görünümlü şakşakosunun (kapı tokmağı ) çalıp içeri ve hemen konuk odasına yönelin, Vakit
uzun kış gecelerinden biridir. Ortada büyükçe ve içi köz ateşle dolu bir mangal vardır.
Mangalın üzeri bir palasla kaplıdır. Palasın üzerinde kalınca ve kocaman bir yün yorgan
114 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
vardır. Sizden önce gelenler göğüslerine kadar gömülmüşlerdir koca yorganın içine. Sizde
öyle yapın. Konuklar için ceviz, pestil, kuru üzüm, incir gibi ikramlar sizin içindir. Çekinmeyip alın ve sohbetin keyfini çıkarmaya bakın. (71)
Hamam:
Daha çok zengin evlerinde karşımıza çıkan hamamlar, büyük ve özel olarak yapılmışlardır.Diyarbakır evlerinin tamamında rastladığımız helalar, avluda bir köşeye alınmış
ya da merdiven başlarında sokağa çıkıntı yapacak şekilde korunmuştur.
En az beş bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu tahmin edilen Diyarbakır’ın, geleneksel evleri de yüzyılların verdiği tecrübe sonucunda gelişerek, şehrin tarihi kimliğine ve
iklim şartlarına en uygun duruma gelmiştir. Geleneksel Diyarbakır evleri, Diyarbakır
insanının çevresel etmenler etkisinde yarattığı, onun yaşantısına ışık tutan bir mimariye dönüşmüştür. (2)
Esma Ocak evi hamam
DİYARBAKIR EVLERİ 115
Esma Ocak evi hamam
116 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Esma Ocak evi hamam
Avlu
Diyarbakır evleri gelebilecek baskınlara karşı korunaklı yapılmıştır ve bu nedenle avlu
etrafında gelişmiştir. Avlular sokağa tamamen kapalı olduğu gibi duvarları çok yüksek
olduğu için komşu evlerden de görülmezler. Çoğunlukla avlular iklimden dolayı kuzeye
yöneliktir ve zemini sulandığında klimatik etki yaratması nedeniyle gözenekli bazalt taş
ile döşelidir.
Avlunun yüksek duvarları ve oda duvarları da gözenekli bazalt taş ile örülüdür. Siyah
rengin etkisini azaltmak için duvar yüzeyinde cas adı verilen derz ve beyaz duvar süsleri
ile döşelidir. Evlerin en çok süslenen yüzeyleri avluya bakan cepheleridir.(6)
Eski Diyarbakır avlusu ile Türk evindeki sofanın ortak niteliği bağlayıcı olmalarıdır.
Ancak aralarındaki fark, değişik iklimlerden kaynaklanmaktadır. Bağlayıcı avlu, sıcak
iklim bölgelerinde görülür ve üstü açıktır. Bağlayıcı sofa ise sıcak bölgelerde görülmez
ve üstü, genellikle de yanları kapalıdır.
DİYARBAKIR EVLERİ 117
Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır evi biçimine etkisi, avlu çevresindeki kitlelerin
dizilişlerinde ve içe doğru yönlendirilmelerinde açıkça görülür. Avlu çevresinde dizilen
odaların oluşturduğu kitleler, uygun güneş yönüne göre yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme,
yazın kullanılan yazlık ve kışın kullanılan kışlık odaların ayrı yerlerde tasarlanmasına
neden olmuştur. Kışlık ve yazlık odaların yanında baharlık birimlere de yer verilmiştir.
Sur içi evlerinde ortak alan avlu ve eyvandır. Avlu, eyvanın devamı ve tamamlayıcısıdır. Avlunun asal işlevi birimleri birbirine bağlamak, eyvanın ise oturmadır. Bunun yanında ikisi de hem bağlayıcılık hem de oturma işlevini yüklenmiştir. Genel olarak eyvan
yazlık kitle içerisinde bulunur ve kuzeye bakar.
Kışlık kitle, avlunun genellikle kuzeyinde bulunur ve güneye bakar. Kuzey kitlesi bulunmayan eski evlerde avlunun doğusundaki ve batı güneşi alan kitle kuzey ve doğu kitlesi
bulunmayan eski evlerde ise avlunun batısındaki ve doğu güneşi alan kitle kışlık bölümü
oluşturur.
Baharlık kitle ise ‘’ U ‘’ tipi dış ve orta avlulu evlerde görülür Avlunun doğu ya da batısında bulunur ve doğu ya da batıya bakar.(65)
Bodrum
Parselin boyutu ve yeri onun üstüne oturacak kitleyi, kanat sayısını belirlerken bodrumdan başlayarak işlevini de üstlenecektir. Çünkü bodrum, çok yaygın olarak yaşanan
alan değil, yaşam için kullanılan servis alanlarındandır. Depolanan eşyanın -hiç yoksa bir
mevsim- sağlığı öne çıkar. Bu nedenle. derinliği, yönli, arsaya gömülme payı önemlidir.
Genelde bodrum avludan en çok 5-6 taş sırası (en çok 166 cm) yükseltilir. Böylece içerisinin daha çok ışık alması ve havalandırması sağlanır. Pencere sayısının, üst kat planıyla,
yığma yapı kulları açısından ilişkisi çoktur. Yönü, pencere sayısı ve gömülme payı, onun
klimal düzeyini yakından ilgilendirir. Öyleyse yakacak ile yiyeceğe uygun alanlar ortak
değil, ayrılmış olmalıdır. Üstelik kışın oturulan oda için, karşı kanadın bodrumundan
nemli odun getirmenin mantığı yoktur. Nem oranı yüksek alanda, yerden yükseltilip, peykelerde küp içinde saklanan zahirenin de sağlıklı korunma süreci önemlidir. O nedenle
bodrum yapmanın gerekçesi, bodrum yapmış olmak için değil, sağlıklı depolamayı sağlamaya yönelik olmalıdır. Bu mantıktan yola çıkarak, kışlık erzağı, nemi az, havadar.
118 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bazı konutlarda bodruma hemen bir veya 2 basamakla inilmektedir. Çoğu kez bunları
zemin katı olarak kabul edebiliriz. Bazılarında ise pencereler 2-3 söve sırasına kadar inip
gerisi iyice gömülüyor ve lentoları döşemeyle birleşiyordu. Bunların yöne ve çeyrek bölümlere bağlı olmadan, konutun kendi parseli içindeki kurgusuyla birlikte ele alındığı
görülüyor. Bodrum kapıları çoğu kez avlu köşelerindedir. Pencerelerinin, üst kat, dahası
saçak bingi ritmiyle bağı vardır.
Bazılarına gömülmüş küpler, daha serin ve sabit ısıda saklanacak yiyeceklerin tel dolabı veya buzhane görevi yaptığı anlaşılıyor. Üstü kapatılıp ağırlık konunca, fare ve kedi
endişesi de kalmıyor. (24)
Muharrem Erim evi bodrum
Helâ:
Sokağa en yakın yerde yer alır. Amaç kanalizasyon boyunu kısa tutup, helâyı kuyudan
uzak tutmaktır. Zemin kat avlusunda yer alan helâlar avlu içinde veya kapı arası, sokak
arası denilen geçitte düzenlenmiştir. Çalışılan evlerin çoğunda özgün helâlara rastlanmıştır. Su donatısı olmayan helâlar taşıma su ile kullanılır.
DİYARBAKIR EVLERİ 119
Kadı cami sokakta bir cumba
120 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cemilpaşa konağı cumba
1995 yılı Cumba(105)
Cumba:
Planın genişletilmesi ve görsel zenginliğin sağlanması için yapılmış birimlere cumba
denir. Cumbaların sokağa ve avluya taşan örnekleri vardır. Komşu yapıyı rahatsız etmeyecek şekilde planlanmıştır. Diyarbakır’daki cumbaların duvarları çoğunlukla eklentiyi
hafif tutmak için ahşap karkastır(3)
Evler birbirine yaklaşırken, sokaklar daralmaktadır. Bu da berberinde güvenlik, mahremiyet gibi birçok sorunu getirmektedir. Sokakların belli bir genişlikte olması nedeniyle
zemin katların duvarları sokağa taşamaz, sokağı daraltamazdı. Buna karşın üst katlar soDİYARBAKIR EVLERİ 121
Fatihpaşa mahallesi cumba
122 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Z.Gökalp evi cumba
M.Erim evi cumba
DİYARBAKIR EVLERİ 123
kağa taşabilirdi. Şahnişin denen bu katların pencereleri sokağa bakardı, komşuyu rahatsız
etmeyecek şekilde düzenlenirdi. Geleneksel evlerin planlanmasında komşuya saygı ön
planda tutulur.
Kale gibi sokağa bakan yüksek avlu duvarlar evin güvenliğini sağlamada en önemli
öğedir. Dışarıdan tekdüze gibi duran evlerin içine girildiğinde ise farklı bir dünyaya adım
atılır. Daha kapısından başlayan temel nitelikler ve yapılan her davranışın altındaki gizemli ayrıntılar insanı bambaşka bir dünyaya taşır. Zemin katı üstünde, odaların daha
geniş ve dikdörtgen bir alanı izlemesi ve bu arada büyütülmesi amacıyla genellikle dar
kenarlarına çıkıntı yapılmaktadır. Sokağa taşanlarında geniş yüz, karşı komşuyu görmemesi amacıyla sağırdır.(24)
Diyarbakır cumbalarının duvarları Urfa’dakilerin tersine eklentiyi hafifletmek amacıyla daima ahşap karkastır. Çoğunlukla birbiri üstünde daha taşkın 2 taş bingiye, kuyruğu uzun tutulup duvara gömülen bir ahşap yastık yerleştirilir. Bunu döşeme kirişlemesi
izler. Bunların aralıkları ve kesitleri tavandakiler kadardır. Sonra kirişlerin üstüne bir
taban yastığı daha konarak, bunlar baskı ve denetime alınırken, köşe dikmeleri oturtulan
ve geniş duvar ara dikmelerle desteklenerek örülür. Üstte yine birer yastık ve tavan kirişlemesi vardır. Bunlar artık odanın kot, kesit ve görünümündedirler. Yan yüzlerde pencere
parapetlerinin o yükseklikte, 4 yüzü işlenmiş sal taşlarıyla doldurulması gelenektir. Ahşap
dikmeli, dolgulu veya bağdadî örnekleri azdır. Cumba dışardan sıvanır. Taban ahşap kiriş
ve yastıkların alnı pervazla kapatılır. Saçak, oda tavanı ve yan alanlarla aynıdır. Dikkat
edilecek bir ayrıntı cumba iç yan yüzünün, odayla aynı düzlemde olduğudur. Diğer bir
anlatımla, oda yüzü, yan duvarlarda devam edecek şekilde cumbanın çatkısı çatılır. Ahşap
karkas 10-12 cm’yi geçmez. Duvarlar ise normalde 30-40 cm olunca, aradaki fark dışa
yansız ve sıvanmaz. Bu daralma saçağa da çoğunlukla yansır veya geri çekmeden, kişir
beslenerek plânın dikdörtgeni iği korunmuş olur.
Sokağa taşanlar ile avluya açılan cumbalar arasında çatkıda bir ayrılık yoktur. Amaçları
aynı, görüş alanları farklıdır. Sonuçta plân genişlemiş olur. Avluya bakanlarda geniş yüzey pencerelerle donatılır.
Cumba pencerelerinde parapet, sedir ve arka yastıklar yüksekliğindedir. Yün halılar
serilir. Yastıkların kumaşı özeldir veya onlara da kilim yüz geçirilir. Üstleri beyaz kırlentlidir. Evin hanım ve genç kızları bunlara tığ veya mekikle güzel danteller işlerler. Perdeler
de böyledir ve temizliği, iç açıcılığı açısından daima beyazdırlar. Bu odalar evin vitrini
124 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
konumunda olup, çoğunlukla baş odada olduklarından konuklar zevkle ağırlanır. Kış
günlerinin komşu kabulleri toplantılar için renkli, temiz güzel bir sohbet odasıdır. Böylece sosyal, kültürel yön de kazanır. İlk ve sonbaharda eyvan, yazın zemin kat eyvanı aynı
görevi üstlenir.(24) Odanın eni fazla ise cumbanın 2 uçtaki taş binginleri arasına bir iki
ek daha yapılabilir. Ancak böylelerinin sayısı çok azdır. Çünkü cumba odanın taşan bir
uzantısıdır. Buraya gerekli 6 veya 8 kesitli kirişin çok daha fazlası odaya gereklidir. Ölçüler
bölümünde bunların standartları üstünde duracağız. Odaların ve özellikle baş odaların
daha zengin görünüm ve biraz daha fazla tutulabilen tavan yükseklikleri nedeniyle üst
pencereleri şarttır. Bunlar Diyarbakır evinin özelliği olup cumbanın uzun kenarına da
uygunalabilirler. Sağır, renkli camlı olup doğramalarına kavisli ara kayıtlar konarak görünümleri zenginleştirilirken, dış yüzlerine tel kaplayarak korunur(24)
Diyarbakır Evlerinde Yapı Sanatı
Diyarbakır Evlerinde Yapı Gereci
Diyarbakır Sur içi yapılarında ana gereç gözenekli (dişi taş) püskürük bazalt taşıdır.
Magmanın soğuma hızına göre gözenekler azalınca daha rijitleri (erkek taş) oluşur. Bunlar az bulunduğu, görsel olarak güzel ve sağlam oldukları için kolon, söve, eşik gibi yerlerde kullanılırlar Siyah bazalt taşı, sertlik derecesi yüksek (2.25–2.70 arası) olduğundan
darbelere, hava koşullarına ve zamana karşı oldukça dayanıklı doğal bir malzemedir. Diyarbakır mimarisine hâkim olup, tüm birimlerinin hem taşıyıcı, işlevsel hem de estetik
açıdan ana malzemesidir. Yapılarda yer yer görülen beyaz renkli kalker taşı ise, bu bölgeye
ait olmayıp, çevre illerden getirilmektedir. Yapılardaki siyah bazaltın getirdiği tek düzeliği
bozarak karışık bir örgü tarzıyla zarif ayrıntılar katmak için süsleme amaçlı kullanılmaktadır. Bazalta göre dayanıksız olup, zamanın etkileri hemen görülür. Üst örtü yapı elemanı ise, düz damlı yapılarda daima kavak ağacından yapılan kirişlemelerdir.
Diyarbakır mimarisindeki bazalt harcının ana gereci kireçtir. Kaya kirecin kireç kuyularında söndürülmesi ile elde edilen kireç kaymağına dere kumu ve taş tozu katılarak elde
edilir. Bazı evlerin iç süslemelerinde alçı kullanılmıştır. Dış süslemelerde ise cas adı verilen
bir macun kullanılır. Bu macun kireç kaymağı, yumurta akı, alçı ve külün karıştırılmasıyla
yapılır. Diyarbakır evlerinin duvar derzleri avlu duvarları çeşitli şekillerde süslenir.
DİYARBAKIR EVLERİ 125
Diyarbakır Evlerinde Yapı Sistemi
Kentin konumu, coğrafik koşulları, iklim ve jeolojik yapısı geleneksel evlerin yapımında da en büyük etken olmuştur. Sur içi alanın bazalt plato üzerinde yer alışı, kavak
ağacının kolay yetiştirilebilmesi, kumun elde edileceği Dicle nehrinin yakında oluşu evlerin inşası için gerekli doğal malzemeyi hazırlamıştır. Diyarbakır evlerinde yapı sistemi;
temel ve duvarlar, döşeme, üst örtü alt başlıklarında incelenmiştir.
Diyarbakır Evlerinde Temeller
Sur içi yerleşim alanı, bazalt platosunun üzerinde yer aldığından, zemin temel kazısı
yapılırken 2 metre derinliklerde bile bazalt kayaya rastlanır. Bu nedenle evlerin temel derinlikleri, bodrum döşemesinden fazla aşağıda değildir. Temeller yığma sıralı moloz taş
duvar olarak inşa edilmiştir. Bu duvar örgü sisteminde taşlara çekiç, balyoz gibi aletlerle
kabaca yüz açılır. Sıra yükseklikleri de yaklaşık olarak aynı yükseklikte olacak şekilde
ayarlanır. Kullanılan sıralı moloz taşlar 60 cm’yi aşmayan en’de ve temel örgüsünde karşılıklı konarak kullanılmıştır. Alt sıralarda daha büyük boyutlu taşlar kullanılmıştır. Yatay
sıralar yükselirken araları kırma (parça) taşlarla ve bol kireç harcıyla doldurularak yapılmıştır. Moloz temel duvarları bodrum katın ince yonu sıralarına kadar devam ettirilerek
karşılıklı birbirine
Diyarbakır Evlerinde Duvarlar
Duvarlar taşıyıcı ve bölme olmak üzere ikiye ayrılır. Odaların avluya ve arkaya bakan
duvarları taşıyıcı olup, kalınlıkları 40–70 cm arasında değişir. Taşıyıcı olmayan bölme
ara duvarları daha ince tutulmuştur. Bölme duvar kalınlıkları daha 25- 40 cm genişliğindedir. Oda – sofa, oda – eyvan, oda – sofa – oda arasında yer alan bölme duvarlar, çoğunlukla bazalttan yapılıdırlar Bu duvarlar tek sıra veya iki yüzü ince yonu olarak
yapılabildiği gibi moloz örgülü de olabilir. Duvarlar avlu yüzünde ince yonu, sokak yüzünde ise sıralı moloz örgülüdür. Arka ve yan yüzeyleri yine sıralı moloz örgülüdür. İnce
yonu duvarlarda taş sıra yükseklikleri 20 – 35 cm, taş uzunlukları 35 – 65 cm, kalınlıklar
ise 15 – 25 cm arasındadır. Derzler, taşların birbirine olabildiğince yanaştırılmasına dikkat edilerek çok ince tutulmuştur.
126 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır Evlerinde Döşemeler
Geleneksel Diyarbakır evlerinde döşemelerde de bazalt taşın hâkimiyeti vardır. Daha
önce de değinildiği gibi sulandığında mikro klima etkisi yaratması nedeniyle eyvan ve
avlularda gözenekli bazalt taş tercih edilmiştir.
Avlu döşemelerinin yapımında iki yöntem uygulanmıştır. Birincisi düzeltilmiş ve sıkıştırılmış toprak üzerine 3 – 5 cm kalınlığında kireç harcı döşenerek, bunun üzerine
ince yonu gözenekli taşların birbirine yanaştırılarak sıralı olarak döşenmesidir. İkincisi
ise yine sıkıştırılmış toprak üzerine kireç harcının yayılmasının ardından uzun gözenekli
bazalt taşlarla birkaç sıra şeritler oluşturulup, aralarına taşlar yerleştirilmesidir.
Servis kısımları, hamam, tuvalet gibi hijyenik olması gereken mekanlar ve oda zemin tabanlarında gözeneksiz bazalt taşlar kullanılarak sıfır derz uygulamalı döşemeler yapılmıştır.
Diyarbakır Evlerinde Taşıyıcı Sistem
Diyarbakır evleri yığma yapı tekniği ile yapılmışlardır. Avlu içindeki duvarlarda bir sıra
siyah bazalt, bir sıra beyaz taş kullanıldığı örneklere de rastlanmaktadır. Beyaz taşlar süs
amacıyla kullanılmıştır. Fakat ana malzeme siyah bazalt taşıdır. Yatay taşıyıcılar; üst örtü
(dam), döşeme, temeller ve kemerlerdir. Düşey taşıyıcılar ise duvarlar ile sütunlardır (7)
Tavan ve döşeme kirişlerinde, genellikle kavak ağacı kullanılmıştır. Kullanılan kavak
ağacının uzunluğu, bir bakıma odaların boyutlarını belirlemiştir. Kavak ağacı, Diyarbakır’a çevreden gelmektedir. Tavan ve kirişlerde bolca kullanılan kavak ağacına karşılık,
kapı, pencere ve dolap doğramalarında ceviz ağacı kullanılmıştır.(28)
Cahit Sıtkı Tarancı Evi (Müzesi)
Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak günümüze ulaşmıştır.
Haremlik ve selâmlık olarak inşa edilen evin selâmlık kısmı sonradan yıkılmıştır. İki katlı
bir yapıdır ve kesme siyah bazalt taşından inşa edilmiştir.
Bu binada içe dönük mimari plan uygulanmış olup, cepheler iç avluya bakmaktadır.
Tek katlı ahşap giriş kapısı dar bir koridorla avluya açılmaktadır. Binada mekânlar, iklim
şartlarına uygun olarak mevsimlere göre cephelere yerleştirilmiştir. Beyaz renkli cas süsDİYARBAKIR EVLERİ 127
lemeleri bu binada da en güzel şekilde kullanılmıştır. Cahit Sıtkı Tarancı Evi, şairin eşyaları ile Diyarbakır yöresinin etnografik nitelikli eserleriyle düzenlenerek müze-ev olarak ziyarete açılmıştır.(7)
Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi: Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi, sur içinde ve
Ulu Camii’nin yakınında yer almaktadır . Diyarbakır sivil mimarisinin konut türünün
en güzel örnegi olan Türk edebiyat tarihinin tanınmıs sairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı
(1910-1956)’nın dogdugu ev , 1733 yılında insa edilmis, 1973 yılında restore edilerek
kültür müzesi olarak ziyarete açılmıstır. Eski Diyarbakır olarak tanımlanan sur içi yerlesim alanında bulunan müzede, Tarancı’nın esyaları, kitapları, yasamının çesitli dönemlerine ait fotografları, hakkında yazılan yazılar, folklor, etnografya ve yörenin kültürel
ürünleri sergilenmektedir
Müze, Diyarbakır evlerinin özelliklerini en iyi sekilde muhafaza etmis güzel bir örnektir. Yapıya dar bir sokaktan, tek kanatlı ahsap bir kapıyla giris saglanmaktadır. Avlunun çevresinde odalar yer almaktadır. İkinci kata tas merdivenlerle çıkılmaktadır. Ev,
kentin iklim kosullarına göre tasarlanmıstır. Yazlık bölüm; kuzeyde, kıslık bölüm; güneyde, ilkbaharlık; doguda, sonbaharlık; batıda yer almaktadır (Anonim 2004e). Pencereler yazın serinligi korumak, kısın ısı kaybını önlemek amacıyla küçüktür. Tavanlar
ahsaptır. Ev; haremlik, selamlık, eyvan, mutfak, banyo, tuvalet, ve serdap denilen soguk
odadan olusmaktadır Avlu gözenekli ve siyah renkli olan bazalt tasla dösenmistir. Avlunun merkezinde küçük bir havuz yer almaktadır. Havuzun çevresinde ise çiçek parterleri
bulunmaktadır. Bu parterler içinde yer alan agaçlarla avluda gölge mekanlar olusturulmustur. Ayrıca avlunun ortasında Cahit Sıtkı Tarancı’nın heykeli yer almaktadır. Avluda
kullanılan Pinus nigra, Euonymus japonica gibi herdemyesil ve Populus pyramidalis,
Ficus carica, Robinia pseudoacacia gibi yapraklı bitki türleri; avluya yesil bir görünüm
kazandırmaktadır.
Ev, geleneksel Diyarbakır evi ve avlu özelliklerini koruyarak günümüze kadar gelebilmis güzel bir örnek olarak kent dokusunun turizm ve rekreasyon kaynagını olusturmaktadır. Evin müze olarak kullanılması, korunarak günümüze kadar gelebilmesinin en
önemli sebebidir.(104)
128 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı tarancı(Googler earth)
Cahit sıtkı evi(Google earh)
DİYARBAKIR EVLERİ 129
Cahit Sıtkı evi (22)
Resim:- Cahit
Sıtkı Tarancı Evi haremlik bölümü giriş
kat. Eski trahom
hastanesi olarak ta
bilinen yapı 1976 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın
alınarak
müzeye
dönüştürüldü.
130 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Resim:-Cahit Sıtkı Tarancı Evi haremlik bölümü birinci kat. Eski trahom hastanesi olarak ta bilinen yapı 1976 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak
müzeye dönüştürüldü (Erginbaş, 1955).(49)
Cahit Sıtkı Tarancı evi (66)
DİYARBAKIR EVLERİ 131
Cahit Sıtkı evinde bahçe havuz
132 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ziya Gökalp Evi (Müzesi)
İki katlı bu yapıda malzeme olarak siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Haremlik ve selâmlık olmak üzere iki bölüm halindedir ve mekânlar ortadaki iç avlunun etrafına yerleştirilmiştir.
Cephelerden biri iki kemerli, revaklı, bir eyvan şeklindedir ve bu bölümdeki havuz
ile serin bir oturma mekânıdır. Ayrıca bazı kapıların üst kısımlarında Arapça yazılmış
kitabeler bulunmaktadır. Ünlü düşünür Ziya Gökalp’in doğduğu bu ev, varislerinden
satın alınarak müze-ev olarak ziyarete açılmıştır. Müzede yazara ait eşyaların yanı sıra,
yörenin etnografik eserleri sergilenmektedir ( 7)
Ziya Gökalp Müzesi: Ziya Gökalp Müzesi, Diyarbakırlı sosyolog ve yazar Ziya Gökalp (1876-1925)’in doğduğu evdir Melek Ahmet Caddesi’nin kuzeyinde yer almaktadır.
1956 Yılında müze haline getirilmiş ve belgelerden oluşan koleksiyon teshire açılmıştır
(Anonim 2004b). Müzede Gökalp’in eşyaları, kitaplıgı, kendi eserleri, hakkında yayınlanan kitaplar ve Diyarbakır’da yayınlanan gazetelerin koleksiyonları sergilenmektedir
Diyarbakır’ın karakteristik konut mimarisi özelliğinde, yontma kara bazalt tastan, bodrum katı üzerinde iki katlı, haremlik ve selamlık olarak inşa edilmiştir. Üzerindeki kitabeye göre 1808 tarihinde inşa edilmiş olan bina, mimari açıdan Cahit Sıtkı Tarancı Evi
ile büyük benzerlik göstermektedir (Anonim 2005c). Yapıda içe dönük mimari tarzı kullanılmıştır. Evin tüm pencereleri avluya bakmaktadır. Giriş tek kanatlı ahşap kapıyla sağlanmakta ve geleneksel Diyarbakır evlerinde olduğu gibi avlunun ortasında havuz
bulunmaktadır.(104)
Ziya Gökalp müzesi
DİYARBAKIR EVLERİ 133
Ziya Gökalp müzesi
134 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ziya Gökalp evi
DİYARBAKIR EVLERİ 135
Ziya gökalp evi
136 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ziya Gökalp Evi:
DİYARBAKIR EVLERİ 137
Ziya gökalp evi
Resim-Tipik iç avlulu Diyarbakır Suriçi evine örnek:Ziya Gökalp Evi
( Erginbaş, 1955)(49)
138 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Çelikmen sokakta tarihi bir ev
Evin iç kısmı üst katı
DİYARBAKIR EVLERİ 139
Evin iç kısmı alt katı
Evin iç kısmı alt kat
(1973 il yıllığı)
140 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bahçede tulumbaResim:-Babürler evi( şimdiki Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu Müdürlüğü Binası ), sokağa bakan güzelim şahnişin ( cumba )
güçlü bir karakter ve kentli kimliği çizmektedir. Birde tepesinde biten 8 katlı
apartmanlar olmasaydı!
DİYARBAKIR EVLERİ 141
Resim:-Suriçi Ziya Gökalp ilköğretim karşısı eski Babürler evi, şimdi Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu İl Müdürlüğü olarak kullanılıyor.
142 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Resim:-Suriçi Ziya Gökalp ilk öğretim karşısı eski Babürler evi, şimdi Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu İl Müdürlüğü olarak kullanılıyor.Kuzeye bakan
eyvanlar, genel olarak, evlerini Güneyinde yer alır.
Resim:-Suriçi Ziya Gökalp ilk öğretim karşısı eski Babürler evi, şimdi Kültür ve
Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu İl Müdürlüğü olarak kullanılıyor. Kuzeye bakan
eyvanlar, genel olarak, evlerini Güneyinde yer alır.(99)
DİYARBAKIR EVLERİ 143
Resim: Kılıçlı sok. No:6 Lale Bey Mah. Dengbejler Evi, avlu giriş kapısı ve içerden değişik görüntüler.
Resim:-Evin avlusu ve kuzeye bakan cephede eyvanları görüyoruz.
144 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Resim:- Avluda dengbejler, icraat esnasında.(99)
Tarihi Diyarbakır evleri(Saraykapı)
DİYARBAKIR EVLERİ 145
Zinciriye medresesi karşısında yeni ortaya çıkarılan tarihi bir ev
146 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Zinciriye medresesi karşısında yeni ortaya çıkarılan tarihi bir ev
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
DİYARBAKIR EVLERİ 147
Cahit Sıtkı evi sokağında bir Diyarbakır evi
148 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
DİYARBAKIR EVLERİ 149
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
150 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
DİYARBAKIR EVLERİ 151
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
152 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
DİYARBAKIR EVLERİ 153
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
154 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
DİYARBAKIR EVLERİ 155
Cahit Sıtkı evi yanında DİKTUMDER binası
Diyarbakır tarih ve Kültür Derneği evi(Vahap Ağa hamam sk)
156 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır tarih ve Kültür Derneği evi(Vahap Ağa hamam sk)
DİYARBAKIR EVLERİ 157
Sem’an Köşkü (Gazi Köşkü)
Köşk şehir merkezine 5 km uzakta eski Mardin yolu üzerinde yer alıyor. 15. Yüzyılda
yapılan bu köşk akkoyunlu mimarisinin Tipik özelliklerini taşıyor. Mustafa Kemal Ordu
Komutanlığı vekilliği sırasında burada konakladığı için bu köşke Gazi Köşküde denmekte.
Yapı iki katlı olup doğu batı uzantılı ve dikdörtgen bir plana sahip yapımında bir sıra
bazalt taş bir sırada beyaz kireç taşı kullanılmış. Alt katında çay odası olarak adlandırılan
bir oda sel sebili eyvan mutfak bulunuyor. Selsebili eyvanın üst örtüsü beşik tonoz yuvarlak kemerli selsebili zemin ise mermerden yapılmış. Buradan akan su dikdörtgen bir
havuza oradanda kapalı bir kanala avludaki büyük havuza dökülüyor. İkinci katta bir
oda ve bir teras bulunuyor. Günümüzde Atatürke ait eşyaların sergilendiği bir müze olarak kullanılıyor. Ayrıca çevre düzenlemesi yapılan bir alandaki kafe ve restoranlar sag sıcağından kaçıp güzel bir manzara eşliğinde serinlemek ve eylenmek isteyenlerin uğrak
mekanlarından biri.
Erdebil Köşkü
Kent merkezinden 5 km uzaklıkta eski mardin yolu üzerinde yer alıyor.512. Yılında
yapılan ve Dicle boyundaki diğer tüm köşklere mimari açıdan örnek oluşturan bu tarihi
köşk asıl mimari şeklini Akkoyunlular döneminde günümüzdeki şeklini ise son dönemlerde yapılan restorasyon çalışmalarıyla aldı. Erdebil köşkü halk arasında kürtçe Qesra
Ber Dere Pire olarak adlandırılıyor. Geniş ve etrafı yeşilliklerle sarılı bir yapı olan köşk
dışa açık bir plana sahip On gözlü köprünün batısında yüksek bir tepede bulunuyor.
Köşk bodrum zemin ve ikinci kat olmak üzere üç kattan oluşuyor. Dikdörtgen bir yapıya
sahip olan köşkün yapımında kesme bazalt ve kalker taşı kullanılmış. Bodrumun üst örtüsü beşik tonoz köşkün zemin katında eyvan bir oda mutfak bulunuyor. İkinci katında
ise bir oda ve teras bulunuyor. Köşk Diyarbakır Kültür ve tanıtma vakfı tarafından restore
edilerek köşk bahçesindeki restorantıyla yerli ve yabancı ziyaretçilere açıldı.
Cemilpaşa Konagı
Ali paşa mahallesi köylü sokakta bulunan konak Diyarbakırın en güzel sivil mimari
örneklerinden birisi Osmanlı Valisi Ahmet Cemil Paşa tarafından 1888-1902 yılları arasında yaptırıldı. Osmanlı Haremlik ve Selamlık bölümlerinden oluşan Cemil Paşa konağında bütün Diyarbakır evlerinde olduğu gibi mekanlar geniş avlu etrafında dizili
158 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır evlerinin yapı karakteristiği gibi bu konaktada kesme bazalt taş ve yapıya görsel hareketlilik kazandırmak amacıyla kireç taşı kullanılmış. Yapının iki girişi var ana
giriş köylü sokakta yer alıyor. Haremlik ve selamlığın ortasında mabeyn bölümü var.
Geniş havuzlu bahçesi ahırı misafirhanesi ve diğer bölümleriyle bir küçük saray niteliğinde olan konak taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri. Haremlik kısmının kuzey
tarafı kışlık güney tarafı yazlık doğu ve batı kısımlarıda mevsimlik olarak kullanılırdı.
Selamlık kısmında ahırlar hizmetli odaları kabul odaları kahve odaları mabeyn odası
dikdörtgen bir çerçeveye sahip elips bir havuz bulunuyor. (116)
Komşuluk
Diyarbekir’de komşuluk son derece önemsenen bir olaydı. Komşular bir aileyi andırırdı. Mahallede yaşayan her tabakadan, her sınıftan; fakir, zengin, orta halli, okumuş,
okumamış, esnaf, memur, tüm sakinler birbirinin komşusu idiler. Kadınlar kadınları, erkekler erkekleri, hepsi birbirini tanır, selâmlaşır, konuşur, görüşür, evlerine gidip gelirlerdi. Bir evin erkeği hasta olsa, erkek komşular geçmiş ol sura gider, hal hatır sorar,
ihtiyacı varsa karşılarlardı. Kadın astarlansa, kadınlar ziyaret eder, canının istediğini
sorar, evde pişirdikleri güzel yemekleri getirirlerdi.
Bu bağlılığın güzel bir örneğini başıma gelen bir olayla ben de yaşadım.
Çocukken sokakta arkadaşlarla oynarken düşmüş ve ab mm kötü bir şekilde yarılmıştı.
Ailem beni aldığı gibi bir raytona/paytona atıp hastaneye götürdüklerinde, mahallenin
büyük küçük pek çok kişisi de arkamızdan hastaneye kadar gelmiş ve durumumu sormuştu. Bizim komşuluğumuzda sınıf farkı hiç gözetilmezdi. Yukarda belirtildiği gibi
geniş bir aile gibiydik.
Küçük büyük arasında açık bir sevgi ve saygı vardı; küçükler büyükleri sayar, büyükler
de küçükleri korur ve onlara yaptıkları herhangi hatada müdahale hakları vardı ve çocuğun ailesi bu müdahaleye karışmadıkları gibi olayı duyduklarında da: “Eyi ettin, ellerden
sağlığ” gibi destek sözleri ile de müdahale eden büyüğe sahip çıkarlardı.
