Sözlü Sunumlar - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Transkript
Sözlü Sunumlar - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi Sözlü Sunumlar SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ DENEYSEL ARAŞTIRMALAR SS001 Kiral Tiyosemikarbazonların Sentezi, Karakterizasyonu ve Kanser Hücreleri Üzerinde Potansiyel Sitotoksik Etkileri Demet Taşdemir1, Mustafa Ulaşlı2, Ayşegül İyidoğan1, Emine Elçin Emre1, Recep Bayraktar2, Ufkun Özdemir3, Hasan Bayram3 Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep maya yol açtı. Benzer şekilde, 10μM (p<0.01) ve 33μM (p<0.001) sEHI uyarılmamış KOAH’lı hücrelerin canlılığını anlamlı olarak baskıladı. Sigarasız ve KOAH’lı hücrelerin canlığı İL-1β ile uyarılmış koşullarda da yüksek doz sEHİ tarafından baskılandı. Bununla beraber, sEHİ sigaralı hücrelerin canlılığını etkilemedi. Bundan başka, sEHİ sigarasız, sigaralı veya KOAH’lı hücrelerden GM-CSF veya IL-8 salınımına anlamlı bir etkide bulunmadı. Yorum: Bulgularımız SEHİ’nün BEH’inde GM-CSF veya İL-8 salınımını etkilemediğini ve bu hücreler üzerinde toksik olabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, primer bronş epitel hücreleri, soluble epoksi hidrolaz inhibitörü, IL-8, GM-CSF, hücre canlılığı 1 2 3 Giriş: Kanser halen Türkiye’de ve dünyada önemli bir ölüm ve hastalık nedenidir. Yaygın olarak kullanılan mevcut kemoterapötik ajanlar yeteri kadar etkili değildirler. Çalışmamızda yeni potansiyel kemoterapik ajanlar sentezleyip, anti kanser etkilerini araştırmayı amaçladık. Materyal-Metod: Başlangıç maddesi olarak kiralaminler kullanılarak üç basamakta sekiz tane (3e, 3g, 3h, 3i ve 3e*, 3g*,3h*,3i*) kiraltiyosemikarbazon sentezlendi. Bileşiklerin yapı karakterizasyonu için 1H NMR,13C NMR, IR, UV-vis ve kütle spektroskopisi gibi yöntemler kullanıldı. Her bir bileşiğin MCF-7 (meme kanseri) ve A549 (akciğer kanseri) hücre dizileri üzerindeki sitotoksik etkisine bakıldı. Hücre canlılığı, 2.5, 10, 50 ve 100µM konsantrasyonlarına maruziyet sonrasında MTT (3- [4,5- dimethylthiazol2- yl]- 2,5- diphenyl- tetrazoliumbromide) yöntemi ile değerlendirildi. Sonuçlar: Yapı karakterizasyonu sonuçlarına göre spesifik (schiff bazı, tiyoamit) piklerin oluştuğu görüldü. Böylelikle teorikte planlanan maddelerin sentezlendiği ispat edilmiş oldu.Sentezlenen maddelerin kanser hücrelerindeki aktivitelerine bakıldığında, 3g bileşiğinin S enantiyomerinin (3g*) 100µM dozunda MCF-7 hücrelerinin (optik dansite [OD]:1.08 ve 1.7, p<0,002) R enantiyomerinin (3g) ise aynı dozda A549 hücrelerinin (medyan OD:1.08 ve 1.6, p<0,003) canlılığını baskıladığı görüldü. Bundan başka, 3e, 3h, 3e*,3h*maddelerinin MCF-7 ve A549 hücrelerinin canlılığını 100µM konsantrasyonunda azalttığı, buna karşın, 3i ve 3i* bileşiklerinin MCF-7 ve A549 hücrelerinin canlılığını etkilemediği saptandı. Yorum: Bulgularımız ilk kez sentezlediğimiz altı bileşiğin kanserde potansiyel kemoterapötik etkiye sahip olabileceğini ve aynı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip bileşiklerin R ve S enantiyomerlerinin kanser hücrelerinde farklı sitotoksik etki gösterebileceklerini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Kiral tiyosemikarbazon, hücre canlılığı, A549, MCF-7. SS002 Bir soluble epoksi hidrolaz inhibitörünün (sEHİ) KOAH’lı primer bronş epitel hücre canlılığı ve inflamatuar sitokin salınımına etkisi Ufkun Özdemir1, Demet Taşdemir1, İbrahim Koç1, Bruce D Hammock2, Kent E Pinkerton3, Hasan Bayram1 1 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Hücre Kültür Laboratuvarı, Gaziantep 2 California Üniversitesi Davis, UCD Kanser Merkezi, Davis, California 3 California Üniversitesi Davis, Çevre ve Sağlık Merkezi, California Giriş: KOAH hava yollarının kronik inflamasyonu ile ilişkili bir hastalık olup, steroidlere ve mevcut tedavilere dirençlidir. Son çalışmalar soluble epoksi hidrolaz inhibitörünün (sEHİ) KOAH hayvan modellerinde hava yolu inflamasyonunu baskılayabileceğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte, bu inhibitörün, insan solunum yolu epitel hücreleri üzerindeki etkisi bilinmemektedir. Metod: Çalışmamızda, sigara içmemiş (Sigarasız), sigara içen ancak KOAH gelişmeyen (Sigaralı) ve KOAH’lı hastaların cerrahi eksplantlarından BEH kültürleri elde edilerek, 1ng/ml interlökin (İL)-1β yokluğunda ve varlığında sEHİ (0, 0,1µM, 1 µM, 10 µM, 33µM) ile 24 saat inkübasyonun bu hücrelerden granülosit makrofaj-koloni stimüle edici faktör (GM-CSF) ve İL-8 salınımı üzerine olan etkilerini araştırdık. Hücre canlılığı MTT ile belirlenirken, sitokin analizi ELISA ile çalışıldı. Sonuçlar: sEHİ sigarasız hasta grubunda İL-1β yokluğunda 10µM ve 33µM gibi yüksek konsantrasyonlarda hücre canlılığında kontrol grubu hücrelerine oranla istatistiksel olarak anlamlı (p<0.0001) bir baskılan- SS003 Sıçanlarda uyku bozukluklarının hipokampüs aracılı öğrenme ve hafıza işlevleri üzerine etkisinin araştırılması Mustafa Saygın1, Mehmet Fehmi Özgüner1, Önder Öztürk2, Duygu Kumbul Doğuç3, İlter İlhan3 Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta 1 2 3 Bu çalışmada, uyku bozuklukluklarının hipokampüs aracılı öğrenme ve bellek üzerindeki etkileri araştırılmıştır.Sprague Dawley cinsi toplam 48 adet erkek sıçan, 4 gruba ayrılmıştır.Kontrol(K),REM Deprivasyonu (RD),Total Uyku Deprivasyonu (SD)veUykuYoksunluğu(SF).Sıçanlara günde 4 kez 5 gün boyunca,Morris su labirentinde (MorrisWaterMaze) yüzdürme eğitimi verildi.6. günden sonra uyku bozuklukları uygulanmaya başlandı ve SD grubu 3 gün, RD ve SF gruplarında 7 gün boyunca uyku bozuklukları oluşturuldu.Günlük düzenekteki platform çıkarılarak hayvanlara 60 sn süreyle probe testi ve ardından platform testi yapıldı. SD grubunda başlangıç günü ve 3. gün, RD ve SF grubuna başlangıç günü ve 7. günde görünür platform testi yapıldı.Bellek parametresi olarak, Platformun bulunduğu kadranda yüzülen süre (sn), Platformun bulunduğu kadranda yüzülen mesafe (cm), Sıçanların yüzdüğü ortalama hız (cm/sn), Sıçanların yüzdüğü toplam mesafe (cm), Dış kadranda yüzülen süre (sn) değerlendirilmiş ve tüm gruplarda bellek parametrelerinde anlamlı bozulmalar saptanmıştır (p<0.05).Glutamat düzeyleri SD ve RD arasında, SD ve SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve RD ve SF’de artmıştır. Serotonin düzeyleri, K ile SD, K ile RD ve K ile SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05), SD grubunda azalırken, RD ve SF’de artmıştır. 5-HT2A reseptör ekspresyonu K ile SD, K ile RD ve K ile SF arasında anlamlı bulunmuş (p<0.05) ve gruplarda kontrole göre ekspresyonu artmıştır. Mg+2 düzeyi K ile SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve SF’de azalmıştır. Ağırlıklar, SD, RD’de grup içinde anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve gün geçtikçe azalmıştır.Sonuç olarak uyku bozukluklarında; serotonin düzeyi ve serotonin 5-HT2A reseptörlerinin ekspresyonu artmaktadır.Bellekle ilişkili olarak bozulanmekanizmanınkompansasyonu bu reseptörler aracılığı ilegerçekleşmektedir.Uyku bozukluklarında,serotonin geri alım inhibitörleri ve 5-HT2A reseptör agonisti olan ilaçlar kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Uyku Bozuklukları, Öğrenme ve Hafıza, NMDA, α7, 5-HT2A, Glutamat, Serotonin, Asetilkolin. 5-HT2A’ya ait optik dansite sonuçları Şekil 1. Farklı harfi taşıyan ortalamalar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardır Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 3 SÖZEL SUNUMLAR Mekanizma TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS005 Abdominal Yağ Dokusundan İzole Edilen Mezenşimal Hücrelerin Ratlarda Oluşturulan Amfizem Modeli Üzerine Olan Etkileri Pınar Yıldız Gülhan1, Özer Aylin Gürpınar2, Mehmet Ekici1, Mehmet Niyaz3, Muhammet Gülhan4, Mustafa Emre Erçin5, Aydanur Ekici1, Nurkan Aksoy6 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyoloji Anabilim Dalı, Ankara 3 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Kırıkkale 4 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale 5 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kırıkkale 6 Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Kırıkkale 1 2 4 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Tablo 1. Üç grubun Aİ, serum MMP-9 ve BAL MMP-9 düzeylerinin karşılaştırılması. GRUPLAR 5.36 5.84 0.018 5.06 5.16 0.742 0.005 Maksimum Minimum 5.42 5.10 85.60 Medyan 0.19 0.04 78.70 5.52 5.11 84.00 Standart sapma Ortalama 5.95 5.13 2.83 Maksimum 5.06 5.04 82.94 Minimum 5.23 5.08 84.30 0.26 0.03 61.70 Medyan Standart sapma 5.29 BAL MMP-9 5.09 77.60 Ortalama 8.85 6.13 Maksimum Serum MMP-9 5.08 76.22 Minimum p 5.31 87.30 Kontrol (n=10) 5.02 69.50 Medyan 76.45 Elastaz-MKH (n=9) 5.19 Amfizem indeksi (%) Standart sapma Elastaz (n=12) 5.09 Amaç: Gıda sektöründe kızartarak yemek pişirme yaygın bir işlemdir. Kızartma sırasında, partiküllü material, aldehidler, benzen, akrolein gibi birçok uçucu kimyasal maddeler salınmaktadır. Çalışmamızda, deneysel olarak kızartma yağı dumanına maruziyet modeli oluşturarak, farelerde alt solunum yolu üzerine olan etkileri araştırmayı amaçladık. Metod: Çalışma öncesinde kızarmış yemek servis eden işyerlerinde PM2.5, PM10, toplam uçucu organik bileşik (TUOB), CO ve CO2 derişimleri ölçüldü. Kızartma yağı dumanına maruziyet modeli için camdan yapılmış iki üniteden oluşan kabin kullanıldı. Bir üniteye kızartma makinası, diğer üniteye ratlar yerleştirildi. PM10 konsantrasyonu düzeyi kontrol edildi. Yirmidört adet Wistar Albino fare randomize olarak 4 gruba ayrıldı. Sırası ile toplam maruziyet süresi 120, 360 dakika ve 120 dakika/üç hafta olan, akut; =7), subakut; (n=7), kronik; (n=7) maruziyet ve maruziyet olmayan; (n=3) kontrol grupları oluşturuldu.. Maruziyetin bitiminden 24 saat sonra hayvanlar sakrifiye edildi. Trakea ve akciğer, dokuları Hematoksilen-Eozin boyaması ve Masson-Trikrom Boyaması yapılarak ışık mikroskobu ile gruplar açısından kör olan iki histolog tarafından değerlendirildi Bulgular: Kontrol grubunda normal trakea ve akciğer histolojik bulguları vardı. Akut ve subakut maruziyet grubunda hafif mononükleer hücre infiltrasyonu, alveolo-kapiller septumlarda kalınlaşma, alveolar ödem, diffuz alveolar hasar gözlendi. İnterstisyumda yaygın hemoraji, mononükleer hücre infiltrasyonu, ödem ve vasküler konjesyon saptandı. Kronik maruziyet grubunda, akut ve subakut maruziyet gruplarına göre akciğer hasarının daha şiddetli olduğu gözlendi.Tartışma: Endüstriyel ortasmda kullanılan kızartma yağına maruziyet, erken dönemden başlayarak pulmoner inflamasyona yol açmaktadır. Maruziyet süresi uzadıkça inflamasyon şiddetlenmektedir. Anahtar Kelimeler: kızartma yağı, pulmoner toksite, iç ortam kirliliği Ortalama 3 5.57 2 76.75 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Izmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Izmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kimya Mühendisliği Bölümü, Izmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Multidisipliner Hayvan Bilimleri Laboratuarı, İzmir 5 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Izmir 1 1.07 Arif Hikmet Çımrın1, Aylin Özgen Alpaydın1, Seda Özbal2, Melis Toprak3, Osman Yılmaz4, Funda Uluorman5, Bekir Uğur Ergör2, Sait Cemil Sofuoğlu3 5.60 Kızartma yağına maruziyetin pumoner etkilerinin araştırılması. Deneysel çalışma 0.08 SS004 5.11 Şekil 2. Pre ve postinaptik reseptör aktivasyon mekanizması Amfizem ve kronik bronşit, kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH) farklı fizyopatolojiye sahip önemli bileşenleridir. Amfizem modellerinde, bronkoalveolar lavaj sıvısı (BALS) ve serumdaki matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9) düzeylerinin amfizem süreci ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Adipoz doku kökenli mezenşimal kök hücrelerin (MKH) amfizem üzerine iyileştirici etkileri olduğuna dair sınırlı sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı, ratlarda elastazla oluşturulan amfizem modelinde adipoz dokudan kökenli MKH’lerin, amfizemi iyileştirici ve MMP-9 düzeyleri üzerine etkilerinin olup olmadığını araştırmaktır. Bu çalışmada, ağırlıkları 250-300 gr arasındaki 6-8 haftalık 31 Wistar albino rat değerlendirildi. Çalışmanın birinci gününde, kontrol grubuna (n=10), intratrakeal olarak salin çözeltisi; Elastaz grubuna (n=12) ve Elastaz-MKH grubuna (n=9) 0.5 ml salin çözeltisi içinde vücut ağırlığının gramına 0.1 IU “porcine” pankreatik elastaz (PPE) verildi. Elastaz-MKH grubundaki ratlara çalışmanın 21. gününde serum fizyolojik içinde süspanse edilen MKH’ler kuyruk veninden uygulandı. Çalışmanın 42. gününde tüm ratlar sakrifiye edildi. BALS ve serum MMP-9 konsantrasyonları ölçüldü ve her iki akciğer amfizem indeksi (Aİ) hesaplandı. Elastaz (p=0.008) ve Elastaz-MKH (p=0.001) gruplarının Aİ medyan değerleri, kontrol grubunun değerinden anlamlı düzeyde düşüktü. Üç grubun serum MMP-9 düzeyleri (p>0.005) ve BALS MMP-9 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0.005). Bizim sonuçlarımız, adipoz doku kökenli MSC uygulamasının amfizematöz ratlarda serum ve BALS MMP-9 düzeylerine etkisi olmadığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Amfizem, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, matriks metalloproteinaz-9, mezenşimal hücre SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ UYKU BOZUKLUKLARI SS006[Uyku Bozuklukları] Ağır Derece Obstruktif Uyku Apne Sendromu Olan Olgularda Karotis Ve Brakiyel Arter İntima Media Kalınlıklarının Polisomnografik Parametreler İle Olan İlişkisi Selvi Aşker1, Müntecep Aşker2, Mesut Özgökçe3, Hilal Olgun Küçük4, Uğur Küçük5 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Van Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 3 Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Van 4 Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 5 Van Askeri Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van 1 basınçlar (4 cm H2O) tespit edilirken,30(%91) hastada ortalama CPAP basıncı 7.1±1.06 cm H2O olarak titre edildi. Tartışma: Mevcut bulgular ışığında UARS düşünülen hastalarda PAP titrasyonu sırasında yüksek PAP değerleri elde edilmesi, üst solunum yolunda rezistans artışının delilidir.PAP değerleri normal bulunan hastalarda ise UARS tanısı ekarte edilmiştir.Bu yöntemin UARS tanısını kesinleştirmede kanıta dayalı tıp açısından anlamlı olduğu düşünülmektedir.Tedaviden-tanıya protokolü ile uyguladığımız PAP yöntemi ile aynı zamanda hastaların ihtiyaç duydukları tedavi basıncı da belirlenmektedir. Bu hastaların PAP tedavisi altında uzun süreli takipleri sonucu klinik yanıtlarının değerlendirilmesi ve daha yüksek sayıda hasta içeren serilerin sağlanması “yıllardır çözülemeyen sorunlar” şeklinde tanımlanan bu sendromun tedavisine büyük katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Üst solunum yolu rezistansı sendromu, tanı, tedavi, PAP yöntemi 2 Amaç: Çalışmanın amacı ciddi derece obstrutif uyku apne sendromu (OSAS) olan olgularda karotis (C) ve brakiyel arter (BA) intima media kalınlıklarını (IMT) değerlendirmek ve CIMT ve BA-IMT kalınlığı ile ilişkili faktörleri saptamaktır. Metodlar: Toplam 81 tane ağır derece OSAS (ortalama(SD) yaş:48.0(10.5) yıl,%70.4 erkek cinsiyet) ve 49 sağlıklı kontrol (ortalama (SD) yaş: 47.9(9.7) yıl,%73.5 erkek cinsiyet) çalışmaya dahil edildi. Her bir grubun demografik bilgileri,kardiyovasküler risk faktörleri,CIMT ve BAIMT ölçümleri ve bu ölçümlerin ilişkili olabileceği faktörler kaydedildi. Bulgular: Kontrol grubuna göre OSAS hasta grubunda ortalama (SD) sol ve sağ CIMT ve BIMT değerleri belirgin olarak yüksek saptandı(p<0.001). Polisomnografik parametreler ile CIMT arasında ilişki saptanmadı.Artmış sol BA-IMT ile ortalama apne süresi arasında ilişki saptandı(B=0.011, p=0.011 sağ BA and B=0.011, p=0.002 sol BA). Ortalama oksijen saturasyonu ile sol BA-IMT arasında belirgin negatif ilişki saptandı(B=-0.012, p=0.005). Sonuç: Bulgularımız ağır derece OSAS ile kontrol grubu arasında CIMT ve BA-IMT değerleri arasında belirgin fark olduğunu gösterdi.Bu ölçümler ile polisomnografik parametreler arasında ilişki bulunmazken yaş, sigara kullanımı ile artmış CIMT arasında ilişki saptandı.Ek olarak apne süresi,arousol index ve eşlik eden hastalıkların BA-IMT için risk faktörü olduğu saptandı. Anahtar Kelimeler: Obstruktif uyku apne sendromu; polisomnografi; karotis arter;brakiyel arter; intima media kalınlığı; kardiyovasküler risk faktörleri. SS007 Üst Solunum Yolu Rezistansı Sendromu (UARS) Tanısında Pap Yöntemi Ayşe Baha, Oğuz Köktürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Amaç: UARS;apne veya hipopneye yol açmadan,üst solunum yolunda rezistans artışı sonucu, toraks içi başınçta belirgin artışa yol açan ve sonunda sık tekrarlayan arousallarla sonlanan,gündüz aşırı uyku hali ve kardiyovasküler problemlerle karakterize bir sendromdur.Polisomnografik inceleme ile tanısı sıklıkla gözden kaçan bu sendrom, yanlışlıkla çoğu kez basit horlama veya idiyopatik hipersomni tanısı almakta ve ne yazık ki tedavi edilememektedir.Gerçek tedavi seçeneği olan pozitif hava yolu basıncının(PAP),tedaviden-tanıya yöntemi ile hastalığın tanısında da kullanılabileceği, bu yöntemle yüksek titrasyon basıncı saptanan hastaların UARS tanısı alabileceği,aynı zamanda tedavi basıncının da belirlenmiş olacağı savından hareketle bu çalışma planlandı. Gereç-Yöntem: Uyku Bozuklukları Merkezi’mizde kayıtlı,Apne Hipopne İndeksi (AHİ)<5,Arousal İndeksi (ARİ)>20,gündüz aşırı uyku hali (GAUH) olan,uyku süresince oksijen desatürasyonu saptanmayan ve CPAP titrasyonu yapılmış olan 33 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Sonuçlar: Hastaların 17’si(%51.5) kadın,16’sı(%48.5) erkek,yaş ortalaması 45.8 ±10.2 idi.GAUH değerlendirilmesinde kullanılan Epworth uykululuk anketi ortalaması 14.7±3.9,ortalama AHİ: 2.3±1.5 ve ortalama ARİ: 25.7±4.8 bulundu.3(%9) hastada CPAP titrasyonu ile normal SS008 Obstrüktif Uyku Apne Sendromu (OSAS)’ı olan hastalarda yaşam kalitesi düzeyi, depresif belirti sıklığı ve PAP tedavisinin etkisi Çiğdem Hanazay, Tansu Ulukavak Çiftçi, Oğuz Köktürk Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Giriş: OSAS, kardiyovasküler hastalıklardan psikiyatrik bozukluklara kadar pek çok hastalığa yol açan bir sendromdur. Bu çalışmamızda OSAS’ lı hastalarda yaşam kalitesi algısını ve depresif semptom şiddetini değerlendirmeyi ve CPAP (continuous positive airway pressure) tedavisinin yaşam kalitesi düzeyi ve depresif semptom şiddeti üzerine etkisini araştırmayı planladık. Metod: Üniversite hastanemiz uyku laboratuarına başvuran 112 hasta çalışmaya alındı. Bunların arasında Apne Hipopne İndeksi (AHİ) >15 olan 81’i OSAS grubu ve AHİ <5 olan 31’i kontrol grubu olarak kabul edildi. Tüm olgulara depresif belirti şiddetini belirlemek amacıyla Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve yaşam kalitesini ölçmek için Nottingham Sağlık Profili(NHP) anketi uygulandı. OSAS grubu içinde, CPAP tedavisini 3-12 ay süre ile düzenli kullanmış olan 31 olguya anketler yeniden uygulandı. Bulgular: BDÖ skorlarına göre OSAS’ lı hastalarda kontrol grubuna göre depresif belirtiler daha şiddetliydi. Ancak NHP alt gruplarına baktığımızda fiziksel mobilite dışında diğer alt gruplarda kontrol grubuna göre fark yoktu. CPAP tedavisi sonrası BDÖ skorları 14.1±8.5 ‘den 7.0±6.4 ‘e (p<0.001) belirgin olarak geriledi. Sosyal izolasyon dışındaki tüm NHP alt gruplarında da istatiksel olarak anlamlı gerileme vardı. Bulgular CPAP tedavisinin orta ve ağır OSAS’ lı hastaların depresif semptomlarını azalttığını ve yaşam kalitesini düzelttiğini gösterdi. Sonuç: OSAS’lı hastalarda kontrol grubuna göre depresif belirtilerin şiddeti daha yüksektir. Ancak yaşam kalitesi açısından fark bulunmamaktadır. CPAP tedavisi OSAS’ lı hastalarda yaşam kalitesini düzeltmekte ve depresif belirti şiddetini azaltmaktadır. Anahtar Kelimeler: obstrüktif uyku apne sendromu, beck depresyon ölçeği, yaşam kalitesi, pozitif hava yolu basıncı SS009 Ağır Vasıta Sürücülerinde Obesite, Gündüz Aşırı Uykululuk, Obstruktif Uyku Apne Riski, Trafik Kazası Öyküsü ve Bilgisayar Tabanlı Psikoteknik Sürücü Değerlendirme Sistemi Sonuçlarının Değerlendirilmesi Ezgi Demirdöğen Çetinoğlu1, Aslı Görek Dilektaşlı1, Nefise Ateş Demir3, Güven Özkaya2, Nilüfer Aylin Acet1, Eda Durmuş1, Ahmet Ursavaş1, Ercüment Ege1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Bursa 3 Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Şube Müdürlüğü, Bursa 1 2 Giriş: Bu çalışmada, ağır vasıta sürücülerinde obezite, berlin anketi (BA), epworth uykululuk skalası (EUS) ve trafik kazası öyküsü ile sürücü si- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 5 SÖZEL SUNUMLAR mulatör testi parametreleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç-Yöntem: Psikoteknik değerlendirme sistemi içerisinde yer alan sürücü simulasyon testi için başvuran 282 ağır vasıta sürücüsü incelendi. Obstruktif uyku apne (OUA) riski ve gündüz aşırı uykululuk hali (GAUH), sırasıyla BA ve EUS ile değerlendirildi. Sürüş için gerekli olan psikomotor-bilişsel becerilerin değerlendirildiği testlerden oluşan bilgisayar destekli bu sistem, TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu)ODTÜ (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) ve BİLTEN (Bilgi Teknolojileri ve Elektronik Araştırma Enstitüsü) işbirliği ile geliştirilmiştir.Bulgular: Sürücülerin yaş ortalaması 45.4±8.8 idi. Otuz kişi BQ ile OUA için yüksek riskli bulundu. Çalışma grubunda ortanca EUS 2 (0-20) olup, yetmişiki sürücüde trafik kazası öyküsü saptanmıştır. Katılımcıların %86.9’u simulasyon testini ‘’başarılı’’, %12.4’si ise ‘’başarısız’’ olarak tamamlamıştır. Yüksek OUA riski olanların %47’ si erken tepki süresi testinde başarısız iken düşük OUA riski olanların %28’i bu testte başarısız olmuştur (p<0.03, Tablo1). Obez sürücüler, BKİ<30kg/m2 olan sürücüler ile karşılaştırıldığında, çevresel görüş testinde başarısız olmuşlardır (p<0.02, Tablo 2). EUS, trafik kazası öyküsü olanlarda kaza öyküsü olmayanlara göre anlamlı yüksek bulunmuştur (p=0.02). Tartışma ve Sonuç: Bilişsel-psikomotor fonksiyonlar, obezlerde ve OUA riski yüksek olanlarda (BQ ile) bozulmuş olup sürüş performansı bu duruma oldukça duyarlıdır. Ağır vasıta sürücülerinde ehliyet başvurusunda BMI ile OUA riskini (BQ ile) taramak için risk değerlendirme prosedürü uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: ağır vasıta sürücüsü, sürücü simulasyon, trafik kazası, obezite, berlin anketi, epworth uykululuk skalası Tablo 1. Sürücü Simulator Testleri ve BA Arasındaki İlişki BA BA düşük yüksek risk riskn=280 n=30 p OR (%95 GA) Sürekli dikkat testi başarısız 16 (6.4%) 2 (6.7%) 1 - Görsel algı-bellek genel indeks testi başarısız 159 (63.9%) 23 (76.7%) 0.16 - Muhakeme testi başarısız 64 (25.9%) 5 (16.7%) 0.26 - Koordinasyon testi başarısız 21 (8.4%) 2 (6.7%) 1 - Tepki hızı testi başarısız 75 (30.1%) 9 (30%) 0.98 - Erken tepki süresi başarısız (hız-mesafe tahmin testi bileşeni) 70 (28.1%) 14 (46.7%) 0.03 2.23 (1.03-4.82) Çevresel görüş testi başarısız 16 (6.4%) 3 (10%) 0.44 - Test toplam sonucu başarısız 30 (12.1%) 4 (13.3%) 0.77 - SS010 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Morbid obez olgularda STOP-BANG anketinin obstruktif uyku apne ve obezite hipoventilasyon sendromunu öngörmedeki yeri Züleyha Bingöl1, Aylin Pıhtılı2, Penbe Çağatay3, Gülfer Okumuş1, Esen Kıyan1 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Özel Keçiören Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Giriş: STOP-BANG anketi (SBA) horlama, yorgunluk, tanıklı apne, hipertansiyon varlığı, vücut kitle indeksi (VKİ), yaş, boyun çevresi ve cinsiyet sorgulamalarını içerir. Preoperatif değerlendirmede obstruktif uyku apne (OUA) taramasında kullanılmaktadır. Morbid obez olgularda OUA ve obezite hipoventilasyon sendromu (OHS) varlığını belirlemedeki yeri net bilinmemektedir.Amaç: Morbid obez (VKİ >=35) olgularda SBA’nın OUA ve OHS tanısı koymadaki yerini belirlemek ve SBA skoru ile polisomnografik parametreler arasındaki ilişkiyi araştırmak (Etik kurul no:2013/381). Materyal-Metod: Olguların demografik özellikleri, polisomnografik verileri, Epworth uykululuk skorları (EUS), akciğer fonksiyonları (arter kan gazı, spirometri), komorbiditeleri ve SBA skorları kaydedildi.Bulgular: Çalışmaya alınan 196 (105 kadın, 91 erkek, yaş:49.4±10.5yıl, VKİ:40.3±5.6 kg/m2) olgunun SBA skoru 5.37±1.4 idi. Olguların %89.8’inde (%51.2 ağır, %24.4 orta, %24.4 hafif) OUA, %38.8’inde (n=76) OHS saptandı. OUA olanlarda (5.48±1.36, 4.52±1.46, p=0.004) ve OHS olanlarda SBA skorları yüksekti (5.94±1.11, 5.01±1.45, p=0.000). OUA şiddeti arttıkça SBA skoru da artmaktaydı (hafif:4.97±1.31, orta:5.09±1.32, ağır:5.91±1.26 p=0.000). SBA skoru EUS skoru (r:0.410, p:0.000), Pa02 (r:-0.216, p:0.003), PaCO2 (r:0.215, p:0.003), AHİ (r:0.377, p:0.000), ODİ (r:0.380, p:0.000), ortalama SpO2 (r:-0.168, p:0.019), minimum SpO2 (r:-0.292, p:0.000), nokturnal SpO2<%90 geçen süre (r:0.273, p:0.000) ile korelasyon gösterdi. SBA skoru >=4 olduğunda OUA tanısını koymada duyarlılığı %76, özgüllüğü %64, pozitif prediktif değeri (PPD) %95, negatif prediktif değeri (NPD) %77 bulundu. SBA skoru >=5 olduğunda OHS tanısını koymada duyarlılığı %72, özgüllüğü %61, PPD %54, NPD %78 bulundu. Sonuç: SBA kısa, kolay uygulanabilir bir ankettir. Morbid obez olgularda OUA ve OHS taramasında kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: morbid obezite, obezite hipoventilasyon sendromu, obstruktif uyku apne, stop bang anketi PULMONER REHABİLİTASYON VE KRONİK BAKIM SS011 Tablo 2. Sürücü Simulator Testleri ve BKİ Arasındaki İlişki BKI<30 (n=200) BKI>=30 (n=78) p OR (%95 GA) 12 (6%) 5 (6.4%) 1 - Görsel algı-bellek genel indeks testi başarısız 123 (61.8%) 56 (71.8%) 0.11 - Muhakeme testi başarısız 49 (24.9%) 18 (23.1%) 0.75 - Koordinasyon testi başarısız 17 (8.5%) 7 (9%) 0.90 - Hız-mesafe tahmin testi başarısız 70 (35.2%) 28 (35.9%) 0.90 - Tepki hızı testi başarısız 54 (27.1%) 29 (37.2%) 0.10 - Çevresel görüş testi başarısız 10 (5%) 10 (12.8%) 0.02 2.78 (1.1-6.9) Test toplam sonucu başarısız 20 (10.1%) 14 (17.9%) 0.07 - Sürekli dikkat testi başarısız 6 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Pulmoner Hipertansiyonlu KOAH’lı Olgularda Pulmoner Rehabilitasyon Etkinliği İpek Candemir, Pınar Ergün, Dicle Kaymaz, Ezgi Utku, Nilgün Mendil, Neşe Demir, Fatma Şengül, Nurcan Egesel Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Pulmoner hipertansiyon, KOAH tanılı olgularda sık rastlanan bir bulgudur.Bu çalışmada pulmoner hipertansiyonu olan KOAH’lı olgularda, multidispliner pulmoner rehabilitasyon program etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılabilirliği araştırılmıştır. Metod: 2008-2013 yılları arasında merkezimize başvuran olguların verileri retrospektif olarak incelendi. 