"su yasası" nın çıkarılması hakkında yapılan

Transkript

"su yasası" nın çıkarılması hakkında yapılan
SU VE TOPRAK
1
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
BÖLÜM I
SU VE TOPRAK KAYNAKLARIMIZ
1. Doğal Dolaşımdaki Su Varlığımız
2. Toprak Kaynaklarımız
3. Su ve Toprak Kaynaklarımızın Geliştirilmesi
BÖLÜM II
SU YASASI ÇALIŞMALARI
1. Sularla İlgili Hukuksal ve Tarihsel Durum ve Düzenlemelerin Kronolojisi
İslam Hukuku
T.C. Anayasası’na Göre Sular
Medeni Kanun’da Sular
Umuma Ait Sular
Kadim Su Hakkı ve Su İhtilafları
6200 Sayılı DSİ Umum Müdürlüğü Kanunu
Su Kullanımlarında Entegre Yaklaşımlar
2. Yabancı Ülkelerin Su Mevzuatları ve Su Yönetim Yapıları
İspanya Su Yasası
Birleşik Krallık’ta Su Hizmetleri Yönetimi
Almanya’da Su Kaynakları Yönetimi
Danimarka Su Yasası
Fransa Su Kaynakları Yönetimi
Avrupa Topluluğu Su Politikası
Brezilya Su kaynakları Politikası
İsrail Su Yasası
Güney Afrika Cumhuriyeti Su Politikası
Meksika Su Yasası ve Su Yönetimi
Belçika Su Yönetimi
3. Yabancı Su Mevzuatlarının Ortak Yönleri
4. Su Yasası Çalışmaları
4.1
Yedinci
5
Yıllık
Kalkınma
Planı’ndaki
Hukuki
ve
Kurumsal
2
Düzenlemeler
BÖLÜM III
DÜNYA BANKASI’NIN TÜRKİYE İÇİN SKY MODELİ ÖNERİSİ
1. SKY Kurumsal Yapısı İçin Öneriler
2. Rapordan Çarpıcı Tespit ve Öneriler
3. Raporun Değerlendirilmesi
BÖLÜM IV
TAŞKIN SULARI HUKUKU
1. Taşkın Suları Üzerine Bir Etüt
2. Örnek Olaylar
2.1 Kocaeli Dil Deresi Taşkını
2.2 Seyhan ve Ceyhan Irmakları ile Sarıçam Deresi ve Çakıt Suyu
2.3 DSİ Elazığ Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Durum
2.4 DSİ Diyarbakır Bölge Müdürlüğü’nün Karşılaştığı Sorunlar
2.5 DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü’nün Taşkın Sorunları
2.6 DSİ Kayseri Bölge Müdürlüğü’nün Taşkın Sorunları
2.7 DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Taşkın Yaratan
Ana Nedenler
2.8 DSİ Van Bölge Müdürlüğü’nde Durum
2.9 DSİ Sivas Bölge Müdürlüğü’nün Karşılaştığı Sorunlar
2.10 DSİ Aydın Bölge Müdürlüğü’nün Sorunları ve Çözüm Önerileri
2.11 DSİ Trabzon Bölge Müdürlüğü’nün Çözüm Önerileri
2.12 DSİ Balıkesir Bölge Müdürlüğü’nde Durum
3. Türkiye’nin Taşkın Riski ve Nedenleri
3.1 DSİ Genel Müdürlüğü’nün Taşkın Zararlarının Azaltılması Çalışmaları
3.2 Daha Etkin Bir Taşkın Yönetimi İçin Öneriler
BÖLÜM V
BARAJLARIN TEKNİK GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI KONUSUNUN
3
HUKUKİ BOYUTU
BÖLÜM VI
SU VE TOPRAK KAYNAKLARININ KİRLENMESİ
1. Su Kirlenmesi ve Nedenleri
1.1. Kirlilikle Mücadelede Kurumlar
1.1.1 Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü
1.1.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
1.1.3 DSİ Genel Müdürlüğü
1.1.4. İller Bankası Genel Müdürlüğü
1.1.5. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı
1.1.6. Yerel Yönetimler
1.2. Su Kirlenmesi Tespit Giderme ve Denetim Çalışmalarında
Karşılaşılan Darboğazlar
1.3 Uluabat Gölü Havzası’nda Su Kalite Gözlem Çalışmaları ve
Mevcut Durum
2. Toprak Kirlenmesi
2.1 Toprağın Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması
2.2 Toprağın Fiziksel, Kimyasal, Biyolojik Faktörlerden Dolayı Kirlenmesi
2.3 Toprak Kirlenmesi ile İlgili Kuruluş ve Yasalar
3. Usûl Hükümleri Açısından Çevre Sorunu
3.1 Giriş
3.2 Dava ve Taraf Ehliyeti İle Hukuki Yarara İlişkin Sorunlar
3.3 Görev ve Yetkiye İlişkin Sorunlar
3.4 Dava Nedenine ve Hukuki Nedene İlişkin Sorunlar
3.5 İspata ve Delillere İlişkin Sorunlar
3.6. Sonuç ve Değerlendirme
4
BÖLÜM VII.
SINIRAŞAN SULAR
1. Sınıraşan Sular Hukuku
1.1. Uluslararası Sular
Kullanım Hakkına İlişkin Nazariyeler İle Irak Suriye Taleplerinin
Karşılaştırılması
1.3 Uluslararası Suların Ulaşım (Navigasyon) Dışında Kullanımına İlişkin
Tedvin (Codification) Çalışmalarının Ülkemiz Açısından
Değerlendirilmesi
2 Sınıraşan Sularımız
2.1 Genel Değerlendirme
2.2 Dicle ve Fırat Havzası
2.2.1 Hidrolojik Havza Boyutu
2.2.2 Teknik Değerlendirme
2.2.3 Sosyo-Ekonomik Değerlendirme
2.3 Dicle ve Fırat Suları Anlaşmaları
2.3.1 1946 Antlaşması
2.3.2 1987 Protokolü
2.3.3 Ortak Teknik Komite Çalışmaları
2.4 Dicle ve Fırat Havzası’nda Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi
2.4.1 Bugünkü Durum
2.4.2 Nihai Gelişme Durumu
2.5 Golan Tepeleri ve Ortadoğu Su Denklemi
2.5.1 Su Denkleminin Çözümünde Dicle ve Fırat Suları
2.6 Suriye’nin Aşırı Su Talebinin Olası Nedeni
2.7 Türkiye - Avrupa Birliği İlişkilerinde Fırat ve Dicle Nehirleri
5
ÖNSÖZ
Su ve Toprak kaynakları, insanoğlu için taşıdığı yaşamsal önemin ötesinde ülkelerin varlığı,
güvenlik çıkarları, ekonomik gelişimleri açısından da büyük öneme sahip olan doğal
kaynaklardır. Bu iki kaynak hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yanlış kullanım baskısı altında
bulunmaktadır.
Su ve toprak kaynaklarının birlikte uygarlığın gelişmesinde en önemli rolü oynayan doğal
kaynaklar olduğu bilinmektedir. Tarih öncesinde uygarlığın gelişmesinde başat rol oynayan bu
kaynakların önemi yüzyıllar sonra da azalmamış tersine artmıştır. Bu kaynaklar bugün bir
ülkenin ulusal kalkınma ve gelişmesinde en etkili rol oynayan temel kaynaklardır.
İnsanlık tarihinde her zaman güç unsurlarının dengesini ve uygarlığın kalitesini belirleyen su ve
toprak kaynakları özellikle gıda güvenliğinin sağlanması açısından günümüzde daha da hayati ve
stratejik bir konuma gelmiştir.
Bu nedenle ülkelerin su ve toprak kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetimi de önem
kazanmaktadır.
Mevcut durum ve artan su ve gıda sıkıntısı ülkelerin daha etkili ve sürdürülebilir su politikaları
ve toprak yönetimi ve tarım politikaları uygulanması gereğini ortaya çıkarmıştır... Ancak bu
politikalar küresel reçetelerin dışında ulusal çıkarlar gözetilerek belirlenen ve aynı zamanda
sosyal taleplere de duyarlı politikalar olmalıdır.
Dünyada güç paylaşımında geçmiştekinden farklı yöntemlerin etkili olduğu bir küresel süreç
yaşanmaktadır. Son çeyrek yüzyılda ülkelerin su başta olmak üzere doğal kaynakları ile ilgili
olarak küresel anlamda aktörleri, değişenleri ve değişkenleri farklı olan yeni bir döneme
girilmiştir. Bu dönemde doğal kaynaklardan oluşan güçlerini stratejik ağırlık merkezleri olarak
koruyarak geliştirebilen ve kullanabilen ülkeler, başarı sağlayabileceklerdir. Bu nedenle
günümüzde doğal kaynakların korunması aynı zamanda, ulusal güvenlik stratejisinin de ayrılmaz
bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizin doğal kaynaklarını korumayı ve ondan en verimli ve sürdürülebilir şekilde ulusal
çıkarları doğrultusunda yararlanmayı öncelikleri arasında bulunduran bir kalkınma-gelişme
anlayışına ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu çerçevede su ve toprak kaynaklarımızın en verimli bir şekilde geliştirilmesi konusunda ulusal
politikalara duyulan ihtiyaç da gün geçtikçe artmaktadır.
USİAD Su ve Toprak Araştırması bu konudaki ulusal politika ve stratejilerin belirlenmesine
katkıda bulunmak amacı ile hazırlanmıştır.
USİAD olarak su konusunda genel bir ulusal politika ihtiyacımızı dikkate alarak 2007 yılında
yayımladığımız Su Raporu büyük ilgi görmüş ve ikinci baskısı da tamamen tükenmiştir.
Su Raporu’nun okunmasından sonra konuyla ilgili uzman kişi, kurum ve kuruluşların yanı sıra,
basından ve toplumumuzun çok çeşitli kesimlerinden aldığımız çok olumlu eleştirilerden büyük
memnuniyet duyduk.
Raporumuzun toplumumuzda su kaynaklarımız ve su hizmetleri yönetimi konusunda yaratılması
gerekli olan bilince ve ulusal bir su politikasına duyduğumuz ihtiyaca katkıda bulunduğunu
düşünüyoruz. Bu nedenle bu konuda başlattığımız çalışmaları bu kez daha teknik ve hukuki
düzeyde hazırlanılan “Su ve Toprak” başlıklı araştırmamızla sürdürmek istedik
Su ve Toprak Araştırmasını hazırlayan uzmanlar Sn. Dursun Yıldız ve Sn. Özdemir Özbay’a ve
6
yayımlanmasında emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim
Saygılarımla
Fevzi DURGUN
USİAD Genel Başkanı
Eylül 2008-İstanbul
SUNUŞ
Ülkemizin su ve toprak kaynaklarının geliştirilmesi konusunda yasal, yönetmeliksel
ve kurumsal bazı düzenlemelere acil gereksinim bulunmaktadır. Bu gereksinimden
dolayı son dönemde hazırlanan “Su Yasası Tasarısı Taslağı” ilgili kurum ve
kuruluşların görüş ve önerilerine açılmak üzeredir.
Yapılan bu çalışma öncelikle hazırlanan su yasası taslağının değerlendirilme
çalışmalarında yararlı olabilecek bilgilerle birlikte ülkemizde Selçuklu’dan bu yana
suyun statüsünün ne olduğu, ilk yerli düzenleme olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
adlı Osmanlı yasasında nasıl yer aldığı 1926 Hukuk Devrimi ile Medeni
Kanunlarımızda ve Anayasalarımızda suya nasıl bakıldığı, bugünkü çok yasalı, çok
başlı ve yetki karmaşası içerisindeki durumun ne olduğu ve gelecekte çıkartılacak
olan Su Mevzuatında nelerin yer alması gerektiği konuları ele alınmıştır. Bu
konular işlenirken geniş bir perspektif kullanılmıştır. Şöyle ki; İsrail, Güney
Afrika, İspanya, Fransa, Almanya, Danimarka, İngiltere, Brezilya ve Meksika su
mevzuatının önemli bölümleri ile Avrupa Topluluğu’nun suya ve çevreye ilişkin
bütün direktiflerine kitapta yer verilmiştir.
Öte yandan su ve toprak kaynaklarının ülkemizde hangi etki ile kirlendiği ve bu
kirlilik ile yasal mücadelenin nasıl yapılacağı ele alınmıştır. Sınıraşan ve sınır
oluşturan sularımızla ilgili geçmiş değerlendirmesi, mevcut durum analizi ve
gelecek projeksiyonları yapılmıştır. Bu araştırmamızda ülkemizin önemli bir
sorunu olan taşkın suları konusu da DSİ Bölge Müdürlükleri sırasına göre ele
alınarak işlenmiştir. Öte yandan bu araştırmada Dünya Bankası’nın su konusunda
Türkiye’de Su Yönetimi ile ilgili öneriler ele alınarak incelenmiştir.
Yararlı olacağı umuduyla saygılar sunarız.
Özdemir Özbay - Dursun YILDIZ
Ankara, Eylül 2008
7
DURSUN YILDIZ:
İnşaat Mühendisi ve Su Politikaları Uzmanı
1958 yılında Samsun’da doğan Dursun Yıldız, İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden
mezun oldu. Daha sonra DSİ Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı Bu dönemde Hollanda ve
ABD de lisans üstü mesleki teknik eğitim ve uygulama programlarına katıldı. ATAUM’da “AB
Temel Eğitimi” ve “Uluslararası İlişkiler Uzmanlık” programlarını izledi. Hacettepe Üniversitesi
Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde Su Politikaları alanında yüksek lisans eğitimini
tamamladı. DSİ’de Teknik Araştırma ve İçme Suyu Dairesi Başkanlıkları’nda Şube Müdürlüğü ve
Daire Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Bu dönem içinde Gazi Üniversitesi Mühendislik
Mimarlık Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde yarı
zamanlı öğretim görevlisi olarak ders verdi. UMAG’da su ve enerji politikaları konusunda
konferanslar verdi. 2007 yılında DSİ’den emekliye ayrıldı.
TMMOB ve İnşaat Mühendisleri Odasında çeşitli dönemlerde Yönetim Kurulu Üyeliği ve İkinci
Başkanlık görevlerinde de bulunan Dursun Yıldız’ın mesleki, teknik, teknopolitik ve hidropolitik
alanlarında yurt içi ve yurt dışında yayımlanmış çok sayıda teknik rapor, bildiri ile makaleleri ve
beş adet raporu ve kitabı vardır.
Dursun Yıldız Türkiye Ziraatçılar Derneği tarafından su politikaları konusundaki araştırmaları
nedeniyle “2008 yılı Başarı Ödülü’ne” layık görülmüştür.
USİAD Genel Başkan Danışmanı olan Dursun Yıldız halen kendi Mühendislik ve Müşavirlik
firmasını yürütmektedir. Dursun Yıldız evli ve iki çocuk babasıdır.
ÖZDEMİR ÖZBAY
Avukat DSİ Eski Baş Hukuk Müşaviri
1944 yılında Kayseri Pınarbaşı’nda doğan Özdemir Özbay 1971 yılında Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Daha sonra 1972 yılında DSİ Genel Müdürlüğü’nde göreve
başladı ve 1979 yılına kadar DSİ 16. Bölge Müdürlüğü Keban Barajı’nda görev yaptı. Bu
dönemde Keban Barajı kamulaştırma ve müteahhit itilaflarından sorumlu avukat olarak çalıştı.
1979 ile 1997 yılları arasında DSİ Hukuk Müşavirliği’nde Karakaya Barajı, Atatürk Barajı ve
GAP ile ilgili kamulaştırma ve mukavele itilaflarında sorumlu avukat olarak görev yaptı
Daha sonra 1997 ile 2007 arasında DSİ Hukuk Müşaviri ve Baş Hukuk Müşaviri olarak çalıştı.
2007 yılında emekli olan Özdemir Özbay halen bir Mühendislik ve Müşavirlilik bürosunun
Hukuk Müşaviri olarak çalışıyor.
DSİ’de çalışma süresi içinde Devlet Planlama Teşkilatı Altıncı, Yedinci ve Sekizinci 5 Yıllık
Kalkınma planlarının hazırlanması komisyonlarında komisyon üyeliği ve başkanlığı yapan
Özdemir Özbay, DSİ mevzuatı ile ilgili TBMM Komisyonları’nda komisyon üyelerine bilgi
verdi ve çalışmalara katkıda bulundu.
Evli ve iki çocuk babası olan Özdemir Özbay’ın çeşitli dergilerde yayımlanmış sempozyum ve
konferanslarda sunulmuş birçok makale, bildiri ve kitabı bulunmaktadır.
8
BÖLÜM I
SU VE TOPRAK KAYNAKLARIMIZ
1.
TÜRKİYE’NİN SU KAYNAKLARI VE SU KULLANIMI
1.1
ÜLKEMİZDEKİ SU KAYNAKLARININ KISA KÜNYESİ
TÜRKİYE SU KAYNAKLARININ KISA KÜNYESİ
Yıllık ortalama yağış: 643 mm.
Yağan yağmurdan akarsularla göllere boşalan miktar: 186 milyar m3/yıl
Çeşitli amaçlar için kullanılabilir yer altı suyu potansiyeli: 41 milyar m3/yıl(Brüt)
Ekonomik olarak geliştirilebilir su potansiyelimiz: 112 milyar m3/yıl
: 42,2 milyar m3 (6,2 milyar m3 yer altı suyu
2004 yılı itibariyle su tüketimimiz
+ 36 milyar m3 yüzeysel su)
: 31,3 milyar m3 sulama (%74)
2004 yılında suyun sektörel tüketimi
6.2 milyar m3 içme kullanma (%15)
4.5 milyar m3 endüstri (%11)
Yer altı suyundan kullanılan sulama suyu
: 2,1 milyar m3
Yer altı suyundan kullanılan içme kullanma suyu
: 2,0 milyar m3
Yer altı suyundan kullanılan endüstri suyu
: 2,1 milyar m3
Yılda kişi başına düşen yenilenebilir su miktarı (75 milyon nüfus ile) :1500 m3/kişi/yıl
Kişi başına ortalama günde içme kullanma suyu tüketimi
: 250 l/s
Ekonomik olarak geliştirilebilir su potansiyelimizin kullanılma oranı (2008) : %37
Tarım arazisi: 28,05 milyon hektar
Sulanabilir arazi: 25,85 milyon hektar
Ekonomik olarak sulanabilir alan: 8,5 milyon hektar
DSİ tarafından sulamaya açılan alan: 2,4 milyon hektar
Toplam sulanan alan: 4 milyon hektar.
9
1.2 SU KAYNAKLARI
Ülkemize yılda 501 milyar m³ yağış düşmekte, bunun %37’sine karşılık gelen 186 milyar
m³’ü akışa geçerek, 95 milyar m³ ekonomik olarak kullanılabilir forma dönüşmektedir. Ülke
yüzeyine yılda düşen ortalama 630–643 mm yağışa karşılık ülkemizin yenilenebilir su
potansiyeli 234 milyar m3 olup, bunun 41 milyar m³’ü yer altı suları, 193 milyar m³’ü ise
akarsulardan meydana gelmektedir. Yer altı su potansiyelinin ekonomik ve teknik anlamda
kullanılabilir yıllık potansiyeli 12 milyar m³’dür. Bunun 8,8 milyar m³’ü DSİ tarafından tahsis
edilmiş olup, fiilen kullanılan miktarı 6 milyar m³’dür.
Ülkemizde çeşitli amaçlara yönelik kullanımlarda teknik ve ekonomik anlamda
tüketilebilir yüzey ve yer altı suyu potansiyeli miktarı, yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m³,
komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar m³ olmak üzere yılda ortalama
toplam 98 milyar m³ yer üstü ve 12 milyar m³ yer altı suyu olmak üzere toplam 110 milyar m³
olarak belirlenmiştir. Bu miktarın bölgesel ve mevsimsel dağılımındaki dengesizlik önemli bir
sorundur. Yıllık ortalama yağış miktarı ülke genelinde 250 mm’den 2500 mm’ye kadar
değişmektedir. Bu suyun %36’sına karşılık olan 39,3 milyar m³/yıl miktarı farklı amaçlara
yönelik
olarak
kullanıma
sunulmuştur.
Geriye
kalan
71
milyar
m³/yıl
su
halen
kullanılamamaktadır.
Şekil 2.1: Türkiye’de Yıllık Yağış
Türkiye’de 26 su havzası bulunmaktadır. Bu havzalardan 6 tanesi; a) Meriç ve kolları, b)
Koca Dere, Mutlu Deresi, Sarp Deresi, Balık Çayı ve Baradost Çayı gibi küçük tekil akarsular, c)
Çoruh Irmağı, d) Aras Havzası, Van Havzası’nda Özalp yakınında Kotur kolu, e) Asi Irmağı ve
Afrin kolu; f) Fırat ve Dicle’nin doğrudan sınırı aşan kolları, sınıraşan ya da sınır oluşturan sular
kapsamında yer almaktadır
10
Türkiye, Dicle, Fırat, Çoruh, Aras nehirlerinde ve küçük tekil akarsularda memba
(yukarı-kıyıdaş) ülke, Meriç Nehri’nde mansap (aşağı-kıyıdaş) ülke, Asi Nehri’nde ise memba
ve büyük oranda mansap ülke konumundadır. Bu havzaların Türkiye’deki yağış alanları toplam
256 bin km² ile ülke yüzölçümünün yaklaşık 1/3’ünü kaplamaktadır. Türkiye’deki ortalama su
potansiyelleri ise toplam 70 milyar m3/yıl ile ülke ortalama su potansiyelinin üçte birinden biraz
fazlasına karşı gelmektedir.
Genel olarak bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10 bin m3
su potansiyeline sahip olması gerektiği kabul edilmekte, su potansiyeli bin m3’ten az olan ülkeler
ise “su fakiri” olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede su zengini bir ülke olmayan Türkiye’de
teknik ve ekonomik olarak geliştirilebilir yenilenebilir yıllık su potansiyelimiz dikkate
alındığında kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli yaklaşık 1500 m³’dür.
Bu değer
nedeniyle ülkemiz, su fakiri olmamakla birlikte, su kısıdı bulunan ülkeler arasında sayılmaktadır.
Kişi başına düşen yıllık teknik ve ekonomik geliştirilebilir su miktarı olarak ülkemiz su azlığı
yaşayan ve su kısıdı bulunan bir ülke konumundadır. DİE’nin tahminlerine göre 2030 yılına
kadar ülkemiz nüfusunun 100 milyona ulaşması durumunda, kişi başına düşecek teknik ve
ekonomik olarak kullanılabilir su miktarı bin m³’e düşecektir.
2005 yılı itibariyle sulama sektöründe 31 milyar m3, içme suyu sektöründe 7,1 milyar m3,
sanayide 4,9 milyar m3 olmak üzere toplam 43 milyar m3 su tüketildiği hesaplanmaktadır. Bu
durum mevcut su potansiyelimiz olan 112 milyar m3 ün ancak %38’ini geliştirebildiğimizi
göstermektedir. 2030 yılına kadar su potansiyelimizin tümünün yukarıdaki şekilde verilen
Milyon m3
oranlar ölçüsünde geliştirilmesi planlanmaktadır.
80.000
70.000
60.000
50.000
40.000
30.000
20.000
10.000
0
1990
1992
1998
Yıllar
2000
2030
Sulama
İçme Kullanma
Sanayi
Tablo-2.1: Türkiye’de Sektörlere Göre Su Kullanımı
11
1.3 SU HAVZALARIMIZ
Şekil. Türkiye’deki nehir havzaları
Türkiye 26 adet hidrolojik havzaya bölünmüştür. Şekilde verilen bu 26 havzanın, 15 adedi nehir
havzası, 7 adedi irili ufaklı akarsulardan oluşan müteferrik havza, 4 adedi ise, denize boşalımı
olmayan kapalı havzalardan meydana gelmiştir.
Tablo… Akarsu Havzalarına Göre Yıllık Ortalama Su Potansiyeli (DSİ)
Ortalama
Ortalama
Yllık Verim
Havza Adı
Potansiyel
Yıllık
Akış
(km³)
İştirak Oranı
(l/s/km²)
(%)
21 Fırat Havzası
26 Dicle Havzası
22 Doğu Karadeniz Havzası
17 Doğu Akdeniz Havzası
9 Antalya Havzası
13 Batı Karadeniz Havzası
8 Batı Akdeniz Havzası
2 Marmara Havzası
18 Seyhan Havzası
20 Ceyhan Havzası
15 Kızılırmak Havzası
12 Sakarya Havzası
23 Çoruh Havzası
14 Yeşilırmak Havzası
3 Susurluk Havzası
24 Aras Havzası
16 Konya Kapalı Havzası
7 Büyük Menderes Havzası
25 Van Gölü Havzası
4 Kuzey Ege Havzası
5 Gediz Havzası
1 Meriç-Ergene Havzası
6 Küçük Menderes Havzası
19 Asi Havzası
10 Burdur Göller Havzası
11 Akarçay Havzası
Toplam
31,61
21,33
14,90
11,07
11,06
9,93
8,93
8,33
8,01
7,18
6,48
6,40
6,30
5,80
5,43
4,63
4,52
3,03
2,39
2,09
1,95
1,33
1,19
1,17
0,50
0,49
186,05
17,0
11,5
8,0
6,0
5,9
5,3
4,8
4,5
4,3
3,9
3,5
3,4
3,4
3,1
2,9
2,5
2,4
1,6
1,3
1,1
1,1
0,7
0,6
0,6
0,3
0,3
8,3
13,1
19,5
15,6
24,2
10,6
12,4
11,0
12,3
10,7
2,6
3,6
10,1
5,1
7,2
5,3
2,5
3,9
5,0
7,4
3,6
2,9
5,3
3,4
1,8
1,9
100
12
Akarsu havzalarımızın yıllık ortalama su potansiyeli, potansiyele iştirak oranları ve ortalama
yıllık verimleri Tablo....da verilmiştir. 2006 yılı itibariyle bu havzalardaki su kaynakları
kullanımı konusunda elde edilen sonuçlar Şekil.... ve Tablo......da verilmiştir ( W. B. 2006).
200
150
100
Van
Dicle
Aras
Çoruh
Firat
Dogu Karadeniz
Asi
Ceyhan
Seyhan
Dogu Akdeniz
Konya
Havzalar
Kizilirmak
Yesilirmak
Bati Karadeniz
Sakarya
Akarçay
Antalya
Burdur Gölü
Bati Akdeniz
Büyük Menderes
Küçük Menderes
Gediz
Kuzey Ege
Marmara
Susurluk
Meriç Ergene
0
50
Kullanilan Kapasite (%)
250
300
Şekil…2006 Yılı için Türkiye’deki Nehir Havzalarında Su Kaynakları
Kullanımı Tahmini
Bu şekil incelendiğinde Meriç, Ergene, Gediz, Büyük Menderes, Burdur Gölü, Akarçay, Konya
ve Asi Nehri havzalarında yüzey ve yer altı suyu kullanımının bu havzalardaki yenilenebilir su
potansiyelini aştığı ortaya çıkmaktadır. Sakarya, Ceyhan ve Van havzalarının da bu limite
ulaştığı görülmektedir.
Ülkemizdeki su havzalarında ekonomik olarak sulanabilir alanların tümünün 2030 yılına kadar
geliştirildiği kabul edildiğinde 26 nehir havzasının 15’inde su kullanımının yenilenebilir su
potansiyeli limitini aştığı, üç havzanın ise bu sınıra yaklaştığı görülmektedir (WB 2006). Bu
durum Şekil... da açıkça görülmektedir.
13
200
150
100
Van
Dicle
Aras
Çoruh
Fýrat
Doðu Karadeniz
Asi
Ceyhan
Seyhan
Konya
Doðu Akdeniz
Yeþilýrmak
Havzalar
Kýzýlýrmak
Sakarya
Batý Karadeniz
Akarçay
Antalya
Burdur Gölü
Batý Akdeniz
Büyük Menderes
Gediz
Küçük Menderes
Kuzey Ege
Marmara
Susurluk
Meriç Ergene
0
50
Kullanilan Kapasite (%)
250
300
Şekil… 2030 Yılı için Türkiye’deki Nehir Havzalarında Su Kaynakları Kullanımı Tahmini
Su havzalarımızda kişi başına düşen toplam yıllık ortalama akım değerleri Şekil… de verilmiştir.
Bu şekil incelendiğinde Batı Akdeniz, Antalya, Çoruh ve Dicle Havzaları’nda kişi başına düşen
toplam yıllık akım miktarlarının diğer havzalardan daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu
havzaların hiçbirinde 2006 yılı itibariyle su kullanım oranı yenilenebilir su potansiyelini
aşmamıştır.
10000
8000
6000
4000
Toplam
Dicle
Van
Aras
Çoruh
Firat
Dogu Karadeniz
Ceyhan
Asi
Seyhan
Dogu Akdeniz
Havzalar
Konya
Kizilirmak
Yesilirmak
Bati Karadeniz
Sakarya
Akarçay
Burdur Gölü
Antalya
Bati Akdeniz
Büyük Menderes
Küçük Menderes
Gediz
Kuzey Ege
Marmara
Susurluk
Meriç Ergene
0
2000
Toplam Yillik Akim/Kisi (m3/yil/kisi)
12000
14000
Şekil… Su Havzalarımızda Kişi Başına Düşen Toplam Yıllık Ortalama Akım
14
Türkiye'nin ekonomik yapısına, nüfus artış hızına ve enerji ihtiyacına baktığımızda, su
kaynaklarının enerji ve sulamada kullanımının yoğunlaştırılması önemli bir ihtiyaç olarak
ön plana çıkmaktadır.
2. Toprak Kaynaklarımız
2. Türkiye’de Toprak Kaynakları
Toprak kaynaklarımızın sürdürülebilir bir temelde kullanımı ve yönetimi için potansiyel
tespitinden önce sınıflandırılmaları ve karakteristiklerinin ayrıntılı belirlenmesi gerekmektedir.
Arazi gözlemleri ve laboratuar bulguları yanında bulundukları iklim koşulları, oluşturdukları
ana madde doğal bitki örtüsü, fiziksel, kimyasal, genetik, jeolojik ve morfolojik özellikleri de
sınıflandırmada dikkate alınmaktadır. Sınıflandırmada değişik fazların yayılma alanları ile her
fazın eğim-erozyon, yaşlılık ve toprak yetersizliklerinin varlığına ve şiddet derecesine göre
yorumlar yapılarak temsil ettikleri arazilerin kullanma kabiliyet sınıfları da tespit edildikten
sonra haritalar hazırlanmakta, bu ölçümlerle ülkenin toprak ve arazi potansiyeli tespit
edilmektedir.
Toprak kaynaklarımızın potansiyeline yönelik bilgiler (Tablo Ek-3’te) verilmiştir.
2.1- Tarımsal Arazi Varlığımız
Ülkemizin tarımda kullanılan arazi miktarının yaklaşık 28.054.054 hektar olduğu Tablo
Ek-3’te görülmektedir. Ancak Tablo-1’e göre, ekilebilir arazi miktarı 26.566.768 hektardır.
Tablo-1
SINIF
Ekilebilir Arazinin Sınıfsal Dağılımı
(Bin Hektar)
I
II
III
IV
5.086
6.773
7.283
7.425
Toplam
26.567
Ayrıca, Tablo-2’de bu alandan toplam 4.787 bin hektarın ekilmediği, çayır-mera,
orman-funda ve tarım dışı arazi gibi değişik kullanma şekilleri altında bulunduğu, tarımda
kullanılan arazinin ise sadece 2l.779.864 hektar olduğu anlaşılmaktadır. Tablo-3’te ise toprak
işlemesi sakıncalı olan arazilerin 51.333 bin hektar olduğu ifade edilmektedir.
Tablo-2
Ekilebilir Arazinin Kullanım Şekli
Tarımda
Çayır-Mera
Orman-Funda
kullanılan
Kullanımlı
Kullanımlı
2l.780
2 972
1 458
(Bin Hektar)
Tarım Dışı
Toplam Arazi
357
26 567
15
Tablo-3 Toprak işlemesi sakıncalı olan arazilerin sınıfsal dağılımı
Sınıf
(Bin Hektar)
V
VI
VII
VIII
Toplam
128
10 826
35 836
4 543
51 333
Ayrıca Tablo-4’te toprak işlemesi sakıncalı olduğu halde tarımda kullanılan 6.274 bin
hektarlık bir alan olduğu görülmektedir. Bu arazilerin ekolojik şartlarına göre çayır-mera veya
orman olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tablo-4 Toprak İşlemesi Sakıncalı Arazilerin Kullanım Şekilleri
Tarımda
Çayır-Mera
Orman-
Kullanılan
Kullanımlı
Funda
(Bin Hektar)
Tarım Dışı Diğer Araziler
Su Yüzeyi
Arazi
Kullanımlı
6 274
18 533
21 770
324
3 061
1 158
Arazi varlığımız üzerinde değişik zamanlarda, farklı kuruluşlar tarafından yapılan
çalışmalar farklı sonuçları ortaya koymuştur. Ayrıca tapu ve kadastro çalışmalarının
bitirilememesi sonucu ülke topraklarının mülkiyet durumu ve arazilerin vasıfları tam olarak
bilinememektedir.
Tablo-5
KAYNAK
DİE (1980)
Çeşitli Kurumlara göre Ülke Arazi Varlığı
TARIM
ÇAYIR-MERA
ARAZİSİ
28.17
19.72
(Milyon ha)
ORMANFUNDA
20.17
ÜLKE
YÜZÖLÇÜMÜ
----
DİE (1991)
21.10
12.38
19.24
77.94
DİE (2001)
21.60
14.62
18.48
77.94
DSİ (1993)
28.06
21.51
23.25
77.95
KHGM (1987)
27.70
21.75
23.47
77.80
KHGM (1998)
28.05
21.50
23.23
77.89
----
----
20.20
----
OB (1994)
Sahip olduğumuz en büyük doğal varlık olan topraklarımızın korunmasını, dengeli
kullanılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan girişimler; toprağın sahip olduğu değerlerin,
gelişen bilim ve teknolojinin imkânlarını da kullanarak detaylı bir şekilde tanımlanması,
özelliklerinin çok iyi belirlenmesi, haritalanması ve veri tabanı oluşturularak buna dayalı
planlamaların yapılması ile mümkündür. Oysa Türkiye’deki sorunlar toprak varlığının tespiti
aşamasında başlamaktadır. Toprak ve arazi potansiyeli tespit çalışmalarının doğruluk derecesi,
16
toprak etütlerinin tipi ile yeterlilik ve doğruluk derecesine bağlı iken, mevcut envanterler
sağlıksızdır ve güncelliğini yitirmiştir. Bazı yöre ve havzaların bir bölümünde yapılan ve
yaygın olmayan detaylı toprak haritalarının dışında, ülke genelinde toplu değerlendirme
yapılabilmesi için sadece Mülga TOPRAKSU tarafından 1966–71 yıllarında yapılan ve 1982–
84 yılları arasında güncelletiriler yoklama düzeyinde toprak etütleri mevcuttur. TOPRAKSU
Genel Müdürlüğü ve devamında KHGM tarafından yürütülen bu çalışmalar, halen ülke
toprakları ve arazilerinin kullanımı sorunları hakkında başvurulacak yegâne kaynak niteliğini
taşımakta olup, bu verilerin dünyada geçerli olan son sistemlere göre yenilenmesi
gerekmektedir.
2.2 Toprak Varlığı ve Özellikleri
Türkiye, toprak kaynakları açısından yeterince zengin değildir. 1982–84 yıllarında
güncellenen yoklama düzeyindeki toprak etütlerinin yorumlarına göre belirlenen arazi yetenek
sınıflarının özellikleri ve dağılımını gösteren veriler incelendiğinde; korunması gereken
arazilerin ülkemizin yaklaşık dörtte birini oluşturduğu, her türlü tarıma elverişli arazilerin ise
sadece %6,5 oranında kaldığı görülmektedir (Tablo-6).
Tablo-6 Türkiye’de Arazi Yetenek Sınıflarının Özellikleri ve Dağılımı
ARAZİ YETENEK SINIFLARI VE
ÖZELLİKLERİ
Özellik
Verim
Gücü
Her türlü tarıma ve işlemeye %100
elverişli
İşlemeli tarıma orta elverişli
%83
Sınıf
TOPLAM ALAN
(HEKTAR)
1965–71
1982–84
GENEL TOPLAMA
ORANI (%)
1965–71 1982–84
I
5.012.537
5.086.084
6.4
6.5
II
6.758.702
6.712.873
8.7
8.7
İşlemeli tarıma sınırlı
%66
III
7.574.330
7.282.763
9.7
9.3
Özel önlemle özel ürün
%50
IV
7.201.016
7.425.045
9.3
9.5
26.546.585 26.556.768
34.1
34
127.934
0.2
0.16
Top.
İşlenmeyen yaş veya kaya çıkışlı %33
düz arazi
İyi mera, iyi orman
%20
VI
10.238.533 10.825.762
13.2
13.9
Boruk mera, bozuk orman
VII
36.288.553 35.836.350
46.6
46.0
Top.
46.692.633 46.790.036
60.0
60.0
Tarıma elverişsiz arazi
Toplam (su yüzeyi hariç)
%10
%0
V
165.547
VIII
3.455.513
4.542.896
5.9
5.8
Top.
76.694731 76.741.591
100.0
100.0
17
TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978; KGHM, Yıllık Envanter,
Ankara 1998.
Topraklarımızın %31,5’inde taşlılık, %3,6’sında drenaj ve %1,7’sinde çoraklık sorunu
mevcuttur. Ülke topraklarının %63,2’sinde ileri derecede su erozyonu sorunu mevcut olup,
rüzgâr erozyonundan etkilenen alan %0,65tir (Tablo-7,8).
Tablo-7 Türkiye Topraklarındaki Sorunlu Alanların Dağılımı
Sorun Türü
Genel Alanda
Alan (ha)
%
Tarım Alanında
Alan (ha)
%
Drenaj
2.775.115
3.1
1.970.538
9.0
Çoraklık
1.518.722
1.7
837.405
3.8
Taşkınlık
28.484.331 31,5
2.989.093 13,6
TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978.
Tablo-8 Türkiye Topraklarının Erozyon Özellikleri
Erozyon Derecesi
Erozyon Şiddeti
Ha
%
Su Erozyonu
1
Yok
5.166.627
6.64
2
Hafif
5.611.892
7.22
3
Orta
15.592.750 20.04
4
Şiddetli
28.334.933 36.42
5
Çok Şiddetli
17.366.463 22.32
Çıplak Kayalık
2.930.933
3.77
506.309
0.65
Rüzgâr Erozyonu
TOPRAKSU, Türkiye Arazi Varlığı, Ankara 1978.
2.3 Arazi Varlığının Kullanılma Şekilleri
Mülga KHGM 2005 yılı verilerine göre; Türkiye’de 78 milyon hektar toplam arazinin
%27,3’ünde kuru tarım, %5,6’sında sulu tarım, %3,1’inde bağ-bahçe ve özel ürün tarımı
yapılmakta, %27,6’sı çayır-mera ve %29,8’i orman-funda olarak kullanılmaktadır. Tablo-7.
Tabloların incelenmesinde görülebileceği gibi ülkemizde tarıma elverişli I, II, III, IV.
sınıf arazi varlığı 26.567 bin hektar; işlemeli tarım yapılan toplam arazi ise 28.053 bin
hektardır. 6.274 bin hektar arazi V, VI ve VII. sınıf arazi olup özel ürün arazisi değilse, orman18
funda, çayır-meraya terk edilmelidir. Aynı şekilde halen orman-funda, çayır-mera örtüsü
altında olan toplam 4.786 bin hektar I, II, III ve IV. sınıf arazinin ise tarıma açılması uygun
olacaktır.
Tarım Arazilerinin Önem Sınıflaması, son dönemde tarım arazilerini korumaya yönelik
bir sınıflandırma sistemi olarak TKB’ce ülkemizde de uygulamaya konulmuştur. Ağırlıklı
olarak 1982–84 verilerini yorumlayan bu sisteme göre, her türlü tarıma elverişli olan ve tarım
dışında kullanılmaması gereken mutlak tarım arazisi miktarı, toplam tarım arazisinin %39’unu
oluşturmaktadır (Tablo-9). 5403 sayılı “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu” ile bu
arazilerin belli istisnalar dışında amaç dışı kullanılmasını önlemeye yönelik yaptırımlar
getirilmiştir. Ancak, kanunun geçici 1. maddesi ile 11.10.2004 tarihinden önce gerekli izinler
alınmadan tarım dışı amaçlı kullanıma açılmış arazilerin istenilen amaçla kullanımına belirli
şartlarla izin verilmesi düzenlemesinin iptali amacıyla Anayasa Mahkemesi’ne dava açılmıştır.
Tablo-9 Tarım Arazilerinin Önem Sınıflaması
TARIM ARAZİLERİ
Mutlak tarım arazileri
Alan (Ha)
Oran (%)
10 451 984
39.5
Özel ürün arazileri
6 867 374
26.0
Dikili tarım arazileri
1 860 874
7.0
Marjinal tarım arazileri
7 261 275
27.5
26 441 507
100
TOPLAM
TKB, 2005.
Her ülkede, toprak kullanımındaki en önemli sektör, tarımsal üretimdir. Değişen ve
gelişen ekonomik koşullara göre farklı amaçlara tahsislerinin, hep tarım alanları aleyhine
gelişme gösteriyormuş gibi algılanması yanlıştır. Ülkenin toprak miktarının sabit olması ve her
kullanımın ülke kalkınmasına katkıda bulunmasının doğallığı nedeniyle, tarım alanlarının
azalması doğal karşılanmalıdır. Asıl sorun, toprak ve arazi kullanımının doğru ya da yanlış
olması noktasında ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizde konuyu düzenleyen “Tarım Alanlarının Tarım Dışı Gaye İle Kullanılmasına
Dair Yönetmelik” ve sonraki adıyla “Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılması Hakkında
Yönetmelik”te birkaç kez yapılan değişiklikle amaç dışı kullanıma yönelik getirilen yeni
istisnalar ve verilen diğer izinler yanında, kaçak yapılaşmaların yoğunluğu, nitelikli tarım
19
topraklarının konut ve sanayi amaçlı kullanımlar için yok edilmesini hızlandırmaktadır. Bu
konuda verilen yargı kararlarının uygulanmaması, yeni amaç dışı kullanımların da önünü
açabilmektedir. Bu tür değişiklikleri önleme açısından önemli olan “Tarım Arazilerinin
Korunması ve Amacına Uygun Kullanılmasına İlişkin Tüzük” hazırlıkları gerçekçi bir görüşle
hazırlanmalı ve mutlak tarım alanları belirlenmelidir.
2.4 İşletmelerin Yapısal Sorunları ve Arazi Toplulaştırma Çalışmaları
Türkiye’de toprak mülkiyet yapısı; mülk sahipliği, arazi büyüklüğü ve parsel adedi
yönünden sorunludur. Kırsal alandaki kadastro çalışmaları henüz tamamlanamamıştır. Mülkiyet
sistemindeki belirsizlikler, sağlıklı bir toprak-insan ilişkisinin kurulmasını engellemektedir.
Ülkemizde 2001 yılı Genel Tarım Sayısı’na göre 100 dekardan az toprağa sahip
yoksul ve küçük köylülere ait işletme sayısı, ülkedeki toplam işletme sayısının %83’ü bunların
sahip olduğu arazi ise toplam arazinin %4,4’üdür. 100–500 dekar arasında toprağa sahip orta ve
zengin köylüler toplam işletme sayısının %15,9’na, toplam arazinin %46’sına sahiptir. 500
dekardan büyük işletmelerin sayısal oranı %1 iken, bu işletmeler toplam tarım arazisinin
%12’sine sahiptir (Tablo-10).
Tablo-10 Tarımsal işletme büyüklüğüne göre işletme sayısı ve işletmelerin
tasarrufunda bulunan arazi (%)
İŞLETME
BÜYÜKLÜĞÜ
(DA)
1991 GTS
İşletme sayısı Arazi (da)
2001 GTS
İşletme sayısı Arazi (da)
Türkiye
100,00
100,00
100,00
100,00
5’ten az
6,34
0,28
5,88
0,26
5–9
9,61
1,07
9,61
1,06
10–19
18,96
4,28
17,86
4,00
20–49
32,13
16,49
31,46
16,02
50–99
17,98
19,94
18,54
20,68
100–199
9,66
20,99
10,83
23,81
200–499
4,38
19,82
5,09
22,83
500–999
0,61
6,39
0,58
6,09
1.000–2.499
0,26
5,91
0,15
2,97
2.500–4.999
0,05
2,79
0,01
0,38
5.000+
0,01
2,04
0,00
1,91
DİE,1991–2001 GTS.
20
Sahip olunan araziler çok parçalı ve çok ortaklıdır (Tablo-11). Ülke genelinde tarımsal
işletme sayısı 1991’e göre %24’lük azalma ile 3.966 binden 3.021 bine düşmüştür. Aynı
işletmelerin kullandıkları toplam arazi ise %21 azalarak, 23,4 milyon hektardan 18,4 milyon
hektara inmiştir. İşletme sayısında oransal düşüşün arazi miktarındaki oransal düşüşten fazla
olması ortalama işletme ölçeğini 5,9 hektardan 6,1 hektara çıkarmıştır.
Tablo-11
Arazinin Tasarruf Şekline Göre Dağılımı (Türkiye)
İşletme
Kendi Arazisi Olanlar
Kendi Arazisi Olmayanlar
büyüklüğü İşl. Say. Oranı
Arazi
Oranı İşl. Say. Oranı
Arazi
Oranı
(da)
2001
Toplam
2.913.506
96,44 177.633.133
96,37 107.701
3,56 6.696.368
3,63
50’den az
1.887.165
62,46
37.871.564
20,55
71.116
2,35 1.459.574
0,79
50–99
542.785
17,97
36.969.212
20,06
17.211
0,57 1.154.007
0,63
100–499
462.507
15,31
82.604.111
44,81
18.516
0,61 3.353.833
1,82
500–999
16.719
0,55
10.801.090
5,86
711
0,02
417.463
0,23
4.330
0,14
9.387.156
5,09
147
0,00
311.491
0,17
1.000+
1991
Toplam
3.901.389
98,35 232.276.879
99,05
65.433
1,65 2.234.114
0,95
50’den az
2.607.182
65,72
51.156.146
21,81
52.556
1,32
733.466
0,31
50–99
705.971
17,80
46.307.578
19,75
7.178
0,18
443.115
0,19
100–499
551.575
13,90
94.878.004
40,46
5.522
0,14
826.061
0,35
500–999
24.064
0,61
14.900.457
6,35
137
0,00
82.036
0,03
1.000+
12.597
0,32
24.034.694
10,68
40
0,00
149.436
0,06
DİE, 1991–2001 GTS
Küçük, parçalı ve dağınık tarımsal parsellerden kaynaklanan sorunların giderilmesi ve
tarımsal yapının iyileştirilmesi konusunda özellikle sulanan alanlarda gündeme gelen arazi
toplulaştırması ve tarla içi geliştirme hizmetleri konusunda yeterli hizmetin verildiği söylenemez.
Mülga KHGM tarafından, 2005 yılı başına kadar, toplam 1.037.468 hektardan tarla içi geliştirme
hizmeti, 137.692 çiftçi ailesisin 365807 adet parselinde 377.035 hektar arazi toplulaştırma
çalışması yapılmıştır. Arazi toplulaştırması uygulaması sonucunda; oransal olarak 1/1,9 yüze
olarak %48 oranında arazi toplulaştırılması yapılmış ve parsel sayısı 191.405’e indirilmiştir.
21
BÖLÜM II
SU YASASI ÇALIŞMALARI
1. SULARLA İLGİLİ HUKUKSAL VE TARİHSEL DURUM İLE
DÜZENLEMELERİN KRONOLOJİSİ
Bu tür bir mevzuat taramasına geçmeden önce ülkemizde su kaynaklarına ilişkin
yasal düzenlemelerin tarihsel gelişimi ve günümüzdeki yasal durumu hakkında
bilgi vermenin yararlı olacağı inancındayız. Bilindiği gibi çevreyi oluşturan en
önemli unsurlardan olan su ve toprak ile insanoğlunun hukuk ve teknoloji
anlamındaki ilişkileri insanlık tarihi kadar eskidir. Bu kaynaklardan ele almayı
düşündüğümüz su, Roma Hukuku’ndan bu yana insanoğlunun üzerinde egemenlik
kuramadığı, özel mülkiyete konu edemediği kamuya ait şeylerden sayılmıştır. Bu
anlayış genel hatları ile bugünkü hukuk düzenince de benimsenmiştir. “Ancak hızlı
sanayileşme ve kentleşme ile kapitalist sistemin kar amacı; aynı sistemde suyun
serbest mal sayılması, suya ilişkin hukuki düzenlemelerin suyun kirlenmesine ve
verimli bir biçimde kullanılmasına engel olmadığını, hiç değilse bu konuda yetersiz
kaldığını göstermektedir".
Su kaynakları doğal hidrolojik düzen üzerinde devamlı hareket halindedir. Bu
nedenle de öncelikle doğa kanunlarına tabidir. Bu doğal servetten en uygun şekilde
yararlanmak,
bu
doğal
serveti
ekonomik
servet
haline
getirmek,
cağımız
gereksinmeleri nedeniyle zorunlu olduğundan, çağdaş teknolojiye uygun hukuksal
düzenlemeler getirmesini gerektirmiştir.
1.1 İslam Hukuku:
İslam Hukuku’nda toprağın devletin mülkiyetinde olması ve kişilere salt kullanma
(intifa) hakkı verilmesi genel ilke olduğundan doğal düzeni içinde bulunan sular
üzerinde
de
özel
mülkiyet
söz
konusu
edilmemiştir.
Bu
nedenle
suların
kullanılmasına ilişkin esaslar devlet tarafından yürütülmüştür.
Ancak İslam Hukuku’nun temelinde teamül büyük önem taşıdığından, eskiden beri
kullanılagelen şekle ve kullananlara saygılı olunmuştur. Daha başka bir deyişle su
kullananların fiili yararlanma durumları, mülkiyet hakkı imişcesine korunmuştur.
Ancak
bu
koruma,
kullanım
(intifa)
hakkı
niteliğinden
öte
bir
statüye
kavuşturulmamıştır. Kullanım hakkı ise, devletin tasvip ve izni ile (fermanlarla)
oluşmuştur. Sularla ilgili anlaşmazlıklar da fetvalarla çözümlenmiştir.
Mecelle (Mecelle-i Ahkâmı Adliyle);
1839 Gülhane Fermanı ile batı dünyasına pencere açan Osmanlı İmparatorluğu
22
1856 Islahat Fermanı ile de hukuk düzenini en azından şekil yolu ile Avrupa
Hukuku’na yaklaştırma, anlayışını yerleştirmeye çalışılmıştır.
Bu anlamda Osmanlı Yönetimi’nin batılı usullerle tedvin (Codifie) ettiği ilk
kanunlardan en önemlisi mecelle olmuştur. Bu düzenleme yapılırken uygulanagelen
İslam Hukuku kuralları ile bir ölçüde de örf ve âdete dayanan kurallar toplanarak
maddeler haline getirilmiştir.
1879’dan 1926 tarihine kadar yürürlükte kalan bu yasa, Özel Hukuk konularının bir
bölümünü yarı teokratik bir biçimde düzenlemiş ve sular konusunda Özel Kukuk
açısından ilginç maddeler koymuştur. Mecelle doğal durumdaki bütün yer altı ve
yer üstü sularının kamu tarafından serbestçe kullanımını kabul etmekle beraber
benimsenerek sahiplenerek (ibraz hali) mülkiyet konusu haline getirilen suların
özel
mülkiyete
konu
olması
durumunu
da
kabul
etmiştir.
Böylece
doğal
imkânlardan ve servetlerden, fırsat eşitliğine göre faydalanmayı ilke saymış, doğal
servetten ekonomik şarta geçiş için ibraz koşulunu koyarak emek ve çalışma
hakkını korumuştur.
1.2 T.C. Anayasalarına Göre Sular:
Yirminci yüzyılda ekonomik ve toplumsal sorunlar, planlı kalkınma politikası, su
kaynaklarının tüm potansiyelinin en akılcı biçimde değerlendirilmesini gerekli
kılmış, çağın teknik imkânları da buna yeterli olduğundan su kaynaklarının
kullanım esaslarının Kamu Hukuku açısından düzenlenmesini zorunlu hale
getirmiştir. Bu nedenle T.C. Anayasaları, mecellenin sular konusundaki ferdiyetçi
ve özel hukukçu tedvin sistemini terk ederek sularla ilgili esasları kamu yararı
açısından yeniden ele almıştır.
Nitekim 18.10.1982 tarihinde kabul edilen yeni anayasanın "Tabii Servetlerin ve
Kaynakların Aranması ve İşletilmesi" başlıklı 168. maddesinde de aynı prensip
kabul edilmiştir. Madde "Tabii servetler ve kaynaklar devletin hüküm ve tasarrufu
altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı devlete aittir. Devlet bu hakkını
belli bir süre için, gerçek ve tüzel kişilere devredebilir. Hangi servet ve kaynağın
arama ve işletmesinin, devletin gerçek ve tüzel kişilerle ortak olarak veya doğrudan
gerçek ve tüzel kişiler eliyle yapılması kanunun açık iznine bağlıdır. 21.11.2001
tarih ve 4721 sayılı yeni Türk Medeni Kanunu 8.12.2001 tarih ve 24607 sayılı
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni Medeni Kanunumuzda da
aynı ilke yer almış olup 715. maddesinde de aynen “Sahipsiz yerler ile kamuya ait
mallar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Aksi ispatlanmadıkça yararı kamuya
23
ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar, gibi tarıma elverişli olmayan yerler
ve bunlardan çıkan kaynaklar kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel
mülkiyete konu olmaz. Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması,
bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tabidir”
hükümlerini yinelemiştir.
Yeni Medeni Kanunumuzun 756. maddesinde de “Kaynaklar, arazinin bütünleyici
parçası olup, bunların mülkiyeti ancak kaynakların arazinin mülkiyeti ile birlikte
kazanılabilir. Yer altı suları, kamu yararına ait sulardandır. Arza malik olmak suya
malik olmak sonucunu doğurmaz. Arazi maliklerinin yer altı sularından yararlanma
biçimi ve ölçüsüne ilişkin özel kanun hükümleri saklıdır” hükmü yer almıştır.
Özel Hukuk ve özel mülkiyete konu sayılan sular dışındaki bütün sular umuma ait
sulardır. Bu durumda gerçek ve tüzel kişilerin uyması gereken şartlar ve devletçe
yapılacak gözetim, denetim ve esasları ve müeyyideler kanununda gösterilir"
hükmü getirilmiştir.
1.3 Medeni Kanunda Sular
1. Türk Medeni Kanunu 1912 tarihli İsviçre Federal Medeni Kanunu’ndan iktibas
edildiği için, mecelleden tamamen farklı düzenlemeler getirmiştir, İsviçre Medeni
Kanunu 22 kantondan oluşan federal devletin kanton Özel Hukuk sistemlerini
tedvin ederek Roma Hukuku’nun genel ilkelerini çağımıza taşımış ve Özel Hukuk
alanını toplamıştır. Kanunun Türk Medeni Kanunu’na yansımayan 6. maddesinde
"Federal Medeni Kanun’un kantonların kamu hukuku yönünden haiz oldukları
yetkileri tehdit veya takyit etmediği" hükmü yer almıştır.
Bu sebeple medeni hukuk müesseseleri maddeleştirilirken kamu hukuku alanına
giren hususlar söz konusu oldukça "bu konuda kanton1arca özel hükümler
vazolunur" şeklinde atıflar yapılmıştır. Türkiye'de Medeni Kanun kabul edilirken,
Mehaz Kanunu’nun 664. maddesinde düzenlenen umumi sulara ilişkin hükümler
641. maddede ele alınmış ve İsviçre Medeni Kanunu'nun 664. maddesine paralel bir
şekilde" sahipsiz şeyler ile menfaati umuma ait olan mallar, devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır, akarsular ile menfaati umuma ait malların işletilmesi ve
kullanılması hakkında ahkâmı mahsusa vazolunur" denilmekle yetinilmiş ve umuma
ait sularla ilgili kullanma esaslarının kamu hukuku açısından ayrıca düzenleneceği
açıklanmıştır.
Ancak bu husus 82 yıldan bu yana ele alınarak umuma ait yer üstü suları hakkında
yasal düzenleme yapılmamıştır. İsviçre’de kanton hukuklarının tarihi statü içinde
teessüs etmiş mevcut ve kazanılmış durumları telif etmek ve Federal Medeni
24
Kanunu’nun tatbikine dair intikal devresi hükümlerini içermek üzere, kanuna bir de
"son bab" adlı bir bölüm eklenmiştir. Aynı geçiş devresi güçlüğü Türkiye açısından
da söz konusu olduğu için bu "son bab" bölümü TBMM'ce "Medeni Kanun’un
Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun" (Tatbikat Kanunu) adı altında
bir kanun olarak kabul edilmiştir. 21.11.2001 tarih ve 4721 sayılı ikinci Türk
Medeni Kanunu’nda aynı hükümleri korumuştur.
1.4 Umuma Ait Sular:
Üzerinde özel mülkiyet konusu olmayan, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan
sulardır. Kullanım esasları kamu hukuku açısından düzenlenecektir.
Ancak umuma ait suların, Özel Hukuk konusu tarım alanları ile de doğal ve zorunlu
ilişkisi olacağından, tapu siciline paralel bir su sicilinin de olması gerekecektir.
Başlangıçta Medeni Kanun’un "umumi sular" kategorisine yalnız, yer üstü sularını
(akarsular ve göller) aldığı halde yer altı sularını kaynaklar gibi kabul ederek özel
mülkiyet ve Özel Hukuk konusu saymıştır. Bu düzenleme hukuki ve ekonomik
sorunlar yarattığı için 138 sayılı yasa ile Medeni Kanun’da değişiklik yapılmış,
böylece yer altı suları, özel mülkiyet ve Özel Hukuk alanından çıkarılıp umumi
sulardan sayılmış ve devletin hüküm ve tasarrufu altına sokulmuştur. Daha sonra
167 sayılı "Yer Altı Suları Hakkında Kanun" ile de yer altı sularının kullanım şekil
ve dereceleri kamu hukuku esaslarına göre düzenlenmiştir. Ancak daha sonra 3202
sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Kanunu ve (daha sonra yürürlükten
kaldırılarak bu kanunda bulunan yetkiler İstanbul ve İzmit büyükşehir belediyeleri
ile diğer illerde il özel idarelerine devredilmiştir). 2560 sayılı İSKİ Kanunu ile 167
sayılı kanunun düzenleme sahasına girilmiş, yer altı suyu rezervinin korunması
açısından tehlikeli düplikasyonlar yaratılmıştır.
Medeni Kanun’un Tatbikatına İlişkin Kanun’un 43. maddesinde; "Mecelle
mülgadır" denildiği halde su uyuşmazlıklarının çözümünde yeni bir düzenleme de
bulunmadığından Medeni Kanun başlangıç hükümleri nedeniyle örf, adet ve teamül
kurallarına başvurma zorunluluğu süregelmiştir, İslam Hukuku’nda önemli bir yeri
olan bu husus, maddede "bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır (madde 5)"
ve "Kadim, kıdemi üzere terk olunur" (madde 6) şeklinde yer almıştır. Bu
prensiplerden hareketle "Kadim Su Hakkı" kavramı günümüze kadar tartışmalı da
olsa süregelmiştir.
25
1.5 Kadim Su Hakkı ve Su İhtiyaçları
Dolayısı ile su ihtilafları adli yargıda "Kadim Su Hakkı" kavramı ağırlıklı olarak
çözümlenmeye çalışılmıştır. Oysa idari yargı, umuma ait sulara ilişkin ihtilaflarda
kamu hukuku kurallarının geçerli olması gereğine ağırlık vermiş ve içtihatları da
bu doğrultuda gelişmiştir.
Türk yargı sisteminde idari eylemden doğan zararın tazmini istemi ile açılan
davaların idari yargı yerinde görülmesi hakkında Uyuşmazlık Mahkemesi’nin
kararları ile "plan ve projeden ya da bunların uygulanmasından dolayı gerçekleşen
olaydan meydana gelen zarar ve ziyanlardan dolayı açılacak davalara bakma görevi
idari yargının olduğu doğrultusunda Yargıtay kararları incelendiğinde (5.7.1989
gün; 1989/17 E, 1989/18 K. Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü Kararı,
Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 24.3.1996 tarihli kararı) umuma ait sularla veya bu
suların kullanımı amacıyla ilgili uyuşmazlıklarda uyuşmazlıkların çözüm yerinin
idari yargı olduğu görülmektedir.
Öte yandan kamu hizmeti amacı ile yapılan su ile ilgili kamu inşaatları nedeni ile
umuma ait suyu kullanırken suyu kesilen değirmen sahiplerinin açtığı tazminat
davasının adli yargı yerine idari yargıda görülmesine yönelik Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu’nun 8.6.1988 gün ve 1988/5–204 e. 1988/499 sayılı ilamında;
"Davanın konusu idarece Göksün Ovası Sulama ve Taşkın Koruma projesi
nedeniyle yapılan inşaatın doğurduğu zararın tazminine ilişkin olması itibariyle
davaya bakmakla idari yargı görevlidir" denilerek benzeri davalara idari yargının
bakması gerektiği konusunda uyuşmazlık mahkemesi görüşü benimsenmiştir.
Bu doğrultuda idari yargıya intikal eden ihtilaflarda idari yargının verdiği kararlar,
Türkiye’de hangi umumi suyun hangi kamu hizmetine tahsis edilmesi gerekeceği
konusunda karar vermeye, tahsise, tahsisi kaldırmaya DSİ Genel Müdürlüğü’nün
yetkili olduğu hususunu açıkça ve kesin bir biçimde ortaya koymuş ve böylece
6200 sayılı kanunun 1 ve 2. maddelerinin yorumundan çıkarılan kamuya ait suların
planlama ve tahsis yetkisinin DSİ Genel Müdürlüğü’ne ait olduğu hususu yüksek
yargı organlarınca pekiştirilmiştir.
Örneğin; Sivas İdare Mahkemesi 16.7.1986 tarih ve 1985/266 E. 1936/412 karar
sayılı ilamında: "6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve
Vazifeleri
Hakkında
Kanun’un
2.
maddesinde.
Devlet
Su
İşleri
Genel
Müdürlüğü'nün görev ve yetkileri sayılmış, (a) fıkrasında, "Taşkın sular ve sellere
karşı koruyucu tesisler meydana getirmek" (b) fıkrasında, "sulama tesislerini
kurmak, sulama sahalarında mevcut parsellerin tamamını veya aksamını gösterir
26
harita ve planları yapmak veya yaptırmak ve icabı halinde kadastrosunu yapmak"
(c) fıkrasında "bataklık kurutmak" (d) fıkrasında, (a, b, c) fıkralarında faaliyetlerle
ilgili olmak şartıyla sudan ve zaruret halinde yardımcı diğer kaynaklardan enerji
istihsal etmek" (f) fıkrasında, "akarsularda ıslahat yapmak ve icap edenleri
seyrüsefere elverişli hale getirmek" (g) fıkrasında da, "yukarıdaki fıkralarda yazılı
tesislerin (çalıştırma ve bakım onarım dâhil) işletmelerini sağlamak" olduğu
belirtilmiş olup, idare kendisine kanunla verilmiş bulunan bu görevi yerine
getirmekle yükümlüdür. Medeni Kanun’un ve mahkeme kararlarının kabul ettiği
diğer esaslara göre akarsular genel ihtiyacı karşılayan ve kimsenin mülkü olmayan
sular olup ancak, kamu yararına kullanılmasının olanak sağladığı oranda bu
sulardan özel yarar sağlanması mümkün olur. Hal böyle olunca, kamuya ait sular
üzerinde kadim intifa hakkında bahisle bu suları kamu hizmetine tahsis eden
idareyi tazminatla yükümlü tutmak hukuken olanaksızdır. Bu durumda, kamuya ait
suların,
kamu
hizmetine
tahsisinin
gerekmesi
halinde,
idarelerden
hem
gereklilikten, hem de kanunda doğan bu görev ve yükümlülüklerini bırakarak
yerine getirmemelerini beklemek ve istemek, kamu hizmetinin aksaması sonucunu
doğuracağından ve olayda hizmetin eksik, yetersiz ve kusurlu bir şekilde yerine
getirme hali söz konusu olmadığından, ortada tazminat ödemeyi gerektirir nitelikte
hizmet kusuru bulunmamaktadır. Her ne kadar davacı, idarenin istemesi halinde,
değirmenine su verilebileceğini iddia etmiş ise de, gerçekten böyle bir halin
bulunup bulunmadığı dolayısıyla, davacının zarar görmeyecek şekilde bir önlemin
alınamayacağı durumunun saptanması bakımından kesif ve bilirkişi incelemesi
yaptırılmış,
buna
göre
böyle
bir
durumun
mevcut
ve
mümkün
olmadığı
anlaşıldığından, bu iddia da yerinde görülmemiştir" denilmektedir.
1)
Danıştay l0. Dairesi 1.7.1987 tarih, 1986/İ309 E, 1987/İ460 K. sayılı
ilamında; davalı idarenin de, 6200 sayılı yasaya göre sulama tesisleri kurmak,
akarsuları ıslah etmek görevlerini yürütürken kişilere verdiği zararları, hizmet
kusurunun varlığı veya kusursuz sorumluluk ilkesinin uygulanabileceği koşulların
bulunması halinde tazminle sorumlu tutulacağı açıktır. Ancak özel mülkiyete konu
olmayıp, kamu yararına kullanmanın olanak sağladığı oranda özel yarar sağlanması
mümkün olan akarsuları kamu hizmetine tahsis eden idarenin, kamu hizmetine
yaptığı tahsis sonucu akarsulardan yararlananların uğradığı zararı ödeme, ya da bu
şahıslara su verme gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır" denilmektedir.
2)
Danıştay l0. Dairesi’nin 15.6.1982 gün ve 1982/577 Esas, İ982/İ665 karar
sayılı ilamında; "6200 sayılı Devlet Su İşleri Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki
27
Kanun uyarınca taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek,
sulama tesisleri kurmak ve akarsulardan ıslahat yapmak idarenin görevidir. Davalı
idare kendisine kanunla verilmiş bu görevi yerine getirmekle yükümlüdür. Medeni
Kanun’da öngörülen esaslara göre akarsular genel ihtiyacı karşılayan sular olup,
kimsenin mülkü değildir. Bu suların kamu hizmetlerine tahsisi asıldır. Ancak kanun
yararına kullanılmasının olanak sağladığı oranda sulardan özel yarar sağlanması
mümkün olur. Bunun doğal sonucu olarak kamuya ait sular üzerinde kadim intifa
hakkından bahisle, bu suları kamu hizmetine tahsis eden idareleri tazminatla
yükümlü tutmak olanaksızdır. Kamuya ait suların kamu hizmetine tahsisi halinde
idarelerden kamu yararını ve kamu hizmetini bırakarak kendi menfaatlerine uygun
tedbir almaları ve bu husus sağlanamaz ise kamu hizmetini terk etmeleri istenemez.
Kamu idarelerinin sorumlulukları ancak yerine getirmekle yükümlü oldukları
hizmetleri eksik, yetersiz ve kusurlu bir şekilde yürütmeleri halinde söz konusu
olabilir. Dava böyle bir kusur iddiasına dayalı olmadığından ortada tazminat
ödemeyi
gerektirecek
ve
idareye
yüklenebilir
olan
bir
hizmet
kusuru
da
bulunmamaktadır. Dava konusu olayda, Savruk Çayı’ndan gelen suyun ıslah ve
sulama amacıyla kanalize edildiği, böylece yapılan ASO sulama ve kuşaklama
kanalının tümüyle kamu yararının sağlanması amacına yönelik bulunduğu dosyanın
incelenmesinden anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle kamu hizmetine tahsis
edilen suyun vasfı ve hizmetin niteliği yönünden idareyi tazminle sorunlu tutacak
bir neden bulunmadığından hukuki dayanaktan yoksun tazminat isteminin reddine"
denilmiştir.
3)
Danıştay 12. Dairesi’nin (Şimdiki 10. Daire)17.10.1978 tarih ve 19 76/236 9
E, 19 78/3707 karar sayılı ilamında; "Devlet Su İşleri Örgütü, suları memleket
hizmetine yararlı hale getirerek akarsulardan hem tarımda hem de işletici güç
olarak sanayide yararlanmayı sağlamak için gerekli bütün çalışmaları yapmak üzere
kurulmuştur. Medeni Kanunumuzda öngörülen ilkelere göre akarsular, genel
gereksinimi karşılayan sular olup, özel mülke konu olamaz. Bu suların kamu
hizmetine verilmesi esastır. Ancak kamu yararına kullanmanın olanak sağladığı
ölçüde bu sulardan özel yarar sağlanması olanaklıdır. Bu kuralın doğal sonucu
olarak, kamuya ait sular üzerinde yararlanma hakkından" söz ederek “Bu suları
kamu hizmetine veren idareleri tazminatla yükümlü tutmak olanaksızdır. Bir kamu
hizmeti olarak, Düzce Ovası’nın sulanması için yapılan tesislerden olan D 9 ve D
10 drenaj kanallarının, davacının değirmenine giden su arkını kesmesi olayında;
kamu hizmetine tahsis edilen suyun ve hizmetin niteliği yönünden idareye tazmin
28
sorumluluğu yükleyecek bir neden bulunmamaktadır” denilmiştir.
4)
Nihayet Danıştay 10. Dairesi’nin 28.11.1995 tarih ve 1994/3996 esas
1995/6200 karar sayılı ilamında, "Kamu idarelerinin; gerçekleştirmekle yükümlü
oldukları hizmetleri eksik, yetersiz yapmaları ya da hiç yerine getirmemeleri, diğer
bir deyişle hizmet kusuru işlemeleri halinde veya kamu hizmetinin yürütülmesi
sırasında herhangi bir kusuru olmayan üçüncü kişilere zarar verilmesi durumunda
tazmin sorumluluklarına gidilebilir. Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını
önlemek ve bunlardan çeşitli yönden faydalanmak yetkisi 6200 sayılı yasayla
davalı idareye verilmiştir. Davalı Devlet Su İşleri tarafından Karakuyu Sulama
Barajı Projesi etütlerine 1966 yılında başlanıp 1979 yılında tamamlanmış ve AfyonDinar Çaplı Gölü civarındaki arazilerin bir kısmını sulamak, ayrıca 150 metre düşü
ile ziyan olan ortalama 22.510 kwh'lık enerjiden faydalanmak amacıyla planlama
programına alınmış, projenin gerçekleştirilmesi sonucu 4424 hektar alan sulanmaya
başlanmıştır. Davacı 1981 yılında balık yetiştiriciliği yapmak için Mülga Su
Ürünleri Bölge Müdürlüğü’ne başvuruda bulunmuş, başvuru üzerine yapılan
incelemede anılan idarece söz konusu arazi ve su üzerinde balık üretimi
yapılabileceği sonucuna varılmıştır. Suyun tesiste kullanımına izin verilmesi için
de davacı tarafından Mülga YSE 17. Bölge Müdürlüğü’ne başvurulmuş, bu
başvuruya verilen 19.3.1981 tarihli cevapta, mevcut su kaynağının 30 İt/sn'lik
bölümünün köy içme suyu olarak kullanılacağı, geri kalanının serbest bırakılacağı,
bu suyun köy muhtarlığı tasarrufunda bulunduğu belirtilmiştir. Davacı da suyu
kullanmak üzere köy muhtarlığından izin almıştır. Bu haliyle yer altı ve yer üstü
sularından faydalanılması konusunda yetkili kılınan davalı idareden herhangi bir su
tahsis talebinde bulunulmadığı, davalı idarece bir tahsis de yapılmadığı
anlaşılmıştır. Öte yandan 8.11.1989 tarihinde tesislere gelen suyun kesilmesinin
önlenmesi amacıyla Dinar Asliye Hukuk Mahkemesi’nde acılan dava sonucu
ihtiyati tedbir kararı alınmış ve göl havzasında suyun birikmesini sağlayan setler
yıktırılmıştır. Ancak bu karara yapılan itiraz üzerine mahallinde yapılan bilirkişi
incelemesinde yeterli oranda tesise su verildiği sonucuna varıldığından ihtiyati
tedbir kararı kaldırılmıştır. Akarsular, genel gereksinimi karşılayan sulardır. Özel
mülkiyete konu olmayan bu suların kamu hizmetine tahsisi esas olup, kamu
yararına kullanımın olanak verdiği ölçüde bu sulardan özel yarar sağlanması
mümkündür. Kamu kuruluşlarının, kamu yararını bir kenara bırakarak kişi yararına
uygun önlemler almalarının beklenmesi düşünülemez. 4424 hektar alana sulama
olanağı sağlayan idarece yürütülen hizmetin eksik ve gereği gibi işlememesi hali
29
söz konusu olmadığından olayda idareye yöneltilecek bir kusur bulunmamakta;
idarece yürütülen hizmet ile zarar arasında nedensellik bağı kurulamamaktadır.
Kaldı ki davacı Karakuyu Sulama Barajı inşaatının dolgu ve hafriyat
çalışmalarından dolayı tesisteki balıkların ölümüne sebebiyet verildiğini ileri
sürerek daha önce de tazminat davası açmış olmasına karşın, basiretli bir tüccar
gibi davranarak zararını en aza indirmek konusunda herhangi bir girişimde
bulunmamış ve idarenin sahip olduğu yetkiye dayanarak suyun statüsünü
değiştirmesine karşın kendi iradesi ile üretime devam etmiştir. Bu durumda davacı
tarafından, tesisin 1/4 atıl kapasiteyle çalışması nedeniyle bina ve tesislerin ölü
yatırıma dönüştüğünden bahisle 1987, 1988, 1989 ve 1990 yılları için adli yargıda
yaptırılan tespit sonucu hesaplanan zararın tazmini istemiyle acılan davanın; l987,
1988, 15.1.1989 dönemini kapsayan tazminat istemine ilişkin bölümün süre
yönünden 15.1.1989 tarihinden sonrasına ilişkin bölümün ise esastan reddi
gerekirken, dava konusu tazminat isteminin kabulü ve başvuru tarihinden itibaren
hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi yolunda verilen kararda hukuki isabet
bulunmamıştır" denilmiştir. Bütün bu kararların 6200 sayılı kanunun 1 ve 2.
maddeleri ile birlikte bir bütünlük arz edecek şekilde değerlendirilmesi ve
yorumlanması sonucunda;
a) Umuma ait suların ıslah edilerek önem ve öncelikler de dikkate alınarak kamu
hizmetine tahsisi, tahsis sıralarının değiştirilmesi veya kaldırılması konularında
ülkemizde görevli kurulusun DSİ Genel Müdürlüğü olduğu,
b) Suların kamu hizmetine tahsisinden dolayı bireysel zarar taleplerinin ve kadim
su hakkı iddialarının geçersiz olduğu,
c) 6200 sayılı yasanın DSİ Genel Müdürlüğü'ne verdiği görevleri yerine getirirken,
planlama aşamasında yapılması zorunlu olan etüt ve değerlendirmelerde, fizibilite
çalışmalarında, “Kadim Su Hakkı” faktörünün tespit ve hesaplarda dikkate
alınmaması gerektiği, vakaları ortaya çıkmaktadır.
1.6 6200 Sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Kanunu:
Yeni Medeni Kanun'un 714. ve 715. maddelerinde öngörülen düzenleme suyun
akışkanlık, çok amaçlılık, çok sahiplilik gibi fiziksel, sosyal ve ekonomik karmaşık
vasıfları, sular konusunda 167 sayılı Yer Altı Suları Hakkında Kanun dışında özel
ve kapsamlı bir yasal düzenlemenin yapılmasını zorlaştırmış olmakla beraber, bu
yöndeki gereksinimi karşılamak üzere en kapsamlı düzenleme 6200 sayılı Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun ile
30
getirilmiş bulunmaktadır.
Bu kanunun 1. maddesinde "Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek ve
bunlardan çeşitli yönden faydalanmak maksadıyla Devlet Su İşleri Umum
Müdürlüğü kurulmuştur" denilmekte olup, bu maddeden de açıkça anlaşılacağı gibi
ülke genelinde su kaynakların tahsis edildiği amaçları belirlemek ve bu yönde
faydalanmak DSİ'nin kuruluş amacını teşkil etmektedir.
Kanunun, görev ve yetkilerini belirleyen 2. maddenin muhtelif fıkralarında da bu
amaç hükmü detaylandırılmak suretiyle tahsis ve istifade şekilleri belirlenmektedir,
özellikle (h) fıkrasındaki "Yukarıda yazılı işlerle ilgili olmak üzere rasat, tecrübe,
istatistik, araştırma ve her türlü istikşaf işlerini yapmak ve ezcümle toprağın cins
ve karakterini, yetiştirilecek mahsul nevilerini ve elde edilecek zirai, iktisadi
faydaları ve verimlilik derecelerini tespit etmek ve bu mevzularla ilgili Bakanlık ve
müesseselerden faydalanmak, amenajman planları hazırlamak ve bunları temin
edecekleri fayda ve ele alınmalarındaki zaruretlere göre seçmek, sıralamak ve
Bakanlığa teklif etmek” şeklindeki hükmü, ülke genelinde su planlaması yapmak ve
bunların ihtiyaca göre tahsis ve önceliklerini belirlemek yetkisinin DSİ'de
olduğunu daha açık bir şekilde ifade etmektedir.
Daha sonra çıkarılan 167 sayılı Yer Altı Suları Hakkında Kanun, 1053 sayılı
"Ankara, İstanbul ve Nüfusu 100 Binden Yukarı Olan Şehirlerde I eme. Kullanma
ve Endüstri suyu Temini Hakkında Kanun -ki daha sonra yüz bin kriteri
kaldırılmıştır" 4373 sayılı "Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karsı Korunma
Kanunu" gibi kanunlarla 6200 sayılı kanunla güdülen amaçları tamamlayıcı
hükümler getirilmiştir.
Su ile ilgili olarak diğer bazı kuruluşlara yetkiler veren bazı kanun hükümleri
mevcut ise de bu yetkiler sınırlı olup, 6200 sayılı kanunun ana belirleyicilik ve
uygulayıcılık fonksiyonlarını bozucu bir nitelik taşımamaktadır. 5393 sayılı
Belediyeler Kanunu, 2560 sayılı İSKİ Kanunu, 831 sayılı Sular Hakkında Kanun,
03.06.2007 tarihli ve 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular
Kanunu, 18.12.1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanunu, 22.04.1925 tarihli ve 657 sayılı Harita Genel Komutanlığı
Kanunu, 178 sayılı Askeri Garnizonların İçme ve Kullanma Sularının Temini
Hakkında Kanun, bu nitelikteki kanunlardan bazılarıdır.
1.7 Su Kullanımlarında Entegre Yaklaşımlar:
I- İçme - kullanma (köysel ve kentsel) endüstri-tarım amaçlı su kullanımlarında
31
entegre yaklaşımlar: 7. BYKP ve bu plâna dayalı olarak hazırlanan 1997–1998
yıllarına ait hükümet programlarında "kırsal altyapı ve hukuksal düzenlemeler" yer
alırken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (Dolayısıyla DSİ Genel Müdürlüğü)
görevli kuruluş olarak belirlenmiş ve bu doğrultuda bir komisyon oluşturularak
çalışma başlatılmıştır. 1998 programına göre 1998 yılı yalnızca mevzuat taramasına
ayrılmış olup Su Yasası’nın çıkarılması için tanınan süre plan döneminin bitişine
kadar geçen süredir. Ancak yasanın hazırlanması ve TBMM'ye sevki ile
çıkartılması şimdilik uzak bir ihtimaldir. Bu denli uzun bir süre de DSİ Genel
Müdürlüğü'nün sorunlarının Su Yasası’nın içinde çözümlenmesini beklemek, büyük
sıkıntılar yaratacağından, ileride çıkarılacak Su Yasası ile Entegrasyonu da
sağlayacak biçimde 6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Yasası’nın da revizyon
görmesi aynı plan ve programlarda yer almıştır. Bu açıklama doğrultusunda, İçmekullanma (köysel ve kentsel) endüstri - tarım amaçlı su kullanımlarında entegre
yaklaşımlardan bu yazı içinde söz etmenin yararlı olacağı düşünülmektedir. Bu
entegre yaklaşımlar şöyle sıralanabilir.
1) Yukarıda 6200 sayılı yasaya ilişkin açıklamalarda da değinildiği üzere M.K. 64l.
madde ile öngörülen “Ahkâmı Mahsusa” çıkartılması konusu bu güne kadar
gerçekleştirilememiş
olmakla
birlikte
6200
sayılı
Devlet
Su
İşleri
Genel
Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun ile bu konuda kapsamlı
düzenleme yapılmış bulunmaktadır. Su hakları konusundaki boşluğu 6200 sayılı
kanunun 2. maddesinde yapılacak bir değişiklikle ve tam anlamı ile doldurma
çalışmaları süregelmektedir. Geçtiğimiz yıllarda hazırlanan "Devlet Su İşleri
Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun'un Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesi ve Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname
Taslağı" ile anılan kanunun 2. maddesinin (a),(b),(c),(d), (e) ve (k) fıkralarında
değişiklik yapılarak bu boşluğun giderilmesine çalışılmıştır.
6200 sayılı kanunun 2. maddesinin (a) fıkrası, yukarıda detaylı bir şekilde yer alan
idari ve adli yargı kararları da dikkate alınarak taslakta şöyle değiştirilmeye
çalışılmıştır;
a) Ülke genelinde su kaynakları planlamalarını yaparak, kaynakların çok amaçlı
kullanımlarında; ekonomik faydalar ve sosyal zaruretler de dikkate alınmak
suretiyle, ilgili diğer kuruluşların görüşleri alınarak öncelikleri tespit etmek ve su
kaynaklarını ihtiyaçların önem ve önceliklerine göre içme, kullanma, sulama ve
endüstri suyu temini ile enerji üretimi ve diğer amaçlara tahsis etmek ve amaçlar
arasında tahsisi değiştirmek".
32
Ancak hazırlanan taslak, Bakanlar Kurulu’na Kanun Kuvvetinde Kararname
çıkartma yetkisi veren 3390 sayılı kanunun Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmesi
üzerine iade olunmuştur.
2) Su çevrimi doğada bir bütündür. Bilimsel olarak su kaynaklarının planlanması
ile uzun dönemli ihtiyaçlarda dikkate alınarak, bu kıt kaynağın en rasyonel
biçimde, farklı kullanım alanlarına tahsisinin de aynı bütünlük anlayışı içinde ele
alınması zorunludur. Tüm amaçların tahsise hazır bir potansiyel teşkil eden yer altı
ve yer üstü sularının insan ve doğanın ihtiyaçlarına göre kullanımının önceliklerini
belirlemek, geniş zamanlı periyotlar içerisinde azalma çoğalmaları gözlemek ve
belirlemek, suyun sayısız faydaları yanında, insana ve doğaya verebileceği telafisi
imkânsız zararları önlemek ve bütün bunlarla ilgili ana doneleri toplama, istikşaf,
master plan, planlama çalışmaları yapmak ve önerilen projeleri yaşama geçirerek
tamamen bir ihtisas işi olup 54 yıllık uygulama ile çok zengin bir bilgi ve deneyime
sahip DSİ’de bu görev 6200 sayılı kanun çerçevesinde yerine getirilmektedir. Yer
üstü ve yer altı sulama, içme ve kullanma suyu ihtiyaçları, hayvanlara lüzumlu su
ihtiyaçları, tarımsal sulama suyu ihtiyaçları, enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları, el
sanatları, ticaret, taşıma, ulaşım, balıkçılık, bilimsel ve teknik araştırma eğitim
ihtiyaçları, turizm ve mesire yeri su ihtiyaçları vb. geniş yelpazeli bir ihtiyaç
tablosuna cevap vermek üzere ülke genelinde planlanmasının ve sıralanmasının
belirli bir otoriter tarafından yapılması yaşamsal bir önem taşımaktadır.
2. YABANCI ÜLKELERİN SU MEVZUATLARI VE SU YÖNETİM YAPILARI
7. ve 8. BYKP’de yer alan “Çerçeve Su Yasası” ön çalışmaları nedeniyle incelenen
bazı ülkelerin su mevzuatı ile ilgili olarak, yüzeysel de olsa bilgi aktarmanın yararlı
olacağını düşünmekteyiz. Bu ülkelerin seçiminde bazı kriterler dikkate alınmıştır;
Örneğin suyu çok az olan, ancak bu az suyu akıllı bir biçimde kullanan ülke
düşünüldüğünde; İsrail ve Güney Afrika Cumhuriyeti seçilmiştir. Suyu çok olan
ülkenin su yönetimi söz konusu olduğunda Brezilya seçilmiştir. Türkiye ile aynı
iklim kuşağında olan ve kontinental hukuk açısından da yakınlığı düşünülen İspanya
seçilmiştir. Yönetim biçimi Türkiye ile örtüşebilen ülke olarak Fransa, su
hizmetlerinin özelleştirildiği ülke olarak İngiltere, (İskoçya ve Kuzey İrlanda hariç).
Su sorunlarını geçen yüzyılda çözen Almanya, Irmağı olmayan, yalnız yer altı suyu
kullanan Danimarka, başka bir kıtadan olup sorunları Türkiye’ye benzeyen ancak
sulamaları tamamen çiftçiye devredilmiş ülke olarak Meksika alınmıştır. Ayrıca
AB’nin su direktifleri incelenmiştir.
33
2.1 İSPANYA SU YASASI
1. İncelenen İspanya Su Yasası İspanya devlet yapısı, yani Katalan, Bask ve
benzeri diğer özerk bölgelerin durumu da dikkate alınarak hazırlanmış olup, bu
anlamda bir üniter devlet yasası değildir.
2. Yasaya göre yüzey suları ve yer altı suları tek bir kaynak olarak dikkate
alınmakta ve kamuya ait bu sular üzerindeki yetki devlet egemenliğinin bir parçası
olarak kabul edilmektedir.
3. Bu sular üzerindeki her türlü aktivitelerle ilgili hidrolojik planları merkezi
hükümet yapmaktadır. Maden suları ve termal kaynakları kendi özel yasalarına tabi
olup işbu yasa kapsamına alınmamıştır.
4. Arıtmada, su tasarrufunda, yetki dağılımında koordinasyonda yönetim ile
kullanıcı katılımının birlikteliği prensibi esas alınmıştır.
5. Hidrolojik sistemin hidrolojik çeviriminin aktivitelerinin temel birimi olarak "Su
Havzası" alınmıştır.
6. Bölgesel planlar ve gelişme, çevrenin korunması ve doğanın restorasyonu ile
suyun kamu tasarrufunda kontrolü kabul edilmiştir.
7. Yasada en yüksek tavsiye kurulu olarak Ulusal Su Kurulu’na yer verilmiştir.
8. Hidrolojik planlamanın çevre ve diğer doğal kaynaklarla uyumlu olarak, bölgesel
ve sektörel gelişmeleri dengeleyecek, kaynakların imkânlarını artıracak şekilde,
kalitelerini koruyan havza hidrolojik planları ve ulusal hidrolojik plan aracı ile
yerine getirilmektedir,
9. Ulusal hidrolojik plan parlamento tarafından onaylanmaktadır.
10. Yasanın özellikle 51, 52 ve 53. bölümlerinde suyun özel kullanımının nasıl
yapılacağı hakkında hükümler yer almaktadır. Bu doğrultuda imtiyazlar
verilebilmektedir.
11. Yüzey ve yer altı sularının, bunların yataklarının doğal depolarının kirliliği ile
ilgili kontrolü hükümet tarafından yapılmaktadır.
12. Kamuya ait suları kirletebilen veya kalitesinde bozulmaya yol açabilen bütün
aktiviteler ile suları kirleten atık maddelerin deşarjı için ön yetki belgesi
alınmaktadır.
13. Suyun yönetimi ve dağıtımı dışında ortaya çıkan diğer borçların yanı sıra
koruma, temizleme ve iyileştirme harcamaları için kullanıcı birliklerinin talepleri
bu hizmetten faydalanan, sanayi ve gayrimenkullere yüklenmekte, bu birlikler
hükümete borçlu olunan miktarın toplanması için birlik yetkisi dâhilinde ve ceza
şeklinde ek para tahsil etmektedir.
34
14. Hükümet arıtma işlemlerini, suyun kalitesini ve suyun tasarlanan kullanımını
esas alarak suyun doğrudan tekrar kullanımı için temel şartları belirlemektedir.
