"su yasası" nın çıkarılması hakkında yapılan
Transkript
"su yasası" nın çıkarılması hakkında yapılan
SU VE TOPRAK 1 İÇİNDEKİLER SUNUŞ BÖLÜM I SU VE TOPRAK KAYNAKLARIMIZ 1. Doğal Dolaşımdaki Su Varlığımız 2. Toprak Kaynaklarımız 3. Su ve Toprak Kaynaklarımızın Geliştirilmesi BÖLÜM II SU YASASI ÇALIŞMALARI 1. Sularla İlgili Hukuksal ve Tarihsel Durum ve Düzenlemelerin Kronolojisi İslam Hukuku T.C. Anayasası’na Göre Sular Medeni Kanun’da Sular Umuma Ait Sular Kadim Su Hakkı ve Su İhtilafları 6200 Sayılı DSİ Umum Müdürlüğü Kanunu Su Kullanımlarında Entegre Yaklaşımlar 2. Yabancı Ülkelerin Su Mevzuatları ve Su Yönetim Yapıları İspanya Su Yasası Birleşik Krallık’ta Su Hizmetleri Yönetimi Almanya’da Su Kaynakları Yönetimi Danimarka Su Yasası Fransa Su Kaynakları Yönetimi Avrupa Topluluğu Su Politikası Brezilya Su kaynakları Politikası İsrail Su Yasası Güney Afrika Cumhuriyeti Su Politikası Meksika Su Yasası ve Su Yönetimi Belçika Su Yönetimi 3. Yabancı Su Mevzuatlarının Ortak Yönleri 4. Su Yasası Çalışmaları 4.1 Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’ndaki Hukuki ve Kurumsal 2 Düzenlemeler BÖLÜM III DÜNYA BANKASI’NIN TÜRKİYE İÇİN SKY MODELİ ÖNERİSİ 1. SKY Kurumsal Yapısı İçin Öneriler 2. Rapordan Çarpıcı Tespit ve Öneriler 3. Raporun Değerlendirilmesi BÖLÜM IV TAŞKIN SULARI HUKUKU 1. Taşkın Suları Üzerine Bir Etüt 2. Örnek Olaylar 2.1 Kocaeli Dil Deresi Taşkını 2.2 Seyhan ve Ceyhan Irmakları ile Sarıçam Deresi ve Çakıt Suyu 2.3 DSİ Elazığ Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Durum 2.4 DSİ Diyarbakır Bölge Müdürlüğü’nün Karşılaştığı Sorunlar 2.5 DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü’nün Taşkın Sorunları 2.6 DSİ Kayseri Bölge Müdürlüğü’nün Taşkın Sorunları 2.7 DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Taşkın Yaratan Ana Nedenler 2.8 DSİ Van Bölge Müdürlüğü’nde Durum 2.9 DSİ Sivas Bölge Müdürlüğü’nün Karşılaştığı Sorunlar 2.10 DSİ Aydın Bölge Müdürlüğü’nün Sorunları ve Çözüm Önerileri 2.11 DSİ Trabzon Bölge Müdürlüğü’nün Çözüm Önerileri 2.12 DSİ Balıkesir Bölge Müdürlüğü’nde Durum 3. Türkiye’nin Taşkın Riski ve Nedenleri 3.1 DSİ Genel Müdürlüğü’nün Taşkın Zararlarının Azaltılması Çalışmaları 3.2 Daha Etkin Bir Taşkın Yönetimi İçin Öneriler BÖLÜM V BARAJLARIN TEKNİK GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI KONUSUNUN 3 HUKUKİ BOYUTU BÖLÜM VI SU VE TOPRAK KAYNAKLARININ KİRLENMESİ 1. Su Kirlenmesi ve Nedenleri 1.1. Kirlilikle Mücadelede Kurumlar 1.1.1 Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü 1.1.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 1.1.3 DSİ Genel Müdürlüğü 1.1.4. İller Bankası Genel Müdürlüğü 1.1.5. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı 1.1.6. Yerel Yönetimler 1.2. Su Kirlenmesi Tespit Giderme ve Denetim Çalışmalarında Karşılaşılan Darboğazlar 1.3 Uluabat Gölü Havzası’nda Su Kalite Gözlem Çalışmaları ve Mevcut Durum 2. Toprak Kirlenmesi 2.1 Toprağın Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması 2.2 Toprağın Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik Faktörlerden Dolayı Kirlenmesi 2.3 Toprak Kirlenmesi ile İlgili Kuruluş ve Yasalar 3. Usûl Hükümleri Açısından Çevre Sorunu 3.1 Giriş 3.2 Dava ve Taraf Ehliyeti İle Hukuki Yarara İlişkin Sorunlar 3.3 Görev ve Yetkiye İlişkin Sorunlar 3.4 Dava Nedenine ve Hukuki Nedene İlişkin Sorunlar 3.5 İspata ve Delillere İlişkin Sorunlar 3.6. Sonuç ve Değerlendirme 4 BÖLÜM VII. SINIRAŞAN SULAR 1. Sınıraşan Sular Hukuku 1.1. Uluslararası Sular Kullanım Hakkına İlişkin Nazariyeler İle Irak Suriye Taleplerinin Karşılaştırılması 1.3 Uluslararası Suların Ulaşım (Navigasyon) Dışında Kullanımına İlişkin Tedvin (Codification) Çalışmalarının Ülkemiz Açısından Değerlendirilmesi 2 Sınıraşan Sularımız 2.1 Genel Değerlendirme 2.2 Dicle ve Fırat Havzası 2.2.1 Hidrolojik Havza Boyutu 2.2.2 Teknik Değerlendirme 2.2.3 Sosyo-Ekonomik Değerlendirme 2.3 Dicle ve Fırat Suları Anlaşmaları 2.3.1 1946 Antlaşması 2.3.2 1987 Protokolü 2.3.3 Ortak Teknik Komite Çalışmaları 2.4 Dicle ve Fırat Havzası’nda Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi 2.4.1 Bugünkü Durum 2.4.2 Nihai Gelişme Durumu 2.5 Golan Tepeleri ve Ortadoğu Su Denklemi 2.5.1 Su Denkleminin Çözümünde Dicle ve Fırat Suları 2.6 Suriye’nin Aşırı Su Talebinin Olası Nedeni 2.7 Türkiye - Avrupa Birliği İlişkilerinde Fırat ve Dicle Nehirleri 5 ÖNSÖZ Su ve Toprak kaynakları, insanoğlu için taşıdığı yaşamsal önemin ötesinde ülkelerin varlığı, güvenlik çıkarları, ekonomik gelişimleri açısından da büyük öneme sahip olan doğal kaynaklardır. Bu iki kaynak hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yanlış kullanım baskısı altında bulunmaktadır. Su ve toprak kaynaklarının birlikte uygarlığın gelişmesinde en önemli rolü oynayan doğal kaynaklar olduğu bilinmektedir. Tarih öncesinde uygarlığın gelişmesinde başat rol oynayan bu kaynakların önemi yüzyıllar sonra da azalmamış tersine artmıştır. Bu kaynaklar bugün bir ülkenin ulusal kalkınma ve gelişmesinde en etkili rol oynayan temel kaynaklardır. İnsanlık tarihinde her zaman güç unsurlarının dengesini ve uygarlığın kalitesini belirleyen su ve toprak kaynakları özellikle gıda güvenliğinin sağlanması açısından günümüzde daha da hayati ve stratejik bir konuma gelmiştir. Bu nedenle ülkelerin su ve toprak kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetimi de önem kazanmaktadır. Mevcut durum ve artan su ve gıda sıkıntısı ülkelerin daha etkili ve sürdürülebilir su politikaları ve toprak yönetimi ve tarım politikaları uygulanması gereğini ortaya çıkarmıştır... Ancak bu politikalar küresel reçetelerin dışında ulusal çıkarlar gözetilerek belirlenen ve aynı zamanda sosyal taleplere de duyarlı politikalar olmalıdır. Dünyada güç paylaşımında geçmiştekinden farklı yöntemlerin etkili olduğu bir küresel süreç yaşanmaktadır. Son çeyrek yüzyılda ülkelerin su başta olmak üzere doğal kaynakları ile ilgili olarak küresel anlamda aktörleri, değişenleri ve değişkenleri farklı olan yeni bir döneme girilmiştir. Bu dönemde doğal kaynaklardan oluşan güçlerini stratejik ağırlık merkezleri olarak koruyarak geliştirebilen ve kullanabilen ülkeler, başarı sağlayabileceklerdir. Bu nedenle günümüzde doğal kaynakların korunması aynı zamanda, ulusal güvenlik stratejisinin de ayrılmaz bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizin doğal kaynaklarını korumayı ve ondan en verimli ve sürdürülebilir şekilde ulusal çıkarları doğrultusunda yararlanmayı öncelikleri arasında bulunduran bir kalkınma-gelişme anlayışına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çerçevede su ve toprak kaynaklarımızın en verimli bir şekilde geliştirilmesi konusunda ulusal politikalara duyulan ihtiyaç da gün geçtikçe artmaktadır. USİAD Su ve Toprak Araştırması bu konudaki ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesine katkıda bulunmak amacı ile hazırlanmıştır. USİAD olarak su konusunda genel bir ulusal politika ihtiyacımızı dikkate alarak 2007 yılında yayımladığımız Su Raporu büyük ilgi görmüş ve ikinci baskısı da tamamen tükenmiştir. Su Raporu’nun okunmasından sonra konuyla ilgili uzman kişi, kurum ve kuruluşların yanı sıra, basından ve toplumumuzun çok çeşitli kesimlerinden aldığımız çok olumlu eleştirilerden büyük memnuniyet duyduk. Raporumuzun toplumumuzda su kaynaklarımız ve su hizmetleri yönetimi konusunda yaratılması gerekli olan bilince ve ulusal bir su politikasına duyduğumuz ihtiyaca katkıda bulunduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle bu konuda başlattığımız çalışmaları bu kez daha teknik ve hukuki düzeyde hazırlanılan “Su ve Toprak” başlıklı araştırmamızla sürdürmek istedik Su ve Toprak Araştırmasını hazırlayan uzmanlar Sn. Dursun Yıldız ve Sn. Özdemir Özbay’a ve 6 yayımlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim Saygılarımla Fevzi DURGUN USİAD Genel Başkanı Eylül 2008-İstanbul SUNUŞ Ülkemizin su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi konusunda yasal, yönetmeliksel ve kurumsal bazı düzenlemelere acil gereksinim bulunmaktadır. Bu gereksinimden dolayı son dönemde hazırlanan “Su Yasası Tasarısı Taslağı” ilgili kurum ve kuruluşların görüş ve önerilerine açılmak üzeredir. Yapılan bu çalışma öncelikle hazırlanan su yasası taslağının değerlendirilme çalışmalarında yararlı olabilecek bilgilerle birlikte ülkemizde Selçuklu’dan bu yana suyun statüsünün ne olduğu, ilk yerli düzenleme olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye adlı Osmanlı yasasında nasıl yer aldığı 1926 Hukuk Devrimi ile Medeni Kanunlarımızda ve Anayasalarımızda suya nasıl bakıldığı, bugünkü çok yasalı, çok başlı ve yetki karmaşası içerisindeki durumun ne olduğu ve gelecekte çıkartılacak olan Su Mevzuatında nelerin yer alması gerektiği konuları ele alınmıştır. Bu konular işlenirken geniş bir perspektif kullanılmıştır. Şöyle ki; İsrail, Güney Afrika, İspanya, Fransa, Almanya, Danimarka, İngiltere, Brezilya ve Meksika su mevzuatının önemli bölümleri ile Avrupa Topluluğu’nun suya ve çevreye ilişkin bütün direktiflerine kitapta yer verilmiştir. Öte yandan su ve toprak kaynaklarının ülkemizde hangi etki ile kirlendiği ve bu kirlilik ile yasal mücadelenin nasıl yapılacağı ele alınmıştır. Sınıraşan ve sınır oluşturan sularımızla ilgili geçmiş değerlendirmesi, mevcut durum analizi ve gelecek projeksiyonları yapılmıştır. Bu araştırmamızda ülkemizin önemli bir sorunu olan taşkın suları konusu da DSİ Bölge Müdürlükleri sırasına göre ele alınarak işlenmiştir. Öte yandan bu araştırmada Dünya Bankası’nın su konusunda Türkiye’de Su Yönetimi ile ilgili öneriler ele alınarak incelenmiştir. Yararlı olacağı umuduyla saygılar sunarız. Özdemir Özbay - Dursun YILDIZ Ankara, Eylül 2008 7 DURSUN YILDIZ: İnşaat Mühendisi ve Su Politikaları Uzmanı 1958 yılında Samsun’da doğan Dursun Yıldız, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. Daha sonra DSİ Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı Bu dönemde Hollanda ve ABD de lisans üstü mesleki teknik eğitim ve uygulama programlarına katıldı. ATAUM’da “AB Temel Eğitimi” ve “Uluslararası İlişkiler Uzmanlık” programlarını izledi. Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde Su Politikaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. DSİ’de Teknik Araştırma ve İçme Suyu Dairesi Başkanlıkları’nda Şube Müdürlüğü ve Daire Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Bu dönem içinde Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak ders verdi. UMAG’da su ve enerji politikaları konusunda konferanslar verdi. 2007 yılında DSİ’den emekliye ayrıldı. TMMOB ve İnşaat Mühendisleri Odasında çeşitli dönemlerde Yönetim Kurulu Üyeliği ve İkinci Başkanlık görevlerinde de bulunan Dursun Yıldız’ın mesleki, teknik, teknopolitik ve hidropolitik alanlarında yurt içi ve yurt dışında yayımlanmış çok sayıda teknik rapor, bildiri ile makaleleri ve beş adet raporu ve kitabı vardır. Dursun Yıldız Türkiye Ziraatçılar Derneği tarafından su politikaları konusundaki araştırmaları nedeniyle “2008 yılı Başarı Ödülü’ne” layık görülmüştür. USİAD Genel Başkan Danışmanı olan Dursun Yıldız halen kendi Mühendislik ve Müşavirlik firmasını yürütmektedir. Dursun Yıldız evli ve iki çocuk babasıdır. ÖZDEMİR ÖZBAY Avukat DSİ Eski Baş Hukuk Müşaviri 1944 yılında Kayseri Pınarbaşı’nda doğan Özdemir Özbay 1971 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Daha sonra 1972 yılında DSİ Genel Müdürlüğü’nde göreve başladı ve 1979 yılına kadar DSİ 16. Bölge Müdürlüğü Keban Barajı’nda görev yaptı. Bu dönemde Keban Barajı kamulaştırma ve müteahhit itilaflarından sorumlu avukat olarak çalıştı. 1979 ile 1997 yılları arasında DSİ Hukuk Müşavirliği’nde Karakaya Barajı, Atatürk Barajı ve GAP ile ilgili kamulaştırma ve mukavele itilaflarında sorumlu avukat olarak görev yaptı Daha sonra 1997 ile 2007 arasında DSİ Hukuk Müşaviri ve Baş Hukuk Müşaviri olarak çalıştı. 2007 yılında emekli olan Özdemir Özbay halen bir Mühendislik ve Müşavirlilik bürosunun Hukuk Müşaviri olarak çalışıyor. DSİ’de çalışma süresi içinde Devlet Planlama Teşkilatı Altıncı, Yedinci ve Sekizinci 5 Yıllık Kalkınma planlarının hazırlanması komisyonlarında komisyon üyeliği ve başkanlığı yapan Özdemir Özbay, DSİ mevzuatı ile ilgili TBMM Komisyonları’nda komisyon üyelerine bilgi verdi ve çalışmalara katkıda bulundu. Evli ve iki çocuk babası olan Özdemir Özbay’ın çeşitli dergilerde yayımlanmış sempozyum ve konferanslarda sunulmuş birçok makale, bildiri ve kitabı bulunmaktadır. 8 BÖLÜM I SU VE TOPRAK KAYNAKLARIMIZ 1. TÜRKİYE’NİN SU KAYNAKLARI VE SU KULLANIMI 1.1 ÜLKEMİZDEKİ SU KAYNAKLARININ KISA KÜNYESİ TÜRKİYE SU KAYNAKLARININ KISA KÜNYESİ Yıllık ortalama yağış: 643 mm. Yağan yağmurdan akarsularla göllere boşalan miktar: 186 milyar m3/yıl Çeşitli amaçlar için kullanılabilir yer altı suyu potansiyeli: 41 milyar m3/yıl(Brüt) Ekonomik olarak geliştirilebilir su potansiyelimiz: 112 milyar m3/yıl : 42,2 milyar m3 (6,2 milyar m3 yer altı suyu 2004 yılı itibariyle su tüketimimiz + 36 milyar m3 yüzeysel su) : 31,3 milyar m3 sulama (%74) 2004 yılında suyun sektörel tüketimi 6.2 milyar m3 içme kullanma (%15) 4.5 milyar m3 endüstri (%11) Yer altı suyundan kullanılan sulama suyu : 2,1 milyar m3 Yer altı suyundan kullanılan içme kullanma suyu : 2,0 milyar m3 Yer altı suyundan kullanılan endüstri suyu : 2,1 milyar m3 Yılda kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı (75 milyon nüfus ile) :1500 m3/kişi/yıl Kişi başına ortalama günde içme kullanma suyu tüketimi : 250 l/s Ekonomik olarak geliştirilebilir su potansiyelimizin kullanılma oranı (2008) : %37 Tarım arazisi: 28,05 milyon hektar Sulanabilir arazi: 25,85 milyon hektar Ekonomik olarak sulanabilir alan: 8,5 milyon hektar DSİ tarafından sulamaya açılan alan: 2,4 milyon hektar Toplam sulanan alan: 4 milyon hektar. 9 1.2 SU KAYNAKLARI Ülkemize yılda 501 milyar m³ yağış düşmekte, bunun %37’sine karşılık gelen 186 milyar m³’ü akışa geçerek, 95 milyar m³ ekonomik olarak kullanılabilir forma dönüşmektedir. Ülke yüzeyine yılda düşen ortalama 630–643 mm yağışa karşılık ülkemizin yenilenebilir su potansiyeli 234 milyar m3 olup, bunun 41 milyar m³’ü yer altı suları, 193 milyar m³’ü ise akarsulardan meydana gelmektedir. Yer altı su potansiyelinin ekonomik ve teknik anlamda kullanılabilir yıllık potansiyeli 12 milyar m³’dür. Bunun 8,8 milyar m³’ü DSİ tarafından tahsis edilmiş olup, fiilen kullanılan miktarı 6 milyar m³’dür. Ülkemizde çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda tüketilebilir yüzey ve yer altı suyu potansiyeli miktarı, yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m³, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar m³ olmak üzere yılda ortalama toplam 98 milyar m³ yer üstü ve 12 milyar m³ yer altı suyu olmak üzere toplam 110 milyar m³ olarak belirlenmiştir. Bu miktarın bölgesel ve mevsimsel dağılımındaki dengesizlik önemli bir sorundur. Yıllık ortalama yağış miktarı ülke genelinde 250 mm’den 2500 mm’ye kadar değişmektedir. Bu suyun %36’sına karşılık olan 39,3 milyar m³/yıl miktarı farklı amaçlara yönelik olarak kullanıma sunulmuştur. Geriye kalan 71 milyar m³/yıl su halen kullanılamamaktadır. Şekil 2.1: Türkiye’de Yıllık Yağış Türkiye’de 26 su havzası bulunmaktadır. Bu havzalardan 6 tanesi; a) Meriç ve kolları, b) Koca Dere, Mutlu Deresi, Sarp Deresi, Balık Çayı ve Baradost Çayı gibi küçük tekil akarsular, c) Çoruh Irmağı, d) Aras Havzası, Van Havzası’nda Özalp yakınında Kotur kolu, e) Asi Irmağı ve Afrin kolu; f) Fırat ve Dicle’nin doğrudan sınırı aşan kolları, sınıraşan ya da sınır oluşturan sular kapsamında yer almaktadır 10 Türkiye, Dicle, Fırat, Çoruh, Aras nehirlerinde ve küçük tekil akarsularda memba (yukarı-kıyıdaş) ülke, Meriç Nehri’nde mansap (aşağı-kıyıdaş) ülke, Asi Nehri’nde ise memba ve büyük oranda mansap ülke konumundadır. Bu havzaların Türkiye’deki yağış alanları toplam 256 bin km² ile ülke yüzölçümünün yaklaşık 1/3’ünü kaplamaktadır. Türkiye’deki ortalama su potansiyelleri ise toplam 70 milyar m3/yıl ile ülke ortalama su potansiyelinin üçte birinden biraz fazlasına karşı gelmektedir. Genel olarak bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10 bin m3 su potansiyeline sahip olması gerektiği kabul edilmekte, su potansiyeli bin m3’ten az olan ülkeler ise “su fakiri” olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede su zengini bir ülke olmayan Türkiye’de teknik ve ekonomik olarak geliştirilebilir yenilenebilir yıllık su potansiyelimiz dikkate alındığında kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli yaklaşık 1500 m³’dür. Bu değer nedeniyle ülkemiz, su fakiri olmamakla birlikte, su kısıdı bulunan ülkeler arasında sayılmaktadır. Kişi başına düşen yıllık teknik ve ekonomik geliştirilebilir su miktarı olarak ülkemiz su azlığı yaşayan ve su kısıdı bulunan bir ülke konumundadır. DİE’nin tahminlerine göre 2030 yılına kadar ülkemiz nüfusunun 100 milyona ulaşması durumunda, kişi başına düşecek teknik ve ekonomik olarak kullanılabilir su miktarı bin m³’e düşecektir. 2005 yılı itibariyle sulama sektöründe 31 milyar m3, içme suyu sektöründe 7,1 milyar m3, sanayide 4,9 milyar m3 olmak üzere toplam 43 milyar m3 su tüketildiği hesaplanmaktadır. Bu durum mevcut su potansiyelimiz olan 112 milyar m3 ün ancak %38’ini geliştirebildiğimizi göstermektedir. 2030 yılına kadar su potansiyelimizin tümünün yukarıdaki şekilde verilen Milyon m3 oranlar ölçüsünde geliştirilmesi planlanmaktadır. 80.000 70.000 60.000 50.000 40.000 30.000 20.000 10.000 0 1990 1992 1998 Yıllar 2000 2030 Sulama İçme Kullanma Sanayi Tablo-2.1: Türkiye’de Sektörlere Göre Su Kullanımı 11 1.3 SU HAVZALARIMIZ Şekil. Türkiye’deki nehir havzaları Türkiye 26 adet hidrolojik havzaya bölünmüştür. Şekilde verilen bu 26 havzanın, 15 adedi nehir havzası, 7 adedi irili ufaklı akarsulardan oluşan müteferrik havza, 4 adedi ise, denize boşalımı olmayan kapalı havzalardan meydana gelmiştir. Tablo… Akarsu Havzalarına Göre Yıllık Ortalama Su Potansiyeli (DSİ) Ortalama Ortalama Yllık Verim Havza Adı Potansiyel Yıllık Akış (km³) İştirak Oranı (l/s/km²) (%) 21 Fırat Havzası 26 Dicle Havzası 22 Doğu Karadeniz Havzası 17 Doğu Akdeniz Havzası 9 Antalya Havzası 13 Batı Karadeniz Havzası 8 Batı Akdeniz Havzası 2 Marmara Havzası 18 Seyhan Havzası 20 Ceyhan Havzası 15 Kızılırmak Havzası 12 Sakarya Havzası 23 Çoruh Havzası 14 Yeşilırmak Havzası 3 Susurluk Havzası 24 Aras Havzası 16 Konya Kapalı Havzası 7 Büyük Menderes Havzası 25 Van Gölü Havzası 4 Kuzey Ege Havzası 5 Gediz Havzası 1 Meriç-Ergene Havzası 6 Küçük Menderes Havzası 19 Asi Havzası 10 Burdur Göller Havzası 11 Akarçay Havzası Toplam 31,61 21,33 14,90 11,07 11,06 9,93 8,93 8,33 8,01 7,18 6,48 6,40 6,30 5,80 5,43 4,63 4,52 3,03 2,39 2,09 1,95 1,33 1,19 1,17 0,50 0,49 186,05 17,0 11,5 8,0 6,0 5,9 5,3 4,8 4,5 4,3 3,9 3,5 3,4 3,4 3,1 2,9 2,5 2,4 1,6 1,3 1,1 1,1 0,7 0,6 0,6 0,3 0,3 8,3 13,1 19,5 15,6 24,2 10,6 12,4 11,0 12,3 10,7 2,6 3,6 10,1 5,1 7,2 5,3 2,5 3,9 5,0 7,4 3,6 2,9 5,3 3,4 1,8 1,9 100 12 Akarsu havzalarımızın yıllık ortalama su potansiyeli, potansiyele iştirak oranları ve ortalama yıllık verimleri Tablo....da verilmiştir. 2006 yılı itibariyle bu havzalardaki su kaynakları kullanımı konusunda elde edilen sonuçlar Şekil.... ve Tablo......da verilmiştir ( W. B. 2006). 200 150 100 Van Dicle Aras Çoruh Firat Dogu Karadeniz Asi Ceyhan Seyhan Dogu Akdeniz Konya Havzalar Kizilirmak Yesilirmak Bati Karadeniz Sakarya Akarçay Antalya Burdur Gölü Bati Akdeniz Büyük Menderes Küçük Menderes Gediz Kuzey Ege Marmara Susurluk Meriç Ergene 0 50 Kullanilan Kapasite (%) 250 300 Şekil…2006 Yılı için Türkiye’deki Nehir Havzalarında Su Kaynakları Kullanımı Tahmini Bu şekil incelendiğinde Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Akarçay, Konya ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yer altı suyu kullanımının bu havzalardaki yenilenebilir su potansiyelini aştığı ortaya çıkmaktadır. Sakarya, Ceyhan ve Van havzalarının da bu limite ulaştığı görülmektedir. Ülkemizdeki su havzalarında ekonomik olarak sulanabilir alanların tümünün 2030 yılına kadar geliştirildiği kabul edildiğinde 26 nehir havzasının 15’inde su kullanımının yenilenebilir su potansiyeli limitini aştığı, üç havzanın ise bu sınıra yaklaştığı görülmektedir (WB 2006). Bu durum Şekil... da açıkça görülmektedir. 13 200 150 100 Van Dicle Aras Çoruh Fýrat Doðu Karadeniz Asi Ceyhan Seyhan Konya Doðu Akdeniz Yeþilýrmak Havzalar Kýzýlýrmak Sakarya Batý Karadeniz Akarçay Antalya Burdur Gölü Batý Akdeniz Büyük Menderes Gediz Küçük Menderes Kuzey Ege Marmara Susurluk Meriç Ergene 0 50 Kullanilan Kapasite (%) 250 300 Şekil… 2030 Yılı için Türkiye’deki Nehir Havzalarında Su Kaynakları Kullanımı Tahmini Su havzalarımızda kişi başına düşen toplam yıllık ortalama akım değerleri Şekil… de verilmiştir. Bu şekil incelendiğinde Batı Akdeniz, Antalya, Çoruh ve Dicle Havzaları’nda kişi başına düşen toplam yıllık akım miktarlarının diğer havzalardan daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu havzaların hiçbirinde 2006 yılı itibariyle su kullanım oranı yenilenebilir su potansiyelini aşmamıştır. 10000 8000 6000 4000 Toplam Dicle Van Aras Çoruh Firat Dogu Karadeniz Ceyhan Asi Seyhan Dogu Akdeniz Havzalar Konya Kizilirmak Yesilirmak Bati Karadeniz Sakarya Akarçay Burdur Gölü Antalya Bati Akdeniz Büyük Menderes Küçük Menderes Gediz Kuzey Ege Marmara Susurluk Meriç Ergene 0 2000 Toplam Yillik Akim/Kisi (m3/yil/kisi) 12000 14000 Şekil… Su Havzalarımızda Kişi Başına Düşen Toplam Yıllık Ortalama Akım 14 Türkiye'nin ekonomik yapısına, nüfus artış hızına ve enerji ihtiyacına baktığımızda, su kaynaklarının enerji ve sulamada kullanımının yoğunlaştırılması önemli bir ihtiyaç olarak ön plana çıkmaktadır. 2. Toprak Kaynaklarımız 2. Türkiye’de Toprak Kaynakları Toprak kaynaklarımızın sürdürülebilir bir temelde kullanımı ve yönetimi için potansiyel tespitinden önce sınıflandırılmaları ve karakteristiklerinin ayrıntılı belirlenmesi gerekmektedir. Arazi gözlemleri ve laboratuar bulguları yanında bulundukları iklim koşulları, oluşturdukları ana madde doğal bitki örtüsü, fiziksel, kimyasal, genetik, jeolojik ve morfolojik özellikleri de sınıflandırmada dikkate alınmaktadır. Sınıflandırmada değişik fazların yayılma alanları ile her fazın eğim-erozyon, yaşlılık ve toprak yetersizliklerinin varlığına ve şiddet derecesine göre yorumlar yapılarak temsil ettikleri arazilerin kullanma kabiliyet sınıfları da tespit edildikten sonra haritalar hazırlanmakta, bu ölçümlerle ülkenin toprak ve arazi potansiyeli tespit edilmektedir. Toprak kaynaklarımızın potansiyeline yönelik bilgiler (Tablo Ek-3’te) verilmiştir. 2.1- Tarımsal Arazi Varlığımız Ülkemizin tarımda kullanılan arazi miktarının yaklaşık 28.054.054 hektar olduğu Tablo Ek-3’te görülmektedir. Ancak Tablo-1’e göre, ekilebilir arazi miktarı 26.566.768 hektardır. Tablo-1 SINIF Ekilebilir Arazinin Sınıfsal Dağılımı (Bin Hektar) I II III IV 5.086 6.773 7.283 7.425 Toplam 26.567 Ayrıca, Tablo-2’de bu alandan toplam 4.787 bin hektarın ekilmediği, çayır-mera, orman-funda ve tarım dışı arazi gibi değişik kullanma şekilleri altında bulunduğu, tarımda kullanılan arazinin ise sadece 2l.779.864 hektar olduğu anlaşılmaktadır. Tablo-3’te ise toprak işlemesi sakıncalı olan arazilerin 51.333 bin hektar olduğu ifade edilmektedir. Tablo-2 Ekilebilir Arazinin Kullanım Şekli Tarımda Çayır-Mera Orman-Funda kullanılan Kullanımlı Kullanımlı 2l.780 2 972 1 458 (Bin Hektar) Tarım Dışı Toplam Arazi 357 26 567 15 Tablo-3 Toprak işlemesi sakıncalı olan arazilerin sınıfsal dağılımı Sınıf (Bin Hektar) V VI VII VIII Toplam 128 10 826 35 836 4 543 51 333 Ayrıca Tablo-4’te toprak işlemesi sakıncalı olduğu halde tarımda kullanılan 6.274 bin hektarlık bir alan olduğu görülmektedir. Bu arazilerin ekolojik şartlarına göre çayır-mera veya orman olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Tablo-4 Toprak İşlemesi Sakıncalı Arazilerin Kullanım Şekilleri Tarımda Çayır-Mera Orman- Kullanılan Kullanımlı Funda (Bin Hektar) Tarım Dışı Diğer Araziler Su Yüzeyi Arazi Kullanımlı 6 274 18 533 21 770 324 3 061 1 158 Arazi varlığımız üzerinde değişik zamanlarda, farklı kuruluşlar tarafından yapılan çalışmalar farklı sonuçları ortaya koymuştur. Ayrıca tapu ve kadastro çalışmalarının bitirilememesi sonucu ülke topraklarının mülkiyet durumu ve arazilerin vasıfları tam olarak bilinememektedir. Tablo-5 KAYNAK DİE (1980) Çeşitli Kurumlara göre Ülke Arazi Varlığı TARIM ÇAYIR-MERA ARAZİSİ 28.17 19.72 (Milyon ha) ORMANFUNDA 20.17 ÜLKE YÜZÖLÇÜMÜ ---- DİE (1991) 21.10 12.38 19.24 77.94 DİE (2001) 21.60 14.62 18.48 77.94 DSİ (1993) 28.06 21.51 23.25 77.95 KHGM (1987) 27.70 21.75 23.47 77.80 KHGM (1998) 28.05 21.50 23.23 77.89 ---- ---- 20.20 ---- OB (1994) Sahip olduğumuz en büyük doğal varlık olan topraklarımızın korunmasını, dengeli kullanılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan girişimler; toprağın sahip olduğu değerlerin, gelişen bilim ve teknolojinin imkânlarını da kullanarak detaylı bir şekilde tanımlanması, özelliklerinin çok iyi belirlenmesi, haritalanması ve veri tabanı oluşturularak buna dayalı planlamaların yapılması ile mümkündür. Oysa Türkiye’deki sorunlar toprak varlığının tespiti aşamasında başlamaktadır. Toprak ve arazi potansiyeli tespit çalışmalarının doğruluk derecesi, 16 toprak etütlerinin tipi ile yeterlilik ve doğruluk derecesine bağlı iken, mevcut envanterler sağlıksızdır ve güncelliğini yitirmiştir. Bazı yöre ve havzaların bir bölümünde yapılan ve yaygın olmayan detaylı toprak haritalarının dışında, ülke genelinde toplu değerlendirme yapılabilmesi için sadece Mülga TOPRAKSU tarafından 1966–71 yıllarında yapılan ve 1982– 84 yılları arasında güncelletiriler yoklama düzeyinde toprak etütleri mevcuttur. TOPRAKSU Genel Müdürlüğü ve devamında KHGM tarafından yürütülen bu çalışmalar, halen ülke toprakları ve arazilerinin kullanımı sorunları hakkında başvurulacak yegâne kaynak niteliğini taşımakta olup, bu verilerin dünyada geçerli olan son sistemlere göre yenilenmesi gerekmektedir. 2.2 Toprak Varlığı ve Özellikleri Türkiye, toprak kaynakları açısından yeterince zengin değildir. 1982–84 yıllarında güncellenen yoklama düzeyindeki toprak etütlerinin yorumlarına göre belirlenen arazi yetenek sınıflarının özellikleri ve dağılımını gösteren veriler incelendiğinde; korunması gereken arazilerin ülkemizin yaklaşık dörtte birini oluşturduğu, her türlü tarıma elverişli arazilerin ise sadece %6,5 oranında kaldığı görülmektedir (Tablo-6). Tablo-6 Türkiye’de Arazi Yetenek Sınıflarının Özellikleri ve Dağılımı ARAZİ YETENEK SINIFLARI VE ÖZELLİKLERİ Özellik Verim Gücü Her türlü tarıma ve işlemeye %100 elverişli İşlemeli tarıma orta elverişli %83 Sınıf TOPLAM ALAN (HEKTAR) 1965–71 1982–84 GENEL TOPLAMA ORANI (%) 1965–71 1982–84 I 5.012.537 5.086.084 6.4 6.5 II 6.758.702 6.712.873 8.7 8.7 İşlemeli tarıma sınırlı %66 III 7.574.330 7.282.763 9.7 9.3 Özel önlemle özel ürün %50 IV 7.201.016 7.425.045 9.3 9.5 26.546.585 26.556.768 34.1 34 127.934 0.2 0.16 Top. İşlenmeyen yaş veya kaya çıkışlı %33 düz arazi İyi mera, iyi orman %20 VI 10.238.533 10.825.762 13.2 13.9 Boruk mera, bozuk orman VII 36.288.553 35.836.350 46.6 46.0 Top. 46.692.633 46.790.036 60.0 60.0 Tarıma elverişsiz arazi Toplam (su yüzeyi hariç) %10 %0 V 165.547 VIII 3.455.513 4.542.896 5.9 5.8 Top. 76.694731 76.741.591 100.0 100.0 17 TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978; KGHM, Yıllık Envanter, Ankara 1998. Topraklarımızın %31,5’inde taşlılık, %3,6’sında drenaj ve %1,7’sinde çoraklık sorunu mevcuttur. Ülke topraklarının %63,2’sinde ileri derecede su erozyonu sorunu mevcut olup, rüzgâr erozyonundan etkilenen alan %0,65tir (Tablo-7,8). Tablo-7 Türkiye Topraklarındaki Sorunlu Alanların Dağılımı Sorun Türü Genel Alanda Alan (ha) % Tarım Alanında Alan (ha) % Drenaj 2.775.115 3.1 1.970.538 9.0 Çoraklık 1.518.722 1.7 837.405 3.8 Taşkınlık 28.484.331 31,5 2.989.093 13,6 TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978. Tablo-8 Türkiye Topraklarının Erozyon Özellikleri Erozyon Derecesi Erozyon Şiddeti Ha % Su Erozyonu 1 Yok 5.166.627 6.64 2 Hafif 5.611.892 7.22 3 Orta 15.592.750 20.04 4 Şiddetli 28.334.933 36.42 5 Çok Şiddetli 17.366.463 22.32 Çıplak Kayalık 2.930.933 3.77 506.309 0.65 Rüzgâr Erozyonu TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978. 2.3 Arazi Varlığının Kullanılma Şekilleri Mülga KHGM 2005 yılı verilerine göre; Türkiye’de 78 milyon hektar toplam arazinin %27,3’ünde kuru tarım, %5,6’sında sulu tarım, %3,1’inde bağ-bahçe ve özel ürün tarımı yapılmakta, %27,6’sı çayır-mera ve %29,8’i orman-funda olarak kullanılmaktadır. Tablo-7. Tabloların incelenmesinde görülebileceği gibi ülkemizde tarıma elverişli I, II, III, IV. sınıf arazi varlığı 26.567 bin hektar; işlemeli tarım yapılan toplam arazi ise 28.053 bin hektardır. 6.274 bin hektar arazi V, VI ve VII. sınıf arazi olup özel ürün arazisi değilse, orman18 funda, çayır-meraya terk edilmelidir. Aynı şekilde halen orman-funda, çayır-mera örtüsü altında olan toplam 4.786 bin hektar I, II, III ve IV. sınıf arazinin ise tarıma açılması uygun olacaktır. Tarım Arazilerinin Önem Sınıflaması, son dönemde tarım arazilerini korumaya yönelik bir sınıflandırma sistemi olarak TKB’ce ülkemizde de uygulamaya konulmuştur. Ağırlıklı olarak 1982–84 verilerini yorumlayan bu sisteme göre, her türlü tarıma elverişli olan ve tarım dışında kullanılmaması gereken mutlak tarım arazisi miktarı, toplam tarım arazisinin %39’unu oluşturmaktadır (Tablo-9). 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” ile bu arazilerin belli istisnalar dışında amaç dışı kullanılmasını önlemeye yönelik yaptırımlar getirilmiştir. Ancak, kanunun geçici 1. maddesi ile 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izinler alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış arazilerin istenilen amaçla kullanımına belirli şartlarla izin verilmesi düzenlemesinin iptali amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır. Tablo-9 Tarım Arazilerinin Önem Sınıflaması TARIM ARAZİLERİ Mutlak tarım arazileri Alan (Ha) Oran (%) 10 451 984 39.5 Özel ürün arazileri 6 867 374 26.0 Dikili tarım arazileri 1 860 874 7.0 Marjinal tarım arazileri 7 261 275 27.5 26 441 507 100 TOPLAM TKB, 2005. Her ülkede, toprak kullanımındaki en önemli sektör, tarımsal üretimdir. Değişen ve gelişen ekonomik koşullara göre farklı amaçlara tahsislerinin, hep tarım alanları aleyhine gelişme gösteriyormuş gibi algılanması yanlıştır. Ülkenin toprak miktarının sabit olması ve her kullanımın ülke kalkınmasına katkıda bulunmasının doğallığı nedeniyle, tarım alanlarının azalması doğal karşılanmalıdır. Asıl sorun, toprak ve arazi kullanımının doğru ya da yanlış olması noktasında ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde konuyu düzenleyen “Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına Dair Yönetmelik” ve sonraki adıyla “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılması Hakkında Yönetmelik”te birkaç kez yapılan değişiklikle amaç dışı kullanıma yönelik getirilen yeni istisnalar ve verilen diğer izinler yanında, kaçak yapılaşmaların yoğunluğu, nitelikli tarım 19 topraklarının konut ve sanayi amaçlı kullanımlar için yok edilmesini hızlandırmaktadır. Bu konuda verilen yargı kararlarının uygulanmaması, yeni amaç dışı kullanımların da önünü açabilmektedir. Bu tür değişiklikleri önleme açısından önemli olan “Tarım Arazilerinin Korunması ve Amacına Uygun Kullanılmasına İlişkin Tüzük” hazırlıkları gerçekçi bir görüşle hazırlanmalı ve mutlak tarım alanları belirlenmelidir. 2.4 İşletmelerin Yapısal Sorunları ve Arazi Toplulaştırma Çalışmaları Türkiye’de toprak mülkiyet yapısı; mülk sahipliği, arazi büyüklüğü ve parsel adedi yönünden sorunludur. Kırsal alandaki kadastro çalışmaları henüz tamamlanamamıştır. Mülkiyet sistemindeki belirsizlikler, sağlıklı bir toprak-insan ilişkisinin kurulmasını engellemektedir. Ülkemizde 2001 yılı Genel Tarım Sayısı’na göre 100 dekardan az toprağa sahip yoksul ve küçük köylülere ait işletme sayısı, ülkedeki toplam işletme sayısının %83’ü bunların sahip olduğu arazi ise toplam arazinin %4,4’üdür. 100–500 dekar arasında toprağa sahip orta ve zengin köylüler toplam işletme sayısının %15,9’na, toplam arazinin %46’sına sahiptir. 500 dekardan büyük işletmelerin sayısal oranı %1 iken, bu işletmeler toplam tarım arazisinin %12’sine sahiptir (Tablo-10). Tablo-10 Tarımsal işletme büyüklüğüne göre işletme sayısı ve işletmelerin tasarrufunda bulunan arazi (%) İŞLETME BÜYÜKLÜĞÜ (DA) 1991 GTS İşletme sayısı Arazi (da) 2001 GTS İşletme sayısı Arazi (da) Türkiye 100,00 100,00 100,00 100,00 5’ten az 6,34 0,28 5,88 0,26 5–9 9,61 1,07 9,61 1,06 10–19 18,96 4,28 17,86 4,00 20–49 32,13 16,49 31,46 16,02 50–99 17,98 19,94 18,54 20,68 100–199 9,66 20,99 10,83 23,81 200–499 4,38 19,82 5,09 22,83 500–999 0,61 6,39 0,58 6,09 1.000–2.499 0,26 5,91 0,15 2,97 2.500–4.999 0,05 2,79 0,01 0,38 5.000+ 0,01 2,04 0,00 1,91 DİE,1991–2001 GTS. 20 Sahip olunan araziler çok parçalı ve çok ortaklıdır (Tablo-11). Ülke genelinde tarımsal işletme sayısı 1991’e göre %24’lük azalma ile 3.966 binden 3.021 bine düşmüştür. Aynı işletmelerin kullandıkları toplam arazi ise %21 azalarak, 23,4 milyon hektardan 18,4 milyon hektara inmiştir. İşletme sayısında oransal düşüşün arazi miktarındaki oransal düşüşten fazla olması ortalama işletme ölçeğini 5,9 hektardan 6,1 hektara çıkarmıştır. Tablo-11 Arazinin Tasarruf Şekline Göre Dağılımı (Türkiye) İşletme Kendi Arazisi Olanlar Kendi Arazisi Olmayanlar büyüklüğü İşl. Say. Oranı Arazi Oranı İşl. Say. Oranı Arazi Oranı (da) 2001 Toplam 2.913.506 96,44 177.633.133 96,37 107.701 3,56 6.696.368 3,63 50’den az 1.887.165 62,46 37.871.564 20,55 71.116 2,35 1.459.574 0,79 50–99 542.785 17,97 36.969.212 20,06 17.211 0,57 1.154.007 0,63 100–499 462.507 15,31 82.604.111 44,81 18.516 0,61 3.353.833 1,82 500–999 16.719 0,55 10.801.090 5,86 711 0,02 417.463 0,23 4.330 0,14 9.387.156 5,09 147 0,00 311.491 0,17 1.000+ 1991 Toplam 3.901.389 98,35 232.276.879 99,05 65.433 1,65 2.234.114 0,95 50’den az 2.607.182 65,72 51.156.146 21,81 52.556 1,32 733.466 0,31 50–99 705.971 17,80 46.307.578 19,75 7.178 0,18 443.115 0,19 100–499 551.575 13,90 94.878.004 40,46 5.522 0,14 826.061 0,35 500–999 24.064 0,61 14.900.457 6,35 137 0,00 82.036 0,03 1.000+ 12.597 0,32 24.034.694 10,68 40 0,00 149.436 0,06 DİE, 1991–2001 GTS Küçük, parçalı ve dağınık tarımsal parsellerden kaynaklanan sorunların giderilmesi ve tarımsal yapının iyileştirilmesi konusunda özellikle sulanan alanlarda gündeme gelen arazi toplulaştırması ve tarla içi geliştirme hizmetleri konusunda yeterli hizmetin verildiği söylenemez. Mülga KHGM tarafından, 2005 yılı başına kadar, toplam 1.037.468 hektardan tarla içi geliştirme hizmeti, 137.692 çiftçi ailesisin 365807 adet parselinde 377.035 hektar arazi toplulaştırma çalışması yapılmıştır. Arazi toplulaştırması uygulaması sonucunda; oransal olarak 1/1,9 yüze olarak %48 oranında arazi toplulaştırılması yapılmış ve parsel sayısı 191.405’e indirilmiştir. 21 BÖLÜM II SU YASASI ÇALIŞMALARI 1. SULARLA İLGİLİ HUKUKSAL VE TARİHSEL DURUM İLE DÜZENLEMELERİN KRONOLOJİSİ Bu tür bir mevzuat taramasına geçmeden önce ülkemizde su kaynaklarına ilişkin yasal düzenlemelerin tarihsel gelişimi ve günümüzdeki yasal durumu hakkında bilgi vermenin yararlı olacağı inancındayız. Bilindiği gibi çevreyi oluşturan en önemli unsurlardan olan su ve toprak ile insanoğlunun hukuk ve teknoloji anlamındaki ilişkileri insanlık tarihi kadar eskidir. Bu kaynaklardan ele almayı düşündüğümüz su, Roma Hukuku’ndan bu yana insanoğlunun üzerinde egemenlik kuramadığı, özel mülkiyete konu edemediği kamuya ait şeylerden sayılmıştır. Bu anlayış genel hatları ile bugünkü hukuk düzenince de benimsenmiştir. “Ancak hızlı sanayileşme ve kentleşme ile kapitalist sistemin kar amacı; aynı sistemde suyun serbest mal sayılması, suya ilişkin hukuki düzenlemelerin suyun kirlenmesine ve verimli bir biçimde kullanılmasına engel olmadığını, hiç değilse bu konuda yetersiz kaldığını göstermektedir". Su kaynakları doğal hidrolojik düzen üzerinde devamlı hareket halindedir. Bu nedenle de öncelikle doğa kanunlarına tabidir. Bu doğal servetten en uygun şekilde yararlanmak, bu doğal serveti ekonomik servet haline getirmek, cağımız gereksinmeleri nedeniyle zorunlu olduğundan, çağdaş teknolojiye uygun hukuksal düzenlemeler getirmesini gerektirmiştir. 1.1 İslam Hukuku: İslam Hukuku’nda toprağın devletin mülkiyetinde olması ve kişilere salt kullanma (intifa) hakkı verilmesi genel ilke olduğundan doğal düzeni içinde bulunan sular üzerinde de özel mülkiyet söz konusu edilmemiştir. Bu nedenle suların kullanılmasına ilişkin esaslar devlet tarafından yürütülmüştür. Ancak İslam Hukuku’nun temelinde teamül büyük önem taşıdığından, eskiden beri kullanılagelen şekle ve kullananlara saygılı olunmuştur. Daha başka bir deyişle su kullananların fiili yararlanma durumları, mülkiyet hakkı imişcesine korunmuştur. Ancak bu koruma, kullanım (intifa) hakkı niteliğinden öte bir statüye kavuşturulmamıştır. Kullanım hakkı ise, devletin tasvip ve izni ile (fermanlarla) oluşmuştur. Sularla ilgili anlaşmazlıklar da fetvalarla çözümlenmiştir. Mecelle (Mecelle-i Ahkâmı Adliyle); 1839 Gülhane Fermanı ile batı dünyasına pencere açan Osmanlı İmparatorluğu 22 1856 Islahat Fermanı ile de hukuk düzenini en azından şekil yolu ile Avrupa Hukuku’na yaklaştırma, anlayışını yerleştirmeye çalışılmıştır. Bu anlamda Osmanlı Yönetimi’nin batılı usullerle tedvin (Codifie) ettiği ilk kanunlardan en önemlisi mecelle olmuştur. Bu düzenleme yapılırken uygulanagelen İslam Hukuku kuralları ile bir ölçüde de örf ve âdete dayanan kurallar toplanarak maddeler haline getirilmiştir. 1879’dan 1926 tarihine kadar yürürlükte kalan bu yasa, Özel Hukuk konularının bir bölümünü yarı teokratik bir biçimde düzenlemiş ve sular konusunda Özel Kukuk açısından ilginç maddeler koymuştur. Mecelle doğal durumdaki bütün yer altı ve yer üstü sularının kamu tarafından serbestçe kullanımını kabul etmekle beraber benimsenerek sahiplenerek (ibraz hali) mülkiyet konusu haline getirilen suların özel mülkiyete konu olması durumunu da kabul etmiştir. Böylece doğal imkânlardan ve servetlerden, fırsat eşitliğine göre faydalanmayı ilke saymış, doğal servetten ekonomik şarta geçiş için ibraz koşulunu koyarak emek ve çalışma hakkını korumuştur. 1.2 T.C. Anayasalarına Göre Sular: Yirminci yüzyılda ekonomik ve toplumsal sorunlar, planlı kalkınma politikası, su kaynaklarının tüm potansiyelinin en akılcı biçimde değerlendirilmesini gerekli kılmış, çağın teknik imkânları da buna yeterli olduğundan su kaynaklarının kullanım esaslarının Kamu Hukuku açısından düzenlenmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu nedenle T.C. Anayasaları, mecellenin sular konusundaki ferdiyetçi ve özel hukukçu tedvin sistemini terk ederek sularla ilgili esasları kamu yararı açısından yeniden ele almıştır. Nitekim 18.10.1982 tarihinde kabul edilen yeni anayasanın "Tabii Servetlerin ve Kaynakların Aranması ve İşletilmesi" başlıklı 168. maddesinde de aynı prensip kabul edilmiştir. Madde "Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi servet ve kaynağın arama ve işletmesinin, devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılması kanunun açık iznine bağlıdır. 21.11.2001 tarih ve 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu 8.12.2001 tarih ve 24607 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni Medeni Kanunumuzda da aynı ilke yer almış olup 715. maddesinde de aynen “Sahipsiz yerler ile kamuya ait mallar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça yararı kamuya 23 ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar, gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olmaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir” hükümlerini yinelemiştir. Yeni Medeni Kanunumuzun 756. maddesinde de “Kaynaklar, arazinin bütünleyici parçası olup, bunların mülkiyeti ancak kaynakların arazinin mülkiyeti ile birlikte kazanılabilir. Yer altı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak suya malik olmak sonucunu doğurmaz. Arazi maliklerinin yer altı sularından yararlanma biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır” hükmü yer almıştır. Özel Hukuk ve özel mülkiyete konu sayılan sular dışındaki bütün sular umuma ait sulardır. Bu durumda gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe yapılacak gözetim, denetim ve esasları ve müeyyideler kanununda gösterilir" hükmü getirilmiştir. 1.3 Medeni Kanunda Sular 1. Türk Medeni Kanunu 1912 tarihli İsviçre Federal Medeni Kanunu’ndan iktibas edildiği için, mecelleden tamamen farklı düzenlemeler getirmiştir, İsviçre Medeni Kanunu 22 kantondan oluşan federal devletin kanton Özel Hukuk sistemlerini tedvin ederek Roma Hukuku’nun genel ilkelerini çağımıza taşımış ve Özel Hukuk alanını toplamıştır. Kanunun Türk Medeni Kanunu’na yansımayan 6. maddesinde "Federal Medeni Kanun’un kantonların kamu hukuku yönünden haiz oldukları yetkileri tehdit veya takyit etmediği" hükmü yer almıştır. Bu sebeple medeni hukuk müesseseleri maddeleştirilirken kamu hukuku alanına giren hususlar söz konusu oldukça "bu konuda kanton1arca özel hükümler vazolunur" şeklinde atıflar yapılmıştır. Türkiye'de Medeni Kanun kabul edilirken, Mehaz Kanunu’nun 664. maddesinde düzenlenen umumi sulara ilişkin hükümler 641. maddede ele alınmış ve İsviçre Medeni Kanunu'nun 664. maddesine paralel bir şekilde" sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, akarsular ile menfaati umuma ait malların işletilmesi ve kullanılması hakkında ahkâmı mahsusa vazolunur" denilmekle yetinilmiş ve umuma ait sularla ilgili kullanma esaslarının kamu hukuku açısından ayrıca düzenleneceği açıklanmıştır. Ancak bu husus 82 yıldan bu yana ele alınarak umuma ait yer üstü suları hakkında yasal düzenleme yapılmamıştır. İsviçre’de kanton hukuklarının tarihi statü içinde teessüs etmiş mevcut ve kazanılmış durumları telif etmek ve Federal Medeni 24 Kanunu’nun tatbikine dair intikal devresi hükümlerini içermek üzere, kanuna bir de "son bab" adlı bir bölüm eklenmiştir. Aynı geçiş devresi güçlüğü Türkiye açısından da söz konusu olduğu için bu "son bab" bölümü TBMM'ce "Medeni Kanun’un Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun" (Tatbikat Kanunu) adı altında bir kanun olarak kabul edilmiştir. 21.11.2001 tarih ve 4721 sayılı ikinci Türk Medeni Kanunu’nda aynı hükümleri korumuştur. 1.4 Umuma Ait Sular: Üzerinde özel mülkiyet konusu olmayan, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan sulardır. Kullanım esasları kamu hukuku açısından düzenlenecektir. Ancak umuma ait suların, Özel Hukuk konusu tarım alanları ile de doğal ve zorunlu ilişkisi olacağından, tapu siciline paralel bir su sicilinin de olması gerekecektir. Başlangıçta Medeni Kanun’un "umumi sular" kategorisine yalnız, yer üstü sularını (akarsular ve göller) aldığı halde yer altı sularını kaynaklar gibi kabul ederek özel mülkiyet ve Özel Hukuk konusu saymıştır. Bu düzenleme hukuki ve ekonomik sorunlar yarattığı için 138 sayılı yasa ile Medeni Kanun’da değişiklik yapılmış, böylece yer altı suları, özel mülkiyet ve Özel Hukuk alanından çıkarılıp umumi sulardan sayılmış ve devletin hüküm ve tasarrufu altına sokulmuştur. Daha sonra 167 sayılı "Yer Altı Suları Hakkında Kanun" ile de yer altı sularının kullanım şekil ve dereceleri kamu hukuku esaslarına göre düzenlenmiştir. Ancak daha sonra 3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kanunu ve (daha sonra yürürlükten kaldırılarak bu kanunda bulunan yetkiler İstanbul ve İzmit büyükşehir belediyeleri ile diğer illerde il özel idarelerine devredilmiştir). 2560 sayılı İSKİ Kanunu ile 167 sayılı kanunun düzenleme sahasına girilmiş, yer altı suyu rezervinin korunması açısından tehlikeli düplikasyonlar yaratılmıştır. Medeni Kanun’un Tatbikatına İlişkin Kanun’un 43. maddesinde; "Mecelle mülgadır" denildiği halde su uyuşmazlıklarının çözümünde yeni bir düzenleme de bulunmadığından Medeni Kanun başlangıç hükümleri nedeniyle örf, adet ve teamül kurallarına başvurma zorunluluğu süregelmiştir, İslam Hukuku’nda önemli bir yeri olan bu husus, maddede "bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır (madde 5)" ve "Kadim, kıdemi üzere terk olunur" (madde 6) şeklinde yer almıştır. Bu prensiplerden hareketle "Kadim Su Hakkı" kavramı günümüze kadar tartışmalı da olsa süregelmiştir. 25 1.5 Kadim Su Hakkı ve Su İhtiyaçları Dolayısı ile su ihtilafları adli yargıda "Kadim Su Hakkı" kavramı ağırlıklı olarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Oysa idari yargı, umuma ait sulara ilişkin ihtilaflarda kamu hukuku kurallarının geçerli olması gereğine ağırlık vermiş ve içtihatları da bu doğrultuda gelişmiştir. Türk yargı sisteminde idari eylemden doğan zararın tazmini istemi ile açılan davaların idari yargı yerinde görülmesi hakkında Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kararları ile "plan ve projeden ya da bunların uygulanmasından dolayı gerçekleşen olaydan meydana gelen zarar ve ziyanlardan dolayı açılacak davalara bakma görevi idari yargının olduğu doğrultusunda Yargıtay kararları incelendiğinde (5.7.1989 gün; 1989/17 E, 1989/18 K. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü Kararı, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 24.3.1996 tarihli kararı) umuma ait sularla veya bu suların kullanımı amacıyla ilgili uyuşmazlıklarda uyuşmazlıkların çözüm yerinin idari yargı olduğu görülmektedir. Öte yandan kamu hizmeti amacı ile yapılan su ile ilgili kamu inşaatları nedeni ile umuma ait suyu kullanırken suyu kesilen değirmen sahiplerinin açtığı tazminat davasının adli yargı yerine idari yargıda görülmesine yönelik Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8.6.1988 gün ve 1988/5–204 e. 1988/499 sayılı ilamında; "Davanın konusu idarece Göksün Ovası Sulama ve Taşkın Koruma projesi nedeniyle yapılan inşaatın doğurduğu zararın tazminine ilişkin olması itibariyle davaya bakmakla idari yargı görevlidir" denilerek benzeri davalara idari yargının bakması gerektiği konusunda uyuşmazlık mahkemesi görüşü benimsenmiştir. Bu doğrultuda idari yargıya intikal eden ihtilaflarda idari yargının verdiği kararlar, Türkiye’de hangi umumi suyun hangi kamu hizmetine tahsis edilmesi gerekeceği konusunda karar vermeye, tahsise, tahsisi kaldırmaya DSİ Genel Müdürlüğü’nün yetkili olduğu hususunu açıkça ve kesin bir biçimde ortaya koymuş ve böylece 6200 sayılı kanunun 1 ve 2. maddelerinin yorumundan çıkarılan kamuya ait suların planlama ve tahsis yetkisinin DSİ Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu hususu yüksek yargı organlarınca pekiştirilmiştir. Örneğin; Sivas İdare Mahkemesi 16.7.1986 tarih ve 1985/266 E. 1936/412 karar sayılı ilamında: "6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun’un 2. maddesinde. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkileri sayılmış, (a) fıkrasında, "Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek" (b) fıkrasında, "sulama tesislerini kurmak, sulama sahalarında mevcut parsellerin tamamını veya aksamını gösterir 26 harita ve planları yapmak veya yaptırmak ve icabı halinde kadastrosunu yapmak" (c) fıkrasında "bataklık kurutmak" (d) fıkrasında, (a, b, c) fıkralarında faaliyetlerle ilgili olmak şartıyla sudan ve zaruret halinde yardımcı diğer kaynaklardan enerji istihsal etmek" (f) fıkrasında, "akarsularda ıslahat yapmak ve icap edenleri seyrüsefere elverişli hale getirmek" (g) fıkrasında da, "yukarıdaki fıkralarda yazılı tesislerin (çalıştırma ve bakım onarım dâhil) işletmelerini sağlamak" olduğu belirtilmiş olup, idare kendisine kanunla verilmiş bulunan bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Medeni Kanun’un ve mahkeme kararlarının kabul ettiği diğer esaslara göre akarsular genel ihtiyacı karşılayan ve kimsenin mülkü olmayan sular olup ancak, kamu yararına kullanılmasının olanak sağladığı oranda bu sulardan özel yarar sağlanması mümkün olur. Hal böyle olunca, kamuya ait sular üzerinde kadim intifa hakkında bahisle bu suları kamu hizmetine tahsis eden idareyi tazminatla yükümlü tutmak hukuken olanaksızdır. Bu durumda, kamuya ait suların, kamu hizmetine tahsisinin gerekmesi halinde, idarelerden hem gereklilikten, hem de kanunda doğan bu görev ve yükümlülüklerini bırakarak yerine getirmemelerini beklemek ve istemek, kamu hizmetinin aksaması sonucunu doğuracağından ve olayda hizmetin eksik, yetersiz ve kusurlu bir şekilde yerine getirme hali söz konusu olmadığından, ortada tazminat ödemeyi gerektirir nitelikte hizmet kusuru bulunmamaktadır. Her ne kadar davacı, idarenin istemesi halinde, değirmenine su verilebileceğini iddia etmiş ise de, gerçekten böyle bir halin bulunup bulunmadığı dolayısıyla, davacının zarar görmeyecek şekilde bir önlemin alınamayacağı durumunun saptanması bakımından kesif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmış, buna göre böyle bir durumun mevcut ve mümkün olmadığı anlaşıldığından, bu iddia da yerinde görülmemiştir" denilmektedir. 1) Danıştay l0. Dairesi 1.7.1987 tarih, 1986/İ309 E, 1987/İ460 K. sayılı ilamında; davalı idarenin de, 6200 sayılı yasaya göre sulama tesisleri kurmak, akarsuları ıslah etmek görevlerini yürütürken kişilere verdiği zararları, hizmet kusurunun varlığı veya kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanabileceği koşulların bulunması halinde tazminle sorumlu tutulacağı açıktır. Ancak özel mülkiyete konu olmayıp, kamu yararına kullanmanın olanak sağladığı oranda özel yarar sağlanması mümkün olan akarsuları kamu hizmetine tahsis eden idarenin, kamu hizmetine yaptığı tahsis sonucu akarsulardan yararlananların uğradığı zararı ödeme, ya da bu şahıslara su verme gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır" denilmektedir. 2) Danıştay l0. Dairesi’nin 15.6.1982 gün ve 1982/577 Esas, İ982/İ665 karar sayılı ilamında; "6200 sayılı Devlet Su İşleri Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki 27 Kanun uyarınca taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek, sulama tesisleri kurmak ve akarsulardan ıslahat yapmak idarenin görevidir. Davalı idare kendisine kanunla verilmiş bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Medeni Kanun’da öngörülen esaslara göre akarsular genel ihtiyacı karşılayan sular olup, kimsenin mülkü değildir. Bu suların kamu hizmetlerine tahsisi asıldır. Ancak kanun yararına kullanılmasının olanak sağladığı oranda sulardan özel yarar sağlanması mümkün olur. Bunun doğal sonucu olarak kamuya ait sular üzerinde kadim intifa hakkından bahisle, bu suları kamu hizmetine tahsis eden idareleri tazminatla yükümlü tutmak olanaksızdır. Kamuya ait suların kamu hizmetine tahsisi halinde idarelerden kamu yararını ve kamu hizmetini bırakarak kendi menfaatlerine uygun tedbir almaları ve bu husus sağlanamaz ise kamu hizmetini terk etmeleri istenemez. Kamu idarelerinin sorumlulukları ancak yerine getirmekle yükümlü oldukları hizmetleri eksik, yetersiz ve kusurlu bir şekilde yürütmeleri halinde söz konusu olabilir. Dava böyle bir kusur iddiasına dayalı olmadığından ortada tazminat ödemeyi gerektirecek ve idareye yüklenebilir olan bir hizmet kusuru da bulunmamaktadır. Dava konusu olayda, Savruk Çayı’ndan gelen suyun ıslah ve sulama amacıyla kanalize edildiği, böylece yapılan ASO sulama ve kuşaklama kanalının tümüyle kamu yararının sağlanması amacına yönelik bulunduğu dosyanın incelenmesinden anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle kamu hizmetine tahsis edilen suyun vasfı ve hizmetin niteliği yönünden idareyi tazminle sorunlu tutacak bir neden bulunmadığından hukuki dayanaktan yoksun tazminat isteminin reddine" denilmiştir. 3) Danıştay 12. Dairesi’nin (Şimdiki 10. Daire)17.10.1978 tarih ve 19 76/236 9 E, 19 78/3707 karar sayılı ilamında; "Devlet Su İşleri Örgütü, suları memleket hizmetine yararlı hale getirerek akarsulardan hem tarımda hem de işletici güç olarak sanayide yararlanmayı sağlamak için gerekli bütün çalışmaları yapmak üzere kurulmuştur. Medeni Kanunumuzda öngörülen ilkelere göre akarsular, genel gereksinimi karşılayan sular olup, özel mülke konu olamaz. Bu suların kamu hizmetine verilmesi esastır. Ancak kamu yararına kullanmanın olanak sağladığı ölçüde bu sulardan özel yarar sağlanması olanaklıdır. Bu kuralın doğal sonucu olarak, kamuya ait sular üzerinde yararlanma hakkından" söz ederek “Bu suları kamu hizmetine veren idareleri tazminatla yükümlü tutmak olanaksızdır. Bir kamu hizmeti olarak, Düzce Ovası’nın sulanması için yapılan tesislerden olan D 9 ve D 10 drenaj kanallarının, davacının değirmenine giden su arkını kesmesi olayında; kamu hizmetine tahsis edilen suyun ve hizmetin niteliği yönünden idareye tazmin 28 sorumluluğu yükleyecek bir neden bulunmamaktadır” denilmiştir. 4) Nihayet Danıştay 10. Dairesi’nin 28.11.1995 tarih ve 1994/3996 esas 1995/6200 karar sayılı ilamında, "Kamu idarelerinin; gerçekleştirmekle yükümlü oldukları hizmetleri eksik, yetersiz yapmaları ya da hiç yerine getirmemeleri, diğer bir deyişle hizmet kusuru işlemeleri halinde veya kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında herhangi bir kusuru olmayan üçüncü kişilere zarar verilmesi durumunda tazmin sorumluluklarına gidilebilir. Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek ve bunlardan çeşitli yönden faydalanmak yetkisi 6200 sayılı yasayla davalı idareye verilmiştir. Davalı Devlet Su İşleri tarafından Karakuyu Sulama Barajı Projesi etütlerine 1966 yılında başlanıp 1979 yılında tamamlanmış ve AfyonDinar Çaplı Gölü civarındaki arazilerin bir kısmını sulamak, ayrıca 150 metre düşü ile ziyan olan ortalama 22.510 kwh'lık enerjiden faydalanmak amacıyla planlama programına alınmış, projenin gerçekleştirilmesi sonucu 4424 hektar alan sulanmaya başlanmıştır. Davacı 1981 yılında balık yetiştiriciliği yapmak için Mülga Su Ürünleri Bölge Müdürlüğü’ne başvuruda bulunmuş, başvuru üzerine yapılan incelemede anılan idarece söz konusu arazi ve su üzerinde balık üretimi yapılabileceği sonucuna varılmıştır. Suyun tesiste kullanımına izin verilmesi için de davacı tarafından Mülga YSE 17. Bölge Müdürlüğü’ne başvurulmuş, bu başvuruya verilen 19.3.1981 tarihli cevapta, mevcut su kaynağının 30 İt/sn'lik bölümünün köy içme suyu olarak kullanılacağı, geri kalanının serbest bırakılacağı, bu suyun köy muhtarlığı tasarrufunda bulunduğu belirtilmiştir. Davacı da suyu kullanmak üzere köy muhtarlığından izin almıştır. Bu haliyle yer altı ve yer üstü sularından faydalanılması konusunda yetkili kılınan davalı idareden herhangi bir su tahsis talebinde bulunulmadığı, davalı idarece bir tahsis de yapılmadığı anlaşılmıştır. Öte yandan 8.11.1989 tarihinde tesislere gelen suyun kesilmesinin önlenmesi amacıyla Dinar Asliye Hukuk Mahkemesi’nde acılan dava sonucu ihtiyati tedbir kararı alınmış ve göl havzasında suyun birikmesini sağlayan setler yıktırılmıştır. Ancak bu karara yapılan itiraz üzerine mahallinde yapılan bilirkişi incelemesinde yeterli oranda tesise su verildiği sonucuna varıldığından ihtiyati tedbir kararı kaldırılmıştır. Akarsular, genel gereksinimi karşılayan sulardır. Özel mülkiyete konu olmayan bu suların kamu hizmetine tahsisi esas olup, kamu yararına kullanımın olanak verdiği ölçüde bu sulardan özel yarar sağlanması mümkündür. Kamu kuruluşlarının, kamu yararını bir kenara bırakarak kişi yararına uygun önlemler almalarının beklenmesi düşünülemez. 4424 hektar alana sulama olanağı sağlayan idarece yürütülen hizmetin eksik ve gereği gibi işlememesi hali 29 söz konusu olmadığından olayda idareye yöneltilecek bir kusur bulunmamakta; idarece yürütülen hizmet ile zarar arasında nedensellik bağı kurulamamaktadır. Kaldı ki davacı Karakuyu Sulama Barajı inşaatının dolgu ve hafriyat çalışmalarından dolayı tesisteki balıkların ölümüne sebebiyet verildiğini ileri sürerek daha önce de tazminat davası açmış olmasına karşın, basiretli bir tüccar gibi davranarak zararını en aza indirmek konusunda herhangi bir girişimde bulunmamış ve idarenin sahip olduğu yetkiye dayanarak suyun statüsünü değiştirmesine karşın kendi iradesi ile üretime devam etmiştir. Bu durumda davacı tarafından, tesisin 1/4 atıl kapasiteyle çalışması nedeniyle bina ve tesislerin ölü yatırıma dönüştüğünden bahisle 1987, 1988, 1989 ve 1990 yılları için adli yargıda yaptırılan tespit sonucu hesaplanan zararın tazmini istemiyle acılan davanın; l987, 1988, 15.1.1989 dönemini kapsayan tazminat istemine ilişkin bölümün süre yönünden 15.1.1989 tarihinden sonrasına ilişkin bölümün ise esastan reddi gerekirken, dava konusu tazminat isteminin kabulü ve başvuru tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet bulunmamıştır" denilmiştir. Bütün bu kararların 6200 sayılı kanunun 1 ve 2. maddeleri ile birlikte bir bütünlük arz edecek şekilde değerlendirilmesi ve yorumlanması sonucunda; a) Umuma ait suların ıslah edilerek önem ve öncelikler de dikkate alınarak kamu hizmetine tahsisi, tahsis sıralarının değiştirilmesi veya kaldırılması konularında ülkemizde görevli kurulusun DSİ Genel Müdürlüğü olduğu, b) Suların kamu hizmetine tahsisinden dolayı bireysel zarar taleplerinin ve kadim su hakkı iddialarının geçersiz olduğu, c) 6200 sayılı yasanın DSİ Genel Müdürlüğü'ne verdiği görevleri yerine getirirken, planlama aşamasında yapılması zorunlu olan etüt ve değerlendirmelerde, fizibilite çalışmalarında, “Kadim Su Hakkı” faktörünün tespit ve hesaplarda dikkate alınmaması gerektiği, vakaları ortaya çıkmaktadır. 1.6 6200 Sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Kanunu: Yeni Medeni Kanun'un 714. ve 715. maddelerinde öngörülen düzenleme suyun akışkanlık, çok amaçlılık, çok sahiplilik gibi fiziksel, sosyal ve ekonomik karmaşık vasıfları, sular konusunda 167 sayılı Yer Altı Suları Hakkında Kanun dışında özel ve kapsamlı bir yasal düzenlemenin yapılmasını zorlaştırmış olmakla beraber, bu yöndeki gereksinimi karşılamak üzere en kapsamlı düzenleme 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun ile 30 getirilmiş bulunmaktadır. Bu kanunun 1. maddesinde "Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek ve bunlardan çeşitli yönden faydalanmak maksadıyla Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü kurulmuştur" denilmekte olup, bu maddeden de açıkça anlaşılacağı gibi ülke genelinde su kaynakların tahsis edildiği amaçları belirlemek ve bu yönde faydalanmak DSİ'nin kuruluş amacını teşkil etmektedir. Kanunun, görev ve yetkilerini belirleyen 2. maddenin muhtelif fıkralarında da bu amaç hükmü detaylandırılmak suretiyle tahsis ve istifade şekilleri belirlenmektedir, özellikle (h) fıkrasındaki "Yukarıda yazılı işlerle ilgili olmak üzere rasat, tecrübe, istatistik, araştırma ve her türlü istikşaf işlerini yapmak ve ezcümle toprağın cins ve karakterini, yetiştirilecek mahsul nevilerini ve elde edilecek zirai, iktisadi faydaları ve verimlilik derecelerini tespit etmek ve bu mevzularla ilgili Bakanlık ve müesseselerden faydalanmak, amenajman planları hazırlamak ve bunları temin edecekleri fayda ve ele alınmalarındaki zaruretlere göre seçmek, sıralamak ve Bakanlığa teklif etmek” şeklindeki hükmü, ülke genelinde su planlaması yapmak ve bunların ihtiyaca göre tahsis ve önceliklerini belirlemek yetkisinin DSİ'de olduğunu daha açık bir şekilde ifade etmektedir. Daha sonra çıkarılan 167 sayılı Yer Altı Suları Hakkında Kanun, 1053 sayılı "Ankara, İstanbul ve Nüfusu 100 Binden Yukarı Olan Şehirlerde I eme. Kullanma ve Endüstri suyu Temini Hakkında Kanun -ki daha sonra yüz bin kriteri kaldırılmıştır" 4373 sayılı "Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karsı Korunma Kanunu" gibi kanunlarla 6200 sayılı kanunla güdülen amaçları tamamlayıcı hükümler getirilmiştir. Su ile ilgili olarak diğer bazı kuruluşlara yetkiler veren bazı kanun hükümleri mevcut ise de bu yetkiler sınırlı olup, 6200 sayılı kanunun ana belirleyicilik ve uygulayıcılık fonksiyonlarını bozucu bir nitelik taşımamaktadır. 5393 sayılı Belediyeler Kanunu, 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 831 sayılı Sular Hakkında Kanun, 03.06.2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu, 18.12.1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, 22.04.1925 tarihli ve 657 sayılı Harita Genel Komutanlığı Kanunu, 178 sayılı Askeri Garnizonların İçme ve Kullanma Sularının Temini Hakkında Kanun, bu nitelikteki kanunlardan bazılarıdır. 1.7 Su Kullanımlarında Entegre Yaklaşımlar: I- İçme - kullanma (köysel ve kentsel) endüstri-tarım amaçlı su kullanımlarında 31 entegre yaklaşımlar: 7. BYKP ve bu plâna dayalı olarak hazırlanan 1997–1998 yıllarına ait hükümet programlarında "kırsal altyapı ve hukuksal düzenlemeler" yer alırken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (Dolayısıyla DSİ Genel Müdürlüğü) görevli kuruluş olarak belirlenmiş ve bu doğrultuda bir komisyon oluşturularak çalışma başlatılmıştır. 1998 programına göre 1998 yılı yalnızca mevzuat taramasına ayrılmış olup Su Yasası’nın çıkarılması için tanınan süre plan döneminin bitişine kadar geçen süredir. Ancak yasanın hazırlanması ve TBMM'ye sevki ile çıkartılması şimdilik uzak bir ihtimaldir. Bu denli uzun bir süre de DSİ Genel Müdürlüğü'nün sorunlarının Su Yasası’nın içinde çözümlenmesini beklemek, büyük sıkıntılar yaratacağından, ileride çıkarılacak Su Yasası ile Entegrasyonu da sağlayacak biçimde 6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Yasası’nın da revizyon görmesi aynı plan ve programlarda yer almıştır. Bu açıklama doğrultusunda, İçmekullanma (köysel ve kentsel) endüstri - tarım amaçlı su kullanımlarında entegre yaklaşımlardan bu yazı içinde söz etmenin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu entegre yaklaşımlar şöyle sıralanabilir. 1) Yukarıda 6200 sayılı yasaya ilişkin açıklamalarda da değinildiği üzere M.K. 64l. madde ile öngörülen “Ahkâmı Mahsusa” çıkartılması konusu bu güne kadar gerçekleştirilememiş olmakla birlikte 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun ile bu konuda kapsamlı düzenleme yapılmış bulunmaktadır. Su hakları konusundaki boşluğu 6200 sayılı kanunun 2. maddesinde yapılacak bir değişiklikle ve tam anlamı ile doldurma çalışmaları süregelmektedir. Geçtiğimiz yıllarda hazırlanan "Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun'un Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname Taslağı" ile anılan kanunun 2. maddesinin (a),(b),(c),(d), (e) ve (k) fıkralarında değişiklik yapılarak bu boşluğun giderilmesine çalışılmıştır. 6200 sayılı kanunun 2. maddesinin (a) fıkrası, yukarıda detaylı bir şekilde yer alan idari ve adli yargı kararları da dikkate alınarak taslakta şöyle değiştirilmeye çalışılmıştır; a) Ülke genelinde su kaynakları planlamalarını yaparak, kaynakların çok amaçlı kullanımlarında; ekonomik faydalar ve sosyal zaruretler de dikkate alınmak suretiyle, ilgili diğer kuruluşların görüşleri alınarak öncelikleri tespit etmek ve su kaynaklarını ihtiyaçların önem ve önceliklerine göre içme, kullanma, sulama ve endüstri suyu temini ile enerji üretimi ve diğer amaçlara tahsis etmek ve amaçlar arasında tahsisi değiştirmek". 32 Ancak hazırlanan taslak, Bakanlar Kurulu’na Kanun Kuvvetinde Kararname çıkartma yetkisi veren 3390 sayılı kanunun Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmesi üzerine iade olunmuştur. 2) Su çevrimi doğada bir bütündür. Bilimsel olarak su kaynaklarının planlanması ile uzun dönemli ihtiyaçlarda dikkate alınarak, bu kıt kaynağın en rasyonel biçimde, farklı kullanım alanlarına tahsisinin de aynı bütünlük anlayışı içinde ele alınması zorunludur. Tüm amaçların tahsise hazır bir potansiyel teşkil eden yer altı ve yer üstü sularının insan ve doğanın ihtiyaçlarına göre kullanımının önceliklerini belirlemek, geniş zamanlı periyotlar içerisinde azalma çoğalmaları gözlemek ve belirlemek, suyun sayısız faydaları yanında, insana ve doğaya verebileceği telafisi imkânsız zararları önlemek ve bütün bunlarla ilgili ana doneleri toplama, istikşaf, master plan, planlama çalışmaları yapmak ve önerilen projeleri yaşama geçirerek tamamen bir ihtisas işi olup 54 yıllık uygulama ile çok zengin bir bilgi ve deneyime sahip DSİ’de bu görev 6200 sayılı kanun çerçevesinde yerine getirilmektedir. Yer üstü ve yer altı sulama, içme ve kullanma suyu ihtiyaçları, hayvanlara lüzumlu su ihtiyaçları, tarımsal sulama suyu ihtiyaçları, enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları, el sanatları, ticaret, taşıma, ulaşım, balıkçılık, bilimsel ve teknik araştırma eğitim ihtiyaçları, turizm ve mesire yeri su ihtiyaçları vb. geniş yelpazeli bir ihtiyaç tablosuna cevap vermek üzere ülke genelinde planlanmasının ve sıralanmasının belirli bir otoriter tarafından yapılması yaşamsal bir önem taşımaktadır. 2. YABANCI ÜLKELERİN SU MEVZUATLARI VE SU YÖNETİM YAPILARI 7. ve 8. BYKP’de yer alan “Çerçeve Su Yasası” ön çalışmaları nedeniyle incelenen bazı ülkelerin su mevzuatı ile ilgili olarak, yüzeysel de olsa bilgi aktarmanın yararlı olacağını düşünmekteyiz. Bu ülkelerin seçiminde bazı kriterler dikkate alınmıştır; Örneğin suyu çok az olan, ancak bu az suyu akıllı bir biçimde kullanan ülke düşünüldüğünde; İsrail ve Güney Afrika Cumhuriyeti seçilmiştir. Suyu çok olan ülkenin su yönetimi söz konusu olduğunda Brezilya seçilmiştir. Türkiye ile aynı iklim kuşağında olan ve kontinental hukuk açısından da yakınlığı düşünülen İspanya seçilmiştir. Yönetim biçimi Türkiye ile örtüşebilen ülke olarak Fransa, su hizmetlerinin özelleştirildiği ülke olarak İngiltere, (İskoçya ve Kuzey İrlanda hariç). Su sorunlarını geçen yüzyılda çözen Almanya, Irmağı olmayan, yalnız yer altı suyu kullanan Danimarka, başka bir kıtadan olup sorunları Türkiye’ye benzeyen ancak sulamaları tamamen çiftçiye devredilmiş ülke olarak Meksika alınmıştır. Ayrıca AB’nin su direktifleri incelenmiştir. 33 2.1 İSPANYA SU YASASI 1. İncelenen İspanya Su Yasası İspanya devlet yapısı, yani Katalan, Bask ve benzeri diğer özerk bölgelerin durumu da dikkate alınarak hazırlanmış olup, bu anlamda bir üniter devlet yasası değildir. 2. Yasaya göre yüzey suları ve yer altı suları tek bir kaynak olarak dikkate alınmakta ve kamuya ait bu sular üzerindeki yetki devlet egemenliğinin bir parçası olarak kabul edilmektedir. 3. Bu sular üzerindeki her türlü aktivitelerle ilgili hidrolojik planları merkezi hükümet yapmaktadır. Maden suları ve termal kaynakları kendi özel yasalarına tabi olup işbu yasa kapsamına alınmamıştır. 4. Arıtmada, su tasarrufunda, yetki dağılımında koordinasyonda yönetim ile kullanıcı katılımının birlikteliği prensibi esas alınmıştır. 5. Hidrolojik sistemin hidrolojik çeviriminin aktivitelerinin temel birimi olarak "Su Havzası" alınmıştır. 6. Bölgesel planlar ve gelişme, çevrenin korunması ve doğanın restorasyonu ile suyun kamu tasarrufunda kontrolü kabul edilmiştir. 7. Yasada en yüksek tavsiye kurulu olarak Ulusal Su Kurulu’na yer verilmiştir. 8. Hidrolojik planlamanın çevre ve diğer doğal kaynaklarla uyumlu olarak, bölgesel ve sektörel gelişmeleri dengeleyecek, kaynakların imkânlarını artıracak şekilde, kalitelerini koruyan havza hidrolojik planları ve ulusal hidrolojik plan aracı ile yerine getirilmektedir, 9. Ulusal hidrolojik plan parlamento tarafından onaylanmaktadır. 10. Yasanın özellikle 51, 52 ve 53. bölümlerinde suyun özel kullanımının nasıl yapılacağı hakkında hükümler yer almaktadır. Bu doğrultuda imtiyazlar verilebilmektedir. 11. Yüzey ve yer altı sularının, bunların yataklarının doğal depolarının kirliliği ile ilgili kontrolü hükümet tarafından yapılmaktadır. 12. Kamuya ait suları kirletebilen veya kalitesinde bozulmaya yol açabilen bütün aktiviteler ile suları kirleten atık maddelerin deşarjı için ön yetki belgesi alınmaktadır. 13. Suyun yönetimi ve dağıtımı dışında ortaya çıkan diğer borçların yanı sıra koruma, temizleme ve iyileştirme harcamaları için kullanıcı birliklerinin talepleri bu hizmetten faydalanan, sanayi ve gayrimenkullere yüklenmekte, bu birlikler hükümete borçlu olunan miktarın toplanması için birlik yetkisi dâhilinde ve ceza şeklinde ek para tahsil etmektedir. 34 14. Hükümet arıtma işlemlerini, suyun kalitesini ve suyun tasarlanan kullanımını esas alarak suyun doğrudan tekrar kullanımı için temel şartları belirlemektedir. 15. Kamuya ait suların tabi olduğu tesislerin kullanılması ve meşgul edilmesi, söz konusu kaynakların korunması ve iyileştirilmesi için tahsis edilen ücretlerin ödenmesine tabidir. Bu ücretler, devlet adına drenaj havzası yetkili birimleri tarafından toplanır. 16. Deşarj edilecek atıklar ve bu atıklarla ilgili aktiviteler, her bir drenaj havzasındaki kaynakların korunmasına ve iyileştirilmesine tahsis edilen ücretleri ödemeye tabidir. Ücret miktarı her birine verilen değer ile kirlilik birimlerince ifade edilen atıkların kirletici içeriği ile çarpılması ile hesaplanır. 17. Devletin finansal yardımı ile tamamen veya kısmen yapılan yüzey veya yer altı sularını düzenleme tesislerinden fayda sağlayan kişiler, devletin katkısını telafi etmek ve bu tür tesislerin kullanım ve bakım masraflarını karşılamak için ücret ödemektedirler. Tamamen devlet tarafından finanse edilen diğer hidrolojik tesislerden, kamuya ait suların kalitesinin bozulmasını önlemek için yapılan çalışmalar da dâhil olmak üzere fayda sağlayan kişiler su kullanımının karşılığı olarak yatırım maliyetlerinin bedelini karşılamak ve bu tür tesislerin kullanma ve bakım masraflarını karşılamak için tasarlanan ücreti ödemektedirler. İspanya Su Yasası, suyun devletin egemenliğinde olması, kontrolün yine devlette olması açısından Türkiye için hazırlanacak su yasasının dış çerçevesini oluşturmak anlamında örnek alınabilir. Ancak İspanya’nın özerk bölgeleri olan bir birleşik devlet oluşu, öte yandan kamuya ait su kaynakları üzerinde imtiyaz tesis edilebilmesi özellikleri açısından Türkiye için uygun bir örnek olamayacağı da açıktır. 2.2 BİRLEŞİK KRALLIK’TA SU HİZMETİ YÖNETİMİ 1- Birleşik Krallık’ın İngiltere ve Galler kesimlerinde su hizmetleri 1989 yılında özelleştirilmiştir. Su hizmetleri ve kanalizasyon hizmetleri kamu limited şirketlerine verilmiştir. İskoçya'da ise su hizmetleri kamu sektörü içinde yer almaktadır ve İskoçya bölge konseyleri şeklinde yerel yetkili birimler tarafından sağlanmaktadır. Şiddetli halk muhalefeti nedeniyle su hizmetleri İskoçya'da özelleştirilememiştir. Kuzey İrlanda'da su hizmetleri merkezi hükümetin bir parçasıdır ve Kuzey İrlanda 35 Ofisi’nin bir bölümü olana kadar da bir parçası olarak kalmıştır. Özelleştirme amaçlarından biri de Avrupa Topluluğu standartlarına uygun özel rekabetle temin etmektir. Özelleştirilmiş su hizmetleri yatırımlar, performans ve müşteri hizmetleri konusunda şirketlerden beklenilen iyileştirme gerçekleşmektedir. Ancak güven ve kamunun özelleştirmeyi idrak etmesi konusunda daha yerel ve ulusal bazda sorunlar bulunmaktadır. Gerek devlet yapısı, ve gerekse yasama sistemi anlamında Türkiye ile hiçbir benzerliği bulunmayan Birleşik Krallık’ın su hizmetleri yönteminin düşünülen Türk Su Yasası için iyi bir kaynak veya örnek oluşturmayacağı açıktır. İngiltere'de hukuk sistemi Anglosakson Hukuku’nun en bariz örneği olup örf ve adet hukukuna dayalı olarak gelişmiştir. Oysa Türkiye; kaynağı Roma Hukuku olan Kıta Avrupası (continental) hukuk coğrafyasında yer almakta olup, İngiltere su yöntemlerinin Türkiye’ye örnek olması bu açıdan da olası değildir. 