2009 ERS/ESC rehberine göre ekokardiyografik olarak mümkün ve olası pulmoner hipertansiyon (PH) olan ikisi kadın, 47 KOAH‘lı olgu çalışmaya alındı. Olguların, KOAH dışında PH neden olacak ek hastalıkları bulunmuyordu. Olguların, ortalama 8 haftalık multidispliner pulmoner rehabilitasyon programı öncesi ve sonrası dispne algıları MRC dispne skalası, sağlıkla ilişkili yaşam kaliteleri S. George yaşam kalitesi anketi, egzersiz kapasiteleri ise Artan Hızda Mekik Yürüme Testi (AHMYT) ve Endurans Mekik yürüme testi (EMYT) ile değerlendirildi. VO2 peak değerleri AHMYT mesafesi kullanılarak hesaplandı.Bulgular: Olguların PR öncesi ve sonrası ortalama değerleri tablo1 ‘de görülmektedir. PR sonrası, olguların dispne algıları, yaşam kaliteleri ve SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ egzersiz kapasitelerinde düzelme izlendi. Pulmoner arter basıncı ile vücut kompozisyonu ile negatif korele iken, solunum fonksiyon testi, yaşam kalitesi, egzersiz kapasitesi, dispne algısı ile pozitif korelasyon izlendi (tablo 2). Fakat, pulmoner arter basıncı ile egzersiz kapasitesindeki kazanım arasında korelasyon bulunmadı.Sonuç: PH olan KOAH tanılı olgularda da, multidisipliner pulmoner rehabilitasyon etkin bir yaklaşımdır. Olgular, bu açıdan da değerlendirilmeli ve kişiye özel PR programları yapılandırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: KOAH, Pulmoner Hipertansiyon, Pulmoner Rehabilitasyon Tablo 1. Olguların PR öncesi ve sonrası ortalama değerleri deksi (BASDAİ) ile değerlendirildi. Göğüs ekspansiyonu, aksillar, epigastrik, subkostal bölgelerinden göğüs çevre ölçümleri alınarak yorumlandı. Bulgular: Hastaların yürüme mesafeleri 390.60 ± 142.32 metre idi. Hastaların %75’ i düzenli olarak egzersiz yapmıyordu. Göğüs ekspansiyonu, yürüme mesafesi, nefes darlığı, yorgunluk şiddeti ile yaşam kalitesi arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (p>0.05).Göğüs ekspansiyonu, nefes darlığı ve yorgunluk şiddeti ile hastalık aktivitesi arasında anlamlı korelasyon yoktu (p>0.05). Yürüme mesafesi ile hastalık aktivitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon vardı (r=-546, p=0.34). Sonuçlar: Sonuçlarımız, ankilozan spondilitli hastalarda egzersiz kapasitesi artıkça hastalık aktivitesinin azaldığını göstermiştir. AS tedavisinde medikal tedavinin yanısıra özellikle kardiovaskuler enduransı artıran egzersizler verilebilir. Bu konuda daha çok olgu sayısı ile geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan Spondilit, Egzersiz Kapasitesi, Göğüs Ekspansiyonu, Hastalık Aktivitesi Yaşam Kalitesi SS013 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarında Komorbidite ve Fonsiyonel Kapasitenin Kinezyofobi ile İlişkisi Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık Kütükcü1, Melda Sağlam1, Deniz İnal İnce1, Hülya Arıkan1, Lütfi Çöplü2 1 Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Tablo 2. Pulmoner arter basıncı ile korelasyon gösteren parametreler SS012 Ankilozan spondilitli hastaların egzersiz kapasitesi, nefes darlığı, göğüs ekspansiyonu, yaşam kalitesi ve hastalık aktivitesi sonuçlarının ilişkisi Manolya Acar, Eda Tonga, Sinem Ayyıldız, Berna Balcı Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Giriş: Ankilozan Spondilit (AS), kostovertebral ve kostosternal eklemlerin ankilozu sonucunda göğüs kafesinin ekspansiyonunu kısıtlayarak restriktif tipte solunum bozukluğuna sebep olmaktadır. Çalışmamızın amacı, ankilozan spondilitli hastalarda egzersiz kapasitesi, nefes darlığı, yorgunluk şiddeti, göğüs ekspansiyonu ile yaşam kalitesi, hastalık aktivitesi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Metod: Çalışmaya ankilozan spondilit tanısı almış, yaş ortalaması 41.20±10.80 yıl, vücut kitle indeksi ortalaması 24.30 ± 3.99 kg/m² olan 15 (10’u erkek, 5’i kadın) hasta katıldı. Egzersiz kapasitesi altı dakika yürüme testiyle (6DYT) değerlendirildi. 6 DYT’ i sonrası, Modifiye Borg skalası ile ölçülen dispne ve yorgunluk şiddeti kaydedildi. Yaşam kalitesini değerlendirmek için Ankilozan Spondilit Yaşam Kalitesi İndeksi (ASQOL) kullanıldı. Hastalık aktivitesi, Bath Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite İn- Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalarında (KOAH), sedanter yaşam tarzı ve eşlik eden komorbid hastalıklar kişilerin hareket etme isteklerini etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı, KOAH’ta kinezyofobinin varlığını araştırmak ve fonsiyonel kapasite ve komorbiditeler ile ilişkisini belirlemekti.Gereç-Yöntem: Yirmi iki KOAH’lı hasta (16 erkek, 6 kadın, ortalama FEV1= %59.4±11.2) çalışmaya dahil edildi. Demografik ve fiziksel özellikleri kaydedildi. Fonksiyonel kapasite 6 dakika yürüme testi ile değerlendirildi. Hareket korkusu Tampa Kinezyofobi Ölçeği ile ve komorbidite düzeyi Charlson Komorbidite İndeksi ile belirlendi. Bulgular: Hastaların %80’inde hareket korkusu vardı (>40 puan). Tampa Kinezyofobi Ölçeği puanının, Charlson Komorbidite İndeksi (r=0.474, p=0.026) ve vücut kitle indeksi (r=0.517, p=0.014) ile pozitif yönde ilişkili bulundu. Altı dakika yürüme testi mesafesi ile Tampa Kinezyofobi Ölçeği puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı (r=-0.012, p=0.959). Sonuç: Çalışmanın sonucunda KOAH’lı hastaların önemli bir bölümünde hareket korkusu vardı. Komorbidite sayısı fazla olan hastalarda hareket korkusu görülme oranı artmaktadır. Komorbiditenin pulmoner rehabilitasyon üzerindeki bilinen etkilerinin yanı sıra, hareket korkusunun pulmoner rehabilitasyon başarısına etkileri araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: KOAH, hareket korkusu, komorbidite SS014 Allojeneik Hematopoetik Kök Hücre Nakli Alıcılarında Dispnenin Pulmoner Fonksiyonlar, Kas Kuvveti, Fonksiyonel Egzersiz Kapasitesi ile İlişkisi Gülşah Barğı1, Meral Boşnak Güçlü1, Zeynep Arıbaş1, Burcu Camcıoğlu1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep Şahika Akı2, Gülsan Türköz Sucak2 Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara 1 2 Giriş: Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) alıcılarında nakil sürecinde anormal pulmoner fonksiyonlar, solunum kas zayıflığı ve egzersiz intoleransı görülmektedir ve bu etkenler dispneye sebep olabilmektedir. Literatürde dispnenin pulmoner fonksiyonlar, solunum ve periferik kas kuvveti ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi ile ilişkisini araştıran çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın amacı, allojeneik HKHN alıcılarında dispnenin pulmoner fonksiyonlar, pulmoner difüzyon kapasitesi (DLCO), Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 7 SÖZEL SUNUMLAR solunum ve periferik kas kuvveti ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi ile ilişkisini araştırmaktı. Yöntem-Gereçler: Kırk dokuz allojeneik HKHN alıcısı (nakil üzerinden >100 gün geçmiş olan, 38.10±13.13 yıl, 34E, 15K) dahil edildi. Dispne Modifiye Medical Research Council Dispne ölçeği (MMRC), pulmoner fonksiyonlar spirometre, solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı ve periferik kas kuvveti el dinamometresi, fonksiyonel egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 27’sinde (56%) dispne görüldü, MMRC puanı ile MİP (r=-0.341, p=0.016), quadriceps femoris (r=-0.391, p=0.005), biceps brachii (r=-0.303, p=0.035) ve kavrama kuvveti (r=-0.286 p=0.047) istatistiksel anlamlı olarak ilişkiliydi. Kırk dokuz hastada yapılan çoklu regresyon analizine göre dispne algılamasının %15 varyansı quadriceps femoris kas kuvveti ile açıklandı (r²=0.153, p=0.005).Sonuçlar: Allojeneik HKHN alıcılarında periferik ve solunum kas kuvveti azaldıkça dispne algılaması artar ve quadriceps femoris kas kuvveti dispneye sebep olan bir etkendir. Periferik kas kuvvetlendirme egzersizlerinin ve inspiratuar kas eğitiminin dispne üzerine etkileri araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: allojeneik hematopoetik kök hücre nakli, dispne, egzersiz, kas kuvveti SS015 Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu Hastalarda Egzersiz Kapasitesinin Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi Bahri Akdeniz1, Serap Acar2, Sema Savcı2, Ebru Özpelit1, Didem Karadibak2, Buse Özcan2, Can Sevinç3 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 2 3 Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner arteriyal hipertansiyonu olan olgularda egzersiz kapasitesinin yaşam kalitesi üzerine olan etkilerini araştırmaktı. Metod ve Materyal: Bu çalışmaya New York Heart Association Klas II-III olan 6 erkek, 13 kadın toplam 19 pulmoner arterial hipertansiyon hastası dahil edilmiştir. Hastalar idiopatik pulmoner arterial hipertansiyon, konnektif doku hastalığı ile birlikte pulmoner arterial hipertansiyon ve konjenital kalp hastalığı ile pulmoner arterial hipertansiyon hastalarından oluşmaktaydı. Olguların demografik bilgileri, bisiklet ergometresi testi ile egzersiz kapasitesi ölçümleri ve Nottingham Sağlık Profili ile yaşam kalitesi ölçümleri değerlendirildi. Pearson korelasyon analizi ile egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki araştırıldı. Bulgular: Olguların ortalama yaşları 50.83 ± 18.06 (min 19 – max 72) yıl idi. Beyin natriüritik peptid değerleri ortalaması 335.35 ± 324.97 pg/ml idi. Ortalama pulmoner arter basınçları 85 ± 19.91 mmHg idi. Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre; olguların egzersiz kapasitesi ile uyku (p = 0.014, r = 0.582) ve emosyonel reaksiyonlar (p = 0.04,r = 0.489) alt bölümü ile total yaşam kalitesi skorları (p = 0.026, r = 0.536) arasında anlamlı pozitif yönde korelasyon bulundu (p< 0.05).Sonuç: Pulmoner arteryel hipertansiyonlu olgularda, hastalığın ortaya çıkardığı fizyolojik değişimlerle birlikte uyku kalitesinde ve emosyonel reaksiyonlarda belirlenen değişiklikler olguların genel yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi TÜRK TORAKS DERNEĞİ ÇEVRESEL VE MESLEKİ AKCİĞER HASTALIKLARI SS016 Çevresel Asbeste Maruz Kalan Mezotelyoma, Plevral Plak Hastalarında ve Sağlıklı Bireylerde Serum Fibulin-3 Düzeyleri Mehmet Bayram1, İsa Döngel2, Ali Akbaş3, İsmail Benli3, Muhammed Emin Akkoyunlu1, Levent Kart4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Süleyman Demirel Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Isparta 3 Gaziosman Paşa Üniversitesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Tokat 1 2 Fatih Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 4 Giriş: Serum Fibulin-3 düzeyi mezotelyoma hastalarında diğer malignitelere ve asbestle ilişkili benign durumlara göre yüksek saptanmıştır. Amaç: Çevresel asbeste maruz kalan mezotelyoma, plevral plak, sağlıklı kişiler ve kontrol grubunda serum fibulin-3 düzeyini belirlemeyi amaçladıkMetod: Çalışmamızda 27 mezotelyoma, 200 plevral plak, 168 asbeste maruz kalan sağlıklı kişi ve 54 kontrol grubunun serum fibulin-3 düzeyi ölçülmüştür.Bulgular: Mezotelyoma, plevral plak, asbeste maruz kalan sağlıklı kişi ve kontrol grubunun Medyan serum fibulin-3 düzeyleri sırasıyla 34.7 ng/L, 33.6 ng/L, 25.4 ng/L, ve 14.4 ng/L, saptanmıştır. Mezotelyoma grubunun fibulin-3 düzeyleri maruz kalan sağlıklılar veya kontrol grubu arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştır(p<0.001). Mezotelyoma ile plevral plak grubu arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Levels of fibulin-3 was significantly higher in the PP group versus healthy exposed or control group. Plevral plak grubunun fibulin-3 düzeyleri maruz kalan sağlıklılar veya kontrol grubu arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştır(p<0.001).Asbeste maruz kalan sağlıklıların fibulin-3 düzeyi, kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Mezotelyomanın kontrol grubundan ayırımında sınır değer 23.1 ng/ml kabul edildiğinde duyarlılık, özgüllük ve ROC eğri altı alanı sırasıyla; %77.8, %75.9 ve 0.80 saptanmıştır. Plevral plak grubunun kontrol grubundan ayırımında sınır değer 23 ng/ml kabul edildiğinde duyarlılık, özgüllük ve ROC eğri altı alanı sırasıyla; %74.5, %75.9 ve 0.80 saptanmıştır. Sonuç: Serum fibulin-3 düzeyleri çevresel asbest maruziyetine mezotelyoma, plevral plaklı hastalarda ve çevresel asbeste maruz kalan sağlıklı kişilerde yüksektir. Her ne kadar mezotelyomayı kontrol grubundan başarılı bir şekilde ayırt edebilse de mezotelyomanın plevral plaklı hastalardan ayırımında katkısı bulunamamıştır. Anahtar Kelimeler: Asbest, Fibulin-3, Mezotelyoma Şekil 1. Fibulin-3 düzeylerinin gruplara göre dağılımı ve ikili karşılaştırmaları gösteren Box-Plot grafiği 8 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Çalışma Grubunun Karakteristik Özellikleri Asbeste Plevral Plak Maruz Kalan Mezotelyoma Plaque Sağlıklı Kişiler n:27 n:200 n:168 Erkek cinsiyet % Yaş medyan (P25-P75) Kontrol n:54 75 66.8 28.1 42.6 56.5 (46.5-65) 62 (56-73) 57 (48.5-65) 50.5 (38.2-67.5) Sigara halen içen 20 24 8 14 Sigara bırakmış % 20 14 9 20 60 61 82 64 VKİ medyan (P25-P75) Sigara hiç içmemiş % 25.08 (19.5-31.2) 25.8 (22.6-29) 28.6 (24.9-32.8) 26.9 (22.1-31) Fibulin-3 n/dl medyan (P25-P75) 34.7 (23.2-68.8) 33.6 (22-54) 25.4 (15.1-48.6) 14.4 (8.9-23.3) Tablo 2. Grupları Ayırmada Fibulin-3’ün Duyarlılık ve Özgüllük Değerleri Sınır Değer Duyarlılık % Özgüllük % ng/dl (95% Güven Aralığı) (95% Güven Aralığı) Mezotelyoma vs Kontrol 18.4 75.9 (59.6-88.1) 59.3 (50.5-65.8) Mezotelyoma vs Kontrol 23.1 72.4 (57.9-85.4) 75.9 (67.3-82.6) Mezotelyoma vs Kontrol 27.2 65.5 (49.8-78.2) 81.5 (73-88.3) Plevral Plak vs Kontrol 19.3 80.5 (77.2-83.5) 59.3 (47-70.4) Plevral Plak vs Kontrol 23 74.5 (71.2-77.1) 75.9 (63.8-85.5) Plevral Plak vs Kontrol 26.1 67.5 (64.3-69.8) 81.5 (73-88.3) Asbeste Maruz Kalan Sağlıklılar vs. Kontrol 19.6 65.5 (61.5-69.1) 63 (50.5-74.2) Asbeste Maruz Kalan Sağlıklılar vs. Kontrol 22.6 57.7 (53.8-60.9) 74.1 (61.8-84) Asbeste Maruz Kalan Sağlıklılar vs. Kontrol 25.3 50.6 (46.8-53.5) 79.6 (677-88.5) SS017 Göz Yaşartan Gazlarin Uygulama Özellikleri, Solunumsal Yan Etkileri (Gezi Direnişi Deneyimi) Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2, Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif Müezzinoğlu2, Fatih Torlak4, Peri Arbak3, Elif Dağlı1 Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce 4 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Göz yaşartan gazların akut sağlık etkileri üzerine gönüllüler üzerinde yapılmış ve deneysel çok sayıda yayın mevcuttur. Ancak gerçek yaşamda ve büyük topluluklar üzerinde solunum sağlığının dokümante edildiği çalışmalar bulunmamaktadır. Göz yaşartıcı gazlara kitlesel maruziyetin özelliklerini, solunum sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla Haziran ayında İstanbul ve Ankara’da yoğun kullanılan göz yaşartıcı gazlara maruz kalan toplam 546 (86’sı Ankara, 460’ı İstanbul) kişi katıldı. Ortalama yaş 31.2+_10.5; %48 kadın, %52 erkekti. Olguların yarıdan fazlası üniversite mezunuydu (282,%51.6), halen üniversite öğrencisi olanlar %21,2’ydi. Olguların %39,9’u (218) gaza açık mekanda 1m’den yakın mesafede, %24.2’si (132) kapalı mekanda maruz kalmışlardı.Olguların %69,8’inde (385) nefes darlığı vardı, bu grubun %11,9’unda (65) semptomlar 1 günden fazla sürmüştü. Olguların 437’sinde %80 öksürük gözlenmişti, %17,2’sinde 1 günden fazla sürmüştü. Olguların 248’inde(%45,4) balgam mevcuttu, %14.1inde 1 günden uzun sürdü. Olguların 17’sinde %3,1 hemoptizi mevcuttu, 7’sinde 1 günden fazla sürmüştü. Olguların %43,4’ünde göğüs ağrısı oluşmuştu, %9,7’sinde bir günden fazla sürdü. Burun akıntısı 391 olguda mevcuttu (%71,6) bunların 51’inde bir günden fazla sürdü (%9,3). Göz kızarması %81’inde mevcuttu, (%4’ünde bir günden fazla sürmüştü. %43,6 oranında cilt bulguları varken, %6,8’inde bir günden fazla sürmüştü.Nefes darlığının süresi için median değer 2 gün,öksürük 15 gün, balgam 14 gün, hemoptizi 14 gün, göğüs ağrısı 15 gün, burun akıntısı 13 gün, göz kızarması 13,5 gün, cilt bulguları 14,5 gün idi.Göz yaşartan gazlarla karşılaşmanın solunumsal yakınmaları önemli oranda artırdığı, çalışmamızda 1mden yakın ve kapalı alan maruziyetinin yüksek oranda olduğu anlaşıldı. Bulgular, ülkemizde göz yaşartan gazların uluslararası normlara uygun olmayan şekilde kullanıldığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: biber gazı, göz yaşartıcı ajan, çevresel maruziyet, semptomların süresi, gösteri kontrol ajanları SS018 Gezi Parki Aktivisyenlerinin Göz Yaşartici Gazlarla Akut ve Daimi Karşilaşmasinin Solunumsal Sonuçlari Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Hilal Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Makbule Özlem Akbay1, Gamze Ayar1, Fatih Torlak3, Peri Arbak2, Elif Dağlı1 Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce 3 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Göz yaşartan gazlarla akut karşılaşmanın sağlık üzerindeki yan etkileri iyi bilinmektedir. Ancak kitlesel eylemler sırasında ve akut dönemde objektif değerlendirme ile yapılmış alan çalışmaları bulunmamaktadır. Göz yaşartan gazlarla ağırlıkla akut dönemde karşılaşmış olguların solunumsal yakınmalarını ve solunum fonksiyonlarını değerlendirmeyi amaçladık. Haziran ayı Gezi Parkı Direnişi sırasında çalışmaya katılmayı kabul eden 355 bireye -(yaş 30,2 +_9,6, cinsiyet 180 erkek (%50,7) 175 kadın (%49,3). Demografik özellikleri içeren anket uygulandı ve solunum fonksiyon testleri uygulandı.Olguların 224’ü (%63,8) sigara kullanmaktayken 103’ü (%29,3) kullanmuyordu. 153 olgu (%46,5) açık mekanda 1m’den yakın mesafede, %21,3’ü kapalı mekanda gazla karşılaşmışlardır.Olguların 250’sinde (%72,5) nefes darlığı, 287’sinde öksürük (%82,7), 171’inde (%49,6) balgam, 12 olguda (%3,6) hemoptizi vardı. 170 olguda (%51,1) göğüs ağrısı, 251 olguda (%73,6) burun akıntısı, 286 olguda (%83,6) göz kızarması ve 167 olguda (%50,5) cilt bulgusu vardı.Olguların FVC’si %98,1+_13,9, FEV1%99,7+_50,0, FEV/FVC’si %103,2+_10,4, MMFR %93,1+_ 23,7 idi.Nefes darlığı sıklığı kapalı mekanda gazla karşılaşanlarda %85,5 iken açık mekanda 1m’den yakın karşılaşanlarda %68,7, 1m’den uzakta karşılaşanlarda %71,2 idi (p=0,029)Göz kızarması kapalı mekanda gazla karşılaşanların %91,3’ünde gözlenirken,açık alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %77,5 oranında gözlenmiştir (p=0,046) Cilt bulguları kapalı mekanda gazla karşılaşanlarda %69,1 iken açık alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %38,4’tü (p=0,00014). %1,9’da FEV1/FVC’si %75’in altı, %1,4 hem FEV1’1 80 altı hem de FEV1/FVC’si 75’in altındaydı. %10,1’de MMFR %65’in altındaydı.Bulgular %10 oranında restriksiyonu %10 da küçük-orta boy havayolları obstrüksiyonu göstermekteydi. Kapalı alanda gazla karşılaşmanın nefes darlığı, göz ve cilt bulgularında anlamlı artışa yol açtığı gözlendi. Solunum fonksiyon değerlendirmeleri sonucunda yüksek oranda restriksiyona ve küçük havayolu obstrüksiyonu saptandı. Anahtar Kelimeler: biber gazı, gösteri kontrol ajanları, solunum semptomları, solunum fonksiyonları Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 9 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS019 Zonguldak Karadon müessesesinde kömür işçisi pnömokonyozu prevalans çalışması Metin Çelikiz1, Murat Altuntaş1, Gökhan Aykun1, Fatih Akça1, Fırat Uygur2, Fatma Erboy2, Hakan Tanrıverdi2 Uzun Mehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi, Zonguldak Bülent Ecevit üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak 1 2 Giriş: Kömür İşçisi Pnömokonyozu (KİP) inorganik kömür tozlarının inhale edilip depolanmaları ve doku reaksiyonu sonucu oluşan parankimal akciğer hastalığıdır. Materyal metot: TTK Karadon müessesesinde çalışan bütün işçilerin 2012’de yıllık periyodik muayenesi esnasında çekilmiş olan ILO standartlarına göre 35x35 cm standart akciğer grafileri ILO uzman okuyucu tarafından değerlendirildi.Sonuçlar: Yeraltında çalışan 3705 işçinin 181’inde pnömokonyoz saptandı. 2008’de yeraltında işe alınan 1327 kişi bu sayıya dahildir ve bu kişilerde pnömokonyoz görülmemiştir. Olguların 121’i eski, 60’ı ise yeni tanıydı. 19 pnömokonyozlu olguda ise bir önceki yıla göre progresyon saptandı. Pnömokonyoz görülen olguların en az 10 yıldır yeraltında çalıştıkları tespit edilmiştir.Eski ve yeni olguların toplamına göre prevalans %4,9, insidans ise %1,6 saptandı. Lezyonların dağılımı Tablo 1’de verilmiştir.Tartışma: 2009 yılında Zonguldak’ta genelinde 8705 işçiden 258’inde (%2.9) pnömokonyoz saptanmış. 