15. Kamuya ait suların tabi olduğu tesislerin kullanılması ve meşgul edilmesi, söz
konusu kaynakların korunması ve iyileştirilmesi için tahsis edilen ücretlerin
ödenmesine tabidir.
Bu ücretler, devlet adına drenaj havzası yetkili birimleri tarafından toplanır.
16. Deşarj edilecek atıklar ve bu atıklarla ilgili aktiviteler, her bir drenaj
havzasındaki kaynakların korunmasına ve iyileştirilmesine tahsis edilen ücretleri
ödemeye tabidir.
Ücret miktarı her birine verilen değer ile kirlilik birimlerince ifade edilen atıkların
kirletici içeriği ile çarpılması ile hesaplanır.
17. Devletin finansal yardımı ile tamamen veya kısmen yapılan yüzey veya yer altı
sularını düzenleme tesislerinden fayda sağlayan kişiler, devletin katkısını telafi
etmek ve bu tür tesislerin kullanım ve bakım masraflarını karşılamak için ücret
ödemektedirler.
Tamamen devlet tarafından finanse edilen diğer hidrolojik tesislerden, kamuya ait
suların kalitesinin bozulmasını önlemek için yapılan çalışmalar da dâhil olmak
üzere fayda sağlayan kişiler su kullanımının karşılığı olarak yatırım maliyetlerinin
bedelini karşılamak ve bu tür tesislerin kullanma ve bakım masraflarını karşılamak
için tasarlanan ücreti ödemektedirler.
İspanya Su Yasası, suyun devletin egemenliğinde olması, kontrolün yine devlette
olması açısından Türkiye için hazırlanacak su yasasının dış çerçevesini oluşturmak
anlamında örnek alınabilir. Ancak İspanya’nın özerk bölgeleri olan bir birleşik
devlet oluşu, öte yandan kamuya ait su kaynakları üzerinde imtiyaz tesis
edilebilmesi özellikleri açısından Türkiye için uygun bir örnek olamayacağı da
açıktır.
2.2 BİRLEŞİK KRALLIK’TA SU HİZMETİ YÖNETİMİ
1- Birleşik Krallık’ın İngiltere ve Galler kesimlerinde su hizmetleri 1989 yılında
özelleştirilmiştir.
Su
hizmetleri
ve
kanalizasyon
hizmetleri
kamu
limited
şirketlerine verilmiştir.
İskoçya'da ise su hizmetleri kamu sektörü içinde yer almaktadır ve İskoçya bölge
konseyleri şeklinde yerel yetkili birimler tarafından sağlanmaktadır. Şiddetli halk
muhalefeti
nedeniyle
su
hizmetleri
İskoçya'da
özelleştirilememiştir.
Kuzey
İrlanda'da su hizmetleri merkezi hükümetin bir parçasıdır ve Kuzey İrlanda
35
Ofisi’nin bir bölümü olana kadar da bir parçası olarak kalmıştır. Özelleştirme
amaçlarından biri de Avrupa Topluluğu standartlarına uygun özel rekabetle temin
etmektir. Özelleştirilmiş su hizmetleri yatırımlar, performans ve müşteri hizmetleri
konusunda şirketlerden beklenilen iyileştirme gerçekleşmektedir. Ancak güven ve
kamunun özelleştirmeyi idrak etmesi konusunda daha yerel ve ulusal bazda
sorunlar bulunmaktadır. Gerek devlet yapısı, ve gerekse yasama sistemi anlamında
Türkiye ile hiçbir benzerliği bulunmayan Birleşik Krallık’ın su hizmetleri
yönteminin
düşünülen
Türk
Su
Yasası
için
iyi
bir
kaynak
veya
örnek
oluşturmayacağı açıktır.
İngiltere'de hukuk sistemi Anglosakson Hukuku’nun en bariz örneği olup örf ve
adet hukukuna dayalı olarak gelişmiştir. Oysa Türkiye; kaynağı Roma Hukuku olan
Kıta Avrupası (continental) hukuk coğrafyasında yer almakta olup, İngiltere su
yöntemlerinin Türkiye’ye örnek olması bu açıdan da olası değildir.
2.3 ALMANYA'DA SU KAYNAKLARI YÖNETİMİ
Doğal dengenin bir unsuru olarak su kaynaklarının yanı sıra kamusal su temininin
garanti edilmesi hususu çevre politikasının merkezinde yer almaktadır. Almanya'da
uygun iklim şartlarından dolayı, miktar açısından artan su temininde bir sorun
yoktur. Asıl sorun su kalitesinin iyileştirilmesidir. Bu durum nedeniyle su
kaynaklarının yönetiminin uzun dönem amaçları şöyle karar1aştırılmaktadır:
— Suların ekolojik dengesini korumak ve restore etmek,
— Nicelik ve nitelik açısından içme ve sanayi suyu sağlamak,
—Kamu refahına hizmet eden bütün su kullanımlarını temin etmek,
—Kirletene ödetmek,
—Bütün ilgili kuruluşları ve sanayi kesimi ile iş birliği yaptırılarak kirliliğin
kontrolünü sağlamak.
Almanya’da federal sistemi yürürlükte olduğu için su kaynakları yönetimi
hususunda Alman yasama ve idari sistemi oldukça karmaşıktır.
Türkiye için hazırlanacak bir su yasasında Almanya’dan alınacak en önemli
örnekler;
1- Kirletene ödetmek,
2- Bütün ilgili kuruluşların, sanayi kesiminin de iştirakiyle kirliliğin kontrolünü
sağlamaktır.
Açıklanan nedenle Almanya’dan su kaynaklarının yönetiminin kurumsal ve örgütsel
yapısı için hazırlanacak bir su yasası için örnek alınma özelliği bulunmamaktadır.
36
2.4 DANIMARKA SU YASASI (8 Haziran 1978 tarih ve 299 sayılı)
Bu yasaya göre Danimarka Su Yönetimi, yerel konseyler, bölge konseyleri ve
bunların bağlı olduğu Çevre Bakanlığı şeklinde bir hiyerarşik yapıya sahiptir. Bu
hiyerarşik yapı, aşağıdaki hususları yerine getirmekle yükümlüdür:
I. Yerel konseylerin yardımı ile bölge konseyi, bölge sınırları içindeki su
kaynaklarının niteliğinin, miktarının ve lokasyonunun belirlenmesini etüt eder ve
etüdü temel alan bölge konseyi, çekim için elde edilebilecek su miktarının
hesaplanmasını ve araştırmasını yapar,
II. Etüt çalışmasını temel alarak mevcut ve gelecek için beklenen nüfus ve endüstri
gelişmeleri ışığı altında, bölge konseyi yerel konseylerle görüşmelerden sonra
gelecekteki su çekimi için çözümler bulur.
Su kaynakları planları, su temini tesislerinin kurulması ve genişletilmesi planları
yanında, suyun isale edilmesi ve arıtılmasındaki temel prensipler kadar suyun
nereden çekileceği ve bölgelerdeki her bir birime suyun nasıl temin edileceği
hususunda rehberlik eder.
Su kaynakları planları, onay için Çevre Bakanı’na sunulur.
Büyük Kopenhag'ın bölge ve yerel konseyleri,
Su kaynağı planı onaylanıncaya kadar, yerel konseylerle görüşmelerden sonra bölge
konseyi, kısım planlarını hazırlayabilir.
Yerel konseylerle görüşmelerden sonra, yeni su kaynakları planının gerekli olduğu
düşünülünceye kadar, bölge konseyi, onaylanmış olan su kaynakları planına
yapılacak ilaveleri ve plandaki değişiklikleri hazırlayabilir.
Kısım planları, plandaki değişiklikler ve plana yapılacak ilaveler onay için Çevre
Bakanı’na sunulur. Bakan, kısım planları, plana yapılacak ilaveler ve plandaki
değişikliklerin hazırlanması için bölge konseyine talimat verebilir.
Yerel konsey her bir tesisin su temin edeceği bölgeyi ve suyu temin edeceği sahayı
içeren planları su temin organizasyonlarına verir. Su temin planının tamamı veya
bir parçası diğer yerel konseylerle birlikte ortaklaşa hazırlanabilir.
Yerel konsey, plandaki değişiklikler ve ilavelerle birlikte kısım planlarını
hazırlayabilir.
Plana yapılan ilaveler ve plandaki değişikliklerle birlikte planlar bölge konseyine
onay için sunulur.
Bölge konseyi, plandaki ilaveler ve değişikliklerle birlikte kısım planlarını
hazırlamak için yerel konseye talimat verebilir.
37
Çevre Bakanı, bu kanunun esası ile ilgili olan hususları dikkate alarak su çekimi ve
su temini için ulusal planlar hazırlayabilir.
Bakan, etütlerin ve planlamaların iki veya daha fazla bölge konseyleri tarafından iş
birliği çerçevesinde yapılmasına karar verir.
Çevre Bakanı, etüt ve planların uygulanması ve bunların yerine getirilmesinde
zaman sınırlamasını içeren kuralları belirler. Ayrıca, Bakan, ilgili arazi sahipleri ve
yetkililerin, toplantılar veya diğer etkinlikler vasıtası ile planın hazırlanması ve
yayımlanmasındaki yükümlülüklerini belirler.
Bölgesel ve yerel planlama harcamalarının nasıl paylaşılacağı hususunda anlaşma
olmadığı takdirde, problemin çözümüne Bakan tarafından karar verilir. Bu kanunun
bölgesel ve yerel yönetmeliği onaylanan planlar ile ihtilafa düşmez.
Danimarka’da iklimi, jeolojik yapısı, yüzölçümü itibariyle büyük akarsular ve
göllerin oluşmasına imkan olmadığı için daha çok yer altı suyu kullanımına yönelik
bir uygulama vardır. Bu nedenle de su yönetimi, su çekimi miktar ve şekline göre
oluşmuştur.
Türkiye de uygulanabilen bir örnek değildir.
2.5 FRANSA SU KAYNAKLARI YÖNETİMİ
İdarî taksimatındaki örgütlenmesi ve daha pek çok konuda iki yüz yıldır Türkiye’ye
örnek olmuş olan Fransa’nın bizim acımızdan Avrupa ülkeleri arasında önemli bir
yeri vardır. Bu nedenle bu bölümde Fransa Su Yönetimi’ne fazlaca yer verilmesinin
yararlı olacağı düşünülmüştür.
3 Ocak 1992 tarihli kanunun en yeni görüşleri arasında, aşağıda belirtilenlere
değinmeye gerek vardır:
— Suyu ulusun mirasının bir parçası olarak tanımak,
— Birleştirilmiş yasal sistemi oluşturmak, planlamanın orijinal sistemini tanıtmak,
—Özellikle
kanalizasyon
hizmetleri
ile
ilgili
olan
komünlerin
yetkisini
güncelleştirmek,
— Seçilmiş temsilciler ve su kullanıcıları ile yapılan müzakereleri artırmak ve
halka karşı daha fazla açık olmak.
Bütün bu önlemler hem Avrupa hem de dünya eğilimleri ve geçmişteki uygulamalar
ile aynı doğrultudadır.
Fransa'da modern anlamda su kaynakları uygulamaları 1964 yılında kabul edilen
kanun ile başlamış ve uzun yıllar sonra 1992 yılında kabul edilen kanun ile
gelişmiştir. Su, şu anda ortak mirasın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Su
38
yönetimi, hem kullanıcıları memnun etmeyi hem de doğal çevreyi korumayı amaç
edinen entegre ve dengeli bir yaklaşımı hedef almaktadır.
Mevcut Fransız sistemi idari mekanizmanın her bir seviyesini gerekli kılmaktadır.
İdari
mekanizma
kullanıcılar,
olarak
seçilmiş
şunlar
sayılabilir:
temsilciler,
havza
Devlet
bazında
(Bölge-Bölüm-Komün),
havza
komiteleri
ve
organizasyonun ana dayanağı olan su kurullarıdır.
Bu bölüm Fransa'daki kurumsal yapıyı, son zamanlarda ortaya çıkan yönetim
planlanması
araçlarını
ve
bunların
öneminden
dolayı
su
kurullarını
tanımlamaktadır.
SKY KURUMSAL YAPISI
Merkez seviyesi (Devlet)
Son yıllardaki eğilim, Çevre Bakanlığı veya onun yan kuruluşları içinde su
yönetimi konularında sorumluluğa sahip olan kuruluşları bir araya toplamaktır. Bu
amaçla Çevre Bakanlığı bünyesinde 1992 yılında Su Direktörlüğü kurulmuştur. Bu
direktörlüğün
amaçları
arasında
su
yönetimi
konularında
devletin
rolünü
kuvvetlendirmek, su kurullarının daha etkin teftiş ve koordinasyon görevini
yaptırmak, yerinden yönetim hizmetleri için yeni bir güç sağlamak sayılabilir. Su
yönetimi politikasının hazırlanmasında, su kullanım yönetmeliklerinin faaliyete
geçirilmesinde, izlenmesinde ve organizasyonun planlanmasında, Su Direktörlüğü
aşağıda belirtilen kuruluşların rehberliğine ihtiyaç duymaktadır.
- Bakanlıklar Arası Su Komisyonu (13 bakanlığı temsil eder)
- Ulusal Su Komitesi (Su kullanıcılarının, nehir havzası yetkililerinin ve
hükümetin farklı kategorilerdeki temsilcilerini içerir ve ulusal su yönetimi
politikası üzerinde görüşleri açıklar)
1992 yılında, Çevre Bakanlığı, Bölge Çevre Direktörlüğü olarak bilinen yerinden
yönetim servislerini kurmuştur, su yönetiminde bu hizmetlerin rolü daha sonra
tanımlanacaktır. Şu an için Çevre Bakanlığı diğer bakanlıkların merkez dışı
servislerinin (Tarım Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Sanayi
Bakanlığı) kendine yardımcı olmalarını istemektedir.
Hidrografik Havza Seviyesi
1964 yılında kabul edilen kanunun temel kavramı ayrılmayan, birbiri ardına
dizilmiş
büyük
nehir
havzalarının
oluşturulmasıydı:
Havzada
havzanın
su
politikasını tanımlayan Havza Komitesi ve bu komitenin tanımladığı su politikasını
uygulayan Havza Bürosu bulunmaktaydı.
39
1964 yılında kabu1 edilen kanun Fransa'yı altı hidrografik havzaya bölmüştür.
Daha doğrusu havzaların grup1anması, bölümlemesi Havza Komiteleri ve Su
Kurulları ile ilgili olan hüküm ile 1966 yılında yapılmıştır. Altı havza aşağıda
belirtilmiştir:
Ülkenin 4 ana havzası (Garonne, Loire, Rhone ve Seine) bunlara ikincil havzalar
ilave edilmiştir.
—Ülkenin kuzey ve kuzey doğusunda yoğun sanayi aktivitelerinin ve nüfus
yoğunluğunun olduğu bölgelerde iki sınır havzası.
Her bir havza, havzanın su yönetimi politikasını tanımlayan kendi Havza
Komitesi’ne sahiptir. Bu tür komiteler üyeler arasında diyalogu ve dayanışmayı
kolaylaştırır. Havza Komitesi yapısı Bakanlık emriyle belirlenmiştir ve üç grup
içermektedir:
— Kullanıcılar, yerel kesimlerde ileri gelen devlet temsilcileri, sosyo-profesyonel
grupların temsilcileri en büyük grupları oluştururlar (%40–45 oranında).
—Farklı kuruluşların temsilcileri, Bölge – Bölüm - Komün (yaklaşık %36–38
oranında).
—Devletin temsilcileri (%19–23 oranında).
Komite üyelerinin toplam sayısı havzaya bağlı olarak 61 ila 114 arasında
değişmektedir. Devletin etkisini sınırlandıran bu organizasyon her bir havzadaki
kullanıcılar ve seçilmiş temsilciler gibi farklı aktörlerin rolünü ve sorumluluğunu
ilerletme arzusunu yansıtır ve bu aktörler arasında uzlaşmaya ulaşılmasını teşvik
eder. Genellikle yılda iki kez toplanan havza komitesine sistematik olarak danışılır
ve komite; ücretler ve ücret hesaplamanın yöntemi üzerinde onay vermek
zorundadır. Bunlar, komitenin çalışma programı ile birlikte Su Kurulu tarafından
sunulur.
Havza Komitelerin icracı kuruluşu, iki sahada faaliyet gösteren ve devletin
sorumluluğu altında kamu kuruluşu olan Su Kurulu’dur. Bu kurulun faaliyet
gösterdiği sahalar teknik anlamda Çevre Bakanlığı’na (Su Direktörlüğü) ve mali
konularda Maliye Bakanlığı'na karşı sorumludur. Her bir Su Kurulu, 6 yıllık dönem
için genellikle atanan veya seçilen 26 üye içeren yönetim kuruluna sahiptir. 26
üyenin dağılımı aşağıda verilmiştir:
—Su problemleri ile ilgili olan her bakanlık için devletin 8 temsilcisi;
—Havza Komitesi’nde, aynı kategorinin temsilcileri tarafından seçilen farklı
kullanıcı kategorilerinin 8 temsilcisi,
—Aynı yolla seçilen bölgesel kuruluşların (Komün-Bölüm-Bölge) 8 temsilcisi;
40
Bölgesel Ölçekte SKY;
Bölge, bölgesel planlamadan sorumludur. Sonuç olarak, bölgesel geliştirme
planlarında su kaynakları gelişiminin entegrasyonu vasıtası ile su politikasının
yerine getirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bölgeler, Havza Komitelerinde
ve su kurullarında temsil edilirler. Bölgelere su yönetimini ilgilendiren her türlü
çalışma için mali kaynak tahsis edilebilir, çalışmaların çoğu devlet ile yapılan
kontratların içeriğindeki şekli ile yürütülür.
Bölgesel düzeyde,
su işlerindeki devlet müdahalesi, bölümün sınırları ötesinde
kalan önlemlerin yerine getirilmesinde devletin yerinde yönetim hizmetlerini
koordine eden Bölge Başkanı aracılığı ile olmaktadır.
Bu çalışmalarda Bölge Başkanı'na Bölge Çevre Direktörlüğü ve sanayi problemleri
söz konusu olduğunda Bölgesel Sanayi Araştırma ve Çevre Direktörlüğü tarafından
yardım edilir.
Havza Komitesi’nin genel merkezinin bulunduğu yerlerde Bölge Başkanı'nın,
devlet politikasının koordinasyonunda ve yerine getirilmesinde önemli bir rol
oynadığı unutulmamalıdır. Ayrıca Bölge Reisi bölge ve bölümlerdeki havza ile
ilgili yerinden yönetilen devlet çalışmalarının birlikteliğini ve uyumunu temin
etmektedir.
Bölüm Seviyesi
Devlet, 1992 yılında kabul edilen kanun ile yetkileri arttırılan Bölüm Başkanı
tarafından temsil edilir. Gerçekten suyun ülkenin ortak mirası olarak kabul
edilmesi ve su kaynaklarının korunması gerçeği Bölüm Başkanı’nın çalışmaları ve
yetkileri için yasal anlamda artan önemli bir genel fayda olarak açıklanmıştır.
Havzaların koordinasyonunu yapan Bölge Başkanı gibi Bölüm Başkanı, kazalar,
kuraklık, seller veya kıtlık durumu gibi yerel kriz anında kullanacağı yetkiler ile
donatılır. Bölüm, su kaynakları ve akvatik çevrenin korunması ve yönetiminde
planlama çalışmalarının hazırlanmasında ve takip edilmesinde devlet müdahaleleri
için temel idari birimdir. İlgili bakanlıkların (Bayındırlık Bakanlığı, Tarım
Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı) bölüm büroları başkanları yönetimi
altındadır.
Şehir
kökenli
kirliliğin
artan
miktarda
olması,
kanalizasyon
hizmetlerinin
işletilmesine yardım edilmesi için hemen hemen her bölümün Teknik Yardım
Servisi kurmasına yol açmıştır. Bu servislerin finanse edilmesi genelde Bölüm
Konseyi ve Su Kurulu tarafından paylaşılır. Teknik Yardım Servisi üç ana konuda
41
hizmet vermektedir;
—Kanalizasyon arıtma çalışmalarının işletilmesi konusunda raporlar hazırlanması
ve ihtiyaç gerektiğinde yardımın sağlanması
—Sağlık standartlarının yerine getirilmesini temin etmek için sistemin izlenmesi
—Arıtmaların mükâfatlandırılması amacı ile veri toplanması.
Devlet, su temini ve kanalizasyon hizmetleri ile ilgili olan çalışmalar için
bölümlere para yardımı yapar. Bu paralar su temin sisteminin geliştirilmesi için
ulusal fonun mali kaynaklarından karşılanmaktadır. Bu fon, su tüketimi üzerindeki
ek vergilerden sağlanan paralarla desteklenir ama aslında ulusal bahis sistemi de
dâhil her şeyden alınan vergilerden destek sağlar. 1983 yılında kabul edilen
yerinden yönetim yasasından beri bölümler kuruluş ve devletin rolünü üstlenmiştir.
Şu anda, komünlerin su ve kanalizasyon yatırımlarına bölümlerin katkısı komünün
büyüklüğüne bağlı olarak toplam yatırımın %15 ila %25 arasındadır. Su ve
kanalizasyon hizmetleri yönetiminin görevlendirme olasılığı yüzyılı aşkın bir
süredir komün yasasına yazılmıştır ve yazım dili Fransızca olan orijinal görüşler
içermektedir. Bu sebepten, bu özel bölüm konusudur. Su Yönetimi ve Geliştirme
Planları’nın hazırlanması süresinde yerel kuruluşlar kaynak planlaması yaparken
önemli role sahiptirler. Yerel kuruluşların, Havza Komiteleri’nde ve Su Kurulu
Yönetim Kurulu’nda temsil edildiği unutulmamalıdır.
Su Ücretleri
Fransız kanunları uyarınca, havzanın bir kısmında veya tamamında su rejimini
değiştiren, su kaynaklarından su çeken veya su kalitesini kötüleştirecek katkılarda
bulunan
kamu
veya
özel
kuruluşlardan
ücret
toplamakla
Su
Kurulu
görevlendirilmiştir. Bu durumda bunlar "aktif" veya "sorumluluk" ücretidir.
Ücretin diğer türü ise Su Kurulları’nın yardımı ile tamamlanan işler veya
yapılardan doğrudan veya dolaylı şekilde fayda sağlayan kamu veya özel
kuruluşlardan toplanan ücrettir. Bu ücretler "pasif" veya "faydalanma" ücreti olarak
bilinir. Suyu kirleten, çeken veya kullanan herkes ücret ödemektedir. Bu kesimler
şöyle sıralanabilir:
—Çok fazla miktarda suyu çeken, tüketen ve kirletici üreten kasaba ve şehir
merkezleri
—Az miktarda su çekip ancak çok farklı türde kirliliğe sebep olan sanayiler
—Kurak periyotta aşırı miktarda su çeken ve nehirler ile yer altı suyunda yaygın
kirliliğe neden olan çiftçiler
—Su kanallarını kirletenler
42
—Sonuncusu olan ama önemsiz olmayan çok miktarda su çeken ve kullanan Fransız
Elektrik Kurumu Su Kurulları iki türlü ücret tanımlamaktadır. Birincisi doğal
çevreye yapılan deşarjlarla ilgili olan "kirlilik ücreti", ikincisi ise su çekimi ve
kullanımı ile ilgili olan "kaynak ücretidir".
Kirlilik Ücreti ve Arıtma ödülü;
Kirlilik ücreti doğal çevreye deşarj edilen kirlilik miktarı temel alınarak
hesaplanmaktadır. Şehir kökenli kirlilik için toplam nüfus esas alınmaktadır. Her
bir ikamet eden kişi su ile ilgili kuruluş tarafından Su Kurulu’na transfer edilen su
ücretlerindeki ek vergi yolu ile maliyete katkıda bulunmaktadır.
Diğer kirlilik türleri için, ödenecek para miktarı ilgili aktivitelerin yol açtığı
kirlilik miktarının ya ölçülmesi ya da tahmin edilmesiyle hesaplanır.
Yukarıda bahsedilen ücretler toplam ücretlerdir ve herhangi arıtma işleminden
önceki toplam kirlilik miktarına tekabül etmektedir. Atık arıtma tesisleri kurulduğu
zaman toplam veya sanayi kuruluşları arıtma ödülü ile mükâfatlandırılır.
Toplam ücretten çıkarılarak elde edilen net ücret arıtma ödülüdür. Kirlilik
ücretlerinin miktarı, anti-kirlilik programlarını dengelemesi için Su Kurulu
tarafından tespit edilir, ücret oranları, Havza Komitesi tarafından belirlenen kalite
önceliklerine ve amaçlarına göre coğrafik bölgeler göz önüne alınarak ayarlanır.
1987 yılında toplam kirlilik ücretleri yaklaşık 350 milyon USD veya kurulların
toplam gelirlerinin %60'ı idi. Aynı yıl arıtma ödülleri 75 milyon USD yani toplam
Su Kurulu harcamalarının %15'i idi.
Kaynak Ücretleri;
Bu tür ücretler, suyun miktar açısından yönetimini ilgilendiren programın bazı
kısımlarını uygulamak için kullanılır. Yani depolama rezervuarları, su dağıtım
sistemi, sulama yapıları vb. faaliyetler için kullanılır. Kaynak ücreti aslında iki
ücretin bileşiminden meydana gelmektedir:
—Su çekimi veya su rejiminin değişikliği için ödenen ücret, ücret miktarı suyun
çekilen, ölçülen veya tahmin edilen hacmine göre belirlenir.
—Tüketim ücreti, net tüketime uygulanır ve su kullanımına bağlı olarak bir katsayı
ile belirlenir. Bu katsayı su dağıtımı için 0,2 ve yağmurlama sulama için 0,7’dir.
Kirlilik ücreti gibi, su temin sistemi için kaynak ücreti, su ile ilgili kuruluş
tarafından Su Kurulu’na transfer edilen su ücreti üzerindeki ek vergi olarak
toplanır.
Kaynak
ücreti
oranları,
yer
altı
suları
veya
yüzey
sularına
uygulanıp
uygulanmamasına, sahadaki ihtiyaçların az veya çok oluşuna, çekimlerin yıl
43
boyunca düzenli olmasına ya da kurak periyotlarda yoğunlaşmasına bağlı olarak
önemli ölçüde değişiklik gösterirler. 1997 yılında, Su Kurulları tarafından toplanan
kaynak ücreti 85 milyon USD yani kirlilik ücretlerinden toplanan miktarın
1/4'üdür. Fransız Su Yönetimi bütün bu özellikleri ile incelenen diğer ülkeler
mevzuatı içerisinde en katılımcı, en demokratik olanıdır.
Bu özellik, ülke nüfusunun 140 bin kadar Bask kökenli hariç homojen oluşu, kültür
düzeyinin yüksek ve vatandaşlık bilincinin yüksek, kamu yararının her şeyden önce
gelmesi gerektiği inancının güçlü oluşu, Fransız ırmaklarının tamamının ulusal
sınırlar içinde bulunması, gibi unsurların bir araya gelmesi ile oluşmuştur. Bu
anlamda Fransa çok şanslı bir ülkedir.
Ülkemizde su yönetimi tartışma ve çalışmalarının yapıldığı her platformda son
yıllarda hemen herkesin aklına gelen model Fransa Su Yönetimi olmaktadır. Ancak
böyle bir modelin Türkiye'de uygulanmasının hiçte kolay olmadığı açıktır,
ülkemizde; Meriç, Çoruh, Aras, Zap, Dicle, Habur, Fırat ve Asi nehirleri ya sınır
oluşturan ya da sınıraşan su niteliğindedir.
Meriç ve Aras hem sınır oluşturmakta hem de Meriç yabancı ülkelerden doğup
ülkemiz topraklarına girmektedir. Asi de, Suriye'den geçip Türkiye'de denize
ulaşmaktadır. Çoruh, Zap, Dicle, Habur ve Fırat tam anlamı ile sınıraşan sulardır.
Bu suların Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği ve dış politikası açısından önemi
herkesçe bilinmekte olup, Ortadoğu gibi uluslararası politikanın suya endeksli
olduğu bir bölgede devletin sular üzerindeki hükümranlık haklarının havza
yönetimlerine bırakılması kabul edilebilir bir durum değildir. Bütün
katılımcılığına, demokratik özelliğine rağmen Fransa Su Yönetimi’nin Türkiye'ye
model olarak seçilemeyeceği çok açıktır. Ancak, su ücretlerinin, kirlilik
ücretlerinin tarh ve tahakkuk şekilleri alınıp incelenebilir.
2.6 AVRUPA TOPLULUĞU SU POLİTİKASI
(Avrupa Topluluğu Komisyonu’nun Avrupa Parlamentosu’na ve Konseyi’ne
Bildirisi)
Avrupa Topluluğu'nun Su Politikası’nın esasları şöyle özetlenebilir.
1- Sürdürülebilir Su Politikası ile güvenli içme suyu sağlamak zorunluluğu
getirilmektedir. Bu zorunluluğun içeriği ise “içme suyu güvenli olmalıdır ve yeterli
miktarda ve yeterli derecede güvenli olarak temin edilmelidir” şeklindedir.
2- Su, içme suyu ihtiyacı dışında; endüstri, tarım, balıkçılık, taşımacılık,
hidroelektrik enerji üretimi ve rekreasyon ihtiyaçları için de yeterli miktarda ve
44
yeterli kalitede olmalıdır.
3- Akvatik çevrenin fiziksel yapısı ile birlikte su kaynaklarının kalitesi ve miktarı,
karasal ekosistemin ve doğal hayatın ihtiyacı olan suyun karşılanması da önemlidir.
4- Su, sellerin olumsuz etkisini azaltmak veya önlemek ve kuraklıkların etkisini en
aza indirmek için yönetilmelidir.
5- Su kaynaklarının kirliliğinde, nokta kaynaklı, yaygın kaynaklı kirlilik, kazaların
neden olduğu kirlilik, asit yağmuru nedeniyle kirlilik, besinlerin neden olduğu
kirlilik, insan kaynaklı (antropolojik) kirlilik gibi kirlilik türleri ile mücadele bu
politikalarının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Bunun için de şu muhtemel ilkeler tespit edilmiştir:
a) Yüksek düzeyli koruma ilkesi
b) İhtiyatlı ilkeler
c) Önleyici çalışmalar
d) Kaynakta ıslah edilecek hasarlar ilkesi
e) Kirleten öder ilkesi
f) Mevcut bilimsel ve teknik verilerin kullanımı, gibi ilkeler topluluk üyesi bütün
devletlerce benimsenen ve kendi ulusal mevzuatlarında yer verdikleri ilkelerdir.
Bu
ilkeler
dışında
henüz
tam olarak
topluluğun
sorumluluğunda
olmayan
entegrasyon, ayrıca topluluk ülkelerinin bulunduğu bölgede çevresel şartların
değişebilirliği, maliyet/fayda, topluluğun ekonomik ve sosyal gelişimi ve topluluk
ülkelerinin bulunduğu bölgedeki gelişimin dengelenmesi, uluslararası iş birliği gibi
konularda da topluluk üyelerinin mevzuatının birbirine uygun hale getirilmesi
çalışmaları sürdürülmektedir.
Topluluğun, üye ülkelerindeki su yönetim politikasının yasal çatısı, ulusal önlemler
ve topluluk yasalarından türetilen önlemlerin bileşimini içermektedir. Topluluk
önlemleri; 1970'lerin ilk yıllarından beri, orijinal olarak anlaşmanın 100 ve 235
maddeleri ile son zamanlarda genelde anlaşmanın 130. maddenin uyarınca, bir
zaman sürecinde benimsenmiştir. Bütün mevcut Avrupa Topluluğu su yasaları
Avrupa Birliği Anlaşmalarından daha önce kabul edilmiştir ve 130'cu maddenin ilk
durumu veya madde 100 ve madde 235 uyarınca oy birliği ile benimsenmiştir.
Avrupa Birliği Anlaşması’ndan beri, 130. maddenin teklif edilen çalışma
konularının içeriğine bağlı olarak üç farklı yöntem içermektedir. Madde 130 çoğu
su yasasını içermekte ve Parlamento ve Konsey’de nitelikli çoğunluk ile iş birliği
oluşturulmasını gerektirmektedir. Madde 130 "su kaynaklarının yönetimini" kapsar
ve Parlamento ile müzakere yapılmasını ve Konsey’de oy birliğinin sağlanmasını
45
gerektirmektedir. Madde 130 genel çalışma programlarını içerir ve Parlamento ile
müşterek karar verilmesini ve Konsey’de nitelikli çoğunluk olmasını gerektirir.
Konsey üyelerinin kullanılan verileri öğrenme hakkı vardır. Verilere ulaşımdaki bu
hak tüzük (düzenlemeler) ile ilgili sanayi kuruluşlarına ve çevre veya tüketici
haklarını temsil eden ilgili kuruluşlara eşit derecede uygulanır.
Yasanın genel ortak çerçevesi içinde, üye ülkelerin makul ölçüde esnekliğe sahip
olmalarını sağlamak gerekmektedir. Halkın katılımı ve sorumluluğu bu esnekliğin
düşük standartlarda olmamasını sağlamak için yardımcı olacaktır.
Anlaşılan problemleri çözmek için ilgili kurumların desteği ile uygulanan önlem
programı, açıklamasız olarak ortaya çıkan problemlerin çözümünden daha fazla
şansa sahiptir.
Entegre Su Kaynakları Yönetimi:
Suyun Ekolojik Kalite Talimatları hakkında komisyon önerisi, diğer Avrupa
Topluluğu ve ulusal bazdaki su yasaları uyarınca gerekli bütün önlemler ile birlikte
Talimatları uygulamak için gerekli önlemleri içeren entegre programların tanzim
edilmesinde üye ülkeler için kuralları içermektedir.
Görüş, belirli su kalitesine ilişkin çeşitli politikaların amaçlarını başarı ile
sağlamak için ihtiyaç olan önlemlerin idrak edilmesini sağlamaktadır. Bu yaklaşım
aynı su kütlesini iyileştirmek için bazen farklı yetkililer tarafından alınan farklı
önlemlerin koordinasyonuna ve gerçekleşmesine imkân tanır. Çevresel nedenlerden
dolayı yüzey sularını iyileştirmek için alınacak önlemlerin, göllerin ve nehirlerin
kendi mevcut yasalarının analiz sonuçları, özellikle çevreyi izleme yükümlülükleri
açısından su kalitesi "yasalarının çeşitli kısımları uyarınca gerekli önlemlerin
bazılarının birlikte değerlendirilmesi için fırsat olduğunu göstermektedir. Yasa
analizi, yasada bulunan çeşitli tanımları bir araya getirmek için oldukça makuldür.
Bu Çerçeve Talimatları ile yapılabilir.
Avrupa Topluluğu su politikasının şeffaflığa ve kamu sorumluluğuna ihtiyacı
vardır ve bu Çerçeve Talimatı içinde belirlenmelidir.
Su Kaynaklan Çerçeve Talimatı’nın Ana Hatları;
Komisyon Su Kaynakları Çerçeve Talimatı için yapılan önerileri dikkate almaktadır
ve Konsey, Parlernento ve bütün ilgili kuruluşların görüşlerine saygı duymaktadır.
Komisyon, tanımların bazılarının izleme kurallarını ve diğer ilgili unsurların
Çerçeve Talimatı’na ilave edileceği fırsatını göz önünde bulundurmasına rağmen
aşağıdaki talimatlar genelde bu önerilerden etkilenmeden kalacaktır:
46
—Banyo Suyu Talimatı
—Tehlikeli Maddeler Talimatı
—İçme Suyu Talimatı
—Bilgi Alışverişi Kararı
—Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı
—Nitrat Talimatı
—Rapor Hazırlama Talimatı
—Teklif Edilen Entegre Kirlilik önlenmesi ve Kontrolü Talimatı
Aşağıda sıralanan talimatlar feshedilebilir ve Çerçeve Talimatı ile değiştirilebilir:
—Yüzey Suları Talimatı
—Balıkların Yaşadığı sular Talimatı
—Kabuklu Su ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı
—Yer Altı Suları Talimatı
—Önerilen Suyun Ekolojik Kalitesi Talimatı
Çerçeve Talimatı, bu bildiride belirtilen amaçlar ve ilkeleri temel olarak alacaktır
ve Topluluk su korumasında yüksek düzey ve masraf - fayda arasındaki ilişkiyi
değerlendirecektir. Çerçeve Talimatı Avrupa Topluluğu su politikasında kullanım
için ortak tanımları belirtmektedir.
Çerçeve Talimatı şunları gerektirmektedir:
—Akvatik çevre fonksiyonlarının ve doğal ekolojik durumun korunması ile su
kaynakları yönetiminin entegrasyonu.
—Su kalitesi ve su miktarı yönetiminin entegrasyonu (gerekli olduğu yerlerde su
çekim ruhsatının tesis edilmesi hükmünü içerir).
—Yüzey suları yönetimi ile (sahil sularını içerir).
Yer altı suları yönetiminin entegrasyonu
—Emisyon kontrolü gibi önlemler ile çevresel amaçların entegrasyonu.
Çerçeve Talimatı nehir havzası bazında entegre su yönetimi planlamasını
gerektirmektedir. Bu aşağıda sıralananları gerekli kılmaktadır:
—Bu miktarı ve kalitesinin gözlenmesi.
—Toplumun su ihtiyacının ve insan aktiviteleri ile ilgili su kütlesi üzerindeki
etkilerinin değerlendirilmesi.
—Amaçların belirlenmesi (Çerçeve Talimatı’na dahil olmayan Avrupa Topluluğu
yasalarının diğer kısımları dışında ortaya çıkan amaçları ve ulusal veya yerel
politikaların dışında ortaya çıkan amaçları içerir).
—Amaçların sağlanması için tasarlanan önlem programının yapılması ve yerine
47
getirilmesi (Çerçeve Talimata dahil olmayan Avrupa Topluluğu yasalarının diğer
kısımları uyarınca gerekli önlemleri ile ulusal ve yerel önlemleri içerir).
—Karar verme işlemlerinde şeffaflık ve kamuoyu ile müzakere.
—Talimatın yerine getirilmesinin izleme ve rapor hazırlama.
Nehir havzası içinde özellikle daha büyük nehir havzalarında amaçların ve
önlemlerin aslı konuma ve duruma bağlı olarak değişebilir. Çerçeve Talimatı
çabaların ve sonuçların karşılaştırılmasını yapmak için yukarıda bahsedilenlere
rehberlik eder, ama uygulamadaki ayrıntıların çoğu üye ülkelere bırakılır.
Çerçeve Talimatı, talimatın yönetimi ve güncelleştirilmesi için sorumlu bir komite
kurulmasını ister. Komite, bu talimatın ve diğer Avrupa Topluluğu su yasalarının
uygulanmasının koordinasyonunu temin etmekle yükümlüdür.
Mevcut Avrupa Topluluğu Yasaları ve İlgili Topluluk Politikası;
1. Avrupa Topluluğu Su Mevzuatı
Aşağıda su yönetimi konularına özgü ve bu konularla doğrudan ilgili Avrupa
Topluluğu talimatlarının bir listesi verilmiştir. Talimatlar kronolojik düzende
sıralanmıştır.
1.1 Yüzey Suları Talimatı (75/A40/AET)
Amacı İçme suyu kaynağı olarak kullanılan ırmak, göl ve rezervuarların korunması
suretiyle temiz içme suyu sağlanmasına yardımcı olmaktır.
Belirgin Özellikleri: Talimatta, üye ülkelerden bu su kaynaklarını tespit etmeleri,
sınıflandırmaları ve izlemeleri ile bir takım su kalite parametrelerine uyumluluğu
sağlamak için çalışma planları hazırlamaları istenir. İlgili talimat (79/869/AET)
kullanılacak olan numune alma ve analiz yöntemlerini tayin eder.
Yorumlar: Bu talimat, İçme Suyu Talimatı’ndan önce kabul edilmiş eski bir
talimattır. Parametreler ve sınıflandırmalar şu an güncel olmayıp mevcut İçme
Suyu Talimatı’nda bulunan içme suyu güvenliğine ya çok az katkı sağlamakta ya da
herhangi bir katkı sağlamamaktadır.
Gelecekteki içme suyu kaynaklarının korunmasının önemi kanıtlanmamış olup,
yüzey suları ve yer altı sularının kalitesinin korunmasına ilişkin Çerçeve
Talimatı’ndaki genel yükümlülüğün yerini alması daha faydalı olabilecektir.
1.2 Banyo Suyu Talimatı (76/160/AET)
Amacı: Deniz ve tatlı su banyosu alanların sağlığını ve banyo sularının kalitesini
korumaktır.
Belirgin Özellikleri - Talimatta Üye Ülkelerden deniz ve tatlı su banyo sularını
48
tespit etmeleri, izlemeleri ve bir takım su kalite parametrelerine uyumluluğunu
sağlamak için "uygun olan bütün önlemleri" almaları istenir. Komisyon, talimatın
uygulanması ve Topluluk banyo sularının kalitesi hakkında her yıl rapor hazırlar,
en yeni rapor 1995 dönemine aittir. Yaygın olan yanlış anlaşılmaya rağmen, talimat
istenen parametreleri sağlayan plajlara "Mavi Bayrak" ödülü verilmesini içermez,
bu proje Avrupa'daki Çevre Eğitimi Kurumu tarafından organize edilir. 1994
yılında Komisyon bu talimatın güncelleştirilmesi için bir teklif yayımlamıştır. Bu
teklif halen Konsey ve Parlamento tarafından değerlendirilme aşamasındadır.
Yorumlar: Bu talimat Avrupalı vatandaşlar tarafından en çok bilinen talimattır. Hiç
kimse bu sularda yüzen ve banyo alanların sağlığının korunmasına yönelik önemini
sorgulamamaktadır. Bu talimatın kabul edildiği sırada, şehir atık sularından kaynak
sularının korunması hakkında az sayıda yasa bulunmaktaydı, bu nedenle talimatın
ikincil amacı üye ülkelerden, şehir atık sularından kaynaklanan en kötü kirlilik
durumlarıyla ilgilenmek üzere çalışmalar yapmalarını talep etmektir. Şehir Atık
Sularının Arıtımı Talimatı, atık sular için belirli standartları düzenler, ancak bu
standartlar farklı çevre konularına yönelik olup, Banyo Suları Talimatı’nda verilen
çevre kalite standartlarına uymamaktadır. 1994 yılında teklif edilen tadilatlarla
birlikte Talimat, yasanın ayrı bir parçası olarak kalacak, ancak banyo sularının
iyileştirilmesi için üye ülkeler tarafından gerçekleştirilen çalışmalar, Çerçeve
Talimatı uyarınca entegre önlemler programı ile birlikte koordine edilecektir.
1.3 Tehlikeli Maddeler Talimatı (76/464/AET)
Amacı: Yüzey sularının tehlikeli maddelerle kirlenmesini kontrol etmektir.
Belirgin Özellikleri: Talimat, bütün yüzey sularına uygulanır ve üye ülkelerden bir
takım maddelerin (talimatın ekinde sıralanan) emisyonunu, büyük ölçüde sanayi
kuruluşlarına verilen şehir atık sularının iyileştirilmiş arıtımı ile kontrol etmelerini
talep eder. Çok tehlikeli maddelerle ilgili izinlere ait şatlar, bir dizi "Türetilen
Talimatlar (daughter Directive)" ile (82/İ7Ğ/AET,
83/5İ3/AET,
84/156/AET,
84/491/AET ve 86/280/AET) Topluluk bazında belirlenir. Talimatta bu şartların
oluşturulması için iki alternatif yöntem mevcuttur; üye ülkeler en iyi mevcut
tekniklere dayalı emisyon "sınır değerlerini" uygulama veya emisyon sınırını alıcı
su
ortamında
belirtilen
"kalite
hedefleri"ni
karşılaması
istenen
sınırlara
dayandırabilme imkânı arasında secim hakkında sahiptir. Liste II’de yer alan
maddeler azaltım programı oluşturması gereken üye ülkelerle ilgilidir. Komisyon
bu talimatın uygulanışı hakkında 1993 yılında bir rapor hazırlamıştır.
Yorumlar: Talimat, topluluktaki yüzey sularının kalitesinin artırılmasına destek
49
olmuştur, ancak bugünkü koşullarda oldukça eskidir, tehlikeli maddeler için
azaltım programları oluşturma hususunda üye ülkelerin birçoğunun performansı
ihmal edilirken, çok tehlikeli maddeler için türetilen talimatlar meydana getirilmesi
işleminin külfetli ve yavaş olduğu tespit edilmiştir. Talimat ayrıca, listedeki
maddelerin sürekli artmasını dikkate almayışı ve gittikçe artan toksin etkilere
değinmeyişi yüzünden eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin birçoğu Entegre Kirlilik
Önleme ve Kontrolü Talimatı’nın kapsamadığı sanayilerde bir takım kontrollere
gerek duyulmasına rağmen teklif edilen Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrolü
Talimatı’nda cevaplandırılmıştır. Bu talimat kabul edildiğinde, Entegre Kirliliğin
Önlenmesi ve Kontrolü Talimatı’nın ışığında ve yeni Çerçeve Talimatı’nın
düzenlenmesi ile bağlantılı olarak tekrar gözden geçirilecektir.
1.4 Bilgi Alışverişi Kararı (77/795/AET)
Amacı: Politika hazırlığına bilgi sağlamak amacıyla topluluktaki nehir sularının
kalitesi ve miktarı ile ilgili genel bir değerlendirme yapmaya yardımcı olmaktır.
Belirgin özellikleri: Karar, 12 farklı parametreden oluşan izleme sistemiyle 124
izleme noktasından oluşan (AT/2) bir ağ meydana getirmektedir. Üye ülkelerle,
sonuçları bir araya getirerek rapor yayımlayan Komisyon arasında bilgi alışverişi
vardır.
Yorumlar: Bu karar Topluluktaki akvatik çevrenin durumu hakkında genel bir
değerlendirme sağlayan takdir edilen bir girişimdir; ancak, bu kararın rolü
günümüzde tartışmalı bir biçimde Avrupa Çevre Bürosu ve daha sonraki
Talimatlardaki farklı izleme kuralları ile yer değiştirmiştir.
Kararın yürürlüğe girmesinden itibaren oluşturulan zamana bağlı veri dizilerinin
devam ettirilmesinin belirli bir önemi olabilecektir, ancak bu takdirde Komisyon,
Çerçeve Talimatı’na çeşitli izleme kurallarının dahil edilmesinin daha uygun
olacağını düşünmektedir.
1.5 Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı (76/659/AET)
Amacı: Balık yaşamını, özellikle ticari olarak veya rekreasyonel amaçlarla
yakalanan türlerin yaşamını sürdürebilecek kapasitede olan veya olması gereken
tatlı su kaynaklarını korumaktır.
Belirgin özellikleri: Kalite standartları ile uyumluluğu sağlamak için Talimatta üye
Ülkelerden, balıkların yaşadığı suları tayin etmeleri, bunlarla ilgili su kalitesi
standartlarını oluşturmaları, söz konusu suları izlemeleri ve "kirlilik azaltım
programları" oluşturmaları istenir. Komisyon bu talimatın uygulanışı hakkında
1995 yılında bir rapor hazırlamıştır.
50
Yorumlar: Talimat üye ülkelere, balıkların yaşadığı suların tayın edilmesinde takdir
hakkı verir. Bu nedenle Topluluk genelinde çok farklı uygulamalar bulunmaktadır,
bu şekliyle Topluluk bazında oluşturulacak herhangi bir kurala gerek olmayışı
tartışmalı bir husustur. Bununla birlikte, talimat bazı üye ülkelerde söz konusu
suların zorla iyileştirilmesinde belirli bir öneme sahiptir ve Komisyon bu yararların
göz ardı edilmemesini düşünmektedir. Suların Ekolojik Kalitesi Talimatı’na Dair
Komisyon’un mevcut teklifinde, belirgin bir şekilde balık popülâsyonlarını
destekleme kapasiteleriyle birlikte, yaşam ortamları olan yüzey sularının korunması
hususunda genel yükümlülükler tespit edilmesi önerilmiş olup, Balıkların Yaşadığı
Sular
Talimatı’nın
beğenilen
niteliklerinin
bu
kurallara
dahil
edilmesi
tasarlanmıştır, suyun Ekolojik Kalitesi teklifine ilişkin ana unsurlar çerçeve
Talimatı’na dahil edilecek ve bu nedenle, Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı çevre
standartlarında bir tahrifat olmadan feshedilebilecektir.
1.6
Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı (79/923/AET)
Amacı: Kabuklu su ürünleri popülâsyonlarının sürekliliğini sağlamak ve hasadı
yapılan ürünlerin Kirlenmesini önlemek için kıyı suları ve acı suları korumaktadır.
Belirgin özellikleri: Talimat, şekil itibariyle Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı’na
benzer, ancak kabuklu su ürünlerinin yaşadığı sulara yapılan belirli deşarjlara dair
bazı özel kontrolleri de içerir. Komisyon, Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı ile
aynı zamanda ve aynı raporda bu talimatın uygulanışı hakkında bir rapor
hazırlanmıştır.
Yorumlar: Tamamı olmasa da Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı’na ilişkin
düşüncelerin çoğu Kabuklu Su Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı için de
geçerlidir.
Ayrıca
hâlihazırda
canlı
bivalvia
(iki
kabuklu
yumuşakçalar)
kabuklularının üretimi ve pazar arzına dair uyulması geren sağlık şartlarının
belirleyen bir talimat (91/49 2/AET) da bulunmaktadır. Bu nedenle Kabuklu Su
Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı çevre standartlarında bir tahrifat olmadan
feshedilebilir.
1.7 Yer Altı Suları Talimatı (S0/68/AET)
Amacı: Yer altı sularının tehlikeli maddelerle kirlenmesini kontrol etmektir.
Belirgin özellikleri: Talimatta üye ülkelerden, belirli maddelerin yer altı suyuna
(Talimatın ekinde sıralanan) doğrudan veya dolaylı deşarjını kontrolü, yani büyük
ölçüde doğrudan deşarjını ruhsat sistemi aracılığıyla kontrol etmeleri istenir. Bu
ülkeler ruhsat şartlarına uyumluluğu ve yer altı sularına olan etkileri izleyecektir.
Yorumlar: Bu talimat, yer altı sularının korunması için benzer kuralların
51
uygulanmasının tasarlandığı Tehlikeli Maddeler Talimatı ile Kardeş (sister)
Talimat olarak yürürlüğe girmiştir. Kabulünden bu yana, yer altı sularının karşı
karşıya kaldığı uzun vadeli zorlukların, kirliliğin gittikçe artan bir biçimde
dağılmasıyla ve sürdürülebilir olmayan su çekim seviyeleriyle ilgili olduğu ve bu
hususların hiç birinin yeterince talimat kapsamında olmadığı açıkça görülmüştür.
Hâlihazırda Komisyon, yer altı suları ile ilgili her türlü sorunları içeren bir Yer
Altı Suları Çalışma Programı üzerinde çalışmaktadır ve yerel, ulusal ve topluluk
bazında faaliyetlere başlamıştır. Topluluk bazında, Yer Altı Suları Talimatı’nın
tamamen revize edildiği gereği ortaya konulacaktır. Yer altı suları ve yüzey
sularının korunmasını daha fazla entegre hale getirebilmek için, Yer Altı Suları
Talimatı’nın revizyonu bütün Topluluk sularını kapsayan yeni bir Çerçeve
Talimatı’nda yer alacağından, asıl talimatın feshedilmesi gereklidir.
1.8 İçme Suyu Talimatı (80/778/AET)
Amacı: insan tüketimi için tasarlanan suyun kalitesine dair katı standartlar
belirleyerek insan sağlığını korumaktır.
Belirgin Özellikleri: Bu talimatla üye ülkelerden, 60'dan fazla parametre için katı
kalite standartlarını ortaya koymaları, içme suyu kalitesini izlemeleri ve belirlenen
değerlerle uyumluluğu sağlayarak gerekli adımların atılması istenmektedir.
1995 yılında Komisyon, talimatın güncelleştirilmesi için bir teklif yayımlamıştır.
Yorumlar: Bu talimat önemli bir etkiye sahiptir ve genel olarak geçen on yıl içinde
Topluluktaki
içme
suyu
kalitesindeki
tam
gelişimin
ardındaki
itici
güç
durumundadır. Talimat hükümetlere ve su temin edicilerine yatırım programları ile
ilgili kararlı ve tahmin edilebilir bir zemin sağlamıştır ve tüketiciler kullanacakları
suların tam olarak Topluluk genelindeki kalite standartları ile uyumlu olduğu ümit
edilebilmektedir. Talimat, ürün standartlarını belirleyen diğer su kanunlarına göre
oldukça farklıdır. Talimat, Çerçeve Talimatı’na dâhil edilmeyip tek tek başına
uygulanmalı, çalışmalar talimatın revizyonuna ilişkin Komisyon teklifinin kabulü
yönünde sürdürülmelidir.
1.9 Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı (91/271/AET)
Amacı:
Besin
kirliliğinin
ve
böylece
besinlerin
neden
olduğu
kirliliğin
(Ötrofikasyon) ana kaynaklarından biri olan şehir atık sularından gelen besinlerle
(özellikle nitratlar ve fosfatlar) yüzey sularının kirlenmesini azaltmaktadır.
Ayrıca, içme suyu amaçlı çekilen sudaki nitrat konsantrasyonlarının azaltılması da
hedeflenmektedir.
Belirgin özellikleri: Talimatla, şehir atık suları ve belirli sanayi sektörlerinden
52
gelen atık suların toplanması, artımı ve deşarjı hususunda kurallar oluşturulur.
Ayrıca atık su toplama sistemleri ve arıtım tesisleri hazırlığı ile tesislerde istenilen
arıtım seviyesini belirlemek için bir zaman tablosu tespit edilir, zaman tablosu ve
kurallar, belirtilen unsurların bir araya, gelmesi büyüklüğüne ve izleme aracılığıyla
tespit edilmesi gereken alıcı suların hassasiyetine bağlı olarak değişiklik gösterir.
Yorumlar: Bu talimat uygulama sürecinde olup, istenilen standartların sorunun
çözümü için yeterli olup olmadığını söylemek için daha çok erkendir. Talimat,
çevresel kalite amaçları yaklaşımı ile emisyon sınır değerleri yaklaşımının bir
arada kullanılmasına iyi bir örnektir. Sınırlı mali kaynaklar en etkin bir biçimde
kullanılırken, talimat yüksek düzeyde bir çevre koruması da sağlamaktadır.
Komisyon, izleme ve Çerçeve Talimatı programının kuralları ile uyumluluğu
sağlamak için değişiklikler teklif edebilir.
1.10 Nitrat Talimatı (91/676/AET)
Amacı: Nitrat kirliliğinin diğer bir ana kaynağından tarımsal kaynaklardan gelen
nitrat
kirliliği
ile
ilgilenerek
Şehir
Atık
Sularının
Arıtımı
Talimatı’nı
tamamlamaktır.
Belirgin özellikler: Talimatta, üye ülkeler hakkında yüzey sularına ve yer altı
sularına tarımdan kaynaklanan nitrat seviyesindeki kaybı azaltmak amacıyla uygun
Tarımsal Uygulama Prensipleri’ni oluşturma ve teşvik etme ile ilgili genel bir kural
mevcuttur. Talimat izleme kurallarını kapsar ve nitrat kirliliğine karşı hassas olarak
tanımlanan alanlarda, organik gübrenin kullanma sınırları ile birlikte tarımsal
faaliyetlere
yasal
olarak
uygulanabilir
olan
sınırlamaları
içeren
Çalışma
Programları da bulunur.
Yorumlar: Şehir Atık Sularının Arıtımı Talimatı gibi, bu talimat da uygulama
aşamasındadır. Ancak, üye ülkelerin genel olarak yükümlülüklerini zamanında
yerine getirmedikleri de dikkate değer bir husustur. Yine Şehir Atık Sularının
Arıtımı Talimatı gibi, Nitrat Talimatı, gerekli olan yerlerde daha katı önlemleri
zorunlu kılan su yönetimi ile ilgili iki yaklaşımı bir araya getirmektedir.
Komisyon İzleme ve Çerçeve Talimatı Programı’nın kuralları ile uyumluluğu
sağlamak için değişiklikler teklif edebilir.
1.11 Teklif Edilen Suyun Ekolojik Kalitesi Talimatı (COM (93) 680 son şekli)
Amacı: Yüzey sularının yaşam ortamı potansiyellerini muhafaza etmek ve
geliştirmek, bunu gerçekleştirerek, bu suların genel olarak kalitesini artırmak, içme
ve diğer amaçlar için su kaynağı olarak potansiyel kullanımlarını artırmak ve yüzey
sularının tatlılık değerlerini artırmaktır.
53
Belirgin özellikleri: Teklif edilen talimatta üye ülkelerden, yüzey sularının ekolojik
durumunu izlemeleri, kirlilik kaynaklarını veya insan kaynaklı olumsuz etkileri
belirlemeleri, "uygun ekolojik kalite"yi elde etmek için "işletmeyle ilgili hedefler"
oluşturmaları ve bu hedeflere ulaşmak için "entegre programlar" uygulamaları
istenmektedir.
Teklif edilen talimatta ayrıca entegre programların içeriği hakkında kamu ile
müzakereler hususunda kurallar da vardır. Teklif hâlihazırda Konsey ve Parlamento
tarafından görüşülmektedir.
Yorumlar: Komisyon, suyun ekolojik kalitesi teklifinin genel yapısının Su
Kaynakları Çerçeve Talimatı için de uygun olduğu düşünmektedir. Yani bu durum,
tadilatların içeriğinin çok ötesinde teklifte ciddi değişiklikler yapılacağı anlamına
gelmektedir. Bu nedenle Komisyon, Yeni Çerçeve Talimatı için bir teklif
hazırlamayı tasarlamaktadır ve aynı zamanda mevcut teklifi geri çekecektir. Yeni
teklif suyun ekolojik kalitesine dair çerçeve hazırlığını, farklı su kullanımını,
yüzey suları ile birlikte yer altı sularını ve su kalitesinin yanı sıra miktarı ile ilgili
hususlar da dahil olacak şekilde genişletecektir.
Avrupa Topluluğu’nun Konuyla Yakından İlgili Olan Mevzuatı:
Aşağıda su yönetimi üzerine daha az doğrudan etki gösteren veya sadece bu
konularla alakalı olan yasaların ilgili bölümlerinin listesi verilmiştir.
2.1 Kanalizasyon Çamuru Talimatı (86/278)
Amacı: Tarımda kanalizasyon çamuru kullanımını; toprak, bitki örtüsü, hayvanlar
ve insan üzerine olan zararlı etkilerini önlemek amacıyla düzenlemektedir.
Belirgin
özellikleri:
Talimatta,
tarıma
uygun
arazilerde
kullanılacak
olan
çamurdaki ağır metal konsantrasyonları için sınır değerleri ve topraktaki ağır metal
konsantrasyonları için sınır değerleri dikkate alarak, bu metallerin yıllık olarak
toprağa verilebilecek maksimum miktarları belirlenir. Ayrıca işlem, uygulama
dönemleri, alınacak önlemler ve arıtma gibi çamurun kullanımıyla ilgili şartları da
belirler.
Yorumlar: Talimatın ana gayesi toprağın korunması ve bununla birlikte dolaylı
olarak yer altı suyu kirliliğini de önlemektir. Komisyon tarımda kanalizasyon
çamuru kullanımının, Şehir Atık Suları Hakkındaki 91/271/AET Talimatı’nın
uygulanması gibi sebeplerle muhtemelen birkaç yıl içerisinde artacağını, arazi
doldurma (Eylül 1996 için planlanan) ve atık stratejisi (arazi doldurmaları daha az
kabul görmekte olup, çamurların enerji elde etmek için yakılması olası değildir)
54
hakkındaki talimatı dikkate alır. Böylece komisyon, bu talimatın revize edilmesini
tasarlamaktadır.
2.2. Rapor Hazırlama Talimatı (91/692/AET)
Amacı: Komisyon’a uygulama hakkında düzenli raporlar sunmak üzere. Üye ülkeler
için çok sayıda çevresel talimatlar uyarınca yükümlülükleri kolaylaştırmak ve
koordine etmektir.
Belirgin özellikler: Talimatla; su ile hava ile ve atıklarla ilgili yasaları içeren
birtakım talimatlar hakkında her yıl olmak üzere, üç yıllık bir rapor hazırlama
dönemi tespit edilir. Su Raporu; Yüzey Suları Talimatı, Tehlikeli Maddeler
Talimatı (ve bundan Türetilenler), Balıkların Yaşadığı Sular Talimatı, Kabuklu Su
Ürünlerinin Yaşadığı Sular Talimatı, Yer Altı Suları Talimatı ve İçme Suları
Talimatı’nı kapsamaktadır.
Yorumlar: Rapor Hazırlama Talimatı, rapor hazırlama yükümlülüklerinin birçoğunu
tek bir kanun bölümü halinde bir araya getirerek farklı çevre kanunlarının
bölümlerinde yer alan önlemlerin bazılarının koordine edilmesini gerektiğini göz
önünde bulundurmaktadır. Su sektöründe, Rapor Hazırlama Talimatı aracılığıyla
raporu hazırlanan birçok talimat fesih edilecek ya da Çerçeve Talimatı’na, dâhil
edilecektir. Ancak, Çerçeve Talimatı’ndaki rapor ile ilgili yükümlülükler Rapor
Hazırlama Talimatı’nın üç yıllık dönemine dahil edilecektir. Bu nedenle Komisyon,
Rapor Hazırlama Talimatı’na dair herhangi bir önemli değişiklik teklifi hazırlamayı
düşünmemektedir.
2.3 Teklif Edilen Entegre Kirlilik Önlenmesi ve Kontrolü Talimatı (COM (93)
423 son şekli)
Amacı: Büyük ölçekli kirletici sanayiden kaynaklanan su, hava ve toprak
kirliliğinin önlemek veya en az seviyeye indirmektir.
Belirgin özellikler: Teklif edilen talimatla, üye ülkelerdeki konuyla ilgili yetkili
kuruluşlardan, yerel çevre ve teknik değerlendirmeleri dikkate alarak, "en iyi
mevcut teknikleri" esas alan kirletici emisyonları hususundaki sınırlandırmaları
içeren su, hava veya toprağa olan emisyonları kapsayan sanayi faaliyetlerine dair
entegre izinleri vermeleri istenecektir. Mevcut Topluluk emisyon sınırları ve kalite
amaçlarının tamamı minimum kural olarak yerine getirilmelidir. Teklif halen
Konsey ve Parlamento tarafından görüşülmektedir.
Konsey 27 Kasım 1995 tarihinde metinle ilgili ortak bir görüsü benimsemiştir.
Yorumlar: Teklif edilen bu talimatla, hava, su ve toprağa olan emisyonlarla ilgili
olan uygun bir yaklaşım sağlamak üzere çoğu kirletici sanayi dalında kirlilik
55
kontrollerini entegre hale getirme yolları araştırılmaktadır. Bu, mantıklı ve makul
bir tekliftir; ancak, tek basına su koruma bölgeleri ister istemez yasanın dışına
çıkarılmaktadır. Bu nedenle, teklifler arasında uyumluluğu temin etmek ve gerekli
veya faydalı olduğu kanıtlanabilen başka yerlere değinmeyi kapsaması dışında, bu
teklifin suyla ilgili bir çerçeve hazırlığına dahil etme girişiminin bir faydası
olmayacaktır.
2.4 Bitki Koruma Mamulleri Talimatı ve Teklif Edilen Biyositler (Canlı
Öldüren Maddeler) Talimatı (9İ/4İ4/AET,COM (93) 351 ve COM (95) 387-COD
465)
Amacı: Kullanımlarının yer altı suları ve yüzey sularında kirliliğe yol açmamasını
sağlamak amacıyla, bitki koruma mamullerinin piyasaya arzını düzenlemektir.
Teklif
edilen
Biyositler
Talimatı’nda
da
biyositler
için
aynı
hususlar
tasarlanmaktadır.
Belirgin Özellikleri: Bitki Koruma Mamulleri Talimatı’nda, diğerlerinin yanı sıra
talimatta ve bağlantılı Tek Tip Kurallar Talimatı’nda yer alan belirli temel
kriterlerin sağlanması için bütün bitki yetiştiriciliği mamullerine ruhsat verilmesi
istenmektedir. Ayrıca, bu talimat mamullerinin etiketlenmesi ve ambalajı ile ilgili
kuralları da içermektedir. Benzer bir kural Biyositler Talimatı için de teklif
edilmektedir.
Yorumlar: Bu talimatta su kalitesi yönetimiyle doğrudan ilgili olan ve su içinde yer
alan önemli maddelere değinilmektedir. Ayrıca diğer hususlara da değinilmektedir,
bu nedenle, herhangi bir su çerçeve yasasına dahil edilecek adaylar olarak
değerlendirilemezler, ancak uyumlu olduklarından emin olmak gerekir.
2.5 Deterjan Talimatları (73/404/AET ve 73/405/AET)
Amacı: Köpüren dayanıklı deterjanların neden olduğu nehir kirliliğini azaltmaktır.
Belirgin Özellikleri: Talimatlar, Toplulukta satılmakta olan deterjanlara ait
standartları
belirler
özelliklerini
ve
yitirebilir
deterjanların
olmaları
en
istenir.
azından
%90
Komisyon
oranında
halen,
biyolojik
değerlendirme
yöntemlerini güncelleştirmek ve geliştirmek amacıyla talimatları yeniden gözden
geçirmektedir.
Yorumlar: Bu talimatlar, ürün verim standartları ile açıkça ilgili olan özel bir
durumu belirleyen oldukça eski iki kanun bölümünü içermektedir.
2.6 Büyük Kazalar Talimatı (82/50/AET)
Amacı: İnsanlar veya çevreye olan büyük kazaların oluşumunu ve etkisini en aza
56
indirmektir.
Belirgin Özellikleri: Talimat, büyük kazaların insan veya çevreye önemli ölçüde
zarar verebileceği kurum ve kuruluşlarla ilgili kurallar koymaktadır. Kurallarda
tehlikelerin tespit edilmesi, bağlı risklerin kontrol edilmesi ve büyük kazaların
etkilerini hafifletici önlemlerle ilgili hazırlıklar bulunmaktadır.
Yorumlar: Bu talimat, genel anlamda insan ve çevre koruması ile ilgili kontrolleri
bir şarta bağlayan genel bin "Büyük Kaza Tehlikesi Talimatı”dır. Önlemler, diğer
büyük kazalara uygulandığı şekliyle, bir "büyük kaza" olan su kirliliğine de
uygulanır. Bu politika alanları arasında genel bir uyumluluğu sağlama zorunluluğu
dışında, bu yönüyle suyla ilgili çerçeve hazırlığıyla birleştirilmesine gerek yoktur.
2.7 Yaşam Ortamları ve Kuşlar Talimatı (92/43/AET ve 73/409/AET)
Amacı: Topluluk içindeki biyolojik çeşitliliğin muhafazasını temin etmektir.
Belirgin özellikleri: Talimatlarda, korumalı alanların seçilmesi ve uygun yönetimi
istenir. Buna, kirlilikten kaçınma ve ilgili olan yerlerde, su seviye ve su
kalitelerinin muhafaza edilmesi de dahildir.
Yorumlar: Çerçeve Talimatı uyarınca gerekli olan entegre su yönetimi planlarının,
bu talimatlar ve benzer ulusal yasalar uyarınca belirlenen alanları tanıma
zorunluluğu vardır.
2.8 Çevresel Etki Değerlendirmesi Talimatı (85/36/AET)
Amacı:
Çevre
konusunda
yeni
geliştirme
projelerinin
etkisi,
planlama.
Muvafakatinin verilmesinden önce değerlendirmeyi sağlamaktır.
Belirgin özellikleri: Talimatta, çevre üzerine önemli ölçüde etkisi olabileceği
düşünülen belirli projelerin çok kapsamlı çevresel faktörlere (insanlar, flora, fauna
ve su) göre etkilerinin değerlendirilmesi istenir.
Geliştirme muvafakati verilmeden önce ilgili birimlerin, resmi ve ilgili kuruluşların
görüşleriyle birlikte konu hakkındaki bütün bilgileri toplaması gerekir.
Yorumlar: Komisyon, eklerin kapsamını genişletmek amacıyla tasarlanan talimatın
(GOM (93) 575 son şekli) revize edilmesini teklif etmiştir. Konsey, bu teklifle
ilgili ortak bir noktaya ulaşmıştır. Komisyon ayrıca, Çevresel Etki Değerlendirmesi
Talimatı ilkelerinin çevre hususunda önemli bazı plan ve programların etkilerini
kapsayacak şekilde genişletilmesi üzerine bir teklif hazırlamayı da düşünmektedir.
2.9
Kimyasal
Maddelerin
Sınıflandırılması,
Etiketlenmesi
ve
Risk
Değerlendirmesini Kapsayan Yasa
Amacı: Kirliliğe neden olabilecek sanayi maddelerinin risklerini değerlendirmek ve
piyasaya arzını düzenlemektir.
57
Belirgin Özellikleri: Yasa, tehlikeli maddelerin sınıflandırılması ve etiketlenmesi
hususunda
çerçeve
kurallarını
belirleyen
bazı
talimat
ve
tüzükleri
içerir
(67/548/AET, 793/93/AET, 78/63İ/AET ve 38/739/AET). Ayrıca, yeni ve mevcut
kimyasal
maddelerin
riskinin
değerlendirilmesi
hususunda
iki
önemi
de
içermektedir (93/67/AET Talimatı ve 1488/94 Tüzüğü). Bu yasalarla elde edilen
değerlendirme bilgileri ve deney sonuçları, genellikle su kirliliği ve akva tik
ekosistemler dahil olmak üzere kirlilikle ilgili diğer bir grup yasadaki faaliyetleri
başlatmaktadır.
Yorumlar: Yasanın bu kısmı bu bildiride tartışılan hususlardan etkilenmemektedir.
Topluluğun Su Politikası konusundaki ilkeleri Türkiye'de "su"ya ilişkin olarak
hazırlanacak her tür yasal düzenlemeye yansıtılabilecek özellikte ve esnekliktedir.
Ancak; entegre su yönetimi ve giderek nehir havzası yönetimi konusunda Fransa su
yönetimi incelemelerinde yer alan kuşkuların ve sakıncaların aynen Avrupa
Topluluğu Su Yönetimi’nin tıpa tıp örnek alınmasında da geçerli olacaktır, Avrupa
ülkelerinin kabul ettiği ve mevzuatında yer alan talimatların ise "Çerçeve Yasa"
niteliğinde olması gereken "Su Yasası’nda" yer almasının, daha başka bir deyişle;
Casuistique bir metotla Su Yasası’nın düzenlenmesinin "Çerçeve Yasa" niteliğini
yok edeceği de bir gerçektir. Avrupa Topluluğu mevzuatında yer alan bu
talimatların ülkemizde Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nde ve 2560 sayılı yasaya
istinaden
çıkarılan
Yöresel
Su
kaynaklarını
Korunma
Yönetmelikleri’nde
muhakkak yer alması gerekmektedir.
2.7 BREZILYA SU KAYNAKLARI POLİTİKASI (8 Ocak 1997 Tarih ve 9433
sayılı kanun)
Brezilya Su Yasası’nın 1. maddesinde ve ulusal su politikasının esasları şöyle
tespit edilmiştir:
1) Su, kamu malıdır.
2) Su ekonomik değer olan sınırlı doğal bir kaynaktır.
3) Herhangi bir yokluk anında su kaynakları kullanımında öncelik, insanların
kullanımına ve hayvanların sulanmasına verilmiştir.
4) Su Kaynakları Yönetimi suyun çok amaçlı kullanımına müsaade etmelidir.
5) Ulusal Su Kaynakları Politikası’nın yerine getirilmesinde ve Ulusal Su
Kaynakları Yönetim Sistemi’nin uygulanmasında nehir havzaları esas alınır.
6) Su Kaynakları Yönetimi merkezileştirilmeli ve bu kaynakların yönetimine
kullanıcıların, ilgili kuruluşların ve hükümetin katılımı olmalıdır.
58
Bunun dışında Türkiye'de çıkartılacak bir yasaya örnek olması bakımından kamuya
ait suların ekonomik bir mal olarak ele alınması ve kullanıcıya onun gerçek
değerini vermesi gerektiğini belirtmek açısından da ve tasarruflu kullanımı da
getirerek olan ücretli su kullanımı ilkesinin ele alınması gerekmektedir.
Ancak; Brezilya’nın federal bir devlet oluşu, ırmaklarının Türkiye'ye göre çok
büyük havzalar oluşturması, nehir bazında havza yönetimini gerektirmiştir. Daha
önceki bölümlerde; örneğin Fransa Su Yönetimi ve Avrupa Topluluğu Su
Politikası'nın değerlendirmelerinde belirtilen sakıncalar Brezilya Su Yasası’nın
örnek alınmasında da söz konusu olabilecektir.
2.8 İSRAİL SU YASASI
1) Sınırlı su kaynaklarına sahip olan İsrail’de, su kaynakları yönetimi ülke
kalkınmasının en önemli unsurlarından biridir. Su kaynakları devletin kontrolü
altındadır, kamu malıdır ve ülkenin gelişimi ve insanların ihtiyaçlarına göre tahsis
edilmelidir.
2) Su konusundaki İsrail Parlamentosu (Knesset)’nun sorumluluğu Tarım
Bakanlığı’na devredilmiştir. Bakanlık, su kanunlarındaki usullere istinaden
uygulama yapmakla sorumludur. Tarım Bakanlığı’nın alt birimi olan Su
Müfettişliği vardır. Müfettişi hükümet atamaktadır.
3) Karar verici mekanizma olarak Su Kurulu vardır. Kurul üyelerinin 2/3 ü halkın,
1/3’ü hükümetin temsilcileridir.
Kurula Tarım Bakanı ve Su Müfettişi başkanlık eder. Bunun dışında; su komisyonu,
hidrolojik servis, tahsisler ve lisans bölümü, geliştirme bölümü, planlama bölümü,
su kalitesi ve atık su bölümü, toprak koruma ve drenaj bölümü, ekonomik bölüm,
yasal büro, idare ve organizasyon birimi, drenaj havzasının işletilmesi, kirliliğin
önlenmesi, göl kıyılarına dikkat edilmesi, danışmanlık ve kontrol işlerinden
sorumlu olan kinneset yönetimi, dengeleme fonu, su işlerine değerlendirme
komitesi, statü planlama komitesi bölümsel kurul gibi alt organlarla İsrail Su
Yönetimi çok karmaşık bir yapıya sahiptir.
Hazırlanacak bir "Su Yasası" için örnek alınacak özellikleri özetle şöyle
sıralanabilir;
1) Su kamunun malıdır ve devletin kontrolü altındadır.
2) Su ekonomik bir değerdir ve kullanıcı ücret öder.
3) Su tahsisleri; yıllık üretim ve kullanma izni her üreticiye ve su kullanmasına
verilir, ülkede çoğu bölge, su tüketiminin belirlenen oranlarda sınırlı olduğu yerler
59
tahsisli bölge olarak ilan edilir, su ücretleri, üretici, temin edici ve tüketici
arasında su kullanımından dolayı belirlenmiş olan bir fiyattır, ücret tarife ile
belirlenir.
4) Su kalitesinin korunması, su kalitesi konusunda gözlemler yürütülmesi, çevrenin
korunması, atık su metotlarının koordinasyonu ve veri toplanması, atık suların
arıtımı ve tekrar kullanımı ile ilgi olarak veri toplamak su kalitesi ve atık su
bölümünün görevidir, bu bölümün Sağlık ve Çevre Bakanlıkları ile koordineli
olarak su kalitesini gözlemler.
2.9 GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ SU POLİTİKASI
(yeni ulusal su politikaları hakkında hükümetin resmi görüşü) Güney Afrika
Cumhuriyeti'nde su, bölünmez bir ulusal kaynak olup, "Ulusal su kaynakları
nicelik, nitelik ve güvenirliğinin yönetimindeki amaç, toplumun bu kaynakların
kullanımından optimum, uzun vadeli, çevre açısından sürdürülebilir sosyal ve
ekonomik faydalar sağlamaktır".
Güney Afrika’da yeni su politikasının bireyler açısından eşitlik getirmesi esastır.
Cumhuriyetin geçirmiş olduğu ırk ayırımı politikasından sonra bu husus önem
kazanmaktadır. Dolayısıyla "su hizmetlerine ulaşımda eşitlik, su kaynaklarına
ulaşımda eşitlik, su kaynağının kullanımından elde edilen faydalara ulaşımda
eşitlik" optimum kaynak kullanımı ve muhafazası ile birlikte büyük önem
kazanmaktadır.
Politikaya hakim olan önemli kavramları "optimum", "çevresel sürdürülebilirlik" ve
"sosyal ve ekonomik fayda"dır.
Güney Afrika'nın kıt su kaynaklarının uygun kullanımının idaresi, korunması ve
belirlenmesinde
"kamu
güveninin"
koruyucusu
olarak
hükümetin
rolünün
benimsenmesi yeni su yönetimi yaklaşımının esasını oluşturmaktadır. Bu şekil yeni
su yasasının temeli olacaktır.
Kamu güveninin ana fikri; su kaynaklarının halka ait yönünü ve bu kaynaklara adil
ulaşımını temin etme zorunluluğunu dikkate alarak, Güney Afrikalıların hepsinin
yararına ulusal hükümetin su kullanımını düzenleme sorumluluğu olmasıdır. Bunun
esası, bu kıt kaynakların kamu yararına faydalı bir şekilde kullanılmasının temin
edilmesidir.
Geleneksel olarak, kamu güveni, örneğin; kano taşımacılığı gibi halkın nehirleri
rekreasyonel kullanım hakkı dahil olmak üzere halkın suya ulaşımını korumuştur.
Güney Afrika mahkemeleri tarihi halkın bu haklarına çok dar açıdan bakarken,
60
hükümetin kamu güvenine dair yenilenen taahhüdü; Güney Afrika Hukuku’nun
kaynağına döneceği ve kamu hakları konusunda geniş maksatlı bir anlayışı
benimseyeceğidir.
Ulusal hükümet kamu güveni yükümlülüklerini şu şekilde gerçekleştirmeyi taahhüt
etmektedir:
— Temel evsel ihtiyaçlar için yeterince suya ulaşımı garanti ederek,
— Çevre ihtiyaçlarının karşılanmasını temin ederek,
— Su çevriminin (kaynağın sürdürülebilirliğinin ve yenilebilirliiğinin bağlı olduğu
süreç) birbiriyle bağlantılı yapısını dikkate alarak,
— Su havzaları arasındaki suyun naklini temin ederek,
— Güney Afrika'nın komşularına karsı yükümlülüklerine saygı göstererek,
— Halkın suyunun koruyucusu olma taahhüdünü yerine getirerek.
Bu nedenle, kamu güveni, su kaynaklarının yönetimi, korunması ve su kullanımının
düzenlenmesinde ulusal hükümetin sorumluluklarına dikkat çekilmektedir. Bu
husus yeni Su Yasası’nın ana kavramı olacaktır.
Kamu güveni fikri Güney Afrika Hukuku’nda yeni bir kavram değildir. Güney
Afrika Mülkiyet Hukuku’nun köklerini aldığı Roma Hukuku’nda bu husus mevcut
olup, genellikle nehirler, denizler ve deniz kıyısı ile ilgili hakların belirlenmesinde
kullanılmaktaydı.
Kamu güveni ayrıca uluslararası acıdan da kabul gören bir kavramdır. Örneğin;
Amerika Birleşik Devletleri'nde göller gibi iç su kaynaklarını suyun kamu güvenine
tabi olmasını esas alarak korumak amacıyla, mahkemeler özel su haklarını iptal
etmiştir. Bu durum kamu güvenine dair Roma Hukuku prensibini teyit etmektedir;
Kamu güveni, kamu amaçları için kamu mülkiyetini kullanmada yalnızca devletin
gücünü esas almamakta, ayrıca halkın ortak zenginliği olan nehirler, dereler, göller,
bataklıklar, gelgit arazileri ve deniz kıyılarının korunmasını devletin yükümlülüğü
altına almaktadır.
2.10 MEKSİKA SU YASASI VE SU YÖNETİMİ
Ulusal sular hakkındaki bu kanun Birleşik Meksika Anayasası’nın 27. maddesine
uygun olarak kaleme alınmıştır. Kanunun amaçları, su kaynaklarının tüketimini,
kullanımını, gelişimini, dağıtımını ve kontrolünü düzenlemenin yanı sıra, bu
kaynakların kapsamlı ve süregelen gelişim amacı ile miktarlarını ve kalitelerinin de
korunmasını sağlamaktadır.
Bu hükümler, ister yüzey suyu, ister yer altı suyu olsun bütün ulusal sulara
61
uygulanmaktadır. Bu amaçlar için kanunda sözü edilen tanımlar ise şöyle
sıralanabilir;
I. "Ulusal sular": Birleşik Meksika Anayasası’nın 27 (5) maddesi uyarınca millet
tarafından sahip olunan sulardır.
II. "Akif er": Yer altı suyunun depolanmasına veya çevrimine sebebiyet veren
jeolojik formasyonlardır. Bu tür jeolojik formasyonlardan yer altı suları kullanım
için çekilebilir.
III. "Akarsu Yatağı": Selleşmeye yol açmaksızın maksimum miktarda suların
akmasına müsaade edebilen gerekli kapasiteye sahip doğal veya suni kanallardır.
Aşırı akım olduğu zaman, suyu kontrol edici yapılar inşa edilmediği takdirde doğal
kanal, yatak olarak anlaşılacaktır.
IV. "Hidrolojik Havza": Suların, bir tek nehir tarafından oluşturulan nehir yatakları
ağı aracılığı ile denize boşaldığı alanı ifade eder veya sular denize boşalmasa bile
suların diğer kesimlerden farklı kendi başına bir sistem oluşturduğu sahalardır.
Akifeleri ile birlikte havza, su yönetimi amaçları için temel birimi meydana
getirmektedir.
V. "Komisyon": Ulusal Su Komisyonu, Tarım ve Su Kaynakları Sekreterliği altında
yerinden yönetim icra eden yetkili bir birimdir.
VI. "Standartlar": Ulusal suların korunması ve kalitesine atıfta bulunan Federal
Önlemler ve Standartlar Kanunu ile Ulusal Mülklere değinen 113. maddeyle
uyumlu olarak Komisyon tarafından yayımlanan resmi Meksika Standartlarını ifade
etmektedir.
VII. "Birey veya Kurum İş Birliği": Bireyler, topluluklar, birlikler, şirketler ve
diğer kurumlar kanun tarafından belirlenen yasal statüye sahip olarak kanun ile
belirtilen sınırlar içinde ve şeklinde iş birliği yapmaktadırlar.
VIII. "Yamaç Bölgesi": Akarsu yatağına bitişik 10 metre genişliğinde şerit halinde
uzanan veya maksimum su seviyesinden yatay olarak ölçülen, akarsu depozitlerini
içeren kısımdır. Yamaç genişliği 5 metre veya daha az genişliğe sahip olan nehir
yatakları için bu bölge 5 metre olabilir.
Maksimum su seviyesi hesaplaması şimdiye kadar yapılan düzenlemelerle uyumlu
olarak Komisyon tarafından belirlenen maksimum kret seviyesi temel alınarak
belirlenmektedir.
Nehirler için yamaç şeritleri menfanın 100. metresinden, suların denize boşaldığı
noktaya kadar olan kesim olarak sınırlandırılabilir.
IX. "Su Temini ve Kanalizasyon Sistemi": Halka su temin hizmetlerinin
62
yapılmasına müsaade eden çalışmaların bütünüdür, bu çalışmalar halk sağlığını
koruma tedbirlerini, suyun isalesini, atık suların arıtmasını, tanzimini ve deşarjını
içermektedir.
X. "Tüketim Kullanımı”: Aktiviteleri yerine getirmek için belirli kalitede tüketilen
su hacmidir. Belirli kalitede çekilen su hacminden, deşarj edilen diğer kalitedeki
hacmin çıkarılması ile hesaplanmaktadır. Bu miktar ilgili ruhsatta belirtilmektedir.
XI. "Hane Halkı Kullanımı": Hane halkının ihtiyaçlarını kendilerini memnun
edecek tarzda karşılamak için gerekli suyun kullanımını belirtmektedir.
XII. "Göl, Lagün veya Koy": Düzenli maksimum kret kotu yüksekliği ile
sınırlandırılan ulusal suların doğal rezervuarlarını ifade etmektedir.
XIII. "Tampon Bölge": Şimdiye kadar ki düzenlemelerle uyumlu olacak şekilde
belirlenen, su yapılarının korunması, uygun isletilmesi ve denetlenmesi için
Komisyon tarafından her bir durum için kapsamı belirlenen bu tür su kontrol
yapılarına, barajlara komşu şerit halindeki araz i parçasıdır.
Su Yönetimi
Su kaynaklarının yönetimindeki ve bu kaynakların kamu malı olduğu hususundaki
yetki Federal icra Bürosunun sorumluluğundadır. Büro bu sorumluluğunu ya
doğrudan ya da Komisyon aracılığı ile uygulanmaktadır.
Bu kanunun uygulanması ile uyum arz eden amaçlar için Federal icra Bürosu,
federal yetkili hükümetler ve belediye çalışmalarının koordinasyonunu teşvik
edecektir. Büro bunu yaparken bu kuruluşların yetkileri hususunda ön yargılı
olmayacaktır.
Aynı şekilde Federal İcra Bürosu, su çalışmaları ve hizmetlerinin inşasında ve
idaresinde su kullanıcılarının ve özel kurumların gerekli olduğu hususunu
vurgulayacaktır,
Federal İcra Bürosu:
I. Kullanıcıların katılımı ile uyumlu olacak şekilde ulusal sular üzerindeki
sınırlamaların belirlenmesi ve kaldırılması konularında hükümler yayımlar.
II. Kullanıcıların katılımı ile uyumlu olacak şekilde, yüzey suları ile birlikte yer
altı sularının serbestçe çekimini de içerecek şekilde kullanımlarını düzenler.
III. Kamu yararı için kamulaştırma yapıldığı zaman, sulama alanlarını tesis eder.
IV. Kamu yararı söz konusu olduğunda, kamulaştırma, menkullerin tamamen veya
kısmen geçici alıkonulması veya hakların sahipliği üzerindeki sınırlamalarla ilgili
oları hükümleri yayımlar.
63
V. Kanunun verdiği diğer yetkileri uygular.
Aşağıda belirtilen hususlar kamu yararına olacak şekilde duyurulur:
I.
Kamu
su
işleri
ve
ilgili
hizmetlerin
inşası,
işletilmesi,
korunması,
rehabilitasyonu, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için gerekli olan sabit malların
kullanılması veya elde edilmesi ve diğer faaliyetlerin, gayrimenkullerin ve gerekli
iletişim kanallarının elde edilmesi ve kullanımı.
II. Havzaların, akiferlerin, nehir yataklarının, su kütlelerinin ve ülkenin sahip
olduğu diğer kaynaklar ile su temini için su içeren yer altı tabakalarına suyun
süzülmesinin korunması, iyileştirilmesi ve muhafaza edilmesi, bir havza veya su
bölgesinden diğerine suyun yönlendirilmesi.
III. Kamu hizmetlerinde kullanılması için elektrik enerjisi üretmede ulusal suların
kullanımı.
IV. Ulusal yüzey ve yer altı sularının hidrolojik dengesinin halkın kullanımı için
uygun
olsun
diye
çekim
limitlerinin,
yasaklamaların,
rezervlerin
ve
su
kullanımındaki değişimlerin yeniden belirlenmesi.
V. Atık su arıtma tesislerinin hizmete açılması ve bu tür suların tekrar kullanılması
için alınan önlemlerin yerine getirilmesinin yanı sıra su kirliliğinin önlenmesi ve
kontrolü için gerekli tesislerin inşası.
VI. Sulama alanları veya drenaj birimleri ile uyumlu olacak şekilde tesislerin
kurulması ve sulama veya drenaj alanlarının belirlenmesi için gerekli diğer sabit
malların ve arazilerin elde edilmesi.
VII. İnsanlara veya tesislere tehlikeli olabilecek aşırı meteorolojik olayların
etkilerinin zararlarının karşılanması ve önlenmesi.
VIII. Ulusal suların miktarını ve kalitesini ölçmek için gerekli ekipmanların
kurulması.
Ulusal Su Komisyonu:
Tarım ve Su Kaynakları Sekreteri'ne aşağıda belirtilen huşular için yetki
verilmiştir:
I. Federal İcra Bürosu’na ülkenin su politikasını önermek.
II. Komisyon’un Teknik Konseyi’nin başkanı olarak görev yapmak.
III. Yasal hükümlerle özellikle görevlendirildiğinde su konularında karar verme
(yargılama) hakkına sahip olmak.
