kümbet altında.qxp
Transkript
kümbet altında.qxp
Ý Ç Ý N D E K Ý L E R Eðitim, Kültür, Sanat, Edebiyat Dergisi 3 AYLIK DERGÝ ISSN: 1307-3737 Yýl: 1 Sayý: 2 Temmuz-Aðustos-Eylül 2007 KDV Dahil Fiyatý: 3 YTL Sahibi: Ýrfan YILDIZ Genel Yayýn Yönetmeni: Osman BAÞ Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ýsmail POLATCI e-mail: [email protected] YAYIN KURULU Ýsa KAYACAN Hayrettin ÝVGÝN Ahmet YAMAN Özcan ÜNLÜ Tamilla ABBASHANLI Süreyya KAYA Mahir ADIBEÞ Zeki KURT Süleyman GÜLER Ömer Faruk AYBEK Yusuf SEMÝZ Sýrrý ER Berna ESÝN Fehmi SOLAK YAYIN DANIÞMANLARI Prof. Dr. Sadýk Kemal TURAL Prof. Dr. Alper DURAK Yard. Doç.Dr. Zeki GÜREL Yard. Doç. Dr. Burhan KAÇAR Yard.Doç.Dr. Mesiha TOSUNOÐLU Dr. Hüseyin AÐCA Yavuz Bülent BÂKÝLER Yahya AKENGÝN TEMSÝLCÝLER Azerbaycan: Prof. Dr. Elçin YAZILAR: • Kümbet’ten/Ýrfan YILDIZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .2 • Türk Kültür Tarihinin Romanlaþtýrýlmasý ve M. Necati Sepetçioðlu Dr. Hüseyin AÐCA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .3 • Ölümünün Birinci Yýl Dönümünde Hikâyeci, Romancý ve Oyun Yazarý Mustafa Necati Sepetçioðlu/Nail TAN . . . . . . . . . . . . . .5 • Romancýnýn Sepetçioðlu’nun Ardýndan/Kurtuluþ ALTUNBAÞ . . . . . . . . . . .8 • Yüzümüzü Özümüze Döndüren Deðer: Mustafa Necati Sepetçioðlu Necati CERRAH . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .9 • Ölümünün 970. Yýlýnda: Ýbni Sina/Hayrettin ÝVGÝN . . . . . . . . . . . . . . . . .11 • Simav Gül Aþkýyla Þiire Yürüyor…/Osman BAÞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13 • Sevgi Yolu/Ýsa KAYACAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .16 • I. Dünya Savaþý'ndan Günümüze Türk-Ermeni Ýliþkileri/ Ýsmail POLATCI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .17 • Sadýk Tural: Bilgelerin Yolunda/Berna ESÝN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22 • "Güzel" Anlatmak ve "Güzeli" Anlatmak/Ahmet YAMAN . . . . . . . . . . . . .26 • 1'den 12'ye/Nazým PAYAM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .27 • Ahýska Türklerine Sahip Çýkmak Gerek…./Dr. Reþat DOÐRU . . . . . . . . . .31 • Gönül Erlerine Yarý Kalan Mýsralar/Yrd. Doç.Dr. Zeki GÜREL . . . . . . . . .32 • Simav 12. Ulusal Þairler Þöleni'ne Nasýl Geldik? Osman KARAARSLAN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .34 • Malazgirt'ten… Büyük Taarruz'a…/Yusuf SEMÝZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . .36 • Çok Satan Kitaplar Dinî ve Millî Varlýðýmýza Tehdit mi? Dr. Abdülkadir SEZGÝN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38 • En Kederli Sevinç Þair Olmaktý.../Ömer Faruk AYBEK . . . . . . . . . . . . . . .40 • Türkmeneli Kadýnlar Birliði/Remzi GÖKTÜRETEN . . . . . . . . . . . . . . . . .45 • Ulubatlý Hasan/Ümit Fehmi SORGUNLU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .47 ÞÝÝRLER; • Zaman Masalý/Dilâver CEBECÝ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .4 • Sevgiliye/Süleyman GÜLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .7 • Bayraðým/Dursun ÖZLEK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .10 • Üsküp Akþamlarý/Nazlý Rânâ GÜREL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .12 • Gölgende Ki Ben/Sergül VURAL . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .16 • Seni Düþünmek/Zeynep SÖNMEZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .21 • Ben Seni Nasýl Unuturum/Hamdi ERTÜRK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .25 • Ýstanbul'a Dörtlükler/Çiðdem Kader KAYA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .25 • Kanlý Þiir/Prof. Dr. Elçin ÝSGENDERZADE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .35 • Bir Þiir Olsun/Süreyya KAYA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .35 • Bayraklarýn En Güzeli/Þaziye ÇELÝKLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 • Büyük Sevdalar Sonsuza Gider/Halis AKTAÞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 • Atamýn Elleri/Resmiyye SABÝR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .39 • Durgun Rüzgâr/Özlem ÞAHÝN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .44 • Bizim Evin Üstünde/Hasan ÖÐMEN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .44 • Kerkük Aðýdý/Kenan ÇARBOÐA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .46 • Erguvan ve Doða/Turgut TÜFEKÇÝBAÞI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .46 • Evren ve Sen/Ömer KOYUNCU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .48 ÝSKENDERZADE Kazakistan: Prof. Dr. Þakir ÝBRAYEV Kýrgýzistan: Prof. Dr. Abdýldacan AKMATALÝYEV Türkmenistan: Oraz YAÐMUR Kosova: Prof. Dr. Nimetullah HAFIZ Makedonya: Prof. Dr. Hamdi HASAN Bulgaristan: Sabri ALAGÖZ Nahçývan: Prof. Dr. Meherrem CEFERLÝ Romanya: Prof. Mustafa Ali MEHMET K.K.T.C.: Harid FEDAÝ Kerkük: Þemseddin KUZECÝ Gagauz Yeri: Todor ZANET Ukrayna: Doç. Dr. Fedora ARNAUT Kýrým: Dr. Ýsmet ZAAT Irak: Fevzi Ekrem TERZÝOÐLU Bu dergideki yazýlarda ifade edilen görüþ ve fikirler yazarlarýna aittir. Yazýlarýn bilimsel, dil ve imlâ sorumluluklarý yine yazarlarýn kendilerini baðlar. Bunlar, KÜMBET altýnda dergisinin düþünce ve politikasýný yansýtan metinler olarak mütalaa edilmemelidir. Yönetim Yeri GOP Bulvarý- Tokat Ýþ Haný 2. kat TOKAT Tel: (0356) 212 4809 Posta Çeki: 1450791 Osman BAÞ (Cep: 0.536 682 02 52) Ýsmail POLATCI: (Cep: 0532 477 51 11) Hukuk Danýþmaný Av. Abdulkadir AYKUN Düzenleme Onur DAL Tasarým Kültür Ajans Tan. ve Org. Ltd. Þti. - Tel: (0312) 425 93 53 Faks: 419 44 43 Baský Forum Ofset - Tel: 0.312.417 47 50 1 KÜMBET’TEN Kümbet sevdasýnýn yanmýþlýðýnda yaz ortasýna yürüyen ne kadar güzellik varsa gönül dostlarýyla beraber yaþýyoruz. Yýllar var ki okuyucularýmýz bizi tanýyor, biliyor ve üç aylýk uzun süreyi iple çekiyor. Birçok okuyucumuz Kümbet ne zaman çýkýyor diye soruyor ve bizleri mutlu ediyor. Elinize ulaþan dergimizin üzerinde 2. sayý yazýyorsa da bizim 30. sayýmýz. Tokat Kümbet olarak 22 sayýdan sonra yine benim sahibi olduðum Bizim Kümbet 6 sayý çýkmýþtý. 2 sayýda Kümbet altýnda dergimizi ilave ettiðimizde 30. sayýya ulaþtýk. Bizim logomuzu sayfa düzenimizi ve temsilciliklerimizi aynen kullanan bir baþka dergi yetkililerinin de hukuk konusu olacak bir takým düzenlemeleri yapmalarý konusunda uyarýyor ve ihtar ediyorum. Zira gerekli hukuk iþlemlerini Tokat Kümbet sahibi Zeki KURT ve benim aracýlýðýmla avukatlarýmýz baþlatacaktýr. Deðerli okuyucularýmýz bu sayýmýzda Mustafa Necati Sepetçioðlu hocamýzýn aramýzdan ayrýlýþýnýn yýldönümü nedeniyle özel sayý yaptýk ve ana konu olarak hocalarýmýzýn yazýlarýný sizlere sunduk. AKM'den Dr. Hüseyin AÐCA, Halk bilimi araþtýrmacý ve yazar Nail Tan, yine iki eðitimci Kurtuluþ Altunbaþ ve Necati Cerrah hocamýzý anlattýlar. Kümbet dergilerinin 1999 yýlýndan bu güne genel yayýn yönetmeni Osman Baþ 11-33 Mayýs tarihlerinde katýldýðý 12. Ulusal Simav Þiir Þölenini sizlerle paylaþtý. Ýsa Kayacan hoca sevgi yolu dergisini tanýtýyor. Yazý Ýþleri Müdürümüz Ýsmail Polatcý TürkErmeni iliþkileri üzerinde okuyucularýmýzý aydýnlatýyor. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu Baþkaný Prof.Dr. Sadýk TURAL hocamýzýn bir solukta okuyacaðýnýz "Bilgelerin Yolunda" kitabýný Berna Esin tanýtýyor. Ahmet Yaman her zamanki gibi güzeli anlatýyor. Bizim Külliye dergisi genel yayýn 2 yönetmeni Nazým Payam'ý aramýzda görmek çok güzel. Devlet Eski Bakanýmýz ve Tokat Kümbet dergisinin yayýn kurulu üyesi Dr. Reþat Doðru Ahýska Türklerini anlatýyor. Zeki Gürel hocayla gönül erlerinin bir baþka güzelliðine ulaþacak, Simav Þiir Þöleninin mimarý Osman Karaarslan'dan þiir þöleninin deðerlendirmesini okuyacaksýnýz. Yusuf Semiz hocayla Malazgirt'ten Büyük Taarruza uzanacaksýnýz. Dr. Abdulkadir Sezgin'le kitaplar arasýnda bir gezinti yapacak, Ömer Faruk Aybek'le þehitlerimizi anacaksýnýz. Kerkük'ten haberleri Rasim Göktüreten'den alacak, Berceste dergisi genel yayýn yönetmeni Ümit Fehmi Sorgunlu'nun hikâyesiyle buluþacaksýnýz. Dilâver Cebeci, Süleyman Güler, Dursun Özlek, Sergül Vural, Nazlý Rânâ Gürel, Hamdi Ertürk, Çiðdem Kader Kaya, Elçin Ýsgenderzade, Süreyya Kaya, Þaziye Çelikler, Halis Aktaþ, Resmiye Sabir, Özlem Þahin, Hasan Öðmen, Kenan Çarboða, Turgut Tüfekçibaþý, Ömer Koyuncu, Zeynep Sönmez'in þiirlerini beðeniyle okuyacaksýnýz. Deðerli okuyucularýmýz, Anadolu'nun dört bir yanýndan, baþta Türk dünyamýz olmak üzere dünyanýn dört bir tarafýndan makale, araþtýrma, hikâye, deneme ve þiirler dergimize akmaktadýr. Üç ayda bir yayýnlanan dergimizin sayfalarýna alamadýðýmýz yazar ve þairlerimiz bizi anlayýþla karþýlayacaklardýr. Dergimizin adresi yine baþladýðýmýz günden bugüne P.K. 25 / Tokat olarak devam etmektedir. Önümüzdeki sayýmýzda "Türkçe bizim ses bayraðýmýzdýr. Türkçe bizim ana dilimizdir. Biz Türküz, Türkçe okuyacak, Türkçe yazacak ve dahi Türkçe düþüneceðiz diyor ve Türkçe üzerine çalýþmalarýnýzý bekliyoruz… Saygý, sevgi ve selamlarýmýzla… Ýrfan YILDIZ Kümbet altýnda Dergisi Sahibi TÜRK KÜLTÜR TARÝHÝNÝN ROMANLAÞTIRILMASI VE M.NECATÝ SEPETÇÝOÐLU Dr. Hüseyin AÐCA* Pek çok aydýn ve özel resmî kurum kuruluþunun üzerinden çeyrek asýr geçmesine raðmen hâlâ varlýðýnýn farkýnda deðilse de Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'na dört alt hizmet biriminden biri olan Atatürk Kültür Merkezi yýllardýr amacý doðrultusunda düzenlediði bilimlik toplantýlar ve yaptýðý yayýnlarla saðýr olmayan sultanlarla Türk millî kültürünü tanýtmaya, yaymaya çalýþýyor. Bugüne kadar düzenlediði yüzlerce bilimlik toplantý, gerçekleþtirdiði tasarlanmýþ dizi yayýn ve sayýca beþ yüze yaklaþan kitap basýmý ile kendisine T.C. Anayasasýnýn gösterdiði istikamette görevini yapmaya devam ediyor. Zaman zaman tamamen idarî bir takým yavaþlama hatta duraksama gösteren hizmet süreci son aylarda, týpký kuruluþ yýllarýnda olduðu gibi yeni hamlelerle devam ediyor. Bu cümleden olmak üzere 24-25 Mayýs 2007 tarihlerinde Baþkent Öðretmen evinde düzenlenen "Ölümünün birinci yýlýnda M. Necati Sepetçioðlu Ulusal Sempozyumu", Atatürk Kültür Merkezinin son derece doðru bir kararla ve kusursuz bir düzenleme ile gerçekleþtirdiði kültür hizmetlerinden biri oldu. Beþ oturum hâlinde tertiplenen ve tamamý bilim adamlarýnýn sunduðu yirmi bildiri ile sürdürülen bu etkinliðin ilk konuþmasý Atatürk Kültür Merkezinin genç ve bilinçli bilim adamý olan baþkaný Prof. Dr. Sayýn Osman Horata idi. Atatürk Kültür Merkezinin yoðun hizmet sunmaktan, kendini yeterince tanýtmaya fýrsat bulamadýðý anlamýna gelecek veciz konuþmasýnýn þu cümleleri özellikle dikkate deðer: "Bilindiði gibi, alelade kalabalýklarýndan ortak paydalar ve idealler etrafýnda bir millet oluþturabilmek ve buradan da güçlü devletlere ve medeniyetlere ulaþabilmek, her topluluða nasip olmayan, uzun, çileli bir yoldur. Bu süreçte, dil ve dile dayalý * AKM eserler, kültürleri yani milletleri ayakta tutan temel direkleri oluþtururlar. Ýnsanlarý, "biz" duygusu etrafýnda bir arada toplayan, bu duyguyu güçlendiren ilk edebî ürünler danslar eþliðinde söylenen epik þarkýlar olur. Bu tür, soylarýn ve kabilelerin oluþum sürecinde, birbirleri arasýndaki mücadelelerde öne çýkan kahramanlar etrafýnda ortaya çýkar. Kabilelerden ulusa geçiþ aþamasýnda ise, epik þarkýlar yerlerini manzum destanlara býrakýr. Diðer edebî türlerin kaynaðýný oluþturan destanlar, topluluklara kimlik yani ulus olma bilincini kazýndýrmada önemli bir iþlev üstlenirler. Bilindiði gibi, yerleþik hayata geçiþle birlikte, destanlar yerlerini kahramanlýk konulu halk hikâyeleri ve mesnevilere býrakýr. Sanayileþme ve kentlileþmenin yaygýnlaþmasýna paralel olarak da, tarihsel roman, tiyatro, hikâye gibi türler edebiyat hayatýnda görülmeye baþlar." On beþ ayrý devlet üniversitesinden (Van'dan Çanakkale'ye kadar) çaðrýlý olarak gelip bildiri sunan uzmanlarýn her biri seçilmiþ boyutlarýyla Sepetçioðlu'nu eserlerine dayalý örneklendirme, tespit, yorum ve karþýlaþtýrmalarla tanýtmaya çalýþtýlar. Aralarýnda Abide Doðan, Ýsmail Çetiþli, Kazým Yetiþ, Önder Göçgün, Ramazan Korkmaz, Nevzat Özkan, Ýsmail Görkem gibi Yeni Türk Edebiyatýnýn bilimlik ustalarý yanýnda, Ayþegül Ýslâm, Yakup Çelik ve gelecek vadeden pek çok genç bilim adamýnýn bulunduðu seçkin, bir aydýnlar öbeðini dinleyenler (sayýlarý az olsa da) merhum Sepetçioðlu'nu bir öðretim üyesinin toplantýya getirdiði üniversite öðrencileri ve diðer gönüllü dinleyicilere tanýtmaya ciddî bir gayret gösterdiler. Her biri titiz bir dikkatle okunmasý gereken bu birbirinden güzel bildirilerden özenle seçtiðimiz ve Sayýn Önder Göçgün Hocamýza ait olan bir bölümü sayýn okuyucularýmýza sunmayý yararlý bulduk. misali hep saygý dolu bir nitelik taþýyordu. Bu çerçevede, "en seçkin varlýk" olarak gördüðü insa3 nýn geliþmesi, ilerleyip yükselmesi için terbiyeyi, yani eðitimi, temel þart olarak kabul ederdi. Nitekim, 6-8 Kasým 1985 günü Selçuk Üniversitesi'nde düzenlediðimiz 1. Millî Gençlik Kongresi'nde, "Gençlik ve Sahip Olma Duygusu" baþlýklý bildirisinde, '"terbiye" ve "içgüdülere göre bir uygunluk taþý(dýðýna)" inandýðý, "eðitim-eðitmck" kavramlarý etrafýnda þu görüþlere yer vermiþti: "Terbiye, insanda var olan ana unsuru, yine insanda var olan yan eðilimlerle besleyip yeni bir sistem meydana getirme sanatý(dýr). Onun yerini alan eðitmek iþi. daha çok içgüdülere göre bir uygunluk taþýr; týpký tâlim yerine gelen öðretmek iþindeki isler istemez otonýatikleþen mekaniklikte olduðu gibi.. Benzer hareketlerin benzer tckrarlarývla meydana gelen bir alýþýlmýþlýðýn mekanikliði ile duygular ve þuurun dayanýþmasýndan oluþmuþ bir sanatý ayný düþünmek imkâný var mýdýr? Bir papaðaný öðrettiðiniz, yahut biraz yatkýn bir hayvaný eðittiðinizde hitap ettiðiniz onlarýn içgüdüleridir. Bu içgüdü onlara en çok öðrettikleriniz ölçüsünde bir tekrarlama gücü verir. Halbuki insan, içgüdüsüne önsezisini ve þuurunu da katmýþtýr. Sizden daha çok þey istemeðe, size daha çok þey vermeðe hazýrdýr. Bu hazýrlýðý sadece zaman ve mekân etkileyicileri deðiþtirebilir." "Bizim insanýmýz, sevmek üzerine programlanmýþtýr. Yabancýlarý þaþkýna döndüren de konukseverlikten, insana ilâhî bir deðer vererek, ona saygý duyma sonucu olan insanseverliðe kadar yüzlerce örneði ile hâlâ yaþayan bu vasfýmýzdýr." "Ýnsan bir vatan topraðý üzerinde bir dili konuþarak bir devletin güvencesinde yaþamak zorunda olduðu müddetçe, o ipeksi dokumalardan bütünlenmiþ baðý her zaman hissedecektir. Dün de öyle idi, bugün de öyledir, yarýn da öyle olacaktýr. Bizim vatanýmýz, kültürümüzle birlikte en az bin yýldýr, farkýnda olsak da, olmasak da bizim beden ve ruh yapýmýz haline gelmiþtir. Bizim dilimiz, millet olarak tek ve vazgeçilmez varlýðýmýzdýr. Konuþmasýný bilmez üç beþ budalanýn lâflarýna raðmen, dünyanýn en zengin dillerindendir. Ve bizim devletimiz, beþ bin yýllýk bir emeðin, almterinin. gözyaþlarýnýn âbideleþtirdiði gururumuz ve güvenimizdir. Bunlar, her bir hücresine kýskançlýkla sahip olunarak bugüne gelmiþ ve emanet edilmiþlerdir. Rastgele ve canýmýzýn istediði biçimde tasarruf etmeðe kimsenin hakký olmamalýdýr." 4 "Millet hayatýnda yönetimin, yöneticiler için geçici olduðu iyi bilinmelidir. Kalýcý olan ise, yönetenler ile yönetilenler arasýndaki iliþkilerdir. Bu iliþkilerin kaynaðý adalet ise. yönetim makbuldür, deðerlidir. O zaman yöneten yücedir, yönetilen de huzur içindedir. Atatürk; 'Adalet mülkün temelidir.' ve; 'Hakimiyet kayýtsýz þartsýz milletindir.' demiþtir. Unutulmamalýdýr ki, yönetenler ve yönetim, emanet durumundadýr." þeklinde konuþmuþtu. Toplantýda bazý konuþmacýlarýn tarih alanýnýn bilim adamlýðýnýn tavrý ile tarihî roman yazarýnýn tarihe bakýþý arasýndaki çok ama çok önemli farký görmezlikten gelmesi, bu çalýþmaya bildiri sunarak katýlan gençlerin zamanla törpülenecek yanlarý idi. Ayrýca Sepetçioðlu'nun kullandýðý Türkçe'nin özel bir bildiri konusu yapýlmasý ile, merhumu uzak yarýnlara taþýyacak yönlerinin irdelenmesi, bundan sonra bu konuda düzenlenecek toplantýlarda ele alýnmasý temennisi ile, bu çalýþmayý gerçekleþtirenleri kutluyoruz. Devamý dileðiyle. ZAMAN MASALI Susadým su diye içtim zamaný Bindim bir huzmeye geçtim zamaný Dilime verildi sözden anahtar Yanaþtým onunla açtým zamaný Dediler ki " vakit kýlýçtýr keser" Davranýp ortadan biçtim zamaný Sonra ellerimle oldu bir tesbih Koparýp etrafa saçtým zamaný Silkinip dönüþtü bir gök küreye Sardým kollarýmla koçtum zamaný Kýrkbin yýlda kýrkbin belde dolaþtým Nihayet arkadaþ seçtim zamaný Susadým su diye içtim zamaný Bindim bir huzmeye geçtim zamaný Dilâve er CEBECÝÝ ÖLÜMÜNÜN BÝRÝNCÝ YIL DÖNÜMÜNDE Hikâyeci, Romancý ve Oyun Yazarý Mustafa Necati Sepetçioðlu Nail TAN* Konularýný Türk tarihinden seçtiði roman ve oyunlarýyla tanýnan, bazý Türk destanlarýný yeniden þiirleþtiren, ülkemizde çaðýmýzýn, asrýmýzýn Dede Korkut’u kabul edilen Mustafa Necati Sepetçioðlu, 8 Temmuz 2006 günü Ýstanbul’daki evinde ebediyet yolculuðuna çýkmýþtý. Cenazesi, 10 Temmuz 2006 günü Marmara Üniversitesi Ýlahiyat Fakültesi Camisi’nde kýlýnan cenaze namazýndan sonra, sessiz-sedasýz, alkýþsýz, þamatasýz Karacaahmet Mezarlýðý’nda topraða verildi. Aradan bir yýl çok çabuk geçiverdi. Hemþehrileri, Tokatlýlar onu unutmadý. Bu özel sayýyý hazýrladýlar. Hayatýný, eserlerini yeniden hatýrlayalým. 1932 yýlýnda Tokat’ýn Zile ilçesinde doðdu. Babasý Abdurrahman Bey’dir. Ýlkokulu (1944) ve ortaokulu (1947) Zile’de bitirdi. Sivas Lisesinde baþladýðý lise öðrenimini, Tokat, Bursa Liselerinde sürdürdükten sonra Ýstanbul Haydarpaþa Lisesinde tamamladý (1950). Lise yýllarýnda hikâye yazmayý denemiþti. Daha iyi hikâye ve roman yazmak için Ýstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji/Türk Dili ve Edebiyatý Bölümünde yüksek öðrenime baþladý. Sýnýf arkadaþlarý arasýnda, sonraki yýllarda dil, edebiyat profesörlüðüne yükselecek olan Kemal Eraslan ve Mertol Tulum da vardý. Yüksek öðrenimi sýrasýnda da hikâye yazmayý sürdürdü. Bu yüzden fakülteyi 1957 yýlýnda bitirdi. Ertesi yýl, Ýst. Adalar Belediyesinde þube müdürü unvanýyla memuriyete girdi. Bir süre Eminönü belediyesinde görev aldý. Sýrasýyla; Kýzýlayda yayýn müdürü (1963), SSK Ýstanbul Hukuk Ýþleri Müdürlüðünde idare amiri (19631966), SSK Þiþli Hastanesinde müdür (1967-1968), MEB Basýmevinde müdür (1968-1974) ve MEB Derleme Müdürlüðünde müdür (1974-1976) olarak görev yaptýktan sonra emekliye ayrýldý. Ýstanbul’a yerleþip kendini tamamen eserlerini yazmaya verdi. * Halk Bilimi Araþtýrmacýsý - Yazar Sepetçioðlu, Türk dili ve edebiyatý öðrenimi görmüþ bir Millî Eðitim Bakanlýðý mensubu olarak kendini yeni neslin iyi yetiþmesinden sorumlu tutuyordu. MEB Basýmevi Müdürü iken tanýþtýk. Müsteþar Mehmet Önder’le 1000 Temel Eser dizisini baþlatmýþlardý. Yeni nesillere; milletini, dilini, tarihini, millî deðerlerini sevmeyi, kimliðiyle gurur duymayý öðreten eserler yazmaya, basmaya önem veriyordu. Amacý doðrultusunda, birbirinden güzel kýrka yakýn eserle ömrünü taçlandýrdý. Ölümsüzler kervanýna karýþtý. Yazmaya baþlamasýnda Zile Ortaokulu Türkçe Öðretmeni Kadri Özyalçýn ile Haydarpaþa Lisesindeki öðretmenleri Nihal Atsýz ve Mahir Ýz’in rolü büyüktür. Daha sonra Hamdullah Suphi Tanrýöver, Abdülhak Þinasi Hisar ve Ahmet Hamdi Tanpýnar’ýn çevresinde bulunarak, onlarýn tavsiyelerinden yararlandý. Yazý hayatýna hikâyeyle baþladý. Ýlk hikâyeleri, Sivas Lisesi öðrencisi iken Sivas Hakikat gazetesinde yayýmlandý. Daha sonra Seçilmiþ Hikâyeler, Türk Düþüncesi, Ýstanbul, Hisar, Yol, Türk Yurdu, Türk Dili, Türk Edebiyatý, Pýnar, Tercüman gibi dergi ve gazetelerde hikâyeleri, makaleleri basýldý. Üniversite öðrenciliði sýrasýnda yazdýðý hikâyelerini Abdürrezzak Efendi (1956) kitabýnda topladý. TDK’nin Türk Dili dergisinde 1958-1968 yýllarý arasýnda þu hikâyelerinin yayýmlandýðý görüldü: Asliye Ceza Hâkimi Naim Bey (S. 82), Bir Otelde Üç Kiþi (S. 84), Kavga (S. 86), Mavi Gömlekli Adam (S. 88), Soba Borularý (S. 87), Oyuncak (S. 96), Birdenbire (S. 1389, Halil’in Ölümü (S. 148), Menevþeler Ölmemeli (S. 153), Deniz Feneri (S. 168), Suçlu (S. 176), Üç Kiþiye Bir Þemsiye (S. 180), Bir Yerlerde Bir Adam (S. 200). Þiir kitabýnýn bulunmamasý, onun þair olmadýðýnýn göstergesi kabul edilmemelidir. Kanaatimce o, Yaratýlýþ ve Türeyiþ Destaný’ný (1965), Dede Korkut 5 Hikâyeleri’ini (1986) ve bazý Türk destanlarýný, þiirleþtirerek yeniden kaleme alan, romanlarýnda þiir dilini baþarýyla kullanan usta bir þairdir. Hikâye ve ilk destan kitaplarýnýn ardýndan oyun yazmaya yöneldi. Konularýný tarihimizden, millî kültürümüzden alan oyunlarý büyük ilgi gördü. Umut Çeþmesi 1966-67, Trampacýlar 1968 ve Büyük Otmarlar da 1969 yýlýnda Ýstanbul Þehir Tiyatrolarýnda sahneye konuldu. Büyük Otmarlar, ilk önce 1967 yýlýnda Ýstanbul Ü. Talebe Birliði Gençlik Tiyatrosunda oynandý. Ertesi yýl Zürih’te düzenlenen Dünya Üniversiteler Arasý Tiyatro Festivali’nde birincilik ödülünü kazandý. 1971 yýlýnda, Türkiye’de “Malazgirt Zaferi’nin 900. Yýlý” kutlanacaktý. Bu önemli yýl dönümü, Sepetçioðlu’nun yazarlýk hayatýnda yeni bir pencerenin açýlmasýný saðladý. Tarihî roman yazma dönemine girdi. Bir nehir romana baþladý. Tarihimizin 1071 Malazgirt Zaferi’yle baþlayýp Ýstanbul’un Fethi’ne kadar süren dönemini; “Dünki Türkiye” baþlýðý altýnda on iki romanda topladý: Kilit, Anahtar, Kapý, Konak, Çatý, Üçler Yediler Kýrklar, Bu Atlý Geçide Gider, Geçitteki Ülke, Daraðacý, Sabýr, Ebem Kuþaðý ve Gece Vaktinde Gün Dönümü. Sepetçioðlu, “Dünki Türkiye”yi romanlaþtýrýrken “Bugünki Türkiye”de olay fýrtýnasý yaþanmaktaydý. Ýç çalkantýlar, terörist saldýrýlar, kardeþi kardeþe düþman etme giriþimleri onu fazlasýyla üzmekteydi. Günümüz Türkiye’sinin toplumsal sorunlarýný iþleyen romanlarýný “Bugünki Türkiye” dizisinde yayýmladý. Cevahir ile Sadýk Çavuþ’un Kamyonu (1977), Karanlýkta Mum Iþýðý (1978) ve Güneþin Dört Köþesi (1983) romanlarý böylece ortaya çýktý. 