2.3 ALMANYA'DA SU KAYNAKLARI YÖNETİMİ Doğal dengenin bir unsuru olarak su kaynaklarının yanı sıra kamusal su temininin garanti edilmesi hususu çevre politikasının merkezinde yer almaktadır. Almanya'da uygun iklim şartlarından dolayı, miktar açısından artan su temininde bir sorun yoktur. Asıl sorun su kalitesinin iyileştirilmesidir. Bu durum nedeniyle su kaynaklarının yönetiminin uzun dönem amaçları şöyle karar1aştırılmaktadır: — Suların ekolojik dengesini korumak ve restore etmek, — Nicelik ve nitelik açısından içme ve sanayi suyu sağlamak, —Kamu refahına hizmet eden bütün su kullanımlarını temin etmek, —Kirletene ödetmek, —Bütün ilgili kuruluşları ve sanayi kesimi ile iş birliği yaptırılarak kirliliğin kontrolünü sağlamak. Almanya’da federal sistemi yürürlükte olduğu için su kaynakları yönetimi hususunda Alman yasama ve idari sistemi oldukça karmaşıktır. Türkiye için hazırlanacak bir su yasasında Almanya’dan alınacak en önemli örnekler; 1- Kirletene ödetmek, 2- Bütün ilgili kuruluşların, sanayi kesiminin de iştirakiyle kirliliğin kontrolünü sağlamaktır. Açıklanan nedenle Almanya’dan su kaynaklarının yönetiminin kurumsal ve örgütsel yapısı için hazırlanacak bir su yasası için örnek alınma özelliği bulunmamaktadır. 36 2.4 DANIMARKA SU YASASI (8 Haziran 1978 tarih ve 299 sayılı) Bu yasaya göre Danimarka Su Yönetimi, yerel konseyler, bölge konseyleri ve bunların bağlı olduğu Çevre Bakanlığı şeklinde bir hiyerarşik yapıya sahiptir. Bu hiyerarşik yapı, aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür: I. Yerel konseylerin yardımı ile bölge konseyi, bölge sınırları içindeki su kaynaklarının niteliğinin, miktarının ve lokasyonunun belirlenmesini etüt eder ve etüdü temel alan bölge konseyi, çekim için elde edilebilecek su miktarının hesaplanmasını ve araştırmasını yapar, II. Etüt çalışmasını temel alarak mevcut ve gelecek için beklenen nüfus ve endüstri gelişmeleri ışığı altında, bölge konseyi yerel konseylerle görüşmelerden sonra gelecekteki su çekimi için çözümler bulur. Su kaynakları planları, su temini tesislerinin kurulması ve genişletilmesi planları yanında, suyun isale edilmesi ve arıtılmasındaki temel prensipler kadar suyun nereden çekileceği ve bölgelerdeki her bir birime suyun nasıl temin edileceği hususunda rehberlik eder. Su kaynakları planları, onay için Çevre Bakanı’na sunulur. Büyük Kopenhag'ın bölge ve yerel konseyleri, Su kaynağı planı onaylanıncaya kadar, yerel konseylerle görüşmelerden sonra bölge konseyi, kısım planlarını hazırlayabilir. Yerel konseylerle görüşmelerden sonra, yeni su kaynakları planının gerekli olduğu düşünülünceye kadar, bölge konseyi, onaylanmış olan su kaynakları planına yapılacak ilaveleri ve plandaki değişiklikleri hazırlayabilir. Kısım planları, plandaki değişiklikler ve plana yapılacak ilaveler onay için Çevre Bakanı’na sunulur. Bakan, kısım planları, plana yapılacak ilaveler ve plandaki değişikliklerin hazırlanması için bölge konseyine talimat verebilir. Yerel konsey her bir tesisin su temin edeceği bölgeyi ve suyu temin edeceği sahayı içeren planları su temin organizasyonlarına verir. Su temin planının tamamı veya bir parçası diğer yerel konseylerle birlikte ortaklaşa hazırlanabilir. Yerel konsey, plandaki değişiklikler ve ilavelerle birlikte kısım planlarını hazırlayabilir. Plana yapılan ilaveler ve plandaki değişikliklerle birlikte planlar bölge konseyine onay için sunulur. Bölge konseyi, plandaki ilaveler ve değişikliklerle birlikte kısım planlarını hazırlamak için yerel konseye talimat verebilir. 37 Çevre Bakanı, bu kanunun esası ile ilgili olan hususları dikkate alarak su çekimi ve su temini için ulusal planlar hazırlayabilir. Bakan, etütlerin ve planlamaların iki veya daha fazla bölge konseyleri tarafından iş birliği çerçevesinde yapılmasına karar verir. Çevre Bakanı, etüt ve planların uygulanması ve bunların yerine getirilmesinde zaman sınırlamasını içeren kuralları belirler. Ayrıca, Bakan, ilgili arazi sahipleri ve yetkililerin, toplantılar veya diğer etkinlikler vasıtası ile planın hazırlanması ve yayımlanmasındaki yükümlülüklerini belirler. Bölgesel ve yerel planlama harcamalarının nasıl paylaşılacağı hususunda anlaşma olmadığı takdirde, problemin çözümüne Bakan tarafından karar verilir. Bu kanunun bölgesel ve yerel yönetmeliği onaylanan planlar ile ihtilafa düşmez. Danimarka’da iklimi, jeolojik yapısı, yüzölçümü itibariyle büyük akarsular ve göllerin oluşmasına imkan olmadığı için daha çok yer altı suyu kullanımına yönelik bir uygulama vardır. Bu nedenle de su yönetimi, su çekimi miktar ve şekline göre oluşmuştur. Türkiye de uygulanabilen bir örnek değildir. 2.5 FRANSA SU KAYNAKLARI YÖNETİMİ İdarî taksimatındaki örgütlenmesi ve daha pek çok konuda iki yüz yıldır Türkiye’ye örnek olmuş olan Fransa’nın bizim acımızdan Avrupa ülkeleri arasında önemli bir yeri vardır. Bu nedenle bu bölümde Fransa Su Yönetimi’ne fazlaca yer verilmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür. 3 Ocak 1992 tarihli kanunun en yeni görüşleri arasında, aşağıda belirtilenlere değinmeye gerek vardır: — Suyu ulusun mirasının bir parçası olarak tanımak, — Birleştirilmiş yasal sistemi oluşturmak, planlamanın orijinal sistemini tanıtmak, —Özellikle kanalizasyon hizmetleri ile ilgili olan komünlerin yetkisini güncelleştirmek, — Seçilmiş temsilciler ve su kullanıcıları ile yapılan müzakereleri artırmak ve halka karşı daha fazla açık olmak. Bütün bu önlemler hem Avrupa hem de dünya eğilimleri ve geçmişteki uygulamalar ile aynı doğrultudadır. Fransa'da modern anlamda su kaynakları uygulamaları 1964 yılında kabul edilen kanun ile başlamış ve uzun yıllar sonra 1992 yılında kabul edilen kanun ile gelişmiştir. Su, şu anda ortak mirasın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Su 38 yönetimi, hem kullanıcıları memnun etmeyi hem de doğal çevreyi korumayı amaç edinen entegre ve dengeli bir yaklaşımı hedef almaktadır. Mevcut Fransız sistemi idari mekanizmanın her bir seviyesini gerekli kılmaktadır. İdari mekanizma kullanıcılar, olarak seçilmiş şunlar sayılabilir: temsilciler, havza Devlet bazında (Bölge-Bölüm-Komün), havza komiteleri ve organizasyonun ana dayanağı olan su kurullarıdır. Bu bölüm Fransa'daki kurumsal yapıyı, son zamanlarda ortaya çıkan yönetim planlanması araçlarını ve bunların öneminden dolayı su kurullarını tanımlamaktadır. SKY KURUMSAL YAPISI Merkez seviyesi (Devlet) Son yıllardaki eğilim, Çevre Bakanlığı veya onun yan kuruluşları içinde su yönetimi konularında sorumluluğa sahip olan kuruluşları bir araya toplamaktır. Bu amaçla Çevre Bakanlığı bünyesinde 1992 yılında Su Direktörlüğü kurulmuştur. Bu direktörlüğün amaçları arasında su yönetimi konularında devletin rolünü kuvvetlendirmek, su kurullarının daha etkin teftiş ve koordinasyon görevini yaptırmak, yerinden yönetim hizmetleri için yeni bir güç sağlamak sayılabilir. Su yönetimi politikasının hazırlanmasında, su kullanım yönetmeliklerinin faaliyete geçirilmesinde, izlenmesinde ve organizasyonun planlanmasında, Su Direktörlüğü aşağıda belirtilen kuruluşların rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. - Bakanlıklar Arası Su Komisyonu (13 bakanlığı temsil eder) - Ulusal Su Komitesi (Su kullanıcılarının, nehir havzası yetkililerinin ve hükümetin farklı kategorilerdeki temsilcilerini içerir ve ulusal su yönetimi politikası üzerinde görüşleri açıklar) 1992 yılında, Çevre Bakanlığı, Bölge Çevre Direktörlüğü olarak bilinen yerinden yönetim servislerini kurmuştur, su yönetiminde bu hizmetlerin rolü daha sonra tanımlanacaktır. Şu an için Çevre Bakanlığı diğer bakanlıkların merkez dışı servislerinin (Tarım Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı) kendine yardımcı olmalarını istemektedir. Hidrografik Havza Seviyesi 1964 yılında kabul edilen kanunun temel kavramı ayrılmayan, birbiri ardına dizilmiş büyük nehir havzalarının oluşturulmasıydı: Havzada havzanın su politikasını tanımlayan Havza Komitesi ve bu komitenin tanımladığı su politikasını uygulayan Havza Bürosu bulunmaktaydı. 39 1964 yılında kabu1 edilen kanun Fransa'yı altı hidrografik havzaya bölmüştür. Daha doğrusu havzaların grup1anması, bölümlemesi Havza Komiteleri ve Su Kurulları ile ilgili olan hüküm ile 1966 yılında yapılmıştır. Altı havza aşağıda belirtilmiştir: Ülkenin 4 ana havzası (Garonne, Loire, Rhone ve Seine) bunlara ikincil havzalar ilave edilmiştir. —Ülkenin kuzey ve kuzey doğusunda yoğun sanayi aktivitelerinin ve nüfus yoğunluğunun olduğu bölgelerde iki sınır havzası. Her bir havza, havzanın su yönetimi politikasını tanımlayan kendi Havza Komitesi’ne sahiptir. Bu tür komiteler üyeler arasında diyalogu ve dayanışmayı kolaylaştırır. Havza Komitesi yapısı Bakanlık emriyle belirlenmiştir ve üç grup içermektedir: — Kullanıcılar, yerel kesimlerde ileri gelen devlet temsilcileri, sosyo-profesyonel grupların temsilcileri en büyük grupları oluştururlar (%40–45 oranında). —Farklı kuruluşların temsilcileri, Bölge – Bölüm - Komün (yaklaşık %36–38 oranında). —Devletin temsilcileri (%19–23 oranında). Komite üyelerinin toplam sayısı havzaya bağlı olarak 61 ila 114 arasında değişmektedir. Devletin etkisini sınırlandıran bu organizasyon her bir havzadaki kullanıcılar ve seçilmiş temsilciler gibi farklı aktörlerin rolünü ve sorumluluğunu ilerletme arzusunu yansıtır ve bu aktörler arasında uzlaşmaya ulaşılmasını teşvik eder. Genellikle yılda iki kez toplanan havza komitesine sistematik olarak danışılır ve komite; ücretler ve ücret hesaplamanın yöntemi üzerinde onay vermek zorundadır. Bunlar, komitenin çalışma programı ile birlikte Su Kurulu tarafından sunulur. Havza Komitelerin icracı kuruluşu, iki sahada faaliyet gösteren ve devletin sorumluluğu altında kamu kuruluşu olan Su Kurulu’dur. Bu kurulun faaliyet gösterdiği sahalar teknik anlamda Çevre Bakanlığı’na (Su Direktörlüğü) ve mali konularda Maliye Bakanlığı'na karşı sorumludur. Her bir Su Kurulu, 6 yıllık dönem için genellikle atanan veya seçilen 26 üye içeren yönetim kuruluna sahiptir. 26 üyenin dağılımı aşağıda verilmiştir: —Su problemleri ile ilgili olan her bakanlık için devletin 8 temsilcisi; —Havza Komitesi’nde, aynı kategorinin temsilcileri tarafından seçilen farklı kullanıcı kategorilerinin 8 temsilcisi, —Aynı yolla seçilen bölgesel kuruluşların (Komün-Bölüm-Bölge) 8 temsilcisi; 40 Bölgesel Ölçekte SKY; Bölge, bölgesel planlamadan sorumludur. Sonuç olarak, bölgesel geliştirme planlarında su kaynakları gelişiminin entegrasyonu vasıtası ile su politikasının yerine getirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bölgeler, Havza Komitelerinde ve su kurullarında temsil edilirler. Bölgelere su yönetimini ilgilendiren her türlü çalışma için mali kaynak tahsis edilebilir, çalışmaların çoğu devlet ile yapılan kontratların içeriğindeki şekli ile yürütülür. Bölgesel düzeyde, su işlerindeki devlet müdahalesi, bölümün sınırları ötesinde kalan önlemlerin yerine getirilmesinde devletin yerinde yönetim hizmetlerini koordine eden Bölge Başkanı aracılığı ile olmaktadır. Bu çalışmalarda Bölge Başkanı'na Bölge Çevre Direktörlüğü ve sanayi problemleri söz konusu olduğunda Bölgesel Sanayi Araştırma ve Çevre Direktörlüğü tarafından yardım edilir. Havza Komitesi’nin genel merkezinin bulunduğu yerlerde Bölge Başkanı'nın, devlet politikasının koordinasyonunda ve yerine getirilmesinde önemli bir rol oynadığı unutulmamalıdır. Ayrıca Bölge Reisi bölge ve bölümlerdeki havza ile ilgili yerinden yönetilen devlet çalışmalarının birlikteliğini ve uyumunu temin etmektedir. Bölüm Seviyesi Devlet, 1992 yılında kabul edilen kanun ile yetkileri arttırılan Bölüm Başkanı tarafından temsil edilir. Gerçekten suyun ülkenin ortak mirası olarak kabul edilmesi ve su kaynaklarının korunması gerçeği Bölüm Başkanı’nın çalışmaları ve yetkileri için yasal anlamda artan önemli bir genel fayda olarak açıklanmıştır. Havzaların koordinasyonunu yapan Bölge Başkanı gibi Bölüm Başkanı, kazalar, kuraklık, seller veya kıtlık durumu gibi yerel kriz anında kullanacağı yetkiler ile donatılır. Bölüm, su kaynakları ve akvatik çevrenin korunması ve yönetiminde planlama çalışmalarının hazırlanmasında ve takip edilmesinde devlet müdahaleleri için temel idari birimdir. İlgili bakanlıkların (Bayındırlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı) bölüm büroları başkanları yönetimi altındadır. Şehir kökenli kirliliğin artan miktarda olması, kanalizasyon hizmetlerinin işletilmesine yardım edilmesi için hemen hemen her bölümün Teknik Yardım Servisi kurmasına yol açmıştır. Bu servislerin finanse edilmesi genelde Bölüm Konseyi ve Su Kurulu tarafından paylaşılır. Teknik Yardım Servisi üç ana konuda 41 hizmet vermektedir; —Kanalizasyon arıtma çalışmalarının işletilmesi konusunda raporlar hazırlanması ve ihtiyaç gerektiğinde yardımın sağlanması —Sağlık standartlarının yerine getirilmesini temin etmek için sistemin izlenmesi —Arıtmaların mükâfatlandırılması amacı ile veri toplanması. Devlet, su temini ve kanalizasyon hizmetleri ile ilgili olan çalışmalar için bölümlere para yardımı yapar. Bu paralar su temin sisteminin geliştirilmesi için ulusal fonun mali kaynaklarından karşılanmaktadır. Bu fon, su tüketimi üzerindeki ek vergilerden sağlanan paralarla desteklenir ama aslında ulusal bahis sistemi de dâhil her şeyden alınan vergilerden destek sağlar. 1983 yılında kabul edilen yerinden yönetim yasasından beri bölümler kuruluş ve devletin rolünü üstlenmiştir. Şu anda, komünlerin su ve kanalizasyon yatırımlarına bölümlerin katkısı komünün büyüklüğüne bağlı olarak toplam yatırımın %15 ila %25 arasındadır. Su ve kanalizasyon hizmetleri yönetiminin görevlendirme olasılığı yüzyılı aşkın bir süredir komün yasasına yazılmıştır ve yazım dili Fransızca olan orijinal görüşler içermektedir. Bu sebepten, bu özel bölüm konusudur. Su Yönetimi ve Geliştirme Planları’nın hazırlanması süresinde yerel kuruluşlar kaynak planlaması yaparken önemli role sahiptirler. Yerel kuruluşların, Havza Komiteleri’nde ve Su Kurulu Yönetim Kurulu’nda temsil edildiği unutulmamalıdır. Su Ücretleri Fransız kanunları uyarınca, havzanın bir kısmında veya tamamında su rejimini değiştiren, su kaynaklarından su çeken veya su kalitesini kötüleştirecek katkılarda bulunan kamu veya özel kuruluşlardan ücret toplamakla Su Kurulu görevlendirilmiştir. Bu durumda bunlar "aktif" veya "sorumluluk" ücretidir. Ücretin diğer türü ise Su Kurulları’nın yardımı ile tamamlanan işler veya yapılardan doğrudan veya dolaylı şekilde fayda sağlayan kamu veya özel kuruluşlardan toplanan ücrettir. Bu ücretler "pasif" veya "faydalanma" ücreti olarak bilinir. Suyu kirleten, çeken veya kullanan herkes ücret ödemektedir. Bu kesimler şöyle sıralanabilir: —Çok fazla miktarda suyu çeken, tüketen ve kirletici üreten kasaba ve şehir merkezleri —Az miktarda su çekip ancak çok farklı türde kirliliğe sebep olan sanayiler —Kurak periyotta aşırı miktarda su çeken ve nehirler ile yer altı suyunda yaygın kirliliğe neden olan çiftçiler —Su kanallarını kirletenler 42 —Sonuncusu olan ama önemsiz olmayan çok miktarda su çeken ve kullanan Fransız Elektrik Kurumu Su Kurulları iki türlü ücret tanımlamaktadır. Birincisi doğal çevreye yapılan deşarjlarla ilgili olan "kirlilik ücreti", ikincisi ise su çekimi ve kullanımı ile ilgili olan "kaynak ücretidir". Kirlilik Ücreti ve Arıtma ödülü; Kirlilik ücreti doğal çevreye deşarj edilen kirlilik miktarı temel alınarak hesaplanmaktadır. Şehir kökenli kirlilik için toplam nüfus esas alınmaktadır. Her bir ikamet eden kişi su ile ilgili kuruluş tarafından Su Kurulu’na transfer edilen su ücretlerindeki ek vergi yolu ile maliyete katkıda bulunmaktadır. Diğer kirlilik türleri için, ödenecek para miktarı ilgili aktivitelerin yol açtığı kirlilik miktarının ya ölçülmesi ya da tahmin edilmesiyle hesaplanır. Yukarıda bahsedilen ücretler toplam ücretlerdir ve herhangi arıtma işleminden önceki toplam kirlilik miktarına tekabül etmektedir. Atık arıtma tesisleri kurulduğu zaman toplam veya sanayi kuruluşları arıtma ödülü ile mükâfatlandırılır. Toplam ücretten çıkarılarak elde edilen net ücret arıtma ödülüdür. Kirlilik ücretlerinin miktarı, anti-kirlilik programlarını dengelemesi için Su Kurulu tarafından tespit edilir, ücret oranları, Havza Komitesi tarafından belirlenen kalite önceliklerine ve amaçlarına göre coğrafik bölgeler göz önüne alınarak ayarlanır. 1987 yılında toplam kirlilik ücretleri yaklaşık 350 milyon USD veya kurulların toplam gelirlerinin %60'ı idi. Aynı yıl arıtma ödülleri 75 milyon USD yani toplam Su Kurulu harcamalarının %15'i idi. Kaynak Ücretleri; Bu tür ücretler, suyun miktar açısından yönetimini ilgilendiren programın bazı kısımlarını uygulamak için kullanılır. Yani depolama rezervuarları, su dağıtım sistemi, sulama yapıları vb. faaliyetler için kullanılır. Kaynak ücreti aslında iki ücretin bileşiminden meydana gelmektedir: —Su çekimi veya su rejiminin değişikliği için ödenen ücret, ücret miktarı suyun çekilen, ölçülen veya tahmin edilen hacmine göre belirlenir. —Tüketim ücreti, net tüketime uygulanır ve su kullanımına bağlı olarak bir katsayı ile belirlenir. Bu katsayı su dağıtımı için 0,2 ve yağmurlama sulama için 0,7’dir. Kirlilik ücreti gibi, su temin sistemi için kaynak ücreti, su ile ilgili kuruluş tarafından Su Kurulu’na transfer edilen su ücreti üzerindeki ek vergi olarak toplanır. Kaynak ücreti oranları, yer altı suları veya yüzey sularına uygulanıp uygulanmamasına, sahadaki ihtiyaçların az veya çok oluşuna, çekimlerin yıl 43 boyunca düzenli olmasına ya da kurak periyotlarda yoğunlaşmasına bağlı olarak önemli ölçüde değişiklik gösterirler. 1997 yılında, Su Kurulları tarafından toplanan kaynak ücreti 85 milyon USD yani kirlilik ücretlerinden toplanan miktarın 1/4'üdür. Fransız Su Yönetimi bütün bu özellikleri ile incelenen diğer ülkeler mevzuatı içerisinde en katılımcı, en demokratik olanıdır. Bu özellik, ülke nüfusunun 140 bin kadar Bask kökenli hariç homojen oluşu, kültür düzeyinin yüksek ve vatandaşlık bilincinin yüksek, kamu yararının her şeyden önce gelmesi gerektiği inancının güçlü oluşu, Fransız ırmaklarının tamamının ulusal sınırlar içinde bulunması, gibi unsurların bir araya gelmesi ile oluşmuştur. Bu anlamda Fransa çok şanslı bir ülkedir. Ülkemizde su yönetimi tartışma ve çalışmalarının yapıldığı her platformda son yıllarda hemen herkesin aklına gelen model Fransa Su Yönetimi olmaktadır. Ancak böyle bir modelin Türkiye'de uygulanmasının hiçte kolay olmadığı açıktır, ülkemizde; Meriç, Çoruh, Aras, Zap, Dicle, Habur, Fırat ve Asi nehirleri ya sınır oluşturan ya da sınıraşan su niteliğindedir. Meriç ve Aras hem sınır oluşturmakta hem de Meriç yabancı ülkelerden doğup ülkemiz topraklarına girmektedir. Asi de, Suriye'den geçip Türkiye'de denize ulaşmaktadır. Çoruh, Zap, Dicle, Habur ve Fırat tam anlamı ile sınıraşan sulardır. Bu suların Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği ve dış politikası açısından önemi herkesçe bilinmekte olup, Ortadoğu gibi uluslararası politikanın suya endeksli olduğu bir bölgede devletin sular üzerindeki hükümranlık haklarının havza yönetimlerine bırakılması kabul edilebilir bir durum değildir. Bütün katılımcılığına, demokratik özelliğine rağmen Fransa Su Yönetimi’nin Türkiye'ye model olarak seçilemeyeceği çok açıktır. Ancak, su ücretlerinin, kirlilik ücretlerinin tarh ve tahakkuk şekilleri alınıp incelenebilir. 2.6 AVRUPA TOPLULUĞU SU POLİTİKASI (Avrupa Topluluğu Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu’na ve Konseyi’ne Bildirisi) Avrupa Topluluğu'nun Su Politikası’nın esasları şöyle özetlenebilir. 1- Sürdürülebilir Su Politikası ile güvenli içme suyu sağlamak zorunluluğu getirilmektedir. Bu zorunluluğun içeriği ise “içme suyu güvenli olmalıdır ve yeterli miktarda ve yeterli derecede güvenli olarak temin edilmelidir” şeklindedir. 2- Su, içme suyu ihtiyacı dışında; endüstri, tarım, balıkçılık, taşımacılık, hidroelektrik enerji üretimi ve rekreasyon ihtiyaçları için de yeterli miktarda ve 44 yeterli kalitede olmalıdır. 3- Akvatik çevrenin fiziksel yapısı ile birlikte su kaynaklarının kalitesi ve miktarı, karasal ekosistemin ve doğal hayatın ihtiyacı olan suyun karşılanması da önemlidir. 4- Su, sellerin olumsuz etkisini azaltmak veya önlemek ve kuraklıkların etkisini en aza indirmek için yönetilmelidir. 5- Su kaynaklarının kirliliğinde, nokta kaynaklı, yaygın kaynaklı kirlilik, kazaların neden olduğu kirlilik, asit yağmuru nedeniyle kirlilik, besinlerin neden olduğu kirlilik, insan kaynaklı (antropolojik) kirlilik gibi kirlilik türleri ile mücadele bu politikalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bunun için de şu muhtemel ilkeler tespit edilmiştir: a) Yüksek düzeyli koruma ilkesi b) İhtiyatlı ilkeler c) Önleyici çalışmalar d) Kaynakta ıslah edilecek hasarlar ilkesi e) Kirleten öder ilkesi f) Mevcut bilimsel ve teknik verilerin kullanımı, gibi ilkeler topluluk üyesi bütün devletlerce benimsenen ve kendi ulusal mevzuatlarında yer verdikleri ilkelerdir. Bu ilkeler dışında henüz tam olarak topluluğun sorumluluğunda olmayan entegrasyon, ayrıca topluluk ülkelerinin bulunduğu bölgede çevresel şartların değişebilirliği, maliyet/fayda, topluluğun ekonomik ve sosyal gelişimi ve topluluk ülkelerinin bulunduğu bölgedeki gelişimin dengelenmesi, uluslararası iş birliği gibi konularda da topluluk üyelerinin mevzuatının birbirine uygun hale getirilmesi çalışmaları sürdürülmektedir. Topluluğun, üye ülkelerindeki su yönetim politikasının yasal çatısı, ulusal önlemler ve topluluk yasalarından türetilen önlemlerin bileşimini içermektedir. Topluluk önlemleri; 1970'lerin ilk yıllarından beri, orijinal olarak anlaşmanın 100 ve 235 maddeleri ile son zamanlarda genelde anlaşmanın 130. maddenin uyarınca, bir zaman sürecinde benimsenmiştir. Bütün mevcut Avrupa Topluluğu su yasaları Avrupa Birliği Anlaşmalarından daha önce kabul edilmiştir ve 130'cu maddenin ilk durumu veya madde 100 ve madde 235 uyarınca oy birliği ile benimsenmiştir. Avrupa Birliği Anlaşması’ndan beri, 130. maddenin teklif edilen çalışma konularının içeriğine bağlı olarak üç farklı yöntem içermektedir. Madde 130 çoğu su yasasını içermekte ve Parlamento ve Konsey’de nitelikli çoğunluk ile iş birliği oluşturulmasını gerektirmektedir. Madde 130 "su kaynaklarının yönetimini" kapsar ve Parlamento ile müzakere yapılmasını ve Konsey’de oy birliğinin sağlanmasını 45 gerektirmektedir. Madde 130 genel çalışma programlarını içerir ve Parlamento ile müşterek karar verilmesini ve Konsey’de nitelikli çoğunluk olmasını gerektirir. Konsey üyelerinin kullanılan verileri öğrenme hakkı vardır. Verilere ulaşımdaki bu hak tüzük (düzenlemeler) ile ilgili sanayi kuruluşlarına ve çevre veya tüketici haklarını temsil eden ilgili kuruluşlara eşit derecede uygulanır. Yasanın genel ortak çerçevesi içinde, üye ülkelerin makul ölçüde esnekliğe sahip olmalarını sağlamak gerekmektedir. Halkın katılımı ve sorumluluğu bu esnekliğin düşük standartlarda olmamasını sağlamak için yardımcı olacaktır. Anlaşılan problemleri çözmek için ilgili kurumların desteği ile uygulanan önlem programı, açıklamasız olarak ortaya çıkan problemlerin çözümünden daha fazla şansa sahiptir. Entegre Su Kaynakları Yönetimi: Suyun Ekolojik Kalite Talimatları hakkında komisyon önerisi, diğer Avrupa Topluluğu ve ulusal bazdaki su yasaları uyarınca gerekli bütün önlemler ile birlikte Talimatları uygulamak için gerekli önlemleri içeren entegre programların tanzim edilmesinde üye ülkeler için kuralları içermektedir. Görüş, belirli su kalitesine ilişkin çeşitli politikaların amaçlarını başarı ile sağlamak için ihtiyaç olan önlemlerin idrak edilmesini sağlamaktadır. Bu yaklaşım aynı su kütlesini iyileştirmek için bazen farklı yetkililer tarafından alınan farklı önlemlerin koordinasyonuna ve gerçekleşmesine imkân tanır. Çevresel nedenlerden dolayı yüzey sularını iyileştirmek için alınacak önlemlerin, göllerin ve nehirlerin kendi mevcut yasalarının analiz sonuçları, özellikle çevreyi izleme yükümlülükleri açısından su kalitesi "yasalarının çeşitli kısımları uyarınca gerekli önlemlerin bazılarının birlikte değerlendirilmesi için fırsat olduğunu göstermektedir. Yasa analizi, yasada bulunan çeşitli tanımları bir araya getirmek için oldukça makuldür. Bu Çerçeve Talimatları ile yapılabilir. Avrupa Topluluğu su politikasının şeffaflığa ve kamu sorumluluğuna ihtiyacı vardır ve bu Çerçeve Talimatı içinde belirlenmelidir. Su Kaynaklan Çerçeve Talimatı’nın Ana Hatları; Komisyon Su Kaynakları Çerçeve Talimatı için yapılan önerileri dikkate almaktadır ve Konsey, Parlernento ve bütün ilgili kuruluşların görüşlerine saygı duymaktadır. Komisyon, tanımların bazılarının izleme kurallarını ve diğer ilgili unsurların Çerçeve Talimatı’na ilave edileceği fırsatını göz önünde bulundurmasına rağmen aşağıdaki talimatlar genelde bu önerilerden etkilenmeden kalacaktır: 46 —Banyo Suyu Talimatı —Tehlikeli Maddeler Talimatı —İçme Suyu Talimatı —Bilgi Alışverişi Kararı —Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı —Nitrat Talimatı —Rapor Hazırlama Talimatı —Teklif Edilen Entegre Kirlilik önlenmesi ve Kontrolü Talimatı Aşağıda sıralanan talimatlar feshedilebilir ve Çerçeve Talimatı ile değiştirilebilir: —Yüzey Suları Talimatı —Balıkların Yaşadığı sular Talimatı —Kabuklu Su ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı —Yer Altı Suları Talimatı —Önerilen Suyun Ekolojik Kalitesi Talimatı Çerçeve Talimatı, bu bildiride belirtilen amaçlar ve ilkeleri temel olarak alacaktır ve Topluluk su korumasında yüksek düzey ve masraf - fayda arasındaki ilişkiyi değerlendirecektir. Çerçeve Talimatı Avrupa Topluluğu su politikasında kullanım için ortak tanımları belirtmektedir. Çerçeve Talimatı şunları gerektirmektedir: —Akvatik çevre fonksiyonlarının ve doğal ekolojik durumun korunması ile su kaynakları yönetiminin entegrasyonu. —Su kalitesi ve su miktarı yönetiminin entegrasyonu (gerekli olduğu yerlerde su çekim ruhsatının tesis edilmesi hükmünü içerir). —Yüzey suları yönetimi ile (sahil sularını içerir). Yer altı suları yönetiminin entegrasyonu —Emisyon kontrolü gibi önlemler ile çevresel amaçların entegrasyonu. Çerçeve Talimatı nehir havzası bazında entegre su yönetimi planlamasını gerektirmektedir. Bu aşağıda sıralananları gerekli kılmaktadır: —Bu miktarı ve kalitesinin gözlenmesi. —Toplumun su ihtiyacının ve insan aktiviteleri ile ilgili su kütlesi üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi. —Amaçların belirlenmesi (Çerçeve Talimatı’na dahil olmayan Avrupa Topluluğu yasalarının diğer kısımları dışında ortaya çıkan amaçları ve ulusal veya yerel politikaların dışında ortaya çıkan amaçları içerir). —Amaçların sağlanması için tasarlanan önlem programının yapılması ve yerine 47 getirilmesi (Çerçeve Talimata dahil olmayan Avrupa Topluluğu yasalarının diğer kısımları uyarınca gerekli önlemleri ile ulusal ve yerel önlemleri içerir). —Karar verme işlemlerinde şeffaflık ve kamuoyu ile müzakere. —Talimatın yerine getirilmesinin izleme ve rapor hazırlama. Nehir havzası içinde özellikle daha büyük nehir havzalarında amaçların ve önlemlerin aslı konuma ve duruma bağlı olarak değişebilir. Çerçeve Talimatı çabaların ve sonuçların karşılaştırılmasını yapmak için yukarıda bahsedilenlere rehberlik eder, ama uygulamadaki ayrıntıların çoğu üye ülkelere bırakılır. Çerçeve Talimatı, talimatın yönetimi ve güncelleştirilmesi için sorumlu bir komite kurulmasını ister. Komite, bu talimatın ve diğer Avrupa Topluluğu su yasalarının uygulanmasının koordinasyonunu temin etmekle yükümlüdür. Mevcut Avrupa Topluluğu Yasaları ve İlgili Topluluk Politikası; 1. Avrupa Topluluğu Su Mevzuatı Aşağıda su yönetimi konularına özgü ve bu konularla doğrudan ilgili Avrupa Topluluğu talimatlarının bir listesi verilmiştir. Talimatlar kronolojik düzende sıralanmıştır. 1.1 Yüzey Suları Talimatı (75/A40/AET) Amacı İçme suyu kaynağı olarak kullanılan ırmak, göl ve rezervuarların korunması suretiyle temiz içme suyu sağlanmasına yardımcı olmaktır. Belirgin Özellikleri: Talimatta, üye ülkelerden bu su kaynaklarını tespit etmeleri, sınıflandırmaları ve izlemeleri ile bir takım su kalite parametrelerine uyumluluğu sağlamak için çalışma planları hazırlamaları istenir. İlgili talimat (79/869/AET) kullanılacak olan numune alma ve analiz yöntemlerini tayin eder. Yorumlar: Bu talimat, İçme Suyu Talimatı’ndan önce kabul edilmiş eski bir talimattır. Parametreler ve sınıflandırmalar şu an güncel olmayıp mevcut İçme Suyu Talimatı’nda bulunan içme suyu güvenliğine ya çok az katkı sağlamakta ya da herhangi bir katkı sağlamamaktadır. Gelecekteki içme suyu kaynaklarının korunmasının önemi kanıtlanmamış olup, yüzey suları ve yer altı sularının kalitesinin korunmasına ilişkin Çerçeve Talimatı’ndaki genel yükümlülüğün yerini alması daha faydalı olabilecektir. 1.2 Banyo Suyu Talimatı (76/160/AET) Amacı: Deniz ve tatlı su banyosu alanların sağlığını ve banyo sularının kalitesini korumaktır. Belirgin Özellikleri - Talimatta Üye Ülkelerden deniz ve tatlı su banyo sularını 48 tespit etmeleri, izlemeleri ve bir takım su kalite parametrelerine uyumluluğunu sağlamak için "uygun olan bütün önlemleri" almaları istenir. Komisyon, talimatın uygulanması ve Topluluk banyo sularının kalitesi hakkında her yıl rapor hazırlar, en yeni rapor 1995 dönemine aittir. Yaygın olan yanlış anlaşılmaya rağmen, talimat istenen parametreleri sağlayan plajlara "Mavi Bayrak" ödülü verilmesini içermez, bu proje Avrupa'daki Çevre Eğitimi Kurumu tarafından organize edilir. 1994 yılında Komisyon bu talimatın güncelleştirilmesi için bir teklif yayımlamıştır. Bu teklif halen Konsey ve Parlamento tarafından değerlendirilme aşamasındadır. Yorumlar: Bu talimat Avrupalı vatandaşlar tarafından en çok bilinen talimattır. Hiç kimse bu sularda yüzen ve banyo alanların sağlığının korunmasına yönelik önemini sorgulamamaktadır. Bu talimatın kabul edildiği sırada, şehir atık sularından kaynak sularının korunması hakkında az sayıda yasa bulunmaktaydı, bu nedenle talimatın ikincil amacı üye ülkelerden, şehir atık sularından kaynaklanan en kötü kirlilik durumlarıyla ilgilenmek üzere çalışmalar yapmalarını talep etmektir. Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı, atık sular için belirli standartları düzenler, ancak bu standartlar farklı çevre konularına yönelik olup, Banyo Suları Talimatı’nda verilen çevre kalite standartlarına uymamaktadır. 1994 yılında teklif edilen tadilatlarla birlikte Talimat, yasanın ayrı bir parçası olarak kalacak, ancak banyo sularının iyileştirilmesi için üye ülkeler tarafından gerçekleştirilen çalışmalar, Çerçeve Talimatı uyarınca entegre önlemler programı ile birlikte koordine edilecektir. 1.3 Tehlikeli Maddeler Talimatı (76/464/AET) Amacı: Yüzey sularının tehlikeli maddelerle kirlenmesini kontrol etmektir. Belirgin Özellikleri: Talimat, bütün yüzey sularına uygulanır ve üye ülkelerden bir takım maddelerin (talimatın ekinde sıralanan) emisyonunu, büyük ölçüde sanayi kuruluşlarına verilen şehir atık sularının iyileştirilmiş arıtımı ile kontrol etmelerini talep eder. Çok tehlikeli maddelerle ilgili izinlere ait şatlar, bir dizi "Türetilen Talimatlar (daughter Directive)" ile (82/İ7Ğ/AET, 83/5İ3/AET, 84/156/AET, 84/491/AET ve 86/280/AET) Topluluk bazında belirlenir. Talimatta bu şartların oluşturulması için iki alternatif yöntem mevcuttur; üye ülkeler en iyi mevcut tekniklere dayalı emisyon "sınır değerlerini" uygulama veya emisyon sınırını alıcı su ortamında belirtilen "kalite hedefleri"ni karşılaması istenen sınırlara dayandırabilme imkânı arasında secim hakkında sahiptir. Liste II’de yer alan maddeler azaltım programı oluşturması gereken üye ülkelerle ilgilidir. Komisyon bu talimatın uygulanışı hakkında 1993 yılında bir rapor hazırlamıştır. Yorumlar: Talimat, topluluktaki yüzey sularının kalitesinin artırılmasına destek 49 olmuştur, ancak bugünkü koşullarda oldukça eskidir, tehlikeli maddeler için azaltım programları oluşturma hususunda üye ülkelerin birçoğunun performansı ihmal edilirken, çok tehlikeli maddeler için türetilen talimatlar meydana getirilmesi işleminin külfetli ve yavaş olduğu tespit edilmiştir. Talimat ayrıca, listedeki maddelerin sürekli artmasını dikkate almayışı ve gittikçe artan toksin etkilere değinmeyişi yüzünden eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin birçoğu Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrolü Talimatı’nın kapsamadığı sanayilerde bir takım kontrollere gerek duyulmasına rağmen teklif edilen Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrolü Talimatı’nda cevaplandırılmıştır. Bu talimat kabul edildiğinde, Entegre Kirliliğin Önlenmesi ve Kontrolü Talimatı’nın ışığında ve yeni Çerçeve Talimatı’nın düzenlenmesi ile bağlantılı olarak tekrar gözden geçirilecektir. 1.4 Bilgi Alışverişi Kararı (77/795/AET) Amacı: Politika hazırlığına bilgi sağlamak amacıyla topluluktaki nehir sularının kalitesi ve miktarı ile ilgili genel bir değerlendirme yapmaya yardımcı olmaktır. Belirgin özellikleri: Karar, 12 farklı parametreden oluşan izleme sistemiyle 124 izleme noktasından oluşan (AT/2) bir ağ meydana getirmektedir. Üye ülkelerle, sonuçları bir araya getirerek rapor yayımlayan Komisyon arasında bilgi alışverişi vardır. Yorumlar: Bu karar Topluluktaki akvatik çevrenin durumu hakkında genel bir değerlendirme sağlayan takdir edilen bir girişimdir; ancak, bu kararın rolü günümüzde tartışmalı bir biçimde Avrupa Çevre Bürosu ve daha sonraki Talimatlardaki farklı izleme kuralları ile yer değiştirmiştir. Kararın yürürlüğe girmesinden itibaren oluşturulan zamana bağlı veri dizilerinin devam ettirilmesinin belirli bir önemi olabilecektir, ancak bu takdirde Komisyon, Çerçeve Talimatı’na çeşitli izleme kurallarının dahil edilmesinin daha uygun olacağını düşünmektedir. 1.5 Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı (76/659/AET) Amacı: Balık yaşamını, özellikle ticari olarak veya rekreasyonel amaçlarla yakalanan türlerin yaşamını sürdürebilecek kapasitede olan veya olması gereken tatlı su kaynaklarını korumaktır. Belirgin özellikleri: Kalite standartları ile uyumluluğu sağlamak için Talimatta üye Ülkelerden, balıkların yaşadığı suları tayin etmeleri, bunlarla ilgili su kalitesi standartlarını oluşturmaları, söz konusu suları izlemeleri ve "kirlilik azaltım programları" oluşturmaları istenir. Komisyon bu talimatın uygulanışı hakkında 1995 yılında bir rapor hazırlamıştır. 50 Yorumlar: Talimat üye ülkelere, balıkların yaşadığı suların tayın edilmesinde takdir hakkı verir. Bu nedenle Topluluk genelinde çok farklı uygulamalar bulunmaktadır, bu şekliyle Topluluk bazında oluşturulacak herhangi bir kurala gerek olmayışı tartışmalı bir husustur. Bununla birlikte, talimat bazı üye ülkelerde söz konusu suların zorla iyileştirilmesinde belirli bir öneme sahiptir ve Komisyon bu yararların göz ardı edilmemesini düşünmektedir. Suların Ekolojik Kalitesi Talimatı’na Dair Komisyon’un mevcut teklifinde, belirgin bir şekilde balık popülâsyonlarını destekleme kapasiteleriyle birlikte, yaşam ortamları olan yüzey sularının korunması hususunda genel yükümlülükler tespit edilmesi önerilmiş olup, Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı’nın beğenilen niteliklerinin bu kurallara dahil edilmesi tasarlanmıştır, suyun Ekolojik Kalitesi teklifine ilişkin ana unsurlar çerçeve Talimatı’na dahil edilecek ve bu nedenle, Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı çevre standartlarında bir tahrifat olmadan feshedilebilecektir. 1.6 Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı (79/923/AET) Amacı: Kabuklu su ürünleri popülâsyonlarının sürekliliğini sağlamak ve hasadı yapılan ürünlerin Kirlenmesini önlemek için kıyı suları ve acı suları korumaktadır. Belirgin özellikleri: Talimat, şekil itibariyle Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı’na benzer, ancak kabuklu su ürünlerinin yaşadığı sulara yapılan belirli deşarjlara dair bazı özel kontrolleri de içerir. Komisyon, Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı ile aynı zamanda ve aynı raporda bu talimatın uygulanışı hakkında bir rapor hazırlanmıştır. Yorumlar: Tamamı olmasa da Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı’na ilişkin düşüncelerin çoğu Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı için de geçerlidir. Ayrıca hâlihazırda canlı bivalvia (iki kabuklu yumuşakçalar) kabuklularının üretimi ve pazar arzına dair uyulması geren sağlık şartlarının belirleyen bir talimat (91/49 2/AET) da bulunmaktadır. Bu nedenle Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı çevre standartlarında bir tahrifat olmadan feshedilebilir. 1.7 Yer Altı Suları Talimatı (S0/68/AET) Amacı: Yer altı sularının tehlikeli maddelerle kirlenmesini kontrol etmektir. Belirgin özellikleri: Talimatta üye ülkelerden, belirli maddelerin yer altı suyuna (Talimatın ekinde sıralanan) doğrudan veya dolaylı deşarjını kontrolü, yani büyük ölçüde doğrudan deşarjını ruhsat sistemi aracılığıyla kontrol etmeleri istenir. Bu ülkeler ruhsat şartlarına uyumluluğu ve yer altı sularına olan etkileri izleyecektir. Yorumlar: Bu talimat, yer altı sularının korunması için benzer kuralların 51 uygulanmasının tasarlandığı Tehlikeli Maddeler Talimatı ile Kardeş (sister) Talimat olarak yürürlüğe girmiştir. Kabulünden bu yana, yer altı sularının karşı karşıya kaldığı uzun vadeli zorlukların, kirliliğin gittikçe artan bir biçimde dağılmasıyla ve sürdürülebilir olmayan su çekim seviyeleriyle ilgili olduğu ve bu hususların hiç birinin yeterince talimat kapsamında olmadığı açıkça görülmüştür. Hâlihazırda Komisyon, yer altı suları ile ilgili her türlü sorunları içeren bir Yer Altı Suları Çalışma Programı üzerinde çalışmaktadır ve yerel, ulusal ve topluluk bazında faaliyetlere başlamıştır. Topluluk bazında, Yer Altı Suları Talimatı’nın tamamen revize edildiği gereği ortaya konulacaktır. Yer altı suları ve yüzey sularının korunmasını daha fazla entegre hale getirebilmek için, Yer Altı Suları Talimatı’nın revizyonu bütün Topluluk sularını kapsayan yeni bir Çerçeve Talimatı’nda yer alacağından, asıl talimatın feshedilmesi gereklidir. 1.8 İçme Suyu Talimatı (80/778/AET) Amacı: insan tüketimi için tasarlanan suyun kalitesine dair katı standartlar belirleyerek insan sağlığını korumaktır. Belirgin Özellikleri: Bu talimatla üye ülkelerden, 60'dan fazla parametre için katı kalite standartlarını ortaya koymaları, içme suyu kalitesini izlemeleri ve belirlenen değerlerle uyumluluğu sağlayarak gerekli adımların atılması istenmektedir. 1995 yılında Komisyon, talimatın güncelleştirilmesi için bir teklif yayımlamıştır. Yorumlar: Bu talimat önemli bir etkiye sahiptir ve genel olarak geçen on yıl içinde Topluluktaki içme suyu kalitesindeki tam gelişimin ardındaki itici güç durumundadır. Talimat hükümetlere ve su temin edicilerine yatırım programları ile ilgili kararlı ve tahmin edilebilir bir zemin sağlamıştır ve tüketiciler kullanacakları suların tam olarak Topluluk genelindeki kalite standartları ile uyumlu olduğu ümit edilebilmektedir. Talimat, ürün standartlarını belirleyen diğer su kanunlarına göre oldukça farklıdır. Talimat, Çerçeve Talimatı’na dâhil edilmeyip tek tek başına uygulanmalı, çalışmalar talimatın revizyonuna ilişkin Komisyon teklifinin kabulü yönünde sürdürülmelidir. 1.9 Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı (91/271/AET) Amacı: Besin kirliliğinin ve böylece besinlerin neden olduğu kirliliğin (Ötrofikasyon) ana kaynaklarından biri olan şehir atık sularından gelen besinlerle (özellikle nitratlar ve fosfatlar) yüzey sularının kirlenmesini azaltmaktadır. Ayrıca, içme suyu amaçlı çekilen sudaki nitrat konsantrasyonlarının azaltılması da hedeflenmektedir. Belirgin özellikleri: Talimatla, şehir atık suları ve belirli sanayi sektörlerinden 52 gelen atık suların toplanması, artımı ve deşarjı hususunda kurallar oluşturulur. Ayrıca atık su toplama sistemleri ve arıtım tesisleri hazırlığı ile tesislerde istenilen arıtım seviyesini belirlemek için bir zaman tablosu tespit edilir, zaman tablosu ve kurallar, belirtilen unsurların bir araya, gelmesi büyüklüğüne ve izleme aracılığıyla tespit edilmesi gereken alıcı suların hassasiyetine bağlı olarak değişiklik gösterir. Yorumlar: Bu talimat uygulama sürecinde olup, istenilen standartların sorunun çözümü için yeterli olup olmadığını söylemek için daha çok erkendir. Talimat, çevresel kalite amaçları yaklaşımı ile emisyon sınır değerleri yaklaşımının bir arada kullanılmasına iyi bir örnektir. Sınırlı mali kaynaklar en etkin bir biçimde kullanılırken, talimat yüksek düzeyde bir çevre koruması da sağlamaktadır. Komisyon, izleme ve Çerçeve Talimatı programının kuralları ile uyumluluğu sağlamak için değişiklikler teklif edebilir. 1.10 Nitrat Talimatı (91/676/AET) Amacı: Nitrat kirliliğinin diğer bir ana kaynağından tarımsal kaynaklardan gelen nitrat kirliliği ile ilgilenerek Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı’nı tamamlamaktır. Belirgin özellikler: Talimatta, üye ülkeler hakkında yüzey sularına ve yer altı sularına tarımdan kaynaklanan nitrat seviyesindeki kaybı azaltmak amacıyla uygun Tarımsal Uygulama Prensipleri’ni oluşturma ve teşvik etme ile ilgili genel bir kural mevcuttur. Talimat izleme kurallarını kapsar ve nitrat kirliliğine karşı hassas olarak tanımlanan alanlarda, organik gübrenin kullanma sınırları ile birlikte tarımsal faaliyetlere yasal olarak uygulanabilir olan sınırlamaları içeren Çalışma Programları da bulunur. Yorumlar: Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı gibi, bu talimat da uygulama aşamasındadır. Ancak, üye ülkelerin genel olarak yükümlülüklerini zamanında yerine getirmedikleri de dikkate değer bir husustur. Yine Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı gibi, Nitrat Talimatı, gerekli olan yerlerde daha katı önlemleri zorunlu kılan su yönetimi ile ilgili iki yaklaşımı bir araya getirmektedir. Komisyon İzleme ve Çerçeve Talimatı Programı’nın kuralları ile uyumluluğu sağlamak için değişiklikler teklif edebilir. 1.11 Teklif Edilen Suyun Ekolojik Kalitesi Talimatı (COM (93) 680 son şekli) Amacı: Yüzey sularının yaşam ortamı potansiyellerini muhafaza etmek ve geliştirmek, bunu gerçekleştirerek, bu suların genel olarak kalitesini artırmak, içme ve diğer amaçlar için su kaynağı olarak potansiyel kullanımlarını artırmak ve yüzey sularının tatlılık değerlerini artırmaktır. 53 Belirgin özellikleri: Teklif edilen talimatta üye ülkelerden, yüzey sularının ekolojik durumunu izlemeleri, kirlilik kaynaklarını veya insan kaynaklı olumsuz etkileri belirlemeleri, "uygun ekolojik kalite"yi elde etmek için "işletmeyle ilgili hedefler" oluşturmaları ve bu hedeflere ulaşmak için "entegre programlar" uygulamaları istenmektedir. Teklif edilen talimatta ayrıca entegre programların içeriği hakkında kamu ile müzakereler hususunda kurallar da vardır. Teklif hâlihazırda Konsey ve Parlamento tarafından görüşülmektedir. Yorumlar: Komisyon, suyun ekolojik kalitesi teklifinin genel yapısının Su Kaynakları Çerçeve Talimatı için de uygun olduğu düşünmektedir. Yani bu durum, tadilatların içeriğinin çok ötesinde teklifte ciddi değişiklikler yapılacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle Komisyon, Yeni Çerçeve Talimatı için bir teklif hazırlamayı tasarlamaktadır ve aynı zamanda mevcut teklifi geri çekecektir. Yeni teklif suyun ekolojik kalitesine dair çerçeve hazırlığını, farklı su kullanımını, yüzey suları ile birlikte yer altı sularını ve su kalitesinin yanı sıra miktarı ile ilgili hususlar da dahil olacak şekilde genişletecektir. Avrupa Topluluğu’nun Konuyla Yakından İlgili Olan Mevzuatı: Aşağıda su yönetimi üzerine daha az doğrudan etki gösteren veya sadece bu konularla alakalı olan yasaların ilgili bölümlerinin listesi verilmiştir. 2.1 Kanalizasyon Çamuru Talimatı (86/278) Amacı: Tarımda kanalizasyon çamuru kullanımını; toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve insan üzerine olan zararlı etkilerini önlemek amacıyla düzenlemektedir. Belirgin özellikleri: Talimatta, tarıma uygun arazilerde kullanılacak olan çamurdaki ağır metal konsantrasyonları için sınır değerleri ve topraktaki ağır metal konsantrasyonları için sınır değerleri dikkate alarak, bu metallerin yıllık olarak toprağa verilebilecek maksimum miktarları belirlenir. Ayrıca işlem, uygulama dönemleri, alınacak önlemler ve arıtma gibi çamurun kullanımıyla ilgili şartları da belirler. Yorumlar: Talimatın ana gayesi toprağın korunması ve bununla birlikte dolaylı olarak yer altı suyu kirliliğini de önlemektir. Komisyon tarımda kanalizasyon çamuru kullanımının, Şehir Atık Suları Hakkındaki 91/271/AET Talimatı’nın uygulanması gibi sebeplerle muhtemelen birkaç yıl içerisinde artacağını, arazi doldurma (Eylül 1996 için planlanan) ve atık stratejisi (arazi doldurmaları daha az kabul görmekte olup, çamurların enerji elde etmek için yakılması olası değildir) 54 hakkındaki talimatı dikkate alır. Böylece komisyon, bu talimatın revize edilmesini tasarlamaktadır. 2.2. Rapor Hazırlama Talimatı (91/692/AET) Amacı: Komisyon’a uygulama hakkında düzenli raporlar sunmak üzere. Üye ülkeler için çok sayıda çevresel talimatlar uyarınca yükümlülükleri kolaylaştırmak ve koordine etmektir. Belirgin özellikler: Talimatla; su ile hava ile ve atıklarla ilgili yasaları içeren birtakım talimatlar hakkında her yıl olmak üzere, üç yıllık bir rapor hazırlama dönemi tespit edilir. Su Raporu; Yüzey Suları Talimatı, Tehlikeli Maddeler Talimatı (ve bundan Türetilenler), Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı, Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı, Yer Altı Suları Talimatı ve İçme Suları Talimatı’nı kapsamaktadır. Yorumlar: Rapor Hazırlama Talimatı, rapor hazırlama yükümlülüklerinin birçoğunu tek bir kanun bölümü halinde bir araya getirerek farklı çevre kanunlarının bölümlerinde yer alan önlemlerin bazılarının koordine edilmesini gerektiğini göz önünde bulundurmaktadır. Su sektöründe, Rapor Hazırlama Talimatı aracılığıyla raporu hazırlanan birçok talimat fesih edilecek ya da Çerçeve Talimatı’na, dâhil edilecektir. Ancak, Çerçeve Talimatı’ndaki rapor ile ilgili yükümlülükler Rapor Hazırlama Talimatı’nın üç yıllık dönemine dahil edilecektir. Bu nedenle Komisyon, Rapor Hazırlama Talimatı’na dair herhangi bir önemli değişiklik teklifi hazırlamayı düşünmemektedir. 2.3 Teklif Edilen Entegre Kirlilik Önlenmesi ve Kontrolü Talimatı (COM (93) 423 son şekli) Amacı: Büyük ölçekli kirletici sanayiden kaynaklanan su, hava ve toprak kirliliğinin önlemek veya en az seviyeye indirmektir. Belirgin özellikler: Teklif edilen talimatla, üye ülkelerdeki konuyla ilgili yetkili kuruluşlardan, yerel çevre ve teknik değerlendirmeleri dikkate alarak, "en iyi mevcut teknikleri" esas alan kirletici emisyonları hususundaki sınırlandırmaları içeren su, hava veya toprağa olan emisyonları kapsayan sanayi faaliyetlerine dair entegre izinleri vermeleri istenecektir. Mevcut Topluluk emisyon sınırları ve kalite amaçlarının tamamı minimum kural olarak yerine getirilmelidir. Teklif halen Konsey ve Parlamento tarafından görüşülmektedir. Konsey 27 Kasım 1995 tarihinde metinle ilgili ortak bir görüsü benimsemiştir. Yorumlar: Teklif edilen bu talimatla, hava, su ve toprağa olan emisyonlarla ilgili olan uygun bir yaklaşım sağlamak üzere çoğu kirletici sanayi dalında kirlilik 55 kontrollerini entegre hale getirme yolları araştırılmaktadır. Bu, mantıklı ve makul bir tekliftir; ancak, tek basına su koruma bölgeleri ister istemez yasanın dışına çıkarılmaktadır. Bu nedenle, teklifler arasında uyumluluğu temin etmek ve gerekli veya faydalı olduğu kanıtlanabilen başka yerlere değinmeyi kapsaması dışında, bu teklifin suyla ilgili bir çerçeve hazırlığına dahil etme girişiminin bir faydası olmayacaktır. 2.4 Bitki Koruma Mamulleri Talimatı ve Teklif Edilen Biyositler (Canlı Öldüren Maddeler) Talimatı (9İ/4İ4/AET,COM (93) 351 ve COM (95) 387-COD 465) Amacı: Kullanımlarının yer altı suları ve yüzey sularında kirliliğe yol açmamasını sağlamak amacıyla, bitki koruma mamullerinin piyasaya arzını düzenlemektir. Teklif edilen Biyositler Talimatı’nda da biyositler için aynı hususlar tasarlanmaktadır. Belirgin Özellikleri: Bitki Koruma Mamulleri Talimatı’nda, diğerlerinin yanı sıra talimatta ve bağlantılı Tek Tip Kurallar Talimatı’nda yer alan belirli temel kriterlerin sağlanması için bütün bitki yetiştiriciliği mamullerine ruhsat verilmesi istenmektedir. Ayrıca, bu talimat mamullerinin etiketlenmesi ve ambalajı ile ilgili kuralları da içermektedir. Benzer bir kural Biyositler Talimatı için de teklif edilmektedir. Yorumlar: Bu talimatta su kalitesi yönetimiyle doğrudan ilgili olan ve su içinde yer alan önemli maddelere değinilmektedir. Ayrıca diğer hususlara da değinilmektedir, bu nedenle, herhangi bir su çerçeve yasasına dahil edilecek adaylar olarak değerlendirilemezler, ancak uyumlu olduklarından emin olmak gerekir. 2.5 Deterjan Talimatları (73/404/AET ve 73/405/AET) Amacı: Köpüren dayanıklı deterjanların neden olduğu nehir kirliliğini azaltmaktır. Belirgin Özellikleri: Talimatlar, Toplulukta satılmakta olan deterjanlara ait standartları belirler özelliklerini ve yitirebilir deterjanların olmaları en istenir. azından %90 Komisyon oranında halen, biyolojik değerlendirme yöntemlerini güncelleştirmek ve geliştirmek amacıyla talimatları yeniden gözden geçirmektedir. Yorumlar: Bu talimatlar, ürün verim standartları ile açıkça ilgili olan özel bir durumu belirleyen oldukça eski iki kanun bölümünü içermektedir. 2.6 Büyük Kazalar Talimatı (82/50/AET) Amacı: İnsanlar veya çevreye olan büyük kazaların oluşumunu ve etkisini en aza 56 indirmektir. Belirgin Özellikleri: Talimat, büyük kazaların insan veya çevreye önemli ölçüde zarar verebileceği kurum ve kuruluşlarla ilgili kurallar koymaktadır. Kurallarda tehlikelerin tespit edilmesi, bağlı risklerin kontrol edilmesi ve büyük kazaların etkilerini hafifletici önlemlerle ilgili hazırlıklar bulunmaktadır. Yorumlar: Bu talimat, genel anlamda insan ve çevre koruması ile ilgili kontrolleri bir şarta bağlayan genel bin "Büyük Kaza Tehlikesi Talimatı”dır. Önlemler, diğer büyük kazalara uygulandığı şekliyle, bir "büyük kaza" olan su kirliliğine de uygulanır. Bu politika alanları arasında genel bir uyumluluğu sağlama zorunluluğu dışında, bu yönüyle suyla ilgili çerçeve hazırlığıyla birleştirilmesine gerek yoktur. 2.7 Yaşam Ortamları ve Kuşlar Talimatı (92/43/AET ve 73/409/AET) Amacı: Topluluk içindeki biyolojik çeşitliliğin muhafazasını temin etmektir. Belirgin özellikleri: Talimatlarda, korumalı alanların seçilmesi ve uygun yönetimi istenir. Buna, kirlilikten kaçınma ve ilgili olan yerlerde, su seviye ve su kalitelerinin muhafaza edilmesi de dahildir. Yorumlar: Çerçeve Talimatı uyarınca gerekli olan entegre su yönetimi planlarının, bu talimatlar ve benzer ulusal yasalar uyarınca belirlenen alanları tanıma zorunluluğu vardır. 2.8 Çevresel Etki Değerlendirmesi Talimatı (85/36/AET) Amacı: Çevre konusunda yeni geliştirme projelerinin etkisi, planlama. Muvafakatinin verilmesinden önce değerlendirmeyi sağlamaktır. Belirgin özellikleri: Talimatta, çevre üzerine önemli ölçüde etkisi olabileceği düşünülen belirli projelerin çok kapsamlı çevresel faktörlere (insanlar, flora, fauna ve su) göre etkilerinin değerlendirilmesi istenir. Geliştirme muvafakati verilmeden önce ilgili birimlerin, resmi ve ilgili kuruluşların görüşleriyle birlikte konu hakkındaki bütün bilgileri toplaması gerekir. Yorumlar: Komisyon, eklerin kapsamını genişletmek amacıyla tasarlanan talimatın (GOM (93) 575 son şekli) revize edilmesini teklif etmiştir. Konsey, bu teklifle ilgili ortak bir noktaya ulaşmıştır. Komisyon ayrıca, Çevresel Etki Değerlendirmesi Talimatı ilkelerinin çevre hususunda önemli bazı plan ve programların etkilerini kapsayacak şekilde genişletilmesi üzerine bir teklif hazırlamayı da düşünmektedir. 2.9 Kimyasal Maddelerin Sınıflandırılması, Etiketlenmesi ve Risk Değerlendirmesini Kapsayan Yasa Amacı: Kirliliğe neden olabilecek sanayi maddelerinin risklerini değerlendirmek ve piyasaya arzını düzenlemektir. 57 Belirgin Özellikleri: Yasa, tehlikeli maddelerin sınıflandırılması ve etiketlenmesi hususunda çerçeve kurallarını belirleyen bazı talimat ve tüzükleri içerir (67/548/AET, 793/93/AET, 78/63İ/AET ve 38/739/AET). Ayrıca, yeni ve mevcut kimyasal maddelerin riskinin değerlendirilmesi hususunda iki önemi de içermektedir (93/67/AET Talimatı ve 1488/94 Tüzüğü). Bu yasalarla elde edilen değerlendirme bilgileri ve deney sonuçları, genellikle su kirliliği ve akva tik ekosistemler dahil olmak üzere kirlilikle ilgili diğer bir grup yasadaki faaliyetleri başlatmaktadır. Yorumlar: Yasanın bu kısmı bu bildiride tartışılan hususlardan etkilenmemektedir. Topluluğun Su Politikası konusundaki ilkeleri Türkiye'de "su"ya ilişkin olarak hazırlanacak her tür yasal düzenlemeye yansıtılabilecek özellikte ve esnekliktedir. Ancak; entegre su yönetimi ve giderek nehir havzası yönetimi konusunda Fransa su yönetimi incelemelerinde yer alan kuşkuların ve sakıncaların aynen Avrupa Topluluğu Su Yönetimi’nin tıpa tıp örnek alınmasında da geçerli olacaktır, Avrupa ülkelerinin kabul ettiği ve mevzuatında yer alan talimatların ise "Çerçeve Yasa" niteliğinde olması gereken "Su Yasası’nda" yer almasının, daha başka bir deyişle; Casuistique bir metotla Su Yasası’nın düzenlenmesinin "Çerçeve Yasa" niteliğini yok edeceği de bir gerçektir. Avrupa Topluluğu mevzuatında yer alan bu talimatların ülkemizde Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nde ve 2560 sayılı yasaya istinaden çıkarılan Yöresel Su kaynaklarını Korunma Yönetmelikleri’nde muhakkak yer alması gerekmektedir. 2.7 BREZILYA SU KAYNAKLARI POLİTİKASI (8 Ocak 1997 Tarih ve 9433 sayılı kanun) Brezilya Su Yasası’nın 1. maddesinde ve ulusal su politikasının esasları şöyle tespit edilmiştir: 1) Su, kamu malıdır. 2) Su ekonomik değer olan sınırlı doğal bir kaynaktır. 3) Herhangi bir yokluk anında su kaynakları kullanımında öncelik, insanların kullanımına ve hayvanların sulanmasına verilmiştir. 4) Su Kaynakları Yönetimi suyun çok amaçlı kullanımına müsaade etmelidir. 5) Ulusal Su Kaynakları Politikası’nın yerine getirilmesinde ve Ulusal Su Kaynakları Yönetim Sistemi’nin uygulanmasında nehir havzaları esas alınır. 6) Su Kaynakları Yönetimi merkezileştirilmeli ve bu kaynakların yönetimine kullanıcıların, ilgili kuruluşların ve hükümetin katılımı olmalıdır. 58 Bunun dışında Türkiye'de çıkartılacak bir yasaya örnek olması bakımından kamuya ait suların ekonomik bir mal olarak ele alınması ve kullanıcıya onun gerçek değerini vermesi gerektiğini belirtmek açısından da ve tasarruflu kullanımı da getirerek olan ücretli su kullanımı ilkesinin ele alınması gerekmektedir. Ancak; Brezilya’nın federal bir devlet oluşu, ırmaklarının Türkiye'ye göre çok büyük havzalar oluşturması, nehir bazında havza yönetimini gerektirmiştir. Daha önceki bölümlerde; örneğin Fransa Su Yönetimi ve Avrupa Topluluğu Su Politikası'nın değerlendirmelerinde belirtilen sakıncalar Brezilya Su Yasası’nın örnek alınmasında da söz konusu olabilecektir. 2.8 İSRAİL SU YASASI 1) Sınırlı su kaynaklarına sahip olan İsrail’de, su kaynakları yönetimi ülke kalkınmasının en önemli unsurlarından biridir. Su kaynakları devletin kontrolü altındadır, kamu malıdır ve ülkenin gelişimi ve insanların ihtiyaçlarına göre tahsis edilmelidir. 2) Su konusundaki İsrail Parlamentosu (Knesset)’nun sorumluluğu Tarım Bakanlığı’na devredilmiştir. Bakanlık, su kanunlarındaki usullere istinaden uygulama yapmakla sorumludur. Tarım Bakanlığı’nın alt birimi olan Su Müfettişliği vardır. Müfettişi hükümet atamaktadır. 3) Karar verici mekanizma olarak Su Kurulu vardır. Kurul üyelerinin 2/3 ü halkın, 1/3’ü hükümetin temsilcileridir. Kurula Tarım Bakanı ve Su Müfettişi başkanlık eder. Bunun dışında; su komisyonu, hidrolojik servis, tahsisler ve lisans bölümü, geliştirme bölümü, planlama bölümü, su kalitesi ve atık su bölümü, toprak koruma ve drenaj bölümü, ekonomik bölüm, yasal büro, idare ve organizasyon birimi, drenaj havzasının işletilmesi, kirliliğin önlenmesi, göl kıyılarına dikkat edilmesi, danışmanlık ve kontrol işlerinden sorumlu olan kinneset yönetimi, dengeleme fonu, su işlerine değerlendirme komitesi, statü planlama komitesi bölümsel kurul gibi alt organlarla İsrail Su Yönetimi çok karmaşık bir yapıya sahiptir. Hazırlanacak bir "Su Yasası" için örnek alınacak özellikleri özetle şöyle sıralanabilir; 1) Su kamunun malıdır ve devletin kontrolü altındadır. 2) Su ekonomik bir değerdir ve kullanıcı ücret öder. 3) Su tahsisleri; yıllık üretim ve kullanma izni her üreticiye ve su kullanmasına verilir, ülkede çoğu bölge, su tüketiminin belirlenen oranlarda sınırlı olduğu yerler 59 tahsisli bölge olarak ilan edilir, su ücretleri, üretici, temin edici ve tüketici arasında su kullanımından dolayı belirlenmiş olan bir fiyattır, ücret tarife ile belirlenir. 4) Su kalitesinin korunması, su kalitesi konusunda gözlemler yürütülmesi, çevrenin korunması, atık su metotlarının koordinasyonu ve veri toplanması, atık suların arıtımı ve tekrar kullanımı ile ilgi olarak veri toplamak su kalitesi ve atık su bölümünün görevidir, bu bölümün Sağlık ve Çevre Bakanlıkları ile koordineli olarak su kalitesini gözlemler. 2.9 GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ SU POLİTİKASI (yeni ulusal su politikaları hakkında hükümetin resmi görüşü) Güney Afrika Cumhuriyeti'nde su, bölünmez bir ulusal kaynak olup, "Ulusal su kaynakları nicelik, nitelik ve güvenirliğinin yönetimindeki amaç, toplumun bu kaynakların kullanımından optimum, uzun vadeli, çevre açısından sürdürülebilir sosyal ve ekonomik faydalar sağlamaktır". Güney Afrika’da yeni su politikasının bireyler açısından eşitlik getirmesi esastır. Cumhuriyetin geçirmiş olduğu ırk ayırımı politikasından sonra bu husus önem kazanmaktadır. Dolayısıyla "su hizmetlerine ulaşımda eşitlik, su kaynaklarına ulaşımda eşitlik, su kaynağının kullanımından elde edilen faydalara ulaşımda eşitlik" optimum kaynak kullanımı ve muhafazası ile birlikte büyük önem kazanmaktadır. Politikaya hakim olan önemli kavramları "optimum", "çevresel sürdürülebilirlik" ve "sosyal ve ekonomik fayda"dır. Güney Afrika'nın kıt su kaynaklarının uygun kullanımının idaresi, korunması ve belirlenmesinde "kamu güveninin" koruyucusu olarak hükümetin rolünün benimsenmesi yeni su yönetimi yaklaşımının esasını oluşturmaktadır. Bu şekil yeni su yasasının temeli olacaktır. Kamu güveninin ana fikri; su kaynaklarının halka ait yönünü ve bu kaynaklara adil ulaşımını temin etme zorunluluğunu dikkate alarak, Güney Afrikalıların hepsinin yararına ulusal hükümetin su kullanımını düzenleme sorumluluğu olmasıdır. Bunun esası, bu kıt kaynakların kamu yararına faydalı bir şekilde kullanılmasının temin edilmesidir. Geleneksel olarak, kamu güveni, örneğin; kano taşımacılığı gibi halkın nehirleri rekreasyonel kullanım hakkı dahil olmak üzere halkın suya ulaşımını korumuştur. Güney Afrika mahkemeleri tarihi halkın bu haklarına çok dar açıdan bakarken, 60 hükümetin kamu güvenine dair yenilenen taahhüdü; Güney Afrika Hukuku’nun kaynağına döneceği ve kamu hakları konusunda geniş maksatlı bir anlayışı benimseyeceğidir. Ulusal hükümet kamu güveni yükümlülüklerini şu şekilde gerçekleştirmeyi taahhüt etmektedir: — Temel evsel ihtiyaçlar için yeterince suya ulaşımı garanti ederek, — Çevre ihtiyaçlarının karşılanmasını temin ederek, — Su çevriminin (kaynağın sürdürülebilirliğinin ve yenilebilirliiğinin bağlı olduğu süreç) birbiriyle bağlantılı yapısını dikkate alarak, — Su havzaları arasındaki suyun naklini temin ederek, — Güney Afrika'nın komşularına karsı yükümlülüklerine saygı göstererek, — Halkın suyunun koruyucusu olma taahhüdünü yerine getirerek. Bu nedenle, kamu güveni, su kaynaklarının yönetimi, korunması ve su kullanımının düzenlenmesinde ulusal hükümetin sorumluluklarına dikkat çekilmektedir. Bu husus yeni Su Yasası’nın ana kavramı olacaktır. Kamu güveni fikri Güney Afrika Hukuku’nda yeni bir kavram değildir. Güney Afrika Mülkiyet Hukuku’nun köklerini aldığı Roma Hukuku’nda bu husus mevcut olup, genellikle nehirler, denizler ve deniz kıyısı ile ilgili hakların belirlenmesinde kullanılmaktaydı. Kamu güveni ayrıca uluslararası acıdan da kabul gören bir kavramdır. Örneğin; Amerika Birleşik Devletleri'nde göller gibi iç su kaynaklarını suyun kamu güvenine tabi olmasını esas alarak korumak amacıyla, mahkemeler özel su haklarını iptal etmiştir. Bu durum kamu güvenine dair Roma Hukuku prensibini teyit etmektedir; Kamu güveni, kamu amaçları için kamu mülkiyetini kullanmada yalnızca devletin gücünü esas almamakta, ayrıca halkın ortak zenginliği olan nehirler, dereler, göller, bataklıklar, gelgit arazileri ve deniz kıyılarının korunmasını devletin yükümlülüğü altına almaktadır. 2.10 MEKSİKA SU YASASI VE SU YÖNETİMİ Ulusal sular hakkındaki bu kanun Birleşik Meksika Anayasası’nın 27. maddesine uygun olarak kaleme alınmıştır. Kanunun amaçları, su kaynaklarının tüketimini, kullanımını, gelişimini, dağıtımını ve kontrolünü düzenlemenin yanı sıra, bu kaynakların kapsamlı ve süregelen gelişim amacı ile miktarlarını ve kalitelerinin de korunmasını sağlamaktadır. Bu hükümler, ister yüzey suyu, ister yer altı suyu olsun bütün ulusal sulara 61 uygulanmaktadır. Bu amaçlar için kanunda sözü edilen tanımlar ise şöyle sıralanabilir; I. "Ulusal sular": Birleşik Meksika Anayasası’nın 27 (5) maddesi uyarınca millet tarafından sahip olunan sulardır. II. "Akif er": Yer altı suyunun depolanmasına veya çevrimine sebebiyet veren jeolojik formasyonlardır. Bu tür jeolojik formasyonlardan yer altı suları kullanım için çekilebilir. III. "Akarsu Yatağı": Selleşmeye yol açmaksızın maksimum miktarda suların akmasına müsaade edebilen gerekli kapasiteye sahip doğal veya suni kanallardır. Aşırı akım olduğu zaman, suyu kontrol edici yapılar inşa edilmediği takdirde doğal kanal, yatak olarak anlaşılacaktır. IV. "Hidrolojik Havza": Suların, bir tek nehir tarafından oluşturulan nehir yatakları ağı aracılığı ile denize boşaldığı alanı ifade eder veya sular denize boşalmasa bile suların diğer kesimlerden farklı kendi başına bir sistem oluşturduğu sahalardır. Akifeleri ile birlikte havza, su yönetimi amaçları için temel birimi meydana getirmektedir. V. "Komisyon": Ulusal Su Komisyonu, Tarım ve Su Kaynakları Sekreterliği altında yerinden yönetim icra eden yetkili bir birimdir. VI. "Standartlar": Ulusal suların korunması ve kalitesine atıfta bulunan Federal Önlemler ve Standartlar Kanunu ile Ulusal Mülklere değinen 113. maddeyle uyumlu olarak Komisyon tarafından yayımlanan resmi Meksika Standartlarını ifade etmektedir. VII. "Birey veya Kurum İş Birliği": Bireyler, topluluklar, birlikler, şirketler ve diğer kurumlar kanun tarafından belirlenen yasal statüye sahip olarak kanun ile belirtilen sınırlar içinde ve şeklinde iş birliği yapmaktadırlar. VIII. "Yamaç Bölgesi": Akarsu yatağına bitişik 10 metre genişliğinde şerit halinde uzanan veya maksimum su seviyesinden yatay olarak ölçülen, akarsu depozitlerini içeren kısımdır. Yamaç genişliği 5 metre veya daha az genişliğe sahip olan nehir yatakları için bu bölge 5 metre olabilir. Maksimum su seviyesi hesaplaması şimdiye kadar yapılan düzenlemelerle uyumlu olarak Komisyon tarafından belirlenen maksimum kret seviyesi temel alınarak belirlenmektedir. Nehirler için yamaç şeritleri menfanın 100. metresinden, suların denize boşaldığı noktaya kadar olan kesim olarak sınırlandırılabilir. IX. "Su Temini ve Kanalizasyon Sistemi": Halka su temin hizmetlerinin 62 yapılmasına müsaade eden çalışmaların bütünüdür, bu çalışmalar halk sağlığını koruma tedbirlerini, suyun isalesini, atık suların arıtmasını, tanzimini ve deşarjını içermektedir. X. "Tüketim Kullanımı”: Aktiviteleri yerine getirmek için belirli kalitede tüketilen su hacmidir. Belirli kalitede çekilen su hacminden, deşarj edilen diğer kalitedeki hacmin çıkarılması ile hesaplanmaktadır. Bu miktar ilgili ruhsatta belirtilmektedir. XI. "Hane Halkı Kullanımı": Hane halkının ihtiyaçlarını kendilerini memnun edecek tarzda karşılamak için gerekli suyun kullanımını belirtmektedir. XII. "Göl, Lagün veya Koy": Düzenli maksimum kret kotu yüksekliği ile sınırlandırılan ulusal suların doğal rezervuarlarını ifade etmektedir. XIII. "Tampon Bölge": Şimdiye kadar ki düzenlemelerle uyumlu olacak şekilde belirlenen, su yapılarının korunması, uygun isletilmesi ve denetlenmesi için Komisyon tarafından her bir durum için kapsamı belirlenen bu tür su kontrol yapılarına, barajlara komşu şerit halindeki araz i parçasıdır. Su Yönetimi Su kaynaklarının yönetimindeki ve bu kaynakların kamu malı olduğu hususundaki yetki Federal icra Bürosunun sorumluluğundadır. Büro bu sorumluluğunu ya doğrudan ya da Komisyon aracılığı ile uygulanmaktadır. Bu kanunun uygulanması ile uyum arz eden amaçlar için Federal icra Bürosu, federal yetkili hükümetler ve belediye çalışmalarının koordinasyonunu teşvik edecektir. Büro bunu yaparken bu kuruluşların yetkileri hususunda ön yargılı olmayacaktır. Aynı şekilde Federal İcra Bürosu, su çalışmaları ve hizmetlerinin inşasında ve idaresinde su kullanıcılarının ve özel kurumların gerekli olduğu hususunu vurgulayacaktır, Federal İcra Bürosu: I. Kullanıcıların katılımı ile uyumlu olacak şekilde ulusal sular üzerindeki sınırlamaların belirlenmesi ve kaldırılması konularında hükümler yayımlar. II. Kullanıcıların katılımı ile uyumlu olacak şekilde, yüzey suları ile birlikte yer altı sularının serbestçe çekimini de içerecek şekilde kullanımlarını düzenler. III. Kamu yararı için kamulaştırma yapıldığı zaman, sulama alanlarını tesis eder. IV. Kamu yararı söz konusu olduğunda, kamulaştırma, menkullerin tamamen veya kısmen geçici alıkonulması veya hakların sahipliği üzerindeki sınırlamalarla ilgili oları hükümleri yayımlar. 63 V. Kanunun verdiği diğer yetkileri uygular. Aşağıda belirtilen hususlar kamu yararına olacak şekilde duyurulur: I. Kamu su işleri ve ilgili hizmetlerin inşası, işletilmesi, korunması, rehabilitasyonu, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için gerekli olan sabit malların kullanılması veya elde edilmesi ve diğer faaliyetlerin, gayrimenkullerin ve gerekli iletişim kanallarının elde edilmesi ve kullanımı. II. Havzaların, akiferlerin, nehir yataklarının, su kütlelerinin ve ülkenin sahip olduğu diğer kaynaklar ile su temini için su içeren yer altı tabakalarına suyun süzülmesinin korunması, iyileştirilmesi ve muhafaza edilmesi, bir havza veya su bölgesinden diğerine suyun yönlendirilmesi. III. Kamu hizmetlerinde kullanılması için elektrik enerjisi üretmede ulusal suların kullanımı. IV. Ulusal yüzey ve yer altı sularının hidrolojik dengesinin halkın kullanımı için uygun olsun diye çekim limitlerinin, yasaklamaların, rezervlerin ve su kullanımındaki değişimlerin yeniden belirlenmesi. V. Atık su arıtma tesislerinin hizmete açılması ve bu tür suların tekrar kullanılması için alınan önlemlerin yerine getirilmesinin yanı sıra su kirliliğinin önlenmesi ve kontrolü için gerekli tesislerin inşası. VI. Sulama alanları veya drenaj birimleri ile uyumlu olacak şekilde tesislerin kurulması ve sulama veya drenaj alanlarının belirlenmesi için gerekli diğer sabit malların ve arazilerin elde edilmesi. VII. İnsanlara veya tesislere tehlikeli olabilecek aşırı meteorolojik olayların etkilerinin zararlarının karşılanması ve önlenmesi. VIII. Ulusal suların miktarını ve kalitesini ölçmek için gerekli ekipmanların kurulması. Ulusal Su Komisyonu: Tarım ve Su Kaynakları Sekreteri'ne aşağıda belirtilen huşular için yetki verilmiştir: I. Federal İcra Bürosu’na ülkenin su politikasını önermek. II. Komisyon’un Teknik Konseyi’nin başkanı olarak görev yapmak. III. Yasal hükümlerle özellikle görevlendirildiğinde su konularında karar verme (yargılama) hakkına sahip olmak. Komisyon şu hususlarda yetkilendirilmiştir: I. Su konularında bu kanun tarafından verilen yetkileri federal yargılama hakkı kapsamı içinde uygulamak. Burada Federal İcra Bürosu tarafından doğrudan 64 uygulanacak olan yetkiler hariç tutulmuştur. II. Ulusal su programının belirlenmesi, revize edilmesi ve yerine getirilmesinin gözlenmesi. III. Ulusal suları ilgilendiren hususlarda federal hükümetin çalışmalarında birliktelik ve istikrarı temin eden kriterleri, prensipleri ve tüzükleri önermek ve her bir program ile bu programın yerine getirilmesi için kaynak tahsisi arasında istikrarı temin etmek ve gözlemek. IV. Su temini ve kanalizasyon sistemlerinin, halk sağlığını koruma tedbirlerinin, su arıtma tesislerinin ve tekrar kullanım sistemlerinin, sulama, drenaj, sel kontrol ve koruma sistemlerinin gelişimini teşvik etmek ve desteklemek, uygun olduğu takdirde, Komisyon’un hüküm vermeye yetkili olduğu konu kapsamına giren hizmetlerin sağlanması için anlaşmalar yapılması veya imtiyazlar teşvik edilmesi veya üçüncü şahıslar ile aynı fikirde olunması. V. 113. maddede bahsedilen ulusal su kaynaklarının ve gayrimenkullerin yönetimi ve muhafaza edilmesi, havza yönetiminin yanı sıra ulusal su kaynaklarının ve gayrimenkullerin kalitelerinin korunması ve kontrol edilmesi. VI. Doğrudan veya üçüncü şahıslarla yapılan anlaşmalar veya onlara verilen imtiyazlar aracılığı ile federal su kontrol yapılarının programının, çalışmasının, inşasının, işletilmesinin, korunmasının ve bakımının yapılması, ayrıca suyun gelişimi ve suyun kalitesinin muhafaza edilmesi için yapılacak olan işlemlerin yerine getirilmesi. VII. Bu metinde bahsedilen imtiyazlar, teşvikler ve müsaadeler için ruhsatlar vermek, su haklarının kamu tescilini muhafaza etmek ve hakları tanımak. VIII. Burada anlatılanlarla uyumlu olacak şekilde su ile ilgili konularda ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmek için kullanıcıların ricası üzerine hakem olarak aracılık yapmak ve gerekli olduğunda hizmet etmek. IX. Hidrolojik çevriminin bütün safhalarında suyun muhafaza edilmesini ve suyun randımanlı kullanımını teşvik etmek, suyun hayati derecede önemli ve az bulunur bir kaynak olduğunun dikkate alınarak ortaya konulmasını sağlamak. X. Federal Mali Yasa ile uyumlu olacak şekilde idari yönetim, hüküm verme, gelir belirleme, gelir toplama, vergilendirme ile Komisyon’a tahsisi yapılan ücretler ile aidatların incelenmesi hususunda verilen mali yetkileri uygulamak, XI. Su ile ilgili olan bilimsel araştırma ve gelişmeleri uygulamak, teşvik etmek ve insan kaynaklarının eğitimini gerçekleştirmek. XII. Federal önlemler ve standartlar kanunu ile uyumlu olacak şekilde su 65 standartlarını yayımlamak. XIII. Bu kanunun uygulanmasını izlemek, idari işlemler için adı gecen hususları yorumlamak, yaptırımlar uygulamak, Federal İcra Bürosu’nun görev kapsamında olmayan yetkinin verdiği işlemleri yerine getirmek. XIV. Komisyon’a tahsis edilen kaynakların ve Komisyon’un yönetiminde teknik ve idari hususlarda kendi kendine karar verme hakkına sahip olarak özerk davranmasının yanı sıra Komisyon’un programlarında ve bütçesinde belirtilen amaçların, hedeflerin ve görevlerin tam anlamıyla yerine getirilmesi için yönetimde özerk davranmak. XV. Her bir durumda, devletin sahip olduğu mallar ile ilgili olarak Diario Oficial de la Federacion'da (Resmi Gazete) basılmak üzere konuya özgü resmi deklarasyon yayımlamak. XVI. Kanun veya tüzükler tarafından belirtilen bütün diğer fonksiyonları yerine getirmek (Madde 10). Ulusal Su Komisyonu, Federal Müfettişlerden ve Mali ve Kamu Kredi, Sosyal Gelişim, Enerji - Maden ve ilgili Kamu Sanayi, Tarım ve Su Kaynakları’nda üye olanlar ile Sağlık ve Balıkçılık Sekreterleri’nden oluşan bir Teknik Konsey’e sahiptir. Her bir unvan temsilciliği için gerekli vekıller atanabilir. Atama uygun görüldüğü zaman, Konsey diğer federal bölümlerin, büroların başkanlarını ve federal kurumların, belediyelerin ve kullanıcıların temsilcilerini oturuma davet edebilir. Madde 11. Teknik Konsey aşağıda belirtilen hususlar ile yetkilendirilmiştir: I. Su işleri ile ilgili olan federal bürolar arasında koordine edilen çalışmalar ile programın müsaade ettiği politika ve önlemleri görüşmek ve onaylamak. II. Komisyon’un gelirleri, menkulleri kaynakları ve suyun yönetimi ile ilgili olarak kendine sunulan konuları ele almak. III. Komisyon’un programlarını ve bütçesini görüşmek, bunların yerine getirilmesini izlemek ve Genel Müdür tarafından sunulan raporları görüşmek. IV. Komisyon tarafından borç alınması gerekli görülen yardımın şartlarının görüşülmesini ve sonuçlandırılmasını önermek. V. Havza konseylerinin kurulmasını onaylamak. VI. Bu kanun veya kanunun tüzükleri tarafından belirtilen diğer aktiviteleri yerine getirmek ve görevinin yapılması için gerekenleri uygulamak. Federal İcra Bürosu tarafından atanan Ulusal Su Komisyonu'nun Genel Müdürü, Komisyon’u yönetmektedir ve Komisyon’un ve idari birimlerin personelinin yasal 66 temsilcisi durumundadır. Genel Müdür aynı zamanda, Komisyon için el kitapları yayımlatır, Onaylanan bütçenin yürütülmesini idare eder. Karar verme hakkı olan konularda yetkilerini verebilir ve kanun ve tüzükler tarafından kendine verilen diğer yetkilere sahiptir. Havza Konseyleri Teknik Konsey’in kararını takiben havzalardaki çalışmaları koordine etmek ve Komisyon, federe bölümler, eyalet, belediye bölümleri ve büroları ile birlikte konu olan hidrolojik havzada su kaynaklarını kullananların temsilcileri ile irtibatı sağlamak için Komisyon tarafından su yönetimini iyileştirmek, su altyapısını ve ilgili hizmetleri geliştirmek, havza kaynaklarını korumak için çalışmaların düzenlenmesi ve programların yapılması amacı için havza konseyleri kurulmaktadır, Havza konseylerinin amaçları içinde, Komisyon’un tehlike anında, ender görülen yokluk durumunda, aşırı çekim veya koruma alanlarının ilan edilmesi anında mevcut haklar için geçici sınırlamalar yapılması hususunda kullanıcılar ile aynı fikirde olması hususu yer almaktadır. Böyle durumlarda hane halklarının içme kullanma amaçlı tüketimleri önceliğe sahiptir. Kullanıcıların Organizasyonu ve Katılımı; (Madde 14) Bu kanuna ve tüzüklerine uyumlu olacak şekilde eyalet, bölge veya havza bazında kullanıcıların katılıma olan gerekliliğini desteklemek, su kaynaklarının kalitesini kontrol etmek. Korumak ve gelişimini iyileştirmek için Komisyon kullanıcı organizasyonlarına sıcak bakmakta, kurulmasını teşvik etmekte ve desteklemektedir. Yasanın 48. maddesinden itibaren halk kuruluşlarına ve sulama birliklerine ayrılan onuncu bölümün 6. maddeye kadar devam etmekte olup, bu denli detayın "Su Yasası" gibi bir çerçeve yasaya alınması mümkün değildir. Öte yandan Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda ve hükümet programlarında yer alan "Su Kullanıcı Birlikleri Kanunu" planda su yasasından ayrı olarak yer alması ve bu konudaki çalışmaların ilerlemesi nedeniyle Meksika Ulusal Su Yasası’nın bu bölümünün raporda yer almasına bir yararı da yoktur. Ancak bu kanun taslağı bugüne kadar yasalaşmamıştır. Meksika Su Yasası’nın diğer bölümlerinin çıkartılacak Su Yasası’nda çok geniş bir kaynak görevi yapacağı da muhakkaktır. 