Kalemin Kıyamı
Transkript
Kalemin Kıyamı
Kalemzáde Cengiz Yardım Kalemin Kıyámı Okumadığı Kitaba İnandığını Söyleyen Yalan Söylüyordur Kalemzáde|BLOG2014 kalemzade.nete-kitap Kalemzáde Cengiz Yardım Kalemzáde|BLOG5YIL [email protected] Haziran2014-Ekim2014|TuzlaİSTANBUL Ekim2014-Aralık2014|DarıcaKOCAELİ Güncelleme/Eylül2015|DarıcaKOCAELİ Kitabın tüm hakları yazara aittir Hiçbir içerik, yazarından izin alınmaksızın, kendi namına kullanılamaz Ticari değildir Para ve sair yollarla satılamaz All rights reserved to the author On behalf, any content of the book can not be used without permission Not commercial No permission for sale Kitabı okumak ve paylaşmak isteyenler kalemzade.net sitesi üzerinden e-posta ile bloga üye olduktan sonra A5-pdf formatındaki nüshayı gönül rahatlığıyla indirebilir Máliyetine bile olsa ticári maksat gütmemek kaydıyla çıktısını alabilirler SubhanAllah… “Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik” Subhanallah!!! Hangi bilimsel cevap, hangi araştırmacının ulaştığı sonuç ya da hangi mucize o anlamadığınız ayeti şu yukarıdaki hak cümle kadar açıklayıp rahatlatabilir sizi? “Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik” Subhanallah!!! ÖnSöz 4 numaralı e-kitaptan itibaren tüm e-kitaplarım, Allah’ın ayetlerini ve tevhidi keşfedişimden sonra blog sitemde yazdığım yazılarımın kronolojik olarak kitaplaştırılmasından ibarettir. Asla ve asla birer din öğretim kitabı değillerdir. Alelade bir insan olarak belli bir süreçteki tespit ve düşüncelerimi, blog sitemde yazmak suretiyle paylaşımımdır. Temel iddiam “oku” emrinin herkes tarafından anlaşılarak dinimizin tek kaynağı olan Kuran’a, esas olarak geleneğe değil, sadece Kuran’a yönelinmesi ve Allah’ın kitabının bireysel akıl yoluyla anlaşılamayacağından korkulmaması gereğidir. Bunun dışındaki tüm düşüncelerim ve anlatımlarım, bir gelişim döneminin tezahürü olarak değerlendirilmeli, kendi fikrime değil doğru yola, Allah’a ve O’nun sözlerinin gerçekliğine çağırımımın paylaşımı olarak görülmelidir. Kalemzâde | Cengiz Yardım Eylül2015 Darıca/KOCAELİ İçindekiler __1 Şefaat Beklentisi Ahiretin Varlığına İnanmayanlar Şefaat Bekler mi? __3 Ayetlerin Cemi Sorularımızın Cevabını Kuran’dan Nasıl Alırız? __6 Hurafeyi mi Tarihi mi Reddediyoruz? Kuran’ı Anlamak için Tarihten Faydalanamaz mıyız? _12 Şu Ağaca Yaklaşma Düşün… Allah’tan Razı mısın? _18 Elindeki Nedir Ey Musa? TaHa Suresinden İzdüşümleri _24 Sizi Şikâyet Edeceğim Filistinli Çocuğun Düşündürdükleri _28 Davet ve Kaçış Zamanının Kısa Tarihi Nuh Suresinden İzdüşümleri _33 Yemin|Sağ El Bahsi Sağ Ellerin Malik Oldukları _61 Kuran’ın Allah’tan Olduğunu Nereden Biliyorsun? İnançta Bir Fahiş Hata… _64 Riba|Karşılıksız Kazanç Riba, Faiz, Rant ve Ticaret Meselesi _71 Müslüman Olmayanlar Cennete Gidebilir mi? Kuran’da Çelişki Yok _77 Senin Devletin!!! Yüzünü Mescid-i Haramına Çevir _93 Allah Zikrini Korur Kurban|Gariban Bayrammı Yazısı _99 Şehrin Kapısında Secde Şehrin Kapısından Girerken Secde Etmek Ne Demek? 111 Makam-ı Mahmud Nedir? Nedir Bu Makam-ı Mahmud, Ne Demektir? 121 İlk Müslüman Kimdir? Kuranda Tutarsızlık Yoktur 125 Araf Üzerinde Bilinçli Cahiliyet 130 Mağara Ehli ve Köpek Örneği Kehf Suresinin Düşündürdükleri 135 Din Alanında Diploma!!! Avam Bir Nevzuhurdan İncilerle 141 Sıcak Cihad|Savaş Tevbe Suresinin Düşündürdükleri 148 Lokman’dan Babalara/Annelere Öğütler Lokman Suresinin Düşündürdükleri 160 Salãta Yürüyüş Salãt-ı İkame | Salãt mı Namaz mı? 222 Rüyaların Tevili Rüyalar Gaybdan/Gelecekten Haber Verir mi? Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şefaat Beklentisi Ahiretin Varlığına İnanmayanlar Şefaat Bekler mi? 3 Al-i İmran 80 O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek? Ayan beyan açıklanmış bazı konuları tartışmak bile başlı başına cahillik aslında. Bu ayetler ne kadar anlaşılmaz (!) ve ard arda dizilmiş olmaları ne kadar da anlamsız(!) değil mi!!! Allah’ın merhameti ve koruyuculuğuna sığınarak O’nun adıyla bir kez daha okuyun. 39 Zümer 43 Yoksa Allah’tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: ‘Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?’ 1 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 39 Zümer 44 De ki: ‘Şefaatin tümü Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz.’ 39 Zümer 45 Sadece Allah anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa O’ndan başkaları anıldığında hemen sevince kapılırlar. Size bir soru: Ahiretin varlığına inanmayan, ahirette şefaat bekler mi!!! Ardısıra gelen ayetler aslında kendisini açıklıyor. Demek ki ahirete inanmamaktan kasıt, Allah’ın tarif ettiği biçimde olan bir ahirete inanmamak. Yoksa ben ahretin varlığına inanmıyorum diyenin ölüm sonrasından bir beklentisi olmaz. Yeryüzündeki insanların çoğu zaten ölümle gelen bir ahir olduğunu görüyor ve yine çoğu, ölümden sonraki hayata öyle ya da böyle inanıyor. Ahir son demektir. Onlar sonun varlığına değil, son’un şekline, özelliğine, içerdiği gerçeğe inanmıyorlar. Bu yüzden şefaat var ya da yok diye anlaşmazlığa düşüyorlar. 39 Zümer 46 De ki: ‘Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah’ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin.’ Kuran’da her iki dünyada da ayrı ayrı yer alan bir şefaat kavramı var. Ancak hem çoğunlukça zannedildiği vasıfta değil ve hem de bir başkasından bunu beklemek (şefaatçiler edinmek) de sözkonusu değil. Allah’tan başkasından şefaat dilemek tartışmasız şekilde bir şirk ve Allah’a karşı net bir saygısızlık. “Jesus Christ Saviour” veya “Jesus Saves” demekle “Şefaat Ya Resulallah” demek arasında ne kadar fark var? Bu yazı özet bir yazıdır. Şefaat bahsi geçen ve bu bahis ile ilgili olduğunu düşündüğüm tüm ayetleri incelediğim makaleyi ayrıca “Kalk ve Uyar” isimli 9 numaralı e-kitapta bulabilirsiniz. Selamlarımla… 2 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ayetlerin Cemi Sorularımızın Cevabını Kuran’dan Nasıl Alırız? Allah, iki hidrojen kelimesi yazdı. Sonra da bir oksijen. Oksijen kelimesinin iki yanına 104,45° lik açı sözcükleri ile hidrojen kelimelerini birleştirdi. Böylece su molekülü ayeti oluştu. Sonra o molekülün bir tarafına pozitif yük ayetini, diğer tarafına negatif yük ayetini kondurdu. Böylece su molekülleri (ayetleri) hidrojen bağını oluşturarak birbirine tutundular ve insana hayat veren su suresi oluştu. Biz de onu içtik. O Rabbimiz ki bize ayetleriyle böylece can verdi. 3 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Allah, insanın adının anılmadığı bir dönemde türlü bitki ve hayvan kelimelerini, onları bir araya getiren kimyasal dönüşüm kelimelerini yazdı ve böylece petrol ayetini oluşturdu. Öncesinde ya da sonrasında demir ayetini ve diğer metalleri indirdi. Mekanik, statik ve kinetik ayetlerini, sürtünme gücü, suyun kaldırma kuvveti, elektrik akımı, yerçekimi ve türlü senkronizasyon ayetlerini yazdı. Sünnetullahı, kâinat ayetlerini her yere, her zerreye yaydı. Sonra zamanı geldiğinde, insan bu ayetleri birleştirip Allah’ın ne demek istediğini öğrendi ve kendisine otomobil, uçak, gemi ve uzay mekiği yaptı. Hiçbir şey bilmeyen insan, aradığını, ihtiyacı olanı, her seferinde kâinattaki o ayetleri birleştirerek buldu. Eğer insan bu ayetleri birleştirmeseydi ne bilgisayar yapabilirdi, ne televizyon ne de cep telefonu. Her yeni icat bir araya getirilen ayetlerden oluşur ve ortaya bir sure çıkar. İşte tabiattaki ayetler ve işte Kuran bütünlüğü. Yeter ki insan Kuran’a baksın ve Kuran’a sorsun. Allah’ın sünneti değişmiyor. O öyle bir kitap ki tabiatla aynı sistemde çalışıyor. Bir konuyu mu anlamadın? Bir araya getir ilgili ayetleri, anlayacaksın. Ayetlerin cemi cevaplayacak, en güvenilir cevapları kendin bulacak, ehliyetini alacaksın. Sonra da anladığını yaşayacak, direksiyona kendin geçip, salat arabanı en emniyetli biçimde kendin kullanacaksın. Ayetleri yeterince bir araya getirerek okursa kimisi otomobil yapar, kimisi gemi, kimisi de uzay mekiği. Anlayabildiğin, yapabildiğin kadarıyla, gücün, kaabiliyetin nispetinde yap arabanı. Gideceğin yol doğru yol olsun yeter. Ama yaptığım araba için suya, abdeste gerek yok, ben böyle de sürerim dersen, montajladığın araban iki metre sonra hararet yapar. Daha ileri gidemezsin. Cımbızla ayet seçip, sadece tekerlekle arabamı yürütürüm diyemezsin. Ya seçtiğin ayeti etraflıca düşünerek seçmeli ya da ilgili tüm ayetleri bir araya getirmelisin ki salatını uzay mekiğine çeviresin. Namaz mı, oruç mu, abdest mi, şefaat mi, kurban mı, İbrahim mi, Zülkarneyn mi, Süleyman mı, Âdem mi, şeytan mı, miras mı, eti yenmeyen hayvanlar mı, her ne soruyorsan… Kuran’da hangi konuyu 4 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı anlamıyorsan getir ilgili ayetleri bir araya. Oku ve düşün. Tefekkür et kâinatla beraber, az ya da çok anlayacaksın. Kuran’a sor. Cevap alacaksın. Orada sen göremesen de gerçeklerin yazdığını bilirsen, o gerçekleri er geç bulacaksın. Baştan “yok” dersen, baştan “ben anlamam” dersen ya da “başkası okusun bana anlatsın” dersen ve yahut da tembellik edersen ne yaptığın araba yürür, ne bindiğin gemi yüzebilir. Sorunlar birikince de “bu Kuran’ın bir işe yaradığı yok” bile der ve reddedersin. Oysaki işe yaramayan sensindir. Kullanmadığın aklınla bir araya getirmek istemediğin ayetlerin kabahati değil, senin nefsinin suçu, kendi kabahatindir. Bırak uçağının uçmamasını adımını bile atamamanın sebebi. Bir şeyi öğrenmek istiyorsan, kalbin mutmain olarak mutlu olmak istiyorsan önce kendin sor Kuran’a. Yönünü belirle. Temel doğruyu bul. Tevhidi bul. Sonra alırsın takviyeni. Başkalarının Kuran’dan anladığıyla takviye etmeden önce, kendin getir ayetleri bir araya. Kendine bir araba yap. Başkasının arabasına özenme. Arada bir başka arabalara binsen de terk etme şu ayetleri. Sonra bak gör, senin araban en hızlısı ve en güveniliri olacak. Yeter ki deposuna yakıt koy, terk etme o Kuran’ı okumayı. “İhtiyacın olan” bütün cevapları orada bulacaksın. 5 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Hurafeyi mi Tarihi mi Reddediyoruz? Kuran’ı Anlamak için Tarihten Faydalanamaz mıyız? Sadece Kuran diyerek, indirilen dini hayatına uygularken, meselenin tevhide ulaşmak olduğu düşüncesine ulaşanların bir kısmında gördüğüm (bana göre) hatalı yaklaşımı ortaya koymak istiyorum. Kuran’ın gösterdiği doğrultuda matematik bilimini, Newton fiziğini, kimyayı, coğrafyayı, uzay bilimlerini, parçacık fiziğini, istatistiği, tıbbı, felsefeyi ve hatta doğruluğu kanıtlanmamış bazı teorileri bile kullanırken tarihi, 6 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı arkeolojiyi, sosyolojiyi ve psikolojiyi kullanmayacak mıyız? Hurafeyi reddetmek tarihi de mi reddetmektir? Rivayetleri din adına reddederken onlara dini hüküm giydirmemeyi kastetmeliyiz. Yoksa tarih bilimini ve onunla bağımlı birçok bilim dallarının ortaya koyduğu açık bilgileri reddediyor değiliz. Eğer tarihi tamamen reddedersek yeni bir akıl tutulmasına, yeni bir at gözlüğüne ve zan yoluyla her hayal gücünün çıkarabileceği yepyeni zanların oluşturduğu bir girdaba yelken açmışız demektir. Müslümanlar olarak biz, akıl yürütmeksizin oluşan zanna tabi olmayı ve o yolla gelen hurafeleri ve yanlışları reddetmek durumundayız. Gerçekleri değil. Eğer Kuran’ı kucaklarken ya da Kuran bizi kucaklarken gelmiş geçmiş tarihten her ne şekilde olursa olsun yüz çeviriyorsak “eskilerin masalları” söylemini dile getirenlere benziyor olabilir miyiz? Kuran zaten başlı başına bir yığın tarihi gerçeği açık ifadelerle ya da ders alınması üzere kıssalar halinde önümüze koyarken, insanların bu güne kadar yaptığı ve yapmakta olduğu tarihi araştırmaları nasıl tamamıyla devre dışı bırakabiliriz? Kuran’da delilli tarihe de göz atmamız gerektiğini bize hatırlatan çokça ayet vardır. 43 Zühruf 56 Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık. 13 Rad 6 Onlar, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmak istiyorlar; oysa onlardan önce nice örnekler gelip-geçmiştir. 9 Tevbe 70 Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Gelenekselciliği dini hüküm giydirmek adına devre dışı bırakırken tüm geleneklerin de kötü olduğunu ya da hepsinin şirk içerdiğini ileri süremeyiz. Her gelenek kötü değil, her alışkanlık nefisten değil, (anlayana) her örfi ritüel (2:125) saçma değildir. Özellikle ekonomik konular ve insanlar arası ilişkilerde (şirk bulaştırmamış olarak) örflere 7 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ve toplumların benimsediği yasalara uygun hareket etmeyi öngören birçok ayet varken bütün örfü ve geleneği ve özellikle de içinde yaşadığımız toplumun meşru yasalarını yok sayamayız. 2 Bakara 233 …Ve eğer çocuklarınızı (bir süt anneye) emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur… 4 Nisa 25 …Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin… 65 Talak 6 … Eğer sizin için çocuk emziriyorlarsa, ücretlerini de verin. Aranızda örfe uygun biçimde konuşup tartışın. Eğer anlaşmakta zorluk çekerseniz o zaman, doğmuş olan çocuğu baba hesabına başka bir kadın emzirecektir. 2 Bakara 180 İçinizden birine ölüm geldiğinde, eğer bir hayır bırakacaksa, üzerinize yazılan şudur: Ana-babaya, akrabaya, örfe uygun vasiyette bulunmak. Takva sahiplerini üstüne bir hak olarak… 24 Nur 53 Yeminlerinin olanca gücüyle Allah’a ant içtiler ki, sen onlara emredersen mutlaka savaşa çıkacaklar. De ki: “Ant içmeyin! Örfe uygun bir itaat yeterli! Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.” Kuran bizden özellikle arkeolojik delillerle güçlendirilmiş tarih biliminden faydalanmamızı bekliyor. Tarihi birçok olaya atıf yapan ayetler, her zaman bizden yeryüzünü gezip dolaşmamızı ve tarihten ibret almamızı istiyor. 16 Nahl 36 Yemin olsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: “Allah’a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi, yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün. 6 Enam 11 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra yalanlayanların sonu nasıl oldu, bir görün.’ 8 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Hatta zamanda çok çok gerilere gitmemiz ve dünyanın ve kâinatın oluşumunu da bu yolla anlamamız gerekiyor. 29 Ankebut 20 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da, böylelikle yaratmaya nasıl başladığına bir bakın, sonra Allah ahiret yaratmasını (veya son yaratmayı) da inşa edip yaratacaktır. Şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir. Neml suresinin aşağıdaki şu ayetleri oldukça manidardır. İnkârcılar ayetlerin getirdiği haberleri “eskilerin masalları” diye reddedince inanmaları için onlara yine yeryüzünü gezip dolaşarak bu gerçekleri delillendirebilecekleri beyan ediliyor. 27 Neml 67 İnkârcılar dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra, gerçekten biz bundan sonra ortaya mı çıkarılacağız?” 27 Neml 68 ‘Andolsun, bu (azab ve dirilme) tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, olsa olsa geçmişlerin uydurma masallarından başkası değildir.’ 27 Neml 69 De ki: ‘Yeryüzünde gezip dolaşın da, suçlu-günahkârların nasıl bir sona uğradıklarını görün’ Rum suresinde benzer bir durum çok daha detaylıca açıklanmıştır. Aşağıdaki ayette esasen tarihe, arkeolojiye, tarıma, teknolojiye, mekaniğe, şehirleşmeye, mimariye atıf yapılarak, ayetleri yalanlayanların sonunun ibret almayarak elleriyle yaptıklarıyla birlikte yok oluşları beyan ediliyor. 30 Rum 9 Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Böylece kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görsünler. Onlar, güç bakımından kendilerinden daha üstün idiler, toprağı alt-üst etmişler (ekmişler, madenler, sular arayıp çıkarmışlar) ve onu, kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de, onlara açık delillerle gelmişti. Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. 9 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Konuyla ilgili daha birçok ayet vardır. “Delillendirilmiş tarih” her zaman için ibret ve bilgi kaynağıdır. 3 Al-i İmran 137 Gerçek şu ki, sizden önce nice sünnetler gelipgeçmiştir. Bundan dolayı yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların sonu (akibet) nasıl oldu bir görün. 40 Mümin 21 Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah’a karşı bir koruyanları da olmadı. Rivayetlere, hadislere dini elbise giydirmemek, onlardan alınacak gerçeklerin önünde bir engel de değildir. Kuran’ı rehber edinmiş bir mümin hadisleri rehber edinmiş bir geleneksel inanandan çok daha fazla hadisten haberdardır. Ne kadar hurafe içerirse içersinler, o rivayetlerin arka planında, önemli bir devrin ve çok geniş bir coğrafyanın geçmişte nasıl yaşandığına, ne tip hatalar yapıldığına, nelerin güzel yapıldığına, ekonomilerine, sosyal aktivitelerine, mimarilerine ve daha birçok tarihi gerçeklerine işaretler vardır ve bu işaretlerden birçok çıkarım yapılabilir. Yapılan çıkarımlara din hükmü denemez ama dinin gerçeklerini anlamada gayri ihtiyari ortaya dökülmüş birçok ipucu içerirler. “Sadece Kuran” dediğimizde, kendisi gibi olmayanı tekfire alışmış görüşler bizi tarihten uzak tutmaya çalışıyor. Oysa tarih bir bilimdir. Bilimsel olarak incelenmelidir. Kuran’da nasıl ki matematiksel mucizeler vardır, tarihsel mucizeler de vardır. Geçmişe bakar, bu günü ve geleceği görürsünüz ve hatta yaşarsınız. Tarih boyunca birçok mümin de gelip geçmiş ve değerli tefekkürler bırakmışlardır. Aynen bugünküler gibi onlardan da faydalanılabilir. Yeter ki tutup onlara ilahi sıfatlar vermeyelim. Yeter ki şeytani öğretilerle, tevhidi düşünceyi karıştırmayalım. Yeter ki şirkten hep uzak duralım. Kimin 10 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı söylediğinden çok, ne söylendiğine aklımızı devre dışı bırakmadan bakalım. Allah’ın berisinde din hükümleri icat eden rivayetlerden arınırken, maksadı aşıp da tarih bilimini hurafecilerin eline bırakmayalım. Yeryüzünü her fırsatta dolaşıp geçmişi anlamaya çalışalım. Hele ki elimizin altında gideceğimiz her yere bizi götürebilecek ışık hızında “internet “adında “topraktan mamul” hareket edebilen bir vasıta varken. Gitmek isteyip de sanal da olsa gidemeyeceğimiz hemen hiçbir yer kalmamışken. Hele hele kirli ile temizi, hak ile batılı ayırt eden Kuran ve kullanmamız gereken bir aklımız varken. 11 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şu Ağaca Yaklaşma Düşün… Allah’tan Razı mısın? Âdem’e dedi ki “Şu ağaca yaklaşma” ve ekledi “Şeytan senin için apaçık bir düşmandır”. Buna rağmen Âdem ne yaptı? Şeytanın kurduğu tuzağa aldanarak gitti o “yaklaşma” denilen ağaca, emrin tam hilafına olacak şekilde yaklaştı. Tüm uyarılara rağmen, nasıl oldu da şeytana inandı? Âdem bilmiyor muydu Allah’ın emrinin hak olduğunu? Yoksa Allah’a güvenmiyor muydu da O’nun emrini arkasına attı? Bana sorarsanız bu isyanının sebebi Allah’ın emrinin ardında bir kötü zan aramaya kalkmasıydı. İşte şeytanın kulaklarımıza fısıldadığı şey, bu vesvese idi. “İşittiğin zaman itaat etme, isyan et” diyemezdi şeytan. Ama “O sana her şeyi söylemez, emrin arka planında başka bir gerçek ara” diyerek Âdem’in Allah’a olan imanını sarsabilirdi. 12 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı O da bunu yaptı ve dedi ki: Sana yaklaşma denmesinin sebebi başka! O senin melekler gibi olmanı istemiyor! O sana ebedi hayatı vermek istemiyor! Eğer ağaçtan yersen ebedi mutluluğa kavuşursun! O bunu istemiyor!… Ve Âdem bu tuzağa düştü. Bilemedi ki; şeytan yalan vaatler veriyordu. Ama buna rağmen şeytan doğru bile söylemiş olsa yine değişecek bir şey yoktu. Çünkü her şeyi yaratan Allah istemediği halde elde edilecek bir karşılığın, meşru olmayan yollardan elde edilecek ebedi bir hayatın kıymeti olamazdı. Âdem’in Allah’a vermesi gereken karşılık “İşittim ve itaat ettim” olsaydı O’nun rızasını kazanmış olacaktı. Oysa o gitti, heva ve hevesine uydu. Hem de tam olarak bilemediği bir şeyin, bir zannın ardından giderek. Oysa Allah’tan geldiğini bilerek işitmek ve itaat etmek vardı. İşte bizim de istememiz, yapmamız gereken budur. Allah’ın “yap” ya da “yapma” dediklerinin ardında bir gerçek olduğu bilinciyle “işittik ve itaat ettik” demek. Eğer O bize bir kötülük dileyecek olsa bile, itaat edebilecek olabilmemiz. Bunu yapabilmek için, Allah’ın bize verdiği emrin, gerçekten O’ndan geliyor oluşundan şüphe etmeyecek şekilde, idrakle O’nu kabul etmek gerek. Bizden istediği her ne olursa olsun, hatta bizden istediğini ister beğenelim ister beğenmeyelim, hatta ölüm, hatta yok oluş olsun, eğer O’ndan geliyor oluşunun farkındaysak bundan kaçınmanın manası olmadığını bilmemiz gerek. Eğer biz küçük bir serçe olsaydık… Ve Allah açık açık bize vahyetseydi ki: Sen yaşamında karnını doyuracak kadar bulacaksın. Daldan dala konacak, insanlara verdiğim darılardan faydalanacak, topraktan solucanları yakalayacak, bin türlü tehlike altında bir ömür sürecek ve sonunda bir şahine yem olacaksın. Senden istediğim sadece isyan etmemek, sana ne demişsem onun dışına çıkmamaktır. Verdiklerim dışında ne bu dünyada sana rahat var, ne de sana öldükten sonra ebedi bir hayat vermeye niyetim var. Ölüp yok olacaksın. Ötesi yok. Yine de isyan etmeyeceksin. İşte düşünelim, şu anki insani düşüncemizle ama bir serçe olarak Allah’ın bu emrine boyun eğer miydik, eğmez miydik? “İşittik ve itaat 13 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ettik” demek, o emre isyan etmemektir. Eğer Allah bize böyle kısa ve sıkıntılı bir hayatı reva görmüşse O’nun bileceği iştir. Bu yüzden Allah’ı suçlayamayız. Ama biz bir serçe iken bile, eğer yanıbaşımızda bizimle beraber hareket eden bir şeytanımız olsaydı bize diyecekti ki: Bak Allah sana ebedi bir hayat vermiyor. Üstelik tehlikelerle dolu ürkek bir ömür vaat ediyor. İnsanlara verdiğinin onda birini bile sana vermiyor. İsyan et. Git insanların ambarlarını darma duman et. İnsanların bebeklerine saldır. Gaganı onların gözlerini oyacak biçimde kullan. Boyun eğme. Evlerine gir, sofralarını dağıt. Huzur verme onlara. Sen itaat etsen de etmesen de nasıl olsa Allah sana bir karşılık vermeyecek. Hiç değilse yaşadığın sürece sefanı sür!!! Biz bir ceylan olsaydık da Allah bize vahyetseydi: Ormanda kırda ürkek ürkek yaşayacaksın. Bulduğun otu yiyecek, bulduğun suyu içeceksin. Hiç huzur bulmayacak, yırtıcılardan ve insanlardan hep kaçacaksın. Ve bir gün gelecek bir aslanın pençeleri arasında yem olacaksın. Sana biçtiğim görev bu. Karşılığında sana bir söz vermiyorum. Seni bunun için, insanlara ibret olasın diye yarattım. Asla isyan etmeyeceksin. Bir sinek olsaydık da Allah bize vahyetseydi: Çürükten çürüğe gezecek, insanların ve diğer hayvanların pisliğinden yiyeceksin. Oradan oraya küçük mikropları taşıyacak ve onların hayatına da destek vereceksin. Ve günü gelecek insanın bir şamarında duvara yapışarak parçalanıp öleceksin. Karşılığında sana bir söz vermiyorum. Ama asla isyan etmeyeceksin. İşte bakın yanında şeytanı olmayan milyarlarca hayvan karşılığı olsun olmasın kendilerine verilen emre isyan etmiyor. Eğer her birinin yanında birer şeytan olsaydı ne olurdu halimiz! Ve işte bakın, şeytanlarla arkadaş olmuş milyarlarca insan ne yapıyor? Binek olarak kullandığı hayvanları dövüyor… Karıncaları hiç umursamadan onar yüzer eziyor, yuvalarını dağıtıyor… Köpeklerin kulağını kuyruğunu acımadan kesiyor… Zevkine kedileri yakıyor… Ağaçları köklerinden koparıyor, dallarını kırıyor, katlim yapıp onların yerlerine betonlar döküyor… Sütünü içtiği ineğin sırtında sopa kırıyor… Yumurtasını 14 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yediği tavuğu bir zan uğruna canlı canlı ateşlere atıyor… Bindiği atın, eşeğin kafasına tuğla ile vuruyor. Başını yumuşak bir yastığa koymak için kazların tüylerini bağırta bağırta diri diri yoluyor… İnsan işitiyor ama itaat etmiyor. Allah ona sadece “şu ağaca yaklaşma” diyor. İnadına gidip o ağaçtan yiyor. Öldürmeyeceksin deniyor, insan öldürüyor. Çalma deniyor, insan rızkı için çalışırken bile çalıyor. Zinaya yaklaşmayacaksın deniyor, alasına dalıyor. İsraf etmeyeceksin deniyor, dört başı mağmur sofraları çöpe döküyor. Oruç tutacaksın deniyor, tutmasam olmaz mı diyor. Salat et deniyor, namazı kılmadan olmaz mı diye soruyor. Bu kitaptan sorumlusun deniyor, şunlar da var diyor. Sadece Allah’a yönel deniyor, türlü türlü mabudlar ediniyor. Allah’ın söylediğine değil şeytanının vesvesesine kanıyor. Allah “size şeytanı musallat ettim ama karşılığında diğerlerine vaat etmediğim bir ahreti size vereceğim” diyor. Bunun için size elçiler kitaplar, mucizeler verdim, görün diyor. İnsan gözlerini kapatıyor. Allah dinim bu diyor, insan icatlar çıkarıp Allah’a dinini öğretmeye kalkıyor. Allah kitabım tamdır diyor. İnsan hayır eksik diyor. Allah sadece benim emrim diyor. İnsan şununkiler şununkiler de var diyor. Allah sadece kendisine kulluk etmemiz gerektiğini hatırlatmak için elçiler gönderiyor. İnsan tutup elçileri de ilah ediniyor. Allah her şeyi ile mükemmel bir düzeni, mükemmel bir ölçü ile kurup işletiyor. İnsan kalkıp o düzeni tesadüfe bağlıyor. Allah akıl veriyor. İnsan o akılla kalkıp Allah’ın aklını beğenmiyor. Allah merhamet veriyor. İnsan kalkıp kendisini Allah’tan daha merhametli zannediyor. Allah ben öldürürüm diyor, insan tutup ben de öldürürüm diyor. Allah kullarını yaratıyor, insan tutup kendisine kullar ediniyor. Allah bana secde edin diyor, insan ya secde etmiyor ya da tutup onunla beraber başkalarına da secde ediyor. İnsan sürekli işitip duruyor, ama bir türlü itaat etmiyor. Allah her şeye rağmen “bakın çok günahkârsınız ama sizi ancak ben affederim” diyor. İnsan tutup, şunlar şunlar da bizi affeder diyor. Allah “bakın ateşe atarım sizi” diye tehdit ediyor. İnsan 15 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “gönderdiğin elçiler bizi ateşten kurtarır” diyor. Allah ağaca yaklaşmayın dedikçe insan yaklaşılmadık ağaç bırakmıyor. Oysa mesele Allah’ın rızası. Ondan razı olup O’nun da bizden razı olması için didinmek meselesi. Başımıza gelecek müsibetlerin Allah’tan olduğunu bilerek sabretmeli, isyan etmemeli değil miyiz? Her türlü hastalığın, kazanın, belanın, fakirliğin, zorluğun O’ndan geldiğini bilirsek “Amenna” deyivermeli değil miyiz? Hatta bir insan cehennemi bile hak ettiğini görse, Allah’tan geldiğini bildiği için işitip itaat etmeli değil mi? Allah hakkında türlü kötü zanlar besleme gayreti şeytanın vesvesesindendir. Allah ne diyorsa doğru olan odur. İhtilafa gerek yok. Şu ağaca yaklaşma dendiyse yaklaşılmayacak demektir. Şu rükuyu et demişse o rükû edilecektir. Allah aslında bunu demek istemiş, şunu demek istemiş diyerek Allah’ın açık emirleri hususunda ihtilafa düşmek en kötüsü. Ritüelli, ritüelsiz her türlü ibadet ancak O’na yapılır. Yeter ki şirk içermesin. Türkçe, Arapça, Çince her türlü yalvarış O’nadır. Tek bir ayetin gerçeğini görmüşsün ya da on dokuz mucizesinin tezahürünü, doğru yolunu bulmuşsan farkı yok. Bütün yollar O’nadır. Sen Allah’tan geldiğine emin olmuşsan, başka söylenenler fasa fiso. Unutmamak gerek, şeytan iş başında. Nerede Allah’ın dosdoğru yolu gözükür, şeytan o yolun üzerine oturur. Şu devirde şeytanın oturup kesmeye çalıştığı yol da her devirde olduğu gibi yine Kuran’a en iyi uyanların yoludur. Müslüman ise her devir uyanık olmalıdır. Sadece Allah’ın en doğruları söylediğini unutmamalıdır. Sen bize bir cennet vermeyecek olsaydın bile senden razı olacak kullarından eyle bizi Allah’ım. Senin razı olmanı hiçbir şeyle değiştirmeyecek kullarından et bizi. Hakkımızda verdiğin her türlü hükümden razı olanlardan eyle bizi. Senin merhametini anlayabilen kullarından eyle. Bir serçe kadar, bir ceylan kadar, bir sinek kadar işitip itaat edemeyen bizleri, sen affeyle Allah’ım. Hesap gününde senin karşına çıkmaya yüzü olmayanlardan eyleme bizi. Haddimizi bildir, 16 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı sınırlarına bizi uydur Ya Rabbena. Bu dünyada ne çekersek çekelim Senden razı olanlardan eyle. Sana layık olamayacağımızı bildik ama senin rızanın peşinde koşanlardan eyle. Cennet peşinde koşan değil, cenneti layık kıldığın kullarından eyle. Her şeyin sahibi Sensin, her şeyin en doğrusunu bilen Sensin. Şeytanların vesveselerinden bizi emin kıl Allah’ım. Hayatımız ve ölümümüz Senin içindir. Sensin bizim sahibimiz. 17 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Elindeki Nedir Ey Musa? TaHa Suresinden İzdüşümleri Tüm kalabalığa rağmen yapayalnız kaldığınızı düşünün. Milyonluk şehirlerde tek başınaymışsınız gibi hissettiğinizi. Bir sürü sorunla boğuşup durmuş ve öyle bir noktaya gelmişsiniz ki daha önceki tüm kıyamda’lığınıza rağmen artık yorgunluğunuzu ve çaresizliğinizi hissetmeye başlamışsınız. Öyle ki artık duygulanmak istiyorsunuz. Belki de ağlamak isteseniz bile beceremiyorsunuz. Çünkü ağlayışınızı 18 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı işitip de size şefkat edebilecek, sizi ayağa kaldırıp omuzlarına alarak neşelendirecek, sizi gıdıklayıp güldürecek bir babanız da olmayabilir. Ya bir kenara çekilip kendi halinize kalacaksınız ya da sizi ateşleyecek yeni bir çakmak taşı lazım. İfade etmek değil, yüreğinize yutmak istiyorsunuz kelimelerinizi artık. Tüm duygusallığınıza rağmen duyguyu hiçe sayan bir anlayış etrafınızı sarmış. Tüm mantığınıza rağmen, hiç düşünmeyenler ya da mantığını sadece duygusuz bir akıl yürütmeye teslim etmişler çevirmiş çevrenizi. Hatta duygusal olmaktan utanan, bunu bir eziklik gören, hep gülen ve ağlamayı unutanlar sizi neredeyse kınıyor. Ya da siz öyle zannediyorsunuz. Oysa siz olgunlaşmaya başlayan tüm anaçlığınıza ya da tüm erkekliğinize rağmen, ağlamak istiyorsunuz. Evet, ağlamak istiyorsunuz, bu kadar basit. Aynen dünyaya gözlerinizi açtığınız o günkü gibi. Çevrenizdeki yaşıtlarınız ya da küçükleriniz az ya da çok sizinle beraber olsa da bir çocuksu yalnızlık içindesiniz. Onlar size her türlü desteği verse de içinizdeki aynı hissi yaşamaya henüz hazır değiller. Birçok konuda sizi anlasalar da yaşanmamış tecrübeleri onlar için havada kalıyor ve bu küçük yaranıza merhem olamıyorlar. Öyle bir şey lazım ki sizi sarsın sarmalasın, kucağına alıp pışpışlasın ve tekrar sizi kendinize getirsin. Dışarıda sizi ifade edebilecek hiçbir paydaş kalmamış da tüm fikriniz, fikretiniz sizin içinizde artık. İşte o anda sizi bir büyüğünüzün hatırladığını ve durup dururken halinizi hatırınızı sorduğunu düşünün. Sizi anladığını onun üç beş kelimesinde hissedin. Uykusuz gecelerinizdeki uydurma trafiği gerçeğe dönüştürdüğünü hissedin. Sizi kucaklayıp, yanaklarınızdan öptüğünü ve neyin var küçüğüm diye sorduğunu, sizinle ilgilendiğini. İşte şu satıra kadar sizi de içine soktuğum bu haleti ruhiyeyi bana özgülemeyin, sebebinizi zannınızı benden uzak tutun. Kendiniz hissetmeye çalıştığınızdan göreceksiniz ki bu durum birçoğumuzun başına arada bir gelir. Görmezden gelmeyin duygusal tarafınızı. Çocuk olun, bebek olun, çocuksu tarafınızı hatırlayın arada bir. Bu size zarar 19 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı vermez. Olgunlaştırır. Önce çocuk olmadan büyüyemezsiniz. Hatta Kuran’ı kendisine rehber edinmişler olarak da bu ruh haline girebiliriz arada bir. Bu durumlar bana göre ruhi dinginliğe giden bir otobandır. Allah’ı duymaya, O’nu yanıbaşımızda hissetmeye, O’nun tek başına ve yapayalnız bir kulu olduğumuzu anlamaya, O’nu daha çok sevmeye, bizi hiçbir zaman terk etmeyecek ve unutmayacak olan bir babadan bile daha üstün bir şefkatte olduğunu anlamaya götürür. O’nun da bizi sevdiğini ve arada bir neyimiz olduğunu bildiği halde niçin “neyin var kulum” diye sorduğunu anlamaya. Musa’ya “o elindeki nedir Musa?” diye sorduğu ve O’nun yalnızlığını paylaştığı, onu şefkatiyle sarmaladığı gibi. 20 TaHa 17 Sağ elindeki nedir ey Musa? Hayat bu. Allah’ın vahyi size arkadaş olmuş olsa bile, onu anlamaya ve kendi idrakinizce yaşamaya başlamış ama tıkanmış da olabilirsiniz. Bazen öyle anlar gelir ki o vahiylerden bazıları sizi zorlar. Öyle derin bir tefekkür gerektirir ki donanımınızın yetmediğini hissedebilirsiniz. Anlamamış bile olsanız, öyle anlarda orada bir gerçeğin saklı olduğunu bilirseniz, ertesi gün açtığınız sayfada içinizin yağları erir. 20 TaHa 1,2 Ta Ha. Biz sana bu Kur’an’ı güçlük çekmen için indirmedik. Daha önce okuyup da anlamadığınız ve dara düştüğünüz anları bir anda silip atan kısacık bir ayet. “Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik” Subhanallah!!! Hangi bilimsel cevap, hangi araştırmacının ulaştığı sonuç ya da hangi mucize o anlamadığınız ayeti şu yukarıdaki hak cümle kadar açıklayıp rahatlatabilir sizi? “Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik” Subhanallah!!! 20 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı İşte size “neyin var oğlum” diyen bir büyüğünüz. İşte sizi sarıp sarmalayıp, yanaklarınızdan öpüp omuzlarına alan bir baba. İşte “canını sıkma, ben seninle beraberim” diyen sadık bir dost. İşte sizi kalabalıklar içinde yapayalnızken, geçici de olsa düştüğünüz ruhsal sıkıntıdan “hooop” diye çıkartıveren bir mucize. “Biz sana bu Kuran’ı güçlük çekmen için indirmedik” Subhanallah!!! Allah size sadece emirler yağdıran bir padişah olmadığını, aynı zamanda o kadar kulunun içinden sizi seçip, size değer verip, sizi seven, korkunuzu, yalnızlığınızı ve efkârınızı paylaşan bir dost olduğunu da hatırlatıyor. 20 TaHa 13 Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle. Eğer vahyolunan vahiy sizi zora düşürüyorsa, yine yardım istenecek olan dost o Allah’tır. Eğer bir arkadaşa, bir destekçiye, bir yoldaşa ihtiyacınız varsa da kendinizi yıpratmaya gerek yok, O’ndan isteyeceksiniz. Aynen Musa’nın yaptığı gibi. 20 TaHa 25-35 Dedi ki: ‘Rabbim, benim göğsümü aç. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü çöz, ki söyleyeceklerimi kavrasınlar. Ailemden bana bir yardımcı kıl. Kardeşim Harun’u. Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak kıl. Böylece seni çok tesbih edelim. Ve seni çok zikredelim. Şüphesiz Sen bizi görüyorsun. Eğer biz Musa olmayı becerebilirsek, Allah da bize elbet istediğimiz kolaylığı verir. Hatta biz istemediğimiz, isteyemediğimiz zamanlarda bile O bize birçok şey vermiştir. Aynen Musa’ya verdiği gibi. 20 TaHa 36-40 (Allah) Dedi ki: ‘Ey Musa istediğin sana verilmiştir. Andolsun, biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk. Hani, annene vahyolunan şeyi vahyetmiştik, (şöyle ki:) Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da 21 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden sana bir sevgi yönelttim. Hani kız kardeşin gezinip; ‘Onu(n bakımını) üstlenecek birini size haber vereyim mi?’ demekteydi. Böylece, seni annene geri çevirmiş olduk ki, gözü aydın olsun ve üzülmesin. Sen bir insan öldürmüştün de, biz seni tasadan kurtarmış ve seni esaslı bir denemeden geçirip-denemiştik. Medyen halkı arasında da yıllarca kalmıştın, sonra bir kader üzerine (buraya) geldin ey Musa. Allah sadece elçilerini seçmez. Allah kullarından dilediğini seçer ve hidayete eriştirir. Eğer seçenin O olduğunu unutmazsak ne mutlu bize, ne mutlu size. 20 TaHa 41 Seni kendim için seçtim. Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve beni zikretmede gevşek davranmayın. Allah sizi bizi ayetlerini anlamaya layık gördükten sonra hangi yalnızlığın önemi kalır! Hangi neden daha fazla korkmaya gerekçedir. 20 TaHa 46 Dedi ki: Korkmayın, çünkü Ben sizinle birlikteyim; işitiyorum ve görüyorum. Kuran’ı beyan etmeye çalışırken karşılaştığımız dirençler ve hatta tekfir edilişlere çok üzülüyoruz. Bu durumun normal olduğunu bilmek gibisi var mı? Tüm elçiler gibi Musa da bir benzerini yaşadı elbette. Aldığı vahye rağmen zora düşen, sıkıntıya düşen ve karşılaştığı dünyevi zorluklardan dolayı korkuya ve endişeye kapılan Musa’ya bakın Allah ne diyor… 20 TaHa 68 “Korkma” dedik. Muhakkak sen üstün geleceksin. Düşünün… Allah, aynen Musa’ya söylediği gibi “korkma” diye bize de hatırlatıyor aslında. O yüce Allah’ın “korkma kulum” demesinden öte ne gibi bir şey bizi endişeye sürüklesin ki artık!!! Allah “korkma” diyor, daha ötesi var mı? Seçilmişlikten bahsedilince birçokları Allah’ın sadece peygamberleri, elçleri seçtiğini zannediyor. Tüm yanlışlarına rağmen Adem’i affeden 22 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Allah’ın mümin bir kul olmanız için sizi de seçtiğinin farkındaysanız ötesi var mı? 20 TaHa 122 Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti. Birileri çıkıp “Madem Allah seçiyor, bu haksızlık değil mi? Neden beni seçmiyor?” diye soruyorsa cevabını Allah’ın adaletinden şüphe duymakta değil kendinde aramalı. 20 TaHa 124 Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. 20 TaHa 125 O da (şöyle) demiş olur: Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim? 20 TaHa 126 (Allah da) Der ki: İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın. Allah her daim bizimle beraberdir. Allah yalnızların yanındadır. Allah unutulanları unutmaz. Allah kendisine yönelenleri geri çevirmez. Allah her daim bizi arayıp soran, bildiği halde halimizi hatırımızı soran şefkatli velimizdir. Doğru yol gösterenimizdir. Allah’a ve ahirete hak ettiği biçimde iman edenler dosdoğru yolda olanlardır. Kimin doğru yolda olduğundan şüphe duyanlara da en güzel cevabı yine O verir. 20 TaHa 135 De ki: Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında öğreneceksiniz. Merak etmeyin dostlar. En yalnız olduğunuz zamanda bile yalnız değilsiniz. Selam edenlere selam olsun. Fikriniz, fikretiniz sizin içinizdedir. Arada bir yoklayan yalnızlık hissi gayet normaldir ve Allah’tandır. O yalnızlık hissi sadece O’na yönelmemiz gerektiğini hatırlatan bir zikirdir. Aldığınız her selam, her hal hatır soruş ise, yaratılmış kimden gelirse gelsin aslında Allah’tandır. 23 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Sizi Şikâyet Edeceğim Filistinli Çocuğun Düşündürdükleri Ben dokuz yaşında Filistinli bir çocuğum. Az önce lağım kokan bir sokakta koşarken birdenbire gözlerim karardı ve bedenimi yok olmuş buldum. Ne olduğunu anlayamamıştım önce. Ama sonra sevgiyle karşılandım. Hoş geldin masum çocuk dediler. Öldüğümü ve tüm gerçeği o anda fark ettim. Anladım ki arkamdan beni öldürenlerin vahşiliği kadar, benim ölümüme üzülenlerin vicdanı da var. Eğer öldüğüm için, acı çektiğimi, bedenim parçalanırken sinir uçlarımdan yola çıkan sinyallerin beynime vereceği ezayı düşündüğünüz için üzülüyorsanız üzülmeyin. Bir anda oldu bitti. Ne olduğunu anlayamamıştım bile. Sanki bir çiçek aşısı olmuştum. Ya da bir 24 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı balarısının iğnesi dokunmuştu. Ben öldüm ve Allah acılarımı başlamadan sona erdirdi. Benim için üzülmeyin… Ama kendiniz için!!! Kendiniz için kahrolsanız yeridir… Çünkü az sonra sorulacak, hangi günahımdan dolayı öldürüldüğüm!!! Sadece bana da sorulmayacak. Bir yanımda Doğu Türkistanlı bir arkadaşım var. Ona da sorulacak. Diğer yanımda ise bir Arakanlı. Hiçbirimiz bir başımıza değiliz. Yanımızda birçok arkadaşımız daha var. Suriyeli, Iraklı Araplar, Kürt ve Türkmen çocuklar da var. Yeni Zelandalı, İrlandalı, Kuzey Güney savaşlarında ölmüş İngiliz ve İspanyol çocuklar ve yerinde yurdunda katledilmiş Kızılderililer de var. Azeri ve Acem çocuklarla da elele gidiyoruz sorulara cevap vermeye. Hiroşima’da hiçbir şeyden habersizken bir anda kasıp kavrulup öldürülen minik Japonlar, hatta Polonya’da sırf Yahudi ırkından geldiği için aç bırakılıp ya da karnı deşilerek öldürülmüş Yahudi kadınların doğmamış bebekleri de. Sonra Abhazyalılar, Acaralılar, Brezilyalılar, Perulular da var. Onlarla beraber yürüdüğümüz Bosnalı bebekler, Kosovalı minikler, Fransızların çırılçıplak fotoğraflarını çekerek zulmettiği küçük Cezayirli kızlar da yanımızda. Afrika’nın türlü kavimlerinden köle olarak kaçırılırken gemilerin karinasında havasızlıktan boğulan esmer arkadaşlar da burada. Etiyopya’da açlıktan ölen arkadaşlarımız, Finlandiya’da okulda öldürülen sarışın çocuklar da. Sapık bir Amerikalı’nın ve oğlancı bir Afganın cinsel tacizine maruz kalmış ve ardından boğazlanmış çocuklar da var yanıbaşımızda. Kuzey Güney Kore savaşlarında kuş lastiğini elinden bırakamadan buraya gelmiş çekik gözlü dostlar da var. Osetyalı, Güney Afrikalı, Gabonlu, Gürcü, Laz, Ermeni arkadaşlarla beraber şarkı söylerken öldürülen Hintli çocuklar da gelmişler. Karadağ’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Lübnan’da, Sırbistan’da, Ukrayna’da, Liberya’da ve Kenya’da iç savaşlarda öldürülenlerle beraber Kıbrıs’ta bir banyo küvetinde kurşuna dizilenler de. Kuveyt’te iki litre petrol kadar kıymet biçilmemiş çocuklarla, Libya’da sokak olaylarında öne sürülmüş olanlar bir arada. Malezya’da, Maldivler’de, Meksika’da, Moritanya’da, 25 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Nijerya’da, Pakistan’da, Paraguay’da bir kurşuna hedef olmuşlarla Bulgaristan’da, Senegal’de, Somali’de, Tanzanya’da, Tunus’ta göç yollarında ya da mülteci gemilerinde ölenlerle, Zenzibar’da tarlalarda zulümden kaçarken öldürülen çocuklar da sıra sıra yanımızda. Ölüm tarlalarına sürülmüş küçük Çinliler de var. Ve Türkiyeli çocuklar da var burada. Kimisi sokakta terörist diye öldürülmüş, kimisi kaderi bu diye ölüme terk edilmiş. Kimisi bir mayına basmış, kimisi servisiyle okula giderken can vermiş. Kimisi bir uyuşturucu satıcısının tuzağına düşmüş, kimisi on iki yaşında dağa kaldırılmış. Velhasıl hepimiz buradayız. Tanımadığım bilmediğim Mısırlılar, Romalılar, Timurlular, Harzemşahlar, Eskimolar, Sibiryalılar, Sümerlerle tanıştım. Hepimiz buradayız. Haberi olması gerekenlerin haberi olsun. Hangi günahımızdan ötürü öldürüldüğümüzün hesabını vereceğiz az sonra!!! Haberiniz olsun; biz de kesinlikle doğruyu söyleyeceğiz. Kimseye kendi hak ettiğinin dışında bir faydamız ya da zararımız olmayacak. Gerçek birebir ne ise ona tanıklık edeceğiz. Bize yardım etmeyi, bizi kurtarmayı bizim üzerimizden politika malzemesi yapmak zannedenleri de, sırf bizim üzerimizden politika yapanlar var diye bizim öldürülmemizi hiç dikkate bile almayanları da şikâyet edeceğiz. Ben diyeceğim ki, evet beni müşrik Yahudiler öldürdü. Ama yalnız değillerdi. Müşrik Hıristiyanlar, kendi peygamberlerini öldürmekle övünen bu müşrik Yahudilere arka çıktılar. Sonra bizimle din kardeşi olduğunu ileri süren müşrik Araplar da iftarda karınlarını doyurduktan sonra tefler eşliğinde Sana ve kendi atalarına gösterişle sözde dua etmekle yetindiler. Yakın coğrafyalarda seçime gidenler mitinglerinde bizden yana olduklarını iddia ederken bizi öldüren müşrik Yahudilere karşı ya “heeeyyt” diye bağırdıkları için ya da anlamsız bir soğukkanlılık gösterişine giriştikleri için oy istediler hayranlarından. Ama bir şey yapmak için kıllarını kıpırdatmadılar. Senden aldıkları güvene bakmadılar, Senden yardım dilemeyi Amerikan dışişleri bakanından yardım dilemek ya da eski seçilmiş politikacıların mezarlarını ziyaret etmek zannettiler. Kimisi de suçlu günahkâr makam 26 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı sahipleri ile telefonla görüşmüş olmayı iş yapıyoruz diye sundular. Ticaretlerine, makamlarına, ekonomi politikalarına sekte vuracak hiçbir girişime kalkışmadılar. Bir de diyeceğim ki; Senin ayetlerinden yüz çevirenlerden öyleleri de var ki, sırf politik görüşleri uğruna bana arka çıkmayı bile gurur meselesi yaptılar. Bir partiye, bir millete ve hatta senin dinine bilerek ya da bilmeyerek düşman kesilenler benim adımı bile ağızlarına almadılar. Bize ne Filistinli bir çocuktan dediler. Daha önce sanki diğer mazlumlara çok sahip çıkmışlarmış gibi!!! Zaten onlar için kendilerine dokunmadıktan sonra yılanı önemsemezler. İnsanların çoğu, bizim gibi ölen çocukları ne rakı ile balığa, ne disko ile otomobile, ne de hurma ile zem zem suyuna tercih ederler. Bizi öldürenler bize yeniden bir hayat veremezler, bizi diriltemezler. Ama Allah bizi diriltir. O ölümü verse de dirimi de verir. Ama ne bizi öldürenler ne de siz veremezsiniz. Biz öldürüldük işte. Ama Allah bizi diriltti. Bizi merak etmeyin. Kendinizi merak edin. Kendinizi sorgulayın. Çünkü sizi de şikâyet edeceğim. Üzülmenizin bir anlamı yok. Bizim için değil, kendiniz için üzülün ve tevbe edin. Hikâyeyi, rivayeti, masalı bırakın. O rivayetlerin yolunda gidenler bizi bu hale getirenlerin baş sorumlularıdır. Bizi tankların önüne sürenler, sokaklarda canlı kalkan yapanlar ve bizi yönettiğini zanneden aptallar da en az tetikleri çekenler kadar suçludurlar. Allah’ın dinini fırka fırka, hizip hizip, mezhep mezhep bölüp yüzyıllardır şu dünyayı kana bulayanlara uymayın. Bizi, bize tetik çekenler, bombanın pimini koparanlar, füzelerin düğmesine basanlar ve üzerimize tanklarını sürenler öldürmedi sadece. Siz, Allah’ın ayetlerinden yüz çevirenler de öldürdünüz. İşte ben o üzüldüğünüz Filistinli çocuk ve arkadaşlarım bir aradayız. Hepimiz buradayız. Eğer tevbe edip de kitabınıza, Allah’ın yoluna dönmezseniz hepinizden şikâyetçi olacağız. Haberiniz olsun. 27 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Davet ve Kaçış Zamanının Kısa Tarihi Nuh Suresinden İzdüşümleri İnsanları Allah’a ve ayetlerine davet etmenizin sebebi bunun farz oluşudur. Keyfi değildir. Bu tebliğ gayreti insanın fıtratı gereğidir, yaratılışı gereğidir. İster istemez paylaşır insan. Fark ettiği gerçekleri önce kendi yakınındakilere, sevdiklerine, çevresine ve ulaşabildiği herkese ulaştırmaya gayret eder. Bu kapsamda İbrahim’in de, Muhammed’in de, Musa’nın da, Nuh’un da yaptığı gibi Allah’ın ayetlerindeki gerçeklerin farkına varan tüm müminlerin de başına 28 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı benzer bir durum gelir. Elçilerin risaletleri elbette daha bir ağır yüktür ama inanan her müslümanın da kendi donanımlarınca bu ağır yükleri omuzlarına baskı yapar. 71 Nuh 1,2,3,4 Şüphesiz, biz Nuh’u; ‘Kavmini, onlara acı bir azab gelmeden evvel uyar’ diye kendi kavmine gönderdik. O da dedi ki: ‘Ey Kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım. Allah’a kulluk edin, O’ndan korkun ve bana itaat edin. Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah’ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız.’ Siz böyle söyleyip, ayetleri okuduğunuz zaman sözlerinizi anlamaktansa size şu karşılığı verenlerle de karşılaşırsınız:“Sana ne oluyor ki! Sen peygamberliğe mi soyundun. Bırak herkes inandığı gibi yaşasın. Herkes bir şekilde Allah’a inanıyor. İlla senin gibi mi inanmaları lazım?” Evet, hemen herkes bir şekilde Allah’a inandığını düşünüyor. Ancak, Allah’a inanmak, O’nun ayetlerinden habersiz yaşamaksa, O’nun kitabını okumadan da oluyorsa, ne diye gönderildi bu kitap!!! Eğer O’nun kitabına inandığını zannedenler, o kitaptan habersiz yaşayabiliyor idiyseler ne gerek vardı ki bunca peygambere!!! Siz Allah’ın ayetlerini yüzlerine okuyorsunuz ve onlar bunları dinlemek bile istemiyorlar. Okuyun diyorsun ve aylar yıllar geçiyor da yine okumuyorlar ve sonra da sizden daha iyi bir müslüman olduklarını, asıl doğru yolun o ayetler üzerinde düşünmemek ve dolayısıyla yanlışa düşmemek olduğunu ileri sürüyorlar. Yani kafanı devekuşu gibi kuma göm ve korunduğunu, sakındığını zannet!!! Kaç kaçabildiğin kadar ayetlerden!!! Ne diyebilirsiniz ki artık? Nuh da öyle. Ne diyebilirdi ki artık! 71 Nuh 5,6 Dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.’ Bu esnada kendileri, farkına varmadıkları ve kolay kolay kabul de etmeyecekleri bir kibir içindedirler. Size mi kalmıştı onlara gerçekleri işittirmek!!! Başkası yok muydu? Alıştıkları hitabetlerle ağlayıp, sızlayıp, güldürüp, iç huzuru verip onları rahatlatıp, uyuşturanlar bunları 29 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı daha iyi biliyor olmalıydılar!!! Siz değil! Siz fark ettiğiniz gerçekleri hevesle ve sevgiyle onlarla paylaşmak istedikçe, onlar bu konuları konuşmaktan sıkılır ve başka şeylerden bahsetmek isterler. Çünkü gerçekten korkmaktadırlar. Görmek, duymak ve böylece sahte huzurlarını bozmak istemezler. Çünkü işittikleri ve işiteceklerinin kendi doğrularıyla çelişiyor olduğunun farkındadırlar ama bunu kabul etmeleri durumunda sorumluluk yüklenirler. Zanlarını gerçeklere tercih ederler. Duymayarak, dinlemeyerek sakındıklarını zannederler. 71 Nuh 7 ‘Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ Sevdikleriniz ve samimi olduğunu düşündüğünüz her insan için her yolu denersiniz. Kâh açıkça anlatır, kâh ironi yapar, kâh delil gösterir, kâh mizahi bir üslup kullanır, kâh misaller gösterirsiniz de inanmazlar. 71 Nuh 8,9,10 ‘Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim. ‘Bundan böyle’ dedim. ‘Rabbinizden bağışlanma (mağfiret) dileyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.’ Allah’ı ve affını anlatırsınız. Duymak istemezler. Nimetlerini düşünmelerini ve kainatın ayetlerini hatırlatırsınız. Kuru bir onayla geçiştirir, düşünmek istemezler. 71 Nuh 11,12,13,14,15,16 ‘(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın. Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar versin. Size ne oluyor ki, Allah’tan bir vakarı ummuyorsunuz? Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır. Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır? Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır.’ 30 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Eğer, borsadan, arsa fiyatlarından, politikadan, futbol maçlarından veya tatlı ve kurabiyelerden, komşunun gelininin evindeki zigon sehpalardan ve görümcesiyle kırgınlığından bahsederseniz muhabetinize bayılırlar. Kendi yaratılışlarından verdiğiniz örneklerse idraksiz bir kabulden ve sıkıcı bir konudan öteye geçmez. 71 Nuh 17,18,19,20 ‘Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltipçıkaracaktır. Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı. Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye.’ Eğer ısrar ederseniz artık siz onlar için farklı birisi olmuşsunuzdur. Sizi yavaş yavaş yalnız bırakır ve mal, ticaret, türlü dedikodu ve çocuklardan müteşekkil muhabbetlerine devam edenlerle huzur (!) içinde yaşayıp giderler. Size ise belli belirsiz bir “dur” mesajı göndermişlerdir. Sizin bahsedeceğiniz şeyleri konuşmamak için önceden tedbir alır ve o Kuran konusunu, o Allah’ı ve O’nun ayetlerini açacak kelimeleri bile kullanmaktan kaçınırlar. Bilmezler ki her şeyleri ile O’na muhtaçtırlar. 71 Nuh 21 ‘Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular.’ İleri gelenleri ise sizinle fikirsel mücadeleye giremedikleri ve girdiklerinde her şekilde mağlup oldukları için, arkanızdan konuşmaya ve yanlılarını sıkı sıkıya size ve tebliğ ettiğinize karşı bağlamaya çalışırlar. İlahlaştırdıklarını yüceltmeye ve doğru zannettikleri âlimlerini ve uydurulmuş dinlerini koruma altına almaya çalışırlar. 71 Nuh 22,23 ‘Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular. Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.’ Onlar zulmü kendilerine ulaşmayanların zulmüne ses çıkartmazlar. Ama yine de insanları seversiniz. De onlar biliriler mi bilmiyorum. Onlar gibi olduğunuz sürece belki! 31 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 71 Nuh 24 ‘Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.’ Biz çoğunlukla Nuh kadar kendinden emin ve cesaretli olamıyoruz. Onun gibi helak için yalvaracak gücü kendimizde bulamıyoruz. Demek ki yükümüz O’nun kadar ağır değil ve demek ki daha ümitlerimiz de tükenmedi. İnsanlar dönem dönem helak oldular, yok edildiler. Nuh’un oğlu bile. 71 Nuh 25 Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe sokuldular. O zaman da Allah’ın dışında hiç bir yardımcı bulamadılar. Ve Nuh artık dayanamayacak hale gelmişti. 71 Nuh 26,27 ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma’ dedi. ‘Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir’den) kâfirden başkasını doğurmazlar.’ Nuh’un bu duası kendi döneminde hak olduğu gibi kesin olarak ahrette de gerçekleşecek, biliyoruz. Ve bu güvenle sevdiklerimiz ve kendimiz için bir kez daha af diliyoruz. 71 Nuh 28 ‘Rabbim, beni, annemi, babamı, mü’min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma.’ Zaman yeni bir davet zamanı. Belki de yenilgiden kurtulabilmek için bir maçın uzatma dakikalarındaki son atak şansları. Top çevirme zamanı değil, toplu olarak atağa geçme gibi son bir defa ayetlerin farkına varıp onları yaşama zamanı. Daha öncekinden daha kısa bir tarih kaldığı kesin önümüzde. Allah bizi ve sevdiklerimizi rahmetiyle kuşatsın. İdrakımızı ve gerçeği gören gözlerimizi ve anlayan kalplerimizi değil hatalarımızı ve yanlışlarımızı örtsün. Sevgiyle… 32 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yemin|Sağ El Bahsi Sağ Ellerin Malik Oldukları Bu yazımda yeminlerin bağlayıcılığı, adetler, çok eşlilik, kölelik, cariyelik, nikâh, evlilik, cinsellik, sağ elinin malik oldukları veya yeminlerin altında bulunanlar ve benzeri olarak üzerinde tartışması bol bazı konulara değineceğim. Kuran’da geçen ve birebir bağlantılı olduğu “yemin” konulu ayetler kapsamında bazı çıkarımlarımla bana düşündürdüklerini açıklamaya çalışacağım. Bu günlerde “Kuran her çağa hitap eder” anlayışını bahane edinerek dünü unutup hep bugüne uyarlama gibi bir sıkıntı var. Oysa 33 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “her çağa hitap eder” demek dünü de kapsıyor demektir. Bu anlayış Kuran’daki birçok ayetin indiği döneme de hitap ettiği gerçeğinin önüne geçmemelidir. Eğer ayetler bugün İstanbul’a inseydi bugünkü İstanbul’un da kültürel veya örfi öğelerini taşıyacaktı. Bu gerçek hiç unutulmamalıdır. Çünkü bugünkü inananlar Kuran’daki Arap örfünü fark ettikleri zaman ders almak yerine uygulamadıkları halde çeşitli hükümlere varıp diğer insanlarla ayrılığa düşüyorlar ya da “bu örf bize uymuyor” diyerek Kuran hakkında sui zanlar güdüyorlar. Oysa Kuran bir öğüttür, bir hatırlatmadır. Bizim görmemiz gereken anlatılanların içerdiği derstir. Bu yüzden Kuran’da anlatılan dönemin Arap örfünü ve Allah’ın bu husustaki merhametini de Kuran’dan görmeye çalışmak gerek. “Sağ elinizin malik oldukları” ve benzeri tabirler “yemin, söz, sözleşme, ahit ile haneniz içinde ya da yönetiminiz altında bulunanlar” gibi açıklamalar da bu kapsama giriyor. Bugünkü tabirle çekirdek ve yakın aileniz dışında “bakmakla yükümlü olduklarınız/edindikleriniz” diyorum ben bu tabire. Bunlar yetim çocuklar, fakirler, kimsesizler, hizmet işi verdikleriniz, engelliler vb olabileceği gibi size hizmet etsinler ya da etmesinler, kendinizi bakmakla yükümlü kıldığınız bekâr ya da dul kadın ve erkekler de olabilir. Gerek Allah’ın emrine (Kuran’a) göre ona söz vermemiz gereği, gerek kendi kendimize verdiğimiz karar gereği, gerekse başkalarıyla yaptığımız anlaşmalar gereği bir söze, sözleşmeye (yemine) girmiş ve bazı insanları hanemize almış olabiliriz. Bugün bu olasılık bizler için düşük belki ama peygamberimizin yaşadığı ve müminlerin savaşlarla katledildiği bir dönemde çok olası bir durum. Sağ elinizin malik oldukları, yemininiz altında olanlar veya bakmakla yükümlü olduklarınız tabirlerini düşünürseniz birbirine çok da uzak olmayan kavramlar olarak görürsünüz. Ama tek bir şartla!!! Kalbimizdeki hastalıklardan sıyrılacağız. Allah illa ki burada cinsellikten bahsediyor diye düşünmeyeceğiz. Yani bakış açımızı değiştireceğiz ve ders almaya bakacağız. 34 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Eğer böyle yaparsak göreceğiz ki ayetlerde anlatılan mesele cinsellik değil. Ona Allah nazikçe “dokunmak” diyor, abdest ayetlerindeki gibi. Kadınlar ve erkekler olarak birbirimize her an cinsel gözlüklerle bakmayı ve baktırmayı bırakalım. Konu cinsellik olduğunda bile mesele fotoğrafta ortaya çıkan zihniyeti sorgulayıp en doğruyu bulmak olmalı. Hastalıklı kalplerimizi söküp atıp, ayetleri saf bir gözle okuyalım. Allah ayetlerin üzerinde kocaman kocaman “infak edin, yetime bakın, koruyun, gözetin” diyor, biz erkekler hastalıklı kalplerimizle kalkıp “kaç tane kadın alırım”ı, hatta “kimlerle düşüp kalkabilirim”i anlıyoruz!!! Şahsına münhasır bazı kadınlar da seviyesiz biçimde “o zaman ben de çok koca alayım, seks kölesi edineyim” diye çirkin ve ayete karşı çıkar tavırlara giriyorlar. Allah zekâttan, iyilikten, infaktan, nikâhlanmaktan ve gerekçelerinden bahsediyor. Biz ise hastalıklı zihniyetimizle cinsel ilişkiden bahsediyor zannediyoruz. Neyse… Bizi koruyan, gözeten, merhametini eksik etmeyen Allah’ın adını anın ve buyurun zihnimizi açacak ve inşa edecek o ayetlerden bazılarına. li eymânikum | yeminleriniz için, yeminlerinize 2-Bakara 224 Yeminlerinizi bahane ederek; iyilik yapmanız, sakınmanız ve insanların arasını düzeltmenize Allah’ı engel kılmayın. Allah işitendir, bilendir. Demek ki birileri Allah adına yemin ederek veya Allah’ın daha önce indirdiğini öne sürerek bazı iyi şeyler yapmaktan ya da bazı kötü şeylerden sakındırmaktan insanları alıkoyuyormuş. Bu elbette bir değildir, iki değildir. Demek ki birçok hurafe Allah’a mal edilerek bu devirde olduğu gibi o dönemde de insanların önüne sürülmüş. Yoksa Allah, bilmeden, farkına varmadan ettiğimiz yeminlerden bahsetmiyor. Kendi sözleşmesine verdiğimiz garantiden ve kalplerimizle onayladığımız yeminlerimizden bahsediyor burada. Bunu neren anlıyorum? Elbette peşi sıra gelen ayetlerden… 35 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 2-Bakara 225 Allah, düşünmeden, rastgele yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz; ama kalplerinizin eylemlerinden sorumlu tutar. Allah, çok affedicidir; yumuşak davranandır. Ve ardından bir örnek vererek ne gibi şeyleri kast ettiğini ve nasıl affedici olduğunu ve yumuşak davrandığını açıklıyor. Allah adına edilmiş yeminlere bir nevi kefaret getirerek, daha sonra doğabilecek sorunların önüne geçiyor. Merhamet ediyor. 2-Bakara 226 Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer (bu süre içinde eşlerine) dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Demek ki Allah adına yemin etmek öyle çocuk oyuncağı bir iş değil. Anlayana… ve eymânihim | ve yeminlerini 3-Ali İmran 77 Allah’ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar… İşte onlar; onlar için ahirette hiç bir pay yoktur, kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. İçinde yemin geçen ayetlerden bazılarını sıralıyorum. Çünkü bunlarda hem yemin kelimesi ile kast edilenlerin neler olduğu, hem de bir zihin inşası söz konusu. Kitap bize hem kelimelerin anlamlarını hem de alınacak dersleri belli bir tertil ile gösteriyor. Umuyorum yazının sonunda bu temaya döneceğiz ve siz de anlatmak istediğimi göreceksiniz. Bu ayette de yeminden kast edilen Allah’a verilmiş olan söz. Onun bizimle yaptığı sözleşme, ahit, kitap. Onu ve ayetlerini az bir pahaya değişenler de sizin çok iyi bildikleriniz. Bu ayetin önüne bakarsanız yine bir hurafenin, Allah adına uydurulmuş bir kabulün yerle bir edildiğini görürsünüz. Kitap ehlinden birilerinin kendilerini Allah’ın has kulu gördüklerini, diğer insanların önemi olmadığını ileri sürdüklerini ve onlara infak etmenin gerekmediğini… Onları kandırarak mallarını yemenin mübah olduğunu ileri sürmelerini… Bu devirde 36 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olduğu gibi o dönemde de Allah adına yalan söyleyenler var. Temel bozucu unsur mal, mülk sevdasıdır. Yeminlerini, ahidlerini, Allah’ın kitabını ileri sürerek bu sevdaya kilitlenenlerle başka ayetlerde de çokça karşılaşıyoruz. Bugün de günlük hayatta önümüze çokça çıkıyor zaten. 37 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Nisa 3|Çok Eşlilik Şimdi geldik çok tartışılan bir ayete. Hani içinde hem yemin hem çok eşlilik geçen. Acaba gerçekten asıl mesele cinsellik mi!… Birileri çok eşlilik ruhsattır diyor, isteyen dört kadınla evlenebilir!!! Bu iddianın bir kısmı bana göre doğru bir kısmı ise yanlış. Evet dört eşle evlenmek bir erkek için ilk bakışta ruhsat gibi duruyor. Ama her isteyen evlenemez. Silah almak için ilçenizdeki emniyete başvurun bakalım. Size silah ruhsatı verecekler mi? Bakın bakalım size kaç tane şart koşacaklar? Neden silah istediğiniz sorulacak en başta? Hasmınız mı var, başınıza ne geldi, tehdit mi edildiniz, taşıyacak mısınız yoksa evde mi bulunduracaksınız? Ve saire ve saire… Peki Allah dört eşe ruhsat veriyor da şart koşmuyor mu? Okuyalım… 38 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 4 Nisa 3 Şayet yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız. O kadınlar arasında da adaleti sağlayamayacağınızdan korkarsanız, bir tane alınız; yahut ellerinizin altında bulunanlarla yetininiz. Zulüm ve haksızlık etmemeniz için en uygun olan budur. Belki de bazılarımız ilk defa ayeti dikkatle ve yavaş yavaş okudukları için yukarıdaki ana şartı ve diğer şartları da ilk defa gördü!!! İkişer, üçer, dörder kadınla nikahlanabilmek için demek ki elinizin altında yetimler olması gerekiyor, gördük mü!!! İsterseniz baştan sayalım şartları… İkişer, üçer, dörder kadınla evlenebilmek için en başta adaleti gözetmek ve Allah’a verdiği sözün dışında bir şeyler hedeflememek gerekiyor. Ayetin ortasındaki dört sayısını görüp atlayanlardan olmamak gerekiyor yani. Sonra bir kez daha bakın, elinizin altında yetimLER olması gerekiyor. Hedefinizin cinsellik değil “bu yetimlere nasıl bakarım” olması gerekiyor. O da yetmiyor, bu yetimlerin arasında adaletli davranabilmekten korkar hale gelmek gerekiyor. O da yetmiyor, bir yetmezse iki, sonra yetmezse üç, yine de yetmezse en fazla dört kadınla nikâhlanmak gerekiyor. Bu kadınlarla nikâh ahdi yapılmasının nedeni yetimlerin korunup gözetlenmeleri, bakımlarının sağlanmasıdır. Her akşam başka bir hanımla yatmak değildir maksat!!! O da yetmiyor, evlendiğiniz kadınların arasında eğer adaletli olmaktan korkarsanız yine de bir tane ile yetinmek gerekiyor. Kimseye zulmetmemek ve haksızlık yapmamak gerekiyor. Kendinde bu takvayı, bu malı mülkü ve bu cesareti gören varsa sözüm yok. Buyursun alsın istediği miktarda eşi!!! Ruhsat var. Geçen de geçmiştir, ona da eyvallah… Şu ayetteki asıl maksadın cinsellik olmadığını, infak, zekât, sadaka, yoksula yardım, yetimi kucaklama olduğunu görmeyenlerin beni anlayacaklarını zannetmiyorum. Çokları zannediyor ki Kuran’daki nikâh kavramı sadece bildiğimiz anlamda evlilikle ilgilidir! Ondan sonra deisti, ateisti peygambere vuruyor, müslümanım diyeni rivayetlerden ruhsat üstüne ruhsat çıkarıyor. Kimse yetimi ve yoksulluktan sürüneni 39 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı aklına bile getirmiyor. Çoğu şehveti peşinde, kendince harem kurma peşinde. Cebinde üç kuruşu yok, ağzında Nisa 3 ayetinin ortasındaki bir cümle. Dört kadınla evlenebilirmiş!!! Kaç yetime baktın, kaç tane yoksula babalık ettin, ne kadar infak ettin bu güne kadar!!! Çoğu evleneceğinden de değil ya! İçindeki hastalığın dışa yansıma biçimi. Git evlen! Evlen de önce yayığında bir yudum ayran salla, sonra tahtırevanla gidersin gideceğin yere!!! Yok Kalemzade, öyle değil. Burada asıl maksat infak falan değil diyorsanız hala, açın Kuran’ı, önceki ve sonraki ayetlere de bakın. Nisa 1’de akrabalık bağlarını koparmamaktan, Nisa 2’de yetimlerin mallarını yemenin ne büyük bir günah olduğundan, Nisa 4’te kadınların mihrini vermekten, Nisa 5’te aklı ermeyenleri rızıklandırıp, giydirmekten, Nisa 6’da kimsesiz ama malı olan yetimlerin mallarını onlara iade etmekten, Nisa 7’de ana babadan kalan mirasın erkek ve kadınlara eşit pay edilmesinden, Nisa 8’de mirastan yakınların ve yoksulların da rızıklandırılmasından, Nisa 9’da korunmaya muhtaç çocuklardan, Nisa 10’da yetimlerin mallarını yiyenlerin karnını ateşle doldurduklarından bahseder ve böylece devam eder gider. Şimdi siz kalkıp bu ayetlerin ortasında olan Nisa 3’deki dört eşe, ayetin tamamını bile okuyup anlamadan takılıp orada cinsellikten mi bahsedildiğini söylüyorsunuz!!! Hadi her satırımı yok sayın ama ayete dönüp bir daha bakın, çok eşlilik için hiç bir şart yok mu!!! Nikah deyince aklımıza sadece cinsellik mi geliyor!!! Niçin bu kadar çok kadınla nikâhlanma ruhsatı verildi peygambere ve müminlere anlamıyor muyuz? Allah başka bir şey anlatıyor, biz başka şeyler arıyoruz. Onlar zulüm gören ve ölüm tehdidiyle burun buruna yaşayan, savaşlarda katledilen ve erkeklerinin genç yaşta ölenleri çok olan müminlerdi. Üstelik yaşadıkları kültür ve örfte, insanlar köle olarak kullanılabiliyordu. Böyle bir yaşam tarzında yaşayan ve modern çağın gereklerinden habersiz bir toplumda doğup yaşadığı için bazı şeyleri modern çağa göre farklı ve olağan görmeleri gayet normaldir. Ve Allah bu insanlar hakkında hüküm verirken adaletli olacaktır. Onları bugünkü 40 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı toplumun ulaştığı medeniyet seviyesine göre değerlendirmeyecektir. Allah burada infaktan ve yetim haklarından bahsediyor, biz kim kimle cinsel ilişkiye girecek diye bakıyoruz!!! Fazla kadınla nikâhlanma bir ihtiyaçmış ki bu ruhsat verilmiş. Ama ihtiyaç erkeğin şehvet ihtiyacı değil, yetimin karnını doyurma ihtiyacıdır. Hem de örfün gerektirdiğine tedricen müsaade. Anlayana…1 1 Bu bölümle ilgili blogda çokça yorum vardır. kalemzade.net 41 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yemin Altında Olanlarla Yetinmek Nisa 22, 23 ve 24’de mümin erkeklerin kimlerle nikâhlanamayacağı açıklanıyor. Kısaca müminler; babalarının eşleriyle, anneleriyle, kızlarıyla, kızkardeşleriyle, halalarıyla, teyzeleriyle, kardeşlerinin kızlarıyla, sütanneleriyle, süt kızkardeşleriyle, kayınvalideleriyle, eşlerinin kızlarıyla, gelinleriyle, iki kızkardeşle birden ve ayrıca evli olanlarla nikâhlanamazlar. Kuran’ın tamamını göz önüne almayan kurnazlık yapma heveslileri bu ayetleri eksik çıkartma sevdasıyla torunlarla nikâha, erkeklerle erkeklerin, kadınlarla kadınların evliliğine müsaade çıkarmaya çalışıyor ya da inekleri sütanneleri sayıyorlarsa onları da Kuran’a karşı takındıkları bu sui zanlarıyla baş başa bırakıyorum. Eğer kitabı yetersiz görüyorlarsa ve bu saçma sapan açık aramalardan dolayı reddediyorlarsa, gidip süt kardeşleriyle de, sütünü içtikleri ineklerin 42 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı buzağılarıyla da evlenebilirler!!! Bu kitap aklını kullanan, doğru dürüst sorgulamasını bilen, o kitabın Allah’tan olduğuna ikna ile emin olan ve idrak ile teslim olanlar için bir rehberdir. Ders alınmak içindir. Alay edilmek için değil. mâ meleket eymânukum | yeminlerinizle sahip olduklarınız Peki Nisa 25’de durum ne? Ellerinizin (yemininiz) altındakilerle (koruyucu velayetiniz altında olanlarla) yatabilirsiniz demiyor mu!!! Kalbimizde hastalık, aklımızda şehvetimiz varsa öyle de anlarız, da… Öyle mi? Okuyalım bakalım… 4-Nisa 25 İçinizden özgür mü’min kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler, o zaman yeminlerinizle malik olduğunuz inanmış kızlarınızdan alsın. Allah imanınızı en iyi bilendir. Siz birbirinizdensiniz. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikâhlayın. Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Tane tane gidelim… İçinizden özgür mü’min kadınları nikâhlamaya güç yetiremeyenler… “İçinizden” denerek sadece bireye değil müminlerin tamamına bir sesleniş var. “Özgür mümin kadınlar” dendiğine göre özgür olmayanlar da var. Evlilik dışı cinsellik temeli değil “nikâhlanma” temeli var. Ve bu nikâh için “güç yetiremeyenler” var. Büyük oranda maddi olarak güç yetirememek olmakla beraber aklımıza gelebilecek olası başka nedenler de ilaveten söz konusu olabilir. … güç yetiremeyenler, o zaman yeminlerinizle malik olduğunuz inanmış kızlarınızdan alsın. … 43 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bu kızların tercih sebebi olmamaları dikkat çekici. Kültürel ve dönemsel bir geçerliliği olduğu belli olan “yemin altında bulundurulan kızlardan” bugüne ben açık bir iz düşürmeyeceğim ama bu ayetin izdüşümü olmadığı anlamına gelmiyor. Elbette tarihseldir ama tarihe gömüldüğü anlamına da gelmiyor. Doğrudur ya da yanlıştır ama benim ne anladığımı, okurken düşünen anlayacaktır. … Allah imanınızı en iyi bilendir. Siz birbirinizdensiniz. … İmanı olanlar birbirlerindendir. Tercih sebebi olmamaları örfidir. Allah katında iman edenlerin derecelerini ancak Allah bilir. Çünkü kalpleri de en iyi O bilir. İnsanlar dışarıdan baktığında kalplerin içi göremez. İnsanlar katında değersiz gibi görünen bir insanın yaşadığı şartlar o kişiyi imanına rağmen diğer insanların beğenemeyeceği bir hayat içinde bırakmış olabilir. … Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikâhlayın. … “Fuhuşta bulunmamak şartıyla” denmesi ile “iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak” diye belirtilmesi kabul edelim ki manidardır ve bence dönemin üstü örtülü bir örfünü yansıtır. Eminim ki Allah’ın yok etmeye çalıştıklarından biri de (aslında bugüne de izdüşümü olan) bu yapıdır. Onların velilerine verilen atıf aslında devrilmesi hedeflenen bir örfi yapıyı fark etmeleri içindir. … Onlara ücretlerini (mehirlerini) maruf (güzel ve örfe uygun) bir şekilde verin. … Ücretlerini örfe uygun şekilde ödemeyi (benim anladığıma göre) velilerine görev veriyor. Çünkü ayetin başındaki açıklamamda belirttiğim gibi seslenilen muhatap birey değil toplum. Üstelik unutmayalım nikâhlanmaya güç yetiremeyenler söz konusu. “İçinizdeki bekârları evlendirin” (24:32) emri de bu iddiamızı destekler. Evlenmek isteyip de evlenemeyen bekârların evlendirilmesini bireye değil topluma verilmiş bir görev olarak görüyorum. 44 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bu arada bu yazıdaki konudan bağımsız olarak mehir konusunda ne düşündüğümü de yeri gelmişken açıklamak isterim. Allah örfe göre mehir vermemizi emrediyor. Dolayısıyla bugüne izdüşürdüğümüzde Arap örfüne göre değil bugünkü bizim toplumumuzun örfüne göre mehir vermemiz gerekir. Ama mehir başlık parası değildir. Başlık parası kızın ailesine verilir ve bence kesinlikle yıkılması gereken bir adet olup kadını alınıp satılan bir mal yerine koymaktır. Mehir ise bizzat kadının hakkıdır ve ona verilir. Örf bence devletimizin meşru kanunlarının da ta kendisidir. Bugün yaşadığımız toplumda resmi nikah bu örfi mehrin bizzat güvencesidir ve evliliklerin yıkılması durumunda kadını erkeğin maddi durumunu göz önüne alarak oldukça da iyi korumaktadır. İsteyenin baştan bir maddi desteği eşine vermesinde de, boşanma durumunda verecek olmasında da ben bir sakınca görmüyorum. Bu tamamen eşler arasındaki anlaşmaya dayanır diye düşünüyorum. Bugünkü kanunlarımıza göre eşe bu teminatı vermenin, bizim örfümüze göre mehir vermek olduğunu düşünüyorum. Allah’ın sınırlarını bilmeyip de istismar edenler ise erkek olsun kadın olsun her zaman her toplumda elbette çıkacaktır. Bu durum doğruların yapılmasını engellemez. Bu nedenle resmi nikah dinen de mutlaka ve mutlaka yapılması gereken bir akittir. Bu parantezden sonra ayete devam edelim. … Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı(nı uygulayın.) … “Evlendikten sonra” denmesi ve “fuhuş”a bir kez daha vurgu yapılması, evlenmeden önce buna meyilli olanlarının olduğunu, en azından toplum içinde bahse konu bu kızlar hakkında böyle bir intiba oluştuğunu gösteriyor. Buna rağmen insanın zayıf yaratılışını bilen Allah, özgür olmayan bu kızlar hakkında; fuhşun haram olduğunu yok saymadığının ve buna mukabil özgür kadınlara oranla özgür olmayanlara daha merhametli olacağının işaretlerini veriyor. 45 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı … Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.< /em> Ev almaya güç yetiremeyenler mecbur kaldıklarında tercih etmedikleri halde çadırda da yaşayabilirler. Bu durum başkasının evini yıkmaktan da soymaktan da daha hayırlıdır. Sabretmek ise en hayırlı olanıdır. Açıkça izdüşürmek istemiyorum ama herkesin aklı var; özgür kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyenler bugün etraflarına bir baksınlar ve tercih sebebi olmayan, özgür olmayan, evlendikten sonra fuhuşta bulunmamak şartıyla, özgürleştirilebilecek ve bulunduğu durumdan kurtarılabilecek kadınların kimler olabileceğini bir daha düşünsünler. Ayetler ders alınmak içindir ve o dersi en iyi her insanın bizzat kendisi alır. Ben yanılabilirim. Ama ayetler, çıkarılabilecek hükümleri ile ve Allah’ın esas mesajıyla çelişmemek şartıyla herkese izafi olarak ayrı ayrı dersler verir. Fuhşun ise her türlüsü haramdır. Aklınıza sadece cinsellik de gelmesin. İzdüşürmek istedikten sonra makbul ve doğruyu bulmaya yönelik şeyler aklınıza gelecektir. Bugün etrafınıza baktığınızda inanmış mümin kızlar oldukları halde ırkından dolayı, renginden dolayı, yaşadıkları ve çalıştıkları nezih olmayan ortamlardan ve yaptıkları işlerden dolayı fuhşa bulaşmadıkları halde genel geçer toplum tarafından aşağılık görülen ve tercih edilmeyen kızlar yok mu!!! O kızların her genç kız gibi hayalleri yok mu!!! Bazı şebekelerin eline düşmüş ve istemediği halde yanlış işlere bulaşmış kızlar yok mu? Özgür mü o kızlar? İlla savaş mı olması lazım? İlla ki esir kızlar mı olması lazım? Her zaman söylediğim gibi, din ya da ahlak dersi vermiyorum, haddime de değil. Ben ayetlerin bana ne düşündürdüğünü paylaşıyorum. En doğrusunu Allah bilir. Ayetlerden nikâhsız cinselliğin ya da hülle yollu nikâhların çıkarılması da asla söz konusu değildir. Sure bütünlüğünde yetimleri ve zor durumdaki kadınları koruma gözetme ön plandadır. Asıl meseledir. Cinsel tatmine ihtiyacı olmaktan net bir bahis yok ama bu ayet “günaha sapmaktan korkanlar için” olduğuna göre cinselliği burada yok 46 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı sayamayız. Ama unutmayalım evlenmeden önce cinsel tatmin serbest bırakılmıyor burada, tamamen evlilik söz konusu, nikâhlı olmak ve bunu hedeflemek söz konusu. O gün de böyleydi bugün de. Bir cariye sistemi değil, ihtiyaç sahiplerini koruma ve mümin bir toplumun inşası söz konusu iken tutup peygamberin cariyeleri vardı diye yırtınanlar bence büyük yanılgı içindeler. Toplum içinde öyle bir yöneliş varsa da Allah ayetlerde bu sistemin yok edilmesi için her doneyi veriyor ama mazlumları da evsiz barksız, aç ve açıkta bırakmıyor. Kısaca bu ayette Allah, özgür kadınlarla evlenemeyenlerin nikâhlanmasından bahsediyorken kimileri “nikâh yapmazsam şöyle şöyle cinsel tatminler yapabilir miyim”i arıyor. Şu orucu bozar mı, bu orucu bozar mı demenin başka bir versiyonu!!! Allah’ın yetim kızlara ve bekâr erkeklere desteğini gören yok mu şu ayetlerde? Belki zengin müşriklerin elindekiler köleydi, belki fuhuş da yapan veya zorla yaptırılanlar da vardı. Veyahut tam tersine cinsellikleri hiçe sayılıp bütün ömürlerince (af edersiniz) it gibi çalıştırılanları vardı. Ama o müminlerin sahiplendiği ihtiyaç sahibi kızlar da bu güne kadar Roma İmparatorunun ya da Osmanlı Hanedanının cariyeleri gibi anlatıldı duruldu bize!!! Neden acaba? Düşünün siz de bulacaksınız… Çünkü hamd sadece Allah’a olması gerekiyordu ama atalarımızın çoğu bunu yapmadılar. Hep tapacak başka başka adamlar buldular. Onlar da atalarımızı din yoluyla uyuttular. Fakirler de böylece zenginlerin mal mülk makam edinebilme mazeretlerini savunmayı din zannettiler. Bu ayetin önüne ve arkasına bakarsanız orada da Allah’ın kadını nasıl müşriklerin ve kötü niyetli adamların elinden kurtarmak için ayetlerle desteklediğini görürsünüz. Tabi yine anlayana… Kitaba hüsnü zanla bakana… Nisa 20’de bir eşi bırakıp başka bir eş almak isteyenlere karşı bırakılan kadın destekleniyor, Nisa 21’de bunu yapan ve malını da elinden alan adamın yüreği vazgeçmesi için kıpırdatılmaya çalışılıyor, Nisa 22’de çirkin hayâsızlıkların önüne geçilirken, Nisa 23 ve 24’de kimlerle evlenilemeyeceği açıklanıp, kimsenin mağdur olmaması için “geçen 47 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı geçmiştir” denilerek merhamet ediliyor ve yine mehirlerin şart koşulması anlatılıyor. Bu kapsamda konuyla yakından ilintili olan Müminun 5,6,7 ve Mearic 29,30,31 numaralı ayetlerin benzerliğini ve Tahrim 1 ayetini bağlantılı görenler olabilir. Ancak o ayetlerde eşler ve yemini altında bulunanların ayrı ayrı kategorilendirilmesi ve bu yüzden kınanma olmayacağının belirtilmesi nikah dışı bir ilişkiyi işaret etmez. Sadece, nikah ahdi yapılmış olsa da bir kısmının henüz özgürlüklerine kavuşmamış olabildikleri, örfi olarak özgür eşlerle tamamen aynı haklara sahip olamadıkları ve bu yüzden özgür eş kategorisinde görülmedikleri anlaşılır. Ben Kuran’da nikahsız bir kadın erkek ilişkisi görmüyorum. Bu iddiamı fuhşun her türlüsünü yasaklayan ayetlerle beraber Nisa 27’nin de özellikle desteklediğini düşünüyorum. Nisa 26’da Allah merhametini ve her şeye rağmen hataya düşenlerin tevbelerini kabul edeceğini söylüyor ve Nisa 27’de tam da benim bahsettiğim şeye “şehvet”e vurgu yaparak ayetlerden her türlü ruhsatı çıkarmak isteyenlere şamarı yapıştırıyor. 4-Nisa 27 Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler. Dolayısıyla şehvetleri söz konusu yapanlar bu ayetleri gereği gibi anlayamayacaktır. Allah kalplerin içindekini en iyi bilendir ve bunu dikkate alır. Ve ardından Allah, Nisa 28’de esas maksadına, merhametine bir kez daha atıfla uyanmamızı istiyor. Niçin bize tuhaf gelen bazı örflere tedricen ve sınırlı bir müsaade verdiğini açıklıyor. Çünkü bizi çok iyi tanıyor. Çünkü O bizden çok çok daha merhametli. 4-Nisa 28 Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister: (Çünkü) İnsan zayıf olarak yaratılmıştır. 48 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Çünkü günahların içinde en büyük günah, toplumun zannettikleri değil. Çünkü en büyük günah şirk. Allah bizi şirkten ve ardından cümle günahlardan uzak tutsun. 49 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Erkek Üstün müdür? Mesele hep infak, hep zekât, hep adalet. Ama gören için… Nisa 29 ve 30’da anlaşma dışı haksız ticaretle malların yenilmemesi gerektiğinden, Nisa 31’de konu büyük günahlara atfedilir ve Nisa 32’de erkek ve kadının kendi kazandığından payları olduğundan, insanların birbirinin malına göz koymaması gerektiğinden bahseder. 4-Nisa 32 Allah’ın kendisiyle kiminizi kiminize göre üstün kıldığı şeyi (malı) temenni etmeyin. Erkeklere kazandıklarından pay (olduğu gibi), kadınlara da kazandıklarından pay vardır. Allah’tan onun fazlını (ihsanını) isteyin. Gerçekten, Allah her şeyi bilendir. Yeri gelmişken şu “üstünlük” kavramından bahsedelim. Üstünlük her şeyiyle üstün olmak demek değildir. Benim anladığım; yakın anlamda karşılayan ve bugün anlaşılan anlamda “avantaj”dır. Yani Allah kimini 50 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bazı konularda kimine avantajlı yaratmış ya da o avantajı nasip etmiştir. Ama avantajın da sorumluluğu vardır. Malı çok olanın sorumluluğu o mal üzerinedir. Güçlü olanın sorumluluğu gücü üzerine. İlmi olanın sorumluluğu ilmi üzerine. Herkes herhangi bir konuda diğerlerinden üstün olabilir. Herhangi bir konuda yeteneği, nasibi olanın sorumluluğu o yetenek, o nasip üzerinedir. “Onda var bende niye yok” zihniyeti ve kıskançlık ise büyük aldanmadır. Çünkü sorumluluk ağırdır. Bazen bazı şeylere sahip olmamak da Allah’ın merhameti gereğidir. O mala, mülke sahip olmamak o malın, mülkün ağır sorumluluğunu kaldıramayacak olmaktan kaynaklanan bir bağışlanmadır belki de. Allah bilir, siz bilemezsiniz. Nisa suresinden “sağ el” ya da “yemin” olarak çevrilmiş olan kelimelerin bulunduğu ve irtibatlı olduğu karşımıza çıkan ayetlere devam edelim. akadet eymânukum | sözleşme ile yemin altında olanlar 4-Nisa 33 Anne-babanın ve yakınların geride bıraktıklarından ve her birine mirasçılar kıldık. Yeminlerinizin (akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin. Şüphesiz, Allah, her şeye şahid olandır. Nisa 33’de yemin ile bağlanılan kişilerin haklarının verilmesinden, adaletten ve hatta eşitlikten bahsedilir ve Nisa 34’de bu “üstünlük” kavramına açıklık getirilir. Ama buna rağmen çokça tartışılır. 4-Nisa 34 Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah’ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size 51 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür. Bu ayette bahsedilen ana konu erkeklerin hangi hususta avantajlı olduğu ve bunun getirdiği sorumluluktur. Ama genellikle konu dönüp dolaşıp “kadınları dövmek” bahsine gelir. Bu konu hakkında tartışmaya girmeyeceğim. Ama şu kadarını söyleyeyim. Bu ayette “darabe” fiili ile (bugüne izdüşürerek) kadınları dövmekten bahsedildiğini düşünmüyorum. O yüzden meallerden “hafifçe dövün” değil “çıkarın” kelimesi geçtiği biçimde olanından aldım. Ancak buna rağmen devrin örfi kültürüne ve kelimenin Arapça şeceresine göre incelemek ve belki biraz daha üzerinde düşünüp en doğruyu bulmak gerek. Bugüne baktığımızda ise şunu görüyorum; sokaktaki adam şu ayetteki sıralamayı bile yapmadan o kadınla ilişkisini kesmeye meyilli olacaktır. O kadına öğüt bile vermeden! Bu durum bize gösteriyor ki Allah erkeğe “hafifçe dövme” izni verse de vermese de iffetsiz bir kadına karşı bile biz erkeklerden daha merhametli. Ve erkek olmak da iffetsiz olmamak anlamına gelmiyor. Bugün kadınlara şiddet uyguladığını bildiğim erkekler gözümün önüne geliyor da birçoğu şiddet uyguladıkları kadınlardan çok daha iffetsiz ve nefsine temayüllü bir hayat yaşıyorlar. Benim bildiklerimin hiçbiri eşleri kadar bile iffetli görünmüyor. Üstüne üstelik çelişki orada ya, bu adamlar nikâhları altında olmayan iffetsiz kadınlara çok daha yumuşak ve hatta (o kelimeyi kullanmayacağım) ezik yaklaşıyorlar. Kadınlardan iffetsiz biçimde yaşadığına dair emareler verenlerse sorgulayanı bile olmadan gayet rahat ve birçok iffetli kadından çok daha geniş yaşıyorlar. Yani insanoğlu bu konuda da hem kendine hem eşine zulmediyor. Hak etmeyen zulüm görürken, hak edenin umurunda bile değil! Benim esas diyeceğim, bu ayetin iffet konusunda muhatabı olmaktan kadın olalım, erkek olalım Allah bizi korusun. Zor bir durum. Nasıl ki fizik, biyoloji ilmi gerektiren bazı ayetler bazılarımızın donanımını aşıyorsa, bu ayeti de bu konuda psikoloji ile uğraşanlara bırakayım. Benim vereceğim daha net bir açıklama yok. Her şeyin en doğrusunu 52 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bilen ise Allah’tır. Zaten Nisa 35’de benzer durumlarda kadın ve erkek akrabalardan birer hakem kılınması tavsiye ediliyor ve yükü hafifletiyor yine Allah. Nisa 36’da yemin altında bulunanlara yine iyilik yapmak hatırlatılıyor. Nisa 37’de cimrilik bağlamında kâfirlik bahsi işleniyor, Nisa 38’de gösteriş için mal harcamak eleştiriliyor ve devam ediyor ayetler. Baştaki iddiamda belirttiğim üzere “sağ ellerinizle malik olduklarınız” veya “yemini altında bulundurduklarınız” gibi kavramlar hep onları korumak, gözetmek ve mal mülk adaleti ile işleniyor. Yani asıl konu ihtiyaç sahiplerinin korunması. Asıl mesele infak, adalet ve barış. Nisa 127,128 ve 129’a baktığımızda yine hem yetimlerin hem de eşlerin arasındaki adaletten bahseder ve karı kocanın da barış içerisinde yaşaması için hem kendilerine hem de topluma öğütlerde bulunur. Mesele ayetlerdeki öğüdü, dersi almaktır. Hitap ettiği yerel toplumun örfi yapısına yönelik bilgilerse incelebilir durumda ayrı bir konudur. Önceki bölümlerde benzer konulardan bahsetmiştik. Ancak yine düşüncemi hatırlatayım; tarihsel hususları kapsaması, ayetin ne hükmünü ne de alınacak dersini ortadan kaldırmaz. Aynı şartlar oluştuğunda Allah’ın gösterdiği hüküm şüphesiz en doğru hükümdür. Ve de en önemlisi ayetlerde mutlaka zamana ders olacak izdüşümler vardır. 53 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yeminini Bahane Edinmek Maide 53’te yine yeminden bahsediliyor. Bu ayetin önü ve arkası incelendiğinde var gücüyle yemin eden münafıkların cahiliye hükümlerini ayakta tutmak isteyenler ve daha önceki kutsal metinleri öne sürerek Allah adına yalan uydurucular olduğu hatırlatılıyor. Maide 89’da yemin bahsi ve kefareti daha geniş açıklanıyor. fî eymânikum | yeminlerinizdeki 5-Maide 89 Allah sizi, yeminlerinizdeki ‘rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden’ dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkân) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz. 54 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yine bu ayetin kendisi, önü ve arkası incelendiğinde hep infaktan bahsedildiği anlaşılır. Yine Maide 108’de yemin kelimesi geçer ve bir önceki ayetle (5:107) birlikte vasiyette şahitlik ve mal paylaşımından bahsedildiği görülür. Enam 109’da ise ayetler, gelirse inanacaklarına dair kuvvetle yemin edenlerin önlerindeki ayetleri göremediği anlatılır. Aynen çok eşlilikle ilgili İsra 3 ayetinin en önemli şartının görülememesi gibi. Bu durumu Enam 110 çok iyi açıklıyor. 6-Enam 110 Onların kalplerini ve gözlerini, ilkin inanmadıkları gibi tersine çeviririz ve onları tuğyanları içinde şaşkınca dolaşır bir durumda terkederiz. Birçok insan çokeşlilik ve kimlerle evlilik diye şaşkın şaşkın çözüm bulamadan dolaşıp duruyor. Allah neyi murat etmiş diye uğraşıp duruyor da Allah’ın “infak edin” emrini göremiyor. an eymânihim | sağlarından Bazı ayetlerde kelime sağ taraf anlamında da kullanılmış. Bunu da ihmal etmeyelim. Ama yine de sağın temsil ettiği, Allah’ın doğrusu olsa gerek. 7-Araf 17 ‘Sonra muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Çoğunu şükredici bulmayacaksın.’ nekesû eymânehum | antlaşmalarını bozdular Sadece eski ahid ve yeni ahid ya da Kuran değil insanlar arası antlaşmalarda da aynı kelime kullanılıyor. 9-Tevbe 12 Ve eğer antlaşmalardan sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç besleyip-saldırırlarsa, bu durumda küfrün önderleriyle çarpışın. Çünkü onlar, yeminleri olmayan kimselerdir; belki cayarlar. 9-Tevbe 13 Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? 55 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Korkuyor musunuz onlardan? korkmanıza Allah daha layıktır. Eğer inanıyorsanız, kendisinden Nahl 38’de Allah adına ileri sürdükleri iddiaları hakkında yine olanca gücü ile yemin ettiği halde insanların çoğunun Allah’ın gerçeklerinden bihaber olduğu açıklanır. Nahl 71’de yine yeminleri altında bulunanlar geçer ve yine onlara infak ve onları rızıklandırma öğütlenir. 16-Nahl 71 Allah rızıkta kiminizi kiminize üstün kıldı; üstün kılınanlar, rızıklarını ellerinin altında bulunanlara onda eşit olacak şekilde çeviripverici değildirler. Şimdi Allah’ın nimetini inkâr mı ediyorlar? Bir kez daha yeri gelmişken; üstün kılmak bir konuda avantaj vermektir ve bunun elbette sorumluluğu vardır. Bu nedenle erkeklerin kadınlar üzerinde Allah’ın emrettiği sorumluluğu vardır. Kadının da kendi yönlerinden avantajları ve bu yönde sorumlulukları vardır. Bu bir işbölümüdür. O yüzden nikâh yapıyoruz. Birbirimizi yönetmek için değil, birbirimize karşı sorumluluklarımızı yerine getirmek ve gözetmek için. Bu ayetten sonraki ayetlerde de hep rızıktan öğütler verilir. Yine Nahl suresi 91, 92 ve 94’üncü ayetlerde yemin lafzı geçer ve çok ciddi uyarılar verilir. Önüyle arkasıyla bakalım. 16-Nahl 90 Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. Gördüğünüz gibi yine infaktan, vermekten, adaletten bahis var. Daha sonra ise bir milletin bir diğerinden bazı konularda iyi durumda olmasının bir imtihan vesilesi olduğu anlatılıyor. 16-Nahl 91 Ahidleştiğiniz zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın; çünkü Allah’ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı bilir. 16-Nahl 92 Bir ümmet diğer bir ümmetten (sayıca ve malca) daha gelişkindir diye, yeminlerinizi kendi aranızda bir bozuculuk unsuru 56 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yaparak, ipini kuvvetle eğirdikten sonra bozup-çözen (kadın) gibi olmayın. Şüphesiz Allah, sizi bununla imtihan etmektedir. Kıyamet günü hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyi size muhakkak açıklayacaktır. 16-Nahl 93 Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız. Ve ardından çok çok ciddi bir uyarı geliyor. Dikkatli okuyalım. 16-Nahl 94 Yeminlerinizi kendi aranızda, bir bozuculuk unsuru edinmeyin; sonra sapasağlam basan ayak kayar ve Allah’ın yolundan alıkoyduğunuz için kötülüğü tadarsınız. (Ayrıca) Büyük azab da sizin içindir. Allah korusun. Eğer Allah’a verdiğimiz sözlerden ve kitabımızdan ötürü bozgunculuğa destek verir isek imandan sonra ayağımızın kayması söz konusu. Din adına zulmedenlere ses çıkarmayanlar veya “Allahu Ekber” diyerek kelle kesip adam öldürenler geliyor gözümün önüne. Onlar da aynı kitaba inandıklarını söylüyorlar maalesef. Öyleyse… 16-Nahl 98 Öyleyse Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Müminun 5,6,7 ve Mearic 29,30,31 ayetleri yine ihtilafa düşülen hususları kapsıyor. Sağ ellerinin malik olduklarına karşı ırzı koruyup korumama meselesi. Bu hususta tarihsel bakışa hak vermiyor değilim. Ancak tarihe bakarken ayetleri tarihe gömüp hükmü kalkmış muamelesi yapamayız. Bu durumda birileri beğenmediği her hükmü tarihsel diyerek çöpe atmaya kalkabilir. Dersi görebilmek gerek. Aksi takdirde bu ayetlerdeki öğüdü göremeyip işimize geldiği gibi hüküm çıkarmaya kalkarsak bugünkü toplumun düzenini tehdit eden çok yakışıksız sonuçlara varabiliriz. Bu ayetlerin verdiği hükümler o günkü örfi sın ırlar içerisinde değerlendirilmelidir. Allah’ın kınamadığını biz kınayacak değiliz. Bugüne ayetleri izdüşürdüğümüzde bugün 57 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yaşadığımız toplumdaki örfi değerleri yok saymadan Allah’ın sınırlarını gözeterek ve toplumda bozgunculuk çıkarmayacak şekilde hareket etmeliyiz. Üstelik bu ayetlerin önünde ve arkasında aslında bir müminin salatını nasıl huşu içerisinde ikame edeceğinden bahsedilir. Zevcler özgür eşler, sağ elin malik oldukları özgürleştirilen eşlerdir. Toplum onları, bu kadınlar mı diye kınasa da Allah bu konuda kınamıyor. Her ikisi için de nikâh söz konusudur. Nisa 25 de bunu işledik. O ayetten bağımsız olarak sadece bu ayetler göz önüne alınırsa hata yaparız. Bu kadınlardan bazıları evlendikleri halde hizmete devam ederler ve dolayısıyla tam özgür değildirler… Anlayana… Ayrıca Nur 31-33, Rum 28, Ahzab 50-55, Mücadile 3, 16 gibi ayetlerin satır aralarında da benzer durumlar söz konusudur. ittehazû eymânehum cunneten | yeminlerinin arkasına gizlenmek Birçok ayette yeminlerinin ardına gizlenen, onları siper edinen, bize böyle öğretildi diyen, hatta kitabımızda böyle yazıyor diyerek dilediği hükmü alıp esas dersi es geçenler eleştiriliyor. Münafikun 1,2 de böyle bir durum vardır. Sen Allah’ın elçisisin diyerek şehadet eden bir takım kimselerin bunu kalkan edinerek insanları Allah’ın yolundan alıkoyduklarından bahsedilir. Söylenen söz kitaptan ya da değildir ama anlatılanın Allah’ın öğüdüyle alakası yoktur. Niyet farklıdır. Ayetlerin devamında bu durum açıklanır. 63-Münafikun 1,2,3,4 Münafıklar sana geldikleri zaman: ‘Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin’ dediler. Allah da bilir ki sen elbette O’nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahidlik eder. Onlar, yeminlerini bir siper edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Doğrusu ne kötü şey yapıyorlar. Bu, onların iman etmeleri sonra inkâr etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. Onları gördüğün zaman cüsseli yapıları beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa) Sanki onlar (sütun gibi) dayandırılmış ahşapkütük gibidirler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) Her çağrıyı 58 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar. Kendilerine “devletül islamiye” diyen ve yeminlerini (Allah’ın kullarıyla sözleşmesi olan ayetleri) bahane ederek yeryüzünde bozgunculuk çıkaran IŞİD, El Kaide, Taliban ve benzeri çeteler kadar onlara ve onların kurucu zihniyetine yeterince karşı çıkmayan ve sessiz kalmayı yeğleyen devletleri ve devlet adamlarını da bu arada Allah’a havale ediyorum. Hiçbir ayeti bölünme gerekçesi yapmayalım ve şu ve benzeri ayetleri aklımızdan çıkarmayalım. Allah ihtilafa düşmeyelim diye kitap gönderirken biz tutup onu bölünme ve bozgunculuk gerekçesi haline getirmeyelim. 42-Şura 14 Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler… 3-Ali İmran 19 … Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ‘kıskançlık ve hakka başkaldırma’ yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir. 2-Bakara 213 İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir. 10-Yunus 19 İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi; sonra anlaşmazlığa düştüler… Yemin kitaptır, yemin verdiğimiz sözdür, yemin ahidir, yemin sahip olduklarımıza ait sorumluluklarımızdır. Yemin kelimesi hepsini kapsar. 59 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı En büyük yemin ise Allah’a ortak koşmayacağımıza dair yeminimizdir. Alınacak dersi almak ve mutmain olduğumuz doğruları anlatmak yerine detaylarda boğulup hizipleşmeye gerek yok. Yeminini bilenlerden, ahdine vefa gösterenlerden, Allah’ın ayetlerini değiştirmeye kalkmayanlardan, aklını kullananlardan, rehber edindiği kitabı kendine göre eğip bükmeyenlerden, bölünüp hizipleşmeyenlerden, ondan ders alanlardan, bu yolda makbul ve güzel işler yapanlardan ve Allah’a verdiği sözünden dönmeyenlerden olmamız dileğiyle. 60 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kuran’ın Allah’tan Olduğunu Nereden Biliyorsun? İnançta Bir Fahiş Hata… İnsanları Allah’a ve Kuran’a davet ettiğimizde karşılaştığımız ortak sorulardan birisi de şudur. “Sen Kuran da Kuran diyorsun ama o elindeki Kuran’ın Allah’ın sözü olduğunu da peygamber söylemedi mi?” Bu soru ilk bakışta masum bir soru gibi görünse de bunu söyledikten sonra o sözlerinin içerdiği şirki fark ettiğinde, bu soruyu soranlar tevbe 61 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı üstüne tevbeler edip secdelere kapansalar yeridir. Hadi kitaba inanmadığını söyleyenlerin bunu söylemesi bir noktaya kadar normal görülebilir ama o kitaba inandığını söyleyenlerin bu soruyu sorması o kitaptan ne kadar uzak olduklarını apaçık ortaya koyuyor. Şunu nasıl oluyor da anlamıyorlar… Zannediyorlar ki peygamber söylediği için inanılır. Hayır! Söyledikleri doğru olduğu için peygamberlere inanılır. O Kuran’a bir mümin, peygamber Allah’tan olduğunu söyledi diye iman etmiş değildir. Eğer öyle bir iman geçerli olursa sıralamada peygamber birincil, Allah ise ikincil yere koyulmuş olunur. Bunu o söyledi. Öyleyse doğrudur! Bu nasıl mantık? Öyleyse o söz ona aittir, Allah’a değil!!! Demek ki sen Kuran’ın Allah’tan olduğunu anlamamışsın. Demek ki sen gafilce, peygamberi ilah zannediyorsun. Bunu anlamak için öyle çok da zeki olmaya gerek yok. Hiçbir peygamberin öne sürdüğü vahiy ve kitaplar, peygamber söyledi diye doğru değildir. O vahiylerdeki ifadeler, o kitaptaki ayetler doğru olduğu için, delilleri görülebilir ve/veya fark edilebilir olduğu için doğrudur. O sözlerdeki gerçekler apaçık ortada olduğu için müminler iman ederler. O peygamberlere de o ayetlerin gerçekliğini görenler iman eder. Aksi takdirde zanna uyulmuş olunur. Ayetler peygamberin zatından olmuş olur. O ayetleri bir insanın söyleyemeyeceğini anlayanlar, o ayetlerin Allah’tan olduğuna iman ederler. Peygamber ya da herhangi bir insan söyledi diye değil. Bunu böyle söyleyenler sözde teslim olmuşlardır ama asla gerçekte inanmış değillerdir. Vahiy kalplerine hiç girmemiş demektir. Matematik öğretmeniniz dediği için 2×2=4 değildir. 