2009’da Karadon Müessesindeki pnömokonyoz insidansı %1,62 (49/3012) prevalans ise %4,7 (142/3012) saptanmış. 2011 yılında ise prevalansı %2,7 iken 2012 yılında %4,9 olmuştur. Yeni ve eski vakaların ILO sınıflandırılmasına göre pnömokonyozun basit şekilleri olduğu (mikronodüler tip) görülmüştür, büyük opasiteli pnömokonyozlara rastlanılmamıştır. Çalışma sonuçlarına bakıldığında 2012 yılı TTK Karadon Müessesesinde saptanan pnömokonyoz prevalans değerinin dünya ortalaması olan %3-5 değerlerinin içinde olduğu görülmüştür. Anahtar Kelimeler: pnömokonyoz, prevalans, kömür madeni Tablo 1. Pnömokonyozlu olguların radyografik dağılımı Eski n Yeni n Toplam p/p 1/2 17 59 p/p 1/1 3 p/p 1/2 42 3 p/s 1/2 17 p/s 1/2 23 40 p/p 2/2 23 p/p 2/2 10 33 p/s 2/2 22 p/s 2/2 10 32 p/p 2/3 2 2 p/s 2/3 3 3 q/q 2/2 2 2 q/t 1/2 5 5 q/t 2/2 2 2 Toplam 121 60 181 değerleri genelde normal olduğu için analiz yapılmadı (n=4180, %98,3). Hastalar PM10 değerlerine gore gruplandırıldı.Bulgular: 4248 (4002) hasta değerlendirildi. 3290’ ı (%77,5) erkek idi. Yaş ortalaması 63,4±10.9 idi. En fazla başvuru Şubat (n=521), Ocak (n=468) ve Temmuz (n=430) aylarında idi. PM10 değeri 3116 (%73,3) hastada sınır değerin üstünde idi. Ortalama PM10 değeri 91,61±60,358 idi. Hastalar kategorize edildiğinde aylara ve yıllara gore başvuru oranında istatistiksel olarak anlamlı değişim vardı (p<0.05). Yüksek değerlerde başvuru daha fazla idi ama istatistiksel anlamlılık yoktu (p>0.05).Sonuç: PM10 konsantrasyonlarının yüksek olduğu günlerde KOAH nedenli hastane başvurusu istatistiksel olarak anlamlı farklılık elde edilemese de daha fazla olmaktadır. Anahtar Kelimeler: KOAH, Hava kirliliği, PM10 KLİNİK SORUNLAR - PULMONER VASKÜLER HASTALIKLAR SS021 Kronik Tromboembolik Pulmoner Hipertansiyon (KTEPH) Gelişiminde Etkili Risk Faktörleri Yusuf Taha Güllü1, İlknur Başyiğit1, Tayfun Şahin2, Sevtap Gümüştaş3, Serap Barış1, Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1 Kocaeli Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 1 2 3 Amaç: Bu çalışmanın amacı, kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH) gelişmesini kolaylaştıran risk faktörlerini belirlemek, KTEPH gelişen olguları erken dönemde tespit etmektir.Gereç-Yöntem: Pulmoner tromboemboli tanısı ile yatırılan hastalarda tromboza yatkınlık açısından Faktör 5, Faktör 8, Protein C, Protein S, Antitrombin 3 ve genetik mutasyon paneli değerlendirildi. Bazal, 6. ay ve 1. yılda Ekokardiyografi (EKO) ve Toraks BT tetkikleri yapıldı.Bulgular: Çalışmaya alınan 22 olgunun 7’si erkek (%31.8), 15’i kadın (%68.2) ve yaş ortalaması 53.9 ± 17.9 yıl olarak bulundu. Hastaların %31.8’inde malignite öyküsü, %27.3’ünde ise yakın zamanda geçirilmiş cerrahi hikayesi mevcuttu. Takipte KTEPH gelişen iki hastada da homozigot MTHFR C677T mutasyonu saptandı. KTEPH gelişen hastalarda PO2 değerleri (61.5±11.4’e karşılık 77.8±25.2, p< 0.05) ve sağ ventrikül (RV) ejeksiyon fraksiyonu (EF) (32.5±3.5’e karşılık 60.6±13.9, p<0.05) diğer hastalara göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Sistolik pulmoner arter basıncı KTEPH gelişen hastalarda daha yüksek (75±21’e karşılık 29±12.8, p:0.02), RV göstergesi olarak belirlenen strain değeri ise anlamlı olarak daha düşük bulundu (11±0.9’a karşılık 17.4±3.4, p=0.02).Sonuç: Pulmoner tromboembolide hipoksemi ve MTHFR gen mutasyonu varlığı, sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda ve strain değerinde azalma ile pulmoner arter basıncında artış saptanması KTEPH gelişimi açısından anlamlı değerlendirilmiş, bu değişkenlerin hastalık gelişimine katkısını netleştirecek daha fazla sayıda hasta içeren çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: EKO, KTEPH, Pulmoner tromboemboli, Toraks BT SS020 SS022 Hava Kirliliğinin KOAH nedenli başvurulara etkisi Pulmoner tromboembolinin ayaktan tedavisinde kardiyak troponin ve sPESI kombinasyonu Tuğba Göktalay1, Yavuz Havlucu1, Ayşın Şakar Coşkun1, Ayşe Nur Tuncal2, Pınar Çelik1, Arzu Yorgancıoğlu1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 2 Manisa Halk Sağlığı Müdürlüğü Kronik Hastalıklar Birimi, Manisa 1 Amaç: Partiküler madde (PM10) ve kükürt dioksit (SO2) konsantrasyon düzeylerinin KOAH tanılı başvurulara etkisini incelemek.Gereç-Yöntem: Ocak 2007- Aralık 2012 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis ve Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran KOAH tanısı kodu girilen 40 yaş üstü hastalar retrospektif olarak değerlendirildi.Manisa iline ait günlük ve ortalama aylık PM10 (μg/m3) ve SO2 (μg/m3) konsantrasyonları resmi kaynaklardan alındı. Analizde standardizasyon sağlamak için Avrupa Birliği sınır değerleri baz alındı. SO2 10 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Savaş Özsu1, Hayriye Bektaş1, Yasin Abul1, Asım Örem2, Tevfik Özlü1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 Pulmoner tromboembolide hangi hastaların ayaktan tedavi edileceği konusu tartışmalıdır. Amacımız pulmoner tromboemboli tanısı konulan hastalarda sPESI ve kardiyak troponinler kullanılarak ayaktan tedavi edilecek hastaları belirlemektir.Çalışma 02.04.2012-13.09.2013 tarihleri arasında prospektif olarak yapıldı. Kanser varlığı düşük riskli spesi skorlamasında göz ardı edildi. Hastalar troponin ve sPESI faktörlerine göre dört gruba ayrıldı. Grup-1 troponin negatif düşük ve sPESI düşük; grup-2 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ troponin negatif ve sPESI yüksek; grup-3 troponin yüksek ve sPESI düşük; grup-4 troponin yüksek ve sPESI yüksek riskli hastalardan oluşmaktaydı. Primer sonlanım ilk 90 gün içinde tüm nedenlere bağlı ölümler, sekonder sonlanım ise nonfatal kanama veya rekürrens olarak tanımlandı. Grup1’deki hastalar ayaktan tedavi edildi. Troponin pozitifliği 0,04 ng/mL olarak kabul edildi. Çalışmamıza pulmoner tromboemboli tanısı konulan 138 hasta alındı. Grup-1’de 36 (%26,1) hasta, grup-2’de 42 (%30,4) hasta, grup-3’de 4 (%2,9) hasta, grup-4’de 56 (%40,6) hasta saptandı. Hastaların 19‘u (%13,8) ayaktan tedavi edildi. Grup-1 %5,7’si; grup-2 %18,6’sı; grup-3’de %50 ‘si ve grup-4’teki hastaların %53,6’sı, tüm hastaların ise %30,4’ü 90 gün içinde kaybedildi. Grup-1’deki hastaların %8,6’sı; grup-2’deki hastaların %6,9’u; grup-3’teki hastaların %25 ‘i, grup-4’teki hastaların %16,1’i ve tüm hastaların %11,6’sında 90 gün içinde nonfatal kanama veya rekürrens saptandı. Sonuç olarak troponin negatif ve sPESI düşük riskli hastaların güvenle ayaktan tedavi edilebileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, troponin, sPESI, ayaktan tedavi SS023 Akut Masif Pulmoner Tromboemboli Tedavisinde Unfraksiyone Heparine karşı Düşük Molekül Ağırlıklı Heparin Kullanımının Hemoraji ve Hastane Mortalitesi Açısından Karşılaştırılması Elif Yılmazel Uçar1, Metin Akgün1, Ömer Araz1, Hakan Taş2, Buğra Kerget1, Mehmet Meral1, Hasan Kaynar1, Leyla Sağlam1 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Erzurum 1 2 Giriş: Günümüz rehberleri hemodinamik olarak stabil olan pulmoner tromboembolili (PTE) hastalarda düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) kullanımını önerirken, masif PTE’de unfraksiyone heparin kullanımını önermektedir. Bu açıdan, biz tek merkezli randomize çalışma olarak planladığımız bu çalışmada akut masif PTE’de trombolitik tedavi sonrası UFH’ne karşı DMAH kullanılabilirliğini değerlendirdik. Metod: Ocak 2011-Aralık 2013 tarihleri arasında klinik ve toraks BT anjiografik olarak masif PTE tanısı konan ve tediye kontrindikasyonu olmayan hastalar çalışmaya alındı. Trombolitik tedavi sonrası hastalara DMAH veya UFH tedavisi verildi. Hemoraji, major hemoraji ve hastane mortalitesi değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 121 masif PTE’li hastanın 71’i kadın (%58,7), 50’i erkek (%41,3) ve ortalama yaşları 62.6±15.7 (22-87) idi. Hastalar DMAH (n=60) veya UFH (n=61) tedavi koluna ayrıldı. Tüm tedavi yan etkileri (%21,7 vs%27,9) ve her bir yan etki (%6.7 vs %11.5, %3.3 vs %9.8 ve %15,0 vs %19,7 mortalite, major hemoraji ve tüm hemoraji, sırasıyla) UFH grubuyla karşılaştırıldığında DMAH grubunda daha düşük olmasına rağmen, farklılık istatiksel anlamlı değildi. Sonuç: Bizim çalışmamız masif PTE’li hastaların yönetiminde DMAH’nin daha iyi bir seçenek olabileceğini önermektedir. Çok merkezli daha geniş randomize kontrollü çalışmalar tarafından sonuçlarımızın doğrulanmasına ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, trombolitik tedavi, düşük molekül ağırlıklı heparin, unfraksiyone heparin SS024 Malignite ve pulmoner tromboemboli: Semptomatik olgular ile rastlantısal saptanan olguların karşılaştırılması Serap Argun Barış1, Tuğba Aşlı Önyılmaz1, Sevtap Gümüştaş2, Halil İbrahim Ada2, Devrim Çabuk3, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 3 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı, Kocaeli 1 2 Amaç: Çalışmamızın amacı, malign hastalarda rutin kontrol sırasında rastlantısal olarak saptanan pulmoner tromboemboli (PTE) olguları ile semptomatik PTE olgularının karşılaştırılmasıdır.Materyal-Metod: 20092013 yılları arasında hastanemize başvuran hastaların kayıtları pulmoner emboli tanısı (ICD: I.26) ve eşlik eden malignitesi olan hastaların verileri açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, tanıları, hastalık süreleri, metastaz varlığı ve tedavileri kaydedildi. Radyoloji kayıtlarından tanı anında çekilen toraks BT’leri incelenerek sağ ventrikül yüklenme bulguları hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya 38’i kadın (%44.2), 48’i erkek (%55.8), yaş ortalaması 61.7±11.9 yıl ve ortanca takip süresi 6 ay olan toplam 86 hasta alındı. En sık eşlik eden maligniteler; gastrointestinal sistem (%29.4), akciğer (%22.4), genitoüriner sistem (%21.2) ve meme (%10.6) idi. Olguların 39’una (%45.3) rutin kontrol sırasında çekilen Toraks BT ile tanı konmuştu. Rastlantısal olarak pulmoner tromboemboli saptanan bu olgular ile semptomatik olgular karşılaştırıldığında; malignite türü, kemoterapi, metastaz öyküsü ya da thorax BT’de saptanan septal düzleşme bulgusu açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Semptomatik olgularda ana pulmoner arterde trombüs ve bilateral emboli varlığı daha sık izlenmekle birlikte istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi. Bununla birlikte toraks BT’de izlenen RV/LV oranı semptomatik olgularda asemptomatik olgulara göre istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0.03).Sonuç: Malign hastalarda izlenen embolilerin önemli bir kısmı asemptomatik seyredebilir. Embolinin submasif seyretme eğiliminin ve sağ ventrikül fonksiyonlarının korunmuş olmasının bu olgularda semptom saptanmamasını açıklayabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: malignite, pulmoner tromboemboli, rastlantısal SS025 Ege Üniversitesi kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon deneyimi Canan Gündüz1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Korkmaz1, Feza Bacakoğlu1, Meral Kayıkçıoğlu2, Sanem Nalbantgil2, Hakan Kültürsay2 Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Ege Üniversitesi PAH merkezine kronik tromboemboli (KTE) ön tanısıyla yönlendirilen 94 hasta taranmış ve kesin tanı alan 51 olgudan pulmoner arter basınç verilerine ulaşılan 47 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Ortalama yaşın 53 (19-85) olduğu ve %53 oranında (n=25) erkek cinsiyetten oluşan çalışma grubunda, 46 hastaya ekokardiyografi (EKO), bunlar arasından 27 hastaya sağ kalp kateterizasyonu (SKK) yapılmıştır. Ortalama pulmoner arter basıncı >=25 mmHg, pulmoner vasküler direnç >=3 WÜ ve pulmoner kapiller uç basıncı <15 mmHg olan 21 olguya pulmoner hipertansiyon (PH) tanısı konmuştur. SKK ile PH tanısı alan olgularda EKO ile saptanan en düşük sağ ventrikül sistolik basıncı (SVSB) 36 mmHg bulunmuştur. Bu nedenle çalışmamızda SKK uygulanmamış olgularda, EKO’da SVSB >=36 mmHg olması PH tanısı için eşik değer olarak alınmıştır. Toplamda 38 olgu KTEPH tanısı almıştır. Çalışma grubu ortalama 16 ay (0-80) izlenmiştir. PH saptanmayan 9 olguda son izlem tarihine kadar mortalite izlenmezken, PH saptanan 38 olgudan 18’i ölmüştür (p=0.008). Kaplan-Meier sağkalım analizinde ise iki grup arasında sınırda anlamlılık saptanmıştır (p=0.053). KTE, giderek daha iyi tanınmaktadır. Bu hastalarda PH gelişmesi kötü sağkalım ve yüksek mortaliteye neden olmaktadır. Anahtar Kelimeler: kronik tromboemboli, pulmoner hipertansiyon Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 11 SÖZEL SUNUMLAR SS026 Pulmoner emboli prognozunda iki modelin kombinasyonu ve karşılaştırması Türkiye pulmoner emboli çalışma grubu(TUPEG) sonuçları Savaş Özsu1, Tevfik Özlü1, Ayşegül Şentürk2, Elif Yılmazel Uçar3, Gamze Kırkıl4, Esra Ekbiç Kadıoğlu5, Bülent Altınsoy6, Bengü Şaylan7, Hatice Şen Selimoğlu8, Gül Dabak9, Nuri Tutar10, Ahmet Uysal11, Tübeg Çalışmacıları1 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 3 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum 4 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 5 Erzurum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Erzurum 6 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak 7 Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 8 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 9 Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 10 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri 11 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Klinik parametreler, kan belirteçleri ve görüntüleme yöntemleri baz alınarak risk belirlenmesi pulmoner emboli tanısında yaygın olarak kabul edilen bir methoddur. Bu çalışmada basitleştirilmiş pulmoner emboli ağırlık indeks skorunun ve Avrupa kardiyoloji derneği modelinin pulmoner embolide prognostik rolü incelenmektedir. Metod: Bu çok merkezli prospektif kohort çalışması akut semptomatik pulmoner emboli tanısı kanıtlanmış 1078 hastayı içermektedir. Birincil sonlanım noktasını ilk 30 günde herhangi bir nedenle ölüm oluşturmaktayken, herhangi bir nedenle ölüm, ölümcül olmayan semptomatik rekürren pulmoner emboli veya ölümcül olmayan major kanama ikincil sonlanım noktasını oluşturmaktadır. Bulgular: 1078 hastanın 95’i (8.8%) tanıdan sonraki 30 gün içerisinde kaybedilmiştir. ESC’ ye [12.2%(103 of 754;)] göre düşük risk olmayan ve sPESI’e [11.6%(103 of 796)] göre yüksek riskli hastalar arasında 30 günlük mortalite açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır. Ölümcül olmayan ikincil sonlanım noktası sPESI düşük risk grubunda %2.8 hastada, ESC düşük risk grubunda %1.9 hastada gerçekleşmiştir. 30 günlük mortalite sPESI düşük risk grubunda %2.2 ESC düşük risk grubunda %2.2 ‘dir (P=NS). Bu çalışmada sPESI düşük risk ve ESC düşük riskli mortalite modeli kombinasyonunda mortalite hızı 0% olarak saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışma sPESI ve ESC modelinin 30 günlük mortalite ve ikincil sonuçlar açısından benzer olduğunu göstermiştir. Pulmoner embolide her iki modelin kombinasyonunun daha değerli olduğu görülmektedir Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli,sPESI, ESC SS027 Akut Semptomatik Pulmoner Embolili Hastalarda Basitleştirilmiş Pulmoner Emboli Şiddet İndeksinin Prognostik Değeri Talat Kılıç1, Hilal Ermiş1, Gazi Gülbaş1, Ömer Kaya2, Zeynep Ayfer Aytemur1, Süleyman Savaş Hacıevliyagil1 İnönü Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya Sağlık Bakanlığı, Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Malatya 1 2 Tanı ve tedavideki teknolojik gelişmelere rağmen, pulmoner emboli (PE)’e bağlı mortalite halen yüksektir. PE’nın ciddiyeti (ya da şiddeti), pulmoner arter içi embolilerin dağılımı, şekli ve yükünden çok, PE’ye bağlı erken mortalite riskinin bireysel tahmini olarak düşünülmektedir. Bu nedenle, günümüz kılavuzları “masif”, “submasif” ve “masif olmayan” şeklinde yanıltıcı olabilecek terimler yerine, PE’ye bağlı erken mortalite riskinin tahmini düzeyinin kullanılmasını önermektedirler. Pulmoner Embolinin şiddet ve prognoz değerlendirmesinde, klinik parametrelerden ve eşlik eden hastalıklardan oluşan çeşitli klinik skorlama modellerin kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda, pulmoner emboli şiddet indeksi (PESI) ile PESI’den türetilmiş ve kullanımı daha pratik olan basitleştirilmiş (simplified) PESI (sPESI)’nın kullanımı giderek popüler hale gelmektedir. Tablo 1’de verilen parametrelerden birine sahip olan akut PE’lı hastalar, sPESI göre yüksek riskli, bu parametrelerden hiçbirine sahip olmayanlar düşük riskli olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışmada, akut PE tanısı almış hastalarda, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi öngörmedeki 12 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ değeri araştırıldı.Çalışmaya alınan 194 hastanın (93 erkek), yaş ortalaması; 60.84±16.70 idi. Hastaların 81(%41,8)’i sPESI’ye göre düşük risk grubunda iken, 113(%58.2)’ü yüksek risk grubunda idi. Yüksek risk grubunda bulunan 113 hastanın 18 (%15.9)’i, PE tanısı aldıktan sonraki ilk 30 günde kaybedilirken, düşük risk grubunda bulunan hastaların hiçbirinde ölüm görülmedi. Ayrıca, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi göstermede, duyarlılık ve negatif prediktif değeri (NPD) %100 iken, özgüllük ve pozitif prediktif değeri (PPD) ise sırası ile %46 ve %16 idi. Sonuç olarak, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi göstermedeki yüksek NPD nedeniyle, düşük risk grubunda bulunan hastaların ayaktan tedavi edilebileceğini düşünüyoruz Anahtar Kelimeler: Duyarlılık, pulmoner emboli, prognoz, şiddet indeksi, Tablo 1. Basitleştirilmiş (simplified) Pulmoner Emboli Şiddet İndeksi(sPESI) Değişken puan Yaş>80 +1 Kanser +1 Kalp yetmezliği ya da kronik akciğer hastalığı hikâyesi +1 Nabız ≥110/dk +1 Sistolik kan basıncı <100 mmHg +1 Arteryel oksihemoglobin satürasyonu< %90 +1 sPESI klasifikasyonu: Düşük risk, 0 puan; yüksek risk ≥1 puan. SS028 Sağ Ventrikül Disfonksiyonu Olan Akut Pulmoner Embolide Kateter Aracılı Tedavi ve Sistemik Trombolitik Tedavinin Karşılaştırılması Aslı Görek Dilektaşlı1, Ezgi Demirdöğen Çetinoğlu1, Nilüfer Aylin Acet1, Cüneyt Erdoğan2, Ahmet Ursavaş1, Funda Coşkun1, Ercüment Ege1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bursa 1 2 Giriş: Günümüzde, pulmoner embolide (PE) kateter aracılı tedavi (KAT) seçenekleri, sistemik trombolitik (ST) tedavinin kontrendike olduğu durumlarda alternatif bir tedavi yöntemidir. Bu araştırmada sağ ventrikül disfonksiyonu (SVD) olan PE hastalarının tedavisinde KAT ve ST tedavilerinin etkinlik ve güvenilirliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: 2007-2013 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Hastanesinde SVD eşlik eden PE nedeniyle KAT uygulanan tüm hastaların tıbbi kayıtları incelendi. Daha sonra, KAT uygulanan PE olguları yaş, cinsiyet, ortalama pulmoner arter basıncı, oksijen satürasyonu ve şok indeksi baz alınarak ST tedavi uygulanan PE olguları ile eşleştirildi. Araştırmanın birincil, ikincil ve üçüncül sonlanım noktaları mortalite, major ve minör komplikasyonlar ile ilk 24 saatte gözlenen hemodinamik değişiklikler olarak belirlendi. Sonuç: Araştırmaya yaş ortalaması 58,5±15,3 olan SVD bulunan toplam 32 PE tanılı hasta dahil edildi. Grubun 17(%53)’si masif, 15(%47)’i submasif PE tanısı aldı. Toplam 6(%40) masif ve 9(%60) submasif PE hastasına KAT uygulandı. Mortalite, major ve minor komplikasyon oranlarında, ST ve KAT uygulanan gruplar arasında farklılık saptanmadı (p>0.05). KAT uygulanan hasta grubunun %90’ında, ST alan hasta grubunun ise %76,5’inde ilk 24 saatte hemodinamik stabilizasyonun sağlandığı gözlendi(p>0.05). Tedavi sonrası 24. saatte ölçülen sistolik kan basıncı (116±13mmHg vs. 110±23 mmHg,p=0.078) ile diastolik kan basıncının (72±4mmHg vs. 67±9 mmHg,p=0.017) KAT uygulanan grupta daha yüksek; nabız ölçümlerinin ise KAT uygulanan grupta daha düşük olduğu izlendi (88±16mmHg vs. 90±10 mmHg,p=0.068).Tartışma: Kateter aracılı tedavi yöntemleri, SVD olan PE hastalarında etkin ve güvenilir bir tedavi yöntemidir. Deneyimli merkezlerde ST kontrendikasyonu olan hastalarda kateter aracılı tedavi yöntemlerinin birinci seçenek tedavi olarak göz önünde bulundurulabilir. Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, kateter aracılı tedavi, trombolitik SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ TÜBERKÜLOZ SS029 ISTANBUL’da Tüberküloz hastalarının ilaç direnci trendi ve eşlik eden risk faktörleri, 2005-2012 Aylin Babalık1, Soydan Sinem Köymen2, Ayşegül Yıldırım3, Zeki Kilicaslan4 1 Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 2 İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şübesi, İstanbul 3 Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Tüberküloz Daire Başkanlığı, Ankara 4 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul İlaca dirençli tüberküloz sıklığı tüberküloz kontrol programının performansının değerlendirilmesinde önemli bir belirleyicidir. Bu çalışma, 2005-2012 yılları arası İstanbul’da herhangi bir ilaç direnci ve ÇİD-TB’ın prevelansı ve trendini saptamak, risk faktörleri değerlendirmek amacı ile yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışma popülasyonu, İstanbul’da TB dispanserlerinde 1 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2012 tarihleri arasında tedavi alan tüberküloz(TB) hastalarından oluşturulmuştur. Kültür metotları ile test edilmemiş (n=20.365), kültür negatif (n=5413) olan vakalar çalışmadan çıkarılmıştır. Kültür pozitif vakalar (n=19.775) içinden ilaç duyarlılık testi (IDT) yapılmayanlar (n=5413) çalışmadan çıkarılmıştır. IDT yapılan vakalar çalışmaya dâhil edilmiş ve analiz edilmiştir (n=17.121).Sonuçlar: IDT yapılma oranının 2005 ile 2012 yılları arasında (%24,0 vs %47,6) arttığı gösterilmiştir. Herhangi ilaç direnci oranları, tüm vakalarda (%11,7 vs %15,9), önceden tedavi görmüş vakalarda (%16,4 vs %23,1), ÇİD-TB oranları tüm vakalarda (%5,6 vs %6,2), önceden tedavi görmüş vakalarda (%16,4 vs %23,1) artığı görülmüştür. 2012 yılındaki herhangi bir ilaç direnci sıklığı 2005 yılına göre (AOR (1.43 (1.18–1.75) istatiksel olarak yüksek bulunmuştur. Yabancı uyruklu vakalarda, herhangi bir ilaç direnci (AOR (2.21 (1.69–2.89)) ve ÇİD-TB (AOR (3.36 (2.41–4.70)); daha önce tedavi öyküsü olan vakalarda herhangi bir ilaç direnci (AOR 3.18 (2.85–3.54), ÇİD-TB (AOR 6.70 (5.82–7.72) istatiksel olarak yüksek bulunmuştur.Sonuç: IDT yapılma oranları, yıllar içinde artmakla birlikte, tüm TB hastalarını kapsamamaktadır. Herhangi bir İlaç direnci ve MDR ilaç direnci yıllar içinde artış göstermektedir. Özellikle ilaç direncinde anlamlı artışların görüldüğü, diğer ülke doğumlu ve daha önce tüberküloz tedavi öyküsü olan hastalar daha dikkatli izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Drug resistance prevalence, tuberculosis SS030 Tümör Nekrozis Faktor Alfa Antagonisti Tedavisi Altında Tüberküloz Gelişen Hastalarımızın Klinik Özellikleri Tülin Çağatay, Züleyha Bingöl, Zeynep Yegin, Gülfer Okumuş, Esen Kıyan, Orhan Arseven, Feyza Erkan, Ziya Gülbaran, Mustafa Erelel, Turhan Ece, Zeki Kılıçarslan tüberküloz teması yoktu. Sadece bir olgunun hikayesinde geçirilmiş tüberküloz mevcuttu ve tedavi görmüştü. Tüm hastalara TNFantagonisti başlanmadan önce TCT ve akciğer röntgeni yapılmıştı.TCT 5 mm ve üzerinde olan veya akciğer röntgeninde fibrotik sekel lezyon mevcut olan hastalara izoniazid 300mg ile 9 ay kemoproflaksi verildi.Tüberküloz proflaksisi %90 (n=17) olguya verilmişti. Tedavi öncesi TCT ortalama 9.7±6.7 idi. TNFantagonistlerinin kullanımından ortalama 25.1±24.9 ay içerisinde tüberküloz gelişti. Olguların 13 tanesinde (%65) akciğer parankim tüberkülozu vardı; bunlardan bir tanesinde mott üremesi mevcuttu, diğerlerinde mikobakterium tüberküloz üremesi oldu.Yedi olguda ise ekstrapulmoner tüberküloz vardı. Olguların %55’ i immunsupresif tedavi (metotreksat,aza tiopürin,prednisolon, siklosporin) almaktaydı.