67 2.11 BELÇİKA SU YÖNETİMİ Hükümet suyu insan hakkı kabul eder. 19 Nisan 2005’de Belçika Hükümeti bir “su önergesi” kabul etti. Bu önergede içme suyuna erişim, Belçika Anayasası’nda yer alması gereken bir insan hakkı olarak tanınmaktadır. Önerge ayrıca içme suyu sağlanması ve sağlıklı hale getirilmesi konusunda, suya ulaşım ve dağıtımının kamunun yetkisinde olması gerektiğine ve gelişmekte olan ülkelere uluslararası finans ve ticaret kuruluşları tarafından kendi su pazarını liberalleştirmeleri ve özelleştirmeleri hususunda baskı yapılmaması konusuna dikkat çekerek, kalkınma yardımlarının belirgin bir biçimde artması gerekliliğine değinir. Önergenin diğer unsurları kullanıcı katılımı (özellikle kadınların), bütünleşik su kaynakları işletimi, merkezi ve yerel hükümetlerin güçlendirilmesi, yoksulların yararına su tariflerinin geliştirilmesi ve Birleşmiş Milletler himayesinde uluslararası bir “Su Mahkemesi” kurulması konularına ağırlık verir. Su Önergesi’nin kabulü 465 STK, sendika, danışma grubu ve hareketini temsil eden, 11.11.11, Belçika’daki Flaman Kuzey Güney Hareketi Koalisyonu’nun 2003’de başladıkları başarılı kampanyanın sonucu gerçekleşmiştir. Koalisyon, 2005’deki dünya su gününde, sivil toplum grupları birliğinin de liderlerinden biriydi ve Avrupa Topluluğu’nu gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün büyümesi konusunda taraf olmayı bırakması ve “çalışabilir kamu su temini seçenekleri” hususunu desteklemesi konusunda çağrı yapmıştır. Bu anlayış çıkarılacak Su Yasası’nda yer almalıdır. 3. Yabancı Su Mevzuatlarının Ortak Yönleri: İncelenen bütün mevzuatın ortak faydalarını özetlemek ve sıralamak gerekirse; 1) Hemen bütün ülkelerde kamuya ait suların devletin hüküm ve tasarrufunda olduğu görülmektedir. 2) Nehir havzası bazında yönetimi kabul eden bazı ülkeler dışında (ki bunlarda da denetim yine devletin yetkisindedir) su yönetiminin devlet tarafından yürütüldüğü anlaşılmaktadır. 3) İnceleme yabancı mevzuatın hemen hepsinde; su kaynaklarının yararına en uygun düzeyde en uygun kullanımı ve faydalanılmasının esas olduğu, su kalitesini koruma ve sürdürme koşulu ile aşağıdaki önceliğe göre kullanılması gerektiği konusunda yaklaşım birliği olduğu müsaade edilmiştir. Bu öncelik sırası şöyle sıralanmaktadır: a) İçme ve kullanma ihtiyacı. 68 b) Hayvanlar için doğal hayatın idamesi için gerekli su ihtiyacı. c) Tarımsal sulama suyu ihtiyaçları. d) Enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları. e) Ticaret, turizm, tasıma, balıkçılık, avcılık, el sanatları ve sair su ihtiyaçları. 4) Hemen her ülke yasasına su kaynaklarını kullanım bedelini koymuşlardır. 5) Hemen her ülke su kaynaklarının koruması için "kirleten öder" ilkesini yasalarına koymuşlardır. 6) Hemen her ülke su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanımında optimum faydanın sağlanması için su kaynakları bilgi sisteminin kurulmasına özen göstermişlerdir. Ekte yer alan “Su Kanunu Tasarısı Taslağı” bu anlayış ve yaklaşımlara göre kalem alınmıştır. 4. SU YASASI ÇALIŞMALARI Bilindiği üzere Yedinci Beş Yıllık (1996–2000) Kalkınma Planı’nın onaylandığına ilişkin 18.7.1995 tarih ve 374 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı 25 Temmuz 1995 tarihinde 22354 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete ile yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 1–1) a) Kalkınma Planı’nın 131–134. maddelerde yer alan "e. Kırsal Altyapı" başlıklı bölümün "c. Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler" alt başlıklı kısmında; "Su kaynaklarının sınırlı oluşu ve bu kaynakların yer ve zaman olarak ülke düzeyinde eşit dağılmaması nedeniyle su kaynakları yönetimi oldukça karmaşık hale gelmiştir. Özellikle yer üstü su kaynaklarının tahsis ve kullanımına yönelik bir mevzuatın olmayışı doğal ve ekonomik kaynakların israfına yol açmaktadır. Bu nedenle yer üstü sularının tahsisi, korunması, sektörel ve sektörler arası kullanımının planlanması gibi tüm hukuksal boşlukları dolduracak ve 167 sayılı Yer Altı Suları Yasası’nı güncelleştirerek kapsayacak çerçeve nitelikte Su Yasası çıkarılacaktır. Kamu eli ile işletilen sulama şebekelerinde, yatırımlar ile işletme ve bakım onarım masraflarının tespit ve tahsilinde ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi amacıyla DSİ Genel Müdürlüğü'nün 6200 sayılı Teşkilat Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılacaktır. İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan Tip Birlik Tüzüğü'nün bazı maddeleri değiştirilerek, özel nitelik taşıyan sulama hizmetlerinin yapısına uygun hale getirilecek ve gerçekleştirme sürecinin kısaltılması için Sulama Birlik Tüzüğü tasdikinin Bakanlar Kurulu yerine İçişleri Bakanlığı'nca yapılması sağlanacaktır. Böylece sulama bedelinin gerçekçi baza oturtulması, geri ödemelerin ve devrin teşvik edilmesini sağlanacaktır. 69 Tarımsal altyapı hizmetlerinin gerçekleştirilmesine faydalananların her aşamada katılımı sağlanacak ve yatırımlar ve kaynak yaratılmasını mümkün kılacak şekilde DSİ Genel Müdürlüğü'nün 6200 sayılı ve K.H. Genel Müdürlüğü'nün 3202 Sayılı Teşkilat Kanunları’nda düzenleme yapılacaktır” açıklamaları yer almıştır. l) b) Yine aynı şekilde planın 129–131 sayfalarında yer alan "e- Kentsel Altyapı" başlıklı bölümün "c- Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler" alt başlıklı kısmında; "Günümüzde stratejik öneme sahip yer altı ve yer üstü su kaynaklarının farklı alanlarda rasyonel kullanımı amacıyla planlanması, yönetimi ve korunması için kurumsal reorganizasyonu da içerecek şekilde ve su konusundaki mevzuat dağınıklığını giderecek biçimde bir su yasası hazırlanacaktır. Bu kapsamda Devlet Su İşleri tarafından yapılan içme suyu amaçlı yatırımların geri dönüş sistemi de rasyonel esaslara uygun olarak yeniden düzenlenecek ve Yap - İşlet - Devret Modeline işlerlik kazandırılacaktır" açıklamaları yer almıştır. YILIK KALKINMA PLANI’NDA YER ALAN HUKUKİ VE KURUMSAL DÜZENLEMELER 1- c- Kalkınma Planı’nın 253. maddesinde yer alan (7. Beş Yıllık Kırsal Altyapı) başlıklı cetvelde ise yukarıda açıklanan hususlar teyit edilmiştir. 2- Aynı hususlar hükümet programlarında da yer almış olup, 1997 yılı programının 243. sayfasında bulunan "içme suyu amaçlı baraj yatırımlarının geri dönüşümünün sağlanması" konusu ile plan kapsamındaki projelerden "tarımsal altyapı faaliyetlerine çiftçi katılımının sağlanması" ve "Su Yasası’nın çıkartılması" hususundaki çalışmaların DSİ Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğunda yürütülmesi 29 Nisan 1997 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı APK Başkanlığı'nın koordinatörlüğünde yapılan; DPT mensupları ile DSİ yetkililerinin de katıldığı toplantıda kararlaştırılmıştır. Toplantıda: 1- Yer üstü sularının kullanımında, planlanmasında ve korunmasında hukuksal boşlukların giderilmesi, 2- Yer altı suları ile ilgili mevzuatın güncelleştirilmesi, 3- Sınıraşan suların kullanım hakları ile ilgili yetkilendirmeyi de kapsayacak şekilde Su Yasası'nın hazırlanması" gerektiği, bunun için de; a) Yurtiçi ve Yurtdışı ilgili mevzuatın taranması, incelenmesi, aksaklıkların tespiti çalışmalarının yapılması için komisyon oluşturulması, 70 b) Çerçeve nitelikteki Su Yasası'nın hazırlanmasına yönelik (1997–2000) Plan dönemini kapsayan planın hazırlanması" karar1aştırılmıştır. Aynı toplantıda "içme suyu amaçlı baraj yatırımlarının geri dönüşünün sağlanması" konusu da dâhil, 1053 sayılı yasada yapılacak değişiklik çalışmalarının hızlandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler Komisyonu çalışmalarını sürdürmüştür; a– 6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Vazifeleri Hakkında Kanun’da yapılması istenilen tadilatla ilgili çalışmalar tamamlanarak 29.07.1998 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na gönderilmiştir. Bakanlık bu taslağı 18.08.1998 tarihinde bakanlıklara görüşleri toplamak amacıyla göndermiş, bakanlıklardan alınan görüşler 23 Şubat 1999 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü'ne aktarılmış ve bu görüşler doğrultusunda komisyonca revizyon çalışmaları yapılmış ve taslağın son şekli gerekçe raporu ile birlikte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na yeniden gönderilmiştir. b– 1053 sayılı Ankara - İstanbul ve nüfusu yüz binden yukarı olan şehirlerde içme, kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun tadilatına ilişkin çalışmalar sonuçlandırılmış; Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın 129–131 sayfalarında yer alan "Devlet Su İşleri tarafından yapılan içme suyu amaçlı yatırımların geri dönüş sistemini rasyonel esaslara uygun şekilde düzenleyen" ibaresine uyarak hazırlanan;" Nüfusun 250 bini Asan Kentlere İçme Kullanma ve Endüstri Suyu Sağlanması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı" ve gerekçe raporu tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na gönderilmiştir. c- Su Kullanıcı Birlikleri Kanun Tasarısı; ülkemizde bulunan bütün sulama birliklerinin temsilcilerinin ve DSİ Teşkilatı’nın işletme ve bakım uzmanlarının katılımı ile yapılan çalışmalar sonuncu bitirilerek 13.11.1997 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na intikal ettirilmiştir. Anılan taslak 02.12.1997 tarihinde ilgili bakanlıklara gönderilmiş, ilgili bakanlıkların taslak hakkındaki görüşleri toplanarak 23.09.1998 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü’ne iade edilmiştir. Bütün bu görüşler değerlendirilmiş, bu doğrultuda revize edilip son şeklini alan yasa taslağı tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na gönderilmiştir. Bu taslak Başbakanlık Kararlar ve Kanunlar Dairesi biriminde ilgili bakanlık temsilcilerinin katılımı ile TBMM’ne sunulacak hale getirilmiş, ancak Başbakanlık Müsteşarlığı’nın nedenini bilemediğimiz gerekçeleri ile senelerce bekletilerek 2007 yılında DSİ Genel Müdürlüğü’ne iade 71 edilmiştir. Bütün bu görüşler değerlendirilmiş, bu doğrultuda revize edilip son şeklini alan yasa taslağı tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na gönderilmiştir. II. Bilindiği gibi 15 Kasım 1993 tarih ve 23524 (mükerrer) Resmi Gazete’de yayımlanan 1999 yılı programının 200. sayfasında bulunan "Altyapı Hizmetlerinde Yapısal Değişim Projesi" başlıklı cetvelde; açıklama sütununda aynen şu ibareler yer almıştır; "Sulama amaçlı kullanım başta olmak üzere özellikle yer üstü sularının tahsisi, korunması, kullanımının planlanması konularındaki hukuksal boşlukların giderilmesi ve yer altı suları ile ilgili mevzuatın güncelleştirilmesi amacıyla çerçeve nitelikli yasanın hazırlanmasına yönelik; 1998 yılında başlatılan ilgili diğer yasaların, teşkil edilen komisyonlar aracılığı ile incelenmesi çalışmaları sürdürülecektir” ibaresi doğrultusunda ülkemizde meri olan ve "suyu ilgilendiren tüm mevzuat taranmıştır. Bu çalışmadan sonra başta Avrupa Topluluğu'nun ilgili komisyonunca hazırlanan Avrupa Topluluğu Su Politikası Raporu olmak üzere; Meksika Ulusal Su Yasası, Danimarka Su Yasası, Fransız Su Yönetimi Mevzuat, Güney Afrika Cumhuriyeti Yeni Ulusal Su Politikaları hakkında hükümetin resmi görüşü, Brezilya Su Yasası, İsrail Su Mevzuatı, Birleşik Krallıkla Su Hizmetleri Yönetimi, Almanya'da Su Kaynakları Yönetimi Mevzuatı ve İspanya Su Yasası Türkçe çevrilerek incelenmiştir: 1. Yapılan değerlendirmede; tercüme edilen tüm ülke mevzuatlarının kaynak olabileceği ancak, ülkemize benzerlikleri açısından İspanya, Meksika ve İsrail'in su ile ilgili mevzuatının, hazırlanacak olan "Su Yasası" için öncelikle dikkate alınması gerekeceği; 2. Yapılacak olan çalışmada Avrupa Topluluğu Su Politikası'na ait mevzuatının Avrupa Topluluğu’na uyum çerçevesinde düşünülerek, dikkate alınması gerektiği, 3. 1968 yılında yine DSİ tarafından hazırlanan "Su Yasası Tasarısı"nın da incelenmesi ve yeni hazırlanacak olan metne alınabilecek bölüm veya konuların belirlenmesine gerek duyulduğu; 4. Tasarı taslağı metninin, çerçeve yasa niteliğinde geliştirileceği öngörülerek bir dispozisyon içinde kaleme alınmasının uygun olacağı, 5. Hazırlanacak taslağın 6200, 167 ve 1053 sayılı yasaların muhteviyatını da kapsayacak şekilde kaleme alınması gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bütün bu çalışmaların bitiş süresi 1999 Raporu’nda plan dönemi olarak belirtilen 2000 yılının sonudur. Bu takvim içerisinde ve yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda hazırlanan çerçeve nitelikteki "Su Kanunu Tasarısı Taslağı" ve gerekçe raporu 72 ilişiktir (EK–1). III. Su Yasası Taslağı’nın hazırlanmasından önce yapılan çalışmalar sonucu öncelikle ülkemizde sularla ilgili mevzuat taranması yapılmış daha sonra seçilen yabancı ülke mevzuatı Türkçe’ye çevrilmiştir. KAYNAKÇA 1. LEY 29'1985 De Aguas ESPANA The Water Act Of August 2, 1985 2. Water Management In France 3. Communication From The Commisıon To The Council And The European Parliament (European Community Water Policy) 4. Government Of Brazil Establishes The Natıonal Water Resoılce Policy (Law No. 9, 433 Of Januarv 8, 1997) 5. The Water Law (lsrael) Mınıstry Of Agricultrure - Water Commission 6. Water Sııpplv Act (Act. No 299. Of 8th June 1978) The Mınıstrıy Agency Of Environmental,Denmak 7. White Paper On a National Water Policy For Soııth Africa (Department Of Water AffCllrs And Forestrv) 8. National Water Law - December 1997 (Mexico) 9. Euromediterranean Workshop On lnstifuonal, Finascwl And Econumıc Aspects In The Management Of Water Supplv And Sanitation Services: a. Water Services Management In The Unıted Kıngdom - Paper by Andrew Semple) b. Organizatıonal And Instutational Aspect of Water Resources Management In Gerjjlanv J. Jedlifschka c. Implementation Of Water Resources Policy In Germany J. Jedlitschka (Jeoloji Yüksek Mühendisi Ahmet Sargm ingilizce çevirilerle yardım etmiştir.) 10. Kamııran Gürün: Anlaşmalar ve Su Haklarz (Makale) 11.. Özdemir Özbay 1995 yılı Su Etkinlikleri, Tarımda Su Yönetimi ve Çiftçi Katılımı Sempozyumu “Ülkemizde su ve Toprak Kaynaklarının Kullanımı ve Korunmasında Mevcııt Yasal Durıım" TMMOB - Ziraat Mühendisleri Odası Yayını - Haziran 1995 - Ankara 73 BÖLÜM III DÜNYA BANKASI’NIN TÜRKİYE İÇİN SKY MODELİ ÖNERİSİ Yaklaşık bir sene önce Dünya Bankası uzmanları tarafından DPT ve su kaynaklarının geliştirilmesi ile ilgili kurum ve kuruluşlarla yapılan kapsamlı görüşmeler ve araştırmalar sonrasında bir rapor hazırlandı. "Irrigation and Water Resource with a Focus on Irrigation Prioritasition and Managament - July 2006"başlıklı raporda çok çarpıcı değerlendirmeler ve iddialara yer verildi Bu raporda, Türkiye'nin su kaynakları potansiyeli ve su kaynaklarının ve sulama sistemlerinin geliştirilmesinden sorumlu kurum ve kuruluşlarla ilgili değerlendirmeler ve öneriler yer aldı. Türkiye'nin yer altı ve yer üstü su kaynakları potansiyeli ve bu potansiyelin kullanılması konusunda detaylı incelemelerin sonuçlarının da yer aldığı raporda su yasası ve kurumsal yapı düzenlemeleri konusunda öneriler de bulunmaktadır. Dünya Bankası'nın Türkiye'nin Su Yasası ve su kaynakları kurumsal yapısının geliştirilmesi ile ilgili çalışmalara büyük katkı koyabileceğinin ileri sürüldüğü raporda bu konuda şöyle bir öneriye de yer verildi: "Dünya Bankası, yeni su yasası ve ilgili kurumların yeniden oluşturulması üzerine bir ulusal konferans düzenlenmesi konusunda hükümete yardımcı olabilir. Bu konferans su kaynaklarının geliştirilmesi konusunda benzer deneyimlere sahip Fransa, ABD, İngiltere, İspanya, Güney Afrika, Avustralya ve Almanya gibi ülkelerin hükümet ve ilgili kurum temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşebilir. Bu çalışmaların sonucu olarak, Türkiye'nin su kaynakları yönetimi konusunda bir görüş birliğine varılabilir ve bu doğrultuda bir uygulama planının tespit edilmesi mümkün olabilir" . Dünya Bankası'ndan Türkiye için Su Yönetim Modeli Önerisi Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan Temmuz 2006 tarihli "Irrigation and Water Resource with a Focus on Irngation Prioritasition and Managament" başlıklı raporda "Yeni Bir Su Kaynakları Yönetimi Kurumu İçin Öneriler" bölümü de yer almaktadır. Bu bölümde, Ulusal Kalkınma Planı’ndaki yaklaşımlardan yola çıkılarak "Planlanacak havzalarında değişen su kaynaklarının tüketim entegre taleplerini bir yaklaşımla karşılayabilecek ve nehir esneklikte geliştirilmesine yönelik ve ilgili kurumlar arasında güçlü ve yapısal koordinasyon sağlayacak şekilde düzenlenmiş faaliyetlerin gerçekleştirebilecek bir yapıya olan ihtiyaçtan söz edilmektedir. Raporda, "Bu kapsamda su kaynakları yönetimini odak 74 noktası olarak alacak, mevcut ve gelecekteki durumları ele almak için yeterli yetki ve kaynaklara sahip güçlü bir merkezi kurum gereklidir. Bunun için ilk adım Avrupa Su Çerçevesi Direktifi temelinde yeni bir Su Kanunu’nun hazırlanması ve yürürlüğe konulmasıdır. DSİ 'nin kuruluş yasası olan 6200 sayılı kanun bu kuruma nehir havzası su kaynakları yönetimi için açıkça sorumluluk vermemektedir. DSİ bu kanunla su kaynaklarım geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Bu kanunun kabul edildiği ve su kaynaklarının az gelişmiş, nüfus ve su talebine oranla bol olduğu 1954 yılında bir öncelikli. Yarım yüzyıl sonra yeni bir kanun zamanı gelmiştir. Yeni kanun su kaynaklan yönetimi için yetkiyi merkezileştirmeli ve yer üstü ve yer altı su kaynaklarının kullanımı ile ilgili ruhsatlandırma, düzenleme ve kontrol için yasal yetki tanımalıdır. Kanun, nehir havzası yönetimi kavramını da tanımlamalıdır. DSİ, bu görevi yürüten kurum olma potansiyeline sahiptir. Ancak yetki alanını su kaynakları kullanımından su kaynakları yönetimi ve düzenlemesine kaydırmalıdır. Bu konuda bir alternatif ise, DSİ 'nin bazı bölümlerini ve işlevlerini ayırarak su kaynakları yönetiminden sorumlu ayrı bir kurum tesis etmek olabilir. Bu kapsamda: a)Su Kaynakları Yönetimi, (SKY) b)Planlama, Tasarım ve Yapım (PT&Y) c)İşletim ve Bakım (İ&B) Görevlerinin tümü hem genel müdürlük hem de bölge müdürlükleri düzeylerinde bir Su Kaynakları Yönetim Dairesi kurularak DSİ bünyesinde ele alınabilir Ancak birçok ülke bunun yerine ayrılmış bir model uygulamaktadır. Bu modelde su kaynakları yönetimi işlevleri uygulamaya yönelik olan birimlerden daha ayrı bir kuruluştadır. Bunun amacı kısmen su kullanımı tahsisinde ve hassas paylaşım kararlarında objektifliği korumaktır. Birçok ülkede bu kurum Çevre Bakanlığı bünyesindedir. Ancak bu yönde karar alınırsa, su kaynakları planlaması, yönetimi ve düzenleme sorumluluklarını uygulayabilecek yeterli yetkiye sahip olması için, ilk yıllarda Su Kaynakları Yönetim Dairesi'nin diğer kurumlar üzerinde yani Başbakanlık bünyesinde olması önerilir. Ancak hangi karara varılırsa varılsın DSİ kadrolarının yanı sıra önemli miktarda personelin işe alınması ve yetiştirilmesi gerekecektir" denmektedir. Dünya Bankası'ndan su kaynakları geliştirmesine yönelik mevcut durum analizi yüksek enflasyon, yatırımlara ayrılan kaynağın sınırlı olması nedeniyle işin yavaş. ilerlemesi ve zamanından çok geç bitirilmesi kabul edilir bir hal almıştır. Bu nedenle: 75 1. Bütçe disiplini yoktur. Bir proje veya bir bölümü öncelikli fon tahsisi için seçildikten sonra zamanında tamamlanması için fon tahsisi etme konusunda bir yaklaşım disiplini yoktur. Birkaç istisna dışında projelere hızlı tamamlanmaları için yeterli fon sağlanmamaktadır. 2. Karar alma süreçlerinde saydamlık yoktur. Kaynak tahsis kararları sübjektif etkilere açık, saydamlıktan uzak pazarlıklarla alınmaktadır. Bu durum, geçmişte yatırım programlarındaki çok sayıda yeni projenin yeterli fon olmadan başlatılmasına olanak tanımıştır. 3. Yanlış önceliklendirme uygulamaları ve yanlış karar alma süreçleri projelerin tamamlanmaması sonucunu doğurmuştur. 1. SKY KURUMSAL YAPISI İÇİN ÖNERİLER Dünya Bankası Raporunda, Su Kaynaklarımızın geliştirilmesi ile görevli kurumların Sorumluluklarının yeniden belirlenmesi ile ilgili öneriler de yer almaktadır. Bu önerilerde yeni oluşturulan daire başkanlıklarının görev yetki ve sorumluluklar da detaylı bir şekilde ele alınarak belirtilmiştir. Raporda, DSİ içinde su kaynakları geliştirilmesi ile su kaynakları yönetimi konularında bir yetki ve sorumluluk karmaşası olduğu belirtilmiştir. Aynı raporda halen DSİ’nin hem geliştirilebilecek su kaynakları potansiyelini tespit etmek ve hem de su kaynaklarını geliştirmek gibi iki sorumluluğu olduğu belirtilmektedir. Raporda, bu iki anahtar görevin ayrılması gerektiği belirtilmekte ve su kaynakları geliştirme bölümünün su kaynakları geliştirme lisanslarını düzenleyeceği ileri sürülmektedir. Dünya Bankası bu raporda, ulusal su yönetim kuruluşu için Şekil-3 ve Şekil-4’te verilen iki alternatif önermiştir. Bunlardan Şekil-3’te önerilen alternatif, Birleşik Entegre Model olarak adlandırılmıştır. Bu modelde Su Kaynakları Yönetimi, İşletme ve Bakım ve Planlama, Projelendirme ve İnşaat Fonksiyonları tek bir organizasyon içinde düşünülmüştür. Bu önerideki organizasyon yapısını oluşturmak için DSİ’nin organizasyonel yapısını düzenlemenin kolay olacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda Hidroloji Bölümü, Gözlem, Su Kuyuları ve Operasyonel Hidroloji bölümleri Mevcut Daire Başkanlığı’ndan Su Kaynakları Yönetim Başkanlığı’na transfer edilecektir. Bu bölüm hizmetlerini Genel Müdürlük ve Bölge Müdürlüğü bünyesinde Su Kaynakları Yönetim Başkanlığı’na tahsis edilen ayrı bir binada verilecektir. Şekil-4'te verilen organizasyon modeli ise, Dünya Bankası tarafından tercih edilen 76 ve önerilen model olarak ortaya çıkmaktadır. Bu modelde Su Kaynakları Yönetim Bölümü, İşletme ve Bakım Bölümü ile Planlama, Projelendirme ve İnşaat bölümlerinden ayrı olarak oluşturulmuştur. Bu modeldeki Su Kaynakları Yönetimi Bölümü başlangıç yıllarında başbakanlığa bağlı bir birim olarak hizmet vermesi önerilmektedir. Bu durum bu bölümün su kaynaklarını planlama, yönetim ve düzenleme görev ve sorumluluklarını daha yetkili olarak verebilmesi olanağını yaratacağı ileri sürülmektedir. Bu alternatifte Su Kaynakları Planlama Bölümü yeni bir organizasyon olarak yapılandırılırken İşletme ve Bakım ile Planlama Projelendirme ve İnşaat görevleri DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde kalmaktadır. 2. RAPORDAN ÇARPICI TESBİT VE ÖNERİLER “Ekonomik Olarak Sulanabilecek Alan Tespit Edilenin Ancak %63'ü Olmalıdır. Sulanacak Alanlarınızı Azaltın!” Dünya Bankası ve uluslararası sermayenin uyguladığı plan çerçevesinde bugünlerde ülkemizde ele alınan çok önemli bir konu da "sulama suyu işletmesinin özelleştirilmesi konusudur". Esas olarak Dünya Bankası tarafından Türkiye'de yapılan uzun bir araştırmadan sonra hazırlanan rapor (World Bank 2006), Dünya Bankası’nın sulama suyu yönetimimiz ile ilgili görüş ve önerileri açısından çok öğretici olmuştur. Ülkemizin su kaynaklarının ve su kaynaklarını geliştirmekle ilgili kurumlarının da detaylı olarak incelendiği raporda Gediz, Büyük Menderes, Burdur gölleri ve Akaçay, Konya ve Meriç Ergene havzalarında sürdürülebilir su kullanım oranlarının aşıldığı ve yer altı suyunun kirlendiği belirtilmektedir. Bu durumun Türkiye'nin kullanılabilir su kaynaklarının azalması anlamına geleceği belirtilen raporda bu nedenle bazı tedbirlerin alınması gereğinden söz edilmektedir. Bu kapsamda raporda aynen "DSİ 21. yüzyılda su kaynakları açısından önemini sürdürecekse atması gereken ilk adım, yaklaşan su kıtlığını önlemek için Türk topraklarının çoğunda yeni sulama alanlarını geliştirme günlerinin sona ermesinin muhtemel olduğunu resmen kabul etmektir" denmektedir. Aynı raporda "sulamanın tüm su tüketiminin %75 - 80'ini oluşturduğu Türkiye'de gelecekte daha yüksek ihtiyaçların karşılanması için suyun nereden sağlanması gerekeceği açıktır" denmektedir (World Bank 2006). Dünya Bankası Raporu’ndaki bu saptamalardan sonra daha çarpıcı bir şekilde ekonomik olarak sulanabilir alanlarımız ile ilgili tespit ve değerlendirmeler de yer almaktadır. Raporda, fizibıl sulanabilir alanın ve fizibıl baraj sahalarının çoğu geliştirilmiştir. DSİ Türkiye'de ekonomik olarak sulanabilir alanı sık sık 8,5 77 milyon hektar olarak belirtmektedir. Bu değer su kullanımlarından, özellikle evsel ve endüstriyel geçirilmesi kullanımlardan gereken eski bir gelen talep rakamdır. artışı Ayrıca ışığında bu rakam dikkatle gözden belirlendiğinde muhtemelen bu kadar öne çıkmamış olan çevresel gereksinimlere de dikkat edilmelidir. Şu anda yapımı süren projeler de dahil toplam sulanan alan yaklaşık 5,35 milyon hektar, yani yukarıda belirtilen hedef rakamın %63'ü kadar olacaktır ve bu da sulama için fizıbıl olarak geliştirilebilir alanın üst limitine yakın olabilir" denmekte ve sonuç olarak Türkiye'nin gerek sektörel su kullanım öncelikleri gerekse ekonomik olarak sulanabilir alanın sınırına gelmiş olması nedenleri ile sulama projelerinden uzaklaşması gerektiği dikkatli bir üslupla tavsiye edilmektedir. Bu kapsamda raporda aşağıdaki tespitler de yer almaktadır: 1. Eğer 26 su havzasındaki ekonomik olarak sulanabilir alan 2030 yılına kadar geliştirilirse, 26 havzanın I5'inde yenilenebilir su potansiyeli limiti aşılacak, 3 havzada ise bu limite çok yaklaşılacaktır. 2. Eğer öncelik sulama yerine içme ve kullanma suyu ve endüstri suyu teminine verilirse havzalar arası su transferi yapmadan sulanabilecek alan büyüklüğü 4,6 milyon hektar olmaktadır. Bu da mevcut sulanan ve inşa halinde olan sulama alanı büyüklüğüne karşılık gelmektedir. DSİ Sulama Projelerini Sulama Birliklerine Erken Devretti Ülkemizde, Dünya Bankası'ndan sağlanan ve toplam 37 milyon dolar kaynak ile "Sulama Yönetiminde kapsamında, katılımcı ve Yatırımlarında yönetim Katılımcı modellerinin Özelleştirme Projesi" yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu kapsamda DSİ'nin sulama sistemlerinin çok büyük bir bölümü ise %95'i kullanıcılara devredilmiştir. Bu uygulama ilgili birçok platformda, gerek Türkiye gerekse Dünya Bankası tarafından çok hızlı ve başarılı bir uygulama örneği olarak gösterilmiştir. Ancak Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan Temmuz 2006 tarihli "Irrigation and Water Resource with a Focus on Irrigation Prioritasition and Managament" başlıklı raporda "Dünyada çok övülen sulama projelerinin çitçilere devri belki de çok aşırı çok erken ve çok hızlı olmuştur" denmektedir. Bu uygulama o dönemde sulama konusuyla ilgili meslek odaları ve kooperatifler tarafından özelleştirme amacı nedeniyle ve uygulamadaki başarısız olacağı açısından eleştirilere konu olmuştur. DSİ 1990'ların ortalarından bu yana toplam 2,5 milyon hektar alanı kapsayan 78 sulama sistemlerinin hemen hemen tümünü kullanıcılara devretmiştir. Bu konuda yine aynı raporda "Eksikliklerin çoğu bilinmekteydi ve birçoğu da hala devam etmektedir. DSİ büyük yapıları ve ana kanalları da, Su Kullanıcı Birlikleri’nin mali ve teknik açıdan alt düzey sulama sistemlerini yönetebilecek hale gelmesini beklemeden ya da bunları yönetmek ve sürdürmek için yeterli büyüklükte ve deneyime sahip Su Kullanıcı Birlikleri Federasyonları oluşturmadan devretmiştir. Bu büyük yapıların çoğu bugün büyük ölçekte yönetimsizdir ve bakımları yapılmamaktadır. Şebekenin üçte biri 40 yıldan eskidir ve çoğu ıslah ve modernizasyon gerektirmektedir" denmektedir. Bu açıklamalar sulama sistemlerinin kullanıcılara devri için finansman sağlayan Dünya Bankası’nın, ülkemiz bu devir konusunda ödül almış ve örnek gösteriliyor olsa da, bu uygulamadan beklenen sonucun alınamadığını ve sulamada verimliliğin ve sürdürülebilirliğin sağlanamadığını ortaya koymaktadır. Bu sonuç sulama yönetimine halkın katılımının önemli olmasına rağmen bu katılımcı yönetim uygulamalarının, ülkenin sosyo - ekonomik ve sosyo kültürde özelliklerini, hatta bölgeler arasında gelişmişlik farklılıklarını da dikkate alarak ülkeye özgün politikalarla ve uygun bir döneme yayılarak gerçekleşmesinin gerekli olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan uygulanmaya çalışılan bu politikaların tek bir alanda uygulanarak başarıya ulaşılmasının olanaksız olduğu bilinmesine rağmen uygulamaların sürdürülmesi önemli kayıplar yaratmaktadır. AB'NİN SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ'Nİ UYGULAMA PROJESİ Raporda, Türkiye'nin AB Su Çerçeve Direktifi’ne uyma çalışmalarından da söz edilmekte ve çıkartılacak Su Yasası ve su yönetimi kurumsal yapısının direktif ile uyumlu olması üzerine açıklamalar yapılmaktadır. Aynı raporda, AB destekli Dutch Matra Pre- accession Programme "İmplementation of the Water Framework Directive in Turkey" projesinin 2001 Aralık'ta başladığı ve 2004 yılında tamamlandığı belirtilmektedir. Bu projenin genel amacı konusunda ise; • AB Su Çerçeve Direktifi’ni bölgesel ve ulusal ölçekte uygulamak olarak belirlenmiştir" denmektedir. Projede bu kapsamdaki öneriler arasında; AB Su Çerçeve Direktifi'nin önerdiği şekilde bir kapsamlı Su Yasası Çıkartılması, • Nehir havza yönetim planlarının çıkartılması, • Su Kaynakları Yönetimi’nde iki ana aktör olan DSİ ve Çevre ve Orman Bakanlığı 79 arasındaki ilişkinin ve birlikteliğin sürmesi yer almaktadır. Bu anlamda DSİ eski Genel Müdürü Sn. Veysel Eroğlu'nun DSİ'nin bağlı olduğu Çevre ve Orman Bakanı olması bu ilişkinin güçlenerek sürdüğünü ortaya koymaktadır. Bu proje kapsamında halen 26 adet olarak belirlenen nehir havzası sayısının (Şekil1) 6 âdete indirilmesi de önerilmiştir (Şekil 2). Şekil-1 mevcut 26 adet nehir havza. 80 81 82 3. RAPORUN DEĞERLENDİRİLMESİ Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan raporun ana bulguları arasında; • Mevcut yasal yapıda hiçbir kuruma su kaynakları yönetimi için bir sorumluluk verilmediği belirtilmektedir. • DSİ 6200 sayılı kuruluş yasası ile bu sorumluluğun bir bölümünün kendisinde olduğunu düşünmektedir. Ancak bu yasa su kaynaklarının yönetiminden daha çok kaynakların geliştirilmesine ve mevcut hidrolik sistemlerin yönetilmesine odaklanmıştır. Sonuç olarak DSİ su kaynaklarının yönetimi için değil su kaynaklarının planlanması ve geliştirilmesi için kurulmuştur denmektedir. Bu nedenle farklı bir kurumsal yapı önerilmektedir. Raporda ayrıca; yeni çıkartılacak olan Su Kanunu’nun; raporda verilen su kaynakları entegre yönetim şemasına ve AB Su Çerçeve Direktifi’ndeki prensiplere uygun olarak hazırlanması gereğine vurgu yapılmaktadır. BÖLÜM IV TAŞKIN SULARI HUKUKU 1. TAŞKIN SULAR ÜZERİNE BİR ETÜT "Su işleri; yağmurlar, ormanlar, arazinin jeolojik ve topografya bakımından karakteri, toprağın ziraat bakımından vasıfları gibi tabiat mevzuları ile sıkı sıkıya alakalıdır ve onlarla devamlı olarak mücadele halindedir. Bu su işi yalnız tabiat ile değil cemiyetle de sıkı sıkıya alakalıdır. Akarsuların zararlarından korunma veya su seviyelerinden faydalanma konusunda büyük önemi olan faktörlerden birisi de suyun rejiminin tespiti işidir”. Bu cümleler 12.04.1952 tarihinde, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü'nün 71–2146, 6/1011 sayılı, dönemin Başbakanı Adnan Menderes imzası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sunulan "Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un Tasarısı"nın sunuş yazısından alınmıştır. Daha sonra yasalaşan bu tasarının birinci maddesine bakıldığında DSİ'ye verilen en önemli görevin; yer üstü ve yer altı sularının zararını önlemek olduğu görülecektir. "Bunlardan çeşitli yönden faydalanmak maksadıyla" ifadesinde ise aynı yasanın 2. maddesinde yer alan (b) fıkrasından başlanan görevlerini ifade etmektedir. Bu kadar hayati önemi olan taşkın sular ve su baskınlarında uygulanacak mevzuatımızın burada sıralanarak açıklanmasında yarar vardır. 1. Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun: 83 Kanun No: 6200 Kabul Tarihi: 18 Ocak 1953 2. Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu: Kanun No: 4373 Kabul Tarihi: 18 Aralık 1953 3. Nöbetçi Memurluğu Kurulması ve Olağanüstü Hal Tatbikatlarında Mesainin 24 Saat Devamını Sağlayan Kanun: Kanun No: 711 Kabul Tarihi: 18 Ocak 1966 4. Olağanüstü Hal Kanunu: Kanun No: 2935 Kabul Tarihi: 27 Ekim 1983 5. Afetlerle ilgili Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik: Ülkemizde son yıllarda yaşanan ve büyük boyutlarda mal kaybına, zaman zaman da can kaybına yol açan önemli taşkınların; DSİ'nin görüşü alınmadan akarsu ve dere yatakları içerisinde yatak stabilizesini bozacak, kıyı oyulmalarına sebep olacak şekilde kum, çakıl ve stabilize ocağı açılmasının, çeşitli kurum ve kişilerce yatak içerisinde suyun kabarmasına neden olan ve akım rejimini değiştiren tesislerin inşası ile 6200 sayılı kanun çerçevesinde DSİ’ce inşa edilen kıyı duvarı, sedde, mahmuz gibi mevcut koruma yapılarına zarar verici müdahalelerden ve daha önce inşa edilmiş taşkın koruma tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık mecraların kapalı mecraya dönüştürülmesinin sebep olduğu tespit edilmiştir. Bu konuda Müdürlük 10.06.2003 Genelgesi'ne tarih ve istinaden B152.DSİ.017.02.00–564/959 yapılan bir araştırma sayılı sonucu Genel bölgelerde karşılaşılan sorunların bazıları örnek alarak ve özetlenerek bu rapor metnine alınmıştır. 2. ÖRNEK OLAYLAR 2.1 Kocaeli Dil Deresi Taşkını Axa Oyak Sigorta A.Ş. Hukuk Müşavirliği'nin DSİ Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği 22.07.2002 tarihli yazısında; 20.08.2001 tarihinde Kocaeli Gebze Dil İskelesi'nde, Tavşanlı (Dil) Deresi'nin taşması sonucu Polisan Boya San. ve Tic. A.Ş., Poliagro Kimya San. A.Ş. Polimak Makina San. A.Ş. ile Polip ort Kimya San. ve Tic. A.Ş. tesislerinde meydana gelen 82.544 ABD Doları (137.931.024.000 TL / 22.07.2002 tarihli döviz kuru ile) tutarındaki zararı, zarara uğrayan firmalara ödeyen sigorta şirketinin bu firmalara halef olduğu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 715. maddesi uyarınca "Genel Su" niteliğindeki Dil Deresi Taşkını'nın DSİ’nin hizmet kusuru sonucu meydana geldiği iddia edilerek, belirtilen meblağın dilekçe sahibi sigorta şirketine ödenmesi istenmiştir. 1. Konu 06.08.2002 tarih ve 5997 sayılı yazı ile DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'ne intikal 84 ettirilmiş ve Bölge Müdürlüğü görüşü istenmiştir. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'nün 16.08.2002 tarihli ve 381/7389 sayılı cevabi yazısında; "Kocaeli - Gebze Dil (Tavşanlı) Deresi hakkında istenilen tüm bilgi ve belgelerin 29.05.2002 tarih ve 4698 sayılı yazı ile daha önce Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı'na gönderildiği, • Kocaeli İli, Gebze İlçesi Dil İskelesi Sanayi Bölgesi Tavşanlı Deresi ıslahı etüt çalışmalarına 29 - 30.7.1979 tarihindeki taşkın sonrası sanayi kuruluşlarının başvuruları üzerine baş/anıldığı, •Dere Islah Projesi'nin 1982'de tamamlandığı, inşaatın 1983 yılında tamamlandığı, •Denizden itibaren yaklaşık 2,5 km'lik kısmın toprak kanal ve kar gir kanal olarak ekli projelere göre inşa edildiği, 'Islahın yapıldığı yıllarda Çerkeşli ve Muallim Köyü’nün birleştirilerek Dilovası Belediyesi Teşkilatı’na dönüştürüldüğü, belediyenin girişimleri ile imar planı çalışmalarının başlatıldığı, idaremizden de görüş istendiği, • DSİ’ce yapımı tamamlanan ıslah şeridi genişliğinin imar planına işaretlenerek belediyeye bildirildiği; Dilovası Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ve yine belediye tarafından onaylanan imar planında, DSİ görüşünün dikkate alınmadığı, bu durumun ise sonraki yıllarda yapılan uygulamalardan anlaşıldığı, • Belediyece hazırlanarak yine belediyece onaylanan imar uygulamasında, şuyulandırma sonucu bugünkü fiziki ve hukuki durumun ortaya çıktığı, hâlihazır durumda dere yatağının gelebilecek feyezanları karşılamasının mümkün olmadığı, hatta yatağın eski hale getirilmesinin de mümkün olmadığı, • Dil Deresi üzerindeki yapılaşmaya karşı bölge tarafından yazışmalar yapılarak hassasiyet gösterildiği, • Dil Deresi üzerindeki yapılaşmaya bölge tarafından herhangi bir onay, izin, irtifak hakkı veya ruhsat verilmediği" ifade edilmiştir. 2. Konu aynı şekilde hukuk müşavirliğince Etüt ve Plan Dairesi ile işletme ve Bakım Dairesi başkanlıklarına da intikal ettirilmiştir. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 19.09.2002 tarih ve 4137 sayılı yazısında Kocaeli İli Gebze İlçesi Dilovası Belediyesi'ndeki durumla ilgili olarak DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'nün yukarıda özetlenen yazılarında belirtilen görüşün uygun olduğunu, aynı görüşe katıldıklarını belirtmiştir. 3. Hukuk Müşavirliğine intikal eden yazıların ve sair dokümanın incelenmesi sonucu sorunun yerinde incelenmesi, DSİ 1. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile 85 sorunun yüz yüze görüşülerek bir çözüm yolunun tespit edilebileceği düşüncesi ile Hukuk Müşaviri Özdemir Özbay ile Avukatlar Aysen Caner ve Mahbube Hasgüler görevlendirilmiş ve Bursa 1. Bölge Müdürlüğü'nde 07.10.2002 günü Bölge Müdürü'nün başkanlığında bir toplantı yapılmıştır. Toplantıda Dilovası’nın 1979 yılındaki taşkından bu yana geçirdiği aşama incelenmiş, bölge arşivinde bulunan konu ile ilgili evrak örnekleri alınmış, daha sonra 08.10.2002 tarihinde İzmit Valisi Sayın Erdal Ata ziyaret edilerek, Dilovası Taşkın Koruma Tesisleri'ne belediye ve sanayi kuruluşları tarafından yapılan tecavüzler ve imar tadilatı yapılıp yapılamayacağı hususları birlikte değerlendirilmiştir. Daha sonra taşkının meydana geldiği bütün bölge gezilmiş, taşkın koruma seddeleri aşılarak inşa edilen bütün sanayi tesisleri ile taşkının yaptığı ve halen izleri görülen tahribat izlenmiştir. 09.10.2002 günü Bursa'da Bölge Müdürü'nün başkanlığında yeniden değerlendirme toplantısı yapılmış, eksik belge ve bilgilerin tamamlanmasına çalışılmıştır. Derlenen bilgi ve belgeler kronolojik olarak sıralanıp, meydana gelen zarar ve ziyanın hizmet kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunun tespitine çalışılırken, açılması muhtemel tazminat davalarına karşı yapabilecek savunmanın ana hatlarının belirlenmesi de mümkün olacaktır. Öte yandan, Dil Deresi'nde bundan böyle alınması gerekecek tedbirler ve yapılması gerekebilecek idari girişimlerin tespitine de çalışılacaktır. 4-a. Dil Deresi'nin ıslahı ile ilgili ilk yazışma Sümerbank Genel Müdürlüğü'nün başvurusudur. Bu başvuru ile birlikte ilk çalışmalar başlatılmıştır. b. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 39041 kod numaralı Dil İskelesi Sanayi Bölgesi Dil Deresi taşkınlarından korunması konusunun tüm nakdinin (istimlâk bedeli dahil) yer sahiplerince karşılanması şartıyla planlama raporunun tasdik edildiğini 21.08.1980 tarih ve 247 sayılı yazı ile Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı'na bildirilmiştir. c. Ova Elektrik A.Ş.'nin 14.08.1995 günlü DSİ İzmit 15. Şube Müdürlüğü'ne müracaat yazılarında; Gebze İlçesi Dilovası Mevkii’nde Yap - İşlet - Devret Modeli ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile doğal gaza dayalı kombine çevirim elektrik enerjisi üretim santrali kurarak ulusal şebekeye enerji vermek istediklerini belirterek; santrale doğal gaz sağlayacak boru hattının Dil Deresi kenarından geçişi için izin istemiştir. DSİ 15. Şube Müdürlüğü tarafından yerinde yapılan incelemede; anılan şirketin DSİ'den izin almadan tespit edilen boru hattının büyük bir bölümünü döşediği görülmüştür. 86 DSİ 15. Şube Müdürlüğü, 25.09.1995 tarih ve 560/1590 sayılı yazı ile durumu DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'ne bildirmiş ve bir kapasite tahkiminin yapılması, olası bir taşkından doğabilecek her türlü zarar ve ziyan sorumluluğunun anılan şirkete ait olması gerektiği ve Dil Deresi yatağının bir proje çerçevesinde Otoyol Köprüsü ile İzmit Körfezi arasında kalan bölümün anılan şirketçe DSİ standartlarına uygun bir şekilde ıslah edilmesi gerektiğini bildirmiştir. d. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü 13.10.1995 tarihinde, 5004/8502 sayı ile Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı'na yazdığı yazıda; Ova Elektrik A.Ş.'nin doğal gaza dayalı kombine çevirim elektrik üretim santralinin buhar türbini soğutma suyu ihtiyacının Marmara Denizi'nden karşılanması gerektiğini belirterek Dil Deresi kenarında 10 metrelik bir bantta geçiş izninin istendiğini intikal ettirirken; "Dil Deresi yatağı içinde, sol sahilde eklerde verilen boyutlarda yaklaşık 10–12 metre genişlikte platform oluşturularak bu platform üzerinde 2 bin mm çapında iki adet boru ile 2,5 x 2,5 metre ebatlarında kutu menfez yapımının yaklaşık %50–60 bölümünün inşa edilmiş olduğu; mansapta derenin denize açıldığı yerde de palplanş perde oluşturularak (2,5 x 2,5 m) terfi istasyonu temel kazısının yapıldığı, DSİ Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın 21.08.1980 gün ve 247 sayılı yazısı ile Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı'na bildirildiği üzere; 390401 kot numaralı Dil İskelesi Sanayi Bölgesi'nin Dil Deresi taşkınlarından korunması konusunun tüm nakdinin (istimlâk bedeli dahil) yer sahiplerince karşılanması şartı ile planlama raporunun tasdik edilmiş olduğu, deniz etkisinin denizden itibaren yaklaşık 800 metre içerilere gittiği, denizden bir kilometre mesafeye kadar yatak eğiminin 0,0005 ile 0,001 arasında değiştiği, sağ sahilde Polisan tesislerinin yer aldığı, derenin denize mansap olduğu yerde açıklığın yaklaşık 60 metre olduğu, ancak palplans kazıklar çakılarak dere açıklığının yaklaşık 30 metreye düşürüldüğü, temel kazısı yapılmaya devam edildiği, dere içinde sol sahilde kaya malzeme ile 10–12 metre genişliğinde banket oluşturulduğu bu banketin (talvegden yaklaşık 1.50 metre yukarıda) yaklaşık 1200 metre mesafedeki çevirim santraline kadar devam ettiği bu banket üzerinde 2 adet 2 bin metre, boru döşendiği, hemen yanından da 2.50 metre x 2.50 metre ebatlarında kutu menfez devam ettiği, kutu menfezin ve boruların demiryolu geçişi sifon olarak geçildiği"ni ifade etmiştir. e. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı, 06.11.1995 tarih ve 4874 sayılı cevabi yazısında; "Ova Elektrik A.Ş. tarafından Kocaeli İli Gebze İlçesi Dilovası Mevkii’nde kurulacak olan doğal gaz kombine çevirim santralinde ihtiyaç duyulan soğutma suyunun Marmara Denizi'nden temini için, Dil Deresi'nin denizden 1.200 87 metre mesafedeki kesiminde, dere yatağı içerisinde, talvegden 1.50 metre yükseklikte ve 10–12 metre genişliğinde platform oluşturularak üzerinde anılan şirket tarafından O 2 bin çapında 2 adet boru ile 2.50 x 2.50 metre ebatlarında kutu menfez yapılmasına izin verilmesini konu alan ilgi yazınız ve ekleri incelenmiş ve konu hakkında görüş oluşturulabilmesi için aşağıda belirtilen hususlara açıklık getirilmesi gerekli görülmüştür”. f. Bölgesince hazırlanan Dil İskelesi Sanayi Bölgesi'nin Tavşanlı Deresi taşkınlarından korunması konusuna ait özel planlama raporu ve ıslah projesi hakkında Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı’ndan görüş istenmiş ve adı geçen başkanlığın 21.08.1980 tarih ve 3247 sayılı yazısı ile gerekli finansman ilgililerince karşılanmak kaydıyla bir protokol çerçevesinde işin gerçekleştirilmesi uygun görülmüştür. Ancak, söz konusu rapor ve ıslah projesi arşivimizde bulunmadığı gibi müteakip uygulamalar hakkında da herhangi bir bilgi mevcut değildir. g. Bu durumda Dil Deresi'nin söz konusu kesiminde daha önce yapılmış etüt ve uygulamalar hakkında gerekli bilgiler verilmelidir. h. Dil Deresi yatağında Ova Elektrik A. Ş. tarafından yapılan uygulamalar %50–60 oranında gerçekleştirilmiş bulunduğundan, mevcut fiziki durumda Dil Deresi akış koşullarında meydana gelebilecek olumsuzluklar (kapasite, stabilite ve denize deşarj olma bakımından) ve çözüm imkânları irdelenerek bu hususta Bölge görüşün üz bildirilmelidir" denmiştir. 1. TEAŞ Genel Müdürlüğü 20.10.1995 tarih ve 8.15.2. TEAŞ.0. 17.00.03/1350 sayılı yazısı ile DSİ’ye başvurarak Kocaeli - Gebze İlçesi Tavşanlı Köyü Dilovası Mevkii’nde kurulacağı belirtilen doğal gaz çevirimli termik santralin ilgi yazısı eki 1/12500 ölçekli haritada işaretlenen Enerji Nakil Hattı Güzergâhı ile ilgili ÇED çalışmalarında kullanılmak üzere DSİ’den bilgi istemiştir. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı çıkışlı 07.10.1996 tarih ve 4091 sayılı DSİ cevabi yazısında, söz konusu enerji nakil hatlarının (Adapazarı ve Ümraniye yönlerine) geçeceği güzergâhlarda DSİ’ye ait mevcut veya mutasavver bir proje bulunmadığı, santral sahasına en yakın DSİ projesinin Dilovası Taşkın Seddeleri olduğu ve santralin inşa ası sırasında Dil Deresi yatak kapasitesinin ve uygun akış koşullarının muhafaza edilmesinin gerekli görüldüğü bildirilmiştir (Ek–11–12). Bu yazının yazıldığı tarihte santrale giden boru hatlarının taşkın seddesini örtecek, hatta dere yatağına taşacak biçimde ve Ankara - İstanbul Otobanı'nın Dil Deresi 88 üzerindeki menfezlerinden birini kapatacak şekilde inşa edilmiş olmasından Etüt ve Plan Dairesi'nin haberdar olmaması ve yazısında bundan bahsetmemesinin nedeni anlaşılamamıştır. Oysa aynı tarihte enerji nakil hatlarının direklerinin taşkın seddeleri üzerinde kurulması talebi ile DSİ’ye başvuran TEİAŞ Genel Müdürlüğü'nün taşkın koruma tesislerinin işletme ve bakım hizmetlerini engeller mahiyette görülen talebi reddedilmiş, bunun üzerine TEİAŞ Genel Müdürlüğü 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 30. maddesine istinaden DSİ aleyhine Danıştay 1. Daire Başkanlığı'na başvurmuş, Danıştay; DSİ savunmasını dikkate alarak talebi reddetmiştir. Ortada kazanılmış bir dava var iken enerji nakil hatları direklerinin sökülmemiş ve halen taşkın koruma seddesi olması gereken, ancak tahrip olan tesisin üzerinde işlevini sürdürdüğü görülmüş olup, seddelerin inşaatından sonra ilgili ünitelerce yıllarca kontrol edilmeyip işgale ve bozulmaya müsait tecavüzlerin sürdürüldüğü, bu olaydan da anlaşılmaktadır. DSİ Bursa 1. Bölge Müdürlüğü, 18.11.1996 tarih ve 10037 sayı ile Ova Elektrik A.Ş.'ye yazdığı yazıda; Gebze - Dil Deresi idarece geçmiş yıllarda ıslah edilmiş olup, problemi olmayan bir akarsu yatağımızdır. Böyle bir müdahale için önce meydana getirilecek hidrolik farklılıkların problem yaratmayacak şekilde projelendirilmesi gerekir. Bu nedenle; dere yatağının deniz ile çevirim santrali arasındaki bahse konu bölümünün ıslah projesinin tarafınızdan hazırlanması ve bu projenin Genel Müdürlüğümüzce uygun görülmesi gerekmektedir. Proje, Genel Müdürlüğümüzce uygun görüldükten sonra çevirim santraline soğutma suyu temin edecek isale hatları için gerekli şeridin kaç yıl süre ile gerekli ise irtifak hakkı tesisi işlemleri başlatılabilecektir. Dil Deresi'nin deniz ile çevirim santrali arasındaki 1200 m'lik bölümü için; • Dil Deresi'nin deniz - çevirim santrali arasındaki bölümünün ıslah projesinin tarafınızdan yapılması, • Bu projenin DSİ Genel Müdürlüğü’nce uygun görülmesi, • Proje DSİ Genel Müdürlüğü’nce uygun görüldükten sonra isale hatlarına irtifak hakkı temini işlemlerinin tamamlanması, • Uygun görülen projenin uygulanmasının tarafınızdan yapılması gerekmektedir" denmiştir. Bütün bu karşılıklı yazışmalar sürerken Ova Elektrik A.Ş. izin almaksızın zaten boruları geçirmiştir. DSİ Bursa 1. Bölge Müdürlüğü 06.12.1995 tarih ve 500.4/10067 sayı ile Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı'na yazdığı yazıda; 89 • Bölge Müdürlüğümüzce hazırlanan Dil İskelesi Sanayi Bölgesi’nin Dil Deresi taşkınlarından korunması konusuna ait özel planlama raporu ve Islah projesi dosya halinde ekte sunulmuştur. Proje İnşaat Dairesi Başkanlığı tarafından tasdik edilen projenin tamamı inşa edilmiştir. • Mevcut durumda meydana gelebilecek olumsuzluklar (kapasite, stabilite ve denize deşarj olması bakımından) hakkında bölgemiz görüşü istenmektedir. • İlgi (a) yazımızda ayrıntıları verildiği üzere yaklaşık 10–12 metre genişlikte kesit kapatılmış bulunmaktadır. • Fiili durum Bölge Müdürlüğümüze haber vermeksizin yaratılmıştır. Islahı yapılıp problemi olmayan dere yatağına böyle bir müdahale ile yaratılan hidrolik farklılıkların problem yaratacağı aşikârdır. Sağ sahil boyunca devam eden ve sadece çit duvarı bulunan Polisan tesislerinin zarar görmesi söz konusudur. Genel Müdürlüğümüzün konu ile ilgili alacağı yaptırım kararının dere kenarında bulunan diğer kuruluşların da dere yatakları ile ilgili düşüncelerini doğrudan etkileyeceği dikkate alınmalıdır. Diğer taraftan, Ova Elektrik A.Ş.'nin 14.08.1995 tarihli dilekçesinde belirttikleri üzere, bu proje çerçevesinde derenin otoyol köprüsünden Marmara Denizine kadar kendi tesislerinin inşa edileceği bu bölümünü ıslah edeceklerini belirtmektedir. Genel Müdürlüğümüz'ün tasdik edebileceği teknik bir çözüm getirmeleri ve yapımını üstlenmeleri halinde dahi, örneğin; diğer sahilde bulunan Polisan firmasının da benzer bir müracaatla örnekleyebileceği düşünülerek önce konuyu disipline edebilecek karar alınmalıdır. Bilahare müracaatçı firmanın üreteceği çözüm alternatifleri incelenerek en uygun olanına karar verilebilecektir. Sonuç olarak; idaremizce hazırlanan dere ıslahına ait özel planlama raporu ve projeleri ile yapımı için izin istenen tesislere ait dosyalar ekte sunulmuş olan konuda, Genel Müdürlüğümüz kararına esas olacak dere hidrolik şartlarının yeterliliğini belirtir teknik çözümler ilgili firma tarafından üretilerek DSİ tasdikine sunulması uygun olacaktır" denilmiştir. Bu yazışmadan sonra sorunun nasıl bir yol izlediği, neler yapıldığı, ne kararlar alındığına ilişkin 1997 yılı sonuna kadar bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır. 5. Ova Elektrik A.Ş. 17.4.1997 tarihli yazı ile soğutma suyu için Dil Deresi'ne döşediği boru hattının meşrulaştırılması gayreti ile döşenen borulara icazet verme amacıyla Su Yapı firmasına yaptırdığı projeyi DSİ 15. Şube Müdürlüğü'ne göndererek, projede belirtilen tüm şartların firmalarınca gerçekleştirileceği 90 belirtilerek 49 yıllık irtifak hakkı tesisi talebinde bulunmuştur. Bu başvuru üzerine, başvuruyu DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'ne ileten DSİ 15. Şube Müdürlüğü yazısında; "Ova Elektrik A.Ş. Dilovası Mevkii’nde gerçekleştirmekte olduğu doğal gaz kombine çevrim santralinin soğutma suyu için Marmara Denizi'nden faydalanmak amacı ile Dil Deresi'nde, dere yatağının içerisinde sol sahilde, kapalı menfez ve cebri borular döşemişlerdir. Bu tür bir çalışmaya başlarken DSİ'den herhangi bir izin talebinde bulunmamışlardır. Bu durum karşısında Bölge Müdürlüğümüz ilgi (a) yazıları ile dere yatağında böyle bir yapılaşmaya rağmen daralan kesitin (0 500) debisini geçirip geçirmeyeceğini tahkik için Ova Elektrik A.Ş.'den hidrolojik bir rapor talebinde bulunmuşlardır. Bölge Müdürlüğümüzün bu isteği üzerine Su Yapı firmasına hazırlatılan rapor şubemize ilgi (b) yazıları ekinde intikal etmiştir. Hazırlanan hidrolojik rapor tarafımızdan incelenmiş olup, inşa edilen yapıya rağmen (0 500) debisini geçirdiği görülmüştür. Dil Deresi üzerinde yapılmış olan boru hattı güzergâhı inşaatı ile ilgili Ova Elektrik A.Ş.'nin idaremizden beyan ettiği irtifak hakkının sağlanması ve gönderilen hidrolik raporun uygunluğu bölgemizce incelenip kabul gördüğü takdirde, Şube Müdürlüğümüzce de uygun görüldüğü görüşünü bilgilerinize arz ederim" denmiştir. 6. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı ise 21.10.1997 tarihli yazısı ile anılan şirketin talebinin incelenerek ilgilisine verilecek cevaba esas olacak bölge görüşünün bildirilmesini istemiştir. Yine Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 20.11.1997 tarih ve 5022 sayılı yazısı ile Ova Elektrik A.Ş. tarafından yaptırılan "J3–1800 metre arası Dil Deresi Hidrolik Hesapları Raporu'nu inceleyerek uygun bulduğunu belirtmiş ve anılan şirkete bu doğrultuda cevap verilmesini istemiştir (Ek–20). Bu gelişme üzerine DSİ 1. Bölge Müdürlüğü 15.12.1997 tarihinde 11156 sayılı yazı ile Ova Elektrik A.Ş.'ye; "Hazırlanan proje kriterlerine kesinlikle uyulması kaydı ile projenin uygun bulunduğu" bildirilmiştir. Ancak sözü edilen ıslah projesine rastlanamadığı gibi, ıslah projesi uygulanarak bu projeye göre yapılacak irtifak hakkı tesisi işlemi, belediyece yapılan imar çalışması sonucu DSİ'ye ait parsellerin sulandırılması nedeniyle yok olması üzerine uygulanamadığı ve dolayısı ile Ova Elektrik A.Ş.'ce inşa edilen santralin müştemilatı olan boruların halen idaremize ait taşkın koruma seddesinin tamamını ve Dil Deresi'nin bir bölümünü işgal ederek, suyun doğal akışını engellediği, halen mevcut taşkın tahribat izlerinden anlaşılmaktadır. 91 7. Yukarıdaki bölümlerde özetlenen; Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı ve DSİ 1. Bölge Müdürlüğü tarafından uygunluğu belirtilen ve yazı ile Ova Elektrik A.Ş.’ye de uygun olduğu bildirilen Su Yapı Mühendislik ve Müşavirlik A.Ş. tarafından hazırlanan (Ek–22) 0–1.800 metre arası Dil Deresi Hidrolik Hesapları Raporu’nun hemen girişinde tesise su temin eden boru güzergâhı mevcut sanayi yapılaşması nedeniyle Dil Deresi sol sahilinde bir koruma duvarı gibi vazife görmektedir" övgüsü ile rapora girilmektedir. Raporun 7. sahifesinde a) Kesit daralmasından dolayı TCDD Yolları ve Otoyol Köprüsü'nün sebep olduğu memba ya doğru su yüzeyinde herhangi bir kabarma olmadığı gözlenmiştir. Yapılan hesaplarda su yüzü kotu pik debide dahi 4–10 seviyesine çıkmakta, daraltılmış kesit, akımı güvenle geçirmektedir. Daralan kesitler dışında ise; mevcut yatak akımı çevresine zarar vermeden güvenle taşımaktadır. Dere kesitinin sol sahilinde oluşturulan daralmanın akarsu hidrolojisi ve kapasitesi açısından bir sakınca yaratmadığı gözlenmiştir denilmektedir. Bu denli övülen; sanki Dil Deresi taşkın koruma işlevini düzenlercesine lanse edilen bu rapor üzerine, hiçbir ıslah işlemi yapılmamıştır. Büyük ölçüde anılan taşkına sebep olan bu işgaller; daha sonraki Bölge Müdürlüğü - Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı arasındaki yazışmalarda; "İhlaller; Çolakoğlu Metalürji ve Ova Elektrik A.Ş. tarafından sol sahilde dere yatağı içerisinden geçirilen doğal gaz dönüşüm santrali soğutma suyu hatları ile denizden itibaren km:1+300'e kadar, Polisan tarafından sağ sahil seddesi üzerinde çit çekilmek suretiyle km:0+600'e kadar, Toprakçıoğlu tarafından yine sağ sahil seddesi üzerinde km:O+600YKM: 0+850 arasında, Yazıcıoğlu tarafından da sağ sahil seddesi üzerinde km:O+850 Belediyesi tarafından; km:1+100 Yazıcıoğlu’nun sedde arasında yapılmıştır. üzerinde yaptığı Dilovası ihlaller, şuyulandırma neticesinde parsel haline dönüştürülerek tarafımızdan daha önce kamulaştırılmasına rağmen yine adı geçen firmaya satılmıştır. Söz konusu bu ihlaller neticesinde 80 metre olan dere yatağı genişliği 30–40 metreye düşmüştür. Otoban Köprüsü'nün yer aldığı km: hektardan memba ya doğru sol sahilde yer alan sanayi kuruluşları tarafından ıslah kesiti sınırlarına fiziki engeller yapılması suretiyle dere yapılması söz konusu olan temizlik çalışmaları zorlaştırılmıştır. km: l+100'de yer alan Otoban Köprüsü mansabında dere yatağı eğimi J= 0,001 mertebesine düşmesi dolayısıyla; Q500 yıllık sarfiyatı 457 m 3 olan Dil Deresi'nde ıslahı; taban açıklığı b=53 metre yüksekliği h=3.50 metre olan çift taraflı duvarlı 92 kanal ile yapılması gerekmekte olup, dere kenarında temizlik için en az 5 m 3'lük bandında terk edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde temizliğin yatak içerisinde dahi yapılması zorlanacaktır”. "Dil Deresi ıslahı projeleri 1980'Ii yılların başlarında hazırlanmış, 1982 yılında tamamlanmış, kamulaştırma planları 1982 yılında yapılarak, inşaatına. 1982 yılında başlanmış, 1983 yılı sonunda inşaatı tamamlanmıştır. Denizden itibaren yaklaşık 2,5 km'lik kısım toprak kanal ve kâgir kanal olarak ilgi (b) yazımız EK- l'de sunulan projelere göre ıslah edilmiştir. Islah yapıldığı yıllarda Çerkeşli ve Muallim köyü arazileri içerisinden geçen ıslah güzergâhı ile ilgili olarak yöre Dilovası Belde Belediyesi Teşkilatı’na dönüştükten sonra belediye girişimleri ile imar planları yapılmasına başlanmış, idaremizden de plan görüşü istenmiştir. İdaremizce yapımı tamamlanan ıslah şerit genişliği ilgi (b) yazımız EK-2'deki imar planlarına aynen işaretlenerek görüş bildirilmiştir. Dilovası Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ve yine belediye tarafından onaylanan imar planlarında idaremiz görüşünün dikkate alınmadığı sonraki yıllarda yapılan uygulamalarından anlaşılmaktadır. Ek 3'teki paftada ıslah güzergâhı, imar sınırı işaretlenmiştir. Belediyece hazırlanarak yine belediyece onaylanan imar planı uygulamasına geçilerek 3914 sayılı İmar Yasası'na göre uygulama yapılmış, şuyulandırma sonucunda bugünkü fiziki ve hukuki durum ortaya çıkmıştır. Yukarıdan beri açıklananlardan anlaşılacağı, ilgi (b) yazımız eki paftalardan Ek-3 ve Ek-4’te görüleceği üzere hâlihazır duruma dere yatağının gelebilecek feyezanları karşılaması mümkün değildir" ifadeleri kullanılmış olup bu ifadeler, hidrolik raporun içerdiği ifadelere ve DSİ ilgili ünitelerinin olumlu görüşlerine taban tabana ters düşmüştür. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'nün ve Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı'nın Hidrolik Hesaplar Raporu'nun uygunluğu doğrultusundaki yazılarından yararlanan Ova Elektrik A.Ş. hiçbir ıslah tedbiri almadan gayri kanuni işgalini sürdürmüş ve büyük ölçüde taşkına sebebiyet vermiştir. 8. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü arşivinden temin edilen, hâlihazır işgalleri farklı renklerle belirleyen krokide; a. DSİ mülkiyetinde bulunan, ancak belediyenin imar uygulaması sonucu belediye adına tescil edilip Yazıcıoğlu A.Ş.'ye satılan saha (sarı boyalı), b. Ova Elektrik A.Ş.'nin işgalindeki saha (yeşil boyalı), 93 c.Çolakoğlu Metalürji A.Ş.'nin işgalindeki saha (mavi boyalı), d. DSİ tarafından kamulaştırmaya tabi tutulan ancak neden tescil işleminin yapılmadığı anlaşılamayan saha (pembe boyalı), e. Polisan A.Ş. işgali altındaki ince şerit saha ve bu işgallerin daralttığı dere yatağı açıkça görülmektedir. İncelenen bütün bu dokümanın değerlendirilmesi sonucu; aa. Dil Deresi taşkın koruma seddelerinin inşaatından sonra, idarece bir daha denetlenmediği, bu alanda Dilovası Belediyesi'nce yapılan imar uygulaması sonucu askıya çıkarılan ilanların incelenip, taşkın koruma amaçlı olarak kamulaştırılan taşınmazlarla dere yatağının şuyulandırılmaya tabi tutulmasına itiraz edilmediği, itiraz için gereken yasal sürenin geçirildiği, bb. Şuyulandırma sonucu belediyece sanayi kuruluşlarına yapılan satışlara itiraz edilmediği, cc. Dere yatağı ve sedde işgallerine itiraz edilmediği, dd. Ova Elektrik A.Ş.'nin, yani en büyük işgalcinin finansmanı ile hazırlanan ve taşkın olayı ile gerçeği yansıtmadığı kanıtlanan 0–1800 metre arası Dil Deresi Hidrolik Hesapları Raporu’na güvenilerek Ova Elektrik A.Ş.'nin işgalinin devamına göz yumulduğu, ee. Çolakoğlu Metalürji A.Ş. fabrikasından atılan metal cürufunun dere ağzında sedde oluşturacak biçimde birikip Dil Deresi'nin ağzını kapatması sonucu akış hızının azalmasını önleyecek bir girişimin yapılmadığı, durumun hala ciddiyetini koruduğu, h. Derenin kimi kesitlerinde akışı engelleyecek birikimlerin düzenli olarak temizlenmediği, selden bu yana bir yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın, hala temizlik faaliyetinin sürdüğü tespit edilmiştir. 9. İzmit Valisi ile yapılan görüşmelerde de Sayın Vali; konunun İçişleri Bakanlığı'na, kendi valiliklerine ve Dilovası Belediyesi'ne intikal ettirilerek mümkün olduğu ölçüde imar tadilatı talebinde bulunulmasını önermiştir. İzah edilen nedenlerle: a. Öncelikle Etüt ve Plan, İşletme ve Bakım, Proje ve İnşaat, Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlıkları uzmanlarından oluşan bir teknik heyet marifeti ile detaylı bir inceleme yapılması gerekmektedir. Böyle bir heyetin soruna çözüm getirecek teknik önerileri de içeren bir rapor hazırlaması halinde sorunun çözümüne katkı olacağı gibi rücu davalarına karşı savunmalarımıza esas olabilecek bilgi birikimine ulaşılacaktır. Böyle bir rapor, Dil 94 Deresi'nde yapılabilecek bir imar tadilatına da esas teşkil edebilecektir. b. Bu çalışmanın yapılmasından sonra İçişleri Bakanlığı, Kocaeli Valiliği ve Dilovası Belediyesi nezdinde imar tadilatı talebinde bulunulması gerekeceği kanısındayım denilen rapor makama sunulmuştur. 10. Yapılan çalışmalar sonucu 12.12.2005 tarihinde Genel Müdürlük Makamından alınan Olur'da: "Dilovası Taşkın Tesisleri'nin yapım amacı, daha sonra Dilovası Belediyesi'nin uyguladığı imar sonucu ulaşılan son durumun mahkeme kararı ile tespit ettirilmesi zorunlu hale geldiğinde gerekli tespitin ilgili Bursa 1. Bölge Müdürlüğü’nce yaptırılması" gerektiği belirtilmiş ve Olur Bölge’ye gönderilmiştir. 2.2 Seyhan ve Ceyhan Irmakları ile Sarıçam Deresi ve Çakıt Suyu'na Yapılan Müdahaleler 1. Seyhan Nehri'ne yapılan müdahaleler; Adana Merkez Camii, Galeria, MC Donald's, Mimar Sinan Kültür Sitesi, değişik noktalarda bahçe ve ev inşaatları ile müdahale edilmiştir. İlgili valilik, kaymakamlık ve belediyelere gönderilen uyarı yazılarına rağmen inşaatlar önlenememiştir. Ayrıca izinsiz bir biçimde yataktan malzeme alımı devam etmektedir. 2. Sarıçam Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Telekom İşletmesi'ne ait borular, • Kanal şevine yapılan müdahaleler, • Ağaç dikme ve ev yapma şeklindeki müdahaleler devam etmektedir. 3. Ceyhan Irmağı'na yapılan müdahaleler; • Cevdetiye Belediyesi Elektrik Tesisleri, • Osmaniye Belediyesi İçme Suyu Kuyuları, • TCK Köprüsü, • Hamitbey Bucağı Orman İşletme Çamlığı, • TCK D–400 Köprüsü, • Ceyhan Asma Köprüsü, • TİGEM Ormanlığı, • Ceyhan Yağ Sanayii, • Organize Sanayi End. Su Pompa ve Birası, • Teleferik Demir Ayağı, • Eski Deri Fabrikası, • Köy Hizmetleri, • 36 adet eski ve yeni kum ocağı, 95 • Çok sayıda tesis edilmiş narenciye bahçesi ve okaliptüs ormanlığı, • Değişik noktalardaki ev inşaatları, • Yataktan gelişigüzel alınan malzemeler, • Yatağa atılan çöp ve diğer atık malzemeler. 4. Berdan Irmağı'na yapılan müdahaleler; • DSİ sağ seddesinden yukarda 500 metre boyunda sedde, • Kırkpınar Tanzim Ürünleri, • Cumitaş Fabrikası, • İlçe Trafik Binası,· Tekeli Hortum Fabrikası, • Bahçe, ev ve ahırlar. 5. Efrenk Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Mersin Belediyesi yol inşaatları, • Toroslar Belediyesi tarafından yapılan park ve yol genişletme inşaatı, 6 Mezgitli Deresi'ne yapılan müdahaleler; •Katlı bir apartman, • Değişik kısımlarda evler, • Belediye mezbahası, • Mermer atölyesi, • Malzeme alımları. 7. Gilindire Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Dere yatağından malzeme alınması. 8. Tömük Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Otopark, • Rekreasyon Tesisi, • Flamingo Sitesi, • Aquapark. 9. Arpaşbahşiş ve Alata, derelerine yapılan müdahaleler; • Dere yataklarından aşın malzeme alınması. 10. Avşar Deresi'ne yapılan müdahaleleri' • Atakent Belediyesi'nin yaptığı köprü, kesiti daraltmıştır. • Belediyeye ait mezbaha, bahçe ve seralar ile yataktan malzeme alımı taşkına neden olabilir. 11. Göksu Irmağı'na yapılan müdahaleler; • Silifke Belediyesi'nin su pompası ve depoları, 96 • Belediyeye ait mezbaha ve soğuk hava depoları, • Narenciye bahçeleri ve evler, • Yataktan aşırı malzeme alımı tehlike yaratmaktadır. 12. Acıca Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Silifke Belediyesi tarafından derenin üstü kapatılarak imara açılmış, pazar yeri. Sanayi sitesi yapılmış ve kesiti yetersiz köprü inşa edilmiştir. 13. Taşucu Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Ev ve seralar yapılmış, öğrenci yurdu ve trafo binası, Taşucu Belediyesi'ne ait şantiye tesisleri inşa edilmiştir. Ayrıca dereden aşırı malzeme alımı da devam etmektedir. 14. Dragon Çayı'na yapılan müdahaleler; •Ev ve sera inşaatları, • Anamur Belediyesi şantiye tesisleri, • Çarıklar Belediyesi'ne ait kum - çakıl ocağı. 15. Sultan Çayı'na yapılan müdahaleler; • Su pompası, • Evler ve narenciye bahçeleri, • Konkasör tesisi, 16. Büyük Asi Irmağı'na yapılan müdahaleler; • Belediye Arıtma Tesisi, • Lojman, • Yatak daraltan dolgu, • Mahmuz, • Belediye tarafından inşa edilen Tabakhane Köprüsü, • Sulama amaçlı bent ve batardo, • Yataktan malzeme alımı. 17. Küçük Karaçay Deresi'ne yapılan müdahaleler; • Evler, • İzinsiz yapılan beton duvarlar. 1 8. Hunna Çayı'na yapılan müdahaleler; • Evler ve okul inşaatı, • Beton istinat duvarları, 19. Hacıkürüş Deresi'ne yapılan müdahaleler; •Tuğla fabrikası, 97 •Atölye, •Akışı engelleyen borular, •Ev inşaatları. 20. Bedirge Kanalı'na yapılan müdahaleler; •Akışı engelleyen borular, •Dere yatağına malzeme atılması. 21. Comba Kanalı'na yapılan müdahaleler; • Kanal üstüne ev ve cami yapılmıştır. 22. Tiyek Çayı'na yapılan müdahaleler; • Çay üzerine belediye mezbahası ve ev yapılmıştır. 23. Deli Bekir Çayı'na yapılan müdahaleler; Çay üzerine belediye tarafından fosseptik deposu, çok sayıda ev ve apartman yapılmıştır. 24. Carcurun Kanalı'na yapılan müdahaleler; • Kanalın sağ seddesi üzerine santrifüj tesisi yapılmıştır. 25. Murat paşa ve Karasu Feyezan kanalları, Kuru dere, Karaçay, Aşkar Beyli, Şeker, Akçay ve Sanseki dereleri ile Payas, Özerfi ve Deli çaylarına yapılan müdahaleler; Üzerlerinde değişik kesimlerde belediyeler tarafından dolgu su deposu inşaatları yanı sıra birçok ev inşaatı yapılmıştır. 26. Osmaniye Karaçay Kanalı'na yapılan müdahaleler; • Çıraklık Eğitim Merkezi, • Sazlık Köprüsü, • Maliye Evleri, • İskenderun Otoban Köprüsü, • Lale Gölü Köprüsü, • Azizli Köprüsü, • TCDD Köprüsü, • Yassıca Köprüsü, • TCK D–400 Köprüsü, • Veysiye Köyü Mera Köprüsü, • Osimpaş Fıstık Fabrikası, • Çukurova Çelik Sanayi, • Galaksi Mobilya Fabrikası, • Seksan Makine Sanayi, 98 • Ülker Fabrikası, • Ekizoğlu Fıstıkçılık, •Yılmaz eker ve Nergis Fıstık Fabrikası, • Güven san Çelik Kon. Sanayi, • Bin boğa Fıstık Sanayi, • Köprüslü Köyü Mezarlığı, • Yatağa çok fazla miktarda ağaç dikilmesi, • Değişik kesimlerde taşkın alanında ev ahır vb. inşaatlar. 27. Humuz Çayı'na yapılan müdahaleler; • Aslaniye Köyü Köprüsü yapılarak yatak daraltılmıştır. • 2.3 Elazığ Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Durum; DSİ'nin 6200 sayılı yasada belirtilen görevleri arasında taşkın alanlarının ıslah edilmesi, taşkın koruma tesislerinin yapılması, emniyetinin sağlanması olmasına karşılık Bölge Müdürlüğü sorumluluk sahasında bulunan bu alanlarda zamanla diğer kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve vatandaşlarla 4373 sayılı yasaya uymayan bir takım aksaklıklar ve sorunlar yaşanmakta, her ne kadar yazışmalar ve ikazlar yapılsa da sonuç alınamamakta, dolayısıyla taşkın sahalarındaki muhtemel tehlikeler güncelliğini korumaktadır. 1. İl, ilçe ve beldelerde yerleşim alanlarının içinden geçen dere yatakları ıslah edildikten sonra belediyelerce üzerleri kapatılarak imara açılmakta ve açık mecralar kapalı hale getirilerek, taşkın koruma tesisi yapılış amacının dışına çıkmaktadır. 2. Yerleşim alanlarında çevre sakinlerince dere yatakları içerisinde konut, ahır veya baraka şeklinde tesisler yapılmaktadır. 