Komisyon şu hususlarda yetkilendirilmiştir:
I. Su konularında bu kanun tarafından verilen yetkileri federal yargılama hakkı
kapsamı içinde uygulamak. Burada Federal İcra Bürosu tarafından doğrudan
64
uygulanacak olan yetkiler hariç tutulmuştur.
II. Ulusal su programının belirlenmesi, revize edilmesi ve yerine getirilmesinin
gözlenmesi.
III. Ulusal
suları ilgilendiren hususlarda federal hükümetin çalışmalarında
birliktelik ve istikrarı temin eden kriterleri, prensipleri ve tüzükleri önermek ve her
bir program ile bu programın yerine getirilmesi için kaynak tahsisi arasında
istikrarı temin etmek ve gözlemek.
IV. Su temini ve kanalizasyon sistemlerinin, halk sağlığını koruma tedbirlerinin, su
arıtma tesislerinin ve tekrar kullanım sistemlerinin, sulama, drenaj, sel kontrol ve
koruma sistemlerinin gelişimini teşvik etmek ve desteklemek, uygun olduğu
takdirde, Komisyon’un hüküm vermeye yetkili olduğu konu kapsamına giren
hizmetlerin sağlanması için anlaşmalar yapılması veya imtiyazlar teşvik edilmesi
veya üçüncü şahıslar ile aynı fikirde olunması.
V. 113. maddede bahsedilen ulusal su kaynaklarının ve gayrimenkullerin yönetimi
ve muhafaza edilmesi, havza yönetiminin yanı sıra ulusal su kaynaklarının ve
gayrimenkullerin kalitelerinin korunması ve kontrol edilmesi.
VI. Doğrudan veya üçüncü şahıslarla yapılan anlaşmalar veya onlara verilen
imtiyazlar aracılığı ile federal su kontrol yapılarının programının, çalışmasının,
inşasının, işletilmesinin, korunmasının ve bakımının yapılması, ayrıca suyun
gelişimi ve suyun kalitesinin muhafaza edilmesi için yapılacak olan işlemlerin
yerine getirilmesi.
VII. Bu metinde bahsedilen imtiyazlar, teşvikler ve müsaadeler için ruhsatlar
vermek, su haklarının kamu tescilini muhafaza etmek ve hakları tanımak.
VIII. Burada anlatılanlarla uyumlu olacak şekilde su ile ilgili konularda ortaya
çıkan anlaşmazlıkları çözmek için kullanıcıların ricası üzerine hakem olarak
aracılık yapmak ve gerekli olduğunda hizmet etmek.
IX. Hidrolojik çevriminin bütün safhalarında suyun muhafaza edilmesini ve suyun
randımanlı kullanımını teşvik etmek, suyun hayati derecede önemli ve az bulunur
bir kaynak olduğunun dikkate alınarak ortaya konulmasını sağlamak.
X. Federal Mali Yasa ile uyumlu olacak şekilde idari yönetim, hüküm verme, gelir
belirleme, gelir toplama, vergilendirme ile Komisyon’a tahsisi yapılan ücretler ile
aidatların incelenmesi hususunda verilen mali yetkileri uygulamak,
XI. Su ile ilgili olan bilimsel araştırma ve gelişmeleri uygulamak, teşvik etmek ve
insan kaynaklarının eğitimini gerçekleştirmek.
XII. Federal önlemler ve standartlar kanunu ile uyumlu olacak şekilde su
65
standartlarını yayımlamak.
XIII. Bu kanunun uygulanmasını izlemek, idari işlemler için adı gecen hususları
yorumlamak, yaptırımlar uygulamak, Federal İcra Bürosu’nun görev kapsamında
olmayan yetkinin verdiği işlemleri yerine getirmek.
XIV. Komisyon’a tahsis edilen kaynakların ve Komisyon’un yönetiminde teknik ve
idari hususlarda kendi kendine karar verme hakkına sahip olarak özerk
davranmasının yanı sıra Komisyon’un programlarında ve bütçesinde belirtilen
amaçların, hedeflerin ve görevlerin tam anlamıyla yerine getirilmesi için yönetimde
özerk davranmak.
XV. Her bir durumda, devletin sahip olduğu mallar ile ilgili olarak Diario Oficial
de la Federacion'da (Resmi Gazete) basılmak üzere konuya özgü resmi deklarasyon
yayımlamak.
XVI. Kanun veya tüzükler tarafından belirtilen bütün diğer fonksiyonları yerine
getirmek (Madde 10). Ulusal Su Komisyonu, Federal Müfettişlerden ve Mali ve
Kamu Kredi, Sosyal Gelişim, Enerji - Maden ve ilgili Kamu Sanayi, Tarım ve Su
Kaynakları’nda üye olanlar ile Sağlık ve Balıkçılık Sekreterleri’nden oluşan bir
Teknik Konsey’e sahiptir. Her bir unvan temsilciliği için gerekli vekıller atanabilir.
Atama uygun görüldüğü zaman, Konsey diğer federal bölümlerin, büroların
başkanlarını ve federal kurumların, belediyelerin ve kullanıcıların temsilcilerini
oturuma davet edebilir.
Madde 11. Teknik Konsey aşağıda belirtilen hususlar ile yetkilendirilmiştir:
I. Su işleri ile ilgili olan federal bürolar arasında koordine edilen çalışmalar ile
programın müsaade ettiği politika ve önlemleri görüşmek ve onaylamak.
II. Komisyon’un gelirleri, menkulleri kaynakları ve suyun yönetimi ile ilgili olarak
kendine sunulan konuları ele almak.
III.
Komisyon’un
programlarını
ve
bütçesini
görüşmek,
bunların
yerine
getirilmesini izlemek ve Genel Müdür tarafından sunulan raporları görüşmek.
IV. Komisyon tarafından borç alınması gerekli görülen yardımın şartlarının
görüşülmesini ve sonuçlandırılmasını önermek.
V. Havza konseylerinin kurulmasını onaylamak.
VI. Bu kanun veya kanunun tüzükleri tarafından belirtilen diğer aktiviteleri yerine
getirmek ve görevinin yapılması için gerekenleri uygulamak.
Federal İcra Bürosu tarafından atanan Ulusal Su Komisyonu'nun Genel Müdürü,
Komisyon’u yönetmektedir ve Komisyon’un ve idari birimlerin personelinin yasal
66
temsilcisi durumundadır. Genel Müdür aynı zamanda, Komisyon için el kitapları
yayımlatır, Onaylanan bütçenin yürütülmesini idare eder. Karar verme hakkı olan
konularda yetkilerini verebilir ve kanun ve tüzükler tarafından kendine verilen
diğer yetkilere sahiptir.
Havza Konseyleri Teknik Konsey’in kararını takiben havzalardaki çalışmaları
koordine etmek ve Komisyon, federe bölümler, eyalet, belediye bölümleri ve
büroları ile birlikte konu olan hidrolojik havzada su kaynaklarını kullananların
temsilcileri
ile
irtibatı
sağlamak
için
Komisyon
tarafından
su
yönetimini
iyileştirmek, su altyapısını ve ilgili hizmetleri geliştirmek, havza kaynaklarını
korumak için çalışmaların düzenlenmesi ve programların yapılması amacı için
havza konseyleri kurulmaktadır,
Havza konseylerinin amaçları içinde, Komisyon’un tehlike anında, ender görülen
yokluk durumunda, aşırı çekim veya koruma alanlarının ilan edilmesi anında
mevcut haklar için geçici sınırlamalar yapılması hususunda kullanıcılar ile aynı
fikirde olması hususu yer almaktadır. Böyle durumlarda hane halklarının içme kullanma amaçlı tüketimleri önceliğe sahiptir.
Kullanıcıların Organizasyonu ve Katılımı;
(Madde 14) Bu kanuna ve tüzüklerine uyumlu olacak şekilde eyalet, bölge veya
havza
bazında
kullanıcıların
katılıma
olan
gerekliliğini
desteklemek,
su
kaynaklarının kalitesini kontrol etmek. Korumak ve gelişimini iyileştirmek için
Komisyon kullanıcı organizasyonlarına sıcak bakmakta, kurulmasını teşvik etmekte
ve desteklemektedir.
Yasanın 48. maddesinden itibaren halk kuruluşlarına ve sulama birliklerine ayrılan
onuncu bölümün 6. maddeye kadar devam etmekte olup, bu denli detayın "Su
Yasası" gibi bir çerçeve yasaya alınması mümkün değildir. Öte yandan Yedinci 5
Yıllık Kalkınma Planı’nda ve hükümet programlarında yer alan "Su Kullanıcı
Birlikleri Kanunu" planda su yasasından ayrı olarak yer alması ve bu konudaki
çalışmaların ilerlemesi nedeniyle Meksika Ulusal Su Yasası’nın bu bölümünün
raporda yer almasına bir yararı da yoktur. Ancak bu kanun taslağı bugüne kadar
yasalaşmamıştır.
Meksika Su Yasası’nın diğer bölümlerinin çıkartılacak Su Yasası’nda çok geniş bir
kaynak görevi yapacağı da muhakkaktır.
67
2.11 BELÇİKA SU YÖNETİMİ
Hükümet suyu insan hakkı kabul eder.
19 Nisan 2005’de Belçika Hükümeti bir “su önergesi” kabul etti. Bu önergede içme
suyuna erişim, Belçika Anayasası’nda yer alması gereken bir insan hakkı olarak
tanınmaktadır. Önerge ayrıca içme suyu sağlanması ve sağlıklı hale getirilmesi
konusunda, suya ulaşım ve dağıtımının kamunun yetkisinde olması gerektiğine ve
gelişmekte olan ülkelere uluslararası finans ve ticaret kuruluşları tarafından kendi
su pazarını liberalleştirmeleri ve özelleştirmeleri hususunda baskı yapılmaması
konusuna dikkat çekerek, kalkınma yardımlarının belirgin bir biçimde artması
gerekliliğine değinir. Önergenin diğer unsurları kullanıcı katılımı (özellikle
kadınların), bütünleşik su kaynakları işletimi, merkezi ve yerel hükümetlerin
güçlendirilmesi, yoksulların yararına su tariflerinin geliştirilmesi ve Birleşmiş
Milletler himayesinde uluslararası bir “Su Mahkemesi” kurulması konularına
ağırlık verir.
Su Önergesi’nin kabulü 465 STK, sendika, danışma grubu ve hareketini temsil
eden, 11.11.11, Belçika’daki Flaman Kuzey Güney Hareketi Koalisyonu’nun
2003’de başladıkları başarılı kampanyanın sonucu gerçekleşmiştir. Koalisyon,
2005’deki dünya su gününde, sivil toplum grupları birliğinin de liderlerinden
biriydi ve Avrupa Topluluğu’nu gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün büyümesi
konusunda taraf olmayı bırakması ve “çalışabilir kamu su temini seçenekleri”
hususunu desteklemesi konusunda çağrı yapmıştır. Bu anlayış çıkarılacak Su
Yasası’nda yer almalıdır.
3. Yabancı Su Mevzuatlarının Ortak Yönleri:
İncelenen bütün mevzuatın ortak faydalarını özetlemek ve sıralamak gerekirse;
1) Hemen bütün ülkelerde kamuya ait suların devletin hüküm ve tasarrufunda
olduğu görülmektedir.
2) Nehir havzası bazında yönetimi kabul eden bazı ülkeler dışında (ki bunlarda da
denetim yine devletin yetkisindedir) su yönetiminin devlet tarafından yürütüldüğü
anlaşılmaktadır.
3) İnceleme yabancı mevzuatın hemen hepsinde; su kaynaklarının yararına en
uygun düzeyde en uygun kullanımı ve faydalanılmasının esas olduğu, su kalitesini
koruma ve sürdürme koşulu ile aşağıdaki önceliğe göre kullanılması gerektiği
konusunda yaklaşım birliği olduğu müsaade edilmiştir.
Bu öncelik sırası şöyle sıralanmaktadır:
a) İçme ve kullanma ihtiyacı.
68
b) Hayvanlar için doğal hayatın idamesi için gerekli su ihtiyacı.
c) Tarımsal sulama suyu ihtiyaçları.
d) Enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları.
e) Ticaret, turizm, tasıma, balıkçılık, avcılık, el sanatları ve sair su ihtiyaçları.
4) Hemen her ülke yasasına su kaynaklarını kullanım bedelini koymuşlardır.
5) Hemen her ülke su kaynaklarının koruması için "kirleten öder" ilkesini
yasalarına koymuşlardır.
6) Hemen her ülke su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanımında optimum
faydanın sağlanması için su kaynakları bilgi sisteminin kurulmasına özen
göstermişlerdir. Ekte yer alan “Su Kanunu Tasarısı Taslağı” bu anlayış ve
yaklaşımlara göre kalem alınmıştır.
4. SU YASASI ÇALIŞMALARI
Bilindiği üzere Yedinci Beş Yıllık (1996–2000) Kalkınma Planı’nın onaylandığına
ilişkin 18.7.1995 tarih ve 374 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı 25
Temmuz 1995 tarihinde 22354 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete ile yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
1–1) a) Kalkınma Planı’nın 131–134. maddelerde yer alan "e. Kırsal Altyapı"
başlıklı bölümün "c. Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler" alt başlıklı kısmında; "Su
kaynaklarının sınırlı oluşu ve bu kaynakların yer ve zaman olarak ülke düzeyinde
eşit dağılmaması nedeniyle su kaynakları yönetimi oldukça karmaşık hale gelmiştir.
Özellikle yer üstü su kaynaklarının tahsis ve kullanımına yönelik bir mevzuatın
olmayışı doğal ve ekonomik kaynakların israfına yol açmaktadır. Bu nedenle yer
üstü sularının tahsisi, korunması, sektörel ve sektörler arası kullanımının
planlanması gibi tüm hukuksal boşlukları dolduracak ve 167 sayılı Yer Altı Suları
Yasası’nı güncelleştirerek kapsayacak çerçeve nitelikte Su Yasası çıkarılacaktır.
Kamu eli ile işletilen sulama şebekelerinde, yatırımlar ile işletme ve bakım onarım masraflarının tespit ve tahsilinde ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi
amacıyla DSİ Genel Müdürlüğü'nün 6200 sayılı Teşkilat Kanunu’nda gerekli
değişiklikler yapılacaktır. İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanan Tip Birlik Tüzüğü'nün
bazı maddeleri değiştirilerek, özel nitelik taşıyan sulama hizmetlerinin yapısına
uygun hale getirilecek ve gerçekleştirme sürecinin kısaltılması için Sulama Birlik
Tüzüğü tasdikinin Bakanlar Kurulu yerine İçişleri Bakanlığı'nca yapılması
sağlanacaktır. Böylece sulama bedelinin gerçekçi baza oturtulması, geri ödemelerin
ve devrin teşvik edilmesini sağlanacaktır.
69
Tarımsal altyapı hizmetlerinin gerçekleştirilmesine faydalananların her aşamada
katılımı sağlanacak ve yatırımlar ve kaynak yaratılmasını mümkün kılacak şekilde
DSİ Genel Müdürlüğü'nün 6200 sayılı ve K.H. Genel Müdürlüğü'nün 3202 Sayılı
Teşkilat Kanunları’nda düzenleme yapılacaktır” açıklamaları yer almıştır.
l) b) Yine aynı şekilde planın 129–131 sayfalarında yer alan "e- Kentsel Altyapı"
başlıklı bölümün "c- Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler" alt başlıklı kısmında;
"Günümüzde stratejik öneme sahip yer altı ve yer üstü su kaynaklarının farklı
alanlarda rasyonel kullanımı amacıyla planlanması, yönetimi ve korunması için
kurumsal reorganizasyonu da içerecek şekilde ve su konusundaki mevzuat
dağınıklığını giderecek biçimde bir su yasası hazırlanacaktır. Bu kapsamda Devlet
Su İşleri tarafından yapılan içme suyu amaçlı yatırımların geri dönüş sistemi de
rasyonel esaslara uygun olarak yeniden düzenlenecek ve Yap - İşlet - Devret
Modeline işlerlik kazandırılacaktır" açıklamaları yer almıştır.
YILIK KALKINMA PLANI’NDA YER ALAN HUKUKİ VE KURUMSAL
DÜZENLEMELER
1- c- Kalkınma Planı’nın 253. maddesinde yer alan (7. Beş Yıllık Kırsal Altyapı)
başlıklı cetvelde ise yukarıda açıklanan hususlar teyit edilmiştir.
2- Aynı hususlar hükümet programlarında da yer almış olup, 1997 yılı programının
243. sayfasında bulunan "içme suyu amaçlı baraj yatırımlarının geri dönüşümünün
sağlanması" konusu ile plan kapsamındaki projelerden "tarımsal altyapı
faaliyetlerine çiftçi katılımının sağlanması" ve "Su Yasası’nın çıkartılması"
hususundaki çalışmaların DSİ Genel Müdürlüğü'nün sorumluluğunda yürütülmesi
29 Nisan 1997 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı APK Başkanlığı'nın
koordinatörlüğünde yapılan; DPT mensupları ile DSİ yetkililerinin de katıldığı
toplantıda kararlaştırılmıştır.
Toplantıda:
1- Yer üstü sularının kullanımında, planlanmasında ve korunmasında hukuksal
boşlukların giderilmesi,
2- Yer altı suları ile ilgili mevzuatın güncelleştirilmesi,
3- Sınıraşan suların kullanım hakları ile ilgili yetkilendirmeyi de kapsayacak
şekilde Su Yasası'nın hazırlanması" gerektiği, bunun için de;
a) Yurtiçi ve Yurtdışı ilgili mevzuatın taranması, incelenmesi, aksaklıkların tespiti
çalışmalarının yapılması için komisyon oluşturulması,
70
b) Çerçeve nitelikteki Su Yasası'nın hazırlanmasına yönelik (1997–2000) Plan
dönemini kapsayan planın hazırlanması" karar1aştırılmıştır.
Aynı toplantıda "içme suyu amaçlı baraj yatırımlarının geri dönüşünün sağlanması"
konusu da dâhil, 1053 sayılı yasada yapılacak değişiklik çalışmalarının
hızlandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar doğrultusunda DSİ Genel Müdürlüğü
bünyesinde kurulan Hukuki ve Kurumsal Düzenlemeler Komisyonu çalışmalarını
sürdürmüştür;
a– 6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Vazifeleri Hakkında Kanun’da
yapılması istenilen tadilatla ilgili çalışmalar tamamlanarak 29.07.1998 tarihinde
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na gönderilmiştir. Bakanlık bu taslağı
18.08.1998
tarihinde
bakanlıklara
görüşleri
toplamak
amacıyla
göndermiş,
bakanlıklardan alınan görüşler 23 Şubat 1999 tarihinde DSİ Genel Müdürlüğü'ne
aktarılmış ve bu görüşler doğrultusunda komisyonca revizyon çalışmaları yapılmış
ve taslağın son şekli gerekçe raporu ile birlikte Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı'na yeniden gönderilmiştir.
b– 1053 sayılı Ankara - İstanbul ve nüfusu yüz binden yukarı olan şehirlerde içme,
kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun tadilatına ilişkin çalışmalar
sonuçlandırılmış; Yedinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın 129–131 sayfalarında yer
alan "Devlet Su İşleri tarafından yapılan içme suyu amaçlı yatırımların geri dönüş
sistemini
rasyonel
esaslara
uygun
şekilde
düzenleyen"
ibaresine
uyarak
hazırlanan;" Nüfusun 250 bini Asan Kentlere İçme Kullanma ve Endüstri Suyu
Sağlanması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı" ve gerekçe raporu tarihinde Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na gönderilmiştir.
c- Su Kullanıcı Birlikleri Kanun Tasarısı; ülkemizde bulunan bütün sulama
birliklerinin temsilcilerinin ve DSİ Teşkilatı’nın işletme ve bakım uzmanlarının
katılımı ile yapılan çalışmalar sonuncu bitirilerek 13.11.1997 tarihinde Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na intikal ettirilmiştir.
Anılan
taslak
02.12.1997
tarihinde
ilgili
bakanlıklara
gönderilmiş,
ilgili
bakanlıkların taslak hakkındaki görüşleri toplanarak 23.09.1998 tarihinde DSİ
Genel Müdürlüğü’ne iade edilmiştir. Bütün bu görüşler değerlendirilmiş, bu
doğrultuda revize edilip son şeklini alan yasa taslağı tarihinde Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı'na gönderilmiştir. Bu taslak Başbakanlık Kararlar ve Kanunlar
Dairesi biriminde ilgili bakanlık temsilcilerinin katılımı ile TBMM’ne sunulacak
hale getirilmiş, ancak Başbakanlık Müsteşarlığı’nın nedenini bilemediğimiz
gerekçeleri ile senelerce bekletilerek 2007 yılında DSİ Genel Müdürlüğü’ne iade
71
edilmiştir. Bütün bu görüşler değerlendirilmiş, bu doğrultuda revize edilip son
şeklini alan yasa taslağı tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na
gönderilmiştir.
II. Bilindiği gibi 15 Kasım 1993 tarih ve 23524 (mükerrer) Resmi Gazete’de
yayımlanan 1999 yılı programının 200. sayfasında bulunan "Altyapı Hizmetlerinde
Yapısal Değişim Projesi" başlıklı cetvelde; açıklama sütununda aynen şu ibareler
yer almıştır; "Sulama amaçlı kullanım başta olmak üzere özellikle yer üstü
sularının tahsisi, korunması, kullanımının planlanması konularındaki hukuksal
boşlukların giderilmesi ve yer altı suları ile ilgili mevzuatın güncelleştirilmesi
amacıyla çerçeve nitelikli yasanın hazırlanmasına yönelik; 1998 yılında başlatılan
ilgili diğer yasaların, teşkil edilen komisyonlar aracılığı ile incelenmesi çalışmaları
sürdürülecektir” ibaresi doğrultusunda ülkemizde meri olan ve "suyu ilgilendiren
tüm mevzuat taranmıştır. Bu çalışmadan sonra başta Avrupa Topluluğu'nun ilgili
komisyonunca hazırlanan Avrupa Topluluğu Su Politikası Raporu olmak üzere;
Meksika Ulusal Su Yasası, Danimarka Su Yasası, Fransız Su Yönetimi Mevzuat,
Güney Afrika Cumhuriyeti Yeni Ulusal Su Politikaları hakkında hükümetin resmi
görüşü, Brezilya Su Yasası, İsrail Su Mevzuatı, Birleşik Krallıkla Su Hizmetleri
Yönetimi, Almanya'da Su Kaynakları Yönetimi Mevzuatı ve İspanya Su Yasası
Türkçe çevrilerek incelenmiştir:
1. Yapılan değerlendirmede; tercüme edilen tüm ülke mevzuatlarının kaynak
olabileceği ancak, ülkemize benzerlikleri açısından İspanya, Meksika ve İsrail'in su
ile ilgili mevzuatının, hazırlanacak olan "Su Yasası" için öncelikle dikkate alınması
gerekeceği;
2. Yapılacak olan çalışmada Avrupa Topluluğu Su Politikası'na ait mevzuatının
Avrupa Topluluğu’na uyum çerçevesinde düşünülerek, dikkate alınması gerektiği,
3. 1968 yılında yine DSİ tarafından hazırlanan "Su Yasası Tasarısı"nın da
incelenmesi ve yeni hazırlanacak olan metne alınabilecek bölüm veya konuların
belirlenmesine gerek duyulduğu;
4. Tasarı taslağı metninin, çerçeve yasa niteliğinde geliştirileceği öngörülerek bir
dispozisyon içinde kaleme alınmasının uygun olacağı,
5. Hazırlanacak taslağın 6200, 167 ve 1053 sayılı yasaların muhteviyatını da
kapsayacak şekilde kaleme alınması gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bütün bu
çalışmaların bitiş süresi 1999 Raporu’nda plan dönemi olarak belirtilen 2000
yılının sonudur. Bu takvim içerisinde ve yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda
hazırlanan çerçeve nitelikteki "Su Kanunu Tasarısı Taslağı" ve gerekçe raporu
72
ilişiktir (EK–1).
III. Su Yasası Taslağı’nın hazırlanmasından önce yapılan çalışmalar sonucu
öncelikle ülkemizde sularla ilgili mevzuat taranması yapılmış daha sonra seçilen
yabancı ülke mevzuatı Türkçe’ye çevrilmiştir.
KAYNAKÇA
1. LEY 29'1985 De Aguas ESPANA The Water Act Of August 2, 1985
2. Water Management In France
3. Communication From The Commisıon To The Council And The European Parliament
(European Community Water Policy)
4. Government Of Brazil Establishes The Natıonal Water Resoılce Policy (Law No. 9, 433 Of
Januarv 8, 1997)
5. The Water Law (lsrael) Mınıstry Of Agricultrure - Water Commission
6. Water Sııpplv Act (Act. No 299. Of 8th June 1978) The Mınıstrıy Agency Of
Environmental,Denmak
7. White Paper On a National Water Policy For Soııth Africa (Department Of Water AffCllrs
And Forestrv)
8. National Water Law - December 1997 (Mexico)
9. Euromediterranean Workshop On lnstifuonal, Finascwl And Econumıc Aspects In The
Management Of Water Supplv And Sanitation Services:
a. Water Services Management In The Unıted Kıngdom - Paper by Andrew Semple)
b. Organizatıonal And Instutational Aspect of Water Resources Management In Gerjjlanv J. Jedlifschka
c. Implementation Of Water Resources Policy In Germany J. Jedlitschka (Jeoloji Yüksek
Mühendisi Ahmet Sargm ingilizce çevirilerle yardım etmiştir.)
10. Kamııran Gürün: Anlaşmalar ve Su Haklarz (Makale)
11.. Özdemir Özbay 1995 yılı Su Etkinlikleri, Tarımda Su Yönetimi ve Çiftçi Katılımı
Sempozyumu “Ülkemizde su ve Toprak Kaynaklarının Kullanımı ve Korunmasında Mevcııt
Yasal Durıım" TMMOB - Ziraat Mühendisleri Odası Yayını - Haziran 1995 - Ankara
73
BÖLÜM III
DÜNYA BANKASI’NIN TÜRKİYE İÇİN SKY MODELİ ÖNERİSİ
Yaklaşık bir sene önce Dünya Bankası uzmanları tarafından DPT ve su
kaynaklarının geliştirilmesi ile ilgili kurum ve kuruluşlarla yapılan kapsamlı
görüşmeler ve araştırmalar sonrasında bir rapor hazırlandı. "Irrigation and Water
Resource with a Focus on Irrigation Prioritasition and Managament - July
2006"başlıklı raporda çok çarpıcı değerlendirmeler ve iddialara yer verildi
Bu raporda, Türkiye'nin su kaynakları potansiyeli ve su kaynaklarının ve sulama
sistemlerinin
geliştirilmesinden
sorumlu
kurum
ve
kuruluşlarla
ilgili
değerlendirmeler ve öneriler yer aldı. Türkiye'nin yer altı ve yer üstü su kaynakları
potansiyeli ve bu potansiyelin kullanılması konusunda detaylı incelemelerin
sonuçlarının da yer aldığı raporda su yasası ve kurumsal yapı düzenlemeleri
konusunda öneriler de bulunmaktadır.
Dünya Bankası'nın Türkiye'nin Su Yasası ve su kaynakları kurumsal yapısının
geliştirilmesi ile ilgili çalışmalara büyük katkı koyabileceğinin ileri sürüldüğü
raporda bu konuda şöyle bir öneriye de yer verildi:
"Dünya Bankası, yeni su yasası ve ilgili kurumların yeniden oluşturulması üzerine
bir ulusal konferans düzenlenmesi konusunda hükümete yardımcı olabilir. Bu
konferans su kaynaklarının geliştirilmesi konusunda benzer deneyimlere sahip
Fransa, ABD, İngiltere, İspanya, Güney Afrika, Avustralya ve Almanya gibi
ülkelerin hükümet ve ilgili kurum temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşebilir. Bu
çalışmaların sonucu olarak, Türkiye'nin su kaynakları yönetimi konusunda bir
görüş birliğine varılabilir ve bu doğrultuda bir uygulama planının tespit edilmesi
mümkün olabilir" .
Dünya Bankası'ndan Türkiye için Su Yönetim Modeli Önerisi
Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan Temmuz 2006 tarihli "Irrigation
and Water Resource with a Focus on Irngation Prioritasition and Managament"
başlıklı raporda "Yeni Bir Su Kaynakları Yönetimi Kurumu İçin Öneriler" bölümü
de yer almaktadır. Bu bölümde, Ulusal Kalkınma Planı’ndaki yaklaşımlardan yola
çıkılarak
"Planlanacak
havzalarında
değişen
su
kaynaklarının
tüketim
entegre
taleplerini
bir
yaklaşımla
karşılayabilecek
ve
nehir
esneklikte
geliştirilmesine yönelik ve ilgili kurumlar arasında güçlü ve yapısal koordinasyon
sağlayacak şekilde düzenlenmiş faaliyetlerin gerçekleştirebilecek bir yapıya olan
ihtiyaçtan söz edilmektedir. Raporda, "Bu kapsamda su kaynakları yönetimini odak
74
noktası olarak alacak, mevcut ve gelecekteki durumları ele almak için yeterli yetki
ve kaynaklara sahip güçlü bir merkezi kurum gereklidir. Bunun için ilk adım
Avrupa Su Çerçevesi Direktifi temelinde yeni bir Su Kanunu’nun hazırlanması ve
yürürlüğe konulmasıdır. DSİ 'nin kuruluş yasası olan 6200 sayılı kanun bu kuruma
nehir havzası su kaynakları yönetimi için açıkça sorumluluk vermemektedir. DSİ
bu kanunla su kaynaklarım geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Bu kanunun kabul
edildiği ve su kaynaklarının az gelişmiş, nüfus ve su talebine oranla bol olduğu
1954 yılında bir öncelikli. Yarım yüzyıl sonra yeni bir kanun zamanı gelmiştir.
Yeni kanun su kaynaklan yönetimi için yetkiyi merkezileştirmeli ve yer üstü ve yer
altı su kaynaklarının kullanımı ile ilgili ruhsatlandırma, düzenleme ve kontrol için
yasal
yetki
tanımalıdır.
Kanun,
nehir
havzası
yönetimi
kavramını
da
tanımlamalıdır. DSİ, bu görevi yürüten kurum olma potansiyeline sahiptir. Ancak
yetki alanını su kaynakları kullanımından su kaynakları yönetimi ve düzenlemesine
kaydırmalıdır. Bu konuda bir alternatif ise, DSİ 'nin bazı bölümlerini ve işlevlerini
ayırarak su kaynakları yönetiminden sorumlu ayrı bir kurum tesis etmek olabilir.
Bu kapsamda:
a)Su Kaynakları Yönetimi, (SKY)
b)Planlama, Tasarım ve Yapım (PT&Y)
c)İşletim ve Bakım (İ&B)
Görevlerinin tümü hem genel müdürlük hem de bölge müdürlükleri düzeylerinde
bir Su Kaynakları Yönetim Dairesi kurularak DSİ bünyesinde ele alınabilir Ancak
birçok ülke bunun yerine ayrılmış bir model uygulamaktadır. Bu modelde su
kaynakları yönetimi işlevleri uygulamaya yönelik olan birimlerden daha ayrı bir
kuruluştadır. Bunun amacı kısmen su kullanımı tahsisinde ve hassas paylaşım
kararlarında objektifliği korumaktır. Birçok ülkede bu kurum Çevre Bakanlığı
bünyesindedir. Ancak bu yönde karar alınırsa, su kaynakları planlaması, yönetimi
ve düzenleme sorumluluklarını uygulayabilecek yeterli yetkiye sahip olması için,
ilk yıllarda Su Kaynakları Yönetim Dairesi'nin diğer kurumlar üzerinde yani
Başbakanlık bünyesinde olması önerilir. Ancak hangi karara varılırsa varılsın DSİ
kadrolarının yanı sıra önemli miktarda personelin işe alınması ve yetiştirilmesi
gerekecektir" denmektedir.
Dünya Bankası'ndan su kaynakları geliştirmesine yönelik mevcut durum analizi
yüksek enflasyon, yatırımlara ayrılan kaynağın sınırlı olması nedeniyle işin yavaş.
ilerlemesi ve zamanından çok geç bitirilmesi kabul edilir bir hal almıştır. Bu
nedenle:
75
1. Bütçe disiplini yoktur. Bir proje veya bir bölümü öncelikli fon tahsisi için
seçildikten sonra zamanında tamamlanması için fon tahsisi etme konusunda bir
yaklaşım disiplini yoktur. Birkaç istisna dışında projelere hızlı tamamlanmaları
için yeterli fon sağlanmamaktadır.
2. Karar alma süreçlerinde saydamlık yoktur. Kaynak tahsis kararları sübjektif
etkilere açık, saydamlıktan uzak pazarlıklarla alınmaktadır. Bu durum, geçmişte
yatırım
programlarındaki
çok
sayıda
yeni
projenin
yeterli
fon
olmadan
başlatılmasına olanak tanımıştır.
3. Yanlış önceliklendirme uygulamaları ve yanlış karar alma süreçleri projelerin
tamamlanmaması sonucunu doğurmuştur.
1. SKY KURUMSAL YAPISI İÇİN ÖNERİLER
Dünya
Bankası
Raporunda,
Su
Kaynaklarımızın
geliştirilmesi
ile
görevli
kurumların Sorumluluklarının yeniden belirlenmesi ile ilgili öneriler de yer
almaktadır. Bu önerilerde yeni oluşturulan daire başkanlıklarının görev yetki ve
sorumluluklar da detaylı bir şekilde ele alınarak belirtilmiştir.
Raporda, DSİ içinde su kaynakları geliştirilmesi ile su kaynakları yönetimi
konularında bir yetki ve sorumluluk karmaşası olduğu belirtilmiştir. Aynı raporda
halen DSİ’nin hem geliştirilebilecek su kaynakları potansiyelini tespit etmek ve
hem de su kaynaklarını geliştirmek gibi iki sorumluluğu olduğu belirtilmektedir.
Raporda, bu iki anahtar görevin ayrılması gerektiği belirtilmekte ve su kaynakları
geliştirme bölümünün su kaynakları geliştirme lisanslarını düzenleyeceği ileri
sürülmektedir.
Dünya Bankası bu raporda, ulusal su yönetim kuruluşu için Şekil-3 ve Şekil-4’te
verilen iki alternatif önermiştir. Bunlardan Şekil-3’te önerilen alternatif, Birleşik Entegre Model olarak adlandırılmıştır. Bu modelde Su Kaynakları Yönetimi,
İşletme ve Bakım ve Planlama, Projelendirme ve İnşaat Fonksiyonları tek bir
organizasyon içinde düşünülmüştür. Bu önerideki organizasyon yapısını oluşturmak
için DSİ’nin organizasyonel yapısını düzenlemenin kolay olacağı belirtilmiştir. Bu
kapsamda Hidroloji Bölümü, Gözlem, Su Kuyuları ve Operasyonel Hidroloji
bölümleri Mevcut Daire Başkanlığı’ndan Su Kaynakları Yönetim Başkanlığı’na
transfer edilecektir. Bu bölüm hizmetlerini Genel Müdürlük ve Bölge Müdürlüğü
bünyesinde Su Kaynakları Yönetim Başkanlığı’na tahsis edilen ayrı bir binada
verilecektir.
Şekil-4'te verilen organizasyon modeli ise, Dünya Bankası tarafından tercih edilen
76
ve önerilen model olarak ortaya çıkmaktadır. Bu modelde Su Kaynakları Yönetim
Bölümü, İşletme ve Bakım Bölümü ile Planlama, Projelendirme ve İnşaat
bölümlerinden ayrı olarak oluşturulmuştur. Bu modeldeki Su Kaynakları Yönetimi
Bölümü başlangıç yıllarında başbakanlığa bağlı bir birim olarak hizmet vermesi
önerilmektedir. Bu durum bu bölümün su kaynaklarını planlama, yönetim ve
düzenleme görev ve sorumluluklarını daha yetkili olarak verebilmesi olanağını
yaratacağı ileri sürülmektedir. Bu alternatifte Su Kaynakları Planlama Bölümü yeni
bir
organizasyon
olarak
yapılandırılırken
İşletme
ve
Bakım
ile
Planlama
Projelendirme ve İnşaat görevleri DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde kalmaktadır.
2. RAPORDAN ÇARPICI TESBİT VE ÖNERİLER
“Ekonomik
Olarak
Sulanabilecek
Alan
Tespit
Edilenin
Ancak
%63'ü
Olmalıdır. Sulanacak Alanlarınızı Azaltın!”
Dünya
Bankası
ve
uluslararası
sermayenin
uyguladığı
plan
çerçevesinde
bugünlerde ülkemizde ele alınan çok önemli bir konu da "sulama suyu işletmesinin
özelleştirilmesi konusudur". Esas olarak Dünya Bankası tarafından Türkiye'de
yapılan uzun bir araştırmadan sonra hazırlanan rapor (World Bank 2006), Dünya
Bankası’nın sulama suyu yönetimimiz ile ilgili görüş ve önerileri açısından çok
öğretici olmuştur. Ülkemizin su kaynaklarının ve su kaynaklarını geliştirmekle
ilgili kurumlarının da detaylı olarak incelendiği raporda Gediz, Büyük Menderes,
Burdur gölleri ve Akaçay, Konya ve Meriç Ergene havzalarında sürdürülebilir su
kullanım oranlarının aşıldığı ve yer altı suyunun kirlendiği belirtilmektedir. Bu
durumun Türkiye'nin kullanılabilir su kaynaklarının azalması anlamına geleceği
belirtilen raporda bu nedenle bazı tedbirlerin alınması gereğinden söz edilmektedir.
Bu kapsamda raporda aynen "DSİ 21. yüzyılda su kaynakları açısından önemini
sürdürecekse atması gereken ilk adım, yaklaşan su kıtlığını önlemek için Türk
topraklarının çoğunda yeni sulama alanlarını geliştirme günlerinin sona ermesinin
muhtemel olduğunu resmen kabul etmektir" denmektedir. Aynı raporda "sulamanın
tüm su tüketiminin %75 - 80'ini oluşturduğu Türkiye'de gelecekte daha yüksek
ihtiyaçların karşılanması için suyun nereden sağlanması gerekeceği açıktır"
denmektedir (World Bank 2006).
Dünya Bankası Raporu’ndaki bu saptamalardan sonra daha çarpıcı bir şekilde
ekonomik olarak sulanabilir alanlarımız ile ilgili tespit ve değerlendirmeler de yer
almaktadır. Raporda, fizibıl sulanabilir alanın ve fizibıl baraj sahalarının çoğu
geliştirilmiştir. DSİ Türkiye'de ekonomik olarak sulanabilir alanı sık sık 8,5
77
milyon hektar olarak belirtmektedir. Bu değer su kullanımlarından, özellikle evsel
ve
endüstriyel
geçirilmesi
kullanımlardan
gereken
eski
bir
gelen
talep
rakamdır.
artışı
Ayrıca
ışığında
bu
rakam
dikkatle
gözden
belirlendiğinde
muhtemelen bu kadar öne çıkmamış olan çevresel gereksinimlere de dikkat
edilmelidir. Şu anda yapımı süren projeler de dahil toplam sulanan alan yaklaşık
5,35 milyon hektar, yani yukarıda belirtilen hedef rakamın %63'ü kadar olacaktır
ve bu da sulama için fizıbıl olarak geliştirilebilir alanın üst limitine yakın olabilir"
denmekte ve sonuç olarak Türkiye'nin gerek sektörel su kullanım öncelikleri
gerekse ekonomik olarak sulanabilir alanın sınırına gelmiş olması nedenleri ile
sulama
projelerinden
uzaklaşması
gerektiği
dikkatli
bir
üslupla
tavsiye
edilmektedir. Bu kapsamda raporda aşağıdaki tespitler de yer almaktadır:
1. Eğer 26 su havzasındaki ekonomik olarak sulanabilir alan 2030 yılına kadar
geliştirilirse, 26 havzanın I5'inde yenilenebilir su potansiyeli limiti aşılacak, 3
havzada ise bu limite çok yaklaşılacaktır.
2. Eğer öncelik sulama yerine içme ve kullanma suyu ve endüstri suyu teminine
verilirse havzalar arası su transferi yapmadan sulanabilecek alan büyüklüğü 4,6
milyon hektar olmaktadır. Bu da mevcut sulanan ve inşa halinde olan sulama alanı
büyüklüğüne karşılık gelmektedir.
DSİ Sulama Projelerini Sulama Birliklerine Erken Devretti
Ülkemizde, Dünya Bankası'ndan sağlanan ve toplam 37 milyon dolar kaynak ile
"Sulama
Yönetiminde
kapsamında,
katılımcı
ve
Yatırımlarında
yönetim
Katılımcı
modellerinin
Özelleştirme
Projesi"
yaygınlaştırılmasına
yönelik
çalışmalar yapılmıştır. Bu kapsamda DSİ'nin sulama sistemlerinin çok büyük bir
bölümü ise %95'i kullanıcılara devredilmiştir.
Bu uygulama ilgili birçok platformda, gerek Türkiye gerekse Dünya Bankası
tarafından çok hızlı ve başarılı bir uygulama örneği olarak gösterilmiştir. Ancak
Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan Temmuz 2006 tarihli "Irrigation
and Water Resource with a Focus on Irrigation Prioritasition and Managament"
başlıklı raporda "Dünyada çok övülen sulama projelerinin çitçilere devri belki de
çok aşırı çok erken ve çok hızlı olmuştur" denmektedir.
Bu uygulama o dönemde sulama konusuyla ilgili meslek odaları ve kooperatifler
tarafından özelleştirme amacı nedeniyle ve uygulamadaki başarısız olacağı
açısından eleştirilere konu olmuştur.
DSİ 1990'ların ortalarından bu yana toplam 2,5 milyon hektar alanı kapsayan
78
sulama sistemlerinin hemen hemen tümünü kullanıcılara devretmiştir. Bu konuda
yine aynı raporda "Eksikliklerin çoğu bilinmekteydi ve birçoğu da hala devam
etmektedir. DSİ büyük yapıları ve ana kanalları da, Su Kullanıcı Birlikleri’nin mali
ve teknik açıdan alt düzey sulama sistemlerini yönetebilecek hale gelmesini
beklemeden ya da bunları yönetmek ve sürdürmek için yeterli büyüklükte ve
deneyime sahip Su Kullanıcı Birlikleri Federasyonları oluşturmadan devretmiştir.
Bu büyük yapıların çoğu bugün büyük ölçekte yönetimsizdir ve bakımları
yapılmamaktadır. Şebekenin üçte biri 40 yıldan eskidir ve çoğu ıslah ve
modernizasyon gerektirmektedir" denmektedir.
Bu açıklamalar sulama sistemlerinin kullanıcılara devri için finansman sağlayan
Dünya Bankası’nın, ülkemiz bu devir konusunda ödül almış ve örnek gösteriliyor
olsa da, bu uygulamadan beklenen sonucun alınamadığını ve sulamada verimliliğin
ve sürdürülebilirliğin sağlanamadığını ortaya koymaktadır. Bu sonuç sulama
yönetimine halkın katılımının önemli olmasına rağmen bu katılımcı yönetim
uygulamalarının, ülkenin sosyo - ekonomik ve sosyo kültürde özelliklerini, hatta
bölgeler arasında gelişmişlik farklılıklarını da dikkate alarak ülkeye özgün
politikalarla ve uygun bir döneme yayılarak gerçekleşmesinin gerekli olduğunu
ortaya koymaktadır. Diğer taraftan uygulanmaya çalışılan bu politikaların tek bir
alanda uygulanarak başarıya ulaşılmasının olanaksız olduğu bilinmesine rağmen
uygulamaların sürdürülmesi önemli kayıplar yaratmaktadır.
AB'NİN SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ'Nİ UYGULAMA PROJESİ
Raporda, Türkiye'nin AB Su Çerçeve Direktifi’ne uyma çalışmalarından da söz
edilmekte ve çıkartılacak Su Yasası ve su yönetimi kurumsal yapısının direktif ile
uyumlu olması üzerine açıklamalar yapılmaktadır.
Aynı raporda, AB destekli Dutch Matra Pre- accession Programme "İmplementation
of the Water Framework Directive in Turkey" projesinin 2001 Aralık'ta başladığı
ve 2004 yılında tamamlandığı belirtilmektedir. Bu projenin genel amacı konusunda
ise;
• AB Su Çerçeve Direktifi’ni bölgesel ve ulusal ölçekte uygulamak olarak
belirlenmiştir" denmektedir. Projede bu kapsamdaki öneriler arasında;
AB Su Çerçeve Direktifi'nin önerdiği şekilde bir kapsamlı Su Yasası
Çıkartılması,
• Nehir havza yönetim planlarının çıkartılması,
• Su Kaynakları Yönetimi’nde iki ana aktör olan DSİ ve Çevre ve Orman Bakanlığı
79
arasındaki ilişkinin ve birlikteliğin sürmesi yer almaktadır. Bu anlamda DSİ eski
Genel Müdürü Sn. Veysel Eroğlu'nun DSİ'nin bağlı olduğu Çevre ve Orman Bakanı
olması bu ilişkinin güçlenerek sürdüğünü ortaya koymaktadır.
Bu proje kapsamında halen 26 adet olarak belirlenen nehir havzası sayısının (Şekil1) 6 âdete indirilmesi de önerilmiştir (Şekil 2). Şekil-1 mevcut 26 adet nehir havza.
80
81
82
3. RAPORUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Dünya Bankası uzmanları tarafından hazırlanan raporun ana bulguları arasında;
• Mevcut yasal yapıda hiçbir kuruma su kaynakları yönetimi için bir sorumluluk
verilmediği belirtilmektedir.
• DSİ 6200 sayılı kuruluş yasası ile bu sorumluluğun bir bölümünün kendisinde
olduğunu düşünmektedir. Ancak bu yasa su kaynaklarının yönetiminden daha çok
kaynakların
geliştirilmesine
ve
mevcut
hidrolik
sistemlerin
yönetilmesine
odaklanmıştır. Sonuç olarak DSİ su kaynaklarının yönetimi için değil su
kaynaklarının planlanması ve geliştirilmesi için kurulmuştur denmektedir. Bu
nedenle farklı bir kurumsal yapı önerilmektedir. Raporda ayrıca; yeni çıkartılacak
olan Su Kanunu’nun; raporda verilen su kaynakları entegre yönetim şemasına ve
AB Su Çerçeve Direktifi’ndeki prensiplere uygun olarak hazırlanması gereğine
vurgu yapılmaktadır.
BÖLÜM IV
TAŞKIN SULARI HUKUKU
1. TAŞKIN SULAR ÜZERİNE BİR ETÜT
"Su işleri; yağmurlar, ormanlar, arazinin jeolojik ve topografya bakımından
karakteri, toprağın ziraat bakımından vasıfları gibi tabiat mevzuları ile sıkı sıkıya
alakalıdır ve onlarla devamlı olarak mücadele halindedir. Bu su işi yalnız tabiat ile
değil cemiyetle de sıkı sıkıya alakalıdır.
Akarsuların zararlarından korunma veya su seviyelerinden faydalanma konusunda
büyük önemi olan faktörlerden birisi de suyun rejiminin tespiti işidir”.
Bu cümleler 12.04.1952 tarihinde, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü'nün
71–2146, 6/1011 sayılı, dönemin Başbakanı Adnan Menderes imzası ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na sunulan "Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un Tasarısı"nın sunuş yazısından alınmıştır.
Daha sonra yasalaşan bu tasarının birinci maddesine bakıldığında DSİ'ye verilen en
önemli görevin; yer üstü ve yer altı sularının zararını önlemek olduğu görülecektir.
"Bunlardan çeşitli yönden faydalanmak maksadıyla" ifadesinde ise aynı yasanın 2.
maddesinde yer alan (b) fıkrasından başlanan görevlerini ifade etmektedir.
Bu kadar hayati önemi olan taşkın sular ve su baskınlarında uygulanacak
mevzuatımızın burada sıralanarak açıklanmasında yarar vardır.
1. Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun:
83
Kanun No: 6200
Kabul Tarihi: 18 Ocak 1953
2. Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu:
Kanun No: 4373
Kabul Tarihi: 18 Aralık 1953
3. Nöbetçi Memurluğu Kurulması ve Olağanüstü Hal Tatbikatlarında Mesainin 24
Saat Devamını Sağlayan Kanun:
Kanun No: 711
Kabul Tarihi: 18 Ocak 1966
4. Olağanüstü Hal Kanunu:
Kanun No: 2935
Kabul Tarihi: 27 Ekim 1983
5. Afetlerle ilgili Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik:
Ülkemizde son yıllarda yaşanan ve büyük boyutlarda mal kaybına, zaman zaman da
can kaybına yol açan önemli taşkınların; DSİ'nin görüşü alınmadan akarsu ve dere
yatakları içerisinde yatak stabilizesini bozacak, kıyı oyulmalarına sebep olacak
şekilde kum, çakıl ve stabilize ocağı açılmasının, çeşitli kurum ve kişilerce yatak
içerisinde suyun kabarmasına neden olan ve akım rejimini değiştiren tesislerin
inşası ile 6200 sayılı kanun çerçevesinde DSİ’ce inşa edilen kıyı duvarı, sedde,
mahmuz gibi mevcut koruma yapılarına zarar verici müdahalelerden ve daha önce
inşa edilmiş taşkın koruma tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık mecraların
kapalı mecraya dönüştürülmesinin sebep olduğu tespit edilmiştir.
Bu
konuda
Müdürlük
10.06.2003
Genelgesi'ne
tarih
ve
istinaden
B152.DSİ.017.02.00–564/959
yapılan
bir
araştırma
sayılı
sonucu
Genel
bölgelerde
karşılaşılan sorunların bazıları örnek alarak ve özetlenerek bu rapor metnine
alınmıştır.
2. ÖRNEK OLAYLAR
2.1 Kocaeli Dil Deresi Taşkını
Axa Oyak Sigorta A.Ş. Hukuk Müşavirliği'nin DSİ Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği
22.07.2002 tarihli yazısında; 20.08.2001 tarihinde Kocaeli Gebze Dil İskelesi'nde,
Tavşanlı (Dil) Deresi'nin taşması sonucu Polisan Boya San. ve Tic. A.Ş., Poliagro
Kimya San. A.Ş. Polimak Makina San. A.Ş. ile Polip ort Kimya San. ve Tic. A.Ş.
tesislerinde meydana gelen 82.544 ABD Doları (137.931.024.000 TL / 22.07.2002
tarihli döviz kuru ile) tutarındaki zararı, zarara uğrayan firmalara ödeyen sigorta
şirketinin bu firmalara halef olduğu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 715.
maddesi uyarınca "Genel Su" niteliğindeki Dil Deresi Taşkını'nın DSİ’nin hizmet
kusuru sonucu meydana geldiği iddia edilerek, belirtilen meblağın dilekçe sahibi
sigorta şirketine ödenmesi istenmiştir.
1. Konu 06.08.2002 tarih ve 5997 sayılı yazı ile DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'ne intikal
84
ettirilmiş ve Bölge Müdürlüğü görüşü istenmiştir. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'nün
16.08.2002 tarihli ve 381/7389 sayılı cevabi yazısında;
"Kocaeli - Gebze Dil (Tavşanlı) Deresi hakkında istenilen tüm bilgi ve belgelerin
29.05.2002 tarih ve 4698 sayılı yazı ile daha önce Etüt ve Plan Dairesi
Başkanlığı'na gönderildiği,
• Kocaeli İli, Gebze İlçesi Dil İskelesi Sanayi Bölgesi Tavşanlı Deresi ıslahı etüt
çalışmalarına 29 - 30.7.1979 tarihindeki taşkın sonrası sanayi kuruluşlarının
başvuruları üzerine baş/anıldığı,
•Dere Islah Projesi'nin 1982'de tamamlandığı, inşaatın 1983 yılında tamamlandığı,
•Denizden itibaren yaklaşık 2,5 km'lik kısmın toprak kanal ve kar gir kanal olarak
ekli projelere göre inşa edildiği,
'Islahın yapıldığı yıllarda Çerkeşli ve Muallim Köyü’nün birleştirilerek Dilovası
Belediyesi Teşkilatı’na dönüştürüldüğü, belediyenin girişimleri ile imar planı
çalışmalarının başlatıldığı, idaremizden de görüş istendiği,
• DSİ’ce yapımı tamamlanan ıslah şeridi genişliğinin imar planına işaretlenerek
belediyeye bildirildiği; Dilovası Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ve yine
belediye tarafından onaylanan imar planında, DSİ görüşünün dikkate alınmadığı, bu
durumun ise sonraki yıllarda yapılan uygulamalardan anlaşıldığı,
• Belediyece
hazırlanarak
yine
belediyece
onaylanan
imar
uygulamasında,
şuyulandırma sonucu bugünkü fiziki ve hukuki durumun ortaya çıktığı, hâlihazır
durumda dere yatağının gelebilecek feyezanları karşılamasının mümkün olmadığı,
hatta yatağın eski hale getirilmesinin de mümkün olmadığı,
• Dil Deresi üzerindeki yapılaşmaya karşı bölge tarafından yazışmalar yapılarak
hassasiyet gösterildiği,
• Dil Deresi üzerindeki yapılaşmaya bölge tarafından herhangi bir onay, izin,
irtifak hakkı veya ruhsat verilmediği" ifade edilmiştir.
2. Konu aynı şekilde hukuk müşavirliğince Etüt ve Plan Dairesi ile işletme ve
Bakım Dairesi başkanlıklarına da intikal ettirilmiştir.
Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 19.09.2002 tarih ve 4137 sayılı yazısında Kocaeli
İli Gebze İlçesi Dilovası Belediyesi'ndeki durumla ilgili olarak DSİ 1. Bölge
Müdürlüğü'nün yukarıda özetlenen yazılarında belirtilen görüşün uygun olduğunu,
aynı görüşe katıldıklarını belirtmiştir.
3. Hukuk Müşavirliğine intikal eden yazıların ve sair dokümanın incelenmesi
sonucu sorunun yerinde incelenmesi, DSİ 1. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile
85
sorunun yüz yüze görüşülerek bir çözüm yolunun tespit edilebileceği düşüncesi ile
Hukuk Müşaviri Özdemir Özbay ile Avukatlar Aysen Caner ve Mahbube Hasgüler
görevlendirilmiş ve Bursa 1. Bölge Müdürlüğü'nde 07.10.2002 günü Bölge
Müdürü'nün başkanlığında bir toplantı yapılmıştır. Toplantıda Dilovası’nın 1979
yılındaki taşkından bu yana geçirdiği aşama incelenmiş, bölge arşivinde bulunan
konu ile ilgili evrak örnekleri alınmış, daha sonra 08.10.2002 tarihinde İzmit Valisi
Sayın Erdal Ata ziyaret edilerek, Dilovası Taşkın Koruma Tesisleri'ne belediye ve
sanayi
kuruluşları
tarafından
yapılan
tecavüzler
ve
imar
tadilatı
yapılıp
yapılamayacağı hususları birlikte değerlendirilmiştir. Daha sonra taşkının meydana
geldiği bütün bölge gezilmiş, taşkın koruma seddeleri aşılarak inşa edilen bütün
sanayi tesisleri ile taşkının yaptığı ve halen izleri görülen tahribat izlenmiştir.
09.10.2002 günü Bursa'da Bölge Müdürü'nün başkanlığında yeniden değerlendirme
toplantısı yapılmış, eksik belge ve bilgilerin tamamlanmasına çalışılmıştır.
Derlenen bilgi ve belgeler kronolojik olarak sıralanıp, meydana gelen zarar ve
ziyanın hizmet kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunun tespitine
çalışılırken, açılması muhtemel tazminat davalarına karşı yapabilecek savunmanın
ana hatlarının belirlenmesi de mümkün olacaktır. Öte yandan, Dil Deresi'nde
bundan böyle alınması gerekecek tedbirler ve yapılması gerekebilecek idari
girişimlerin tespitine de çalışılacaktır.
4-a. Dil Deresi'nin ıslahı ile ilgili ilk yazışma Sümerbank Genel Müdürlüğü'nün
başvurusudur. Bu başvuru ile birlikte ilk çalışmalar başlatılmıştır.
b. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 39041 kod numaralı Dil İskelesi Sanayi Bölgesi
Dil Deresi taşkınlarından korunması konusunun tüm nakdinin (istimlâk bedeli
dahil) yer sahiplerince karşılanması şartıyla planlama raporunun tasdik edildiğini
21.08.1980 tarih ve 247 sayılı yazı ile Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı'na
bildirilmiştir.
c. Ova Elektrik A.Ş.'nin 14.08.1995 günlü DSİ İzmit 15. Şube Müdürlüğü'ne
müracaat yazılarında; Gebze İlçesi Dilovası Mevkii’nde Yap - İşlet - Devret Modeli
ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile doğal gaza dayalı kombine
çevirim elektrik enerjisi üretim santrali kurarak ulusal şebekeye enerji vermek
istediklerini belirterek; santrale doğal gaz sağlayacak boru hattının Dil Deresi
kenarından geçişi için izin istemiştir.
DSİ 15. Şube Müdürlüğü tarafından yerinde yapılan incelemede; anılan şirketin
DSİ'den izin almadan tespit edilen boru hattının büyük bir bölümünü döşediği
görülmüştür.
86
DSİ 15. Şube Müdürlüğü, 25.09.1995 tarih ve 560/1590 sayılı yazı ile durumu DSİ
1. Bölge Müdürlüğü'ne bildirmiş ve bir kapasite tahkiminin yapılması, olası bir
taşkından doğabilecek her türlü zarar ve ziyan sorumluluğunun anılan şirkete ait
olması gerektiği ve Dil Deresi yatağının bir proje çerçevesinde Otoyol Köprüsü ile
İzmit Körfezi arasında kalan bölümün anılan şirketçe DSİ standartlarına uygun bir
şekilde ıslah edilmesi gerektiğini bildirmiştir.
d. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü 13.10.1995 tarihinde, 5004/8502 sayı ile Etüt ve Plan
Dairesi Başkanlığı'na yazdığı yazıda; Ova Elektrik A.Ş.'nin doğal gaza dayalı
kombine çevirim elektrik üretim santralinin buhar türbini soğutma suyu ihtiyacının
Marmara Denizi'nden karşılanması gerektiğini belirterek Dil Deresi kenarında 10
metrelik bir bantta geçiş izninin istendiğini intikal ettirirken; "Dil Deresi yatağı
içinde, sol sahilde eklerde verilen boyutlarda yaklaşık 10–12 metre genişlikte
platform oluşturularak bu platform üzerinde 2 bin mm çapında iki adet boru ile 2,5
x 2,5 metre ebatlarında kutu menfez yapımının yaklaşık %50–60 bölümünün inşa
edilmiş olduğu; mansapta derenin denize açıldığı yerde de palplanş perde
oluşturularak (2,5 x 2,5 m) terfi istasyonu temel kazısının yapıldığı, DSİ Etüt ve
Plan Dairesi Başkanlığı’nın 21.08.1980 gün ve 247 sayılı yazısı ile Proje ve İnşaat
Dairesi Başkanlığı'na bildirildiği üzere; 390401 kot numaralı Dil İskelesi Sanayi
Bölgesi'nin Dil Deresi taşkınlarından korunması konusunun tüm nakdinin (istimlâk
bedeli dahil) yer sahiplerince karşılanması şartı ile planlama raporunun tasdik
edilmiş olduğu, deniz etkisinin denizden itibaren yaklaşık 800 metre içerilere
gittiği, denizden bir kilometre mesafeye kadar yatak eğiminin 0,0005 ile 0,001
arasında değiştiği, sağ sahilde Polisan tesislerinin yer aldığı, derenin denize
mansap olduğu yerde açıklığın yaklaşık 60 metre olduğu, ancak palplans kazıklar
çakılarak dere açıklığının yaklaşık 30 metreye düşürüldüğü, temel kazısı yapılmaya
devam edildiği, dere içinde sol sahilde kaya malzeme ile 10–12 metre genişliğinde
banket oluşturulduğu bu banketin (talvegden yaklaşık 1.50 metre yukarıda)
yaklaşık 1200 metre mesafedeki çevirim santraline kadar devam ettiği bu banket
üzerinde 2 adet 2 bin metre, boru döşendiği, hemen yanından da 2.50 metre x 2.50
metre ebatlarında kutu menfez devam ettiği, kutu menfezin ve boruların demiryolu
geçişi sifon olarak geçildiği"ni ifade etmiştir.
e. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı, 06.11.1995 tarih ve 4874 sayılı cevabi
yazısında; "Ova Elektrik A.Ş. tarafından Kocaeli İli Gebze İlçesi Dilovası
Mevkii’nde kurulacak olan doğal gaz kombine çevirim santralinde ihtiyaç duyulan
soğutma suyunun Marmara Denizi'nden temini için, Dil Deresi'nin denizden 1.200
87
metre mesafedeki kesiminde, dere yatağı içerisinde, talvegden 1.50 metre
yükseklikte ve 10–12 metre genişliğinde platform oluşturularak üzerinde anılan
şirket tarafından O 2 bin çapında 2 adet boru ile 2.50 x 2.50 metre ebatlarında kutu
menfez yapılmasına izin verilmesini konu alan ilgi yazınız ve ekleri incelenmiş ve
konu hakkında görüş oluşturulabilmesi için aşağıda belirtilen hususlara açıklık
getirilmesi gerekli görülmüştür”.
f.
Bölgesince
hazırlanan
Dil
İskelesi
Sanayi
Bölgesi'nin
Tavşanlı
Deresi
taşkınlarından korunması konusuna ait özel planlama raporu ve ıslah projesi
hakkında Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı’ndan görüş istenmiş ve adı geçen
başkanlığın 21.08.1980 tarih ve 3247 sayılı yazısı ile gerekli finansman
ilgililerince karşılanmak kaydıyla bir protokol çerçevesinde işin gerçekleştirilmesi
uygun görülmüştür. Ancak, söz konusu rapor ve ıslah projesi arşivimizde
bulunmadığı gibi müteakip uygulamalar hakkında da herhangi bir bilgi mevcut
değildir.
g. Bu durumda Dil Deresi'nin söz konusu kesiminde daha önce yapılmış etüt ve
uygulamalar hakkında gerekli bilgiler verilmelidir.
h. Dil Deresi yatağında Ova Elektrik A. Ş. tarafından yapılan uygulamalar %50–60
oranında gerçekleştirilmiş bulunduğundan, mevcut fiziki durumda Dil Deresi akış
koşullarında meydana gelebilecek olumsuzluklar (kapasite, stabilite ve denize
deşarj olma bakımından) ve çözüm imkânları irdelenerek bu hususta Bölge görüşün
üz bildirilmelidir" denmiştir.
1. TEAŞ Genel Müdürlüğü 20.10.1995 tarih ve 8.15.2. TEAŞ.0. 17.00.03/1350
sayılı yazısı ile DSİ’ye başvurarak Kocaeli - Gebze İlçesi Tavşanlı Köyü Dilovası
Mevkii’nde kurulacağı belirtilen doğal gaz çevirimli termik santralin ilgi yazısı eki
1/12500 ölçekli haritada işaretlenen Enerji Nakil Hattı Güzergâhı ile ilgili ÇED
çalışmalarında kullanılmak üzere DSİ’den bilgi istemiştir.
Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı çıkışlı 07.10.1996 tarih ve 4091 sayılı DSİ cevabi
yazısında, söz konusu enerji nakil hatlarının (Adapazarı ve Ümraniye yönlerine)
geçeceği güzergâhlarda DSİ’ye ait mevcut veya mutasavver bir proje bulunmadığı,
santral sahasına en yakın DSİ projesinin Dilovası Taşkın Seddeleri olduğu ve
santralin inşa ası sırasında Dil Deresi yatak kapasitesinin ve uygun akış
koşullarının muhafaza edilmesinin gerekli görüldüğü bildirilmiştir
(Ek–11–12).
Bu yazının yazıldığı tarihte santrale giden boru hatlarının taşkın seddesini örtecek,
hatta dere yatağına taşacak biçimde ve Ankara - İstanbul Otobanı'nın Dil Deresi
88
üzerindeki menfezlerinden birini kapatacak şekilde inşa edilmiş olmasından Etüt ve
Plan Dairesi'nin haberdar olmaması ve yazısında bundan bahsetmemesinin nedeni
anlaşılamamıştır. Oysa aynı tarihte enerji nakil hatlarının direklerinin taşkın
seddeleri
üzerinde
kurulması
talebi
ile
DSİ’ye
başvuran
TEİAŞ
Genel
Müdürlüğü'nün taşkın koruma tesislerinin işletme ve bakım hizmetlerini engeller
mahiyette görülen talebi reddedilmiş, bunun üzerine TEİAŞ Genel Müdürlüğü 2942
sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 30. maddesine istinaden DSİ aleyhine Danıştay 1.
Daire Başkanlığı'na başvurmuş, Danıştay; DSİ savunmasını dikkate alarak talebi
reddetmiştir. Ortada kazanılmış bir dava var iken enerji nakil hatları direklerinin
sökülmemiş ve halen taşkın koruma seddesi olması gereken, ancak tahrip olan
tesisin üzerinde işlevini sürdürdüğü görülmüş olup, seddelerin inşaatından sonra
ilgili ünitelerce yıllarca kontrol edilmeyip işgale ve bozulmaya müsait tecavüzlerin
sürdürüldüğü, bu olaydan da anlaşılmaktadır.
DSİ Bursa 1. Bölge Müdürlüğü, 18.11.1996 tarih ve 10037 sayı ile Ova Elektrik
A.Ş.'ye yazdığı yazıda; Gebze - Dil Deresi idarece geçmiş yıllarda ıslah edilmiş
olup, problemi olmayan bir akarsu yatağımızdır. Böyle bir müdahale için önce
meydana
getirilecek
hidrolik
farklılıkların
problem
yaratmayacak
şekilde
projelendirilmesi gerekir. Bu nedenle; dere yatağının deniz ile çevirim santrali
arasındaki bahse konu bölümünün ıslah projesinin tarafınızdan hazırlanması ve bu
projenin Genel Müdürlüğümüzce uygun görülmesi gerekmektedir. Proje, Genel
Müdürlüğümüzce uygun görüldükten sonra çevirim santraline soğutma suyu temin
edecek isale hatları için gerekli şeridin kaç yıl süre ile gerekli ise irtifak hakkı
tesisi işlemleri başlatılabilecektir.
Dil Deresi'nin deniz ile çevirim santrali arasındaki 1200 m'lik bölümü için;
• Dil Deresi'nin deniz - çevirim santrali arasındaki bölümünün ıslah projesinin
tarafınızdan yapılması,
• Bu projenin DSİ Genel Müdürlüğü’nce uygun görülmesi,
• Proje DSİ Genel Müdürlüğü’nce uygun görüldükten sonra isale hatlarına irtifak
hakkı temini işlemlerinin tamamlanması,
• Uygun görülen projenin uygulanmasının tarafınızdan yapılması gerekmektedir"
denmiştir.
Bütün bu karşılıklı yazışmalar sürerken Ova Elektrik A.Ş. izin almaksızın zaten
boruları geçirmiştir.
DSİ Bursa 1. Bölge Müdürlüğü 06.12.1995 tarih ve 500.4/10067 sayı ile Etüt ve
Plan Dairesi Başkanlığı'na yazdığı yazıda;
89
• Bölge Müdürlüğümüzce hazırlanan Dil İskelesi Sanayi Bölgesi’nin Dil Deresi
taşkınlarından korunması konusuna ait özel planlama raporu ve Islah projesi dosya
halinde ekte sunulmuştur. Proje İnşaat Dairesi Başkanlığı tarafından tasdik edilen
projenin tamamı inşa edilmiştir.
• Mevcut durumda meydana gelebilecek olumsuzluklar (kapasite, stabilite ve
denize deşarj olması bakımından) hakkında bölgemiz görüşü istenmektedir.
• İlgi (a) yazımızda ayrıntıları verildiği üzere yaklaşık 10–12 metre genişlikte kesit
kapatılmış bulunmaktadır.
• Fiili durum Bölge Müdürlüğümüze haber vermeksizin yaratılmıştır.
Islahı yapılıp problemi olmayan dere yatağına böyle bir müdahale ile yaratılan
hidrolik farklılıkların problem yaratacağı aşikârdır. Sağ sahil boyunca devam eden
ve sadece çit duvarı bulunan Polisan tesislerinin zarar görmesi söz konusudur.
Genel Müdürlüğümüzün konu ile ilgili alacağı yaptırım kararının dere kenarında
bulunan diğer kuruluşların da dere yatakları ile ilgili düşüncelerini doğrudan
etkileyeceği dikkate alınmalıdır.
Diğer taraftan, Ova Elektrik A.Ş.'nin 14.08.1995 tarihli dilekçesinde belirttikleri
üzere, bu proje çerçevesinde derenin otoyol köprüsünden Marmara Denizine kadar
kendi tesislerinin inşa edileceği bu bölümünü ıslah edeceklerini belirtmektedir.
Genel Müdürlüğümüz'ün tasdik edebileceği teknik bir çözüm getirmeleri ve
yapımını üstlenmeleri halinde dahi, örneğin; diğer sahilde bulunan Polisan
firmasının da benzer bir müracaatla örnekleyebileceği düşünülerek önce konuyu
disipline edebilecek karar alınmalıdır.
Bilahare müracaatçı firmanın üreteceği çözüm alternatifleri incelenerek en uygun
olanına karar verilebilecektir.
Sonuç olarak; idaremizce hazırlanan dere ıslahına ait özel planlama raporu ve
projeleri ile yapımı için izin istenen tesislere ait dosyalar ekte sunulmuş olan
konuda, Genel Müdürlüğümüz kararına esas olacak dere hidrolik şartlarının
yeterliliğini belirtir teknik çözümler ilgili firma tarafından üretilerek DSİ tasdikine
sunulması uygun olacaktır" denilmiştir.
Bu yazışmadan sonra sorunun nasıl bir yol izlediği, neler yapıldığı, ne kararlar
alındığına ilişkin 1997 yılı sonuna kadar bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır.
5. Ova Elektrik A.Ş. 17.4.1997 tarihli yazı ile soğutma suyu için Dil Deresi'ne
döşediği boru hattının meşrulaştırılması gayreti ile döşenen borulara icazet verme
amacıyla Su Yapı firmasına yaptırdığı projeyi DSİ 15. Şube Müdürlüğü'ne
göndererek,
projede
belirtilen
tüm
şartların
firmalarınca
gerçekleştirileceği
90
belirtilerek 49 yıllık irtifak hakkı tesisi talebinde bulunmuştur.
Bu başvuru üzerine, başvuruyu DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'ne ileten DSİ 15. Şube
Müdürlüğü yazısında; "Ova Elektrik A.Ş. Dilovası Mevkii’nde gerçekleştirmekte
olduğu doğal gaz kombine çevrim santralinin soğutma suyu için Marmara
Denizi'nden faydalanmak amacı ile Dil Deresi'nde, dere yatağının içerisinde sol
sahilde, kapalı menfez ve cebri borular döşemişlerdir. Bu tür bir çalışmaya
başlarken DSİ'den herhangi bir izin talebinde bulunmamışlardır. Bu durum
karşısında Bölge Müdürlüğümüz ilgi (a) yazıları ile dere yatağında böyle bir
yapılaşmaya rağmen daralan kesitin (0 500) debisini geçirip geçirmeyeceğini tahkik
için Ova Elektrik A.Ş.'den hidrolojik bir rapor talebinde bulunmuşlardır. Bölge
Müdürlüğümüzün bu isteği üzerine Su Yapı firmasına hazırlatılan rapor şubemize
ilgi (b) yazıları ekinde intikal etmiştir. Hazırlanan hidrolojik rapor tarafımızdan
incelenmiş olup, inşa edilen yapıya rağmen (0 500) debisini geçirdiği görülmüştür.
Dil Deresi üzerinde yapılmış olan boru hattı güzergâhı inşaatı ile ilgili Ova
Elektrik A.Ş.'nin idaremizden beyan ettiği irtifak hakkının sağlanması ve
gönderilen hidrolik raporun uygunluğu bölgemizce incelenip kabul gördüğü
takdirde, Şube Müdürlüğümüzce de uygun görüldüğü görüşünü bilgilerinize arz
ederim" denmiştir.
6. Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı ise 21.10.1997 tarihli yazısı ile anılan şirketin
talebinin incelenerek ilgilisine verilecek cevaba esas olacak bölge görüşünün
bildirilmesini istemiştir.
Yine Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı 20.11.1997 tarih ve 5022 sayılı yazısı ile Ova
Elektrik A.Ş. tarafından yaptırılan "J3–1800 metre arası Dil Deresi Hidrolik
Hesapları Raporu'nu inceleyerek uygun bulduğunu belirtmiş ve anılan şirkete bu
doğrultuda cevap verilmesini istemiştir (Ek–20). Bu gelişme üzerine DSİ 1. Bölge
Müdürlüğü 15.12.1997 tarihinde 11156 sayılı yazı ile Ova Elektrik A.Ş.'ye;
"Hazırlanan proje kriterlerine kesinlikle uyulması kaydı ile projenin uygun
bulunduğu" bildirilmiştir.
Ancak sözü edilen ıslah projesine rastlanamadığı gibi, ıslah projesi uygulanarak bu
projeye göre yapılacak irtifak hakkı tesisi işlemi, belediyece yapılan imar çalışması
sonucu DSİ'ye ait parsellerin sulandırılması nedeniyle yok olması üzerine
uygulanamadığı ve dolayısı ile Ova Elektrik A.Ş.'ce inşa edilen santralin
müştemilatı olan boruların halen idaremize ait taşkın koruma seddesinin tamamını
ve Dil Deresi'nin bir bölümünü işgal ederek, suyun doğal akışını engellediği, halen
mevcut taşkın tahribat izlerinden anlaşılmaktadır.
91
7. Yukarıdaki bölümlerde özetlenen; Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı ve DSİ 1.
Bölge Müdürlüğü tarafından uygunluğu belirtilen ve yazı ile Ova Elektrik A.Ş.’ye
de uygun olduğu bildirilen Su Yapı Mühendislik ve Müşavirlik A.Ş. tarafından
hazırlanan (Ek–22) 0–1.800 metre arası Dil Deresi Hidrolik Hesapları Raporu’nun
hemen girişinde tesise su temin eden boru güzergâhı mevcut sanayi yapılaşması
nedeniyle Dil Deresi sol sahilinde bir koruma duvarı gibi vazife görmektedir"
övgüsü ile rapora girilmektedir. Raporun 7. sahifesinde a) Kesit daralmasından
dolayı TCDD Yolları ve Otoyol Köprüsü'nün sebep olduğu memba ya doğru su
yüzeyinde herhangi bir kabarma olmadığı gözlenmiştir.
Yapılan hesaplarda su yüzü kotu pik debide dahi 4–10 seviyesine çıkmakta,
daraltılmış kesit, akımı güvenle geçirmektedir. Daralan kesitler dışında ise; mevcut
yatak akımı çevresine zarar vermeden güvenle taşımaktadır. Dere kesitinin sol
sahilinde oluşturulan daralmanın akarsu hidrolojisi ve kapasitesi açısından bir
sakınca yaratmadığı gözlenmiştir denilmektedir. Bu denli övülen; sanki Dil Deresi
taşkın koruma işlevini düzenlercesine lanse edilen bu rapor üzerine, hiçbir ıslah
işlemi yapılmamıştır. Büyük ölçüde anılan taşkına sebep olan bu işgaller; daha
sonraki
Bölge
Müdürlüğü
-
Etüt
ve
Plan
Dairesi
Başkanlığı
arasındaki
yazışmalarda;
"İhlaller; Çolakoğlu Metalürji ve Ova Elektrik A.Ş. tarafından sol sahilde dere
yatağı içerisinden geçirilen doğal gaz dönüşüm santrali soğutma suyu hatları ile
denizden itibaren km:1+300'e kadar, Polisan tarafından sağ sahil seddesi üzerinde
çit çekilmek suretiyle km:0+600'e kadar, Toprakçıoğlu tarafından yine sağ sahil
seddesi üzerinde km:O+600YKM: 0+850 arasında, Yazıcıoğlu tarafından da sağ
sahil seddesi üzerinde km:O+850
Belediyesi
tarafından;
km:1+100
Yazıcıoğlu’nun
sedde
arasında
yapılmıştır.
üzerinde
yaptığı
Dilovası
ihlaller,
şuyulandırma neticesinde parsel haline dönüştürülerek tarafımızdan daha önce
kamulaştırılmasına rağmen yine adı geçen firmaya satılmıştır. Söz konusu bu
ihlaller neticesinde 80 metre olan dere yatağı genişliği 30–40 metreye düşmüştür.
Otoban Köprüsü'nün yer aldığı km: hektardan memba ya doğru sol sahilde yer alan
sanayi kuruluşları tarafından ıslah kesiti sınırlarına fiziki engeller yapılması
suretiyle dere yapılması söz konusu olan temizlik çalışmaları zorlaştırılmıştır. km:
l+100'de yer alan Otoban Köprüsü mansabında dere yatağı eğimi J= 0,001
mertebesine düşmesi dolayısıyla; Q500 yıllık sarfiyatı 457 m 3 olan Dil Deresi'nde
ıslahı; taban açıklığı b=53 metre yüksekliği h=3.50 metre olan çift taraflı duvarlı
92
kanal ile yapılması gerekmekte olup, dere kenarında temizlik için en az 5 m 3'lük
bandında terk edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde temizliğin yatak içerisinde
dahi yapılması zorlanacaktır”.
"Dil Deresi ıslahı projeleri 1980'Ii yılların başlarında hazırlanmış, 1982 yılında
tamamlanmış, kamulaştırma planları 1982 yılında yapılarak, inşaatına. 1982 yılında
başlanmış, 1983 yılı sonunda inşaatı tamamlanmıştır.
Denizden itibaren yaklaşık 2,5 km'lik kısım toprak kanal ve kâgir kanal olarak ilgi
(b) yazımız EK- l'de sunulan projelere göre ıslah edilmiştir.
Islah yapıldığı yıllarda Çerkeşli ve Muallim köyü arazileri içerisinden geçen ıslah
güzergâhı ile ilgili olarak yöre Dilovası Belde Belediyesi Teşkilatı’na dönüştükten
sonra belediye girişimleri ile imar planları yapılmasına başlanmış, idaremizden de
plan görüşü istenmiştir.
İdaremizce yapımı tamamlanan ıslah şerit genişliği ilgi (b) yazımız EK-2'deki imar
planlarına aynen işaretlenerek görüş bildirilmiştir.
Dilovası Belediye Başkanlığı tarafından yapılan ve yine belediye tarafından
onaylanan imar planlarında idaremiz görüşünün dikkate alınmadığı sonraki yıllarda
yapılan uygulamalarından anlaşılmaktadır. Ek 3'teki paftada ıslah güzergâhı, imar
sınırı işaretlenmiştir.
Belediyece hazırlanarak yine belediyece onaylanan imar planı uygulamasına
geçilerek 3914 sayılı İmar Yasası'na göre uygulama yapılmış, şuyulandırma
sonucunda bugünkü fiziki ve hukuki durum ortaya çıkmıştır.
Yukarıdan beri açıklananlardan anlaşılacağı, ilgi (b) yazımız eki paftalardan
Ek-3 ve Ek-4’te görüleceği üzere hâlihazır duruma dere yatağının gelebilecek
feyezanları karşılaması mümkün değildir" ifadeleri kullanılmış olup bu ifadeler,
hidrolik raporun içerdiği ifadelere ve DSİ ilgili ünitelerinin olumlu görüşlerine
taban tabana ters düşmüştür.
DSİ 1. Bölge Müdürlüğü'nün ve Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı'nın Hidrolik
Hesaplar Raporu'nun uygunluğu doğrultusundaki yazılarından yararlanan Ova
Elektrik A.Ş. hiçbir ıslah tedbiri almadan gayri kanuni işgalini sürdürmüş ve büyük
ölçüde taşkına sebebiyet vermiştir.
8. DSİ 1. Bölge Müdürlüğü arşivinden temin edilen, hâlihazır işgalleri farklı
renklerle belirleyen krokide;
a. DSİ mülkiyetinde bulunan, ancak belediyenin imar uygulaması sonucu belediye
adına tescil edilip Yazıcıoğlu A.Ş.'ye satılan saha (sarı boyalı),
b. Ova Elektrik A.Ş.'nin işgalindeki saha (yeşil boyalı),
93
c.Çolakoğlu Metalürji A.Ş.'nin işgalindeki saha (mavi boyalı),
d. DSİ tarafından kamulaştırmaya tabi tutulan ancak neden tescil işleminin
yapılmadığı anlaşılamayan saha (pembe boyalı),
e. Polisan A.Ş. işgali altındaki ince şerit saha ve bu işgallerin daralttığı dere yatağı
açıkça görülmektedir.
İncelenen bütün bu dokümanın değerlendirilmesi sonucu;
aa. Dil Deresi taşkın koruma seddelerinin inşaatından sonra, idarece bir daha
denetlenmediği, bu alanda Dilovası Belediyesi'nce yapılan imar uygulaması sonucu
askıya çıkarılan ilanların incelenip, taşkın koruma amaçlı olarak kamulaştırılan
taşınmazlarla dere yatağının şuyulandırılmaya tabi tutulmasına itiraz edilmediği,
itiraz için gereken yasal sürenin geçirildiği,
bb. Şuyulandırma sonucu belediyece sanayi kuruluşlarına yapılan satışlara itiraz
edilmediği,
cc. Dere yatağı ve sedde işgallerine itiraz edilmediği,
dd. Ova Elektrik A.Ş.'nin, yani en büyük işgalcinin finansmanı ile hazırlanan ve
taşkın olayı ile gerçeği yansıtmadığı kanıtlanan 0–1800 metre arası Dil Deresi
Hidrolik Hesapları Raporu’na güvenilerek Ova Elektrik A.Ş.'nin işgalinin devamına
göz yumulduğu,
ee. Çolakoğlu Metalürji A.Ş. fabrikasından atılan metal cürufunun dere ağzında
sedde oluşturacak biçimde birikip Dil Deresi'nin ağzını kapatması sonucu akış
hızının azalmasını önleyecek bir girişimin yapılmadığı, durumun hala ciddiyetini
koruduğu,
h. Derenin kimi kesitlerinde akışı engelleyecek birikimlerin düzenli olarak
temizlenmediği, selden bu yana bir yılı aşkın bir zaman geçmesine karşın, hala
temizlik faaliyetinin sürdüğü tespit edilmiştir.
9. İzmit Valisi ile yapılan görüşmelerde de Sayın Vali; konunun İçişleri
Bakanlığı'na, kendi valiliklerine ve Dilovası Belediyesi'ne intikal ettirilerek
mümkün olduğu ölçüde imar tadilatı talebinde bulunulmasını önermiştir.
İzah edilen nedenlerle:
a. Öncelikle Etüt ve Plan, İşletme ve Bakım, Proje ve İnşaat, Emlak ve
Kamulaştırma Dairesi Başkanlıkları uzmanlarından oluşan bir teknik heyet marifeti
ile detaylı bir inceleme yapılması gerekmektedir.
Böyle bir heyetin soruna çözüm getirecek teknik önerileri de içeren bir rapor
hazırlaması halinde sorunun çözümüne katkı olacağı gibi rücu davalarına karşı
savunmalarımıza esas olabilecek bilgi birikimine ulaşılacaktır. Böyle bir rapor, Dil
94
Deresi'nde yapılabilecek bir imar tadilatına da esas teşkil edebilecektir.
b. Bu çalışmanın yapılmasından sonra İçişleri Bakanlığı, Kocaeli Valiliği ve
Dilovası Belediyesi nezdinde imar tadilatı talebinde bulunulması gerekeceği
kanısındayım denilen rapor makama sunulmuştur.
10. Yapılan çalışmalar sonucu 12.12.2005 tarihinde Genel Müdürlük Makamından
alınan Olur'da: "Dilovası Taşkın Tesisleri'nin yapım amacı, daha sonra Dilovası
Belediyesi'nin uyguladığı imar sonucu ulaşılan son durumun mahkeme kararı ile
tespit ettirilmesi zorunlu hale geldiğinde gerekli tespitin ilgili Bursa 1. Bölge
Müdürlüğü’nce yaptırılması" gerektiği belirtilmiş ve Olur Bölge’ye gönderilmiştir.
2.2 Seyhan ve Ceyhan Irmakları ile Sarıçam Deresi ve Çakıt Suyu'na Yapılan
Müdahaleler
1. Seyhan Nehri'ne yapılan müdahaleler; Adana Merkez Camii, Galeria, MC
Donald's, Mimar Sinan Kültür Sitesi, değişik noktalarda bahçe ve ev inşaatları ile
müdahale edilmiştir. İlgili valilik, kaymakamlık ve belediyelere gönderilen uyarı
yazılarına rağmen inşaatlar önlenememiştir. Ayrıca izinsiz bir biçimde yataktan
malzeme alımı devam etmektedir.
2. Sarıçam Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Telekom İşletmesi'ne ait borular,
• Kanal şevine yapılan müdahaleler,
• Ağaç dikme ve ev yapma şeklindeki müdahaleler devam etmektedir.
3. Ceyhan Irmağı'na yapılan müdahaleler;
• Cevdetiye Belediyesi Elektrik Tesisleri,
• Osmaniye Belediyesi İçme Suyu Kuyuları,
• TCK Köprüsü,
• Hamitbey Bucağı Orman İşletme Çamlığı,
• TCK D–400 Köprüsü,
• Ceyhan Asma Köprüsü,
• TİGEM Ormanlığı,
• Ceyhan Yağ Sanayii,
• Organize Sanayi End. Su Pompa ve Birası,
• Teleferik Demir Ayağı,
• Eski Deri Fabrikası,
• Köy Hizmetleri,
• 36 adet eski ve yeni kum ocağı,
95
• Çok sayıda tesis edilmiş narenciye bahçesi ve okaliptüs ormanlığı,
• Değişik noktalardaki ev inşaatları,
• Yataktan gelişigüzel alınan malzemeler,
• Yatağa atılan çöp ve diğer atık malzemeler.
4. Berdan Irmağı'na yapılan müdahaleler;
• DSİ sağ seddesinden yukarda 500 metre boyunda sedde,
• Kırkpınar Tanzim Ürünleri,
• Cumitaş Fabrikası,
• İlçe Trafik Binası,· Tekeli Hortum Fabrikası,
• Bahçe, ev ve ahırlar.
5. Efrenk Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Mersin Belediyesi yol inşaatları,
• Toroslar Belediyesi tarafından yapılan park ve yol genişletme inşaatı,
6 Mezgitli Deresi'ne yapılan müdahaleler;
•Katlı bir apartman,
• Değişik kısımlarda evler,
• Belediye mezbahası,
• Mermer atölyesi,
• Malzeme alımları.
7. Gilindire Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Dere yatağından malzeme alınması.
8. Tömük Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Otopark,
• Rekreasyon Tesisi,
• Flamingo Sitesi,
• Aquapark.
9. Arpaşbahşiş ve Alata, derelerine yapılan müdahaleler;
• Dere yataklarından aşın malzeme alınması.
10. Avşar Deresi'ne yapılan müdahaleleri'
• Atakent Belediyesi'nin yaptığı köprü, kesiti daraltmıştır.
• Belediyeye ait mezbaha, bahçe ve seralar ile yataktan malzeme alımı taşkına
neden olabilir.
11. Göksu Irmağı'na yapılan müdahaleler;
• Silifke Belediyesi'nin su pompası ve depoları,
96
• Belediyeye ait mezbaha ve soğuk hava depoları,
• Narenciye bahçeleri ve evler,
• Yataktan aşırı malzeme alımı tehlike yaratmaktadır.
12. Acıca Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Silifke Belediyesi tarafından derenin üstü kapatılarak imara açılmış, pazar yeri.
Sanayi sitesi yapılmış ve kesiti yetersiz köprü inşa edilmiştir.
13. Taşucu Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Ev ve seralar yapılmış, öğrenci yurdu ve trafo binası, Taşucu Belediyesi'ne ait
şantiye tesisleri inşa edilmiştir. Ayrıca dereden aşırı malzeme alımı da devam
etmektedir.
14. Dragon Çayı'na yapılan müdahaleler;
•Ev ve sera inşaatları,
• Anamur Belediyesi şantiye tesisleri,
• Çarıklar Belediyesi'ne ait kum - çakıl ocağı.
15. Sultan Çayı'na yapılan müdahaleler;
• Su pompası,
• Evler ve narenciye bahçeleri,
• Konkasör tesisi,
16. Büyük Asi Irmağı'na yapılan müdahaleler;
• Belediye Arıtma Tesisi,
• Lojman,
• Yatak daraltan dolgu,
• Mahmuz,
• Belediye tarafından inşa edilen Tabakhane Köprüsü,
• Sulama amaçlı bent ve batardo,
• Yataktan malzeme alımı.