İzlemde hastaların %5 inde non spesifik enfeksiyon gelişti.Tartışma: Bu grupta aktif tüberküloz gelişme riski kemoproflaksiye rağmen yüksektir. Anahtar Kelimeler: TNF antagonisti, Tüberküloz, Tüberkülin Cilt Testi. SS031 İstanbul’da akciğer tüberkülozlu olgularda tanı-tedavi gecikmeleri ve aile hekimliği Yeşim Yasin Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul Ulusal Tüberküloz Kontrol Programları (UTKP)’nın temel amaçları en hızlı şekilde bulaş döngüsünü kırmak ve aktif hastaları bir an önce tedavi etmektir. Bu nedenle, olgu bulmadaki hız önem taşımaktadır. Dolayısıyla hastalığın tanı ve tedavisindeki gecikmelerin süresi, bir UTKP’nin başarısını ölçen en önemli parametrelerden biridir.Amaç: İstanbul’da yeni tüberküloz (TB) tanısı almış hastalarda tanı ve tedavi gecikmelerinin boyutunu anlamak, gecikmelerin ardındaki nedenleri incelemek ve UTKP’nin aile hekimliğine geçişten nasıl etkilenmiş ve etkilenebilecek olduğunu sorgulamaktır.Gereç-Yöntem: İstanbul’da yedi verem savaş dispanserinde, OcakAralık 2012 döneminde, ARB pozitif akciğer TB tanısı almış 291 hastaya anket uygulanmış ve anket sonuçları ilgili istatistiki yöntemlerle değerlendirilerek, kesitsel bir araştırma yapılmıştır. Ayrıca 10 aile hekimi, o hekimlerle birlikte çalışan 10 aile sağlığı elemanı ve yıllardır tüberkülozla ilgilendiği bilinen 10 hekim ile derinlemesine, yarı-yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir.Bulgular: Ortalama tanı gecikmesi kadınlarda 66,0±80,3 gün, erkeklerde 54,7±75,9 gün ve tedavi gecikmesi kadınlarda 4,2±11,9 gün, erkeklerde 3,5±10,7 gün bulunmuştur. 30 gün toplam gecikme süresi için kesme noktası alındığında, bu sürenin erkeklerde, kadınlara göre anlamlı derecede kısa olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmanın niteliksel bölümünde en fazla öne çıkan bulgular Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT) uygulamalarında yaşanan sorunlar ve hastalığın damgalayıcı boyutu olmuştur. Damgalamanın, özellikle Aile Sağlığı Merkezleri’ndeki sağlık çalışanları arasında yaygın olması dikkat çekicidir. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, tedavi gecikmesi, tanı gecikmesi, damgalama, aile hekimliği Tablo 1. Cinsiyet ile toplam gecikme ilişkisi İstanbul Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul Giriş: TNF antagonisti kullananlarda tuberküloz gelişim oranı 449/100.000’dir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen TNFantagonisti kullanmakta iken tüberküloz enfeksiyonu gelişen hastaların klinik özelliklerini değerlendirdik.Metod: TNFantagonisti kullanımı sırasında tüberküloz gelişen hastaların demografik verileri, sigara öyküleri, altta yatan hastalık tanı ve süresi, tüberküloz geçmişi (temas,geçirmişlik,tüberkülin cilt testi (TCT),izoniazid proflaksisi), kullandığı TNFantagonisti adı ve kullanım süresi,diğer immunsupresor ilaçları incelendi.Sonuç: Ağustos 2005-Haziran 2013 tarihleri arasında TNFantagonisti kullanan 1794 hastanın dosyası incelendi.Yirmi olguda tüberküloz geliştiği saptandı (1/100). Olgularımızın %65 i (n=13) erkekti. Yaş ortalamaları 42.3±10.41 yıl idi. Sigara kullanımı %70’ inde mevcuttu (18.8±14.54 pkt/yıl idi), %35 i aktif içiciydi. TNFantagonisti kullanım endikasyonları; ankilozan spondilit %40 (n=8), crohn %25 (n=5), romatoid artrit %10 (n=2),Behcet %10 (n=2),psöriyatik artrit %10 (n=2), hidroadenitis süpürativa %5 (n=1) idi. Hastalıkların ortalama tanı yaşı 14.3±10.06 idi. En sık kullanılan TNFantagonisti infliksimab idi. (%50, n=10). Olgularımızın %75 (n:15)’inde Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 13 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS032 SS034 İstanbul da terkten dönen AKC tb hastalarının değerlendirilmesi,2005-2011 İstanbul Tüberküloz Bildirimi Analizi, 20112013 Soydan Sinem Koyman1, Aylin Babalık2, Zeki Kılıçaslan3 Soydan Sinem Soydan1, Oyar Sarıateş1, Savaş Başar Kartal2 1 İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şübesi, İstanbul Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 3 İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul 1 2 2 Amaç: Terkten dönen hastalarının demografik özelliklerinin, direnç ve tedavi sonuçlarının belirlenmesi Metod: TUTSA kayıtlarında İstanbul’da 2005-2011 yılları arasında 41.300 toplam olgunun tedavi terkten dönen olarak yeniden tedaviye alınmış 708 (1.7) %‘ı çalışma kapsamına alınmıştır. Kayıtlardaki eksik veriler hasta dosyalarından tamamlanmıştır. Hastaların demografik özellikleri, ilaç direnç sonuçları, tedavi sonuçları ve bunu etkileyen risk faktörleri lineer regresyon analizi ile analiz edilmiştir. Bulgular: Bu yıllar arasında 585 (%82.6) E, Yaş ortalaması 37 olan olguların %91.5 Akc idi. Akc Tb ların %90.7 balgam bakılmış %77 ARB+ bulunmuştu. Olguların %69 kültür (+) idi ve bunların %61.3 direnç testi yapılmıştı. Direnç testi yapılanlar içinde herhangi bir ilaca direnci bulunanlar %15.1, çok ilaca direnci bulunanlar %6.6 idi. AKC TB Olguların %55.7 Tedavi başarısı, %38.6 tedavi terk, %1.7 Tedavi başarısızlığı, %3 Ölüm idi. Terkten dönen olguların tedavi sonuçlarını etkileyen risk faktörleri lineer regresyon analizi ile değerlendirildi. Kötü tedavi sonucu (tedavi terki, ölüm, başarısızlık) erkeklerde (p= 0.02) ve yıllara göre (p=0.02) anlamlı bulundu. Tedavi terki erkeklerde (p=0.05) ve yıllara göre (p=0.02); ölüm ileri yaş (p=0.03); tedavi başarısızlığı ÇİD (p=0.03) ile anlamlı bulundu. Sonuç: Tüm olgular ile karşılaştırıldığında, tedavi terkten dönen olguların tedavi terk oranları çok daha yüksektir. Terkten dönüp tedavi edilen hastaların yarıya yakın bölümü terk etmeye devam etmektedir. Erkekler, dirençli ve ileri yaş hastaların daha yakın takibi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Terkten dönen olgular, Tedavi sonuçları SS033 İstanbul’da tüberküloz menenjit, 2009-2012 Bektaş Kısa1, Soydan Sinem Koyman2, Aylin Babalık3, Zeki Kılıçaslan4 Üsküdar VSD, İstanbul İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şubesi, İstanbyl Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü Tüberküloz Şubesi, İstanbul Istanbul Public Healt Directorate, İstanbul Amaç: İstanbul’da “Tüberküloz Hastası Bildirimlerinde Aktif Sürveyans Uygulaması” sisteminin kuruluşunu ve işleyişini sunarak verilerini analiz etmektir.Yöntem: Hastanelerde birer aktif sürveyans sorumlusu ile aktif sürveyans görevlisi Haziran 2013 ‘de belirlenmiştir. Görevliler tüberküloz tedavisine başlanmış veya tüberkülozla uyumlu bulgusu olan tüm hastaları İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne (İHSM’ne) bildirmektedirler. Böylece hastalar VSD’lerde kaydedilerek, tedavileri yürütülmekte, temaslıları erkenden muayene edilebilmektedir.Elektronik tüberküloz yönetim sistemi (ETYS) adlı web tabanlı program aracılığıyla bildirimler İHSM’ne doğrudan yapılabilmektedir. 2013 yılında kamu hastanelerinden 66; üniversite ve özel hastanelerden 74 kişiye ETYS eğitimi verilerek kayıtları yapılmıştır. Bildirilen TB hastalarının VSD’ye kaydedilerek, DGT uygulamasına alınmaları ve takipleri yapılmıştır. Dispanser kayıtları incelenerek bildirimi yapılamayan hastalar tespit edilerek tanıyı koyan kurumların bildirim yapması sağlanmaktadır. Bildirimleri yönergeye uygun yapmayan kişiler ve kuruluşlar resmi yazı ile uyarılmıştır. İlimizde laboratuvar sürveyansı 2012 yılında başlatılmış, laboratuvar ve hasta kayıtları karşılaştırılarak kayıt dışı olan hastalar tespit edilmiştir. Bulgular: Yıllar içinde bildirim sayıları belirgin artmıştır: Toplam bildirim sayısı / VSD kayıtlı hasta sayısı (yüzdesi) sırasıyla, 2011 yında 2.352/5.239 (%45), 2012 yılında 5.317/4.909 (%108) ve 2013 yılı 10 ayda 3.989/3.892 (%102)’dir. Bildirim sayılarının devlet, üniversite ve eğitim-araştırma hastanelerinde daha belirgin arttığı görülmüştür. Bildirimlerin %98’den fazlası il içindendir. Bildirim yapılmayan hastaların analizinde 2012 yılında %50,7, 2013 10 ayında ise %51,8’i akciğer TB iken 2012 yılında %25,4’ü, 2013 10 ayında %28,1’i yayma pozitiftir. 2013 yılında kayıtlarda olmayan 276 hastanın laboratuvar sonuçları incelenerek bunlardan 189’una ulaşılmıştır; ulaşılanların 14’ü (%7,4) yabancı ülke doğumludur.Sonuç: İstanbul ‘da başlatılan aktif sürveyans bildirimleri artırmıştır. Bildirimlerdeki eksikliklerin giderilmesi ve sistemin geliştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmelidir. Anahtar Kelimeler: TB Bildirimi 1 2 3 Bu çalışmanın amacı İstanbul’da tüberküloz menenjit hastalığının sıklığını ve tanı /tedavi sorunlarını irdelemektir.Gereç ve Yöntem: TB menenjit olgularına ait veriler İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü kayıtlarından ve İlgili Verem Savaşı Dispanserlerindeki hastalara ait dosyalardan elde edildi. Eksik bilgiler hastalar çağrılarak veya telofonla tamamlandı. Bulgular: İstanbul’ da 2009-2012 yılları arasında toplam 158 (%0,77,158/20507) menejit TB tanısı konulmuştu. Bu hastaların %81 erkekdi.. Hastaların 3’ü (%1,9) 0 yaş grubunda, 15’ i (%9,5) 0-4 yaş grubunda, 28’ i (%17,7) 0-14 yaş grubunda, 32’si (20,2) 15-24 yaş grubunda idi. TB menenjit sıklığı 0-14 yaş grubu için, 2009-2012 yılları ortalaması, tüm topluma göre 10 milyonda 5,2 idi. Menenjit hastaların tanısında 12,7% bakteriyolojik, %3,8 patolojik %83,5 klinik olarak konulmuştu. BCG skar kaydı bulanan 130 olgunun %34’ ünde BCG skarı yoktu, bu oran 0-14 yaş çocuklar içinde %26.1 (6/23) idi. Olguların tedavi süresi %5’nin 6-8 ay, %73,4’ünün 9-12 ay, %12,6’ sı da 12 aydan fazla idi. Olguların %91,2 tedavi başarısı %2,5’ i terk ve %6,3 ölüm vardı. Sonuç: İstanbul’ da erişkinlerde ve çocuklarda tüberküloz menenjit hala önemli bir sorundur. Menenjitli olgularda BCG skar oranı düşüktür. Menenjit TB olgularının çok azında bakteriyolojik ve/veya patolojik bulgularla tanı konulmuştur. Anahtar Kelimeler: tüberküloz menenjit 14 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SS035 Ankara 4 Nolu Verem Savaşı Dispanserinde 1991-2010 Tarihleri Arasında Takip Edilen Tüberküloz Hastalarının Yaş, Cinsiyet ve Hastalığın Tutulum Yerlerine Göre Dağılımı Öztuğ Önal1, Emel Kibaroğlu2 Ankara 4 Nolu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara Ulusal Verem Savaş Dernekleri Federasyonu 1 2 Amaç: 20 yıllık bir süreç içinde tüberküloz (TB) hastalarının yaş, cinsiyet ve hastalığın tutulum yerleri kendi içlerinde karşılaştırılarak Ankara ilinde TB kontrol programının değerlendirilmesi. Materyal-Metod: Dispanser kayıtları retrospektif olarak incelenerek 20 yıllık bir süre içinde kayıt edilmiş 1928 hasta değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Bütün hastalar incelendiğinde TB görülme yaşı ortalaması 33.8’den 41.9’a çıkmıştır. Erkek hastalarda TB görülme yaşı ortalaması 34.4’den 40.7’ye çıkmıştır. Kadın hastalarda TB görülme yaşı ortalaması 33.1’den 43.5’e çıkmıştır. TB görülme yaşı ortalamasındaki en büyük artış akciğer dışı TB vakalarında izlenmiştir. Akciğer dışı TB görülme yaşı ortalaması 26’dan 42.5’a çıkmıştır.Erkek hasta oranları %73’ten %57‘ye gerilerken kadın hasta oranları %27’den %43’e çıkmıştır. Bütün TB olguları için akciğer dışı tutulum oranı %24’ten %40’a çıkmıştır. Kadın hastalarda akciğer dışı tutulum oranı %54’e çıkmıştır. Tartışma: 20 yıllık verilerimiz değerlendirildiğinde, tanısı daha zor olan ve bildirimi ihmal edilebilen akciğer dışı TB vakalarının saptanma oranının yükseldiği, kadın hastaların Türkiye genelinden daha yüksek oranda tespit edilerek bildirimlerinin yapıldığı ve TB enfeksiyonuna yakalanma yaşının giderek yükseldiği ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç Ankara’da uzun yıllardır SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ iyi işleyen bir TB kontrol programı uygulandığını ve artık eliminasyon uygulamalarına başlanabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: cinsiyet, tüberküloz, yaş SS036 İmmün Yetmezlik ve Tüberküloz Hastalığı Olan 44 Olgunun Değerlendirilmesi Nagehan Emiralioglu1, Deniz Ayvaz2, Uğur Özçelik1, İlhan Tezcan2, Burçin Beken1, Ebru Yalçın1, Deniz Doğru Ersöz1, Nural Kiper1, Özden Sanal2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı, Ankara 1 2 Giriş: Tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen tüberküloz hastalığı tüm dünyada mortalite ve morbiditenin önemli nedenlerinden biri olmaya devam etmektedir. Tüberküloz basili vücuda girdiğinde sadece PPD pozitifliği ile giden asemptomatik enfeksiyondan hematojen yayılımla birlikte seyreden ciddi ve fatal hastalığa kadar değişen klinik durumlara neden olmaktadır. Bazı immün yetmezliklerde tüberküloz(tb) hastalığına yatkınlık gelişmektedir;bu grup kronik granülomatöz hastalık, HIV enfeksiyonu, ağır kombine immün yetmezlik, mikobakteri enfeksiyonuna mendeliyan yatkınlık, IFNγ, IL12β reseptör defekti olarak sıralanabilir. Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları ve Çocuk İmmünoloji bölümü tarafından izlenen ağır kombine immün yetmezlik, kronikgranülomatöz hastalık, IFNγ, IL12β reseptör defekti, mikobakteri enfeksiyonuna mendeliyan yatkınlığı olan hastalardan tüberküloz hastalığı ve BCG aşısı sonrası lenfadeniti gelişen 44 hasta, aldıkları tedaviler ve prognozları incelenmiştir. Bulgular: Çocuk immünoloji bölümü tarafından izlenen kronik granülomatöz hastalık tanısı alan 44 hastadan 3 hasta BCG lenfadeniti, 3 hasta miliertb, 1 hasta vertebra tb, 8 hasta pulmoner tb, 1 hasta tblenfadeniti, 1 hasta tbbeyin absesi tanısı aldı. Hastaların sadece ikisinde tbPCR pozitif bulundu, diğer hastalarda etken izole edilemedi. IL12β reseptör defekti olan 15 hastadan 3 hasta dissemine tb, 4 hasta tblenfadeniti, 1 hasta tbmenenjiti tanısı aldı. IFNγ reseptör defekti olan 2 hasta t lenfadeniti tanısı aldı. 4 hastada etken izole edildi. Ağır kombine immün yetmezlik tanısı alan 88 hastadan klinikte izleme gelen 7 hastada BCG lenfadeniti, 3 hastada miliertb, 3 hastada pulmonertb, 1 hastada intraabdominal abse, 3 hastada ciltte nodüler lezyonlar saptandı. Cillte nodülleri olan 3 hastada M.tuberculosiskompleks üremesi olduğu görüldü. Diğer hastalarda kültürde etken izole edilememesine rağmen üç hastada tbPCR pozitif bulundu. Tedavide INH, Rifampisin, Streptomisin, Etambutol, Klaritromisin, Ciprofloksasilin kullanıldı. Hastalar 9-12 ay arası antitüberküloz tedavi aldı. Tüberküloz hastalığı tanısı alan 44 hastanın altısı kaybedildi. Tartışma: CD4+Tlenfositler tarafından salınan IFNγ’nın tüberküloza karşı immünitede rolü iyi bilinmektedir; bunun yanında γδT hücreleri, CD8+Tlenfositler ve NK hücrelerinin de tüberküloza immün yanıtta rolü olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma ile disseminetb hastalığı olan, ekstrapulmonertb hastalığı olan olgularda bu aksın gözden geçirilmesi gerekliliği vurgulanmak istenmiştir. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, immün yetmezlik, BCG lenfadeniti toraks ultrasonografisi, akciğer grafisi ve oskültasyon ile değerlendirildi. Ultrasonografi ve oskültasyon değerlendirmesi bir göğüs hastalıkları uzmanı tarafından kör olarak yapıldı. Torasik ultrasonografide problardan ilk uygulanacak olanı randomizasyonla seçildi. Bilgisayarlı tomografi ve akciğer grafisi değerlendirmeleri birbirlerinden bağımsız ve kör olarak bir göğüs hastalıkları uzmanı ve bir radyoloji uzmanı tarafından yapıldı. Toraks ultrasonografisi, akciğer grafisi ve oskültasyon sonuçları altın standart kabul edilen toraks bilgisayarlı tomografisi sonuçları ile karşılaştırıldı. Pnömotoraks (duyarlılık %83, özgüllük %100, tanısal doğruluk %99) ve plevral efüzyonda (duyarlılık %100, özgüllük %97, tanısal doğruluk %98) lineer prob; konsolidasyon (duyarlılık %89, özgüllük %100, tanısal doğruluk %95) ve interstisyel sendromda (duyarlılık %94, özgüllük %93, tanısal doğruluk %94) ise sektör prob en yüksek başarıyı gösterdi. Tüm patolojilerde ultrasonografinin başarısını sırasıyla akciğer grafisi ve oskültasyon izledi.Sonuç olarak; akciğer ve plevra hastalıklarında toraks ultrasonografisinin tanısal başarısı oskültasyon ve akciğer grafisine göre daha yüksektir. Patolojiye göre prob seçimi önem taşımakta olup, plevral patolojilerde lineer prob sektör proba üstün bulunurken, parankimal patolojilerde sektör prob lineer proba üstün bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: akciğer ve plevra hastalıkları, prob, tanı, toraks ultrasonografisi Konsolidasyon (lineer prob) Şekil 1. A-Plevra, B-Konsolidasyon Plevral efüzyon (sektör prob) TANI YÖNTEMLERİ SS037 Akciğer ve plevra hastalıklarında toraks ultrasonografisinin tanısal değeri Özlem Taşçı1, Osman Nuri Hatipoğlu1, Bekir Çağlı2, Veli Ermiş2 Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Edirne 1 2 Çalışmamızın birincil amacı temel akciğer ve plevra patolojilerini saptamada yüksek frekanslı (lineer, 5-10 Mhz) ve düşük frekanslı (sektör, 1-5 Mhz) ultrasonografi problarının etkinliklerinin araştırılması olup, ikincil amacı da toraks ultrasonografisinin tanısal başarısının akciğer grafisi ve oskültasyon ile karşılaştırılması idi. Göğüs hastalıkları servisinde yatarken toraks bilgisayarlı tomografisi çekilen ardışık 55 hasta prospektif olarak çalışmaya alındı. Hastalar pnömotoraks, plevral efüzyon, konsolidasyon ve interstisyel sendrom açısından Şekil 2. A-Plevral sıvı, B-Kollabe akciğer Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 15 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Pnömotoraks Pnömotoraks Plevral efüzyon Plevral efüzyon Konsolidasyon Konsolidasyon İnterstisyel sendrom İnterstisyel sendrom Tablo 1. Tanı testlerinin toraks bilgisayarlı tomografisi ile karşılaştırmalı sonuçları Tanı testi Bilgisayarlı tomografi (+) (-) (+) (-) (+) (-) (+) (-) Lineer probla ultrasonografi (+) 5 0 32 2 42 1 52 2 VATS Kapalı plevra biyopsisi Benign (n,%) Malign (n,%) Toplam (n) Yetersiz 3, %33 6, %66 9 Benign 20, %57 15, %43 35 Malign 0, %0 4, %100 4 Toplam 23, %48 25, %52 48 Tablo 2. PET-CT tutulumu ile malignite ilişkisi Son Tanı Lineer probla ultrasonografi (-) 1 104 0 76 12 55 13 43 Sektör probla ultrasonografi (+) 4 0 29 2 48 0 61 3 Sektör probla ultrasonografi (-) 2 104 3 76 6 56 4 42 Posteroanterior akciğer grafisi (+) 3 0 26 6 41 2 50 7 Posteroanterior akciğer grafisi (-) 3 104 6 72 13 54 15 38 Oskültasyon (+) 3 0 19 1 30 2 35 2 Oskültasyon (-) 3 104 13 77 24 54 29 44 SS038 Plevral hastalıklarda PET-CT’ nin tanısal değerliliği Kemal Can Tertemiz1, Aylin Özgen Alpaydın1, Volkan Karaçam2, Atila Akkoçlu1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Giriş: Plevral effüzyonların tanısında kullanılan kapalı plevra biyopsinin tanıya katkısı plevral tutulum yaygınlığı ve hastalığa göre değişmektedir. Çalışmamızda kapalı plevra biyopsisinin VATS ile tanısal uyumu ve PET-CT de plevral tutulum varlığı ile ilişkisi araştırıldı. Metod: Kapalı plevra biyopsisi yapılan 98 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.Bulgular: Plevra biyopsisi sonucunda 24 hastada malign, 62 hastada benign ve 12 hastada ise yetersiz örnek mevcuttu. 48 hastaya VATS yapılmıştı. Kapalı biyopsi ile VATS patolojisinin karşılaştırılmasında Tablo 1 de gösterilmiştir. PET-CT yapılan 49 hastadan 33 ‘ünde malignite sınırında tutulum mevcuttu. PET-CT tutulumu olan hastalardan 12 hasta plevra biyopsisi, 13 hasta VATS ve 1 hasta açık akciğer biyopsisi ile malign tanı aldı. PET-CT de plevral tutulum olmayan 16 hastanın 7 ‘sinde malign tanı saptandı (6 VATS, 1 kapalı biyopsi). Bu hastaların çoğunluğu primeri akciğer olmayan malignitelerdi (2’si akciğer, 3 ‘ü lenfoma, diğerleri kolon ve meme karsinomu). PET-CT de plevral tutulumu olanlarda kapalı plevra biyopsisi ile daha yüksek oranda malign tanı konuldu (p<0,05).PET-CT tutulumu ile malignite tanısı arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). (Tablo 3) Tartışma: Plevral patolojilerde PET-CT de tutulum olması yüksek oranda maligniteyi düşündürür. Ancak, malignite düşünülen hastalarda PET-CT negatif olması durumunda da kapalı plevra biyopsisinin tanısal değeri çok düşük olduğundan direkt olarak VATS yapılabilir. Anahtar Kelimeler: plevra hastalıkları, PET-CT, VATS 16 Tablo 1. Kapalı biyopsi ile VATS patolojisinin karşılaştırılması Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı PET-CT tutulumu Benign (n,%) Malign (n,%) Toplam (n) Yok 9, %56 7, %44 16 Var 7, %21 26, %79 33 SS039 EBUS-TBİA İşleminde Midazolam Premedikasyonuna Propofol Eklenmeli mi ? Selahattin Öztaş1, Ülkü Aka Aktürk1, Levent A Alpay2, Burhan Meydan3, Hamza Ogün1, Mahşuk Taylan4, Murat Yalçınsoy1, Haluk C Çalışır1, Dilek Ernam1, Ali Metin Görgüner1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul 2 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 3 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezi Bölmü, İstanbul 4 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır Endobronşiyal ultrason eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyonu (EBUS-TBİA) işlemi, son yıllarda tanı ve/veya evrelemede kullanılan güncel bir yöntemdir. İşlem öncesinde hastalara premedikasyon olarak farklı merkezlerde farklı ilaçlar uygulanmaktadır. Midazolam premedikasyonuna propofol eklenmesi, hastanın öksürük refleksini baskılaması ve bilinç kaybı oluşturması nedeniyle işlem açısından daha konforlu bir ortam sağlayabilmekle birlikte, bazı merkezler propofolü, hipotansiyon ve solunum depresyonu etkileri nedeniyle kullanmamaktadır. Biz bu çalışmamızda propofol eklenen ve eklenmeyen olgularda EBUS işlemi sırasında gelişen komplikasyonları ve tanı etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık. Materyal-Metod: Çalışmaya Ocak 2010 ile Aralık 2013 tarihleri arasında hastanemize başvuran ve EBUS-TBİA yapılan 224 olgu alındı. Premedikasyon olarak 144 olguya propofol (1 -1,5 mg/kg) ve midazolam (0,05-0,1 mg/kg), 88 olguya ise sadece midazolam (0,05-0,1 mg/kg) uygulandı. Komplikasyonlar ve patolojik sonuçlar kaydedildi. Sonuçlar ki-kare analiziyle test edildi.Bulgular: Toplam 224 olgunun %73’ü erkek ve yaş ortalaması 55,8 ± 11,6 idi. Olguların %79,5’ine EBUS- TBİA ile tanı konduğu görüldü. Propofol eklenen grupta tanı oranı %77,1 iken, eklenmeyen grupta %83,8 bulundu (Tablo). Her iki grup karşılaştırıldığında aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı görülmedi (p=0,156).Sadece midazolam uygulanan olgularda herhangi bir komplikasyon gelişmez iken, propofol eklenen üç olguda hipoksemi, bir olguda hipotansiyon gözlendi. Bir olguda ise desatürasyon nedeniyle işlem yapılamadı.Sonuç: Premedikasyona propofol eklenmesinin EBUS-TBİA işlemine ek tanısal katkısı saptanmamıştır. İşlem konforu açısından yararları olmakla birlikte, nadiren hipoksemi ve hipotansiyon gibi yan etkileri olabilmektedir. Anahtar Kelimeler: EBUS-TBİA, premedikasyon, propofol SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS040 Torakoskopik Plevra Biyopsisi Nonspesifik Plörit Olan Hastalarda Uzun Dönem Takip Sonuçları Gülşah Günlüoğlu1, Aysun Ölçmen2, Zeki Günlüoğlu3, Adnan Sayar2, İbrahim Dinçer2, Güngör Çamsarı1, Veysel Yılmaz1, Sedat Altın1 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul 3 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul Amaç: Eksudatif plevral efüzyonlu, torasentez ve kapalı plevra biyopsileri