3. Yerleşim birimlerinden geçen dere yatakları üzerinde yapılan taşkın koruma tesislerinde yöre halkı tarafından koruma duvarlarına paralel ve hatta duvar üzerine tesis inşa edilmekte, dolayısıyla gerek yatak temizliği ve gerekse taşkın anında iş makineleri dere yatağına yanaşamamakta ve müdahale edilememektedir. 4. Özellikle yerleşim birimleri içinde veya yakınında yer alan dere yatakları çöp sahası ve enkaz depo sahası olarak kullanılmaktadır. 5. Akarsu ve dere yataklarından ilgili diğer kuruluşlar ve vatandaşlarca izinsiz malzeme alınmakta, dolayısıyla yatağın stabilizesi bozulmaktadır. 6. Ayrıca diğer kamu kurumlarınca ulaşım amacıyla yapılan yol üzerindeki dere 99 yatakları geçişlerinde yapılan menfez veya köprülerde taşkın hesabı dikkate alınmadan idaremiz bilgisi dışında ve yetersiz dar kesitte yapılmakta dolayısıyla taşkınlara sebebiyet vermektedir. 7. Akarsu ve dere yatakları içerisinde kurulan, özellikle ruhsatlı malzeme ocaklarında malzeme alımından sonra yüklenici ocağı terk ederken yıkama eleme tesisinin mekanik aksamı dışındaki enkazı yatak içerisinde bırakmakta, bu da yatağı olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla ruhsat verilme aşamasında sözleşmelerde enkazın tamamen kaldırılmasına dair şerhin konulması uygun olacaktır. 2.4 Diyarbakır Bölge Müdürlüğü'nün Karşılaştığı Sorunlar 1. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görüşü alınmadan, akarsu ve derelerin yatakları içinde iskân yapılması ile daha önce inşa edilmiş bulunan taşkın kontrol tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık mecraların kapalı mecraya dönüştürüldüğü görülmektedir. 2. Açık mecraların kapalı mecra haline dönüştürülmesi ise, her yıl periyodik olarak yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar şiddetli yağışlarda tıkanıp taşarak daha büyük boyutlarda can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. 3. Akarsu ve derelerin yatak yol olarak kullanılmaması gerekmektedir. 4. Dere, nehir ve tüm yer üstü suların elektro motopompla su tahsis ve kullanma şartları belirlenmelidir (Bölgemizde ana dereler olan Dicle, Batman ve Garzan'da yoğun bir su kullanımı vardır). 5. Şehir içi dereleri veya sulama kanalları üzerinde yapılan üst geçitler kanal kesitlerini daraltmakta ve taşkınlara sebebiyet vermektedir. 6. Akarsu ve derelerin yatakları içinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görüşü alınmadan iskân yapılmaması gerekmektedir. 7. Belde, ilçe ve il gibi planlı yerleşim yerlerinin taşkın imar planlarına uyulmadığı görülmektedir. 8. Şehir alanına düşen yüzeysel yağış sularının kent içinde genel hayata zarar vermeden toplanıp tahliyesini sağlayacak "Şehir Yağmursuyu Projesi" düzenlenmeli, hidrolojik ve hidrolik koşullar itibari ile şehir imar planları bu yönde revize edilmelidir. DSİ 10. Bölge, genel bilgileri bu şekilde sıralandıktan sonra kum - çakıl ocaklarına ilişkin sıkıntıları da şu şekilde açıklanmıştır: 100 1. Malzeme ocağı olarak seçilen alana ilişkin 1/5.000 ya da 1/25.000 ölçekli harita krokileriyle, bunlara ilişkin koordinat değerleri gönderilmemektedir. Gönderilen değerlerin önemli bir kısmı da onaysız gelmektedir. 2. Ocak yeri görülmek istendiğinde, yeri gösterecek tapu kadastro elemanı ya da serbest çalışan harita mühendisi genellikle bulunmamaktadır. Yer gösterimi daha çok ocak sahipleri tarafından yapılmaktadır. Bu durum istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Başka bir yerin gösterilmesi gibi. 3. Yer tetkikleri genelde her kurum tarafından ayrı ayrı yapılmaktadır. Bu durum hem faaliyet sahibi için zor olmakta, hem de yer gösterimini sağlayan kadastro elemanı teminini güçleştirmektedir. Bunun kolaylaştırılması, kurum görüşü isteyen ilgili kişi ya da kurumun, bütün kurumlardan birer eleman sağlayıp komisyon halinde bir araçla araziye gidişinin teminiyle mümkün görülmektedir. 4. Ocak alanına ilişkin yer tetkikleri tamamlanmadan ocağı işletecek kişiler Ön ÇED Raporu'nu hazırlatmaktadırlar. Bu durum, kurum görüşü bildirecek olan eleman üzerinde büyük bir baskı oluşumuna neden olmaktadır. 5. Kuruma yer tetkik yazısı ulaştıktan sonra kurumu adına bu yazıya cevap vermek isteyen eleman, ocak yerini arazide görmek istediğinde, - genellikle de böyle olmaktadır kendisini o alana götürecek bir muhatap bulmakta zorlanmaktadır. Bu yer, merkez dışında ise daha da güç olmaktadır. 6. Kum ve çakılacaklarının çok büyük bir kısmı Dicle Nehri yatağında bulunmaktadır. Oysa Dicle Nehri'nde kıyı kenar çizgisi tespit edilmemiştir. Bu sebeple, yer tetkikine giden elemanlar kendi doğrularıyla hareket etmektedirler. Bu farklı bakış açısı, ortak karar noktasında sıkıntı oluşturmaktadır. Bunun giderilmesi Dicle Nehri'nde kıyı kenar çizgisinin tespiti ile mümkündür. 7. Kum ocaklarının rahatlıkla görülmesi ve denetlenmesi için köşe koordinatlarının arazide çok belirgin olarak işaretlenmesi zorunlu hale getirilmelidir. Hatta bu işlem, yer tetkiklerinden önce yapılmalıdır. 8. Kum ocakları işletmecileri, gelişi güzel şekilde çalışma yürütmektedirler. Bu alan seçilirken öncelikle bir tesviye yapılmalı, devamında bir noktadan itibaren çalışma başlatılmalı ve büyük çukurlar oluşturmadan gerekliyse bu çukurlar kapatılmak suretiyle, bir düzen içinde çalışılmalıdır. İzleme ve Denetleme Komisyonu bu durumu sürekli ve rutin bir şekilde takip etmelidir. 9. Ön ÇED Raporu'nda belirtilen hususlar ile bu raporda yer alan kurum görüşleri, taahhüt altına alınmış olmasına rağmen bu görüşlerin neredeyse tamamı 101 uygulanmamaktadır. Bu eksiklik İzleme ve Denetleme Komisyonu'na aittir. 10. Kurumlar, bu işin değişik aşamalarında farklı eleman görevlendirmektedirler. Yer tetkikine bir eleman, komisyona başka bir eleman görevlendirmek olayın takibini güçleştirmektedir. 11. Kum ve çakıl ocakları her ne suretle olursa olsun terk edilirken, DSİ Bölge Müdürlüğü'nün görüşü alındıktan sonra bu alanın terkine karar verilmelidir. Bu hüküm, Milli Emlak Müdürlüğü ya da İl Özel İdaresi şartnamelerinde bağlayıcı bir karar maddesi olarak yer almalıdır. 12. Ocak alanı terk edilirken, taşkına sebep olacak, tarım arazilerine zarar verecek bir durum söz konusu ise, bu alanın ıslah çalışması ocak işletmecisi tarafından yapıldıktan sonra saha terk edilmelidir. Bu işlem yapılmadan terk edilen sahalarda, zaman içerisinde meydana gelebilecek taşkın koruma, sorun ve şikâyetlerinin muhatabı ocağı işleten şahıs ya da kurum olacaktır. Ocaktan kaynaklanan taşkınlardan kurumumuz sorumlu tutulmayacaktır. 2.5 DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü'nün Taşkın Sorunları "4373 sayılı Taşkın Suları ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu'nun 1. maddesine göre; "Yüksek seviye gösteren umumi ve hususi, kapalı veya akarsuların taşmasıyla su altında kalan veya su baskınlarına uğrayabilecek olan sahaların sınırları Bayındırlık ve İskân Bakanı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile tespit ve ilan edilir" denilmektedir. Ancak 4373 sayılı Taşkın Koruma Kanunu'nun 3. maddesinde ise şöyle denilmektedir. "Birinci madde hükümleri dairesinde tespit ve ilan edilmiş olan sınırlar içinde tesisat, inşaat veya tadilat yapmak, fidan veya ağaç dikmek yasaktır. Müsaade verilmesi, Su İşleri Müdürü'nün bulunmadığı yerlerde, bayındırlık müdürünün fenni mahzur olmadığı hakkında rapor vermiş olmasına bağlıdır. Birinci fıkra hükmüne muhalif olarak izin istihsal edilmeden yapılan ve suyun akmasına veya su seviyesinin yükselmesine tesiri olan tesisat, inşaat veya tadilat, dikilen fidan veya ağaçlar Mahalli Su İşleri Müdürü’nün, yoksa Bayındırlık Müdürü’nün teklifi üzerine Vali’nin kararıyla yıktırılır veya kaldırılır. Bu hususta yapılan masraflar sahiplerinden alınır, şeklinde belirtilmiştir. Bu bakımdan daha önceki yıllarda taşkın alanı olarak ilan edilmemiş önemli nehirlerin taşkın alanı olarak ilan edilmesi gerekmektedir. Bu tesislere yapılacak müdahale durumlarında, müdahale vilayet makamınca alınacak idari kararla ortadan kaldırılabilir. Aksi durumda genel hükümlere göre hareket edilecektir”. 102 2.6 DSİ Kayseri Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları 1. Nevşehir - Ürgüp - Göreme (Avcılar) Kasabası Taşkın Koruma Tesisi; kasabanın taşkın zararlarından korunması amacıyla inşa edilen tesis 1983 yılında işletmeye açılmıştır. Daha sonra kasabanın yerleşim alanındaki gelişmenin ortaya çıkardığı ihtiyaç doğrultusunda, 1985 yılında hazırlanan ek ön inceleme raporunda öngörülen işler, 1986 yılı yatırım programı ve uygulama planına alınarak gerçekleştirilmiştir. Kodarak Deresi'nin kasaba içerisindeki el sanatları çarşısı boyunca 30 m'lik kısmında arsa temin etmek gayesiyle Göreme Belediyesi tarafından, kanal taban genişliği 7,5 m'den 2,4 m'ye düşürülerek, girişi 28 m 2 , uzunluğu 25 metre ve çıkışı 8 m 2 'den baks yapılarak dik duvarlı kanalın üstü kapatılarak işyeri yapılmıştır. Mevcut baks yapısının kırılarak kaldırılması ve kanalın eski haline getirilmesi gerektiği belirtilerek, bu çalışmalar yapılmadığı takdirde Bölge Müdürlüğü tarafından hukuki işlemin başlatılacağı bildirilmiştir. 2. Yozgat - Sarıkaya İlçe Merkezi Taşkın Koruma Tesisi; ilçe yerleşim merkezinin Sarıkaya Deresi'nden gelebilecek taşkınlardan korumak üzere Bölge Müdürlüğünce söz konusu tesis 1969 yılında inşa edilmiştir. Ayrıca yan derelerin ıslahı da gerçekleştirilmiştir. Sarıkaya Belediye Başkanlığı 17.02.1987 tarihindeki müracaatıyla, mevcut taşkın koruma kanallarından birinin üzerine 200 metre tül kapatarak üzerine tek katlı dükkân yapmak ve diğerinin üzerini ise 60 metre tül kapatarak yol geçirme talebiyle Bölge Müdürlüğü’ne müracaatta bulunmuştur. Birinci talebi uygun görülmemiş olmakla birlikte, ikinci talebi her türlü sorumluluk belediyeye ait olmak ve kapatılacak kısım 60 metre tülü geçmemek koşuluyla uygun görülmüştür. Daha sonra belediye aynı talebini 1990 yılında yinelemiş, ancak talebi Bölge Müdürlüğü’nce uygun görülmemiştir. Belediye Dairesi’nin müsaadesi olmamasına rağmen, Sarıkaya Deresi'nin üzerini kapatarak dükkân inşa etmiştir. Durumun tespit edilmesiyle birlikte, belediyeye uyarı ve ikaz yazısı yazılarak, kanalın eski konumuna getirilmediği takdirde hukuki işlemin başlatılacağı ifade edilmiştir. Yapılan uyarılara belediyenin uymaması sonucunda Bölge Müdürlüğü’nce hukuki işlem başlatılarak, Sarıkaya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne müracaat edilerek, taşkın koruma kanalı üzerine dükkân yapılmak suretiyle yapılan müdahalenin men'i ve eski hale getirme talebiyle dava açılmıştır. Mahkeme olumlu sonuçlanmamıştır. İlçe merkezinde 23.08.1992 tarihinde taşkın olayı yaşanmıştır. Sarıkaya Deresi üzerine belediye tarafından müdahale neticesinde taşkın koruma kanalının kesitinin daralması bu olaya neden olduğu taşkın raporunda belirtilmiştir. 103 3. Yozgat - Akdağ madeni ilçe Merkezi Taşkın Koruma Tesisi; ilçe merkezi taşkın koruma kanalının üzeri belediye başkanlığı tarafından bölge müdürlüğünün müsaadesi dışında kapatılmıştır. 4. Yozgat - Sorgun - Kayakışla Köyü, Kuruçöz ve Kayakışla dereleri Taşkın Koruma Kanalları; köy muhtarlığının yoğun talebi üzerine, muhtarlıkla yapılan protokolle her türlü sorumluluk köy muhtarlığına ait olmak şartıyla Kuruçöz Deresi'nin 180–300 metreleri arası, Karakışla Deresi'nin 125–199 ve 240–285 metreleri arası baks yapısı ile kapatılmıştır. 5. Kayseri - Çakmakçının Deresi; Erciyes Üniversitesi bölgeye, Kayseri Valiliği'ne ve Genel Müdürlüğü’ne yapmış olduğu müracaatlarda söz konusu kanalın üniversite alanını ikiye böldüğü, toprak alınması nedeniyle çöplük halini aldığı, fakülteler ve tesisler arası geçişin mümkün olmadığı ve benzer nedenlerle kanalın üzerinin kapatılmasını talep etmiştir. Bölge Müdürlüğü, Genel Müdürlüğü’nün talimatları ile Çakmakçının Deresi kanalının Erciyes Üniversitesi içerisinden geçen kısmı için istikşaf raporu hazırlamış ve bir bölümü kutu menfezle kapatılmıştır. 6. Kayseri İli ve Mücavir Alanları Batı Kuşaklama (Kuruçay) Taşkın Koruma Kanalı; taşkın koruma kanalının Yeni Sanayi içerisinde geçen bölümü sanayi atıklarının yoğun kirlilik oluşturması, işyerleri arası geçişin mümkün olmaması ve benzeri nedenlerle. Belediye ile iş yeri sahiplerinin yoğun talepleri üzerine kutu menfezle kapatılmıştır. 2.7 DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğü İçinde Taşkın Yaratan Ana Nedenler 1. Dere yataklarının doldurulması; arazi kazanmak veya döküm sahası olarak kullanmak maksadıyla İstanbul'da dere yatakları doldurulmaktadır. Bu durum ise dere yataklarının kısmen veya tamamen tıkanmasına neden olmaktadır. Taşkınlarda yetersiz kesitlerde su kabarmakta, membada bulunan iskân sahalarında ve sanayi bölgelerinde büyük zararlar meydana gelmektedir. Bu şekilde dere yataklarının doldurulmasına, derelerin membaında bulunan kişi ve kuruluşların mani olması gerekmektedir. Çünkü bu tür dolgular membada bulunan yapıları tehdit etmektedir. Son yıllarda Kâğıthane Vadisi’nde bulunan sanayi tesisleri yetkililerinin bu tür girişimlerde bulunmuş olmaları ümit vericidir. Dere yataklarına dökülen dolguların ve çöplerin yatak üzerindeki köprü ve menfezleri tıkaması tehlikenin boyutlarını büsbütün arttırmaktadır. 1 Temmuz 1995 tarihinde yaşanan Ayamama Deresi taşkının ana nedeni mevcut menfezlerin 104 tıkanmış olmasıdır. 2. Dere yataklarının üstünün kapatılması; DSİ'nin, kuruluşundan bu yana dere yataklarının üstünün kapatılmasının yarattığı mahzurlarla ilgili çok sayıda deneyimi bulunmaktadır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın talebi sonucunda İçişleri Bakanlığı 08.08.1994 tarih ve 5496 sayılı, tamimleri ile dere yataklarının üstünün kapatılmaması gerektiğini ilgili kuruluşlara bildirmiştir. Buna rağmen İstanbul’da bazı yerel yönetimlerden ve halktan dere yataklarının üstünün kapatılması için yoğun talep gelmektedir. Belediyeler tarafından İstanbul’da çok sayıda derenin üstü kapatılmış, çevredeki iskân sahalarının atık suları bu galerilere bağlanmıştır. Kapatılan bu derelerin üzerine yol veya binalar yapılarak problemler çözümsüz hale getirilmiştir. 10–11 Temmuz 1995 taşkınında kapatılan Alibeyköy - Küçükköy Deresi'nin tıkanması sonucu büyük problemler yaşanmıştır. Bu derede çok eskiden beri yaşanan bu tür problemler zaman zaman basın ve televizyon haberi olarak güncelleşmiş, sorumluların hangi teşkilattan olduğu araştırılmıştır. 3. İmar planı hazırlanırken DSİ görüşünün alınması; imar planları hazırlanırken belediyeler, DSİ ve diğer yatırımcı kuruluşların imar planı ve ilgili görüşünü almaktadır. Bu gibi durumlarda teşkilatımız imar sahasındaki mevcut ve mutasavver projelerimizi, derelerin taşkın sahalarını, dere ıslah şerit genişliklerini ve taban suyu yüksek olan bölgeleri haritalara işleyerek ilgili belediyelere yardımcı olmaktadır. Bazı belediyeler bu şartı yerine getirmedikleri gibi derelerin üzerine cami, fabrika, okul ve tersane yapılmasına göz yummakta, ayrıca çok belirgin taşkın alanlarını iskâna açmaktadır. DSİ görüşü alınmadan, Tuzla Belediyesi tarafından 1986 yılında hazırlanan imar planları bu durum için çarpıcı bir örnektir. 37 km 2 havzası olan Tuzla Deresi'nin denize ulaştığı kısımda dere yatağı üzerine tersane binası inşa edilmiş. Bina altında ise sadece 3.15 m 2 alanda trapez kesitini bir galeri bırakılmıştır. Tuzla Deresi'nin 500 yıllık frekans taşkın piki ise yaklaşık 170 m 3/s mertebesindedir. Bu miktardaki bir debinin sadece belirtilen galeriden geçmesi için su hızının 54 m/s olması, kanal membaındaki suyun ise 650 metre kabarmış olması gerekmektedir. Temmuz 1995 tarihinde Tuzla İlçesi’nde yaşanan taşkın felaketinin ana nedeni bu anlamsız yapıdır. Tuzla Deresi'nin memba kısmında hemen hemen hiç bir sorun yaşanmamaktadır. En büyük zararın meydana geldiği Ayamama Deresi'nin, membası Mahmutbey’e, 105 mansabın sol sahili Küçükçekmece'ye sağ sahili ise Bahçelievler'e dahildir. ATV Televizyonu ve Sabah Gazetesi'nin bulunduğu bölgenin imar planı hazırlanırken DSİ görüşü alınmamıştır. Ayrıca, yasal yerleşim bölgeleri dışında bulunan kaçak yapılaşmalar çok çeşitli ve büyük problemler doğurmaktadır. Ancak, bu problemlerin en büyüğünün taşkın problemi olduğu, yaşanan bu son felakette açıkça anlaşılmıştır. 4. Islah kanalı kenarına servis ve bakım yolu yapılmaması; ıslah edilmiş olan dere yataklarının kenarlarına işletme bakım yolu bırakılmadan yapılaşmaya izin verilmesi nedeniyle büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bakım yolu yapılmadan inşa edilmiş olan ıslah kanallarının çeşitli atıklar (rüsumat, koltuk takımı, kamyon şasesi ve her türlü çöp) nedeniyle akış kesitinin kapanması durumunda kanalların temizlenmesi mümkün olmamaktadır. İstanbul’da servis ve bakım yolu olmayan birçok ıslah kanalı mevcuttur. Bu tür kanallar sık sık taşarak çevreye zarar vermektedir. Bu tür ıslah kanalı çevresinde ikamet eden çok sayıda vatandaşımız, korku ve tedirginliklerini açık bir şekilde belirtmektedirler. Değişik bir ifade ile bakım yolu olamayan bir ıslah kanalı ıslah kanalı değildir. Islah kanallarının periyodik temizliklerinin yapılabilmesi için kepçe bomunun yeterli olduğu durumlarda bir sahilde, bomunun yeterli olmadığı durumlarda her iki sahilde servis ve bakım yolunun yapılması mutlak bir zarurettir. 2.8 DSİ Van Bölge Müdürlüğü’nde Durum; 1. Van - Karasu Deresi 2. Van - Gürpınar Engil Çayı 3. Van - Erciş Zilan Çayı 4. Muş - Murat Nehri 5. Hakkâri - Yüksekova Büyük Çay 6. Hakkâri - Zap Suyu Dere üstleri kapatılan yerler; 1. Hakkâri - Yüksekova Büyük Çay 2. Bitlis - Bitlis Çayı 3. Muş - Varto İlçesi 4. Van - Erciş İlçesi 5. Bitlis - Güroymak İlçesi Bütün bu akarsularda doğal akış engellenmektedir. 106 2.9 DSİ Sivas Bölge Müdürlüğü'nün Karşılaştığı Sorunlar 1. Açık mecraların kapalı mecraya dönüştürülmesi; her yıl periyodik olarak yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar, şiddetli yağışlardan tıkanıp taşarak daha büyük boyutlarda can ve mal kayıplarına sebep olmaktadır. 2. Yerleşim yerlerinin yukarı havzaya giren kısımlarının kapatılması; yüzey sularının dere yatağına ulaşmasını zorlaştırmakta, eğer herhangi bir önlem alınmadı ise duvarlara zarar vermektedir. 3. Taşkın tesislerinin üzerinin kapatılması; kanalizasyon şebekesinin bulunmadığı veya kanalizasyon şebekesine ulaşımın zor olduğu mahallerde ıslah tesisi duvarı delinerek doğrudan dere yatağına verilmekte ve ıslah tesisi tıpkı bir kanalizasyon ana kolektörü gibi çalıştırılmakta, bu duruma üzeri kapalı olduğu için zamanda tespit yapıp müdahale edilememektedir”. 2.10 DSİ Aydın Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları ve Çözüm Önerileri; Son yıllarda ülkemizde ve bölgede önemli can ve mal kayıplarına neden olan taşkınlar yaşanmıştır. Yapılan gözlemlerde DSİ’nin görüşü alınmadan akarsu ve dere yataklarına çeşitli müdahalelerde bulunulduğu, derelerin üzerinin kapatıldığı, derenin doğal yatağının yok farz edilerek bu alanların planlı yerleşimlere açıldığı yol, yeşil alanlarına dahil edildiği, arsa niteliği kazandırıldığı müşahede edilmiştir. Diğer yandan taşkın önlemleri alınan tarım ve iskân alanlarını taşkınlardan koruyan, taşkın kontrolüne matuf tesislerimizde bile benzer girişimlerin başlatıldığı fonksiyonunun bozularak yetersizleştirildiği, sedde ve tahkimatlarının tahrip edildiği, tesislerin elden çıktığı gözlemlenmiştir. Örneğin; Aydın ili merkezinden geçen Tabakhane Deresi DSİ’ce ıslah edilerek taşkın kontrol tesisleri yapılmıştır. Aydın Belediyesi'nin 2001 yılında derenin üzerinin kapatılması girişimlerinde DSİ Bölge Müdürlüğü’nün duyarlılığı sonuç verdiğinden belediye bu uygulamadan vazgeçmiştir. Buna karşılık Muğla İli merkezinden geçen Karamuğla ve Basmacı derelerinin üzerinin belediyesince kapatılarak yerleşime açılması sonucu büyük bir taşkın olayı yaşanmış, kapalı dere kesitleri patlamış, taşkın can kaybı olmadan maddi kayıplarla atlatılmıştır. Benzer şekilde bütün uyarılara rağmen Aydın İli Söke ve Kuşadası ilçeleri içinden geçen derelerin üzerinin kapatılarak iskân ve başka maksatlarda kullanılması sonucu bu yıl yaşanan taşkın, önemli ölçüde maddi zararlara neden olmuştur. Dereler üzerinde DSİ'nin bilgisi dışında yol, sokak ve benzeri maksatlı geçişler için diğer 107 kurumlarca yapılan sanat yapılarının yetersizliği ile yaratılan taşkınlar da önemli mal ve can kayıplarına neden olmaktadır. Muğla - Fethiye – Çobanlar’da 30.12.2002 tarihinde vukuu bulan taşkınla aynı aileden üç kişi hayatını kaybetmiş bulunmaktadır. Bu taşkına Fethiye - Kaş Antalya karayolunun Eskiköy Deresi üzerinden geçişini sağlayan sanat yapılarının yetersizliği neden olmuştur. Bu nedenle açık mecraların kapalı mecra haline dönüştürülmemesi, daha önce inşa edilmiş bulunan taşkın kontrol tesislerine müdahale edilmemesi, her ölçekteki planlı yerleşimler için imar planlarının düzenlenmesi aşamasında DSİ’nin görüşünün alınması, taşkın etütlerinde öngörülen ve önerilen önlemlere titizlikle uyulması, dere yataklarının yol alarak kullanılmaması, çöp, malaz ve her tür atığın atılmaması gerekmektedir. Son yıllarda genel bütçeden küçük su işleri, taşkın koruma işleri, makine giderleri ve kamulaştırmalar için ayrılan yetersiz ödenekler nedeni ile yatırım ve uygulama programında bulunan yapılamamaktadır. pek Arazi çok ve konu meskûn ele alınmamakta mahal ve taşkınlarının taşkın tesisleri önlenmesinde kamulaştırma bedelinin sorun olmaktan kurtarılması gerekmektedir. Bu yönde idari ve hukuki bir takım iyileştirmelerin yapılması, ayrıca yetersiz ödeneklerin de artırılması gerekmektedir. Meydana gelen taşkın zararlarının diğer bir nedeni de nehir, akarsu ve dere yataklarında gerek ruhsatı, gerekse kaçak olarak işletilmekte olan kum ve çakıl ocaklarından dolayı akarsu yatağına mücavir tarım arazilerinde ve çevrede meydana getirilen zararlardır. DSİ Bölge Müdürlüğü’ne ulaşan kum ve çakıl ocağı ile ilgili talepler Genel Müdürlüğü’nün 04.07.1988 tarih ve 2942 sayılı tamimleri ekinde alınan "Kum Çakıl ve Benzeri Malzeme Ocağı Açmaya Yönelik Taleplerin incelenmesi" adlı yazılı talimat çerçevesinde değerlendirilerek ruhsatı veren ilgili kurumlara gönderilmektedir. Ruhsat verme aşamasından sonra belirtilmiş olan koşullara uyulup uyulmadığının kontrol edilmesi ayrıca uygulama yetkisi valilik ve kaymakamlıklara bağlı özel idare müdürlüklerine aittir. Ancak buna rağmen çeşitli yerlerde ruhsatlı veya ruhsatsız olmak üzere resmi ya da özel kişilerce düzensiz ve önerilen şartlara uyulmadan malzeme alındığı, fazla derine inilerek dere yatağının tahrip edildiği, bu çalışma şeklinin akarsu ve dere yatağının duyarlılığının bozulmasına ve dolayısıyla akarsuyun daha sık yatak değiştirmesine sebebiyet vererek yağışlı mevsimlerde zaman zaman birçok taşkın zararları ile toprak 108 kayıplarına neden olduğu müşahede edilmektedir. Bu nedenle denetimlerin daha sık ve etkili yapılması, kaçak kum - çakıl ocağı işletenlere müdahale edilmesi ve ruhsatta belirtilen koşullara göre malzeme alınmasının sağlanması önem arz etmektedir. Ayrıca çay ve dere yataklarında malzeme veriminin giderek azalması nedeni ile kırma taş santrallerinin kurularak malzemenin yapay yollardan temin edilmesi yönüne gidilmesi gerekmektedir. 2.11 DSİ Trabzon Bölge Müdürlüğü'nün Çözüm Önerileri 1. Gerek DSİ prensipleri ve gerekse İçişleri Bakanlığı'nın 03.08.1994 tarih ve 5476 sayılı genelgesi gereği derelerin üzerlerinin kapatılması sakıncalı görülmektedir. Bu konuda yasaklama ve uyulmaması halinde cezai müeyyide getirilmelidir. 2. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yerleşim ve ticaret merkezleri feyezan tesiri bakımından emin olmayan dere güzergâhları boyunca kurulmaktadır. Bu alanların korunması yapılsa dahi, derelerin yıkıcı etkisini tamamen ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu nedenle imar planlarında seçilen yerleşim alanları, DSİ taşkın koruma tesislerinden itibaren hemen başlanması yerine rekreasyon alanı olarak bırakabilecek emniyet sahalarından sonra başlamalıdır. Bu sebeple akarsular için Kıyı Kanunu’nun, gerekirse çevre ve imar mevzuatının yeni bir boyuta getirilmesi gerekir. 3. Şehir içi akarsuları üzerinde inşa edilen köprüler inşa edilmeden önce DSİ görüşü alınmalı ve bu konuda DSİ'nin etkin rolü olmalıdır. 4. Akarsu üzerinde ve vadisi boyunca diğer yatırımcı kuruluşlarca geliştirilecek köprü ve yol projelerinin hazırlama ve uygulaması aşamasında DSİ görüşü alınmalı ve denetim yapma imkânı verilmelidir. 5. Yürürlükteki Taş Ocakları Nizamnamesi; ruhsat, işletme, denetim ve yaptırım şartlan DSİ'ye verilecek şekilde değiştirilmelidir. Kum - çakıl ocağının işletilmesi ve çıkan malzemenin bir bedel karşılığı piyasaya satılması DSİ tarafından yapılabilmelidir. 6. Doğal yatak sınırları dâhilinde yer alan alanlar özel mülkiyete konu olmamalıdır. Ayrıca doğal yatak sınırları dışındaki taşkın sahalarındaki parsellere özel statü verilmelidir (ziraat alanı olarak kullanılmalıdır). Bu sebeplerden ötürü dere yataklarında revize kadastro çalışması yapılmalıdır”. 2.12 DSİ Balıkesir Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları 1. Çay yatağındaki yapılaşmalar; Bölge Müdürlüğümüzün hudutları dâhilinde Çanakkale ili merkezinde bulunan Sarıçay, DSİ tarafından 25.01.1S93 tarihinde 109 yapılan resmi protokolle Çanakkale Belediyesi'ne devredilmiştir. Çay yatağı menfasında şehre 20 km uzaklıkta Atikhisar Barajı mevcuttur. Çay yatağı geçmiş yıllarda DSİ tarafından 550 m 3/sn. debiyi geçirecek şekilde ıslah edilmişti, ancak Çanakkale Belediyesi Sarıçam’ın işletmesini devir aldıktan sonra DSİ'nin yazılı ikazlarına rağmen yatak içinde (pazaryerinin genişletilmesi Amfi tiyatro, kamyon garajı, sandal çekçek yeri vs.) gibi tesisler yaparak çay yatağını daraltmıştır. Bu konuda 15.08.2002 tarihinde hazırlanarak tasdik edilmiştir. "Sarıçay Yatak Revizyonu İnceleme Raporu" mevcuttur. 2. Kum ve çakıl ocaklarındaki olumsuzluklar;: a- 06.06.2002 yılında çıkarılan yeni ÇED Yönetmeliği’nde DSİ kurum görüşü sorulmadan, Çevre ve Orman Müdürlükleri tarafından kum ve çakıl ocakları müracaatları için ÇED raporu hazırlatılarak, DSİ'nin bilgisi haricinde "Çevresel Etkileri Önemsizdir" kararı verilmektedir. ÇED raporunda kurum görüşümüz ve işletme protokolü bulunmadığından, kum ve çakıl ocaklarının işletilmesi esasları DSİ'nin kontrolü dışında kalmaktadır. b- 4373 sayılı kanunun 1. maddesi akarsuların taşmasıyla su altında kalan ve su baskınlarına uğrayabilecek olan sahaların sınırlarının tespiti ve Bakanlar Kurulu'nca ilan edilmesiyle ilgilidir. 2. ve 3. maddeleri ise ilan edilen bu taşkın sahalarının içinde, suların akmasına engel olan bina, fidan, ağaç, set ve savak gibi mânialarla ilgili olup bu tesislerin kamulaştırılmasını ve yıkılmasını ifade etmektedir. Söz konusu yasa tüm dereleri kapsamadığından, ilgili, ilgisiz kişilerce dere yataklarına yapılan tesislere, dere yataklarının kapatılması ve atılan katı atıklarla suların akmasına ve kabarmasına neden olunmaktadır. Örnek; Balıkesir Bursa Devlet Yolu inşaatı sırasında DSİ’den görüş alınmadan, TCK tarafından dere yataklarına yapılan yol geçişlerinin yetersiz kapasitede inşa edilmesi nedeniyle taşkınlara neden olmakta, yapılan yolun da bir set gibi çalışması nedeniyle taşkınların etkisi daha da artmaktadır. c- Dere yataklarında yol bağlantılarını sağlamak amacıyla çeşitli kuruluşlar ve kişilerce inşa edilen ya da edilecek olan değişik amaçlı yapıların (köprü, menfez, kasis vb.) inşa edilmeden kurumumuzdan görüş ve izin alınması zorunlu kılınmalıdır. Dere yataklarının üzerinden veya sınırından geçirilecek enerji nakil hattı, telefon hattı, petrol boru hattı, doğal gaz boru hattı, içme suyu ve kanalizasyon hatlarının dere yatağı şev üzerinden itibaren en az 25 metre mesafe bırakıldıktan sonra tesis edilmelidir. Enerji nakil hattı ve telefon hatlarının yüksekliğinin en alt seviyesinin, dere yatağı şev üzerinden itibaren en az 15 metre 110 olması temin edilmelidir. Dere yatakları içinden geçirilecek tesisler için DSİ'nin görüş ve izninin alınması sağlanmalıdır. 3. TÜRKİYE’NİN TAŞKIN RİSKİ VE NEDENLERİ Doğal afet olarak taşkın; bir akarsuyun muhtelif nedenlerle yatağından taşarak, çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesislerine ve canlılara zarar vermek suretiyle, etki bölgesinde normal sosyo - ekonomik faaliyeti kesintiye uğratacak ölçüde bir akış büyüklüğü oluşturması olayı şeklinde ifade edilmektedir. Ülkemizde, taşkın afetleri sık yaşanması nedeniyle ekonomik yönden depremlerden sonra en çok zarar oluşturan doğal afet durumundadır. Yurdumuzda özellikle son yıllarda daha sık tekrar eden ve can kayıplarının yanı sıra önemli ekonomik kayıplar oluşturan taşkınlar yaşanmaktadır. Taşkınların yol açtığı ekonomik kayıpların giderek önemli büyüklükler oluşturması, taşkın yönetimi çerçevesinde her süreçte yapılması gereken çalışmaların; daha geniş bir perspektif içinde, koordinatif ve entegre bir program yaklaşımı ile ele alınmasını gerektirmektedir. Ülkemizde taşkınları meydana getiren yağışların sin optik durumları ile geçmiş taşkınlara ilişkin envanter verilerinin birlikte değerlendirilmeleri sonucunda, taşkınların en çok mart, nisan, mayıs, haziran ve temmuz aylarında oluştuğu, Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu coğrafi bölgelerinin taşkına en hassas bölgeler olduğu ortaya çıkmaktadır. Taşkın olaylarının yalnızca doğa şartlarına bağlı olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Özellikle ülkemiz gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme aktivitesi, akarsu havzalarının muhtelif kesimlerindeki insan faaliyetinin çeşitliliğini ve yoğunluğunu da büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu durum ise, yaşanan çoğu örnekte görüldüğü üzere, havza bütünündeki doğal hidrolojik dengeyi bozmakta ve sonuçta büyük miktarda can ve mal kaybına yol açan taşkın olayları yaşanmaktadır. Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler ile arazi yapısı değişmekte, çoğu kez elverişsiz tarım yöntemleri ile topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip edilmekte ve bütün bu uygulamalardan sonra suların normal akışı etkilenmekte ve değişmektedir. Bu durum taşkınların giderek daha büyük ve sık görülmesine, can ve mal kayıplarının zamanla daha da ağırlaşmasına, hatta daha önceden taşkın 111 koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale gelmektedir. Ülkemizde son yıllarda yaşanan taşkınlardan edinilen müşahedeler, büyük boyutlarda can ve mal kayıpları ile sonuçlanan önemli taşkınların akarsu ve derelerin yatakları içinde veya mücavirindeki taşkın riski taşıyan alanlarda iskân yapılması ile daha önce inşa edilmiş taşkın tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık mecraların kapalı mecralara dönüştürüldüğü durumlarda oluştuğunu göstermektedir. Dere yatakları içindeki her türlü yapı, muhtemel bir taşkında doğrudan zarar görecek olmasının yanı sıra taşkın yatağının diğer kesimlerinde de akış şartlarını bozarak normal koşullarda beklenmeyen zararlara neden olmaktadır. Açık mecraların kapalı mecralar haline dönüştürülmesi ise her yıl periyodik olarak yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar şiddetli yağışlarda tıkanıp taşarak daha büyük boyutlarda zararlara neden olmaktadır. Derelerin üzerlerinin yerel yönetimler tarafından kapatılması sonucu meydana gelen taşkınların sayısı oldukça çoktur. DSİ Genel Müdürlüğü'nün girişimleri sonucunda, dere üstlerinin kapatılmaması hususunda İçişleri Bakanlığı'nın 22.09.1988 tarih ve 24467 sayılı ve 3.8.1994 tarih ve 5496 sayılı yazıları ile tüm valiliklere gerekli talimat verilmiştir. Benzer şekilde değişik kamu kuruluşları, köprü, menfez, box ve benzeri sanat yapılarını Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü görüşü alınmaksızın inşa etmekte ve hidrolik bakımdan yetersiz projelendirilen bu tesisler taşkın anında işlevselliğini yitirmelerinin yanı sıra tahmin edilenden daha fazla zayiatın oluşmasına sebep olarak genel hayatı etkilemektedirler. Bu tip yapıları son yıllarda oluşan taşkınların en önemli sebeplerinden biri olarak göstermek mümkündür. 3.1 DSİ GENEL MÜDÜRLÜGÜ'NÜN TAŞKIN ZARARLARININ AZALTILMASI ÇALIŞMALARI DSİ Genel Müdürlüğü'nün taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltılmasına matuf çalışmaları, 6200 sayılı kuruluş yasasında tanımlanan görev ve sorumluluklar çerçevesinde genelde yapısal önlemler içeren projeli faaliyetler şeklinde sürdürülmekte, ayrıca 4373 ve 7269 sayılı yasalarda ifade edilen hükümler doğrultusunda taşkın afetinin her sürecinde yapı gerektirmeyen düzenleme ve denetleme faaliyetlerini içermektedir. 1. Yapısal önlemler içeren projeli faaliyetler; yapısal projeleri; taşkın anında suları taşkın riski taşıyan alandan uzakta tutmaya yönelik akarsu yatağı düzeltme ve 112 düzenlemeleri, tensip bendi, ıslah sekisi, taşkın duvarı, sedde, derivasyon kanalı gibi koruma amaçlı tesisleri içerenler ve sel kapanları ile barajlar gibi suyun akış rejimini düzenleyen tesisleri içeren kontrol yapılarını kapsayan iki gurup içinde değerlendirmek gerekmektedir. DSİ Genel Müdürlüğü yukarıda genel çerçevede belirtilen projeli faaliyetlerini; tanıma ve saptama, sorunlara yapılabilir, kalıcı ve ekonomik çözüm getirme (Etüt ve Plan); çözümü gerçekleştirme (proje ve inşaat) ve sürekli iş görürlüğünü sağlamak (işletme ve bakım) ana hizmet birimleri ile sürdürmektedir. 2. Yapısal önlem içermeyen faaliyetler; DSİ Genel Müdürlüğü'nün taşkın zararlarının azaltılmasına yönelik yapısal önlem içermeyen faaliyetlerine aşağıda ana hatları ile değinilmiştir. Bölge taşkın planları; DSİ Genel Müdürlüğü'nün ülke genelinde 26 adet olan Bölge Müdürlüklerince akarsu havzaları esas alınarak ve havzadaki su developmanına yönelik çalışmaların sonuçlandırılma durumuna göre sürekli olarak güncelleştirilerek hazırlanan Bölge Taşkın Planları, İl Afet Planları’na entegre edilmek üzere ilgili valiliklere gönderilmektedir Higrometrik ve meteorolojik gözlem çalışmaları; taşkın envanteri (taşkın yıllıkları). İmar planları ile ilgili taşkın etütleri; DSİ Genel Müdürlüğü’nce; yerleşme ve yapılaşmanın mevzii ya da üst ölçek bir imar planı veya daha geniş kapsamlı 1/25.000 ve 1/100.000 ölçekli bölgesel planlara tabi olduğu koşullar için, belediyelerden veya diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından iletilen talepler üzerine, plan hazırlığı aşamasında veri olarak kullanılmak üzere, planlama sahalarının taşkın riski yönünden etütleri yapılarak sonuçlar ilgili talep sahibi kurum ve kuruluşa iletilmektedir. Söz konusu çalışmalar sırasında, planlama sahasında yer alan dereler ve akarsular, taşkın sahaları ilgili kuruluşlarca yapılması gereken taşkın kontrol tesislerine ilişkin detaylar ve iskâna açılması uygun görülmeyen sahalar ayrıntılı olarak gösterilmektedir. 4373 sayılı Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu çerçevesinde yapılan çalışmalar; anılan kanunun ilgili hükümleri çerçevesinde, ülkemizin değişik yörelerinde yer alan birçok sahada taşkına uğrayabilir sahalar Bakanlar Kurulu Kararı alınarak her türlü yapılaşmaya yasak alan olarak ilan edilmiştir. 1943–1980 döneminde belirtilen anlamda çıkartılarak ilan edilen tüm Bakanlar Kurulu Kararları DSİ Genel Müdürlüğü'nce derlenerek "Taşkından Korunma, Kurutma ve Tabii Afetler İle İlgili Kararnameler" adı altında kitap halinde yayımlanmıştır. 113 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun; anılan kanunun ilgili hükümleri doğrultusunda, DSİ Genel Müdürlüğü korunmasının teknik tarafından ve etüt ekonomik edilerek, nedenlerle etüt sonucunda mühendislik taşkından tedbirleri ile sağlanmasının mümkün olamadığı anlaşılan yerleşim sahaları, afet bölgesi olarak ilan edilmek ve bilahare emniyetli bir yerde yeniden iskân edilmek üzere Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü'ne aktarılmaktadır. Bu bağlamda çıkarılan 1943–1980 dönemine ait tüm Bakanlar Kurulu Kararnameleri de yukarıda zikredilen DSİ yayımında yer almıştır. Ayrıca bu kanunun ilgili hükümlerince, taşkın anında taşkın bölgesinde bulunan DSİ taşra birimine ait tüm makine ve personel ekipman, ilçe veya il merkezlerinde kurulan kriz merkezlerinin emrine verilmektedir. Bugüne kadar edinilen tecrübeler, Türkiye akarsu havzalarında yaygın olarak yaşanan ve önemli ölçüde can ve mal kayıplarına neden olan taşkınların, olayın su hareketi yönünden büyüklüğünü tayin eden hidro meteorolojik oluşumların büyüklüğünden ziyade, akarsu yatakları içinde veya taşkın riski taşıyan mücavir sahalarda çoğu kez herhangi bir önlem alınmaksızın sürdürülen düzensiz ve kontrolsüz kentleşme faaliyetleri sonucu oluştuğunu göstermektedir. Akarsu havzalarında; taşkın koruma ve kontrol amacını da içeren, su kaynaklarının havza bütününde developmanını öngören kapsamlı projelerin hizmete girmesi ile taşkınların sıklıkları ve yaptıkları zararlarda önemli azalmalar olmaktadır. Ancak taşkın zararlarının azaltılması çalışmalarında en etkin ve ekonomik çözüm; taşkın yaşanmadan önce havza genelindeki insan faaliyetlerini düzenleyen ve çoğunlukla yapışık nitelikteki, halkın eğitiminden ağaçlandırma faaliyetlerine kadar birbirini tamamlar özellikli çoklu tedbirlerin, bir plan dahilinde, projeden yararlananlar da dahil olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlarca koordinatif bir program çerçevesinde, birlikte alınmasının sağlanmasıdır. Bu yaklaşım, konu ile ilgili çalışmalarda özellikle yerel yönetimlere önemli görevler yüklemektedir. 3.2 DAHA ETKİN BİR TAŞKIN YÖNETİMİ İÇİN ÖNERİLER Akarsu havzalarının belirli bölümlerinde yer alan taşkın riski yüksek alanlarda yaşayan topluluklarda; baraj, sedde, sel kapanı ve benzeri taşkın koruma ve kontrol tesislerinin yapımından sonra bir daha taşkın olmayacakmış gibi bir kanı oluşmakta ve buna bağlı olarak riskli alanlarda yapılaşma faaliyeti yoğunlaşmaktadır. Söz konusu tesislerin projelendirilmesinde ekonomi unsurunun da dikkate alınmış 114 olması nedeniyle, tesislerle sağlanan koruma ve kontrolün belirli bir mertebesi bulunmakta, bunun aksine taşkın riskini tamamıyla ortadan kaldıran bir durum söz konusu olmamaktadır. Bu nedenle benzer tip sahalarda yapılacak faaliyetlerde bu husus mutlaka dikkate alınmalıdır. Fiziki alan kullanımının bir imar planına göre yapılmasını gerektiren her ölçekteki yerleşim yeri için, imar planı hazırlanmasından önce DSİ Genel Müdürlüğü'nden mutlaka görüş alınmalı ve plan kararları bu görüşler doğrultusunda oluşturulmalıdır. Yerleşim alanları içinden geçen ve daha önce DSİ Genel Müdürlüğü tarafından taşkın tesisleri inşa edilen yerlerde, çeşitli kullanım alanları oluşturmak maksadıyla tesislerin üzerleri kapatılmamalıdır. İmar planı kararları doğrultusunda oluşan yerleşim alanları kent formunda kabul edilmekte olup, bu tür belde, ilçe ve il ölçeğindeki yerleşim sahalarında, pis su sistemlerinin dışında, yerleşim alanı içindeki yağış sularını toplayarak drene edecek yağmur suyu boşaltım projeleri önemli bir yerel altyapı sistemi olarak gerçekleştirilmelidir. Akarsu havzalarının yalnızca sınırlı bir bölümünde taşkın koruma ve kontrol fonksiyonu gören küçük ölçekli yapısal projeler inşaatları sonuçlandıktan sonra yerel yönetimler tarafından devralınmalı ve işletme sürecindeki hizmetler yerel yönetim eliyle sürdürülerek, bir ölçüde projeden faydalananların faaliyetlere katılımı sağlanmalıdır. Akarsu havzası bazında, bir plan dahilinde projeden yararlananlar ve yerel yönetimler ile birlikte birçok kamu kuruluşunun koordinatif bir program çerçevesinde eş zamanlı olarak faaliyet göstermelerini gerektiren durumlarda, değişik kamu kurumları tarafından gerçekleştirilecek olan uygulamalar için her kurumun bütçesinde gerekli imkân sağlanabilmelidir. 4373 sayılı kanun çerçevesinde, Bakanlar Kurulu Kararları ile taşkın sahası olarak ilan edilerek yapılaşma yasağı getirilen alanlardaki yapılaşma faaliyetlerinin önlenmesi hususunda, valilikler yürütmeyi sağlama bağlamında duyarlı olmalıdır. 7269 sayılı yasa hükümlerine göre, taşkına maruz olmaları nedeniyle "Afet Bölgesi" ilan edilen yerleşim alanlarının yeniden iskân edilmesi yönündeki çalışmaların verimli olarak sürdürülebilmesi için Afet İşleri Genel Müdürlüğü'ne gerekli finansman imkânları sağlanmalıdır. Doğal afetlerin zararlarının azaltılması çalışmalarının tüm süreçlerindeki en önemli faaliyetlerden biri, afet yönetimi içinde yer alan her aşamadaki yerel ve merkezi 115 yönetim görevlilerinin eğitimi ile halkın bu yönde bilinçlendirilmesini amaçlayan eğitim ve bilgilendirme çalışmalarıdır. Bu bağlamda, konuya kamuoyu nezdinde güncellik kazandıracak olan her türlü görsel ve yazılı medya araçları kullanılmaya çalışılmalıdır. Akarsu yatakları üzerinde değişik kamu kuruluşlar tarafından yapılmış olan köprü, menfez veya benzeri yapıların hidrolik açıdan yeterli kapasitede inşa edilmemeleri halinde, taşkın anında sürüklenerek gelen nebat ve çeşitli malzeme ile tıkanarak taşkın sularının çekme ve kabarmasına neden olmaktadır. Bu nedenle emniyetli akış koşulları açısından köprülerin boyutlandırılmasında esas alınacak proje debisinin DSİ Genel Müdürlüğü'nden temin edilmesinde yarar vardır. Taşkın olayının ekolojik dengenin bozulması ve insan aktivitelerinin coğrafi çevreye yaptığı olumsuz müdahaleler ile zarar boyutunu artıran bir doğal afet türü olduğu bilincinden hareketle, akarsu havzalarında ağaçlandırma faaliyetleri ile akarsu yatağı içindeki yapısal eylemleri koordinatif bir program mantığı doğrultusunda uygulanmak üzere ilgili kamu kuruluşları (Orman ve Çevre Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü), sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerle iş birliği yapılmalıdır. Doğal yapı gereçlerinden, özellikle kum - çakıl niteliğindeki malzeme tabii olarak nehir ve dere yatakları içerisinde veya mücavir alanlardaki alüviyal oluşumlu tarım alanlarında bulunmaktadır. Yatak içinde veya yatağa bitişik alanlarda yapılan ocak işletme faaliyeti, sürekli değişen bir yatak topografyası ve hidrolik koşul oluşturmakta, değişkenliğin boyutu mecralardaki akış koşulları bozularak yatağa bitişik muhtelif sektörlere ait alanlarda çok yönlü zararlara yol açan taşkın olayları yaşanabilmektedir. Bu kapsamda söz konusu faaliyetlerin koruma ve kullanma dengesini içerisinde sürdürülebilmesi için, ocak faaliyetlerinin kuruluşumuzca verilen mütalaalara uygun olarak sürdürülmesi ve ayrıca akış koşullarını ve yatak hidroliğini bozarak çevreye zarar verenlerin faaliyetlerinin ise ilgili valilikçe durdurulması gerekmektedir. Buraya kadar yapılan açıklamalar özetlendiğinde; 1. Akarsu ve dere yatağı stabilitesini ve akımın üniformluğunu bozacak şekilde kum, çakıl ve stabilize ocakları açılmamalıdır. 2. Yerleşim yerlerinde ve yakınlarında, kentsel fonksiyonlara açmak amacıyla, nehir yatakları ve taşkın bölgeleri daraltılmamalı, akım rejimini bozan tesisler inşa edilmemelidir. 3. Akarsu ve dere yatakları üzerine, yeterli hidrolik kesite sahip olmayan, 116 dolayısıyla akımın üniformluğunu bozabilecek, köprü, menfez, büzlü geçiş vs. gibi yapıların, DSİ’nin bünyesinde yürütülen taşkın koruma projeleri kriterlerine (hidrolik ve diğer teknik şartlar) uygunluğu açısından, DSİ’nin görüşü alınmadan inşa edilmemelidir. 4. DSİ’ce inşa edilen taşkın koruma tesislerine (kıyı duvarı, sedde, mahmuz gibi) bilinçsiz müdahaleler yapılmamalıdır. 5. Mevcut taşkın koruma tesislerinin üzeri kapatılarak açık mecralar kapalı mecralara dönüştürülmemelidir. Yukarıda açıklanan hususları da kapsayan yeni bir genelgenin hazırlanması, bu belgeye yukarıda tespit edilen hususlara uymayan kurum, kuruluş ve kişiler hakkında; 6200,4373 ve 7269 sayılı kanunların verdiği yetkiye istinaden kanuni yollara başvurulacağı hususu da belirtilerek genelgenin İçişleri Bakanlığı kanalıyla bütün kurum ve kuruluşlara duyurulması gerekeceği düşünülmektedir. BÖLÜM V BARAJLARIN TEKNİK GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI KONUSUNUN HUKUKİ BOYUTU BİRİNCİ KISIM 18.12.1953 tarih ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunu’nun "Vazife ve Salahiyetler" başlıklı 2. maddesinde Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü’nün Vazife ve Salahiyetleri: a) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek; b) Sulama tesisleri kurmak, c) Bataklıkları kurutmak, d) a, b, c fıkralarındaki faaliyetlerle ilgili olmak şartıyla sudan ve zaruret halinde yardımcı diğer kaynaklardan enerji istihsal etmek gibi görevler sıralanırken bu görevlerin yerine getirilmesi için ana su kaynağı, su depolama ünitesi olarak hemen barajlar, regülâtörler ve diğer su yapıları akla gelmektedir. Bu yapılara ayrıca 1053 sayılı kanuna istinaden yapılan baraj ve diğer yapılar da ilave edilmesi gerekmektedir. Türkiye'de bugüne kadar inşa edilen baraj ve hidroelektrik santrallerin (HES) sayısı 200'e yaklaşmakta olup, birçok baraj ve HES de hali hazırda inşa halinde bulunmaktadır. 117 DSİ Genel Müdürlüğü'nce yapılıp Türkiye Elektrik Üretim Anonim Şirketi’nin (TEAŞ) işletmesine devredilen barajlarla YİD modeli ile yapılan barajların teknik güvenliğinin sağlanması ile ilgili olarak ele alınan işbu projenin hukuki boyutu ile ilgili olarak yaptığımız taramada aşağıda amaç ve kapsamları açıklanan yasal düzenlemeler mevcudiyeti tarih sırasına göre saptanmıştır. I- İL İDARESİ KANUNU a) 10/6/1949 tarihinde kabul edilip I8.6.1949 tarih ve 7236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe sokulan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 5. maddesinde, ‘Mülki İdare Bölümlerinin Kuruluşları’ hükme bağlanmaktadır b) Bu kanununun 4. maddesine göre "İl İdaresi’nin başı ve mercii Vali"dir. c) Aynı kanunun 9. maddesine göre; vali, ilde devletin ve hükümetin temsilcisi ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır. Vali, kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararlarının neşir ve ilanını ve uygulanmasını sağlamak ve bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmekle görevlidir. Bu işlerin gerçekleştirilmesi için gereken bütün tedbirleri almaya yetkilidir" (Madde 9/A, 9/C). d) Aynı maddede "Valinin devlet, il belediye, köy ve diğer kamu tüzel kişilere ait genel ve özel mülklerin yangın ve benzeri tehlikelere karşı korunmasını, iyi halde tutulmasını, değerlenmesini uygulanmasını ilgililerden ve iyi isteme halde ve idaresini sağlayacak tedbirlerin denetleme" yetkisinin bulunduğu vazolunmuştur. e) Kanunun 12. maddesinde ise valinin "İl sınırları içinde bulunan genel ve özel bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiri olduğu, kamu düzen ve görevini korumak için gereken tedbirleri almaya yetkili olduğu, bu maksatla devletin genel ve özel kolluk kuvvetlerini istihdam etme yetkisinin bulunduğu bu teşkilatların amir ve memurlarının Vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlü bulundukları" hususları hükme bağlanmıştır. f) Kanunun 27. maddesinde ilçe idare teşkilatı ele alınmakta ve 31. madde de kaymakamın görev ve yetkileri sayılmaktadır. Bu görev ve yetkiler, ilçe sınırları içinde, aynen yukarıda sınırlanarak açıklanan valinin görev ve yetkilerine benzemektedir. Bütün bu maddelerin birlikte değerlendirilmesinden; baraj güvenliği açısından bir tehlikenin baş göstermesi halinde hemen ve ilk haberdar edilecek merci o anda tehlikeye maruz barajın bulunduğu ilin valiliği veya kaymakamlığı olmaktadır. 118 II- NÖBETÇİ MEMURLUĞUN KURULMASI VE OLAĞANÜSTÜ HAL TATBİKATLARINDA MESAİNİN 24 SAAT DEVAMINI SAĞLAYAN KANUN a) 18.11.1966 tarihinde kabul edilerek 29.1.1966 tarih ve 12213 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren "711 sayılı Nöbetçi Memurluğun Kurulması ve Olağanüstü Hal Teşkilatında Mesainin 24 saat Devamını Sağlayan Kanunu”nun 1. maddesinde şu hüküm yer almıştır. "Yetkili merciler tarafından bildirilecek alarm haberlerinin surat ve emniyetle ilgililere ulaştırılmasını sağlamak amacıyla ve bakanlıklarda ve bakanlıklarca uygun görülecek teşkilat ve kurumlarında bir nöbetçi memurluğu kurulur". b) Aynı kanunun 4. maddesinde ise; nöbet tutacakların nitelikleri, görevleri ve nöbetle ilgili diğer hususlar bir yönetmelikle düzenlenir. Ayrıca bakanlıklar, kendi özelliklerine uygun olarak bu yönetmeliğin uygulanmasını sağlayacak tedbirler ve nöbet tutacaklara verilecek ek sorumlulukları ve nöbetçi memurunu tespit edecek ve onu denetleyecek sorumlu makam ve görevliyi özel bir talimatla tespit eder" hükmü yer almıştır. Bu kanunla kurulan nöbetçi memurluğun barajların güvenliği açısından işlevi çok önemlidir. lll- UMUMİ HAYATA MÜESSİR AFETLER DOLAYISI İLE ALINACAK TEDBİRLERE YAPILACAK YARDIMLARA DAİR KANUN a)15.5.1959 tarihinde kabul edilip 25.5.1959 tarih ve 10213 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren "Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun" un 1. maddesinin birinci bendinde; deprem, (Yer Sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, taşman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır" hükmü yer almıştır. Yine aynı maddenin 3. ve 4. bentleri ise; "Yukarıda yazılı afetlerin meydana gelmesinde veya muhtemel olması halinde zararın o yerin genel hayatına etkili olup olmadığına yönetmelik esasları gereğince, İmar ve İskân Bakanlığı tarafından karar verilir. Şu kadar ki, afetin meydana gelmesi halinde, bu kanun gereğince alınması lazım gelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana geldiği bölgenin valisi yetkilidir" denilmek sureti ile yukarda açıklanan hususlara tamamlayıcı hüküm getirilmektedir. b) Yine aynı kanunun 2/7/I968 tarih ve I05I sayılı kanunun 1. maddesi ile 119 değiştirilen 2. maddesinde; "Su baskınına uğramış veya uğrayabilir bölgeler, İmar ve İskân Bakanlığı’nın teklifi üzerine Devlet Su İşleri’nin bağlı bulunduğu bakanlıkça yer sarsıntısı, yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir bölgeler ise İmar ve İskân Bakanlığı’nca tespit ve bunlardan şehir ve kasabalarda meydana gelen ve gelebileceklerin sınırları imar planına, imar planı bulunmayan kasaba ve köylerde de belli edildikçe harita veya krokilere işlenmek suretiyle, afete maruz bölge olarak İmar ve iskân Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılır ve bu suretle tespit olunan sınırlar, İmar ve İskân Bakanlığı'nın isteği üzerine ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur" hükmü yer almıştır. Maddenin başında, yer alan "Su baskınına uğramış veya uğrayabilir bölgeler" cümlesindeki "Su Baskını" doğal baskın olabileceği gibi, bir barajın yıkılması sonucu olabilecek bir su baskını da olabilir. Kanunun maddeye ilişkin gerekçesinde böyle bir ayırım yer almamaktadır. c) Aynı kanunun 3. maddesinin son bendinde ise; "Yer kayması, kaya düşmesi, çığ gibi afetlere uğrayabilecek meskûn yerlerde alınacak önleyici tedbirler İmar ve İskân Bakanlığı’nca, su baskınına uğrayabilecek yerlerde ise, Devlet Su İşleri’nin bağlı bulunduğu bakanlıkça alınır. Bu işlere ilişkin ödenek, tedbirleri almakla görevli bakanlıkça karşılanır" hükmü vazolunarak, herhangi bir su baskını, ya da baraj yıkılmasından dolayı meydana gelen veya gelmesi muhtemel olan su baskınlarında, önleyici tedbirlerin alınmasında görevli ve sorumlu olan merciler belirlenmiştir. Bahis konusu kanunun, 2.7.1968 tarih ve 1051 sayılı kanunun 1. maddesi ile değiştirilen 6. maddesi ise Afetlerin meydana gelmesinden sonra vali ve kaymakamların (Askerler ve hâkim sınıfından bulunanlar hariç olmak üzere) 18– 65 yaş arasındaki bütün erkeklere görev vermeyi, bedeli, ücreti veya birazı sonradan ödenmek üzere canlı, cansız, resmi veya özel her türlü taşıt araçlarına ve gerekli makine, alet ve edevatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi olmaksızın tedavi, kurtarma, yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle ilgili her türlü acil satın alma ve kiralamayı yapmaya yetkili olduklarını düzenlemektedir. d) Kanunun "Mükellefiyetler" başlıklı 7. maddesinde ise; afet bölgelerinde veya civarında bulunan ordu, jandarma, kıta, birlik ve müessese kumandanlarının, hazarda kendilerinden vali ve kaymakamlarca istenilecek yardımları üstlerinden emir beklemeksizin yapmaya mecbur oldukları hususu hükme bağlanmakta olup, yukarıda 1. bölümde açıklanan İl İdaresi Kanunu ile vali ve kaymakamlara tanınan yetkiyi teyit eden ve bu yetki paralelinde bir düzenleme söz konusu olmaktadır. e) Kanunun 8.9.10 ve 2. madde "kanunda yazılı atiflerin vukuunda veya muhtemel 120 afetlerde, haberleşme rasat istasyonları, radyo ve televizyonların her türlü özel kişiye ait araç ve gereçlerin nasıl kullanılacağı, resmi hastane ve tedavi evlerinin nasıl tedavi yapacağı hususları düzenlenmektedir. f) Kanunun 16. maddesi, "Genel hayatı etkileyen afetlerden önce veya sonra kesin lüzum üzerine meskûn bir topluluğun bir kısmının veya tamamının kaldırılarak mahallere toplu olarak veya dağıtılarak yerleştirilmesi İçişleri, Maliye, Bayındırlık ve İskân, Sağlık ve Sosyal Yardım, Tarım, Milli Eğitim, Sanayi ve köylerde köy işlerine bakan bakanlık uzman temsilcilerinden kurulacak bir komitece incelendikten sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca yaptırılacağı" hususlarını içermektedir. IV- SAİR MEVZUAT a) 25.10.1983 tarihinde kabul edilen, 27.10.1983 tarih ve 18204 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren "Olağanüstü Hal Kanunu"nun 1. maddesinin (a) fıkrasında, "tabii afet, tehlikeli salgın hastalıkları veya ağır ekonomik bunalım" ifadesi yer almaktadır. Eğer, deprem, feyezan, toprak kayması olayları ile illiyet rabıtası içinde baraj yıkılması söz konusu ise, bu yıkılmadan mütevellit sel baskınları da elbette tabi afet sayılacaktır. Bu durumda bir barajın yıkılmasından dolayı meydana gelen felaketin Olağanüstü Hal Kanunu kapsamına alınarak, bölgede olağanüstü hal ilan edilirse söz konusu kanunun sair hükümleri de uygulanacaktır. Ancak Olağanüstü Hal Kanunu'nun, Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirleri Düzenleyen 7269 sayılı kanundan bariz bir farkı vardır. Fark 7269 sayılı kanunda afet öncesi tedbirler afet sonrası yapılacak işlerle birlikte tedvin edilmiş iken Olağanüstü Hal Kanunu’nda afet meydana geldikten sonraki durum hakkında hükümler tedvin edilmiş bulunmaktadır. b) 16.7.1965 tarihinde kabul edilen ve 26.7.1965 tarih ve 12058 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 697 sayılı "Ulaştırma ve Haberleşme Hizmetlerinin Olağanüstü Hallerde ve Savaşta Ne Suretle Yürütüleceğine Dair Kanun" yukarıda sözü edilen Olağanüstü Hal Kanunu’nun tamamlayıcısı olarak düzenlenmiş, olağanüstü hal ilanı ve savaş hallerinde uygulanmak üzere yürürlüğe konulmuştur. c) 14.1.1943 tarihinde kabul edilen 21.1.1943 tarih ve 5310 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 4377 sayılı "Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu" yüksek seviye gösteren umumi ve hususi kapalı veya akarsuların taşmasıyla su altında kalan veya su baskınlarına uğrayabilecek olan sahaların 121 sınırlarının tespiti suların doğal akışını engelleyecek manilerin kaldırılışı ve bununla ilgili sair hükümler düzenlenmektedir Ancak, bu kanunun 15.5.1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a aykırı hükümleri, 51. maddesinin (a) bendi ile yürürlükten kaldırılmıştır. İKİNCİ KISIM Bu bölümde, baraj, regülâtör ve benzeri su yapılarının yıkılması sonucu meydana gelebilecek zarar ve ziyanların telafisi konusunda da yasal düzenlemeler yer almaktadır. Bu bölümde ayrıca, bu konuya ilişkin yargı kararlarına da yer verilmiştir. I) Umumi hayata müessir afetler dolayısıyla alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlara dair kanunun 1. maddesinin 2. bendinde; "Afete uğrayan meskûn yerlerin büyüklüğü, o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulamaz hale gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesi, mahallin sosyal ve ekonomik özellikleri, zararın kamuoyundaki tepkisi, normal hayat düzenindeki aksamalar ve benzeri hususlar göz önünde tutulmak suretiyle afetlerin genel hayata etkinliğine ilişkin temel kurallar İçişleri ve Maliye bakanlıklarının mütalaaları da alınarak İmar ve İskân Bakanlığı’nca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir" denilmiştir. a) Anılan yönetmelik, "Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik" adı ile 1.4.1988 ve 88/12777 sayılı kararname ekinde çıkartılmış ve 8.5.1988 tarih ve 19808 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. aa) Yönetmeliğin 1. maddesinde "Bu yönetmeliğin amacı, devletin tüm güç ve kaynaklarını afetten önce planlayarak, afetin meydana gelmesi halinde devlet güçlerinin afet bölgesine en hızlı bir şekilde ulaşması ile afetzede vatandaşlara en etkin ilk ve acil yardım yapılmasını sağlamak için acil yardım teşkilatlarının kuruluş ve görevlerini düzenlemektedir" hükmü yer almaktadır. l) Aynı yönetmeliğin "kapsam" başlıklı 2. maddesinde ise "Bu yönetmelik, acil yardım hizmetlerini yürütmekle görevli, vali ve kaymakamlar, bakanlık, bağlı ve ilgili kuruluşlar, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile askeri birlikler ve Kızılay'ın afetten önce yapmaları gerekli acil yardım planlarının ve afet sırasında yapacakları acil yardım hizmet ve faaliyetlerinin gerektirdiği görevleri, iş birliği koordinasyonu ve karşılıklı yardımlaşma esaslarını kapsar" hükmü vazolunmuştur. 122 m) 76 maddeden oluşan diğer maddelerde ise afet meydana gelmesi halinde başta Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere diğer bakanlıkların, kamu kuruluşlarının ve Kızılay'ın görevleri belirlenmekte ve sair detay konular saptanmaktadır. n) Yönetmelik ekinde ise; Ek–1)… İl Afetler Acil Yardım Planı örneği, Ek–2)… Müdürlüğü’ne ait mevcut ve acil yardım hizmet gruplarına görevlendirilebilecek personel icmal cetveli. Ek–3)… Acil Yardım Hizmet Gruplarında görevlendirilecek personele ait cetvel, Ek–4)… Müdürlüğü’ne ait mevcut ve acil yardım hizmeti gruplarında görevlendirilecek araç ve gereç cetveli Ek–5)… Hizmet grubuna tahsisli personel isim ve nitelik cetveli Ek–6)… Hizmet grubuna tahsisli araç ve gereç cetveli, Ek–7)… Hizmet grubu servisine tahsisli personel isim ve nitelik cetveli, Ek–8)… Hizmet grubunda görevli araç ve gereç cetveli, Ek–9)… Yerleşim yerleri genel bilgi formu, Ek–10)… İl ve ilçe imar planlarına işlenerek belirtilecek resmi bina ve tesisler bilgi formu Ek–11)… Kamu ve özel sektördeki haberleşme teçhizatı durum cetveli, Ek–12)… Hastane, poliklinik laboratuar ve benzeri tesislere ait cetvel, (Kamu ve özel sektöre ait) Ek–13)… Gerektiğinde hastane olarak kullanılabilecek bina ve tesislerin listesi (Kamu ve özel sektöre ait) Ek–14)… İl kurtarma ve yardım komitesi kuruluşlar temsilcileri listesi Ek–15)… Grubunda görev alan kuruluş ve temsilcilerine ait liste, Ek–16)… Ön tespit formu, Ek–17)… Ön hasar tespit icmal formu Ek–18)… Arazi arsa bina ve tesis teslim alma belgesi Ek–19)… Araç teslim alma belgesi Ek–20)… Kiralanan, El konulan mala ait iade belgesi Ek–21)… Zaruri ihtiyaç maddeleri ile ilgili ticarethane, kurum ye işletmelerin listesi Ek–22)… İli satın alma kiralama ve el koyma personeli görev ve yetki belgesi, Ek–23)……………….. Malzeme teslim ve tesellüm belgeleri köyü / mahallesi 123 Ek–24)… Askeri birliklerden yardım isteme formu II) 7269 sayılı kanuna 1051 sayılı kanunla eklenen 4. maddesi gereğince hazırlanan 25.3.1972 tarih ve 7/4123 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılan, 8.4.1972 tarih ve 14153 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanıp yürürlüğe giren "Afet Sebebi ile Yapılan ve Yapılacak Olan Binaların Borçlandırılma Bedellerinden Yapılacak İndirimler Hakkında Yönetmelik”, bu konuda çıkarılan ikinci yönetmelik olup, konumuzu birinci derecede ilgilendirmediğinden detayına girilmemiştir. ÜÇÜNCÜ KISIM Baraj, düzenleyici ve benzeri su yapılarının yıkılması sonucu meydana gelecek zarar ve ziyanların konusunda yargı kararlarına ülkemizde çok az sayıda rastlanmaktadır. Bu konuda elimizde bulunan bariz örnek; 29 Mayıs 1984 tarihinde Arslantaş Barajı’nın dolu savak radyan kapaklarından birinin kopması nedeniyle barajın bulunduğu yerden Ceyhan Nehri’nin denize ulaştığı noktaya kadar sağlı ve sollu nehir kıyısında ekili olan ve yerleşim yerlerinin su altında kalması dolayısıyla DSİ aleyhine açılan zarar ve ziyan davalarıdır. Bu konuda DSİ aleyhine Adana İdare Mahkemesi’nde 28 adet zarar ve ziyan duvarı açılmıştır. İdaremizce yapılan savunmalarda, Arslantaş Barajı Hidroelektrik Santrali inşaatı işinin yapımını sözleşme ile müteahhit firmanın yüklendiği, işin halen devam ettiği, geçici kabulün dahi yapılmadığı sözleşme, sözleşme eki genel şartname hükümleri ile Borçlar Kanunu’nun 365 ve devamı maddeleri uyarınca, müteahhit sorumluluğunun boyutlarının hükme bağlandığı, olay nedeni ile müteahhit firmanın doğrudan doğruya sorumlu olduğu, firmanın davalı olarak davaya dâhil edilerek, husumetin müteahhit firmaya yöneltilmesi gerektiği hususları savunulmuştur. Adana İdare Mahkemesi verdiği kararlarda; "Dava dosyasının bir bütün halinde incelenmesinden baraj kapağının kopması olayının tamamen imalat aşamasında kaynak hatasından dolayı oluştuğu diğer bir ifade ile olayın hizmet kusurundan kaynaklandığı, ayrıca davalı idarece yapılması zorunlu olan kaynak testlerinin yapılmadığı, böylece idarenin yüklenici aracılığıyla yürüttüğü kamu hizmeti nedeniyle kontrol yükümlülüğünü de yerine getirmediği anlaşıldığından davacının uğradığı zararın davalı idarece tazmini zorunlu bulunmaktadır. Her ne kadar baraj yapıtının Borçlar Kanunu’nun istisna akdi ile ilgili 355 ve 124 izleyen maddelerine göre imzalanan akitle Doğuş İnşaat ve Ticaret Anonim Şirketi’ne yaptırıldığı, gerek sözleşmede ve gerekse şartnamenin müteahhit firmanın sorumluluğunun hükme bağlandığı davalı idarece ileri sürülmekte ise de, işin meydana getirilmesi sırasında sözleşme ve şartnamede belirlenen koşullara aykırı davranıldığının iş sahibi tarafından tahmin edilmesi, gözlenmesi yahut da saptanması üzerine iş sahibinin izleyeceği yol ile sözleşme koşullarına aykırı davranılması sonucu üçüncü kişilere zarar verilmesi ve zarardan dolayı müteahhit firmanın kusurlu görülmesi durumunda izlenecek yollar anılan yasa maddelerinde kurala bağlanmıştır. İşin geçici veya kesin kabulünün yapılmamış olması iş sahibinin işin sorumluluğunu koşullara ortadan uygun olarak kaldırmayacağı gibi yapılıp yapılmadığının müteahhit firmanın kontrolü kusurundan kaynaklanan zararlardan dolayı rücu hakkı saklı kalmak şartıyla iş sahibi sorumlu bulunmaktadır. Öte yandan baraj yapıtının, taşkınların önlenmesi, geniş çaplı sulama, günlük kullanım suyunun sağlanması ve elektrik enerjisi üretmek gibi amaçlarla yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda barajın bir yönüyle çiftçilere güvence sağladığında kuşku bulunmamaktadır. Aslantaş Barajı güvencesiyle ürün ekimini kaygısız bir biçimde sürdüren davacının baraj kapağının kopması olayından dolayı nehrin taşmasıyla ekili ürününde meydana gelen zararın davalı idarece davacıya ait taşınmazların taşkın alanda kaldığı ve bu hususu davacının davacıların bildiği ve sonucuna katlanarak ekim yaptığından bahisle kabul edilemeyeceği iddiası da yerinde görülmemiştir. Adana idare mahkemesi 1985/292 1988/1237 K sayılı örnek ilam denilerek idare aleyhine karar verilmiş, kararlarda Danıştay'ca onanmıştır. Hükmedilen tazminat miktarları çiftçilere ödenmiş, ancak barajın henüz kabulü yapılmadığı için müteahhit firmaya rücu edilerek tahsil edilmiştir. Kararda ilginç olan husus "Barajın güvence sağlaması, ekimin kaygısız bir şekilde sürdürülmüş olması" fikridir. Barajlar, içme, kullanma, enerji üretimi, ya da sulama amaçlı olabilir. Ancak her barajın su baskını açısından mansaptaki yurttaşlara güvence sağladığı gerçeği de yadsınamaz. Dolayısı ile böyle bir afet istenmemekle birlikte vukuu halinde meydana gelecek her türlü zarardan idaremizin sorumlu tutulacağı da bir gerçektir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM DSİ Genel Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen veya bunların dışında, başkaları tarafından inşa edilen barajların planlama ve inşaat safhasından başlayarak inşaat öncesi ve inşaat sonrasında temin edilen rapor ve bilgileri derleyerek her baraja ait 125 kütük tutmak, su tutma ve işletme aşamalarında ölçüm aletlerinden elde edilen bilgilere göre barajların ve göletlerin emniyetini değerlendirmek. Değişen hidrolojik şartlara göre, barajların ve ilgili yapıların emniyetini periyodik olarak araştırmak, işletmede olan barajların hidromekanik aksamının yıllık kontrollerini yaparak raporlarını tanzim etmek ve alınacak tedbirleri ilgili daire ve belgeler ile koordine etmek; barajlara yerleştirilen ölçüm aletlerinin planlama ve yerleştirilmesinde ilgili ünitelere yardımcı olmak ve bunların yıllık bakım ve onarımını yapmak veya yaptırmak, görevlerinin DSİ'nin hangi daire başkanlığınca yapılacağı veya bu konuda yeniden bir daire başkanlığı kurulup kurulmayacağı, gibi hususların incelenerek DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde yeniden bir yapılanmaya gereksinim duyulduğu hususuna işbu raporda yer verilmesine zorunluluk duyulmuştur. Bilindiği üzere 4628 sayılı yasada istinaden DSİ dışında da barajlar inşa edilmekte olup, bu barajların doğal olarak 6200 sayılı yasa ile DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilen umuma ait sularla ilgili görevler ile de örtüşmektedir. Böyle bir yeninden yapılanma YİD modeli ile yapılan barajlarda DSİ'nin konumu görevi, hakları ve sorumluluklarına da açıklık getirecektir. Gerçektende DSİ Genel Müdürlüğü aşağıda sıralanarak açıklanan sorunlarla karşı karşıyadır; 1) Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşlara Elektrik üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında 4628 sayılı kanun hükümleri uyarınca uygulanan Yap - İşlet - Devret modeli ile ilgili olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Baranlığı ile DSİ Genel Müdürlüğü arasında koordinasyonu DSİ Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı sağlamaktadır. Bu anlamda adı geçen birim Yap - İşlet Devret modeli için gerekli proje listesini hazırlamakta, Bakanlıktan gönderilen fizibilite raporlarını incelemekte, çok maksatlı hidroelektrik santral projelerinde maksat taksimi ve yapılmış yatırımların geri ödenmesi esaslarını tespit etmekte ve nihayet bu tesislerde su kullanım sözleşmelerini hazırlamakta ve yürürlüğe sokma işlemlerini yapmaktadır. 2) DSİ Genel Müdürlüğü'nün Barajlar ve HES Dairesi Başkanlığı ise bakanlık tarafından gönderilen teklifleri ve görevli şirket tarafından hazırlanan teknik şartname ve uygulama projelerini inceleyerek görüş bildirmekte, talep edilen gerekli teknik toplantılara katılmakta tesislerin kabulüne DSİ adına eleman göndermektedir. 3) DSİ Genel Müdürü, aynı proje için birden fazla fizibilite raporunun alındığı durumlarda bakanlık ve ilgili kuruluş temsilciliklerince yapılacak ön değerlendirme 126 sonucu en uygun teklifin seçilmesi amacıyla bakanlık müsteşarının başkanlığında oluşturulan teklif değerlendirme üst kurulunda ilgili kuruluş genel müdürü olarak yer almaktadır. Ancak yukarıda açıklanan mühendislik ve müşavirlik hizmetlerinin verilmesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile yapılmış bir protokol ya da anlaşmada bulunmamaktadır. Konu yasal dayanak açısından ele alındığında ise; 16.8.1985 tarih ve 85/9799 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan "Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretimi Tesisi Kurma ve İşletme İzni Verilmesi Esaslarını Belirleyen Yönetmelik’te” kamu kuruluşları yatırım programlarında sözü edilen tesislerle ilgili olarak alınacak teklifler için ilgili kamu kuruluşları yatırım programlarında sözü edilen tesislerle ilgili olarak alınacak teklifler için ilgili kamu kuruluşu ve DPT'nin görüşü alınarak bakanlık görüşünün belirleneceği, teklif değerlendirme üst kurulunda da ilgili kamu kuruluşu genel müdürünün yer alacağı, Yönetmelik Ek–2’de ise, çok maksatlı hidroelektrik santral projelerinde maksat taksimi ve yapılmış yatırımların geri ödenmesi esaslarının DSİ tarafından tespit edileceği, hususları dışında bir hüküm bulunmamaktadır. Özetle; DSİ'nin fizibilite çalışmaları aşamasında ve aynı proje için birden fazla fizibilite raporunun alındığı durumlarda değerlendirme yaparak görüşünü bildirmesi gibi bir görevi ve sorumluluğu doğmuş bulunmaktadır. Öte yandan görevli şirket tarafından hazırlanan teknik şartname ve uygulama projeleri için DSİ'nin görüş bildirmesine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bugüne kadar kamu görevi anlayışı içerisinde yürütülen bu işler, DSİ Genel Müdürlüğü’nün Etüt ve Plan, Barajlar ve HES Dairesi Başkanlıklarını kendi asli görevini aksatabilecek durumda işgal etmeye başlamıştır. Öte yandan 6200 sayılı yasanın 1 ve 2. maddelerinin DSİ Genel Müdürlüğü’ne vermiş olduğu umuma ait suların ıslah edilerek kamu yararına sunulması görevinin getirdiği sorumluluklar mevcut olup, DSİ dışında yapılan barajların istenmeyen muhtemel zararlarının doğması halinde DSİ Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk sınırlarının belirtilmesi gereği de izahtan varestedir. Sonuç olarak; ülkemizde su işleriyle ilgili faaliyetlerden birinci derecede sorumlu olan DSİ Genel Müdürlüğü’nün: a) Yap - İşlet - Devret çerçevesinde gerçekleştirilecek hidroelektrik santraller için alınacak kararlarda etkin görev alması, b) DSİ Genel Müdürlüğü dışında tesis edilecek su yapılarının memba ve mansap şartları, hidroelektrik potansiyelin ekonomik olarak değerlendirilmesi, yapıların teknik ve emniyet yönünden incelenmesinde DSİ Genel Müdürlüğü’nün yetkili 127 kılınması, c) DSİ Genel Müdürlüğü’nün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bu hizmetleri verilebilmesinin hukuki bir temele oturtulması gerekmekte olup özellikle DSİ dışında kalan kuruluşlarca yapılan barajların teknik güvenliğinin sağlanmasının ne denli önemli bir konu olduğu dikkate alındığında yukarıda sözü edilen yeniden yapılanmanın ne denli önemli ve acil olduğu hususu açıkça ortaya çıkmaktadır. BÖLÜM VI SU VE TOPRAK KAYNAKLARININ KİRLENMESİ Ülkemizde su ve toprak kaynaklarının kirlenmesi sorunu genelde çevre kirliliğinden ayrı olarak değerlendirilmesi zor olan bir konudur. Ayrıca toprak kirliliği ile su kirliliğinin nedenleri ve kirlenme şekilleri açısından birbirleri ile sıkı ilişkileri vardır. Ancak konuyu daha ayrıntılı inceleyebilmek için su ve toprak kaynaklarına göre ayrı ayrı ele alınmasında yarar bulunduğu kanısındayız. 