Kalemin Kıyamı

Transkript

Kalemin Kıyamı
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Kalemin Kıyámı
Okumadığı Kitaba İnandığını Söyleyen
Yalan Söylüyordur
Kalemzáde|BLOG2014
kalemzade.nete-kitap
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Kalemzáde|BLOG5YIL
[email protected]
Haziran2014-Ekim2014|TuzlaİSTANBUL
Ekim2014-Aralık2014|DarıcaKOCAELİ
Güncelleme/Eylül2015|DarıcaKOCAELİ
Kitabın tüm hakları yazara aittir
Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın, kendi namına kullanılamaz
Ticari değildir
Para ve sair yollarla satılamaz
All rights reserved to the author
On behalf, any content of the book can not be used without permission
Not commercial
No permission for sale
Kitabı okumak ve paylaşmak isteyenler
kalemzade.net sitesi üzerinden e-posta ile bloga üye olduktan sonra
A5-pdf formatındaki nüshayı gönül rahatlığıyla indirebilir
Máliyetine bile olsa ticári maksat gütmemek kaydıyla çıktısını alabilirler
SubhanAllah…
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
Hangi bilimsel cevap,
hangi araştırmacının ulaştığı sonuç
ya da hangi mucize
o anlamadığınız ayeti
şu yukarıdaki hak cümle kadar açıklayıp rahatlatabilir sizi?
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
ÖnSöz
4 numaralı e-kitaptan itibaren tüm e-kitaplarım, Allah’ın ayetlerini ve
tevhidi keşfedişimden sonra blog sitemde yazdığım yazılarımın
kronolojik olarak kitaplaştırılmasından ibarettir. Asla ve asla birer din
öğretim kitabı değillerdir. Alelade bir insan olarak belli bir süreçteki
tespit ve düşüncelerimi, blog sitemde yazmak suretiyle paylaşımımdır.
Temel iddiam “oku” emrinin herkes tarafından anlaşılarak dinimizin tek
kaynağı olan Kuran’a, esas olarak geleneğe değil, sadece Kuran’a
yönelinmesi ve Allah’ın kitabının bireysel akıl yoluyla
anlaşılamayacağından korkulmaması gereğidir. Bunun dışındaki tüm
düşüncelerim ve anlatımlarım, bir gelişim döneminin tezahürü olarak
değerlendirilmeli, kendi fikrime değil doğru yola, Allah’a ve O’nun
sözlerinin gerçekliğine çağırımımın paylaşımı olarak görülmelidir.
Kalemzâde | Cengiz Yardım
Eylül2015
Darıca/KOCAELİ
İçindekiler
__1 Şefaat Beklentisi
Ahiretin Varlığına İnanmayanlar Şefaat Bekler mi?
__3 Ayetlerin Cemi
Sorularımızın Cevabını Kuran’dan Nasıl Alırız?
__6 Hurafeyi mi Tarihi mi Reddediyoruz?
Kuran’ı Anlamak için Tarihten Faydalanamaz mıyız?
_12 Şu Ağaca Yaklaşma
Düşün… Allah’tan Razı mısın?
_18 Elindeki Nedir Ey Musa?
TaHa Suresinden İzdüşümleri
_24 Sizi Şikâyet Edeceğim
Filistinli Çocuğun Düşündürdükleri
_28 Davet ve Kaçış Zamanının Kısa Tarihi
Nuh Suresinden İzdüşümleri
_33 Yemin|Sağ El Bahsi
Sağ Ellerin Malik Oldukları
_61 Kuran’ın Allah’tan Olduğunu Nereden Biliyorsun?
İnançta Bir Fahiş Hata…
_64 Riba|Karşılıksız Kazanç
Riba, Faiz, Rant ve Ticaret Meselesi
_71 Müslüman Olmayanlar Cennete Gidebilir mi?
Kuran’da Çelişki Yok
_77 Senin Devletin!!!
Yüzünü Mescid-i Haramına Çevir
_93 Allah Zikrini Korur
Kurban|Gariban Bayrammı Yazısı
_99 Şehrin Kapısında Secde
Şehrin Kapısından Girerken Secde Etmek Ne Demek?
111 Makam-ı Mahmud Nedir?
Nedir Bu Makam-ı Mahmud, Ne Demektir?
121 İlk Müslüman Kimdir?
Kuranda Tutarsızlık Yoktur
125 Araf Üzerinde
Bilinçli Cahiliyet
130 Mağara Ehli ve Köpek Örneği
Kehf Suresinin Düşündürdükleri
135 Din Alanında Diploma!!!
Avam Bir Nevzuhurdan İncilerle
141 Sıcak Cihad|Savaş
Tevbe Suresinin Düşündürdükleri
148 Lokman’dan Babalara/Annelere Öğütler
Lokman Suresinin Düşündürdükleri
160 Salãta Yürüyüş
Salãt-ı İkame | Salãt mı Namaz mı?
222 Rüyaların Tevili
Rüyalar Gaybdan/Gelecekten Haber Verir mi?
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şefaat Beklentisi
Ahiretin Varlığına İnanmayanlar Şefaat Bekler mi?
3 Al-i İmran 80 O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi
emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?
Ayan beyan açıklanmış bazı konuları tartışmak bile başlı başına cahillik
aslında. Bu ayetler ne kadar anlaşılmaz (!) ve ard arda dizilmiş olmaları
ne kadar da anlamsız(!) değil mi!!! Allah’ın merhameti ve
koruyuculuğuna sığınarak O’nun adıyla bir kez daha okuyun.
39 Zümer 43 Yoksa Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki:
‘Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’
1
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
39 Zümer 44 De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü
O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.’
39 Zümer 45 Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi
öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince
kapılırlar.
Size bir soru: Ahiretin varlığına inanmayan, ahirette şefaat bekler mi!!!
Ardısıra gelen ayetler aslında kendisini açıklıyor. Demek ki ahirete
inanmamaktan kasıt, Allah’ın tarif ettiği biçimde olan bir ahirete
inanmamak. Yoksa ben ahretin varlığına inanmıyorum diyenin ölüm
sonrasından bir beklentisi olmaz. Yeryüzündeki insanların çoğu zaten
ölümle gelen bir ahir olduğunu görüyor ve yine çoğu, ölümden sonraki
hayata öyle ya da böyle inanıyor. Ahir son demektir. Onlar
sonun varlığına değil, son’un şekline, özelliğine, içerdiği gerçeğe
inanmıyorlar. Bu yüzden şefaat var ya da yok diye anlaşmazlığa
düşüyorlar.
39 Zümer 46 De ki: ‘Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede
edilebileni bilen Allah’ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının
arasında sen hüküm vereceksin.’
Kuran’da her iki dünyada da ayrı ayrı yer alan bir şefaat kavramı var.
Ancak hem çoğunlukça zannedildiği vasıfta değil ve hem de bir
başkasından bunu beklemek (şefaatçiler edinmek) de sözkonusu değil.
Allah’tan başkasından şefaat dilemek tartışmasız şekilde bir şirk ve
Allah’a karşı net bir saygısızlık. “Jesus Christ Saviour” veya “Jesus
Saves” demekle “Şefaat Ya Resulallah” demek arasında ne kadar fark
var?
Bu yazı özet bir yazıdır. Şefaat bahsi geçen ve bu bahis ile ilgili
olduğunu düşündüğüm tüm ayetleri incelediğim makaleyi ayrıca “Kalk
ve Uyar” isimli 9 numaralı e-kitapta bulabilirsiniz.
Selamlarımla…
2
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ayetlerin Cemi
Sorularımızın Cevabını Kuran’dan Nasıl Alırız?
Allah, iki hidrojen kelimesi yazdı. Sonra da bir oksijen. Oksijen
kelimesinin iki yanına 104,45° lik açı sözcükleri ile hidrojen
kelimelerini birleştirdi. Böylece su molekülü ayeti oluştu. Sonra o
molekülün bir tarafına pozitif yük ayetini, diğer tarafına negatif yük
ayetini kondurdu. Böylece su molekülleri (ayetleri) hidrojen bağını
oluşturarak birbirine tutundular ve insana hayat veren su suresi oluştu.
Biz de onu içtik. O Rabbimiz ki bize ayetleriyle böylece can verdi.
3
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Allah, insanın adının anılmadığı bir dönemde türlü bitki ve hayvan
kelimelerini, onları bir araya getiren kimyasal dönüşüm kelimelerini
yazdı ve böylece petrol ayetini oluşturdu. Öncesinde ya da sonrasında
demir ayetini ve diğer metalleri indirdi. Mekanik, statik ve kinetik
ayetlerini, sürtünme gücü, suyun kaldırma kuvveti, elektrik akımı,
yerçekimi ve türlü senkronizasyon ayetlerini yazdı. Sünnetullahı, kâinat
ayetlerini her yere, her zerreye yaydı. Sonra zamanı geldiğinde, insan bu
ayetleri birleştirip Allah’ın ne demek istediğini öğrendi ve kendisine
otomobil, uçak, gemi ve uzay mekiği yaptı. Hiçbir şey bilmeyen insan,
aradığını, ihtiyacı olanı, her seferinde kâinattaki o ayetleri birleştirerek
buldu. Eğer insan bu ayetleri birleştirmeseydi ne bilgisayar yapabilirdi,
ne televizyon ne de cep telefonu. Her yeni icat bir araya getirilen
ayetlerden oluşur ve ortaya bir sure çıkar.
İşte tabiattaki ayetler ve işte Kuran bütünlüğü. Yeter ki insan Kuran’a
baksın ve Kuran’a sorsun. Allah’ın sünneti değişmiyor. O öyle bir kitap
ki tabiatla aynı sistemde çalışıyor. Bir konuyu mu anlamadın? Bir araya
getir ilgili ayetleri, anlayacaksın. Ayetlerin cemi cevaplayacak, en
güvenilir cevapları kendin bulacak, ehliyetini alacaksın. Sonra da
anladığını yaşayacak, direksiyona kendin geçip, salat arabanı en
emniyetli biçimde kendin kullanacaksın.
Ayetleri yeterince bir araya getirerek okursa kimisi otomobil yapar,
kimisi gemi, kimisi de uzay mekiği. Anlayabildiğin, yapabildiğin
kadarıyla, gücün, kaabiliyetin nispetinde yap arabanı. Gideceğin yol
doğru yol olsun yeter. Ama yaptığım araba için suya, abdeste gerek yok,
ben böyle de sürerim dersen, montajladığın araban iki metre sonra
hararet yapar. Daha ileri gidemezsin. Cımbızla ayet seçip, sadece
tekerlekle arabamı yürütürüm diyemezsin. Ya seçtiğin ayeti etraflıca
düşünerek seçmeli ya da ilgili tüm ayetleri bir araya getirmelisin ki
salatını uzay mekiğine çeviresin.
Namaz mı, oruç mu, abdest mi, şefaat mi, kurban mı, İbrahim mi,
Zülkarneyn mi, Süleyman mı, Âdem mi, şeytan mı, miras mı, eti
yenmeyen hayvanlar mı, her ne soruyorsan… Kuran’da hangi konuyu
4
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
anlamıyorsan getir ilgili ayetleri bir araya. Oku ve düşün. Tefekkür et
kâinatla beraber, az ya da çok anlayacaksın. Kuran’a sor. Cevap
alacaksın. Orada sen göremesen de gerçeklerin yazdığını bilirsen, o
gerçekleri er geç bulacaksın. Baştan “yok” dersen, baştan “ben
anlamam” dersen ya da “başkası okusun bana anlatsın” dersen ve yahut
da tembellik edersen ne yaptığın araba yürür, ne bindiğin gemi
yüzebilir. Sorunlar birikince de “bu Kuran’ın bir işe yaradığı yok” bile
der ve reddedersin. Oysaki işe yaramayan sensindir. Kullanmadığın
aklınla bir araya getirmek istemediğin ayetlerin kabahati değil, senin
nefsinin suçu, kendi kabahatindir. Bırak uçağının uçmamasını adımını
bile atamamanın sebebi.
Bir şeyi öğrenmek istiyorsan, kalbin mutmain olarak mutlu olmak
istiyorsan önce kendin sor Kuran’a. Yönünü belirle. Temel doğruyu bul.
Tevhidi bul. Sonra alırsın takviyeni. Başkalarının Kuran’dan anladığıyla
takviye etmeden önce, kendin getir ayetleri bir araya. Kendine bir araba
yap. Başkasının arabasına özenme. Arada bir başka arabalara binsen de
terk etme şu ayetleri. Sonra bak gör, senin araban en hızlısı ve en
güveniliri olacak. Yeter ki deposuna yakıt koy, terk etme o Kuran’ı
okumayı. “İhtiyacın olan” bütün cevapları orada bulacaksın.
5
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Hurafeyi mi Tarihi mi Reddediyoruz?
Kuran’ı Anlamak için Tarihten Faydalanamaz mıyız?
Sadece Kuran diyerek, indirilen dini hayatına uygularken, meselenin
tevhide ulaşmak olduğu düşüncesine ulaşanların bir kısmında gördüğüm
(bana göre) hatalı yaklaşımı ortaya koymak istiyorum. Kuran’ın
gösterdiği doğrultuda matematik bilimini, Newton fiziğini, kimyayı,
coğrafyayı, uzay bilimlerini, parçacık fiziğini, istatistiği, tıbbı, felsefeyi
ve hatta doğruluğu kanıtlanmamış bazı teorileri bile kullanırken tarihi,
6
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
arkeolojiyi, sosyolojiyi ve psikolojiyi kullanmayacak mıyız? Hurafeyi
reddetmek tarihi de mi reddetmektir?
Rivayetleri din adına reddederken onlara dini hüküm giydirmemeyi
kastetmeliyiz. Yoksa tarih bilimini ve onunla bağımlı birçok bilim
dallarının ortaya koyduğu açık bilgileri reddediyor değiliz. Eğer tarihi
tamamen reddedersek yeni bir akıl tutulmasına, yeni bir at gözlüğüne ve
zan yoluyla her hayal gücünün çıkarabileceği yepyeni zanların
oluşturduğu bir girdaba yelken açmışız demektir. Müslümanlar olarak
biz, akıl yürütmeksizin oluşan zanna tabi olmayı ve o yolla gelen
hurafeleri ve yanlışları reddetmek durumundayız. Gerçekleri değil.
Eğer Kuran’ı kucaklarken ya da Kuran bizi kucaklarken gelmiş geçmiş
tarihten her ne şekilde olursa olsun yüz çeviriyorsak “eskilerin
masalları” söylemini dile getirenlere benziyor olabilir miyiz? Kuran
zaten başlı başına bir yığın tarihi gerçeği açık ifadelerle ya da ders
alınması üzere kıssalar halinde önümüze koyarken, insanların bu güne
kadar yaptığı ve yapmakta olduğu tarihi araştırmaları nasıl tamamıyla
devre dışı bırakabiliriz? Kuran’da delilli tarihe de göz atmamız
gerektiğini bize hatırlatan çokça ayet vardır.
43 Zühruf 56 Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir
örnek kıldık.
13 Rad 6 Onlar, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmak istiyorlar; oysa
onlardan önce nice örnekler gelip-geçmiştir.
9 Tevbe 70 Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud
kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan
şehirlerin haberi gelmedi mi?
Gelenekselciliği dini hüküm giydirmek adına devre dışı bırakırken tüm
geleneklerin de kötü olduğunu ya da hepsinin şirk içerdiğini ileri
süremeyiz. Her gelenek kötü değil, her alışkanlık nefisten değil,
(anlayana) her örfi ritüel (2:125) saçma değildir. Özellikle ekonomik
konular ve insanlar arası ilişkilerde (şirk bulaştırmamış olarak) örflere
7
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ve toplumların benimsediği yasalara uygun hareket etmeyi öngören
birçok ayet varken bütün örfü ve geleneği ve özellikle de içinde
yaşadığımız toplumun meşru yasalarını yok sayamayız.
2 Bakara 233 …Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek
isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir
sorumluluk yoktur…
4 Nisa 25 …Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun)
bir şekilde verin…
65 Talak 6 … Eğer sizin için çocuk emziriyorlarsa, ücretlerini de verin.
Aranızda örfe uygun biçimde konuşup tartışın. Eğer anlaşmakta zorluk
çekerseniz o zaman, doğmuş olan çocuğu baba hesabına başka bir
kadın emzirecektir.
2 Bakara 180 İçinizden birine ölüm geldiğinde, eğer bir hayır
bırakacaksa, üzerinize yazılan şudur: Ana-babaya, akrabaya, örfe
uygun vasiyette bulunmak. Takva sahiplerini üstüne bir hak olarak…
24 Nur 53 Yeminlerinin olanca gücüyle Allah’a ant içtiler ki, sen onlara
emredersen mutlaka savaşa çıkacaklar. De ki: “Ant içmeyin! Örfe
uygun bir itaat yeterli! Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.”
Kuran bizden özellikle arkeolojik delillerle güçlendirilmiş tarih
biliminden faydalanmamızı bekliyor. Tarihi birçok olaya atıf yapan
ayetler, her zaman bizden yeryüzünü gezip dolaşmamızı ve tarihten ibret
almamızı istiyor.
16 Nahl 36 Yemin olsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul
görevlendirdik: “Allah’a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra
bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu.
Şimdi, yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş
görün.
6 Enam 11 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların
sonu nasıl oldu, bir görün.’
8
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Hatta zamanda çok çok gerilere gitmemiz ve dünyanın ve kâinatın
oluşumunu da bu yolla anlamamız gerekiyor.
29 Ankebut 20 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle
yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını
(veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah her şeye
güç yetirendir.
Neml suresinin aşağıdaki şu ayetleri oldukça manidardır. İnkârcılar
ayetlerin getirdiği haberleri “eskilerin masalları” diye reddedince
inanmaları için onlara yine yeryüzünü gezip dolaşarak bu gerçekleri
delillendirebilecekleri beyan ediliyor.
27 Neml 67 İnkârcılar dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan
sonra, gerçekten biz bundan sonra ortaya mı çıkarılacağız?”
27 Neml 68 ‘Andolsun, bu (azab ve dirilme) tehdidi, bize ve daha önce
atalarımıza da yapılmıştır. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma
masallarından başkası değildir.’
27 Neml 69 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkârların
nasıl bir sona uğradıklarını görün’
Rum suresinde benzer bir durum çok daha detaylıca açıklanmıştır.
Aşağıdaki ayette esasen tarihe, arkeolojiye, tarıma, teknolojiye,
mekaniğe, şehirleşmeye,
mimariye atıf yapılarak, ayetleri
yalanlayanların sonunun ibret almayarak elleriyle yaptıklarıyla birlikte
yok oluşları beyan ediliyor.
30 Rum 9 Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden
öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç
bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler
(ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar
ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle
gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi
nefislerine zulmediyorlardı.
9
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Konuyla ilgili daha birçok ayet vardır. “Delillendirilmiş tarih” her
zaman için ibret ve bilgi kaynağıdır.
3 Al-i İmran 137 Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelipgeçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların
sonu (akibet) nasıl oldu bir görün.
40 Mümin 21 Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden
öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de
yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama
Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah’a karşı bir
koruyanları da olmadı.
Rivayetlere, hadislere dini elbise giydirmemek, onlardan alınacak
gerçeklerin önünde bir engel de değildir. Kuran’ı rehber edinmiş bir
mümin hadisleri rehber edinmiş bir geleneksel inanandan çok daha fazla
hadisten haberdardır. Ne kadar hurafe içerirse içersinler, o rivayetlerin
arka planında, önemli bir devrin ve çok geniş bir coğrafyanın geçmişte
nasıl yaşandığına, ne tip hatalar yapıldığına, nelerin güzel yapıldığına,
ekonomilerine, sosyal aktivitelerine, mimarilerine ve daha birçok tarihi
gerçeklerine işaretler vardır ve bu işaretlerden birçok çıkarım
yapılabilir. Yapılan çıkarımlara din hükmü denemez ama dinin
gerçeklerini anlamada gayri ihtiyari ortaya dökülmüş birçok ipucu
içerirler.
“Sadece Kuran” dediğimizde, kendisi gibi olmayanı tekfire alışmış
görüşler bizi tarihten uzak tutmaya çalışıyor. Oysa tarih bir bilimdir.
Bilimsel olarak incelenmelidir. Kuran’da nasıl ki matematiksel
mucizeler vardır, tarihsel mucizeler de vardır. Geçmişe bakar, bu günü
ve geleceği görürsünüz ve hatta yaşarsınız. Tarih boyunca birçok mümin
de gelip geçmiş ve değerli tefekkürler bırakmışlardır. Aynen bugünküler
gibi onlardan da faydalanılabilir. Yeter ki tutup onlara ilahi sıfatlar
vermeyelim. Yeter ki şeytani öğretilerle, tevhidi düşünceyi
karıştırmayalım. Yeter ki şirkten hep uzak duralım. Kimin
10
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
söylediğinden çok, ne söylendiğine aklımızı devre dışı bırakmadan
bakalım.
Allah’ın berisinde din hükümleri icat eden rivayetlerden arınırken,
maksadı aşıp da tarih bilimini hurafecilerin eline bırakmayalım.
Yeryüzünü her fırsatta dolaşıp geçmişi anlamaya çalışalım. Hele ki
elimizin altında gideceğimiz her yere bizi götürebilecek ışık hızında
“internet “adında “topraktan mamul” hareket edebilen bir vasıta varken.
Gitmek isteyip de sanal da olsa gidemeyeceğimiz hemen hiçbir yer
kalmamışken. Hele hele kirli ile temizi, hak ile batılı ayırt eden Kuran
ve kullanmamız gereken bir aklımız varken.
11
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şu Ağaca Yaklaşma
Düşün… Allah’tan Razı mısın?
Âdem’e dedi ki “Şu ağaca yaklaşma” ve ekledi “Şeytan senin için
apaçık bir düşmandır”. Buna rağmen Âdem ne yaptı? Şeytanın kurduğu
tuzağa aldanarak gitti o “yaklaşma” denilen ağaca, emrin tam hilafına
olacak şekilde yaklaştı. Tüm uyarılara rağmen, nasıl oldu da şeytana
inandı? Âdem bilmiyor muydu Allah’ın emrinin hak olduğunu? Yoksa
Allah’a güvenmiyor muydu da O’nun emrini arkasına attı? Bana
sorarsanız bu isyanının sebebi Allah’ın emrinin ardında bir kötü zan
aramaya kalkmasıydı. İşte şeytanın kulaklarımıza fısıldadığı şey, bu
vesvese idi. “İşittiğin zaman itaat etme, isyan et” diyemezdi şeytan.
Ama “O sana her şeyi söylemez, emrin arka planında başka bir gerçek
ara” diyerek Âdem’in Allah’a olan imanını sarsabilirdi.
12
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
O da bunu yaptı ve dedi ki: Sana yaklaşma denmesinin sebebi başka! O
senin melekler gibi olmanı istemiyor! O sana ebedi hayatı vermek
istemiyor! Eğer ağaçtan yersen ebedi mutluluğa kavuşursun! O bunu
istemiyor!… Ve Âdem bu tuzağa düştü. Bilemedi ki; şeytan yalan
vaatler veriyordu. Ama buna rağmen şeytan doğru bile söylemiş olsa
yine değişecek bir şey yoktu. Çünkü her şeyi yaratan Allah istemediği
halde elde edilecek bir karşılığın, meşru olmayan yollardan elde
edilecek ebedi bir hayatın kıymeti olamazdı. Âdem’in Allah’a vermesi
gereken karşılık “İşittim ve itaat ettim” olsaydı O’nun rızasını kazanmış
olacaktı. Oysa o gitti, heva ve hevesine uydu. Hem de tam olarak
bilemediği bir şeyin, bir zannın ardından giderek.
Oysa Allah’tan geldiğini bilerek işitmek ve itaat etmek vardı. İşte bizim
de istememiz, yapmamız gereken budur. Allah’ın “yap” ya da “yapma”
dediklerinin ardında bir gerçek olduğu bilinciyle “işittik ve itaat ettik”
demek. Eğer O bize bir kötülük dileyecek olsa bile, itaat edebilecek
olabilmemiz. Bunu yapabilmek için, Allah’ın bize verdiği emrin,
gerçekten O’ndan geliyor oluşundan şüphe etmeyecek şekilde, idrakle
O’nu kabul etmek gerek. Bizden istediği her ne olursa olsun, hatta
bizden istediğini ister beğenelim ister beğenmeyelim, hatta ölüm, hatta
yok oluş olsun, eğer O’ndan geliyor oluşunun farkındaysak bundan
kaçınmanın manası olmadığını bilmemiz gerek.
Eğer biz küçük bir serçe olsaydık… Ve Allah açık açık bize vahyetseydi
ki: Sen yaşamında karnını doyuracak kadar bulacaksın. Daldan dala
konacak, insanlara verdiğim darılardan faydalanacak, topraktan
solucanları yakalayacak, bin türlü tehlike altında bir ömür sürecek ve
sonunda bir şahine yem olacaksın. Senden istediğim sadece isyan
etmemek, sana ne demişsem onun dışına çıkmamaktır. Verdiklerim
dışında ne bu dünyada sana rahat var, ne de sana öldükten sonra ebedi
bir hayat vermeye niyetim var. Ölüp yok olacaksın. Ötesi yok. Yine de
isyan etmeyeceksin.
İşte düşünelim, şu anki insani düşüncemizle ama bir serçe olarak
Allah’ın bu emrine boyun eğer miydik, eğmez miydik? “İşittik ve itaat
13
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ettik” demek, o emre isyan etmemektir. Eğer Allah bize böyle kısa ve
sıkıntılı bir hayatı reva görmüşse O’nun bileceği iştir. Bu yüzden Allah’ı
suçlayamayız. Ama biz bir serçe iken bile, eğer yanıbaşımızda bizimle
beraber hareket eden bir şeytanımız olsaydı bize diyecekti ki: Bak Allah
sana ebedi bir hayat vermiyor. Üstelik tehlikelerle dolu ürkek bir ömür
vaat ediyor. İnsanlara verdiğinin onda birini bile sana vermiyor. İsyan
et. Git insanların ambarlarını darma duman et. İnsanların bebeklerine
saldır. Gaganı onların gözlerini oyacak biçimde kullan. Boyun eğme.
Evlerine gir, sofralarını dağıt. Huzur verme onlara. Sen itaat etsen de
etmesen de nasıl olsa Allah sana bir karşılık vermeyecek. Hiç değilse
yaşadığın sürece sefanı sür!!!
Biz bir ceylan olsaydık da Allah bize vahyetseydi: Ormanda kırda ürkek
ürkek yaşayacaksın. Bulduğun otu yiyecek, bulduğun suyu içeceksin.
Hiç huzur bulmayacak, yırtıcılardan ve insanlardan hep kaçacaksın. Ve
bir gün gelecek bir aslanın pençeleri arasında yem olacaksın. Sana
biçtiğim görev bu. Karşılığında sana bir söz vermiyorum. Seni bunun
için, insanlara ibret olasın diye yarattım. Asla isyan etmeyeceksin.
Bir sinek olsaydık da Allah bize vahyetseydi: Çürükten çürüğe gezecek,
insanların ve diğer hayvanların pisliğinden yiyeceksin. Oradan oraya
küçük mikropları taşıyacak ve onların hayatına da destek vereceksin. Ve
günü gelecek insanın bir şamarında duvara yapışarak parçalanıp
öleceksin. Karşılığında sana bir söz vermiyorum. Ama asla isyan
etmeyeceksin.
İşte bakın yanında şeytanı olmayan milyarlarca hayvan karşılığı olsun
olmasın kendilerine verilen emre isyan etmiyor. Eğer her birinin
yanında birer şeytan olsaydı ne olurdu halimiz! Ve işte bakın,
şeytanlarla arkadaş olmuş milyarlarca insan ne yapıyor? Binek olarak
kullandığı hayvanları dövüyor… Karıncaları hiç umursamadan onar
yüzer eziyor, yuvalarını dağıtıyor… Köpeklerin kulağını kuyruğunu
acımadan kesiyor… Zevkine kedileri yakıyor… Ağaçları köklerinden
koparıyor, dallarını kırıyor, katlim yapıp onların yerlerine betonlar
döküyor… Sütünü içtiği ineğin sırtında sopa kırıyor… Yumurtasını
14
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yediği tavuğu bir zan uğruna canlı canlı ateşlere atıyor… Bindiği atın,
eşeğin kafasına tuğla ile vuruyor. Başını yumuşak bir yastığa koymak
için kazların tüylerini bağırta bağırta diri diri yoluyor…
İnsan işitiyor ama itaat etmiyor. Allah ona sadece “şu ağaca yaklaşma”
diyor. İnadına gidip o ağaçtan yiyor. Öldürmeyeceksin deniyor, insan
öldürüyor. Çalma deniyor, insan rızkı için çalışırken bile çalıyor. Zinaya
yaklaşmayacaksın deniyor, alasına dalıyor. İsraf etmeyeceksin deniyor,
dört başı mağmur sofraları çöpe döküyor. Oruç tutacaksın deniyor,
tutmasam olmaz mı diyor. Salat et deniyor, namazı kılmadan olmaz mı
diye soruyor. Bu kitaptan sorumlusun deniyor, şunlar da var diyor.
Sadece Allah’a yönel deniyor, türlü türlü mabudlar ediniyor. Allah’ın
söylediğine değil şeytanının vesvesesine kanıyor.
Allah “size şeytanı musallat ettim ama karşılığında diğerlerine vaat
etmediğim bir ahreti size vereceğim” diyor. Bunun için size elçiler
kitaplar, mucizeler verdim, görün diyor. İnsan gözlerini kapatıyor. Allah
dinim bu diyor, insan icatlar çıkarıp Allah’a dinini öğretmeye kalkıyor.
Allah kitabım tamdır diyor. İnsan hayır eksik diyor. Allah sadece benim
emrim diyor. İnsan şununkiler şununkiler de var diyor. Allah sadece
kendisine kulluk etmemiz gerektiğini hatırlatmak için elçiler gönderiyor.
İnsan tutup elçileri de ilah ediniyor.
Allah her şeyi ile mükemmel bir düzeni, mükemmel bir ölçü ile kurup
işletiyor. İnsan kalkıp o düzeni tesadüfe bağlıyor. Allah akıl veriyor.
İnsan o akılla kalkıp Allah’ın aklını beğenmiyor. Allah merhamet
veriyor. İnsan kalkıp kendisini Allah’tan daha merhametli zannediyor.
Allah ben öldürürüm diyor, insan tutup ben de öldürürüm diyor. Allah
kullarını yaratıyor, insan tutup kendisine kullar ediniyor. Allah bana
secde edin diyor, insan ya secde etmiyor ya da tutup onunla beraber
başkalarına da secde ediyor. İnsan sürekli işitip duruyor, ama bir türlü
itaat etmiyor. Allah her şeye rağmen “bakın çok günahkârsınız ama sizi
ancak ben affederim” diyor. İnsan tutup, şunlar şunlar da bizi affeder
diyor. Allah “bakın ateşe atarım sizi” diye tehdit ediyor. İnsan
15
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“gönderdiğin elçiler bizi ateşten kurtarır” diyor. Allah ağaca
yaklaşmayın dedikçe insan yaklaşılmadık ağaç bırakmıyor.
Oysa mesele Allah’ın rızası. Ondan razı olup O’nun da bizden razı
olması için didinmek meselesi. Başımıza gelecek müsibetlerin Allah’tan
olduğunu bilerek sabretmeli, isyan etmemeli değil miyiz? Her türlü
hastalığın, kazanın, belanın, fakirliğin, zorluğun O’ndan geldiğini
bilirsek “Amenna” deyivermeli değil miyiz? Hatta bir insan cehennemi
bile hak ettiğini görse, Allah’tan geldiğini bildiği için işitip itaat etmeli
değil mi?
Allah hakkında türlü kötü zanlar besleme gayreti şeytanın
vesvesesindendir. Allah ne diyorsa doğru olan odur. İhtilafa gerek yok.
Şu ağaca yaklaşma dendiyse yaklaşılmayacak demektir. Şu rükuyu et
demişse o rükû edilecektir. Allah aslında bunu demek istemiş, şunu
demek istemiş diyerek Allah’ın açık emirleri hususunda ihtilafa düşmek
en kötüsü. Ritüelli, ritüelsiz her türlü ibadet ancak O’na yapılır. Yeter ki
şirk içermesin. Türkçe, Arapça, Çince her türlü yalvarış O’nadır. Tek bir
ayetin gerçeğini görmüşsün ya da on dokuz mucizesinin tezahürünü,
doğru yolunu bulmuşsan farkı yok. Bütün yollar O’nadır. Sen Allah’tan
geldiğine emin olmuşsan, başka söylenenler fasa fiso.
Unutmamak gerek, şeytan iş başında. Nerede Allah’ın dosdoğru yolu
gözükür, şeytan o yolun üzerine oturur. Şu devirde şeytanın oturup
kesmeye çalıştığı yol da her devirde olduğu gibi yine Kuran’a en iyi
uyanların yoludur. Müslüman ise her devir uyanık olmalıdır. Sadece
Allah’ın en doğruları söylediğini unutmamalıdır.
Sen bize bir cennet vermeyecek olsaydın bile senden razı olacak
kullarından eyle bizi Allah’ım. Senin razı olmanı hiçbir şeyle
değiştirmeyecek kullarından et bizi. Hakkımızda verdiğin her türlü
hükümden razı olanlardan eyle bizi. Senin merhametini anlayabilen
kullarından eyle. Bir serçe kadar, bir ceylan kadar, bir sinek kadar işitip
itaat edemeyen bizleri, sen affeyle Allah’ım. Hesap gününde senin
karşına çıkmaya yüzü olmayanlardan eyleme bizi. Haddimizi bildir,
16
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
sınırlarına bizi uydur Ya Rabbena. Bu dünyada ne çekersek çekelim
Senden razı olanlardan eyle. Sana layık olamayacağımızı bildik ama
senin rızanın peşinde koşanlardan eyle. Cennet peşinde koşan değil,
cenneti layık kıldığın kullarından eyle. Her şeyin sahibi Sensin, her
şeyin en doğrusunu bilen Sensin. Şeytanların vesveselerinden bizi emin
kıl Allah’ım. Hayatımız ve ölümümüz Senin içindir. Sensin bizim
sahibimiz.
17
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Elindeki Nedir Ey Musa?
TaHa Suresinden İzdüşümleri
Tüm kalabalığa rağmen yapayalnız kaldığınızı düşünün. Milyonluk
şehirlerde tek başınaymışsınız gibi hissettiğinizi. Bir sürü sorunla
boğuşup durmuş ve öyle bir noktaya gelmişsiniz ki daha önceki tüm
kıyamda’lığınıza rağmen artık yorgunluğunuzu ve çaresizliğinizi
hissetmeye başlamışsınız. Öyle ki artık duygulanmak istiyorsunuz.
Belki de ağlamak isteseniz bile beceremiyorsunuz. Çünkü ağlayışınızı
18
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
işitip de size şefkat edebilecek, sizi ayağa kaldırıp omuzlarına alarak
neşelendirecek, sizi gıdıklayıp güldürecek bir babanız da olmayabilir.
Ya bir kenara çekilip kendi halinize kalacaksınız ya da sizi ateşleyecek
yeni bir çakmak taşı lazım.
İfade etmek değil, yüreğinize yutmak istiyorsunuz kelimelerinizi artık.
Tüm duygusallığınıza rağmen duyguyu hiçe sayan bir anlayış etrafınızı
sarmış. Tüm mantığınıza rağmen, hiç düşünmeyenler ya da mantığını
sadece duygusuz bir akıl yürütmeye teslim etmişler çevirmiş çevrenizi.
Hatta duygusal olmaktan utanan, bunu bir eziklik gören, hep gülen ve
ağlamayı unutanlar sizi neredeyse kınıyor. Ya da siz öyle
zannediyorsunuz. Oysa siz olgunlaşmaya başlayan tüm anaçlığınıza ya
da tüm erkekliğinize rağmen, ağlamak istiyorsunuz. Evet, ağlamak
istiyorsunuz, bu kadar basit. Aynen dünyaya gözlerinizi açtığınız o
günkü gibi.
Çevrenizdeki yaşıtlarınız ya da küçükleriniz az ya da çok sizinle beraber
olsa da bir çocuksu yalnızlık içindesiniz. Onlar size her türlü desteği
verse de içinizdeki aynı hissi yaşamaya henüz hazır değiller. Birçok
konuda sizi anlasalar da yaşanmamış tecrübeleri onlar için havada
kalıyor ve bu küçük yaranıza merhem olamıyorlar. Öyle bir şey lazım ki
sizi sarsın sarmalasın, kucağına alıp pışpışlasın ve tekrar sizi kendinize
getirsin. Dışarıda sizi ifade edebilecek hiçbir paydaş kalmamış da tüm
fikriniz, fikretiniz sizin içinizde artık. İşte o anda sizi bir büyüğünüzün
hatırladığını ve durup dururken halinizi hatırınızı sorduğunu düşünün.
Sizi anladığını onun üç beş kelimesinde hissedin. Uykusuz
gecelerinizdeki uydurma trafiği gerçeğe dönüştürdüğünü hissedin. Sizi
kucaklayıp, yanaklarınızdan öptüğünü ve neyin var küçüğüm diye
sorduğunu, sizinle ilgilendiğini.
İşte şu satıra kadar sizi de içine soktuğum bu haleti ruhiyeyi bana
özgülemeyin, sebebinizi zannınızı benden uzak tutun. Kendiniz
hissetmeye çalıştığınızdan göreceksiniz ki bu durum birçoğumuzun
başına arada bir gelir. Görmezden gelmeyin duygusal tarafınızı. Çocuk
olun, bebek olun, çocuksu tarafınızı hatırlayın arada bir. Bu size zarar
19
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
vermez. Olgunlaştırır. Önce çocuk olmadan büyüyemezsiniz. Hatta
Kuran’ı kendisine rehber edinmişler olarak da bu ruh haline girebiliriz
arada bir. Bu durumlar bana göre ruhi dinginliğe giden bir otobandır.
Allah’ı duymaya, O’nu yanıbaşımızda hissetmeye, O’nun tek başına ve
yapayalnız bir kulu olduğumuzu anlamaya, O’nu daha çok sevmeye,
bizi hiçbir zaman terk etmeyecek ve unutmayacak olan bir babadan bile
daha üstün bir şefkatte olduğunu anlamaya götürür. O’nun da bizi
sevdiğini ve arada bir neyimiz olduğunu bildiği halde niçin “neyin var
kulum” diye sorduğunu anlamaya. Musa’ya “o elindeki nedir Musa?”
diye sorduğu ve O’nun yalnızlığını paylaştığı, onu şefkatiyle
sarmaladığı gibi.
20 TaHa 17 Sağ elindeki nedir ey Musa?
Hayat bu. Allah’ın vahyi size arkadaş olmuş olsa bile, onu anlamaya ve
kendi idrakinizce yaşamaya başlamış ama tıkanmış da olabilirsiniz.
Bazen öyle anlar gelir ki o vahiylerden bazıları sizi zorlar. Öyle derin
bir tefekkür gerektirir ki donanımınızın yetmediğini hissedebilirsiniz.
Anlamamış bile olsanız, öyle anlarda orada bir gerçeğin saklı olduğunu
bilirseniz, ertesi gün açtığınız sayfada içinizin yağları erir.
20 TaHa 1,2 Ta Ha. Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için
indirmedik.
Daha önce okuyup da anlamadığınız ve dara düştüğünüz anları bir anda
silip atan kısacık bir ayet.
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
Hangi bilimsel cevap, hangi araştırmacının ulaştığı sonuç ya da hangi
mucize o anlamadığınız ayeti şu yukarıdaki hak cümle kadar açıklayıp
rahatlatabilir sizi?
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
20
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
İşte size “neyin var oğlum” diyen bir büyüğünüz. İşte sizi sarıp
sarmalayıp, yanaklarınızdan öpüp omuzlarına alan bir baba. İşte “canını
sıkma, ben seninle beraberim” diyen sadık bir dost. İşte sizi kalabalıklar
içinde yapayalnızken, geçici de olsa düştüğünüz ruhsal sıkıntıdan
“hooop” diye çıkartıveren bir mucize.
“Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik”
Subhanallah!!!
Allah size sadece emirler yağdıran bir padişah olmadığını, aynı zamanda
o kadar kulunun içinden sizi seçip, size değer verip, sizi seven,
korkunuzu, yalnızlığınızı ve efkârınızı paylaşan bir dost olduğunu da
hatırlatıyor.
20 TaHa 13 Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı
dinle.
Eğer vahyolunan vahiy sizi zora düşürüyorsa, yine yardım istenecek
olan dost o Allah’tır. Eğer bir arkadaşa, bir destekçiye, bir yoldaşa
ihtiyacınız varsa da kendinizi yıpratmaya gerek yok, O’ndan
isteyeceksiniz. Aynen Musa’nın yaptığı gibi.
20 TaHa 25-35 Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır.
Dilimden düğümü çöz, ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana
bir yardımcı kıl. Kardeşim Harun’u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu
işimde ortak kıl. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim.
Şüphesiz Sen bizi görüyorsun.
Eğer biz Musa olmayı becerebilirsek, Allah da bize elbet istediğimiz
kolaylığı verir. Hatta biz istemediğimiz, isteyemediğimiz zamanlarda
bile O bize birçok şey vermiştir. Aynen Musa’ya verdiği gibi.
20 TaHa 36-40 (Allah) Dedi ki: ‘Ey Musa istediğin sana verilmiştir.
Andolsun, biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk. Hani, annene
vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:) Onu sandığın içine koy, suya
bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da
21
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için,
kendimden sana bir sevgi yönelttim. Hani kız kardeşin gezinip; ‘Onu(n
bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?’ demekteydi.
Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve
üzülmesin. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve
seni esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik. Medyen halkı arasında da
yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa.
Allah sadece elçilerini seçmez. Allah kullarından dilediğini seçer ve
hidayete eriştirir. Eğer seçenin O olduğunu unutmazsak ne mutlu bize,
ne mutlu size.
20 TaHa 41 Seni kendim için seçtim. Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin
ve beni zikretmede gevşek davranmayın.
Allah sizi bizi ayetlerini anlamaya layık gördükten sonra hangi
yalnızlığın önemi kalır! Hangi neden daha fazla korkmaya gerekçedir.
20 TaHa 46 Dedi ki: Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim;
işitiyorum ve görüyorum.
Kuran’ı beyan etmeye çalışırken karşılaştığımız dirençler ve hatta tekfir
edilişlere çok üzülüyoruz. Bu durumun normal olduğunu bilmek gibisi
var mı? Tüm elçiler gibi Musa da bir benzerini yaşadı elbette. Aldığı
vahye rağmen zora düşen, sıkıntıya düşen ve karşılaştığı dünyevi
zorluklardan dolayı korkuya ve endişeye kapılan Musa’ya bakın Allah
ne diyor…
20 TaHa 68 “Korkma” dedik. Muhakkak sen üstün geleceksin.
Düşünün… Allah, aynen Musa’ya söylediği gibi “korkma” diye bize de
hatırlatıyor aslında. O yüce Allah’ın “korkma kulum” demesinden öte
ne gibi bir şey bizi endişeye sürüklesin ki artık!!! Allah “korkma” diyor,
daha ötesi var mı?
Seçilmişlikten bahsedilince birçokları Allah’ın sadece peygamberleri,
elçleri seçtiğini zannediyor. Tüm yanlışlarına rağmen Adem’i affeden
22
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Allah’ın mümin bir kul olmanız için sizi de seçtiğinin farkındaysanız
ötesi var mı?
20 TaHa 122 Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola
iletti.
Birileri çıkıp “Madem Allah seçiyor, bu haksızlık değil mi? Neden beni
seçmiyor?” diye soruyorsa cevabını Allah’ın adaletinden şüphe
duymakta değil kendinde aramalı.
20 TaHa 124 Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için
sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak
haşredeceğiz.
20 TaHa 125 O da (şöyle) demiş olur: Ben görmekte olan biriyken, beni
niye kör olarak haşrettin Rabbim?
20 TaHa 126 (Allah da) Der ki: İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti,
fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın.
Allah her daim bizimle beraberdir. Allah yalnızların yanındadır. Allah
unutulanları unutmaz. Allah kendisine yönelenleri geri çevirmez. Allah
her daim bizi arayıp soran, bildiği halde halimizi hatırımızı soran
şefkatli velimizdir. Doğru yol gösterenimizdir. Allah’a ve ahirete hak
ettiği biçimde iman edenler dosdoğru yolda olanlardır. Kimin doğru
yolda olduğundan şüphe duyanlara da en güzel cevabı yine O verir.
20 TaHa 135 De ki: Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun.
Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola
ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz.
Merak etmeyin dostlar. En yalnız olduğunuz zamanda bile yalnız
değilsiniz. Selam edenlere selam olsun. Fikriniz, fikretiniz sizin
içinizdedir. Arada bir yoklayan yalnızlık hissi gayet normaldir ve
Allah’tandır. O yalnızlık hissi sadece O’na yönelmemiz gerektiğini
hatırlatan bir zikirdir. Aldığınız her selam, her hal hatır soruş ise,
yaratılmış kimden gelirse gelsin aslında Allah’tandır.
23
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Sizi Şikâyet Edeceğim
Filistinli Çocuğun Düşündürdükleri
Ben dokuz yaşında Filistinli bir çocuğum. Az önce lağım kokan bir
sokakta koşarken birdenbire gözlerim karardı ve bedenimi yok olmuş
buldum. Ne olduğunu anlayamamıştım önce. Ama sonra sevgiyle
karşılandım. Hoş geldin masum çocuk dediler. Öldüğümü ve tüm
gerçeği o anda fark ettim. Anladım ki arkamdan beni öldürenlerin
vahşiliği kadar, benim ölümüme üzülenlerin vicdanı da var. Eğer
öldüğüm için, acı çektiğimi, bedenim parçalanırken sinir uçlarımdan
yola çıkan sinyallerin beynime vereceği ezayı düşündüğünüz için
üzülüyorsanız üzülmeyin. Bir anda oldu bitti. Ne olduğunu
anlayamamıştım bile. Sanki bir çiçek aşısı olmuştum. Ya da bir
24
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
balarısının iğnesi dokunmuştu. Ben öldüm ve Allah acılarımı
başlamadan sona erdirdi. Benim için üzülmeyin… Ama kendiniz için!!!
Kendiniz için kahrolsanız yeridir… Çünkü az sonra sorulacak, hangi
günahımdan dolayı öldürüldüğüm!!!
Sadece bana da sorulmayacak. Bir yanımda Doğu Türkistanlı bir
arkadaşım var. Ona da sorulacak. Diğer yanımda ise bir Arakanlı.
Hiçbirimiz bir başımıza değiliz. Yanımızda birçok arkadaşımız daha
var. Suriyeli, Iraklı Araplar, Kürt ve Türkmen çocuklar da var. Yeni
Zelandalı, İrlandalı, Kuzey Güney savaşlarında ölmüş İngiliz ve
İspanyol çocuklar ve yerinde yurdunda katledilmiş Kızılderililer de var.
Azeri ve Acem çocuklarla da elele gidiyoruz sorulara cevap vermeye.
Hiroşima’da hiçbir şeyden habersizken bir anda kasıp kavrulup
öldürülen minik Japonlar, hatta Polonya’da sırf Yahudi ırkından geldiği
için aç bırakılıp ya da karnı deşilerek öldürülmüş Yahudi kadınların
doğmamış bebekleri de. Sonra Abhazyalılar, Acaralılar, Brezilyalılar,
Perulular da var. Onlarla beraber yürüdüğümüz Bosnalı bebekler,
Kosovalı minikler, Fransızların çırılçıplak fotoğraflarını çekerek
zulmettiği küçük Cezayirli kızlar da yanımızda. Afrika’nın türlü
kavimlerinden köle olarak kaçırılırken gemilerin karinasında
havasızlıktan boğulan esmer arkadaşlar da burada. Etiyopya’da açlıktan
ölen arkadaşlarımız, Finlandiya’da okulda öldürülen sarışın çocuklar da.
Sapık bir Amerikalı’nın ve oğlancı bir Afganın cinsel tacizine maruz
kalmış ve ardından boğazlanmış çocuklar da var yanıbaşımızda. Kuzey
Güney Kore savaşlarında kuş lastiğini elinden bırakamadan buraya
gelmiş çekik gözlü dostlar da var. Osetyalı, Güney Afrikalı, Gabonlu,
Gürcü, Laz, Ermeni arkadaşlarla beraber şarkı söylerken öldürülen
Hintli çocuklar da gelmişler. Karadağ’da, Makedonya’da,
Arnavutluk’ta, Lübnan’da, Sırbistan’da, Ukrayna’da, Liberya’da ve
Kenya’da iç savaşlarda öldürülenlerle beraber Kıbrıs’ta bir banyo
küvetinde kurşuna dizilenler de. Kuveyt’te iki litre petrol kadar kıymet
biçilmemiş çocuklarla, Libya’da sokak olaylarında öne sürülmüş olanlar
bir arada. Malezya’da, Maldivler’de, Meksika’da, Moritanya’da,
25
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Nijerya’da, Pakistan’da, Paraguay’da bir kurşuna hedef olmuşlarla
Bulgaristan’da, Senegal’de, Somali’de, Tanzanya’da, Tunus’ta göç
yollarında ya da mülteci gemilerinde ölenlerle, Zenzibar’da tarlalarda
zulümden kaçarken öldürülen çocuklar da sıra sıra yanımızda. Ölüm
tarlalarına sürülmüş küçük Çinliler de var. Ve Türkiyeli çocuklar da var
burada. Kimisi sokakta terörist diye öldürülmüş, kimisi kaderi bu diye
ölüme terk edilmiş. Kimisi bir mayına basmış, kimisi servisiyle okula
giderken can vermiş. Kimisi bir uyuşturucu satıcısının tuzağına düşmüş,
kimisi on iki yaşında dağa kaldırılmış. Velhasıl hepimiz buradayız.
Tanımadığım
bilmediğim
Mısırlılar,
Romalılar,
Timurlular,
Harzemşahlar, Eskimolar, Sibiryalılar, Sümerlerle tanıştım. Hepimiz
buradayız. Haberi olması gerekenlerin haberi olsun. Hangi
günahımızdan ötürü öldürüldüğümüzün hesabını vereceğiz az sonra!!!
Haberiniz olsun; biz de kesinlikle doğruyu söyleyeceğiz. Kimseye kendi
hak ettiğinin dışında bir faydamız ya da zararımız olmayacak. Gerçek
birebir ne ise ona tanıklık edeceğiz. Bize yardım etmeyi, bizi kurtarmayı
bizim üzerimizden politika malzemesi yapmak zannedenleri de, sırf
bizim üzerimizden politika yapanlar var diye bizim öldürülmemizi hiç
dikkate bile almayanları da şikâyet edeceğiz.
Ben diyeceğim ki, evet beni müşrik Yahudiler öldürdü. Ama yalnız
değillerdi. Müşrik Hıristiyanlar, kendi peygamberlerini öldürmekle
övünen bu müşrik Yahudilere arka çıktılar. Sonra bizimle din kardeşi
olduğunu ileri süren müşrik Araplar da iftarda karınlarını doyurduktan
sonra tefler eşliğinde Sana ve kendi atalarına gösterişle sözde dua
etmekle yetindiler. Yakın coğrafyalarda seçime gidenler mitinglerinde
bizden yana olduklarını iddia ederken bizi öldüren müşrik Yahudilere
karşı ya “heeeyyt” diye bağırdıkları için ya da anlamsız bir
soğukkanlılık gösterişine giriştikleri için oy istediler hayranlarından.
Ama bir şey yapmak için kıllarını kıpırdatmadılar. Senden aldıkları
güvene bakmadılar, Senden yardım dilemeyi Amerikan dışişleri
bakanından yardım dilemek ya da eski seçilmiş politikacıların
mezarlarını ziyaret etmek zannettiler. Kimisi de suçlu günahkâr makam
26
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
sahipleri ile telefonla görüşmüş olmayı iş yapıyoruz diye sundular.
Ticaretlerine, makamlarına, ekonomi politikalarına sekte vuracak hiçbir
girişime kalkışmadılar.
Bir de diyeceğim ki; Senin ayetlerinden yüz çevirenlerden öyleleri de
var ki, sırf politik görüşleri uğruna bana arka çıkmayı bile gurur
meselesi yaptılar. Bir partiye, bir millete ve hatta senin dinine bilerek ya
da bilmeyerek düşman kesilenler benim adımı bile ağızlarına almadılar.
Bize ne Filistinli bir çocuktan dediler. Daha önce sanki diğer
mazlumlara çok sahip çıkmışlarmış gibi!!! Zaten onlar için kendilerine
dokunmadıktan sonra yılanı önemsemezler. İnsanların çoğu, bizim gibi
ölen çocukları ne rakı ile balığa, ne disko ile otomobile, ne de hurma ile
zem zem suyuna tercih ederler.
Bizi öldürenler bize yeniden bir hayat veremezler, bizi diriltemezler.
Ama Allah bizi diriltir. O ölümü verse de dirimi de verir. Ama ne bizi
öldürenler ne de siz veremezsiniz. Biz öldürüldük işte. Ama Allah bizi
diriltti. Bizi merak etmeyin. Kendinizi merak edin. Kendinizi
sorgulayın. Çünkü sizi de şikâyet edeceğim. Üzülmenizin bir anlamı
yok. Bizim için değil, kendiniz için üzülün ve tevbe edin. Hikâyeyi,
rivayeti, masalı bırakın. O rivayetlerin yolunda gidenler bizi bu hale
getirenlerin baş sorumlularıdır. Bizi tankların önüne sürenler,
sokaklarda canlı kalkan yapanlar ve bizi yönettiğini zanneden aptallar
da en az tetikleri çekenler kadar suçludurlar. Allah’ın dinini fırka fırka,
hizip hizip, mezhep mezhep bölüp yüzyıllardır şu dünyayı kana
bulayanlara uymayın. Bizi, bize tetik çekenler, bombanın pimini
koparanlar, füzelerin düğmesine basanlar ve üzerimize tanklarını
sürenler öldürmedi sadece. Siz, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirenler de
öldürdünüz. İşte ben o üzüldüğünüz Filistinli çocuk ve arkadaşlarım bir
aradayız. Hepimiz buradayız. Eğer tevbe edip de kitabınıza, Allah’ın
yoluna dönmezseniz hepinizden şikâyetçi olacağız. Haberiniz olsun.
27
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Davet ve Kaçış Zamanının Kısa Tarihi
Nuh Suresinden İzdüşümleri
İnsanları Allah’a ve ayetlerine davet etmenizin sebebi bunun farz
oluşudur. Keyfi değildir. Bu tebliğ gayreti insanın fıtratı gereğidir,
yaratılışı gereğidir. İster istemez paylaşır insan. Fark ettiği gerçekleri
önce kendi yakınındakilere, sevdiklerine, çevresine ve ulaşabildiği
herkese ulaştırmaya gayret eder. Bu kapsamda İbrahim’in de,
Muhammed’in de, Musa’nın da, Nuh’un da yaptığı gibi Allah’ın
ayetlerindeki gerçeklerin farkına varan tüm müminlerin de başına
28
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
benzer bir durum gelir. Elçilerin risaletleri elbette daha bir ağır yüktür
ama inanan her müslümanın da kendi donanımlarınca bu ağır yükleri
omuzlarına baskı yapar.
71 Nuh 1,2,3,4 Şüphesiz, biz Nuh’u; ‘Kavmini, onlara acı bir azab
gelmeden evvel uyar’ diye kendi kavmine gönderdik. O da dedi ki: ‘Ey
Kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım.
Allah’a kulluk edin, O’ndan korkun ve bana itaat edin. Ki günahlarınızı
bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette
Allah’ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.’
Siz böyle söyleyip, ayetleri okuduğunuz zaman sözlerinizi anlamaktansa
size şu karşılığı verenlerle de karşılaşırsınız:“Sana ne oluyor ki! Sen
peygamberliğe mi soyundun. Bırak herkes inandığı gibi yaşasın. Herkes
bir şekilde Allah’a inanıyor. İlla senin gibi mi inanmaları lazım?”
Evet, hemen herkes bir şekilde Allah’a inandığını düşünüyor. Ancak,
Allah’a inanmak, O’nun ayetlerinden habersiz yaşamaksa, O’nun
kitabını okumadan da oluyorsa, ne diye gönderildi bu kitap!!! Eğer
O’nun kitabına inandığını zannedenler, o kitaptan habersiz yaşayabiliyor
idiyseler ne gerek vardı ki bunca peygambere!!! Siz Allah’ın ayetlerini
yüzlerine okuyorsunuz ve onlar bunları dinlemek bile istemiyorlar.