1989 yýlýnda yayýmladýðý Ve Çanakkale (Geldiler, Gördüler, Döndüler) üçleme romanýyla dünkü ve bugünkü Türkiye arasýndaki köprüyü kurdu. Bu üç ciltlik romaný, önce Çanakkale Ýçinde Bir Dolu Desti adýyla bir TV filmi senaryosu olarak yazdý. Romanlaþtýrýrken, Çanakkale Muharebeleriyle ilgili pek çok kitabý, anýyý okudu. Destan ruhunu verdi eserine. Ayrýca, Kýrým Kýrýmý romanýnda (1985) Kýrým Türklerinin uðradýðý soykýrýmý, Sabýr Aðacý (19901992, sekiz cilt) romanýnda da Kýbrýs tarihini ele aldý. Sepetçioðlu; hikâye, oyun ve romanlarýnýn yaný sýra inceleme türünden eserler de yazdý. Yeniden 6 kaleme aldýðý Yaratýlýþ ve Türeyiþ destaný, Lehçeye çevrilip Polonya’da basýldý (1972). Varþova Radyosunda seslendirildi. ABD’de Ýngilizceye çevrildi (1966). 1989-1990 yýllarýnda kendisine ve eþi edebiyat öðretmeni Muazzam Gürþen Haným’a Selçuk Üniversitesi tarafýndan “Fahrî Edebiyat Doktoru” unvaný verildi. 1997 yýlýnda, Baþbakanlýk Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Þeref Üyeliðine seçildi. Beratý 4 Kasým 1997 gününde törenle verildi. Kazandýðý veya layýk görüldüðü diðer ödüller þunlardýr: Umut Çeþmesi oyunuyla MEB Çocuk Oyunu Yarýþmasý Ödülü (1968), Çardaklý Bakýcý oyunuyla MEB Oyun Yazma Yarýþmasý Ödülü (1969), Köprü oyunuyla Ankara Türk Kadýnlar Derneði Tiyatro Yazma Yarýþmasý Ödülü (1969), Kilit romanýyla Türkiye Millî Kültür Vakfý Büyük Ödülü (1971), Konak romanýyla Türkiye Millî Kültür Vakfý Büyük Ödülü (1974), Gece Vaktinde Gün Dönümü ve Karanlýkta Mum Iþýðý romanlarýyla Türkiye Millî Kültür Vakfý Büyük Ödülü (1980), Can Ocaðýnda Piþen Aþ eseriyle Türkiye Millî Kültür Vakfý Büyük Ödülü (1981), Ebem Kuþaðý romanýyla Türkiye Millî Kültür Vakfý Büyük Ödülü (1982), bütün romanlarý için Konya Kültür ve Turizm Derneði Edebiyat ve Sanat Büyük Ödülü (1986), Ve Çanakkale III/Döndüler romanýyla Türkiye Yazarlar Birliði Yýlýn Romancýsý Ödülü (1989), ÝLESAM Üstün Hizmet Ödülü (1994). Sepetçioðlu, tarihî romanlarýnda kahramanlarýnýn kiþiliðini çok iyi tahlil etmiþ, özelliklerini yansýtacak bir dil ve üslup kullanmaya özen göstermiþtir. Eserlerine, Dede Korkut Hikâyeleri’nde gördüðümüz destan üslubu hâkimdir. Türkçenin söz varlýðýný, atasözü ve deyim zenginliðini yeterince deðerlendirdiði rahatlýkla söylenebilir. Muhsin Karabay’la 1985 yýlýnda yaptýðý bir söyleþide; Türk karakterini, Türk millî yapýsýný, ruhunu, psikolojisini Bilge Kaðan kadar anlayan, bilen bir ikinci insan gösterilemeyeceðini söylemiþ, Bilge Kaðan Yazýtý’ný ezberlemeyen, özümsemeyen bir kiþinin Türkiye’yi idare etmesinin imkânsýz olduðunu vurgulamýþtýr (Türk Edebiyatý, S. 394, 8/2006, s. 45). Yayýmlanmýþ kýrka yakýn eseri türlerine göre þunlardýr: Hikâye: Abdürrezzak Efendi (1956), Menevþeler Ölmemeli (1972). Roman: Kilit (1971), Anahtar (1972), Kapý (1973), Konak (1973), Çatý (1974), Üçler Yediler Kýrklar (1975), Bu Atlý Geçide Gider (1977), Cevahir ile Sadýk Çavuþ’un Buðday Kamyonu (1977), Geçitteki Ülke (1978), Daraðacý (1979), Karanlýkta Mum Iþýðý (1979), Ebem Kuþaðý (1980), Sabýr (1980), Gece Vaktinde Gün Dönümü (1981), Güneþin Dört Köþesi (1983), Ve Çanakkale I Geldiler (1989), Ve Çanakkale II Gördüler (1989), Ve Çanakkale III Döndüler (1989), Kutsal Mahpus-Ebu Hanife (1990), Sabýr Aðacý (1990-1992), Benim Adým Yunus Emre (1994), Bir Ömür Boyu Kýbrýs (2000, iki cilt), Yesili Hoca Ahmed (2002, 2004, üç cilt). (Oyun, 1970), Ak Sinekler Sürüsü (Oyun, 1971), Mehveþ Haným (Oyun, 1984), Kýrým Kýrýmý (Roman, 1985, Tercüman gazetesinde tefrika), Meragalý Abdulkadir (Oyun, 1986). Sepetçioðlu’nu, diðer tarihî roman yazarlarýndan ayýran en belirgin yönü, yaþayan Türkçeyi, döneminin terimleriyle birlikte akýcý, çok zengin bir söz varlýðýyla kullanmasýdýr. Yoksa eserleri kalýcý olmazdý, edebiyat tarihimize mal edilmezdi. Hikâye, roman ve oyunlarýný Türk gençliðinin en çok okuduðu bir yazar olarak sonsuza dek yaþayacaktýr. Ölümü üzerine Türk Dili dergisinde yayýmlanan yazýmda (S. 657, Eylül 2006) olduðu gibi; bu yazýmý da ayný duayla bitiriyorum: Çocuk romaný: Beyaz Güvercin (1978), Kutsal Duraðý cennet, yoldaþý Dede Korkut olsun! Kaya (1978). Oyun: Çardaklý Bakýcý (H. Rahmi SEVGÝLÝYE Gürpýnar’ýn iki eserinden uyarlama, 1969), Köprü (1969), Son Bloklar Sev beni hicranlý gönlümle seveyim seni (1969), Büyük Otmarlar (1970), Muhabbetle sonsuzluða gömeyim seni Her Bizans’a Bir Fatih (1972), Yunus Seni sevdim aþkýnla yanýp kül oldum Emre (1995). Beni bu çileden kurtar artýk ne olur Çocuk Oyunu: Umut Çeþmesi (1968). Bakýþlarýn çileden çýkardý beni Bir gün alýr kaçýrýrým bak seni Destan: Yaratýlýþ ve Türeyiþ Sanki seni tehdit ediyorum öyle deðil mi? (1965). Sen de; naz ediyorsun, biliyorum seviyorsun beni Ýnceleme, Derleme: Daðyolu ve Günebakan’dan Seçmeler (H. S. Hataya düþüyorum aþkýnýn sarhoþluðundan Tanrýöver, 1971), Türk Destanlarý Kaçmak niye imiþ Allah'ýn emri dururken (1972)/ Karþýlaþtýrmalý Türk DestanEvet, evet seni almalýyým sevgilim larý (2001), Dede Korkut (1972), Kesinlikle temiz bir aþkla seviyorsam seni Türk-Ýslam Efsaneleri (1973)/ Bir Büyülü Dünya ki (1990), Sonsuza UyaÝnan bana ama kesinlikle inan sevgilim nan Taþlar (1981), Dedem KorSevip de kahpedir sevdiðini almayan kut’un Kitabý (1990). Görülmemiþtir hiç bir yerde türkün kahpeliði Deneme, makale: Can OcaðýnBu demektir ki sevgilim inþallah alacaðým seni da Piþen Aþ (1981), Dünden Bugüne ve Yarýna I-II (1999). Bu iþ kýsa bir zamanda bitmeli sevgilim Çünkü vatan bizden hizmet bekliyor Senaryo: Çanakkale Ýçinde Bir Vatan hizmetine gözü, sözü bek er gerekli Dolu Desti (8 bölüm, TRT), Ýki Suyun O þanlý er için imanlý bir aile gerekli Arasýnda (12 bölüm, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý). Bu aile niçin biz olmayalým sevgilim Kitap olarak yayýmlanmamýþ Yoksa sende mi inkâr ediyorsun ecdadýný eserleri: Çaðlayanlý Vadi (Roman, Çünkü; inkar eden ecdadýný, yetiþtiremez evladýný 1961, Vatan gazetesinde tefrika Biz bunlardan olmayacaðýz. Öyle deðil mi sultaným? edildi. Filme alýndý.), Trampacýlar (Oyun, 1967), Çölde Bir Ýbrahim Süle eyma an GÜ ÜLER 7 ROMANCI SEPETÇÝOGLU’NUN ARDINDAN Kurtuluþ ALTUNBAÞ* Tarihi, tarih derslerinden düþük notlar almama raðmen, severdim. Zaman zaman o tarihi romanlarýn sayfalarýnda tarihî bir þahsiyetin hüviyetine bürünmek ve Orta Asya steplerinden Viyana önlerine uzanmak hülyasýna dalardým. Yapýlan hatalarý görür, onlara üzülür; kazanýlan zaferlerle yeni zaferlere kucak açýyormuþum gibi mutlu olurdum. Ýþte, Mustafa Necati Sepetçioðlu ismini ilk defa o yýllarda yani lise yýllarýmda duydum. 1971 yýlýnda yayýmlanan ilk romaný "Kilit"i 1978 yýlýnda ancak aldým. Okudum. O an o çok sevdiðim tarih hakkýnda hiçbir þey bilmediðimi fark ettim. Olaylar arasýnda baðlantý kurmakta zorlanýyordum. Bildiðim tek konu 1071 Malazgirt Zaferiydi. Ben Sepetçioðlu'nu keþfettiðimde, onun hakkýnda yazýlar yazýlmaya, deðerlendirmeler yapýlmaya baþlamýþtý. Hatta yazdýðý oyunlar sahnelenmiþ, çeþitli ödüller almýþtý. Yazý hayatýna hikâyeyle baþladýðýný öðrenmem de o yýllardaydý. Böyle bir yazarý ne kadar geç tanýdýðýmýn farkýna vardým. Gerçi geç kalmak, hiç ulaþamamaktan daha iyidir. En azýndan sonra keþfimi sürdürdüm. Ya þimdi lise öðrenimi gören kaç kiþi tanýyor onu? Televizyonlardaki saçma sapan yarýþmalardan kafasýný kaldýrýp kitaba yoðunlaþan kaç gencimiz kaldý? Sepetçioðlu'nun romanlarý, bir seri halinde birbirini izledi ve araþtýrmacýlarýn bir "nehir roman" dedikleri seri ortaya çýktý. "Kilit"le baþlayýp "Yesili Hoca Ahmed" romanýyla son bulan bu seri, bir taraftan roman okuma zevki verdi, diðer taraftan insanýmýza tarih bilinci kazandýrdý. Yaþar Kemal'in "Devlet Ana"sýyla baþlayan tarihî roman çýðýrý, Sepetçioðlu'yla doruk noktaya ulaþtý. Yazar, zamanla, "Çaðýmýzýn Dede Korkut'u" unvanýný aldý. Bu unvanýn veriliþi boþuna deðildi. Çünkü o, bu seriyle Türk tarihi ve kültürünü günümüze ulaþtýrma baþarýsý kazandý. Ýlk romanlarýnda Malazgirt Zaferinden Ýstanbul Fethine kadar olan dönemi konu alan yazar, daha * Eðitimci 8 sonraki romanlarýnda ülkemizde yaþanan toplumsal deðiþmeleri, bunlarýn etkilerini ve sonuçlarýný anlattý. Her romaný bir baþvuru kitabý oldu. Tarih, onun eþsiz üslubuyla günümüze taþýnmýþ oldu. Ancak hiçbir zaman gerçeklerden taviz vermedi. Nitekim Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Baþkaný Prof. Dr. Sadýk Tural, Sepetçioðlu için: "Tarihe karþý sorumluluklarýný en iyi þekilde taþýyan gerçek bir tarih romancýsýdýr." diyerek onun bu vasfýný ortaya koymaktadýr. "Kýzýlelma" ülküsüyle yaþadý. Bu ülküyü canlý tutmaya çalýþtý. Ülküsünü kaybeden milletlerin yaþama þansý olmadýðýný çok iyi biliyordu. Türk Destanlarýný 1986 yýlýnda yayýmlanan "Türk Destanlarý" adlý eseriyle ölümsüzleþtirdi. Bir bilim adamý kimliðiyle; ama bir romancý üslubuyla kaleme aldý. "Yaratýlýþ ve Türeyiþ" onun kalemiyle tarihin tozlu raflarýndan günümüze ulaþtý. Yazý hayatýna hikâye ile baþlamýþ, tiyatro eserleri yazmýþ, ancak romancý kimliðiyle hafýzalarda yer etmiþtir. Yazarýn ölüm haberini, bir televizyonda, satýr arasýnda aldým. Birçok televizyon kanalý ondan hiç söz etmedi bile. Bir mankenin sevgilisiyle yakalanma haberinin süresinin onda biri kadar hakkýnda haber yapýlmamasý beni oldukça üzdü. Gerçek sanatçýlar, ne yazýk ki, ölümlerinden sonra mutlaka deðer buluyor; ama insan, insan hayattayken gerekli deðeri bulsun istiyor. Bir sanatçýda frikik yakalamak için günlerce fýrsat kollayan kameramanlar, onlarý topluma lanse etmeye çalýþan program yapýmcýlarý, acaba ne zaman bu ülke gerçeðini ortaya koyan gerçek deðerlere gereken deðeri verecekler? Ne olur arada bir de olsa insan hayattayken onun kýymetini bilelim. Bizi biz yapan deðerlere kafa patlatan, bize bizi anlatan bu insanlarýn kolay yetiþmediði gerçeðini aklýmýzdan çýkarmayalým. Mustafa Necati Sepetçioðlu'nun anlattýðý tarih, bir gün bizden bunun hesabýný sorar, unutmayalým. Ruhu þad, mekâný cennet olsun. Yüzümüzü Özümüze Döndüren Deðer: MUSTAFA NECATÝ SEPETÇÝOÐLU Necati CERRAH* Bazý þahsiyetler vardýr ki, duruþlarý doruk, ufuklarý engin, sevdalarý büyük büyüktür. Kendilerini, mensubu olduklarý millete adamýþlardýr böyleleri. Nefisleri için deðil, içinde yaþadýklarý toplum için nefes alýr, millet için yaþarlar can bedende kaldýkça. Þerefli bir ömrü hizmetle tamamlamaktýr tüm arzularý. Her zaman müracaat edilen, beyinlerin durduðu yerde kendilerine danýþýlan, darda kalýnýp sýkýntýya düþüldükçe kapýlarý çalýnan, nihâyet karþýlýk beklemeden çâre üreten ýþýk adamlardýr onlar. Deniz feneri gibidirler tüm zamanlarda. Edep ve erkân âbidesi, akýl ve fikir öncüleridirler nesiller boyu. El tutar, yol gösterir, ýþýk olurlar yokluklarýnda bile kuþaktan kuþaða. Tüm karanlýklarý aydýnlatan güneþ gibidirler onlar… Sevgili dostlarým, böyle bir ulu þahsiyetti Mustafa Necati Sepetçioðlu. "Çaðýmýzýn Dede Korkut'u" olarak da adlandýrýlan Sepetçioðlu, 1932 yýlýnda Zile'de dünyaya gelir. Ýstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatý Bölümü'nde atýlýr daha sonra yürek yangýnlarýna dönecek olan sevdalarýnýn temeli. Çeþitli kurumlarda memur ve yönetici olarak yaptýðý görevler, dolu dolu geçen bir ömrün anlamlý karelerini oluþturur sýra sýra. Ýlk romanlarýnda Malazgirt Zaferi'nden baþlayarak Ýstanbul'un fethine kadar Türk tarihini konu alýr. Sonraki eserlerinde ise Türkiye'de yaþanan toplumsal deðiþimi ve sonuçlarýný anlatýr. Tarihî olaylara hâkimiyeti, engin düþünme yeteneði, millî kültüre olan içten baðlýlýðý, manevî dünyasýnýn bezediði gönül zenginliði ve eserlerindeki güçlü anlatýmý ile gönüllerde taht kurar âdeta. Geniþ bir okuyucu kitlesine sahip olan Sepetçioðlu'nun Anadolu'nun fethini ve Türk devletinin kuruluþunu anlattýðý romanlarý, asýrlarý içine alan bir dönemin hakkýyla anlaþýlmasýna ýþýk tutar da bir kuþaðýn baþucu kitaplarý arasýnda yer alýr roman sarayýnýn tahtýna oturmuþçasýna... Tarihimizin derinliðini ve kültürümüzün zenginliðini, çaðlarý aydýnlatan ýþýðýyla günümüze ve gele* Eðitimci cek kuþaklara taþýmayý baþaran Mustafa Necati Sepetçioðlu, tarihî romanlarýnýn yaný sýra tiyatro oyunlarý da yazar. Bu mümtaz þahsiyetin 'Trampacýlar' adlý oyunu, Ýstanbul Þehir Tiyatrosu'nda sahnelenir. Oyun yazarlýðýnýn zirvesi olarak görülen 'Büyük Otmarlar', Ýstanbul Üniversitesi Talebe Birliði Gençlik Tiyatrosu'nca sahneye konulur. Bu oyun, Avrupa Üniversitelerarasý Tiyatro Festivali'nde en iyi oyun seçilir. 'Gece Vaktinde Gün Dönümü' ve 'Karanlýkta Mum Iþýðý' adlý kitaplarýyla 1980 yýlýnda 'Türkiye Millî Kültür Vakfý Kültür Armaðaný'ný kazanan Sepetçioðlu, 1994'te ÝLESAM üstün hizmet beratý alýr. Sepetçioðlu 1998'de Atatürk Dil-Tarih Kurumu þeref üyeliðine seçilir. Ve ödüller birbirini takip eder. Ömrünü milletine adayan ve yüce Türk milletine hizmet etmeyi þeref bilen Sepetçioðlu, 8 Temmuz 2006 günü 74 yýllýk ömrünün sonunda, her biri hazineler deðerinde onlarca eser býrakarak Hakk'a yürüdü tarihin romanýný yazan adam olarak. Mehmet Nuri Yardým'ýn dediði gibi; Mustafa Necati Sepetçioðlu, parçanýn bütüne ulaþmasý için nehrin karþý kýyýsýndaki sessiz güzelliðe, her þeyi bu dünyada býrakarak turna kuþunun kanadýnda uçtu. Biz, Türk tarihini onun sayesinde okuduk, sevdik ve benimsedik. Onunla birlikte tarihimiz, edebiyat ile birlikte geniþ yollardan günümüze ulaþtý. Destanlarý, o sihirli kalemden okuduktan sonra daha çok sevdik. Büyülü bir rüyaydý gördüðümüz, engin ufuklara satýr aralarýndan açýldýk. Dede Korkut'tan aldýðýmýz soluðu Çanakkale'de boþalttýk. Sepetçioðlu, saðlam kuralcýlar, emin rehberler ve gerçek öncülerin ardýndan yürüttü okuyucusunu. Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Baþkaný Prof. Dr. Sadýk Kemal Tural, Sepetçioðlu için "Tarihe karþý sorumluluklarýný en iyi þekilde taþýyan gerçek bir tarih romancýsýdýr." demektedir. Yakýn dostlarýnýn ve sevenlerinin gözüyle Mustafa Necati Sepetçioðlu, bir gönül eri ve duygu adamýydý. Duygularý derin, sevdalarý büyüktü. Dostlarýna gönül kapýlarýný ardýna kadar açar, onlardan da ayný ilgiyi beklerdi. O, Ýstanbul beyefendisi ol9 mayý becermiþ seçkin bir Anadolu yiðidiydi. Bu büyük insan, "Onbeþliler"ini Çanakkale Savaþlarý'nda, Millî Mücâdele yýllarýnda bu mübârek vatana kýnalý koç niyetine kurban eden Tokat'ýn Zile'sinde baþlayan çileli hayatýný, Türkçemize, edebiyatýmýza ve millî kültürümüze adayan, yeri doldurulmaz bir deðerdi. Edebiyatýmýzýn bu büyük romancýsý, tarihi romanlaþtýrdý ve Kýzýlelma ülküsüyle yaþadý. Ýþte onun satýrlarýnda Kýzýlelma mesajý: "Bizde eski, en eski bir Kýzýlelma ýþýðý vardýr. Kýzýlelma ýþýðýný ben, görebileceðimiz en son yer, tutunacaðýmýz en uç nokta bilir, bir sonraki duraðýn ýþýðýdýr diye düþünürüm. O son duraða vardýðýmýzda yandýðýný, daha ötede bizi çaðýrdýðýný gördüðümüz ýþýk... O bizim Kýzýlelma'mýzdýr. O ýþýk, Yaradan'ýmýzýn özümüzde bizim için yaktýðý ýþýktýr. Biz neredeysek, bir adým ötemizden bizi yine çaðýracaktýr." Her biri emsalsiz bir hazine olan o muhteþem eserleri edebiyatýmýza kazandýran güzel insan! Eserlerinle tarihimizi günümüze taþýdýn ve ufkumuzu boyutlandýrdýn. Seni, dâvâný ve hizmetlerini sýnýrlý bir yazýda anlatmak, ben fakirin ne haddine… Doðrusu, milletçe sana þükran borçlu olduðumuza inanmaktayým. Sen, mülkün sahibi Dost'una dostça yürüdün ya; ardýndan sana: BAYRAÐIM Bayrak namus demek onur timsali Bayraðý yükseltmek enin elinde Güvenme düþman sinsice gelir Sonsuzluða yüksel þanlý bayraðým Sana ihanettir yanlýþ iþ yapmak Düþmana yakýþýr düþmanca bakmak Baðýmsýzlýðýmdýr gölgende durmak Dalgalan ülkemde þanlý bayraðým Türk milleti böyle kurmuþ vataný Düþündün mü þehit yatan ataný Affetmeyiz asla ihanet yapaný Dalgalan yurdumda þanlý bayraðým Senin neferindir askerin erin Yerde gökte kalbimde yerin Canýmdan fazla seni severim Dalgalan yurdumda þanlý bayraðým Halkým özlemle seni arýyor Baðýmsýz Türkiye hep Atam diyor Senin sevgin hala bize koruyor Dalgalan yurdumda þanlý bayraðým Dursun ÖZLEK "Çaðýmýzýn Dede Korkut'u" dediler. "Nehir Roman türünün büyük ustasý" dediler. "Tarihine sorumlu romancý" dediler. - RADYO GÜLLÜK - "Aþkla yoðrulan adam" dediler. "Tarihin romanýný yazan adam" dediler. "Yüzümüze ayna tutan adam" dediler. "Cumhuriyet döneminin usta romancýsý" dediler. www.radyogulluk.com ve www.radyogulluk.net "Bir neslin hocasý" dediler. "Önemli bir þahsiyet" dediler. "Kýzýlelma ülküsüyle yaþadý" dediler. "Türklük için yazdý" dediler. "Tarih, romancýsýný kaybetti" dediler. (Türk k Þiirine ve Þairine Hizmete Sevdalý Radyo …. Radyo GÜLLÜK………….) "Hakk'a yürüyen adam" dediler. "Ýyi" dediler, "Doðru" dediler, "Güzel" dediler… DÝNLEYÝNÝZ…. Sana, Hakk'ýn rahmetini diliyor, mekânýnýn Cennet olduðuna inanýyorum, yüzümüzü özümüze döndüren deðer… DÝNLETÝNÝZ… 10 ÖLÜMÜNÜN 970. YILINDA: ÝBNÝ SÝNA Hayrettin ÝVGÝN* Batý’da “Avicenna” adýyla tanýnan “Ebu Ali elHüseyin Ýbni Abdullah Ýbni Hasan Ýbn Ali Ýbni Sina” 980’de (Hicretin 370. yýlý) Afþana doðmuþtur. Bu nedenle 1000. doðum yýlý olan 1980 yýlýný UNESCO, “Ýbni Sina Yýlý” ilan etmiþtir. Ýbni Sina’nýn babasý Belhli bir Türk’tür ve Ýsmailiye mezhebindendir. Samanî hükümdarlarýnýn hizmetinde bir kâtip olarak görev yapan Abdullah bin Sina’dýr. Annesi ise, Afþanalý (Afþana Türkistan’da bir nahiyedir.) bir köylünün kýzý Sitore’dir. Ýbni Sina on yaþýnda Kur’an’ý hatmetmiþ ve on yedi yaþýnda Buhara prensini tedavi edecek kadar týp bilgisine sahip olmuþtur. Bu sebeple Buhara sarayýnýn zengin kütüphanesi ona açýlmýþtýr. Ýbni Sina’ya Doðu’da “âlimler âlimi” yani “kutb” unvaný verilmiþtir. Gerçekten de, uygarlýðýn yetiþtirdiði en büyük bir düþünür, bir týp kuramcýsý, eþsiz bir hekim, güçlü bir þair, iyi bir müzisyen, yazar ve gezgindir. Döneminin; felsefe, mantýk, fizik, matematik, edebiyat, gökbilimi, müzik, týp gibi bilim ve bilim dallarýný öðrenmiþtir. Ýbni Sina’nýn büyüklü-küçüklü (risaleler de dahil) 456 adet Arapçayla, 23 de Farsçayla yazdýðý eseri bulunduðu söylenmektedir. Bugün ancak 160 eseri dünyanýn çeþitli kitaplýklarýnda yer almaktadýr. 1037’de öldüðünde 57 yaþýndaydý ve þöhreti dünyayý sarmýþtý. Gerçekten de yazdýðý “Kitab al-kanun fit týb (Týp Kanunu)” adlý eseri helenistik dönemden kendi dönemine kadar tüm týbbi bilgilerin bileþimidir. Bu kitap, yaklaþýk bir milyon sözcüðü içermekte olup 500 yýl süreyle týp dünyasýna kaynaklýk etmiþ Batý üniversitelerinde ders kitabý olarak okutulmuþtur. Arapça yazýlan kitap o dönemlerde; Türkçe, Farsça, Urduca, Ýbranice, Katalanca ve Latince’ye çevrilmiþtir Týp Kanunu, 5 cilttir. Yalnýzca Latince’de yirmi kez basýlmýþtýr. Ýbni Sina’nýn dev kitabýnda en büyük baþarýsý hastalýklarýn nedenlerini ortaya koymasýdýr. Hippokrates ise ÝÖ 460’da doðmuþ ÝÖ 377’de ölmüþtür. Eski Çað týp bilgilerini uygulayarak klinik gözlemin baþlatýcýsý olmuþtur. Günümüzde hekim* Araþtýrmacý - Yazar lerin mesleðe baþlarken içtikleri andýn (ettikleri yeminin) kökeni Hippokrates’e dayanýr. Ýþte anlayamadýðýmýz þey budur. Bizim týp fakültelerinden mezun olanlar da mesleðe baþlarken “Hippokrates Yemini” yapmaktadýrlar. Neden? Bilgeler bilgesi Ýbni Sina gibi bir týp bilgini üzerine niçin yemin edilmez? Günümüzden 2334 yýl önce ölen bir kiþi üzerine yemin ediyoruz da 970 yýl önce ölen ve bizim olan insan üzerine yemin etmiyoruz? Bir Orta Çað gravüründe; Ýbni Sina tahta oturtulmuþ, iki yanýnda Galenos ve Hippokrates bulunur durumda görüntülenmiþtir. Ýbni Sina’nýn baþýnda bir taç bulunmaktadýr. Kimin tarafýndan yapýldýðý bilinmeyen bu gravürde; Ýbni Sina’nýn bütün týp bilginlerinin padiþahý ve lideri olduðu simgelenmiþtir. Durum böyle olunca, bizim hâlâ “Hippokrates Yemini” yaptýrmamýz, yemininizi sakýn tutmayýn anlamýný taþýr. “Ýbni Sina Yemini” yapmalarýný beklediðimiz Türk hekimlerinin, Ýbni Sina yolunda yürümelerini temenni ediyoruz. 11 Ölümsüzlüðe çare arayan Ýbni Sina’nýn efsanesini, tüm hekimlerimizin bir düstur olarak benimsemesini dileriz. Anlatýldýðýna göre; Ýbni Sina ölümsüzlüðe çare olarak kýrk deðiþik ilaç hazýrlamýþtýr. Bir öðrencisine, öldüðünde bu ürünleri kendisi üzerinde uygulamasýný istemiþtir. Ölünce, öðrencisi, dediklerini sýrayla uygulamýþtýr. Ýbni Sina’da canlanma belirtileri görü- lünce, öðrencisi heyecandan son uygulayacaðý ilaçlarý elinden yere düþürmüþ ve böylece bu sýr da toprakta kaybolmuþ gitmiþtir. 2007 yýlý Ýbni Sina’nýn ölümünün 970. yýlýdýr. Bu büyük Türk büyüðünü yeteri kadar tanýmýyoruz. Keþke 2007 yýlýnda onu anacak, onu tanýtacak faaliyetler yapýlabilse.. ÜSKÜP AKÞAMLARI - Üsküp'lü þair Yahya Kemâl Beyatlý'ya Vodna Daðý'na bakar Balkonu evimin. Gökte yýldýzlar… Ýçinde bir Hilâl, Ve Vodna'da Haç!.. Haç da Hilâl kadar Ýçten, Yürekten Ýnanca muhtaç… Usul usul kaybolur Vodna'nýn ardýnda gün. Yan komþum Þandor'un Kemaný dile gelir, Naðmeler büsbütün Hüzün … Hayalim kanat açar Macar Ovalarýna. Iþýklý, müzikli, renkli Budapeþte geceleri… Nerdeyse görürüm Dans eden çiftleri Bir geri, Bir ileri Tuna gibi… Dalgalanýr kulaklarýmda Liszt'in rapsodileri… Benim çýkmaz âvâzým. Ve Nâzým!.. Bilmiyorum nedendir? Memleket hasreti denince Aklýma þiirin gelir: "Prag 9 Nisan 58, Memleketim… Memleketim… Memleketim… 12 Ne kasketim kaldý senin ora iþi, Ne yollarýný taþýmýþ ayakkabým. Son mintanýnda sýrtýmda paralandý Þile bezindendi Sen þimdi yalnýz saçlarýmýn akýnda, Ýnfaktýnda yüreðimin, Alnýmýn çizgilerindesin memleketim, Memleketim… Memleketim…" Bir biçimde, ikimiz de yetim! Yýl 1963 Ölmüþsün, doðmuþum ben Ýki beden, Slav beldelerinde Farklý sebeplerden Hasretle devreden. … Kýyýsýnda avuturum gönlümü, Üstüne türküler yakýlan nehir, Vardar!.. Sen doðduðunda Üsküp'tü bu þehir. Ben bulduðumda Skopye Hâlâ ellerimizde silahlar… Doðrultmuþuz birbirimize Yer yok artýk hayatýmýzda Sevgiye, Hoþgörüye, Anlayýþa… Yaþamak neye yarar. "Memleketim" diyorsun, Memleketim diyorum. Uðruna ölmek kolay, Yaþamak istiyorum! Çok diyarlar gezdim Yaþanacak baþka bir Memleket bilmiyorum. … "Dört nala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kýsrak baþý gibi uzanan Bu memleket bizim! Bilekler kan içinde Diþler kenetli Ayaklar çýplak Ve ipek bir halýya benzeyen toprak… Bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansýn el kapýlarý, Bir daha açýlmasýn Yok edin insanýn, insana kulluðunu! Bu davet bizim… Yaþamak bir aðaç gibi Tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeþçesine, Bu hasret bizim." … Bu hasretle dopdolu da yüreðim, Þiirlerim konuþur, Çaresizim, Sessizim. Memlekette… Bir yobazlýk yarýþý Bütün kulvarlarda Birden koþuyor… Atbaþý… Ha Nazým Hikmet Ran Ha Nazlý Rana… Dülsinelere Yaranmak uðruna Yel deðirmenleri Ýlan etti… Bizi Devrimizin Sahte þövalyeleri. Nazlý Rânâ GÜREL SÝMAV GÜL AÞKIYLA ÞÝÝRE YÜRÜYOR… Osman BAÞ* Yýllar geçiyor, geçiyor ya bizi de alýp götürüyor… beraber yürüyoruz yýllarla. Yýllar mý bizi alýr, biz mi yýllarý ya da beraber kol kola mý belirsizliðinde hep ulaþamadýðýmýz hedeflerin ülküsüyle yol yürürüz… Simav'da bizi Asým KISBET karþýlýyor…. Sarýlýyor… sarýlýyor… iki yýlýn hasretini gideriyor kollarý arasýnda…. Uykusuz, yorgun, sesi gitmiþ, ama yüzü gülüyor… bizi gördüðüne seviniyor. Ya ölüm… ya ölüm sonrasý… arkamýzda býrakýp gittiklerimiz. Ardýna bakmadan, bakamadan çoðu kez elini tutmadan, helalleþmeden yarým kalanlarla, baþlanmamýþlarla, tamamladýk sandýklarýmýza uzanmadan, dokunmadan, koklamadan bir yudum serinlemeden öylece býrakýp gideriz. 