Bu durum sosyal eğitimin güzel bir örneğini oluştururdu ve insanları genel itibariyle
iyiye ve güzele yöneltir, kötülüklerden uzaklaştırır, o yörede yetişen insanların iyi bir terbiye ile yetişmelerine sebep olurdu.
DİYARBAKIR EVLERİ 159
Bunun için Diyarbekir’in eski dönem insanları, okumuş/okumamış ayırt edilmeksizin
her zaman her yerde örnek insan sıfatına namzet olabilirdi.
Beyler evden çıkınca mahalle hanımlara kalırdı. Mahallede, bazen Gardiyan’m hanımı
Müşerref teyzenin bizim eve gelmek istediğinde (çünkü babam evdeyken hanımlar eve
gelip kolay kolay sesli konuşamazlardı, hatta eve bile gelmezlerdi) ta uzaktan durumu
öğrenmek için o gür sesi ile “Mala Melleee, kimse vaaar!” diye bağırtısı hala kulaklarımda
çınlamaktadır.
Bu tip hanımlar erkekler gibi korkusuz ve cesur idiler. Bir gün evimize gelen Kasap
İrfan beyin hanımı Münevver teyzenin annemle konuşurken, annemin; “Nerden gelişen
bacım!” sorusuna karşılık Münevver teyze: “Çarşidan geliyem” cevabını verince annem;
“Bacım bu kader uzağa tek başan nasıl gidişen korhmisan!” diye sorunca, Münevver teyzenin çantasından çıkardığı ve ekmek bıçağından daha büyük olan hançerini göstererek;
“Erkek olan bışe desin, alimallah orun ciğerini deşerem” cevabını unutamıyorum.
İşte bu komşuluklarda günümüzde “imece” diye isimlenen yardımlaşma gayet güzel
olurdu. Düğün, nişan, sünnet, mevlüt, cenaze, bilhassa şehriye kesme (bu konuya ilerde
ayrıca değineceğim) v.s. şeyler mükemmel olurdu.
Çeşitli dinlere mensup komşularla ilişkiler de her dine ait haramlara karşı saygı gösterilerek sürdürülürdü.(96)
Komşuluğun Yaşayan Töreleri
Komşuluğun yere, zamana ve olay örgüsüne yönelik ifade ve davranış biçimleri vardır.
Aslında Türkiye’nin komşuluk törelerine yönelik bir literatür taramasından ve alan araştırmasından yoksunuz. Burada yazılı kültür ürünlerinden alınan bazı komşuluk ritüelleri
şöyle sıralanabilir:
• Yeni komşuya ‘hoş geldin’e gitmek ve bir ihtiyacının olup olmadığını sormak,
• İhtiyacı varsa karşılamak,
• Mahallenin bakkalını, manavını, kasabını tanıştırmak,
160 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
• Yeni komşunun yalnızlık duymamasını sağlamak,
•Komşu yerleşince, duruma göre onu davet etmek, (sabah kahvesine, akşam çayına vb.),
• Evin hanımı, yeni komşuyu yakınlık kurulacak, dostluk edilecek gibi bulursa, kocasıyla anlaşarak bir ziyaretle tanıştırmak,
• Çocuklar aynı yaşta iseler, onları tanıştırıp birlikte oynamalarını veya çalışmalarını
sağlamak,
•Komşuda hasta varsa yoklamak, yardım etmek, yalnızsa bir çorba pişirmek, küçük
çocuğu varsa ona bakmak, komşusunun yakınlarına hastalığını haber vermek,
•Komşulardan birinin kızı evleniyorsa, evlilik hazırlıklarına yardım etmek (dikiş,
nakış, alış-veriş vb. konularda),
•Komşulardan, bilhassa genç ve yalnız evlilerden biri doğum yapmışsa, tecrübeli
komşu hanımlar loğusayı yalnız bırakmamak,
•Komşulardan birinin evinde ölüm varsa, onu yalnız bırakmamak, küçük çocukları
kendi evine almak, ölü evine yemek vb. şeyler göndermek, aç oturmalarını önlemek,
•Ölümün ilk gecesi, helva yapmak vb. işlere yardım etmek,
•Düğün davet gibi hallerde gerekli eşya ve kap kacak yardımı yapmak,
• Bu yardım kendisine yapılmışsa, teşekkür anlamında, kapların birine evde yapılmış
tatlı ve benzeri şeylerden koyarak geri vermek. Yalnız ölü evine giden kap, boş olarak
geri gönderilir.
•Komşu dedikodusuna meydan vermemek, katılmamak,
• Fazla kokulu bir yemek pişirilmişse, komşuya da bir miktar göndermek,
•Yakın komşuyu bir dost kabul edip, onun hayatının akışına karışmadan, onunla dengeli ve ölçülü ilişkiler kurmak. (52)
DİYARBAKIR EVLERİ 161
Mevlüt Mergen de geçmiş günlere gidiyor
Hele o kantarmalı eyvanları, çardakları ceviz ağacından yapılmış pencerelerinin havuşa baktığı odaları ne kadar çok arıyorum bir bilseniz..
O odalarda otururken tepemizde gürültüsünü duyduğumuz “loğ” un bir oyana, bir
bu yana gidip gelişinin özlemini nasıl anlatsam hangi kelimelere sığınsam o günleri sizlere
benimsetebilmek için?
Şimdi bazı apartmanlar dairelerine küçük bir oda yapıyorlar ve adına da “kiler” diyorlar, kilerin ne demek olduğunu bir bilseler böyle derler mi?
O günün kilerlerinde yer alan kocaman küplerden bir tanesini bu günün kilerine yerleştirmek mümkün mü, her kilerde en az sekiz on tane bulunurdu o küplerden, kimine
un konur, kimine yağ, kimine bal..
Şimdilerde gramla alıyoruz unu, yağı, balı, kavurmanın tadını unuttu çoğu çocuklarımız, cevizin kilerdeki yerini, bastığın onun komşuluğunda saklandığını ne bilsin bugünün çocukları?
Diyarbekir bazı evlerinde “koltuk” vardı koltuk, eğer bir ev kiraya verilecekse “iki oda
bir koltuk” diye yazılırdı duyuru kağıdının üstüne, o koltuk denilen yer şimdinin “çocuk
odaları” kadardı ki odadan sayılmazdı..
Siz hiç tulumbadan su çekerek elinizi, yüzünüzü yıkadınız mı, ya da abdest aldınız
mı, tulumbanın suyu ile havuşunuzu yıkadınız mı?
Hemen her havuşta bulunan havuzun kenarına gül saksıkları diktiğiniz oldu mu, siz
o evlerde yaşadınız mı?
Yaşadıysanız sizlerde de aynı özlem vardır, yok yaşamadıysanız “yazık etmişsiniz”
çünkü yarın şimdiki evlerin özlemi içinize düşmeyecek, sadece alt kattan yada üst kattan
komşularınız kapınızı çalacak “Komşu çocukları biraz tembihleseniz” diyecek ve siz bunu
hatırlayacaksınız, hepsi o kadar, oysa o evlerde yoktu böyle yakınmalar, yakınmalar vardı
da şu manada vardı; “Komşu hiç görünmüyorsun, ne haldesin, akşama al çocukları gelde
birlikte sohbet edelim” (87)
162 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
AİLELERİN GECE GEZMELERİ
-Teze! Anam selam söledi, bimaniz yohsa bu gece size gelecağıh.
-Anan selam söle başımnan bereber, buyursunlar gelsinler.
Gece gezmesinden önce, usulen ve de saygı gereği yerine getirilen bu haber göndermenin akabinde, can sıkıcı uzun kış gecelerinin kasvetli havasından sıyrılmak için, yatsı
ezanından sonra, gönlü geniş, içi ferah insanlar, dapdaracık ve karanlık sokaklarda ellerindeki fanosla gecenin karanlığını yararak, cümbür cemaat “gezmağa” giderlerdi.
Misafirler evin en mutena yeri olan misafir odasında ağırlanırdı. Misafir odası her
zaman misafiri kabul etmeye hazır temizlikte ve muntazamlıkta olurdu. Bu odaya ev
halkı tarafından her zaman girilmez, çoluk çocuk ise içeriye hiç sokulmazdı.
Misafirler güler yüz ve tatlı dille karşılanırken, uzun bir aradan sonra gelmişlerse onlara “Ögüze eğiş mi? Maşa mı atah?” ya da “Sizi gören heci oli” diyerek özlemlerini dile
getirirlerdi. Kapıdan girenin mantosu, paltosu, şapkası varsa şemsiyesi, bastonu alınırdı.
Palto ve manto gerek çıkarılırken gerekse giyilirken yardımcı olunurdu.
Misafir geçip oturduktan sonra hal hatır sorulur, önce kahve sunulurdu. Kahve kakulalı ise içenler:
Kakula kakula
Kerem eyle ben kula
Senin kohun gelirse
Kahve geçer makbula.
Diyerek memnuniyetlerini ifade ederlerdi. Daha sonra çay ve bisküvit ikram edilirdi.
Mevsim yaz ise çay yerine vişne şurubu veya limonata verilirdi. Kış gecelerinde bastık,
sucuk, kesme, ceviz, kuru üzüm, kuru incir, dut kurusu ikram edilir, “teklif var ısrar yok,
günah mabal boynuza” denirdi. Misafiri gücendirmek Tanrı’yı gücendirmek kadar günah
sayıldığından, misafire saygıda kusur edilmezdi.
Kabul günlerine ve Sıra gecelerine götürülmeyen çocuklar, derslerine çalışmışlarsa, ev
ödevlerini gündüzden yapmışlarsa gece gezmelerine götürülmeye hak kazanmış olurlardı.
DİYARBAKIR EVLERİ 163
Gece gezmeleri, büyüklerin dostluklarının pekişme i çocukların da birbirleriyle kaynaşmasında önemli bir * oynardı. Kimilerinin başlarından geçen olayları anlar r kimilerinin düşüncelerini dile getirdikleri bu se toplantılar “gece eğitimi’’ gibi bir özellik taşırdı.
Büyükler misafir odasında sohbete koyulurken, otum» odasındaki küçükler de oda içeresinde oynanabilen oyanları oynayarak ayarak, bilmeceler sorarak, tekerlemeler söyle;,
erathekât anlatarak hoşça vakit geçirirlerdi. Misafir odası: sohbete katılmayan evin büyüğü masalcı m: :m yakalamışlarsa yalvara yakara “hekât” anlattırırlardı (116)
Diyarbekir’de şehir mekan ilişkisi
Diyarbekir’de hemen herkes; Ermenisi, Süryanisi, Hıristiyanı, Müslümanı, Keldanisi,
Kürdü, Türkü olsun birbirlerine saygı duyarlardı. Hıristiyan, Müslüman
komşusuna:”Konşi konşi sebeh xer.” Müslüman, Hıristiyan komşusuna cevaben:”Her
vaxtın xer.”der. Sokaklarda Yahudiler:”Eskiii yemeniii, eskiii kundura, eski fes (Fes yasağı vardır.), kimdeeee varrr”diye bağırırınca Abdüssettar ve arkadaşları cevaben:
“Moşee (Hz. Musa) moşeee pisigın (kedinin) ayağı kaçtır/’diye sorarlar, cevaben:
“Kuyruğu ile beraber beştir” cevabı gecikmeden gelirdi.(45)
Şefik Korkusuz eski Diyarbakırda her türlü hastalık halinde mahalle halkının ziyaret
geldiğini belirtir.Küçükken oynarken alnının yarıldığını hastaneye götürüldüğünü,mahalle halkının çoğunun da hastaneye gelip durumunu sorduğunu ifade eder
Şehriye kesimlerinde de kadınların sıra ile imece usulü yardımlaşarak şehriye kestiğini
öğreniyoruz.
Diyarbakır’da yeni taşınana ‘Hoş geldine gitmek,yeni taşınanın hazırlamaya vakti olmayacağı gerekçesi ile yemekler götürme,ölümlerde hiç değilse ölü evi çevresindeki evlerde yüksek sesle gülüp konuşmamak,ölü evine üç dört gün yemek götürmek,baş sağlığı
dilemek,bayram ve kandillerde yaşlıları ziyaret edip yetim ve öksüzleri sevindirmek,mahalle kültürünü oluşturan temel davranışlar arasındaydı’
Bir evin erkeği hasta olsa,erkek komşular geçmiş olsuna gider,hal hatır sorar,ihtiyacı
varsa karşılanırdı.Kadın hastalansa,kadınlar ziyaret eder,canının istediğini sorar,evde pişirdikleri güzel yemekleri getirirlerdi.(53)
164 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Yerlere kış mevsiminde önce hasır,üstüne de eğer var ise halı,yoksa kilim serilirdi.
Bahar mevsimi gelince halı ve hasırlar kaldırılıp yalnızca ince kilimler serilirdi
Maddi durumları iyi olan tanınmış ailelerin evleri dört mevsime göre yapılırdı.Aileler
mevsimlere göre evin bir tarafında kalırdı.Mesela yaz mevsimin kavurucu sıcağında güneşten fazla etkilenmemek için evin güney tarafında yapılmış bölümlerdeki odalara geçilirdi.Kışları güneşten istifade etmek için evin güneşe bakan odalarına geçilirdi.
Sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde de bu mevsime uygun diğer odalara geçilirdi.Böylece ev her mevsimin gereğine uygun olarak kullanılırdı (54)
Yılmaz Erbatur Ermeni Komşularını Anlatıyor
Diyarbakır, yalnızca kadim tarihi ile, doğası ile sosyal ve kültürel yaşamı ile değil, insanları ile de, insani ilişkileriyle de bir başka güzeldi…;;
1939 yılında Ali Paşa Mahallesi’;;nden, Fatihpaşa mahallesine taşındığımızda ne çok
yadırgamıştık yeni mahallemizi…;;
Komşularımızın çoğu Ermeni’;;ydi, Süryani’;;ydi çünkü…;;
Tek tük Müslüman aile vardı mahallemizde.
Tatlıcı Şeymus, Toros Mustafa, Haci Sinan Bastacı, Nezir Atçı, Vekin Aktan giller ve
diğerleri…;;
İlk “;;hoş geldiniz”;;e gelen kapı komşumuz Meyhaneci BRO’;;nun hanımı Horubusman Abla oldu…;;
Ayrıca akşam yemek de getirdi…;;
Bu içten davranışlar duygularımızı almak bullak etmişti ailecek.
Aslında Ermeniler, Süryaniler hakkında herhangi bir olumsuz önyargımız yoktu.
Çünkü, bakırcı ustası babamın 3
Aysporda sol açık oynayan SİROP ve PİLO…;;
kalfasından
ikisi
Ermeniydi…;;
DİYARBAKIR EVLERİ 165
Babamın çarşı komşuları Sobacı Nikogos Atınız, kardeşi Karabet Atınız, Ohannes
Özatmaca, Antranik ustanın, Kalaycı Tomas ustanın bakırcılar ve sobacılar çarşısında
saygın isimleri vardı…;;
Mahallemizde bitişik komşumuz Meyhaneci Bro’;;nun hanımı Horubusman Hanım
mahallenin saygın büyüklerindendi. Herkes ona Abla derdi.
Horubusman abla tavırlarıyla, cana yakınlığıyla saygı duyururdu kendine. Komşularla
çok iyi ilişkiler içindeydi. Öyle ki, evimizde Kur’an veya Mevlid okutulduğunda O da
başına bir yazma alır, gelir Müslüman kadınların arasına oturur huşu içinde dinlerdi.
Bir de kiracıları Şimon Baco vardı. Çıkıkçı…;;.
Mahallede kim hastalansa Horubusman Abla’;;ya, kaza geçirenler çıkıkçı Şımon
Baco’;;ya koşar, verdikleri otlardan yapılmış ilaçları kullanır, öğütlerini dinlerdi.
Sıtmaya, sarılığa, trahoma, kızamığa yarayan ilaçları onlardan iyi kimse bilmezdi.
Çıkıkçı Şımon bacoya doktorların bile hasta gönderdiklerine inanırdı herkes. Onun sardığı kırığı, çıkığı doktorlar bile saramaz denirdi.
Sıtmalı çocuğun alnına ve karnına, bir Ermeni evinin tenceresinin isli karasıyla HAÇ
yapılırsa, hastalığın geçeceğine inanılırdı. Bir de, sıtmalı çocukların bileklerine her biri
okunmuş, 7 düğümlü yorgan ipliği bağlanırdı.
Hastalık geçinceye kadar ipler bileklerden çıkarılmazdı.
Terzi Aznif hanım, mahallenin genç kızlarına kendini adamıştı adeta. Mahallenin
bütün genç kızları ister Müslüman, ister Hıristiyan olsun ona gider terzilik öğrenirlerdi.
Satı köyü nazırı Emin Karakaş, Yemenici Baboş, Demirci Arşak, Kuyumcu Misak, Nikoğos usta mahalle komşularımızdı.
Süleyman Nazif ilkokulundaki ve mahalledeki arkadaşlarımın çoğu Ermeni ve Süryani’;;ydi.
İşte bunlardan bazıları;
166 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ohannes Özyerli, Diran Kanaat, Bayar Karakaş, Ergan(Uzun) Diran, Aydın Ertaş,
Vırej, Mıgırdiç, şişko Edip, Pilo, Jiro, Jozef Çilingir, Levon, Arşak, Zaver, Meryem Atınız,
Rita Altınel, Gülten, Haik Köroğlu…;;
Bir de mahalle takımı kurmuştuk. Hatta kendimize forma bile yaptırdık. Adı AYŞENSPOR’;;du ve kendimize “;;Sarı, Yeşil Kırmızı”;; renkleri seçmiştik.
Ne ilginç…;;
Bazen Kurşunlu Cami avlusunda, ama en çok da Yenikapı semtindeki GAVUR MEYDANI’;;nda top oynardık.
Aramızda çok güzel top oynayanlar vardı.
İlk topumuz çaputtandı. Sonraları aramızda para toplayıp içi çaput dolu deri kaplı
bir top aldık. Sonradan aldığımız şişirme lastik topla oynadığımızda kendimizi bir başka
hissetmiştik…;;
Mahallemizde içten bir komşuluk dayanışması vardı.
Müslüman, Hıristiyan ayırımı yapılmadan herkes birbirinin hastasına koşar, sıkıntısını paylaşır, yardımcı olmaya çalışırdı. Günün, gecenin hangi saatinde olursa olsun komşular birbirinin
isteklerini karşılardı. Hiç kimse diğerine yardımı yük saymaz seve seve destek olurdu. (70)
Misafirlik
Diyarbekir’de misafirlik “mistik bir dokunulmazlık” taşırdı. Aileler maddi durumları
ne olursa olsun yatıya ya da yemeğe gelen misafirleri ağırlamakta hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı. “Misafir kısmetinen gelir, başımızın gözümüzün üstünde yeri var, ne demağ
yahu!” sözleri herkes tarafından çok iyi bilinirdi.
Bir eve gelen misafir, eğer ev sahibi evde değilse, komşular tarafından ev sahibi gelinceye kadar kendi evlerine alınıp dinlendirilir, ufak tefek ikramlarla ağırlanırdı.
Yatıya gelen misafirlere evin en iyi odası hazırlanır, en temiz çarşaf, yorgan ve yastık
serilir, abdest yeri gösterilir
DİYARBAKIR EVLERİ 167
Ve yanına bir sürahi su da konularak kendileri yalnız bırakılırdı. (Bu duruma bir beyit
de yazılmış ve o dönemlerde herkes tarafından çok iyi ezberlenmişti;
Ey Misafir! Al abdestin, kıl namazın, kıble şu canibtedir.
işte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir.)
Bazen de evin beyleri, misafir yalnızlık çekmesin diye aynı odaya ikinci bir yatak serdirerek yanında yatarlardı.
Misafirlere karşı gösterilen tavır, önce gelen misafirin yakınlık, değerlilik, durumlarına
göre değişirdi. Eğer gelen/gelenler çok yakın ise, disiplinli hava bir anda neşeye dönüşür
ve samimi sohbetler başlardı. Ancak gelen misafir şeyh, muttaki bir alim, veya yüksek
rütbeli bir insan/insanlar ise, durum bir anda son derece saygılı bir havaya dönüşürdü.
Misafir/misafirler odanın başköşesine oturtulur, ev sahibi, misafirin karşısında el pençe
divan durur, misafir “oturun” deyinceye kadar da oturmazdı.
Yemekler misafir/misafirlere çıkartılınca, ev sahibi bir elde havlu/peşkir, diğer elde
(el yıkamak için) su ibriği, edeple beklerdi. Yemekler bitince, hemen su altı leğenleri getirilir yere bırakılır ellerini uzatan misafirlere ev sahibi ibrikten su döker ve ardından da
havluyu verirdi.
Yemek yendikten sonra köşelere çekilir, sigara tabakaları çıkarılarak orta parmakları
ile üzerine “tak tak” diye vurulup açılır, sapsarı görünen tütün, ince Pele cığare/sigara
kâğıdına aheste aheste sarılır, son sargı kısmı dillerle ıslatılarak sargı işi bitirilir ve nihayet
ağza konulacak kısımdan biraz kopartılarak sigara yakılırdı. Derin bir çekişin ardından,
kimlerden “öhö pöhö” sesleri gelir, kimilerinin de burnunun iki yanından uzuuun bir
duman çıkar ve odanın havası değişirdi.
Bundan sonra artık keyifli sohbetler başlardı.
Hamam çalışanlarının isimleri yaptıkları göreve göre değişirdi, örneğin kese yapan
erkeklere tellak, keseci hanımlara ise yünci denirdi. Hamamların yıkanılacak çeşme suyunun içine akıtılan yuvarlak mermer taşa Curun/Kurna, hamamların yakacak eşyasını
getirip hamamı yakanlara, Külhancı veya Külhanbeyi denirdi. Bu külhancılar Diyarbekir’de genelde Alevi hemşerilerimizden olurdu. Kül-hanların ayrı bir özelliği vardı, buralar bilhassa kış mevsimlerinde gariban, kimsesizlerin barınağı idi.
168 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde; Diyarbekir şehrinin çok temiz olduğundan bahsederek bunun nedeninin de şehrin çer çöpünün doğruca hamamlardaki külhanlara götürülüp yakacak olarak kullanıldığını belirtir.
Hamamlardaki kadın görevlilere Nator/Natır ismi verilirdi. Bu hanımlar, hangi ailenin, hamam gününün, ne zaman olacağını bilir, o gün geldiğinde nator, hamama gidecek
ailenin evine gelip hamam bohçasını alır götürürdü. Nator hiç bir zaman gününü ve ailesini şaşırmazdı. Herkesin elbise soyunma yerleri ve yıkanacak kurnaları belli idi. Getirilen eşyalar yerlerine konur ve aile kısa bir zaman sonra gelir yerlerine geçerdi.
Ailelerin hamam bohçasında havlu, bornoz, temiz elbise, takunya ve içende tarak
,sabun kese v.s bulunan bakır çantalar/ kildan vardı. (96)
Diyarbakır’da Çocuk Olmak -
Çocukluğumu Özlüyorum(81)
DİYARBAKIR EVLERİ 169
170 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
DİYARBAKIR EVLERİ 171
Bazen gözümü kapattığımda çocukluğuma dönmek istiyorum.Acaba çok mu hayalperest olduğumu düşünmedim de değil! Hani derler ya insanların anavatanı çocukluğudur.Benim özlemim de çocukluğumdaki saf temiz,dürüst sevginin olmasıdır.İnsanlara
baktığım zaman sırtımdan vurmayacakları,güçsüz ve zayıf olduğumda elime bir tas sıcak
çorba yapıp vermeleride güven belirtisidir.
Benim çocukluğumda zamanın koşullarına göre orta halli bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya gelmişim.Rahmetli babamın kız ve erkek evlatları olduğu halde doğumumu
duyduğunda sevinip,ev halkına dondurma ısmarlaması mutluluğunun bir göstergesidir.
Belkide her insana nasip olmayan bir doğumu annemin yaşamasıdır.Komşu evin avlusunda davullar zurnalar çalınırken annemin beni dünyaya getirmesi ,şu halaylarımızı sevmemde çok rol oynasa gerek diye düşünüyorum.Bu doğumuma kayde değer herşeyin
sonradan bana anlatılması hep gülümsememe neden oluyor.Çocukluğum Diyarbakır’ın
172 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
sur içi dedikleri güzel bir mahallesinde geçti.Mahalle sakinlerinin hepsi temiz,namuslu
hali vakti zamana göre iyi aileler olmasıydı.Her ailenin en az 6 veya 7 çocukları vardı.Annelerimizin zamana göre çamaşır bulaşık v.s. makinalarının olmayışı,haliyle ev işleriyle
zamanlarını geçirmelerine sebep oluyordu.Ellerinde yıkanmış, kaynatılmış kar gibi beyaz
çamaşırları iplere astıklarında kadınlıklarından gurur duyulan zamanlardı.
Okuldan eve geldiğimizde okul önlüklerini çıkarıp yerine bıraktıktan sonra yemek
saatini beklemeden evde yapılmış mis gibi salçaları ekmeğimize sürüp oyuna nasıl da koşardık.Karanlık çökene kadar oynanan çelik çomak oyunları,yakan topu dediğimiz bir
tür voleybol oyunu en çok oynadığımız oyunlar arasındaydı.Oyun bozanlık yapan arkadaşlarımızla atışmalar,birbirimizi itip kalkmalarda herşeyin cabasıydı.
Çocukluğuma döndüdüğüm zaman tek kanallarda verilen çizgi filmleri seyretmek
ayrı bir zevkti.Yaz tatillerinde birbirimizle değiş tokuş yaptığımız teksas,tommiksleri
okumak için gösterdiğimiz çabalar...
Benim yaş ve akranlarımın bunları iyi hatırladıklarını,içlerinden ahhhh deyip iç çekişlerini duyar gibi oluyorum.Ya yenişehir sinemasının yaz akşamlarında,gösterdiği aile filmleri
severek gitmek istediğimiz yerlerdendi. Annelerimizin, ablalarımızın ağlamaktan gözleri
kızarırken,bizlerde içtiğimiz gazoz ve çitlediğimiz çekirdeklerle oyalanırdık.Uykumuz geldiğinde birleştirilen sandalyelerle açık havada uyumanın keyfini yaşardık.Film bitince ya
kucaklarda, ya da hadi eve geldik diye kollarımızdan sürüklüyerek geldiğimiz gecelerdi.
Ramazan ayları bile bir başka yaşanırdı bizim dönemimizde.Sabah erken uyanıp karnımı tıka basa doldurup,ev halkına oruçum diye nazlanmalarımda çocukca hareketlerimden birkaçıydı.Akşam babam eve geldiğinde yarım günlük oruç tuttuğumu sık
belirtmemle harçlık almamda benim için coşkulu olurdu.
Hatta ilk oruç tuttuğum günü hafızam da o kadar iyi hatırlıyorum ki ;Ramazan ayının
temmuz gibi sıcak ve uzun bir güne denk geldiğinde,7 yaşıma bastığım bir günde ilk orucumu tutmuştum.Uzun yaz günlerinin takatsizliğiyle iftara az bir zaman kaldığı halde mahalledeki çeşmeye koşup su içmek isetememden daha doğal bir şey yoktu.Annemin beni
tutması az bir zaman kaldı dayan diye öğütler vermesi bile su içmemi engelleyemiyordu.
İlk orucumu tutmanın gururuyla iftardan sonra rahmetli babacığımın beni sırtına alıp
bütün mahalleyi dolaştırması çocuk halimle ne kadar gurur vericiydi.
DİYARBAKIR EVLERİ 173
Evet çocukluğumuzda hep yaşanan olaylar güzellikleriyle,aynı coşkuyla aklımızda kalıyor.Asla yaşananları unutmuyoruz acısı ve tatlısı ile beraber,hatta detayları bile anımsayabiliyoruz.
Benim çocukluğumda hafızamda kalan sadece bir kaçını siz okurlarımla paylaşmak
istedim.Hatta sizde kendi çocukluğunuza geri dönüp hatırlamaya başladınız bile ...
Peki bizim çocukluğumuzda yaşadığımız heyecan ,coşku ,mutluluğu şimdiki çocuklar
yaşayabiliyorlar mı? Çocuklarımızda mutsuzluk isteksizlik hiç bir şeyi beğenmeme hali
hemende dikkatimizi çekiyor.
Sizlerinde sesini duyar gibi oluyorum.Şikayetlerimizi çocuklarımıza söylediğimiz
zaman yüz ifadelerinin sertleştiğini görüyoruz.
Ahhhhh çocuklarımızı ellerinde oyuncak gibi kullandıkları bilgisayarlarından
ayırıp,oyun bahçelerine gönderebilseydik...
Oynadıkları oyunlarla coşkularını,mutluluklarını seyretmemiz ne kadar da güzel
olurdu.
Sözüm size çocuklar...
Sizlerde bizim yaşımıza geleceksiniz.Anne baba olarak toplumda yerinizi
alacaksınız.İşte o zaman çocukluğunuza büyük bir özlem duyacaksınız?
Lütfen bu gününüzü doya doya yaşamasını bilin.. (81)
Bağevleri
Şeyhmus Diken eski bağevlerini anlatıyor
Çocukluk dönemimiz olan 1960 yılların Bağlar’rı daha çok tek katlı bahçeli evlerin
ve bağ köşklerinin olduğu, Diyarbakırlıların piknik amaçlı olarak da kullanıldığı Bağlar’dı. Tıpkı türkülerdeki gibi; Diyarbakır Güzel bağlar,sular’dı buz gibi çağlar. Hem Diyarbakır’ın bağları güzeldi,hem de Gözeli ’den gelen Hamravat Suyu’nun izale hattı
kantaralarla Bağlar’ın kırmızı topraklı bağ zemininden geçerdi.
174 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır’ın geçmişteki geleneksel konutu olarak tanımlanabilecek surdışı bağ evleri
ve köşkleri, üzerinde ısrar durulması gereken yapılardır. Eski Diyarbakır’da ekonomik
umu iyi olan aileler bu bağ evlerini ve köşkleri de kullanırlardı. Yaz aylarının sıcak günlerinde ferahlama mekânlarıydı bu evler. Mayıs ayı geldiğinde Diyarbakır’ın zenginleri
köşklerine ve bağ evlerine çekilirlerdi. Bağ köşklerinde hayat çok erken başlardı. Sabah
dört ile dokuz arasında bütün işler bitirilir günün geri kalan kısmı okuma-yazma, yıkanma ve uyumak gibi işlerle geçirilirdi. Temmuz ve Ağustos
Ayları yılın en bunaltıcı sıcaklarının yaşandığı aylar olarak düşünülürse bağ evlerinin
önemi daha çok anlaşılır olur Tamamen doğaya açık olan bu evlerde, diğer evlerin aksine
yüksek bahçe duvarları yoktur. Küçücük bir kapıdan içe girilir. Bu bağ evlerinde komşu
mahremiyeti söz konusu olmadığından dış avluludur. Bağ evlerinin önünü, tamama açık
ve büyük bir havuz ile çiçekler tamamlar. Evlerin malzemesi sur içinde olduğu gibi bazalt
ve kalkerdir. Bağ evleri ve köşklerin varlığı sur içinde tek manzarası a lu olan evlere sahip
kent soyluların doğa ile birlikte olma çabalarıdır.
Bağ evlerinde günün büyük bölümünün dışarıda geçmesi nedeni ile kapalı alan fazla değildir. Yatma eylemi daha ç bahçelerdeki tahtlardadır. Sonuç olarak denilebilir ki; Diyarbakır’ın eski bağ evleri taşın, suyun ve yeşilin armoni oluşturduğu tipik sivil mirilerdir. (94)
Diyarbakır’da iki ayrı amaçla yapılmış köşkler bulunmaktadır.
Bir zamanlar Diyarbakır’ı çepeçevre saran üzüm bağlarının içerisinde yer alan Bağ
Köşkleridir.
Bağ bozumu zamanı bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler, genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir.
Diyarbakır’ın asıl köşkleri ise Dicle Nehri kenarında çok çeşitli ağaç ve yabani menekşelerle örtülü, güllerle donanmış bahçeler içerisinde yer alan yazlık olarak kullanılan
köşklerdir. Günümüze ulaşanlar, daha çok Akkoyunlu dönemine aittirler. Seman Oğulları (Gazi Köşkü) Köşkü, Erdebil (Ber da Pir) Köşkü, Kuşdili Köşkü, Ağulu Dere Köşkü
günümüze kadar ulaşabilmiş güzel örneklerdir.(95)
Gereği. Tarıma elverişli, yer altı suyu, temiz havası (kuzeyi) ve kente yakınlığı gibi
doğal verilerden, Diyarbakır’da geçimi iyi kimselerin yararlanması ilk hareket noktasıdır.
DİYARBAKIR EVLERİ 175
Bir bağ evi(105)
(105)
176 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Amaç. Rahat bir yaz yanında topraktan geçim kaynağı (üretim) olarak yararlanmaktır.
Türü. Tarım değil bağcılık şeklinde bir yol izlenir. İklimi bunu belirlemiştir.
Yeri. Yukarıdaki koşul ve amaca uygun yer, kente yakın Seyrantepe semtidir. Bu,
demiryolu kuzeybatısı demektir. Güneyde Alipınarından başlar kuzeye doğru ilerler.
Toros etekleri düzelip güneye doğru tatlı bir eğimle inerken, tarih boyu tarıma yönelik
bir varlık sunar insanlara, yer yer taşlı, kayalı ve yer yer bunlar seyrek olup kuru tarıma
çok elverişlidir. Bağlar semtindin daha yukarıları (batı ve kuzeybatı) kuru tarım yaparken,
kente yakın bu alanda bağcılık yeğlenir. İklim buna elverişlidir. Alipınar Köyü bile
bağlarıyla tanınır. Tarih boyu Amid’in şıra üzümü ünlüdür ve bunları değerlendirmek
için kentte İçki Fabrikası kurulmuştur (1932’de işletmeye açılır).
Yaşam. Diyarbakır Sur dışına çıktıktan sonra giderek batı ve kuzeybatıya doğru açıldı.
Bu sınırı demir yolu çiziyor, istasyon Binası ve Ofis birer sabit adrestir. Bunlardan sonraki
alan bağların başlangıcıdır. Dörtyola doğru tek iz, bağların dağılım yoludur. Buradan
batıda Urfa Yolu, kuzeyde Koşu Alanı, güneyde Alipınarı Köyü çerçeveyi oluştururlar.
Diyarbakır’ın geçimi iyi olanları, bu yakın yerlere yaz aylarında merkepleriyle gider
gelir, Haziran ve onu izleyen aylar boyunca ev halkı orada bir tür turizm, bir tür bağcılık
yaparlardı. İlkbaharda toprak bellenir, otlar ayıklanır, teyek dipleri açılır, yumuşatılır ve
üzümlerin toplanma mevsimine kadar burada kalınırdı. Eylül ve Ekinde bunlar toplanır,
pekmez, şıra, pestil, bastık ve salça yapılıp, üzüm yaprağı toplanır, kış boyunca yetecek
yiyecekler hazırlanırdı. Üzüm fazlası her gün merkeplerin iki yanına konan heybelerle
içki fabrikasına taşınırdı. Bağ bozumu, sonrası artık günler ve geceler de değişmiş, kente
geri dönme başlamıştır.