Okuyun diyorsun ve aylar yıllar geçiyor da yine okumuyorlar ve sonra
da sizden daha iyi bir müslüman olduklarını, asıl doğru yolun o ayetler
üzerinde düşünmemek ve dolayısıyla yanlışa düşmemek olduğunu ileri
sürüyorlar. Yani kafanı devekuşu gibi kuma göm ve korunduğunu,
sakındığını zannet!!! Kaç kaçabildiğin kadar ayetlerden!!! Ne
diyebilirsiniz ki artık? Nuh da öyle. Ne diyebilirdi ki artık!
71 Nuh 5,6 Dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet
edip-durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.’
Bu esnada kendileri, farkına varmadıkları ve kolay kolay kabul de
etmeyecekleri bir kibir içindedirler. Size mi kalmıştı onlara gerçekleri
işittirmek!!! Başkası yok muydu? Alıştıkları hitabetlerle ağlayıp,
sızlayıp, güldürüp, iç huzuru verip onları rahatlatıp, uyuşturanlar bunları
29
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
daha iyi biliyor olmalıydılar!!! Siz değil! Siz fark ettiğiniz gerçekleri
hevesle ve sevgiyle onlarla paylaşmak istedikçe, onlar bu konuları
konuşmaktan sıkılır ve başka şeylerden bahsetmek isterler. Çünkü
gerçekten korkmaktadırlar. Görmek, duymak ve böylece sahte
huzurlarını bozmak istemezler. Çünkü işittikleri ve işiteceklerinin kendi
doğrularıyla çelişiyor olduğunun farkındadırlar ama bunu kabul etmeleri
durumunda sorumluluk yüklenirler. Zanlarını gerçeklere tercih ederler.
Duymayarak, dinlemeyerek sakındıklarını zannederler.
71 Nuh 7 ‘Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde,
parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve
büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’
Sevdikleriniz ve samimi olduğunu düşündüğünüz her insan için her yolu
denersiniz. Kâh açıkça anlatır, kâh ironi yapar, kâh delil gösterir, kâh
mizahi bir üslup kullanır, kâh misaller gösterirsiniz de inanmazlar.
71 Nuh 8,9,10 ‘Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra
(davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla
yanaşmak istedim. ‘Bundan böyle’ dedim. ‘Rabbinizden bağışlanma
(mağfiret) dileyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.’
Allah’ı ve affını anlatırsınız. Duymak istemezler. Nimetlerini
düşünmelerini ve kainatın ayetlerini hatırlatırsınız. Kuru bir onayla
geçiştirir, düşünmek istemezler.
71 Nuh 11,12,13,14,15,16 ‘(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak
(bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda
bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar versin.
Size ne oluyor ki, Allah’tan bir vakarı ummuyorsunuz? Oysa O, sizi
gerçekten tavır tavır yaratmıştır. Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü
birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar
içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil
yapmıştır.’
30
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Eğer, borsadan, arsa fiyatlarından, politikadan, futbol maçlarından veya
tatlı ve kurabiyelerden, komşunun gelininin evindeki zigon sehpalardan
ve görümcesiyle kırgınlığından bahsederseniz muhabetinize bayılırlar.
Kendi yaratılışlarından verdiğiniz örneklerse idraksiz bir kabulden ve
sıkıcı bir konudan öteye geçmez.
71 Nuh 17,18,19,20 ‘Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi
yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltipçıkaracaktır. Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı. Öyle ki, onun içinde
geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye.’
Eğer ısrar ederseniz artık siz onlar için farklı birisi olmuşsunuzdur. Sizi
yavaş yavaş yalnız bırakır ve mal, ticaret, türlü dedikodu ve çocuklardan
müteşekkil muhabbetlerine devam edenlerle huzur (!) içinde yaşayıp
giderler. Size ise belli belirsiz bir “dur” mesajı göndermişlerdir. Sizin
bahsedeceğiniz şeyleri konuşmamak için önceden tedbir alır ve o Kuran
konusunu, o Allah’ı ve O’nun ayetlerini açacak kelimeleri bile
kullanmaktan kaçınırlar. Bilmezler ki her şeyleri ile O’na muhtaçtırlar.
71 Nuh 21 ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve
çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere
uydular.’
İleri gelenleri ise sizinle fikirsel mücadeleye giremedikleri ve
girdiklerinde her şekilde mağlup oldukları için, arkanızdan konuşmaya
ve yanlılarını sıkı sıkıya size ve tebliğ ettiğinize karşı bağlamaya
çalışırlar. İlahlaştırdıklarını yüceltmeye ve doğru zannettikleri âlimlerini
ve uydurulmuş dinlerini koruma altına almaya çalışırlar.
71 Nuh 22,23 ‘Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular. Ve dediler ki:
Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne
Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.’
Onlar zulmü kendilerine ulaşmayanların zulmüne ses çıkartmazlar. Ama
yine de insanları seversiniz. De onlar biliriler mi bilmiyorum. Onlar gibi
olduğunuz sürece belki!
31
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
71 Nuh 24 ‘Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o
zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.’
Biz çoğunlukla Nuh kadar kendinden emin ve cesaretli olamıyoruz.
Onun gibi helak için yalvaracak gücü kendimizde bulamıyoruz. Demek
ki yükümüz O’nun kadar ağır değil ve demek ki daha ümitlerimiz de
tükenmedi. İnsanlar dönem dönem helak oldular, yok edildiler. Nuh’un
oğlu bile.
71 Nuh 25 Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe
sokuldular. O zaman da Allah’ın dışında hiç bir yardımcı bulamadılar.
Ve Nuh artık dayanamayacak hale gelmişti.
71 Nuh 26,27 ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt edinen hiç kimseyi
bırakma’ dedi. ‘Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını
şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir’den) kâfirden
başkasını doğurmazlar.’
Nuh’un bu duası kendi döneminde hak olduğu gibi kesin olarak ahrette
de gerçekleşecek, biliyoruz. Ve bu güvenle sevdiklerimiz ve kendimiz
için bir kez daha af diliyoruz.
71 Nuh 28 ‘Rabbim, beni, annemi, babamı, mü’min olarak evime gireni,
iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan
başkasını arttırma.’
Zaman yeni bir davet zamanı. Belki de yenilgiden kurtulabilmek için bir
maçın uzatma dakikalarındaki son atak şansları. Top çevirme zamanı
değil, toplu olarak atağa geçme gibi son bir defa ayetlerin farkına varıp
onları yaşama zamanı. Daha öncekinden daha kısa bir tarih kaldığı kesin
önümüzde. Allah bizi ve sevdiklerimizi rahmetiyle kuşatsın. İdrakımızı
ve gerçeği gören gözlerimizi ve anlayan kalplerimizi değil hatalarımızı
ve yanlışlarımızı örtsün. Sevgiyle…
32
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yemin|Sağ El Bahsi
Sağ Ellerin Malik Oldukları
Bu yazımda yeminlerin bağlayıcılığı, adetler, çok eşlilik, kölelik,
cariyelik, nikâh, evlilik, cinsellik, sağ elinin malik oldukları veya
yeminlerin altında bulunanlar ve benzeri olarak üzerinde tartışması bol
bazı konulara değineceğim. Kuran’da geçen ve birebir bağlantılı olduğu
“yemin” konulu ayetler kapsamında bazı çıkarımlarımla bana
düşündürdüklerini açıklamaya çalışacağım.
Bu günlerde “Kuran her çağa hitap eder” anlayışını bahane
edinerek dünü unutup hep bugüne uyarlama gibi bir sıkıntı var. Oysa
33
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“her çağa hitap eder” demek dünü de kapsıyor demektir. Bu anlayış
Kuran’daki birçok ayetin indiği döneme de hitap ettiği gerçeğinin önüne
geçmemelidir. Eğer ayetler bugün İstanbul’a inseydi bugünkü
İstanbul’un da kültürel veya örfi öğelerini taşıyacaktı. Bu gerçek hiç
unutulmamalıdır. Çünkü bugünkü inananlar Kuran’daki Arap örfünü
fark ettikleri zaman ders almak yerine uygulamadıkları halde çeşitli
hükümlere varıp diğer insanlarla ayrılığa düşüyorlar ya da “bu örf bize
uymuyor” diyerek Kuran hakkında sui zanlar güdüyorlar. Oysa Kuran
bir öğüttür, bir hatırlatmadır. Bizim görmemiz gereken anlatılanların
içerdiği derstir. Bu yüzden Kuran’da anlatılan dönemin Arap örfünü ve
Allah’ın bu husustaki merhametini de Kuran’dan görmeye çalışmak
gerek. “Sağ elinizin malik oldukları” ve benzeri tabirler “yemin, söz,
sözleşme, ahit ile haneniz içinde ya da yönetiminiz altında bulunanlar”
gibi açıklamalar da bu kapsama giriyor. Bugünkü tabirle çekirdek ve
yakın aileniz dışında “bakmakla yükümlü olduklarınız/edindikleriniz”
diyorum ben bu tabire.
Bunlar yetim çocuklar, fakirler, kimsesizler, hizmet işi verdikleriniz,
engelliler vb olabileceği gibi size hizmet etsinler ya da etmesinler,
kendinizi bakmakla yükümlü kıldığınız bekâr ya da dul kadın ve
erkekler de olabilir. Gerek Allah’ın emrine (Kuran’a) göre ona söz
vermemiz gereği, gerek kendi kendimize verdiğimiz karar gereği,
gerekse başkalarıyla yaptığımız anlaşmalar gereği bir söze, sözleşmeye
(yemine) girmiş ve bazı insanları hanemize almış olabiliriz. Bugün bu
olasılık bizler için düşük belki ama peygamberimizin yaşadığı ve
müminlerin savaşlarla katledildiği bir dönemde çok olası bir durum. Sağ
elinizin malik oldukları, yemininiz altında olanlar veya bakmakla
yükümlü olduklarınız tabirlerini düşünürseniz birbirine çok da uzak
olmayan kavramlar olarak görürsünüz. Ama tek bir şartla!!!
Kalbimizdeki hastalıklardan sıyrılacağız. Allah illa ki burada
cinsellikten bahsediyor diye düşünmeyeceğiz. Yani bakış açımızı
değiştireceğiz ve ders almaya bakacağız.
34
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Eğer böyle yaparsak göreceğiz ki ayetlerde anlatılan mesele cinsellik
değil. Ona Allah nazikçe “dokunmak” diyor, abdest ayetlerindeki gibi.
Kadınlar ve erkekler olarak birbirimize her an cinsel gözlüklerle
bakmayı ve baktırmayı bırakalım. Konu cinsellik olduğunda bile
mesele fotoğrafta ortaya çıkan zihniyeti sorgulayıp en doğruyu bulmak
olmalı. Hastalıklı kalplerimizi söküp atıp, ayetleri saf bir gözle
okuyalım. Allah ayetlerin üzerinde kocaman kocaman “infak edin,
yetime bakın, koruyun, gözetin” diyor, biz erkekler hastalıklı
kalplerimizle kalkıp “kaç tane kadın alırım”ı, hatta “kimlerle düşüp
kalkabilirim”i anlıyoruz!!! Şahsına münhasır bazı kadınlar da seviyesiz
biçimde “o zaman ben de çok koca alayım, seks kölesi edineyim” diye
çirkin ve ayete karşı çıkar tavırlara giriyorlar. Allah zekâttan, iyilikten,
infaktan, nikâhlanmaktan ve gerekçelerinden bahsediyor. Biz ise
hastalıklı zihniyetimizle cinsel ilişkiden bahsediyor zannediyoruz.
Neyse… Bizi koruyan, gözeten, merhametini eksik etmeyen Allah’ın
adını anın ve buyurun zihnimizi açacak ve inşa edecek o ayetlerden
bazılarına.
li eymânikum | yeminleriniz için, yeminlerinize
2-Bakara 224 Yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız
ve insanların arasını düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah
işitendir, bilendir.
Demek ki birileri Allah adına yemin ederek veya Allah’ın daha önce
indirdiğini öne sürerek bazı iyi şeyler yapmaktan ya da bazı kötü
şeylerden sakındırmaktan insanları alıkoyuyormuş. Bu elbette bir
değildir, iki değildir. Demek ki birçok hurafe Allah’a mal edilerek bu
devirde olduğu gibi o dönemde de insanların önüne sürülmüş. Yoksa
Allah, bilmeden, farkına varmadan ettiğimiz yeminlerden bahsetmiyor.
Kendi sözleşmesine verdiğimiz garantiden ve kalplerimizle
onayladığımız yeminlerimizden bahsediyor burada. Bunu neren
anlıyorum? Elbette peşi sıra gelen ayetlerden…
35
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
2-Bakara 225 Allah, düşünmeden, rastgele yaptığınız yeminlerden
dolayı sizi sorumlu tutmaz; ama kalplerinizin eylemlerinden sorumlu
tutar. Allah, çok affedicidir; yumuşak davranandır.
Ve ardından bir örnek vererek ne gibi şeyleri kast ettiğini ve nasıl
affedici olduğunu ve yumuşak davrandığını açıklıyor. Allah adına
edilmiş yeminlere bir nevi kefaret getirerek, daha sonra doğabilecek
sorunların önüne geçiyor. Merhamet ediyor.
2-Bakara 226 Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay
bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde eşlerine) dönerlerse,
şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Demek ki Allah adına yemin etmek öyle çocuk oyuncağı bir iş değil.
Anlayana…
ve eymânihim | ve yeminlerini
3-Ali İmran 77 Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık
satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet
gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz.
Ve onlar için acı bir azab vardır.
İçinde yemin geçen ayetlerden bazılarını sıralıyorum. Çünkü bunlarda
hem yemin kelimesi ile kast edilenlerin neler olduğu, hem de bir zihin
inşası söz konusu. Kitap bize hem kelimelerin anlamlarını hem de
alınacak dersleri belli bir tertil ile gösteriyor. Umuyorum yazının
sonunda bu temaya döneceğiz ve siz de anlatmak istediğimi
göreceksiniz. Bu ayette de yeminden kast edilen Allah’a verilmiş olan
söz. Onun bizimle yaptığı sözleşme, ahit, kitap. Onu ve ayetlerini az bir
pahaya değişenler de sizin çok iyi bildikleriniz. Bu ayetin önüne
bakarsanız yine bir hurafenin, Allah adına uydurulmuş bir kabulün yerle
bir edildiğini görürsünüz. Kitap ehlinden birilerinin kendilerini Allah’ın
has kulu gördüklerini, diğer insanların önemi olmadığını ileri
sürdüklerini ve onlara infak etmenin gerekmediğini… Onları kandırarak
mallarını yemenin mübah olduğunu ileri sürmelerini… Bu devirde
36
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olduğu gibi o dönemde de Allah adına yalan söyleyenler var. Temel
bozucu unsur mal, mülk sevdasıdır. Yeminlerini, ahidlerini, Allah’ın
kitabını ileri sürerek bu sevdaya kilitlenenlerle başka ayetlerde de çokça
karşılaşıyoruz. Bugün de günlük hayatta önümüze çokça çıkıyor zaten.
37
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Nisa 3|Çok Eşlilik
Şimdi geldik çok tartışılan bir ayete. Hani içinde hem yemin hem çok
eşlilik geçen. Acaba gerçekten asıl mesele cinsellik mi!… Birileri çok
eşlilik ruhsattır diyor, isteyen dört kadınla evlenebilir!!! Bu iddianın bir
kısmı bana göre doğru bir kısmı ise yanlış. Evet dört eşle evlenmek bir
erkek için ilk bakışta ruhsat gibi duruyor. Ama her isteyen evlenemez.
Silah almak için ilçenizdeki emniyete başvurun bakalım. Size silah
ruhsatı verecekler mi? Bakın bakalım size kaç tane şart koşacaklar?
Neden silah istediğiniz sorulacak en başta? Hasmınız mı var, başınıza ne
geldi, tehdit mi edildiniz, taşıyacak mısınız yoksa evde mi
bulunduracaksınız? Ve saire ve saire… Peki Allah dört eşe ruhsat
veriyor da şart koşmuyor mu? Okuyalım…
38
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
4 Nisa 3 Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden
korkarsanız, size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız. O
kadınlar arasında da adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, bir
tane alınız; yahut ellerinizin altında bulunanlarla yetininiz. Zulüm ve
haksızlık etmemeniz için en uygun olan budur.
Belki de bazılarımız ilk defa ayeti dikkatle ve yavaş yavaş okudukları
için yukarıdaki ana şartı ve diğer şartları da ilk defa gördü!!! İkişer,
üçer, dörder kadınla nikahlanabilmek için demek ki elinizin altında
yetimler olması gerekiyor, gördük mü!!!
İsterseniz baştan sayalım şartları… İkişer, üçer, dörder kadınla
evlenebilmek için en başta adaleti gözetmek ve Allah’a verdiği sözün
dışında bir şeyler hedeflememek gerekiyor. Ayetin ortasındaki dört
sayısını görüp atlayanlardan olmamak gerekiyor yani. Sonra bir kez
daha bakın, elinizin altında yetimLER olması gerekiyor. Hedefinizin
cinsellik değil “bu yetimlere nasıl bakarım” olması gerekiyor. O da
yetmiyor, bu yetimlerin arasında adaletli davranabilmekten korkar hale
gelmek gerekiyor. O da yetmiyor, bir yetmezse iki, sonra yetmezse üç,
yine de yetmezse en fazla dört kadınla nikâhlanmak gerekiyor. Bu
kadınlarla nikâh ahdi yapılmasının nedeni yetimlerin korunup
gözetlenmeleri, bakımlarının sağlanmasıdır. Her akşam başka bir
hanımla yatmak değildir maksat!!! O da yetmiyor, evlendiğiniz
kadınların arasında eğer adaletli olmaktan korkarsanız yine de bir tane
ile yetinmek gerekiyor. Kimseye zulmetmemek ve haksızlık yapmamak
gerekiyor. Kendinde bu takvayı, bu malı mülkü ve bu cesareti gören
varsa sözüm yok. Buyursun alsın istediği miktarda eşi!!! Ruhsat var.
Geçen de geçmiştir, ona da eyvallah…
Şu ayetteki asıl maksadın cinsellik olmadığını, infak, zekât, sadaka,
yoksula yardım, yetimi kucaklama olduğunu görmeyenlerin beni
anlayacaklarını zannetmiyorum. Çokları zannediyor ki Kuran’daki
nikâh kavramı sadece bildiğimiz anlamda evlilikle ilgilidir! Ondan sonra
deisti, ateisti peygambere vuruyor, müslümanım diyeni rivayetlerden
ruhsat üstüne ruhsat çıkarıyor. Kimse yetimi ve yoksulluktan sürüneni
39
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
aklına bile getirmiyor. Çoğu şehveti peşinde, kendince harem kurma
peşinde. Cebinde üç kuruşu yok, ağzında Nisa 3 ayetinin ortasındaki bir
cümle. Dört kadınla evlenebilirmiş!!! Kaç yetime baktın, kaç tane
yoksula babalık ettin, ne kadar infak ettin bu güne kadar!!! Çoğu
evleneceğinden de değil ya! İçindeki hastalığın dışa yansıma biçimi. Git
evlen! Evlen de önce yayığında bir yudum ayran salla, sonra
tahtırevanla gidersin gideceğin yere!!!
Yok Kalemzade, öyle değil. Burada asıl maksat infak falan
değil diyorsanız hala, açın Kuran’ı, önceki ve sonraki ayetlere de bakın.
Nisa 1’de akrabalık bağlarını koparmamaktan, Nisa 2’de yetimlerin
mallarını yemenin ne büyük bir günah olduğundan, Nisa 4’te kadınların
mihrini vermekten, Nisa 5’te aklı ermeyenleri rızıklandırıp,
giydirmekten, Nisa 6’da kimsesiz ama malı olan yetimlerin mallarını
onlara iade etmekten, Nisa 7’de ana babadan kalan mirasın erkek ve
kadınlara eşit pay edilmesinden, Nisa 8’de mirastan yakınların ve
yoksulların da rızıklandırılmasından, Nisa 9’da korunmaya muhtaç
çocuklardan, Nisa 10’da yetimlerin mallarını yiyenlerin karnını ateşle
doldurduklarından bahseder ve böylece devam eder gider. Şimdi siz
kalkıp bu ayetlerin ortasında olan Nisa 3’deki dört eşe, ayetin tamamını
bile okuyup anlamadan takılıp orada cinsellikten mi bahsedildiğini
söylüyorsunuz!!! Hadi her satırımı yok sayın ama ayete dönüp bir daha
bakın, çok eşlilik için hiç bir şart yok mu!!!
Nikah deyince aklımıza sadece cinsellik mi geliyor!!! Niçin bu kadar
çok kadınla nikâhlanma ruhsatı verildi peygambere ve müminlere
anlamıyor muyuz? Allah başka bir şey anlatıyor, biz başka şeyler
arıyoruz. Onlar zulüm gören ve ölüm tehdidiyle burun buruna yaşayan,
savaşlarda katledilen ve erkeklerinin genç yaşta ölenleri çok olan
müminlerdi. Üstelik yaşadıkları kültür ve örfte, insanlar köle olarak
kullanılabiliyordu. Böyle bir yaşam tarzında yaşayan ve modern çağın
gereklerinden habersiz bir toplumda doğup yaşadığı için bazı şeyleri
modern çağa göre farklı ve olağan görmeleri gayet normaldir. Ve Allah
bu insanlar hakkında hüküm verirken adaletli olacaktır. Onları bugünkü
40
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
toplumun ulaştığı medeniyet seviyesine göre değerlendirmeyecektir.
Allah burada infaktan ve yetim haklarından bahsediyor, biz kim kimle
cinsel ilişkiye girecek diye bakıyoruz!!! Fazla kadınla nikâhlanma bir
ihtiyaçmış ki bu ruhsat verilmiş. Ama ihtiyaç erkeğin şehvet ihtiyacı
değil, yetimin karnını doyurma ihtiyacıdır. Hem de örfün gerektirdiğine
tedricen müsaade. Anlayana…1
1
Bu bölümle ilgili blogda çokça yorum vardır. kalemzade.net
41
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yemin Altında Olanlarla Yetinmek
Nisa 22, 23 ve 24’de mümin erkeklerin kimlerle nikâhlanamayacağı
açıklanıyor. Kısaca müminler; babalarının eşleriyle, anneleriyle,
kızlarıyla, kızkardeşleriyle, halalarıyla, teyzeleriyle, kardeşlerinin
kızlarıyla, sütanneleriyle, süt kızkardeşleriyle, kayınvalideleriyle,
eşlerinin kızlarıyla, gelinleriyle, iki kızkardeşle birden ve ayrıca evli
olanlarla nikâhlanamazlar.
Kuran’ın tamamını göz önüne almayan kurnazlık yapma heveslileri bu
ayetleri eksik çıkartma sevdasıyla torunlarla nikâha, erkeklerle
erkeklerin, kadınlarla kadınların evliliğine müsaade çıkarmaya çalışıyor
ya da inekleri sütanneleri sayıyorlarsa onları da Kuran’a karşı
takındıkları bu sui zanlarıyla baş başa bırakıyorum. Eğer kitabı yetersiz
görüyorlarsa ve bu saçma sapan açık aramalardan dolayı
reddediyorlarsa, gidip süt kardeşleriyle de, sütünü içtikleri ineklerin
42
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
buzağılarıyla da evlenebilirler!!! Bu kitap aklını kullanan, doğru dürüst
sorgulamasını bilen, o kitabın Allah’tan olduğuna ikna ile emin olan ve
idrak ile teslim olanlar için bir rehberdir. Ders alınmak içindir. Alay
edilmek için değil.
mâ meleket eymânukum | yeminlerinizle sahip olduklarınız
Peki Nisa 25’de durum ne? Ellerinizin (yemininiz) altındakilerle
(koruyucu velayetiniz altında olanlarla) yatabilirsiniz demiyor mu!!!
Kalbimizde hastalık, aklımızda şehvetimiz varsa öyle de anlarız, da…
Öyle mi? Okuyalım bakalım…
4-Nisa 25 İçinizden özgür mü’min kadınları nikâhlamaya güç
yetiremeyenler, o zaman yeminlerinizle malik olduğunuz inanmış
kızlarınızdan alsın. Allah imanınızı en iyi bilendir. Siz
birbirinizdensiniz. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice
dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikâhlayın. Onlara
ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin.
Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki
cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip
korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah,
bağışlayandır, esirgeyendir.
Tane tane gidelim…
İçinizden özgür mü’min kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler…
“İçinizden” denerek sadece bireye değil müminlerin tamamına bir
sesleniş var. “Özgür mümin kadınlar” dendiğine göre özgür olmayanlar
da var. Evlilik dışı cinsellik temeli değil “nikâhlanma” temeli var. Ve bu
nikâh için “güç yetiremeyenler” var. Büyük oranda maddi olarak güç
yetirememek olmakla beraber aklımıza gelebilecek olası başka nedenler
de ilaveten söz konusu olabilir.
… güç yetiremeyenler, o zaman yeminlerinizle malik olduğunuz inanmış
kızlarınızdan alsın. …
43
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bu kızların tercih sebebi olmamaları dikkat çekici. Kültürel ve dönemsel
bir geçerliliği olduğu belli olan “yemin altında bulundurulan kızlardan”
bugüne ben açık bir iz düşürmeyeceğim ama bu ayetin izdüşümü
olmadığı anlamına gelmiyor. Elbette tarihseldir ama tarihe gömüldüğü
anlamına da gelmiyor. Doğrudur ya da yanlıştır ama benim ne
anladığımı, okurken düşünen anlayacaktır.
… Allah imanınızı en iyi bilendir. Siz birbirinizdensiniz. …
İmanı olanlar birbirlerindendir. Tercih sebebi olmamaları örfidir. Allah
katında iman edenlerin derecelerini ancak Allah bilir. Çünkü kalpleri de
en iyi O bilir. İnsanlar dışarıdan baktığında kalplerin içi göremez.
İnsanlar katında değersiz gibi görünen bir insanın yaşadığı şartlar o
kişiyi imanına rağmen diğer insanların beğenemeyeceği bir hayat içinde
bırakmış olabilir.
… Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar
edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikâhlayın. …
“Fuhuşta bulunmamak şartıyla” denmesi ile “iffetli ve gizlice dostlar
edinmemişler olarak” diye belirtilmesi kabul edelim ki manidardır ve
bence dönemin üstü örtülü bir örfünü yansıtır. Eminim ki Allah’ın yok
etmeye çalıştıklarından biri de (aslında bugüne de izdüşümü olan) bu
yapıdır. Onların velilerine verilen atıf aslında devrilmesi hedeflenen bir
örfi yapıyı fark etmeleri içindir.
… Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir
şekilde verin. …
Ücretlerini örfe uygun şekilde ödemeyi (benim anladığıma göre)
velilerine görev veriyor. Çünkü ayetin başındaki açıklamamda
belirttiğim gibi seslenilen muhatap birey değil toplum. Üstelik
unutmayalım nikâhlanmaya güç yetiremeyenler söz konusu. “İçinizdeki
bekârları evlendirin” (24:32) emri de bu iddiamızı destekler. Evlenmek
isteyip de evlenemeyen bekârların evlendirilmesini bireye değil topluma
verilmiş bir görev olarak görüyorum.
44
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bu arada bu yazıdaki konudan bağımsız olarak mehir konusunda ne
düşündüğümü de yeri gelmişken açıklamak isterim. Allah örfe göre
mehir vermemizi emrediyor. Dolayısıyla bugüne izdüşürdüğümüzde
Arap örfüne göre değil bugünkü bizim toplumumuzun örfüne göre
mehir vermemiz gerekir. Ama mehir başlık parası değildir. Başlık parası
kızın ailesine verilir ve bence kesinlikle yıkılması gereken bir adet olup
kadını alınıp satılan bir mal yerine koymaktır. Mehir ise bizzat kadının
hakkıdır ve ona verilir. Örf bence devletimizin meşru kanunlarının da ta
kendisidir. Bugün yaşadığımız toplumda resmi nikah bu örfi mehrin
bizzat güvencesidir ve evliliklerin yıkılması durumunda kadını erkeğin
maddi durumunu göz önüne alarak oldukça da iyi korumaktadır.
İsteyenin baştan bir maddi desteği eşine vermesinde de, boşanma
durumunda verecek olmasında da ben bir sakınca görmüyorum. Bu
tamamen eşler arasındaki anlaşmaya dayanır diye düşünüyorum.
Bugünkü kanunlarımıza göre eşe bu teminatı vermenin, bizim örfümüze
göre mehir vermek olduğunu düşünüyorum. Allah’ın sınırlarını
bilmeyip de istismar edenler ise erkek olsun kadın olsun her zaman her
toplumda elbette çıkacaktır. Bu durum doğruların yapılmasını
engellemez. Bu nedenle resmi nikah dinen de mutlaka ve mutlaka
yapılması gereken bir akittir.
Bu parantezden sonra ayete devam edelim.
… Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar
üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) …
“Evlendikten sonra” denmesi ve “fuhuş”a bir kez daha vurgu yapılması,
evlenmeden önce buna meyilli olanlarının olduğunu, en azından toplum
içinde bahse konu bu kızlar hakkında böyle bir intiba oluştuğunu
gösteriyor. Buna rağmen insanın zayıf yaratılışını bilen Allah, özgür
olmayan bu kızlar hakkında; fuhşun haram olduğunu yok saymadığının
ve buna mukabil özgür kadınlara oranla özgür olmayanlara daha
merhametli olacağının işaretlerini veriyor.
45
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
… Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir.
Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.< /em>
Ev almaya güç yetiremeyenler mecbur kaldıklarında tercih etmedikleri
halde çadırda da yaşayabilirler. Bu durum başkasının evini yıkmaktan
da soymaktan da daha hayırlıdır. Sabretmek ise en hayırlı olanıdır.
Açıkça izdüşürmek istemiyorum ama herkesin aklı var; özgür kadınlarla
evlenmeye güç yetiremeyenler bugün etraflarına bir baksınlar ve tercih
sebebi olmayan, özgür olmayan, evlendikten sonra fuhuşta bulunmamak
şartıyla, özgürleştirilebilecek ve bulunduğu durumdan kurtarılabilecek
kadınların kimler olabileceğini bir daha düşünsünler. Ayetler ders
alınmak içindir ve o dersi en iyi her insanın bizzat kendisi alır. Ben
yanılabilirim. Ama ayetler, çıkarılabilecek hükümleri ile ve Allah’ın
esas mesajıyla çelişmemek şartıyla herkese izafi olarak ayrı ayrı dersler
verir. Fuhşun ise her türlüsü haramdır.
Aklınıza sadece cinsellik de gelmesin. İzdüşürmek istedikten sonra
makbul ve doğruyu bulmaya yönelik şeyler aklınıza gelecektir. Bugün
etrafınıza baktığınızda inanmış mümin kızlar oldukları halde ırkından
dolayı, renginden dolayı, yaşadıkları ve çalıştıkları nezih olmayan
ortamlardan ve yaptıkları işlerden dolayı fuhşa bulaşmadıkları halde
genel geçer toplum tarafından aşağılık görülen ve tercih edilmeyen
kızlar yok mu!!! O kızların her genç kız gibi hayalleri yok mu!!! Bazı
şebekelerin eline düşmüş ve istemediği halde yanlış işlere bulaşmış
kızlar yok mu? Özgür mü o kızlar? İlla savaş mı olması lazım? İlla ki
esir kızlar mı olması lazım? Her zaman söylediğim gibi, din ya da ahlak
dersi vermiyorum, haddime de değil. Ben ayetlerin bana ne
düşündürdüğünü paylaşıyorum. En doğrusunu Allah bilir.
Ayetlerden nikâhsız cinselliğin ya da hülle yollu nikâhların çıkarılması
da asla söz konusu değildir. Sure bütünlüğünde yetimleri ve zor
durumdaki kadınları koruma gözetme ön plandadır. Asıl meseledir.
Cinsel tatmine ihtiyacı olmaktan net bir bahis yok ama bu ayet “günaha
sapmaktan korkanlar için” olduğuna göre cinselliği burada yok
46
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
sayamayız. Ama unutmayalım evlenmeden önce cinsel tatmin serbest
bırakılmıyor burada, tamamen evlilik söz konusu, nikâhlı olmak ve
bunu hedeflemek söz konusu. O gün de böyleydi bugün de. Bir cariye
sistemi değil, ihtiyaç sahiplerini koruma ve mümin bir toplumun inşası
söz konusu iken tutup peygamberin cariyeleri vardı diye yırtınanlar
bence büyük yanılgı içindeler. Toplum içinde öyle bir yöneliş varsa da
Allah ayetlerde bu sistemin yok edilmesi için her doneyi veriyor ama
mazlumları da evsiz barksız, aç ve açıkta bırakmıyor.
Kısaca bu ayette Allah, özgür kadınlarla evlenemeyenlerin
nikâhlanmasından bahsediyorken kimileri “nikâh yapmazsam şöyle
şöyle cinsel tatminler yapabilir miyim”i arıyor. Şu orucu bozar mı, bu
orucu bozar mı demenin başka bir versiyonu!!! Allah’ın yetim kızlara ve
bekâr erkeklere desteğini gören yok mu şu ayetlerde? Belki zengin
müşriklerin elindekiler köleydi, belki fuhuş da yapan veya zorla
yaptırılanlar da vardı. Veyahut tam tersine cinsellikleri hiçe sayılıp
bütün ömürlerince (af edersiniz) it gibi çalıştırılanları vardı. Ama o
müminlerin sahiplendiği ihtiyaç sahibi kızlar da bu güne kadar Roma
İmparatorunun ya da Osmanlı Hanedanının cariyeleri gibi anlatıldı
duruldu bize!!! Neden acaba? Düşünün siz de bulacaksınız… Çünkü
hamd sadece Allah’a olması gerekiyordu ama atalarımızın çoğu bunu
yapmadılar. Hep tapacak başka başka adamlar buldular. Onlar da
atalarımızı din yoluyla uyuttular. Fakirler de böylece zenginlerin mal
mülk makam edinebilme mazeretlerini savunmayı din zannettiler.
Bu ayetin önüne ve arkasına bakarsanız orada da Allah’ın kadını nasıl
müşriklerin ve kötü niyetli adamların elinden kurtarmak için ayetlerle
desteklediğini görürsünüz. Tabi yine anlayana… Kitaba hüsnü zanla
bakana…
Nisa 20’de bir eşi bırakıp başka bir eş almak isteyenlere karşı bırakılan
kadın destekleniyor, Nisa 21’de bunu yapan ve malını da elinden alan
adamın yüreği vazgeçmesi için kıpırdatılmaya çalışılıyor, Nisa 22’de
çirkin hayâsızlıkların önüne geçilirken, Nisa 23 ve 24’de kimlerle
evlenilemeyeceği açıklanıp, kimsenin mağdur olmaması için “geçen
47
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
geçmiştir” denilerek merhamet ediliyor ve yine mehirlerin şart
koşulması anlatılıyor.
Bu kapsamda konuyla yakından ilintili olan Müminun 5,6,7 ve Mearic
29,30,31 numaralı ayetlerin benzerliğini ve Tahrim 1 ayetini bağlantılı
görenler olabilir. Ancak o ayetlerde eşler ve yemini altında bulunanların
ayrı
ayrı
kategorilendirilmesi
ve
bu
yüzden
kınanma
olmayacağının belirtilmesi nikah dışı bir ilişkiyi işaret etmez. Sadece,
nikah ahdi yapılmış olsa da bir kısmının henüz özgürlüklerine
kavuşmamış olabildikleri, örfi olarak özgür eşlerle tamamen aynı
haklara sahip olamadıkları ve bu yüzden özgür eş kategorisinde
görülmedikleri anlaşılır. Ben Kuran’da nikahsız bir kadın erkek ilişkisi
görmüyorum. Bu iddiamı fuhşun her türlüsünü yasaklayan ayetlerle
beraber Nisa 27’nin de özellikle desteklediğini düşünüyorum.
Nisa 26’da Allah merhametini ve her şeye rağmen hataya düşenlerin
tevbelerini kabul edeceğini söylüyor ve Nisa 27’de tam da benim
bahsettiğim şeye “şehvet”e vurgu yaparak ayetlerden her türlü ruhsatı
çıkarmak isteyenlere şamarı yapıştırıyor.
4-Nisa 27 Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca
gidenler, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.
Dolayısıyla şehvetleri söz konusu yapanlar bu ayetleri gereği gibi
anlayamayacaktır. Allah kalplerin içindekini en iyi bilendir ve bunu
dikkate alır.
Ve ardından Allah, Nisa 28’de esas maksadına, merhametine bir kez
daha atıfla uyanmamızı istiyor. Niçin bize tuhaf gelen bazı örflere
tedricen ve sınırlı bir müsaade verdiğini açıklıyor. Çünkü bizi çok iyi
tanıyor. Çünkü O bizden çok çok daha merhametli.
4-Nisa 28 Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) İnsan
zayıf olarak yaratılmıştır.
48
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Çünkü günahların içinde en büyük günah, toplumun zannettikleri değil.
Çünkü en büyük günah şirk. Allah bizi şirkten ve ardından cümle
günahlardan uzak tutsun.
49
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Erkek Üstün müdür?
Mesele hep infak, hep zekât, hep adalet. Ama gören için… Nisa 29 ve
30’da anlaşma dışı haksız ticaretle malların yenilmemesi gerektiğinden,
Nisa 31’de konu büyük günahlara atfedilir ve Nisa 32’de erkek ve
kadının kendi kazandığından payları olduğundan, insanların birbirinin
malına göz koymaması gerektiğinden bahseder.
4-Nisa 32 Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi
(malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi),
kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan onun fazlını
(ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir.
Yeri gelmişken şu “üstünlük” kavramından bahsedelim. Üstünlük her
şeyiyle üstün olmak demek değildir. Benim anladığım; yakın anlamda
karşılayan ve bugün anlaşılan anlamda “avantaj”dır. Yani Allah kimini
50
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bazı konularda kimine avantajlı yaratmış ya da o avantajı nasip etmiştir.
Ama avantajın da sorumluluğu vardır. Malı çok olanın sorumluluğu o
mal üzerinedir. Güçlü olanın sorumluluğu gücü üzerine. İlmi olanın
sorumluluğu ilmi üzerine.
Herkes herhangi bir konuda diğerlerinden üstün olabilir. Herhangi bir
konuda yeteneği, nasibi olanın sorumluluğu o yetenek, o nasip
üzerinedir. “Onda var bende niye yok” zihniyeti ve kıskançlık ise büyük
aldanmadır. Çünkü sorumluluk ağırdır. Bazen bazı şeylere sahip
olmamak da Allah’ın merhameti gereğidir. O mala, mülke sahip
olmamak o malın, mülkün ağır sorumluluğunu kaldıramayacak
olmaktan kaynaklanan bir bağışlanmadır belki de. Allah bilir, siz
bilemezsiniz.
Nisa suresinden “sağ el” ya da “yemin” olarak çevrilmiş olan
kelimelerin bulunduğu ve irtibatlı olduğu karşımıza çıkan ayetlere
devam edelim.
akadet eymânukum | sözleşme ile yemin altında olanlar
4-Nisa 33 Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her
birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de
kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, her şeye şahid olandır.
Nisa 33’de yemin ile bağlanılan kişilerin haklarının verilmesinden,
adaletten ve hatta eşitlikten bahsedilir ve Nisa 34’de bu “üstünlük”
kavramına açıklık getirilir. Ama buna rağmen çokça tartışılır.
4-Nisa 34 Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah,
insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler
mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar;
Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar.
Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt
verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden
çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size
51
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah
çok yücedir, sınırsızca büyüktür.
Bu ayette bahsedilen ana konu erkeklerin hangi hususta avantajlı olduğu
ve bunun getirdiği sorumluluktur. Ama genellikle konu dönüp dolaşıp
“kadınları dövmek” bahsine gelir. Bu konu hakkında tartışmaya
girmeyeceğim. Ama şu kadarını söyleyeyim. Bu ayette “darabe” fiili ile
(bugüne
izdüşürerek)
kadınları
dövmekten
bahsedildiğini
düşünmüyorum. O yüzden meallerden “hafifçe dövün” değil “çıkarın”
kelimesi geçtiği biçimde olanından aldım. Ancak buna rağmen devrin
örfi kültürüne ve kelimenin Arapça şeceresine göre incelemek ve belki
biraz daha üzerinde düşünüp en doğruyu bulmak gerek.
Bugüne baktığımızda ise şunu görüyorum; sokaktaki adam şu ayetteki
sıralamayı bile yapmadan o kadınla ilişkisini kesmeye meyilli olacaktır.
O kadına öğüt bile vermeden! Bu durum bize gösteriyor ki Allah erkeğe
“hafifçe dövme” izni verse de vermese de iffetsiz bir kadına karşı bile
biz erkeklerden daha merhametli. Ve erkek olmak da iffetsiz olmamak
anlamına gelmiyor. Bugün kadınlara şiddet uyguladığını bildiğim
erkekler gözümün önüne geliyor da birçoğu şiddet uyguladıkları
kadınlardan çok daha iffetsiz ve nefsine temayüllü bir hayat yaşıyorlar.
Benim bildiklerimin hiçbiri eşleri kadar bile iffetli görünmüyor. Üstüne
üstelik çelişki orada ya, bu adamlar nikâhları altında olmayan iffetsiz
kadınlara çok daha yumuşak ve hatta (o kelimeyi kullanmayacağım)
ezik yaklaşıyorlar. Kadınlardan iffetsiz biçimde yaşadığına dair
emareler verenlerse sorgulayanı bile olmadan gayet rahat ve birçok
iffetli kadından çok daha geniş yaşıyorlar. Yani insanoğlu bu konuda da
hem kendine hem eşine zulmediyor. Hak etmeyen zulüm görürken, hak
edenin umurunda bile değil!
Benim esas diyeceğim, bu ayetin iffet konusunda muhatabı olmaktan
kadın olalım, erkek olalım Allah bizi korusun. Zor bir durum. Nasıl ki
fizik, biyoloji ilmi gerektiren bazı ayetler bazılarımızın donanımını
aşıyorsa, bu ayeti de bu konuda psikoloji ile uğraşanlara bırakayım.
Benim vereceğim daha net bir açıklama yok. Her şeyin en doğrusunu
52
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bilen ise Allah’tır. Zaten Nisa 35’de benzer durumlarda kadın ve erkek
akrabalardan birer hakem kılınması tavsiye ediliyor ve yükü hafifletiyor
yine Allah.
Nisa 36’da yemin altında bulunanlara yine iyilik yapmak hatırlatılıyor.
Nisa 37’de cimrilik bağlamında kâfirlik bahsi işleniyor, Nisa 38’de
gösteriş için mal harcamak eleştiriliyor ve devam ediyor ayetler. Baştaki
iddiamda belirttiğim üzere “sağ ellerinizle malik olduklarınız” veya
“yemini altında bulundurduklarınız” gibi kavramlar hep onları korumak,
gözetmek ve mal mülk adaleti ile işleniyor. Yani asıl konu ihtiyaç
sahiplerinin korunması. Asıl mesele infak, adalet ve barış.
Nisa 127,128 ve 129’a baktığımızda yine hem yetimlerin hem de eşlerin
arasındaki adaletten bahseder ve karı kocanın da barış içerisinde
yaşaması için hem kendilerine hem de topluma öğütlerde bulunur.
Mesele ayetlerdeki öğüdü, dersi almaktır. Hitap ettiği yerel toplumun
örfi yapısına yönelik bilgilerse incelebilir durumda ayrı bir konudur.
Önceki bölümlerde benzer konulardan bahsetmiştik. Ancak yine
düşüncemi hatırlatayım; tarihsel hususları kapsaması, ayetin ne
hükmünü ne de alınacak dersini ortadan kaldırmaz. Aynı şartlar
oluştuğunda Allah’ın gösterdiği hüküm şüphesiz en doğru hükümdür.
Ve de en önemlisi ayetlerde mutlaka zamana ders olacak izdüşümler
vardır.
53
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yeminini Bahane Edinmek
Maide 53’te yine yeminden bahsediliyor. Bu ayetin önü ve arkası
incelendiğinde var gücüyle yemin eden münafıkların cahiliye
hükümlerini ayakta tutmak isteyenler ve daha önceki kutsal metinleri
öne sürerek Allah adına yalan uydurucular olduğu hatırlatılıyor. Maide
89’da yemin bahsi ve kefareti daha geniş açıklanıyor.
fî eymânikum | yeminlerinizdeki
5-Maide 89 Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş
sözlerden’ dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız
sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti,
ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak
ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır.
(Bunlara imkân) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin
ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi
koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz.
54
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yine bu ayetin kendisi, önü ve arkası incelendiğinde hep infaktan
bahsedildiği anlaşılır. Yine Maide 108’de yemin kelimesi geçer ve bir
önceki ayetle (5:107) birlikte vasiyette şahitlik ve mal paylaşımından
bahsedildiği görülür. Enam 109’da ise ayetler, gelirse inanacaklarına
dair kuvvetle yemin edenlerin önlerindeki ayetleri göremediği anlatılır.
Aynen çok eşlilikle ilgili İsra 3 ayetinin en önemli şartının
görülememesi gibi. Bu durumu Enam 110 çok iyi açıklıyor.
6-Enam 110 Onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi
tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir
durumda terkederiz.
Birçok insan çokeşlilik ve kimlerle evlilik diye şaşkın şaşkın çözüm
bulamadan dolaşıp duruyor. Allah neyi murat etmiş diye uğraşıp
duruyor da Allah’ın “infak edin” emrini göremiyor.
an eymânihim | sağlarından
Bazı ayetlerde kelime sağ taraf anlamında da kullanılmış. Bunu da
ihmal etmeyelim. Ama yine de sağın temsil ettiği, Allah’ın doğrusu olsa
gerek.
7-Araf 17 ‘Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici
bulmayacaksın.’
nekesû eymânehum | antlaşmalarını bozdular
Sadece eski ahid ve yeni ahid ya da Kuran değil insanlar arası
antlaşmalarda da aynı kelime kullanılıyor.
9-Tevbe 12 Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa
ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle
çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar.
9-Tevbe 13 Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve
sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız?
55
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Korkuyor musunuz onlardan?
korkmanıza Allah daha layıktır.
Eğer
inanıyorsanız,
kendisinden
Nahl 38’de Allah adına ileri sürdükleri iddiaları hakkında yine olanca
gücü ile yemin ettiği halde insanların çoğunun Allah’ın gerçeklerinden
bihaber olduğu açıklanır. Nahl 71’de yine yeminleri altında bulunanlar
geçer ve yine onlara infak ve onları rızıklandırma öğütlenir.
16-Nahl 71 Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar,
rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çeviripverici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar?
Bir kez daha yeri gelmişken; üstün kılmak bir konuda avantaj vermektir
ve bunun elbette sorumluluğu vardır. Bu nedenle erkeklerin kadınlar
üzerinde Allah’ın emrettiği sorumluluğu vardır. Kadının da kendi
yönlerinden avantajları ve bu yönde sorumlulukları vardır. Bu bir
işbölümüdür. O yüzden nikâh yapıyoruz. Birbirimizi yönetmek için
değil, birbirimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek ve gözetmek
için. Bu ayetten sonraki ayetlerde de hep rızıktan öğütler verilir.
Yine Nahl suresi 91, 92 ve 94’üncü ayetlerde yemin lafzı geçer ve çok
ciddi uyarılar verilir. Önüyle arkasıyla bakalım.
16-Nahl 90 Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder;
çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan
sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.
Gördüğünüz gibi yine infaktan, vermekten, adaletten bahis var. Daha
sonra ise bir milletin bir diğerinden bazı konularda iyi durumda
olmasının bir imtihan vesilesi olduğu anlatılıyor.
16-Nahl 91 Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin,
pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil
kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir.
16-Nahl 92 Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha
gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru
56
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup-çözen (kadın) gibi
olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. Kıyamet günü
hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır.
16-Nahl 93 Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak
dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan
muhakkak sorumlu tutulacaksınız.
Ve ardından çok çok ciddi bir uyarı geliyor. Dikkatli okuyalım.
16-Nahl 94 Yeminlerinizi kendi aranızda, bir bozuculuk unsuru
edinmeyin; sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah’ın yolundan
alıkoyduğunuz için kötülüğü tadarsınız. (Ayrıca) Büyük azab da sizin
içindir.
Allah korusun. Eğer Allah’a verdiğimiz sözlerden ve kitabımızdan ötürü
bozgunculuğa destek verir isek imandan sonra ayağımızın kayması söz
konusu. Din adına zulmedenlere ses çıkarmayanlar veya “Allahu Ekber”
diyerek kelle kesip adam öldürenler geliyor gözümün önüne. Onlar da
aynı kitaba inandıklarını söylüyorlar maalesef. Öyleyse…
16-Nahl 98 Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan
Allah’a sığın.
Müminun 5,6,7 ve Mearic 29,30,31 ayetleri yine ihtilafa düşülen
hususları kapsıyor. Sağ ellerinin malik olduklarına karşı ırzı koruyup
korumama meselesi. Bu hususta tarihsel bakışa hak vermiyor değilim.
Ancak tarihe bakarken ayetleri tarihe gömüp hükmü kalkmış muamelesi
yapamayız. Bu durumda birileri beğenmediği her hükmü tarihsel
diyerek çöpe atmaya kalkabilir. Dersi görebilmek gerek. Aksi takdirde
bu ayetlerdeki öğüdü göremeyip işimize geldiği gibi hüküm çıkarmaya
kalkarsak bugünkü toplumun düzenini tehdit eden çok yakışıksız
sonuçlara varabiliriz.
Bu
ayetlerin
verdiği
hükümler
o
günkü
örfi
sın
ırlar içerisinde değerlendirilmelidir. Allah’ın kınamadığını biz
kınayacak değiliz. Bugüne ayetleri izdüşürdüğümüzde bugün
57
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yaşadığımız toplumdaki örfi değerleri yok saymadan Allah’ın sınırlarını
gözeterek ve toplumda bozgunculuk çıkarmayacak şekilde hareket
etmeliyiz. Üstelik bu ayetlerin önünde ve arkasında aslında bir müminin
salatını nasıl huşu içerisinde ikame edeceğinden bahsedilir. Zevcler
özgür eşler, sağ elin malik oldukları özgürleştirilen eşlerdir. Toplum
onları, bu kadınlar mı diye kınasa da Allah bu konuda kınamıyor. Her
ikisi için de nikâh söz konusudur. Nisa 25 de bunu işledik. O ayetten
bağımsız olarak sadece bu ayetler göz önüne alınırsa hata yaparız. Bu
kadınlardan bazıları evlendikleri halde hizmete devam ederler ve
dolayısıyla tam özgür değildirler… Anlayana…
Ayrıca Nur 31-33, Rum 28, Ahzab 50-55, Mücadile 3, 16 gibi ayetlerin
satır aralarında da benzer durumlar söz konusudur.
ittehazû eymânehum cunneten | yeminlerinin arkasına gizlenmek
Birçok ayette yeminlerinin ardına gizlenen, onları siper edinen, bize
böyle öğretildi diyen, hatta kitabımızda böyle yazıyor diyerek dilediği
hükmü alıp esas dersi es geçenler eleştiriliyor. Münafikun 1,2 de böyle
bir durum vardır. Sen Allah’ın elçisisin diyerek şehadet eden bir takım
kimselerin bunu kalkan edinerek insanları Allah’ın yolundan
alıkoyduklarından bahsedilir. Söylenen söz kitaptan ya da değildir ama
anlatılanın Allah’ın öğüdüyle alakası yoktur. Niyet farklıdır. Ayetlerin
devamında bu durum açıklanır.
63-Münafikun 1,2,3,4 Münafıklar sana geldikleri zaman: ‘Biz gerçekten
şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin’ dediler. Allah da
bilir ki sen elbette O’nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan
söylediklerine şahidlik eder. Onlar, yeminlerini bir siper edinip Allah’ın
yolundan alıkoydular. Doğrusu ne kötü şey yapıyorlar. Bu, onların iman
etmeleri sonra inkâr etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin
üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. Onları gördüğün
zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da
onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşapkütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı
58
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan
kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar.
Kendilerine “devletül islamiye” diyen ve yeminlerini (Allah’ın
kullarıyla sözleşmesi olan ayetleri) bahane ederek yeryüzünde
bozgunculuk çıkaran IŞİD, El Kaide, Taliban ve benzeri çeteler kadar
onlara ve onların kurucu zihniyetine yeterince karşı çıkmayan ve sessiz
kalmayı yeğleyen devletleri ve devlet adamlarını da bu arada Allah’a
havale ediyorum.
Hiçbir ayeti bölünme gerekçesi yapmayalım ve şu ve benzeri ayetleri
aklımızdan çıkarmayalım. Allah ihtilafa düşmeyelim diye kitap
gönderirken biz tutup onu bölünme ve bozgunculuk gerekçesi haline
getirmeyelim.
42-Şura 14 Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca
aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler…
3-Ali İmran 19 … Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten
sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve hakka başkaldırma’ yüzünden
ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki)
gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
2-Bakara 213 İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar
olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların
anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek
üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten
sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden
anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.
Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe
kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.
10-Yunus 19 İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra
anlaşmazlığa düştüler…
Yemin kitaptır, yemin verdiğimiz sözdür, yemin ahidir, yemin sahip
olduklarımıza ait sorumluluklarımızdır. Yemin kelimesi hepsini kapsar.
59
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
En büyük yemin ise Allah’a ortak koşmayacağımıza dair yeminimizdir.
Alınacak dersi almak ve mutmain olduğumuz doğruları anlatmak yerine
detaylarda boğulup hizipleşmeye gerek yok. Yeminini bilenlerden,
ahdine vefa gösterenlerden, Allah’ın ayetlerini değiştirmeye
kalkmayanlardan, aklını kullananlardan, rehber edindiği kitabı kendine
göre eğip bükmeyenlerden, bölünüp hizipleşmeyenlerden, ondan ders
alanlardan, bu yolda makbul ve güzel işler yapanlardan ve Allah’a
verdiği sözünden dönmeyenlerden olmamız dileğiyle.
60
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kuran’ın Allah’tan Olduğunu
Nereden Biliyorsun?
İnançta Bir Fahiş Hata…
İnsanları Allah’a ve Kuran’a davet ettiğimizde karşılaştığımız ortak
sorulardan birisi de şudur. “Sen Kuran da Kuran diyorsun ama o
elindeki Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunu da peygamber söylemedi
mi?”
Bu soru ilk bakışta masum bir soru gibi görünse de bunu söyledikten
sonra o sözlerinin içerdiği şirki fark ettiğinde, bu soruyu soranlar tevbe
61
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
üstüne tevbeler edip secdelere kapansalar yeridir. Hadi kitaba
inanmadığını söyleyenlerin bunu söylemesi bir noktaya kadar normal
görülebilir ama o kitaba inandığını söyleyenlerin bu soruyu sorması o
kitaptan ne kadar uzak olduklarını apaçık ortaya koyuyor.
Şunu nasıl oluyor da anlamıyorlar… Zannediyorlar ki peygamber
söylediği için inanılır. Hayır! Söyledikleri doğru olduğu için
peygamberlere inanılır. O Kuran’a bir mümin, peygamber Allah’tan
olduğunu söyledi diye iman etmiş değildir. Eğer öyle bir iman geçerli
olursa sıralamada peygamber birincil, Allah ise ikincil yere koyulmuş
olunur.
Bunu o söyledi. Öyleyse doğrudur! Bu nasıl mantık? Öyleyse o söz ona
aittir, Allah’a değil!!! Demek ki sen Kuran’ın Allah’tan olduğunu
anlamamışsın. Demek ki sen gafilce, peygamberi ilah zannediyorsun.
Bunu anlamak için öyle çok da zeki olmaya gerek yok. Hiçbir
peygamberin öne sürdüğü vahiy ve kitaplar, peygamber söyledi diye
doğru değildir. O vahiylerdeki ifadeler, o kitaptaki ayetler doğru olduğu
için, delilleri görülebilir ve/veya fark edilebilir olduğu için doğrudur. O
sözlerdeki gerçekler apaçık ortada olduğu için müminler iman ederler. O
peygamberlere de o ayetlerin gerçekliğini görenler iman eder. Aksi
takdirde zanna uyulmuş olunur. Ayetler peygamberin zatından olmuş
olur. O ayetleri bir insanın söyleyemeyeceğini anlayanlar, o ayetlerin
Allah’tan olduğuna iman ederler. Peygamber ya da herhangi bir insan
söyledi diye değil. Bunu böyle söyleyenler sözde teslim olmuşlardır ama
asla gerçekte inanmış değillerdir. Vahiy kalplerine hiç girmemiş
demektir.