10 Mayýs Cuma gününün güneþe kavuþtuðu saatlerde, bizde EYNAL termal tesislerine ulaþýyoruz… Ýþte þairi þiire götürenler nedenler. Karþýmýzda Cahide ULAÞ… her zaman ki tatlý sesi, gülen yüzü ve daima dost olan bilgi ve birikimleriyle güneþe yol yürüyor… Birkaç saat öncesinde gökyüzünü süsleyen yýldýzlarýn arasýndan ufuklarý avuçlarýna alýp kahvaltý sonrasý sohbete mühür vuruyor… Yaðmur öncesi ve sonrasý ýslanýþýn, tenimizi üþüten kelimelere dökülüþünde oluþan akýntýlar. Haydi yaz… yüreðini, yüreðinin ötesini, ötelerin ötesini yaz… mutluluðun þiir olsun. Bir selam faslýnýn huzurunda, bir köy minderinde baðdaþ kurma serinliðine teslim olan tenin yarenliðinde günün akþama yol alýþýný izle. Kalk, kalk ki tembel tembel oturuþun sana ve dahi kimseye faydasý yoktur. Tam iki yýl sonra Uþak otobüs garajýnda dostum, kardeþim bestekâr Gani TAKMAZ'la güne merhaba diyor ve Simav'a giden minibüsün hareketini beklerken Maki dergisi sahibi Abidin GÜNEYLÝ'de bize katýlýyor. Þiire giden yollarýn baþlangýç noktasý buradan baþlýyor... Soldan saða; Dilaver Cebeci, Osman Baþ, Ali Akbaþ, Abdullah Satoðlu Çetin olan ne ola ki… çakýþan umutlar ve umulanlar birleþiyor. Öteleri kýskandýran bilgi ve birikimlerden yoksun beyinlerin söz meclisimizde yeri yoktur. Bedel ödemeden zirveyi yakaladýðýný sananlar musalla taþýnda hesap veremezler. Bedel yüktür… kul hakký haramdýr. Gül vaktidir. Bahara gül yaraþýr. Sonrasý… Anadolu'nun dört bir yanýndan þairler akýyor Simav'a…. Simav kabarýyor, kabarýyor yamaçlara akýyor dalga dalga. Þiir olup coþuyor… Türkü olup yaslanýyor daða taþa… Deniz, mavi, beyaz, kýrmýzý ve dahi renklerin karýþýmýnda martýlar bayram uçuþu, gösterisi yapar. Akþamý dalgalar telim alýyor. Sahili dövmekten býkýp usanmayan dalgalar… Simav 'da yemyeþil doðaya teslim oluyor. Mýsralarýn dizeleri kovaladýðý anlarý þairler bilir. Üretmek, daima üretici olmak yarýnlara akýþýn bir tatlý güzelliðini yaþamaktýr. * Kümbet Dergisi Genel Yayýn Yönetmeni - Eðitimci Þair - Yazar Yýllardýr býkmadan usanmadan, her türlü sýkýntýlara göðüs gerip þairleri Simav'da toplayan dostum, kar- 13 diðince... Sonra hasret oturuyor yüreðime… yýldýzlar þahýnýn serinliðinde ay hilâl oluyor,at ürüyorum Tuna boylarýnda… "Sevgiye, yalnýzlýk iliþmez Yüreklerin pasýný temizlemek gerek Tuna boylarýnda can olmak, ölümüne Götür beni Karlofca öncesine Akýncýlar, son vermedi akýna Ben Samsun'dayým 19 Mayýsta Kara Osman Bey otað kurdu Simav'da. Yarab! bir yudum aþk, aþka þerbet gerek Göze göz, güle bülbül gerek Gönüllerden þiir dökülünce Yol bir olur, þiir aþk olur Simav'da." Ilýk bir nefes alýyorum. bir dað yamacýndan þehre akýyorum sessizce. Bir kaval sesine yoldaþ oluyorum. Þiir sonrasý gözlerim Simav Kaymakamý Samet Ercoþkun'u arýyor. "Allah her ilçemize böylesine harika bir insan nasip etsin" diye de sesli dileklerimi iletiyorum. Esat Kabaklý ve Dilaver Cebeci deþim ve dahi üzerine þiir yazdýðým birkaç gönül erinden biri olan Osman KARAARLAN mutlu rahat ve haklý olarak gururlu… Biliyorum yine birçok gönül dostumu buraya yazamamanýn sýkýntýsýný yaþayacaðým. Aðabeyim, fikirlerine ve birikimlerine daima saygý ve ihtiyaç duyduðum Ýsa Kayacan ile baþlayan sohbetimizi Celal Oymak, Abdullah Satoðlu, Özen Gülay, Ahmet Otman, Ziya Öðütcen, Necmettin Selçuk Ýsa Kahraman, Güler Yýlmaz, Pakize ALTAN (Didari) Mustafa Ceylan, Ahmet ÇEVÝK süslüyor. Simav'ýn bahar güzelliðini ciðerlerimde hissederken Kelkit'e taþ atýyorum... notalarýn isyan ettiði dalgalara inat þarkýlar söylemek geliyor içimden, gecenin karanlýðýna... Akþama ulaþan vaktin dakikalarýnda þiir okumaya hazýrým. "Þiir Aþk Olur Simav'da" þiirini ilk kez güzide bir toplulukta okuyorum… Gönlün.... yüreðin..... gözlerin... tenin... ellerin... titreþiminde yüreðime dað ekiyorum... karýnca daðlarý yamaçlarýnda... gecenin derinliðine yol yürüyen vaktin yaðmur damlalarýyla ýslanýyorum ayaz yiyorum alabil- 14 Ýkinci gün Ali Akbaþ, Dilâver Cebeci, Raim Köroðlu, Ýbrahim Saðýr, Osman Baymak, Þenel Bulut, R. Mithat Yýlmaz, Þaziye Çelikel, Süreyya Kaya, Ramazan Bozkurt, Ulviye Savtur, Melehat ve Nazif Ecevit, Yusuf Dursun ve ismini yazamadýðým dostlar… Simav öylesine þiir soluyor ki yeþil yanýyor. 11-13 Mayýs 2007 tarihleri 12. Ulusal Simav Þairler Þöleninde güneþ tutuluyor sanki… Simav, Ali Abdulkerimoðlunun yorgun ve mutlu bakýþlarý altýnda deðerli iki dostun birlikteliðinde Kaymakam Samet Erçoþkun ve Osman Karaarslan'la güzele ulaþmanýn huzurunu yaþýyor. Ýsmet Bora Binatlý, Vedat Fidanboy, Arzu Çoban, M.Nuri Parmaksýz'la görüþmek bizi mutlu ediyor. Akþam… yine akþam… Sessiz gelen akþamda vurgun yedi kelimeler. Söz sustu. dil sustu. Dakikalar yarý açýk yarý kapalý yamaçlarda geziyor.. Sonra þiirler okunuyor dostlara dair… dost þiirler. Dostun þiirleri. Kendi derinliðinde ah çekiyor. Ýlham denilen ne varsa þiire teslim olduðu dakikalarda mevsimli mevsimsiz sevgiye dönüþen yeþil, yemyeþil nefes almanýn koynuna teslim oluþ… Bir akþam mevsim üþüyor Simav'da… düne dair yaþanmamýþ hasrete bürünen dakikalar üþüyor… Ayrýlýða meydan okuyan dörtlükler üþüyor. Beklenmeyen saatlere teslim olduðu anlarý yeniden yaþamamak adýna yürüyen, birlikte düþünen ne varsa üþüyor.. Sözlerin düðüm düðüm olduðu, durduðu, yoðun bakýma alýndýðý, serum verildiði, iðne takviyesi yapýldýðý ateþ Soldan saða; Servet Kabaklý, Osman Baþ, Simav Kaymakamý Samet Ercoþkun hattýna doludizgin at sürdüðü, yay gerip ok attýðý hedefe ulaþmýþlýðý görmeden oturuþa geçtiði dakikalarýn saniyelere sitemini yaþayan her kelime üþüyor... Þiir dünyasýný karartan ve aydýnlatan ya da ikisini karýþtýrýp koþar adýmlarla yürüyen kaç Ferhat kaldý, kaç Þirin kaldý delice sevecek… Koþacak, daðlarý delecek… sevdiðine azýk getirecek… etrafýnda pervane olacak, saygýyý ve sevgiyi daima destur edinecek, yaþanan her þeyi kabullenip hiç þikayet etmeyecek kaç Züleyha kaldý. Kaç Yusuf kaldý çilehanede aþký ilahileþtirecek… Vakti esir almýþ bir akþamýn þarkýlara vurgun dakikalarýnda sessizce þiire akýyorum... Aylar var ki þiir yazmayan ben... Dörtlüklere akýyorum. Dizeler dörtlüklerle süslensin de dostlara ulaþsýn diye... Yemyeþil çimenler üzerine uzanýp mevsimin güzelliklerini saniye saniye yaþamak, sahili akþama ekleyip duygularýn doruðuna ulaþmak ve el sallamak alabildiðine, kollarýna almak, uzanýp nefis bir uyku çekmek… Daðlar koynunda yol bulup zirvelere konmak... yeþille süslenmiþ yamaçlarý çiçeklerle karýþtýrýp bahara yürümek. Adý ne olursa olsun mutluluðu yakalamak. gizemli esmerliðinde bir damla suya hasret gitti. tutuldu... vurgun yedi... bir el tutuþunda terledi... yürüdü... bekledi... ses istedi... yutkundu....kelimeler zorda... cümleler yarý açýk pencerede nefes almakta zorlanýyor... Esat Kabaklý'yý, Servet Kabaklý kardeþimle beraber dinliyorum. Yüreðimiz birleþip türküye tutulmuþ, kenetlenmiþ… Esat'ý ne zaman dinlesem doluyorum, akýyorum, titriyorum ve dahi doyuyorum. "Çabuk büyü, çabuk yetiþ, tez oðlum, Çakal gezen þu yaylada gez oðlum. Ekmeðini aç olanla böl oðlum, Haram yeme, hak uðruna öl oðlum." Sevgili dostum, kardeþim, Servet Kabaklý; Þeyh-ül Muharririn..... Ahmet Kabaklý Hoca, her zaman tatlý dili, gülen yüzü ve gözleriyle hep aramýzda olacak... Dilaver Cebeci'yi sahneye alan Esat Kabaklý "Türkiyem" le zirve yapýyor. Zamanýn bütün birimlerini ciðerlere çekip rahatlamak. Þiirler yazmak, unutulmayan þarkýlarý söylerken… Program boyunca harika bir ev sahipliði yapan ve programý sahiplenen Simav Kaymakamý Samet Erçoþkun'a bir þiir yazacaðým… Artýk; Ne fýrtýnanýn þimþeklere, ne de bulutlarýn yaðmur oluþuna ihtiyaç var. ihtiyaçlar bir tutam gülün Simav ve gönül dostlarý daima yüreðimde türkü söyleyecek… 15 SEVGÝ YOLU Ýsa KAYACAN* Sevginin yolu açýk, net doðrularla olmalý. Sahtekarlýklara, iki yüzlülüklere yer verilmiþ olmamalý. Bir yerlere, bir þeylere takýlýp kalan, "kýrýk plak"larýn beyin týrmalayan mýzmýzlýklarý olmamalý.. Yani sevginin yolunda, dürüst, mert ve açýk yürekli olunmalý. BU BÝR DERGÝ ADI Baþlýðýmýz "Sevgi Yolu" bir dergi adý.. Bu nedenle gündemimizde yeraldý, yeralýyor efendim. Aylýk kültür ve sanat dergisi olan "Sevgi Yolu"nun 63 ve 64 ncü sayýlarý bize ulaþtý. Ortalama 32 sayfayla okurlarýyla, sanat ve edebiyat camiasýndaki isim ve imzalarla buluþan derginin kimliðine bakýyoruz: Kurucusu (merhum) Mustafa Aydýn. Ay Yayýnlarý adýna sahip ve sorumlu yazý iþleri müdürü:Gündüz Aydýn. Yazýþma: E. Cami Mahallesi, Hamam Sk. No:5 Salihli- Manisa. 05424278661 (P.K. 36-SalihliManisa, kýsa yazýþma adresi). Sevgi yolu dergisinin dizgi ve baskýsý pýrýl pýrýl bir görünüm arzediyor, ortaya koyuyor. Kapakta bir fotoðraf-görüntü ve konuyla, görüntüyle ilgili bir þiir yeralýyor, zenginleþtiriliyor. 63 ncü sayýnýn kapaðýnda Hatçe Ananýn-Hatice Þahinoðlu'nun bir þiiri var. Galiba, fotoðraf da onun. 8 Mart Dünya Kadýnlar Günü vesilesiyle böyle bir seçim, tercih yapýlmýþ. 64 ncü sayý da ise, 23 Nisan nedeniyle çocuklarýn görüntüleri ve altýnda, Gündüz Aydýn'ýn "23 Nisan" baþlýklý þiiri yeralmýþ. Buradan bir bölüm nakledelim, buyrun: -Çocuklar-hazýrolunBugünKurucaðýmýz meclisi, Sizler yöneteceksiniz... Editör Gündüz Aydýn'dan, bir genel deðerlendirme yer alýyor her sayýnýn ilk sayfasýnda * Gazeteci - Yazar 16 baþyazý niteliðinde ve aðýrlýklý bir deðerlendirmeyle. Derginin her iki sayýsýnda denemeler, þiirler ve haberler aðýrlýkta. Yani yayýnlarla ilgili verilen (kitap) kapak görüntüleri bu haberlerin aðýrlýk noktasýný oluþturuyor. Bazý isimler, imzalar hakledelim dergi içinden: Gündüz Aydýn, Nusret Turan, Abdülkadir Güler, Baki Yýldýrým, Þaziye Çelikler, Yalçýn Benlican, Ali Akçeken, Deniz Þahinoðlu, Ahmet Canbaba, Pakize Altan, Þakir Susuz, Azime Gürlek, Ünal Þöhret Dirlik, Armaðan V.Bilgin, Ahmet Sargýn, Kazým Poyraz, Mansur Emekçi vd. Þakir Susuz'un "Nerden Bileyim" baþlýklý þiirinden bir dörtlük alalým aþaðýya efendim: Aðlayýp baþýmý çaldým bir taþa, Çaresiz dolanýp geldim ilk baþa, Susuz der ki, yolum vurmuþ yokuþa, Düzün geldiðini, nerden bileyim?.. Gündüz Aydýn, ilkeli bir dergi yayýncýlýðý gerçekleþtiriyor. Zaman zaman Antolojiler (Ortak Kitaplar) de yayýnlýyor. Tebriklerimi sunuyor, yayýn sürekliliði, yayýn örnekliðinin devamýný diliyorum efendim. GÖLGENDE KÝ BEN Yüreðimde yanardað sanki canýma deðdi Gözlerimden çaðladý lav dalgasý akmadan Çaresiz bakýþlarým süründü ardýn sýra Öylece gidiverdin adresi býrakmadan Seni ben deðiþmezdim verselerdi dünyaya Güneþimi kopardýn asamadým semaya Görmez oldu dünyayý gözüm daldý hülyaya Nasýl býrakýp gittin hülyalarý yakmadan Tersine döndü dünyam sensin elbet nedenim Yanýyor Tubalarým mahþerlerde bedenim Sen nereye gidersen gölgendeki hep benim Giderken göremedin hiç ardýna bakmadan Serg gül VURAL I. DÜNYA SAVAÞI'NDAN GÜNÜMÜZE TÜRK-ERMENÝ ÝLÝÞKÝLERÝ Ýsmail POLATCI* I. Dünya Savaþý'nda Rusya'nýn yenilmesi ve 3.Mart 1918 tarihinde Brest-Litowsk Antlaþmasý'ný imzalayarak savaþtan çekilmesi Kafkasya'da bir otorite boþluðunun doðmasýna sebep olmuþtur. Bunu fýrsat bilen Ermeniler, bilhassa Ýngiltere'nin de desteði ile Kafkasya'nýn güneyinde Erivan, Gümrü ve Kars havalisinde bir Ermeni devleti kurmuþlardýr. Ömrü çok kýsa sürecek olan bu devlet Taþnak partisi tarafýndan idare edilmekte ve itilaf devletleri tarafýndan desteklenmekteydi. Tehcir Kanunu'nun çýkarýlmasý ve alýnan diðer bütün tedbirlere raðmen Ermeniler, Türkiye'nin geçirmekte olduðu bunalýmý fýrsat bilerek Türklere karþý düþmanca hareketlerini sürdürmüþlerdir. Emperyalist devletler tarafýndan kýþkýrtýlan ermeni çeteleri bulunduklarý bölgelerde isyanlar çýkartýp köy ve kasabalara baskýnlar düzenleyerek masum vatandaþlarýmýzý çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden hunharca katletmeye baþladýlar. I. Dünya Savaþý'ndan aðýr bir yenilgiyle ayrýlan Osmanlý Ýmparatorluðu, Türk milletini esaret zincirine vurmaya, hatta tarih sahnesinden silmeye yönelik þartlar ihtiva eden Mondros Mütarekesi gibi bir antlaþmayý imzalamaya mecbur býrakýlmýþtýr. Bu mütareke hükümlerine göre, Osmanlý Ýmparatorluðu; ordularý daðýtýlmýþ, kaynaklarý tükenmiþ, büyük insan kayýplarýna uðramýþ, haberleþme araçlarý, ulaþým yollarý, silah, cephane, liman ve tersaneleri Ýtilaf Devletlerinin denetimine býrakýlmýþ, adeta kaderine boyun eðmiþ ve galip devletlerin kendisi hakkýnda vereceði kararlara razý görünümdeydi. Mütarekenin Türkçe metninin 24. maddesinde "Vilayat-ý sittede (altý ilde, Erzurum, Van, Harput, Diyarbakýr, Sivas, Bitlis) karýþýklýk çýktýðýnda bu illerin herhangi bir bölümünün ele geçirilmesi hakkýný Ýtilaf Devletleri saklý tutar"(1) denilmekteydi. Oysa mütarekenin geçerli kabul edilen Ýngilizce metninde ise "Vilayat-ý sitte" olarak adlandýrýlan altý vilayet için "six Armenian vilayeti" denilmektedir. Bu da, Doðu Anadolu da bir Ermeni devletinin kurulmak istenmesinin açýk bir belirtisidir(2). * Yazý Ýþleri Müdürü - Eðitimci - Araþtýrmacý- Yazar I. Dünya Savaþý sonunda taraflar arasýnda barýþý saðlamak iddiasýyla yayýmlanan Wilson Ýlkelerine açýktan açýða karþý gelemeyen Ýtilaf Devletleri, baþka bir yol deneyerek Osmanlý Devleti üzerindeki emellerini gerçekleþtirmeyi düþüneceklerdir. Bu amaçla 18 Ocak 1919'da Paris Barýþ Konferansý'ný düzenleyen Ýtilaf Devletleri, konferansa Osmanlý yönetimindeki Yunanlýlar, Araplar ve Ermeniler gibi azýnlýklarý da davet ederek Osmanlý Ýmparatorluðu'nda çoðunlukla olduklarý bölgeler üzerinde haklarýný savunmalarýný isteyeceklerdir(3). Emperyalist devletlerin niyetleri hiç þüphesiz Ýmparatorluk topraklarý üzerinde baðýmsýz devletçiklerin kurulmasýný saðlamak ve böylece Ýmparatorluðu parçalamaktýr. Ermeniler, Paris Barýþ Konferansý'nda Anadolu'daki nüfuslarýnýn 2 milyonun üzerinde olduðunu, bu nedenle Mondros Mütarekesi'ne göre kendilerine býrakýldýðýný iddia ettikleri altý doðu vilayetine ilaveten Adana, Mersin, Ýskenderun, Tokat, Amasya, Trabzon ve havalisi ile Doðu Anadolu'nun tamamýnýn kendilerine verilmesini istemiþlerdir. Bu amaçlarýna ulaþmak için Ýngiltere ve Fransa'nýn da desteðini arkalarýna alan Ermeniler, bölgede sürekli isyan ve tedhiþ hareketlerine devam etmiþlerdir(4). Esaslarý Paris Barýþ Konferansý ve San-Remo'da belirlenen Sevr antlaþmasý ise 10 Aðustos 1920'de Osmanlý Hükümeti tarafýndan onaylanarak kabul edilecektir. Bu antlaþmaya göre; doðuda sýnýrlarý ABD Baþkaný Wilson tarafýndan belirlenecek olan baðýmsýz bir Ermenistan Devleti kurulacaktý. Wilson'un önerisine göre kurulacak Ermenistan Devleti'ne Giresun'un doðusundan baþlamak üzere Doðu Karadeniz'in tamamý, ayrýca Doðu Anadolu ve Van'ýn güneyine kadar uzanan topraklar verilecekti(5). Ýstanbul Hükümeti tarafýndan imzalanan bu antlaþmanýn hükümleri þüphesiz Osmanlý Ýmparatorluðu'nu tasfiye etmeye yönelik hükümlerdi(6). Ancak, Türk milletini tarih sahnesinden silmeye yönelik maddeler ihtiva eden bu antlaþma, milletin gerçek temsilcisi olan T.B.M.M. Hükümeti tarafýndan kesinlikle kabul edilmemiþ ve uygulanmasýna da asla izin verilmemiþtir. 17 Mondros Mütarekesi'nden sonra Türk Milleti'ne karþý düþmanlýklarýný daha da arttýran Ermeni çeteleri, masum Türk halkýný zulüm ve iþkence ile katletmeye baþladýlar. Bu mezalime düzenli Ermeni kuvvetlerinin de katýldýklarý anlaþýlmaktadýr. Doðuda Türklere karþý planlý bir þekilde yapýlan bu tecavüzün hudut müfrezelerimize de yapýldýðý ve bu saldýrýlarýn giderek daha geniþ alanlara yayýldýðý görülmektedir. Bu durum karþýsýnda Erzurum'da bulunan XV. Kolordu birliklerinin ihtiyaçlarýný tamamlamak amacýyla 9 Haziran 1920'de þark bölgesinde geçici olarak bir seferberlik ilan edilmiþtir…….Ermeni mezaliminin artýk tahammül edilemez bir noktaya gelmesi üzerine TBMM Hükümeti hariciye vekaleti, 9 Temmuz 1920'de Ermeni Hariciyesine bir ültimatom vererek bu tecavüz hareketlerini þiddetle protesto etmiþ ve bundan doðacak sorumluluðun Ermenistan hükümetine ait olacaðýný kesin bir ifadeyle belirtmiþtir. Buna raðmen tecavüzlerine son vermeyip aksine daha da arttýran Ermenilerin 24 Eylülde Kötek ve Bardiz bölgelerine saldýrmalarý Yeni Türk Devleti ile Ermenistan arasýndaki savaþýn baþlangýcý olacaktýr (7). Mustafa Kemal Paþa, doðuda Ermenilere karþý yapýlan savaþýn baþlamasýný ve geliþmesini Nutuk adlý eserinde þu sözlerle açýklamaktadýr: "…Biliyorsunuz ki, Mondros Mütarekesinden beri, Ermeniler, gerek Ermenistan dâhilinde, gerek hududa yakýn yerlerde, Türkleri topluca katletmekten vazgeçmiyorlardý. 1920 senesi sonbaharýnda Ermeni mezalimi dayanýlmaz bir hale geldi. Ermenistan seferine karar verdik. 9 Haziran 1920 tarihinde þark bölgesinde geçici seferberlik ilan ettik. On beþinci Kolordu Kumandaný Kazým Karabekir Paþa'yý doðu cephesi kumandaný yaptýk.1920 Haziranýnda, Ermeniler, Oltu'da teþekkül eden mahalli Türk Hükümeti üzerine yürüyerek, o bölgeyi ele geçirdiler. Hariciye vekaletimiz tarafýndan Ermenilere 7 Temmuz 1920'de bir ültimatom verildi. Ermeniler ayný saldýrýlarýna devam ettiler. Nihayet seferberlikten 3,5-4 ay kadar sonra, Kötek, Bardiz bölgelerinde bulunan kuvvetlerimize, Ermenilerin saldýrýsý ile savaþ baþladý. Ermeniler, 24 Eylül sabahý Bardiz cephesinden baskýn tarzýnda yaptýklarý umumi bir saldýrýyla baþarýlý oldular. Efendiler; bu hoþa gitmeyen bilgilere ait doðu cephesinin raporunu okurken, Ermenilerin saldýrý günü olan 24 Eylülde yazýlmýþ Celalettin Arif Bey'in de malüm ültimatomunu alýyordum 18 (ves.259). Ermeniler geri atýldýlar. Ordumuz 28 Eylül sabahý ileri harekete geçti…. Ordu, 29 Eylülde Sarýkamýþ'a gitti. 30 Eylülde Merdenek (Göle) alýndý. Fakat bazý sebepler ve düþünceler dolayýsýyla ordumuz 28 Ekim 1920'ye kadar bir ay Sarýkamýþ-Laloðlu hattýnda kaldý. …….. Efendiler; savaþ alanýnda verilecek buyruðu bekleyen doðu ordumuz, 28 Ekim 1920 günü Kars üzerine yürümeye baþladý. Düþman mukavemet etmeksizin Kars'ý terk etti. 30 Ekimde ordumuz Kars'a girdi. 7 Kasým tarihinde birliklerimiz Arpaçayý'na kadar olan bölgeyi ve Gümrü'yü ele geçirdi. Ermeniler , 6 Kasýmda savaþý býrakmak ve barýþ yapmak için müracaat etmiþlerdi. Biz de ateþkes antlaþmasý ile ilgili maddeleri, Dýþiþleri Bakanlýðý aracýlýðý ile 8 Kasýmda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasýmda baþlayan barýþ görüþmeleri 2 Aralýkta son buldu ve 2-3 Aralýk gecesi Gümrü Antlaþmasý imzalandý. Efendiler, Gümrü Antlaþmasý, milli hükümetin yaptýðý ilk antlaþmadýr. Bu antlaþma ile düþmanlarýmýzýn hayalinde kendisine ta Harþit vadisine kadar olan Türk ülkeleri bahþedilmiþ olan Ermenistan, Osmanlý devletinin 1877 savaþýnda kaybettiði yerleri bize, Milli Hükümete terk ederek oradan çekilmiþtir. Doðuda vaziyetlerde önemli deðiþiklik olmasý yüzünden, bu antlaþma yerine, daha sonra yapýlan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Ekim 1921 günü Kars Antlaþmalarý, geçerli olmuþtur"(8). Batýlý Emperyalist devletler tarafýndan Türklere karþý kýþkýrtýlan Ermeni çetelerinin isyan ve tedhiþ hareketleri, ilk olarak Tehcir olayý ile daha sonra da Milli Mücadele döneminde Ermenilere karþý kazanýlan zaferlerle askeri olarak sona ermiþtir. T.B.M.M Hükümeti kuvvetlerinin doðu cephesinde Ermenilere karþý elde ettiði zaferler üzerine taraflar arasýnda 2-3 Aralýk 1920'de Gümrü Antlaþmasý imzalanmýþtýr. Bu antlaþmaya göre doðuda belirlenen sýnýr, Moskova (16 Mart 1921) ve Kars Antlaþmalarý (13 Ekim 1921) ile de kabul edilecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin doðu sýnýrý olacaktýr. 20 Kasým 1922'de baþlayan ve sekiz ay kadar sürecek olan Lozan Konferansý ve Barýþý'nda ise Ermenilerle ilgili hiçbir karar alýnmamýþtýr. Ancak Ermeniler, hem Milli Mücadele döneminde, hem de Lozan Konferansý'nýn baþladýðý ilk dönemlerde öteden beri yaptýklarý gibi yine suni bir "Ermeni Meselesi"ni gündeme getirmiþlerdir. Yalnýz antlaþmanýn 31. Maddesi ile Türkiye'den ayrýlan yerlerde yaþayan ahalinin iki yýl içerisinde Türk vatandaþlýðýný tercih edebilmesi, böylece bazý sebeplerden dolayý ayrýlan Ermenilerden isteyenin Türkiye'ye dönebilmesi imkâný saðlanmýþtýr. Lozan Konferansý'nda bekledikleri ilgiyi göremeyen Ermeni heyeti, 2 Þubat 1923'de Lozan'dan ayrýlacaktýr. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barýþ Antlaþmasý'nýn yürürlüðe girmesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dýþ iliþkileri de normale dönmüþ ve böylece Türkiye yýllardýr savaþtýðý ülkelerle diplomatik iliþkilerini kurmuþ ve geliþtirmiþtir. Ayný zamanda bu antlaþma ile batýlý devletler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin baðýmsýz bir devlet olduðunu da kabul edeceklerdir(9). TERÖR ve ERMENÝLER Bugün dünyada Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölüp parçalamaya ve hatta tamamen ortadan kaldýrmaya yönelik terör örgütleri içinde Ermeni asýllý olanlar önemli bir yer tutmaktadýr(10). Türk milletinin karþýlaþtýðý en eski terör hareketlerinden birisi olan Ermeni terörü, Türkiye'ye en fazla zarar veren terör eylemleri arasýnda yer almaktadýr. Siyasi amaçlý olmak üzere ortaya çýkan ilk Ermeni örgütleri, 1872 ve 1878 yýllarýnda Van'da kurulan Kurtuluþ Birliði ve Kara Haç teþkilatlarýdýr. 1885'te ise yine Van'da Armenakan adýnda bir Ermeni örgütü kurulmuþtur. Bu örgüt, Van'dan Muþ'a, Bitlis, Trabzon, Ýstanbul, Rusya ve Ýran'a kadar uzanan geniþ alanlarda faaliyet göstermiþtir. 