17. Küçük Karaçay Deresi'ne yapılan müdahaleler;
• Evler,
• İzinsiz yapılan beton duvarlar.
1 8. Hunna Çayı'na yapılan müdahaleler;
• Evler ve okul inşaatı,
• Beton istinat duvarları,
19. Hacıkürüş Deresi'ne yapılan müdahaleler;
•Tuğla fabrikası,
97
•Atölye,
•Akışı engelleyen borular,
•Ev inşaatları.
20. Bedirge Kanalı'na yapılan müdahaleler;
•Akışı engelleyen borular,
•Dere yatağına malzeme atılması.
21. Comba Kanalı'na yapılan müdahaleler;
• Kanal üstüne ev ve cami yapılmıştır.
22. Tiyek Çayı'na yapılan müdahaleler;
• Çay üzerine belediye mezbahası ve ev yapılmıştır.
23. Deli Bekir Çayı'na yapılan müdahaleler;
Çay üzerine belediye tarafından fosseptik deposu, çok sayıda ev ve apartman
yapılmıştır.
24. Carcurun Kanalı'na yapılan müdahaleler;
• Kanalın sağ seddesi üzerine santrifüj tesisi yapılmıştır.
25. Murat paşa ve Karasu Feyezan kanalları, Kuru dere, Karaçay, Aşkar Beyli,
Şeker, Akçay ve Sanseki dereleri ile Payas, Özerfi ve Deli çaylarına yapılan
müdahaleler; Üzerlerinde değişik kesimlerde belediyeler tarafından dolgu su
deposu inşaatları yanı sıra birçok ev inşaatı yapılmıştır.
26. Osmaniye Karaçay Kanalı'na yapılan müdahaleler;
• Çıraklık Eğitim Merkezi,
• Sazlık Köprüsü,
• Maliye Evleri,
• İskenderun Otoban Köprüsü,
• Lale Gölü Köprüsü,
• Azizli Köprüsü,
• TCDD Köprüsü,
• Yassıca Köprüsü,
• TCK D–400 Köprüsü,
• Veysiye Köyü Mera Köprüsü,
• Osimpaş Fıstık Fabrikası,
• Çukurova Çelik Sanayi,
• Galaksi Mobilya Fabrikası,
• Seksan Makine Sanayi,
98
• Ülker Fabrikası,
• Ekizoğlu Fıstıkçılık,
•Yılmaz eker ve Nergis Fıstık Fabrikası,
• Güven san Çelik Kon. Sanayi,
• Bin boğa Fıstık Sanayi,
• Köprüslü Köyü Mezarlığı,
• Yatağa çok fazla miktarda ağaç dikilmesi,
• Değişik kesimlerde taşkın alanında ev ahır vb. inşaatlar.
27. Humuz Çayı'na yapılan müdahaleler;
• Aslaniye Köyü Köprüsü yapılarak yatak daraltılmıştır.
•
2.3 Elazığ Bölge Müdürlüğü Sınırları İçinde Durum;
DSİ'nin 6200 sayılı yasada belirtilen görevleri arasında taşkın alanlarının ıslah
edilmesi, taşkın koruma tesislerinin yapılması, emniyetinin sağlanması olmasına
karşılık Bölge Müdürlüğü sorumluluk sahasında bulunan bu alanlarda zamanla
diğer kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve vatandaşlarla 4373 sayılı yasaya
uymayan bir takım aksaklıklar ve sorunlar yaşanmakta, her ne kadar yazışmalar ve
ikazlar yapılsa da sonuç alınamamakta, dolayısıyla taşkın sahalarındaki muhtemel
tehlikeler güncelliğini korumaktadır.
1. İl, ilçe ve beldelerde yerleşim alanlarının içinden geçen dere yatakları ıslah
edildikten sonra belediyelerce üzerleri kapatılarak imara açılmakta ve açık
mecralar kapalı hale getirilerek, taşkın koruma tesisi yapılış amacının dışına
çıkmaktadır.
2. Yerleşim alanlarında çevre sakinlerince dere yatakları içerisinde konut, ahır
veya baraka şeklinde tesisler yapılmaktadır.
3. Yerleşim birimlerinden geçen dere yatakları üzerinde yapılan taşkın koruma
tesislerinde yöre halkı tarafından koruma duvarlarına paralel ve hatta duvar üzerine
tesis inşa edilmekte, dolayısıyla gerek yatak temizliği ve gerekse taşkın anında iş
makineleri dere yatağına yanaşamamakta ve müdahale edilememektedir.
4. Özellikle yerleşim birimleri içinde veya yakınında yer alan dere yatakları çöp
sahası ve enkaz depo sahası olarak kullanılmaktadır.
5. Akarsu ve dere yataklarından ilgili diğer kuruluşlar ve vatandaşlarca izinsiz
malzeme alınmakta, dolayısıyla yatağın stabilizesi bozulmaktadır.
6. Ayrıca diğer kamu kurumlarınca ulaşım amacıyla yapılan yol üzerindeki dere
99
yatakları geçişlerinde yapılan menfez veya köprülerde taşkın hesabı dikkate
alınmadan idaremiz bilgisi dışında ve yetersiz dar kesitte yapılmakta dolayısıyla
taşkınlara sebebiyet vermektedir.
7. Akarsu ve dere yatakları içerisinde kurulan, özellikle ruhsatlı malzeme
ocaklarında malzeme alımından sonra yüklenici ocağı terk ederken yıkama eleme
tesisinin mekanik aksamı dışındaki enkazı yatak içerisinde bırakmakta, bu da
yatağı olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla ruhsat verilme aşamasında
sözleşmelerde enkazın tamamen kaldırılmasına dair şerhin konulması uygun
olacaktır.
2.4 Diyarbakır Bölge Müdürlüğü'nün Karşılaştığı Sorunlar
1. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görüşü alınmadan, akarsu ve derelerin
yatakları içinde iskân yapılması ile daha önce inşa edilmiş bulunan taşkın kontrol
tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık mecraların kapalı mecraya dönüştürüldüğü
görülmektedir.
2. Açık mecraların kapalı mecra haline dönüştürülmesi ise, her yıl periyodik olarak
yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale
getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar şiddetli yağışlarda tıkanıp
taşarak daha büyük boyutlarda can ve mal kayıplarına neden olmaktadır.
3. Akarsu ve derelerin yatak yol olarak kullanılmaması gerekmektedir.
4. Dere, nehir ve tüm yer üstü suların elektro motopompla su tahsis ve kullanma
şartları belirlenmelidir (Bölgemizde ana dereler olan Dicle, Batman ve Garzan'da
yoğun bir su kullanımı vardır).
5. Şehir içi dereleri veya sulama kanalları üzerinde yapılan üst geçitler kanal
kesitlerini daraltmakta ve taşkınlara sebebiyet vermektedir.
6. Akarsu ve derelerin yatakları içinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün
görüşü alınmadan iskân yapılmaması gerekmektedir.
7. Belde, ilçe ve il gibi planlı yerleşim yerlerinin taşkın imar planlarına uyulmadığı
görülmektedir.
8. Şehir alanına düşen yüzeysel yağış sularının kent içinde genel hayata zarar
vermeden
toplanıp
tahliyesini
sağlayacak
"Şehir
Yağmursuyu
Projesi"
düzenlenmeli, hidrolojik ve hidrolik koşullar itibari ile şehir imar planları bu yönde
revize edilmelidir.
DSİ 10. Bölge, genel bilgileri bu şekilde sıralandıktan sonra kum - çakıl ocaklarına
ilişkin sıkıntıları da şu şekilde açıklanmıştır:
100
1. Malzeme ocağı olarak seçilen alana ilişkin 1/5.000 ya da 1/25.000 ölçekli harita
krokileriyle, bunlara ilişkin koordinat değerleri gönderilmemektedir. Gönderilen
değerlerin önemli bir kısmı da onaysız gelmektedir.
2. Ocak yeri görülmek istendiğinde, yeri gösterecek tapu kadastro elemanı ya da
serbest çalışan harita mühendisi genellikle bulunmamaktadır. Yer gösterimi daha
çok ocak sahipleri tarafından yapılmaktadır. Bu durum istenmeyen sonuçlar
doğurabilmektedir. Başka bir yerin gösterilmesi gibi.
3. Yer tetkikleri genelde her kurum tarafından ayrı ayrı yapılmaktadır. Bu durum
hem faaliyet sahibi için zor olmakta, hem de yer gösterimini sağlayan kadastro
elemanı teminini güçleştirmektedir. Bunun kolaylaştırılması, kurum görüşü isteyen
ilgili kişi ya da kurumun, bütün kurumlardan birer eleman sağlayıp komisyon
halinde bir araçla araziye gidişinin teminiyle mümkün görülmektedir.
4. Ocak alanına ilişkin yer tetkikleri tamamlanmadan ocağı işletecek kişiler Ön
ÇED Raporu'nu hazırlatmaktadırlar. Bu durum, kurum görüşü bildirecek olan
eleman üzerinde büyük bir baskı oluşumuna neden olmaktadır.
5. Kuruma yer tetkik yazısı ulaştıktan sonra kurumu adına bu yazıya cevap vermek
isteyen eleman, ocak yerini arazide görmek istediğinde, - genellikle de böyle
olmaktadır kendisini o alana götürecek bir muhatap bulmakta zorlanmaktadır. Bu
yer, merkez dışında ise daha da güç olmaktadır.
6. Kum ve çakılacaklarının çok büyük bir kısmı Dicle Nehri yatağında
bulunmaktadır.
Oysa Dicle Nehri'nde kıyı kenar çizgisi tespit edilmemiştir. Bu sebeple, yer
tetkikine giden elemanlar kendi doğrularıyla hareket etmektedirler.
Bu farklı bakış açısı, ortak karar noktasında sıkıntı oluşturmaktadır. Bunun
giderilmesi Dicle Nehri'nde kıyı kenar çizgisinin tespiti ile mümkündür.
7. Kum ocaklarının rahatlıkla görülmesi ve denetlenmesi için köşe koordinatlarının
arazide çok belirgin olarak işaretlenmesi zorunlu hale getirilmelidir. Hatta bu
işlem, yer tetkiklerinden önce yapılmalıdır.
8. Kum ocakları işletmecileri, gelişi güzel şekilde çalışma yürütmektedirler. Bu
alan seçilirken öncelikle bir tesviye yapılmalı, devamında bir noktadan itibaren
çalışma başlatılmalı ve büyük çukurlar oluşturmadan gerekliyse bu çukurlar
kapatılmak suretiyle, bir düzen içinde çalışılmalıdır. İzleme ve Denetleme
Komisyonu bu durumu sürekli ve rutin bir şekilde takip etmelidir.
9. Ön ÇED Raporu'nda belirtilen hususlar ile bu raporda yer alan kurum görüşleri,
taahhüt
altına
alınmış
olmasına
rağmen
bu
görüşlerin
neredeyse
tamamı
101
uygulanmamaktadır. Bu eksiklik İzleme ve Denetleme Komisyonu'na aittir.
10. Kurumlar, bu işin değişik aşamalarında farklı eleman görevlendirmektedirler.
Yer tetkikine bir eleman, komisyona başka bir eleman görevlendirmek olayın
takibini güçleştirmektedir.
11. Kum ve çakıl ocakları her ne suretle olursa olsun terk edilirken, DSİ Bölge
Müdürlüğü'nün görüşü alındıktan sonra bu alanın terkine karar verilmelidir. Bu
hüküm, Milli Emlak Müdürlüğü ya da İl Özel İdaresi şartnamelerinde bağlayıcı bir
karar maddesi olarak yer almalıdır.
12. Ocak alanı terk edilirken, taşkına sebep olacak, tarım arazilerine zarar verecek
bir durum söz konusu ise, bu alanın ıslah çalışması ocak işletmecisi tarafından
yapıldıktan sonra saha terk edilmelidir. Bu işlem yapılmadan terk edilen sahalarda,
zaman içerisinde meydana gelebilecek taşkın koruma, sorun ve şikâyetlerinin
muhatabı ocağı işleten şahıs ya da kurum olacaktır. Ocaktan kaynaklanan
taşkınlardan kurumumuz sorumlu tutulmayacaktır.
2.5 DSİ Edirne Bölge Müdürlüğü'nün Taşkın Sorunları
"4373 sayılı Taşkın Suları ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu'nun 1.
maddesine göre; "Yüksek seviye gösteren umumi ve hususi, kapalı veya akarsuların
taşmasıyla su altında kalan veya su baskınlarına uğrayabilecek olan sahaların
sınırları Bayındırlık ve İskân Bakanı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile
tespit ve ilan edilir" denilmektedir. Ancak 4373 sayılı Taşkın Koruma Kanunu'nun
3. maddesinde ise şöyle denilmektedir. "Birinci madde hükümleri dairesinde tespit
ve ilan edilmiş olan sınırlar içinde tesisat, inşaat veya tadilat yapmak, fidan veya
ağaç dikmek yasaktır. Müsaade verilmesi, Su İşleri Müdürü'nün bulunmadığı
yerlerde, bayındırlık müdürünün fenni mahzur olmadığı hakkında rapor vermiş
olmasına bağlıdır. Birinci fıkra hükmüne muhalif olarak izin istihsal edilmeden
yapılan ve suyun akmasına veya su seviyesinin yükselmesine tesiri olan tesisat,
inşaat veya tadilat, dikilen fidan veya ağaçlar Mahalli Su İşleri Müdürü’nün, yoksa
Bayındırlık Müdürü’nün teklifi üzerine Vali’nin kararıyla yıktırılır veya kaldırılır.
Bu hususta yapılan masraflar sahiplerinden alınır, şeklinde belirtilmiştir.
Bu bakımdan daha önceki yıllarda taşkın alanı olarak ilan edilmemiş önemli
nehirlerin taşkın alanı olarak ilan edilmesi gerekmektedir. Bu tesislere yapılacak
müdahale durumlarında, müdahale vilayet makamınca alınacak idari kararla ortadan
kaldırılabilir. Aksi durumda genel hükümlere göre hareket edilecektir”.
102
2.6 DSİ Kayseri Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları
1. Nevşehir - Ürgüp - Göreme (Avcılar) Kasabası Taşkın Koruma Tesisi; kasabanın
taşkın zararlarından korunması amacıyla inşa edilen tesis 1983 yılında işletmeye
açılmıştır. Daha sonra kasabanın yerleşim alanındaki gelişmenin ortaya çıkardığı
ihtiyaç doğrultusunda, 1985 yılında hazırlanan ek ön inceleme raporunda öngörülen
işler, 1986 yılı yatırım programı ve uygulama planına alınarak gerçekleştirilmiştir.
Kodarak Deresi'nin kasaba içerisindeki el sanatları çarşısı boyunca 30 m'lik
kısmında arsa temin etmek gayesiyle Göreme Belediyesi tarafından, kanal taban
genişliği 7,5 m'den 2,4 m'ye düşürülerek, girişi 28 m 2 , uzunluğu 25 metre ve çıkışı
8 m 2 'den baks yapılarak dik duvarlı kanalın üstü kapatılarak işyeri yapılmıştır.
Mevcut baks yapısının kırılarak kaldırılması ve kanalın eski haline getirilmesi
gerektiği belirtilerek, bu çalışmalar yapılmadığı takdirde Bölge Müdürlüğü
tarafından hukuki işlemin başlatılacağı bildirilmiştir.
2. Yozgat - Sarıkaya İlçe Merkezi Taşkın Koruma Tesisi; ilçe yerleşim merkezinin
Sarıkaya Deresi'nden gelebilecek taşkınlardan korumak üzere Bölge Müdürlüğünce
söz konusu tesis 1969 yılında inşa edilmiştir. Ayrıca yan derelerin ıslahı da
gerçekleştirilmiştir.
Sarıkaya Belediye Başkanlığı 17.02.1987 tarihindeki müracaatıyla, mevcut taşkın
koruma kanallarından birinin üzerine 200 metre tül kapatarak üzerine tek katlı
dükkân yapmak ve diğerinin üzerini ise 60 metre tül kapatarak yol geçirme
talebiyle Bölge Müdürlüğü’ne müracaatta bulunmuştur. Birinci talebi uygun
görülmemiş olmakla birlikte, ikinci talebi her türlü sorumluluk belediyeye ait
olmak ve kapatılacak kısım 60 metre tülü geçmemek koşuluyla uygun görülmüştür.
Daha sonra belediye aynı talebini 1990 yılında yinelemiş, ancak talebi Bölge
Müdürlüğü’nce uygun görülmemiştir. Belediye Dairesi’nin müsaadesi olmamasına
rağmen, Sarıkaya Deresi'nin üzerini kapatarak dükkân inşa etmiştir. Durumun tespit
edilmesiyle birlikte, belediyeye uyarı ve ikaz yazısı yazılarak, kanalın eski
konumuna getirilmediği takdirde hukuki işlemin başlatılacağı ifade edilmiştir.
Yapılan uyarılara belediyenin uymaması sonucunda Bölge Müdürlüğü’nce hukuki
işlem başlatılarak, Sarıkaya Asliye Hukuk Mahkemesi'ne müracaat edilerek, taşkın
koruma kanalı üzerine dükkân yapılmak suretiyle yapılan müdahalenin men'i ve
eski hale getirme talebiyle dava açılmıştır. Mahkeme olumlu sonuçlanmamıştır.
İlçe merkezinde 23.08.1992 tarihinde taşkın olayı yaşanmıştır. Sarıkaya Deresi
üzerine belediye tarafından müdahale neticesinde taşkın koruma kanalının kesitinin
daralması bu olaya neden olduğu taşkın raporunda belirtilmiştir.
103
3. Yozgat - Akdağ madeni ilçe Merkezi Taşkın Koruma Tesisi; ilçe merkezi taşkın
koruma kanalının üzeri belediye başkanlığı tarafından bölge müdürlüğünün
müsaadesi dışında kapatılmıştır.
4. Yozgat - Sorgun - Kayakışla Köyü, Kuruçöz ve Kayakışla dereleri Taşkın
Koruma Kanalları; köy muhtarlığının yoğun talebi üzerine, muhtarlıkla yapılan
protokolle her türlü sorumluluk köy muhtarlığına ait olmak şartıyla Kuruçöz
Deresi'nin 180–300 metreleri arası, Karakışla Deresi'nin 125–199 ve 240–285
metreleri arası baks yapısı ile kapatılmıştır.
5. Kayseri - Çakmakçının Deresi; Erciyes Üniversitesi bölgeye, Kayseri Valiliği'ne
ve Genel Müdürlüğü’ne yapmış olduğu müracaatlarda söz konusu kanalın
üniversite alanını ikiye böldüğü, toprak alınması nedeniyle çöplük halini aldığı,
fakülteler ve tesisler arası geçişin mümkün olmadığı ve benzer nedenlerle kanalın
üzerinin kapatılmasını talep etmiştir.
Bölge Müdürlüğü, Genel Müdürlüğü’nün talimatları ile Çakmakçının Deresi
kanalının Erciyes Üniversitesi içerisinden geçen kısmı için istikşaf raporu
hazırlamış ve bir bölümü kutu menfezle kapatılmıştır.
6. Kayseri İli ve Mücavir Alanları Batı Kuşaklama (Kuruçay) Taşkın Koruma
Kanalı; taşkın koruma kanalının Yeni Sanayi içerisinde geçen bölümü sanayi
atıklarının yoğun kirlilik oluşturması, işyerleri arası geçişin mümkün olmaması ve
benzeri nedenlerle. Belediye ile iş yeri sahiplerinin yoğun talepleri üzerine kutu
menfezle kapatılmıştır.
2.7 DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğü İçinde Taşkın Yaratan Ana Nedenler
1. Dere yataklarının doldurulması; arazi kazanmak veya döküm sahası olarak
kullanmak maksadıyla İstanbul'da dere yatakları doldurulmaktadır. Bu durum ise
dere yataklarının kısmen veya tamamen tıkanmasına neden olmaktadır. Taşkınlarda
yetersiz kesitlerde su kabarmakta, membada bulunan iskân sahalarında ve sanayi
bölgelerinde büyük zararlar meydana gelmektedir. Bu şekilde dere yataklarının
doldurulmasına, derelerin membaında bulunan kişi ve kuruluşların mani olması
gerekmektedir. Çünkü bu tür dolgular membada bulunan yapıları tehdit etmektedir.
Son yıllarda Kâğıthane Vadisi’nde bulunan sanayi tesisleri yetkililerinin bu tür
girişimlerde bulunmuş olmaları ümit vericidir.
Dere yataklarına dökülen dolguların ve çöplerin yatak üzerindeki köprü ve
menfezleri tıkaması tehlikenin boyutlarını büsbütün arttırmaktadır. 1 Temmuz 1995
tarihinde yaşanan Ayamama Deresi taşkının ana nedeni mevcut menfezlerin
104
tıkanmış olmasıdır.
2. Dere yataklarının üstünün kapatılması; DSİ'nin, kuruluşundan bu yana dere
yataklarının üstünün kapatılmasının yarattığı mahzurlarla ilgili çok sayıda
deneyimi bulunmaktadır. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın talebi sonucunda
İçişleri Bakanlığı 08.08.1994 tarih ve 5496 sayılı, tamimleri ile dere yataklarının
üstünün kapatılmaması gerektiğini ilgili kuruluşlara bildirmiştir. Buna rağmen
İstanbul’da bazı yerel yönetimlerden ve halktan dere yataklarının üstünün
kapatılması için yoğun talep gelmektedir.
Belediyeler tarafından İstanbul’da çok sayıda derenin üstü kapatılmış, çevredeki
iskân sahalarının atık suları bu galerilere bağlanmıştır. Kapatılan bu derelerin
üzerine yol veya binalar yapılarak problemler çözümsüz hale getirilmiştir.
10–11 Temmuz 1995 taşkınında kapatılan Alibeyköy - Küçükköy Deresi'nin
tıkanması sonucu büyük problemler yaşanmıştır. Bu derede çok eskiden beri
yaşanan bu tür problemler zaman zaman basın ve televizyon haberi olarak
güncelleşmiş, sorumluların hangi teşkilattan olduğu araştırılmıştır.
3. İmar planı hazırlanırken DSİ görüşünün alınması; imar planları hazırlanırken
belediyeler, DSİ ve diğer yatırımcı kuruluşların imar planı ve ilgili görüşünü
almaktadır.
Bu
gibi
durumlarda
teşkilatımız
imar
sahasındaki
mevcut
ve
mutasavver projelerimizi, derelerin taşkın sahalarını, dere ıslah şerit genişliklerini
ve taban suyu yüksek olan bölgeleri haritalara işleyerek ilgili belediyelere yardımcı
olmaktadır.
Bazı belediyeler bu şartı yerine getirmedikleri gibi derelerin üzerine cami, fabrika,
okul ve tersane yapılmasına göz yummakta, ayrıca çok belirgin taşkın alanlarını
iskâna açmaktadır.
DSİ görüşü alınmadan, Tuzla Belediyesi tarafından 1986 yılında hazırlanan imar
planları bu durum için çarpıcı bir örnektir. 37 km 2 havzası olan Tuzla Deresi'nin
denize ulaştığı kısımda dere yatağı üzerine tersane binası inşa edilmiş. Bina altında
ise sadece 3.15 m 2 alanda trapez kesitini bir galeri bırakılmıştır. Tuzla Deresi'nin
500 yıllık frekans taşkın piki ise yaklaşık 170 m 3/s mertebesindedir. Bu miktardaki
bir debinin sadece belirtilen galeriden geçmesi için su hızının 54 m/s olması, kanal
membaındaki suyun ise 650 metre kabarmış olması gerekmektedir. Temmuz 1995
tarihinde Tuzla İlçesi’nde yaşanan taşkın felaketinin ana nedeni bu anlamsız
yapıdır.
Tuzla
Deresi'nin
memba
kısmında
hemen
hemen
hiç
bir
sorun
yaşanmamaktadır.
En büyük zararın meydana geldiği Ayamama Deresi'nin, membası Mahmutbey’e,
105
mansabın sol sahili Küçükçekmece'ye sağ sahili ise Bahçelievler'e dahildir. ATV
Televizyonu ve Sabah Gazetesi'nin bulunduğu bölgenin imar planı hazırlanırken
DSİ görüşü alınmamıştır.
Ayrıca, yasal yerleşim bölgeleri dışında bulunan kaçak yapılaşmalar çok çeşitli ve
büyük problemler doğurmaktadır. Ancak, bu problemlerin en büyüğünün taşkın
problemi olduğu, yaşanan bu son felakette açıkça anlaşılmıştır.
4. Islah kanalı kenarına servis ve bakım yolu yapılmaması; ıslah edilmiş olan dere
yataklarının kenarlarına işletme bakım yolu bırakılmadan yapılaşmaya izin
verilmesi nedeniyle büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bakım yolu yapılmadan inşa
edilmiş olan ıslah kanallarının çeşitli atıklar (rüsumat, koltuk takımı, kamyon
şasesi ve her türlü çöp) nedeniyle akış kesitinin kapanması durumunda kanalların
temizlenmesi mümkün olmamaktadır. İstanbul’da servis ve bakım yolu olmayan
birçok ıslah kanalı mevcuttur. Bu tür kanallar sık sık taşarak çevreye zarar
vermektedir. Bu tür ıslah kanalı çevresinde ikamet eden çok sayıda vatandaşımız,
korku ve tedirginliklerini açık bir şekilde belirtmektedirler. Değişik bir ifade ile
bakım yolu olamayan bir ıslah kanalı ıslah kanalı değildir.
Islah kanallarının periyodik temizliklerinin yapılabilmesi için kepçe bomunun
yeterli olduğu durumlarda bir sahilde, bomunun yeterli olmadığı durumlarda her iki
sahilde servis ve bakım yolunun yapılması mutlak bir zarurettir.
2.8 DSİ Van Bölge Müdürlüğü’nde Durum;
1. Van - Karasu Deresi
2. Van - Gürpınar Engil Çayı
3. Van - Erciş Zilan Çayı
4. Muş - Murat Nehri
5. Hakkâri - Yüksekova Büyük Çay
6. Hakkâri - Zap Suyu
Dere üstleri kapatılan yerler;
1. Hakkâri - Yüksekova Büyük Çay
2. Bitlis - Bitlis Çayı
3. Muş - Varto İlçesi
4. Van - Erciş İlçesi
5. Bitlis - Güroymak İlçesi
Bütün bu akarsularda doğal akış engellenmektedir.
106
2.9 DSİ Sivas Bölge Müdürlüğü'nün Karşılaştığı Sorunlar
1. Açık mecraların kapalı mecraya dönüştürülmesi; her yıl periyodik olarak
yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale
getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar, şiddetli yağışlardan tıkanıp
taşarak daha büyük boyutlarda can ve mal kayıplarına sebep olmaktadır.
2. Yerleşim yerlerinin yukarı havzaya giren kısımlarının kapatılması; yüzey
sularının dere yatağına ulaşmasını zorlaştırmakta, eğer herhangi bir önlem alınmadı
ise duvarlara zarar vermektedir.
3. Taşkın tesislerinin üzerinin kapatılması; kanalizasyon şebekesinin bulunmadığı
veya kanalizasyon şebekesine ulaşımın zor olduğu mahallerde ıslah tesisi duvarı
delinerek doğrudan dere yatağına verilmekte ve ıslah tesisi tıpkı bir kanalizasyon
ana kolektörü gibi çalıştırılmakta, bu duruma üzeri kapalı olduğu için zamanda
tespit yapıp müdahale edilememektedir”.
2.10 DSİ Aydın Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları ve Çözüm Önerileri;
Son yıllarda ülkemizde ve bölgede önemli can ve mal kayıplarına neden olan
taşkınlar yaşanmıştır. Yapılan gözlemlerde DSİ’nin görüşü alınmadan akarsu ve
dere yataklarına çeşitli müdahalelerde bulunulduğu, derelerin üzerinin kapatıldığı,
derenin doğal yatağının yok farz edilerek bu alanların planlı yerleşimlere açıldığı
yol, yeşil alanlarına dahil edildiği, arsa niteliği kazandırıldığı müşahede edilmiştir.
Diğer yandan taşkın önlemleri alınan tarım ve iskân alanlarını taşkınlardan
koruyan,
taşkın
kontrolüne
matuf
tesislerimizde
bile
benzer
girişimlerin
başlatıldığı fonksiyonunun bozularak yetersizleştirildiği, sedde ve tahkimatlarının
tahrip edildiği, tesislerin elden çıktığı gözlemlenmiştir.
Örneğin; Aydın ili merkezinden geçen Tabakhane Deresi DSİ’ce ıslah edilerek
taşkın kontrol tesisleri yapılmıştır. Aydın Belediyesi'nin 2001 yılında derenin
üzerinin kapatılması girişimlerinde DSİ Bölge Müdürlüğü’nün duyarlılığı sonuç
verdiğinden belediye bu uygulamadan vazgeçmiştir. Buna karşılık Muğla İli
merkezinden geçen Karamuğla ve Basmacı derelerinin üzerinin belediyesince
kapatılarak yerleşime açılması sonucu büyük bir taşkın olayı yaşanmış, kapalı dere
kesitleri patlamış, taşkın can kaybı olmadan maddi kayıplarla atlatılmıştır. Benzer
şekilde bütün uyarılara rağmen Aydın İli Söke ve Kuşadası ilçeleri içinden geçen
derelerin üzerinin kapatılarak iskân ve başka maksatlarda kullanılması sonucu bu
yıl yaşanan taşkın, önemli ölçüde maddi zararlara neden olmuştur. Dereler üzerinde
DSİ'nin bilgisi dışında yol, sokak ve benzeri maksatlı geçişler için diğer
107
kurumlarca yapılan sanat yapılarının yetersizliği ile yaratılan taşkınlar da önemli
mal ve can kayıplarına neden olmaktadır.
Muğla - Fethiye – Çobanlar’da 30.12.2002 tarihinde vukuu bulan taşkınla aynı
aileden üç kişi hayatını kaybetmiş bulunmaktadır. Bu taşkına Fethiye - Kaş Antalya karayolunun Eskiköy Deresi üzerinden geçişini sağlayan sanat yapılarının
yetersizliği neden olmuştur.
Bu nedenle açık mecraların kapalı mecra haline dönüştürülmemesi, daha önce inşa
edilmiş bulunan taşkın kontrol tesislerine müdahale edilmemesi, her ölçekteki
planlı
yerleşimler
için
imar
planlarının
düzenlenmesi
aşamasında
DSİ’nin
görüşünün alınması, taşkın etütlerinde öngörülen ve önerilen önlemlere titizlikle
uyulması, dere yataklarının yol alarak kullanılmaması, çöp, malaz ve her tür atığın
atılmaması gerekmektedir.
Son yıllarda genel bütçeden küçük su işleri, taşkın koruma işleri, makine giderleri
ve kamulaştırmalar için ayrılan yetersiz ödenekler nedeni ile yatırım ve uygulama
programında
bulunan
yapılamamaktadır.
pek
Arazi
çok
ve
konu
meskûn
ele
alınmamakta
mahal
ve
taşkınlarının
taşkın
tesisleri
önlenmesinde
kamulaştırma bedelinin sorun olmaktan kurtarılması gerekmektedir. Bu yönde idari
ve hukuki bir takım iyileştirmelerin yapılması, ayrıca yetersiz ödeneklerin de
artırılması gerekmektedir.
Meydana gelen taşkın zararlarının diğer bir nedeni de nehir, akarsu ve dere
yataklarında gerek ruhsatı, gerekse kaçak olarak işletilmekte olan kum ve çakıl
ocaklarından dolayı akarsu yatağına mücavir tarım arazilerinde ve çevrede
meydana getirilen zararlardır.
DSİ Bölge Müdürlüğü’ne ulaşan kum ve çakıl ocağı ile ilgili talepler Genel
Müdürlüğü’nün 04.07.1988 tarih ve 2942 sayılı tamimleri ekinde alınan "Kum Çakıl ve Benzeri Malzeme Ocağı Açmaya Yönelik Taleplerin incelenmesi" adlı
yazılı talimat çerçevesinde değerlendirilerek ruhsatı veren ilgili kurumlara
gönderilmektedir. Ruhsat verme aşamasından sonra belirtilmiş olan koşullara
uyulup uyulmadığının kontrol edilmesi ayrıca uygulama yetkisi valilik ve
kaymakamlıklara bağlı özel idare müdürlüklerine aittir. Ancak buna rağmen çeşitli
yerlerde ruhsatlı veya ruhsatsız olmak üzere resmi ya da özel kişilerce düzensiz ve
önerilen şartlara uyulmadan malzeme alındığı, fazla derine inilerek dere yatağının
tahrip edildiği, bu çalışma şeklinin akarsu ve dere yatağının duyarlılığının
bozulmasına ve dolayısıyla akarsuyun daha sık yatak değiştirmesine sebebiyet
vererek yağışlı mevsimlerde zaman zaman birçok taşkın zararları ile toprak
108
kayıplarına neden olduğu müşahede edilmektedir. Bu nedenle denetimlerin daha sık
ve etkili yapılması, kaçak kum - çakıl ocağı işletenlere müdahale edilmesi ve
ruhsatta belirtilen koşullara göre malzeme alınmasının sağlanması önem arz
etmektedir. Ayrıca çay ve dere yataklarında malzeme veriminin giderek azalması
nedeni ile kırma taş santrallerinin kurularak malzemenin yapay yollardan temin
edilmesi yönüne gidilmesi gerekmektedir.
2.11 DSİ Trabzon Bölge Müdürlüğü'nün Çözüm Önerileri
1. Gerek DSİ prensipleri ve gerekse İçişleri Bakanlığı'nın 03.08.1994 tarih ve 5476
sayılı genelgesi gereği derelerin üzerlerinin kapatılması sakıncalı görülmektedir.
Bu konuda yasaklama ve uyulmaması halinde cezai müeyyide getirilmelidir.
2. Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yerleşim ve ticaret merkezleri feyezan tesiri
bakımından emin olmayan dere güzergâhları boyunca kurulmaktadır. Bu alanların
korunması yapılsa dahi, derelerin yıkıcı etkisini tamamen ortadan kaldırmak
mümkün değildir. Bu nedenle imar planlarında seçilen yerleşim alanları, DSİ taşkın
koruma tesislerinden itibaren hemen başlanması yerine rekreasyon alanı olarak
bırakabilecek emniyet sahalarından sonra başlamalıdır. Bu sebeple akarsular için
Kıyı Kanunu’nun, gerekirse çevre ve imar mevzuatının yeni bir boyuta getirilmesi
gerekir.
3. Şehir içi akarsuları üzerinde inşa edilen köprüler inşa edilmeden önce DSİ
görüşü alınmalı ve bu konuda DSİ'nin etkin rolü olmalıdır.
4. Akarsu üzerinde ve vadisi boyunca diğer yatırımcı kuruluşlarca geliştirilecek
köprü ve yol projelerinin hazırlama ve uygulaması aşamasında DSİ görüşü alınmalı
ve denetim yapma imkânı verilmelidir.
5. Yürürlükteki Taş Ocakları Nizamnamesi; ruhsat, işletme, denetim ve yaptırım
şartlan DSİ'ye verilecek şekilde değiştirilmelidir. Kum - çakıl ocağının işletilmesi
ve çıkan malzemenin bir bedel karşılığı piyasaya satılması DSİ tarafından
yapılabilmelidir.
6. Doğal yatak sınırları dâhilinde yer alan alanlar özel mülkiyete konu olmamalıdır.
Ayrıca doğal yatak sınırları dışındaki taşkın sahalarındaki parsellere özel statü
verilmelidir (ziraat alanı olarak kullanılmalıdır). Bu sebeplerden ötürü dere
yataklarında revize kadastro çalışması yapılmalıdır”.
2.12 DSİ Balıkesir Bölge Müdürlüğü'nün Sorunları
1. Çay yatağındaki yapılaşmalar; Bölge Müdürlüğümüzün hudutları dâhilinde
Çanakkale ili merkezinde bulunan Sarıçay, DSİ tarafından 25.01.1S93 tarihinde
109
yapılan resmi protokolle Çanakkale Belediyesi'ne devredilmiştir. Çay yatağı
menfasında şehre 20 km uzaklıkta Atikhisar Barajı mevcuttur. Çay yatağı geçmiş
yıllarda DSİ tarafından 550 m 3/sn. debiyi geçirecek şekilde ıslah edilmişti, ancak
Çanakkale Belediyesi Sarıçam’ın işletmesini devir aldıktan sonra DSİ'nin yazılı
ikazlarına rağmen yatak içinde (pazaryerinin genişletilmesi Amfi tiyatro, kamyon
garajı, sandal çekçek yeri vs.) gibi tesisler yaparak çay yatağını daraltmıştır. Bu
konuda 15.08.2002 tarihinde hazırlanarak tasdik edilmiştir. "Sarıçay Yatak
Revizyonu İnceleme Raporu" mevcuttur.
2. Kum ve çakıl ocaklarındaki olumsuzluklar;:
a- 06.06.2002 yılında çıkarılan yeni ÇED Yönetmeliği’nde DSİ kurum görüşü
sorulmadan, Çevre ve Orman Müdürlükleri tarafından kum ve çakıl ocakları
müracaatları için ÇED raporu hazırlatılarak, DSİ'nin bilgisi haricinde "Çevresel
Etkileri Önemsizdir" kararı verilmektedir. ÇED raporunda kurum görüşümüz ve
işletme protokolü bulunmadığından, kum ve çakıl ocaklarının işletilmesi esasları
DSİ'nin kontrolü dışında kalmaktadır.
b- 4373 sayılı kanunun 1. maddesi akarsuların taşmasıyla su altında kalan ve su
baskınlarına
uğrayabilecek
olan
sahaların
sınırlarının
tespiti
ve
Bakanlar
Kurulu'nca ilan edilmesiyle ilgilidir. 2. ve 3. maddeleri ise ilan edilen bu taşkın
sahalarının içinde, suların akmasına engel olan bina, fidan, ağaç, set ve savak gibi
mânialarla ilgili olup bu tesislerin kamulaştırılmasını ve yıkılmasını ifade
etmektedir. Söz konusu yasa tüm dereleri kapsamadığından, ilgili, ilgisiz kişilerce
dere yataklarına yapılan tesislere, dere yataklarının kapatılması ve atılan katı
atıklarla suların akmasına ve kabarmasına neden olunmaktadır. Örnek; Balıkesir Bursa Devlet Yolu inşaatı sırasında DSİ’den görüş alınmadan, TCK tarafından dere
yataklarına yapılan yol geçişlerinin yetersiz kapasitede inşa edilmesi nedeniyle
taşkınlara neden olmakta, yapılan yolun da bir set gibi çalışması nedeniyle
taşkınların etkisi daha da artmaktadır.
c- Dere yataklarında yol bağlantılarını sağlamak amacıyla çeşitli kuruluşlar ve
kişilerce inşa edilen ya da edilecek olan değişik amaçlı yapıların (köprü, menfez,
kasis vb.) inşa edilmeden kurumumuzdan görüş ve izin alınması zorunlu
kılınmalıdır. Dere yataklarının üzerinden veya sınırından geçirilecek enerji nakil
hattı, telefon hattı, petrol boru hattı, doğal gaz boru hattı, içme suyu ve
kanalizasyon hatlarının dere yatağı şev üzerinden itibaren en az 25 metre mesafe
bırakıldıktan sonra tesis edilmelidir. Enerji nakil hattı ve telefon hatlarının
yüksekliğinin en alt seviyesinin, dere yatağı şev üzerinden itibaren en az 15 metre
110
olması temin edilmelidir. Dere yatakları içinden geçirilecek tesisler için DSİ'nin
görüş ve izninin alınması sağlanmalıdır.
3. TÜRKİYE’NİN TAŞKIN RİSKİ VE NEDENLERİ
Doğal afet olarak taşkın; bir akarsuyun muhtelif nedenlerle yatağından taşarak,
çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesislerine ve canlılara zarar
vermek suretiyle, etki bölgesinde normal sosyo - ekonomik faaliyeti kesintiye
uğratacak ölçüde bir akış büyüklüğü oluşturması olayı şeklinde ifade edilmektedir.
Ülkemizde, taşkın afetleri sık yaşanması nedeniyle ekonomik yönden depremlerden
sonra en çok zarar oluşturan doğal afet durumundadır. Yurdumuzda özellikle son
yıllarda daha sık tekrar eden ve can kayıplarının yanı sıra önemli ekonomik
kayıplar oluşturan taşkınlar yaşanmaktadır. Taşkınların yol açtığı ekonomik
kayıpların giderek önemli büyüklükler oluşturması, taşkın yönetimi çerçevesinde
her süreçte yapılması gereken çalışmaların; daha geniş bir perspektif içinde,
koordinatif ve entegre bir program yaklaşımı ile ele alınmasını gerektirmektedir.
Ülkemizde taşkınları meydana getiren yağışların sin optik durumları ile geçmiş
taşkınlara ilişkin envanter verilerinin birlikte değerlendirilmeleri sonucunda,
taşkınların en çok mart, nisan, mayıs, haziran ve temmuz aylarında oluştuğu,
Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu coğrafi bölgelerinin taşkına en hassas bölgeler
olduğu ortaya çıkmaktadır.
Taşkın olaylarının yalnızca doğa şartlarına bağlı olarak ifade edilmesi mümkün
değildir.
Özellikle ülkemiz gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam
ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme
aktivitesi,
akarsu
havzalarının
muhtelif
kesimlerindeki
insan
faaliyetinin
çeşitliliğini ve yoğunluğunu da büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu durum ise, yaşanan
çoğu örnekte görüldüğü üzere, havza bütünündeki doğal hidrolojik dengeyi
bozmakta ve sonuçta büyük miktarda can ve mal kaybına yol açan taşkın olayları
yaşanmaktadır.
Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni
tesisler ile arazi yapısı değişmekte, çoğu kez elverişsiz tarım yöntemleri ile
topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip
edilmekte ve bütün bu uygulamalardan sonra suların normal akışı etkilenmekte ve
değişmektedir. Bu durum taşkınların giderek daha büyük ve sık görülmesine, can
ve mal kayıplarının zamanla daha da ağırlaşmasına, hatta daha önceden taşkın
111
koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale
gelmektedir.
Ülkemizde
son
yıllarda
yaşanan
taşkınlardan
edinilen
müşahedeler,
büyük
boyutlarda can ve mal kayıpları ile sonuçlanan önemli taşkınların akarsu ve
derelerin yatakları içinde veya mücavirindeki taşkın riski taşıyan alanlarda iskân
yapılması ile daha önce inşa edilmiş taşkın tesislerinin üzerlerinin kapatılarak açık
mecraların
kapalı
mecralara
dönüştürüldüğü
durumlarda
oluştuğunu
göstermektedir. Dere yatakları içindeki her türlü yapı, muhtemel bir taşkında
doğrudan zarar görecek olmasının yanı sıra taşkın yatağının diğer kesimlerinde de
akış şartlarını bozarak normal koşullarda beklenmeyen zararlara neden olmaktadır.
Açık mecraların kapalı mecralar haline dönüştürülmesi ise her yıl periyodik olarak
yapılması gereken bakım - onarım hizmetlerinin yapılmasını imkânsız hale
getirmekte, bunun sonucunda zamanla dolan mecralar şiddetli yağışlarda tıkanıp
taşarak daha büyük boyutlarda zararlara neden olmaktadır. Derelerin üzerlerinin
yerel yönetimler tarafından kapatılması sonucu meydana gelen taşkınların sayısı
oldukça çoktur. DSİ Genel Müdürlüğü'nün girişimleri sonucunda, dere üstlerinin
kapatılmaması hususunda İçişleri Bakanlığı'nın 22.09.1988 tarih ve 24467 sayılı ve
3.8.1994 tarih ve 5496 sayılı yazıları ile tüm valiliklere gerekli talimat verilmiştir.
Benzer şekilde değişik kamu kuruluşları, köprü, menfez, box ve benzeri sanat
yapılarını Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü görüşü alınmaksızın inşa etmekte ve
hidrolik bakımdan yetersiz projelendirilen bu tesisler taşkın anında işlevselliğini
yitirmelerinin yanı sıra tahmin edilenden daha fazla zayiatın oluşmasına sebep
olarak genel hayatı etkilemektedirler. Bu tip yapıları son yıllarda oluşan taşkınların
en önemli sebeplerinden biri olarak göstermek mümkündür.
3.1 DSİ GENEL MÜDÜRLÜGÜ'NÜN TAŞKIN ZARARLARININ
AZALTILMASI ÇALIŞMALARI
DSİ Genel Müdürlüğü'nün taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltılmasına
matuf çalışmaları, 6200 sayılı kuruluş yasasında tanımlanan görev ve sorumluluklar
çerçevesinde
genelde
yapısal
önlemler
içeren
projeli
faaliyetler
şeklinde
sürdürülmekte, ayrıca 4373 ve 7269 sayılı yasalarda ifade edilen hükümler
doğrultusunda taşkın afetinin her sürecinde yapı gerektirmeyen düzenleme ve
denetleme faaliyetlerini içermektedir.
1. Yapısal önlemler içeren projeli faaliyetler; yapısal projeleri; taşkın anında suları
taşkın riski taşıyan alandan uzakta tutmaya yönelik akarsu yatağı düzeltme ve
112
düzenlemeleri, tensip bendi, ıslah sekisi, taşkın duvarı, sedde, derivasyon kanalı
gibi koruma amaçlı tesisleri içerenler ve sel kapanları ile barajlar gibi suyun akış
rejimini düzenleyen tesisleri içeren kontrol yapılarını kapsayan iki gurup içinde
değerlendirmek gerekmektedir.
DSİ Genel Müdürlüğü yukarıda genel çerçevede belirtilen projeli faaliyetlerini;
tanıma ve saptama, sorunlara yapılabilir, kalıcı ve ekonomik çözüm getirme (Etüt
ve Plan); çözümü gerçekleştirme (proje ve inşaat) ve sürekli iş görürlüğünü
sağlamak (işletme ve bakım) ana hizmet birimleri ile sürdürmektedir.
2. Yapısal önlem içermeyen faaliyetler; DSİ Genel Müdürlüğü'nün taşkın
zararlarının azaltılmasına yönelik yapısal önlem içermeyen faaliyetlerine aşağıda
ana hatları ile değinilmiştir.
Bölge taşkın planları; DSİ Genel Müdürlüğü'nün ülke genelinde 26 adet olan Bölge
Müdürlüklerince akarsu havzaları esas alınarak ve havzadaki su developmanına
yönelik
çalışmaların
sonuçlandırılma
durumuna
göre
sürekli
olarak
güncelleştirilerek hazırlanan Bölge Taşkın Planları, İl Afet Planları’na entegre
edilmek üzere ilgili valiliklere gönderilmektedir
Higrometrik
ve
meteorolojik
gözlem
çalışmaları;
taşkın
envanteri
(taşkın
yıllıkları). İmar planları ile ilgili taşkın etütleri; DSİ Genel Müdürlüğü’nce;
yerleşme ve yapılaşmanın mevzii ya da üst ölçek bir imar planı veya daha geniş
kapsamlı 1/25.000 ve 1/100.000 ölçekli bölgesel planlara tabi olduğu koşullar için,
belediyelerden veya diğer ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından iletilen talepler
üzerine, plan hazırlığı aşamasında veri olarak kullanılmak üzere, planlama
sahalarının taşkın riski yönünden etütleri yapılarak sonuçlar ilgili talep sahibi
kurum ve kuruluşa iletilmektedir. Söz konusu çalışmalar sırasında, planlama
sahasında yer alan dereler ve akarsular, taşkın sahaları ilgili kuruluşlarca yapılması
gereken taşkın kontrol tesislerine ilişkin detaylar ve iskâna açılması uygun
görülmeyen sahalar ayrıntılı olarak gösterilmektedir.
4373 sayılı Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı Korunma Kanunu çerçevesinde
yapılan çalışmalar; anılan kanunun ilgili hükümleri çerçevesinde, ülkemizin
değişik yörelerinde yer alan birçok sahada taşkına uğrayabilir sahalar Bakanlar
Kurulu Kararı alınarak her türlü yapılaşmaya yasak alan olarak ilan edilmiştir.
1943–1980 döneminde belirtilen anlamda çıkartılarak ilan edilen tüm Bakanlar
Kurulu Kararları DSİ Genel Müdürlüğü'nce derlenerek "Taşkından Korunma,
Kurutma ve Tabii Afetler İle İlgili Kararnameler" adı altında kitap halinde
yayımlanmıştır.
113
7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
Yapılacak Yardımlara Dair Kanun; anılan kanunun ilgili hükümleri doğrultusunda,
DSİ
Genel
Müdürlüğü
korunmasının
teknik
tarafından
ve
etüt
ekonomik
edilerek,
nedenlerle
etüt
sonucunda
mühendislik
taşkından
tedbirleri
ile
sağlanmasının mümkün olamadığı anlaşılan yerleşim sahaları, afet bölgesi olarak
ilan edilmek ve bilahare emniyetli bir yerde yeniden iskân edilmek üzere
Bayındırlık
ve
İskân
Bakanlığı'na
bağlı
Afet
İşleri
Genel
Müdürlüğü'ne
aktarılmaktadır.
Bu
bağlamda
çıkarılan
1943–1980
dönemine
ait
tüm
Bakanlar
Kurulu
Kararnameleri de yukarıda zikredilen DSİ yayımında yer almıştır.
Ayrıca bu kanunun ilgili hükümlerince, taşkın anında taşkın bölgesinde bulunan
DSİ taşra birimine ait tüm makine ve personel ekipman, ilçe veya il merkezlerinde
kurulan kriz merkezlerinin emrine verilmektedir.
Bugüne kadar edinilen tecrübeler, Türkiye akarsu havzalarında yaygın olarak
yaşanan ve önemli ölçüde can ve mal kayıplarına neden olan taşkınların, olayın su
hareketi yönünden büyüklüğünü tayin eden hidro meteorolojik oluşumların
büyüklüğünden ziyade, akarsu yatakları içinde veya taşkın riski taşıyan mücavir
sahalarda çoğu kez herhangi bir önlem alınmaksızın sürdürülen düzensiz ve
kontrolsüz kentleşme faaliyetleri sonucu oluştuğunu göstermektedir.
Akarsu havzalarında; taşkın koruma ve kontrol amacını da içeren, su kaynaklarının
havza bütününde developmanını öngören kapsamlı projelerin hizmete girmesi ile
taşkınların sıklıkları ve yaptıkları zararlarda önemli azalmalar olmaktadır. Ancak
taşkın zararlarının azaltılması çalışmalarında en etkin ve ekonomik çözüm; taşkın
yaşanmadan önce havza genelindeki insan faaliyetlerini düzenleyen ve çoğunlukla
yapışık nitelikteki, halkın eğitiminden ağaçlandırma faaliyetlerine kadar birbirini
tamamlar özellikli çoklu tedbirlerin, bir plan dahilinde, projeden yararlananlar da
dahil olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlarca koordinatif bir program
çerçevesinde, birlikte alınmasının sağlanmasıdır. Bu yaklaşım, konu ile ilgili
çalışmalarda özellikle yerel yönetimlere önemli görevler yüklemektedir.
3.2 DAHA ETKİN BİR TAŞKIN YÖNETİMİ İÇİN ÖNERİLER
Akarsu havzalarının belirli bölümlerinde yer alan taşkın riski yüksek alanlarda
yaşayan topluluklarda; baraj, sedde, sel kapanı ve benzeri taşkın koruma ve kontrol
tesislerinin yapımından sonra bir daha taşkın olmayacakmış gibi bir kanı oluşmakta
ve buna bağlı olarak riskli alanlarda yapılaşma faaliyeti yoğunlaşmaktadır.
Söz konusu tesislerin projelendirilmesinde ekonomi unsurunun da dikkate alınmış
114
olması nedeniyle, tesislerle sağlanan koruma ve kontrolün belirli bir mertebesi
bulunmakta, bunun aksine taşkın riskini tamamıyla ortadan kaldıran bir durum söz
konusu olmamaktadır. Bu nedenle benzer tip sahalarda yapılacak faaliyetlerde bu
husus mutlaka dikkate alınmalıdır.
Fiziki alan kullanımının bir imar planına göre yapılmasını gerektiren her ölçekteki
yerleşim yeri için, imar planı hazırlanmasından önce DSİ Genel Müdürlüğü'nden
mutlaka
görüş
alınmalı
ve
plan
kararları
bu
görüşler
doğrultusunda
oluşturulmalıdır.
Yerleşim alanları içinden geçen ve daha önce DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
taşkın tesisleri inşa edilen yerlerde, çeşitli kullanım alanları oluşturmak maksadıyla
tesislerin üzerleri kapatılmamalıdır.
İmar planı kararları doğrultusunda oluşan yerleşim alanları kent formunda kabul
edilmekte olup, bu tür belde, ilçe ve il ölçeğindeki yerleşim sahalarında, pis su
sistemlerinin dışında, yerleşim alanı içindeki yağış sularını toplayarak drene
edecek yağmur suyu boşaltım projeleri önemli bir yerel altyapı sistemi olarak
gerçekleştirilmelidir.
Akarsu havzalarının yalnızca sınırlı bir bölümünde taşkın koruma ve kontrol
fonksiyonu gören küçük ölçekli yapısal projeler inşaatları sonuçlandıktan sonra
yerel yönetimler tarafından devralınmalı ve işletme sürecindeki hizmetler yerel
yönetim eliyle sürdürülerek, bir ölçüde projeden faydalananların faaliyetlere
katılımı sağlanmalıdır.
Akarsu havzası bazında, bir plan dahilinde projeden yararlananlar ve yerel
yönetimler
ile
birlikte
birçok
kamu
kuruluşunun
koordinatif
bir
program
çerçevesinde eş zamanlı olarak faaliyet göstermelerini gerektiren durumlarda,
değişik kamu kurumları tarafından gerçekleştirilecek olan uygulamalar için her
kurumun bütçesinde gerekli imkân sağlanabilmelidir.
4373 sayılı kanun çerçevesinde, Bakanlar Kurulu Kararları ile taşkın sahası olarak
ilan edilerek yapılaşma yasağı getirilen alanlardaki yapılaşma faaliyetlerinin
önlenmesi hususunda, valilikler yürütmeyi sağlama bağlamında duyarlı olmalıdır.
7269 sayılı yasa hükümlerine göre, taşkına maruz olmaları nedeniyle "Afet
Bölgesi" ilan edilen yerleşim alanlarının yeniden iskân edilmesi yönündeki
çalışmaların verimli olarak sürdürülebilmesi için Afet İşleri Genel Müdürlüğü'ne
gerekli finansman imkânları sağlanmalıdır.
Doğal afetlerin zararlarının azaltılması çalışmalarının tüm süreçlerindeki en önemli
faaliyetlerden biri, afet yönetimi içinde yer alan her aşamadaki yerel ve merkezi
115
yönetim görevlilerinin eğitimi ile halkın bu yönde bilinçlendirilmesini amaçlayan
eğitim ve bilgilendirme çalışmalarıdır.
Bu bağlamda, konuya kamuoyu nezdinde güncellik kazandıracak olan her türlü
görsel ve yazılı medya araçları kullanılmaya çalışılmalıdır. Akarsu yatakları
üzerinde değişik kamu kuruluşlar tarafından yapılmış olan köprü, menfez veya
benzeri yapıların hidrolik açıdan yeterli kapasitede inşa edilmemeleri halinde,
taşkın anında sürüklenerek gelen nebat ve çeşitli malzeme ile tıkanarak taşkın
sularının çekme ve kabarmasına neden olmaktadır. Bu nedenle emniyetli akış
koşulları açısından köprülerin boyutlandırılmasında esas alınacak proje debisinin
DSİ Genel Müdürlüğü'nden temin edilmesinde yarar vardır.
Taşkın olayının ekolojik dengenin bozulması ve insan aktivitelerinin coğrafi
çevreye yaptığı olumsuz müdahaleler ile zarar boyutunu artıran bir doğal afet türü
olduğu bilincinden hareketle, akarsu havzalarında ağaçlandırma faaliyetleri ile
akarsu
yatağı
içindeki
yapısal
eylemleri
koordinatif
bir
program
mantığı
doğrultusunda uygulanmak üzere ilgili kamu kuruluşları (Orman ve Çevre
Bakanlığı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü), sivil toplum
örgütleri ve yerel yönetimlerle iş birliği yapılmalıdır.
Doğal yapı gereçlerinden, özellikle kum - çakıl niteliğindeki malzeme tabii olarak
nehir ve dere yatakları içerisinde veya mücavir alanlardaki alüviyal oluşumlu tarım
alanlarında bulunmaktadır. Yatak içinde veya yatağa bitişik alanlarda yapılan ocak
işletme faaliyeti, sürekli değişen bir yatak topografyası ve hidrolik koşul
oluşturmakta, değişkenliğin boyutu mecralardaki akış koşulları bozularak yatağa
bitişik muhtelif sektörlere ait alanlarda çok yönlü zararlara yol açan taşkın olayları
yaşanabilmektedir. Bu kapsamda söz konusu faaliyetlerin koruma ve kullanma
dengesini içerisinde sürdürülebilmesi için, ocak faaliyetlerinin kuruluşumuzca
verilen mütalaalara uygun olarak sürdürülmesi ve ayrıca akış koşullarını ve yatak
hidroliğini bozarak çevreye zarar verenlerin faaliyetlerinin ise ilgili valilikçe
durdurulması gerekmektedir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar özetlendiğinde;
1. Akarsu ve dere yatağı stabilitesini ve akımın üniformluğunu bozacak şekilde
kum, çakıl ve stabilize ocakları açılmamalıdır.
2. Yerleşim yerlerinde ve yakınlarında, kentsel fonksiyonlara açmak amacıyla,
nehir yatakları ve taşkın bölgeleri daraltılmamalı, akım rejimini bozan tesisler inşa
edilmemelidir.
3. Akarsu ve dere yatakları üzerine, yeterli hidrolik kesite sahip olmayan,
116
dolayısıyla akımın üniformluğunu bozabilecek, köprü, menfez, büzlü geçiş vs. gibi
yapıların, DSİ’nin bünyesinde yürütülen taşkın koruma projeleri kriterlerine
(hidrolik ve diğer teknik şartlar) uygunluğu açısından, DSİ’nin görüşü alınmadan
inşa edilmemelidir.
4. DSİ’ce inşa edilen taşkın koruma tesislerine (kıyı duvarı, sedde, mahmuz gibi)
bilinçsiz müdahaleler yapılmamalıdır.
5. Mevcut taşkın koruma tesislerinin üzeri kapatılarak açık mecralar kapalı
mecralara dönüştürülmemelidir.
Yukarıda açıklanan hususları da kapsayan yeni bir genelgenin hazırlanması, bu
belgeye yukarıda tespit edilen hususlara uymayan kurum, kuruluş ve kişiler
hakkında; 6200,4373 ve 7269 sayılı kanunların verdiği yetkiye istinaden kanuni
yollara başvurulacağı hususu da belirtilerek genelgenin İçişleri Bakanlığı kanalıyla
bütün kurum ve kuruluşlara duyurulması gerekeceği düşünülmektedir.
BÖLÜM V
BARAJLARIN TEKNİK GÜVENLİĞİNİN SAĞLANMASI KONUSUNUN
HUKUKİ BOYUTU
BİRİNCİ KISIM
18.12.1953 tarih ve 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve
Vazifeleri Hakkında Kanunu’nun "Vazife ve Salahiyetler" başlıklı 2. maddesinde
Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü’nün Vazife ve Salahiyetleri:
a) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek;
b) Sulama tesisleri kurmak,
c) Bataklıkları kurutmak,
d) a, b, c fıkralarındaki faaliyetlerle ilgili olmak şartıyla sudan ve zaruret halinde
yardımcı diğer kaynaklardan enerji istihsal etmek gibi görevler sıralanırken bu
görevlerin yerine getirilmesi için ana su kaynağı, su depolama ünitesi olarak hemen
barajlar, regülâtörler ve diğer su yapıları akla gelmektedir.
Bu yapılara ayrıca 1053 sayılı kanuna istinaden yapılan baraj ve diğer yapılar
da ilave edilmesi gerekmektedir.
Türkiye'de bugüne kadar inşa edilen baraj ve hidroelektrik santrallerin (HES) sayısı
200'e yaklaşmakta olup, birçok baraj ve HES de hali hazırda inşa halinde
bulunmaktadır.
117
DSİ Genel Müdürlüğü'nce yapılıp Türkiye Elektrik Üretim Anonim Şirketi’nin
(TEAŞ) işletmesine devredilen barajlarla YİD modeli ile yapılan barajların teknik
güvenliğinin sağlanması ile ilgili olarak ele alınan işbu projenin hukuki boyutu ile
ilgili olarak yaptığımız taramada aşağıda amaç ve kapsamları açıklanan yasal
düzenlemeler mevcudiyeti tarih sırasına göre saptanmıştır.
I- İL İDARESİ KANUNU
a) 10/6/1949 tarihinde kabul edilip I8.6.1949 tarih ve 7236 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe sokulan 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 5. maddesinde,
‘Mülki İdare Bölümlerinin Kuruluşları’ hükme bağlanmaktadır
b) Bu kanununun 4. maddesine göre "İl İdaresi’nin başı ve mercii Vali"dir.
c) Aynı kanunun 9. maddesine göre; vali, ilde devletin ve hükümetin temsilcisi
ve ayrı ayrı her bakanın mümessili ve bunların idari ve siyasi yürütme vasıtasıdır.
Vali, kanun, tüzük, yönetmelik ve hükümet kararlarının neşir ve ilanını ve
uygulanmasını sağlamak ve bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmekle
görevlidir. Bu işlerin gerçekleştirilmesi için gereken bütün tedbirleri almaya
yetkilidir" (Madde 9/A, 9/C).
d) Aynı maddede "Valinin devlet, il belediye, köy ve diğer kamu tüzel kişilere ait
genel ve özel mülklerin yangın ve benzeri tehlikelere karşı korunmasını, iyi halde
tutulmasını,
değerlenmesini
uygulanmasını
ilgililerden
ve
iyi
isteme
halde
ve
idaresini
sağlayacak
tedbirlerin
denetleme"
yetkisinin
bulunduğu
vazolunmuştur.
e) Kanunun 12. maddesinde ise valinin "İl sınırları içinde bulunan genel ve özel
bütün kolluk kuvvet ve teşkilatının amiri olduğu, kamu düzen ve görevini korumak
için gereken tedbirleri almaya yetkili olduğu, bu maksatla devletin genel ve özel
kolluk kuvvetlerini istihdam etme yetkisinin bulunduğu bu teşkilatların amir ve
memurlarının Vali tarafından verilen emirleri derhal yerine getirmekle yükümlü
bulundukları" hususları hükme bağlanmıştır.
f) Kanunun 27. maddesinde ilçe idare teşkilatı ele alınmakta ve 31. madde de
kaymakamın görev ve yetkileri sayılmaktadır. Bu görev ve yetkiler, ilçe sınırları
içinde, aynen yukarıda sınırlanarak açıklanan valinin görev ve yetkilerine
benzemektedir.
Bütün
bu
maddelerin
birlikte
değerlendirilmesinden;
baraj
güvenliği açısından bir tehlikenin baş göstermesi halinde hemen ve ilk haberdar
edilecek merci o anda tehlikeye maruz barajın bulunduğu ilin valiliği veya
kaymakamlığı olmaktadır.
118
II-
NÖBETÇİ
MEMURLUĞUN KURULMASI VE OLAĞANÜSTÜ
HAL
TATBİKATLARINDA MESAİNİN 24 SAAT DEVAMINI SAĞLAYAN KANUN
a) 18.11.1966 tarihinde kabul edilerek 29.1.1966 tarih ve 12213 sayılı Resmi
Gazete’de
yayımlanarak
yürürlüğe
giren
"711
sayılı
Nöbetçi
Memurluğun
Kurulması ve Olağanüstü Hal Teşkilatında Mesainin 24 saat Devamını Sağlayan
Kanunu”nun 1. maddesinde şu hüküm yer almıştır. "Yetkili merciler tarafından
bildirilecek alarm haberlerinin surat ve emniyetle ilgililere ulaştırılmasını sağlamak
amacıyla
ve
bakanlıklarda
ve
bakanlıklarca
uygun
görülecek
teşkilat
ve
kurumlarında bir nöbetçi memurluğu kurulur".
b) Aynı kanunun 4. maddesinde ise; nöbet tutacakların nitelikleri, görevleri ve
nöbetle ilgili diğer hususlar bir yönetmelikle düzenlenir. Ayrıca bakanlıklar, kendi
özelliklerine uygun olarak bu yönetmeliğin uygulanmasını sağlayacak tedbirler ve
nöbet tutacaklara verilecek ek sorumlulukları ve nöbetçi memurunu tespit edecek
ve onu denetleyecek sorumlu makam ve görevliyi özel bir talimatla tespit eder"
hükmü yer almıştır.
Bu kanunla kurulan nöbetçi memurluğun barajların güvenliği açısından işlevi çok
önemlidir.
lll- UMUMİ HAYATA MÜESSİR AFETLER DOLAYISI İLE ALINACAK
TEDBİRLERE YAPILACAK YARDIMLARA DAİR KANUN
a)15.5.1959 tarihinde kabul edilip 25.5.1959 tarih ve 10213 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren "Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla
Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun" un 1. maddesinin birinci
bendinde; deprem, (Yer Sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi,
çığ, taşman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili
olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak
tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır" hükmü yer
almıştır. Yine aynı maddenin 3. ve 4. bentleri ise; "Yukarıda yazılı afetlerin
meydana gelmesinde veya muhtemel olması halinde zararın o yerin genel hayatına
etkili olup olmadığına yönetmelik esasları gereğince, İmar ve İskân Bakanlığı
tarafından karar verilir. Şu kadar ki, afetin meydana gelmesi halinde, bu kanun
gereğince alınması lazım gelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana geldiği
bölgenin valisi yetkilidir" denilmek sureti ile yukarda açıklanan hususlara
tamamlayıcı hüküm getirilmektedir.
b) Yine aynı kanunun 2/7/I968 tarih ve I05I sayılı kanunun 1. maddesi ile
119
değiştirilen 2. maddesinde; "Su baskınına uğramış veya uğrayabilir bölgeler, İmar
ve İskân Bakanlığı’nın teklifi üzerine Devlet Su İşleri’nin bağlı bulunduğu
bakanlıkça yer sarsıntısı, yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış
veya uğrayabilir bölgeler ise İmar ve İskân Bakanlığı’nca tespit ve bunlardan şehir
ve kasabalarda meydana gelen ve gelebileceklerin sınırları imar planına, imar planı
bulunmayan kasaba ve köylerde de belli edildikçe harita veya krokilere işlenmek
suretiyle, afete maruz bölge olarak İmar ve iskân Bakanlığı'nın teklifi üzerine
Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılır ve bu suretle tespit olunan sınırlar, İmar ve
İskân Bakanlığı'nın isteği üzerine ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur" hükmü
yer almıştır. Maddenin başında, yer alan "Su baskınına uğramış veya uğrayabilir
bölgeler" cümlesindeki "Su Baskını" doğal baskın olabileceği gibi, bir barajın
yıkılması sonucu olabilecek bir su baskını da olabilir. Kanunun maddeye ilişkin
gerekçesinde böyle bir ayırım yer almamaktadır.
c) Aynı kanunun 3. maddesinin son bendinde ise; "Yer kayması, kaya
düşmesi, çığ gibi afetlere uğrayabilecek meskûn yerlerde alınacak önleyici tedbirler
İmar ve İskân Bakanlığı’nca, su baskınına uğrayabilecek yerlerde ise, Devlet Su
İşleri’nin bağlı bulunduğu bakanlıkça alınır. Bu işlere ilişkin ödenek, tedbirleri
almakla görevli bakanlıkça karşılanır" hükmü vazolunarak, herhangi bir su baskını,
ya da baraj yıkılmasından dolayı meydana gelen veya gelmesi muhtemel olan su
baskınlarında, önleyici tedbirlerin alınmasında görevli ve sorumlu olan merciler
belirlenmiştir. Bahis konusu kanunun, 2.7.1968 tarih ve 1051 sayılı kanunun 1.
maddesi ile değiştirilen 6. maddesi ise Afetlerin meydana gelmesinden sonra vali
ve kaymakamların (Askerler ve hâkim sınıfından bulunanlar hariç olmak üzere) 18–
65 yaş arasındaki bütün erkeklere görev vermeyi, bedeli, ücreti veya birazı
sonradan ödenmek üzere canlı, cansız, resmi veya özel her türlü taşıt araçlarına ve
gerekli makine, alet ve edevatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi
olmaksızın tedavi, kurtarma, yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle ilgili her
türlü acil satın alma ve kiralamayı yapmaya yetkili olduklarını düzenlemektedir.
d) Kanunun "Mükellefiyetler" başlıklı 7. maddesinde ise; afet bölgelerinde veya
civarında bulunan ordu, jandarma, kıta, birlik ve müessese kumandanlarının,
hazarda kendilerinden vali ve kaymakamlarca istenilecek yardımları üstlerinden
emir beklemeksizin yapmaya mecbur oldukları hususu hükme bağlanmakta olup,
yukarıda 1. bölümde açıklanan İl İdaresi Kanunu ile vali ve kaymakamlara tanınan
yetkiyi teyit eden ve bu yetki paralelinde bir düzenleme söz konusu olmaktadır.
e) Kanunun 8.9.10 ve 2. madde "kanunda yazılı atiflerin vukuunda veya muhtemel
120
afetlerde, haberleşme rasat istasyonları, radyo ve televizyonların her türlü özel
kişiye ait araç ve gereçlerin nasıl kullanılacağı, resmi hastane ve tedavi evlerinin
nasıl tedavi yapacağı hususları düzenlenmektedir.
f) Kanunun 16. maddesi, "Genel hayatı etkileyen afetlerden önce veya sonra kesin
lüzum üzerine meskûn bir topluluğun bir kısmının veya tamamının kaldırılarak
mahallere toplu olarak veya dağıtılarak yerleştirilmesi İçişleri, Maliye, Bayındırlık
ve İskân, Sağlık ve Sosyal Yardım, Tarım, Milli Eğitim, Sanayi ve köylerde köy
işlerine
bakan
bakanlık
uzman
temsilcilerinden
kurulacak
bir
komitece
incelendikten sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nca
yaptırılacağı" hususlarını içermektedir.
IV- SAİR MEVZUAT
a) 25.10.1983 tarihinde kabul edilen, 27.10.1983 tarih ve 18204 sayılı Resmi
Gazete’de
yayımlanarak
yürürlüğe
giren
"Olağanüstü
Hal
Kanunu"nun
1.
maddesinin (a) fıkrasında, "tabii afet, tehlikeli salgın hastalıkları veya ağır
ekonomik bunalım" ifadesi yer almaktadır. Eğer, deprem, feyezan, toprak kayması
olayları ile illiyet rabıtası içinde baraj yıkılması söz konusu ise, bu yıkılmadan
mütevellit sel baskınları da elbette tabi afet sayılacaktır. Bu durumda bir barajın
yıkılmasından dolayı meydana gelen felaketin Olağanüstü Hal Kanunu kapsamına
alınarak, bölgede olağanüstü hal ilan edilirse söz konusu kanunun sair hükümleri de
uygulanacaktır.
Ancak Olağanüstü Hal Kanunu'nun, Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla
Alınacak Tedbirleri Düzenleyen 7269 sayılı kanundan bariz bir farkı vardır. Fark
7269 sayılı kanunda afet öncesi tedbirler afet sonrası yapılacak işlerle birlikte
tedvin edilmiş iken Olağanüstü Hal Kanunu’nda afet meydana geldikten sonraki
durum hakkında hükümler tedvin edilmiş bulunmaktadır.
b) 16.7.1965 tarihinde kabul edilen ve 26.7.1965 tarih ve 12058 sayılı Resmi
Gazete’de
yayımlanan
697
sayılı
"Ulaştırma
ve
Haberleşme
Hizmetlerinin
Olağanüstü Hallerde ve Savaşta Ne Suretle Yürütüleceğine Dair Kanun" yukarıda
sözü edilen Olağanüstü Hal Kanunu’nun tamamlayıcısı olarak düzenlenmiş,
olağanüstü hal ilanı ve savaş hallerinde uygulanmak üzere yürürlüğe konulmuştur.
c) 14.1.1943 tarihinde kabul edilen 21.1.1943 tarih ve 5310 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren 4377 sayılı "Taşkın Sulara ve Su Baskınlarına Karşı
Korunma Kanunu" yüksek seviye gösteren umumi ve hususi kapalı veya akarsuların
taşmasıyla su altında kalan veya su baskınlarına uğrayabilecek olan sahaların
121
sınırlarının tespiti suların doğal akışını engelleyecek manilerin kaldırılışı ve
bununla ilgili sair hükümler düzenlenmektedir
Ancak, bu kanunun 15.5.1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler
Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’a aykırı
hükümleri, 51. maddesinin (a) bendi ile yürürlükten kaldırılmıştır.
İKİNCİ KISIM
Bu bölümde, baraj, regülâtör ve benzeri su yapılarının yıkılması sonucu meydana
gelebilecek zarar ve ziyanların telafisi konusunda da yasal düzenlemeler yer
almaktadır. Bu bölümde ayrıca, bu konuya ilişkin yargı kararlarına da yer
verilmiştir.
I) Umumi hayata müessir afetler dolayısıyla alınacak tedbirlerle yapılacak
yardımlara dair kanunun 1. maddesinin 2. bendinde; "Afete uğrayan meskûn
yerlerin büyüklüğü, o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulamaz hale
gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesi, mahallin
sosyal ve ekonomik özellikleri, zararın kamuoyundaki tepkisi, normal hayat
düzenindeki aksamalar ve benzeri hususlar göz önünde tutulmak suretiyle afetlerin
genel hayata etkinliğine ilişkin temel kurallar İçişleri ve Maliye bakanlıklarının
mütalaaları da alınarak İmar ve İskân Bakanlığı’nca hazırlanacak bir yönetmelikle
belirlenir" denilmiştir.
a) Anılan yönetmelik, "Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama
Esaslarına Dair Yönetmelik" adı ile 1.4.1988 ve 88/12777 sayılı kararname ekinde
çıkartılmış ve 8.5.1988 tarih ve 19808 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir.
aa) Yönetmeliğin 1. maddesinde "Bu yönetmeliğin amacı, devletin tüm güç ve
kaynaklarını afetten önce planlayarak, afetin meydana gelmesi halinde devlet
güçlerinin afet bölgesine en hızlı bir şekilde ulaşması ile afetzede vatandaşlara en
etkin ilk ve acil yardım yapılmasını sağlamak için acil yardım teşkilatlarının
kuruluş ve görevlerini düzenlemektedir" hükmü yer almaktadır.
l)
Aynı yönetmeliğin "kapsam" başlıklı 2. maddesinde ise "Bu yönetmelik, acil
yardım hizmetlerini yürütmekle görevli, vali ve kaymakamlar, bakanlık, bağlı ve
ilgili kuruluşlar, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile askeri birlikler ve Kızılay'ın
afetten önce yapmaları gerekli acil yardım planlarının ve afet sırasında yapacakları
acil yardım hizmet ve faaliyetlerinin gerektirdiği görevleri, iş birliği koordinasyonu
ve karşılıklı yardımlaşma esaslarını kapsar" hükmü vazolunmuştur.
122
m) 76 maddeden oluşan diğer maddelerde ise afet meydana gelmesi halinde başta
Başbakanlık ve Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere diğer bakanlıkların, kamu
kuruluşlarının ve Kızılay'ın görevleri belirlenmekte ve sair detay konular
saptanmaktadır.
n) Yönetmelik ekinde ise;
Ek–1)… İl Afetler Acil Yardım Planı örneği,
Ek–2)… Müdürlüğü’ne ait mevcut ve acil yardım hizmet gruplarına
görevlendirilebilecek personel icmal cetveli.
Ek–3)… Acil Yardım Hizmet Gruplarında görevlendirilecek personele ait cetvel,
Ek–4)… Müdürlüğü’ne ait mevcut ve acil yardım hizmeti gruplarında
görevlendirilecek araç ve gereç cetveli
Ek–5)… Hizmet grubuna tahsisli personel isim ve nitelik cetveli
Ek–6)… Hizmet grubuna tahsisli araç ve gereç cetveli,
Ek–7)… Hizmet grubu servisine tahsisli personel isim ve
nitelik cetveli,
Ek–8)… Hizmet grubunda görevli araç ve gereç cetveli,
Ek–9)… Yerleşim yerleri genel bilgi formu,
Ek–10)… İl ve ilçe imar planlarına işlenerek belirtilecek resmi bina ve tesisler
bilgi formu
Ek–11)… Kamu ve özel sektördeki haberleşme teçhizatı durum cetveli,
Ek–12)… Hastane, poliklinik laboratuar ve benzeri tesislere ait cetvel, (Kamu ve
özel sektöre ait)
Ek–13)… Gerektiğinde hastane olarak kullanılabilecek bina ve tesislerin listesi
(Kamu ve özel sektöre ait)
Ek–14)… İl kurtarma ve yardım komitesi kuruluşlar temsilcileri listesi
Ek–15)… Grubunda görev alan kuruluş ve temsilcilerine ait liste,
Ek–16)… Ön tespit formu,
Ek–17)… Ön hasar tespit icmal formu
Ek–18)… Arazi arsa bina ve tesis teslim alma belgesi
Ek–19)… Araç teslim alma belgesi
Ek–20)… Kiralanan, El konulan mala ait iade belgesi
Ek–21)… Zaruri ihtiyaç maddeleri ile ilgili ticarethane, kurum ye işletmelerin
listesi
Ek–22)… İli satın alma kiralama ve el koyma personeli görev ve yetki belgesi,
Ek–23)……………….. Malzeme teslim ve tesellüm belgeleri köyü / mahallesi
123
Ek–24)… Askeri birliklerden yardım isteme formu
II) 7269 sayılı kanuna 1051 sayılı kanunla eklenen 4. maddesi gereğince hazırlanan
25.3.1972 tarih ve 7/4123 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılan, 8.4.1972 tarih
ve 14153 sayılı Resmi Gazete ile yayımlanıp yürürlüğe giren "Afet Sebebi ile
Yapılan ve Yapılacak Olan Binaların Borçlandırılma Bedellerinden Yapılacak
İndirimler Hakkında Yönetmelik”, bu konuda çıkarılan ikinci yönetmelik olup,
konumuzu birinci derecede ilgilendirmediğinden detayına girilmemiştir.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Baraj, düzenleyici ve benzeri su yapılarının yıkılması sonucu meydana gelecek
zarar ve ziyanların konusunda yargı kararlarına ülkemizde çok az sayıda
rastlanmaktadır.
Bu konuda elimizde bulunan bariz örnek; 29 Mayıs 1984 tarihinde Arslantaş
Barajı’nın dolu savak radyan kapaklarından birinin kopması nedeniyle barajın
bulunduğu yerden Ceyhan Nehri’nin denize ulaştığı noktaya kadar sağlı ve sollu
nehir kıyısında ekili olan ve yerleşim yerlerinin su altında kalması dolayısıyla DSİ
aleyhine açılan zarar ve ziyan davalarıdır.
Bu konuda DSİ aleyhine Adana İdare Mahkemesi’nde 28 adet zarar ve ziyan duvarı
açılmıştır.
İdaremizce yapılan savunmalarda, Arslantaş Barajı Hidroelektrik Santrali inşaatı
işinin yapımını sözleşme ile müteahhit firmanın yüklendiği, işin halen devam ettiği,
geçici kabulün dahi yapılmadığı sözleşme, sözleşme eki genel şartname hükümleri
ile
Borçlar
Kanunu’nun
365
ve
devamı
maddeleri
uyarınca,
müteahhit
sorumluluğunun boyutlarının hükme bağlandığı, olay nedeni ile müteahhit firmanın
doğrudan doğruya sorumlu olduğu, firmanın davalı olarak davaya dâhil edilerek,
husumetin müteahhit firmaya yöneltilmesi gerektiği hususları savunulmuştur.
Adana İdare Mahkemesi verdiği kararlarda;
"Dava dosyasının bir bütün halinde incelenmesinden baraj kapağının kopması
olayının tamamen imalat aşamasında kaynak hatasından dolayı oluştuğu diğer bir
ifade ile olayın hizmet kusurundan kaynaklandığı, ayrıca davalı idarece yapılması
zorunlu olan kaynak testlerinin yapılmadığı, böylece idarenin yüklenici aracılığıyla
yürüttüğü kamu hizmeti nedeniyle kontrol yükümlülüğünü de yerine getirmediği
anlaşıldığından
davacının
uğradığı
zararın
davalı
idarece
tazmini
zorunlu
bulunmaktadır.
Her ne kadar baraj yapıtının Borçlar Kanunu’nun istisna akdi ile ilgili 355 ve
124
izleyen maddelerine göre imzalanan akitle Doğuş İnşaat ve Ticaret Anonim
Şirketi’ne yaptırıldığı, gerek sözleşmede ve gerekse şartnamenin müteahhit
firmanın sorumluluğunun hükme bağlandığı davalı idarece ileri sürülmekte ise de,
işin meydana getirilmesi sırasında sözleşme ve şartnamede belirlenen koşullara
aykırı davranıldığının iş sahibi tarafından tahmin edilmesi, gözlenmesi yahut da
saptanması üzerine iş sahibinin izleyeceği yol ile sözleşme koşullarına aykırı
davranılması sonucu üçüncü kişilere zarar verilmesi ve zarardan dolayı müteahhit
firmanın kusurlu görülmesi durumunda izlenecek yollar anılan yasa maddelerinde
kurala bağlanmıştır. İşin geçici veya kesin kabulünün yapılmamış olması iş
sahibinin
işin
sorumluluğunu
koşullara
ortadan
uygun
olarak
kaldırmayacağı
gibi
yapılıp
yapılmadığının
müteahhit
firmanın
kontrolü
kusurundan
kaynaklanan zararlardan dolayı rücu hakkı saklı kalmak şartıyla iş sahibi sorumlu
bulunmaktadır.
Öte yandan baraj yapıtının, taşkınların önlenmesi, geniş çaplı sulama, günlük
kullanım suyunun sağlanması ve elektrik enerjisi üretmek gibi amaçlarla yapıldığı
göz önünde bulundurulduğunda barajın bir yönüyle çiftçilere güvence sağladığında
kuşku bulunmamaktadır. Aslantaş Barajı güvencesiyle ürün ekimini kaygısız bir
biçimde sürdüren davacının baraj kapağının kopması olayından dolayı nehrin
taşmasıyla ekili ürününde meydana gelen zararın davalı idarece davacıya ait
taşınmazların taşkın alanda kaldığı ve bu hususu davacının davacıların bildiği ve
sonucuna katlanarak ekim yaptığından bahisle kabul edilemeyeceği iddiası da
yerinde görülmemiştir. Adana idare mahkemesi 1985/292 1988/1237 K sayılı örnek
ilam denilerek idare aleyhine karar verilmiş, kararlarda Danıştay'ca onanmıştır.
Hükmedilen tazminat miktarları çiftçilere ödenmiş, ancak barajın henüz kabulü
yapılmadığı için müteahhit firmaya rücu edilerek tahsil edilmiştir. Kararda ilginç
olan husus "Barajın güvence sağlaması, ekimin kaygısız bir şekilde sürdürülmüş
olması" fikridir. Barajlar, içme, kullanma, enerji üretimi, ya da sulama amaçlı
olabilir. Ancak her barajın su baskını açısından mansaptaki yurttaşlara güvence
sağladığı gerçeği de yadsınamaz. Dolayısı ile böyle bir afet istenmemekle birlikte
vukuu halinde meydana gelecek her türlü zarardan idaremizin sorumlu tutulacağı da
bir gerçektir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
DSİ Genel Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen veya bunların dışında, başkaları
tarafından inşa edilen barajların planlama ve inşaat safhasından başlayarak inşaat
öncesi ve inşaat sonrasında temin edilen rapor ve bilgileri derleyerek her baraja ait
125
kütük tutmak, su tutma ve işletme aşamalarında ölçüm aletlerinden elde edilen
bilgilere
göre
barajların
ve
göletlerin
emniyetini
değerlendirmek.
Değişen
hidrolojik şartlara göre, barajların ve ilgili yapıların emniyetini periyodik olarak
araştırmak, işletmede olan barajların hidromekanik aksamının yıllık kontrollerini
yaparak raporlarını tanzim etmek ve alınacak tedbirleri ilgili daire ve belgeler ile
koordine
etmek;
barajlara
yerleştirilen
ölçüm
aletlerinin
planlama
ve
yerleştirilmesinde ilgili ünitelere yardımcı olmak ve bunların yıllık bakım ve
onarımını yapmak veya yaptırmak, görevlerinin DSİ'nin hangi daire başkanlığınca
yapılacağı veya bu konuda yeniden bir daire başkanlığı kurulup kurulmayacağı,
gibi hususların incelenerek DSİ Genel Müdürlüğü bünyesinde yeniden bir
yapılanmaya gereksinim duyulduğu hususuna işbu raporda yer verilmesine
zorunluluk duyulmuştur.
Bilindiği üzere 4628 sayılı yasada istinaden DSİ dışında da barajlar inşa edilmekte
olup, bu barajların doğal olarak 6200 sayılı yasa ile DSİ Genel Müdürlüğü’ne
verilen umuma ait sularla ilgili görevler ile de örtüşmektedir.
Böyle bir yeninden yapılanma YİD modeli ile yapılan barajlarda DSİ'nin konumu
görevi, hakları ve sorumluluklarına da açıklık getirecektir. Gerçektende DSİ Genel
Müdürlüğü aşağıda sıralanarak açıklanan sorunlarla karşı karşıyadır;
1) Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşlara Elektrik üretimi, İletimi,
Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında 4628 sayılı kanun hükümleri
uyarınca uygulanan Yap - İşlet - Devret modeli ile ilgili olarak Enerji ve Tabii
Kaynaklar Baranlığı ile DSİ Genel Müdürlüğü arasında koordinasyonu DSİ Etüt ve
Plan Dairesi Başkanlığı sağlamaktadır. Bu anlamda adı geçen birim Yap - İşlet Devret modeli için gerekli proje listesini hazırlamakta, Bakanlıktan gönderilen
fizibilite raporlarını incelemekte, çok maksatlı hidroelektrik santral projelerinde
maksat taksimi ve yapılmış yatırımların geri ödenmesi esaslarını tespit etmekte ve
nihayet bu tesislerde su kullanım sözleşmelerini hazırlamakta ve yürürlüğe sokma
işlemlerini yapmaktadır.
2) DSİ Genel Müdürlüğü'nün Barajlar ve HES Dairesi Başkanlığı ise bakanlık
tarafından gönderilen teklifleri ve görevli şirket tarafından hazırlanan teknik
şartname ve uygulama projelerini inceleyerek görüş bildirmekte, talep edilen
gerekli teknik toplantılara katılmakta tesislerin kabulüne DSİ adına eleman
göndermektedir.
3) DSİ Genel Müdürü, aynı proje için birden fazla fizibilite raporunun alındığı
durumlarda bakanlık ve ilgili kuruluş temsilciliklerince yapılacak ön değerlendirme
126
sonucu en uygun teklifin seçilmesi amacıyla bakanlık müsteşarının başkanlığında
oluşturulan teklif değerlendirme üst kurulunda ilgili kuruluş genel müdürü olarak
yer almaktadır. Ancak yukarıda açıklanan mühendislik ve müşavirlik hizmetlerinin
verilmesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile yapılmış bir protokol ya da
anlaşmada bulunmamaktadır. Konu yasal dayanak açısından ele alındığında ise;
16.8.1985 tarih ve 85/9799 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan
"Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşlara Elektrik Enerjisi Üretimi Tesisi
Kurma ve İşletme İzni Verilmesi Esaslarını Belirleyen Yönetmelik’te” kamu
kuruluşları yatırım programlarında sözü edilen tesislerle ilgili olarak alınacak
teklifler için ilgili kamu kuruluşları yatırım programlarında sözü edilen tesislerle
ilgili olarak alınacak teklifler için ilgili kamu kuruluşu ve DPT'nin görüşü alınarak
bakanlık görüşünün belirleneceği, teklif değerlendirme üst kurulunda da ilgili kamu
kuruluşu genel müdürünün yer alacağı, Yönetmelik Ek–2’de ise, çok maksatlı
hidroelektrik santral projelerinde maksat taksimi ve yapılmış yatırımların geri
ödenmesi esaslarının DSİ tarafından tespit edileceği, hususları dışında bir hüküm
bulunmamaktadır. Özetle; DSİ'nin fizibilite çalışmaları aşamasında ve aynı proje
için birden fazla fizibilite raporunun alındığı durumlarda değerlendirme yaparak
görüşünü bildirmesi gibi bir görevi ve sorumluluğu doğmuş bulunmaktadır. Öte
yandan görevli şirket tarafından hazırlanan teknik şartname ve uygulama projeleri
için DSİ'nin görüş bildirmesine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Bugüne kadar
kamu görevi anlayışı içerisinde yürütülen bu işler, DSİ Genel Müdürlüğü’nün Etüt
ve Plan, Barajlar ve HES Dairesi Başkanlıklarını kendi asli görevini aksatabilecek
durumda işgal etmeye başlamıştır. Öte yandan 6200 sayılı yasanın 1 ve 2.
maddelerinin DSİ Genel Müdürlüğü’ne vermiş olduğu umuma ait suların ıslah
edilerek kamu yararına sunulması görevinin getirdiği sorumluluklar mevcut olup,
DSİ dışında yapılan barajların istenmeyen muhtemel zararlarının doğması halinde
DSİ Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk sınırlarının belirtilmesi gereği de izahtan
varestedir.