2×2=4 olduğu için bunu öğretmen öyle söylemiştir. Parmaklarınızı sayarsınız, birkaç elmayı yan yana koyarsınız ve öğretmeninizin doğru söylediğine ikna olursunuz. Nübüvveti ayetler ispat eder, aksi durumda herkes “ben de peygamberim” diye ortaya çıkabilir. Kimse de itiraz edemez. 62 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Çok ciddiyim. “Kuran’ın Allah’tan olduğunu nereden biliyorsun? O da peygamberin ağzından çıkmadı mı?” diyenler peygamberden geldiği iddia edilen rivayetleri savunayım derken peygamberin ağzından çıkan sözleri Allah’ın lafzının üstüne çıkarttıklarını ve peygamberi Allah’a eş koştuklarını anladıkları an tevbe edip Allah’tan korkuyla ve samimiyetle af dilemelidirler. “Kuran’ın Allah’tan olduğunu nereden biliyorsun?” ha? Sen Allah’tan olduğunu bilmiyor musun? Demek ki sen Allah’tan olduğunu sadece ZANnediyorsun hala!!! Ve çıkıp beni peygamberi yok saymakla, onun sözlerine inanmamakla itham ediyorsun!!! Hatta peygamberin ağzından çıkan vahyin Allah’tan olduğuna hala emin değilsen, peygambere sen mi inanıyorsun ben mi hacı!!! Bir de eleştirmek için hiçbir argüman bulamayıp “Sen Kuran’ı kutsallaştırıyorsun” diyen bile çıkabilir karşınıza. O konuya hiç girmeyeyim. Benim devreler az kalsın yanıyordu! 63 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Riba|Karşılıksız Kazanç Riba, Faiz, Rant ve Ticaret Meselesi Size bugün ehli olmadığım bir konudan, hiç yapmadığım bir işten, ticaretten yola çıkarak bir şeyler anlatmak istedim. Hâlihazır toplumdaki ticarete ancak bir tüketici olarak tanık oluyorum. Her ne kadar ekonometride yüksek lisans yapmış birisi olsam da kitapta yazanlarla ve tezlerle “ben bu işten az çok anlarım” diyerek ticarete atılsam, sokakta beni tefe koyabileceklerinin ve cebimdeki üç kuruşa kadar soyabileceklerinin farkındayım. Çünkü sokakta ve şehirde ahlaka, helal 64 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı kazanca dayalı bir ticaret ve esnaflık anlayışı maalesef yok. Helali haramı gözeterek esnaflık ve tüccarlık yapanlar bile kendilerini korumak için bin türlü tedbir alarak bu işi yapıp evlerine helal ekmek götürmeye çalışıyorlar, farkındayım. İşte bu kapsamda riba’dan bahsedeceğim. Kuran’da riba’dan şiddetle kaçınılması öğütlenir. Ama nedense “riba” bu güne kadar anlam daralmasıyla sadece “faiz” olarak anlatılagelmiş. Bu durum toplumdaki birçok ahlaksız ticaretin mübah zannedilmesine yol açmış durumda. 2-Bakara 278 Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, ribadan artakalanı bırakın. Riba sadece bildiğimiz anlamda faiz değildir. Riba; artma, şişme, fazlalaşma, yükselme gibi manalara geliyor. Ama bu artış terim olarak kullanıldığında KARŞILIKSIZ bir artış, karşılıksız bir kazanç olarak anlamlanıyor. Yani adil bir ticaretten doğan kâr etme buna dâhil değil. Ve en az bunun kadar önemli olan bir diğer husus ise; riba sadece para ile ilgili bir kavram da değil. Kuran’daki mal kavramı hem parayı, hem eşyayı, hem taşınırı, hem taşınmazı içerir. 4-Nisa 29,30 Ey iman edenler, mallarınızı, sizden karşılıklı anlaşmadan (doğan) bir ticaretten başka haksız ‘nedenler ve yollarla’ (batılca) yemeyin. Ve kendi nefislerinizi öldürmeyin. Şüphesiz, Allah, sizi çok esirgeyendir. Kim haddi aşarak ve zulmederek böyle yaparsa, biz onu ateşe göndeririz. Bu Allah için pek kolaydır. İster para olsun isterse bir eşya KARŞILIKSIZ olarak arttırılarak alınıp satılıyorsa hepsi riba kavramının ta içine giriyor. Ribayı ve alışverişi birbirine benzeterek ikisini de helal, ya da tam tersine ikisini de haram ilan edenler ayetleri dikkate almış değillerdir. Alışveriş faiz değildir, riba değildir. Alışverişte karşılık vardır. Karşılığı olan bir malı veya hizmeti almak vermek alışveriştir. Ama alış var veriş yoksa, yani karşılığı yoksa ona alışveriş denmez. İnfak edilmesi müstesna, haksız ve batıl yollardan başkasının malını yemektir o. 65 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 2-Bakara 275 Riba yiyenler, ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi, çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu, onların: ‘Alımsatım da ancak faiz gibidir’ demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (ribaya) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah’a aittir. Kim (ribaya) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. Daha anlaşılır olması için şöyle de açıklayabiliriz: Alışverişte karşılığı olan, halkın ya da muhatabın ihtiyacını karşılamak üzere bir hizmetten ötürü bir kar sağlanıyorsa burada bir sıkıntı yok. Örneğin; hâlden sebzeyi alıp pazara müşterinin ayağına kadar getiriyorsanız bir hizmet yapıyor, hem maliyet hem de emek sarf ediyorsunuz demektir. Gayet makul bir kazançtır. Ama pazarda o tezgâhtan aldığınız sebzeyi iki tezgâh ötede daha pahalıya satıyorsanız hem müşteriyi, hem kendinizi kandırıyor, hem de Allah’ı kandırdığınızı zannediyorsunuz demektir. Alın size riba, alın size faiz, alın size KARŞILIĞI olmayan bir kazanç. Faizin, ribanın her türlüsü var. Eğer poşete attığın çürük domatesleri de kiloya dâhil ediyorsan karşılıksız bir kazanç. Eğer bile bile ilk kullanıldığında kırılacak çakma aleti iyi bir mal diye satıyorsan karşılıksız. Daha büyükçe bir örnek vereyim. Bir belediyede bir hizmetiniz karşılığında maaş alıyorsanız gayet makul bir kazançtır. Ama o belediyede adı var kendi yok olan bir makamı işgal ederek ayda bir iki defa uğrayarak idare ediyor ve “bu bizdendir” diye size maaş veriliyorsa durum nedir!!! Dışarıda işsiz gezen bir sürü insan çırpınırken bu ribanın ta kendisi değil midir? Örneği biraz daha büyüteyim. Birisine arabanızı satmanızdan dolayı edindiğiniz kâr gayet makuldür ya da fabrikadan araba getirip sergileyip satabilirsiniz. Ya da bir araba alır tamir eder ya da daha iyi bir hale getirir satarsınız, bence bunda da sorun yok. Ama arabaya ihtiyacınız olmadığı halde araba alıp ertesi gün onu satmanız, böylece araba alıp satmayı alış veriş zannederek meslek haline getirmeniz piyasada sahte 66 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bir talep ve dolayısıyla talebe karşılık azalan mal karşılığı fiyat yükselişi demektir. Bu fiyat yükselişinden kazandığınız KARŞILIKSIZ kâr ribanın ta kendisi değil midir? Sadece soruyorum… 11-Hud 85 ‘Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.’ İnsan başına gelmeyince bazı gerçekleri görmekte zorlanıyor. Ama Allah ayetleri anlaması için insanın karşısına birer birer çıkartıyor. Sözgelimi İstanbul’da en az 600.000 boş konuttan söz ediliyor. Buna rağmen bir sürü aile ev satın almak ya da kiralamak için bütçesine uygun ev bulamıyor. Fiyatlar çok yüksek. Oysa bu kadar boş konut varsa, mal çoklandığı için talep aşağıda kalmalı ve dolayısıyla fiyat düşmeliydi. Ama piyasadaki gerçek nedense bu değil. Öyle saçma bir mantık ki hem talep çok, hem de boş ev çok. 3+1 evler cadde üstlerinde 300.000’den, sıfırsa 400.000’den başlıyor. Kiralar ise 1000 ile 2000 arasında. Azıcık mahalle arasına girseniz bile belirgin bir düşüş yok. Peki talepleri ve dolaylı olarak fiyatları bu kadar şişiren nedir? Elbette sahte talepler başı çekiyor. Demek ki parasından para kazanmak isteyen birileri, araba örneğinde olduğu gibi aldığı evi tamir etmeden, hiç dokunmadan hemen akabinde satıyor, KARŞILIKSIZ olarak ev alıp satmayı meslek haline getiriyor. Taşınmaz malı müşterinin ayağına sanki taşıyormuş gibi alıp satmaya alışmışlar. Oysa bu sahte talep olmasa, arz fazla olduğu için ihtiyaç sahibi aileler bütçelerine uygun ev bulabilecekler. Ama mevcut durumda ceplerindeki para gereksiz yere (para yığmak uğruna) alınıp satılan mal karşılığında değersizleşiyor. 26-Şuara 183 İnsanların eşyasını değerden düşürüp-eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın. Daha da büyüteyim. Birilerine bir yerlerin değerinin bir takım ekonomi ya da şehircilik politikaları ile yükseleceğini önceden bildiği için oraları önceden parselliyor ve oradaki yerleşik hak sahiplerine küçük rakamlar ödeyerek ardından büyük rakamları kazanıyorlarsa bu da ribanın, rantın 67 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ta kendisi değil midir? O birileri daire başına en fazla 60.000 lira harcayarak inşa ettikleri evleri 660.000 liraya satıyorlarsa burada ticaret ahlakı nerede? Kayalara harika evler yontanlarla, İstanbul’a muhteşem gökdelenler, plazalar dikenler arasında çok mu fark var? Dağın bir başına TOKİ evleri dikerek mortgage faiziyle fakirin maaşına da ambargo koyulması faizin, ribanın ta kendisi değil mi!!! Bir gün mortgeyçler mortu çekerse kredileri verenler mi batacak zannediyorsunuz!!! O kayıplar yine kimden çıkacak zannediyorsunuz!!! Gerçekte depremden korunmanın amaç gösterildiği kentsel dönüşümü ranta, ribaya çeviren ve depremden korunmayı bile vatandaşa satan anlayış nedir? Malın iyisi, değerlisi ve taşınırın taşınmazın zenginlerin elinde dolaşıp durması nedir? Sadece soruyorum… 59-Haşr 7 Allah’ın o (fethedilen) şehir halkından Resûlü’ne verdiği fey, Allah’a, Resûl’e, (ve Resûl’e) yakın akrabalığı olanlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Öyle ki (bu mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) olmasın. Resûl size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah cezası (ikâbı) pek şiddetli olandır. “Elçi size neyi verirse onu alın” ayetlerindeki gerçek manayı “hadisler de ayetler gibidir” diyerek gafilce es geçenler bu gerçekleri göremezler. Bu rantçılık, bu faizcilik, bu ribacılık, alışverişte bu “her yol mübah” esnaflığı ve tüccarlığı, bu haksız ve karşılıksız para kazanma hevesi, kahvehanede oturan adamdan tepede hükümler veren adama kadar hemen herkesi sarmış durumda. “Faiz”i sadece tefecilik zanneden ve “faiz haramdır”ı sadece bankadaki üç kuruşundan yıllık yüzde beşbuçuk kazanmak olduğu ile sınırlı sanan anlayış, rantın, faizin, ribanın içinde gafilce yüzüyor ama kendini hala doğru yolda zannediyor. Garibim yıllarca biriktirmiş 50 lira, bunu bankaya koyarsam harama girerim diyor ama o 50 liranın üstüne 150 lira düşük faizli kredi alıp borç ödemeye devam etmeyi doğru zannediyor. Depremden korunma anlayışı, bankaları kazandırmaya dönüşmüş. Kendi dindar devleti bile 68 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı vatandaşına faizle ev almasını tavsiye eder, hatta zorlarmış meğer!!! Nerede kaldı hani o senin özlemini duyduğun, bankaları ve faizi yasaklayacak şeriat devletin ey sofi? Bir yerlerde hata yaptığını biliyorsun ama anlamak için kimseyi dinleyesin yok. Çünkü farkındasın ki işine gelmiyor. Yutmuşsun afyonu. Oturduğun evin ederinin yükselmesi, üçe alıp onüçe satabiliyor olman, hoşuna gidiyor, aynen sana o eskiden aynısını yapmış olanlar gibi. Çünkü betonlar arasında o eski çayırı görememenin burukluğu burnunu sızlatsa da, üç kuruşluk alışverişinden memnunsun. Çünkü alışveriş yaparken kalbin parayla öyle haşır neşir ki Allah’ın ne dediği aklına bile gelmiyor. 3-Ali İmran 130,131 Ey iman edenler, ribayı kat kat arttırılmış olarak yemeyin. Ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz. Kafirler için hazırlanmış olan ateşten sakının. Eğer ete su şırınga ediyorsan, eğer sabahki demliği öğleden sonra bardağa koyup satıyorsan, eğer patatesi et fiyatına dürüme doldurup satıyorsan, eğer baraj suyunu kaynak suyu diye şişeliyorsan, eğer adın var diye öylesine kitap yazıyorsan, eğer zorla tıklatmak için reklam koyuyorsan, eğer saati doldurmak için ders anlatıyormuş gibi yapıyorsan, eğer kopyalayıp yapıştırıp benim diyorsan, eğer başkasının bestesini çalıyorsan, eğer mecliste ayda bir el kaldırmayı vekillik zannediyorsan karşılığı yok. Karşılığı olmayan kazanç ribanın ta kendisi değil midir? Sadece soruyorum… Hüküm koymuyorum. Tüm bunları düşünelim diye soruyorum ve ayetleri bu yüzden hatırlatıyorum. 11-Hud 86 ‘Eğer mü’minseniz, Allah’ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinizde bir gözetleyici değilim.’ Bu kapsamda ülkemizi ve ekonomimizi yönetenler ve onları denetlemekle sorumlu muhalefet ederler için “99 koyun kıssası” en güzel yol gösterici örneklerden biridir (38:23). Eğer onların kurduğu hatalı düzenler 99 koyun sahibini 1 koyun sahibi karşısında haklı çıkartıyorsa, eğer bankanın koyduğu hesap işletim ücretinin 0,1 kuruşu 69 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı kapanmadı diye birkaç yıl sonra vatandaş kanunen kocaman bir borç ödemek zorunda kalıyorsa, eğer halkın uğradığı ekonomik zulümleri engelleyecek kanunlar çıkartılamıyorsa, çıkartılan kanunlar mahkemelere muhtaç ediyorsa, iktidar sahipleri de Davut gibi pişman olup malı olanın malına, fakirin elindeki son malı da katmasına haklı nedenler üreten hatalı icraatlarından vazgeçmelidirler. Tabi eğer ayetlerin onlar için de bir anlamı, bir izdüşümü olabileceği akıllarına geliyorsa!!! 70 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Müslüman Olmayanlar Cennete Gidebilir mi? Kuran’da Çelişki Yok Sıkça, Kuran’ın gerçekliği hakkında hepimizin karşılaştığı sorular var. Bu sorular bazen inananlardan, tahkik etme ve tebliğ için en makul cevabı bulabilme maksadıyla geliyor ki bu güzel olanı. Bazense aynı soruları sui zanla ve reddedişine mazeret arayanlar (genellikle bilgisizce) ortaya atıp kaçıyorlar ki bu soru soruş şekli de onların aslında Kuran’dan ne kadar habersiz olduklarını gösteriyor. Bu sorulardan bir kısmını bana elektronik posta ile listelenmiş şekilde gönderen değerli bir 71 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı okurumun önerisi üzerine zaman zaman bu soruların kendi okumamla cevaplarını vermeye çalışacağım inşallah. Bu yazı bu konseptteki yazılarımın ilkidir. İlk soru: Müslüman olmayanlar da acaba cennete gidebilirler mi? Önce kısa cevabı vereyim. “Gidemezler.” Kuran’dan açıkça anladığımız üzere gidemezler. Elbette bu soruyu art niyetle soranlar da kitapta bunu okudukları ya da ilgili ayetleri birilerinden duydukları için biliyorlar. Biliyorlar ama Kuran’daki başka ayetlerin bu gerçeği açıklayan ayetlerle çelişkili olduğunu ileri sürüyorlar. Bakalım gerçekten öyle mi? Müslümanlardan başkasının cennete gidemeyeceği çıkarımı yapılan iki ayet… 3 Al-i İmran 85 Kim İslam’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. 9 Tevbe 30 Yahudiler: ‘Üzeyir Allah’ın oğludur’ dediler; Hıristiyanlar da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir; onlar, bundan önceki inkâr edenlerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar? …ve onlarla çelişkili olduğu ileri sürülen diğer iki ayet de aşağıda. 2 Bakara 62 Şüphesiz, iman edenler(le) yahudiler, hristiyanlar ve sabiiler(den kim) Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. 5 Maide 69 Gerçek şu ki, iman edenlerle yahudiler, sabiîler ve hristiyanlardan Allah’a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Aslında bunlarla birlikte başka ayetler de var ve bu durum bile “kendi bakış açılarıyla” kendi iddialarını destekleyen ayetlerlerden bile ne kadar habersiz olduklarını gösteriyor. Söz gelimi Al-i İmran 19’da 72 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Allah katında din İslam’dır” deniyor. Ama konuyu çok dağıtmayalım ve iddia sahiplerinin verdiği ayetler üzerinde konuşalım. Esasen bazı ayetlerdeki ifadeleri donanımımız yetmediği için anlamamak Allah’ın affına nazır bir noktaya kadar makul görülebilir. Müminler oradaki gerçeğin ne olduğunu görememiş bile olsalar yine de orada bir gerçek olduğunu bilirler. Buna emindirler. Çünkü Allah’a idrakla ve kitabın hak söz olduğuna delilleriyle iman etmişlerdir. Başka birçok ayetle ve onların arasındaki link hatlarıyla ve kendi benliklerinde, kendi hayatlarında karşılaştıklarıyla ve de kâinatta görüp tespit ettikleriyle ikna olmuşlardır. Daha başka birçok gerçekle de iman etmiş olabilirler. Ama kitaba bakarken, (şirke ve inkâra vardığı için) kitabı reddeder bir sonuca götüren cahillik, ayetler ayan beyan önümüzdeyken ne kadar makul kabul edilebilir! Mühürlü bir kalbin dile söylettikleriyle, araştıran bir müminin kalbinin diline söylettikleri bazen aynı kelimeler, aynı sorular olsa da peşi sıra gelen sözler neyin arayışında olduklarını da gösterir. Mühürlü kalplerin dile eklettiği ilave çirkin sözler ve inkâr ile bir müminin kalbinin dile eklettiği dosdoğru yolu arayan kelimeler birbirinden farklıdır. İşte bir mümin için birilerinin çirkin sözleri gösterge olurken, kalplerin içine de en iyi şahit olan Allah’tır. Al-i İmran 85’deki “İslamdan başka bir dinin Allah katında kabul edilmeyeceği” elbette doğrudur. Ama siz İslam’ın sadece Kuran’la geldiğini zannederseniz Bakara 62’deki ve Maide 69’daki ifadeleri de doğal olarak bu ifadeyle çelişir bulursunuz. Maalesef sadece kitabı reddeden ateistler ve deistler değil, geleneğe din diye uymuş giden kendine müslüman diyenlerden birçoğu da İslam’ın sadece Kuran’la inen dinin adı olduğunu zannediyor. Çünkü ayetlerden habersizler. Anlayarak okumamışlar. Oysa aynı kitabın içinde İslam’ın ne olduğu da açıkça ortaya çıkıyor. Daha önce indirilen kitapları da Allah göndermiş olduğuna ve Allah katından her ne şekilde olursa olsun indirilmiş dinlerin hepsi İslam 73 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olduğuna göre, onları rehber edinmiş ve onların içinde de Allah’ın zikrini görüp tevhidi benimsemiş olanlar olması gayet olasıdır. Allah adaletsiz değildir. Adı müslüman bir coğrafyada doğduğumuz için Allah insanlar arasında ayrım yapıp bize torpil geçmedi. Allah her şekilde zikrini koruduğunu belirtmiştir. Bunlarla ilgili birçok ayet vardır. Tüm bunlar yetmiyorsa sadece Fatiha suresinin bir ayeti bile tüm gerçeği ortaya koyar. 1 Fatiha 6 Bizi doğru yola ilet. Müminler doğru yolda olduklarını iddia etmekten öte her anlayarak Fatiha okuyuşlarında Allah’tan kendilerini en doğru yola iletmelerini isterler. Allah Rahman’dır ve Rahim’dir. Affı ve merhameti boldur. Doğru yola yönelenleri affıyla kuşatıp en doğruya ulaştırır ve cennetine koyar. Bir insan o dosdoğru yolun (manen) 1’inci santimetresinde de olabilir, bir milyarıncı kilometresinde ilminde derinleşmiş de olabilir. Ama her ikisi de doğru yolun üzerindedir. Buna rağmen her ikisi hedefte de değildir. Hedefe ulaştıracak olan Allah’tır. Mümin ol’muş olan değildir. Ol’makta olandır. Mesele o doğru yola yönelmek, onun üzerinde olmaktır. Ben ol’dum demek değildir. Bu kapsamda bir Hıristiyan da teslim olmuş ve hurafelerden arındırdığı İncil’le doğru yola adım atmış olabilir. Bir Yahudi de Tevrat’ta Allah’ın zikrini yakalamış olabilir. Diğer herhangi bir topluluk içinde olup da Allah’ın zikrini Kuran’dan haberdar bile olmasa bir şekilde yakalamış ve tevhidi benimseyerek doğru yol asfaltında yürümekte olabilir. Kuran bu işi kolaylaştırmış olan bir hatırlatıcıdır, üzerimize rahmet olmuş bir rehberdir. Yeni ahidin arkasına kilise kararları ve türlü sözde azizlerin mektupları eklenmiş olsa da İncil de bir müjdedir. Tevrat’ın içinde her ne kadar sözde din adamlarının ilave ettiği rivayetler ve sözde sünnetler ayetmiş gibi görünse de o kitabın (eski ahidin) içinde birçok elçinin getirdiği gerçek zikirler de vardır. İşte o zikirlerin hepsi de İslam’dır. Ama bunları görebilmek için aklını kullanıp tevhid gözlüğüyle bakmak gerek. 74 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Aklını kullanmayana ayetler kendilerini açmazlar. Allah’ın sünnetidir (kanunudur) bu. Hıristiyanlık mezhep adıdır. Yahudilik bir dinin değil ırkın adıdır. Ve yeryüzünde hala Allah’ın zikrini barındıran birçok yazıta, tablete, işarete hiç ummadığınız coğrafyalarda rastlayabilirsiniz. Her insanın kalbini en iyi bilen Allah, her insanı bulunduğu ortam, imkânlar ve birçok içsel ve çevresel faktörün mükemmel matematiği çerçevesinde adaletle değerlendirecektir. Bundan zerre şüphemiz olmamalıdır. Bugün çoğunluk tarafından sadece Kuran peygamberine indirilen din kapsamında zannedilen İslam ve Müslüman kelimeleri, gerçekte Allah’a idrakle teslimiyeti ve teslim olan kişiyi tanımlar. İslam selam dinidir, barış dinidir, teslim olma dinidir. Bütün sorularına cevap bulmaya çalışan ve sonunda kaçacak yeri kalmayan teslim olur. Ya da inandığını sorgulayıp gerçekten inanmaya başladıktan sonra teslim olmuştur. Bu yüzden Yahudilerin, Hıristiyanların, Sabilerin ve bunların yanında izdüşürdüğümüzde Sünnilerin, Şiilerin, Hanefilerin, Alevilerin ve sair sairlerin de içinde tevhid yolunda yol alan, bulunduğu durumu sorgulayan, hizipleşmekten kaçma yollarını arayan, Allah’ın ayetleriyle savaşmayan, Allah’a ve ahiret gününe iman edip salih ameller peşinde koşanlar vardır. Ve onları Allah günahlarından arındırarak inşallah cennetine yerleştirecektir. Şimdi dönüp çelişkili olduğu ileri sürülen ayetlere bir kez daha bakalım; herhangi bir çelişki görüyor muyuz? Gökyüzüne de bakalım, herhangi bir çatlaklık görüyor muyuz? Cımbızla ayetler çek ve bak bunlar çelişkili de, oh ne ala!!! Okumadığı kitabı reddedenlerle, okumadığı kitaba inananlar bakalım bizi daha ne kadar konuşturacaklar. Allah doğru yolu hak edenleri doğru yoluna ulaştıracaktır. Yanlışlar olmasa doğruların, kötülükler olmasa iyiliğin ne olduğunu nasıl tespit edebiliriz? O halde bu hilesi zayıf sorular inananları üzmemeli, aksine imanlarını artırmalıdır. Bu kapsamda bazı inkârcılar ve hatta bazı müşrik hocalar iyi ki varlar diyorum! Fitneler fark edildiklerinde inananların imanlarını artırır. Eğer Allah’ı ve onun zikrini inkar edenler 75 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ve bin dört yüz yıldır dinden din türeten o rivayetçiler, hurafeciler olmasaydı, onların yanlışlarını göremeyecek ve Kuran’daki doğruları bu kadar net anlayamayacaktık. Nedensiz hiçbir şey yaratılmamıştır. Allah öyle muazzam bir düzen kurmuş ki sadece Kuran’da değil, düzenin hiçbir yerinde çelişki yok. Kötülük olmasaydı büyük çelişki o olurdu. Şu iş neden iyi sorusunun cevabı bile olmazdı. Evet “müslüman olmayanlar” yani Allah’a ve onun düzenine “teslim olmayanlar” cennete gidemezler. Kuran’daki hiçbir ayette de bunun aksini bulamazsınız. Ama takım tutar gibi adı müslüman olanlar hep tribünde kaldıkları, sahaya inmediği sürece cennete de seyirci kalacaklardır. Adı Müslüman değil, kalbi Müslüman, yani sözde değil gerçekten sadece Allah’a teslim olanlar ancak cenneti umabilirler. İnsanların çoğu ise… 76 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Senin Devletin!!! Yüzünü Mescid-i Haramına Çevir Bazı dini ve ahlaki ve hatta “sadece Kuran” sloganlarının ardına sığınarak, işi gücü gayrimeşru ve Allah’sız bir yapılanmayı sempatize etmek olan belli belirsiz bir kesim var maalesef. Sözüm aslında onlara… Doğu batı dahil bu ülke insanının tamamına en az üç nesil zulmetmiş bir oluşum nasıl sempatik gösterilebilir!!! Kuran’ın mantığıyla ülkede bozgunculuk çıkaran çetelerin işleri nasıl bağdaştırılabilir? Kendi ülkemizi ve kendi insanlarımızı (etnik ayrım gözetmeden) tevhid çerçevesinde uyarmak için gerektiğinde en derin biçimde eleştiriyor oluşumuz bu ülkenin, bu ailenin parçası oluşumuzdandır. Şahsen benim bu eleştirel bakışım, mazluma hak verişim, zalime haykırışım ve hatalara yaptığım vurgu, kendi ülkemi kendi insanımı yeriyor oluşum 77 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ülkemde bozgunculuk çıkaran terörist örgütleri ve onların zalim ve katil liderlerini sempatiyle karşıladığım anlamına gelmez. Şeytan sağdan da soldan da yaklaşır. IŞİD de teröristtir PKK ve türevleri de. Kendi askerine taş atıp, kendi subayına “senin ülken” derken bu ülkeyi kendi ülkesi olarak görmeyen ama bu halkın vergisinden maaş alanların, hem savaşı çıkarıp hem de barış çığlıkları atanların, gelmiş geçmiş cahil ve gafil siyasetçilerin kabahatlerini sadece Türk halkına ve Türk askerine mal edip aynı cahillikle halkları birbirine düşürenlerin, ağalarla kol kola gezerken ağalık düzenine sözde karşı çıkanların, silahlı mücadele yapıyorum diyerek silahsız askeri otobüsten indirip kafasına sıkanların, hapishanelerdeki bazı zalim görevlilerin ego zulmünü görüp de memleketine dönmekte olan astsubayı arabadan indirip karısı ve çocuklarının gözü önünde zulmederek işkence ile öldürenleri göremeyenlerin, öfkesi bir türlü bitmeyenlerin, yatırım yapılmıyor dedikten sonra öğretmeni, mühendisi öldürüp, yapılan fabrika inşaatını bombalayıp, tesisin yoluna mayın döşeyenlerin, 14 yaşında bir kızı gerilla diye ön saflara sürüp gecenin zifiri karanlığında karakola saldırtıp da sonra “bu kızı asker acımadan öldürdü!” diyenlerin, hem asayiş isteyip hem polise taşla molotofla saldırarak semtine sokmayanların, ırkçılığı eleştirirken en ala karşıt ırkçılığı yapanların çelişkisini görebilenlerdenim elhamdülillah. Sessiz kalmam ve bilenin ve bilmeyenin ahkam kestiği bir ortamda acı acı gülümsemekle yetinmem; kendimce verdiğim tevhid mesajına zarar vermek istememem, devletimin (katılmadığım birçok yönü olmasına rağmen) çare arayışına saygılı olmam ve çatışmasızlık sürecine ve bireysel olarak huzura destek vermem adınadır. Yoksa söyleyeceğimiz çok şey var da… Gelin her türlü ırkçılığa, ahlaksızlığa ve her türlü zulme karşı olalım. Irkçılığa sözde karşı çıkanların ağzından “Kürt” ve “Kürdistan” kelimesi eksik olmuyorsa bu ne menem bir ırkçılık karşıtlığıdır? Türk kelimesine alerjisi olup her türlü iyi niyetli söylemi bile “ırkçı, ırkçı” diye baltalarken Kürt kelimesini hep ezilmişlikle eşleştirip tahrikle tribüne oynayan asıl ırkçıları ve sömürücüleri tanıyın artık. Öncelikle Kürt 78 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı kardeşlerimizin vatanın diğer kesimleriyle kardeşliklerini baltalayanlara karşı çıkmaları, uyanmaları ve kendilerine zulmedenlerin her yönden gelebildiğini görmeleri gerek. Benden olmayan kötüdür anlayışı yıkılmalı artık. Yoksa kötüler de iyiler de her kesim insanın içinden çıkar. Kötünün Türkü Kürdü olmaz. Her Türk gibi her Kürt de kendi mahallesinde huzuru sağlamaya çalışmalı, hırsızına, arsızına, torbacısına, kapkaçcısına, üçkâğıdı meslek edinmiş tüccarına, yere tükürenine, otobüs yakanına, servis tarayanına, çocuk taciz edenine, kardeşi kardeşine düşman edenine karşı çıkmalıdır. Eğer insanlar huzur istiyorlarsa önce dönüp kendi ailelerine ve kendi mahallelerine bakmalı, huzuru önce orada içselleştirip içselleştiremediklerini görmeleri gerek. Tamam devlet hep (!) hatalı da kendisini düzeltmeye yanaşmayan insan hatalı değil mi? Hala başlık parası alan kız babası, hala karısını insan yerine koymayıp hayvan gibi döven koca, hala haraç almayı ve başkasına ekmek tezgâhı açtırmamayı kendine hak gören şehir eşkiyası, hala otobüste metroda kadını kızı taciz eden bir ayı, hala töre de töre diyip duran ahali, hala dedikodu yapan mahalle kadını, hala tevhidin t’sinden haberi olmayan insanımız hiç hatalı değil mi? Ha dini kullanan bir şeyhin müridi, ha töreleri kendine siper eden bir ağanın marabası, ha devlet adamlarını peygamber gibi gören bir parti taraftarı, ha geleneksel sloganları kendine ayet edinmiş bir sözde sosyal demokrat, ha terörist liderleri kendine ilah edinmiş bir gafil! Çok mu farkları var? Biz kendimizi düzeltmezsek toplum, millet, devlet nasıl düzelebilir!!! Ama hele Allah adını anarken, hala bu ülkeye üç nesildir kan kusturmuş Allah’sız bir örgütü övmeyin lütfen. Eğer müminseniz, en azından devleti eleştirdiğinizin onda biri kadar o terörist örgütleri siz de eleştirin artık. Hem Allah’ı anıp hem de o katilleri sempatize ettiğinizde eminim sadece benim değil, sizi vatan ve din kardeşi gören birçok kardeşinizin yüreğine de yaralar açıyorsunuz. Farkında değilsiniz. Bilin istedim. 79 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yüzünü mescidi harama çevirmek sadece kıbleye dönmek değil, fikrimce ülkesine, ailesine toprağına sılasına yüzünü dönerek orayı ıslah etmek, oraya huzur ve barış getirmek, oradaki insanlarını birleştirmek için çabalamak, hayırlarda yarışmak demektir aynı zamanda. 2 Bakara 148 Herkesin (her topluluğun) yüzünü çevirdiği bir yön (cihet) vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız. Her nerede olursanız, Allah sizleri bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. 2 Bakara 149 Her nereden çıkarsan (çık), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olan bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. 2 Bakara 150 Her nereden çıkarsan (çık), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) Her nerede olursanız (olun) yüzünüzü onun yönüne çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, Benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz. 80 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yazı ile İlgili Öne Çıkan Yorumlar… Yorumcu1: Ulan siz Kürdistan’ı işgal etmişsiniz ! Onların Haklarını engellemişsiniz bir ağızları salyalı olanlar PKK ye Terörist diyorsunuz ! kahpeler PKK sizin dilinizi mi yasaklamış ülkenizimi işgal etmiş Kürtlerde bütün dünyadaki insanlar gibi kendi Toprağında özgürce anadilinde eğitim ve kimliğini yaşamak istiyor … Yorumcu2: Sevgili yazar öncelikle böyle bir yazıyı size yakıştıramadım gerçekten. Işid ve PKK’yi aynı safta göstermek akılsızlığın en önde gidilenidir. Yıllarca PKK’ye “terörist” dediniz şu an “terörist” dediğiniz örgüt ülke sınırlarını koruyor bunun farkında mısınız? Taş atmak meselesine gelince; sınırın diğer tarafında amcanız, halanız, teyzeniz vb.gibi akrabanız olsaydı ve katledilme tehdidi ile karşı karşıya kalsaydı ve sizin bulunduğunuz güvenli bölgeye geçmeye kalksaydı ve sizin bulunduğunuz bölgedeki güvenlik güçleri buna müsaade etmeseydi siz ne yapardınız? Kaldı ki bu ülkede sadece TÜRK’ler vergi vermiyor ben bir mali müşavir olarak hesaplarını tuttuğum kişilerin hepsi KÜRT ve hepsi de gayet iyi bir şekilde vergi ödüyor. Bırakın artık bu halkın vergisinden maaş alıyorlar safsatasını. Karakola yapılan saldırı örneğini vermişsiniz; peki vücudu paramparça olan 11 yaşındaki CEYLAN ÖNKOL’dan , 34 kişinin senin savunduğun TÜRK ASKERİ’nin hava saldırılarında KATLEDİLİŞİNE hiç değinmemişsin? Öğretmeni mühendisi öldüren tek bir PKK gerillası gösteremezsin. Polis, sen demokratik hakkını kullanırken sana gaz ile müdahalede bulunursa sen kendini savunmak için ne yaparsın çiçek mi atarsın? “Gelin her türlü ırkçılığa, ahlaksızlığa ve her türlü zulme karşı olalım” demişsin. Yazının hiçbir yerinde devletin kürde karşı yaptığı hiçbir zulme ırkçılığa değinmemişsin. Gözünü kapatmış salt bir şekilde Kürt Özgürlük Hareketini hedef alarak kendince eleştirmişsin!!! 81 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Faili meçhul cinayetlerden, KÜRTÇE’yi konuşuyor diye katledilenlerden, “TÜRKÇE KONUŞ ÇOK KONUŞ”, TÜRKÜN TÜRKTEN BAŞKA DOSTU YOKTUR, diyenlerden hiç bahsetmemişsin sevgili yazar. Devlet hep hatalı derken bile KÜRD’ü yine hatalı görmüşsün. Welhasıl… Öncelikle KÜRT meselesine bakınca AT gözlüklerini çıkar empati kur ve ondan sonra böyle bir yazı yazarsan senin gibi bir yazara daha çok yakışır….. Yorumcu3: sevgili arkadaşla, kısa yazacağım uzatıpta sizi sıkmayacağım. IŞID denilen örgütte terör örgütüdür. haksız yere boğazı kesilen insanlar. dinleri ne olursa olsun. kaçırılan kadınları cariye diyerek tecavüz ederek din adına sanki böyle bir kural varmış gibi ne kadar ŞEREFSİZ insanlar olduğunu gösterir. bizler kocalarımızı veya kızlarımızı bunların elinde boyunları kesilsin veya kızlarımızı bunlara cariye olsunlar diye yetiştirmedik…. PKK deniler cani örgüt sözüm ona ana dilinde konuşamuyormuşta bunun acısını kaçırdıkları mühendisleri ve masum sivilleri halk otobüslerinde evlerine giderken Molotof atarak öldürmeleri haklı sebebmidir. askere giden teyze oğlu veya amcaoğlu pusu kurarak öldürülmereli kürtçe konuşamamaktan dolayımıdır ACABA yoksa birilerinin maşası olupta teroris oldukları içinmi ne dersiniz. masum insanları öldüreceksın kalkıpta şimdi ahmakça sınırlarımızı koruyor yalanını ağızlarınızdan salyalar akarak yazacaksınız.siz kimi kandırıyorsunuz. siz hiç Kur’an okudunuzmu ANADİLİNİZDE anlayarak.. size ayet hatırlatırım. tabiki dininizi bilmediğim için kendi kitabımdan ayet veriyorum. Maide 32 Bunun için İsrail oğullarına şunu yazdık: Kim, cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk yapmamış bir kişiyi öldürürse 82 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı tüm insanları öldürmüş gibidir. Kim de o canı yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Elçilerimiz onlara apaçık delillerle geldiler. Buna rağmen onların çoğu hemen sonra yeryüzünde azgınlık yapmaya başladılar. saygılarımla Yorumcu2: sen bizim dinimizin bilmezsin biz “zulme karşı sessiz kalan dilsiz şeytandır” diyenlerin dinindeniz… zulüm edenlerin zalimleri savunanlarının dininden değiliz. sınırların korunması meselesine istanbuldan bakıp, burda klavye kahramanlığı yaparak ahmaklara ahmakça gelir. siz hiç okumazmısınız? 49/HUCURÂT-13 Ey insanlar, sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi ırklara ve boylara ayırdık. ALLAH yanında sizin en değerliniz en erdemli olanınızdır. ALLAH Bilendir, Haberdardır. ortada böyle bir ayet varken siz kim oluyorsunuz da yıllarca KÜRT dilini yasaklıyorsunuz, ve yasaklayanlara destek oluyorsunuz. ey zalimler… Yorumcu4: W…. niye yorumlarını kütrçe yazmadın Kalemzáde: Sizin kırılabileceğini hayal bile edemeyeceğiniz öyle putları kırmış olsam da, siz halen kucağınızda putlarınızla gezdiğinizden beni anlayamamanızı normal karşılıyorum. Her söyleneni aleyhinize zannediyorsunuz. Kendinize verdiğiniz isimlerinizin bile kavmiyetçi bir anlam taşıdığını görmüyor da başkasını ırkçılıkla, faşistlikle, eşşeklikle, kahpelikle itham ediyorsunuz. Aceleci ve sabırsızsınız. Hoşunuza giden şeyler söylendiği zaman dinliyor, beğeniyor ama ucu kendi ilahlarınıza dokunduğu zaman bas bas bağırıyor, ilahlarınıza sahip çıkın diye birbirinizi uyarıyor ve sanki gözlerinizle beni devirecekmiş gibi bakıyorsunuz. 83 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ben sizin ne olduğunuzu çirkin sözlerinizden de tanıyabiliyorum. Allah kimin ne kadar ve ne şekilde sabrettiğine şahit. Aslında kendinize zulmediyor ve kavminizi kendinizin temsil ettiğinizi zannediyorsunuz. Size gerçeği hatırlatana öfkeleniyor ve kinlerinizden neredeyse parmaklarınızı ısırıyorsunuz. Allah’ı sever gibi lider gördüğünüz bir takım boş isimleri seviyorsunuz. Kalpleriniz kaskatı olmuş. Ne söylesem anlayacak durumda değilsiniz. Tek bildiğiniz sizden öncekilerin uydurduklarını tekrar etmekten ibaret. Gözlerinizle okuduklarınızı, kulaklarınızla duyduklarınızı eğip büküp başka manalara çekiyorsunuz. Size kardeşim diyene bile nefretle bakmaya alışmış ve arabesk bir kültüre ve ezilmişlik sendromuna kendinizi kaptırmışsınız. Haklı direnişleriniz bile faile değil öfke duyduğunuz topluma yönelmiş ve bu durum sizi adaletli davranmaktan alıkoyuyor. Siz zanna uyuyor, rivayetle ve şişirme haberlerle anlatılagelen herşeyi doğru, benim anlattıklarımı ise masal zannediyorsunuz. Benim yine de iyi niyetli ve iyiliğiniz için konuştuğumu bildiğiniz halde, söylediklerimden hoşunuza gitmeyenler nedeniyle bana karşı aniden alabildiğine kaba, saygısız ve bitmez tükenmez bir kin içine girmişsiniz. Siz görmek istediğiniz gibi görüyorsunuz. Gerçekleri apaçık göstersem bile zanna inanır bana inanmazsınız. Ben elçiyi örnek alır, her mümin gibi ancak gerçeği onaylamaya istekli ve temiz düşünenleri uyarabilirim. Allah en güzel vekildir. 84 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kalemzáde: Yaşadığımız ülkeye ve bu ülkeyi yöneten devlete ülkem ve devletim demekte, onları putlaştırmadığımız sürece hiç bir sıkıntı yoktur. Üstelik ben de bu devleti bu ülkeyi, bu topraklarda yaşayan insanları ve bu devlette hüküm süren hükümetleri ve hatta kurumlarını birçoklarına göre çok daha ağır biçimde eleştiriyorum. Geçmiş yazılarımın satır aralarında bunları yakalayabilirsiniz. Ama hükümetlerin icraatlerini beğenmemek onlara karşı öfke ile hareket etmeyi gerektirmez. Unutmayın ki Musa Firavun’a ülkedeki adaletsiz icraatini çözmek için gitmiş, güzel söz söylemeye çalışmış ve ülkesini ıslah etme girişiminde bulunmuştur. Nuh, Lut, Salih, Hud hepsi düzeni sağlamaya gayret etmiştir. Allah’ın hükmü gelene kadar burası benim ülkem olmaktan çıktı dememişlerdir. İbrahim, Lut kavmine bir şans daha vermek için son dakikaya kadar uğraşmıştır. Süleyman ve Davut devletlerini adaletle yönetmek için çabalayıp durmuş ve insanlarını uyarmıştır. Yusuf elinden geldiği ölçüde ve branşta ülkesine (hatta etnik kökeninin ait olmadığı ülkesine) katkı sağlamış, çözümler üretmiştir. Devlete düşman olunmaz, devlet iksa ve ıslah edilmeye çalışılır. Bu ülke bizim geniş bir ailemizdir. Ailemiz içinde kötüler var diye elimize silah alıp hanemizin köküne bomba koymak çözüm değildir. Şehrin kapısından eğilerek girin diyen bir kitabı okuyup duruyoruz. Bir yerde bir düzen varsa o düzen içerisinde bozgunculuk çıkarmak değil, oluşturulmuş olan o düzene saygı duyarken varsa bir yandan da aksayan taraflarını iksa etmekle kendimizi sorumlu hissetmeliyiz. 85 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Oturup ütopik bir ülkenin birileri tarafından kurulmasını mı bekleyeceğiz? Hep iyi işleri başkalarından bekleyip, o iyi işler yapılmıyor diye eleştirmekle mi yetineceğiz? Sen ne yaptın ülken için? Ülkene ailene sahip çıkmak o devlet yapılaşmasını Allah yerine hüküm koyucu kabul etmek demek değildir. Elbette insanlar da toplum düzenlerini sağlamak için kanunlar çıkaracak, kurallar koyacaklardır. Mesele Allah’ın öğütlediği gibi adaletle hükmetmektir. Hükmedenler adaletle hükmetmiyor diye o devleti yok sayacaksanız yeryüzünde yaşayacak toprak parçası bile bulamazsınız. Hizipleşmek ve bölünmek her anlamda iyi sonuçlar üretmez. Allah’ın hükmüne kimseyi ortak etmeyeceğiz diye birilerinin o iyi düzeni kurmasını mı bekleyeceğiz, yoksa o adaletli düzeni sağlamak için biz de elimizi taşın altına koyup Allah’ın öğütleriyle makbul ve güzel işler mi yapmamız gerekir? Yorumcu2: Her ne kadar Putlarınızı kendinizce kırdığınızı söylemekteyseniz de hala bile koskoca bir put olan ben merkeziyetçi bir putu yıkamadığınız için söylediklerinizi tamamıyla normal karşılıyorum. Kürt konusunda söylediklerinizin tamamı aleyhte söylemlerdir. İsim konusundaki kavmiyetçiliğe gelince siz alparsan, kaan, hakan, vb. isimleri kullanırken kavmiyetçi olmuyorsunuz da biz welat, serok, egîd vb. isimleri kullanırken kavmiyetçi, ırkçı faşist oluyoruz öyle mi.? Eşşeklik kahpelik gibi bir itham yazımda yoktur siz algılamak istediğiniz gibi algılamışsınız. Aceleci ve sabırsızız değil mi? 90 yıldır bu ülke de bırakın KÜRT’üm demeyi KÜRT’ün adını anmak bile bur suç unsuruydu. Bir tek ilahımız vardır o da ALEMLERİN RABBİ’dir. Kendi ilahınız ile bizim ilahımızı karıştırmayın lütfen. 86 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kesinlikle ne olduğunuz çirkin ve Allah’ın ayetlerini inkar edişinizden anlayabiliyorum. Kimseyi temsil etme gibi bir gayet ve çaba içerisinde değilim. Bu ülkede sizin ne kadar hakkınız var ise KÜRT’lerin de aynı haklara sahip olduğunu ve bu ülkenin bir gerçeğini size hatırlattığımızda siz öfkelenip parmaklarınızı yiyip saçlarınızı yoluyorsunuz. Allah’a hamdolsun kimseyi Allah gibi görmedik bu güne kadar ama sizin yaptığınız putlara taptığınız kimi Allah olarak gördüğünüzü gayet açık ortaya koymaktadır. Kalpleri kas katı kesilenler hem kardeşim diyecek hem de sen hak iddia edince sen yoksun diyecek seni inkar edecek böyle kardeşlik nerede var söyleyin. İnananlar! Allah için adaleti gözeterek tanıklık edin. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletli davranmaktan alı koymasın. (Maide5:8) bu ayet ortadayken nasıl kalkıp ta bu tam aksine hareket edeyim? Zanna uğrayan sizsiniz herşey sizin uzaktan izlediğiniz gibi değildir bundan emin olabilirsiniz. İyi niyetli bir yazı yazmış olsaydınız şayet bir kişiye olan kinini tüm topluma kusmazdın. Kimin saygısız kaba davrandığı yazınızda gayet açık bir şekilde görünmektedir. Asıl görmek istediği gibi görmek isteyenler sizlersiniz. Sizi, size bir şey söylendiği zaman araştırın ayeti ile baş başa bırakıyorum. 49/HUCURÂT-6 Ey inananlar, kötü huylara sahip birisi size bir haber getirirse onu araştırınız. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksızlık edersiniz ve daha sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız. Yorumcu5: Son bir buçuk yıldır yaşananlarla Allah’ın bizi her türlü imtihan ettiğine daha da bi inandım. Adaletli olmaktan, kibirlenmekten, putları kıramamaktan bizi alıkoyan ne? Her bağırtıyı niye aleyhimize 87 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı sanıyoruz? Aklımızı ve vicdanımızı mı işletmeyecek miyiz hala? İnandım deyip bırakılacağımızı mı sanıyoruz? Yorumcu6: Hizmetleri ve amaçları belli olanlara bazı şeyleri anlatmak zor olsa da siz yinede yılmayın. Sizi okumak bir ayrıcalık anlayabilmek se ayrı bir zevk Kalemzade Kamil. Kalemzáde: W…. (Vatan…) ve B… (Hakkari, Şırnak, Cizre vs eyaleti…) ben birinize yazmadım, her ikinize yazdım. Yazdıklarım bir halkı hedef almıyor, bir tema içeriyor. Yazdıklarımı okuyamıyorsunuz bile. Söylemediğim şeyleri söylemişim gibi yorumluyorsunuz. Ben Kürt halkını ve geçmişte uğradığı mağduriyeti değil PKK’yı ve onu sempatize eden senin gibi insanları eleştiriyorum. Sense halen Kürtlere yapılmış yapılmamış net ve olası haksızlıklara beni ortak ediyorsun. Ben Türk Kürt ayırmıyorum, Kürt insanı hiçbir haksızlığa uğramamıştır demiyorum, yazıyı iyi oku. Bu Türk Kürt ayrımını sen yapıyorsun. Öfken dinmemiş. Çözümlenmiş sorunları bile görmekten kaçıyorsun. Ne istediğini bile bilmiyorsun. Ben bilmeden atıp tutmuyor ve tek tarafa vurmuyorum. Beni tanımıyorsun. Uzaktan sallamıyorum, tam da dibinden sesleniyorum. Anlamıyorsun. Ya da anlamak işine gelmiyor. 88 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yorumcu1: Kahpe TC nin Kürtlere yaptığı zülmü Dile getirmediğiniz için taraflı düşünüyorsunuz!!! Neden PKK ortaya çıktı? PKK neyi Savunuyor? Bunları bilmediğiniz için veya bilmek istemediğiniz için PKK yi Ve Sempatizanları eleştiriyorsunuz!!! Kimki Zalimlerin yanında yer alıyorsa ve onlarda yana ise onursuzdur Kahpe dir Allahsızdır!!! Zülme ve haksızlığa susan Şeytandır. Kalemzáde: Bu nefret ve kötü söz dolu yorumunu yayınlamaya herkes farkı görsün diye karar verdim. Yaziklar olsun. Sen Kürt değilsin fitnecisin. Yorumcu7: Bu yorumu bir sayfaya yakın yazmıştım. Sonra, kendi kendime “kime anlatacaksın?” dedim ve sildim… Ben çok ince bir noktayı vurgulayacağım. “Senin devletin!” diyen bölücü kadına, benim güzel Türk Askerim “hanımefendi” diyor. Benim Kürt kardeşlerim aşağıdaki cümleyi söylemek zorunda değil. Benim söylediğime onlar ve aydın(!) geçinenler Irkçılık diyorlarsa varsın desinler… Umurumda da değil. Bir Selanik mubadili olarak diyorum ki; “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.” Kalemine sağlık Kardeşim. Yorumcu8: Atalarınıza yaptığını iddaa ettiğiniz kötü davranışların faturasını şimdi neden size hiç bir zarar vermemiş malum insanlara kesin olarak ödetmek peşindesiniz? Oturduğu yerden bölücülük yaparak maaş alanlar, sadece bazı saldırılara katılım göstererek, bunların organizasyonunda yer alarak kazanç sağlayan insan sürü ile kaçakçılık yapan sürü ile. 89 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Hizmet isteyip , gelen hizmetin yok edilmesini izleyen sürü ile. Türkiye bu gibi konuda gayet sabırlı ve hoş görülü davranmaktadır ama diliyorum ki inşAllah hak edenler hak ettiğini bulsunlar. O bölgeler asla sizlerin olmayacak, zaten olsa bile petrolü sanki siz çıkarabileceksiniz gibi hayal kurmayın, elbette başkası sömürecek büyük Türkiyenin yiyemeyeceği kaymakları minik kukla bir devlet mı kemirecek? Yorumcu9: Kalezade kamil cok cahil bir insan iinsanmişsın adeta pacalarından akıyok istersen bağlada ortalık pislenmesin ha olutmu? Kalemzáde: Y…., senin bildiklerini anlat istersen. Bana da okuyanlara da bir faydan olsun. Bilgilendir beni, cahillikten kurtar kardeşini. Yorumcu9: Bir kaç yazina baktım aslında… Sahsım 14 yıldır arının yaptıģı balı yemeyi dahi red ettiği icin başka bir dünyada yaşamakta…. Ben vari insanları anlamak bazen çok zordur bazende sanildigindan kolaydır. Bilmem anladın mı ? ARININ YAPTIĞI BALI DAHÌ YEMEMEK.. Yorumcu10: w…, b…, h…, y.... Standart fitneci önyargılı tiplersiniz. Argümanlarınız da çok sıradan: devlet şöyle yaptı bu böyle yaptı. Yahu bana ne yaptıysa bana mı sordu yaparken? Kürtçeyi zamanında ben yasaklamadım yada yasaklayın diye de oy vermedim yada devletin yaptığı başka yanlışlarda ben yer almadım bana soran da olmadı. Yapan ben değilim ama sizin yardakçılığını yaptığınız tipler bana saldırıyor. Devlet böyle yaptı diyor ama bana saldırıyor. Varsa kötülük yapan bu onun problemi. Polis asker de bunu yapmadı. Bunlar ben insanlara kötülük edeyim diye girmiyorki bu işe. Çoğunluğu gayet kaliteli insanlar. Bu teşkilatların içinde bu işlere bırakın bulaşmış olanları sempati duyanları toplasanız %1 bile değildir. Her toplum kesimin içinde sizin gibi ‘tağuta’ kulluk eden onları yalayan tipler var maalesef. 90 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bu akılsızlardan biride diyorki ‘ Molotof atmasında ne yapsın çiçek mi atsın’ Ey cahil bu olaylar nasıl başlıyor. Sokağa çıkacaksın, toplanacaksın yol kesip sağa sola saldıracaksın, kimlik kontrolü yapıp kafandan uydurduğun bir zanla o bölgeden olmayanları linç edeceksin, bizzat hazırladığın molotof denen likit bombalarla etrafı ve insanları yakacaksın sonrada senin sadece gözlerini yaşartan veya ıslatan bir müdahele ile karşılaşınca da demokratik hak diye ağlaşacaksın. Etkiyi başlatan sensin bizzat. Yakmaya çalıştığın insanlarda sana sadece su sıkarak veya gözlerini birazcık yaşartarak tepki veriyor. Çok daha insalcıl olan bu karşılığa niye kızıyorsun. Hatta bu tepki çok da adaletsiz su sıkanlar için. Gerçekte hakettiğin şey Kuranda yazıyor Müslüman ülke olsak gerçek adaletle hükmün verilecekti. Açın Kurandan okuyun bozgunculuğun cezası neymiş. Hodri meydan bir günde Molotof değil çiçek atın. Küfür değil güzel söz söyleyin. Bunun için çıkın sokağa. Kimsenin mahallesini yolunu işgal etmeden bunu yapın, bir kere deneyin eğer gene size gaz atılıp su sıkılırsa bende memleketi terkedecem. Bu Kuranda anlatılan kafirlerin cehennemde Allaha karşı ‘ama biz şirk koşmuyorduk’ diye yemin etmesi gibi bir şey. Orada da dersiniz artık ama biz demokratik hak kullanıyorduk diye. Yahu bir tane örnek verin, görüntü gösterin durduk yere insanlara gaz atılan, su sıkılan bir ortam gösterin. Birde Yazar burada size devlet hatasız dememiş ki. Devlet dediğiniz şahıs değil bir defa, toplumun vicdanını yansıtan bir şey de değil. Devlet genelde sadece bir kaç şahsın iki dudağının arasından çıkan söze bağlı dönüp duran bir yapıdır tabi bu haliyle bile sizin savunduğunuz hatta sınırları koruduğunu iddia edecek kadar kin ateşinden buharlaşmış beyinler tarafından yönetilen örgütten daha tutarlı bir yapıdır. Konunun özeti şu: Ne devletin hataları nede sizin gibi tiplerin savunduğu terör örgütlerinin icraatları toplumun genelini bağlamaz. 