1887 yýlýnda Cenevre'de Hýnçak, 1890'da ise Tiflis'te Taþnak adýnda Ermeni örgütlerinin kurulduðu bilinmektedir. Kurulduklarý yerler bakýmýndan yabancý güdümünde olduklarý anlaþýlan bu örgütler, kendilerini siyasi amaçlý birer örgüt olarak göstermeye çalýþsalar da, bu teþkilatlar birçok isyan ve tedhiþ hareketlerinin meydana gelmesinde önemli görevler üstlenmiþlerdir(11). Yurt içinde ve dýþýnda kurulan Ermeni komiteleri ve çetelerinin masum Türk halkýna yaptýklarý acýmasýz ve insanlýk dýþý saldýrýlarý tarihi bir gerçektir. Savunmasýz insanlarýn hunharca katledilmeleri, evlerin, içine doldurulan insanlarla birlikte yakýlmalarý, tahliye edilecek köylerin, kiliselerin ve ürünlerin yakýlmasý, camilerin ahýr olarak kullanýlmasý, çocuklarýn annelerinin gözleri önünde kesilmeleri ve kuyulara atýlmalarý, ziynet eþyalarýný alabilmek için kadýnlarýn kol ve parmaklarýnýn kesilmesi gibi iðrenç bir þekilde uygulanan iþkence ve öldürme metodlarý daima nefretle anýlacaktýr(12). Batýlý Emperyalist devletler ile Rusya'nýn tahrikleri ve yardýmlarýyla meydana gelen Ermeni isyan ve tedhiþ hareketlerinin esas sebebi; bilindiði üzere, Osmanlý Ýmparatorluðu'nu parçalamak ve baðýmsýz bir Ermenistan devleti kurmaktýr. Bu amaçla ortaya çýkan Ermeni komiteleri ve çeteleri, Ýstanbul'da ayaklanarak 1905 yýlýnda Sultan II. Abdülhamid'in arabasýna bomba koymak suretiyle onu öldürmek istemiþler, ancak, bu suikast giriþimlerinde baþarýlý olamamýþlardýr. Ermeniler, 1920'li yýllarda Nemesis (Taþnaklarýn alt kuruluþu) adlý örgütleri vasýtasýyla sözde "Ermeni Soykýrýmý"nýn sorumlularý olarak gördükleri eski Ýttihatçýlarýn önde gelenlerine saldýrýlarda bulundular. Nemesis'in ilk kurbaný, 15 Mart 1921'de bir cadde ortasýnda vurularak öldürülen Talat Paþa'dýr. Osmanlý Dýþiþleri Bakaný Sait Halim ise 6 Aralýk 1921'de Roma'da bir ermeni tarafýndan þehit edilmiþtir. 17 Mayýs 1922'de eski Jön Türk yetkililerinden olan Bahattin Þakir Bey ile Cemal Azmi Bey Berlin'de katledilmiþlerdir. Bu olaydan kýsa bir süre sonra da Cemal Paþa, yaverleri Binbaþý Nusret ve Teðmen Süreyya ile birlikte 21 Temmuz 1922'de Tiflis'te iki Ermeninin saldýrýsý sonucu hayatlarýný kaybettiler.(13) Ermeniler, uzun yýllardýr yaptýklarý çalýþmalarla 1965 yýlýný, sözde "Ermeni soykýrýmý"nýn 50. yýldönümü olarak Amerika, Fransa, Yunanistan ve Lübnan gibi ülkelere kabul ettirmeyi baþarmýþlardýr. Bilinçli ve organize bir þekilde çalýþan Ermeniler, davalarýný Türk düþmanlýðý üzerine kurarak 1970'li yýllarda faaliyetlerine þiddeti de katarak günümüze kadar sürdürmüþlerdir.(14) Esas itibariyle 1973'lerde baþlayan Ermeni terör ve cinayetleri, genellikle yurt dýþýndaki Türk temsilcilikleri ve diplomatlarýmýza karþý yapýlmýþtýr. Türk milletini bölmeye, parçalamaya, hatta tamamen ortadan kaldýrmaya yönelik terör örgütleri içinde Ermeni asýllý olanlar önemli bir yer tutmaktadýr. Ermeni terör örgütlerinin baþýnda 20 Ocak 1975'de Lübnan'da kurulduðu tahmin edilen ASALA (Ermenistan'ýn Kurtuluþu Ýçin Ermeni Gizli Ordusu) örgütüdür. Marksist-Leninist ideoloji doðrultusunda faaliyet gösteren ASALA örgütünün amacý, silahlý mücadele ve propaganda ile Türkiye'nin, Ermeni katliamýný kabul etmesini saðlamak, T.C. Devleti'nin dýþ 19 temsilciliklerini ve diplomatlarýný etkisiz hale getirmek ve baðýmsýz bir Ermenistan devletinin kurulmasýný saðlamaktýr. Adýný 1976'dan itibaren duyurmaya baþlayan diðer bir Ermeni örgütü de JCAG (Ermeni Soykýrým Adalet Komandolarý) olarak bilinen örgüttür. Ermeni milliyetçisi görünümünde olan bu örgütün amacý ise, baðýmsýz bir Ermenistan devleti kuruluncaya kadar Türkiye'nin kurum ve temsilciliklerine sabotaj ve öldürme gibi þiddet eylemlerini gerçekleþtirmektir. 1983'de kurulan ve JCAG örgütü doðrultusunda faaliyet gösteren ARA (Ermeni Ýhtilacý Ordusu) teþkilatý ise, daha ziyade öldürme, iþgal ve rehin alma gibi eylemlerde bulunmuþtur(15). 1970'li yýllarda giderek þiddetini arttýran Ermeni terör eylemleri 1974'den sonra Türk dýþ temsilciliklerine, diplomatlara ve hava yolarý bürolarýna yönelmiþtir. 27 Ocak 1973'de Amerika'da Los Angeles Baþkonsolosu Ahmet Baydar ve yardýmcýsý Bahadýr Demir, Kaliforniya'nýn Santa Barbara kasabasýnda, 28 Ocak 1982'de Los Angeles Baþkonsolosu Kemal Arýkan sabah evinin önünde arabasýnýn içinde, 4 Mayýs 1982 günü Boston Fahri Baþkonsolosu Orhan Gündüz iþinden evine dönerken, 27 Mayýs 1982'de ise Ottowa Büyükelçiliði askeri ataþesi Hava Kurmay Albay Atilla Altýkat evinden iþine giderken arabasý içinde olmak üzere toplam 34 diplomatýmýz Ermeni terör örgütlerinin saldýrýlarý sonucu þehit düþmüþtür. Bunlardan dört tanesi Büyükelçi, altýsý baþkonsolos ve konsolos, diðerleri ise Türk diplomatlarý, elçilik veya konsolosluk görevlileriydi(16). 1982 yýlýna kadar Türk temsilciliklerine ve diplomatlara karþý yapýlan Ermeni saldýrýlarýnýn bu tarihten sonra kesilmeye baþladýðý görülmektedir. Ancak, terörle bir yere varamayacaklarýný anlayan Ermeniler, dünyanýn tepkisinden de çekindikleri için bu defa diplomatik alanda faaliyetlerde bulunmaya baþladýlar. Diaspora Ermenilerinin yaptýðý çalýþmalar kýsa zamanda batýlý devletler üzerinde etkisini göstermeye baþlamýþtýr. Bugün diaspora Ermenileri ve Erivan'ýn asýlsýz iddialarý ve sahte belgelerine inanan batýlý devletler, Türkiye'ye baský yaparak sözde "Ermeni soykýrýmý" tezini kabul ettirmeye çalýþmaktadýrlar. Türkiye sözde soykýrýmý kabul eder ve Ermenilerden de özür dilerse, arkasýndan Türkiye aleyhine uluslararasý mahkemelerde tazminat davalarý açýlacak peþinden de toprak talepleri gelecektir. 20 SONUÇ Günümüzde dünyanýn birçok yerinde Ermenilerin zulme ve soykýrýma uðramýþ mazlum bir topluluk olarak gösterilmesi için yapýlan propagandalar, tarihi hakikatlerden uzak, sahte belgelere dayalý çalýþmalardýr. Ancak, dost bildiðimiz ülkelerin bile parlamentolarýnda dostluða hiç yakýþmayacak tarzda Ermeni iddialarýný destekleyici yönde kararlar almasý düþündürücüdür. Esas üzüntümüz ise, bu milletin baðrýndan çýkmýþ sözde aydýnlarýmýzýn bile bu asýlsýz Ermeni iddialarýný "caným bizde yapmýþýzdýr, Ermenileri kesmiþizdir" gibi sözlerle kabul etmeleridir. Cehaletin bir ürünü olarak görülmesi gereken bu düþünce ve yaklaþým, maalesef dünya kamuoyunda bizi güç durumlara düþürmektedir. 1973 yýlýndan beri Türkiye'de maalesef Ermeni meselesinin esasý konusunda ciddi sayýlabilecek bir çalýþma yapýlamamýþtýr. Bu konuda yapýlan en önemli çalýþma, devlet arþivlerimizde konu ile ilgili belgelerin tasnif edilmesi ve bir kýsmýnýn da yayýnlanabilmiþ olmasýdýr. Ermeni diasporasý ve Erivan sahte belgelere dayalý eserler yazýp bunlarý batý dillerine çevirirken, biz, konu ile ilgili kamuoyumuza kalýplaþmýþ ifadelerle mesajlar vermeye çalýþtýk. Üniversite ve sivil toplum örgütlerimizin de bu konuda ciddi çalýþmalar yapmadýklarý bilinen bir gerçektir. Bilhassa üniversitelerimize bu konuda çok iþler düþmektedir. Üniversitelerimizde Ermeni araþtýrma merkezlerinin kurulmasý ve Ermenice bilen akademisyenlerin yetiþtirilmesi en büyük beklentimizdir. Tarihi boyunca hakim olduðu coðrafyada bünyesindeki bütün etnik unsurlarý yüzyýllardýr barýþ ve huzur içinde tutan, þerefli mazisinde hiçbir leke bulunmayan 75 milyonluk bu aziz millet, inanýyoruz ki, bütün bu zorluklarýn üstesinden gelebilecek kudrete sahiptir. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. KAYNAKLAR 1. Prof. Dr. Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi - 1, Ýzmir, 2005, s.79 2. Prof. Dr. Ergün Aybars, a.g.e., s.81 3. Enver Ziya Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ýstanbul, 1974, s.25 4. Yrd. Doç. Dr. Muhittin Gül, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Ankara, 2003, s.173 5. Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, Ýstanbul, 1982, I, s.85 günü Yükseköðretim Kurulu Tarafýndan düzenlenen ayný konulu konferans, s.151 vd. 6. M. Sadi Koçaþ, Tarihte Ermeniler ve Türk - Ermeni iliþkileri, Ýstanbul, 1990, s.299 16. Bilal N. Þimþir, Türk Yurdu "Amerika'nýn Türk Ermeni Politikasý", Ankara, Haziran 2006, C:26, S:226, s.55; Prof. Dr. Azmi Süslü (komisyon), a.g.e., s.304 - 305 7. Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatýralarý, Ankara, 1982, s.117-118 8. Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarih Enstitüsü Yayýný, Ýstanbul, 1981, C:2, s.432 vd.; Konuyla ilgili bkz. Kazým Karabekir, Ýstiklal Harbimiz, Emre Yayýnlarý, Ýstanbul, 1995, C:4, s.1860 vd.; Fahri Belen, Türk Kurtuluþ Savaþý, Ankara, 1983, s.240 vd.; Ali Fuat Cebesoy, a.g.e., s.117 vd. 9. Prof. Dr. Azmi Süslü (Komisyon), Türk Tarihinde Ermeniler, Ankara, 1995, s.269; Dr. Þenol Kantarcý, Ermeni Sorunu El kitabý, Ankara, 2003, s.39 10. Berna Türkdoðan, Türk Yurdu "Asala'dan PKK'ya Terörizm Taþeronluðu", Ankara, Haziran 2006, C:26, S:226, s.130 11. Yrd. Doç. Dr. Ýbrahim Kaya, Ermeni Sorunu El Kitabý "Ermeni Sorununun Hukuksal Boyutlarý: Ulusal ve Uluslar arasý", Ankara, 2002, s.68 12. Prof. Dr. Zeki Baþar, Ermeniler Hakkýnda Makaleler Derlemeler "Öncesi ve Sonrasýyla Erzurum'un Kurtuluþu", Ankara, 1978, s.34 - 35; Prof. Dr. Azmi Süslü (Komisyon), a.g.e., s.163 13. Yrd. Doç. Dr. Ýbrahim Kaya, a.g.e., s.69 14. 12 Nisan 1985 günü Yükseköðretim Kurulu Tarafýndan yapýlan "Türkiye'de Anarþi ve Terörün Sebepleri ve Hedefleri" konulu konferans, s.150 15. Prof. Dr. Azmi Süslü (komisyon), a.g.e., s.303; Yrd Doç Dr. Sedat Laçiner, Ermeni Sorunu El Kitabý "Ermeni Ýddialarý ve Terör", Ankara, 2002, s.90-91; 12 Nisan 1985 SENÝ DÜÞÜNMEK Seni Düþünmek; Bir baharýn habercisi papatyalarý koklamak gibi... Yarýnsýz günlerime açacak, Yedi düvel gök kuþaðý renklerini toplamak gibi... Yüreðimde nahoþ gözyaþý kokusuna inat edercesine, Minik bir bebek tebessümünü koklamak gibi.. Sevmelerin yalanlar altýna sürüldüðü yorgun bir gecede, Minik bir kelebek kanadýndaki pullarýn yüreðime savrulmasý gibi... Kýsa bir ömrün uzantýsý mutluluðumun, Özgürce yüreðime býrakýlmasý gibi.... Seni Düþünmek; Bakýþlarýmýn örtbas ettiði gerçekleri su yüzüne çýkarmak gibi... Göz yaþlarýmýn yüreðimde çizdiði haritada çýkan tek þehrin, Sen olduðunu bilmek gibi... Ve seni sevmelerimin kurak tenimde býraktýðý çorak izler gibi, Bu imkansýzlýða raðmen, Yeni bir goncanýn yüreðimde açýþýný seyretmek gibi... Seni Düþünmek; Silinmiþ sabahlarýmdan geriye kalan hafif bir lodosun, Yüreðimin deðdiði yerlerden Enkaz tanelerini sürükleyip götürmesi gibi… Gecelerime fýrtýnalarla geri dönüp an ve an Soluk soluða senin geliþini müjdelemesi gibi... Bir yalnýzlýk senfonisinin son çaldýðý parçanýn sen olduðunu bilmek, Ve gece gündüz yýldýzlardan bu þarkýyý dinlemek, Dünyanýn en güzel aný olsa gerek....... SENÝ DÜÞÜNMEK DÜNYANIN EN GÜZEL ANI OLSA GEREK….. Zeynep SÖNMEZ 21 SADIK TURAL: BÝLGELERÝN YOLUNDA (Dördüncü baský, Yüce Erek Yayýnevi; Ankara, Mayýs 2006, 318 sayfa) Berna ESÝN* Ruhum evde çok sýkýlmýþ. 'Dýþarý çýkýp gezelim biraz.' diye tutturdu. Ben ise, yorgundum. Gezecek halim yok. Sizinkini bilmem ama benim ruhum ýsrarcýdýr biraz. Hani þu kafasýna koyduðunu yapanlardan. Kýrk dereden su getirdim, 'evden çýkmayalým' diye; ama, nafile. Israrcý ruhuma söz geçiremedim. Dýþarý çýktýk sonunda. Hava kýrmýzýnýn en koyusu; düþtük yollara. Az gittik, uz gittik,dere tepe düz gittik; sonra bir de baktým ki yol kenarýndaki uçsuz bucaksýz düzlükte panayýr yeri mi desem, þenlik, bayram alaný mý desem, mahþer kalabalýðýnda bir yer var. Ruhum yine tutturdu; 'biz de o tarafa gidelim' diyor bozuk plak gibi. Ben ruhuma pek benzemem. Neþeliyimdir; ama sukûneti severim. Yalnýzlýðýmla beraber vakit geçirmeyi kalabalýða tercih ederim;ama ruhum öyle mi? Yok benim içim geçmiþmiþ, yok bana yalnýzlýk bile zor katlanýrmýþ… Kýsacasý söylemediði laf kalmaz. O, 'Bayram yerine girelim' diye tutturunca, 'Ýþte yine baþladýk; beni, kaç kuruþ edeceðine sonra karar vereceðimiz insanlara ve durumlara muhatap edecek' dedim. Dedim de, doðrusu için için ben de içeride neler olduðunu merak ediyordum. Önce biraz nazlandým: "Bu kalabalýkta birbirimizi kaybederiz girmeyelim, gel biz yolumuza devam edelim" dedim, dinleyen kim? Ruhum çeke sürükleye beni giriþe getirmiþti bile. Ýkimiz de ayný anda baþýmýzý kaldýrýp yukarýya baktýk. On, bilemediniz on iki adým arayla gökyüzüne çakýlmýþ, yere doðru uzayan yýldýzdan direklerin ortasýnda, çiçekten harflerle "Bilgelerin Yoluna Dördüncü Kez Hoþ Geldiniz" yazýyordu. Ruhum sevinçten yerinde duramýyor, aðzý kulaklarýnda eðlence havasýna girmiþti bile. Benim tedirginliðime aldýrýþ etmeyiþi canýmý sýkýyordu. Nur içinde yatsýn, babaannem: 'Boþ olmasýn eliniz. Boþ gelip, boþ gitmeyin' derdi. Giriþin üstünde belki þu da yazýyormuþ da okunamýyormuþ gibiydi: "Ýmza, bilgi, zevk, bilgelik adýna bildiklerinizi bir ke* Eðitimci 22 nara býrakýn. Boþ gelmiþ olsanýz da Bilgelerin Yoluna hoþ geldiniz. Zaman, mekân, ten kafesinden kurtulmak istiyorsanýz, aklýnýzýn yýkanmasýna izin veriniz. Gelin, aklýnýzý beraber yýkayalým" Annem ikimize de sýký sýký tembih ederdi, " Aman kýzým bilmediðiniz yollara girmeyin kaybolursunuz" diye. Zaten benim þu deli ruhumla her zaman baþým derttedir. Söz dinlemez, dur durak bilmez, gözü kara bir þeydir o. Sað olsun; heyecaný pek sever. Sayesinde baþýmýza gelmedik kalmadý. Deli doludur, çocuk gibi davranýr, bazen þýmarýr da… Aslýnda hassas ve içtendir. Zaman zaman beni yorsa da sürüklenir giderim ardýndan. Bilge ve bilgelik, bildiðim kadarýyla, sabýrsýzlýðýn, gençliðin, tecrübesizliðin ve cahilliðin zýttý. Herkes kendisi ile ilgili âdil olmaz; fakat, adâlet ister ve daðýtmayý severmiþ. Ben öyle yapmayayým. Ýtiraf etmeliyim ki, bilmeyiz tanýmayýz buralarý. Bakalým içeridekiler bizim varlýðýmýzdan hoþnut olacaklar mý? Üstelik, toyluk etme, hattâ patavatsýzlýk yapma ihtimali bulunan ruhuma hiç güvenemiyorum; ya bizi girdiðimiz gibi kapý dýþarý atarlarsa? "Þahsiyetler ve Eserleriyle Yollarýnýz Aydýnlansýn" diye bir büyük kapý daha vardý. Ben, yolumun daha aydýnlýk olmasýný düþündüðümden o yöne yönelmek istedimse de merhum babaannem geldi aklýma: "Yanlýþý düzelteceðine, iyi niyetle yeniden kur, yüreðin temiz olduðuna göre, bu daha doðru." derdi. Direklerin arasýndan içeri doðru girerken, ruhum kýsa kýsa sevinç çýðlýklarý atýyordu. "Hey yaþasýn! Ýçeride kimler var kimler, göreceksin çok eðleneceðiz" diye sesine coþku katarak sekiyordu. Ruhumu, "Hiþþþt ; biraz sessiz ol, bak herkes bize bakýyor." diyerek dirseðimle dürtüyordum ki, birden yýldýzdan direðin hemen yanýnda, kitaplardan yapýlmýþ kocaman iskemlede oturan, ayaða kalksa direklerden uzun, cübbesinin etekleri yerin yedi kat dibine kadar uzayan, ak saçlý, ak yürekli bilge adam, eliyle bize gelin diye iþaret ediyordu. Birde baktým, ruhum adeta pilli bebek gibi yürüyerek adama doðru gidiyor. "Beni bekle kendi baþýna gitme" diyerek koþtum peþinden yetiþtim. Ýþte beraberce karþýsýndaydýk. Neden bilmiyorum, önce elleri takýldý gözüme. Pek çok insaný imrendirecek kadar düzgün parmaklarýný dizlerinin üzerinde yavaþ yavaþ ve narince hareket ettiriyordu. Ne yaptýðýný merak ettiðimi anlamýþ olmalý ki, seyrek ve kýsa ama bir o kadar da aðýrlýðýný hissedercesine yavaþça kaldýrdýðý göz kapaðýnýn ucundaki kirpiklerin altýndan, nereye baktýðýný hiçbir zaman kestiremeyeceðiniz kadar derin bakýþlarýnýn dili ile bize, gönlünü akort ettiðini söyledi. Konuþuyordu, sesini çok net duyabiliyorduk; ama, dudaklarý konuþurken hiç kýpýrdamýyordu. Birden o zarif elleri, cübbesinin geniþ ve uzun kollarý içinde kayboldu. Sonra parmaklarýnýn ucuyla tuttuðu altýndan kalemi ile buluttan kaðýdýna, umuttan mürekkebini üç damla damlattý; sonra yine o derin bakýþlarýný bize çevirip, "Üç sihirli kelimeyi söyleyin bakalým" dedi. Ben, bilge adamýn yaptýklarýný þaþkýnlýkla izlerken ve gördüklerime hâlâ akýl erdiremeyip, küçük dilimi ha yuttum ha yutuyorum diye düþünürken, ruhum, olanlarý sanki önceden de yaþamýþ gibi, sakin ve son derece kendinden emin bir edayla, adamýn kulaðýna eðilip bir þeyler fýsýldadý. Ýþte tam o sýrada, gülmekten özenle kaçýnan ince dudaklarýnda, yüzünde ve gözlerinde eþine az rastlanýr bir keyifle hafif bir tebessüm belirdi. Umuttan mürekkebinin üç damlasýnýn, buluttan kaðýdýný, ebem kuþaðýnýn üç rengine boyadýðýný gördüm. O kaðýdý külah yapýp, koynundan çýkardýðý üç tane akide þekerini külaha doldurdu ve bize uzattý. Müþfik bir ses tonuyla "Bu þekerler içeride gezerken çok iþinize yarayacak" dedi. Ruhum hemen sevindi, 'Yaþasýn en sevdiðim þeker!' dedi. Biz mi yanýndan uzaklaþtýk, yoksa O mu ortadan kayboldu bilmem. Þaþkýnlýðým biraz geçince ruhuma, Bilge adamýn kulaðýna fýsýldadýðý üç sihirli kelimenin ne olduðunu sordum, ruhum bana söylemedi. "Pekiyi bunu sen nereden biliyorsun?" diye sordum, "Zamanýn elini tuttuðumda, zaman söyledi" dedi. Akide þekerini ben de çok severim. Bana çocukluðumun bayramlarýný ve babaannemi hatýrlatýr. Bayramlarda babaannemin elini öpmeye gittiðimde, erzak sandýðýnýn en kuytu yerinden, sadece benim için sakladýðýný söylediði, eflatun kadife üzerine saten kurdeleyle süslenmiþ kutuyu özenle çýka- rýr, kapaðýný yavaþça kaldýrýr, akide þekerlerinin etrafa yayýlan kokusu, bütün odayý kaplardý. Kendimi çok özel hissederdim. Beni þekerlerin tadýndan çok renkleri büyülerdi. Kýrmýzýsý elmadan, yeþili naneden, sarýsý limondan, turuncusu da portakaldan yapýlmýþ zannederdim. Babaannem "hangi renginden istersin?" diye sorardý. Sadece üç tane alma hakkým olduðunu bilir, dördüncü renge haksýzlýk ederek üçünü seçerdim. Ýlk aldýðým renk daima kýrmýzý olurdu. Bilge adam, sanki aklýmdan geçenleri okumuþ gibi bize, milattan çok önce yaþayan insanlarýn Mezopotamya'da kurduðu ilk medeniyetler zamanýnda, Akidum'un bayram yeri anlamýna geldiðini, bizim de kültürümüzün bir parçasý olan bayram geleneðimiz ile beraber, akide þekerinin binlece yýldýr babaannelerimiz ve onlarýn da büyük büyük anneleri tarafýndan nasýl yaþatýldýðýný anlattý. Ýçimden bu kadar çok þeyi nerden biliyor? diye geçiriyordum ki, ona da verdiði cevap, akýllara zarar cinstendi. Milattan öncesinden beri, binlerce yýldýr her gün en az dört saatini okuyarak geçiriyormuþ. Kalan zamanlarýnda da okuduklarýný ve öðrendiklerini deðirmende öðütüyor, aklýnýn süzgecinden geçiriyor, damarlarýnda ýslatýp, güneþte kurutuyor ve yazýyormuþ. Külah dolusu þekeri alýp, baþladýk gezinmeye. Kýrmýzýnýn her tonuyla bezenmiþ, renkli tezgâhlarýn arkasýnda, deðiþik zamanlardan çýkýp gelen, kýyafetleri birbirine benzemeyen satýcýlar vardý. Hepsi de tezgâhýnýn arkasýna geçmiþ, gelen geçen insanlarla sohbet ediyorlar; ama ortalýkta hiç kantar yok, hiç bir mal tartýlmýyordu. Hiç heybe, torba da yok. Herkes aldýðýný cebine koyuyor galiba. Bilgenin, yalnýzca bu gezinti alanýna koyduklarý veya konulmasýna izin verdikleri çok düþündürücü. Nurdan yapýlmýþ olduðunu sandýðým babaannem, yemeklere konulan malzemelerin ölçüleri için 'el Fehmi ile' derdi. Reyon mu, bölüm mü, bilgilendirme ve bilgelendirme pazarý mý desem bilmem? Bu bilgenin sunumlar dünyasýnda 'Fehm'in , 'akl'ýn, 'iz'an'ýn, 'merhamet', 'muhabbet' ve 'hürmet' ile yýkanýp insana, tabiata, geçmiþe, bugüne, geleceðe yaklaþma hususuna, derinde olmaktan, anlaþýlmamaktan korkmadan ulaþtýðýný söylemek… (Ah babaanne, güzel söyleyemedim;ama, sen fehminle hangi mefhumlara iþaret ettiðimi anladýn.) Ru23 hum:'Fehm',bir varlýðýn ne, ne kadarýndan, nasýl olduðunu kavrama çalýþmasý veya gücü, mefhum da kavranabilenin adý deðil mi? Niye Türkçe söylemiyorsun?' demez mi? Ruhum yine heyecanla "Aaa! Nasrettin Hoca" diye eliyle iþaret etti. Gerçekten de o. Eþeðine ters binmiþ, pamuk sakallarýnýn üstündeki yüzünde, çocuk masumiyetiyle alay karýþýmý yumuþak bir gülümseme var. Küçük büyük herkes etrafýna toplanmýþ, kahkahalarla sohbet ediyorlar. Yanýna yaklaþtýk, Nasýrüddin Hoca bizi görünce "Gelin bakalým þöyle önlere doðru , bakýn burada neler var neler" dedi . Tezgâhýn üstünde düdükler, kazanlar, tepsi tepsi baklavalar, bakraçlarda yoðurtlar, daha neler neler…Hoca: 'Hadi çekinmeyin buyrun buyrun' diye ýsrar ediyordu. Tezgâhýn baþýndaki çocuklardan bazýlarý düdükleri çalýyor, yaþlý bir kadýn iç içe geçmiþ kazanlarý inceliyor, bir grup genç, baklava tepsisini kendilerine çekmiþ muhabbetle yiyorlar. Bize de ikram ettiler . Ruhum, hemen uzanýp kendine de bana da birer dilim baklava aldý. Çocuklardan biri tezgâhýn üzerinde duranlarý iþaret ederek; "Hoca Hoca, bu haritada hiçbir þey yazmýyor, þu pusulanýn da yönleri belli deðil, bunlar ne iþe yarar?"diye soruyordu. Hoca: "Evlâdým, onlar dünyanýn merkezini bulmaný saðlar" . Çocuk yine sordu "Peki merkez nerede?" Hoca parmaðýyla tezgâhýný iþaret etti. "Burada bir yerde". Herkes yine kahkahalarla güldü… Hocanýn oradan ayrýlýrken ruhuma sordum: "Hoca tezgâhtakileri satmýyor, ikram ediyordu. Peki ne satýyordu fýkra mý?" Ruhum: "bilemedin" dedi. "Nükte nedir, nasýl yapýlýr? Bir yandan tanýmýný, bir yandan iþlevini, tarifini satýyordu. Ben aldým. Fark etmedin mi?"