ile spesifik tanıya ulaşılamamış hastalarda torakoskopik plevral biyopsilerine başvurulabilmektedir. Torakoskopik biyopsilere rağmen, eksudatif plevral effüzyonlu hastaların %20’sinde ancak nonspesifik plöritis tanısı elde edilmektedir. Bu çalışmada amacımız, videotorakoskopik (VATS) yöntemle nonspesifik plöritis/fibrozis tanısı alan hastaların uzun dönem takip sonuçlarını ortaya koymaktır. Yöntem: 2008-2012 yılları arasında merkezimizde diğer yöntemlerle tanı konamayan eksudatif plevral effüzyonu bulunan ve tanısal amaçlı VATS yöntemiyle plevra biyopsisi yapılan hastalar retrospektif olarak tarandı. İşlem sonucu patolojik tanısı nonspesifik plöritis/fibrosis olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların uzun dönem takip sonuçları incelendi.Bulgular: Hastaların 40’ı erkek 13’ü kadın olup ortalama yaşları 54 idi. Ortalama takip süresi 22.91 aydı. Bu takip süresi sonunda hastaların 2’si malign mezotelyoma (%3.7) tanısı aldı. Bir hastada VATS işleminden sonra uterus ve periton tüberkülozu tanısı konup antitüberküloz tedavi başlandı. Antitüberküloz tedavi sonrası sıvısının da regresyona uğraması sonucu tüberküloz plörezi olabileceği düşünülerek tüberküloz tanısı kondu. Diğerlerinin 12’sinde plöropnömoni, 8’inde konjestif kalp yetmezliği, 1’inde pulmoner emboli, 1’inde churg strausse sendromu, 1’inde ilaca bağlı plörezi tanısı kondu. Kalan 27 hastada takip süresinde herhangibir spesifik tanıya ulaşılamadı. Spesifik tanı alamayan bu hastalarda tanı “idiopatik plöritis” olarak kabul edildi. Sonuç: VATS ile alınan plevra örneklerinin incelenmesi sonucunda nonspesifik plöritis tanısı olan hastaların çoğunda tanı benign bir hastalıktır, ancak yine de bu hastalarda malignite olasılığı gözardı edilmemelidir. Hastaların yakın takibi önemlidir. Anahtar Kelimeler: Nonspesifik plörit, VATS, idiopatik plörit SS041 Endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde yapılan transbronşiyal ince iğne aspirasyonunun ciddi komplikasyonları: Çok merkezli, retrospektif analiz Benan Çağlayan1, Aydın Yılmaz2, Semra Bilaçeroğlu3, Sevda Şener Cömert1, Nilgün Yılmaz Demirci2, Banu Salepci1 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara 3 Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İzmir 1 2 Amaç: Endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde yapılan transbronşiyal ince iğne aspirasyonuna(EBUS-TBİA) bağlı ciddi komplikasyonları ortaya koymak ve komplikasyon oranını saptamaktır. Yöntemler: Çok merkezli ve retrospektif olarak planlanan bu çalışmaya,EBUS-TBİA yapılan 3 merkez dahil edildi.Bu merkezlerde EBUS-TBİA yapan hekimlere olgu serileri ve komplikasyonlu olguların karakteristikleri ile ilgili 15 soru içeren form gönderildi;hasta kayıtları bu soruları yanıtlayacak şekilde incelendi.Soğuk serum fizyolojik ve/veya adrenalin uygulaması ile kontrol altına alınabilen minimal kanamalar,işlem sırasında ortaya çıkan geçici laringospazm,bronkospazm,geçici desatürasyon,24 saatte sonlanan ateş dışında tedavi ve müdahale gerektiren kanama ve diğer klinik tablolar ciddi komplikasyon olarak kabul edildi.Elde edilen verilerden ciddi komplikasyon oranı hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya Ekim 2008–Ocak 2014 tarihleri arasında 3 merkezde EBUS-TBİA yapılan,861(%27.6)’i kadın,2262(%72.4)’si erkek toplam 3123 olgu alındı.Yaş ortalaması 54.8±10.1(min:16;max:83) idi.EBUS 493(%15.8)olguda evreleme, 2109(%67.5)olguda tanısal,521(%16.3)olguda ise tanısal ve evreleme amaçlı yapılmıştı.Olguların 362(%11.6)’si havayoluna komşu parenkimal lezyon,2761(%88.4)’i hiler/mediastinal LAM veya lezyon idi.3123 olguda toplam 6115 lenf nodu istasyonu veya lezyon bölgesinden(1.96/ olgu),11753 kez TBİA yapıldı(1.92/istasyon).Olguların %44.3’ünde final tanı malignite iken %55.7’sinde ise benign hastalıktı. İki olguda 48 saatten uzun süren yüksek ateş,1 olguda bronkojenik kistin enfeksiyonu,1 olguda mediastinal abse,1 olguda perikardit ve 1 olguda pnömomediasten+ ampiyem olmak üzere toplam 5 olguda ciddi komplikasyon görüldü(%0,16).Komplikasyon görülen 5 olgunun sadece birinde TBİA yapılan lenf bezinde akciğer kanseri metastazı saptanırken,diğer olguların tümünde benign tanılar elde edildi.Olguların tümüne geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi uygulandı.Dört olgu ortalama 21.7±20.7 gün hastanede tedavi edildi.Ölen olgu olmadı. Sonuç: EBUS-TBİA genel olarak güvenli bir yöntem olmakla birlikte başta enfeksiyonlar olmak üzere ciddi komplikasyonlar görülebilmektedir.Bu nedenle tüm işlem sürecinde komplikasyonlara yönelik önlemler alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: endobronchial ultrasonografi, komplikasyonlar, transbronşial iğne aspirasyonu SOLUNUM YETMEZLİĞİ VE YOĞUN BAKIM SS042 Yoğun bakımda enfeksiyon kontrolünde yoğun bakım ekibi ve eğitim ne kadar önemli? Cüneyt Saltürk, Zuhal Karakurt, Semra Batı Kutlu, Ayşegül Oğuz, Derya Şeker, Huriye Berk Takır, Feyza Kargın, Özlem Moçin, Gökay Güngör, Nalan Adıgüzel Sürreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul Giriş-Amaç: Ülkemizde yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) enfeksiyon kontrol programları ve surveyans çalışma sonuçları 2008 sonrasında yıllık bildirilmektedir. Çalışmada ğöğüs hastalıkları idaresindeki YBÜ enfeksiyon surveyans sonuçlarını YBÜ çalışma ekibinin özellikleri ile değişiklik gösterip göstermediği araştırıldı. Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma bir eğitim hastanesi göğüs hastalıkları YBÜ de 2010-13 yılları arasında yapıldı. Çalışma döneminde merkezimiz YBÜ’nün yıllık enfeksiyon surveyans sonuçları: ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) hızı, ventilatör kullanım oranı (VKO), santral katater ilişkili kan enfeksiyon (SKİ-KE) hızı, katater kullanım oranı (KKO) olarak kayıt edildi. Merkezimizde çalışma döneminde hekim, hemşire, yardımcı sağlık personeli değişimleri, enfeksiyon eğitimleri kayıt edildi. Ulusal veriler ile merkezimizin değerleri karşılaştırıldı. Bulgular: Dönem 2010-2011 arası 24 saat uzman hekim, 2011-2013 de 24 saat aynı YB uzman hekim düzeni ile çalışıldı. 2010-13 de yardımcı personel %0; %42.9; %57.1; %15.4 iken hemşirelerde sırasıyla %56.2; %28.2; %35.1; %42.9 idi. VİP önlem paketi 2013 de uygulandı. VİP hızı/VKO 2010-2013 arası merkezimizde sıra ile 5.7/0.18; 16.2 (0.24); 15.3(0.22); 4.5 (0.29) iken sırasıyla SKİ-KE hızı (KKO) 10.9 (0.08); 7.2 (0.07); 4.8 (0.09); 5.3 (0.14); 1.40(0.31) idi. Merkezimizde 2013 VİP hızı ardışık eğitim ve VİP önlem paketi ile 4.3’e (VKO=0.29) çekildi. Sonuç: Eğitimli, tecrübeli YBÜ personelinin 7/24 çalışması enfeksiyon önlem protokollerinin uygulanması ve sık verilmesi YBÜ lerde enfeksiyonu azaltır, mortalite ve maliyet üzerine olumlu etki sağlar. Anahtar Kelimeler: enfeksiyon,personel eğitimi,yoğun bakım ünitesi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 17 SÖZEL SUNUMLAR SS043 Türkiye’de Akut Solunum Yetmezliğinde Noninvazif Mekanik Ventilasyon Kullanımına Göğüs Hastalıkları Doktorlarının Yaklaşımı Aylin Özsancak Uğurlu1, Begüm Ergan2, Huriye Berk Takır3, Erdal İn4, Özlem Ertan Edipoğlu5, Ezgi Özyılmaz6, Eylem Tunçay1, Ege Güleç Balbay7, Aslı Görek Dilektaşlı8, Pervin Korkmaz Ekren9, Sevinç Sarınç Ulaşlı10, Mustafa Ilgaz Doğrul11, Tülay Kıvanç12, Elif Yılmazel Uçar13, Şehnaz Olgun14, Özkan Devran15, Recai Ergün2, Zuhal Karakurt3 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul S.B. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 3 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 4 Fırat Üniversitesi Fırat Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 5 İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 6 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana 7 Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce 8 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa 9 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 10 Kocatepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon 11 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 12 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya 13 Erzurum Aziziye Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum 14 Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 15 Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 Amaç: Dünyada akut solunum yetmezliğinin (ASY) tedavisinde giderek artarak kullanılmakta olan noninvazif mekanik ventilasyon (NIV) kullanımına Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının yaklaşımını belirlemek Yöntem: Yazarlarca geliştirilen ve test edilen toplam 38 soruluk anket e-posta yoluyla Türkiye genelinde toplam 2205 göğüs hastalıkları doktoruna iletildi. Sonuçlar: Katılım oranı %24 idi. Katılanların %70’i klinikte NIV uygulaması yapıyordu. NIV kullanımı ile katılımcıların ünvanı, yaşı, doktorluk süresi, çalıştıkları hastane ve bulunduğu bölge, hasta yükü, asistanlık eğitimi esnasındaki NIV deneyimi ve miktarı, NIV ve yoğun bakım ünitesi (YBÜ) deneyim süreleri ilişkili bulundu (Tablo 1, p=0,000). ASY’de NIV kullanan 375 katılımcının alt grup analizinde, haftalık takip edilen ortanca hasta sayısı 3,5 (25 ve 75 persentil: 2, 6) idi. Kullananların çoğunluğu servis (%88,3) ve/veya YBÜ’de (%87,5) hastalarını takip ettiklerini bildirdi. En sık 3 endikasyonu kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) (%98), obezite hipoventilasyon sendromu (%92) ve restriktif akciğer hastalığı (%88) idi. Kullanıcıların %63’ü NIV’yi KOAH’lı hastalarda %80-100 oranında kullanmaktaydı ve %89’unca KOAH’ta başarı oranı %60’ın üzerinde bildirilmekteydi. Oronazal maske (ortanca, 25 ve 75 persentil:%90, 80,100) ile ev tipi NIV ventilatörler (%50, 10, 80) en sık kullanılan ekipmanlardı.Tartışma: Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının ASY’de NIV kullanımında bölgesel ve hastane bazlı, özellikle doktorun deneyimi ile ilişkili değişkenlik mevcuttur. Kılavuzlara uygun uygulamalar olmakla birlikte, mevcut klinik NIV uygulamaları arttırılabilir ve geliştirilebilir. Anahtar Kelimeler: noninvazif mekanik ventilasyon, akut solunum yetmezliği, anket 18 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo. Katılımcıların NIV Kullanımı ile İlişkili Karakteristik Özellikleri NIV NIV Kullanmayan Kullanan(n=375) (n=161) Ünvan: Akademisyen Uzman Asistan 118 (%32) 151 (%40) 106 (%28) 16 (%10) 142 (%88) 3 (%2) Hastane tipi (en sık): Üniversite Genel Devlet Hast. 154 (%41) 70 (%19) 23 (%14) 78 (%48) Bölge (en sık ve az): Marmara Güneydoğu Karadeniz 122 (%33) 5 (%1) 39 (%10) 59 (%37) 13 (%8) 4 (%3) Asistanlık Esnasında NIV Deneyimi 275 (%73) 83 (%52) YBÜ Deneyimi 233 (%63) 57 (%36) Yaş, yıl (ortanca, 25 ve 75%) 37, 31,43 42, 35, 49 Göğüs Hastalıkları Doktorluk Süresi, yıl 10, 4, 16 15, 9, 21 Ortalama Günlük Poliklinik Hasta Sayısı 30, 20, 45 45, 30, 50 Asistanlıkta Toplam Bakılan NIV Hasta Sayısı 100, 0, 250 10, 0, 120 NIV Deneyim Süresi, yıl 6, 3, 10 4, 0, 7 YBÜ Deneyim Süresi, ay 3, 0, 24 0, 0, 3 Tüm değişkenler için p<0.05’tir. SS044 Akut Solunum Yetmezliği ile Acil Polikliniğimize Başvurular: 24 Aylık Analiz Fatma Tokgöz, Meltem Ağca, Begüm Arıtan, Tülay Yarkın Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Hastanemiz acil birimine Mayıs 2010-2012 tarihleri arasında başvuran, arter kan gazı (AKG) analizinde akut solunumsal asidoz saptanarak noninvaziv mekanik ventilasyon (NIV) ugulanan, takibinde düzelme sağlanarak kliniklere yatışı gerçekleşen olgular başvuru özelliklerine göre retrospektif olarak değerlendirildi.Direk yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatışı gerçekleşen 245 hasta çalışma dışı bırakılarak 838 acil başvurusu çalışmaya alındı. Bu hastalardan 88’inin (%10,5) yatış süresi içinde YBÜ’ne nakil edilmiş olduğu kaydedildi. Hastaların 547’si (%65,3) erkek ve yaş ortalaması 67,7 (±10,8) idi. Yüz elli beş hastanın benzer şekilde ortalama 2,5 (2-8) kez hastanede yatmış olduğu görüldü. Başvuruda AKG değerleri pH: 7,305±,0,04, PaCO2: 67,0±10,3, PaO2: 64,3±33,0, HCO3(std): 27,9±4,7 idi. Ortalama inspiryum (IPAP) 20,7±2,1, ekspiryum (EPAP) 5,1±0,4 basınçlarla NIV uygulanarak 1,5±0,6 saatte AKG kontrolü yapılmıştı. Kontrolde ortalama pH: 7,356±,0,049, PaCO2: 58,1±10,4, PaO2: 67,3±32,1, HCO3(std): 28,3±4,7 idi (Tablo-1).Acil başvuruları en sık 20-21 ve 10-11 (%7,2-6,9), en nadir 5-6 saatleri arasında (%1) iken en yoğun zaman dilimi 8-12 saatleri arasıydı (Figür-1).Başvurular en sık Mart ve Ocak aylarında (%13,212,1), en nadir Temmuz’da (%3,6) iken, mevsimlerden ise kış-ilkbaharda (%32,1-%29,5) daha yüksek orandaydı. Tek yönlü ANOVA analizi ile başvuru saat, ay ve mevsimlerinin yaş, cinsiyet, başvuru AKG değerleri, YBÜ sevki ile arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Rekürren başvurusu bulunan hastaların ise başvuru saatlerinin kendi içlerinde anlamlı olduğu görüldü (p=0,043). Sonuç olarak 2 yıllık analizimizde acil birimimize NIV uygulanarak servise yatışı olan başvurular en yüksek oranda günün erken saatlerinde ve kış aylarında olmuş, 1’den fazla yatışı bulunan hastalarda başvuru saatlerinin birbirine yakın olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: arter kan gazı, noninvaziv mekanik ventilasyon, solunum yetmezliği SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ talitesi %42,5 idi. Anemisi olan hastalarda hastane mortalitesi %60 iken, anemisi olmayanlarda %21,2 olduğu görüldü (p<0,01). Çoklu lojistik regresyon analizinde ise aneminin mortalite için bağımsız bir faktör olduğu saptandı (Odd’s oranı ve %95 güven aralığı 10,4 (2,8-38,8); p<0,01). Sonuç: Çalışmamızda ağır KOAH alevlenmelerinde aneminin hastane mortalitesi ile ilişkili olduğu saptanmıştır; anemi bu hastalardaki kronik inflammatuar süreçin daha ağır olduğunun bir göstergesi olabilir. Ancak kısıtlı transfüzyon stratejisinin iskemik kalp hastalıklarında olduğu gibi akut solunum yetmezliği gelişmiş KOAH alevlenmelerde de uygun bir yaklaşım olmayabileceği akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: KOAH, alevlenme, anemi SS046 Şekil 1. Aylara göre başvuru saatleri Mekanik ventilatördeki hastalarda ultrasonografik ölçülen inferior vena kava distensibilite indeksinin sıvı dengesini değerlendirmede güvenirliği Lökosit kontrol PaCO2 kontrol pH ilk PaCO2 İlk pH Yaş K/E n (%) Tablo 1. Hastaların aylara göre başvuru özellikleri Ocak 101 (12,1) 34/67 67,0±10,2 7,313±0,05 66,3±9,3 7,357±0,04 57,5±9,6 11,1±5,1 Şubat 90 (10,7) 31/59 69,7±11,3 7,297±0,05 67,2±9,0 7,357±0,04 57,8±9,6 11,3±5,2 Mart 111 (13,2) 32/79 67,6±12,0 7,306±0,04 66,5±8,8 7,351±0,03 58,4±8,2 10,5±4,3 Nisan 88 (10,5) 37/51 68,1±10,9 7,289±0,05 67,7±12,5 7,346±0,04 57,7±9,2 10,8±4,9 Mayıs 48 (5,7) 16/32 68,1±11,9 7,307±0,04 67,7±30,3 7,363±0,03 57,8±13,5 10,8±4,7 Haziran 37 (4,4) 13/24 68,0±10,1 7,323±0,06 68,3±9,5 Temmuz 30 (3,6) 7,306±0,04 70,0±10,4 7,357±0,04 59,2±13,1 8,6±3,1 Ağustos 37 (4,4) 10/27 67,5±10,0 9/21 67,4±10,2 7,304±0,03 66,8±8,8 7,379±0,04 7,355±0,11 57,9±9,6 11,0±5,1 61,8±8,7 9,8±4,1 Eylül 55(6,6) 23/32 68,4±10,6 7,316±0,05 68,9±15,5 7,360±0,04 60,5±14,1 9,8±3,9 Ekim 67 (8,0) 25/42 66,9±10,4 7,303±0,05 67,7±10,7 7,353±0,05 57,9±10,3 10,1±2,9 Kasım 96 (11,5) 35/61 67,8±10,7 7,304±0,04 66,2±9,5 7,350±0,04 58,7±11,1 10,5±4,5 Aralık 78 (9,3) 26/52 65,9±10,3 7,306±0,04 64,9±8,4 7,360±0,04 55,7±10,2 10,9±3,9 K: kadın, E: erkek SS045 Yoğun Bakım Ünitesinde uygulanan kısıtlı kan transfüzyon yaklaşımı KOAH alevlenmeleri için de geçerli mi? Begüm Ergan, Recai Ergün Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş: Yoğun bakım ünitelerinde mortalite üzerine etkisi nedeni ile iskemik kalp hastalığı olan hastalar dışında tüm hastalarda kısıtlı kan transfüzyonu yaklaşımı önerilmektedir. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren ve ağır solunum yetmezliği gelişmiş KOAH alevlenmelerdeki anemi varlığının erken dönem hasta prognozu üzerine olan etkisini değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: KOAH alevlenme nedeni ile akut solunum yetmezliği gelişen hastalar (n=73) çalışmaya alındı. Anemi nedeni olabilecek aktif kanaması saptanan, kemik iliğini baskılayan hastalığı olan veya tedavi alan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların demografik, klinik, laboratuar özellikleri ve izlem verileri kaydedildi. Anemi için hemoglobin değeri alt sınırı kadınlarda 12g/dL, erkeklerde 13g/dL olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların %75,7’si erkek ve ortanca yaş ise 71,0 (62,076,5) idi. Kabul APACHE-2 skoru 26 (18,5-32,5) olup, yoğun bakım ünitesine kabul sırasında kan gazı değerlerinde ortanca pH, PCO2 ve PO2 değerleri sırası ile 7,25 (7,18-7,31), 72,1 (61,3-83,9) ve 53,0 (42,8 -65,3) olarak saptandı. Hastaların %83,6’sında başlangıç mekanik ventilasyon desteği noninvaziv ile verildi. Hastaların ortanca hemoglobin değeri 12,5 (11,1-14,2) iken, 40 hastada anemi mevcuttu. Tüm grupta hastane mor- Aslıhan Yalçın, Hüseyin Arıkan, Pınar Güven, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel, Sait Karakurt Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Inferior Vena Cava(IVC) ultrasonografik görüntülemesi ile hesaplanan distensibilite indeksi(dIVC); mekanik ventilatördeki(MV) hastalarda sıvı dengesini noninvazif değerlendirmede, kullanımı gittikçe yaygınlaşan bir yöntemdir. Amaç: Mekanik ventilatörde izlediğimiz hastalarda sıvı dengesini değerlendirmede dIVC güvenirliğini saptamak. Yöntem: Supin pozisyonda inspiryum ve ekspiryum sonu IVC çapları ölçüldü, dIVC [ (max çap - min çap)/min çap × %100] ile hesaplandı. Seçilen hastaların tümü sinüs ritminde ve normotansif(ortalama arter basıncı:82±22 mmHg) ve PEEP destekleri 5 mmHg idi. Ölçümlerle eş zamanlı pro-BNP düzeyleri kaydedildi. Bulgular: 9’u septik şok, 31’i şok dışında tanılarla izlediğimiz 40 olgu(15 kadın, 25 erkek, yaş ortalaması 60±19.7)’ya yatakbaşı ultrasonografik değerlendirme uygulandı. Ölçüm sonuçları TabloI’de özetlenmiştir. Olguların tümü(p: 0.035) ve alt grup olarak septik şok hastalarında(p: 0.022) serum proBNP düzeyleri and dIVC arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptandı. Yorum: Mekanik ventilatördeki hastanın sıvı dengesini değerlendirmede dIVC, serum proBNP düzeyleri kadar güvenilir bir parametredir. Anahtar Kelimeler: Inferior vena kava, distensibilite indeksi, sıvı dengesi Tablo I proBNP eksIVC(mm) InsIVC(mm) dIVC(%) Mean 10193,3±13122 1,3±0,64 1,9±0,58 70,3±85.6 Median 3860,5 1,22 1,94 55,5 571-17216 0,93-1,7 1,56-2,2 55,5 %25-75 CI eksIVC: Ekspiryumda ölçülen vena cava inferior çapı insIVC: İnspiryumda ölçülen vena cava inferior çapı Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 19 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ AKCİĞER NAKLİ Giriş: Son dönem akciğer hastalıklarının tedavisinde yer alan akciğer nakli (LuTx) ülkemizde de başarı ile uygulanmaktadır.Materyal-Metod: Merkezimizde Mart 2013 - Aralık 2013 tarihleri arasında 5 olguya akciğer nakli uygulanmıştır. Sonuç: Olguların 4’ü erkek (%80), 1’i bayan (%20) olup ortalama yaş 49,4 (30 - 62) olarak tespit edilmiştir. Olguların 3’ünde (%60) nakil endikasyonu KOAH iken 2 olguda (%40) Pulmoner Langerhans Hücreli Histiositozis (PLCH) olmuştur. Olguların pre-op pulmoner sistolik basınç ortalaması 52,4 mmHg (40-90) olarak tespit edilmiş olup tamamına clamshell insizyon uygulanmış ve 4’üne (%80) double LuTx, 1’ine (%20) single LuTx gerçekleştirilmiştir. Takılan ilk akciğer için soğuk iskemi süresi ortalama 266 dakika (211-330); ikinci akciğer için 394 dakika (360-440) olarak hesaplanmıştır. Akciğer nakli 3 olguda santral ECMO yardımıyla gerçekleştirilmiş; bu olgulardan biri yoğun bakıma periferik ECMO desteği ile alınmıştır (Tablo 1). Elektrolit imbalansı, aritmi, CO2 retansiyonu, CMV reaktivasyonu, Asinetobakter plöriti, Aspergillus trakeobronşiti, AFOP (Akut Fibrinöz ve Organize Pnömoni) ve gastrointestinal problemler yoğun bakım takiplerinde karşılaşılan başlıca komplikasyonlar olmuştur (Tablo 2). Yoğun bakımda kalış süresi ortalama 20,5 gün (15-28); hospitalizasyon süresi ise 42,5 gün (35-49) olarak hesaplanmıştır. 1 olgu (%20) intraoperatif ex olmuştur. Tartışma: Akciğer naklinin en sık endikasyonu KOAH olguları olup bu grubu idiopatik pulmoner fibrozisli hasta grubu takip etmektedir. Yoğun emek, fedakarlık, tecrübe ve bilgi birikimi gerektiren akciğer naklinde uygun hasta seçiminin sağlanması, doğru cerrahi teknik kullanılması ve ameliyat sonrası yoğun ve titiz hasta takibi ile sonuçlar yüz güldürücü olmaktadır. Elde edilen başarılı sağ kalım sonuçları ise hem doktorlara hem de hastalara gelecek için daha çok umut vermektedir. Anahtar Kelimeler: Akciğer nakli, KOAH, Soğuk iskemi ECMO 2. Akciğer iskemi 1. Akciğer iskemi Ameliyat Pre-op problemler sPAB(pre-op) BMI Cinsiyet Yaş Ad Soyad Tablo 1. Akciğer nakli olgularının özellikleri MK 55 e 15,8 Düşük BMI + Sol talk plörodez + Osteoporoz (-4,0) MY 30 e 24,6 Geçirilmiş bilateral torakotomi + 46 DLuTx 310 440 Var bilateral akciğer biyopsisi + sol plörodez MS 62 e 24,2 Hipertansiyon + geçirilmiş tbc 42 SLuTx 330 Yok Var AA 55 e 19,1 Kronik HBV + Osteoporoz (-3,0) 44 DLuTx 237 387 Yok SY 45 k 24,1 Sistolik pulmoner arter basınç yüksekliği 90 DLuTx 211 390 Var 20 40 DLuTx 245 360 Yok Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Hospitalizasyon (gün) 1 Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi ve Akciğer Nakli Merkezi, Ankara 2 Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Kliniği, Ankara 3 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara Patoloji Alkın Yazıcıoğlu1, Erdal Yekeler1, İbrahim Onur Alıcı1, Sema Turan2, Ülkü Yazıcı3, Ertan Aydın3, Nurettin Karaoğlanoğlu1 Ad Soyad Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Akciğer Nakli Yapılan Olguların Analizi Ekstübasyon zamanı SS047 Yoğun bakım kalış süresi Tablo 2. Akciğer nakli olgularının özellikleri Post-op komplikasyonlar MK KOAH-Amfizem 20 saat 15 gün 49 Aritmi + elektrolit bozukluğu + gastrointestinal problemler + CMV reaktivasyonu + organize pnömoni MY 41 CMV reaktivasyonu PLCH MS KOAH-Amfizem 38 saat 15 gün ex ex ex ex AA KOAH-Amfizem 39 saat 28 gün 35 Revizyon + aritmi + 4. gün arrest, resüsitasyon + asinetobakter plöriti + CO2 retansiyonu + Aspergillus trakeobronşiti + Tedavi uyumsuzluğu SY 45 AFOP + ABY + elektrolit bozukluğu, hipernatremi + sol hemitoraksta hematom + steroid myopatisi PLCH 22 gün 24 gün SS048 Akciğer naklinin erken dönem yaşam kalitesine etkisi Nur Dilek Bakan1, Nuran Sağlam2, Adalet Demir3, Songül Büyükkale3, Özgür İşgörücü3, Adnan Sayar3 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nakil Koordinatörü, İstanbul 3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul Giriş-Amaç: Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesinin düzelmesi akciğer naklinin önemli hedeflerinden biridir. Bu çalışma ile akciğer nakli öncesi ve sonrasında sağlıkla ilişkili yaşam kalitesindeki değişimin değerlendirilmesi amaçlandı.Yöntem: Yedikule nakil merkezine akciğer nakli için başvuran hastalar önce aday olarak daha sonra nakil alıcısı olarak çalışmaya alındı. Hastalar nakil öncesinde ve nakilden 3 ay sonra SF-36 anket formunu tamamladılar. Hastaların nakil öncesi ve sonrası SF-36 skorları, solunum fonksiyon testleri ve 6 dakika yürüme testleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 10 hasta (4 erkek, 6 kadın) alındı, yaş ortalaması 35.7 (19-51) idi. Hastaların nakil öncesi ve nakil sonrası FVC (p=0.007), FEV1 (p=0.016), 6 dakika yürüme testi (p=0.012) ve SF-36 skorları (p=0.009) arasında anlamlı düzelme saptandı.Sonuç: Akciğer nakli ile özellikle fonksiyonel ölçümler olmak üzere sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi dramatik olarak düzelmektedir. Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, yaşam kalitesi, solunum fonksiyon testi SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS049 Akciğer Naklinde Köprü Amaçlı ECMO Kullanımı Merih Kalamanoğlu Balcı1, Ali Yeğinsu1, Ahmet Erdal Taşçı1, Belma Erdoğan1, Mustafa Vayvada2, Serkan Bayram2, Cemal Asım Kutlu1 Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 1 2 Giriş: Ülkemizde yeni başlayan akciğer naklinde köprü amaçlı ECMO (Extra-Corporeal Membrane Oxigenation) kullanımı ile ilgili veriler sınırlıdır. Bu çalışmamızda akciğer nakline köprü amaçlı ECMO kullandığımız 4 hastamızın verilerini retrospektif olarak sunduk. Metod: 1 Ocak-31 Aralık 2013 yılında kliniğimizde akciğer nakline köprü amaçlı ECMO kullanılan 4 hastanın dosya verileri değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, ECMO öncesi ve sonrası verileri incelendi. Bulgular: Hastaların 2 si kadın ve yaşları 26-52 arasında idi. Tanıları 3 hasta İPF(idiopatik pulmoner fibrozis), 1 hasta İPAH(idiopatik Pulmoner hipertansiyon) idi. Hastalara ait bulgular tablo1 ve 2’de verilmiştir. ECMO sonrası 3 hasta nasal oksijen ile takip edilerek oral beslendi. 4 olgunun biri uygun organ bulunamadığı için akciğer nakli yapılamadan öldü, 2 hastaya başarı ile nakil yapıldı (1 hasta sol tek akciğer nakli, bir hasta sağ tek akciğer nakli), 1 hasta bilateral akciğer nakli sonrası öldü. Sonuç: Son dönem akciğer hastalığı olan hastalarda hiperkapnik ve/ veya hipoksik solunum yetmezliği geliştiğinde seçilmiş hasta grubuna akciğer nakline köprü amaçlı ECMO hayat kurtarıcı olabilir. Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, ECMO Bulgular: Verileri değerlendirilen 223 hasta çalışmaya alındı. 223 hastanın 123’ünün (%55.2) akciğer nakline uygun olduğuna karar verildi. 123 hastanın 54’ü (%43.9) akciğer naklini istemedi. 100 hastada akciğer nakli uygun görülmedi. Reddedilen 100 hastanın 37’si (%37) erken yönlendirilen hastalardı, takip kararı alındı. 20 hastada (%20)nakile kontrendike bir medikal hastalık saptanmıştı. 11 hasta (%11) çok geç yönlendirilen hastalardı. 8 hastada (%8) nakile engel birden fazla kontrendikasyon vardı. 8 hastada (%8) nakile engel psikososyal uyumsuzluk vardı. 7 hastada (%7) akciğer nakli endikasyonu yoktu. 6 hasta (%6) ileri yaş nedeniyle reddedilmişti. 2 hasta (%2) aktif sigara içicisi idi. 1 hasta (%1) ise obezite nedeniyle akciğer nakil adaylığına uygun bulunmamıştı. Akciğer nakline uygun aday olup, nakil olmayı kabul eden 69 hastanın 19’una 20 akciğer nakli (1 hastaya 1 yıl sonra retransplantasyon yapıldı) yapıldı. 13 hasta nakil için hazırlık tetkikleri yapılırken, 2 hasta listelendikten sonra öldü. Halen listemizde 14 nakil adayı beklemekte olup, 21 hastaya hazırlık tetkikleri yapılmaktadır. Sonuç: Akciğer nakli malignite dışı son dönem akciğer hastalıklarında dünyada kabul görmüş standart bir tedavi yöntemidir. Ülkemizde son yıllarda giderek artan sayıda yapılan akciğer nakli endikasyonları ve yönlendirme kriterleri konusunda farkındalık arttırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, endikasyonlar, yönlendirme kriterleri AKCİĞER PATOLOJİSİ SS051 Tablo 1. Hastaların ECMO sonrası değerleri Hasta no ECMO öncesi MV desteği 1 Fetal Otopsi Olgularında Konjenital Akciğer Patolojileri ECMO yöntemi ECMO sonrası solunum desteği Nakil bekleme süresi (gün) Sonuç entübe VA Nasal O2 12 Sol tek akciğer 2 NIMV VV Nasal O2 1 Sağ tek akciğer 3 entübe VV Entübe 3 Bilateral akciğer 4 NIMV VV Nasal O2 19 Nakil olamadı Tablo 2. Hastaların demografik özellikleri ve ECMO öncesi değerleri Hasta no Tanı Yaş Cinsiyet pH pO2/FiO2 pCO2 1 İPF 39 erkek 7,33 52 60 2 İPF 52 erkek 7,46 43 43 3 İPF 26 kadın 7,22 167 109 4 İPAH 30 kadın 7,46 35 18 SS050 Akciğer nakli: Kime ve ne zaman? Nur Dilek Bakan1, Songül Büyükkale2, Sezgin Ulusoy3, Hüseyin Yıldırımoğlu3, Adalet Demir2, Özgür İşgörücü2, Necati Çıtak2, Adnan Sayar2 1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul 2 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul 3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nakil Koordinatörü, İstanbul Amaç: Nakil merkezimize başvuran veya yönlendirilen hastaların endikasyonlarını, listelenme ve red oranları ve nedenlerini ortaya koymak amacıyla bu çalışma planlandı.Yöntem: Ağustos 2011 ile Aralık 2013 arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nakil Merkezine başvuru yapan 239 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi, veriler kaydedildi. Havva Serap Toru1, Sanive Sevim Ertuğrul1, Cem Yaşar Sanhal2, İrem Hicran Özbudak1, İnanç Mendilcioğlu2, Gülay Özbilim1 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Antalya 1 2 Giriş: Konjenital malformasyonlar perinatal ölümlerin yaygın görülen sebeplerindendir. USG ile yeterli tanı koyulabilse de tanıyı doğrulamak, ilişkili malformasyonları ortaya çıkarmak için perinatal otopsi yapılması yaralı olacaktır. Bu çalışmada üniversitemizin Patoloji A.D.’ye 2006-2013 yılları arasında gelen 542 fetal otopsiden pulmoner patolojisi olan 40 olgu değerlendirilmiştir. Bulgular: Olguların 21’i erkek, 17’si kız olup 2’sinin cinsiyeti belirtilmemiştir. 10’unda akciğer hipoplazisi, 8’inde amniyon sıvısı aspirasyonu, 4’ünde immatür akciğer, 3’ünde akciğerde hipolobülasyon, 2’sinde perinatal inspirasyon, 2’sinde CPAM, 2’sinde CMV enfeksiyonu, 2’sinde aktinomiçes enfeksiyonu, 2’sinde hyalen membran hastalığı; 1’er olguda mekonyum aspirasyonu, pulmoner hipertansiyon, konjenital pulmoner lenfanjiektazi(CPL), bronkopnömoni, alveoler hemoraji izlenmiştir. Tartışma: Konjenital pulmoner hipoplazi nadir fakat ölümcül bir hastalıktır. Mortalitesi %71-95 olarak bildirilmiştir. Bizim serimizde ise toplam otopsi sayısına oranladığımızda Konjenital Pulmoner Hipoplazi %1,8 oranındadır, pulmoner patolojilerin %25’ini oluşturmakta olup en sık rastlanılan pulmoner anomalidir. CPAM etyolojisi bilinmeyen, non-herediter, gelişimsel hamartamatöz bir anomalidir. Oldukça nadir görülmekte olup genelde yaşamın ilk 2 yılında tanı alır. Bizim serimizde ise 2 olguda gözlenmiş olup pulmoner patolojilerin %5’lik kısmını oluşturmaktadır. Tüm perinatal otopsilerin ise 3,7/1000’sini oluşturmaktadır. CPL nadir görülen bir hastalık olup septal, subplevral-peribronşial dokuda genellikle bilateral belirgin, diffüz mikrokistik lenfatik dilatasyonla karakterizedir. İnsidansı tam olarak bilinmese de Japonya’da 30, dünyada 130 vaka bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda 1 olgu olup pulmoner patolojilerin %2,5’ini oluşturmaktadır. Sonuç: Konjenital pulmoner anomaliler bir kısmının prenatal tanısı mümkün olan, postnatal dönemde ciddi morbidite ve mortaliteye sahip bir anomali grubudur. Bu nedenle prenatal tanısı ve eşlik eden anomalilerin ortaya konması gebeliğin ve postnatal tedavi yönetiminin planlanması için önemlidir. Anahtar Kelimeler: Konjenital pulmoner anomali, Konjenital kistik adenomatiod malformasyon, Konjenital pulmoner lenfanjiektazi, fetal otopsi Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 21 SÖZEL SUNUMLAR SS053 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sarkoidoz tanısında gözardı edilen önemli bir ipucu: Hamazaki-Wesenberg cisimcikleri Betül Ünal1, İrem Hicran Özbudak1, Havva Serap Toru1, Ömer Özbudak2 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 1 2 Şekil 1. A: CPAM tip 2 (H&E, x5) B: CPAM tip 1 (H&E, x5) Şekil 2. A- Konjenital pulmoner lenfanjiektazi (H&E, x10) B- CD31 pozitif dilate lenfatikler (x10) SS052 Akciğerin Küçük Biyopsi Materyallerinde Sarkomatöz Elemanlar İçeren Olgularımızın Klinikopatolojik Özellikleri Funda Demirağ, Yeliz Dadalı, Ülkü Yılmaz, Zafer Aktaş, Nilgün Yılmaz Demirci Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Akciğerin sarkomatöz tümörleri; sarkomatöz karsinomları, primer pulmoner sarkomları, intrapulmoner yerleşimli malign mezotelyomayı ve sarkomatöz metastatik tümörleri içeren heterojen bir gruptur. Opere olmayan olgular küçük biyopsi materyallerindeki tanıları ile takip edilmektedir. Bu nedenle biz çalışmamızda küçük biyopsi materyallerinde sarkomatöz elemanlar içeren olgularımızın histopatolojik, immünohistokimyasal ve klinik bulgularını sunarak klinikopatolojik yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Ocak 2010 ve Ocak 2014 tarihleri arasında bronkoskopik biyopsi, transtorasik biyopsi ve EBUS materyallerinde sarkomatöz alanlar içeren 35 olgu çalışmaya alındı. Klinik bilgileri ve lamlar tekrar incelenerek histopatolojik bulguları kaydedildi. Mediasten yerleşimli kitlelerden yapılan biyopsiler çalışmaya alınmadı. Bulgular: 35 olgunun 10’u kadın, 25’i erkek olup, en genci 35 en yaşlısı 80 yaşındaydı. Bu olguların 10’unda epitelyal alanlar izlendi. Suptiplendirme yapılamayan olgularda p63 ve TTF-1 immünohistokimyası yardımı ile son küçük biyopsi sınıflamasına göre spindle ve/veya dev hücreli alanlar içeren az diferansiye küçük hücreli dışı karsinom tanısı verildi. Epitelyal alan içermeyen ancak belirgin pankeratin, EMA ve CEA pozitifliği olan olgular spindle hücreli tümör, ön planda sarkomatöz karsinom ile uyumlu olarak raporlandı. 9 olguda primer akciğer mezenkimal tümörü, 1 olguda malign mezotelyoma ve 6 olguda metastaz tespit edildi. Tartışma: Sarkomatöz elemanlar tespit edilen küçük biyopsi materyallerinde ilk yapılması gereken klinik ve radyolojik bulgularla metastaz olasılığının ekarte edilmesidir. İkinci adımda biyopsi materyallerinde epitelyal alanlar aranmalıdır. Daha sonra pankeratin, EMA, MOC31, CEA ve keratin 7 gibi daha çok karsinomlarda pozitif görmeyi beklediğimiz belirleyicilerin yardımı ile bir yorum yapılmaya çalışılmalıdır. Anahtar Kelimeler: sarkomatoid karsinom,akciğer, biyopsi 22 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Hamazaki-Wesenberg (H-W) cisimcikleri ilk olarak 1938’de tanımlanmıştır. Tudway bu çalışmasında 359 mezenterik lenf nodunu incelemiş ve bunların %22.8’inde H-W cisimciği izlemiştir. Sarı-kahverengi bu cisimcikler en tipik sarkoidoz olmak üzere birçok durumda (apandisit, siroz, kolon karsinomu, lenfoid tümörler gibi) farklı lokalizasyonlardaki lenf nodlarının sinüslerinde tanımlanmıştır. Mikroskopik görünümü fungusla karışabildiği için tanısal ayrım tedavi rejimini belirlemede önem arz etmektedir. Olgu: 41 yaşında bayan hastanın mediastinal lenf noduna ait biyopsi örneğinden hazırlanan 4 mikronluk kesitler H&E boyanarak mikroskopik değerlendirme yapılmıştır. Kesitlerde normal lenf düğümü yapısını ortadan kaldıran granülomatöz inflamasyon izlenmiştir. Granülomlar küçük konsantrik nitelikte olup birleşme eğilimindedir. Yoğun hiyalinizasyon alanları dikkati çekmiştir. Kapsül altında H-W cisimcikleri görülmüştür. Histokimyasal PAS, EZN ve GMS boyaları ile spesifik mikroorganizma izlenmemiştir. Mevcut histopatolojik bulgularla olguda ön planda “Sarkoidoz” düşünülmüştür. Tartışma: Granülomatöz lezyonlarda Asteroid cisimcik, kristalin inklüzyonları, Schaumann cisimciği, kolesterol kristalleri ve H-W cisimcikleri gibi inklüzyonlar izlenebilir. Ancak bunlar nonspesifik bulgular olup tanıya spesifik özellikte değildirler. Genellikle dev hücrelerin sitoplazmalarında lokalizedirler. H-W cisimcikleri özel PAS-D pozitif inklüzyonlar olup bazen dev hücre sitoplazmasında izlenebilirken genellikle sarkoidoz gibi hastalıklarda granülom içeren ya da içermeyen lenf nodlarında ekstrasellüler olarak sinüzoidlerde yer alırlar. Oval-iğsi, birkaç mikron çapında olup H&E boyamada sarı-kahverengi görünen pigmentlerdir. Gümüş boyalarıyla (Gomori methenamine silver vb.) boyanması tomurcuklanan maya izlenimi verebilir ve bu da mantar enfeksiyonundan ayrımı güçleştirebilir. Masson-Fontana ve acid-fast boyamalarla funguslarda boyanma izlenmezken, H-W cisimciklerinde reaksiyon mevcuttur. Destekleyici histokimyasal yöntemler tanıya yaklaşımda önemli bir yere sahip olup hastanın gereksiz antifungal tedavi almasını engelleyebilir. Anahtar Kelimeler: Hamazaki – Wesenberg cisimleri, sarkoidoz, granülomatöz hastalıklar SS054 2013 yılı hastanemiz patoloji laboratuarında akciğer malignite teşhisi konulan hasta dökümü (2233 yeni hasta) Sedat Altın, Nur Ürer, Neslihan Akanıl, Naciye Arda, Nurcan Ünver Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Büyük bir eğitim araştırma hastanesinde bir yılda teşhisi konulmuş olan akciğer kanserli hastaların patolojik tanılarına göre değerlendirmek Materyal-Metod: Patoloji laboratuarı raporları ve bilgi işlem kayıtlarından faydalanılarak değerlendirmeler yapıldı. Bulgular: 2013 yılında Patoloji laboratuarımıza gönderilen 38.120 adet materyalden 3826’sında (%10) akciğer kanseri tanısı konulmuştur. Bu 3826 materyalin 2233 hastaya ait olduğu belirlenmiştir. Hasta başına materyal sayısı 1,7 olarak bulundu. Hastaların %85’inin erkek ve yaş ortalamasının 57,3 + 9.4 olduğu bulundu. Bu hastaların 325’i (%14,6) küçük hücreli, 772’si (%34,5) skuamöz hücreli, 616’sı (%27,6) adenokarsinom, 357’si (%16) metastatik, 7’si büyük hücreli, 156’sı (%7) hücre tipi belirsiz olarak bulundu. Hastalarımızın farklı patolojik materyallerden histolojik tip farklılığı 32’sinde (%0,8) rapor edilmiş olup, nihai karar, biyopsi ve immünohistokimyasal boyamalarla verildi. Akciğer kanseri tanısı konulmuş hastaların 712’si (%31,9) yatırılarak tetkik edilmişken diğerleri ayaktan takip edilerek teşhis konulmuştur. Sonuç: Akciğer kanseri teşhisi için tüm yöntemlerin kullanıldığı hastanemizde patoloji laboratuarımızda immünohistokimyasal tetkikler de yoğun bir şekilde kullanılarak hızlı bir şekilde sonuç verilmektedir. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, patolojik tanı, histolojik tip SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELERİ Tablo 1. Nükleolar survivin ekspresyonu SS055 Akciğer kanseri hastalarında tamamlayıcıalternatif tedavi kullanımı ve nedenleri Meral Acar1, Ömer Özbudak1, Hülya Dirol1, Hakan Şat Bozcuk2 Nükleolar survivin ekspresyonu Evre 1A Evre 1B Evre 2A Evre 2B Evre 3A Evre p 3B değeri Negatif (%) 1(9.1) 5 (45.5) 2 (18.2) 1 (9.1) 1 (9.1) 1(9.1) Pozitif (%) 1(6.3) 5 (31.3) 2 (12.5) 2 (12.5) 6 (37.5) 0 (0) 0.532 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı, Antalya 1 2 Tamamlayıcı alternatif tedavi (tedavi yaptığı ileri sürülen, ancak bu etkileri bilimsel metotlarla kanıtlanamayan tedavi) yöntemlerine birçok kanser hastası tarafından gittikçe artan sıklıkla başvurulmaktadır. Akciğer kanseri tanısı almış hastaların başvurdukları tamamlayıcı alternatif tıp yöntemlerini ve bu davranışlarını etkileyen unsurları araştırmak üzere yapılan bu çalışmada, hastalarla yüz yüze görüşülerek Tamamlayıcı - Alternatif Tedavi (TAT) soru formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD) ve EORTC QLQ - LC13 anketleri kullanıldı. Yaş ortalaması 62.65 olan 24 kadın, 141 erkek olmak üzere toplam 165 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya katılan 165 hastadan 10’u kadın, 51’i erkek olmak üzere toplam 61 (%36.96) hasta en az bir çeşit TAT kullanıcısıydı. TAT kullanan ve kullanmayan hasta grupları arasında yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir düzeyi, yaşadıkları yer, patolojik tanı, hastalıklarının evreleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı. TAT kullanan hastaların çoğunun doktorlarını bu konu hakkında bilgilendirmediği tespit edildi. Alternatif tedavi kullanan hastaların en çok başvurdukları alternatif tedavi yöntemleri bitkiler, dua ve dini uygulamalardı. Anksiyetesi olan hastalarda TAT kullanımının anksiyetesi olmayan hastalara göre daha fazla olduğu saptandı. TAT kullanan hastaların psikiyatriste başvurma ve antidepresan kullanma oranları, alternatif tedavi kullanmayanlardan anlamlı olarak daha yüksekti. Sonuç olarak TAT kullanımının hastaların sosyoekonomik, sosyokültürel ve tıbbi özelliklerinden çok yaşadıkları anksiyete düzeyi ile korele olduğu bulundu. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, Anksiyete, Tamamlayıcı Alternatif Tedavi SS056 Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri hastalarında survivin gen ekspresyonunun araştırılması Sadettin Kamat1, Engin Aynacı2, Yasemin Müşteri Oltulu3, Pınar Yıldız1, Ender Coşkunpınar3, Neslihan Akanıl1, Onur Kum1, İlhan Yaylım3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 3 Akciğer kanseri tüm kanser türleri arasında görülme sıklığı olarak ikinci sırada, kanser sebepli ölümler arasında ise ilk sırada gelmektedir. Survivin geni 17q25 kromozomal bölgesinde lokalize ve 142 aminoasitten oluşan bir gendir. Survivin (BIRC5) apoptozisi düzenleyen önemli bir protein ailesi olan apoptozis proteinlerinin inhibitörü (IAPs) olarak ilk bulunan inhibitörlerden biridir ve özellikle kanser hücrelerinde ekspresyonu gerçekleşir. Survivin gen ekspresyonundaki değişiklikler akciğer kanserine hassasiyet sağlar. Survivin geni promoter bölgesi üzerinde tanımlanmış olan -31G/C varyantının survivin geninin aşırı ekspresyonu ile ilişkili olduğu ve kanser hücrelerinde hem protein hem de mRNA düzeyinde artışa sebep olduğu bildirilmiştir. Survivin genindeki bu aşırı expresyonun çok çeşitli malignansileri içeren kanser türlerinde hastalık gelişimi, nüksü ve prognozu ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada survivin gen ekspresyon seviyesi ile küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) arasında, hastalığın gelişimi ile ilgili olası ilişkilerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya opere edilmiş 27 KHDAK hastası dahil edildi. Yöntem olarak patolojik örneklerde immunohistokimya boyama metodu kullanıldı. Sonuç olarak survivin gen ekspresyonu ile KHDAK arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, survivin, gen ekspresyonu, genetik, biyobelirteç Tablo 2. Sitoplazmik survivin ekspresyonu Sitoplazmik survivin Evre Evre ekspresyonu 1A 1B Negatif (%) Pozitif (%) Evre 2A Evre 2B Evre 3A Evre p 3B değeri 0 (0) 3 (33.3) 2 (22.2) 2 (22.2) 1 (11.1) 1 (11.1) 0.288 2 (11.1) 7 (38.9) 2 (11.1) 1 (5.6) 6 (33.3) 0 (0) SS057 Karsinoid Tümörler Nüks Eder Mi? Mehmet Muharrem Erol1, Tayfun Kermenli1, Hüseyin Melek1, Ahmet Sami Bayram1, Feyza Şen2, Elif Ülker Akyıldız3, Cengiz Gebitekin1 Uludağ Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Bursa 1 2 3 Giriş: Akciğerin karsinoid tümörleri düşük malignite potansiyelli ve nadir görülen akciğer tümörleridir. Akciğer kanserleri içerisindeki oranı yaklaşık %3’tür. Tüm karsinoid tümörler içinde ise ortalama %25’i akciğerde yerleşmektedir. Tedavisi cerrahi rezeksiyondur. Biz bu çalışmamızda karsinoid tümör nedeniyle cerrahi uygulanmış olan vakalarımızı inceledik. Metod: 1995 ve 2013 yılları arasında karsinoid tümör nedeniyle opere edilen 36 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların 23’ü kadın (%64), 13’ü erkek (%36) ve ortalama yaş 45,9 idi.Bulgular: Hastaların ortalama takip süresi 98 ay (4-213 ay)olarak bulundu. Cerrahi teknik olarak 3 hastaya sol pnömonektomi, 2 hastaya sol üst lobektomi, 6 hastaya sol alt lobektomi, 8 hastaya sağ bilobektomi infeior, 5 hastaya sağ üst lobektomi, 5 hastaya sağ alt lobektomi, 5 hastaya sağ orta lobektomi ve 2 hastaya sağ ana bronşa bronkotomi ile kitle rezeksiyonu uygulandı. Patolojik hücre tipi olarak 29 hastada Tipik karsinoid gelirken, 7 hastada atipik karsinoid olarak raporlandı. Opere edilen 2 hasta daha önce dış merkezde cerrahi uygulanıp sonrasında kliniğimize rekürrens ile başvuran hastalardı. Takipleri süresince hastaların hiçbirinde nüks gözlenmezken bir hasta takibinin 10.yılında yandaş hastalıklar sonucunda kaybedilmiştir. Sonuç: Akciğerin karsinoid tümörleri düşük malignite potansiyeline rağmen uzak metastaz yapabilen ve nüks etme olasılığı olan tümörlerdir. Bizim serimizde dış merkezlerden reoperasyon için tarafımıza refere edilen olgular dışında nüks ya da rekürrens saptanmadı. Bu nedenle ilk operasyonda yeterli cerrahi uygulanan hastalarda oldukça nadiren nüksle karşılaşılacağını düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Akciğer,Karsinoid,Tümör Tablo 1 Cinsiyet n: 36 % Kadın 23 64 Erkek 13 36 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 23 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 2. Cerrahi Prosedürler Cerrahi prosedür n: 36 % Sol pnömonektomi 3 8 Sol üst lobektomi 2 5,5 Sol alt lobektomi 6 17 Sağ bilobektomi inferior 8 22 Sağ üst lobektomi 5 14 Sağ orta lobektomi 5 14 Sağ alt lobektomi 5 14 Sağ ana bronşa bronkotomi 2 5,5 SS058 Hekimlerin, Hasta Yakınlarının ve Toplumun Akciğer Kanseri Tanısının Söylenmesine İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi Bulgular: 2012 yılında SGK rakamlarına göre 49.264 akciğer kanserli hasta tedavi görürken, yıllık artış %3 civarında olduğundan 2013 yılı beklentisi 50.742 olarak hesaplanmıştır. Bunların 30.000 civarı, yeni teşhis edilmiş akciğer kanseri vakalarıdır. 2013 yılında hastanemizde ICD C34 kodu konulan 9009 hasta, 41737 kez poliklinikte muayene edilmiştir (hasta başına 4,6 başvuru). Bunlardan 2354 hasta 2879 kez hastanemize yatırılarak teşhis ve tedavisi yapılmış. 403 hastamıza cerrahi rezeksiyon uygulandı. 1612 hastaya 9014 kemoterapi seansı uygulandı. 630 hastaya girişimsel bronkoskopi ile müdahalede bulunuldu.Akciğer kanserli hastalarımızın %37,3’ü yassı epitel hücreli, %34,4’ü adenokarsinomlu, %16,5’u da küçük hücreli karsinom olarak raporlanmıştır.Hastalarımızın 554’üne (%23,5) tanı, evreleme ve tedavi amacıyla cerrahi işlemlerle (açık akciğer biyopsisi, mediastinoskopi, torakotomi), 955’ine (%40,6) bronkoskopik işlemlerle, 559’una (%23,7) Transtorasik ince iğne aspirasyonu, 183’üne (%7,8) plevra sitolojisi ve/ veya biyopsisi, 96’sına (%4,1) lenf bezi biyopsisi ve 7’sine de (%0,3) balgam sitolojisiyle akciğer kanseri tanısı konulmuştur. 184 kişiye de, bronkoskopiye ilaveten balgam, TTİA, plevral sıvı, lenf bezi biyopsisi gibi birden fazla yöntemle teşhis konulmuştur. Sonuç: SGK kayıtlarına göre yıllık akciğer kanserli hastaların %8’ine teşhis konulup, opere edilenlerin %12’si ve girişimsel bronkoskopi yapılan hastaların da %61’inin hastanemizde gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, tanı, tedavi Önder Utku Datlı, Pınar Çelik, Yavuz Havlucu, Tuğba Göktalay, Ayşın Şakar Coşkun, Arzu Yorgancıoğlu GÖĞÜS CERRAHİSİ Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa Akciğer kanseri tanısının, hastanın kendisine söylenmesi önerilmektedir; ancak bu durum hekimler için oldukça zor bir görev olarak algılanmaktadır. Ülkemizde genellikle hasta yakınlarına bırakılan bir karar olan, akciğer kanserli hastalara tanının söylenmesi konusunda tanı koyan, tedavi veren hekimlerin, birinci derece akrabası akciğer kanserli hasta yakınlarının ve toplumun görüşlerinin değerlendirilmesi amacı ile bir anket çalışması düzenlendi.