1. Su Kirlenmesi ve Nedenleri Çevre; insanın sosyal, fiziksel, kimyasal ve biyolojik işlevlerini sunduğu ortamdır. Bu açıdan çevre kirlenmesi ele alındığında kirlilik; fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkenlerle ekolojik dengenin bozulmasıdır. Birbirlerini etkileyen su, toprak, hava ve canlılar gibi unsurların birinde oluşan bir değişim diğer kaynaklara da yansımaktadır. Dolayısı ile çevre kirlenmesinin önlenmesi çalışmalarında bu kaynakların hepsinin birden ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Nüfus artışına paralel bir biçimde içme, kullanma ve endüstri suyu gereksiniminin giderek tüm dünyada arıtması kirliliğe bu açıdan da daha çok önem kazandırmaktadır. Bütün bu nedenlerle temiz su kaynaklarının korunması, kullanılır olmayan su kaynaklarının temizlenerek kullanılır hale getirilmesi sorunları insanlığın en hayati sorunlarının başında gelmektedir. Ülkemizde yer altı sularının daha temiz olması onları büyük ölçüde kullanılır duruma getirmiştir, Yer altı suyu potansiyelinin gereksinimi karşılamaması yer üstü sularının daha iyi korunması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Gerek yer altı ve gerekse yer üstü sularının, evsel, tarımsal ve sanayi atıkları ile giderek artan bir oranda kirlenmesi ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öte yandan özellikle denize yakın bölgelerde yer altı sularının kontrolsüz bir şekilde kullanılması, yer altı sularının 128 tuzlanarak kirlenmesine neden olmaktadır. Kentleşmenin endüstrileşmenin arttığı yerlerde, örneğin İstanbul, İzmir, İzmit, Gemlik, Adana, İskenderun, Ankara yöreleri ile Porsuk suyu, Nilüfer, Simana ve Nil çaylarında bu kirlenme açıkça görünür hale gelmiştir. Su kirlenmesi çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır. En önemlilerini kısaca açıklamakta yarar vardır. a) Evsel Atıklardan Kirlenme: Su kaynaklarının evsel atıklardan dolayı kirlenmesi, su kirlenmesi sorunu içinde önemli bir ağırlık taşımaktadır. Kırsal alandaki yerleşmelerin evsel atıklarının su kaynaklarına ulaşması, kentlerin evsel atıklarının su kaynaklarına ulaşması yanında önemsiz kalmaktadır. Kırsal kesimde yapılan konutlar evsel atık izolesi bakımından çok yetersiz durumda kalmaktadır Geçen plan döneminde kırsal yerleşim birimlerine kanalizasyon hizmetlerini götürecek resmi bir kuruluş bulunmamaktadır. 1985 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün 3202 sayılı Kuruluş Kanunu ile bu görev adı geçen kuruluşa verilmiştir. Ancak, bu kuruluş bugün lağvedilmiştir. Öte yandan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı toplum sağlığı açısından çevre sağlığı koşullarının iyileştirilmesi, çalışmalarını yürütmekte ise de, mevcut mali ve teknik imkânların yetersizliği nedeniyle istenilen düzeye ulaşılamamıştır. Kırsal kesimin bir bölümünde kanalizasyon sistemlerinin yapılması ekonomik bakımdan uygun olmamakta, ayrıca kırsal kesim konut yapısı ve yerleşim düzeni de kanalizasyon sistemi yapmaya elverişli bulunmamaktadır. Kentsel kesimde ise, teknik koşullara uygun, arıtma tesisi de içeren fenni kanalizasyon sistemine sahip çok az sayıda yerleşim bulunmaktadır. Geçmişte kentlerde; dolayısıyla konutlarda bol su bulunmaması, ayrıca konutlardaki helâ durumlarının genellikle lağım suyunun oluşmasına uygun olmaması kanalizasyon tesislerinin fenni olarak yapımını ve işletilmesini ertelemiştir. Uzun süre küçük şehir ve kasabalarda konu, daha çok “dışkının susuz olarak zararsız duruma getirilmesi” biçiminde ele alınmıştır. Konutlarda ve işyerlerinde kullanılan deterjanların sulara ulaşması da suların kalitesinin bozulmasında önemli yer tutmaktadır. Türkiye'de üretilen ve kullanılan deterjanların doğada kolay parçalanmayan aktif maddelerden oluşması, kalıcı bir kirliliğe neden olmaktadır. Ancak, geçtiğimiz plan dönemi sonlarında ülkemizde üretilen deterjanların hammaddelerinde değişikliğe gidilmiş, DDB yerine LAB kullanılmasına başlanmıştır. Ayrıca, deterjanların içinde bulunan çeşitli 129 minerallerden oluşan katkı maddeleri de sularda değişik kirlilik oluşturmaktadır. b) Endüstriyel Kirlenme : Endüstriyel atıklar ülkemizde su kirlenmesine neden olan en önemli etkenlerden biridir Çeşitli kolaylıklar sağlanması nedeniyle endüstri tesislerinin su kaynakları kenarında kurulması ve hammadde, pazar gibi nedenlerle belli bölgelerde yoğunlaşması önlenmesi ve giderilmesi zor kirlilik problemleri doğurmaktadır. Bunun yanı sıra, maden yataklarının yer aldığı yörelerde maden çıkarılması ve cevher zenginleştirme işlemleri sırasında su ve toprak kaynakları kirlenme tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Endüstri tesislerimizin büyük bir kısmında atık giderme tesisleri yoktur. Mevcutlar ise ya yetersiz ya da verimli çalışmamaktadır. Arıtım tesislerini ve çeşitli önlemleri kuruluş aşamasında gerçekleştirmeyen endüstri tesislerinin bunları sonradan kurmaları hem kendilerine hem de ülke ekonomisine gereğinden fazla yük getirmektedir. Endüstri tesislerinin kirletme açısından durumlarını inceleyen genel bir envanter yoktur. Ancak bazı su kaynaklarının kirlenme durumları incelenirken atıklarını bu sulara veren endüstri tesisleri incelenmiştir. Su kirlenmesi açısından havza bazında endüstri kuruluşlarının envanter çalışmasına yeni başlanmış bulunmaktadır. c) Tarımsal Kirlenme: Ülkemizde sıtma ve salgın hastalıklarla mücadelede tarımda, evlerde ve endüstride tarımsal ilaçlar kullanılmaktadır. Toprağa veya suya doğrudan tatbik edilenlerin dışında tarım ilaçları rüzgârlı havada püskürtüldüğünde havadaki tozlara yapışarak veya doğrudan doğruya su ve toprak kaynaklarına ulaşırlar. Yüzeysel ilaçlamalar sonucu bitki ve toprakta kalan kısmın yağmur ve sulama suyuyla yıkanmasından da kirlenmeler olmaktadır. Toprağın verimini artırmak üzere kullanılan gübreler de dolaylı ya da dolaysız olarak su kaynaklarına ulaşmakta ve kalitesini bozmaktadır. Gübrelemenin, yağış rejimi, bitki örtüsü, sulama, toprak yapısı ve benzeri kriterlere göre yapılması halinde su ve toprak kaynaklarına geçerek kirlenmeye neden olacak kısmı azaltabilirse de değişik tarımsal alanlarda yüzey suları ile devamlı yıkanarak kaynaklara engellenememektedir. Resmi Gazete’de yayımlanan 2872 sayılı Çevre Kanunu, ülkemizde çevrenin korunması ve her geçen gün büyük boyutlara ulaşan çevre sorunlarının çözümlenmesi konusunda yeni ve önemli düzenlemeler getirmiştir. Anayasa'nın 56. maddesinde yer alan “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını 'korumak ve çevre kirlenmesini 130 önlemek devletin ve yurttaşların ödevidir” ilkesi, bu kanunla tamamlanmakta ve ülkemizde ilk defa, çevre kirliliği kavramı bir kanun konusu olmaktadır. 2. KİRLİLİKLE MÜCADELEDE KURUMLAR 2.1 Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü: Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca, su ürünleri kaynaklarının kirlilikten korunması amacıyla, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, bunun bazı maddelerinde değişiklik yapan 28,5. 1986 tarihli ve 3288 sayılı kanuna göre; Su Ürünleri Tüzüğü ve her yıl yayımlanmakta olan Su Ürünleri Sirküleri’ndeki ilgili maddeler uyarınca çalışmalar yapılmaktadır. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nun 20. maddesi ile iç sulara ve denizlerdeki istihsal sahalarına veya civarına zararlı maddelerin dökülmesi yasaklanmış olup, hangi maddelerin dökülemeyeceği ve tolere değerleri, Su Ürünleri Tüzüğü’nün 11. maddesi ve Ek-5 sayılı listede gösterilmiştir. 1380 sayılı yasanın 5. ve 6. maddeleri uyarınca istihsal sahaları belirlenmiş ve Resmi Gazetede ilan edilmiştir. Anılan kanunun 32. maddesi muhakeme usulüne ait olup, 20. maddeye ait suçların Asliye Ceza Mahkemeleri’nde görüleceği belirtilmiştir. Aynı kanunun 33. maddesi suça ait zabıt varakası tutmak ve bunu mercilere intikal ettirmekle ilgilidir. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren 3288 sayılı kanunun 7. maddesi istihsal yerlerindeki değişikliklere ait olup, bu madde ile genel katma ve özel bütçeli idareler ile devletin ve kamu iktisadi teşebbüslerinin hüküm ve tasarrufi anında bulunan su ürünleri üreme ve istihsal yerlerinin doldurulması, kurutulması, kısmen veya tamamen şeklinin değiştirilmesi veya buralardan kum, çakıl, taş çıkarılması, taş, toprak, moloz ve benzeri maddelerin dökülmesi gibi üreme ve istihsale olumsuz tesir edebilecek teşebbüslerde bulunulmadan önce, Orman ve Çevre Bakanlığı’nın mütalaasına dayalı olarak ilgili mercilerden izin alınması zorunluluğu hükmü getirilmiştir. 3288 sayılı kanunun 36. maddesinin (d) bendi cezalara ait olup, bu madde ile 20. maddeye göre çıkarılacak yönetmelikteki yasak ve tehditlerle mükellefiyetine riayet etmeyenlere çeşitli ağır para cezalarının verileceği, bu gibilerin faaliyetlerinin durdurulup, masrafları kendilerine ait olmak üzere tesislerinin zarar vermeyecek hale getirilmesine karar verileceği, 20. maddeye aykırı durumun kalktığının bakanlıkça tespit edilip, mahkemeye bildirildiği takdirde aynı mahkemece bu tesislerin faaliyetlerine izin verileceği hükme bağlanmıştır. 131 3288 sayılı kanunun geçici 1. maddesi ile sanayi kuruluşları ve işyerlerine atık su arıtım tesislerini kurmaları için, bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl süre tanınmıştır. Bir yıllık sürenin zaruri hallerde Bakanlar Kurulu Kararıyla 6 ay uzatılabileceği belirtilmiştir. Ama bu kural ülke genelinde uygulanamamıştır. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’na ilişkin olarak çıkarılan Su Ürünleri Tüzüğü’nün 12. maddesi zararsız hale getirilen atıkların, iç sulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine ve civarlarına dökülebileceği hükmünü getirmiştir. Her yıl yayımlanan ve su ürünleri avcılığını düzenleyen sirkülerde, su kirlenmesiyle ilgili hükümler bulunmaktadır. Bunlar kontrollerde kirletici kaynakların birbirinden ayırt edilmesini sağlamak ve deşarj işlemini bir esasa bağlamak üzere getirilen atık su deşarj kriterleridir. Su kirliliği ve kalite kontrolü, bakanlığa bağlı, il teşkilatlarında kurulu bulunan 35 il kontrol laboratuvarlarına imkânlar dâhilinde yapmaktadır. Ayrıca, üç adet Su Ürün Araştırma Enstitüsü’nde (Trabzon, Bodrum, Eğirdir) bu çalışmalar sürdürülmektedir. 2.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı; 6785 sayılı İmar Kanunu’nun 51. maddesi kentsel kanalizasyon, 52. maddesi ise halk sağlığını etkileyen şehirsellik ve diğer konularla ilgilidir. Aynı kanunun Ek–7. ve 8. maddeleri kısaca deniz, göl ve şehir kenarlarında inşa edilecek binalarla, belediye hudutları ve mücavir sahalar dışında bulunan ancak bölge planlaması veya sınaî ve turistik önemi olan araziler hakkında hükümler içermektedir. 2.3 Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü; 6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunu’nun 1. maddesi DSİ'nin görevinin yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek ve bunlardan çeşitli yönden faydalanmayı sağlamak olduğunu ifade etmektedir. “Yer üstü ve yer altı sularının zararını önlemek” deyimi taşkından koruma konusundan su kirlenmesini önleme konusuna kadar geniş yoruma olanak vermektedir. Ancak bu yasanın çıktığı dönemlerde (1953 yılı) su kirlenmesi konusunun ülkemizde bir sorun olarak ortaya çıkmamış olması nedeniyle yasanın 2. maddesinde bu konuda açık bir hüküm getirilmemiştir. 167 sayılı Yer Altı Suları Hakkındaki Kanun’da yer altı suyu teknik esaslara uygun olarak tanımlanmış, yer altı suyu alanlarının sınır ve karakteristiklerinin Bakanlar Kurulu’nca kabul ve ilan edilmesi esası getirilmiştir. Yer altı sularının, inceleme, tahsis, işletme, koruma ve belge verme işlemleri DSİ Genel Müdürlüğü'ne verilmiştir. 132 DSİ'ce yapımı gerçekleştirilen tesisleri her türlü zarara karşı korumak üzere 1981 yılında DSİ tesislerinde görülen müdahale ve kirlenmeler ile bunların önlenmesine dair rehber yayımlanmış bulunmaktadır. Bu rehberde kirlenmeyi önleme konusunda Medeni Kanun ve Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na başvurulmaktadır. Son yıllarda ülkemizin bazı yörelerinde su kaynaklarında görülen kirlenmeler nedeniyle su ile ilgili tüm projelerde yalnızca suyun sağlanması yeterli olmamış, suyun belirli bir kalitede olması ve bu kalitenin sürekli izlenmesi gerekmiştir. 25 Bölge Müdürlüğü ve bunlara bağlı Teknik Şube Müdürlükleri ile su kaynaklarımızı geliştirmekle görevli, ülke düzeyine yayılmış en büyük kamu kuruluşlarından biri olan Genel Müdürlük ülke düzeyinde su kalitesi ile ilgili çalışmaları yürütmek amacıyla örgütlenmesini bu yönde geliştirmiştir. Proje amacına yönelik olarak toplanan veriler değerlendirilerek, su kaynağının mevcut kirlilik düzeyinin saptandığı ve kirlenmenin önlenmesine yönelik önerilerin yer aldığı proje raporları hazırlamakta ve ilgili kuruluşlara sunmaktadır. Porsuk Çayı, Çubuk Çayı, Kırka yöresi su kaynakları, Kurtboğazı Baraj Gölü, Sapanca Gölü, Bursa bölgesi su kaynakları ve İstanbul Büyükçekmece Baraj Gölü kirlilik araştırma raporları bugüne kadar yayımlanmış olanlardır. DSİ Genel Müdürlüğü ülkemiz adına Dünya Çevresel İzleme Sistemi (GEMS) başlıklı projenin Su Ortamında Dünya Çevresi İzleme Sistemi (GEMSATER) alt projesinin yürütülmesinde ulusal merkez olarak yer almaktadır. 1979 yılında altı bölge müdürlüğünde ve 65 örnekleme noktasında başlayan su kalitesi izleme çalışmaları, 1982 yılında on dört bölge müdürlüğü ve 187 örnekleme noktasını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Su kalitesi izleme çalışmaları gerek örnekleme sayısı, gerekse analizi yapılan parametre sayısı açısından geliştirilerek sürdürülmektedir. 1987 yılı su gözlem çalışmaları yirmi bölge müdürlüğü ve 566 örnekleme noktasını kapsamış, su kalitesi gözlem çalışmaları programı ise yine yirmi bölge müdürlüğü ve 638 örnekleme noktasını kapsayacak şekilde planlanmıştır. DSİ Genel Müdürlüğü’nce bu gelişme sürdürerek ülke düzeyinde su kaynaklarının kalitesini izlemeye yönelik bir kalite ağının kurulması hedeflenmiş bulunmaktadır. Ülkemizde son birkaç yıla kadar su kaynaklarımızın kalitesi ile ilgili verileri içeren, geniş çaplı bir yayının bulunmaması ve bu tür verilere birçok kişi ve kurumca gereksinim duyulması DSİ'yi herkesin yararlanabileceği bir kalite gözlem yıllığı hazırlamaya yöneltmiştir. Sürekli olarak yayımlanması planlanan su kalite yıllıklarının ilki 1979 – 1982 yılları arasını akta olup, 1985 yılında, 1983 – 1984 dönemine ait olan ikincisi ise 1987 yılında yayımlanır. Üçüncüsünün hazırlama çalışmaları ise devam 133 etmektedir. Yasalaşmış olmamakla birlikte 15.12.1976 tarihinde, İmar ve İskân Bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü arasında imzalanan “İçme ve Kullanma Temin Edilen Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye Karşı Korunmasına ilişkin Protokol” suyu kaynaklarını korumada önemli rol oynamıştır. Bu protokolün revizyonu ve kararname haline getirilmesi için Bayındırlık ve İskân Bakanlığı eş güdümünde yapılan çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Ancak 16.3.1983 tarih ve 2805 sayılı yasada ve bunu yürürlükten 24.2.1984 tarih ve 2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına aykırı olarak yapılara uygulanacak işlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunu’nun Bir Maddesinin Değişi Hakkında Kanun’un 14’ncü maddesinde içme ve kullanma suyu temin edilen ve edilecek olan baraj, göl, gölet gibi satıhta bulunan su kaynaklarının mutlak ve kısa mesafeli alanı içerisindeki yapılar bu kanun hükümlerinden yararlanmaz” denilmektedir. Bir deyişle bu alanlardaki yapılar af kapsamına girmemekte ve yıkılmaları öngörülmektedir. DSİ Genel Müdürlüğü ayrıca kendi iç çalışmalarında, hazırladığı “Kıta İçi Su Kaynaklarının Kirlenmesinin Kontrolü Hakkında Teknik Şartname” ve buna bağlı “Alıcı Ortam Standını” kullanmaktadır. Bu şartname aynı zamanda daha önce değinilen protokolün ekini oluşturmaktadır. 2.4 İller Bankası Genel Müdürlüğü; İller Bankası Genel Müdürlüğü, belediyelerin kanalizasyon konusunu 1949 yılından sonra ele almaya başlamış ve içme suyu tesislerinin projelendirme kriterlerinde yapılan değişikliklerle paralel olmak kanalizasyon projelerini hazırlama kurallarını belirleyerek 1957 yılında yeni bir kanalizasyon yönetmeliği düzenlenmiştir. Kentlerde kanalizasyon şebekesi için gerekli olan yeterli miktarda pis suyun oluşmaması ve su kullanma alışkanlığının yaygınlaşamaması nedeniyle 1968 yılına kadar bankaca kanalizasyon konusunda yeni çalışmalarda bulunmamıştır. Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde açıklanan nedenlerle kanalizasyon yatırımlarına gidilmesi düşünülmemiş ancak, bu işleri yürütecek teknik kadroların oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmıştır. Kanalizasyon konusundaki asıl uygulamalara İkinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde başlanılmıştır. İller Bankası’nca 1968 yılından sonra kanalizasyon konusunda çalışmalar yeniden başlamış, yenileme çalışmalarının yanı sıra, yeni uygulamaların belirli düzeye getirilmesi hedeflenmiştir. 1969 yılında üç ayrı kanalizasyon şebekesinin inşaatı programa alınmıştır. 134 İkinci 5 Yıllık Plan Dönemleri içinde kanalizasyon çalışmaları bankaca sürdürülmüş, proje düzenleme esaslarında ve teknik şartnamelerde gerekli bazı temel değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Bu arada, kanalizasyon inşaatında kullanılan malzemelerle ilgili belirli standartlarla hazırlanmış ve uygulama bunlara göre yürütülmeye başlanmıştır. Üçüncü Plan Dönemi sonunda kentlere yeterli miktarda içme ve kullanma suyunun sağlanış olması, buna karşılık kentlerin büyük çoğunluğunda fenni kanalizasyon tesislerinin bulunmaması, öte yandan kentleşmenin büyük bir hızla sürmesi Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda kanalizasyon sektörüne ağırlık verilmesini zorunlu kılmıştır. Örneğin, 1981 yılında İller Bankası’nın programında kanalizasyon sektörüne ilişkin iş sayısı 105'e yükselmiştir. Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Planı sonunda inşaatı tamamlanan ve hizmete açılan kanalizasyon tesisleri 21'i bulmuştur. Ancak, bu tesislerin hiçbirinde pis su arıtma üniteleri bulunmamaktadır. Pis su arıtma tesisleri ile deniz deşarjları konusundaki proje ve uygulamalara Beşinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde başlanmıştır. Özellikle, Uluslararası İçme Suyu ve Hıfzısıhha on yılı kapsamında hazırlanan Ana plan çerçevesinde bu dönemde kanalizasyon yatırımlarına hız verilmiştir. 1987 yılı sonu itibariyle iller Bankası'nca toplam 47 beldenin kanalizasyon şebeke inşaatı tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Bunun dışında, 16 adet beldenin kanalizasyon şebeke inşaatı tamamlanmış ancak, bunlara ait pis su arıtma tesisi ve deniz deşarjın şartları sürdürülmektedir. 'İller Bankası'nca 1987 yılı sonuna kadar 178 adet kanalizasyon avan projesi bitirilmiş, 37 adet beldenin ise proje çalışmaları devam etmektedir. İller Bankası Genel Müdürlüğü’nün 1988 yılı yatırım programında 118 adet iş bulunmakta, bunlardan 15'inin 1988 yılı içinde tamamlanması öngörülmüştür. Ancak bu yatırımların 1989 yılında ulaştığı düzey tespit edilememiştir. İlk kez 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde ele alınan pis su arıtma tesislerinden dördünün inşaatı tamamlanmış bulunmaktadır. Bunlar; Ş. Koçhisar (Ankara), Ilgın (Konya), Suruç (Ş. Urfa) ve Akhisar’dır (Manisa). Bu dönem içinde ayrıca, Kuşadası, Çanakkale, Çınarcık, Silivri, Yalova, Fethiye, Ayvalık ve Alanya olmak üzere beldenin deniz deşarjı inşaatları da bitirilmiştir. Pis su arıtma tesisi inşaatları devam eden 16 belediye ise şunlardır; Bandırma, Burhaniye, Erdek, Akçakoca, Gemlik, Giresun, Dikili, İzmit, Marmaris, Ordu, Fatsa, Ünye, Rize, Turgutreis, Karadeniz Ereğli bulanacak. Bunların dışında, pis su arıtma projesi tamamlanmış ancak inşaatına başlanmamış 37, projesi halen devam etmekte 135 olan ise 13 adet belediye bulunmaktadır. Halen 16 adet belediyenin deniz deşarjı inşaatları sürdürülmekte, 3 adedinin projesi bitirilmiş ve 3 adedinin ise deniz deşarjı proje çalışmaları devam e1mektedir. İller Bankası Genel Müdürlüğü, master plan seviyesinde ele aldığı projeler ile diğer kanalizasyon ve deniz deşarjı projelerinde gerekli olan kriterlerin belirlenmesi amacıyla alıcı ortam ve pis su analizlerinin yapılması için bir laboratuar kurmuştur. Ayrıca, arıtma tesislerindeki suların bakteriyolojik ve biyolojik açıdan incelemeleri amacıyla bir bakteriyoloji laboratuarı da bulunmaktadır. Bu Bölümle ilgili 1990 sonu istatistik bilgilerine ulaşılamamıştır 2.5 Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; 1930 yılında çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile genel sağlık hizmetlerine ait görevleri yerine getirmek, özel idarelerle belediyelere ve diğer yerel yönetimlere bırakılan hizmetleri denetleme görevi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na verilmiştir. Ayrıca, 1936 tarih ve 3017 sayılı Sıhhat ve İçtimai Muavenet Teşkilatı ve Memurin Kanunu’nun ilgili maddeleri ile 14.12.1983 gün ve 18251 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 181 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve 18.6.1984 gün ve 18435 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında 181 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesine Dair 210 sayılı kanun hükmünde kararname hükümleri çerçevesinde de içilecek ve kullanılacak suların sağlık koşullarına uygunluğunu denetleme görevi Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'na verilmiştir. 2.6 Yerel Yönetimler; 1926 tarih ve 831 sayılı Sular Hakkındaki Kanun; şehir ve kasaba ile köylerde halkın ihtiyacı olan suyun temini ve idaresini belediye olan yerlerde belediyelere, köylerde ise Köy Kanunu gereğince ihtiyar meclisine vermektedir. Aynı kanuna eklenen 2659 sayılı kanun uyarınca içme suları kaynak ve yollarına zarar verecek ve sağlık şartlarını bozacak şekilde tarla açmak, hayvan bırakmak ve sulamak belediye veya ihtiyar meclisleri tarafından yasaklanabilir (Madde; 7 – 8). 442 sayılı Köy Kanunu’nun 13. maddesi ile suların temiz tutulması köylünün mecburi işleri arasında sayılmıştır. 136 Ayrıca 5393 sayılı Belediyeler Kanunu ile belediyelere, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkındaki Kanun’a göre ise büyükşehir belediyelerine çevre sorunları ve bunun bir parçası olan su kirlenmesi ile mücadele konusunda görevler yüklenmiştir. Yukarıda özetlenmeye çalışılan yasal ve örgütsel yapıya 1980 yılından sonra iki önemli ekleme olmuştur. Bunlardan ilki 1981 yılında İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü'nün kurulması, ikincisi ise 1983 yılında Çevre Kanunu’nun yayımlanmasıdır. 20.11.1981 tarih ve 2560 sayılı yasa ile kurulan İSKİ Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkisi Ağustos 1983 tarih ve 56 No’lu Kanun Hükmünde Kararname ile tanımlanmıştır. Bu yasalar gereği şimdiye kadar Atık Suların Kanalizasyon Şebekesine Deşarj Yönetmeliği ile İçme ve Kullanma Suyu Temin Edilen ve Edilecek Olan Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik yayımlanmış bulunmaktadır. Halen İSKİ'ye benzer şekilde Ankara'da ASKİ, İzmir'de İZSU, Adana'da ADSKİ ve Bursa'da BUSKİ ve diğer büyük şehirlerde Genel Müdürlükler kurulmuştur. 3. Su Kirlenmesi Tespit, Giderme ve Denetim Çalışmalarında Karşılaşılan Darboğazlar: Ülkemizde su kaynaklarının hızla kirlenmesinin nedenleri, kirlenmenin tespiti, giderilmesi ve denetimi yönünde yapılan çalışmalarda karşılaşılan darboğazlar şunlardır — Ülke ölçeğinde fiziki planlamanın olmayışı, su kaynaklarının da eşit kullanım amaçlarına göre dağılımının planlanmasının gerçekleştirilememesi, — Yer üstü su kaynakları konusunda yasal ve yönetsel boşlukların bulunması, — Su kirlenmesi ve denetimi konularında ülke ölçeğinde araştırma ve birleştirme politikasının olmayışı ve mevcut çalışmaların yetersizliği, var olanlarının da birbirlerinin tekrarı niteliğinde olması, — Su kirlenmesi ve denetimi konularında gerek araştırma ve geliştirme, gerekse yatırımlar için yeterli finansmanın sağlanamaması ve parasal kaynakların yetersizliği, — Kalkınma planlarının hazırlanmasında çevre boyutunun yeterli ve kapsamlı bir biçimde ele alınmaması, — Konu ile ilgili kuruluşların görev, yetki ve sorumlulukları bakımından boşlukların ve çakışmaların bulunması, 137 — Su kaynaklarının değişik kullanım amaçları için standartlar ile atık standartlarının olmaması, — Arazi kullanım planlarında çevre boyutunun ele alınmaması, sanayi kuruluşlarının denetiminin yeterli olmaması, — Sanayi kuruluşlarına izin verme sisteminin karmaşık olması, — Çeşitli kuruluşlarca yürütülen laboratuar hizmetlerinde numune alma ve analiz yöntemlerinde standardizasyon olmayışı ve farklı uygulamaların bulunması, — Su kirlenmesi teknisyeni gibi ara eleman eksikliği, mühendis, planlaması vb. elemanların istihdam sorunları ile işin niteliğine uygun teknik elemanlardan yeterince yararlanılamaması, — Araç, gereç ve malzeme eksikliği var olanların verimli kullanılmaması, — Ülke koşullarına uygun teknolojinin (üretim, atık giderme vb.) geliştirilmesi yönündeki çalışmaların eksikliği, Su Kirlenmesi Tespit, Giderme ve Denetim Çalışmalarının Geliştirilmesi Yönünde Öneriler: — Kalkınma planlarının bir parçası olarak su ve toprak kaynaklarının planlanması gerçekleştirilmelidir. — Yerleşim, tarım, sanayi gibi arazi kullanımlarıyla ilgili kararlara ışık tutacak planlamalar yapılırken çevre boyutu da ele alınmalıdır. — Planlamalar için gerekli çeşitli araçlar için kullanılan su miktarları, bu kullanımlar sonucu oluşan atık su miktarları ile bu suların kalitesi hakkında istatistiksel değerlendirmeye uygun veri toplanmasına başlanmalıdır. — Ülke koşullarına uygun su kaynağının kullanım alanına bağlı alıcı ortam ve atık standartları oluşturulmalıdır. Saptanacak standartlar hiçbir zaman kesin ve değişmez olarak kabul edilmemelidir. Belirli zaman aralıklarında havzanın ekolojik, ekonomik vs. bakımından uğradığı değişmeye bağlı olarak, saptanan standartlar gözden geçirilmeli ve gerekiyorsa yenilenmelidir. — Standartlar saptanırken ilk aşamada mevcut kirlenmeyi kontrol altına almak ve artmasını önlemek hedef alınmalıdır. — Örnek alma, saklama ve analiz yöntemlerinde ülke çapında standartlaşma sağlanmalıdır. — Mevcut laboratuarlar verimli kullanılabilecek şekilde planlanmalıdır. — Konu ile ilgili kuruluşlar etkinleştirilmeli ve yapılan çalışmalara yeterli finansman sağlanmalıdır. — Su kirlenmesi ve denetimi konusunda yasal ve örgütsel yapı açıklığa 138 kavuşturulmalıdır. — Su kirlenmesi ve denetimi ile ilgili çalışmaları yürütecek teknik personel darboğazı giderilmelidir. — Sanayi kuruluşlarına izin sistemi değiştirilmelidir. Bu değişikliğe gidilirken, sistemi birleştirici fakat ilgili kuruluşların eşgüdümünü ve denetimini artırıcı yollar aranmalıdır. — Sanayide kullanılan üretim süreçleri ile ilgili olarak ülke koşullarına uygun ve çevre kirlenmesi yaratmayacak teknolojiler seçilmelidir. — Ülke koşullarına uygun arıtma teknolojilerinin geliştirilmesi konusundaki araştırmalara öncelik verilmelidir. — Sanayi kuruluşlarının sürekli ve etkin denetim için örgütsel düzenleme gerçekleştirilmelidir. — Uygun teknoloji (gerek üretim süreçleri ile ve gerekse atık arıtımı ile ilgili) ülke koşullarına uygun olarak seçilmeli, uygulamada karşılaşılan sorunlar çözülmelidir. — Ülke koşullarına uygun standartların geliştirilmesinde uzun dönemde ulaşılması ön görülen kalite hedefi belirlenmelidir. — Uzun dönemde hem su kaynaklarının kullanma durumunu ortaya koyan hem de kaybolabilecek kirlenme etkilerinin kontrolünü sağlayan kalite sınıfları ve bunlara da standartlar sistemi oluşturulmalıdır. — Kapsamlı ve çevreyi etkileyici büyük projeler için planlama aşamasında çevresel değerlendirmesi yapılmalıdır. Yukarıda açıklanan çalışmalara bir örnek olmak üzere DSİ Bölge Müdürlüğü’nce At Gölü Havzası’nda yapılan su kalite gözlem çalışmaları ve mevcut durum raporu iş bulunmaktadır. 4. ULUABAT GÖLÜ HAVZASI’NDA SU KALİTE GÖZLEM ÇALIŞMALARI VE MEVCUT DURUM DSİ Genel Müdürlüğü, çevre konularında çalışmalar yapmakta, özellikle su ve tarım toprakları kirlenmelerine karşı yurt genelinde çaba harcamaktadır. Herhangi bir yasa ile görevlendirilmediği halde DSİ'yi bu konuda çalışmaya zorlayan nedenler iki başlık altında toplanabilmektedir. 1- Yapımı tamamlanmış ve işletilmekte olan DSİ projelerinde tesislerin üzerinde su kaynağının kirlenmesiyle meydana gelen verim kaybı ya da tesisin bütünüyle devre dışı kalması, 2- Tasarlanmış projelerin, üzerine kurulacakları su kaynaklarının kirlenerek elden 139 çıkmaları sonucu uygulanabilirliklerini yitirmeleri. Bölge Müdürlüğü sorumluluk sınırları içerisinde su kalite gözlemleri yapmakta, Uluabat Gölü ve Havzası da bu çalışmalar kapsamında yer almaktadır. Bölgenin en önemli ve yüksek verimli su kaynağı olan Mustafakemalpaşa Çayı ve kolları ile Uluabat Gölü'nde 20 tanesi akarsu üzerinde, 10 tanesi de gölde olmak üzere 30 noktada su kalite gözlemleri yapılmaktadır. Tamamı 10555 km. olan havza membadan mansaba doğru biri Gediz'in kuzey doğusundan, diğeri batısından doğan Orhaneli ve Emet çayları ile drene olup Mustafakemalpaşa’dan itibaren Mustafakemalpaşa Çayı adı ile Uluabat Gölü’ne boşalmaktadır. Havzanın Sularından Faydalanma: Mustafakemalpaşa İlçesi içinde regülâtörden ve Uluabat Gölü’nden alınan sularla Mustafakemalpaşa Ovası’nda 20 bin hektar arazinin sulanması şeklindedir. Hazırlanmış fakat inşa edilmemiş olan Emet Çayı Deveci Konağı Barajı’ndan beslenecek Döllük - Güllüce Projesi ile de 10 bin hektar arazi sulanacaktır. Böylelikle toplam 30 bin hektar araziyi sulayacak olan bu havzada Emet Çayı üzerinde membadan mansaba doğru sıralanmış ve planlama çalışmaları bitmiş Kar yağmaz, Kızkayası Deveci Konağı barajları ile Orhaneli Çayı membasına doğru Çınarcık Köyü Mevkii’nde planlanmış olan Çınarcık Barajı’ndan 1.146x 10 9 KWh elektrik enerjisi üretilecektir. Ayrıca Çınarcık Barajı’nda tutulacak suyu Unçukuru yöresine kurulacak hidroelektrik santralde değerlenmekle hem elektrik üretimi için yüksek düşü elde edilecek, hem de Uluabat Gölü, Aneli Çayı ile Güneydoğu'dan da beslenerek gölde su değişimi teşvik olacak, su ürünleri şartlar biraz daha iyileşmiş olacaktır. Havzada Mevcut Durum: Havzayı drene eden Orhaneli ve Emet çayları; genelde yerleşim birimlerinin kanalizasyon atıkları, bor, arsenik, krom ve askıda katı madde (AKM) kirleticilerinin etkisinde bulunmaktadır. Emet Çayı’nda şartlar tetkik edildiğinde, memba tarafta Etibank Hisarcık Kolemanit İşletmeleri’nin 18'25'e kadar olan kötü etkisi, Etibank DSİ iş birliği ile kurulmuş olan tesisle konsantratörün kapalı devre çalışmaya girmesiyle kesilmiş, önceki atık yığınlarından sızan borlu suların etkisi de zaman içinde azalmıştır. Buna karşılık yine Emet’te Espey Köyü civarındaki özel bor madeni işleticilerinin bor yıkama su ve çamur atıkları yan dereler vasıtasıyla Emet Çayı’na ulaşmakta, zararlarını yok edici veya azaltıcı nitelikte bir tesis yapmaları için DSİ'ce yapılan girişimler sonuçsuz kalmaktadır. 140 Emet Çayı’ndan aşağı inildiğinde, Gökçedağ Tren İstasyonu Mevkii’nde sağdan katılan Kınıkdere ile Harmancık’ta faaliyetini sürdüren Hayri Ogelman Krom İşletmeleri atıklarından krom gelmektedir. İşletme son derece ilkel, yetersiz kapasiteli bir çökeltim havuzuna sahiptir, konsantratörden çıkan su anılan ilkel havuzu hiçbir temizlenme olmadan geçip dolaylı olarak Emet Çayı’na ulaşmaktadır. Emet Çayı’nı soldan katılarak bor suyu ile besleyen Dursunbey Çayı da geçtiği borlu topraklar dolayısıyla 0.370 mg/I kadarlık bir bor ve 0.008 mg/lik arsenik konsantrasyonu ile gelmektedir. Emet Çayı’nın en mansaptaki gözlem noktası olan ve bahis olunan müstakbel proje ile 10 bin hektar büyüklükte Döllük - Güllüce Ovası’nın sulanacak olduğu Deveci Konağı’nda su kalite tespitleri 0.851 mg/I bor, 2.06 mg/I BOD 5 ve 86 mg/I A.K.M’yi göstermektedir. B00 5 değeri itibariyle su temizdir. Ancak ortalama Askıda Katı Madde miktarı ve bor yüksektir. Tarımsal amaçlı kullanılan suda bor konstrasyonunun 0.350 mg/I'den yüksek olması istenmemektedir. Bu olumsuzluk büyük ölçüde Emet yöresinden kaynaklanmaktadır. A.K.M’nin yüksek oluşu, mansap olduğu Uluabat Gölü’ne malzeme taşınması açısından olumsuzdur. Yıllık malzeme akışı 56 bin ton olmaktadır. Bu malzeme de çaya Gökçedağ ve daha aşağı havzadaki erozyon ile gelmektedir. Orhaneli Çayı’nda ise kirletici kaynaklar Tavşanlı, Tunç bilek, Orhaneli ve Kestelek’te bulunmaktadır. Doğuştan itibaren 103 km küçük yerleşim yerlerinin kanalizasyonları dışında bir etkinin olmadığı Orhaneli Çayı, ilk büyük deşarjı Tavşanlı kanalizasyonundan almakta, BOD 5 değerini 3.12 mg/I ortalama değere yükseltmektedir. Tunç bilek’ten aldığı yine kanalizasyon, GLI ve termik santral atıklarından sonra Muhacirköy civarında su 3.28 mg/I BOD 5 163 mg/I A.K.M. konsantrasyonlarına ulaşmaktadır. Bu değerler kirlenmiş ·su tanımı vermektedir. Buradaki AKM'nin kaynağı termik santralini kül ve zaman zaman cüruf ihtiva eden atık suları (300 L/S) ile GLI’nin saha temizliği, sosyal tesisler, işçi mahallerinden kaynaklanan atık sulardır. DSİ her iki kurumla da diyalog kurmuş, GLİ’nin esas kirletici olan kömür yıkama suları için arıtma, kömür tozunu geri kazanma tesisi yaptırılıp 1985'te devreye sokulmuştur. TEK, projesi yeri temin edilip ihale dosyası 1987'de hazırlanmış olduğu halde imalata geçmemiştir. Tahsisat yetersizliği ileri sürülmektedir. Daha aşağı inildiğinde Orhaneli civarında etkileyici iki kurum Ege Metal ve Toros Madencilik şirketlerine ait iki krom yoğunlaştırılmış tesisi mevcuttur. Bunlardan Ege Metal Krom İşletmesi’nin DSİ zorlamasıyla edindiği ancak işletme yönünden 141 yetersiz olan bir çökelti havuzu mevcuttur, Ancak, söz konusu yetersizlik dolayısıyla atık sular yine çoğu arıtmasız olarak çaya verilmektedir. Toros Madencilik Şirketi ile diyalog kurmak mümkün olmamış, müteaddit defalar yapılan görüşmelerde zararlı etkilerini reddetmiş, arıtma tesisi kurmaya yaklaşmamışlardır. Bu iki tesisin atıklarından sonra Orhaneli Çayı’nda durum, 111 mg/I A.K.M. 0.025 mg/I krom ve 2.29 mg/I BOD5’i göstermektedir. Tunçbilek’te edinilen A.K.M. yükü büyük ölçüde terkedilmiş, bunun yerine erozyondan gelen katkı ile 'tekrar 111 mg/I'ye ulaşılmıştır. 25 mikron krom, iki krom konsantratörünün deşarjlarından ileri gelmektedir. Esasen suda çözülmeyen verdiği 25 mikronluk yoğunlaşma akarsu yatağındaki krom birikintisinin ne kadar olduğuna işaret olmaktadır. BOD yine yöre kanalizasyonlarının etkisindedir. Orhaneli Çayı’ndan en mansaptaki kirletici, yine Etibank'ın Testelek Bor İşletmesi’dir. Buradaki katkıdan sonra konsantrasyonu ortalaması 1,0 mg/I'ye ulaşmaktadır. Burada da arıtma veya çökeltim yoktur. Ancak DSİ ile varılan mutabakat sonunda Emet'tekinin benzeri bir tesisin yapılıp işletmeye açılması çalışmalarına başlanılmıştır. Camandar Mevkii’nde birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı adıyla Uluabat Gölü’ne kadar 40 km kadar daha akışa devam eden akarsu adını aldığı ilçe merkezi yerleşiminin de kanalizasyonunu alır. Göle girmeden önceki son gözlem yeri olan Ayazköy’de su kalitesi 0.590, 0.021 mg/I arsenik, 2.185 mg/I BOD 5 , 0.270 mg/I amonyak, 86 mg/I A.K.M. 0.023 mg/L krom konsantrasyonları ile tanımlanmaktadır. Kemalpaşa yerleşim birimine arıtma tesisi planlanmış olduğu ancak İller Bankası'nın bu projeyi ne zaman finanse edeceğinin bilindiği yapılan temaslardan öğrenilmiştir. Önceki paragrafta tanımlanan su ile beslenip ayrıca kendi çevresinden de deşarjlar alan Uluabat Gölü’nde durum şöyledir: Göl doğu - batı doğrultusunda 25 km. kuzey güney doğrultusunda 1'0.5 km. yaklaşık boyutlarda oldukça sığ bir göldür. Literatürde 7.50 metre olan maksimum göl derinliği halen 3,5 metre civarındadır. Yaz aylarında ortalama derinlik 1,0 metreye düşmektedir. Bu boyutsal niteliklerin ardından su kalitesi tanımına geçtiğimizde göller için en önemli tamamlayıcı pararnıetrek klorofil - a (31,82 mg/I) değeri ölçü alınarak yapılan değerlendirmede, Uluabat Gölü %64 ihtimalle hipertrafik, %35 ihtimalle otrofik, %1 ihtimalle de mesotrofik sınıfa girmektedir. Gölümüz aşırı besili bitkisel yaşam için çok uygun, hayvansal yaşam için sınırlı imkânlı durumdadır. Diğer parametreler açısından 142 bakıldığında, ortalama bor konsantrasyonu 0.59 ile 0.92 mg/I arasında, arsenik konsantrasyonu da 0.012 ile 0.015 mg/I arasında değişim göstermektedir. Askıda Katı Madde 48 mg/I, amonyak 0.295 mg/I, silis 4.14 mg/L krom 0.017 mg/I ortalama değerleri mevcuttur, Sonuç ve Öneriler: Uluabat Havzası’nda su kalitesinde söz edilen olumsuz değişimleri yaratan birkaç büyük kuruluşun arıtma tesisi yaptırması meseleyi önemli ölçüde çözecektir. Bunun beraberinde yüzey ve kıyı erozyonu ile akarsuya ulaşan malzeme de alınacak erozyon önleme tedbirleri ile önlenmelidir. Küçük yerleşim yerlerinin kanalizasyonları yüksek debili olması dolayısıyla çayı etkilememekte, Mustafakemalpaşa, Tavşanlı, Tunçbilek, Orhaneli gibi büyük yerleşim yerlerinin kanalizasyonları için basit de olsa birer arıtma tesisi yaptırılmalıdır. Bu tedbirlerin alınması DSİ'nin sulama suyu ve altyapı temin edecek olduğu 30 bin hektar arazide tarım yaparak yaşam sürdüren insan kitlesinin yaşamını doğrudan etkileyecektir. Ayrıca Uluabat Gölü’ndeki su ürünlerine dayalı yaşam kurmuş halkın da yaşam şartları iyileşecektir. Göl için yapılabilecek bir iyileştirme önlemi de gölde büyüyen yüksek bitkilerin mümkün olduğu ölçüde hasat edilerek dışarı alınmasıdır. Bu uygulama göl suyundaki azot ve fosfor bileşikler stokunun azalmasına yardımcı olacaktır. Burada sayılan tedbirlerin alınması herhangi bir kuruluşun tek başına üstesinden gelemeyeceği, dolayısıyla valiliğin organizasyonu ve muavenetini gerektirmektedir. 2. Toprak Kirlenmesi: Toprak kirlenmesi; 1) Tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanılmasından 2) Toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerle kirlenmesi şeklinde ikiye ayırıp incelemek mümkündür. 3) 2.1 Toprağın Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynakları Özel İhtisas Komisyonu tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılması alt komisyon (18 - GRUB) 22.7.1988. Bilindiği gibi, ülke yüzeyinin katı kısımlarına arazi ve üzerinde doğal olarak bitki yetiştirilebilen araziye de “tarım arazisi” denilmektedir. 1617 sayılı kanunda tarım arazisi üzerinde ekim, dikim, bakım, yetiştirme yapılabilen veya 143 orman hariç doğrudan doğruya tabiattan yararlanmak suretiyle bitki veya hayvan üretimine elverişli olan veya ıslah suretiyle üretime elverişli hale getirilen arazi olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlar genel mahiyette olup ormanlık sahalarla, çıplak kayalıklar, ırmak yatakları ve sahil kumulları gibi toprak varlığı bakımından çok yetersiz olan alanlarda ıslahı olanaksız alanlar dışında kalıp da, kültüvasyona elverişli I - IV. sınıf araziler vasıflı veya vasıfsız tüm çayır ve mera arazileri tarım arazisi olarak nitelendirilmektedir. Türkiye'nin yaklaşık 76,7 milyon hektar arazi varlığı içinde, yukarıdaki tanımlara uyan arazi miktarı 57 milyon hektar kadardır. Oysa bu miktarın tamamı tarımda kullanılmamaktadır. Günümüzde konut, eğitim – öğretim, askerlik, sanayi, turizm, ulaşım ve benzeri sektörlerinde tesis yapma ve dolaylı kullanımları için gerekli olan arazilerde bu nitelikteki arazi içinde yer alabilmektedir ve bu durum bir ölçüde kaçınılmazdır. Ancak gerek dengeli arazi kullanımı gerek tarımın kollanması bakımından toprak işlemesine elverişli ve üretim, potansiyeli yüksek olan arazilerle, sulu tarım ve bağ - bahçe olarak kullanılan arazilerin veya sınıfı ne olursa olsun iklim özelliklerinden yararlanılarak zeytinlik, fındıklık, fıstıklık, çay ve muz bahçeleri gibi plantasyona ayrılan arazilerin boyutları belirlenerek başka amaçlarla kullanılmalarının kesinlikle önlenmesi gerekir. 1960’lı yıllarda yapılan etütlere göre 26.547 bin hektar tarıma elverişli arazi varlığının 2007 yılına gelindiğinde yaygın halde iki amaç dışı kullanımları daha da azaldığı bilinmektedir. Türkiye tarımsal üretimde kendi kendine yeterli bir ülke durumunda idi fakat bugün bunu söylemek olası değil. Fakat 27,7 milyon hektar arazi üzerinde tarım yapıldığı, aslında bunun 6,1 milyon hektarının toprak işlemesine elverişli olmayan ve bir süre sonra ekilemez duruma gelecek olan arazilerden oluştuğu; diğer taraftan %2,4 oranında artan nüfusun beslenme ihtiyacının da giderek artacağı; buna karşın toprağın sınırlı ve üretilemez bir kaynak olduğu, üstelik tarım dışı kullanımlarla da sürekli olarak azaldığı düşünülürse, Türkiye'nin tarımsal üretimde kendine yeterli olması halinin uzun süre devam edemeyeceği, yakın gelecekte üretim açığı doğacağı kaçınılmazdır. Kaldı ki, tarım yalnız beslenme ihtiyacımızın karşılanması bakımından değil, çok büyük iş ve istihdam sahası olması yanında bir kısım sanayi hammaddesine ve dış satıma katkısı %50'yi aşan tarım ürünlerine kaynak teşkil etmesi bakımından da büyük önem taşımaktadır. Konu bu boyutlar içinde incelendiğinde, tarım arazisinden koparılan bir küçük 144 parçanın bile, milli ekonomiyi olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sürdürülen kalkınma çabalarına paralel olarak özellikle 1950'lerden itibaren sanayileşme; sanayileşmenin ve nüfus artışının doğal bir sonucu olarak da hızlı bir kentleşme olgusu başlamıştır. İnsanın yüksek gelir elde etmek isteği tarım arazilerinin amaç dışı kullanımında temel etkenlerden biridir. Arazi sahipleri kısa devredeki çıkarlarını gelecekteki çıkarlarının üstünde tutmaktadırlar. Yukarıda belirtilen hızlı gelişmelere bu eğilim de katıldığında sanayi bölgeleri, yerleşim alanları. Yollar ve turistik bölgeler için gerekli görülen arazi süratle tarım aleyhine gelişim göstermektedir. Verimli tarım arazilerinin amaç dışı kullanılmasını etkileyen en önemli faktörlerden birisi de izlenen politikalar ve yasal boşluklardır. Bir sektördeki vergi, fiyat ve benzeri teşvik unsurları diğer sektörlerle ahenkli olarak düzenlenmezse gelişmeler diğer sektörlerin aleyhinde oluşabilmektedir. Günümüzde çevre ve tarım alanlarının korunmasına yönelik çok sayıda yasal düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeler farklı kuruluşların yetki alanlarına girmektedir. Örneğin; 1982 Anayasası’nda, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda, 3083 Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nda, 3194 sayılı İmar Kanunu’nda, 5393 sayılı Badiyeler Kanunu’nda, 2965 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda tarım topraklarının kullanımı korunmasına yönelik hükümler yer almaktadır. Bunca hükmün bir arada uygulanamaması uygulayıcı kuruluşların koordineli çalışmamaları sonucu tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanılmasına fırsat vermiş olmaktadır. Tarım arazisi günümüzde çok çeşitli amaçlarla kullanılır hale gelmiş olup, bunları içerdiklerine göre dört bölüm halinde incelemek mümkündür: 1- Konut Alanları: Sanayileşme nüfusun hızla artması ve köyden kente göçün başlaması, yeni yerleşim alanlarına olan ihtiyacı artırmıştır. Bunun sonucu olarak şehirlerde plansız ve kontrollü yapılaşmalar olmuş ve şehir çevrelerindeki tarım arazilerine doğru yayılmalar başlamış. Şehirlerin etrafındaki bağ, bahçe ve tarım arazileri büyük bir hızla yeni yerleşim bölgelerine dönüşmüştür. Arazi kullanım amaçlarına göre uzun dönemli bir planlama yapılmadan yerleşilmesi yapılan planların uygulamadaki geçersizliği, son değişikliklerle şehir imar planı yapımında yetkili mercilerin değişmesi ve kontrol yetersizliği tarım arazilerinin kaybını hızlandırmaktadır. Yerleşim alanları civarındaki tarım 145 arazilerinin arsaya dönüşmesi ile de meydana gelen ani artış karşısında bu arazilerin tarımda kullanılmaya devamını sağlamak güçleşmektedir. Kentlerin gelişme yönleri, arsa taleplerinin belirlenmesinden önce saptanarak gerekli planlamalar yapılmadığı için tarım arazileri, emlak komisyoncularının istekleri yönünde ve bu değer artışına bağlı olarak kolaylıkla tarım dışı kullanıma kaymaktadır. Tarım toprakları üzerinde gelişen bazı il merkezlerinin tarım dışı bıraktığı alanlar konusunda elde edilebilen bazı istatistikî veriler Tablo-1'de gösterilmiştir. Ancak bu verilerin çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir. Tabloda değer verilemeyen 20 il merkezinde ise yerleşim alanlarının tarım toprakları aleyhine geliştiği açıkça bilindiği halde bu illerde yapılan ciddi etütler bulunamadığından istatistikî bilgi vermek mümkün olmamıştır. 1985 yılı nüfus sayımına göre il ve ilçe merkezleri nüfusu 26,8 milyon olup nüfusun %53’ünü teşkil etmektedir. Bu rakamın 1990 yılında 32 milyona ulaşmaktadır. Buna göre kentsel nüfustaki artış, 1965–1969 yıllarında Mülga Topraksu Genel Müdürlüğü’nce hesaplanan 569 bin hektarlık yerleşim alanının, 1990’lı yıllarda 1 milyon hektarı aşmaktadır. Diğer bir deyimle gerekli önlemler alınmadığı takdirde tarım arazilerinin tarım dışı kullanıma geçmişte olduğu gibi sürecektir. 2- Sanayi Alanları: Yerleşim ve çevre kirlenmesi konularında disiplin getirilmesi, aşırı kentleşme ve nüfus problemlerinin çözümlenmesi ve diğer bazı amaçlarla organize sanayi bölgeleri kurulması yoluna gidilmiştir. Yurdumuzda ilk olarak Bursacı Organize Sanayi Bölgesi 1966 yılında tamamıyla sanayicilerin hizmetine açılmıştır. 1967 yılından itibaren 63 ilde organize sanayi bölgeleri kurulması için Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkartılmıştır. Her il ve ilçede küçük sanayi sitesinin kurulması zorunluluğu açıktır. Ancak her ilde organize sanayi bölgesinin kurulması yönündeki kararın yanlışlığı ise geçtiğimiz yıllardaki uygulamalarla görülmüştür. Nitekim bazı organize sanayi bölgelerine sanayilerin çekilmesi mümkün olmamıştır. Çünkü kurulan sanayi bölgelerine yapılan yatırım masraflarının sanayiye yansıması, sanayiciyi daha kolay ve ucuz bir şekilde elde ettiği tarım arazilerine yönlendirmektedir. Böylece sanayici kendisinin özel mülkiyetindeki veya satın aldığı tarım arazisini tahrip etmektedir. Öte yandan organize sanayi bölgelerinin yerleşim alanlarını da çevresine topladığı bir gerçektir. Organize 146 sanayi bölgelerinin oluşturulmasından vazgeçilmeyeceğine göre bu bölgelerin çok gerekli ve en uygun yörelerde toplanması ve buraların çevresinde gecekondu önleme bölgelerinin de oluşturulması zorunludur. Tablo-1: Bazı il Merkezlerinde Yerleşim Alanı Olarak Kullanılan Verimli Topraklar (1984) İli Kapladığı Alan (Ha) İli Kapladığı (Ha) Adana 8173 Isparta 7036 Adıyaman 1946 İçel (Mersin) 3174 4994 İstanbul 1011 Amasya 526 İzmir 529 Artvin 2001 Kars 802 Aydın 0 Kastamonu 396 101 Kırşehir 395 3638 Kocaeli (İzmit) 1855 Bilecik 2827 Konya 14350 Bingöl 774 Kütahya 2630 Bitlis 299 Malatya 2144 Burdur 913 K. Maraş Bursa 9900 Mardin 2200 Çanakkale 6013 Muğla 2140 Çankırı 3693 Muş 2833 Çorum 447 Nevşehir 1102 Edime 501 Ordu 873 Erzincan 1908 Rize 115 Erzurum 3557 Sakarya (Adapazarı) 4128 3584 Samsun 2889 Eskişehir 6223 Siirt 590 Gaziantep 3940 Sinop 666 Uşak 1268 Afyon Ağrı Balıkesir Giresun 12 Hakkâri 39 Alan 4511 147 Not: 47 il merkezi için elde edilebilen değerlerin toplamı 118.542 hektar olup Ankara, Antalya, Diyarbakır, Kayseri, Sivas, Trabzon gibi (18 il) hakkında dikkate alınabilecek değer bulunamamıştır. Yurdumuzda inşaatı tamamlanan, devam eden veya yer seçimi kesinleşen organize ve küçük sanayi bölgelerinin kapladığı alanlar ve toprak özellikleri Tablo-2'de gösterilmiştir. 148 149 Tablo-2’de verilen değerler Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın 1987 yılı sonu kayıtlarına dayandırılmıştır. Görüldüğü gibi organize ve küçük sanayi siteleri için tahsis edilen toplam 17999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine tekabül eden 11196 hektar arazi 1. ve 4.. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir. 3- Turistik Tesis Alanları: Verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlara kaymasına neden olan üçüncü ve önemli bir etken de turizme yönelik yatırımdır. Ülkemizde bütün bölgelerin imar ve fiziksel planı hazırlanmamıştır. Tüm ülkede tapulama çalışmalarının bile bitirilmemesi plan yapılması fikrini ve işlemini zorlaştırmaktadır. Bu aksaklığın giderilmesi için turizm belgesi ve kredisi almak isteyenlere, varsa imar planına uygun, yoksa mevzi plan yapılarak gerekli kolaylıklar sağlanmaktadır. Dış turizmin geliştirilmesi, kişilerin hafta sonu ve yıllık dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak için yazlık konut taleplerinin karşılanması ve tarla sahiplerinin kısa sürede yüksek gelir elde etmek için arazilerini bu yolla satmak istemeleri, zaten mevcut olmayan veya mevzi durumundaki çevre düzeni planlarını kolayca değiştirme durumuna getirmektedir. Turizmin teşviki için bir miktar tarım alanı elbette gözden çıkarılacaktır. Ancak bu gibi alanlarda çevre düzeni plan kararlarına taviz verilmeden uyulması gereklidir. Aksi halde çevrede tarıma elverişli arazi kalmamaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse; DSİ Genel Müdürlüğü'nün Alanya sulaması içinde yer alan Mahmutlar Kasabası imar planının değiştirilmesi sonucu başlangıçta %15 oranındaki tarım arazisi elden çıkmakta iken bugün bu oran %40'lara ulaşmış ve DSİ yatırımları kullanılmaz bir hale gelmiştir. Diğer bir örnek, Trakya'da Enez - Silivri arasındaki sahil kuşağında 8.500 hektar tarıma elverişli arazi turizm yatırımları ile elden çıkmıştır ve aslında kararlı bir plan uygulaması ile bu kayıp %50 azalabilecek durumda idi. Bunun dışında Antalya - Kuşadası - Silifke - Erdemli sahil kuşaklarında da tarım alanlarının ruhsatlı veya ruhsatsız bir biçimde tarım dışı bırakıldığı bilinen bir gerçektir. Örneğin Kuşadası – Davutlar’da 24 hektar arazi ruhsatlı olarak turizme açılmışken ruhsatsız olarak açılan alan 35 hektardır. Sahil kesiminin dışında, iç bölgelerdeki turizme yönelik yapılaşmalarda da tarım aleyhine bir gelişmenin varlığı görülmektedir. Unutulmaması gereken diğer bir husus ise; turizm yatırımlarının taban pozisyonundaki tarım alanlarında kanalizasyon temizlik ve havadarlık gibi yönlerden bazı sorunlarla karşı karşıya 150 kaldığı, aksine tarım dışı yamaç arazilerde daha güzel havadar, manzaralı ve istenilir oluşudur. 4- Kamu Yatırımları ve Diğer Kullanım Alanları: Tarım arazilerinin kaybını hızlandıran diğer etkenler de kentsel altyapı, karayolları, demiryolları, havaalanları ve benzeri kamu yatırımları ile tuğla kiremit ocak ve fabrikaları, açık maden ocakları, enerji ve boru hatlarının yapımıdır. Özellikle büyük kamu yatırımları sadece kullandıkları alanları değil, çevrelerine çektikleri diğer yapılaşmalar yolu ile de yeni tarım topraklarının kaybına sebep olmaktadır. Bu tip geniş kapsamlı kamu yatırım projelerinin hazırlanmasında yatırım yıllarındaki maliyet unsuru esas alınmakta, ancak tarım dışı bıraktıkları arazilerin uzun dönemde getireceği faydalar dikkate alınmamaktadır. En ucuz çözümler tercih sebebi olmaktadır Yukarıda belirtilen bu yatırımların getirdiği sorunları bazı örneklerle açıklamakta yarar vardır. Karayolu güzergâhları özellikle ulaşım kolaylığı sağlaması nedeniyle sanayi ve yerleşim yapılaşmasını kendine çekmekte ve böylece yolun kapattığı tarım alanı bir yana karayolu güzergâhlarında da büyük boyutlarda toprak kaybına neden olunmaktadır. Örneğin İzmir - Aydın, Mersin - Adana, Adana - İskenderun, Ankara - Eskişehir, Amasya Erbaa - Suşehri karayolları güzergâhları büyük ölçüde tarım alanı dışına çıkmıştır. Bu yollar ülke için elbette gereklidir ve karayolu yapımı sürecektir, ancak yolların daha düşük vasıflı arazilerden geçirilmesinin verimli tarım toprağının kaybını önleme gibi inkâr edilmeyecek ölçüde büyük bir yararı olduğu da bir gerçektir. Örneğin Trakya'da 25.608 hektar verimli tarım arazisi bu tip yatırımlarla tarım dışına çıkarılmış ve bu miktar her geçen gün artarken bu yolun 810 km kadar yakınlarında 130 bin hektarı bulan tarım dışı araziler boş durmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi ülkemizde son yıllarda inşaat sektörünün gelişmesi ile kendini bir kat daha hissettiren tuğla kiremit ihtiyacını karşılamak için verimli tarım alanları artan bir hızla tahrip edilmektedir. Tuğla ve kiremit tesisleri kamu yatırımlarından daha farklı bir biçimde, kuruldukları yerleri koruyup çevresini tahrip etmektedirler. Yurdumuzda tuğla - kiremit üretimine hiçbir yeni teknoloji katılımı olmadığından, asırlar boyu oluşmuş en verimli alüvyon ova toprakları hiçbir ilave işleme tabi tutulmaksızın üretimde kullanılmaktadır. Çok kısa sürede kurulabilen bu tesisler kuruldukları yerlerden ziyade çevresini yok etmektedirler. Bu sorunu bir kaç örnekle ve istatistiksel bilgilerle açıklamakta yarar vardır. 151 Trakya'da 1.400 dekar, Erbaa’da 2 bin dekar, Gediz Ovası’nda 4.400 dekar, Çorum'da 2 bin dekar tarım arazisi, 1985 yılına gelindiğinde tuğla ve kiremit yapımı nedeniyle tarım arazisi olmaktan çıkmış ve kullanılmayan çukurluklar ve bataklıklar haline dönüşmüştür. Etüdü yapılmayan daha pek çok arazi aynı durumdadır. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı Malzemesi ve Deprem Araştırma Genel Müdürlüğü'nün 1983 yılı sonu itibariyle tüm illerimizi kapsayan envanter çalışmasına dayanılarak yapılan değerlendirme Tablo-3'de verilmiştir. Tablo-3'te de görüleceği gibi tuğla - kiremit ocak ve fabrikaları her yıl ülkemizden 17 milyon tonu aşkın çok değerli alüvyal toprağı veya diğer bir ifade ile 1 metre kalınlığındaki 11 bin dekar verimli araziyi bir daha geri dönmeyecek şekilde yok etmektedir. Tablo-3: Türkiye'de Tuğla - Kiremit Üretim Tesisleri, Kapasiteleri ve Toprak Tüketimleri (ilçeler dâhil – 1983 verileri) İli Toplam Tesis Sayısı Üretim Kapasitesi (milyon - adet/yıl) Tuğla Adana 8 57.0 Adıyaman 1 7.5 Afyon 10 67.5 Amasya 6 Ankara Kiremi t 3.0 Tüketilen Toprak Miktarı (ton - yıl) Tüketilen ( 1m derinlikte Arazi miktarı ) (dekar/yıl) 267.000 178.9 33.461 27.3 2.6 312.154 208.1 16.1 0.5 73.946 49.3 39 201,1 15.4 962.367 641.6 Antalya 2 22,8 101.723 67.8 Artvin 1 13.5 60.230 40.2 Aydın 9 58.7 24.6 365.968 244.0 Balıkesir 3 17.8 3.0 92.107 61.4 152 Bilecik 4 21.4 Bolu 1 Burdur 3.2 109.014 72.7 14.9 66.476 44.3 8 28.8 128.490 85.7 Bursa 13 101.0 25.3 557.653 371.8 Çanakkale 4 10.3 4.6 65.414 43.6 Çankırı 2 31.2 2.8 151.046 100.7 Çorum 53 162.6 234.2 1716.290 1144.2 Denizli 4 41.5 8.5 221.115 147.4 Diyarbakır 4 43.0 191.846 127.9 Edirne 2 8.0 1.0 38.537 25.7 Erzincan 2 37,7 - 168.200 112,7 Erzurum 1 21 - 93.692 62,5 Eskişehir 11 41 68 475.430 317 Gaziantep 1 18 - 80.307 53,5 Giresun 2 4,2 - 18.737 12,5 Gümüşhane 1 15 5 88.076 58,7 Hatay 5 61,3 3,8 289.568 193 Isparta 4 2,5 7,1 41.191 27,5 İstanbul - 345 - 1.539.230 1026,2 İzmir 13 37,5 43,1 349651 233,1 Kastamonu 3 13 - 58000 38,7 Kayseri 10 65,9 - 294.015 196 Kırklareli 1 2 1,5 15.269 10,2 Kırşehir 1 12 - 53.538 35,7 Kocaeli 3 4 - 17.845 11,9 Konya 18 141,7 - 712.774 475,2 Kütahya 15 30 53 358.076 238,7 Malatya 2 14,5 1,5 71.038 47,4 153 Manisa 84 367,9 101,5 2.070.321 1380,5 Kahramanmaraş 3 58 - 258.768 172,5 Muğla 1 10 - 44.615 29,7 Nevşehir 10 272,2 5,5 144.622 96,4 Niğde 4 33 - 147.229 98,2 Rize 1 14,4 - 64.246 42,8 Sakarya 5 9,8 8,3 78.838 52,6 Samsun 6 16,1 2,4 81.984 54,7 Sinop 28 108,8 58,5 732.915 488,6 Sivas 2 22,2 - 99.046 66 Tekirdağ 10 125,4 14,2 619.553 413 Tokat 21 102,2 18,8 535.507 375 Trabzon 3 56 - 250.737 167,2 Uşak 5 28,5 4 144.076 96 Van 1 20 - 89.230 19,5 Yozgat 4 15,5 - 69153 46,1 Zonguldak 21 197 33,3 1.020.697 680,5 Genel Toplam 491 3094,6 772,4 17.074.487 11.383 2.2 Toprağın Fiziksel - Kimyasal - Biyolojik Faktörlerden Dolayı Kirlenmesi: — Toprak kirlenmesi; insanın sürdürdüğü çeşitli ilişkiler sonucunda toprağın fiziksel, kimyasal ve jeolojik yapısındaki, doğal kullanılma amaçlarına aykırı düşen değişme, yıpranma, tükenmelerin oluşması olarak tanımlanabilir, — Toprak kirlenmesi, daha genel anlamda toprak sorunları içinde incelenir. Toprak su ve rüzgâr erozyonu, — Taşlık, çoraklık ve yaşlık, — Tarım ilaçları kullanımı, — Gübreleme, maden işletmeciliği, — Tarım alanlarının kirlenmesi, — Evsel ve endüstriyel katı atıklar, — Tarım alanlarının tarım dışı kullanımları olarak gruplandırılabilir. 154 1- Toprak Kirlenmesinin Nedenleri: Toprak kirlenmesi, diğer çevre sorunlarının büyük bir bölümünde görüldüğü gibi doğanın yanlış ve kötü kullanılması sonucu ortaya çıkmakta, doğal dengenin bozulması ile birlikte giderek hız kazanmaktadır. Kentleşme ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıklarının topraklara karışması, toprak kirliliği oluşturmakta, ayrıca tarım alanlarının kentsel ve sanayi kullanımlarına açılması verimli toprakların kaybına sebep olmaktadır. Aynı zamanda verimli tarım topraklarından tuğla - kiremit gibi yapı malzemelerinin üretimi söz konusu kayıpları çoğaltmaktadır. Ayrıca, daha çok ürün almak için geliştirilen yeni tarım teknikleri bazı hallerde hızlandırılmış erozyon, tuzluluk ve yaşlık gibi toprak kirlenmelerine yol açabilmektedir. 2- Ülkemizde Toprak Kirlenmesinin Türleri: Aşağıda toprak kirlenmesinin türleri ayrı başlıklar altında ele alınarak açıklanmıştır. Erozyon: Toprakların su ve rüzgâr etkisiyle yerlerinden aşındırılarak başka yerlere taşınması olayına erozyon adı verilmektedir. a) Su erozyonu: Su erozyonu; doğal erozyon ve hızlandırılmış erozyon olmak üzere iki kısımda incelenebilir. Doğal erozyon yıkanmalar, yüzeysel taşınmalar ve arazi kaymasından oluşur. Doğal erozyonla taşınan materyal yeni toprak oluşmasını da sağlamakta, böylece yaşlanmış toprakların gençleşmesine ve verimliliklerinin yeniden yükselmesi sonucunu da doğurabilmektedir. Hızlandırılmış erozyon ise; eğimli arazilerdeki orman ve meraların tarım alanı haline getirilmesiyle buralarda su tutma kapasitesinin azalması sonucunda oluşan yüzey akıntılarının toprakları aşındırması ve sürükleyerek taşımasıyla oluşur. b) Türkiye'de Hızlandırılmış Su Erozyonu ve Nedenleri: Türkiye topraklarının yaklaşık %74'ü su erozyonunun etki alanı içindedir işlenebilir tarım alanlarında karşılaşılan su erozyonu toplam toprakların %20’sini aşmaktadır. Türkiye'de hızlandırılmış su erozyonunun nedenleri arasında orman tahribatı, mera tahribatı, yanlış arazi kullanımı, nadas yöntemi, işletme büyüklükleri, kiracılık ve yarıcılık, bilgisizlik, ekim nöbeti ve ahır gübresinin kullanılmaması sayılabilir. 155 Kontrolsüz otlatmaların usulsüz kesimlerinin yanı sıra, her yıl ortalama yaklaşık 6.300 hektar ormanın tarla açmak amacıyla, 22 bin hektar ormanın yangınlarla tahrip edildiği hesaplanmaktadır. Bunların sonucunda yaklaşık 11 milyon hektarlık orman alanlar, bir başka deyişle toplam orman alanlarının %60'ı aşkın bir bölümü bozuk hale dönüşmüş, doğal denge bozulmuş veya yok olmuş, su erozyonu da büyük toprak kayıplarına ve su taşkınlarına neden olmuş ve olmaktadır. Meralar, gerek alan ve gerekse nitelik bakımından gün geçtikçe kayıplara uğramakta, kontrolsüz ve aşırı otlatılma bitki örtüsünün yok olmasına bu da erozyonun hızlanması sonucunu doğurmaktadır. Birim alandan alınan ürünün artırılması yerine, orman ve meraların tarım alanlarına dönüştürülmesi, 1935'de 44 milyon hektar olan çayır ve meraların 1955'te 31, 1980'de 21 milyon hektara düşmesine neden olmuştur. Yanlış arazi kullanımı, sürülmeye başlanan ve üzerinde erozyonla ilgili hiçbir önlem alınmayan yeni açılan tarım alanında ve özellikle eğimli arazilerde erozyon giderek etkisini artırmıştır. Genellikle toprak koruma önlemlerinin birlikte ve beraber alınması gerekirken küçük işletmelerde uygulanamaması, nadas dönemlerinde korunmadan tümüyle yoksun eğimli arazilerin bulunması, kiracılık ve yarıcılık biçiminde tarım alanlarının büyük bir bölümünün işletilmesi, toprak korumanın temel önlemlerinden olan ekim nöbetinin ve toprağı erozyona karşı dayanıklı kılan ahır, gübresinin yaygın olarak kullanılamaması ve bu konulardaki bilgisizlik erozyonu artırıcı önemli nedenler arasında sıralanabilir. c) Türkiye'de Önemli Su Erozyon Alanları: Ülkemiz, topografik yapının, doğal bitki örtüsü ve fiziksel toprak özelliklerinin erozyona uygun bulunması ve topraklarda gerekli önlemlerin alınmadan işlenmesi sonucu, su erozyonuna açık bulunmaktadır. Trakya'da hafif ve orta derecede şiddetli su erozyonu daha çok yüksek dağ yamaçlarında işlenen topraklarda meydana gelmektedir. Ege Bölgesi’nde ormanların yangınlarla tahrip olması sonucunda Aydın ve Söke ovalarında büyük kayıplara yol açan taşkınlar oluşmuştur. Orta Anadolu'da eğimli arazilerde nadaslı buğday tarımının sürdürüldüğü alanlarda su erozyonu oldukça şiddetli biçimde görülebilmektedir. Ayrıca Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde tarla açılmış bulunan eğimli arazilerde ve aşırı otlatılan meralarda şiddetli su erozyonu vardır. Karadeniz Bölgesi’nde mısır ve tütün tarımı yapılan arazilerde, iç bölgelerdeki eğimli arazilerde ve Çoruh Irmağı Vadisi’nde orta ve çok şiddetli erozyon görülmektedir. 156 d) Türkiye'de Rüzgâr Erozyonu, Nedenleri ve Alanları: Rüzgâr, erkin bir erozyon yapıcı olarak ilk çağlardan başlayarak günümüzde de etkisini sürdürmektedir. Rüzgâr erozyonu, insanların doğal dengeye olumsuz karışmalar, aşırı otlatma, uygun olmayan ekim sonucunda artırılmış bulunmaktadır. Toprakların rüzgârlarla taşınması olayı karmaşık olup, bunu toprak yüzeyinin özelliği, toprağın su kapsamı ve rüzgâr koşulları etkilememedir. Rüzgâr erozyonu, arazi yüzeyinin genellikle kuru ve bitki örtüsünden yoksun bulunduğu kurak ve yarı kurak yörelerde çok etkilidir. Rüzgârın aşındırma ve taşıma gücü birçok etkene bağlıdır. Bu etkenlerin birleşmesi taşınan toprağın oranını belirlemektedir. Rüzgâr erozyonu ülkemizin genellikle kurak ve yarı kurak iklim koşulları altındaki yörelerde sorun olmaktadır. Toprakların organik maddelerce çok fakir bulunmaları, strüktürlerinin bozuk ve tektürlerinin rüzgârla taşınmaya uygun büyüklükte olmaları rüzgâr erozyonunu artırıcı nedenlerin başında gelmektedir. Özellikle Orta Anadolu'da ilkbaharda güneyden esen kuru ve kavurucu sıcak rüzgârlar, bitki örtüsünden yoksun arazilerde büyük toprak kütlelerini bir yerden kaldırıp başka yerlere yığmaktadır. Rüzgâr erozyonunun en fazla ekili olduğu yöre Konya ve Karaman illeri sınırları içine düşmektedir. Bu yörede, rüzgâr erozyonunda zarar, gören toplam arazi 150 bin hektarı bulmakta, bunun da 100 bin hektarı aşan bölümü Karapınar İlçesi’nde yer almaktadır. Niğde İli sınırları içinde yaklaşık 28 bin hektar, Sakarya ilinde 2400, Kars İli’nin Aralık İlçesi’nde 1 600 hektarlık alanlarda etkili rüzgâr erozyonu görülmektedir. Bunların dışında, Terkos Gölü, Fethiye, Fenike, Adana, Mersin, Silifke kıyı şeritleri gibi ül1kemiziin bazı kıyı kesimlerinde, kumlu alanlar rüzgâr erozyonu etkisinde kalmaktadır. Meralar, gerek alan ve gerekse nitelik bakımından gün geçtikçe kayıplara uğramakta, kontrolsüz ve aşırı otlatılma, bitki örtüsünün yok olmasına bu da erozyonun hızlanması sonucu doğurmaktadır. Birim alandan alınan ürünün artırılması yerine, orman ve meraların tarım alanlarına dönüştürülmesi, 1935'de 44 milyon hektar olan çayır ve meralar alanlarının 1955'te 31 ve 80'de 21 milyon hektara düşmesine neden olmuştur. Yanlış arazi kullanımı, sürülmeye başlanan ve üzerinde erozyonla ilgili hiçbir önlem alınmayan yeni açılan tarım alanlarında ve özellikle eğimli arazilerde erozyon giderek etkisini artırmıştır. Genellikle toprak koruma önlemlerinin birlikte ve beraber alınması gerekirken küçük işletmelerde uygulanamaması, nadas dönemlerinde korunmadan tümüyle 157 yoksun eğimli arazilerin bulunması, kiracılık ve yarıcılık biçiminde tarım alanlarının büyük bir bölümünün işletilmesi, toprak korumanın temel önlemlerinden olan ekim nöbetinin ve toprağı erozyona karşı dayanıklı kılan ahır gübresinin yaygın olarak kullanılamaması ve bu konulardaki bilgisizlik erozyonu artırıcı önemli nedenler arasında sıralanabilir. Erozyonun insan ve çevresinde etkileri; Kirlenmenin artması: Erozyonla taşınan materyalin aynı zamanda bir kirlenme kaynağının oluşturduğu da bir gerçektir. Üretimi artırmak amacıyla günümüzde büyük miktarda gübre ve pesti sit kullanılmaktadır. Bunların ayrı ayrı ve birlikte yüzey suları veya sedimentlerle araziden taşınmaları, akarsuların kirlenmelerine neden olmaktadır. Akarsular ve göllerde balık ölümlerinin artmasının taşınan insektisitlerden kaynaklanabileceği, kullanılan azotlu ve fosfatlı gübrelerin ise aşırı beslenmeden dolayı bataklaşmaya (ötrafikasyon) yol açabileceği dikkate alınmalıdır. Bunların dışında, su kaybının artması, su ürünlerindeki verimliliğin azalması, bitki besin maddelerinin kaybı, üretilen ürünlerde niteliğin olumsuz yönde değişmesi, sel oyuntuları ile arazi kaybı, toprak strüktürünün bozulması, sedimantasyon, uygun su temini yönündeki harcamaların artması, işletme ve bakım giderlerinin yükselmesi, verimli toprakların sedimentlerle örtülmesi, topraklardaki su tutma kapasitesinin ve inriltrasyon kapasitesinin azalması, sel baskınları nedeniyle can ve mal kayıplarına yol açması, artan su taşkınları sonucu akıntı yataklarında ve rezervuarlarda kapasitenin düşmesi ve depolanan su miktarının azalması, ulaşım yapılan suyollarında ve limanlardaki temizleme tarama, giderlerinin artması, su kuvvetli potansiyelinin azalması, arazi ve akarsuların yaban hayatı ve dinlenme yeri olarak kullanım değerlerinin düşmesi, su yapılarının ekonomik ömürlerinin azalması, sular1a ve drenaj sistemlerinin taşıma kapasitelerinin düşmesi ile işletme giderlerinin artması, çökelen sedimentler nedeniyle drenaj sorunlarının ortaya çıkması ve üretkenliğinin azalması, karayollarının bakım giderlerinin artması gibi çok ve çeşitli tür ve boyuttaki sorunlara neden olmaktadır e) Erozyondan Korunma Önlemleri Erozyondan korunma önlemleri genel olarak dört esasa dayanmaktadır. Bunlar: a) Araziyi kabiliyetine göre kullanmak, 158 b) Araziyi ölü ya da canlı bitkilerle olabildiğince örtülü bulundurmak, c) Eş yükselti eğrilerine paralel olarak tarım yapmak, Toprak koruma önlemleri ise iki yöntemle sağlanabilir. Bunlar bitki1sel nöbetini uygulayarak bir tarlada her yıl aynı bitkiyi yetiştirmek yerine çeşitli bitkileri düzenli bir sıra çerçevesinde yetiştirmek, toprağı oluşturan ve toprağı koruyan bitkilere öncelik vermek, bitki artıklarını, gerekli ölçüde yerinde bırakmak, ölü bitki örtüsü adı verilen hasattan sonraki artıkları toprakta bırakmak, rüzgâr etkisinden korumak için hâkim rüzgâr yönüne dik olarak birkaç ağaç türünden oluşan rüzgâr kırıcı şeritler oluşturmak yer almaktadır. Mekanik yöntemler arasında tasarlanan, şerit üzerine ekim, eş yükselti eğrilerine paralel tarım yapmak gibi önlemler sıralanabilir. Uygulanan tarım tekniklerindeki yanlışlıkların düzeltilmesiyle orta derecede şiddetli su erozyonu büyük ölçüde önlenebilmektedir. d) Gübreler: Bitki besin maddelerinden, planlanan ürün düzeyine erişmede noksanlık gösterenlerin dışarıdan çeşitli bileşikler halinde eklenmesine gübreleme ve gübreleme amacı ile eklenen bileşiklere gübre adı verilmektedir. Bitkilerin gelişmeleri ve organik madde yapımı için kullanılan maddelere, genel anlamda bitki besin maddesi denilmektedir. —Gübre kullanımında Göz önüne Alınması Gereken Konular: Tarımsal üretim alanlarında toprağın besin açığını kapatarak, istenilen en uygun ürünü elde edebilmek için toprağın bitkisel besin maddesel kapsamını planlanan ürünü sağlayacak düzeye çıkarmak gerekmektedir. Bu miktarın altında verilen besin maddeleri beklenen ürün artışını sağlayamamakta, üstünde verilenler ise, sağladığı etkiye paralel olarak artmayıp tersine azalmasına neden olarak ekonomik olmamakta, ayrıca ürün kalitesini bozmakta ve çevre kirlenmesine yol açmaktadır. Gübre kullanımında en uygun miktarın belirlenmesi su ve toprak kaynaklarının kirlenmelerinin en az düzeyde tutulabilmesi için üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. e) Aşırı Gübrelemenin Oluşturduğu Kirlenme Sorunları ve Önleme Tedbirleri: Ülkemizde azotlu, fosforlu, potasyumlu ve kompoze olmak üzere farklı gübre çeşitleri kullanılmaktadır. Gereğinden fazla kullanılan gübrelerin neden olduğu olumsuz etkiler, çevre sağlığı ve kirlenme yönünden aşağıda belirtilen sonuçları yaratmaktadır. 159 — Yüksek düzeyde azotlu gübre kullanılması sonucu toprağın yıkanması, akarsu ve yer altı sularında nitrik miktarı artmakta, içme sularını olumsuz yönde etkilememelidir. — Fosforlu gübrelenin düzey akışlarıyla taşınması sonucu içme sularında ve akarsularda fosfor miktarı yükselmektedir. — Özellikle göllerde azot ve fosfor miktarının yükselmesi ötrofikasyona neden olup, göllerdeki canlı yaşamı olumsuz yönde etkileyerek canlı türlerinin azalmasına ve bataklaşmaya yol açmakta, istenmeyen aşırı bitki üremesine neden olmaktadır. — Yüksek düzeyde nitrojenli gübre verilen topraklardaki bitkilerde nitrozemin gibi kansorejen maddeler oluşurken özellikle yaprakları yenen sebzelerde zararlı nitrat ve nitrik birikmelerine yol açmaktadır. f) Pestisidler: Genel anlamıyla pestisidler, tarım ürünlerine zarar veren her türlü organizmaları yok etmekte kullanılan kimyasal maddelerdir. Ve tarım ilaçları olarak tanınırlar. Pestisidlerin çevreye bulaşmaları ya bir amaca yönelik yapılan ilaçlamadan kaynaklanan dolaylı buluşmalar ya da doğrudan olmaktadır. Pestisidler çevreye uygulandıklarında buharlaşma, toprak kolloidleri tarafından absorbasyon, yıkanma, kimyasal reaksiyonlar ve mikrobiğe metabolizmaya etkileri biçiminde olaylar doğururlar. Pestisidlerin Sulama Etkileri Pestisidler su ekosisteminde su içinde veya kenarında meydana gelen akuatik bitkilerin ya da böceklerin mücadelesi için ilaçların suya doğrudan uygulanması, ilaçlanmış bitki veya toprak yüzeylerinden toprak üstü veya toprak altı drenaj suyunun hareketi ya da yağmur suları ile yıkanması, ilaç artığı içeren bitki, böcek veya toprağın çeşitli yollardan su ekosistemine taşınması, ilaç endüstrisi atıklarının suya veya toprağa dökülmesi biçiminde ulaşırlar. Bazı pestisidlerin su ortamında bulunmaları su ürünlerine zarar verebileceği gibi bu su ürünlerini tüketenler içinde büyük bir tehlike kaynağı oluşturur. Uzun dönemde pestisidlerin kalıcı özelliklerinden dolayı su ekosistemini geri dönülemeyecek ölçüde bozabilir. Ülkemizde ekili araziye oranla pestisid kullanımının birçok gelişmiş ülkeye göre, az oluğu, ancak bazı yörelerde bilinçsiz uygulamalar sonucu çeşitli zararlarının ortaya çıktığı bilinmektedir. Pestisidlerin en çok kullanıldığı Akdeniz Bölgesi ve Çukurova'da çeşitli yer altı ve 160 yer üstü su örneklerinde önemli ölçüde pestisid kalıntısı bulunmuştur. Ayrıca Antalya ve İskenderun körfezleri arasında kalan sahada avlanan çeşitli balık türlerinde pestisid kalıntıları saptanmış. Aynı durum Karadeniz kıyılarında avlanan balık türlerinde de gözlenmiştir. Orta Anadolu’da, ilaçlı tohumların kuş türlerine, Güneydoğu Anadolu’da farelere karşı kullanılan pestisidlerin canlılara zararlı olacağı tespit edilmiştir. 2.3 TOPRAK KİRLENMESİ İLE İLGİLİ KURULUŞ VE YASALAR Ülkemizde toprak ve arazi konularıyla ilgili çok sayıda yasa ve yönetmeliğin varlığına rağmen, toprak kirlenmesi ile toprağın kötü kullanılması ve bununla i1gili çevre sorunlarını düzenleyen hükümler çok azdır. Tarımsal üretimi geliştirecek, toprak kirlenmesini önleyecek ve dengeleyecek ve bunlara bağlı olarak toprağı en iyi biçimde koruyacak yasa ve yönetmeliklerin bir çevre koruma anlayışı içinde yürürlüğe sokulması gerekmektedir. Toprak ve arazi kullanımıyla birinci derecede ilgili kanun olan 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu’nu 1978 yılında şekil yönünden Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden, 3083 sayılı kanun onun yerini dolduramamıştır. Bu konuda önemli bir boşluk ortaya çıkmıştır. Yapılacak yeni düzenlemeler sanayi gelişmesinden dolayı çevreye en az zarar verebilecek ve tarım topraklarını koruyacak, kentsel gelişmelerin tarım, topraklarının en az kayba uğratacak, verimli tarım alanlarının sorunsuzca tahrip eden tuğla, seramik ve benzeri toprak sanayi ile açık maden işletmeciliğine denetim ve önlemler getirecek biçimde olmalıdır. 