91 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kim ne hata yapıyorsa şahsına özeldir. Benim gibi toplumun geneline böyle yapalım mı ne dersiniz diyen olmadı. Bırakın bunları o bölgelerde görev yapmış asker yada polise de soran olmadı. Sizin o sınırları koruyan sevgi kelebekleriniz değil miydi otobüsten silahsız insanları indirip katleden, eşiyle pazarda alışveriş yapan subaya arkadaş yaklaşıp öldüren, kaçakçılardan aldıkları vergi gelirleri için sınır karakollarını basıp 20 li yaşlarda insanları öldüren? Ve daha niceleri. Kim organize etti bunları kim düzenledi? Kızacaksanız küfredecekseniz herkesin bildiği mevcut şahıslara yapın bunları. Madem bir tek ilahımız var diyorsunuz, Müslümanlık iddiasında bulunuyorsunuz o zaman Müslümanlar kardeştir diyen Kuran ayetlerine uyacağız hepimiz. Kuranda ne diyor firavunla ilgili halkını sınıflara ayırmıştı bir gurubu eziyordu diyor mısır halkının tamamı böyle yapıyordu demiyor. Sonunda dikkat edin helak edilen firavun ve onun peşine takılan zalimler oldu. İman edenlerle kafirler tamamen ayrılmadan Allah hiç bir toplumu helak etmediğini anlatıyor bize Kuranda. 92 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Allah Zikrini Korur Kurban|Gariban Bayrammı Yazısı Allah’ın ayetleri hep aynı şeyleri söylüyor, noktasından virgülüne kadar hiçbir harf eksilmiyor ne kutsal hükümlerden, ne Allah’ın sünnetinden, ne Zikrinden, ne de kâinattaki düzenden. Allah kendi zikrini indirdi ve kendisi koruyor. Onu okuyan “muvahhid gözüyle, muvahhid aklıyla ve muvahhid kalbiyle” okursa ancak o satırların arkasındaki aslolan satırları görüyor. İncil | Matta | 6:1 Doğruluğunuzu insanların gözü önünde gösteriş amacıyla sergilemekten kaçının. Yoksa göklerdeki Babanızdan ödül alamazsınız. 93 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kuran | Nisa | 4:38 Bunlar, Allah’a ve âhiret gününe inanmazlar da halka gösteriş olsun diye mallarını dağıtırlar. Arkadaşı şeytan olan için ne kötü arkadaştır o. İncil | Matta | 6:2-4 Bu nedenle, birisine sadaka verirken bunu borazan çaldırarak ilan etmeyin. İkiyüzlüler, insanların övgüsünü kazanmak için havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz sadaka verirken, sol eliniz sağ elinizin ne yaptığını bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Kuran | Bakara | 2:264 Ey iman sahipleri! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde, insanlara riya için malını infak eden kişi gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve eza etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak varken tepesine şiddetli bir yağmur inip kendisini cascavlak bırakmış yalçın bir kayanın haline benzer. Böyleleri, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, küfre sapan bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz. Kuran | Bakara | 2:271 Sadakaları açıktan verirseniz güzeldir. Ama onları gizler ve yoksullara bu şekilde verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır, günahlarınızdan bir kısmını örter. Allah, Habîr’dir, yapmakta olduklarınızdan gereğince haberi vardır. İncil | Matta | 6:5 Dua ettiğiniz zaman ikiyüzlüler gibi olmayın. Onlar, herkes kendilerini görsün diye havralarda ve caddelerin köşe başlarında dikilip dua etmekten zevk alırlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Kuran | Nisa | 4:142 Şu bir gerçek ki, ikiyüzlüler hileler düzerek Allah’ı aldatmaya uğraşıyorlar. Ama Allah da onları aldatıyor. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Onlar Allah’ı çok az hatırlarlar. 94 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı İncil | Matta | 6:6 Ama siz dua edeceğiniz zaman iç odanıza çekilip kapıyı örtün ve gizlide olan Babanız’a dua edin. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Kuran | Araf | 7:55 Rabbinize; boyun bükerek, gizlice/ürpererek yakarın. O, haddi aşanları/azmışları sevmez. İncil | Matta | 6:7 Dua ettiğinizde, putperestler gibi boş sözler tekrarlayıp durmayın. Onlar söz kalabalığıyla seslerini duyurabileceklerini sanırlar. Kuran | Kasas | 28:55 Boş sözleri işittiklerinde ondan yüz çevirirler ve “Bizim işimiz bize, sizin işiniz size. Size selam (barış) olsun. Biz cahillerle uğraşmak istemeyiz,” derler. İncil | Matta | 6:8,9 Siz onlara benzemeyin! Çünkü Babanız nelere gereksinmeniz olduğunu siz daha O’ndan dilemeden önce bilir. Bunun için siz şöyle dua edin: Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Kuran | Fatiha | 1:2 Elhamdülillahi Rabbil alemin | Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’adır. İncil | Matta | 6:16-18 Oruç tuttuğunuz zaman, ikiyüzlüler gibi surat asmayın. Onlar oruç tuttuklarını insanlara belli etmek için kendilerine perişan bir görünüm verirler. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz oruç tuttuğunuz zaman, başınıza yağ sürüp yüzünüzü yıkayın. Öyle ki, insanlara değil, gizlide olan Babanız’a oruçlu görünesiniz. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir. Kuran | Ahzab | 33:35 Allah şu kişiler için bir affediş ve büyük bir ödül hazırlamıştır: Müslüman erkekler, Müslüman kadınlar, mümin erkekler, mümin kadınlar, itaat eden erkekler, itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru erkekler, özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler, sabreden kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler, Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler, oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler, ırz ve 95 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı iffetlerini koruyan kadınlar, Allah’ı çok anan erkekler, Allah’ı çok anan kadınlar. İncil | Matta | 6:19-21 Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacaktır. Kuran | Hümeze | 104:2-4 O ki, mal biriktirdi, onu saydı da saydı. Sanır ki, malı sonsuzlaştıracaktır kendisini. Hayır, iş sandığı gibi değil! Yemin olsun ki o, Hutame’ye fırlatılıp atılacaktır. Kuran | Leyl | 92:17-20 Sakınan da ondan uzak tutulur. O ki, temizlenip arınsın diye malını verir. Onun katında hiç kimsenin, karşılığı verilecek bir nimeti yoktur/hiç kimsenin ona, karşılık olarak verilecek bir nimeti yoktur. Yüceler yücesi Rabbinin yüzünü özleyip istemek için veren hariç. İncil | Matta | 6:24 Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Kuran | Zümer | 39:29 Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler. İncil | Matta | 6:25-34 Bu nedenle size şunu söylüyorum: ‘Ne yiyip ne içeceğiz?’ diye canınız için, ‘Ne giyeceğiz?’ diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, bütün görkemine karşın Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. 96 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı’nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey kıt imanlılar? Öyleyse, ‘Ne yiyeceğiz?’ ‘Ne içeceğiz?’ ya da ‘Ne giyeceğiz?’ diyerek kaygılanmayın. Uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız bütün bunlara gereksinmeniz olduğunu bilir. Siz öncelikle O’nun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin, o zaman size bütün bunlar da verilecektir. O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter.” Kuran | Fatiha | 1:5-7 Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil. İncil | Matta | 5:18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. Kuran | Hicr | 15:9 Şüphesiz o zikri biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz. Kitabını muvahhid gözüyle okuyan kişi; insanların üzerinde oynadığı kelimelere takılmayıp, derinlikteki Allah’ın kelimelerini görür. Siz… Allah’ın ayetlerini örtenler ve gerçeği gizleyenler… Allah kendi zikrini, kendi kitabını korur. Sizin kitabınızı değil, sizin yazdıklarınızı değil, sizin kaleme döktüklerinizi değil, sizin anlamını çarpıttıklarınızı değil, sizin sonuna ilaveler yaptıklarınızı değil, sizin yorumlarınızı değil, sizin yerini değiştirdiğiniz kelimeleri değil, sizin fiillerinizi istediğiniz özneye atadıklarınızı değil, sizin öznelerini istediğiniz yükleme atadıklarınızı değil, sizin sözlerinizi değil, sizin rivayetlerinizi değil, sizin mütevatirlerinizi değil, sizin kiliselerinizin mektuplarını, papazlarınızın, hahamlarınızın ve imamlarınızın içtihatlarını ve kararlarını değil, sizin âlimlerinizin külliyatlarını da değil. Allah kendi zikrini korur. Tevrat’ın ve İncil’in içine evirdiklerinizi, Kuran’ın etrafına çevirdiklerinizi, her ilahi kitabı çevirirken manasını değiştirdiklerinizi değil. 97 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Arada bir Tevrat, Zebur veya İncil’den pasajlar paylaştığımda nedenlerini anlamak ve Kuran’daki bu minvaldeki ayetleri görmek istemezcesine, iman ettiği hak kitaplara soğuk duranlara rağmen, bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki; korunan, insanların dilden dile çevirilerde kullandıkları kelimeler değil, Allah’ın kendi kelimeleri, kendi zikridir. Allah zikrini korur, geçmişte de korumuştur, gelecekte de koruyacaktır. Ve Kuran… Onun kitap olarak korunarak gelişi ise son ilahi kitap oluşu ve Allah’ın bizler için çok büyük bir rahmeti oluşu nedeniyledir. Ancak… kıymetini bilenlere. Tüm bu duygu ve düşüncelerle ve gündemin gereğince; Bütün ihtiyaç sahibi yoksulların, terk edilmiş yaşlıların, unutulmuş yetimlerin, sevgiye muhtaç öksüzlerin, işsiz ve umutsuz gençlerin, itip kakılan dulların, engellenen engellilerin, okuyamayan çocukların, tedavi olanağı bulamayan hastaların, gecelerini uykusuz geçiren borçluların ve tüm garibanların bayramının kutlu, umutlu, sevinçli ve müjdeli olması… her neyini infak edebilir olanın da Allah rızası için gösterişsizce Allah’ın istediği biçimde onun düzenine destek verecek şekilde infak etmesi… huzurevi, hastane, hapishane, yetimhane ve baba ve anne ziyaretlerinin bol olması dileğiyle… Herkese hayırlı bayramlar. 98 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şehrin Kapısında Secde Şehrin Kapısından Girerken Secde Etmek Ne Demek? “Kapıdan girmek” Kuran’da geçen en ilginç ve düşündürücü öğütlerdendir. Hadi bir eve kapıdan girmeyi az çok anlıyoruz da “şehirlerin kapılarından secde ederek girmek” ve “kapılardan ayrı ayrı girmek” ne ola? Acaba şehrin surlarındaki kemerlerden geçerken yere seccade mi seriyorlardı? Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a girişi aklıma geliyordu bazen. Ama orada Fatih secde etmiyor, ihtişam içinde atın üstünde başı dik geçerken eğilenler (hatta ezilenler) yerlerdeki insanlardı! Yani Kuran’a, 99 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı öğütlenene tamamen ters bir durum aslında. Acaba peygamberimizin Mediye’ye girerken ya da Mekke’ye döndüğündeki Allah’a şükrü müydü kapılardan eğilerek ya da secde ederek girmek? Bakın bunu eminim bir boyutuyla kapsıyor olabilir. Yine de anlamlandırmada önemli bir şeyler eksik kalıyor gibi… Peki izdüşümü arasak… Şükür tamam da, bugün bir şehre girerken otobüs duracak ya da arabayı sağa çekip yere mi kapanacağız? Almanya’ya giden işçi kardeşim Münih havaalanına inip Alman gümrüğüne ayak basınca yerleri mi öpecek? Kuran’ımızda birçok yerde “kapı” kelimesi geçen ayet var. Ben taradığımda 23 tane ayet buldum. Bu ayetleri de beşe ayırdım. Büyük bir kısmı göklerin ve cennetin kapıları olarak geçiyor. Bir kısmı da cehennemin kapıları. Dördüncüsü barınak olan evlerimizin ve odalarımızın kapıları olarak geçiyor. Ve beşinci olarak da bu yazımın bahsi olan şehirlerin kapıları. Ama tüm bu kapılar arasında ilginç bir bağ olduğunu gördüm. İlginçtir “evlere kapılarından girin” öğüdü ile birlikte şehir, gök, cennet ve cehenneme de ayrı ayrı kapılardan giriş ifadeleri söz konusudur. Bunun bir anlamı olmalı… Evlere Kapılarından Girmek 2 Bakara 189 Sana, hilalleri (doğuş halindeki ayları) sorarlar. De ki: “O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik (birr), evlere arkalarından gelmeniz değildir, ama iyilik sakınan(ın tutumudur). Evlere kapılarından girin. Allah’tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Bu ayette “evlere kapılarından girin” öğüdü hac ile aynı ayette birleştirilerek şehirle de özdeşleştirilmiş durumda. Yani evlerin kapılarından girmekle şehirlerin kapılarından girmek arasında benzer bir öğüt olmalı. Düşünelim… Evlere kapılarından girersek ev sahibi olanlar bizi hırsız, arsız, bozguncu görmez. Barışçı ve dost görür. Ama pencereden, bacadan girersek hırsız olduğumuzu, en azından iyi niyetli olmadığımızı düşünür ve buna karşı bir tepki verir. Kendini ve malını 100 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı korumak ister. Ya bizi silahla karşılar, ya kafamıza sert bir cisimle vurur, ya yakalayıp bizi polise teslim eder, ya da belki öldürür. Şehirlerin Kapılarından Secde Ederek Girmek Peki ya şehirlere kapılarından (genel kullanıma ait meşru yollarından, patikalarından) değil de dağdan bayırdan, tepeden, gizlice suyun altından, yer altından sızarak ya da bir tehditle girmeye kalkarsak ne olur? Orada yaşayan halk bizim art niyetli olduğumuza hükmederek bizi hırsız, azgın, bozguncu çeteler görmez mi!!! Elimizde silah varsa bu davranışımıza karşın bizi silahla karşılamaz mı? Gizlice ve sinsice şehre girmeye kalktığımız için kafamıza sert bir cisimle vurmaz mı? Bizi yakalayıp hapse atmaz mı? Ya da belki de öldürmez mi!!! 2 Bakara 58 Şöyle demiştik: “Girin şu kente; orada, dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Kapıdan secde ederek girinve ‘Affet bizi!’ deyin ki, hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel davranıp, güzellik üretenlere daha fazlasını da veririz.“ 7 Araf 161 Onlara şöyle denildi: Şu kentte oturun, orada istediğiniz yerden yiyin. ‘Affet’ diye yalvarın; kapıdan da secde ederek girin ki, hatalarınızı bağışlayalım. Güzel düşünüp güzel iş yapanlara daha fazlasını da vereceğiz. Bu ayetlerin önüne arkasına baktığımızda görürüz ki “kapıdan secde ederek girin” öğüdü İsrailoğullarına yapılmıştır. Musa isyankâr kavmine bir türlü söz anlatamaz. Kudret helvası ve bıldırcın eti ile rızıklandırıldıkları halde gözleri hala açtır. Firavun’un onlara verdiği soğanı sarımsağı da kaybetmek istemezler. Bir türlü razı olmayıp, hallerine şükretmeyip, her şeyin ve her mülkün sahibi olmak isterler. Musa asasıyla yere vurur ve on iki kabile için on iki pınar fışkırır da onlar yine memnun olmaz ve daha fazlasını isterler. 2 Bakara 60 Bir zamanlar Mûsa, toplumu için su istemişti de biz, “Değneğinle şu taşa vur!” demiştik. Taştan hemen on iki göze fışkırmıştı. Her bölük insan kendilerine özgü su kaynağını bilmişti. 101 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Allah’ın rızkından yiyin, için; yeryüzünde bozgunculuk yaparak şuna buna saldırmayın.” demiştik. Yerlerinden yurtlarından kaçarak çıktıktan sonra Musa onları yeni bir yerleşim yerine getirdiğinde bile hala Musa’yla ve hatta Allah’la pazarlık peşindedirler. Şükretmezler. Emredileni yapmamak (sığır kesme bahsi) için bir sürü soru sorup mazeret üretirler. Kendileri bozgunculuk yapmakta olduklarının farkına varmaz, girecekleri yerleşim yerinde yaşamakta olan insanları bozguncu olarak görürler ve Musa’dan onları oradan çıkartmasını isterler. Hazıra konmayı ise erdem sayarlar. 5 Maide 23 İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam dedi ki: “Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip geleceksiniz. Eğer inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.” 5 Maide 24 Dediler ki: “Ey Mûsa! Onlar orada oldukça biz oraya asla girmeyeceğiz. Hadi sen git, Rabbin’le birlikte onlarla savaşın. Biz şuracıkta oturacağız.” Oysa o şehre savaşarak değil secde ederek, yani beğenmeseler de saygı duyup, oradaki insanların kurduğu düzene boyun eğerek ve bozgunculuk etmeden normal giriş şartlarında girmelilerdi. Eğer o şehri ıslah etmek istiyorlarsa bunu güzel davranıp güzellik üreterek yapmalılardı. O zaman daha fazlasını da hak edeceklerdi. Ama öyle yapmadılar. Musa’nın uyarıları çoğu için boşa gitti. 5 Maide 25 Şöyle yakardı Mûsa: “Rabbim! Nefsimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık sapıklar topluluğu ile bizim aramızı ayır.” 5 Maide 26 Allah dedi ki: “Orası onlara kırk yıl haram kılınmıştır. Yeryüzünde sersem sersem dolaşacaklar. Sen o sapıklar topluluğu için kederlenme.” Her şeye rağmen İsrailoğullarına verildi. Ama onlar her elde ettiklerinden sonra şükretmeyip, her seferinde verdikleri sözden 102 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı döndüler, daha fazlasını, daha fazlasını, daha fazlasını isteyip durdular. Şehirlere bir türlü kapılardan secde ederek (düzene boyun eğerek) girmediler. 4 Nisa 154 Kesin söz vermeleri için Tûr’u üzerlerine kaldırdık ve onlara: “kapıdan secde ederek girin.” dedik. Onlara şunu da söyledik: “Cumartesi gününde azgınlık yapmayın.” Onlardan sapasağlam bir söz almıştık. Gördüğümüz kadarıyla Cumartesi yasağı bazı ritüel ve davranışsal ibadetlerin yanı sıra büyük kapsamda bir avlanma yasağı idi. Bu kapsamıyla da elbette çevreyi ve dolayısıyla toplumu koruyan yasalar içeriyordu. 7 Araf 162 Onların zulme sapanları, sözü, kendilerine söylenenin dışında bir sözle değiştirdiler. Bunun üzerine biz de üzerlerine gökten bir pislik azabı saldık; çünkü zulmediyorlardı. Ama İsrailoğulları için sadece kendileri önemliydi. Kendi hakları, kendi istekleri toplumun ortak yaşama kurallarının hep önündeydi. Kendilerini özel kabul edip, azıyorlar, isyankâr tavırlarıyla avlanma yasağına uymuyor, kuralları hiçe sayıyor, şehirlerde hırsızlık, talan, şiddet ve bozgunculuk yapmayı mübah görüyorlardı. 7 Araf 163 Sor onlara o deniz kıyısındaki kentin durumunu. Cumartesi günü azıp sınır tanımazlık ediyorlardı. Sebt yaptıkları gün balıkları onlara akın akın gelirdi; sebt yapmadıklarında ise onlara gelmezdi. Yoldan sapmaları yüzünden onları böyle imtihan ediyorduk. Elbette hiçbir toplum tamamıyla iyi ya da kötü değildir. İyilerin içinde en kötüler, kötülerin içinde en iyiler her zaman vardır. Elmaslar her zaman değerlidir. Ama İsrailoğulları geneliyle azgınlığıyla ve isyankârlığıyla ün salmış bir kavimdir. Hevalarını tanrı edinmişlerdir. Kimseye kolay kolay saygı duymazlar ve onlara zulmedenlerle onlardan olmayanları ayırmaya bile yanaşmazlar. Kendilerinden olmayan herkes onlar için düşmandır, haindir!!! 103 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 5 Maide 23 İçine ürperti düşenlerden, Allah’ın nimet verdiği iki adam dedi ki: “Onların içine kapıdan girin. Oraya girdiğinizde galip geleceksiniz. Eğer inananlar iseniz yalnız Allah’a güvenin.“ Oysa o şehirlerde yaşayanların düzenlerine saygı duyup haklarını düzgün yollardan arasalardı, orada yaşayanlar da onları evlerine kapısından giren bir dost gibi algılayacak, böylece haklarını elde edecek ve haksızlığa uğradıkları hususta kendilerine zulmedenlere galip geleceklerdi. Ama onlar Allah’a ve Musalarına değil soylarına ve kavimlerinin yoldan çıkmış Samirilerine güvendiler. Bir şeyler elde etmeye başlayınca şımardılar. Oysa eski kavimlerden örnek almalıydılar. 6 Enam 44 Öğütlenmeye çağırıldıkları şeyi unutunca, her şeyin kapılarını üzerlerine açıverdik. Nihayet, kendilerine verilenle sevinç şımarıklığına daldıkları bir sırada, ansızın onları yakaladık. Tüm ümitlerini bir anda yitirdiler. Anlattıklarımın sağlamasını yapayım şimdi… Buraya kadar anlatmaya çalıştığım “şehirlerin kapılarından secde ederek girin” öğüdünün izdüşümünün “oradaki düzene saygı duyun” demek olduğu konusunda tereddüt göstermememin asıl nedeni bu ayetlerle beraber Yusuf suresidir aslında. Kuran’dan bu hususta anladığımı anlatmaya çalıştığım hemen her şeyi Yusuf kıssasında derli toplu olarak ortada görüyorum. Yusuf’un babası Yakup (İsrail) benden daha iyi anlatıyor, oğulları benden daha iyi yaşıyor ve Yusuf benden daha mantıklı ifade ediyor. Buyrun sağlamaya… “Kapı” gibi ayetler var Yusuf suresinde… 12 Yusuf 7 Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde sorgulayanlar (soranlar) için ayetler (ibretler) vardır. Yusuf kuyuya atılmasının ardından gelişen süreçte bir başka toplumda bir sarayda bulur kendisini. Kapılarla ilgili ayetlerle ilk defa orada 104 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı karşılaşıyoruz. Vezirin kadını, Yusuf’un üzerine kapıları kilitliyor. Ne alaka diyeceksiniz ama… Çok alaka… 12 Yusuf 23 Yusuf’un, evinde kaldığı kadın, onun nefsinden gönlünü tatmin etmek istedi. Kapıları kilitledi, “Hadi gel!” dedi. Yusuf: “Allah’a sığınırım, Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturmuştur. Zalimler iflah etmez.”dedi. Bakın Yusuf ne diyor… “Rabbim beni güzel bir barınağa kavuşturdu. Zulmedemem. Bozgunculuk yapamam. Saygıda kusur edemem. Allah’a sığınırım.” Peki sadece kadının isteğiyle mi ilgili bu durum? Devam edelim… Yine bir kapı.. Ve kapıda olanlar… 12 Yusuf 25 İkisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüz yüze geldiler. Kadın seslendi: “Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?” Kadının söylediğine dikkat… “Senin ailene kötülük edenin cezası ne? Hapis mi? İşkence mi?” Yani o ülkenin, o sarayın, o toplumun kuralları devreye giriyor. Ve Yusuf eğer itiraz edecekse kurulu düzenin kanunlarına itiraz etmiyor, suçlu olmadığını savunuyor ve hakem devreye giriyor. 12 Yusuf 26 Yusuf dedi ki: “O, gönlünü eğlendirmek için beni kullanmak istedi.” Kadının ailesinden bir tanık da şu yolda tanıklık etti: “Eğer erkeğin gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, bu durumda erkek yalancılardandır. Kanunlar değil suçlar, davalar tartışılıyor. Kanunlar kötüyse ya kanun koyucu olursun ya da kanunları ıslah için yeri geldiğinde konuşur ve bozgunculuk yaparak değil iyi işler yaparak kanunları değiştirirsin. Yusuf düzeni ıslah içinse sabrediyor ve çalışmaya zindanda bile olsa devam ediyor. 105 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 12 Yusuf 33 Yusuf dedi: “Rabbim! Zindan benim için bunların beni çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer onların oyununu benden uzak tutmazsan onlara meyleder de cahillerden olurum.” Topluma aykırı işler yapmadan, yakmadan, yıkmadan, başına gelen tüm zulümlere rağmen sabırla ve tırnaklarıyla kazıyarak sadece Allah’a güvendi Yusuf. Bir ara zindan (hapisteki) arkadaşına güvenmesi bile ona birçok seneye ma’loldu. 12 Yusuf 42 Yusuf o iki kişiden, kurtulacağını düşündüğüne şöyle dedi: “Rab edindiğin kişi yanında beni an.” Ama şeytan o adama, rab edindiği kişiye hatırlatmayı unutturdu. Böylece Yusuf yıllarca zindanda kaldı. O toplumdan biri olmayan ve sabreden Yusuf o toplumun düzeni içerisinde yavaş yavaş söz sahibi duruma geliyor ve hem kanunları hem de toplumu güzellikle ıslah etmeye başlıyor. 12 Yusuf 47 Yusuf dedi: “Alışılageldiği şekliyle yedi yıl ekin ekeceksiniz. Biçtiklerinizden yiyecek kadar az bir miktar alır, gerisini başağında bırakırsınız.” Sonunda hiçbir şekilde ihanet etmediği toplumda vezir oluyor. İbret alması gerekenlerin alması dileğiyle… 12 Yusuf 54 Kral dedi ki: “Onu bana getirin, kendime özel dost edineyim.” Yusuf’la konuşunca da şöyle dedi: “Artık bugün yanımızda mevkii olan, güvenilir bir dostsun.” 12 Yusuf 55 Yusuf dedi ki: “Beni ülke hazinelerine bakan yap. Ben iyi bir koruyucuyum; bilgiliyim.” 12 Yusuf 56,57 İşte böylece biz Yusuf’a yeryüzünde imkân ve mevki verdik. Ülkede, istediği yerde konaklayabiliyordu. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi ulaştırırız; güzel düşünüp güzel davrananların ödülünü yitirmeyiz. İman edip takvaya sarılanlar için ahiretteki ödül elbette daha değerlidir. 106 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Artık Yusuf o şehirde düzene saygı duyacak değil bizzat hüküm verecek konuma gelmiştir. Kıssanın devamında biliyorsunuz şehre Yusuf’un kardeşleri gelmeye başlıyor ve hikâye boyut kazanıyor. Artık Yusuf kanun koyucu kardeşleri boyun eğici durumdadır. Ancak dikkatinizi çekmek istediğim nokta yine “kapı”lar. Çocuklarını o şehre gönderen Yakup bakın ne diyor? Şehre Ayrı Kapılardan Girmek 12 Yusuf 67 Yakup şunu da söyledi: “Oğullarım, bir tek kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben, Allah’ın takdir ettiği bir şeyi sizden savamam, hüküm yalnız Allah’ındır. Yalnız O’na dayandım ben, yalnız O’na güvenip dayansın tevekkül sahipleri.” Neden acaba ayrı ayrı kapılar… Yakup “Allah’ın takdir ettiğini sizden savamam” diyor ve O’na dayanıyor. Demek ki çocukları için, onların başına gelebilecek bir müsibet ihtimali için endişeleniyor. O şehre topluca bir kervan ya da bir güç olarak girmeleri durumunda o şehre bozgunculuk, çatışma ve hırsızlık için giriyor zannedilerek o şehrin toplumsal düzenine aykırı algılanmalarını istemiyor. Ve Allah da bunu çok iyi biliyor. 12 Yusuf 68 Babalarının emrettiği yerlerden kente girdiklerinde, bu onlardan Allah’ın herhangi bir takdirini uzak tutmamıştı; sadece Yakup’un içindeki bir isteği gerçekleştirmişti. Yakup, bizim ona öğretmemizden dolayı bilgi sahibi idi. Ama halkın çoğu bunu bilmezdi. Yakup ilim ve görüş sahibi idi. Bir başka toplumla beraber bulunma durumunda o toplumun koyduğu düzene bozgunculuk etmenin doğru olmadığını biliyordu. Ve bu yüzden çocuklarını uyarmıştı. Çocukları şehrin kapılarından ayrı ayrı ve secde ederek girmeliydiler. Bu onun isteğiydi ama başlarına gelecek varsa onu engellemeye de yetmedi. Çocukları bozgunculukla ve hırsızlıkla suçlandılar. 107 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 12 Yusuf 70 Yusuf, kardeşlerinin yüklerini hazırlatırken su kabını öz kardeşinin yükü içinde koydu. Sonra bir ünleyici şöyle haykırdı: “Ey kafile, siz herhalde hırsızlık ettiniz!” 12 Yusuf 73 Kardeşler dediler: “Vallahi, siz de iyi biliyorsunuz ki, biz bu toprağa bozgunculuk yapmak için gelmedik, hırsız da değiliz biz.” Dikkat ediyorsunuz sanırım. Bir başka toprağa, bir başka memlekete bozgunculuk için gelmedik diyorlar. Tema belli… “Düzene, beğenmesen de saygı duy.” Ama bu durumun sebebi elbette başkaydı. Yusuf az sonra aynı gerçeği (yani düzene saygı duyulması gerektiğini) bir kez daha ortaya koyacaktı. 12 Yusuf 74,75 Sordular: “Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir/” Kardeşler dedi: “Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz.” Aslında Yusuf kendi yaşadığı toplumunun kanunu uygulayabilirdi. Ama (kardeşini alıkoyma) planı dâhilinde onları kendi kanunlarına göre yargıladı. İbret alınacak o kadar çok şey var ki!!! Hem Yusuf hem de kardeşleri birbirlerinin kanunlarına hükmün geçerli olduğu yer ve zamanda saygı duyuyor ve tekliflerini bile bu saygıyla yapıyorlar. Küçük kardeşleri yerine kendilerinin alıkonulmasını isteyen abisine bakın Yusuf ne diyor… 12 Yusuf 79 “Ne, dedi Yusuf, Allah korusun. Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle bir şey yaparsak zalimlerden oluruz.” Allah’ın bile hükmü olmayan bir konuda Yusuf toplumun kurallarına aykırı hareket etmeyi zulüm sayıyor. İşte Allah’ın insana ve toplumsal düzenine verdiği değer. Tabi ki görebilene… 12 Yusuf 81 Babanıza dönüp şöyle deyin: “Ey babamız, oğlun hırsızlık etti. Biz sadece bildiğimize tanıklık ettik. Biz gaybı bilenler değiliz.” 108 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bildiğimize tanıklık etmek… O kadar ibret verici ki… Sırf içlerindeki kin ve nefret yüzünden önüne geleni karalayan, anlatılan her türlü rivayete inanan, görmediği bilmediği halde bir insanın, bir kurumun, bir toplumun tamamını tekfir edip katil, faşist, ırkçı, suçlu ve düşman gören anlayışa atfolunur… Duyduklarınızın doğruluğunu test edin. Görmediğiniz, bilmediğiniz her ithamı giydirmeyin insanlara. Sizi kandırmak ve bir yere kanalize etmek için onlara atılan iftiraların hepsini bilmeden doğru kabul etmeyin. Arının kininizden. Ve Allah’a ve O’nun doğrularına dönün. Yanlışlarımızdan dolayı sizi ve bizi affedecek olan Allah’tır. Kardeşleri pişman olup döndüğünde Yusuf’un istediği de buydu. 12 Yusuf 92 Yusuf dedi: “Bugün azarlanmayacaksınız. Allah sizi affeder. O, rahmet edenlerin en merhametlisidir.” Kıssanın sonunu biliyorsunuz. Kanun koyucu Yusuf’un tahtında onun düzenine secde eden (boyun eğen, saygı duyan) bir peygamber, bir peygamber karısı ve on bir kardeş (kavim) vardı. 12 Yusuf 100 Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı. Hepsi, Yûsuf’un önünde secde eder gibi eğildiler. Yûsuf dedi: “Babacığım, işte bu, benim önceden gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. O, bana çok güzel lütuflarda bulundu, şeytan, benimle kardeşlerim arasına yakumluk soktuktan sora, O beni zındandan çıkardı. Sizi de çölden getirdi. Rabbim, dilediği şeyde çok ince lütuflar sergiliyor. Alîm olan O’dur, Hakîm olan O’dur.” Şehrin kapısından secde ederek girmeyenlerin, orada ıslah değil bozgunculuk çıkaranların sonunu hatırlatıyor surenin sonu. 12 Yusuf 109 Senden önce gönderdiklerimiz de şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz bazı erlerden başkası değildi. Yeryüzünde dolaşmadılar mı ki, onlardan öncekilerin akıbeti nice oldu görsünler. Elbette ki âhiret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllarınızı kullanmayacak mısınız?” 109 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yemin olsun ki bu Kuran’da ders almak isteyenler için her türlü öğüt var. Yemin olsun. 12 Yusuf 111 Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur’an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir. Çiçekler bile dikenlere saygı duyar, dikenlerin içinde rengârenk parlarlar. Evlere de şehirlere de kapılarından ve secde ederek girmek o ev halkına, o şehir halkına ve düzenine “kitabımız çerçevesinde” saygı duymaktır. İlah edinmişler varsa onların ilahlarını ilah edinmek demek değildir. Zulme değil kurulu düzene “kitabımız çerçevesinde” boyun eğmektir. Eğer ev ya da yurt edineceksek, orayı ıslah etmek için makbul ve güzel işler yapmaktır. Olmadı beğenmediğimiz yere girmez ya da oradan hicret ederiz. Elçilerin de gelmiş geçmiş sünneti budur. Yoksa bozgunculuk ve kargaşa kaçınılmazdır. Ben bunu okudum… Kendimi ayırmadım. Kendi nasibimi, kendi öğüdümü aldım. Darısı düşünenlerin ve öğüt almak isteyenlerin başına. Selam ile… 110 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Makam-ı Mahmud Nedir? Nedir Bu Makam-ı Mahmud, Ne Demektir? Kuran’ı “okuyan” Müslümanlar hatırlarlar; İsra Suresinde “Makam-ı Mahmud” olarak geçen ve Allah’ın elçisine “umulur ki ulaşırsın” dediği şeyi. Birçok mealde Türkçeye tercüme edilmeden geçen ya da çevrildiğinde farklı manalar ve yakıştırmalar verilen bu tamlamayı hatırlayanlarınız vardır. Özellikle tasavvufun abartarak zehirlediği kelimeler arasında ve bizim de hap gibi yuttuğumuz yanlış manalandırmalardan olduğunu bir dostumun uyarısından sonra fark ettim ben de. Kimileri bugüne kadar birçok uydurma rivayetin etkisiyle 111 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “makam-ı mahmud”u şefaat makamı olarak bile nitelediler ve peygamberin ahrette ümmetine bu makamda şefaat edeceğini ballandıra ballandıra anlattılar. Şefaatle ilgisi olmadığını bilmekle beraber itiraf edeyim ki inceleyip ikna olana kadar ben de bu ibareyi ahrette (tam da bilemeyeceğimiz) ödül olarak özel bir mertebe olarak algılıyordum. Şimdi önce ayeti hatırlayalım, ardından Allah’ın bize önerdiği gibi aklımızı kullanarak güzelce inceleyeceğiz. 17 İsra 79 Ve minel leyli fe tehecced bihı nafiletel leke asa ey yeb’aseke rabbüke mekamem mahmuda. 17 İsra 79 Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur’an’la) salat et. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama (makam-ı mahmuda) ulaştırır. Konuyla ilgili genellikle şefaat makamı olduğuna dair birçok hadis olmakla beraber benim en çok dikkatimi çeken daha ziyade gelenekte “ezan duası” olarak bildiğimiz ve ezanın ardından okunan bu duanın içinde geçiyor olması oldu. İlgili rivayet şöyle… Câbir bin Abdullah (ra) dedi ki: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Her kim ezanı işittiği zaman ‘Allahümme Rabbe hâzihi’d-da’veti’ttâmmeti ve’s-selâti’l-kâimeti âti Muhammedeni’l-vesîlete ve’l-fadîlete ve’b’ashü makâmen-mahmûdeni’llezî veadtehû. İnneke lâ tuhlifu’lmî’âd” (Mânâsı: Ey bu mükemmel davetin ve namaz kıyâmı (duruşu) emrinin sahibi olan Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e (asm) vesîleyi ve yüksek dereceleri ver. Ve ona, vaad ettiğin Makam-ı Mahmûd’u lütfeyle. Şüphesiz Sen sözünden dönmezsin” derse, kıyâmet gününde benim şefaatim ona hak olur.” Buhari 2/365 Vay canına! Peygamber (güya) Allah’tan değil de insanlardan kendisi için istiyor. Hadi vesileyi istedi varsayalım, üstüne bir de antlaşma yapıyor!!! Siz bana ben size diyor… Ah, ah!!! İnsanlar her ezanın ardından şu duayı okumaya devam ediyorlar… Allah’ın konumu nerede bu duada? Sözünden dönmesi korkulan bir Rab ve ardından efendi olan(!) peygamber için imece usulü hakemi etkilemeye yönelik bir 112 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı davranış! Vay canına! Allah sözünden dönmez ama siz çoktan dönmüşsünüz!!! “Yalnız Allah” dedikten sonra peygamberlerini de ilah edinmek yetmemiş, onların hayali şahsında Allah’ın sözünden dönme ihtimaline karşı antlaşma yapmışsınız! Yuh!!! Ezanın sonunda içimden “La İlahe İllallah” demekle yetinip, hiç ezberlemeye yeltenmediğim bu duayı iyi ki hiç bilmemişim, iyi ki bilinçsizce okumamışım. Bu kadar laf kalabalığıyla yetinip şimdi gelelim manalara. İfadede geçen “mahmud” hemen herkesçe “övülen, övünülen, memnun olunan, hamd edilen” ve benzeri yakın manalarla bilinir. Mahmud ifadesinde ciddi bir sorun yok. Ama Türkçeye de geçen “makam” kelimesi çok sıkıntılı. Makam’ı Türkçede genellikle “mertebe, aşama, idari konum” olarak kullanıyoruz. Ancak anlamı daha geniş ve Arapçada çoğunlukla diğer manalarında daha çok kullanılıyor. Hadi Arapçayı da geçelim. Bakalım Kuran’da Allah bu kelimeyi nasıl kullanmış. Sözlüğümüz de Kuran olsun. Çevirenler nerede ne yapmış bunu da bu arada görmüş oluruz. Makam kelimesi ilk olarak Bakara 125’te geçiyor. Makam-ı İbrahim olarak. Bahsedilen makam İbrahim’in makamı. Ama ortada ne bir koltuk var, ne taht, ne idare. Çeviriye göre bahsedilen şey coğrafi bir konum. İbrahim’in kabesi, evi, namazgâhı, mahallesi, semti, şehri, bölgesi, insanlarla toplandığı, yaşadığı yeri. 2 Bakara 125 Ve iz cealnel beyte mesabetel lin nasi ve emna vettehızu mim mekami ibrahıme müsalla ve ahidna ila ibrahıme ve ismaıyle en tahhira veytiye lit taifıne vel akifıne ver rukkeıs sücud 2 Bakara 125 Hatırla o zamanı ki, biz o evi insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir dua/namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şu sözü ulaştırmıştık: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükûsecde edenler için evimi temizleyin!” İkinci olarak Al-i İmran 97’de geçiyor. Yine makam-ı İbrahim olarak. “Orası” diye anlatılıyor İbrahim’in makamı. Bir yerden, bir coğrafyadan bahsediliyor yine. 113 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 3 Ali İmran 97 Fıhi ayatüm beyyinatüm mekamü ibrahım ve men dehalehu kane amina ve lillahi alen nasi hıccül beyti menistetaa ileyhi sebıla* ve men kefera fe innellahe ğaniyyün anil alemın 3 Ali İmran 97 Açık-seçik deliller, İbrahim’in makamı vardır orada.Oraya giren, güvene ermiş olur.Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün alemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir. Sonra Maide 107. Burada iki şahidin “yerine” başka iki şahidin geçirilmesinden bahis var. Makam-e hum. Bildiğimiz anlamda bir mertebe, bir aşamadan ziyade bir tanıklık durumundan, konumundan durumundan bahsediliyor. 5 Maide 107 Fe in usira ala ennehümestehakka ismen fe aharani yekumani mekamehüma minellezı nestehakka aleyhimül evleyani fe yuksimani billahi le şehadetüna ehakku min şehadetihima ve ma’tedeyna inna izel le minez zalimın 5 Maide 107 Eğer onların bir günah işledikleri kesinlikle anlaşılırsa o zaman, tercih edilmiş olan bu ikisinin yerine bunların aleyhinde bulundukları taraftan iki kişi geçerek şöyle yemin ederler: “Allah şahit olsun ki bizim tanıklığımız, onların tanıklığından daha doğrudur. Biz hiçbir haksızlık yapmadık. Aksi halde mutlaka zalimlerden olurduk.” Yunus 71’de Nuh’un içinde bulunduğu “Allah’ın ayetlerini hatırlatma” durumunun, konumunun ne olduğuna dair bir ifade var. Bildiğimiz anlamda “makam”a en yakın ifadelerden biri olmakla beraber vurguda Nuh’un “toplumunun yaşadığı yer içinde” bulunuşu ağır basıyor. Nitekim hemen ardından gelen 72 ve 73’üncü ayetlerde, tesadüf değil ki Nuh’un inananlarla beraber “o yerden” yapılacak bir gemi ile çıkması ifade ediliyor. 10 Yunus 71 Vetlü aleyhim nebee nuh iz kale li kavmihı ya kavmi in kane kebüra aleyküm mekamı ve tezkırıı bi ayatillahi fe alellahi tevekkeltü fe ecmiu emraküm ve şürakaeküm sümme la yekün emruküm ve 114 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı şürakaeküm sümme la yekün emruküm aleyküm ğummeten sümmakdu ileyye ve la tünzırun 10 Yunus 71 Onlara Nûh’un haberini de oku! Hani, toplumuna şöyle demişti: “Eğer benim konumum ve Allah’ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geliyorsa artık ben, Allah’a dayandım. Siz de ortaklarınızla bir araya gelip işinize bakın. Yapacağınız şey size bir kaygı da vermesin, hükmünüzü bana uygulayın. Ve bana fırsat da vermeyin.” İbrahim 14’de ise Allah kendi makamından, kendi katından bahsediyor. İnsanlara bulundukları makamdan (mahalde başına gelenlerden) çok, kendi makamından korkmaları gerektiğini hatırlatıyor. Ve bununla beraber önündeki 13’üncü ayette müşriklerin elçileri bulundukları yerden kovmak istediklerinden, bu ayette yerleştirilmesi vaad edilen bir toprak parçasından ve ardındaki 15’inci ayette oraların fethinden bahsediliyor. 14 İbrahim 14 Ve le nüskinennekümül erda mim ba’dihim zalike li men hafe mekamı ve hafe veıyd 14 İbrahim 14 “Ve onların ardından o toprağa mutlaka sizi yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan, tehdidimden korkan için böyledir.” Meryem 73 meallerinde makam genellikle aynen çevrilmiş ve meclis olarak ayet yine mahale atıf yapmış. Bununla beraber yine ne tesadüftür ki 72’inci ayette takva sahiplerinin o yerden kurtarılacağı belirtilmiş, 74’te eski kavimlere atıf yapıldıktan sonra 75’inci ayette “mekân olarak kimin üstün olduğunu görecekler” denilmiştir. Ayetlerin hepsinin önünü arkasını buraya yazmıyorum. Dileyenler açıp kontrol edebilirler. Yine bir “yer”den ve konumdan bahsediliyor makam olarak. 19 Meryem 73 Ve iza tütla aleyhim ayatüna beyyinatin kalellezıne keferu lillizıne amenu eyyül ferıkayni hayrum mekamev ve ahsenü nediyya 115 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 19 Meryem 73 Onlara ayetlerimiz açık-seçik okunduğunda, inkâr edenler inananlara şöyle derler: “İki zümreden hangisi makamca daha üstün, meclisçe daha güzel?” Hacc 21’inci ayetin çevirileri üzerinde ise ayrıca çalışmak gerekir belki. Makam kelimesi burada kamçı olarak çevrilmiş. Şimdilik bilemiyorum ama önündeki ve ardındaki ayetlerde cehennemden bahsediliyor. Demirden kamçılar mı, demirden bir mahal olarak bir cehennem tasviri mi “makamiu min hadid” acaba? Ben şimdilik olduğu gibi bıraktım. Anlamadığım şey hakkında bir görüş de ileri süremiyorum. Ama neticede ortada bildiğimiz manada bir makam yok. 22 Hacc 21 Ve lehüm mekamiu min hadıd 22 Hacc 21 Bunlar için bir de demirden kamçılar var. Şuara 58’de yine “bir yer”den dem var. Makam-in Kerim. Mutlu ve huzurlu yaşanılan “bir yer” olarak çevrilmiş genelde. 57’deki “biz onları bahçelerinden ve pınarlarından çıkardık” ifadesi ile 59’daki “oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık” denmesi bu durumu açıkça destekliyor ve açıklıyor. Makam burada da coğrafi bir yer olarak kullanılmış. 26 Şuara 58 Ve künuziv ve mekamin kerım 26 Şuara 58 Hazinelerinden, mutlu-kutlu yerlerinden ettik. Neml 39’da sıra. Burada da Süleyman’a “sen makamından kalkmadan” ifadesini kullanan “cinlerden bir iftrit” var. Kelime kelime mealini kontrol ettiğimizde ve olayın ne olduğunu incelediğimizde yine “bir yer”den ve diğer ayetlerde de bir başka yerlerden bahsedildiği açık. Sen yerinden kalkmadan, bir yere hareket etmeden, melikenin tahtını sana getiririm diyor ifrit. Bu arada henüz bilmeyenler için “ifrit”in “Afrikan, Afrikalı, Afritan, Afrika” gibi kelimelerin kökü olduğunu da hatırlatmış olayım. 27 Neml 39 Kale ıfrıtüm minel cinni ene atıke bihı kable en tekume mim mekamik ve innı aleyhi le kaviyyün emın 116 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 27 Neml 39 Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: “Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim.” Sonra sıra geliyor Saffat 164’e. Melekler kendi malum makamlarından bahsediyorlar ve 165’de diyorlar ki “biz saflar halinde dizilip duracağız” Saflar halinde ancak bir mekanda, bir yerde durulur. 37 Saffat 164,165 Ve ma minna illa lehü mekamüm ma’lum 37 Saffat 164,165 Bizim, istisnasız herbirimizin bilinen bir makamı vardır. Şüphesiz, o saflar halinde dizilenler biziz. Dühan 26 için de garip çeviriler var nedense. Allah ekinlerden, tarlalardan bahsederken seçkin makamlar neden bir mertebe, bir taht olsun. Bir yerden, bir coğrafyadan bahis yok mu sizce? Yukarıdaki (Şuara 58) aynı kelime; makam-ı kerim. Orada tarlalar bahçeler de burada müdür odaları mı? Konu bütünlüğü ile (Kuran’ı açıp) öndeki ve arkadaki ayetlere bakarsanız göreceksiniz ki İsrailoğullarının ve onları takip eden Firavun ordusunun terk ettiği coğrafyadan bahsediliyor. 44 Dühan 26 Ve züruıv ve mekamin keriym 44 Dühan 26 Nice ekinler, nice seçkin makamlar (yerler). Dühan 51’e gelindiğinde ise artık “makam-ı emin”den yani korunanlar için güvenli bir mekandan bahsedildiğini göreceksiniz. Yine bir mekan, yine bir yer, yine bir coğrafya “makam” denilen şey. Kuran’ın açık mufassal sözlüğü olarak bizzat kendisi bunu söylüyor. 44 Dühan 51 İnnel müttekıyne fı mekamin emiyn 44 Dühan 51 Korunup sakınanlar, güvenli bir makamdadır; Makam kelimesi Rahman 46’da ve son olarak Naziat 40’da geçiyor. “Rabbinin makamı” olarak geçen ifadeleri “Allah katı, Allah’ın mekânı, Allah’a dönülecek, hesap verilecek yer” manasıyla anlarsak, inanan insan için cennetlerle tamamlanmak üzere peş peşe geliyor. 117 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı 55 Rahman 46 Ve limen hafe mekame rabbihi cennetani. 55 Rahman 46 Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet var. 79 Naziat 40 Ve emma men hafe mekame rabbihi ve nehennefse ‘anilheva. 79 Naziat 40 Rabbinin makamından korkup nefsini boş heveslerden yasaklanmış olan içinse, İşte Kuran’da geçen bütün “makam” kelimelerini inceledik. Yoğunlukla bir yerden, bir coğrafyadan, bir sahneden, bir mahalden bahisle kullanılıyor. Ama sıra İsra 79’a gelince nedense birdenbire “şefaat makamı” oluyor!!! Olmadı ahrette çok yüksek bir makam oluyor! Nasıl da zehirlemişler bizi! Şimdi o ayete dönelim yine, ama öncesinden başlayarak. 79’dan değil de 76’ncı ayetten itibaren. Umuyorum göreceksiniz makam-ı Mahmut nedir… 17 İsra 76 Az kalsın bu topraktan çıkarmak için seni sıkıştıracaklardı. Böyle bir durumda onlar orada senin arkandan çok az bir süre kalacaklardı. Gördüğünüz gibi Allah bir yerden bahsediyor ve elçisine seni oradan neredeyse çıkaracaklardı diyor ve şunu ekliyor; senden sonra onlar da orada az bir süre kalacaklardı. Bir coğrafyadan bahsedildiği açık değil mi? Devam edelim… 17 İsra 77 Senden önce gönderdiğimiz resullerimize uygulanan yöntem de buydu. Sen bizim yol ve yöntemimizde değişme bulamazsın. Nedir acaba Allah’ın elçisine önerdiği bu yöntem ve ne için öneriliyor? Devam edelim… 17 İsra 78 Güneşin kaymasından/aşağı sarkmasından, gecenin kararmasına kadar salatını ikame et. Sabah Kur’an’ını da gözet. Çünkü sabah Kur’an’ı tanıklarca izlenmektedir. Hmmm… Akşam güneşin ufuktan kaybolup gitmesinden gecenin karanlığı çökünceye kadar bir vakit var ve bu vakitte salât emrediliyor, 118 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ayrıca sabah için de aynı hatırlatma yapılıyor. Namaz ve Kuran okuyup üzerinde düşünerek çözüm bulma saatleri. Vakitlenmiş salât. Peki nasıl? Geldik makam-ı mahmud ayetine… 17 İsra 79 Gecenin bir kısmında kalk, sana aid nafile olarak onunla (Kur’an’la) salat et. Umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama (makam-ı mahmuda) ulaştırır. Müşriklerin elçiyi toprağından çıkarma gayretlerine karşı çözümde zorlanan peygamberimize Allah bir yol gösteriyor ve bu çözüm sürecinin ortasında ahiretteki bir makamdan, hele hele ona vereceği bir şefaat makamından mı bahsediyor!!! İsra 80’le devam edelim bakalım öyle mi… 17 İsra 80 Şöyle yakar: “Rabbim! Beni, gireceğim yere doğrulukdürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk-dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç/kanıt ver.” Sadece Allah’a güvenen, O’ndan yardım isteyen elçisine örnek bir niyaz gösteren ve yolunu tefekkür ettiren Allah, olmayan bir şefaat makamından mı bahsediyormuş!!! Yazıklar olsun din diye bize zehirlerini tasavvuf kadehlerinde eteklerini çevirip döne döne sunanlara… 17 İsra 81 Ve de ki: “Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti. Bâtıl, yok olmaya zaten mahkûmdu.” “Makam-ı mahmud” olarak, elçisinin kendisini ve inanan arkadaşlarını emniyette hissedeceği, huzurlu yaşayabileceği, övülen ve övünülen Allah’a, onları kurtardığı için hamd edip şükredecekleri bir yeri umması gerektiğini hatırlatan ve yolunu tefekkür ettiren Allah’a bize de ayetlerini açıkladığı için şükürler olsun. 17 İsra 82 Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Ama bu, zalimlerin yıkımını artırmaktan başka katkı sağlamıyor. 119 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ezan duası ile olacak işler değil bunlar. Bunlar takva ile Allah’ın ayetlerine sarılan müminlerle olacak işler. Yolu Allah gösterir. Tüm vesileler O’ndandır. Bize öğrettiği, çözüm yollarını gösterdiği ve bize katından yardım ettiği için hamd edilecek olan O’dur. El hamdü lillahi Rabbil Alemin. 