Hafta sonları onların adeta kabul günleridir. Bağı olmayan yakın dostlar ağırlanır,
yenir, içilir, dinlenilir. Uzun yaz geceleri, kente göre oldukça serin ve havadar olup,
söyleşileri, ve müziği öne geçer, tek ve topluca şarkılar söylenir, gazeller, mayalar çekilir,
güzel sesliler bir müzik ziyafeti sunarlar. Pek gerek yoktu ama isteyen bağda dışarıya
tahtını kurar, cibinliğini çevirir ve derin uykuya dalardı. Yaz oluşuna aldanılmaz yün
yorganların altına girmek gerekirdi.
Gün erken ağarırken, hayat başlar, reçelli, kaymaklı, ballı, tereyağlı, yumurtalı kahvaltı
tepsisi ortaya kurulur, demlikten buhar taşar ve gerekli beslenme görevi -yasak savarcasına
değil- zevkle yapılırdı. Evin beyi uğurlanınca hanımlar günlük işlerine koyulurlardı.
DİYARBAKIR EVLERİ 177
Kuşkusuz, komşular arası geziler, toplantılar, oranın eğlenceleridir. Bazen zevkli, bazen
pratik yemekler bir “adet yerini bulsun”-dan çok öte özenile-bezenile zevkle hazırlanırdı.
Pek çoğunda akarsu yoktu. Kuyu ve tulumba bu işi görüyor, yere taş döşeniyor, hemen
üstüne bir çardak kuruluyor, gölgesi, suyu, yere yaygı ve yastıkları serilince oranın konforu
sayılıyordu. Su bol olmadığı için bahçeciliğin yeğlenmediği biliniyor. Suya yakın yerlerde,
çiçekler, güller, dut ve incir ağaçları gölgesinden yararlanılarak doğal dekoru
tamamlayacaktır. (110)
Diyarbakır Bağ Evleri öncelikle birer üretim kaynağıdır. Artakalan zamanda dinlenilir.
O nedenle dinlenme amaçlı tüketim aracı “Köşk”lerden ayrılırlar.
Bağ Evlerinin Sonu. 1950 sonrası kırsal kesimin kente hücumu, yeni yerleşim alanına
gereksinimi zorunlu kılınca, kentin soylularının elinde olan bu alanlar saldırıya uğradı.
Fizik gücü, sosyal, kültürel değerlerin çok çok önüne geçti. Buranın sahipleri değil bağını,
kentteki taşınmazlarını düşük fiyatla satarak güvenli olduğunu sandığı kültürüne uygun
daha büyük kentlere 2. bir göç dalgası oluşturdular. Geleneksel kentli kalmadı. Kırsal kesimdekiler de kentli olamadı. Kent bile elden çıktı. 1998’de tarafımızca hazırlanan
Diyarbakır Evleri, yerindeki çalışmamızda neredeyse yarı yarıya fire vermiştir. Şimdi bu
oran daha da fazladır. Babamın da 10 dönümlük bir bağı vardı. Bazı yazları orada geçirirdik.
Artık giderek soluklaşan ve unutulan anıları sadece zaman zaman anmayla yeriniliyor.
Plan Belirleyiciliği. Amaç bağ ve üretim olunca, bağ evi bir araçtır. Gereksinimi
karşılayacak kadarı yeterlidir. Bu da genelde oda, sofa ve ıslak alandır. Söz gelimi bunlarda
başoda yoktur. Kentteki ev avlusu yerini burada tarlaya, çardağa bırakır. Avlu 360°’ye
yayılır. Aile kalabalık ve ayrıca geçimi daha rahat ise 2. kata gerek duyulabilecektir.
Güvenlikten yana o günlerde kimsenin kaygısı yoktu. Kepenkleri kapatılıp, tarım
avadanlıkları depoya konur, kapısı kitlenip bahara dek ev terk edilirdi.
Burada yine Diyarbakır Evi’nden yola çıkılır. Avlunun yerini bağ alır. Kapalı ve yarı
kapalı alanlar avluyu çevrelerken burada bir kitleye sığdırılıp avlu = bağ onu çevreler.
Bu nedenle bakış ve yaşam bu ikisi arasında çok terstir. Evde odak avludur, bağ evinde
odak evdir. Bir dairenin merkezine yöneliş, merkezden (360°) çevreye yönelişi kadar
yönler terstir. Eyvanın yerini kapalı sofa veya aralık alır. Evlerde içe, diğeri dışa
açılımlıdır. Bu açıdan köşklerle ortak paydadadırlar. Ancak orada tüketim burada da
üretim temel noktadır (110)
178 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
2.BÖLÜM
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME
Ev süslemeleri
Darbakır evlerinde görülen süslemeleri iki sınıfa ayırmak mümkündür.
a)Malzemeye göre süslemeler
b)Şekillerine göre süslemeler
a)Malzemeye göre süslemeler:
-Taş malzemeye desen verilerek yapılan süslemeler
Dilimli pencereler(kemerler vb)
Dilimli damla pencereler(Dairesel,yıldız vb)
-Ahşap süslemeler (Pervazlar,tavan kirişlerindeki sandıklama,koltuk silmesi)
-Alçı süslemeler (Paca,alçı içlikler,dolaplar,yüzeylerde vb)
-Metal süslemeler (Parmaklıklar,korkuluklar,kapı tokmakları,tutacaklar,menteşe kapı
kilidi,bağlayıcı demir parçalar,toplar,çiviler,menteşe yuvaları ve milleri)
b)Şekillerine göre süslemeler
-Bitkisel süslemeler (Vazodan çıkan çiçekler vazosuzdur)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 181
-Geometrik süslemeler (Dairesel,ay,yıldız,güneş,palmetler)
-Yazı süslemeler (Yazıtlar,tarihler)
-Arşivolit süslemeler(Kapı,pencere,vb,aynalarında,sişmelerde)dir (8)
Cahit Sıtkı evinde cephe taş süslemeleri
182 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evinde cephe taş süslemeleri
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 183
Cephe süslemeleri(Cahit Sıtkı evi)
184 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cephe süslemeleri(Cahit Sıtkı evi)
Bazalt taşının siyahlığını kırmak için bezemeler kalker kökenli kireç taşından yapılır.
Kireç Taşı Diyarbakır’da yoktur ve dışardan gelmektedir. Bu nedenle yapıda sadece süsleme amaçlı kullanılır. Kolay aşınır ve fazla dayanıklı değildir.(30)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 185
186 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Taş işçiliği(Cahit Sıtkı evi)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 187
Taş işçiliği(Cahit Sıtkı evi)
188 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Taş işçiliği(Cahit Sıtkı evi)
Ev süslemeciliğiC.Sıtkı evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 189
Ev süslemeciliğiC.Sıtkı evi
190 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ev süslemeciliğiC.Sıtkı evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 191
Ev süslemeciliğiC.Sıtkı evi
Diyarbakır geleneksel yapı sanatında alçı,süsleme dışında kullanılmaz.Yüklük,dolap
veya yarım daire kesitli gömme dekoratif dolap çeçevelerinde bazen içyüzlerinde s kıvraımlı modüler kalıplı aplikasyonlar vardır.Bazı duvarlara dikdörtgen alçı çerçeveler yapıldığı birine ayna yerleştirildiği de olur (9)
Diyarbakır evlerinde kullanılan bazalt taşının hoşa gitmEyen görüntüsünü giderebilmek için taşlar arasına beyaz derzler tapılmaktadır.İnce kahel adı verilen bu derzler,siyah
olan duvarda ferahlık ve iç açıcı bir manzara vermektedir.Siyah kesme taş arasına yapılan
derzin malzemesi Diyarbakır’a özgü bir karekter taşımaktadır.
Derzin bünyesinde kireç,beziryağı,pamuk,yumurta akı bulunduğu sanılmaktadır.Ayrıca kemerlerin çevresinde,pencerelerin üzerindeki, kemerlerde,pencere aynalarında siyah
bazalt taşının donukluğunu yok edebilmek için bu malzeme sık sık kullanılmıştır.
Taş malzemeye desen verilerek yapılan süsleme evlerde en çok görülen
süslemelerdir.Kemer,kubbe vs. gibi sistemler,taşı işleyerek meydana getirilmişlerdir.Kapı
ve pencerelerin üzerindeki kemerlerin dilimli,düz olması yapıya süsleme etkisi vermek192 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
tedir.Kesilmesi,oyulması güç olan taşın,kapı ve pencere lentolarını geçmek için uygulanan sistemlerde kullanılma biçimi,tekniğini ortaya çıkarmıştır.
Evlerin giriş kapısının üzerinde,dairesel,yıldız vs.gibi şekillerde giriş holünü havalandırma amacı ile yapılan pencereler bulunur.Bunlar da yine taş malzemeye desen verilerek
yapılmaktadır.Çeşitli biçimlerde yapıldıklarından dolayı süs etkisi de verirler
Özel bir beyaz boya ile oluşturulan süsleme,özellikle pencere ve kapı kemerlerini,
eyvan kemerlerini,sütunları,duvarları daha görkemli bir hale getirmiştir.(8)
Ev süslemeciliğindeki malzemeler
Tuğla, kiremit:
Eski binalarda tuğlalar kubbe, tonoz, inşaatında ve döşeme kaplamalarında kullanılmıştır. Yarım, daire kesitli kiremitler saçak kenarlarında kullnılmıştır. Bazı çatılarda kiremidi ve yeşil renkte sırlı kiremitler karışık olarak döşenmiştir.
Toprak ve kerpiç:
Damlar umumiyetle toprakla örtülüdür. Döşemelerde horasan, sıvanın altında da sıkıştırılmış toprak kullanılmıştır.
Talî duvarlarda, ahşabın taş duvarla temas ettiği kısımlarda çürümeğe mani olmak için
kerpiç kullanılmıştır. Süngerimsi bazalt kerpice nazaran daha uzun müdaet rutubeti muhafaza etmektedir. Fakir halkın oturduğu evler ve köy evleri daha ziyade kerpiçtendir.
Çini ve mermer:
Bazı evlerde renkli çiniden duvar ve balgamî mermer döşeme kaplamaları bakiyeleri bulunmaktadır. Eskiden ev duvarlarının tezyininde de renkli çiniler kullanılmıştır. Bunlar
sonradan sökülmüştür. Bugün cami, türbe gibi eserlerde zengin ve güzel çiniler mevcuttur.
Beyaz derz ve desenler:
Siyah bazalt duvarlardaki beyaz derz ve nakışlar mahallî bir nususiyet arzederler. İnce
kâhel adı veriler, bu derzler ve nakışlar yarım asır kadar bir zamandan beri yapılamamaktadır.
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 193
Parmaklıklar:
Diyarbakır evlerinde pencere ve gezemeklerdeki demir parmaklıklar pek zarif ve türlü
şekiller arzederler. Bunlar mahallî mimarînin tamamlayıcı unsurlarından biridir.
Kavak ve ceviz:
Tavan ve döşeme kirişleri olarak kullanılankavaklar darıa ziyade civar mıntıkalardan
getirilmiştir. Oda genişliğinin tesbitinde rolü mühimdir. Umumiyetle 3 ilâ 6 metre uzunlukta olarak kullanılmıştır.
Eski pencere, kapı ve dolap doğramalarında ceviz kullanılmıştır. Bugünkü ağaç yığını- halindeki doğramalara nazaran büyük bir zevk üstünlüğü gösterirler.
Renkli camlar:
Rengârenk camlı tepe Tencerelerinin çok güzel numuneleri vardır. Bu pencereler evin
eskiliğinin, zevk ve zenginliğin alâmetidir.(10)
C.sıtkı evi Sütun
194 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cahit Sıtkı evinde sütun süsleme
Bu sütun taş işçiliğini Behram paşa şadırvan sütun süslemelerinde de görüyoruz.
Konutlarda tas süsleme bazalt ve kalker üzerine uygulanmıştır. Cas boyama ve oyma
tekniği ile oluşturulan süslemeler avlu cepheleri, kemer, sütun ve silme gibi yapısal unsurlar ile çeşme, lavabo ve havuzlarda kullanılmıştır Diyarbakır’da anıtsal mimarinin
her dönemde ana malzemesi olan bazalt, konutlarda da yapısal ve süsleme amaçlı olarak
karsımıza çıkmaktadır. Sönmüş bir yanardağ olan Karacadağ lavlarından oluşan bazalt
sağlamlığına karsın isleme zorluğu nedeniyle süslemede ender olarak kullanılmıştır. Bu
durum tarihi konutların süsleme anlayışında bölgeye has olan farklı çözümlerin de denenmesine neden olmuştur.
Bazaltın monoton görünümünün azaltılmasına yönelik uygulanan ilk teknik bölgede
“cas” adı verilen kireç harcıyla yapılan süslemelerdir. Killi kireç tasının özel fırınlarda 2435 saat pişirilerek öğütülmesiyle elde edilen cas, su ile hamur haline getirilerek harç elde
edilir. Duvar harcı olarak kullanımının yanında, iyi pişmiş ve ince öğütülmüş kaliteli cas
süslemelerde yaygın biçimde kullanılmış ve duvar yüzeyleri bu harç ile boyanmıştır. Güneydoğu Anadolu’da özellikle Siirt ve Mardin yörelerinde bulunan sarımsı beyaz renkli
cas harcıyla yapılan süslemeler avlu cephelerini oluşturan yüzeylerde kullanılmıştır. Bu
teknikte düzgün kesme taslarla oluşturulan duvarlarda yatay ve dikey derzler boyanarak
tek renk cephelere iki renkli bir hareketlilik kazandırılmıştır. Aynı işlem kapı, pencere
ve nişlerin basık, yuvarlak ve dilimli kemerlerinde de uygulanmıs, ayrıca bazı kemerlerde,
kemer tasları alternatif düzende casla boyanarak bu mimari elemanlara iki renkli tasla
inşa edilmiş görüntüsü kazandırılmıştır. Bunun yanında cas, avlu cephelerinde pencerelerden itibaren saçağa kadar devam eden yüzeylerde yatay frizler seklinde ters-düz palmet
sıraları, kartuşlar, “S” ve “C” kıvrımlı soyut düzenlemeler ile aralarda vazodan çıkan çiçek
dalları ile geometrik kurguların yer aldığı dairesel ve yıldız madalyonlar seklinde kullanılmıştır. Bazı konutlarda kitabe ve tarihler de bu teknikle işlenmiştir . Bu tarz süslemelerin kireç kaynağına yumurta akı eklenerek elde edilen özel bir macunun, hazırlanan
farklı formlardaki metal kalıplarla duvarlara yapıştırılıp donmaya yakın kalıpların çıkarılması sonucu oluşturulduğu ileri sürülmektedir.
18. 19. yüzyıla ait konutların süslemesinde kullanılan cas boyama, Diyarbakır’da inşa
tarihleri çok daha erkene inen farklı işlevli yapıların 18. 19. yüzyıla ait onarımları sırasında da uygulanmıştır. Böylece bu tekniğin sadece konut mimarisinde değil anıtsal miEVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 195
mari örneklerinde de tercih edilen bir sanatsal beğeni olduğu anlaşılmaktadır. Taş süslemelerin diğer malzemesi olan kalker, kapı, pencere ve niş kemerleri ile sütunlarda oyma
tekniğinin kullanıldığı bir süsleme malzemesidir.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde Şanlıurfa, Gaziantep ve Mardin’de bol miktarda bulunan kalker, çıkarıldığı zaman islenmeye oldukça müsait yumuşak bir yapıya sahipken
havadan aldığı oksijenle zamanla sertleşen yapısıyla oyma yüzey bezemeciliğinde elverişli
bir malzemedir. Ancak Diyarbakır ve çevresinde az bulunması nedeniyle mimaride yapısal amaçlı olmaktan çok, süsleme amacıyla, kısıtlı olarak kullanılmıştır. Özellikle giriş
kapılarının iki renkli basık kemerlerinde, ardışık sıralanan ters düz üçgen yüzeylerde mukarnası anımsatan es boyutlu basit oymalar yaygın düzenlemeler arasındadır.
Bazalt ve kalker üzerine oyma tekniğiyle islenen motif ve kompozisyonlar, basit nitelikli geometrik örgüler ile bitkisel karakterli palmet, hatai, karanfil, sümbül, lale gibi
yarı stilize motiflerin yapraklarla birlikte meydana getirdiği düzenlemelerdir. Bu tarz süslemeler kapı kemerlerinin yanlarındaki yüzeylerde sütun baslık ve kaidelerinde dikkat
çekmektedir.
Tas süslemelerde dikkat çeken bir uygulama bazı evlerin saçaklarında yer alan insan
ve hayvan bası seklindeki düzenlemelerdir. Bazalttan yapılan örneklerde yüz hatları boyanarak belirtilmiştir. Silvan’da benzer bir saçak uygulaması ile kalker üzerinde karsımıza
çıkmaktadır . Saçakların yanında kapı tokmaklarında da zaman zaman kullanılan insan
ya da hayvan figürlerinin bir tılsım etkisi taşıdığı ve ev ile ev halkını kötü gözlerden koruma amaçlı olarak kullanıldığı ileri sürülmektedir.
Alçı Süslemeler
Farklı bir kireç harcı olan cas ile tas üzerine yapılan boyama süslemelerin yanında,
alçı, odalardaki dolap nişlerinde, ayna ve pencere çerçevelerinde kalıplama tekniğiyle
kullanılmıştır. Kalıplama tekniğindeki alçı süslemelerde, özellikle nişlerde standartlaşan
bir düzenleme dikkat çekmektedir. Bu uygulamalarda alçıdan mukarnas kavsaralarla kapatılan nişlerin alt yüzeyleri dikey bölümlere ayrılmış ve her bölüme birbirini tekrar eden
çiçek dalları ya da girlandı anımsatan çelenk tarzı oval bitkisel düzenlemeler yerleştirilmiştir. Hemen her konutun dolap nişlerinde karsılaşılan benzer süsleme yaklaşımı, bu
düzenlemelerin dönemi için bir moda haline geldiğini göstermektedir. Bu moda sadece
kent merkezinde değil, ilçelerdeki konut mimarisinde de etkili olmuştur. Özellikle
196 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Hazro’daki Bey konaklarında alçı nişler, merkezdeki konutların alçı islemelerine göre
orijinal niteliğini daha fazla korur biçimde günümüze ulaşmıştır. Bu nişlerde, kalıplama
tekniğine ek olarak süslemelerin sarı, yesil, kahve tonlarında ayrıca boyanarak renklendirildiği gözlenmektedir . Büyük bölümü günümüzde de kullanılan kent merkezindeki
konutlarda nişlerin son dönemlerde sık sık boyanması, orijinal özelliklerini belirlememizi
engellemektedir. Ancak oyma süslemelerin ayrıca renklendirilmesi Diyarbakır anıtsal
mimarisinde minber yüzeylerinde de uygulanan bir tarzdır.(11)
ALÇI DOLAPLAR
Batı kanat üst katında kuzey oda batı duvarındaki alçı işli dolap.
Dabanoğlu mah.Dabanoğlu sk.5.ada.174 parsel
Dabanoğlu mah.Yiğit Ahmet sk 32.ADA.175
Batı kanadı eyvan üstü ara katın {1. kat) batı duvarındaki yüklük ve dairesel alçı
dolap.(68)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 197
Ahmet Arif evi cephe süslemeciliği
198 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ahmet Arif Evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 199
Ahmet Arif Evi
200 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Ahmet Arif Evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 201
Esma Ocak evi taş süslemeciliği
Esma Ocak evi
202 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Esma Ocak evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 203
Esma Ocak evi
204 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Batıya bakan basık kemerli kapıyla yapının avlusuna açılan bir koridora giriş
sağlanmaktadır. Avlunun kuzeyinde mutfak ve bodrum katı bulunmaktadır. Kuzey
kanadın zemin katında, basık kemerli kapı ile bir koridora geçilmektedir. Koridorun sonunda, tavanında künkler bulunan banyoya yer verilmiştir. Zemin kat mekanlarına,
basamaklarla çıkılmaktadır. Basamaklardan lale bezekli dilimli kemer içerisine alınan
kapıdan bir mekana geçilmektedir. Mekanın avluya bakan cephesinde dilimli kemerli
beş adet pencere yer almaktadır. Bu kanadın duvarına yaslanarak yükselen bazalt taş merdivenle birinci katın iki gözlü eyvanına çıkılmaktadır. Eyvanın batısında üzerinde kitabe
olan basık kemerli girişe bir mekan mevcuttur. Mekanın, avluya açılan dilimli kemer
kavsara içinde basık kemerli pencereleri bulunmaktadır. Bu pencereler üzerinde tepe
pencerelerde vardır.
Yapının doğu kanadının zemin katı, kuzey köşede basık kemerli bir eyvan ve eyvanın
güneyinde bir mekandan oluşmaktadır. Mekanın pencereleri ve kapısı yuvarlak kemerlidir. Bu mekanın kuzeyinde, eyvan üzerinde yer alan ve meyva odası olarak adlandırılan
mekana geçiş veren ahşap bir merdiven bulunmaktadır. Mekan, avluya açılan basık kemerli dört pencereye sahiptir. Mekanın doğu ve güney duvarlarında farklı ebatlarda nişler
mevcuttur. Bu kanadın bodrumuna, avlunun güneydoğu köşesinden küçük bir merdivenle inilmektedir. Buradan hem doğu kanat bodrumuna hemde güney kanat bodrumuna geçiş sağlanmaktadır. Bodrumun tavanı ahşap kirişlidir.
Güney kanadın zemin katı, iki gözlü, sivri kemerli bir eyvan, eyvanın doğu ve batısına
konumlandırılmış mekanlardan oluşmaktadır. Doğudaki mekan küçük olup eyvana
açılan penceresi; batıdaki mekanın eyvana ve avluya açılan dilimli kemerli kavsara içinde
basık kemerli pencere açıklıklarına sahiptir. Mekan kapıları, basık kemerli ve kündekari
tekniğiyle yapılmış ahşap kanatlıdır. Batı kanadın zemin katında iki gözlü basık kemerli
bir eyvan ve eyvanın ortasında bir havuz yer almaktadır. Bu kanadın güneyinde basık
kemerli bir mekan ve mekanın avluya bakan kısmında basık kemerli bir pencere yer
almaktadır. Bu kanadın bodrumu uzun dikdörtgen planlı ve tavanı kemerlerle
desteklenmiştir. Avluya açılan küçük pencereleri bulunmaktadır. Bodrum, güney
kanadını tamamen kaplamış olup birbirine geçiş veren iki mekandan oluşmaktadır. Batı
yöndekinin avludan ikinci bir kapısı daha vardır. Avlu zemini orjinaldir.(113)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 205
Kültür varlıkları koruma müdürlüğü
206 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kültür varlıkları koruma müdürlüğü
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 207
Kültür varlıkları koruma müdürlüğü
208 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Anıtlar kurulu
Yuvarlak kemerli ahşap bir kapıdan, dikdörtgen planlı geniş bir avluya geçilmektedir.
Giriş kapısının üzerinde taş konsollara oturan saçak kısmı yer almaktadır. Yapı, avlunun
etrafında güney ve batı olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. Avlu zemini bazalt taş
döşelidir. Avlunun ortasında çardakla örtülü bir havuz bulunmaktadır. Yapının güney
kanadının zemin katında yuvarlak kemerli pencerelere sahip bir mekan ve bu kanadın
batı köşesinde ortada bir sütuna oturan iki gözlü, yuvarlak kemerli bir eyvan
bulunmaktadır. Güneybatı köşede yer alan merdivenle birinci kat eyvanına çıkılmaktadır.
Eyvan yuvarlak kemerlidir. Eyvanın doğusunda, duvarlarında nişler bulunan iki mekan
yer almaktadır. Mekan pencereleri dilimli kemerlidir. Köşedeki mekanın sokağa bakan
ve iki taş konsolla taşınan bir cumbası bulunmaktadır. Eyvanın batısında kare formlu bir
mekan bulunmaktadır. Bu mekanın kuzey duvarındaki kapıdan batı kanadın birinci kat
mekanlarına geçilmektedir. Mekanların üst örtüleri ahşap hatıllıdır. Üst kat pencereleri
ile saçak arası, kapı ve pencere kemerleri cas malzemeden bitkisel ve geometrik bezemelerle süslenmiştir. Eyvan kemerleri arasında, cas malzemeden rozetler yer almaktadır.(113)
Kültür varlıkları koruma müdürlüğü
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 209
Kültür varlıkları koruma müdürlüğü
Dengbej evi
210 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Dengbej evi(Google earth)
Dengbej evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 211
Dengbej evi
Dengbej evi
Yapıya yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. Güneybatı kısımda dikdörtgen formlu,
demir parmaklıkla kapatılmış bir bodrum katı yer alır. Zemin kata beş basamaklı bir
merdivenle çıkılır. Bu katın kare planlı kapı ve pencere açıklıklarıı, yuvarlak kemerlidir.
Zemin katın iç mekan duvarlarında derin nişler yapılmıştır. Üst örtüsü ahşap hatıllıdır.
Güneybatı kanadın üst katı, cumbalı olup bu katın pencereleri kemerlidir. Bu kısma
sonradan konsollarla taşınan demir parmaklıklı balkon eklenmiştir. Pencereleri ahşapla
kaplanmıştır.
Güney kanatta sivri kemerli, basamaklarla çıkılan eyvan kısmı yer almaktadır. Eyvana dikdörtgen ve dilimli kemerli derin nişler yapılmıştır. Eyvanın sağında ve solunda
mekanlar konumlanmıştır. Eyvanın solundaki mekanın, girişi yuvarlak kemerlidir.
Mekanın iç kısmıda derin nişler açılmıştır. Avluya bakan pencere açıklıkları ise yarıya
kadar demir parmaklıklıdır. Eyvanın sağındaki mekana basamaklarla çıkılmaktadır.
Bu kısımdan güneybatı da yeralan üst kata geçiş sağlanmaktadır. Yine bu kısmın
güneydoğusunda merdivenlerle inişin sağlandığı alt bodrum kata giriş kısmı yer alır.
Üst örtüsü ahşap hatıllıdır.
212 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Avlunun doğu kanadında; sivri kemerli bir eyvan, üst kata geçişin sağlandığı merdivenler ve bir mekan yer alır. Buradaki basamaklarla üst kattaki eyvana geçiş
sağlanmaktadır. Eyvanın sağında ve solunda mekanlar yer almaktadır. Üst örtüsü ahşap
hatıllı, yerler sonradan döşenmiştir. Eyvan kemerinin iki yanında dilimli kemerli nişlidir.
Eyvanın kuzey doğusunda yuvarlak kemerli bir girişi olan küçük bir mekan
bulunmaktadır.
Kuzey kanadın da sonradan eklenmiş zemin+1 kattan oluşan betonarme bir yapı inşa
edilmiştir. Avlunun dış duvarı yüksek tutulmuş, zemini bazalt taştan döşenmiş, ortaya
oval bir havuz ve üstü kapatılmış bir kuyusu kondurulmuştur(113)
Dengbej evi ve ünlü dengbejler
Dengbej, hem yerleşik yaşam öncesi Kürtlerin sosyal yaşamım hem de yazılı dönem öncesi Sözlü Kürt Edebiyatını günümüze taşıyan bir geleneği icra eden sanatçıları ifade etmektedir. Dengbej evi, Ziya Gökalp Mahallesi, Kılıççı Sokak’ta yer alır. Mimarlar Odası
tarafından restore edilen yapı 2007 yılından beri Dengbej Evi olarak faaliyet göstermektedir. Yapı tarihî bir Diyarbakır evidir. Her gün 10–15 dengbej, bu evi ziyaret edip sanatını
icra etmekte, Yaz dönemi Cumartesi 16.00–18.00 saatleri arasında “divan” kurulan Dengbej Evi, bu sanata ilgi duyanlara ev sahipliği yapmakta Evin iki geniş odası ve büyük bir avlusu bulunmaktadır. Dengbej Evi, Diyarbakır’ı ziyaret eden konukların, bir taraftan çay
içerken diğer taraftan dengbejlerin klamlarını dinleyebilecekleri ideal bir mekândır. Ayrıca
Dengbej Evi’ne gelen ziyaretçilere kent tarihi, kültürü ve dengbej geleneği hakkında bilgi
veren Büyükşehir Belediyesine bağlı üç turizm odasından biri de burada yer alır.(69)
Dengbejlik, yürek, yarası ,ve, tarihtir
Dengbej Evi’nde 6 yıldır seslendirdiği klamlarla köyünü hatırladığını aktaran dengbej
Mistefayé Boti, “Dengbej klamlarını duyunca köyüm aklıma geliyor. Dengbejlik yürek
yarasıdır ve tarihtir” dedi.
Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı faaliyet yürüten
Dengbej Evi, her yıl bünyesine yeni dengbejler katıyor. 2007 yılından bu yana Dengbej
Evi, bünyesinde çalışan ve klamlarını seslendiren dengbej Mistefayé Boti, 26 yıl boyunca
hastanede hasta bakıcı olarak çalıştığını ve bu zaman zarfında da sürekli olarak klam söylediğini ifade etti.
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 213
Siirt’in Eruh ilçesindeki Torik Memira köyünde dünyaya gelen Mistefayé Boti (58),
hayatını doğduğu köyde geçirdiğini ancak 26 yıl önce köylerinin boşaltılması nedeniyle
Diyarbakır’a göç ettiğini aktardı. Diyarbakır’a göç ettikten sonra 26 yıl Sigorta Hastanesi’nde hasta bakıcısı olarak çalıştığını belirten Boti, “Hastanede çalıştığım süre zarfında
hastanenin içinde de şarkı söylüyordum. Doktorlar tarafından sesim çok beğenildi.
Emekli olduktan sonra 2007 yılında Diyarbakır’ın sokaklarını gezdim. Sur ilçesine geldiğimde Dengbej Evi’ni duymuştum. İçeriye girdiğimde dengbejler klam söylüyorlardı.
Ben de gidip onları dinledim. Dinledikten sonra bana ‘sen de dengbej değil misin?’ dediler. Ben de ‘dengbej değilim ama iyi söylüyorum’ dedim. Orda kısa bir klam söyledim,
sesimi çok beğendiler” diye anlattı. Bunun üzerine Dengbej Evi’nde çalışması yönünde
teklif aldığını aktaran Boti, seve seve bu teklifi kabul ettiğini ifade etti. Dengbej Evi’nde
çalıştığı süre zarfında kendini tanımaya başladığını dile getiren Boti, “Çünkü seslendirdiğimiz her klam, köylerin yakılışını ve boşaltılışını anlatıyordu” dedi. 2007 yılından bu
yana Dengbej Evi’nde klamlarını seslendirerek yaşamını sürdüren Boti, kendine has 56’ya
yakın bestesinin olduğunu söyledi.
‘Dengbej klamlarını duyunca köylerim aklıma geliyor’
Dengbej klamlarını duyunca Kürt halkının sömürüye uğrama durumunun aklına geldiğini söyleyen Boti, şunları söyledi: “Dengbej klamlarını duyunca köyüm aklıma geliyor.
Dengbejlik yürek yarasıdır ve tarihtir. Beni etkileyen ses Qarabete Xaco’nun sesiydi.
Onun Lawike Metini parçasını çok seviyordum.” Dengbejlerin 5 bin yıllık bir tarihi olduğunu aktaran Boti, “Bazen dengbeji enstrüman aletleriyle okuyorlar, bu doğru değil.
Sesi doğallığına bırakmak gerekir” diye belirtti. Dengbejliğin yaşamda hiçbir zaman ölmeyeceğini söyleyen Boti, “Dengbejlik annelerin bin yıllardır yaşadığı acılarının taze ezgileridir” dedi.
Boti, son olarak Diyarbakır’daki gençlerin ve bölgede yaşayan gençlerin dengbejlikle
tanışmasını ve Dengbej Evi’ne gelmelerini söyleyerek, “Dengbejlik nerede iyi bir şey varsa
onu tamamlıyor. Ben gençlerimizin kültürle uğraşmalarını ve özellikle dengbejlerle tanışmalarını talep ediyorum. Dengbej evine gelip kültürlerini burada sürdürmeleri gerekir” çağrısını yaptı.(80)
Taş işçiliğine güzel bir örnek olarak bir tarihi Diyarbakır evine(Muharrem erim)
bakalım:
214 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 215
Muharrem Erim evi
216 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 217
Muharrem Erim evi
218 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 219
Taş işçiliği(M .Erim evi)
Muharrem Erim evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 221
Püskürük bazalt en sert taşlardan biridir. Bir ustanın günde ancak orta boy 8-10 taş
hazırlayabildiğini biliyoruz. Bunların boyutları, diş veya söve açılması, kemer taşı gibi
son derece iyi alıştırılması, sal taşlarımn inceliğine karşın uzunlukları ve merdiven basamaklarındaki kusursuz işçilik göz önüne alındıkta üretimin ne denli zor ve uğraşılı olduğu görülür. İki katlı bir ticaret hanının en az 80 kemeri, 100-150 m. kadar silmesi,
yaklaşık 40 eşik, buna bağlı söve ve kemeri olduğu düşünülürse bunların kesinlikle önceden hazırlanması gerekir. Asıl sorun bunlardaki işçiliğin kusursuz olmasıdır. Bir Diyarbakır konutunda sadece 2 katlı bir kanadın avlu yüzü yaklaşık 100m2 kabul edilse, bir
veya iki eyvana bağlı kemer taşları, 1 kolon, en az 10 pencere ( eyvanlardakiler de dahil )
ara ve üst pencerelerdeki kusur hemen belli olur. Yüzey dalgalanmalarını bilen göz yakalar.
Örgünün akça geçmez oluşu bunların kenarlarındaki işçiliği olabildiğince arttırır.
Bir diğer plâstik sanat örneği merdivenlerdir. Yarım kemer üstüne oturtulan basamaklar tekniğin kolay yönüdür. Kemersiz basamakların birbiri üstüne oturtulan türlerinde binme payı sadece 3-4 cm’dir. Bir kat için bundan 20 kadarının, kuyrukları duvara
gömülerek beraber örüldüğü ve her bir basamağın yaklaşık 100-120 kg geldiği düşünülürse günde ancak 4-5 tanesinin yerine konabildiği anlaşılır. Bir taşm yüzeyinin 1 mm.
kabarık yonulması sonucu bir alt basamağa sadece buradan basacağı düşünülürse, en kısa
sürede onu iyice zorlayacak ve çatlatacaktır. Aynı işçilik, merdiven sahanlıklarının taşıtıldığı bingiler için de böyledir.