…. Birkaç fersah ileride, omuzlarýndan dökülen saçlarýný ortadan ayýrmýþ , allý pullu iþlemeli pelerininden çok, kalýn tokalý kemeri ile parmaklarýndaki kocaman yüzükleri sýrayla ýþýktan parlayan biri dikkatimi çekti. Biraz daha yaklaþýnca tezgaha, kulaðýmýza hiç de yabancý olmadýðýmýz bir melodi çalýndý. Ruhum yine koptu gitti geçmiþe. "Ýki küçük kol düðmesi, büyük bir aþk hikayesi…." Akþam olunca, ayný kutuda hasretleri son bulan kol düðmelerinin hikayesi kimin aklýna gelir ki? Tezgâhýn yanýna vardýðýmýzda Sevgili Barýþ Manço, kollarýný ve parmaklarýný, kesik kesik ani hare24 ketlerle ama ahenkle oynatarak, kelimeleri kendine has bir hýzla arka arkaya dizerek ve seslerin kulaða en hoþ gelen, en güzel tonunu bulmuþ, bizimle konuþuyordu. Ben, bir taraftan O'nu dinliyor, bir taraftan da Mustafa Itrî dahil tezgâhtaki diðer satýn alýnamaz mallarla ilgileniyordum. Ne kadar zaman geçti bilmem; ama, birden Manço'nun ruhuma anlattýklarý dikkatimi çekti. " Nane, limon kabuðu bir güzel kaynasýn. Ýçine hatmi çiçeði biraz da dere otu…" Siz, Barýþ Abi'nin, tezgâhta kasetleri, besteleri, takýlarý ya da piyanosu mu var sandýnýz? Hayýr. O, þifalý otlar satýyordu. Ruhuma verdiði tarif soðuk algýnlýðýna, aþk acýsýna, geçim sýkýntýsýna ve iç huzursuzluðuna iyi geliyormuþ. Teþekkür ederek yanýndan ayrýldýk. Bu sefer de tezgâhlardan birinin etrafýnda toplanan insanlar dikkatimizi çekti. Bu insanlarýn her biri, ayrý bir yerden gelip toplanmýþlardý. Kimi Çinli, Kimi Afrikalý, kimi putperest, kimi mahkûm, hatta bir firavun bile vardý içlerinde. Tezgâhýn üzerinde hiç mal olmadýðý halde, çeþit çeþit insanýn neden toplandýðýný merak ederek biz de gittik. Kalabalýðýn arasýndan sýyrýlýp tezgâha doðru eðildim."Gel, ne olursan ol, yine gel!" yazýyordu. Gözlerimi tezgâhýn arkasýna doðru çevirdim. Kim vardý dersiniz? Sýrtýnda yeþil kaftaný, baðdaþ kurarak oturmuþ, elinde tahtadan tespihi ile Mevlânâ Celâleddin Rûmi'den baþkasý deðildi. Ruhum sabýrsýzlýkla ne sattýðýný öðrenmeye çalýþýyordu. Hz. Mevlânâ ona önce sakin olmasýný, sonra sebat göstermesini söyledi. "Biz, Allâhýn yarattýðý kullarýn kusursuzluðunu biliyoruz;ancak bazýlarý irâde, hoþgörü, adâlet, kardeþlik gibi kavramlarýný nasýl kullanacaðýný bilmiyor veya tereddüte düþüyorlar. Biz onlara, yüce Rabbimizin izni ile yol göstermek için buradayýz." dedi. Ruhum duruldu, sakinleþti. Ýkimizin de içini tatlý bir huzur kapladý. Gezintimize devam ederken bir yandan akide þekerlerimizi yiyor, bir yandan da sevinçle tezgahlarýn birinden diðerine geçiyor, her bir tezgâhýn baþýnda, baþka bir tanýdýða rastlýyorduk. Kimler kimler yoktu ki…Bilge'nin dostlarý, hayranlýk duyduklarý, sevdikleri, ilgi gösterdikleri…Son Ordinaryüs Prof. Dr. Reþat Kaynar hocamýz, dolu dolu geçen hayatýnýn bütün enerjisini ve neþesini yine üzerine takýnmýþ, Atatürk ile ilgili anýlarýný anlatýyordu. Ýbn-i Sînâ ile Anarhan Nadirova bir köþede saðlýk ansiklopedisi ve týp terimleri sözlüðünü inceliyorlardý. Filozof bilgin Profesör Dr. Abdimalik Nýsanbayev ile Prof. Dr. Þükrü Elçin ve onun öðrencisi Prof.Dr. Sadýk Kemal Tural, bir araya gelmiþler, modern bilimin geliþmesinin sosyal, kültürel ve dünya çapýndaki esaslarý üzerinde ateþli tartýþmalar yapýyorlardý. Hezarfen Çelebi ile Feza Gürsey ise kafa kafaya vermiþ, TÜBÝTAK ile ilgili koyu bir sohbetteydiler. Ruhum onlarý görünce yanlarýna gidip, Hezarfen'den bir çift kanat almaya kalkmaz mý? Uçmaya heveslendi. Nasýl ikna edip, geri çevireceðimi þaþýrdým. "Þimdilik benden ayrýlýp hiçbir yere gidemezsin. Vakti gelince ben sana en kalitelisinden alýrým." dedim. Bilgelerin yolunda, bir saða bir sola gezinip tanýdýk yüzler ve isimlerle hoþça vakit geçirip eðlenirken, eðlenip öðrenirken, akide þekerleri ruhumun dilinde eridi gitti. 318 sayfalýk gezinti de göz açýp kapayana kadar bitti. Ruhum bayram etti. Bayram bitti ama damakta kalan akidenin tadý hiç bitmesin istiyorum. BEN SENÝ NASIL UNUTURUM Okul yolunda beklerdim Hayatýmý sana verdim Seni canýmda çok sevdim Beni nasýl unutursun Kýrlarda koþtuk el ele Uzanýrdýk çimenlere Mutlu olurduk seninle Beni nasýl unutursun Hiç aklýmdan çýkmýyorsun Hayalimden gitmiyorsun Düþlerimde seninleyim Beni nasýl unutursun Gecemde gündüzümde sen Ne kadar özledim bilsem Arada bir bana gelsen Dertlerini unutursun Dualarým senin için Gelmiyorsun bana niçin Aðlýyorum için için Beni nasýl unutursun Hamdi ERTÜ ÜRK Sizin de ruhunuz bayram etsin ister misiniz? Oraya nasýl gideceðinizi biliyorsunuz. Bilgelerin yoluna çýkýn, hiçbir yere sapmanýza gerek yok. O yol sizi gitmek istediðiniz yere çýkarýr. Akide þekerini kim mi veriyor? Yola çýktýðýnýzda o sizi bulur. Tabii üç sihirli kelimeyi söylemeniz þartýyla... Aklým ve ruhum, bu kötü havalardan iki gün, tadýný çýkarmak isterseniz yedi-sekiz saatliðine kurtulmanýz için "Bilgelerin Yolunda"nýn iklimine, Akidum'una gitmenizi sizlere söyleme görevini bana verdi. Yüreðinin akidelerini sadece yazdýðý kitaplarda deðil, yaptýðý iþlerin her birinde avuç avuç vatanýna, milletine daðýtan Bilge Adam'a, Sayýn Prof. Dr. Sadýk TURAL'a, ruhu derin bir yolculukta gezdirebildiði, aklýn kuruluktan kurtulmasý ve yýkanmasý için özel bir havuz yaptýrdýðý ve bizleri "Bilgelerin Yolunda" bu eþsiz gezintiye çýkardýðý için, kendim ve ruhum adýna þükranlarýmý sunuyorum. ÝSTANBUL'A DÖRTLÜKLER I Dünya, Yeditepe'den yaslanýr Ýstanbul'a. Bembeyaz Kýzkulesi, süslenir Ýstanbul'a. "O'nu alacak sultan en güzelidir" diye Peygamberler sultaný seslenir Ýstanbul'a. II Bir zamanlar Nedim'in bi-mislü baha'sýyken, Cennetten arta diye sen mi kaldýn Ýstanbul? Yetmiþiki âlemde þehirlerin hasýyken, Medeniyetten çok mu yara aldýn Ýstanbul? III Gönülde türkü türkü bir yarasýn Ýstanbul. Nerden çýktý doyumsuz ihtirasýn Ýstanbul? Bir yüzünde muhteþem tarihimi koklarken, Bir yüzünle âleme maskarasýn Ýstanbul. IV Eþim, dostum, sevgilim, cansýn cansýn Ýstanbul, Âlemin çarpýldýðý tek sultansýn Ýstanbul. Bazen gamsýn, bazen de koþup gelen ilhamsýn, Býrak, gönlüm sevdanla yansýn yansýn Ýstanbul.. Çið ðde em Ka ade er KAYA 25 "GÜZEL" ANLATMAK VE "GÜZELÝ" ANLATMAK Ahmet YAMAN* Sanat adamlarý,bir düþünceyi,duyguyu anlatmak için hayallerinden veya hayalleriyle zenginleþtirdikleri çevreden malzeme ve ilham alýrlar.Sanatçýnýn;malzemenin can alýcý noktalarýný yakalanabilmesi için keskin bir dikkate ve;anlatýmda sýradanlýðý aþýp özel cazibe yaratmak için güçlü bir edebî yeteneðe sahip olmasý gereklidir.Çünkü ancak o sayede, karþýdakinde bediî heyecan yaratacak,hayranlýk uyandýracak bir zevk atmosferine ulaþýlacaktýr.Biri anlatýlanýn güzel olmasýný,öteki anlatýmýn güzel olmasýný saðlar. Ekol olarak klasizm veya genel anlamda klasik felsefeyi benimseyenler bu ikiliyi vazgeçilmez sayarlar.Yani sanatçý;hayatýn güzel karelerini almalý,insanlara bunlarý gösterip güzele yönelerek onlarýn da güzelleþmelerini saðlamalýdýr.Fakat baþka ve biraz da acý bir gerçek daha var:Tabiat ve hayat güzelliklerden ibaret deðildir.Hayatýmýzda,belki olumlular kadar olumsuz sahneler de vardýr.Bu durumda,hep iyi örnekleri seçmek realizme aykýrýdýr. Klasiklerin tek cepheliliðine karþý çýkan gerçekçi görüþe göre;güzel anlatmak vazgeçilemez teknik gerekliliktir ama hep güzeli anlatmak þart deðildir.Zira olumsuz sahneler de ibret vermek için olumlular kadar faydalý olabilir.Yani iyiyi gösterip,böyle ol,demek bir metotsa; kötüyü gösterip,böyle olma,demek de bir metottur. Bu yollardan;sanat eseri toplumun vitrinidir,temsil haysiyetine sahip olan tutum ve sosyal tipler orada yer bulmalý,fikri genel kabul görür.Nitekim;"Ne yapalým toplumun gerçeði bunlardýr" diyerek her türlü çirkinliðin roman sayfalarýna,film karelerine,tiyatro sahnelerine doluþmasýnýn nasýl bir sosyal ve kültürel kokuþma yarattýðý görülünce realizm bahanesiyle çirkinliklerin deþifre edilmesinin doðru yol olmayacaðý anlaþýlmýþtýr."Þuyuu(duyulmasý, yayýlmasý)vukuundan vahim" olaylarý konu almak,-olumsuz örnek olduðu hissettirilse bile- sonuçta kötüyü pazarlamak deðil midir?Ayrýca,yazar;vuku bulaný nakletmekle yükümlü haberci deðil,hayattan veya ha* Eðitimci 26 yalinden damýttýðý güzelliklerle insanlarý yönlendirmekle yükümlü sanatçýdýr.Kitle iletiþim araçlarýnýn sýnýr tanýmadýðý günümüzde,gerçekçilik adýna her türlü sosyal ayýbýn abartýlarak ve yaygýnlaþtýrýlarak,âdeta toplumu temsil görevi yüklenerek dünya piyasasýna sunulmasýnýn imajýmýzý bozduðunu,ülkemizin itibarýný ciddi ölçüde sarstýðýný da biliyoruz.Demek ki,tercihimiz;"böyle olmayýn"demek için bile olsa çirkinliklerin sanata konu edilmemesidir.Hele bir de çirkinliklerin,övülen tavýr ve tipler olarak anlatýlmasý var ki,bu doðrudan sosyal ve ahlâkî terördür ve apayrý bir ihanettir. Sanatçýnýn yapacaðý,güzeli anlatmak ve güzel anlatmak…Hatta yüreði ve kalemi bu gönül ve dil hamlesine yeten üstün sanatçý;çirkin zannedilenin çirkinliðini aþarak orada bile güzellikler bulunabileceðini gösterir. "Sanat adamlarýnýn dünyayý deðiþtireceði veya yeni bir nizam tesis edebileceði fikrine inanmýyorum.Ýnancým,sanat adamlarýnýn ancak yeryüzünü güzelleþtirebilmek uðruna çirkinde bile mevcut olan bütün güzellikleri insanlarýn gönül gözüne yerleþtirmek için çaba sarf etmek mecburiyetidir.Bu güzellikler dünün,bugünün, veya yarýnýn güzellikleridir.Dünkü güzellik olmadan bugünkü güzelliðin tadýna varýlamaz.Ve yarýnki güzellik yaratýlmadan da bugünkü ve dünkü güzelliklerin kýymeti kalmaz." Bu cümlelerin sahibi ve - daha önemlisi - baþarýlý bir uygulayýcýsý Mustafa Necati Sepetçioðlu'dur.Onun eserlerinde okuyucu acý-tatlý pek çok macera ama hep güzel kahramanlar görür.Çirkin görünen bile bazý halleriyle çirkinleþtiði için aslýnda acýnasý bir zavallýdýr.Hele güzeller:Ruh ve karakter güzelleri,güzel davranýþ âbideleri…O Somuncu Baba,o Þeyh Edebâli,o Çedikçi Sarý Cemal Efendi ve daha niceleri,unutulur mu?Bugün apayrý dünyalarýn insaný gibi görünsek bile günümüze güzel kokular taþýyan bu nefis karakter âbidesi kahramanlarýn sahibi M.Necati Sepetçioðlu'dur.Bize,yaþamadýðýmýz dünyanýn güzelliklerini yaþatan Sepetçioðlu'nu,bizi yaþadýðýmýz dünyadan iðrendirenlerden bunaldýkça daha bir hasretle ve rahmetle anacaðýz. 1'DEN 12'YE Nazým PAYAM* Sýddýk Akbayýr "edebiyat karýn doyurmaz, çay içirir" adlý eserinde Enis Batur'u anlatýrken taþra dergiciliðine de deðiniyor: " Taþrada, sanat-edebiyat dergiciliði adýna yapýlan her iþ "gençlikle" açýklanýr, yani delilik! Dergicilik, bir bakýma, kimi þeylerin ancak gençlikte ve 'deli'yken yapýldýðý, yapýlabildiði yargýsýný kanýtlama uðraþýdýr… edebiyat tarihi dergi sayfalarýnda çürüyen ömürlerle doludur." Biz Külliyecilerin her öðlen deðiþmez bir çay saati, bir de çaydan mülhem Mehmet Durmuþ'umuz var. Derginin, bir demlik çaya bana mýsýn demez çaycýsý, hiç eksik olmadý. Durmuþ'tan evvelki Ayhan, Tekirdað'dan gelmiþti Elazýð'a. On yýlýmýzý verdiðimiz dergi ömrümüzden daha ne kadar alacak, kimleri çaycý yapacak bilemiyoruz. Dergi sayfalarý arasýnda çürümeye, bizi zorlayan mý var? Hayýr. Altý kiþiyiz, dördümüzün fiziki yaþý "gençlikle" alakasýný kesti. Ancak herkes sevdasýnýn cefasýný çekecektir. Þimdi konumuza geçebiliriz. 1999'da baþlattýðýmýz Bizim Külliye dergisi 2007'de 34. sayýsýna ulaþtý. Bizim Külliyecilere bu 'otuz dört'ü, bir sayý olmaktan çýkaran, kavgalar, sevinçler, darýlmalar, ayrýlmalar, tartýþmalar ve her sayýnýn elimize geçiþinde, önümüzdeki sayý için geri sayýmlar, tasarýlar… Taþrada kültür-sanat dergisi çýkarmak, çekirdek ailenize bir birey daha katmaktýr. Ailenize kattýðýnýz, baþkalarý tarafýndan yalnýzca bir dergi bilindiðinden, sizden daha fazla vefa bekleyecektir. Ve bir baba yetiþtirdiði çocuðuyla nasýl tanýnýyorsa dergide öyle; zamanla derginizin adý, adýnýzýn anlamdaþý olacaktýr. Bizim Külliye dergisinde þiirlerdi en çok olumlu ve olumsuz eleþtirilere muhatap olan. Öyle sanýyorum ki okuyucularýmýz Bizim Külliye'de yayýmlanan þiirlerden hareketle kanaatlerini belirtiyorlardý. Bu olguya, dergimizi omuzlayan arkadaþlarýmýzýn daha önceleri "þair" olarak bilinmeleri, beklentilere cevap veremeyiþimiz ve biçim, tema daðýnýklýðý olabilir. Birinci sayýmýzdan on ikinci sayýmýza kadar yayýmladýðýmýz, bilmem kaçýncý kez okuduðum þiirlere bu kez sizler için dönmek istiyorum. Birinci sayý* Bizim Külliye Dergisi Genel Yayýn Yönetmeni mýzýn mavi kapaðýnda hemþerimiz Niyazi Yýldýrým Gençosmanoðlu'nun "Besmele"si vardý. Yine o "Besmele"yle baþlayalým. "Þol gökleri kaldýranýn Donatarak dolduranýn "Ol" deyince olduranýn, Doksandokuz adý ile…" Dergimizin ilk çýkýþ heyecanýný þu an tekrar yaþýyorum. Meðer kâðýt da mürekkep de ne kadar güzel kokarmýþ. O ilk kokuyu, kendinden masa üstüne bir þeyler koyma sevincini tekrar hissedebilmek mucize deðil. Hele konumuz þiir olunca, terk ediliþe, hasrete, mýsralarý ile direnen þairlerimizi ne mümkün görmezden gelmek! "Hey ilk fýrkata gelenler / Suya seccade salanlar / Surlara bayrak olanlar " ilk sayýmýzýn üçüncü sayfasýnda Ali Akbaþ'ýn "Issýz Yurt" þiiri... Þimdi bir garip duyguya kapýlýp gerçek ile rüyayý her an karýþtýrabilirim. Ali Akbaþ þiiri, okuyucuya sessizce zerk edilen þiirdir. Onun sessizliði okuyucusunu deðiþtirme yetkinliði. "Sýra daðlar, mor ufuklar / Gönlümüze dar ufuklar / Þu yaylada yâr uyuklar" mýsralarý "Güneþ ufuktan þimdi doðar, yürüyelim arkadaþlar" marþ sözlerini birden aklýma düþürdü. "Issýz Yurt" üçüncü sayfada, bu üçüncü sayfaya Ali Akbaþ'ýn "Issýz Yurt"undan sonra ben yerleþecektim. Bütün Külliyeciler daha ilk sayýmýzda Dilaver Cebeci'nin sesiyle "Bu þeb gözüm yaþýyla nice kubbeler binâ kýlam/ Figân idem derûnuma cihâný âþinâ kýlam" diyecekti. Sonra Ahmet Özdemir'in dilinde "Bademler çiçek aça"caktý. Ayþeler, Fatmalar, Cemile Teyzeler kolay kolay ölmeye, diyecekti þiir diliyle Dr. Ö. Faruk Karataþ "Ah cemile teyze / N'olur ölme /Doktorun ölecek kederinden" Külliyemizin kuruluþ aþamasýnda fedakârlýða peþin ödeme yapan rahmetli Dr Ali Öztürk, Türk'ün arý duru "Pýnarý"ndan ilk þiiri ikram ededuruyor. Temiz suya karýþmasýný istemiyor kirli sularýn. Þiir diline dökülen su daha bir berraklaþýyor: "Ben derinden gelirim / Bin yýllar var tükenmem / Varlýðýmý bilirim / Ya onu temizlerim / Ya denizde ölürüm" Gelecekte sivil alýþkanlýklarýn, heyecanlarýn dili nesre kayabilir, zevklerin nelere meyledeceði de meçhulümüz, 27 ama millî hassasiyetlerimiz söz konusu ise hiçbir edebî tür bize þiir kadar tesirli olamayacaktýr. Hayatýn alýþýlmýþ disiplinlerini yýkmaya, inþa etmeye, geniþletmeye yönelen þiir, insanlarýn birbirine söylemeye çekindiklerini de söylemekte mahirdir. Ahmet Tevfik Ozan'ýn ikinci sayýmýzda yayýmlanmýþ "Bin Bir Masal ve Bir Son"da vurguladýklarýndan daha beterlerini düþünerek yola çýktýk. "Nasýl yanýp sönerse, gözleri; bir yýlanýn / Zehrini kusmak için kývrýlýp, bükülürken / Öyle olsa gözlerin... Öyle olsa ne çýkar? / Adýmlarým sonu yok yollara dökülürken" Kendimizi dil ülküsüyle donattýk. Dilaver Cebeci'nin "Gözlerim" dediði tacý büyüttükçe büyüttük. "Baþýmý kaldýrýp baksam göklere / Düþer hayretlere donar gözlerim / Yoðun mavilikte bir kapý arar / Ürperir kendine döner gözlerim." Ah, keþke art arda sýralamasaydým bu mýsralarý. Son iki mýsraý kendime ayýrsaydým. Hiç sevmem "þiir nedir?" sorusunu. Ne olduðundan bana ne? Ben, bana anlatýlana, malzemenin nasýl kullanýlýp nasýl iþlendiðine bakarým. Hoþlandýðýmýn derecesidir þiirin ölçütü. Þiirde ölçü vardýr, taným yok. "þiir ne deðildir?"e ise cevap aramaný hiç tavsiye etmem; bulamazsýn kardeþim arama, vaktini zayi etme, derim. Sadýk Kemal Hoca, bu sorular içinde en güzel tanýmý, þaire monte ediyor. "...Þair, cinnetle vahiy arasýnda asýlý kalmýþ bir duyarlýlýða malik, ahenkli çýðlýklarýn sahibi insandýr." Ve þiirin tanýmý, þairin vecd hâlinden tezahür ediyor; "ahenkli çýðlýklar." Bu hâli Tarýk Özcan, Külliye'mizin 2. sayýsýnda "þair, üç kuþ birden olur" ile açýklýyor: a) Benliðe dalmak (yoðunlaþmak), b) Dil ve duygu organizasyonuna gitmek, c) Dýþa yansýmak (aþkýnlaþmak ya da yücelmek). Biz yine "cinnetle vahiy" arasýnda asýlý kalmýþ ve "üç kuþ birden olmuþ" þairlerimizin ahenkli çýðlýklarýna dönelim. 17 Aðustos depreminde yakýnlarýný kaybetmiþ Kemal Karabulut, Karabulut, dergimizin ilk tasarýmcýsý. Üçüncü sayýmýzdaki "Marmara" þiiri onun. Bu þiiri okuyan depremzede ve yakýnlarý þiirin hangi ölçüde olduðunu bilirler. "Söyle ablam be, kime ne söyleyesin / Hiç düþmanýmýz yok ki kime ilenesin." Þairler bir âlem, oysa ayný sayýmýzýn 64. sayfasýnda Nüzhet Dede "Hep senden olur her ne olur çünkü çerâ yok / Bin türlü beyanât ü ibârate ne hâcet" mýsralarýný okutur. Nüzhet Dede dördüncü sayýmýzda "Sarhoþ" redifli gazelinde ayný minval üzre devam ediyor. "Kadýlarý, vâizleri, müftîleri hayran / Seccâde vü, tesbihi de fetvâsý da sarhoþ / Evrâdý ki aðzýnda anýn kâle yekûlü / Ol tâifenin câhil ü dânâsý 28 da sarhoþ" Nüzhet Dede, Kur'an ilmi ile hemhâl olmuþ, okuduklarýný tapulaþtýrarak rafa kaldýrmamýþ bir þair, bir vekil. Biz bu þiirin manasýný Yunus'a açýklatalým; "Yunus bir söz söylemiþ, hiçbir söze benzemez / Münafýklar elinden örter mana yüzünü" Dil nereyi iþaret ediyorsa o mesafeyi ikiye, üçe katlamak lâzým. Asýl mana, öteki mesafelerin burcunda gizlenmiþtir. Bu ifadeyle ayaklarý yere basmayan kilitli þairlerin aþksýz þiirlerini kastetmiyorum, gönül kaleminin dýþýnda karalanmýþ kâðýtlardan anlam çýkarmak bizim iþimiz deðil. Kastým; sûfi þairler. "…bir bakýma" diyor, M. Erol Kýlýç "Sûfi ve Þiir"inde "sûfilerin kelamýnýn ve þiirlerinin anlaþýlmasý þarta baðlanmýþtýr ki, o da okuyan kimsenin o þiirdeki mazmundan hiç olmazsa asgari düzeyde haberdar (âgâh) olmasý þarttýr." Kýlýç Hoca, devam ediyor sözüne "Hâl böyle olunca ehil olmayanlara, anlama kapasitesi olmayanlara karþý bu sözlerin örtülmesi, âdeta þifrelenmesi zarureti doðar." Dördüncü sayýmýzda "Sarhoþ" gazeli ile bulunan Nüzhet Dede, bunu bildiðinden olacak; "Nazmýmla beni taþlama ey zâhid i hodbin / Hoþ gör ki, anýn lafzý da, manasý da sarhoþ" demekten kendini alamaz. Fazla ayan þiirler, akýlla yazýlmýþ, akýl veren þiirlerdir. Bir fikre idealize edilmiþ, camsýz, perdesiz þiirden kendini kollamalý insan. Ýdeal þiirden sonra gelmeli, okuyucu, þiirin üstünden çýkaracaðý mevsimine uygun, giysi bulmalý. Hava karardý, isterseniz A. Vahap Akbaþla çadýra dönelim. "Ve çadýra döndük / Çadýra ateþe söze... / Dutar, ay ve kadýn / Ýnliyordu." A. Vahap Akbaþ, Elazýð'dan uzakta olmasýna raðmen hangi yöne dönsek iki telli sazý bizimle. Ýlk sayýmýzdan önceydi, bir telefon görüþmemizde, "arkadaþlarla karar verdik, dergi çýkaracaðýz" dedim. "Kaç arkadaþsýnýz?" Kabarýk bir rakamdý söylediðim. " Üç ay sonra üç arkadaþ kalýrsanýz iyi…" demiþti. O sýralar "Güneysu" dergisini çýkaran Bestami Yazgan da benzer þeyler söylemiþti. Bir kere niyet etmiþtik herkese görünmeye. Sözümüze payanda olsun diye, gözleri yüzüyle uyumlu duru kardeþimiz Selim Erdoðan'ý yine beþinci sayfamýzdaki son iki mýsrasý ile öne itekleyelim. "Þimdi kim tarif eder içerimdeki yaðmurun rengini / Yaðmurun rengi sizin renginiz." Selim Erdoðan, Elazýð'ýn iyi ama sessiz þairlerinden, "Dergâh", "Hece" okuyucularý onun þairliðine tanýklýk edebilirler. "Sis"i Hece yayýnlarýnda kitaplaþtý. Þiirin dört iþlemi saðlamasýndan kolaydýr, herkes kendince bir netice çýkarýr, ama iþ kaidesine gelince öyle her akýl bu aðýrlýðý, aðdayý çekemez. Yoksa Mahmut Bahar gibi mi demeliydik, bütün bu söylenenleri? "Dinle ey sorgucu / Yerler ve gökler adýna / Yaradan ve yaratýlan adýna / Dinle / Ve omzumu hafiflet." Bizim Külliyenin þiirleri bir âlem. Altýncý sayýmýzda Bahtiyar Vahapzade bir baþka bakýþ tarzý, bir baþka duyuþ haykýrýyor. Yalnýz haykýrsa iyi, tetikleyici þiiri, insanda huzur kaçýrýyor. "Yahþý da insanmýþ, yaman da insan / Niye ayrýlmasýn yahþý yamadan? / Ýnsan, öz nefsiyle karþýlarken / Seçilir yahþýsý, pisi hayatta / Her tahýl nev'inin öz adý varken / Ya insan nevleri niye bir adda?" "Tahýl Nevleri" nin son bölümüdür aldýðým. Edebî dergilerin þiirde bir üslup ortaya koymak için duygularýn sayýsýz çaðrýþýmlarýndan birkaçýný, biçimlerden birini tercihi etmeleri, bizim tercihimiz deðildir. Biz suyun ve kabýn temizinden yanayýz. Temiz suyun kabul edilir özellikleri deðiþmez. Biz ona bakarýz. Suyumuzun çýkýþ noktasý daðmýþ, kuyuymuþ, çeþmeymiþ, musluktan akýyormuþ, doldurulduðu bardak, bakraç, testi bizi baþka alanlarda, özelde ilgilendirir. Þairlerin saðlýklý uðraþlarýna eskilik- yenilik adýna ambargo koymaya kendimizi yetkili görmüyoruz. Dergicilik de bir sanattýr. Sanat, kanaatle yetinmez. Altýncý sayýmýza, yine ilk hanemizde gün yüzüne çýkan þiirlerin akýþýna dönelim. Rýfat Araz'dan þiirimize bir gül atmasýný dileyelim. "Damla damla eriyerek yol açtým / Bu hasretin vadisinden ummana / Kul Rýfat'ým bu vadide gül açtým / Güller sundum gönlümdeki sultana." Rýfat Araz, þiir tahlilleriyle de okuyucularýn dikkatini çeken bir þair. O, Dilaver Cebeci'nin, Bahtiyar Vahapzade'nin, Bahaeddin Karakoç'un, Yavuz Bülent Bakiler'in, Nazým Payam'ýn, Feyzi Halýcý'nýn þiirlerini þahsýna mahsus diri ve derin bakýþ tarzýyla incelemiþ, incelediði þiirleri çerçeveletmiþtir. Bahtiyar Vahapzade, dergimiz vasýtasýyla Rýfat Araz'a teþekkür ederken Araz'ýn kalemi "þiirinin bütün inceliklerini ortaya çýkarmýþ" olduðunu belirtiyordu. Þiir, insan sesiyle insana yürür ve her þair sesine uygun þiir söyler. Þiir yorumcularý, þiiri eþelemeden evvel mümkünse o 'ahenkli çýðlýklar'ý bir de sahibinin sesinden dinlemelidirler. Sahibinin sesi, rengini, kokusunu, iç âleminin haritasýný daha bir netleþtirir. Þiirde insaný ilgilendirmeyen, insana uymayan mevzuu bulamazsýnýz, lakin mevzuda isabet, isabette derinlik, ana dilinin sýratýndan geçen þairlere mahsustur. "Bilirsiniz þikârcýlar avlarlar / Azan çaðý puskusunda yatarlar / Öz dilini gütmeyeni yataný / Bir kul kimi pazarlarda satarlar." Güney Azerbaycanlý þair Abbas Söhrabi, çil çil altýnlarýný dergimizin sayfalarýna serperken âdeta Bizim Külliye'nin varlýk sebebini, dil denizine neden yelken açtýðýmýzýn sebebini açýklýyordu. Kimliðimizin bütünü, hayatýmýzýn bütün nakýþlarý dilimizde saklýdýr. Dil avlanýrsa, avlanan millettir. Þairler, öz dilini gütmeyenleri, kaderini yaþamaktan aciz mahmurlarý uykularýndan uyandýran vardiyacýlardýr. Tarýk Özcan, þairin, "Yürüdükçe çoðalan, büyüyen bir yanýn" varlýðýný bizlere muþtuluyor. Yedinci sayýmýzda Özcan Ünlü "yürümek niye parmak uçlarýna sýðýnarak / omzuna sýðýnarak, gözlerine sýðýnarak..." Þair, dil ustalýðýyla, kendini ortaya koymalý. Edebin ve adabýn süvarisi, neyi kuþandýðýný göstermeli. Yükünü bilmeli. Pejmürdelik þaire yakýþmaz; mizana çekilen, söylenecek söz ise söylediðinin ve niçin söylediðinin kýymetini bilmeli. Edebî dergi sorumluluðu, dile hâkimiyeti þart koþuyor. Hem dilimizi evrensel yapmanýn yolunu aramayacaksak sanatýn veya edebî dergi çýkarmanýn ne anlamý var? Þaire, þiire neden ihtiyaç duyulsun! Her þairimiz M. Zeki Akdað'ýn dilimiz için çektiði kaygýyý çekmeli. Dilimizi dünden bugüne taþýyan þairlerimiz, ozanlarýmýzdýr. Doðacak güneþ ilk onlarýn gövdelerini büyütür. Gözle düþünen, dille inanan bir millet olduðumuzdandýr ki deðiþilmeye yöneldiðimizde ilk kurban dilimizdir. Akdað'a kulak verelim "Unutulmak, kahreden bir gecedir / Sarýmýz bol umudumuz yücedir / Soy aðacým ballý Türkçem nicedir / Baykuþlar ötüyor dalýnda þimdi / Ülkem bir gözyaþý