120 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı İlk Müslüman Kimdir? Kuranda Tutarsızlık Yoktur Günlerdir kovalanmaktan ve saklanmaktan bunalmıştık. Bahçe kapısından içeri girerken arkadan uzanan bir el bileğimi kavradı. İrkildim ve dönüp kim olduğuna baktım. Karşımda yine o polis vardı ama bu kez sivil kıyafetliydi. “Selim” dedi, “Ben sizin suçsuz olduğunuzu düşünüyorum. Ama bu iş kaçmakla olmaz. Eğer mahkemeye çıkarsanız ben de size destek çıkarım. Aklanır ve bundan böyle korkuyla yaşamazsınız. Gelip teslim olmanız kaçmanızdan daha iyidir. Bak, sen diğerlerinden daha akıllı ve daha düşüncelisin. Üstelik sana güveniyorlar ve fikirlerine çok değer 121 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı veriyorlar. Eğer ilk olarak sen teslim olursan diğer arkadaşlarının da teslim olması kolaylaşır. Yoksa bu kaçışınızın sonu yok. Şimdi seni görmezden geleceğim ama git arkadaşlarınla konuş. Yarın sabah gelip teslim olun. En kötü ihtimalle teslim olmanız iyi halinizi göstererek hafifletici sebep olarak yargıçı etkileyecektir. Söylediklerimi iyi düşün. Gel devletin adaletine güven ve önce sen teslimiyeti kabul et. ” Beni oracıkta tutuklayacağını zannettiğim Komiser Mahmut yanımdan uzaklaşıp giderken öylece kalakalmıştım. Hem onun bu babacan tavrına olan şaşkınlığımı atamıyor hem de söylediklerini derin derin düşünüyor, idrak etmeye çalışıyordum. Sözlerinde o kadar haklıydı ki o an orada ikna aşamasına gelmiştim. Her ne kadar suçsuz olsak da teslim olarak kendimizi aklamak kesinlikle daha akıllıcaydı. Nihayet “haklı” dedim içimden ve teslim olmaya karar verdim. Ama arkadaşlarıma bu durumu nasıl açıklayabileceğimi tasarlamakta zorlanıyordum. Bana karşı çıkma ihtimallerini düşündükçe omzumdaki yük daha da ağırlaşıyordu. Ağır adımlarla kapıya vardım ve araladım. Arkadaşlarım içeride her şeyden habersiz beni beklerken halen tartışıyor, şehir dışına kaçma planları kuruyorlardı. Beni görünce sanırım yüz ifademden olsa gerek bir şeyler olduğunu anladılar. Her biri merakla ne olduğunu sormaya başladı. Yavaşça divanın kenarına ilişip oturdum ve elimin ayasını “tamam anlatacağım” der gibi kaldırdım. Başıma geleni olduğu gibi ve kararımı gerekçeleriyle anlattım. Ardından, arkadaşlar düşündüm ve en mantıklı olanın teslim olmak olduğuna karar verdim, dedim. Artık siz ne kadar itiraz ederseniz edin, ben bu kararımdan dönmeyeceğim ve ilk teslim olan ben olacağım. …… Kuran’da çelişkiler olduğu iddiasıyla ortaya atılan cahilane delillerden birisi de Kuran’da farklı yerlerde farklı kişilerin “ben Müslümanların ilkiyim” demesi olarak ileri sürülüyor. Bu iddiaya yönelik olarak Al-i İmran 67’ye göre ilk müslüman İbrahim, Enam 14 ve 163’e göre Muhammed, Araf 143’e göre de Musa olduğu ortaya koyuluyor. Ayetler 122 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı elbette ki doğru ve hemen hemen böyle söyleniyor. Ama sorun kitabın anlatışında değil, insanların anlayışında ve dillerinin yıkılmış olmasının farkına varamamalarında. Bu durum Allah’ın göklerinde çatlaklık bulamayanların, kitabında çatlaklık olduğunu iddia etmelerine fırsat tanıyor. Oysa “ilk müslüman” gelen son mesaja “ilk teslim olan”dır. Çünkü müslüman “teslim olan” demektir. Şu yazıyı yazmakta olduğum yazım programı bile paragraf içinde yazarken baş harfini küçük harfle yazdığım “Müslüman” kelimesinin ilk harfini ısrarla büyük harfe çeviriyor ve ben dönüp dönüp tekrar “M” harfini “m”ye dönüştürüyorum. Ama yazıyı din harici başka bir konuda yazsaydım müslüman ve benzeri kelimeler yerine “teslim, teslimiyet, teslim olan” gibi kelimeler yazacaktım ve meramını anlatmak isteyen bir yazar olarak bu sorunu yaşamayacaktım. Yukarıda, yazı girişindeki gibi polisiye bir öykü yazıyor olduğumda ve konu içerisinde defalarca “teslim olmak” geçiyor olduğu halde, hiçbiri için yazım uygulaması neden beni ilgili kelimelerin baş harfini büyük harfle yazmaya zorlamadı!!! Şimdi aşağıda çelişkili olduğu iddia edilen ayetlerde herhangi bir çelişki var mıymış, yok muymuş, hep beraber bakalım. Al-i İmran 67’de İbrahim elbette müslüman (teslim olan) olarak niteleniyor. Kendine gelen mesaja ilk teslim olandı. Bundan daha doğal ne ola ki… 3 Al-i İmran 67 İbrahim ne yahudi idi, ne hristiyandı: O hanif (muvahhid) bir müslümandı, müşriklerden de değildi. Enam suresinin ilk on üç ayetinde Kuran peygamberine Allah kendisinin ne olduğunu anlatıyor ve daha önceki elçilerin başına da bu mesajların ardından benzerlerinin geldiğini hatırlattıktan sonra Enam suresinin ondördüncü ayetinde “bu gerçeklere ilk olarak senin teslim olduğunu arkadaşlarına, çevrene, insanlara söyle” diyor. 6 Enam 14 De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah’tan başkasını mı dost edineceğim?” De ki: “Bana, 123 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı teslim (müslüman) olanların ilki olmam ve müşriklerden olmamam emredildi.” Teferruatlı bir tevhid anlatışının ardından bir kez daha Kuran peygamberine aynı emir veriliyor. İlk teslim olan sen ol! 6 Enam 163 “O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben teslim olanların (müslümanların) ilkiyim.” Musa da baygınlık geçirtecek kadar ikna edici bir gece sahnesinin ardından Allah’a ve O’nun mesajına ilk olarak kendisinin iman edeceğini söylüyor. Aldığı mesaja emin olarak ilk teslim olan Musa oluyor. 7 Araf 143 Mûsâ, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisine konuşunca, şöyle dedi: “Rabbim! Bana kendini göster, seni göreyim!” Allah, “Beni asla göremezsin; ama şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni göreceksin” dedi. Rabbinin kudreti dağa tecelli edince, onu paramparça etti, Mûsâ baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: “Seni noksan sıfatlardan uzak tutarım, tövbe edip sana yöneldim. Ben iman edenlerin ilkiyim.” Zümer 11’de hangi mesaj olduğu bildiriliyor ve Zümer 12’de Muhammed bir kez daha teslimiyetini ifadeye davet ediliyor. 39 Zümer 11 De ki: “Ben dini yalnızca O’na halis kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum.” 39 Zümer 12 “Ve ben, teslim olanların (Müslümanların) ilki olmakla emrolundum.” Kelimeleri kutsallaştırmayıp, manalar güzelce düşünüldüğünde ben bir çatlak göremedim. Siz gördünüz mü? Ama elbette Kuran, hidayete erenleri ulaştırdığı aynı ayetlerle “sapmak isteyenleri” saptırır. Kuran’da çelişki görmek isteyen ancak kendi çelişkileri içerisinde kıvranıp durur da farkına bile varmaz. 124 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Araf Üzerinde Bilinçli Cahiliyet Bak biz ne güzel de inanıyoruz! Hem Allah’a inanıyoruz, hem her Allah diyene, hem de Allah yolunda her söylenene, her yapılana! Ne kadar da eminiz doğru yolda olduğumuzdan! Mevlitler yapıp şekerler dağıtıyor, hocaları ağzımız açık, gözümüz yaşlı dinliyoruz. Hele bir de sahabeden heyecanlı heyecanlı olağanüstü hikâyeler anlatıyorlarsa değmeyin keyfimize! Ağlayarak mutlu olup, üzülmekten haz alan, arabesksiz yaşayamayan bir milletiz biz. 125 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Tiz sesli adamlardan nağmeli ilahiler, ağlayarak ya da ağlar gibi yaparak okunan Kuranlar dinlerken hayallere dalıp gideriz. Ne Zühruf 44’de ne dendiği önemli bizim için ne Al-i İmran 7 bizim derdimiz. Onları hocalar biliyor, biz bilsek ne olur bilmesek ne! Biz zaten dinimize teslim olmuşuz! Ne insana boyun eğenler kimdir diye düşünürüz, ne de İslamiyet nasıl bir teslimiyet umurumuzda. Delille, ikna ile, bilerek, tatmin olarak inanmak da neymiş! Zaten inanıyoruz ya işte. Sade, basit, düşünmeden… Bilip de kafayı mı üşütelim! Bilmemek ne hoş bir tembellik! Bir kelime-i şehadetle ve inandık demekle iş bitmiş ne güzel! Bilmemek daha güzel!!! Bir biz müslümanız! Din adına aykırı her söz söyleyen kâfirdir, münafıktır, gavurdur, ateisttir ya da çok gizli planlar peşinde koşan din düşmanı kimselerdir! Doğduğumuzdan beri duyduğumuz dine tam bir teslimiyetle teslim olmuş, bir yerlerimizin ucunu düğün dernekle kestirip “Müslümandır” diye onay belgemizi almış, onunla mutmain olmuşuz işte. Allah’ın vahyini sorgulayıp kafir mi olalım!!! Fecr neymiş, güneş nereden nereye doğru kayarmış, ettehiyyatüde ne diyormuşuz umurumuzda olmaz bizim. Allah’ın sünneti nedir bilmesek de peygamberimizin anlatılan sünnetine teslim olmuşuz biz. Ne dediğimizi bilmediğimiz namazımızla ocağın üstündeki yemeğin taşıp taşmadığını ya da elektrik faturasının neden çok geldiğini düşünerek kıyam eder, bel ağrımızı ve dizimizin kireçlenmesine isyanla yatar kalkar, sağ ayağımızı kıbleye dikkatle diker oturur, meleklere selam verir ve böylece cenneti kazanırız biz! Hele bi de subanallahla başlayıp, subanalla, subha, subha, suba, sba, sba… elemdülillah, elemdülil, elemdülil, elemdü, elemdü, elemü, elem, lem, lem… Allahuekber, Allaakber, allakbe, alakbe, lakbe, lakbe, balak, balak… diye 33’er defa tesbihimizi çektik mi içimizde bir huzur peydah olur! Musa Firavunla neler yaşamış, Haman kimmiş, Musa Harun’a neden kızmış, Meryem tek başına mihrabında ne düşünmüş, Süleyman’ın mülkü ne demekmiş, Davut’un yanına tırmananlar bize ne ders verirmiş, Salih, Nuh, Hud, Yusuf tebliğlerini nasıl yapmışlar, İbrahim’in tevhide 126 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı uzanışı nasıl olmuş bizi hiç ilgilendirmiyor! Onları âlimlerimiz bilir! Bahçe sahiplerinden, mağarada uyuyanlardan, Hüdhüdden, Belkıs’ın tahtından, Zülkarneyn’den , sivrisinekten, ameneresulünün anlamından ve 19’dan bize ne!!! Ah davam, ah derdim diyen muvahhid… İyi ki varsın. Dindarların durumu böyle işte… Dini umursamayanlar zaten ayrı âlem. Durum içler acısı. Arabesk isteyenler için tam arabesklik, acıyı seven bir ümmet için en acınası zaten. Ama yanlış şeylere üzülüyor, yanlış şeylere seviniyorlar. Bindikleri dalı kesiyorlar da haberleri yok. Kılığına kıyafetine bakılarak peşinde koşulan insanlar yüceltilmekte… Kürklere yedirilmekte sosyete yemekleri. Makamına memuriyetine bakılarak abartılan insanlar… Zenginliği ve sözü geçerliğiyle övülen insanlar… Yeryüzünde kitleleri peşinde koşturan Firavunlar ve Hamanlar… Hep övülmekteler… Ve galip gibiler… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı tahtlarını altından çektikleri diğer o eski firavunlar ve o eski Hamanlar gibi… Kazanın doğurduğuna inanıp öldüğüne inanmıyorlar. Sihirbazları, kâhinleri, azizleri, papazları, hocaları ve hahamları kendi gösterileriyle destek vermekte… Hamanları dev aynalarında ağır ve oturaklı… Musalar ne yapsa inandıramıyor… Kendileri gibi sihirbaz zannediliyorlar… Benim gösterim daha cümbüşlü… Benim taraftarlarım daha çok… Sense düşmanlarımdansın suçlamaları… Hep suçluyorlar… Aynen öncekiler gibi… Mazeretleri hazır… Tıpkı Musa’nın yüzüne vurup yumruğunu hatırlatarak üstün gelmeye çalışanlar ya da Lut’la akılları sıra ne temizmişsin diye alay edip aşağılayanlar gibi… Parayı veren düdüğü çalıyor. Geçici dünyada tahtlarına kurulanların çoğu kölelerini kandırmaya devam ediyorlar… Cariyeler de halinden memnun… Yalanına kendi bile inanmış da hizmetçinizim diyen Firavunlar kutsanıyorlar… Bu nasıl bir akıl tutulması ki hizmetçilere 127 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı köle oluyor evsahipleri… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı daha önceleri de ayakların baş, başların ayak olmuş olduğu gibi… O bizdendir çığlıkları, ona kurban sunulan yürekler… Avuçlar şişmiş alkışlardan… Gözlerde böbürlenme üstüne böbürlenen bakışlar… Onurlar kıl olmuş derinlerde, gurursa üstünmüş gibi yükseklerde… Öbürleri öbürleri öbürleri… Öbürlerine sorarsan öbürleri öbürleri… Hep ayrıştırıyorlar… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı daha önce başkalarını öbürleyenler gibi… Ağdalı sözlerine kulak verilip coşkuyla dinlenip büyük hak veriliyorlar… Bayrak yarışında bayrağı ele geçirmiş diye, kendilerini yarışın tek galibi zannediyorlar… Olamamış kalabalıklar, olmuş zannettikleri kahramanlarıyla, ham kahramanlar oluyorlar… Tek başına kaldıklarında değersizleşiyor ve cahillikleriyle baş başa kalıyorlar… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı bir zamanlar değerliyken ve alkışlanırken, şimdi tek tek kalıp da değersizleştirilmişler gibi… Boyuna posuna bakılarak peşinde koşulan insanlar da kutsanmakta… Firavunlarının zenginliğini kendi zenginliği zannedenler çığlıklarla coşuyor… Firavunlarının sözlerini kendi intikamları zannedenler hazla sarhoş olmuşlar… Firavunlarının sözü dinlenirliğini kendi sözü dinlenirliği zannedenler… Ve Firavun’un dinini kendi dini zannedenler… Allah’ı sever gibi kahramanlarını seviyorlar… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı daha önce başka kahramanları da kutsamış olanlar gibi… Ağdalı ve galip hitabetlerine bakılarak peşinde koşulan insanlar övülmekte… Ama sen ne söylesen boşa… Bir sadakat ki Allah’a yok… Bir övünüş ki Allah için değil… Bir övgü ki Allah’a yapılmamış… Bir şükür ki Allah’a edilmemiş… Bir güven ki Allah’a duyulmamış… Bir iman ki Allah’a özgülenmemiş… Bir sevda ki Allah’a gösterilmemiş… Ama Allah’a ulaşma yolunda zannedilmekte… Aynen öncekiler gibi… Tıpkı öncekiler gibi… 128 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Göle maya tutturmaya çalışıyorlar. Okunmamış Kuran’dan sekiz tane kısa sureyi Arapça ezberleyince tamamdır zannediyorlar. Kuran’ı kendi diliyle okuyan zındık! Kuran’dan öğüt veren sapmış! Kuran bize yeter diyen mutezile! Kuran’ı anlayabiliriz diyen akılsız, anlayamayız diyen dindar! Kuran eksik diyen aradığını kitabın dışında bulur, Kuran eksiksizdir diyen aklını ilah edinmiş! Şu Kuran da Kuran diyenler var ya bunlar ya oryantalist, ya misyoner ya da delirmiş!!! Allah onları asla lütfuna nail etmeyecekmiş! 7 Araf 48-49 A’râf ashabı, simalarından tanıdıkları bir kısım kimselere seslenip: “Gördünüz ya, ne topladığınız mallarınızın, ne onca taraftarlarınızın, ne de büyüklük taslamalarınızın ve o çalımlarınızın size hiç bir faydası olmadı!” O cennetlikleri göstererek “Sahi, şunlar “Allah, bunları asla lütfuna nail etmez.” diye yeminler edip hor gördüğünüz kimseler değil miydi? İşte onların ne yüce mevkide olduklarını şimdi anladınız değil mi? derler ve sonra o cennetliklere dönerek: “Buyurun girin cennete, derler, size korku ve endişe olmadığı gibi, siz asla üzüntü de görmeyeceksiniz.” 129 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Mağara Ehli ve Köpek Örneği Kehf Suresinin Düşündürdükleri Sıkıldım artık dedi. Anlamıyorum. Bırak der gibiydi bir fısıltı. Durdu, düşünmeyi düşündü, mutluluğu, gülmeyi… düşünüp de bulmayı… anlamaya heves etti… ve sonra bir kez daha okumaya başladı Kehf suresini. Anlamıyordu hala. Anlayamıyordu işte. Allah’ım katından bana bir rahmet ver dedi. Okumaya devam etti. Tekrar ve tekrar. Daha da ağır, daha bir tek tek… Derken kitabı göğsüne düştü, uyuduuuu gitti! “Sabah olup uyanınca her şey yine aynı kalsa” diye bir melodi yansımış, vurulmuş kulaklarına!… 130 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Beş bin beş yüz sene önce yaşayan köpek ile bugün ayağınızın etrafında dolaşan köpek arasında yaşam ve gelişmişlik düzeyi ile ilgili ciddi bir fark göremezsiniz. Ne derseniz deyin ne yaparsanız yapın aynı şekilde dilini sarkıtarak soluyan bir köpektir o. Aynı şekilde karnını doyurma peşinde, aynı sadakatle sahibine bağlı, aynı duygularla saldıracağına saldırgan. Her iki devirde yaşamış olan köpekleri alıp zamanda yolculuk yaptırın ve onları birbiri ile yer değiştirin, onlar için değişen pek bir şey olmayacaktır. Ama insan öyle mi? Bundan üç yüz yıl önceyi düşünün. Sene 1714. Sultan 3.Ahmet’in İstanbul’u lalelerle donattığı, Baltacı Mehmet Paşanın yıldızının parladığı, İbrahim Müteferrika’nın bu topraklardaki kırılma noktalarından birine doğru koştuğu, Deli Petro olarak bildiğimiz Rus İmparatoru 1.Petro’nun sağa sola saldırdığı, Katerina’nın ünlendiği, Karel 12 ya da 12.Charles olarak tarih sayfalarında karşımıza çıkan ve Demirbaş Şarl olarak bildiğimiz İsveç kralının Osmanlı’daki sığınma günlerinin sona erdiği, Johann Sebastian Bach’ın paskalya bayramlarına beste yetiştirdiği günler ve İngiliz Henry Mill’in ilk daktilonun patentini aldığı yıl. Tüm bu saydığımız isimleri ve Petersburg sokaklarında iki tane kemik bulmak için dolaşan bir sokak köpeğini 1714 yılında uyutsaydık ve bugün (2014) yeniden uyandırabilseydik neler hissederlerdi bir düşünelim. Sultan 3.Ahmet İstanbul’da yükselen gökdelenlerin arasında kalmış tarihi eser yıkıntılarının arta kalanını görse bile o eski başkentinde gururla dolaştığı gibi gezemezdi. Yaşadığı sarayın girişine bir tanıtım levhası dikilmiş, etrafına bir yığın beton bina inşa edilmiş olacaktı. Kendi sarayına girmek için kendisinden müzekart istenir, şaşkınlığından küçük dilini yutmasa bile Beyazıt’tan Eminönün’ne inene kadar muhtemelen kaybolur ya da dar sokaklardan hızla inen bir toptancı kamyonetinin altında kalırdı. İbrahim Mütferrika bırakın matbaayı, her köşebaşında bir reklamcıyla, ozalitçiyle, fotokopiciyle ve Sultanahmet caminin önündeki banklarda 131 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı serbestçe kitap okuyan bir tursitle karşılaşacaktı. Turistle karşılaşır diyorum, çünkü bizimkilerin elinde hala kitap yok!!! Katerina hakkında çıkmış dedikoduları duyduğunda, Deli Petro elindeki silahlarla yapamadığını kalemle yapmaya çalışanları gördüğünde muhtemelen çok şaşırırdı. Demirbaş Şarl sığındığı ülkenin burası olduğuna muhtemeldir ki asla inanamazdı, hele bir de kendi ülkesini görseydi! Bach yeni bestelerinin Billboard listelerine giremediğine yanardı. Henry Mill herkesin elinde bir telefon ve onun dokunmatik ekranına parmaklarıyla yazı yazanları görseydi herhalde öldüm de cennete geldim zannederdi. İşin esprisi bir yana insan cinsinden her kim olursa olsun üç yüz sene uyusun ve sonra uyansın varsaydığımızda müthiş bir şaşkınlık, gözlerine inanamazlık, belki sevinç, belki üzüntü, belki de çaresiz bir depresyon görürdük. Çünkü insan sürekli ol’makta olan bir varlık. Sürekli gelişiyor. Aklını kullandığı ölçüde çıkıyor ya da batıyor. Her şeye rağmen düşünme ve düşündüğünü hayatına uygulama ve de seçme kabiliyetine sahip. Düşünceleri ile karşılık bulabildiği bir dili var. İyi ya da kötü kullanımıyla onu hayata istediği biçimde bağlayan bir kalbi var. İşte tüm bunlar ve tüm sayamadığım farklı özellikleri nedeniyle insan deneniyor. Denenme süreci aynı zamanda ol’uş süreci. Ne kadar iyi bir şey olacağına insan kendisi karar veriyor. Ama 1714 yılında Petersburg sokaklarında dolaşmakta olan ve dilini sarkıtan o köpek için çevre şartları ne kadar değişirse değişsin tek derdi yine iki parça kemik olacaktır. Şaşkınlığı asla uyuyup da uyanan ya da ölüp de dirilen bir insan kadar dehşetli olmayacaktır. Ona verilen çevre şartları her ne ise kısa zamanda o şartlar içinde kemiğini aramaya devam edecektir. Ne söylerseniz söyleyin o köpeğe, size bakıp dilini sarkıtıp “acaba bana bir kemik verir mi?” diye mahsun mahsun gözünüzün içine bakacaktır. Elinizdeki akıllı telefonun, sırtınızdaki montun, arkanızda yükselen gökdelenin ya da havadan cihazınıza yönlendirilmiş olan radyo dalgalarının o köpek için anlamı yok denecek seviyededir. Arabanın altına girip yatar ama arabanın motorunun, kaportasının, kaç model 132 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olduğunun ve teknolojik özelliklerinin anlamı yoktur onun için. Altı serindir sadece. Bu yüzden o köpek değil biz hesaba çekileceğiz. Ona verilen belli. O çerçevede yaşamına devam ediyor. Karnını doyurduktan sonra bir binanın kapısının önüne çöküp iki kolunu öne doğru uzatıp uyuyor. Değil 300 sene, 300.000 sene sonra da uyansa onun için değişen bir şey yok. O köpek uyandığında bizim kadar bir dehşete kapılmayacak. Kuşlar da, böcekler de, bitkiler de öyle. Ama bize verilenler belli. O hayvanlar asla düzene düşman olmuyor ama insan öyle mi? İnsanımız bilinçli olarak cahil bırakılmıştır. Bunun işaretleri bugün tamamen ortaya çıkmış durumdadır. Bu sadece din değil hemen her konuda böyledir. Din olması gerekenin tam aksine bağlayıcı ve gerçek bilgiye karşı duvar örücü bir afyon olarak damara verilmiştir, bu da bir gerçektir. Ama bu afyon din gerçek İslam ve gerçek din değildir. Bunu anlamanın yolu Kuranı konuştuğumuz dilde okumaktan geçer. Kehf suresini okuyup okuyup, efsanelerin peşinde mağara ehli kaç kişiydi, kaç yıl uyudular, aslında uzaya mı çıktılar, yoksa dondurucuda donduruldular mı gibi kurgularla gereğinden fazla uğraşıp, ilmi ilim sahibi biyoloğuna, matematikçisine, fizikçisine, arkeoloğuna bırakmayıp kıssadan ders almayı pas geçer olmuşuz. Oysa Kuran bir öğüttü, bir dersti, bir hatırlatmaydı. Düşünenler ancak ibret alırdı. Maalesef bu bizim cahilliğimizden ve cahilliğimizden henüz kurtulamamış olmamızdan. Her şeyi bilmemiz gerekmiyor, ama her şeyden ders alabilmemiz gerekiyor. Asıl faydalı ilim bu olsa gerek. Hiç şüphe yok ki mağaradan uyanıp da çıktığımız gün gerçekten korkmamız gerekenin kim olduğunu kesin bir bilgiyle anlayacağız. Peki kimdir bizi cahil bırakanlar? Dış güçler mi? Dış güçlerle işbirliği yapmış içerideki hainler mi? Şeytan mı? Hayır biziz. Kendimiziz. Birey olarak kendimiziz. Ol’mak istemiyoruz, zor geliyor. İnsanı kendinden çok kendine düşman eden yine insan. Şeytan ya da başka birilerinin verdiği sadece vesvese. İcraate dökense 133 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı hep biz oluyoruz. Ne kitap umrumuzda, ne Allah’ın ne dediği! Oysa kitap göğsümüzde olmalı bizim. Onunla yatmalı onunla kalkmalıyız. Ol’mak için masallara değil gerçeğe uyanmak gerek. Anlamak için başkasının düşüncelerinden çok kendi düşüncelerimize odaklanmalıyız. Bunu anlatmak zor ve anlamak zor gibi gözükse de, iman edene çok kolay. Allah var, ahiret var. Yeniden uyanacak, yeniden dirileceğiz. Şeksiz şüphesiz. 134 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Din Alanında Diploma!!! Avam Bir Nevzuhurdan İncilerle E-5’in sol şeridinden giderken 80 km. yazan hız tabelasını gördünüz ve trafik akış hızına kaptırıp 120 olan hızınızı 80’e düşürdünüz. Sağınızda bir motosiklet, onun önünde bir kamyon var. Arkanızda biten bir araba bagaj kapağınızın 60 santim gerisinde uzunlarını yakmış “çekil yolumdan ben geçeceğim, ben!” diyor. Ehliyetinizi yeni almış acemi bir sürücüsünüz ve yavaş ve tedbirli hareketlerinizle usta(!) şoförlerin algısına oturmuşsunuz. Sokak arasında park edecek bir yer buldunuz ve ortalama bir hızla park etmeye çalışıyorsunuz. Daha önce hiç acemi olmamış (!) biri caddenin başından 135 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı hızla geldiği arabası ile sokağınıza fren bile yapmadan giriyor ve on saniye sizi beklemektense hem kornaya basıyor, hem de camı açıp ehliyetinizi nereden aldığınızı soruyor. Semtinizdeki caddede normal hızınızla seyrediyorsunuz. Önünüzde de zaten bir başka araba var. Onun önünde de başka bir tane. Peşpeşe sıralanmış saygılıca gidiyorsunuz. Arkanıza yanaşan minibüs sağınızdan solunuzdan geçmeye çalıştığı yetmiyor, bir de sizi tehlikeye atacak biçimde refüje (orta kaldırıma) doğru sıkıştırıyor. Halinden tavrından, kornasından, freninden ve motoru bağırtmasından “bu yollar benim, bu yol minibüs yolu ve buraların mafyası benim” mesajını alıyorsunuz. Ekmeğinizi ve gazetenizi sepetinize koymuş olduğunuz bisikletinizle yolun sağından sağından giderken arkadan süratle gelen hafriyat kamyonu hiç yavaşlamıyor ve size o kadar silme geçiyor ki, azıcık tereddüt edip heyecanlasınız, düşüp kamyonun altına yuvarlanmanız işten değil. Kamyon şoförünün, tavrıyla ve taşıdığıyla, buralarda iş yapıyorum, malzeme taşıyorum ben, sense keyfince bisikletle geziyorsun, der biçimde dikiz aynasından sana baktığını görüyorsun. Yaya geçidinde durmuş ve karşıdan karşıya geçeceksiniz. Tam yol boşaldığında adımınızı atmaya kalktığınızda 150 metre öteden gelmekte olan arabanın selektör yaptığını fark ediyor ve adımınızı geri çekiyorsunuz. Araba hiç yavaşlamadan önünüzden vızzt diye geçip gidiyor. Tekrar adımınızı attığınızda bu kez halk otobüsünün kornasına bastığını duyuyor geri çekiliyorsunuz. Yanaştığında tam önünüze geldiğinde duruyor ve yaya geçidinin üstünde yolcu almaya kalkıyor. Önünden geçeyim şu otobüsün bari derken, sizi umursamadan tekrar hareket ediyor. Yine geri çekiliyorsunuz. Bu yol arabaların, sen aşağılık bir yayasın, trafik kurallarına değil bana uyacaksın edasıyla gelen arabalar yüzünden karşıya geçmek için dakikalarca beklemek zorunda kalıyorsunuz. Işıklı bir yaya geçidinde yeşil yandığında karşıya geçmek için hızlı adımlarla yürümeye başlıyor ve karşıdan gelenler olduğu için de sağ 136 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı tarafı kullanmaya gayret ediyorsunuz. Ama karşıdan gelen iri yarı adam sizinle aynı tarafı kullandığı ve sizi dikkate bile almadığı için oranıza buranıza çarparak geçiyor. Siz toparlanıp karşıya geçene kadar yeşil ışık kırmızıya dönüşüyor. Son iki metreniz kalmışken arabalara yeşil yandığında yolun ortasında sizin geçmenizi beklemeye tahammül edemeyen bir araba yüzünden iki şeridin ortasında kalakalıyorsunuz. İki tarafınızdan da arabalar vızır vızır geçiyor ve size küfrediyorlar. Ne olduğundan habersiz, yol bize ait, ne işin var yolun ortasında diye el kol işaretleri yapıyorlar. Semt pazarındasınız. İki kilo kuru soğan, bir beşlik patates, biraz domates, kıvırcık ve bir bağ yeşil soğan alacaksınız. Ama tezgâhlara ulaşmak ne mümkün! Pazar sadece tezgâhtarlara ve bu kadınlara aitmiş gibi bir hava esiyor etrafınızda. Pazara alışveriş yapmak için değil de başka maksatlarla çıkmışlar ve oraları sahiplenmişler gibi bir ortam. Aylardan sonra evden çıkmış da pazarı görünce çılgına dönmüş gibi dolaşan… veya aniden pazarın orta yerinde durup sevinç çığlıkları atarak karşılaştığı tanıdıklarıyla biteviye bir muhabbete başlayan… ya da başka insanlara bakıp incelemekten olağanüstü haz alarak yürümekte olan kadınların bilinçsiz tacizine maruz kalıyorsunuz. Bir anda elinizdeki poşet sizin farkınızda bile olmayan bir kadının elindeki pazar arabasının çıkıntısına takılır gider. Bir anda topuğunuza topuğunuza vuran bir bebek arabasıyla irkilirsiniz. Tam tezgaha eğilip patatesinizi alacağınız sırada etrafında kim olduğunu umursamadan önünüze uzanan kadının iki tane kocaman …esinin ortasında kalakalırsınız! Bir şey de söyleyemezsiniz. Anlayamadığınız kadar hızlı ve feryat figan karşılıklarla siz bile kendinizi suçlu zannedersiniz. Aniden avazı çıktığı kadar bas bas bağıran bir iç çamaşırcı ile kulaklarınızdan çivilenir gibi olursunuz. Ayaklarınızın üzerinden geçen malzeme çekerlerin demir bilyelerini ise saymıyorum bile. Pazar onlara aittir. Sense kim olasın ki, uyarmaya kalkıyorsun insanları! Sanal ortamdasınız ya da somut mekânlarda. Ne oyunlara kendini kaptırmışlara uymuşsunuz, ne porno sitelerde geziyorsunuz. Ne maçlar 137 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı umrunuzda, ne arkadaş sitelerinde sahte gönüller eğlendiriyorsunuz. Ne kahvehanede okeye dalmışsınız, ne barlarda manita peşinde! Ne televizyon başında saatler harcıyorsunuz, ne mahalle komşularınızla dedikoduya dalmışsınız. Boş işlerden yüz çevirmiş, okuyor, araştırıyor, öğreniyor, düşünüyor ve düşüncelerinizi paylaşıyorsunuz. Hızla gelen bir fikir adamı facebook âlim kaynıyor diyerek sizi aşağılıyor. Ne güzel işte insanlar faydası olmayan işleri bırakmış dini, kitabı, Allah’ı konuşuyor. Bu çekememezlik neden? Boş laf üretenler er geç kenara çekilmek zorunda kalır. Bu korku neden? Bırakın herkes alim olma yolunda ilerlesin. Ne gidiyor elinizden? Derken kırk sene yazı yazmış ama iki kişiye faydası dokunmamış bir yazar üzerinizden otobüsle geçiyor. Kendi yazdıklarından bile habersiz ve kendi yazdıklarının ilhamını bile unutmuş bir başka ünsüz ünlü, sen de kimsin, çekil yolumdan diye size selektör yapıyor. İmam bir minibüs şoförü (iyilerini tenzih ederim) sağınızdan solunuzdan geçerken size buralar benim diyor, senin tecrüben ne ki bu alana park etmeye çalışıyorsun! Hafriyatçı bir başka akademisyen “ben iş yapıyorum, taşıdığım yüke bak, yıllardır buralarda yıkılmış dinin hafriyatıyla denizi doldurup yol yapıyorum” diyerek sizi altına almaya kalkıyor. Sizin gödüğünüze kıymet vermeyen ve önünüzdeki yol çalışmasını göremeyen bir hatip, bagajınıza dayanmış uzunları yakmış, çekil lan kenara geçeceğim diyor. Her yer sahiplenilmiş. Ne park edecek yer var, ne vasat bir hızla gideceğiniz bir semt yolu. E-5’den gitseniz tıkalı, sahil yolunda bitmeyen bir otel inşaatının bağlantı yolu! Otobana çıksanız zaten kamyon terörü. Otobüsler ve minibüsler insan değil de kurbanlık koyun taşır vaziyette. Semt pazarı ise zaten her türlü sahiplenilmiş. Evet ortalık âlim kaynıyor. Ama herkes kendini dinliyor. İnsana saygı yok ki fikrine olsun! Eskisinde yok ki yenisinde olsun! Tüm bunların arasında peygamberleri ve onların önünü kesmeye çalışanları düşünün. Sen ümmisin, avamsın. Din adamı değilsin bir şey değilsin! Senin dediğinden ne çıkar denen Muhammed’i mi ararsın! Müşriklerin; sen öyle mazlum mahsun bir adamdın, ne oldi sana böyle 138 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı diyerek yollarınden çekmeye çalıştıkları Salih’i mi! Yaptığı gemi ile dalga geçilen Nuh’u mu istersin yoksa görüşlerinden dolayı ateşe atılmaya kalkılan İbrahim’i mi! Sihirbazlarla yarışan acemi Musa’yı mı ararsın, din adamlarına karşı çıktığı için çarmıha yollanan İsa’yı mı? Pekçoğu avamdı, pek çoğu acemi, pek çoğu nevzuhur! İşte tüm o müşrikler fikrin ne olduğundan çok o elçileri aşağıladılar ve bir anlamda din alanında diploma istediler onlardan. Aynen bugün kaşar peynirine dönüşmüş bazı fikir adamı ve yazarların insanların söylemlerinden rahatsız olup din ve fikir alanında diploma istedikleri gibi. Önünde kurallara uygun giden arabadan ehliyet soran kural tanımaz kamyon şoförü gibi. Yola adımını atmaya kalkan yayaya selektör yapıp çekil yolumdan diyen trafik teröristi bir halk otobüsü gibi. Gelin tüm düşünenler, tüm yazarlar, tüm akademisyenler ve tüm sözü dinlenir ileri gelenler; farkına varmadan kendinizi ilahlaştırmayın. Yolların sahibi siz değilsiniz. Hele dini anlatıyorsanız anlatın ama tek yetkin görmeyin kendinizi. İlmi Allah verir. Din alanında diploma istemeyin kimseden. İlahiyat diplomanızla, makamınızla ya da peşinize çok kişi takılmış olmanızla değil makbul ve güzel işlerinizle ereceksiniz huzura. Fikirlere karşı fikirlerle mücadele edin. Ben buyum, sen şusun demekle değil. Şeytan da öyle demişti. Ona benzemeyin. Nevzuhur diyerek aşağılamayın. Siz ezelde gökten mi düştünüz? Usta şoför olduğunuzu iddia ettiğinize göre siz de acemi değil miydiniz bir zamanlar? Hele sevdiklerimiz, hele sevip de faydalandıklarımız, örnek aldıklarımız, kendileri için dualar ettiklerimiz… Hele siz sakın onlara benzemeyin. Bırakın herkes fikirlerini özgürce söylesin. Tutarsızlıklar zaten zamanla eriyip gider. Her soruya cevap vermek zorunda da değilsiniz, kendinizi ispatlamak zorunda da. Kısas güdün. Fikre karşı fikirle savaşın, belden aşağı vurmayın. Ortamın elverdiği ölçüde konuşun elbette ama bir yerde dosdoğru söz söylerken başka yerlerde lafı ağzınızda geveleyip de anlaşılmaz hale getirmeyin. 139 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Sahiplenmeyin her yeri. Siz de gelip geçicisiniz, biz de. Ne kadar güzel ki, isimlerinizle değil fikirlerinizle seviliyorsunuz. Son iki yılda tanıdığım çok sayıda müminden edindiğim izlenim şudur ki; tam da olması gerektiği gibi, çoğunun her birinizin fikirlerine katıldığı gibi katılmadıkları da var. Hatta bir konuda birinizin, diğer konuda bir diğerinizin fikrini benimseyen çok sayıda inanan var. Ortak olan en önemli nokta Kuran merkezli gidiyor oluşunuz ve şirke bulaşmama gayretinizdir. Sizler her biriniz kendi alanınızda ufuk açıyorsunuz. İster tarihçi olun ister fizikçi, ister ilahiyatçı olun ister felsefeci, ister Arizona’da yaşayın, ister Samsun’da, ister Kürt olun ister Türk. Siz birbirinizi tekfir etmeyin ki sizi sevenler de etmesin. Uyananlar sizden faydalanıyorlar ve sizi hep aynı platformda görmek istiyorlar. Fikirlerinizin çatıştığı noktalar bile tevhide yöneldiğiniz sürece insanların gözünde birinizi diğerinizden değerli kılmıyor. İnananlar tarafından yapılacak eleştirilere daha da açık olun. Biz size hata yapma şansı veriyoruz, siz de bize verin. Uyandırdıklarınıza dönüp, niye uyandın, bu kadar da uyanmanı istemezdik, bu işi ancak ben bilirim der gibi davranmayın. Bizi kırmayın. Arkadaş olun bizle. Hoca olmayın bize. Biz de hoca olmayalım kimseye. Sözlerinizde samimiyseniz hizipleşmeye, ayrışmaya değil bir araya gelmeye, aynı platformlarda olmaya çabalayın. Aynı hedefte, aynı yoldayken birbirinizi itmeyip, çarpmayıp, bir araya getirin. Allah’ın verdiği bu fırsatı elinize yüzünüze bulaştırmayın, bulaştırmayalım. Yılların şoförüsünüz diye refüje sıkıştırmayın ne bizi, ne birbirinizi. Yollar sadece size ait değil, hepimiz aynı yoldayız. Umrumuzdasınız. O eskiden dini oyuncak edenlere benzemeyin. İlahımız değil arkadaşımız, kardeşimizsiniz. Ol’dum demeyin, ol’uyorum deyin. 140 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Sıcak Cihad|Savaş Tevbe Suresinin Düşündürdükleri Tugay komutanı brifing (bilgilendirme) salonuna girdiğinde bütün tabur ve bölük komutanları verilecek emri merakla bekliyorlardı. General sözüne başlamadan önce herkes pür dikkat kesilmiş, bu ateşkes sürecinde karşılaşacakları zor durumlarda kanun dışına çıkmamak ve yanlış bir iş yapmamak için nasıl davranmaları gerektiğini anlamak ve rahatlamak istiyorlardı. Herkes haritanın başına toplandı. Ama komutan haritaya değil ast birlik komutanlarının gözlerine bakıyordu. Bu hava içerisinde bilgilendirme başladı… 141 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Arkadaşlar biliyorum ki çok üzgünsünüz. Topraklarımıza, halkımıza ve askerlerimize saldıran düşmandan intikamınızı almak için de operasyon yapılmasını istiyorsunuz. Sizi anlıyorum ama biz intikam için değil barışı, güvenliği ve huzuru sağlamak için buradayız. Duygularımızdan çok aklımızla, eğitimimizle ve yasalar çerçevesinde bu işi yapmak durumundayız. Düşmana ültimatom (kesin uyarı) verildi. Antlaşma imzalandı. Yaklaşık 120 gün sürecek olan bu süreç içerisinde çok zorunlu durumlar haricinde harekât yapmayacağız. Sınırlarımıza saldıran düşman ülkenin temsilcileri Ankara’da meclise gelerek anlaşma şartlarına imza atmış durumdalar. Anlaşmaya göre düşmana ciddi bir gözdağı verilmiştir. Eğer yaptıkları saldırılardan vazgeçerlerse kendileri için daha iyi olacağı, eğer anlaşma şartlarından cayarlarsa bize karşı başarılı olmalarının mümkün olmadığı ve en sert bir şekilde karşılık alacakları kendilerine bildirilmiştir. Elbette siz komutanlar da, askerleriniz de anlaşma şartlarına göre karşılaşacağınız zor durumlarda nasıl davranmanız gerektiğini merak ediyorsunuzdur. Arkadaşlar, eğer herhangi bir durumda düşman birliklerinden bireysel olarak anlaşma şartlarından herhangi bir şartı göz ardı eden ya da düşman birliklerine lojistik ve istihbari destek sağlayan birileri olursa onlar anlaşma kapsamında değildir. Bu tip durumlar dışında barış sürecinde kışlalarınızda eğitiminize devam edeceksiniz ve asla düşmana herhangi bir harekât ve operasyon icra etmeyeceksiniz. Düşmana saldırılarından vazgeçmeleri ve barışa katkı vermeleri için tanınan bu 120 günlük süre bitiminde ise tekrar size saldırmaya başlarlarsa siz de onlara saldırabilir ve onları tespit ettiğiniz yerlerde vakit geçirmeden etkisiz hale getirebilirsiniz. Bunu yapabilmek için karşılaşacağınız durum çerçevesinde tabur görev kuvvetleri ile etraflarını sarabilir, kuşatabilir, ikmal ve kendi aralarında karşılıklı destek sağlayabilecekleri tüm geçiş noktalarını küçük manevra birlikleri ile tutabilir, sahadaki tüm güçlerinizle ateşe ateşle karşılık vererek size uzanan tehdidi ortadan kaldırabilirsiniz. Ancak eğer vazgeçerler ve bulundukları durumdan saldırarak değil de barış isteyerek kurtulmak 142 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı isterlerse kontrollü bir biçimde önlerini açın ve onları koruyarak sınır dışına çıkarın. Eğer size saldıran herhangi bir düşman askeri sizden aman dilerse, size beyaz bayrak açarsa, size teslim olursa ona dokunmayın. Onu esir alarak güvenliğini sağlayacak şekilde uygun bir yere götürün ki intikam duygusuyla herhangi bir askerimiz tarafından saldırıya maruz kalmasın. Düşman ülke maalesef ne yaptığını bilmiyor ve düşman askerlerinin bazıları belki de bu çılgınlığa isteyerek uymuş olmayabilir. Ankara’da ateşkes yaptığımız düşman ülke dışında kalan diğer ülkeler ise bu sözü vermiş değillerdir. Ama onlar barış içerisinde olurlarsa biz de barış içerisinde olmalıyız. Bize ateş etmeyene ateş edemeyiz. Buna rağmen her zaman dikkatli ve tetikte olmalısınız. Su uyur düşman uyumaz. Sorumluluk alanınızı gözetleme cihazlarınızla, termal kamera ve radarlarınızla sürekli tarayın, kestirme cihazlarınızı etkili kullanın ve tedbirli olun. Eğer sizi alt edeceklerini anlarlarsa halka da yönelir; ne çoluk çocuk dinlerler, ne kadın erkek, ne de antlaşma. Yüzünüze gülüp hoşunuza gidecek şeyler söylerken içten içe planlar kurarlar. İçlerinde böyle yapmayanlar olsa bile bilin ki çoğu böyledir. Kendi menfaatlerini daima barışa ve düzene tercih ederler. Maalesef onlar bu kadar gözü dönmüş durumdalar. Dikkat edin. Onlar antlaşmaya uymayıp, sivilleri de hedef alabilirler ve her durumda antlaşma metnini göz ardı edebilirler. Yine de vaz geçer, barış şartlarına uyar ve onları hayata geçirmeye yanaşırlarsa artık kardeşinize, arkadaşınıza nasıl davranıyorsanız, onlara da öyle davranın. Düzeni bozan, savaşı devam ettiren siz olmayın. Ama tabii ki antlaşmaya rağmen, yine sözlerini tutmaz ve ülkemizin kurulu düzenini bozmak için saldırırlarsa bu durumda elebaşlarını ele geçirmeye ve karargâhlarını yok etmeye çalışacağız. Bu harekât planlarını da alay komutanları ile ayrıca yapıyoruz. Eğer karargâhlarını 143 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ele geçirirsek bu durumda saldırılara son vermek durumunda kalabilirler. Eğer içinizde savaşmaktan korkan personeliniz varsa onları söyleyin, önce Allah’tan korksunlar. Siz toplumunuzun güvenliğini sağlıyorsunuz. Haklı olan sizsiniz. Sözünden dönen, sizi topraklarımızdan çıkarmak isteyen bir düşmandan mı korkuyorsunuz? Eğer güveniniz varsa korkunuz da olmaz. Bize saldırdıkları sürece Allah’a ve birbirimize güvenerek onlarla savaşacağız arkadaşlar. Hatta onları mahvedeceğiz. O saldırganlar dünya âleme rezil olacaklar. Bu da sizin elinizden olacak. Allah bizimle, zafer bizim olacak ve insanlarımız Allah’ın izniyle bu dertten kurtulacak. Ve sonra bize karşı onların kalbindeki öfke de inşallah bitecek. Allah affeder, o durumda biz de affedeceğiz. Ayrıca bu savaş bizim imtihanımızdır arkadaşlar. İçimizde eğer bize ihanet edecek birileri varsa ki buna yönelik duyumlar alıyoruz, onlar da bu süreçte emare verecek, ortaya çıkacaktır. Ülkesini savunmak için savaşanlar ve düşmana bilgi sızdırmayanlar, milletine ihanet edenlerden ayrılacaktır. Hainler ortaya çıkacaktır. Allah her şeyi bilir. Bunu askerlerinize de böylece söyleyin. Onlar da bilsinler. Ola ki içimizdeki hainlerin bir kısmı da düşmanla işbirliği yapmaktan cayarlar. ….. Kısa mı oldu uzun mu oldu bilemedim ama, şu yukarıdaki öyküde okuduklarınızdan sonra, komutanın sözleri arasında (benim hatalarım varsa müstesna) bulunduğu şartlar göz önüne alındığında ciddi bir yanlışlık ve kötü niyet gördüğünüzü düşünmüyorum. Ama eğer bu sözlerin bir benzeri Allah’a ait olsaydı, çevirmenlerin bir kısmı anlamına ulaşamadıkları kelimeleri kutsallaştırarak… “120 günlük barış süreci” yerine “4 aylık haram aylar” “Savaş” yerine “cihad” 144 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Vazgeçmek” yerine “tevbe etmek” “(şu özellikteki) düşmanlar” yerine “müşrikler” “teslim olmak, barış istemek, aman dilemek” yerine “Müslüman olmak” veya “salat etmek” ya da her salat geçen yere yapıştırıp “namaz kılmak” “saldırgan tutumundan vazgeçmek, kötü niyetinden arınmak” gibi kelimeler yerine “zekât vermek” “antlaşma, sözleşme” yerine “ahid, yemin” “Ankara” ya da “meclis” gibi kelimeler yerine “Mescid-i Haram” “vazifeli komutan” yerine “Allah’ın elçisi” “sözleşmeye aykırı hareket” yerine “yeminini bozmak” “(şu özellikteki) düşman komutanları” yerine “küfrün önderleri” “güven” yerine “iman” “karargâhları ve elebaşlarını ele geçirin” yerine “boyunlarını vurun” …ve benzeri kelimeleri kullanacaklardı ve ardından şöyle itirazlar gelecekti. “Allah, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” diyor, bu olmaz!!! “Allah, boyunlarını vurun” diyor, bu olmaz!!! “Allah, hep savaş istiyor, bu olmaz!!! … ve biliyorsunuz işte, daha neler neler… İşte yukarıdaki sahnede geçen kelimeler de Türkçe değil de Arapça olsaydı generali dinleyen komutanlar da “bu paşa ne saçmalıyor” diyeceklerdi. Aynen bugün Kuran’ı, Türkçeye tercüme edilmediği halde tercüme edilmiş gibi geçerken anlamı saptırılmış ya da tek bir anlama saplandırılmış veya gereksiz yere kutsallaştırılmış arapça ya da farsça kelimelerle okuyup da itiraz edenler gibi. 145 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yukarıdaki hikâyede geçen kelimelerin karşılıklarını ya da benzerlerini Arapça kelimelerden seçseydim, hikâye gerçek anlamıyla anlaşılamaz hale gelir, konu bütünlüğü diye bir şey kalmazdı. Sanki bir askeriye ortamını değil de efsanevi / fantastik bir hikâyeyi dinliyoruz zannederdik. Dolayısıyla kalbimize inmeyen kelimeler havada kalır, alacağımız bilgiyi yeterince alamazdık. Neden böyle oluyor biliyor musunuz? Birincisi; okuduğumuz meallerde geçen kelimelerin çoğu hala Türkçe değil, çoğunda Arapça kelimeler aynen kullanılıyor. İkincisi; bazı kelimeleri anlamak yerine kutsallaştırmışız, dilimizde kalıp, kalbimize anlam inmiyor. Üçüncüsü; ayetlerde söylenen her şeyi anlatıldığı çerçevede değil, ne olursa olsun her şartta dini hüküm zannediyoruz. Dördüncüsü; geleneksel anlamlar içimize öyle işlemiş ki bağlam içinde farklı bir anlamda kullanılmış olabileceğini düşünmekten korkar olmuşuz. Beşincisi; anlatının ortasından bir cümleyi cımbızla çeker gibi çekip, bağlamından koparıp, işte hüküm budur diyoruz. Altıncısı; Allah’ın kelimeleri üzerinde derin derin düşünmekten, onların gerçek anlamını bulup da beğenmemekten korktuğumuz için hoşumuza giden ilk duyduğumuz açıklamaya inanıyoruz. Yedincisi; Kuran’ı gereğinden daha hızlı okuyoruz. Anlamadan geçiyoruz. Şu hikâyemi okudunuz. Dikkatli gözlerden kaçmamıştır; komutanın hemen tüm sözleri Tevbe suresinde ve (bir ayeti ile) Muhammed suresinde bir benzeri ile geçmektedir. Bir çeviriymiş gibi algılanmasın diye ilgili ayetleri buraya yazmadım. Okumamış olanlar ya da tekrar okumak isteyenler şimdi Kuran’ı açsın ve Tevbe Suresinin ilk 16 ayetini okusun lütfen. 146 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Okuyanlar görecekler ki Allah müminlere kendilerini ve toplumlarını savaşın en kızıştığı bir ortamda nasıl korumaları gerektiğini en barışçı biçimde anlatıyor ve bir komutan gibi motive ediyor, destekliyor. Bunu yaparken tüm merhametini sadece müminler üzerine değil müşrikler üzerine bile tecelli ettiriyor. Yukarıdaki komutan bulunduğu ortamda ne kadar haklı ve merhametliyse, Allah ve müminler de Tevbe suresinde anlatıldığı ortamda ondan çok çok daha fazla haklı ve merhametliydiler. Sapanlar ve saptırılmış biçimde bakanlar Allah’ın bugünkü en barışçı söylem sahiplerinden bile daha barışçı ve merhametli olduğunu göremezler. Üstelik Tevbe suresini bugüne izdüşürürsek Allah’ın, O’na iman edip güvenen bir mümin askere savaşın inceliklerini öğrettiğini görürüz. Dikkat ederseniz göreceksiniz ki savaşta iç ve dış istihbaratın, çatışma ve barış şartlarının uygulanma biçimlerinin, düşmanın nasıl ve nerede kuşatılması gerektiğinin, kritik arazi ve tesisleri kontrol altına almanın, savaşta ağırlık merkezinin nereye verileceğinin, askeri motive edebilme sanatının, esirlere karşı muamele şartlarının ve daha birçok hususun temel noktalarına işaret ediliyor. Kuran’a kötü niyetle bakan kötü görür, oradan beslenir ve imandan uzaklaşır. Tutar savaştığı düşmanına namaz kıldırmaya, kırkta bir zekât verdirmeye, kelime-i şehadet getirtmeye, mezhebini sormaya kalkar… En ufak bir şüphede kafasını keser, karısını kızını cariye eder. Hiçbirini yapmamıyorsa da bunları yapanlara sesini çıkartmayıp, gerçek dini bu zanneder. Allah belki de böyle emretmiştir diye aklı sıra bilgisizce düşünür ve ya onlar doğruysa korkulu bir zanla içten içe destekler. Allah’ı bile bilmeyenler Allah adına savaşmasını bildiklerini zannediyorlar. İyi niyetle bakansa gerçeği görür ve o gerçekten beslenir, elinde silah tutsa bile onu hakkıyla tutarak hem uyanık hem de barışçı olur, imanı artar ve doğru işler yapar. Aynı ayet insanları hem doğru yola iletebilir, hem de ortadoğuyu kana bulayanlar ve onları destekleyenlerde olduğu gibi saptırabilir. Anahtar insanın kalbinde. 147 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Lokman’dan Babalara/Annelere Öğütler Lokman Suresinin Düşündürdükleri Okula giderken ve gelirken emniyette mi oğlumuz? Kafasına girip onu yanlış şeylere ve kötü alışkanlıklara yöneltecek olanlar var mıdır? Ya kızımız okul yolunda tacizlere karşı yeterince güvenlikte mi? Peki okulun etrafında ve hatta içinde dolaşan saptırıcılar, bonzaiciler, üçkâğıtçılar var mı? 148 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Acaba çocuğum eline mesleğini alabilecek mi? Yoksa işsiz mi kalacak? Evlenebilecek mi? Nikâhlandığı eşiyle geçinebilecek mi? Daha onlar genç, çocuklarına bakabilecekler mi? Onlara bir mal mülk, miras bırakabilecek miyim? Biz ölürsek onlar hayatlarını yoksulluğa düşmeden idame ettirebilecekler mi? Ne olacak gelecekleri? Kuran bir hatırlatmadır, bir derstir, bir öğüttür. Onu öğüt alabilmek için değil de sevap kazanmak için, arapçasını ezberleyip namazda söylemek için, çerçeveletip duvara asmak için, ölülere göndermek için okursak… “ya onu yanlış anlarsam” diye korkarak kendimiz okumaktan vazgeçersek… o müthiş tavsiyeleri almamız ve o salâtı hayata tatbik etmemiz mümkün olmaz. Kitabın çeşitli bölümlerinde olgunlaşmakta olan ve akıl yürütmek isteyen her insana öğütler vardır. Eğer anladığımız dilde okumazsak, o dersler yerine bize anlatılan hikâyeleri din ve hayat zannederiz. Lokman suresi ebeveynlerin işte bu endişelerine ilaç kıvamında bir derstir. Bazıları Lokman suresinde Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerin çocuklara ders olacağını söylüyor. Bu bence doğru değil. Tam tersine asıl öğüt Lokman’ın şahsında annelere ve babalara verilmektedir. Çocuklarınıza böyle yaklaşın diye. Üstelik sadece babadan oğula değildir Lokman’ın söyledikleri. Babadan oğula, babadan kıza, anneden oğula, anneden kıza, hiç fark etmez. Bu kapsamda Lokman suresinde açık açık bir babanın (ve elbette annenin) oğluna (ve elbette kızına) nasıl bir ebeveynlik yapacağının incelikleri sadece birkaç kalemde, ama düşünürsek derinden derine anlatılmıştır. Lokman suresi Allah ve ahiret inancı çerçevesinde anne baba olmayı açık bir biçimde öğreten bir suredir. Tam bu konuların ortasında Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerle, aslında ebeveynlere asıl endişelenmeleri gereken konuların ne olduğu ve bunları çocuklarına nasıl aktaracakları anlatılmaktadır. Ben de bir babayım. Kendimi de ayırmadan söylüyorum ki; keşke hepimiz yazının başındaki sıkıntılarımıza kafayı taktığımız kadar Allah’ın bize şu surede 149 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı öğrettiklerini kafayı takarak, bunları çocuklarımıza öğütleyebilecek kadar iyi öğüt almış ebeveynler olabilsek! hakkıyla Hani çocuklarımızı okul yolundan ve amacından çevirmek için onlara yanaşabilecek kötü niyetlilerden haklı olarak endişe ediyoruz ya… Okul yoluna bir şekilde aklımızı kullanıp çeşitli tedbirler alabilir, kötü niyetlilere karşı çocuğumuzu uyarabilir ve tevekkül ederiz. Böylece elimizden geldiği ölçüde çocuğumuzun yeryüzünde emniyetini sağlarız. Peki şu aşağıdaki ayette geçen kötü niyetlilerden çocuklarımızı emniyete almak için ne kadar endişeleniyoruz? İşte çocuklarımızı bekleyen asıl tehlike! 31 Lokman 6 İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. Peki bu ayette anlatılan insanlar okul yolunda mı dolaşıyorlar? Sokaklardalar mı hepsi? Onları nasıl tanıyacağız da çocuklarımızdan uzak tutmaya çabalayacağız? Özellikleri nedir bu serserilerin? 