Uzun sal taşları ve döşemelerde bingi kesitlerinin ne derece milimetrik yonuldukları,
üstünde gezinildiklerinde ayağımıza takılmamasından bellidir. Kalker kökenli yumuşak
taşlar gibi, örüldükten sonra rötuş yapılması da söz konusu değildir.
Gezdiğimiz evlerde, iç içe oda aralarında, iç merdivenlerde veya eyvan oda aralarında inceliği 10 cm’ye inen, 4,50 yükseklikte perde duvarlarına ne denli emek çekildiği anlaşılır.
Burada bir işçilik harikasını dikkatlerinize sunmak istiyorum. Diyarbakır’ın kuzeydoğu diliminde, Özdemir Mahallesi Şeftali Sokak Geçidi’nde 3 numaralı evin, altlı üstlü
tek gözlü eyvan ara düz taş döşemesi bir teknik ve işçilik harikasıdır. Bingileri ve sal taşları
alt ve üstte aynı kalınlık ve düzlemde olacak şekilde yonulup taştan düz tavan yapılmıştır.
Bunu sadece bu yapıda gördük. Hayret ve beğeni duygularının coştuğu bir örnekti ve
bu orta boy, fazla özenilmeyen sıradan bir ev idi. Denebilir ki yalnız bu döşeme harikası
için bu ev satın alınır. Böyle bir uygulamayı Behram Paşa Camisi harım kuzey duvarı 2
yan eyvanında görmüş ve Sinan’a yaraşır bir örnek demiştik. Ustası burada kendi teknik
ve sanatını sergilemiş ve bunun bir tür eşsiz doyum olduğunu vurgulamıştık.
222 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır’da akça geçmez örgü (derzsiz, taşların birbirine boşluk kalmayacak biçimde yanaştırılması), İlk örneklerle başlar. Surlar, Sen Corc ( İç Kale’deki ) sayabildiklerimizin en eski örnekleri olup hep böyle devam etmiş, yalnız duvarda değil avlu
döşemesine de uygulanmıştır. O nedenle tüm yapılar kilise, hamam, ev, han, cami, mescit,
çeşme v.b. bu örgüyü kullanmıştır.
Her kuşağın bir sonrakine, devlet ve dönelere bağlı kalmaksızın bu işçiliği ilettiği anlaşılıyor. Özenli yapıların hepsi, her yerde mermerinden kireç taşına kadar böyledir.
Bunun ayrıcalığını, işçiliğindeki emek ve göz nurunu, Şanlı Urfa, Gazi Antep ve Mardin’in, çıktığı zaman pelüze veya taze peynir kadar yumuşak, testere ile kesilebilen, giderek havanın oksijeniyle sertleşen kireç ana maddeli taşını görünce daha iyi
anlayabiliyoruz. O kentlerde taş süslenerek yerine konur. Bazalt taşında profil açmak
bile bir olaydır. O nedenle özellikle evlerin avlu yüzü süslemeleri, duvar bittikten sonra
yapıştırılarak yapılmıştır. Daha özenli yapılarda Ergani’nin beyaz taşı örgüye birer atlayarak konularak bezenir. Nebi Camisi minaresi (v.b.) böyledir.
Diyarbakır bazalt taşı lavlarının derinde geç veya yüzeyde çabuk soğumasına bağlı olarak
gözenekli ve gözeneksizdir. Gözeneksizlerin yoğunluğu fazla ve işçiliği daha da zordur.
Ancak görsel zenginliği nedeniyle havuz, söve, lento, kemer ve kolonlarda kullanılır. (12)
Ev kapılarında taş işçiliği
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 223
Ev kapılarında taş işçiliği
224 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Tarihi bir evde süsleme
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 225
Tarihi bir evde süsleme (cercisoğulları)
226 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Tarihi bir evde süsleme (cercisoğulları)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 227
Tarihi bir evde süsleme (cercisoğulları)
228 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Tarihi bir evde süsleme (cercisoğulları)
Balıkçılarbaşı PTT’de taş işçiliği
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 229
230 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Balıkçılarbaşı PTT’de taş işçiliği
Balıkçılarrbaşı PTT taş işçiliği
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 231
İnönü mh.Kara ozan sokak 4,6 ada.149 (68)
232 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
İnönü mh. Manav sk.1.ada.146.(68)
(68)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 233
(68)
Ahmet Arif müzesi
Dört ayaklı minare yakınında Diyarbakır evİ
234 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Taş işçiliği (Ziya Gökalp evi)
Z.Gökalp evi Bazalt malzeme
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 235
Ahmet Arif müzesi
Taş işçiliği (Ziya Gökalp evi)
236 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Taş işçiliği (Ziya Gökalp evi)
Z.Gökalp taş su yapıları
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 237
Taş işçiliği (Ziya Gökalp evi)
Taş aksam - Ziya Gökalp evi
238 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Taş aksam - Ziya Gökalp evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 239
Taş aksam - Ziya Gökalp evi
240 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Üniversite bağ evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 241
Üniversite bağ evi
242 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bağlar Mardin yolunda bağ evi
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 243
Gazi köşkü
(90)
244 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cumhuriyet dönemi evlerde kullanılan taş araçlar
Dam loğu
Havan
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 245
Bulgur çekim aksamı
Desti kapağı
246 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Desti kapağı
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 247
Muharrem Erim evi karşısı evde taş işçilik-kuyu aksamı
248 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi karşısı ev de taş malzeme
Muharrem Erim evi karşısı ev de taş malzeme
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 249
Muharrem Erim evi karşısı ev de taş malzeme
250 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Muharrem Erim evi karşısı ev de taş malzeme
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 251
Muharrem Erim evi tulumba ve taş aksam Muharrem Erim evi havuz
252 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bulgur çekme taşları
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 253
Bulgur çekme taşları
Dibek
254 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Dibekte bulgur ve köy kızları
Dibek
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 255
M.Ö.8000 yılları Ergani Çayönü’nde kullanılan taş aletler(1973 il yıllığı)
Bazalttan öğütme ve ezgi taşları
Taştan baltalar,toparlaklar,bir çeşit havan eli(H.Çambel)
256 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Perdahlı baltacık
Yapı tekniği:
Dünya yapı sanatı, endüstri devrimine kadar, her dönem ve uygarlıkta kâgirde yığma
yapı, ahşapta da karkas ile çatı makasını kullandı. Bu Diyarbakır ‘ a da böyle yansımıştır.
Kâgir yapılarda açıklıkları kubbe ve tonoz örter. Mardin ve Urfa evlerinde örtü tonozludur. Diyarbakır konutları bir ara çözümü, duvarlarda kâgiri, örtüde kavak kirişleri yeğlendi. Kentimizde ahşap karkas yapı yoktur. Sadece konutların cumbaları, hafif olması
için böyle yapılır ve bağdadi sıvanır. Ömürlü olabilmesi için, kendi değimiyle ‘’ dünya
durdukça ‘’ görevini sürdürmesi için vakıf yapıları da devletinki gibi kâgirdir. Bazılarının
ancak hoca evi, müştemilat gibi bölümleri ahşap karkas yapılmış olup o nedenle yıpranmış, yanıp yok olmuştur. (67)
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 257
Taş işçiliği
Diyarbakır’daki taş işlemeciliği de kendine özgü bir tarza sahiptir. Diyarbakır’ın
kültüründen bahsederken Diyarbakır’ı etkileyen başka yörelerden de söz edilir genelde.
Ancak iş taş işlemeciliğine gelince sanırım hiçbir yerden bahsetmeye gerek kalmaz, çünkü
Diyarbakır bu konuda kendine has bir tarzı olan ve bu tarzını da hep devam ettiren çok az
yörelerden birisidir. Özellikle Karacadağ’ın püskürttüğü lavların oluşturduğu “bazalt”, mimarinin vazgeçilmez malzemesidir. Bazalt, Diyarbakır taşlarının en çok bilineni ve en çok
kullanılanıdır. Bilindiği gibi bazalt, yanardağ kökenli koyu renkte bir kayaç olup işlemesi
en zor olan taşlardan birisidir. Lavların bileşimi bazaltınkiyle aynıdır ama lavlar, kendilerine
belli bir hafiflik veren deliklerle göz göz olmuşlardır (Gelişim Hachette, 11/4177).
Yerkürenin derinliklerinden gün yüzüne püsküren lavlar “bazalt”laşırken yüzeyde ya da
derinde oluşuna ve çabuk ya da geç soğumasına bağlı olarak gözenekli ya da gözeneksiz
olurlar. Gözenekli olanına erkek taş denir, gözeneksiz olanına dişi taş. Gözenekli dişi taşın
işlenmesi ne denli kolaysa, gözeneksiz erkek taşın işlenmesi de o kadar zordur. Ama her iki
taş da Diyarbakır mimarisinin vazgeçilmez malzemesidir. Yerine ve konumuna göre
kullanılırlar. Özellikle yapıların söve, sütun, başlık, havuz, pencere, kapı gibi yük binen
bölümlerinde kullanılır. Kemerlerin de ana malzemesidir erkek taş. Aslında bu iki taş tıpkı
yaşamda da olduğu gibi Diyarbakır mimarisini tamamlarlar (Taşlar ve Düşler, 2004:6-9).
Özellikle Karacadağ’da çok miktarda bulunan taş ocaklarından alman taş, ustaların
elinde işlendikten sonra evlerde, köşklerde, saraylarda ve dini yapılarda özgün motiflerle
yerini alır. Kapı, pencere çevreleri, sütunlar, kemerler taş işçiliğinin oya gibi ince örnekleri
ile bezelidir.
Diyarbakır yöresindeki taş isçiliği ise genellikle evlerin dış yüzeyinde görülür. Her ne
kadar zor işlenen bir malzeme olsa da Diyarbakır taşları bir çok yapının vazgeçilmez ana
malzemesi olmuştur. Maharetli ustalar bazalt taşıyla evleri nakış nakış işlerler, tıpkı bir
oya gibi desen süslemeleriyle bezelidirler. Kapı kenarları, pencere çevreleri, sütunlar, kemerler, saçak altları, merdivenler, kat silmeleri motif motif tas isçiliği ile örülüdür. Motiflerin başını, lale, burma, karanfil, balık, aslan ve çift başlı kartal çeker.
Taş ustalığı taşın belirlenen taş ocaklarından çıkarılması, taşın taşınabilir boyutlara
getirilmesi ve taşın ocaklardan inşaata getirilmesi ile başlar. İnşaat alanlarında istenilen
biçimlerde işlendikten ve süslendikten sonra duvar olarak örülmesi süreci ile tamamlanır.
258 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kısaca taş işlemeciliği temel olarak dört aşamadan oluşur. Taşın ocaktan çıkarılması,
taşınması, işlenmesi ve duvar olarak örülmesidir.
İlk aşama taş ocaklarının belirlenmesidir. Bu aşamada hem taş ustaları hem de
doğrudan taş oyma ve çıkarma işlerini gerçekleştiren maharetli ustalar bulunur. Buralardan blok şeklinde çıkarılan taşlar geleneksel dönemlerde daha çok insan ve hayvan
gücünden yararlanılarak işlenecek atölyelere gönderilir ve burada da işleme tarzına uygun
bloklara dönüştürülür. Bu bloklar, maharetli ellerde yapılarda nakış gibi işlenir ve tarihe
tanıklık ederler.
Ocaklarda üst üste bastırılmış şekilde olan taşlar demir çiviyle istenilen boyda
çivilenerek parçalar halinde çıkartılır. Bu işlem esnasında ustalık taşı istenilen ebatlarda
ve fazla deforme etmeden çıkarabilmektir. Çıkarılan blok taşlar ocaklarda kısmen
tıraşlanırlar ve taşınabilir hale getirilirler. Bu işleme “çivileme” denir. Demir çivilerle
çıkartılan taş; kırka kırk, kırka elli veya otuza otuz beş olarak kütük halinde getirilerek
inşaata dökülür. İnşaatta taş ustaları onları; gönye, gran, balta tarakla yontarak kullanıma
hazır hale getirir.
Günümüzde ise taşlar makineyle yontulmaktadır. Makineyle yontulan taşlar elle yontulan kadar sağlam olmadığı için rağbet görmemektedir
Taş mimari bir inşaatta yaklaşık on kişi çalışır. Bu işçilerin bir kısmı taş yontar, bir
kısmı taş getirir, bir kısmı çamurunu harcını yapar, bir kısmı da duvarı örer. Örme ve
işleme incelik ve ustalık ister.
Diyarbakır7m bazalt taşı hem soğuğa hem de sıcağa karşı korunaklı olduğu için geleneksel mimari de yapıların ana malzemesi olmuştur. Özellikle gözenekli olması yazın
aşırı sıcaklarına karşı içinde su tutabilmesi bakımından serinlik sağlayıcı bir özelliği de
vardır. Taş İşlemeciliğinde kullanılan temel malzemeler ise şunlardır;
Murc, Taş yüzeylerinin kaba düzlemesinde, her cins beton ve kagirin kırılması ve de
delik açmalarda kullanılan sivri uçlu demir el aygıtıdır.
Keski, yapı olarak murca benzer, daha çok yontmak için kullanılan bir aparattır.
EVLERDE TAŞ İŞÇİLİĞİ VE SÜSLEME 259
Madırga, murç ve benzeri aletlerin başına vurularak kullanılan, 2-3 kg. ağırlığında
bir çeşit taşçı çekici, madraba veya mermercilikte kullanılan 10 cm boyunda, 4 cm
genişliğinde, kare prizma şeklinde küçük çekiçtir.
Tarak, taşlarda yüzey taraması ve düzeltmesi için kullanılan demirden yapılmış alettir.
Son olarak; Taş işlemeciliğinin geleneksel dönemlerde eskizlere dayanmadan
yapıldığını düşündüğümüzde bu tekniği bilen insanların ne kadar hassas bir simetri perspektifine sahip olduklarını da rahatlıkla anlayabiliriz.(90)
Badana
1950 yılını İhsan Kanat anlatıyor
Kış hazırlıklarından biri de, kış öncesi, evlerin badana yapılmasıydı. O yıllarda ne
plastiğin kendisi, dolayısıyla ne de badanası vardı. Bu iş için yani badananın duvarda
daha kalıcı olması için kitre denen madde kullanılırdı. Kitre, çam, badem gibi bazı
ağaçların doğal salgısıdır. Bu salgılar ağaçlar üzerinde yumrular halinde bulunur. Ayrıca
nalburlarda da satılırdı. Büyük kaplara konan suya, gerektiği kadar kitre konurdu. Bir
gün kadar bekletilir, uygun süre sonunda iyice karıştırılarak bu su içinde eritilirdi. Yeleri
kadar kireç ve islenilen renkte boya ile karıştırılarak badana hazırlanırdı. Arlık, fıçılarda
hazırlanan badana, gereken yere sürülmeye hazırdı. Buradaki kitre, badana içinde tutkal
görevi yaparak badananın duvara yapışmasını, kalıcı olmasını sağlardı. Kitre
zamanımızın, bir nevi plastik tutkalı özelliğindeydi.(114)
260 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
3.BÖLÜM
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM
Eski Diyarbakır evlerinde çatının eğimli değil de düz bir dam şeklinde olması günlük
hayatın bir sonucudur. Halk sıcak yaz geceleri damda taht denilen yataklarda yatardı.
Bu kullanıcı gereksinimine bağlı etmen, damın yatma eyleminde kullanılmasına, dolayısıyla düz yapılmasına neden olmuş ve kitlesel biçimlenmeyi bu yönde etkilemiştir. (65)
Diyarbekır evlerinde dam(24)
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 263
Diyarbekır evlerinde dam(24)
Niebuhr seyahatnamesinde(1778 yılı)
Halen 16 bin ev iskan halinde olmalıdır; bunların dörtte biri kadarı Hıristiyanlara
aittir. Bu şehrin evleri Mardin’in ve Musul’unkiler gibi kubbeli değildir. Üstleri düz, en
alt katları sert kalıp taşlı ve diğer katları kirişlerle tutturularak inşa edilmiş.(98)der
Diyarbakır Evlerinde Üst Örtü
Geleneksel Diyarbakır evlerinde üst örtü kara damdır. Kavak kirişler üzerine tahta
döşendikten sonra elenmiş kile saman, kıtık ve bolca tuz katılarak hazırlanan çamur karışım dama serilir ve bastırılır. Her yağmur ve kardan sonra toprak örtü silindirlerle sıkıştırılır .(7)
Evler genelde düz, ve damlar toprakla örtülmüştür. Döşemelerde horasan, sıvanın altında sıkıştırılmış toprak kullanılmıştır. Diyarbakır evlerinde, damlar önemli bir işlevi
yerine getirmişlerdir. Yazın, halk sıcaktan korunmak için damlarda kurdukları, “ taht”
adını verdikleri yüksek ahşap karyolalarda yatmışlardır.(28)
264 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Tarihi Diyarbakır evleri ve dam(Anonim)
1932 yılı(77)
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 265
Diyarbakır evleri topak damlıydı ve üstünde tahtlar vardı
(77)
266 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Yazın geceleri damda üzerinde yatılan taht. yaz sıcaklarının güvencesi
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 267
Diyarbakır evlerinin üzeri düz damlıdır.Dam örtüsü sıkıştırılmış killi topraktır.Bunun
da üzerine kara toprak sıvanır.Yağmurdan sonra toprak damlar taş merdane ile sıkıştırırlır,bunlara loğ denir.Loğ ile dam sıkıştırmak Diyarbekir’de meslek olmuştur. (55)
Toprak damlarda toprağa karıştırılan saman ve tuz,toprağın iyice pekişip güçlenerek
sonbahar ve kış mevsimindeki olumsuz hava şartlarından etkilenmemesi sağlanır (56)
Diyarbakır’da ‘He ulan kevaşe’derler.Dicle ilçesinde meşe ağaçları vardır.Bu meşe
ağaçlarının yaprakları kurur,işe yaramaz hale gelir,dökülür.Bunu götürür,damlara yayarlar,toprak kışın akmasın diye.İşte bu işe yaramayan yapraklara kevaşe derler.
(57) Düz olan evlerin damı, toprakla örtülü olduğu için yazın daha serindi. Bu nedenle yaz aylarında damların üzerine ku rulan “taht” adı verilen büyük ahşap karyolalarda
yatılırdı. Bu tahtların etrafı ise gizliliği sağlamak amacıyla “sıt.ıra” adı verilen ince bezle
çevrilirdi ve ayak kısımlarına ise zehirli hayvanların çıkmasını engellemek için kireç sıvanıldı. Yazın damda yatılmasının ana sebebi, avludan daha serin olmasıdır. Bir diğer
sebep, akrep ve yılandan korunmaktır (Margosyan, 1996) . Ayrıca bu mekân gün içinde
devamlı güııeş gördüğü için kışlık yiyeceklerin kurutulduğu bir yerdir.(22)
Diyarbakır sur içi kent yaşamında ise toprak damlarının ve dam direklerinin bakımını
yaptıramayan yine yoksul evlerin damları, kar yağışı ile birlikte ağırlaşmış ve damın çökmesi ile birlikte bazı aileler çoluğu çocuğu ile canlarından olmuştu.
Toprak damların bakımı özen ve dikkat gerektirir ve hiç ihmale gelmezdi. Damlara
serilen toprak özel olarak ESFEL (HEVSEL) Bahçelerinden getirtilirdi. KARA
ÇAMUR yahut KARA SIVA diye bilinen bir toprak cinsiydi. Saman ve Tuz ile birlikte
yoğrulurdu. Özellikle İlk Baharın sonunda ve Yaz Mevsiminin başlarında Yapımına başlanırdı. Halk arasında buna PÜŞÜRÜK denilirdi. Yapımından itibaren bir kaç Ay bekletilirdi ki toprağın içersindeki Çiçek polenleri çürüsün ve yok olsun. Aksi takdirde
damda oluşan çiçekler ve otlar dam toprağına zarar verir ve Kış mevsiminde damın akmasına neden oluştururdu. Ayrıca,Püşürüğün bu tarz yapımından dolayı oluşan Selilozun toprakla kaynaşmasından ötürü’de dam toprağında çatlamalar husule gelmezdi. Evin
Avlusu geniş ve müsait bir yer var ise Püşürük evin içersinde muhafaza edilirdi.
Ama genelde tercih edilen mekan, Evin sokak kapısının dışında sokakta başkalarını
rahatsız etmeyecek bir köşesinde olmasıydı. Her yağmurdan sonra mutlaka dama biraz
268 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
saman serpilir ve saatlerce dam toprağı taş Loğla bastırılırdı ki akma ve çökme olmasın.
Bu işi yapan özel meslek sahipleri vardı. Loğcular daha çok Bingöl ilinin dağ köylerinden
ekmek parası kazanmak amacı ile kış aylarında Diyarbakıra gelir,halk ağzında Mazgana
denilen mekanlarda ikamet ederlerdi.Mazganalar; geniş ve büyük avlusu olan,daha çok
kentin varoşlarında yer alan,tek göz odadan oluşmuş ve tuvaleti müşterek evlerdi.Kentin
yoksul ve emekçi kesimi bu yerlerde ikamet ederlerdi. Damlar loğlanırken bazen hızını
tutturamaz ve damdan aşağı düşerdi.Bu dahi bir olaydı Diyarbakırda. Kulaktan kulağa
haber tez elden her yana yayılırdı - İskender Paşa mahallesinde bir loğ düşmüş...... (79)
1950 yılını İhsan Kanat anlatıyor
DAM SIVASI
Toprak olan damların, sıvaları için, özel olarak bir karışım hazırlanırdı. Mevsiminde
getirilen topraklar, sokağın uygun bir yerine dökülürdü. Toprağa bir miktar saman, bir
miktar tuz ve yeteri kadar su katılıp karıştırıldıktan. sonra PÜŞRÜK dediğimiz bir
karışım oluşurdu. Püşrük, bir nevi mayalanmak üzere bir duvar kenarında kümelenirdi.
Biz çocuklar da. bu kümenin üzerinde, kendimize oyunlar çıkarırdık. Püşrük daha sonra,
su katılıp çamur haline getirilerek damın sıvası yapılırdı. Toprağa katılan bu katkıların
ayrı, ayrı fonksiyonları vardır. Saman, betonarmedeki bir nevi demir görevini yapardı.
Yaz mevsiminde, güneşin, sıcağın etkisiyle bünyesindeki suyu attıktan sonra, meydana
gelen gerilme nedeniyle, toprağın çatlamasını önlerdi. Tuz ise, nemli olan toprakta
oluşacak zararlı olan otların barınmasını, gelişmesini engellerdi. Her şeye rağmen, kısmen
de olsa damlarda serpiştirilmiş şekilde papatyalara rastlardınız. Ki bu da kanımca
Diyarbakır’da baharın ne derece yoğun yaşandığının kanıtıydı. Cahil Ustanın şiirinde
dediği gibi: “Canım Diyarbakır/mevsimlerinde hakkını yelerince tanıyan bir ildir;/il
değil bir ülkedir.”(114)
Şefik Korkusuz da dam konusunu ele alıyor
Tüm evlerin damı/çatıları samanla karışık topraktan idi. Damlar için önce ağaç direkler serilir, bu direklerin üzerine belirli ölçülerde kesilmiş tahta parçalan çivi ile çakılır
ve üzerine de özenle hazırlanmış topraklar yarı çamur halinde serilirdi. Damlara döşenecek topraklar önceden hazırlanırdı. Bu topraklar saman, tuz ve toprağın iyice karıştırılmasından oluşurdu ve birkaç gün dinlendiril dikten sonra işin uzmanı işçiler tarafından
dama/çatıya serilirdi. Toprağa karıştırılan saman ve tuz, toprağın iyice pekişip güçlenerek
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 269
sonbahar ve kış mevsimindeki olumsuz hava şartlarından etkilenmemesi ve su sızdırmaması içindi. Damların sınırları, asıl duvar hizasından dışarılara doğru en az 50 cm. kadar
taşardı ve bu taşan kesime Sivinek denirdi. Yine bu taşan kısmın bazı yerleri yağmur sularının akması için hafifçe çukurlaştırılır ve buralara birer tahta oluk konulurdu. Bu tahta
oluklara da Çırtonek denirdi.(97)
Fuat İplikçi ev damlarına temas ediyorDiyarbekir ‘in eski evlerinin tavan direkleri
vardı. Onlar üç türlüydü. En makbulü sudan gelen dağ kavağıydı. Kıymetli olmasının
nedeni de iki şıktan dolayıydı. Hem uzun süre suda kaldığı için ağacın içindeki böcekler
ölmüş oluyordu. Hem de suya bakır madeni artıkları karıştığı için direkler sağlam olurdu.
Ben yüz senelik direği tavandan söktüm, halen başı çürümemişti. Direk başlarının bağlaması da kireçle yapılırdı. Sandıklı direk çok güzeldi ve dört köşe olurdu. Boydan boya
olursa da pervazlı direk denirdi. O direklerin örtü tahtaları da olurdu. Alttan çıta vurulurdu iki direk arasına, toprak akmasın diye.
Bir de horasan vardı. Yerlerde beton yerine zemin malzemesi olarak kullanılan. Onu
da anlatır mısınız? ,
Melisin örtüsü yapılmış, toprağı, talaşı serilmiş, doldurtulmuş olurdu. Ve o toprak
sulanıp loğlanırdı. Hem boyuna hem de enine. Ve o nakkaş kadınlar genellikle Hristiyan’dılar. O toprağı işleyerek mermer gibi yaparlardı. En ince temiz kumdan ve keçi kılı
kullanırlardı. Bu iki malzeme birbirini tuttuğunda o horasanın artık kırılıp sökülmesine
imkân yoktu. O kıl işte o kumun ve kirecin üzerinde çürümezdi. Şimdi beton dökülürken
tutusun diye demir nasıl vazife görüyorsa, horasanın içinde de o kıl vazife görüyordu.
Horasanı usta serdikten sonra, ertesi gün de o nakkaş kadınlar ellerindeki özel kaşıklarla
işlerlerdi. Ve pırıl pırıl parlardı. Ayrıca tuğlayı döverlerdi, onun kırmızı rengi de oradan
gelirdi. Bağdadilere uyum göstersin diyerek. Bunların hepsi de birer kültürdür, Diyarbekir’in kültürü. Hepsi gitti, yok oldu. Şimdi belki bilmeyenler dinleyip okuduğunda
diyecek ki bunlar ne kadar gereksiz işlerle uğraşmışlar.
Bağdadileri ve damları sıvamak için de püşrük yapılırdı hatırlar mısınız? Kabarış bölümleri usta elindeki malasıyla temizlerdi. Ondan sonra bu püşrüğü yoğururdu. Daha
sonra elindeki tahta malayla bu püşrüğü ilgili yere kuvvetle vururdu. Buna da hamlama
denirdi. Sonra da sıvasını çekerdi.( Abdülsettar Hayati Avşar’ın ekledikleri. )
270 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
O püşrüğün içinde buğday, arpa ve saman tohumları da olurdu. İşte bahar geldiğinde
eski şehir evlerinin damlarında papatyalar açardı. Mis gibi kokarlardı. O çiçekleri damlardan toplardık .(83)
Diyarbakır evlerinde damda baca yoktur. Sadece mutfak bacaları vardır vc bunlar da
planlarına dikkat edilirse kitlenin sonunda veya sokak yüzündeki tepe pencerelerivle dışarıya atılır. Damda baca, toprak düzeyinde biter, yükselmezler. Sebebi toprağı ıslatmaması, loğlanırken ve tokmaklanırkeıı işleme engel olmaması içindir.
Yalıtım Diyarbakır yapılarında ayrı bir işlem değildir. Suya karşı yalıtım damlarda
loğlama ve tokmaklama şeklindedir. Zaten saf kil suyu emmez. Ancak şiddetli yağmur
ve saçaklardan daha düşük kottaki diğer damlara düşen damlalarla sıra şeklinde aşınır.
Bu nedenle 3-1 yılda bir onarılır.
Dama çıkış yolunun, bağlı olduğu evden, avlusundan veya üst katından ulaşılması en
doğal ve yasal olanıdır. Ancak ken- tin bu sık dokusunda komşu damlardan birbirine
geçme şansı da yok değildir.
Dama Ulaşım (Merdiven)
Ali Paşa Mahallesi (Hoca Ahmet), Köylü Sokak 6 numaralı konutta (Cemil Paşaların
Konağı), (Tuncer, 1999, s.296), giriş aralığından hemen batısındaki merdivenle üst kata
çıkılmakta, buradan da geniş kanadın damına ulaşılmaktadır. Bu, örtülü bir dam yolu
örneğidir ve sahibiyle orantılı özenli bir tasarımdır. Haremlik-selamlık konutta taşınır
ahşap mer- diyenlerle de diğer kanatlara ulaşıldığı anlaşılıyor.
Ziya Gökalp Mahallesi, Yeşil Sokak 10 numaralı evin batı kanadında, ilkin üst odaya
ulaşılır. Bunun balkonundan konsol merdivenle yanındaki tek katlı oda damına ulaşılır
(Tuncer, 1999, s.557-538). Odada ayrıca üstü örtülü bir dam yolu da vardır. Birkaç bloktan oluşan tek ve iki katlı oda damlarına bundan başka ulaşım yolları da yapının zenginliğini gösteriyor.
Ziya Gökalp Mahallesi, Yalçın Sokak 4 numaralı evde, üst oda sahanlıklı merdiveninden dama kolaylıkla ulaşılır. Bir işlevin bu denli akıllıca çözümlendiğinin güzel bir
örneğidir bu ev. Bu dam, sokağa cumbalı bir özenli odadır. Buradan da taşınır ahşap merdivenle üst odanın damına kolaylıkla ulaşılacaktır.
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 271
Yapı kültürü ve çeşitlemesi açısından son derece akıllıca bir dama ulaşım örneği Fatih
Paşa Mahallesi, Altay Sok. 16 numaralı evdedir (Tuncer, 1999, s.337, 339). Bir sorun
(ayrıntı) bu derece ustalıkla giderilebilmiş, üst kal oda gezemeği sonundan, yanındaki
eyvanının loııoz örtüsüne yaslanılarak 9 taş basamakla onun damına ulaşılmıştır. Yapı
Sanatı ve Mimarlık Tarihi açısından önemli / özenli tek örnektir. Bunun çok önemli bir
uygulama olduğu, şaşırtıcı derecede basite indirgendiği her övgüye değer.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi -özellikle iki katlı- kitlenin damına ulaşmak
zor olunca bir ara kat, üst katın eyvanı veya gezemeğinin kullanılması akıllıca bir çözümdür. Sorun böylece iki aşamada basite indirgenerek çözümlenmiştir.
Dama ulaşımı güven altına alabilmek için damda bir ahşap sandık / odacık yapıldığı,
içeriden mandallandığı görülüyor. Bu sandık odanın avlu yüzü merdiven nedeniyle açık
tutulur ve kapı dama değil buraya açılu. Damdan dama sıçrayarak komşu evlere girilebileceği düşünülerek böylesine bir önlemin elbet gerekli olduğu ortadadır. Kuşkusuz en
iyisi -kaldırıp koymadaki zorluklarına karşılık- taşınır ahşap (kavak) merdivenlerdir.
Ancak buna kuvvet gerektiği, avluda yer kaplayacağı, ayrıca dam bakıcısının tembelliğine
yol açacağı da açıktır (91)
Fuat İplikçinin görüşünü alalım
Diyarbekir ‘in eski evlerinin tavan direkleri vardı. Onlar üç türlüydü. En makbulu
sudan gelen dağ kavağıydı. Kıymetli olmasının nedeni de ki iki şıktan dolayıydı. Hem
uzun süre suda kaldığı için ağacın içindeki böcekler ölmüş oluyordu. Hem de suya bakır
madenilik artıkları karıştığı için direkler sağlam olurdu. Ben yüz senelik direği tavandan
söktüm, halen başı çürümemişti. Direk başlarının bağlamaması da kireçle yapılırdı. Sandıklı direk çok güzeldi ve dört köşe olurdu.
Boydan boya olursa da pervazlı direk denirdi direklerin örtü tahtaları da olurdu. Alttan çıta vurulurdu iki direk arasında, toprak akmasın diye.
Bir de horsan vardı.Yerlerde beton yerine zemin malzemesi olarak kullanılan Onu da
anlatır mısınız?
Melisin örtüsü yapılmış ,toprağı,talaşı serilmiş, doldurulmuş olurdu . Ve o toprak sulanıp loğlanırdı.Hem boyuna hem de enine Ve o nakkaş kadınları genellikle Hıristi272 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
yanlar. O toprağı İşleyerek mermer gibi yaparlardı. En ince temiz kumdan ve keçi kılı
kullanırlardı. Bu iki malzeme birbirini tutuğunda o horasanın artık kırılıp sökülmesine
imkan yoktu. O kıl işte o kumun ve kirecin üzerinde çürümezdi. Şimdi beton dökülürken tutsun diye demir nasıl vazife görüyorsa, horasanın için de o kıl vazife görüyordu.
Horasanı usta serdikten sonra, ertesi gün de o nakkaş kadınlar ellerindeki özel kaşıklarla
işlerdi. Ve pırıl pırıl parlardı. Ayrıca tuğlayı döverlerdi, onun kırmızı rengi de oradan gelirdi. Bağdadilere uyum göstersin diyerek. Bunların hepsi de birer kültürdür, Diyarbekir’in kültürü. Hepsi gitti yok oldu. Şimdi belki bilmeyenler dinleyip okuduğunda
diyecek ki bunlar ne kadar gereksiz işlerle uğraşmışlar!
Bağdadileri ve damarları sıvamak için de püşrük yapılırdı hatırlar mısınız? Kabarmış
bölümleri usta elindeki malasıyla temizlerdi. Ondan sonra bu püşrüğü yoğururdu. Daha
sonra elindeki tahta malayla bu püşrüğü ilgili yere kuvvetle vururdu. Buna da hamlama
denirdi.Sonra da sıvasını çekerek (Abdülsettar Hayatiekledikleri)
O püşrüğün içinde buğday, arpa ve saman tohumları da olurdu. İşte bahar geldiğinde
eski şehir evlerinin damlarında papatyalar açardı. Mis gibi korkarlardı çiçekleri damlardan toplardık (93)
Şimdi de Şeyhmus Diken’in anılarını alalım
Bir de, Diyarbekir’in ve Güneydoğu coğrafyasının uzun süren yaz gecelerinde damda
yatma sefası var. Bazalt taşlardan yapılma eski Diyarbekir evlerinin ters kirişli toprak
damlarında kurulan “taht”larda, elinizi uzattığınızda yakalanabilecek gibi gökyüzünde
asılı olarak duruveren yıldızlara karşı uyumak. O “taht”lar ki, toprak damların zemininden bir buçuk metre kadar yüksekte, birkaç basamakla çıkılan beş-on metrekare genişliğinde etrafı beyaz Amerikan bezinden çevrili “sıtara” (sitare) denilen örtüyle kuşatılmış
pamuk yorgan-döşekle donanımlı uyunacak ahşap mekânlar.