6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’da yer almaktadır. Toprak Koruma ile ilgili bazı hükümler de Gübre Araştırma Enstitüsü ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın görev ve yetki alanına girmektedir. 485 sayılı Orman Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunu, orman topraklarının kayıp olmasının önlenmesi ve su toplama havzalarında doğal dengenin sağlanması görevini Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı’na vermiştir. Üniversitelerin Ziraat Fakülteleri de toprak sorunları ve toprak kirlenmesinin çeşitli boyutları ile ilgili araştırmalar yapmaktadır. Çeşitli sanayi kuruluşlarının çevreye yapabilecekleri etkileri denetlemek amacıyla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca raporlar verilmektedir. Pestisidler, konusu ile ilgili Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Hıfzısıhha Enstitüsü ve buna bağlı Zehir Araştırmaları Enstitüsü, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele İlaç ve Aletleri 161 Enstitüsü, Zirai Mücadele Araştırma Enstitüleri, Biyolojik Mücadele Araştırma istasyonları, Üniversitelerin ziraat Fakülteleri bulunmaktadır. Bitkilerdeki hastalık ve zararlılara karşı kullanılan ilaçların, ithal, ihraç, imal, satış ve kullanılmaları 6968 sayılı Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Kanunu’nda yer alan hükümleri ve bu kanuna bağlı olarak hazırlanan Zirai Mücadele İlaç ve Aletleri Hakkında Nizamname hükümlerine göre yürütülmektedir. Çeşitli böcek ve zararlılara karşı kullanılan ilaçların imal, ithal, ruhsat ve satışı ile ilgili işlemler ve hayvanlardaki dış parazitlere karşı kullanılan ilaçların ruhsat işlemleri S.S.Y.B'ce yürütülmektedir. Gıda Maddelerinin Umumi Sağlığı ilgilendiren Eşya ve Levazımın Hususi Vasıflarını Gösteren Tüzük uyarınca, perakende satış için valiliklerden izin alacakların haiz olmaları gereken konularla ilgili olarak S.S.Y.B'ce çıkarılan bir talimat da mevcuttur. 3. USUL HÜKÜMLERİ AÇISINDAN ÇEVRE SORUNU 3.1 GİRİŞ İnsanlığın çevreye müdahalesi toplayıcılıktan tarıma, tarımdan da sanayi ve kentleşmeye uzanan bir süreç sonunda belirginleşmiştir. Ancak, bu müdahalenin çevreyi tahrip boyutuna ulaşması ve insanlığın geleceği bakımından endişe duyulması çok yakın zamanlarda söz konusu olmuştur. Gerçekten, çevreyi oluşturan en önemli unsurlardan hava ve su, Roma Hukuku’ndan beri üzerinde egemenlik kurutulamayan ve özel mülkiyete konu olmayan şeylerden sayılmıştır. Bu düzenleme ise, ana hatlarıyla günümüz hukuk düzenlerince de benimsenmiştir. Buna karşılık, hızlı sanayileşme ve kentleşme ile kapitalist sistemin “kâr amacı”; aynı sistemde suyun ve havanın “serbest mal” sayılmasına ilişkin hukuki düzenlemelerin çevre kirlenmesi ve çevrenin tahrip edilmesine engel olamadığını, hiç değilse bu konuda yetersiz kaldığını göstermiştir. İnsanların çevreye müdahalesi sonucu, önce başka insanlar bakımından mameleki zararlar ortaya çıkmış daha sonra da bu zararların tazmini ve zarar verici faaliyetlerin durdurulması istemleri söz konusu olmuştur. Böylece, temelde çevreye müdahale ve çevre kirlenmesi konularını taşıyan Özel Hukuk uyuşmazlıkları yargı organı önüne gelmeye başlamıştır. Aynı şekilde, çevre kirlenmesi, kirlenmenin önlenmesi, kirlenmeden doğan sorumluluk konularına ilişkin adli yargı uyuşmazlıkları, madeni usul hukuku bakımından da önem kazanmıştır. İşte, bu incelemede de Türkiye'de çevre sorunlarına ilişkin yargı kararları usul hukuku bakımından değerlendirilmeye çalışılacaktır. Hemen belirtelim, inceleme konusu adlı yargı önüne gelen Özel Hukuk uyuşmazlıkları ile sınırlı tutulacak, 162 Ceza Hukuku’na ve idare hukukuna ilişkin konulara değinilmeyecektir. İncelenen sorunlar konu ile ilgili Yargıtay kararlarına göre belirlenmiştir. Yani çevre, hukuka ilişkin Yargıtay kararları usul hukuku ilişkileri bakımından incelenecek ve değerlendirilecektir. Şunu da belirtelim incelenen Yargıtay kararlarının bir bölümü 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonraki döneme aittir. Ancak kararların hiçbirisinde Çevre Kanunu'nun uygulanmasına rastlanmamıştır. Fakat bu durum usul hukuku sorunlarının değerlendirilmesi bakımından bir engel oluşturmamaktadır. 3.2 DAVA VE TARAF EHLİYETİ İLE HUKUKİ YARARA İLİŞKİN SORUNLAR 1. Genel Olarak: Çevre kirlenmesinden ya da daha kapsamlı olarak, çevreye müdahaleden doğan veya doğabilecek zararlar bakımından kimlerin, kimlere karşı dava açabileceği sorunu, bu alanda ki dava hakkıyla ilişkili olarak, çevre hukukunun önemli konularından birisi biçiminde gözükmektedir. Taraf ehliyeti kavramı, bir davada davacı veya davalı olabilme yeteneği, medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, medeni hukuk bakımından hak ehliyeti bulunan gerçek ve tüzel kişiler (MK m. 8 ve m. 47,48) medeni usul hukukunda taraf ehliyetine sahiptirler (HU'MK m. 38) Dava ehliyetini dava açabilme ve usul işlemleri yapabilme yeteneği ise medeni hukuk ehliyetine göre belirlenmektedir (HUMK m. 38). Dava hakkı konusuna gelince; Bu konuda ana hatlarıyla, korunmaya değer hukuk yolları olan, geRçek ve tüzel kişilerin Ceza Hukuku anlamında dava hakkı vardır denilebilir. Yani dava hakkı hukuki yollarla ile sınırlıdır. Çevre Kanunu'nun “Kirletenin Sorumluluğu” başlığını taşıyan 28. maddesinin ikinci fıkrasına, göre; “Kirletenin, meydana gelen zarardan ötürü genel hükümlere göre tazminat sorumluluğu saklıdır”. O halde, çevreye müdahaleden doğan Özel Hukuk uyuşmazlıklarına da, kimin kime karşı dava açabileceği ve dava hakkı, konuları, usulün yukarıda ana hatları belirtilen bu alandaki genel hükümlerine göre belirlenmelidir. Acaba, çevreye müdahale eden doğan uyuşmazlıklardaki yarar ve dava hakkı konuları, uygulamada nasıl değerlendiri1mektedir? 163 (*) Bu bölüm Haluk Konuralp’in (A.Ü.H.F. Araştırma Görevlisi) bir incelemesinden alınmıştır. "Mahkeme Kararlarında Çevre Sorunları", Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, 1986, Ankara”. Aşağıda bu konudaki bazı Yargıtay kararlarına değinilecektir. 2. Bazı Örnekler: a) İflas İdaresi’nin Çevre Kirlenmesinden Doğanın Zararın Tazmini İçin Dava Açması: 25.12.1985, günlü 1. HD kararına konu olan bir olayda, iflas etmiş bir dokuma şirketinin iflas idaresi, çevreyi kirletmek suretiyle tesislere zarar veren, bir çimento şirketini dava etmiştir. Davalı çimento şirketi savunmasında “şirketin tüzel kişiliğinin kalmadığını, iflas masasının hukuken mevcut olmayan bir haktan bahisle böyle bir dava açamayacağını” i1eri sürmüştür. Yani davalı, davacı iflas idaresinin hem ehliyetinin, hem de hukuki yararının olmadığını iddia edilmiştir. Yargıtay II. Hukuk Dairesi, ise davayı esastan reddeden yerel mahkeme kararını onamakla birlikte, ehliyet ve hukuki yarar konularına değinilmekte, böyle bir davada iflas, idaresinin hem ehliyetinin bulunduğunu, hem de hukuki yararının olduğunu kabul etmiştir. Şayet, gerçekten bu olayda davacının taraf ve dava ehliyeti bulunmasaydı ve dava açmakta hukuki yararı olmasaydı, bu takdirde esasa girilmeden, davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi gerekecekti. Aslında, iflas masasının dava ve taraf ehliyeti vardır. Bu bakımdan, yukarıdaki kararda, karara konu olan olayda önemli olan hukuki yarar kavramıdır. Yukarıda kısaca değinildiği gibi, korunmaya değer hukuki bir yarar varsa, dava hakkı da bulunmaktadır. O halde, inceleme konusu olayda iflas idaresine dava hakkı, tanınmış olmakla, hukuki yararının varlığının kabul edilmiş olduğu söylenebilir. Çevre kirlenmesinden zarar gören tüzel kişinin iflas etmiş olması kirletenin savunması aksine dava açmaktaki hukuki yararı ortadan kaldıran bir durum olarak görü1memiştir. b) Belediyenin Çevre Kirlenmesinden Doğan Zararın Tazmini İçin Dava Açması: 25.12.1982 günlü I. HD kararına konu olan bir başka olayda ise, bir belediye bir çimento fabrikasının baca ve çeşitli bölümlerinden çıkan gaz, toz ve çimento artıklarının kent üzerine dağılıp yayılmak suretiyle insan, hayvan ve bitkilere zarar verdiğini ileri sürerek, tespit olunacak zararın giderilmesini istemiştir. Hukuk Dairesi, bu olayı da belediyenin dava ve taraf ehliyeti ile hukuki yararın ve ona bağlı olarak dava hakkını tartışmıştır. Bir kamu tüzel kişi olarak belediyenin dava ve taraf ehliyeti vardır. Öyle ki, 164 Yargıtay’a göre davacı belediye davalı fabrikanın eyleminden zarar gören herhangi bir kişiden farklı değildir. Bu kararda ve karara konu olan olayda asıl önemli olan belediyenin dava açmaktaki hukuki yararı ve dava hakkıdır. Davacı belediye oldukça ilginç bir gerekçe ile hukuki himaye istemiştir. Davalı fabrika insan, hayvan ve bitkilere zarar vermektedir. Ancak, bu zarardan özellikle insanlar üzerinde meydana gelenin, belediye açısından mameleki bir sonuç doğurmadığı açıktır. Bununla birlikte, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin, belediyenin istemini bir bütün olarak değerlendirdiği, hukuki yararın belirlenmesinde, çevre sorunlarında toplum yararını ön planda tutan esnek bir anlayışla hareket ettiği görülmektedir. Yüksek mahkemeye göre belediye geniş anlamda beldenin düzenini, halkın sağlık ve esenliğini korumak1a görevli ve yükümlüdür. Belediye genel yargıya başvurmak suretiyle güvenli bir yola girmiş hakimin ve seçilecek uzman bilirkişilerin tarafsızlığına sığınarak ayniyetini göstermiş soruna kalıcı bir çözüm bulunmasını istemiş, infazı her zaman mümkün olabilecek bir kesim hüküm elde etmeyi amaçlamıştır. Genel olarak bir kimsenin dava (eda davası) açmakta hukuki yararından söz edilebilmesi için şu koşulların bulunması zorunludur. Bir kere davacının mahkemeden hukuki himaye isteyenin korunmaya değer bir hukuki yarar bulunması gereklidir. Bundan başka davacının mahkemeye başvurup ilam almaktan başka bir hukuki yolu da olmamalıdır. Şayet başka bir yol ile elde etmek istediği sonuca kavuşabilmekte ise, dava açmakta hukuki yararı yok demektir. İnceleme konusu olayda ise, belediyenin kirlenmenin önlenmesi için başvurabileceği idari yolların güvenceli olmaması (ve herhalde kesin hüküm etkisi taşımaması) hukuki yarar bakımından yeterli sayılmıştır. Demek ki çevre kirlenmesinin önlenmesi bakımından idari yollara başvurma olanağını bulunması, dava açma konusundaki hukuki yararı ortadan kaldırabilecek bir unsur sayılmamaktadır. Görüldüğü gibi, davacı belediyenin zararın önlenmesi ve giderilmesi bakımından başvurmak istediği “hukuki çare” ya da “hukuki himaye” Yargıtay’ca meşru ve aktüel bir istek olarak değerlendirmiştir. Zararın önlenmesi yarar sağlayan bir istek niteliği taşıdığına göre kişinin dava açma yetkisi vardır. 165 3. Grup Davası (Class Action) Olanağı Tanınabilir mi? Çevreye müdahalenin ve çevre kirlenmesinin çok sayıdaki kişiyi birden etkilemesi, bu konuda grup davası açma olanağı tartışmasını gündeme getirmiştir. Amerikan Hukuku’ndaki grup davası olanağı Türk Hukuku’na yabancıdır. Çünkü usul hukukumuzda dava ehliyeti ancak gerçek ve tüzel kişilere tanınmıştır. Bu nedenle tüzel kişiliği olmayan toplulukların dava ehliyeti yoktur. Ancak, böyle bir dava olanağı tanınmasının çevre kirlenmesinden sorumluluk açısından yararlı olacağı belirtilmektedir. Grup davası açabilme olanağı her şeyden önce, kirleten üzerinde psikolojik bir etki yaratabilir. Toplumun belirli bir kesimini oluşturan kimselerin yargı organına topluca başvurabilmeleri ihtimali, çevreye müdahalede bulunanları bu konuda özenli davranamaya zorlayabilir. Öte yandan bu tehlike karşısında tek başlarına çekingen davranabilen bireylerin bir araya gelmek suretiyle bu çekingenlikten kurtulup, daha etkili bir biçimde halklarını almayabilecekleri de düşünülebilir. Bunlardan başka grup davasının usul ekonomisi bakımından da yararlı olabileceği ileri sürülebilir. Ancak, gerek psikolojik etki, gerek usul ekonomisi düşünceleri bir takım sorunları da beraberinde getirmektedir. Bir kere özellikle tazminat davaları açısından grup davasının sakıncaları söz konusu olabilir. Grup savlası tek dava kastediliyorsa çevre kirlenmesinden zarar gören kişilerin zararlarının ayrı ayrı hesaplanması gereği, ayrı ayrı açılmış davalar gibi mahkemeleri meşgul edecektir. Bundan başka çevre kirlenmesinden zarar gördüğünü iddia ederek dava açan kişilerin bir kısmının halksız çıkması da mümkündür, Bu takdirde; açılmış olan tek davanın bir kısım davacılar bakımından reddedilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Aynı nedenle, kanun yollarına başvurmak bakımından da bazı, sorunlar söz konusu olabilecektir. Bundan başka özellikle kalabalık grup davalarında feragat sulh vb. taraf usul işlemlerinin de, usul ekonomisine ters düşen ve çözülmesi güç sorunlar oluşturmasında mümkündür. Ayrıca, psikolojik etkinin ters yönde oluşması da olabilir ihtimaldir. Tek başına daha düşünceli davranabilen bireylerin, bir araya gelince, özellikle kışkırtmalar sonucu temelde haksız olan davaları açabilecekleri düşünülebilinir. Bu gibi sakıncalar bakımından grup davası kavramına ihtiyatla yaklaşmak, usulün genel ilkelerine istisnalar tanımanın muhtemel sonuçları ayrıntılı bir biçimde değerlendirmek gerekir. Öte yandan grup davası ile sağlanabilecek kolaylıkların hukukumuz açısından 166 mümkün olan sübjektif dava birleşmesi yani, dava arkadaşlığı yolu ile de sağlanabileceğini belirtmek gerekir. Gerçekten, HUMK m. 4312'ye göre dava birden çok kişi hakkında aynı nedenden ya da benzer nedenlerden (vakalardan) doğmuşsa, bu kimselerin birlikte dava açmaları (veya onlara karşı, birlikte dava açılması) mümkündür. Buna göre, çevre kirlenmesinden zarar gören kişilerinde, çevreyi kirleten ve bu şekilde zarar veren kimseye karşı, HUMK m. 43/2 hükmü çerçevesinde, birlikte dava açmaları mümkündür. Ancak, bu takdirde açılan dava bir tek dava değildir. Tesise, birden çok davanın bir dava dilekçesi ile açılması söz konusudur, bu davalar ayrı davalar olmasına rağmen birlikte görülürler. Ancak, mahkeme dava arkadaşlıklarından her biri hakkında ayrı kara verir. Örneğin, davacılardan bir kısmının çevre kirlenmesinden zarar görmedikleri için davlarının reddedilmesi mümkündür. Böylece, tahkikatın ayrı ayrı yapılmasından doğan gereksiz giderler önlendiği gibi, benzer konularda faklı kararlar çıkması da önlenmiş olur. Çevreye müdahaleye ve çevre kirlenmesine ilişkin, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 11.3.1982 ve 24.6.1985 günlü kararlarına konu olan olaylar davacı tarafta dava arkadaşlığı örnek olmak gösterilebilir. İlk olayda, tarlalarının sulanmasında kullandıkları memba suları idarece kamulaştırılan çeltik ekicileri, idareciye karşı birlikte dava açmışlardır. İkinci olayda da tarla sahipleri, akan suya karışan petrol artıkları yüzünden uğradığı zararların tazmini, işin petrol şirketine karşı birlikte dava açmışlardır. Söz konusu kararların yazılış biçimlerinden, davacı tarafta, ihtiyari dava arkadaşlığı (sübjektif dava birleşmesi) olduğu anlaşılmaktadır. Belirtelim ki, çevre kirlenmesinden doğan uyuşmazlıklarda dava arkadaşlığı sadece davacı (zarar gören) için söz konusu değildir. Birden çok kirletene karşı, benzer nedenlerden (vakıalardan) dolayı sübjektif dava birleşmesi yoluyla yani davalı tarafta dava arkadaşlığı dava açılması da mümkündür. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 23.2.1981 ve 29.3.1982 günlü kararına konu olan olayda, çevre kirlenmesinden zarar gören davacı, çevreyi kirleten Karadeniz Balkır İşletmeleri A.Ş. ve Azot Sanayi TAŞ. aleyhine subjektif dava birleşmesi yoluyla dava açmış ve davalar birlikte görülüp karara bağlanmıştır. 4.Çevre Hukukundan Doğan Uyuşmazlıklarda Hukuki Yarar Koşulunun Sınırı: Çevre kirlenmesinden doğan uyuşmazlıklarla, özellikle tazminat davalarıyla ilgili olarak Çevre Kanunu’nun dava ve taraf ehliyeti ile hukuki yarara ilişkin yeni ve 167 açık bir düzenleme getirmediğinden yukarıda söz edildi. Gerçekten 2872 sayılı Çevre Kanunu incelendiği zaman, bu konularda hüküm bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle, çevreye müdahalesinden doğan Özel Hukuk uyuşmazlıklarında, ehliyet ve hukuki yarar konularında, bundan sonrada (yani Çevre Kanunu uygulamasında) genel hükümlere göre hareket edilmesi gerekecektir. Ancak, çevre kirlenmesinden doğan zararın önlenmesi veya tazmini davalarındaki hukuki yarar kavramı, Çevre Kanunu ile biraz daha belirginleşmiş gibi gözükmektedir. Gerçekten, Çevre Kanunu’ndan önceki dönemde, taşınmaz malikinin sorumluluğu hakkında Medeni Kanun hükümleri genişletici bir yorumla çevre kirliliğini çözmek için uygulanmıştır. Oysa Çevre Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle başka kriterlere gerek ka1maksızın “kirleten ödemelidir” ilkesi girmiştir. Böylece hiç değilse çevre kirlenmesinden doğan davalarda hukuki yarar, kirlenmeden etkilenen herkes için söz konusu olmuştur. Çünkü Çevre Kanunu’nun amacı “bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesidir”. (Çev. K. m. 1) Acaba bu ilkeden hareketle çevreyi kirleten ya da bozan bir faaliyetten zarar görenler yanında haberdar olan kimselerin de bu faaliyetin durdurulmasını istemek konusunda bir dava hakkı olduğundan söz edilebilir mi? Yürürlükteki düzenleme karşısında, kirlenmeden zarar görmeyen kimselerin kirletici faaliyetin durdurulması için dava hakkının olduğu söylenemez. Çünkü çevre kirlenmesinden zarar görmeyen, etkilenmeyen bir kişinin, genel hükümlere göre, aktüel ve kişisel bir hukuki yararı yoktur. Çevre Kanunu’nun getirdiği düzenleme ile böyle kişisel bir yararın varlığını dava açmak bakımından öngörmemiştir. Ancak, Çevre Kanunu’nun 30. maddesi ile çevreyi kirleten ya da bozan bir faaliyetin zarar gören veya haberdar olan kişilere, bu faaliyetin durdurulması için idari makamlara başvurma olanağı tanımıştır. O halde, Çevre Kanunu ile getirilen düzenlemeye göre, hukuki yarar kavramındaki belirginleşme kimin için söz konusudur? Sanıyorum ki, çevreye müdahale nedeniyle adli yargıya başvurma konusunda hukuki yararı belirginleşen devlet ve yerine göre il, belediye ve köy tüzel kişilikleridir. Devlete çevreyi kuruma konusunda bir ödev yükleyen Anayasa’nın 56. maddesi ve Çevre Kanunu’nun 1. maddesi karşısında çevreye müdahale konusunda açılacak davalar bakımından devletin hukuki yararı var sayılmalı bu konuda her zaman aktüel bir yararın bulunduğu kabul edilmelidir. Özellikle, idari yolla önlem alınabilmesi olanağı hukuki yararı ortadan kaldırıcı nitelikte gö168 rülmelidir. Bu konuda yukarda incelenen 25.12.1982 günlü 1. Hukuk Dairesi kararındaki değerlendirmeler hareket noktası oluşturmalıdır. 3.3 GÖREV VE YETKİYE İLİŞKİN SORUNLAR Çevre kirlenmesinden doğan davalar bakımından görev ve yetki konusunda genel hükümler uygulanmaktadır. Çevre Kanunu’ndan önceki bir kısım Yargıtay kararında özellikle göreve ilişkin konuların irdelendiği görülmektedir: 1. Çevre Kirlenmesinden Doğan Davalarda Göreve İlişkin Sorunlar: Yargıtay’a göre, MK m. 661'e dayanılarak açılan davaların münhasıran asliye hukuk mahkemesinde görülebileceğine ilişkin bir görev kuralı yoktur. Çünkü “bu kabil davalarda değer tayini mümkündür”. Değer tayinin mümkün olduğu hallerde dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir, şayet davacı bir şeyin yapılması suretiyle zararının giderilmesini istemişse “bunun dava gününde ne miktar yapılabileceği bilirkişi marifetiyle tespit edilerek görev yönünün ona göre tayini” gerekir. Dava, davalılara ait apartmandaki kalorifer bacasının nizamına uygun olarak yapmamış olmasından dolayı dumanlardan rahatsız olduğu cihetle bacanın 3,5 metre daha yükseltilmesi suretiyle zararın izalesine karar vermesi talebinden ibarettir. Mahkemenin görevi, yapılması istenilen tesisatın değerine göre tayin edilir. Dava dilekçesinde bu değer gösterilmemiştir. Bilirkişilere bu değerin takdir ettirilmesi icap eder. Görüldüğü gibi, mülkiyet hakkının taşkın kullanılmasından doğan tazminat davalarında, görev konusunda genel hükümler (HUMK m. 1–8) uygulanmaktadır. Çevre Kanunu ile göreve ilişkin özel bir düzenleme öngörülmediğinden, çevre kirlenmesinden doğan davalarda, bundan sonra genel hükümler uygulanacaktır. Buna göre: Çevre kirlenmesinden doğan hukuk davalarından konusu iki milyon lirayı geçmeyenler Sulh Hukuk Mahkemesi’nde, iki milyon lirayı geçenlerse asliye hukuk mahkemelerinde görülecektir (HUMİK m 8/1). Yukarıda incelenen yargı karalarında da görüldüğü gibi açılan dava kirlenmenin önlenmesi için bir şeyin yapılmasına yaptırılmasına ilişkinse, bu takdirde dava konusu (müddeabih) yaptırılması istenen şeyin (örneğin, bir filtrenin ya da bir bacanın) davanın açıldığı tarihteki değerine göre belirlenecektir. 2. Çevre Kirlenmesinden Doğan Davalarda Yetkiye İlişkin Sorunlar: Çevre kirlenmesinden doğan tazminat ve önleme davalarında da genel kural uygulanmalıdır. Çünkü Çevre Kanunu görev konusunda olduğu gibi yetki konusunda da özel bir düzenleme getirmemiştir. Buna göre: Çevre kirlenmesinden 169 zarar gören kişi HUMK m. 9'a göre davanın açıldığı tarihte davalının (kirletenin) ikametgâhı mahkemesinde veya HUMK 21. maddeye göre haksız fiilin «vuku bulduğu mahal» mahkemesinde tazminat davası açabilir. Çevre Hukuku bakımından burada önemli olan haksız fiilin “vuku bulduğu mahal” sözlerinden ne anlaşılması gerektiğidir. Çünkü özellikle havaya karışan zararlı maddelerin rüzgâr, yağmur gibi atmosfer olayları sonucu uzaktaki bir yerde zarara yol açtığı durumlarda, birden çok mahkemenin yargı çevresinin söz konusu olması mümkündür. Aynı şekilde, akarsulara karışan kimyasal atıkların akarsu yatağının aşağı kesimlerinde zarara yol açması da söz konusu olabilir. Acaba, bu gibi durumlarda haksız fiilin vuku bulduğu yer neresi sayılmalıdır? Yargıtay kararlarına göre, haksız fiilin yapıldığı veya sonucunun meydana geldiği yer olarak kabul edilmektedir. Bu duruma göre, çevre kirlenmesinden zarar gören kişinin: 1) Kirletenin ikametgâhında, 2) Kirletici faaliyetin yapıldığı yerde, 3) Zararlı sonucun doğduğu yerde dava açması mümkündür. 3.4 DAVA NEDENİNE VE HUKUKİ NEDENE İLİŞKİN SORUNLAR Çevre kirlenmesinden doğan davalarda, dava nedenle ve davacının hukuki nedenine ilişkin konuların da kısaca incelenmesi gereklidir. Dava nedeni kavramı, çağdaş usul hukuku kurallarının çok tartışılan konularındandır. Öğretide ve uygulamada çoğunlukla kabul edildiği gibi, davacının mahkemeden istediği hukuki himayenin dayanağını oluşturan ve istemini doğrulayan (talep sonucunun dayanağı olan) vakıalardır. Usul Hukukumuzun sistemine göre davacının dava dilekçesinde dava nedenini oluşturan vakıaları göstermesi zorunludur. Hâkim davacının dava dilekçesinde göstermediği vakıaları kendiliğinden inceleyemez (HUMK m. 75, 1). Buna karşılık, davanın hukuki nedeni davacının isteminin dayanağı olan vakıaların (yani, dava nedeninin) hukuki niteliği olup, davacının hukuki nedenleri (yani, kanun maddelerini) dava dilekçesinde belir1emesi zorunlu değildir. Çünkü hâkim Türk kanunlarını kendiliğinden uygulamakla yükümlüdür (HUMK m. 76). 28712 sayılı Çevre Kanunu'nun yürürlüğe girilmesiyle, mahkemelere çevre kirlenmesiyle mücadele konusunda yeni imkânlar getirilmiştir. Öte yandan bu güne kadar çevre sorunlarının çözümünde önemli bir hukuki dayanak oluşturan Medeni Kanun hükümleri (m. 656, 661) ile çevreye müdahale ve bu konudaki sorumluluğa ilişkin çeşitli hükümler söz konusudur. 170 Acaba, çevreye müdahale nedeniyle tedbir alınmasını, ya da uğradığı zararın tazminini isteyen kimse, kirletene karşı dava açarken hukuki nedenler bakımından bir niteleme yapmak zorunda kalacak mıdır? Başka bir deyişle, kirlenmeden zarar gören kimse hangi kanun hükmüne dayandığı madde olarak göstermek zorunda mıdır? Çevre Kanunu’nun kirlenmeden doğan sorumluluğun niteliği (Çev. K. m. 3/f ) konusunda getirdiği yeni düzenleme karşısında bu konu önem kazanmaktadır. Yukarıda genel olarak belirtildiği gibi, çevre kirlenmesi konusundaki davalarda da, davacının dava dilekçesinde hukuki nedenleri göstermesi zorunlu değildir. Çevre kirlenmesi konusunda farklı sorumluluk nedenlerinin ve türlerinin bulunması hâkimin Türk Kanunları’nı kendiliğinden uygulamak görevini (HUMK m, 76) ortadan kaldırmaz. Yani, davacının dava dilekçesinde Çevre Kanunu’na mı, yoksa Medeni Kanuna ya da Ticaret Kanunu’na mı dayandığını madde olarak göstermesi gerekli ve zorunlu değildir. Önemli olan, uyuşmazlığın temelini oluşturan vakıaların eksiksiz bir biçimde dava dilekçesinde belirtilmesidir: Kirletici faaliyet nedir? Ne zaman ve nerede meydana gelmiştir? Bir zarar var mıdır; varsa kapsamı nedir? Sorumlu kimdir? vb. İşte, bu gibi soruların cevabı eksiksiz olarak verilmişse hâkim hukuki nitelemeyi yapacak ve Türk Kanunları’nı kendiliğinden (görevinden ötürü) uygu1ayacaktır. 3.5 İSPATA VE DELİLLERE İLİŞKİN SORUNLAR Çevre kirlenmesinin önlenmesi ve kirlenmeden doğan zararın tazmini amacıyla açılan davalarda ispat ve delil konusu diğer hukuki konularının yanında özel bir önem taşımaktadır. Gerçekten konuya ilişkin yargı kararlarının önemli bir bölümünde, sorunun kirlenmenin ya da kirlenme etkisinin ispatlanması, noktasında toplandığı görülmektedir. Hemen belirtelim, Çevre Kanunu kirlenmenin veya etkisinin ispatına ilişkin özel bir düzenleme getirmiş değildir. O halde bu konuda usulün genel hüküm lerine göre hareket edilmesi gerekecektir. Usul Kanunumuzun sistemine göre, hukuki olaylar (maddi vakıalar) her türlü delille ispatlanabilir. HUMK m. 287'nin aksi anlamı, m, 293/2. Çevre kirlenmesi ve kirlenmeden doğan zarar da, HUMK anlamında “maddi vakıa” olduğundan bu konuda her türlü delilin ileri sürülebilmesi ve mahkemece incelenmesi (HUMK m. 218) mümkündür. Yani tanık beyanı ve bilirkişi raporu gibi delillerin yanında, dava açılmadan önce oluşturulmuş delilerden de yararlanılabilir. Gerçekten, uygulamada çevre kirlenmesinin ve bundan doğan zararların ispatında çoğunlukla bilirkişiye başvurulduğu, bazen de tanıkların dinlendiği görülmektedir. 171 Bu alandaki sorunları saptayabilmek için konuya ilişkin yargı kararlarından örnekler vermek yerinde olacaktır. 1. Çevre Kirlenmesi Konusunda Bilirkişiye Başvurulması: Yargıtay kararına göre kirletici faaliyetin ve sonuçlarının saptanması açısından genellikle bilirkişi incelemesi yapılması gerekmektedir. İşkembeci dükkânının koku ve gürültülerinin önlenmesi için açılan davada “davaya konu olan hususların bu işlerde yeteneği olan kimselere” incelettirilmesi gerekir. Davalının fabrikasının bacasından çıkan S0 2 gazının davacının bahçesine zarar verip vermeyeceği kesin biçimde bilirkişiye tespit ettirilmeden verilen karar bozulmalıdır. Komşuluk hakkından doğan zararlı durumun tespit edilmesi ve alınacak tedbirlerin belirtilmesi işi ihtisas konusudur. İncelemenin bir mühendise yaptırılması gereklidir. Bilirkişiler raporlarında rahatsızlığı azaltacak ve giderecek tedbirlerinin neler olduğunu açıkça önermiş ve belirtmişlerdir. Bilirkişilerin, ilamın infazına esas olarak öngördüğü hususların hüküm fıkrasında açıkça yer alması gereklidir. Uyuşmazlığın niteliğine göre, mahkemece izlenmesi gereken yol, öncelikle uzman bilirkişiler kurulunca yerine getirilmesi önerilen önlemlerin alınmasının parasal yönünün neden ibaret bulunduğunun kesin alarak saptanması gereklidir. Görüldüğü gibi, Yargıtay uygulamasına göre hem çevreye müdahalenin varlığının ve meydana gelen zararın saptanması, hem de çevreyi kirletmenin önlenmesi için alınacak tedbirlerin belirlenmesi bakımından bilirkişiye başvurulması zorunlu görülmektedir. Gerçekten, çevreye müdahalenin varlığının bir zarar meydana getirip getirmediği, meydana gelen zararın ne ölçüde olduğu ve önleyici tedbirlerin neler olabileceği uzmanlık gerektiren konulardandır. HUMK m. 275, 1'e göre ise mahkeme çözümü özel ve teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. O halde çevre kirlenmesi konusunda bilirkişiye başvurulmasının özel bir önemi olduğu söylenebilir. Ancak, çevre kirlenmesinin veya zararın tespiti konusunda bilirkişiye başvurulması olanağı uyuşmazlıkları çözmekte yeterli olamamaktadır. Hatta bazı durumlarda davanın uzamasına da neden olmaktadır. Örnek: Davacı taraf, nohut ektiği tarlasının yakınında davalı Ş'nin tahıl tarlası bulunduğunu, öteki davalıya uçakla ilaçlama sonucu ürününün zarar gördüğünü bildirerek, her iki davadan belirttiği zararının giderilmesini istemiştir. Davalılar, 172 davacının zararının ilaçlamadan değil, antraknos hastalığından kaynaklanacağını savunmuşlardır. Davacı tarafın, davalıların gıyaplarında yaptırdıkları delil tespitinde, bilirkişi zaman zararı ilaçlamaya; davalılarında aynı biçimde yaptırdığı delil tespitinde bir başka bilirkişi zararı anılan hastalığa bağlamış; mahkemece keşifte dinlenen bilirkişi ise önceki raporlara değinmeksizin ilaçlama yapılmışsa zararın ondan doğmuş olabileceğini bildirmiş ve iddia tutarını doğrulamıştır. Yerel mahkemece, bu delilerle dava kabul edilmiştir. Zararın ilaçlanmadan mı, yoksa antraknos hastalığından mı kaynaklandığı kesinlikle saptanmış değildir. Öncelikle bu konunun açığa kavuşturulması gerekir. Birbiriyle çelişkili bilirkişi raporları bulunduğuna göre, yetenekli kişilerden oluşan bir kurula durum incelettirilmeli, kuşkuları giderecek biçimde önceki raporların eleştirileri sağlanmalıdır. Yukarıdaki olayda da görüldüğü gibi, bazen bilirkişi raporlarını mahkemeye yeterli kanaat verecek nitelikte olmaması mümkündür. Özellikle, yeterli bilgisi ve uzmanlığı olmayan kimselerin verecekleri raporlar uyuşmazlığın çözülmesine katkıda bulunmayacakları gibi yeni bilirkişilere başvurulması suretiyle davaların uzamasında neden olabilirler. Bu durumun önlenmesi için bilirkişi seçiminde özen gösterilmesi zorunludur. Mümkün olan durumlarda Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü’nden bilirkişi seçilmesi çevre kirlenmesine ilişkin teknik konuların kolaylıkla çözümlenmesine yardımcı olabilir. Uygulamada bu yönde örnek1erde görülmektedir. Elazığ 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü'nden seçilen üç kişilik bilirkişi raporuna dayanılarak, çimento tozlarının çevredeki bitkilerin gelişmesini önlemediği, çimento tozlarının (davacı) iplik fabrikası bina ve bahçelerine aşırı bir düzeyde veya taşkınlık derecesinde bir kirlilik yapmadığı görüşüne varıldığından davanın reddine karar vermiştir. Ancak hemen belirtelim ki, bilirkişilerin Çevre Genel Müdürlüğü’nden seçilmesi zorunlu değildir. Bu nedenle, yapılacak kanun bakımından (de lege feranda) başka konularda olduğu gibi resmi bir bilirkişilik müessesesi oluşturulması da düşünülebilir. 2. Davadan Önce Oluşturulan Deliller ve Özellikle Delil Tespiti: Çevre kirlenmesinin ve etkilerinin ispatı konusunda tek sorun bilirkişilik değildir. Bazen, belli bir zaman kesitinde meydana gelen çevre kirliliğinin (Çev. K. m, 2/c) belli bir zararı oluşturduğunun tespiti sorun çıkarabilir. Örnek: Davacılara ait tespit raporunda belirtilen olguların davacı şirkete ait tesislerden kaynaklandığı ve arazideki petrol hattında zaman zaman patlamalar 173 olduğu tanık M. T. ile bunları kısmen tamamlayan N’nin beyanları ile sabittir. Mahkeme red kararına 16 Ağustos 1982 günü bilirkişi raporunu esas almıştır. Oysa bu bilirkişi raporu, olaydan 16 ay gibi uzun bir süre geçtikten sonra düzenlenmiştir, haklı olarak kesin bir sonucu da içermemektedir. Burada davadan önce (kirlenmeden hemen sonra) oluşturulan delillerle, davadan sonra başvurulan deliller arasındaki inandırıcılık konusu gündeme gelmektedir. Uyuşmazlık öncesi deliller (veya dava önce oluşturulmuş deliller, prouve preconstitue) taraflarca önceden, ilerdeki ispat güçlükleri nedeniyle hazırlanan ispat araçlardır. Belirtmek gerekir ki, uyuşmazlık önceki delilerin asıl uygulama alanı hukuki işlemlerdir. Ancak, maddi vakıaların ispat için de uyuşmazlık öncesi deliller oluşturabilmektedir. Bu duruma örnek vermek gerekirse, bir trafik kazasında çarpışan iki aracın olaydan hemen sonra fotoğrafını çektirmek uyuşmazlık öncesi delil oluşturmaktır. Böylece, ileride açılacak bir davada, araçlara ve çevrenin kaza sırasın daki durumu, tanık beyanlarından daha kuvvetli bir delille ispatlanabilir. Aynı şekilde, çevreyi kirleten bir faaliyetten hemen sonra kirlenme ve zarar konusunda mahkeme aracılığı ile delil tespiti yaptırmak da davadan önce delil oluşturmaktır. Görüldüğü gibi uyuşmazlık önce deliller yazılı delillerden ibaret değildir. Buna karşılık, uyuşmazlık sonrası delil diyebileceğimiz «a posteriori» deliller, önceden hazırlanmış olmayan ve dava ile aynı anda (dava sırasında) ortaya koyulan delillerdir. Diğer bir deyişle dava ilişkisinden (dava açıldıktan) sonra ortaya koyulan (la preuve apres coup) delillerdir. Uyuşmazlık öncesi delillerin üstünlüğü, bunların tanık ifadelerini, emareleri, çevreye müdahalenin etkilerini ayrıntılarıyla birlikte belge olarak maddeleştirmeleri ve bu şekilde uyuşmazlık konusu maddi vakıayı bütünü ile karakterize edebilmeleridir. Yani, uyuşmazlık öncesi deliller bir garanti fonksiyonunu yerine getirirler. Böylece, hukuki güvenliğin ve aynı zamanda davaların (süre bakımından) sınırlanmasının da önemli bir faktörü olurlar. Uyuşmazlık sonrası delillerde ise bu garanti yoktur. Özellikle dava sırasında başvurulan tanık beyanı bilinçli ya da bilinçsiz yanlış veya eksik bilgi tehlikesini beraberinde getirmektedir. Yukarıda açıklanan nedenlerle çevre kirlenmesinden (ya da çevreyi müdahaleden) doğan uyuşmazlıklardan dava açmayı beklemeden, fiilin meydana gelmesinden hemen sonra delil tespiti yaptırmak yararlı olacaktır. Belirtelim ki, bu konuda HUMK hükümlerine (m. 368–374) göre delil tespiti yaptırılabileceği gibi, idari 174 makamlara yaptırılacak tespitlerde yerine göre takdiri delil sayılabilir. 3. Delil Takdirine İlişkin Bazı Sorunlar: Çevre kirlenmesinden doğan ispat ve delil konularına ilişkin açıklamalara son vermeden önce bu husustaki delil takdiri sorunlarına da kısaca değinmek gerekir. Yukarıda çeşitli örnekler üzerinde incelenen uyuşmazlık türlerinde asıl sorunun, çevre kirlenmesinden doğan zararın, sorumlunun ve sorumluluğa ilişkin diğer bazı unsurların ispatındaki delil takdiri konusunda ortaya çıktığı görülmektedir. Gerçekten bu konularda hâkimin delilleri değerlendirmesine ilişkin önemli sorunlar vardır, Prof. Tandoğan bu konuda şöyle demektedir: Çevre kirlenmesinde, özelikle dava ve su kirlenmesinde zararın tutarını belirlemek, kirlenmeden etkilenen çeşitli canlıların (insan, hayvan ve bitkilerin) ve diğer doğal kaynakların bulunması yüzünden bunların sayısını, değerlerini ve etkilenme derecesini, ekolojik dengedeki bozuklukların sonuçlarını tespit etmek gibi yönlerden güçlükler taşır. Bundan başka, gürültü ve koku devamlı olmadığı takdirde, bundan doğan zararı da kanıtlamak kolay olmaz. Acaba, çevre kirlenmesinden doğan delil takdirine ilişkin bu sorunlara nasıl yaklaşılmalıdır? Kuşkusuz, hâkim bu konudaki bütün delilleri HUMK m, 240 hükmüne göre serbestçe değerlendirecektir. Fakat tam biri ispat söz konusu olmasa bile, ispat konusunda yeterli olacak ölçüde delileri değerlendirecektir. Gerektiğinde (yani, tam bir ispatın söz konusu olmadığı durumlarda) asıl uyuşmazlık, konusu olaya komşu olan olayların (fait voisin) ispatıyla yetinilebilmelidir. Yeter ki, delillerin tamamı karar için önemli olayların tamamını açıklayabilsin. Yani, deliller ikna edici olmalıdır. Son olarak şunu belirtelim: Delil ve ispat konusundaki güçlükler çevre kirlenmesinden doğan davaların adalete ve sağlıklı bir çevreye ilişkin toplumsal çıkarlara uygun kararlar verilmesine engel olmamalıdır. Çevre kirlenmesinden doğan “zarar miktarının tayinindeki güçlükten ve bu işlemin zaman alacağından bahisle tazminat talebinin reddedilmesi” kanuna aykırıdır. 3.6 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Bu incelemede, çevre sorunlarına ilişkin Yargıtay kararlarının medeni usul hukuku açısından değerlendirilmesine çalışılmıştır. Böylece, yargılanmaya ilişkin hükümlerin çevre sorunlarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda ne gibi özellikler gösterebileceği belirlenmiştir. İncelenen çeşitli kararlar Çevre Hukuku ile Medeni Usul Hukuku arasında küçümsenemeyecek bir ilişki olduğuna ortaya koymaktadır. Gerçekten, çevreye 175 müdahaleden kaynaklanan taleplerin mahkemede ile sürülebilmesi her şeyden önce Usul Hukuku kurallarının buna olanak tanımasına bağlıdır. Bir davanın esastan incelenip karara bağlanabilmesi için varlığı gerekli olan dava şartlarından ehliyet ve hukuki yarar yoksa dava dinlenemeyecektir. Ancak Yargıtay’ın son yıllardaki uygulamasıyla, özellikle hukuki yarar konusunda, çevre sorunlarına özel bir önem vererek esnek bir tutum izlediği gözlenmektedir. Örneğin, çevre kirlenmesinin önlenmesi bakımından idari yollara başvurma olanağının bulunması dava açmaya engel alarak görülmemiştir. Uygulamada, mahkemelerin görevine ilişkin sorunların da ortaya çıktığı görülmektedir. Özelikle çevre kirlenmesinin önlenmesi amacıyla, bir şeyin yaptırılması için açılan davalarda dava konusunun para olarak belirlenmemesi görevli mahkemenin saptanması bakımından sorunlar çıkarmıştır. Doğal olarak görev yönünden hatalı kararlar Yargıtay’ca bozulmaktadır. Bu bakımdan çevre hukukundan kaynaklanan davaların uzamaması için, dava konusunun tutar olarak belirlenmesinde baştan özen gösterilmesi yararlı olabilir. İspat ve delile ilişkin konulara gelince: Öncelikle, bilirkişilik konusu önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevre kirlenmesinin tamamıyla teknik nitelikle bir konu olması, uygulamada sık sık bilirkişilere başvurulmasını zorunlu kılmaktadır. Yargıtay da çevre konusunda titiz davranmakta, çevreye müdahalenin ve (varsa) zararın saptanması açısından uzman bilirkişilerden nitelikli görüşler alınmasını öngörmektedir. Bu konuda, yapılacak kanuni bir düzenleme ile resmi bilirkişilik müessesesinin oluşturulması, çevre sorunlarının daha kolay çözülebilmesi bakımından yararlı olabilir. Şunu belirtelim ki, Çevre Hukuku konularına ilişkin usul hukuku sorunları bu incelemede değinilenlerden ibaret değdir. Çevre kirlenmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda mahkeme önüne gelmekle, dava açılması ile başlayıp kesin hükme uzanan bir yola girmiş olur. Yani, çevre kirlenmesinden ya da çevreye müdahaleden kaynaklanan davaların çıkarlar dengesine uygun ve adaletli bir biçimde karara bağlanmasında Usul Hukuku kurallarının da fonksiyonu vardır. Önemli olan, bu usul hükümlerinin Çevre Hukuku’nun amaçlarına ve toplumsal çıkarlarına uygun bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasıdır. 176 BİBLİYOGRAFYA 1 - Mahkeme kararlarında çevre sorunları – Ankara–1986 Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını. 2 - Türkiye'nin Çevre Politikası nedir? Ne olmalıdır. T.C.S. Vakfı Yayını–1987 – Ankara. 3 – ÇED. Uygulamasından örnekler. T.C.S. Vakfı Yayını 1987 - Ankara 4 - Çevresel Etki Değerlendirmesi - Orhan Uslu. T.C.S. Vakfı Yayınları – 1986 - Ankara 5 – Türk Çevre Mevzuatı T.C.S. Vakfı Yayını -1988 - Ankara 6 - Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Su ve Toprak Kaynakları Özel İhtisas Komisyonu Raporu – 1988 - Ankara 7 - Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynakları Özel İhtisas Komisyonu Tarım Arazilerinin Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması Alt Komisyonu Raporu -1988 – Ankara BÖLÜM VII SINIRAŞAN SULAR 1. Sınıraşan Sular Hukuku Bilindiği gibi çevreyi oluşturan en önemli unsurlardan olan su ile insanoğlunun hukuksal ve teknolojik anlamda ilişkisi insanlık tarihi kadar eskidir. Su, Roma Hukuku’nun doğup tedvin edildiği çağlardan bu yana insanoğlunun-mülkiyet konusu etme anlamında-üzerinde egemenlik kuramadığı, özel mülkiyete konu edemediği kamuya ait şeylerden sayılmıştır. Bu anlayış genel hatları ile bugünkü ulusal hukuk düzenlerince benimsenmiştir (1). Su kaynakları doğal hidrolik düzen (Cycle Hydraulogic) üzere devamlı hareket halindedir. Bu nedenle de öncelikle doğa kanunlarına tabidir. Bu doğal servetten en uygun şekilde yararlanmak, bu doğal serveti ekonomik hale getirmek, çağımızın gösterdiği ihtiyaçlar nedeni ile zorunlu olduğundan çağdaş teknolojiye uygun hukuksal düzenlemeler getirtmesini gerektirmiştir. Ülke sınırlan içerisinde bulunan su kesimi için Roma’dan başlayarak İslam Hukuku’nda, anayasalarda ve diğer iç hukuk düzenlemelerinde su kullanımına ilişkin esaslar her zaman devletler tarafından yürütülmüştür. Bu açıdan sulara ilişkin ulusal hukuk sistemlerinin günümüze ulaşana dek geçirdiği zengin bir tarihi vardır. Ancak uluslararası 177 nitelikteki suların devletler arası paylaşımını ya da tahsisini düzenleyen uluslararası kurallar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu noktada uluslararası su paylaşımı veya tahsisi kurallarına geçmeden önce uluslararası hukuk literatüründe su kavramının ne olduğuna bakmak gerekmektedir. Bugüne dek uluslararası hukukta tam anlamı ile yapılmış bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun son çalışmalarında ortaya koyduğu taslak metinlerde; "Fiziki bakımdan bir tek bütünü oluşturan ve ortak bir noktaya varan yer üstü ve yer altı suları sistemi" biçimindeki tanımlama üzerine çıkan tartışmalar halen sürmektedir. Bu tanımlamada yer üstü sularının yanı sıra yer altı sularının da tanıma dâhil edilmesi tartışmaların ana nedeni olmaktadır (2). İçinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde devletlerin egemenliği ilkesi sıkı sıkıya korunurken doğanın müştereken kullanımı anlamında devletlerin kendilerini bağlayan kuralları koymaları da zorunludur. Anlaşmalar yaparak uluslararası teamüller yaratıp geliştirerek, uluslararası kuruluşlar kurarak bağlayıcı kurallar oluşturmaktadırlar. Ancak bütün bu çalışmalara rağmen halen "uluslararası hukuk çerçevesinde anlaşma düzeyine ulaşmış" yaptırım kurallarını da içeren, bütün devletleri bağlayan, suların endüstri, tarım, içme ve kullanma amaçlarına yönelik kullanımını düzenleyen evrensel boyutlarda bir metin yoktur (3). Kimi devletlerin ikili ya da bölgesel olarak yapmış oldukları anlaşmalar ise yalnızca taraf olan devletleri bağlamaktadır. 1.1. Uluslararası Sular Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu, uluslararası suları şöyle tanımlamaktadır: "Çeşitli devletlerde bölümleri bulunan su" Bu tanımdan hareket edildiğinde, bir suyun birden çok devlet topraklarından geçmesi, ya da birden çok ülke sınırını oluşturması, bu suya "uluslararası su" niteliği kazandırmaktadır. O halde uluslararası suları; a) Sınır oluşturan sular, b) Sınıraşan sular şeklinde sınıflandırabiliriz. Bu sınıflandırmaya göre sularımızı ele aldığımızda; Meriç, kısmen Arpaçay, kısmen Aras sınır oluşturan su sınıfına girmektedir. Fırat, Dicle, Asi, Çoruh, Aras, Kura sınıraşan sular özelliği göstermektedirler. Yukarıda daha önce de açıklandığı üzere uluslararası hukuk açısından uluslararası sularla ilgili olarak, oluşmuş, açıklık kazanmış hukuk kuralları bulunmamaktadır. Hal böyle olunca da sulara ilişkin anlaşmazlıklar, devletlerin diplomatik 178 yaklaşımları, görüşmeler ve pazarlıklar ile çözümlenmektedir. Uluslararası sulardan sınır oluşturan sularda sınırdaş devletlerin, bu sulardan yararlanması, bu suları kullanma hakkı teemmül halinde henüz oluşma aşamasındadır diyebiliriz. Bu konuda Türkiye'nin iki taraflı ya da bölgesel anlaşmalara imza attığı görülmektedir. Örneğin; Yunanistan’la 1934’te ve 1960’da imzalanmış anlaşmalar vardır. Bu anlaşmaların içeriğinde sınır oluşturan sularla ilgili kimi düzenlemeler ile birbirlerine zarar vermeme ilkesi bulunmaktadır. Bu anlaşmalarda suların paylaşımı ile ilgili düzenlemeler bulunmamaktadır. Sovyetler Birliği dağılmadan önce, 1927’den bu yana Arpaçay ile ilgili bu tür anlaşmalar yapılmıştır. Sınıraşan sularımıza gelince; bugün Türkiye ile kimi komşuları arasında rahatsızlıklara neden olan talep ve tartışmalara sağlıklı bir açıklama getirmek açısından, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu konuda taraf olduğu bölgesel ve ikili antlaşmaları kısa kısa açıklamakta yarar vardır. 1- 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Sulh Muahedenamesi'nin IV. kısmında yer alan 109. madde ile getirilen düzenleme sınıraşan sulara ilişkin ilk düzenleme olarak diplomatik tarihimizde yer almıştır. I. Dünya Savaşı’nın başlamasında önce o zamanki Osmanlı eyaletleri olan Suriye ve Irak'la, Türkiye arasında mevcut bulunan su rejimlerinin devamını temin için, bu üç devlet arasında anlaşmalar yapılmasını öngörmüştür. Yapılacak anlaşmalarla, ilgili devletlerden birindeki su rejiminin, diğer bir devletteki tesislere bağlı olması halinde, bunların değiştirilmemesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce ilgili devletlerin kullandıkları su miktarının kazanılmış hak şeklinde saklı tutulması sağlanacak ve ayrıca ilgili devletler, birbirlerinin menfaatlerini de gözetleyeceklerdir. 2- Türkiye'nin kendi ülkesinden çıkıp Suriye'ye geçen sularla ilgili olarak imzaladığı diğer anlaşmalar 1921 Türk-Fransız Anlaşması, 1926 Türk-Fransız Anlaşması ve 1930 sınır protokolüdür. Ancak Suriye, Mandater Fransa’nın Suriye adına yapmış olduğu bu anlaşmaları tanımadığı için bunların detaylarına inmenin bir yararı bulunmamaktadır. 3– 1946 yılında Irak ile imzalanan Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması ile Türkiye, Dicle, Fırat ve bunların kollan üzerinde yapılacak korunma araçlarına ilişkin tasarılarını, bu yapıların imkân ölçüsünde hem Türkiye hem Irak yararına uygun olması maksadıyla, Irak'a haber vermeyi kabul etmiştir. Bu hükmün öngördüğü koruma araçları, taşkından korunmaya yönelik olup, su paylaşımı ile ilgili herhangi bir yükümlülük getirmemektedir. Görüldüğü üzere Türkiye'nin 1987'ye kadar imzaladığı anlaşmalarla üstlendiği tek 179 yükümlülük Lozan Anlaşması’nın 109. maddesidir. Bu maddeyi daha detaylı bir biçimde yorumlayarak ileride ne gibi yapılanmalara ya da ne gibi anlaşmalara dayanak olabileceğini düşündüğümüzde vardığımız sonuç şudur: Bu maddenin getirdiği yükümlülüğün ulaşabileceği sınırlar anlaşmalarla saptanacak, bu saptanacak sınır, kazanılmış hakların altına düşmeyecektir. Türkiye, Suriye ve Irak'ın birbirlerinin çıkarlarını dikkate alacaklarına ilişkin taahhüt, kazanılmış hakların altına düşmeyecek, ancak bu hakların üstüne çıkabilecektir. Ancak, hiçbir egemen devletin kendi çıkarları aleyhine olan talepleri kabule zorlanamayacağı düşünüldüğünde, su pazarlığında Türkiye kendi çıkarlarını gözardı edecek ölçüde su vermeyi kabul etmeyecektir. Öte yandan devletler hukukunda kazanılmış hakların tespit edildiği tarihten öteye uzatılabileceğine ilişkin hükümler bulunmadığından Lozan Anlaşması’ndan sonra Suriye ve Irak su kullanımını artırmışlarsa, bu artan miktar kazanılmış hak sayılmayacaktır (4) Ayrıca eğer bir su taksimi yapılacaksa kazanılmış hakkın düşmesinden sonra geri kalan sular değil, haklar düşmeden önce var olan suların taksime esas alınması gerekecektir. Bu husus dahi bir devletler hukuku kuralıdır. 2- 1987 yılında Suriye ve Türkiye Başbakanlarının imzaladığı (KEK) protokolde; Türkiye Atatürk Barajı’nın doldurulması sırasında ve kesin bir su tahsisi yapılana dek, Suriye sınırından ortalama 500 m 3/sn su bırakmayı taahhüt etmiş ve bu güne kadar da bu taahhüdü uygulamıştır. Böylece mansap ülkeler Suriye ve Irak, yaz aylarında su sıkıntısı çekmediği gibi, taşkın mevsimlerde de bu tehlikeden korunmuşlardır. Yani Türkiye'nin inşa ettiği barajlara bu ülkenin hiçbir mali katkıları bulunmazken, bu barajlardan yıllardır yararlanmaktadırlar. 3- Yukarıda sözü edilen 500 m 3/sn su, tek taraflı olarak Türkiye'nin tahsis ettiği bir su miktarı olup, Türkiye'nin kullanımı arttıkça elbette azalacaktır (5). Suriye ve Irak şu anda geçici olarak verilen 500 m 3/sn’nin çok üstünde bir talepte bulunmaktadır. Oysa tüzüğün tamamlanmasından sonra toplam kapasitesi 84,2 milyar metreküp olan Fırat ve Dicle Nehir Havzaları’nda bulunan (6) Irak ve Suriye'nin su talepleri, nehirlerin toplam su miktarını aşan düzeydedir. Lübnan ve Suriye'yi kat ederek Türkiye'den denize dökülen Asi Irmağı’nda ise suların %95 ini Suriye ve Lübnan %2’sini Türkiye kullandığı halde Suriye bu kullanımı pazarlık konusu dahi yapmak istememektedir. Suriye’nin bu haksız uygulaması Hatay'a bakış açısından kaynaklanmaktadır. Zira Suriye halen Hatay'ı Suriye toprağı saydığı için "Asi Irmağı Türkiye'yi ilgilendirmez, çünkü Ürdün'den doğup, Suriye topraklarından denize dökülüyor" diyebilmektedir, (7) 180 Türkiye'nin geçici olarak Fırat yatağına bıraktığı 500 m 3/sn su şimdilik çok büyük ikramdır. Ancak Suriye, Arap ülkelerinin önemli bir bölümünü örgütleyerek Türkiye aleyhine bir lobi oluşturma gayretine girmiştir. Arap ülkelerinin Suriye’nin yanında yer almasının sebebi, pek çoğunun mansap ülkesi olmasıdır. Suriye, Irak, Mısır hep mansap ülkesidir. Arap ülkelerinin bu tutumu, Türkiye'den talepleri, hakça ve akılcı biçimde yapılan tespitlere ve su kullanımına ilişkin nazariyelere uymamaktadır. 1.2 Kullanım Hakkına İlişkin Nazariyeler İle Irak-Suriye Taleplerinin Karşılaştırılması Uluslararası bir suyun (özellikle sınıraşan bir suyun) sularının kullanımı ele alındığında, suların paylaşılması sorunu şeklinde bir değerlendirmenin mansap ülkeler dışında pek taraftar bulmadığı görülmektedir. Sınıraşan sular veya su sistemlerinin kullanılmasını düzenleyen bağlayıcı ve yaptırım hükümlerini de taşıyan uluslararası kurallar henüz tam anlamı ile oluşmamış ise de günümüze dek tartışıla gelen görüşleri açıklayarak sıralamada yarar bulunmaktadır; a) Mutlak Hükümranlık Görüşü: Diğer kıyıdaş ülkelere vereceği zarara bakılmaksızın su kullanma özgürlüğüne sahip olmak. Bu görüş uluslararası düzeyde bir kabul görmemiş ve tartışması dahi yapılmayan bir ilke olarak kalmıştır. b) Mutlak Bütünlük Görüşü: Yukarıda açıklanan görüşün tam tersi bir görüş olup, sınıraşan nehirlerin taşıdığı doğal su miktarı ve kalitesini değiştirecek her türlü faaliyeti yasaklamayı savunmaktadır. Suriye, Irak, Mısır, Bangladeş gibi mansap ülkelerinden yandaş bulabilmektedir. Bu görüşe göre Türkiye'nin Keban, Karakaya, Atatürk, Kralkızı, Dicle, Birecik, Kargamış barajları ile GAP sulama sistemlerini yapmaya ve Dicle ile Fırat’ın sularını bu projelerde tasarruf etmeye hakkı yoktur. Bu görüş bu katı haliyle uygulanabilirlikten uzaktır. c) Sınırlı Bölgesel Hükümranlık Görüşü: Bu görüşe göre sınıraşan suları kullanan ülkeler diğer ülkelere zarar vermemelidir. Orta bir yolda anlaşmayı öneren bir görüş olmasına karşın henüz oturmuş bir ilke haline gelmemiştir. Mansap ülkesi olan komşu Arap ülkelerinin yaklaşmadığı bu görüş sorunların diyalogla çözümlenmesini ilke edinen Türkiye tarafından detaylandırılarak, işlenerek geliştirilebilir ve güçlü bir görüşe dönüştürülebilir. 181 d) Karşılıklı Haklar Görüşü: Bu görüşe göre su kaynağından yararlanabilecek miktar, kaynağın verimli bir biçimde kullanılması, diğer ihtiyaç sahiplerinin yararlanmaları ile sınırlıdır. Bu görüşe göre kazanılmış haklar, bir hüküm ifade etmemekte, suların verimli ortak kullanım yolu amaçlanmaktadır. Uluslararası su ihtilaflarının çözümünden ziyade iç hukukta, iç sularda yapılacak düzenlemelerde ve özellikle de yer altı suyu kaynaklarının kullanımında dikkate alınabilecek bir görüştür. Üniter devletlerden ziyade federasyonlarda federe devletler arasında uygulanabilir bir ilkedir. e) Uluslararası Suların Ortak Yönetilmesi Görüşü: Bu görüş su kaynaklarının hakçasına bir yöntemle ortak kullanılması düşüncesinden doğmuştur. Sınıraşan nehri kollarıyla birlikte bir bütün olarak ele alıp, nehrin ve kollarının havzaları içinde bulunan ülkelerin, ortak projeler üretmek, bunları ortak finanse etmek, tesisleri ortak kullanmak, suyu ortak kullanmak ve nihayet kurulan su sistemi tesislerini ortak yönetmek, bu görüşün amacıdır. Türkiye -bir anlamda bu görüşe tam uymasa bile- 1990 haziranında ilgili devletlerin katılımı ile Ankara'da yapılan toplantıda Fırat ve Dicle havza sularının hakkaniyet kurallarına uygun ve rasyonel bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve kaynaklardan optimum bir şekilde yararlanma koşullarını ve gereklerini yerine getirmek üzere üç aşamalı bir plan önermiştir. a) İlk aşamada, su kaynaklarının bilimsel çalışmalarla saptanması, b) İkinci aşamada, ilgili ülkelerin toprak envanterinin çıkartılması; toprak sınıflamalarına göre su ihtiyacının saptanması, c) Üçüncü aşamada, elde edilen bilgilerin yardımıyla ve sonuçları değerlendirerek her ülkenin gerçek su ihtiyacının ne olduğunun saptanması. Ancak mansap ülkeler bütün bu önerileri inceleme zahmetine dahi katlanmaksızın, halen 500 m 3/sn’den fazla su taleplerini sürdürmektedirler. Türkiye'nin bu dostça ve akılcı yaklaşımı ilk kez bu görüşmelerde ele alınmamıştır. Daha GAP’a başlanılmadan önce, 1961 de, Irak ve Suriye'ye suların kullanımı konusunda bir anlaşmaya varılmadan önce, yeni projeler ortaya çıkarmanın savurganlık olacağı, zararla sonuçlanacağı hatırlatılmıştır. Bütün bu iyi niyetli girişimlere, çözümsüzlükten başka bir haklı içeriği olmayan taleplerle cevap verilmesi karşısında, şu aşamada Türkiye'nin ısrarlı olmasına, konunun takipçisi olmasına 182 gerek kalmamıştır. Çünkü kendi çıkarını korumamakta direnen bu devletleri, gerçek çıkarlarını korumaya zorlamanın bir anlamı yoktur. Bu devletlerden özellikle Suriye'nin ısrarının gerekçeleri dahi halen açıklanamamıştır. Suriye bu konuda peş peşe taleplerini yenileyerek Arap dünyasını Türkiye karşısında örgütlemeye çalışırken, gerekçelerini halen dünya kamuoyunun dikkatinden kaçırmaya çalışmaktadır. 1.3 Uluslararası Suların Ulaşım (Navigation) Dışında Kullanımına İlişkin Tedvin (Codification) Çalışmaları ve Bu Çalışmaların Ülkemiz Açısından Değerlendirilmesi 11 Nisan 1814’te Fontainbleu Anlaşması ile kayıtsız ve şartsız olarak tahtından vazgeçen ve Elbe Adası’na gönderilen I. Napolyon’un arkasından Avrupa’nın yeniden düzenlenmesi amacıyla toplanan Viyana Kongresi’nde alınan kararlar arasında ilk kez uluslararası ırmaklarla ilgili olarak uluslararası kuralların konulduğunu görmekteyiz (Haziran 1815). İngiltere, Fransa, Prusya, Avusturya ve Rusya’dan yani beş büyük devletten oluşan yeni Avrupa dengesi sisteminin esasları bu kongrede ortaya çıkarken, uluslararası gidiş gelişi tanzim eden kurallar ve protokol kuralları da kabul edilmiştir (Navigation kuralları). Ancak uluslararası suların ulaşım dışındaki amaçlarla kullanılmasına ilişkin hukuk kurallarını geliştirme çalışmaları, içinde bulunduğumuz yüzyılın başlarından itibaren başlamış, çeşitli kurum ve kuruluşlarda yürütülen çalışmalar, konunun 1972’de "Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’na” havale edilmesinden sonra daha sistematik bir hale gelmiştir. Komisyon bu tarihten itibaren her sene çalışmalarını sürdürerek bu konuda ileride bir konvansiyona temel teşkil edebilecek bir "maddeler tasarısı" oluşturma gayreti içerisinde olmuştur. Hazırlanan maddeler tasarısının ilk okunuşu 1991 tarihinde yapılmış, ikinci okunuşu ise, Temmuz 1994 tarihinde gerçekleştirilerek, sorun BM Genel Kurulu’na havale edilmiştir. BM Genel Kurulu konuyu 6. Komisyon’a havale etmiş olup, 25–29 Kasım 1994 tarihleri arasında 6. Komisyon’da yapılan toplantılar sonucunda daha detaylı bir biçimde ele alınmasını sağlamak amacıyla, üye devletlerin 1 Temmuz 1996 tarihine kadar "maddeler tasarısı" hakkında görüşlerini bildirmeleri öngörülmüş bulunmaktadır. Bunun ardından komisyonun 7–25 Ekim 1996 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 51. dönem toplantısında bir "çalışma grubu" oluşturulması ve 183 "maddeler tasarısı" temel alınarak bu konuda bir konvansiyon hazırlanması hedeflenmiştir. Anılan "maddeler tasarısı" 6. bölüm ve 33. maddesinde oluşmaktadır. Taslağa genel olarak bakıldığında; genel bir konu olan küreselleşme çabalarının etkisi altında, ülkeleri memba ve mansap ülke olarak tanımlamadan, dünyadaki suyollarını ve suyolu ülkelerinin koşullarını eşitmiş gibi kabul ederek hazırlandığı ve memba ülkelerine büyük yükümlülükler getirdiği anlaşılmaktadır. Suyun doğal olarak membadan mansaba doğru aktığı dikkate alındığında, eşitlik adı altında genelde memba ülkelerine yükümlülük getiren bir taslaktır. Memba ülkelerinin uluslararası suyollarına ilişkin her türlü faaliyetlerinin mansap ülkelerini herhangi bir biçimde etkileyeceği, ancak, mansap ülkelerinin her türlü faaliyetlerinin memba ülkelerini aynı oranda etkilemeyeceği ve sonuçta memba ülkelerine daha fazla kısıtlamalar ve sorumluluklar yükleyeceği anlaşılmaktadır. Taslağın maddeleri ile ilgili açıklamalar (11): 1) "Mevcut maddeler, uluslararası suların kullanımına ilişkin koruyucu ve idari tedbirler, ya da suyolu ulaşımı ile (Navigation) değil de, daha çok bu suların belli amaçlar için kullanımını düzenlemektedir. 2) Uluslararası suların ulaşım amaçlı (navigation) kullanımı, bu maddelerin kapsamı dışındadır; ancak bu suların diğer amaçlarla kullanımının suyolu ulaşımını da etkilemesi halinde kanun kapsamında değerlendirilir”. Taslağın başlangıcında, uluslararası su yollarının ulaşım dışı amaçlı kullanımları düzenlemekle sınırlı olduğu izlenimini vermekte ise de, kapsama ilişkin bu maddede ulaşım amaçlı kullanımın ve diğer kullanımların ulaşım amaçlı kullanımı etkilemesi halinde bu amacın da metin kapsamında olduğu ifade edilmektedir. Genelde tüm kullanımların birbirini etkileyeceği açık olduğuna göre ulaşım amaçlı kullanım da metin kapsamına alınmış olmaktadır. Bu husus özellikle, Şattul Arap"ta ki ulaşım amaçlı kullanım nedeniyle ülkemizi olumsuz şekilde etkileyecektir. Ulaşım amaçlı su tahsisinin de gündeme getirilmesine yol açabilecek ek bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Madde 2, 3,4. de "Uluslararası su", "yer üstü su sistemi", "üniter bir yapı ile olan fiziksel bağ sonucunda oluşan ve ortak bir noktaya doğru akan yer altı suları", "kıyıdaş devletler" kavramları ile akarsulara ilişkin anlaşmaların tarafları gibi konulara tanımlamalar getirmektedirler. Madde 5. Adil, rasyonel ve optimum kullanımı ve bu kullanıma kıyıdaş devletlerin katılımı ve sorumluluklarını düzenlemektedir. 184 Madde 6. "Adil, akılcı kullanımla ilgili faktörler 1. 5. madde de vurgulanan anlamda bir uluslararası akarsuyun adil, akılcı olarak kullanımı, aşağıda belirtilen konuyla ilgili tüm faktörlerin ve şartların dikkate alınmasını gerektiriyor: a) Coğrafik, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve doğal yapıya ilişkin diğer faktörler; b) İlgili akarsu devletlerinin sosyo-ekonomik gereksinimleri; c) Her akarsu devletinin akarsuya bağımlı olan nüfusu; d) Bir akarsu devletindeki akarsuyun kullanım (lar) ının diğer akarsu devletleri üzerindeki etkileri; e) Akarsuyun mevcut ve potansiyel kullanımları; f) Akarsuyun "su kaynaklarının" ekonomisi, gelişimi ve korunması; alınan önlemlerin maliyeti; g) Mevcut (ya da planlanan) kullanım şekli ile aynı değerde alternatiflere ulaşma şansı; 2. 5. maddeye ya da 6. maddede, 1. paragrafa göre; ihtiyaç duyulduğunda ilgili kıyıdaş devletler bir iş birliği mantığı içinde müzekkerelere katılır. 6. Bu maddenin c fıkrasında, her ne kadar, uluslararası suya bağımlı nüfus havza ile sınırlandırılmamış ise de, memba potansiyelinin yaklaşık %36’sının ülkesi konumundaki ülkemizin su sınıraşan sular olmasına karşın, mansap ülkelerinin sınıraşan sulara bağlı nüfusunun daha fazla olması nedeniyle ülkemizin bundan olumsuz yönde etkileneceği düşünülmektedir. Havzalar arası su transferi göz önünde bulundurularak, sınıraşan sulardan yararlanan tüm nüfusun dikkate alınması önem arz etmektedir. Madde 7. "Zarara neden olmamak için uyulması zorunlu kurallar; 1. AD (Akarsu devletleri yerine kullanacağız), diğer AD’ye zarar vermeyecek şekilde bir UA’yı (uluslararası akarsu) olabildiğince özenli kullanmaya çalışacaktır. 2. Buna rağmen bir zarar görme durumu oluşursa, zarar veren devlet, zarara uğrayan tarafla aşağıdaki çerçevede müzakerelerde bulunacaktır; a) 6. maddede sıralanan faktörler dikkate alınarak, suyun bu tür kullanımının ne derecede adil ve akılcı olduğu, b) Kullanımla ilgili yapılan düzenlemeler, verilen zararın hafifletilmesi ya da elimine edilmesi için ayarlamalar, uygunsa telafi edilmesi gibi sorunlar". İkinci okumada ilave edilen bu maddenin daha önce hazırlanmış olan ve ülkelerin 185 genel olarak hükümranlık haklarını ve karşılıklı menfaatlerini korumaya yönelik olması bakımından önem arz eden 8. madde ile çelişkili olduğu düşünülmektedir. Devletler arasında bu konuda bir anlaşma olmasa dahi, ülkeleri yükümlülük altına sokan bir madde olarak ta değerlendirilmelidir. Madde 8: Birlikte çalışmak için uyulması gereken genel yükümlülükleri düzenlemektedir. Madde 9: "Düzenli olarak veri ve bilgi alışverişi. 1. Madde 8'e uygun olarak akarsu devletleri, akarsuyun özellikle hidrolojik, meteorolojik, hidrojeolojik ve ekolojik yapısı ve de bu konularda geleceğe yönelik varsayımlar hakkında mevcut veri ve bilgiler düzenli olarak birbirlerine ileteceklerdir. 2. Eğer bir akarsu devleti diğerinden, mevcut olmayan bir veri ve bilgiyi temin etmesini isterse, kendisinden bilgi istenen devlet bu isteği karşılamak için elinden gelen çabayı sarf eder, fakat bu çabanın karşılığında, gerekli bilginin toplanması ve uygunsa kullanıma hazır hale getirilmesi için, talepte bulunan devletten masrafları karşılamasını isteyebilir. 3. Akarsu devletleri, bilgi, verinin toplanması ve kullanıma hazır hale getirilmesi konusunda ihtiyacı olan diğer devletlerin kullanmasını kolaylaştırıcı bir tavır içinde ellerinden geleni yapacaklardır". Bu maddede, karşılıklı alışveriş sadece veri ile sınırlı kalmayıp bilgileri de kapsamaktadır. İş birliği konularına belirli bir çerçevede sınır ve kısıtlama getirmemesi uzlaşmayı zorlaştırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Özellikle "ecological nature" ifadesi ile su dışındaki diğer veriler de kapsama alınmıştır. Ayrıca, karşılıklı olarak alışverişte bulunulacak veri ve bilgilerden, memba ülkesine ait olanların mansap ülkeleri için oluşturduğu değer ve önemin, mansap ülkesine ait olanların memba ülkeleri için oluşturduğu değer ve önemle aynı olmadığı, birincisinin çok daha değerli ve önemli olduğu açıktır. Bu maddede karşılıklı alışveriş eşit şartlarda gibi gösterilmektedir. Bölüm III: Bu bölüm tümüyle, planlanan tesislerin yapımına, konan kısıtlamalarla büyük güçlükler getirmektedir. Planlanan tesislerle ilgili olarak getirilen kısıtlamalar tüm ülkeler için eşitmiş gibi görünmekle birlikte, kısıtlamalardan memba ülkelerinin mansap ülkelerinden çok daha fazla etkileneceği açıktır. Bu taslak genel olarak, mansap ülkelerini koruyan ve memba ülkelerine kısıtlamalar ve yükümlülükler getiren bir taslaktır. Madde 16: Uyarıya yanıt verilmesi durumu. 186 Eğer uyarıcı devlet 13. maddede kabul edilen süre içinde, 15. maddenin 2. paragrafı çerçevesinde bir yanıt almazsa, 5. ve 7. maddelerdeki yükümlülüklere uygun olarak, yaptığı uyarı ile ve uyardığı devlete sağladığı veri ve bilgilerle uyumlu olarak, tasarladığı eylemleri uygulamaya koyabilir. 2. Uyarıya yanıt vermemiş bir devletin herhangi bir tazminat talebi, yanıt süresinin sona ermesinden sonra sorumluluğunu aldığı eylem yüzünden uyarıcı devletin neden olduğu maliyetle karşılanabilir. Eğer uyarılan devlet 13. maddede belirtilen süre içinde karşı çıkarsa bu taahhüt geçersiz olacaktır" Bu maddenin ikinci okumada ilave edilen ikinci paragrafı açık bulunmamıştır. Bu paragrafta, bildirimde bulunan ülkenin cevabını geciktirmesi ve daha sonra tazminat (compensation) talebinde bulunması halinde, bildirimde bulunan ülkenin bu tazminat talebini, gecikme süreci içerisinde yapmış olduğu harcamalara karşılık sayılabileceği ifade edilmekle birlikte bu ifade "may" kullanılarak (Açıklamalarda "may" yerine "can" kullanmıştır) yumuşatılmış olduğu düşünülmektedir. Madde 17: Tasarlanmış eylemlere ilişkin müzekkereler. Eğer 15. maddenin 2. paragrafına göre bir iletişimde bulunulursa uyarıcı devlet ve muhatabı müzakerelerde bulunacak ve gerekirse sorunun adil biçimde çözüme ulaşması için görüş alışverişinde bulunacaklardır. 2. Görüşmeler/ müzakereler, her devletin birbirlerinin haklarına ve yasal çıkarlarına iyi niyet ve saygı gösterme temelinde gerçekleşecektir. 3. Eğer iletişim sürecinde uyarılan devletten talep gelirse, uyarıcı devlet tasarlanan eylemlerin uygulanmasını 6 aydan fazla olmayan bir süre boyunca erteleyecektir" Birinci paragrafın sonunda, taslağın 6. ve 7. maddelerinde de olduğu gibi " . equitable" ifadesinden sonra " ........ and reasonable" ifadesinin ilave edilmesi uygun görülmektedir. Madde 18: Uyarı yapılması durumunda izlenecek prosedür. 1. Eğer bir AD’nin bir başka AD’nin kendisini ciddi biçimde olumsuz etkileyecek eylemler planladığına ilişkin geçerli nedenleri varsa, bu devletten 12. maddenin şartlarına uymasını isteyebilir. İlişikte nedenlerini izah ettiği bir açıklama belgesi de göndermelidir. 2. Ancak muhatap devlet aynı kanıda olmayabilir. Bu durumda o da aynı şekilde nedenlerini bildirmelidir. Eğer ikna edici olmazsa iki devlet 17. maddenin 1. ve 2. paragraflarında belirlendiği biçimde derhal görüşmelere başlamalıdır. 3. Görüşmeler sürecinde eğer muhatabı isterse, eylemleri planlayan devlet uygulamaya geçmeden 6 aylık bir süre tanır" 187 İkinci paragrafın ikinci cümlesinde, karşılıklı danışmalardan sonra eğer gerekli görülürse müzakerelere girişilebileceği konusuna açıklık getirmek üzere "…consultation and" ifadesinden sonra "…if necessary" İfadesinin ilave edilmesi uygun olacaktır. Madde 21: Kirliliğin kontrolü, azaltılması ve önlenmesi. 1. Bu madde kapsamına göre, bir UA suyun "kirliliği" nden anlaşılması gereken, bu UA suyun sularının birleşimi ya da kalitesinde, doğrudan ya da dolaylı olarak insan öğesinin (yanlış) uygulamalarından kaynaklanan zarar verici değişikliklerdir. 2. AD tek tek ya da birlikte bir UA suyun, diğer AD’ye, çevrelerine, insan sağlığı yaşayan ve canlılara güvenliğine, önemli suların ölçüde yararlı zarar amaçlarla verebilecek kullanımına, kirliliğini suda önleyecek, azaltacak ve kontrol edecektir. Bu bağlamda politikalarında uyum sağlayacak adımlar atacaklardır. 3. Herhangi birinin isteği ile AD, bir UA suyun suları ile ilgili kısıtlama, yasaklama, araştırma ya da denetleme uygulamaları başlatabilecek maddeleri oluşturmak üzere bir araya geleceklerdir" Birinci paragrafta yer alan kirlenmenin tanımında, her ne kadar zararlı "detrimental" ön eki kullanılarak kirlenme ifadesi yumuşatılmaya çalışılmış ise de, mevcut kirlilik seviyelerinin korunması amaçlanmış ve böylece uluslararası suyollarındaki sularını daha önce kirletmiş olanlara avantaj sağlanmıştır. Ayrıca uluslararası suyolundaki değişiklik sadece su kalitesi ile sınırlı bırakılmayıp "composition" ifadesi ile konsantrasyon ve dolayısı ile miktarın da tanıma dâhil edildiği düşünülmektedir. Açıklamalarda "composition" ifadesi, suyun içerisindeki tüm maddeler olarak açıklanmakla birlikte, bunun suyun miktarı ile çok yakından ilişkisi olduğu bilinmektedir. 1. Madde 24: Yönetim Liglerinde herhangi birinin isteği üzerine AD, bir UA suyun, birleşik yönetim mekanizması da dâhil, yönetim şekilleri ile ilgili görüşmelerde bulunur. 2. Bu maddede kullanıldığı biçimiyle "yönetim" sözcüğünden özellikle anlaşılması gereken: a) Bir UA suyun gerçekleştirilebilir gelişimini planlamak ve benimsenen planları pratiğe geçirmek, b) Bunun dışında akarsuyun korunması, kontrolü, gerçekçi ve azami yarar sağlanmasının desteklenmesi" Madde 25: 1. UA suyun akışının düzenlenmesi için ihtiyaçlarına yanıt vermek 188 üzere AD iş birliği yapacaktır. 2. Tersi bir anlaşma olmadıkça AD (Adil bir temelde) sorumluluğunu üstlenecekleri regülâsyon çalışmalarının maliyetini karşılama ya da yapımı ve bakımı konusunda iş birliği yapacaklardır. 3. "Regülâsyon" bu maddede, bir UA suyun su akışını değiştirmek, kontrol etmek için hidrolik çalışmalarının ya da başka çalışmaların uygulamaya konulması anlamında kullanılmaktadır". Madde 26: 1. AD kendi toprakları üzerinde bir UA ile ilgili tesisleri ve diğer aktiviteleri korumak için elinden gelen çabayı sarf eder. 2. Büyük ölçüde olumsuz yönde etkileneceğine dair ciddi nedenleri olan devletlerden birinin isteği üzerine AD: a) Bu tesislerin bakımı ve güvenli çalıştırılması için ya da b) Tesislerin/aktivitelerin kasıtlı ya da dikkatsiz davranışlardan veya doğal afetlerden korunması için görüşmelere başlarlar". İkinci okumada yeri değiştirilerek 3. bölüme alınan bu maddeler bu haliyle ülkelerin hükümranlık haklarını kısıtlayıcı mahiyette görülmektedir. Diğer maddelerde genel olarak bahsedilen, uluslararası suyollarının yönetimi ile ilgili hususlar, bu paragrafının maddelerde (a) bendi, detaylandırılmıştır. memba ülkelerinin Özelliklede 26. maddenin hükümranlık haklarını 2. ortadan kaldırarak, bir karşılık talep etmeksizin, kuraklık ve taşkın gibi doğal olaylar karşısında mansap ülkeleri lehine tedbirler almaya zorlamaktadır. Bu üç madde ile mevcut ve mutasavver tüm tesislerin ele alınması, işletilmesi ve bakımı, sıkı bir şekilde kontrol altına alınarak hareket serbestîsi engellenmiştir Madde 27: Zararın aza indirilmesi ve önlenmesi. Adi’leri tek tek ya da birlikte ister doğal nedenlerden isterse insan-yönetiminden kaynaklansın, sel, buzlanma, suda oluşan hastalıklar, balçık/kum vs. yığılması, erozyon, tuzlu su karışması, kuraklık gibi diğer AD'lerini olumsuz etkileyecek durumlarda oluşan zararı önlemek ya da azaltmak için tüm uygun önlemleri alacaklardır”. Madde 27: Bu maddede öngörülen tedbirlerin alınması için gerekli harcamaların ne şekilde karşılanacağı belirtilmemiştir, "mitigate conditon" ifadesinden sonra "…in an international vvatercourse" ifadesinin eklenmesinde yarar görülmektedir. Madde 28: Acil. 1. Bu maddede "acil"in anlamı; AD’ye ciddi tehdit oluşturan ve ansızın sel, çığ, toprak kayması deprem gibi doğal nedenlerle ya da endüstriyel kazalar gibi 189 insandan kaynaklanan nedenlerle hasar yaratan durumlar. 