31 Lokman 7 Ona ayetlerimiz okunduğu zaman, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. Çocuklarımızı bu saptırıcılardan korumak istiyorsak demek ki onlara sadece Allah var dememiz yeterli değil. Allah’ın özelliklerini de, Allah yolunda olanların özelliklerini de, Allah yolundan sapanların özelliklerini de ve esas mesele olan şirkin ne olduğunu da anlatmalıyız. Çünkü şirk tüm bu kötülüklerin kapısını açan canavardır. Tüm bunları anlatabilmek içinse önce bizim anlamamız şarttır. Biz anlamamışsak çocuğumuza verebileceğimiz bir şey olmamakla beraber, üstüne bir de o Kuran’ı çocuklarımıza nasıl anlatacağını bilemedeğimiz bir sürü insana teslim etmiş oluruz. Hiç tanımadığımız bir kimseye adı hoca, şeyh, alim vs diye güvenerek, çocuğumuza ne anlattığını doğru dürüst bilmeden nasıl içimiz rahat olarak teslim edebiliriz? Okul yolundan çocuğumuzu 150 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı çevirebilecek bir yabancı için bu kadar endişelenir ve tedbir alırken, Allah’ın yolunda karşısına çıkabilecek yabancıların hangi kılıkta çıkabileceğinden nasıl emin olabiliriz? Demek ki benzer tedbirleri Allah yolunda da almalı, çocuklarımıza karşılarına çıkacak saptırıcılara inanmamaları gerektiğini anlatmalı, o yönde elimizden gelen önlemleri almalı ve tevekkül etmeliyiz. Tüm bunları bize hatırlattığı ve çocuğumuz için bizi uyardığı için de Allah’a teşekkür etmemiz gerekmez mi? 31 Lokman 12 Andolsun, Lukman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik. Kim şükrederse, artık o, kendi lehine şükreder. Kim inkâr ederse, artık şüphesiz, (Allah,) Gani (hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd yalnızca O’na ait)tir. Şükür konusuna döneceğiz. Şimdi bakalım Lokman oğluna hangi öğütleri veriyor, konuya nereden başlıyor… 31 Lokman 13 Hani Lukman oğluna -öğüt vererek- demişti ki; ‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.’ Gördüğümüz gibi Lokman, en temel meseleden, bütün kötülüklerin anası olan şirk’ten, ortak koşmaktan başlıyor. Çocuğuna bırakacağı en değerli mirasın bu bilgi olduğunu bilen Lokman, eğer çocuğum Allah yerine başkalarının peşinden gitmezse, yolundan çıkmaz ve emniyette olur diye düşünmemiş olabilir mi? Örnekleyerek diyelim ki çocuğumuza “sözümden çıkma, benim söylediklerimden başka şey söyleyenlere uyma ve okuluna varana kadar kimseyle konuşma” dersek ve çocuk bunu bire bir yerine getirirse zorla ve güç kullanma haricinde kandırılıp da kaçırılabilir mi? Zorla bunu yapan olursa da çocuk ikna olmamış olacağı için kendisini kaçıranlara bilinçli olarak karşı koyacak, kurtulmaya çalışacaktır. 31 Lokman 14 Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. 151 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. ‘Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır.’ Allah’a şükretmek, ona olan memnuniyeti dili ile yerine getirmek demek değildir sadece. Eğer böyle yapılırsa şükrün en önemli kısmı eksik kalır ve ettiğimiz şükrün hiçbir faydasını göremeyiz. Anne babaya olan şükür de böyledir. Anneye babaya “teşekkür ederim” diyerek memnuniyetini dile getiren çocuk, eğer teşekkür ettiği hediye ya da bilgi her ne ise onu bir kenara bırakıyorsa ettiği teşekkürdeki memnuniyeti de yalandan ibaret demektir. Düşünelim. Ne için teşekkür eder bir insan? Ya bir hediyeye karşı, ya bir uyarıya karşı, ya bir yardıma karşı ve sair ve sair… Örneğin çocuğunuza bir kitap aldınız ve hediye ettiniz. Çocuk size teşekkür etti ve az sonra kitabı bir tarafa bıraktı. Aradan günler, aylar, belki de yıllar geçti ama o kitabı hiç okumadı. O durumda size daha önce teşekkür ederek memnuniyetini dile getirmesinin bir anlamı, bir değeri, yeterli bir doğruluğu kaldı mı? İşte “Allah’a şükürler olsun ki Kuran’ı bize gönderdi” dedikten sonra o Kuran’ı sarıp sarmalayıp ulaşılamayacak en üst rafa koyan bir müslüman Allah’a ettiği bu teşekkürde ne kadar samimidir? Ne okumuştur, ne de hayatına yansıtmıştır. Ve hatta salâtı hayatına ikame etmeyi tamamen başkalarının din anlatılarına bırakmışsa bu daha da kötüdür. Asıl şükür Allah’a değil de Allah’ın kendisine hediye ettiği şeyi başkalarından öğrendiği için, o başkalarına gerçekte şükretmiş olur. Azıcık düşünelim. Bu Allah’a ortak koşmaya benzemiyor mu? Sizin çocuğunuza hediye ettiğiniz kitabı okumuyor ve o kitabı okuyan ya da okuduğunu iddia eden bir başka insanı dinleyerek onun dediklerini doğru kabul ediyor. Size olan teşekkürünün bir anlamı kalır mı? Ya da diyelim ki çocuğunuza vasiyet bıraktınız. O vasiyeti çocuğunuz hiç okumadı ama bir avukata teslim ederek malı paylaştırmasını istedi. Eğer avukat kötü niyetliyse neler yapamaz!!! Hatta bırakın çocuğunuzun arkanızdan size teşekkür etmesini, okumadığı vasiyette yazanların aksine avukat sizin sözlerinizi çarpıtmış ve mal yerine borç bırakmış 152 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı gibi göstermişse!!! …hem vasiyeti, hem de sizi reddeder, hatta belki de sizi kötü sözlerle anar, babam ne biçim bir babaymış diye. İşte Kuran’ı okumayı başkalarına bırakan, sonra da kalkıp, ha inandım diyerek miras diye kabul eden, ha da inanmadım diyerek Kuran’ı reddeden bir insanın Allah’a karşı olan durumunun bu çocuğun durumundan farkı nedir? Kullanıma, icraata geçmeyen bir teşekkürünün kendisine bir faydası olur mu? İşte Allah’a olan şükür, Allah’a teşekkür icraati gerektirir. Dil ile şükretmek, teşekkür etmek tek başına anlamsızdır. Ana babaya olan da öyle. 31 Lokman 15 Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban) hakkında bilgin olmayan şeyi bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve bana ‘gönüldenkatıksız olarak yönelenin’ yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca banadır, böylece ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. İşte çokça sorulan sorulardan birine, Allah’tan net bir cevap daha… Eğer anne baba şirk için seni zorlarsa ne yapacaksın sorusunun Kuran’daki cevabı. Şirk’te onlara itaat etme. Ama dünya hayatında onlara iyilik yapmaya, güzel söz söylemeye ve onları sahiplenmeye devam et. Bundan daha açık bir Kuran olur mu? 31 Lokman 16 ‘Ey oğlum, (yaptığın iş) gerçekten bir hardal tanesi ağırlığında olsa da, (bu,) ister bir kaya parçasından ya da göklerde veya yer(in derinliklerinde) de bulunsa bile, Allah onu getirir (açığa çıkarır). Şüphesiz Allah latif olandır, (her şeyden) haberdardır.’ Tekrar Lokman’ın ağzından çok çok önemli bir öğüt daha. Eğer biz çocuklarımıza Allah’ın her an her şeyi gördüğünü bildiğini yeterince anlatabilirsek, onlar hakkında olan endişelerimizin büyük kısmına da set çekmiş olmaz mıyız? Bunu verebilsek artık bundan sonrası çocuğun hayatıdır. Siz çocuğunuza Allah yerine şeytanı anlatıp durursanız, çocuk şeytandan çekinmez. Şeytanın istekleri çocuğun nefsi istekleriyle 153 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı uyuştuğu için şeytandan korkmaz, hatta o da benim gibi bile diyebilir. Ama çocuğa Allah’ı anlatırsak, anne babasının olmadığı yer ve zamanlarda bile onu gören bilen biri olduğunun bilinciyle hareket ederek nefsinin yanlışlarından dönebilir. Çocuğunuza rivayetlerdeki gibi “bir erkek ile bir kadın yalnız kalırsa üçüncüsü şeytandır” derseniz bu ikaz çocuğunuz için bırakın uyarıcı olmayı çoğu zaman meylettirici olur. Ama çocucuğunuza aynı durumda “üçüncünüz Allah’tır” derseniz caydırıcı olan budur. 58 Mücadile 7 Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir. Ortada bir önem sırası da var. Lokman oğluna ilk önce şirk koşma dedi, sonra Kuran şükret dedi, ardından Lokman Allah’ın her şeyi biliciliğini hatırlattı ve şimdi sıra bakalım nelere geldi? 31 Lokman 17 ‘Ey oğlum, salâtı ikame et, iyiliği öner, kötülükten sakındır ve sana isabet edenlere sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. Lokman oğluna vahyin gereklerini hayatına tatbik etmesini öğütlüyor ve ardından iyiliği öneriyor, kötülükten men ediyor ve tüm buna rağmen başına bir iş geldiğinde de sabretmeyi tavsiye ediyor. Vahyi hayatına tatbik etmek (salâtı ikame) elbette vahiyde ne varsa hepsidir. Bu kelime burada namaz kılmak değildir sadece. Yani salatın ritüel tarafı tüm mana içeriği ile birlikte “salat evrensel kümesi”nin sadece bir “alt kümesi”dir. Sabır da, başına gelene razı olup tahammül etmek değildir. Sabır göğüs germek, davasında mücadeleye devam etmektir. Ayetin sonuna bakarsanız göreceksiniz ki “bunlar azmedilmesi gereken işlerdir” deniyor. Bir kenara çöküp başına gelene razı olarak beklemek azmedilen 154 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bir iş değil, tam tersine vazgeçilen bir iştir. Sabır azim gerektiren bir iş olduğuna göre kararlılık gerektirir, yenilgiyi kabullenme değil. Lokman oğluna olan öğütlerine, Allah da bize olan dersine devam ediyor… 31 Lokman 18 ‘İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.’ 31 Lokman 19 ‘Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.’ Lokman kısaca şirk koşma dedi, sonra şükürle beraber Allah’ı tanıttı, ardından salâtı, iyi olmayı ve sabretmeyi öğretti oğluna. Şimdi de kibirli olma dedi ve bunu hayatına yansıtmaya bir örnek verdi. Yürüyüşünde, konuşmanda saygılı ve nazik bir insan ol dedi. Bağırıp çağırıp öfke ile kalkmaktan, kibirlenip başkalarına caka satmaktan sakındırdı oğlunu. İşte bu kadar. Sana mal bırakacağım demedi. Sana iş bulacağım demedi. Dünyasını değil dünyasıyla beraber ahretini de kurtaracak öğütleri birkaç kalemde verdi. Bizse… Bizse maalesef önce sadece ve sadece 155 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı dünyasını maddeten kurtarmayı hedefliyor, o yöndeki başarılarını öve öve bitiremiyor veya o yöndeki başarısızlıkları sebebiyle çocuklarımızı yerden yere vuruyoruz. Lokman ne yapıyor? Bu öğütlerinden sonra sadece Allah’ı anlatmaya ve O’nun yolundaki engebeleri görmesini sağlamaya devam ediyor surenin devamında. Peki Lokman bu kadar az mı öğüt vermiş oğluna? Şirk koşma, şükret, ana babaya iyi davran, salâtı ikame et, iyilik yap kötülük yapma, kibirli olma, öfkeli ve kaba olma. Bu kadar mı yani!!! Hani diğerleri? Nerede hangi elini kullanacağı, nerede ergenlik sorunları, nerede işi, okulu, nerede hangi işi nasıl yapacağı, nerede diğer neredeler!!! Demek ki Kuran eksik!!! Kella! Eğer böyle diyorsa biri, eksik olan Kuran değil, onun öğütlerini anlamamış olmasıdır. Kuran eksik diyenler bakın rivayetlerde Lokman’ın neler neler daha söylediğini iddia ediyorlar. Sizce bunlar doğru olabilir mi? Hafs bin Ömer’in rivayetine göre, Hz. Lokman yanına bir torba hardal tanesi koyarak oğluna öğüt vermeye başlar. Her öğüt verdikçe torbadan bir hardal çıkarır. Sonunda torbadaki hardal tükenir ve oğluna da şöyle der: “Ey oğul, sana o kadar öğüt verdim ki, şayet bu öğütler bir dağa verilseydi, dağ yarılırdı.” Allah’ın Lokman 16’da verdiği hardal tanesi örneği ne içindi? Allah’ın en ufak bir iyiliği ve kötülüğü bildiği ile ilgili değil miydi? Konu Allah’ın bizi her şeyimizle bildiği değil miydi? Bir de buradaki saptırmaya bakın lütfen!!! Lokman o kadar çok öğüt vermiş ki bir dağa verilse dağ yarılırmış!!! Lokman’a addedilen buradaki iddianın Allah’ın Tur dağına tecelli etmesini hatırlatması sizce bilinçsiz bir ilahlaştırma mı!!! Her biri için hardal koymuş kenara! Dağ yarılırmış! İnsan, oğluna bu kadar çok öğüt vermeye kalkarsa asıl o çocuk “yeter” diyerek yarılır! Bir de Kuran’ın söyledikleri yeterli hikmeti veremezmiş gibi ayetlerin altına yazılarak tefsirlere alınan sözde Lokman öğütleri var… Sanki 156 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Allah onları söylemeyi unutmuş gibi!!! Muhammed’e atılan bunca iftira varken Lokman’a atılmaz mı? Mesela “düğünlere gitme” diyormuş Lokman oğluna!!! Ey oğul! Cenaze merasimlerine katıl. Düğün merasimlerinden de uzak durmaya çalış. Çünkü cenaze sana âhireti hatırlatır; düğün ise dünyaya çeker. Mesela “sus” diyormuş! Ey oğul! Şimdiye kadar susmaktan dolayı hiç pişmanlık duymadım. Çünkü söz gümüşse, sükût altındır. Mesela “kendi milletinden olmayan kızla evlenme” diyormuş! Ey oğul! Kendi milletinden olmayan bir kızla evlenme. Aksi takdirde çocukların ileride sıkıntıdan kurtulamazlar. Mesela “kötü komşu”yu ve “fakir”liği şikâyet ediyormuş oğluna! Ey oğul! Nice ağır yükler taşıdım. Fakat kötü komşu kadar ağır bir yüke rastlamadım. Nice acılar tattım, fakat fakirlikten daha şiddetli bir acı tatmadım. Mesela Lokman’ın oğluna sözde nasıl arkadaş edinmesi gerektiğini anlatmasına bakın! Ey oğul! Birisiyle dostluk kurmak istiyorsan, önce onu öfkelendirecek bir şey yap. Şayet öfkeli iken sana insaflı davranırsa ona yaklaş, insafsız davranırsa uzak dur. Saatler, zaman, hangi zamanların faydalı olup olmadığı insanların çalışması ve bünyesi ile ilgilidir. Ama rivayetlere bakarsak Allah dualara mesai saatlerinde cevap veriyor sanki!!! Ey oğul! Dilini ‘Allah’ım, beni affet’ demeye alıştır. Çünkü öyle anlar vardır ki, o saatlerde Allah duaları reddetmez, istediğini ihsan eder. Lokman görgü kurallarına da girmiş! 157 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ey oğul! Bıyık ve sakalınla oynama. Parmağını burnuna sokma. Yollara tükürme, sesli sümkürme. Elinle sinek kovalamayı terk et. Konu hizmetçilere kadar bile gelmiş! Ey oğul! Hizmetçi ve benzeri kimselerle şakalaşma. Çünkü bunlarla şakalaşmak hakaret ve düşmanlığa sebep olur. Onlara öyle muamele et ki, hem seni sevsinler, hem de senden korksunlar. Bunlar ne amaçla ve hangi korkulardan dolayı söylenmiş olabilir! Ey oğul! Bir kimsenin evinde misafir kaldığın vakit gözlerine dikkat et. Her tarafa bakıp durma. Durumuna vakıf olduktan sonra dine aykırı da olsa sırrını ifşa etme. Yemek arasında çok su içme. Su içerken bardağın içine bak. İçine uygunsuz bir şey düşmüş olmasın. Suyu içerken üç nefeste içiver. İlim ve takva ehli veya herhangi bir sebeple senden ileride bulunan bir kimsenin huzurunda dilini tut. Ve daha neler neler var! Bunların dışında birçok güzel şey de söylenmiş durumda ama bu durum dini doğruluklarına delil değil de, bazı örf ve görgü kurallarının ya da bazı insanların diğer insanlara öğüt verirken peygamber ağzından söylenmiş olması iddiasının ve dinleştirilmesinin daha ikna edici olması ile ilgili olduğu kanaatindeyim. Oysa Kuran, Lokman’ın oğluna gerekli öğütlerini hatırlattıktan sonra yine temel gerçekleri anlatmaya devam ediyor. 31 Lokman 20 Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. (Buna rağmen) İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiç bir bilgiye dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. 31 Lokman 21 Onlara; ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denildiğinde, derler ki; ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ 158 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? 31 Lokman 22 Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah’a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah’a varır. ve Lokman suresi böylece devam ediyor… Bölmek istemediğimden, bu kez ortalamaya göre biraz daha uzun bir yazı oldu. SABREDİP azimle okuduğunuz için TEŞEKKÜR ediyorum. Allah’ın hepimizi öğüt alanlarından, hakkıyla şükredebilenlerinden ve hakkıyla sabredebilenlerinden eylemesi dileğimle… 159 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãta Yürüyüş Salãt-ı İkame | Salãt mı Namaz mı? Bir şeyi öğrenmek istiyorsak o konu hakında sorular sormalı ve cevaplarını bulmaya çalışmalı… Ardından tatmin olduğumuz cevabı davranışa dönüştürmeliyiz ki eğitim tamamlansın. Aksi halde eğitimin/öğrenimin en önemli ayağı eksik kalmış olur. Ancak soru sormak da akıl işidir. Eğer sorular kendi içerisinde sorgulanmamış ön kabuller ve kendi içerisinde tutarsızlıklar içeriyorsa o sorulardan aldığımızı düşündüğümüz cevaplar da ikna edici değil, ön kabullere 160 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı dayalı olacaktır. Bu düşünce çerçevesinde bu kez uzun süredir üzerinde çalıştığım “Kuran’daki salât kavramı” incelememi sizinle paylaşacağım. Niye namaz kılıyorsun diye 100 kişiye sorsak, 1000 kişiye sorsak, bir milyon kişiye sorsak… ve cevap verseler, ama zanna ve aidiyet hissine kapılmadan cevap verseler keşke… Niye namaz kılıyorsun sorusuna, faydalı olduğu için, kulluk etmek için, çünkü dinimizin emri ve benzeri cevaplar vermek, ağaç neden yeşil sorusuna, çünkü yaprakları var demeye benzer. Oysa nedenini en azından yağmurdan ve güneşten almak gerekir. Ve hatta ilimde ilerledikçe kâinatın ilk oluştuğu saniyelerdeki ışık zerrelerinden bile başlatmak gerekebilir. İnsanlar niçin namaz kıldıklarının mantıklı bir açıklamasını (kendi kalplerine) yapamıyorlarsa yaptıkları o şekillerin içinin boş ve amaçsız olduğunu da bilmeliler. Bir yazar olarak sizden istediğim; makalenin tamamı bitene kadar, hem daha önce (geçici de olsa) kabullenmiş olduğunuz kendi fikrinizi unutmanız, hem de makalenin tamamını okumadan benim fikrimi “hmmm şunu söylemek istiyor” diye netleştirmemeniz. Hem siz hem de ben, bırakın namazın vaktini, rekâtını, namaz’ın ne olduğu hakkında bile henüz en ufak bir ön bilgisi olmayan, büyümüş de küçülmüş çocuklar gibi konuya bakalım. Önce meseleleri ortaya koyalım. Görelim ortalama insanlar neler konuşuyor bu konu hakkında. Namazın, Kuran’ı merkeze almaya çalışan müminlerin belki de en çok üzerinde sorular ürettiği alan olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu alanla ilgili genelde karşılaştığımız sorular şunlar: * Namazın nasıl kılındığı Kuran’da geçiyor mu? * Namaz kaç vakittir? * Namaz kaç rekâttır? * Namaz vakitlerinin başlangıcı ve sonu nedir? * Namazda hangi duaları okumalıyız? 161 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı * Namazdaki hareketler Kuran’da nerelerde geçiyor? * Orta namazı hangisidir? * Cuma namazı nasıl kılınmalı? * Cenaze namazı nasıl kılınmalı? * Abdestsiz namaz olur mu? * Namazda kıble neresidir? Yukarıda sıraladığım bu sorular ve benzerlerinde, konuyu temelden ele almak isteyenler için aslında çok fahiş mantık hataları var. Çünkü ne namaz kelimesi, ne abdest kelimesi Kuran’da geçer. Büyümüş de küçülmüş çocuk öncelikle “bu nedir?” diye sormalı değil mi? Bu çocuk Kuran’ı çocuk gibi okumuşsa, kirlenmemiş bilgileriyle “namaz”ı kitapta görmediği için “Namaz nedir?” diye de değil “Salât nedir?” diye soracağı için yukarıdaki soruların hepsi gündemden düşer. Çünkü olmayan şeylerin “nasıl?” diye sorulmasından önce, olan şeylerin “nedir?” diye sorulması lazımdır. Eğer içinizde benim yazılarımı daha önceden okumayanlar varsa, belki de “Aha işte! Birazdan bu da ‘namaz yok’ diyecek. Yakında Kuran’ı da inkâr eder bu.” diye varsayımlar üretmeye başladıklarını duyar gibiyim. Namazın olmadığına emin olmuşsam namaz yok demem de, Kuran’dan tatmin olmamış olsam samimice “ben bu kitaba inanmıyorum” demem de gayet doğal değil midir? Gördüğüm gerçek buysa bunu söylemekte neden sakınca göreyim. Namaz konusunda makalenin en sonunda tatmin olduğum cevabı vereceğim inşallah. Çünkü eğer tatmin olmamış olsam bu yazıyı yazmazdım. Dikkat edin henüz namaz yok da demedim, namaz var da demedim. Lütfen şu kardeşinize değil yazdığı satırlara odaklanın ve onların doğruluklarını ve hatalarını ölçmek üzere süzgecinizden geçirin. Bir alaka… Doğru dürüst bir mesajı ve dolayısıyla sanatsal değeri ve duygusu olan şarkılarla bu günlerde pek karşılaşılmıyor. Ama felsefesi 162 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olan birçok bestenin sahibi ve/veya yorumcusu Sezen Aksu’nun “Küçüğüm, daha çok küçüğüm” şarkısında olduğu gibi, bu yüzden bütün saçmalamamız. Bu yüzden kendimize güvensizliğimiz. Meğer ne kadar az yol aldığımızı büyüdükçe anlıyoruz. Küçüğüz bu yüzden kendimizi merkezde ve önemli zannediyoruz. Bir şey bilmiyoruz. Öğrenmeye çalışıyoruz. Görmediğimiz şeye samimi olarak “vardır” diyemiyoruz. Eğitimin yolu dağa benzer, ne kadar çıkarsanız o kadar yükselir diye bir söz vardır. Her müminin Kuran’ı anlama sürecinde bunu yavaş ya da hızlı bir şekilde yaşadığına eminim. Dinimizi öyle bir bozmuşlar ki onu yeniden ve sağlıklı bir biçimde öğrenmek için çırpınıp duruyoruz. Küçüğüz, daha çok küçüğüz. Neticede yukarıdaki soruları (makale içerisinde sonradan irdelemek üzere) şimdilik gündemden düşürüyorum. Çünkü onlara şimdi vereceğim cevaplar, ön kabullü sorulara dayandığı için alacağımız neticeler de ön kabullere dayalı olacaktır. Şimdi ikinci tip sorulara geçiyorum. Belki birilerinin ön yargılı ve tembelce, namaz kılmaktan kaçındığı için kendi inanmak istediklerini Kuran’a dayatmak için aşağıya sıralayacağım soruları sorduğunu düşünebilirsiniz. Maksadı öyle olanlar da olabilir ama bu soruyu soranların da mümin olduğunu ve aslında “en doğruya ulaşmak isteyen” bütün müminlerin bu soruları (Kuran’a) sorması gerektiğini göz ardı edemeyiz. * Namaz nedir? * Kuran’da namaz var mı? * Namaz dua mı demektir? * Namaz tesbih demek midir? * Namaz okumak mıdır? * Namaz ders midir? * Namaz “es-salât” diye geçenler midir? * Namaz vakitli olan Kuran okuma ve tartışma saatleri midir? 163 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kendisinden farklı fikirler ortaya koyan herkesi art niyetli gören anlayışı burada kınayarak şunu da söyleyeyim. “Kuran’da namaz var mı?” sorusu birçoklarının düşündüğü kadar kötü bir soru değildir. Hatta yerinde bir sorudur. “Adam namaz kılmamak için namaz yok diyor! Namaz zor geldiği için böyle söylüyor! Uymuş birine namazı da bırakmış!” diyerek başkasına art niyet postalarken kendi namazını içi bomboş kılan anlayışı da bağlantılı olarak kınıyorum. Elbette tam tersi biçimde “Bunlar halen cahillikten ve gelenekten kurtulamamışlar! ‘Sadece Kuran’ diyorlar ama putperest ibadetlerini yapmaya devam ediyorlar! Bunlarla benim işim olmaz!” diyenleri de ayrıca kınıyorum. Benim söylediğimse başka bir şey. Ortada yukarıdaki sorular dolaşırken bırakın “namaz keşke olmasa” demeyi Kuran’ı merkeze almış müminler şunu bile diyor olabilirler: “Keşke üç ya da beş vakit namazı net bir şekilde Kuran’da görsem de, içim rahat rahat namazıma devam edebilsem. Bu karmaşa beni çok rahatsız ediyor.” Belki de bir mümin şu benim makalemi “inşallah namaz vardır diyecek şekilde ispatlar da ben de faydalanmış olurum” diye okuyor da olabilir. Ancak bu düşünce bile kötü bir düşünce olmamakla beraber halen bir ön kabul barındırır. Eğer “inşallah namaz yoktur” diyerek okuyorsa aynı şey onun için de gereklidir. O yüzden bu incelememi yaparken o ön fikirlerden kendimi de mümkün mertebe uzak tutmaya çalıştım. Fikrimi ispat etmek için değil, gerçek nedir diye bu incelemeyi, aklım elverdiğince yapmaya çalıştım. Çünkü eğer namazı ispatlamak için yazsaydım, Kuran bana bu fırsatı belki de verir ve belki de kendimce ispatlardım. Ya da tam tersi bir niyetle yola çıksaydım aynı şeyi o düşünce için de yapabilirdim. Oysa yapılması gereken her ikisi de değil, büyümüş de küçülmüş o çocuk olabilmektir. İşte o çocuk şu yukarıdaki ikinci tip soruları da sormaz. O çocuk, ne bir rekâttan ne de namazdan haberdardır. Var da demez, yok da demez. Yoksa yokluğunu, varsa olduğunu henüz bulamamış, bilememiş bir çocuktur. Açmış kitabı okumaya başlamış ve karşısına “salâtı ikame” diye bir şey çıkmış. 164 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı O büyümüş de küçülmüş çocuğun, tertemiz kalbiyle, önyargısız olarak ve kendi dilinde direterek ayağa kalkıp soracağı ilk sorular şunlardır: * Salât ne demek? * İkame ne demek? 165 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | SalSalin Salât’la çok uğraşacağı için düşündü taşındı ve o halde “ikame” sözcüğünü önceleyeyim dedi bu kardeşiniz ve gördü ki; çok da karmaşa verecek bir kelime değil “ikame” kelimesi. Arapçada “ikame” kurma, dikme, ayağa kaldırma, konma, konaklama, ayağa kalkma, ayakta durma anlamlarına geliyor. Türkçede ise yerine koyma, yerine kullanma, ayağa kaldırma, ayakta durdurma, ayakta tutma, ortaya koyma, yerine konulan, yerine geçen, kondurma, oturma, iskân etme gibi çok benzer anlamlarda kullanılıyor. İkame mal hukukta birbirlerinin yerine geçen, konulabilen mal demek. İkame kelimesinin akraba olduğu kelimelerden ilk fark ettiklerim şunlar: Aramice’de kayyım, Türkçeye geçmiş kayyum (yönetici, bekçi, bir şeyi vekaleten idare eden), Arapçada kayyum (ebedi, kalıcı), kıyamet, kıyama (birlikte ayağa kalkma, kalkışma), ikamet (konaklama), 166 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı istikamet (doğrultma, düz gitme, doğruluk; Türkçede ise, yön, doğrultu olarak anlamı tahrif olmuş durumda), kaim (duran, var olan), kavim (bir yerde yerleşik olan halk, ulus, kavim), kaymakam (kaim makam) (başka birinin yerinde duran kimse, vekil), kayme (bir şeyin yerine geçen kaim olan şey, Osmanlıda kağıt para) kavme, kıyam (durma, ayağa kalkma, hep birlikte ayağa kalkma, kalkışma), kıvam (bir arada durma, mukavemet, konsistant= tutarlı, istikrarlı, bağıntılı, sürekli), kıymat (değer, nicelik, durdu, değerli idi, Arapca kııma, Türkçede kıymet), makam (durma yeri, mevki, yer, konak, istasyon, konut, müzikte perdede seslerin duruş yerleri), mukavemet (karşı durma, direniş, direnç), mukavim (mukavemet eden, direnen, mukim (ikamet eden, konaklayan), müstakim (dik, doğru “sıratı müstakim gibi”), takvim (düzeltme, doğrultma, reform, konum belirleme, enlem ve boylam ölçme yılın günlerine göre güneş ay ve yıldızların pozisyonunu “durdukları yeri” bildiren astronomik tablolar) İşte bu akraba kelimeler “ikame”nin anlamını netleştirmede epeyce işimize yarıyor. Hem Kuran’da kullanılışları hem de toplum içinde kullanılışlarından “salat” her ne ise “ikame”nin onu ayakta tutmak, onu kaim bulundurmak, onu kurmak, onu olması gereken yere koymak olduğu anlaşılıyor. Bütün kıyamet ise elbette “salât”ta kopuyor. Salât; kök, yalın, tamlama durumunda, deyimsel ve mecazi olacak şekilde birçok anlamı olan bir kavram “gibi” görünüyor. Bu çok anlamlılık çokça da dillendirilerek kelime, farklı kişilerce farklı anlamlarla anılıyor. O halde kök anlamına gidelim diyerek sözlükler ve fihristler karıştırmaya başladığımızda aynı durum orada da karşımıza çıkıyor. Bu kez hem kelime hem de kökte farklı anlamlarla karşılaşıyoruz. Klasik fihrist, lügat ve diğer kaynaklarda şu anlamları görülüyor: Dayama, destekleme, yönelme, bir şeyi ateşe yaslama (elbeyan), odunu ateşe verme, bağlantı, bağ kurma, bağlantı kurma, sözleşme, eylem, din, din ile ilgili her şey, vahiy, vahiyle ilgili her şey, yaşama dair her şey, dayanışma, ders, öğrenim, yüklenme, namaz. 167 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Farsça sözlüklerde: Vahiy, destek, bağlanma, dua, namaz (Hint, Sanskritçe orj. namaste). Türkçe sözlüklerde: Namaz, dua (TDK), bağ kurma, yükünç (Karahanlı Sözlüğü), yükünme, yükünç (Divanü Lugat-it-Türk). Vikipedide: Namaz, eğilmeleri. dua, bağlantı, ateşetapanların ateş önünde Fransızcada: Yalvarış, ibadetler, ayinler. İngilizcede: Dua, hizmet, fayda, ayin, ibadetler. Latincede: Konuşma, hitabe. Çincede: Dua, yönelme. Hintçede: Yönelme, dua, selamlama, eğilme. Tay Dilinde: Seçme hakkı, dua. Doğu Afrika Dillerinde: Uygulamalar (swahhili), işler, hareketler. Bütün bu anlam kargaşasından sonra çık işin içinden çıkabilirsen! O halde başka bir çare bulmalı bu çocuk! Daha önce bazı yazılarımda da belirtmiştim. Allah’ın muhteşem kitabı Kuran, bizim için aynı zamanda bir sözlük vazifesi görüyor, demiştim. Hatta öyle bir sözlük ki bugünkü Arapların bile bence dillerindeki kelimeleri “ıslah” etmeleri için Kuran’ı tekrar tekrar inceleyip kendi dondurucularına attıkları, gerçek anlamını unutup da zayi ettikleri donmuş kelimelerini oradan çıkarmalılar ve geleneksel anlamlara dönüştürmeleri ve kutsallaştırmaları neticesinde bozulan dillerini onlar da gözden geçirmeliler. Dolayısıyla Kuran’da salât kelimesine rastladığımızda bunun bağlam içinde ne anlama geldiğini Kuran’dan anlamak durumundayız. Sözlük anlamlarına da elbette bakacağız ama hangi sözlük anlamının nerede kullanıldığını ve/veya hangi mecazda ve hal içerisinde tonlandığını bize Kuran işaret ediyor olmalı. Aksi takdirde keyfi ve yanlı olarak “bence şu anlam geçerli” denebilme ihtimali göz önüne alınırsa, isteyerek ya da 168 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı istemeyerek anlam tahrif edilmiş olabilir. Biri okumak der, diğeri ders, diğeri destekleme, diğeri namaz, diğeri bilmem ne! Eğer kendimiz de Kuran üzerinde çalışmazsak kafamızı toplamak epey zaman alır. Salât kelimesini Kuran’da incelediğimizde diğer birçok kelime ile akraba olduklarını görüyoruz. Kökte “sad” ve “lam” ile bir araya toplayabileceğimiz ilgili kelimelerden aile içinde olanlar şunlar: Sl, sal, salah, salât… Yakın akrabalar ise şunlar: Salih, salihat, ıslah, ıslahat, salevat, salli, salla, musalla, tusalli, musalli, yusalli… Bir de uzak akrabalar var: Yusale, kusala, salebu, fassal, mufassal, fisal, asal, salsalin, fesale, salden, vassal. Ayrca bir de salât kelimesi ile komşu olanlar var. Onlarda sad harfi olmadığı ve sin kökenli oldukları için kan bağı görünmüyor: Sbh, sabah, tesbih, hesab, sabi, yusabbi ve sair kelimeler onlar. Bir kenara yazalım. Onlara gerektiğinde “bağlanacağız” inşallah. Biz tekrar salât’a dönmek ve öncelediğimiz kök anlamını Kuran’da bulmak istiyoruz. Ama kök ne bilmiyoruz? Kimileri S-L-Y diyor, kimileri S-L-W ya da S-L-V, kimileri S-L-H… Kimileri belki de S-L-T zaten köktür diyor. Ama biz avam’ız, ortadireğiz, ümmiyiz, bir geleneğe “bağlanmış” giderken gözümüz açıldı ve Kuran’dan ancak haberdar olduk, yeni okuyor, yeni yeni anlıyoruz. Allah’tan ilim dileyip anlamaya çalışıyoruz. O halde konuyu çok dağıtmadan bunların hepsinde ortak olan Sad ve Lam harflerini alıp, kökün de köküne inip Kuran’da “Sal” diye okuduğumuz tüm kelimelerin anlamlarına göz atalım, olmaz mı? Allah niyetimizi biliyor. O’nun izniyle inşallah bir şey buluruz. Söylenenlerden biri bile çıksa, o artık tatmin olduğumuz bir anlam olur. Temeli atmış olur ve diğerlerini de bunun üzerine inşa ederiz. Ne güzel de olur! Oldu da… Kuran’da yakın ya da uzak akraba diyerek “sad” ve “lam” harflerinin bir araya geldiği tüm kelimeleri gıdım gıdım çıkar(dım)dığımızda yerine cuk diye oturan “bağ”lar “bağlantı”lar (“link”ler) buluyoruz ve bilinen kök anlamlardan hangisinin en geçerli olduğu ortaya çıkıyor. 169 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bu arada ilginç ve manidar bulduğum bir detayı da vereyim. “Salât” ve sonunda “te” olmayan “Salah/Salih” kelimelerinin kitapta birbirlerine çok yakın sayıda geçtiğini gördüm. Elimde profesyonel olarak bu işi yapacak bir “uygulama”m olmadığı için eğer eşit sayıda geçiyorlarsa da bunu tespit edemedim. Benim sayımımda “salât” bir fazla görünüyor. Neyse asıl konuya, kök anlama dönelim. “Sal” olarak yalın halde olan kök kelime Kuran’da dört yerde (37:163, 38:59, 69:31, 83:16) geçiyor. Saffat 163’de, birkaç ayet öncesinde Allah’la cinler arasında soy “bağı” kuran müşriklerin “ateşe yaslanacakları, atılacakları” belirtilir ve hemen arkasından meleklerin dilinden Allah’ı “tesbih” ettikleri kendi dilleriyle anlatılır. Sad 59’da birbirlerini dünyada iken veli edinip bağlanan ve hesap günü geçmişleri hakkında tartışan müşriklerin yine “ateşe yaslanma, atılma” durumu tasvir edilir. Hakka suresinde kitabı sol eline verilen cehennemliğin sözlerinin ardından 30’uncu ayette Allah’ın “onu yakalayıp bağlayın” emri gelir ve 31’inci ayette yine “ateşe yaslayın, atın” denir. Ardından “çünkü” denir “o iman etmiyor ve yoksulu yedirmiyordu”. Mutaffifin suresinde yalanlayanların Allah’la irtibatlarının kesileceği 15’inci ayette belirtildikten sonra 16’ncı ayette cehennemle irtibatlandırılacakları, “ona yaslanacakları, atılacakları” belirtilir. Dikkat ettiyseniz dört ayette de ortak şeyler var. Manidardır, ateşe “yaslanmak, yollanmak, atılmak” şeklinde anlamlandırabileceğimiz şekilde kullanılan “sal” kelimesi dört surede de etraflarında başka bağıntılardan bahsedilerek anlatılıyor. Birincisinde soy bağı kuran müşrikler, ikincisinde dünyadayken birbirlerine bağlanan müşrikler, üçüncüsünde Allah’ın “onu bağlayın” emri, dördüncüsünde de “Allah’la bağlarının kopması” olan kelimelerle “sal” kelimesi destekleniyor. Ayrıca kelimeyi altı farklı ayette daha (4:30, 4:56, 4:115, 37:64, 56:94, 74:26) farklı formlarıyla görebilirsiniz. İkisi hariç hepsinde de cehenneme “atılma, yaslanma” şeklinde meallendirilmiştir. Sadece 37:64’de cehennemde “biten” ağaç için, 74:26’da ise “sekar” için kullanılmıştır. sekar’ın anlamlandırmasında ihtilaflar olmakla beraber 170 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “sekara yaslayacağım” şeklinde çeviriler vardır. Neticede hepsinde bir “bağlantı” söz konusudur. Bu ayetlerden çıkan sonuç şu ki; salât kelimesini aradığımızda sözlüklerde karşımıza çıkan “sal” kök anlamlarından “yaslama” Kuran’da kullanılmış olanıdır. Ve üstelik bu kök anlam her defasında bir “bağlama, bağlantı” ile birleştirilmiş durumda. Elinizde odunlar var ve siz onu ateşe atarsanız ısınırsınız. Ateşle odunu birbirine bağlamalı, birbiriyle birleştirmelisiniz ki ortaya bir verim çıksın. Yoksa elinizde odun taşımanızın bir anlamı yok… Haklı olarak diyebilirsiniz ki “yaslamak” kök anlamı tamam da, bu “bağlama” konusu senin yorumun. Ben de öyle dedim. Eğer “sal” ile aile içinden ve yakın akrabalardan olan “salât, musalla, tusalli, salli, salih, salihat, salâvat, musalli, yusalli, salla, ıslah, ıslahat” gibi kelimeleri bu düşünce ile açıklamaya kalkarsam ve “bağ” konusunda yanılmışsam o kelimelerin anlamlarında da yanılabilirim. O halde aynı kökten olsun olmasın “sad” ve “lam” harflerinin sözcük içinde yanyana geçtiği, “sal” olarak okunduğu ve anlamlarında ihtilaf olmayan diğer tüm kelimelerin Kuran’daki anlamlarına bakalım. “yusale” kelimesi üç yerde (2:27, 13:21, 13:25) geçer. Birleştirmek, ulaştırmak anlamında kullanılır. 2:27’de Allah’ın ahdini tanımayıp “birleştirmek istediği şeyi kesenler”in kayba uğrayanlar olacağı belirtilir. 13:21’de Allah’ın “ulaştırmayı istediği şeyi ulaştıranlar” övülür. 13:25’de Allah’ın “ulaştırmayı emrettiği şeyi kesip koparanlar” lanetlenir. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “salebu” kelimesi dört yerde (4:157, 5:33, 7:124, 20:71) geçer. İple asıp, bağlamak anlamındadır. 4:157’de İsa için “onu asmadılar” denir. 5:33’de Allah’a ve elçisine savaş açanlara ve bundan vazgeçmeyenlere öngörülen alternatif karşılıklardan birinde “asılmak” geçer. 7:124’de Firavun’un sihirbazlara “sizi asacağım” tehdidi vardır. 20:71’de yine 171 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Firavun’un “sizi hurma dallarına asacağım” dediği geçer. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “fassal” kelimesi Kuran’da sekiz yerde (6:97, 6:98, 6:114, 6:119, 6:126, 7:52, 17:12, 7:133) geçer. Tafsilat kelimesi buradan türemiştir. Detay, unsur anlamındadır. Her defasında Allah “ayetleri detaylarıyla, tafsilattaki bağlantılarıyla birbirini açıklayacak şekilde, farklı farklı bağlantılı anlamlarıyla, bağlantılı olarak farklı üsluplarda anlattığını” belirtir. 6:97’de kara ve denizin karanlıklarından kurtulup aydınlığa çıkmak ve yol bulmak için yıldızların var edilişi ile ayetlerin bağıntılı olarak açıklanması aynı ayette geçer. 6:98’de insanların tek bir nefisten yaratılıp sonra bir karar ve korunma yerine yerleştirildiği ile ayetlerin tafsilatlı oluşu aynı ayette geçer. 6:114 de 7:52 de kitabın tafsilatlı oluşunu belirtir. 6:119’da haram kılınan yiyeceklerin tafsilatlı olarak açıklandığı belirtilir. 7:12’de gece ile gündüzün birbirine bağlanması ve kitabın da bağlantılı ve detaylı açıklanmış olduğu yine aynı ayette geçer. Özellikle 7:133 çok manidardır. Firavun’un şehrine gönderilen musibetlerin birbirini takip eder şekilde bağlantılı, fasılalı olarak gönderildiğini belirtmek üzere kullanılan “müfessalat” kelimesi aynı zamanda “salât” kelimesini de içinde barındırır. Sizce bu ayetlerde bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “kusala” kelimesi iki yerde (4:142, 9:54) geçer. Anlamı “üşenerek, ilgi alaka kurmadan” demektir. Salata isteksizce, üşenerek kalkmak ve infak ederken isteksizce vermekten bahsedilen ayetlerdir. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “salden” kelimesi 2:264’de geçer. Anlamı “çıplak, sert, bağıntısız” demektir. Gösteriş için infak edenlerin, infakın gerçek manasını bilmediklerini açıklamak üzere, yaptıkları davranış, üzerinde toprak bulunan bir kayanın yağmur yağdığında o toprakla bağıntısının kalmamasıyla, ayrılmasıyla benzeştirilir. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? 172 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “fesale” kelimesi iki yerde (2:249, 12:94) geçer. Bir yerden bağını koparmak, ayrılmak anlamındadır. Birincisinde Talut’un ordusunun bulunduğu yerden ayrılması anlatılır. İkincisi ise çok manidardır. Çocuklarının kafilesinin Mısır’dan “ayrılması” anında Yakup’un Yusuf’un kokusunu aldığı belirtilir. Ayrıca yedi ayette de (37:21, 42:21, 44:40, 77:13, 77:14, 77:38, 78:17) ayırım gününe (yevm-il fasl) atfen benzer formlarda kullanılır. Sizce burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “vassal” kelimesi 28:51’de geçer. Bağ, vasıta, aracı anlamındadır zaten. Ayette vahyin birbiri ardınca bağlı ve peyderpey geldiği belirtilir. Elbette burada bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsediliyor. “asal” kelimesinin açık formda üç yerde (13:15, 24:36, 7:205) geçtiğini gördüm. Net bir vakit olmamakla birlikte akşamüstü ya da gündüzü akşama bağlayan zaman dilimi anlamındadır. 13:15’de göklerde ve yerde ne varsa Allah’a secde ettiğine örnekle gölgelerin de o sırada güneşin alçalması nedeniyle secde ettiğine işaret edilir. 7:205’de Rabbini sabah ve o akşam vaktinde zikret şeklinde geçer. 24:36’da ise Allah’ın nuruna ilettiği kimselerin evlerinde sabah ve o akşamüstü vakitlerde Allah’ın tesbih edildiği anlatılır. Takılacağınızı tahmin ediyor ve tesbih konusuna şimdilik girmiyorum. Sizce buradaki ayetlerde bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? “fisal” kelimesi üç yerde (2:233, 31:14, 46:15) geçer. Sütten kesme, anne ile beslenme irtibatını koparma demektir. Her üç ayette de bu konudan bahsedilir. Sizce buradaki ayetlerde anne ile çocuk arasındaki bağlantıdan, bir “bağ” oluşundan bahsedilmiyor mu? Ve son olarak beni en çok sarsan kelimeye geliyorum. Salsalin. Bu kelime Kuran’da dört yerde (15:26, 15:28, 15:33, 55:14) geçer. Çok manidar bir şekilde içinde “sal” iki defa peşpeşe geçer. Ve bu geçiş anlamla da tam bir bütünlük içindedir. Türkçeye genel olarak çamur veya balçık olarak çevrilir. Allah’ın insanı yarattığı bileşiğin adıdır. Toprak ve suyun birbirine bağlı olduğu haldir. Sizce buradaki ayetlerde 173 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bir “bağ”dan bir “bağlantı”dan bahsedilmiyor mu? Sad ve lam harflerinin ikişer tane ve peşpeşe gelmesi ve insanın hamurunun sal’in manasını barındırması da ayrıca manidardır. Tam bir salât’tır… Bu kadar mı tesadüf olur ki Kuran’da “bağlantı” manasını içinde barındırmayan başka bir “sal” yoktur. Hayır. Bu tesadüf değil. Tüm bunlardan sonra “salât” kelimesinin kökü olan “sal”in “yaslanma” yani Kuran’daki cehennem örnekli ayetlere ve sözlük kök anlamlarına atfen bir anlamda odunun ve ateşin bağlantı kurması olduğunu, “salât”ın ise tek anlamının bu olmamakla birlikte bu manadan çıkışla “bağlantı” anlamına yakın ve “bağlantı” anlamını da içeren diğer manalarının da Kuran’da kullanıldığını görüyoruz. Bu anlamların neler olduğunu, salât’la yakın akraba olan kelimelerin ne anlama geldiğini, namazla ilgili düşüncelerimi ve nihayi tespitlerimi ilerideki bölümlerde açıkladığımı inşallah okuyacaksınız. “Salâtı ikame” tek bir manaya indirgenemez. Ama bu tabirin temel manasının; işte bu bağlantının sağlanması, bu “bağlantının ayakta tutulması” kısacası Allah’ın birleştirmemizi istediği şeyi birleştirme yolundaki “vahyi hayata tatbik etmek” dâhilindeki tüm çabalarımızı içerdiğini görüyorum. Allah’ın birleştirmemizi istediği şey ise temel manada “vahiy” ile onun hâkim kılınması istenen hem “nefis” hem de “yeryüzü hayatı”dır. Salâtı ikame edenler bu bağıntıyı ayakta tutarken engeleyenleri ise bu bağlantıyı çeşitli biçimlerde koparmaya çalışırlarken görürüz. Allah’ın yeryüzü ile ve kulları ile olan irtibatını bilerek ya da bilmeyerek ortadan kaldırma peşindedirler. Bunun için kelimeleri tahrif dâhil her yolu bugüne kadar uygulamışlar, inananların Kuran’ı anlamamaları için, o bağlantıyı koparmaları için ellerinden geleni yapmışlardır. Odunu ateşe, kendimizi vahye yaslamalıyız. Salâtı ikame, namaz ya da destek-okuma tartışmalarına indirgenecek kadar basit bir iş değildir. Mesele vahyi hayata tatbik etmektir. Bu bağlantıyı sağlayan ip ise kuşkusuz ve kuşkusuz Kuran’dır. O ipe sarılırsak o bağlantıyı ayakta 174 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı tutarız, Allah’la bağlantıyı (şekli şemali ne olursa olsun) ayakta tutarsak salâtı ikame ederiz. O ipe sarılmazsak o bağlantıyı koparmış olacak… böylece hem toplumsal olarak yeryüzünü ıslah edecek olan… hem de bireysel olarak ahir hayatımızı elde edeceğimiz… o en doğru yolu bulamamış ve arınamamış olacağız. Bu Allah’ın sünnetidir. 175 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | Havuz Seversiniz ya da sevmezsiniz, bir bayram töreni düşünün. Kendinize göre de tasarlayabilirsiniz. Önce bir sunucu çıkıp açılışı yapar ve programı sunar. İstiklal marşı okunur ve ardından günün anlam ve önemini belirtir bir konuşma yapmak üzere ileri gelenlerden biri kürsüye çıkar. Herkes onu dinler. Ardından törene iştirak edenlerden daha önce hazırlık yapanlar devreye girer. Kimisi şiir okur, kimisi kendi sunumlarını yapar. Başarılı olan gençlere ödüller verilir. Birileri temsili gösteriler de yapabilir. En sonunda tören geçişi ve benzeri bir ya da birkaç ritüel gerçekleştirilir ve ellerindeki bayrakları sallaya sallaya neşe içinde dağılır insanlar. Şimdi birisi çıkıp bu törende açılış konuşmasına gerek yok derse… bir diğeri çıkıp açılış konuşması yeter, bu sunumlara gerek yok derse… bir diğeri başarı ödüllerinin yeri burası değil derse… bir diğeri çocukları bu 176 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı işe alet etmeyelim, şiire gerek yok derse… bir diğeri tören geçişi de neymiş, eller kollar düzen içinde sallanıp uygun adımda yürümenin ne manası var derse… bir diğeri bayraklarla gelmeyin derse… ortada ne tören kalır ne bayram. Kimse de o törene iştirak etmez. Toplumu bir araya getirecek bir uygulamadan mahrum kalmış oluruz. Şimdi tören yerine “salât”ı, “anma” yerine “zikir”i, tören içindeki uygulamalara da “namaz”ı “ders”i “okuma”yı “destekleşme”yi “fakire yardım”ı ve sairi koyun. Ardından her birine itiraz edin bakın ne göreceksiniz! Aynen bugünkü kavga ortamını görürsünüz. Ortada ne salât kalır ne de zikir. Toplumu bir araya getiremez, iyi ve makbul işleri başkalarına bırakırsınız. Onlar da dilediği gibi eser gürler. Kimileri diyor ki; Salât neden farklı anlamlara gelsin? Aslında salat temel manada farklı anlamlara gelmiyor. Salat temel olarak Allah’la bağlantı kurmaktır. Salatı ikame de o bağlantıyı ayakta tutmaktır. Ama temel mana, farklı fiiller içerdiği için tek anlama indirgemiyoruz. Başka bir örnek verelim. Seversiniz sevmezsiniz, ülkemizi yöneten iktidarı düşünün. Millet onları seçmiş ve icraat yapmak üzere oyla başa getirmiştir. Yani emreden taraf millettir. Peki millet onları başa getirerek neyi emretmiştir? Şöyle demiş olabilir mi mesela… İcraatınızı yerine getirin ve topluma veren tarafta olun. İcraatınıza başlarken kötü niyetlerinizden arının. İcraatınızı belli gün ve saatlerde mecliste toplanıp, kararlarınızı adaletle vererek yapın. Topluma faydalı olacak makbul ve güzel işler ortaya koyun. Devleti ve vatandaşları birbirine bağlı hale getirin. Hükümetinizi halktan kopartmayın. Ülkemize saldıranlar olursa bizi koruyun. Her toplum kesimi için anlamı olan merasaimleri icra edin ya da destekleyin. Bizi bölmeyin birleştirin. Düşüncesinden dolayı insanları ötekileştirmeyin. Fakirliği yoksulluğu yok edin. Yoksa sizi oradan indirir yerinize başkalarını getiririz. İcraatınızı hakkıyla yerine getirin ve hem kendinizi hem de bizi kötülüklerden uzak tutun. 177 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şimdi “icraat” kelimesi yerine “salât”ı koyun. Hükümetin her icraati için “icraat” kelimesi yerine ayrı ayrı “yol yapmak, su getirmek, emniyeti sağlamak, eğitim vermek, sağlık hizmeti vermek, yardım kuruluşları kurup işletmek, maaş vermek, ihale yapmak ve sair” kelimelerini kullanmış olsaydık diğer bir yığın kanunu, talimatı, tüzük maddelerini bu cümleler içine yerleştirmemiz gerekirdi. Tüm bunların hepsine birden icraat dediğimize göre icra edilen şey her ne olursa olsun ortak hususları beyan etmiş oluyoruz. Kuran’da da işte “ikame-i salât ve atu zekât” bu temel hususları anlatır. Diğer tüm icraat zaten Kuran’ın diğer birçok ayetinde ifade edilmiştir. Şimdi kalkıp icraat şu değildir, bu değildir diyerek var olan hizmetleri yok sayabilir miyiz? Eğer bunu yaparsak ortada ne icraat kalır ne de icraatin faydasının dokunduğu bir millet. Allah öyle bir kelime kullansın ki her yerde aynı anlama gelsin!!! O öyle olmuyor işte. Bazı kelimeler için bu durum gerçekleşse de en az anlamı olan kelimelerin bile kök anlamına atıfla türemiş kelimeler her dilde söz konusudur. Türeyen kelimeler farklı bir şeyi ifade etseler de bu kök anlamı içinde barındırırlar. Kuran’ın Arapça olduğunu unutursak, aslında kendi dilimizde tamamen benzer durumlar olduğunu da unutmuş oluruz. Türkçede de benzer kelimeler sözkonusudur. Sözgelimi “yürüme” kelimesini ele alalım. “Yürü” kökünden geldiği halde hatta birçok yerde kelime tamamen aynı kullanıldığı halde çok farklı anlamlara gelir. Aynı zamanda nasıl ki “salât” kelimesinin türevlerinde “irtibat, bağ” kökü bir şekilde anlamsal olarak var oluyorsa “yürü”den türeyen kelimelerde de o kökteki “yürümek” anlamı da bir şekilde kendisini korur. “Her gün 1 saat YÜRÜMEK…” cümlesinde, ayakları üzerinde adım atarak ilerlemek manasında kullanılmıştır “Beraber YÜRÜDÜK biz bu yollarda…” cümlesinde, bir amaca yönelik eylem yapmak manasında kullanılmıştır. 178 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Üzerine YÜRÜYEN olursa…” cümlesinde, saldırmak manasında kullanılmıştır. “İkiniz de genel müdürlük yolunda YÜRÜYORSUNUZ.” cümlesinde, gayret etmek manasında kullanılmıştır. “Su YÜRÜYECEĞİ yolu bilir.” cümlesinde, akmak manasında kullanılmıştır. “Yasa YÜRÜRLÜĞE kullanılmıştır. girdi.” cümlesinde, resmiyet manasında “Sizin töreniz burada YÜRÜMEZ.” cümlesinde, geçerli olmak manasında kullanılmıştır. “Bizim paraları kim YÜRÜTTÜ?” cümlesinde, çalmak manasında kullanılmıştır. “Bütün gezegenler kendi yörüngelerinde YÜRÜR.” cümlesinde, hareket etmek manasında kullanılmıştır. “Tüm trafiğe rağmen orta şerit YÜRÜYOR.” cümlesinde, yürüyen şey şerit değidir. “Sen olmasan da iş YÜRÜR…” cümlesinde, devam etmek manasında kullanılmıştır. “Mahkeme YÜRÜTMEYİ durdurma uygulama manasında kullanılmıştır. kararı verdi.” cümlesinde, “Asansör YÜRÜYOR mu?” cümlesinde, faal manasında kullanılmıştır. “Burada bu işleri kim YÜRÜTÜYOR?” cümlesinde, yönetmek manasında kullanılmıştır. “Yasama meclisin, yargı bağımsız mahkemelerin, YÜRÜTME ise Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulunun görevidir.” cümlesinde, iktidar olarak hükmetme manasında kullanılmıştır. 