Sonuç olarak; ülkemizde su işleriyle ilgili faaliyetlerden birinci derecede sorumlu
olan DSİ Genel Müdürlüğü’nün:
a) Yap - İşlet - Devret çerçevesinde gerçekleştirilecek hidroelektrik santraller için
alınacak kararlarda etkin görev alması,
b) DSİ Genel Müdürlüğü dışında tesis edilecek su yapılarının memba ve mansap
şartları, hidroelektrik potansiyelin ekonomik olarak değerlendirilmesi, yapıların
teknik ve emniyet yönünden incelenmesinde DSİ Genel Müdürlüğü’nün yetkili
127
kılınması,
c) DSİ Genel Müdürlüğü’nün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na bu hizmetleri
verilebilmesinin hukuki bir temele oturtulması gerekmekte olup özellikle DSİ dışında kalan
kuruluşlarca yapılan barajların teknik güvenliğinin sağlanmasının ne denli önemli bir konu
olduğu dikkate alındığında yukarıda sözü edilen yeniden yapılanmanın ne denli önemli ve acil
olduğu hususu açıkça ortaya çıkmaktadır.
BÖLÜM VI
SU VE TOPRAK KAYNAKLARININ KİRLENMESİ
Ülkemizde
su
ve
toprak
kaynaklarının
kirlenmesi
sorunu
genelde
çevre
kirliliğinden ayrı olarak değerlendirilmesi zor olan bir konudur. Ayrıca toprak
kirliliği ile su kirliliğinin nedenleri ve kirlenme şekilleri açısından birbirleri ile
sıkı ilişkileri vardır. Ancak konuyu daha ayrıntılı inceleyebilmek için su ve toprak
kaynaklarına göre ayrı ayrı ele alınmasında yarar bulunduğu kanısındayız.
1. Su Kirlenmesi ve Nedenleri
Çevre; insanın sosyal, fiziksel, kimyasal ve biyolojik işlevlerini sunduğu ortamdır.
Bu açıdan çevre kirlenmesi ele alındığında kirlilik; fiziksel, kimyasal ve biyolojik
etkenlerle ekolojik dengenin bozulmasıdır. Birbirlerini etkileyen su, toprak, hava
ve canlılar gibi unsurların birinde oluşan bir değişim diğer kaynaklara da
yansımaktadır. Dolayısı ile çevre kirlenmesinin önlenmesi çalışmalarında bu
kaynakların hepsinin birden ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Nüfus
artışına paralel bir biçimde içme, kullanma ve endüstri suyu gereksiniminin giderek
tüm dünyada arıtması kirliliğe bu açıdan da daha çok önem kazandırmaktadır.
Bütün bu nedenlerle temiz su kaynaklarının korunması, kullanılır olmayan su
kaynaklarının temizlenerek kullanılır hale getirilmesi sorunları insanlığın en hayati
sorunlarının başında gelmektedir.
Ülkemizde yer altı sularının daha temiz olması onları büyük ölçüde kullanılır
duruma getirmiştir, Yer altı suyu potansiyelinin gereksinimi karşılamaması yer
üstü sularının daha iyi korunması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Gerek yer altı
ve gerekse yer üstü sularının, evsel, tarımsal ve sanayi atıkları ile giderek artan bir
oranda kirlenmesi ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öte yandan özellikle denize yakın
bölgelerde yer altı sularının kontrolsüz bir şekilde kullanılması, yer altı sularının
128
tuzlanarak kirlenmesine neden olmaktadır. Kentleşmenin endüstrileşmenin arttığı
yerlerde, örneğin İstanbul, İzmir, İzmit, Gemlik, Adana, İskenderun, Ankara
yöreleri ile Porsuk suyu, Nilüfer, Simana ve Nil çaylarında bu kirlenme açıkça
görünür hale gelmiştir.
Su kirlenmesi çeşitli şekillerde ortaya çıkmaktadır. En önemlilerini kısaca
açıklamakta yarar vardır.
a) Evsel Atıklardan Kirlenme:
Su kaynaklarının evsel atıklardan dolayı kirlenmesi, su kirlenmesi sorunu
içinde önemli bir ağırlık taşımaktadır. Kırsal alandaki yerleşmelerin evsel
atıklarının su kaynaklarına ulaşması, kentlerin evsel atıklarının su kaynaklarına
ulaşması yanında önemsiz kalmaktadır. Kırsal kesimde yapılan konutlar evsel atık
izolesi bakımından çok yetersiz durumda kalmaktadır
Geçen plan döneminde kırsal yerleşim birimlerine kanalizasyon hizmetlerini
götürecek resmi bir kuruluş bulunmamaktadır. 1985 yılında Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü'nün 3202 sayılı Kuruluş Kanunu ile bu görev adı geçen kuruluşa
verilmiştir. Ancak, bu kuruluş bugün lağvedilmiştir. Öte yandan Sağlık ve Sosyal
Yardım
Bakanlığı
toplum
sağlığı
açısından
çevre
sağlığı
koşullarının
iyileştirilmesi, çalışmalarını yürütmekte ise de, mevcut mali ve teknik imkânların
yetersizliği nedeniyle istenilen düzeye ulaşılamamıştır.
Kırsal kesimin bir bölümünde kanalizasyon sistemlerinin yapılması ekonomik
bakımdan uygun olmamakta, ayrıca kırsal kesim konut yapısı ve yerleşim düzeni
de kanalizasyon sistemi yapmaya elverişli bulunmamaktadır. Kentsel kesimde ise,
teknik koşullara uygun, arıtma tesisi de içeren fenni kanalizasyon sistemine sahip
çok az sayıda yerleşim bulunmaktadır.
Geçmişte
kentlerde;
dolayısıyla
konutlarda
bol
su
bulunmaması,
ayrıca
konutlardaki helâ durumlarının genellikle lağım suyunun oluşmasına uygun
olmaması
kanalizasyon
tesislerinin
fenni
olarak
yapımını
ve
işletilmesini
ertelemiştir. Uzun süre küçük şehir ve kasabalarda konu, daha çok “dışkının susuz
olarak zararsız duruma getirilmesi” biçiminde ele alınmıştır.
Konutlarda ve işyerlerinde kullanılan deterjanların sulara ulaşması da suların
kalitesinin bozulmasında önemli yer tutmaktadır. Türkiye'de üretilen ve kullanılan
deterjanların doğada kolay parçalanmayan aktif maddelerden oluşması, kalıcı bir
kirliliğe neden olmaktadır. Ancak, geçtiğimiz plan dönemi sonlarında ülkemizde
üretilen deterjanların hammaddelerinde değişikliğe gidilmiş, DDB yerine LAB
kullanılmasına
başlanmıştır.
Ayrıca,
deterjanların
içinde
bulunan
çeşitli
129
minerallerden oluşan katkı maddeleri de sularda değişik kirlilik oluşturmaktadır.
b) Endüstriyel Kirlenme :
Endüstriyel atıklar ülkemizde su kirlenmesine neden olan en önemli etkenlerden
biridir Çeşitli kolaylıklar sağlanması nedeniyle endüstri tesislerinin su kaynakları
kenarında kurulması ve hammadde, pazar gibi nedenlerle belli bölgelerde
yoğunlaşması önlenmesi ve giderilmesi zor kirlilik problemleri doğurmaktadır.
Bunun yanı sıra, maden yataklarının yer aldığı yörelerde maden çıkarılması ve
cevher zenginleştirme işlemleri sırasında su ve toprak kaynakları kirlenme tehdidi
ile karşı karşıya kalmaktadır.
Endüstri tesislerimizin büyük bir kısmında atık giderme tesisleri yoktur. Mevcutlar
ise ya yetersiz ya da verimli çalışmamaktadır. Arıtım tesislerini ve çeşitli
önlemleri kuruluş aşamasında gerçekleştirmeyen endüstri tesislerinin bunları
sonradan kurmaları hem kendilerine hem de ülke ekonomisine gereğinden fazla yük
getirmektedir.
Endüstri tesislerinin kirletme açısından durumlarını inceleyen genel bir envanter
yoktur. Ancak bazı su kaynaklarının kirlenme durumları incelenirken atıklarını bu
sulara veren endüstri tesisleri incelenmiştir. Su kirlenmesi açısından havza bazında
endüstri kuruluşlarının envanter çalışmasına yeni başlanmış bulunmaktadır.
c) Tarımsal Kirlenme:
Ülkemizde sıtma ve salgın hastalıklarla mücadelede tarımda, evlerde ve endüstride
tarımsal ilaçlar kullanılmaktadır. Toprağa veya suya doğrudan tatbik edilenlerin
dışında tarım ilaçları rüzgârlı havada püskürtüldüğünde havadaki tozlara yapışarak
veya doğrudan doğruya su ve toprak kaynaklarına ulaşırlar. Yüzeysel ilaçlamalar
sonucu bitki ve toprakta kalan kısmın yağmur ve sulama suyuyla yıkanmasından da
kirlenmeler olmaktadır. Toprağın verimini artırmak üzere kullanılan gübreler de
dolaylı ya da dolaysız olarak su kaynaklarına ulaşmakta ve kalitesini bozmaktadır.
Gübrelemenin, yağış rejimi, bitki örtüsü, sulama, toprak yapısı ve benzeri
kriterlere göre yapılması halinde su ve toprak kaynaklarına geçerek kirlenmeye
neden olacak kısmı azaltabilirse de değişik tarımsal alanlarda yüzey suları ile
devamlı yıkanarak kaynaklara engellenememektedir.
Resmi Gazete’de yayımlanan 2872 sayılı Çevre Kanunu, ülkemizde çevrenin
korunması ve her geçen gün büyük boyutlara ulaşan çevre sorunlarının çözümlenmesi konusunda yeni ve önemli düzenlemeler getirmiştir. Anayasa'nın 56.
maddesinde yer alan “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını 'korumak ve çevre kirlenmesini
130
önlemek devletin ve yurttaşların ödevidir” ilkesi, bu kanunla tamamlanmakta ve
ülkemizde ilk defa, çevre kirliliği kavramı bir kanun konusu olmaktadır.
2. KİRLİLİKLE MÜCADELEDE KURUMLAR
2.1 Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü:
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nca, su ürünleri kaynaklarının kirlilikten korunması
amacıyla, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu, bunun bazı maddelerinde değişiklik
yapan 28,5. 1986 tarihli ve 3288 sayılı kanuna göre; Su Ürünleri Tüzüğü ve her yıl
yayımlanmakta olan Su Ürünleri Sirküleri’ndeki ilgili maddeler uyarınca çalışmalar
yapılmaktadır.
1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu'nun 20. maddesi ile iç sulara ve denizlerdeki
istihsal sahalarına veya civarına zararlı maddelerin dökülmesi yasaklanmış olup,
hangi maddelerin dökülemeyeceği ve tolere değerleri, Su Ürünleri Tüzüğü’nün 11.
maddesi ve Ek-5 sayılı listede gösterilmiştir.
1380 sayılı yasanın 5. ve 6. maddeleri uyarınca istihsal sahaları
belirlenmiş ve Resmi Gazetede ilan edilmiştir. Anılan kanunun 32. maddesi
muhakeme
usulüne
ait
olup,
20.
maddeye
ait
suçların
Asliye
Ceza
Mahkemeleri’nde görüleceği belirtilmiştir. Aynı kanunun 33. maddesi suça ait
zabıt varakası tutmak ve bunu mercilere intikal ettirmekle ilgilidir. 1380 sayılı Su
Ürünleri Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren 3288 sayılı kanunun 7. maddesi
istihsal yerlerindeki değişikliklere ait olup, bu madde ile genel katma ve özel bütçeli idareler ile devletin ve kamu iktisadi teşebbüslerinin hüküm ve tasarrufi
anında bulunan su ürünleri üreme ve istihsal yerlerinin doldurulması, kurutulması,
kısmen veya tamamen şeklinin değiştirilmesi veya buralardan kum, çakıl, taş
çıkarılması, taş, toprak, moloz ve benzeri maddelerin dökülmesi gibi üreme ve
istihsale olumsuz tesir edebilecek teşebbüslerde bulunulmadan önce, Orman ve
Çevre Bakanlığı’nın mütalaasına dayalı olarak ilgili mercilerden izin alınması
zorunluluğu hükmü getirilmiştir. 3288 sayılı kanunun 36. maddesinin (d) bendi
cezalara ait olup, bu madde ile 20. maddeye göre çıkarılacak yönetmelikteki yasak
ve tehditlerle mükellefiyetine riayet etmeyenlere çeşitli ağır para cezalarının
verileceği, bu gibilerin faaliyetlerinin durdurulup, masrafları kendilerine ait olmak
üzere tesislerinin zarar vermeyecek hale getirilmesine karar verileceği, 20.
maddeye aykırı durumun kalktığının bakanlıkça tespit edilip, mahkemeye bildirildiği takdirde aynı mahkemece bu tesislerin faaliyetlerine izin verileceği
hükme bağlanmıştır.
131
3288 sayılı kanunun geçici 1. maddesi ile sanayi kuruluşları ve işyerlerine atık su
arıtım tesislerini kurmaları için, bu kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl
süre tanınmıştır. Bir yıllık sürenin zaruri hallerde Bakanlar Kurulu Kararıyla 6 ay
uzatılabileceği belirtilmiştir. Ama bu kural ülke genelinde uygulanamamıştır. 1380
sayılı Su Ürünleri Kanunu’na ilişkin olarak çıkarılan Su Ürünleri Tüzüğü’nün 12.
maddesi zararsız hale getirilen atıkların, iç sulara ve denizlerdeki istihsal
yerlerine ve civarlarına dökülebileceği hükmünü getirmiştir. Her yıl yayımlanan
ve su ürünleri avcılığını düzenleyen sirkülerde, su kirlenmesiyle ilgili hükümler
bulunmaktadır. Bunlar kontrollerde kirletici kaynakların birbirinden ayırt edilmesini sağlamak ve deşarj işlemini bir esasa bağlamak üzere getirilen atık su
deşarj kriterleridir.
Su kirliliği ve kalite kontrolü, bakanlığa bağlı, il teşkilatlarında kurulu bulunan 35
il kontrol laboratuvarlarına imkânlar dâhilinde yapmaktadır. Ayrıca, üç adet Su
Ürün
Araştırma
Enstitüsü’nde
(Trabzon,
Bodrum,
Eğirdir)
bu
çalışmalar
sürdürülmektedir.
2.2 Bayındırlık ve İskân Bakanlığı;
6785 sayılı İmar Kanunu’nun 51. maddesi kentsel kanalizasyon, 52. maddesi ise
halk sağlığını etkileyen şehirsellik ve diğer konularla ilgilidir. Aynı kanunun Ek–7.
ve 8. maddeleri kısaca deniz, göl ve şehir kenarlarında inşa edilecek binalarla,
belediye hudutları ve mücavir sahalar dışında bulunan ancak bölge planlaması veya
sınaî ve turistik önemi olan araziler hakkında hükümler içermektedir.
2.3 Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü;
6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunu’nun 1.
maddesi DSİ'nin görevinin yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek ve
bunlardan çeşitli yönden faydalanmayı sağlamak olduğunu ifade etmektedir. “Yer
üstü ve yer altı sularının zararını önlemek” deyimi taşkından koruma konusundan
su kirlenmesini önleme konusuna kadar geniş yoruma olanak vermektedir. Ancak
bu yasanın çıktığı dönemlerde (1953 yılı) su kirlenmesi konusunun ülkemizde bir
sorun olarak ortaya çıkmamış olması nedeniyle yasanın 2. maddesinde bu konuda
açık bir hüküm getirilmemiştir.
167 sayılı Yer Altı Suları Hakkındaki Kanun’da yer altı suyu teknik esaslara uygun
olarak tanımlanmış, yer altı suyu alanlarının sınır ve karakteristiklerinin Bakanlar
Kurulu’nca kabul ve ilan edilmesi esası getirilmiştir. Yer altı sularının, inceleme,
tahsis, işletme, koruma ve belge verme işlemleri DSİ Genel Müdürlüğü'ne
verilmiştir.
132
DSİ'ce yapımı gerçekleştirilen tesisleri her türlü zarara karşı korumak üzere 1981
yılında DSİ tesislerinde görülen müdahale ve kirlenmeler ile bunların önlenmesine
dair rehber yayımlanmış bulunmaktadır. Bu rehberde kirlenmeyi önleme konusunda
Medeni Kanun ve Umumi Hıfzısıhha Kanunu’na başvurulmaktadır.
Son yıllarda ülkemizin bazı yörelerinde su kaynaklarında görülen kirlenmeler nedeniyle su ile ilgili tüm projelerde yalnızca suyun sağlanması yeterli olmamış, suyun
belirli bir kalitede olması ve bu kalitenin sürekli izlenmesi gerekmiştir. 25 Bölge
Müdürlüğü ve bunlara bağlı Teknik Şube Müdürlükleri ile su kaynaklarımızı
geliştirmekle görevli, ülke düzeyine yayılmış en büyük kamu kuruluşlarından biri
olan Genel Müdürlük ülke düzeyinde su kalitesi ile ilgili çalışmaları yürütmek
amacıyla örgütlenmesini bu yönde geliştirmiştir. Proje amacına yönelik olarak
toplanan veriler değerlendirilerek, su kaynağının mevcut kirlilik düzeyinin
saptandığı ve kirlenmenin önlenmesine yönelik önerilerin yer aldığı proje raporları
hazırlamakta ve ilgili kuruluşlara sunmaktadır. Porsuk Çayı, Çubuk Çayı, Kırka
yöresi su kaynakları, Kurtboğazı Baraj Gölü, Sapanca Gölü, Bursa bölgesi su
kaynakları ve İstanbul Büyükçekmece Baraj Gölü kirlilik araştırma raporları
bugüne kadar yayımlanmış olanlardır. DSİ Genel Müdürlüğü ülkemiz adına Dünya
Çevresel İzleme Sistemi (GEMS) başlıklı projenin Su Ortamında Dünya Çevresi
İzleme Sistemi (GEMSATER) alt projesinin yürütülmesinde ulusal merkez olarak
yer almaktadır. 1979 yılında altı bölge müdürlüğünde ve 65 örnekleme noktasında
başlayan su kalitesi izleme çalışmaları, 1982 yılında on dört bölge müdürlüğü ve
187 örnekleme noktasını kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Su kalitesi izleme
çalışmaları gerek örnekleme sayısı, gerekse analizi yapılan parametre sayısı
açısından geliştirilerek sürdürülmektedir. 1987 yılı su gözlem çalışmaları yirmi
bölge müdürlüğü ve 566 örnekleme noktasını kapsamış, su kalitesi gözlem
çalışmaları programı ise yine yirmi bölge müdürlüğü ve 638 örnekleme noktasını
kapsayacak şekilde planlanmıştır. DSİ Genel Müdürlüğü’nce bu gelişme sürdürerek
ülke düzeyinde su kaynaklarının kalitesini izlemeye yönelik bir kalite ağının
kurulması hedeflenmiş bulunmaktadır. Ülkemizde son birkaç yıla kadar su
kaynaklarımızın kalitesi ile ilgili verileri içeren, geniş çaplı bir yayının
bulunmaması ve bu tür verilere birçok kişi ve kurumca gereksinim duyulması
DSİ'yi
herkesin
yararlanabileceği
bir
kalite
gözlem
yıllığı
hazırlamaya
yöneltmiştir. Sürekli olarak yayımlanması planlanan su kalite yıllıklarının ilki 1979
– 1982 yılları arasını akta olup, 1985 yılında, 1983 – 1984 dönemine ait olan
ikincisi ise 1987 yılında yayımlanır. Üçüncüsünün hazırlama çalışmaları ise devam
133
etmektedir.
Yasalaşmış
olmamakla
birlikte
15.12.1976
tarihinde, İmar ve
İskân
Bakanlığı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü arasında
imzalanan
“İçme
ve
Kullanma
Temin
Edilen
Yüzeysel
Su
Kaynaklarının
Kirlenmeye Karşı Korunmasına ilişkin Protokol” suyu kaynaklarını korumada
önemli rol oynamıştır. Bu protokolün revizyonu ve kararname haline getirilmesi
için Bayındırlık ve İskân Bakanlığı eş güdümünde yapılan çalışmalar sonuçsuz
kalmıştır. Ancak 16.3.1983 tarih ve 2805 sayılı yasada ve bunu yürürlükten
24.2.1984 tarih ve 2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına aykırı olarak
yapılara uygulanacak işlemler ve 6785 sayılı İmar Kanunu’nun Bir Maddesinin
Değişi Hakkında Kanun’un 14’ncü maddesinde içme ve kullanma suyu temin edilen
ve edilecek olan baraj, göl, gölet gibi satıhta bulunan su kaynaklarının mutlak ve
kısa mesafeli alanı içerisindeki yapılar bu kanun hükümlerinden yararlanmaz”
denilmektedir. Bir deyişle bu alanlardaki yapılar af kapsamına girmemekte ve
yıkılmaları öngörülmektedir. DSİ Genel Müdürlüğü ayrıca kendi iç çalışmalarında,
hazırladığı “Kıta İçi Su Kaynaklarının Kirlenmesinin Kontrolü Hakkında Teknik
Şartname” ve buna bağlı “Alıcı Ortam Standını” kullanmaktadır. Bu şartname aynı
zamanda daha önce değinilen protokolün ekini oluşturmaktadır.
2.4 İller Bankası Genel Müdürlüğü;
İller Bankası Genel Müdürlüğü, belediyelerin kanalizasyon konusunu 1949
yılından sonra ele almaya başlamış ve içme suyu tesislerinin projelendirme
kriterlerinde
yapılan
değişikliklerle
paralel
olmak
kanalizasyon
projelerini
hazırlama kurallarını belirleyerek 1957 yılında yeni bir kanalizasyon yönetmeliği
düzenlenmiştir. Kentlerde kanalizasyon şebekesi için gerekli olan yeterli miktarda
pis suyun oluşmaması ve su kullanma alışkanlığının yaygınlaşamaması nedeniyle
1968 yılına kadar bankaca kanalizasyon konusunda yeni çalışmalarda bulunmamıştır.
Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde açıklanan nedenlerle kanalizasyon
yatırımlarına gidilmesi düşünülmemiş ancak, bu işleri yürütecek teknik kadroların
oluşturulması yönünde çalışmalar yapılmıştır. Kanalizasyon konusundaki asıl
uygulamalara İkinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde başlanılmıştır. İller
Bankası’nca 1968 yılından sonra kanalizasyon konusunda çalışmalar yeniden
başlamış, yenileme çalışmalarının yanı sıra, yeni uygulamaların belirli düzeye
getirilmesi hedeflenmiştir. 1969 yılında üç ayrı kanalizasyon şebekesinin inşaatı
programa alınmıştır.
134
İkinci
5
Yıllık
Plan
Dönemleri
içinde
kanalizasyon
çalışmaları
bankaca
sürdürülmüş, proje düzenleme esaslarında ve teknik şartnamelerde gerekli bazı
temel
değişiklikler
gerçekleştirilmiştir.
Bu
arada,
kanalizasyon
inşaatında
kullanılan malzemelerle ilgili belirli standartlarla hazırlanmış ve uygulama bunlara
göre yürütülmeye başlanmıştır.
Üçüncü Plan Dönemi sonunda kentlere yeterli miktarda içme ve kullanma suyunun
sağlanış olması, buna karşılık kentlerin büyük çoğunluğunda fenni kanalizasyon
tesislerinin bulunmaması, öte yandan kentleşmenin büyük bir hızla sürmesi
Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Planı’nda kanalizasyon sektörüne ağırlık verilmesini
zorunlu
kılmıştır.
Örneğin,
1981
yılında
İller
Bankası’nın
programında
kanalizasyon sektörüne ilişkin iş sayısı 105'e yükselmiştir.
Dördüncü 5 Yıllık Kalkınma Planı sonunda inşaatı tamamlanan ve hizmete açılan
kanalizasyon tesisleri 21'i bulmuştur. Ancak, bu tesislerin hiçbirinde pis su arıtma
üniteleri bulunmamaktadır. Pis su arıtma tesisleri ile deniz deşarjları konusundaki
proje ve uygulamalara Beşinci 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde başlanmıştır.
Özellikle, Uluslararası İçme Suyu ve Hıfzısıhha on yılı kapsamında hazırlanan Ana
plan çerçevesinde bu dönemde kanalizasyon yatırımlarına hız verilmiştir.
1987 yılı sonu itibariyle iller Bankası'nca toplam 47 beldenin kanalizasyon şebeke
inşaatı tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Bunun dışında, 16 adet beldenin
kanalizasyon şebeke inşaatı tamamlanmış ancak, bunlara ait pis su arıtma tesisi ve
deniz deşarjın şartları sürdürülmektedir. 'İller Bankası'nca 1987 yılı sonuna kadar
178 adet kanalizasyon avan projesi bitirilmiş, 37 adet beldenin ise proje çalışmaları
devam
etmektedir.
İller
Bankası
Genel
Müdürlüğü’nün
1988
yılı
yatırım
programında 118 adet iş bulunmakta, bunlardan 15'inin 1988 yılı içinde
tamamlanması öngörülmüştür. Ancak bu yatırımların 1989 yılında ulaştığı düzey
tespit edilememiştir.
İlk kez 5 Yıllık Kalkınma Planı döneminde ele alınan pis su arıtma tesislerinden
dördünün inşaatı tamamlanmış bulunmaktadır. Bunlar; Ş. Koçhisar (Ankara), Ilgın
(Konya), Suruç (Ş. Urfa) ve Akhisar’dır (Manisa).
Bu dönem içinde ayrıca, Kuşadası, Çanakkale, Çınarcık, Silivri, Yalova, Fethiye,
Ayvalık ve Alanya olmak üzere beldenin deniz deşarjı inşaatları da bitirilmiştir.
Pis su arıtma tesisi inşaatları devam eden 16 belediye ise şunlardır; Bandırma, Burhaniye, Erdek, Akçakoca, Gemlik, Giresun, Dikili, İzmit, Marmaris, Ordu, Fatsa,
Ünye, Rize, Turgutreis, Karadeniz Ereğli bulanacak. Bunların dışında, pis su arıtma
projesi tamamlanmış ancak inşaatına başlanmamış 37, projesi halen devam etmekte
135
olan ise 13 adet belediye bulunmaktadır. Halen 16 adet belediyenin deniz deşarjı
inşaatları sürdürülmekte, 3 adedinin projesi bitirilmiş ve 3 adedinin ise deniz
deşarjı proje çalışmaları devam e1mektedir. İller Bankası Genel Müdürlüğü, master
plan seviyesinde ele aldığı projeler ile diğer kanalizasyon ve deniz deşarjı
projelerinde gerekli olan kriterlerin belirlenmesi amacıyla alıcı ortam ve pis su
analizlerinin yapılması için bir laboratuar kurmuştur. Ayrıca, arıtma tesislerindeki
suların bakteriyolojik ve biyolojik açıdan incelemeleri amacıyla bir bakteriyoloji
laboratuarı da bulunmaktadır. Bu Bölümle ilgili 1990 sonu istatistik bilgilerine
ulaşılamamıştır
2.5 Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı;
1930 yılında çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile genel sağlık
hizmetlerine ait görevleri yerine getirmek, özel idarelerle belediyelere ve diğer
yerel yönetimlere bırakılan hizmetleri denetleme görevi Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı'na verilmiştir. Ayrıca, 1936 tarih ve 3017 sayılı Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Teşkilatı ve Memurin Kanunu’nun ilgili maddeleri ile 14.12.1983 gün ve
18251 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 181 sayılı Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve
18.6.1984 gün ve 18435 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık ve Sosyal
Yardım Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında 181 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin
Bazı
Hükümlerinin
Değiştirilmesine
Dair
210
sayılı
kanun
hükmünde kararname hükümleri çerçevesinde de içilecek ve kullanılacak suların
sağlık koşullarına uygunluğunu denetleme görevi Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı'na verilmiştir.
2.6 Yerel Yönetimler;
1926 tarih ve 831 sayılı Sular Hakkındaki Kanun; şehir ve kasaba ile
köylerde halkın ihtiyacı olan suyun temini ve idaresini belediye olan
yerlerde belediyelere, köylerde ise Köy Kanunu gereğince ihtiyar meclisine
vermektedir.
Aynı kanuna eklenen 2659 sayılı kanun uyarınca içme suları kaynak ve
yollarına zarar verecek ve sağlık şartlarını bozacak şekilde tarla açmak,
hayvan bırakmak ve sulamak belediye veya ihtiyar meclisleri tarafından yasaklanabilir (Madde; 7 – 8).
442 sayılı Köy Kanunu’nun 13. maddesi ile suların temiz tutulması
köylünün mecburi işleri arasında sayılmıştır.
136
Ayrıca
5393
sayılı
Belediyeler
Kanunu
ile
belediyelere,
5216
sayılı
Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkındaki Kanun’a göre ise büyükşehir
belediyelerine çevre sorunları ve bunun bir parçası olan su kirlenmesi ile mücadele
konusunda görevler yüklenmiştir.
Yukarıda özetlenmeye çalışılan yasal ve örgütsel yapıya 1980 yılından sonra
iki önemli ekleme olmuştur. Bunlardan ilki 1981 yılında İstanbul Su ve
Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) Genel Müdürlüğü'nün kurulması, ikincisi ise
1983 yılında Çevre Kanunu’nun yayımlanmasıdır.
20.11.1981 tarih ve 2560 sayılı yasa ile kurulan İSKİ Genel Müdürlüğü'nün
görev ve yetkisi Ağustos 1983 tarih ve 56 No’lu Kanun Hükmünde
Kararname ile tanımlanmıştır. Bu yasalar gereği şimdiye kadar Atık Suların
Kanalizasyon Şebekesine Deşarj Yönetmeliği ile İçme ve Kullanma Suyu
Temin Edilen ve Edilecek Olan Yüzeysel Su Kaynaklarının Kirlenmeye
Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik yayımlanmış bulunmaktadır. Halen
İSKİ'ye benzer şekilde Ankara'da ASKİ, İzmir'de İZSU, Adana'da ADSKİ ve
Bursa'da BUSKİ ve diğer büyük şehirlerde Genel Müdürlükler kurulmuştur.
3. Su Kirlenmesi Tespit, Giderme ve Denetim Çalışmalarında Karşılaşılan
Darboğazlar:
Ülkemizde su kaynaklarının hızla kirlenmesinin nedenleri, kirlenmenin tespiti,
giderilmesi ve denetimi yönünde yapılan çalışmalarda karşılaşılan darboğazlar
şunlardır
— Ülke ölçeğinde fiziki planlamanın olmayışı, su kaynaklarının da eşit
kullanım amaçlarına göre dağılımının planlanmasının gerçekleştirilememesi,
— Yer üstü su kaynakları konusunda yasal ve yönetsel boşlukların bulunması,
— Su kirlenmesi ve denetimi konularında ülke ölçeğinde araştırma ve birleştirme
politikasının olmayışı ve mevcut çalışmaların yetersizliği, var olanlarının da
birbirlerinin tekrarı niteliğinde olması,
— Su kirlenmesi ve denetimi konularında gerek araştırma ve geliştirme,
gerekse yatırımlar için yeterli finansmanın sağlanamaması ve parasal
kaynakların yetersizliği,
— Kalkınma planlarının hazırlanmasında çevre boyutunun yeterli ve
kapsamlı bir biçimde ele alınmaması,
— Konu ile ilgili kuruluşların görev, yetki ve sorumlulukları bakımından
boşlukların ve çakışmaların bulunması,
137
— Su kaynaklarının değişik kullanım amaçları için standartlar ile atık
standartlarının olmaması,
— Arazi kullanım planlarında çevre boyutunun ele alınmaması, sanayi
kuruluşlarının denetiminin yeterli olmaması,
— Sanayi kuruluşlarına izin verme sisteminin karmaşık olması,
— Çeşitli kuruluşlarca yürütülen laboratuar hizmetlerinde numune alma ve analiz
yöntemlerinde standardizasyon olmayışı ve farklı uygulamaların bulunması,
— Su kirlenmesi teknisyeni gibi ara eleman eksikliği, mühendis, planlaması vb.
elemanların istihdam sorunları ile işin niteliğine uygun teknik elemanlardan
yeterince yararlanılamaması,
— Araç, gereç ve malzeme eksikliği var olanların verimli kullanılmaması,
— Ülke koşullarına uygun teknolojinin (üretim, atık giderme vb.) geliştirilmesi
yönündeki çalışmaların eksikliği,
Su Kirlenmesi Tespit, Giderme ve Denetim Çalışmalarının Geliştirilmesi
Yönünde Öneriler:
— Kalkınma planlarının bir parçası olarak su ve toprak kaynaklarının planlanması
gerçekleştirilmelidir.
— Yerleşim, tarım, sanayi gibi arazi kullanımlarıyla ilgili kararlara ışık tutacak
planlamalar yapılırken çevre boyutu da ele alınmalıdır.
— Planlamalar için gerekli çeşitli araçlar için kullanılan su miktarları, bu
kullanımlar sonucu oluşan atık su miktarları ile bu suların kalitesi hakkında
istatistiksel değerlendirmeye uygun veri toplanmasına başlanmalıdır.
— Ülke koşullarına uygun su kaynağının kullanım alanına bağlı alıcı ortam ve atık
standartları oluşturulmalıdır. Saptanacak standartlar hiçbir zaman kesin ve
değişmez olarak kabul edilmemelidir. Belirli zaman aralıklarında havzanın
ekolojik, ekonomik vs. bakımından uğradığı değişmeye bağlı olarak, saptanan
standartlar gözden geçirilmeli ve gerekiyorsa yenilenmelidir.
— Standartlar saptanırken ilk aşamada mevcut kirlenmeyi kontrol altına almak ve
artmasını önlemek hedef alınmalıdır.
— Örnek alma, saklama ve analiz yöntemlerinde ülke çapında standartlaşma
sağlanmalıdır.
— Mevcut laboratuarlar verimli kullanılabilecek şekilde planlanmalıdır.
— Konu ile ilgili kuruluşlar etkinleştirilmeli ve yapılan çalışmalara yeterli
finansman sağlanmalıdır.
— Su kirlenmesi ve denetimi konusunda yasal ve örgütsel yapı açıklığa
138
kavuşturulmalıdır.
— Su kirlenmesi ve denetimi ile ilgili çalışmaları yürütecek teknik personel
darboğazı giderilmelidir.
— Sanayi kuruluşlarına izin sistemi değiştirilmelidir. Bu değişikliğe gidilirken,
sistemi birleştirici fakat ilgili kuruluşların eşgüdümünü ve denetimini artırıcı
yollar aranmalıdır.
— Sanayide kullanılan üretim süreçleri ile ilgili olarak ülke koşullarına uygun ve
çevre kirlenmesi yaratmayacak teknolojiler seçilmelidir.
— Ülke koşullarına uygun arıtma teknolojilerinin geliştirilmesi konusundaki
araştırmalara öncelik verilmelidir.
— Sanayi kuruluşlarının sürekli ve etkin denetim için örgütsel düzenleme
gerçekleştirilmelidir.
— Uygun teknoloji (gerek üretim süreçleri ile ve gerekse atık arıtımı ile ilgili) ülke
koşullarına uygun olarak seçilmeli, uygulamada karşılaşılan sorunlar çözülmelidir.
— Ülke koşullarına uygun standartların geliştirilmesinde uzun dönemde ulaşılması
ön görülen kalite hedefi belirlenmelidir.
— Uzun dönemde hem su kaynaklarının kullanma durumunu ortaya koyan hem de
kaybolabilecek kirlenme etkilerinin kontrolünü sağlayan kalite sınıfları ve bunlara
da standartlar sistemi oluşturulmalıdır.
— Kapsamlı ve çevreyi etkileyici büyük projeler için planlama aşamasında çevresel
değerlendirmesi yapılmalıdır.
Yukarıda açıklanan çalışmalara bir örnek olmak üzere DSİ Bölge Müdürlüğü’nce
At Gölü Havzası’nda yapılan su kalite gözlem çalışmaları ve mevcut durum raporu
iş bulunmaktadır.
4. ULUABAT GÖLÜ HAVZASI’NDA SU KALİTE GÖZLEM ÇALIŞMALARI
VE MEVCUT DURUM
DSİ Genel Müdürlüğü, çevre konularında çalışmalar yapmakta, özellikle su ve
tarım toprakları kirlenmelerine karşı yurt genelinde çaba harcamaktadır. Herhangi
bir yasa ile görevlendirilmediği halde DSİ'yi bu konuda çalışmaya zorlayan
nedenler iki başlık altında toplanabilmektedir.
1- Yapımı tamamlanmış ve işletilmekte olan DSİ projelerinde tesislerin üzerinde su
kaynağının kirlenmesiyle meydana gelen verim kaybı ya da tesisin bütünüyle devre
dışı kalması,
2- Tasarlanmış projelerin, üzerine kurulacakları su kaynaklarının kirlenerek elden
139
çıkmaları sonucu uygulanabilirliklerini yitirmeleri. Bölge Müdürlüğü sorumluluk
sınırları içerisinde su kalite gözlemleri yapmakta, Uluabat Gölü ve Havzası da bu
çalışmalar kapsamında yer almaktadır.
Bölgenin en önemli ve yüksek verimli su kaynağı olan Mustafakemalpaşa Çayı
ve kolları ile Uluabat Gölü'nde 20 tanesi akarsu üzerinde, 10 tanesi de gölde olmak
üzere 30 noktada su kalite gözlemleri yapılmaktadır. Tamamı 10555 km. olan
havza membadan mansaba doğru biri Gediz'in kuzey doğusundan, diğeri batısından
doğan Orhaneli ve Emet çayları ile drene olup Mustafakemalpaşa’dan itibaren
Mustafakemalpaşa Çayı adı ile Uluabat Gölü’ne boşalmaktadır.
Havzanın Sularından Faydalanma:
Mustafakemalpaşa İlçesi içinde regülâtörden ve Uluabat Gölü’nden alınan sularla
Mustafakemalpaşa Ovası’nda 20 bin hektar arazinin sulanması şeklindedir.
Hazırlanmış fakat inşa edilmemiş olan Emet Çayı Deveci Konağı Barajı’ndan
beslenecek Döllük - Güllüce Projesi ile de 10 bin hektar arazi sulanacaktır.
Böylelikle toplam 30 bin hektar araziyi sulayacak olan bu havzada Emet Çayı
üzerinde membadan mansaba doğru sıralanmış ve planlama çalışmaları bitmiş Kar
yağmaz, Kızkayası Deveci Konağı barajları ile Orhaneli Çayı membasına doğru
Çınarcık Köyü Mevkii’nde planlanmış olan Çınarcık Barajı’ndan 1.146x 10 9 KWh
elektrik enerjisi üretilecektir. Ayrıca Çınarcık Barajı’nda tutulacak suyu Unçukuru
yöresine kurulacak hidroelektrik santralde değerlenmekle hem elektrik üretimi için
yüksek düşü elde edilecek, hem de Uluabat Gölü, Aneli Çayı ile Güneydoğu'dan da
beslenerek gölde su değişimi teşvik olacak, su ürünleri şartlar biraz daha iyileşmiş
olacaktır.
Havzada Mevcut Durum:
Havzayı drene eden Orhaneli ve Emet çayları; genelde yerleşim birimlerinin kanalizasyon atıkları, bor, arsenik, krom ve askıda katı madde (AKM) kirleticilerinin
etkisinde bulunmaktadır. Emet Çayı’nda şartlar tetkik edildiğinde, memba tarafta
Etibank Hisarcık Kolemanit İşletmeleri’nin 18'25'e kadar olan kötü etkisi, Etibank DSİ iş birliği ile kurulmuş olan tesisle konsantratörün kapalı devre çalışmaya
girmesiyle kesilmiş, önceki atık yığınlarından sızan borlu suların etkisi de zaman
içinde azalmıştır. Buna karşılık yine Emet’te Espey Köyü civarındaki özel bor
madeni işleticilerinin bor yıkama su ve çamur atıkları yan dereler vasıtasıyla Emet
Çayı’na ulaşmakta, zararlarını yok edici veya azaltıcı nitelikte bir tesis yapmaları
için DSİ'ce yapılan girişimler sonuçsuz kalmaktadır.
140
Emet Çayı’ndan aşağı inildiğinde, Gökçedağ Tren İstasyonu Mevkii’nde sağdan
katılan Kınıkdere ile Harmancık’ta faaliyetini sürdüren Hayri Ogelman Krom
İşletmeleri atıklarından krom gelmektedir. İşletme son derece ilkel, yetersiz
kapasiteli bir çökeltim havuzuna sahiptir, konsantratörden çıkan su anılan ilkel
havuzu
hiçbir
temizlenme
olmadan
geçip
dolaylı
olarak
Emet
Çayı’na
ulaşmaktadır.
Emet Çayı’nı soldan katılarak bor suyu ile besleyen Dursunbey Çayı da geçtiği
borlu topraklar dolayısıyla 0.370 mg/I kadarlık bir bor ve 0.008 mg/lik arsenik
konsantrasyonu ile gelmektedir.
Emet Çayı’nın en mansaptaki gözlem noktası olan ve bahis olunan müstakbel proje
ile 10 bin hektar büyüklükte Döllük - Güllüce Ovası’nın sulanacak olduğu Deveci
Konağı’nda su kalite tespitleri 0.851 mg/I bor, 2.06 mg/I BOD 5 ve 86 mg/I
A.K.M’yi göstermektedir. B00 5 değeri itibariyle su temizdir. Ancak ortalama
Askıda Katı Madde miktarı ve bor yüksektir. Tarımsal amaçlı kullanılan suda bor
konstrasyonunun 0.350 mg/I'den yüksek olması istenmemektedir. Bu olumsuzluk
büyük ölçüde Emet yöresinden kaynaklanmaktadır. A.K.M’nin yüksek oluşu,
mansap olduğu Uluabat Gölü’ne malzeme taşınması açısından olumsuzdur. Yıllık
malzeme akışı 56 bin ton olmaktadır. Bu malzeme de çaya Gökçedağ ve daha aşağı
havzadaki erozyon ile gelmektedir. Orhaneli Çayı’nda ise kirletici kaynaklar
Tavşanlı, Tunç bilek, Orhaneli ve Kestelek’te bulunmaktadır.
Doğuştan itibaren 103 km küçük yerleşim yerlerinin kanalizasyonları dışında bir
etkinin olmadığı Orhaneli Çayı, ilk büyük deşarjı Tavşanlı kanalizasyonundan
almakta, BOD 5 değerini 3.12 mg/I ortalama değere yükseltmektedir. Tunç bilek’ten
aldığı yine kanalizasyon, GLI ve termik santral atıklarından sonra Muhacirköy
civarında su 3.28 mg/I BOD 5 163 mg/I A.K.M. konsantrasyonlarına ulaşmaktadır.
Bu değerler kirlenmiş ·su tanımı vermektedir. Buradaki AKM'nin kaynağı termik
santralini kül ve zaman zaman cüruf ihtiva eden atık suları (300 L/S) ile GLI’nin
saha temizliği, sosyal tesisler, işçi mahallerinden kaynaklanan atık sulardır.
DSİ her iki kurumla da diyalog kurmuş, GLİ’nin esas kirletici olan kömür yıkama
suları için arıtma, kömür tozunu geri kazanma tesisi yaptırılıp 1985'te devreye
sokulmuştur. TEK, projesi yeri temin edilip ihale dosyası 1987'de hazırlanmış
olduğu halde imalata geçmemiştir. Tahsisat yetersizliği ileri sürülmektedir.
Daha aşağı inildiğinde Orhaneli civarında etkileyici iki kurum Ege Metal ve Toros
Madencilik şirketlerine ait iki krom yoğunlaştırılmış tesisi mevcuttur. Bunlardan
Ege Metal Krom İşletmesi’nin DSİ zorlamasıyla edindiği ancak işletme yönünden
141
yetersiz olan bir çökelti havuzu mevcuttur, Ancak, söz konusu yetersizlik
dolayısıyla atık sular yine çoğu arıtmasız olarak çaya verilmektedir. Toros
Madencilik Şirketi ile diyalog kurmak mümkün olmamış, müteaddit defalar yapılan
görüşmelerde zararlı etkilerini reddetmiş, arıtma tesisi kurmaya yaklaşmamışlardır.
Bu iki tesisin atıklarından sonra Orhaneli Çayı’nda durum, 111 mg/I A.K.M. 0.025
mg/I krom ve 2.29 mg/I BOD5’i göstermektedir. Tunçbilek’te edinilen A.K.M.
yükü büyük ölçüde terkedilmiş, bunun yerine erozyondan gelen katkı ile 'tekrar
111
mg/I'ye
ulaşılmıştır.
25
mikron
krom,
iki
krom
konsantratörünün
deşarjlarından ileri gelmektedir. Esasen suda çözülmeyen verdiği 25 mikronluk
yoğunlaşma akarsu yatağındaki krom birikintisinin ne kadar olduğuna işaret
olmaktadır. BOD yine yöre kanalizasyonlarının etkisindedir.
Orhaneli Çayı’ndan en mansaptaki kirletici, yine Etibank'ın Testelek Bor
İşletmesi’dir. Buradaki katkıdan sonra konsantrasyonu ortalaması 1,0 mg/I'ye
ulaşmaktadır. Burada da arıtma veya çökeltim yoktur. Ancak DSİ ile varılan
mutabakat sonunda Emet'tekinin benzeri bir tesisin yapılıp işletmeye açılması
çalışmalarına başlanılmıştır.
Camandar Mevkii’nde birleşerek Mustafakemalpaşa Çayı adıyla Uluabat Gölü’ne
kadar 40 km kadar daha akışa devam eden akarsu adını aldığı ilçe merkezi
yerleşiminin de kanalizasyonunu alır. Göle girmeden önceki son gözlem yeri olan
Ayazköy’de su kalitesi 0.590, 0.021 mg/I arsenik, 2.185 mg/I BOD 5 , 0.270 mg/I
amonyak,
86
mg/I
A.K.M.
0.023
mg/L
krom
konsantrasyonları
ile
tanımlanmaktadır. Kemalpaşa yerleşim birimine arıtma tesisi planlanmış olduğu
ancak İller Bankası'nın bu projeyi ne zaman finanse edeceğinin bilindiği yapılan
temaslardan öğrenilmiştir.
Önceki paragrafta tanımlanan su ile beslenip ayrıca kendi çevresinden de
deşarjlar alan Uluabat Gölü’nde durum şöyledir: Göl doğu - batı doğrultusunda 25
km. kuzey güney doğrultusunda 1'0.5 km. yaklaşık boyutlarda oldukça sığ bir
göldür. Literatürde 7.50 metre olan maksimum göl derinliği halen 3,5 metre
civarındadır. Yaz aylarında ortalama derinlik 1,0 metreye düşmektedir. Bu boyutsal
niteliklerin ardından su kalitesi tanımına geçtiğimizde göller için en önemli
tamamlayıcı pararnıetrek klorofil - a (31,82 mg/I) değeri ölçü alınarak yapılan
değerlendirmede,
Uluabat Gölü %64 ihtimalle hipertrafik, %35 ihtimalle otrofik, %1 ihtimalle de
mesotrofik sınıfa girmektedir. Gölümüz aşırı besili bitkisel yaşam için çok uygun,
hayvansal yaşam için sınırlı imkânlı durumdadır. Diğer parametreler açısından
142
bakıldığında, ortalama bor konsantrasyonu 0.59 ile 0.92 mg/I arasında, arsenik
konsantrasyonu da 0.012 ile 0.015 mg/I arasında değişim göstermektedir. Askıda
Katı Madde 48 mg/I, amonyak 0.295 mg/I, silis 4.14 mg/L krom 0.017 mg/I
ortalama değerleri mevcuttur,
Sonuç ve Öneriler:
Uluabat Havzası’nda su kalitesinde söz edilen olumsuz değişimleri yaratan birkaç
büyük kuruluşun arıtma tesisi yaptırması meseleyi önemli ölçüde çözecektir.
Bunun beraberinde yüzey ve kıyı erozyonu ile akarsuya ulaşan malzeme de
alınacak erozyon önleme tedbirleri ile önlenmelidir. Küçük yerleşim yerlerinin
kanalizasyonları yüksek debili olması dolayısıyla çayı etkilememekte,
Mustafakemalpaşa, Tavşanlı, Tunçbilek, Orhaneli gibi büyük yerleşim yerlerinin
kanalizasyonları için basit de olsa birer arıtma tesisi yaptırılmalıdır. Bu tedbirlerin
alınması DSİ'nin sulama suyu ve altyapı temin edecek olduğu 30 bin hektar arazide
tarım yaparak yaşam sürdüren insan kitlesinin yaşamını doğrudan etkileyecektir.
Ayrıca Uluabat Gölü’ndeki su ürünlerine dayalı yaşam kurmuş halkın da yaşam
şartları iyileşecektir. Göl için yapılabilecek bir iyileştirme önlemi de gölde
büyüyen yüksek bitkilerin mümkün olduğu ölçüde hasat edilerek dışarı
alınmasıdır. Bu uygulama göl suyundaki azot ve fosfor bileşikler stokunun
azalmasına yardımcı olacaktır. Burada sayılan tedbirlerin alınması herhangi bir
kuruluşun tek başına üstesinden gelemeyeceği, dolayısıyla valiliğin organizasyonu
ve muavenetini gerektirmektedir.
2. Toprak Kirlenmesi:
Toprak kirlenmesi;
1)
Tarım topraklarının tarım dışı amaçlarla kullanılmasından
2) Toprağın
fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerle kirlenmesi şeklinde ikiye
ayırıp incelemek mümkündür.
3)
2.1 Toprağın Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması
Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynakları Özel İhtisas Komisyonu
tarım arazilerinin tarım dışı amaçlarla kullanılması alt komisyon (18 - GRUB)
22.7.1988. Bilindiği gibi, ülke yüzeyinin katı kısımlarına arazi ve üzerinde doğal
olarak bitki yetiştirilebilen araziye de “tarım arazisi” denilmektedir. 1617 sayılı
kanunda tarım arazisi üzerinde ekim, dikim, bakım, yetiştirme yapılabilen veya
143
orman hariç doğrudan doğruya tabiattan yararlanmak suretiyle bitki veya hayvan
üretimine elverişli olan veya ıslah suretiyle üretime elverişli hale getirilen arazi
olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlar genel mahiyette olup ormanlık sahalarla,
çıplak kayalıklar, ırmak yatakları ve sahil kumulları gibi toprak varlığı
bakımından çok yetersiz olan alanlarda ıslahı olanaksız alanlar dışında kalıp da,
kültüvasyona elverişli I - IV. sınıf araziler vasıflı veya vasıfsız tüm çayır ve mera
arazileri tarım arazisi olarak nitelendirilmektedir.
Türkiye'nin yaklaşık 76,7 milyon hektar arazi varlığı içinde, yukarıdaki tanımlara
uyan arazi miktarı 57 milyon hektar kadardır. Oysa bu miktarın tamamı tarımda
kullanılmamaktadır. Günümüzde konut, eğitim – öğretim, askerlik, sanayi, turizm,
ulaşım ve benzeri sektörlerinde tesis yapma ve dolaylı kullanımları için gerekli
olan arazilerde bu nitelikteki arazi içinde yer alabilmektedir ve bu durum bir
ölçüde
kaçınılmazdır.
Ancak
gerek
dengeli
arazi
kullanımı
gerek
tarımın
kollanması bakımından toprak işlemesine elverişli ve üretim, potansiyeli yüksek
olan arazilerle, sulu tarım ve bağ - bahçe olarak kullanılan arazilerin veya sınıfı ne
olursa olsun iklim özelliklerinden yararlanılarak zeytinlik, fındıklık, fıstıklık, çay
ve muz bahçeleri gibi plantasyona ayrılan arazilerin boyutları belirlenerek başka
amaçlarla kullanılmalarının kesinlikle önlenmesi gerekir.
1960’lı yıllarda yapılan etütlere göre 26.547 bin hektar tarıma elverişli arazi
varlığının 2007 yılına gelindiğinde yaygın halde iki amaç dışı kullanımları daha da
azaldığı bilinmektedir.
Türkiye tarımsal üretimde kendi kendine yeterli bir ülke durumunda idi fakat
bugün bunu söylemek olası değil. Fakat 27,7 milyon hektar arazi üzerinde tarım
yapıldığı, aslında bunun 6,1 milyon hektarının toprak işlemesine elverişli olmayan
ve bir süre sonra ekilemez duruma gelecek olan arazilerden oluştuğu; diğer
taraftan %2,4 oranında artan nüfusun beslenme ihtiyacının da giderek artacağı;
buna karşın toprağın sınırlı ve üretilemez bir kaynak olduğu, üstelik tarım dışı
kullanımlarla da sürekli olarak azaldığı düşünülürse, Türkiye'nin tarımsal üretimde
kendine yeterli olması halinin uzun süre devam edemeyeceği, yakın gelecekte
üretim açığı doğacağı kaçınılmazdır.
Kaldı ki, tarım yalnız beslenme ihtiyacımızın karşılanması bakımından değil, çok
büyük iş ve istihdam sahası olması yanında bir kısım sanayi hammaddesine ve dış
satıma katkısı %50'yi aşan tarım ürünlerine kaynak teşkil etmesi bakımından da
büyük önem taşımaktadır.
Konu bu boyutlar içinde incelendiğinde, tarım arazisinden koparılan bir küçük
144
parçanın bile, milli ekonomiyi olumsuz yönde etkileyeceği açıktır.
Ülkemizde Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sürdürülen kalkınma çabalarına
paralel olarak özellikle 1950'lerden itibaren sanayileşme; sanayileşmenin ve nüfus
artışının doğal bir sonucu olarak da hızlı bir kentleşme olgusu başlamıştır. İnsanın
yüksek gelir elde etmek isteği tarım arazilerinin amaç dışı kullanımında temel
etkenlerden
biridir.
Arazi
sahipleri
kısa
devredeki
çıkarlarını
gelecekteki
çıkarlarının üstünde tutmaktadırlar. Yukarıda belirtilen hızlı gelişmelere bu eğilim
de katıldığında sanayi bölgeleri, yerleşim alanları. Yollar ve turistik bölgeler için
gerekli görülen arazi süratle tarım aleyhine gelişim göstermektedir.
Verimli
tarım
arazilerinin
amaç
dışı
kullanılmasını
etkileyen
en
önemli
faktörlerden birisi de izlenen politikalar ve yasal boşluklardır. Bir sektördeki
vergi,
fiyat
ve
benzeri
teşvik
unsurları
diğer
sektörlerle
ahenkli
olarak
düzenlenmezse gelişmeler diğer sektörlerin aleyhinde oluşabilmektedir.
Günümüzde çevre ve tarım alanlarının korunmasına yönelik çok sayıda yasal
düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeler farklı kuruluşların yetki alanlarına
girmektedir. Örneğin; 1982 Anayasası’nda, 2872 sayılı Çevre Kanunu’nda, 3083
Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu’nda, 3194
sayılı İmar Kanunu’nda, 5393 sayılı Badiyeler Kanunu’nda, 2965 sayılı Toplu
Konut Kanunu’nda tarım topraklarının kullanımı korunmasına yönelik hükümler
yer almaktadır. Bunca hükmün bir arada uygulanamaması uygulayıcı kuruluşların
koordineli
çalışmamaları
sonucu
tarım
topraklarının
tarım
dışı
amaçlarla
kullanılmasına fırsat vermiş olmaktadır.
Tarım arazisi günümüzde çok çeşitli amaçlarla kullanılır hale gelmiş olup, bunları
içerdiklerine göre dört bölüm halinde incelemek mümkündür:
1- Konut Alanları:
Sanayileşme nüfusun hızla artması ve köyden kente göçün başlaması, yeni
yerleşim alanlarına olan ihtiyacı artırmıştır. Bunun sonucu olarak şehirlerde
plansız ve kontrollü yapılaşmalar olmuş ve şehir çevrelerindeki tarım arazilerine
doğru yayılmalar başlamış. Şehirlerin etrafındaki bağ, bahçe ve tarım arazileri
büyük bir hızla yeni yerleşim bölgelerine dönüşmüştür.
Arazi kullanım amaçlarına göre uzun dönemli bir planlama yapılmadan
yerleşilmesi yapılan planların uygulamadaki geçersizliği, son değişikliklerle şehir
imar planı yapımında yetkili mercilerin değişmesi ve kontrol yetersizliği tarım
arazilerinin
kaybını
hızlandırmaktadır.
Yerleşim
alanları
civarındaki
tarım
145
arazilerinin arsaya dönüşmesi ile de meydana gelen ani artış karşısında bu
arazilerin tarımda kullanılmaya devamını sağlamak güçleşmektedir. Kentlerin
gelişme yönleri, arsa taleplerinin belirlenmesinden önce saptanarak gerekli
planlamalar yapılmadığı için tarım arazileri, emlak komisyoncularının istekleri
yönünde ve bu değer artışına bağlı olarak kolaylıkla tarım dışı kullanıma
kaymaktadır. Tarım toprakları üzerinde gelişen bazı il merkezlerinin tarım dışı
bıraktığı alanlar konusunda elde edilebilen bazı istatistikî veriler Tablo-1'de
gösterilmiştir. Ancak bu verilerin çok sağlıklı olduğunu söylemek mümkün
değildir. Tabloda değer verilemeyen 20 il merkezinde ise yerleşim alanlarının
tarım toprakları aleyhine geliştiği açıkça bilindiği halde bu illerde yapılan ciddi
etütler bulunamadığından istatistikî bilgi vermek mümkün olmamıştır.
1985 yılı nüfus sayımına göre il ve ilçe merkezleri nüfusu 26,8 milyon olup
nüfusun %53’ünü teşkil etmektedir. Bu rakamın 1990 yılında 32 milyona
ulaşmaktadır. Buna göre kentsel nüfustaki artış, 1965–1969 yıllarında Mülga
Topraksu Genel Müdürlüğü’nce hesaplanan 569 bin hektarlık yerleşim alanının,
1990’lı yıllarda 1 milyon hektarı aşmaktadır. Diğer bir deyimle gerekli önlemler
alınmadığı takdirde tarım arazilerinin tarım dışı kullanıma geçmişte olduğu gibi
sürecektir.
2- Sanayi Alanları:
Yerleşim ve çevre kirlenmesi konularında disiplin getirilmesi, aşırı kentleşme ve
nüfus problemlerinin çözümlenmesi ve diğer bazı amaçlarla organize sanayi
bölgeleri kurulması yoluna gidilmiştir. Yurdumuzda ilk olarak Bursacı Organize
Sanayi Bölgesi 1966 yılında tamamıyla sanayicilerin hizmetine açılmıştır. 1967
yılından itibaren 63 ilde organize sanayi bölgeleri kurulması için Bakanlar Kurulu
Kararnamesi çıkartılmıştır. Her il ve ilçede küçük sanayi sitesinin kurulması
zorunluluğu açıktır. Ancak her ilde organize sanayi bölgesinin kurulması
yönündeki kararın yanlışlığı ise geçtiğimiz yıllardaki uygulamalarla görülmüştür.
Nitekim
bazı
organize
sanayi
bölgelerine
sanayilerin
çekilmesi
mümkün
olmamıştır. Çünkü kurulan sanayi bölgelerine yapılan yatırım masraflarının
sanayiye yansıması, sanayiciyi daha kolay ve ucuz bir şekilde elde ettiği tarım
arazilerine yönlendirmektedir. Böylece sanayici kendisinin özel mülkiyetindeki
veya satın aldığı tarım arazisini tahrip etmektedir. Öte yandan organize sanayi
bölgelerinin yerleşim alanlarını da çevresine topladığı bir gerçektir. Organize
146
sanayi bölgelerinin oluşturulmasından vazgeçilmeyeceğine göre bu bölgelerin çok
gerekli ve en uygun yörelerde toplanması ve buraların çevresinde gecekondu
önleme bölgelerinin de oluşturulması zorunludur.
Tablo-1: Bazı il Merkezlerinde Yerleşim Alanı Olarak Kullanılan Verimli
Topraklar (1984)
İli
Kapladığı Alan (Ha)
İli
Kapladığı
(Ha)
Adana
8173
Isparta
7036
Adıyaman
1946
İçel (Mersin)
3174
4994
İstanbul
1011
Amasya
526
İzmir
529
Artvin
2001
Kars
802
Aydın
0
Kastamonu
396
101
Kırşehir
395
3638
Kocaeli (İzmit)
1855
Bilecik
2827
Konya
14350
Bingöl
774
Kütahya
2630
Bitlis
299
Malatya
2144
Burdur
913
K. Maraş
Bursa
9900
Mardin
2200
Çanakkale
6013
Muğla
2140
Çankırı
3693
Muş
2833
Çorum
447
Nevşehir
1102
Edime
501
Ordu
873
Erzincan
1908
Rize
115
Erzurum
3557
Sakarya (Adapazarı)
4128
3584
Samsun
2889
Eskişehir
6223
Siirt
590
Gaziantep
3940
Sinop
666
Uşak
1268
Afyon
Ağrı
Balıkesir
Giresun
12
Hakkâri
39
Alan
4511
147
Not: 47 il merkezi için elde edilebilen değerlerin toplamı 118.542 hektar olup
Ankara, Antalya, Diyarbakır, Kayseri, Sivas, Trabzon gibi (18 il) hakkında
dikkate alınabilecek değer bulunamamıştır. Yurdumuzda inşaatı tamamlanan,
devam eden veya yer seçimi kesinleşen organize ve küçük sanayi bölgelerinin
kapladığı alanlar ve toprak özellikleri Tablo-2'de gösterilmiştir.
148
149
Tablo-2’de verilen değerler Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın 1987 yılı sonu
kayıtlarına dayandırılmıştır. Görüldüğü gibi organize ve küçük sanayi siteleri için
tahsis edilen toplam 17999 hektar arazinin yaklaşık %62'sine tekabül eden 11196
hektar arazi 1. ve 4.. sınıf tarıma elverişli topraklar üzerindedir.
3- Turistik Tesis Alanları:
Verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlara kaymasına neden olan üçüncü ve
önemli bir etken de turizme yönelik yatırımdır. Ülkemizde bütün bölgelerin imar ve
fiziksel
planı
hazırlanmamıştır.
Tüm
ülkede
tapulama
çalışmalarının
bile
bitirilmemesi plan yapılması fikrini ve işlemini zorlaştırmaktadır. Bu aksaklığın
giderilmesi için turizm belgesi ve kredisi almak isteyenlere, varsa imar planına
uygun, yoksa mevzi plan yapılarak gerekli kolaylıklar sağlanmaktadır. Dış turizmin
geliştirilmesi, kişilerin hafta sonu ve yıllık dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak için
yazlık konut taleplerinin karşılanması ve tarla sahiplerinin kısa sürede yüksek gelir
elde etmek için arazilerini bu yolla satmak istemeleri, zaten mevcut olmayan veya
mevzi
durumundaki
çevre
düzeni
planlarını
kolayca
değiştirme
durumuna
getirmektedir.
Turizmin teşviki için bir miktar tarım alanı elbette gözden çıkarılacaktır. Ancak bu
gibi alanlarda çevre düzeni plan kararlarına taviz verilmeden uyulması gereklidir.
Aksi halde çevrede tarıma elverişli arazi kalmamaktadır. Birkaç örnek vermek
gerekirse; DSİ Genel Müdürlüğü'nün Alanya sulaması içinde yer alan Mahmutlar
Kasabası imar planının değiştirilmesi sonucu başlangıçta %15 oranındaki tarım
arazisi elden çıkmakta iken bugün bu oran %40'lara ulaşmış ve DSİ yatırımları
kullanılmaz bir hale gelmiştir. Diğer bir örnek, Trakya'da Enez - Silivri arasındaki
sahil kuşağında 8.500 hektar tarıma elverişli arazi turizm yatırımları ile elden
çıkmıştır ve aslında kararlı bir plan uygulaması ile bu kayıp %50 azalabilecek
durumda idi. Bunun dışında Antalya - Kuşadası - Silifke - Erdemli sahil
kuşaklarında da tarım alanlarının ruhsatlı veya ruhsatsız bir biçimde tarım dışı
bırakıldığı bilinen bir gerçektir. Örneğin Kuşadası – Davutlar’da 24 hektar arazi
ruhsatlı olarak turizme açılmışken ruhsatsız olarak açılan alan 35 hektardır.
Sahil kesiminin dışında, iç bölgelerdeki turizme yönelik yapılaşmalarda da tarım
aleyhine bir gelişmenin varlığı görülmektedir. Unutulmaması gereken diğer bir
husus
ise;
turizm
yatırımlarının
taban
pozisyonundaki
tarım
alanlarında
kanalizasyon temizlik ve havadarlık gibi yönlerden bazı sorunlarla karşı karşıya
150
kaldığı, aksine tarım dışı yamaç arazilerde daha güzel havadar, manzaralı ve
istenilir oluşudur.
4- Kamu Yatırımları ve Diğer Kullanım Alanları:
Tarım
arazilerinin
kaybını
hızlandıran
diğer
etkenler
de
kentsel
altyapı,
karayolları, demiryolları, havaalanları ve benzeri kamu yatırımları ile tuğla kiremit ocak ve fabrikaları, açık maden ocakları, enerji ve boru hatlarının
yapımıdır. Özellikle büyük kamu yatırımları sadece kullandıkları alanları değil,
çevrelerine çektikleri diğer yapılaşmalar yolu ile de yeni tarım topraklarının
kaybına sebep olmaktadır. Bu tip geniş kapsamlı kamu yatırım projelerinin
hazırlanmasında yatırım yıllarındaki maliyet unsuru esas alınmakta, ancak tarım
dışı
bıraktıkları
arazilerin
uzun
dönemde
getireceği
faydalar
dikkate
alınmamaktadır. En ucuz çözümler tercih sebebi olmaktadır
Yukarıda belirtilen bu yatırımların getirdiği sorunları bazı örneklerle açıklamakta
yarar vardır. Karayolu güzergâhları özellikle ulaşım kolaylığı sağlaması nedeniyle
sanayi ve yerleşim yapılaşmasını kendine çekmekte ve böylece yolun kapattığı
tarım alanı bir yana karayolu güzergâhlarında da büyük boyutlarda toprak kaybına
neden olunmaktadır. Örneğin İzmir - Aydın, Mersin - Adana, Adana - İskenderun,
Ankara - Eskişehir, Amasya Erbaa - Suşehri karayolları güzergâhları büyük ölçüde
tarım alanı dışına çıkmıştır. Bu yollar ülke için elbette gereklidir ve karayolu
yapımı sürecektir, ancak yolların daha düşük vasıflı arazilerden geçirilmesinin
verimli tarım toprağının kaybını önleme gibi inkâr edilmeyecek ölçüde büyük bir
yararı olduğu da bir gerçektir. Örneğin Trakya'da 25.608 hektar verimli tarım
arazisi bu tip yatırımlarla tarım dışına çıkarılmış ve bu miktar her geçen gün
artarken bu yolun 810 km kadar yakınlarında 130 bin hektarı bulan tarım dışı
araziler boş durmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi ülkemizde son yıllarda inşaat sektörünün gelişmesi ile
kendini bir kat daha hissettiren tuğla kiremit ihtiyacını karşılamak için verimli
tarım alanları artan bir hızla tahrip edilmektedir. Tuğla ve kiremit tesisleri kamu
yatırımlarından daha farklı bir biçimde, kuruldukları yerleri koruyup çevresini
tahrip etmektedirler. Yurdumuzda tuğla - kiremit üretimine hiçbir yeni teknoloji
katılımı olmadığından, asırlar boyu oluşmuş en verimli alüvyon ova toprakları
hiçbir ilave işleme tabi tutulmaksızın üretimde kullanılmaktadır. Çok kısa sürede
kurulabilen bu tesisler kuruldukları yerlerden ziyade çevresini yok etmektedirler.
Bu sorunu bir kaç örnekle ve istatistiksel bilgilerle açıklamakta yarar vardır.
151
Trakya'da 1.400 dekar, Erbaa’da 2 bin dekar, Gediz Ovası’nda 4.400 dekar,
Çorum'da 2 bin dekar tarım arazisi, 1985 yılına gelindiğinde tuğla ve kiremit
yapımı nedeniyle tarım arazisi olmaktan çıkmış ve kullanılmayan çukurluklar ve
bataklıklar haline dönüşmüştür. Etüdü yapılmayan daha pek çok arazi aynı
durumdadır.
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Yapı Malzemesi ve Deprem Araştırma Genel
Müdürlüğü'nün 1983 yılı sonu itibariyle tüm illerimizi kapsayan envanter
çalışmasına dayanılarak yapılan değerlendirme Tablo-3'de verilmiştir.
Tablo-3'te de görüleceği gibi tuğla - kiremit ocak ve fabrikaları her yıl ülkemizden
17 milyon tonu aşkın çok değerli alüvyal toprağı veya diğer bir ifade ile 1 metre
kalınlığındaki 11 bin dekar verimli araziyi bir daha geri dönmeyecek şekilde yok
etmektedir.
Tablo-3: Türkiye'de Tuğla - Kiremit Üretim Tesisleri, Kapasiteleri ve Toprak
Tüketimleri (ilçeler dâhil – 1983 verileri)
İli
Toplam
Tesis
Sayısı
Üretim Kapasitesi
(milyon - adet/yıl)
Tuğla
Adana
8
57.0
Adıyaman
1
7.5
Afyon
10
67.5
Amasya
6
Ankara
Kiremi
t
3.0
Tüketilen
Toprak
Miktarı
(ton - yıl)
Tüketilen
( 1m
derinlikte
Arazi
miktarı )
(dekar/yıl)
267.000
178.9
33.461
27.3
2.6
312.154
208.1
16.1
0.5
73.946
49.3
39
201,1
15.4
962.367
641.6
Antalya
2
22,8
101.723
67.8
Artvin
1
13.5
60.230
40.2
Aydın
9
58.7
24.6
365.968
244.0
Balıkesir
3
17.8
3.0
92.107
61.4
152
Bilecik
4
21.4
Bolu
1
Burdur
3.2
109.014
72.7
14.9
66.476
44.3
8
28.8
128.490
85.7
Bursa
13
101.0
25.3
557.653
371.8
Çanakkale
4
10.3
4.6
65.414
43.6
Çankırı
2
31.2
2.8
151.046
100.7
Çorum
53
162.6
234.2
1716.290
1144.2
Denizli
4
41.5
8.5
221.115
147.4
Diyarbakır
4
43.0
191.846
127.9
Edirne
2
8.0
1.0
38.537
25.7
Erzincan
2
37,7
-
168.200
112,7
Erzurum
1
21
-
93.692
62,5
Eskişehir
11
41
68
475.430
317
Gaziantep
1
18
-
80.307
53,5
Giresun
2
4,2
-
18.737
12,5
Gümüşhane
1
15
5
88.076
58,7
Hatay
5
61,3
3,8
289.568
193
Isparta
4
2,5
7,1
41.191
27,5
İstanbul
-
345
-
1.539.230
1026,2
İzmir
13
37,5
43,1
349651
233,1
Kastamonu
3
13
-
58000
38,7
Kayseri
10
65,9
-
294.015
196
Kırklareli
1
2
1,5
15.269
10,2
Kırşehir
1
12
-
53.538
35,7
Kocaeli
3
4
-
17.845
11,9
Konya
18
141,7
-
712.774
475,2
Kütahya
15
30
53
358.076
238,7
Malatya
2
14,5
1,5
71.038
47,4
153
Manisa
84
367,9
101,5
2.070.321
1380,5
Kahramanmaraş
3
58
-
258.768
172,5
Muğla
1
10
-
44.615
29,7
Nevşehir
10
272,2
5,5
144.622
96,4
Niğde
4
33
-
147.229
98,2
Rize
1
14,4
-
64.246
42,8
Sakarya
5
9,8
8,3
78.838
52,6
Samsun
6
16,1
2,4
81.984
54,7
Sinop
28
108,8
58,5
732.915
488,6
Sivas
2
22,2
-
99.046
66
Tekirdağ
10
125,4
14,2
619.553
413
Tokat
21
102,2
18,8
535.507
375
Trabzon
3
56
-
250.737
167,2
Uşak
5
28,5
4
144.076
96
Van
1
20
-
89.230
19,5
Yozgat
4
15,5
-
69153
46,1
Zonguldak
21
197
33,3
1.020.697
680,5
Genel Toplam
491
3094,6
772,4
17.074.487
11.383
2.2 Toprağın Fiziksel - Kimyasal - Biyolojik Faktörlerden Dolayı Kirlenmesi:
— Toprak kirlenmesi; insanın sürdürdüğü çeşitli ilişkiler sonucunda toprağın
fiziksel, kimyasal ve jeolojik yapısındaki, doğal kullanılma amaçlarına aykırı
düşen değişme, yıpranma, tükenmelerin oluşması olarak tanımlanabilir,
— Toprak kirlenmesi, daha genel anlamda toprak sorunları içinde incelenir.
Toprak su ve rüzgâr erozyonu,
— Taşlık, çoraklık ve yaşlık,
— Tarım ilaçları kullanımı,
— Gübreleme, maden işletmeciliği,
— Tarım alanlarının kirlenmesi,
— Evsel ve endüstriyel katı atıklar,
— Tarım alanlarının tarım dışı kullanımları olarak gruplandırılabilir.
154
1- Toprak Kirlenmesinin Nedenleri:
Toprak kirlenmesi, diğer çevre sorunlarının büyük bir bölümünde görüldüğü gibi
doğanın yanlış ve kötü kullanılması sonucu ortaya çıkmakta, doğal dengenin
bozulması ile birlikte giderek hız kazanmaktadır.
Kentleşme ve sanayileşme sonucu ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıklarının
topraklara karışması, toprak kirliliği oluşturmakta, ayrıca tarım alanlarının kentsel
ve sanayi kullanımlarına açılması verimli toprakların kaybına sebep olmaktadır.
Aynı
zamanda
verimli
tarım
topraklarından
tuğla
-
kiremit
gibi
yapı
malzemelerinin üretimi söz konusu kayıpları çoğaltmaktadır.
Ayrıca, daha çok ürün almak için geliştirilen yeni tarım teknikleri bazı hallerde
hızlandırılmış
erozyon,
tuzluluk
ve
yaşlık
gibi
toprak
kirlenmelerine
yol
açabilmektedir.
2- Ülkemizde Toprak Kirlenmesinin Türleri:
Aşağıda
toprak
kirlenmesinin
türleri
ayrı
başlıklar
altında
ele
alınarak
açıklanmıştır.
Erozyon:
Toprakların su ve rüzgâr etkisiyle yerlerinden aşındırılarak başka yerlere taşınması
olayına erozyon adı verilmektedir.
a) Su erozyonu:
Su erozyonu; doğal erozyon ve hızlandırılmış erozyon olmak üzere iki kısımda
incelenebilir.
Doğal erozyon yıkanmalar, yüzeysel taşınmalar ve arazi kaymasından oluşur.
Doğal erozyonla taşınan materyal yeni toprak oluşmasını da sağlamakta, böylece
yaşlanmış toprakların gençleşmesine ve verimliliklerinin yeniden yükselmesi
sonucunu da doğurabilmektedir.
Hızlandırılmış erozyon ise; eğimli arazilerdeki orman ve meraların tarım alanı
haline getirilmesiyle buralarda su tutma kapasitesinin azalması sonucunda oluşan
yüzey akıntılarının toprakları aşındırması ve sürükleyerek taşımasıyla oluşur.
b) Türkiye'de Hızlandırılmış Su Erozyonu ve Nedenleri:
Türkiye topraklarının yaklaşık %74'ü su erozyonunun etki alanı içindedir işlenebilir tarım alanlarında karşılaşılan su erozyonu toplam toprakların %20’sini
aşmaktadır.
Türkiye'de hızlandırılmış su erozyonunun nedenleri arasında orman tahribatı, mera
tahribatı, yanlış arazi kullanımı, nadas yöntemi, işletme büyüklükleri, kiracılık ve
yarıcılık, bilgisizlik, ekim nöbeti ve ahır gübresinin kullanılmaması sayılabilir.
155
Kontrolsüz otlatmaların usulsüz kesimlerinin yanı sıra, her yıl ortalama yaklaşık
6.300 hektar ormanın tarla açmak amacıyla, 22 bin hektar ormanın yangınlarla
tahrip edildiği hesaplanmaktadır. Bunların sonucunda yaklaşık 11 milyon hektarlık
orman alanlar, bir başka deyişle toplam orman alanlarının %60'ı aşkın bir bölümü
bozuk hale dönüşmüş, doğal denge bozulmuş veya yok olmuş, su erozyonu da
büyük toprak kayıplarına ve su taşkınlarına neden olmuş ve olmaktadır. Meralar,
gerek alan ve gerekse nitelik bakımından gün geçtikçe kayıplara uğramakta,
kontrolsüz ve aşırı otlatılma bitki örtüsünün yok olmasına bu da erozyonun
hızlanması sonucunu doğurmaktadır. Birim alandan alınan ürünün artırılması
yerine, orman ve meraların tarım alanlarına dönüştürülmesi, 1935'de 44 milyon
hektar olan çayır ve meraların 1955'te 31, 1980'de 21 milyon hektara düşmesine
neden olmuştur. Yanlış arazi kullanımı, sürülmeye başlanan ve üzerinde erozyonla
ilgili hiçbir önlem alınmayan yeni açılan tarım alanında ve özellikle eğimli
arazilerde erozyon giderek etkisini artırmıştır.
Genellikle toprak koruma önlemlerinin birlikte ve beraber alınması gerekirken
küçük işletmelerde uygulanamaması, nadas dönemlerinde korunmadan tümüyle
yoksun eğimli arazilerin bulunması, kiracılık ve yarıcılık biçiminde tarım
alanlarının
büyük
bir
bölümünün
işletilmesi,
toprak
korumanın
temel
önlemlerinden olan ekim nöbetinin ve toprağı erozyona karşı dayanıklı kılan ahır,
gübresinin yaygın olarak kullanılamaması ve bu konulardaki bilgisizlik erozyonu
artırıcı önemli nedenler arasında sıralanabilir.
c) Türkiye'de Önemli Su Erozyon Alanları:
Ülkemiz,
topografik
yapının,
doğal
bitki
örtüsü
ve
fiziksel
toprak
özelliklerinin erozyona uygun bulunması ve topraklarda gerekli önlemlerin
alınmadan işlenmesi sonucu, su erozyonuna açık bulunmaktadır.
Trakya'da hafif ve orta derecede şiddetli su erozyonu daha çok yüksek dağ
yamaçlarında
işlenen
topraklarda
meydana
gelmektedir.
Ege
Bölgesi’nde
ormanların yangınlarla tahrip olması sonucunda Aydın ve Söke ovalarında büyük
kayıplara yol açan taşkınlar oluşmuştur. Orta Anadolu'da eğimli arazilerde nadaslı
buğday tarımının sürdürüldüğü alanlarda su erozyonu oldukça şiddetli biçimde
görülebilmektedir. Ayrıca Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde tarla açılmış bulunan
eğimli arazilerde ve aşırı otlatılan meralarda şiddetli su erozyonu vardır. Karadeniz Bölgesi’nde mısır ve tütün tarımı yapılan arazilerde, iç bölgelerdeki eğimli
arazilerde ve Çoruh Irmağı Vadisi’nde orta ve çok şiddetli erozyon görülmektedir.
156
d) Türkiye'de Rüzgâr Erozyonu, Nedenleri ve Alanları:
Rüzgâr, erkin bir erozyon yapıcı olarak ilk çağlardan başlayarak günümüzde de
etkisini sürdürmektedir. Rüzgâr erozyonu, insanların doğal dengeye olumsuz
karışmalar, aşırı otlatma, uygun olmayan ekim sonucunda artırılmış bulunmaktadır.
Toprakların rüzgârlarla taşınması olayı karmaşık olup, bunu toprak yüzeyinin
özelliği, toprağın su kapsamı ve rüzgâr koşulları etkilememedir. Rüzgâr erozyonu,
arazi yüzeyinin genellikle kuru ve bitki örtüsünden yoksun bulunduğu kurak ve
yarı kurak yörelerde çok etkilidir. Rüzgârın aşındırma ve taşıma gücü birçok
etkene bağlıdır. Bu etkenlerin birleşmesi taşınan toprağın oranını belirlemektedir.
Rüzgâr erozyonu ülkemizin genellikle kurak ve yarı kurak iklim koşulları altındaki
yörelerde sorun olmaktadır. Toprakların organik maddelerce çok fakir bulunmaları,
strüktürlerinin bozuk ve tektürlerinin rüzgârla taşınmaya uygun büyüklükte
olmaları rüzgâr erozyonunu artırıcı nedenlerin başında gelmektedir. Özellikle Orta
Anadolu'da ilkbaharda güneyden esen kuru ve kavurucu sıcak rüzgârlar, bitki
örtüsünden yoksun arazilerde büyük toprak kütlelerini bir yerden kaldırıp başka
yerlere yığmaktadır.
Rüzgâr erozyonunun en fazla ekili olduğu yöre Konya ve Karaman illeri sınırları
içine düşmektedir. Bu yörede, rüzgâr erozyonunda zarar, gören toplam arazi 150
bin hektarı bulmakta, bunun da 100 bin hektarı aşan bölümü Karapınar İlçesi’nde
yer almaktadır.
Niğde İli sınırları içinde yaklaşık 28 bin hektar, Sakarya ilinde 2400, Kars İli’nin
Aralık İlçesi’nde 1 600 hektarlık alanlarda etkili rüzgâr erozyonu görülmektedir.
Bunların dışında, Terkos Gölü, Fethiye, Fenike, Adana, Mersin, Silifke kıyı
şeritleri gibi ül1kemiziin bazı kıyı kesimlerinde, kumlu alanlar rüzgâr erozyonu
etkisinde kalmaktadır.
Meralar, gerek alan ve gerekse nitelik bakımından gün geçtikçe kayıplara
uğramakta, kontrolsüz ve aşırı otlatılma, bitki örtüsünün yok olmasına bu da
erozyonun hızlanması sonucu doğurmaktadır. Birim alandan alınan ürünün
artırılması yerine, orman ve meraların tarım alanlarına dönüştürülmesi, 1935'de 44
milyon hektar olan çayır ve meralar alanlarının 1955'te 31 ve 80'de 21 milyon
hektara düşmesine neden olmuştur. Yanlış arazi kullanımı, sürülmeye başlanan ve
üzerinde erozyonla ilgili hiçbir önlem alınmayan yeni açılan tarım alanlarında ve
özellikle eğimli arazilerde erozyon giderek etkisini artırmıştır.
Genellikle toprak koruma önlemlerinin birlikte ve beraber alınması gerekirken
küçük işletmelerde uygulanamaması, nadas dönemlerinde korunmadan tümüyle
157
yoksun eğimli arazilerin bulunması, kiracılık ve yarıcılık biçiminde tarım
alanlarının
büyük
bir
bölümünün
işletilmesi,
toprak
korumanın
temel
önlemlerinden olan ekim nöbetinin ve toprağı erozyona karşı dayanıklı kılan ahır
gübresinin yaygın olarak kullanılamaması ve bu konulardaki bilgisizlik erozyonu
artırıcı önemli nedenler arasında sıralanabilir.
Erozyonun insan ve çevresinde etkileri;
Kirlenmenin artması: Erozyonla taşınan materyalin aynı zamanda bir kirlenme
kaynağının oluşturduğu da bir gerçektir. Üretimi artırmak amacıyla günümüzde
büyük miktarda gübre ve pesti sit kullanılmaktadır. Bunların ayrı ayrı ve birlikte
yüzey suları veya sedimentlerle araziden taşınmaları, akarsuların kirlenmelerine
neden olmaktadır. Akarsular ve göllerde balık ölümlerinin artmasının taşınan
insektisitlerden kaynaklanabileceği, kullanılan azotlu ve fosfatlı gübrelerin ise
aşırı beslenmeden dolayı bataklaşmaya (ötrafikasyon) yol açabileceği dikkate
alınmalıdır. Bunların dışında, su kaybının artması, su ürünlerindeki verimliliğin
azalması, bitki besin maddelerinin kaybı, üretilen ürünlerde niteliğin olumsuz
yönde değişmesi, sel oyuntuları ile arazi kaybı, toprak strüktürünün bozulması,
sedimantasyon, uygun su temini yönündeki harcamaların artması, işletme ve bakım
giderlerinin yükselmesi, verimli toprakların sedimentlerle örtülmesi, topraklardaki
su tutma kapasitesinin ve inriltrasyon kapasitesinin azalması, sel baskınları
nedeniyle can ve mal kayıplarına yol açması, artan su taşkınları sonucu akıntı
yataklarında ve rezervuarlarda kapasitenin düşmesi ve depolanan su miktarının
azalması,
ulaşım
yapılan
suyollarında
ve
limanlardaki
temizleme
tarama,
giderlerinin artması, su kuvvetli potansiyelinin azalması, arazi ve akarsuların
yaban hayatı ve dinlenme yeri olarak kullanım değerlerinin düşmesi, su yapılarının
ekonomik
ömürlerinin
azalması,
sular1a
ve
drenaj
sistemlerinin
taşıma
kapasitelerinin düşmesi ile işletme giderlerinin artması, çökelen sedimentler
nedeniyle
drenaj
sorunlarının
ortaya
çıkması
ve
üretkenliğinin
azalması,
karayollarının bakım giderlerinin artması gibi çok ve çeşitli tür ve boyuttaki
sorunlara neden olmaktadır
e) Erozyondan Korunma Önlemleri
Erozyondan
korunma
önlemleri
genel
olarak
dört
esasa
dayanmaktadır. Bunlar:
a) Araziyi kabiliyetine göre kullanmak,
158
b) Araziyi ölü ya da canlı bitkilerle olabildiğince örtülü bulundurmak,
c) Eş yükselti eğrilerine paralel olarak tarım yapmak,
Toprak koruma önlemleri ise iki yöntemle sağlanabilir. Bunlar bitki1sel nöbetini
uygulayarak bir tarlada her yıl aynı bitkiyi yetiştirmek yerine çeşitli bitkileri
düzenli bir sıra çerçevesinde yetiştirmek, toprağı oluşturan ve toprağı koruyan
bitkilere öncelik vermek, bitki artıklarını, gerekli ölçüde yerinde bırakmak, ölü bitki
örtüsü adı verilen hasattan sonraki artıkları toprakta bırakmak, rüzgâr etkisinden
korumak için hâkim rüzgâr yönüne dik olarak birkaç ağaç türünden oluşan rüzgâr
kırıcı şeritler oluşturmak yer almaktadır.
Mekanik yöntemler arasında tasarlanan, şerit üzerine ekim, eş yükselti eğrilerine
paralel tarım yapmak gibi önlemler sıralanabilir. Uygulanan tarım tekniklerindeki
yanlışlıkların düzeltilmesiyle orta derecede şiddetli su erozyonu büyük ölçüde
önlenebilmektedir.
d) Gübreler:
Bitki
besin
maddelerinden,
planlanan
ürün
düzeyine
erişmede
noksanlık
gösterenlerin dışarıdan çeşitli bileşikler halinde eklenmesine gübreleme ve
gübreleme amacı ile eklenen bileşiklere gübre adı verilmektedir. Bitkilerin
gelişmeleri ve organik madde yapımı için kullanılan maddelere, genel anlamda
bitki besin maddesi denilmektedir.