Matematik öğretmeniniz dediği için 2×2=4 değildir. 2×2=4 olduğu için
bunu öğretmen öyle söylemiştir. Parmaklarınızı sayarsınız, birkaç
elmayı yan yana koyarsınız ve öğretmeninizin doğru söylediğine ikna
olursunuz. Nübüvveti ayetler ispat eder, aksi durumda herkes “ben de
peygamberim” diye ortaya çıkabilir. Kimse de itiraz edemez.
62
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Çok ciddiyim. “Kuran’ın Allah’tan olduğunu nereden biliyorsun? O da
peygamberin ağzından çıkmadı mı?” diyenler peygamberden geldiği
iddia edilen rivayetleri savunayım derken peygamberin ağzından çıkan
sözleri Allah’ın lafzının üstüne çıkarttıklarını ve peygamberi Allah’a eş
koştuklarını anladıkları an tevbe edip Allah’tan korkuyla ve samimiyetle
af dilemelidirler.
“Kuran’ın Allah’tan olduğunu nereden biliyorsun?” ha? Sen Allah’tan
olduğunu bilmiyor musun? Demek ki sen Allah’tan olduğunu sadece
ZANnediyorsun hala!!! Ve çıkıp beni peygamberi yok saymakla, onun
sözlerine inanmamakla itham ediyorsun!!! Hatta peygamberin ağzından
çıkan vahyin Allah’tan olduğuna hala emin değilsen, peygambere sen
mi inanıyorsun ben mi hacı!!! Bir de eleştirmek için hiçbir
argüman bulamayıp “Sen Kuran’ı kutsallaştırıyorsun” diyen bile
çıkabilir karşınıza. O konuya hiç girmeyeyim. Benim devreler az kalsın
yanıyordu!
63
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Riba|Karşılıksız Kazanç
Riba, Faiz, Rant ve Ticaret Meselesi
Size bugün ehli olmadığım bir konudan, hiç yapmadığım bir işten,
ticaretten yola çıkarak bir şeyler anlatmak istedim. Hâlihazır toplumdaki
ticarete ancak bir tüketici olarak tanık oluyorum. Her ne kadar
ekonometride yüksek lisans yapmış birisi olsam da kitapta yazanlarla ve
tezlerle “ben bu işten az çok anlarım” diyerek ticarete atılsam, sokakta
beni tefe koyabileceklerinin ve cebimdeki üç kuruşa kadar
soyabileceklerinin farkındayım. Çünkü sokakta ve şehirde ahlaka, helal
64
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
kazanca dayalı bir ticaret ve esnaflık anlayışı maalesef yok. Helali
haramı gözeterek esnaflık ve tüccarlık yapanlar bile kendilerini korumak
için bin türlü tedbir alarak bu işi yapıp evlerine helal ekmek götürmeye
çalışıyorlar, farkındayım. İşte bu kapsamda riba’dan bahsedeceğim.
Kuran’da riba’dan şiddetle kaçınılması öğütlenir. Ama nedense “riba”
bu güne kadar anlam daralmasıyla sadece “faiz” olarak anlatılagelmiş.
Bu durum toplumdaki birçok ahlaksız ticaretin mübah zannedilmesine
yol açmış durumda.
2-Bakara 278 Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız,
ribadan artakalanı bırakın.
Riba sadece bildiğimiz anlamda faiz değildir. Riba; artma, şişme,
fazlalaşma, yükselme gibi manalara geliyor. Ama bu artış terim olarak
kullanıldığında KARŞILIKSIZ bir artış, karşılıksız bir kazanç olarak
anlamlanıyor. Yani adil bir ticaretten doğan kâr etme buna dâhil değil.
Ve en az bunun kadar önemli olan bir diğer husus ise; riba sadece para
ile ilgili bir kavram da değil. Kuran’daki mal kavramı hem parayı, hem
eşyayı, hem taşınırı, hem taşınmazı içerir.
4-Nisa 29,30 Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan
(doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla’ (batılca)
yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok
esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu
ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır.
İster para olsun isterse bir eşya KARŞILIKSIZ olarak arttırılarak alınıp
satılıyorsa hepsi riba kavramının ta içine giriyor. Ribayı ve alışverişi
birbirine benzeterek ikisini de helal, ya da tam tersine ikisini de haram
ilan edenler ayetleri dikkate almış değillerdir. Alışveriş faiz değildir,
riba değildir. Alışverişte karşılık vardır. Karşılığı olan bir malı veya
hizmeti almak vermek alışveriştir. Ama alış var veriş yoksa, yani
karşılığı yoksa ona alışveriş denmez. İnfak edilmesi müstesna, haksız ve
batıl yollardan başkasının malını yemektir o.
65
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
2-Bakara 275 Riba yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi,
çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alımsatım da ancak faiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah,
alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir
de (ribaya) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir.
Kim (ribaya) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli
kalacaklardır.
Daha anlaşılır olması için şöyle de açıklayabiliriz: Alışverişte karşılığı
olan, halkın ya da muhatabın ihtiyacını karşılamak üzere bir hizmetten
ötürü bir kar sağlanıyorsa burada bir sıkıntı yok. Örneğin; hâlden
sebzeyi alıp pazara müşterinin ayağına kadar getiriyorsanız bir hizmet
yapıyor, hem maliyet hem de emek sarf ediyorsunuz demektir. Gayet
makul bir kazançtır. Ama pazarda o tezgâhtan aldığınız sebzeyi iki
tezgâh ötede daha pahalıya satıyorsanız hem müşteriyi, hem kendinizi
kandırıyor, hem de Allah’ı kandırdığınızı zannediyorsunuz demektir.
Alın size riba, alın size faiz, alın size KARŞILIĞI olmayan bir kazanç.
Faizin, ribanın her türlüsü var. Eğer poşete attığın çürük domatesleri de
kiloya dâhil ediyorsan karşılıksız bir kazanç. Eğer bile bile ilk
kullanıldığında kırılacak çakma aleti iyi bir mal diye satıyorsan
karşılıksız.
Daha büyükçe bir örnek vereyim. Bir belediyede bir hizmetiniz
karşılığında maaş alıyorsanız gayet makul bir kazançtır. Ama o
belediyede adı var kendi yok olan bir makamı işgal ederek ayda bir iki
defa uğrayarak idare ediyor ve “bu bizdendir” diye size maaş veriliyorsa
durum nedir!!! Dışarıda işsiz gezen bir sürü insan çırpınırken bu ribanın
ta kendisi değil midir?
Örneği biraz daha büyüteyim. Birisine arabanızı satmanızdan dolayı
edindiğiniz kâr gayet makuldür ya da fabrikadan araba getirip sergileyip
satabilirsiniz. Ya da bir araba alır tamir eder ya da daha iyi bir hale
getirir satarsınız, bence bunda da sorun yok. Ama arabaya ihtiyacınız
olmadığı halde araba alıp ertesi gün onu satmanız, böylece araba alıp
satmayı alış veriş zannederek meslek haline getirmeniz piyasada sahte
66
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bir talep ve dolayısıyla talebe karşılık azalan mal karşılığı fiyat yükselişi
demektir. Bu fiyat yükselişinden kazandığınız KARŞILIKSIZ kâr
ribanın ta kendisi değil midir? Sadece soruyorum…
11-Hud 85 ‘Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun
ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde
bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.’
İnsan başına gelmeyince bazı gerçekleri görmekte zorlanıyor. Ama
Allah ayetleri anlaması için insanın karşısına birer birer çıkartıyor.
Sözgelimi İstanbul’da en az 600.000 boş konuttan söz ediliyor. Buna
rağmen bir sürü aile ev satın almak ya da kiralamak için bütçesine
uygun ev bulamıyor. Fiyatlar çok yüksek. Oysa bu kadar boş konut
varsa, mal çoklandığı için talep aşağıda kalmalı ve dolayısıyla fiyat
düşmeliydi. Ama piyasadaki gerçek nedense bu değil. Öyle saçma bir
mantık ki hem talep çok, hem de boş ev çok. 3+1 evler cadde üstlerinde
300.000’den, sıfırsa 400.000’den başlıyor. Kiralar ise 1000 ile 2000
arasında. Azıcık mahalle arasına girseniz bile belirgin bir düşüş yok.
Peki talepleri ve dolaylı olarak fiyatları bu kadar şişiren nedir? Elbette
sahte talepler başı çekiyor. Demek ki parasından para kazanmak isteyen
birileri, araba örneğinde olduğu gibi aldığı evi tamir etmeden, hiç
dokunmadan hemen akabinde satıyor, KARŞILIKSIZ olarak ev alıp
satmayı meslek haline getiriyor. Taşınmaz malı müşterinin ayağına
sanki taşıyormuş gibi alıp satmaya alışmışlar. Oysa bu sahte talep
olmasa, arz fazla olduğu için ihtiyaç sahibi aileler bütçelerine uygun ev
bulabilecekler. Ama mevcut durumda ceplerindeki para gereksiz yere
(para yığmak uğruna) alınıp satılan mal karşılığında değersizleşiyor.
26-Şuara 183 İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve
yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.
Daha da büyüteyim. Birilerine bir yerlerin değerinin bir takım ekonomi
ya da şehircilik politikaları ile yükseleceğini önceden bildiği için oraları
önceden parselliyor ve oradaki yerleşik hak sahiplerine küçük rakamlar
ödeyerek ardından büyük rakamları kazanıyorlarsa bu da ribanın, rantın
67
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ta kendisi değil midir? O birileri daire başına en fazla 60.000 lira
harcayarak inşa ettikleri evleri 660.000 liraya satıyorlarsa burada ticaret
ahlakı nerede? Kayalara harika evler yontanlarla, İstanbul’a muhteşem
gökdelenler, plazalar dikenler arasında çok mu fark var? Dağın bir
başına TOKİ evleri dikerek mortgage faiziyle fakirin maaşına da
ambargo koyulması faizin, ribanın ta kendisi değil mi!!! Bir gün
mortgeyçler mortu çekerse kredileri verenler mi batacak
zannediyorsunuz!!! O kayıplar yine kimden çıkacak zannediyorsunuz!!!
Gerçekte depremden korunmanın amaç gösterildiği kentsel dönüşümü
ranta, ribaya çeviren ve depremden korunmayı bile vatandaşa satan
anlayış nedir? Malın iyisi, değerlisi ve taşınırın taşınmazın zenginlerin
elinde dolaşıp durması nedir? Sadece soruyorum…
59-Haşr 7 Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey,
Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere,
yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet)
sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın.
Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan
sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezası (ikâbı) pek şiddetli
olandır.
“Elçi size neyi verirse onu alın” ayetlerindeki gerçek manayı “hadisler
de ayetler gibidir” diyerek gafilce es geçenler bu gerçekleri göremezler.
Bu rantçılık, bu faizcilik, bu ribacılık, alışverişte bu “her yol mübah”
esnaflığı ve tüccarlığı, bu haksız ve karşılıksız para kazanma hevesi,
kahvehanede oturan adamdan tepede hükümler veren adama kadar
hemen herkesi sarmış durumda. “Faiz”i sadece tefecilik zanneden ve
“faiz haramdır”ı sadece bankadaki üç kuruşundan yıllık yüzde beşbuçuk
kazanmak olduğu ile sınırlı sanan anlayış, rantın, faizin, ribanın içinde
gafilce yüzüyor ama kendini hala doğru yolda zannediyor.
Garibim yıllarca biriktirmiş 50 lira, bunu bankaya koyarsam harama
girerim diyor ama o 50 liranın üstüne 150 lira düşük faizli kredi alıp
borç ödemeye devam etmeyi doğru zannediyor. Depremden korunma
anlayışı, bankaları kazandırmaya dönüşmüş. Kendi dindar devleti bile
68
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
vatandaşına faizle ev almasını tavsiye eder, hatta zorlarmış meğer!!!
Nerede kaldı hani o senin özlemini duyduğun, bankaları ve faizi
yasaklayacak şeriat devletin ey sofi? Bir yerlerde hata yaptığını
biliyorsun ama anlamak için kimseyi dinleyesin yok. Çünkü farkındasın
ki işine gelmiyor. Yutmuşsun afyonu. Oturduğun evin ederinin
yükselmesi, üçe alıp onüçe satabiliyor olman, hoşuna gidiyor, aynen
sana o eskiden aynısını yapmış olanlar gibi. Çünkü betonlar arasında o
eski çayırı görememenin burukluğu burnunu sızlatsa da, üç kuruşluk
alışverişinden memnunsun. Çünkü alışveriş yaparken kalbin parayla
öyle haşır neşir ki Allah’ın ne dediği aklına bile gelmiyor.
3-Ali İmran 130,131 Ey iman edenler, ribayı kat kat arttırılmış olarak
yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. Kafirler için
hazırlanmış olan ateşten sakının.
Eğer ete su şırınga ediyorsan, eğer sabahki demliği öğleden sonra
bardağa koyup satıyorsan, eğer patatesi et fiyatına dürüme doldurup
satıyorsan, eğer baraj suyunu kaynak suyu diye şişeliyorsan, eğer adın
var diye öylesine kitap yazıyorsan, eğer zorla tıklatmak için reklam
koyuyorsan, eğer saati doldurmak için ders anlatıyormuş gibi
yapıyorsan, eğer kopyalayıp yapıştırıp benim diyorsan, eğer başkasının
bestesini çalıyorsan, eğer mecliste ayda bir el kaldırmayı vekillik
zannediyorsan karşılığı yok. Karşılığı olmayan kazanç ribanın ta kendisi
değil midir? Sadece soruyorum… Hüküm koymuyorum. Tüm bunları
düşünelim diye soruyorum ve ayetleri bu yüzden hatırlatıyorum.
11-Hud 86 ‘Eğer mü’minseniz, Allah’ın bıraktığı (helal işlerden olan
kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinizde bir gözetleyici
değilim.’
Bu kapsamda ülkemizi ve ekonomimizi yönetenler ve onları
denetlemekle sorumlu muhalefet ederler için “99 koyun kıssası” en
güzel yol gösterici örneklerden biridir (38:23). Eğer onların kurduğu
hatalı düzenler 99 koyun sahibini 1 koyun sahibi karşısında haklı
çıkartıyorsa, eğer bankanın koyduğu hesap işletim ücretinin 0,1 kuruşu
69
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
kapanmadı diye birkaç yıl sonra vatandaş kanunen kocaman bir borç
ödemek zorunda kalıyorsa, eğer halkın uğradığı ekonomik zulümleri
engelleyecek
kanunlar
çıkartılamıyorsa,
çıkartılan
kanunlar
mahkemelere muhtaç ediyorsa, iktidar sahipleri de Davut gibi pişman
olup malı olanın malına, fakirin elindeki son malı da katmasına haklı
nedenler üreten hatalı icraatlarından vazgeçmelidirler. Tabi eğer
ayetlerin onlar için de bir anlamı, bir izdüşümü olabileceği akıllarına
geliyorsa!!!
70
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Müslüman Olmayanlar Cennete
Gidebilir mi?
Kuran’da Çelişki Yok
Sıkça, Kuran’ın gerçekliği hakkında hepimizin karşılaştığı sorular var.
Bu sorular bazen inananlardan, tahkik etme ve tebliğ için en makul
cevabı bulabilme maksadıyla geliyor ki bu güzel olanı. Bazense aynı
soruları sui zanla ve reddedişine mazeret arayanlar (genellikle
bilgisizce) ortaya atıp kaçıyorlar ki bu soru soruş şekli de onların aslında
Kuran’dan ne kadar habersiz olduklarını gösteriyor. Bu sorulardan bir
kısmını bana elektronik posta ile listelenmiş şekilde gönderen değerli bir
71
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
okurumun önerisi üzerine zaman zaman bu soruların kendi okumamla
cevaplarını vermeye çalışacağım inşallah. Bu yazı bu konseptteki
yazılarımın ilkidir.
İlk soru: Müslüman olmayanlar da acaba cennete gidebilirler mi?
Önce kısa cevabı vereyim. “Gidemezler.” Kuran’dan açıkça anladığımız
üzere gidemezler. Elbette bu soruyu art niyetle soranlar da kitapta bunu
okudukları ya da ilgili ayetleri birilerinden duydukları için biliyorlar.
Biliyorlar ama Kuran’daki başka ayetlerin bu gerçeği açıklayan ayetlerle
çelişkili olduğunu ileri sürüyorlar. Bakalım gerçekten öyle mi?
Müslümanlardan başkasının cennete gidemeyeceği çıkarımı yapılan iki
ayet…
3 Al-i İmran 85 Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul
edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.
9 Tevbe 30 Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler; Hıristiyanlar
da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla
söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit
ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar?
…ve onlarla çelişkili olduğu ileri sürülen diğer iki ayet de aşağıda.
2 Bakara 62 Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve
sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde
bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku
yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
5 Maide 69 Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve
hristiyanlardan Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde
bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
Aslında bunlarla birlikte başka ayetler de var ve bu durum bile “kendi
bakış açılarıyla” kendi iddialarını destekleyen ayetlerlerden bile ne
kadar habersiz olduklarını gösteriyor. Söz gelimi Al-i İmran 19’da
72
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Allah katında din İslam’dır” deniyor. Ama konuyu çok dağıtmayalım
ve iddia sahiplerinin verdiği ayetler üzerinde konuşalım.
Esasen bazı ayetlerdeki ifadeleri donanımımız yetmediği için
anlamamak Allah’ın affına nazır bir noktaya kadar makul görülebilir.
Müminler oradaki gerçeğin ne olduğunu görememiş bile olsalar yine de
orada bir gerçek olduğunu bilirler. Buna emindirler. Çünkü Allah’a
idrakla ve kitabın hak söz olduğuna delilleriyle iman etmişlerdir. Başka
birçok ayetle ve onların arasındaki link hatlarıyla ve kendi benliklerinde,
kendi hayatlarında karşılaştıklarıyla ve de kâinatta görüp tespit
ettikleriyle ikna olmuşlardır. Daha başka birçok gerçekle de iman etmiş
olabilirler. Ama kitaba bakarken, (şirke ve inkâra vardığı için) kitabı
reddeder bir sonuca götüren cahillik, ayetler ayan beyan önümüzdeyken
ne kadar makul kabul edilebilir!
Mühürlü bir kalbin dile söylettikleriyle, araştıran bir müminin kalbinin
diline söylettikleri bazen aynı kelimeler, aynı sorular olsa da peşi sıra
gelen sözler neyin arayışında olduklarını da gösterir. Mühürlü kalplerin
dile eklettiği ilave çirkin sözler ve inkâr ile bir müminin kalbinin dile
eklettiği dosdoğru yolu arayan kelimeler birbirinden farklıdır. İşte bir
mümin için birilerinin çirkin sözleri gösterge olurken, kalplerin içine de
en iyi şahit olan Allah’tır.
Al-i İmran 85’deki “İslamdan başka bir dinin Allah katında kabul
edilmeyeceği” elbette doğrudur. Ama siz İslam’ın sadece Kuran’la
geldiğini zannederseniz Bakara 62’deki ve Maide 69’daki ifadeleri de
doğal olarak bu ifadeyle çelişir bulursunuz. Maalesef sadece kitabı
reddeden ateistler ve deistler değil, geleneğe din diye uymuş giden
kendine müslüman diyenlerden birçoğu da İslam’ın sadece Kuran’la
inen dinin adı olduğunu zannediyor. Çünkü ayetlerden habersizler.
Anlayarak okumamışlar. Oysa aynı kitabın içinde İslam’ın ne olduğu da
açıkça ortaya çıkıyor.
Daha önce indirilen kitapları da Allah göndermiş olduğuna ve Allah
katından her ne şekilde olursa olsun indirilmiş dinlerin hepsi İslam
73
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olduğuna göre, onları rehber edinmiş ve onların içinde de Allah’ın
zikrini görüp tevhidi benimsemiş olanlar olması gayet olasıdır. Allah
adaletsiz değildir. Adı müslüman bir coğrafyada doğduğumuz için Allah
insanlar arasında ayrım yapıp bize torpil geçmedi. Allah her şekilde
zikrini koruduğunu belirtmiştir. Bunlarla ilgili birçok ayet vardır. Tüm
bunlar yetmiyorsa sadece Fatiha suresinin bir ayeti bile tüm gerçeği
ortaya koyar.
1 Fatiha 6 Bizi doğru yola ilet.
Müminler doğru yolda olduklarını iddia etmekten öte her anlayarak
Fatiha okuyuşlarında Allah’tan kendilerini en doğru yola iletmelerini
isterler. Allah Rahman’dır ve Rahim’dir. Affı ve merhameti boldur.
Doğru yola yönelenleri affıyla kuşatıp en doğruya ulaştırır ve cennetine
koyar. Bir insan o dosdoğru yolun (manen) 1’inci santimetresinde de
olabilir, bir milyarıncı kilometresinde ilminde derinleşmiş de olabilir.
Ama her ikisi de doğru yolun üzerindedir. Buna rağmen her ikisi hedefte
de değildir. Hedefe ulaştıracak olan Allah’tır. Mümin ol’muş olan
değildir. Ol’makta olandır. Mesele o doğru yola yönelmek, onun
üzerinde olmaktır. Ben ol’dum demek değildir.
Bu kapsamda bir Hıristiyan da teslim olmuş ve hurafelerden arındırdığı
İncil’le doğru yola adım atmış olabilir. Bir Yahudi de Tevrat’ta Allah’ın
zikrini yakalamış olabilir. Diğer herhangi bir topluluk içinde olup da
Allah’ın zikrini Kuran’dan haberdar bile olmasa bir şekilde yakalamış
ve tevhidi benimseyerek doğru yol asfaltında yürümekte olabilir. Kuran
bu işi kolaylaştırmış olan bir hatırlatıcıdır, üzerimize rahmet olmuş bir
rehberdir.
Yeni ahidin arkasına kilise kararları ve türlü sözde azizlerin mektupları
eklenmiş olsa da İncil de bir müjdedir. Tevrat’ın içinde her ne kadar
sözde din adamlarının ilave ettiği rivayetler ve sözde sünnetler ayetmiş
gibi görünse de o kitabın (eski ahidin) içinde birçok elçinin getirdiği
gerçek zikirler de vardır. İşte o zikirlerin hepsi de İslam’dır. Ama
bunları görebilmek için aklını kullanıp tevhid gözlüğüyle bakmak gerek.
74
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Aklını kullanmayana ayetler kendilerini açmazlar. Allah’ın sünnetidir
(kanunudur) bu.
Hıristiyanlık mezhep adıdır. Yahudilik bir dinin değil ırkın adıdır. Ve
yeryüzünde hala Allah’ın zikrini barındıran birçok yazıta, tablete, işarete
hiç ummadığınız coğrafyalarda rastlayabilirsiniz. Her insanın kalbini en
iyi bilen Allah, her insanı bulunduğu ortam, imkânlar ve birçok içsel ve
çevresel faktörün mükemmel matematiği çerçevesinde adaletle
değerlendirecektir. Bundan zerre şüphemiz olmamalıdır.
Bugün çoğunluk tarafından sadece Kuran peygamberine indirilen din
kapsamında zannedilen İslam ve Müslüman kelimeleri, gerçekte Allah’a
idrakle teslimiyeti ve teslim olan kişiyi tanımlar. İslam selam dinidir,
barış dinidir, teslim olma dinidir. Bütün sorularına cevap bulmaya
çalışan ve sonunda kaçacak yeri kalmayan teslim olur. Ya da inandığını
sorgulayıp gerçekten inanmaya başladıktan sonra teslim olmuştur. Bu
yüzden Yahudilerin, Hıristiyanların, Sabilerin ve bunların yanında
izdüşürdüğümüzde Sünnilerin, Şiilerin, Hanefilerin, Alevilerin ve sair
sairlerin de içinde tevhid yolunda yol alan, bulunduğu durumu
sorgulayan, hizipleşmekten kaçma yollarını arayan, Allah’ın ayetleriyle
savaşmayan, Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih ameller peşinde
koşanlar vardır. Ve onları Allah günahlarından arındırarak inşallah
cennetine yerleştirecektir.
Şimdi dönüp çelişkili olduğu ileri sürülen ayetlere bir kez daha bakalım;
herhangi bir çelişki görüyor muyuz? Gökyüzüne de bakalım, herhangi
bir çatlaklık görüyor muyuz? Cımbızla ayetler çek ve bak bunlar
çelişkili de, oh ne ala!!! Okumadığı kitabı reddedenlerle, okumadığı
kitaba inananlar bakalım bizi daha ne kadar konuşturacaklar. Allah
doğru yolu hak edenleri doğru yoluna ulaştıracaktır. Yanlışlar olmasa
doğruların, kötülükler olmasa iyiliğin ne olduğunu nasıl tespit
edebiliriz? O halde bu hilesi zayıf sorular inananları üzmemeli, aksine
imanlarını artırmalıdır. Bu kapsamda bazı inkârcılar ve hatta bazı
müşrik hocalar iyi ki varlar diyorum! Fitneler fark edildiklerinde
inananların imanlarını artırır. Eğer Allah’ı ve onun zikrini inkar edenler
75
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ve bin dört yüz yıldır dinden din türeten o rivayetçiler, hurafeciler
olmasaydı, onların yanlışlarını göremeyecek ve Kuran’daki doğruları bu
kadar net anlayamayacaktık. Nedensiz hiçbir şey yaratılmamıştır. Allah
öyle muazzam bir düzen kurmuş ki sadece Kuran’da değil, düzenin
hiçbir yerinde çelişki yok. Kötülük olmasaydı büyük çelişki o olurdu. Şu
iş neden iyi sorusunun cevabı bile olmazdı.
Evet “müslüman olmayanlar” yani Allah’a ve onun düzenine “teslim
olmayanlar” cennete gidemezler. Kuran’daki hiçbir ayette de bunun
aksini bulamazsınız. Ama takım tutar gibi adı müslüman olanlar hep
tribünde kaldıkları, sahaya inmediği sürece cennete de seyirci
kalacaklardır. Adı Müslüman değil, kalbi Müslüman, yani sözde
değil gerçekten sadece Allah’a teslim olanlar ancak cenneti umabilirler.
İnsanların çoğu ise…
76
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Senin Devletin!!!
Yüzünü Mescid-i Haramına Çevir
Bazı dini ve ahlaki ve hatta “sadece Kuran” sloganlarının ardına
sığınarak, işi gücü gayrimeşru ve Allah’sız bir yapılanmayı sempatize
etmek olan belli belirsiz bir kesim var maalesef. Sözüm aslında onlara…
Doğu batı dahil bu ülke insanının tamamına en az üç nesil zulmetmiş bir
oluşum nasıl sempatik gösterilebilir!!! Kuran’ın mantığıyla ülkede
bozgunculuk çıkaran çetelerin işleri nasıl bağdaştırılabilir? Kendi
ülkemizi ve kendi insanlarımızı (etnik ayrım gözetmeden) tevhid
çerçevesinde uyarmak için gerektiğinde en derin biçimde eleştiriyor
oluşumuz bu ülkenin, bu ailenin parçası oluşumuzdandır. Şahsen benim
bu eleştirel bakışım, mazluma hak verişim, zalime haykırışım ve
hatalara yaptığım vurgu, kendi ülkemi kendi insanımı yeriyor oluşum
77
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ülkemde bozgunculuk çıkaran terörist örgütleri ve onların zalim ve katil
liderlerini sempatiyle karşıladığım anlamına gelmez.
Şeytan sağdan da soldan da yaklaşır. IŞİD de teröristtir PKK ve türevleri
de. Kendi askerine taş atıp, kendi subayına “senin ülken” derken bu
ülkeyi kendi ülkesi olarak görmeyen ama bu halkın vergisinden maaş
alanların, hem savaşı çıkarıp hem de barış çığlıkları atanların, gelmiş
geçmiş cahil ve gafil siyasetçilerin kabahatlerini sadece Türk halkına ve
Türk askerine mal edip aynı cahillikle halkları birbirine düşürenlerin,
ağalarla kol kola gezerken ağalık düzenine sözde karşı çıkanların, silahlı
mücadele yapıyorum diyerek silahsız askeri otobüsten indirip kafasına
sıkanların, hapishanelerdeki bazı zalim görevlilerin ego zulmünü görüp
de memleketine dönmekte olan astsubayı arabadan indirip karısı ve
çocuklarının gözü önünde zulmederek işkence ile öldürenleri
göremeyenlerin, öfkesi bir türlü bitmeyenlerin, yatırım yapılmıyor
dedikten sonra öğretmeni, mühendisi öldürüp, yapılan fabrika inşaatını
bombalayıp, tesisin yoluna mayın döşeyenlerin, 14 yaşında bir kızı
gerilla diye ön saflara sürüp gecenin zifiri karanlığında karakola
saldırtıp da sonra “bu kızı asker acımadan öldürdü!” diyenlerin, hem
asayiş isteyip hem polise taşla molotofla saldırarak semtine
sokmayanların, ırkçılığı eleştirirken en ala karşıt ırkçılığı yapanların
çelişkisini görebilenlerdenim elhamdülillah. Sessiz kalmam ve bilenin
ve bilmeyenin ahkam kestiği bir ortamda acı acı gülümsemekle
yetinmem; kendimce verdiğim tevhid mesajına zarar vermek
istememem, devletimin (katılmadığım birçok yönü olmasına rağmen)
çare arayışına saygılı olmam ve çatışmasızlık sürecine ve bireysel olarak
huzura destek vermem adınadır. Yoksa söyleyeceğimiz çok şey var da…
Gelin her türlü ırkçılığa, ahlaksızlığa ve her türlü zulme karşı olalım.
Irkçılığa sözde karşı çıkanların ağzından “Kürt” ve “Kürdistan” kelimesi
eksik olmuyorsa bu ne menem bir ırkçılık karşıtlığıdır? Türk kelimesine
alerjisi olup her türlü iyi niyetli söylemi bile “ırkçı, ırkçı” diye
baltalarken Kürt kelimesini hep ezilmişlikle eşleştirip tahrikle tribüne
oynayan asıl ırkçıları ve sömürücüleri tanıyın artık. Öncelikle Kürt
78
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
kardeşlerimizin vatanın diğer kesimleriyle kardeşliklerini baltalayanlara
karşı çıkmaları, uyanmaları ve kendilerine zulmedenlerin her yönden
gelebildiğini görmeleri gerek. Benden olmayan kötüdür anlayışı
yıkılmalı artık. Yoksa kötüler de iyiler de her kesim insanın içinden
çıkar. Kötünün Türkü Kürdü olmaz. Her Türk gibi her Kürt de kendi
mahallesinde huzuru sağlamaya çalışmalı, hırsızına, arsızına,
torbacısına, kapkaçcısına, üçkâğıdı meslek edinmiş tüccarına, yere
tükürenine, otobüs yakanına, servis tarayanına, çocuk taciz edenine,
kardeşi kardeşine düşman edenine karşı çıkmalıdır. Eğer insanlar huzur
istiyorlarsa önce dönüp kendi ailelerine ve kendi mahallelerine bakmalı,
huzuru önce orada içselleştirip içselleştiremediklerini görmeleri gerek.
Tamam devlet hep (!) hatalı da kendisini düzeltmeye yanaşmayan insan
hatalı değil mi? Hala başlık parası alan kız babası, hala karısını insan
yerine koymayıp hayvan gibi döven koca, hala haraç almayı ve
başkasına ekmek tezgâhı açtırmamayı kendine hak gören şehir eşkiyası,
hala otobüste metroda kadını kızı taciz eden bir ayı, hala töre de töre
diyip duran ahali, hala dedikodu yapan mahalle kadını, hala tevhidin
t’sinden haberi olmayan insanımız hiç hatalı değil mi?
Ha dini kullanan bir şeyhin müridi, ha töreleri kendine siper eden bir
ağanın marabası, ha devlet adamlarını peygamber gibi gören bir parti
taraftarı, ha geleneksel sloganları kendine ayet edinmiş bir sözde sosyal
demokrat, ha terörist liderleri kendine ilah edinmiş bir gafil! Çok mu
farkları var?
Biz kendimizi düzeltmezsek toplum, millet, devlet nasıl düzelebilir!!!
Ama hele Allah adını anarken, hala bu ülkeye üç nesildir kan kusturmuş
Allah’sız bir örgütü övmeyin lütfen. Eğer müminseniz, en azından
devleti eleştirdiğinizin onda biri kadar o terörist örgütleri siz de eleştirin
artık. Hem Allah’ı anıp hem de o katilleri sempatize ettiğinizde eminim
sadece benim değil, sizi vatan ve din kardeşi gören birçok kardeşinizin
yüreğine de yaralar açıyorsunuz. Farkında değilsiniz. Bilin istedim.
79
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yüzünü mescidi harama çevirmek sadece kıbleye dönmek değil,
fikrimce ülkesine, ailesine toprağına sılasına yüzünü dönerek orayı ıslah
etmek, oraya huzur ve barış getirmek, oradaki insanlarını birleştirmek
için çabalamak, hayırlarda yarışmak demektir aynı zamanda.
2 Bakara 148 Herkesin (her topluluğun) yüzünü çevirdiği bir yön (cihet)
vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri
bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.
2 Bakara 149 Her nereden çıkarsan (çık), yüzünü Mescid-i Haram
yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah,
yaptıklarınızdan gafil değildir.
2 Bakara 150 Her nereden çıkarsan (çık), yüzünü Mescid-i Haram
yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız (olun) yüzünüzü onun
yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size
karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun,
üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.
80
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yazı ile İlgili Öne Çıkan Yorumlar…
Yorumcu1: Ulan siz Kürdistan’ı işgal etmişsiniz ! Onların Haklarını
engellemişsiniz bir ağızları salyalı olanlar PKK ye Terörist diyorsunuz !
kahpeler PKK sizin dilinizi mi yasaklamış ülkenizimi işgal etmiş
Kürtlerde bütün dünyadaki insanlar gibi kendi Toprağında özgürce
anadilinde eğitim ve kimliğini yaşamak istiyor …
Yorumcu2: Sevgili yazar öncelikle böyle bir yazıyı size yakıştıramadım
gerçekten. Işid ve PKK’yi aynı safta göstermek akılsızlığın en önde
gidilenidir. Yıllarca PKK’ye “terörist” dediniz şu an “terörist”
dediğiniz örgüt ülke sınırlarını koruyor bunun farkında mısınız?
Taş atmak meselesine gelince; sınırın diğer tarafında amcanız, halanız,
teyzeniz vb.gibi akrabanız olsaydı ve katledilme tehdidi ile karşı karşıya
kalsaydı ve sizin bulunduğunuz güvenli bölgeye geçmeye kalksaydı ve
sizin bulunduğunuz bölgedeki güvenlik güçleri buna müsaade etmeseydi
siz ne yapardınız? Kaldı ki bu ülkede sadece TÜRK’ler vergi vermiyor
ben bir mali müşavir olarak hesaplarını tuttuğum kişilerin hepsi KÜRT
ve hepsi de gayet iyi bir şekilde vergi ödüyor. Bırakın artık bu halkın
vergisinden maaş alıyorlar safsatasını.
Karakola yapılan saldırı örneğini vermişsiniz; peki vücudu paramparça
olan 11 yaşındaki CEYLAN ÖNKOL’dan , 34 kişinin senin savunduğun
TÜRK ASKERİ’nin hava saldırılarında KATLEDİLİŞİNE hiç
değinmemişsin? Öğretmeni mühendisi öldüren tek bir PKK gerillası
gösteremezsin. Polis, sen demokratik hakkını kullanırken sana gaz ile
müdahalede bulunursa sen kendini savunmak için ne yaparsın çiçek mi
atarsın?
“Gelin her türlü ırkçılığa, ahlaksızlığa ve her türlü zulme karşı olalım”
demişsin. Yazının hiçbir yerinde devletin kürde karşı yaptığı hiçbir
zulme ırkçılığa değinmemişsin. Gözünü kapatmış salt bir şekilde Kürt
Özgürlük Hareketini hedef alarak kendince eleştirmişsin!!!
81
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Faili
meçhul
cinayetlerden,
KÜRTÇE’yi
konuşuyor
diye
katledilenlerden, “TÜRKÇE KONUŞ ÇOK KONUŞ”, TÜRKÜN
TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOKTUR, diyenlerden hiç bahsetmemişsin
sevgili yazar. Devlet hep hatalı derken bile KÜRD’ü yine hatalı
görmüşsün.
Welhasıl… Öncelikle KÜRT meselesine bakınca AT gözlüklerini çıkar
empati kur ve ondan sonra böyle bir yazı yazarsan senin gibi bir yazara
daha çok yakışır…..
Yorumcu3: sevgili arkadaşla, kısa yazacağım uzatıpta sizi sıkmayacağım.
IŞID denilen örgütte terör örgütüdür. haksız yere boğazı kesilen
insanlar. dinleri ne olursa olsun. kaçırılan kadınları cariye diyerek
tecavüz ederek din adına sanki böyle bir kural varmış gibi ne kadar
ŞEREFSİZ insanlar olduğunu gösterir. bizler kocalarımızı veya
kızlarımızı bunların elinde boyunları kesilsin veya kızlarımızı bunlara
cariye olsunlar diye yetiştirmedik….
PKK deniler cani örgüt sözüm ona ana dilinde konuşamuyormuşta
bunun acısını kaçırdıkları mühendisleri ve masum sivilleri halk
otobüslerinde evlerine giderken Molotof atarak öldürmeleri haklı
sebebmidir. askere giden teyze oğlu veya amcaoğlu pusu kurarak
öldürülmereli kürtçe konuşamamaktan dolayımıdır ACABA yoksa
birilerinin maşası olupta teroris oldukları içinmi ne dersiniz. masum
insanları öldüreceksın kalkıpta şimdi ahmakça sınırlarımızı koruyor
yalanını ağızlarınızdan salyalar akarak yazacaksınız.siz kimi
kandırıyorsunuz. siz hiç Kur’an okudunuzmu ANADİLİNİZDE
anlayarak..
size ayet hatırlatırım. tabiki dininizi bilmediğim için kendi kitabımdan
ayet veriyorum.
Maide 32 Bunun için İsrail oğullarına şunu yazdık: Kim, cinayet
işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kişiyi öldürürse
82
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
tüm insanları öldürmüş gibidir. Kim de o canı yaşatırsa, bütün insanları
yaşatmış gibi olur. Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Buna
rağmen onların çoğu hemen sonra yeryüzünde azgınlık yapmaya
başladılar. saygılarımla
Yorumcu2: sen bizim dinimizin bilmezsin biz “zulme karşı sessiz kalan
dilsiz şeytandır” diyenlerin dinindeniz… zulüm edenlerin zalimleri
savunanlarının dininden değiliz.
sınırların korunması meselesine istanbuldan bakıp, burda klavye
kahramanlığı yaparak ahmaklara ahmakça gelir. siz hiç
okumazmısınız?
49/HUCURÂT-13 Ey insanlar, sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve
birbirinizle tanışmanız için sizi ırklara ve boylara ayırdık. ALLAH
yanında sizin en değerliniz en erdemli olanınızdır. ALLAH Bilendir,
Haberdardır.
ortada böyle bir ayet varken siz kim oluyorsunuz da yıllarca KÜRT
dilini yasaklıyorsunuz, ve yasaklayanlara destek oluyorsunuz. ey
zalimler…
Yorumcu4: W…. niye yorumlarını kütrçe yazmadın
Kalemzáde: Sizin kırılabileceğini hayal bile edemeyeceğiniz öyle putları
kırmış olsam da, siz halen kucağınızda putlarınızla gezdiğinizden beni
anlayamamanızı normal karşılıyorum. Her söyleneni aleyhinize
zannediyorsunuz. Kendinize verdiğiniz isimlerinizin bile kavmiyetçi bir
anlam taşıdığını görmüyor da başkasını ırkçılıkla, faşistlikle, eşşeklikle,
kahpelikle itham ediyorsunuz. Aceleci ve sabırsızsınız.
Hoşunuza giden şeyler söylendiği zaman dinliyor, beğeniyor ama ucu
kendi ilahlarınıza dokunduğu zaman bas bas bağırıyor, ilahlarınıza sahip
çıkın diye birbirinizi uyarıyor ve sanki gözlerinizle beni devirecekmiş
gibi bakıyorsunuz.
83
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ben sizin ne olduğunuzu çirkin sözlerinizden de tanıyabiliyorum. Allah
kimin ne kadar ve ne şekilde sabrettiğine şahit.
Aslında kendinize zulmediyor ve kavminizi kendinizin temsil ettiğinizi
zannediyorsunuz. Size gerçeği hatırlatana öfkeleniyor ve kinlerinizden
neredeyse parmaklarınızı ısırıyorsunuz.
Allah’ı sever gibi lider gördüğünüz bir takım boş isimleri seviyorsunuz.
Kalpleriniz kaskatı olmuş. Ne söylesem anlayacak durumda değilsiniz.
Tek bildiğiniz sizden öncekilerin uydurduklarını tekrar etmekten ibaret.
Gözlerinizle okuduklarınızı, kulaklarınızla duyduklarınızı eğip büküp
başka manalara çekiyorsunuz.
Size kardeşim diyene bile nefretle bakmaya alışmış ve arabesk bir
kültüre ve ezilmişlik sendromuna kendinizi kaptırmışsınız.
Haklı direnişleriniz bile faile değil öfke duyduğunuz topluma yönelmiş
ve bu durum sizi adaletli davranmaktan alıkoyuyor.
Siz zanna uyuyor, rivayetle ve şişirme haberlerle anlatılagelen herşeyi
doğru, benim anlattıklarımı ise masal zannediyorsunuz.
Benim yine de iyi niyetli ve iyiliğiniz için konuştuğumu bildiğiniz
halde, söylediklerimden hoşunuza gitmeyenler nedeniyle bana karşı
aniden alabildiğine kaba, saygısız ve bitmez tükenmez bir kin içine
girmişsiniz.
Siz görmek istediğiniz gibi görüyorsunuz.
Gerçekleri apaçık göstersem bile zanna inanır bana inanmazsınız.
Ben elçiyi örnek alır, her mümin gibi ancak gerçeği onaylamaya istekli
ve temiz düşünenleri uyarabilirim.
Allah en güzel vekildir.
84
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kalemzáde: Yaşadığımız ülkeye ve bu ülkeyi yöneten devlete ülkem ve
devletim demekte, onları putlaştırmadığımız sürece hiç bir sıkıntı
yoktur.
Üstelik ben de bu devleti bu ülkeyi, bu topraklarda yaşayan insanları ve
bu devlette hüküm süren hükümetleri ve hatta kurumlarını birçoklarına
göre çok daha ağır biçimde eleştiriyorum. Geçmiş yazılarımın satır
aralarında bunları yakalayabilirsiniz.
Ama hükümetlerin icraatlerini beğenmemek onlara karşı öfke ile hareket
etmeyi gerektirmez. Unutmayın ki Musa Firavun’a ülkedeki adaletsiz
icraatini çözmek için gitmiş, güzel söz söylemeye çalışmış ve ülkesini
ıslah etme girişiminde bulunmuştur.
Nuh, Lut, Salih, Hud hepsi düzeni sağlamaya gayret etmiştir. Allah’ın
hükmü gelene kadar burası benim ülkem olmaktan çıktı dememişlerdir.
İbrahim, Lut kavmine bir şans daha vermek için son dakikaya kadar
uğraşmıştır. Süleyman ve Davut devletlerini adaletle yönetmek için
çabalayıp durmuş ve insanlarını uyarmıştır.
Yusuf elinden geldiği ölçüde ve branşta ülkesine (hatta etnik
kökeninin ait olmadığı ülkesine) katkı sağlamış, çözümler üretmiştir.
Devlete düşman olunmaz, devlet iksa ve ıslah edilmeye çalışılır.
Bu ülke bizim geniş bir ailemizdir. Ailemiz içinde kötüler var diye
elimize silah alıp hanemizin köküne bomba koymak çözüm değildir.
Şehrin kapısından eğilerek girin diyen bir kitabı okuyup duruyoruz.
Bir yerde bir düzen varsa o düzen içerisinde bozgunculuk çıkarmak
değil, oluşturulmuş olan o düzene saygı duyarken varsa bir yandan da
aksayan taraflarını iksa etmekle kendimizi sorumlu hissetmeliyiz.
85
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Oturup ütopik bir ülkenin birileri tarafından kurulmasını mı
bekleyeceğiz? Hep iyi işleri başkalarından bekleyip, o iyi işler
yapılmıyor diye eleştirmekle mi yetineceğiz?
Sen ne yaptın ülken için? Ülkene ailene sahip çıkmak o devlet
yapılaşmasını Allah yerine hüküm koyucu kabul etmek demek değildir.
Elbette insanlar da toplum düzenlerini sağlamak için kanunlar
çıkaracak, kurallar koyacaklardır. Mesele Allah’ın öğütlediği gibi
adaletle hükmetmektir. Hükmedenler adaletle hükmetmiyor diye o
devleti yok sayacaksanız yeryüzünde yaşayacak toprak parçası bile
bulamazsınız.
Hizipleşmek ve bölünmek her anlamda iyi sonuçlar üretmez.
Allah’ın hükmüne kimseyi ortak etmeyeceğiz diye birilerinin o iyi
düzeni kurmasını mı bekleyeceğiz, yoksa o adaletli düzeni sağlamak
için biz de elimizi taşın altına koyup Allah’ın öğütleriyle makbul ve
güzel işler mi yapmamız gerekir?
Yorumcu2: Her ne kadar Putlarınızı kendinizce kırdığınızı
söylemekteyseniz de hala bile koskoca bir put olan ben merkeziyetçi bir
putu yıkamadığınız için söylediklerinizi tamamıyla normal
karşılıyorum.
Kürt konusunda söylediklerinizin tamamı aleyhte söylemlerdir. İsim
konusundaki kavmiyetçiliğe gelince siz alparsan, kaan, hakan, vb.
isimleri kullanırken kavmiyetçi olmuyorsunuz da biz welat, serok, egîd
vb. isimleri kullanırken kavmiyetçi, ırkçı faşist oluyoruz öyle mi.?
Eşşeklik kahpelik gibi bir itham yazımda yoktur siz algılamak istediğiniz
gibi algılamışsınız. Aceleci ve sabırsızız değil mi? 90 yıldır bu ülke de
bırakın KÜRT’üm demeyi KÜRT’ün adını anmak bile bur suç
unsuruydu. Bir tek ilahımız vardır o da ALEMLERİN RABBİ’dir. Kendi
ilahınız ile bizim ilahımızı karıştırmayın lütfen.
86
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kesinlikle ne olduğunuz çirkin ve Allah’ın ayetlerini inkar edişinizden
anlayabiliyorum. Kimseyi temsil etme gibi bir gayet ve çaba içerisinde
değilim. Bu ülkede sizin ne kadar hakkınız var ise KÜRT’lerin de aynı
haklara sahip olduğunu ve bu ülkenin bir gerçeğini size
hatırlattığımızda siz öfkelenip parmaklarınızı yiyip saçlarınızı
yoluyorsunuz.
Allah’a hamdolsun kimseyi Allah gibi görmedik bu güne kadar ama
sizin yaptığınız putlara taptığınız kimi Allah olarak gördüğünüzü gayet
açık ortaya koymaktadır.
Kalpleri kas katı kesilenler hem kardeşim diyecek hem de sen hak iddia
edince sen yoksun diyecek seni inkar edecek böyle kardeşlik nerede var
söyleyin.
İnananlar! Allah için adaleti gözeterek tanıklık edin. Bir topluluğa olan
kininiz, sizi adaletli davranmaktan alı koymasın. (Maide5:8) bu ayet
ortadayken nasıl kalkıp ta bu tam aksine hareket edeyim?
Zanna uğrayan sizsiniz herşey sizin uzaktan izlediğiniz gibi değildir
bundan emin olabilirsiniz. İyi niyetli bir yazı yazmış olsaydınız şayet bir
kişiye olan kinini tüm topluma kusmazdın.
Kimin saygısız kaba davrandığı yazınızda gayet açık bir şekilde
görünmektedir. Asıl görmek istediği gibi görmek isteyenler sizlersiniz.
Sizi, size bir şey söylendiği zaman araştırın ayeti ile baş başa
bırakıyorum.
49/HUCURÂT-6 Ey inananlar, kötü huylara sahip birisi size bir haber
getirirse onu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksızlık
edersiniz ve daha sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.
Yorumcu5: Son bir buçuk yıldır yaşananlarla Allah’ın bizi her türlü
imtihan ettiğine daha da bi inandım. Adaletli olmaktan, kibirlenmekten,
putları kıramamaktan bizi alıkoyan ne? Her bağırtıyı niye aleyhimize
87
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
sanıyoruz? Aklımızı ve vicdanımızı mı işletmeyecek miyiz hala? İnandım
deyip bırakılacağımızı mı sanıyoruz?
Yorumcu6: Hizmetleri ve amaçları belli olanlara bazı şeyleri anlatmak
zor olsa da siz yinede yılmayın. Sizi okumak bir ayrıcalık anlayabilmek
se ayrı bir zevk Kalemzade Kamil.
Kalemzáde: W…. (Vatan…) ve B… (Hakkari, Şırnak, Cizre vs eyaleti…)
ben birinize yazmadım, her ikinize yazdım. Yazdıklarım bir halkı hedef
almıyor, bir tema içeriyor.
Yazdıklarımı okuyamıyorsunuz bile. Söylemediğim şeyleri söylemişim
gibi yorumluyorsunuz.
Ben Kürt halkını ve geçmişte uğradığı mağduriyeti değil PKK’yı ve onu
sempatize eden senin gibi insanları eleştiriyorum.
Sense halen Kürtlere yapılmış yapılmamış net ve olası haksızlıklara beni
ortak ediyorsun. Ben Türk Kürt ayırmıyorum, Kürt insanı hiçbir
haksızlığa uğramamıştır demiyorum, yazıyı iyi oku.
Bu Türk Kürt ayrımını sen yapıyorsun.
Öfken dinmemiş.
Çözümlenmiş sorunları bile görmekten kaçıyorsun.
Ne istediğini bile bilmiyorsun.
Ben bilmeden atıp tutmuyor ve tek tarafa vurmuyorum.
Beni tanımıyorsun.
Uzaktan sallamıyorum, tam da dibinden sesleniyorum.
Anlamıyorsun. Ya da anlamak işine gelmiyor.
88
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yorumcu1: Kahpe TC nin Kürtlere yaptığı zülmü Dile getirmediğiniz için
taraflı düşünüyorsunuz!!!
Neden PKK ortaya çıktı? PKK neyi Savunuyor? Bunları bilmediğiniz
için veya bilmek istemediğiniz için PKK yi Ve Sempatizanları
eleştiriyorsunuz!!!
Kimki Zalimlerin yanında yer alıyorsa ve onlarda yana ise onursuzdur
Kahpe dir Allahsızdır!!! Zülme ve haksızlığa susan Şeytandır.
Kalemzáde: Bu nefret ve kötü söz dolu yorumunu yayınlamaya herkes
farkı görsün diye karar verdim.
Yaziklar olsun. Sen Kürt değilsin fitnecisin.
Yorumcu7: Bu yorumu bir sayfaya yakın yazmıştım. Sonra, kendi kendime
“kime anlatacaksın?” dedim ve sildim… Ben çok ince bir noktayı
vurgulayacağım. “Senin devletin!” diyen bölücü kadına, benim güzel
Türk Askerim “hanımefendi” diyor.
Benim Kürt kardeşlerim aşağıdaki cümleyi söylemek zorunda değil.
Benim söylediğime onlar ve aydın(!) geçinenler Irkçılık diyorlarsa
varsın desinler… Umurumda da değil. Bir Selanik mubadili olarak
diyorum ki; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.”
Kalemine sağlık Kardeşim.
Yorumcu8: Atalarınıza yaptığını iddaa ettiğiniz kötü davranışların
faturasını şimdi neden size hiç bir zarar vermemiş malum insanlara
kesin olarak ödetmek peşindesiniz?
Oturduğu yerden bölücülük yaparak maaş alanlar, sadece bazı
saldırılara katılım göstererek, bunların organizasyonunda yer alarak
kazanç sağlayan insan sürü ile kaçakçılık yapan sürü ile.
89
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Hizmet isteyip , gelen hizmetin yok edilmesini izleyen sürü ile. Türkiye
bu gibi konuda gayet sabırlı ve hoş görülü davranmaktadır ama
diliyorum ki inşAllah hak edenler hak ettiğini bulsunlar.
O bölgeler asla sizlerin olmayacak, zaten olsa bile petrolü sanki siz
çıkarabileceksiniz gibi hayal kurmayın, elbette başkası sömürecek büyük
Türkiyenin yiyemeyeceği kaymakları minik kukla bir devlet mı
kemirecek?
Yorumcu9: Kalezade kamil cok cahil bir insan iinsanmişsın adeta
pacalarından akıyok istersen bağlada ortalık pislenmesin ha olutmu?
Kalemzáde: Y…., senin bildiklerini anlat istersen. Bana da okuyanlara da
bir faydan olsun. Bilgilendir beni, cahillikten kurtar kardeşini.
Yorumcu9: Bir kaç yazina baktım aslında… Sahsım 14 yıldır arının
yaptıģı balı yemeyi dahi red ettiği icin başka bir dünyada yaşamakta….
Ben vari insanları anlamak bazen çok zordur bazende sanildigindan
kolaydır. Bilmem anladın mı ? ARININ YAPTIĞI BALI DAHÌ
YEMEMEK..
Yorumcu10: w…, b…, h…, y.... Standart fitneci önyargılı tiplersiniz.
Argümanlarınız da çok sıradan: devlet şöyle yaptı bu böyle yaptı. Yahu
bana ne yaptıysa bana mı sordu yaparken? Kürtçeyi zamanında ben
yasaklamadım yada yasaklayın diye de oy vermedim yada devletin
yaptığı başka yanlışlarda ben yer almadım bana soran da olmadı.
Yapan ben değilim ama sizin yardakçılığını yaptığınız tipler bana
saldırıyor. Devlet böyle yaptı diyor ama bana saldırıyor. Varsa kötülük
yapan bu onun problemi.
Polis asker de bunu yapmadı. Bunlar ben insanlara kötülük edeyim diye
girmiyorki bu işe. Çoğunluğu gayet kaliteli insanlar.
Bu teşkilatların içinde bu işlere bırakın bulaşmış olanları sempati
duyanları toplasanız %1 bile değildir. Her toplum kesimin içinde sizin
gibi ‘tağuta’ kulluk eden onları yalayan tipler var maalesef.
90
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bu akılsızlardan biride diyorki ‘ Molotof atmasında ne yapsın çiçek mi
atsın’
Ey cahil bu olaylar nasıl başlıyor. Sokağa çıkacaksın, toplanacaksın yol
kesip sağa sola saldıracaksın, kimlik kontrolü yapıp kafandan
uydurduğun bir zanla o bölgeden olmayanları linç edeceksin, bizzat
hazırladığın molotof denen likit bombalarla etrafı ve insanları
yakacaksın sonrada senin sadece gözlerini yaşartan veya ıslatan bir
müdahele ile karşılaşınca da demokratik hak diye ağlaşacaksın. Etkiyi
başlatan sensin bizzat. Yakmaya çalıştığın insanlarda sana sadece su
sıkarak veya gözlerini birazcık yaşartarak tepki veriyor. Çok daha
insalcıl olan bu karşılığa niye kızıyorsun. Hatta bu tepki çok da
adaletsiz su sıkanlar için. Gerçekte hakettiğin şey Kuranda yazıyor
Müslüman ülke olsak gerçek adaletle hükmün verilecekti. Açın
Kurandan okuyun bozgunculuğun cezası neymiş.
Hodri meydan bir günde Molotof değil çiçek atın. Küfür değil güzel söz
söyleyin. Bunun için çıkın sokağa. Kimsenin mahallesini yolunu işgal
etmeden bunu yapın, bir kere deneyin eğer gene size gaz atılıp su
sıkılırsa bende memleketi terkedecem.
Bu Kuranda anlatılan kafirlerin cehennemde Allaha karşı ‘ama biz şirk
koşmuyorduk’ diye yemin etmesi gibi bir şey. Orada da dersiniz artık
ama biz demokratik hak kullanıyorduk diye. Yahu bir tane örnek verin,
görüntü gösterin durduk yere insanlara gaz atılan, su sıkılan bir ortam
gösterin.