selinde þimdi " Türklüðün destanýný yazacak güçte, günümüz þairlerinin Dede Korkut'u, Bahaeddin Karakoç'un Aðrý Daðý kadar yüce sesleniþi yine yedinci sayýmýzda; "Yel ona derim ki sere serpe / Çiçek döker gibi Aðrý'yý öpe / Bilsin savurduðu toz mudur, kar mý? / Her dað yýldýzlara sakal asar mý?" Bu dörtlükte size anlamca zorluk çýkaracak, sözlük açtýracak bir kelime var mý? Ya kulak týrmalayan bir ses… O da yoksa derinlere in bakalým, dibe... Ýnci de kum da, yosun da seni bekliyor bu dörtlüðün þiirinde ne bulacaksan senin. Evet, herkes nasibiyle yüze çýkacaktýr. Dokuzuncu sayýmýzda demeyelim de, "A. Vahap Akbaþ'a bir soru" diyelim. "Yaratýlmýþ en büyük sayý / Kaç? / O kadar yaðmur yaðsa / Tarlalara / Dünya aðzýna kadar / Buðdayla" dolar mý? Sorumuza Akbaþ'ýn cevabý "Doðmuþ ve doðacak / Bütün insanlarýn / Düþleri ne kadar?" sorusuyla olur. Çünkü soru29 lar onun; "Hayal Bu Ya" þiirinden. Pek az þairimiz Akbaþ gibi hem büyüklere hem küçüklere sýnýrlarý karýþtýrmadan þiir yazabiliyor. Ali Akbaþ da bunlardan biri. Ali Akbaþ yýllar evvel bir gece (gecenin on ikisiydi galiba) telefonla aramýþtý bir çocuk þiirimden dolayý. "Nazým'cýðým "kabir" kelimesi, çocuk þiirinde gitmez, onu "Atta" ile deðiþtir" demiþti. Þiir þöyleydi; "Gelmeyecekse babam / Kabir dediðin yerden / Pencereyi açýk tut / Yýldýzlar kaybolmasýn / Yalnýz kalýrýz anne" Daha önceleri bu þiir bir yarýþmada derece girmiþti ve ben yine de deðiþtirdim. Çocuk þiirleri, çocuklarýn kelimeleriyle yazýlýr ve iyi, güzeli, doðru o yaþlarýn psikolojisi ile iþlenmelidir. Ama genelde bizim çocuk þiirlerinde; büyüklerden küçüklere öðütler, vardýr, okuyucular da büyüklerdir. Dergimizin dokuzuncu sayýsýný "meleðin gör dediði yitik cennetimiz; çocukluðumuz"a ayýrmýþtýk bu sayýmýzda A. Vahap Akbaþ'ýn sorularýna çelme takan Bestami Yazgan'ýn þiirinden bir bolüm gönderelim. "Saçlarý bir demet gül / Gözleri giz çiçeði / Dudaðýndan süzülür / Rengârenk söz çiçeði / Öptükçe ballanýyor /Yanaðý haz çiçeði / Çenesi, burnu deme/ Her yaný naz çiçeði " yine Akbaþ'a soralým; bil bakalým yukarýda anlatýlan kim? Akbaþ'ýn bir hüneri varsa o da sevmeyi bilmesidir. Muhakkak "Canýmýn Öz Çiçeði" diyecektir. Bekir Sýtký Erdoðan; "Fani þu sallanan hamak / Kaç gün sürer bel baðlamak? / Vardýr doðuþtan aðlamak / Gülmek hünermiþ, bilmedik " dese de, þükür arabesk siperine sinen þairimiz yok. Karamsarýmýz var; Olcay Yazýcý. Bize kýzmasýn diye, bir dörtlüðünü birlikte okuyalým. "Düþlerin kýþýnda üþür ellerim / Ben taþralý, yüreði yangýn çocuk / Yalnýz, mezarlýkta açar güllerim / Ben taþralý, yüreði yangýn çocuk " Þehir lirizmi bu iki þairimizin boy aynasýdýr ve aþk kemendiyle baðlýdýrlar kaleme. Çocuk, yaný baþýnda anne ister. Bir çocuk için dünyanýn en güzel oyuncaðýdýr anne. Çocuk, biz erkeklere, sevgiliyi iþaret eder. Erkeklerin ilk mücadelesi kadýn içindir hep. Kadýna meftun bir kültürden geliyoruz. Çömezlerimizi çeke itekleye þiir eri yapan da kadýnlarýmýzdýr. Ve þairlerimizin benzetilenine benzeyen kadýn… Ömer Demirbað'da kadýn, çöl rengine bürünür. " Dünyanýn ufak biblosu, bir süs / Unvaný kadýn þivesi bin renk / Dünya ve kadýn çöl ile kaktüs / Gurbetteki gurbet mi bu ahenk?" Dergimizin tashih þövalyesi Mahmut Bahar, hep ateþini harlandýracak kadýný zikreder. Bahar'da kadýn, 'besmelesiz vakitlerin vebali'dir. "cennetse cennet / 30 cehennemse cehennem / hepsi kabul / gel bir günahý bölüþelim ortasýndan / herkes tövbesini bozmakla meþgul" Her þair farklý farklý durumlar neticesinde þiirine ulaþýr. Kimi duygu yoðunluðu ile. Kimi konu peþindedir. Kimi þairlerin anahtar kelimeleri vardýr, þiir kapýlarýný o anahtar kelime ile açarlar. Elbette "þiir kelimelerle yazýlýr." Ama anlatmak istediðim; bir kelimeden bir þiir çýkarmak. Irwin Edman "Sanat ve Ýnsan"da "Kelimelerin yalnýz tonlarý deðil, bir de býraktýklarý hissi intibalar vardýr. Ýlk öðrenildikleri zamanki þartlarýn hatýrlattýðý þeyler… " diyor ve devam ediyor: "Kelimeler hiçbir zaman duygudan yoksun kavramlarýn duygudan yoksun araçlarý olmamýþtýr. Delalet ettikleri þey, ya "yuva" gibi çekici veya "ölüm" gibi iticidir. Alelade anlamý olan kelimeler bile, haz vererek veya rahatsýz ederek yarý þuurlu binlerce çaðrýþým ile karýþmýþlardýr." Benim yol arkadaþým Ömer Kazazoðlu'na da þiir yazdýran çok çaðrýþýmlý kelimelerdir. Kazazoðlu, kendi kelimesine kýskanç bir þairimizdir. Onun kelimeleri medeniyetimizin izdüþümleridir. Çoðu okuyucu onun þiirlerini "kapalý" bulur. Oysa o, anlamý, "anahtar" kelimesinin tarihine devreder. Kazazoðlu'na þiir yazdýran kelimenin tarihî serüveni, þiirinin de anlam serüvenidir. "Okuyucunun öyle bir mecburiyeti var mý?" derseniz, "Þair ile okuyucusu arasýna girilmez." derim. "Camlarda hüznün lâlesi / Camlarda yorgun yüz görümlüðü / Ferman içinde kaç kadýn sultan / Ýpekli feraceler altýnda elleri " Suskun kadýnlarýn gözleri ve elleri içimizde ne çok konuþur, suskun kadýnlar pencerelerden nasýl bakarlar, laleler camlara nasýl iþlenir, bizde cam neleri çaðrýþtýrýr? Bütün bu sorularýn cevabý camýn tarihine gizlenmiþtir ve gizlenen insanoðlunda merak uyandýrýr. On ikinci sayýmýzda Ali Öztürk'ün Dil Kervan"ý, Yusuf Dursun'un "Yetiþ Gül Aðacým"ý, Mahmut Bahar'ýn "afet-i devran"ý, A. Vahap Akbaþ'ýn "Bu þiiri ben söylemedim bir ýrmak aktý içimden iþte böyle"si, Ahmet Tevfik Ozan'ýn "Kemaliye Rüyasý", Bahaeddin Karakoç'un "Þair Þeref Tan Hoca'nýn Ardýndan"ý, Ali Akbaþ'ýn "Daðlara Destan"ý, Mehmet Aycý'nýn "eskici"si… Mehmet Aycý'nýn "eskici"sinde "tuhaftýr gelen günler giden ömrü uzatmaz" diyor, doðru mu? 'Dergi sayfalarýnda çürüyen ömrümüz' kalýcý bir eser býrakýnca, "gün uzar yüzyýl" olmaz mý? AHISKA TÜRKLERÝNE SAHÝP ÇIKMAK GEREK…. Dr. Reþat DOÐRU* 1944 yýlýnda SSCB zamanýnda, Stalin, Ahýska bölgesinde yaþayan Türkleri, Almanlarla iþbirliði yaptýlar diyerek yaþadýklarý bölgelerden, güvenlik gerekçesiyle baþka bölgelere taþýdýlar. 2.dünya harbinde 40 bin kiþiden fazla Türk, askere alýnmýþtý. Geride kalan insanlarda, alýnan bu kararla çok kýsa bir zaman içersinde, 220 köy ve kasabayý boþaltmaya zorlandýlar. Açlýk ve sefalet içersinde SSCB'nin çok deðiþik yerlerine daðýtýldýlar. Aileler bölünerek, bir kýsmý Sibirya'ya býrakýlýrken diðerleri Fergana vadisine býrakýlýyordu. Bu zorunlu göçte, birçok kardeþimiz hayatlarýný kaybetmiþtir. Bu hadise bile, tarihe Türklere yapýlan bir soykýrým olarak geçmelidir.1953 yýlýnda Stalin öldükten sonra, o dönemde zorunlu göçe tabi tutulan kuzey Kafkasyalý topluluklar, vatanlarýna geri döndüler. Fakat topraklarýna tek dönemeyenler, Ahýska Türkleridir. Gürcistan devleti her yapýlan giriþimi engellemiþ, sonuçsuz býrakmýþtýr. Bugün Ahýska Türkleri Kýrgýzistan, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Ukrayna, Rusya federasyonu gibi yerlerde daðýnýk bir þekilde yaþamaktadýrlar.250-300 bin civarýnda olan bu insanlarýn bir kýsmý da ABD 'de yaþamaktadýr. Ahýska Türkleri, Dünyanýn neresinde olursa olsun, hiçbir zaman öz benliklerini ve kültürlerini kaybetmemiþlerdir. Ana dillerini ve inançlarýný yaþamakta ve ona sahip çýkmaktadýrlar. Dünyanýn her yerinde birbirlerine sahip çýkmaktadýrlar. Baþta vatan cemiyetleri olmak üzere çeþitli dernekler, vakýflar kurarak, sivil toplum kuruluþlarýnda davalarýný savunmakta ve dünya gündeminde canlý tutmaktadýrlar. Ayrýca, çok çalýþkan insan olduklarý içinde, her gittikleri ülkede kendilerini kabul ettirmekte mal, mülk, mevki sahibi olmaktadýrlar. Ancak, son dönemlerde Ahýska Türkleri ve bölgeleri hakkýnda, Dünya kamuoyunda çeþitli gündemler oluþturulmaktadýr. Ahýska bölgesi Gürcistan devleti sýnýrlarýnda olsa bile, çok eskilere dayanan bir Türk vatanýdýr. Ülkemiz insaný, bölgenin stratejik önemi ve statüsünü hala yeteri kadar bilmemektedir. Bölgenin önemini bilen Ruslar, Kafkasya'ya yerleþtikleri 1801 yýlýndan beri, buradan ellerini çekmemiþler* Devlet Eski Bakaný dir. Türklere karþý, son zamanlarda Grasnador bölgesinde olduðu gibi, zulümlerine devam etmektedirler. Bugün, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattý çalýþmalarý tamamlanmýþtýr.. Bu hat bir enerji koridoru olduðu kadar, Türk dünyasý içinde baðýmsýzlýk belgesidir. Bu petrol boru hattý projesine, Baðýmsýz Türk devletleriyle birlikte birçok batýlý devlette ortaktýr. Bu hat Gürcistan'dan ve Ahýska bölgesinden geçmektedir. Ahýska bölgesi enerji hatlarýnýn geçtiði yer olduðu gibi, Türkiye'ninde Türk dünyasýna açýlan kapýsýdýr. Bunu Rusya ve Ermenistan bildiði için buralara Ermeniler yerleþtirilmekte, Türklere yaþama hakký verilmemektedir. Kars-Tiflis demiryolu önümüzdeki yýllarda faaliyete geçerken buralarýn önemi bir kat daha artacaktýr. Bu geliþmeler iyi takip edilmeli ve deðerlendirilmelidir. Ahýska Türklerinin vatanlarýna dönme istekleri hiç bitmeyerek, artarak devam etmektedir. Bu durum vatanseverliðin çok güzel bir örneðidir. Bu dönüþ mücadelesinin önderliðini de, 1992 yýlýnda Türkiye'ye göç eden Ahýska Türklerinin kurduklarý federasyonlar yapmaktadýr. Gürcistan, 1999 yýlýnda Avrupa konseyine girerken, Ahýska Türklerinin meselelerini çözeceðini, vatanlarýna dönmelerini saðlayacaðýný taahhüt etmiþtir. Ancak o günden bu zamana kadar, herhangi bir ilerleme kaydedilmemiþtir. 2011 yýlýnda verdiði güvence süresi dolmaktadýr. 2006 yýlý baþýnda zor durumda býrakýlan Gürcistan devleti, Avrupa konseyine geri dönüþle ilgili bir kanun tasarýsý sunmuþtur. Bu tasarý incelendiðinde, sürgün yarasýný sarmaya çok uzak bir yasa olduðu görülmektedir. Hazýrlanan bu yasanýn Türk Milleti tarafýndan çok iyi incelenmesi ve takip edilmesi gerekmektedir. Özbeöz Türk olan bu insanlara sahip çýkmak, insanlýk gereði olduðu kadar tarihin bize yapmamýz için býraktýðý bir görevdir. Ahýska Türklerinin, Ahýska bölgesine, yani vatanlarýna dönmeleri için ciddi adýmlar atýlmalýdýr. Gürcistan devletiyle T.C. Devleti artýk bu sorunu çözmek mecburiyetindedir. Vatan hasreti çeken bu insanlar sahipsiz olmamalýdýr. Ýnsan haklarýndan, özgürlüklerden, adaletten çok fazla bahsedildiði, dünyanýn bu ortamýnda Ahýska Türklerinin bu hazin durumu unutulmamalý çözüm bulunmalýdýr. 31 GÖNÜL ERLERÝNE YARI KALAN MISRALAR Yrd. Doç.Dr. Zeki GÜREL* "Ol deyince olduranýn Yeri göðü kaldýranýn Donatarak dolduranýn Doksan dokuz adýyla" Okuyucular, niçin böyle bir giriþ yaptýðýmýzý yadýrgamasýnlar. Çünkü yazýmýza konu olan kitap böyle bir giriþi gerekli kýlýyor. 2004 yýlýný uðurlarken aydýnlýk geleceðe selam verdiðimiz bir günde yayýn1 lanmýþtý. Avni Engüllü'nün Yarý Kalan Mýsralar adlý eseri. Rahman da O, Rahim de O, Þafi de O… O ki, bizi 99 adýyla her yerde her an kuþatýyor, yaþatýyor. Ýþte bu kitabýnda Avni Engüllü o varlýðý hissetmemize yardýmcý olmaya, bizi hakikate uyanmaya çaðýrýyorum. Aydýnlýk kapýyý iþaret ediyor. Aslýnda maceralý bir yolculuktur hayat… can cananý arar durur… Avni Engüllü'nün dediði gibi(s.29) bu canýn deðeri mi olur cananýný bulmayana… Avni Engüllü, iki kapýlý bir han olan doðumla ölüm arasýndaki hayatýnda insanoðluna; aslýnda bilinen bir sýrrý fýsýldýyor, gönlü ve ilmi ön plana çýkartýyor ve "vücudun gýdasý neyse ruhun gýdasý da o deðil" baþlýðý altýnda bakýnýz ne diyor: "… vücudun gýdasýna ulaþmak aydýnlýktan geçer/aydýnlýk olmadan vücudun gýdalarýný elde etmek mümkün deðildir/ruhun gýdasý ilimdir/ilmi almak/almayý bilmekten geçer/ruhun gýdasý sevgidir/sevgiye ulaþtýran yol ise sevmeyi bilmekten geçer/sevgiye yürek gerek/ruhun gýdasýnýn en baþta geleni aydýnlýktýr/aydýn olmanýn yoluysa ilmi sevmekten geçer/…" * TÜRKAY-BÝR-Türk Dünyasý Aydýnlar ve Yazarlar Birliði Genel Baþkaný 32 Þair ne kadar haklý … Ýnsanlýk kendi felaketini hazýrlýyor, sevmeyi bilmek, sevmeyi öðretmek zorundayýz. Yunus Emre, asýrlara meydan okuyan o güzelim Türkçesiyle gönlünü insanlýða açarken ne güzel söylemiþti: "Sevelim sevilelim bu dünya kimseye kalmaz" Ýþin özü ve özeti þu: Þair, mütefekkir Avni Engüllü bu eserinde insana, insanlara karþý sevgide kusur etmiyor; ama onlarý "gören göz", "iþiten kulak" olmaya, idrakli olmaya, gönül ehli olmaya çaðýrýyor… Kendisiyle, çevresiyle, yaradanýyla barýþýk insan ve insanlýkla ancak huzuru yakalayabileceðimiz mesajýný vermeye çalýþýyor… "Hiç uyandýðýmýz oluyor mu?" baþlýklý yazýsýnda bizleri uyanýk olmaya çaðýrýrken müslümanýn ilk vasýflarýndan biri olan uyanýk olmak konusunu ilginç bir þekilde gündemimize getiriyor. Aslýnda çok ilginç bir kitap, Avni Engüllü'nün Yarý Kalan Mýsralarý… Ýlginçlik önce kitabýn kapaðýnda baþlýyor. Cezayir'de bilinmeyenlerle dolu bir þehrin uçaktan çekilmiþ fotoðrafýnýn bu kitaba kapak olmasý ilginç… Arka kapakta ise þairin kendi portresinin yarýsýnýn verilmiþ olmasý ilginç… Demek ki þairin hâlâ söylenecek sözü var insanlýða… Eser, tür olarak da ilginç. Kitabýn adý Yarý Kalan Mýsralar ama okuyucu ilk bakýþta kýsa nesirlerle karþýlaþtýðýný zannediyor. Deneme türünün muhteva özelliklerini taþýyan bu kýsa metinler, iç kafiyenin ve yoðun tefekkürün varlýðýyla okuyucuyu kendine baðlýyor ve sarsýyor… Alýþýlmýþ þiir kalýplarýnýn dýþýnda bir tarzda kaleme alýnmýþ bir eserle karþý karþýyayýz. Yaþayan Türkçeyi anlatým dili olarak benimseyen þair, "uçmað", "tamu" gibi eski Türkçe kelimelere yer verirken zaman zaman da öz Türkçe(!) diye adlandýrýlan "kanýtlamak", "olasý" gibi kelimeleri de kullanmaktan çekinmiyor… ve bu kullanýþlar eserin bütünlüðü içinde hiçte sýrýtmýyor. bu eseriyle, Þeyh Sadettin'in, Fettah Rauf Efendi'nin, Kemal Aruçi'nin, Cavit Saraç Oðlu'nun açtýðý yolda ilerlerken Ýlhami Emin'in, Fahri Ali'nin ve Nusret Diþo Ülkü'nün de eserlerinde bir konu zenginliði olarak dine yönelmiþ olduðunu görmenin bahtiyarlýðýný yaþýyoruz. Giriþten sonra, önce bir birini tamamlayan 40 baþlýk altýndaki düþünceler ve bir yol kavþaðýnda insanýn incelenip uyandýrýldýðý 12 baþlýk ve ayrýlýþ… Öyle bir ayrýlýþ ki yeni bir buluþmaya vesile olacak, arayýþlarla okuyucusunu baþ baþa býrakan bir ayrýlýþ vesselâm… Anlatýmda yer yer zýtlýklarý kullanmýþ olmasý; Uzak-yakýn, önce-sonra, karanlýk-aydýnlýk, varlýk-yokluk, azçok Ve yine sorarak anlatmasý, okuyucu açýsýndan baðlayýcý ve düþünce akýþýný hýzlandýrýp yönlendirici olmasý bakýmýndan önemli bulduðumuz bir husus. Mesela: Ýnanmanýn anlamýný anlatýrken þöyle diyor: "Her inanan inanan mýdýr?" Elmas topraktandýr. Topraðýn her parçasý elmas mýdýr acaba? Elmasýn ayarýný elmastan anlayan bilir" Bu yaklaþým bana þu hadisi þerifi hatýrlattý: "Kimsenin namazý, orucu ve abdesti sizi aldatmasýn, asýlolan onun küçük ve büyük menfaatler karþýsýnda takýndýðý tavýrdýr.". Aslýnda þair, bu eserinde insaný bir eksen etrafýnda çok yönlü anlatýrken pek çok hadisi hikemî tarzda dikkatlerimize sunuyor: "Kiþi sevdiðiyle beraberdir", "Korku ile ümit arasýnda yaþamak"… Bunlardan tespit ettiðimiz sadece iki tanesidir. Avni Engüllü'nün bu eserinde anlattýklarý elbetteki bir sýr deðil. O, hakikate varýþýn sýrrýný açýða vurmaya çalýþýyor… Dört kapýdan geçmek (þeriat, tarikat, marifet, hakikat) hakikatin sýrrýna ermek isteyenler için okunmaya ve üzerinde tefekkür etmeye deðer bir eser Yarý Kalan Mýsralar… Teþekkürler Avni Engüllü… Avni Engüllü, Makedonya Türk Edebiyatýnda Yarý Kalan Düþünceler(1993) ile girdiði kapýdan Naat ile (1997) devam ederken þimdi de karþýmýza Yarý Kalan Mýsralar(2004) ile çýkmýþ bulunuyor. Dini-Tasavvufi konu ve anlatýþlarýn Makedonya Türk edebiyatýnýn Tito Yugoslavyasýndaki en büyük eksikliklerden biri olduðu muhakkaktýr. Avni Engüllü Þairlerin dualarý meþhurdur. Biz de bu yazýmýzý þair Avni Engüllü'nün Yarý Kalan Mýsralar'ýndaki bir dua ile bitirelim: "…ey yeri ve göðü yaradan/sen bizi hak ettiðimiz sýrlarýna ulaþtýr/sen gönlümüzdeki yollarda karþýmýza çýkacak engelleri kaldýr/biz insanlar küçüklüðümüzün farkýnda olamýyoruz kimi zaman/sen bize bunu fark etmemizde yardýmcý ol/yanýmýzda ol/…"(s.14). Böylesine anlamlý bir kitaba imza attýðý için Avni Engüllü'yü kutluyorum. Makedonyadaki bütün dostlara sevgi ve saygýlarýmý iletiyor, Balkanlarda Türkçe sevdalýsý olanlarý selamlýyorum. Yazýmý anlamlý bir mesajla tamamlamak istiyorum: "Þiir, dilin namusu, þiir kültürün bekçisi, þiir sizin haysiyetiniz; sizin beyninizin içinde, sizin kalbinizde yanýp duran damar. Öyle olmazsa, sizin bu toprakta adýnýza Türk demezler; baþka bir þeyler derlerdi. Her ay, her yýl veya her asýr baþka bir dille konuþurdunuz. Þiiriniz olmazdý. Þairiniz olmazdý. Þairi olmayan milletlerin, ne namusu vardýr; ne tarihi vardýr, ne geleceði… Geçmiþi olanlarýn, þiiri vardur ve þa2 iri vardýr." Dipnotlar 1 Avni Engüllü, Yarý Kalan Mýsralar, Üsküp, 2004, 74 s. 2 Hocam Prof. Dr. Sadýk Kemal Tural'ýn þiirle ilgili görüþleri için bakýnýz: Yrd. Doç. Dr. Zeki GÜREL; Bolu'da Aþk Baþkadýr, Ankara, 2002,s. 9-17 33 SÝMAV 12. ULUSAL ÞAÝRLER ÞÖLENÝ'NE NASIL GELDÝK? Osman KARAARSLAN* Simav Þairler Þöleni 1994 yýlýnda Halk Eðitim merkezinde bir þiir dinletisi ile baþladý. Uzun yýllar þiirle yaþayan hemþehrimiz Ali Abdülkerimoðlu, þimdilerde Dikili Ekin dergisini Çýkaran A. Ziya Öðütcen, Av. Ayla Çaðlartuna ve ben þiir dinletisi yapmaya karar verdiðimizde hiç birimiz bu günlere geleceðimizi ve bu etkinliðin ulusal düzeyde bir þairler þölenine dönüþeceðini aklýmýzýn ucundan bile geçirmemiþtik. Ýlk þiir dinletisine, Merhum Tayyar Tahiroðlu (Cafer Özdilek), o yýllarda Balýkesir'de ikamet eden Zehra Pýnarses, Kaya Pýnarses çifti ile Salihli'den Mesut Kapucu davetliydi. Þiir dinletisini baþarý ile yapmýþ kendimize güvenimiz artmýþtý. Artýk daha çok sayýda þairi davet edebilirdik. Ancak resmi ve özel kuruluþlardan destekçimiz yoktu. Sponsor bulamýyorduk. Gittiðimiz etkinliklerde olduðu gibi organizasyon masraflarýný gelen þairlerden talep etmeye karar verdik. Ýstanbul'da yayýnlanan Ana Dergisi sahibi Sayýn Necla Ünal, 30 kadar þairle masraflarýný karþýlayarak toplantýya gelebileceðini söyleyince ikincisini düzenledik. Son ana kadar þölene ilgisiz kalan o zamanýn Simav Belediye Baþkaný Sayýn Metin Karakuyu, son anda toplantýya katýlýp, o þiir atmosferine kapýlýnca; bundan sonraki þölenlerin daha etkin bir þekilde yapýlmasý için elinden geleni yapacaðý vaadinde bulundu. Artýk tarih belliydi. her yýl mayýs ayýnýn 2. hafta sonu Simav'da þairler þöleni düzenleyecek ve belediyeden destek görecektik. Þölene 2-3 ay kala belediye baþkaný ile yaptýðýmýz görüþmede her türlü desteði vereceðini tekrar etmesine raðmen bir hafta sonra bizim siyasi görüþümüzden dolayý * Þair - Yazar 34 vazgeçtiler. Yapýyoruz yapmýyoruz derken bir yýl ara vermek zorunda kaldýk. 1997 yýlýnda beraber yola çýktýðýmýz arkadaþlarý toplayarak bu þöleni devam ettirmeyi önerdim. Katýlan þairlerin katkýlarý yetmezse zararý ben karþýlayacaktým. Arkadaþlar buna katýlamayacaklarýný ancak yardýmcý olacaklarýný söylediler. Ve iþ o tarihten bu yana benim omuzlarýmda kalmýþ oldu. Þaire vefa ve desteðin çok önemli olduðu inancýyla, þölene katýlanlardan 2-3 þaire, Türk Þiirine Hizmet plaketi, yayýn hayatýnda 5 yýlý doldurmuþ 1 dergiye, yayýn yoluyla Türk Þiirine hizmet plaketi vermeye ve þölenin Anneler Gününe tesadüf etmesi sebebiyle yýlýn yýlýn þair annesi seçmeye baþladýk. 1998 yýlýndan itibaren masraflarý belirleyip ilan ettik. Þölen ücret ödeyenlerin ve rezervasyon yaptýranlarýn katýldýðý, misafir þair davet edemediðimiz bir hüviyet kazanmýþtý. Ýlgi her geçen gün artýyor, bazý yýllar iki yüze yakýn katýlým oluyor, organize aksýyor ve kalite düþüyordu. Bu yüzden 9. þairler þöleninden itibaren sayýyý sýnýrlamaya baþladýk. Bu arada Simav Anadolu Sanat ve Kültür dergisini çýkarmaya baþladýk. Dergi bünyesinde 19992004 yýllarý arasýnda en çok katýlýmýn olduðu þiir yarýþmalarý düzenledik. Simav þairler þölenlerine bugüne kadar 600'e yakýn deðiþik þair, yazar, sanatçý, bestekar katýldý. Bu katýlanlardan bazýlarý Hidayet Kuþçu, Bahri Sohtorik, H. Müberra Kýran, Sadýk Atay, Halil Soyuer, Ümit Malkoç, Metin Pütmek, Muhsine Ýpek, Atilla Ýçli, Göktürk Mehmet Uytun. Hak'kýn rahmetine kavuþtu. 10. þairler þölenine gelindiðinde çok yorulmuþ, yýpranmýþtým. Býrakmaya karar verdim. Þölende þa- ir arkadaþlara sýkýntýlarýmý anlatým "ONDUR SONDUR" dedim. Etkinliðe katýlan 70'e yakýn dostum ayaða kalkarak, her yýl ayný tarihte Simav'a geleceklerini ve bana sonuna kadar arka çýkacaklarýný söylediklerinde benim gözümden yaþlar akýyordu. Bu ilgi karþýsýnda býrakmaya gönlüm el vermedi. Devam dedim. 11. þairler þöleni yaklaþtýðýnda 20'ye yakýn resmi ve özel kuruluþa, sivil toplum örgütlerine, basýna, marka olmuþ þirketlere mektup yazarak destek talep ettim. Ama Ticaret ve Sanayi odasý dýþýnda çelenk gönderen bile olmadý. 12. Þairler þölenine geldiðimizde her þey deðiþti. Simav Kaymakamlýðýna Hazar Þiir Akþamlarýnýn düzenlendiði Elazýð'ýn Sivrice Ýlçesinden Sayýn Sa- met Ercoþkun atandý. Þöleni daha etkin bir þekilde yapmak için ne gerekiyorsa yapacaðýný söylediðinde, desteðin bu boyutta olacaðýný, ve baþtan sona þöleni bu ölçüde sahipleneceðini tahmin bile etmemiþtim. Büyük Türk düþünürü Ýbn-i Sina'nýn "Bilim ve sanat ilgi ve itibar görmediði yerden, baþka diyarlara göç eder" sözü bizim için daha anlamlý oluyordu. Þölen sahiplenilmiþ gelecek yýllarda daha etkin bir þekilde yapýlmasýnýn yolu açýlýyordu. Dilerim ve umarým ki Simav 13. Þairler þölenini Türklüðün tartýþýlmaz hasleti olan "sevgi, saygý ve hoþgörü" atmosferinde uluslar arasý düzeyde yaparýz. BÝR ÞÝÝR OLSUN KANLI ÞÝÝR Aðlayacak ne var ki, Gülmek de bir þey deðil. Bir fâni dünyadan göz edip Ölmek de bir þey deðil. Karabaðlý olmak gerekiyorsa þu an, Artý bir de garip þair, Yüreði daðlý... Ve bir gün Çekip gitsin Dörtyol’a doðru. Önünde Aðdam, çaprazýnda Þuþa. Yürek kanlý bir çiçek, Gönül kýrýk bir þiþe. Umudun tüm yollarý kapalý Acý gerçekleri saklý. Bir turnaya eþ olmak isterken Uçmuþ kafasýndan aklý. Yol gidiyor gökyüzüne, Yol gidiyor sola, saða. Sen niçin aðlýyorsun? Niçin kapanmýþ yaramý daðlýyorsun? Duyuyor musun? Dert dediðimiz iþte bu! Ben bu kara topraða eðilerek, Onu mukaddes bilerek bir kader aðacý direk, Ruhumu çarmýha çekerek, Dörtyol kavþaðýnda kaldým. Tanrýya isyan etmedim, Kendi gönlümden öç aldým Pro of. Dr. Elç çin ÝSGEN NDERZADE (Aze erba aycan) Bir þiir yaz benden olsun Mýsralar acý dolu Bir þiir yaz bu gece Açýlsýn aþkýn yolu. Bir þiir gönder bana Anlaþýlmaz, pek muðlâk Mýsralar ay ýþýðý Beni anlatsýn mutlak. Bir þiir yaz, kar yaðsýn Karla ýþýsýn sokak Böl karanlýk gecemi Gel oku, aðlayarak. Bir þiir yaz silinsin Ýçimdeki baharlar Yürüsün sele dönsün Kirpiðimde pýnarlar. Bir þiir yaz güzelim Saçlarým siyah olsun Benden bir þeyler iste Ýçinde günah olsun. Bu öyle bir þiir ki Okuyaný mahvetsin Tanrý bile okusa Günahýmý affetsin. 