—Gübre kullanımında Göz önüne Alınması Gereken Konular:
Tarımsal üretim alanlarında toprağın besin açığını kapatarak, istenilen en uygun
ürünü elde edebilmek için toprağın bitkisel besin maddesel kapsamını planlanan
ürünü sağlayacak düzeye çıkarmak gerekmektedir. Bu miktarın altında verilen
besin maddeleri beklenen ürün artışını sağlayamamakta, üstünde verilenler ise,
sağladığı etkiye paralel olarak artmayıp tersine azalmasına neden olarak ekonomik
olmamakta, ayrıca ürün kalitesini bozmakta ve çevre kirlenmesine yol açmaktadır.
Gübre kullanımında en uygun miktarın belirlenmesi su ve toprak kaynaklarının
kirlenmelerinin en az düzeyde tutulabilmesi için üzerinde önemle durulması
gereken bir konudur.
e) Aşırı Gübrelemenin Oluşturduğu Kirlenme Sorunları ve Önleme Tedbirleri:
Ülkemizde azotlu, fosforlu, potasyumlu ve kompoze olmak üzere farklı gübre
çeşitleri kullanılmaktadır.
Gereğinden fazla kullanılan gübrelerin neden olduğu olumsuz etkiler, çevre sağlığı
ve kirlenme yönünden aşağıda belirtilen sonuçları yaratmaktadır.
159
— Yüksek düzeyde azotlu gübre kullanılması sonucu toprağın yıkanması, akarsu ve
yer
altı
sularında
nitrik
miktarı
artmakta,
içme
sularını
olumsuz
yönde
etkilememelidir.
— Fosforlu gübrelenin düzey akışlarıyla taşınması sonucu içme sularında ve
akarsularda fosfor miktarı yükselmektedir.
— Özellikle göllerde azot ve fosfor miktarının yükselmesi ötrofikasyona neden
olup, göllerdeki canlı yaşamı olumsuz yönde etkileyerek canlı türlerinin azalmasına
ve bataklaşmaya yol açmakta, istenmeyen aşırı bitki üremesine neden olmaktadır.
— Yüksek düzeyde nitrojenli gübre verilen topraklardaki bitkilerde nitrozemin gibi
kansorejen maddeler oluşurken özellikle yaprakları yenen sebzelerde zararlı nitrat
ve nitrik birikmelerine yol açmaktadır.
f) Pestisidler:
Genel anlamıyla pestisidler, tarım ürünlerine zarar veren her türlü organizmaları
yok etmekte kullanılan kimyasal maddelerdir. Ve tarım ilaçları olarak tanınırlar.
Pestisidlerin çevreye bulaşmaları ya bir amaca yönelik yapılan ilaçlamadan
kaynaklanan dolaylı buluşmalar ya da doğrudan olmaktadır.
Pestisidler çevreye uygulandıklarında buharlaşma, toprak kolloidleri tarafından
absorbasyon, yıkanma, kimyasal reaksiyonlar ve mikrobiğe metabolizmaya etkileri
biçiminde olaylar doğururlar.
Pestisidlerin Sulama Etkileri
Pestisidler su ekosisteminde su içinde veya kenarında meydana gelen akuatik
bitkilerin ya da böceklerin mücadelesi için ilaçların suya doğrudan uygulanması,
ilaçlanmış bitki veya toprak yüzeylerinden toprak üstü veya toprak altı drenaj
suyunun hareketi ya da yağmur suları ile yıkanması, ilaç artığı içeren bitki, böcek
veya toprağın çeşitli yollardan su ekosistemine taşınması, ilaç endüstrisi atıklarının
suya veya toprağa dökülmesi biçiminde ulaşırlar. Bazı pestisidlerin su ortamında
bulunmaları su ürünlerine zarar verebileceği gibi bu su ürünlerini tüketenler içinde
büyük
bir
tehlike
kaynağı
oluşturur.
Uzun
dönemde
pestisidlerin
kalıcı
özelliklerinden dolayı su ekosistemini geri dönülemeyecek ölçüde bozabilir.
Ülkemizde ekili araziye oranla pestisid kullanımının birçok gelişmiş ülkeye göre,
az oluğu, ancak bazı yörelerde bilinçsiz uygulamalar sonucu çeşitli zararlarının
ortaya çıktığı bilinmektedir.
Pestisidlerin en çok kullanıldığı Akdeniz Bölgesi ve Çukurova'da çeşitli yer altı ve
160
yer üstü su örneklerinde önemli ölçüde pestisid kalıntısı bulunmuştur. Ayrıca
Antalya ve İskenderun körfezleri arasında kalan sahada avlanan çeşitli balık
türlerinde pestisid kalıntıları saptanmış. Aynı durum Karadeniz kıyılarında avlanan
balık türlerinde de gözlenmiştir. Orta Anadolu’da, ilaçlı tohumların kuş türlerine,
Güneydoğu Anadolu’da farelere karşı kullanılan pestisidlerin canlılara zararlı
olacağı tespit edilmiştir.
2.3 TOPRAK KİRLENMESİ İLE İLGİLİ KURULUŞ VE YASALAR
Ülkemizde toprak ve arazi konularıyla ilgili çok sayıda yasa ve yönetmeliğin
varlığına rağmen, toprak kirlenmesi ile toprağın kötü kullanılması ve bununla i1gili
çevre sorunlarını düzenleyen hükümler çok azdır. Tarımsal üretimi geliştirecek,
toprak kirlenmesini önleyecek ve dengeleyecek ve bunlara bağlı olarak toprağı en
iyi biçimde koruyacak yasa ve yönetmeliklerin bir çevre koruma anlayışı içinde
yürürlüğe sokulması gerekmektedir.
Toprak ve arazi kullanımıyla birinci derecede ilgili kanun olan 1757 sayılı Toprak
ve Tarım Reformu Kanunu’nu 1978 yılında şekil yönünden Anayasa Mahkemesince
iptal edildiğinden, 3083 sayılı kanun onun yerini dolduramamıştır. Bu konuda
önemli
bir
boşluk
ortaya
çıkmıştır.
Yapılacak
yeni
düzenlemeler
sanayi
gelişmesinden dolayı çevreye en az zarar verebilecek ve tarım topraklarını
koruyacak, kentsel gelişmelerin tarım, topraklarının en az kayba uğratacak, verimli
tarım alanlarının sorunsuzca tahrip eden tuğla, seramik ve benzeri toprak sanayi ile
açık maden işletmeciliğine denetim ve önlemler getirecek biçimde olmalıdır.
6200 sayılı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki
Kanun’da yer almaktadır.
Toprak Koruma ile ilgili bazı hükümler de Gübre Araştırma Enstitüsü ile
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın görev ve yetki alanına girmektedir.
485 sayılı Orman Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunu, orman
topraklarının kayıp olmasının önlenmesi ve su toplama havzalarında doğal
dengenin sağlanması görevini Tarım, Orman ve Köy İşleri Bakanlığı’na vermiştir.
Üniversitelerin Ziraat Fakülteleri de toprak sorunları ve toprak kirlenmesinin
çeşitli boyutları ile ilgili araştırmalar yapmaktadır.
Çeşitli sanayi kuruluşlarının çevreye yapabilecekleri etkileri denetlemek amacıyla
Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca raporlar verilmektedir.
Pestisidler, konusu ile ilgili Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Hıfzısıhha
Enstitüsü ve buna bağlı Zehir Araştırmaları Enstitüsü, Orman ve Köy İşleri
Bakanlığı, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele İlaç ve Aletleri
161
Enstitüsü, Zirai Mücadele Araştırma Enstitüleri, Biyolojik Mücadele Araştırma
istasyonları, Üniversitelerin ziraat Fakülteleri bulunmaktadır.
Bitkilerdeki hastalık ve zararlılara karşı kullanılan ilaçların, ithal, ihraç, imal,
satış ve kullanılmaları 6968 sayılı Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Kanunu’nda
yer alan hükümleri ve bu kanuna bağlı olarak hazırlanan Zirai Mücadele İlaç ve
Aletleri Hakkında Nizamname hükümlerine göre yürütülmektedir. Çeşitli böcek ve
zararlılara karşı kullanılan ilaçların imal, ithal, ruhsat ve satışı ile ilgili işlemler
ve hayvanlardaki dış parazitlere karşı kullanılan ilaçların ruhsat işlemleri
S.S.Y.B'ce yürütülmektedir. Gıda Maddelerinin Umumi Sağlığı ilgilendiren Eşya
ve Levazımın Hususi Vasıflarını Gösteren Tüzük uyarınca, perakende satış için
valiliklerden izin alacakların haiz olmaları gereken konularla ilgili olarak
S.S.Y.B'ce çıkarılan bir talimat da mevcuttur.
3. USUL HÜKÜMLERİ AÇISINDAN ÇEVRE SORUNU
3.1 GİRİŞ
İnsanlığın çevreye müdahalesi toplayıcılıktan tarıma, tarımdan da sanayi ve
kentleşmeye uzanan bir süreç sonunda belirginleşmiştir. Ancak, bu müdahalenin
çevreyi tahrip boyutuna ulaşması ve insanlığın geleceği bakımından endişe
duyulması çok yakın zamanlarda söz konusu olmuştur.
Gerçekten,
çevreyi
oluşturan
en
önemli
unsurlardan
hava
ve
su,
Roma
Hukuku’ndan beri üzerinde egemenlik kurutulamayan ve özel mülkiyete konu
olmayan şeylerden sayılmıştır. Bu düzenleme ise, ana hatlarıyla günümüz hukuk
düzenlerince de benimsenmiştir. Buna karşılık, hızlı sanayileşme ve kentleşme ile
kapitalist sistemin “kâr amacı”; aynı sistemde suyun ve havanın “serbest mal”
sayılmasına ilişkin hukuki düzenlemelerin çevre kirlenmesi ve çevrenin tahrip
edilmesine engel olamadığını, hiç değilse bu konuda yetersiz kaldığını göstermiştir.
İnsanların çevreye müdahalesi sonucu, önce başka insanlar bakımından mameleki
zararlar ortaya çıkmış daha sonra da bu zararların tazmini ve zarar verici faaliyetlerin durdurulması istemleri söz konusu olmuştur. Böylece, temelde çevreye
müdahale ve çevre kirlenmesi konularını taşıyan Özel Hukuk uyuşmazlıkları yargı
organı önüne gelmeye başlamıştır. Aynı şekilde, çevre kirlenmesi, kirlenmenin
önlenmesi,
kirlenmeden
doğan
sorumluluk
konularına
ilişkin
adli
yargı
uyuşmazlıkları, madeni usul hukuku bakımından da önem kazanmıştır.
İşte, bu incelemede de Türkiye'de çevre sorunlarına ilişkin yargı kararları usul
hukuku bakımından değerlendirilmeye çalışılacaktır. Hemen belirtelim, inceleme
konusu adlı yargı önüne gelen Özel Hukuk uyuşmazlıkları ile sınırlı tutulacak,
162
Ceza Hukuku’na ve idare hukukuna ilişkin konulara değinilmeyecektir. İncelenen
sorunlar konu ile ilgili Yargıtay kararlarına göre belirlenmiştir. Yani çevre, hukuka
ilişkin Yargıtay kararları usul hukuku ilişkileri bakımından incelenecek ve
değerlendirilecektir.
Şunu da belirtelim incelenen Yargıtay kararlarının bir bölümü 2872 sayılı Çevre
Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonraki döneme aittir. Ancak kararların
hiçbirisinde Çevre Kanunu'nun uygulanmasına rastlanmamıştır. Fakat bu durum
usul
hukuku
sorunlarının
değerlendirilmesi
bakımından
bir
engel
oluşturmamaktadır.
3.2 DAVA VE TARAF EHLİYETİ İLE HUKUKİ YARARA İLİŞKİN
SORUNLAR
1. Genel Olarak:
Çevre kirlenmesinden ya da daha kapsamlı olarak, çevreye müdahaleden doğan
veya doğabilecek zararlar bakımından kimlerin, kimlere karşı dava açabileceği
sorunu, bu alanda ki dava hakkıyla ilişkili olarak, çevre hukukunun önemli
konularından birisi biçiminde gözükmektedir.
Taraf ehliyeti kavramı, bir davada davacı veya davalı olabilme yeteneği, medeni
hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olarak
tanımlanmaktadır. Buna göre, medeni hukuk bakımından hak ehliyeti bulunan
gerçek ve tüzel kişiler (MK m. 8 ve m. 47,48) medeni usul hukukunda taraf
ehliyetine sahiptirler (HU'MK m. 38) Dava ehliyetini dava açabilme ve usul
işlemleri yapabilme yeteneği ise medeni hukuk ehliyetine göre belirlenmektedir
(HUMK m. 38).
Dava hakkı konusuna gelince; Bu konuda ana hatlarıyla, korunmaya değer hukuk
yolları olan, geRçek ve tüzel kişilerin Ceza Hukuku anlamında dava hakkı vardır
denilebilir. Yani dava hakkı hukuki yollarla ile sınırlıdır.
Çevre Kanunu'nun “Kirletenin Sorumluluğu” başlığını taşıyan 28. maddesinin
ikinci fıkrasına, göre; “Kirletenin, meydana gelen zarardan ötürü genel hükümlere
göre tazminat sorumluluğu saklıdır”. O halde, çevreye müdahaleden doğan Özel
Hukuk uyuşmazlıklarına da, kimin kime karşı dava açabileceği ve dava hakkı,
konuları, usulün yukarıda ana hatları belirtilen bu alandaki genel hükümlerine göre
belirlenmelidir.
Acaba, çevreye müdahale eden doğan uyuşmazlıklardaki yarar ve dava hakkı
konuları, uygulamada nasıl değerlendiri1mektedir?
163
(*)
Bu
bölüm
Haluk
Konuralp’in
(A.Ü.H.F.
Araştırma
Görevlisi)
bir
incelemesinden alınmıştır. "Mahkeme Kararlarında Çevre Sorunları", Türkiye
Çevre Sorunları Vakfı Yayını, 1986, Ankara”.
Aşağıda bu konudaki bazı Yargıtay kararlarına değinilecektir.
2. Bazı Örnekler:
a) İflas İdaresi’nin Çevre Kirlenmesinden Doğanın Zararın Tazmini İçin Dava
Açması: 25.12.1985, günlü 1. HD kararına konu olan bir olayda, iflas etmiş bir
dokuma şirketinin iflas idaresi, çevreyi kirletmek suretiyle tesislere zarar veren,
bir çimento şirketini dava etmiştir. Davalı çimento şirketi savunmasında “şirketin
tüzel kişiliğinin kalmadığını, iflas masasının hukuken mevcut olmayan bir haktan
bahisle böyle bir dava açamayacağını” i1eri sürmüştür. Yani davalı, davacı iflas
idaresinin hem ehliyetinin, hem de hukuki yararının olmadığını iddia edilmiştir.
Yargıtay II. Hukuk Dairesi, ise davayı esastan reddeden yerel mahkeme kararını
onamakla birlikte, ehliyet ve hukuki yarar konularına değinilmekte, böyle bir davada iflas, idaresinin hem ehliyetinin bulunduğunu, hem de hukuki yararının
olduğunu kabul etmiştir.
Şayet, gerçekten bu olayda davacının taraf ve dava ehliyeti bulunmasaydı ve dava
açmakta hukuki yararı olmasaydı, bu takdirde esasa girilmeden, davanın dava şartı
yokluğundan reddedilmesi gerekecekti.
Aslında, iflas masasının dava ve taraf ehliyeti vardır. Bu bakımdan, yukarıdaki
kararda, karara konu olan olayda önemli olan hukuki yarar kavramıdır. Yukarıda
kısaca değinildiği gibi, korunmaya değer hukuki bir yarar varsa, dava hakkı da
bulunmaktadır. O halde, inceleme konusu olayda iflas idaresine dava hakkı,
tanınmış olmakla, hukuki yararının varlığının kabul edilmiş olduğu söylenebilir.
Çevre kirlenmesinden zarar gören tüzel kişinin iflas etmiş olması kirletenin
savunması aksine dava açmaktaki hukuki yararı ortadan kaldıran bir durum olarak
görü1memiştir.
b) Belediyenin Çevre Kirlenmesinden Doğan Zararın Tazmini İçin Dava Açması:
25.12.1982 günlü I. HD kararına konu olan bir başka olayda ise, bir belediye bir
çimento fabrikasının baca ve çeşitli bölümlerinden çıkan gaz, toz ve çimento
artıklarının kent üzerine dağılıp yayılmak suretiyle insan, hayvan ve bitkilere zarar
verdiğini ileri sürerek, tespit olunacak zararın giderilmesini istemiştir. Hukuk
Dairesi, bu olayı da belediyenin dava ve taraf ehliyeti ile hukuki yararın ve ona
bağlı olarak dava hakkını tartışmıştır.
Bir kamu tüzel kişi olarak belediyenin dava ve taraf ehliyeti vardır. Öyle ki,
164
Yargıtay’a göre davacı belediye davalı fabrikanın eyleminden zarar gören herhangi
bir kişiden farklı değildir.
Bu kararda ve karara konu olan olayda asıl önemli olan belediyenin dava
açmaktaki hukuki yararı ve dava hakkıdır.
Davacı belediye oldukça ilginç bir gerekçe ile hukuki himaye istemiştir. Davalı
fabrika insan, hayvan ve bitkilere zarar vermektedir. Ancak, bu zarardan özellikle
insanlar üzerinde meydana gelenin, belediye açısından mameleki bir sonuç
doğurmadığı açıktır. Bununla birlikte, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin, belediyenin
istemini bir bütün olarak değerlendirdiği, hukuki yararın belirlenmesinde, çevre
sorunlarında toplum yararını ön planda tutan esnek bir anlayışla hareket ettiği
görülmektedir.
Yüksek mahkemeye göre belediye geniş anlamda beldenin düzenini, halkın sağlık
ve esenliğini korumak1a görevli ve yükümlüdür. Belediye genel yargıya başvurmak
suretiyle güvenli bir yola girmiş hakimin ve seçilecek uzman bilirkişilerin
tarafsızlığına sığınarak ayniyetini göstermiş soruna kalıcı bir çözüm bulunmasını
istemiş, infazı her zaman mümkün olabilecek bir kesim hüküm elde etmeyi
amaçlamıştır.
Genel olarak bir kimsenin dava (eda davası) açmakta hukuki yararından söz
edilebilmesi için şu koşulların bulunması zorunludur.
Bir kere davacının mahkemeden hukuki himaye isteyenin korunmaya değer bir
hukuki yarar bulunması gereklidir. Bundan başka davacının mahkemeye başvurup
ilam almaktan başka bir hukuki yolu da olmamalıdır. Şayet başka bir yol ile elde
etmek istediği sonuca kavuşabilmekte ise, dava açmakta hukuki yararı yok
demektir.
İnceleme
konusu
olayda
ise,
belediyenin
kirlenmenin
önlenmesi
için
başvurabileceği idari yolların güvenceli olmaması (ve herhalde kesin hüküm etkisi
taşımaması) hukuki yarar bakımından yeterli sayılmıştır. Demek ki çevre
kirlenmesinin önlenmesi bakımından idari yollara başvurma olanağını bulunması,
dava
açma
konusundaki
hukuki
yararı
ortadan
kaldırabilecek
bir
unsur
sayılmamaktadır.
Görüldüğü gibi, davacı belediyenin zararın önlenmesi ve giderilmesi bakımından
başvurmak istediği “hukuki çare” ya da “hukuki himaye” Yargıtay’ca meşru ve
aktüel bir istek olarak değerlendirmiştir.
Zararın önlenmesi yarar sağlayan bir istek niteliği taşıdığına göre kişinin dava açma yetkisi vardır.
165
3. Grup Davası (Class Action) Olanağı Tanınabilir mi?
Çevreye müdahalenin ve çevre kirlenmesinin çok sayıdaki kişiyi birden etkilemesi,
bu konuda grup davası açma olanağı tartışmasını gündeme getirmiştir. Amerikan
Hukuku’ndaki grup davası olanağı Türk Hukuku’na yabancıdır. Çünkü usul
hukukumuzda dava ehliyeti ancak gerçek ve tüzel kişilere tanınmıştır. Bu nedenle
tüzel kişiliği olmayan toplulukların dava ehliyeti yoktur. Ancak, böyle bir dava
olanağı tanınmasının çevre kirlenmesinden sorumluluk açısından yararlı olacağı
belirtilmektedir.
Grup davası açabilme olanağı her şeyden önce, kirleten üzerinde psikolojik bir etki
yaratabilir. Toplumun belirli bir kesimini oluşturan kimselerin yargı organına
topluca başvurabilmeleri ihtimali, çevreye müdahalede bulunanları bu konuda
özenli davranamaya zorlayabilir. Öte yandan bu tehlike karşısında tek başlarına
çekingen davranabilen bireylerin bir araya gelmek suretiyle bu çekingenlikten
kurtulup, daha etkili bir biçimde halklarını almayabilecekleri de düşünülebilir.
Bunlardan başka grup davasının usul ekonomisi bakımından da yararlı olabileceği
ileri sürülebilir.
Ancak, gerek psikolojik etki, gerek usul ekonomisi düşünceleri bir takım sorunları
da beraberinde getirmektedir. Bir kere özellikle tazminat davaları açısından grup
davasının sakıncaları söz konusu olabilir. Grup savlası tek dava kastediliyorsa
çevre kirlenmesinden zarar gören kişilerin zararlarının ayrı ayrı hesaplanması
gereği, ayrı ayrı açılmış davalar gibi mahkemeleri meşgul edecektir. Bundan başka
çevre kirlenmesinden zarar gördüğünü iddia ederek dava açan kişilerin bir kısmının
halksız çıkması da mümkündür, Bu takdirde; açılmış olan tek davanın bir kısım
davacılar bakımından reddedilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Aynı nedenle,
kanun yollarına başvurmak bakımından da bazı, sorunlar söz konusu olabilecektir.
Bundan başka özellikle kalabalık grup davalarında feragat sulh vb. taraf usul
işlemlerinin
de,
usul
ekonomisine
ters
düşen
ve
çözülmesi
güç
sorunlar
oluşturmasında mümkündür. Ayrıca, psikolojik etkinin ters yönde oluşması da
olabilir ihtimaldir. Tek başına daha düşünceli davranabilen bireylerin, bir araya
gelince, özellikle kışkırtmalar sonucu temelde haksız olan davaları açabilecekleri
düşünülebilinir.
Bu gibi sakıncalar bakımından grup davası kavramına ihtiyatla yaklaşmak, usulün
genel ilkelerine istisnalar tanımanın muhtemel sonuçları ayrıntılı bir biçimde
değerlendirmek gerekir.
Öte yandan grup davası ile sağlanabilecek kolaylıkların hukukumuz açısından
166
mümkün olan sübjektif dava birleşmesi yani, dava arkadaşlığı yolu ile de
sağlanabileceğini belirtmek gerekir.
Gerçekten, HUMK m. 4312'ye göre dava birden çok kişi hakkında aynı nedenden
ya da benzer nedenlerden (vakalardan) doğmuşsa, bu kimselerin birlikte dava
açmaları (veya onlara karşı, birlikte dava açılması) mümkündür. Buna göre, çevre
kirlenmesinden zarar gören kişilerinde, çevreyi kirleten ve bu şekilde zarar veren
kimseye karşı, HUMK m. 43/2 hükmü çerçevesinde, birlikte dava açmaları
mümkündür.
Ancak, bu takdirde açılan dava bir tek dava değildir. Tesise, birden çok davanın bir
dava dilekçesi ile açılması söz konusudur, bu davalar ayrı davalar olmasına rağmen
birlikte görülürler. Ancak, mahkeme dava arkadaşlıklarından her biri hakkında ayrı
kara verir. Örneğin, davacılardan bir kısmının çevre kirlenmesinden zarar
görmedikleri için davlarının reddedilmesi mümkündür. Böylece, tahkikatın ayrı
ayrı yapılmasından doğan gereksiz giderler önlendiği gibi, benzer konularda faklı
kararlar çıkması da önlenmiş olur. Çevreye müdahaleye ve çevre kirlenmesine
ilişkin, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 11.3.1982 ve 24.6.1985 günlü kararlarına
konu olan olaylar davacı tarafta dava arkadaşlığı örnek olmak gösterilebilir. İlk
olayda, tarlalarının sulanmasında kullandıkları memba suları idarece kamulaştırılan
çeltik ekicileri, idareciye karşı birlikte dava açmışlardır. İkinci olayda da tarla
sahipleri, akan suya karışan petrol artıkları yüzünden uğradığı zararların tazmini,
işin petrol şirketine karşı birlikte dava açmışlardır. Söz konusu kararların yazılış
biçimlerinden, davacı tarafta, ihtiyari dava arkadaşlığı (sübjektif dava birleşmesi)
olduğu anlaşılmaktadır.
Belirtelim ki, çevre kirlenmesinden doğan uyuşmazlıklarda dava arkadaşlığı sadece
davacı (zarar gören) için söz konusu değildir. Birden çok kirletene karşı, benzer
nedenlerden (vakıalardan) dolayı sübjektif dava birleşmesi yoluyla yani davalı
tarafta dava arkadaşlığı dava açılması da mümkündür.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 23.2.1981 ve 29.3.1982 günlü kararına konu olan
olayda, çevre kirlenmesinden zarar gören davacı, çevreyi kirleten Karadeniz Balkır
İşletmeleri A.Ş. ve Azot Sanayi TAŞ. aleyhine subjektif dava birleşmesi yoluyla
dava açmış ve davalar birlikte görülüp karara bağlanmıştır.
4.Çevre Hukukundan Doğan Uyuşmazlıklarda Hukuki Yarar Koşulunun
Sınırı:
Çevre kirlenmesinden doğan uyuşmazlıklarla, özellikle tazminat davalarıyla ilgili
olarak Çevre Kanunu’nun dava ve taraf ehliyeti ile hukuki yarara ilişkin yeni ve
167
açık bir düzenleme getirmediğinden yukarıda söz edildi. Gerçekten 2872 sayılı
Çevre Kanunu incelendiği zaman, bu konularda hüküm bulunmadığı görülmektedir.
Bu nedenle, çevreye müdahalesinden doğan Özel Hukuk uyuşmazlıklarında, ehliyet
ve hukuki yarar konularında, bundan sonrada (yani Çevre Kanunu uygulamasında)
genel hükümlere göre hareket edilmesi gerekecektir.
Ancak, çevre kirlenmesinden doğan zararın önlenmesi veya tazmini davalarındaki
hukuki
yarar
kavramı,
Çevre
Kanunu
ile
biraz
daha
belirginleşmiş
gibi
gözükmektedir.
Gerçekten, Çevre Kanunu’ndan önceki dönemde, taşınmaz malikinin sorumluluğu
hakkında Medeni Kanun hükümleri genişletici bir yorumla çevre kirliliğini çözmek
için uygulanmıştır. Oysa Çevre Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle başka kriterlere
gerek ka1maksızın “kirleten ödemelidir” ilkesi girmiştir. Böylece hiç değilse çevre
kirlenmesinden doğan davalarda hukuki yarar, kirlenmeden etkilenen herkes için
söz konusu olmuştur. Çünkü Çevre Kanunu’nun amacı “bütün vatandaşların ortak
varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesidir”. (Çev. K. m. 1)
Acaba bu ilkeden hareketle çevreyi kirleten ya da bozan bir faaliyetten zarar görenler yanında haberdar olan kimselerin de bu faaliyetin durdurulmasını istemek
konusunda bir dava hakkı olduğundan söz edilebilir mi?
Yürürlükteki düzenleme karşısında, kirlenmeden zarar görmeyen kimselerin
kirletici faaliyetin durdurulması için dava hakkının olduğu söylenemez. Çünkü
çevre kirlenmesinden zarar görmeyen, etkilenmeyen bir kişinin, genel hükümlere
göre, aktüel ve kişisel bir hukuki yararı yoktur. Çevre Kanunu’nun getirdiği
düzenleme ile böyle kişisel bir yararın varlığını dava açmak bakımından
öngörmemiştir. Ancak, Çevre Kanunu’nun 30. maddesi ile çevreyi kirleten ya da
bozan bir faaliyetin zarar gören veya haberdar olan kişilere, bu faaliyetin
durdurulması için idari makamlara başvurma olanağı tanımıştır.
O halde, Çevre Kanunu ile getirilen düzenlemeye göre, hukuki yarar kavramındaki
belirginleşme kimin için söz konusudur?
Sanıyorum ki, çevreye müdahale nedeniyle adli yargıya başvurma konusunda
hukuki yararı belirginleşen devlet ve yerine göre il, belediye ve köy tüzel
kişilikleridir. Devlete çevreyi kuruma konusunda bir ödev yükleyen Anayasa’nın
56. maddesi ve Çevre Kanunu’nun 1. maddesi karşısında çevreye müdahale
konusunda açılacak davalar bakımından devletin hukuki yararı var sayılmalı bu
konuda her zaman aktüel bir yararın bulunduğu kabul edilmelidir. Özellikle, idari
yolla önlem alınabilmesi olanağı hukuki yararı ortadan kaldırıcı nitelikte gö168
rülmelidir. Bu konuda yukarda incelenen 25.12.1982 günlü 1. Hukuk Dairesi
kararındaki değerlendirmeler hareket noktası oluşturmalıdır.
3.3 GÖREV VE YETKİYE İLİŞKİN SORUNLAR
Çevre kirlenmesinden doğan davalar bakımından görev ve yetki konusunda genel
hükümler uygulanmaktadır. Çevre Kanunu’ndan önceki bir kısım Yargıtay
kararında özellikle göreve ilişkin konuların irdelendiği görülmektedir:
1. Çevre Kirlenmesinden Doğan Davalarda Göreve İlişkin Sorunlar:
Yargıtay’a göre, MK m. 661'e dayanılarak açılan davaların münhasıran asliye
hukuk mahkemesinde görülebileceğine ilişkin bir görev kuralı yoktur. Çünkü “bu
kabil davalarda değer tayini mümkündür”. Değer tayinin mümkün olduğu hallerde
dava dilekçelerinde değer gösterilmesi mecburidir, şayet davacı bir şeyin yapılması
suretiyle zararının giderilmesini istemişse “bunun dava gününde ne miktar
yapılabileceği bilirkişi marifetiyle tespit edilerek görev yönünün ona göre tayini”
gerekir. Dava, davalılara ait apartmandaki kalorifer bacasının nizamına uygun
olarak yapmamış olmasından dolayı dumanlardan rahatsız olduğu cihetle bacanın
3,5 metre daha yükseltilmesi suretiyle zararın izalesine karar vermesi talebinden
ibarettir. Mahkemenin görevi, yapılması istenilen tesisatın değerine göre tayin
edilir. Dava dilekçesinde bu değer gösterilmemiştir. Bilirkişilere bu değerin takdir
ettirilmesi icap eder.
Görüldüğü gibi, mülkiyet hakkının taşkın kullanılmasından doğan tazminat
davalarında, görev konusunda genel hükümler (HUMK m. 1–8) uygulanmaktadır.
Çevre Kanunu ile göreve ilişkin özel bir düzenleme öngörülmediğinden, çevre
kirlenmesinden doğan davalarda, bundan sonra genel hükümler uygulanacaktır.
Buna göre: Çevre kirlenmesinden doğan hukuk davalarından konusu iki milyon
lirayı geçmeyenler Sulh Hukuk Mahkemesi’nde, iki milyon lirayı geçenlerse asliye
hukuk mahkemelerinde görülecektir (HUMİK m 8/1).
Yukarıda incelenen yargı karalarında da görüldüğü gibi açılan dava kirlenmenin
önlenmesi için bir şeyin yapılmasına yaptırılmasına ilişkinse, bu takdirde dava
konusu (müddeabih) yaptırılması istenen şeyin (örneğin, bir filtrenin ya da bir
bacanın) davanın açıldığı tarihteki değerine göre belirlenecektir.
2. Çevre Kirlenmesinden Doğan Davalarda Yetkiye İlişkin Sorunlar:
Çevre kirlenmesinden doğan tazminat ve önleme davalarında da genel kural
uygulanmalıdır. Çünkü Çevre Kanunu görev konusunda olduğu gibi yetki
konusunda da özel bir düzenleme getirmemiştir. Buna göre: Çevre kirlenmesinden
169
zarar gören kişi HUMK m. 9'a göre davanın açıldığı tarihte davalının (kirletenin)
ikametgâhı mahkemesinde veya HUMK 21. maddeye göre haksız fiilin «vuku
bulduğu mahal» mahkemesinde tazminat davası açabilir.
Çevre Hukuku bakımından burada önemli olan haksız fiilin “vuku bulduğu mahal”
sözlerinden ne anlaşılması gerektiğidir. Çünkü özellikle havaya karışan zararlı
maddelerin rüzgâr, yağmur gibi atmosfer olayları sonucu uzaktaki bir yerde zarara
yol açtığı durumlarda, birden çok mahkemenin yargı çevresinin söz konusu olması
mümkündür. Aynı şekilde, akarsulara karışan kimyasal atıkların akarsu yatağının
aşağı kesimlerinde zarara yol açması da söz konusu olabilir.
Acaba, bu gibi durumlarda haksız fiilin vuku bulduğu yer neresi sayılmalıdır?
Yargıtay kararlarına göre, haksız fiilin yapıldığı veya sonucunun meydana geldiği
yer olarak kabul edilmektedir.
Bu duruma göre, çevre kirlenmesinden zarar gören kişinin:
1) Kirletenin ikametgâhında,
2) Kirletici faaliyetin yapıldığı yerde,
3) Zararlı sonucun doğduğu yerde dava açması mümkündür.
3.4 DAVA NEDENİNE VE HUKUKİ NEDENE İLİŞKİN SORUNLAR
Çevre kirlenmesinden doğan davalarda, dava nedenle ve davacının hukuki nedenine
ilişkin konuların da kısaca incelenmesi gereklidir.
Dava
nedeni
kavramı,
çağdaş
usul
hukuku
kurallarının
çok
tartışılan
konularındandır. Öğretide ve uygulamada çoğunlukla kabul edildiği gibi, davacının
mahkemeden
istediği
hukuki
himayenin
dayanağını
oluşturan
ve
istemini
doğrulayan (talep sonucunun dayanağı olan) vakıalardır. Usul Hukukumuzun
sistemine göre davacının dava dilekçesinde dava nedenini oluşturan vakıaları
göstermesi zorunludur. Hâkim davacının dava dilekçesinde göstermediği vakıaları
kendiliğinden inceleyemez (HUMK m. 75, 1).
Buna karşılık, davanın hukuki nedeni davacının isteminin dayanağı olan vakıaların
(yani, dava nedeninin) hukuki niteliği olup, davacının hukuki nedenleri (yani,
kanun maddelerini) dava dilekçesinde belir1emesi zorunlu değildir. Çünkü hâkim
Türk kanunlarını kendiliğinden uygulamakla yükümlüdür (HUMK m. 76).
28712 sayılı Çevre Kanunu'nun yürürlüğe girilmesiyle, mahkemelere çevre
kirlenmesiyle mücadele konusunda yeni imkânlar getirilmiştir. Öte yandan bu güne
kadar çevre sorunlarının çözümünde önemli bir hukuki dayanak oluşturan Medeni
Kanun hükümleri (m. 656, 661) ile çevreye müdahale ve bu konudaki sorumluluğa
ilişkin çeşitli hükümler söz konusudur.
170
Acaba, çevreye müdahale nedeniyle tedbir alınmasını, ya da uğradığı zararın tazminini isteyen kimse, kirletene karşı dava açarken hukuki nedenler bakımından bir
niteleme yapmak zorunda kalacak mıdır? Başka bir deyişle, kirlenmeden zarar
gören kimse hangi kanun hükmüne dayandığı madde olarak göstermek zorunda
mıdır? Çevre Kanunu’nun kirlenmeden doğan sorumluluğun niteliği (Çev. K. m. 3/f
) konusunda getirdiği yeni düzenleme karşısında bu konu önem kazanmaktadır.
Yukarıda genel olarak belirtildiği gibi, çevre kirlenmesi konusundaki davalarda da,
davacının dava dilekçesinde hukuki nedenleri göstermesi zorunlu değildir. Çevre
kirlenmesi konusunda farklı sorumluluk nedenlerinin ve türlerinin bulunması
hâkimin Türk Kanunları’nı kendiliğinden uygulamak görevini (HUMK m, 76)
ortadan kaldırmaz. Yani, davacının dava dilekçesinde Çevre Kanunu’na mı, yoksa
Medeni Kanuna ya da Ticaret Kanunu’na mı dayandığını madde olarak göstermesi
gerekli ve zorunlu değildir. Önemli olan, uyuşmazlığın temelini oluşturan
vakıaların eksiksiz bir biçimde dava dilekçesinde belirtilmesidir: Kirletici faaliyet
nedir? Ne zaman ve nerede meydana gelmiştir? Bir zarar var mıdır; varsa kapsamı
nedir? Sorumlu kimdir? vb.
İşte, bu gibi soruların cevabı eksiksiz olarak verilmişse hâkim hukuki nitelemeyi
yapacak ve Türk Kanunları’nı kendiliğinden (görevinden ötürü) uygu1ayacaktır.
3.5 İSPATA VE DELİLLERE İLİŞKİN SORUNLAR
Çevre kirlenmesinin önlenmesi ve kirlenmeden doğan zararın tazmini amacıyla
açılan davalarda ispat ve delil konusu diğer hukuki konularının yanında özel bir
önem taşımaktadır. Gerçekten konuya ilişkin yargı kararlarının önemli bir
bölümünde, sorunun kirlenmenin ya da kirlenme etkisinin ispatlanması, noktasında
toplandığı görülmektedir. Hemen belirtelim, Çevre Kanunu kirlenmenin veya
etkisinin ispatına ilişkin özel bir düzenleme getirmiş değildir. O halde bu konuda
usulün genel hüküm lerine göre hareket edilmesi gerekecektir.
Usul Kanunumuzun sistemine göre, hukuki olaylar (maddi vakıalar) her türlü
delille ispatlanabilir. HUMK m. 287'nin aksi anlamı, m, 293/2. Çevre kirlenmesi
ve kirlenmeden doğan zarar da, HUMK anlamında “maddi vakıa” olduğundan bu
konuda her türlü delilin ileri sürülebilmesi ve mahkemece incelenmesi (HUMK m.
218) mümkündür. Yani tanık beyanı ve bilirkişi raporu gibi delillerin yanında,
dava açılmadan önce oluşturulmuş delilerden de yararlanılabilir.
Gerçekten, uygulamada çevre kirlenmesinin ve bundan doğan zararların ispatında
çoğunlukla bilirkişiye başvurulduğu, bazen de tanıkların dinlendiği görülmektedir.
171
Bu alandaki sorunları saptayabilmek için konuya ilişkin yargı kararlarından
örnekler vermek yerinde olacaktır.
1. Çevre Kirlenmesi Konusunda Bilirkişiye Başvurulması:
Yargıtay kararına göre kirletici faaliyetin ve sonuçlarının saptanması açısından
genellikle bilirkişi incelemesi yapılması gerekmektedir.
İşkembeci dükkânının koku ve gürültülerinin önlenmesi için açılan davada “davaya
konu olan hususların bu işlerde yeteneği olan kimselere” incelettirilmesi gerekir.
Davalının fabrikasının bacasından çıkan S0 2 gazının davacının bahçesine zarar
verip vermeyeceği kesin biçimde bilirkişiye tespit ettirilmeden verilen karar
bozulmalıdır.
Komşuluk hakkından doğan zararlı durumun tespit edilmesi ve alınacak tedbirlerin
belirtilmesi
işi ihtisas konusudur. İncelemenin bir mühendise yaptırılması
gereklidir.
Bilirkişiler raporlarında rahatsızlığı azaltacak ve giderecek tedbirlerinin neler
olduğunu açıkça önermiş ve belirtmişlerdir. Bilirkişilerin,
ilamın infazına esas
olarak öngördüğü hususların hüküm fıkrasında açıkça yer alması gereklidir.
Uyuşmazlığın niteliğine göre, mahkemece izlenmesi gereken yol, öncelikle uzman
bilirkişiler kurulunca yerine getirilmesi önerilen önlemlerin alınmasının parasal
yönünün neden ibaret bulunduğunun kesin alarak saptanması gereklidir.
Görüldüğü gibi, Yargıtay uygulamasına göre hem çevreye müdahalenin varlığının
ve meydana gelen zararın saptanması, hem de çevreyi kirletmenin önlenmesi için
alınacak tedbirlerin belirlenmesi bakımından bilirkişiye başvurulması zorunlu
görülmektedir.
Gerçekten, çevreye müdahalenin varlığının bir zarar meydana getirip getirmediği,
meydana gelen zararın ne ölçüde olduğu ve önleyici tedbirlerin neler olabileceği
uzmanlık gerektiren konulardandır. HUMK m. 275, 1'e göre ise mahkeme çözümü
özel ve teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün
alınmasına
karar
verir.
O
halde
çevre
kirlenmesi
konusunda
bilirkişiye
başvurulmasının özel bir önemi olduğu söylenebilir.
Ancak, çevre kirlenmesinin veya zararın tespiti konusunda bilirkişiye başvurulması
olanağı uyuşmazlıkları çözmekte yeterli olamamaktadır. Hatta bazı durumlarda
davanın uzamasına da neden olmaktadır. Örnek:
Davacı taraf, nohut ektiği tarlasının yakınında davalı Ş'nin tahıl tarlası
bulunduğunu, öteki davalıya uçakla ilaçlama sonucu ürününün zarar gördüğünü
bildirerek, her iki davadan belirttiği zararının giderilmesini istemiştir. Davalılar,
172
davacının zararının ilaçlamadan değil, antraknos hastalığından kaynaklanacağını
savunmuşlardır.
Davacı
tarafın, davalıların
gıyaplarında yaptırdıkları
delil
tespitinde, bilirkişi zaman zararı ilaçlamaya; davalılarında aynı biçimde yaptırdığı
delil tespitinde bir başka bilirkişi zararı anılan hastalığa bağlamış; mahkemece
keşifte dinlenen bilirkişi ise önceki raporlara değinmeksizin ilaçlama yapılmışsa
zararın ondan doğmuş olabileceğini bildirmiş ve iddia tutarını doğrulamıştır.
Yerel mahkemece, bu delilerle dava kabul edilmiştir. Zararın ilaçlanmadan mı,
yoksa antraknos hastalığından mı kaynaklandığı kesinlikle saptanmış değildir.
Öncelikle bu konunun açığa kavuşturulması gerekir. Birbiriyle çelişkili bilirkişi
raporları bulunduğuna göre, yetenekli kişilerden oluşan bir kurula durum
incelettirilmeli,
kuşkuları
giderecek
biçimde
önceki
raporların
eleştirileri
sağlanmalıdır.
Yukarıdaki olayda da görüldüğü gibi, bazen bilirkişi raporlarını mahkemeye
yeterli kanaat verecek nitelikte olmaması mümkündür. Özellikle, yeterli bilgisi ve
uzmanlığı olmayan kimselerin verecekleri raporlar uyuşmazlığın çözülmesine
katkıda bulunmayacakları gibi yeni bilirkişilere başvurulması suretiyle davaların
uzamasında neden olabilirler. Bu durumun önlenmesi için bilirkişi seçiminde özen
gösterilmesi zorunludur. Mümkün olan durumlarda Başbakanlık Çevre Genel
Müdürlüğü’nden bilirkişi seçilmesi çevre kirlenmesine ilişkin teknik konuların
kolaylıkla çözümlenmesine yardımcı olabilir. Uygulamada bu yönde örnek1erde
görülmektedir.
Elazığ 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce Başbakanlık Çevre Genel Müdürlüğü'nden
seçilen üç kişilik bilirkişi raporuna dayanılarak, çimento tozlarının çevredeki
bitkilerin gelişmesini önlemediği, çimento tozlarının (davacı) iplik fabrikası bina
ve bahçelerine aşırı bir düzeyde veya taşkınlık derecesinde bir kirlilik yapmadığı
görüşüne varıldığından davanın reddine karar vermiştir. Ancak hemen belirtelim
ki, bilirkişilerin Çevre Genel Müdürlüğü’nden seçilmesi zorunlu değildir. Bu
nedenle, yapılacak kanun bakımından (de lege feranda) başka konularda olduğu
gibi resmi bir bilirkişilik müessesesi oluşturulması da düşünülebilir.
2. Davadan Önce Oluşturulan Deliller ve Özellikle Delil Tespiti:
Çevre kirlenmesinin ve etkilerinin ispatı konusunda tek sorun bilirkişilik değildir.
Bazen, belli bir zaman kesitinde meydana gelen çevre kirliliğinin (Çev. K. m, 2/c)
belli bir zararı oluşturduğunun tespiti sorun çıkarabilir. Örnek:
Davacılara
ait
tespit
raporunda
belirtilen
olguların
davacı
şirkete
ait
tesislerden kaynaklandığı ve arazideki petrol hattında zaman zaman patlamalar
173
olduğu tanık M. T. ile bunları kısmen tamamlayan N’nin beyanları ile sabittir.
Mahkeme red kararına 16 Ağustos 1982 günü bilirkişi raporunu esas almıştır. Oysa
bu bilirkişi raporu, olaydan 16 ay gibi uzun bir süre geçtikten sonra düzenlenmiştir,
haklı olarak kesin bir sonucu da içermemektedir.
Burada davadan önce (kirlenmeden hemen sonra) oluşturulan delillerle, davadan
sonra başvurulan deliller arasındaki inandırıcılık konusu gündeme gelmektedir.
Uyuşmazlık öncesi deliller (veya dava önce oluşturulmuş deliller, prouve preconstitue) taraflarca önceden, ilerdeki ispat güçlükleri nedeniyle hazırlanan ispat
araçlardır. Belirtmek gerekir ki, uyuşmazlık önceki delilerin asıl uygulama alanı
hukuki işlemlerdir. Ancak, maddi vakıaların ispat için de uyuşmazlık öncesi
deliller oluşturabilmektedir. Bu duruma örnek vermek gerekirse, bir trafik
kazasında
çarpışan
iki
aracın
olaydan
hemen
sonra
fotoğrafını
çektirmek
uyuşmazlık öncesi delil oluşturmaktır. Böylece, ileride açılacak bir davada,
araçlara ve çevrenin kaza sırasın daki durumu, tanık beyanlarından daha kuvvetli
bir delille ispatlanabilir. Aynı şekilde, çevreyi kirleten bir faaliyetten hemen sonra
kirlenme ve zarar konusunda mahkeme aracılığı ile delil tespiti yaptırmak da
davadan önce delil oluşturmaktır. Görüldüğü gibi uyuşmazlık önce deliller yazılı
delillerden ibaret değildir.
Buna karşılık, uyuşmazlık sonrası delil diyebileceğimiz «a posteriori» deliller,
önceden hazırlanmış olmayan ve dava ile aynı anda (dava sırasında) ortaya
koyulan delillerdir. Diğer bir deyişle dava ilişkisinden (dava açıldıktan) sonra
ortaya koyulan (la preuve apres coup) delillerdir.
Uyuşmazlık öncesi delillerin üstünlüğü, bunların tanık ifadelerini, emareleri,
çevreye
müdahalenin
etkilerini
ayrıntılarıyla
birlikte
belge
olarak
maddeleştirmeleri ve bu şekilde uyuşmazlık konusu maddi vakıayı bütünü ile
karakterize
edebilmeleridir.
Yani,
uyuşmazlık
öncesi
deliller
bir
garanti
fonksiyonunu yerine getirirler. Böylece, hukuki güvenliğin ve aynı zamanda
davaların (süre bakımından) sınırlanmasının da önemli bir faktörü olurlar.
Uyuşmazlık sonrası delillerde ise bu garanti yoktur. Özellikle dava sırasında
başvurulan tanık beyanı bilinçli ya da bilinçsiz yanlış veya eksik bilgi tehlikesini
beraberinde getirmektedir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle çevre kirlenmesinden (ya da çevreyi müdahaleden)
doğan uyuşmazlıklardan dava açmayı beklemeden, fiilin meydana gelmesinden
hemen sonra delil tespiti yaptırmak yararlı olacaktır. Belirtelim ki, bu konuda
HUMK hükümlerine (m. 368–374) göre delil tespiti yaptırılabileceği gibi, idari
174
makamlara yaptırılacak tespitlerde yerine göre takdiri delil sayılabilir.
3. Delil Takdirine İlişkin Bazı Sorunlar:
Çevre kirlenmesinden doğan ispat ve delil konularına ilişkin açıklamalara son
vermeden önce bu husustaki delil takdiri sorunlarına da kısaca değinmek gerekir.
Yukarıda çeşitli örnekler üzerinde incelenen uyuşmazlık türlerinde asıl sorunun,
çevre kirlenmesinden doğan zararın, sorumlunun ve sorumluluğa ilişkin diğer bazı
unsurların ispatındaki delil takdiri konusunda ortaya çıktığı görülmektedir.
Gerçekten bu konularda hâkimin delilleri değerlendirmesine ilişkin önemli sorunlar
vardır, Prof. Tandoğan bu konuda şöyle demektedir:
Çevre kirlenmesinde, özelikle dava ve su kirlenmesinde zararın tutarını belirlemek,
kirlenmeden etkilenen çeşitli canlıların (insan, hayvan ve bitkilerin) ve diğer doğal
kaynakların bulunması yüzünden bunların sayısını, değerlerini ve etkilenme
derecesini, ekolojik dengedeki bozuklukların sonuçlarını tespit etmek gibi
yönlerden güçlükler taşır. Bundan başka, gürültü ve koku devamlı olmadığı
takdirde, bundan doğan zararı da kanıtlamak kolay olmaz.
Acaba, çevre kirlenmesinden doğan delil takdirine ilişkin bu sorunlara nasıl
yaklaşılmalıdır?
Kuşkusuz, hâkim bu konudaki bütün delilleri HUMK m, 240 hükmüne göre
serbestçe değerlendirecektir. Fakat tam biri ispat söz konusu olmasa bile, ispat
konusunda yeterli olacak ölçüde delileri değerlendirecektir. Gerektiğinde (yani,
tam bir ispatın söz konusu olmadığı durumlarda) asıl uyuşmazlık, konusu olaya
komşu olan olayların (fait voisin) ispatıyla yetinilebilmelidir. Yeter ki, delillerin
tamamı karar için önemli olayların tamamını açıklayabilsin. Yani, deliller ikna
edici olmalıdır. Son olarak şunu belirtelim: Delil ve ispat konusundaki güçlükler
çevre kirlenmesinden doğan davaların adalete ve sağlıklı bir çevreye ilişkin
toplumsal çıkarlara uygun kararlar verilmesine engel olmamalıdır.
Çevre kirlenmesinden doğan “zarar miktarının tayinindeki güçlükten ve bu işlemin
zaman alacağından bahisle tazminat talebinin reddedilmesi” kanuna aykırıdır.
3.6 SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu incelemede, çevre sorunlarına ilişkin Yargıtay kararlarının medeni usul hukuku
açısından
değerlendirilmesine
çalışılmıştır.
Böylece,
yargılanmaya
ilişkin
hükümlerin çevre sorunlarından kaynaklanan uyuşmazlıklarda ne gibi özellikler
gösterebileceği belirlenmiştir.
İncelenen çeşitli kararlar Çevre Hukuku ile Medeni Usul Hukuku arasında
küçümsenemeyecek bir ilişki olduğuna ortaya koymaktadır. Gerçekten, çevreye
175
müdahaleden kaynaklanan taleplerin mahkemede ile sürülebilmesi her şeyden önce
Usul Hukuku kurallarının buna olanak tanımasına bağlıdır. Bir davanın esastan
incelenip karara bağlanabilmesi için varlığı gerekli olan dava şartlarından ehliyet
ve hukuki yarar yoksa dava dinlenemeyecektir. Ancak Yargıtay’ın son yıllardaki
uygulamasıyla, özellikle hukuki yarar konusunda, çevre sorunlarına özel bir önem
vererek esnek bir tutum izlediği gözlenmektedir. Örneğin, çevre kirlenmesinin
önlenmesi bakımından idari yollara başvurma olanağının bulunması dava açmaya
engel alarak görülmemiştir.
Uygulamada,
mahkemelerin
görevine
ilişkin
sorunların
da
ortaya
çıktığı
görülmektedir.
Özelikle çevre kirlenmesinin önlenmesi amacıyla, bir şeyin yaptırılması için açılan
davalarda dava konusunun para olarak belirlenmemesi görevli mahkemenin
saptanması bakımından sorunlar çıkarmıştır. Doğal olarak görev yönünden hatalı
kararlar Yargıtay’ca bozulmaktadır. Bu bakımdan çevre hukukundan kaynaklanan
davaların uzamaması için, dava konusunun tutar olarak belirlenmesinde baştan
özen gösterilmesi yararlı olabilir.
İspat ve delile ilişkin konulara gelince: Öncelikle, bilirkişilik konusu önemli bir
sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevre kirlenmesinin tamamıyla teknik nitelikle
bir
konu
olması,
uygulamada
sık
sık
bilirkişilere
başvurulmasını
zorunlu
kılmaktadır. Yargıtay da çevre konusunda titiz davranmakta, çevreye müdahalenin
ve (varsa) zararın saptanması açısından uzman bilirkişilerden nitelikli görüşler
alınmasını öngörmektedir. Bu konuda, yapılacak kanuni bir düzenleme ile resmi
bilirkişilik
müessesesinin
oluşturulması,
çevre
sorunlarının
daha
kolay
çözülebilmesi bakımından yararlı olabilir.
Şunu belirtelim ki, Çevre Hukuku konularına ilişkin usul hukuku sorunları bu
incelemede değinilenlerden ibaret değdir. Çevre kirlenmesinden kaynaklanan
uyuşmazlıklarda mahkeme önüne gelmekle, dava açılması ile başlayıp kesin hükme
uzanan bir yola girmiş olur. Yani, çevre kirlenmesinden ya da çevreye
müdahaleden kaynaklanan davaların çıkarlar dengesine uygun ve adaletli bir
biçimde karara bağlanmasında Usul Hukuku kurallarının da fonksiyonu vardır.
Önemli olan, bu usul hükümlerinin Çevre Hukuku’nun amaçlarına ve toplumsal
çıkarlarına uygun bir biçimde yorumlanması ve uygulanmasıdır.
176
BİBLİYOGRAFYA
1 - Mahkeme kararlarında çevre sorunları – Ankara–1986 Türkiye
Çevre Sorunları Vakfı Yayını.
2 - Türkiye'nin Çevre Politikası nedir? Ne olmalıdır. T.C.S. Vakfı
Yayını–1987 – Ankara.
3 – ÇED. Uygulamasından örnekler. T.C.S. Vakfı Yayını 1987 - Ankara
4 - Çevresel Etki Değerlendirmesi - Orhan Uslu. T.C.S. Vakfı
Yayınları – 1986 - Ankara
5 – Türk Çevre Mevzuatı T.C.S. Vakfı Yayını -1988 - Ankara
6 - Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Su ve Toprak Kaynakları Özel İhtisas
Komisyonu Raporu – 1988 - Ankara
7 - Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynakları Özel İhtisas Komisyonu Tarım
Arazilerinin Tarım Dışı Amaçlarla Kullanılması Alt Komisyonu Raporu -1988 – Ankara
BÖLÜM VII
SINIRAŞAN SULAR
1. Sınıraşan Sular Hukuku
Bilindiği gibi çevreyi oluşturan en önemli unsurlardan olan su ile insanoğlunun
hukuksal ve teknolojik anlamda ilişkisi insanlık tarihi kadar eskidir. Su, Roma
Hukuku’nun doğup tedvin edildiği çağlardan bu yana insanoğlunun-mülkiyet
konusu etme anlamında-üzerinde egemenlik kuramadığı, özel mülkiyete konu
edemediği kamuya ait şeylerden sayılmıştır. Bu anlayış genel hatları ile bugünkü
ulusal hukuk düzenlerince benimsenmiştir (1).
Su kaynakları doğal hidrolik düzen (Cycle Hydraulogic) üzere devamlı hareket
halindedir. Bu nedenle de öncelikle doğa kanunlarına tabidir. Bu doğal servetten en
uygun şekilde yararlanmak, bu doğal serveti ekonomik hale getirmek, çağımızın
gösterdiği ihtiyaçlar nedeni ile zorunlu olduğundan çağdaş teknolojiye uygun
hukuksal düzenlemeler getirtmesini gerektirmiştir. Ülke sınırlan içerisinde bulunan
su kesimi için Roma’dan başlayarak İslam Hukuku’nda, anayasalarda ve diğer iç
hukuk düzenlemelerinde su kullanımına ilişkin esaslar her zaman devletler
tarafından yürütülmüştür. Bu açıdan sulara ilişkin ulusal hukuk sistemlerinin
günümüze ulaşana dek geçirdiği zengin bir tarihi vardır. Ancak uluslararası
177
nitelikteki
suların
devletler
arası
paylaşımını
ya
da
tahsisini
düzenleyen
uluslararası kurallar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Bu noktada uluslararası su paylaşımı veya tahsisi kurallarına geçmeden önce
uluslararası hukuk literatüründe su kavramının ne olduğuna bakmak gerekmektedir.
Bugüne
dek
uluslararası
hukukta
tam
anlamı
ile
yapılmış
bir
tanım
bulunmamaktadır. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun son çalışmalarında ortaya
koyduğu taslak metinlerde; "Fiziki bakımdan bir tek bütünü oluşturan ve ortak bir
noktaya varan yer üstü ve yer altı suları sistemi" biçimindeki tanımlama üzerine
çıkan tartışmalar halen sürmektedir. Bu tanımlamada yer üstü sularının yanı sıra
yer altı sularının da tanıma dâhil edilmesi tartışmaların ana nedeni olmaktadır (2).
İçinde bulunduğumuz yüzyıl içerisinde devletlerin egemenliği ilkesi sıkı sıkıya
korunurken doğanın müştereken kullanımı anlamında devletlerin kendilerini
bağlayan kuralları koymaları da zorunludur. Anlaşmalar yaparak uluslararası
teamüller yaratıp geliştirerek, uluslararası kuruluşlar kurarak bağlayıcı kurallar
oluşturmaktadırlar. Ancak bütün bu çalışmalara rağmen halen "uluslararası hukuk
çerçevesinde anlaşma düzeyine ulaşmış" yaptırım kurallarını da içeren, bütün
devletleri bağlayan, suların endüstri, tarım, içme ve kullanma amaçlarına yönelik
kullanımını düzenleyen evrensel boyutlarda bir metin yoktur (3). Kimi devletlerin
ikili ya da bölgesel olarak yapmış oldukları anlaşmalar ise yalnızca taraf olan
devletleri bağlamaktadır.
1.1. Uluslararası Sular
Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu, uluslararası suları şöyle
tanımlamaktadır: "Çeşitli devletlerde bölümleri bulunan su" Bu tanımdan hareket
edildiğinde, bir suyun birden çok devlet topraklarından geçmesi, ya da birden çok
ülke sınırını oluşturması, bu suya "uluslararası su" niteliği kazandırmaktadır. O
halde uluslararası suları;
a) Sınır oluşturan sular,
b) Sınıraşan sular şeklinde sınıflandırabiliriz. Bu sınıflandırmaya göre sularımızı
ele aldığımızda; Meriç, kısmen Arpaçay, kısmen Aras sınır oluşturan su sınıfına
girmektedir.
Fırat, Dicle, Asi, Çoruh, Aras, Kura sınıraşan sular özelliği göstermektedirler.
Yukarıda daha önce de açıklandığı üzere uluslararası hukuk açısından uluslararası
sularla ilgili olarak, oluşmuş, açıklık kazanmış hukuk kuralları bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca da sulara ilişkin anlaşmazlıklar, devletlerin diplomatik
178
yaklaşımları, görüşmeler ve pazarlıklar ile çözümlenmektedir. Uluslararası
sulardan sınır oluşturan sularda sınırdaş devletlerin, bu sulardan yararlanması, bu
suları kullanma hakkı teemmül halinde henüz oluşma aşamasındadır diyebiliriz. Bu
konuda Türkiye'nin iki taraflı ya da bölgesel anlaşmalara imza attığı görülmektedir.
Örneğin; Yunanistan’la 1934’te ve 1960’da imzalanmış anlaşmalar vardır. Bu
anlaşmaların içeriğinde sınır oluşturan sularla ilgili kimi düzenlemeler ile
birbirlerine zarar vermeme ilkesi bulunmaktadır. Bu anlaşmalarda suların paylaşımı
ile ilgili düzenlemeler bulunmamaktadır. Sovyetler Birliği dağılmadan önce,
1927’den bu yana Arpaçay ile ilgili bu tür anlaşmalar yapılmıştır. Sınıraşan
sularımıza gelince; bugün Türkiye ile kimi komşuları arasında rahatsızlıklara neden
olan talep ve tartışmalara sağlıklı bir açıklama getirmek açısından, Türkiye
Cumhuriyeti’nin bu konuda taraf olduğu bölgesel ve ikili antlaşmaları kısa kısa
açıklamakta yarar vardır.
1- 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Sulh Muahedenamesi'nin IV.
kısmında yer alan 109. madde ile getirilen düzenleme sınıraşan sulara ilişkin ilk
düzenleme olarak diplomatik tarihimizde yer almıştır. I. Dünya Savaşı’nın
başlamasında önce o zamanki Osmanlı eyaletleri olan Suriye ve Irak'la, Türkiye
arasında mevcut bulunan su rejimlerinin devamını temin için, bu üç devlet arasında
anlaşmalar yapılmasını öngörmüştür. Yapılacak anlaşmalarla, ilgili devletlerden
birindeki su rejiminin, diğer bir devletteki tesislere bağlı olması halinde, bunların
değiştirilmemesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından önce ilgili devletlerin
kullandıkları su miktarının kazanılmış hak şeklinde saklı tutulması sağlanacak ve
ayrıca ilgili devletler, birbirlerinin menfaatlerini de gözetleyeceklerdir.
2- Türkiye'nin kendi ülkesinden çıkıp Suriye'ye geçen sularla ilgili olarak
imzaladığı diğer anlaşmalar 1921 Türk-Fransız Anlaşması, 1926 Türk-Fransız
Anlaşması ve 1930 sınır protokolüdür. Ancak Suriye, Mandater Fransa’nın Suriye
adına yapmış olduğu bu anlaşmaları tanımadığı için bunların detaylarına inmenin
bir yararı bulunmamaktadır.
3– 1946 yılında Irak ile imzalanan Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması ile Türkiye,
Dicle, Fırat ve bunların kollan üzerinde yapılacak korunma araçlarına ilişkin
tasarılarını, bu yapıların imkân ölçüsünde hem Türkiye hem Irak yararına uygun
olması maksadıyla, Irak'a haber vermeyi kabul etmiştir. Bu hükmün öngördüğü
koruma araçları, taşkından korunmaya yönelik olup, su paylaşımı ile ilgili herhangi
bir yükümlülük getirmemektedir.
Görüldüğü üzere Türkiye'nin 1987'ye kadar imzaladığı anlaşmalarla üstlendiği tek
179
yükümlülük Lozan Anlaşması’nın 109. maddesidir. Bu maddeyi daha detaylı bir
biçimde yorumlayarak ileride ne gibi yapılanmalara ya da ne gibi anlaşmalara
dayanak olabileceğini düşündüğümüzde vardığımız sonuç şudur: Bu maddenin
getirdiği
yükümlülüğün
ulaşabileceği
sınırlar
anlaşmalarla
saptanacak,
bu
saptanacak sınır, kazanılmış hakların altına düşmeyecektir.
Türkiye, Suriye ve Irak'ın birbirlerinin çıkarlarını dikkate alacaklarına ilişkin
taahhüt, kazanılmış hakların altına düşmeyecek, ancak bu hakların üstüne
çıkabilecektir. Ancak, hiçbir egemen devletin kendi çıkarları aleyhine olan talepleri
kabule zorlanamayacağı düşünüldüğünde, su pazarlığında Türkiye kendi çıkarlarını
gözardı edecek ölçüde su vermeyi kabul etmeyecektir.
Öte yandan devletler hukukunda kazanılmış hakların tespit edildiği tarihten öteye
uzatılabileceğine ilişkin hükümler bulunmadığından Lozan Anlaşması’ndan sonra
Suriye ve Irak su kullanımını artırmışlarsa, bu artan miktar kazanılmış hak
sayılmayacaktır (4) Ayrıca eğer bir su taksimi yapılacaksa kazanılmış hakkın
düşmesinden sonra geri kalan sular değil, haklar düşmeden önce var olan suların
taksime esas alınması gerekecektir. Bu husus dahi bir devletler hukuku kuralıdır.
2- 1987 yılında Suriye ve Türkiye Başbakanlarının imzaladığı (KEK) protokolde;
Türkiye Atatürk Barajı’nın doldurulması sırasında ve kesin bir su tahsisi yapılana
dek, Suriye sınırından ortalama 500 m 3/sn su bırakmayı taahhüt etmiş ve bu güne
kadar da bu taahhüdü uygulamıştır. Böylece mansap ülkeler Suriye ve Irak, yaz
aylarında su sıkıntısı çekmediği gibi, taşkın mevsimlerde de bu tehlikeden
korunmuşlardır. Yani Türkiye'nin inşa ettiği barajlara bu ülkenin hiçbir mali
katkıları bulunmazken, bu barajlardan yıllardır yararlanmaktadırlar.
3- Yukarıda sözü edilen 500 m 3/sn su, tek taraflı olarak Türkiye'nin tahsis ettiği
bir su miktarı olup, Türkiye'nin kullanımı arttıkça elbette azalacaktır (5). Suriye ve
Irak şu anda geçici olarak verilen 500 m 3/sn’nin çok üstünde bir talepte
bulunmaktadır. Oysa tüzüğün tamamlanmasından sonra toplam kapasitesi 84,2
milyar metreküp olan Fırat ve Dicle Nehir Havzaları’nda bulunan (6) Irak ve
Suriye'nin su talepleri, nehirlerin toplam su miktarını aşan düzeydedir. Lübnan ve
Suriye'yi kat ederek Türkiye'den denize dökülen Asi Irmağı’nda ise suların %95 ini
Suriye ve Lübnan %2’sini Türkiye kullandığı halde Suriye bu kullanımı pazarlık
konusu dahi yapmak istememektedir. Suriye’nin bu haksız uygulaması Hatay'a
bakış açısından kaynaklanmaktadır. Zira Suriye halen Hatay'ı Suriye toprağı
saydığı için "Asi Irmağı Türkiye'yi ilgilendirmez, çünkü Ürdün'den doğup, Suriye
topraklarından denize dökülüyor" diyebilmektedir, (7)
180
Türkiye'nin geçici olarak Fırat yatağına bıraktığı 500 m 3/sn su şimdilik çok büyük
ikramdır. Ancak Suriye, Arap ülkelerinin önemli bir bölümünü örgütleyerek
Türkiye aleyhine bir lobi oluşturma gayretine girmiştir.
Arap ülkelerinin Suriye’nin yanında yer almasının sebebi, pek çoğunun mansap
ülkesi olmasıdır. Suriye, Irak, Mısır hep mansap ülkesidir.
Arap ülkelerinin bu tutumu, Türkiye'den talepleri, hakça ve akılcı biçimde yapılan
tespitlere ve su kullanımına ilişkin nazariyelere uymamaktadır.
1.2
Kullanım
Hakkına
İlişkin
Nazariyeler
İle
Irak-Suriye
Taleplerinin
Karşılaştırılması
Uluslararası bir suyun (özellikle sınıraşan bir suyun) sularının kullanımı ele
alındığında, suların paylaşılması sorunu şeklinde bir değerlendirmenin mansap
ülkeler dışında pek taraftar bulmadığı görülmektedir.
Sınıraşan sular veya su sistemlerinin kullanılmasını düzenleyen bağlayıcı ve
yaptırım hükümlerini de taşıyan uluslararası kurallar henüz tam anlamı ile
oluşmamış ise de günümüze dek tartışıla gelen görüşleri açıklayarak sıralamada
yarar bulunmaktadır;
a) Mutlak Hükümranlık Görüşü:
Diğer kıyıdaş ülkelere vereceği zarara bakılmaksızın su kullanma özgürlüğüne
sahip olmak. Bu görüş uluslararası düzeyde bir kabul görmemiş ve tartışması dahi
yapılmayan bir ilke olarak kalmıştır.
b) Mutlak Bütünlük Görüşü:
Yukarıda açıklanan görüşün tam tersi bir görüş olup, sınıraşan nehirlerin taşıdığı
doğal su miktarı ve kalitesini değiştirecek her türlü faaliyeti yasaklamayı
savunmaktadır. Suriye, Irak, Mısır, Bangladeş gibi mansap ülkelerinden yandaş
bulabilmektedir. Bu görüşe göre Türkiye'nin Keban, Karakaya, Atatürk, Kralkızı,
Dicle, Birecik, Kargamış barajları ile GAP sulama sistemlerini yapmaya ve Dicle
ile Fırat’ın sularını bu projelerde tasarruf etmeye hakkı yoktur. Bu görüş bu katı
haliyle uygulanabilirlikten uzaktır.
c) Sınırlı Bölgesel Hükümranlık Görüşü:
Bu görüşe göre sınıraşan suları kullanan ülkeler diğer ülkelere zarar vermemelidir.
Orta bir yolda anlaşmayı öneren bir görüş olmasına karşın henüz oturmuş bir ilke
haline gelmemiştir. Mansap ülkesi olan komşu Arap ülkelerinin yaklaşmadığı bu
görüş
sorunların
diyalogla
çözümlenmesini
ilke
edinen
Türkiye
tarafından
detaylandırılarak, işlenerek geliştirilebilir ve güçlü bir görüşe dönüştürülebilir.
181
d) Karşılıklı Haklar Görüşü:
Bu görüşe göre su kaynağından yararlanabilecek miktar, kaynağın verimli bir
biçimde kullanılması, diğer ihtiyaç sahiplerinin yararlanmaları ile sınırlıdır. Bu
görüşe göre kazanılmış haklar, bir hüküm ifade etmemekte, suların verimli ortak
kullanım yolu amaçlanmaktadır.
Uluslararası su ihtilaflarının çözümünden ziyade iç hukukta, iç sularda yapılacak
düzenlemelerde ve özellikle de yer altı suyu kaynaklarının kullanımında dikkate
alınabilecek bir görüştür. Üniter devletlerden ziyade federasyonlarda federe
devletler arasında uygulanabilir bir ilkedir.
e) Uluslararası Suların Ortak Yönetilmesi Görüşü:
Bu
görüş
su
kaynaklarının
hakçasına
bir
yöntemle
ortak
kullanılması
düşüncesinden doğmuştur. Sınıraşan nehri kollarıyla birlikte bir bütün olarak ele
alıp, nehrin ve kollarının havzaları içinde bulunan ülkelerin, ortak projeler
üretmek, bunları ortak finanse etmek, tesisleri ortak kullanmak, suyu ortak
kullanmak ve nihayet kurulan su sistemi tesislerini ortak yönetmek, bu görüşün
amacıdır.
Türkiye -bir anlamda bu görüşe tam uymasa bile- 1990 haziranında ilgili
devletlerin katılımı ile Ankara'da yapılan toplantıda Fırat ve Dicle havza sularının
hakkaniyet kurallarına uygun ve rasyonel bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve
kaynaklardan optimum bir şekilde yararlanma koşullarını ve gereklerini yerine
getirmek üzere üç aşamalı bir plan önermiştir.
a) İlk aşamada, su kaynaklarının bilimsel çalışmalarla saptanması,
b) İkinci aşamada, ilgili ülkelerin toprak envanterinin çıkartılması; toprak
sınıflamalarına göre su ihtiyacının saptanması,
c) Üçüncü aşamada, elde edilen bilgilerin yardımıyla ve sonuçları değerlendirerek
her ülkenin gerçek su ihtiyacının ne olduğunun saptanması.
Ancak mansap ülkeler bütün bu önerileri inceleme zahmetine dahi katlanmaksızın,
halen 500 m 3/sn’den fazla su taleplerini sürdürmektedirler. Türkiye'nin bu dostça
ve akılcı yaklaşımı ilk kez bu görüşmelerde ele alınmamıştır. Daha GAP’a
başlanılmadan önce, 1961 de, Irak ve Suriye'ye suların kullanımı konusunda bir
anlaşmaya varılmadan önce, yeni projeler ortaya çıkarmanın savurganlık olacağı,
zararla
sonuçlanacağı
hatırlatılmıştır.
Bütün
bu
iyi
niyetli
girişimlere,
çözümsüzlükten başka bir haklı içeriği olmayan taleplerle cevap verilmesi
karşısında, şu aşamada Türkiye'nin ısrarlı olmasına, konunun takipçisi olmasına
182
gerek kalmamıştır. Çünkü kendi çıkarını korumamakta direnen bu devletleri, gerçek
çıkarlarını korumaya zorlamanın bir anlamı yoktur. Bu devletlerden özellikle
Suriye'nin ısrarının gerekçeleri dahi halen açıklanamamıştır. Suriye bu konuda peş
peşe taleplerini yenileyerek Arap dünyasını Türkiye karşısında örgütlemeye
çalışırken,
gerekçelerini
halen
dünya
kamuoyunun
dikkatinden
kaçırmaya
çalışmaktadır.
1.3 Uluslararası Suların Ulaşım (Navigation) Dışında Kullanımına İlişkin
Tedvin (Codification) Çalışmaları ve Bu Çalışmaların Ülkemiz Açısından
Değerlendirilmesi
11 Nisan 1814’te Fontainbleu Anlaşması ile kayıtsız ve şartsız olarak tahtından
vazgeçen ve Elbe Adası’na gönderilen I. Napolyon’un arkasından Avrupa’nın
yeniden düzenlenmesi amacıyla toplanan Viyana Kongresi’nde alınan kararlar
arasında ilk kez uluslararası ırmaklarla ilgili olarak uluslararası kuralların
konulduğunu görmekteyiz (Haziran 1815). İngiltere, Fransa, Prusya, Avusturya ve
Rusya’dan yani beş büyük devletten oluşan yeni Avrupa dengesi sisteminin esasları
bu kongrede ortaya çıkarken, uluslararası gidiş gelişi tanzim eden kurallar ve
protokol kuralları da kabul edilmiştir (Navigation kuralları).
Ancak uluslararası suların ulaşım dışındaki amaçlarla kullanılmasına ilişkin hukuk
kurallarını geliştirme çalışmaları, içinde bulunduğumuz yüzyılın başlarından
itibaren başlamış, çeşitli kurum ve kuruluşlarda yürütülen çalışmalar, konunun
1972’de
"Birleşmiş
Milletler
Uluslararası
Hukuk
Komisyonu’na”
havale
edilmesinden sonra daha sistematik bir hale gelmiştir. Komisyon bu tarihten
itibaren her sene çalışmalarını sürdürerek bu konuda ileride bir konvansiyona temel
teşkil edebilecek bir "maddeler tasarısı" oluşturma gayreti içerisinde olmuştur.
Hazırlanan maddeler tasarısının ilk okunuşu 1991 tarihinde yapılmış, ikinci
okunuşu ise, Temmuz 1994 tarihinde gerçekleştirilerek, sorun BM Genel Kurulu’na
havale edilmiştir.
BM Genel Kurulu konuyu 6. Komisyon’a havale etmiş olup, 25–29 Kasım 1994
tarihleri arasında 6. Komisyon’da yapılan toplantılar sonucunda daha detaylı bir
biçimde ele alınmasını sağlamak amacıyla, üye devletlerin 1 Temmuz 1996 tarihine
kadar
"maddeler
tasarısı"
hakkında
görüşlerini
bildirmeleri
öngörülmüş
bulunmaktadır. Bunun ardından komisyonun 7–25 Ekim 1996 tarihleri arasında
gerçekleştirdiği 51. dönem toplantısında bir "çalışma grubu" oluşturulması ve
183
"maddeler tasarısı" temel alınarak bu konuda bir konvansiyon hazırlanması
hedeflenmiştir.
Anılan "maddeler tasarısı" 6. bölüm ve 33. maddesinde oluşmaktadır.
Taslağa genel olarak bakıldığında; genel bir konu olan küreselleşme çabalarının
etkisi altında, ülkeleri memba ve mansap ülke olarak tanımlamadan, dünyadaki
suyollarını ve suyolu ülkelerinin koşullarını eşitmiş gibi kabul ederek hazırlandığı
ve memba ülkelerine büyük yükümlülükler getirdiği anlaşılmaktadır. Suyun doğal
olarak membadan mansaba doğru aktığı dikkate alındığında, eşitlik adı altında
genelde memba ülkelerine yükümlülük getiren bir taslaktır. Memba ülkelerinin
uluslararası suyollarına ilişkin her türlü faaliyetlerinin mansap ülkelerini herhangi
bir biçimde etkileyeceği, ancak, mansap ülkelerinin her türlü faaliyetlerinin memba
ülkelerini aynı oranda etkilemeyeceği ve sonuçta memba ülkelerine daha fazla
kısıtlamalar ve sorumluluklar yükleyeceği anlaşılmaktadır.
Taslağın maddeleri ile ilgili açıklamalar (11):
1) "Mevcut maddeler, uluslararası suların kullanımına ilişkin koruyucu ve idari
tedbirler, ya da suyolu ulaşımı ile (Navigation) değil de, daha çok bu suların belli
amaçlar için kullanımını düzenlemektedir.
2) Uluslararası suların ulaşım amaçlı (navigation) kullanımı, bu maddelerin
kapsamı dışındadır; ancak bu suların diğer amaçlarla kullanımının suyolu ulaşımını
da etkilemesi halinde kanun kapsamında değerlendirilir”.
Taslağın başlangıcında, uluslararası su yollarının ulaşım dışı amaçlı kullanımları
düzenlemekle sınırlı olduğu izlenimini vermekte ise de, kapsama ilişkin bu
maddede ulaşım amaçlı kullanımın ve diğer kullanımların ulaşım amaçlı kullanımı
etkilemesi halinde bu amacın da metin kapsamında olduğu ifade edilmektedir.
Genelde tüm kullanımların birbirini etkileyeceği açık olduğuna göre ulaşım amaçlı
kullanım da metin kapsamına alınmış olmaktadır. Bu husus özellikle, Şattul
Arap"ta
ki
ulaşım
amaçlı
kullanım
nedeniyle
ülkemizi
olumsuz
şekilde
etkileyecektir. Ulaşım amaçlı su tahsisinin de gündeme getirilmesine yol açabilecek
ek bir unsur olarak değerlendirilmektedir.
Madde 2, 3,4. de "Uluslararası su", "yer üstü su sistemi", "üniter bir yapı ile olan
fiziksel bağ sonucunda oluşan ve ortak bir noktaya doğru akan yer altı suları",
"kıyıdaş devletler" kavramları ile akarsulara ilişkin anlaşmaların tarafları gibi
konulara tanımlamalar getirmektedirler.
Madde 5. Adil, rasyonel ve optimum kullanımı ve bu kullanıma kıyıdaş devletlerin
katılımı ve sorumluluklarını düzenlemektedir.
184
Madde 6. "Adil, akılcı kullanımla ilgili faktörler
1. 5. madde de vurgulanan anlamda bir uluslararası akarsuyun adil, akılcı olarak
kullanımı, aşağıda belirtilen konuyla ilgili tüm faktörlerin ve şartların dikkate
alınmasını gerektiriyor:
a) Coğrafik, hidrografik, hidrolojik, iklimsel, ekolojik ve doğal yapıya ilişkin diğer
faktörler;
b) İlgili akarsu devletlerinin sosyo-ekonomik gereksinimleri;
c) Her akarsu devletinin akarsuya bağımlı olan nüfusu;
d) Bir akarsu devletindeki akarsuyun kullanım (lar) ının diğer akarsu devletleri
üzerindeki etkileri;
e) Akarsuyun mevcut ve potansiyel kullanımları;
f) Akarsuyun "su kaynaklarının" ekonomisi, gelişimi ve korunması; alınan
önlemlerin maliyeti;
g) Mevcut (ya da planlanan) kullanım şekli ile aynı değerde alternatiflere ulaşma
şansı;
2. 5. maddeye ya da 6. maddede, 1. paragrafa göre; ihtiyaç duyulduğunda ilgili
kıyıdaş devletler bir iş birliği mantığı içinde müzekkerelere katılır.
6. Bu maddenin c fıkrasında, her ne kadar, uluslararası suya bağımlı nüfus havza
ile
sınırlandırılmamış
ise
de,
memba
potansiyelinin yaklaşık %36’sının
ülkesi
konumundaki
ülkemizin
su
sınıraşan sular olmasına karşın, mansap
ülkelerinin sınıraşan sulara bağlı nüfusunun daha fazla olması nedeniyle ülkemizin
bundan olumsuz yönde etkileneceği düşünülmektedir. Havzalar arası su transferi
göz önünde bulundurularak, sınıraşan sulardan yararlanan tüm nüfusun dikkate
alınması önem arz etmektedir.
Madde 7. "Zarara neden olmamak için uyulması zorunlu kurallar;
1. AD (Akarsu devletleri yerine kullanacağız), diğer AD’ye zarar vermeyecek
şekilde
bir
UA’yı
(uluslararası
akarsu)
olabildiğince
özenli
kullanmaya
çalışacaktır.
2. Buna rağmen bir zarar görme durumu oluşursa, zarar veren devlet, zarara
uğrayan tarafla aşağıdaki çerçevede müzakerelerde bulunacaktır;
a) 6. maddede sıralanan faktörler dikkate alınarak, suyun bu tür kullanımının ne
derecede adil ve akılcı olduğu,
b) Kullanımla ilgili yapılan düzenlemeler, verilen zararın hafifletilmesi ya da
elimine edilmesi için ayarlamalar, uygunsa telafi edilmesi gibi sorunlar".
İkinci okumada ilave edilen bu maddenin daha önce hazırlanmış olan ve ülkelerin
185
genel olarak hükümranlık haklarını ve karşılıklı menfaatlerini korumaya yönelik
olması bakımından önem arz eden 8. madde ile çelişkili olduğu düşünülmektedir.
Devletler arasında bu konuda bir anlaşma olmasa dahi, ülkeleri yükümlülük altına
sokan bir madde olarak ta değerlendirilmelidir.
Madde
8:
Birlikte
çalışmak
için
uyulması
gereken
genel
yükümlülükleri
düzenlemektedir.
Madde 9: "Düzenli olarak veri ve bilgi alışverişi.
1. Madde 8'e uygun olarak akarsu devletleri, akarsuyun özellikle hidrolojik,
meteorolojik, hidrojeolojik ve ekolojik yapısı ve de bu konularda geleceğe yönelik
varsayımlar
hakkında
mevcut
veri
ve
bilgiler
düzenli
olarak
birbirlerine
ileteceklerdir.
2. Eğer bir akarsu devleti diğerinden, mevcut olmayan bir veri ve bilgiyi temin
etmesini isterse, kendisinden bilgi istenen devlet bu isteği karşılamak için elinden
gelen çabayı sarf eder, fakat bu çabanın karşılığında, gerekli bilginin toplanması ve
uygunsa kullanıma hazır hale getirilmesi için, talepte bulunan devletten masrafları
karşılamasını isteyebilir.
3. Akarsu devletleri, bilgi, verinin toplanması ve kullanıma hazır hale getirilmesi
konusunda ihtiyacı olan diğer devletlerin kullanmasını kolaylaştırıcı bir tavır
içinde ellerinden geleni yapacaklardır".
Bu maddede, karşılıklı alışveriş sadece veri ile sınırlı kalmayıp bilgileri de
kapsamaktadır. İş birliği konularına belirli bir çerçevede sınır ve kısıtlama
getirmemesi uzlaşmayı zorlaştırıcı bir unsur olarak değerlendirilmektedir. Özellikle
"ecological nature" ifadesi ile su dışındaki diğer veriler de kapsama alınmıştır.
Ayrıca, karşılıklı olarak alışverişte bulunulacak veri ve bilgilerden, memba
ülkesine ait olanların mansap ülkeleri için oluşturduğu değer ve önemin, mansap
ülkesine ait olanların memba ülkeleri için oluşturduğu değer ve önemle aynı
olmadığı, birincisinin çok daha değerli ve önemli olduğu açıktır. Bu maddede
karşılıklı alışveriş eşit şartlarda gibi gösterilmektedir.
Bölüm III: Bu bölüm tümüyle, planlanan tesislerin yapımına, konan kısıtlamalarla
büyük
güçlükler
getirmektedir.
Planlanan
tesislerle
ilgili
olarak
getirilen
kısıtlamalar tüm ülkeler için eşitmiş gibi görünmekle birlikte, kısıtlamalardan
memba ülkelerinin mansap ülkelerinden çok daha fazla etkileneceği açıktır. Bu
taslak genel olarak, mansap ülkelerini koruyan ve memba ülkelerine kısıtlamalar ve
yükümlülükler getiren bir taslaktır.
Madde 16: Uyarıya yanıt verilmesi durumu.
186
Eğer uyarıcı devlet 13. maddede kabul edilen süre içinde, 15. maddenin 2. paragrafı
çerçevesinde bir yanıt almazsa, 5. ve 7. maddelerdeki yükümlülüklere uygun
olarak, yaptığı uyarı ile ve uyardığı devlete sağladığı veri ve bilgilerle uyumlu
olarak, tasarladığı eylemleri uygulamaya koyabilir.
2. Uyarıya yanıt vermemiş bir devletin herhangi bir tazminat talebi, yanıt süresinin
sona ermesinden sonra sorumluluğunu aldığı eylem yüzünden uyarıcı devletin
neden olduğu maliyetle karşılanabilir. Eğer uyarılan devlet 13. maddede belirtilen
süre içinde karşı çıkarsa bu taahhüt geçersiz olacaktır" Bu maddenin ikinci
okumada ilave edilen ikinci paragrafı açık bulunmamıştır.
Bu paragrafta, bildirimde bulunan ülkenin cevabını geciktirmesi ve daha sonra
tazminat (compensation) talebinde bulunması halinde, bildirimde bulunan ülkenin
bu tazminat talebini, gecikme süreci içerisinde yapmış olduğu harcamalara karşılık
sayılabileceği ifade edilmekle birlikte bu ifade "may" kullanılarak (Açıklamalarda
"may" yerine "can" kullanmıştır) yumuşatılmış olduğu düşünülmektedir.
Madde 17: Tasarlanmış eylemlere ilişkin müzekkereler.
Eğer 15. maddenin 2. paragrafına göre bir iletişimde bulunulursa uyarıcı devlet ve
muhatabı müzakerelerde bulunacak ve gerekirse sorunun adil biçimde çözüme
ulaşması için görüş alışverişinde bulunacaklardır.
2.
Görüşmeler/
müzakereler,
her
devletin
birbirlerinin
haklarına
ve
yasal
çıkarlarına iyi niyet ve saygı gösterme temelinde gerçekleşecektir.
3. Eğer iletişim sürecinde uyarılan devletten talep gelirse, uyarıcı devlet tasarlanan
eylemlerin uygulanmasını 6 aydan fazla olmayan bir süre boyunca erteleyecektir"
Birinci paragrafın sonunda, taslağın 6. ve 7. maddelerinde de olduğu
gibi " . equitable" ifadesinden sonra " ........ and reasonable" ifadesinin
ilave edilmesi uygun görülmektedir.
Madde 18: Uyarı yapılması durumunda izlenecek prosedür.
1. Eğer bir AD’nin bir başka AD’nin kendisini ciddi biçimde olumsuz etkileyecek
eylemler planladığına ilişkin geçerli nedenleri varsa, bu devletten 12. maddenin
şartlarına uymasını isteyebilir. İlişikte nedenlerini izah ettiği bir açıklama belgesi
de göndermelidir.
2. Ancak muhatap devlet aynı kanıda olmayabilir. Bu durumda o da aynı şekilde
nedenlerini bildirmelidir. Eğer ikna edici olmazsa iki devlet 17. maddenin 1. ve 2.
paragraflarında belirlendiği biçimde derhal görüşmelere başlamalıdır.
3. Görüşmeler sürecinde eğer muhatabı isterse, eylemleri planlayan devlet
uygulamaya geçmeden 6 aylık bir süre tanır"
187
İkinci paragrafın ikinci cümlesinde, karşılıklı danışmalardan sonra eğer gerekli
görülürse müzakerelere girişilebileceği konusuna açıklık getirmek
üzere "…consultation and" ifadesinden sonra "…if necessary"
İfadesinin ilave edilmesi uygun olacaktır.
Madde 21: Kirliliğin kontrolü, azaltılması ve önlenmesi.
1. Bu madde kapsamına göre, bir UA suyun "kirliliği" nden anlaşılması gereken, bu
UA suyun sularının birleşimi ya da kalitesinde, doğrudan ya da dolaylı olarak insan
öğesinin (yanlış) uygulamalarından kaynaklanan zarar verici değişikliklerdir.
2. AD tek tek ya da birlikte bir UA suyun, diğer AD’ye, çevrelerine,
insan
sağlığı
yaşayan
ve
canlılara
güvenliğine,
önemli
suların
ölçüde
yararlı
zarar
amaçlarla
verebilecek
kullanımına,
kirliliğini
suda
önleyecek,
azaltacak ve kontrol edecektir. Bu bağlamda politikalarında uyum sağlayacak
adımlar atacaklardır.