Birde Yazar burada size devlet hatasız dememiş ki. Devlet dediğiniz
şahıs değil bir defa, toplumun vicdanını yansıtan bir şey de değil. Devlet
genelde sadece bir kaç şahsın iki dudağının arasından çıkan söze bağlı
dönüp duran bir yapıdır tabi bu haliyle bile sizin savunduğunuz hatta
sınırları koruduğunu iddia edecek kadar kin ateşinden buharlaşmış
beyinler tarafından yönetilen örgütten daha tutarlı bir yapıdır.
Konunun özeti şu: Ne devletin hataları nede sizin gibi tiplerin
savunduğu terör örgütlerinin icraatları toplumun genelini bağlamaz.
91
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kim ne hata yapıyorsa şahsına özeldir. Benim gibi toplumun geneline
böyle yapalım mı ne dersiniz diyen olmadı. Bırakın bunları o bölgelerde
görev yapmış asker yada polise de soran olmadı.
Sizin o sınırları koruyan sevgi kelebekleriniz değil miydi otobüsten
silahsız insanları indirip katleden, eşiyle pazarda alışveriş yapan
subaya arkadaş yaklaşıp öldüren, kaçakçılardan aldıkları vergi gelirleri
için sınır karakollarını basıp 20 li yaşlarda insanları öldüren?
Ve daha niceleri.
Kim organize etti bunları kim düzenledi?
Kızacaksanız küfredecekseniz herkesin bildiği mevcut şahıslara yapın
bunları.
Madem bir tek ilahımız var diyorsunuz, Müslümanlık iddiasında
bulunuyorsunuz o zaman Müslümanlar kardeştir diyen Kuran ayetlerine
uyacağız hepimiz.
Kuranda ne diyor firavunla ilgili halkını sınıflara ayırmıştı bir gurubu
eziyordu diyor mısır halkının tamamı böyle yapıyordu demiyor.
Sonunda dikkat edin helak edilen firavun ve onun peşine takılan
zalimler oldu.
İman edenlerle kafirler tamamen ayrılmadan Allah hiç bir toplumu
helak etmediğini anlatıyor bize Kuranda.
92
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Allah Zikrini Korur
Kurban|Gariban Bayrammı Yazısı
Allah’ın ayetleri hep aynı şeyleri söylüyor, noktasından virgülüne kadar
hiçbir harf eksilmiyor ne kutsal hükümlerden, ne Allah’ın sünnetinden,
ne Zikrinden, ne de kâinattaki düzenden. Allah kendi zikrini indirdi ve
kendisi koruyor. Onu okuyan “muvahhid gözüyle, muvahhid aklıyla ve
muvahhid kalbiyle” okursa ancak o satırların arkasındaki aslolan
satırları görüyor.
İncil | Matta | 6:1 Doğruluğunuzu insanların gözü önünde gösteriş
amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa göklerdeki Babanızdan ödül
alamazsınız.
93
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kuran | Nisa | 4:38 Bunlar, Allah’a ve âhiret gününe inanmazlar da
halka gösteriş olsun diye mallarını dağıtırlar. Arkadaşı şeytan olan için
ne kötü arkadaştır o.
İncil | Matta | 6:2-4 Bu nedenle, birisine sadaka verirken bunu borazan
çaldırarak ilan etmeyin. İkiyüzlüler, insanların övgüsünü kazanmak için
havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar. Size doğrusunu söyleyeyim,
onlar ödüllerini almışlardır. Siz sadaka verirken, sol eliniz sağ elinizin
ne yaptığını bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice
yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.
Kuran | Bakara | 2:264 Ey iman sahipleri! Allah’a ve âhiret gününe
inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi
gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa
çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak varken tepesine
şiddetli bir yağmur inip kendisini cascavlak bırakmış yalçın bir kayanın
haline benzer. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler.
Allah, küfre sapan bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.
Kuran | Bakara | 2:271 Sadakaları açıktan verirseniz güzeldir. Ama
onları gizler ve yoksullara bu şekilde verirseniz, bu sizin için daha
hayırlıdır, günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah, Habîr’dir,
yapmakta olduklarınızdan gereğince haberi vardır.
İncil | Matta | 6:5 Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar,
herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe
başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim,
onlar ödüllerini almışlardır.
Kuran | Nisa | 4:142 Şu bir gerçek ki, ikiyüzlüler hileler düzerek Allah’ı
aldatmaya uğraşıyorlar. Ama Allah da onları aldatıyor. Onlar namaza
kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Onlar
Allah’ı çok az hatırlarlar.
94
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
İncil | Matta | 6:6 Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip
kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı
gören Babanız sizi ödüllendirecektir.
Kuran | Araf | 7:55 Rabbinize; boyun bükerek, gizlice/ürpererek
yakarın. O, haddi aşanları/azmışları sevmez.
İncil | Matta | 6:7 Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler
tekrarlayıp
durmayın.
Onlar
söz
kalabalığıyla
seslerini
duyurabileceklerini sanırlar.
Kuran | Kasas | 28:55 Boş sözleri işittiklerinde ondan yüz çevirirler ve
“Bizim işimiz bize, sizin işiniz size. Size selam (barış) olsun. Biz
cahillerle uğraşmak istemeyiz,” derler.
İncil | Matta | 6:8,9 Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız nelere
gereksinmeniz olduğunu siz daha O’ndan dilemeden önce bilir. Bunun
için siz şöyle dua edin: Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın.
Kuran | Fatiha | 1:2 Elhamdülillahi Rabbil alemin | Hamd, âlemlerin
Rabbi Allah’adır.
İncil | Matta | 6:16-18 Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat
asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine
perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar
ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp
yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanız’a
oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi
ödüllendirecektir.
Kuran | Ahzab | 33:35 Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül
hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler,
mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru
erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden
kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen
kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan
erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve
95
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler, Allah’ı çok anan
kadınlar.
İncil | Matta | 6:19-21 Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin.
Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip
çalarlar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne
güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. Hazineniz
neredeyse, yüreğiniz de orada olacaktır.
Kuran | Hümeze | 104:2-4 O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı. Sanır
ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. Hayır, iş sandığı gibi değil! Yemin
olsun ki o, Hutame’ye fırlatılıp atılacaktır.
Kuran | Leyl | 92:17-20 Sakınan da ondan uzak tutulur. O ki, temizlenip
arınsın diye malını verir. Onun katında hiç kimsenin, karşılığı verilecek
bir nimeti yoktur/hiç kimsenin ona, karşılık olarak verilecek bir nimeti
yoktur. Yüceler yücesi Rabbinin yüzünü özleyip istemek için veren hariç.
İncil | Matta | 6:24 Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden
nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür.
Kuran | Zümer | 39:29 Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip
olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak
verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu
bilmezler.
İncil | Matta | 6:25-34 Bu nedenle size şunu söylüyorum: ‘Ne yiyip ne
içeceğiz?’ diye canınız için, ‘Ne giyeceğiz?’ diye bedeniniz için
kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil
mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda
yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz
onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla
ömrünü bir anlık uzatabilir? Giyecek konusunda neden
kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne
çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, bütün
görkemine karşın Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi.
96
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren
Tanrı’nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey kıt imanlılar?
Öyleyse, ‘Ne yiyeceğiz?’ ‘Ne içeceğiz?’ ya da ‘Ne giyeceğiz?’ diyerek
kaygılanmayın. Uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel
Babanız bütün bunlara gereksinmeniz olduğunu bilir. Siz öncelikle
O’nun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin, o zaman size
bütün bunlar da verilecektir. O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının
kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter.”
Kuran | Fatiha | 1:5-7 Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden
yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin
yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.
İncil | Matta | 5:18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan
kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya
da bir nokta bile yok olmayacak.
Kuran | Hicr | 15:9 Şüphesiz o zikri biz indirdik ve onu koruyacak olan
da biziz.
Kitabını muvahhid gözüyle okuyan kişi; insanların üzerinde oynadığı
kelimelere takılmayıp, derinlikteki Allah’ın kelimelerini görür.
Siz… Allah’ın ayetlerini örtenler ve gerçeği gizleyenler… Allah kendi
zikrini, kendi kitabını korur. Sizin kitabınızı değil, sizin yazdıklarınızı
değil, sizin kaleme döktüklerinizi değil, sizin anlamını çarpıttıklarınızı
değil, sizin sonuna ilaveler yaptıklarınızı değil, sizin yorumlarınızı
değil, sizin yerini değiştirdiğiniz kelimeleri değil, sizin fiillerinizi
istediğiniz özneye atadıklarınızı değil, sizin öznelerini istediğiniz
yükleme atadıklarınızı değil, sizin sözlerinizi değil, sizin rivayetlerinizi
değil, sizin mütevatirlerinizi değil, sizin kiliselerinizin mektuplarını,
papazlarınızın, hahamlarınızın ve imamlarınızın içtihatlarını ve
kararlarını değil, sizin âlimlerinizin külliyatlarını da değil. Allah kendi
zikrini korur. Tevrat’ın ve İncil’in içine evirdiklerinizi, Kuran’ın
etrafına çevirdiklerinizi, her ilahi kitabı çevirirken manasını
değiştirdiklerinizi değil.
97
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Arada bir Tevrat, Zebur veya İncil’den pasajlar paylaştığımda
nedenlerini anlamak ve Kuran’daki bu minvaldeki ayetleri görmek
istemezcesine, iman ettiği hak kitaplara soğuk duranlara rağmen, bir kez
daha hatırlatmak istiyorum ki; korunan, insanların dilden dile çevirilerde
kullandıkları kelimeler değil, Allah’ın kendi kelimeleri, kendi zikridir.
Allah zikrini korur, geçmişte de korumuştur, gelecekte de koruyacaktır.
Ve Kuran… Onun kitap olarak korunarak gelişi ise son ilahi kitap oluşu
ve Allah’ın bizler için çok büyük bir rahmeti oluşu nedeniyledir.
Ancak… kıymetini bilenlere.
Tüm bu duygu ve düşüncelerle ve gündemin gereğince; Bütün ihtiyaç
sahibi yoksulların, terk edilmiş yaşlıların, unutulmuş yetimlerin, sevgiye
muhtaç öksüzlerin, işsiz ve umutsuz gençlerin, itip kakılan dulların,
engellenen engellilerin, okuyamayan çocukların, tedavi olanağı
bulamayan hastaların, gecelerini uykusuz geçiren borçluların ve tüm
garibanların bayramının kutlu, umutlu, sevinçli ve müjdeli olması… her
neyini infak edebilir olanın da Allah rızası için gösterişsizce Allah’ın
istediği biçimde onun düzenine destek verecek şekilde infak
etmesi… huzurevi, hastane, hapishane, yetimhane ve baba ve anne
ziyaretlerinin bol olması dileğiyle… Herkese hayırlı bayramlar.
98
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şehrin Kapısında Secde
Şehrin Kapısından Girerken Secde Etmek Ne Demek?
“Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü
öğütlerdendir. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da
“şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı
girmek” ne ola? Acaba şehrin surlarındaki kemerlerden geçerken yere
seccade mi seriyorlardı?
Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişi aklıma geliyordu bazen. Ama
orada Fatih secde etmiyor, ihtişam içinde atın üstünde başı dik geçerken
eğilenler (hatta ezilenler) yerlerdeki insanlardı! Yani Kuran’a,
99
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
öğütlenene tamamen ters bir durum aslında. Acaba peygamberimizin
Mediye’ye girerken ya da Mekke’ye döndüğündeki Allah’a şükrü
müydü kapılardan eğilerek ya da secde ederek girmek? Bakın bunu
eminim bir boyutuyla kapsıyor olabilir. Yine de anlamlandırmada
önemli bir şeyler eksik kalıyor gibi… Peki izdüşümü arasak… Şükür
tamam da, bugün bir şehre girerken otobüs duracak ya da arabayı sağa
çekip yere mi kapanacağız? Almanya’ya giden işçi kardeşim Münih
havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak basınca yerleri mi öpecek?
Kuran’ımızda birçok yerde “kapı” kelimesi geçen ayet var.
Ben taradığımda 23 tane ayet buldum. Bu ayetleri de beşe ayırdım.
Büyük bir kısmı göklerin ve cennetin kapıları olarak geçiyor. Bir kısmı
da cehennemin kapıları. Dördüncüsü barınak olan evlerimizin ve
odalarımızın kapıları olarak geçiyor. Ve beşinci olarak da bu yazımın
bahsi olan şehirlerin kapıları. Ama tüm bu kapılar arasında ilginç bir bağ
olduğunu gördüm. İlginçtir “evlere kapılarından girin” öğüdü ile birlikte
şehir, gök, cennet ve cehenneme de ayrı ayrı kapılardan giriş ifadeleri
söz konusudur. Bunun bir anlamı olmalı…
Evlere Kapılarından Girmek
2 Bakara 189 Sana, hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki:
“O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr), evlere
arkalarından
gelmeniz
değildir,
ama
iyilik
sakınan(ın
tutumudur). Evlere kapılarından girin. Allah’tan sakının, umulur ki
kurtuluşa erersiniz.
Bu ayette “evlere kapılarından girin” öğüdü hac ile aynı ayette
birleştirilerek şehirle de özdeşleştirilmiş durumda. Yani evlerin
kapılarından girmekle şehirlerin kapılarından girmek arasında benzer bir
öğüt olmalı. Düşünelim… Evlere kapılarından girersek ev sahibi olanlar
bizi hırsız, arsız, bozguncu görmez. Barışçı ve dost görür. Ama
pencereden, bacadan girersek hırsız olduğumuzu, en azından iyi niyetli
olmadığımızı düşünür ve buna karşı bir tepki verir. Kendini ve malını
100
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
korumak ister. Ya bizi silahla karşılar, ya kafamıza sert bir cisimle
vurur, ya yakalayıp bizi polise teslim eder, ya da belki öldürür.
Şehirlerin Kapılarından Secde Ederek Girmek
Peki ya şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından,
patikalarından) değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun
altından, yer altından sızarak ya da bir tehditle girmeye kalkarsak ne
olur? Orada yaşayan halk bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi
hırsız, azgın, bozguncu çeteler görmez mi!!! Elimizde silah varsa bu
davranışımıza karşın bizi silahla karşılamaz mı? Gizlice ve sinsice şehre
girmeye kalktığımız için kafamıza sert bir cisimle vurmaz mı? Bizi
yakalayıp hapse atmaz mı? Ya da belki de öldürmez mi!!!
2 Bakara 58 Şöyle demiştik: “Girin şu kente; orada, dilediğiniz yerde
bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girinve ‘Affet bizi!’ deyin ki,
hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha
fazlasını da veririz.“
7 Araf 161 Onlara şöyle denildi: Şu kentte oturun, orada istediğiniz
yerden yiyin. ‘Affet’ diye yalvarın; kapıdan da secde ederek girin ki,
hatalarınızı bağışlayalım. Güzel düşünüp güzel iş yapanlara daha
fazlasını da vereceğiz.
Bu ayetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan secde
ederek girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa isyankâr kavmine
bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile
rızıklandırıldıkları halde gözleri hala açtır. Firavun’un onlara verdiği
soğanı sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı olmayıp,
hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak isterler.
Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar fışkırır da
onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler.
2 Bakara 60 Bir zamanlar Mûsa, toplumu için su istemişti de biz,
“Değneğinle şu taşa vur!” demiştik. Taştan hemen on iki göze
fışkırmıştı. Her bölük insan kendilerine özgü su kaynağını bilmişti.
101
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Allah’ın rızkından yiyin, için; yeryüzünde bozgunculuk yaparak şuna
buna saldırmayın.” demiştik.
Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni bir
yerleşim yerine getirdiğinde bile hala Musa’yla ve hatta Allah’la
pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak (sığır
kesme bahsi) için bir sürü soru sorup mazeret üretirler. Kendileri
bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz, girecekleri
yerleşim yerinde yaşamakta olan insanları bozguncu olarak görürler ve
Musa’dan onları oradan çıkartmasını isterler. Hazıra konmayı ise erdem
sayarlar.
5 Maide 23 İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam
dedi ki: “Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip
geleceksiniz. Eğer inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.”
5 Maide 24 Dediler ki: “Ey Mûsa! Onlar orada oldukça biz oraya asla
girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbin’le birlikte onlarla savaşın. Biz
şuracıkta oturacağız.”
Oysa o şehre savaşarak değil secde ederek, yani beğenmeseler de saygı
duyup, oradaki insanların kurduğu düzene boyun eğerek ve
bozgunculuk etmeden normal giriş şartlarında girmelilerdi. Eğer o şehri
ıslah etmek istiyorlarsa bunu güzel davranıp güzellik üreterek
yapmalılardı. O zaman daha fazlasını da hak edeceklerdi. Ama öyle
yapmadılar. Musa’nın uyarıları çoğu için boşa gitti.
5 Maide 25 Şöyle yakardı Mûsa: “Rabbim! Nefsimle kardeşimden
başkasına söz geçiremiyorum. Artık sapıklar topluluğu ile bizim aramızı
ayır.”
5 Maide 26 Allah dedi ki: “Orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır.
Yeryüzünde sersem sersem dolaşacaklar. Sen o sapıklar topluluğu için
kederlenme.”
Her şeye rağmen İsrailoğullarına verildi. Ama onlar her elde
ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden
102
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip durdular.
Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun eğerek)
girmediler.
4 Nisa 154 Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve
onlara: “kapıdan secde ederek girin.” dedik. Onlara şunu da söyledik:
“Cumartesi gününde azgınlık yapmayın.” Onlardan sapasağlam bir söz
almıştık.
Gördüğümüz kadarıyla Cumartesi yasağı bazı ritüel ve davranışsal
ibadetlerin yanı sıra büyük kapsamda bir avlanma yasağı idi. Bu
kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla toplumu koruyan yasalar
içeriyordu.
7 Araf 162 Onların zulme sapanları, sözü, kendilerine söylenenin
dışında bir sözle değiştirdiler. Bunun üzerine biz de üzerlerine gökten
bir pislik azabı saldık; çünkü zulmediyorlardı.
Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi hakları, kendi
istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep önündeydi. Kendilerini
özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla avlanma yasağına
uymuyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde hırsızlık, talan, şiddet ve
bozgunculuk yapmayı mübah görüyorlardı.
7 Araf 163 Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi
günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları
onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi.
Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk.
Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin içinde
en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar her
zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları geneliyle azgınlığıyla ve
isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir.
Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle onlardan
olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden olmayan herkes
onlar için düşmandır, haindir!!!
103
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
5 Maide 23 İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam
dedi ki: “Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip
geleceksiniz. Eğer inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.“
Oysa o şehirlerde yaşayanların düzenlerine saygı duyup haklarını
düzgün yollardan arasalardı, orada yaşayanlar da onları evlerine
kapısından giren bir dost gibi algılayacak, böylece haklarını elde edecek
ve haksızlığa uğradıkları hususta kendilerine zulmedenlere galip
geleceklerdi. Ama onlar Allah’a ve Musalarına değil soylarına ve
kavimlerinin yoldan çıkmış Samirilerine güvendiler. Bir şeyler elde
etmeye başlayınca şımardılar. Oysa eski kavimlerden örnek
almalıydılar.
6 Enam 44 Öğütlenmeye çağırıldıkları şeyi unutunca, her
şeyin kapılarını üzerlerine açıverdik. Nihayet, kendilerine verilenle
sevinç şımarıklığına daldıkları bir sırada, ansızın onları yakaladık. Tüm
ümitlerini bir anda yitirdiler.
Anlattıklarımın sağlamasını yapayım şimdi…
Buraya kadar anlatmaya çalıştığım “şehirlerin kapılarından secde ederek
girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun” demek
olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu ayetlerle
beraber Yusuf suresidir aslında. Kuran’dan bu hususta anladığımı
anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf kıssasında derli toplu olarak
ortada görüyorum. Yusuf’un babası Yakup (İsrail) benden daha iyi
anlatıyor, oğulları benden daha iyi yaşıyor ve Yusuf benden daha
mantıklı ifade ediyor. Buyrun sağlamaya…
“Kapı” gibi ayetler var Yusuf suresinde…
12 Yusuf 7 Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar)
için ayetler (ibretler) vardır.
Yusuf kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka toplumda
bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili ayetlerle ilk defa orada
104
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları kilitliyor. Ne
alaka diyeceksiniz ama… Çok alaka…
12 Yusuf 23 Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü
tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a
sığınırım, Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler
iflah etmez.”dedi.
Bakın Yusuf ne diyor… “Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturdu.
Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur edemem. Allah’a
sığınırım.” Peki sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu durum? Devam
edelim… Yine bir kapı.. Ve kapıda olanlar…
12 Yusuf 25 İkisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan
yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın
seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi,
acıklı bir işkence mi?”
Kadının söylediğine dikkat… “Senin ailene kötülük edenin cezası ne?
Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun kuralları
devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu düzenin
kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve hakem
devreye giriyor.
12 Yusuf 26 Yusuf dedi ki: “O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak
istedi.” Kadının ailesinden bir tanık da şu yolda tanıklık etti: “Eğer
erkeğin gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda
erkek yalancılardandır.
Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya kanun
koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde konuşur ve
bozgunculuk yaparak değil iyi işler yaparak kanunları değiştirirsin.
Yusuf düzeni ıslah içinse sabrediyor ve çalışmaya zindanda bile olsa
devam ediyor.
105
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
12 Yusuf 33 Yusuf dedi: “Rabbim! Zindan benim için bunların beni
çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak
tutmazsan onlara meyleder de cahillerden olurum.”
Topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına gelen tüm
zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece Allah’a
güvendi Yusuf. Bir ara zindan (hapisteki) arkadaşına güvenmesi bile
ona birçok seneye ma’loldu.
12 Yusuf 42 Yusuf o iki kişiden, kurtulacağını düşündüğüne şöyle dedi:
“Rab edindiğin kişi yanında beni an.” Ama şeytan o adama, rab
edindiği kişiye hatırlatmayı unutturdu. Böylece Yusuf yıllarca zindanda
kaldı.
O toplumdan biri olmayan ve sabreden Yusuf o toplumun düzeni
içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma geliyor ve hem kanunları hem
de toplumu güzellikle ıslah etmeye başlıyor.
12 Yusuf 47 Yusuf dedi: “Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz.
Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında
bırakırsınız.”
Sonunda hiçbir şekilde ihanet etmediği toplumda vezir oluyor. İbret
alması gerekenlerin alması dileğiyle…
12 Yusuf 54 Kral dedi ki: “Onu bana getirin, kendime özel dost
edineyim.” Yusuf’la konuşunca da şöyle dedi: “Artık bugün yanımızda
mevkii olan, güvenilir bir dostsun.”
12 Yusuf 55 Yusuf dedi ki: “Beni ülke hazinelerine bakan yap. Ben iyi
bir koruyucuyum; bilgiliyim.”
12 Yusuf 56,57 İşte böylece biz Yusuf’a yeryüzünde imkân ve mevki
verdik. Ülkede, istediği yerde konaklayabiliyordu. Biz dilediğimiz
kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp güzel davrananların
ödülünü yitirmeyiz. İman edip takvaya sarılanlar için ahiretteki ödül
elbette daha değerlidir.
106
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Artık Yusuf o şehirde düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm verecek
konuma gelmiştir. Kıssanın devamında biliyorsunuz şehre Yusuf’un
kardeşleri gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf
kanun koyucu kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi
çekmek istediğim nokta yine “kapı”lar. Çocuklarını o şehre gönderen
Yakup bakın ne diyor?
Şehre Ayrı Kapılardan Girmek
12 Yusuf 67 Yakup şunu da söyledi: “Oğullarım, bir tek kapıdan
girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben, Allah’ın takdir ettiği bir
şeyi sizden savamam, hüküm yalnız Allah’ındır. Yalnız O’na dayandım
ben, yalnız O’na güvenip dayansın tevekkül sahipleri.”
Neden acaba ayrı ayrı kapılar… Yakup “Allah’ın takdir ettiğini sizden
savamam” diyor ve O’na dayanıyor. Demek ki çocukları için, onların
başına gelebilecek bir müsibet ihtimali için endişeleniyor. O şehre
topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre
bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin
toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu
çok iyi biliyor.
12 Yusuf 68 Babalarının emrettiği yerlerden kente girdiklerinde, bu
onlardan Allah’ın herhangi bir takdirini uzak tutmamıştı; sadece
Yakup’un içindeki bir isteği gerçekleştirmişti. Yakup, bizim ona
öğretmemizden dolayı bilgi sahibi idi. Ama halkın çoğu bunu bilmezdi.
Yakup ilim ve görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber bulunma
durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk etmenin doğru
olmadığını biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını uyarmıştı. Çocukları
şehrin kapılarından ayrı ayrı ve secde ederek girmeliydiler. Bu onun
isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu engellemeye de yetmedi.
Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla suçlandılar.
107
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
12 Yusuf 70 Yusuf, kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz
kardeşinin yükü içinde koydu. Sonra bir ünleyici şöyle haykırdı: “Ey
kafile, siz herhalde hırsızlık ettiniz!”
12 Yusuf 73 Kardeşler dediler: “Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz
bu toprağa bozgunculuk yapmak için gelmedik, hırsız da değiliz biz.”
Dikkat ediyorsunuz sanırım. Bir başka toprağa, bir başka memlekete
bozgunculuk için gelmedik diyorlar. Tema belli… “Düzene,
beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı.
Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini)
bir kez daha ortaya koyacaktı.
12 Yusuf 74,75 Sordular: “Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın
cezası nedir/” Kardeşler dedi: “Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde
çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle
cezalandırıyoruz.”
Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanunu uygulayabilirdi. Ama
(kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına göre
yargıladı. İbret alınacak o kadar çok şey var ki!!! Hem Yusuf hem de
kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün geçerli olduğu yer ve
zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu saygıyla yapıyorlar.
Küçük kardeşleri yerine kendilerinin alıkonulmasını isteyen abisine
bakın Yusuf ne diyor…
12 Yusuf 79 “Ne, dedi Yusuf, Allah korusun. Eşyamızı yükünde
bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak
zalimlerden oluruz.”
Allah’ın bile hükmü olmayan bir konuda Yusuf toplumun kurallarına
aykırı hareket etmeyi zulüm sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal
düzenine verdiği değer. Tabi ki görebilene…
12 Yusuf 81 Babanıza dönüp şöyle deyin: “Ey babamız, oğlun hırsızlık
etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz.”
108
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bildiğimize tanıklık etmek… O kadar ibret verici ki… Sırf içlerindeki
kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü
rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun, bir
toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman gören
anlayışa atfolunur… Duyduklarınızın doğruluğunu test edin.
Görmediğiniz, bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi
kandırmak ve bir yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların
hepsini bilmeden doğru kabul etmeyin. Arının kininizden. Ve Allah’a ve
O’nun doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek
olan Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de
buydu.
12 Yusuf 92 Yusuf dedi: “Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi
affeder. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir.”
Kıssanın sonunu biliyorsunuz. Kanun koyucu Yusuf’un tahtında onun
düzenine secde eden (boyun eğen, saygı duyan) bir peygamber, bir
peygamber karısı ve on bir kardeş (kavim) vardı.
12 Yusuf 100 Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı. Hepsi, Yûsuf’un
önünde secde eder gibi eğildiler. Yûsuf dedi: “Babacığım, işte bu,
benim önceden gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu
gerçekleştirdi. O, bana çok güzel lütuflarda bulundu, şeytan, benimle
kardeşlerim arasına yakumluk soktuktan sora, O beni zındandan
çıkardı. Sizi de çölden getirdi. Rabbim, dilediği şeyde çok ince lütuflar
sergiliyor. Alîm olan O’dur, Hakîm olan O’dur.”
Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil
bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu.
12 Yusuf 109 Senden önce gönderdiklerimiz de şehirler halkından
kendilerine vahyettiğimiz bazı erlerden başkası değildi. Yeryüzünde
dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nice oldu görsünler.
Elbette ki âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllarınızı
kullanmayacak mısınız?”
109
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yemin olsun ki bu Kuran’da ders almak isteyenler için her türlü öğüt
var. Yemin olsun.
12 Yusuf 111 Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü
çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir
söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır.
İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir.
Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk
parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek o
ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “kitabımız çerçevesinde” saygı
duymaktır. İlah edinmişler varsa onların ilahlarını ilah edinmek demek
değildir. Zulme değil kurulu düzene “kitabımız çerçevesinde” boyun
eğmektir. Eğer ev ya da yurt edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul
ve güzel işler yapmaktır. Olmadı beğenmediğimiz yere girmez ya da
oradan hicret ederiz. Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa
bozgunculuk ve kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi
ayırmadım. Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin
ve öğüt almak isteyenlerin başına. Selam ile…
110
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Makam-ı Mahmud Nedir?
Nedir Bu Makam-ı Mahmud, Ne Demektir?
Kuran’ı “okuyan” Müslümanlar hatırlarlar; İsra Suresinde “Makam-ı
Mahmud” olarak geçen ve Allah’ın elçisine “umulur ki ulaşırsın” dediği
şeyi. Birçok mealde Türkçeye tercüme edilmeden geçen ya da
çevrildiğinde farklı manalar ve yakıştırmalar verilen bu tamlamayı
hatırlayanlarınız vardır. Özellikle tasavvufun abartarak zehirlediği
kelimeler arasında ve bizim de hap gibi yuttuğumuz yanlış
manalandırmalardan olduğunu bir dostumun uyarısından sonra fark
ettim ben de. Kimileri bugüne kadar birçok uydurma rivayetin etkisiyle
111
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“makam-ı mahmud”u şefaat makamı olarak bile nitelediler ve
peygamberin ahrette ümmetine bu makamda şefaat edeceğini ballandıra
ballandıra anlattılar. Şefaatle ilgisi olmadığını bilmekle beraber itiraf
edeyim ki inceleyip ikna olana kadar ben de bu ibareyi ahrette (tam da
bilemeyeceğimiz) ödül olarak özel bir mertebe olarak algılıyordum.
Şimdi önce ayeti hatırlayalım, ardından Allah’ın bize önerdiği gibi
aklımızı kullanarak güzelce inceleyeceğiz.
17 İsra 79 Ve minel leyli fe tehecced bihı nafiletel leke asa ey yeb’aseke
rabbüke mekamem mahmuda.
17 İsra 79 Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla
(Kur’an’la) salat et. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama
(makam-ı mahmuda) ulaştırır.
Konuyla ilgili genellikle şefaat makamı olduğuna dair birçok hadis
olmakla beraber benim en çok dikkatimi çeken daha ziyade gelenekte
“ezan duası” olarak bildiğimiz ve ezanın ardından okunan bu duanın
içinde geçiyor olması oldu. İlgili rivayet şöyle…
Câbir bin Abdullah (ra) dedi ki: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Her kim ezanı işittiği zaman ‘Allahümme Rabbe hâzihi’d-da’veti’ttâmmeti ve’s-selâti’l-kâimeti âti Muhammedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete
ve’b’ashü makâmen-mahmûdeni’llezî veadtehû. İnneke lâ tuhlifu’lmî’âd” (Mânâsı: Ey bu mükemmel davetin ve namaz kıyâmı (duruşu)
emrinin sahibi olan Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (asm) vesîleyi ve
yüksek dereceleri ver. Ve ona, vaad ettiğin Makam-ı Mahmûd’u lütfeyle.
Şüphesiz Sen sözünden dönmezsin” derse, kıyâmet gününde benim
şefaatim ona hak olur.” Buhari 2/365
Vay canına! Peygamber (güya) Allah’tan değil de insanlardan kendisi
için istiyor. Hadi vesileyi istedi varsayalım, üstüne bir de antlaşma
yapıyor!!! Siz bana ben size diyor… Ah, ah!!! İnsanlar her ezanın
ardından şu duayı okumaya devam ediyorlar… Allah’ın konumu nerede
bu duada? Sözünden dönmesi korkulan bir Rab ve ardından efendi
olan(!) peygamber için imece usulü hakemi etkilemeye yönelik bir
112
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
davranış! Vay canına! Allah sözünden dönmez ama siz çoktan
dönmüşsünüz!!! “Yalnız Allah” dedikten sonra peygamberlerini de ilah
edinmek yetmemiş, onların hayali şahsında Allah’ın sözünden dönme
ihtimaline karşı antlaşma yapmışsınız! Yuh!!! Ezanın sonunda içimden
“La İlahe İllallah” demekle yetinip, hiç ezberlemeye yeltenmediğim bu
duayı iyi ki hiç bilmemişim, iyi ki bilinçsizce okumamışım.
Bu kadar laf kalabalığıyla yetinip şimdi gelelim manalara. İfadede geçen
“mahmud” hemen herkesçe “övülen, övünülen, memnun olunan, hamd
edilen” ve benzeri yakın manalarla bilinir. Mahmud ifadesinde ciddi bir
sorun yok. Ama Türkçeye de geçen “makam” kelimesi çok sıkıntılı.
Makam’ı Türkçede genellikle “mertebe, aşama, idari konum” olarak
kullanıyoruz. Ancak anlamı daha geniş ve Arapçada çoğunlukla diğer
manalarında daha çok kullanılıyor. Hadi Arapçayı da geçelim. Bakalım
Kuran’da Allah bu kelimeyi nasıl kullanmış. Sözlüğümüz de Kuran
olsun. Çevirenler nerede ne yapmış bunu da bu arada görmüş oluruz.
Makam kelimesi ilk olarak Bakara 125’te geçiyor. Makam-ı İbrahim
olarak. Bahsedilen makam İbrahim’in makamı. Ama ortada ne bir
koltuk var, ne taht, ne idare. Çeviriye göre bahsedilen şey coğrafi bir
konum. İbrahim’in kabesi, evi, namazgâhı, mahallesi, semti, şehri,
bölgesi, insanlarla toplandığı, yaşadığı yeri.
2 Bakara 125 Ve iz cealnel beyte mesabetel lin nasi ve emna vettehızu
mim mekami ibrahıme müsalla ve ahidna ila ibrahıme ve ismaıyle en
tahhira veytiye lit taifıne vel akifıne ver rukkeıs sücud
2 Bakara 125 Hatırla o zamanı ki, biz o evi insanlar için sevap
kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de
İbrahim’in makamından bir dua/namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e
şu sözü ulaştırmıştık: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükûsecde edenler için evimi temizleyin!”
İkinci olarak Al-i İmran 97’de geçiyor. Yine makam-ı İbrahim olarak.
“Orası” diye anlatılıyor İbrahim’in makamı. Bir yerden, bir coğrafyadan
bahsediliyor yine.
113
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
3 Ali İmran 97 Fıhi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahım ve men
dehalehu kane amina ve lillahi alen nasi hıccül beyti menistetaa ileyhi
sebıla* ve men kefera fe innellahe ğaniyyün anil alemın
3 Ali İmran 97 Açık-seçik deliller, İbrahim’in makamı vardır
orada.Oraya giren, güvene ermiş olur.Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret
etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.Kim nankörlük ederse
hiç kuşkusuz, Allah bütün alemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir.
Sonra Maide 107. Burada iki şahidin “yerine” başka iki şahidin
geçirilmesinden bahis var. Makam-e hum. Bildiğimiz anlamda bir
mertebe, bir aşamadan ziyade bir tanıklık durumundan, konumundan
durumundan bahsediliyor.
5 Maide 107 Fe in usira ala ennehümestehakka ismen fe aharani
yekumani mekamehüma minellezı nestehakka aleyhimül evleyani fe
yuksimani billahi le şehadetüna ehakku min şehadetihima ve
ma’tedeyna inna izel le minez zalimın
5 Maide 107 Eğer onların bir günah işledikleri kesinlikle anlaşılırsa o
zaman, tercih edilmiş olan bu ikisinin yerine bunların aleyhinde
bulundukları taraftan iki kişi geçerek şöyle yemin ederler: “Allah şahit
olsun ki bizim tanıklığımız, onların tanıklığından daha doğrudur. Biz
hiçbir haksızlık yapmadık. Aksi halde mutlaka zalimlerden olurduk.”
Yunus 71’de Nuh’un içinde bulunduğu “Allah’ın ayetlerini hatırlatma”
durumunun, konumunun ne olduğuna dair bir ifade var. Bildiğimiz
anlamda “makam”a en yakın ifadelerden biri olmakla beraber vurguda
Nuh’un “toplumunun yaşadığı yer içinde” bulunuşu ağır basıyor.
Nitekim hemen ardından gelen 72 ve 73’üncü ayetlerde, tesadüf değil ki
Nuh’un inananlarla beraber “o yerden” yapılacak bir gemi ile çıkması
ifade ediliyor.
10 Yunus 71 Vetlü aleyhim nebee nuh iz kale li kavmihı ya kavmi in kane
kebüra aleyküm mekamı ve tezkırıı bi ayatillahi fe alellahi tevekkeltü fe
ecmiu emraküm ve şürakaeküm sümme la yekün emruküm ve
114
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
şürakaeküm sümme la yekün emruküm aleyküm ğummeten sümmakdu
ileyye ve la tünzırun
10 Yunus 71 Onlara Nûh’un haberini de oku! Hani, toplumuna şöyle
demişti: “Eğer benim konumum ve Allah’ın ayetlerini hatırlatmam size
ağır geliyorsa artık ben, Allah’a dayandım. Siz de ortaklarınızla bir
araya gelip işinize bakın. Yapacağınız şey size bir kaygı da vermesin,
hükmünüzü bana uygulayın. Ve bana fırsat da vermeyin.”
İbrahim 14’de ise Allah kendi makamından, kendi katından bahsediyor.
İnsanlara bulundukları makamdan (mahalde başına gelenlerden) çok,
kendi makamından korkmaları gerektiğini hatırlatıyor. Ve bununla
beraber önündeki 13’üncü ayette müşriklerin elçileri bulundukları
yerden kovmak istediklerinden, bu ayette yerleştirilmesi vaad edilen bir
toprak parçasından ve ardındaki 15’inci ayette oraların fethinden
bahsediliyor.
14 İbrahim 14 Ve le nüskinennekümül erda mim ba’dihim zalike li men
hafe mekamı ve hafe veıyd
14 İbrahim 14 “Ve onların ardından o toprağa mutlaka sizi
yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan, tehdidimden korkan için
böyledir.”
Meryem 73 meallerinde makam genellikle aynen çevrilmiş ve meclis
olarak ayet yine mahale atıf yapmış. Bununla beraber yine ne tesadüftür
ki 72’inci ayette takva sahiplerinin o yerden kurtarılacağı belirtilmiş,
74’te eski kavimlere atıf yapıldıktan sonra 75’inci ayette “mekân olarak
kimin üstün olduğunu görecekler” denilmiştir. Ayetlerin hepsinin önünü
arkasını buraya yazmıyorum. Dileyenler açıp kontrol edebilirler. Yine
bir “yer”den ve konumdan bahsediliyor makam olarak.
19 Meryem 73 Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezıne
keferu lillizıne amenu eyyül ferıkayni hayrum mekamev ve ahsenü
nediyya
115
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
19 Meryem 73 Onlara ayetlerimiz açık-seçik okunduğunda, inkâr
edenler inananlara şöyle derler: “İki zümreden hangisi makamca daha
üstün, meclisçe daha güzel?”
Hacc 21’inci ayetin çevirileri üzerinde ise ayrıca çalışmak gerekir belki.
Makam kelimesi burada kamçı olarak çevrilmiş. Şimdilik bilemiyorum
ama önündeki ve ardındaki ayetlerde cehennemden bahsediliyor.
Demirden kamçılar mı, demirden bir mahal olarak bir cehennem tasviri
mi “makamiu min hadid” acaba? Ben şimdilik olduğu gibi bıraktım.
Anlamadığım şey hakkında bir görüş de ileri süremiyorum. Ama
neticede ortada bildiğimiz manada bir makam yok.
22 Hacc 21 Ve lehüm mekamiu min hadıd
22 Hacc 21 Bunlar için bir de demirden kamçılar var.
Şuara 58’de yine “bir yer”den dem var. Makam-in Kerim. Mutlu ve
huzurlu yaşanılan “bir yer” olarak çevrilmiş genelde. 57’deki “biz onları
bahçelerinden ve pınarlarından çıkardık” ifadesi ile 59’daki “oralara
İsrailoğullarını mirasçı kıldık” denmesi bu durumu açıkça destekliyor ve
açıklıyor. Makam burada da coğrafi bir yer olarak kullanılmış.
26 Şuara 58 Ve künuziv ve mekamin kerım
26 Şuara 58 Hazinelerinden, mutlu-kutlu yerlerinden ettik.
Neml 39’da sıra. Burada da Süleyman’a “sen makamından kalkmadan”
ifadesini kullanan “cinlerden bir iftrit” var. Kelime kelime mealini
kontrol ettiğimizde ve olayın ne olduğunu incelediğimizde yine “bir
yer”den ve diğer ayetlerde de bir başka yerlerden bahsedildiği açık. Sen
yerinden kalkmadan, bir yere hareket etmeden, melikenin tahtını sana
getiririm diyor ifrit. Bu arada henüz bilmeyenler için “ifrit”in “Afrikan,
Afrikalı, Afritan, Afrika” gibi kelimelerin kökü olduğunu da hatırlatmış
olayım.
27 Neml 39 Kale ıfrıtüm minel cinni ene atıke bihı kable en tekume mim
mekamik ve innı aleyhi le kaviyyün emın
116
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
27 Neml 39 Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: “Sen daha makamından
kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve
gerçekten güvenilir biriyim.”
Sonra sıra geliyor Saffat 164’e. Melekler kendi malum makamlarından
bahsediyorlar ve 165’de diyorlar ki “biz saflar halinde dizilip duracağız”
Saflar halinde ancak bir mekanda, bir yerde durulur.
37 Saffat 164,165 Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum
37 Saffat 164,165 Bizim, istisnasız herbirimizin bilinen bir makamı
vardır. Şüphesiz, o saflar halinde dizilenler biziz.
Dühan 26 için de garip çeviriler var nedense. Allah ekinlerden,
tarlalardan bahsederken seçkin makamlar neden bir mertebe, bir taht
olsun. Bir yerden, bir coğrafyadan bahis yok mu sizce? Yukarıdaki
(Şuara 58) aynı kelime; makam-ı kerim. Orada tarlalar bahçeler de
burada müdür odaları mı? Konu bütünlüğü ile (Kuran’ı açıp) öndeki ve
arkadaki ayetlere bakarsanız göreceksiniz ki İsrailoğullarının ve onları
takip eden Firavun ordusunun terk ettiği coğrafyadan bahsediliyor.
44 Dühan 26 Ve züruıv ve mekamin keriym
44 Dühan 26 Nice ekinler, nice seçkin makamlar (yerler).
Dühan 51’e gelindiğinde ise artık “makam-ı emin”den yani korunanlar
için güvenli bir mekandan bahsedildiğini göreceksiniz. Yine bir mekan,
yine bir yer, yine bir coğrafya “makam” denilen şey. Kuran’ın açık
mufassal sözlüğü olarak bizzat kendisi bunu söylüyor.
44 Dühan 51 İnnel müttekıyne fı mekamin emiyn
44 Dühan 51 Korunup sakınanlar, güvenli bir makamdadır;
Makam kelimesi Rahman 46’da ve son olarak Naziat 40’da geçiyor.
“Rabbinin makamı” olarak geçen ifadeleri “Allah katı, Allah’ın mekânı,
Allah’a dönülecek, hesap verilecek yer” manasıyla anlarsak, inanan
insan için cennetlerle tamamlanmak üzere peş peşe geliyor.
117
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
55 Rahman 46 Ve limen hafe mekame rabbihi cennetani.
55 Rahman 46 Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var.
79 Naziat 40 Ve emma men hafe mekame rabbihi ve nehennefse
‘anilheva.
79 Naziat 40 Rabbinin makamından korkup nefsini boş heveslerden
yasaklanmış olan içinse,
İşte Kuran’da geçen bütün “makam” kelimelerini inceledik. Yoğunlukla
bir yerden, bir coğrafyadan, bir sahneden, bir mahalden bahisle
kullanılıyor. Ama sıra İsra 79’a gelince nedense birdenbire “şefaat
makamı” oluyor!!! Olmadı ahrette çok yüksek bir makam oluyor! Nasıl
da zehirlemişler bizi! Şimdi o ayete dönelim yine, ama öncesinden
başlayarak. 79’dan değil de 76’ncı ayetten itibaren. Umuyorum
göreceksiniz makam-ı Mahmut nedir…
17 İsra 76 Az kalsın bu topraktan çıkarmak için seni sıkıştıracaklardı.
Böyle bir durumda onlar orada senin arkandan çok az bir süre
kalacaklardı.
Gördüğünüz gibi Allah bir yerden bahsediyor ve elçisine seni oradan
neredeyse çıkaracaklardı diyor ve şunu ekliyor; senden sonra onlar da
orada az bir süre kalacaklardı. Bir coğrafyadan bahsedildiği açık değil
mi? Devam edelim…
17 İsra 77 Senden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yöntem
de buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın.
Nedir acaba Allah’ın elçisine önerdiği bu yöntem ve ne için öneriliyor?
Devam edelim…
17 İsra 78 Güneşin kaymasından/aşağı sarkmasından, gecenin
kararmasına kadar salatını ikame et. Sabah Kur’an’ını da gözet. Çünkü
sabah Kur’an’ı tanıklarca izlenmektedir.
Hmmm… Akşam güneşin ufuktan kaybolup gitmesinden gecenin
karanlığı çökünceye kadar bir vakit var ve bu vakitte salât emrediliyor,
118
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ayrıca sabah için de aynı hatırlatma yapılıyor. Namaz ve Kuran okuyup
üzerinde düşünerek çözüm bulma saatleri. Vakitlenmiş salât. Peki nasıl?
Geldik makam-ı mahmud ayetine…
17 İsra 79 Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla
(Kur’an’la) salat et. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama
(makam-ı mahmuda) ulaştırır.
Müşriklerin elçiyi toprağından çıkarma gayretlerine karşı çözümde
zorlanan peygamberimize Allah bir yol gösteriyor ve bu çözüm
sürecinin ortasında ahiretteki bir makamdan, hele hele ona vereceği bir
şefaat makamından mı bahsediyor!!! İsra 80’le devam edelim bakalım
öyle mi…
17 İsra 80 Şöyle yakar: “Rabbim! Beni, gireceğim yere doğrulukdürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkar. Katından
bana yardımcı bir güç/kanıt ver.”
Sadece Allah’a güvenen, O’ndan yardım isteyen elçisine örnek bir niyaz
gösteren ve yolunu tefekkür ettiren Allah, olmayan bir şefaat
makamından mı bahsediyormuş!!! Yazıklar olsun din diye bize
zehirlerini tasavvuf kadehlerinde eteklerini çevirip döne döne
sunanlara…
17 İsra 81 Ve de ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti. Bâtıl, yok olmaya
zaten mahkûmdu.”
“Makam-ı mahmud” olarak, elçisinin kendisini ve inanan arkadaşlarını
emniyette hissedeceği, huzurlu yaşayabileceği, övülen ve övünülen
Allah’a, onları kurtardığı için hamd edip şükredecekleri bir yeri umması
gerektiğini hatırlatan ve yolunu tefekkür ettiren Allah’a bize de
ayetlerini açıkladığı için şükürler olsun.
17 İsra 82 Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olacak şeyler
indiriyoruz. Ama bu, zalimlerin yıkımını artırmaktan başka katkı
sağlamıyor.
119
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ezan duası ile olacak işler değil bunlar. Bunlar takva ile Allah’ın
ayetlerine sarılan müminlerle olacak işler. Yolu Allah gösterir. Tüm
vesileler O’ndandır. Bize öğrettiği, çözüm yollarını gösterdiği ve bize
katından yardım ettiği için hamd edilecek olan O’dur. El hamdü lillahi
Rabbil Alemin.
120
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
İlk Müslüman Kimdir?
Kuranda Tutarsızlık Yoktur
Günlerdir kovalanmaktan ve saklanmaktan bunalmıştık. Bahçe
kapısından içeri girerken arkadan uzanan bir el bileğimi kavradı.
İrkildim ve dönüp kim olduğuna baktım. Karşımda yine o polis vardı
ama bu kez sivil kıyafetliydi.
“Selim” dedi, “Ben sizin suçsuz olduğunuzu düşünüyorum. Ama bu iş
kaçmakla olmaz. Eğer mahkemeye çıkarsanız ben de size destek
çıkarım. Aklanır ve bundan böyle korkuyla yaşamazsınız. Gelip teslim
olmanız kaçmanızdan daha iyidir. Bak, sen diğerlerinden daha akıllı ve
daha düşüncelisin. Üstelik sana güveniyorlar ve fikirlerine çok değer
121
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
veriyorlar. Eğer ilk olarak sen teslim olursan diğer arkadaşlarının da
teslim olması kolaylaşır. Yoksa bu kaçışınızın sonu yok. Şimdi seni
görmezden geleceğim ama git arkadaşlarınla konuş. Yarın sabah gelip
teslim olun. En kötü ihtimalle teslim olmanız iyi halinizi göstererek
hafifletici sebep olarak yargıçı etkileyecektir. Söylediklerimi iyi düşün.
Gel devletin adaletine güven ve önce sen teslimiyeti kabul et. ”
Beni oracıkta tutuklayacağını zannettiğim Komiser Mahmut yanımdan
uzaklaşıp giderken öylece kalakalmıştım. Hem onun bu babacan tavrına
olan şaşkınlığımı atamıyor hem de söylediklerini derin derin düşünüyor,
idrak etmeye çalışıyordum. Sözlerinde o kadar haklıydı ki o an orada
ikna aşamasına gelmiştim. Her ne kadar suçsuz olsak da teslim olarak
kendimizi aklamak kesinlikle daha akıllıcaydı. Nihayet “haklı” dedim
içimden ve teslim olmaya karar verdim. Ama arkadaşlarıma bu durumu
nasıl açıklayabileceğimi tasarlamakta zorlanıyordum. Bana karşı çıkma
ihtimallerini düşündükçe omzumdaki yük daha da ağırlaşıyordu. Ağır
adımlarla kapıya vardım ve araladım. Arkadaşlarım içeride her şeyden
habersiz beni beklerken halen tartışıyor, şehir dışına kaçma planları
kuruyorlardı. Beni görünce sanırım yüz ifademden olsa gerek bir şeyler
olduğunu anladılar. Her biri merakla ne olduğunu sormaya başladı.
Yavaşça divanın kenarına ilişip oturdum ve elimin ayasını “tamam
anlatacağım” der gibi kaldırdım.
Başıma geleni olduğu gibi ve kararımı gerekçeleriyle anlattım.
Ardından, arkadaşlar düşündüm ve en mantıklı olanın teslim olmak
olduğuna karar verdim, dedim. Artık siz ne kadar itiraz ederseniz edin,
ben bu kararımdan dönmeyeceğim ve ilk teslim olan ben olacağım.
……
Kuran’da çelişkiler olduğu iddiasıyla ortaya atılan cahilane delillerden
birisi de Kuran’da farklı yerlerde farklı kişilerin “ben Müslümanların
ilkiyim” demesi olarak ileri sürülüyor. Bu iddiaya yönelik olarak Al-i
İmran 67’ye göre ilk müslüman İbrahim, Enam 14 ve 163’e göre
Muhammed, Araf 143’e göre de Musa olduğu ortaya koyuluyor. Ayetler
122
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
elbette ki doğru ve hemen hemen böyle söyleniyor. Ama sorun kitabın
anlatışında değil, insanların anlayışında ve dillerinin yıkılmış olmasının
farkına varamamalarında. Bu durum Allah’ın göklerinde çatlaklık
bulamayanların, kitabında çatlaklık olduğunu iddia etmelerine fırsat
tanıyor.
Oysa “ilk müslüman” gelen son mesaja “ilk teslim olan”dır. Çünkü
müslüman “teslim olan” demektir. Şu yazıyı yazmakta olduğum yazım
programı bile paragraf içinde yazarken baş harfini küçük harfle
yazdığım “Müslüman” kelimesinin ilk harfini ısrarla büyük harfe
çeviriyor ve ben dönüp dönüp tekrar “M” harfini “m”ye
dönüştürüyorum. Ama yazıyı din harici başka bir konuda yazsaydım
müslüman ve benzeri kelimeler yerine “teslim, teslimiyet, teslim olan”
gibi kelimeler yazacaktım ve meramını anlatmak isteyen bir yazar
olarak bu sorunu yaşamayacaktım. Yukarıda, yazı girişindeki gibi
polisiye bir öykü yazıyor olduğumda ve konu içerisinde defalarca
“teslim olmak” geçiyor olduğu halde, hiçbiri için yazım uygulaması
neden beni ilgili kelimelerin baş harfini büyük harfle yazmaya
zorlamadı!!!
Şimdi aşağıda çelişkili olduğu iddia edilen ayetlerde herhangi bir çelişki
var mıymış, yok muymuş, hep beraber bakalım. Al-i İmran 67’de
İbrahim elbette müslüman (teslim olan) olarak niteleniyor. Kendine
gelen mesaja ilk teslim olandı. Bundan daha doğal ne ola ki…
3 Al-i İmran 67 İbrahim ne yahudi idi, ne hristiyandı: O hanif
(muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi.
Enam suresinin ilk on üç ayetinde Kuran peygamberine Allah
kendisinin ne olduğunu anlatıyor ve daha önceki elçilerin başına da bu
mesajların ardından benzerlerinin geldiğini hatırlattıktan sonra Enam
suresinin ondördüncü ayetinde “bu gerçeklere ilk olarak senin teslim
olduğunu arkadaşlarına, çevrene, insanlara söyle” diyor.
6 Enam 14 De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde
yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineceğim?” De ki: “Bana,
123
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
teslim (müslüman) olanların ilki olmam ve müşriklerden olmamam
emredildi.”
Teferruatlı bir tevhid anlatışının ardından bir kez daha Kuran
peygamberine aynı emir veriliyor. İlk teslim olan sen ol!
6 Enam 163 “O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben
teslim olanların (müslümanların) ilkiyim.”
Musa da baygınlık geçirtecek kadar ikna edici bir gece sahnesinin
ardından Allah’a ve O’nun mesajına ilk olarak kendisinin iman
edeceğini söylüyor. Aldığı mesaja emin olarak ilk teslim olan Musa
oluyor.
7 Araf 143 Mûsâ, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisine
konuşunca, şöyle dedi: “Rabbim! Bana kendini göster, seni göreyim!”
Allah, “Beni asla göremezsin; ama şu dağa bak! Eğer o yerinde
durabilirse, sen de beni göreceksin” dedi. Rabbinin kudreti dağa tecelli
edince, onu paramparça etti, Mûsâ baygın vaziyette yere yığıldı.
Kendine gelince şöyle yakardı: “Seni noksan sıfatlardan uzak tutarım,
tövbe edip sana yöneldim. Ben iman edenlerin ilkiyim.”
Zümer 11’de hangi mesaj olduğu bildiriliyor ve Zümer 12’de
Muhammed bir kez daha teslimiyetini ifadeye davet ediliyor.
39 Zümer 11 De ki: “Ben dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a kulluk
etmekle emrolundum.”
39 Zümer 12 “Ve ben, teslim olanların (Müslümanların) ilki olmakla
emrolundum.”
Kelimeleri kutsallaştırmayıp, manalar güzelce düşünüldüğünde ben bir
çatlak göremedim. Siz gördünüz mü? Ama elbette Kuran, hidayete
erenleri ulaştırdığı aynı ayetlerle “sapmak isteyenleri” saptırır. Kuran’da
çelişki görmek isteyen ancak kendi çelişkileri içerisinde kıvranıp durur
da farkına bile varmaz.
124
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Araf Üzerinde
Bilinçli Cahiliyet
Bak biz ne güzel de inanıyoruz! Hem Allah’a inanıyoruz, hem her Allah
diyene, hem de Allah yolunda her söylenene, her yapılana! Ne kadar da
eminiz doğru yolda olduğumuzdan! Mevlitler yapıp şekerler dağıtıyor,
hocaları ağzımız açık, gözümüz yaşlı dinliyoruz. Hele bir de sahabeden
heyecanlı heyecanlı olağanüstü hikâyeler anlatıyorlarsa değmeyin
keyfimize! Ağlayarak mutlu olup, üzülmekten haz alan, arabesksiz
yaşayamayan bir milletiz biz.