179 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Bu para hala YÜRÜRLÜKTE mi?” cümlesinde, tedavül manasında kullanılmıştır. “Bu kar marjında bu işletme YÜRÜMEZ.” cümlesinde, kar etmek manasında kullanılmıştır. “Nükleer santral karşıtı YÜRÜYÜŞLER başladı.” cümlesinde, protesto manasında kullanılmıştır. “Dallara henüz su YÜRÜMEDİ.” cümlesinde, sızmak manasında kullanılmıştır. “YÜRÜ de ense tıraşını görelim.” cümlesinde, kovmak ironisi olarak kullanılmıştır. “Allah ona YÜRÜ ya kulum demiş.” cümlesinde, destekleme manasında kullanılmıştır. “O da sonsuza YÜRÜDÜ, hem de bu genç yaşta.” cümlesinde, ölmek manasında kullanılmıştır. “Oradaki YÜRÜYEN merdiven mi, yoksa YÜRÜYEN bant mı?” cümlesinde, mecaz bir manada kullanılmıştır. “Bebeğe alışsın diye YÜRÜTEÇ almışsın.” cümlesinde, bir araç ismi olarak kullanılmıştır. “Kıza YÜRÜMEYİ bırak da, derslerine çalış artık.” cümlesinde, kur yapmak ya da askıntı olmak manasında kullanılmıştır. “Motorlu YÜRÜYÜŞ yapan birlikler hedefe vardı.” cümlesinde, intikal manasında kullanılmıştır. “Üzerinde biraz daha fikir YÜRÜTMELİSİN?” cümlesinde, düşünmek manasında kullanılmıştır. “Mahalle esnafı yerinde sayarken o dükkân aldı YÜRÜDÜ” cümlesinde, büyüme manasında kullanılmıştır. 180 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı “Sen bu işi YÜRÜTEBİLİYOR musun?” cümlesinde, yeterlilik manasında kullanılmıştır. “İdam hükmünün YÜRÜTÜMÜ manasında kullanılmıştır. ertelendi.” cümlesinde, infaz Salât (temel manası değişmediği halde) nasıl aynı formuyla başka anlamlara geliyorsa ve bazen musalliye sallaya ve saire dönüşüyorsa yürümek de başka şekillere girip kök anlamını içine almış biçimde başka anlamlara YÜRÜYOR. Salât etmek, salâtı ikame etmek: Bağ kurmak, yükümlülüğünü yerine getirmek, sözünde durmak, iletişim kurmak, desteklemek, barışmak, teslim olmak. Aynı biçimde “düz” kökünden “düzeltme, düzgün, düzen, düzeltici, düzenleme, düzleme, düzey, düzeyli, düzenek, düzleşmek, düzine, düzlem, düzmece, düztaban” gibi “iyi” kökünden “iyilik, iyileştirme” gibi “yük” kökünden “yüklenmek, yüklü, yüklük, yükümlü” gibi birçok kelime de türetebilir ya da aynı kelimeyi birçok farklı anlamlarda kullanabiliriz. Aynı paragraf hatta cümle içerisinde bile aynı kelime farklı anlamlarda kullanılabilir. Aşağıdaki paragrafta olduğu gibi. “Bizler davası olan bir topluluktuk. Bir sözleşme ile YÜKlenmiştik. Böyle anlaşmamıştık. Bu ağır YÜKÜ üzerine almayı baştan kabul etmiş, söz vermiştin. Biz de sana güvenmiştik. Ama YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ yerine getirmediğin ve devam ede gelen kötü alışkanlıklarından bir türlü vazgeçip arınamadığın için kınanıyorsun. Elbette bugüne kadar bizlerle beraberdin ama gereksiz tartışmalara ve bizler çalışıp çabalarken, sen başka şeylere ve gerekmediği kadar detaylara dalanlarla beraber dalıp gittiğin ve prensiplerimizi hayatına YÜKLEMEDİĞİN için bizden, beraber yürüdüğün arkadaşlarından ayrılmak zorundasın artık.” İşte “salâtı ikame” de (bu çerçevede) çok anlamlı olarak kullanılan bir sözdür. Çünkü “salâtı ikame” bir havuzdur. Allah’la bağlantılı olarak yaptığımız işlerin havuzudur. Matematikteki gibi alt kümeler barındıran bir evrensel kümedir. 181 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Bu arada “salât”ın yalın olarak geçtiği ayetlerle, “ikame” fiiliyle birlikte geçtiği ayetler arasında bir farklılık var. Hatta 4:103’de olduğu gibi her ikisi de aynı ayet içinde kullanılarak bu belirtilmiştir. Ancak geleneğin etkisinde yazılmış mealler çoğu zaman bunu fark etmemize mani oluyor. İkame, salât sorumluluğumuzu üzerimize aldığımız ağır yükü yerine getirdiğimiz bağlantının ayakta tutulmasıdır. Bu yük torbasının içinde birçok şey vardır. İkame, işte bu torbadaki sorumluluklarımızı almak, yükümlülüğümüzü yüklenmektir. Kökteki “bağ, bağlılık” anlamını hiç unutmayalım. Her meallendirmede bu bağ bir şekilde hissedilecektir. Allah’a olan yükümlülüğümüzden bahsediyoruz, ona verdiğimiz sözlerden, onun indirdiği vahiylerde olan sözleşmemizden bahsediyoruz. Bizi Allah’a bağlayan şey (esasen) vahyin ta kendisidir. İp odur. Her bağlantımızda vahyi bir şekilde kullanmak durumundayız. Her “ikame salât” ayetinde, önüyle arkasıyla, bir ya da birkaç ikame edilecek konu genel hattıyla anlatılır. Sadece şu ya da bu değildir. Teferruatlandırılmış hususlar ise zaten Kuran’ın tümüne yayılmış durumdadır. “Atu ez zekât” da bir havuzdur, salât etrafında arınmayla ilgili geniş bir kümedir. Bireysel tarafları vardır, toplumsal tarafları vardır. Benzer bir durum onun için de geçerlidir ama salât ile girifttir, iç içedir. Ki bunun için çok yerde bir arada anılır. Bu arada çok kullanılan bazı kelimelerin anlamlarını bu “bağ, yüklenme, sorumluluk” kapsamında unutmayalım. 2:125’de geçen “musalla” İbrahim’in makamı (yeri) için kullanılıyor. Destekleşme ve salata yönelik sorumluluğun icra edildiği yer anlamında kullanıldığını görüyorum. 70:22, 74:43, 107:4’deki “musalli” sorumlu, yükümlü, salat eden anlamlarında kullanılıyor. Değişik formlarıyla birçok ayette geçen “salli” ise sorumluluk yüklenme, sorumlu olma, sorumluluğunu yerine getirme, sorumluluktan doğan bağı kurma, sorumluluktan dolayı destek verme yani bir salât etme fiili olarak geçiyor. 182 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salâtı ikame, vahyi hayata tatbik etmek, bağlantıyı kurmak, ayakta tutmak, engellemek de bağlantıyı kesmek demektir demiştim. Peki bu “salat havuzu”nda neler var? İşte sorulacak mantıklı sorulardan başta geleni budur. “Salâtı ikame et” diyerek, “Rabbinle bağlantını ayakta tut” diyerek Allah benden neler yapmamı istiyor? Bu ayetlerde gaybe imandan, müminlerin ahlaki tavırlarına, iyiliği hayata yansıtıp kötülükten sakınmaya ve sakındırmaya, kesin bilgiyle inanmaktan, rızkımızı paylaşmaya, fırkalara ayrılmamaktan, gerektiğinde savaşmaya, imar işlerinden tesbih etmeye, şahit olmaktan şirkten kaçınmaya, eski kitaplara imandan azimle sabretmeye, yetimleri ıslahtan esirleri korumaya, ana babaya iyilikten madden/manen secde etmeye, okumaktan düşünmeye kadar birçok konu vardır. Tek tek bütün ikame ayetlerini buraya yazıp açıklamaya gerek yok. Okuyunca görüyoruz ki birçok konu “salâtı ikame” çerçevesinde anlatılıyor ve bu öğütlenenlerin hayata tatbik edilmesi isteniyor. İkame fiili geçen salât ayetleri şunlar: 2:3,43,83,110,177,277 4:77,103,162 5:12,55 6:72 7:170 8:3 9:5,11,18,7 1 10:8711:114 13:22 14:31,37,40 17:78 20:14 21:73 22:35,41,78 24:37 ,56 27:3 29:45 30:31 31:4,17 33:33 35:18,29 42:38 58:1373:20 98:5 “İkame fiili olmayan” salât ayetleri daha tekil konular içermekle beraber yüzde yüz tek bir konudan bahsediyor da diyemeyiz. Ama şunu diyebiliriz. “Namaz vardır” iddiasına daha yakın ifadelere sahiptir. İkame fiilli olan ayetlerde bu iddiaya yönelik sadece birkaç ayet varken bu ayetlerin tamamına yakını iddiayı bir yönüyle destekliyor sezgisi veriyor. Bu ayetlerde daha çok sabırdan, huşudan, yardım dilemekten, Allah’ın her şeyi gördüğünden bildiğinden, salâtla yardım istemekten, salâvattan, guslden, teyemmümden, salâtın kısaltılmasından, secdeden, salâtın icra ETTİRİLMEsinden, salâta olan çağrıyla alay edilmesinden, cenazedeki salâttan, örften, salâta gelmekten, salâta kalkmaktan, salâtı emretmekten, salâtı zayi etmekten, salâtta kararlı olmaktan, el 183 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı çırpmaktan, tevbeden, tesbihten, vakitlerden, cuma salâtından ve salâtından gafil olmaktan bahisler vardır. İkame fiili olmayan salât ayetleri şunlar: 2:45,153,238 4:43,101,102,103,142 5:6,58,91,106 6:92,162 8:35 9:54,1 03 11:8717:110 19:31,55,59 20:132 22:58 23:2 24:41 29:45 62:9,10 70 :23,34 107:5 Bir de tabi “tesbih” ayetleri var. Onlarda da benzer bir durum sözkonusu. Kuşların tesbihinden, göklerin tesbihine, sabah akşam tesbihten, gecenin üçte birine, tevekkülden sabıra, duadan niyaza, hamd ile tesbihten, sesini alçaltmaya, secdeden rükuya birçok bahis vardır. Tesbih kelimesinin geçtiği ayetler de şunlar: 3:41, 7:206, 13:13, 15:98, 17:44, 19:11, 20:33,130, 21:20,79 24:36,41 25:5830:17 32:15 33:42 34:10 37:143,166 38:18,19 39:75 40:7,55 41:3 8 42:5 48:9 50:39,40 52:48,49 56:74,96 57:1 59:1,2461:1 62:1 64:1 68 :28,29 69:52 76:26 87:1 110:3 İşte o büyümüş de küçülmüş çocuk “ikame salât” ayetlerinde öğütleri genellikle net olarak anlarken bu diğer ayetleri görünce yapması gereken başka bir şeyler de olduğunu fark etmeye başlar. Ama tam çözemeyebilir. İfadeler bir manayı mı ifade ediyor, bir şekli yaptırımı mı? Yoksa her ikisini birden mi? Ne yapsın bu çocuk? Hele hele o çocuğun çevresinde namaz diye bir şey icra edenler ve bunun tam aksine “namaz yoktur, vakitlenmiş derstir o, desteklemektir” diye iddia edenler de varsa! Eğer namaz kılanlara uyarsa Kuran’da net olarak görmediği bir şeyi yapacak olmaktan dolayı huzursuz olacak! Belki de namaz kılmaya devam etse de o eski huşuyu, tadı alamayacak. Yok “derstir, okumadır” diyenlere uyacak olursa o dersleri sabahın köründe kimle yapacak, nasıl yapacak, nerde okuyacak! Bir de “O eskidendi, peygamber zamanındadır” diyenler de varsa bu ayetlerin karşılığını kendisi nasıl verecek? Ve daha bir sürü iddia ve bir sürü soru! Doluya koysan 184 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olmuyor, boşa koysan dolmuyor. Elinde üç beş tane geometrik şekil, deliklere bir türlü oturtamıyor. Çocuğun sırtı ağrıyor, göğsü sıkışıyor. Büyüdüm de küçüldüm ama bu sıkıntı beni bir berbat ediyor!!! Belki de çocuk “hayat ne zormuş be” diye bir “off” çekip “tıkandım artık” diyerek kaçmak isteyecek! Belki de bir mola isteyecek “dinden imandan uzak kalayım biraz” diyerek. Ve belki de o molası artık bir ömür boyu sürecek! Bir daha geri dönmeyecek. Peki… Hiç mi cevabı yok bu göğüs daralmasının. Hani kitap eksiksizdi! Allah, bu büyümüş de küçülmüş kuluna yardım etmeyecek mi? Çocuk kendine “ekamtessalat” edemiyor ki topluma vahyi tatbik etsin!!! Cebinde üç kuruşu yok ki, muhtacı görebilip “atuzzekat” etsin!!! Peki Allah, ayetlerini yazıp gönderen olarak, bu çocuğun ayetler ve çevresi sebebiyle dut dalı gibi sallandığından haberdar değil mi!!! O’na bir yol bulmaya çalışan kulunu öylece ortada mı bırakacak!!! 185 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | Yükünme Peki, Allah nerede? Bir irtibat yok mu? Ayetlerini yazıp göndermişken, bu çocuğun ayetler ve iddialar sebebiyle dut dalı gibi sallandığından haberdar değil mi!!! Böyle ortada mı bırakacak!!! Bazen öyle bir ayet okursunuz ki, çorap söküğü gibi bütün cevaplar ardı ardına gelir. Belki başkaları anlamaz ama siz anlarsınız. Çünkü o ayet o anda (bir anlamda) size iniyordur. Biz Allah’a yol aradıktan sonra Allah bizi reddder mi? Ama ne namazı arayacağız ne de başka bir şeyi. Biz Allah ne diyor diye okumaya ve tatbike devam edeceğiz. İşte o varsaydığımız çocuk (ki ben o çocuklardan çok görüyorum şu sıralar) eğer vaz geçmez ve belki de bir ayet daha okursa ilmek ilmek dokuyacak uçan halısını. Başkaları kabul etsin etmesin bir önemi kalmayacak. Sen uçabiliyorsan seninle “kuş” diye alay etmelerinin bir önemi kalmayacak. 186 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı O halde, o bunalmış, dağılmış çocuğa yedinci surenin sondan yedinci ayetini okuyalım… 7 Araf 200 Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. O işitendir, bilendir. Demek ki sıkıntı ne olursa olsun bir vesveseye saplandıysak Allah’a sığınmalıymışız. O her şeyin farkındaymış. Düşünsenize sizin o bütün can sıkıntınızı sizden daha iyi biliyor. E ne olmuş, diyebilirsiniz. Bu ayet ilaç olmaz o çocuğa! Yol göstersin!!! Bir sonraki ayeti de okuyalım o zaman. 7 Araf 201 Sakınanlara şeytandan bir kışkırtma geldiğinde önce iyice düşünürler, sonra hemen bakarsın ki görüp bilirler. Eğer bu adamakıllı düşünmeyi yapmazsak bakın ne oluyormuş… 7 Araf 202 Şeytanın kardeşleri ise onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. Hani namazı arayıp da bulamıyoruz ya… Kuran’dan anlaşıldığı kadarıyla ki yeterlidir, muhtemelen benzer şeyler peygamber döneminde de olmuş olmalı. Konu namazdır veya başka bir şeydir, önemli değil. Olmayan kelimeleri ararsanız bulamazsınız. Ama olan şeyi bulursunuz. Olmayan şeyleri buldurmaya çalışanlar bakın ne diyor… 7 Araf 203 Onlara bir ayet getirmediğin zaman “sen onu derleyiptoplasana” derler. De ki: ben yalnızca bana rabbimden vahyolunana uyarım. Bu rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir. Bu çocuk da aynısını demiyor muydu? Ben kitapta gördüğüm ayete seve seve uymak istiyorum demiyor muydu? Demek ki eğer bir şeyi ayetlerde bulamıyorsanız o aradığınız şeyde sorun vardır. Soruları yanlış soruyorsunuzdur. Ama namaz var mı yok mu diye bakacağımıza “Allah bana ne diyor?” sorusu ile bakarsak sadece O’nun ayetlerine uymuş 187 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı oluruz. Sonunda namaz mı çıkar ders mi destek mi tesbih mi zikir mi her ne ise yapacağınız o demektir. Devam edelim… 7 Araf 204 Kuran okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz. Hmm… Demek ki Kuran okuma ve dinleme olayı varmış. E bunu zaten biliyor olmalıyız. Zaten “oku” diye başlamıyor muydu bu kitap! Elbette peygamber etrafındaki insanlara onu okuyor, belki de üzerinde konuşuyorlar, ikna oluyorlar ve tatmine ulaşmış olarak bitiriyorlardı. Peki bu, başka bir şey, başka bir şekli ibadet biçimi yok anlamına mı geliyor? Bakın 205 ne diyor? 7 Araf 205 Rabbini sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Kuran’da peygamber zamanında ders yapma kapsamına alınabilecek okuma seanslarına birçok örnek vardır. Birçoğu da “de ki” şeklinde başlayan ayetler etrafındadır. Bunu kimse inkâr edemez. Ama bu durum başka bir şey yok anlamına gelir mi? Ders yapılırken veya destek verirken yalvarılmaz, kendi kendine ürperti ile zikredilmez. İster namaz var, ister yok deyin, ister onlar okuma saatleri deyin.. Bakın ayet Kuranı oku da dedi, sabah akşam Allah’ı an da dedi. Kendi kendine ve kendi sesiniz ile yapılan bir ibadet(nüsuk) var. Peki bunu hangi havuzun içine atacak bakalım. Allah sadece okuyarak mı anılır? İşte 206… 7 Araf 206 Şüphesiz Rabbinin katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler; O’nu tesbih ederler ve yalnız o’na secde ederler. Aslında başka söze gerek yok. Surenin de son ayeti. Ama ben de tabii ki bunu sadece böyle bırakmayacağım. Şimdiye kadar namaz var, yok demedim. Dediğim sadece ayetin dediğidir. Tesbih etmemiz, anmamız isteniyor. Sadece bu kadar ayetle bile şu öğütleri almadık mı? Kuranı oku, dinle, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, KENDİ KENDİNE, 188 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yalvararak, için titreyerek zikret. O’na ibadet etmekten büyüklenme. O’nu tesbih et ve secde et. 7:206’da geçen tesbih bahsi çok çok ayırtedicidir. Bu ayeti gördükten sonra fark edeceksiniz ki tesbih, Allah’ın “ikame edin” dediği “salât”lardan biridir ve Kuran’da tesbih bahisli tüm ayetler ortada gerekli soru işareti bırakmayacak şekilde bu işin nasıl yapıldığını anlatır. Gereksiz soru işaretleri ise bizi ilgilendirmiyor. Bu durumda mantıklı sorumuz “tesbih nedir, nasıl yapılır?” olmalıdır. Ve elbette “bunun bana faydası nedir?” denmelidir. Ancak burada ayrım noktasını söylemeden geçmeyeyim. Namaz tesbihtir de demiyorum. Tesbih bir salâttır ve bu salât, ikame fiili olmayan salât ayetlerinin birçoğunda tekil olarak anılan ve adı salât olan şeyin içeriğini oluşturur diyorum. Kimileri buna namaz der, kimileri salât der. İlk Türkçe Kuran çevirisi olan Karahanlı Tercümesinde ve Divan-ı Lügat-it-Türk’de bunun adı yer yer “yükünç” olarak geçiyor. Karahanlı sözlüğünde başka kelimeler de var. Ancak bunlar Osmanlı döneminde neden bilmem(!) dilimizden saf dışı edilmiş, belki de hiç sokulmamış sözcükler olarak yazılı tarihin sayfalarında kalmış durumda. Birkaç örnek vereyim: YÜK: yüklenen şey, eşya, sorumluluk YÜKÜN: eğilmek, secde etmek, sorumluluğunu yerine getirmek YÜKÜNGEN: her zaman yükünen YÜKNÜ: secde ederek, secde edenler olarak YÜKNÜGLİ: secde eden, sacit YÜKÜNÜ TÜŞMEK: başını eğmek, eğilmek YÜKÜNÜ KILMAK: secde etmek YÜKÜNÇ: namaz, ibadet, sorumluluk YÜKÜNÇ ETMEK, YÜKÜNÇ YÜKÜNMEK: salât etmek, namaz kılmak (Kelimeler Karahanlı Tercümesi, Karahanlı Sözlüğü ve Divan-ı Lügat-it Türk’ten alıntılanmıştır) İlginç değil mi? Sorumluluk, yüklenilen şey… Sorumluluk, yükümlülük, yükünç bir “bağlılık”tan doğmaz mı? Lügattaki örneklerde “Namaz kıldın mı” demiyor “yüküncünü yükündün mü?” diye soruyorlar birbirlerine. Yani sorumluluğunu yerine getirdin mi? Ortada 189 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ne namaz var, ne ders. Hepsi bir çatı altında. Yükünç. Bize belki şimdi komik kelimeler gibi geliyor. Gerçi onlarda da dini birçok konuda sorun olduğunu biliyorum ama en azından birbirleri ile konuşurken ne dediklerini anlayabiliyorlar, salâtın kapsamının geniş olduğunu görebiliyorlarmış demek ki. “Kalemzade sadede gel artık, namaz var mı yok mu” diye soruyorsanız hala meramımı anlatamamışım demektir. O halde bundan sonraki açıklamalarımda “namaz” diyeyim ama, hatırınıza klasik namaz gelmesin. İkame havuzunun tamamını kapsayan salât da gelmesin. Kuran’da her geçen salât’ı meallere namaz diye çevirenlerin büyük hata yaptıkları belli. Vaktiydi, içeriğiydi ve sair ne ise Allah bize ne söylemişse odur. Gelenekte var olanla yüzde yüz örtüşmesi gerekmiyor. Bu çerçevede, evet Kuran’da namaz da vardır, ders de vardır, destekleme de vardır. Şekilsel anlamda da mana olarak da, yani her ikisini kapsayacak şekilde secde de vardır, rükû da vardır, kıyam da vardır, vakit de vardır, kıraat da vardır. Hatta selam da vardır. Ama tüm bunlar zorunlu bir format değildir. İçimizden gelecek biçimde olmalıdır. Örneğin elinize “Kuran’ı almış ve okuyor şekilde kıyam edemezsiniz, oturamazsınız” veya “secdede üç beş saniyeden fazla kalamazsınız” diye bir şey yoktur. Namaz kişiseldir, mahremdir. Aynı zamanda namaz kılanlarla, onlara uyarak rükû da edilebilir. Yeter ki şirk öğeleri içermesin. Toplu namazlarda örfi rekât (rükû ediş) sayıları belirlenmiş olması gayet doğaldır, yeter ki sadece Allah’a yönelinsin. Kendi adıma, bugün içim rahat biçimde namaz kılıyorsam, Allah’la bağlantımı ayakta (namaz ile de) tutmaktan tatmin olduğum içindir. Bunları söylemem, siz böyle yapın diye değildir. Kuran’da bu ibadet biçimini kabul etmiyor ya da bulamamış olması da kimsenin benim kardeşim olmasını engellemez. Şayet Allah’ı Kuran çerçevesinde anmaya farklı bir biçimde ya da düşüncede devam ettiğini iddia ediyorsa saygım sonuna kadardır. Kuran’a sarılanlar birbirini aforoz etmiş gibi davranmamalıdır. Vahyi hayata tatbik eden bir insanın mahremindeki tatbiki beni ilgilendirmez. Benimki de elbette kimseyi ilgilendirmez. 190 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ne şekilde özel bağlantı kuruyor/namaz kılıyor olursak olalım, yeter ki sadece Allah’la bağlantı kuralım, sadece O’na yönelelim. Yeter ki ne dediğimizi bilmeden Rabbimizle bağlantı kurmaya kalkmayalım. Şüphesiz Rabbimizle bağlantıyı sabah akşam/7-24 ayakta tutmak bizi kötülüklerden alıkoyar. Ancak… Rabbinizle bağlantı kurmaya (salâtı ikame etmeye/özel anlamda örfi namaza) kalkarken ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayın… şeklinde başlayan abdest ayetlerini ve benzer ayetleri iyi düşünelim. Bunlarda 7/24 bağlantıyı ayakta tutmaktan değil, özel ve vakitli bir bağlantıdan söz ediliyor. 191 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | Islahat Salâtı ikamenin, yani “vahyi hayata bağlama”nın veya “sorumluluğunu yerine getirme”nin veya “Allah’ın ulaştırılmasını istediği şeyi ulaştırma”nın veya “Allah’la bağlantıyı koparmadan yaşamanın” iki ana unsuru vardır. Birey ve toplum… İkame fiilli ayetler tamamını içermekle beraber birkaç ayetiyle bireyseli de, ritüeli de içerir. Her iki “salâtı ikame”nin gerçekleştireceği şeyin adı ise Kuran’da “ıslah” (salah)tır. Birey hem kendisini hem de toplumu ıslah için çalışır. Islah “sulh” kökünden gelir. Islah olmuş kimseye ise “salih” denir. Sıkça “Ellezine amenü ve amilis salihati” cümlesinde ifade edilen şey, (emin biçimde) iman edip (ıslaha yönelik işler) salih ameller yapanlardır. Salih kişilerin yaptığı işlere “salihat”, salata yönelik işlerin hepsine birden de “ıslahat” diyoruz. Islahat “yenileşme, iyileşme, reform, inkılâp” gibi anlamlara geliyor. Sadece toplumu değil iki 192 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı kişinin, iki grubun arasını düzeltmeye de ıslah denir. Vahiy de hem bireyde hem toplumda bir iyileşme, bir düzeltme için geldiğine göre “salât hareketleri” bir anlamda “reform hareketleri”dir. Birileri de elbette bu reformlara, iyileştirmelere işlerine gelmediği için karşı çıkacaktır. Islah’ın zıddı ise “bozgunculuk”tur. Bu anlamda “salâtı ikame” ıslahat içindir. Kısacası “ıslahat” için didinilmeyen “salât”, ikame edilmeyen salâttır. Asr suresinde “zamana andolsun ki insanların çoğu hüsrandadır” dendikten sonra istisna olarak müminler anlatılır. O iman eden ve salih işler (ıslahata dair güzel işler) yapanlar, doğruyu yapan ve işte o doğruyu ikame etmek için sabırla (azimle) çalışanlardır. Sabahlara kadar ayet okuyup ertesi gün okuduklarımızdan hiçbirini hayata aktarmaya çalışmıyorsak, bir davamız yok demektir. Davamız yoksa değerimiz de yoktur. Ben öğrendim, bana yeter demektir ki, bu da ikame edilmeyen salâtla yüzyüzeyiz demektir. Sabahtan akşama kadar Kuran’ı ve vahyi konuşmak ya da namaz kılıp ders yapmak “salâtı ikame” değildir. Bakın Şuayb “salât”ın tanımını nasıl yapıyor… 11 Hud 88 …Benim istediğim gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. 7 Araf 85 …”Ey kavmim, Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge gelmiştir. Ölçüyü ve tartıyı tam tutun. İnsanların eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin ve düzene (ISLAHA) konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın. Bu sizin için daha hayırlıdır, eğer inanıyorsanız.” İstediğimiz kadar Kuran dersi yapalım ya da istediğimiz kadar namaz kılalım, hayatın içine girip kötülükle mücadele edemiyorsak, iyileştirmeye yönelik bir şeyler yapamıyorsak salâtı ikame ettiğimizi hiç boşu boşuna iddia etmeyelim. 74 tane salâtı ikame ayetini, bilmem kaç tane salât ayetini, birçok infak ayetini, salli, salla, musalla geçer ve sair ayeti okuyup okuyup anladım demek nereye kadar? Kuran’da namazı aradığımız kadar toplumda salâtı 193 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ikame etmeyi arasaydık bu duruma gelir miydi bu coğrafya? Her gün ayetleri okuyan, anlamaya çalışan, tartışıp doğruyu öğrenen, namaz kılan, oruç tutan, şu doğruymuş bu yanlışmış diyen ama dünya hayatına kendi her türlü birikimiyle, canıyla malıyla olabilecek tüm gücüyle tatbik etmeyenler olarak, kıyam gününde buluştuğumuzu düşünün. İçimizden bazılarımız hala kaybedenler olarak şok olursa eminim ki şöyle diyeceğiz: “Biz sizinle beraber değil miydik? Biz neden kaybettik?” Sanıyorum ki diğer bir kısmımız da şöyle cevap verecek: “Evet, siz bizimle beraberdiniz ama yok namazdı, yok on dokuz vardı yoktu, yok başörtüsüydü, yok üç vakitti beş vakitti, yok Musa denizi yardı yarmadı diye dalanlarla dalıp gittiniz de salât edenlerden (vahyi hayata bağlayanlardan, Allah’la bağlantıyı koparmadan yaşayanlardan) olmadınız.” Sonra kaybedenlerimiz olarak şunu diyeceğiz: “Doğru. Biz salât edenlerden değildik. Dalanlarla dalıp giderdik. Vahyi hayata “bağlamadığımız” ve Allah’la bağlantımızı kopardığımız için bu ateşe “bağlandık” da ileri gidenlerden değil geri kalanlardan olduk.” O halde iki üç tane ikame ayetinde geçen “bireysel” salat’a bu kadar odaklanırken en az 70 ikame ayetinde geçen ve Kuran’ın tamamına yayılmış “toplumsal” salattan nasıl böyle yüz çevirebiliyoruz!!! Dini anlat anlat nereye kadar! O zaman yarın bir gün hepimizi “falanca görüşe sahip bir cemaat”ten öte anmayacaklar ve “topluma hiçbir şey kazandırmadılar, insanlarla mezhebinden ötürü alay edip edip, sonra kendileri de kavgaya tutuşup gittiler.” diyeceklerdir. Benden söylemesi… Hem size, hem kendime… Ayrıca, her zaman söylediğim gibi; bölünüp fırkalaşmak en ciddi fitnelerimizden biridir. Bu geçmiş kavimlerde de böyle olmuştur, Mekkede de. Eğer bugün bu topraklarda bir vahye dönüşü benim gibi 194 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı siz de seziyorsanız, bugün aynı şeylerin yaşandığını da görebiliyor olmalısınız. Allah’ın sünneti budur. Ne zaman bir kavme kitap indirilse o kitap üzerinde ihtilaflar oluşmuş ve Allah’ın rahmeti insanların elinin tersiyle itilip bölünmeler de başlamıştır. Allah’ın affetmeyeceği en büyük suç şirk ise, sadece açıkça şirk işleyenlerden uzak duralım. Eğer bugüne izdüşürdüğünüzde bu rahmetin bu kez bu topraklara da inmekte olduğunu göremiyorsanız buyurun siz de bölünüp parçalanın ve Allah’ın rahmetine yüz çevirin. Allah’ın üzerimize verdiği bu ağır yükü omuzlarınızda hissetmiyorsanız sokakta ya da facebook sayfalarında birleştirici hareketler yerine başörtüsünü ve namazı ve 19’u ve bilmem hangi ihtilafı sayfalarca tartışmaya devam edin! Ama eğer o ağır yükü alıp kabul etmişsek gereğini yapalım. Yanılmışlıklarımızı, küçük hatalarımızı Allah inşallah affedecektir. Ama bu sorumluluk altındayken bölünüp parçalanmamızı zannetmiyorum ki affetsin. Namaz var yok, başörtüsü var yok, oruç şöyle böyle, kıssalarda şu denmiş bu denmiş ve sair diye kavga etmeye devam edeceksek Allah’ın elimize veriği altın yumurtlayan tavuğu keseceğiz demektir. Elbette hepimiz fikirlerimizi söyleyelim, ister başörtüsü olsun ister namaz, ister 19, ister başka bir şey, doğruyu bulmaya çalışalım. Ama toplumsal salata yönelik işlerimizi, hayata vahyi tatbik etmemizi, bir araya gelmemizi engelliyorsa “DENENİYORUZ” demektir. Bu denenme neticesinde başarısız olursak Ad kavminin Lut kavminin Nuh kavminin başına gelenlerin bir benzerinin ve belki de daha kötüsünün başımıza kopabileceğini de bilmeliyiz. Allah “birleştirin” diyor, ayrışın ayrıştırın demiyor, rükû edenlerle rükû edeceksek birleştirip edeceğiz. O halde… Kıblede ve kabulde birleştir… Rükûda ve boyun bükmede birleştir… Secdede ve boyun eğişte birleştir… Kıyamda ve duruşta birleştir… Okumada ve uyarmada birleştir… Selamda ve barışta birleştir… İhtilafta ve içtihatta birleştir… Tesbihte ve anmada birleştir… Namazda ve vahyi hayata tabik etmede birleştir… Öğrenmede ve öğretmede birleştir… Zikirde ve hatırlatmada 195 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı birleştir… Tekte ve çiftte birleştir… Ruhta ve bedende birleştir… Ritüelde ve manada birleştir… Duada ve davada birleştir… Tapınmada ama tek ilaha tapmada birleştir… Kul ol ama tek Yaratana kul olmada birleştir… İşitmede ve itaat etmede birleştir… Sabah ile akşamda birleştir… İkisi arasında birleştir… Yerde ve gökte birleştir… Kürtte ve Türkte birleştir… Zekâtta ve arınmada birleştir… Tavafta ve yeryüzünü gezmede birleştir… “Safa Merve arasında gidip gelmenizde sorun yok”ta birleştir… Oruçta, ruhla bedeni terbiyede birleştir… Şefaatte ama Sadece Allah’tan beklemede birleştir… Peygambere itaatte, ama onun itaat ettiğinde birleştir… Vahiyde ve faydalı örfte ve kanunda birleştir… Hiçbir düşüncede soru gereksiz olmamakla beraber “şirk hariç” hiçbir ihtilafta ayrışma gerekli değildir. Her konuyu tartışalım, doğruyu bulmaya çalışalım ama ne olur ihtilaflarımız için Allah’ı hakem tayin edelim. Anlaşamıyorsak bırakalım kararı o versin. O bizim hakkımızda en doğru kararı verecek olandır. Biz makbul ve güzel işleri hayatımıza tatbik edelim. Birbirimizin bireysel tercihlerini aynılaştırmaya değil, toplumu bir araya getirmeye çalışalım. Biz bir araya gelemezsek toplumdan bunu nasıl bekleriz! Allah bir kısmımızı bir kısmımızla DENİYOR. Kuran’da birleştikleri halde birbirleriyle Kuran hakkında kavga eden ve tekfirleşenlerin durumu; Allah’ın gökten indirmiş olduğu ipe sarılmış olanların birbirini tekmeleyip düşürmeye çalışmalarına benziyor. 196 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | Sorulara Cevaplar İlk bölümde namazla ilgili düşüncelerimi makalemin sonlarında paylaşacağımı söylemiştim. Ama bu paylaşım, işte hepimiz şöyle “namaz kılalım” şeklinde alıgılanmamalı. Bu nedenle, bu fikirlerimi, bana ulaşan sorulara verdiğim cevaplar olarak bu bölümde sizinle paylaşacağım. Sadece namaz değil, salâtın tamamı ve salât kapsamında tartışılan bazı ayetlerle ilgili de anladığım hususları aşağıda bulacaksınız. Ayrıca salât’la ilgili daha önce not aldığım bazı ihtilaflara, kendi anladığım kadarıyla, kendi fikrimce yorumlar da getirmeye çalışacağım ve konuyu son bölümde namaz psikolojisi ile kapatacağım. Epey not vardı önümde. Çok iyi bir sıralama ile düzenleyememiş de olabilirim. Bu bölüm zaten uzun oldu. Soruları yazıp yazıyı daha da uzatmak istemediğimden, kısa alt başlıklar olarak sadece cevapları 197 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı paylaşıyorum… Namaz hakkında benimle aynı görüşte olmayan arkadaşlarım için bunların ayrışmaya neden olarak algılanmamasını özellikle rica ediyorum. Sadece verdiğim bir söz olduğu için bu bölümü kaleme almış durumdayım. İnşallah hepimiz için bir ufuk açabilmeye vesile olurum. Kuran’ı rehber edinmişsek, hepimiz kardeşiz. Ve herşeyin en doğrusunu Allah bilir. “Onların salâtları ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir” ayetinin çok yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Orada Allah’ın asıl kınadığı şey “el çırpmak” veya “ıslık çalmak” değil, salâtı sadece bu basit ritüellerden ibaret görmektir. Oysa salât bireysel olanından muhtaca yardımına, mescid inşa etmekten okumaya, sağlık işlerinden oruç adamaya kadar geniş bir yelpazedir. O ıslık çalarak salât ettiklerini zannedenlerle bugün sadece yatıp kalkarak namaz kıldıkları için sorumluluklarını yerine getirdiklerini ve böylece bütün ıslahata eriştiklerini zannedenler aynı kişilerdir bana göre. İster Zekeriya gibi ayakta, ister Meryem gibi odanın içinde, ister cuma çağrısında birlikte, ister rükû edenlerle rükû edecek biçimde, ama sadece ve sadece Allah’a yönelerek, büyüklenmeden salât etmenin, namaz kılmanın, dua etmenin, niyaz etmenin, yalvarmanın ben bir sakıncasını görmüyorum. Bireyin kendini ıslahıdır. İsterse tepetaklak namaz kılsın, isterse parmak şaklatsın. Ama toplum için bir şey yapmaya hevesi yoksa bencildir. Nefsini ilah edinmeye adaydır. Ben cennete gideyim de gerisi ne olursa olsun demektir. Kuran inerken böyle bir soru sorulsaydı da “Namaz için böyle böyle diyorlar, namaz kılmamda bir sakınca var mı?”denseydi ne cevap gelirdi acaba? Bence Kuran’da “Safa ile Merve arasında gidip gelmemde sorun var mı?” diyenlere verilen cevaptan çok da farklı olmazdı. Onlar öyle yapıyorlardı, yere kapanıyorlardı, siz de tesbihinizi öyle yapabilirsiniz gibi bir cevap gelebilirdi. Merve ve Safa arasında gidip geliyorlardı, siz de gidip gelebilirsiniz bir sakıncası yok. Kendilerini öyle ifade ediyorlardı. Siz de gelenekteki nüsukunuzu hakkıyla olmak kaydıyla devam ettirebilirsiniz ya da başka türlü 198 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yaparsınız. Ama sabah akşam O’nu hatırlayın, kendi kendinize tesbih edin diyor kitapta. O’nu tesbih ederek Allah’tan bir şey eksiltemez ya da ekleyemezsiniz ama bunun sizin kendinize faydası vardır. İster okuyun ister ayetler üzerinde düşünün ister dersler yapın ister öylece secdeye kapanıp O’na yalvarın, O duyar, belli vakitlerde melekler de size şahit olurlar. Ne mahsur olabilir ki bunda? En doğrusunu Allah bilir elbette. Kuran’da “salâvat” kelimesi bence çok yanlış anlaşılan kelimelerden biri. Ayetlerden gördüğüm kadarıyla “salâvat” aslında, salata yönelik faaliyetler ve hatta tesislerdir. Camiler, dernekler, yardım kuruluşları ve sairlerin hepsi birer salâvattır. Salât salâvat aynı formda kelimelerdir. Çoğulu da olabilir. “Salâvat” Kuran’da gördüğüm kadarıyla beş yerde (2:157, 2:238, 9:99, 22:40, 23:9) geçiyor. 2:157’de “Onlar Rablerinden salavat üzerinedir”de kastın Allah’ın bize olan “salat”ları üzerine olduğumuzu anlıyorum. Yani Allah sorumluluklarını (elbette) yerine getiriyor demektir. Ya biz!!! 2:238’de “salâvatı ve salâtı vustayı koruyun”dan kastın “en hayırlı salâtı ve bu salâtlara, bu hayırlara yönelik iş ve tesislerinizi koruyun”u anlıyorum. 9:99’da geçen “verdiğini elçinin salâvatı sayar”ı verdiği sadakayı elçinin davasına (salât işlerine) dâhil ve ona destek kabul eder, diye anlıyorum. Sadaka esas manasıyla doğrulamaktır zaten. 23:9’daki “onlar salâvatı korurlar”ı, onlar salât’a yönelik yapılmış işleri muhafaza ederler diye anlıyorum. 22:40’da havra olarak tercüme edilen “salâvat”ı salâta yönelik tesisler diye anlıyorum. Havra manasında değil yani. Orada geçen manastır diye çevrilen “savami”, kilise diye çevrilen “biya” kelimelerinde de sorun var. Kelimelere bakarsak muhtemelen onlar da tarıma yönelik, eğitime yönelik, ticarete yönelik tesislerdir. Çünkü zaten içinde Allah’ın anıldığı mescidler şeklinde ayette ayrıca geçiyor ibadethaneler. Başka her yerde bu anlamda “mescid” geçerken burada farklı bozulmuş dinlerin ibadethanelerinden neden bahsetsin! Namazın o ayetten bu ayetten derlenerek Kuran’dan toplandığını iddia eden kardeşlerimiz, aynı toplama işini “peygamberin Kuran dersleridir onlar” diyerek kendileri de yapıyor; bak şurada ders yapılmış, 199 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı falanca başka ayette ders engellenmiş, beraber toplanıyorlarmış bak vs diyerek yapıyorlar. Her iki tarafın haklı olduğu yanlar kadar haksız olduğu yanlar da var. En haksız olduğu yanları ise ortak. Birbirlerini tekfir ediyorlar. İşte asıl meselemiz bu. Namaz var mı yok mu? Ritüel mi yoksa başka türlü mü? Üç vakit mi beş vakit mi iki vakit mi, iki rekât mı dört rekât mı (bu arada rekât rükûdan gelir) elini şurada mı tutacaksın, bağlayacak mısın, selam verecek misin vs vs (sorun bunlar değil) Engelleyeni Gördün mü? Elbette ki burada namaz kılan birisi de olabilir, okunan Kuran’a karşı çıkan birisi de veya yapılan salâh’a yönelik bir iş de engellenmiş olabilir. Ama daha çok peygamberin söylediği bir söze karşı çıkılması diye anlıyorum ve muhtemelen bir ıslah işine karşı diretmedir. İster bireysel olsun ister toplumsal. Islahata karşı çıkanı, onu engelleyeni gördün mü? Nasıl karşı çıkar? Elçi vahiy üzerine ders yapmakta arkadaşlarıyla konuşmakta olabilir. O grubun içine giren fesatçı verilen öğütlere ve akıl yoluna karşı çıkıyor olabilir. Veya sadece Allah’a yönelip secde edeni gördüğünde önüne geçip, senin önünde neden bizim putlarımız yok, hani heykeller nerede, önün neden boş, o halde ben geçeyim diye dalga geçmiş de olabilir. Toplanan infak dağıtılırken “hani biz kâbe koruyucuların hakkı nerede” denmiş de olabilir. Her yeniliğe karşı çıkıp her fırsatta geleneksel fikirlerini iddia etmiş birisi de olabilir. Ama sonuç değişmez. Ya bir hurafeye ya bir ıslahata karşı çıkmıştır neticede. Çünkü her salât bir ıslahattır. Biz alacağımız öğüde bakalım. O da sadece Allah’a bağlanmaktır. Sabah, Süphan, Süper… Bu kelimeler arasında belki de bir ilgi olabilir. Bilmiyorum. Sabah, gün doğumu, ışıma, ışık saçma demekmiş. Tesbih (övme, yüceltme) süphan (övme, yüceltme) super (ing) over, above, higher degree, üstte, üzerinde, üst derecede, superb (very fine, magnificent), superior (alışılmıştan üstün olan, rütbece yüksek olan, one who is higher than others, as in status, rank etc) head of an abbey, monastery, or other religious community.) Zaten siz aklıma getirdiğiniz için şimdi baktım. Latin kökenli ve dini alanda kullanılmış bir kelime 200 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olması ilginç. Seneler önce bana birisi deseydi; sinemada seyrettiğin Süpermenle, camide çektiğin boncuktan tespihi aynı cümlede kullanacaksın ve irtibatlı olduklarını göreceksin, mümkün değil derdim herhalde. Daha iyi araştırmak lazım, ama nereye, ne anlama varacaksınız bilmiyorum. Süleyman’ın her dilden biraz bildiği, kuşdilinden anladığı, kuşların Allah’ı kendi dillerinden tesbih edişi gibi Kurani ifadelerin super kelimesiyle bağdaşacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Sabah ile tesbih de yanlış görmediysem aynı kökten. Sabah tesbih saatidir. İroniktir… Belki de bütün diller tek kaynaktan beslenmiştir! Bir iddiadır. Bilmiyorum. Nihayet kırkından sonra bunları da düşündüm sayenizde. Kıble… Kıblenin hem kabul anlamında “gidilen, kabul edilen yol” hem de fiziki olarak bir mescidin yönünün değiştirilmesi olarak da anlıyorum. Ancak bunun namaz için bir zorunluluk olduğunu zannetmiyorum. Bahsedilen şey “onlar sizin kabulünüze, bu kabule dayanan topluluğunuza uymaz” demek olabilir. Kıble (benimsenen yön), kabul, kabil (cins, tür, zümre, soy, kabul, kabul eden, uyan), kabile (bir soydan olanlar, aşiret, boy, oymak), kabiliyet (yapılabilirlik, yapabilirlik, kapasite, yetenek), ikba, istikbal, makbul, mukabele, mukabil, müstakbel, metekabil, tekabül, KABALA (İbr) hep aynı kökten türemiş. Bu kapsamda KABALA: Alınmış, kabul edilmiş olan şeyler, anlamına geliyor. Zikir ise… Anma hatırlama adlandırma demek. Mezkûr (anılan, hatırlanan), müzakere (karşılıklı zikretme, fikir alışverişi, görüşme, sorgulama, tartışma) , müzekkere (ihtar pusulası, not, hatırlatma), tezekkür (aklına getirme, anma), tezkere (andıç, not, memorandum”hatırlanacak şey”), zikr (zikir) aynı kökten kelimeler. Hani İbrahim’e Beytullah’ın yerini göstermiş ve kendisine şöyle demiştik: “Bana hiç bir şeyi ortak koşma! Tavaf edenler, kıyam edenler, rükûa ve secdeye varanlar için evimi tertemiz tut!” 201 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Evet, bu ayet hac için olsa da salâtın ritüel boyutunu da gözler önüne seriyor. Aynı zamanda toplanma yeri olduğu da net biçimde anlaşılıyor. Böyle birkaç ayet ve ayrıca net bir biçimde namaza işaret eden birçok ayet daha var. Orada İbrahim’in evi vardır. Salat (ritüel anlamda) ondan gelen bir örftür aynı zamanda. Sonrakilerse salâtı zayi ettiler, kaybettiler, anlamından çıkarttılar, içini boşalttılar. Sadece el çırpmaya dönüştürdüler. Sadece Allah’a değil, Allah’a ulaştıracakları zannıyla bir takım isimlerin simgelerine secde etmeye başladılar. Abdest… Kuran’da ad olarak geçmez tabi ama içerik olarak vardır. O da aynen namaz kelimesi gibi Farsçadan geçmiş durumda. Abdestin arınmak için olduğu kesin ama buradaki arınmanın, asıl arınmanın, yani tevbenin fiziksel simgeleri olduğunu düşünüyorum (Abdestten Manaya Yolculuk isimli bir yazım vardı. Oraya bakarsanız daha genişçe açıklamıştım.). Eğer sadece başkaları için fiziksel arınmamız olsaydı, insanın burnu, ayak parmak araları, kulağının içi, dişlerideki artıklar, üzerindeki kirli paslı elbiseler diğer birçok insan için itiraf etmeseler de daha rahatsız edicidir. O yüzden arınmadan asıl kastın, tevbeden arınma ve o huzurla yapılacak ibadet olması akla daha yatkın. Belki gelenekte de burnun, ağzın, kıyafetin vesairin ilave edilmesi manayı unutup sadece fiziksel olduğunu düşündükleri için olabilir. Bunun yanında bir de bu uzuvların ıslanmasının insana uyarıcı, uyandırıcı etkisi olduğu da açık. Abdest, gusl, teyemmüm… Allah temiz olmamızı ister.. Neden topluma bu kadar takılıyoruz? Kim ne derse desin, Allah ne der, önemli olan o değil mi? Salât için tamam ama, Allah, toplumla bir araya geldiğimiz zaman görgü kuralı olsun diye değil, bireysel olarak her zaman her ortamda temiz olmamızı ister. Rükû edenlerle rükû edin… Rükû edenlerle rükû etmek anlamı çok geniş ve birleştirici bir emirdir. Saydığınız yerlerin hepsinde çok değerli muvahhidler var. Nereden baktığınıza bağlı ama açıkça şirk koşanların mescidleri veya ortamları hariç, ister 114’e gidin, ister herhangi bir okumaevine, ister Kuranevine, ister Süleymaniye’ye, ister Akabe’ye, 202 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı ister bir camiye, ister bir başka derneğe, ister dayınızın evine, eğer Allah adını anarak rükû ediyorlarsa onlarla beraber (ama sadece Allah’a) rükû etmekte bir sakınca görmüyorum. Ama şu da var… Diyelim ki “rukû edenlerle rukû edin” ayetini benim anladığım gibi anladınız ve Allah’a secde ettiklerini şüpheleriniz olsa da hüsnü zan ettiğiniz kişilere uyup o mescidde siz de onlara uyarak namaza durdunuz. Secdede iken içinizden “Allah’ım beni de şu beraber secde ettiğim insanları da en doğru yoluna ulaştır. Ben sana secde ettim, hepimizin güzel işler yapmasını ve layıkıyla sana kul olanlar gibi davranmamızı kolaylaştır” ve benzeri biçimde dua etmenizde bireysel inancınızla ilgili ne sakınca olabilir? Diyeceksiniz ki toplumsal sakıncası olabilir. Eğer onlar Allah’la beraber başkalarını da anıyorlarsa, onların mescidinde bulunarak onlara destek vermiş olursun. Haklısınız. İşte püf noktası burada. Siz rükû edenlerle rükû ettiniz ve her şey normal giderken, eğer onlar gavslara kutuplara methiyeler düzmeye başlamışlarsa orada o namazı kesip orayı terk edebilecek kadar Allah’a güveniniz ve insanların tepkilerine karşı mümin cesaretiniz yoksa evet, oraya girmeyin. Şirk koşulmadığı sürece biz birleştirmeliyiz. Eğer şirk koşuluyorsa onlardan yüz çevirip sadece Allah’ın hizbi olduğumuzu gösterebilmeliyiz. Yoksa uyarmak, sadece uzaktan bağırıp çağırıp, uyarılması gereken insanlardan uzak durmakla olmaz. Rekât… Rükû-rekât salû-salât gibidir. Yani rekât rükûdan gelir, rükûnun tekrar sayısıdır. Allah herhangi bir sayı bildirmiş değildir. Gelenekte toplu kılınan namazlarda ortak bir eğilme sayısı (rekât) belirlemek bence gayet normal bir durum. Evet, bazıları namazı sanem de yaptılar. Allah ıslah etsin. Bu arada unutmadan… Cin suresi 18-20 ayetlerde peygamberimizin namazının olmazsa olmazları anlatılır. Salâtı ikame dediğimiz zaman, ikame edilecek olan, ayakta tutulacak olan şey salât’tır. Salâta kalkın denildiği zaman ise fiziksel olarak ayağa kalkıp o salâttan bir işi yapacak olan anlaşılır. Yani ayağa kalkan biziz. Birinde ayağa kaldırılan, ayakta tutulan salât iken diğerinde kendimiziz. Umarım anlaşılmıştır. Eylemin uygulandığı etkilendiği vasıta değişiyor 203 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yani. Şu dolabı ayakta tutmaya çalış ile kendin dolaptan bir şey almak için ayağa kalk işi farklıdır. Birincisinde salât edilgen olandır, ikincisinde etkendir. Salât’a kalkmak bir namaz içindir. Salât’ı ikame etmekse geneldir. Benim anladığım bu. Namazdan sonra namaz… 4 Nisa 103 Namazı bitirdiğinizde Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin… Artık güvenliğe kavuşursanız salâtı ikame edin. Çünkü salât vakitlenmiş olarak müminlere yazılmıştır. Bu ayetten önce savaşta namazın kısaltılması ayeti var zaten. Burada kast edilen namazdan sonra bi de şöyle namaz kılın değil elbette. Her halinizle ayakta yatarken otururken Allah’ı anmaya devam edin, salâtı az önce kıldığınız namazdan ibaret görmeyin, demektir. Güvenliğe çıktığınızda salâtı her yönüyle birlikte ikameye devam edin demektir. Innessalat… | Mutlaka ki “namaz anlamındaki salât” ise müminlere yazılmış ve vakitlendirilmiştir. Bu ayet namazın, salâtın yalnızca vakitlenmiş bir alt parçası olduğunu açıklayan ayettir. Eğer “Levh-i Mahfuz’da yazılmıştır” anlamında düşünürsek o zaman vaktin anlamı oldukça genişler. O da doğru. Düşünmek gerek. Mısır’da kıbleye dönük evler yapın… Kıble kabul kökünden gelir. İlla ki durup fiziki olarak dönülecek, kapıları aynı yöne bakacak yeni evler yapın demek değildir. Soğan sarımsakları yok, ev nasıl yapacaklar!!! Burada kastın, kabulünüze (girdiğiniz tevhid yoluna) yönelik yerler haline getirin demek olduğuna kaniyim. Orada vahyi konuşacaklar, durumlarını belki tartışıp karar verecekler ve elbette bazı ibadetler de yapacaklardır. Gündüzün iki ucu, gecenin zülüfleri… Tarafeyn nehari, zulefem minelleyl… Aslında çok basit. Üç kişisiniz ve benim karşımdasınız, sen de ortadasın diyelim. Sana diyorum ki, senin iki tarafındakiler. Ne anlarsın? Sana ait olmadığını ve yanında duran kişileri. “Tarafeyn nehari” gündüze ait değil geceye aittir. Gecenin zülüfleri ne demek o halde? Onu da şöyle açıklayayım. Zülüf biliyorsun saçın sarkan 204 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bölümleridir ve saç kadar sıkı değil, tel teldir. Dolayısıyla saç kadar siyah görünmez. Seyrektir. Aynen akşam güneşin inişinden gecenin tamamen kararıncaya kadar ve sabah fecr vaktinden güneşin doğumuna kadar olan süre gibi. Alacakaranlık yani. Çok güzel bir benzetme ve tam bir simetridir ama gece tarafına ait kabul edilir. O vakitlerin başlangıç ve bitiş saatleri böylece açıklanmış oluyor. Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar… fecr vakti kuranı, işte o şahit olunandır… makamı mahmud… Bir önceki ayette; bu senden önce gönderdiğimiz elçilerin sünnetidir, denir. Bu atfı bir önceye de alabilir ve hicretten bahsediyor diyebilirsiniz. Ama bir sonraki ayete yani bu ayete de alabilir ve burada söylenen işi ve bu ayetten sonra gelen duaların hicrete yönelik olsa da “bu vakitlerde yap” dendiği de anlaşılıyor. Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar ekıymissalat et ve fecr vakti de var tabi. O fecr’de okunan üstelik şahitlidir. Bir sonraki ayette senin böyle bir müşkülün var madem gecenin bir bölümünde ayakta kal ve okumaya, tefekkür etmeye ve duaya devam et. Umulur ki seni huzura kavuşacağın başka bir yere gönderirim. Peki, gece ve fecr vakti ne okuyacak? İşte peşinden gelen ayetler onu açıklıyor. Şu şu duaları et. Beni doğru bir şekilde girdir doğru bir şekilde çıkart. Peygamberin duaları Kuran’a ayet olmuş durumda. Bu kadar basit. Okunan şey hem dua, hem Kuran. Evlerinizde oturun da salâtı ikame edin… Peygamber hanımlarına ekıymıssalat ve atuzzekat edin deniyor. Ardından gelen ayette evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayın deniyor. Dikkat edin hatırlayın deniyor, yani ayrı bir iş emrediliyor, daha önce okunan Kuranı hatırlamak üzere. Ekamusselat vetezekki ile hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez, alakası… Kim temizlenip arınırsa kendi içindir denir ve takip eden ayetlerde, iki deniz bir değildir biri tuzlu diğeri tatlıdır ama ikisinden de taze et yersiniz deniyor. Ardından gece ile gündüzün birbirini sarıp sarmaladığı ve görevlerini yaptıkları, güneş ve ayın farklı olup bir karara doğru akıp gittiği örneklenir ve takip eden ayetlerde şirk 205 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı üzerine vurgu yapılır. Demek ki ister tatlı su olalım ister acı, biz de taze et çıkaralım. İster gündüz ister gece, ister güneş ister ay olalım, biz işimizi yapalım. Farklılıklarımız bizi parçalamasın. İster namaz, ister Kuran okuma, ister her ikisi birden, işimize bakalım, birbirimizi zedelemeyelim. Rabbin senin gecenin üçte ikisinden biraz eksiğinde, yarısında ve üçte birinde kalktığını bilir. Senin gibi yapanlar da vardır. Kurandan kolay geleni (yapabildiğiniz kadarını) okuyun. Af dileyin tevbe edin… Hepsi salât kavramının içinde… Bu sadece namaz değil, hepsi, ama sanırım müstakil. Kıble… Doğuya batıya dönmek iyilik değildir, Allah’a ahirete kitaba nebilere iman, yetimlere yakınlara yoksullara yolda kalmışlara isteyenlere ve esaret altındakilere malını verirler. Verdikleri sözü yerine getirir, savaşta ve hastalıklarda zorluklarda azimle sabır gösterirler… Bu ayet hem namazın varlığına hem de kıblenin “olmazsa olmaz” olmadığına işarettir. Bugünkü gibi basit sorulara verilmiş örnek bir cevaptır bence. Müşrikler namaz kılıp zekât verirse… Müşrikler namaz kılarsa değil, salât edip zekât verirse deniyor… Bundan kasıt, zaten tevbe suresinin konusu olan savaşılan müşriklerle peygamberin yaptığı anlaşma hükümlerinden doğan sorumluluklarını, bağlılıklarını yerine getirmeleridir. Eğer bunları yaparlarsa yollarını açın deniyor. Surenin tamamı zaten bununla, bu anlaşmayla ilişkilidir. Alışveriş onları alıkoymaz, salâtı ikame ederler… Ne ticaret ne alışveriş onları Allahı zikretmekten, salâtı ikameden ve atuzzekattan alıkoymaz, kıyam gününden korkarlar. İki ayet öncesi Nur 35’de Allah nurundan ve onu dilediğine indirdiğinden bahseder 36’da bu nurun müsaade ettiği evlere indiğini ve o evlerde sabah akşam Allah’ın tesbih edildiğini söyler. Ardından da işte yukarıdaki bu ayet gelir. Salâtın bir alt kümesi olarak hem evde kılınan namaza, hem de toplantı (Cuma) namazına, okumasına işaret vardır. Ardından tesbihi anlatmaya 206 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı benzetmelerle devam eder. 41’inci ayette kuşların…. salâtından ve tesbihinden bahseder. Ekamussalat ve renkler… Kitabı okuyanlar, ekamussalat ve gizli açık infak edenler zarara uğramayacak… İki önceki ayette, inen su ile biten renkleri farklı meyvelerden, dağlardaki farklı yollardan, bir önceki ayette insanların hayvanların renkleri değişik olanlarından bahseder ve âlimler ancak Allah’tan içi titreyenlerdir denir. Demek ki biz de farklı farklı şeyler, işler, fikirler üretmekle beraber aynı amaçta birleşebiliriz, birleşmeliyiz. Ekamussalat ve emrihum şura ve mimma rezeknahum… Bir başka ikame salâtı söz konusu; şura ile karar almak… Ve ardındaki ayet kötülüğe karşı birlik olup karşı koyanlardır, diyor. Birleşmekten başka çıkar yol yok. Bu ayetlerin peşpeşe gelmesi çok manidardır. Mensek… Hac 35’de kalpleri ürperir, sabreder, mukıymıs salât ve atuzzekat yaparlar, deniyor. Ayetin bir öncesinde (34) biz her ümmet için bir mensek kıldık der ve kurban ibadetini onlara verdiğini belirtir. 