3. Herhangi birinin isteği ile AD, bir UA suyun suları ile ilgili kısıtlama,
yasaklama, araştırma ya da denetleme uygulamaları başlatabilecek maddeleri
oluşturmak üzere bir araya geleceklerdir"
Birinci
paragrafta
yer
alan
kirlenmenin
tanımında,
her
ne
kadar
zararlı
"detrimental" ön eki kullanılarak kirlenme ifadesi yumuşatılmaya çalışılmış ise de,
mevcut kirlilik seviyelerinin korunması amaçlanmış ve böylece uluslararası
suyollarındaki sularını daha önce kirletmiş olanlara avantaj sağlanmıştır. Ayrıca
uluslararası suyolundaki değişiklik sadece su kalitesi ile sınırlı bırakılmayıp
"composition" ifadesi ile konsantrasyon ve dolayısı ile miktarın da tanıma dâhil
edildiği düşünülmektedir. Açıklamalarda "composition" ifadesi, suyun içerisindeki
tüm maddeler olarak açıklanmakla birlikte, bunun suyun miktarı ile çok yakından
ilişkisi olduğu bilinmektedir.
1. Madde 24: Yönetim Liglerinde herhangi birinin isteği üzerine AD, bir UA suyun,
birleşik yönetim mekanizması da dâhil, yönetim şekilleri ile ilgili görüşmelerde
bulunur.
2. Bu maddede kullanıldığı biçimiyle "yönetim" sözcüğünden özellikle anlaşılması
gereken:
a) Bir UA suyun gerçekleştirilebilir gelişimini planlamak ve benimsenen planları
pratiğe geçirmek,
b) Bunun dışında akarsuyun korunması, kontrolü, gerçekçi ve azami yarar
sağlanmasının desteklenmesi"
Madde 25: 1. UA suyun akışının düzenlenmesi için ihtiyaçlarına yanıt vermek
188
üzere AD iş birliği yapacaktır.
2. Tersi bir anlaşma olmadıkça AD (Adil bir temelde) sorumluluğunu üstlenecekleri
regülâsyon çalışmalarının maliyetini karşılama ya da yapımı ve bakımı konusunda
iş birliği yapacaklardır.
3. "Regülâsyon" bu maddede, bir UA suyun su akışını değiştirmek, kontrol etmek
için hidrolik çalışmalarının ya da başka çalışmaların uygulamaya konulması
anlamında kullanılmaktadır".
Madde 26: 1. AD kendi toprakları üzerinde bir UA ile ilgili tesisleri ve diğer
aktiviteleri korumak için elinden gelen çabayı sarf eder.
2. Büyük ölçüde olumsuz yönde etkileneceğine dair ciddi nedenleri olan
devletlerden birinin isteği üzerine AD:
a) Bu tesislerin bakımı ve güvenli çalıştırılması için ya da
b) Tesislerin/aktivitelerin kasıtlı ya da dikkatsiz davranışlardan veya doğal
afetlerden korunması için görüşmelere başlarlar".
İkinci okumada yeri değiştirilerek 3. bölüme alınan bu maddeler bu haliyle
ülkelerin
hükümranlık
haklarını
kısıtlayıcı
mahiyette
görülmektedir.
Diğer
maddelerde genel olarak bahsedilen, uluslararası suyollarının yönetimi ile ilgili
hususlar,
bu
paragrafının
maddelerde
(a)
bendi,
detaylandırılmıştır.
memba
ülkelerinin
Özelliklede
26.
maddenin
hükümranlık
haklarını
2.
ortadan
kaldırarak, bir karşılık talep etmeksizin, kuraklık ve taşkın gibi doğal olaylar
karşısında mansap ülkeleri lehine tedbirler almaya zorlamaktadır. Bu üç madde ile
mevcut ve mutasavver tüm tesislerin ele alınması, işletilmesi ve bakımı, sıkı bir
şekilde kontrol altına alınarak hareket serbestîsi engellenmiştir
Madde 27: Zararın aza indirilmesi ve önlenmesi.
Adi’leri tek tek ya da birlikte ister doğal nedenlerden isterse insan-yönetiminden
kaynaklansın, sel, buzlanma, suda oluşan hastalıklar, balçık/kum vs. yığılması,
erozyon, tuzlu su karışması, kuraklık gibi diğer AD'lerini olumsuz etkileyecek
durumlarda oluşan zararı önlemek ya da azaltmak için tüm uygun önlemleri
alacaklardır”.
Madde 27: Bu maddede öngörülen tedbirlerin alınması için gerekli harcamaların ne
şekilde karşılanacağı belirtilmemiştir, "mitigate conditon" ifadesinden sonra "…in
an international vvatercourse" ifadesinin eklenmesinde yarar görülmektedir.
Madde 28: Acil.
1. Bu maddede "acil"in anlamı; AD’ye ciddi tehdit oluşturan ve ansızın sel, çığ,
toprak kayması deprem gibi doğal nedenlerle ya da endüstriyel kazalar gibi
189
insandan kaynaklanan nedenlerle hasar yaratan durumlar.
2. Bir AD, kendi toprakları üzerinde ortaya çıkan herhangi bir acil durumla ilgili
olarak gecikmeden ve mümkün olan en süratli iletişim aracı yardımı ile potansiyel
olarak etkilenmesi mümkün diğer devletleri ve yetkin uluslararası organizasyonları
uyarır
3. Derhal onlarla iş birliği içinde, bu acil durumun neden olabileceği, zararlı
etkileri önlemek, azaltmak ve elimine etmek üzere, gereken tüm pratik tedbirleri
alır.
4. Gerekirse bu tür acil durumlarla başa çıkmak üzere birlikte, projeler geliştirilir”.
Birinci paragrafta, tanımlarda verilen "watercourse state" kapsamı dışında kalan
ülkelerin de taraf olmasını önlemek üzere,
"…means a situation”
ifadesinden
sonra "in an international watercourse" ifadesinin eklenmesi uygun görülmektedir.
Ayrıca
“other states" ifadesinin çıkarılması, ihtilaf halinde taraf olan ülke sayısını
azaltmak ve ülkemiz açısından özellikle Dicle ve Fırat nehirleri dikkate alındığında
acil durumlarda da olsa körfez ülkelerini de soruna taraf yapmamak açısından
uygun görülmektedir. Aynı paragrafın sonunda "landslides or earthquakes”
ifadesinden sonra gelen "…or from industrial accidents" ifadesinin çıkarılması, söz
konusu hususların çevre ile ilgili birçok anlaşmada yer alması ve acil durumların,
taşkın, buz parçalanması, heyelan veya depremle sınırlı tutulması bakımından
uygun görülmektedir.
Madde 33: AD’leri arasında uygulanabilir bir anlaşma olmaması halinde; mevcut
maddelerin uygulanması, yorumlanması ya da neyin doğru olduğuna dair bir akarsu
anlaşmazlığı, aşağıdaki koşullara göre çözümlenir:
a) Eğer böyle bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa ilgili devletler kendi kurdukları uygun
herhangi bir müşterek akarsu kurumunu devreye sokarak adil bir çözüm bulmak
üzere derhal görüşme ve müzakerelere başlarlar.
b) Eğer görüşme talebinin üzerinden altı ay geçtiği halde ilgili devletler
müzakereler yoluyla anlaşmazlığı çözemezlerse içlerinden birinin isteği üzerine
tarafsız soruşturma ya da eğer ilgili devletler anlaşırsa ara buluculuk ya da
uzlaştırıcılık formülleri devreye sokulur.
i. Tersi bir karar alınmadığı sürece; ilgili devletlerin atadığı bir üye ve ayrıca ilgili
devletlerden herhangi birinin milliyetinden olmayan ve atanmış üyelerce seçilen bir
başkandan oluşan bir soruşturma komisyonu kurulur.
ii. Eğer komisyonun oluşturması talebinden sonraki dört ay içinde devletlerin
görevlendirdiği üyeler bir başkan üzerinde anlaşamazlar ise, ilgili devletlerinden
190
herhangi
biri,
Birleşmiş
Milletler
Genel
Sekreteri’nden
başkanı
atamasını
isteyebilir. Eğer devletlerden biri (b) paragrafı uyarınca istek tarihinden itibaren 4
ay içinde üye atamazsa, ilgili devletlerden herhangi biri Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri’nden, ilgili devletlerden biri ile aynı milliyetten olmamak koşulu ile tek
üyeden oluşan bir komisyon oluşturmasını isteyebilir.
iii. Komisyon uygulayacağı prosedüre kendisi karar verir.
iv. İlgili devletler, komisyonun isteyebileceği bilgiyi sağlamakla ve talep etmesi
halinde komisyona, araştırması ile ilgili olarak herhangi bir yapı, mekanizma,
teçhizat ya da doğal özelliği incelemek üzere kendi topraklarına girme izni
vermekle yükümlüdürler.
v. Komisyon bir üyeden oluşmadığı sürece, raporunu çoğunluğun oyuna sunar;
bulgularını nedenleriyle birlikte ve uygun gördüğü önerilerle birlikte ilgili
devletlere sunar.
vi. Komisyon’un harcamaları ilgili devletler tarafından eşit olarak paylaşılır.
c)
Eğer
soruşturma
'ara
buluculuk'
uzlaştırmamın
ilk
talep
edildiği
tarihten sonra 12 ay içinde ya da komisyon kurulduktan sonra komisyondan
bir
rapor
geldikten
sonra
6
ay
içinde
ilgili
devletler
anlaşmazlıklarını
gideremezlerse, soruna uzlaşma ya da hukuk yolu ile çözüm arayabilirler".
Bu maddeye kadar, uluslararası bir suyolunda yer alan ülkeler "watercourse state"
olarak tanımlanmış iken, bu maddede, Madde 28’e dayanarak, anlaşmazlıkların
çözümünde ilgili ülke "states concerned" ifadesi kullanılmıştır.
Bu husus anlaşmazlıklarda taraf olan ülke sayısını artırmaktadır. Sadece acil
durumla ilgili Madde 28’de belirtilen "other states" ifadesinin kaldırılması ile bu
maddedeki sakıncalar da ortadan kaldırılmış olacaktır.
Hazırlanan convantion taslağı konuyu "çerçeve düzenleme" olarak ele almaktan
uzak bir özellik göstermektedir. Mansap ülkelerinin menfaatlerini korumaya
yönelik olduğu ve dolayısıyla da Türkiye'nin yararına bir düzenleme olmadığı
açıktır. Öte yandan bu konvansiyonun Birleşmiş Milletler’ce kabulünden ve
uygulamaya geçilmesinden önce Dicle ve Fırat üzerinde yer alan projelerin bir an
önce gerçekleştirilmesinde büyük yarar olduğu inancındayız,
191
DİPNOTLAR
(l) Özdemir ÖZBAY
1995
yılı
Sulama
Etkinlikleri,
Tarımda
Su
Yönetimi
ve
Çiftçi
Katılımı
Sempozyumu "Ülkemizde Su ve Toprak Kaynaklarının Kullanımı ve Korunmasında
Mevcut Yasal Durum" TMMOB-Ziraat Mühendisleri Odası Yayını Haziran, 1995,
Ankara.
(2) Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı
Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu Sempozyumu
TESAV Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, 1994, Ankara.
(3) Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı a.g.e.
(4) Kamuran Günün
Anlaşmalar ve Su Hakları (Makale)
(5) Özden Bilen
Ortadoğu Ülkelerinde Su Sorunu Sempozyumu
TESAV Toplumsal, Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı 1994 Ankara.
(6) Dr. Neşet Akmandor
Kuzey - Güney Anadolu Su Kaynakları,
İlgili Projeler- Sorunları ve Bölge
Ekonomisine Etkileri
İntes-İşveren Dergisi Ocak - Şubat–1996, sayı 34, Ankara.
(7)
M. Recai Kutan
10.4.1996 günü, Gensoru Görüşmelerinde yaptığı konuşma, TBMM Tutanak
192
Dergisi, 35. Birleşim
(8) FOREIGN SCOUTING SERVICE/NEAR EST- Syriya –April 1996
Petroconsultant s.s.a (international Energy Services Geneva - SWITZERLAND 1
(9) Prof. Dr. Coşkun Üçok
Siyasi Tarih Dersleri, 1951, Ankara.
(10) Maddeler tasarısına ilişkin olarak Dışişleri Bakanlığı’na gönderilen 5
Ocak 1996 tarihli DSİ Genel Müdürlüğü Görüşü.
(11) UNITED NATIONS; (Draft Artıcles on The Law of the Non - Navigational
Uses of International Watercourses Adopted on Second Reading By (The
International Law Commissıon at its Forty Sixth Session) 2 May – 22 July 1994.
193
2. Sınıraşan Sularımız
2.1 Genel Değerlendirme
Türkiye hidrolojik olarak 26 havzaya ayrılmış olup, bu havzalardan beş tanesi sınıraşan sular
kapsamında yer almaktadır.
— Meriç-Ergene Havzası
— Asi Havzası
— Çoruh Havzası
— Aras Havzası
— Dicle Fırat Havzası
Bu havzaların Türkiye topraklarından kaynaklanan yıllık ortalama su potansiyelleri; MeriçErgene Havzası 1, 33 milyar/m3, Asi Havzası 1,17 milyar m3, Çoruh Havzası 6,30 milyar m,
Aras Havzası 4,63 milyar m3, Dicle Havzası 21,33 milyar/m3, Fırat Havzası 31,61 milyar m3
olmak üzere toplam 66,37 miyar/m3 olmaktadır. Bu miktar Türkiye'nin toplam brüt su
potansiyeli olan 186 milyar m3'ün yaklaşık %36’sına tekabül etmektedir. Dicle ve Fırat
nehirlerinin ülkemizden kaynaklanan su potansiyeli 52,940 milyar m3 olup, ülkemiz akış
potansiyelinin %28,5'ine; Şattül Arap'taki toplam akış potansiyeli olan 85,610 milyar m3'ün de
%62'sine karşılık gelmektedir.
Buradan da görüldüğü gibi sınıraşan sular ülkemizin yer aldığı coğrafi bölgenin jeo-politik
durumu da göz önünde bulundurulduğunda çok büyük bir önem arz etmektedir.
Türkiye, Dicle ve Fırat nehirleri ile Çoruh ve Aras nehirlerinde memba ülke, Meriç Nehri’nde
mansap ülke konumunda, Asi Nehri’nde ise memba ve büyük oranda da mansap ülke
konumundadır. Memba-mansap ilişkileri ve su potansiyeli dikkate alındığında Türkiye'nin
genelde bir memba ülke olduğu görülmektedir.
194
2.2 Dicle ve Fırat Havzası
Dicle ve Fırat nehirleri su potansiyelinden yararlanma imkânları ve ilgili ülkelerle bu
bağlamdaki ilişkilerin gözden geçirilmesi ve ülkemizin anılan akarsular üzerinde hak ve
menfaatlerinin korunması hususundaki temel yaklaşımları, prensipleri ve uygulama esaslarını
içerecek ulusal politikanın kaydedilen gelişmeler ışığında güncelleştirilmesi gerekmektedir.
Akarsular üzerinde yapılan depolama tesislerinde rezervuar hacimleri, genel kriter olarak tesisin
yapıldığı kesitteki akarsu uzun yıllar akımlarının ortalamasının 1,5 ila 2,5 katı arasında olması
gerekirken (topografik ve teknik zorunluluk nedeniyle, GAP kapsamında Fırat Nehri üzerinde
inşa edilen Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları ile ana tesis durumundaki Keban
Barajı rezervuarları aktif hacimlerinin toplamı 31,69 milyar m3 olarak projelendirilmiştir. Bu
miktarın içinde Birecik ile Karkamış barajları rezervuar hacimlerinin toplamı %1 oranına
karşılık gelen 0,75 milyon m3'dür. Buna rağmen, söz konusu tesislerin yıllar aşırı düzenleme
yapması öngörülen ana amaçlarına paralel olarak, projelendirme kriterleri çerçevesinde
belirlenen işletme politikalarına göre işletilmeleri halinde, karşılaşılacak kurak periyotlarda
öngörülen ihtiyaçları karşılamaları mümkün görülmektedir. Ancak ülkemizin ihtiyaçları ve
mansaba bırakılması gereken akımlara bağlı olarak söz konusu tesislerin işletilmeleri nedeniyle,
çok kritik periyotlarda yetersizliklerin gözlenmesinin doğal bir sonuç olduğu hususu gözden
uzak tutulmamalıdır.
2.2.1 Hidrolojik Havza Boyutu
Dicle ve Fırat nehirleri hidrolojik olarak, aynı havzada yer alan iki önemli sınıraşan akarsudur.
Dicle ve Fırat nehirleri, Türkiye topraklarında doğup ülkemizin Doğu Anadolu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerine ilaveten Suriye, Irak ve bir kısım İran arazisini drene ederek Irak
topraklarında birleştikten sonra Şat-tül Arap adlı nehri oluşturarak 180 km kat ettikten sonra
Basra Körfezi’ne dökülen bölgesel ölçekte iki önemli akarsudur. Hidrolojik olarak tek bir nehir
havzasının iki önemli akarsuyu olan bu nehirlerin kendi alt havzaları içerisinde, Türkiye'yi terk
eden ana kolları yanında müstakilen sınırlarımızı aşıp Irak ve Suriye'ye giren yan kol
hüviyetindeki başka akarsular da bulunmaktadır. Irak tarafından taşkın önlemek amacı ile Dicle
sularını, iki akarsu arasında yer alan tartar çöküntü çukuruna ve buradan da Fırat Nehri’ne derive
eden bir kanal sistemi oluşturulmuştur. Diğer bir deyişle yapay olarak bu iki akarsu halen
işletmede olan bir kanal sistemi ile birleştirilmiştir.
195
Dicle Nehri, Elazığ yakınlarından doğar, Irak'ta Fırat Nehri ile birleşinceye kadar yaklaşık 1 660
km yol alır. Dicle Nehri Irak'a girmeden önce 35 km Türkiye-Suriye sınırını oluşturur.
Türkiye'den doğan Büyük Zap Suyu, Irak'ta Zagros Dağları’ndan doğan Küçük Zap, Adheim ve
Diyala gibi önemli kolları aldıktan sonra Fırat Nehri ile birleşir. Dicle Nehri akımlarına
Suriye'nin hiçbir katkısı yoktur. Ayrıca Irak'taki suların bir kısmı Zagros Dağları’nın İran
topraklarında kalan kesiminden gelmektedir. Türkiye'nin, Dicle Nehri üzerinde halen işletmede
olan Devegeçidi Barajı ile inşaatları tamamlanan Batman, Kralkızı ve Dicle barajları yer
almaktadır. Irak'ta ise ana kol üzerinde işletmede olan Saddam (Musul) Barajı ile yan kollar
üzerinde inşa halinde Bekme Barajı (Körfez Savaşı sonrası inşaatı durmuştur) ile işletmede olan
Dokan, Derbendikan ve Hamrin barajları bulunmaktadır.
Fırat Nehri, Erzurum yakınlarından doğar ve Irak'ta Dicle ile birleşinceye kadar yaklaşık 3 bin
km yol alır. Fırat Nehri Türkiye'yi terk ettikten sonra Suriye ve Irak'ı kat ederek Irak'ta Dicle
Nehri ile birleşir. Fırat Nehri akımlarına Irak'ın hiç bir katkısı yoktur. Fırat Nehri ana kolu
üzerinde Türkiye'de işletmede olan Keban, Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajları
bulunmaktadır. Suriye'nin Fırat Nehri üzerinde işletmede olan Tabka, Al Baas barajları ile
Teşrin Barajı bulunmaktadır. Irak'ta ise halen işletmede olan Kadisiye Barajı ile Habbaniye
rezervuarı yer almaktadır.
•
Dicle-Fırat Havzası’nın Şat-tül Arap kesiminde İran topraklarından gelen katkı ihmal
edilmek suretiyle, tüm hidrolojik havzanın su potansiyeline üç ülkenin topraklarından gelen
katkıların dağılımı aşağıdaki şekilde olmaktadır.
94
62
Her iki nehrin Şat-tül Arap'a irtibatlandıkları noktadaki 85,61 milyar m3'lük potansiyel
•
içindeki payları (Dicle: 50,00/85,61 = %58; Fırat: 35,61/85,61 = %42) dikkate alındığında,
Dicle'nin daha büyük su potansiyeline sahip bir nehir olduğu ortaya çıkmaktadır.
2.2.2 Teknik değerlendirme
ƒ
Dicle-Fırat Havzası’nın yukarı havzasını teşkil eden ve genellikle dağlık arazilerden
oluşan havzanın Türkiye bölümü, alan olarak ülkemiz topraklarının yaklaşık beşte birini teşkil
eder. Bu alana düşen yağmur ve kar şeklindeki yağışlardan oluşan akışlar ise, tüm ülkenin yıllık
akış potansiyelinin %28,5'ini temsil eder. Ortalama akış baz alındığında, doğal koşullarda yıl
içinde ortalamanın onda biri ile on katı olabilen ekstrem akışlar, yıllar arasında da ortalamanın
yarısı ile iki katı arasında değişim gösterebilmektedir. Yıl içinde ve yıllar arasında zamansal
olarak düzensizlik arz eden akışlar, doğal koşullarda önemli taşkın zararlarına yol açtıkları gibi,
196
bu akışlardan çeşitli amaçlar doğrultusunda yararlanılması son derecede kısıtlı olabilmektedir.
ƒ
Dicle ve Fırat nehirleri akımları çok düzensizdir ve yıllar arasında olduğu gibi yılı
içerisinde aylar arasında da büyük farklılıklar gösterir. Türkiye sınırındaki akım gözlem
istasyonunda yıllık ortalama akım 1961 yılında 14,9 milyar m3'e ölçü1müş iken, 1988 yılında 58
milyar m3'e çıkmıştır. Ölçülen akımlar arasında 150 m3 /s ile 7 156 m3 /s gibi büyük farklılıklar
vardır. Aynı düzensizlik Dicle Nehri için de geçerlidir. Keban Barajı’nın yapımından önce
Suriye ve Irak'ta 1959, 1961 ve 1973 yıllarında kuraklık, 1969 ve 1988 yıllarında ise taşkın
yaşanmıştır. Keban Barajı’nın yapımından sonra 1988 yılında meydana gelen taşkın mansapta
hissedilmemiştir.
Akarsuların rejimlerindeki düzensizlik, kurak dönemlerdeki su eksikliği, ıslak dönemlerdeki
taşkınlar ve bu olumsuzlukların önlenmesi için alınan tedbirlerin maliyeti havzada yer alan ve
bunlardan yararlanan ülkelerce paylaşılması hakça ve makul bir çözüm olarak görülmelidir.
Halihazırda, Türkiye tarafından inşaatı tamamlanan barajlar vasıtası ile sağlanan regülasyon
sayesinde, mansapta yer alan v ülkelere düzenli su bırakılmaktadır. Dicle Nehri akımları da,
Fırat Nehri’ne benzer “V” şekilde, ana kolda 1973 yılında 8,8 milyar m3'e düşmüş iken, 1969
yılında 34,0 milyar m3'e çıkarak ortalama akımın arısı ile iki katı arasında değişmiştir. Bu nehirde
minimum debi 75 m3/s olarak gözlenmiştir.
Özet olarak, yıllık ortalama akım potansiyelleri itibariyle, Dicle Nehri; 21,33 milyar m3’ü
Türkiye'den ve 28,67 milyar m3’ü Irak'tan olmak üzere toplam 50 milyar m3, Fırat Nehri 31,61
milyar m3’ü Türkiye'den ve 4 milyar m3'ü Suriye'den olmak üzere toplam 35,61 milyar m3'tür.
Bu durumda, Dicle-Fırat Havzası toplam akım potansiyeli 85,610 milyar m3 olmaktadır. Bu
miktarın %62'si Türkiye'de, %5'i Suriye'de ve %33'ü Irak'ta meydana gelen akımlardan
oluşmaktadır.
•
Su potansiyelini oluşturan akışlardan kaynaklanabilecek zararların önlenmesi ve bu
potansiyelin çeşitli sosyo-ekonomik ihtiyaçların güvenli bir şekilde karşılanması için
ekonomik limitler dâhilinde belli ölçülerde tahsisi, akış rejimini düzenleyici fonksiyonları
olan depolama tesislerinin yapımını teknik olarak zorunlu kılmaktadır.
•
Dicle-Fırat Havzası’na bölgesel ölçekte bakıldığında, baraj olarak tanımlanan depolama
tesislerinin yapımını mümkün kılacak en uygun topografik imkânlar Türkiye topraklarında
yer almaktadır.
•
Baraj gölleri yüzeylerinde buharlaşmalardan kaynaklanan su kayıpları, diğer havza
197
ülkelerine kıyasla iklim koşulları itibariyle Türkiye coğrafyasında en alt düzeyde
oluşmaktadır.
•
Türkiye'deki barajların mevcut olmaması halinde, diğer havza ülkelerinin, akarsuların
zararlarını önleme ve su potansiyelinden yararlanma imkânı, bu ülkelere yapılabilecek tesislerin
fiziki limitleri nedeniyle, özellikle Fırat Nehri için çok düşük düzeyde kalmak durumundadır.
2.2.3 Sosyo - Ekonomik Değerlendirme
•
Doğal su kaynağı potansiyelinin mevcudiyeti ve bu kaynağın teknik çözümler sağlanarak
belli amaçlara yönelik olarak değerlendirme imkânlarının yaratılması, stratejik amaçların
gözetilmediği durumlarda, ancak ekonomik kriterlere uygun yatırımlar yapıldığı takdirde
toplumsal menfaatlere hizmet edebilmektedir. Bu bağlamda, Dicle-Fırat Havzası su
potansiyelinin Türkiye tasarrufunda olan bölümü, taşkın koruma, sulama, hidroelektrik
enerji üretimi, içme-kullanma, sanayi suyu temini ve rekreasyon gibi ülke ölçeğinde önemi
olan sosyo-ekonomik faydalar yaratma imkanı sunmaktadır. Ancak, Suriye ve Irak'ta
özellikle sulama amaçlı su kullanımının genellikle düşük toprak kaliteli ve ıslaha muhtaç
arazilere yöneleceği ve iklimsel koşullar nedeniyle yüksek su ihtiyaçları gerektireceği göz
önüne alındığında, ekonomik anlamca savunulabilir olmadığı değerlendirilmektedir.
•
Sınırlı su kaynağının değişik amaçlı kullanımlara en uygun şekilde tahsis edilmesini
sağlayan proje optimizasyonu yaklaşımına yer verilmesi, havza genelinde su kullanımı
dengelerinin kurulabilmesi için gerekli görülmektedir. Bu yöntem uygulanırken ilgili
yatırımların gelir ve giderlerinin parasal boyutları kıyaslamalı olarak göz önünde
tutulmaktadır. Ancak, su kullanımları içinde su tüketimlerinin %90'ını oluşturan sulama
amacının, gıda temininde güvenirlik yaratan stratejik boyutu yanında, parasal olarak
ölçülemeyen istihdam faydası yaratması, yalnızca teknik ve ekonomik boyutlu
optimizasyonun tartışmasız kabul gören objektif sonuçlar üretebilmesini mümkün
kılmamaktadır.
•
Ülke elektrik enerjisi ihtiyaçlarının karşılanmasında diğer kaynaklar arasındaki arz payı,
ulusal kaynak olma özelliği çevresel yönden göreceli üstünlüğü ve pik güç teminindeki
avantajları itibariyle hidroelektrik enerji üretimi önemli bir yere sahip bulunmaktadır.
Hidroelektrik enerji potansiyelimiz içinde %28,5 paya sahip Dicle-Fırat Havzası
hidroelektrik enerji üretiminin gerçekleştirilmesini sağlayacak depolama tesisleri vasıtasıyla,
havza akarsuları rejimlerinin büyük ölçüde düzenlenmesi de sağlanmış olacaktır.
198
•
Su kullanımları içinde tüketim yönünden düşük mertebede bir yer işgal etmesine rağmen,
içme suyu amacı su kalitesi yönünden önem taşımaktadır. Dicle ve Fırat nehirleri ana kolları
ve önemli yan kollarındaki su kalitesi hâlihazırda düşük bir arıtma maliyetiyle içme suyu
temini için kullanılabilecek bir durum arz etmektedir. Ancak, havzadaki değişik ölçekli
yerleşimlerin nüfus artışlarına, sulamaların ve sanayileşmenin gelişmesine paralel olarak,
atık su deşarjlarının ana tahliye hüviyetindeki akarsuların su kalitelerinde tedrici bozulmalar
olabilecektir. Çeşitli mülahazalarla ileride de su kalitelerinin belli bir düzeyde tutulması arzu
edildiği takdirde, atık su deşarj standartlarının iyileştirilmesini sağlayacak arıtma
işlemlerinin mali külfetinin üstlenilmesi gerekli olacak ve bu husus giderek önemini arttıran
bir ekonomik boyut haline gelebilecektir.
Dicle alt havzasında 6'sı tamamen, 1'i kısmen olmak üzere 7 il; Fırat alt havzasında 10'u
tamamen, 4'ü kısmen olmak üzere 14 il ve havza genelinde 16'sı tamamen 5'i kısmen olmak
üzere 21 il yer almaktadır. Bu illere ait yerleşimlerin nüfusu, Dicle alt havzasında 2,9 milyon;
Fırat alt havzasında 7,6 milyon olmak üzere, toplam olarak 10,5 milyonu bulmakta ve Türkiye
nüfusunun %17'sine karşılık gelmektedir. Bu nüfusun yaklaşık 4 milyonu Diyarbakır, Şanlıurfa
ve Gaziantep şehirlerinde yerleşik bulunmaktadır. Havza nüfusunun geçim kaynağı, kırsal
bölgede yaşayan kesim için genellikle hayvancılık olmak üzere tarımsal faaliyetler olmaktadır.
Havzanın ekonomik faaliyet biçiminin sosyal olarak bir ileri sosyal aşamayı teşkil eden modern
sulu tarıma, bilahare tarıma dayalı sanayiye yönlendirilmesi için sulama yatırımları büyük önem
arz etmektedir. Bu yatırımların gerçekleştirilmesi ile havzadaki sosyo-ekonomik yapı üzerinde
önemli katkılar sağlanması beklenmektedir.
2.3 Dicle ve Fırat Suları Antlaşmaları
2.3.1 1946 Antlaşması
Ankara’da 29 Mart 1946 tarihinde, Türkiye ve Irak hükümetlerinin yetkili temsilcileri arasında
imzalanarak 5 Eylül 1947 tarihinde 5130 sayılı kanun ile TBMM tarafından kabul edilen
"Türkiye ile Irak arasında Dostluk ve İyi Komşuluk Antlaşması" ve DSİ faaliyetlerini
ilgilendiren 1 No’lu Ek Protokolu, Antlaşma’nın 7. maddesi uyarınca onama belgelerinin 10
Mayıs 1948 tarihinde Bağdat'ta teati edilmesinden sonra yürürlüğe girmiştir.
15 Eylü1 1949 tarihi itibariyle yürürlüğe giren ve BM arşivinde kayda alınan antlaşma,
İngilizce metninden yapılan tercümesine dayanılarak değerlendirilmiştir:
• Protokolün en önemli yönü, Türkiye tarafından sınıraşan sularla ilgili olarak bugüne kadar
199
kullanılan argümanlar içerisinde yer verilen "Dicle-Fırat Havzası’nda su kaynaklarından
istifade edilebilmesi için barajların yapılmasının zorunlu olduğu ve baraj yapımı için
havzadaki en uygun fiziki koşulların Türkiye toprakları içerisinde bulunduğu" gerçeğini
teyit etmesidir. Bu husus, protokol ile tanımlanan ikili iş birliğinin ana temasını
oluşturmaktadır.
• Kendi içinde tutarlı bir mantığı ve terminolojisi olan Protokol, Dicle ve Fırat nehirleri ile
ilgili Irak menfaatlerini gözeterek Irak tarafından finanse edilmek kaydıyla Türkiye'de inşa
edilecek tesisleri esas almakla birlikte, söz konusu tesislerden Türkiye'nin de
faydalanmasını sağlayacak şekilde (Madde 4) düzenlenmiştir. Bu nedenle, iyi niyet ve iş
birliği anlayışıyla hayata geçirildiği takdirde, bölgesel iş birliği bağlamında örnek belge
olabilecek bir nitelik taşımaktadır.
• Hâlihazır şartlarda Fırat Nehri developmanı sonucu oluşan ve özellikle mutasavver Dicle
Nehri developmanı (Ilısu Barajı ve diğerleri) sonucunda ileride oluşacak olan düzenli akım
rejimi göz önüne alındığında, söz konusu protokoldeki anlayışa göre Irak'ın Türkiye
topraklarındaki ilgili tesislerin yatırımlarına en azından kısmen iştirak etmesi gerekli
olmaktadır. Anılan ülke tarafından böyle bir yaklaşımın siyasi bir antlaşma bazında teyit
edilmiş olmasının ise, kendi yararına olan bir icraatın antlaşmayla öngörülmüş maddi
külfetinden kurtulmak amacıyla, Irak'ın konuyla ilgili olarak yakın geçmişte tamamen karşıt
bir tutum izlemesinin temel nedenlerinden birini oluşturmuş olabilir.
Türkiye'nin Dicle ve Fırat üzerinde kendi ihtiyaçları doğrultusunda yapacağı benzer amaçlı
faaliyetlere ilişkin planları konusunda Irak'ı bilgilendirmesi Madde 5'te öngörülmektedir.
Ancak, bu bilgilendirme mükellefiyeti, iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde söz konusu
tesislerden Irak'ın da yararlanabilmesini teminen öngörülmekte, ilgili tesislerden
kaynaklanabilecek zararlı etkiler hususunda önceden uyarı yapılması ve/veya anılan ülkeden
bu tesislerin gerçekleştirilmesi için olumlu görüş alınması gibi bir amaca yönelik değildir.
2.3.2 1987 Protokolü
17 Temmuz 1987 tarihinde imzalanan "Türkiye-Suriye Ekonomik İş Birliği Protokolü"
kapsamında "su" başlığı altında yer alan 6. maddede "Atatürk Barajı rezervuarının doldurulması
sırasında ve Fırat sularının üç kıyıdaş ülke arasında nihai tahsisine kadar, Türk tarafı, TürkiyeSuriye sınırından yıllık ortalama olarak 500 m3/s'den fazla su bırakmayı kabul eder ve aylık
akışın 500 m3/s'lik düzeyin altına düştüğü durumlarda farkın müteakip ayda kapatılmasını kabul
200
eder” şeklinde bir hüküm yer almıştır. Bu hüküm değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlar elde
edilmektedir:
• 500 m3/s'lik debi, sadece asgari koşul olarak değil, yıllık ortalama debinin bu miktardan
büyük olması gerektiği vurgulanarak kaydedilmiştir. Bu koşul, aylık ortalamanın müteakip
ay telafisi taahhüdü ile kuvvetlendirilmiş ve Fırat Nehri ana kolu doğal potansiyelinin
yaklaşık yarısı "matematiksel bölüşüm" ilkesine uygun kabul edilebilecek bir anlayışla
mansap ülkelerine zımnen tahsis edilmiştir. Bu tahsis, yıllık toplam su hacmi olarak doğal
hidrolojik koşullar ve Türkiye'deki barajların tüzük kabiliyetleri bağlamında Fırat Nehri
doğal su potansiyelinin %60'ından fazlasına tekabül etmektedir,
• Türkiye'deki barajların mevcut olmadığı doğal rejim koşullarında debisi 150 m Is'ye kadar
inen bir akarsuya 500 m/s'den fazla bir ortalama debinin düzenli bir şekilde intikal
ettirilmesi suretiyle, Suriye'deki hidroelektrik santrallerde ekonomik boyutu itibariyle
değerli olan güvenilir enerji üretimi yanında, Suriye ve/veya Irak topraklarında sulama ve
diğer amaçlara yönelik güvenli tahsisler yapabilme imkânı yaratılmıştır. Yaratılan bu
imkânlar, anılan ülkelerin Türkiye'deki barajlara herhangi bir maddi· katkıları söz konusu
olmadığından karşılıksız olarak sağlanmış olağanüstü bir ekonomik avantaj anlamına
gelmektedir.
500 m3/s koşulu 1987 yılından itibaren Türkiye tarafından kesintisiz yerine getirilerek, bir
anlamda asgari debinin bir müktesep hak olarak oluşması sağlanmıştır.
Ancak, bazı teknik çözümler yaratılamadığı takdirde, Fırat Havzası’ndaki su kullanımlarının
artışına paralel olarak 2020'li yıllarda bu taahhüdün yerine getirilme imkânı tedricen
zorlaşacak ve 2020'li yılların sonunda ulaşılabilecek nihai gelişme durumunda mümkün
olamayacaktır.
Türkiye bu konuda çok önemli bir adım atarak kendi üzerine düşeni yapmıştır. Suyun daha
verimli kullanılabilmesi için GAP kapsamında geliştirilen tüm açık kanallı sulama
projelerini basınçlı ileri sulama teknikleri kullanan projelere dönüştürmüştür.
Protokolün "Su" başlığı altındaki 9. maddesinde "Taraflar, iki ülke uzmanlarının iş birliği
ile projelerin teknik ve ekonomik fizibilite çalışmalarının yürütülmesi sağlanarak, her
iki ülkenin topraklarında Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde sulama ve enerji üretimi
için ortak projeler inşa etmeyi ve işletmeyi prensip olarak kabul etmişlerdir” şeklinde
ifade edilen diğer bir hüküm yer almakla birlikte, bugüne kadar Türkiye ve Suriye arasında
bu doğrultuda bir iş birliği gerçekleştirmenin koşulları oluşturulamamıştır.
201
• Bölgede karşılıklı iyi niyet ve somut projelerle ilerleme ortamının yaratılabilmesi
durumunda, bundan sonra yapılacak görüşmelerde üç aşamalı planın geliştirilecek yeni
yöntemlerle ikamesi söz konusu edilebilir. Ancak bu sürecin başlaması bu konudaki güven
arttırıcı adımların somut olarak atılabilmesine ve ilerlemenin başlamasına bağlı olacaktır.
•
Su kaynakları projelerinde Türkiye ve Suriye ile Irak'ta yeni teknolojilerin uygulanması ile
tasarruflu kullanım sonucunda elde edilecek su miktarının ülkemiz ve Suriye ile Irak'ın
olabilecek yeni ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılması mümkün olabilecektir.
•
Fırat Nehri’nden Türkiye sınırında en kurak periyotla dahi 500 m3/s su verilmesi durumu
için Fırat Nehri akımları tüm havza developmanı için yeterli olmayabilecektir. Fırat Nehri
doğal akım şartlarında ve havza developmanı gerçekleşmeden sınırdan geçen akımın 156
m3/s olarak gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda ülkemizdeki depolama tesislerinin
mansaba ne denli yarar sağladığı ortaya çıkmaktadır.
•
Havzadaki su kalitesi ile ilgili çeşitli çalışmalarda bugünkü şartlarda Şat-tül Arap’ta su
kalitesi ve tuzluluk oranının oldukça yüksek olduğu belirtilmektedir. Havzada depolama
tesislerinin olmaması durumunda akımların minimum olduğu periyotlarda bu oran oldukça
yüksek miktarlarda meydana gelmektedir.
•
Dicle-Fırat Havzası’nda geliştirmekte olduğumuz projelerde, su tasarrufu sağlanması ve
sulamalardan dönen suların asgari düzeye indirilmesi amacıyla, basınçlı sistemler tercih
edilmektedir. Havzadaki yerleşimlerden meydana gelen atık suların yörenin sosyoekonomik yapısına bağlı olarak arıtılması sonucunda, su kalitesinin en az seviyede
değişmesi sağlanabilecektir.
Diğer taraftan, havzadaki baraj rezervuar hacimlerinin büyüklüğü, atık maddelerin çökelmesini
ve konsantrasyonun düşmesini sağlamaktadır. Bu rezervuarlarda suyun düzenlenerek
bırakılması, nehir yataklarında düzenli ve sürekli su bulunmasına ve dolayısıyla da kirliliğe
bağlı konsantrasyonun azalmasına neden olmaktadır.
•
Su kaynakları ve projeleri geliştirilirken hidroelektrik ve tarımsal üretimler yönünden
alternatifler, yörenin sosyo-ekonomik yapısı ve mevcut üretimler ile çiftçilerin eğilimi etüt
edilerek elde edilen sonuçlar değerlendirilmekte ve pazar imkânları da araştırılarak proje
ekonomisi belirlenmektedir. Bu çalışmalar sonucunda ekonomik bulunan seçeneklerin
gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.
202
2.3.3 Ortak Teknik Komite Çalışmaları
Ortak Teknik Komite’nin Kuruluşu
Türkiye-Irak Ekonomik ve Teknik İş Birliği Karma Komisyonu'nun 1980 yılında Ankara'da
yaptığı toplantıda, özellikle Dicle ve Fırat nehirlerini kapsayan bölgesel sular konusunda en geç
üç yıl içinde görevini tamamlayarak bulgularını Bakanlar düzeyindeki siyasi platforma aktarmak
üzere, bir Ortak Teknik. Komite (OTK) kurulması hususunda mutabakat sağlanmıştır. İlk
toplantısını 1982 yılında yapan OTK'nin 1983 yılındaki üçüncü toplantısından itibaren Suriye de
toplantılara katılmaya başlamıştır. 1992 yılına kadar 16 toplantı gerçekleştiren OTK bu yıldan
itibaren toplantılarına ara vermiş bulunmaktadır. Toplantı sürecinin devam ettiği 1982–1992
yılları arasındaki on yıllık dönemde, 1988 ve 1990 yıllarında konuyla bağlantılı olarak iki kez
Üçlü Bakanlar Toplantısı gerçekleşmiştir. Bu süreçteki toplantıların yer ve zamanları ekli
tabloda verilmiştir.
•
OTK süreci boyunca görüşmelerde Türk tarafı olumlu ve iş birliğine yönelik bir
politika takip etmiştir.
Bu politikanın ana hatları şunlardır:
ο İhtiyaçlar karşılanırken su kaynağı olarak Dicle ve Fırat nehirleri birlikte
değerlendirilmelidir.
ο Dicle-Fırat
Havzası
bütününde
su
kaynağı
potansiyeli
mutabakat
sağlanarak
belirlenmelidir.
ο Su ihtiyaçları, özellikle sulama için ortak esaslar ve kriterlere göre tanımlanmalıdır.
ο Kaynak-ihtiyaç dengesi, israf veya gereksiz tahsise yol açmayacak şekilde, "optimum
kullanım" ilkesine göre kurulmalıdır.
ο Türkiye’nin politikaları uluslararası platformda, havza ülkeleri arasında bölgesel iş
birliğine Türkiye'nin olumlu baktığı izleniminin yaratılmasına yönelik dikkatli politikalar
olmasına rağmen yine de Ortadoğu’daki su vanalarını kontrol etmek isteyen güçler
tarafından yeterince desteklenmemiştir.
203
•
Suriye ve Irak'ın OTK sürecindeki politikalarının ana hatları:
Bu süreçte, Suriye ile Irak arasında yapılan bir protokol çerçevesinde Fırat akımlarının %42'sinin
Suriye ve %58'inin ise Irak tarafından kullanılması kararlaştırılmıştır.
o Dicle ve Fırat ayrı ayrı ele alınmalıdır. Özellikle Irak tarafından ileri sürüldüğü üzere
kadim sulamalar ve işletmedeki sulama projelerinin su hakları müktesep hak olarak
görülmelidir.
ο Nehirlerin toplam su potansiyeli, müktesep haklar hariç tutularak, her bir ülkenin
mutasavver projeleri için ayrı ayrı beyan edeceği ihtiyaçlar oranında "matematiksel
bölüşüm" ilkesine göre paylaşılmalıdır.
ο Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’nda yürütmekte olduğu faaliyetlerin nihai gelişme
durumuna ulaşmasından mümkün mertebede daha önce suların paylaşımı hususunda bir
anlaşma yapılması sağlanmalıdır.
ο Suriye ve Irak'ın soruna bakış tarzları, yaklaşımları ve talepleri, kendi aralarında memba
ülkesi-mansap ülkesi çelişkisi olsa dahi, ortak menfaatler ön planda tutularak Türkiye
nezdinde farklı bir görüntü vermemeye çalışılmalıdır.
ο Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’nın memba ülkesi konumunda olmasından kaynaklanan
fiziksel avantajının dengelenebilmesi için, bir taraftan OTK sürecini devam ettirmeye
çalışırken diğer taraftan sorunu uluslararası platforma taşıyarak Türkiye üzerinde dolaylı
baskı kurulmasına gayret edilmelidir.
OTK süreci, gerek Türkiye'nin amaçları itibariyle gerek Irak ve Suriye ile olan temaslarda,
gerekse uluslararası platformda belli ölçüde fonksiyonel olmuştur. Bu süreç bu dönemdeki
yatırım faaliyetlerinin gelişmelere ve günün koşullarına daha uygun düşebilecek yaklaşımlar
benimsenerek sürdürülmesi olanağını yaratmıştır. Çünkü Suriye, 12 Haziran 2005’te 1993
yılında askıya alınan üçlü görüşmelerin yeniden başlaması için çağrıda bulunmuştur.
Türkiye ise 2008 yılının başında bu görüşmelerin tekrar başlayacağına dair resmi
açıklamalar yapılmıştır. Bu konuda gelinen son aşama ise üç devletin uzmanlarının Atatürk
Barajı tesislerinde kurulacak bir Su Enstitüsü’nde bir araya gelmelerine karar verilmesidir.
204
Üç Aşamalı Plan ve Diğer Teknik Çözüm Seçenekleri
Genel Değerlendirme
Türkiye'nin OTK süreci esnasında takip ettiği politikalar doğrultusunda Irak ve Suriye'ye teklif
ettiği ortak çalışmayı temsil eden Üç Aşamalı Plan, tüm havzadaki su ve toprak kaynaklarının
tespitini, hâlihazırdaki ve gelecekteki su ihtiyaçlarının belirlenmesini ve kaynak potansiyelinin
sunabildiği imkânlar çerçevesinde her üç ülkenin ihtiyaçlarının en uygun şekilde karşılanması
için gerekli çözümlerin ortak bir anlayışla ortaya konmasını öngören bir plandır. Bu plan:
(i) hakça: her üç ülkenin kaynakları ve ihtiyaçlarını objektif olarak dikkate alması,
(ii) makul: gerektiğinde havza akarsuları arasında transferler yaparak, her üç ülkenin ihtiyaçlarını
imkânların elverdiği ölçüde karşılaması ve
(iii) uygun değer: uluslararası mühendislik esaslarına dayalı teknik ve ekonomik yapılabilirliği
olan ortak çözümler üretmeyi öngörmesi nedenleriyle, Uluslararası Su Hukuku bağlamında ilgili
kriterlere yer vermeye çalışan bir yaklaşım içerisinde oluşturulmuştur.
Üç Aşamalı Plan, OTK sürecinde Türkiye tarafından ilgili ulusal politikamız doğrultusunda
yararlı olmuş, ancak muhatap ülkelerin bu planı kendi açılarından tasvip etmeyen pozisyonlarını
değiştirme ihtimali bugün itibariyle büyük ölçüde azalmıştır. Diğer taraftan, planın Türkiye
tarafından vaz edilmiş şekliyle tamamen objektif esaslara göre uygulanması halinde, Türkiye'nin
kendi topraklarında öngörmüş olduğu havza developmanına aykırı düşmeyecek bir sonuca
ulaşılacağı hususunun önceden kesin olarak varsayılması mümkün değildir.
Ortak Teknik Çalışma Seçenekleri
• Türkiye'nin Dicle ve Fırat Havzası’nın gelişimine yönelik beklenti ve hedefleri ayrı tutularak,
komşu ülkelerle iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi doğrultusunda esas itibariyle 1987
Protokolü’nün 9. maddesi temel alınarak taraflar arasında yeni bir yaklaşımla aşağıdaki
teknik içerikli ortak çalışmalar yapılabilir.
(i) Dicle-Fırat Havzası Su Kaynaklarının (Rasyonel) Kullanımı İçin Bölgesel İş Birliği,
(ii) Sınıra şan (Bölgesel) Akarsuların (Rasyonel) Kullanımı İçin Teknik İş Birliği veya
(iii) Bölgesel Suların (Rasyonel) Kullanımı Konusunda Ortak Teknik Değerlendirme
Çalışması
Ortak teknik çalışmalar, hidrolojik gerçekleri esas alan somut bir projeye veya projelere
yönlendirilebilir. Nihai gelişme durumunda Türkiye sınırındaki ana kol potansiyelinin yalnızca
205
üçte biri tüketilerek üçte ikisi Türkiye ve Suriye tarafından kullanılmadan Irak topraklarına
geçen Dicle Nehri su kaynağının değerlendirilmesi Dicle ve Fırat'ın birlikte ele alınması ve
mansap ülkelerinin iyi niyetlerinin tespiti açısından önemli bir gösterge olacaktır. Bu durum aynı
zamanda ilerlemenin de gerçekleşebilmesi açısından önemli bir adım teşkil edebilir.
Sonuç ve Öneriler
•
Kesintiye uğramış bulunan OTK sürecinin yeniden başlatılması halinde sınıraşan sular
konusunda Türkiye'nin geçmişte başarılı bir şekilde korunmuş olan temel menfaatlerinin
geleceğe taşınmasını sağlayacak yeni yaklaşımlar bağlamında, daha önce Üç Aşamalı Plan
olarak isimlendirilen teknik kanıtla ulaşılmak istenen hedefleri, muhatap ülkelerin talepleri ile
mümkün mertebe bağdaştıran “somut projelere yönelik ortak teknik çalışmalar" adı altında
teknik düzeyde temaslar yapılabilir. Fırat Nehri’nde matematiksel bölüşüm ilkesine dolaylı
olarak uygun düşecek şekilde girilmiş olan asgari akım taahhüdü, anılan nehir üzerinde
planlanan sulama gelişimine esas itibariyle aykırı düşmektedir.
•
Kendi içinde ekonomisi kabul edilebilir limitler dâhilinde olan geliştirilmesi mümkün ortak
ve/veya tek taraflı teknik çözümler, tekil olarak veya bazı kombinasyonlar yapmak suretiyle
geliştirilerek Dicle Nehri su kaynağından daha fazla istifade imkânı yaratılabildiği takdirde,
Türkiye açısından havza projelerinin stratejik planlama kavramına daha uygun hale
getirilmesi sağlanabilir.
• OTK toplantılarının tekrar başlaması halinde taraflar arasında somut projelere yönelik
ortak teknik çalışmaların iyi niyet ortamında yürütülmesi 1987 Protokolü’nün 9.
maddesine dayandırılarak ön plana çıkarılmalıdır. Bu çerçevede doğal hidrolojik
koşulların değişkenliği ve Dicle-Fırat Havzası’nın bütünlüğünü ve temel gerçeklerini
dikkate alan bir sürece yaklaşılabilir.
• Teknik uygulamalar havza gelişimine paralel bir zamanlamayla gerçekleştirilmelidir. Bu
doğrultudaki kararlar ve uygulamalara istinaden, mansaba bırakılabilecek sular konusunda
Türkiye'nin hak ve menfaatlerine aykırı düşmeyecek bir denge kurulabileceği kanaati
oluştuğu takdirde, bir nihai anlaşma için siyasi düzeyde gerekli temaslar daha kolayca
başlatılabilecektir.
• Bir taraftan Suriye'ye Fırat Nehri’nde bırakılacak sularda 1987 Protokolü'nün öngördüğü
debi koşuluna uyulması diğer taraftan ise anılan nehir havzasındaki sulama projelerinin
206
hâlihazırda planlandığı şekilde gerçekleştirilmesi halinde, bu iki unsuru kompanse edecek
önlemler alınmadığı takdirde, havzada gelecekte ciddi işletme darboğazları ve sosyal
sorunların yaşanabileceği dikkate alınmalıdır. Bu durum makro ölçekli bazı yatırımların
kısmen atıl hale gelmesi sonucunda ulusal ekonomiyi çok olumsuz etkileyecek kayıplar
doğurabilir.
Yukarıda belirtilen hususlar çerçevesinde Dicle ve Fırat Havzası sularında temel yaklaşımdan
uzaklaşmadan yeni paylaşım seçenekleri oluşturulabilir. Bu kapsamda doğal hidrolojik şartları
göz önünde bulunduran matematiksel bölüşüm ilkesi, doğal hidrolojik koşulların değişkenliği ve
Dicle-Fırat Havzası’nın bütünlüğünü dikkate alan ve ortak projelerle desteklenen paylaşım ilkesi
ile Fırat Havzası’nın bütünlüğünü ve doğal hidrolojik koşulların değişkenliğini göz önünde tutan
yıllık toplam su miktarı üzerinden paylaşım yöntemi ayrı ayrı ele alınarak incelenebilir.
Bu yaklaşımlarda esas olarak havzada yıllara göre önemli sapmalar gösteren doğal meteorolojik
koşullara tabi hidrolojik değişkenliğin seyrine bağlı olarak akımların azalma veya artma
gösterdiği yıllardaki su miktarları konusu öne çıkmaktadır. Bu konuda komşu ülkeler arasında
objektif kriterlere göre anlaşılabilmesi önem taşıyacaktır. Bu yöntemin uygulanabilmesi için
Dicle-Fırat Havzası ana ve önemli yan kollarının doğal su potansiyelinin ve her üç ülkedeki
depolama tesislerinin işletme prensiplerinin taraflarca ortaklaşa belirlenmesi önem taşıyacaktır.
2.4 Dicle ve Fırat Havzası’nda Su ve Toprak Kaynaklarının Geliştirilmesi
•
Dicle-Fırat Havzası Dicle ve Fırat alt havzalarındaki su ve toprak kaynakları potansiyelinin
değerlendirilmesi amacıyla bugüne kadar yapılan çalışmalar kapsamında sulama, taşkın
kontrolü, hidroelektrik enerji üretimi, içme-kullanma ve sanayi suyu temini amaçlı büyük
ölçekli projeler geliştirilmiştir.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Dicle Nehri ana
kolunun tamamı ile Fırat Nehri’nin Keban Barajı mansabına içine alan coğrafi bölgede yer
alan bir projeler demetidir. Çok yönlü entegre bir proje olan GAP kapsamında; bölgede
yapımı planlanan tarım, enerji ve hizmet sektörlerindeki barajlar, hidroelektrik santraller ve
sulama tesislerinin yanı sıra kentsel ve kırsal altyapı, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık ve
konut gibi diğer sektörlerde yapımı öngörülen alt projelerin gerçekleştirilmesi amaçlanmış
bulunmaktadır.
•
Dicle-Fırat Havzası’nın Türkiye bölümündeki sosyal ve ekonomik faaliyetler nedeniyle
zaman içerisinde oluşmuş bulunan hâlihazırdaki su tüketimleri yanında özellikle sulama
207
amacıyla geliştirilen projelerin değişik amaçlı su kullanımları nedeniyle oluşan büyük ölçekli
su tüketimlerinin, Türkiye sınırından mansap ülkelerine intikal eden akarsuların potansiyeli,
rejimi, kalitesi ve akuatik ekosistemi üzerinde etkiler yapması kaçınılmaz olmaktadır.
2.4.1 Bugünkü durum
•
DSİ Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve halkın kendi imkânlarıyla
geliştirdiği sulamalar ve DSİ Genel Müdürlüğü'nce Fırat alt havzasında geliştirilen
hidroelektrik enerji projelerinin bugünkü durum itibariyle, Dicle Havzası’nda 48.410 hektarı
GAP'ta olmak üzere 64.683 hektar ve Fırat Havzası’nda 232.996 hektarı GAP'ta olmak üzere
866.691 hektar alanda sulama yapılmakta olup, toplam sulanan alan 931.374 hektardır.
Hidroelektrik potansiyel olarak Fırat Havzası’nda işletmeye açılmış olan 6.391 MW kurulu
gücündeki hidroelektrik santrallerde yılda ortalama 25.422 GWh enerji üretilmektedir. Dicle
alt havzasında hâlihazırda işletmeye açılmış hidroelektrik santral bulunmamaktadır.
•
Dicle-Fırat Havzası’nın bugünkü gelişme durumunda ağırlıklı olarak sulama, içme kullanma
suyu, sanayi suyu ve rezervuar buharlaşmaları nedeniyle oluşan net su tüketimini havza
potansiyeli ile kıyaslamalı olarak belirleyen tablo aşağıda verilmiştir.
•
Dicle alt havzasındaki sulama ve diğer amaçlı su tüketimlerinin potansiyele oranı düşük
seviyede olduğundan, sınırdaki akış potansiyeli ve rejimine önemli bir etki söz konusu
değildir. Fırat alt havzasında ise, özellikle hidroelektrik enerji amaçlı baraj işletmeleri
nedeniyle mansap ülkelerine çok önemli sosyal ve ekonomik katkılar sağlayan düzenli bir
akış rejimi oluşmuş bulunmaktadır. Bu alt havzada, en son olarak 1992 yılında işletmeye
açılan ve 1994 yılında dolum işlemi tamamlanan Atatürk Barajı devreye girdikten sonra,
1994–2001 periyodu boyunca aylık akımlarının ortalaması olan 809 m3/s'ye karşılık gelen
yıllık ortalama 25,5 milyar m3 su kesintisiz olarak Suriye'ye intikal etmiş bulunmaktadır.
2.4.2 Nihai Gelişme Durumu
•
Dicle-Fırat Havzası’nda bugünkü şartlar itibariyle geliştirilmesi öngörülen projelerin
tamamlanarak işletmeye açılacağı nihai gelişme durumundaki sulama alanları ve enerji
üretimleri ekteki tabloda verilmiştir. Su tüketimi tablosunda enerji üretimi için verilen
değerler sulamanın nihai gelişme durumundaki su temini değerlerine göre hesaplanmıştır.
Nihai gelişme durumunda, münferit projeler bazında hesaplanmış olan enerji üretim
değerlerinin Dicle-Fırat Havzası’ndaki kümülatif toplamı olan 49 973 GWh/yıl'ın özellikle
208
sulama amaçlı su tüketimleri nedeniyle %25 mertebesinde azalarak 37.478 GWh/yıl'a
düşmesi söz konusu olacaktır. Fırat alt havzasında daha önemli miktarda oluşacak olan bu
düşüş (38.004 GWh/yıl'dan 26.309 GWh/yıl'a) %29 oranını bulacaktır.
•
Haziran 2008 de açıklanan GAP Eylem Planı’ndaki 2012 hedefine rağmen proje
kapsamındaki yatırımların tamamlanıp GAP’tan planlanan geri dönüşlerin 2023 yılından
önce alınabilmesi çok zor görünmektedir. Bu zorluk finansman sürekliliği sağlansa bile,
projenin entegre bir proje olması, proje kapsamında 40 kamu kurumu ve 270 adet projenin
yer alması ve sulama yatırımlarının beklenen sosyal ve ekonomik etkilerin mühendislik
yapılarının dışında toprağın ve çiftçinin tarıma hazırlanması gibi uzun erimli çalışmalara
bağlı olması gibi sebeplerden kaynaklanacaktır.
• Yukarı havza projelerinin de kamu finansmanındaki darboğazlar nedeniyle ancak 2023
yılından sonra nihai developmana ulaşarak işletmeye açılır hale gelebileceği tahmin
edilmektedir. Bu nedenle, tüm havza bazında nihai gelişme durumu için 2040 yılının kabul
edilmesi daha uygun olacaktır.
TÜRKİYE SINIRLARI İÇİNDE
DİCLE-FIRAT HAVZASI NİHAİ GELİŞME DURUMU
Sulama alanı (ha)
Hidroelektrik enerji üretimi
Yukarı
GAP
Havza
Toplam
Güç (MW)
(GWh/yıl)
690.000
3.600
10.699
9.562
26.809
13.162
37.478
Dicle ve Kolları
650.000
Fırat ve Kolları
1.050.000 1.000.000 2.050.000
TOPLAM
•
40.000
Enerji
1 700.000 1.040.000 2.740.000
Türkiye'de bugün itibariyle Dicle-Fırat Havzası doğal potansiyelinin ancak %9'u
mertebesinde bir su tüketimi söz konusu iken, bu oran nihai developman durumunda yaklaşık
%25 mertebesine çıkabilecektir. Tüm havza potansiyelinin %62'sinin Türkiye'deki
yağışlardan oluştuğu göz önüne alındığında, Şat-tül Arap'taki doğal su potansiyelinin dörtte
birinden biraz fazla bir su miktarına karşılık gelen bu oranın üç havza ülkesinin su
kullanımları içinde makul bir tüketimi temsil ettiği görülmektedir.
209
•
Nihai developmanda Türkiye'nin Dicle-Fırat Havzası’ndaki su tüketiminin yaklaşık dörtte
üçünün Fırat alt havzasında gerçekleşmesine karşılık, Dicle alt havzası tüketimi yalnızca
dörtte bir mertebesinde olacaktır. Bunun sonucunda, Türkiye'deki doğal potansiyelleri
itibariyle, 2020'li yıllardan sonra Fırat alt havzası sularının daha büyük bir bölümü
ülkemizde tüketilip diğer bölümü Suriye'ye intikal edecek; Dicle alt havzası sularının ise
dörtte üçü mansap ülkelerine geçmiş olacaktır. Bu durum ise, Dicle ve Fırat nehirleri su
potansiyellerinden yararlanmada Fırat Nehri’nin önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
2020'lerden itibaren mansap ülkelerine intikal edecek toplam su miktarının makul kabul
edilebilecek limitler dâhilinde olmasına karşılık, özellikle Fırat ana kolunda yıllık ortalama
olarak hâlihazırda Suriye'ye intikal eden sular biraz daha azalacaktır.
Bu sular aşırı bir kurak yılda ise büyük oranda düşebilecektir
2.5 Golan Tepeleri ve Ortadoğu Su Denklemi
İsrail’in Sınırları
1960 yılında dönemin Başbakanı Golda Meir, İsrail’in sınırlarını; “İsrail'in sınırları, Yahudilerin
yaşadığı yerlerdir” sözleriyle tanımlamıştı. Bu kapsamda bölgedeki Arap ülkelerine yönelik
çeşitli askeri harekâtlar başlatan ve işgal eden İsrail’in hedeflerinden biri de Suriye toprağındaki
Golan Tepeleri olmuştur. 1.862 km2’lik bir alana yayılan Golan’ın üçte ikisi 1967 yılındaki
Arap-İsrail Savaşları’nda İsrail tarafından işgal edilmiştir.
Golan’ın İşgal Planı Eski
İsrail’in Golan'a yönelik işgalci planları oldukça eskidir. İngiltere'nin Filistin üzerindeki
denetiminin başladığı 1918 senesinde İsrail Devleti’nin kurucusu ve ilk başbakanı David Ben
Gorion, İngiliz İşçi Partisi’ne gönderdiği bir mektupta Yermuk Nehri suyunun taşıdığı önemden
dolayı, Golan’ın kendilerine verilmesini talep etmişti. Bununla birlikte Suriye'nin o dönemde
Fransa'nın sömürgesi olmasından dolayı Uluslararası Yahudi Ajansı, İngiltere Hükümeti’nden
Fransa Hükümeti’yle görüşerek, Golan Tepeleri ve dağlık Cebel'il Şeyh bölgesinin, gelecekte
kurulması planlanan, İsrail’in sınırlarına dâhil edilmesini içeren bir anlaşmayı gerçekleştirmesini
de talep etmişti. Bu dilek XX. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmediyse de, Golan’ın işgal
edilmesi hedefi gerçekleşti. İsrail ordusu 6 Temmuz 1967 tarihinde Golan bölgesinin 1200
km2’lik kısmını işgal etti.
210
Golan’n Jeostratejik Önemi ve Stratejik Derinliği
Golan Tepeleri bölgesi Suriye'nin güneyinde Gonaytareh ilinin bir bölümünü oluşturmakta ve
işgal altındaki Filistin’le yüz kilometrelik bir ortak sınıra sahip bulunmaktadır. Bölgenin en
verimli topraklarının yer aldığı Golan ve Golan Tepeleri etrafındaki düzlük alanların ortasında
oldukça yüksek bir tepe olması nedeni ile jeo-stratejik bir konuma sahiptir. Bu tepelere sahip
olmak başta hemen yanı başındaki Şam olmak üzere Beyrut, Amman ve Filistin üzerinde doğal
bir stratejik hâkimiyet üstünlüğüne de sahip olmak anlamına da gelmektedir.
120–520 m. kotları arasında bir plato olan Golan'ın en yüksek tepesi Hermon Dağı’nda 2.814
metre yüksekliğindeki Şeyh Tepesi’dir. Bölge coğrafyasında özgün bir yer tutan bu yükseklik
Galile Gölü’nde eksi 210’a kadar düşmektedir.
Golan ve Hermon Dağı
Golan Tepeleri
Taşıdığı stratejik ve jeopolitik önemden dolayı İsrail 1981’de parlamentodan Golan ve Golan
Tepeleri’nin işgali altındaki Filistin’e ilhakını öngören tasarıyı geçirmiştir. Yine İsrail’in o
dönemdeki Başbakanı olan Menahim Begin, Golan’ın ilhakıyla ilgili olarak
“Ben
211
parlamentonun çoğunluğunu temsilen, Golan Tepeleri’nin tarihi açıdan İsrail topraklarının bir
parçası olduğunu ve de öyle kalmaya devam edeceğini ilan ediyorum” demişti.
Golan’da Yerleşim
İsrail, 1981’de Knesset’in işgali onaylamasıyla kendi yasalarının bölgede uygulamaya
başlamıştır. Daha sonra İsrail Golan’da 39 adet yerleşke kurarak bölgede yaklaşık 20 bin
Yahudi’yi iskân ettirmiştir. İsrail işgali sonrasında bölgede yaşayan ve çoğunluğu Çerkez, Dürzî
ve Nusayrilerden oluşan 140 bin kişi zorla göç ettirilmiştir. Bölgede kalan ve Golan’dakiBEŞ
Dürzî Köyü’nde yaşayan yaklaşık 18 bin Suriyeli ise bugüne değin ne Suriye ile ne de İsrail ile
herhangi bir vatandaşlık bağları olmadan yaşamıştır.
Bu yerleşimin yanı sıra her ne kadar resmi anlamda deklare edilmiş olmasa da İsrail’in Golan’ı
gizli bir askeri üs olarak donattığı, hatta varlığını ne kabul ne de reddettiği nükleer üslerinden bir
kısmının da yine Golan’da bulunduğu ileri sürülmüştü
212
Golan’daki Mavi Altın
Golan’ın en önemli özelliği bölgenin Suriye, Lübnan ve Ürdün'ün
yüksekliklerinden
kaynaklanan büyük akarsu kaynaklarını içinde barındırıyor olmasıdır. İsrail'in işgal ettiği Golan
Tepeleri, İsrail'in su ihtiyacını karşıladığı Galile Gölü’ne kadar uzanmaktadır. İsrail tüm su
tüketiminin %12'sini bu bölgeden karşılamaktadır. Bölgedeki genel su sıkıntısı nedeniyle
Golan’daki su kaynakları, bu tepelerinin askeri öneminin de önüne geçmiştir.
Golan’ın işgali bu bölgenin jeostratejik konumu ve su kaynaklarının etkisiyle, İsrail’in yayılmacı
politikalarının bir parçası olmuştur. Golan bölgesi İsrail’in parlamento binasının girişinde yazılı
bulunan, ‘Büyük İsrail’ sınırlarının içinde tanımlanmasına rağmen Golan’dan kayıtsız şartsız
çekilmesinin beklenmesi çok gerçekçi olmaz.
1967 Savaşı sonrasında Golan Tepeleri’ni ve Yukarı Ürdün Nehri ile Banyas kolunu kontrolüne
alan İsrail önemli bir su kaynağına da sahip olmuştur. İsrail bu arada, 1978 yılından 2000
senesine kadar Lübnan’ın güney bölgesini işgal etmiş ve 22 yıl boyunca bu ülkeye ait Litani
Nehri’nden illegal olarak su çekmiştir.
Golan sayesinde Yarmuk ve Banyas nehirleri ile Galile Gölü’nü kontrol altında bulunduran İsrail
yalnız askeri açıdan değil, su güvenliği açısından da oldukça önemli bulunan Golan
Tepeleri’nden belli güvenceler elde etmeden çekilmeyecektir
İsrail Golan ‘dan Çekiliyor Mu?
İsrail’in, 1967 yılında savaş tarihinde en kısa sürede en fazla toprak işgal etme rekorunu kırdığı
Altı Gün Savaşı sırasında işgal ettiği Golan Tepeleri, İsrail ve Suriye arasındaki ezeli
düşmanlığın temelini oluşturmuştur. İki ülke arasında bugüne değin yapılan tüm barış
görüşmelerinin bir yerlerde tıkanıp, sonuçsuz kalmasının en önemli nedeni de yine Golan
Tepeleri olmuştur 1.
25 Nisan 2008’de İsrail, Suriye ile arasında anlaşmazlık konusu olan Golan Tepeleri'nden
vazgeçebileceğini bildirmiştir. İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe Yaalon, Yediot Ahronot
Gazetesi’ne verdiği demeçte, "Suriye ile varılacak anlaşmaya karşılık, Golan'ın askeri
gerekliliğinden vazgeçebiliriz" dedi. General Yaalon, "Ordumuz, İsrail'deki siyasi otoritenin
Golan'dan çekilme kararı vermesi halinde, sınırlarımızı nerede olsa korur" diye konuşmuştur.
1
H. Miray Vurmay “Savaş Yeni Ortadoğu’yu Yaratamadı” Cumhuriyet Strateji Sayı: 118
213
İsrail İçin Golan
İsrail Golan Tepeleri’ndeki işgalin nedenini meşru müdafaa ve kendi güvenliğini sağlama olarak
göstermek istemektedir. Ancak Golan’daki İsrail işgali sadece güvenlik kaygılarıyla
açıklanamaz. Bölgenin su kaynakları açısından stratejik önemi ve dinsel nedenleri de dikkate
alma gerekir. Özellikle Golan’ın İsrail’in su ihtiyacını karşılama yönünden stratejik önemi
bilinmektedir. Dinsel olarak da Yahudi kutsal kitabında Golan’a yapılan atıflar pek çok dinci
Yahudi’nin gözünde Golan’ı kutsallaştırmakta ve Büyük İsrail’in vazgeçilmez bir parçası olarak
görmelerine neden olmaktadır. Ancak çoğu zaman İsrail iç politikasında uzlaşılmaz tartışmalara
da neden olan bu konuda son dönemde daha ılımlı bir hava oluştuğu görülmektedir. İsrail
kamuoyunun geçmişe nazaran daha büyük bir bölümü hatta yarısı, kapsamlı bir barış anlaşması
karşılığında, Golan’dan çekilmeyi destekler duruma gelmiştir. Golan’dan çekilme İsraillileri Batı
Şeria ve Gazze’den çekilme kadar endişelendirmemektedir.
Suriye İçin Golan
Suriye’de bir nesil “Golan’ı geri almak ya da al(a)mamak işte bütün mesele bu!” parolası ile
büyümüştür. Golan Tepeleri’nin kaybedildiği 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı sırasında
Suriye’nin Savunma Bakanı olan Hafız Esad, 1971 yılında yönetimi ele geçirdiği günden
ölümüne kadar Golan’ın mutlaka geri alınacağını yinelemiştir. Hafız Esad ile birlikte Golan
meselesi Suriye için bir var oluş mücadelesine dönüşmüştür. 2
Suriye ve İsrail, 1992’de Madrid’te başlayan Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde Golan
Sorunu’nu ele almak için barış masasına oturmuştur. Ancak bu iki ülke 2000 yılında
görüşmelerin kesilmesinden sonra tekrar barış masasına oturmayı başaramamıştır. Gayri resmi
yollardan Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinin ara buluculuk girişimlerinden de somut sonuçlar
elde edilememiştir.
Ancak 2007 Ocak ayında Haaretz Gazetesi’nde Suriye ile İsrail arasında Eylül 2004’ten Temmuz
2006’ya kadar süren gizli barış görüşmeleri olduğunu haberi çıkmıştır. Aynı haberde İsrail ve
Suriye temsilcilerince müzakere edilmiş bir barış anlaşması taslağından da söz edilmiştir.
Haaretz Gazetesi’ndeki bu habere göre bu taslak öncelikle İsrail’in Golan’dan 4 Haziran 1967
sınırlarına çekilmesini öngörüyordu. Bununla birlikte Suriye tamamen çekilmenin beş yılda İsrail
ise 15 yılda olmasını öngördüğü için anlaşmazlık çıkıyordu. Tampon bölgedeki Galile Gölü’nün
ortak kullanıma açık park yapılması ve parkın Golan’ın büyük kısmını içine alması
2
a.g.e.
214
planlanıyordu. İsrailliler parka serbestçe girebilecekti. Ürdün Irmağı ve Galile Gölü’nün
sularının kontrolü İsrail’e kalıyordu. Sınırın askerden arındırılması da dörtte bir oranında
İsrail’in lehine yapılacaktı. Ancak bu haber Suriye ve İsrail yönetimince hemen yalanlanmıştır.
Ancak son günlerde gündemde yer alan Suriye İsrail barışı daha önce hazırlanan altyapının
gerçek olduğunu ortaya çıkartmıştır. Yapılan yorumlarda İsrail’in Golan’dan çekilmesi için bir
dizi güvenlik düzenlemelerine ihtiyaç duyacağı da belirtilmektedir. Bunların arasında tarafların
Golan Tepeleri’ne erken uyarı istasyonları kurmaları bulunmaktadır. Bunun yanı sıra İsrail
Suriye’nin Golan’daki Yahudi yerleşimlerinin bulunduğu toprakları kiralamasını isteyeceği de
belirtilmektedir. Ancak bunların arasında su kaynaklarının kullanımı ile ilgili herhangi bir
açıklamanın bulunmaması dikkat çekicidir.
İsrail’in Su Bütçesi ve Golan
İsrail’in Ulusal Altyapı Bakanlığı Su Komisyonu Planlama Bölümü tarafından Temmuz 2002
tarihinde hazırlanan 2002–2010 Su Kaynaklarının Geliştirilmesi Master Planı’nda İsrail’in Su
Bütçesi çalışması da yer almaktadır. Bu bütçede 2010 yılında İsrail’in toplam su kullanımının 2,5
milyar m3/yıl olacağı ve bunun 500 milyon m3’ünün ilave su kaynağı olarak deniz suyu
arıtımından karşılanacağı belirtilmiştir. Master Planı’nın yönetici özetinde 20 Mart 2002’de İsrail
Hükümeti’nin deniz suyu arıtma tesisi kurmayı kabul ettiği ve kapasiteyi 2010 yılında 540
milyon m3/yıl’a çıkartmayı planlandığı yer almaktadır.
İsrail’in bu Su Master Planı’nda Golan’dan her yıl çekilen yaklaşık 300 milyon m3’lük suyun
bütçeden çıkması ihtimali doğal olarak yer almamıştır. Ancak İsrail hızlı bir deniz suyu arıtma
atağı başlatmıştır. Yılda yaklaşık 120 milyon m3 kapasiteli Aşkelon Tesisi 2005 yılında
işletmeye girmiştir. İsrail’de 2007 yılının eylül ayında işletmeye giren ikinci tesis ise yılda 30
milyon m3 su arıtma kapasitesi olan Palmachim Tesisi’dir. Hadera yakınlarında bulunan ve inşa
halinde olan üçüncü tesisin yılda 100 milyon m3 kapasiteli olacağı ve 2010 yılında
tamamlanacağı açıklanmıştır. Dördüncü tesis için ise henüz ihaleye çıkılmış olup bunun da 2011
yılında tamamlanacağı ifade edilmektedir. İsrail’in Ulusal Altyapı Bakanı Benjamin Ben –
Eliezer 2013 yılına kadar evsel su tüketiminin %70’ini arıtılmış deniz suyu ile karşılamayı
planladıklarını belirtmiştir. Su Temini Genel Müdürü Hezi Kugler 2013’e kadar İsrail’in deniz
suyu arıtma tesisi kapasitesinin yılda 505 milyon m3’e çıkartılacağını ifade etmiştir. Bu da 2002
yılında yapılan Master Planı’nın hedefine sadece üç yıllık bir gecikme ile ulaşılabileceğini ortaya
koymaktadır. İsrail’in bu su temin atağı ilave su kaynağı temini için deniz suyu arıtımını tercih
ettiğini ve bu kararını uygulamaya geçirdiğini göstermektedir.
215
Türkiye’den Ara Buluculuk İstendi
Başbakan Erdoğan’ın 26 Nisan 2008 tarihinde Suriye’ye yaptığı resmi ziyaretin amaçlarından
biri İsrail ve Suriye arasında ara buluculuk olarak açıklanmıştır. Bölgede Türkiye’nin ara
buluculuğunda bir anlaşma zemini bulunmaya çalışılmaktadır. Ancak Türkiye’den bölge istikrarı
için bu ara buluculuktan daha fazla bir katkı istenebilir. İsrail, Türkiye’den ara buluculuk
isterken Türkiye’nin su denklemini çözecek etkili bir aktör olduğunu da dikkate almış olması
kuvvetle muhtemeldir.
Şam’da yapılan bu görüşmelerde İsrail’in Golan’dan çekilmesi sonrasında Fırat Nehri’nden
Suriye’ye daha fazla su bırakılması konusunun da gündeme gelmiş olması mümkündür. Basında
çıkan haberlere göre Başbakan Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasındaki
görüşmede Suriye’nin Asi Nehri üzerindeki baraj kapaklarının bir ay önce kapatılarak su
tutulması sonucu ortaya çıkan su sorunu da masaya yatırılmıştır. Yapılan görüşmede Suriye’nin
baraj kapaklarını açarak Türkiye’ye su bırakması kararlaştırılmıştır. Bu durum görüşmede
Suriye’nin Fırat suyu ile ilgili bazı taleplerinin de gündeme gelmiş olma ihtimalini
güçlendirmektedir.
2.5.1 Su Denklemi’nin Çözümünde Dicle ve Fırat Suları
İsrail’in su tüketiminin % 15'ini karşıladığı Golan’dan kayıtsız şartsız çekilmesinin beklenmesi
çok gerçekçi olmayacaktır.
İsrail Golan’dan çekildiğinde stratejik bir coğrafya bölgesinin yanı sıra bölgedeki stratejik doğal
kaynak olan suyu da bırakmak durumunda kalacaktır. İsrail halen doğal su kaynaklarının tümünü
çekip kullandığı için bundan sonraki ilave su ihtiyacını deniz suyu ve atık su arıtımı gibi doğal
olmayan alternatif su kaynaklarından karşılamak zorundadır. Bu nedenle İsrail’in Golan ve
tepelerinden çekilmesi sonrasında su bütçesinde ortaya çıkacak açığı kapatmak için ilave su
kaynağı geliştirmesi gerekecektir.
İsrail Hükümeti 2002 yılında, gelecekte su bütçesindeki açığı deniz suyu arıtma tesisleri kurarak
karşılama kararı almıştır. Bu kapsamda hızla gerçekleştirdiği yatırımlarla 2013 yılındaki su
tüketiminin yaklaşık beşte birini arıtılmış deniz suyundan karşılamayı planlamıştır. Deniz suyu
arıtma teknolojisine oldukça yakın olan İsrail’de bu uygulanmanın tedrici bir şekilde arttırılarak
Golan’dan çekilen suyun yerine arıtılmış deniz suyunun ikame edilebilmesi mümkün
görünmektedir. Ancak deniz suyu arıtma maliyeti dikkate alındığında İsrail’in Golan’dan
çekilmesi ülkenin su temini maliyetini arttıracaktır.
216
İsrail ve Suriye arasındaki barış görüşmelerinin 2004’ten bu yana gizli bir şekilde sürdüğü
iddiaları bulunmaktadır. Bu nedenle daha önceden İsrail’in Golan’dan çekilmesiyle oluşacak su
açığı konusunda alınacak bazı iç ve dış tedbirlerin düşünüldüğü söylenebilir. Bunlardan birincisi
bu açığın İsrail’deki deniz suyu arıtma kapasitesini arttırarak karşılanmasıdır. Bu konuda
altyapısal bir gelişme sağlanmıştır.
Ancak bu çözümün pahalı olduğunu düşünen İsrail Golan Tepeleri'nden çekilse bile kendisi için
son derece önem taşıyan doğal su kaynaklarını elden çıkarmak istemeyebilir. İsrail'in Golan’daki
topraklardan taviz verebileceği, ancak bu bölgedeki su kaynaklarından kolay kolay
vazgeçmeyeceği açıktır. İsrail’in geçmişten beri Suriye'nin Golan'daki kaybının Fırat'tan
verilecek fazla suyla kapatılmasını istemekte olduğu bilinmektedir. Bu nedenle İsrail-Suriye
barış görüşmelerinde Fırat'ın suları da bir kart olarak masaya gelebilecektir.
Başka bir deyişle, Golan’daki su kaynakları İsrail’de kalırsa, Türkiye’den
Fırat üzerinden
Suriye’ye daha fazla su bırakması istenebilir. Bazı uzmanlar bu tezin yalnızca İsrail-Suriye barışı
için geçerli olmayıp Ortadoğu su denkleminin başka bilinmeyenlerini de çözebileceğini ileri
sürmektedir. Türkiye'nin Fırat'tan
daha fazla su bırakması, İsrail'i
başka açılardan da
rahatlatacağı ileri sürülmektedir. Kudüs'teki İbrani Üniversitesi profesörlerinden Hillel Shouval
‘a göre; “Türkiye Suriye'ye daha fazla su verirse, Suriye de Ürdün'e Yarmuk Irmağı’ndan daha
fazla su akıtabilecek. Ürdün'ün sulama imkânları artınca da Ghor Kanalı’ndan Filistinlilere yılda
yüz milyon metreküp su sevk etmesi mümkün olacaktı”
İsrail’in Golan’dan çekilmesi Ortadoğu su denkleminin yeni yöntemlerle çözümünü tekrar
masaya taşıyacaktır.
Bölgedeki hızlı siyasi gelişmeler de ele alındığında, İsrail’in Golan’dan çekilmesi sürecinde
Türkiye’nin de Ortadoğu su denkleminin içine çekilip daha fazla bir rol üstlenmesinin
istenebileceği görülmektedir. Aslında Türkiye bu sürece şimdiden ara bulucu olarak da olsa
müdahil olmaya başlamıştır bile. Ancak Golan süreci Türkiye tarafından çok dikkatli ve
öngörülü olarak takip edilmelidir. Çünkü Dicle ve Fırat nehirleri iyi bir planlama ile Türkiye,
Suriye Irak’ın su taleplerini karşılayabilir. Ancak bu suyun bölgedeki diğer ülkeler arasındaki
hidropolitik sorunların çözümünde kullanılması havzanın su dengesi açısından mümkün değildir.
Bu çabaların bu dengenin bozulmasına ve Ortadoğu su denkleminin uzun bir süre çözümsüz
kalmasına neden olabileceği gözden ırak tutulmamalıdır.
2.5 Suriye’nin Aşırı Su Taleplerinin Açıklanmayan Nedenleri;
1)
Daha
öncede
değindiğimiz
gibi,
sulardan
yararlanma
konusunda,
dünya
coğrafyasının belli bir kesiminde bulunan ya da bölge devletleri diyebileceğimiz bir
217
grup devletin genelde su sorunları varsa, bu bölge devletlerinden o sulara kıyıdaş
olanların kullanım haklarından söz edilebilecektir. Kıyıdaş değilse, yani o sularla
doğrudan ilişkisi yoksa bu sular üzerinde paylaşma amacıyla hukuki açıdan herhangi
bir hak iddiasında bulunması söz konusu olmayacaktır. Örneğin Suudi Arabistan,
Mısır, Ürdün ya da Yemenin Fırat ve Dicle ile ilgili bir hak talebi söz konusu
değildir. Kıyıdaş olan Suriye ile Irak ise bugüne dek sulayacakları topraklarının
envanterini, ürün patentini, sulama suyu gereksinimini, içme-kullanma suyu
gereksinimini saptayıp açıklayamamışlardır.
Bu tür bir envanter çalışması için ne yeterli kadroları, ne de teknolojik
birikimleri vardır. Yakın bir zaman içinde de bu imkânları sağlamaları söz konusu
olmadığından Türkiye'nin önerilerine açık ve net bir biçimde, bilimsel gerekçelere
dayalı olarak karşı çıkamamaktadırlar. Oysa Türkiye çalışmalarını sürdürmekte ve
peş peşe GAP'ın ünitelerini devreye sokmaktadır. GAP nedeniyle Türkiye’nin
gereksinim duyduğu su miktarı da belirginleşmektedir. İşte bu nedenle huzursuz olan
bu iki mansap ülkesi mevcut su potansiyelinin yarısının bile üstüne çıkarak
taleplerde bulunmakta, terör dâhil her kozu kullanarak, aynı sorunları olan ve
mansap ülkesi durumunda bulunan ülkelerden Türkiye karşısında bir blok yaratmaya
çalışmaktadırlar.
2) Suriye'nin Ürdün, İsrail ve Lübnan ile su sorunları halen çözümlenmemiştir. Yarmuk
Irmağı ve özellikle Golan su kaynaklarının Suriye açısından geleceği şimdilik tahmin
edilememektedir. Önemli ölçüdeki su kaynaklarını İsrail’e kaptıran Suriye’nin makul
olmayacak ölçülerde taleplerde bulunarak su açığını kapatmaya çalışırken diğer bölge
devletleri ile birlikte Türkiye'yi de Ortadoğu su sorunları potasının içine çekmek
istemektedirler. Dolayısı ile de İsrail'in, Ürdün'ün su sorunlarını daha kolay bir biçimde
çözme olanağı yaratmak için; "Suriye'nin Türkiye'den daha fazla su alması, bu ölçüde de
güneyine daha fazla su bırakması" düşüncesini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
3) Suriye öteden beri Arap ülkeleri arasında en az petrol üreten, petrol fakiri bir ülke olarak
tanınırdı. Irak'tan çıkıp Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan Kerkük-Banyas PP Hattı’ndan
yıllarca yararlanarak petrol açığını bu yoldan gidermiştir. Ancak, son yıllarda büyük bir atılım
yaparak kendisine yetecek petrolü üretmeye başlamıştır. Özellikle Deir Ez Zor bölgesinde
azımsanmayacak petrol üretimine başlamıştır. Nisan 1996 itibarı ile Suriye'nin petrol üretiminin
günde yaklaşık 580 bin varile ulaştığını, aynı tarihte Türkiye'nin günlük petrol üretiminin 50 bin
varil olduğunu belirtecek olursak bu artışın ne kadar büyük olduğu anlaşılır.
Bu boyutlarda üretilen petrolün nerelerden çıkarıldığını incelediğimiz zaman çok
ilginç bir tablo ile karşılaşırız; Biraz önce de belirtildiği üzere en büyük petrol
218
üretim bölgesi, Fırat kıyısında bulunan Deir Ez Zor kenti, Suriye'nin petrol merkezi
haline gelmiştir. Bu kente yakın bir bölgede birleşen Fırat ve Habur ırmaklarının
Türkiye topraklarından çıkarak birleşme noktasına ulaşırken geçtikleri güzergâhlar
arasında kalan bölge Suriye’nin petrol kuyularının %80’inin bulunduğu bölgedir.
İncelenecek petrol haritalarında görüldüğü üzere bu iki ırmak çoğu zaman petrol
yataklarının
üzerinden
akarak
birleşmektedirler.
Petrol
yatakları
ile
ırmak
yataklarının çakışması veya çok yakın olması, petrol arama ve üretme çalışmalarında
Suriye’ye eşsiz bir olanak tanımaktadır. Haritalardan da görüleceği üzere bu sahada
yoğun bir çalışma vardır. Türkiye'de Atatürk Barajı inşaatı sırasında şantiye
nüfusunun zaman zaman 15 bin rakamına ulaştığı düşünülürse söz konusu petrol
sahasındaki yüzlerce şantiyede çalışanların ihtiyaç duyduğu içme-kullanma suyu ile
bu tesislerde ihtiyaç duyulan suyun ulaşacağı miktar tahmin edilebilecektir. Öte
yandan Suriye'nin bu bölgede yaptığı ve giderek sayısı artan petrol arama ve
çıkartma sahalarında, aşarı su kullanımı gerektiren "su sondajları" yöntemini
uyguladığı duyulmaktadır. Bu husus bugüne kadar Suriye tarafından deklare
edilmemişse de ekteki haritalara bakıldığında, su ile petrol yatağının bu denli yakın
hatta çakıştığı bir durumda bu metodun denenmediğini söyleyebilmek mümkün
değildir. Suyun bu kadar az ve önemli olduğu ve ihtilaf yaratır hale geldiği bir
coğrafyada, bu tür savurgan bir kullanımın uluslararası kamuoyunca hiçte olumlu
karşılanmayacağını Suriye elbette bilmektedir. Ülkemizde ilgili kuruluşların bu gizli
kalan konuyu araştırması, Türkiye açısından önemli bir çalışma olacaktır.