125
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Tiz sesli adamlardan nağmeli ilahiler, ağlayarak ya da ağlar gibi yaparak
okunan Kuranlar dinlerken hayallere dalıp gideriz. Ne Zühruf 44’de ne
dendiği önemli bizim için ne Al-i İmran 7 bizim derdimiz. Onları
hocalar biliyor, biz bilsek ne olur bilmesek ne! Biz zaten dinimize teslim
olmuşuz! Ne insana boyun eğenler kimdir diye düşünürüz, ne de
İslamiyet nasıl bir teslimiyet umurumuzda. Delille, ikna ile, bilerek,
tatmin olarak inanmak da neymiş! Zaten inanıyoruz ya işte. Sade, basit,
düşünmeden… Bilip de kafayı mı üşütelim! Bilmemek ne hoş bir
tembellik! Bir kelime-i şehadetle ve inandık demekle iş bitmiş ne güzel!
Bilmemek daha güzel!!!
Bir biz müslümanız! Din adına aykırı her söz söyleyen kâfirdir,
münafıktır, gavurdur, ateisttir ya da çok gizli planlar peşinde koşan din
düşmanı kimselerdir! Doğduğumuzdan beri duyduğumuz dine tam bir
teslimiyetle teslim olmuş, bir yerlerimizin ucunu düğün dernekle
kestirip “Müslümandır” diye onay belgemizi almış, onunla mutmain
olmuşuz işte. Allah’ın vahyini sorgulayıp kafir mi olalım!!! Fecr
neymiş, güneş nereden nereye doğru kayarmış, ettehiyyatüde ne
diyormuşuz umurumuzda olmaz bizim. Allah’ın sünneti nedir bilmesek
de peygamberimizin anlatılan sünnetine teslim olmuşuz biz.
Ne dediğimizi bilmediğimiz namazımızla ocağın üstündeki yemeğin
taşıp taşmadığını ya da elektrik faturasının neden çok geldiğini
düşünerek kıyam eder, bel ağrımızı ve dizimizin kireçlenmesine isyanla
yatar kalkar, sağ ayağımızı kıbleye dikkatle diker oturur, meleklere
selam verir ve böylece cenneti kazanırız biz! Hele bi de subanallahla
başlayıp, subanalla, subha, subha, suba, sba, sba… elemdülillah,
elemdülil, elemdülil, elemdü, elemdü, elemü, elem, lem, lem…
Allahuekber, Allaakber, allakbe, alakbe, lakbe, lakbe, balak, balak…
diye 33’er defa tesbihimizi çektik mi içimizde bir huzur peydah olur!
Musa Firavunla neler yaşamış, Haman kimmiş, Musa Harun’a neden
kızmış, Meryem tek başına mihrabında ne düşünmüş, Süleyman’ın
mülkü ne demekmiş, Davut’un yanına tırmananlar bize ne ders verirmiş,
Salih, Nuh, Hud, Yusuf tebliğlerini nasıl yapmışlar, İbrahim’in tevhide
126
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
uzanışı nasıl olmuş bizi hiç ilgilendirmiyor! Onları âlimlerimiz bilir!
Bahçe sahiplerinden, mağarada uyuyanlardan, Hüdhüdden, Belkıs’ın
tahtından, Zülkarneyn’den , sivrisinekten, ameneresulünün anlamından
ve 19’dan bize ne!!!
Ah davam, ah derdim diyen muvahhid… İyi ki varsın. Dindarların
durumu böyle işte… Dini umursamayanlar zaten ayrı âlem. Durum içler
acısı. Arabesk isteyenler için tam arabesklik, acıyı seven bir ümmet için
en acınası zaten. Ama yanlış şeylere üzülüyor, yanlış şeylere
seviniyorlar. Bindikleri dalı kesiyorlar da haberleri yok.
Kılığına kıyafetine bakılarak peşinde koşulan insanlar yüceltilmekte…
Kürklere yedirilmekte sosyete yemekleri. Makamına memuriyetine
bakılarak abartılan insanlar… Zenginliği ve sözü geçerliğiyle övülen
insanlar… Yeryüzünde kitleleri peşinde koşturan Firavunlar ve
Hamanlar… Hep övülmekteler… Ve galip gibiler… Aynen öncekiler
gibi… Tıpkı tahtlarını altından çektikleri diğer o eski firavunlar ve o
eski Hamanlar gibi…
Kazanın doğurduğuna inanıp öldüğüne inanmıyorlar. Sihirbazları,
kâhinleri, azizleri, papazları, hocaları ve hahamları kendi gösterileriyle
destek vermekte… Hamanları dev aynalarında ağır ve oturaklı…
Musalar ne yapsa inandıramıyor… Kendileri gibi sihirbaz
zannediliyorlar… Benim gösterim daha cümbüşlü… Benim
taraftarlarım daha çok… Sense düşmanlarımdansın suçlamaları… Hep
suçluyorlar… Aynen öncekiler gibi… Mazeretleri hazır… Tıpkı
Musa’nın yüzüne vurup yumruğunu hatırlatarak üstün gelmeye
çalışanlar ya da Lut’la akılları sıra ne temizmişsin diye alay edip
aşağılayanlar gibi…
Parayı veren düdüğü çalıyor. Geçici dünyada tahtlarına kurulanların
çoğu kölelerini kandırmaya devam ediyorlar… Cariyeler de halinden
memnun… Yalanına kendi bile inanmış da hizmetçinizim diyen
Firavunlar kutsanıyorlar… Bu nasıl bir akıl tutulması ki hizmetçilere
127
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
köle oluyor evsahipleri… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı daha önceleri
de ayakların baş, başların ayak olmuş olduğu gibi…
O bizdendir çığlıkları, ona kurban sunulan yürekler… Avuçlar şişmiş
alkışlardan… Gözlerde böbürlenme üstüne böbürlenen bakışlar…
Onurlar kıl olmuş derinlerde, gurursa üstünmüş gibi yükseklerde…
Öbürleri öbürleri öbürleri… Öbürlerine sorarsan öbürleri öbürleri…
Hep ayrıştırıyorlar… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı daha önce
başkalarını öbürleyenler gibi…
Ağdalı sözlerine kulak verilip coşkuyla dinlenip büyük hak
veriliyorlar… Bayrak yarışında bayrağı ele geçirmiş diye, kendilerini
yarışın tek galibi zannediyorlar… Olamamış kalabalıklar, olmuş
zannettikleri kahramanlarıyla, ham kahramanlar oluyorlar… Tek başına
kaldıklarında değersizleşiyor ve cahillikleriyle baş başa kalıyorlar…
Aynen öncekiler gibi… Tıpkı bir zamanlar değerliyken ve alkışlanırken,
şimdi tek tek kalıp da değersizleştirilmişler gibi…
Boyuna posuna bakılarak peşinde koşulan insanlar da kutsanmakta…
Firavunlarının zenginliğini kendi zenginliği zannedenler çığlıklarla
coşuyor… Firavunlarının sözlerini kendi intikamları zannedenler hazla
sarhoş olmuşlar… Firavunlarının sözü dinlenirliğini kendi sözü
dinlenirliği zannedenler… Ve Firavun’un dinini kendi dini
zannedenler… Allah’ı sever gibi kahramanlarını seviyorlar… Aynen
öncekiler gibi… Tıpkı daha önce başka kahramanları da kutsamış
olanlar gibi…
Ağdalı ve galip hitabetlerine bakılarak peşinde koşulan insanlar
övülmekte… Ama sen ne söylesen boşa… Bir sadakat ki Allah’a yok…
Bir övünüş ki Allah için değil… Bir övgü ki Allah’a yapılmamış… Bir
şükür ki Allah’a edilmemiş… Bir güven ki Allah’a duyulmamış… Bir
iman ki Allah’a özgülenmemiş… Bir sevda ki Allah’a gösterilmemiş…
Ama Allah’a ulaşma yolunda zannedilmekte… Aynen öncekiler gibi…
Tıpkı öncekiler gibi…
128
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Göle maya tutturmaya çalışıyorlar. Okunmamış Kuran’dan sekiz tane
kısa sureyi Arapça ezberleyince tamamdır zannediyorlar. Kuran’ı kendi
diliyle okuyan zındık! Kuran’dan öğüt veren sapmış! Kuran bize yeter
diyen mutezile! Kuran’ı anlayabiliriz diyen akılsız, anlayamayız diyen
dindar! Kuran eksik diyen aradığını kitabın dışında bulur, Kuran
eksiksizdir diyen aklını ilah edinmiş! Şu Kuran da Kuran diyenler var ya
bunlar ya oryantalist, ya misyoner ya da delirmiş!!! Allah onları asla
lütfuna nail etmeyecekmiş!
7 Araf 48-49 A’râf ashabı, simalarından tanıdıkları bir kısım kimselere
seslenip: “Gördünüz ya, ne topladığınız mallarınızın, ne onca
taraftarlarınızın, ne de büyüklük taslamalarınızın ve o çalımlarınızın
size hiç bir faydası olmadı!” O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar
“Allah, bunları asla lütfuna nail etmez.” diye yeminler edip hor
gördüğünüz kimseler değil miydi? İşte onların ne yüce mevkide
olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere
dönerek: “Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı
gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz.”
129
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Mağara Ehli ve Köpek Örneği
Kehf Suresinin Düşündürdükleri
Sıkıldım artık dedi. Anlamıyorum. Bırak der gibiydi bir fısıltı. Durdu,
düşünmeyi düşündü, mutluluğu, gülmeyi… düşünüp de bulmayı…
anlamaya heves etti… ve sonra bir kez daha okumaya başladı Kehf
suresini. Anlamıyordu hala. Anlayamıyordu işte. Allah’ım katından
bana bir rahmet ver dedi. Okumaya devam etti. Tekrar ve tekrar. Daha
da ağır, daha bir tek tek… Derken kitabı göğsüne düştü, uyuduuuu gitti!
“Sabah olup uyanınca her şey yine aynı kalsa” diye bir melodi yansımış,
vurulmuş kulaklarına!…
130
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Beş bin beş yüz sene önce yaşayan köpek ile bugün ayağınızın etrafında
dolaşan köpek arasında yaşam ve gelişmişlik düzeyi ile ilgili ciddi bir
fark göremezsiniz. Ne derseniz deyin ne yaparsanız yapın aynı şekilde
dilini sarkıtarak soluyan bir köpektir o. Aynı şekilde karnını doyurma
peşinde, aynı sadakatle sahibine bağlı, aynı duygularla saldıracağına
saldırgan. Her iki devirde yaşamış olan köpekleri alıp zamanda yolculuk
yaptırın ve onları birbiri ile yer değiştirin, onlar için değişen pek bir şey
olmayacaktır. Ama insan öyle mi?
Bundan üç yüz yıl önceyi düşünün. Sene 1714. Sultan 3.Ahmet’in
İstanbul’u lalelerle donattığı, Baltacı Mehmet Paşanın yıldızının
parladığı, İbrahim Müteferrika’nın bu topraklardaki kırılma
noktalarından birine doğru koştuğu, Deli Petro olarak bildiğimiz Rus
İmparatoru 1.Petro’nun sağa sola saldırdığı, Katerina’nın ünlendiği,
Karel 12 ya da 12.Charles olarak tarih sayfalarında karşımıza çıkan ve
Demirbaş Şarl olarak bildiğimiz İsveç kralının Osmanlı’daki sığınma
günlerinin sona erdiği, Johann Sebastian Bach’ın paskalya bayramlarına
beste yetiştirdiği günler ve İngiliz Henry Mill’in ilk daktilonun patentini
aldığı yıl. Tüm bu saydığımız isimleri ve Petersburg sokaklarında iki
tane kemik bulmak için dolaşan bir sokak köpeğini 1714 yılında
uyutsaydık ve bugün (2014) yeniden uyandırabilseydik neler
hissederlerdi bir düşünelim.
Sultan 3.Ahmet İstanbul’da yükselen gökdelenlerin arasında kalmış
tarihi eser yıkıntılarının arta kalanını görse bile o eski başkentinde
gururla dolaştığı gibi gezemezdi. Yaşadığı sarayın girişine bir tanıtım
levhası dikilmiş, etrafına bir yığın beton bina inşa edilmiş olacaktı.
Kendi sarayına girmek için kendisinden müzekart istenir, şaşkınlığından
küçük dilini yutmasa bile Beyazıt’tan Eminönün’ne inene kadar
muhtemelen kaybolur ya da dar sokaklardan hızla inen bir toptancı
kamyonetinin altında kalırdı.
İbrahim Mütferrika bırakın matbaayı, her köşebaşında bir reklamcıyla,
ozalitçiyle, fotokopiciyle ve Sultanahmet caminin önündeki banklarda
131
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
serbestçe kitap okuyan bir tursitle karşılaşacaktı. Turistle karşılaşır
diyorum, çünkü bizimkilerin elinde hala kitap yok!!!
Katerina hakkında çıkmış dedikoduları duyduğunda, Deli Petro elindeki
silahlarla yapamadığını kalemle yapmaya çalışanları gördüğünde
muhtemelen çok şaşırırdı. Demirbaş Şarl sığındığı ülkenin burası
olduğuna muhtemeldir ki asla inanamazdı, hele bir de kendi ülkesini
görseydi! Bach yeni bestelerinin Billboard listelerine giremediğine
yanardı. Henry Mill herkesin elinde bir telefon ve onun dokunmatik
ekranına parmaklarıyla yazı yazanları görseydi herhalde öldüm de
cennete geldim zannederdi.
İşin esprisi bir yana insan cinsinden her kim olursa olsun üç yüz sene
uyusun ve sonra uyansın varsaydığımızda müthiş bir şaşkınlık, gözlerine
inanamazlık, belki sevinç, belki üzüntü, belki de çaresiz bir depresyon
görürdük. Çünkü insan sürekli ol’makta olan bir varlık. Sürekli
gelişiyor. Aklını kullandığı ölçüde çıkıyor ya da batıyor. Her şeye
rağmen düşünme ve düşündüğünü hayatına uygulama ve de seçme
kabiliyetine sahip. Düşünceleri ile karşılık bulabildiği bir dili var. İyi ya
da kötü kullanımıyla onu hayata istediği biçimde bağlayan bir kalbi var.
İşte tüm bunlar ve tüm sayamadığım farklı özellikleri nedeniyle insan
deneniyor. Denenme süreci aynı zamanda ol’uş süreci. Ne kadar iyi bir
şey olacağına insan kendisi karar veriyor. Ama 1714 yılında Petersburg
sokaklarında dolaşmakta olan ve dilini sarkıtan o köpek için çevre
şartları ne kadar değişirse değişsin tek derdi yine iki parça kemik
olacaktır. Şaşkınlığı asla uyuyup da uyanan ya da ölüp de dirilen bir
insan kadar dehşetli olmayacaktır. Ona verilen çevre şartları her ne ise
kısa zamanda o şartlar içinde kemiğini aramaya devam edecektir. Ne
söylerseniz söyleyin o köpeğe, size bakıp dilini sarkıtıp “acaba bana bir
kemik verir mi?” diye mahsun mahsun gözünüzün içine bakacaktır.
Elinizdeki akıllı telefonun, sırtınızdaki montun, arkanızda yükselen
gökdelenin ya da havadan cihazınıza yönlendirilmiş olan radyo
dalgalarının o köpek için anlamı yok denecek seviyededir. Arabanın
altına girip yatar ama arabanın motorunun, kaportasının, kaç model
132
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olduğunun ve teknolojik özelliklerinin anlamı yoktur onun için. Altı
serindir sadece.
Bu yüzden o köpek değil biz hesaba çekileceğiz. Ona verilen belli. O
çerçevede yaşamına devam ediyor. Karnını doyurduktan sonra bir
binanın kapısının önüne çöküp iki kolunu öne doğru uzatıp uyuyor.
Değil 300 sene, 300.000 sene sonra da uyansa onun için değişen bir şey
yok. O köpek uyandığında bizim kadar bir dehşete kapılmayacak.
Kuşlar da, böcekler de, bitkiler de öyle. Ama bize verilenler belli. O
hayvanlar asla düzene düşman olmuyor ama insan öyle mi?
İnsanımız bilinçli olarak cahil bırakılmıştır. Bunun işaretleri bugün
tamamen ortaya çıkmış durumdadır. Bu sadece din değil hemen her
konuda böyledir. Din olması gerekenin tam aksine bağlayıcı ve gerçek
bilgiye karşı duvar örücü bir afyon olarak damara verilmiştir, bu da bir
gerçektir. Ama bu afyon din gerçek İslam ve gerçek din değildir. Bunu
anlamanın yolu Kuranı konuştuğumuz dilde okumaktan geçer.
Kehf suresini okuyup okuyup, efsanelerin peşinde mağara ehli kaç
kişiydi, kaç yıl uyudular, aslında uzaya mı çıktılar, yoksa dondurucuda
donduruldular mı gibi kurgularla gereğinden fazla uğraşıp, ilmi ilim
sahibi biyoloğuna, matematikçisine, fizikçisine, arkeoloğuna bırakmayıp
kıssadan ders almayı pas geçer olmuşuz. Oysa Kuran bir öğüttü, bir
dersti, bir hatırlatmaydı. Düşünenler ancak ibret alırdı. Maalesef bu
bizim cahilliğimizden ve cahilliğimizden henüz kurtulamamış
olmamızdan. Her şeyi bilmemiz gerekmiyor, ama her şeyden ders
alabilmemiz gerekiyor. Asıl faydalı ilim bu olsa gerek.
Hiç şüphe yok ki mağaradan uyanıp da çıktığımız gün gerçekten
korkmamız gerekenin kim olduğunu kesin bir bilgiyle anlayacağız. Peki
kimdir bizi cahil bırakanlar? Dış güçler mi? Dış güçlerle işbirliği yapmış
içerideki hainler mi? Şeytan mı?
Hayır biziz. Kendimiziz. Birey olarak kendimiziz. Ol’mak istemiyoruz,
zor geliyor. İnsanı kendinden çok kendine düşman eden yine insan.
Şeytan ya da başka birilerinin verdiği sadece vesvese. İcraate dökense
133
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
hep biz oluyoruz. Ne kitap umrumuzda, ne Allah’ın ne dediği! Oysa
kitap göğsümüzde olmalı bizim. Onunla yatmalı onunla kalkmalıyız.
Ol’mak için masallara değil gerçeğe uyanmak gerek. Anlamak için
başkasının düşüncelerinden çok kendi düşüncelerimize odaklanmalıyız.
Bunu anlatmak zor ve anlamak zor gibi gözükse de, iman edene çok
kolay. Allah var, ahiret var. Yeniden uyanacak, yeniden dirileceğiz.
Şeksiz şüphesiz.
134
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Din Alanında Diploma!!!
Avam Bir Nevzuhurdan İncilerle
E-5’in sol şeridinden giderken 80 km. yazan hız tabelasını gördünüz ve
trafik akış hızına kaptırıp 120 olan hızınızı 80’e düşürdünüz. Sağınızda
bir motosiklet, onun önünde bir kamyon var. Arkanızda biten bir araba
bagaj kapağınızın 60 santim gerisinde uzunlarını yakmış “çekil
yolumdan ben geçeceğim, ben!” diyor.
Ehliyetinizi yeni almış acemi bir sürücüsünüz ve yavaş ve tedbirli
hareketlerinizle usta(!) şoförlerin algısına oturmuşsunuz. Sokak arasında
park edecek bir yer buldunuz ve ortalama bir hızla park etmeye
çalışıyorsunuz. Daha önce hiç acemi olmamış (!) biri caddenin başından
135
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
hızla geldiği arabası ile sokağınıza fren bile yapmadan giriyor ve on
saniye sizi beklemektense hem kornaya basıyor, hem de camı açıp
ehliyetinizi nereden aldığınızı soruyor.
Semtinizdeki caddede normal hızınızla seyrediyorsunuz. Önünüzde de
zaten bir başka araba var. Onun önünde de başka bir tane. Peşpeşe
sıralanmış saygılıca gidiyorsunuz. Arkanıza yanaşan minibüs sağınızdan
solunuzdan geçmeye çalıştığı yetmiyor, bir de sizi tehlikeye atacak
biçimde refüje (orta kaldırıma) doğru sıkıştırıyor. Halinden tavrından,
kornasından, freninden ve motoru bağırtmasından “bu yollar benim, bu
yol minibüs yolu ve buraların mafyası benim” mesajını alıyorsunuz.
Ekmeğinizi ve gazetenizi sepetinize koymuş olduğunuz bisikletinizle
yolun sağından sağından giderken arkadan süratle gelen hafriyat
kamyonu hiç yavaşlamıyor ve size o kadar silme geçiyor ki, azıcık
tereddüt edip heyecanlasınız, düşüp kamyonun altına yuvarlanmanız
işten değil. Kamyon şoförünün, tavrıyla ve taşıdığıyla, buralarda iş
yapıyorum, malzeme taşıyorum ben, sense keyfince bisikletle
geziyorsun, der biçimde dikiz aynasından sana baktığını görüyorsun.
Yaya geçidinde durmuş ve karşıdan karşıya geçeceksiniz. Tam yol
boşaldığında adımınızı atmaya kalktığınızda 150 metre öteden gelmekte
olan arabanın selektör yaptığını fark ediyor ve adımınızı geri
çekiyorsunuz. Araba hiç yavaşlamadan önünüzden vızzt diye geçip
gidiyor. Tekrar adımınızı attığınızda bu kez halk otobüsünün kornasına
bastığını duyuyor geri çekiliyorsunuz. Yanaştığında tam önünüze
geldiğinde duruyor ve yaya geçidinin üstünde yolcu almaya kalkıyor.
Önünden geçeyim şu otobüsün bari derken, sizi umursamadan tekrar
hareket ediyor. Yine geri çekiliyorsunuz. Bu yol arabaların, sen aşağılık
bir yayasın, trafik kurallarına değil bana uyacaksın edasıyla gelen
arabalar yüzünden karşıya geçmek için dakikalarca beklemek zorunda
kalıyorsunuz.
Işıklı bir yaya geçidinde yeşil yandığında karşıya geçmek için hızlı
adımlarla yürümeye başlıyor ve karşıdan gelenler olduğu için de sağ
136
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
tarafı kullanmaya gayret ediyorsunuz. Ama karşıdan gelen iri yarı adam
sizinle aynı tarafı kullandığı ve sizi dikkate bile almadığı için oranıza
buranıza çarparak geçiyor. Siz toparlanıp karşıya geçene kadar yeşil ışık
kırmızıya dönüşüyor. Son iki metreniz kalmışken arabalara yeşil
yandığında yolun ortasında sizin geçmenizi beklemeye tahammül
edemeyen bir araba yüzünden iki şeridin ortasında kalakalıyorsunuz. İki
tarafınızdan da arabalar vızır vızır geçiyor ve size küfrediyorlar. Ne
olduğundan habersiz, yol bize ait, ne işin var yolun ortasında diye el kol
işaretleri yapıyorlar.
Semt pazarındasınız. İki kilo kuru soğan, bir beşlik patates, biraz
domates, kıvırcık ve bir bağ yeşil soğan alacaksınız. Ama tezgâhlara
ulaşmak ne mümkün! Pazar sadece tezgâhtarlara ve bu kadınlara aitmiş
gibi bir hava esiyor etrafınızda. Pazara alışveriş yapmak için değil de
başka maksatlarla çıkmışlar ve oraları sahiplenmişler gibi bir ortam.
Aylardan sonra evden çıkmış da pazarı görünce çılgına dönmüş gibi
dolaşan… veya aniden pazarın orta yerinde durup sevinç çığlıkları
atarak karşılaştığı tanıdıklarıyla biteviye bir muhabbete başlayan… ya
da başka insanlara bakıp incelemekten olağanüstü haz alarak yürümekte
olan kadınların bilinçsiz tacizine maruz kalıyorsunuz. Bir anda
elinizdeki poşet sizin farkınızda bile olmayan bir kadının elindeki pazar
arabasının çıkıntısına takılır gider. Bir anda topuğunuza topuğunuza
vuran bir bebek arabasıyla irkilirsiniz. Tam tezgaha eğilip patatesinizi
alacağınız sırada etrafında kim olduğunu umursamadan önünüze uzanan
kadının iki tane kocaman …esinin ortasında kalakalırsınız! Bir şey de
söyleyemezsiniz. Anlayamadığınız kadar hızlı ve feryat figan
karşılıklarla siz bile kendinizi suçlu zannedersiniz. Aniden avazı çıktığı
kadar bas bas bağıran bir iç çamaşırcı ile kulaklarınızdan çivilenir gibi
olursunuz. Ayaklarınızın üzerinden geçen malzeme çekerlerin demir
bilyelerini ise saymıyorum bile. Pazar onlara aittir. Sense kim olasın ki,
uyarmaya kalkıyorsun insanları!
Sanal ortamdasınız ya da somut mekânlarda. Ne oyunlara kendini
kaptırmışlara uymuşsunuz, ne porno sitelerde geziyorsunuz. Ne maçlar
137
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
umrunuzda, ne arkadaş sitelerinde sahte gönüller eğlendiriyorsunuz. Ne
kahvehanede okeye dalmışsınız, ne barlarda manita peşinde! Ne
televizyon başında saatler harcıyorsunuz, ne mahalle komşularınızla
dedikoduya dalmışsınız. Boş işlerden yüz çevirmiş, okuyor, araştırıyor,
öğreniyor, düşünüyor ve düşüncelerinizi paylaşıyorsunuz.
Hızla gelen bir fikir adamı facebook âlim kaynıyor diyerek sizi
aşağılıyor. Ne güzel işte insanlar faydası olmayan işleri bırakmış dini,
kitabı, Allah’ı konuşuyor. Bu çekememezlik neden? Boş laf üretenler er
geç kenara çekilmek zorunda kalır. Bu korku neden? Bırakın herkes
alim olma yolunda ilerlesin. Ne gidiyor elinizden? Derken kırk sene
yazı yazmış ama iki kişiye faydası dokunmamış bir yazar üzerinizden
otobüsle geçiyor. Kendi yazdıklarından bile habersiz ve kendi
yazdıklarının ilhamını bile unutmuş bir başka ünsüz ünlü, sen de kimsin,
çekil yolumdan diye size selektör yapıyor. İmam bir minibüs şoförü
(iyilerini tenzih ederim) sağınızdan solunuzdan geçerken size buralar
benim diyor, senin tecrüben ne ki bu alana park etmeye çalışıyorsun!
Hafriyatçı bir başka akademisyen “ben iş yapıyorum, taşıdığım yüke
bak, yıllardır buralarda yıkılmış dinin hafriyatıyla denizi doldurup yol
yapıyorum” diyerek sizi altına almaya kalkıyor. Sizin gödüğünüze
kıymet vermeyen ve önünüzdeki yol çalışmasını göremeyen bir hatip,
bagajınıza dayanmış uzunları yakmış, çekil lan kenara geçeceğim diyor.
Her yer sahiplenilmiş. Ne park edecek yer var, ne vasat bir hızla
gideceğiniz bir semt yolu. E-5’den gitseniz tıkalı, sahil yolunda
bitmeyen bir otel inşaatının bağlantı yolu! Otobana çıksanız zaten
kamyon terörü. Otobüsler ve minibüsler insan değil de kurbanlık koyun
taşır vaziyette. Semt pazarı ise zaten her türlü sahiplenilmiş. Evet ortalık
âlim kaynıyor. Ama herkes kendini dinliyor. İnsana saygı yok ki fikrine
olsun! Eskisinde yok ki yenisinde olsun!
Tüm bunların arasında peygamberleri ve onların önünü kesmeye
çalışanları düşünün. Sen ümmisin, avamsın. Din adamı değilsin bir şey
değilsin! Senin dediğinden ne çıkar denen Muhammed’i mi ararsın!
Müşriklerin; sen öyle mazlum mahsun bir adamdın, ne oldi sana böyle
138
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
diyerek yollarınden çekmeye çalıştıkları Salih’i mi! Yaptığı gemi ile
dalga geçilen Nuh’u mu istersin yoksa görüşlerinden dolayı ateşe
atılmaya kalkılan İbrahim’i mi! Sihirbazlarla yarışan acemi Musa’yı mı
ararsın, din adamlarına karşı çıktığı için çarmıha yollanan İsa’yı mı?
Pekçoğu avamdı, pek çoğu acemi, pek çoğu nevzuhur!
İşte tüm o müşrikler fikrin ne olduğundan çok o elçileri aşağıladılar ve
bir anlamda din alanında diploma istediler onlardan. Aynen bugün kaşar
peynirine dönüşmüş bazı fikir adamı ve yazarların insanların
söylemlerinden rahatsız olup din ve fikir alanında diploma istedikleri
gibi. Önünde kurallara uygun giden arabadan ehliyet soran kural
tanımaz kamyon şoförü gibi. Yola adımını atmaya kalkan yayaya
selektör yapıp çekil yolumdan diyen trafik teröristi bir halk otobüsü
gibi.
Gelin tüm düşünenler, tüm yazarlar, tüm akademisyenler ve tüm sözü
dinlenir ileri gelenler; farkına varmadan kendinizi ilahlaştırmayın.
Yolların sahibi siz değilsiniz. Hele dini anlatıyorsanız anlatın ama tek
yetkin görmeyin kendinizi. İlmi Allah verir. Din alanında diploma
istemeyin kimseden. İlahiyat diplomanızla, makamınızla ya da peşinize
çok kişi takılmış olmanızla değil makbul ve güzel işlerinizle
ereceksiniz huzura. Fikirlere karşı fikirlerle mücadele edin. Ben buyum,
sen şusun demekle değil. Şeytan da öyle demişti. Ona benzemeyin.
Nevzuhur diyerek aşağılamayın. Siz ezelde gökten mi düştünüz? Usta
şoför olduğunuzu iddia ettiğinize göre siz de acemi değil miydiniz bir
zamanlar?
Hele sevdiklerimiz, hele sevip de faydalandıklarımız, örnek
aldıklarımız, kendileri için dualar ettiklerimiz… Hele siz sakın onlara
benzemeyin. Bırakın herkes fikirlerini özgürce söylesin. Tutarsızlıklar
zaten zamanla eriyip gider. Her soruya cevap vermek zorunda da
değilsiniz, kendinizi ispatlamak zorunda da. Kısas güdün. Fikre karşı
fikirle savaşın, belden aşağı vurmayın. Ortamın elverdiği ölçüde
konuşun elbette ama bir yerde dosdoğru söz söylerken başka yerlerde
lafı ağzınızda geveleyip de anlaşılmaz hale getirmeyin.
139
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Sahiplenmeyin her yeri. Siz de gelip geçicisiniz, biz de. Ne kadar güzel
ki, isimlerinizle değil fikirlerinizle seviliyorsunuz. Son iki yılda
tanıdığım çok sayıda müminden edindiğim izlenim şudur ki; tam da
olması gerektiği gibi, çoğunun her birinizin fikirlerine katıldığı gibi
katılmadıkları da var. Hatta bir konuda birinizin, diğer konuda bir
diğerinizin fikrini benimseyen çok sayıda inanan var. Ortak olan en
önemli nokta Kuran merkezli gidiyor oluşunuz ve şirke bulaşmama
gayretinizdir. Sizler her biriniz kendi alanınızda ufuk açıyorsunuz. İster
tarihçi olun ister fizikçi, ister ilahiyatçı olun ister felsefeci, ister
Arizona’da yaşayın, ister Samsun’da, ister Kürt olun ister Türk. Siz
birbirinizi tekfir etmeyin ki sizi sevenler de etmesin. Uyananlar sizden
faydalanıyorlar ve sizi hep aynı platformda görmek istiyorlar.
Fikirlerinizin çatıştığı noktalar bile tevhide yöneldiğiniz sürece
insanların gözünde birinizi diğerinizden değerli kılmıyor. İnananlar
tarafından yapılacak eleştirilere daha da açık olun. Biz size hata yapma
şansı veriyoruz, siz de bize verin. Uyandırdıklarınıza dönüp, niye
uyandın, bu kadar da uyanmanı istemezdik, bu işi ancak ben bilirim der
gibi davranmayın. Bizi kırmayın. Arkadaş olun bizle. Hoca olmayın
bize. Biz de hoca olmayalım kimseye. Sözlerinizde samimiyseniz
hizipleşmeye, ayrışmaya değil bir araya gelmeye, aynı platformlarda
olmaya çabalayın. Aynı hedefte, aynı yoldayken birbirinizi itmeyip,
çarpmayıp, bir araya getirin. Allah’ın verdiği bu fırsatı elinize yüzünüze
bulaştırmayın, bulaştırmayalım. Yılların şoförüsünüz diye refüje
sıkıştırmayın ne bizi, ne birbirinizi. Yollar sadece size ait değil,
hepimiz aynı yoldayız. Umrumuzdasınız. O eskiden dini oyuncak
edenlere benzemeyin. İlahımız değil arkadaşımız, kardeşimizsiniz.
Ol’dum demeyin, ol’uyorum deyin.
140
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Sıcak Cihad|Savaş
Tevbe Suresinin Düşündürdükleri
Tugay komutanı brifing (bilgilendirme) salonuna girdiğinde bütün tabur
ve bölük komutanları verilecek emri merakla bekliyorlardı. General
sözüne başlamadan önce herkes pür dikkat kesilmiş, bu ateşkes
sürecinde karşılaşacakları zor durumlarda kanun dışına çıkmamak ve
yanlış bir iş yapmamak için nasıl davranmaları gerektiğini anlamak ve
rahatlamak istiyorlardı. Herkes haritanın başına toplandı. Ama komutan
haritaya değil ast birlik komutanlarının gözlerine bakıyordu. Bu hava
içerisinde bilgilendirme başladı…
141
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Arkadaşlar biliyorum ki çok üzgünsünüz. Topraklarımıza, halkımıza ve
askerlerimize saldıran düşmandan intikamınızı almak için de operasyon
yapılmasını istiyorsunuz. Sizi anlıyorum ama biz intikam için değil
barışı, güvenliği ve huzuru sağlamak için buradayız. Duygularımızdan
çok aklımızla, eğitimimizle ve yasalar çerçevesinde bu işi yapmak
durumundayız. Düşmana ültimatom (kesin uyarı) verildi. Antlaşma
imzalandı. Yaklaşık 120 gün sürecek olan bu süreç içerisinde çok
zorunlu durumlar haricinde harekât yapmayacağız.
Sınırlarımıza saldıran düşman ülkenin temsilcileri Ankara’da meclise
gelerek anlaşma şartlarına imza atmış durumdalar. Anlaşmaya göre
düşmana ciddi bir gözdağı verilmiştir. Eğer yaptıkları saldırılardan
vazgeçerlerse kendileri için daha iyi olacağı, eğer anlaşma şartlarından
cayarlarsa bize karşı başarılı olmalarının mümkün olmadığı ve en sert
bir şekilde karşılık alacakları kendilerine bildirilmiştir. Elbette siz
komutanlar da, askerleriniz de anlaşma şartlarına göre karşılaşacağınız
zor durumlarda nasıl davranmanız gerektiğini merak ediyorsunuzdur.
Arkadaşlar, eğer herhangi bir durumda düşman birliklerinden bireysel
olarak anlaşma şartlarından herhangi bir şartı göz ardı eden ya da
düşman birliklerine lojistik ve istihbari destek sağlayan birileri olursa
onlar anlaşma kapsamında değildir.
Bu tip durumlar dışında barış sürecinde kışlalarınızda eğitiminize devam
edeceksiniz ve asla düşmana herhangi bir harekât ve operasyon icra
etmeyeceksiniz. Düşmana saldırılarından vazgeçmeleri ve barışa katkı
vermeleri için tanınan bu 120 günlük süre bitiminde ise tekrar size
saldırmaya başlarlarsa siz de onlara saldırabilir ve onları tespit ettiğiniz
yerlerde vakit geçirmeden etkisiz hale getirebilirsiniz. Bunu yapabilmek
için karşılaşacağınız durum çerçevesinde tabur görev kuvvetleri ile
etraflarını sarabilir, kuşatabilir, ikmal ve kendi aralarında karşılıklı
destek sağlayabilecekleri tüm geçiş noktalarını küçük manevra birlikleri
ile tutabilir, sahadaki tüm güçlerinizle ateşe ateşle karşılık vererek size
uzanan tehdidi ortadan kaldırabilirsiniz. Ancak eğer vazgeçerler ve
bulundukları durumdan saldırarak değil de barış isteyerek kurtulmak
142
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
isterlerse kontrollü bir biçimde önlerini açın ve onları koruyarak sınır
dışına çıkarın.
Eğer size saldıran herhangi bir düşman askeri sizden aman dilerse, size
beyaz bayrak açarsa, size teslim olursa ona dokunmayın. Onu esir alarak
güvenliğini sağlayacak şekilde uygun bir yere götürün ki intikam
duygusuyla herhangi bir askerimiz tarafından saldırıya maruz kalmasın.
Düşman ülke maalesef ne yaptığını bilmiyor ve düşman askerlerinin
bazıları belki de bu çılgınlığa isteyerek uymuş olmayabilir.
Ankara’da ateşkes yaptığımız düşman ülke dışında kalan diğer ülkeler
ise bu sözü vermiş değillerdir. Ama onlar barış içerisinde olurlarsa biz
de barış içerisinde olmalıyız. Bize ateş etmeyene ateş edemeyiz.
Buna rağmen her zaman dikkatli ve tetikte olmalısınız. Su uyur düşman
uyumaz. Sorumluluk alanınızı gözetleme cihazlarınızla, termal kamera
ve radarlarınızla sürekli tarayın, kestirme cihazlarınızı etkili kullanın ve
tedbirli olun. Eğer sizi alt edeceklerini anlarlarsa halka da yönelir; ne
çoluk çocuk dinlerler, ne kadın erkek, ne de antlaşma. Yüzünüze gülüp
hoşunuza gidecek şeyler söylerken içten içe planlar kurarlar. İçlerinde
böyle yapmayanlar olsa bile bilin ki çoğu böyledir.
Kendi menfaatlerini daima barışa ve düzene tercih ederler. Maalesef
onlar bu kadar gözü dönmüş durumdalar. Dikkat edin. Onlar antlaşmaya
uymayıp, sivilleri de hedef alabilirler ve her durumda antlaşma metnini
göz ardı edebilirler.
Yine de vaz geçer, barış şartlarına uyar ve onları hayata geçirmeye
yanaşırlarsa artık kardeşinize, arkadaşınıza nasıl davranıyorsanız, onlara
da öyle davranın. Düzeni bozan, savaşı devam ettiren siz olmayın.
Ama tabii ki antlaşmaya rağmen, yine sözlerini tutmaz ve ülkemizin
kurulu düzenini bozmak için saldırırlarsa bu durumda elebaşlarını ele
geçirmeye ve karargâhlarını yok etmeye çalışacağız. Bu harekât
planlarını da alay komutanları ile ayrıca yapıyoruz. Eğer karargâhlarını
143
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ele geçirirsek bu durumda saldırılara son vermek durumunda
kalabilirler.
Eğer içinizde savaşmaktan korkan personeliniz varsa onları söyleyin,
önce Allah’tan korksunlar. Siz toplumunuzun güvenliğini sağlıyorsunuz.
Haklı olan sizsiniz. Sözünden dönen, sizi topraklarımızdan çıkarmak
isteyen bir düşmandan mı korkuyorsunuz? Eğer güveniniz varsa
korkunuz da olmaz.
Bize saldırdıkları sürece Allah’a ve birbirimize güvenerek onlarla
savaşacağız arkadaşlar. Hatta onları mahvedeceğiz. O saldırganlar
dünya âleme rezil olacaklar. Bu da sizin elinizden olacak. Allah bizimle,
zafer bizim olacak ve insanlarımız Allah’ın izniyle bu dertten
kurtulacak. Ve sonra bize karşı onların kalbindeki öfke de inşallah
bitecek. Allah affeder, o durumda biz de affedeceğiz.
Ayrıca bu savaş bizim imtihanımızdır arkadaşlar. İçimizde eğer bize
ihanet edecek birileri varsa ki buna yönelik duyumlar alıyoruz, onlar da
bu süreçte emare verecek, ortaya çıkacaktır. Ülkesini savunmak için
savaşanlar ve düşmana bilgi sızdırmayanlar, milletine ihanet edenlerden
ayrılacaktır. Hainler ortaya çıkacaktır. Allah her şeyi bilir. Bunu
askerlerinize de böylece söyleyin. Onlar da bilsinler. Ola ki içimizdeki
hainlerin bir kısmı da düşmanla işbirliği yapmaktan cayarlar.
…..
Kısa mı oldu uzun mu oldu bilemedim ama, şu yukarıdaki öyküde
okuduklarınızdan sonra, komutanın sözleri arasında (benim hatalarım
varsa müstesna) bulunduğu şartlar göz önüne alındığında ciddi bir
yanlışlık ve kötü niyet gördüğünüzü düşünmüyorum. Ama eğer bu
sözlerin bir benzeri Allah’a ait olsaydı, çevirmenlerin bir kısmı
anlamına ulaşamadıkları kelimeleri kutsallaştırarak…
“120 günlük barış süreci” yerine “4 aylık haram aylar”
“Savaş” yerine “cihad”
144
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Vazgeçmek” yerine “tevbe etmek”
“(şu özellikteki) düşmanlar” yerine “müşrikler”
“teslim olmak, barış istemek, aman dilemek” yerine “Müslüman olmak”
veya “salat etmek” ya da her salat geçen yere yapıştırıp “namaz kılmak”
“saldırgan tutumundan vazgeçmek, kötü niyetinden arınmak” gibi
kelimeler yerine “zekât vermek”
“antlaşma, sözleşme” yerine “ahid, yemin”
“Ankara” ya da “meclis” gibi kelimeler yerine “Mescid-i Haram”
“vazifeli komutan” yerine “Allah’ın elçisi”
“sözleşmeye aykırı hareket” yerine “yeminini bozmak”
“(şu özellikteki) düşman komutanları” yerine “küfrün önderleri”
“güven” yerine “iman”
“karargâhları ve elebaşlarını ele geçirin” yerine “boyunlarını vurun”
…ve benzeri kelimeleri kullanacaklardı ve ardından şöyle itirazlar
gelecekti.
“Allah, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” diyor, bu olmaz!!!
“Allah, boyunlarını vurun” diyor, bu olmaz!!!
“Allah, hep savaş istiyor, bu olmaz!!!
… ve biliyorsunuz işte, daha neler neler…
İşte yukarıdaki sahnede geçen kelimeler de Türkçe değil de Arapça
olsaydı generali dinleyen komutanlar da “bu paşa ne saçmalıyor”
diyeceklerdi. Aynen bugün Kuran’ı, Türkçeye tercüme edilmediği halde
tercüme edilmiş gibi geçerken anlamı saptırılmış ya da tek bir anlama
saplandırılmış veya gereksiz yere kutsallaştırılmış arapça ya da farsça
kelimelerle okuyup da itiraz edenler gibi.
145
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yukarıdaki hikâyede geçen kelimelerin karşılıklarını ya da benzerlerini
Arapça kelimelerden seçseydim, hikâye gerçek anlamıyla anlaşılamaz
hale gelir, konu bütünlüğü diye bir şey kalmazdı. Sanki bir askeriye
ortamını değil de efsanevi / fantastik bir hikâyeyi dinliyoruz
zannederdik. Dolayısıyla kalbimize inmeyen kelimeler havada kalır,
alacağımız bilgiyi yeterince alamazdık.
Neden böyle oluyor biliyor musunuz?
Birincisi; okuduğumuz meallerde geçen kelimelerin çoğu hala Türkçe
değil, çoğunda Arapça kelimeler aynen kullanılıyor.
İkincisi; bazı kelimeleri anlamak yerine kutsallaştırmışız, dilimizde
kalıp, kalbimize anlam inmiyor.
Üçüncüsü; ayetlerde söylenen her şeyi anlatıldığı çerçevede değil, ne
olursa olsun her şartta dini hüküm zannediyoruz.
Dördüncüsü; geleneksel anlamlar içimize öyle işlemiş ki bağlam içinde
farklı bir anlamda kullanılmış olabileceğini düşünmekten korkar
olmuşuz.
Beşincisi; anlatının ortasından bir cümleyi cımbızla çeker gibi çekip,
bağlamından koparıp, işte hüküm budur diyoruz.
Altıncısı; Allah’ın kelimeleri üzerinde derin derin düşünmekten, onların
gerçek anlamını bulup da beğenmemekten korktuğumuz için hoşumuza
giden ilk duyduğumuz açıklamaya inanıyoruz.
Yedincisi; Kuran’ı gereğinden daha hızlı okuyoruz. Anlamadan
geçiyoruz.
Şu hikâyemi okudunuz. Dikkatli gözlerden kaçmamıştır; komutanın
hemen tüm sözleri Tevbe suresinde ve (bir ayeti ile) Muhammed
suresinde bir benzeri ile geçmektedir. Bir çeviriymiş gibi algılanmasın
diye ilgili ayetleri buraya yazmadım. Okumamış olanlar ya da tekrar
okumak isteyenler şimdi Kuran’ı açsın ve Tevbe Suresinin ilk 16 ayetini
okusun lütfen.
146
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Okuyanlar görecekler ki Allah müminlere kendilerini ve toplumlarını
savaşın en kızıştığı bir ortamda nasıl korumaları gerektiğini en barışçı
biçimde anlatıyor ve bir komutan gibi motive ediyor, destekliyor. Bunu
yaparken tüm merhametini sadece müminler üzerine değil müşrikler
üzerine bile tecelli ettiriyor. Yukarıdaki komutan bulunduğu ortamda ne
kadar haklı ve merhametliyse, Allah ve müminler de Tevbe suresinde
anlatıldığı ortamda ondan çok çok daha fazla haklı ve merhametliydiler.
Sapanlar ve saptırılmış biçimde bakanlar Allah’ın bugünkü en barışçı
söylem sahiplerinden bile daha barışçı ve merhametli olduğunu
göremezler.
Üstelik Tevbe suresini bugüne izdüşürürsek Allah’ın, O’na iman edip
güvenen bir mümin askere savaşın inceliklerini öğrettiğini görürüz.
Dikkat ederseniz göreceksiniz ki savaşta iç ve dış istihbaratın, çatışma
ve barış şartlarının uygulanma biçimlerinin, düşmanın nasıl ve nerede
kuşatılması gerektiğinin, kritik arazi ve tesisleri kontrol altına almanın,
savaşta ağırlık merkezinin nereye verileceğinin, askeri motive edebilme
sanatının, esirlere karşı muamele şartlarının ve daha birçok hususun
temel noktalarına işaret ediliyor.
Kuran’a kötü niyetle bakan kötü görür, oradan beslenir ve imandan
uzaklaşır. Tutar savaştığı düşmanına namaz kıldırmaya, kırkta bir zekât
verdirmeye, kelime-i şehadet getirtmeye, mezhebini sormaya kalkar…
En ufak bir şüphede kafasını keser, karısını kızını cariye eder. Hiçbirini
yapmamıyorsa da bunları yapanlara sesini çıkartmayıp, gerçek dini bu
zanneder. Allah belki de böyle emretmiştir diye aklı sıra bilgisizce
düşünür ve ya onlar doğruysa korkulu bir zanla içten içe destekler.
Allah’ı bile bilmeyenler Allah adına savaşmasını bildiklerini
zannediyorlar.
İyi niyetle bakansa gerçeği görür ve o gerçekten beslenir, elinde silah
tutsa bile onu hakkıyla tutarak hem uyanık hem de barışçı olur, imanı
artar ve doğru işler yapar. Aynı ayet insanları hem doğru yola iletebilir,
hem de ortadoğuyu kana bulayanlar ve onları destekleyenlerde olduğu
gibi saptırabilir. Anahtar insanın kalbinde.
147
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Lokman’dan Babalara/Annelere
Öğütler
Lokman Suresinin Düşündürdükleri
Okula giderken ve gelirken emniyette mi oğlumuz? Kafasına girip onu
yanlış şeylere ve kötü alışkanlıklara yöneltecek olanlar var mıdır? Ya
kızımız okul yolunda tacizlere karşı yeterince güvenlikte mi? Peki
okulun etrafında ve hatta içinde dolaşan saptırıcılar, bonzaiciler,
üçkâğıtçılar var mı?
148
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Acaba çocuğum eline mesleğini alabilecek mi? Yoksa işsiz mi kalacak?
Evlenebilecek mi? Nikâhlandığı eşiyle geçinebilecek mi? Daha onlar
genç, çocuklarına bakabilecekler mi? Onlara bir mal mülk, miras
bırakabilecek miyim? Biz ölürsek onlar hayatlarını yoksulluğa
düşmeden idame ettirebilecekler mi? Ne olacak gelecekleri?
Kuran bir hatırlatmadır, bir derstir, bir öğüttür. Onu öğüt alabilmek için
değil de sevap kazanmak için, arapçasını ezberleyip namazda söylemek
için, çerçeveletip duvara asmak için, ölülere göndermek için okursak…
“ya onu yanlış anlarsam” diye korkarak kendimiz okumaktan
vazgeçersek… o müthiş tavsiyeleri almamız ve o salâtı hayata tatbik
etmemiz mümkün olmaz. Kitabın çeşitli bölümlerinde olgunlaşmakta
olan ve akıl yürütmek isteyen her insana öğütler vardır. Eğer
anladığımız dilde okumazsak, o dersler yerine bize anlatılan hikâyeleri
din ve hayat zannederiz.
Lokman suresi ebeveynlerin işte bu endişelerine ilaç kıvamında bir
derstir. Bazıları Lokman suresinde Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerin
çocuklara ders olacağını söylüyor. Bu bence doğru değil. Tam tersine
asıl öğüt Lokman’ın şahsında annelere ve babalara verilmektedir.
Çocuklarınıza böyle yaklaşın diye. Üstelik sadece babadan oğula
değildir Lokman’ın söyledikleri. Babadan oğula, babadan kıza, anneden
oğula, anneden kıza, hiç fark etmez. Bu kapsamda Lokman suresinde
açık açık bir babanın (ve elbette annenin) oğluna (ve elbette kızına)
nasıl bir ebeveynlik yapacağının incelikleri sadece birkaç kalemde, ama
düşünürsek derinden derine anlatılmıştır.
Lokman suresi Allah ve ahiret inancı çerçevesinde anne baba olmayı
açık bir biçimde öğreten bir suredir. Tam bu konuların ortasında
Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerle, aslında ebeveynlere asıl
endişelenmeleri gereken konuların ne olduğu ve bunları çocuklarına
nasıl aktaracakları anlatılmaktadır. Ben de bir babayım. Kendimi de
ayırmadan söylüyorum ki; keşke hepimiz yazının başındaki
sıkıntılarımıza kafayı taktığımız kadar Allah’ın bize şu surede
149
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
öğrettiklerini kafayı takarak, bunları çocuklarımıza
öğütleyebilecek kadar iyi öğüt almış ebeveynler olabilsek!
hakkıyla
Hani çocuklarımızı okul yolundan ve amacından çevirmek için onlara
yanaşabilecek kötü niyetlilerden haklı olarak endişe ediyoruz ya… Okul
yoluna bir şekilde aklımızı kullanıp çeşitli tedbirler alabilir, kötü
niyetlilere karşı çocuğumuzu uyarabilir ve tevekkül ederiz. Böylece
elimizden geldiği ölçüde çocuğumuzun yeryüzünde emniyetini sağlarız.
Peki şu aşağıdaki ayette geçen kötü niyetlilerden çocuklarımızı
emniyete almak için ne kadar endişeleniyoruz? İşte çocuklarımızı
bekleyen asıl tehlike!
31 Lokman 6 İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın
yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş
ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab
vardır.
Peki bu ayette anlatılan insanlar okul yolunda mı dolaşıyorlar?
Sokaklardalar mı hepsi? Onları nasıl tanıyacağız da çocuklarımızdan
uzak tutmaya çabalayacağız? Özellikleri nedir bu serserilerin?
31 Lokman 7 Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, sanki işitmiyormuş ve
kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak sırtını çevirir.
Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver.
Çocuklarımızı bu saptırıcılardan korumak istiyorsak demek ki onlara
sadece Allah var dememiz yeterli değil. Allah’ın özelliklerini de, Allah
yolunda olanların özelliklerini de, Allah yolundan sapanların
özelliklerini de ve esas mesele olan şirkin ne olduğunu da anlatmalıyız.
Çünkü şirk tüm bu kötülüklerin kapısını açan canavardır. Tüm bunları
anlatabilmek içinse önce bizim anlamamız şarttır. Biz anlamamışsak
çocuğumuza verebileceğimiz bir şey olmamakla beraber, üstüne bir de o
Kuran’ı çocuklarımıza nasıl anlatacağını bilemedeğimiz bir sürü insana
teslim etmiş oluruz. Hiç tanımadığımız bir kimseye adı hoca, şeyh, alim
vs diye güvenerek, çocuğumuza ne anlattığını doğru dürüst bilmeden
nasıl içimiz rahat olarak teslim edebiliriz? Okul yolundan çocuğumuzu
150
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
çevirebilecek bir yabancı için bu kadar endişelenir ve tedbir alırken,
Allah’ın yolunda karşısına çıkabilecek yabancıların hangi kılıkta
çıkabileceğinden nasıl emin olabiliriz? Demek ki benzer tedbirleri Allah
yolunda da almalı, çocuklarımıza karşılarına çıkacak saptırıcılara
inanmamaları gerektiğini anlatmalı, o yönde elimizden gelen
önlemleri almalı ve tevekkül etmeliyiz. Tüm bunları bize hatırlattığı ve
çocuğumuz için bizi uyardığı için de Allah’a teşekkür etmemiz
gerekmez mi?
31 Lokman 12 Andolsun, Lukman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik.
Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim inkâr ederse, artık
şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır,
Hamid (hamd yalnızca O’na ait)tir.
Şükür konusuna döneceğiz. Şimdi bakalım Lokman oğluna hangi
öğütleri veriyor, konuya nereden başlıyor…
31 Lokman 13 Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; ‘Ey
oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir
zulümdür.’
Gördüğümüz gibi Lokman, en temel meseleden, bütün kötülüklerin
anası olan şirk’ten, ortak koşmaktan başlıyor. Çocuğuna bırakacağı en
değerli mirasın bu bilgi olduğunu bilen Lokman, eğer çocuğum Allah
yerine başkalarının peşinden gitmezse, yolundan çıkmaz ve emniyette
olur diye düşünmemiş olabilir mi?
Örnekleyerek diyelim ki çocuğumuza “sözümden çıkma, benim
söylediklerimden başka şey söyleyenlere uyma ve okuluna varana kadar
kimseyle konuşma” dersek ve çocuk bunu bire bir yerine getirirse zorla
ve güç kullanma haricinde kandırılıp da kaçırılabilir mi? Zorla bunu
yapan olursa da çocuk ikna olmamış olacağı için kendisini kaçıranlara
bilinçli olarak karşı koyacak, kurtulmaya çalışacaktır.
31 Lokman 14 Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı)
tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır.
151
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. ‘Hem bana, hem anne ve
babana şükret, dönüş yalnız banadır.’
Allah’a şükretmek, ona olan memnuniyeti dili ile yerine getirmek
demek değildir sadece. Eğer böyle yapılırsa şükrün en önemli kısmı
eksik kalır ve ettiğimiz şükrün hiçbir faydasını göremeyiz. Anne babaya
olan şükür de böyledir. Anneye babaya “teşekkür ederim” diyerek
memnuniyetini dile getiren çocuk, eğer teşekkür ettiği hediye ya da bilgi
her ne ise onu bir kenara bırakıyorsa ettiği teşekkürdeki memnuniyeti de
yalandan ibaret demektir.
Düşünelim. Ne için teşekkür eder bir insan? Ya bir hediyeye karşı, ya
bir uyarıya karşı, ya bir yardıma karşı ve sair ve sair… Örneğin
çocuğunuza bir kitap aldınız ve hediye ettiniz. Çocuk size teşekkür etti
ve az sonra kitabı bir tarafa bıraktı. Aradan günler, aylar, belki de yıllar
geçti ama o kitabı hiç okumadı. O durumda size daha önce teşekkür
ederek memnuniyetini dile getirmesinin bir anlamı, bir değeri, yeterli bir
doğruluğu kaldı mı? İşte “Allah’a şükürler olsun ki Kuran’ı bize
gönderdi” dedikten sonra o Kuran’ı sarıp sarmalayıp ulaşılamayacak en
üst rafa koyan bir müslüman Allah’a ettiği bu teşekkürde ne kadar
samimidir? Ne okumuştur, ne de hayatına yansıtmıştır. Ve hatta salâtı
hayatına ikame etmeyi tamamen başkalarının din anlatılarına bırakmışsa
bu daha da kötüdür. Asıl şükür Allah’a değil de Allah’ın kendisine
hediye ettiği şeyi başkalarından öğrendiği için, o başkalarına gerçekte
şükretmiş olur. Azıcık düşünelim. Bu Allah’a ortak koşmaya
benzemiyor mu? Sizin çocuğunuza hediye ettiğiniz kitabı okumuyor ve
o kitabı okuyan ya da okuduğunu iddia eden bir başka insanı dinleyerek
onun dediklerini doğru kabul ediyor. Size olan teşekkürünün bir anlamı
kalır mı?