Çalışmaya yaş ortalaması 39.37±11.44 olan 170’i kadın toplam 310 olgu alındı (100 tıp hekimi,110 hasta yakını,100 sağlıklı gönüllü). Hekimlerin %46’sı kliniğinde kanser tedavisi(KT/RT) uyguluyordu. “Akciğer kanseri tanısı alsaydınız tanıyı öğrenmek ister miydiniz?” sorusuna olguların %84.5’i “evet” yanıtı vermişti, gruplar arasında dağılım benzer bulundu (p>0.05). Hekimlerin %72’si akciğer kanseri tanısını hastalarına söylerken, kanser tedavisi uygulayan hekimlerde %89.1, uygulamayanlara (%57.4) göre yüksek bulundu (p<0.05). Akciğer kanseri tanısını zamana yayarak anlayabileceği şekilde duyma isteği hekimlerde %19 toplumda %34 ve hasta yakınlarında %59 oranında saptanmıştır (p<0.05). Yaşam süresi hakkında bilgi alma, kanser tedavisi uygulayan hekimlerce (%77) uygulamayan hekimlere (%56) göre daha fazla önemsenmektedir (p<0.05). Tedavi tipleri ve yan etkileri ile ilgili bilgi almayı tüm katılımcılar (%90.8) önemsemekteyken (p>0.05), yaşam kalitesi bilgisi hasta yakınları (%87) tarafından, toplum (%65) ve hekimlere (%63) göre; daha fazla önemsenmektedir (p<0.05). Yaşam kalitesi kanser tedavisi uygulayan hekimlerce (%76.7), uygulamayan hekimlere (%48.8) göre, daha fazla önemsenmektedir (p<0.05). Araştırmaya katılanların çocuk sayısı arttıkça son dönemlerini aile ile geçirme isteği de artmaktadır (p<0.05).Hekimlerin hasta ve yakınlarına tanıyı anlayabilecekleri şekilde bilimsel verilerle, gereğinde zamana yayarak söylemesinin, tedavi ve yan etkiler hakkında bilgilendirme yapmasının, hastanın yaşam kalitesini önemsemesinin, hastanın güvenini kazanmasını sağlayacağı ve bu durumun tedaviye uyumu arttıracağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, hasta yakını, toplum SS059 Akciğer Kanserli Hastalarımızın Seyri Sedat Altın, Cengiz Özdemir, Murat Kıyık, Yusuf Başer, Serap Hastürk, Celalettin Kocatürk, Adnan Sayar, Neslihan Akanıl Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: 2013 yılında hastanemizde tanı konulan veya tanı konulmuş başvuran hastalarımızın durumunu ülkemiz verileriyle karşılaştırmakMateryal-Metod: Hastanemiz bilgi-işlem verileri ve patoloji laboratuar sonuçlarından faydalanılarak verilerimiz, SGK 2012 rakamlarıyla kıyaslandı. 24 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SS060 Benign akciğer hastalıklarında intraperikardiyal pnömonektomi uygulamaları Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Mustafa Esat Yamaç1, Mehmet Kılıç1, Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1 Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anestezi ve Renimasyon Anabilim Dalı, Trabzon 1 2 3 Giriş: İntraperikardiyal pnömonektomi akciğerlerin tüberküloz, kronik septik akciğer enfeksiyonları ve invaziv fırsatçı enfeksiyonlar gibi benign hastalıklarında uygulanabilen özel bir cerrahi metottur.Materyal-Metod: Ocak 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında benign akciğer hastalığı nedeni ile intraperikardiyal pnömonektomi uygulanan 4 olgu; demografik özellikleri, belirtiler, etiyoloji-cerrahi endikasyon, lokalizasyon, perikart kapatılma yöntemi, komplikasyonlar, mortalite, hastanede yatış süreleri ve kısa dönem takip sonuçları açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir.Bulgular: Olgulardan 2 tanesi erkek 2 tanesi kadın idi. Yaşları 34 ile 62 (Ortalama 46) arasında değişmekteydi. En sık belirtiler sık akciğer enfeksiyonu geçirilmesi ve hemoptizi idi. 2 olguda tüberküloz, 1 olguda bronşektazi ve 1 olguda ise tüberküloz-aspergilloma etiyolojisine bağlı harap olmuş akciğer mevcuttu. 3 olguda akciğer ile mediasten arasındaki dens yapışıklıklar, 1 olguda ise hilusta diseksiyonu engelleyen büyük ve sert lenf nodlarının bulunması nedeniyle intraperikardiyal pnömonektomi yapılmıştır. Olguların tümünde sol akciğer etkilenmişti. 3 olguda perikart primer olarak kapatılmış, 1 olguda ise perikart tam olarak açılmıştır. Postoperatif dönemde kronik renal yetmezlikli 1 olguda pnömoni ve sepsis tablosu gelişmiş ancak medikal tedavi ile düzelmiştir. Perikardın kapatılmadığı olgu postoperatif 3. gün gelişen kardiyak arrest sonrasında kaybedilmiştir. Hastanede yatış süresi 11–22 gün (Ortalama 14 gün) idi. 4–7 aylık bir dönemde takip edilen 3 olguda enfeksiyon ve hemoptizi görülmemiştir.Sonuç: Benign akciğer hastalıkları cerrahisinde uygulanabilecek intraperikardiyal pnömonektomi hiler damarların kontrolü için kolaylık sağlamasına rağmen ciddi morbidite ve mortalite oranlarına sahiptir. Anahtar Kelimeler: Benign akciğer hastalıkları; Perikart; Pnömonektomi SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS061 SS062 Minimal İnvaziv Cerrahi ile Diyafram Plikasyonu Uygulanan Hastalarda Preoperatif ve Postoperatif FEV1 Değerlerinin Karşılaştırılması Masif ciltaltı amfizemi ile birlikte olan pnömomediastinum olgularına yaklaşım İrfan Yalçınkaya1, Levent Alpay1, Mustafa Küpeli2, Mustafa Vayvada1, Özlem Oruç3, Sibel Arınç3, Dilek Ernam3 1 1 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul 2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat 3 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Mediastinal amfizemin en sık nedenleri toraks travmaları endoskopik prosedürler endotrakeal entübasyon veya spontan pnömomediastinumdur. Tedavide etyoloji, klinik semptomlar göre değişmekle birlikte çoğunlukla izlem ve beraberindeki patolojinin tedavisi yeterli olurken zaman zaman servikal mediastinotomi ya da torakotomi ihtiyacı duyulmaktadır. Kliniğimizde son on yıllık süre içerisinde yaşları 12-71 yaş arasında değişen toplam 15 vakada (5’i kadın, 10’u erkek) pnömomediastinum saptanmıştır (Ortalama yaş 40). Hastaların hepsine masif cilt altı amfizemi sonrasında yapılan toraks tomografi dahil radyografik incelemelerle tanı konuldu. 4’ünde endotrakeal entübasyonla yapılan nontorasik operasyon sonrasında, astımlı 2 hastada atak sırasında, 2 hastada spontan ve 7 hastada künt toraks travmasından sonra saptanmıştır. Travmatik vakaların etyolojisi incelendiğinde, 4’ünde nedenin trafik kazası, 1 vakada toraksa künt cisimle direk travma, 1 vakada postero-anterior yönde kompresyon ve 1 vakada yüksekten düşme olduğu saptanmıştır. Travmatik pnömomediastinum olgularının 3’ünde aynı zamanda pnömotoraks eşlik ediyordu. Tedavide pnomotoraksı olan olgulara tüp torakostomi ve su altı drenajı uygulandı. Masif cilt altı amfizemli olgulara servikal mediastinotomi ile pretrakeal fasya acılarak dekopresyon uygulandı. Olgular 4-15 gün arasında taburcu edildiler. Masif mediastinal amfizemde bası bulguları varsa konservatif yaklaşımdan kaçınarak dekompresyon amacıyla kutanöz-subkutanöz insizyonlar, iğne aspirasyonları, mediastinal kateter uygulanması ve servikal mediastinotomi gibi cerrahi prosedürler uygulanmalıdır. Konservatif yaklaşımın yeterli olmadığı olgularda servikal mediastinotomi ile dekompresyon yapılması en radikal ve güvenilir yaklaşımdır. Anahtar Kelimeler: pnömomediastinum, masif ciltaltı amfizem Diyafram paralizisi ve evantrasyonu çok nadir görülmesine rağmen, solunumsal ve gastrointestinal semptomlara yol açabilen klinik bir tablodur. Plikasyon ise, semptomatik vakalarda kullanılan cerrahi bir yöntemdir. Bu yöntem torakotomi yoluyla uygulanırken, 1995 yılından beri video-yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) yoluyla da uygulanabilmektedir. Hem bu patolojiye bağlı hem de torakotomiye bağlı solunum fonksiyon parametrelerinde değişen oranlarda düşmeler söz konusu olabilmektedir.Kliniğimizde 22.12.2009 – 10.04.2013 tarihleri arasında yani yaklaşık 3 yıl 3 aylık süre içerisinde minimal invaziv cerrahi ile toplam 20 vakaya diyafram plikasyonu uygulandı. Aralıklı kontrollere çağrılan hastaların hepsine Mayıs ve Haziran 2013 tarihlerinde ulaşılıp kontrole çağırıldılar. Tablo-1’de hastaların demografik özellikleri, klinik ve ameliyat bulguları özetlenmiştir. Hastaların tümünde yakınmalar ortadan kalktı, yalnızca iki hastada hafif de olsa yakınma devam etti. Takipler sırasında akciğer kanseri ve kalp krizi nedeniyle vefat eden iki hasta hariç tutulacak olursa, Tablo1’de ameliyat öncesi ve son yapılan kontrollerdeki FEV1 (FEV1: Zorlu ekspirasyonun birinci saniyesinde atılan volüm) değerleri görülmektedir. Solunum fonksiyon testleri olan 16 hastanın 12’sinde ise FEV1 değerleri %13.9-78.4 arasında değişen oranlarda (ort. %33) düzelirken, 4 hastada kayda değer olmayan oranda değişti. Literatürde, torakotomi ile yaklaşımda olduğu gibi VATS plikasyonda da, kısa ve uzun dönem takiplerde solunum fonksiyon parametrelerinde ciddi düzelmeler bildirilmiştir. Diyafram paralizisi ve evantrasyonunda, minimal invaziv cerrahi ile uygulanan plikasyonda da, başta FEV1 olmak üzere solunum fonksiyon parametrelerinde önemli oranda artış gözlenmektedir. Anahtar Kelimeler: diyafram, paralizi, evantrasyon, FEV1, plikasyon, minimal invaziv cerrahi Serkan Özbay1, Şerife Tuba Liman1, Salih Topçu1, Aslı Gül Akgül1, Aykut Eliçora2, Seymur Salih Mehmetoğlu1, Hüseyin Fatih Sezer1 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi, Zonguldak 2 Tablo 1. Preoperatif dönem ve kontrol tarihindeki FEV1 değerleri Şekil 1. Pnömomediastinumlu olguda masif ciltaltı amfizemi görünnümü Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 25 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Materyal-Metod: 2000-2013 yılları arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi kliniğinde primer retrosternal guatr tanısı ile tedavi edilmiş 7 hasta yaş, cins, klinik ve laboratuar bulguları, lokalizasyon, cerrahinin tipi, patolojik tanılar, komplikasyonlar, morbidite ve mortalite açısından retrospektif olarak incelendi. Bütün hastalar, akciğer grafisi, boyun ultrasonografisi, bilgisayarlı toraks tomografisi ile değerlendirildi. Mediastinal dokular ile yakın teması ve /veya büyük triod dokusu olan olgularda, komşu organ ilişkisini değerlendirmek için MRI çektirildi. Yutma güçlüğü nedeniyle başvuran bir hastaya özofagografi ve özofagoskopi yapıldı. Sonuçlar: Hastaların 4’kadın, 3’ü erkekti. Yaş ortalaması 62,8 di. Troid dokusu hastaların 4’ünde sağ,birinde sol, 2 sinde bilateral mediastinal yerleşimliydi. İki hastaya median sternotomi, birine sol, 4’ine sağ torakotomi ile müdahale edildi. Bütün hastalarda kitle total olarak eksize edildi. Kitlelerin histopatolojik incelemeleri koloidal guatr olarak rapor edildi. Mortailite 0. İki hastada yara enfeksiyonu, bir hastada postoperatif hipotroidi tespit edildi. Tartışma: Primer intratorasik guatrlarda tek tedavi şekli cerrahidir. Bu hastalarda daha güvenli kanama kontrolü ve medistinal anatomiye daha iyi hakimiyet sağlanabileceğinden, rezeksiyon için ekstraservikal yaklaşımlar tercih edilmelidir. Anahtar Kelimeler: cerrahi, guatr, intratorasik Şekil 2. Toraks BT transvers kesitlerde masif ciltaltı amfizemi ve mediastinal amfizem görünümü ASTIM ALLERJİ SS063 SS065 Retrosternal guatr eksizyonunda servikal Collar insizyonuna ek insizyonların gerekliliği Astımlı olgularda yoğunlaştırılmış soluk havasında enflamatuar markerlar üzerine larengofarangeal reflünün etkisi Seymur Salih Mehmetoğlu1, Asşı Gül Akgül1, Salih Topçu1, Serkan Özbay1, Hüseyin Fatih Sezer1, Şerife Tuba Liman1, Zafer Cantürk2, Zafer Utkan2 Ayşe Yılmaz, Ahmet Eyibilen, Şemsettin Şahin, İsmail Benli, Emre Kuyucu, İlker Etikan Kocaeli Üniversitesi, Göğüs cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi, Genel cerrahi Anabilim Dalı, Kocaeli Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat 1 2 Retrosternal guatrlar (RSG) genellikle transservikal yaklaşımla eksize edilebilirlerse de, bazı durumlarda ek insizyon gerekebilir. Deneyimlerimize dayanarak, RSG’ın eksizyonunda ek insizyon gereksinimini belirleyen faktörleri değerlendirmeyi ve bir algoritim oluşturmayı planladık. Hastanemizde RSG nedeni ile 2006-2013 yılları arasında opere edilen olgulardan yirmisinde Collar insizyon ile eksizyon gerçekleştirilememiş, ek insizyon gerekmiştir. Bu olgulardan 5’ine parsiyel sternotomi, 13’üne total sternotomi, 2’sine ise torakotomi uygulandı. Bir hastada pre-op, iki hastada ise operasyona bağlı olarak vokal kord paralizisi saptandı. Bir hastada entübasyona bağlı trakea laserasyonu görüldü. Frozen incelemede medullar tiroid karsinomu saptanan bir hastada rezeksiyon yapılamadı. Total tiroidektomi uygulanan tüm hastalarda patoloji sonucu adenomatöz guatr olarak öğrenildi.Transservikal yolla tiroidektomi gerçekleştirilemeyen ve tiroidin aortik ark seviyesine kadar uzandığı olgularda ek insizyon gerekebilir. Tiroid aortik arkın altına uzanıyorsa, guatr lateral çapı 10 cm’in üzerinde ise parsiyel sternotomi gerekebilir. Retrosternal guatr azigosun kaudaline uzandığında, retrotrakeal ve/veya retroözefajiyal alana uzandığında, rekürren veya ektopik guatr olduğunda ise total sternotomi gerekebilir. Retrosternal guatra akciğer patolojisi eşlik ediyorsa veya guatr sol atriyum seviyesine kadar uzanıyorsa torakotomi de gerekebilmektedir. Anahtar Kelimeler: Retrosternal guatr, planjon guatr, insizyon SS064 Primer intratorasik guatrlarda cerrahi tedavi uygulamaları Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik, Mehmet Gökhan Pirzirenli, Tuba Apaydın, Ahmet Başoğlu Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun Giriş: Primer intratorasik guatrlar tüm tüm mediastinal tümörlerin sadece %1’ini oluşturur. Trakeaya bası semptomlarının varlığı, patolojik tanı konulması ve malignite gelişim riskleri cerrahi eksizyon endikasyonlarıdır. 26 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Giriş: Astımlılarda enflamatuar marker ile ilgili çalışmalar literatürde çok olmakla birlikte reflünün etkisinin araştırıldığı çalışmalar sınırlıdır. Amaç: Astımlılarda ekshale soluk havasında(EBC) laringofaringeal reflünün(LFR) inflamasyona etkisinin belirlenmesi. Materyal-Metod: GrupI:sadece astımlılar (n=29), GrupII:LFR’si olan astımlılar (n=33), GrupIII: sadece LFR’si olanlar (n=35) ve GrupIV: kontrol grubu şeklinde ayrıldı. KBB bölümünde modifiye reflü semptom indeks(mrsi) anketi dolduruldu; direkt laringoskopi ile reflü bulgu skorlaması(mrss) yapıldı. EBC örnekleri EcoScreen(Jaeger, Germany) cihazıyla elde edildi ve -70 derecede saklandı. LTE4, NO, H2O2,8isoprostan (EM) düzeyleri EIA ile belirlendi. Sonuçlar: Tüm grupların yaş,cinsiyet,eğitim düzeyleri ve prick sonuçları benzerdi (p=0.14, p=0.16, p=0.26, p=0.26). Gruplar karşılaştırıldığında isoprostan ve H2O2 düzeylerinde farklar saptandı (sırasıyla, p=0.019, p=0.031). GrupI’in isoprostan düzeyi grupII ve III’ye göre daha yüksekti (sırasıyla, p=0.045, p=0.018). GrupI’in H2O2 düzeyi grupIV’den daha yüksekti (p=0.033). Tüm astımlılar ve sadece reflüsü olanlarda H2O2 düzeyleri kontrollere göre daha yüksekti (sırasıyla, p=0.013, p=0.034). Tüm gruplarda prick pozitif olanların H2O2; riniti olanların isoprostan düzeyleri daha yüksekti (sırasıyla, p=0.028, p=0.003). Yeni tanı astımlıların eski tanılı olgulara göre isoprostan düzeyleri daha yüksekti (t=3.210, p=0.002). Tüm astımlılarda bazı solunum fonksiyon testi parametreleri (SFTp) ile LTE4 ve isoprostan arasında pozitif;nitrit/nitrat, nitrat ve H2O2 arasında negatif; GrupI’de LTE4, isoprostan ve nitrit arasında pozitif;nitrit/nitrat, nitrat ve H2O2 arasında negatif; GrupII’de isoprostan ile pozitif; nitrit/ nitrat, nitrat ve H2O2 arasında negatif; GrupIII’de LTE4, isoprostan ve nitrit ile pozitif; nitrit/nitrat ve nitrat ile negatif; GrupIV’de LTE4 ile pozitif; diğer markerlar ile negatif yönde zayıf ve önemsiz ilişkiler saptandı. SFTp ile EM arasındaki karşılaştırmaların önemli olduğu ilişkiler Tablo 2’de özetlenmiştir. Genel olarak ve tüm gruplarda mrsi ve rbss ile EM’ler karşılaştırıldığında pozitif yada negatif yönde zayıf ve genellikle önemsiz ilişkiler varken bazıları ile ilişki saptanmadı. Grup II ve tüm astımlılarda mrsi ile nitrit ve nitrat arasındaki ilişki önemliydi (sırasıyla, r=0.485, p=0.004, r=0.357, p=0.042; r=0.444, p=0.0001, r=-0.254, p=0.047). Gruplar genel olarak değerlendirildiğinde mrss ile LTE4 arasındaki ilişki önemliydi (r=0.185, p=0.047). SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tartışma: Çalışmamızda tüm astımlılar ve reflü grubunda havayolu inflamasyonunun değerlendirilmesinde ekshale H2O2 ölçümünün faydalı olduğu gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: Astım, larengofarengeal reflü, enflamatuar markerlar (LTE4, NO, H2O2, 8-isoprostan), yoğunlaştırılmış soluk havası ğini düşündürmüştür. obeziteye yönelik önlemlerin alınması astım kontrolü açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: astım, obezite, VKİ SS067 Tablo 1. Çalışmanın dışlanma kriterleri Ek hastalığı olanlar Gebeler Son 4 hafta içinde enfeksiyon öyküsü ≤18 yaş olanlar Antiasit tedavi alanlar Kontrol altında olmayan astımlı olgular Aktif sigara içenler Sigara içmiş ve içmemiş yeni tanılı astımda inhale steroidlerin yoğunlaştırılmış oda havasında ve kanda biyobelirteçlere etkisi Berna Duman1, Bilun Gemicioğlu1, Nurhayat Yılldırım1, Nilgün Akdeniz2, Sema Gazioğlu2, Günnur Deniz2 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırmaları İnstitüsü, İmmünoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Tablo 2. SFTp ile EM arasındaki karşılaştırmalarda önemli olan ilişkiler SFTp EM Tüm astımlılar FEV1ml nitrat r=-0.256,p=0.048 Tüm astımlılar PEFml nitrit/nitrat r=-0.265,p=0.041 Tüm astımlılar PEFml H2O2 r=-0.275,p=0.034 Sadece astımlılar (Grup I) FEV1ml nitrat r=-0.393,p=0.035 Sadece astımlılar (Grup I) PEFml nitrit/nitrat r=-0.374,p=0.046 Sadece astımlılar (Grup I) FVCml H2O2 r=-0.378,p=0.043 Sadece reflüsü olanlar (Grup III) FEV1ml isoprostan r= 0.364,p=0.038 Kontrol grubu (Grup IV) FVC% isoprostan r=-0.484,p=0.036 Kontrol grubu (Grup IV) FEV1/FVC oranı nitrat r=-0.461,p=0.041 SFTp, Solunum fonksiyon testi parametreleri; EM, enflamatuar markerlar. SS066 Obezite-Astım Fenotipi: Erişkinlerde Obezitenin Astım Seyrine Etkisi Zeynep Çelebi Sözener, Ömür Aydın, Dilşad Mungan, Zeynep Mısırlıgil Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı İmmunoloji ve Allerji Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Sigara çeşitli inflamatuar etkilerle astım tedavisini ve kontrolünü güçleştirmektedir.Sigara içen ve içmeyen yeni tanılı astımlılarda inhaler steroid tedavisinin yoğunlaştırılmış oda havasında (EBC) ve kanda biyobelirteçlere etkisinin farklı olabileceği ortaya konmak istenmiştir. Yeni astım tanısı alan 19 hastada tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra EBC ve kan örneği alındı, solunum fonksiyonları ölçüldü. 3.ay kontrolünde ACT yapılarak kontrol sağlandığı görülüp EBC ve kanda LTD4, 8-isoprostan çalışıldı. Olgu grupları arasındaki farklar ve tedavi öncesi ve sonrası değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.19 hastanın yaş ortalaması 35,5±13,9 yıl olup, 10 (%52,6) hasta hiç sigara içmemiş, 9 (%47,4) hasta halen sigara içmekte idi. Sigara içen ve içmeyenlerle, tedavi öncesi kan ve EBC LTD4, 8-isoprostan düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Tedavi öncesi ve sonrası kan LTD4 ve 8-isoprostan ve EBC LTD4 düzeylerindeki değişimlerde sigara içmiş ve içemiş grupta istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmazken (p>0,05), EBC 8-isoprostan değerlerindeki düşüş sigara içmemiş grupta içmiş gruba göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). LTD4 düzeylerinde her iki gruptada tedavi sonrasında kanda artış olduğu dikkati çekmiş ancak istatistiksel anlamlılık saptanamamıştır. Sigara içen ve içmeyen astımlılarda kanda ve EBC’de ölçülen LTD4, 8-isoprostan düzeyleri ile tedavi öncesinde anlamlı fark gözlenememiştir. Tedavi sonrasında ise sadece EBC 8- isoprostan düzeyi sigara içmeyen grupta anlamlı olarak düzelme göstermiştir. Anlamlılık saptanmamış olsa da tedavi sonrasında yüksek kalan LTD4 düzeyleri dikkat çekicidir. Bu nedenle klinik kontrol sağlansa da sigara içen hastalarda tedaviye yanıtı ön görmenin zor olabileceğine karar verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Astım, LTD4, 8-isoprostan, sigara içen, yoğunlaştırılmış oda havası (EBC) Giriş-Amaç: Obezite astım fenotipi son zamanlarda sıklıkla günlük pratiğimizde karşımıza çıkmaktadır. Obez kişilerde astım ağır seyretmekte ve genellikle kontrol zor sağlanmaktadır. Bununla ilişkili mekanizmalar hala daha tam netleşmemiştir. Biz bu çalışmada erişkinlerde obezitenin astım kontrolü üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Metod: Kliniğimize başvuran ve astım tanısı konulan hastalar çalışmaya alındı. Hastaların vücut–kitle indeksleri (VKİ)hesaplandı ve astım kontrol durumları değerlendirildi. Dosyaları incelenerek tanı anındaki VKİ değerlerine ulaşıldı. Bazal VKİ ve muayene anındaki VKİ arasındaki fark hesaplandı. Obezitenin ve yıllar içerisindeki kilo değişiminin astım kontrolü üzerine etkisi araştırıldı. Bulgular: Çalışma popülasyonu 29’u erkek, 189’u kadın toplam 218 hastadan oluşmaktaydı. Hastaların %79,3 ünün yaşları 35-65 arasında değişmekteydi. %67,4 hastada hastalık süresi 10 yıldan daha uzun bulundu. %51,4 hasta obez, %30,4 aşırı kilolu ve %18,3 normal kilodaydı. Kadınların hem tanı anında hem de muayene sırasında ölçülen VKİ’lerinin erkeklere göre daha yüksek olduğu gözlendi. HT, DM, OSAS ve GÖRH gibi komorbit hastalıkların VKİ artması ile birlikte daha sık görüldüğü saptandı. Optimal tedaviye rağmen obez ve kilolu hastalarda astım kontrolünün daha bozuk olduğu izlendi. %55,5 hastada takipte VKİ nin sabit olduğu ve astım kontrolü bu hasta grubunda daha iyi olduğu gözlendi. Remisyondaki hastalarında %81’in de ise VKİ stabil bulundu. Sonuç: Obezlerde astım kontrolü daha kötü ve komorbit hastalık eşlik etme oranı daha yüksek bulundu. Biz obezite ve eşlik eden komorbit durumların astım kontrolünü güçleştirdiğini saptadık. Takip esnasında kilo alanlarda astım kontrolündeki; bize kilo verme ile astım seyrinin düzelece- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 27 SÖZEL SUNUMLAR SS068 SMS ile Astma Kontrol Testi: Astım Kontrolünü Değerlendirmede Kullanılabilir mi? Mehmet Atilla Uysal1, Dilşad Mungan2, Arzu Yorgancıoğlu3, Füsun Yıldız4, Metin Akgün5, Bilun Gemicioğlu6, Haluk Türktaş7, Gülcihan Özkan1, İnsu Yılmaz2, Mine İncioğlu3, Haşim Bpyacı4, Sibel Atış8, Aslıhan Yalçın9, Nazan Gülhan Bayram10, Figen Deveci11, Didem Pulur5, Eylem Selcan Özgür8, Berna Dursun12, Yılmaz Bülbül13, Ebru Sulu14, Veysel Yılmaz1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Allerji Bilim Dalı, Ankara 3 Celal Bayar Üniversites Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Manisa, İstanbul 4 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli 5 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalaıkları Anabilim Dalı, Erzurum 6 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Türkiye 7 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 8 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin 9 Erzurum Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Erzurum 10 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep 11 Elazığ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ 12 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 13 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Trabzon, Ankara 14 Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul TÜRK TORAKS DERNEĞİ ce FEV1 değeri düzelmiştir (p=0,017). AKT açısından gruplar arasında anlamlı bir değişikliğe rastlanmamıştır (sırasıyla 22.79, 22.85). Sonuç: Yeni astım tanısı alan olgularda küçük hava yolu obstrüksiyonu varlığına göre ultra ince partiküllü inhaler tedavi başlanması erken dönemde FEV1 değerinde anlamlı düzelme sağlamıştır. Bu durum uzun dönem sonuçları henüz bilinmese de tedavi öncesinde küçük hava yolu tutulumunun irdelenmesi gerektiğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimeler: astım, küçük hava yolu, ince partiküllü inhaler, tedavi 1 2 Amaç: Astım Kontrol Testi (AKT), aslında İngilizce konuşan hastalar için kalem-kağıt kullanılarak geliştirilmiştir. AKT’nin Türkçe versiyonunun geçerliliği son zamanlarda gösterilmiştir. Bu çalışmada AKT’nin kalemkağıt versiyonu ve web tabanlı SMS kullanılması ile AKT toplam puanlarının kıyaslanmasını amaçladık.Yöntem: Bu çok merkezli çalışma 431 hastadan oluşmaktadır. Hastalar kağıt-kalem (N: 220) ve SMS (N: 211) olmak üzere iki gruba randomize edilmiştir. Hastalara AKT’nin güvenilirliğini ve cevabını göstermek için ilk