Hani şarkıdaki gibi;
“Akşam oldu, vakt oldu,
Sinem yare taht oldu.
Çevirin sitareyi,
Yar gelecek vakt oldu.”
Ah, bir de gece toprak testilerde dinlenen sulardan içmek ya da tuvalet ihtiyacını gidermek için “taht”tan inildiğinde uyku sersemliğiyle “damdan düşme” yaşanmasaydı.
DİYARBAKIR EVLERİNDE DAM 273
Hicri İzgören’in şiirindeki gibi; Diyarbekir şimdilerde, “Benzi solmuş boş bir tüfek gibidir.” Oysa bir zamanlar, “Damlara serili yataklara dizilir,/ Geceleri yıldızlara şaşardık.”
İşte bu gündelik yaşama dair bir kültürün ürünü olan tahtların yerleştirildiği toprak
damlar, sonbahar yağmurlarıyla birlikte genellikle Eylül, Ekim aylarında loğ adı verilen
silindirik taşlarda sıkıştırılırdı. Loğculuk eski Diyarbakır’da çoğunlukla Bingöllü dam
loğlayanlar tarafından bir meslek olarak yürütülürdü. (94)
Tavan(22)
Ormanlık alan Diyarbakır’da yoğunluklu değildir. Bu yüzden ahşap yapıda sadece
tavan kirişlemelerinde(kavak özellikle, esnemeye dayanıklı olduğu için),doğramalık kereste ise dışardan temin edilir.(ceviz) Ahşap tavan kaplamalarında vardır bunlara sandıklama denir(101)
274 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
4.BÖLÜM
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ
Sosyal Yapı
Tarih boyunca birçok fikir ve sanat adamı yetiştirmiş olan Diyarbakır, bilim ve kültür
merkezi olma özelliğini her zaman korumuştur. Diyarbakır konumu itibariyle, ilk çağlardan beri, bu yönünü geliştirmiştir.Bir kültür merkezi olması sebebiyle, Ortaçağın getirdiği tüm ekonomik ve kültürel etkileri beraberinde yaşamıştır. Bugün hala kırsal
bölgelerde etkilerini gördüğümüz, geleneklerine bağlı bir toplum ve kültür yapısı, Diyarbakır halkını Cumhuriyet döneminde de etkilemiştir.39 Günümüzde az da olsa bu
geleneğin sürdüğü söylenebilir. Yörede üç farklı sınıftan halkın varlığından söz edilmektedir; büyük arazi sahibi olan ağalar, zengin kesimi, esnaf ve zanaatkârların oluşturduğu
orta tabaka, işsiz, genelde amelelikle uğraşan, ya da ağaların ve beylerin emrinde çalışan
dar gelirli kesim.
Sosyal yapıdaki bu hiyerarşik yapılanmanın mimari tasarımları etkilediği görülmektedir. Böylece mimaride farklı tipte planlar ortaya çıkmıştır. Halkın yaşam şekli, gelenek-görenekleri, dinsel yaşantının yansıması olan bir aile yaşantısı, ev halkının
mahremiyetinin oluşmasına neden olmuştur. Tüm bu etkileşimler, mimari yapının oluşmasındaki en büyük unsurlardır.Bu durumu güçlendiren etkenler, sosyal yapılanma, dini
yaşam ve aile kurumuna verilen önemle paraleldir. Diyarbakır evleri genelde iki katlı olarak yapılmışlardır.Zemin katlar sokağa kapatılmıştır.Bunun sebebi; mahremiyet ve
komşu rüzgarının, güneşinin kesilmesidir.
1935 yılında demiryolunun şehre ulaşmasıyla, kent içedönük yapısından kurtulmuş
ve hızla kozmopolitleşme sürecine geçmiştir. Nüfusun artışını tetikleyen en önemli etken
çevreden kente yapılan göçlerdir. Yoğun göç, kentin yükünü artırmış ve toplum yapısındaki değişimlere sebep olmuştur. Modernleşme çabaları, eski gelenek ve göreneklerin
devam etmesi ve yoğun nüfus artışı, çarpık kentleşmeye neden olmuştur. Bunun sonucunda geleneksel toplum yaşamı ciddi kırılmalar yaşamıştır.41 İklim, arazinin eğimi, yerİNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 277
leşme ve kaynak sistemine bağlı fiziksel değişimlere bağlı olarak etkilenen mimari tasarımlar, sadece bunlardan etkilenilerek oluşturulmamıştır. Diyarbakır sivil mimarisini etkileyen en önemli etkenlerden bir tanesi de, sosyal yaşantının mimariye yansımasıdır.
Kapalı bir toplum yapısı gösteren kent, dinin de etkisiyle, kendisine bir mahremiyet alanı
oluşturan evlerde yaşamıştır.Yüksek duvarlar, iç avlulu yapılar ve evlerin fazla yüksek olmayışı, bu etkiler sonucu oluşmuştur.
Hızla büyüyen, ve bu büyümenin sancılarını yaşayan kent, geçmişte sosyal yaşantının
ürünleri olan evlerde yaşam bulmuştur. Kendine has özelliğe sahip olan eski Diyarbakır
sivil mimarisi, bugün yerini betonarme ve özentisiz yapılara bırakmıştır.Sosyal yaşantıdaki bu hızlı değişim, bugün yapılan yapılarda da kendini hissettirmektedir.
Dini ve Etnik Yapı
Daha ilk dönemlerden itibaren dini ve etnik açıdan kozmopolit bir yapı sergileyen
Diyarbakır, bu özelliğini günümüzde kısmen de olsa sürdürmektedir. Kentte İslam öncesi
dönemde yaygın olan dinler Musevilik ve Hıristiyanlık’tır. Hıristiyanlık dini, İslam öncesi
dönemde önemli bir konumdayken, İslamiyet’in yayılması ile birlikte eski önemini koruyamamıştır. Günümüzde kent merkezinde Hıristiyanlık dinine mensup az sayıda insan
yaşamaktadır.Kültürlerini koruyarak, dini inançlarını ibadethanelerinde yaşayan Hıristiyanlar, Diyarbakır’ın önemli kültürel ve dinsel çeşitliliğinin bir göstergesidir.Hıristiyanlık dini, kendi içinde Gregoryanlar, Ortodokslar, Melkitler, Ortodoks Süryaniler ve
Nasturiler gibi çeşitli mezheplere ayrılmıştır. Hıristiyanlık Roma döneminde Diyarbakır
ve çevresine yayılmıştır. Hıristiyanlık 313 yılında Milano Fermanı ile Roma İmparatorluğu’nun resmi dini haline gelmiştir. Devlet desteğini de yanına alan bu din imparatorluk
sınırları içinde rahatça yayılmıştır.
Süryani kültürünün özellikle 4.-5.yüzyıllar arasında Diyarbakır ve çevresinde egemen
olduğu tahmin edilmektedir. İslam öncesi dönemde Süryani kültürünün merkezleri Diyarbakır, Silvan, ve Eğil olarak belirtilmektedir.4İslam döneminde de varlıklarını sürdüren Süryanilerin günümüzde, Diyarbakır kent merkezindeki sayıları oldukça azalmıştır.
İlçe ve köylerde ise Süryaniler’den kimsenin kalmadığı bilinmektedir.
Yahudilik dininin çok eski dönemlerden beri Diyarbakır’da varolduğu belirtilmektedir. Diyarbakır ve çevresinde İslam dini 639 yılında Halife Ömer dönemiyle birlikte
güçlü konuma gelmiştir. Bu dönemi takip eden Emevi ve Abbasi devletlerinin ardından
278 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır, günümüze kadar çok sayıda İslam devletinin idaresi altında yaşamış ve İslam
dini, kentteki diğer inanç grupları arasında birinci sırayı teşkil etmiştir. Bununla birlikte,
İslam öncesi dönemdeki din ve mezhep gruplarının da yaşamaya devam ettiği bilinmektedir. Bu inançlar Yezidilik Kıptilik, Keldanilik, Nasturilik, Süryanilik, Katolik, Ortodoksluk, Protestanlık ve Şemsiliktir. Diyarbakır’da zengin bir çeşitlilik sergileyen dini
hayat; Türk, Kürt, Arap, Acem,
Ermeni, Süryani, Rum gibi farklı etnik guruplar arasında yaşanmaktaydı. Gerek kırsal
kesim, gerekse kent yapısı heterojen bir yapı sergilemektedir. Mervaniler’den önce kentte
Süryani ve Ermenliler’in çoğunluğu oluşturduğu yönünde bilgilere rastlamaktayız. Bölge,
Mervani yönetimi altındayken yörede Kürt kabileleri yayılma hareketi içine girmişlerdir.
Bu yüzden etnik yapı değişime uğramıştır. Bu durum, bölgedeki Arap kültürünün baskın
etkisini azaltmamıştır. 13.-15.yüzyıllar arasında etnik yapısının karmaşıklığıyla dikkat
çeken Diyarbakır’da göçebelik ve kabile hayatı, yerleşik yaşamdan daha yaygındır. Kentteki
etnik gruplar içinde sadece Ermeniler köy ve kasabalarda yerleşik olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Şehir merkezinde ise Türk siyasi egemenliği hâkim güçtedir.51 Türk yönetimlerin Diyarbakır ve çevresindeki genel politikaları, kilit merkezleri ellerinde tutarak,
kırsal ya da ulaşılması güç alanların yerel etnik gruplara bırakılması yönünde olmuştur.
Cahen, Türkmen ve Oğuz topluluklarının Anadolu’ya göç etmelerinin ardından özellikle
Diyarbakır’da nüfus yoğunluğu açısından en güçlü etkin kitle olduklarını belirtmektedir.
Osmanlı döneminde de devletin dayandığı ana unsur Türkler olmakla birlikte, farklı
etnik grupların da varlıklarını sürdürdüklerini görmekteyiz. Ancak bu gruplar Türk nüfusuna oranla hiçbir zaman çoğunluk teşkil edecek duruma gelmemişlerdir. Bu farklı
dini ve etnik toplulukların bazen ayrı mahallelerde, bazen de karışık olarak bir arada yaşadıkları bilinmektedir.
17. yüzyılda kenti gezen Evliya Çelebi Diyarbakır’da halkın Türk, Kürt, Arap, Acem
ve Ermeniler’den meydana geldiğini belirterek, insanların bu etnik yapılanmaya paralel
olarak Türkçe, Arapça ve Ermenice konuştuklarını söylemektedir.(28)
19. yüzyılda Dinî Gruplar
XIX. yüzyıl içerisinde Diyarbakır şehir merkezinde başta İslâmiyet olmak üzere,
Hıristiyanlık ve Musevîlik dinlerine inanan insanları Türkler, Ermeniler, Rumlar ve
Yahudiler teşkil etmekteydi. Bu gruplar Diyarbakır’da bazı mahallelerde ayrı, bazılarında
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 279
ise bir arada yaşamaktaydı . Şehir nüfusunun çok önemli bir bölümünü Müslümanlar
teşkil etmekle beraber; Ermeni, Ermeni katoliği, Protestan, Isavî katoliği, Rum, Rum
katoliği, Keldanî, Süryanî, Yakubî ve Nasturîler Hıristiyan grupları, Yahudiler ise Musevileri teşkil etmekteydi. Diyarbakır’ın bazı nahiyelerinde çok azsayıda olmakla birlikte
rasdananan Yezidî ve Kıptî gibi grublara ise bu dönemde rastianmamaktadır.
XIX. yüzyıl içerisinde Diyarbakır şehrinde yaşayan dinî gruplar içerisinde E: menî
ve Süryanîlerin sayıları diğerlerine göre daha fazlaydı . Ermenilerin, Diyarbakır şehrinde
kendi marhassaları olup . Süryani cemaati de, bu marhassalıga bağlıydı”. Diyarbakır’da
Ermeni marhassalığına bağlı olan Süryani cemaati ise Hıristiyan dinine mehsup olup
Yakubînâm-ı diğer Süryani...” şeklinde zikredi mektedir. Diyarbakır’da bulunan Rumlar
da katolik ve protestan olmak üzere ayrı cemaaten meydana gelip, bunların da
“marhassaları” vardı1 Diyarbak şehrindeki dinî guruplar içerisinde az sayıda olmakla birlikte Keldanî cemaatini de, marhassaları olup bu cemaatin bir diğer adı ise “Nasturîkatolikleri” idi. E yarbakır’da Hırstiyanların dışında kalan, Musevîliğe mensup olan
Yahudilerin ise 1804 yılında sayıları 70-80 aile olup. İncelenen dönem içerisinde başta
İstanbul olmak üzere Halep ve Bağdat’a göçettiklerinden bu sayı bir hayli Diyarbakır
şehrinde yaşayan gayr-i müslim unsurlar bazı mahallelerde ayrı, ba zılarında ise müslümanlarla karışık olarak yaşıyorlardı. Diyarbakır Şer’iyye Sicillerinde yer alan belgelere
göre, bu unsurlar malî, hukukî ve dinî hayatta tam bir serbesti-yete sahip olup, ticarette
de bu serbestlikleri sayesinde çeşidi işler yapma imkânım sahiptiler. Şehirde bulunan
müslümanlarla münasebetieri genelde iyi olup, her hangi bir haksız uygulamada dava
hakkına sahiplerdi. Hukuk sahasında tam biı eşidik ve tarafsızlık söz konusu idi(109)
Şekil Ermeni Cemaatinin yaşadığı sur içindeki mahalleler ve Ermeni Kiliseleri (DBBB, 2003)(27)
280 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
KENTİN SOSYAL TABAKALAŞMASI
Diyarbakır evleri kitabımızı hazırlarken bir konu iyice açıklık kazandı. Kentin yöneticileri, (Ehl-i Örf ) ile buna yakın çevre (Ehl-i ilim: kadı, nakip, ümera, eşraf, saygın
ve seçkin aileler) kentin kuzeybatı diliminde bulunuyorlardı. Gökalp, Tarancı, İskender
Paşa, Cizrelioğlu, Pirinçci, Hacı Niyazi, Tayşı ve Birhekimoğlu gibi pek çok kalburüstü
aile kentin kuzeybatı dilimindeydi. Buradan güneye Sait Paşa, Ocaklar, Behram Paşa gibi
sıçramalar vardı. Bu seçkin ve yetkin kesim kentin doğal yarısında, yerini orta tabakaya
bırakıyordu. Behram Paşa Mahallesi kuzeyi seçkin iken, güneye, Ali Paşa’ya doğru
niteliğini kaybeden bir arakesitti. Doğu yarısı da güneye inerken aynı düşüşün içine girdi.
Bu sosyal tabakalaşmanın, kentin fiziksel çevresine de yansıdığını görüyoruz. Sözü
edilen ailelerin evleri (camiler gibi) en güzel, büyük, haremli-selamlıklı yapılardı. Bu nedenle Ulu Cami’nin hemen batı ve kuzeyinde konutlar başlıyordu. Söz gelimi Ziya
Gökalp, Tarancı Müzeleri ve Kültür Bakanlığının satın alıp onartarak “Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu” binaları ve İskender Paşa’nın Hükümet Konağı olarak
kullandığı Selamlığı bu çeyrektedir. Odak burası olmak üzere halkalar büyüyünce, nitelik
ve nicelik bozuluyor.
Yukarıda değindiğimiz boş alanların çevrede olması besbelli bir rastlantı değildir.
Osmanlı yönetimine kendi isteğiyle katılan kentin durumu, herhalde bu çizdiğimiz
tablodan çok farklı değildi kanısındayız. Güvenlik sağlanıp, nüfus kısa sürede 2katına
çıkınca yönetimin, bu boş alanları bayındır kılmaya yöneldiğini sanıyoruz. Bıyıklı
Mehmet Paşa’nın İç Kaleye yakınlığı ve kapı aksı güneyine yapı topluluğunu yaptırması,
2. Osmanlı Valisi Hüsrev Paşa’nın Mardin kapı, 6. Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa’nın
kendi adıyla anılacak olan bu boş dış mahalleyi seçmesi bizce bu amaca yönelikti ve arsa
fiyatları da ucuzdu. Amaç buraları oturmaya açmaktı (bayındır kılmaktı).
Yerleşimdeki bu seçimin ve iradenin önceliği ne olabilirdi. Hangi etken veya plan
oturanları bir tabakalaşmaya yöneltiyordu. Bizce bu, iki doğal nedene (coğrafyaya)
dayanmaktadır.
1-Kent, Toros Dağlarından güneye tatlı bir eğimle inen düzlük sonundadır. Kuzeyden
temiz, serin, oksijeni bol, dağ havası alır. O nedenle, yönetimi elinde bulunduranlar, tarihin her döneminde, Diyarbakır için kuzey yakayı yeğlemişlerdir.
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 281
2-Aynı topoğrafik eğime uyarak lav tabakası üstündeki yer altı suyu kuzeyden güneye
inerken ilkin kentin batı ve kuzey yakasını besler. Ali Pınar bu yöndedir. Kanuni Sultan
Süleyman’ın kente getirttiği Hamravat Suyu ile Gözeli Kaynağı Urfa Kapı suru içindeki
değirmeni çeviren su, İç Kalenin zengin su kaynakları hep bu yönden beslenir. Dikkat
edilirse kentin güneydoğu diliminde Deliller Hanı doğusundakinden başka hiçbir su
kaynağı yoktur. Böylece kent en temiz ve bol suyu bu yakadan sağlar. Doğal veriyi
değerlendiren yönetim bir seçim yapmış ve giderek bu, kentin hiyerarşik seçeneği ve
yazgısı olmuştur. Osmanlının da buna uyduğu ve 20.y’a böyle ulaştığı görülüyor. Kentte
sosyal tabakalaşmanın her dönemde bu coğrafya özelliğine uyduğu anlaşılır.
Tüm bunlara karşın zımmi kesimin, kentin 2. sınıf vatandaşı olduğu sanılmamalıdır.
Hepimizin bildiği gibi gayrimüslim kesim orduya alınmadıkları için bir vergi ödüyorlardı.
Buna karşılık ticaretin, sanat, zenaat ve tıbbın (v.b.) büyük ölçüde onların elinde olduğu
unutulmamalıdır. El sanatları ve müzik de böyle idi. Hristaki. Nikoas. Lavtacı Andon
ve Tatyos (Ermeni Manukyan’ın oğludur. Andon kardeşlerden ders alır), Lavtacı Hristo,
Kemençeci Aleko, Leon Hanciyan, NubarTekyay, Lavtacı Ovrik, Osman Nevres (Adalı
bir Rum, sonra Müslüman olur), Kemani Sarkis, Yorgo-Aleko Bacamas kardeşler, Kemani Sarkis, Begos, Ermeni Sebo, Kemençeci Anastas, Tamburi İshak, Avram Naum,
Hanende Manol, A. Çömlekçiyan, Efendi’lerin (v.b.) eşsiz Türk müziği parçaları ve saz
eserleri olduğunu bir anımsayalım.
Diyarbakır salnameleri yayımlandıkça onlardan yönetime katılanların boyutlarını da
daha iyi anlamaya başladık. Söz gelimi 1869-70 yıllarında İl İdare Meclisi üyeliğinde
Bedon ve Torna, Adliyede Agop, Osep ve Garabet, İl Vilayet İdare Meclisinde Ohannes
ve Mihail, Belediye Meclisinde Kigork ve Mıgırdıç Efendiler, kendi kesimlerinin sözcüsü
olarak yönetime katılan birer devlet memuruydular. Bayıdırlıktan yana aynı yılda Mösyö
Raviç başmühendis Korvin 2.mühendis ve Romer 3.Mühendis idi. 1873-74 yılında
seçilen üye Osep Efendi yine işindeydi ve Mardros Efendi Adliyeye yardımcı oluyordu.
Bu örnekleri çoğaltarak dip notta sunduk. 1877 Vilayetler Belediye Kanunu’nun
çıkarılmasından 3 yıl sonra iki daireli belediye kuruldu. Şarki Belediye Dairesi ve Garbi
Belediye Dairesinde başkanlardan biri Müslüman, diğeri Hristiyan olup Belediye Meclis
Üyeleri ile Komisyon azaları olduğunu hepimiz biliyoruz(110)
Mıgırdıç Margosyan Diyarbekir evinde Ermeni yaşamının anlatıyor
Babam da gecikmezdi. Omzunda taşıdığı kocaman karpuzuyla sokak kapısının tokmağını şakşaklardı. Evlerimizin sokak kapılarında, adına şakşak dediğimiz demir tok282 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
maklar asılıydı. Zil mil, elektrik me-lektrik Tanrı’ya çok yakarmasına rağmen henüz
Papaz Arsen’in evinde bile yoktu.
Babam kapıyı iki kez şakşaklar, taşıdığı yükün altında yorgun, sıcaktan bunalmış, eve
gelirdi. Anam, o saatlerde mutfakta taş ekmeği pişirirdi. Kızkardeşim kapı eşiğini yıkarken, küçük kardeşim de koşarak, neredeyse boyu kadar büyüklükteki karpuzu kucaklaşıp
babamın elinden almak isterdi. Babam ceketini ve kasketini çıkarır, duvardaki çengellerden birine asardı. Ceket ter kokardı. Sonra avludaki “ kuyuya yönelir, eskimiş; yaşlı
tulumbanın önünde dururdu. Bizler, çocuklar, babamızın terli alnını, yüzünü yıkayabilmesi için koşup tulumbadan akan suyun önünde tutar, dolan suyu ‘şap şap’ terli yüzüne
vururdu. Burnunu yıkar, ağzını çalkalar, saçlarını ıslatır, böylece serinlemeye çalışırdı.
Sonra kardeşim koşarak duvarda asılı duran havluyu getirir babama uzatırdı. Babam, yüzünü kurularken, bir taraftan da ‘oh oh’ der, sanki ona sunduğumuz bu hizmetlerden
dolayı teşekkür eder, yorgunluğunu unutup sedirdeki her zamanki-yerine otururdu.
Babamın yerini almasıyla, anam, artık herkesin hazır olduğunu anlar, sofrayı kurardı.
Yere bağdaş kurar otururduk. Anam yemeğimizi getirirdi. Genelde, yiyeceğimiz ayran
çorbası, taş ekmeği, bulgur pilavı, sulandırılmış pekmezdi. Aynı kaptan, aynı tencereden
yerdik. Kaşık gürültüleri arasında babam, ‘kaşık sesleri bana keyif verir, yiyin, bolca yiyin,
güzel güzel yiyin, doyasıya yiyin ha!’ der, babamızın keyifle yemesi için bizler de uyardık
sözlerine, keyifle ve bitmeyen iştahımızla tahta kaşıklarımızla çalakaşık dalardık önümüzdeki pilava. Tahta kaşıkla yenen yemeğin lezzetini bilir misiniz...? Pilavın yanında
ayranla dolu tasta yüzen minik buz parçacıklarının son nefesiyle yemeğimiz biterdi.
Kış geceleri babam şarap içerdi. Biz şarabı satın almazdık. Şarabı anam hazırlardı.
Siyah, küçük taneli, şıralı Siverek üzümünü, çıplak ayağıyla ezer, suyunu ‘katremis’ dediğimiz kocaman göbekli da- macanaya doldurur ve kırk gün sayardı. Kırk gün sonra
şarap içime hazırdı. Uzun kış geceleri misafirliğe gelenlere şarap ikram ederdik. ‘İçin, iyi
için, bu şarap bir başkadır ha...’ derdi babam, şarap dolu koca bakır tası misafirlere uzatırken. Ve misafirler de bir güzel içerlerdi, kafayı çekerlerdi, naza çekmeden kendilerini...
Sonra nazı tuzu kime ve niçin yapacaklardı...? Babam, ‘beri gel kömür gözlüm, ben adam
yemem’ şarkısını söylediğinde, anam onun sarhoş olduğunu anlardı... Lu-sarar Estedur,
yani papaz yamağı, yardımcısı Estedur dayı, tiz sesiyle, .’dere kenarında bir ev yapmışam,
kerpicim tükenmiş naçar kalmışam’la devam ederdi. Türkçe’nin yanı sıra Kürtçe de söylerlerdi. Özellikle babamla aynı köyden olan Here-dan’lı Keya böyle yapar ve koy verirdi
sesini: ‘Were yade, rebeno, dino, Kerecdaği; . wala tu, esmeri, kerekaşi; Ghude muradeİNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 283
mına bıke ser kanıka Erbedaşi... ‘Keya dayının şarkısını anlamadınız değil mi? Oysa çok
basit: Karacadağlı, kara kaşlı, esmer yar ile Erbedaş Çeşmesi’nde murada ermek istiyor,
bunu da Tanrı’dan diliyor... Altmış yaşındaki Keya dayı bu şarkıyı döktürdükten sonra,
tastaki şarabı fondip ederdi...
Bir de hep bir ağızdan söylediklerinde, “burası Muş’tur, yolu yokuştur, giden gelmiyor,
acep ne iştir” türküsü, nedendir bilinmez, sonunda gözyaşlarına karışırdı...
Olağan günlerde yemek sona erdiğinde, babam bir köşeye çekilir, ya da yer minderinde oturur, eski gazeteleri okurdu. Bunu biraz da okuma yazma kurslarına katılıp sonradan öğrendiği alfabeye, diploma yerine geçen, adına “şahadetname” dediği kağıt
parçasına karşı olan saygısından yapardı... Mevsim yaz ise, yani güneşin bizi kasıp kavurduğu günlerde, yemekten sonra dama çıkardık. Bizim evlerin damı düzdü ve toprakla
örtülüydü. Yaz başında dama “taht” kurardık ve geceleri “tahf ’ta yatardık. Sıcak yaz geceleri içerde yatmak olanaksızdı. Bir de akrep korkuşu cabası. Elbiselerimizin kollarının
içine, ayakkabılarımıza girerlerdi. Tahtın etrafını ince amerikan beziyle çepeçevre çevirir, böylece gece uyurdu, böylece gece uyurken, aile sırlarının dışarı sızmasını önlerdik...
Bu sırdaş beze “sıtara” derdik.
Bazen ani bir yaz yağmuru, gece yarısı iri taneleriyle bizleri yoklardı. Toparlardık yatağımızı yorganımızı aceleyle aşağı inerdik; gece-yansı göçleri, en çok biz çocukları sevindirirdi. Bize bir tür oyun gibi gelirdi. Çekerdik yorganı kafamıza ve yağmurun yorgandaki
“tıp tıp” patlayan melodisini dinlerdik. Ancak, ertesi gün anamızın kirlenmiş yorganları
yıkadıktan sonra tekrar sırtlayıp dama çıkaracağı gerçeği umurumuzda bile olmazdı.
Surp Haç, yani Aziz Haç yortusuna kadar damda yatardık. Haç yortusu gelince mutlaka havalar soğurdu ve yağmurlu günler başlardı. O zaman da şu tekerlemeyi söylerdik:
“Haç, damdan kaç...”
Ve kaçardık, inerdik damdan... Taht ertesi yıl tekrar kurulmak için sökülür, yağmur
ve yıldızlar altında uyumanın büyük keyfi de sona ererdi. Bunu yağmurla loğ taşının bitmez tükenmez mücadelesi, bit-me-yen kavgası izlerdi. İri yağmur damlaları damdaki toprak ve samanı söker alır, ta odamıza dek işlemeye çalışır, loğ taşıysa babamın ter
damlalarına karışarak bir sağa bir sola yuvarlana yuvarlana tüm ağırlığıyla damımızı perkitir, sağlamlaştırırdı.
284 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bizler artık odalarımızda, akşamları yere serilen, sabahları ise toparlanıp “yü-keri”
denen yüklüğe konan yataklarımızda yatmaya başlayınca, akrepler de toprağın bağrına
çekilir, ertesi bahara kadar tekrar buluşma dileğiyle uykularına çekilirlerdi.
Sonbahar demek, kilerlerin ağzına kadar doldurulması demekti. Önce odun kömürü
alırdık. Anam yüzünü, ağzını, başını bezle örter, sadece gözlerini açıkta bırakır ve çuvallar
dolusu kömürü ayıklayıp cinsine göre istif ederdi.
“Bu ‘arot’tur” der, az yanmış, iyice kö-mürleşmemiş olanları ayırırdı.
“Bu ‘dık’tır” der, eledikten sonra eleğin altında kalan küçük kömür parçacıklarını bir
kenara yığardı.
“Bunlar da ‘ağgik’ kömürdür” der, iyi kömür, has kömür olanları özenle ayrı bir yere
dizer, kümelerdi.
Evimizde, her kömürün kullanılacağı bir yer vardı. “Arof ’lar çamaşır kazanının altında
yakılır, su kaynatılırdı. “Ağgik” yani iyi kömürle taş ekmeği pişirilirdi. “Dik” ise, nohut
kavurup leblebi yapmak için yakılan ateşte kullanılırdı.
Sonra bulgur ve dövme hazırlardık. Buğday ayıklanır, değirmene gönderilirdi. Gelen
un elenirdi.
“Bu has un.”
“Bu kepek...”
Has undan “patila” denen bir nevi peynirli börek yapılırdı. Ancak patilanın lezzetli olması için, peynirin tam yağsız, “imansız” peynir olması gerekirdi. Kepek ise sokaklarda “şişe
aliyam, boş şişe ali-yam” deyip, sırtlarındaki torbalarla gezen Yahudilere veya bizim deyimimizle Mo-şe’lere satılırdı. Onlar da topladıkları kepekleri ve boş şişeleri başkalarına satar,
ticaret yaparlardı. Ermenilerin hemen hepsi esnaf, sanatkardılar. Moşeler ise ticaret adamı...
Anam koruk suyu hazırlardı, ceviz sucuğu yapardı. Kuru üzümü ve pestili satın alırdık. Eğil’in pestili en iyisiydi. Pestil ne kadar ince olursa o kadar lezzetli olurdu. Sizler,
pestilin içine ceviz içi koyup yediniz mi hiç? Tadını bilir misiniz?
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 285
Bizim muhallebimiz, yoğurttu; çikolatamız da, üzüm şırasından yapılmış, güneşte
kurutulmuş, sonra kalıp halinde kesilmiş “kesme”... Yoğurda pekmez katardık, kaşık kaşık
yerdik. Bizim pastamızdı bu, daha doğrusu bizim kekimiz...
Şaşırdınız mı...?(85) Mıgırdıç Margosyan çocukluk günlerini anlatıyor Çok şükür
evimizde bir tenceremiz kaynıyordu. Babam Sarkis, nam-ı diğeriyle “Dişçi Ali” ne yapıp
edip evimizin nafakasını temin ediyordu; yani çorbamız pişiyordu, Diyarbakır’ın meşhur kavun karpuzlarını da meyve diye yiyorduk. Evimizde bolluk ve bereket vardı. Bereket yalnızca yemekle ilgili de değildi; aynı zamanda anamın rahminin de bolluk
bereketi sayesinde yedi kardeştik. Sıkıntımız yoktu. Babam hiçbir şey kazanmasa bile
akşam eve dönerken yazın hiç olmazsa kocaman bir 15 kiloluk Diyarbakır karpuzunu
omzuna koyup gelirdi. Evimizin şapşakosunu (Diyarbakır’da sokak kapılarının üzerinde
şapşako diye tabir ettiğimiz demir bir tokmak vardır) şakşaklar, biz çocuklar boy sırasıyla
babamızı karşılardık. Omzundaki karpuzu almaya çalışırdık, ama vermezdi; çünkü karpuz bizden daha büyüktü. Babamızın getirdiği nimeti akşam oturup soframızda paylaşıyorduk. Anam Aznif, nam-ı diğer Hanım, ya da babamın ifadesiyle Hıno, elinden
geldiğince bize çorap-kazak örüyor ve bütün bunları tek gözüyle yapıyordu; çünkü trahom neticesinde bir gözünü daha genç kızken kaybetmişti. O bir tek gözüyle bize dünyanın en güzel çoraplarını, kazaklarını örüyor, bizi giydirip kuşatıyor, her defasında
çamaşırlarımızı kil suyuyla yıkıyordu; deterjan kullanmıyordu, zaten öyle bir lüksü de
yoktu. Mutfakta yemek pişirmek için bizlerin kullandığı, son zamanlarda artık çoğumuzun evinde olan doğalgazdan zaten bihaberdik. Evimizde musluğu açınca şar,şar, şar
akan bir su yoktu, ama hiç olmazsa kuyudan çektiğimiz bir suyumuz vardı. Anam mutfakta hamur yoğuruyor, sonra hamuru ekşitip fırına göndermek için bekletirken, diğer
yandan akşam için belki mercimek, buğday, yazsa sebze ayıklıyor, kabak, patlıcan oyuyordu. Velhasıl hiçbir zaman bitip tükenmeyen işleriyle haşır neşirdi. Babam dışarıda,
anam evimizde, onların yanında yaşlı nenem ve dedem bal gibi geçinip gidiyorduk. Genelde uzun uzadıya sorunumuz yoktu. Ehh tabii ki gâvur olmanın dışında! (108)
286 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
O ZAMAN BÖYLE MİYDİ?
Ermeni bir bulutla kaplamıştık gökleri,
sonra nasıl oldu da,
Süryani bir yağmurla
seller götürdü beni.
Keldani bir ışıktı daracık sokaklarda,
perdelere yansıyan acaip gölgeleri,
bir Yahudi kokusu sinmişken gecelere
o zaman böyle miydi Diyarbekir evleri...
bir başka salınırdı sokaklarda hanımlar,
her sokak gül kokardı.
o mantin kumaşlarla örtünmeden genç kızlar
ve usta bir beyefendi
gibiydi o zamanlar Diyarbekir beyleri...
ağalar, efendiler
ve de Hayık efendi.
kürdi bir hava birden takılırdı cümbüşe
o küçük meyhanede.
bir sevdayı yeniden birlikte yaşar gibi,
sanki dertler tükenip
acılar biterdi de
devrilirdi kadehler müzikle peş peşe...
ne Hevedanlı kaldı, ne Edip, ne Sezai,
şimdi iki kişiyiz o küçük meyhaneden
bir anı gibi böyle bu sokaklarda kalan,
bir başkan Abdurrahman,
bir de körkütük sarhoş,
her gün sana koşan ben...