Ya da diyelim ki çocuğunuza vasiyet bıraktınız. O vasiyeti çocuğunuz
hiç okumadı ama bir avukata teslim ederek malı paylaştırmasını istedi.
Eğer avukat kötü niyetliyse neler yapamaz!!! Hatta bırakın çocuğunuzun
arkanızdan size teşekkür etmesini, okumadığı vasiyette yazanların
aksine avukat sizin sözlerinizi çarpıtmış ve mal yerine borç bırakmış
152
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
gibi göstermişse!!! …hem vasiyeti, hem de sizi reddeder, hatta belki de
sizi kötü sözlerle anar, babam ne biçim bir babaymış diye. İşte Kuran’ı
okumayı başkalarına bırakan, sonra da kalkıp, ha inandım diyerek miras
diye kabul eden, ha da inanmadım diyerek Kuran’ı reddeden bir insanın
Allah’a karşı olan durumunun bu çocuğun durumundan farkı nedir?
Kullanıma, icraata geçmeyen bir teşekkürünün kendisine bir faydası
olur mu?
İşte Allah’a olan şükür, Allah’a teşekkür icraati gerektirir. Dil ile
şükretmek, teşekkür etmek tek başına anlamsızdır. Ana babaya olan da
öyle.
31 Lokman 15 Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında
bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak
olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara
iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana ‘gönüldenkatıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca
banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.
İşte çokça sorulan sorulardan birine, Allah’tan net bir cevap daha…
Eğer anne baba şirk için seni zorlarsa ne yapacaksın sorusunun
Kuran’daki cevabı. Şirk’te onlara itaat etme. Ama dünya hayatında
onlara iyilik yapmaya, güzel söz söylemeye ve onları sahiplenmeye
devam et. Bundan daha açık bir Kuran olur mu?
31 Lokman 16 ‘Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi
ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde
veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa
çıkarır). Şüphesiz Allah latif olandır, (her şeyden) haberdardır.’
Tekrar Lokman’ın ağzından çok çok önemli bir öğüt daha. Eğer biz
çocuklarımıza Allah’ın her an her şeyi gördüğünü bildiğini yeterince
anlatabilirsek, onlar hakkında olan endişelerimizin büyük kısmına da set
çekmiş olmaz mıyız? Bunu verebilsek artık bundan sonrası çocuğun
hayatıdır. Siz çocuğunuza Allah yerine şeytanı anlatıp durursanız, çocuk
şeytandan çekinmez. Şeytanın istekleri çocuğun nefsi istekleriyle
153
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
uyuştuğu için şeytandan korkmaz, hatta o da benim gibi bile diyebilir.
Ama çocuğa Allah’ı anlatırsak, anne babasının olmadığı yer ve
zamanlarda bile onu gören bilen biri olduğunun bilinciyle hareket
ederek nefsinin yanlışlarından dönebilir. Çocuğunuza rivayetlerdeki gibi
“bir erkek ile bir kadın yalnız kalırsa üçüncüsü şeytandır” derseniz bu
ikaz çocuğunuz için bırakın uyarıcı olmayı çoğu zaman meylettirici
olur. Ama çocucuğunuza aynı durumda “üçüncünüz Allah’tır” derseniz
caydırıcı olan budur.
58 Mücadile 7 Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten
bilmekte olduğunu görmüyor musun? Fısıldaşmakta olan üç kişiden
dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan
az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle
beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber
verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir.
Ortada bir önem sırası da var. Lokman oğluna ilk önce şirk koşma dedi,
sonra Kuran şükret dedi, ardından Lokman Allah’ın her şeyi biliciliğini
hatırlattı ve şimdi sıra bakalım nelere geldi?
31 Lokman 17 ‘Ey oğlum, salâtı ikame et, iyiliği öner, kötülükten
sakındır ve sana isabet edenlere sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi
gereken işlerdendir.
Lokman oğluna vahyin gereklerini hayatına tatbik etmesini öğütlüyor ve
ardından iyiliği öneriyor, kötülükten men ediyor ve tüm buna rağmen
başına bir iş geldiğinde de sabretmeyi tavsiye ediyor. Vahyi hayatına
tatbik etmek (salâtı ikame) elbette vahiyde ne varsa hepsidir. Bu kelime
burada namaz kılmak değildir sadece. Yani salatın ritüel tarafı tüm
mana içeriği ile birlikte “salat evrensel kümesi”nin sadece bir “alt
kümesi”dir.
Sabır da, başına gelene razı olup tahammül etmek değildir. Sabır göğüs
germek, davasında mücadeleye devam etmektir. Ayetin sonuna
bakarsanız göreceksiniz ki “bunlar azmedilmesi gereken işlerdir”
deniyor. Bir kenara çöküp başına gelene razı olarak beklemek azmedilen
154
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bir iş değil, tam tersine vazgeçilen bir iştir. Sabır azim gerektiren bir iş
olduğuna göre kararlılık gerektirir, yenilgiyi kabullenme değil.
Lokman oğluna olan öğütlerine, Allah da bize olan dersine devam
ediyor…
31 Lokman 18 ‘İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş
olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez.’
31 Lokman 19 ‘Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek
perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin
sesidir.’
Lokman kısaca şirk koşma dedi, sonra şükürle beraber Allah’ı tanıttı,
ardından salâtı, iyi olmayı ve sabretmeyi öğretti oğluna. Şimdi de kibirli
olma dedi ve bunu hayatına yansıtmaya bir örnek verdi. Yürüyüşünde,
konuşmanda saygılı ve nazik bir insan ol dedi. Bağırıp çağırıp öfke ile
kalkmaktan, kibirlenip başkalarına caka satmaktan sakındırdı oğlunu.
İşte bu kadar. Sana mal bırakacağım demedi. Sana iş bulacağım demedi.
Dünyasını değil dünyasıyla beraber ahretini de kurtaracak öğütleri
birkaç kalemde verdi. Bizse… Bizse maalesef önce sadece ve sadece
155
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
dünyasını maddeten kurtarmayı hedefliyor, o yöndeki başarılarını öve
öve bitiremiyor veya o yöndeki başarısızlıkları sebebiyle çocuklarımızı
yerden yere vuruyoruz. Lokman ne yapıyor? Bu öğütlerinden sonra
sadece Allah’ı anlatmaya ve O’nun yolundaki engebeleri görmesini
sağlamaya devam ediyor surenin devamında.
Peki Lokman bu kadar az mı öğüt vermiş oğluna? Şirk koşma, şükret,
ana babaya iyi davran, salâtı ikame et, iyilik yap kötülük yapma, kibirli
olma, öfkeli ve kaba olma. Bu kadar mı yani!!! Hani diğerleri? Nerede
hangi elini kullanacağı, nerede ergenlik sorunları, nerede işi, okulu,
nerede hangi işi nasıl yapacağı, nerede diğer neredeler!!! Demek ki
Kuran eksik!!! Kella! Eğer böyle diyorsa biri, eksik olan Kuran değil,
onun öğütlerini anlamamış olmasıdır. Kuran eksik diyenler bakın
rivayetlerde Lokman’ın neler neler daha söylediğini iddia ediyorlar.
Sizce bunlar doğru olabilir mi?
Hafs bin Ömer’in rivayetine göre, Hz. Lokman yanına bir torba hardal
tanesi koyarak oğluna öğüt vermeye başlar. Her öğüt verdikçe torbadan
bir hardal çıkarır. Sonunda torbadaki hardal tükenir ve oğluna da şöyle
der:
“Ey oğul, sana o kadar öğüt verdim ki, şayet bu öğütler bir dağa
verilseydi, dağ yarılırdı.”
Allah’ın Lokman 16’da verdiği hardal tanesi örneği ne içindi? Allah’ın
en ufak bir iyiliği ve kötülüğü bildiği ile ilgili değil miydi? Konu
Allah’ın bizi her şeyimizle bildiği değil miydi? Bir de buradaki
saptırmaya bakın lütfen!!! Lokman o kadar çok öğüt vermiş ki bir dağa
verilse dağ yarılırmış!!! Lokman’a addedilen buradaki iddianın Allah’ın
Tur dağına tecelli etmesini hatırlatması sizce bilinçsiz bir ilahlaştırma
mı!!! Her biri için hardal koymuş kenara! Dağ yarılırmış! İnsan, oğluna
bu kadar çok öğüt vermeye kalkarsa asıl o çocuk “yeter” diyerek yarılır!
Bir de Kuran’ın söyledikleri yeterli hikmeti veremezmiş gibi ayetlerin
altına yazılarak tefsirlere alınan sözde Lokman öğütleri var… Sanki
156
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Allah onları söylemeyi unutmuş gibi!!! Muhammed’e atılan bunca iftira
varken Lokman’a atılmaz mı?
Mesela “düğünlere gitme” diyormuş Lokman oğluna!!!
Ey oğul! Cenaze merasimlerine katıl. Düğün merasimlerinden de uzak
durmaya çalış. Çünkü cenaze sana âhireti hatırlatır; düğün ise dünyaya
çeker.
Mesela “sus” diyormuş!
Ey oğul! Şimdiye kadar susmaktan dolayı hiç pişmanlık duymadım.
Çünkü söz gümüşse, sükût altındır.
Mesela “kendi milletinden olmayan kızla evlenme” diyormuş!
Ey oğul! Kendi milletinden olmayan bir kızla evlenme. Aksi takdirde
çocukların ileride sıkıntıdan kurtulamazlar.
Mesela “kötü komşu”yu ve “fakir”liği şikâyet ediyormuş oğluna!
Ey oğul! Nice ağır yükler taşıdım. Fakat kötü komşu kadar ağır bir yüke
rastlamadım. Nice acılar tattım, fakat fakirlikten daha şiddetli bir acı
tatmadım.
Mesela Lokman’ın oğluna sözde nasıl arkadaş edinmesi gerektiğini
anlatmasına bakın!
Ey oğul! Birisiyle dostluk kurmak istiyorsan, önce onu öfkelendirecek
bir şey yap. Şayet öfkeli iken sana insaflı davranırsa ona yaklaş, insafsız
davranırsa uzak dur.
Saatler, zaman, hangi zamanların faydalı olup olmadığı insanların
çalışması ve bünyesi ile ilgilidir. Ama rivayetlere bakarsak Allah
dualara mesai saatlerinde cevap veriyor sanki!!!
Ey oğul! Dilini ‘Allah’ım, beni affet’ demeye alıştır. Çünkü öyle anlar
vardır ki, o saatlerde Allah duaları reddetmez, istediğini ihsan eder.
Lokman görgü kurallarına da girmiş!
157
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ey oğul! Bıyık ve sakalınla oynama. Parmağını burnuna sokma. Yollara
tükürme, sesli sümkürme. Elinle sinek kovalamayı terk et.
Konu hizmetçilere kadar bile gelmiş!
Ey oğul! Hizmetçi ve benzeri kimselerle şakalaşma. Çünkü bunlarla
şakalaşmak hakaret ve düşmanlığa sebep olur. Onlara öyle muamele et
ki, hem seni sevsinler, hem de senden korksunlar.
Bunlar ne amaçla ve hangi korkulardan dolayı söylenmiş olabilir!
Ey oğul! Bir kimsenin evinde misafir kaldığın vakit gözlerine dikkat et.
Her tarafa bakıp durma. Durumuna vakıf olduktan sonra dine aykırı da
olsa sırrını ifşa etme.
Yemek arasında çok su içme. Su içerken bardağın içine bak. İçine
uygunsuz bir şey düşmüş olmasın. Suyu içerken üç nefeste içiver.
İlim ve takva ehli veya herhangi bir sebeple senden ileride bulunan bir
kimsenin huzurunda dilini tut.
Ve daha neler neler var! Bunların dışında birçok güzel şey de söylenmiş
durumda ama bu durum dini doğruluklarına delil değil de, bazı örf ve
görgü kurallarının ya da bazı insanların diğer insanlara öğüt verirken
peygamber ağzından söylenmiş olması iddiasının ve dinleştirilmesinin
daha ikna edici olması ile ilgili olduğu kanaatindeyim.
Oysa Kuran, Lokman’ın oğluna gerekli öğütlerini hatırlattıktan sonra
yine temel gerçekleri anlatmaya devam ediyor.
31 Lokman 20 Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde
olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli üzerinizdeki nimetlerini
genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki,
hiç bir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap
olmadan Allah hakkında mücadele edip durur.
31 Lokman 21 Onlara; ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde,
derler ki; ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’
158
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı
(buna uyacaklar)?
31 Lokman 22 Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini)
Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır.
Bütün işlerin sonu Allah’a varır.
ve Lokman suresi böylece devam ediyor… Bölmek istemediğimden, bu
kez ortalamaya göre biraz daha uzun bir yazı oldu. SABREDİP azimle
okuduğunuz için TEŞEKKÜR ediyorum. Allah’ın hepimizi öğüt
alanlarından,
hakkıyla
şükredebilenlerinden
ve
hakkıyla
sabredebilenlerinden eylemesi dileğimle…
159
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãta Yürüyüş
Salãt-ı İkame | Salãt mı Namaz mı?
Bir şeyi öğrenmek istiyorsak o konu hakında sorular sormalı ve
cevaplarını bulmaya çalışmalı… Ardından tatmin olduğumuz cevabı
davranışa dönüştürmeliyiz ki eğitim tamamlansın. Aksi halde
eğitimin/öğrenimin en önemli ayağı eksik kalmış olur. Ancak soru
sormak da akıl işidir. Eğer sorular kendi içerisinde sorgulanmamış ön
kabuller ve kendi içerisinde tutarsızlıklar içeriyorsa o sorulardan
aldığımızı düşündüğümüz cevaplar da ikna edici değil, ön kabullere
160
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
dayalı olacaktır. Bu düşünce çerçevesinde bu kez uzun süredir üzerinde
çalıştığım “Kuran’daki salât kavramı” incelememi sizinle paylaşacağım.
Niye namaz kılıyorsun diye 100 kişiye sorsak, 1000 kişiye sorsak, bir
milyon kişiye sorsak… ve cevap verseler, ama zanna ve aidiyet hissine
kapılmadan cevap verseler keşke… Niye namaz kılıyorsun sorusuna,
faydalı olduğu için, kulluk etmek için, çünkü dinimizin emri ve benzeri
cevaplar vermek, ağaç neden yeşil sorusuna, çünkü yaprakları var
demeye benzer. Oysa nedenini en azından yağmurdan ve güneşten
almak gerekir. Ve hatta ilimde ilerledikçe kâinatın ilk oluştuğu
saniyelerdeki ışık zerrelerinden bile başlatmak gerekebilir. İnsanlar
niçin namaz kıldıklarının mantıklı bir açıklamasını (kendi kalplerine)
yapamıyorlarsa yaptıkları o şekillerin içinin boş ve amaçsız olduğunu da
bilmeliler.
Bir yazar olarak sizden istediğim; makalenin tamamı bitene kadar, hem
daha önce (geçici de olsa) kabullenmiş olduğunuz kendi fikrinizi
unutmanız, hem de makalenin tamamını okumadan benim fikrimi
“hmmm şunu söylemek istiyor” diye netleştirmemeniz. Hem siz hem de
ben, bırakın namazın vaktini, rekâtını, namaz’ın ne olduğu hakkında bile
henüz en ufak bir ön bilgisi olmayan, büyümüş de küçülmüş çocuklar
gibi konuya bakalım. Önce meseleleri ortaya koyalım. Görelim ortalama
insanlar neler konuşuyor bu konu hakkında.
Namazın, Kuran’ı merkeze almaya çalışan müminlerin belki de en çok
üzerinde sorular ürettiği alan olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu alanla
ilgili genelde karşılaştığımız sorular şunlar:
* Namazın nasıl kılındığı Kuran’da geçiyor mu?
* Namaz kaç vakittir?
* Namaz kaç rekâttır?
* Namaz vakitlerinin başlangıcı ve sonu nedir?
* Namazda hangi duaları okumalıyız?
161
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
* Namazdaki hareketler Kuran’da nerelerde geçiyor?
* Orta namazı hangisidir?
* Cuma namazı nasıl kılınmalı?
* Cenaze namazı nasıl kılınmalı?
* Abdestsiz namaz olur mu?
* Namazda kıble neresidir?
Yukarıda sıraladığım bu sorular ve benzerlerinde, konuyu temelden ele
almak isteyenler için aslında çok fahiş mantık hataları var. Çünkü ne
namaz kelimesi, ne abdest kelimesi Kuran’da geçer. Büyümüş de
küçülmüş çocuk öncelikle “bu nedir?” diye sormalı değil mi? Bu çocuk
Kuran’ı çocuk gibi okumuşsa, kirlenmemiş bilgileriyle “namaz”ı kitapta
görmediği için “Namaz nedir?” diye de değil “Salât nedir?” diye
soracağı için yukarıdaki soruların hepsi gündemden düşer. Çünkü
olmayan şeylerin “nasıl?” diye sorulmasından önce, olan şeylerin
“nedir?” diye sorulması lazımdır.
Eğer içinizde benim yazılarımı daha önceden okumayanlar varsa, belki
de “Aha işte! Birazdan bu da ‘namaz yok’ diyecek. Yakında Kuran’ı da
inkâr eder bu.” diye varsayımlar üretmeye başladıklarını duyar gibiyim.
Namazın olmadığına emin olmuşsam namaz yok demem de, Kuran’dan
tatmin olmamış olsam samimice “ben bu kitaba inanmıyorum” demem
de gayet doğal değil midir? Gördüğüm gerçek buysa bunu söylemekte
neden sakınca göreyim. Namaz konusunda makalenin en sonunda
tatmin olduğum cevabı vereceğim inşallah. Çünkü eğer tatmin olmamış
olsam bu yazıyı yazmazdım. Dikkat edin henüz namaz yok da demedim,
namaz var da demedim. Lütfen şu kardeşinize değil yazdığı satırlara
odaklanın ve onların doğruluklarını ve hatalarını ölçmek üzere
süzgecinizden geçirin.
Bir alaka… Doğru dürüst bir mesajı ve dolayısıyla sanatsal değeri ve
duygusu olan şarkılarla bu günlerde pek karşılaşılmıyor. Ama felsefesi
162
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olan birçok bestenin sahibi ve/veya yorumcusu Sezen Aksu’nun
“Küçüğüm, daha çok küçüğüm” şarkısında olduğu gibi, bu yüzden
bütün saçmalamamız. Bu yüzden kendimize güvensizliğimiz. Meğer ne
kadar az yol aldığımızı büyüdükçe anlıyoruz. Küçüğüz bu yüzden
kendimizi merkezde ve önemli zannediyoruz. Bir şey bilmiyoruz.
Öğrenmeye çalışıyoruz. Görmediğimiz şeye samimi olarak “vardır”
diyemiyoruz. Eğitimin yolu dağa benzer, ne kadar çıkarsanız o kadar
yükselir diye bir söz vardır. Her müminin Kuran’ı anlama sürecinde
bunu yavaş ya da hızlı bir şekilde yaşadığına eminim. Dinimizi öyle bir
bozmuşlar ki onu yeniden ve sağlıklı bir biçimde öğrenmek için çırpınıp
duruyoruz. Küçüğüz, daha çok küçüğüz.
Neticede yukarıdaki soruları (makale içerisinde sonradan irdelemek
üzere) şimdilik gündemden düşürüyorum. Çünkü onlara şimdi
vereceğim cevaplar, ön kabullü sorulara dayandığı için alacağımız
neticeler de ön kabullere dayalı olacaktır. Şimdi ikinci tip sorulara
geçiyorum. Belki birilerinin ön yargılı ve tembelce, namaz kılmaktan
kaçındığı için kendi inanmak istediklerini Kuran’a dayatmak için
aşağıya sıralayacağım soruları sorduğunu düşünebilirsiniz. Maksadı
öyle olanlar da olabilir ama bu soruyu soranların da mümin olduğunu ve
aslında “en doğruya ulaşmak isteyen” bütün müminlerin bu soruları
(Kuran’a) sorması gerektiğini göz ardı edemeyiz.
* Namaz nedir?
* Kuran’da namaz var mı?
* Namaz dua mı demektir?
* Namaz tesbih demek midir?
* Namaz okumak mıdır?
* Namaz ders midir?
* Namaz “es-salât” diye geçenler midir?
* Namaz vakitli olan Kuran okuma ve tartışma saatleri midir?
163
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kendisinden farklı fikirler ortaya koyan herkesi art niyetli gören anlayışı
burada kınayarak şunu da söyleyeyim. “Kuran’da namaz var mı?”
sorusu birçoklarının düşündüğü kadar kötü bir soru değildir. Hatta
yerinde bir sorudur. “Adam namaz kılmamak için namaz yok diyor!
Namaz zor geldiği için böyle söylüyor! Uymuş birine namazı da
bırakmış!” diyerek başkasına art niyet postalarken kendi namazını içi
bomboş kılan anlayışı da bağlantılı olarak kınıyorum. Elbette tam tersi
biçimde “Bunlar halen cahillikten ve gelenekten kurtulamamışlar!
‘Sadece Kuran’ diyorlar ama putperest ibadetlerini yapmaya devam
ediyorlar! Bunlarla benim işim olmaz!” diyenleri de ayrıca kınıyorum.
Benim söylediğimse başka bir şey. Ortada yukarıdaki sorular dolaşırken
bırakın “namaz keşke olmasa” demeyi Kuran’ı merkeze almış müminler
şunu bile diyor olabilirler: “Keşke üç ya da beş vakit namazı net bir
şekilde Kuran’da görsem de, içim rahat rahat namazıma devam
edebilsem. Bu karmaşa beni çok rahatsız ediyor.”
Belki de bir mümin şu benim makalemi “inşallah namaz vardır diyecek
şekilde ispatlar da ben de faydalanmış olurum” diye okuyor da olabilir.
Ancak bu düşünce bile kötü bir düşünce olmamakla beraber halen bir ön
kabul barındırır. Eğer “inşallah namaz yoktur” diyerek okuyorsa aynı
şey onun için de gereklidir. O yüzden bu incelememi yaparken o ön
fikirlerden kendimi de mümkün mertebe uzak tutmaya çalıştım. Fikrimi
ispat etmek için değil, gerçek nedir diye bu incelemeyi, aklım
elverdiğince yapmaya çalıştım. Çünkü eğer namazı ispatlamak için
yazsaydım, Kuran bana bu fırsatı belki de verir ve belki de kendimce
ispatlardım. Ya da tam tersi bir niyetle yola çıksaydım aynı şeyi o
düşünce için de yapabilirdim. Oysa yapılması gereken her ikisi de değil,
büyümüş de küçülmüş o çocuk olabilmektir.
İşte o çocuk şu yukarıdaki ikinci tip soruları da sormaz. O çocuk, ne bir
rekâttan ne de namazdan haberdardır. Var da demez, yok da demez.
Yoksa yokluğunu, varsa olduğunu henüz bulamamış, bilememiş bir
çocuktur. Açmış kitabı okumaya başlamış ve karşısına “salâtı ikame”
diye bir şey çıkmış.
164
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
O büyümüş de küçülmüş çocuğun, tertemiz kalbiyle, önyargısız olarak
ve kendi dilinde direterek ayağa kalkıp soracağı ilk sorular şunlardır:
* Salât ne demek?
* İkame ne demek?
165
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | SalSalin
Salât’la çok uğraşacağı için düşündü taşındı ve o halde “ikame”
sözcüğünü önceleyeyim dedi bu kardeşiniz ve gördü ki; çok da karmaşa
verecek bir kelime değil “ikame” kelimesi. Arapçada “ikame” kurma,
dikme, ayağa kaldırma, konma, konaklama, ayağa kalkma, ayakta
durma anlamlarına geliyor. Türkçede ise yerine koyma, yerine
kullanma, ayağa kaldırma, ayakta durdurma, ayakta tutma, ortaya
koyma, yerine konulan, yerine geçen, kondurma, oturma, iskân etme
gibi çok benzer anlamlarda kullanılıyor. İkame mal hukukta birbirlerinin
yerine geçen, konulabilen mal demek.
İkame kelimesinin akraba olduğu kelimelerden ilk fark ettiklerim şunlar:
Aramice’de kayyım, Türkçeye geçmiş kayyum (yönetici, bekçi, bir şeyi
vekaleten idare eden), Arapçada kayyum (ebedi, kalıcı), kıyamet,
kıyama (birlikte ayağa kalkma, kalkışma), ikamet (konaklama),
166
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
istikamet (doğrultma, düz gitme, doğruluk; Türkçede ise, yön, doğrultu
olarak anlamı tahrif olmuş durumda), kaim (duran, var olan), kavim (bir
yerde yerleşik olan halk, ulus, kavim), kaymakam (kaim makam) (başka
birinin yerinde duran kimse, vekil), kayme (bir şeyin yerine geçen kaim
olan şey, Osmanlıda kağıt para) kavme, kıyam (durma, ayağa kalkma,
hep birlikte ayağa kalkma, kalkışma), kıvam (bir arada durma,
mukavemet, konsistant= tutarlı, istikrarlı, bağıntılı, sürekli), kıymat
(değer, nicelik, durdu, değerli idi, Arapca kııma, Türkçede kıymet),
makam (durma yeri, mevki, yer, konak, istasyon, konut, müzikte
perdede seslerin duruş yerleri), mukavemet (karşı durma, direniş,
direnç), mukavim (mukavemet eden, direnen, mukim (ikamet eden,
konaklayan), müstakim (dik, doğru “sıratı müstakim gibi”), takvim
(düzeltme, doğrultma, reform, konum belirleme, enlem ve boylam
ölçme yılın günlerine göre güneş ay ve yıldızların pozisyonunu
“durdukları yeri” bildiren astronomik tablolar)
İşte bu akraba kelimeler “ikame”nin anlamını netleştirmede epeyce
işimize yarıyor. Hem Kuran’da kullanılışları hem de toplum içinde
kullanılışlarından “salat” her ne ise “ikame”nin onu ayakta tutmak, onu
kaim bulundurmak, onu kurmak, onu olması gereken yere koymak
olduğu anlaşılıyor. Bütün kıyamet ise elbette “salât”ta kopuyor.
Salât; kök, yalın, tamlama durumunda, deyimsel ve mecazi olacak
şekilde birçok anlamı olan bir kavram “gibi” görünüyor. Bu çok
anlamlılık çokça da dillendirilerek kelime, farklı kişilerce farklı
anlamlarla anılıyor. O halde kök anlamına gidelim diyerek sözlükler ve
fihristler karıştırmaya başladığımızda aynı durum orada da karşımıza
çıkıyor. Bu kez hem kelime hem de kökte farklı anlamlarla
karşılaşıyoruz.
Klasik fihrist, lügat ve diğer kaynaklarda şu anlamları
görülüyor: Dayama, destekleme, yönelme, bir şeyi ateşe yaslama (elbeyan), odunu ateşe verme, bağlantı, bağ kurma, bağlantı kurma,
sözleşme, eylem, din, din ile ilgili her şey, vahiy, vahiyle ilgili her şey,
yaşama dair her şey, dayanışma, ders, öğrenim, yüklenme, namaz.
167
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Farsça sözlüklerde: Vahiy, destek, bağlanma, dua, namaz (Hint,
Sanskritçe orj. namaste).
Türkçe sözlüklerde: Namaz, dua (TDK), bağ kurma, yükünç
(Karahanlı Sözlüğü), yükünme, yükünç (Divanü Lugat-it-Türk).
Vikipedide: Namaz,
eğilmeleri.
dua,
bağlantı,
ateşetapanların
ateş
önünde
Fransızcada: Yalvarış, ibadetler, ayinler.
İngilizcede: Dua, hizmet, fayda, ayin, ibadetler.
Latincede: Konuşma, hitabe.
Çincede: Dua, yönelme.
Hintçede: Yönelme, dua, selamlama, eğilme.
Tay Dilinde: Seçme hakkı, dua.
Doğu Afrika Dillerinde: Uygulamalar (swahhili), işler, hareketler.
Bütün bu anlam kargaşasından sonra çık işin içinden çıkabilirsen! O
halde başka bir çare bulmalı bu çocuk! Daha önce bazı yazılarımda da
belirtmiştim. Allah’ın muhteşem kitabı Kuran, bizim için aynı zamanda
bir sözlük vazifesi görüyor, demiştim. Hatta öyle bir sözlük ki bugünkü
Arapların bile bence dillerindeki kelimeleri “ıslah” etmeleri için Kuran’ı
tekrar tekrar inceleyip kendi dondurucularına attıkları, gerçek anlamını
unutup da zayi ettikleri donmuş kelimelerini oradan çıkarmalılar ve
geleneksel anlamlara dönüştürmeleri ve kutsallaştırmaları neticesinde
bozulan dillerini onlar da gözden geçirmeliler.
Dolayısıyla Kuran’da salât kelimesine rastladığımızda bunun bağlam
içinde ne anlama geldiğini Kuran’dan anlamak durumundayız. Sözlük
anlamlarına da elbette bakacağız ama hangi sözlük anlamının nerede
kullanıldığını ve/veya hangi mecazda ve hal içerisinde tonlandığını bize
Kuran işaret ediyor olmalı. Aksi takdirde keyfi ve yanlı olarak “bence şu
anlam geçerli” denebilme ihtimali göz önüne alınırsa, isteyerek ya da
168
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
istemeyerek anlam tahrif edilmiş olabilir. Biri okumak der, diğeri ders,
diğeri destekleme, diğeri namaz, diğeri bilmem ne! Eğer kendimiz de
Kuran üzerinde çalışmazsak kafamızı toplamak epey zaman alır.
Salât kelimesini Kuran’da incelediğimizde diğer birçok kelime ile
akraba olduklarını görüyoruz. Kökte “sad” ve “lam” ile bir araya
toplayabileceğimiz ilgili kelimelerden aile içinde olanlar şunlar: Sl, sal,
salah, salât… Yakın akrabalar ise şunlar: Salih, salihat, ıslah, ıslahat,
salevat, salli, salla, musalla, tusalli, musalli, yusalli… Bir de uzak
akrabalar var: Yusale, kusala, salebu, fassal, mufassal, fisal, asal,
salsalin, fesale, salden, vassal.
Ayrca bir de salât kelimesi ile komşu olanlar var. Onlarda sad harfi
olmadığı ve sin kökenli oldukları için kan bağı görünmüyor: Sbh, sabah,
tesbih, hesab, sabi, yusabbi ve sair kelimeler onlar. Bir kenara yazalım.
Onlara gerektiğinde “bağlanacağız” inşallah.
Biz tekrar salât’a dönmek ve öncelediğimiz kök anlamını Kuran’da
bulmak istiyoruz. Ama kök ne bilmiyoruz? Kimileri S-L-Y diyor,
kimileri S-L-W ya da S-L-V, kimileri S-L-H… Kimileri belki de S-L-T
zaten köktür diyor. Ama biz avam’ız, ortadireğiz, ümmiyiz, bir geleneğe
“bağlanmış” giderken gözümüz açıldı ve Kuran’dan ancak haberdar
olduk, yeni okuyor, yeni yeni anlıyoruz. Allah’tan ilim dileyip anlamaya
çalışıyoruz. O halde konuyu çok dağıtmadan bunların hepsinde ortak
olan Sad ve Lam harflerini alıp, kökün de köküne inip Kuran’da “Sal”
diye okuduğumuz tüm kelimelerin anlamlarına göz atalım, olmaz mı?
Allah niyetimizi biliyor. O’nun izniyle inşallah bir şey buluruz.
Söylenenlerden biri bile çıksa, o artık tatmin olduğumuz bir anlam olur.
Temeli atmış olur ve diğerlerini de bunun üzerine inşa ederiz. Ne güzel
de olur! Oldu da…
Kuran’da yakın ya da uzak akraba diyerek “sad” ve “lam” harflerinin bir
araya geldiği tüm kelimeleri gıdım gıdım çıkar(dım)dığımızda yerine
cuk diye oturan “bağ”lar “bağlantı”lar (“link”ler) buluyoruz ve bilinen
kök anlamlardan hangisinin en geçerli olduğu ortaya çıkıyor.
169
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bu arada ilginç ve manidar bulduğum bir detayı da vereyim. “Salât” ve
sonunda “te” olmayan “Salah/Salih” kelimelerinin kitapta birbirlerine
çok yakın sayıda geçtiğini gördüm. Elimde profesyonel olarak bu işi
yapacak bir “uygulama”m olmadığı için eğer eşit sayıda geçiyorlarsa da
bunu tespit edemedim. Benim sayımımda “salât” bir fazla görünüyor.
Neyse asıl konuya, kök anlama dönelim.
“Sal” olarak yalın halde olan kök kelime Kuran’da dört yerde (37:163,
38:59, 69:31, 83:16) geçiyor. Saffat 163’de, birkaç ayet öncesinde
Allah’la cinler arasında soy “bağı” kuran müşriklerin “ateşe
yaslanacakları, atılacakları” belirtilir ve hemen arkasından meleklerin
dilinden Allah’ı “tesbih” ettikleri kendi dilleriyle anlatılır. Sad 59’da
birbirlerini dünyada iken veli edinip bağlanan ve hesap günü geçmişleri
hakkında tartışan müşriklerin yine “ateşe yaslanma, atılma” durumu
tasvir edilir. Hakka suresinde kitabı sol eline verilen cehennemliğin
sözlerinin ardından 30’uncu ayette Allah’ın “onu yakalayıp bağlayın”
emri gelir ve 31’inci ayette yine “ateşe yaslayın, atın” denir. Ardından
“çünkü” denir “o iman etmiyor ve yoksulu yedirmiyordu”. Mutaffifin
suresinde yalanlayanların Allah’la irtibatlarının kesileceği 15’inci ayette
belirtildikten sonra 16’ncı ayette cehennemle irtibatlandırılacakları,
“ona yaslanacakları, atılacakları” belirtilir.
Dikkat ettiyseniz dört ayette de ortak şeyler var. Manidardır, ateşe
“yaslanmak, yollanmak, atılmak” şeklinde anlamlandırabileceğimiz
şekilde kullanılan “sal” kelimesi dört surede de etraflarında başka
bağıntılardan bahsedilerek anlatılıyor. Birincisinde soy bağı kuran
müşrikler, ikincisinde dünyadayken birbirlerine bağlanan müşrikler,
üçüncüsünde Allah’ın “onu bağlayın” emri, dördüncüsünde de “Allah’la
bağlarının kopması” olan kelimelerle “sal” kelimesi destekleniyor.
Ayrıca kelimeyi altı farklı ayette daha (4:30, 4:56, 4:115, 37:64, 56:94,
74:26) farklı formlarıyla görebilirsiniz. İkisi hariç hepsinde de
cehenneme “atılma, yaslanma” şeklinde meallendirilmiştir. Sadece
37:64’de cehennemde “biten” ağaç için, 74:26’da ise “sekar” için
kullanılmıştır. sekar’ın anlamlandırmasında ihtilaflar olmakla beraber
170
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“sekara yaslayacağım” şeklinde çeviriler vardır. Neticede hepsinde bir
“bağlantı” söz konusudur.
Bu ayetlerden çıkan sonuç şu ki; salât kelimesini aradığımızda
sözlüklerde karşımıza çıkan “sal” kök anlamlarından “yaslama”
Kuran’da kullanılmış olanıdır. Ve üstelik bu kök anlam her defasında
bir “bağlama, bağlantı” ile birleştirilmiş durumda.
Elinizde odunlar var ve siz onu ateşe atarsanız ısınırsınız. Ateşle odunu
birbirine bağlamalı, birbiriyle birleştirmelisiniz ki ortaya bir verim
çıksın. Yoksa elinizde odun taşımanızın bir anlamı yok… Haklı olarak
diyebilirsiniz ki “yaslamak” kök anlamı tamam da, bu “bağlama”
konusu senin yorumun. Ben de öyle dedim. Eğer “sal” ile aile içinden ve
yakın akrabalardan olan “salât, musalla, tusalli, salli, salih, salihat,
salâvat, musalli, yusalli, salla, ıslah, ıslahat” gibi kelimeleri bu düşünce
ile açıklamaya kalkarsam ve “bağ” konusunda yanılmışsam o
kelimelerin anlamlarında da yanılabilirim. O halde aynı kökten olsun
olmasın “sad” ve “lam” harflerinin sözcük içinde yanyana geçtiği, “sal”
olarak okunduğu ve anlamlarında ihtilaf olmayan diğer tüm kelimelerin
Kuran’daki anlamlarına bakalım.
“yusale” kelimesi üç yerde (2:27, 13:21, 13:25) geçer. Birleştirmek,
ulaştırmak anlamında kullanılır. 2:27’de Allah’ın ahdini tanımayıp
“birleştirmek istediği şeyi kesenler”in kayba uğrayanlar olacağı
belirtilir. 13:21’de Allah’ın “ulaştırmayı istediği şeyi ulaştıranlar”
övülür. 13:25’de Allah’ın “ulaştırmayı emrettiği şeyi kesip koparanlar”
lanetlenir. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor
mu?
“salebu” kelimesi dört yerde (4:157, 5:33, 7:124, 20:71) geçer. İple asıp,
bağlamak anlamındadır. 4:157’de İsa için “onu asmadılar” denir.
5:33’de Allah’a ve elçisine savaş açanlara ve bundan vazgeçmeyenlere
öngörülen alternatif karşılıklardan birinde “asılmak” geçer. 7:124’de
Firavun’un sihirbazlara “sizi asacağım” tehdidi vardır. 20:71’de yine
171
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Firavun’un “sizi hurma dallarına asacağım” dediği geçer. Sizce burada
bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu?
“fassal” kelimesi Kuran’da sekiz yerde (6:97, 6:98, 6:114, 6:119, 6:126,
7:52, 17:12, 7:133) geçer. Tafsilat kelimesi buradan türemiştir. Detay,
unsur anlamındadır. Her defasında Allah “ayetleri detaylarıyla,
tafsilattaki bağlantılarıyla birbirini açıklayacak şekilde, farklı farklı
bağlantılı anlamlarıyla, bağlantılı olarak farklı üsluplarda anlattığını”
belirtir. 6:97’de kara ve denizin karanlıklarından kurtulup aydınlığa
çıkmak ve yol bulmak için yıldızların var edilişi ile ayetlerin bağıntılı
olarak açıklanması aynı ayette geçer. 6:98’de insanların tek bir nefisten
yaratılıp sonra bir karar ve korunma yerine yerleştirildiği ile ayetlerin
tafsilatlı oluşu aynı ayette geçer. 6:114 de 7:52 de kitabın tafsilatlı
oluşunu belirtir. 6:119’da haram kılınan yiyeceklerin tafsilatlı olarak
açıklandığı belirtilir. 7:12’de gece ile gündüzün birbirine bağlanması ve
kitabın da bağlantılı ve detaylı açıklanmış olduğu yine aynı ayette geçer.
Özellikle 7:133 çok manidardır. Firavun’un şehrine gönderilen
musibetlerin birbirini takip eder şekilde bağlantılı, fasılalı olarak
gönderildiğini belirtmek üzere kullanılan “müfessalat” kelimesi aynı
zamanda “salât” kelimesini de içinde barındırır. Sizce bu ayetlerde bir
“bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu?
“kusala” kelimesi iki yerde (4:142, 9:54) geçer. Anlamı “üşenerek, ilgi
alaka kurmadan” demektir. Salata isteksizce, üşenerek kalkmak ve infak
ederken isteksizce vermekten bahsedilen ayetlerdir. Sizce burada bir
“bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu?
“salden” kelimesi 2:264’de geçer. Anlamı “çıplak, sert, bağıntısız”
demektir.
Gösteriş
için
infak
edenlerin,
infakın gerçek
manasını bilmediklerini açıklamak üzere, yaptıkları davranış, üzerinde
toprak bulunan bir kayanın yağmur yağdığında o toprakla bağıntısının
kalmamasıyla, ayrılmasıyla benzeştirilir. Sizce burada bir “bağ”dan bir
“bağlantı”dan bahsedilmiyor mu?
172
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“fesale” kelimesi iki yerde (2:249, 12:94) geçer. Bir yerden bağını
koparmak, ayrılmak anlamındadır. Birincisinde Talut’un ordusunun
bulunduğu yerden ayrılması anlatılır. İkincisi ise çok manidardır.
Çocuklarının kafilesinin Mısır’dan “ayrılması” anında Yakup’un
Yusuf’un kokusunu aldığı belirtilir. Ayrıca yedi ayette de (37:21, 42:21,
44:40, 77:13, 77:14, 77:38, 78:17) ayırım gününe (yevm-il fasl) atfen
benzer formlarda kullanılır. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan
bahsedilmiyor mu?
“vassal” kelimesi 28:51’de geçer. Bağ, vasıta, aracı anlamındadır zaten.
Ayette vahyin birbiri ardınca bağlı ve peyderpey geldiği belirtilir.
Elbette burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsediliyor.
“asal” kelimesinin açık formda üç yerde (13:15, 24:36, 7:205) geçtiğini
gördüm. Net bir vakit olmamakla birlikte akşamüstü ya da gündüzü
akşama bağlayan zaman dilimi anlamındadır. 13:15’de göklerde ve
yerde ne varsa Allah’a secde ettiğine örnekle gölgelerin de o sırada
güneşin alçalması nedeniyle secde ettiğine işaret edilir. 7:205’de
Rabbini sabah ve o akşam vaktinde zikret şeklinde geçer. 24:36’da ise
Allah’ın nuruna ilettiği kimselerin evlerinde sabah ve o akşamüstü
vakitlerde Allah’ın tesbih edildiği anlatılır. Takılacağınızı tahmin ediyor
ve tesbih konusuna şimdilik girmiyorum. Sizce buradaki ayetlerde bir
“bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu?
“fisal” kelimesi üç yerde (2:233, 31:14, 46:15) geçer. Sütten kesme,
anne ile beslenme irtibatını koparma demektir. Her üç ayette de bu
konudan bahsedilir. Sizce buradaki ayetlerde anne ile çocuk arasındaki
bağlantıdan, bir “bağ” oluşundan bahsedilmiyor mu?
Ve son olarak beni en çok sarsan kelimeye geliyorum. Salsalin. Bu
kelime Kuran’da dört yerde (15:26, 15:28, 15:33, 55:14) geçer. Çok
manidar bir şekilde içinde “sal” iki defa peşpeşe geçer. Ve bu geçiş
anlamla da tam bir bütünlük içindedir. Türkçeye genel olarak çamur
veya balçık olarak çevrilir. Allah’ın insanı yarattığı bileşiğin adıdır.
Toprak ve suyun birbirine bağlı olduğu haldir. Sizce buradaki ayetlerde
173
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? Sad ve lam
harflerinin ikişer tane ve peşpeşe gelmesi ve insanın hamurunun sal’in
manasını barındırması da ayrıca manidardır. Tam bir salât’tır…
Bu kadar mı tesadüf olur ki Kuran’da “bağlantı” manasını içinde
barındırmayan başka bir “sal” yoktur. Hayır. Bu tesadüf değil.
Tüm bunlardan sonra “salât” kelimesinin kökü olan “sal”in “yaslanma”
yani Kuran’daki cehennem örnekli ayetlere ve sözlük kök anlamlarına
atfen bir anlamda odunun ve ateşin bağlantı kurması olduğunu, “salât”ın
ise tek anlamının bu olmamakla birlikte bu manadan çıkışla “bağlantı”
anlamına yakın ve “bağlantı” anlamını da içeren diğer manalarının da
Kuran’da kullanıldığını görüyoruz. Bu anlamların neler olduğunu,
salât’la yakın akraba olan kelimelerin ne anlama geldiğini, namazla
ilgili düşüncelerimi ve nihayi tespitlerimi ilerideki bölümlerde
açıkladığımı inşallah okuyacaksınız.
“Salâtı ikame” tek bir manaya indirgenemez. Ama bu tabirin temel
manasının; işte bu bağlantının sağlanması, bu “bağlantının ayakta
tutulması” kısacası Allah’ın birleştirmemizi istediği şeyi birleştirme
yolundaki “vahyi hayata tatbik etmek” dâhilindeki tüm çabalarımızı
içerdiğini görüyorum. Allah’ın birleştirmemizi istediği şey ise temel
manada “vahiy” ile onun hâkim kılınması istenen hem “nefis” hem de
“yeryüzü hayatı”dır. Salâtı ikame edenler bu bağıntıyı ayakta tutarken
engeleyenleri ise bu bağlantıyı çeşitli biçimlerde koparmaya
çalışırlarken görürüz. Allah’ın yeryüzü ile ve kulları ile olan irtibatını
bilerek ya da bilmeyerek ortadan kaldırma peşindedirler. Bunun için
kelimeleri tahrif dâhil her yolu bugüne kadar uygulamışlar, inananların
Kuran’ı anlamamaları için, o bağlantıyı koparmaları için ellerinden
geleni yapmışlardır.
Odunu ateşe, kendimizi vahye yaslamalıyız. Salâtı ikame, namaz ya da
destek-okuma tartışmalarına indirgenecek kadar basit bir iş değildir.
Mesele vahyi hayata tatbik etmektir. Bu bağlantıyı sağlayan ip ise
kuşkusuz ve kuşkusuz Kuran’dır. O ipe sarılırsak o bağlantıyı ayakta
174
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
tutarız, Allah’la bağlantıyı (şekli şemali ne olursa olsun) ayakta tutarsak
salâtı ikame ederiz. O ipe sarılmazsak o bağlantıyı koparmış olacak…
böylece hem toplumsal olarak yeryüzünü ıslah edecek olan… hem de
bireysel olarak ahir hayatımızı elde edeceğimiz… o en doğru yolu
bulamamış ve arınamamış olacağız. Bu Allah’ın sünnetidir.
175
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | Havuz
Seversiniz ya da sevmezsiniz, bir bayram töreni düşünün. Kendinize
göre de tasarlayabilirsiniz. Önce bir sunucu çıkıp açılışı yapar ve
programı sunar. İstiklal marşı okunur ve ardından günün anlam ve
önemini belirtir bir konuşma yapmak üzere ileri gelenlerden biri
kürsüye çıkar. Herkes onu dinler. Ardından törene iştirak edenlerden
daha önce hazırlık yapanlar devreye girer. Kimisi şiir okur, kimisi kendi
sunumlarını yapar. Başarılı olan gençlere ödüller verilir. Birileri temsili
gösteriler de yapabilir. En sonunda tören geçişi ve benzeri bir ya da
birkaç ritüel gerçekleştirilir ve ellerindeki bayrakları sallaya sallaya neşe
içinde dağılır insanlar.
Şimdi birisi çıkıp bu törende açılış konuşmasına gerek yok derse… bir
diğeri çıkıp açılış konuşması yeter, bu sunumlara gerek yok derse… bir
diğeri başarı ödüllerinin yeri burası değil derse… bir diğeri çocukları bu
176
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
işe alet etmeyelim, şiire gerek yok derse… bir diğeri tören geçişi de
neymiş, eller kollar düzen içinde sallanıp uygun adımda yürümenin ne
manası var derse… bir diğeri bayraklarla gelmeyin derse… ortada ne
tören kalır ne bayram. Kimse de o törene iştirak etmez. Toplumu bir
araya getirecek bir uygulamadan mahrum kalmış oluruz.
Şimdi tören yerine “salât”ı, “anma” yerine “zikir”i, tören içindeki
uygulamalara da “namaz”ı “ders”i “okuma”yı “destekleşme”yi “fakire
yardım”ı ve sairi koyun. Ardından her birine itiraz edin bakın ne
göreceksiniz! Aynen bugünkü kavga ortamını görürsünüz. Ortada ne
salât kalır ne de zikir. Toplumu bir araya getiremez, iyi ve makbul işleri
başkalarına bırakırsınız. Onlar da dilediği gibi eser gürler.
Kimileri diyor ki; Salât neden farklı anlamlara gelsin? Aslında salat
temel manada farklı anlamlara gelmiyor. Salat temel olarak Allah’la
bağlantı kurmaktır. Salatı ikame de o bağlantıyı ayakta tutmaktır. Ama
temel mana, farklı fiiller içerdiği için tek anlama indirgemiyoruz. Başka
bir örnek verelim. Seversiniz sevmezsiniz, ülkemizi yöneten iktidarı
düşünün. Millet onları seçmiş ve icraat yapmak üzere oyla başa
getirmiştir. Yani emreden taraf millettir. Peki millet onları başa
getirerek neyi emretmiştir? Şöyle demiş olabilir mi mesela…
İcraatınızı yerine getirin ve topluma veren tarafta olun. İcraatınıza
başlarken kötü niyetlerinizden arının. İcraatınızı belli gün ve saatlerde
mecliste toplanıp, kararlarınızı adaletle vererek yapın. Topluma faydalı
olacak makbul ve güzel işler ortaya koyun. Devleti ve vatandaşları
birbirine bağlı hale getirin. Hükümetinizi halktan kopartmayın.
Ülkemize saldıranlar olursa bizi koruyun. Her toplum kesimi için anlamı
olan merasaimleri icra edin ya da destekleyin. Bizi bölmeyin birleştirin.
Düşüncesinden dolayı insanları ötekileştirmeyin. Fakirliği yoksulluğu
yok edin. Yoksa sizi oradan indirir yerinize başkalarını getiririz.
İcraatınızı hakkıyla yerine getirin ve hem kendinizi hem de bizi
kötülüklerden uzak tutun.
177
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şimdi “icraat” kelimesi yerine “salât”ı koyun. Hükümetin her icraati
için “icraat” kelimesi yerine ayrı ayrı “yol yapmak, su getirmek,
emniyeti sağlamak, eğitim vermek, sağlık hizmeti vermek, yardım
kuruluşları kurup işletmek, maaş vermek, ihale yapmak ve sair”
kelimelerini kullanmış olsaydık diğer bir yığın kanunu, talimatı, tüzük
maddelerini bu cümleler içine yerleştirmemiz gerekirdi. Tüm bunların
hepsine birden icraat dediğimize göre icra edilen şey her ne olursa olsun
ortak hususları beyan etmiş oluyoruz. Kuran’da da işte “ikame-i salât ve
atu zekât” bu temel hususları anlatır. Diğer tüm icraat zaten Kuran’ın
diğer birçok ayetinde ifade edilmiştir. Şimdi kalkıp icraat şu değildir, bu
değildir diyerek var olan hizmetleri yok sayabilir miyiz? Eğer bunu
yaparsak ortada ne icraat kalır ne de icraatin faydasının dokunduğu bir
millet.
Allah öyle bir kelime kullansın ki her yerde aynı anlama gelsin!!! O
öyle olmuyor işte. Bazı kelimeler için bu durum gerçekleşse de en az
anlamı olan kelimelerin bile kök anlamına atıfla türemiş kelimeler her
dilde söz konusudur. Türeyen kelimeler farklı bir şeyi ifade etseler de bu
kök anlamı içinde barındırırlar. Kuran’ın Arapça olduğunu unutursak,
aslında kendi dilimizde tamamen benzer durumlar olduğunu da unutmuş
oluruz. Türkçede de benzer kelimeler sözkonusudur.
Sözgelimi “yürüme” kelimesini ele alalım. “Yürü” kökünden geldiği
halde hatta birçok yerde kelime tamamen aynı kullanıldığı halde çok
farklı anlamlara gelir. Aynı zamanda nasıl ki “salât” kelimesinin
türevlerinde “irtibat, bağ” kökü bir şekilde anlamsal olarak var oluyorsa
“yürü”den türeyen kelimelerde de o kökteki “yürümek” anlamı da bir
şekilde kendisini korur.
“Her gün 1 saat YÜRÜMEK…” cümlesinde, ayakları üzerinde adım
atarak ilerlemek manasında kullanılmıştır
“Beraber YÜRÜDÜK biz bu yollarda…” cümlesinde, bir amaca yönelik
eylem yapmak manasında kullanılmıştır.
178
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Üzerine YÜRÜYEN olursa…” cümlesinde, saldırmak manasında
kullanılmıştır.
“İkiniz de genel müdürlük yolunda YÜRÜYORSUNUZ.” cümlesinde,
gayret etmek manasında kullanılmıştır.
“Su YÜRÜYECEĞİ yolu bilir.” cümlesinde, akmak manasında
kullanılmıştır.
“Yasa YÜRÜRLÜĞE
kullanılmıştır.
girdi.”
cümlesinde,
resmiyet
manasında
“Sizin töreniz burada YÜRÜMEZ.” cümlesinde, geçerli olmak
manasında kullanılmıştır.
“Bizim paraları kim YÜRÜTTÜ?” cümlesinde, çalmak manasında
kullanılmıştır.
“Bütün gezegenler kendi yörüngelerinde YÜRÜR.” cümlesinde, hareket
etmek manasında kullanılmıştır.
“Tüm trafiğe rağmen orta şerit YÜRÜYOR.” cümlesinde, yürüyen şey
şerit değidir.
“Sen olmasan da iş YÜRÜR…” cümlesinde, devam etmek manasında
kullanılmıştır.
“Mahkeme YÜRÜTMEYİ durdurma
uygulama manasında kullanılmıştır.
kararı verdi.” cümlesinde,
“Asansör YÜRÜYOR mu?” cümlesinde, faal manasında kullanılmıştır.
“Burada bu işleri kim YÜRÜTÜYOR?” cümlesinde, yönetmek
manasında kullanılmıştır.
“Yasama meclisin, yargı bağımsız mahkemelerin, YÜRÜTME ise
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunun görevidir.” cümlesinde, iktidar
olarak hükmetme manasında kullanılmıştır.
179
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Bu para hala YÜRÜRLÜKTE mi?” cümlesinde, tedavül manasında
kullanılmıştır.
“Bu kar marjında bu işletme YÜRÜMEZ.” cümlesinde, kar etmek
manasında kullanılmıştır.
“Nükleer santral karşıtı YÜRÜYÜŞLER başladı.” cümlesinde, protesto
manasında kullanılmıştır.
“Dallara henüz su YÜRÜMEDİ.” cümlesinde, sızmak manasında
kullanılmıştır.
“YÜRÜ de ense tıraşını görelim.” cümlesinde, kovmak ironisi olarak
kullanılmıştır.
“Allah ona YÜRÜ ya kulum demiş.” cümlesinde, destekleme manasında
kullanılmıştır.
“O da sonsuza YÜRÜDÜ, hem de bu genç yaşta.” cümlesinde, ölmek
manasında kullanılmıştır.
“Oradaki YÜRÜYEN merdiven mi, yoksa YÜRÜYEN bant mı?”
cümlesinde, mecaz bir manada kullanılmıştır.
“Bebeğe alışsın diye YÜRÜTEÇ almışsın.” cümlesinde, bir araç ismi
olarak kullanılmıştır.
“Kıza YÜRÜMEYİ bırak da, derslerine çalış artık.” cümlesinde, kur
yapmak ya da askıntı olmak manasında kullanılmıştır.
“Motorlu YÜRÜYÜŞ yapan birlikler hedefe vardı.” cümlesinde, intikal
manasında kullanılmıştır.
“Üzerinde biraz daha fikir YÜRÜTMELİSİN?” cümlesinde, düşünmek
manasında kullanılmıştır.
“Mahalle esnafı yerinde sayarken o dükkân aldı YÜRÜDÜ”
cümlesinde, büyüme manasında kullanılmıştır.
180
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
“Sen bu işi YÜRÜTEBİLİYOR musun?” cümlesinde, yeterlilik
manasında kullanılmıştır.
“İdam hükmünün YÜRÜTÜMÜ
manasında kullanılmıştır.
ertelendi.”
cümlesinde,
infaz
Salât (temel manası değişmediği halde) nasıl aynı formuyla başka
anlamlara geliyorsa ve bazen musalliye sallaya ve saire dönüşüyorsa
yürümek de başka şekillere girip kök anlamını içine almış biçimde
başka anlamlara YÜRÜYOR. Salât etmek, salâtı ikame etmek: Bağ
kurmak, yükümlülüğünü yerine getirmek, sözünde durmak, iletişim
kurmak, desteklemek, barışmak, teslim olmak.