21.06.2005/ Sa alý Süre eyya KAYA 35 MALAZGÝRT'TEN… BÜYÜK TAARRUZ'A… Yusuf SEMÝZ* Se elam sana Türklüðün mefkûresi yolunda açtýðý mukaddes sancaðý, maziden atiye taþýyarak istiklal kal'asýnýn burçlarýna diken ordu! Se elam Sana Asya'nýn uçsuz bucaksýz bozkýrlarýndan Avrupa'nýn göbeði Viyana kapýlarýna kadar, kuzeyde Vistül ýrmaðýnýn serin kýyýlarýndan Afrika'nýn yanan çöllerine kadar adaleti, insanlýðý ve medeniyeti götüren ordu! Se elam Sana Tarihi hiçbir milletinki ile mukayese edilemeyecek kadar zaferlerle dolu olan ordu! Se elam Sana Tarih boyunca ayaðýnýn deðdiði her yere istilayý deðil, fetih ruhunu götüren; yalnýzca topraðý deðil gönülleri de fetheden ordu! Se elam Sana Atatürk'ün ifadesi ile" Zaferleri ve mazisi insanlýk tarihi ile baþlayan' Türk ordusu! Sana selam olsun. Türk ordusunun dünya tarihinde açtýðý her yeni sahife baþka milletlere baþlý baþýna bir tarih hazinesi teþkil eder. Tarihini ilmek ilmek sayýsýz zaferlerle dokuyan ordumuz Aðustos ayýnda bunun þahikasýna çýkarak bu ayý adeta milli bir bayram haline getirmiþtir. Mahsulün hasada alýn terinin berekete dönüþtüðü Aðustos ayý Mevla'nýn bu asýl millete bahþettiði zaferler ayýna dönüþmüþtür. Malazgirtler, Kosovalar, Otlukbeli, Çaldýranlar, Mercidabýk, Mohaçlar, Büyük taarruz ve Baþkomutanlýk savaþlarý hep bu ayýn koynunda yatmaktadýr. Bu necip milletin tarihinde birer dönüm noktasý teþkil eden bu savaþlardan Malazgirt ve Büyük taarruz savaþlarý bir baþka önem taþýr. Üzerinde yaþadýðýmýz bu coðrafyanýn baþýnda da sonunda da bu zaferlerin damgasý görülür. Anadolu 26 Aðustos Malazgirt'ten 26 Aðustos Büyük Taarruz'a kadar tam bin yýldýr þehit kanlarý ile sulanmýþtýr. * Eðitimci 36 Malazgirt; bu topraklarý Anadolu teknesinde þühedanýn kanlarý ile yoðurur arak Ýslam'ýn rahmeti Türklüðün hasleti ile þekillendirdiði topraðý, ulvileþtirerek vatana tezahür ettiði baþlangýcýn adýdýr. Malazgirt; güneþin doðduðu yer; Anatoila'yý, Ýslam medeniyetinin aydýnlattýðý Anadolu'ya, iklim-i Rum'u adalet ve hoþgörüsü ile Türk-Ýslam coðrafyasýna Haç'ý tevhit havuzunda yýkayarak hilale dönüþtürdüðü zaferin adýdýr. Malazgirt:: Yahya Kemalin, Gördüm ön safta oturmuþ nefer esvaplý biri Dinliyor vecd ile tekrar alýnan tekbiri Ta Malazgirt ovasýndan yürüyen Türkoðlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaþlarla dolu mýsralarý ile tanýmladýðý; hakkýn karþýsýnda tevazu eri, zulmün karþýsýnda ise bir vatan abidesi gibi dimdik duran Mehmetçiðin: sarsýlmaz bir iman ile ortaya koyduðu imtihanýn adýdýr. Malazgirt'le baþlayan bu mücadele; madde ile mananýn, mazi ile istikbalin, Türklükle Ýslam'ýn, insanla topraðýn mükemmel bir ahenkle hercümerç olduðu bu coðrafyayý Türk'e vatan kýlmýþtýr. Tarih boyunca çeþitli medeniyetlere ev sahipliði yapan bu topraklarda yüzlerce devlet kurulmuþ, fakat bugün bunlarýn tarih sahifelerin de yalnýzca adlarý kalmýþtýr Çünkü bu topraklarda var olmanýn, ebedi olmanýn bir bedeli vardýr. Ýþte bu bedel, Malazgirt ovasýndan baþlayýp yüzlerce yýl devam eden bir tarih süreci içerisinde akarak Dumlupýnar sýrtlarýna kadar ulaþýncaya kadar defalarca ödenmiþtir. Ancak kendilerini hümanizmin öncüsü sayan batýlý devletler, birinci dünya harbinin ardýndan bütün güçleri ile yeniden saldýrýya geçerek Anadolu'nun her köþesini iþgal etmeye baþladýlar. Devrin bütün modern silahlarý ile taarruza geçen düþman, Türk'ü öz vatanýnda boðmak, diri diri topraða gömmek için adeta birbirleri ile yarýþtýlar. Kendilerine o kadar güveniyorlardý ki Anadolu'yu aralarýnda paylaþtýklarý gibi bazý toplumlara da pastadan pay verme cüretini bile göstermiþlerdi. Anlaþýlýyor ki tarihten ders almamýþlar ya da hafýzalarýnýn üstü örtülmüþtü. Þairin; "Bayraklarý bayrak yapan üstündeki kandýr Toprak eðer uðrunda ölen varsa vatandýr". mýsralarýnda dile getirdiði inanç ile harekete geçen bu millet ordu-millet olmanýn gururuyla yeniden kýyama durdu. Evet, ölmesini bilmeyen milletlerin vatan edinmeleri mümkün deðildir. Bunun içindir ki Ýstiklal mücadelesi bu milletin var olma savaþýdýr. Tarih boyunca esareti yüz kýzartýcý bir durum kabul eden bu millet; "Bana hangi çýlgýn zincir vuracakmýþ þaþarým" haykýrýþý ile harekete geçti. Büyük önder Gazi Mustafa Kemalin emriyle baþlayan harekât Anadolu bozkýrýnda bir sel gibi coþtu. Aslýhanlarda çevrilen düþman kuvvetleri geri çekilmeye baþladý. Atatürkün ifadesi ile "artýk düþman vatanýn harim-i ismetinde boðulacaktý." 26 Aðustos sabahý Türk'ün Ýstiklal güneþi Dumlupýnar ufkundan yükselmeye baþlamýþtý. Ardýndan Baþkomutanlýk savaþlarý ile kýsa sürede Anadolu tamamen düþman iþgalinden temizlendi Bunun içindir ki; Büyyük taarruz; Türk'ün tarihinden aldýðý ilham, yüreðinden aldýðý imanla beslenen Kuvva-i Milliye ruhunun ortaya koyduðu çetin bir imtihanýdýr. Büyyük Taarruz; "Ya istiklal ya ölüm":diyen bir milletin haykýrýþýnýn sesidir. Büyyük Taarruz; bir milletin ordusuna olan güven duygusunun yükseldiði milli güç ve kabiliyetinin doruða ulaþtýðýnýn adýdýr. BAYRAKLARIN EN GÜZELÝ Renginde kaný var þehitlerin Ay yýldýzýn ulaþýlmaz göklerin Var mý ki; senin gibi ihtiþamlý Seninle yaþýyoruz hürriyeti Bayraklarýn en güzeli. Ulusumun baðýmsýzlýk simgesi Þehitlerimizin sýcak nefesi Ay yýldýzlý geceler anlatýr seni Seninle birlikte yazdýk tarihimizi Bayraklarýn en güzeli. Þa aziy ye ÇELÝÝKLER Büyyük Taarruz; Tekbir sedalarý ile semaya, kanlarý ile topraða bu vatan bizimdir, bizim kalacak diyenlerin ehli salibe cevabýdýr. Büyyük Taarruz; batýnýn çok üstün kuvvetlerine karþý derme çatma silahlarýn, kýsaca mananýn maddeye galip geldiði savaþýn adýdýr. Büyyük Taarruz; Baþkumandan Atatürk'ten en küçük neferine kadar vatan sevgisinin sarsýlmaz ifadesidir. Bu zafer Malazgirt'in Miryakefalondan sonra ikinci halkasýný teþkil ederek Anadolu'ya vurulan Türk vataný damgasýný perçinlemiþtir. Þühedanýn kanlarý ile çizilmiþ kutsal vatanýmýzýn bekçileri, varlýðýmýzýn teminatý. Mehmetçik þahsýnda Türk ordusunu saygý ile selamlýyorum. BÜYÜK SEVDALAR SONSUZA GÝDER Kime âþýk oldumsa dinmedi acým Her gelen biraz dert býrakýr gider Yürek boþaldýkça artýyor sancým Anladým sevdalar sonsuza gider Kapatmaz yarayý zahiri aþklar Sevmek kolay deðil eksilmez taþlar Batini bulunca yok olur suçlar Ýçimden düþüncem düz gelir gider Ömrümce vuslata ulaþmak için Semada aradým buluþmak için Ölmeden cemalin tanýþmak için Ýçimden bin tövbe hep gelir geçer Ben içimde buldum aramam seni Zahiri aþklarla kýramam seni Ýstersen dünyada sorgula beni Böyle aþkla zaman tez gelir geçer Kulluksa muradýn kul oldum iþte Sevgiyle baktým hep yol oldum iþte Ölmeden öl dedin sal oldum iþte Bu sevgi cennetten zor gelir geçer Halis AKTAÞ 37 ÇOK SATAN KÝTAPLAR DÝNî VE MÝLLÎ VARLIÐIMIZA TEHDÝT MÝ? Dr.Abdülkadir SEZGÝN* Son yýllarda milli ve dinî varlýðýmýz/bütünlüðümüz -bütün unsurlarý ile- tehdit ve tehlike altýna girmiþ bulunuyor. Ýþin garibi, milletimizin hemen her ferdini kimliði ve geçmiþi üzerine þüpheye düþüren giriþimler; özel desteklerle yüz binlerle satan kitaplarýn da tesiri ile Ermenilik, Yahudilik gibi kimsenin hoþuna gitmeyen kuþkularla paniðe dönüþecek noktaya gelmiþtir. Sovyetlerin daðýlmasýyla baþlayan etnik milliyetçilik, Türk Milleti içine bilgisayar virüsü gibi sokuldu. Bunu yapanlarýn kimliði hakkýnda ise bilgimiz yok. Ama onlar, tanýdýðýmýz, bildiðimiz ne kadar tarihi þahsiyetimiz varsa, hemen hepsinin ya Yahudi, ya da Ermeni veya benzeri bir soya mensubiyetinden bahsediyorlar. Bu konuda kitap yazan ve açýklama yapanlarýn, eski solcular olmasý bizi kuþkuya sevketmektedir. Solun en hafifi olan sosyal demokratlýktan komünizme kadar uzanan çizgisinde millîlik kaygýsý taþýmamýþ oluþu, bunlarýn birden bire -millîlik þöyle dursun- milliyetçi gibi tavýr almýþ olmalarý nasýl izah edilebilir? Yoksa, þahsen kimlik bunalýmýna düþmüþ olanlarýn, herkesi þüpheye sevketme istekleri hortlamýþ olmasýn? Falanýn teyzesi, filanýn eniþtesi Yahudi, ötekinin ki Sabataist, berikinin ki de Ermeni demeleri birden bire niçin hortladý? Binlerce yýllýk geçmiþi bulunan, bunca devlet kurmuþ Oðuzlar, Kýpçaklar ve bu ana gövdeye baðlý Türklük ortada görünmüyor, iddialarý toplumda rahatsýzlýklara sebep oluyor. Bu zaman zaman hoþumuza giden, fakat niçin hoþumuza gittiðini de düþünmediðimiz; düþündüðümüzde de bu tür dedi-kodularý kesip atacak tavýr göstermiyoruz. Bu tür fesat hareketlerinin milletimizi parçalamak ve devletimizi elimizden alarak batý emperyalizmine teslim etmek gibi bir amaçla yapýldýðýný bildiðimiz halde, adam sen de deyip * Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý Teftiþ Kurulu Müfettiþi 38 geçiyoruz. Þimdi karþý karþýya kaldýðýmýz fesadýn boyutlarý ciddidir. Bu sebeple de bu fesada dur denilmesi için herkesi itidale, aklý baþýnda hareket etmeye davet ediyorum. - Neden mi? - Millet bütünlüðünün çoðunluðunu oluþturan Türkmen çoðunluk bundan rahatsýz olmaya, "onlar azýnlýksa, ben çoðunluðum" demeye baþladý. Birilerine iþ için veya benzeri þekilde tavsiye ve tezkiyede bulunduðunuzda; - Adamý tanýyor musun? Türk mü? Sorusu sorulmaya baþladý. Bunu ciddi anlamda olumsuz bir geliþme sayýyorum. Azýnlýk haklarýnýn gündemde olduðu günümüzde, ya bir de çoðunluk haklarý gündeme gelirse, çoðunluk da hak talep eder veya bunu kendisi alma yoluna giderse, neler olmaz?.. Yeni sosyal çatýþmanýn adresi olabilecek bu oyunu bozmak, aklý baþýnda herkesin görevi olmalýdýr. Ýþi farketmeden, oyuna gelip, zaman zaman bu tür sorularý sorduðum için de utandýðýmý itiraf ediyorum. Hatanýn neresinden dönülürse, kâr deðil mi? Bütün bu düþünce ve konuþmalarýn altýnda Türkiye Cumhuriyetine ve Türk varlýðýna olan inancý zayýflatma çabalarý olduðunu hatýrlamamýz lazýmdýr. Ülkemiz içinde yeni çatýþmalar çýkarmak isteyen emperyalistlerin oyununa gelmemek, bu ülkede yaþayan herkesin görevi ve sorumluluðudur. Þimdi ortalýða bakarsanýz, Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Gürcüler, Abazalar, Arnavutlar, Boþnaklar, Çeçenler, Lezgiler, Araplar, Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Asuriler, Keldaniler... gibi pek çok kavimden bahsedenleri görürsünüz. Türk deyince de Yörük, Türkmen, Avþar, Çepni, Tahtacý, Tatar, Azerbaycanlý, Kýrgýz, Kazak, Baþkurt, Hakas, Altaylý, Karaim, Gagauz, Karaçay, ... gibi isimlerle karþýlaþýrsýnýz. Cumhuriyet'i kuranlar, özellikle de Gazi Mustafa Kemal Atatürk "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkýna Türk Milleti denir. Ne mutlu Türküm diyene!" diyerek, doðru bir tarif yapmýþtýr. Türk, bizim hepimizin müþterek adýdýr. Yukarda adý geçen kavim, kabile adlarý içersinde Çerkes, Gürcü, Abaza, Çeçen, Lezgi gibi Kafkas göçmenleri Ruslar tarafýndan soykýrýma uðratýlmak istendikleri günlerde, devletimizin yöneticilerince Anadolu'ya göç etmeleri istenmiþ, Müslüman kardeþlerimizdir, Anadolu'nun Türk ve Müslüman ahalisi ile eþit haklara sahip vatandaþlardýr. Bu insanlarla Anadolu'nun Türk halký arasýnda, ciddi bir ihtilaftan bahsetmek de mümkün deðildir. yen farklý etnik gurup ve inançlara sahip Türk vatandaþlarý olarak, davranýþlarýmýzý, sözlerimizi, heyecanlarýmýzý sevgi üzerine kurmalýyýz. Millet fertlerinin, hiçbir ayýrým gözetmeksizin "bir birlerine kurþunla kaynatýlmýþ gibi" birlik olarak, çaðlar üzerinden sýçramýþ, çaðdaþ medeniyeti temsil eder geliþmeyi yakalamýþ mutlu insanlar olarak yaþamalarýný temin için gayretleri, güçleri, akýllarý, fikirleri bir araya getirmek amacýmýz olmalýdýr... Unutmayýnýz ki, Cumhuriyeti korumak, geliþtirmek tek baþýna hiç kimsenin görevi olamaz. Millet bu konuya bütün fertleriyle sahip çýkmalýdýr. 15.yüz yýlda Ýspanya'da, ve Avrupa'nýn farlý yerlerinden, farklý zamanlarda ülkemize kabul edilen Yahudi'ler de ayný þekilde soykýrýmdan kurtarýlarak, ülkemiz vatandaþý yapýlmýþ kiþilerdir. Çünkü, Cumhuriyet dilimizi, dinimizi, kültürümüzü, baðýmsýzlýðýmýzý, özgürlüðümüzü, haklarýmýzý, millî ve dinî bütünlüðümüzü ifade eder. Bu insanlarýn tamamýna yakýný bizim zor günlerimizde yanýmýzda bulunmuþ, ayný düþmana karþý bizlerle birlikte mücadele etmiþlerdir. Düþmanla iþbirliði yapanlar da, iþbirliði ettikleri düþmanlarla birlikte vatanýmýzdan kaçýp gitmiþlerdir. ATAMIN ELLERÝ Anadolu'da Türklerle beraber yaþamýþ Araplar, Kürtler, Rumlar ve Ermeniler gibi guruplara mensup olanlar içersinde iþgalcilerle iþbirliði yapanlar olduðu gibi, Milli Mücadelenin kahramanlarý yanýnda yer almýþ pek çok insan da vardýr. Bugün aramýzda yaþayan ve bu etnik guruplara mensup olanlar, bu ülkenin kalkýnmasýný, yükselmesini bizim kadar istemektedirler. Bölücülük, bozgunculuk yapan her gurupta bulunabilir. Hem geçmiþte, hem de günümüzde bölücülük yapmýþ olanlar da batýlý dostlarýmýzýn tahrikleri, destekleri ve paralarý ile yaptýklarýný biliyoruz. Eðer bunlar hainse, unutmayýn ki, her millette bu kadar hain olur. Týpký Mustafa Kemal gibi, ecdadýmýzýn uðrunda birlikte can verdiði bu vatanda, birlikte yaþamak ve birlikte mutlu olmak gibi bir sevda taþýdýðýmýzý herkese göstermeliyiz. Bizim elimizle milletimizi bölmek, parçalamak isteyenlere karþý daima uyanýk olmak gibi bir þuurlu davranýþ içinde olma sorumluluðumuz olduðunu unutamayýz. Ýþte bu düþünceleri paylaþan ve Türkiye Cumhuriyetine ve Türk varlýðýna olan inancý yeniden güçlendirerek, varlýðým Türk varlýðýna armaðan olsun di- …hele de yadýmdadýr nenemin öldüyü gün. Ýlk defe onda gördüm Atamýn ellerinin böyümeyini. Evimize, bu dünyaya sýðmayan nenem Atamýn ellerine sýðdý. Böyüdü Atamýn elleri torpak oldu. Evvelce bacýlarýmý, sonra kardaþlarýmý sahladý. Hoþ günümüzde sevincinden kuþ kimi uçdu. Ehtiyac içinde olduðumuz anlarda aðladý. Göz yaþlarý damarlarýndan ahýb yudu yer üzünün günahlarýný. Kýþda soyukdan qorudu herareti bizi. Böyüdü Atamýn elleri Allahlaþdý. Göylerden gelen felaketlerin karþýsýnda siper oldu. "HAKK"ýn öldüyü gün tutdu ayaðýmýzýn altýndan kaçan torpaðý. O vahtdan beri Atamýn elleri sahlayýr temeli uçuk yer küresini… Resmiyye SABÝÝRab bir 39 EN KEDERLÝ SEVÝNÇ ÞAÝR OLMAKTI... Ömer Faruk AYBEK* Þehit Hasan GÜMÜÞTEKÝN Jandarma Komando Er Hasan GÜMÜÞTEKÝN; Tokat ili Almus ilçesinin Ormandibi kasabasýnda 1978 yýlýnda, Hasan ve Hacer Gümüþtekin'nin dört erkek, bir kýz çocuðundan sonra, altýncý çocuk olarak dünyaya geldi. Adýný da babasýndan aldý… Hani bizde son doðan çocuða son beþik denir. Son beþik Hasan, ev halkýnýn sevgilisi olarak el bebek, gül bebek sevgi gölü içinde büyüyordu. Derken okul zamaný geldi. Ýlköðrenimini kasabanýn tek okulu olan Ýlköðretim Okulunda yapacaktý. Ben bu Ýlköðretim Okulunda 1976 yýlýnda vekil öðretmen olarak görev yapmýþtým. Daha o zaman Hasan GÜMÜÞTEKÝN doðmamýþtý. Kim bilir hatýrlayamýyorum ama Hasan'ýnýn kardeþlerine öðretmenlik yapmýþ olabilirim. Hasan GÜMÜÞTEKÝN'in devam edeceði bu ilköðretim okulu daha sonra bir kahramanýn adýný alacaktý. Vatani görevini yaparken; Millet, Bayrak ve Vatan hainlerinin kahpe kurþunlarýna hedef olup þehit düþen, yani, bu kasabadan askerlik görevini yaparken þehit olan Adem TAR adýný alacaktý. Hasan böyle bir ilköðretim okulunda, Allah'ýn ilk emrini,"OKU" emrini yerine getirdi. Daha sonra lise öðrenimini ise Tokat Ticaret Meslek Lisesinde tamamladý. DELÝKANLI HASAN… Hasan GÜMÜÞTEKÝN, Tokat'ta liseyi okurken Ormandibi'ni de ihmal etmiyordu. Kasaba Belediyesinin tahsis ettiði otobüsle gidip geliyordu. Hasan düðünlerin, köy eðlencelerinin gözde gençlerinden biriydi. Arkadaþlarý arasýnda muhtar diye çaðrýlýr bundan da hoþlanýrdý. Hep yükselmek, yönetmek, hâkim olmak isterdi. Hoþ sohbet, þakacý bir yapýya sahipti. * Eðitimci 40 " Ezan-ý Muhammed minaresinde, Evliyalar yatar her beldesinde, Türklük fýþkýrýyor her köþesinde, Vatan adlý bu güzele aþýðým…" A. YILMAZ 1996 yýlýnda Vatani görevini yaparken þehit olup Þanlý Türk Bayraðýna sarýlmýþ tabut içerisinde kasabaya getirilen Þehit, Adem TAR'ýn cenaze töreni ve o gün yaþananlar Hasan GÜMÜÞTEKÝN'i çok etkilemiþti Yüce Türk Milletinin, Þanlý Türk Bayraðýnýn ve Mübarek vatanýn düþmaný, kaný bozuk, satýlmýþlara bu hesap mutlaka sorulmalý ve bunun bedeli aðýr ödetilmeliydi. Delikanlýlýk bu günler içindir. Yiðitlik bu günlerde olur. Analar oðullarýný bunun için doðurur, büyütür. Hatta kýnalayýp asker eder. Vatana kurban olsun diye… ÝÞTE GELÝYORUM… Hasan GÜMÜÞTEKÝN, Liseyi bitirdi. Üniversite olmadý. Kasaba da ailesiyle beraber çiftçilik yaptý. Derken askerlik çaðý geldi. Zaten Hasan GÜMÜÞTEKÝN; Vatan topraklarýnýn, kaný bozuk vatan hainlerinin döktüðü mazlum kanlarýyla ýslanmasýna içerliyor, askere gitme zamanýný iple çekiyordu. Bu hainlerin döktüðü kanlarýn hesabý sorulmalýydý… Bir de; köylüsü, þehit Adem TAR'ýn intikamý alýnmalýydý. Bu intikam önce arkadaþ ve köylülerine düþerdi. Ýþte artýk bu fýrsatlar gelmiþti. "Bayraða verdiðin kana kurbaným, Vatana verdiðin cana kurbaným, Bastýðýn topraða sana kurbaným, Vallahi kurbaným aslan Mehmed'im …" A.YILMAZ Hasan GÜMÜÞTEKÝN her geçen gün biraz daha heyecanlanýyor, coþuyordu. Ne mutlu ona ki vatani görev sýrasý geliyordu. "Her Türk, asker doðar" Hasan da bir Türk evladý olduðuna göre, o da asker doðmuþtu, þimdi nöbet sýrasý geliyor ve o da bu heyecaný yaþýyordu. YAÞ YÝRMÝ, HAYIRLI YOLCULUKLAR… Hasan GÜMÜÞTEKÝN askerlik yoklamalarýný olmuþ jandarma Komando olarak silah baþý yapacaðýný öðrenmiþti. Askerlik þubesinden sülüs'ünü aldý. Askerlik sanatýný, ecdadýmýz Osmanlýnýn bir imparatorluk temeli attýðý Söðüt yaylalarýnýn baðlý olduðu Bilecik þehrinde öðrenecekti. Ormandibi kasabasýnda bazý adetler vardý. Düðün, bayram, mevlit, cenaze defini, sünnet, asker uðurlama gibi adetler ihmal edilmezdi. Bunlar kasabalýnýn acýda ve sevinçte birlikte olup acýyý da sevinci de paylaþtýklarý zamanlardý. Çünkü acýlar paylaþýldýkça azalýr, sevinçler ise paylaþýldýkça çoðalýr. Asker uðurlama da bir sevinçli gündür. Mutluluktur. Cenab-ý Allah erkek evlat vermiþ ki onu asker ediyor aile. Her kula nasip olmaz bu güzellik. Bunu paylaþmak lazým… Hasan GÜMÜÞTEKÝN ve arkadaþlarý günlerce akrabalara ve komþulara yemeklere davet edildiler. Yediler, içtiler sohbetler ettiler. Gün geldi. Kasaba halký meydanda toplandý ve dualarla uðurlama baþladý. Genç askerler büyüklerinin ellerini öptüler, helallik aldýlar, arkadaþlarýyla vedalaþýp araçlara bindiler. Bütün kasaba halký hayýrlý yolculuklar dilediler. Hayýrlý yolculuk… Bu hayýrlý yolculuðun son duraðýný bilmek imkânsýz. Bizim bilebildiðimiz Bilecik'e gideceði… BÝLECÝK'TEN KARAKOÇAN'A Hasan GÜMÜÞTEKÝN, Bilecik Jandarma Komando Eðitim birliðinde sýký bir eðitim gördü. Daðlarda, çöllerde, soðukta, sýcakta hayatta kalýp, düþmana fýrsat vermemeyi öðrendi. Gerektiði zaman öldürmeyi öðrendi. Tabii mesele sadece hayatta kalmak ve öldürmek deðil. Burada esas; Vatan, Millet, Devlet için gerekirse seve, seve ölmeyi de öðrendi. Böylesi ölümler her kula nasip olmaz… Bu ölümlerde müjde var. Muhabbet var… Cennet var. Dahasý bu ölümlerde hayatýný kaybedenlere öldü denilmiyor. Çünkü bunlar þehitler. Cenab-ý ALLAH Þehitlere "ÖLÜ DEMEYÝN ONLAR, DÝRÝDÝRLER" diyor… Sonsuz hayat… Sonsuz mutluluk… Sevgili Peygambere dost olmak, ne güzel... Hasan GÜMÜÞTEKÝN bu güzel vasýflarý öðrendi. Silah arkadaþlarýyla; silah, Bayrak ve mukaddesat üstüne yemin etti… Burada yani Osmanlý Ýmparatorluðunun temellerinin atýldýðý Bilecik'te üç ay kaldý. Kanýmýn son damlasýna kadar bu Vataný ve Milleti koruyacaðým dedi ve yapýlan görev daðýlýmýnda Elazýð ili Karakoçan ilçesine görevlendirildi. Tokat'ýn batýsýnda öðrendiklerini Tokat'ýn doðusunda uygulamak üzere yolculuðu baþladý. Bu yolculuk sýrasýnda bir hafta da Tokat'a Ormandibi'ne geldi. Hasret giderdi. Kim bilir beklide bu son görüþ, Helalleþme idi… Bunu bilmek mümkün deðildi… KARAKOÇAN KOMANDOLARI… Kahraman askerimiz yeni birliðinde silah arkadaþlarýyla öz kardeþten daha yakýn oldu. Hemen, hemen her gün operasyonlara, dað arama tarama görevlerine, arazi nöbetlerine gidiliyordu. Günler çok çabuk geçiyordu. Sürekli vatan haini peþinde koþmak ta ayrý bir haz veriyordu. Yorgunluk, uykusuzluk hiç kimsenin aklýna gelmiyordu… "Dað baþýný duman almýþ Gümüþ dere durmaz akar, Güneþ ufuktan þimdi doðar, Yürüyelim arkadaþlar…" Öyle ya, elbette güneþ doðacak."Her gecenin bir sabahý vardýr" bu karanlýk gecelerde mutlaka ay41 dýnlanacak… Ama emek ister, çaba ister, gayret ister. Dahasý; kahramanlýk ister. Vatanýn aydýnlýðý için kurban ister… Can ister… Kan ister… Bunlarý verebilenler Vatan sahibi olur. Hürriyet sahibi olur. Bayraðý göklerde minnetsiz dalgalanýr. Karakoçan Komandolarý iþte tam bu özelliklere sahip, damarlarýnda asil Türk kaný taþýyan gençlerden oluþmuþtu. Vatan, bayrak ve yüce Türk Milleti için ne gerekirse yapmaya hazýrdýlar… Hem de düþünmeden, gözlerini kýrpmadan. TEYZE, ASKERE GÝTSEM DE… Hasan GÜMÜÞTEKÝN askere gitmeden önce bir gün köyde Emine teyzesiyle sohbet ederken nereden aklýna geldi bilinmez "teyze ben askere gitsem de þehit olsam" demiþ. Bu konuþmayý herhalde en fazla 18-19 yaþýnda iken yapmýþtýr. Ýsteðe bakýn… Arzuya bakýn. Ölümü istiyor. Ýntihar deðil haaa… Ölümsüzlük ölümünü istiyor. Þehitlik arzuluyor.Hani; Cenab-ý ALLAH demiyor mu..? "Onlar ölü deðiller, ancak siz onlarý göremezsiniz, Þehitler ölmez, onlar diridirler." Yüreðe bakýn… Böylesine yürekli,imanlý gençleri olan bir millet hedeflerine ulaþmaz mý..? öyle daðda bayýrda elinde silah dolaþan eþkýya bozuntusu bölücü vatan hainleri arzularýna ulaþabilirler mi..? Mümkün deðil. Gün yükselirken eller tetikte, gözler keskin bakýþlarla dikkatlice çevreyi incelemekte… Hainler hangi delikten çýkýp ta zehir kusacaklar. Bilinmiyor. Kalleþ bunlar… Sýcaktan aðustos böceklerinin cýrýltýsý kulaklarý týrmalýyor. Ama bu sesler arasýnda bir ayak sesi, ýslýk veya bir taþ yuvarlanmasý