İhsan Fikret BİÇİCİ
(AMİDA Dergisi-l998/1)
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 287
Meryem ana kilisesi-1910-Amida
288 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Meryem ana kilisesi-1910-Amida
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 289
Meryem ana kilisesi-1910-Amida
İNANÇLA ŞEKİLLENEN DİYARBAKIR EVLERİ
Diyarbakır evleri insanın doğayı belli bir ritim ve düzen içinde algılayıp dönüştürmesinin en açık örnekleri olarak görülebilirler. Evler, üç ana öğeden oluşmaktadırlar. İç
mekânlar, dış mekân ve bahçe. Evlerde geleneksel İslam kültürünün oluşturduğu mimaride rastlanan haremlik ve selamlık kısımları ana birer unsur olarak bulunmaktadırlar
Geleneksel Diyarbakır evleri, iklimin ve mahremiyetin şaşırtıcı ve bir o kadar da etkileyici kullanıldığı evlerdir. Evlerin kapılarında, topuzlu bir el şeklinde veya 15-20 cm.
uzunluğunda belirli bir biçim verilmiş bir demir parçası olurmuş. Aslan başı olan tokmaklar erkekler için, hanım eli güzelliğinde işlenense kadınlar ve bebek başlı motifli
olanı da çocuklar içinmiş. Her biri ayrı bir ses tonuna sahip olduğu için, ev sahibi çalan
tokmaktan gelenin erkek mi kadın mı yoksa çocuk mu olduğunu anlar, tedbirini ona
göre alırmış Kapı üstlerinde bazen evlerin yapıldığı tarihi belirten ve ebced hesabına
göre tarih düşürülmüş bir taş levha, bazen de ev sahibinin hacı olduğunu belirten bir
ayet veya Esma-i Hüsna’dan bir isimin yazıldığı seramik levha olurdu (35)
Dini yaşamın evlere etkisi
Evlerde genellikle karşılıklı iki oda ve ortalarında taş
290 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kemerli bir eyvan olurdu. Bazı odaların üst köşe taraflarından birinde, o zamanlar Koltuk denilen küçücük bir oda olurdu. Buraya küçük bir merdiven ile çıkılırdı. Bu oda kimi
zaman fazla eşyaların konulduğu, kimi zaman da (eski dönemlerde bilhassa mütedeyyin
aile evlerinde evin büyüğü olan zatın zaman zaman) itikâfa girme yeri olarak kullanılırdı.
Bazı varlıklı Müslümanlarla gayrimüslimlerin evlerinde küçük farklılıklar olurdu.
Müslümanlara ait evlerin odalarından birinde kıble tarafındaki duvarda mihraba benzer
bir oyuk olurdu. Gayrimüslimlerin evlerinde ise kendi kıblelerine ait bölümde bir haç
asılma yeri olurdu.
Yine zenginlerin evlerinde Haremlik ve Selamlık bölümleri olurdu. Hem haremliğin
hem de selamlığın kendine has avlusu ve bahçesi olurdu. (Eğer hâlâ korunabiliyorsa ise,
Müderris Ragıb efendilerin evi bunun güzel bir örneği sayılabilir.) Bu tip evlerin mutfağı
haremlik bölümünde olur, aynı zamanda selamlık odalarının en büyüğüne bitişik olan
mutfaktan selamlık odasına bir pencere açılır ve bu pencerede tahtadan silindirik şeklinde bir sehpa olurdu.
Misafirler için mutfakta yapılan yemekler bu tahtanın bir bölümüne konup tahtaya
vurularak çevrilirdi. Böylece namahreme görünmeden yemek servisi yapılmış olurdu.
Mutfaklar yemek yapmanın yanı sıra, çamaşır yıkama ve bazen yıkanma yeri olarak ta
kullanılırdı.
Düğün, Nişan, Sünnet ve Mevlitler bu evlerin avlularında yapılırdı. Yine kurbanlar
bu evlerde kesilir ve cenazeler evlerde yıkanırdı. (97)
Mevlüt Mergen ise dağarcığındaki Diyarbakır ev yaşamını anlatıyor
Bir türkü sözünde şöyle der: “Ne güzeldir Diyarbekir evleri” Çok güzeldir ama, bu
(dir) ekini lütfen bundan böyle (di) şeklinde okuyalım ve “Ne güzeldi Diyarbekir evleri”
diyelim olmaz mı? Diyelim ki feryadımızı sürdürmüş olalım.. Önce şu husus çok iyi
bilinsin ki, içinizi karartmak için oturmadık yazı masamızın başına.. Dedik ya “yavrusunu
yitiren ana misalidir” bizim arayışımız ve feryadımız.. Diyarbakır’ın içinde yitirdiğimiz
Diyarbekir’i arıyoruz, bulduklarımızın hali perişanlığına bakıyor, bulamadıklarımızın
yokluğu içimizi dağlıyor ve feryat ediyoruz.. Zaten bu şehirde ne arıyorsak, ne arayacaksak sur içi tek adresimiz-dir.. Şimdi dilerseniz her hangi bir Diyarbekir evinin içine girelim, gerçi bu evlerden hala ayakta duranlar var ama biz ne olur, ne olmaz diye “havalen”
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 291
yani hatırımızda kalan şeklini düşünerek dalmak için küçe kapısının “şak şak” ına
dokunalım, eğer duyuramazsak üst tokmağını birkaç kere vuralım ki o kapıyı bize
açsınlar.. Diyelim ki, küçe kapısı bize açıldı ve havuştayız. (avlu) Biz zamanında bu evlerin
bazılarının içini gördük, gördüklerimizi hatırlayacak ve nakledeceğiz amma, ihtimaldir
ki unuttuklarımız da olabilir, es geçtiklerimiz bulunabilir, n’olur, kusura bakmayın ve
onları da siz hatırlayıp çocuklarınıza, varsa torunlarınıza ve size soranlara anlatınız..?
Diyarbekir’li avluya ‘havuş’ der.. Bitlislinin ‘hayat’ bir başka ilimizin ‘taşra’ dediği gibi..
Havuşun zemini döşelidir.. Bazalt taşın dişi olanı serilir yerlere, ki yazın sıcak günlerinde tulumbadan çekilip, sitil, sitil dökülen su bu taşların deliklerinde gizlensin de
serinliği sürdürsünler güneş onların iflahını kesinceye kadar.. Havuşun bir köşesi de mutlaka bahçedir.. Muhammedi güllerin bahar günlerinde açacağı, kara höbürlerin Haziran’da ağızları tadlandıracağı dut ve akasya ağaçları vardır bu bahçe bölümünde
Diyarbekir evlerinin.. Nasıl ki havuzu olmayan ev çok nadirdir, içinde ağacı ve yeşili olmayan ev de öyle çok nadirdir..
Muhammedi güller havuzun etrafında da açardı saksılarda.. Evlerimizin havuzları,
genellikle oval olurken kare olanı da vardı.. Küçük, büyük evin durumuna göre yapılmıştı
bu havuzlar..
“Eyvan” lan vardı evlerimizin.. Güneye bakardı biri, kuzeye diğeri.. Mevsimin
gerektirdiği şekilde otururduk eyvanlarımızda..Yaz akşamları oldu mu, güvecimizi, meftunemizi, burada yer, yatma vaktine kadar oturur, sonra damına çıkardık evimizin.. Dam
var mı idi ki “taht”ı olmasın, taht var mı idi ki etrafı sitara ile çekilmesin? Tahtın bir
kenarındakendi özel yeri olan habene var mı idi ki içinde hamravat suyu bulunmasın?
Gece boyunca uyurduk.. O etrafı sitaralı tahtlarımızda.. Uyumadan gök yüzünü
seyreder, yıldızları paylaşırdık kardeşler olarak, en çok hangisi parlıyor idiyse onun
müşterisi çok olurdu da kavga çıkardı, yıldız kavgası, yatak kavgasına dönerdi.... Sahi siz
kardeşinizle yatakta böylesine dalaştınız mı?
Yarasaların uçuşunu izlerdik gece karanlığında.. Mehtabı seyrederdik dolunay günlerinde..
Yataklarımız yün, yorganlarımız yündü.. Ne bilirdik naylonu, elyafı, pamuğu.. Adını
bile duymazdık bunların.. Hele sünger yatak? Güldürmeyin adamı derdik böyle bir şeyi
duysa idik?
292 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Sabahları “Güneş” uyandırırdı bizi.. Annelerimiz ablalarımız bizden önce inerlerdi
aşağıya, biz biraz daha esnerdik, kalkmamak, uyumak için, ama ne mümkün o saatlerde
Diyarbekir 40 dereceden aşağı sıcaklığı görmezdi.. Tamamlayamadığımız uykumuzu
aşağıda sedirin üzerinde sürdürürdük.. Anamız, bacımız, yada eşimiz mutbağa gider,
maltızı yakar, çayımızı üstüne bırakır, otlu peyniri bir güzel yıkar tabağa yerleştirirken,
yanına da babamızın önceden çuvalla aldığı “azizo” yada “hasso-çerko” kavununu dilimler ve bizler böyle hazırlanmış sofrada bulurduk kendimizi.. Tabii önceden tulumbayı
ziyaret ederdik, kimimiz abdest alır, kimimiz elimizi, yüzümüzü yıkardık, yapmasa idik
aç kalırdık aç!.. Yeri gelmişken soralım bakalım kim bilecek: “Mecid ağanın lavaş ekmeği,
otlu peynir ve azizo kavunu” üçlüsünün tadını lezzetini? Biz mutbağ dedik, siz mutfak
anlayınız lütfen.. İçinde “ocak” vardı, iş bu ocak şimdinin “barbekü” südür.. Gaz ocağı
son icatlardan.. Şimdi ne iğnesi kaldı, ne gazyağı satılıyor bakkallarda, marketlerde.. Hem
Remzi Taylan da yok ki bozulduğunda tamir etsin..
Mutbağımızın demirbaşından idi “tel dolap” hemen her Diyarbekir evinde bulunurdu..
Şimdi kızacaksınız biliyorum bu cümleleri okurken, diyeceksiniz ki: “Sen bize Diyarbekir evlerini anlatacaktın, niye böyle sözü saptırıyorsun?” haklısınız, haklısınız da,
ben de haklıyım, işin keyfini çıkarmak istiyorum, o günleri, o tatları, o lezzetleri ağzımda
bulamasam da sözlerde bulmak istiyorum. Hem sonra evi anlatırken içindekini anlatmamak olur mu?
Bakır ve topraktan çanak çömlek vardı da bir de “nıkralarımız” vardı
mutbağlarımızda.. Son bahar geldiğinde kaynardı bu nıkralar, kavurmalık eti içinde
görürdü.. Bir de düğün-dernek zamanlarında kay-nardı bu nıkralarımız..
Kiminde tırşik, kiminde pilav.. Güvecimiz mutlaka fırına gönderilirdi.. Pilavımız
Karacadağ’ımızın baş madrabında yetişen pirinçten olmasa ve sade yağla yağlanmasa yer
miydik? Yemezdik tabii, bilmezdik naylon pirinci, bitkisel yağları.. Kavurmanın içine
mutlaka “hayva” atardık.. Ve ekmekte yerini alırdı o nıkranın içinde.. Üstünde kalın bir
tabaka yağı tutar, yerken damlatırdık üstümüze başımıza.. Kızardı analarımız..
Ağızlarımızı şapırdatırken..
Bazı evlere uzun bir “poğan” dan (hol) girilirken bazılarına hemen girilirdi. Diyarbekir evleri içlerindeki hanımlar gibi dışarıdan bakıldığında kendini gizler, göstermez.
En az üç odalıydı evlerimiz.. Sekiz, on odalı olanları davardı.. Ev varmı idi ki “çardağı”
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 293
yoktu.. Şehnaşinli çardaklar.. Duvarların bir kısmı ahşap, bir kısmı kargir.. Bir kısmı
bazalt taştan.. Gezemekler” de gezinirdik.. Nerdivanların cağı gezemekler-den başlar son
basamağa kadar devam ederdi ki düşmemek için tu-tunalım diye.. Ama bazı çocuklar
ata biner gibi bu cağlardan sıyrılır, aşağı indiğinde ise kulağını anasının elinde bulurdu..
Odalarımızın duvarlarını örenler, kireç süslemelerini yapanlar sanırdınız ki ressamdır,
taşlarını öylesine güzel dizmişler ki uyum bu kadar olur derdiniz.. Aralarını kireçle
süslemişler bu yapıların.. Kirecin çimentonun aksine yüz yıl sonra işlemeye başladığını
bilmişler ki yüz yıl sonra çürümeye başlayan ve ömrü zaten yüz yıl olan çimentoyu
kullanmamışlar duvarları örerken..
Onlar evlerimiz böyle sağlam olsun yıkılmasın istemişler ama, bizler adeta yıkılsın
istemişiz ki, terk edip gitmişiz bu evlerden.. Odalarımızın yazlığı ayrı, kışlığı ayrıdır.Tavanları
gayet yüksektir.. Böyle olduğu için o odalar da içilen sigara dumanı ve yakılan mangalın
zehiri içinde oturanları rahtsız etmesin istenmiş..Tavan direkleri hep nakışlı ve başlarına kadife kumaş dolamışlar ki toprağın içinde çabuk, çabuk çürümesin diye..
Bu odalarda kışın odun sobamızı yakar ateşini de mangala çeker, gecenin geç vaktine
kadar otururduk bu mangalın başında, hiç kimse zehirlenmezdi ve aklına bile getirmezdi
böyle bir ihtimali.. Yatarken mangalda sönmemiş ateşin üzerini küllendirir, sabah
kalktığımızda onunla yeniden tutuştururduk, sobamızı, mangalımızı..
Odaların pencereleri de vardı paçaları da.. Pencerelerin kanatları cevizdendi.. Paçalar
daha ziyade yüksek olup aydınlatma içindi.. Onlar da ceviz ağacından kanat taşırlardı..
Küçe kapımız haliyle cevizden yapılmıştı.. Öyle ağır, oturaklı kapılardı ki.. Üzerinde
tokmağı ve şakşak’ı.. Tokmak evin büyüğü geldiğinde hareketlenir, şak şak gün boyu
çalınırdı çoluk çocuk ya da komşular tarafından.. Evin büyüğünün çalış şekli belli idi ki
geldiği bilinsin de kapıda fazla bekletilmesin diye.. Küçe kapılarınızın anahtarı mutlaka
“mitiloğlu” imzasını taşırdı. Kocaman, kocamandı küçe kapılarımızın anahtarları..
Odalar, büyük, küçük, Melis ve koltuk şeklinde isimlendirilirdi.. Melis en büyük oda idi
ve aile orada toplanırdı. Diğer odalar ev halkına taksim edilirdi, ki bir evde birkaç çift
rahatlıkla yaşayabilirdi.. Her evlenene ayrı ev açılmaz, sadece odalardan biri yada ikisi
ona verilirdi.. Ev büyüksüz olmazdı ki, hatta büyüğü olmayan evlerde bir iş yapacakları
zaman, gençler için büyüğe danışması, eğer yoksa kilerdeki büyük küpe danışması salık
verilirdi ki bu büyüğün kıymetini ve mutlaka varlığının gerekliliğini anlatmak için
söylenirdi tavsiye olarak..
294 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Yüklük hemen her odada vardı.. Çünkü sarı tunç başlıklı karyola çok nadir evlerde
bulunurdu. Yer yatağında yatmanın tadı, zevki başkadır.. Bir kere bel ağrısı çekmezdi Diyarbekir’li yer yatağında yattığı için.. Şimdi doktorlar yer yatağı tavsiye ediyorlar bel fıtığı
ve ağrısı olanlara.. Yatak serileceği vakit kaldırılacağı zamanlarda kullanılırdı yüklükler.
Gelecek misafirler için hazırlanan yataklarda burada bulundurulurdu..
Kiminin önünde kapak, kiminde perde vardı yüklüklerin.. Ama alt kısmı mutlaka
kapaklı dolap idi ki, burada hem akreplerin yuvası, hem de farelerin yuvaları bulunurdu
çünkü topraktandı.. Ama ev hanımları buralara “yün tarağı”nı, teşi’sini ve diğer eşyalarını
da bırakırlardı.. Yün tarağı ve teşi hemen her evde vardı. Çünkü giydiğimiz, hırkalarımız,
kazaklarımız, çoraplarımız analarımızın bacılarımızın elinde örülürdü. Banyo yoktu da
hamam vardı bazı evlerde..
Kilerini unuttuk sanmayın Diyarbekir evlerinin.. Şimdinin soğuk hava depoları idi
bizim kilerlerimiz.. Yazın tatile gidemeyenlerin sıcaktan bunaldıklarında serinleyebilecekleri adresti .aynı zamanda.. Kilerlerin içinde buğday ambarımız, erzak küplerimiz
vardı. Bir de kocaman bir sepet.. O sepeti ters çevirirler, altına da haşarat ve hayvan
girmesin diye bazı gıda maddelerimizi bırakırlardı, soğan gibi, patates gibi.. Bir köşesinde
ise pirijman odunu istiflenmiş halde, ocakta veya sobada yanmayı her zaman bekler dururdu.. Odun yaz kış kullandığımız bir yakacak malzemesi idi ki meşe kömürünü de daha
ziyade sobalar kurulmadan önce yakarlardı mangallarda.. Siz hiç akşamdan arta kalan
meftunenin leçekle sarılıp bağlandıktan sonra çamaşır ipine asıldığını gördünüz mü?
Çünkü buz dolabının olmadığı günlerdi o günler ve yılan, akrep, fare gibi hayvanlar bu
yiyeceklere dokunabilirlerdi!..
Sahi, niye ayağımız evlerimizin birinde böyle hayalen gezerken kuyunun bileziğine
takılmadı? Üstündeki tulumbayı da mı görmedik? Havuz mu kıskandı onu bize söylettirmedi? Kuyusu olmayan havuş var mı idi Diyarbekir evlerinde? Kimisi ağzına kadar dolu,
kimisi yarıya kadar, kiminde az da olsa mutlaka su bulunurdu.. Kuyu suyu içil-mezdi ama,
helaya dökülür, havuş yıkanırdı. Karpuzu da içine sarkıtır-dık ki soğuşun diye.. Bu kuyular
zaman, zaman temizlenmek isterdi de “kuyu paklayanlar” yapardı bu işi.. Yapanlar da
“görme özürlü” kişiler idi ki, kuyuya inerler, kovalarla içindeki suyu boşaltıp temizlerdiler.
Tulumbalarımız bozulurdu da “Çüt Kafa Memduh” giderirdi arızasını.
Diyarbekir evlerinin toprak damları her kış mevsimi girmeden özel bakım isterdi..
Bunun için de “loğcu” tutulurdu.. Her evin loğcusu vardı.. Ne kadar yağmur yağsa idi o
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 295
ardından gelir damı loğlar, sivikleri tokaçlayıp giderdi.. Loğcunun geldiğini damdaki
gürültüden, gümbürtüden anlardık.. Kar yağdığında ise karı kürekle küçeye ve havuşa
aktarırdı. Eğer o karlar hemen erimese idi hem küçeler ve hem de evlerde kar tepecikleri
oluşurdu.. Loğcular çalışacakları süreyi leylekler gelesiye kadar belirler, bazarı da ona (82)
Geleneksel Diyarbakır konutlarında geçmişte yaşayan farklı etnik grupların yaşam
biçimleri, dinsel durumları, kapalı toplum yapısı ve tarımsal üretimin etkisi ile paralel
oluşmuştur. Geçmişte geleneksel yaşamda Türkçe, Kürtçe, Süryanice ve Arapça dillerinin
konuşulduğu söylenmektedir. Evlere bakıldığı zaman geçmişte Diyarbakır’da yaşamış
olan etnik grupların özelliklerinin evlerine yansımalarını bu evlerde görmek mümkün
değildir. Ermeni ve Süryani ustaların yapmış oldukları düşünülen bu evlerde etnik grup
açısından fark gözetilmeden yapılmıştır. Gayrimüslim evlerdeki “haç” gibi dini motifler
ve Süryanice/Ermenice yazıtlar, evlerin sonraki Müslüman sahipleri tarafından yok edilmiştir. Müslüman gayrimüslim farklılığı özellikle büyük evlerde gusülhane, selamlık-haremlik birimlerinin olması ile kendini göstermektedir.(3)
Harem tarafından yapılan servis dolabı(105)
296 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır evlerinin çevresindeki mabetlerin dağılımı
1-Kentin doğu yarısı kilise açısından zengindir. ( Sen corc dâhil 6 tane ).
2-Güney yarısında sayıları 5 i bulur.
3-Kuzey batı diliminde sadece Mar Toma (Ulu Cmi ) vardır. Osmanlı deyimi ile esnaf
kesimin ( ehl-i süfyan ) çarşıda yoğunlaştığına ve büyük çoğunluğunun gayrimüslim olduğuna bakılırsa, Katedrallerinin kent merkezinde olması çok doğaldır. Zaten aynı düşünceyle bu yıkıntı Ulu Cami ‘ ye çevrilmiştir. Diğer kiliselerin hep konut alanı içinde
olmaları, mahalle mescitleri anlayışını çağrıştırıyor ve hiç biri bu nedenle Mar Toma veya
Meryem Ana kiliseleri kadar büyük değildir.
4-İç Kale ‘ deki Sen Corc ( Mar Gevargis ) Kilisesi bizce Bizans değil bir Roma tapınağıdır. Sonra kilise olarak kullanılmıştır. Apsisinin doğu yönde olması onlar için
de uygundur.
5-Ulu Cami dışında Kuzeybatı diliminde hiçbir kilise yoktur. İslam öncesi surum nasıldı bilmiyoruz. Bu dilimin tümünü Müslümanların kendine ayırdığı anlaşılıyor. Zaten
1870 sayımında kentin 4/5 ‘ i Müslümandı.
6-Gâvur mahallesi diye adlandırılan kesim güneydoğu dilimindedir. Bu Yahudilerin
burada yoğunlaştığını çağrıştırıyor. Burası odak alınırsa, kiliselerin kuzey ve batıya doğru
azalıp uzandıkları, Ulu Cami ‘ nin açıortay üstünde ve yakında olduğu görülür. Bu durumda kentin güneydoğu diliminin zimmi, kuzeybatı parçasının ise Müslüman yoğunluklu olduğu anlaşılır.
Cami ve mescitleri dağılımı
-Melek Ahmet Caddesi kuzeyinde ( kuzeybatı ) 5 cami ve 4 mescit vardır. Balıklı Mescidi yakın yıllarda yıkıldı.
-Melek Ahmet Caddesi güneyindeki kesimde ( güneybatı ) 6 cami 3 mescit bulunuyor.
-Yeni Kapı Caddesi kuzeyinde ( kuzeydoğu ) Bıyıklı Mehmet Paşa Camisi ve 6 mahalle mescidi vardır.
-Yeni Kapı Caddesi güneyindeki dilimde ( güneydoğu ) 3 cami 4 mescit vardır. Bu
dağılıma dikkat edilirse:
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 297
1-Her Dilime dağılım vardır. Doğu yarıda mescitler çoğunluktadır.
2-Kentin batı yarısında cami ve mescit sayısı daha fazladır ve büyük camiler çoğunluktadır. Kent burada; Ulu, İskender Paşa, Safa (parlı ) , Melek Ahmet, Lala Kasım, Behram Paşa ve Ali Paşa ( üçü mimar koca sinan ‘ındır) gibi hatrı sayılır camiler, Şafiiler
bölümü , medrese ve tekkeler gibi yardımcı elemanlarla zenginleştirilmiştir. Öyleyse ,
kentin batı yarısında Müslüman halk daha çoğunluktadır diyebileceğiz. Doğu yarıda bu
sayı azalırken en kıymetli Bıyıklı Mehmet Paşa yapı topluluğu ve Hüsrev Paşa Medresesi
‘ ne indirgenir. Böylece Müslüman sayısı azalmış, zımmılerinki artmıştır. Öyleyse kuzeybatı dilimini güneydoğuya birleştiren verevine bir çizgi durumu oldukça iyi anlatmaktadır. Bunun 2 ucu 2 ayrı kesimi simgeler. (67)
Hacı evleri kapıları
298 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Hacı evleri kapıları
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 299
Hacı evleri kapıları
300 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
DİYARBAKIRDA HACI KAPILARI!..
Önce günümüzden birazcık söz edelim.
Şu anda hangi kapıyı çalacak olsanız mutlaka birden fazla Hacı bey ve Hacı teyze ile
karşılaşabilirsiniz.
Her yıl yüz bini aşkın insanımız, kutsal topraklara giderek Hacı olup geliyor. Hava
Yolları terminalleri insanla dolup taşıyor bu günlerde...
Ne güzel değil mi? Bu tablo ülkemizin zenginleştiğini, insanımızın bir farz ibadet
olan hac ibadetini yapmak için nasıl koşuştuğunu göstermesi bakımından ayrı bir güzellik
arz ediyor.
Kendisine sıra gelsin diye üç-dört yıl bekleyenlerimiz var.
Bu güzel insanları kutlarken biraz gerilere, şöyle böyle kırk-elli yıl gerilerek gitmek istiyorum.
Nasıl ki bugün hangi kapıyı çalsanız birden fazla Hacı Bey ve Hacı Teyze görmek
mümkün, o yıllarda parmakla gösterilirdi hacı olanlar.
Onca zahmete katlanıp, kutsal topraklara yolculuk yapanlar. Maddi yönü bir yana
vasıta bulmak zorluğu, yolculuktaki meşakkat ve kutsal topraklarda bugün karşılaşılan
imkânların aksine imkânsızlıklar.
Diyarbakır’ımızda yitirdiğimiz bir çok kültürel zenginliklerimizdendir o günlerin
Hacc’a gitme, Hac’dan dönüş merasimleri.
Anlatalım, anlatalım da, yeni nesil de o günleri birazcık öğrenmiş olsun.
Önce Hacc’a gidecek kişi karar verirdi ve bunu ilk kez ailesine, sonra yakınlarına duyururdu.
Şimdi ki gibi değildi, Diyanet İşleri Başkanlığı karışmıyordu bu insanlara... Pasaportunu çıkaran herkes için yol açıktı, ama zorluklarla açıktı.
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 301
Günü geldiğinde önce yakın akrabadan başlanırdı “helâllik” istenmeye, varsa küskünlük, kırgınlık giderilirdi ki gidip de dönmemek vardı işin ucunda.
Kimin ne alacağı varsa onlara alacakları ödenir, hane halkının ihtiyacına göre erzak
veya para tedariki yapılırdı.
Helâllik istenmeyen tanıdık, konu komşu kalmazdı, gönüller böylece alındıktan
sonra, diğer hazırlıklara geçilirdi.
Mahallede yoksul, yardıma muhtaç kişiler varsa onlara mutlaka yardım yapılırdı.
Bu hazırlıklar Hacı’nın orada kalacağı günler müddetince yiyeceği gıda maddelerini
temin etmek, kavurma yapmak, çörek pişirmek şeklinde olabilirdi.
Yakınlar ise tepsilerle börek ve kurabiye getirirlerdi.
Kafile hangi vasıtalarla yola çıkacaksa uğurlanır, uğurlanırken arkalarından “Ezan”
okunurdu.
Ve o hacının evi artık “kutsal bir ev” olma özelliğini kazanırdı.
Hanımına “Hacı hanımı, kızına Hacı kızı, oğluna Hacı oğlu” denirdi. Biz hâlâ Fakültedeki mesai arkadaşımız ‘Hikmet Çekli’yi nerede görsek “Hacı oğlu” diye hitap ederiz
kendisine...
Bir ünvandı bu, herkese nasip olmayan bir unvan.
Hacı’lardan haber almak ise başlı başına bir mesele idi. Mektup veya telgraf beklenirdi
ki bu da aylar sürebilirdi, ancak erken dönenler varsa ziyaret edilir, haber sorulurdu da
bazılarının “vefat” haberi bile gelebilirdi. Gerçi şimdi de vefat edenler oluyor ama, o zamanın şartları daha değişikti ve zordu.
Hacı gittikten sonra Hacı’nın evinde hazırlıklar başlardı, ki en önce sokak kapısı düzenlenirdi.
Şöyle ki kapının üstüne alçıdan, yada başka maddelerden ayetler yazdırılıp asılırdı ki
bilinsin burası bir Hacı evidir.
302 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
“Bilinsin” derken riyakârlık için bilinsin değil, gösteriş için bilinsin değil, ya bilinsin
ki burası bir Hacı evidir ve Hacı’lar ekonomik durumu yerinde olan insanlardır, sıkıntısı
olanların başvurabilecekleri kapılardır hacı kapıları.
Suriçi’ni gezerseniz o kapılardan bazılarını görebilirsiniz.
Hacı’nın dönüşünde ise üç gün evinden çıkmadığı, bu üç gün içinde ziyaretleri kabul
ettiği ve gelenlere zemzem, misvak, hurma ve doksan dokuzluk tespihler hediye edilirdi
ki bu tespihlerin imamelerinde küçücük bir mercek bulunur, baktığınızda Kâbe’yi ve
Mescid-i Nebi’yi görebilirdiniz.
1998 yılındaki ziyaretimizde o tespihlerden bir tane bulmuş ve getirmiştim ki hala
bende durur.
Üç günün bitiminde Hacı evinde bir kurban mutlaka kesilirdi ve o kurbanın etinden
yemekler pişirilir, eş, dost, akraba ve komşular çağrılırdı bu ziyafete.
Yemekten önce ise o günün mevlithanlarından Celâl Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal
Sevimli, Recep Peker gibi mevlithanlardan hangisine ulaşılabilirse, çağrılır ve Mevlid
okutulurdu.
Hacı ziyaretlerinde, Hacı’nın sağ elinin içi ve gözleri öpülürdü ki, eliyle o kutsal mekânlara, Kâbe’nin duvarlarına, Hacerü’l-Esved’e, Makam-ı İbrahim’e dokunmuş olduğu
için, gözleri öpülürdü. Çünkü gözleriyle o kutsal mekânları görmüş, Hazret-i Peygamber’in (S.A.V.) mübarek Ravzası’nı görüp ziyaret ettiği için.
“Hacı kapıları” dedik ama, biraz da o günleri analım ve yeni nesle o günlerin kültürel
zenginliklerinden kısaca bilgi verelim istedik.
Denilecektir ki, günümüzde de insanlar Hacc’a gidiyorlar, hemen her evde bir iki,
belki daha çok Hacı var.
Hâttâ bazıları dokuz, on belki daha fazla gidip gelmişler o kutsal topraklara, siz neden
geçmişi anlatıyorsunuz da bugünü söylemiyorsunuz?
Her vesile ile söylüyorum, doğrudur bugün aynen söylendiği gibidi. Ama, o günlerin heyecanı, o günlerin samimiyeti bugün yok, çünkü adam Hacc’a gidecek belki en yakınlarına
İNANÇ VE DİYARBAKIR EVLERİ 303
bile uğramıyor, imseden hatır istemiyor. Bir bakıyorsunuz ‘Falankes Hacc’a gitmiş’ diyorlar.
Herkes için böyle dememiz doğru değil ama, maalesef böyle yapanları da görüyoruz.
Bugün Hacı’lar ziyaretçilerine ne ikram etseler, oralardan getirmeyip, buralardan
temin ettikleri şeylerden hediyeler veriyorlar.
Seccadeler, tespihler, hurmalar, misvaklar hâttâ zemzem suyu bile buralardan temin
edilebiliyor artık, böyle olunca o günlerin zevk ve heyecanı da yok olmuş oluyor.
Okurlarıma tavsiyem, Hacı ziyaretine gidecekseniz eğer, ilk kez gidenleri ziyaret ediniz. Çünkü onların heyecanlı anlatımları bir başka güzellikte oluyor. Onun için yüce
Allah nasip eder, sağlık ve selametle dönerse acizane bir Hacı’yı evinde ziyaret edeceğim.
Salih Evirgen ilk kez gitti ve muhakkak çok değişik anlatımlarla dönecek o kutsal mekânlardan. Kâbe’de hissettiklerini, sevgili peygamberimizin huzurunda yaşadıklarını, o
kutsal topraklardaki izlenimlerini dinleyeceğim kendisinden.
Hacı kapılarından girdik ve sohbeti bir türlü bitirme noktasına gelemedik, işi tadında
bırakmak gerek.(84)
304 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
5.BÖLÜM
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN
GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN
SERENCAMI
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE
DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI
Sur içi’nden başlayarak batıda demiryolu ile sınırlanan Yenişehir, Kooperatif ile Şehitlik mahallesinin bir kısmını kapsayan “Yenişehir bölgesi” gelişmeye başlamıştır. Yenişehir mahallesini Kooperatif ve Şehitlik mahallerinin kurulması izlemiş ve kent, bu
bölgelerde planlı gelişme göstermiştir [ İmar planı yapılan alanlarda bahçeli ve düşük
yoğunluklu konut dokusu, kamu yapıları ve kentsel donatı alanları yer almıştır. Sur içi
bölgesinde yaşayan yüksek gelirli gruplar ile memurlar, Yenişehir Mahallesine doğru yer
değiştirmiş ve sur içindeki konut alanlarının toplumsal açıdan niteliği farklılaşmış, sur
içi, yaşanan bu süzülme hareketi ile küçük memurların ve köyden göçle gelenlerin yerleşme bölgesi durumuna gelmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre kentin 1927
yılında 47 397 olan nüfusu, 1935 yılında 50 316 kişiye, 1940 yılında 66 103 kişiye, 1950
yılında 72 267 kişiye ulaşmış ve sur içindeki yoğunluk artarak tarihsel ekolojik avlulu
Mardinkapı’da evlerden bir görünüm-1928(111)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 307
evlerin yerine, niteliksiz yapıların inşa edilmesi sürecini başlatmıştır. Kent merkezini,
içeriden ve dışarıdan saran ve sur diplerine yaslanan gecekondular, birer kuşak oluşturmuştur. 1950’li yıllar özellikle, Saray kapıdan itibaren kentin doğusunu çevreleyen sur
diplerinin, teneke ve diğer metal artıklarıyla yapılan barakalarla çevrelenmesine yol açtığı
yıllardır. 1960’lı yıllara kadar sur dışındaki Yenişehir ve Kooperatif mahalleri ise planlı
gelişmesini sürdürmüştür. Yenişehir Bölgesi, zamanla ticari ve merkezi işlevlerin geliştiği
bir bölgeye dönüşmüştür.(100)
1928-1960 Yılları Arasındaki Gelişmeler
Korunması gerekli değerlerle dolu bir kent olan Diyarbakır’da, Cumhuriyetin ilanı
ile birlikte, küçük çaplı da olsa planlı bir gelişme öngörülürken, çarşı merkezinde bulunan Ulu caminin önünde Belediye Parkının açılması bu çalışmaların ilk basamağını
oluşturmuştur.
Kentteki esaslı değişim, 1930 yılında surların yıkılması fikri ile ortaya çıkmış, şehri
çepeçevre saran ve bütünlüğü bozulmamış surların şehre hava akımlarını engellediği ve
bu nedenle yıkılması yönünde bir fikir ortaya atılmış ve bu görüş 1931’de daha da yaygınlaşmıştır. Bu görüşün yaygınlaşması ile surlar yer yer dinamitlenerek yıkılmaya çalışılmış (Gabriel, 1940), ayrıca, sur taşları halk tarafından sökülmeye ve kendi konutlarının
inşaatında kullanılmaya başlanmıştır.