Aynı biçimde “düz” kökünden “düzeltme, düzgün, düzen, düzeltici,
düzenleme, düzleme, düzey, düzeyli, düzenek, düzleşmek, düzine,
düzlem, düzmece, düztaban” gibi “iyi” kökünden “iyilik, iyileştirme”
gibi “yük” kökünden “yüklenmek, yüklü, yüklük, yükümlü” gibi birçok
kelime de türetebilir ya da aynı kelimeyi birçok farklı anlamlarda
kullanabiliriz. Aynı paragraf hatta cümle içerisinde bile aynı kelime
farklı anlamlarda kullanılabilir. Aşağıdaki paragrafta olduğu gibi.
“Bizler davası olan bir topluluktuk. Bir sözleşme ile YÜKlenmiştik.
Böyle anlaşmamıştık. Bu ağır YÜKÜ üzerine almayı baştan kabul
etmiş, söz vermiştin. Biz de sana güvenmiştik. Ama
YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ yerine getirmediğin ve devam ede gelen kötü
alışkanlıklarından bir türlü vazgeçip arınamadığın için kınanıyorsun.
Elbette bugüne kadar bizlerle beraberdin ama gereksiz tartışmalara ve
bizler çalışıp çabalarken, sen başka şeylere ve gerekmediği kadar
detaylara dalanlarla beraber dalıp gittiğin ve prensiplerimizi hayatına
YÜKLEMEDİĞİN için bizden, beraber yürüdüğün arkadaşlarından
ayrılmak zorundasın artık.”
İşte “salâtı ikame” de (bu çerçevede) çok anlamlı olarak kullanılan bir
sözdür. Çünkü “salâtı ikame” bir havuzdur. Allah’la bağlantılı olarak
yaptığımız işlerin havuzudur. Matematikteki gibi alt kümeler barındıran
bir evrensel kümedir.
181
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Bu arada “salât”ın yalın olarak geçtiği ayetlerle, “ikame” fiiliyle birlikte
geçtiği ayetler arasında bir farklılık var. Hatta 4:103’de olduğu gibi her
ikisi de aynı ayet içinde kullanılarak bu belirtilmiştir. Ancak geleneğin
etkisinde yazılmış mealler çoğu zaman bunu fark etmemize mani
oluyor.
İkame, salât sorumluluğumuzu üzerimize aldığımız ağır yükü yerine
getirdiğimiz bağlantının ayakta tutulmasıdır. Bu yük torbasının içinde
birçok şey vardır. İkame, işte bu torbadaki sorumluluklarımızı almak,
yükümlülüğümüzü yüklenmektir. Kökteki “bağ, bağlılık” anlamını hiç
unutmayalım. Her meallendirmede bu bağ bir şekilde hissedilecektir.
Allah’a olan yükümlülüğümüzden bahsediyoruz, ona verdiğimiz
sözlerden, onun indirdiği vahiylerde olan sözleşmemizden
bahsediyoruz. Bizi Allah’a bağlayan şey (esasen) vahyin ta kendisidir.
İp odur. Her bağlantımızda vahyi bir şekilde kullanmak durumundayız.
Her “ikame salât” ayetinde, önüyle arkasıyla, bir ya da birkaç ikame
edilecek konu genel hattıyla anlatılır. Sadece şu ya da bu değildir.
Teferruatlandırılmış hususlar ise zaten Kuran’ın tümüne yayılmış
durumdadır. “Atu ez zekât” da bir havuzdur, salât etrafında arınmayla
ilgili geniş bir kümedir. Bireysel tarafları vardır, toplumsal tarafları
vardır. Benzer bir durum onun için de geçerlidir ama salât ile girifttir, iç
içedir. Ki bunun için çok yerde bir arada anılır.
Bu arada çok kullanılan bazı kelimelerin anlamlarını bu “bağ,
yüklenme,
sorumluluk”
kapsamında
unutmayalım.
2:125’de
geçen “musalla” İbrahim’in makamı (yeri) için kullanılıyor.
Destekleşme ve salata yönelik sorumluluğun icra edildiği yer anlamında
kullanıldığını görüyorum. 70:22, 74:43, 107:4’deki “musalli” sorumlu,
yükümlü, salat eden anlamlarında kullanılıyor. Değişik formlarıyla
birçok ayette geçen “salli” ise sorumluluk yüklenme, sorumlu olma,
sorumluluğunu yerine getirme, sorumluluktan doğan bağı kurma,
sorumluluktan dolayı destek verme yani bir salât etme fiili olarak
geçiyor.
182
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salâtı ikame, vahyi hayata tatbik etmek, bağlantıyı kurmak, ayakta
tutmak, engellemek de bağlantıyı kesmek demektir demiştim. Peki bu
“salat havuzu”nda neler var? İşte sorulacak mantıklı sorulardan başta
geleni budur. “Salâtı ikame et” diyerek, “Rabbinle bağlantını ayakta
tut” diyerek Allah benden neler yapmamı istiyor?
Bu ayetlerde gaybe imandan, müminlerin ahlaki tavırlarına, iyiliği
hayata yansıtıp kötülükten sakınmaya ve sakındırmaya, kesin bilgiyle
inanmaktan,
rızkımızı paylaşmaya,
fırkalara ayrılmamaktan,
gerektiğinde savaşmaya, imar işlerinden tesbih etmeye, şahit olmaktan
şirkten kaçınmaya, eski kitaplara imandan azimle sabretmeye, yetimleri
ıslahtan esirleri korumaya, ana babaya iyilikten madden/manen secde
etmeye, okumaktan düşünmeye kadar birçok konu vardır. Tek tek bütün
ikame ayetlerini buraya yazıp açıklamaya gerek yok. Okuyunca
görüyoruz ki birçok konu “salâtı ikame” çerçevesinde anlatılıyor ve bu
öğütlenenlerin hayata tatbik edilmesi isteniyor.
İkame fiili geçen salât ayetleri şunlar:
2:3,43,83,110,177,277 4:77,103,162 5:12,55 6:72 7:170 8:3 9:5,11,18,7
1 10:8711:114 13:22 14:31,37,40 17:78 20:14 21:73 22:35,41,78 24:37
,56 27:3 29:45 30:31 31:4,17 33:33 35:18,29 42:38 58:1373:20 98:5
“İkame fiili olmayan” salât ayetleri daha tekil konular içermekle beraber
yüzde yüz tek bir konudan bahsediyor da diyemeyiz. Ama şunu
diyebiliriz. “Namaz vardır” iddiasına daha yakın ifadelere sahiptir.
İkame fiilli olan ayetlerde bu iddiaya yönelik sadece birkaç ayet varken
bu ayetlerin tamamına yakını iddiayı bir yönüyle destekliyor sezgisi
veriyor. Bu ayetlerde daha çok sabırdan, huşudan, yardım dilemekten,
Allah’ın her şeyi gördüğünden bildiğinden, salâtla yardım istemekten,
salâvattan, guslden, teyemmümden, salâtın kısaltılmasından, secdeden,
salâtın icra ETTİRİLMEsinden, salâta olan çağrıyla alay edilmesinden,
cenazedeki salâttan, örften, salâta gelmekten, salâta kalkmaktan, salâtı
emretmekten, salâtı zayi etmekten, salâtta kararlı olmaktan, el
183
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
çırpmaktan, tevbeden, tesbihten, vakitlerden, cuma salâtından ve
salâtından gafil olmaktan bahisler vardır.
İkame fiili olmayan salât ayetleri şunlar:
2:45,153,238 4:43,101,102,103,142 5:6,58,91,106 6:92,162 8:35 9:54,1
03 11:8717:110 19:31,55,59 20:132 22:58 23:2 24:41 29:45 62:9,10 70
:23,34 107:5
Bir de tabi “tesbih” ayetleri var. Onlarda da benzer bir durum
sözkonusu. Kuşların tesbihinden, göklerin tesbihine, sabah akşam
tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden sabıra, duadan niyaza, hamd
ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden rükuya birçok bahis vardır.
Tesbih kelimesinin geçtiği ayetler de şunlar:
3:41, 7:206, 13:13, 15:98, 17:44, 19:11, 20:33,130, 21:20,79 24:36,41
25:5830:17 32:15 33:42 34:10 37:143,166 38:18,19 39:75 40:7,55 41:3
8 42:5 48:9 50:39,40 52:48,49 56:74,96 57:1 59:1,2461:1 62:1 64:1 68
:28,29 69:52 76:26 87:1 110:3
İşte o büyümüş de küçülmüş çocuk “ikame salât” ayetlerinde öğütleri
genellikle net olarak anlarken bu diğer ayetleri görünce yapması
gereken başka bir şeyler de olduğunu fark etmeye başlar. Ama tam
çözemeyebilir. İfadeler bir manayı mı ifade ediyor, bir şekli yaptırımı
mı? Yoksa her ikisini birden mi? Ne yapsın bu çocuk? Hele hele o
çocuğun çevresinde namaz diye bir şey icra edenler ve bunun tam
aksine “namaz yoktur, vakitlenmiş derstir o, desteklemektir” diye iddia
edenler de varsa!
Eğer namaz kılanlara uyarsa Kuran’da net olarak görmediği bir şeyi
yapacak olmaktan dolayı huzursuz olacak! Belki de namaz kılmaya
devam etse de o eski huşuyu, tadı alamayacak. Yok “derstir, okumadır”
diyenlere uyacak olursa o dersleri sabahın köründe kimle yapacak, nasıl
yapacak, nerde okuyacak! Bir de “O eskidendi, peygamber
zamanındadır” diyenler de varsa bu ayetlerin karşılığını kendisi nasıl
verecek? Ve daha bir sürü iddia ve bir sürü soru! Doluya koysan
184
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olmuyor, boşa koysan dolmuyor. Elinde üç beş tane geometrik şekil,
deliklere bir türlü oturtamıyor. Çocuğun sırtı ağrıyor, göğsü sıkışıyor.
Büyüdüm de küçüldüm ama bu sıkıntı beni bir berbat ediyor!!!
Belki de çocuk “hayat ne zormuş be” diye bir “off” çekip “tıkandım
artık” diyerek kaçmak isteyecek! Belki de bir mola isteyecek “dinden
imandan uzak kalayım biraz” diyerek. Ve belki de o molası artık bir
ömür boyu sürecek! Bir daha geri dönmeyecek. Peki… Hiç mi cevabı
yok bu göğüs daralmasının. Hani kitap eksiksizdi! Allah, bu büyümüş
de küçülmüş kuluna yardım etmeyecek mi? Çocuk kendine
“ekamtessalat” edemiyor ki topluma vahyi tatbik etsin!!! Cebinde üç
kuruşu yok ki, muhtacı görebilip “atuzzekat” etsin!!!
Peki Allah, ayetlerini yazıp gönderen olarak, bu çocuğun ayetler ve
çevresi sebebiyle dut dalı gibi sallandığından haberdar değil mi!!! O’na
bir yol bulmaya çalışan kulunu öylece ortada mı bırakacak!!!
185
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | Yükünme
Peki, Allah nerede? Bir irtibat yok mu? Ayetlerini yazıp göndermişken,
bu çocuğun ayetler ve iddialar sebebiyle dut dalı gibi sallandığından
haberdar değil mi!!! Böyle ortada mı bırakacak!!!
Bazen öyle bir ayet okursunuz ki, çorap söküğü gibi bütün cevaplar ardı
ardına gelir. Belki başkaları anlamaz ama siz anlarsınız. Çünkü o ayet o
anda (bir anlamda) size iniyordur. Biz Allah’a yol aradıktan sonra Allah
bizi reddder mi? Ama ne namazı arayacağız ne de başka bir şeyi. Biz
Allah ne diyor diye okumaya ve tatbike devam edeceğiz. İşte o
varsaydığımız çocuk (ki ben o çocuklardan çok görüyorum şu sıralar)
eğer vaz geçmez ve belki de bir ayet daha okursa ilmek ilmek
dokuyacak uçan halısını. Başkaları kabul etsin etmesin bir önemi
kalmayacak. Sen uçabiliyorsan seninle “kuş” diye alay etmelerinin bir
önemi kalmayacak.
186
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
O halde, o bunalmış, dağılmış çocuğa yedinci surenin sondan yedinci
ayetini okuyalım…
7 Araf 200 Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın.
O işitendir, bilendir.
Demek ki sıkıntı ne olursa olsun bir vesveseye saplandıysak Allah’a
sığınmalıymışız. O her şeyin farkındaymış. Düşünsenize sizin o bütün
can sıkıntınızı sizden daha iyi biliyor. E ne olmuş, diyebilirsiniz. Bu
ayet ilaç olmaz o çocuğa! Yol göstersin!!! Bir sonraki ayeti de okuyalım
o zaman.
7 Araf 201 Sakınanlara şeytandan bir kışkırtma geldiğinde önce iyice
düşünürler, sonra hemen bakarsın ki görüp bilirler.
Eğer bu adamakıllı düşünmeyi yapmazsak bakın ne oluyormuş…
7 Araf 202 Şeytanın kardeşleri ise onları sapıklığa sürüklerler, sonra
peşlerini bırakmazlar.
Hani namazı arayıp da bulamıyoruz ya… Kuran’dan anlaşıldığı
kadarıyla ki yeterlidir, muhtemelen benzer şeyler peygamber döneminde
de olmuş olmalı. Konu namazdır veya başka bir şeydir, önemli değil.
Olmayan kelimeleri ararsanız bulamazsınız. Ama olan şeyi bulursunuz.
Olmayan şeyleri buldurmaya çalışanlar bakın ne diyor…
7 Araf 203 Onlara bir ayet getirmediğin zaman “sen onu derleyiptoplasana” derler. De ki: ben yalnızca bana rabbimden vahyolunana
uyarım. Bu rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için
bir hidayet ve bir rahmettir.
Bu çocuk da aynısını demiyor muydu? Ben kitapta gördüğüm ayete seve
seve uymak istiyorum demiyor muydu? Demek ki eğer bir şeyi
ayetlerde bulamıyorsanız o aradığınız şeyde sorun vardır. Soruları yanlış
soruyorsunuzdur. Ama namaz var mı yok mu diye bakacağımıza “Allah
bana ne diyor?” sorusu ile bakarsak sadece O’nun ayetlerine uymuş
187
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
oluruz. Sonunda namaz mı çıkar ders mi destek mi tesbih mi zikir mi
her ne ise yapacağınız o demektir. Devam edelim…
7 Araf 204 Kuran okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun.
Umulur ki esirgenmiş olursunuz.
Hmm… Demek ki Kuran okuma ve dinleme olayı varmış. E bunu zaten
biliyor olmalıyız. Zaten “oku” diye başlamıyor muydu bu kitap! Elbette
peygamber etrafındaki insanlara onu okuyor, belki de üzerinde
konuşuyorlar, ikna oluyorlar ve tatmine ulaşmış olarak bitiriyorlardı.
Peki bu, başka bir şey, başka bir şekli ibadet biçimi yok anlamına mı
geliyor? Bakın 205 ne diyor?
7 Araf 205 Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi
kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete
kapılanlardan olma.
Kuran’da peygamber zamanında ders yapma kapsamına alınabilecek
okuma seanslarına birçok örnek vardır. Birçoğu da “de ki” şeklinde
başlayan ayetler etrafındadır. Bunu kimse inkâr edemez. Ama bu durum
başka bir şey yok anlamına gelir mi? Ders yapılırken veya destek
verirken yalvarılmaz, kendi kendine ürperti ile zikredilmez. İster namaz
var, ister yok deyin, ister onlar okuma saatleri deyin.. Bakın ayet Kuranı
oku da dedi, sabah akşam Allah’ı an da dedi. Kendi kendine ve kendi
sesiniz ile yapılan bir ibadet(nüsuk) var. Peki bunu hangi havuzun içine
atacak bakalım. Allah sadece okuyarak mı anılır? İşte 206…
7 Araf 206 Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten
büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız o’na secde ederler.
Aslında başka söze gerek yok. Surenin de son ayeti. Ama ben de tabii ki
bunu sadece böyle bırakmayacağım. Şimdiye kadar namaz var, yok
demedim. Dediğim sadece ayetin dediğidir. Tesbih etmemiz, anmamız
isteniyor. Sadece bu kadar ayetle bile şu öğütleri almadık mı? Kuranı
oku, dinle, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, KENDİ KENDİNE,
188
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yalvararak, için titreyerek zikret. O’na ibadet etmekten büyüklenme.
O’nu tesbih et ve secde et.
7:206’da geçen tesbih bahsi çok çok ayırtedicidir. Bu ayeti gördükten
sonra fark edeceksiniz ki tesbih, Allah’ın “ikame edin” dediği
“salât”lardan biridir ve Kuran’da tesbih bahisli tüm ayetler ortada
gerekli soru işareti bırakmayacak şekilde bu işin nasıl yapıldığını anlatır.
Gereksiz soru işaretleri ise bizi ilgilendirmiyor. Bu durumda mantıklı
sorumuz “tesbih nedir, nasıl yapılır?” olmalıdır. Ve elbette “bunun bana
faydası nedir?” denmelidir.
Ancak burada ayrım noktasını söylemeden geçmeyeyim. Namaz
tesbihtir de demiyorum. Tesbih bir salâttır ve bu salât, ikame fiili
olmayan salât ayetlerinin birçoğunda tekil olarak anılan ve adı salât olan
şeyin içeriğini oluşturur diyorum. Kimileri buna namaz der, kimileri
salât der. İlk Türkçe Kuran çevirisi olan Karahanlı Tercümesinde ve
Divan-ı Lügat-it-Türk’de bunun adı yer yer “yükünç” olarak geçiyor.
Karahanlı sözlüğünde başka kelimeler de var. Ancak bunlar Osmanlı
döneminde neden bilmem(!) dilimizden saf dışı edilmiş, belki de hiç
sokulmamış sözcükler olarak yazılı tarihin sayfalarında kalmış durumda.
Birkaç örnek vereyim:
YÜK: yüklenen şey, eşya, sorumluluk YÜKÜN: eğilmek, secde etmek,
sorumluluğunu yerine getirmek YÜKÜNGEN: her zaman yükünen
YÜKNÜ: secde ederek, secde edenler olarak YÜKNÜGLİ: secde eden,
sacit YÜKÜNÜ TÜŞMEK: başını eğmek, eğilmek YÜKÜNÜ
KILMAK: secde etmek YÜKÜNÇ: namaz, ibadet, sorumluluk
YÜKÜNÇ ETMEK, YÜKÜNÇ YÜKÜNMEK: salât etmek, namaz
kılmak (Kelimeler Karahanlı Tercümesi, Karahanlı Sözlüğü ve Divan-ı
Lügat-it Türk’ten alıntılanmıştır)
İlginç değil mi? Sorumluluk, yüklenilen şey… Sorumluluk,
yükümlülük, yükünç bir “bağlılık”tan doğmaz mı? Lügattaki örneklerde
“Namaz kıldın mı” demiyor “yüküncünü yükündün mü?” diye
soruyorlar birbirlerine. Yani sorumluluğunu yerine getirdin mi? Ortada
189
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ne namaz var, ne ders. Hepsi bir çatı altında. Yükünç. Bize belki şimdi
komik kelimeler gibi geliyor. Gerçi onlarda da dini birçok konuda sorun
olduğunu biliyorum ama en azından birbirleri ile konuşurken ne
dediklerini anlayabiliyorlar, salâtın kapsamının geniş olduğunu
görebiliyorlarmış demek ki.
“Kalemzade sadede gel artık, namaz var mı yok mu” diye soruyorsanız
hala meramımı anlatamamışım demektir. O halde bundan sonraki
açıklamalarımda “namaz” diyeyim ama, hatırınıza klasik namaz
gelmesin. İkame havuzunun tamamını kapsayan salât da gelmesin.
Kuran’da her geçen salât’ı meallere namaz diye çevirenlerin büyük hata
yaptıkları belli. Vaktiydi, içeriğiydi ve sair ne ise Allah bize ne
söylemişse odur. Gelenekte var olanla yüzde yüz örtüşmesi gerekmiyor.
Bu çerçevede, evet Kuran’da namaz da vardır, ders de vardır,
destekleme de vardır. Şekilsel anlamda da mana olarak da, yani her
ikisini kapsayacak şekilde secde de vardır, rükû da vardır, kıyam da
vardır, vakit de vardır, kıraat da vardır. Hatta selam da vardır. Ama tüm
bunlar zorunlu bir format değildir. İçimizden gelecek biçimde olmalıdır.
Örneğin elinize “Kuran’ı almış ve okuyor şekilde kıyam edemezsiniz,
oturamazsınız” veya “secdede üç beş saniyeden fazla kalamazsınız”
diye bir şey yoktur. Namaz kişiseldir, mahremdir. Aynı zamanda namaz
kılanlarla, onlara uyarak rükû da edilebilir. Yeter ki şirk öğeleri
içermesin. Toplu namazlarda örfi rekât (rükû ediş) sayıları belirlenmiş
olması gayet doğaldır, yeter ki sadece Allah’a yönelinsin.
Kendi adıma, bugün içim rahat biçimde namaz kılıyorsam, Allah’la
bağlantımı ayakta (namaz ile de) tutmaktan tatmin olduğum içindir.
Bunları söylemem, siz böyle yapın diye değildir. Kuran’da bu ibadet
biçimini kabul etmiyor ya da bulamamış olması da kimsenin benim
kardeşim olmasını engellemez. Şayet Allah’ı Kuran çerçevesinde
anmaya farklı bir biçimde ya da düşüncede devam ettiğini iddia ediyorsa
saygım sonuna kadardır. Kuran’a sarılanlar birbirini aforoz etmiş gibi
davranmamalıdır. Vahyi hayata tatbik eden bir insanın mahremindeki
tatbiki beni ilgilendirmez. Benimki de elbette kimseyi ilgilendirmez.
190
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ne şekilde özel bağlantı kuruyor/namaz kılıyor olursak olalım, yeter ki
sadece Allah’la bağlantı kuralım, sadece O’na yönelelim.
Yeter ki ne dediğimizi bilmeden Rabbimizle bağlantı kurmaya
kalkmayalım.
Şüphesiz Rabbimizle bağlantıyı sabah akşam/7-24 ayakta tutmak bizi
kötülüklerden alıkoyar.
Ancak…
Rabbinizle bağlantı kurmaya (salâtı ikame etmeye/özel anlamda örfi
namaza) kalkarken ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın… şeklinde
başlayan abdest ayetlerini ve benzer ayetleri iyi düşünelim. Bunlarda
7/24 bağlantıyı ayakta tutmaktan değil, özel ve vakitli bir bağlantıdan
söz ediliyor.
191
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | Islahat
Salâtı ikamenin, yani “vahyi hayata bağlama”nın veya “sorumluluğunu
yerine getirme”nin veya “Allah’ın ulaştırılmasını istediği şeyi
ulaştırma”nın veya “Allah’la bağlantıyı koparmadan yaşamanın” iki ana
unsuru vardır. Birey ve toplum… İkame fiilli ayetler tamamını
içermekle beraber birkaç ayetiyle bireyseli de, ritüeli de içerir. Her iki
“salâtı ikame”nin gerçekleştireceği şeyin adı ise Kuran’da “ıslah”
(salah)tır. Birey hem kendisini hem de toplumu ıslah için çalışır. Islah
“sulh” kökünden gelir. Islah olmuş kimseye ise “salih” denir.
Sıkça “Ellezine amenü ve amilis salihati” cümlesinde ifade edilen şey,
(emin biçimde) iman edip (ıslaha yönelik işler) salih ameller
yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı işlere “salihat”, salata yönelik işlerin
hepsine birden de “ıslahat” diyoruz. Islahat “yenileşme, iyileşme,
reform, inkılâp” gibi anlamlara geliyor. Sadece toplumu değil iki
192
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
kişinin, iki grubun arasını düzeltmeye de ıslah denir. Vahiy de hem
bireyde hem toplumda bir iyileşme, bir düzeltme için geldiğine göre
“salât hareketleri” bir anlamda “reform hareketleri”dir. Birileri de
elbette bu reformlara, iyileştirmelere işlerine gelmediği için karşı
çıkacaktır. Islah’ın zıddı ise “bozgunculuk”tur. Bu anlamda “salâtı
ikame” ıslahat içindir. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât”,
ikame edilmeyen salâttır.
Asr suresinde “zamana andolsun ki insanların çoğu hüsrandadır”
dendikten sonra istisna olarak müminler anlatılır. O iman eden ve salih
işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o
doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır.
Sabahlara kadar ayet okuyup ertesi gün okuduklarımızdan hiçbirini
hayata aktarmaya çalışmıyorsak, bir davamız yok demektir. Davamız
yoksa değerimiz de yoktur. Ben öğrendim, bana yeter demektir ki, bu da
ikame edilmeyen salâtla yüzyüzeyiz demektir. Sabahtan akşama kadar
Kuran’ı ve vahyi konuşmak ya da namaz kılıp ders yapmak “salâtı
ikame” değildir. Bakın Şuayb “salât”ın tanımını nasıl yapıyor…
11 Hud 88 …Benim istediğim gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir.
7 Araf 85 …”Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka
ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge gelmiştir. Ölçüyü ve
tartıyı tam tutun. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin ve
düzene (ISLAHA) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk
çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.”
İstediğimiz kadar Kuran dersi yapalım ya da istediğimiz kadar namaz
kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak,
iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salâtı ikame ettiğimizi hiç
boşu boşuna iddia etmeyelim.
74 tane salâtı ikame ayetini, bilmem kaç tane salât ayetini, birçok infak
ayetini, salli, salla, musalla geçer ve sair ayeti okuyup okuyup anladım
demek nereye kadar? Kuran’da namazı aradığımız kadar toplumda salâtı
193
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ikame etmeyi arasaydık bu duruma gelir miydi bu coğrafya? Her gün
ayetleri okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz
kılan, oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına
kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle
tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün.
İçimizden bazılarımız hala kaybedenler olarak şok olursa eminim ki
şöyle diyeceğiz:
“Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?”
Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek:
“Evet, siz bizimle beraberdiniz ama yok namazdı, yok on dokuz vardı
yoktu, yok başörtüsüydü, yok üç vakitti beş vakitti, yok Musa denizi
yardı yarmadı diye dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (vahyi
hayata bağlayanlardan, Allah’la bağlantıyı koparmadan yaşayanlardan)
olmadınız.”
Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz:
“Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik. Vahyi
hayata “bağlamadığımız” ve Allah’la bağlantımızı kopardığımız için bu
ateşe “bağlandık” da ileri gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.”
O halde iki üç tane ikame ayetinde geçen “bireysel” salat’a bu kadar
odaklanırken en az 70 ikame ayetinde geçen ve Kuran’ın tamamına
yayılmış “toplumsal” salattan nasıl böyle yüz çevirebiliyoruz!!! Dini
anlat anlat nereye kadar! O zaman yarın bir gün hepimizi “falanca
görüşe sahip bir cemaat”ten öte anmayacaklar ve “topluma hiçbir şey
kazandırmadılar, insanlarla mezhebinden ötürü alay edip edip, sonra
kendileri de kavgaya tutuşup gittiler.” diyeceklerdir.
Benden söylemesi… Hem size, hem kendime…
Ayrıca, her zaman söylediğim gibi; bölünüp fırkalaşmak en ciddi
fitnelerimizden biridir. Bu geçmiş kavimlerde de böyle olmuştur,
Mekkede de. Eğer bugün bu topraklarda bir vahye dönüşü benim gibi
194
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
siz de seziyorsanız, bugün aynı şeylerin yaşandığını da görebiliyor
olmalısınız. Allah’ın sünneti budur. Ne zaman bir kavme kitap indirilse
o kitap üzerinde ihtilaflar oluşmuş ve Allah’ın rahmeti insanların elinin
tersiyle itilip bölünmeler de başlamıştır. Allah’ın affetmeyeceği en
büyük suç şirk ise, sadece açıkça şirk işleyenlerden uzak duralım. Eğer
bugüne izdüşürdüğünüzde bu rahmetin bu kez bu topraklara da inmekte
olduğunu göremiyorsanız buyurun siz de bölünüp parçalanın ve Allah’ın
rahmetine yüz çevirin.
Allah’ın üzerimize verdiği bu ağır yükü omuzlarınızda hissetmiyorsanız
sokakta ya da facebook sayfalarında birleştirici hareketler yerine
başörtüsünü ve namazı ve 19’u ve bilmem hangi ihtilafı sayfalarca
tartışmaya devam edin! Ama eğer o ağır yükü alıp kabul etmişsek
gereğini yapalım. Yanılmışlıklarımızı, küçük hatalarımızı Allah inşallah
affedecektir. Ama bu sorumluluk altındayken bölünüp parçalanmamızı
zannetmiyorum ki affetsin. Namaz var yok, başörtüsü var yok, oruç
şöyle böyle, kıssalarda şu denmiş bu denmiş ve sair diye kavga etmeye
devam edeceksek Allah’ın elimize veriği altın yumurtlayan tavuğu
keseceğiz demektir. Elbette hepimiz fikirlerimizi söyleyelim, ister
başörtüsü olsun ister namaz, ister 19, ister başka bir şey, doğruyu
bulmaya çalışalım. Ama toplumsal salata yönelik işlerimizi, hayata
vahyi tatbik etmemizi, bir araya gelmemizi engelliyorsa
“DENENİYORUZ” demektir. Bu denenme neticesinde başarısız olursak
Ad kavminin Lut kavminin Nuh kavminin başına gelenlerin bir
benzerinin ve belki de daha kötüsünün başımıza kopabileceğini de
bilmeliyiz.
Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle rükû
edeceksek birleştirip edeceğiz. O halde… Kıblede ve kabulde birleştir…
Rükûda ve boyun bükmede birleştir… Secdede ve boyun eğişte
birleştir… Kıyamda ve duruşta birleştir… Okumada ve uyarmada
birleştir… Selamda ve barışta birleştir… İhtilafta ve içtihatta birleştir…
Tesbihte ve anmada birleştir… Namazda ve vahyi hayata tabik etmede
birleştir… Öğrenmede ve öğretmede birleştir… Zikirde ve hatırlatmada
195
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
birleştir… Tekte ve çiftte birleştir… Ruhta ve bedende birleştir…
Ritüelde ve manada birleştir… Duada ve davada birleştir… Tapınmada
ama tek ilaha tapmada birleştir… Kul ol ama tek Yaratana kul olmada
birleştir… İşitmede ve itaat etmede birleştir… Sabah ile akşamda
birleştir… İkisi arasında birleştir… Yerde ve gökte birleştir… Kürtte ve
Türkte birleştir… Zekâtta ve arınmada birleştir… Tavafta ve yeryüzünü
gezmede birleştir… “Safa Merve arasında gidip gelmenizde sorun
yok”ta birleştir… Oruçta, ruhla bedeni terbiyede birleştir… Şefaatte
ama Sadece Allah’tan beklemede birleştir… Peygambere itaatte, ama
onun itaat ettiğinde birleştir… Vahiyde ve faydalı örfte ve kanunda
birleştir… Hiçbir düşüncede soru gereksiz olmamakla beraber “şirk
hariç” hiçbir ihtilafta ayrışma gerekli değildir.
Her konuyu tartışalım, doğruyu bulmaya çalışalım ama ne olur
ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin edelim. Anlaşamıyorsak
bırakalım kararı o versin. O bizim hakkımızda en doğru kararı verecek
olandır. Biz makbul ve güzel işleri hayatımıza tatbik edelim.
Birbirimizin bireysel tercihlerini aynılaştırmaya değil, toplumu bir araya
getirmeye çalışalım. Biz bir araya gelemezsek toplumdan bunu nasıl
bekleriz! Allah bir kısmımızı bir kısmımızla DENİYOR. Kuran’da
birleştikleri halde birbirleriyle Kuran hakkında kavga eden ve
tekfirleşenlerin durumu; Allah’ın gökten indirmiş olduğu ipe sarılmış
olanların birbirini tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor.
196
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | Sorulara Cevaplar
İlk bölümde namazla ilgili düşüncelerimi makalemin sonlarında
paylaşacağımı söylemiştim. Ama bu paylaşım, işte hepimiz şöyle
“namaz kılalım” şeklinde alıgılanmamalı. Bu nedenle, bu fikirlerimi,
bana ulaşan sorulara verdiğim cevaplar olarak bu bölümde sizinle
paylaşacağım. Sadece namaz değil, salâtın tamamı ve salât kapsamında
tartışılan bazı ayetlerle ilgili de anladığım hususları aşağıda
bulacaksınız. Ayrıca salât’la ilgili daha önce not aldığım bazı ihtilaflara,
kendi anladığım kadarıyla, kendi fikrimce yorumlar da getirmeye
çalışacağım ve konuyu son bölümde namaz psikolojisi ile kapatacağım.
Epey not vardı önümde. Çok iyi bir sıralama ile düzenleyememiş de
olabilirim. Bu bölüm zaten uzun oldu. Soruları yazıp yazıyı daha da
uzatmak istemediğimden, kısa alt başlıklar olarak sadece cevapları
197
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
paylaşıyorum… Namaz hakkında benimle aynı görüşte olmayan
arkadaşlarım için bunların ayrışmaya neden olarak algılanmamasını
özellikle rica ediyorum. Sadece verdiğim bir söz olduğu için bu bölümü
kaleme almış durumdayım. İnşallah hepimiz için bir ufuk açabilmeye
vesile olurum. Kuran’ı rehber edinmişsek, hepimiz kardeşiz. Ve
herşeyin en doğrusunu Allah bilir.
“Onların salâtları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir” ayetinin
çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Orada Allah’ın asıl kınadığı şey
“el çırpmak” veya “ıslık çalmak” değil, salâtı sadece bu basit
ritüellerden ibaret görmektir. Oysa salât bireysel olanından muhtaca
yardımına, mescid inşa etmekten okumaya, sağlık işlerinden oruç
adamaya kadar geniş bir yelpazedir. O ıslık çalarak salât ettiklerini
zannedenlerle bugün sadece yatıp kalkarak namaz kıldıkları için
sorumluluklarını yerine getirdiklerini ve böylece bütün ıslahata
eriştiklerini zannedenler aynı kişilerdir bana göre.
İster Zekeriya gibi ayakta, ister Meryem gibi odanın içinde, ister
cuma çağrısında birlikte, ister rükû edenlerle rükû edecek biçimde, ama
sadece ve sadece Allah’a yönelerek, büyüklenmeden salât etmenin,
namaz kılmanın, dua etmenin, niyaz etmenin, yalvarmanın ben bir
sakıncasını görmüyorum. Bireyin kendini ıslahıdır. İsterse tepetaklak
namaz kılsın, isterse parmak şaklatsın. Ama toplum için bir şey
yapmaya hevesi yoksa bencildir. Nefsini ilah edinmeye adaydır. Ben
cennete gideyim de gerisi ne olursa olsun demektir.
Kuran inerken böyle bir soru sorulsaydı da “Namaz için böyle böyle
diyorlar, namaz kılmamda bir sakınca var mı?”denseydi ne cevap
gelirdi acaba? Bence Kuran’da “Safa ile Merve arasında gidip
gelmemde sorun var mı?” diyenlere verilen cevaptan çok da farklı
olmazdı. Onlar öyle yapıyorlardı, yere kapanıyorlardı, siz de tesbihinizi
öyle yapabilirsiniz gibi bir cevap gelebilirdi. Merve ve Safa arasında
gidip geliyorlardı, siz de gidip gelebilirsiniz bir sakıncası yok.
Kendilerini öyle ifade ediyorlardı. Siz de gelenekteki nüsukunuzu
hakkıyla olmak kaydıyla devam ettirebilirsiniz ya da başka türlü
198
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yaparsınız. Ama sabah akşam O’nu hatırlayın, kendi kendinize tesbih
edin diyor kitapta. O’nu tesbih ederek Allah’tan bir şey eksiltemez ya da
ekleyemezsiniz ama bunun sizin kendinize faydası vardır. İster okuyun
ister ayetler üzerinde düşünün ister dersler yapın ister öylece secdeye
kapanıp O’na yalvarın, O duyar, belli vakitlerde melekler de size şahit
olurlar. Ne mahsur olabilir ki bunda? En doğrusunu Allah bilir elbette.
Kuran’da “salâvat” kelimesi bence çok yanlış anlaşılan kelimelerden
biri. Ayetlerden gördüğüm kadarıyla “salâvat” aslında, salata yönelik
faaliyetler ve hatta tesislerdir. Camiler, dernekler, yardım kuruluşları ve
sairlerin hepsi birer salâvattır. Salât salâvat aynı formda kelimelerdir.
Çoğulu da olabilir. “Salâvat” Kuran’da gördüğüm kadarıyla beş yerde
(2:157, 2:238, 9:99, 22:40, 23:9) geçiyor. 2:157’de “Onlar Rablerinden
salavat üzerinedir”de kastın Allah’ın bize olan “salat”ları üzerine
olduğumuzu anlıyorum. Yani Allah sorumluluklarını (elbette) yerine
getiriyor demektir. Ya biz!!! 2:238’de “salâvatı ve salâtı vustayı
koruyun”dan kastın “en hayırlı salâtı ve bu salâtlara, bu hayırlara
yönelik iş ve tesislerinizi koruyun”u anlıyorum. 9:99’da geçen
“verdiğini elçinin salâvatı sayar”ı verdiği sadakayı elçinin davasına
(salât işlerine) dâhil ve ona destek kabul eder, diye anlıyorum. Sadaka
esas manasıyla doğrulamaktır zaten. 23:9’daki “onlar salâvatı korurlar”ı,
onlar salât’a yönelik yapılmış işleri muhafaza ederler diye anlıyorum.
22:40’da havra olarak tercüme edilen “salâvat”ı salâta yönelik tesisler
diye anlıyorum. Havra manasında değil yani. Orada geçen manastır diye
çevrilen “savami”, kilise diye çevrilen “biya” kelimelerinde de sorun
var. Kelimelere bakarsak muhtemelen onlar da tarıma yönelik, eğitime
yönelik, ticarete yönelik tesislerdir. Çünkü zaten içinde Allah’ın anıldığı
mescidler şeklinde ayette ayrıca geçiyor ibadethaneler. Başka her yerde
bu anlamda “mescid” geçerken burada farklı bozulmuş dinlerin
ibadethanelerinden neden bahsetsin!
Namazın o ayetten bu ayetten derlenerek Kuran’dan toplandığını
iddia eden kardeşlerimiz, aynı toplama işini “peygamberin Kuran
dersleridir onlar” diyerek kendileri de yapıyor; bak şurada ders yapılmış,
199
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
falanca başka ayette ders engellenmiş, beraber toplanıyorlarmış bak vs
diyerek yapıyorlar. Her iki tarafın haklı olduğu yanlar kadar haksız
olduğu yanlar da var. En haksız olduğu yanları ise ortak. Birbirlerini
tekfir ediyorlar. İşte asıl meselemiz bu. Namaz var mı yok mu? Ritüel
mi yoksa başka türlü mü? Üç vakit mi beş vakit mi iki vakit mi, iki rekât
mı dört rekât mı (bu arada rekât rükûdan gelir) elini şurada mı
tutacaksın, bağlayacak mısın, selam verecek misin vs vs (sorun bunlar
değil)
Engelleyeni Gördün mü? Elbette ki burada namaz kılan birisi de
olabilir, okunan Kuran’a karşı çıkan birisi de veya yapılan salâh’a
yönelik bir iş de engellenmiş olabilir. Ama daha çok peygamberin
söylediği bir söze karşı çıkılması diye anlıyorum ve muhtemelen bir
ıslah işine karşı diretmedir. İster bireysel olsun ister toplumsal. Islahata
karşı çıkanı, onu engelleyeni gördün mü? Nasıl karşı çıkar? Elçi vahiy
üzerine ders yapmakta arkadaşlarıyla konuşmakta olabilir. O grubun
içine giren fesatçı verilen öğütlere ve akıl yoluna karşı çıkıyor olabilir.
Veya sadece Allah’a yönelip secde edeni gördüğünde önüne geçip,
senin önünde neden bizim putlarımız yok, hani heykeller nerede, önün
neden boş, o halde ben geçeyim diye dalga geçmiş de olabilir. Toplanan
infak dağıtılırken “hani biz kâbe koruyucuların hakkı nerede” denmiş de
olabilir. Her yeniliğe karşı çıkıp her fırsatta geleneksel fikirlerini iddia
etmiş birisi de olabilir. Ama sonuç değişmez. Ya bir hurafeye ya bir
ıslahata karşı çıkmıştır neticede. Çünkü her salât bir ıslahattır. Biz
alacağımız öğüde bakalım. O da sadece Allah’a bağlanmaktır.
Sabah, Süphan, Süper… Bu kelimeler arasında belki de bir ilgi
olabilir. Bilmiyorum. Sabah, gün doğumu, ışıma, ışık saçma demekmiş.
Tesbih (övme, yüceltme) süphan (övme, yüceltme) super (ing) over,
above, higher degree, üstte, üzerinde, üst derecede, superb (very fine,
magnificent), superior (alışılmıştan üstün olan, rütbece yüksek olan, one
who is higher than others, as in status, rank etc) head of an abbey,
monastery, or other religious community.) Zaten siz aklıma getirdiğiniz
için şimdi baktım. Latin kökenli ve dini alanda kullanılmış bir kelime
200
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olması ilginç. Seneler önce bana birisi deseydi; sinemada seyrettiğin
Süpermenle, camide çektiğin boncuktan tespihi aynı cümlede
kullanacaksın ve irtibatlı olduklarını göreceksin, mümkün değil derdim
herhalde. Daha iyi araştırmak lazım, ama nereye, ne anlama
varacaksınız bilmiyorum. Süleyman’ın her dilden biraz bildiği,
kuşdilinden anladığı, kuşların Allah’ı kendi dillerinden tesbih edişi gibi
Kurani ifadelerin super kelimesiyle bağdaşacağı kırk yıl düşünsem
aklıma gelmezdi. Sabah ile tesbih de yanlış görmediysem aynı kökten.
Sabah tesbih saatidir. İroniktir… Belki de bütün diller tek kaynaktan
beslenmiştir! Bir iddiadır. Bilmiyorum. Nihayet kırkından sonra bunları
da düşündüm sayenizde.
Kıble… Kıblenin hem kabul anlamında “gidilen, kabul edilen yol” hem
de fiziki olarak bir mescidin yönünün değiştirilmesi olarak da
anlıyorum. Ancak bunun namaz için bir zorunluluk olduğunu
zannetmiyorum. Bahsedilen şey “onlar sizin kabulünüze, bu kabule
dayanan topluluğunuza uymaz” demek olabilir. Kıble (benimsenen
yön), kabul, kabil (cins, tür, zümre, soy, kabul, kabul eden, uyan), kabile
(bir soydan olanlar, aşiret, boy, oymak), kabiliyet (yapılabilirlik,
yapabilirlik, kapasite, yetenek), ikba, istikbal, makbul, mukabele,
mukabil, müstakbel, metekabil, tekabül, KABALA (İbr) hep aynı
kökten türemiş. Bu kapsamda KABALA: Alınmış, kabul edilmiş olan
şeyler, anlamına geliyor.
Zikir ise… Anma hatırlama adlandırma demek. Mezkûr (anılan,
hatırlanan), müzakere (karşılıklı zikretme, fikir alışverişi, görüşme,
sorgulama, tartışma) , müzekkere (ihtar pusulası, not, hatırlatma),
tezekkür
(aklına
getirme,
anma),
tezkere
(andıç,
not,
memorandum”hatırlanacak şey”), zikr (zikir) aynı kökten kelimeler.
Hani İbrahim’e Beytullah’ın yerini göstermiş ve kendisine şöyle
demiştik: “Bana hiç bir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, kıyam edenler,
rükûa ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut!”
201
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Evet, bu ayet hac için olsa da salâtın ritüel boyutunu da gözler önüne
seriyor. Aynı zamanda toplanma yeri olduğu da net biçimde anlaşılıyor.
Böyle birkaç ayet ve ayrıca net bir biçimde namaza işaret eden birçok
ayet daha var. Orada İbrahim’in evi vardır. Salat (ritüel anlamda) ondan
gelen bir örftür aynı zamanda. Sonrakilerse salâtı zayi ettiler,
kaybettiler, anlamından çıkarttılar, içini boşalttılar. Sadece el çırpmaya
dönüştürdüler. Sadece Allah’a değil, Allah’a ulaştıracakları zannıyla bir
takım isimlerin simgelerine secde etmeye başladılar.
Abdest… Kuran’da ad olarak geçmez tabi ama içerik olarak vardır. O
da aynen namaz kelimesi gibi Farsçadan geçmiş durumda. Abdestin
arınmak için olduğu kesin ama buradaki arınmanın, asıl arınmanın, yani
tevbenin fiziksel simgeleri olduğunu düşünüyorum (Abdestten Manaya
Yolculuk isimli bir yazım vardı. Oraya bakarsanız daha genişçe
açıklamıştım.). Eğer sadece başkaları için fiziksel arınmamız olsaydı,
insanın burnu, ayak parmak araları, kulağının içi, dişlerideki artıklar,
üzerindeki kirli paslı elbiseler diğer birçok insan için itiraf etmeseler de
daha rahatsız edicidir. O yüzden arınmadan asıl kastın, tevbeden arınma
ve o huzurla yapılacak ibadet olması akla daha yatkın. Belki gelenekte
de burnun, ağzın, kıyafetin vesairin ilave edilmesi manayı unutup
sadece fiziksel olduğunu düşündükleri için olabilir. Bunun yanında bir
de bu uzuvların ıslanmasının insana uyarıcı, uyandırıcı etkisi olduğu da
açık.
Abdest, gusl, teyemmüm… Allah temiz olmamızı ister.. Neden
topluma bu kadar takılıyoruz? Kim ne derse desin, Allah ne der, önemli
olan o değil mi? Salât için tamam ama, Allah, toplumla bir araya
geldiğimiz zaman görgü kuralı olsun diye değil, bireysel olarak her
zaman her ortamda temiz olmamızı ister.
Rükû edenlerle rükû edin… Rükû edenlerle rükû etmek anlamı çok
geniş ve birleştirici bir emirdir. Saydığınız yerlerin hepsinde çok değerli
muvahhidler var. Nereden baktığınıza bağlı ama açıkça şirk koşanların
mescidleri veya ortamları hariç, ister 114’e gidin, ister herhangi bir
okumaevine, ister Kuranevine, ister Süleymaniye’ye, ister Akabe’ye,
202
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
ister bir camiye, ister bir başka derneğe, ister dayınızın evine, eğer Allah
adını anarak rükû ediyorlarsa onlarla beraber (ama sadece Allah’a) rükû
etmekte bir sakınca görmüyorum.
Ama şu da var… Diyelim ki “rukû edenlerle rukû edin” ayetini benim
anladığım gibi anladınız ve Allah’a secde ettiklerini şüpheleriniz olsa da
hüsnü zan ettiğiniz kişilere uyup o mescidde siz de onlara uyarak
namaza durdunuz. Secdede iken içinizden “Allah’ım beni de şu beraber
secde ettiğim insanları da en doğru yoluna ulaştır. Ben sana secde ettim,
hepimizin güzel işler yapmasını ve layıkıyla sana kul olanlar gibi
davranmamızı kolaylaştır” ve benzeri biçimde dua etmenizde bireysel
inancınızla ilgili ne sakınca olabilir? Diyeceksiniz ki toplumsal
sakıncası olabilir. Eğer onlar Allah’la beraber başkalarını da anıyorlarsa,
onların mescidinde bulunarak onlara destek vermiş olursun. Haklısınız.
İşte püf noktası burada. Siz rükû edenlerle rükû ettiniz ve her şey
normal giderken, eğer onlar gavslara kutuplara methiyeler düzmeye
başlamışlarsa orada o namazı kesip orayı terk edebilecek kadar Allah’a
güveniniz ve insanların tepkilerine karşı mümin cesaretiniz yoksa evet,
oraya girmeyin. Şirk koşulmadığı sürece biz birleştirmeliyiz. Eğer şirk
koşuluyorsa onlardan yüz çevirip sadece Allah’ın hizbi olduğumuzu
gösterebilmeliyiz. Yoksa uyarmak, sadece uzaktan bağırıp çağırıp,
uyarılması gereken insanlardan uzak durmakla olmaz.
Rekât… Rükû-rekât salû-salât gibidir. Yani rekât rükûdan gelir,
rükûnun tekrar sayısıdır. Allah herhangi bir sayı bildirmiş değildir.
Gelenekte toplu kılınan namazlarda ortak bir eğilme sayısı (rekât)
belirlemek bence gayet normal bir durum. Evet, bazıları namazı sanem
de yaptılar. Allah ıslah etsin. Bu arada unutmadan… Cin suresi 18-20
ayetlerde peygamberimizin namazının olmazsa olmazları anlatılır.
Salâtı ikame dediğimiz zaman, ikame edilecek olan, ayakta tutulacak
olan şey salât’tır. Salâta kalkın denildiği zaman ise fiziksel olarak ayağa
kalkıp o salâttan bir işi yapacak olan anlaşılır. Yani ayağa kalkan biziz.
Birinde ayağa kaldırılan, ayakta tutulan salât iken diğerinde kendimiziz.
Umarım anlaşılmıştır. Eylemin uygulandığı etkilendiği vasıta değişiyor
203
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yani. Şu dolabı ayakta tutmaya çalış ile kendin dolaptan bir şey almak
için ayağa kalk işi farklıdır. Birincisinde salât edilgen olandır,
ikincisinde etkendir. Salât’a kalkmak bir namaz içindir. Salât’ı ikame
etmekse geneldir. Benim anladığım bu.
Namazdan sonra namaz…
4 Nisa 103 Namazı bitirdiğinizde Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan
yatarken zikredin… Artık güvenliğe kavuşursanız salâtı ikame edin.
Çünkü salât vakitlenmiş olarak müminlere yazılmıştır.
Bu ayetten önce savaşta namazın kısaltılması ayeti var zaten. Burada
kast edilen namazdan sonra bi de şöyle namaz kılın değil elbette. Her
halinizle ayakta yatarken otururken Allah’ı anmaya devam edin, salâtı
az önce kıldığınız namazdan ibaret görmeyin, demektir. Güvenliğe
çıktığınızda salâtı her yönüyle birlikte ikameye devam edin demektir.
Innessalat… | Mutlaka ki “namaz anlamındaki salât” ise müminlere
yazılmış ve vakitlendirilmiştir. Bu ayet namazın, salâtın yalnızca
vakitlenmiş bir alt parçası olduğunu açıklayan ayettir. Eğer “Levh-i
Mahfuz’da yazılmıştır” anlamında düşünürsek o zaman vaktin anlamı
oldukça genişler. O da doğru. Düşünmek gerek.
Mısır’da kıbleye dönük evler yapın… Kıble kabul kökünden gelir. İlla
ki durup fiziki olarak dönülecek, kapıları aynı yöne bakacak yeni evler
yapın demek değildir. Soğan sarımsakları yok, ev nasıl yapacaklar!!!
Burada kastın, kabulünüze (girdiğiniz tevhid yoluna) yönelik yerler
haline getirin demek olduğuna kaniyim. Orada vahyi konuşacaklar,
durumlarını belki tartışıp karar verecekler ve elbette bazı ibadetler de
yapacaklardır.
Gündüzün iki ucu, gecenin zülüfleri… Tarafeyn nehari, zulefem
minelleyl… Aslında çok basit. Üç kişisiniz ve benim karşımdasınız, sen
de ortadasın diyelim. Sana diyorum ki, senin iki tarafındakiler. Ne
anlarsın? Sana ait olmadığını ve yanında duran kişileri. “Tarafeyn
nehari” gündüze ait değil geceye aittir. Gecenin zülüfleri ne demek o
halde? Onu da şöyle açıklayayım. Zülüf biliyorsun saçın sarkan
204
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bölümleridir ve saç kadar sıkı değil, tel teldir. Dolayısıyla saç kadar
siyah görünmez. Seyrektir. Aynen akşam güneşin inişinden gecenin
tamamen kararıncaya kadar ve sabah fecr vaktinden güneşin doğumuna
kadar olan süre gibi. Alacakaranlık yani. Çok güzel bir benzetme ve tam
bir simetridir ama gece tarafına ait kabul edilir. O vakitlerin başlangıç
ve bitiş saatleri böylece açıklanmış oluyor.
Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar… fecr vakti
kuranı, işte o şahit olunandır… makamı mahmud… Bir önceki
ayette; bu senden önce gönderdiğimiz elçilerin sünnetidir, denir. Bu atfı
bir önceye de alabilir ve hicretten bahsediyor diyebilirsiniz. Ama bir
sonraki ayete yani bu ayete de alabilir ve burada söylenen işi ve bu
ayetten sonra gelen duaların hicrete yönelik olsa da “bu vakitlerde
yap” dendiği de anlaşılıyor. Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına
kadar ekıymissalat et ve fecr vakti de var tabi. O fecr’de okunan üstelik
şahitlidir. Bir sonraki ayette senin böyle bir müşkülün var madem
gecenin bir bölümünde ayakta kal ve okumaya, tefekkür etmeye ve
duaya devam et. Umulur ki seni huzura kavuşacağın başka bir yere
gönderirim. Peki, gece ve fecr vakti ne okuyacak? İşte peşinden gelen
ayetler onu açıklıyor. Şu şu duaları et. Beni doğru bir şekilde girdir
doğru bir şekilde çıkart. Peygamberin duaları Kuran’a ayet olmuş
durumda. Bu kadar basit. Okunan şey hem dua, hem Kuran.
Evlerinizde oturun da salâtı ikame edin… Peygamber hanımlarına
ekıymıssalat ve atuzzekat edin deniyor. Ardından gelen ayette evinizde
okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayın deniyor. Dikkat edin hatırlayın
deniyor, yani ayrı bir iş emrediliyor, daha önce okunan Kuranı
hatırlamak üzere.
Ekamusselat vetezekki ile hiçbir günahkâr başkasının günahını
yüklenmez, alakası… Kim temizlenip arınırsa kendi içindir denir ve
takip eden ayetlerde, iki deniz bir değildir biri tuzlu diğeri tatlıdır ama
ikisinden de taze et yersiniz deniyor. Ardından gece ile gündüzün
birbirini sarıp sarmaladığı ve görevlerini yaptıkları, güneş ve ayın farklı
olup bir karara doğru akıp gittiği örneklenir ve takip eden ayetlerde şirk
205
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
üzerine vurgu yapılır. Demek ki ister tatlı su olalım ister acı, biz de taze
et çıkaralım. İster gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz
işimizi yapalım. Farklılıklarımız bizi parçalamasın. İster namaz, ister
Kuran okuma, ister her ikisi birden, işimize bakalım, birbirimizi
zedelemeyelim.
Rabbin senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte
birinde kalktığını bilir. Senin gibi yapanlar da vardır. Kurandan kolay
geleni (yapabildiğiniz kadarını) okuyun. Af dileyin tevbe edin… Hepsi
salât kavramının içinde… Bu sadece namaz değil, hepsi, ama sanırım
müstakil.
Kıble… Doğuya batıya dönmek iyilik değildir, Allah’a ahirete kitaba
nebilere iman, yetimlere yakınlara yoksullara yolda kalmışlara
isteyenlere ve esaret altındakilere malını verirler. Verdikleri sözü yerine
getirir, savaşta ve hastalıklarda zorluklarda azimle sabır gösterirler…
Bu ayet hem namazın varlığına hem de kıblenin “olmazsa olmaz”
olmadığına işarettir. Bugünkü gibi basit sorulara verilmiş örnek bir
cevaptır bence.
Müşrikler namaz kılıp zekât verirse… Müşrikler namaz kılarsa değil,
salât edip zekât verirse deniyor… Bundan kasıt, zaten tevbe suresinin
konusu olan savaşılan müşriklerle peygamberin yaptığı anlaşma
hükümlerinden
doğan sorumluluklarını,
bağlılıklarını
yerine
getirmeleridir. Eğer bunları yaparlarsa yollarını açın deniyor. Surenin
tamamı zaten bununla, bu anlaşmayla ilişkilidir.
Alışveriş onları alıkoymaz, salâtı ikame ederler… Ne ticaret ne
alışveriş onları Allahı zikretmekten, salâtı ikameden ve atuzzekattan
alıkoymaz, kıyam gününden korkarlar. İki ayet öncesi Nur 35’de Allah
nurundan ve onu dilediğine indirdiğinden bahseder 36’da bu nurun
müsaade ettiği evlere indiğini ve o evlerde sabah akşam Allah’ın tesbih
edildiğini söyler. Ardından da işte yukarıdaki bu ayet gelir. Salâtın bir
alt kümesi olarak hem evde kılınan namaza, hem de toplantı (Cuma)
namazına, okumasına işaret vardır. Ardından tesbihi anlatmaya
206
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
benzetmelerle devam eder. 41’inci ayette kuşların…. salâtından ve
tesbihinden bahseder.