2. Bir AD, kendi toprakları üzerinde ortaya çıkan herhangi bir acil durumla ilgili olarak gecikmeden ve mümkün olan en süratli iletişim aracı yardımı ile potansiyel olarak etkilenmesi mümkün diğer devletleri ve yetkin uluslararası organizasyonları uyarır 3. Derhal onlarla iş birliği içinde, bu acil durumun neden olabileceği, zararlı etkileri önlemek, azaltmak ve elimine etmek üzere, gereken tüm pratik tedbirleri alır. 4. Gerekirse bu tür acil durumlarla başa çıkmak üzere birlikte, projeler geliştirilir”. Birinci paragrafta, tanımlarda verilen "watercourse state" kapsamı dışında kalan ülkelerin de taraf olmasını önlemek üzere, "…means a situation” ifadesinden sonra "in an international watercourse" ifadesinin eklenmesi uygun görülmektedir. Ayrıca “other states" ifadesinin çıkarılması, ihtilaf halinde taraf olan ülke sayısını azaltmak ve ülkemiz açısından özellikle Dicle ve Fırat nehirleri dikkate alındığında acil durumlarda da olsa körfez ülkelerini de soruna taraf yapmamak açısından uygun görülmektedir. Aynı paragrafın sonunda "landslides or earthquakes” ifadesinden sonra gelen "…or from industrial accidents" ifadesinin çıkarılması, söz konusu hususların çevre ile ilgili birçok anlaşmada yer alması ve acil durumların, taşkın, buz parçalanması, heyelan veya depremle sınırlı tutulması bakımından uygun görülmektedir. Madde 33: AD’leri arasında uygulanabilir bir anlaşma olmaması halinde; mevcut maddelerin uygulanması, yorumlanması ya da neyin doğru olduğuna dair bir akarsu anlaşmazlığı, aşağıdaki koşullara göre çözümlenir: a) Eğer böyle bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa ilgili devletler kendi kurdukları uygun herhangi bir müşterek akarsu kurumunu devreye sokarak adil bir çözüm bulmak üzere derhal görüşme ve müzakerelere başlarlar. b) Eğer görüşme talebinin üzerinden altı ay geçtiği halde ilgili devletler müzakereler yoluyla anlaşmazlığı çözemezlerse içlerinden birinin isteği üzerine tarafsız soruşturma ya da eğer ilgili devletler anlaşırsa ara buluculuk ya da uzlaştırıcılık formülleri devreye sokulur. i. Tersi bir karar alınmadığı sürece; ilgili devletlerin atadığı bir üye ve ayrıca ilgili devletlerden herhangi birinin milliyetinden olmayan ve atanmış üyelerce seçilen bir başkandan oluşan bir soruşturma komisyonu kurulur. ii. Eğer komisyonun oluşturması talebinden sonraki dört ay içinde devletlerin görevlendirdiği üyeler bir başkan üzerinde anlaşamazlar ise, ilgili devletlerinden 190 herhangi biri, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nden başkanı atamasını isteyebilir. Eğer devletlerden biri (b) paragrafı uyarınca istek tarihinden itibaren 4 ay içinde üye atamazsa, ilgili devletlerden herhangi biri Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nden, ilgili devletlerden biri ile aynı milliyetten olmamak koşulu ile tek üyeden oluşan bir komisyon oluşturmasını isteyebilir. iii. Komisyon uygulayacağı prosedüre kendisi karar verir. iv. İlgili devletler, komisyonun isteyebileceği bilgiyi sağlamakla ve talep etmesi halinde komisyona, araştırması ile ilgili olarak herhangi bir yapı, mekanizma, teçhizat ya da doğal özelliği incelemek üzere kendi topraklarına girme izni vermekle yükümlüdürler. v. Komisyon bir üyeden oluşmadığı sürece, raporunu çoğunluğun oyuna sunar; bulgularını nedenleriyle birlikte ve uygun gördüğü önerilerle birlikte ilgili devletlere sunar. vi. Komisyon’un harcamaları ilgili devletler tarafından eşit olarak paylaşılır. c) Eğer soruşturma 'ara buluculuk' uzlaştırmamın ilk talep edildiği tarihten sonra 12 ay içinde ya da komisyon kurulduktan sonra komisyondan bir rapor geldikten sonra 6 ay içinde ilgili devletler anlaşmazlıklarını gideremezlerse, soruna uzlaşma ya da hukuk yolu ile çözüm arayabilirler". Bu maddeye kadar, uluslararası bir suyolunda yer alan ülkeler "watercourse state" olarak tanımlanmış iken, bu maddede, Madde 28’e dayanarak, anlaşmazlıkların çözümünde ilgili ülke "states concerned" ifadesi kullanılmıştır. Bu husus anlaşmazlıklarda taraf olan ülke sayısını artırmaktadır. Sadece acil durumla ilgili Madde 28’de belirtilen "other states" ifadesinin kaldırılması ile bu maddedeki sakıncalar da ortadan kaldırılmış olacaktır. Hazırlanan convantion taslağı konuyu "çerçeve düzenleme" olarak ele almaktan uzak bir özellik göstermektedir. Mansap ülkelerinin menfaatlerini korumaya yönelik olduğu ve dolayısıyla da Türkiye'nin yararına bir düzenleme olmadığı açıktır. Öte yandan bu konvansiyonun Birleşmiş Milletler’ce kabulünden ve uygulamaya geçilmesinden önce Dicle ve Fırat üzerinde yer alan projelerin bir an önce gerçekleştirilmesinde büyük yarar olduğu inancındayız, 191 DİPNOTLAR (l) Özdemir ÖZBAY 1995 yılı Sulama Etkinlikleri, Tarımda Su Yönetimi ve Çiftçi Katılımı Sempozyumu "Ülkemizde Su ve Toprak Kaynaklarının Kullanımı ve Korunmasında Mevcut Yasal Durum" TMMOB-Ziraat Mühendisleri Odası Yayını Haziran, 1995, Ankara. (2) Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu Sempozyumu TESAV Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, 1994, Ankara. (3) Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı a.g.e. (4) Kamuran Günün Anlaşmalar ve Su Hakları (Makale) (5) Özden Bilen Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu Sempozyumu TESAV Toplumsal, Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı 1994 Ankara. (6) Dr. Neşet Akmandor Kuzey - Güney Anadolu Su Kaynakları, İlgili Projeler- Sorunları ve Bölge Ekonomisine Etkileri İntes-İşveren Dergisi Ocak - Şubat–1996, sayı 34, Ankara. (7) M. Recai Kutan 10.4.1996 günü, Gensoru Görüşmelerinde yaptığı konuşma, TBMM Tutanak 192 Dergisi, 35. Birleşim (8) FOREIGN SCOUTING SERVICE/NEAR EST- Syriya –April 1996 Petroconsultant s.s.a (international Energy Services Geneva - SWITZERLAND 1 (9) Prof. Dr. Coşkun Üçok Siyasi Tarih Dersleri, 1951, Ankara. (10) Maddeler tasarısına ilişkin olarak Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen 5 Ocak 1996 tarihli DSİ Genel Müdürlüğü Görüşü. (11) UNITED NATIONS; (Draft Artıcles on The Law of the Non - Navigational Uses of International Watercourses Adopted on Second Reading By (The International Law Commissıon at its Forty Sixth Session) 2 May – 22 July 1994. 193 2. Sınıraşan Sularımız 2.1 Genel Değerlendirme Türkiye hidrolojik olarak 26 havzaya ayrılmış olup, bu havzalardan beş tanesi sınıraşan sular kapsamında yer almaktadır. — Meriç-Ergene Havzası — Asi Havzası — Çoruh Havzası — Aras Havzası — Dicle Fırat Havzası Bu havzaların Türkiye topraklarından kaynaklanan yıllık ortalama su potansiyelleri; MeriçErgene Havzası 1, 33 milyar/m3, Asi Havzası 1,17 milyar m3, Çoruh Havzası 6,30 milyar m, Aras Havzası 4,63 milyar m3, Dicle Havzası 21,33 milyar/m3, Fırat Havzası 31,61 milyar m3 olmak üzere toplam 66,37 miyar/m3 olmaktadır. Bu miktar Türkiye'nin toplam brüt su potansiyeli olan 186 milyar m3'ün yaklaşık %36’sına tekabül etmektedir. Dicle ve Fırat nehirlerinin ülkemizden kaynaklanan su potansiyeli 52,940 milyar m3 olup, ülkemiz akış potansiyelinin %28,5'ine; Şattül Arap'taki toplam akış potansiyeli olan 85,610 milyar m3'ün de %62'sine karşılık gelmektedir. Buradan da görüldüğü gibi sınıraşan sular ülkemizin yer aldığı coğrafi bölgenin jeo-politik durumu da göz önünde bulundurulduğunda çok büyük bir önem arz etmektedir. Türkiye, Dicle ve Fırat nehirleri ile Çoruh ve Aras nehirlerinde memba ülke, Meriç Nehri’nde mansap ülke konumunda, Asi Nehri’nde ise memba ve büyük oranda da mansap ülke konumundadır. Memba-mansap ilişkileri ve su potansiyeli dikkate alındığında Türkiye'nin genelde bir memba ülke olduğu görülmektedir. 194 2.2 Dicle ve Fırat Havzası Dicle ve Fırat nehirleri su potansiyelinden yararlanma imkânları ve ilgili ülkelerle bu bağlamdaki ilişkilerin gözden geçirilmesi ve ülkemizin anılan akarsular üzerinde hak ve menfaatlerinin korunması hususundaki temel yaklaşımları, prensipleri ve uygulama esaslarını içerecek ulusal politikanın kaydedilen gelişmeler ışığında güncelleştirilmesi gerekmektedir. Akarsular üzerinde yapılan depolama tesislerinde rezervuar hacimleri, genel kriter olarak tesisin yapıldığı kesitteki akarsu uzun yıllar akımlarının ortalamasının 1,5 ila 2,5 katı arasında olması gerekirken (topografik ve teknik zorunluluk nedeniyle, GAP kapsamında Fırat Nehri üzerinde inşa edilen Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları ile ana tesis durumundaki Keban Barajı rezervuarları aktif hacimlerinin toplamı 31,69 milyar m3 olarak projelendirilmiştir. Bu miktarın içinde Birecik ile Karkamış barajları rezervuar hacimlerinin toplamı %1 oranına karşılık gelen 0,75 milyon m3'dür. Buna rağmen, söz konusu tesislerin yıllar aşırı düzenleme yapması öngörülen ana amaçlarına paralel olarak, projelendirme kriterleri çerçevesinde belirlenen işletme politikalarına göre işletilmeleri halinde, karşılaşılacak kurak periyotlarda öngörülen ihtiyaçları karşılamaları mümkün görülmektedir. Ancak ülkemizin ihtiyaçları ve mansaba bırakılması gereken akımlara bağlı olarak söz konusu tesislerin işletilmeleri nedeniyle, çok kritik periyotlarda yetersizliklerin gözlenmesinin doğal bir sonuç olduğu hususu gözden uzak tutulmamalıdır. 2.2.1 Hidrolojik Havza Boyutu Dicle ve Fırat nehirleri hidrolojik olarak, aynı havzada yer alan iki önemli sınıraşan akarsudur. Dicle ve Fırat nehirleri, Türkiye topraklarında doğup ülkemizin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine ilaveten Suriye, Irak ve bir kısım İran arazisini drene ederek Irak topraklarında birleştikten sonra Şat-tül Arap adlı nehri oluşturarak 180 km kat ettikten sonra Basra Körfezi’ne dökülen bölgesel ölçekte iki önemli akarsudur. Hidrolojik olarak tek bir nehir havzasının iki önemli akarsuyu olan bu nehirlerin kendi alt havzaları içerisinde, Türkiye'yi terk eden ana kolları yanında müstakilen sınırlarımızı aşıp Irak ve Suriye'ye giren yan kol hüviyetindeki başka akarsular da bulunmaktadır. Irak tarafından taşkın önlemek amacı ile Dicle sularını, iki akarsu arasında yer alan tartar çöküntü çukuruna ve buradan da Fırat Nehri’ne derive eden bir kanal sistemi oluşturulmuştur. Diğer bir deyişle yapay olarak bu iki akarsu halen işletmede olan bir kanal sistemi ile birleştirilmiştir. 195 Dicle Nehri, Elazığ yakınlarından doğar, Irak'ta Fırat Nehri ile birleşinceye kadar yaklaşık 1 660 km yol alır. Dicle Nehri Irak'a girmeden önce 35 km Türkiye-Suriye sınırını oluşturur. Türkiye'den doğan Büyük Zap Suyu, Irak'ta Zagros Dağları’ndan doğan Küçük Zap, Adheim ve Diyala gibi önemli kolları aldıktan sonra Fırat Nehri ile birleşir. Dicle Nehri akımlarına Suriye'nin hiçbir katkısı yoktur. Ayrıca Irak'taki suların bir kısmı Zagros Dağları’nın İran topraklarında kalan kesiminden gelmektedir. Türkiye'nin, Dicle Nehri üzerinde halen işletmede olan Devegeçidi Barajı ile inşaatları tamamlanan Batman, Kralkızı ve Dicle barajları yer almaktadır. Irak'ta ise ana kol üzerinde işletmede olan Saddam (Musul) Barajı ile yan kollar üzerinde inşa halinde Bekme Barajı (Körfez Savaşı sonrası inşaatı durmuştur) ile işletmede olan Dokan, Derbendikan ve Hamrin barajları bulunmaktadır. Fırat Nehri, Erzurum yakınlarından doğar ve Irak'ta Dicle ile birleşinceye kadar yaklaşık 3 bin km yol alır. Fırat Nehri Türkiye'yi terk ettikten sonra Suriye ve Irak'ı kat ederek Irak'ta Dicle Nehri ile birleşir. Fırat Nehri akımlarına Irak'ın hiç bir katkısı yoktur. Fırat Nehri ana kolu üzerinde Türkiye'de işletmede olan Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları bulunmaktadır. Suriye'nin Fırat Nehri üzerinde işletmede olan Tabka, Al Baas barajları ile Teşrin Barajı bulunmaktadır. Irak'ta ise halen işletmede olan Kadisiye Barajı ile Habbaniye rezervuarı yer almaktadır. • Dicle-Fırat Havzası’nın Şat-tül Arap kesiminde İran topraklarından gelen katkı ihmal edilmek suretiyle, tüm hidrolojik havzanın su potansiyeline üç ülkenin topraklarından gelen katkıların dağılımı aşağıdaki şekilde olmaktadır. 94 62 Her iki nehrin Şat-tül Arap'a irtibatlandıkları noktadaki 85,61 milyar m3'lük potansiyel • içindeki payları (Dicle: 50,00/85,61 = %58; Fırat: 35,61/85,61 = %42) dikkate alındığında, Dicle'nin daha büyük su potansiyeline sahip bir nehir olduğu ortaya çıkmaktadır. 2.2.2 Teknik değerlendirme Dicle-Fırat Havzası’nın yukarı havzasını teşkil eden ve genellikle dağlık arazilerden oluşan havzanın Türkiye bölümü, alan olarak ülkemiz topraklarının yaklaşık beşte birini teşkil eder. Bu alana düşen yağmur ve kar şeklindeki yağışlardan oluşan akışlar ise, tüm ülkenin yıllık akış potansiyelinin %28,5'ini temsil eder. Ortalama akış baz alındığında, doğal koşullarda yıl içinde ortalamanın onda biri ile on katı olabilen ekstrem akışlar, yıllar arasında da ortalamanın yarısı ile iki katı arasında değişim gösterebilmektedir. Yıl içinde ve yıllar arasında zamansal olarak düzensizlik arz eden akışlar, doğal koşullarda önemli taşkın zararlarına yol açtıkları gibi, 196 bu akışlardan çeşitli amaçlar doğrultusunda yararlanılması son derecede kısıtlı olabilmektedir. Dicle ve Fırat nehirleri akımları çok düzensizdir ve yıllar arasında olduğu gibi yılı içerisinde aylar arasında da büyük farklılıklar gösterir. Türkiye sınırındaki akım gözlem istasyonunda yıllık ortalama akım 1961 yılında 14,9 milyar m3'e ölçü1müş iken, 1988 yılında 58 milyar m3'e çıkmıştır. Ölçülen akımlar arasında 150 m3 /s ile 7 156 m3 /s gibi büyük farklılıklar vardır. Aynı düzensizlik Dicle Nehri için de geçerlidir. Keban Barajı’nın yapımından önce Suriye ve Irak'ta 1959, 1961 ve 1973 yıllarında kuraklık, 1969 ve 1988 yıllarında ise taşkın yaşanmıştır. Keban Barajı’nın yapımından sonra 1988 yılında meydana gelen taşkın mansapta hissedilmemiştir. Akarsuların rejimlerindeki düzensizlik, kurak dönemlerdeki su eksikliği, ıslak dönemlerdeki taşkınlar ve bu olumsuzlukların önlenmesi için alınan tedbirlerin maliyeti havzada yer alan ve bunlardan yararlanan ülkelerce paylaşılması hakça ve makul bir çözüm olarak görülmelidir. Halihazırda, Türkiye tarafından inşaatı tamamlanan barajlar vasıtası ile sağlanan regülasyon sayesinde, mansapta yer alan v ülkelere düzenli su bırakılmaktadır. Dicle Nehri akımları da, Fırat Nehri’ne benzer “V” şekilde, ana kolda 1973 yılında 8,8 milyar m3'e düşmüş iken, 1969 yılında 34,0 milyar m3'e çıkarak ortalama akımın arısı ile iki katı arasında değişmiştir. Bu nehirde minimum debi 75 m3/s olarak gözlenmiştir. Özet olarak, yıllık ortalama akım potansiyelleri itibariyle, Dicle Nehri; 21,33 milyar m3’ü Türkiye'den ve 28,67 milyar m3’ü Irak'tan olmak üzere toplam 50 milyar m3, Fırat Nehri 31,61 milyar m3’ü Türkiye'den ve 4 milyar m3'ü Suriye'den olmak üzere toplam 35,61 milyar m3'tür. Bu durumda, Dicle-Fırat Havzası toplam akım potansiyeli 85,610 milyar m3 olmaktadır. Bu miktarın %62'si Türkiye'de, %5'i Suriye'de ve %33'ü Irak'ta meydana gelen akımlardan oluşmaktadır. • Su potansiyelini oluşturan akışlardan kaynaklanabilecek zararların önlenmesi ve bu potansiyelin çeşitli sosyo-ekonomik ihtiyaçların güvenli bir şekilde karşılanması için ekonomik limitler dâhilinde belli ölçülerde tahsisi, akış rejimini düzenleyici fonksiyonları olan depolama tesislerinin yapımını teknik olarak zorunlu kılmaktadır. • Dicle-Fırat Havzası’na bölgesel ölçekte bakıldığında, baraj olarak tanımlanan depolama tesislerinin yapımını mümkün kılacak en uygun topografik imkânlar Türkiye topraklarında yer almaktadır. • Baraj gölleri yüzeylerinde buharlaşmalardan kaynaklanan su kayıpları, diğer havza 197 ülkelerine kıyasla iklim koşulları itibariyle Türkiye coğrafyasında en alt düzeyde oluşmaktadır. • Türkiye'deki barajların mevcut olmaması halinde, diğer havza ülkelerinin, akarsuların zararlarını önleme ve su potansiyelinden yararlanma imkânı, bu ülkelere yapılabilecek tesislerin fiziki limitleri nedeniyle, özellikle Fırat Nehri için çok düşük düzeyde kalmak durumundadır. 2.2.3 Sosyo - Ekonomik Değerlendirme • Doğal su kaynağı potansiyelinin mevcudiyeti ve bu kaynağın teknik çözümler sağlanarak belli amaçlara yönelik olarak değerlendirme imkânlarının yaratılması, stratejik amaçların gözetilmediği durumlarda, ancak ekonomik kriterlere uygun yatırımlar yapıldığı takdirde toplumsal menfaatlere hizmet edebilmektedir. Bu bağlamda, Dicle-Fırat Havzası su potansiyelinin Türkiye tasarrufunda olan bölümü, taşkın koruma, sulama, hidroelektrik enerji üretimi, içme-kullanma, sanayi suyu temini ve rekreasyon gibi ülke ölçeğinde önemi olan sosyo-ekonomik faydalar yaratma imkanı sunmaktadır. Ancak, Suriye ve Irak'ta özellikle sulama amaçlı su kullanımının genellikle düşük toprak kaliteli ve ıslaha muhtaç arazilere yöneleceği ve iklimsel koşullar nedeniyle yüksek su ihtiyaçları gerektireceği göz önüne alındığında, ekonomik anlamca savunulabilir olmadığı değerlendirilmektedir. • Sınırlı su kaynağının değişik amaçlı kullanımlara en uygun şekilde tahsis edilmesini sağlayan proje optimizasyonu yaklaşımına yer verilmesi, havza genelinde su kullanımı dengelerinin kurulabilmesi için gerekli görülmektedir. Bu yöntem uygulanırken ilgili yatırımların gelir ve giderlerinin parasal boyutları kıyaslamalı olarak göz önünde tutulmaktadır. Ancak, su kullanımları içinde su tüketimlerinin %90'ını oluşturan sulama amacının, gıda temininde güvenirlik yaratan stratejik boyutu yanında, parasal olarak ölçülemeyen istihdam faydası yaratması, yalnızca teknik ve ekonomik boyutlu optimizasyonun tartışmasız kabul gören objektif sonuçlar üretebilmesini mümkün kılmamaktadır. • Ülke elektrik enerjisi ihtiyaçlarının karşılanmasında diğer kaynaklar arasındaki arz payı, ulusal kaynak olma özelliği çevresel yönden göreceli üstünlüğü ve pik güç teminindeki avantajları itibariyle hidroelektrik enerji üretimi önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Hidroelektrik enerji potansiyelimiz içinde %28,5 paya sahip Dicle-Fırat Havzası hidroelektrik enerji üretiminin gerçekleştirilmesini sağlayacak depolama tesisleri vasıtasıyla, havza akarsuları rejimlerinin büyük ölçüde düzenlenmesi de sağlanmış olacaktır. 198 • Su kullanımları içinde tüketim yönünden düşük mertebede bir yer işgal etmesine rağmen, içme suyu amacı su kalitesi yönünden önem taşımaktadır. Dicle ve Fırat nehirleri ana kolları ve önemli yan kollarındaki su kalitesi hâlihazırda düşük bir arıtma maliyetiyle içme suyu temini için kullanılabilecek bir durum arz etmektedir. Ancak, havzadaki değişik ölçekli yerleşimlerin nüfus artışlarına, sulamaların ve sanayileşmenin gelişmesine paralel olarak, atık su deşarjlarının ana tahliye hüviyetindeki akarsuların su kalitelerinde tedrici bozulmalar olabilecektir. Çeşitli mülahazalarla ileride de su kalitelerinin belli bir düzeyde tutulması arzu edildiği takdirde, atık su deşarj standartlarının iyileştirilmesini sağlayacak arıtma işlemlerinin mali külfetinin üstlenilmesi gerekli olacak ve bu husus giderek önemini arttıran bir ekonomik boyut haline gelebilecektir. Dicle alt havzasında 6'sı tamamen, 1'i kısmen olmak üzere 7 il; Fırat alt havzasında 10'u tamamen, 4'ü kısmen olmak üzere 14 il ve havza genelinde 16'sı tamamen 5'i kısmen olmak üzere 21 il yer almaktadır. Bu illere ait yerleşimlerin nüfusu, Dicle alt havzasında 2,9 milyon; Fırat alt havzasında 7,6 milyon olmak üzere, toplam olarak 10,5 milyonu bulmakta ve Türkiye nüfusunun %17'sine karşılık gelmektedir. Bu nüfusun yaklaşık 4 milyonu Diyarbakır, Şanlıurfa ve Gaziantep şehirlerinde yerleşik bulunmaktadır. Havza nüfusunun geçim kaynağı, kırsal bölgede yaşayan kesim için genellikle hayvancılık olmak üzere tarımsal faaliyetler olmaktadır. Havzanın ekonomik faaliyet biçiminin sosyal olarak bir ileri sosyal aşamayı teşkil eden modern sulu tarıma, bilahare tarıma dayalı sanayiye yönlendirilmesi için sulama yatırımları büyük önem arz etmektedir. Bu yatırımların gerçekleştirilmesi ile havzadaki sosyo-ekonomik yapı üzerinde önemli katkılar sağlanması beklenmektedir. 2.3 Dicle ve Fırat Suları Antlaşmaları 2.3.1 1946 Antlaşması Ankara’da 29 Mart 1946 tarihinde, Türkiye ve Irak hükümetlerinin yetkili temsilcileri arasında imzalanarak 5 Eylül 1947 tarihinde 5130 sayılı kanun ile TBMM tarafından kabul edilen "Türkiye ile Irak arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması" ve DSİ faaliyetlerini ilgilendiren 1 No’lu Ek Protokolu, Antlaşma’nın 7. maddesi uyarınca onama belgelerinin 10 Mayıs 1948 tarihinde Bağdat'ta teati edilmesinden sonra yürürlüğe girmiştir. 15 Eylü1 1949 tarihi itibariyle yürürlüğe giren ve BM arşivinde kayda alınan antlaşma, İngilizce metninden yapılan tercümesine dayanılarak değerlendirilmiştir: • Protokolün en önemli yönü, Türkiye tarafından sınıraşan sularla ilgili olarak bugüne kadar 199 kullanılan argümanlar içerisinde yer verilen "Dicle-Fırat Havzası’nda su kaynaklarından istifade edilebilmesi için barajların yapılmasının zorunlu olduğu ve baraj yapımı için havzadaki en uygun fiziki koşulların Türkiye toprakları içerisinde bulunduğu" gerçeğini teyit etmesidir. Bu husus, protokol ile tanımlanan ikili iş birliğinin ana temasını oluşturmaktadır. • Kendi içinde tutarlı bir mantığı ve terminolojisi olan Protokol, Dicle ve Fırat nehirleri ile ilgili Irak menfaatlerini gözeterek Irak tarafından finanse edilmek kaydıyla Türkiye'de inşa edilecek tesisleri esas almakla birlikte, söz konusu tesislerden Türkiye'nin de faydalanmasını sağlayacak şekilde (Madde 4) düzenlenmiştir. Bu nedenle, iyi niyet ve iş birliği anlayışıyla hayata geçirildiği takdirde, bölgesel iş birliği bağlamında örnek belge olabilecek bir nitelik taşımaktadır. • Hâlihazır şartlarda Fırat Nehri developmanı sonucu oluşan ve özellikle mutasavver Dicle Nehri developmanı (Ilısu Barajı ve diğerleri) sonucunda ileride oluşacak olan düzenli akım rejimi göz önüne alındığında, söz konusu protokoldeki anlayışa göre Irak'ın Türkiye topraklarındaki ilgili tesislerin yatırımlarına en azından kısmen iştirak etmesi gerekli olmaktadır. Anılan ülke tarafından böyle bir yaklaşımın siyasi bir antlaşma bazında teyit edilmiş olmasının ise, kendi yararına olan bir icraatın antlaşmayla öngörülmüş maddi külfetinden kurtulmak amacıyla, Irak'ın konuyla ilgili olarak yakın geçmişte tamamen karşıt bir tutum izlemesinin temel nedenlerinden birini oluşturmuş olabilir. Türkiye'nin Dicle ve Fırat üzerinde kendi ihtiyaçları doğrultusunda yapacağı benzer amaçlı faaliyetlere ilişkin planları konusunda Irak'ı bilgilendirmesi Madde 5'te öngörülmektedir. Ancak, bu bilgilendirme mükellefiyeti, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde söz konusu tesislerden Irak'ın da yararlanabilmesini teminen öngörülmekte, ilgili tesislerden kaynaklanabilecek zararlı etkiler hususunda önceden uyarı yapılması ve/veya anılan ülkeden bu tesislerin gerçekleştirilmesi için olumlu görüş alınması gibi bir amaca yönelik değildir. 2.3.2 1987 Protokolü 17 Temmuz 1987 tarihinde imzalanan "Türkiye-Suriye Ekonomik İş Birliği Protokolü" kapsamında "su" başlığı altında yer alan 6. maddede "Atatürk Barajı rezervuarının doldurulması sırasında ve Fırat sularının üç kıyıdaş ülke arasında nihai tahsisine kadar, Türk tarafı, TürkiyeSuriye sınırından yıllık ortalama olarak 500 m3/s'den fazla su bırakmayı kabul eder ve aylık akışın 500 m3/s'lik düzeyin altına düştüğü durumlarda farkın müteakip ayda kapatılmasını kabul 200 eder” şeklinde bir hüküm yer almıştır. Bu hüküm değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlar elde edilmektedir: • 500 m3/s'lik debi, sadece asgari koşul olarak değil, yıllık ortalama debinin bu miktardan büyük olması gerektiği vurgulanarak kaydedilmiştir. Bu koşul, aylık ortalamanın müteakip ay telafisi taahhüdü ile kuvvetlendirilmiş ve Fırat Nehri ana kolu doğal potansiyelinin yaklaşık yarısı "matematiksel bölüşüm" ilkesine uygun kabul edilebilecek bir anlayışla mansap ülkelerine zımnen tahsis edilmiştir. Bu tahsis, yıllık toplam su hacmi olarak doğal hidrolojik koşullar ve Türkiye'deki barajların tüzük kabiliyetleri bağlamında Fırat Nehri doğal su potansiyelinin %60'ından fazlasına tekabül etmektedir, • Türkiye'deki barajların mevcut olmadığı doğal rejim koşullarında debisi 150 m Is'ye kadar inen bir akarsuya 500 m/s'den fazla bir ortalama debinin düzenli bir şekilde intikal ettirilmesi suretiyle, Suriye'deki hidroelektrik santrallerde ekonomik boyutu itibariyle değerli olan güvenilir enerji üretimi yanında, Suriye ve/veya Irak topraklarında sulama ve diğer amaçlara yönelik güvenli tahsisler yapabilme imkânı yaratılmıştır. Yaratılan bu imkânlar, anılan ülkelerin Türkiye'deki barajlara herhangi bir maddi· katkıları söz konusu olmadığından karşılıksız olarak sağlanmış olağanüstü bir ekonomik avantaj anlamına gelmektedir. 500 m3/s koşulu 1987 yılından itibaren Türkiye tarafından kesintisiz yerine getirilerek, bir anlamda asgari debinin bir müktesep hak olarak oluşması sağlanmıştır. Ancak, bazı teknik çözümler yaratılamadığı takdirde, Fırat Havzası’ndaki su kullanımlarının artışına paralel olarak 2020'li yıllarda bu taahhüdün yerine getirilme imkânı tedricen zorlaşacak ve 2020'li yılların sonunda ulaşılabilecek nihai gelişme durumunda mümkün olamayacaktır. Türkiye bu konuda çok önemli bir adım atarak kendi üzerine düşeni yapmıştır. Suyun daha verimli kullanılabilmesi için GAP kapsamında geliştirilen tüm açık kanallı sulama projelerini basınçlı ileri sulama teknikleri kullanan projelere dönüştürmüştür. Protokolün "Su" başlığı altındaki 9. maddesinde "Taraflar, iki ülke uzmanlarının iş birliği ile projelerin teknik ve ekonomik fizibilite çalışmalarının yürütülmesi sağlanarak, her iki ülkenin topraklarında Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve enerji üretimi için ortak projeler inşa etmeyi ve işletmeyi prensip olarak kabul etmişlerdir” şeklinde ifade edilen diğer bir hüküm yer almakla birlikte, bugüne kadar Türkiye ve Suriye arasında bu doğrultuda bir iş birliği gerçekleştirmenin koşulları oluşturulamamıştır. 201 • Bölgede karşılıklı iyi niyet ve somut projelerle ilerleme ortamının yaratılabilmesi durumunda, bundan sonra yapılacak görüşmelerde üç aşamalı planın geliştirilecek yeni yöntemlerle ikamesi söz konusu edilebilir. Ancak bu sürecin başlaması bu konudaki güven arttırıcı adımların somut olarak atılabilmesine ve ilerlemenin başlamasına bağlı olacaktır. • Su kaynakları projelerinde Türkiye ve Suriye ile Irak'ta yeni teknolojilerin uygulanması ile tasarruflu kullanım sonucunda elde edilecek su miktarının ülkemiz ve Suriye ile Irak'ın olabilecek yeni ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılması mümkün olabilecektir. • Fırat Nehri’nden Türkiye sınırında en kurak periyotla dahi 500 m3/s su verilmesi durumu için Fırat Nehri akımları tüm havza developmanı için yeterli olmayabilecektir. Fırat Nehri doğal akım şartlarında ve havza developmanı gerçekleşmeden sınırdan geçen akımın 156 m3/s olarak gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda ülkemizdeki depolama tesislerinin mansaba ne denli yarar sağladığı ortaya çıkmaktadır. • Havzadaki su kalitesi ile ilgili çeşitli çalışmalarda bugünkü şartlarda Şat-tül Arap’ta su kalitesi ve tuzluluk oranının oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir. Havzada depolama tesislerinin olmaması durumunda akımların minimum olduğu periyotlarda bu oran oldukça yüksek miktarlarda meydana gelmektedir. • Dicle-Fırat Havzası’nda geliştirmekte olduğumuz projelerde, su tasarrufu sağlanması ve sulamalardan dönen suların asgari düzeye indirilmesi amacıyla, basınçlı sistemler tercih edilmektedir. Havzadaki yerleşimlerden meydana gelen atık suların yörenin sosyoekonomik yapısına bağlı olarak arıtılması sonucunda, su kalitesinin en az seviyede değişmesi sağlanabilecektir. Diğer taraftan, havzadaki baraj rezervuar hacimlerinin büyüklüğü, atık maddelerin çökelmesini ve konsantrasyonun düşmesini sağlamaktadır. Bu rezervuarlarda suyun düzenlenerek bırakılması, nehir yataklarında düzenli ve sürekli su bulunmasına ve dolayısıyla da kirliliğe bağlı konsantrasyonun azalmasına neden olmaktadır. • Su kaynakları ve projeleri geliştirilirken hidroelektrik ve tarımsal üretimler yönünden alternatifler, yörenin sosyo-ekonomik yapısı ve mevcut üretimler ile çiftçilerin eğilimi etüt edilerek elde edilen sonuçlar değerlendirilmekte ve pazar imkânları da araştırılarak proje ekonomisi belirlenmektedir. Bu çalışmalar sonucunda ekonomik bulunan seçeneklerin gerçekleştirilmesi öngörülmektedir. 202 2.3.3 Ortak Teknik Komite Çalışmaları Ortak Teknik Komite’nin Kuruluşu Türkiye-Irak Ekonomik ve Teknik İş Birliği Karma Komisyonu'nun 1980 yılında Ankara'da yaptığı toplantıda, özellikle Dicle ve Fırat nehirlerini kapsayan bölgesel sular konusunda en geç üç yıl içinde görevini tamamlayarak bulgularını Bakanlar düzeyindeki siyasi platforma aktarmak üzere, bir Ortak Teknik. Komite (OTK) kurulması hususunda mutabakat sağlanmıştır. İlk toplantısını 1982 yılında yapan OTK'nin 1983 yılındaki üçüncü toplantısından itibaren Suriye de toplantılara katılmaya başlamıştır. 1992 yılına kadar 16 toplantı gerçekleştiren OTK bu yıldan itibaren toplantılarına ara vermiş bulunmaktadır. Toplantı sürecinin devam ettiği 1982–1992 yılları arasındaki on yıllık dönemde, 1988 ve 1990 yıllarında konuyla bağlantılı olarak iki kez Üçlü Bakanlar Toplantısı gerçekleşmiştir. Bu süreçteki toplantıların yer ve zamanları ekli tabloda verilmiştir. • OTK süreci boyunca görüşmelerde Türk tarafı olumlu ve iş birliğine yönelik bir politika takip etmiştir. Bu politikanın ana hatları şunlardır: ο İhtiyaçlar karşılanırken su kaynağı olarak Dicle ve Fırat nehirleri birlikte değerlendirilmelidir. ο Dicle-Fırat Havzası bütününde su kaynağı potansiyeli mutabakat sağlanarak belirlenmelidir. ο Su ihtiyaçları, özellikle sulama için ortak esaslar ve kriterlere göre tanımlanmalıdır. ο Kaynak-ihtiyaç dengesi, israf veya gereksiz tahsise yol açmayacak şekilde, "optimum kullanım" ilkesine göre kurulmalıdır. ο Türkiye’nin politikaları uluslararası platformda, havza ülkeleri arasında bölgesel iş birliğine Türkiye'nin olumlu baktığı izleniminin yaratılmasına yönelik dikkatli politikalar olmasına rağmen yine de Ortadoğu’daki su vanalarını kontrol etmek isteyen güçler tarafından yeterince desteklenmemiştir. 203 • Suriye ve Irak'ın OTK sürecindeki politikalarının ana hatları: Bu süreçte, Suriye ile Irak arasında yapılan bir protokol çerçevesinde Fırat akımlarının %42'sinin Suriye ve %58'inin ise Irak tarafından kullanılması kararlaştırılmıştır. o Dicle ve Fırat ayrı ayrı ele alınmalıdır. Özellikle Irak tarafından ileri sürüldüğü üzere kadim sulamalar ve işletmedeki sulama projelerinin su hakları müktesep hak olarak görülmelidir. ο Nehirlerin toplam su potansiyeli, müktesep haklar hariç tutularak, her bir ülkenin mutasavver projeleri için ayrı ayrı beyan edeceği ihtiyaçlar oranında "matematiksel bölüşüm" ilkesine göre paylaşılmalıdır. ο Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’nda yürütmekte olduğu faaliyetlerin nihai gelişme durumuna ulaşmasından mümkün mertebede daha önce suların paylaşımı hususunda bir anlaşma yapılması sağlanmalıdır. ο Suriye ve Irak'ın soruna bakış tarzları, yaklaşımları ve talepleri, kendi aralarında memba ülkesi-mansap ülkesi çelişkisi olsa dahi, ortak menfaatler ön planda tutularak Türkiye nezdinde farklı bir görüntü vermemeye çalışılmalıdır. ο Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’nın memba ülkesi konumunda olmasından kaynaklanan fiziksel avantajının dengelenebilmesi için, bir taraftan OTK sürecini devam ettirmeye çalışırken diğer taraftan sorunu uluslararası platforma taşıyarak Türkiye üzerinde dolaylı baskı kurulmasına gayret edilmelidir. OTK süreci, gerek Türkiye'nin amaçları itibariyle gerek Irak ve Suriye ile olan temaslarda, gerekse uluslararası platformda belli ölçüde fonksiyonel olmuştur. Bu süreç bu dönemdeki yatırım faaliyetlerinin gelişmelere ve günün koşullarına daha uygun düşebilecek yaklaşımlar benimsenerek sürdürülmesi olanağını yaratmıştır. Çünkü Suriye, 12 Haziran 2005’te 1993 yılında askıya alınan üçlü görüşmelerin yeniden başlaması için çağrıda bulunmuştur. Türkiye ise 2008 yılının başında bu görüşmelerin tekrar başlayacağına dair resmi açıklamalar yapılmıştır. Bu konuda gelinen son aşama ise üç devletin uzmanlarının Atatürk Barajı tesislerinde kurulacak bir Su Enstitüsü’nde bir araya gelmelerine karar verilmesidir. 204 Üç Aşamalı Plan ve Diğer Teknik Çözüm Seçenekleri Genel Değerlendirme Türkiye'nin OTK süreci esnasında takip ettiği politikalar doğrultusunda Irak ve Suriye'ye teklif ettiği ortak çalışmayı temsil eden Üç Aşamalı Plan, tüm havzadaki su ve toprak kaynaklarının tespitini, hâlihazırdaki ve gelecekteki su ihtiyaçlarının belirlenmesini ve kaynak potansiyelinin sunabildiği imkânlar çerçevesinde her üç ülkenin ihtiyaçlarının en uygun şekilde karşılanması için gerekli çözümlerin ortak bir anlayışla ortaya konmasını öngören bir plandır. Bu plan: (i) hakça: her üç ülkenin kaynakları ve ihtiyaçlarını objektif olarak dikkate alması, (ii) makul: gerektiğinde havza akarsuları arasında transferler yaparak, her üç ülkenin ihtiyaçlarını imkânların elverdiği ölçüde karşılaması ve (iii) uygun değer: uluslararası mühendislik esaslarına dayalı teknik ve ekonomik yapılabilirliği olan ortak çözümler üretmeyi öngörmesi nedenleriyle, Uluslararası Su Hukuku bağlamında ilgili kriterlere yer vermeye çalışan bir yaklaşım içerisinde oluşturulmuştur. Üç Aşamalı Plan, OTK sürecinde Türkiye tarafından ilgili ulusal politikamız doğrultusunda yararlı olmuş, ancak muhatap ülkelerin bu planı kendi açılarından tasvip etmeyen pozisyonlarını değiştirme ihtimali bugün itibariyle büyük ölçüde azalmıştır. Diğer taraftan, planın Türkiye tarafından vaz edilmiş şekliyle tamamen objektif esaslara göre uygulanması halinde, Türkiye'nin kendi topraklarında öngörmüş olduğu havza developmanına aykırı düşmeyecek bir sonuca ulaşılacağı hususunun önceden kesin olarak varsayılması mümkün değildir. Ortak Teknik Çalışma Seçenekleri • Türkiye'nin Dicle ve Fırat Havzası’nın gelişimine yönelik beklenti ve hedefleri ayrı tutularak, komşu ülkelerle iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusunda esas itibariyle 1987 Protokolü’nün 9. maddesi temel alınarak taraflar arasında yeni bir yaklaşımla aşağıdaki teknik içerikli ortak çalışmalar yapılabilir. (i) Dicle-Fırat Havzası Su Kaynaklarının (Rasyonel) Kullanımı İçin Bölgesel İş Birliği, (ii) Sınıra şan (Bölgesel) Akarsuların (Rasyonel) Kullanımı İçin Teknik İş Birliği veya (iii) Bölgesel Suların (Rasyonel) Kullanımı Konusunda Ortak Teknik Değerlendirme Çalışması Ortak teknik çalışmalar, hidrolojik gerçekleri esas alan somut bir projeye veya projelere yönlendirilebilir. Nihai gelişme durumunda Türkiye sınırındaki ana kol potansiyelinin yalnızca 205 üçte biri tüketilerek üçte ikisi Türkiye ve Suriye tarafından kullanılmadan Irak topraklarına geçen Dicle Nehri su kaynağının değerlendirilmesi Dicle ve Fırat'ın birlikte ele alınması ve mansap ülkelerinin iyi niyetlerinin tespiti açısından önemli bir gösterge olacaktır. Bu durum aynı zamanda ilerlemenin de gerçekleşebilmesi açısından önemli bir adım teşkil edebilir. Sonuç ve Öneriler • Kesintiye uğramış bulunan OTK sürecinin yeniden başlatılması halinde sınıraşan sular konusunda Türkiye'nin geçmişte başarılı bir şekilde korunmuş olan temel menfaatlerinin geleceğe taşınmasını sağlayacak yeni yaklaşımlar bağlamında, daha önce Üç Aşamalı Plan olarak isimlendirilen teknik kanıtla ulaşılmak istenen hedefleri, muhatap ülkelerin talepleri ile mümkün mertebe bağdaştıran “somut projelere yönelik ortak teknik çalışmalar" adı altında teknik düzeyde temaslar yapılabilir. Fırat Nehri’nde matematiksel bölüşüm ilkesine dolaylı olarak uygun düşecek şekilde girilmiş olan asgari akım taahhüdü, anılan nehir üzerinde planlanan sulama gelişimine esas itibariyle aykırı düşmektedir. • Kendi içinde ekonomisi kabul edilebilir limitler dâhilinde olan geliştirilmesi mümkün ortak ve/veya tek taraflı teknik çözümler, tekil olarak veya bazı kombinasyonlar yapmak suretiyle geliştirilerek Dicle Nehri su kaynağından daha fazla istifade imkânı yaratılabildiği takdirde, Türkiye açısından havza projelerinin stratejik planlama kavramına daha uygun hale getirilmesi sağlanabilir. • OTK toplantılarının tekrar başlaması halinde taraflar arasında somut projelere yönelik ortak teknik çalışmaların iyi niyet ortamında yürütülmesi 1987 Protokolü’nün 9. maddesine dayandırılarak ön plana çıkarılmalıdır. Bu çerçevede doğal hidrolojik koşulların değişkenliği ve Dicle-Fırat Havzası’nın bütünlüğünü ve temel gerçeklerini dikkate alan bir sürece yaklaşılabilir. • Teknik uygulamalar havza gelişimine paralel bir zamanlamayla gerçekleştirilmelidir. Bu doğrultudaki kararlar ve uygulamalara istinaden, mansaba bırakılabilecek sular konusunda Türkiye'nin hak ve menfaatlerine aykırı düşmeyecek bir denge kurulabileceği kanaati oluştuğu takdirde, bir nihai anlaşma için siyasi düzeyde gerekli temaslar daha kolayca başlatılabilecektir. • Bir taraftan Suriye'ye Fırat Nehri’nde bırakılacak sularda 1987 Protokolü'nün öngördüğü debi koşuluna uyulması diğer taraftan ise anılan nehir havzasındaki sulama projelerinin 206 hâlihazırda planlandığı şekilde gerçekleştirilmesi halinde, bu iki unsuru kompanse edecek önlemler alınmadığı takdirde, havzada gelecekte ciddi işletme darboğazları ve sosyal sorunların yaşanabileceği dikkate alınmalıdır. Bu durum makro ölçekli bazı yatırımların kısmen atıl hale gelmesi sonucunda ulusal ekonomiyi çok olumsuz etkileyecek kayıplar doğurabilir. Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde Dicle ve Fırat Havzası sularında temel yaklaşımdan uzaklaşmadan yeni paylaşım seçenekleri oluşturulabilir. Bu kapsamda doğal hidrolojik şartları göz önünde bulunduran matematiksel bölüşüm ilkesi, doğal hidrolojik koşulların değişkenliği ve Dicle-Fırat Havzası’nın bütünlüğünü dikkate alan ve ortak projelerle desteklenen paylaşım ilkesi ile Fırat Havzası’nın bütünlüğünü ve doğal hidrolojik koşulların değişkenliğini göz önünde tutan yıllık toplam su miktarı üzerinden paylaşım yöntemi ayrı ayrı ele alınarak incelenebilir. Bu yaklaşımlarda esas olarak havzada yıllara göre önemli sapmalar gösteren doğal meteorolojik koşullara tabi hidrolojik değişkenliğin seyrine bağlı olarak akımların azalma veya artma gösterdiği yıllardaki su miktarları konusu öne çıkmaktadır. Bu konuda komşu ülkeler arasında objektif kriterlere göre anlaşılabilmesi önem taşıyacaktır. Bu yöntemin uygulanabilmesi için Dicle-Fırat Havzası ana ve önemli yan kollarının doğal su potansiyelinin ve her üç ülkedeki depolama tesislerinin işletme prensiplerinin taraflarca ortaklaşa belirlenmesi önem taşıyacaktır. 2.4 Dicle ve Fırat Havzası’nda Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi • Dicle-Fırat Havzası Dicle ve Fırat alt havzalarındaki su ve toprak kaynakları potansiyelinin değerlendirilmesi amacıyla bugüne kadar yapılan çalışmalar kapsamında sulama, taşkın kontrolü, hidroelektrik enerji üretimi, içme-kullanma ve sanayi suyu temini amaçlı büyük ölçekli projeler geliştirilmiştir. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Dicle Nehri ana kolunun tamamı ile Fırat Nehri’nin Keban Barajı mansabına içine alan coğrafi bölgede yer alan bir projeler demetidir. Çok yönlü entegre bir proje olan GAP kapsamında; bölgede yapımı planlanan tarım, enerji ve hizmet sektörlerindeki barajlar, hidroelektrik santraller ve sulama tesislerinin yanı sıra kentsel ve kırsal altyapı, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık ve konut gibi diğer sektörlerde yapımı öngörülen alt projelerin gerçekleştirilmesi amaçlanmış bulunmaktadır. • Dicle-Fırat Havzası’nın Türkiye bölümündeki sosyal ve ekonomik faaliyetler nedeniyle zaman içerisinde oluşmuş bulunan hâlihazırdaki su tüketimleri yanında özellikle sulama 207 amacıyla geliştirilen projelerin değişik amaçlı su kullanımları nedeniyle oluşan büyük ölçekli su tüketimlerinin, Türkiye sınırından mansap ülkelerine intikal eden akarsuların potansiyeli, rejimi, kalitesi ve akuatik ekosistemi üzerinde etkiler yapması kaçınılmaz olmaktadır. 2.4.1 Bugünkü durum • DSİ Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve halkın kendi imkânlarıyla geliştirdiği sulamalar ve DSİ Genel Müdürlüğü'nce Fırat alt havzasında geliştirilen hidroelektrik enerji projelerinin bugünkü durum itibariyle, Dicle Havzası’nda 48.410 hektarı GAP'ta olmak üzere 64.683 hektar ve Fırat Havzası’nda 232.996 hektarı GAP'ta olmak üzere 866.691 hektar alanda sulama yapılmakta olup, toplam sulanan alan 931.374 hektardır. Hidroelektrik potansiyel olarak Fırat Havzası’nda işletmeye açılmış olan 6.391 MW kurulu gücündeki hidroelektrik santrallerde yılda ortalama 25.422 GWh enerji üretilmektedir. Dicle alt havzasında hâlihazırda işletmeye açılmış hidroelektrik santral bulunmamaktadır. • Dicle-Fırat Havzası’nın bugünkü gelişme durumunda ağırlıklı olarak sulama, içme kullanma suyu, sanayi suyu ve rezervuar buharlaşmaları nedeniyle oluşan net su tüketimini havza potansiyeli ile kıyaslamalı olarak belirleyen tablo aşağıda verilmiştir. • Dicle alt havzasındaki sulama ve diğer amaçlı su tüketimlerinin potansiyele oranı düşük seviyede olduğundan, sınırdaki akış potansiyeli ve rejimine önemli bir etki söz konusu değildir. Fırat alt havzasında ise, özellikle hidroelektrik enerji amaçlı baraj işletmeleri nedeniyle mansap ülkelerine çok önemli sosyal ve ekonomik katkılar sağlayan düzenli bir akış rejimi oluşmuş bulunmaktadır. Bu alt havzada, en son olarak 1992 yılında işletmeye açılan ve 1994 yılında dolum işlemi tamamlanan Atatürk Barajı devreye girdikten sonra, 1994–2001 periyodu boyunca aylık akımlarının ortalaması olan 809 m3/s'ye karşılık gelen yıllık ortalama 25,5 milyar m3 su kesintisiz olarak Suriye'ye intikal etmiş bulunmaktadır. 2.4.2 Nihai Gelişme Durumu • Dicle-Fırat Havzası’nda bugünkü şartlar itibariyle geliştirilmesi öngörülen projelerin tamamlanarak işletmeye açılacağı nihai gelişme durumundaki sulama alanları ve enerji üretimleri ekteki tabloda verilmiştir. Su tüketimi tablosunda enerji üretimi için verilen değerler sulamanın nihai gelişme durumundaki su temini değerlerine göre hesaplanmıştır. Nihai gelişme durumunda, münferit projeler bazında hesaplanmış olan enerji üretim değerlerinin Dicle-Fırat Havzası’ndaki kümülatif toplamı olan 49 973 GWh/yıl'ın özellikle 208 sulama amaçlı su tüketimleri nedeniyle %25 mertebesinde azalarak 37.478 GWh/yıl'a düşmesi söz konusu olacaktır. Fırat alt havzasında daha önemli miktarda oluşacak olan bu düşüş (38.004 GWh/yıl'dan 26.309 GWh/yıl'a) %29 oranını bulacaktır. • Haziran 2008 de açıklanan GAP Eylem Planı’ndaki 2012 hedefine rağmen proje kapsamındaki yatırımların tamamlanıp GAP’tan planlanan geri dönüşlerin 2023 yılından önce alınabilmesi çok zor görünmektedir. Bu zorluk finansman sürekliliği sağlansa bile, projenin entegre bir proje olması, proje kapsamında 40 kamu kurumu ve 270 adet projenin yer alması ve sulama yatırımlarının beklenen sosyal ve ekonomik etkilerin mühendislik yapılarının dışında toprağın ve çiftçinin tarıma hazırlanması gibi uzun erimli çalışmalara bağlı olması gibi sebeplerden kaynaklanacaktır. • Yukarı havza projelerinin de kamu finansmanındaki darboğazlar nedeniyle ancak 2023 yılından sonra nihai developmana ulaşarak işletmeye açılır hale gelebileceği tahmin edilmektedir. Bu nedenle, tüm havza bazında nihai gelişme durumu için 2040 yılının kabul edilmesi daha uygun olacaktır. TÜRKİYE SINIRLARI İÇİNDE DİCLE-FIRAT HAVZASI NİHAİ GELİŞME DURUMU Sulama alanı (ha) Hidroelektrik enerji üretimi Yukarı GAP Havza Toplam Güç (MW) (GWh/yıl) 690.000 3.600 10.699 9.562 26.809 13.162 37.478 Dicle ve Kolları 650.000 Fırat ve Kolları 1.050.000 1.000.000 2.050.000 TOPLAM • 40.000 Enerji 1 700.000 1.040.000 2.740.000 Türkiye'de bugün itibariyle Dicle-Fırat Havzası doğal potansiyelinin ancak %9'u mertebesinde bir su tüketimi söz konusu iken, bu oran nihai developman durumunda yaklaşık %25 mertebesine çıkabilecektir. Tüm havza potansiyelinin %62'sinin Türkiye'deki yağışlardan oluştuğu göz önüne alındığında, Şat-tül Arap'taki doğal su potansiyelinin dörtte birinden biraz fazla bir su miktarına karşılık gelen bu oranın üç havza ülkesinin su kullanımları içinde makul bir tüketimi temsil ettiği görülmektedir. 209 • Nihai developmanda Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’ndaki su tüketiminin yaklaşık dörtte üçünün Fırat alt havzasında gerçekleşmesine karşılık, Dicle alt havzası tüketimi yalnızca dörtte bir mertebesinde olacaktır. Bunun sonucunda, Türkiye'deki doğal potansiyelleri itibariyle, 2020'li yıllardan sonra Fırat alt havzası sularının daha büyük bir bölümü ülkemizde tüketilip diğer bölümü Suriye'ye intikal edecek; Dicle alt havzası sularının ise dörtte üçü mansap ülkelerine geçmiş olacaktır. Bu durum ise, Dicle ve Fırat nehirleri su potansiyellerinden yararlanmada Fırat Nehri’nin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir. 2020'lerden itibaren mansap ülkelerine intikal edecek toplam su miktarının makul kabul edilebilecek limitler dâhilinde olmasına karşılık, özellikle Fırat ana kolunda yıllık ortalama olarak hâlihazırda Suriye'ye intikal eden sular biraz daha azalacaktır. Bu sular aşırı bir kurak yılda ise büyük oranda düşebilecektir 2.5 Golan Tepeleri ve Ortadoğu Su Denklemi İsrail’in Sınırları 1960 yılında dönemin Başbakanı Golda Meir, İsrail’in sınırlarını; “İsrail'in sınırları, Yahudilerin yaşadığı yerlerdir” sözleriyle tanımlamıştı. Bu kapsamda bölgedeki Arap ülkelerine yönelik çeşitli askeri harekâtlar başlatan ve işgal eden İsrail’in hedeflerinden biri de Suriye toprağındaki Golan Tepeleri olmuştur. 1.862 km2’lik bir alana yayılan Golan’ın üçte ikisi 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşları’nda İsrail tarafından işgal edilmiştir. Golan’ın İşgal Planı Eski İsrail’in Golan'a yönelik işgalci planları oldukça eskidir. İngiltere'nin Filistin üzerindeki denetiminin başladığı 1918 senesinde İsrail Devleti’nin kurucusu ve ilk başbakanı David Ben Gorion, İngiliz İşçi Partisi’ne gönderdiği bir mektupta Yermuk Nehri suyunun taşıdığı önemden dolayı, Golan’ın kendilerine verilmesini talep etmişti. Bununla birlikte Suriye'nin o dönemde Fransa'nın sömürgesi olmasından dolayı Uluslararası Yahudi Ajansı, İngiltere Hükümeti’nden Fransa Hükümeti’yle görüşerek, Golan Tepeleri ve dağlık Cebel'il Şeyh bölgesinin, gelecekte kurulması planlanan, İsrail’in sınırlarına dâhil edilmesini içeren bir anlaşmayı gerçekleştirmesini de talep etmişti. Bu dilek XX. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmediyse de, Golan’ın işgal edilmesi hedefi gerçekleşti. İsrail ordusu 6 Temmuz 1967 tarihinde Golan bölgesinin 1200 km2’lik kısmını işgal etti. 210 Golan’n Jeostratejik Önemi ve Stratejik Derinliği Golan Tepeleri bölgesi Suriye'nin güneyinde Gonaytareh ilinin bir bölümünü oluşturmakta ve işgal altındaki Filistin’le yüz kilometrelik bir ortak sınıra sahip bulunmaktadır. Bölgenin en verimli topraklarının yer aldığı Golan ve Golan Tepeleri etrafındaki düzlük alanların ortasında oldukça yüksek bir tepe olması nedeni ile jeo-stratejik bir konuma sahiptir. Bu tepelere sahip olmak başta hemen yanı başındaki Şam olmak üzere Beyrut, Amman ve Filistin üzerinde doğal bir stratejik hâkimiyet üstünlüğüne de sahip olmak anlamına da gelmektedir. 120–520 m. kotları arasında bir plato olan Golan'ın en yüksek tepesi Hermon Dağı’nda 2.814 metre yüksekliğindeki Şeyh Tepesi’dir. Bölge coğrafyasında özgün bir yer tutan bu yükseklik Galile Gölü’nde eksi 210’a kadar düşmektedir. Golan ve Hermon Dağı Golan Tepeleri Taşıdığı stratejik ve jeopolitik önemden dolayı İsrail 1981’de parlamentodan Golan ve Golan Tepeleri’nin işgali altındaki Filistin’e ilhakını öngören tasarıyı geçirmiştir. Yine İsrail’in o dönemdeki Başbakanı olan Menahim Begin, Golan’ın ilhakıyla ilgili olarak “Ben 211 parlamentonun çoğunluğunu temsilen, Golan Tepeleri’nin tarihi açıdan İsrail topraklarının bir parçası olduğunu ve de öyle kalmaya devam edeceğini ilan ediyorum” demişti. Golan’da Yerleşim İsrail, 1981’de Knesset’in işgali onaylamasıyla kendi yasalarının bölgede uygulamaya başlamıştır. Daha sonra İsrail Golan’da 39 adet yerleşke kurarak bölgede yaklaşık 20 bin Yahudi’yi iskân ettirmiştir. İsrail işgali sonrasında bölgede yaşayan ve çoğunluğu Çerkez, Dürzî ve Nusayrilerden oluşan 140 bin kişi zorla göç ettirilmiştir. Bölgede kalan ve Golan’dakiBEŞ Dürzî Köyü’nde yaşayan yaklaşık 18 bin Suriyeli ise bugüne değin ne Suriye ile ne de İsrail ile herhangi bir vatandaşlık bağları olmadan yaşamıştır. Bu yerleşimin yanı sıra her ne kadar resmi anlamda deklare edilmiş olmasa da İsrail’in Golan’ı gizli bir askeri üs olarak donattığı, hatta varlığını ne kabul ne de reddettiği nükleer üslerinden bir kısmının da yine Golan’da bulunduğu ileri sürülmüştü 212 Golan’daki Mavi Altın Golan’ın en önemli özelliği bölgenin Suriye, Lübnan ve Ürdün'ün yüksekliklerinden kaynaklanan büyük akarsu kaynaklarını içinde barındırıyor olmasıdır. İsrail'in işgal ettiği Golan Tepeleri, İsrail'in su ihtiyacını karşıladığı Galile Gölü’ne kadar uzanmaktadır. İsrail tüm su tüketiminin %12'sini bu bölgeden karşılamaktadır. Bölgedeki genel su sıkıntısı nedeniyle Golan’daki su kaynakları, bu tepelerinin askeri öneminin de önüne geçmiştir. Golan’ın işgali bu bölgenin jeostratejik konumu ve su kaynaklarının etkisiyle, İsrail’in yayılmacı politikalarının bir parçası olmuştur. Golan bölgesi İsrail’in parlamento binasının girişinde yazılı bulunan, ‘Büyük İsrail’ sınırlarının içinde tanımlanmasına rağmen Golan’dan kayıtsız şartsız çekilmesinin beklenmesi çok gerçekçi olmaz. 1967 Savaşı sonrasında Golan Tepeleri’ni ve Yukarı Ürdün Nehri ile Banyas kolunu kontrolüne alan İsrail önemli bir su kaynağına da sahip olmuştur. İsrail bu arada, 1978 yılından 2000 senesine kadar Lübnan’ın güney bölgesini işgal etmiş ve 22 yıl boyunca bu ülkeye ait Litani Nehri’nden illegal olarak su çekmiştir. Golan sayesinde Yarmuk ve Banyas nehirleri ile Galile Gölü’nü kontrol altında bulunduran İsrail yalnız askeri açıdan değil, su güvenliği açısından da oldukça önemli bulunan Golan Tepeleri’nden belli güvenceler elde etmeden çekilmeyecektir İsrail Golan ‘dan Çekiliyor Mu? İsrail’in, 1967 yılında savaş tarihinde en kısa sürede en fazla toprak işgal etme rekorunu kırdığı Altı Gün Savaşı sırasında işgal ettiği Golan Tepeleri, İsrail ve Suriye arasındaki ezeli düşmanlığın temelini oluşturmuştur. İki ülke arasında bugüne değin yapılan tüm barış görüşmelerinin bir yerlerde tıkanıp, sonuçsuz kalmasının en önemli nedeni de yine Golan Tepeleri olmuştur 1. 25 Nisan 2008’de İsrail, Suriye ile arasında anlaşmazlık konusu olan Golan Tepeleri'nden vazgeçebileceğini bildirmiştir. İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe Yaalon, Yediot Ahronot Gazetesi’ne verdiği demeçte, "Suriye ile varılacak anlaşmaya karşılık, Golan'ın askeri gerekliliğinden vazgeçebiliriz" dedi. General Yaalon, "Ordumuz, İsrail'deki siyasi otoritenin Golan'dan çekilme kararı vermesi halinde, sınırlarımızı nerede olsa korur" diye konuşmuştur. 1 H. Miray Vurmay “Savaş Yeni Ortadoğu’yu Yaratamadı” Cumhuriyet Strateji Sayı: 118 213 İsrail İçin Golan İsrail Golan Tepeleri’ndeki işgalin nedenini meşru müdafaa ve kendi güvenliğini sağlama olarak göstermek istemektedir. Ancak Golan’daki İsrail işgali sadece güvenlik kaygılarıyla açıklanamaz. Bölgenin su kaynakları açısından stratejik önemi ve dinsel nedenleri de dikkate alma gerekir. Özellikle Golan’ın İsrail’in su ihtiyacını karşılama yönünden stratejik önemi bilinmektedir. Dinsel olarak da Yahudi kutsal kitabında Golan’a yapılan atıflar pek çok dinci Yahudi’nin gözünde Golan’ı kutsallaştırmakta ve Büyük İsrail’in vazgeçilmez bir parçası olarak görmelerine neden olmaktadır. Ancak çoğu zaman İsrail iç politikasında uzlaşılmaz tartışmalara da neden olan bu konuda son dönemde daha ılımlı bir hava oluştuğu görülmektedir. İsrail kamuoyunun geçmişe nazaran daha büyük bir bölümü hatta yarısı, kapsamlı bir barış anlaşması karşılığında, Golan’dan çekilmeyi destekler duruma gelmiştir. Golan’dan çekilme İsraillileri Batı Şeria ve Gazze’den çekilme kadar endişelendirmemektedir. Suriye İçin Golan Suriye’de bir nesil “Golan’ı geri almak ya da al(a)mamak işte bütün mesele bu!” parolası ile büyümüştür. Golan Tepeleri’nin kaybedildiği 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı sırasında Suriye’nin Savunma Bakanı olan Hafız Esad, 1971 yılında yönetimi ele geçirdiği günden ölümüne kadar Golan’ın mutlaka geri alınacağını yinelemiştir. Hafız Esad ile birlikte Golan meselesi Suriye için bir var oluş mücadelesine dönüşmüştür. 2 Suriye ve İsrail, 1992’de Madrid’te başlayan Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Golan Sorunu’nu ele almak için barış masasına oturmuştur. Ancak bu iki ülke 2000 yılında görüşmelerin kesilmesinden sonra tekrar barış masasına oturmayı başaramamıştır. Gayri resmi yollardan Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinin ara buluculuk girişimlerinden de somut sonuçlar elde edilememiştir. Ancak 2007 Ocak ayında Haaretz Gazetesi’nde Suriye ile İsrail arasında Eylül 2004’ten Temmuz 2006’ya kadar süren gizli barış görüşmeleri olduğunu haberi çıkmıştır. Aynı haberde İsrail ve Suriye temsilcilerince müzakere edilmiş bir barış anlaşması taslağından da söz edilmiştir. Haaretz Gazetesi’ndeki bu habere göre bu taslak öncelikle İsrail’in Golan’dan 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilmesini öngörüyordu. Bununla birlikte Suriye tamamen çekilmenin beş yılda İsrail ise 15 yılda olmasını öngördüğü için anlaşmazlık çıkıyordu. Tampon bölgedeki Galile Gölü’nün ortak kullanıma açık park yapılması ve parkın Golan’ın büyük kısmını içine alması 2 a.g.e. 214 planlanıyordu. İsrailliler parka serbestçe girebilecekti. Ürdün Irmağı ve Galile Gölü’nün sularının kontrolü İsrail’e kalıyordu. Sınırın askerden arındırılması da dörtte bir oranında İsrail’in lehine yapılacaktı. Ancak bu haber Suriye ve İsrail yönetimince hemen yalanlanmıştır. Ancak son günlerde gündemde yer alan Suriye İsrail barışı daha önce hazırlanan altyapının gerçek olduğunu ortaya çıkartmıştır. Yapılan yorumlarda İsrail’in Golan’dan çekilmesi için bir dizi güvenlik düzenlemelerine ihtiyaç duyacağı da belirtilmektedir. Bunların arasında tarafların Golan Tepeleri’ne erken uyarı istasyonları kurmaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra İsrail Suriye’nin Golan’daki Yahudi yerleşimlerinin bulunduğu toprakları kiralamasını isteyeceği de belirtilmektedir. Ancak bunların arasında su kaynaklarının kullanımı ile ilgili herhangi bir açıklamanın bulunmaması dikkat çekicidir. İsrail’in Su Bütçesi ve Golan İsrail’in Ulusal Altyapı Bakanlığı Su Komisyonu Planlama Bölümü tarafından Temmuz 2002 tarihinde hazırlanan 2002–2010 Su Kaynaklarının Geliştirilmesi Master Planı’nda İsrail’in Su Bütçesi çalışması da yer almaktadır. Bu bütçede 2010 yılında İsrail’in toplam su kullanımının 2,5 milyar m3/yıl olacağı ve bunun 500 milyon m3’ünün ilave su kaynağı olarak deniz suyu arıtımından karşılanacağı belirtilmiştir. Master Planı’nın yönetici özetinde 20 Mart 2002’de İsrail Hükümeti’nin deniz suyu arıtma tesisi kurmayı kabul ettiği ve kapasiteyi 2010 yılında 540 milyon m3/yıl’a çıkartmayı planlandığı yer almaktadır. İsrail’in bu Su Master Planı’nda Golan’dan her yıl çekilen yaklaşık 300 milyon m3’lük suyun bütçeden çıkması ihtimali doğal olarak yer almamıştır. Ancak İsrail hızlı bir deniz suyu arıtma atağı başlatmıştır. Yılda yaklaşık 120 milyon m3 kapasiteli Aşkelon Tesisi 2005 yılında işletmeye girmiştir. İsrail’de 2007 yılının eylül ayında işletmeye giren ikinci tesis ise yılda 30 milyon m3 su arıtma kapasitesi olan Palmachim Tesisi’dir. Hadera yakınlarında bulunan ve inşa halinde olan üçüncü tesisin yılda 100 milyon m3 kapasiteli olacağı ve 2010 yılında tamamlanacağı açıklanmıştır. Dördüncü tesis için ise henüz ihaleye çıkılmış olup bunun da 2011 yılında tamamlanacağı ifade edilmektedir. İsrail’in Ulusal Altyapı Bakanı Benjamin Ben – Eliezer 2013 yılına kadar evsel su tüketiminin %70’ini arıtılmış deniz suyu ile karşılamayı planladıklarını belirtmiştir. Su Temini Genel Müdürü Hezi Kugler 2013’e kadar İsrail’in deniz suyu arıtma tesisi kapasitesinin yılda 505 milyon m3’e çıkartılacağını ifade etmiştir. Bu da 2002 yılında yapılan Master Planı’nın hedefine sadece üç yıllık bir gecikme ile ulaşılabileceğini ortaya koymaktadır. İsrail’in bu su temin atağı ilave su kaynağı temini için deniz suyu arıtımını tercih ettiğini ve bu kararını uygulamaya geçirdiğini göstermektedir. 215 Türkiye’den Ara Buluculuk İstendi Başbakan Erdoğan’ın 26 Nisan 2008 tarihinde Suriye’ye yaptığı resmi ziyaretin amaçlarından biri İsrail ve Suriye arasında ara buluculuk olarak açıklanmıştır. Bölgede Türkiye’nin ara buluculuğunda bir anlaşma zemini bulunmaya çalışılmaktadır. Ancak Türkiye’den bölge istikrarı için bu ara buluculuktan daha fazla bir katkı istenebilir. İsrail, Türkiye’den ara buluculuk isterken Türkiye’nin su denklemini çözecek etkili bir aktör olduğunu da dikkate almış olması kuvvetle muhtemeldir. Şam’da yapılan bu görüşmelerde İsrail’in Golan’dan çekilmesi sonrasında Fırat Nehri’nden Suriye’ye daha fazla su bırakılması konusunun da gündeme gelmiş olması mümkündür. Basında çıkan haberlere göre Başbakan Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasındaki görüşmede Suriye’nin Asi Nehri üzerindeki baraj kapaklarının bir ay önce kapatılarak su tutulması sonucu ortaya çıkan su sorunu da masaya yatırılmıştır. Yapılan görüşmede Suriye’nin baraj kapaklarını açarak Türkiye’ye su bırakması kararlaştırılmıştır. Bu durum görüşmede Suriye’nin Fırat suyu ile ilgili bazı taleplerinin de gündeme gelmiş olma ihtimalini güçlendirmektedir. 2.5.1 Su Denklemi’nin Çözümünde Dicle ve Fırat Suları İsrail’in su tüketiminin % 15'ini karşıladığı Golan’dan kayıtsız şartsız çekilmesinin beklenmesi çok gerçekçi olmayacaktır. İsrail Golan’dan çekildiğinde stratejik bir coğrafya bölgesinin yanı sıra bölgedeki stratejik doğal kaynak olan suyu da bırakmak durumunda kalacaktır. İsrail halen doğal su kaynaklarının tümünü çekip kullandığı için bundan sonraki ilave su ihtiyacını deniz suyu ve atık su arıtımı gibi doğal olmayan alternatif su kaynaklarından karşılamak zorundadır. Bu nedenle İsrail’in Golan ve tepelerinden çekilmesi sonrasında su bütçesinde ortaya çıkacak açığı kapatmak için ilave su kaynağı geliştirmesi gerekecektir. İsrail Hükümeti 2002 yılında, gelecekte su bütçesindeki açığı deniz suyu arıtma tesisleri kurarak karşılama kararı almıştır. Bu kapsamda hızla gerçekleştirdiği yatırımlarla 2013 yılındaki su tüketiminin yaklaşık beşte birini arıtılmış deniz suyundan karşılamayı planlamıştır. Deniz suyu arıtma teknolojisine oldukça yakın olan İsrail’de bu uygulanmanın tedrici bir şekilde arttırılarak Golan’dan çekilen suyun yerine arıtılmış deniz suyunun ikame edilebilmesi mümkün görünmektedir. Ancak deniz suyu arıtma maliyeti dikkate alındığında İsrail’in Golan’dan çekilmesi ülkenin su temini maliyetini arttıracaktır. 216 İsrail ve Suriye arasındaki barış görüşmelerinin 2004’ten bu yana gizli bir şekilde sürdüğü iddiaları bulunmaktadır. Bu nedenle daha önceden İsrail’in Golan’dan çekilmesiyle oluşacak su açığı konusunda alınacak bazı iç ve dış tedbirlerin düşünüldüğü söylenebilir. Bunlardan birincisi bu açığın İsrail’deki deniz suyu arıtma kapasitesini arttırarak karşılanmasıdır. Bu konuda altyapısal bir gelişme sağlanmıştır. Ancak bu çözümün pahalı olduğunu düşünen İsrail Golan Tepeleri'nden çekilse bile kendisi için son derece önem taşıyan doğal su kaynaklarını elden çıkarmak istemeyebilir. İsrail'in Golan’daki topraklardan taviz verebileceği, ancak bu bölgedeki su kaynaklarından kolay kolay vazgeçmeyeceği açıktır. İsrail’in geçmişten beri Suriye'nin Golan'daki kaybının Fırat'tan verilecek fazla suyla kapatılmasını istemekte olduğu bilinmektedir. Bu nedenle İsrail-Suriye barış görüşmelerinde Fırat'ın suları da bir kart olarak masaya gelebilecektir. Başka bir deyişle, Golan’daki su kaynakları İsrail’de kalırsa, Türkiye’den Fırat üzerinden Suriye’ye daha fazla su bırakması istenebilir. Bazı uzmanlar bu tezin yalnızca İsrail-Suriye barışı için geçerli olmayıp Ortadoğu su denkleminin başka bilinmeyenlerini de çözebileceğini ileri sürmektedir. Türkiye'nin Fırat'tan daha fazla su bırakması, İsrail'i başka açılardan da rahatlatacağı ileri sürülmektedir. Kudüs'teki İbrani Üniversitesi profesörlerinden Hillel Shouval ‘a göre; “Türkiye Suriye'ye daha fazla su verirse, Suriye de Ürdün'e Yarmuk Irmağı’ndan daha fazla su akıtabilecek. Ürdün'ün sulama imkânları artınca da Ghor Kanalı’ndan Filistinlilere yılda yüz milyon metreküp su sevk etmesi mümkün olacaktı” İsrail’in Golan’dan çekilmesi Ortadoğu su denkleminin yeni yöntemlerle çözümünü tekrar masaya taşıyacaktır. Bölgedeki hızlı siyasi gelişmeler de ele alındığında, İsrail’in Golan’dan çekilmesi sürecinde Türkiye’nin de Ortadoğu su denkleminin içine çekilip daha fazla bir rol üstlenmesinin istenebileceği görülmektedir. Aslında Türkiye bu sürece şimdiden ara bulucu olarak da olsa müdahil olmaya başlamıştır bile. Ancak Golan süreci Türkiye tarafından çok dikkatli ve öngörülü olarak takip edilmelidir. Çünkü Dicle ve Fırat nehirleri iyi bir planlama ile Türkiye, Suriye Irak’ın su taleplerini karşılayabilir. Ancak bu suyun bölgedeki diğer ülkeler arasındaki hidropolitik sorunların çözümünde kullanılması havzanın su dengesi açısından mümkün değildir. Bu çabaların bu dengenin bozulmasına ve Ortadoğu su denkleminin uzun bir süre çözümsüz kalmasına neden olabileceği gözden ırak tutulmamalıdır. 2.5 Suriye’nin Aşırı Su Taleplerinin Açıklanmayan Nedenleri; 1) Daha öncede değindiğimiz gibi, sulardan yararlanma konusunda, dünya coğrafyasının belli bir kesiminde bulunan ya da bölge devletleri diyebileceğimiz bir 217 grup devletin genelde su sorunları varsa, bu bölge devletlerinden o sulara kıyıdaş olanların kullanım haklarından söz edilebilecektir. Kıyıdaş değilse, yani o sularla doğrudan ilişkisi yoksa bu sular üzerinde paylaşma amacıyla hukuki açıdan herhangi bir hak iddiasında bulunması söz konusu olmayacaktır. Örneğin Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ya da Yemenin Fırat ve Dicle ile ilgili bir hak talebi söz konusu değildir. Kıyıdaş olan Suriye ile Irak ise bugüne dek sulayacakları topraklarının envanterini, ürün patentini, sulama suyu gereksinimini, içme-kullanma suyu gereksinimini saptayıp açıklayamamışlardır. Bu tür bir envanter çalışması için ne yeterli kadroları, ne de teknolojik birikimleri vardır. Yakın bir zaman içinde de bu imkânları sağlamaları söz konusu olmadığından Türkiye'nin önerilerine açık ve net bir biçimde, bilimsel gerekçelere dayalı olarak karşı çıkamamaktadırlar. Oysa Türkiye çalışmalarını sürdürmekte ve peş peşe GAP'ın ünitelerini devreye sokmaktadır. GAP nedeniyle Türkiye’nin gereksinim duyduğu su miktarı da belirginleşmektedir. İşte bu nedenle huzursuz olan bu iki mansap ülkesi mevcut su potansiyelinin yarısının bile üstüne çıkarak taleplerde bulunmakta, terör dâhil her kozu kullanarak, aynı sorunları olan ve mansap ülkesi durumunda bulunan ülkelerden Türkiye karşısında bir blok yaratmaya çalışmaktadırlar. 2) Suriye'nin Ürdün, İsrail ve Lübnan ile su sorunları halen çözümlenmemiştir. Yarmuk Irmağı ve özellikle Golan su kaynaklarının Suriye açısından geleceği şimdilik tahmin edilememektedir. Önemli ölçüdeki su kaynaklarını İsrail’e kaptıran Suriye’nin makul olmayacak ölçülerde taleplerde bulunarak su açığını kapatmaya çalışırken diğer bölge devletleri ile birlikte Türkiye'yi de Ortadoğu su sorunları potasının içine çekmek istemektedirler. Dolayısı ile de İsrail'in, Ürdün'ün su sorunlarını daha kolay bir biçimde çözme olanağı yaratmak için; "Suriye'nin Türkiye'den daha fazla su alması, bu ölçüde de güneyine daha fazla su bırakması" düşüncesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. 3) Suriye öteden beri Arap ülkeleri arasında en az petrol üreten, petrol fakiri bir ülke olarak tanınırdı. Irak'tan çıkıp Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan Kerkük-Banyas PP Hattı’ndan yıllarca yararlanarak petrol açığını bu yoldan gidermiştir. Ancak, son yıllarda büyük bir atılım yaparak kendisine yetecek petrolü üretmeye başlamıştır. Özellikle Deir Ez Zor bölgesinde azımsanmayacak petrol üretimine başlamıştır. Nisan 1996 itibarı ile Suriye'nin petrol üretiminin günde yaklaşık 580 bin varile ulaştığını, aynı tarihte Türkiye'nin günlük petrol üretiminin 50 bin varil olduğunu belirtecek olursak bu artışın ne kadar büyük olduğu anlaşılır. Bu boyutlarda üretilen petrolün nerelerden çıkarıldığını incelediğimiz zaman çok ilginç bir tablo ile karşılaşırız; Biraz önce de belirtildiği üzere en büyük petrol 218 üretim bölgesi, Fırat kıyısında bulunan Deir Ez Zor kenti, Suriye'nin petrol merkezi haline gelmiştir. Bu kente yakın bir bölgede birleşen Fırat ve Habur ırmaklarının Türkiye topraklarından çıkarak birleşme noktasına ulaşırken geçtikleri güzergâhlar arasında kalan bölge Suriye’nin petrol kuyularının %80’inin bulunduğu bölgedir. İncelenecek petrol haritalarında görüldüğü üzere bu iki ırmak çoğu zaman petrol yataklarının üzerinden akarak birleşmektedirler. Petrol yatakları ile ırmak yataklarının çakışması veya çok yakın olması, petrol arama ve üretme çalışmalarında Suriye’ye eşsiz bir olanak tanımaktadır. Haritalardan da görüleceği üzere bu sahada yoğun bir çalışma vardır. Türkiye'de Atatürk Barajı inşaatı sırasında şantiye nüfusunun zaman zaman 15 bin rakamına ulaştığı düşünülürse söz konusu petrol sahasındaki yüzlerce şantiyede çalışanların ihtiyaç duyduğu içme-kullanma suyu ile bu tesislerde ihtiyaç duyulan suyun ulaşacağı miktar tahmin edilebilecektir. Öte yandan Suriye'nin bu bölgede yaptığı ve giderek sayısı artan petrol arama ve çıkartma sahalarında, aşarı su kullanımı gerektiren "su sondajları" yöntemini uyguladığı duyulmaktadır. Bu husus bugüne kadar Suriye tarafından deklare edilmemişse de ekteki haritalara bakıldığında, su ile petrol yatağının bu denli yakın hatta çakıştığı bir durumda bu metodun denenmediğini söyleyebilmek mümkün değildir. Suyun bu kadar az ve önemli olduğu ve ihtilaf yaratır hale geldiği bir coğrafyada, bu tür savurgan bir kullanımın uluslararası kamuoyunca hiçte olumlu karşılanmayacağını Suriye elbette bilmektedir. Ülkemizde ilgili kuruluşların bu gizli kalan konuyu araştırması, Türkiye açısından önemli bir çalışma olacaktır. Suriye’nin Türkiye'ye mantıklı ve bilimsel gerekçe göstermemesinin, makul olmayan ölçüde su taleplerinin sürdürülmesinin nedenlerinden birisisinin de açıklanan "su enjeksiyonları" olduğu kanısındayım. 4) Suriye öteden beri Hatay ilinin haksız bir biçimde Fransız Manda Yönetimi tarafından Türkiye’ye bırakıldığını, Fransız yönetiminin Suriye adına yapmış olduğu anlaşmaları tanımadığını belirterek, suni bir biçimde "Hatay sorunu" yaratmaya çalışmaktadır. Bu iddiasının gündemde kalabilmesi, giderek kendi lehine çözüme kavuşturması için de daha güçsüz, daha çok sorunlara bulanmış bir Türkiye istemektedir. Yıllardır iktidarda olan Suriye Bas Partisi’nin iç ve dış politikası bu nedenle Türkiye ve İsrail ile devamlı sorunları tırmandırma ilkesi üzerine kurulmuştur. Türkiye'den su potansiyelinin %50’sinin üzerinde talepte bulunmasının, oluşmakta olan uluslararası normlarla ilgili görüşlere uymayan fahiş taleplerinin altında bu gerekçeler yatmaktadır. 219 Şekil 1 Suriye'nin Yıllara Göre Petrol Üretimi Üretilen Petrol Miktarı (Varil/Gün) 700000 600000 500000 400000 300000 200000 100000 19 98 19 99 20 00 20 01 20 02 20 03 20 04 20 05 20 06 20 07 96 97 19 19 94 95 19 93 19 92 19 91 19 90 19 19 88 89 19 87 19 19 85 86 19 84 19 83 19 82 19 19 19 19 80 81 0 Yıllar Kaynak : CIA factbook and SPC (Syrian Petroleum Company) 1980‘li yılların başında günde yaklaşık 180 bin varil olan Suriye’nin petrol üretimi 1990’lı yıllardan itibaren yaklaşık 500 bin varile çıkmıştır (Şekil1). Literatürde bir varil petrolün çıkartılması için iki ila on varil arasında su kullanıldığı belirtilmektedir. bir standart petrol varili 159 litredir. Suriye’nin günlük petrol üretimi 500 bin varil ve bir varil petrol üretimi için beş varil su kullanıldığı kabul edildiğinde günlük su ihtiyacı 2,5 milyon varil olmaktadır. Bu da günde yaklaşık 400 bin m3 su demektir. Bu miktar Ankara’nın günlük su ihtiyacının yaklaşık yarısıdır. Suriye’nin mevcut ve geliştirilen petrol yatakları Habur ve Fırat nehirlerinin altındaki zonlarda ve bu iki nehrin birleştiği Dayr Az Zawr Bölgesi civarındadır. Bu da petrol üretimi için gerekli olan suyun Fırat Nehri ve kollarından sağlanıyor olma olasılığını güçlendirmektedir. 2.5 Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerinde Fırat ve Dicle Nehirleri Avrupa Birliği Komisyonu’nun 06.10.2004 tarihinde Brüksel’de açıkladığı, Türkiye’nin AB’ye Girişi 2004 Düzenli İlerleme Raporu’nun çalışma belgelerinden birisi olan, “Türkiye’nin Muhtemel Üyeliğinin Avrupa Birliği’ne Etkileri” başlıklı komisyon birimleri çalışma belgesinde; ‘Ulus Aşırı Konular’ başlığı altında “Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve sulama için gerekli suya erişimdir. Ortadoğu’da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki yıllarda artacaktır. Türkiye’nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının ve altyapı projelerinin 220 uluslararası yönetimi (Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve komşuları arasında su alanında sınır ötesi iş birliği) AB açısından önemi bir konu haline gelebilecektir” ifadesi yer almaktadır (http://www.belgenet.com/arsiv/ab/etki_2004.html). Dolayısıyla AB Fırat ve Dicle nehirlerine uluslararası bir kaynak ve sorun olarak bakma eğilimindedir. Bu yaklaşım Türkiye’nin kendi doğal kaynaklarının kontrolü hususunda hassasiyetini korumak zorunda olduğunu göstermektedir 2.5 1 AB Su Yönergesinde Uluslararası Nehir Havza Yönetim Planı AB’nin su politikası alanındaki davranışını belirlemek için çıkartılan 23 Ekim 2000 tarihli 2000/60 EC Çerçeve Yönergesi’nde nehir havza planı hazırlanması ile ilgili açıklamalar da yer almaktadır. Bu yönergenin Nehir Havzası Yönetim Planı ile ilgili 13. maddesinde aynen “AB üyesi ülkelerinin sınırları dışına uzanan uluslararası nehir havzaları için tek bir nehir havzası yönetim planı oluşturulmaya çalışılmalıdır” ifadesi yer almaktadır. Ancak daha sonra ise bazı bölgelerde uluslararası nehir havzalarında tek bir yönetimin uygulanabilme zorluğu görülmüş ve “Bunun mümkün olmadığı yerlerde bu havza planı en azından ilgili AB üyesi ülkenin sınırları içinde yer alan nehir havzası bölümünü kapsamalıdır” denmiştir. Bu da Dicle ve Fırat Havzası’nda komşu ülkelerle birlikte tek bir Havza Yönetim Planı’nın oluşturulması konusunda AB Yönergesi’nin bile belirli esneklik taşıdığını ortaya koymaktadır. Ancak Su Politikası Çerçeve Yönergesi’nde bu esneklik tanınırken çalışma belgesi ve ilerleme raporlarında İsrail de konuya dâhil edilerek Ortadoğu gibi sürekli çatışma altında olan ve sınırlarının değişebileceğinden söz edilen bir bölge için bu talep daha katı bir şekilde ifade edilmektedir. 