1931’de Dağ kapının batısında, dinamit patlatılması çalışmalarına başlanmış ve burçların bir bölümü ile burç aralıkları yıkılmıştır (Özsezgin, 1993). Dağ kapı yanındaki şehrin çıkış yolu da dinamitlenerek 50 metrelik bir açıklığa ulaşmıştır. Aynı zamanda Mardin
kapıda da asıl kapının sağında bulunan iki burç arası yıkılarak geniş bir cadde ile sur içi
ve dışı biri birine bağlanmış, Urfa kapı girişinin yanına da iki yeni kapı yapılmıştır. Bugün
Dağ kapıdaki tek beden ve civarındaki sur açıklığı ile Mardin kapı yanındaki şehrin çıkış
yolu ve Urfa kapı yolu o dönemden kalmadır. Jansen’in Diyarbakır’ı ziyareti ve bazı önerilerde bulunduğu sur dışı planında yer alan geniş bir alanın kamulaştırılması, ilk defa
sur dışında kamu kuruluşlarının yerleşmesi şeklinde kentsel ölçeğe yansımıştır. Cumhuriyetten sonra büyük bir hızla başlayan imar faaliyetlerinin amacı, sur içine sıkıştırılan
Diyarbakır şehrini dışarı çıkarmak ve yeni bir şehir kurmaktır (Cumhuriyetin 15. Yılında
Diyarbakır, 1935). Yeni kent alanında 1 yıl içinde; Birinci Umumi Müfettiş konağı, Kolordu Komutanı Konağı ve büyük bir garaj yapılmıştır.
308 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Dağ kapı çıkışında ise, yolun iki kenarında Halkevi Binası, Ordu Evi, Halkevi Kütüphanesi, Vali Konağı, Nafia Binası, Belediye Evi ile özel bir ev yapılmıştır (Cumhuriyetin 15. Yılında Diyarbakır, 1935).
1932 Yılı Plan Kararları
Kentte yeni ve modern bir görünüm yaratma çabası hâkimdir. 1932 yılı imar planı, o
döneme hâkim olan Ankara’nın yeni imarı ve modernleşme çabalarının etkisiyle hazırlanmış olmalıdır. Bu nedenle 1932 yılı imar planı, yeni yapılacak modern yapıların yapımını destekleyici kararlara sahip olmuştur. Resim 3, iç kaleye giden İzzet Paşa
Caddesinin 1925 yılındaki durumunu göstermektedir. 1935 yılına kadar bu cadde üzerinde 4 otel, 30 dükkan ve 15 ev yapılması 1932 yılı planı ile sağlanmış ve bu caddenin
iki yanı, yeni yapılaşmaların sur içindeki merkezi durumuna gelmiştir. Resim 4‘de 1939
yılında İzzet Paşa caddesindeki yapılaşmalar görülmektedir.
1940’lı yıllarla birlikte sur içinde geleneksel çarşıların yanı sıra perakende ticaretin
İzzet Paşa caddesinden Urfa kapıya doğru giden yol üzerinde kendine yer bularak yayılmaya başlaması ve sur içi ile sur dışındaki yeni yerleşim alanlarının ihtiyaçlarına yönelik
ilişkinin rahat sağlanması ihtiyacıyla 1940’lı yıllarda sur üzerinde Çift kapı açılmıştır.
Kentin 1951 yılında kadastral haritası hazırlanarak parsel sınırlarının belirlenmesi
gerçekleştirilmiştir. 1950’lerden sonra kentin imarlı ve planlı alanları olan merkezi iş
alanları ve çevresinde nüfus artışı ve yoğunlaşma ortaya çıkmıştır. Buna o tarihe kadar
bireysel mülkiyette olan 1–2 katlı geleneksel evlerin, 1954 yılında 6217 sayılı kanunun
kat mülkiyetine olanak tanınmasıyla yıkılması ve yerlerine çok katlı konut birimleri ve
işyerlerinin inşa edilmesi sebep olmuştur
1959 Yılı Nazım İmar Planı Kararları
1959 yılında yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planı ile kent gelişimine yönelik bazı
kararlar alınmıştır. Bu dönemler sur dışındaki yapılaşmanın artmaya başladığı, sur içindeki mevcut yollarla yeni alanlar arasında ihtiyaç duyulan bağlantının sağlanmasına çalışıldığı dönemlerdir. 1959 yılında hazırlanan nazım imar planının temel amacı da, sur
içindeki ana yolların genişletilmesi ve bu yolların sur dışındaki yollarla bağlantılarının
sağlanması olmuştur. Aynı zamanda bu dönemler, sura yaslanarak gelişen yapılaşmanın
olduğu dönemlerdir. Bu planla surların batı kesiminde sura yaslanarak gelişen niteliksiz
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 309
yapılaşmanın önüne geçilebilmesi de amaçlanmıştır. 1960’lı yıllara kadar, sur içinde fiziki
mekânın belirginleşmesi ve ikili yapının geleneksel dokuda oluşturmaya başladığı tahribatların artması, ana yolların kamulaştırılarak genişletilmesi süreciyle devam ederken,
yolların genişletilmesi, yeniden yapılanma imkânına zemin hazırlamıştır. Şekil 2’de 1959
yılında hazırlanan nazım imar planı verilmiştir. 1951 yılında GEEAYK kurulmuş olmasına rağmen, yetkisinde henüz kentsel sitler hakkında bir maddenin olmaması, Diyarbakır kale kentinin bütüncül olarak korunmasına imkân vermemiştir. Sur içindeki konut
alanlarında bu plana kadar önemli bir fiziksel bozulma yaşanmadığı, bu planla, sur içi
ticaret alanlarını oluşturan Gazi Caddesi, Melik Ahmed Caddesi ve İzzet Paşa Caddesinin genişletilmesi kararı alındığını ve bu caddelerden Melik Ahmed Caddesinin kamulaştırılarak genişletilmesinin sağlandığı görülmektedir. Bu yol üzerindeki genişletmeler
birçok geleneksel yapıya zarar vermiştir. Yolların genişletilmesi, yeniden yapılanma imkânına zemin hazırlamış, aynı zamanda da kat yüksekliklerinin artmasına yol açacak bir
uygulamanın da zeminini oluşturmaya başlamıştır.(107)
Sur Dışında Yeni Bir Kentin Kuruluşu
Eskiden Diyarbakır’ın dört kapısının dışında da mezarlık vardı.. 1930’lu yıllarda, surlarla çevrili kentin sur dışına yayılması için bu mezarlıklar kaldırıldı. Sadcce, Mardinkapısı’ndaki “Şeyh Muhammed Düzlüğü” ve Urfakapısı’ndaki “Şehitlik” bırakıldı. Bu iki
kapı arası düzeltilerek yeni şehir için geniş bir alan oluşturuldu.
Dağkapısı’nda Halkevi , Orduevi, Vali konutu, Nafia Müdürlüğü binası; bu dönemde
açılan Hindibaba Kapısı’nda memur evleri, Genel Müfettişlik binası, Genel Müfettişlik
konutu v.s. binalar inşa ettirilmesine, belediyenin halkı ev yaptırmaya özendirici çeşitli
kolaylıklar göstermesine rağmen, halkın ilgi ve rağbeti bir türlü sağlanamıyordu.
Diğer taraftan Diyarbakır nüfusu hızlı bir artış gösteriyordu. Civar il ve kasabalardan,
köylerden başlayan akın, bu hızlı artışı daha da yükseltiyordu. Mesken buhranı had bir
safhaya gelmişti. Şehrin, kale dışına taşınması, Dağ ve Urfa Kapıları arasındaki geniş ve
düz alana planlı bir şekilde yayılması zorunlu idi. On arkadaş, milletvekilimiz rahmetli
Mustafa Ekinci’nin önderliğinde birleşerek Mahdut Mesuliyetli Diyarbakır Yeni Evler Yapı
Kooperatifi’ni kurduk.O Amacımız, üyelerimize, ilk planda yüz ev yaptırmak suretiyle sur
dışında yepyeni ve modern bir şehrin kurulmasında ön ayak olmak, mesken buhranının kısmen olsun- giderilmesinde ilk adımı atmak, böylece canımızdan çok sevdiğimiz güzel
ve tarihî Diyarbakır’ımıza bir hizmette bulunmaktı. Kooperatif, 21 Şubat 1951 tarihinde
kuruldu. Ayni günlü “Diyarbakır” gazetesi, kooperatiflerle ilgili şu haberi yayımladı:
310 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
“Hazırlanan statüye göre, her ortak ilk tesis hissesi olarak kooperatife 500 TL. ödeyecektir. Yapılacak binalar için belediye ile temas edilerek münasip arsa temin edildikten
ve inşaata başladıktan sonra da istihkakların yüzde yetmiş beşi Emlâk Kredi Bankasından, yüzde yirmi beşi de hissedarlar tarafından ödenecektir. Evler bittiği zaman, her hissedar aldığı evin maliyetinin yüzde yirmibeşini tamamiyle ödemiş bulunacak, mütebaki
yüzde yetmiş beş borcunu da 20 sene vade ile ve yüzde beş faizle Emlâk Kredi Bankasına
tediye edecektir. İlk hamlede yüz ev inşa edilecek. Şehrimiz için çok hayırlı bir teşebbüs
olan bu işte kooperatif idare kuruluna başarılar dileriz.”
Böyle bir kooperatif şehrimizde ilk defa kuruluyor ve büyük bir işi yükleniyordu. Kimisi bu işte başarı şansını çok az buluyor, geniş bir kitle de teşebbüsümüzü destekliyordu.
O günkü Diyarbakır Valisi rahmetli Emin Nihat Sözeri, kooperatif başkanlığına gönderdiği tebrik yazısında şöyle diyordu (26 Şubat 1951 tarihli “Diyarbakır” gazetesinden):
“Diyarbakır’ın mühim bir ihtiyacına cevap veren kooperatifin kuruluşunda kuvvetli
yardımlarını esirgemeyen milletvekilimiz Mustafa Ekinci’yi ve çalışma arkadaşlarını hararetle tebrik ederim.
Bu güzel teşebbüsü, şehrin iman, ortaklarını ucuz ve uzun vadeli ödemelerle mesken
sahibi kılması gibi çok hayırlı bir gayenin tahakkuku için atılmış kuvvetli bir adım olarak
telakki ediyorum.
Vilâyet makamı, kooperatif çalışmalarına maddî ve manevî müzaheretini hiçbir
zaman esirgemeyecektir. Hepimizin iftiharla
karşıladığı bu eseri meydana getiren sayın kurucularına teşekkürlerimi sunar, başarılar
dilerim. “18 Mayıs 1951 tarihli “Diyarbakır” gazetesinde, kooperatif çalışmaları ve son
durumla ilgili şu açıklamam yayımladı:
“Diyarbakır Yeni Evler Yapı Kooperatifinin kurulması Bakanlar Kurulu’nun 4.4.1951
tarihli ve 3-12806 sayılı kararnamesi ile kabul edilmiştir. Kooperatifin statüsü gazete ile
ilân edilip Ticaret Siciline tescil edildikten sonra müseccel bir nüsha statü ve ilânı havi
gazete Ekonomi ve Ticaret Bakanlığına gönderilecek ve böylece resmî muamele ikmal
olunca üye kaydına başlanacaktır. (...) Bu teşebbüse geçenler, bu işte muvaffak olacaklarına, hemşehrilerine büyük bir hizmet yaptıklarına ve bu, evlerin yapılmasının şehri güzelleşmesi, mesken buhranının - kısmen olsun - giderilmesi yönünden de büyük faydalar
sağlayacağına inanmakta ve büyük bir azim ve imanla bu işe sarılmış bulunmaktadırlar.”
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 311
Kooperatif statüsü 21 Mayıs 1951 tarihli “Diyarbakır” gazetesinde yayımlandı. 28
Mayıs 1951’de yapılan toplantıda Yönetim Kurulu seçildi. Yönetim Kurulu Başkanlığına
yine Mustafa Ekinci getirildi. Diğer üyeler ise şunlardır: Mehmet Husrev Ünal (2. Başkan), Şevket Beysanoğlu, Sezai Demiray, Cevdet Hayrullahoğlu, Hilmi Güldoğan.
Yönetim Kurulu yoğun bir çalışmaya koyuldu. İnşaat için gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra, 27 Kasım 1951 Salı günü yapılan istişari kongrede ortaklarına başarılan
işler hakkında bilgi sunuldu. 29 Kasım 1951 tarihli “Diyarbakır” gazetesi çalışmalarla
ilgili şu haberi yayımladı
“Diyarbakır Yeni Evler Yapı Kooperatifi istişari kongresi geçen Sah giinii Yıldız Gençlik Kulübü binasında, milletvekili Mustafa Ekinci ‘ııin başkanlığında toplanmıştır.
Kongrede idare Kurulunun çalışma raporu okunmuş ve raporda belirtilen hususlar
uygun görülerek kabul edilmiştir.
“Çalışma raporunda belirtildiğine göre, yapılacak olan evler için Dağkapası ‘nda Özel
idare’den satın alınan 102 bin metre karelik arazinin tescili yapılmış, kadastrosu ikmal edilmiş, ada ve parsellere ayrılmıştır. Ayrıca, Belediyeden su ve elektrik verileceğine dair taahhütname ile bu evlere ait lağımların umumî kanalizasyona bağlanması hususu sağlanmıştır.
Çalışma raporunun tasvibinden sonra, yapılacak evlerin proje ve tipleri hakkında Y.
Müh. Bay Mehmet tarafından verilen izahat dinlenerek, hazırlanmış olan bu ev tiplerinden sekiz tanesi uygun görülerek kabul edilmiştir.
Kendi isteklerine göre kabul edecekleri ev tiplerine dair kooperatif üyelerinden taahhütname alındıktan sonra, binaların inşası işi ihaleye çıkarılacaktır.”
16 Ekim 1952’de 66 evin temelleri törenle atıldı. Törende Vali Servet Sürenkök, Belediye Başkan Vekili Adil Tekin, Kooperatif Başkanı Mustafa Eltinci, müteahhit Y. Müh.
Münip Tansel konuştular.
İki yıl içinde, yüz evin yapımı tamamlanarak ortaklara dağıtıldı. İşin gerçekleşme yolunda olduğunu gören ve kooperatif dışında kalan arkadaşlar, aynı amaçlı yeni kooperatifler kurmaya başladılar
312 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Diyarbakır Maarif Evleri Yapı Kooperatifi, Diyarbakır Güzel Evler Yapı Kooperatifi,
Dicle Yapı Kooperatifi, Şenevler Yapı Kooperatifi, Doktor Evleri Yapı Kooperatifi v.b.
bu arada kurulan kooperatiflerdir. Böylece, kale dışında yapılmaya başlanan yüzlerce
bahçeli evle yepyeni ve modern bir şehir 4-5 yıl içinde kurulmuş oldu.
Kooperatifin kurucuları şunlardı: Mustafa Ekinci, Av. Mehmet Hüsrev Ünal, İnş. Y.
Müh. Ahmet Ketencigil, Belediye Başkan Yardımcısı Sezai Demiray, Öğretmen Halil
Turgut, Ziraat Y. Müh. Cevdet Hayrullahoğlu, Kimya Y. Müh. Müşfik Tiğrel, Av. Tacı
Aki, Av. Hilmi Güldoğan, Av. Şevket Beysanoğlu (112)
1960–1980 Yılları Arasındaki Gelişmeler
1960–1963 yılları arasında yerel yönetimler merkezi idarenin yönetiminde kalmıştır.
Merkezi idarenin tüm kentlerin sağlıklı planlanması yönündeki çalışmaları sonucu, 1962
yılında birçok kentte olduğu gibi Diyarbakır sur içini ve dışını (Yenişehir Mahallesi)
kapsayan 6 paftalık 1/1000 ölçekli imar planları yapılmıştır. 1960’lı yılların ortalarına
kadar Diyarbakır sur içinde yoğun yapılaşma ile birlikte küçük üretim faaliyetleri büyük
ölçüde merkezi iş alanı çevresinde yer almaya başlamış ve birçok sorunu da beraberinde
getirmiştir. Sur içinde yaşanan bu durum yeni bir imar planının yapılmasını gerektirmiştir. Bu amaçla da 1965–1967 yıllarında 1/1000 ölçekli sur içi ve sur dışı planları hazırlanarak yürürlüğe konmuş, kent, kale dışındaki gelişimini bu plan çerçevesinde
gerçekleştirmiştir.
1965 Yılı Uygulama İmar Planı Kararları
Bu plan, sur dışındaki apartmanlaşmayı yaygınlaştırıcı nitelikteki kararlara sahipken, sur içinde de çok katlı betonarme binaların yapılmasının yasal zeminini oluşturmuştur. Bu planlar hazırlandığı sırada yürürlükte olan mevzuat, kentsel korumayı etkin
olarak sağlayacak tanımlamalardan yoksundur. 1965–1967 yıllarında 1/1000 ölçekli
sur içi ve sur dışı uygulama imar planları hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Bu plan,
sur dışındaki yeni yerleşim alanlarının düzenlenmesine yönelik kararlara sahipken, sur
içinde de çok katlı betonarme binaların yapılmasının yasal zeminini oluşturmuştur.
Planda konut dokusuna saygılı davranıldığı, ancak açık bir biçimde korumacı yaklaşılmadığı görülmektedir. Bu planda ana yolların genişletilmesi önerisi sadece Dağkapı’dan başlayarak Balıkçılarbaşı’na kadar olan bölüm ile Melik Ahmed Caddesi
üzerinde kamulaştırma yapılarak uygulanmıştır. Gazi Caddesi ve Melik Ahmed CadCUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 313
desi üzerindeki genişletmeler ile tarihi dokuda eski yapı yıkılmış, cepheler tahrip olmuş
ve yolların karakteri değişmiştir. Bu genişletmelerin dışında önerilen ulaşım kararları,
Dağ kapı çıkışındaki abide için bırakılan meydan ve yeşil alan uygulanan kararlar olmuştur. Ana yollar üzerindeki önerilen ticari bölgeler ve bu bölgelerde izin verilen kat
yükseklikleri, surları içten ve dıştan saran yeşil alan kararı uygulama gören kararlardır.
1965 tarihli imar planı kararı gereği yolların genişletilmesi, merkezi iş alanı çevresindeki binaların kat yüksekliklerinin artması ile tarihsel ve kültürel eserlerin bakımsız
bırakılması, bilerek tahrip edilmesi, sosyal altyapıların yetersiz kalması ve çevrenin bozulması süreci birlikte yaşanmıştır.
Türkiye’de birçok kentte olduğu gibi Diyarbakır kale kentinde de 1970’li yıllar, kent
içi ulaşımın hızlandığı, yoğunlaştığı ve bu etkilerin tarihi dokunun tahribine yol açtığı
yıllardır.
1983–1990 Yılları Arasındaki Gelişmeler
Kentsel koruma çalışmalarında yetersiz kalan 1710 sayılı “Eski Eserler Kanunu” 21
Temmuz 1983 yılında yürürlükten kaldırılmış, yerine 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” yürürlüğe girmiş, yeni sit tanımlamalarına yer verilerek “Koruma Amaçlı İmar Planı” kavramı, sit alanlarına planlı koruma kavramını getirmesi
açısından önemli bir özelliğe sahip olmuştur.
1984 Yılı Nazım İmar Planı Kararları
1984 yılında sur içi ile ilgili 1/5000 ölçekli nazım imar planı hazırlanmış ve sur içi
bu plana göre uygulama görmeye başlamıştır. Bu planda öngörülen Gazi Caddesi, Melik
Ahmed Paşa Caddesi, İzzet Paşa Caddesi’nin ticari fonksiyonunun yanı sıra, İnönü Caddesi üzerinde de ticaretin yayılmaya başladığı görülmektedir. Bu dönemlerde yapılan yapılar 1965 yılı uygulama imar planına göre yapılaşmaya devam etmiştir. Geleneksel
dokunun korunması amacına yönelik bu planda tescilli yapıların gösterilmesi ile korumacı bir yaklaşım sergilenmiştir. Bu planla aynı zamanda, Melik Ahmed Caddesinin çift
şerit olarak yapılması, surları içten dolaşan batı yollarının yapılması, Tek kapının sur dışı
ile bağlantısının yaya yolu ile sağlanması, surları içten ve dıştan kuşatan yeşil alan yapılması, Urfa kapı ve Dağkapı’da kavşak yapılması kararları gerçekleşmiştir.
314 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1985 Yılı Uygulama İmar Planı Kararları
Bu dönemler konut dokusu bir çöküntü alanı haline gelmiş, bazı anıtsal yapılarla
sokak dokusu ve çok az sayıda geleneksel ev tipi kalmıştır. Benzer şekilde, surların etrafında da dıştan sura yaslanmış ticari fonksiyona sahip barakalar çevrilmeye başlanmıştır.
Buna karşılık sur içi ticaret alanları, canlılığını ve önemini korumuş ve kentteki tek merkez işlevini sürdürmeye devam etmiştir. Yanı sıra, sur dışında da yeni kent alanı gelişmeye
devam etmektedir. 1985 yılında ise, sur dışında gelişen kent alanının planlanmasını sağlamak amacıyla 1/1000 ölçekli hiçbir yapılaşma kararı bulunmayan sur içi ile sur dışını
kapsaya uygulama imar planları hazırlanmıştır. Bu planlamanın temel amacı sur dışındaki
yapılaşmaların kontrolünü sağlamak olmuştur. Bu planda karar alınmamış olması, yeni
yapılaşmaların 1965 yılı imar planına göre uygulama görmeye devam etmesini getirmiştir. 1985 yılı uygulama imar planında görülen ve surları içten dolaşan yollar 1984 yılında
hazırlanmış olan nazım imar planı ile uygulama görmüştür. 1990’lı yıllara doğru Diyarbakır sur içi, yerleşim yoğunluğunun odak noktası olma özelliğini sürdürmektedir. Arslan’ın da belirttiği gibi (1999) bu dönemler, artık sur içindeki konut alanlarının bir
çöküntü alanı haline geldiği, bazı anıtsal yapılarla sokak dokusunun ve çok az sayıda geleneksel ev tipinin kaldığı dönemlerdir. Benzer şekilde, surların etrafında da dıştan sura
yaslanmış ticari fonksiyona sahip barakalar yapılarak surların da tahrip olmaya başladığı
dönemlerdir. Buna karşılık sur içi ticaret alanları, canlılığını ve önemini korumakta ve
kentteki tek merkez işlevini sürdürmektedir.
Sur içi bölgesinin tahribini önlemek için, 2863 sayılı yasaya dayanarak 1988 yılında
koruma kurulunun 38 sayılı kararı ile; Diyarbakır ilinin en belirgin tarihi yapıtlarının
bulunduğu sur içi bölgesinin korunabilmesi, eski kent dokusunun muhafaza edilmesi ve
bu tarihe kadar uygulanan sağlıksız şehirleşme ve yapılaşmanın önlenebilmesi için, sur
içi bölgesi (iç kale dahil) “Diyarbakır Kentsel Sit Alanı” olarak ilan edilmiş, bu tarihten
1 yıl sonra da Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun Diyarbakır bürosu kurulmuştur. 3386 sayılı yasanın 6. maddesine göre Diyarbakır Belediyesince 1 yıl içerisinde
“Koruma Amaçlı İmar Planı”nın hazırlanarak kurula iletilmesine, plan yapılıp yürürlüğe
girinceye kadar “Geçici Dönem Yapılanma Kararları”na uyulması gerektiğine, ayrıca sur
diplerinden itibaren 50 metrelik bir şeridin surların koruma alanı olarak tespit edilmesine
ve bu şeritte yapılacak tüm faaliyetler için kuruldan görüş alınmasına karar verilmiştir.
Alınan bu kararla sur içi yeni yapılaşmalar konusunda kısıtlanma sürecine girerken, sit
alanı, koruma amaçlı imar planının uygulamaya girdiği 1990 yılına kadar “Geçiş Dönemi
Yapılanma Kararları” ile korunmaya çalışılmıştır.
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 315
1990 Yılından Sonraki Gelişmeler
1990 yılının temel olgularından biri, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşanan ve “zorunlu göç” olarak adlandırılan nüfus hareketinin oluşması ve kentlerde nüfusun artmasına bağlı olarak yaşanan yoğunlaşma baskısıdır. Türkiye’deki bir
çok kent merkezinde olduğu gibi Diyarbakır da bu durumdan etkilenmiş ve göç eden
kesimin tercih ettiği kent merkezlerinden biri olmuştur. Ancak, yeterli alt yapısı bulunmayan sur içi kentsel sit alanına da yerleşmiş bu insanların oluşturduğu yoğunlaşma baskısından doğan tahribat önemli boyutlarda olmuştur. Yıldız Teknik Üniversitesi Koruma
Planlama Grubu tarafından hazırlanan “Diyarbakır Sur İçi Koruma Amaçlı İmar Planı”,
9.11.1990 tarih ve 609 sayılı Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
kararı ile kabul edilerek yürürlüğe girmiş ve bu plan sur içinin korunması konusundaki
yasal zemini oluşturmuştur.
1990 Yılı Koruma Amaçlı İmar Planı Kararları
Bir çok tarihi yapıyı bünyesinde barındıran Diyarbakır sur içinin gelişiminde kentle
ilgili yapılmış planların oldukça önemli bir rolü olmuştur. 1/1000 ölçekli Diyarbakır sur
içi koruma amaçlı imar planı, sur içinin koruması amacına yönelik bugünkü yasal zemini
oluşturmuştur.
Diyarbakır sur içi kentsel sit alanı için verilen kararlarda;
• Yapılan tespitler ile sur içi kentsel sit alanı içinde tescile önerilen 161 anıtsal ve sivil
yapının 72 tanesi bu sayede tescillenmiş, bugün kullanılan tescil listelerine göre anıtsal yapı
sayısı 97, sivil yapı sayısı 170 olmak üzere toplam tescilli yapı sayısı 267’ye ulaşmıştır (107)
1946 ‘da şehir dışında yapılan ilk memur evleri(17)
316 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Gazi caddesi eski görünüm
1926 yılı Gazi caddesi(58)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 317
1950’li yıllar Yenişehir (Beysanoğlu)
1950 yılları Yenişehir evleri
318 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1964 yılı(64)
Sur dışında yapılan ilk apartmanlar
Akçay Apt
Altınel Apt
Ataylar Apt
Ayyıldız Apt
Ayyıldız Apt
Bahar Apt
Beyaz Saray Apt
Bingöl Apt
Çizmeci Apt
Çuhadar Apt
Eğilli Apt
Feza Apt
Ilıksu Apt
Apt Işık
Apt Karadeniz
Merih Apt
Nur Apt
Onur Apt
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 319
Otel Tatlıcı (Gökdelen)
Öbitaş Blokları
Özel İdare Lojmanları
Turistik Otel
Viktorya Apt (86)
İlk olarak 1930 yıllarda birkaç yapı ile sur dışına çıkmaya (surların batı kısmına)
başlayan ve 1950’li yıllardan sonra oluşan yeni kent, Yenişehir diye adlandırılmıştır.
Sur dışındaki alanı, surların batısında surlara yaslanarak gelişen niteliksiz yapılaşma
bölgesi ve surların kuzey batısında üst gelir grubundaki kişiler tarafından tercih edilen
ayrık nizamda az katlı konut alanlarının planlı olarak gelişen bölgesi olarak ayırmak
olasıdır. Surların Kuzey batısındaki yapı düzeni parsel bazında günümüze kadar gelerek
yapı yoğunlukları da artmıştır. Aynı parsellerde mevcutta en az 8 katlı yapılar yer almaktadır. Kent, dört ana bölgeden oluşmaktadır. Suriçi, Bağlar, Yenişehir ve Kayapınar’dır. Şehrin en eski yerleşim alanı olan Suriçi’nin koruma imar planı yapılmış fakat
bu planın uygulanamaması ve 1954 yılında 6217 sayılı kanunun kat irtifakına olanak
tanınmasıyla çok sayıda 1-2 katlı geleneksel evler yıkılmış ve yerlerine çok katlı yapılar
inşa edilmiştir. Bu bölgede onlarca tarihi ev, kilise, cami, hamam, han olmasına rağmen,
plansız gelişimden dolayı tarihi mimari dokunun beton yapılar arasında kaybolduğu
söylenebilir. Bu durum kent kimliğinin zaman içerisinde kaybolmasına da neden olmuştur. 1960’lı yıllarda göç ile artan nüfus, yerleşim bölgesi olarak Bağları seçmiştir.
Önceleri gecekondudan ibaret yapılar, hisseli arsa satışı ile birbirine bitişik yüzlerce
evin düzensiz dizilmesi ve yapı ruhsatı olmayan 5 kata kadar çıkan yığma yapılar ile
taşıtın giremeyeceği dar sokaklarla donanmış bölge haline gelmiştir. Kentin son dönemde hazırlanan imar planlarında kentsel dönüşüm yapılacak alan olarak kayıtlı görünen bu bölge için uygulamanın nasıl ve hangi planlama araçları ile yapılacağı henüz
kararlaştırılmamıştır. Bugün eski Bağlar olarak bilinen bölgenin kentsel sorunları çözülmeden, 2006 imar planı ile Bağlar için kentin batı kısmında gelişme konut alanları
belirlenmiş ve yapılaşmanın başlaması ile yeni bağlar bölgesi ortaya çıkmıştır. Diyarbakır’ın yürürlükteki 2006 yılından önce yapılan Nazım ve Uygulama İmar Planları
1984 yılında onaylanmış ve 1994 yılında revizyon görmüştür. İzleyen dönemde, kentin
kuzeybatısında yoğunlaşan yeni kentsel gelişme ihtiyacını karşılamak amacıyla Kayapınar Bölgesi’nin nazım ve uygulama imar planları yapılmıştır. 1994 yılında yapılan
reziyon imar planından 2006 yılına kadar olan sürede kentin imar planı sürekli plan
değişikliklerine konu olmuştur. 2006 yılında yapılan planla bu sürece son verilmesi
düşünülmüş ancak plan kentin beklentilerini yine karşılayamamıştır. Bu nedenle gü320 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
nümüze kadar plan imar plan değişiklikleri devam etmektedir. Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesinden alınan resmi olmayan verilere göre aylık ortalama 4 imar plan tadilat
dosyası Büyükşehir Belediye Meclisince onaylanmaktadır. Bu veri ile yürürlükteki plan
için 150 den fazla plan değişikliği yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum plana olan
güveni ve uygulama disiplinini zayıflatmaktadır.
Son yıllarda çevre düzeni planı ile imar planları ve nazım planı ile uygulama imar
planları arasındaki kademeli birliktelik kaybolmuş ve uygulama imar planları üzerinde
yapılan plan değişikliklerine dayalı bir planlama ve uygulama süreci öne çıkmıştır. Bu
çerçevede öngörülen nüfus-alan dengeleri, yoğunluklar ve farklı işlevlerin yer seçim
ölçütleri planda hedeflerinin dışında gerçekleşmeye başlamıştır. Bugün gelinen noktada, yürürlükte olan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planlarının, Uygulama İmar Planlarını yönlendiriciliğinin kalmadığı, yürürlükteki planlar ile plan dışındaki
gelişmelerin kentin gelişme vizyonu, hedefleri, gelişme politika ve programlarına dayalı
bütünsel bir planlamanın dışında, parçacı yöntemlerle yürütülmeye çalışıldığı görülmektedir. Diyarbakır kent formundaki değişiklikler de, imar planı yapımı ve uygulama
sürecinin etkisi kadar, son dönemdeki teknolojik gelişmeler ve küresel ilişkilerin günlük hayata girmiş olmasının getirdiği, değişen davranış biçimleri, yaşam tarzlarında
oluşan köklü farklılıklar (Tüketim toplumu olma süreci gibi), kurumlar arası ilişkilerin
Diyarbakır özelinde daha sorunlu olması, AB’ye uyum süreci ile başlayan yasama alanındaki çok hızlı değişimler ve yerel yönetimlerin bu değişimleri anlama ve uygulamada karşılaştığı zorluklar, Planlamanın satın alınacak bir hizmet olarak görülmesi
ancak denetlenmesi konusunda yeterli yasamaların olmayışı, hemen her yerleşmeyi etkileyen göçün Diyarbakır kent formuna belirleyici düzeyde etkileri belirtilmesi gereken
diğer önemli unsurlardır.
Kent formunun oluşum sürecinde tarihi ve kültürel çevrede olduğu gibi, doğal ve
ekolojik çevrede de en önemli sorun koruma-kullanım dengesinin sağlanmasıdır. Bu
çerçevede, araştırma alanında Dicle Vadisi ve tarım toprakları kentin gelişiminde
makro düzeyde ele alınabilecek en önemli çevresel değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kentin gelişme eğilimleri içinde her iki konuda da önemli tehditler söz konusudur. Kentin yakın çevresindeki vadi kaynaklarının rekreasyon potansiyeli de göz önüne
alınarak tahribata yol açacak yapılaşmalara izin vermeden aktif kullanıma açılması hedeflenmelidir. Dicle Vadisi, kent merkezine yakın oluşu ve doğal kaynak nitelikleri
açısından, kentin aktif yeşil alan, spor ve çeşitli rekreasyon alan kullanımları için en
önemli bölgelerden biridir. Bölgenin iyi bir planlama yaklaşımı ve uygulanabilir proje
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 321
bütünselliğinde, doğal niteliklerinin korunması ve geliştirilmesi durumunda kentin
bugün çok yetersiz olan yeşil alan, park gibi kentsel donatı ihtiyacı karşılanmış olacaktır. Bu yaklaşım ile vadiye sırtını çevirerek gelişen kent Dicle Vadisi’ni de içine alarak vadinin doğu tarafında yer alan (Dicle Nehri’nin doğusu) Üniversite Kampus alanı
ile bütünleştirilebilecektir. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince 2006 yılında yapılan
Nazım imar Planı ile kentin tüm yönlerine farklı yoğunluklarda gelişme konut alanları
önerilmiştir. Yeni yerleşik alanların imar ile yapılaşmaya açılması yerine, mevcut düşük
yoğunluklu niteliksiz konut alanlarının kentsel dönüşümleri yapılarak kentsel konfor
ölçütleri yükseltilmelidir. Bu çerçevede kentsel altyapısı hazır alanların yeniden kullanımı ile hizmet maliyetlerinde önemli azalmalar ve hızla yok olan tarım alanlarının
da korunmasına katkı sağlanabilecektir.(88)
Diyarbakır’ın ana konut alanı olan sur içi bölgesi, 1950’den sonra toplumsal açıdan
nitelik değiştirmiştir. Cumhuriyet’in kurulusundan sonra hızlanan sosyo-ekonomik
değişim sonucu eski konut merkezi niteliğini yitirmiş ve bölgede meydana gelen terör
olaylarından dolayı kente göç eden nüfusun geçici olarak barındığı bir alan haline dönüşmüştür. Bölgedeki terör olaylarının etkisi ile evlerini terk ederek büyük kentlere
göç eden yüksek gelir gruplarına ait yerleşim yerlerine yine terör nedeni ile yaşadığı
ilçe ve köylerden gelen alt ve orta gelir grupları yerleşmiştir. Bunun yanı sıra yalnız bir
aile tarafından kullanılan geleneksel konutlar, yaşanan göç olayları sonucunda çeşitli
bölümlere ayrılarak, birden fazla aile tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Göçler sonucunda kentte gecekondulaşma süreci de başlamıştır. Bir süre sonra konutlar ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmiş ve bunun sonucu olarak yeni konut alanları ihtiyacı
doğmuştur.