sesi aranýyordu ki birden Kýzýlca kýyamet koptu… Kayalarýn oyuklarýna gizlenmiþ eli kanlý PKK canileri ellerindeki her çeþit otomatik silah yanýnda roket atarda kullanýyor, el bombalarý atýyorlardý. Eþkýya mevzide, komandolar arazide ayakta… Birden bire ortalýk tüfek, roket, bomba sesleriyle kýyamet yerine döndü… Kahraman komandolarýmýz hemen çatýþma pozisyonu tuttular, mevzilendiler… Artýk silahlar karþýlýklý idi… Kurþunlar havada uçuþuyor, kahramanlarýmýzýn naralarý katilleri tedirgin ediyordu… Ne var ki bu ilk ateþ sýrasýnda daha mevziiye girme fýrsatý bulamayan bir kahraman vardý. Bu kahraman, Hasan GÜMÜÞTEKÝN'di. Hasan GÜMÜÞTEKÝN vücuduna saplanan vatan hainlerinin kahpe kurþunlarýyla yere yýkýlmýþ bir kayaya yaslanmýþ, al kýrmýzý kanlarýnýn mübarek vatan topraðýna akmasýný seyrediyordu. Artýk yapacak bir þey yoktu Hasan için… Emine teyzesine dediði gibi Þehit olmuþtu… Hasan GÜMÜÞTEKÝN artýk müjdelenenlerin yanýna gitmek üzere yola çýkmýþtý. Çünkü Milli þairimiz Mehmet Akif ERSOY þöyle diyor þehitler için: "Ey..! Þehit oðlu þehit, isteme benden makber, Sana aguþunu açmýþ bekliyor peygamber… " KIRMIZI TEPE, KAN KIRMIZISI Hasan GÜMÜÞTEKÝN artýk beþ aylýk Komando idi. Elazýð -Tunceli arasýnda ki sarp daðlarda didik, didik vatan haini arýyordu. Tabii her zaman olduðu gibi gene bu kansýz Vatan, Bayrak ve Millet düþmaný bölücü eþkýyalar deliklere gizleniyor ancak geceleri yarasa gibi deliklerinden çýkabiliyorlardý. Mevsim yaz, temmuz ayý. Yani yýlýn en sýcak aylarýndan birisi. Hasan ve komando silah arkadaþlarý gene daðlardalar. Munzur daðlarýnýn binlerce tepelerinden biri olan Kýrmýzý tepedeler. Yer yer ormanlarla kaplý olan buralar büyük uçurumlar ve sarp kayalýklar ve derin vadilerle dolu. Olsun buralar Vatan topraðý. Öyle kendini bilmez PKK eþkýyalarýna terk edilecek deðil ya. Öyle, eli kanlý, kendisi kansýz eþkýyaya daðlarda rahat, rahat dolaþma izini verilecek deðil ya. Ýðne deliðine girse gene de bulunup ettiklerinin cezasý çektirilmeli… 42 ZOR HABER ULAÞTI ve YAKTI YÜREKLERÝ Karakoçan komandolarý Þehit arkadaþlarýnýn kanýný yerde koymadý, birçok PKK'lý hain kellesini aldý orada. Ama giden gelmez, giden gelmez... Orasý öyle bir yer ki giden bir daha gelmez. Hele Þehitler, hiç gelmezler. Þehidimiz baba ocaðýna götürülmek üzere hazýrlandý, rengini kahraman Türk þehitlerinin kanlarýndan alan þanlý Türk bayraðýna sarýlý tabuta yerleþtirildi. Bu haber Ormandibine ulaþtý. Haberi alan bir komþu þehidin Ali aðabeyisini aradý buldu ve ona; "gencecik evladýmýzýn acý haberini aldýk. Yüreðimiz yandý, ancak kardeþin Hasan þehit oldu. Þehit olmasý inþallah ferahlýk verir " dedi. Bu haberi alan Ali yüreðini kaptý. Giden kardeþti. Candý, ciðerdi… Eve gittiler, acýyý paylaþtýlar. Ha- ni denir ya; "acý paylaþýldýkça azalýr" Azaldý mý bilmem, ama ateþ düþtüðü yeri yakýyor, bunu bilirim. lediye baþkanlarý, çevre köylüler omuz omuza, saftalar. Aðlaþmalar, feryatlar birbirine karýþtý. Evet, þehit ama genç, su gibi delikanlý… Dayan dayanabilirsen. Ne mümkün..? Komþular biryandan aðlaþýp yanarken bir yandan da mezar hazýrlama iþlerini yaptýlar. Þehidin geciktirilmeden akýttýðý tertemiz al kanýyla Vatan yaptýðý topraða emanet edilmesi gerekliydi. Almus müftüsünün þehitliði anlatan kýsa konuþmasý yüreklere su serpiyor ama ateþe su serpsen ne olacak, gene ateþ… Yürekler yanýk. Ayný ses "haklarýnýzý hele ediyor musunuz…?" Gök gürültüsü gibi derin bir ses "helal olsun" cemaatin gür sesi Namaza hazýr olduðunu da hissettirdi Ýmama. Cenaze Namazý eda edildi ve þehidin hasreti bitti. Ormandibililer Hasan GÜMÜÞTEKÝN' i beþ ay önce askere yolcu ettikleri köy meydanýnda beklemeye baþladýlar. Ama bu defa gülen yok, oynayan yok. Sessiz ve buruk. HAKLARIMIZ HELAL OLSUN Beklenen yolcu geldi. Aðýr bir sessizlik… Herkes biri birine sanki gözleriyle konuþur gibi iþler peþi peþine yapýlýyor. Þanlý Türk bayraðýna sarýlý Þehit tabutu araçtan alýndý, eller üstünde tüy gibi kaydý ve musalla taþýna yerleþti. Ormandibi mahþeri bir kalabalýk yaþýyor. Cenaze Namazýna yüksek rütbeli askerler, bürokratlar, Almus kaymakamý, çevre ilçe ve kasabalarýn be- Uðruna can verdiði mübarek Vatan topraðý ile koyun koyuna oldu… Tabutun üzerinden sökülüp itina ile katlanan Þanlý Türk bayraðý ise orada bulunan Garnizon Komutaný tarafýndan Öpüldü ve Þehidimiz Hasan GÜMÜÞTEN'in yüreði yanýk babasýna teslim edildi. Bu bayrak senin þehit oðlundur der gibi… Baba da bayraðý aldý öptü, öptü, baðrýna bastý sarýldý. Ýþte hasret bitti der gibi. Rahat uyu þehit Hasan GÜMÜÞTEKÝN, Ruhun þad, mekânýn cennet olsun… GERÝDE KALANLAR Þehidimizden geriye; baðrý yanýk babasý, ciðerparesini topraða vermiþ anasý, acýlý kardeþleri kaldý. Aile halen Almus ilçesi Ormandibi kasabasýnda oturmakta. Çiftçilik ile geçimlerini saðlamaktalar. Þehidimizin ailesine þehit ailesi maaþý baðlandý. Her üç ayda bir düzenli olarak ödeniyor. Bunun dýþýnda toplu para yardýmý ve faizsiz kredi imkâný da saðlandý. Þehidimizin anne ve babasý saðlýk güvencesinden de istifade etmekteler. Evlatlarýný vatan topraklarýna kurban eden acýlý aile; "biz evladýmýzý Devlet bize bir þeyler versin diye kurban etmedik. Biz evladýmýzý, bu vatanýn sahibi olduðumuz için ve sahip olunan her varlýðýn bir bedeli olduðu gibi Vatan sahibi olmanýn da bedeli; gerektiðinde kurban olmak ya da kurban vermektir. Biz bunun için þehit anasý, þehit babasý olduk", diyorlar. ÞEHÝT AÝLESÝNE VERÝLEN MADALYALAR Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaþkaný Sayýn Ahmet Necdet SEZER' in verdiði madalya beratý. Þehit Hasan GÜMÜÞTEKÝN'in ailesine verilenlerin en güzeli ve en kýymetlisi Þehit tabutu üzerindeki þanlý Bayraðýmýz ile Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaþkanýnýn verdiði Devlet övünç madalyasý ve Türk Silahlý kuvvetleri adýna Genel Kurmay Baþkanýnýn verdiði Övünç madalyasý olmuþtur. 43 Madalya beratlarýnýn görüntüleri bizleri bile duygulandýrýyor. Ýþte bundan sonra Hasan GÜMÜÞTEKÝN bu üç güzel armaðan olarak gönüllerde yaþayacak. Þehit olmakla Resulullaha dost olup onun müjdesine ulaþtý. Ne mutlu ona. Allah dostlarýnýn yanýnda makam sahibi oldu… ÞEHÝTE KABÝR… Þehidimiz jandarma Komando er Hasan GÜMÜÞTEKÝN için Ormandibi kasaba mezarlýðýnda þanýna yakýþýr bir anýt mezar yapýlmýþtýr. Bu anýt mezar Ýl Jandarma alay komutanlýðý tarafýndan yaptýrýlmýþtýr. Ormandibi kasabasýnýn artýk iki tane kahraman þehidi vardýr. Tabii bu iki þehit Çanakkale ve istiklal savaþlarýmýz, gibi büyük savaþlarýmýzdan sonra vatan hainleri ile yapýlan mücadelede verilen þehit sayýsýdýr. Sen rahat uyu þehit Hasan GÜMÜÞTEKÝN, býraktýðýn Bayrak ve Vatan emin ellerde… Gerekirse yüz binler arkandan gelir. Bayrak inmez, Vatan bölünmez. Ruhun þad, mekânýn Cennet olsun… DURGUN RÜZGÂR Ayný yerde esen rüzgârdýk biz Bazen hýrçýn bazen sessiz Aldýrmazdýk engellere Buydu belki istediðimiz. Ýlerlerken zaman Çoðalýyordu içimizdeki hüsran Rüzgâr yön deðiþtirdiði an Fýrtýna sonrasýydý geriye kalan. Savrulduk bir yerlere Yalnýzlýða yürüdük Þimdi, kendi sessizliðimle baþ baþayým Her þeye nasýl baþlayacaðým Özle em ÞAH HÝN 44 Genel Kurmay Baþkaný Orgeneral Hüseyin KIVRIKOÐLU'nun verdiði madalya beratý. BÝZÝM EVÝN ÜSTÜNDE Bizim evin üstünde Bir serçe yuva yapmýþ Yavrularý çýplakmýþ Aðýzlarýný açmýþ Karýnlarý apaçmýþ Bizim evin üstünde Hepsi birden baðýrmýþ Bizim evin üstünde Bir serçe yuva yapmýþ Yavrularýna bakmýþ Yiyecekler taþýmýþ Kanatlanýp uçurtmuþ Bizim evin üstünde Sonra yapayalnýz kalmýþ Hasa an ÖÐMEN N TÜRKMENELÝ KADINLAR BÝRLÝÐÝ Remzi GÖKTÜRETEN* Birliðin baþkaný Kadriye Haným'ýn kýrk kadar öðretmen bayan ile toplantý yaptýklarýný bilmiyorduk vardýðýmýzda. Misafir geldi diye toplantý bölündü,mahcupluðum yüzümden okunacak kadardý. Karþýlanmamýzdaki samimiyet, beni biraz rahatlattý. Buyur edilip oturduk. Beni tanýttý yanýmdakiler. Bir de konuþmasýný böldüðümüz hanýmefendiyi bana tanýttýlar. Ben ise ziyarete gittiðim halde nereye gittiðimi bilmiyordum. Dahasý Ýþte kadýnlar birliði o kadar biliyordum. Tamam Türkiye'deki papatyalar, menekþeler, hayvan hakký savunucusu vizon kürklüler ile karýþtýracak halim yok, ama nasýl bir birliðe gittiðimizi bilmiyordum iþte, ayýp mý? Öðrendim. Sizde öðrenmek istersiniz diye yazýyorum. 40 kadar öðretmen bayan ile Irak Eðitim Kurultayýna hazýrlýk toplantýsý yapýyorlarmýþ. Türkmen öðrenci ve eðitimcilerinin sorunlarýný konuþup rapor hazýrlýyorlarmýþ meðer. Kadriye Hanýmýn gelmemizden duyduklarý memnuniyeti ifade ediþinde öyle bir yürek vardý ki dili yüreðine esir, yüreði diline hükümran. ne geçiyorsa gönlünden Selçuklu'dan aðrý, Osmanlý'dan aðrý, Anadolu'ya, Türkiye'ye doðru dilinin üzerinden kolayca akýp gidiyordu. Aktaramazsam ayýp bende. - Evvela dedi; biz sizin bizi unutmadýðýnýzý zaten biliyoruz. Böyle karýþýk yere kadar gelmenizde bunun ispatý. (Diyecek laf arýyorum, hanýmefendi konuþuyor bir yandan.) Biz Türk'üz Türk. Siz gelseniz de gelmeseniz de biliyoruz ki siz bizsiniz bizde siziz. Sanki Türkiye'nin derdi az mý ki? Bize el uzatamayasýnýz diye Türkiye'yi de karýþtýrýyorlar. Ama bu böyle gitmez, bakmayýn bizim öðretmen olduðumuza, kadýn olduðumuza, vatan öðretmenlikten de canda da azizdir. Biz buralarý kürtlere býrakmayýz. Biz kalem tuttuðumuz gibi tebeþir tuttuðumuz gibi silah tutmasýný da biliriz. Çantalarýmýzda tabancayla geziyoruz. Biz erlerimizden de evvel gideriz * düþman üstüne! Buralar Türkiye'dir, biz Türk'üz, buralarý hem kendi onurumuza hem de Türkiye'nin onuruna koruruz. Vatan yoksa biz sað kalsak ne kýymeti var ki? Kadriye haným konuþtukça yüreðim coþuyordu, söyleyecek lafta bulamýyordum. Ýþte bu sýrada bir baþka eli öpülesi öðretmen hanýmefendi girdi söze. - Biz bunlarý niye anlatýyoruz? Anlatýyoruz ki sadece evlerinin canlarýnýn derdinde sanmasýn kimse bizi! Anlatýyoruz ki; Türklere, Türkiye'den evvel Türk yurdu, Türk vataný olan bu topraklarýn azizliðini herkes iyi kavrasýn.! (Sözüne öyle bir devam etti ki, siz olsaydýnýz geri gelir miydiniz Kerkük'ten bilmem ama,ben geldiðim için hala utanýyorum.) - Bak yiðit gardaþým, agam, paþam; benim daha bir ay evvel 10 yaþýnda oðlumu kürtler vurdu öldürdü! Bir oðlum daha var oda feda olsun, bende varým bende kurban olurum bu topraklara! Burada gördüðün her kadýnýn çocuklarý kardeþleri ve kendileri bu davada! Biz hepimiz kurban oluruz seve seve! - Yeter ki buralar, bin yýllýk ata yurdumuz kürtlerin eline geçmesin. Burada ebelerimizin nenelerimizin dedelerimizin, þehitlerimizin mezarlarý var. Þimdi bu mezarlarý yýkýyorlar, eski mezar yerlerimize evler yapýyorlar! - Bizi korkutup buralarý terk ettirmek istiyorlar. Biz Türk'üz, korkmayýz. - Buralar Türkiye'nin namusudur. Ordu gelemezse biz koruruz! Türkiye'ye gardaþlarýmýza büyüklerimize, devlet büyüklerine selam götür. Bu dediklerimizi götür. Küçücük yavrularý niye vuruyorlar, bizi sindirmek, nüfusu azaltmak için, bizi göçe zorlamak için . Bunlarý Türkiye'deki devlet büyüklerimize anlat gardaþým. !!! Nasýl anlatacaðým Allah'ým, bir tek kelimeyi bile unutsam büyük suç iþlerim dedim içimden. Ne mümkün ? siz olsanýz unutur muydunuz? 45 Kadriye Hanýma sordum; Türkiyeden ne bekliyorsunuz? Ne istiyorsunuz? - Her þey ! . - Bir adamýn neye ihtiyacý varsa onu.. KERKÜK AÐIDI Sitem sana Türkiye'm, sana aziz milletim Dilim dilim derimi yüzüyorlar nerdesin? Öksüz kaldý lisâným, geleneðim, âdetim Hoyratýma, türküme kýzýyorlar nerdesin? Türkçe konuþuyorum, seninle ayný dilden Nasýl anlamýyorsun düþtüðüm korkunç hâlden? Fayda beklemiyorum vallahi yaban elden Üzerimi kalemle çiziyorlar nerdesin? Bölüþtüler sýrtlanlar illeri, bölgeleri Hani dönme olanlar, haçlýnýn gölgeleri Yaktýlar nüfustaki tarihi belgeleri "Burda Türkmen yok" diye yazýyorlar nerdesin? Kardeþinim ben senin zor mu bunu anlamak? Yalvarýyorum sana kapýnda aðlayarak Ýstersen aç tarihi Misak-ý Milli'ye bak Onu bildiklerinden eziyorlar nerdesin? Bugün zulüm altýnda mahcup doðan bebekler Anayurt'tan dört gözle umutlu haber bekler Dün senin kemiðinle zincir kýran köpekler Diþini gösteriyor, azýyorlar nerdesin? Çanakkale'de vardým, Galiçya'da her yerde Koyun koyuna öldük Yemen'deki siperde Kurban olam ne olur muhtaç etme nâmerde Sahipsiz belliyorlar, üzüyorlar nerdesin? Bomba yüklü kamyonlar yol açarak mermiye Söndürmeye geliyor yurdumu söndürmeye Ben burada Türkmen'im sadece Türk'üm diye Güpegündüz kurþuna diziyorlar nerdesin? Hiç tepki vermiyorsun, sabrýna þaþýyorum Unuttu mu diyerek þüpheye düþüyorum Bilmiyorsan bil artýk soykýrým yaþýyorum! Kerkük'ten Türk adýný kazýyorlar nerdesin? Kenan ÇARBOÐA 46 - Bir evin neye ihtiyacý varsa onu - Bir milletin neye ihtiyacý varsa onu -Saðlýk, sosyal, eðitim ihtiyaçlarýmýza destek olunsun... Korkmasýnlar sokakta kimse kalmaz buralara sýk gelsinler, misafirimiz olsunlar. Para istemiyoruz, pul istemiyoruz. Manevi destek istiyoruz. - Biz kürtlerle savaþýrýz amma ayný Telaferde olduðu gibi, yine Amerika havadan bombalayacak biraz yakýnda olsun Türkiye!!! - Gelemiyorsa bari silah yollasýnlar. Arabýn var, Kürdün var bizimse tabanca tüfek , Onlarýn, tanký topu roketi var! Görüþtüðüm her Türkmen zaten benzer þeyleri söylüyordu. Kitaplýklarýna her nasýlsa ulaþmýþ olan Yüce Erek dergimizi gösterdi. - Bak siz bizim baþ tacýmýzsýnýz, yeriniz baþköþede. Þimdiye kadar niye gelmediniz?... Bu sözlerde sitem, seste ise kýrgýnlýkla sevinç arasý bir ton vardý. Bu baþlangýç, daha çok geleceðim dedim. Evlerine yemeðe davet ettiler çok ýsrarlýydýlar ama o gün kimseye gidemedim. Vakit yoktu. O bir geldiðimde yemeðe de kalmak üzere söz verdim Baðýþlanmamý istedim ayrýldým. Sizlere Yürek dolusu selamlarý var! ERGUVAN VE DOÐA Nasýl uzaklaþýyor gönlümüzden karanlýk Bir meltem gibi nedir bu yükselen sýcaklýk Kasým günleri geçmiþ yüzü,iþte besbelli Geziniyor bak, vakit tamam baharýn yeli. Bir yer var ki, yüklenmiþ bereketi ey oðul Bekler seni bir toprak, haydi git iþe koyul Gün yeni doðuyor, sis içinde mahmur deniz Mis kokuyor uyanmýþ doða, cennetten bir iz. Arýlarda son gayret, petekler kovan kovan Yeni uyanmýþ durgun, seyrediyor Erguvan. Þu daðlarda yeþilin aka böyle uyumu Coþkun tablonun seyri, hiç olur mu doyumu Þimdi baþlar bülbülün naðmesi güle arzý Ne bitimsiz mutluluk ki sarmýþ bütün arzý. Turg gut TÜFEKÇ ÇÝBAÞI ULUBATLI HASAN Ümit Fehmi SORGUNLU* Askerler o gün erkenden kalktý. Uykusuz geçen bir gecenin sabahýnda yüzler gergin, tedirgin ve heyecanlýydý. Dudaklarda hâlâ geceden kalma dua mýrýltýlarý vardý. Guruplar halinde abdest tazelemek için ibriklere yürüdüler. Ýbrikçibaþýnýn akýttýðý incecik sulara birkaç el birden uzandý. Hasan'ýn içi içine sýðmýyordu. Bu kutlu yolda kendisinin de öncü seçileceðine inanýyordu. Önce Molla Gürani ve Akþemsettin gibi þeyhlerinin himmeti, sonra da ok atmadaki mahareti ve güreþteki ustalýðý veriyordu ona bu inancý. Her þeyden önemlisi Sultan Mehmet Hân'ý çok seviyor ve onun ön sezgilerine güveniyordu. Dün çok yakýndan görmüþtü onu. Beyaz atýn üstünde, siyah sakalý, kartal burnu, sert bakýþlarý ve uzun kaftanýyla o kadar çok heybetliydi ki, atýný oradan oraya koþturup duruyordu. Bir ara gelip denizin kenarýnda durmuþ ve hýrsla Kostantinapol'e bakmýþ, sonra da kýlýcýný çekip atýný hýrsla denize doðru sürmüþtü. Sonra da "Ya Bizans beni alýr, ya da ben Bizans'ý" diye gürlemiþti de, askerler þevke gelmiþ, ovayý "Allahu Ekber" sesleri doldurmuþtu. Bu olay karþýsýnda Hasan'ýn gözleri dolmuþ, Resulullah'ýn hadisine mazhar olabilecek komutanýn Sultan Mehmet olduðuna o gün yürekten inanmýþtý. Onun içindir ki, dünden güvendiði birkaç paþayý görmüþ, kendisinin de ön saflarda çarpýþanlar arasýna girebilmesi uðrunda yalvarmýþ ve gece sabaha kadar da dua etmiþti. Bugünkü büyük taarruz için sabah namazýndan sonra öncü kuvvet seçimi yapýlacak ve hücum için büyük komutanýn emri beklenecekti. Bütün askerler adeta düðüne hazýrlanýr gibi en temiz esvaplarýný giyinip, namazdan sonraki büyük taarruz için hazýrlanmýþlardý. Hasan abdestini aldýktan sonra deniz tarafýndan gelen serin rüzgâra doðru yürüdü. Tan yerinin aðartýsýnda Boðaz'ýn sessiz ve derinden akýþýný seyretti bir süre. Doðup büyüdüðü Ulubat köyünü, anasýný ve yavuklusunu düþündü. Sonra Boðaziçi ile * Eðitimci köylerinin ilerisinde bulunan Ulubat gölünü mukayese etmek istedi. Ulubat gölü daha küçük ve durgun, Boðaziçi ise ürkütücü ve korkunçtu. Sularýnda kolay kolay kimseyi yýkandýrmaz, ânýnda yutarmýþ. Esmer yüzündeki sert çizgiler bir anda yumuþadý. Ýnce dudaklarýnda belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Ulubat gölünün kenarýnda yüzdüðü, çimdiði günleri hatýrladý. Yavuklusuyla birlikte kýyýsýnda gezindiði gençlik zamaný geldi aklýna. Ýç geçirdi. Þimdi ne yapýyorlardý acaba. Kesin, onlar da namaz için hazýrlanýyor olmalýydýlar. "Artýk sizinle kýsmetse öbür tarafta görüþürüz" diye söylenerek sünneti kýlmak üzere askerlerin arasýna geri döndü. Namazdan sonra hücum ânýnda ön safta görev alacak askerlerin isimleri okunuyordu. Hasan, ya ismim okunmazsa diye korkuyor, yüreði kafesinden çýkacakmýþ gibi atýyordu. Nihayet paþanýn gür sesiyle "Ulubatlý Hasan" diye seslendiðini duydu. Sevinçten bir nara savurarak buradayým diye baðýrdý. Paþa Ulubatlý'yý alýcý gözlerle yukarýdan aþaðýya süzdükten sonra talimatýný verdi. "Yanýna güvendiðin 30 kiþi alacak ve sancaðý burca dikeceksin. Hadi bakalým gazân mübarek olsun. Þimdi git sancaðý teslim al." Ulubatlý Hasan heyecanla Sancaktarbaþý'na gitti. Büyük hücumda en ön safta yer alacaðý için çocuklar gibi seviniyordu. Ordu içindeki gözü pekliði, güreþteki ve ok atmadaki mahareti nihayet semeresini vermiþti. Dua ile sancaðý teslim alýp üç kez öperek alnýna koydu. Bir anda ortalýk ana baba gününe döndü. Bütün alay baðrýþma ve gülüþme sesleriyle doldu. Sanki bir düðün alayý gibi bütün asker sevinç içinde oradan oraya koþuþuyor, birbiriyle kucaklaþýp helâlleþiyordu. Bütün arkadaþlarý Hasan'ýn etrafýný bir anda sardýlar. Hepsi de "beni seç" diye baðrýþýyordu. Ulubatlý Hasan seçileceðine güvendiði için kafasýnda önceden tasarlayýp düþündüðü isimleri tek tek ayýrdýktan sonra talimatýný vermeye baþladý. - Arkadaþlar hep birlikte ayný noktaya hücum edeceðiz. Ben ortada olacaðým. Saðlý ve sollu beni koruyacaksýnýz. Allah'ýn izniyle bu mübarek sancaðý burca dikeceðiz. Ancak þunu hemen belirteyim ki, 47 bu sancak o burca dikilmeden þehit olmak yok arkadaþlar tamam mý? Askerler hep bir aðýzdan coþkuyla: - Allahuekber diye baðýrdýlar. Gurup son kez birbiriyle helalleþtikten sonra savaþ düzeninde saf tutup beklemeye baþladýlar. Safýn iki yanýnda da merdiven taþýyanlar yer aldý. Köyünde de arkadaþlarýyla at yarýþý yaparken böyle saf tutar, köyün yaþlýsýnýn baþlayýn komutunu beklerlerdi. Çoðu kez Hasan birinci olurdu. Hele köy içinde düzenlenen güreþte kimse sýrtýný yere getiremezdi. Öyle ki çoðu defa iki kiþiyle birden güreþir, ikisini de yenerdi. Hücum emrini bekleyen askerlerin yürekleri hep bir atýyordu. Bütün orduda bir sessizlik hâkimdi. Bu sessizliðe inat bütün diller kýpýr kýpýr Kur'an okuyordu. Nihayet beklenen an gelmiþ, mehter hücum marþýný çalmaya baþlamýþtý. EVREN VE SEN Sana niçin baðlandým biliyor musun ey yâr? Biliyor musun seni niçin sevdim? Evrene tutkundum senden önce O devasa düzenden Deme sakýn ne alâka? Pek benzersin kâinata. Baksana sayýsýz saçlarýn Tesviyeli feza gibi Her biri ayrý hatta Akan bir yýldýz Ýntizamla yol almakta… Sistemin merkezinde ellerin güneþ gibi Ne zaman yaklaþsam Tüm bedenim yanmakta Ýçerim kavrulmakta… Aðzýn oval bir dünya Burnun tuhaf gök cismi Gözlerindeyse maþuk Göðün mavisi gizli… Yüzün ise tam bir ay Kalmamýþ merhalesi Baksana dört yanýna Halkalý nur hâlesi…. Ömer KOYUNCU 48 Ulubatlý Hasan ve arkadaþlarý okun yaydan fýrladýðý gibi bir anda "Allah Allah" sesleriyle ileri atýlmýþlardý. Ulubatlý Hasan bir elinde sancak, bir elinde kalkan hýzla koþuyordu. Bir süre sonra surlarýn dibine gelmiþlerdi. Bir anda merdivenler duvarlara dayandý. Hasan ilk merdivenden süratle yukarý doðru týrmanmaya baþladý. Taburdaki diðer askerler de onu takibe baþladýlar. Onlarýn ardýndan diðer guruplarýn askerleri de surlara dayandý. Atýlan taþlara, oklara, üzerlerine dökülen kýzgýn yaðlara raðmen yýlmadan burçlara doðru çýkýyorlardý. Bazý askerler üzerlerine dökülen kýzgýn yaðlarýn acýsýyla aþaðý düþerken, bazýlarý da gelen oklara göðüslerini siper ediyorlardý. Ulubatlý Hasan burca yaklaþmak üzereydi. Yaðmur gibi gelen oklara maharetle kalkanýný siper ediyordu. Nihayet surlarýn üzerine çýkmayý baþardý. Bir an doðrulup aþaðý doðru baktý. Ýlerilerde beyaz atýnýn üzerinde bir kartal gibi duran Sultan Mehmet'i gördü. O anki heyecanla kalkanýný fýrlatýp aþaðý attý. Sancakla birlikte kollarýný iki yana açarak var gücüyle baðýrmaya baþladý. - Zafer senin sultaným, Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber, Sultan Mehmet, surlarýn tepesinde bir zafer anýtý gibi duran Hasan'ý ve elindeki sancaðý bir süre buðulu gözlerle seyretti. Sonra yanýndaki paþalardan birine dönerek. - Eðer sultan olmasaydým, Ulubatlý Hasan olmak isterdim dedi. Sonra da atýný hýzla ileri sürdü. - Günün bitti Bizans. Haydi, aslanlarým ileri! Bir anda ortalýk toz dumana karýþtý. Allah Allah sesleri arasýnda Osmanlý ordusu hücuma geçti. Ulubatlý Hasan yediði birkaç ok darbesine raðmen palasýný çekerek vuruþmaya baþladý. Uzun palasýný bir kýlýç gibi ustalýkla kullanýyor, önüne çýkan askerleri birkaç hamlede surlardan aþaðý atýyordu. Ulubatlý'nýn þimþek gibi çakan kýlýcýndan ürken düþman askerleri uzaktan ok yaðdýrmaya baþladýlar. Oklar peþ peþe Hasan'ýn vücuduna saplanýyordu. Ayakta duramayacaðýný anlayan Ulubatlý, sancaðý Topkapý'daki surlarýn üzerine güçlükle dikti. Vücudunun delik deþik olmasýna raðmen yaralý bir aslan gibi sancaðýn yanýna Bizans askerlerini yaklaþtýrmýyordu. Onun bu halini gören arkadaþlarý yetiþip Hasan'ýn etrafýna halka oldular. Sancaðýn artýk emin ellerde olduðunu anlayan Hasan son bir kez aþaðýya baktý. Gözleri çok sevdiði kartal burunlu, kartal bakýþlý sultanýný aradý. Onu çok seviyordu. Resulullah'ýn "Kiþi sevdiði ile beraberdir" hadisini hatýrladý. Gülümseyerek sancaðýn dibine düþtü.