Suriye’nin Türkiye'ye mantıklı ve bilimsel gerekçe göstermemesinin, makul
olmayan ölçüde su taleplerinin sürdürülmesinin nedenlerinden birisisinin de
açıklanan "su enjeksiyonları" olduğu kanısındayım.
4) Suriye öteden beri Hatay ilinin haksız bir biçimde Fransız Manda Yönetimi
tarafından Türkiye’ye bırakıldığını, Fransız yönetiminin Suriye adına yapmış
olduğu anlaşmaları tanımadığını belirterek, suni bir biçimde "Hatay sorunu"
yaratmaya çalışmaktadır. Bu iddiasının gündemde kalabilmesi, giderek kendi lehine
çözüme kavuşturması için de daha güçsüz, daha çok sorunlara bulanmış bir Türkiye
istemektedir. Yıllardır iktidarda olan Suriye Bas Partisi’nin iç ve dış politikası bu
nedenle Türkiye ve İsrail ile devamlı sorunları tırmandırma ilkesi üzerine
kurulmuştur. Türkiye'den su potansiyelinin %50’sinin üzerinde talepte
bulunmasının, oluşmakta olan uluslararası normlarla ilgili görüşlere uymayan fahiş
taleplerinin altında bu gerekçeler yatmaktadır.
219
Şekil 1 Suriye'nin Yıllara Göre Petrol Üretimi
Üretilen Petrol Miktarı (Varil/Gün)
700000
600000
500000
400000
300000
200000
100000
19
98
19
99
20
00
20
01
20
02
20
03
20
04
20
05
20
06
20
07
96
97
19
19
94
95
19
93
19
92
19
91
19
90
19
19
88
89
19
87
19
19
85
86
19
84
19
83
19
82
19
19
19
19
80
81
0
Yıllar
Kaynak : CIA factbook and SPC (Syrian Petroleum Company)
1980‘li yılların başında günde yaklaşık 180 bin varil olan Suriye’nin petrol üretimi 1990’lı
yıllardan itibaren yaklaşık 500 bin varile çıkmıştır (Şekil1). Literatürde bir varil petrolün
çıkartılması için iki ila on varil arasında su kullanıldığı belirtilmektedir. bir standart petrol varili
159 litredir. Suriye’nin günlük petrol üretimi 500 bin varil ve bir varil petrol üretimi için beş
varil su kullanıldığı kabul edildiğinde günlük su ihtiyacı 2,5 milyon varil olmaktadır. Bu da
günde yaklaşık 400 bin m3 su demektir. Bu miktar Ankara’nın günlük su ihtiyacının yaklaşık
yarısıdır.
Suriye’nin mevcut ve geliştirilen petrol yatakları Habur ve Fırat nehirlerinin altındaki zonlarda
ve bu iki nehrin birleştiği Dayr Az Zawr Bölgesi civarındadır. Bu da petrol üretimi için gerekli
olan suyun Fırat Nehri ve kollarından sağlanıyor olma olasılığını güçlendirmektedir.
2.5 Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerinde Fırat ve Dicle Nehirleri
Avrupa Birliği Komisyonu’nun 06.10.2004 tarihinde Brüksel’de açıkladığı, Türkiye’nin AB’ye
Girişi 2004 Düzenli İlerleme Raporu’nun çalışma belgelerinden birisi olan, “Türkiye’nin
Muhtemel Üyeliğinin Avrupa Birliği’ne Etkileri” başlıklı komisyon birimleri çalışma belgesinde;
‘Ulus Aşırı Konular’ başlığı altında “Bölgede önemi bulunan konulardan biri kalkınma ve
sulama için gerekli suya erişimdir. Ortadoğu’da su konusunun stratejik önemi önümüzdeki
yıllarda artacaktır. Türkiye’nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının ve altyapı projelerinin
220
uluslararası yönetimi (Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve
komşuları arasında su alanında sınır ötesi iş birliği) AB açısından önemi bir konu haline
gelebilecektir”
ifadesi
yer
almaktadır
(http://www.belgenet.com/arsiv/ab/etki_2004.html).
Dolayısıyla AB Fırat ve Dicle nehirlerine uluslararası bir kaynak ve sorun olarak bakma
eğilimindedir. Bu yaklaşım Türkiye’nin kendi doğal kaynaklarının kontrolü hususunda
hassasiyetini korumak zorunda olduğunu göstermektedir
2.5 1 AB Su Yönergesinde Uluslararası Nehir Havza Yönetim Planı
AB’nin su politikası alanındaki davranışını belirlemek için çıkartılan 23 Ekim 2000 tarihli
2000/60 EC Çerçeve Yönergesi’nde nehir havza planı hazırlanması ile ilgili açıklamalar da yer
almaktadır. Bu yönergenin Nehir Havzası Yönetim Planı ile ilgili 13. maddesinde aynen “AB
üyesi ülkelerinin sınırları dışına uzanan uluslararası nehir havzaları için tek bir nehir havzası
yönetim planı oluşturulmaya çalışılmalıdır” ifadesi yer almaktadır. Ancak daha sonra ise bazı
bölgelerde uluslararası nehir havzalarında tek bir yönetimin uygulanabilme zorluğu görülmüş ve
“Bunun mümkün olmadığı yerlerde bu havza planı en azından ilgili AB üyesi ülkenin sınırları
içinde yer alan nehir havzası bölümünü kapsamalıdır” denmiştir. Bu da Dicle ve Fırat
Havzası’nda komşu ülkelerle birlikte tek bir Havza Yönetim Planı’nın oluşturulması konusunda
AB Yönergesi’nin bile belirli esneklik taşıdığını ortaya koymaktadır. Ancak Su Politikası
Çerçeve Yönergesi’nde bu esneklik tanınırken çalışma belgesi ve ilerleme raporlarında İsrail de
konuya dâhil edilerek Ortadoğu gibi sürekli çatışma altında olan ve sınırlarının
değişebileceğinden söz edilen bir bölge için bu talep daha katı bir şekilde ifade edilmektedir.
221
EKLER:
EK 1
DİCLE-FIRAT HAVZASI
SU POTANSİYELİNİN ÜLKELERE DAĞILIMI
Yıllık Ortalama Akış
Dicle ve kolları
Fırat ve kolları Dicle-Fırat Havzası
3
*km /yıl
%
km3/yıl
%
km3/yıl %
TÜRKİYE
21,33
43
31,61
89
52,94
62
SURİYE
0,00
O
4,00
11
4,00
5
IRAK
28,67
57
0,00
O
28,67
33
100
35,61
100
TOPLAM
*
50,00
85,61
100
km3: milyar m3
EK 2
DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜGÜ'NÜN TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ
HAKKINDA KANUN TASARISI TASLAĞI (EK–1)
Birinci Kısım
Amaç, Görev, Yetki ve Teşkilat
MADDE 1- Bu kanun: Yer üstü ve yer altı sularının zararlarını önlemek korunmalarını sağlamak
ve bunlardan çeşitli yönlerden yararlanmak amacıyla su kaynaklarını geliştirmek ve yönetmek
üzere Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı "Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü"nün
kurulması, teşkilat, görev ve yetkileri ile ilgili esasları düzenlemektir.
Bu kanunda Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, "DSİ" rumuzu ile ifade edilmiştir.
Görev ve Yetkiler
MADDE 2- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün görev ve yetkileri şunlardır:
a) Ülke genelinde yer üstü ve yer altı su kaynaklarının planlamalarını yaparak kaynakların çok
amaçlı kullanılmasında ekonomik faydalar ve sosyal zaruretlerde gözetilerek, her bireyin yeterli
ve uygun kalitede su ihtiyacını karşılaması dikkate alınarak, su kaynaklarını ihtiyaçların önem ve
önceliklerine göre sırasıyla içme, kullanma, doğal yaşamı sürdürme, sulama, endüstri suyu
temini ile enerji üretimi ve diğer amaçlara tahsis etmek, amaçlar arasında tahsisi değiştirmek; su
kaynaklarının havza bazında entegre yönetimi için, sürdürülebilir kullanımının sağlanması da
dikkate alınarak; gerekli planları, yönetim modelleri ve uygulama programlarını Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı'nın onayına sunmak,
b) Su kaynaklarının kullanılması ile ilgili bir faaliyetin kuruluş kanunlarına göre mahalli veya
merkezi kuruluşlardan birinin yetkisinde bulunmuş olmakla beraber mevzi şekilde de olsa, su
kaynaklarının kullanımında azami faydanın sağlanması için her kuruluş "Su Kaynakları Bilgi
222
Sistemini" kurmak zorundadır. İlgili kuruluş, bu hususu sağlamak için Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü'nün uygun görüşünü alır.
Her ne suretle ve vasıta ile olursa olsun, su kaynaklarının kullanılması ile ilgili olarak yapılmış,
yapılmakta olan yapılacak bütün faaliyetler üzerinde DSİ Genel Müdürlüğü'nün denetleme hakkı
mevcut olup, bu haktan sözleşme dâhil hiçbir şekilde vazgeçilemez.
Sınır oluşturan veya sınıraşan sular gibi komşu ülkelerle ortak su kaynakları konusunda;
hidroelektrik, hidrojeolojik, jeolojik veya sondaj, harita alımı gibi veri toplamak niteliğinde olan,
teknik araştırmalar için; izin ve karar verilmesine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yetkili
olup, diplomatik işlemler Dışişleri Bakanlığı 'nca yürütülür.
c) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesislerin ülke genelinde etüd, plan ve programlarım,
inşaatlarım yapmak, yaptırmak; mahalli idarelere taşkın sulara ve sellere karşı koruyucu tesis
yapma izni vermek, bu idareler arasında koordinasyonu sağlamak.
d) Sulama tesisleri kurmak, sulama sahalarında mevcut parsellerin tamamı veya aksamım
gösterir harita, plan ve projelerini yapmak, yaptırmak ve icabı halinde kadastrosunu yapmak,
Genel Müdürlükçe inşa edilecek olan sulama projelerinde, faydalanabileceklerin katılımı halinde
projeye öncelik tanınır, proje bedeline katılım payı oranı her yıl Bütçe Kanunu ile belirlenir bu
hususlara ilgili esaslar Genel Müdürlükçe hazırlanacak bir yönetmelikle tespit edilir.
Bakanlar Kurulu’nun uygun göreceği projelerde, isteğe bağlı veya kamu yararı kararı alınmak
şartıyla proje bazında tarla içi hizmetleri ile birlikte arazi toplulaştırması yapmak veya
yaptırmak;
Toplulaştırma ile ilgili esaslar Bakanlar Kurulu’nca 6 ay içerisinde çıkarılacak bir yönetmelik
belirlenir.
e) Lisans almaya gerek kalmaksızın hidroelektrik enerji üretimi ile ilgili her türlü tesisleri
kurmak, kurdurmak;
f) 20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nu ve bu kanuna istinaden
çıkarılmış olan Elektrik Piyasası Lisansı Yönetmeliği’ne göre hidroelektrik kaynaklan için
üretim lisansı almak amacıyla Su Kullanım Hakkı Anlaşması imzalamak üzere aynı bölge ve
aynı kaynak için Genel Müdürlüğe birden fazla başvuru yapılması halinde, Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulu’na bildirilecek tüzel kişiyi; fizibilite esas alınarak yapılacak asgari yeterlilik
değerlendirmesi sonucuna göre, yeterliliği sağlayanlar arasında en yüksek "havza hidroelektrik
gözlem ve değerlendirme ve kontrol hizmet bedeli"ni ödemeyi teklif eden olarak belirlemek,
tüzel kişinin belirlenmesi ile ilgili işlemlere dair usul, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca
çıkarılan Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetlerinde Bulunmak üzere Su Kullanım Hakkı
Anlaşması imzalanmasına ilişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik’te belirlenir.
Havza hidroelektrik gözlem ve değerlendirme ve kontrol hizmet bedelinden elde edilecek
gelirler, genel bütçenin CB) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan yatırım ve kamulaştırma
giderlerini ihtiva eden sermaye giderleri hizmetinde kullanılmak üzere Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü bütçesine ödenek kaydetmeye Maliye Bakanı yetkilidir. Sermaye ödenekleri "Yıl
Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar" hükümlerine göre yılı
yatırım programıyla ilişkilendirilir.
g) Mahalli idarelerce gerçekleştirilen su ve kanalizasyon hizmetlerinde proje öncesi ve soması
gerekli teknik kontrolleri yapmak, kesin projelerin uygulanabilirlik kararını vermek; bu iş için
bayındırlık müdürlükleri, büyükşehir belediyeleri, il özel idareleri ve belediyelik emrinde
çalışacak, lüzumlu bilgiye sahip elemanları yetiştirmek
h) Akarsu ve Baraj gölleri ve doğal göllerde düzenleme yapmak ve icap edenleri seyrüsefere
elverişli hale getirmek,
ı) Yer üstü ve yer altı sularının her türlü kirlenmeye ve sair müdahalelere karşı korunmasını
sağlamak amacıyla, kullanım amaçlarına göre su kaynaklarının alıcı ortam kalitesine ilişkin
olarak her türlü teknik, İdare ve hukuki tedbirleri belirlemek ve bunların uygulanması konusunda
Çevre ve Orman Bakanlığı ile iş birliği yapmak.
i) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerle ilgili olmak üzere yer üstü ve yer altı sularının her türlü
nicelik ve nitelik açısından tespiti ve korunmasına yönelik olarak veri toplamak değerlendirmek
223
su kaynaklan bilgi sistemini kurmak ve su kaynaklan sicillerini tutmak.
j) Yukarıdaki fıkralarda yazılı olan veya devraldığı tesislerin çalıştırılması, bakım ve onarım
dâhil, işletmelerini sağlamak, lüzumu halinde tesisleri gerçek ve tüzel kişilere devretmek üzere
Maliye, Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlıklarına teklifle bulunmak.
k) 4628 sayılı kanuna istinaden Özel Hukuk tüzel kişilerince inşa edilen hidroelektrik amaçlı her
tür su yapısının projesini onaylamak inşaatını denetlemek.
Yukarıdaki fıkralarda belirtilen proje onaylamak ve inşaatı denetlemek hizmetini ilişkin
bedel bu konuda DSİ Genel Müdürlüğü’nce hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir. Bu
gelirlerden genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir, diğer taraftan yatırım ve kamulaştırma
gelirlerini ihtiva eden sermaye giderleri hizmetlerinde kullanılmak üzere Devlet Su İşleri
bütçesine ödenek kaydetmeye Maliye Bakanlığı yetkilidir. Sermaye ödenekleri "…Yılı
Programının Uygulanması Koordinasyonu ve İzlemesine Dair Karar" hükümlerine göre yılı
yatırım programı ile ilişkilendirilir.
l) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerle ilgili olmak üzere rasat, tecrübe, istatistik, araştırma ve her
türlü istikşaf işlerini yapmak ve ezcümle toprağın cins ve karakterini, yetiştirilecek mahsul
nevilerini ve elde edilecek zirai, iktisadi faydalan ve verimlilik derecelerini tespit etmek ve bu
mevzularda gerektiğinde ilgili bakanlık ve müesseselerden faydalanmak, amenajman planlan
hazırlamak ve bunları temin edecekleri fayda ve ele alınmalarındaki zaruretlere göre seçmek,
sıralamak ve bakanlığa teklif etmek.
m) Yukarıdaki fıkralarda yazılı işlerin her türlü etüt, planlama, projelerini ve inşaatını yapmak
veya yaptırmak.
n) Devlet tüzel kişiliği içinde yer alan kurum ve kuruluşlarla bağlı işletmeler ve diğer gerçek ve
tüzel kişiler tarafından yapılmış olup, kamu yaran bulunan ve Genel Müdürlüğün görevi ile ilgili
işlere ait proje ve keşif evraklarını tetkik ve tasdik etmek, inşaatın yapılmasını, proje ve teknik
yeterliliklerine uygunluğunu kontrol etmek ve bu işlerin etüt ve projelerini uygun gördüğü bir
ücret mukabilinde yapmak veya yaptırmak.
o) Genel Müdürlüğün vazifeleri içinde bulunan işlerin yapılmasına lüzumlu arazi ve
gayrimenkulleri kanunlarına göre geçici olarak işgal etmek, tahsisini almak veya kamulaştırmak.
p) Yönlendirme faaliyeti kapsamında politika standart ve prosedürlerin geliştirilmesi de dâhil
olmak üzere yönetsel araştırmalar ve organizasyon çalışmaları yapmak veya yaptırmak.
r) Genel Müdürlüğün yukarıdaki fıkralarda yazılı çalışmalarının yürütülmesine ve
geliştirilmesine muhtevi garaj ve atölyelerin makine ve malzeme ambar ve depolarını, idare
binalarını, servis ve akaryakıt tesislerini, laboratuarları, deneme istasyonlarını işletme ve
kurumun emniyetini sağlayacak bina ve lojmanlarla telefon şebekelerini, radyo ve verici
istasyonlarını, Genel Müdürlüğün görevlerinin verimli yönetimine yarayacak diğer tesisleri
yapmak veya yaptırmak, teçhiz etmek kiralamak ve bakımlarını temin etmek.
s) Genel Müdürlüğün çalışma konusuna giren işleri yapmak için gerekli malzeme, makine,
teçhizat ve taşıtları seçmek, sağlamak, çalıştırmak icabında kira mukabili vermek ve bunlar için
gerekli tamir atölyeleri ile tesisleri kurmak ve işletmek.
ş) Kanunlarla verilen görevleri ve Genel Müdürlükçe tarafından verilecek benzeri diğer görevleri
yapması.
Su Kaynakları
MADDE 3- Bu kanunda anılan "su kaynağı" ibaresi, doğal halde veya düzenlenmiş olsun;
kaynak, pınar, dere, ırmak, nehir, göl, sel, birikinti, drenaj ve kanalizasyon suları gibi bütün yer
altı ve yer üstü sularını ifade eder.
3.06.2007 tarihli ve 5686 sayılı Sıcak Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular
Kanunu’na konu olan kaplıca suları ile maden suları ve jeotermal kaynaklar bu tanımın
dışındadır.
MADDE 4- Su kaynakları, doğal servetlerden olup ilgili bulunduğu arz'ın malik ve
zilyedinden bağımsız olarak devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Su kaynakları arz'ın mütemmim cüz'ü değildir. Bir taşınmaza malik olmak veya zilyet bulunmak,
taşınmazın altında, üstünde veya civarındaki su kaynakları üzerinde ayni bir hak tesis etmez.
224
Şu kadar ki kaynadığı arz'ın sahibi veya zilyedinin, bu taşınmaz için gereksinim duyduğu ölçüde
kaynak üzerinde kullanma hakkı esastır.
MADDE 5- Su kaynaklarından, toplum yararına en uygu düşecek şekilde faydalanma esas olup;
suyun kalitesi, mahallinin özelliği, zorunlu ihtiyaçları ve şartları başka türlü bir çözüm yolu
gerektirmedikçe kullanma hakkının tesisinde aşağıdaki öncelik sırası uygulanır;
a) İçme ve kullanma ihtiyaçları,
b) Hayvanlar ve doğal hayat için gerekli su ihtiyaçları,
c) Tarımsal sulama suyu ihtiyaçları,
d) Enerji ve sanayi suyu ihtiyaçları,
e) Ticaret, turizm, taşıma, ulaşım, balıkçılık, avcılık, el sanatları suyu ihtiyaçları,
Şu kadar ki, öncelik sırasında daha önce gelen ekonomik amaçlı bir ihtiyaca ayrılacak miktardan
kısılmak suretiyle, birden fazla amaçların gerçekleşeceği mümkün görülüp, su kaynaklarının
daha verimli olarak değerlendirilebileceği anlaşıldığı takdirde bu çözüm yolu uygulanır.
Su Bedeli:
MADDE 6- Su kaynaklarından faydalanan gerçek ve tüzel kişiler kullandıkları suyun bedelini
öderler. Kullanılan suyun bedelinin kullanıcılara yansıtılması esasları bu kanunun yürürlüğe
girmesinden itibaren bir yıl içerisinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Orman ve Çevre
Bakanlığı’nca müştekin çıkartılacak bir yönetmelikle düzenlenir.
Su Kaynaklarının Korunması
MADDE 7- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, su kaynaklarının gerek fiziksel, kimyasal,
biyolojik ve bakteriyolojik özelliklerine zararlı olan ve gerekse sağlık, ekonomik, estetik ve
turistik değerlerini azaltan şekilde kullanımları ve kirlenmeleri önleyici esaslar Çevre ve Orman
Bakanlığı ile koordineli bir biçimde tespit edilip uygular. Kaynağı kirletenler; kirli atık sularını
arıtma tesisi kurmak veya gereken tedbirleri almak suretiyle arıtmakla veya kaynak eski haline
getirilinceye kadar yapılacak masrafları karşılamakla yükümlüdür. Kaynağın eski haline
dönüşümünde herhangi bir mazeretle işi uzatmak yoluna giden kirleticilerden; ıslah için devletçe
yapılan masraf, kanuni faizi ile tahsil olunur. Zarar ve ziyan tazmin ettirilmesi, faillere diğer
cezai müeyyidelerin uygulanmasına mani değildir.
Kirletenin su kullanıcısı olması halinde uygun bir süre tanınarak arıtma tesisi kurmaları istenir.
Bu süre zarfında gerekli işlemleri yapmaktan imtina eden su kullanıcısının su kullanma hakkı
iptal edilir. 20.11.1981 tarihli 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun hükümleri saklıdır.
MADDE 8- Arkeoloji, madencilik, galeri veya tünel inşaatı, petrol araştırılması ve istihsali, su
ürünleri, su sporları gibi nedenlerle yer altı ve yer üstünde sürdürülen inşaat, tesisat ve işletme
işlerinde çalışmaların su kaynakları üzerinde önemli ölçüde etki yaptığı veya yapacağının
anlaşılması halinde, işi yürüten idare tarafından DSİ Genel Müdürlüğü’ne haber verilmesi
gerekli olup, doğmuş ve doğması olası sakıncalar yüzünden alınacak önlenmelin uygulanması ve
çalışmaların buna göre düzenlenmesi şarttır.
İKİNCİ KISIM
Yer Altı Suları
Terimler:
MADDE 9- Kanunda yer altı suyu ile ilgili olarak kullanılan terimler aşağıdaki manalan ifade
eder:
Yer altı suyu: Yer altındaki durgun veya hareket halinde olan bütün sulardır.
Yer altı suyu deposu: Bünyesinde yer altı suyu bulunan tabakalardır ki, bu tabakaların her hangi
bir noktasından su çekildiğinde, bütün su kütlesine tesir edilmiş olur.
Kimse: Resmi, yan resmi veya hususi hüviyeti haiz hakiki ve hükmi şahıslar.
Komşu: Bitişik arazi sahibi veya aynı bölgede bulunan ve halin icaplarına göre bitişik arazi
sahibi gibi aynı yer altı suyu imkânlarından faydalanması lazım gelen kimse,
Müracaat sahibi: Artma, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi isteyen kimse,
Belge sahibi: Arama, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi almış olan kimse,
Faydalı kullanış: Yer altı suyunun içmede, temizlikte, belediye hizmetlerinde, hayvan sulamada,
225
zirai sulamada, maden ve sanayide, sportif vesaire tesislerde kullanılması,
Faydalı ihtiyaç: Yer altı suyunu kullanacak kimsenin faydalı kullanışları için muhtaç olduğu su
miktar,
Emniyetli verim haddi: Yer altı suyu deposu verimine zarar vermeden devamlı olarak
alınabilecek su miktar,
Araştırma kuyu su: Yer altı suyu hakkında bilgi edinmek üzere açılan kuyular,
İşletme kuyusu: İstifadeye arz olunan kuyular,
Yer altı suyu işletme sahalarının tespit ve ilanı:
MADDE 10- Sınırları ve yapısal özellikleri belirlendikçe yer altı suyu sahaları, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü’nün teklifi üzerine, ilgili bakanlıkça "yer altı suyu işletme alanları" kabul ve
ilan edilir.
İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları içinde kuyu açılması:
MADDE 11- Yer altı suyu işletme sahaları içinde 15. madde hükmüne göre belge alınarak
açılması gereken kuyuların adedi, yerleri, derinlikleri ve diğer vasıflarıyla çekilecek su miktarı
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tayin ve tespit edilir.
Yer altı suyu işletme sahalarında 15. madde şümulüne giren her türlü yer altı suyu tesisleri,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca tanzim edilecek teknik talimatname hükümlerine göre
meydana getirilir.
Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya
yetkilidir.
Faydalı ihtiyaç miktarı, tahsis edilecek maksada göre ilgili bakanlıkların mütalaası alınmak
suretiyle, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tayin ve tespit edilir.
İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları dışında yer altı suyu aranması ve kullanılması
MADDE 12- İlan edilmiş yer altı suyu işletme sahaları dışında her arazi sahibi; arazisinde yer
altı suyu aramak, suyu bulduktan sonra, bunun kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını
kullanmak hakkına maliktir.
Ancak bu işler 15. maddenin şümulüne girdiği takdirde belge alınması mecburidir.
Faydalı ihtiyaç miktarı dördüncü madde hükümlerine göre tayin olunur.
Komşu hakkı:
MADDE 13- Arazisinde faydalı ihtiyaçları için yeter miktarda su bulunmayan veya bu suyu elde
etmesi fahiş masrafı icap ettiren bir kimsenin, komşu arazideki yer altı suyundan istifade şartları
konularında halen yürürlükte olan 20.07.1961 tarih ve 5/1465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
yürürlüğe giren Yer Altı Suları Tüzüğü uygulanır.
Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü’nün yetkileri:
MADDE 14- Yer altı suyu etüt ve araştırmaları için Devlet Su İşleri, herhangi bir yerde kuyular
açmak veya açtırmak hakkına maliktir. Bu kuyular için istimlâk yapılmaz.
Araştırma kuyularından işletme kuyusu haline ifrağ edilenlerle, doğrudan doğruya işletme
kuyusu olarak açılan kuyular için, kuyu yeri ile geliş gidişe lüzumlu arazi Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü tarafından istimlâk olunur. İstimlâk bedeli, kuyunun maliyet hesabına ithal edilir.
İşletme kuyularının intifa hakkı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından Maliye
Bakanlığı’nın izni alınarak hakiki veya hükmi şahıslara devredilebilir veya kiralanabilir. Devir
veya kira bedeli Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü tarafından takdir olunur.
Kuyunun intifa hakkının devrinde veya kiralanmasında arazi sahibine tercih hakkı tanınır.
Belge alınması ve bilgi verilmesi mecburiyeti:
MADDE 15 - Aşağıdaki (a) ve (b) fıkralarında beyan edilen kazıların yapılması veya kuyuların
açılması için Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nden belge alınması mecburidir.
a) Su temini maksadıyla, kesitleri ne olursa olsun, tabii zemin üstünden itibaren derinliği Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından tespit ve ilgili bakanlığın onayından sonra ilan olunan
haddi aşan her türlü çukur, sondaj ve kuyular (el ile açılan kuyular hariç),
b) Su temini maksadıyla, boylan ve kesitleri ne olursa olsun, ufki veya meyilli her türlü galeriler
ve tüneller.
Bu kazıların yapılması ve kuyuların açılması su temini maksadını gütmemesi halinde, bunlar
226
hakkında belge aranılmakla beraber, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün talebi üzerine bilgi
verilmesi mecburidir.
Arama belgesi:
MADDE 16- Yer altı suyu aranın asında belge almayı icap ettiren işler için bir sene süreli arama
belgesi verilir. Bu süre içinde, arama bitirilmezse; belge sahibinin, sürenin son ayı içinde
müracaat etmesi şartıyla belge bir sene için temdit edilir. Bu süre zarfında da arama bitirilmezse;
belge hükümsüz sayılır ve iş sahibi yeniden belge alır.
Kullanma belgesi:
MADDE 17- Arama belgesine dayanarak arazisinde yer altı suyu bulunan kimse, bu suyu
kullanabilir. Ancak, bir ay içinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne müracaat ederek
kullanma belgesi alır.
Islah ve tadil belgesi:
MADDE 18- Kullanma belgesini haiz bir kimse arazisindeki kuyuların veya yer altı suyu
membaların verimini artırmak veya başka bir maksadı sağlamak gibi mülahazalarla bunlar
üzerinde kendiliğinden her hangi bir müdahalede bulunamaz veya kuyuların kullanma şeklini
değiştiremez. Ancak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nden "ıslah ve tadil belgesi" almak
suretiyle, böyle bir ameliyeye girişebilir.
Belgelerin ücret, resim ve harçtan muafiyeti:
MADDE 19 – 9, 10 ve 11. maddelerde sözü geçen belgeler hiçbir ücrete, damga resmine, harca
ve sair rüsuma tabi değildir.
Belge için müracaat:
MADDE 20 - Arama, kullanma veya ıslah ve tadil belgesi almak isteyen kimse, doğrudan
doğruya, bulunduğu yerdeki Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Teşkilatı’na, Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü Teşkilatı yoksa en yakın mülkiye amiri vasıtasıyla, Devlet Su İşleri
Teşkilatı’na müracaatla belge talebinde bulunur.
Müracaat sahibine, bir ay zarfında, belge verilmek veya reddedilmek suretiyle cevap verilir.
Aynı zamanda yapılan müracaatlarda su taleplerinin emniyetli verim haddine yaklaşması:
MADDE 21 - Su taleplerinin yer altı suyu deposunun emniyetli verim haddine yaklaşması
halinde, belge için yapılmış bir müracaattan sonra, bir hafta zarfında aynı yer altı su deposundan
istifade etmek üzere, yapılacak başka müracaatlar, ilgili bakanlıkların temsilcilerinden
müteşekkil bir heyet marifetiyle incelenerek taliplerden hangilerine kullanma belgesi verileceği
karara bağlanır.
Tescil:
MADDE 22- Bu kanun hükümlerine göre verilen bütün belgeler, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü tarafından bir sicile kaydedilir.
Şartların tespiti ve kontrolü:
MADDE 23- Arama, kullanma, ıslah ve tadil ameliyelerinin şartlan ve kuyuların açılmasında
fen elemanlarına tanınacak hak ve salahiyetlerle mesuliyetleri ve bu hususların kontrolü
konularında halen yürürlükte olan 20.07.1961 tarih ve 5/1465 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile
yürürlüğe giren Yer Altı Suları Tüzüğü uygulanır.
Proje ve Fenni mesuliyet:
MADDE 24- Bu kanun hükümlerine göre yeniden yapılacak veya tadil ve ıslah edilecek her türlü
yer altı suyu tesislerinin etüt, proje ve aplikasyonlar, yetkili elemanlarca yapılan tasdikli bir proje
ve mesuliyete istinat eder.
Satıh alüvyonlar içerisinde açılan ve derinliği 15. madde gereğince ilan edilen haddi aşmayan
kuyular bu hüküm dışındadır.
Ceza hükümleri:
MADDE 25- Bu kanundaki vecibeleri yerine getirmeyenler bu hareketlerinden dolayı,
diğer kanunlara göre, daha ağır bir ceza ile cezalandırılmadıkları takdirde, bu madde hükmüne
227
göre cezalandırılırlar.
a) Belge almadan 8. maddedeki işleri yapanlar ile kasten yanlış bilgi verenler 500 liradan 3 bin
liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar. Ceza alınmakla beraber, kuyunun açılıp
işletilmesinde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nce bir mahzur görülmezse, sahibine gerekli
belge verilir. Aksi halde, kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır. Tekerrürü halinde,
ceza iki misli olur ve o kimseye belge verilmez, kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan
alınır.
b) 9 ve 11. madde hükümlerine aykırı hareket edenlerle arama, kullanma, ıslah ve tadil
faaliyetleri sırasında konulan şartlara riayet etmeyenler, müracaat formlarda istenen bilgileri
vermeyenler, 8. maddenin son fıkrasındaki mecburiyete riayet etmeyenler 500 liradan 1500
liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar. Tekerrürü halinde, cezalar iki misli olur, belge
verilmez veya verilmiş ise geri alınır. Kuyu kapatılır ve masrafı kuyuyu açtırandan alınır.
c) Bu kanunla ilgili davalara sulh mahkemelerinde bakılır.
ÜÇÜNCÜ KISIM
NÜFUSU YÜZBİNİ AŞAN ŞEHİRLERE İÇME, KULLANMA VE ENDÜSTRİ SUYU
İLE TURİSTİK YÖRELERE İÇME, KULLANMA SUYU TEMİNİ
MADDE 26 - Bakanlar Kurulu Kararı alınmak ve bütçe imkânlar müsait olmak şartıyla son
genel nüfus sayımı sonuçlarına göre Nüfusu 100 bini aşan şehirlere içme, kullanma ve endüstri
suyu ile turistik yörelere içme ve kullanma suyu teminine yönelik çalışmalar yapmaya ve
taahhütlere girmeye Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilidir. Genel Müdürlük bu amaçla,
rasat, deney, araştırma, istatistik ve her türlü istikşaf ve teknik etütleri yapar veya yaptırır.
Nüfusu 100 bini aşan şehirlerin içme, kullanma ve endüstri suyunun temini için, Bakanlar
Kurulu Kararı alınmak ve bütçe imkânları müsait olmak şartı ile 80. madde hükmüne istinaden
gelecek yıllara sair taahhüt1ere girişmeye Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilidir.
MADDE 27- Su kaynaklan üzerinde oluşturulan baraj, gölet ve benzeri depolama tesislerinin
yapımı, yer altı suyu kuyularının açılması, elektrifikasyonu, motopomp temini ve montajı, ana
iletim hatları, iletim tünelleri, ara depolama yapılan, arıtma tesisleri, ana depolar, arıtma tesisi ile
ana depolar arasındaki ana besleme hatları ve kapsam içindeki pompa istasyonlar ile terfi hatlar
DSİ tarafından; tali depolar, dağıtım depolan, dağıtım şebekesi ile tali ve dağıtım depolarıyla
dağıtım şebekesi içinde yer alan pompa istasyonları ilgili belediyesince yapılır ya da yaptırılır.
Belediye sınırlan içerisindeki gerekli kamulaştırmalar ilgili belediyesince yapılır.
DSİ tarafından projelendirilen yukarıda anılan tesislerin yapımını ve işletilmesini engelleyecek
imar planı değişiklikleri yapılamaz. Zorunlu hallerde DSİ’nin uygun görüşü alındıktan soma
ancak, gerekli düzenleme ve değişiklik yapılabilir.
İçme suyu amacına tahsis edilen ve/veya içme suyu amacıyla kullanılan su kaynaklarının
korunması 9 Ağustos 1983 tarih ve 2872 sayılı Çevre Kanunu ile bu kanun gereğince
yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde sağlanır.
MADDE 28- Bu kanun kapsamına girmeyen ancak, içme, kullanma ve endüstri suyundan
faydalanmak isteyen İller Bankası, belediye, endüstri kuruluşu, organize sanayi bölgesi, turistik
yöre organizasyonları, içme suyu birliği ve benzeri gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak
talep üzerine, yatırım finansmanının tamamı söz konusu gerçek ve tüzel kişiler tarafından
karşılanmak kaydıyla, suyun tahsisi ve su kaynaklan üzerinde baraj, gölet ve benzeri depolama
ve yer altı suyu tesisleri ile su alma yapısı ve regülâtörler DSİ tarafından yapılabilir ya da
yaptırılabilir.
DSİ tarafından planlanacak, projelendirilecek ve gerçekleştirilecek bu tesislerin yapımı, işlerin
yürütülmesi, finansmanı ve işletilmesine ilişkin hususlar, adı geçen gerçek ve tüzel kişiler ile
DSİ arasında bağıtlanacak sözleşmeler ve protokollerle düzenlenir.
Görev, Yetki ve Sorumluluk:
MADDE 29- Bakanlar Kurulu Kararı alınan ve 26. madde kapsamına giren kentlerin, 27.
maddede belirtilen içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanmasına yönelik çalışmalar yapması
yönünde DSİ'yi yetkili kılan belediye meclis kararını ilgili belediye başkanlığının alması
228
gereklidir.
MADDE 30- 26. ve 27. maddelerde DSİ tarafından yürütüleceği belirtilen işlerin bileşenleri ve
bu işlere ilişkin esaslar ile 33. maddede yer alan geri ödeme ile ilgili hususlar DSİ ile ilgili
belediye arasında yapılacak protokollerde belirlenir. Söz konusu belediyelerden büyükşehir
belediyesi niteliğinde olanların su ve kanalizasyon idareleri genel müdürlükleri de büyükşehir
belediye başkanları ile birlikte adı geçen protokollere taraf olurlar. Anılan protokoller, İçişleri
Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı'nın uygun görüşleri alındıktan sonra yürürlüğe girer.
MADDE 31- Su kaynaklarının içme, kullanma ve endüstri suyu sağlanması amacı ile tahsisine
münhasıran DSİ yetkilidir. 26, 27 ve 30. maddelerde belirlenen şartların sağlanması ve belirtilen
kapsam çerçevesinde işlerin yürütülmesinden DSİ yetkili ve sorumludur.
Finansman, Geri Ödeme ve Tesislerin Devri ve İşletmesi:
MADDE 32- 26. ve 27. maddelerde DSİ tarafından yapılacağı belirtilen ve 30. maddede anılan
protokol kapsamına alınan işlerin finansmanı DSİ bütçesinden ayrılan ödeneklerden, ilgili
belediye katkılarından, dış kredilerden, belediyelerin geri ödemelerinden ve diğer kaynaklardan
karşılanır.
İlgili belediyeler, DSİ tarafından yukarıda belirtilen kaynaklardan yapılan harcamaları 30.
maddede belirtilen esaslar çerçevesinde DSİ'ye borçlanırlar. Bunlardan büyükşehir belediyesi
niteliğinde olanların su ve kanalizasyon idaresi genel müdürlükleri de büyükşehir belediye
başkanlıkları ile birlikte müştereken ve müteselsilleri borçlandırırlar.
Geri Ödeme:
MADDE 33- İşin planlanması, projelendirilmesi, yapımı ve yürütülmesi için yapılan tüm
Harcamalar ile çok amaçlı tesislerin içme suyu hissesine düşen maliyetleri ilgili belediyesi
tarafından DSİ'ye borçlandırılır. İçme suyu tesislerinin toplam maliyeti, kesin hesabın
onaylandığı yıl fiyatlarıyla hesaplanır. Bu toplam maliyetten, ilgili belediyenin finansman
katkılan ile dış kredilerden ve diğer kaynaklardan sağlanan finansmanları toplamı düşüldükten
sonraki bölümü, yıllık taksitler biçiminde DSİ'ye geri ödenir. Dış kredilerden ve diğer
kaynaklardan sağlanan finansmanın anapara ve faizi geri ödemeleri ile tüm masraflar
belediyeden Hazine Müsteşarlığı’nca tahsil edilir. Geri ödeme süresi, yapımı tamamlanan
tesislerin toplam maliyetinin belirleneceği kesin hesabın onaylandığı yıldan başlamak üzere 15
yıl olup, tesislerin ilgili belediyesine devir tarihi ile kesin hesabın onaylandığı tarih arasında
geçen süre geri ödemesiz olarak değerlendirilir.
DSİ tarafından gerçekleştirilen yatırımın güncel fiyatlarla geri ödemesi esastır. İlgili belediye
tarafından yapılacak geri ödeme yıllık taksitler biçiminde olup, her bir yıla ait taksit tutan izleyen
yıl içinde ödenir. Ödenecek yıllık taksitlerin hesaplanmasına ilişkin yöntem ve yıllık taksitlerin
ödeme tarihleri 5. maddede anılan protokol içeriğinde belirlenir. İlgili belediyeler tarafından
yapılan geri ödemeler, DSİ'nin hizmetler sektörü bütçesine ödenek kaydı yapmak suretiyle, yıl
içinde DSİ içme suyu projelerinin ek finansmanında kullanılır.
DSİ bütçesinden yapılan harcamaların geri ödemeye esas oluşturacak toplam maliyet bedeli,
kesin harcama sonuçlarına diğer maliyet unsurlarının ilave edilmesi suretiyle DSİ yöntemlerine
göre ve tesislerden kente su verildiği yıl fiyatlarıyla hesaplanacaktır. Geri ödemeler belediyeler
tarafından DSİ’nin tebliğ tarihinden itibaren 15 yıl içinde gerçekleştirilecektir. Toplam maliyet
15’e bölündüğünde ilk yıl için 1/15 karşılığı tutar tahsil edilecek, müteakip yıllarda ise maliyetin
1/15 karşılığındaki tutarın; geri ödemenin yapılacağı yılın on ikinci ayındaki son su satış
tarifelerindeki konutlara uygulanan değerin, kente su verildiği tarihte geçerli olan su satış
tarifesindeki konutlara uygulanan değere bölünmesi sonucunda elde edilen katsayı ile çarpma
sonucunda bulunacak değer tahsil edilecektir.
MADDE 34- Belediyeler, bu kanuna göre kendilerine devredilen tesislerin geri ödemesi için
DSİ'ye borçlandıkları tutan karşılamak üzere su tarifelerine yansıtacakları uygun bir oran ile
tahsil edecekleri miktarı, DSİ'ye olan borçlarını ödemek üzere özel bir fonda biriktirir. Bu özel
fon, münhasıran belediyelerin DSİ'ye bu kanun gereğince vaki borçlarının ödenmesi için
kullanılır. İlgili belediyeler, bu kanunun hükümlerine göre hesaplanıp kendilerine tebliğ edilen
borçlarını vadelerinde ödemedikleri takdirde bu borçlar üzerinde kanuni faiz yürütülür ve
229
DSİ’nin talebi üzerine Hazinece belediyeye yapılacak yardımlardan ya da 2 Şubat 1981 tarih ve
2380 sayılı kanun uyarınca belediyelere ayrılan paylardan İller Bankası'nca kesilerek DSİ'ye
ödenir. Bu şekilde tahsil edilemeyen DSİ alacakları, 21 Temmuz 1953 tarih ve 6183 sayılı
Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.
Tesislerin Devri ve İşletilmesi
MADDE 35- DSİ tarafından gerçekleştirilen su kaynaklan üzerindeki baraj, gölet ve benzeri
depolama tesisleri hariç, diğer tesisler geçici kabul tarihinden itibaren bir yıl içinde devir
protokolü ile ilgili belediyesine devredilir ve belediye tarafından işletilir. Baraj, gölet ve benzeri
depolama tesislerinin işletilmesi DSİ'ye aittir. DSİ’ce işletilen söz konusu tesislerin yıllık
tahmini işletme giderleri DSİ tarafından bir önceki yılın en geç eylül ayı sonuna kadar ilgili
belediyelere bildirilir. Belediyeler hisseleri oranındaki işletme giderlerini her yıl bütçelerine
koyarlar. İşletme giderleri yılın 1. ve 6. ayları içinde DSİ hesabına yatırılır.
Devredilen tesislerin ilgili belediyesine devir tarihinden itibaren üç yıl içinde tahsis edilen suyun
hiç kullanılmaması ya da amacı dışında kullanılması durumunda DSİ bu kaynağı aynı amaçla
farklı bir kullanıcıya ya da başka bir kullanım amacına tahsis edebilir.
İlgi belediyelerden büyükşehir belediyesi niteliğinde olanlara devredilen tesislerin içme suyu
kaynaklarının kirlenmeye karşı korunması 23 Mayıs 1984 tarih ve 3009 sayılı kanunla değişik 20
Kasım 1981 tarih ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş
ve Görevleri Hakkında Kanun'a dayanılarak yayımlanan ilgili yönetmelik hükümleri
çerçevesinde sağlanır.
DÖRDÜNCÜ KISIM
Teşkilat
MADDE 36- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Merkez ve Taşra Teşkilatı’nda meydana gelir.
Merkez Teşkilatı
MADDE 37- Genel Müdürlük Merkez Teşkilatı, ana hizmet birimleri ile danışma ve denetim
birimleri ve yardımcı birimlerden meydana gelir.
Genel Müdürlük Merkez Teşkilatı, Ek-l sayılı cetvelde gösterilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Müdür
MADDE 38- Genel Müdür, teşkilatın en üst amiridir. Genel Müdürlük hizmetlerini mevzuata,
milli güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle
sorumludur.
Genel Müdür emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, Merkez ve Taşra
Teşkilatının faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir.
Genel Müdür Yardımcıları
MADDE 39- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nde Genel Müdür'e yardımcı olmak üzere dört
Genel Müdür Yardımcısı görevlendirilebilir.
İKİNCİ BÖLÜM
Ana Hizmet Birimleri
MADDE 40- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ndeki ana hizmet birimleri şunlardır:
I) Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı
II) Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı
III) Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı
IV) İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı
V) Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığı
VI) İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı
VII) Makine, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı
VIII) Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı
IX) Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı
X) Barajların Denetim ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı
230
Ana hizmet birimlerinde en faza dört başkan yardımcısı görevlendirilebilir.
Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı:
MADDE 41- Etüt ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Ülkenin su ve toprak kaynaklarından yararlanmak üzere etüt, proje ve işletme aşamalarında
her çeşit veriyi toplamak ve bu verileri değerlendirmek,
b) Bu amaçla ön inceleme, master plan ve yapılırlık çalışmaları yapmak veya yaptırmak,
c) Bu kanunun 2. maddesinin a ve b fıkralarındaki planlama-tahsis ile ilgili görevleri yapmak
d) Bu kanunun 2. maddesinin f fıkrasındaki işleri yapmak
e) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan
işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak,
f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak
Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı:
MADDE 42- Proje ve İnşaat Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik olarak faydalanmak ve taşkınlardan korunmak üzere
hazırlanmış bulunan yapılırlık raporlarına göre barajlar, hidroelektrik santraller ve içme suyu
tesisleri hariç, gerektiğinde arazi toplulaştırmasını da kapsayan her türlü proje ve inşaatları
yapmak veya yaptırmak,
b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat ve keşifleri
hazırlamak veya hazırlatmak,
c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan
işleri kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak veya yaptırmak,
d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak
Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı:
MADDE 43- Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik olarak faydalanmak üzere hazırlanmış bulunan
yapılabilirlik raporlarına göre, baraj, hidroelektrik santral ve teçhizat proje ve inşaatlarını
yapmak veya yaptırmak,
b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat veya keşifleri
hazırlamak veya hazırlatmak,
c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan
işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak,
d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak
İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı:
MADDE 44- İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Su ve toprak kaynaklarından ekonomik faydalanmak üzere hazırlanmış bulunan yapılabilirlik
raporlarına göre, kanunlarla genel müdürlüğe verilen görevlerden, yerleşim merkezlerinin içme,
kullanma ve endüstri suyu ihtiyacının sağlanması amaçlan ile kurulacak tesisler için planlama ve
vizyonu, kati proje ve inşaat çalışmalarını yapmak veya yaptırmak,
b) Bu işlere ait metraj, teknik ve özel şartnameler, fiyat analizi, birim fiyat ve keşifleri
hazırlamak veya hazırlatmak,
c) Bu işlere ait ihale işlemlerini yürütmek, ihale edilmiş işleri izlemek, denetlemek, tamamlanan
işlerin kesin hesap, kabul gibi işlemlerini yapmak,
d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığı:
MADDE 45- Jeoteknik Hizmetler ve Yer Altı Suları Dairesi Başkanlığ’ının görevleri şunlardır:
a) Ülkenin yer altı suyu potansiyelini tespit etmek amacıyla tüm ova ve havzalarda hidrojeolojik
ve jeofizik etütler yapmak veya yaptırmak
b) Etüdü bitirilen ovalan "yer altı suyu işletme alanı olarak belirlemek",
c) İçme, kullanma ve sulama suyu amacıyla kuyular açarak yer altı suyu pompaj tesisleri yapmak
veya yaptırmak,
d) Bu kanunun 2. kısımda yer alan yer altı sularına ilişkin maddelerin yüklediği görevleri ve
işleri yürütmek,
231
e) Genel Müdürlükçe verilen diğer görevleri yapmak,
İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı:
MADDE 46- İşletme ve Bakım Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Tesislerin amaçlarına en uygun biçimde işletilmeleri için gerekli politikayı tespit etmek ve
sonuçlarını izlemek, bununla ilgili olarak tesislerden faydalananlar ve diğer ilgili kuruluşlarla iş
birliği yapmak, sulayıcı gruplar, sulama birlikleri ve kooperatiflerin kurulmalarına teşvik ve
işletme hizmetlerinin bu kuruluşlara devrini sağlamak,
b) İşletmeye açılan baraj, sulama, ıslah etmek, taşkın, kira ve vb. tesislerin daima çalışır durumda
ve hizmeti en iyi yapacak düzeyde tutulması için gerekli bakım - onarım yöntemlerini tespit
etmek ve uygulamaya izlemek,
c) Meydana getirilmiş tesislerin, envanterini tutmak, tesisler ile ilgili tüm istatistikî bilgileri
toplamak, muhafaza etmek ve değerlendirmek,
d) Tesislere yapılan yatırımların geri ödenmesini, işletme ve bakım tarifeleri ile yıllık yatırımın
ücret tarifelerinin tespiti gibi hizmetleri kapsayan ilgili maddelerin uygulanmasını izlemek,
e) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiş bulunan tesisler ile idari ve sosyal
yapıların çevrelerindeki alanlarda park ve rekreasyon tesislerini planlamak ve izlemek,
f) Genel Müdürlüğü’nün geliştirdiği su kaynaklarından, su ürünleri üretimini artırıcı çalışmalarda
bulunmak,
g) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
Makina, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı:
MADDE 47- Makine, İmalat ve Donatım Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğü’nün çalışma konusuna giren işleri yapmak için gerekli makine,
taşıt, tezgâh, teçhizat malzemelerini cins ve miktar yönünden tespit etmek,
b) Gerektiğinde bunların projelerini yaparak imar etmek veya ettirmek, temin etmek, bunun için
gerekli tedbirleri almak ve koordinasyonu sağlamak, suretiyle etkin ve randımanlı bir şekilde
çalıştırmak,
c) Makine, taşıt, tezgâh, teçhizat ve malzemelerin kayıtlarının tutmak ve işletme masraflarının
tespit ve takip etmek, icabında kira mukabili vermek ve bunlar için gerekli bakım, onarım,
revizyon ve malzeme ambar ve depoların ve gerekli diğer tesisleri kurmak ve işletme kayıtlarının
tutmak ve işletme masrafların tespit etmek,
d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı:
MADDE 48- Teknik Araştırma ve Kalite Kontrol Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün çalışmalarının teknik, bilim ve ekonomi kurallarına uygun olarak
yürütülebilmesini temin için her türlü teknik araştırma, kalite kontrol ve laboratuar hizmetlerini
yürütmek,
b) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı:
MADDE 49- Emlak ve Kamulaştırma Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün hizmetlerini yürütebilmesi için gerekli olan taşınmaz mallan temin etmek,
b) Bu taşınmaz malların kayıtlarının tutmak,
c) Her türlü emlak ve kamulaştırma işlemlerini yürütmek ve kamulaştırılan taşınmazların Hazine
adına tescilini sağlamak,
d) Genel Müdürlüğün ihtiyacı olan kamulaştırma ve toplulaştırma ve haritaları yapmak veya
yaptırmak, bu işlerle ilgili şartnameler, fiyat analizleri, birim fiyatlar, keşifler hazırlamak veya
hazırlatmak,
e) DSİ sulama projelerinde arazi toplulaştırması uygulaması yapmak veya yaptırmak,
f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak
Barajların Denetimi ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı:
MADDE 50- Barajların Denetimi ve Gözetimi Dairesi Başkanlığı'nın DSİ haricinde başkaları
tarafından inşa edilenleri de kapsamak üzere görevleri şunlardır:
a) İnşaat öncesi ve inşaat sonrasında tanzim edilen yapılabilirlik rapor ve bilgileri derleyerek her
232
baraja ait bir kütük tutmak,
b) Su tutma ve işletme aşamalarında ölçüm aletlerinden elde edilen bilgilere göre barajların ve
göletlerin davranışlarını ve teknik yönden emniyetlerini belirlemek, barajların ve ilgili yapıların
değişen hidrolojik şartlara göre emniyetine periyodik olarak araştırmak,
c) Baraj ve göletlerin teknik yönden emniyeti bakımından her türlü gözlemleri planlamak ve
koordine etmek,
d) İşletmede olan barajların hidromekanik aksamının yıllık kontrollerini yaparak raporlarını
tanzim etmek ve alınacak tedbirleri ilgili daire ve bölgeler ile koordine etmek,
e) Barajlara yerleştirilen ölçüm aletlerinin planlama ve yerleştirilmesinde ilgili ünitelere yardımcı
olmak ve bunların yıllık bakım ve onarımını yapmak veya yaptırmak,
f) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Danışma ve Denetim Birimleri
MADDE 51- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün merkez kuruluşundaki danışma ve denetim
birimleri şunlardır:
Teftiş Kurulu Başkanlığı
Hukuk Müşavirliği
Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı
Bu birimlerde üç yardımcı görevlendirilebilir.
Teftiş Kurulu Başkanlığı:
MADDE 52- Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürün emri veya onayı üzerine Genel Müdür adına, Genel Müdürlük merkez ve taşra
teşkilatı ile döner sermaye işletmelerinin, her türlü iş ve işlemleriyle ilgili olarak teftiş, araştırma,
inceleme ve soruşturma islerini yürütmek,
b) Genel Müdürlüğün amaçlarını daha iyi gerçekleştirmek, mevzuata, plan ve programa uygun
çalışmasını sağlamak için gerekli önerileri üretmek ve bunları Genel Müdür'e sunmak,
c) Mevzuatta yer alan veya Genel Müdür tarafından verilen benzeri görevleri yapmak. Teftiş
Kurulunun ve müfettişlerin görev, yetki ve sorumlulukları, müfettiş yardımcılarının alınması,
yetiştirilmesi ve müfettişliğe yükselmeleri ile ilgili çalışma usul ve esasları yönetmelikle
düzenlenir.
Hukuk Müşavirliği:
MADDE 53-Hukuk müşavirliğinin görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün merkez teşkilatına dâhil birimlerle bölge müdürlüklerince sorulan hukuki
konular ile hukuki, mali, cezai sonuçlar doğurabilecek işlemler hakkında görüş bildirmek,
b) Genel Müdürlüğün menfaatlerini koruyucu, anlaşmazlıklar önleyici hukuki tedbirleri
zamanında almak, anlaşma ve sözleşmelerin bu esaslara uygun yapılmasına yardımcı olmak,
c) Genel Müdürlüğe ait davalar her safhada takip etmek,
d) 8 Ocak 1943 tarih ve 4353 sayılı kanun hükümlerine göre adli ve idari davalarda gerekli
bilgileri hazırlamak ve Hazineyi ilgilendirmeyen idari davalarda Genel Müdürlüğü temsil etmek,
e) Genel Müdürlük hizmetleri ile ilgili olmak üzere, teşkilat tarafından hazırlanan kanun, tüzük,
yönetmelik taslaklar ile diğer iş ve işlemler hakkında hukuki yönden görüş bildirmek,
f) Genel Müdürlükçe gerekli görüldüğünde merkez teşkilatının görüşlerini de alarak ihbarname,
ihtarname düzenlemek veya bunlara karşı cevap hazırlamak.
g) Genel Müdürlüğün amaçlarının daha iyi gerçekleştirmek maksadıyla gerekli hukuki teklifleri
hazırlamak ve Genel Müdürlüğe sunmak,
h) Genel Müdürlükçe sorulacak diğer konularda hukuki mütalaasını bildirmek ve
Verilecek benzeri diğer görevleri yapmak.
Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı:
MADDE 54- Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’nın görevleri:
a) Ulusal kalkınma strateji ve politikalar, yıllık program ve hükümet programı çerçevesinde
idarenin orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarının belirlemek, amaçlarının oluşturmak üzere
233
gerekli çalışmalar yapmak,
b) İdarenin görev alanına giren konularda performans ve kalite ölçütleri geliştirmek ve bu
kapsamda verilecek diğer görevleri yerine getirmek,
c) İdarenin yönetimi ile hizmetlerin geliştirilmesi ve performansla ilgili bilgi ve verileri
toplamak, analiz etmek, yorumlamak,
d) İdarenin görev alanına giren konularda, hizmetleri etkileyecek dış faktörleri incelemek,
kurum içi kapasite araştırması yapmak, hizmetlerin etkililiğini ve tatmin düzeyini analiz etmek
ve genel araştırmalar yapmak,
e) Yönetim bilgi sistemlerine ilişkin hizmetleri yerine getirmek,
Bakan ve/veya üst yönetici tarafından verilecek diğer görevleri yapmak,
İdarenin stratejik plan ve performans programının hazırlanmasını koordine etmek ve sonuçlarının
konsolide edilmesi çalışmalarını yürütmek,
i) İzleyen iki yılın bütçe tahminlerini de içeren idare bütçesini, stratejik plan ve yıllık
performans programına uygun olarak hazırlamak ve idare faaliyetlerinin bunlara uygunluğunu
izlemek ve değerlendirmek,
j) Mevzuatı uyarınca belirlenecek bütçe ilke ve esaslan çerçevesinde, ayrıntılı harcama programı
hazırlamak ve hizmet gereksinimleri dikkate alınarak ödeneğin ilgili birimlere gönderilmesini
sağlamak,
k)
Bütçe
kayıtlarını
tutmak,
bütçe
uygulama
sonuçlarına
ilişkin
verileri
toplamak,değerlendirmek ve bütçe kesin hesabı ile mali istatistikleri hazırlamak,
I) İlgili mevzuatı çerçevesinde idare gelirlerini tahakkuk ettirmek, gelir ve alacaklarının takip ve
tahsil işlemlerini yürütmek,
m) Harcama birimleri tarafından hazırlanan birim faaliyet raporlarını da esas alarak idarenin
faaliyet raporunu hazırlamak,
n) İdarenin yatırım programının hazırlanmasını koordine etmek, uygulama sonuçlarını izlemek
ve yıllık yatırım değerlendirme raporunu hazırlamak,
o) İdarenin, diğer idareler nezdinde takibi gereken mali iş ve işlemlerini yürütmek ve
sonuçlandırmak,
p) Mali kanunlarla ilgili diğer mevzuatın uygulanması konusunda üst yöneticiye ve harcama
yetkililerine gerekli bilgileri sağlamak ve danışmanlık yapmak,
r) Ön mali kontrol faaliyetini yürütmek,
s) İç kontrol sisteminin kurulması, standartlarının uygulanması ve geliştirilmesi konularında
çalışmalar yapmak,
t) Genel Müdürlükçe mali konularda verilecek diğer görevleri yapmak.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Yardımcı Birimler
MADDE 55- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü merkez kuruluşundaki yardımcı
birimler şunlardır:
İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı
İdari ve Mali işler Dairesi Başkanlığı
c) Teknoloji Dairesi Başkanlığı
Dış ilişkiler Dairesi Başkanlığı
Savunma Uzmanlığı
Özel Kalem Müdürlüğü
Bu maddenin (a), (b) ve (c) fıkralarında belirtilen dairelerde en fazla üç başkan yardımcısı
görevlendirilebilir.
İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı:
Madde 56- İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı'nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün bütün ünitelerinin insan gücü ihtiyacını kalkınma planlan ve yıllık
programlara uygun bir şekilde tespit etmek ve bunların gerçekleştirilmesi ile ilgili önerilerde
bulunmak,
234
b) Genel Müdürlük personelinin atama, özlük, emeklilik ve benzeri işlemlerini yürürlükteki
mevzuata göre düzenlemek ve yürütmek,
c) Daire Başkanlıkları ve Bölge Müdürlüklerinin personel konusundaki önerilerini incelemek
ve değerlendirmek,
d) İşçi-işveren ilişkilerinin düzenlenmesini, toplu sözleşmelerin bağıtlanmasını sağlamak,
e) Genel Müdürlüğün bütün sosyal faaliyetlerini yürütmek,
f) Genel Müdürlük personelinin eğitim ve hizmet içi eğitim yönetmelikleri çerçevesinde
yetiştirilmesini sağlamak, verimlerini artırmak ve daha ileriki görevlere hazırlanmalarını
sağlamak amacıyla Genel Müdürlüğün eğitim ve öğretim faaliyetlerini saptanan politika ve
program esasları doğrultusunda yürütmek,
g) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı:
MADDE 57- İdari ve Mali işler Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün idari hizmetlerini, temizlik, aydınlatma, ısıtma, bakım, onarım ve taşıma
hizmetlerini yapmak,
Genel Müdürlüğün mali işlerle i1gili hizmetlerim yürütmek,
Sosyal tesislerin kurulması ve yönetimi ile ilgili hizmetleri düzenlemek ve yürütmek,
d) Genel Müdürlük personelinin ve ailelerinin sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını sağlamak,
Genel evrak, arşiv ve haber merkezinin hizmet ve faaliyetlerini düzenlemek,
Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak.
Teknoloji ve Eğitim Dairesi Başkanlığı:
MADDE 58- Teknoloji ve Eğitim Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürlüğün organizasyon yapısını, bu yapının gerektirdiği kilit mevkileri, bütün
çalışma konularında uygulanan yöntemlerin organizasyon metot prensipleri yönünden günün ve
tekniğin gereklerine göre geliştirilmesi çarelerini araştırmak, yazışma, kayıt, dosyalama ve evrak
arşivleme islerinde uygulanan sistemleri geliştirmek ve bu konularda Genel Müdürlüğe
tekliflerde bulunmak,
b) Genel Müdürlüğün bilimsel, teknik ve yönetim konularındaki bilgi işlemle ilgili araştırma ve
uygulamalarını yapmak,
c) Genel Müdürlüğün ana fonksiyonel konulardaki temel dokümanlarını yurt içinde ve dışında
izlemek, incelemek ve ihtiyaç duyulan dokümanlar sağlamak,
d) Genel Müdürlük hizmetlerini kamu kurum ve kuruluşlarında sergi ve fuarlar ile halka
tanıtmak üzere broşür, fotoğraf, film ve diğer yayınlar yayımlamak, sergilemek,
e) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak,
Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı:
MADDE 59- Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı’nın görevleri şunlardır:
a) Kalkınma planlan esaslarına uygun olarak DSİ projelerinin ve programlarının gerektirdiği dış
kredi ve teknik yardım temini için yurt içinde ve yurt dışında ilgili kuruluşlar nezdinde
girişimlerde bulunmak, uygulamayla ilgili esasları belirlemek ve uygulamayı takip etmek,
yabancı ülkelerle hükümet arasında yapılan çeşitli toplantılarda Genel Müdürlük ilgili üniteleri
de diğer kamu kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, çeşitli ülke ve uluslararası
kuruluşlardan eğitim, inceleme gezileri ve danışmanlık hizmetleri için DSİ'ne gelen kişi ve
heyetler için programlar hazırlayarak ilgili birim ve kamu kuruluşlar ile koordineli olarak bu
programların yürütülmesini sağlamak,
b) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak.
Savunma Uzmanlığı
MADDE 60- Savunma Uzmanlığı Özel Kanunu’nda ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri
yapar.
Özel Kalem Müdürlüğü:
MADDE 61 - Özel Kalem Müdürlüğü’nün görevleri şunlardır:
a) Genel Müdürün emir ve talimatlarını ilgililere duyurmak, daktilo ve dosyalama işlemlerini
yürütmek, gerekenleri sonuçlandırılıncaya kadar izlemek,
235
b) Genel Müdüre teşkilattan, yurt içinden ve yurt dışından gelen özel her türlü bilgi, not, rapor,
mektup ve mesajı izlemek, cevaplandırmak,
c) Genel Müdürün temsil ve protokole İlişkin faaliyetlerini düzenlemek, yurt içi ve yurt dışı
seyahatlerini organize etmek,
d) Genel Müdürlükçe verilecek diğer görevleri yapmak.
DSİ Meclisi:
MADDE 62-Genel Müdürlüğü ilgilendiren konularda görüş bildirmek üzere, Genel Müdür veya
görevlendireceği Genel Müdür yardımcısının başkanlığında genel müdür yardımcılar, 1. hukuk
müşaviri ve ana hizmet birim başkanlarından oluşacak DSİ Meclisi adıyla bir sürekli kurul
kurulur. DSİ Meclisi yılda en az dört defa toplanır. Konu ile ilgili olmaları halinde diğer hizmet
birim başkanları da bu kurula katılır. DSİ Meclisi’nin çalışma esas ve usulleri bir yönetmelikle
belirlenir.
BEŞİNCİ KISIM
TAŞRA TEŞKİLATI
Madde 63- Genel Müdürlük taşra teşkilatı, hizmetin özelliğinin gereği olarak bölge müdürlükleri
ve bunlara bağlı olan teknik şube müdürlükleri, şube müdürlükleri ve başmühendisliklerden
teşekkül eder.
Taşra teşkilatının hiyerarşik kademeleri hizmetin özelliklerine göre aşağıdaki şekildedir.
I) Bölge Müdürlüğü
II) Teknik Şube Müdürlüğü ve Şube Müdürlüğü
III) Başmühendislik
Taşra Teşkilatı Kuruluşu:
MADDE 64 - Genel Müdürlük taşra teşkilatı kuruluşlarından;
a) Bölge müdürlükleri Çevre ve Orman Bakanlığı’nın teklifi üzerine Devlet Planlama
Teşkilatı'nın ve Devlet Personel Başkanlığı'nın görüşleri alınarak Bakanlar Kurulu Kararı ile
geçici bölge müdürlükleri bakanlığın teklifi üzerine ortak kararname ile kurulur ve kaldırılır.
b) Teknik şube müdürlükleri, şube müdürlükleri ve başmühendisliklerin kurulmasına ve
kaldırılmasına Genel Müdürlüğün teklifi üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı yetkilidir.
Bölge Müdürünün Görevleri:
MADDE 65- Bölge Müdürü, bölgesi dâhilinde Genel Müdür’ü temsil eder ve kendisine verilen
yetkiler dâhilinde Genel Müdür adına Genel Müdürlüğün faaliyetlerini yürütür.
ALTINCI KISIM
SORUMLULUK VE YETKİLER
Yöneticilerin sorumlulukları
Madde 66- Genel Müdürlük merkez ve taşra teşkilatının her kademedeki yöneticileri, yapmakla
yükümlü bulundukları hizmet veya görevleri, Genel Müdürlük emir ve direktifleri yönünde,
mevzuata, plan ve programlara uygun olarak düzenlemek ve yürütmekten bir üst yönetici kader
neye karsı sorumludur.
Koordinasyon ve iş birliği konusunda Genel Müdürlüğün görev, yetki ve
sorumluluğu:
MADDE 67- Genel Müdürlük ana hizmet ve görevleri ile ilgili konularda Bakanlıkça
belirlenen esaslar dâhilinde diğer. Kamu kurum ve kuruluşlar ile gerekli iş birliği ve
koordinasyonu sağlamakla görevli ve yetkilidir.
MADDE 68- Genel Müdürlük, hizmet alanına giren konularda mahalli idarelerle
koordinasyon sağlamaktan sorumludur.
Genel Müdürlüğün düzenleme görev ve yetkisi:
MADDE 69- Genel Müdürlük, Genel Müdürlüğün kanunla yerine getirmekle yükümlü
olduğu hizmetleri, tüzük, yönetmelik, tebliğ ve genelgelerle düzenlemekle görevli ve yetkilidir.
Yetki devri:
MADDE 70- Genel Müdür ve her kademedeki yöneticiler, sınırlarını açıkça belirlemek
236
şartıyla yetkilerinden bir kısmını astlarına devredebilirler. Yetki devri, yetki devreden amirin
sorumluluğunu kaldırmaz.
YEDİNCİ KISIM
ÇALIŞMA ESASLARI, MALİ HÜKÜMLER
Yıllık Programlar:
MADDE 71- Bu kanunun 2. maddesinde belirtilen islerle ilgili yıllık programlar, kalkınma
planlarında belirtilen hedefler, işlerin verimliliği ve ele alınışlarındaki zaruretler göz önünde
bulundurularak Genel Müdürlükçe tespit ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı'na teklif edilir. Yapılan
teklif yıllık programların düzenlenmesine ilişkin usule göre kesin şeklini alır. Bütçenin
kesinleşmesini takiben yıllık yatırım programı ve uygulama planı hazırlanarak Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı'nın onayı ile yürürlüğe girer ve Genel Bütçe Kanunu hükümleri ile yıllık
yatırım programlarının uygulaması, izlenmesi ve koordinasyonuna ilişkin Bakanlar Kurulu
kararnamesi hükümleri uyarınca uygulamasına geçilir.,Ancak taşkınlar ve diğer acil müdahaleyi
gerektiren hallerde yapılacak işler için gerekli kararlar yukarıdaki fıkra hükümlerine tabi
olmaksızın Genel Müdürlükçe alınır ve uygulanır.
Ödenek ve Maliyetler:
MADDE 72- 2. maddede yazılı işlerin yapılması aşağıdaki hükümlere tabidir.
a) Gerekli masrafların her yıla ait kısımlan ile icabı halinde bu maksat için yapılmış olan
borçlanmalara ait taksit ve faizleri o yılın bütçesine konacak ödenekle karşılanır.
b) Tesisler ortaklıklar tarafından meydana getirilecek işe, bu takdirde tesis masrafları ortaklar
arasında sözleşme hükümlerine göre sağlanır.
Ortaklık dolayısıyla Genel Müdürlüğe düşecek masraf paylan o yıl bütçeye konacak ödenekle
karşılanır.
c) Kurulan tesisin birden fazla amaca hizmet etmesi halinde tesis bedelinin her maksada isabet
eden kısmı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi ve Başbakan'ın onayı ile kesinleşir.
d) Çeşitli arazi gruplarının sulanmasına hizmet eden ortak tesislerin bedelinin her arazi
grubuna isabet eden bölümü o arazi grubunun yüzölçümünün toplam sulama alanı yüzölçümüne
bölünmesi suretiyle hesaplanır.
Yatırım Masraflarının Geri Ödenmesi:
MADDE 73- Tesislerin meydana getirilmesi için yapılacak bütün masraflar 79. maddede
yazılı esaslar dairesinde bu tesislerden faydalanabilecekler tarafından ödenir.
a) Ödeme müddeti bu tesislerin özelliklerine, mahalli şartlara göre Genel Müdürlükçe tespit
ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Başbakan’ın onayı ile karara bağlanır.
Başbakanın onayı ile belirlenen bu kararın ilanını takip eden yıl geri ödemenin başlangıç taksiti
olarak kabul edilir. Olağanüstü durumların meydana gelmesi halinde ödeme müddeti aynı
yollardan gidilmek suretiyle uzatılabilir. DSİ'ce inşa edilen sulama tesisleri işletmenin
başlangıcından itibaren en çok beş yıl süre ile geri ödemeye tabi tutulmayabilir.
b) Tesislerdeki ödemeler faize tabidir. Ancak temin ettikleri istifade faizi kaldırmayacak
derecede olan tesislerdeki ödemeler faize tabi tutulmaz. Faiz nispetleri Genel Müdürlükçe tespit
olunup Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca karara
bağlanır.
c) Sulanan arazi alanları sulamadan istifade edebilecek ve edemeyecek arazi hudutları Genel
Müdürlükçe tespit ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Başbakanlıkça
tasdik edilir ve Genel Müdürlükçe usulü dairesinde mahallinde ilan edilir.
d) DSİ'ce inşa edilen enerji tesislerinin devir ve gen ödemesine ilişkin usul ve esaslar, Genel
Müdürlükçe hazırlanarak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar
Kurulu'nca çıkarılacak bir yönetmelikle tespit edilir.
Yatırım Masraflarının Yıllık Geri Ödeme Taksitleri:
MADDE 74- Yatırım masraflarının yıllık geri ödeme taksitleri aşağıdaki hükümlere tabidir.
a) Taşkın sular ve sellere karşı yapılan koruyucu tesisler ile bataklıkların ıslahı amaçlı tesisler
237
geri ödemeye tabi değildir.
b) Sulama tesislerinde dekar başına, bu tesisler için yapılan yatırım masraflarının, sulamadan
istifade edebilecek alan ile geri ödeme süresi olan yıl adedine bölünmesi ile elde olunur.
Her arazi sahibi 10. maddenin (c) bendi esaslan dâhilinde tespit edilen hudut içerisindeki
arazisinin yüzölçümünün bu ücretle çarpımıyla bulunacak bedeli her yıl ödemekle yükümlüdür.
d) Akarsuların ıslahı ve ulaşıma elverişli hale getirilmesi için yapılan tesisler geri ödemeye
tabi değildir. Ancak kanallar ve Genel Müdürlükçe inşa edilen baraj gölleri üzerinde ulaşım
Genel Müdürlüğün izni ve uygun göreceği ücret karşılığında yapılır. Bu hususlar bir
yönetmelikle düzenlenir.
İşletme, Bakım ve Onarım Masraflarının Tahsili:
MADDE 75- 2. maddenin (a) ve (d) bentlerinde belirtilen tesisler hariç olmak üzere,diğer
tesislerin işletmeleri, bakım ve onarımları için yapılan bütün masraflar faydalananlar tarafından
ödenir. İşletme, bakım ve onarım ücretlerinin tespiti
MADDE 76- İşletme, bakım ve onarım ücretleri aşağıdaki hükümlere tabidir:
a) Taşkın sular ve sellere karşı koruyucu tesisler ve bataklık ıslahı tesisleri ile ıslah işleri ve
gemi işletme tesislerinden, işletme, bakım ve onanın ücreti alınmaz.
b) Sulama işletmelerinde dekar başına ortalama işletme, bakım ve onarım ücreti; bir yıl
önce yapılan toplam işletme, bakım ve onarım masraflarının sulanması öngörülen alana
bölünmesi ile elde olunur. Bu ücret bitki çeşitlerine göre ve toplam sabit kalacak şekilde
ayarlanır.
Her arazi sahibi, kiracısı ve ortakçısı olan gerçek ve her türlü tüzel kişi, arazisinin
yüzölçümünün bu ücretle çarpımı sonucu bulunan bedeli ödemekle yükümlüdür.
c) Sulamada kullanılan su miktarının ölçülmesinin mümkün olduğu ve Genel Müdürlükçe
uygun görülen sulama şebekelerinde, kullanılan suyun miktarına, göre ücret tarifesi tespit
edilebilir,
d) Sulama işletmeleri, köy tüzel kişilikleri, belediyeler, birlikler, kooperatifler, gerçek veya
tüzel kişilerce devralınarak veya sadece işletme, bakım ve onarım masraflarını toptan ödeme
sözleşmesi yapılarak işletilebilirler. Bu takdirde tüzel kişilikler veya gerçek kişiler işletme,
bakım ve onarım masraflarına en çok bir yıl önce ülke genelinde yapılan toplam işletme, bakım
ve onarım masraflarının, o yılki ücret tarifeleri ile tahsili öngörülen miktarı oranında katılırlar.
Bu katılım oranlarında yapılacak indirimlerle bu tür işletmeciliği özendirici ve düzenleyici diğer
esaslar, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nce hazırlanıp Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın
teklifi üzerine Bakanlar Kurulu'nca yürürlüğe konulacak bir yönetmelik ile belirlenir,
e) Tesislerin enerji hissesine isabet eden işletme, bakım ve onarım giderlerinin ne şekilde
hesaplanacağı bir yönetmelikle tespit olunur.
Ücret Tarifeleri:
Madde 77- Hesaplanacak ücret tarifeleri, Maliye Bakanlığı ile Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığı'nın görüşleri alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar
Kurulu'nca tasdik ve en geç o yılın nisan ayı içinde Resmi Gazete'de yayımlanır. Bakanlar
Kurulu teklif edilen tarifelerde bir indirim yapabilir. Bu takdirde meydana gelecek farklar, Genel
Müdürlük bütçesine konulacak ödenekle karşılanır.
Geri ödeme taksiti ile işletme, bakım ve onarım masraflarının birlikte tahsili
MADDE 78- Yatırım masraflarını geri ödeme taksiti ile işletme, bakım ve onarım ücreti ayrı ayrı
hesap edilerek birlikte tahsil olunur.
Sulama Ücretlerinin Taahkuku:
MADDE 79- Sulama ücretleri kadastro planlarından alınacak veya Genel Müdürlükçe
ölçülerek tespit edilecek yüzölçümleri ne göre düzenlenecek olan ölçüm cetvellerine ve ücret
tarifeleri esaslarına dayanılarak tahakkuk ettirilir.
a) Sulanan arazi her yıl ve sulamadan sonraki uygun bir zamanda Genel Müdürlük memurları
tarafından mahallinde tespit edilerek kadastro planlarına geçirilir.
Sulanan araziyi tespit edecek olan memurların her köyde veya belediyede bulunacakları gün
bir hafta önce köyün ihtiyar heyetine veya belediye başkanlığına yazı ile bildirilir. İhtiyar
238
heyetine ve belediyeye yapılan bu tebligat, arazi sahibi, kiracı veya ortakçıya yapılmış sayılır.
İhtiyar heyeti veya belediye bu tebligatı ilgililere ilan etmek zorunluluğundadır.
b) Sulanan sahanın tespiti işleri, ilgili arazi sahipleri, kiracıları veya belediyece seçilecek
kişiler huzuruyla ve arazi sahipleri, kiracıları veya ortakçıları arazileri başında bulunmadıkları
takdirde, ihtiyar heyeti veya belediye temsilcileri ile birlikte yapılır. Tespit işi bitince her köy
veya belediye için müfredatlı bir alan ölçüm cetveli düzenlenir. Cetvellerin alt tarafı, tespit yapan
memurlar ve ihtiyar heyeti veya belediye temsilcileri tarafından imza edilip mühürlenir. Bu
cetveller Bölge Müdürlüğünce tasdik edildikten sonra kesinleşir.
c) İhtiyar heyeti veya belediye temsilcileri alan ölçüm cetvellerini imzalamaktan
çekindikleri takdirde, alan ölçüm memurları cetvele meşruhat vererek bir örneğini yazı ile ihtiyar
heyetine veya belediyeye tebliğ ederler ve diğer örneğini de köyün herkesin kolaylıkla
görebileceği bir yerine asarlar. (c) bendindeki tebligat tarihinden itibaren bir ay içinde ilgililer
Bölge Müdürlüğü’ne itirazda bulunabilirler. Bölge Müdürlüğü yapılan itirazları tetkik ve
gerekirse mahallinde inceledikten sonra kararını verir. Bölge Müdürlüğü tarafından verilen bu
karar kesindir,
d) Kesinleşen alan ölçüm cetvellerine ve o yılın ücret tarifelerine göre Bölge Müdürlüğünce
tahakkuk cetvelleri hasırlanır. Bu cetvellerde her mükellefe ait yatırım masraflarının geri ödeme
taksiti ile işletme, bakım ve onarım ücreti gösterilir. Sulama mevsimi başlamadan önce Genel
Müdürlükçe tespit edilen tarihe kadar sulayıcı bilgi formunu doldurup idareye vermeden sulama
yapanlara işletme, bakım ve onarım ücreti %10 zamlı tahakkuk ettirilir.
Tahakkuk cetvellerinin altına, tahakkuk ettirilmiş olan ücretleri vermeyenler hakkında 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usü1ü Hakkında Kanun’a göre işlem yapılacağı ve borcun
tasdik tarihinden itibaren bir ay sonra muacceliyet kaşanacağı belirtilerek Bölge Müdürlüğü’nce
tasdik olunur. Tahakkuk cetvellerinin birer örneği köylerde ihtiyar heyetlerine, kasaba ve
şehirlerde belediyelere tebliğ olunur. Diğer örnekleri de yukarıdaki tebliğ ile beraber mutat olan
ilan yerlerine asılır. Bu tebliğ, ilgili arazi sahipleri, kiracılar veya ortaklarına da yapılmış sayılır.
e) Alan ölçüm ve tahakkuk cetvellerindeki maddi hatalar başvuru sonucu veya fark edilmesi
halinde Bölge Müdürlüğünce araştırıldıktan sonra hata yapıldığı anlaşıldığı takdirde düzeltilir.
Gelecek yıllara sâri taahhütlere girme yetkisi:
Madde 80- Genel Müdürlük, 2. maddede yazılı işleri yapmak için 10 yıla kadar Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile gelecek yıllara sâri taahhütlere girişebilir.
Sulama Ücretlerinin Tahsili:
MADDE 81- Tahakkuk eden borçlar Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca tespit olunan
taksit ve müddetler içerisinde ödenir. Müddeti içerisinde ödemeyenlerden bu meblağ Genel
Müdürlük teşkilatı tarafından 6133 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili usü1ü Hakkında Kanun
hükümlerine göre tahsil olunur. Bu kanunun 2. maddesinin (j) bendi gereğince gerçek ve tüzel
kişilere devredilen tesislere ait işletme, bakım ve onarım ücretleri bu tesisleri devralanlar
tarafından tahakkuk ve tahsil olunur.
Ulaşım Bedellerinin Tahsili:
MADDE 82- Kanallar ve baraj gölleri üzerindeki ulaşım bedellerinin tahakkuk ve tahsil şekli
Genel Müdürlük veya işletmeleri ile müşteriler arasında yapılacak anlaşmalarda belirtilir.
Gelecek yıllara sâri taahhütlere girme yetkisi:
MADDE 83-Genel Müdürlük, 2. maddede yazılı işleri yapmak için 10 yıla kadar Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın onayı ile gelecek yıllara sâri taahhütlere girişebilir.
Gelirler Vergi, Resim ve Harç Muafiyeti:
MADDE 84- Vergi, Resim ve Hare kanunlarının muafiyetle ilgili hükümlerinde yer almamış
olsa dahi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ve bütün işlemleri dava takipleri ile ithalat
işlemlerinde alınan her türlü fon, vergi, resim ve harçlar da dâhil olmak üzere her türlü fon,
vergi, resim ve harçtan muaftır. Ancak Katma Değer Vergisi Kanunu ile getirilen hükümler
saklıdır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve tapulama harici yerlerle milli
emlake ait gayrimenkullerin tahsisi
239
MADDE 85- Genel Müdürlüğün ihtiyacı olan Milli Emlake ait arazi, arsa ve diğer taşınmaz
mallar isteği üzerine Hazinece ve orman arazisi, Orman Genel Müdürlüğü’nce tahsis olunur.
Genel Müdürlüğün ihtiyaç duyduğu tapulama harici bırakılmış, devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan yerler Hazine adına tescil ve Genel Müdürlüğe tahsis olunur. Genel Müdürlük
hizmet sahasına giren işler için ihtiyacı olan her türlü malzemeleri (taş, kum, çakıl, kil vs.)
Hazineye ait taş ocakları ve kum ocaklarından herhangi bir bedel ödemeden alır. Bu sahalardan
Maden Kanunu’na göre arama ve işletme ruhsatı verilmiş olması halinde ruhsat verilen sahanın
uygun yerinden almak kaydı ile Genel Müdürlüğe ocak işletme ruhsatı verilir Bu durumda
maden ruhsatı sahibi hiç bir hak talebinde bulunamaz. İşletmede olan, inşa halinde bulunan ve
inşa edilecek DSİ proje sahalarında yapılacak her türlü imar çalışması DSİ Genel Müdürlüğü'nün
görüşü alınmadan yapılamaz.
Yönetmelik Çıkarılması:
MADDE 86- Bu kanunun gerekli görülen hükümlerinin uygulama şekilleri yönetmeliklerle
tespit olunur, kanunda çıkarılması öngörülen Yönetmelikler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren bir yıl içinde çıkartılır.
ALTINCI KISIM
Çeşitli Hükümler
MADDE 87- 23 Nisan 1931 gün ve 2451 sayılı kanun hükümleri dışında kalan memurlardan
Teftiş Kurulu Başkanı Hukuk Müşaviri ve Daire Başkanlar Genel Müdürün teklifi Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı'nın onayı ile bunun dışında kalan diğer memur ve hizmetliler re’ysen
veya taşrada ilgili Bölge Müdürü'nün, merkezde ilgili Daire Başkanı'nın inhası, Personel ve
Eğitim Dairesi Başkanı’nın teklifi ve Genel Müdürün onayı ile atanır ve nakledilirler.
Genel Müdür, bölgelerde uygun gördüğü 1–4 dereceli unvanlı kadrolar dışındaki
memurların nakilleri hususunda Bölge Müdürlerini yetkili kılabilir. DSİ'de çalışanların sicilleri
ile ilgili yönetmelik Genel Müdür'ün teklifi ve Bakan'ın onayı ile yürürlüğe girer,
Hukuk Müşavirleri:
MADDE 88- Genel Müdürlük 1. hukuk müşaviri, hukuk müşavirleri ile hukuk servisi
personeli, mahkemelerce takdir edilecek vekâlet ücretinden Maliye Bakanlığı Baş Hukuk
Müşavirliği Teşkilatı gibi 3717 sayılı yasada öngörülen yol giderleri ve tazminatlardan
faydalanırlar.
Kadrolar:
MADDE 89-Kadroların tespiti, ihdası, kullanımı ve iptali ile kadrolara ilişkin diğer hususlar
Genel Kadro ve Usulü Hakkındaki Mevzuat Hükümleri’ne göre düzenlenir. Daha önce tespit
edilmiş kadrolar iptal edilmek suretiyle Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü merkez vs taşra
teşkilatı kadrolan ekli sayılı listede gösterilmiştir.
Arazi Rasat İşlerinde Diğer Kamu Kuruluşları Personelinin Görevlendirilmesi:
MADDE 90- Genel müdürlük, yağış ve su ölçme işlerini, DSİ'nin rasatçı görevlendiremediği
köy ve kasabalarda, muhtar, öğretmen) orman memuru, karayolları ve demiryolları bakım
memurları veya benzeri kamu görevlilerine, asli vazifelerine halel gelmemek ve kurumlarının
uygun görmesi şartıyla bu kişilerle çalışma şartlarını belirleyen sözleşmeler akde ederek
yaptırabilir.
Bu hizmetleri nedeniyle adı geçen kişilere ödenecek ek ücret, Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı'nın teklifi, Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı'nın olumlu görüşü alınarak
Başbakan'ın onayı ile kararlaştırılır.
Yürürlükten Kaldırılan ve Uygulanmayacak Hükümler:
MADDE 91- 18.12.1953 tarih, 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve
Vazifeleri Hakkında Kanun, 16.12.1960 tarih ve 167 sayılı hakkındaki kanun, 03.07.1968 tarih
ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve nüfusu yüz binden yüksek olan şehirlerde İme Kullanma ve
Endüstri Suyu Temini Hakkında Kanun, 28.09.1926 tarih ve 831 sayılı Sular Hakkında Kanun
ile bu kanunlara ek ve tadilken yürürlükten kaldırılmıştır.
240
EK 3
DIRECTIVE 2000/60/EC OF THE EUROPEAN PARLIAMENT AND OF THE
COUNCIL
of 23 October 2000
Establishing a framework for Community action in the field of water policy
(35)
Within a river basin where use of water may have transboundary effects the
requirements fort he achievement of the environmental objectives established under
this Directive,and in particular all programmes of measures should be coordinated for
the whole of the river basin district. For river basin extending beyond the boundaries
of the Comunuty Member States should endover to ensure the appropriate
coordination with the relevant non-member States. This Directive is to contribute to
implementation of Community obligations under internationmal conventions on water
protection and managament notably the United Nations Convention on the protection
and use of transboundary water courses and international lakes approved by Council
Decision 95/308/EC and any succeeding agreements on its application
Article 13
River Basin Managament Plans
3. In the case of an international river basin district extending beyond the boundaries of the
Comunity Member State shall endeavour to produce a single river basin managament plan, and
where this is not possible, the plan shall at least cover the portion of the international river basin
district lying within the territory of the Member State concerned
AB üyesi ülkelerinin sınırları dışına uzanan uluslararası nehir havzaları için tek bir nehir havzası
yönetim planı oluşturulmaya çalışılmalıdır. Bunun mümkün olmadığı yerlerde bu plan en
azından ilgili AB üyesi ülkenin sınırları içinde yer alan nehir havzası bölümünü kapsamalıdır.
Article 15
Reporting
1 Member States shall send copies of the river basin managament plans and all subsequent
updates to the commission and to any other Member state concerned within three months of
their publication ;
c) for international river basin districts, at least the part of the river basin managament plans
covering the territory of the Member State
241
EK 4
242
EK 5
243
EK 6
244

Benzer belgeler