Sur içindeki konut potansiyelinin ihtiyaca cevap vermede yetersiz kalması sonucu
1950’lere kadar sur içinde sıkışıp kalan kent, sur dışına taşınarak, yeni yerleşim bölgeleri oluşturulmuştur. Diyarbakır sur dışı bölgesi, kuzey ve kuzeybatı yönlerinde büyümeye başlamıştır. Kentin sur dışında yeni imara açılan alanlarda 1- 2 katlı ev veya 3- 4
katlı apartmanlar yapılmıştır. 1970’li yıllara kadar konut talebi, bu konut modelleriyle
karşılanmıştır. Konut sunumları, 1970’li yıllardan sonra göç ve diğer nedenlerle artan
nüfusun talebini karşılamada yetersiz kalmıştır. 1- 2 Katlı bahçeli evler ile 3- 4 katlı
apartmanlar yıktırılarak, yerlerine çok katlı apartmanlar yapılmış ve böylece konut sorununun çözüleceği düşünülmüştür. Daha sonraki dönemlerde, konut talebinin aşırı
düzeyde olması, Toplu Konut İdaresi’nin Diyarbakır’da konut üretim sürecine katılmasını zorunlu kılmıştır (104)
322 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1967 yılı konut sorunu
Diyarbakır şehrinin nüfus artış oranının yüksek oluşu, ailelerin küçülmesi, civar illerden ve köylerden şehre göçün fazlalığı konut sorununu doğuran nedenlerin başında gelir.
Gittikçe gelişen ve yayılan şehirde ayrıca «Gecekondu» durumu bir problem olarak
meydana çıkmış bulunmaktadır.
775 sayılı kanuna göre «İmar ve yapı işlerini düzenleyen mevzuata ve genel hükümlere bağlı kalmaksızın kendisine ait olmayan arazi ve arsalar üzerinde sahibinin rızası
alınmadan yapılan izinsiz yapılar» a «Gecekondu» denir.
Gecekondular, şehrimizde daha çok 1946’dan bu yana yapılmaya başlamış ve köyden
şehire akımın gerektirdiği çeşitli nedenler yüzünden bugünkü safhaya gelmiş
bulunmaktadır. Gecekondular, şehrin en merkezî kısımlarında bulundukları gibi daha
çok civar mahallelerde toplanmış durumdadır.
Halen şehrin 10 bölgesinde gecekondu küreklerini taşıyan 5899 bina mevcuttur.
Ayrıca, 6785 sayılı imar ve yapı işlerini düzenleyen kanuna aykırı olarak kendi tapulu
mülkü üzerinde yapılmış bulunan gecekondu niteliğinde izinsiz yapılar da vardır.
Gecekonduların bulundukları bölgeler ve adetleri aşağıda gösterilmiştir.
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
Gecekonduların bulunduğu bölgenin adı:
Kore Mahallesi
Cavat Paşa Mahallesi
Alipınar Mahallesi
Elektrik Fabrikası çevresi
Şayak Fabrikası civan
Toprak Mahsulleri Ofisi yanı
Yeniköy
Dicle Mahallesi
D.S.İ. yanı
Bağlar
Gecekondu adedi
1700
9
900
50
10
65
25
13C
10
3000
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 323
1967 yılı Diyarbakır
1967 yılı Yenişehir
324 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Trafik bahçesi ve yenişehir
1964 yılı(64)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 325
Dilan sineması-Turistik otel
1967 yılı(Adil Tekin)
326 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1973 yılı Yenişehir(58)
1973 yılı Suriçi(58)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 327
1973 yılı Yenişehir(58)
1973 yılı Dağkapı (58)
328 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
(58)
1973 yılı (58)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 329
2013 yılı orduevi
1973 yılı(Diyarbakır 1973 il yıllığı
330 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
1973 yılı ofis caddesi,anıtpark58)
1973 yılı sosyal meskenler(58)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 331
1973 yılı Gazi Caddesi (58)
Günümüzde Gazi Caddesi
332 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Hızlı kentleşme sürecinde bölgedeki kimi kentlerin nüfusu aşırı şekilde artmıştır. Örneğin, Diyarbakır’ın Kayapınar Beldesi (büyükşehir belediyesinin alt belediyesi) 1991’de
belediyelik olduğunda 3 bin nüfusu vardı. 2000 yılında 68 bin olan Kayapınar’ın nüfusu
2011
yılında
150
bin
civarında
olduğu
belirtilmektedir.
(http://www.kayapinar.gov.tr/kayapinar-ilcesi/8.11.2011). Bu verilerden anlaşıldığı gibi
son 20 yılda Kayapınar’ın nüfusu 50 kat artış göstermiştir. Diyarbakır’ın yeni yerleşim
yerlerinden biri olan Bağlar semtinde düzensiz ve birbirine bitişik yüzlerce ev adeta üst
üste binmiş durumdadır. Diyarbakır kent merkezindeki konutların % 75’şinin iskan ruhsatının bulunmadığı belirtilmektedir
1985-2005 tarihleri arasında Diyarbakır’a 300 bin civarında kişinin göç ettiği, göçle
gelen bu insanların en az % 50’sinden fazlasının gecekondu ve kaçak yapılarda yaşadığı
belirtilmektedir.
Diyarbakır’da 1996’da yapılan kent imar planında 119.200 metre kare yeşil alan ve
sosyal donatı yeri olarak bırakılan boş alan daha sonra planda yapılan değişiklikle konut
yapıla yapılar söz konusu alandan sadece 17.350 metre kare boş alan kalmıştır. İmar kanununda kişi başına 7 metre kare olarak hesaplanan yeşil alan Türkiye ortalaması kişi
başına 5-6 metre kare iken, Diyarbakır’da kişi başına 2.14 metre kare alan ve 0.23 metre
kare aktif yeşil alan düşerek Türkiye ortalamasının çok çok altındadır. İç içe girmiş, birbirine yapışık yüzlerce apartmanın içinde, herhangi bir yangın veya acil durumunda iki
itfaiye erinin yan yana geçemeyeceği kadar dar olan sokaklar bırakılmış, kent en iyi imar
planı ile dahi düzelemeyecek derecede tahrip olmuştur. Bu tür gelişmeler 1990’lı yıllarda
aynı zamanda Diyarbakır’da kaçak yapılaşmanın önünün sonuna kadar açıldığını ve belediyenin denetim yapmadığını göstermektedir.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içindeki Bağlar Semti’nde Fatih, Muradiye,
Kaynartepe, 5 Nisan ve Körhat Mahalleleri’ndeki konutlardan hiçbirinin iskan ruhsatı
yoktur. Yenişehir semtinde ise Aziziye, Cumhuriyet, Dicle, Ferit Köşkü ve Gürdoğan
Mahalleleri’ndeki konutların iskan ruhsatı yoktur. Bu semtlerdeki konutların geneli gecekondu niteliğindedir. Diyarbakır’ın değişik semtlerinde 10 bin civarında gecekondunun bulunduğu, kent nüfusunun yarısından fazlası gecekondu ve kaçak yapılarda yaşadığı
belirtilmektedir (102)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 333
Diyarbakır Türküsü
Ömrüm
Yağız ömrüm, gül ömrüm
Düştüğüm ateşlerde feryadlara gömdüğüm
Dağlı ömrüm, ah ömrüm
Hani bir kavgada gördüğüm
Hani ağladığım hani güldüğüm
Bir tel saçına yüzüm sürdüğüm
Ömrüm
Gibi ömrüm
Gibi sevdam
Aslan gibi durduğun diyarbakır gibi
Alnında derin çizgiler ellerinde nasır
Surların içinden geçen şehrin sarkışı
Ah ulan diyarbakır
Seni sevmek adamda yara bırakır
Ve bir yanını ateşler içinde
Ve bir yanını yıkılmış delikanlı hüznüyle
Ve bir de hışımla
Ve onulmaz acılarla bırakır, Diyarbakır
Her sabah kalbimizin önüne
Yel eser kül savurur
Geceden artanı
Her şafakla kendini yedi kat göğe vurur
İner yedi kat yere
Irmakların türküsü olur
Gelir geçer içimizden
Gelir geçer bir şehrayin şehrin kalbinden
Benim başımda kasketim
Boynumda mendilim
334 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cebimde tabakam tütünüm tesbihim
Cebimde kuşlara öğrettiğim türkülerim
İnce fitil gömleğim ve amansız cesaretim
Şehrin kaldırımlarına dokunur
Dokunur türküler gibi
Delilo olur
Lorke olur
Ah bu aşk ah bu şehir
Yangınlar içinde halaya durur
Halaya durur çocukları sokakların
Sokakların çocukları
Bilmem kaç yüzyıldır öylece durur
Ama aç ama tok
Ama durur öylece
Ve durur öylece diyarbakır
Bu şehir her gece
Sınanır iyice
Her yıldızıyla gökyüzünde
İçime dokunur
Dokunur içime hasreti yalnızlığının
Sana dokunmak Diyarbakır
Bir vurguna dokunmak gibidir
Kor gibidir kızgın alevler içinde
Bu şehri tutmak gibidir başım üstüne
Güneşi sevmek gibidir göremesen de
Ve sevmek gibidir her yanını
Ama ateşini ama kavgasını ama böğrümde yarasını
Aslan gibi durduğun Diyarbakır gibi
Alnında derin çizgiler ellerinde nasır
Surların içinden geçen şehrin sarkışı
Ah ulan Diyarbakır
Seni sevmek adamda yara bırakır
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 335
Ve bir yanını ateşler içinde
Ve bir yanını yıkılmış delikanlı hüznüyle
Ve bir de hışımla
Ve onulmaz acılarla bırakır, Diyarbakır
Her sabah kalbimizin önüne
Gelip geçişin
İnce duruşun
Türkün
Ve delikanlı yanın
Başım üstüne
İbrahim SADRİ
Diyarbakır kentinin nüfusu, 1980 yılında 374 264 kişiye, 1990 yılında ise, 600
640’a ulaşmıştır. Bağlar bölgesinde 1960’lardan sonra başlayan plansız yapılaşmaya,
1985 planı ve 1994 planı ile planlanma ve denetim arayışı getirilse de bu çabalar yeterli olamamış, altyapısız, plansız gelişme yoğunluk artışı ile sürmüştür. 1985’lerde,
yeni Mardin ve Urfa yollarının da etkisiyle gelişmeler bu yolların çevresine kaymış,
bu bölgelerde işyerleri ve kamu kuruluşlarının yanı sıra planlı ve plansız konut gelişmeleri yoğunlaşmıştır. 1985 yılında yürürlüğe giren planın alanı Sur, Yenişehir, Bağlar
ve o dönemde köy statüsünde olan Kayapınar bölgesidir 1985 sonrası kentin yayılma
alanı Şanlıurfa ve Elazığ yolu ile bu yollar arasındaki Kayapınar Bölgesi’nde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde, güneyde Şehitlik bölgesi büyümesini sürdürmüştür. Kentin
mekânsal gelişme sürecinde, bazı eski kırsal yerleşme alanları da kentin yayılma alanı
içinde kalmıştır (100)
Son dönemlerde, özellikle 1990 sonrası gelişmeler Elazığ ve Şanlıurfa yolları arasındaki Kayapınar Bölgesine kaymıştır. Bu bölgenin plansız gelişimi, 1985 planı ile
kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu bölgede düşük yoğunluklu Diclekent konut
kooperatifi ve benzeri gelişmeler bölgenin çekiciliğini arttırarak planlı gelişmeyi de
özendirmiştir. Ancak 1994 ve daha sonraki planlar ile yapılan revizyonlar ve yeni
plan çalışmaları ile bölgenin yoğunlukları 1985 planına göreli olarak 3–4 kat artırılmıştır. Bu bölge kentin başlıca gelişme alanlarından birisi olup, temel sorunu aşırı
yoğunlukla gelişme eğilimidir. (100)
336 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Günümüzde Diyarbakır
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 337
Kayapınar Gökdelenler
Kayapınar Gökdelenler
338 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Kayapınar Gökdelenler
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 339
Villalar
Bugün tarihi köşklerin yerini villalar aldı (Urfa yolu)
340 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Bugün tarihi köşklerin yerini villalar aldı (Urfa yolu)
Urfa yolunda modern villalar (F Türkoğlu)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 341
Urfa yolunda modern villalar (F Türkoğlu)
Urfa yolunda modern villalar(F Türkoğlu)
342 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Urfa yolunda modern villalar(F Türkoğlu)
Diyarbakırda yeni yaşam modeli site şeklindedir.
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 343
Diyarbakırda yeni yaşam modeli site şeklindedir.
Silvan yolunda villalar
344 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Silvan yolu villalar
Silvan yolu villalar
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 345
Diclekent-Diyarbakir -Fot.Nejat Satici
Kurutmalik biber ve modern binalar-Fot.Nejat Satici
346 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Konut sisteminde paradoks
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 347
Apartmanlar ve yün yıkanmış bir dam
Dicle üniversitesi lojmanları
348 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
Cumhuriyet dönemi Suriçi durumu
Diyarbakır, tarihi kentsel dokuyu oluşturan sur içi semtindeki tipik eski sokaklar,
özellikle son 30 yılda inşa edilen yapılar ile tarihi ve kültürel özgün dokusunu kaybetmiştir. 1978 yılında 1.derecede kentsel sit alanı ilan edilmiş olan Sur içinin, 1990 yılında
ise koruma amaçlı imar planı yapılmıştır. Günümüz mimari yapılanması açısından sur
içindeki geleneksel doku, betonarme yapılarla beraber uyumsuz bir kentsel yapılaşma
dokusu ortaya sermiştir. Bu sorunların somutlaştırılmasına yönelik çeşitli istatistiksel
veri değerlendirmeleri yapılmıştır.(103)
Suriçinde bulunan 8732 yapıdan yaklaşık altı bin yapının tamamen yeniden yapıldığı,
1946 yapının temel, kapı, kemer gibi tarihi doku izi taşıdığı, bunların içinden sadece 77
tanesinin tamamen bütün özellikleri taşıyarak ayakta olduğu tespit edilmiştir. Suriçi bölgesinde yapılmış olan 2 veya 3 katlı, düz cepheli, bazen de avlulu tuğla yığma yapılar doku
içinde fazla göze batmamaktadır. Suriçinin en büyük sorunu temelsiz, üç kattan fazla, kolonsuz, kiriş kalınlıkları farklı tuğla yığma binalardır. Yaklaşık 5000’den fazla yeni yapının
büyük bir kısmı tuğla yığma yapıdan oluşmaktadır. Suriçindeki yığma yapıların bulunduğu
bölgeler, nüfus yoğunluğunun fazla olduğu kesimleri oluşturduğundan tehlikenin boyutu
daha da artmaktadır. Diyarbakır kentinde Suriçi ve çevresi tarihi ve mimari birikimin yer
aldığı bölgedir. Sur içindeki konut alanları homojen görünümlü olup, bitişik düzenli, toprak damlı, yüksek avlu duvarlarıyla çevrili, kapı ve cumba süslemeleri olan yapılardan oluşmaktadır. Sokaklar dar, yer yer çıkmaz sokaklarla biten, gölge-güneş oranları iyi ayarlanmış,
köşe başlarında çeşmelerin bulunduğu bir strüktürü yansıtmaktadır.
Suriçi; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğü’nce 1988 yılında
Birinci Derecede Kentsel Sit Alanı olarak ilan edilmiştir. Suriçi’nde tarihi ve kültürel değere sahip halen 266 yapı tescili olup, bunların 97’si anıt, 9’u kamu binası ve 160’ı da
sivil mimari örnekleri olan evlerdir. Dini yapılar ve kullanımda olan kamu binaları; hanlara, hamamlara ve otellere oranla daha iyi korunmuş durumdadır. Sivil mimari örnekleri
göreli olarak düşük bir pay almakta olup, evlerden ancak 108’i korunabilmiştir.(103)
Suriçi’nin mevcut evlerinden 1946’sı tarihi doku izlerini taşımaktadır ve bunların da
ancak 77’si restorasyona uygundur. Özellikle son 30 yıl içerisinde harap olmuş ve yok
olmuş, yaklaşık %94’ünün 1 veya 2 katlı olduğu geleneksel evlerin yanı sıra, Suriçi’nde
sayısı 5000 olan yeni yapı da bulunmaktadır. Çoğu yığma tuğla tarzı bu yeni yapıların
%44’ü 3 katın üzerinde olup, aralarında 9 kata kadar da çıkan vardır. Bu çarpık yapı ve
kültürel ve tarihi miras kaybının önlenmesi gerekmektedir .(103)
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDAN GÜNÜMÜZE DİYARBAKIR EVLERİNİN SERENCAMI 349
KAYNAKLAR
1- Haluk Togay. Diyarbakır evlerihttp://dergi.mo.org.tr/dergiler/2/8/6.pdf
2- Pınar Çiftçi. Diyarbakır’ın Dicle Kıyısı’ndaki Köşk Yapıları Yüksek Lisans Tezi Van –
T.C.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı 2007
3- Havva Özyılmaz. Diyarbakır Geleneksel Konut Mimarisinde Morfolojik Analiz: Geleneksel Konutların Güncel Kullanımda Değerlendirilmesi (Doktora Tezi) Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Ocak 2007
4- Yrd. Doç. Dr. Mine Baran, Öğr. Gör. Aysel Yılmaz, Geleneksel Diyarbakır Evlerinde
Avlu Ve Su Öğesi. Diyarbakır’da tarım Çevre ve doğa sempozyumu. 2011.c.2
5- Yrd. Doç. Dr. Mine Baran Öğr. Gör. Aysel Yılmaz. Bazalt Taşlı Kent’te Bir Mekan
(Cahit Sıtkı Tarancı Evi) Diyarbakır’da tarım Çevre ve doğa sempozyumu. 2011.c.2
6- Hakan Sidar Nurani, Prof. Dr. Selim Erdoğan. Karacadağ’daki Taşlık Arazilerin Diyarbakır Ve Bölge Ekonomisi İçin Önemi. T.C. Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Maliye Ve Ekonomi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi Diyarbakır. 2009
7- Aylin Erçin Kahveci Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah Kadayıfçı. Diyarbakır Yöresinde Bazalt Taşının Yapı Malzemesi Olarak Kullanımının İncelenmesi Üzerine Bir Araştırma Yüksek Lisans Tezi Yapı Eğitimi Anabilim Dalı Isparta. T.C. Süleyman Demirel
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü–2008
8- İclal Oral. Eski Diyarbakır evlerinde malzeme-strüktür-süsleme ilişkisi üzerine bir araştırma. D.Ü. Mimarlık AD. yüksek lisans tezi. Diyarbakır. 1993.
9- Prof. Dr. O. Cezmi Tuncer. Diyarbakır yapı sanatından kesitler. 1.Bütün yönleriyle
Diyarbakır sempozyumu. 27-28 Ekim 2000.Ankara.s.111
10- Doç. Dr. Doğan Erginbaş. Diyarbakır Evleri. İ.Ü. Mimarlık Fak. Doçentlik tezi.
İst.1953.
11- Diyarbakır’daki Geleneksel Konut Mimarisinde Süsleme Anlayısı 311History Studies
Volume 2/1 2010
12- Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer. Diyabakır Yapı Sanatından Kesitler 1. Bütün Yönleriyle Diyarbakır sempozyumu. 27-28 Ekim.2000.s.108
13-Prof. Dr. Vecihi Özkaya. Diyarbakır Özelinde Taş İşleme Sanatının Arkeolojik Gelişimi
http://hattihitit.blogcu.com/diyarbakir-ozelinde-tas-isleme-sanatinin-arkeolojik gelisimi/4106660
14- Müslüm ÜZÜLMEZ http://www.kritize.net/yorum-inceleme-analiz/444-hilarcayoenuende-ckartlan-ve-diyarbakr-arkeoloji-muezesinde-sergilenen-buluntularn-listesi
15- http://ekitap.kultur.gov.tr/
16-28 Ocak 2013. www.diyarinsesi.org
350 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
17- M. Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. Kent yay. İst. 1999
18-Vecihi Özkaya, Aytaç Coşkun, Nevin Soyukaya. Körtiktepe. TC.Kültür ve Turizm
Bakanlığı-Diyarbakır valiliği. 2103s.17,s.60,66
19- Taşlar ve Düşler DİYARBAKIR-Diyarbakır Büyükşehir Beld. Yayını
20- Vecihi Özkaya. Diyarbakır-Batman Yöresinin Erken Kültür Tarihi Açısından Körtiktepe Höyüğü’nün Önemi. Geleneksel Diyarbakır El Sanatları. Prof.Dr.Kenan Haspolat,
Yrd. Doç.Dr.Evren Daşdağ.Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi yay.2013
21- Aslı Erim Özdoğan Çayönü, Diyarbakır’da Uygarlığın İlk Adımları. Geleneksel Diyarbakır El Sanatları. Prof. Dr. Kenan Haspolat, Yrd. Doç. Dr. Evren Daşdağ. Diyarbakır
Valiliği-Dicle Üniversitesi yay. 2013
22-Yrd. Doç. Dr. Neslihan Dalkılıç, Yrd. Doç. Dr. Ayhan Bekleyen. Geleneksel Diyarbakır
evleri. Yrd. Doç. Dr. İrfan Yıldız(ed). Diyarbakır Mimarisi. Diyarbakır Valiliği yay.2012
23- Dr. Gülsen Bas Doç. Dr. Kadir Pektas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi Mimarisinde
Süsleme. T. C. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim
dalı Van-2006
24-Prof.Dr. O.Cezmi Tuncer. Diyarbakır Evleri. Büyükşehir belediye yay.1999.s21,.26
25- Prof. Dr. Muhammet Beşir Asan, Ayşe Demirtaş. İslam Fethine Kadar Diyarbakır
T.C. Fırat Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Tezi Elazığ 2007
26-Akın Gölcük. Kentsel Planlama Sürecinde Kent Formundaki Değişimlerin Diyarbakır
Kenti Örneğinde Araştırılması Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi. Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Adana, 2010
27- Nimet Gökçe Korkmaz. Tez Danışmanı: Doç. Dr. Can Binan (Ytü). Diyarbakır Kiliseleri Kapsamında ‘’Surp Sargis Kilisesi’’ Koruma Ve Restorasyon Önerisi. Yıldız Teknik
Üniversites Fen Bilimleri EnstitüsüYüksek Lisans Tezi İstanbul, 2006
28- Pınar Çiftçi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Top. Diyarbakır’ın Dicle Kıyısı’ndaki Köşk Yapıları. T.C.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi Van.2007
29-”http://tr.wikipedia.org/wiki/Mezopotamya_Mimarisi”‘
30-İclal Aluçlu, Hale Demir. Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Tasarım Kriterleri 1.Nebiler
Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır. 2010
31-İbrahim Özcoşar. 315 no’lu Diyarbakır şeriyye sicili. D.Ü.Tarih Bilim dalı yüksek lisans
tezi. 2000.s.285
32- Mine Baran. Tarihi Diyarbakır Evlerinde Eşyanın Kimliği, Geleneksel Diyarbakır El
Sanatları. Diyarbakır Valiliği, Dicle Ün, Tarım Bakanlığı Yay. 2013
KAYNAKLAR 351
33- Aysel Yılmaz. Diyarbakır Sur İçi Sokak Dokusuna Kimlik Kazandıran Yapı Cephelerindeki Taş Tasarımı Geleneksel Diyarbakır El Sanatları. Diyarbakır Valiliği, Dicle Ün.
Tarım Bakanlığı Yay.2013
34-Çınar Kaymakamlığı. Çınar-2000
35- Alaattin Dikmen. Şehirleşmede İnancın Etkisi: Diyarbakır Örneği. Diyarbakırda
Tarım Çevre ve Doğa sempozyumu. 2011
36-Murat Bozdoğan, Hamdullah Işık. Çermik. Çermik Kaymakamlığı.2012
37- Derman Bayladı. Dinler Kavşağı Anadolu. Say yay. Ank.1998.s.17
38- Orhan Cezmi Tuncer. Anadolu Kervan yolları. Vakıflar genl md. yay. Ank. 2007s.85
39- Dr. Kenan Erzurum. Fotoğraflarla Diyarbakır ve Kültü Varlıkları Bahçeşehir ün
yay.İst.2012
40- http://www.diyarbakir-bld.gov.tr/
41- Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelikhayat. Kent yay. İst.2007.s.22
42-2000’e beş kala Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.1995.s.82
43- Tuba Çameli Milliyet.21.07.2004
44- Mevlüt mergen. Bibi’nin Diyarbekir feryadı. Doğuş matb. Diyarbakır. 2009 s.87
45- Zübeyde Kırmızı. Amid-i Nur. Diyarbakır Büyükşehir belediye yay. İst.2009..
46-Şefik Korkusuz. Bir Zamanlar Diyarbekir. Kent yay.İst.1999
47- M Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelik hayat. Kent yay.İst.2007.s.20
48- İbrahim Özcoşar. 315 no’lu Diyarbakır şeriyye sicili. D.Ü. Tarih Bilim dalı yüksek lisans tezi. 2000.s.286
49- Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli Bir Öğe Suriçi
Dokusu ( Diyarbakır Kale-Kent ).1.Uluslararası Nebile Sahabiler,Krallar Kenti sempzoyumu.2009
50- Dalkılıç, N., Geleneksel Diyarbakır EvlerindePlan, Cephe ve Yapı Öğeleri Tipolojisi,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara,
70-71, 72-73, 1999.
51- Dr. Yaşar Subaşı Direk Sosyo-Kültürel Yapının Konut Oluşumuna Etkisi: Diyarbakır
Örneği Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 Bahar2006 C.5 S.16 (105-113)
52- Yrd. Doç. Dr. Mustafa Gündüz Yrd. Doç. Dr.M. Cengiz Yıldız Türk Yazılı Kültüründe Komşuluk Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.esosder.org Electronic Journal
of Social Sciences [email protected] Yaz-2008 C.7 S.25 (123-138) ISSN:1304-0278
Summer-2008 V.7 N.25
53- Şefik Korkusuz. Eski Diyarbekir’de Gündelik hayat.Kent yay.İst.2007 S.18,29
54- M Şefik Korkusuz:Eski Diyarbekir’de Gündelik hayat.Kent yay.İst.2007.s.20
352 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
55-Dr.Emrullah Güney.Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi. Diyarbakır. 1991. s.64
56-. M.Şefik Korkusuz.Eski Diyarbekir’de gündelik hayat.Kent yay.İst.2007
57- Orhan Miroğlu:Canip Yıldırım’la Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı.İletişim yay.
İst. 2005.s.68
58-1973 il yıllığı
59- Öğr.Gör.Aysel Yılmaz Yrd.Doç.Dr.Mine Baran. Diyarbakır Küçeleri
(Sokakları).1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu.2010
60- Zübeyde Kırmızı.Anid-i Nur.Diyarbakır Büyükşehir belediye yay.İst.2009
61- Mevlüt Mergen Bizimde eşek çöpçülerimiz vardı.Yeniyurt gzt29 Aralık 2010,
62-20 Eylül 2013www.diyarinsesi.org
62- Mehmet Songur Diyarbakır evleri .Güneydoğu Güncel04 Kasım 2013
63- İbrahim Yavuz.Şehir çocuği.İnter basım.İst.2010.s.163
64- Adil tekin.Fotoğraflarda Diyarbakır.1964
65- Ayhan Bekleyen .Eski Diyarbakır Evlerinin Kitlesel Biçimlenmesini Etkileyen Assal Elementlerin Belirlenmesi.D.Ü.Mimarlık Anabilim dalı Yüksek Lisans tezi .Diyarbakır. 1993
66- Armağan Tanrıkulu ,M. Adnan Aksoy Diyarbakır Kültür Ve Turizm Projeleri Raporu T. C. Karacadağ Kalkınma Ajansı.Mayıs 2012
67- Prof.Dr.Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır kent kimliği Birinci Bütün Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu.Ankara 2000.s.166
68- Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Evleri.DBB yay.1996
69- İhsan Işık(ed)Diyarbakır Ansiklopedisi.Elvan yay.Ank.2013.c.1 .s.384
70- Yılmaz Erbatur.Diyarbakır’ ı Anlatmak -5 (Ermeni Komşularımız) .wwwdiyarinsesi.org
71- Şeyhmus Diken.Anılardaki şehir,şehirdeki hayat.Tüm Yönleriyle Diyarbakır Sempozyumu 2.DİTAV yay.Ank.2011.s.308
77-Şefik Korkusuz.Bir zamanlar Diyarbekir.İst.1999
78-Adil Tekin.Diyarbakır.D.Ü.matç1997
79- Halit Ötük.Diyarbakır’da kış. 2013-12-13.www.amedinsesi.org
80-14 Ekim 2013 www.diyarinsesi.org
81- Nesrin Erdoğmuş.Çocukluğumu özlüyorum18 Nisan 2013 www.diyarinsesi.org
82- Mevlüt Mergen.Bibi’nin Diyarbekir Feryadı.Diyarbakır 2011
83- Şeyhmus Diken Diyarbekir Diyarım Yitirmişim Yanarım İletişim yay.İst.2003.s.283-285
84-Mevlüt Mergen Hacı kapıları.Yeniyurt gazetesi.9-10-2010
85- Mıgırdıç MargosyanGavur Mahallesi. 1995. 3. Baskı. Araş Yayınları
86- İbrahim Yavuz Şehir Çocuği -Simurg yay.İst.2010.s163
87- Mevlüt Mergen.Diyarbakir evleri Yeni yurt gazetesi 12-2-2014
88- Akın GölcükKentsel Planlama Sürecinde Kent Formundaki Değişimlerin Diyarbakır
KAYNAKLAR 353
Kenti Örneğinde Araştırılması. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek
Lisans TeziPeyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı Adana, 2010
89- M.Ali AbakayDiyarbakır Mutfağında Yemek Kültürü .tyb.org
90- Yayına Hazırlayan: Doç. Dr. Mazhar Bağlı.Diyarbakır El SanatlarıTarihsel Gelişimi
Ve Tekniği) Ab-Ticaret Odası-Gap Yay.Söz Ofset.Diyarbakır.1.Baskı
91- Prof. Dr. Orhan Cezmi Tuncer. Diyarbakır Yapılarında Üst Örtü.Diyarbakır Mimarisi.Diyarbakır valiliği yay.2012
92-Mıgırdıç Margosyan Gâvur mahallesi .Aras yay.İst.2006..s.81
93- Şeyhmus Diken Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım.İletişim yayi. İst. 2003.. 283,285
94- Şeyhmus Diken Diyarbakır Sırrını Surlarna Fısıldayan Şehir .İletişim yay.İst.2003
.s.115 ,243
95-Kamuran Karadağ(ed) Borsa 21.dergisi 4.Yöresel ve geleneksel Ürünler fuarı.özel sayı
96- M.Şefik Korkusuz.Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat.Kent yay.İst.2007 .s.20 ,29,31 ,54
97- M.Şefik Korkusuz.Eski Diyarbekir’de Gündelik Hayat.Kent yay.İst.2007 .s. 22 ,23
98- M Şefik Korkusuz.Seyahatnamelerde Diyarbakır.İst.Kent yay.1999..
99-Prof. Dr. Zülküf Güneli.Diyarbakır Kent Kimliği İçin Önemli Bir Öğe Suriçi Dokusu ( Diyarbakır Kale-Kent ). 1. Nebiler Sahabeler Azizler Krallar kenti sempozyumu.
Diyarbakır. 2010
100- Türkan Kejanlı Diyarbakırda Şehircilik Ve Çarpık Kentleşme.Diyarbakır’da tarım
Çevre ve Doğa Sempozyumu.2011
101- İclal Aluçlu Hale Demir. Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Tasarım
Kriterleri.1.Uluslararası Nebiler Sahabiler Azizler,Krallar kenti Diyarbakır
sempozyumu.2010
102- Ahmet Kayan.Gap Bölgesinde Kentleşmeden Doğan Sorunlar Ve Çözüm Önerileri.
Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi C:2 S:3 Yaz 2013 (24-43)
103- Sertaç Karakaş Abdulhalim Karaşin, Şeyhmus Gürbüz Ve Havva Özyılmaz. Diyarbakır Suriçinde’deki Yığma Binaların Afet Potansiyeli Bakımından Değerlendirilmesi
Tmmob Afet Sempozyumu S.369
104- Feride Burcu Çidam Diyarbakır Kent Dokusunun Turizm Ve Rekreasyon Kaynaklarının Peyzaj Mimarlıgı Açısından Degerlendiilmesi Peyzaj Mimarlıgı Anabilim Dalı
Ankara. Ankara Üniversites Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi 2007
105-2000’ beş kala Diyarbakır.İl yıllığı
106-1936 il yıllığı
107- Yrd. Doç. Dr. D. Türkan Kejanlı. Sur İçi Dokusunun Planlama Süreci Ve
Koru(Nama)Ma Sorunları. Tmmob Diyarbakır Kent Sempozyumu, 24–26 Nisan 2009,
Diyarbakır 12
354 DİYARBAKIR’IN TARİHİ EVLERİ
108- Mıgırdiç Margosyan Gâvur Mahallesinden Çıktım Yola 20 Ocak 2010 .Osmanlı
Bankası Arşiv ve Araştırma merkezi
109-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik Xıx. Yüzyılın Îlk Yarısında Diyarbakır (17901840) (Fizikî, İdarî Ve Sosyo - Ekonomik Yapı).TTK matb.Ank.1995
110- Orhan Cezmi Tuncer.Diyarbakır Sur içi Anıtları ile Köşkler ve Bağevleri.DBB
yay.2012
111- Dr Kenan Erzurum .Fotoğraflarla Diyarbakır ve Kültür Varlıkları 1928.Bahçeşehir
Ün yay. İst.2012
112- Şevket Beysanoğlu.Diyarbakır Tarihi.DBB.yay.Neyir matb.Ank.2001
113 Nevin Soyukaya- Ercan Alpay - Fatma Kaya - Elif Hanar - Şeref Yumruk-Zafer Han
-Orhan Balsak –Diyarbakır Kültür envanteri-2.Diyarbakır Valiliği.2012
114- İhsan Kanat.Şeker kokulu Ülke Amed.Deniz ofset.2014
115- Halil Değertekin.Diyarbakır Anıları.Kanguru yay.Ank.2012.s.11-13116- M.Kadri
Göral.Cevahir Çıkını.Gökçe ofset.Ank.2009.S.235-236
116- Muharrem Cebe.Diyarbakır Gezi Rehberi.DBB.yay.2011.S.60-66
KAYNAKLAR 355