Ekamussalat ve renkler… Kitabı okuyanlar, ekamussalat ve gizli açık
infak edenler zarara uğramayacak… İki önceki ayette, inen su ile biten
renkleri farklı meyvelerden, dağlardaki farklı yollardan, bir önceki
ayette insanların hayvanların renkleri değişik olanlarından bahseder ve
âlimler ancak Allah’tan içi titreyenlerdir denir. Demek ki biz de farklı
farklı şeyler, işler, fikirler üretmekle beraber aynı amaçta birleşebiliriz,
birleşmeliyiz.
Ekamussalat ve emrihum şura ve mimma rezeknahum… Bir başka
ikame salâtı söz konusu; şura ile karar almak… Ve ardındaki ayet
kötülüğe karşı birlik olup karşı koyanlardır, diyor. Birleşmekten başka
çıkar yol yok. Bu ayetlerin peşpeşe gelmesi çok manidardır.
Mensek… Hac 35’de kalpleri ürperir, sabreder, mukıymıs salât ve
atuzzekat yaparlar, deniyor. Ayetin bir öncesinde (34) biz her ümmet
için bir mensek kıldık der ve kurban ibadetini onlara verdiğini belirtir.
36’da hayvanların Allah adına kesilip dağıtılması istenir. 37’de ise
onların etleri ve kanları değil takvanız ulaşır denir. Burada ayet aslında
link atıyor. 2:128’de İbrahim Allah’a “bize menseklerimizi göster
tevbemizi doğru yapalım” diye dua etmiştir. 2:200’de hac ibadeti
manasında bir mensek vardır. 2:196’da hac ibadeti ve orada dağıtılan
kurbanlık anlamında geçer. 6:162’de yine tüm ritüel ibadetler için
kullanılmıştır. 22:67’de biz her ümmete bir mensek tarzı verdik, seninle
çekişmesinler, sen hidayet üzeresin denmiştir. 69’da kıyamet gününe
atıf vardır ve aranızda Allah hükmedecektir, denilir. 71’de asıl
meselenin nüsukun şeklinden çok Allah’tan başka şeylere tapıp
tapmamak olduğu belirtilir.
Bu insanlara ağır gelir… Sabır ve salâtla yardım dileyin, bu huşu
duyanlar dışındakilere ağır gelir. Ağır gelen şey bence bir önceki ayette
geçen insanlara iyiliği emrederken kendini unutmamaktır. Yani dini
anlat anlat dur, ama kendinin hayata tabik etmene sıra gelince zor
207
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
gelmesi. Yoksa namazın insanlara o kadar da ağır geldiğini
düşünmüyorum. Hatta işin kolayı gibi geliyor. “Namazı kıl, borcunu
öde, kendi işine bak” anlayışında insanların çoğu. Namazı kılınca cennet
garanti onlara göre! Bundan kolay ne var!
Ekamte lehum us salât… Ekamte lehum us salât: onlara sen salât
ettirdiğinde yani onlar sorumlu olduklarının sorumluluğunu yerine
getirirlerken şöyle şöyle yapın kısaltın, kâfirlerden korunun… Onlar
secde ettiğinde okuma/namaz bitiyor, olabilir de. Rekât falan değil
zaman yönünden kısaltma söz konusu bence.
İsteksizce namaz… İkiyüzlüler yani münafıklar, isteksizce salata
kalkarlar ve gösteriş yaparlar… diyor. O halde namazımızı eğer
isteksizce ve gösteriş için yaptığımıza dair bir şüphemiz varsa önce ona
dair şüphelerimizi yok etmeliyiz. Aksi takdirde kaş yaparken göz
çıkarmış oluruz. Bir nüsuku sırf Allah’ı kandırmaya benzer biçimde ifa
etmiş oluruz ki Allah bizi affetsin.
Salât’a çağrı yapıldığında alay… İnsanlar ders için toplantı çağrısı
yapıyorsa neden alay etsinler? Emin değilim ama bence kendileri de
namaz kılıyor ama bizimkiler farklı kıldıkları için küçümseyip alay
ediyorlar. Bugüne izdüşür. Eğer sen subhaneke, ettehiyyatü gibi şeyler
okumayıp namazda alışılmışın dışında şeyler söylerken ya da yaparken
görseler insanların çoğunun komiğine gider. Çünkü hiç görmedikleri bir
şeydir. Böyle namaz mı olur derler. Birkaç defa böyle gördükten sonra
da namaza giderken alay etmeye başlarlar.
İçki ve Kumar Salâttan alıkoyar… Bence bu ayet de namaza işaret
ediyor. Çünkü içki masaları aslında birçok kararın alındığı, bugün bile
toplantıların yapıldığı yerlerdir. İş toplantılarının çoğu bugün maalesef
böyle değil mi? İçki, toplantıları engellemez. Çok muhtemelen eskiden
de böyleydi. Zaten bu ayet “sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar”
ayetine de link atıyor.
Toplantı salâtı… Bence arkadaşlar bu konuda çok haklılar. Kuran’da
peygamberimizin bir ders ve toplantı ortamında olduğuna işaret eden
208
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
birçok ayet grubu var. Ama bu, namaz kılmadıkları ya da bugün namaza
gereksinim olmadığı anlamına gelmiyor.
Essalat geçenler namaz mıdır? Kitaptan gizleyenler, Allah’ı takdir
edemeyenler, şiddetli biçimde eleştirilirler. “Salât” bu ayette yalın
geçer. Muhafaza edilmesi istenir. Bir önceki ayette saçma uğraşlarla
uğraşanlar kınanır. Salâtın hafızalanması geçer. Unutulmaması
demektir. İkame salât ise ayakta tutmak, devam etmektir, hafızalanır mı,
düşünmek gerek. Bu ayet belki de essalat prensibi dışında kalabilir. Net
bir ayrım yok bence ama salât yalın geçiyorsa daha çok işaret var, o
kadar.
Salât ve nüsuk bir arada… Enam 162 namaza işaret adına çok çok
önemli bir ayet. Salât ve nüsuk bir arada geçer. Bundan önce 159’da
gruplaşanlar kınanır. 161’de İbrahim’in dinine, örfüne atıf vardır. Bu
ayette “yaptıklarım Allah içindir şüphesiz” denir. Demek ki secde
ediyor ve sadece Allah’a has kılıyorsak bunu kınamak hiç de uygun bir
davranış değil. Aynen benim iddia ettiğim gibi. 163’de ben böyle
emrolundum denir. Bağlamıyla tam oturan bir ayettir. 164’de
anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecek denir. Sanki bugünü
anlatmakta. 165’de de bağışlayandır esirgeyendir denir. Daha ne
desin…
Ağlayarak kapanmak… Bu ayeti anlamak için Meryem 55’den beri
anlatılan peygamberleri okuyup görmek gerek. Hepsi salâtı
emrederlerdi. İlginç olan nokta ise bu ayetten bir öncekidir. 58. Orada
Rahmanın ayetleri okunurken ağlayarak secdeye kapanıyorlardı denir.
Elbette secdenin manevi anlamı da sözkonusu ama bu ihtilafa düşme
nedeni değildir. Çünkü 17:110’daki gibi başka kelimeler kullanılarak
secde ile beraber fiziksel kapanma anılmıştır. Ve bu ayet ne diyor, en
ilginci de o. Sonra öyle nesiller türedi ki edaus salâtı kaybettiler,
hevalarına şehvetlerine aşırılıklarına uyup içindeki bu (önceki ayette
anlatılan) manevi duyarlılığı kaybettiler. Böylece salâtın bu fiziksel eda
edilişi bozuldu. Bir sonraki ayette bu bozulmanın ardından, buna
rağmen tevbe edip iyi işler yapanlar ödüllerini kaybetmeyecekler denir.
209
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salât insan içindir, Borç değildir… Ehline salâtı emret ve onda
kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana veriyoruz. Burada
Allah’a yemelik kurban adayanlar kınanıyor muhtemelen. Ve aynı
zamanda ritüel salâtla borç ödeniyor değil, salat insanın kendisi içindir,
Allah’a bir şey vermek için değil. Borç değildir. Bunu böyle düşünme
sebebim vakitlenmiş salâtın hemen önceki 130’uncu ayette anlatılıyor
olmasıdır: 130. Onların söylediklerine sabret (ne söylüyor olabilirler,
namaz borçtur diyor olabilirler veya hani kurban nerede diyor
olabilirler) güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile
tesbih et. Demek ki istenen tesbih diye bir şey bu saatlerde. Gecenin bir
bölümünde ve gündüzün uçlarında. Etrafen nehari tamamlayıcı açıklama
olabilir. Çünkü, ekin kelimesinin karşılığını göremedim. 131. Onların
rızkına göz dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı. (Muhtemelen
onların sözü geçerli olması ve malla ve zenginlikle önde olmaları)
Salih bir ameli kötüyle karıştırmak… Bu ayette bir salli ve bir salât
kelimesi geçer, “es” olmadan kullanılmıştır. Onların mallarından
sadaka al, onları arındır. Onlara destek ver, salâtın onlara huzur ve
sukunet verir. Bir önceki ayet çok önemli bir ipucu verir: Onlar salih bir
ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır ama umulur ki Allah
tevbelerini kabul eder denir.Allah bağışlayan koruyandır diye biter ayet.
Bir sonraki ayetse onlar bilmiyorlar mı Allah tevbelerini kabul
eder denmiştir. Demek ki mesele, salih bir amelin içine kötülük
karışmasıdır. Namaz da böyle bir şeydir, kimseye zararı yoktur ama
kılan eğer sadece Allah’a yönelmiyorsa, bunu yaptığı zaman güzel bir
işe kötülük karıştırmış olur. Ama ne zaman ki bunun fark eder ve tevbe
eder Allah elbette affedicidir.
Senin salâtın mı emrediyor… Burada hem salâtı ikamenin tanımına
yönelik bir içerik vardır. Hem de Şuayb’in “salât”ı “bağlantısı”
“yüküncü” sorgulanmaktadır. Ey Şuayb atalarımızın taptığı şeyleri
bırakmamızı ve mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmamızı
senin salâtın mı emrediyor? Çünkü sen yumuşak huylu, reşid (aklı
başında) bir adamdın, ne oldi sana böyle? Hemen ardından gelen ayette
210
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şuayb ya ben gerçekten rabbimden bir belge üzerindeysem diyor ve
ekliyor benim istediğim gücüm oranında “ıslah” etmektir.
Dura dura okumak… Zaten en güzel özellikler onundur. Bir anlamda
bir şey ekleyemez de eksiltemez de söyledikleriniz O’ndan. Siz
yönelin. Salâtında sesini çok yükseltme çok da kısma, orta bir yol
edin. Bu ayeti anlamak için 105’inci ayetten başlamak gerek. 105 Biz
onu senin insanları uyarman ve müjdelemen için indirdik. 106 İnsanlara
dura dura okuman için safha safha bölümler halinde gönderdik. 107 Siz
ister inanın ister inanmayın. Sizden önce ilim verilenlere o okunduğu
zaman çeneleri üstüne kapanır secde ederlerdi. (kapanma ve secde aynı
ayet içinde) 108 Ve derler ki Rabbimin vaadi gerçekleşiyor. (Biz de
bunu diyelim. Bu topraklarda şu sıralar Rabbimizin vaadi gerçekleşiyor)
109Çeneleri üzerine kapanıp ağlıyorlar ve huşuları artıyor. Ve bu ayet
110’ncu ayet geliyor. Ardından yüceltme duası. Hiç manidar değil mi!
(Okumak da var, secde de var, buradaki dura dura okuma bir anda
olan değil, ayetlerin bölüm bölüm gelmesi ile ilgili, illa aynı gün aynı
saatte dura dura okumak değil) Dura dura okuyasın diye fasılalar
halinde gönderdik. Düşünelim. Eğer fasılalar halinde gönderilmeseydi
hızlı mı okunacaktı!!! Demek ki “dura dura”dan kasıt peyderpey ayet
inmesi ve aralıklı olarak peygamberin bunları bildirmesi.
Salâtta Huşu… Elbette bir derste de huşu olabilir ama Kuran boyunca
huşu sözüyle genelde tekil ve tesbih durumlarında karşılaşıyoruz.
Üç vakitte izin… Üç vakitte izin, salatil fecr, salatil işa ve öğlen
elbiselerinizi çıkartığınız vakit. Öğlen için neden salat demesin!!! Ben
burada iki görüyorum ama diğer ayetlerden (tarafeyn değil, etrafen
nehari, gün etrafında, gün içinde, güneş batmadan önce) üç olabileceğini
düşünüyorum. Bunu da “gündüz işleriniz çoktur, rızık ararsınız” gibi
ayetlerin desteklediğini düşünüyorum. Ama beş görene de niye 5
dememin hiçbir anlamı yok. Dileyen dilediği kadar, içi huzurlu olduğu
kadar secde etsin, Allah’a bağlansın. Hiç de yanlış görmem.
211
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Cuma namazı… Cuma günü salât için çağrıldığınız zaman zikretmeye
koşun ve alışverişi bırakın. Burada ders sözkonusu olabilir. 11’inci
ayette bunu yapmayanların elçiyi ayakta bırakıp gittikleri anlatılır. Ben
dersin ayakta yapıldığını düşünmüyorum. Ancak bir hutbe ayakta
yapılabilir. Bu kapsamda bunun hem ders hem de ritüel tarafı olduğunu
düşünüyorum. Cuma suresinin 5 ve 6. ayeti de hizipleşme konusuna çok
manidardır. Tevratı sahiplenip onu benimseyememiş olanlar kitap yüklü
eşeğe benzetilir ve hemen akabindeki ayette yine bölünmemeye atıf
vardır. Yahudilere, sadece sizin Allah’ın dostları olduğunuzu
düşünüyorsanız ölümü isteyin, denir. İşte biz de kitap konusunda
anlaşmazlığa düşüp birbirimizin ibadetlerini yok sayarsak ve bu yüzden
tekfir edersek aynı duruma düşmüş olmaz mıyız? Böyle basit şeylerle,
detaylarla vakit kaybediyoruz bence.
Ala salatihim daimun… Onlar salâtlarında süreklidirler. Öncesinde
ve sonrasında cimrilikten ve infaktan bahis vardır. Buradaki salâtın
infakla ilgili olduğu açık. Kötülüklerden alıkonulmaktadırlar. Her salât
ya da essalât yalnız geçti diye illa ki namaz değildir. Böyle bir ayrıma
net bir işaret de yok bence. Bildiğimizi aramayalım, bulduğumuzu
bilelim.
Meleklerin tesbihi… Melekler onu hamd ile tesbih ederken onlar ise
Allah hakkında çekişip tartışır diyor Allah. Çok çok ibret verici. İşte bu
ayetler hep gözden kaçırılıyor. Lafla peynir gemisi yürüttüğümüzü
zannediyoruz maalesef.
Kuran’ı parça parça kıldılar… Önüyle arkasıyla okumak gerek bu
ayeti de. Açıklamaya bile korkuyorum aslında. Çünkü kendimce
açıklamaya kalkarsam başkaları hakkında zanna girmekten
çekiniyorum. En iyisi mi sen oku, düşün, kardeşim.
15:90: Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi 15:91: Ki onlar Kuran’ı
parça parça kıldılar 15:92: Rabbine andolsun, onların tümüne bunu
soracağız 15:93: Yapmakta oldukları şeyleri 15:94: Öyleyse sen
emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. 15:95:
212
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Şüphesiz o alay edenlere karşı biz sana yeteriz. 15:96: Ki onlar Allah ile
beraber başka ilahları edinmekteler; onlar yakında bilip öğrenecekler.
15:97: Andolsun onların söylemekte olduklarına karşı göğsünün
daraldığını biliyoruz. 15:98: Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde
edenlerden ol. (Çok açık değil mi?) 15:99: Ve yakin sana gelinceye
kadar Rabbine ibadet et.
Sabah akşam tesbih edin… Zekeriya kavminin karşısına çıkıp işaret
etti: sabah akşam tesbih edin. Daha ne desin!
Taha 130… “Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin
doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir
bölümünde ve gündüzün etrafında tesbihte bulun ki hoşnut
olabilesin.” Arapçasında “da” eki göremedim ben. Ben üçüncü vaktin
üç vakit izin ayetinde veya salâtı vustada değil burada olduğunu
zannediyorum.
Yorgunluk duymazlar… “Enbiya 19: Göklerde ve yerde kim varsa
onundur. O’nun yanında olanlar ona ibadet etmekte büyüklüğe
kapılmazlar ve YORGUNLUK duymazlar. 20: Gece ve gündüz hiç
durmaksızın tesbih ederler.” Yorgunluk duymazlar ifadesine dikkat.
İnsan hareket etmiyorsa o kadar da yorulmaz. Saatlerce oturup ders
yapabilirsin, okuyup, dinleyebilirsin. Hele de hoşuna gidiyorsa hiç sorun
olmaz. Sıkılabilirsin ama kolay kolay yorulmazsın.
Namazda Mübah Alanlar… Görmedin mi göklerde ve yerde olanlar
ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri
kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. (İşte mübah alanlar
dediğim yerlerden birisi burası. Bırak isteyen istediği gibi kılsın. Kime
ne zararı var. Allah’a yöneliyor adam. Yeter ki şirke girmesin.) Allah
onların işlediklerini bilendir.
Vakitler… Rum 17: Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha
erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin). 18: Hamd onundur;
göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. Ahzab
41: Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin 42: Ve O’nu sabah ve akşam
213
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
tesbih edin. (Üç
düşünüyorum.)
vaktin
tamamını
gösteren
ayetler
olduğunu
Yanları yataklardan uzaklaşmak… 15: Bizim ayetlerimize, ancak
kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini
hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar
iman eder. 16: ONLARIN YANLARI YATAKLARINDAN UZAKLAŞIR.
Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler.
76:22 Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çaba harcamanız şükre
değer makbul görülmüştür. 23 Gerçek şu ki Kuran senin üzerine
safhalar halinde bir indirme tarzıyla indiren biziz, biz. 24 Öyleyse
Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkâr veya nankör
olanlara itaat etme. 25 Ve sabah akşam Rabbinin adını zikret. 26
Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O’nu
tesbih et. 27 Gerçek şu ki bunlar çarçabuk geçmekte olan dünyayı
seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. 28 Onları biz
yarattık ve “bağ”larını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman onları
benzerleriyle değiştiririz. 29 Şüphesiz bu bir öğüttür. Artık dileyen
Rabbine bir yol bulabilir.
Ayetleri dönüp bir daha oku bence. Peygamber gibi, peygambere özel
emredilenler gibi yapmak isteyen müminler için, okumak, üzerinde
düşünmek, hatta her anlamıyla secde etmek için geceler bulunmaz
fırsatlardır.
Yunus, Balığın Karnında… 142: Derken onu balık yutmuştu, derken o
kınanmıştı 143: Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, 144:
Onun karnında dirilip kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. 145:
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. 146: Ve
üzerine sık geniş yaprakla, bir ağaç bitirdik.
Yunus, balığın karnında Kuran mı vahiy mi okuyordu? Yoksa tesbih mi
yapıyordu? Mesele tesbihin şekli değil, niteliği elbet. Sadece O’na
214
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yönelip sadece ondan af ve yardım dilemek. Bütün varlığınla O’na
teslim olmak.
Söylenenlere Üzülen Kişi Ne Yapmalı? “Sad 17 Sen onların
söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davut’u hatırla.
Çünkü o her tutum ve davranışında Allah’a yönelen birisiydi. 18
Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte
(Allah’ı) tesbih ederlerdi.”
Çok önemli dört ayet: Söylenenlere üzülen kişi ne yapar? Hayata mola
verip Allah’a mazeretini sunar, sunmalı. İşte namaz. Allah namazla salât
yükümüzü hafifletiyor. Sonra gelen ayetler de konuyu tamamlıyor…
“19 Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla (Allah’ı tesbih etmede
uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi. 20 Onun mülkünü
güçlendirmiştik. Ona ayırt etme ve anlatım çarpıcılığını vermiştik.”
Namaz Sığınaktır… 55 Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di
haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile
tesbih et.
Salât esnasında sığınak gibidir namaz. Salât yoksa namaza da gerek
yoktur, salât yapmayan namazı da yapamaz.
Aya Secde Etmeyin… Fussilet 36 Şayet sana şeytandan bir kışkırtma
gelecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü o işitendir bilendir. 37 Gece
gündüz güneş ve ay onun ayetlerindendir. Siz güneşe de aya da secde
etmeyin. Allah’a secde edin ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer ona
ibadet edecekseniz. 38 Şayet onlar büyüklenecek olurlarsa, Rabbinin
katında bulunanlar, O’nu gece ve gündüz tesbih ederler ve (bundan)
bıkkınlık duymazlar.
Tam bir namaz ayetleri cemidir burası. Aya secde etmeyin, bana edin
diyor. Eski dinlerin alışkanlıklarını yıkıyor açıkça. Ay onlara bir şey
söyleyemeyeceğine göre ay’ın söylediklerine tav olacak değiller. Demek
ki secde iddia edildiği gibi sadece ikna olup boyun eğme manasına
gelmez. Ritüeli de içerir.
215
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Ritüel olmayan tesbih var mı? Elbette var. 50:39 Öyleyse sen, onların
dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve
batışından önce hamd ile tesbih et. 40 Gecenin bir bölümünde ve
secdelerin arkasından da O’nu tesbih et.
Şu çok önemli. (Secdelerin ardından da..) Demek ki secdeli olan var ve
onun dışında olanı da var. Yani ritüel olanı var, olmayanı var. Daha
doğrusu… Vakitlenmişle yetinmeyin, fırsat bulduğunuzda ritüele gerek
duymadan da onu anmanın faydası var. Bu anma, gerek hayata salât’ı
ikameyle O’nun doğrularını yansıtmak, gerekse yaşadıklarında O’nu
görebilecek düşünme yetisine sahip olabilmek, hatta gerekse sadece
aklına getirebilmektir.
Her Kalkışında… 52:48 Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü
gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini
hamd ile tesbih et. 49 Gecenin bir bölümünde ve yıldızların batışının
ardından da O’nu tesbih et.
Yıldızlar fecr’le batar. Bu yüzden hem sabah namazına hem de güne
işaret var bence. Yani gün boyu da unutmamak gerek. Bizim için de
öyle. Gece bir saate kadar oku, düşün, öğren, ama ertesi gün hayata
tatbik etmedikten sonra manası yok.
İnsanlar Bugün de Dalga Dalga Allah’ın Dinine Giriyor…
110:1 Allahın yardımı ve fethi geldiği zaman 2 İnsanların Allah’ın
dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde 3 Hemen Rabbini hamd ile
tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.
İnsanlar bugün de dalga dalga Allah’ın dinine giriyor. Tarihi yönü
olması bugün bu ayetlerin anlamı olmaması demek değil. Kuran’a
yönelişi görenler azıcık düşünseler “ne oluyor yahu” diyerek düşünmeye
başlarlar. Ama ilmi veren Allah, biz sadece uyarırız. Daha biz bile
ol’madık ki! Öğreniyoruz işte. Allah yardımcımız olsun. O’na güvendik.
Umut ediyoruz.
216
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Salãt-ı İkame | Secde
Bu kadar uzun bir yazı dizisinden sonra hala ne dediğimi
anlatamamışsam benim eksikliğimdendir. Halen bu adam salâtın, namaz
mıydı, ders miydi, tesbih miydi yoksa başka bir şey miydi diye ne
anlattığını anlamamış olanların var olma ihtimalini (kendi eksikliğim
nedeniyle) yok saymıyorum. Fikrimin ne olduğunun anlaşılabilmesi
için, son bir gayretle konu hakkında bir başka anlatımla daha tane tane
söylemek ve son paragraflarda namazın faydasına dair “kendi
üslubumca” tespitlerimle bitirmek istiyorum.
Salât ders değildir. Salât namaz da değildir. Salât tesbih de değildir.
Salât başka herhangi bir şey de değildir. Salât kulun ve toplumun
Allah’la olan tüm bağlantılarıdır. Salât içeriğiyle ise bunların hepsini
içine alan bir havuzdur. Bu salât havuzunun içinde hem Kuran, hem de
217
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
o Kuran’ı okuyan bir müminin edindiği hikmet (o dersin kendisine
düşündürdüğü gerçeklerin yansıması) vardır.
Peygamberimizin ders yaptığına eminim. Ama ders olan salât değil,
Kuran’dır. Salât bağlantısını hayata kuracağımız şey olarak, hem dersi
hem de hikmetini içerir. Yani hem Kuran’ı hem de bugüne izdüşümü
olan bize yansımasını kapsar.
Peygamberimizin (şekli şemali bizimkine tam olarak benzesin ya da
benzemesin) namaz kıldığına da eminim. Ama bu namaz, salâtın
ikamesinin özel bir hali, yani vahyi hayata tatbike gayret eden bireyin
karşılaştığı zorluklardan ve yorgunluklardan dolayı Allah’la kurduğu
vakitli bir bağlantıyla nefsini dinlendiren şeydir. Namaz ya da adına ne
derseniz deyin, içini tesbih doldurur. Tesbih namazın olmazsa
olmazıdır. Tesbihin içinde ise boncuk değil dua vardır. Hatırlanan
Kuran ayetleri vardır. Allah’a övgü vardır. Şükür vardır. Hatta şikâyet
vardır. Sevinç vardır. Soru vardır. Cevap vardır. Dinlenme vardır.
Sadece Allah’ın anılması ve bireysel olarak O’na manen yönelinmesi
vardır. Yani Allah’a bireysel bir bağlantıdır. Salât içinde sadece bir
paragraftır. Bütün salât ise Kuran’daki bütün derslerin ve tesbihin
içindekilerin hepsini içerir. Salâtın ikamesi genel manada sadece bireyin
değil toplumun hayatının da Allah’a bağlanmasıdır.
Vakitlenmiş olan, işte bu (örfi şekliyle ya da başka bir biçimde) namaz
ve içini dolduran tesbihtir. Çünkü bireyin genellikle yalnız kaldığı
zamanlardır o vakitler. Ama birileri diğerleriyle kuşlar gibi saf tutmuşsa,
bu da hoş görülen bir şeydir. Dersler ise vakitlenmiş değildir. Her
isteyen uygun olduğu vakitlerde diğerleriyle anlaşarak bir araya gelip
Kuran dersi yapabilir. Hem dersin hem de tesbihin birleştirildiği tek
vakitli olan şey ise Cuma (Toplantı) namazıdır. İçinde ders de vardır.
Tesbih de vardır.
Herkes kendi tesbihinde özgürdür ve dolayısıyla namazda mübah alanlar
vardır. Kuşlar kendi tesbihini, dağlar kendi tesbihini biliyor ama biz
218
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
insanlar maalesef kendimize has tesbihimizi bilmekte, O’na yönelmede
özgür olduğumuzu anlamakta zorlanıyoruz.
Kuran’da ders olarak nitelenen Kuran’ın kendisi, hikmet olarak
nitelenen bireyin okuduğundan (ister tek başına, isterse arkadaşlarıyla
birlikte) aldığı yansımalardır. Kitabın birçok yerinde vakitli olarak
anılan şey, tesbih ve yalın olan geçen (ikame fiili olmayan) salâtların bir
kısmıdır. Zekeriya mihrabında yalnız başına “musalli” halindeydi.
Dışarı çıktığında insanlara “sabah akşam tesbih edin” dedi “sabah
akşam gelin de sizinle vahiy dersi yapalım” demedi. Vakitli olan Kuran
dersi değil tesbihtir. Bu sözüm, Kuran dersi yok anlamına gelmez. O da
vardır ve kitapta bunun olduğunu gösteren ayet grupları zaten
mevcuttur. Ama Cuma hariç, vakitli değildir.
Peki, şimdi biz nasıl salât edeceğiz veya namazı nasıl kılacağız diye
soran varsa, Allah’a emanet olsun inşallah. Bu makalenin asıl teması
şudur: Bölünmemeliyiz. İster beş vakit, ister üç vakit, ister iki vakit ister
tüm gün namaz kılın, ister hiç kılmayın, bu benim düşünceme göre
ayrışmamıza sebep değildir. Tesbihiniz sizin mahreminizdir. Rükû
edenlerle rükû etmek de Allah’ın emridir. Sadece Allah’a yönelinmesi
koşuluyla… Biz O’nunla kendi anladığımız dilde ya da en azından
anlamını bildiğimiz cümlelerle irtibat kurmalıyız. Hangi baba, oğlu
yalvarırken merhametsiz kalabilir. Allah bir babadan daha mı
merhametsiz!!! Veyahut “niye şöyle eğildin de böyle eğilmedin, neden
şu hareketi yapmadın da şöyle yaptın” diye kızar mı bize? Allah’ı hiç mi
tanımadık!
Kavga edeceksek de insanlara faydası dokunacak işler için kavga
edelim. Tutup büyük meseleler dururken, alt hususlarda kavga ederek
büyük resmi gözden kaçırmayalım. Ortada salâtın ne olduğundan haberi
olmayan bir millet varken, salâtın bireyi ilgilendiren alt kümeleri
üzerinde tartışmanın, ayrışmadan başka bir işe yaramayacağı ve salâtı
engelleyeceği muhakkak. Ortada daha okul yokken, okul kantindir, okul
dersaneden ibarettir veya okul müdür odasıdır ve yahut okul bayrak
direğidir diye tartışmanın hiçbir anlamı yok. Önce okulu yapalım.
219
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
İsteyen dershaneye girsin, isteyen teneffüs zili çaldığında gidip kantinde
çikolatasını yesin.
Ben namazımı şu şu şu saatlerde gönlüm ferah olarak kılmaya devam
ediyorum. Var mı yok mu tartışmalarından sıyrılmış, içim rahat ve
huzurlu biçimde sadece Allah’a yöneliyorum. Daha fazla bir huşu
duymam gerekir ve belki hatam da olabilir ama Kuran’da tüm bunları
gördükten sonra, kuşlar gibi kendi bildiğim şekilde yapmamın bana
emredilen olduğu kanaatindeyim. Varsa küçük hatalarımı Allah’ın
affedeceğini umuyorum. Bence siz de içiniz rahat olarak nasıl
yönelecekseniz öyle yönelin. Kimseyi ilgilendirmez sizden başka.
Gördüğüm salâtlardan sonra birisine “namaz kılıyor musun” demeyi bile
yersiz ve seviyesiz buluyorum. Böyle bir şey sormak, mahallendeki
muhtaca “zekât vermiyor musun?” diye sormaya benzer. Tüm yazı serisi
boyunca anlattıklarıma rağmen benim yazdıklarım asla Kuran’da olan
gerçeklere ortak koşulmamalıdır. Allah’ın vahyettikleri dışındaki tüm
yazılanlar insan sözleridir ve öyle ya da böyle hata içerirler. Salat ve
bağlantılı olarak örfi namaz konusunda benim anlattıklarım benim
kitaptan gördüklerimden sonraki kanaatlerimdir. Doğru bildiğimin
dürüstçe bir anlamda savunmasıdır. Eğer farkına varmadan küçük ya da
büyük bir hataya düşmüşsem beni daha doğruya iletecek olan da
Allah’tan başkası değildir. Ve yine tekrar ediyorum, esas mesele
ayrılığa düşmemektir, şirk koşmak dışında anladıklarımızdan dolayı
hizipleşmemektir. Bize düşen Kuran’la yol alan herkesi birleştirmek ve
hatta bizim gibi düşünmeyenlerle bile selam içinde yaşamaktır.
Hatalarımızı düzeltecek olan Allah’tır.
3 Ali İmran 103 Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın; ayrılığa
düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini anımsayın. Siz birbirinize
düşmanlar idiniz de kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde
kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan
kurtardı. Yola gelesiniz diye Allah ayetlerini böyle açıklıyor.
Ey büyümüş de küçülmüş çocuk, bunun sana ne faydası var göremiyor
musun? Türlü salâtlar ederken… Türlü sorunlarla boğuşurken… Kalbin
220
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
sıkışırken… Göğsün daralırken… Faturalarını ödeyemezken…
Bebeğinin hastalığına üzülmüşken… Babanı ya da anneni
kaybetmişken… Üniversite bütün düşünceni hapsetmişken…
Arkadaşlarından uzak kalmışken… Sana bir söz söylenmiş de ağırına
gitmiş ama öfkeni dindirecek cevabı verememişken… Sen birisine bir
söz söyleyip de pişman olmuşken… Patronla arayı bozmuşken…
Kocanla/karınla tartışmışken… Çözemeyeceğini düşündüğün sorunlarla
güreşirken… Bir raund arası versen…
Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken… Şefkat arayıp da
bulamamışken… Kuran’a döndüğün ve Kuran’la uyardığın için
damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken… Çaresiz olduğunu
zannettiğin dertlere düşmüşken… Artık bundan öte ne yapacağını
bilememişken… Bir eğil, iki eğil, dört eğil… İki vakit üç vakit beş
vakit… Ayakta, eğilerek, yan yatarak, düz durarak, uzanarak…
ARADA BİR HAYATA MOLA VERSEN OLMAZ MI?
Hiç mi yorulmadın? Hiç mi yorulmuyorsun şu hayattan? Arada bir yere
kapanıp da mola versen olmaz mı? Arada bir şu dünyadan bağını
koparıp da gerçeğe gözünü açsan olmaz mı? Arada bir reset atsan, şu
beynini azıcık dinlendirsen olmaz mı? Büyümen için sana bir ömür
verilmişken, arada bir o hayatının zekâtını versen… Tarlanı arada bir
nadasa bıraksan… Büyüdükten sonra büyüklenmesen de küçülsen…
Büyümüş de küçülmüş çocuk olsan… Bir an için yok olsan… O, yıllar
süren yaşamının orucunu arada bir üç beş dakika tutsan… Hatta istersen
secdede gözlerini bile kapatsan… Şu yalan dünyaya azıcık fa”sal”a
versen de… O’nunla “bağlantı”ya geçsen olmaz mı?2
2
Salât bahsiyle ilgili fazlaca yorum olduğundan kitaba alınmamıştır.
Yorumlar özellikle “Secde” başlıklı bölümün altında yoğunlaşmıştır.
221
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Rüyaların Tevili
Rüyalar Gaybdan/Gelecekten Haber Verir mi?
Rüyalar hepimizi evvelden beri düşündüren başlıklardan biri olmasına
rağmen konuşmaktan genelde haklı olarak imtina ediyoruz. Çünkü ben
de aynı fikirdeyim ki; rüyalar kişinin kendi mahremidir. Onların sizden
başka sadece (her şeyi yaratan ve tanık olan) Allah aynısıyla
farkındadır. Geleneksel rüya tabiri anlayışına ise hiç girmek bile
istemiyorum. Kültüre özel bazı simgeler olabildiği muhakkak ama,
klasik rüya tabirleri çoğunlukla saçma sapan “zan”lara ulaştırırlar bizi.
Genellikle bir sonuç da çıkaramazlar. Ortaya sallanan bir iddia
curcunası vardır. Onlardan biri tutarsa “işte rüyam tuttu” olur! Acaba
222
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
rüyalar (gaybdan) bilinmezden ya da gelecekten haber verirler mi
gerçekten! Ya da başka bir nedeni de var da biz mi bilmiyoruz henüz!
Neden İbrahim’in oğlunu boğazladığı rüya, üzerine basa basa bu kadar
anlatılıyor? Yusuf’unki ilmi sayesinde kuvvetli bir zan mıydı? Yoksa
rüya tevil etmek için bazı bilgilere haiz miydi? Bu bilgiler gayb bilgisi
mi yoksa olayların tefekkürü müydü? İbrahim oğluna rüyasını
anlattığında ne oldu? Oğlunu kesme gibi bir durumu yaşadı mı İbrahim?
Vahiy almasına rağmen neden Muhammed’den gördüğü rüyadan ders
alması isteniyor? Neden Yusuf’un rüyasını anlatmaması konusunda
Yakup bu kadar ısrarlı? Bir elçi nasıl oluyor da bir zannın peşine
düşmüş bir kâhin gibi zindan arkadaşlarına rüya tabir ediyor? Nasıl
oluyor da Melik’in rüyasına dayanarak Yusuf böyle ekonomik bir işe
kalkışıyor? Allah’tan başka kimse geleceği bilemezken, bilinmezden ve
gelecekten haber verebilir mi bir elçi? Eğer veremiyorsa daha
gerçekleşmeden Yusuf nasıl bildi? Ve en önemlisi… Her rüya bahsinin
neticeye ulaşması anında neden bir secde ve Allah’a övgü söz konusu?
Rüya ile önü açılan bu bilgiler bize hangi ana gerçeği gösteriyor?
Rüyalar çoğunlukla günlük yaşamdan zihnimize yansıyan (psikolojik)
görüntüler, görümler olarak ortaya çıkıyorlar. İçimizdeki sevinç ya da
sıkıntı ve yahut bir yoğunluk kendisini rüyamızda da karşımıza benzer
biçimlerde çıkarıyor. Ancak benim bugün size bahsedeceğim rüya
biçimi bu çoğunluk rüyalarımızdan biraz farklı. Sizin de başınıza
gelmiştir ki; bir rüya gördüğünüzde bazen öyle bir yerde bulursunuz ki
kendinizi, yeryüzünde ve hayatınızda henüz öyle bir yere gitmiş, öyle
bir yerde bulunmuş ya da öyle bir olayı bir benzeri ile yaşamış
değilsinizdir. Belki de birkaç defa aynı rüyayı benzer biçimlerde
görmüş, hep aynı yerde bulunmuş ve benzer oluşlarda bulmuşsunuzdur
kendinizi. Ve demişsinizdir ki “Ben bunu sadece rüyamda gördüm.
Veya sadece rüyamda gördüğüm bir yer. Veya sadece rüyamda
bulunduğum bir mekân. Ya da sadece rüyamda tanıdığım bir kişi. Yahut
sadece rüyamda yaptığım bir iş.” Eminim ki bu sadece benim başıma
gelmiyor. Birçok rüya uyanır uyanmaz veya çok kısa bir sürede
223
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
unutulurken tekrar tekrar kendini gösteren ve hissettiren bu tip rüyalar
genelde etkilidir ve üzerimizde sorular ve izler bırakırlar.
Sözgelimi… Yıllarca önce rüyanızda kendinizi o hiç bilmediğiniz yerde,
hiç bilmediğiniz bir evde, hiç bilmediğiniz bir pencerenin önünde, o
şekliyle hiç bakıp da görmediğiniz bir manzaraya bakarken gördünüz.
Unutmadınız da. Çünkü bu mekânı ve manzarayı farklı hallerde ve
oluşlarda olsa da rüyalarınızda defalarca gördünüz. Ve yıllar sonra hayat
bu ya, günü geldi. Daha önce hayatınızda tanık olmadığınız o eve
taşındınız. Daha önce bulunmadığınız o pencerenin önünde, daha önce
bakmadığınız o manzaraya bakarken buldunuz kendinizi. Fark ettiniz ki
bu gerçek size yılarca önce rüyalarınızda malum olmuş meğerse. Böyle
bir durumdan ne ders çıkar bize?
Hiç karşılaşmadığımız ve sadece rüyalarımızda gördüğümüz bir şeyin
gerçek hayatta ya da gelecekte yaşanması bir kanıttır. O da, bilinmezi
sadece Allah’ın bildiğine kanıttır. Yani bu tip rüyaların gerçekleşmesi
Allah’ın varlığına delildir. Çünkü O, bizim bilmediğimiz şeyleri
bilendir. Ve bunu kendi nefisimizde bize göstermektedir.
Aslında bu durum mucizenin ta kendisidir. Çünkü sadece Allah’ın
bildiği bir gerçek gerçekleşmiş durumdadır. Eğer o evin o penceresini
ve o manzarasını daha önce rüyanızda görmemiş olsaydınız, onu sadece
Allah’ın bildiğini nasıl anlayacaktınız!!! Her gün yüzlerce yeni şey
görüp, yeni oluşlar yaşıyoruz. Ama her birini ilk defa yaşadığımız için
bunları Allah’ın daha önceden bildiği aklımıza bile gelmiyor. İşte
bunlardan birini veya birkaçını eğer daha önce rüyamızda görmüşsek ve
hatırlamışsak, işte o an Allah’a secde edip O’nun her şeyi önceden
bildiğini kavradığımız an olmalıdır. Rüyayı bizim görmüş olmamız bu
neticeyi değiştirmez. Çünkü bizim için, rüyanın kesin tevili
gerçekleştiğinde anlaşılır. Daha önce değil. Daha önceki, az ya da çok
zan içerir.
Bir bilgi, bir haber ancak doğrulandığı zaman gerçekleşmiş olur.
Televizyonda haber dinliyorsak doğrulanmış gerçekleri dinliyor
224
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
olmalıyız. Diğer haberler ise ya bir tahmin, ya bir hesaplama ya da bir
aktarım olarak hiçbir zaman yüzde yüz değildir. Hava tahmini gibi.
Yarın kar yağacaktan ziyade yağabilirdir… Bulutların hareketi bizi belli
bir tahmine yöneltir ama kar yağışı beklerken bulutların yoğunlaşmadan
üzerimizden geçip gittiğini de çok defa yaşamışızdır.
Rüyanın gelecekten haber olup olmadığını anlamak için gerçekleşmesi
gerekir. Ne zamanki gerçekleşir, rüyanı gerçekleştirmiş olur ve anlarsın.
İşte bu maddi manevi secde gerekçesidir. Allah’ın varlığının, bizi
denediğinin, yetiştirdiğinin, bize kendisi hakkında deliller sunduğunun
delilidir. Yoksa rüya ile gaybten şu haberi yüzde yüz aldım diyemez
kimse. Gaybı bilmem ben, der. Ama şunun şöyle olacağını, şu şu
kuvvetli deliller nedeniyle umuyorum, tahmin ediyorum der. Bunun için
de ilme, bilme ihtiyaç vardır. Sadece rüya için değil günlük gelişmeler
için de böyledir. O halde Kuran’daki rüya kıssalarını nasıl anlamalıyız?
Şimdi kısaca onlara bakalım. İçinde rüya geçen bölümlere…
12 Yusuf 4 Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: “Babacığım,
ben rüyada on bir yıldızla, Güneş’i ve Ay’ı gördüm; onları bana secde
ediyorlar gördüm.”
12 Yusuf 5 “Yavrucuğum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra
sana bir oyun oynarlar. Hiç kuşkusuz şeytan, insan için açık bir
düşmandır.”
Neden Yakup Yusuf’a rüyanı kardeşlerine anlatma diyor? Bu soru hep
kafamı kurcalamıştır. Ne olacak ki anlatsa, diye. Niye kötülük etsinler
Yusuf’a, rüyada ayın, güneşin ve yıldızların kendisine secde ettiğini
görmüş diye. Net bir cevap bulamamıştım. Eğer onlarda da rüya ilmi
varsa o halde neden başlarına gelecekleri tahmin edememiş
olabilirlerdi? Sonra Yusuf 37’de Yusuf’un zindan arkadaşlarına
konuşmaya başlarken “Ben Allah’a güvenmeyip ahreti de tanımayan bir
toplumun dinin terk ettim” diye söze başlaması da hep kafamda soru
işaretleri oluşturmuştur. Çünkü Yusuf kıssasında ne zaman nerede
225
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Yusuf, ortak koşan bir kavmin dinini ne ara terk etmişti bulamıyordum.
İşte meğerse cevaplar bu “rüya” ayetlerinde saklı imiş.
Eğer Kuran’da güneş, yıldız ve ay kelimelerinin geçtiği tüm ayetleri göz
önüne alırsanız, çok eski devirlerden beri güneşe, aya ve yıldızlara
ilahlık vasfı verildiğini ve bunun taa Mekke dönemine kadar sürdüğünü
görebilirsiniz. “Güneşe de, ay’a secde etmeyin, bana edin” (41:37)
diyen Allah bu kahrolası kültürü defalarca yerle bir ettiği halde insanlar
ortak koşmaktan vazgeçmemiştir. Ortak koşan bu kimselerin peygamber
çocukları olması bir şeyi değiştirmez. Yusuf’un kardeşleri, Allah’a
inansa da güneşe, aya ve yıldızlara halen ilahlık vasfı veren kişiler
olarak eğer Yusuf’un rüyasını dinlemiş olsalardı, muhtemelen çıngar
çıkardı. Bugün evliyalara, ermişlere, gavslara, kutuplara ve hatta
peygamberlere ilahlık vasfı verenlere tutup, ben bunların hepsinin bana
secde ettiklerini rüyamda gördüm dediğinizi düşünün ve alacağınız
tepkiyi hayal edin!!! Dolayısıyla Yakup da Yusuf da bu rüyayı
konuştukları o gün anlamış değillerdir. Yakup’un korkusu diğer
çocuklarının bu gök cisimlerini Allah’a ortak koşuşları ile ilgiliydi.
Rüyanın tevilini bildiği için değil. Ne zamanki kıssa sonunda Mısır’da
birleştiler, rüya o zaman tevil edilmiş oldu.
12 Yusuf 100 Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için
secdeye kapandılar. Dedi ki: ‘Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın
yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü
beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan
sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek
ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi
O’dur.’
Kısacası burada geleceği bilen bir Yakup ya da Yusuf yoktur. Kıssanın
başında, kısa vadede olacakları tahmin eden muvahhid bir Yakup ve ne
olduğunun farkına bile varmayan ama sadece Allah’a yönelen bir Yusuf
söz konusudur. Diğer kardeşler ise henüz muvahhid değillerdir. Olay
gerçekleşene kadar olacakları bilen sadece Allah’tı. Yusuf gördüğü
rüyanın gerçekleştiğini, işte Mısır’daki bu birleşme anında anladı ve
226
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
bunu ifade etti. “Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi
O’dur” Yusuf’un bildiği ise sadece kendi bildiği kadarıyla sözleri ve
olayları yorumlamadan ibarettir (12:101) ve bunu devamındaki ayetler
anlatır. Ardından Muhammed’e de “Bunları sen bilmezdin. Gayb
haberidir bunlar” (12:102) denmesi de bu kapsamda manidardır.
Peki o halde bir çelişki yok mu? Yusuf’un zindan arkadaşlarına yaptığı
rüya yorumları ne olacak? Yusuf orada gelecekten haber vermiyor mu?
Bakalım…
12 Yusuf 36 Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri: ‘Ben
(rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm.’ dedi. Öbürü: ‘Ben de
kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan
yemekteydi’ dedi. ‘Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni,
iyilik yapanlardan görmekteyiz.’
Zindanda bu kadar kısa konuşmuş olamazlar elbette. Mümkün ki
gençler Yusuf’a kendilerinden ve yaşadıklarından da çokça
bahsetmişlerdir. Onları etraflıca tanıyan Yusuf da rüyalarından bir
anlam çıkarmış olabilir. Ama Yusuf’un asıl bildiği rüyanın yorumundan
çok sözlerin ve olayların etraflıca düşünülmesinden çıkardığı sonuçtur.
Siz olsanız, öleceğini bildiğiniz birisine öleceksin der misiniz? Diyecek
olsanız da “böyle devam edersen sonun ölüm olur” dersiniz. Birisine
sigara içtiğin için öleceksin demezsiniz, sigara içmeye devam edersen
sonun böyle olabilir dersiniz ancak. İşte Yusuf’un söylediği de bunun
gibidir. Sen böyle başkalarını rab edinmeye devam edersen sonunda
kaybedersin demiştir. Elbette böyle derin düşünebilen birisinden
rüyadan da gerçeğe en yakın tahmini yapmış olması beklenir. Bakalım
Yusuf ne demiş…
12 Yusuf 37 Dedi ki: ‘Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben
mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu,
rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen,
ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk
ettim.’
227
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Gördüğümüz gibi Yusuf, henüz rüya tabirine geçmeden önce asıl
becerisinin oluşları, olayları ve neden sonuç ilişkilerini değerlendiriyor
olmasıdır. Yemeğin rüyayla bir ilgisi yoktur. Kabiliyetinden bahsediyor
Yusuf. Ve belki de biraz fazlaca güveniyor kendisine. Ardından 38,39
ve 40’ıncı ayetlerde hala yoruma geçmemiş olan Yusuf önce tevhidi
anlatıyor. Nihayet 41’inci ayette başlıyor rüyalardan yaptığı çıkarıma…
12 Yusuf 41 “Ey benim zindan arkadaşlarım! Rüyanıza gelince: Bir
taneniz rab edindiği kişiye şarap sunacak. Ötekiniz ise asılacak da
kuşlar başından yiyecek. Hakkında fetva sorduğunuz iş, böyle hükme
bağlanmıştır.”
Şimdi şunu diyebilirsiniz. İşte Yusuf gelecekten haber veriyor. Hatta
hüküm budur gibi bir şey söylüyor. Bu kapsamda Kuran’da geçen
Yusuf’un sözleri ile Allah’ın sözlerinin birbirine karıştırılmaması
gerektiğini düşünüyorum. Yusuf’un her söylediğini Allah tasdik ediyor
mu acaba! Evet, ben de çoğunuzla aynı şeyi düşünüyorum. Burada
Yusuf kendinden fazlaca emin ve iş budur, bitmiştir, gibi bir tavrını
seziyorum. Ve o kadar emin ki, kurtulacağını düşündüğü kişiden
kendine bir menfaat sağlamaya, Allah’tan aldığı ilimle Allah’tan
başkasından destek almaya çalışıyor. Ama bakın neler oluyor…
12 Yusuf 42 Kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: ‘Efendinin katında
beni hatırla.’ Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu,
böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı.
İşte Yusuf o anda şeytanın oyununa gelmiş oluyor. Hiçbir gayb haberini
yüzde yüz bilemeyeceğini, her şeyi bilenin Allah olduğunu ona bir an
için unutturan nefsi onu yanıltmış oluyor.
Ne rüya, gerçekleşmeden tevil edilmiş olur, ne de bizim her hesabımız
yüzde yüz doğrudur. Yusuf’un, öldürüleceğini düşündüğü gencin
öldüğüne dair de bir ifade geçmez Kuran’da. Biz de Yusuf gibi
(bilgimiz ve tecrübemiz kadarıyla) sadece yorumlarız. En doğru bilgiye
ulaşmaya çalışırız. Her şeyin en doğrusunu ise sadece Allah bilir. Bir
şeyleri iyi yorumluyor oluşumuz, en doğrunun o olduğu ya da
228
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
yaptığımız hesap kitaptan sonra tahmin ettiğimiz şeyin gerçekleşeceği
yüzde yüz anlamına gelmez. Umarız, ümit ederiz, bekleriz, gerçekleştiği
anda tevil olur. Kesin bildiğimiz sadece Allah’ın her şeyi bildiğidir.
Kibre ya da çokbilmişliğe girdiğimiz anda, daha yıllarca bilgisizlik
zindanından çıkamamaya da hazır olmalıyız.
Ya Melik’in rüyası diyebilirsiniz…
12 Yusuf 43 Hükümdar:’ Ben (rüyamda) yedi besili inek görüyorum,
onları yedi zayıf inek yiyor; bir de yedi yeşil başak ve diğerleri ise
kupkuru. Ey önde gelen (kahin-bilginler,) eğer rüya yorumluyorsanız
benim bu rüyamı çözüverin’ dedi.
Yusuf bu rüyaya yönelik olarak ettiği tefekkürle, kuvvetle ihtimal
olabilecekleri beyan etmiş ve tarım ve ekonomi politikalarına yönelik
tedbir alınmasını önermiştir. Geçmişten aldığı dersle de zindandan
çıkma işini (günümüz politikacılarına ders olacak mahiyette) artık
aklanmaya bağlamıştır. Yusuf rüyalara da olaylara da ilmiyle tefekkür
ederek çareler bulmuştur. Bir kâhin gibi hareket ettiği anda cezasını da
görmüştür. Demek ki rüyalar henüz gerçekleşmeden tevil olmuş
olmazlar. Ancak bazı rüyalar bize ders ve tedbir almamızı hatırlatabilir
ve Allah’ın her şeyi bildiğini ispat ederler. Bu kapsamda rüyalar bizim
için denenme gerekçesidir. Peygamberler ve elçiler için de böyle.
Allah’ın gerçekliğini hatırlamak üzere…
17 İsra 60 Hani biz sana: ‘Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre
kuşatmıştır’ demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek
için yaptık, Kur’an’da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz.
Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor.
48 Fetih 27 Yemin olsun ki Allah, resulüne o rüyayı hak olarak doğru
çıkarmıştır. Allah dilerse, başlarınızı tıraş etmiş, saçlarınızı kısaltmış
olarak güven içinde, korku duymadan Mescid-i Haram’a mutlaka
gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi de bundan önce size yakın
bir fetih nasip etti.
229
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Peki İbrahim’in rüyası… Öncesinde İbrahim “Salihlerden bir yardımcı”
istiyor (37:100). Ardından bir çocukla müjdeleniyor (37:102). Ve
ardından aşağıdaki ayet geliyor…
37 Saffat 102 Böylece (çocuk) yanında koşabilecek çağa erişince
(İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda
boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu) Dedi ki:
“Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden
bulacaksın.”
Ortada ne bir bıçak var, ne kesme… Hatta ne de ne de İsmail…
İbrahim’in duasına yönelik olarak müjdelenen çocuk İshak olduğu halde
gelenekte neden İsmail deniliyor bilmiyorum. En azından Kuran’da
görebildiğim kadarıyla bu çocuğun İshak olma ihtimali mantıksal olarak
da yüksek. Ama yine de net bir iddia ortaya koymadan “çocuk” diyelim
biz. İbrahim bir rüya görüyor. Rüyasında çocuğu boğazladığını
(kesmeye mecaz anlamında da gırtlağını sıkmak anlamında da olabilir)
görüyor ve oğluna rüyasını anlatıp yorumlamasını istiyor. Gelenekte ya
İbrahim’in rüyası gerçek gibi algılanmış ya da tevili (gerçekleşmesi)
rüyadaki simgelerle karıştırılmış durumda. Devam edelim…
37 Saffat 103 Sonunda ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırdı.
Bir insanı kesmek için alnı üzerine yatırmak ne kadar mantıklı!!! Ense
köküne bıçak vurularak daha da mı yavaş çıksın canı istiyor İbrahim!!!
Kurbanlık hayvan bile keserken yan yatırılıp yumuşak yere vurulan
bıçak sıra insana gelince omurlara mı vurulacak!!! Üstüne üstelik “bir
masumun canını almayı yasaklayan” Allah, elçisine “oğlunu kes” mi
diyor!!! Neyse… Çok tartışmalı… Ama gerçek olan şu ki her ikisi de
Allah’a secde ediyorlar. Bir şekil varsa, insan alnı üzerine secde eder
çünkü. Rüya her ne görüntüde olursa olsun tevil olmuş (gerçekleşmiş)
oluyor çünkü. Kuran’daki diğer rüya tevillerinde olduğu gibi. Olay
tamamlanmış oluyor. Artık oğlunu alıp araziye götürüp bıçağı vuracak
olsaydı bile vurmasına gerek kalmamış oluyor. Rüyanın gereği bitti.
230
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Alınacak ödül varsa alındı, edilecek secde edildi zaten. Rüya
doğrulandı, tevil edildi, gerçekleşti.
37 Saffat 104 Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.
37 Saffat 105 “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsanda
bulunanları böyle ödüllendiririz.”
Demek ki gelenekte anlatılan ve Tevrat’ı da hadis kitabına dönüştüren
bir rivayet daha yerle bir oldu Kuran’la. Çünkü Kuran öyle bir dehşet
hikâyesi anlatmıyor bize. Varsa da rüyalardaki simgelerden ibaret
kalmış olması muhtemel.
Ve demek ki rüyaların tevili, aynısıyla ya da bir benzeriyle
gerçekleşmesidir. O bilinmezin bilinir hale gelmesidir. İnsanların Allah
tarafından denenmesidir. Yusuf’ta da Muhammed’de de, İbrahim’de de
böyledir. Belirli rüyalar iyi bir tahminle (genellikle de kendi kendine)
yorumlanabilirler. Ama gerçekleşene kadar gelecek, net bir biçimde
kimse tarafından bilinemez. Allah hariç. Gerçekleşmesi ise Allah’ın
delillerindendir.
231
Kalemzáde|Kalemin Kıyamı
Kalemzáde
Cengiz Yardım
Kalemzáde|BLOG2014
kalemzade.nete-kitap
232

Benzer belgeler