221 EKLER: EK 1 DİCLE-FIRAT HAVZASI SU POTANSİYELİNİN ÜLKELERE DAĞILIMI Yıllık Ortalama Akış Dicle ve kolları Fırat ve kolları Dicle-Fırat Havzası 3 *km /yıl % km3/yıl % km3/yıl % TÜRKİYE 21,33 43 31,61 89 52,94 62 SURİYE 0,00 O 4,00 11 4,00 5 IRAK 28,67 57 0,00 O 28,67 33 100 35,61 100 TOPLAM * 50,00 85,61 100 km3: milyar m3 EK 2 DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜGÜ'NÜN TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN TASARISI TASLAĞI (EK–1) Birinci Kısım Amaç, Görev, Yetki ve Teşkilat MADDE 1- Bu kanun: Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek korunmalarını sağlamak ve bunlardan çeşitli yönlerden yararlanmak amacıyla su kaynaklarını geliştirmek ve yönetmek üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı "Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü"nün kurulması, teşkilat, görev ve yetkileri ile ilgili esasları düzenlemektir. Bu kanunda Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, "DSİ" rumuzu ile ifade edilmiştir. Görev ve Yetkiler MADDE 2- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkileri şunlardır: a) Ülke genelinde yer üstü ve yer altı su kaynaklarının planlamalarını yaparak kaynakların çok amaçlı kullanılmasında ekonomik faydalar ve sosyal zaruretlerde gözetilerek, her bireyin yeterli ve uygun kalitede su ihtiyacını karşılaması dikkate alınarak, su kaynaklarını ihtiyaçların önem ve önceliklerine göre sırasıyla içme, kullanma, doğal yaşamı sürdürme, sulama, endüstri suyu temini ile enerji üretimi ve diğer amaçlara tahsis etmek, amaçlar arasında tahsisi değiştirmek; su kaynaklarının havza bazında entegre yönetimi için, sürdürülebilir kullanımının sağlanması da dikkate alınarak; gerekli planları, yönetim modelleri ve uygulama programlarını Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayına sunmak, b) Su kaynaklarının kullanılması ile ilgili bir faaliyetin kuruluş kanunlarına göre mahalli veya merkezi kuruluşlardan birinin yetkisinde bulunmuş olmakla beraber mevzi şekilde de olsa, su kaynaklarının kullanımında azami faydanın sağlanması için her kuruluş "Su Kaynakları Bilgi 222 Sistemini" kurmak zorundadır. İlgili kuruluş, bu hususu sağlamak için Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün uygun görüşünü alır. Her ne suretle ve vasıta ile olursa olsun, su kaynaklarının kullanılması ile ilgili olarak yapılmış, yapılmakta olan yapılacak bütün faaliyetler üzerinde DSİ Genel Müdürlüğü'nün denetleme hakkı mevcut olup, bu haktan sözleşme dâhil hiçbir şekilde vazgeçilemez. Sınır oluşturan veya sınıraşan sular gibi komşu ülkelerle ortak su kaynakları konusunda; hidroelektrik, hidrojeolojik, jeolojik veya sondaj, harita alımı gibi veri toplamak niteliğinde olan, teknik araştırmalar için; izin ve karar verilmesine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkili olup, diplomatik işlemler Dışişleri Bakanlığı 'nca yürütülür. c) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesislerin ülke genelinde etüd, plan ve programlarım, inşaatlarım yapmak, yaptırmak; mahalli idarelere taşkın sulara ve sellere karşı koruyucu tesis yapma izni vermek, bu idareler arasında koordinasyonu sağlamak. d) Sulama tesisleri kurmak, sulama sahalarında mevcut parsellerin tamamı veya aksamım gösterir harita, plan ve projelerini yapmak, yaptırmak ve icabı halinde kadastrosunu yapmak, Genel Müdürlükçe inşa edilecek olan sulama projelerinde, faydalanabileceklerin katılımı halinde projeye öncelik tanınır, proje bedeline katılım payı oranı her yıl Bütçe Kanunu ile belirlenir bu hususlara ilgili esaslar Genel Müdürlükçe hazırlanacak bir yönetmelikle tespit edilir. Bakanlar Kurulu’nun uygun göreceği projelerde, isteğe bağlı veya kamu yararı kararı alınmak şartıyla proje bazında tarla içi hizmetleri ile birlikte arazi toplulaştırması yapmak veya yaptırmak; Toplulaştırma ile ilgili esaslar Bakanlar Kurulu’nca 6 ay içerisinde çıkarılacak bir yönetmelik belirlenir. e) Lisans almaya gerek kalmaksızın hidroelektrik enerji üretimi ile ilgili her türlü tesisleri kurmak, kurdurmak; f) 20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nu ve bu kanuna istinaden çıkarılmış olan Elektrik Piyasası Lisansı Yönetmeliği’ne göre hidroelektrik kaynaklan için üretim lisansı almak amacıyla Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalamak üzere aynı bölge ve aynı kaynak için Genel Müdürlüğe birden fazla başvuru yapılması halinde, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’na bildirilecek tüzel kişiyi; fizibilite esas alınarak yapılacak asgari yeterlilik değerlendirmesi sonucuna göre, yeterliliği sağlayanlar arasında en yüksek "havza hidroelektrik gözlem ve değerlendirme ve kontrol hizmet bedeli"ni ödemeyi teklif eden olarak belirlemek, tüzel kişinin belirlenmesi ile ilgili işlemlere dair usul, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca çıkarılan Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetlerinde Bulunmak üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalanmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’te belirlenir. Havza hidroelektrik gözlem ve değerlendirme ve kontrol hizmet bedelinden elde edilecek gelirler, genel bütçenin CB) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan yatırım ve kamulaştırma giderlerini ihtiva eden sermaye giderleri hizmetinde kullanılmak üzere Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü bütçesine ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. Sermaye ödenekleri "Yıl Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar" hükümlerine göre yılı yatırım programıyla ilişkilendirilir. g) Mahalli idarelerce gerçekleştirilen su ve kanalizasyon hizmetlerinde proje öncesi ve soması gerekli teknik kontrolleri yapmak, kesin projelerin uygulanabilirlik kararını vermek; bu iş için bayındırlık müdürlükleri, büyükşehir belediyeleri, il özel idareleri ve belediyelik emrinde çalışacak, lüzumlu bilgiye sahip elemanları yetiştirmek h) Akarsu ve Baraj gölleri ve doğal göllerde düzenleme yapmak ve icap edenleri seyrüsefere elverişli hale getirmek, ı) Yer üstü ve yer altı sularının her türlü kirlenmeye ve sair müdahalelere karşı korunmasını sağlamak amacıyla, kullanım amaçlarına göre su kaynaklarının alıcı ortam kalitesine ilişkin olarak her türlü teknik, İdare ve hukuki tedbirleri belirlemek ve bunların uygulanması konusunda Çevre ve Orman Bakanlığı ile iş birliği yapmak. i) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerle ilgili olmak üzere yer üstü ve yer altı sularının her türlü nicelik ve nitelik açısından tespiti ve korunmasına yönelik olarak veri toplamak değerlendirmek 223 su kaynaklan bilgi sistemini kurmak ve su kaynaklan sicillerini tutmak. j) Yukarıdaki fıkralarda yazılı olan veya devraldığı tesislerin çalıştırılması, bakım ve onarım dâhil, işletmelerini sağlamak, lüzumu halinde tesisleri gerçek ve tüzel kişilere devretmek üzere Maliye, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlıklarına teklifle bulunmak. k) 4628 sayılı kanuna istinaden Özel Hukuk tüzel kişilerince inşa edilen hidroelektrik amaçlı her tür su yapısının projesini onaylamak inşaatını denetlemek. Yukarıdaki fıkralarda belirtilen proje onaylamak ve inşaatı denetlemek hizmetini ilişkin bedel bu konuda DSİ Genel Müdürlüğü’nce hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir. Bu gelirlerden genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan yatırım ve kamulaştırma gelirlerini ihtiva eden sermaye giderleri hizmetlerinde kullanılmak üzere Devlet Su İşleri bütçesine ödenek kaydetmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Sermaye ödenekleri "…Yılı Programının Uygulanması Koordinasyonu ve İzlemesine Dair Karar" hükümlerine göre yılı yatırım programı ile ilişkilendirilir. l) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerle ilgili olmak üzere rasat, tecrübe, istatistik, araştırma ve her türlü istikşaf işlerini yapmak ve ezcümle toprağın cins ve karakterini, yetiştirilecek mahsul nevilerini ve elde edilecek zirai, iktisadi faydalan ve verimlilik derecelerini tespit etmek ve bu mevzularda gerektiğinde ilgili bakanlık ve müesseselerden faydalanmak, amenajman planlan hazırlamak ve bunları temin edecekleri fayda ve ele alınmalarındaki zaruretlere göre seçmek, sıralamak ve bakanlığa teklif etmek. m) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerin her türlü etüt, planlama, projelerini ve inşaatını yapmak veya yaptırmak. n) Devlet tüzel kişiliği içinde yer alan kurum ve kuruluşlarla bağlı işletmeler ve diğer gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış olup, kamu yaran bulunan ve Genel Müdürlüğün görevi ile ilgili işlere ait proje ve keşif evraklarını tetkik ve tasdik etmek, inşaatın yapılmasını, proje ve teknik yeterliliklerine uygunluğunu kontrol etmek ve bu işlerin etüt ve projelerini uygun gördüğü bir ücret mukabilinde yapmak veya yaptırmak. o) Genel Müdürlüğün vazifeleri içinde bulunan işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve gayrimenkulleri kanunlarına göre geçici olarak işgal etmek, tahsisini almak veya kamulaştırmak. p) Yönlendirme faaliyeti kapsamında politika standart ve prosedürlerin geliştirilmesi de dâhil olmak üzere yönetsel araştırmalar ve organizasyon çalışmaları yapmak veya yaptırmak. r) Genel Müdürlüğün yukarıdaki fıkralarda yazılı çalışmalarının yürütülmesine ve geliştirilmesine muhtevi garaj ve atölyelerin makine ve malzeme ambar ve depolarını, idare binalarını, servis ve akaryakıt tesislerini, laboratuarları, deneme istasyonlarını işletme ve kurumun emniyetini sağlayacak bina ve lojmanlarla telefon şebekelerini, radyo ve verici istasyonlarını, Genel Müdürlüğün görevlerinin verimli yönetimine yarayacak diğer tesisleri yapmak veya yaptırmak, teçhiz etmek kiralamak ve bakımlarını temin etmek. s) Genel Müdürlüğün çalışma konusuna giren işleri yapmak için gerekli malzeme, makine, teçhizat ve taşıtları seçmek, sağlamak, çalıştırmak icabında kira mukabili vermek ve bunlar için gerekli tamir atölyeleri ile tesisleri kurmak ve işletmek. ş) Kanunlarla verilen görevleri ve Genel Müdürlükçe tarafından verilecek benzeri diğer görevleri yapması. Su Kaynakları MADDE 3- Bu kanunda anılan "su kaynağı" ibaresi, doğal halde veya düzenlenmiş olsun; kaynak, pınar, dere, ırmak, nehir, göl, sel, birikinti, drenaj ve kanalizasyon suları gibi bütün yer altı ve yer üstü sularını ifade eder. 3.06.2007 tarihli ve 5686 sayılı Sıcak Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu’na konu olan kaplıca suları ile maden suları ve jeotermal kaynaklar bu tanımın dışındadır. MADDE 4- Su kaynakları, doğal servetlerden olup ilgili bulunduğu arz'ın malik ve zilyedinden bağımsız olarak devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Su kaynakları arz'ın mütemmim cüz'ü değildir. Bir taşınmaza malik olmak veya zilyet bulunmak, taşınmazın altında, üstünde veya civarındaki su kaynakları üzerinde ayni bir hak tesis etmez. 224 Şu kadar ki kaynadığı arz'ın sahibi veya zilyedinin, bu taşınmaz için gereksinim duyduğu ölçüde kaynak üzerinde kullanma hakkı esastır. MADDE 5- Su kaynaklarından, toplum yararına en uygu düşecek şekilde faydalanma esas olup; suyun kalitesi, mahallinin özelliği, zorunlu ihtiyaçları ve şartları başka türlü bir çözüm yolu gerektirmedikçe kullanma hakkının tesisinde aşağıdaki öncelik sırası uygulanır; a) İçme ve kullanma ihtiyaçları, b) Hayvanlar ve doğal hayat için gerekli su ihtiyaçları, c) Tarımsal sulama suyu ihtiyaçları, d) Enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları, e) Ticaret, turizm, taşıma, ulaşım, balıkçılık, avcılık, el sanatları suyu ihtiyaçları, Şu kadar ki, öncelik sırasında daha önce gelen ekonomik amaçlı bir ihtiyaca ayrılacak miktardan kısılmak suretiyle, birden fazla amaçların gerçekleşeceği mümkün görülüp, su kaynaklarının daha verimli olarak değerlendirilebileceği anlaşıldığı takdirde bu çözüm yolu uygulanır. Su Bedeli: MADDE 6- Su kaynaklarından faydalanan gerçek ve tüzel kişiler kullandıkları suyun bedelini öderler. Kullanılan suyun bedelinin kullanıcılara yansıtılması esasları bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içerisinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Orman ve Çevre Bakanlığı’nca müştekin çıkartılacak bir yönetmelikle düzenlenir. Su Kaynaklarının Korunması MADDE 7- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, su kaynaklarının gerek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve bakteriyolojik özelliklerine zararlı olan ve gerekse sağlık, ekonomik, estetik ve turistik değerlerini azaltan şekilde kullanımları ve kirlenmeleri önleyici esaslar Çevre ve Orman Bakanlığı ile koordineli bir biçimde tespit edilip uygular. Kaynağı kirletenler; kirli atık sularını arıtma tesisi kurmak veya gereken tedbirleri almak suretiyle arıtmakla veya kaynak eski haline getirilinceye kadar yapılacak masrafları karşılamakla yükümlüdür. Kaynağın eski haline dönüşümünde herhangi bir mazeretle işi uzatmak yoluna giden kirleticilerden; ıslah için devletçe yapılan masraf, kanuni faizi ile tahsil olunur. Zarar ve ziyan tazmin ettirilmesi, faillere diğer cezai müeyyidelerin uygulanmasına mani değildir. Kirletenin su kullanıcısı olması halinde uygun bir süre tanınarak arıtma tesisi kurmaları istenir. Bu süre zarfında gerekli işlemleri yapmaktan imtina eden su kullanıcısının su kullanma hakkı iptal edilir. 20.11.1981 tarihli 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun hükümleri saklıdır. MADDE 8- Arkeoloji, madencilik, galeri veya tünel inşaatı, petrol araştırılması ve istihsali, su ürünleri, su sporları gibi nedenlerle yer altı ve yer üstünde sürdürülen inşaat, tesisat ve işletme işlerinde çalışmaların su kaynakları üzerinde önemli ölçüde etki yaptığı veya yapacağının anlaşılması halinde, işi yürüten idare tarafından DSİ Genel Müdürlüğü’ne haber verilmesi gerekli olup, doğmuş ve doğması olası sakıncalar yüzünden alınacak önlenmelin uygulanması ve çalışmaların buna göre düzenlenmesi şarttır. İKİNCİ KISIM Yer Altı Suları Terimler: MADDE 9- Kanunda yer altı suyu ile ilgili olarak kullanılan terimler aşağıdaki manalan ifade eder: Yer altı suyu: Yer altındaki durgun veya hareket halinde olan bütün sulardır. Yer altı suyu deposu: Bünyesinde yer altı suyu bulunan tabakalardır ki, bu tabakaların her hangi bir noktasından su çekildiğinde, bütün su kütlesine tesir edilmiş olur. Kimse: Resmi, yan resmi veya hususi hüviyeti haiz hakiki ve hükmi şahıslar. Komşu: Bitişik arazi sahibi veya aynı bölgede bulunan ve halin icaplarına göre bitişik arazi sahibi gibi aynı yer altı suyu imkânlarından faydalanması lazım gelen kimse, Müracaat sahibi: Artma, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi isteyen kimse, Belge sahibi: Arama, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi almış olan kimse, Faydalı kullanış: Yer altı suyunun içmede, temizlikte, belediye hizmetlerinde, hayvan sulamada, 225 zirai sulamada, maden ve sanayide, sportif vesaire tesislerde kullanılması, Faydalı ihtiyaç: Yer altı suyunu kullanacak kimsenin faydalı kullanışları için muhtaç olduğu su miktar, Emniyetli verim haddi: Yer altı suyu deposu verimine zarar vermeden devamlı olarak alınabilecek su miktar, Araştırma kuyu su: Yer altı suyu hakkında bilgi edinmek üzere açılan kuyular, İşletme kuyusu: İstifadeye arz olunan kuyular, Yer altı suyu işletme sahalarının tespit ve ilanı: MADDE 10- Sınırları ve yapısal özellikleri belirlendikçe yer altı suyu sahaları, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün teklifi üzerine, ilgili bakanlıkça "yer altı suyu işletme alanları" kabul ve ilan edilir. İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları içinde kuyu açılması: MADDE 11- Yer altı suyu işletme sahaları içinde 15. madde hükmüne göre belge alınarak açılması gereken kuyuların adedi, yerleri, derinlikleri ve diğer vasıflarıyla çekilecek su miktarı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tayin ve tespit edilir. Yer altı suyu işletme sahalarında 15. madde şümulüne giren her türlü yer altı suyu tesisleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca tanzim edilecek teknik talimatname hükümlerine göre meydana getirilir. Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir. Faydalı ihtiyaç miktarı, tahsis edilecek maksada göre ilgili bakanlıkların mütalaası alınmak suretiyle, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tayin ve tespit edilir. İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları dışında yer altı suyu aranması ve kullanılması MADDE 12- İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları dışında her arazi sahibi; arazisinde yer altı suyu aramak, suyu bulduktan sonra, bunun kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmak hakkına maliktir. Ancak bu işler 15. maddenin şümulüne girdiği takdirde belge alınması mecburidir. Faydalı ihtiyaç miktarı dördüncü madde hükümlerine göre tayin olunur. Komşu hakkı: MADDE 13- Arazisinde faydalı ihtiyaçları için yeter miktarda su bulunmayan veya bu suyu elde etmesi fahiş masrafı icap ettiren bir kimsenin, komşu arazideki yer altı suyundan istifade şartları konularında halen yürürlükte olan 20.07.1961 tarih ve 5/1465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Yer Altı Suları Tüzüğü uygulanır. Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü’nün yetkileri: MADDE 14- Yer altı suyu etüt ve araştırmaları için Devlet Su İşleri, herhangi bir yerde kuyular açmak veya açtırmak hakkına maliktir. Bu kuyular için istimlâk yapılmaz. Araştırma kuyularından işletme kuyusu haline ifrağ edilenlerle, doğrudan doğruya işletme kuyusu olarak açılan kuyular için, kuyu yeri ile geliş gidişe lüzumlu arazi Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından istimlâk olunur. İstimlâk bedeli, kuyunun maliyet hesabına ithal edilir. İşletme kuyularının intifa hakkı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından Maliye Bakanlığı’nın izni alınarak hakiki veya hükmi şahıslara devredilebilir veya kiralanabilir. Devir veya kira bedeli Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü tarafından takdir olunur. Kuyunun intifa hakkının devrinde veya kiralanmasında arazi sahibine tercih hakkı tanınır. Belge alınması ve bilgi verilmesi mecburiyeti: MADDE 15 - Aşağıdaki (a) ve (b) fıkralarında beyan edilen kazıların yapılması veya kuyuların açılması için Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nden belge alınması mecburidir. a) Su temini maksadıyla, kesitleri ne olursa olsun, tabii zemin üstünden itibaren derinliği Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tespit ve ilgili bakanlığın onayından sonra ilan olunan haddi aşan her türlü çukur, sondaj ve kuyular (el ile açılan kuyular hariç), b) Su temini maksadıyla, boylan ve kesitleri ne olursa olsun, ufki veya meyilli her türlü galeriler ve tüneller. Bu kazıların yapılması ve kuyuların açılması su temini maksadını gütmemesi halinde, bunlar 226 hakkında belge aranılmakla beraber, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün talebi üzerine bilgi verilmesi mecburidir. Arama belgesi: MADDE 16- Yer altı suyu aranın asında belge almayı icap ettiren işler için bir sene süreli arama belgesi verilir. Bu süre içinde, arama bitirilmezse; belge sahibinin, sürenin son ayı içinde müracaat etmesi şartıyla belge bir sene için temdit edilir. Bu süre zarfında da arama bitirilmezse; belge hükümsüz sayılır ve iş sahibi yeniden belge alır. Kullanma belgesi: MADDE 17- Arama belgesine dayanarak arazisinde yer altı suyu bulunan kimse, bu suyu kullanabilir. Ancak, bir ay içinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne müracaat ederek kullanma belgesi alır. Islah ve tadil belgesi: MADDE 18- Kullanma belgesini haiz bir kimse arazisindeki kuyuların veya yer altı suyu membaların verimini artırmak veya başka bir maksadı sağlamak gibi mülahazalarla bunlar üzerinde kendiliğinden her hangi bir müdahalede bulunamaz veya kuyuların kullanma şeklini değiştiremez. Ancak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nden "ıslah ve tadil belgesi" almak suretiyle, böyle bir ameliyeye girişebilir. Belgelerin ücret, resim ve harçtan muafiyeti: MADDE 19 – 9, 10 ve 11. maddelerde sözü geçen belgeler hiçbir ücrete, damga resmine, harca ve sair rüsuma tabi değildir. Belge için müracaat: MADDE 20 - Arama, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi almak isteyen kimse, doğrudan doğruya, bulunduğu yerdeki Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilatı’na, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilatı yoksa en yakın mülkiye amiri vasıtasıyla, Devlet Su İşleri Teşkilatı’na müracaatla belge talebinde bulunur. Müracaat sahibine, bir ay zarfında, belge verilmek veya reddedilmek suretiyle cevap verilir. Aynı zamanda yapılan müracaatlarda su taleplerinin emniyetli verim haddine yaklaşması: MADDE 21 - Su taleplerinin yer altı suyu deposunun emniyetli verim haddine yaklaşması halinde, belge için yapılmış bir müracaattan sonra, bir hafta zarfında aynı yer altı su deposundan istifade etmek üzere, yapılacak başka müracaatlar, ilgili bakanlıkların temsilcilerinden müteşekkil bir heyet marifetiyle incelenerek taliplerden hangilerine kullanma belgesi verileceği karara bağlanır. Tescil: MADDE 22- Bu kanun hükümlerine göre verilen bütün belgeler, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından bir sicile kaydedilir. Şartların tespiti ve kontrolü: MADDE 23- Arama, kullanma, ıslah ve tadil ameliyelerinin şartlan ve kuyuların açılmasında fen elemanlarına tanınacak hak ve salahiyetlerle mesuliyetleri ve bu hususların kontrolü konularında halen yürürlükte olan 20.07.1961 tarih ve 5/1465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Yer Altı Suları Tüzüğü uygulanır. Proje ve Fenni mesuliyet: MADDE 24- Bu kanun hükümlerine göre yeniden yapılacak veya tadil ve ıslah edilecek her türlü yer altı suyu tesislerinin etüt, proje ve aplikasyonlar, yetkili elemanlarca yapılan tasdikli bir proje ve mesuliyete istinat eder. Satıh alüvyonlar içerisinde açılan ve derinliği 15. madde gereğince ilan edilen haddi aşmayan kuyular bu hüküm dışındadır. Ceza hükümleri: MADDE 25- Bu kanundaki vecibeleri yerine getirmeyenler bu hareketlerinden dolayı, diğer kanunlara göre, daha ağır bir ceza ile cezalandırılmadıkları takdirde, bu madde hükmüne 227 göre cezalandırılırlar. a) Belge almadan 8. maddedeki işleri yapanlar ile kasten yanlış bilgi verenler 500 liradan 3 bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar. Ceza alınmakla beraber, kuyunun açılıp işletilmesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce bir mahzur görülmezse, sahibine gerekli belge verilir. Aksi halde, kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır. Tekerrürü halinde, ceza iki misli olur ve o kimseye belge verilmez, kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır. b) 9 ve 11. madde hükümlerine aykırı hareket edenlerle arama, kullanma, ıslah ve tadil faaliyetleri sırasında konulan şartlara riayet etmeyenler, müracaat formlarda istenen bilgileri vermeyenler, 8. maddenin son fıkrasındaki mecburiyete riayet etmeyenler 500 liradan 1500 liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar. Tekerrürü halinde, cezalar iki misli olur, belge verilmez veya verilmiş ise geri alınır. Kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır. c) Bu kanunla ilgili davalara sulh mahkemelerinde bakılır. ÜÇÜNCÜ KISIM NÜFUSU YÜZBİNİ AŞAN ŞEHİRLERE İÇME, KULLANMA VE ENDÜSTRİ SUYU İLE TURİSTİK YÖRELERE İÇME, KULLANMA SUYU TEMİNİ MADDE 26 - Bakanlar Kurulu Kararı alınmak ve bütçe imkânlar müsait olmak şartıyla son genel nüfus sayımı sonuçlarına göre Nüfusu 100 bini aşan şehirlere içme, kullanma ve endüstri suyu ile turistik yörelere içme ve kullanma suyu teminine yönelik çalışmalar yapmaya ve taahhütlere girmeye Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilidir. Genel Müdürlük bu amaçla, rasat, deney, araştırma, istatistik ve her türlü istikşaf ve teknik etütleri yapar veya yaptırır. Nüfusu 100 bini aşan şehirlerin içme, kullanma ve endüstri suyunun temini için, Bakanlar Kurulu Kararı alınmak ve bütçe imkânları müsait olmak şartı ile 80. madde hükmüne istinaden gelecek yıllara sair taahhüt1ere girişmeye Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilidir. MADDE 27- Su kaynaklan üzerinde oluşturulan baraj, gölet ve benzeri depolama tesislerinin yapımı, yer altı suyu kuyularının açılması, elektrifikasyonu, motopomp temini ve montajı, ana iletim hatları, iletim tünelleri, ara depolama yapılan, arıtma tesisleri, ana depolar, arıtma tesisi ile ana depolar arasındaki ana besleme hatları ve kapsam içindeki pompa istasyonlar ile terfi hatlar DSİ tarafından; tali depolar, dağıtım depolan, dağıtım şebekesi ile tali ve dağıtım depolarıyla dağıtım şebekesi içinde yer alan pompa istasyonları ilgili belediyesince yapılır ya da yaptırılır. Belediye sınırlan içerisindeki gerekli kamulaştırmalar ilgili belediyesince yapılır. DSİ tarafından projelendirilen yukarıda anılan tesislerin yapımını ve işletilmesini engelleyecek imar planı değişiklikleri yapılamaz. Zorunlu hallerde DSİ’nin uygun görüşü alındıktan soma ancak, gerekli düzenleme ve değişiklik yapılabilir. İçme suyu amacına tahsis edilen ve/veya içme suyu amacıyla kullanılan su kaynaklarının korunması 9 Ağustos 1983 tarih ve 2872 sayılı Çevre Kanunu ile bu kanun gereğince yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde sağlanır. MADDE 28- Bu kanun kapsamına girmeyen ancak, içme, kullanma ve endüstri suyundan faydalanmak isteyen İller Bankası, belediye, endüstri kuruluşu, organize sanayi bölgesi, turistik yöre organizasyonları, içme suyu birliği ve benzeri gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak talep üzerine, yatırım finansmanının tamamı söz konusu gerçek ve tüzel kişiler tarafından karşılanmak kaydıyla, suyun tahsisi ve su kaynaklan üzerinde baraj, gölet ve benzeri depolama ve yer altı suyu tesisleri ile su alma yapısı ve regülâtörler DSİ tarafından yapılabilir ya da yaptırılabilir. DSİ tarafından planlanacak, projelendirilecek ve gerçekleştirilecek bu tesislerin yapımı, işlerin yürütülmesi, finansmanı ve işletilmesine ilişkin hususlar, adı geçen gerçek ve tüzel kişiler ile DSİ arasında bağıtlanacak sözleşmeler ve protokollerle düzenlenir. Görev, Yetki ve Sorumluluk: MADDE 29- Bakanlar Kurulu Kararı alınan ve 26. madde kapsamına giren kentlerin, 27. maddede belirtilen içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanmasına yönelik çalışmalar yapması yönünde DSİ'yi yetkili kılan belediye meclis kararını ilgili belediye başkanlığının alması 228 gereklidir. MADDE 30- 26. ve 27. maddelerde DSİ tarafından yürütüleceği belirtilen işlerin bileşenleri ve bu işlere ilişkin esaslar ile 33. maddede yer alan geri ödeme ile ilgili hususlar DSİ ile ilgili belediye arasında yapılacak protokollerde belirlenir. Söz konusu belediyelerden büyükşehir belediyesi niteliğinde olanların su ve kanalizasyon idareleri genel müdürlükleri de büyükşehir belediye başkanları ile birlikte adı geçen protokollere taraf olurlar. Anılan protokoller, İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı'nın uygun görüşleri alındıktan sonra yürürlüğe girer. MADDE 31- Su kaynaklarının içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanması amacı ile tahsisine münhasıran DSİ yetkilidir. 26, 27 ve 30. maddelerde belirlenen şartların sağlanması ve belirtilen kapsam çerçevesinde işlerin yürütülmesinden DSİ yetkili ve sorumludur. Finansman, Geri Ödeme ve Tesislerin Devri ve İşletmesi: MADDE 32- 26. ve 27. maddelerde DSİ tarafından yapılacağı belirtilen ve 30. maddede anılan protokol kapsamına alınan işlerin finansmanı DSİ bütçesinden ayrılan ödeneklerden, ilgili belediye katkılarından, dış kredilerden, belediyelerin geri ödemelerinden ve diğer kaynaklardan karşılanır. İlgili belediyeler, DSİ tarafından yukarıda belirtilen kaynaklardan yapılan harcamaları 30. maddede belirtilen esaslar çerçevesinde DSİ'ye borçlanırlar. Bunlardan büyükşehir belediyesi niteliğinde olanların su ve kanalizasyon idaresi genel müdürlükleri de büyükşehir belediye başkanlıkları ile birlikte müştereken ve müteselsilleri borçlandırırlar. Geri Ödeme: MADDE 33- İşin planlanması, projelendirilmesi, yapımı ve yürütülmesi için yapılan tüm Harcamalar ile çok amaçlı tesislerin içme suyu hissesine düşen maliyetleri ilgili belediyesi tarafından DSİ'ye borçlandırılır. İçme suyu tesislerinin toplam maliyeti, kesin hesabın onaylandığı yıl fiyatlarıyla hesaplanır. Bu toplam maliyetten, ilgili belediyenin finansman katkılan ile dış kredilerden ve diğer kaynaklardan sağlanan finansmanları toplamı düşüldükten sonraki bölümü, yıllık taksitler biçiminde DSİ'ye geri ödenir. Dış kredilerden ve diğer kaynaklardan sağlanan finansmanın anapara ve faizi geri ödemeleri ile tüm masraflar belediyeden Hazine Müsteşarlığı’nca tahsil edilir. Geri ödeme süresi, yapımı tamamlanan tesislerin toplam maliyetinin belirleneceği kesin hesabın onaylandığı yıldan başlamak üzere 15 yıl olup, tesislerin ilgili belediyesine devir tarihi ile kesin hesabın onaylandığı tarih arasında geçen süre geri ödemesiz olarak değerlendirilir. DSİ tarafından gerçekleştirilen yatırımın güncel fiyatlarla geri ödemesi esastır. İlgili belediye tarafından yapılacak geri ödeme yıllık taksitler biçiminde olup, her bir yıla ait taksit tutan izleyen yıl içinde ödenir. Ödenecek yıllık taksitlerin hesaplanmasına ilişkin yöntem ve yıllık taksitlerin ödeme tarihleri 5. maddede anılan protokol içeriğinde belirlenir. İlgili belediyeler tarafından yapılan geri ödemeler, DSİ'nin hizmetler sektörü bütçesine ödenek kaydı yapmak suretiyle, yıl içinde DSİ içme suyu projelerinin ek finansmanında kullanılır. DSİ bütçesinden yapılan harcamaların geri ödemeye esas oluşturacak toplam maliyet bedeli, kesin harcama sonuçlarına diğer maliyet unsurlarının ilave edilmesi suretiyle DSİ yöntemlerine göre ve tesislerden kente su verildiği yıl fiyatlarıyla hesaplanacaktır. Geri ödemeler belediyeler tarafından DSİ’nin tebliğ tarihinden itibaren 15 yıl içinde gerçekleştirilecektir. Toplam maliyet 15’e bölündüğünde ilk yıl için 1/15 karşılığı tutar tahsil edilecek, müteakip yıllarda ise maliyetin 1/15 karşılığındaki tutarın; geri ödemenin yapılacağı yılın on ikinci ayındaki son su satış tarifelerindeki konutlara uygulanan değerin, kente su verildiği tarihte geçerli olan su satış tarifesindeki konutlara uygulanan değere bölünmesi sonucunda elde edilen katsayı ile çarpma sonucunda bulunacak değer tahsil edilecektir. MADDE 34- Belediyeler, bu kanuna göre kendilerine devredilen tesislerin geri ödemesi için DSİ'ye borçlandıkları tutan karşılamak üzere su tarifelerine yansıtacakları uygun bir oran ile tahsil edecekleri miktarı, DSİ'ye olan borçlarını ödemek üzere özel bir fonda biriktirir. Bu özel fon, münhasıran belediyelerin DSİ'ye bu kanun gereğince vaki borçlarının ödenmesi için kullanılır. İlgili belediyeler, bu kanunun hükümlerine göre hesaplanıp kendilerine tebliğ edilen borçlarını vadelerinde ödemedikleri takdirde bu borçlar üzerinde kanuni faiz yürütülür ve 229 DSİ’nin talebi üzerine Hazinece belediyeye yapılacak yardımlardan ya da 2 Şubat 1981 tarih ve 2380 sayılı kanun uyarınca belediyelere ayrılan paylardan İller Bankası'nca kesilerek DSİ'ye ödenir. Bu şekilde tahsil edilemeyen DSİ alacakları, 21 Temmuz 1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir. Tesislerin Devri ve İşletilmesi MADDE 35- DSİ tarafından gerçekleştirilen su kaynaklan üzerindeki baraj, gölet ve benzeri depolama tesisleri hariç, diğer tesisler geçici kabul tarihinden itibaren bir yıl içinde devir protokolü ile ilgili belediyesine devredilir ve belediye tarafından işletilir. Baraj, gölet ve benzeri depolama tesislerinin işletilmesi DSİ'ye aittir. DSİ’ce işletilen söz konusu tesislerin yıllık tahmini işletme giderleri DSİ tarafından bir önceki yılın en geç eylül ayı sonuna kadar ilgili belediyelere bildirilir. Belediyeler hisseleri oranındaki işletme giderlerini her yıl bütçelerine koyarlar. İşletme giderleri yılın 1. ve 6. ayları içinde DSİ hesabına yatırılır. Devredilen tesislerin ilgili belediyesine devir tarihinden itibaren üç yıl içinde tahsis edilen suyun hiç kullanılmaması ya da amacı dışında kullanılması durumunda DSİ bu kaynağı aynı amaçla farklı bir kullanıcıya ya da başka bir kullanım amacına tahsis edebilir. İlgi belediyelerden büyükşehir belediyesi niteliğinde olanlara devredilen tesislerin içme suyu kaynaklarının kirlenmeye karşı korunması 23 Mayıs 1984 tarih ve 3009 sayılı kanunla değişik 20 Kasım 1981 tarih ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'a dayanılarak yayımlanan ilgili yönetmelik hükümleri çerçevesinde sağlanır. DÖRDÜNCÜ KISIM Teşkilat MADDE 36- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Merkez ve Taşra Teşkilatı’nda meydana gelir. Merkez Teşkilatı MADDE 37- Genel Müdürlük Merkez Teşkilatı, ana hizmet birimleri ile danışma ve denetim birimleri ve yardımcı birimlerden meydana gelir. Genel Müdürlük Merkez Teşkilatı, Ek-l sayılı cetvelde gösterilmiştir. BİRİNCİ BÖLÜM Genel Müdür MADDE 38- Genel Müdür, teşkilatın en üst amiridir. Genel Müdürlük hizmetlerini mevzuata, milli güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle sorumludur. Genel Müdür emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, Merkez ve Taşra Teşkilatının faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir. Genel Müdür Yardımcıları MADDE 39- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde Genel Müdür'e yardımcı olmak üzere dört Genel Müdür Yardımcısı görevlendirilebilir. İKİNCİ BÖLÜM Ana Hizmet Birimleri MADDE 40- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ndeki ana hizmet birimleri şunlardır: I) Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı II) Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı III) Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı IV) İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı V) Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığı VI) İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı VII) Makine, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı VIII) Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı IX) Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı X) Barajların Denetim ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı 230 Ana hizmet birimlerinde en faza dört başkan yardımcısı görevlendirilebilir. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı: MADDE 41- Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Ülkenin su ve toprak kaynaklarından yararlanmak üzere etüt, proje ve işletme aşamalarında her çeşit veriyi toplamak ve bu verileri değerlendirmek, b) Bu amaçla ön inceleme, master plan ve yapılırlık çalışmaları yapmak veya yaptırmak, c) Bu kanunun 2. maddesinin a ve b fıkralarındaki planlama-tahsis ile ilgili görevleri yapmak d) Bu kanunun 2. maddesinin f fıkrasındaki işleri yapmak e) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak, f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı: MADDE 42- Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik olarak faydalanmak ve taşkınlardan korunmak üzere hazırlanmış bulunan yapılırlık raporlarına göre barajlar, hidroelektrik santraller ve içme suyu tesisleri hariç, gerektiğinde arazi toplulaştırmasını da kapsayan her türlü proje ve inşaatları yapmak veya yaptırmak, b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat ve keşifleri hazırlamak veya hazırlatmak, c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan işleri kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak veya yaptırmak, d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı: MADDE 43- Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik olarak faydalanmak üzere hazırlanmış bulunan yapılabilirlik raporlarına göre, baraj, hidroelektrik santral ve teçhizat proje ve inşaatlarını yapmak veya yaptırmak, b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat veya keşifleri hazırlamak veya hazırlatmak, c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak, d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı: MADDE 44- İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik faydalanmak üzere hazırlanmış bulunan yapılabilirlik raporlarına göre, kanunlarla genel müdürlüğe verilen görevlerden, yerleşim merkezlerinin içme, kullanma ve endüstri suyu ihtiyacının sağlanması amaçlan ile kurulacak tesisler için planlama ve vizyonu, kati proje ve inşaat çalışmalarını yapmak veya yaptırmak, b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat ve keşifleri hazırlamak veya hazırlatmak, c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak, d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığı: MADDE 45- Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığ’ının görevleri şunlardır: a) Ülkenin yer altı suyu potansiyelini tespit etmek amacıyla tüm ova ve havzalarda hidrojeolojik ve jeofizik etütler yapmak veya yaptırmak b) Etüdü bitirilen ovalan "yer altı suyu işletme alanı olarak belirlemek", c) İçme, kullanma ve sulama suyu amacıyla kuyular açarak yer altı suyu pompaj tesisleri yapmak veya yaptırmak, d) Bu kanunun 2. kısımda yer alan yer altı sularına ilişkin maddelerin yüklediği görevleri ve işleri yürütmek, 231 e) Genel Müdürlükçe verilen diğer görevleri yapmak, İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı: MADDE 46- İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Tesislerin amaçlarına en uygun biçimde işletilmeleri için gerekli politikayı tespit etmek ve sonuçlarını izlemek, bununla ilgili olarak tesislerden faydalananlar ve diğer ilgili kuruluşlarla iş birliği yapmak, sulayıcı gruplar, sulama birlikleri ve kooperatiflerin kurulmalarına teşvik ve işletme hizmetlerinin bu kuruluşlara devrini sağlamak, b) İşletmeye açılan baraj, sulama, ıslah etmek, taşkın, kira ve vb. tesislerin daima çalışır durumda ve hizmeti en iyi yapacak düzeyde tutulması için gerekli bakım - onarım yöntemlerini tespit etmek ve uygulamaya izlemek, c) Meydana getirilmiş tesislerin, envanterini tutmak, tesisler ile ilgili tüm istatistikî bilgileri toplamak, muhafaza etmek ve değerlendirmek, d) Tesislere yapılan yatırımların geri ödenmesini, işletme ve bakım tarifeleri ile yıllık yatırımın ücret tarifelerinin tespiti gibi hizmetleri kapsayan ilgili maddelerin uygulanmasını izlemek, e) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiş bulunan tesisler ile idari ve sosyal yapıların çevrelerindeki alanlarda park ve rekreasyon tesislerini planlamak ve izlemek, f) Genel Müdürlüğü’nün geliştirdiği su kaynaklarından, su ürünleri üretimini artırıcı çalışmalarda bulunmak, g) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, Makina, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı: MADDE 47- Makine, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğü’nün çalışma konusuna giren işleri yapmak için gerekli makine, taşıt, tezgâh, teçhizat malzemelerini cins ve miktar yönünden tespit etmek, b) Gerektiğinde bunların projelerini yaparak imar etmek veya ettirmek, temin etmek, bunun için gerekli tedbirleri almak ve koordinasyonu sağlamak, suretiyle etkin ve randımanlı bir şekilde çalıştırmak, c) Makine, taşıt, tezgâh, teçhizat ve malzemelerin kayıtlarının tutmak ve işletme masraflarının tespit ve takip etmek, icabında kira mukabili vermek ve bunlar için gerekli bakım, onarım, revizyon ve malzeme ambar ve depoların ve gerekli diğer tesisleri kurmak ve işletme kayıtlarının tutmak ve işletme masrafların tespit etmek, d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı: MADDE 48- Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün çalışmalarının teknik, bilim ve ekonomi kurallarına uygun olarak yürütülebilmesini temin için her türlü teknik araştırma, kalite kontrol ve laboratuar hizmetlerini yürütmek, b) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı: MADDE 49- Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün hizmetlerini yürütebilmesi için gerekli olan taşınmaz mallan temin etmek, b) Bu taşınmaz malların kayıtlarının tutmak, c) Her türlü emlak ve kamulaştırma işlemlerini yürütmek ve kamulaştırılan taşınmazların Hazine adına tescilini sağlamak, d) Genel Müdürlüğün ihtiyacı olan kamulaştırma ve toplulaştırma ve haritaları yapmak veya yaptırmak, bu işlerle ilgili şartnameler, fiyat analizleri, birim fiyatlar, keşifler hazırlamak veya hazırlatmak, e) DSİ sulama projelerinde arazi toplulaştırması uygulaması yapmak veya yaptırmak, f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak Barajların Denetimi ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı: MADDE 50- Barajların Denetimi ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı'nın DSİ haricinde başkaları tarafından inşa edilenleri de kapsamak üzere görevleri şunlardır: a) İnşaat öncesi ve inşaat sonrasında tanzim edilen yapılabilirlik rapor ve bilgileri derleyerek her 232 baraja ait bir kütük tutmak, b) Su tutma ve işletme aşamalarında ölçüm aletlerinden elde edilen bilgilere göre barajların ve göletlerin davranışlarını ve teknik yönden emniyetlerini belirlemek, barajların ve ilgili yapıların değişen hidrolojik şartlara göre emniyetine periyodik olarak araştırmak, c) Baraj ve göletlerin teknik yönden emniyeti bakımından her türlü gözlemleri planlamak ve koordine etmek, d) İşletmede olan barajların hidromekanik aksamının yıllık kontrollerini yaparak raporlarını tanzim etmek ve alınacak tedbirleri ilgili daire ve bölgeler ile koordine etmek, e) Barajlara yerleştirilen ölçüm aletlerinin planlama ve yerleştirilmesinde ilgili ünitelere yardımcı olmak ve bunların yıllık bakım ve onarımını yapmak veya yaptırmak, f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Danışma ve Denetim Birimleri MADDE 51- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün merkez kuruluşundaki danışma ve denetim birimleri şunlardır: Teftiş Kurulu Başkanlığı Hukuk Müşavirliği Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı Bu birimlerde üç yardımcı görevlendirilebilir. Teftiş Kurulu Başkanlığı: MADDE 52- Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürün emri veya onayı üzerine Genel Müdür adına, Genel Müdürlük merkez ve taşra teşkilatı ile döner sermaye işletmelerinin, her türlü iş ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş, araştırma, inceleme ve soruşturma islerini yürütmek, b) Genel Müdürlüğün amaçlarını daha iyi gerçekleştirmek, mevzuata, plan ve programa uygun çalışmasını sağlamak için gerekli önerileri üretmek ve bunları Genel Müdür'e sunmak, c) Mevzuatta yer alan veya Genel Müdür tarafından verilen benzeri görevleri yapmak. Teftiş Kurulunun ve müfettişlerin görev, yetki ve sorumlulukları, müfettiş yardımcılarının alınması, yetiştirilmesi ve müfettişliğe yükselmeleri ile ilgili çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir. Hukuk Müşavirliği: MADDE 53-Hukuk müşavirliğinin görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün merkez teşkilatına dâhil birimlerle bölge müdürlüklerince sorulan hukuki konular ile hukuki, mali, cezai sonuçlar doğurabilecek işlemler hakkında görüş bildirmek, b) Genel Müdürlüğün menfaatlerini koruyucu, anlaşmazlıklar önleyici hukuki tedbirleri zamanında almak, anlaşma ve sözleşmelerin bu esaslara uygun yapılmasına yardımcı olmak, c) Genel Müdürlüğe ait davalar her safhada takip etmek, d) 8 Ocak 1943 tarih ve 4353 sayılı kanun hükümlerine göre adli ve idari davalarda gerekli bilgileri hazırlamak ve Hazineyi ilgilendirmeyen idari davalarda Genel Müdürlüğü temsil etmek, e) Genel Müdürlük hizmetleri ile ilgili olmak üzere, teşkilat tarafından hazırlanan kanun, tüzük, yönetmelik taslaklar ile diğer iş ve işlemler hakkında hukuki yönden görüş bildirmek, f) Genel Müdürlükçe gerekli görüldüğünde merkez teşkilatının görüşlerini de alarak ihbarname, ihtarname düzenlemek veya bunlara karşı cevap hazırlamak. g) Genel Müdürlüğün amaçlarının daha iyi gerçekleştirmek maksadıyla gerekli hukuki teklifleri hazırlamak ve Genel Müdürlüğe sunmak, h) Genel Müdürlükçe sorulacak diğer konularda hukuki mütalaasını bildirmek ve Verilecek benzeri diğer görevleri yapmak. Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı: MADDE 54- Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’nın görevleri: a) Ulusal kalkınma strateji ve politikalar, yıllık program ve hükümet programı çerçevesinde idarenin orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarının belirlemek, amaçlarının oluşturmak üzere 233 gerekli çalışmalar yapmak, b) İdarenin görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek ve bu kapsamda verilecek diğer görevleri yerine getirmek, c) İdarenin yönetimi ile hizmetlerin geliştirilmesi ve performansla ilgili bilgi ve verileri toplamak, analiz etmek, yorumlamak, d) İdarenin görev alanına giren konularda, hizmetleri etkileyecek dış faktörleri incelemek, kurum içi kapasite araştırması yapmak, hizmetlerin etkililiğini ve tatmin düzeyini analiz etmek ve genel araştırmalar yapmak, e) Yönetim bilgi sistemlerine ilişkin hizmetleri yerine getirmek, Bakan ve/veya üst yönetici tarafından verilecek diğer görevleri yapmak, İdarenin stratejik plan ve performans programının hazırlanmasını koordine etmek ve sonuçlarının konsolide edilmesi çalışmalarını yürütmek, i) İzleyen iki yılın bütçe tahminlerini de içeren idare bütçesini, stratejik plan ve yıllık performans programına uygun olarak hazırlamak ve idare faaliyetlerinin bunlara uygunluğunu izlemek ve değerlendirmek, j) Mevzuatı uyarınca belirlenecek bütçe ilke ve esaslan çerçevesinde, ayrıntılı harcama programı hazırlamak ve hizmet gereksinimleri dikkate alınarak ödeneğin ilgili birimlere gönderilmesini sağlamak, k) Bütçe kayıtlarını tutmak, bütçe uygulama sonuçlarına ilişkin verileri toplamak,değerlendirmek ve bütçe kesin hesabı ile mali istatistikleri hazırlamak, I) İlgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacaklarının takip ve tahsil işlemlerini yürütmek, m) Harcama birimleri tarafından hazırlanan birim faaliyet raporlarını da esas alarak idarenin faaliyet raporunu hazırlamak, n) İdarenin yatırım programının hazırlanmasını koordine etmek, uygulama sonuçlarını izlemek ve yıllık yatırım değerlendirme raporunu hazırlamak, o) İdarenin, diğer idareler nezdinde takibi gereken mali iş ve işlemlerini yürütmek ve sonuçlandırmak, p) Mali kanunlarla ilgili diğer mevzuatın uygulanması konusunda üst yöneticiye ve harcama yetkililerine gerekli bilgileri sağlamak ve danışmanlık yapmak, r) Ön mali kontrol faaliyetini yürütmek, s) İç kontrol sisteminin kurulması, standartlarının uygulanması ve geliştirilmesi konularında çalışmalar yapmak, t) Genel Müdürlükçe mali konularda verilecek diğer görevleri yapmak. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Yardımcı Birimler MADDE 55- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü merkez kuruluşundaki yardımcı birimler şunlardır: İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı İdari ve Mali işler Dairesi Başkanlığı c) Teknoloji Dairesi Başkanlığı Dış ilişkiler Dairesi Başkanlığı Savunma Uzmanlığı Özel Kalem Müdürlüğü Bu maddenin (a), (b) ve (c) fıkralarında belirtilen dairelerde en fazla üç başkan yardımcısı görevlendirilebilir. İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı: Madde 56- İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı'nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün bütün ünitelerinin insan gücü ihtiyacını kalkınma planlan ve yıllık programlara uygun bir şekilde tespit etmek ve bunların gerçekleştirilmesi ile ilgili önerilerde bulunmak, 234 b) Genel Müdürlük personelinin atama, özlük, emeklilik ve benzeri işlemlerini yürürlükteki mevzuata göre düzenlemek ve yürütmek, c) Daire Başkanlıkları ve Bölge Müdürlüklerinin personel konusundaki önerilerini incelemek ve değerlendirmek, d) İşçi-işveren ilişkilerinin düzenlenmesini, toplu sözleşmelerin bağıtlanmasını sağlamak, e) Genel Müdürlüğün bütün sosyal faaliyetlerini yürütmek, f) Genel Müdürlük personelinin eğitim ve hizmet içi eğitim yönetmelikleri çerçevesinde yetiştirilmesini sağlamak, verimlerini artırmak ve daha ileriki görevlere hazırlanmalarını sağlamak amacıyla Genel Müdürlüğün eğitim ve öğretim faaliyetlerini saptanan politika ve program esasları doğrultusunda yürütmek, g) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı: MADDE 57- İdari ve Mali işler Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün idari hizmetlerini, temizlik, aydınlatma, ısıtma, bakım, onarım ve taşıma hizmetlerini yapmak, Genel Müdürlüğün mali işlerle i1gili hizmetlerim yürütmek, Sosyal tesislerin kurulması ve yönetimi ile ilgili hizmetleri düzenlemek ve yürütmek, d) Genel Müdürlük personelinin ve ailelerinin sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlamak, Genel evrak, arşiv ve haber merkezinin hizmet ve faaliyetlerini düzenlemek, Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak. Teknoloji ve Eğitim Dairesi Başkanlığı: MADDE 58- Teknoloji ve Eğitim Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Genel Müdürlüğün organizasyon yapısını, bu yapının gerektirdiği kilit mevkileri, bütün çalışma konularında uygulanan yöntemlerin organizasyon metot prensipleri yönünden günün ve tekniğin gereklerine göre geliştirilmesi çarelerini araştırmak, yazışma, kayıt, dosyalama ve evrak arşivleme islerinde uygulanan sistemleri geliştirmek ve bu konularda Genel Müdürlüğe tekliflerde bulunmak, b) Genel Müdürlüğün bilimsel, teknik ve yönetim konularındaki bilgi işlemle ilgili araştırma ve uygulamalarını yapmak, c) Genel Müdürlüğün ana fonksiyonel konulardaki temel dokümanlarını yurt içinde ve dışında izlemek, incelemek ve ihtiyaç duyulan dokümanlar sağlamak, d) Genel Müdürlük hizmetlerini kamu kurum ve kuruluşlarında sergi ve fuarlar ile halka tanıtmak üzere broşür, fotoğraf, film ve diğer yayınlar yayımlamak, sergilemek, e) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak, Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı: MADDE 59- Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır: a) Kalkınma planlan esaslarına uygun olarak DSİ projelerinin ve programlarının gerektirdiği dış kredi ve teknik yardım temini için yurt içinde ve yurt dışında ilgili kuruluşlar nezdinde girişimlerde bulunmak, uygulamayla ilgili esasları belirlemek ve uygulamayı takip etmek, yabancı ülkelerle hükümet arasında yapılan çeşitli toplantılarda Genel Müdürlük ilgili üniteleri de diğer kamu kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, çeşitli ülke ve uluslararası kuruluşlardan eğitim, inceleme gezileri ve danışmanlık hizmetleri için DSİ'ne gelen kişi ve heyetler için programlar hazırlayarak ilgili birim ve kamu kuruluşlar ile koordineli olarak bu programların yürütülmesini sağlamak, b) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak. Savunma Uzmanlığı MADDE 60- Savunma Uzmanlığı Özel Kanunu’nda ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Özel Kalem Müdürlüğü: MADDE 61 - Özel Kalem Müdürlüğü’nün görevleri şunlardır: a) Genel Müdürün emir ve talimatlarını ilgililere duyurmak, daktilo ve dosyalama işlemlerini yürütmek, gerekenleri sonuçlandırılıncaya kadar izlemek, 235 b) Genel Müdüre teşkilattan, yurt içinden ve yurt dışından gelen özel her türlü bilgi, not, rapor, mektup ve mesajı izlemek, cevaplandırmak, c) Genel Müdürün temsil ve protokole İlişkin faaliyetlerini düzenlemek, yurt içi ve yurt dışı seyahatlerini organize etmek, d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak. DSİ Meclisi: MADDE 62-Genel Müdürlüğü ilgilendiren konularda görüş bildirmek üzere, Genel Müdür veya görevlendireceği Genel Müdür yardımcısının başkanlığında genel müdür yardımcılar, 1. hukuk müşaviri ve ana hizmet birim başkanlarından oluşacak DSİ Meclisi adıyla bir sürekli kurul kurulur. DSİ Meclisi yılda en az dört defa toplanır. Konu ile ilgili olmaları halinde diğer hizmet birim başkanları da bu kurula katılır. DSİ Meclisi’nin çalışma esas ve usulleri bir yönetmelikle belirlenir. BEŞİNCİ KISIM TAŞRA TEŞKİLATI Madde 63- Genel Müdürlük taşra teşkilatı, hizmetin özelliğinin gereği olarak bölge müdürlükleri ve bunlara bağlı olan teknik şube müdürlükleri, şube müdürlükleri ve başmühendisliklerden teşekkül eder. Taşra teşkilatının hiyerarşik kademeleri hizmetin özelliklerine göre aşağıdaki şekildedir. I) Bölge Müdürlüğü II) Teknik Şube Müdürlüğü ve Şube Müdürlüğü III) Başmühendislik Taşra Teşkilatı Kuruluşu: MADDE 64 - Genel Müdürlük taşra teşkilatı kuruluşlarından; a) Bölge müdürlükleri Çevre ve Orman Bakanlığı’nın teklifi üzerine Devlet Planlama Teşkilatı'nın ve Devlet Personel Başkanlığı'nın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulu Kararı ile geçici bölge müdürlükleri bakanlığın teklifi üzerine ortak kararname ile kurulur ve kaldırılır. b) Teknik şube müdürlükleri, şube müdürlükleri ve başmühendisliklerin kurulmasına ve kaldırılmasına Genel Müdürlüğün teklifi üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yetkilidir. Bölge Müdürünün Görevleri: MADDE 65- Bölge Müdürü, bölgesi dâhilinde Genel Müdür’ü temsil eder ve kendisine verilen yetkiler dâhilinde Genel Müdür adına Genel Müdürlüğün faaliyetlerini yürütür. ALTINCI KISIM SORUMLULUK VE YETKİLER Yöneticilerin sorumlulukları Madde 66- Genel Müdürlük merkez ve taşra teşkilatının her kademedeki yöneticileri, yapmakla yükümlü bulundukları hizmet veya görevleri, Genel Müdürlük emir ve direktifleri yönünde, mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten bir üst yönetici kader neye karsı sorumludur. Koordinasyon ve iş birliği konusunda Genel Müdürlüğün görev, yetki ve sorumluluğu: MADDE 67- Genel Müdürlük ana hizmet ve görevleri ile ilgili konularda Bakanlıkça belirlenen esaslar dâhilinde diğer. Kamu kurum ve kuruluşlar ile gerekli iş birliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve yetkilidir. MADDE 68- Genel Müdürlük, hizmet alanına giren konularda mahalli idarelerle koordinasyon sağlamaktan sorumludur. Genel Müdürlüğün düzenleme görev ve yetkisi: MADDE 69- Genel Müdürlük, Genel Müdürlüğün kanunla yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri, tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelgelerle düzenlemekle görevli ve yetkilidir. Yetki devri: MADDE 70- Genel Müdür ve her kademedeki yöneticiler, sınırlarını açıkça belirlemek 236 şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilirler. Yetki devri, yetki devreden amirin sorumluluğunu kaldırmaz. YEDİNCİ KISIM ÇALIŞMA ESASLARI, MALİ HÜKÜMLER Yıllık Programlar: MADDE 71- Bu kanunun 2. maddesinde belirtilen islerle ilgili yıllık programlar, kalkınma planlarında belirtilen hedefler, işlerin verimliliği ve ele alınışlarındaki zaruretler göz önünde bulundurularak Genel Müdürlükçe tespit ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı'na teklif edilir. Yapılan teklif yıllık programların düzenlenmesine ilişkin usule göre kesin şeklini alır. Bütçenin kesinleşmesini takiben yıllık yatırım programı ve uygulama planı hazırlanarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe girer ve Genel Bütçe Kanunu hükümleri ile yıllık yatırım programlarının uygulaması, izlenmesi ve koordinasyonuna ilişkin Bakanlar Kurulu kararnamesi hükümleri uyarınca uygulamasına geçilir.,Ancak taşkınlar ve diğer acil müdahaleyi gerektiren hallerde yapılacak işler için gerekli kararlar yukarıdaki fıkra hükümlerine tabi olmaksızın Genel Müdürlükçe alınır ve uygulanır. Ödenek ve Maliyetler: MADDE 72- 2. maddede yazılı işlerin yapılması aşağıdaki hükümlere tabidir. a) Gerekli masrafların her yıla ait kısımlan ile icabı halinde bu maksat için yapılmış olan borçlanmalara ait taksit ve faizleri o yılın bütçesine konacak ödenekle karşılanır. b) Tesisler ortaklıklar tarafından meydana getirilecek işe, bu takdirde tesis masrafları ortaklar arasında sözleşme hükümlerine göre sağlanır. Ortaklık dolayısıyla Genel Müdürlüğe düşecek masraf paylan o yıl bütçeye konacak ödenekle karşılanır. c) Kurulan tesisin birden fazla amaca hizmet etmesi halinde tesis bedelinin her maksada isabet eden kısmı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi ve Başbakan'ın onayı ile kesinleşir. d) Çeşitli arazi gruplarının sulanmasına hizmet eden ortak tesislerin bedelinin her arazi grubuna isabet eden bölümü o arazi grubunun yüzölçümünün toplam sulama alanı yüzölçümüne bölünmesi suretiyle hesaplanır. Yatırım Masraflarının Geri Ödenmesi: MADDE 73- Tesislerin meydana getirilmesi için yapılacak bütün masraflar 79. maddede yazılı esaslar dairesinde bu tesislerden faydalanabilecekler tarafından ödenir. a) Ödeme müddeti bu tesislerin özelliklerine, mahalli şartlara göre Genel Müdürlükçe tespit ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Başbakan’ın onayı ile karara bağlanır. Başbakanın onayı ile belirlenen bu kararın ilanını takip eden yıl geri ödemenin başlangıç taksiti olarak kabul edilir. Olağanüstü durumların meydana gelmesi halinde ödeme müddeti aynı yollardan gidilmek suretiyle uzatılabilir. DSİ'ce inşa edilen sulama tesisleri işletmenin başlangıcından itibaren en çok beş yıl süre ile geri ödemeye tabi tutulmayabilir. b) Tesislerdeki ödemeler faize tabidir. Ancak temin ettikleri istifade faizi kaldırmayacak derecede olan tesislerdeki ödemeler faize tabi tutulmaz. Faiz nispetleri Genel Müdürlükçe tespit olunup Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca karara bağlanır. c) Sulanan arazi alanları sulamadan istifade edebilecek ve edemeyecek arazi hudutları Genel Müdürlükçe tespit ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Başbakanlıkça tasdik edilir ve Genel Müdürlükçe usulü dairesinde mahallinde ilan edilir. d) DSİ'ce inşa edilen enerji tesislerinin devir ve gen ödemesine ilişkin usul ve esaslar, Genel Müdürlükçe hazırlanarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca çıkarılacak bir yönetmelikle tespit edilir. Yatırım Masraflarının Yıllık Geri Ödeme Taksitleri: MADDE 74- Yatırım masraflarının yıllık geri ödeme taksitleri aşağıdaki hükümlere tabidir. a) Taşkın sular ve sellere karşı yapılan koruyucu tesisler ile bataklıkların ıslahı amaçlı tesisler 237 geri ödemeye tabi değildir. b) Sulama tesislerinde dekar başına, bu tesisler için yapılan yatırım masraflarının, sulamadan istifade edebilecek alan ile geri ödeme süresi olan yıl adedine bölünmesi ile elde olunur. Her arazi sahibi 10. maddenin (c) bendi esaslan dâhilinde tespit edilen hudut içerisindeki arazisinin yüzölçümünün bu ücretle çarpımıyla bulunacak bedeli her yıl ödemekle yükümlüdür. d) Akarsuların ıslahı ve ulaşıma elverişli hale getirilmesi için yapılan tesisler geri ödemeye tabi değildir. Ancak kanallar ve Genel Müdürlükçe inşa edilen baraj gölleri üzerinde ulaşım Genel Müdürlüğün izni ve uygun göreceği ücret karşılığında yapılır. Bu hususlar bir yönetmelikle düzenlenir. İşletme, Bakım ve Onarım Masraflarının Tahsili: MADDE 75- 2. maddenin (a) ve (d) bentlerinde belirtilen tesisler hariç olmak üzere,diğer tesislerin işletmeleri, bakım ve onarımları için yapılan bütün masraflar faydalananlar tarafından ödenir. İşletme, bakım ve onarım ücretlerinin tespiti MADDE 76- İşletme, bakım ve onarım ücretleri aşağıdaki hükümlere tabidir: a) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler ve bataklık ıslahı tesisleri ile ıslah işleri ve gemi işletme tesislerinden, işletme, bakım ve onanın ücreti alınmaz. b) Sulama işletmelerinde dekar başına ortalama işletme, bakım ve onarım ücreti; bir yıl önce yapılan toplam işletme, bakım ve onarım masraflarının sulanması öngörülen alana bölünmesi ile elde olunur. Bu ücret bitki çeşitlerine göre ve toplam sabit kalacak şekilde ayarlanır. Her arazi sahibi, kiracısı ve ortakçısı olan gerçek ve her türlü tüzel kişi, arazisinin yüzölçümünün bu ücretle çarpımı sonucu bulunan bedeli ödemekle yükümlüdür. c) Sulamada kullanılan su miktarının ölçülmesinin mümkün olduğu ve Genel Müdürlükçe uygun görülen sulama şebekelerinde, kullanılan suyun miktarına, göre ücret tarifesi tespit edilebilir, d) Sulama işletmeleri, köy tüzel kişilikleri, belediyeler, birlikler, kooperatifler, gerçek veya tüzel kişilerce devralınarak veya sadece işletme, bakım ve onarım masraflarını toptan ödeme sözleşmesi yapılarak işletilebilirler. Bu takdirde tüzel kişilikler veya gerçek kişiler işletme, bakım ve onarım masraflarına en çok bir yıl önce ülke genelinde yapılan toplam işletme, bakım ve onarım masraflarının, o yılki ücret tarifeleri ile tahsili öngörülen miktarı oranında katılırlar. Bu katılım oranlarında yapılacak indirimlerle bu tür işletmeciliği özendirici ve düzenleyici diğer esaslar, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nce hazırlanıp Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca yürürlüğe konulacak bir yönetmelik ile belirlenir, e) Tesislerin enerji hissesine isabet eden işletme, bakım ve onarım giderlerinin ne şekilde hesaplanacağı bir yönetmelikle tespit olunur. Ücret Tarifeleri: Madde 77- Hesaplanacak ücret tarifeleri, Maliye Bakanlığı ile Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı'nın görüşleri alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca tasdik ve en geç o yılın nisan ayı içinde Resmi Gazete'de yayımlanır. Bakanlar Kurulu teklif edilen tarifelerde bir indirim yapabilir. Bu takdirde meydana gelecek farklar, Genel Müdürlük bütçesine konulacak ödenekle karşılanır. Geri ödeme taksiti ile işletme, bakım ve onarım masraflarının birlikte tahsili MADDE 78- Yatırım masraflarını geri ödeme taksiti ile işletme, bakım ve onarım ücreti ayrı ayrı hesap edilerek birlikte tahsil olunur. Sulama Ücretlerinin Taahkuku: MADDE 79- Sulama ücretleri kadastro planlarından alınacak veya Genel Müdürlükçe ölçülerek tespit edilecek yüzölçümleri ne göre düzenlenecek olan ölçüm cetvellerine ve ücret tarifeleri esaslarına dayanılarak tahakkuk ettirilir. a) Sulanan arazi her yıl ve sulamadan sonraki uygun bir zamanda Genel Müdürlük memurları tarafından mahallinde tespit edilerek kadastro planlarına geçirilir. Sulanan araziyi tespit edecek olan memurların her köyde veya belediyede bulunacakları gün bir hafta önce köyün ihtiyar heyetine veya belediye başkanlığına yazı ile bildirilir. İhtiyar 238 heyetine ve belediyeye yapılan bu tebligat, arazi sahibi, kiracı veya ortakçıya yapılmış sayılır. İhtiyar heyeti veya belediye bu tebligatı ilgililere ilan etmek zorunluluğundadır. b) Sulanan sahanın tespiti işleri, ilgili arazi sahipleri, kiracıları veya belediyece seçilecek kişiler huzuruyla ve arazi sahipleri, kiracıları veya ortakçıları arazileri başında bulunmadıkları takdirde, ihtiyar heyeti veya belediye temsilcileri ile birlikte yapılır. Tespit işi bitince her köy veya belediye için müfredatlı bir alan ölçüm cetveli düzenlenir. Cetvellerin alt tarafı, tespit yapan memurlar ve ihtiyar heyeti veya belediye temsilcileri tarafından imza edilip mühürlenir. Bu cetveller Bölge Müdürlüğünce tasdik edildikten sonra kesinleşir. c) İhtiyar heyeti veya belediye temsilcileri alan ölçüm cetvellerini imzalamaktan çekindikleri takdirde, alan ölçüm memurları cetvele meşruhat vererek bir örneğini yazı ile ihtiyar heyetine veya belediyeye tebliğ ederler ve diğer örneğini de köyün herkesin kolaylıkla görebileceği bir yerine asarlar. (c) bendindeki tebligat tarihinden itibaren bir ay içinde ilgililer Bölge Müdürlüğü’ne itirazda bulunabilirler. Bölge Müdürlüğü yapılan itirazları tetkik ve gerekirse mahallinde inceledikten sonra kararını verir. Bölge Müdürlüğü tarafından verilen bu karar kesindir, d) Kesinleşen alan ölçüm cetvellerine ve o yılın ücret tarifelerine göre Bölge Müdürlüğünce tahakkuk cetvelleri hasırlanır. Bu cetvellerde her mükellefe ait yatırım masraflarının geri ödeme taksiti ile işletme, bakım ve onarım ücreti gösterilir. Sulama mevsimi başlamadan önce Genel Müdürlükçe tespit edilen tarihe kadar sulayıcı bilgi formunu doldurup idareye vermeden sulama yapanlara işletme, bakım ve onarım ücreti %10 zamlı tahakkuk ettirilir. Tahakkuk cetvellerinin altına, tahakkuk ettirilmiş olan ücretleri vermeyenler hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usü1ü Hakkında Kanun’a göre işlem yapılacağı ve borcun tasdik tarihinden itibaren bir ay sonra muacceliyet kaşanacağı belirtilerek Bölge Müdürlüğü’nce tasdik olunur. Tahakkuk cetvellerinin birer örneği köylerde ihtiyar heyetlerine, kasaba ve şehirlerde belediyelere tebliğ olunur. Diğer örnekleri de yukarıdaki tebliğ ile beraber mutat olan ilan yerlerine asılır. Bu tebliğ, ilgili arazi sahipleri, kiracılar veya ortaklarına da yapılmış sayılır. e) Alan ölçüm ve tahakkuk cetvellerindeki maddi hatalar başvuru sonucu veya fark edilmesi halinde Bölge Müdürlüğünce araştırıldıktan sonra hata yapıldığı anlaşıldığı takdirde düzeltilir. Gelecek yıllara sâri taahhütlere girme yetkisi: Madde 80- Genel Müdürlük, 2. maddede yazılı işleri yapmak için 10 yıla kadar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile gelecek yıllara sâri taahhütlere girişebilir. Sulama Ücretlerinin Tahsili: MADDE 81- Tahakkuk eden borçlar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca tespit olunan taksit ve müddetler içerisinde ödenir. Müddeti içerisinde ödemeyenlerden bu meblağ Genel Müdürlük teşkilatı tarafından 6133 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili usü1ü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur. Bu kanunun 2. maddesinin (j) bendi gereğince gerçek ve tüzel kişilere devredilen tesislere ait işletme, bakım ve onarım ücretleri bu tesisleri devralanlar tarafından tahakkuk ve tahsil olunur. Ulaşım Bedellerinin Tahsili: MADDE 82- Kanallar ve baraj gölleri üzerindeki ulaşım bedellerinin tahakkuk ve tahsil şekli Genel Müdürlük veya işletmeleri ile müşteriler arasında yapılacak anlaşmalarda belirtilir. Gelecek yıllara sâri taahhütlere girme yetkisi: MADDE 83-Genel Müdürlük, 2. maddede yazılı işleri yapmak için 10 yıla kadar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın onayı ile gelecek yıllara sâri taahhütlere girişebilir. Gelirler Vergi, Resim ve Harç Muafiyeti: MADDE 84- Vergi, Resim ve Hare kanunlarının muafiyetle ilgili hükümlerinde yer almamış olsa dahi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve bütün işlemleri dava takipleri ile ithalat işlemlerinde alınan her türlü fon, vergi, resim ve harçlar da dâhil olmak üzere her türlü fon, vergi, resim ve harçtan muaftır. Ancak Katma Değer Vergisi Kanunu ile getirilen hükümler saklıdır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve tapulama harici yerlerle milli emlake ait gayrimenkullerin tahsisi 239 MADDE 85- Genel Müdürlüğün ihtiyacı olan Milli Emlake ait arazi, arsa ve diğer taşınmaz mallar isteği üzerine Hazinece ve orman arazisi, Orman Genel Müdürlüğü’nce tahsis olunur. Genel Müdürlüğün ihtiyaç duyduğu tapulama harici bırakılmış, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerler Hazine adına tescil ve Genel Müdürlüğe tahsis olunur. Genel Müdürlük hizmet sahasına giren işler için ihtiyacı olan her türlü malzemeleri (taş, kum, çakıl, kil vs.) Hazineye ait taş ocakları ve kum ocaklarından herhangi bir bedel ödemeden alır. Bu sahalardan Maden Kanunu’na göre arama ve işletme ruhsatı verilmiş olması halinde ruhsat verilen sahanın uygun yerinden almak kaydı ile Genel Müdürlüğe ocak işletme ruhsatı verilir Bu durumda maden ruhsatı sahibi hiç bir hak talebinde bulunamaz. İşletmede olan, inşa halinde bulunan ve inşa edilecek DSİ proje sahalarında yapılacak her türlü imar çalışması DSİ Genel Müdürlüğü'nün görüşü alınmadan yapılamaz. Yönetmelik Çıkarılması: MADDE 86- Bu kanunun gerekli görülen hükümlerinin uygulama şekilleri yönetmeliklerle tespit olunur, kanunda çıkarılması öngörülen Yönetmelikler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde çıkartılır. ALTINCI KISIM Çeşitli Hükümler MADDE 87- 23 Nisan 1931 gün ve 2451 sayılı kanun hükümleri dışında kalan memurlardan Teftiş Kurulu Başkanı Hukuk Müşaviri ve Daire Başkanlar Genel Müdürün teklifi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'nın onayı ile bunun dışında kalan diğer memur ve hizmetliler re’ysen veya taşrada ilgili Bölge Müdürü'nün, merkezde ilgili Daire Başkanı'nın inhası, Personel ve Eğitim Dairesi Başkanı’nın teklifi ve Genel Müdürün onayı ile atanır ve nakledilirler. Genel Müdür, bölgelerde uygun gördüğü 1–4 dereceli unvanlı kadrolar dışındaki memurların nakilleri hususunda Bölge Müdürlerini yetkili kılabilir. DSİ'de çalışanların sicilleri ile ilgili yönetmelik Genel Müdür'ün teklifi ve Bakan'ın onayı ile yürürlüğe girer, Hukuk Müşavirleri: MADDE 88- Genel Müdürlük 1. hukuk müşaviri, hukuk müşavirleri ile hukuk servisi personeli, mahkemelerce takdir edilecek vekâlet ücretinden Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği Teşkilatı gibi 3717 sayılı yasada öngörülen yol giderleri ve tazminatlardan faydalanırlar. Kadrolar: MADDE 89-Kadroların tespiti, ihdası, kullanımı ve iptali ile kadrolara ilişkin diğer hususlar Genel Kadro ve Usulü Hakkındaki Mevzuat Hükümleri’ne göre düzenlenir. Daha önce tespit edilmiş kadrolar iptal edilmek suretiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü merkez vs taşra teşkilatı kadrolan ekli sayılı listede gösterilmiştir. Arazi Rasat İşlerinde Diğer Kamu Kuruluşları Personelinin Görevlendirilmesi: MADDE 90- Genel müdürlük, yağış ve su ölçme işlerini, DSİ'nin rasatçı görevlendiremediği köy ve kasabalarda, muhtar, öğretmen) orman memuru, karayolları ve demiryolları bakım memurları veya benzeri kamu görevlilerine, asli vazifelerine halel gelmemek ve kurumlarının uygun görmesi şartıyla bu kişilerle çalışma şartlarını belirleyen sözleşmeler akde ederek yaptırabilir. Bu hizmetleri nedeniyle adı geçen kişilere ödenecek ek ücret, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi, Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı'nın olumlu görüşü alınarak Başbakan'ın onayı ile kararlaştırılır. Yürürlükten Kaldırılan ve Uygulanmayacak Hükümler: MADDE 91- 18.12.1953 tarih, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun, 16.12.1960 tarih ve 167 sayılı hakkındaki kanun, 03.07.1968 tarih ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve nüfusu yüz binden yüksek olan şehirlerde İme Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun, 28.09.1926 tarih ve 831 sayılı Sular Hakkında Kanun ile bu kanunlara ek ve tadilken yürürlükten kaldırılmıştır. 240 EK 3 DIRECTIVE 2000/60/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE COUNCIL of 23 October 2000 Establishing a framework for Community action in the field of water policy (35) Within a river basin where use of water may have transboundary effects the requirements fort he achievement of the environmental objectives established under this Directive,and in particular all programmes of measures should be coordinated for the whole of the river basin district. For river basin extending beyond the boundaries of the Comunuty Member States should endover to ensure the appropriate coordination with the relevant non-member States. This Directive is to contribute to implementation of Community obligations under internationmal conventions on water protection and managament notably the United Nations Convention on the protection and use of transboundary water courses and international lakes approved by Council Decision 95/308/EC and any succeeding agreements on its application Article 13 River Basin Managament Plans 3. In the case of an international river basin district extending beyond the boundaries of the Comunity Member State shall endeavour to produce a single river basin managament plan, and where this is not possible, the plan shall at least cover the portion of the international river basin district lying within the territory of the Member State concerned AB üyesi ülkelerinin sınırları dışına uzanan uluslararası nehir havzaları için tek bir nehir havzası yönetim planı oluşturulmaya çalışılmalıdır. Bunun mümkün olmadığı yerlerde bu plan en azından ilgili AB üyesi ülkenin sınırları içinde yer alan nehir havzası bölümünü kapsamalıdır. Article 15 Reporting 1 Member States shall send copies of the river basin managament plans and all subsequent updates to the commission and to any other Member state concerned within three months of their publication ; c) for international river basin districts, at least the part of the river basin managament plans covering the territory of the Member State 241 EK 4 242 EK 5 243 EK 6 244