36’da hayvanların Allah adına kesilip dağıtılması istenir. 37’de ise onların etleri ve kanları değil takvanız ulaşır denir. Burada ayet aslında link atıyor. 2:128’de İbrahim Allah’a “bize menseklerimizi göster tevbemizi doğru yapalım” diye dua etmiştir. 2:200’de hac ibadeti manasında bir mensek vardır. 2:196’da hac ibadeti ve orada dağıtılan kurbanlık anlamında geçer. 6:162’de yine tüm ritüel ibadetler için kullanılmıştır. 22:67’de biz her ümmete bir mensek tarzı verdik, seninle çekişmesinler, sen hidayet üzeresin denmiştir. 69’da kıyamet gününe atıf vardır ve aranızda Allah hükmedecektir, denilir. 71’de asıl meselenin nüsukun şeklinden çok Allah’tan başka şeylere tapıp tapmamak olduğu belirtilir. Bu insanlara ağır gelir… Sabır ve salâtla yardım dileyin, bu huşu duyanlar dışındakilere ağır gelir. Ağır gelen şey bence bir önceki ayette geçen insanlara iyiliği emrederken kendini unutmamaktır. Yani dini anlat anlat dur, ama kendinin hayata tabik etmene sıra gelince zor 207 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı gelmesi. Yoksa namazın insanlara o kadar da ağır geldiğini düşünmüyorum. Hatta işin kolayı gibi geliyor. “Namazı kıl, borcunu öde, kendi işine bak” anlayışında insanların çoğu. Namazı kılınca cennet garanti onlara göre! Bundan kolay ne var! Ekamte lehum us salât… Ekamte lehum us salât: onlara sen salât ettirdiğinde yani onlar sorumlu olduklarının sorumluluğunu yerine getirirlerken şöyle şöyle yapın kısaltın, kâfirlerden korunun… Onlar secde ettiğinde okuma/namaz bitiyor, olabilir de. Rekât falan değil zaman yönünden kısaltma söz konusu bence. İsteksizce namaz… İkiyüzlüler yani münafıklar, isteksizce salata kalkarlar ve gösteriş yaparlar… diyor. O halde namazımızı eğer isteksizce ve gösteriş için yaptığımıza dair bir şüphemiz varsa önce ona dair şüphelerimizi yok etmeliyiz. Aksi takdirde kaş yaparken göz çıkarmış oluruz. Bir nüsuku sırf Allah’ı kandırmaya benzer biçimde ifa etmiş oluruz ki Allah bizi affetsin. Salât’a çağrı yapıldığında alay… İnsanlar ders için toplantı çağrısı yapıyorsa neden alay etsinler? Emin değilim ama bence kendileri de namaz kılıyor ama bizimkiler farklı kıldıkları için küçümseyip alay ediyorlar. Bugüne izdüşür. Eğer sen subhaneke, ettehiyyatü gibi şeyler okumayıp namazda alışılmışın dışında şeyler söylerken ya da yaparken görseler insanların çoğunun komiğine gider. Çünkü hiç görmedikleri bir şeydir. Böyle namaz mı olur derler. Birkaç defa böyle gördükten sonra da namaza giderken alay etmeye başlarlar. İçki ve Kumar Salâttan alıkoyar… Bence bu ayet de namaza işaret ediyor. Çünkü içki masaları aslında birçok kararın alındığı, bugün bile toplantıların yapıldığı yerlerdir. İş toplantılarının çoğu bugün maalesef böyle değil mi? İçki, toplantıları engellemez. Çok muhtemelen eskiden de böyleydi. Zaten bu ayet “sarhoşken ne dediğinizi bilene kadar” ayetine de link atıyor. Toplantı salâtı… Bence arkadaşlar bu konuda çok haklılar. Kuran’da peygamberimizin bir ders ve toplantı ortamında olduğuna işaret eden 208 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı birçok ayet grubu var. Ama bu, namaz kılmadıkları ya da bugün namaza gereksinim olmadığı anlamına gelmiyor. Essalat geçenler namaz mıdır? Kitaptan gizleyenler, Allah’ı takdir edemeyenler, şiddetli biçimde eleştirilirler. “Salât” bu ayette yalın geçer. Muhafaza edilmesi istenir. Bir önceki ayette saçma uğraşlarla uğraşanlar kınanır. Salâtın hafızalanması geçer. Unutulmaması demektir. İkame salât ise ayakta tutmak, devam etmektir, hafızalanır mı, düşünmek gerek. Bu ayet belki de essalat prensibi dışında kalabilir. Net bir ayrım yok bence ama salât yalın geçiyorsa daha çok işaret var, o kadar. Salât ve nüsuk bir arada… Enam 162 namaza işaret adına çok çok önemli bir ayet. Salât ve nüsuk bir arada geçer. Bundan önce 159’da gruplaşanlar kınanır. 161’de İbrahim’in dinine, örfüne atıf vardır. Bu ayette “yaptıklarım Allah içindir şüphesiz” denir. Demek ki secde ediyor ve sadece Allah’a has kılıyorsak bunu kınamak hiç de uygun bir davranış değil. Aynen benim iddia ettiğim gibi. 163’de ben böyle emrolundum denir. Bağlamıyla tam oturan bir ayettir. 164’de anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri haber verecek denir. Sanki bugünü anlatmakta. 165’de de bağışlayandır esirgeyendir denir. Daha ne desin… Ağlayarak kapanmak… Bu ayeti anlamak için Meryem 55’den beri anlatılan peygamberleri okuyup görmek gerek. Hepsi salâtı emrederlerdi. İlginç olan nokta ise bu ayetten bir öncekidir. 58. Orada Rahmanın ayetleri okunurken ağlayarak secdeye kapanıyorlardı denir. Elbette secdenin manevi anlamı da sözkonusu ama bu ihtilafa düşme nedeni değildir. Çünkü 17:110’daki gibi başka kelimeler kullanılarak secde ile beraber fiziksel kapanma anılmıştır. Ve bu ayet ne diyor, en ilginci de o. Sonra öyle nesiller türedi ki edaus salâtı kaybettiler, hevalarına şehvetlerine aşırılıklarına uyup içindeki bu (önceki ayette anlatılan) manevi duyarlılığı kaybettiler. Böylece salâtın bu fiziksel eda edilişi bozuldu. Bir sonraki ayette bu bozulmanın ardından, buna rağmen tevbe edip iyi işler yapanlar ödüllerini kaybetmeyecekler denir. 209 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salât insan içindir, Borç değildir… Ehline salâtı emret ve onda kararlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz, biz sana veriyoruz. Burada Allah’a yemelik kurban adayanlar kınanıyor muhtemelen. Ve aynı zamanda ritüel salâtla borç ödeniyor değil, salat insanın kendisi içindir, Allah’a bir şey vermek için değil. Borç değildir. Bunu böyle düşünme sebebim vakitlenmiş salâtın hemen önceki 130’uncu ayette anlatılıyor olmasıdır: 130. Onların söylediklerine sabret (ne söylüyor olabilirler, namaz borçtur diyor olabilirler veya hani kurban nerede diyor olabilirler) güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Demek ki istenen tesbih diye bir şey bu saatlerde. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında. Etrafen nehari tamamlayıcı açıklama olabilir. Çünkü, ekin kelimesinin karşılığını göremedim. 131. Onların rızkına göz dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı. (Muhtemelen onların sözü geçerli olması ve malla ve zenginlikle önde olmaları) Salih bir ameli kötüyle karıştırmak… Bu ayette bir salli ve bir salât kelimesi geçer, “es” olmadan kullanılmıştır. Onların mallarından sadaka al, onları arındır. Onlara destek ver, salâtın onlara huzur ve sukunet verir. Bir önceki ayet çok önemli bir ipucu verir: Onlar salih bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır ama umulur ki Allah tevbelerini kabul eder denir.Allah bağışlayan koruyandır diye biter ayet. Bir sonraki ayetse onlar bilmiyorlar mı Allah tevbelerini kabul eder denmiştir. Demek ki mesele, salih bir amelin içine kötülük karışmasıdır. Namaz da böyle bir şeydir, kimseye zararı yoktur ama kılan eğer sadece Allah’a yönelmiyorsa, bunu yaptığı zaman güzel bir işe kötülük karıştırmış olur. Ama ne zaman ki bunun fark eder ve tevbe eder Allah elbette affedicidir. Senin salâtın mı emrediyor… Burada hem salâtı ikamenin tanımına yönelik bir içerik vardır. Hem de Şuayb’in “salât”ı “bağlantısı” “yüküncü” sorgulanmaktadır. Ey Şuayb atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ve mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmamızı senin salâtın mı emrediyor? Çünkü sen yumuşak huylu, reşid (aklı başında) bir adamdın, ne oldi sana böyle? Hemen ardından gelen ayette 210 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şuayb ya ben gerçekten rabbimden bir belge üzerindeysem diyor ve ekliyor benim istediğim gücüm oranında “ıslah” etmektir. Dura dura okumak… Zaten en güzel özellikler onundur. Bir anlamda bir şey ekleyemez de eksiltemez de söyledikleriniz O’ndan. Siz yönelin. Salâtında sesini çok yükseltme çok da kısma, orta bir yol edin. Bu ayeti anlamak için 105’inci ayetten başlamak gerek. 105 Biz onu senin insanları uyarman ve müjdelemen için indirdik. 106 İnsanlara dura dura okuman için safha safha bölümler halinde gönderdik. 107 Siz ister inanın ister inanmayın. Sizden önce ilim verilenlere o okunduğu zaman çeneleri üstüne kapanır secde ederlerdi. (kapanma ve secde aynı ayet içinde) 108 Ve derler ki Rabbimin vaadi gerçekleşiyor. (Biz de bunu diyelim. Bu topraklarda şu sıralar Rabbimizin vaadi gerçekleşiyor) 109Çeneleri üzerine kapanıp ağlıyorlar ve huşuları artıyor. Ve bu ayet 110’ncu ayet geliyor. Ardından yüceltme duası. Hiç manidar değil mi! (Okumak da var, secde de var, buradaki dura dura okuma bir anda olan değil, ayetlerin bölüm bölüm gelmesi ile ilgili, illa aynı gün aynı saatte dura dura okumak değil) Dura dura okuyasın diye fasılalar halinde gönderdik. Düşünelim. Eğer fasılalar halinde gönderilmeseydi hızlı mı okunacaktı!!! Demek ki “dura dura”dan kasıt peyderpey ayet inmesi ve aralıklı olarak peygamberin bunları bildirmesi. Salâtta Huşu… Elbette bir derste de huşu olabilir ama Kuran boyunca huşu sözüyle genelde tekil ve tesbih durumlarında karşılaşıyoruz. Üç vakitte izin… Üç vakitte izin, salatil fecr, salatil işa ve öğlen elbiselerinizi çıkartığınız vakit. Öğlen için neden salat demesin!!! Ben burada iki görüyorum ama diğer ayetlerden (tarafeyn değil, etrafen nehari, gün etrafında, gün içinde, güneş batmadan önce) üç olabileceğini düşünüyorum. Bunu da “gündüz işleriniz çoktur, rızık ararsınız” gibi ayetlerin desteklediğini düşünüyorum. Ama beş görene de niye 5 dememin hiçbir anlamı yok. Dileyen dilediği kadar, içi huzurlu olduğu kadar secde etsin, Allah’a bağlansın. Hiç de yanlış görmem. 211 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Cuma namazı… Cuma günü salât için çağrıldığınız zaman zikretmeye koşun ve alışverişi bırakın. Burada ders sözkonusu olabilir. 11’inci ayette bunu yapmayanların elçiyi ayakta bırakıp gittikleri anlatılır. Ben dersin ayakta yapıldığını düşünmüyorum. Ancak bir hutbe ayakta yapılabilir. Bu kapsamda bunun hem ders hem de ritüel tarafı olduğunu düşünüyorum. Cuma suresinin 5 ve 6. ayeti de hizipleşme konusuna çok manidardır. Tevratı sahiplenip onu benimseyememiş olanlar kitap yüklü eşeğe benzetilir ve hemen akabindeki ayette yine bölünmemeye atıf vardır. Yahudilere, sadece sizin Allah’ın dostları olduğunuzu düşünüyorsanız ölümü isteyin, denir. İşte biz de kitap konusunda anlaşmazlığa düşüp birbirimizin ibadetlerini yok sayarsak ve bu yüzden tekfir edersek aynı duruma düşmüş olmaz mıyız? Böyle basit şeylerle, detaylarla vakit kaybediyoruz bence. Ala salatihim daimun… Onlar salâtlarında süreklidirler. Öncesinde ve sonrasında cimrilikten ve infaktan bahis vardır. Buradaki salâtın infakla ilgili olduğu açık. Kötülüklerden alıkonulmaktadırlar. Her salât ya da essalât yalnız geçti diye illa ki namaz değildir. Böyle bir ayrıma net bir işaret de yok bence. Bildiğimizi aramayalım, bulduğumuzu bilelim. Meleklerin tesbihi… Melekler onu hamd ile tesbih ederken onlar ise Allah hakkında çekişip tartışır diyor Allah. Çok çok ibret verici. İşte bu ayetler hep gözden kaçırılıyor. Lafla peynir gemisi yürüttüğümüzü zannediyoruz maalesef. Kuran’ı parça parça kıldılar… Önüyle arkasıyla okumak gerek bu ayeti de. Açıklamaya bile korkuyorum aslında. Çünkü kendimce açıklamaya kalkarsam başkaları hakkında zanna girmekten çekiniyorum. En iyisi mi sen oku, düşün, kardeşim. 15:90: Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi 15:91: Ki onlar Kuran’ı parça parça kıldılar 15:92: Rabbine andolsun, onların tümüne bunu soracağız 15:93: Yapmakta oldukları şeyleri 15:94: Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme. 15:95: 212 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Şüphesiz o alay edenlere karşı biz sana yeteriz. 15:96: Ki onlar Allah ile beraber başka ilahları edinmekteler; onlar yakında bilip öğrenecekler. 15:97: Andolsun onların söylemekte olduklarına karşı göğsünün daraldığını biliyoruz. 15:98: Sen Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. (Çok açık değil mi?) 15:99: Ve yakin sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Sabah akşam tesbih edin… Zekeriya kavminin karşısına çıkıp işaret etti: sabah akşam tesbih edin. Daha ne desin! Taha 130… “Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün etrafında tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin.” Arapçasında “da” eki göremedim ben. Ben üçüncü vaktin üç vakit izin ayetinde veya salâtı vustada değil burada olduğunu zannediyorum. Yorgunluk duymazlar… “Enbiya 19: Göklerde ve yerde kim varsa onundur. O’nun yanında olanlar ona ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve YORGUNLUK duymazlar. 20: Gece ve gündüz hiç durmaksızın tesbih ederler.” Yorgunluk duymazlar ifadesine dikkat. İnsan hareket etmiyorsa o kadar da yorulmaz. Saatlerce oturup ders yapabilirsin, okuyup, dinleyebilirsin. Hele de hoşuna gidiyorsa hiç sorun olmaz. Sıkılabilirsin ama kolay kolay yorulmazsın. Namazda Mübah Alanlar… Görmedin mi göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah’ı tesbih etmektedir. Her biri kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. (İşte mübah alanlar dediğim yerlerden birisi burası. Bırak isteyen istediği gibi kılsın. Kime ne zararı var. Allah’a yöneliyor adam. Yeter ki şirke girmesin.) Allah onların işlediklerini bilendir. Vakitler… Rum 17: Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edip (yüceltin). 18: Hamd onundur; göklerde ve yerde, günün sonunda ve öğleye erdiğiniz vakit de. Ahzab 41: Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin 42: Ve O’nu sabah ve akşam 213 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı tesbih edin. (Üç düşünüyorum.) vaktin tamamını gösteren ayetler olduğunu Yanları yataklardan uzaklaşmak… 15: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. 16: ONLARIN YANLARI YATAKLARINDAN UZAKLAŞIR. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. 76:22 Şüphesiz bu sizin için bir mükâfattır. Çaba harcamanız şükre değer makbul görülmüştür. 23 Gerçek şu ki Kuran senin üzerine safhalar halinde bir indirme tarzıyla indiren biziz, biz. 24 Öyleyse Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkâr veya nankör olanlara itaat etme. 25 Ve sabah akşam Rabbinin adını zikret. 26 Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O’nu tesbih et. 27 Gerçek şu ki bunlar çarçabuk geçmekte olan dünyayı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. 28 Onları biz yarattık ve “bağ”larını sımsıkı bağladık. Dilediğimiz zaman onları benzerleriyle değiştiririz. 29 Şüphesiz bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol bulabilir. Ayetleri dönüp bir daha oku bence. Peygamber gibi, peygambere özel emredilenler gibi yapmak isteyen müminler için, okumak, üzerinde düşünmek, hatta her anlamıyla secde etmek için geceler bulunmaz fırsatlardır. Yunus, Balığın Karnında… 142: Derken onu balık yutmuştu, derken o kınanmıştı 143: Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı, 144: Onun karnında dirilip kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı. 145: Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık. 146: Ve üzerine sık geniş yaprakla, bir ağaç bitirdik. Yunus, balığın karnında Kuran mı vahiy mi okuyordu? Yoksa tesbih mi yapıyordu? Mesele tesbihin şekli değil, niteliği elbet. Sadece O’na 214 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yönelip sadece ondan af ve yardım dilemek. Bütün varlığınla O’na teslim olmak. Söylenenlere Üzülen Kişi Ne Yapmalı? “Sad 17 Sen onların söylediklerine karşı sabret ve bizim güç sahibi kulumuz Davut’u hatırla. Çünkü o her tutum ve davranışında Allah’a yönelen birisiydi. 18 Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah’ı) tesbih ederlerdi.” Çok önemli dört ayet: Söylenenlere üzülen kişi ne yapar? Hayata mola verip Allah’a mazeretini sunar, sunmalı. İşte namaz. Allah namazla salât yükümüzü hafifletiyor. Sonra gelen ayetler de konuyu tamamlıyor… “19 Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla (Allah’ı tesbih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi. 20 Onun mülkünü güçlendirmiştik. Ona ayırt etme ve anlatım çarpıcılığını vermiştik.” Namaz Sığınaktır… 55 Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah’ın va’di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et. Salât esnasında sığınak gibidir namaz. Salât yoksa namaza da gerek yoktur, salât yapmayan namazı da yapamaz. Aya Secde Etmeyin… Fussilet 36 Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü o işitendir bilendir. 37 Gece gündüz güneş ve ay onun ayetlerindendir. Siz güneşe de aya da secde etmeyin. Allah’a secde edin ki bunları kendisi yaratmıştır. Eğer ona ibadet edecekseniz. 38 Şayet onlar büyüklenecek olurlarsa, Rabbinin katında bulunanlar, O’nu gece ve gündüz tesbih ederler ve (bundan) bıkkınlık duymazlar. Tam bir namaz ayetleri cemidir burası. Aya secde etmeyin, bana edin diyor. Eski dinlerin alışkanlıklarını yıkıyor açıkça. Ay onlara bir şey söyleyemeyeceğine göre ay’ın söylediklerine tav olacak değiller. Demek ki secde iddia edildiği gibi sadece ikna olup boyun eğme manasına gelmez. Ritüeli de içerir. 215 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Ritüel olmayan tesbih var mı? Elbette var. 50:39 Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et. 40 Gecenin bir bölümünde ve secdelerin arkasından da O’nu tesbih et. Şu çok önemli. (Secdelerin ardından da..) Demek ki secdeli olan var ve onun dışında olanı da var. Yani ritüel olanı var, olmayanı var. Daha doğrusu… Vakitlenmişle yetinmeyin, fırsat bulduğunuzda ritüele gerek duymadan da onu anmanın faydası var. Bu anma, gerek hayata salât’ı ikameyle O’nun doğrularını yansıtmak, gerekse yaşadıklarında O’nu görebilecek düşünme yetisine sahip olabilmek, hatta gerekse sadece aklına getirebilmektir. Her Kalkışında… 52:48 Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. 49 Gecenin bir bölümünde ve yıldızların batışının ardından da O’nu tesbih et. Yıldızlar fecr’le batar. Bu yüzden hem sabah namazına hem de güne işaret var bence. Yani gün boyu da unutmamak gerek. Bizim için de öyle. Gece bir saate kadar oku, düşün, öğren, ama ertesi gün hayata tatbik etmedikten sonra manası yok. İnsanlar Bugün de Dalga Dalga Allah’ın Dinine Giriyor… 110:1 Allahın yardımı ve fethi geldiği zaman 2 İnsanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde 3 Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir. İnsanlar bugün de dalga dalga Allah’ın dinine giriyor. Tarihi yönü olması bugün bu ayetlerin anlamı olmaması demek değil. Kuran’a yönelişi görenler azıcık düşünseler “ne oluyor yahu” diyerek düşünmeye başlarlar. Ama ilmi veren Allah, biz sadece uyarırız. Daha biz bile ol’madık ki! Öğreniyoruz işte. Allah yardımcımız olsun. O’na güvendik. Umut ediyoruz. 216 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Salãt-ı İkame | Secde Bu kadar uzun bir yazı dizisinden sonra hala ne dediğimi anlatamamışsam benim eksikliğimdendir. Halen bu adam salâtın, namaz mıydı, ders miydi, tesbih miydi yoksa başka bir şey miydi diye ne anlattığını anlamamış olanların var olma ihtimalini (kendi eksikliğim nedeniyle) yok saymıyorum. Fikrimin ne olduğunun anlaşılabilmesi için, son bir gayretle konu hakkında bir başka anlatımla daha tane tane söylemek ve son paragraflarda namazın faydasına dair “kendi üslubumca” tespitlerimle bitirmek istiyorum. Salât ders değildir. Salât namaz da değildir. Salât tesbih de değildir. Salât başka herhangi bir şey de değildir. Salât kulun ve toplumun Allah’la olan tüm bağlantılarıdır. Salât içeriğiyle ise bunların hepsini içine alan bir havuzdur. Bu salât havuzunun içinde hem Kuran, hem de 217 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı o Kuran’ı okuyan bir müminin edindiği hikmet (o dersin kendisine düşündürdüğü gerçeklerin yansıması) vardır. Peygamberimizin ders yaptığına eminim. Ama ders olan salât değil, Kuran’dır. Salât bağlantısını hayata kuracağımız şey olarak, hem dersi hem de hikmetini içerir. Yani hem Kuran’ı hem de bugüne izdüşümü olan bize yansımasını kapsar. Peygamberimizin (şekli şemali bizimkine tam olarak benzesin ya da benzemesin) namaz kıldığına da eminim. Ama bu namaz, salâtın ikamesinin özel bir hali, yani vahyi hayata tatbike gayret eden bireyin karşılaştığı zorluklardan ve yorgunluklardan dolayı Allah’la kurduğu vakitli bir bağlantıyla nefsini dinlendiren şeydir. Namaz ya da adına ne derseniz deyin, içini tesbih doldurur. Tesbih namazın olmazsa olmazıdır. Tesbihin içinde ise boncuk değil dua vardır. Hatırlanan Kuran ayetleri vardır. Allah’a övgü vardır. Şükür vardır. Hatta şikâyet vardır. Sevinç vardır. Soru vardır. Cevap vardır. Dinlenme vardır. Sadece Allah’ın anılması ve bireysel olarak O’na manen yönelinmesi vardır. Yani Allah’a bireysel bir bağlantıdır. Salât içinde sadece bir paragraftır. Bütün salât ise Kuran’daki bütün derslerin ve tesbihin içindekilerin hepsini içerir. Salâtın ikamesi genel manada sadece bireyin değil toplumun hayatının da Allah’a bağlanmasıdır. Vakitlenmiş olan, işte bu (örfi şekliyle ya da başka bir biçimde) namaz ve içini dolduran tesbihtir. Çünkü bireyin genellikle yalnız kaldığı zamanlardır o vakitler. Ama birileri diğerleriyle kuşlar gibi saf tutmuşsa, bu da hoş görülen bir şeydir. Dersler ise vakitlenmiş değildir. Her isteyen uygun olduğu vakitlerde diğerleriyle anlaşarak bir araya gelip Kuran dersi yapabilir. Hem dersin hem de tesbihin birleştirildiği tek vakitli olan şey ise Cuma (Toplantı) namazıdır. İçinde ders de vardır. Tesbih de vardır. Herkes kendi tesbihinde özgürdür ve dolayısıyla namazda mübah alanlar vardır. Kuşlar kendi tesbihini, dağlar kendi tesbihini biliyor ama biz 218 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı insanlar maalesef kendimize has tesbihimizi bilmekte, O’na yönelmede özgür olduğumuzu anlamakta zorlanıyoruz. Kuran’da ders olarak nitelenen Kuran’ın kendisi, hikmet olarak nitelenen bireyin okuduğundan (ister tek başına, isterse arkadaşlarıyla birlikte) aldığı yansımalardır. Kitabın birçok yerinde vakitli olarak anılan şey, tesbih ve yalın olan geçen (ikame fiili olmayan) salâtların bir kısmıdır. Zekeriya mihrabında yalnız başına “musalli” halindeydi. Dışarı çıktığında insanlara “sabah akşam tesbih edin” dedi “sabah akşam gelin de sizinle vahiy dersi yapalım” demedi. Vakitli olan Kuran dersi değil tesbihtir. Bu sözüm, Kuran dersi yok anlamına gelmez. O da vardır ve kitapta bunun olduğunu gösteren ayet grupları zaten mevcuttur. Ama Cuma hariç, vakitli değildir. Peki, şimdi biz nasıl salât edeceğiz veya namazı nasıl kılacağız diye soran varsa, Allah’a emanet olsun inşallah. Bu makalenin asıl teması şudur: Bölünmemeliyiz. İster beş vakit, ister üç vakit, ister iki vakit ister tüm gün namaz kılın, ister hiç kılmayın, bu benim düşünceme göre ayrışmamıza sebep değildir. Tesbihiniz sizin mahreminizdir. Rükû edenlerle rükû etmek de Allah’ın emridir. Sadece Allah’a yönelinmesi koşuluyla… Biz O’nunla kendi anladığımız dilde ya da en azından anlamını bildiğimiz cümlelerle irtibat kurmalıyız. Hangi baba, oğlu yalvarırken merhametsiz kalabilir. Allah bir babadan daha mı merhametsiz!!! Veyahut “niye şöyle eğildin de böyle eğilmedin, neden şu hareketi yapmadın da şöyle yaptın” diye kızar mı bize? Allah’ı hiç mi tanımadık! Kavga edeceksek de insanlara faydası dokunacak işler için kavga edelim. Tutup büyük meseleler dururken, alt hususlarda kavga ederek büyük resmi gözden kaçırmayalım. Ortada salâtın ne olduğundan haberi olmayan bir millet varken, salâtın bireyi ilgilendiren alt kümeleri üzerinde tartışmanın, ayrışmadan başka bir işe yaramayacağı ve salâtı engelleyeceği muhakkak. Ortada daha okul yokken, okul kantindir, okul dersaneden ibarettir veya okul müdür odasıdır ve yahut okul bayrak direğidir diye tartışmanın hiçbir anlamı yok. Önce okulu yapalım. 219 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı İsteyen dershaneye girsin, isteyen teneffüs zili çaldığında gidip kantinde çikolatasını yesin. Ben namazımı şu şu şu saatlerde gönlüm ferah olarak kılmaya devam ediyorum. Var mı yok mu tartışmalarından sıyrılmış, içim rahat ve huzurlu biçimde sadece Allah’a yöneliyorum. Daha fazla bir huşu duymam gerekir ve belki hatam da olabilir ama Kuran’da tüm bunları gördükten sonra, kuşlar gibi kendi bildiğim şekilde yapmamın bana emredilen olduğu kanaatindeyim. Varsa küçük hatalarımı Allah’ın affedeceğini umuyorum. Bence siz de içiniz rahat olarak nasıl yönelecekseniz öyle yönelin. Kimseyi ilgilendirmez sizden başka. Gördüğüm salâtlardan sonra birisine “namaz kılıyor musun” demeyi bile yersiz ve seviyesiz buluyorum. Böyle bir şey sormak, mahallendeki muhtaca “zekât vermiyor musun?” diye sormaya benzer. Tüm yazı serisi boyunca anlattıklarıma rağmen benim yazdıklarım asla Kuran’da olan gerçeklere ortak koşulmamalıdır. Allah’ın vahyettikleri dışındaki tüm yazılanlar insan sözleridir ve öyle ya da böyle hata içerirler. Salat ve bağlantılı olarak örfi namaz konusunda benim anlattıklarım benim kitaptan gördüklerimden sonraki kanaatlerimdir. Doğru bildiğimin dürüstçe bir anlamda savunmasıdır. Eğer farkına varmadan küçük ya da büyük bir hataya düşmüşsem beni daha doğruya iletecek olan da Allah’tan başkası değildir. Ve yine tekrar ediyorum, esas mesele ayrılığa düşmemektir, şirk koşmak dışında anladıklarımızdan dolayı hizipleşmemektir. Bize düşen Kuran’la yol alan herkesi birleştirmek ve hatta bizim gibi düşünmeyenlerle bile selam içinde yaşamaktır. Hatalarımızı düzeltecek olan Allah’tır. 3 Ali İmran 103 Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini anımsayın. Siz birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. Yola gelesiniz diye Allah ayetlerini böyle açıklıyor. Ey büyümüş de küçülmüş çocuk, bunun sana ne faydası var göremiyor musun? Türlü salâtlar ederken… Türlü sorunlarla boğuşurken… Kalbin 220 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı sıkışırken… Göğsün daralırken… Faturalarını ödeyemezken… Bebeğinin hastalığına üzülmüşken… Babanı ya da anneni kaybetmişken… Üniversite bütün düşünceni hapsetmişken… Arkadaşlarından uzak kalmışken… Sana bir söz söylenmiş de ağırına gitmiş ama öfkeni dindirecek cevabı verememişken… Sen birisine bir söz söyleyip de pişman olmuşken… Patronla arayı bozmuşken… Kocanla/karınla tartışmışken… Çözemeyeceğini düşündüğün sorunlarla güreşirken… Bir raund arası versen… Aybaşına on gün kala cebinde on beş lira kalmışken… Şefkat arayıp da bulamamışken… Kuran’a döndüğün ve Kuran’la uyardığın için damgalanmış ve sapkınlıkla suçlanmışken… Çaresiz olduğunu zannettiğin dertlere düşmüşken… Artık bundan öte ne yapacağını bilememişken… Bir eğil, iki eğil, dört eğil… İki vakit üç vakit beş vakit… Ayakta, eğilerek, yan yatarak, düz durarak, uzanarak… ARADA BİR HAYATA MOLA VERSEN OLMAZ MI? Hiç mi yorulmadın? Hiç mi yorulmuyorsun şu hayattan? Arada bir yere kapanıp da mola versen olmaz mı? Arada bir şu dünyadan bağını koparıp da gerçeğe gözünü açsan olmaz mı? Arada bir reset atsan, şu beynini azıcık dinlendirsen olmaz mı? Büyümen için sana bir ömür verilmişken, arada bir o hayatının zekâtını versen… Tarlanı arada bir nadasa bıraksan… Büyüdükten sonra büyüklenmesen de küçülsen… Büyümüş de küçülmüş çocuk olsan… Bir an için yok olsan… O, yıllar süren yaşamının orucunu arada bir üç beş dakika tutsan… Hatta istersen secdede gözlerini bile kapatsan… Şu yalan dünyaya azıcık fa”sal”a versen de… O’nunla “bağlantı”ya geçsen olmaz mı?2 2 Salât bahsiyle ilgili fazlaca yorum olduğundan kitaba alınmamıştır. Yorumlar özellikle “Secde” başlıklı bölümün altında yoğunlaşmıştır. 221 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Rüyaların Tevili Rüyalar Gaybdan/Gelecekten Haber Verir mi? Rüyalar hepimizi evvelden beri düşündüren başlıklardan biri olmasına rağmen konuşmaktan genelde haklı olarak imtina ediyoruz. Çünkü ben de aynı fikirdeyim ki; rüyalar kişinin kendi mahremidir. Onların sizden başka sadece (her şeyi yaratan ve tanık olan) Allah aynısıyla farkındadır. Geleneksel rüya tabiri anlayışına ise hiç girmek bile istemiyorum. Kültüre özel bazı simgeler olabildiği muhakkak ama, klasik rüya tabirleri çoğunlukla saçma sapan “zan”lara ulaştırırlar bizi. Genellikle bir sonuç da çıkaramazlar. Ortaya sallanan bir iddia curcunası vardır. Onlardan biri tutarsa “işte rüyam tuttu” olur! Acaba 222 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı rüyalar (gaybdan) bilinmezden ya da gelecekten haber verirler mi gerçekten! Ya da başka bir nedeni de var da biz mi bilmiyoruz henüz! Neden İbrahim’in oğlunu boğazladığı rüya, üzerine basa basa bu kadar anlatılıyor? Yusuf’unki ilmi sayesinde kuvvetli bir zan mıydı? Yoksa rüya tevil etmek için bazı bilgilere haiz miydi? Bu bilgiler gayb bilgisi mi yoksa olayların tefekkürü müydü? İbrahim oğluna rüyasını anlattığında ne oldu? Oğlunu kesme gibi bir durumu yaşadı mı İbrahim? Vahiy almasına rağmen neden Muhammed’den gördüğü rüyadan ders alması isteniyor? Neden Yusuf’un rüyasını anlatmaması konusunda Yakup bu kadar ısrarlı? Bir elçi nasıl oluyor da bir zannın peşine düşmüş bir kâhin gibi zindan arkadaşlarına rüya tabir ediyor? Nasıl oluyor da Melik’in rüyasına dayanarak Yusuf böyle ekonomik bir işe kalkışıyor? Allah’tan başka kimse geleceği bilemezken, bilinmezden ve gelecekten haber verebilir mi bir elçi? Eğer veremiyorsa daha gerçekleşmeden Yusuf nasıl bildi? Ve en önemlisi… Her rüya bahsinin neticeye ulaşması anında neden bir secde ve Allah’a övgü söz konusu? Rüya ile önü açılan bu bilgiler bize hangi ana gerçeği gösteriyor? Rüyalar çoğunlukla günlük yaşamdan zihnimize yansıyan (psikolojik) görüntüler, görümler olarak ortaya çıkıyorlar. İçimizdeki sevinç ya da sıkıntı ve yahut bir yoğunluk kendisini rüyamızda da karşımıza benzer biçimlerde çıkarıyor. Ancak benim bugün size bahsedeceğim rüya biçimi bu çoğunluk rüyalarımızdan biraz farklı. Sizin de başınıza gelmiştir ki; bir rüya gördüğünüzde bazen öyle bir yerde bulursunuz ki kendinizi, yeryüzünde ve hayatınızda henüz öyle bir yere gitmiş, öyle bir yerde bulunmuş ya da öyle bir olayı bir benzeri ile yaşamış değilsinizdir. Belki de birkaç defa aynı rüyayı benzer biçimlerde görmüş, hep aynı yerde bulunmuş ve benzer oluşlarda bulmuşsunuzdur kendinizi. Ve demişsinizdir ki “Ben bunu sadece rüyamda gördüm. Veya sadece rüyamda gördüğüm bir yer. Veya sadece rüyamda bulunduğum bir mekân. Ya da sadece rüyamda tanıdığım bir kişi. Yahut sadece rüyamda yaptığım bir iş.” Eminim ki bu sadece benim başıma gelmiyor. Birçok rüya uyanır uyanmaz veya çok kısa bir sürede 223 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı unutulurken tekrar tekrar kendini gösteren ve hissettiren bu tip rüyalar genelde etkilidir ve üzerimizde sorular ve izler bırakırlar. Sözgelimi… Yıllarca önce rüyanızda kendinizi o hiç bilmediğiniz yerde, hiç bilmediğiniz bir evde, hiç bilmediğiniz bir pencerenin önünde, o şekliyle hiç bakıp da görmediğiniz bir manzaraya bakarken gördünüz. Unutmadınız da. Çünkü bu mekânı ve manzarayı farklı hallerde ve oluşlarda olsa da rüyalarınızda defalarca gördünüz. Ve yıllar sonra hayat bu ya, günü geldi. Daha önce hayatınızda tanık olmadığınız o eve taşındınız. Daha önce bulunmadığınız o pencerenin önünde, daha önce bakmadığınız o manzaraya bakarken buldunuz kendinizi. Fark ettiniz ki bu gerçek size yılarca önce rüyalarınızda malum olmuş meğerse. Böyle bir durumdan ne ders çıkar bize? Hiç karşılaşmadığımız ve sadece rüyalarımızda gördüğümüz bir şeyin gerçek hayatta ya da gelecekte yaşanması bir kanıttır. O da, bilinmezi sadece Allah’ın bildiğine kanıttır. Yani bu tip rüyaların gerçekleşmesi Allah’ın varlığına delildir. Çünkü O, bizim bilmediğimiz şeyleri bilendir. Ve bunu kendi nefisimizde bize göstermektedir. Aslında bu durum mucizenin ta kendisidir. Çünkü sadece Allah’ın bildiği bir gerçek gerçekleşmiş durumdadır. Eğer o evin o penceresini ve o manzarasını daha önce rüyanızda görmemiş olsaydınız, onu sadece Allah’ın bildiğini nasıl anlayacaktınız!!! Her gün yüzlerce yeni şey görüp, yeni oluşlar yaşıyoruz. Ama her birini ilk defa yaşadığımız için bunları Allah’ın daha önceden bildiği aklımıza bile gelmiyor. İşte bunlardan birini veya birkaçını eğer daha önce rüyamızda görmüşsek ve hatırlamışsak, işte o an Allah’a secde edip O’nun her şeyi önceden bildiğini kavradığımız an olmalıdır. Rüyayı bizim görmüş olmamız bu neticeyi değiştirmez. Çünkü bizim için, rüyanın kesin tevili gerçekleştiğinde anlaşılır. Daha önce değil. Daha önceki, az ya da çok zan içerir. Bir bilgi, bir haber ancak doğrulandığı zaman gerçekleşmiş olur. Televizyonda haber dinliyorsak doğrulanmış gerçekleri dinliyor 224 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı olmalıyız. Diğer haberler ise ya bir tahmin, ya bir hesaplama ya da bir aktarım olarak hiçbir zaman yüzde yüz değildir. Hava tahmini gibi. Yarın kar yağacaktan ziyade yağabilirdir… Bulutların hareketi bizi belli bir tahmine yöneltir ama kar yağışı beklerken bulutların yoğunlaşmadan üzerimizden geçip gittiğini de çok defa yaşamışızdır. Rüyanın gelecekten haber olup olmadığını anlamak için gerçekleşmesi gerekir. Ne zamanki gerçekleşir, rüyanı gerçekleştirmiş olur ve anlarsın. İşte bu maddi manevi secde gerekçesidir. Allah’ın varlığının, bizi denediğinin, yetiştirdiğinin, bize kendisi hakkında deliller sunduğunun delilidir. Yoksa rüya ile gaybten şu haberi yüzde yüz aldım diyemez kimse. Gaybı bilmem ben, der. Ama şunun şöyle olacağını, şu şu kuvvetli deliller nedeniyle umuyorum, tahmin ediyorum der. Bunun için de ilme, bilme ihtiyaç vardır. Sadece rüya için değil günlük gelişmeler için de böyledir. O halde Kuran’daki rüya kıssalarını nasıl anlamalıyız? Şimdi kısaca onlara bakalım. İçinde rüya geçen bölümlere… 12 Yusuf 4 Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: “Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla, Güneş’i ve Ay’ı gördüm; onları bana secde ediyorlar gördüm.” 12 Yusuf 5 “Yavrucuğum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir oyun oynarlar. Hiç kuşkusuz şeytan, insan için açık bir düşmandır.” Neden Yakup Yusuf’a rüyanı kardeşlerine anlatma diyor? Bu soru hep kafamı kurcalamıştır. Ne olacak ki anlatsa, diye. Niye kötülük etsinler Yusuf’a, rüyada ayın, güneşin ve yıldızların kendisine secde ettiğini görmüş diye. Net bir cevap bulamamıştım. Eğer onlarda da rüya ilmi varsa o halde neden başlarına gelecekleri tahmin edememiş olabilirlerdi? Sonra Yusuf 37’de Yusuf’un zindan arkadaşlarına konuşmaya başlarken “Ben Allah’a güvenmeyip ahreti de tanımayan bir toplumun dinin terk ettim” diye söze başlaması da hep kafamda soru işaretleri oluşturmuştur. Çünkü Yusuf kıssasında ne zaman nerede 225 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Yusuf, ortak koşan bir kavmin dinini ne ara terk etmişti bulamıyordum. İşte meğerse cevaplar bu “rüya” ayetlerinde saklı imiş. Eğer Kuran’da güneş, yıldız ve ay kelimelerinin geçtiği tüm ayetleri göz önüne alırsanız, çok eski devirlerden beri güneşe, aya ve yıldızlara ilahlık vasfı verildiğini ve bunun taa Mekke dönemine kadar sürdüğünü görebilirsiniz. “Güneşe de, ay’a secde etmeyin, bana edin” (41:37) diyen Allah bu kahrolası kültürü defalarca yerle bir ettiği halde insanlar ortak koşmaktan vazgeçmemiştir. Ortak koşan bu kimselerin peygamber çocukları olması bir şeyi değiştirmez. Yusuf’un kardeşleri, Allah’a inansa da güneşe, aya ve yıldızlara halen ilahlık vasfı veren kişiler olarak eğer Yusuf’un rüyasını dinlemiş olsalardı, muhtemelen çıngar çıkardı. Bugün evliyalara, ermişlere, gavslara, kutuplara ve hatta peygamberlere ilahlık vasfı verenlere tutup, ben bunların hepsinin bana secde ettiklerini rüyamda gördüm dediğinizi düşünün ve alacağınız tepkiyi hayal edin!!! Dolayısıyla Yakup da Yusuf da bu rüyayı konuştukları o gün anlamış değillerdir. Yakup’un korkusu diğer çocuklarının bu gök cisimlerini Allah’a ortak koşuşları ile ilgiliydi. Rüyanın tevilini bildiği için değil. Ne zamanki kıssa sonunda Mısır’da birleştiler, rüya o zaman tevil edilmiş oldu. 12 Yusuf 100 Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: ‘Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O’dur.’ Kısacası burada geleceği bilen bir Yakup ya da Yusuf yoktur. Kıssanın başında, kısa vadede olacakları tahmin eden muvahhid bir Yakup ve ne olduğunun farkına bile varmayan ama sadece Allah’a yönelen bir Yusuf söz konusudur. Diğer kardeşler ise henüz muvahhid değillerdir. Olay gerçekleşene kadar olacakları bilen sadece Allah’tı. Yusuf gördüğü rüyanın gerçekleştiğini, işte Mısır’daki bu birleşme anında anladı ve 226 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı bunu ifade etti. “Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O’dur” Yusuf’un bildiği ise sadece kendi bildiği kadarıyla sözleri ve olayları yorumlamadan ibarettir (12:101) ve bunu devamındaki ayetler anlatır. Ardından Muhammed’e de “Bunları sen bilmezdin. Gayb haberidir bunlar” (12:102) denmesi de bu kapsamda manidardır. Peki o halde bir çelişki yok mu? Yusuf’un zindan arkadaşlarına yaptığı rüya yorumları ne olacak? Yusuf orada gelecekten haber vermiyor mu? Bakalım… 12 Yusuf 36 Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri: ‘Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm.’ dedi. Öbürü: ‘Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi’ dedi. ‘Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz.’ Zindanda bu kadar kısa konuşmuş olamazlar elbette. Mümkün ki gençler Yusuf’a kendilerinden ve yaşadıklarından da çokça bahsetmişlerdir. Onları etraflıca tanıyan Yusuf da rüyalarından bir anlam çıkarmış olabilir. Ama Yusuf’un asıl bildiği rüyanın yorumundan çok sözlerin ve olayların etraflıca düşünülmesinden çıkardığı sonuçtur. Siz olsanız, öleceğini bildiğiniz birisine öleceksin der misiniz? Diyecek olsanız da “böyle devam edersen sonun ölüm olur” dersiniz. Birisine sigara içtiğin için öleceksin demezsiniz, sigara içmeye devam edersen sonun böyle olabilir dersiniz ancak. İşte Yusuf’un söylediği de bunun gibidir. Sen böyle başkalarını rab edinmeye devam edersen sonunda kaybedersin demiştir. Elbette böyle derin düşünebilen birisinden rüyadan da gerçeğe en yakın tahmini yapmış olması beklenir. Bakalım Yusuf ne demiş… 12 Yusuf 37 Dedi ki: ‘Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah’a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim.’ 227 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Gördüğümüz gibi Yusuf, henüz rüya tabirine geçmeden önce asıl becerisinin oluşları, olayları ve neden sonuç ilişkilerini değerlendiriyor olmasıdır. Yemeğin rüyayla bir ilgisi yoktur. Kabiliyetinden bahsediyor Yusuf. Ve belki de biraz fazlaca güveniyor kendisine. Ardından 38,39 ve 40’ıncı ayetlerde hala yoruma geçmemiş olan Yusuf önce tevhidi anlatıyor. Nihayet 41’inci ayette başlıyor rüyalardan yaptığı çıkarıma… 12 Yusuf 41 “Ey benim zindan arkadaşlarım! Rüyanıza gelince: Bir taneniz rab edindiği kişiye şarap sunacak. Ötekiniz ise asılacak da kuşlar başından yiyecek. Hakkında fetva sorduğunuz iş, böyle hükme bağlanmıştır.” Şimdi şunu diyebilirsiniz. İşte Yusuf gelecekten haber veriyor. Hatta hüküm budur gibi bir şey söylüyor. Bu kapsamda Kuran’da geçen Yusuf’un sözleri ile Allah’ın sözlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yusuf’un her söylediğini Allah tasdik ediyor mu acaba! Evet, ben de çoğunuzla aynı şeyi düşünüyorum. Burada Yusuf kendinden fazlaca emin ve iş budur, bitmiştir, gibi bir tavrını seziyorum. Ve o kadar emin ki, kurtulacağını düşündüğü kişiden kendine bir menfaat sağlamaya, Allah’tan aldığı ilimle Allah’tan başkasından destek almaya çalışıyor. Ama bakın neler oluyor… 12 Yusuf 42 Kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: ‘Efendinin katında beni hatırla.’ Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı. İşte Yusuf o anda şeytanın oyununa gelmiş oluyor. Hiçbir gayb haberini yüzde yüz bilemeyeceğini, her şeyi bilenin Allah olduğunu ona bir an için unutturan nefsi onu yanıltmış oluyor. Ne rüya, gerçekleşmeden tevil edilmiş olur, ne de bizim her hesabımız yüzde yüz doğrudur. Yusuf’un, öldürüleceğini düşündüğü gencin öldüğüne dair de bir ifade geçmez Kuran’da. Biz de Yusuf gibi (bilgimiz ve tecrübemiz kadarıyla) sadece yorumlarız. En doğru bilgiye ulaşmaya çalışırız. Her şeyin en doğrusunu ise sadece Allah bilir. Bir şeyleri iyi yorumluyor oluşumuz, en doğrunun o olduğu ya da 228 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı yaptığımız hesap kitaptan sonra tahmin ettiğimiz şeyin gerçekleşeceği yüzde yüz anlamına gelmez. Umarız, ümit ederiz, bekleriz, gerçekleştiği anda tevil olur. Kesin bildiğimiz sadece Allah’ın her şeyi bildiğidir. Kibre ya da çokbilmişliğe girdiğimiz anda, daha yıllarca bilgisizlik zindanından çıkamamaya da hazır olmalıyız. Ya Melik’in rüyası diyebilirsiniz… 12 Yusuf 43 Hükümdar:’ Ben (rüyamda) yedi besili inek görüyorum, onları yedi zayıf inek yiyor; bir de yedi yeşil başak ve diğerleri ise kupkuru. Ey önde gelen (kahin-bilginler,) eğer rüya yorumluyorsanız benim bu rüyamı çözüverin’ dedi. Yusuf bu rüyaya yönelik olarak ettiği tefekkürle, kuvvetle ihtimal olabilecekleri beyan etmiş ve tarım ve ekonomi politikalarına yönelik tedbir alınmasını önermiştir. Geçmişten aldığı dersle de zindandan çıkma işini (günümüz politikacılarına ders olacak mahiyette) artık aklanmaya bağlamıştır. Yusuf rüyalara da olaylara da ilmiyle tefekkür ederek çareler bulmuştur. Bir kâhin gibi hareket ettiği anda cezasını da görmüştür. Demek ki rüyalar henüz gerçekleşmeden tevil olmuş olmazlar. Ancak bazı rüyalar bize ders ve tedbir almamızı hatırlatabilir ve Allah’ın her şeyi bildiğini ispat ederler. Bu kapsamda rüyalar bizim için denenme gerekçesidir. Peygamberler ve elçiler için de böyle. Allah’ın gerçekliğini hatırlamak üzere… 17 İsra 60 Hani biz sana: ‘Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır’ demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur’an’da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor. 48 Fetih 27 Yemin olsun ki Allah, resulüne o rüyayı hak olarak doğru çıkarmıştır. Allah dilerse, başlarınızı tıraş etmiş, saçlarınızı kısaltmış olarak güven içinde, korku duymadan Mescid-i Haram’a mutlaka gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi de bundan önce size yakın bir fetih nasip etti. 229 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Peki İbrahim’in rüyası… Öncesinde İbrahim “Salihlerden bir yardımcı” istiyor (37:100). Ardından bir çocukla müjdeleniyor (37:102). Ve ardından aşağıdaki ayet geliyor… 37 Saffat 102 Böylece (çocuk) yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” Ortada ne bir bıçak var, ne kesme… Hatta ne de ne de İsmail… İbrahim’in duasına yönelik olarak müjdelenen çocuk İshak olduğu halde gelenekte neden İsmail deniliyor bilmiyorum. En azından Kuran’da görebildiğim kadarıyla bu çocuğun İshak olma ihtimali mantıksal olarak da yüksek. Ama yine de net bir iddia ortaya koymadan “çocuk” diyelim biz. İbrahim bir rüya görüyor. Rüyasında çocuğu boğazladığını (kesmeye mecaz anlamında da gırtlağını sıkmak anlamında da olabilir) görüyor ve oğluna rüyasını anlatıp yorumlamasını istiyor. Gelenekte ya İbrahim’in rüyası gerçek gibi algılanmış ya da tevili (gerçekleşmesi) rüyadaki simgelerle karıştırılmış durumda. Devam edelim… 37 Saffat 103 Sonunda ikisi de teslim olup, onu alnı üzerine yatırdı. Bir insanı kesmek için alnı üzerine yatırmak ne kadar mantıklı!!! Ense köküne bıçak vurularak daha da mı yavaş çıksın canı istiyor İbrahim!!! Kurbanlık hayvan bile keserken yan yatırılıp yumuşak yere vurulan bıçak sıra insana gelince omurlara mı vurulacak!!! Üstüne üstelik “bir masumun canını almayı yasaklayan” Allah, elçisine “oğlunu kes” mi diyor!!! Neyse… Çok tartışmalı… Ama gerçek olan şu ki her ikisi de Allah’a secde ediyorlar. Bir şekil varsa, insan alnı üzerine secde eder çünkü. Rüya her ne görüntüde olursa olsun tevil olmuş (gerçekleşmiş) oluyor çünkü. Kuran’daki diğer rüya tevillerinde olduğu gibi. Olay tamamlanmış oluyor. Artık oğlunu alıp araziye götürüp bıçağı vuracak olsaydı bile vurmasına gerek kalmamış oluyor. Rüyanın gereği bitti. 230 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Alınacak ödül varsa alındı, edilecek secde edildi zaten. Rüya doğrulandı, tevil edildi, gerçekleşti. 37 Saffat 104 Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik. 37 Saffat 105 “Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.” Demek ki gelenekte anlatılan ve Tevrat’ı da hadis kitabına dönüştüren bir rivayet daha yerle bir oldu Kuran’la. Çünkü Kuran öyle bir dehşet hikâyesi anlatmıyor bize. Varsa da rüyalardaki simgelerden ibaret kalmış olması muhtemel. Ve demek ki rüyaların tevili, aynısıyla ya da bir benzeriyle gerçekleşmesidir. O bilinmezin bilinir hale gelmesidir. İnsanların Allah tarafından denenmesidir. Yusuf’ta da Muhammed’de de, İbrahim’de de böyledir. Belirli rüyalar iyi bir tahminle (genellikle de kendi kendine) yorumlanabilirler. Ama gerçekleşene kadar gelecek, net bir biçimde kimse tarafından bilinemez. Allah hariç. Gerçekleşmesi ise Allah’ın delillerindendir. 231 Kalemzáde|Kalemin Kıyamı Kalemzáde Cengiz Yardım Kalemzáde|BLOG2014 kalemzade.nete-kitap 232