geliş, 10±2 gün ve 5±1 hafta ara ile test uygulandı. Her vizitte hekimler hastaların kontrol seviyelerini değerlendirdiler.Sonuçlar: SMS ile AKT uygulanan hastalarda, Vizit 1 de hekim değerlendirmesinde iç tutarlılık: 0.87 bulunurken, hekim değerlendirmesi ve AKT arasında korelasyon 0.60 (p<0.001) olarak bulundu. AUC:0,82 ile kontrol altında olmayan hastaların saptanmasında, AKT 19 eşik değeri alındığında, özgüllük %78, duyarlılık %77.5 idi.Yorum: AKT kağıt-kalem veya SMS ile uygulandığında hastaların hekim değerlendirmesi ile yakın ilişki gösterdiği bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Astım Kontrolü SS069 Yeni tanılı astımda ultra ince partiküllü tedavi başlanmasının kısa dönem etkileri Gulden Pasaoglu Karakis, Berna Duman, Melahat Uygun, Bilun Gemicioglu Istanbul Üniversitesi Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastanesi Anabilim Dalı, Immunoloji-Allerji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Astımda inflamasyonun pek çok olguda küçük hava yollarına da uzandığının gösterilmesi yeni tanılı olgularda rastgele tedavi başlanmasının sonuçlarının irdelenmesi gereğini akla getirmektedir. Bu amaçla yeni astım tanılı olgularda rastgele başlanmış tedavilerin sonuçları retrospektif olarak değerlendirilerek, küçük hava yolları tutulumu olanlarda ultra ince partiküllü tedavi ile kuru toz inhaler tedavi başlanmasının erken dönem sonuçları ortaya konmak istenmiştir. Yöntem: 2010-2013 tarihleri arasında yeni astım tanısı almış ve rastgele inhaler tedavi başlanmış toplam 45 olgunun tedaviye başlamadan önce ve tedaviden 3 ay sonra yapılan solunum fonksiyon testleri (SFT) ve kontrol durumları (AKT) retrospektif incelenmiştir. Olgular arasından küçük hava yolu tutulumu (1-FEV3/FVC değeri %10 üzeri) olan 23 olgu seçilerek kullandıkları ultra ince partiküllü inhaler (siklesonid veya beklometazon+formoterol) (n=15) ve kuru toz inhaler (budesonid veya budesonid+formeterol) (n=8) başlanmış olanlar olarak 2 gruba ayrılmıştır. Grupların başlangıçta ve 3 ay sonraki SFT ve 3. ay AKT’leri karşılaştırılmıştır.Bulgular: Yaş ortalaması 42,6 olan 20-68 yaş arası 23 olgunun 15’i (%65,2) kadın, 8’i (%34,8) erkektir. Küçük hava yolu obstrüksiyonu olup ultra ince partiküllü inhaler ilaç kullanan olgular kuru toz inhaler kullananlarla karşılaştırıldığında 3 aylık erken dönemde istatistiksel anlamda sade- 28 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı KOAH SS070 Komorbiditelerin KOAH değerlendirme test (CAT) skoruna etkisi Sibel Atış Naycı, Eylem Sercan Özgür, Cengiz Özge, Yasin Duman, Ahmet İlvan Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin Günümüzde CAT, KOAH’ın bireysel olarak hastaların üzerindeki etkisini değerlendirmek için umut vaat eden bir yöntem olarak önerilmektedir. KOAH’lı hastalarda komorbiditelerin sık görüldüğü bilinmekle birlikte, bu komorbiditelerin CAT skoruna etkisi hakkında az sayıda bilgi mevcuttur. Bu çalışmada, stabil KOAH’lı hastalarda komorbiditelerin CAT ile değerlendirilen hastalığa spesifik sağlık durumu üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. CAT anketi yapılan 142 KOAH’lı hasta kesitsel olarak değerlendirildi. Stabil dönemde solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), vücut kütle indeksi, son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, doktor tanılı komorbiditeleri (DM, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kronik kalp yetmezliği, depresyon) kaydedildi. Çoklu regresyon analizi ile komorbiditelerin CAT skoruna etkisi değerlendirildi. Ortalama yaş 60.9 ±8.7, FEV1 %54.8±18.4 ve CAT skoru 14.16±7.4 idi. 97 hasta (%68.3) en az bir komorbiditeye sahipti. Kardiyovasküler hastalık (%60.8), metabolik hastalıklar (%40.2) ve anksiyete/depresyon (%21.6) en sık saptanan komorditelerdi. Komorbiditesi olan hastalarda olmayanlara göre CAT skoru anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Tek değişkenli analizde, komorbiditesi olan KOAH’lı hastalarda CAT skoru ile yaş ve dispne arasında pozitif, FEV1 ile negatif korelasyon (her bir değişken için p<0.001) saptanırken komorbiditesi olmayan KOAH’lı hastalarda bu parametrelerle korelasyon saptanmadı. Çok değişkenli analizde CAT skorunun ana bağımsız belirleyicileri ileri yaş, dispne ve herhangi bir komorbidite varlığı olarak bulundu. Bu veriler, KOAH’lı hastalarda CAT skoru üzerine FEV1 ‘in sadece sınırlı bir etkisinin olduğunu, ileri yaş, nefes darlığı ve komorbidite varlığının ise önemli katkısı olduğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: KOAH, komorbidite, KOAH değerlendirme testi, atak, hastane yatışı SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS071 Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Pratiğinde Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına Yönelik Tedavi Yaklaşımları Elif Şen1, Salih Zeki Güçlü2, Işıl Kibar3, Ülkü Bolol4, Hikmet Tereci5, Veysel Yılmaz6, Onur Çelik7, Filiz Çimen8, Füsun Topçu9, Meltem Orhun10, Aylin Konya11, İdilhan Ar11, Sevgi Saryal1 Ankara Üniversitesi Tıp Fakülresi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir İstanbul Hospital, İstanbul 4 Adana Prof. Dr. Nusret Karasu Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Adana 5 Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Samsun 6 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 7 Erzurum Nihat Kitapçı Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Erzurum 8 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 9 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 10 Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul 11 Novartis İlaç 1 2 3 Giriş ve Amaç: Türkiye’de KOAH tanı ve tedavi yaklaşımları konusunda yeterli veri olmadığından gerçek yaşam koşullarında, göğüs hastalıkları pratiğinde KOAH tanısı alan hastaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Türkiye’nin tüm bölgelerini temsilen 8 ildeki (Ankara 202, İzmir 236, İstanbul 316, Erzurum 108, Adana 131, Samsun 132 hasta) 11 merkezde (tıp fakültesi, eğitim- araştırma hastanesi, devlet hastanesi, özel hastane) yürütülen çalışmada; >=40 yaş, KOAH tanılı, son iki yıl içinde solunum fonksiyon testi ve sonraki 6 ay içerisinde KOAH tedavi bilgisine ulaşılan hastaların dosya verileri değerlendirilmiştir. Demografik özellikler, Eşlik eden hastalıklar Yaş ortalaması 62,4 olan, 75’inin sigara öyküsünün olmadığı, FEV1/ FVC %70’in üzerindeki 406 hastanın 308’inde eşlik eden hastalık bilgisine ulaşıldı, %86’sında en az bir eşlik eden hastalık vardı. %78,4’ü kardiyovasküler hastalıklardı. Tedavi: Hastaların 113’ü (%10) monoterapi, 224’ü (%19,9) ikili, 536’sı (%47,6) üçlü, 216’sı (%19,2) dörtlü tedavi alıyordu. Monoterapide en sık kullanılan bronkodilatör uzun etkili antikolinerjik (LAMA) idi. 26 hasta tek başına inhale kortikosteroid (İKS) kullanmaktaydı. İkili tedavide en sık İKS ve uzun etkili beta2 agonist (LABA) kullanılıyordu. Tedavisinde İKS bulunan hastaların oranı %84,3’tü. FEV1/FVC>=%70 olan hastalarda monoterapi, ikili, üçlü, dörtlü tedavi yaklaşımlarının dağılımı sırasıyla; %14,0, %24,4, %45,8, %13,1’di. FEV1/FVC>=%70 ve FEV1/FVC<%70 olanlarda LAMA, LABA+İKS, LABA+İKS+LAMA+metil ksantin (MTX) kullanımı her biri için sırasıyla %10,8- %4,2; %21,2- %10,8; %13,1- %22,5 idi. Sonuç: Gözlemsel niteliği ile klinik pratiği doğrudan yansıtan bu çalışmada; kılavuzlarda belirtilen tanı kriterlerine uyumu konusunda problem olduğu, komorbiditeler yönünden kayıtlarda yetersizlik olduğu, kardiyovasküler hastalıkların en sık görülen komorbidite olduğu, çoklu tedavi rejimlerinin sık tercih edidiği ve İKS kullanımının yaygın olduğu saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: Çoklu tedavi, gerçek yaşam, inhale kortikosteroid, KOAH tedavisi, kronik obstrüktif akciğer hastalığı KOAH tedavi yaklaşımlarının dağılımı Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri Özellikler n=1125 Yaş (yıl), Ort (SD) 62,8 (10,1) Erkek cinsiyet, n (%) 920 (81,8) Hastalık süresi (yıl), Ort (SD) FEV1/FVC (%), Ort (SD) 5,3 (5,4) 66,2 (16,3) FEV1/FVC>=%70, n (%) 406 (36) FEV1 (L), Ort (SD) 1,5 (1,6) FEV1 (%), Ort (SD) 50,2 (19,5) Sosyal güvence varlığı, n (%) 1074 (97,5) 20 paket yılı üzerinde sigara öyküsü olanlar, n (%) 784 (81,5) Sigara öyküsü olanlar, n (%) 973 (86,6) Halen sigara içenler, n (%) 329 (29,3) Sigarayı bırakmış olanlar, n (%) 644 (57,3) Hiç sigara içmemiş olan, n (%) 151 (13,4) Eşlik eden hastalık bilgisine ulaşılan hastalarda eşlik eden hastalıkların dağılımını gösteren tablo: Tablo 2. Eşlik Eden Hastalıklar SS072 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında Sürfaktan Protein D düzeyinin hastalık şiddeti ile ilişkisi Elif Şen, Fatma Çiftci, Gökçen Arkan, Duygu Acar, Sevgi Saryal Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Şekil 1. Tüm hastalara uygulanan KOAH tedavi yaklaşımlarını gösteren grafik Sürfaktan Protein D(SPD) tip 2 pnömositlerden salınan bir glikoproteindir. Surfaktan homeostazını sağlamanın yanısıra enfeksiyon ve allerjenlere karşı defans mekanizmasında önemli bir rol oynar. KOAH hastalarında serum SPD düzeyleri belirgin şekilde yüksektir. Bunun KOAH patogenezinde ve progresyonunda rolü olduğu düşünülmektedir. Bu klinik araştırmanın amacı akciğere özgün bir biyobelirteç olduğu düşünülen SPD’nin KOAH evresi ve şiddeti ile ilişkisini belirlemektir. Araştırmaya ortalama yaşları 63,67±9,16 olan 64(5K, 59E) KOAH hastası ve ortalama yaşları 53,80±8,23 olan 25(8K, 17E) sağlıklı kontrol alındı. Olguların ayrıntılı tıbbi öyküleri, sigara içim öyküsü, mesleksel maruziyet ve komorbiditleri sorgulandı. Laboratuvar testleri(hemogram, üre, kreatinin, ast, alt, lipid profili, CRP), arter kan gazı, akciğer grafisi, solunum fonksiyon testleri(spirometri, difüzyon testi, akciğer volümleri) ve egzersiz Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 29 SÖZEL SUNUMLAR testi(altı dakika yürüme testi) yapıldı. Hastaların KOAH değerlendirme testi(CAT), Charlson Komorbidite ve StGeorge Yaşam Kalitesi Anketini skoru belirlendi. KOAH grubu GOLD’a göre evrelendiğinde evre 1’de 1(%1,7), evre 2’de 41(%68,3), evre 3’de 12(%20) ve evre 4’de 6(%10) hasta vardı. 6DYT mesafesi 454,94±104,12 metre bulundu. CAT skoru 11,5±8,24 hesaplandı. KOAH grubunun BMI’i (27,36±4,41) kontrol grubundan(29,49±4,00) düşük bulundu(p<0,05). SPD düzeyi KOAH grubunda(171,85±113,00), kontrol grubundan(106,80±46,68) anlamlı olarak yüksek bulundu(p<0,05). SPD düzeyi yaş, BMI, sigara, mesleksel maruziyet ile ilişkili bulunmadı. KOAH evreleri ve SPD arasında anlamlı ilişki saptanmadı.SPD ile pCO2 arasında istatsitiksel olarak anlamlı ilişki saptandı(r:0,325;p:0,020). SPD ile sırasıyla FEV1(L), FEV1 yüzdesi ve FEV1/FVC oranı arasında negatif ilişki görüldü(r:-0,266 p:0,042; r:-0,324; p:0,013; r:-0,343; p: 0,008). Ayrıca difüzyon kapasitesi ile SPD arasında negatif ilişki saptandı(r:-0,283; p: 0,034).Sonuç olarak SPD, KOAH’da solunum fonksiyon kaybı, karbondioksit düzeyi ve difüzyon kapasitesi ile ilişkilidir. Anahtar Kelimeler: Sürfaktan protein d, KOAH, solunum fonksiyonu TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo. GOLD A,B,C,D grupları arası karşılaştırmalar A B C D p değeri %FVC 92,27±2,47 93,60±3,07 75,33±4,06 67,32±3,17 <0,001 %FEV1 70,48±1,99 64,43±1,34 47,13±4,41 38,12±2,57 <0,001 FEV1/FVC 60,60±1,13 55,80±1,43 47,53±2,30 43,63±1,98 <0,001 %RV 147,97±6,19 145,60±7,11 180,53±16,18 198,68±13,90 <0,001 RV/TLC 49,75±1,29 49,39±1,65 59,80±3,13 62,37±2,59 <0,001 PaO2 68,0±1,56 63,86±1,48 61,87±2,34 59,70±2,53 0,01 38,14±0,54 35,96±1,19 37,88±1,19 40,57±1,10 0,01 442±15,03 400,60±23,16 <0,001 6,86±0,32 15,76±0,90 <0,001 PaCO2 6 dakika yürüme mesafesi CAT skoru 504,14±12,58 470,85±18,47 4,75±0,44 17,04±1,44 SS073 SS074 GOLD A, B, C, D gruplarında solunum fonksiyon testleri, egzersiz kapasitesi ve sağlık durumu KOAH’ta fiziksel aktiviteyi etkileyen faktörler Elif Şen, Fatma Çiftçi, Gökçen Arkan, Duygu Acar, Pınar Önen, Banu Gülbay, Öznur Yıldız, Turan Acıcan, Sevgi Saryal, Gülseren Karabıyıkoğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) değerlendirme hastalık ağırlığı, sağlık durumuna etkileri, gelecek riskleri belirlemeyi hedeflemektedir. GOLD rehberinde hastalığın birleşik değerlendirmesine dayalı olarak A,B,C,D grupları tanımlanmıştır. Bu çalışmada A,B,C,D sınıflandırmasına göre hastalık ağırlığı belirlenen KOAH’lı hastalarda solunum fonksiyon testleri, egzersiz kapasiteleri ve sağlık durumunun değerlendirilmesi amaçlandı.Yöntem: Çalışmaya KOAH tanısı konulan 93 erkek, 7 kadın hasta alındı. Demografik veriler kaydedildi. Spirometrik akım hızları, pletismografik olarak akciğer hacimleri, arter kan gazları ölçüldü ve altı dakika yürüme testi yapıldı. SPSS 11.0 paket programı kullanılarak gruplararası karşılaştırmalarda normal dağılıma uyan parametrelerde tek yönlü ANOVA, uymayanlarda ise nonparametrik olarak bağımsız grup karşılaştırması yapıldı, sayısal değişkenler arası korelasyon ilişkisine bakıldı.Bulgular: Ortalama yaş 63,73±9.11, BMI 26,23±4,22, %FVC 83,80±18,84, %FEV1 57,50±18,15, FEV1/FVC 53,29±10,62, %TLC 108,73±19,17, %RV 164,99±54,97, RV/TLC 54,25±11,40 olarak bulundu. A,B,C,D grupları arasında yaş, BMI, paket-yıl, %TLC, pH ortalamaları arasında anlamlı farklılık saptanmadı. %FVC, %FEV1, FEV1/ FVC, %RV, RV/TLC, PaO2, PaCO2, 6 DY mesafesi, CAT skorları gruplararasında farklılık göstermekteydi (tablo-1). Hastaların CAT skorları ile %FEV1 (r = -0,31, p=0,001), FEV1/FVC(r = -0,28, p=0,01), PaO2(r = -0,23, p=0,03), 6 DY mesafesi(r = -0,26, p=0,01) arasında anlamlı negatif korelasyon olduğu belirlendi.Sonuç: Bu çalışmada; GOLD A,B,C,D sınıflandırmasında ekspiratuar akım kısıtlanması, akciğer hacimleri, arter kan gazları, egzersiz kısıtlanmasında gruplar arasında farklılıklar olduğu gösterildi. Bu yaklaşımda kullanılması önerilen CAT skorunun ekspiratuar akım kısıtlanması, hipoksemi ve egzersiz kapasitesi ile ters orantılı olduğu belirlendi. Sonuç olarak hastalığın değerlendirilmesinde kullanılması önerilen bu yaklaşımda, hastalığın fizyopatolojik etkileri gruplar arasında farklılık gösterebilmektedir. Anahtar Kelimeler: KOAH, GOLD evre, solunum fonksiyonları, CAT skoru, altı dakika yürüme testi 30 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Ezgi Özyılmaz, Yasemin Soydaş, Gülsüm Tezçağırır, Müjde Ocak, Ali Kocabaş Giriş:KOAH’ta düşük fiziksel aktivitenin mortalite,morbidite üzerine ciddi olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Fiziksel aktiviteyi etkileyen pek çok faktör tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı stabil KOAH’lı hastalarda fiziksel aktivite düzeyini etkileyen faktörlerin değerlendirilmesidir.Yöntem: Şubat 2010- Ekim 2011 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, halen sigara içen veya bırakmış 248 stabil hasta alındı. Hastaların klinik, demografik özellikleri ve komorbiditeleri kaydedildikten sonra solunum fonksiyon testleri, 6 dakika yürüme testleri yapıldı, MMRC dispne skorları ve BODE indeksleri hesaplandı. Fiziksel aktivite düzeylerinin değerlendirilmesi için “Uluslar arası Fiziksel Aktivite Anketi kısa form-7 gün” Türkçe versiyonu kullanıldı. Düşük fiziksel aktivitenin risk faktörlerinin belirlenmesi için çok değişkenli analiz kullanıldı. Bulgular: KOAH’lı hastaların %76.2’sinde düşük fiziksel aktivite varlığı saptandı. Fiziksel aktivite düzeyine göre orta ve yüksek FA olan hastalarla karşılaştırıldığında; düşük FA olan hastaların daha yaşlı, eğitim düzeyi daha düşük, daha yoğun sigara içicisi ve SFT parametrelerinin (pre ve postbronkodilatör FEV1(L) ve (%), pre ve postbronkodilatör FVC(L) ve (%), FEV1/FVC, DLCO, RV/TLC tümünün) istatistiksel anlamlı düzeyde daha düşük olduğu bulundu. Ayrıca, MMRC>=2 olan, BODE indeks>=2, komorbidite sayısı>=3 olan hastalarda düşük fiziksel aktivite görülme sıklığının anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulundu. Yaşa ve cinsiyete göre düzeltilmiş çok değişkenli analiz sonuçlarına göre düşük eğitim düzeyi (OR:2.12;%95 CI 1.05-4.28)(p=0.028), düşük post FEV1 (L)(OR:2.04;%95 CI 1.16-3.59)(p=0.013), MMRC skorunun>=2 olması (OR:4.94;%95CI 1.40-17.34)(p=0.013) düşük fiziksel aktivitenin bağımsız göstergeleri olarak bulundu. Tartışma: Sonuçlarımız düşük FA için risk faktörüne sahip olan hastalara verilecek eğitim ve önerilerin daha güçlü yapılması ve uygulanacak tedavi ve takiplere daha çok özen gösterilmesi gerekliliğini düşündürmüştür. Anahtar Kelimeler: KOAH, düşük fiziksel aktivite, risk faktörleri SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI SS075 Astımlı çocuklarda lökotrien reseptör antagonistlerinin yan etkileri Semiha Bahçeci Erdem, Hikmet Tekin Nacaroğlu, Canan Şule Karkıner, İlker Günay, Demet Can Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniği, İzmir Giriş: Lökotrien reseptör antagonistleri (LTRA) on yıldan fazladır astım tedavisinde yaygın şekilde kullanılan ilaçlardır. Lökotrien reseptör antagonistlerinin kullanımı arttıkça yan etkileri ile ilgili bilgilerimiz de artmaktadır. Amaç: Çalışmamızda LTRA kullanan astımlı hastalarımızda gözlediğimiz yan etkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: 5 yıllık bir dönemde astım ya da early wheezing nedeniyle sadece LTRA tedavisi başlanan 1024 hasta çalışmaya alınmıştır. Bu hastalarda lökotrien reseptör antagonistlerinin yan etkileri retrospektif olarak araştırılmıştır. Yan etkiler psikiyatrik ve non-psikiyatrik diye 2 ye ayrılmıştır. Bulgular: Yan etki gözlenen toplam 41 (%4) hastanın %67,5’i erkek ve yaş ortalaması 6,5 yaş bulunmuştur. Astımlı hasta %63,41, early wheezingli hasta %36,58 idi. Yan etkilerin ortaya çıkmasında hastanın cinsi, yaşı ve tanısının (early wheezing ya da astım olması) etkili olmadığı saptanmıştır. Yan etkilerin ortaya çıkma süresi ortalama ilk 1 ay idi. En sık görülen psikiyatrik yan etki hiperaktivite, nonpsikiyatrik yan etki ise karın ağrısı olarak kaydedildi. Sonuç: Çocuklarda lökotrien reseptör antagonistlerinin yan etkileri sık görülmektedir. Bu nedenle hastalar yan etkiler açısından tedavinin başında bilgilendirilmeli ve belirli aralıklarla değerlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Lökotrien reseptör antagonistleri, yan etki, astım Şekil 1. Tüberküloz hastaları ve kontrol grubunun katelisidin düzeyleri (0.95±1.33 ng/mL ve 0.35±0.51 ng/mL, p=0.01) SS076 Akciğer tüberkülozlu çocuklarda bronkoalveolar lavaj sıvısında antimiktobiyel peptit cathelicidin (LL- 37) ve β-defensin 2 düzeyleri Erkan Çakır1, Emel Torun2, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu3, Esin Çetin Aktaş4, Ufuk Topuz3, Günnur Deniz4 Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 2 Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi Bilim Dalı, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul Şekil 2. Tüberküloz hastaları ve kontrol grubunun defensin düzeyleri 1 Giriş: Antimikrobiyal peptit cathelicidin LL- 37 /hCAP-18 ve human β-defensinler (hBD) solunum yolunun mikroplara karşı doğal bağışıklık cevabında anahtar roloynamaktadırlar. Bu çalışmanın ana amacı bronkoalveolar lavaj (BAL) sıvısında akciğer TB’lu çocukların LL- 37 and hBD- 2 düzeylerinin kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır.Metod: Belirtilen peptitlerin konsantrasyonları immunosorbent assays (ELISAs) yöntemi ile ölçülmüştür.Sonuçlar: Çalışmaya 40 TB hastası ve 40 sağlıklı kontrol alınmıştır. Hastaların ortalama yaşları sırasıyla 9.2±4.7 ve 8.3±4.2 (p=0.97) olarak bulunmuştur. İki grup arasında cinsiyet, vücut kitle indeks skoru, relatif tartı ve vitamin D düzeyleri bakımından fark bulunamamıştır. TB’lu hastaların LL-37 seviyeleri kontrol grubuna göre istatistiki olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (0.95±1.33 ng/mL ve 0.35±0.51 ng/mL, p=0.01, t=2.54). TB’lu hastaların hBD- 2 seviyeleri de kontrol grubuna göre yüksek bulunsa da istatşistiki anlamlılığa erişmediği görülmüştür (0.30±0.58 ng/mL ve 0.14±0.30 ng/mL, p=0.11). LL- 37, hBD-2 ve vitamin D düzeyleri arasında korelasyon bulunamamıştır.Sonuç: Sonuçlarımız LL- 37 and hBD-2’nin çocukluk çağı akciğer TB patogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Bilgilerimize göre çalışmamız literatürde konu ile ilgili çocuklarda yayınlanan ilgili ilk rapordur. Anahtar Kelimeler: Antimikrobiyal peptit, çocuk, defensin, katelisidin, tüberküloz SS077 Hışıltılı Çocuklarda Sigara Maruziyetinin Nazal Anti-Oksidan Düzeylerine Etkisi Özge Yılmaz1, Ahmet Türkeli1, Ece Onur2, Sema Bilge2, Hasan Yüksel1 1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Solunum ve Allerji Bölümü, Manisa 2 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Manisa Giriş: Hışıltılı çocuklarda pasif sigara maruziyeti var olan akciğer hasarı ve inflamasyonunu arttırır. Hışıltılı çocukta sigara maruziyeti kronik obstrüktif akciğer hastalığına (KOAH) benzer şekilde oksidan strese neden olabilir. Bu nedenle sigara maruziyetinin hışıltılı çocuklarda antioksidanlarda önemli ölçüde azalmaya neden olması beklenebilir.Amaç: Çalışmamızın amacı pasif sigara maruziyetinin hışıltılı çocuklarda antioksidan glutatyon seviyesine etkisini incelemektir.Yöntem: Polikliniğimizde izleme alınan 150 hasta çalışmaya alındı. Son iki ayda inhale ya da sistemik steroid kullanmış olan ve konjenital kalp hastalığı ya da kronik akciğer hastalığı olanlar dışlandı. Olguların sosyodemografik özellikleri, hışıltı başlangıç zamanı ve semptom skoru kaydedildi, nazal lavaj ve serum örneği alındı. Glutatyon ve kotinin düzeyleri belirlendi. Kotinin seviyesinin 10 ng/mL den yüksek olması pasif sigara maruziyeti göstergesi olarak kabul edildi. Semptom skoru ve serum glutatyon düzeyi pasif sigara maruziyeti olan ve olmayan iki grupta karşılaştırıldı. Bulgular: Olguların 36’sında pasif sigara maruziyeti vardı. Gruplar arasında anlamlı yaş farkı yoktu (sırasıyla 18.5 ± 8.2 ve 19.5 ± 8.9 ay, Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 31 SÖZEL SUNUMLAR p=0.59). İlk hışıltı zamanı ve serum Ig E düzeyleri iki grup arasında benzerdi (sırasıyla p=0.94 ve p=0.83). Ancak bronşiolit semptom skoru sigara maruziyeti olanlarda anlamlı yüksekti (sırasıyla 1.6 ± 0.9 ve 0.9 ± 0.9, p<0.001). Glutatyon düzeyi sigara maruziyeti olan olguların nasal lavajında anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla 1.6 ± 0.8 ve 1.3 ± 0.6). Sonuç: Pasif sigara maruziyeti hışıltılı çocuklarda ciddi solunum sistemi belirtileri ile beraberdir ve nazal lavaj glutatyon düzeyinin beklenmedik şekilde artışı ile ilişkilidir. Bu durum oksidan strese karşı gelişen kompanzasyon mekanizmalarının sonucu olabilir. Anahtar Kelimeler: Hışıltılı çocuk, pasif sigara maruziyeti, epitel bariyer bozukluğu, antioksidan stres SS078 Akut Bronşiolit’te Hipertonik Salin Tedavisinin Etkinliği: Randomize Çift Körlü Bir Çalışma Oya Koker, Şebnem Özdoğan, Gülşen Köse, Yıldız Yıldırmak İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, İstanbul Amaç: Çalışmamızda hastanemiz süt çocuğu kliniğinde hafif ve orta ağırlıkta ilk atak akut bronşiolit tanısıyla yatan olgularda normal salin, %3 ve %5 hipertonik salin ile verilen salbutamol tedavisinin etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık. Yöntem: Yaşları 1-24 ay arasında, akut bronşiolit tanısı ile hastanede yatarak tedavi olan süt çocuklarında randomize, çift körlü bir çalışma planladık. Çalışmaya katılan 69 olguya normal salin, %3 hipertonik salin ve %5 hipertonik salin salbutamol ile günde 3 kez randomize olarak verildi. Olguların hastaneye yatışta, 48. saatte ve taburculuk sırasında modifiye solunum değerlendirme skoru belirlendi. Solunum skorunda değişiklik ve hastanede yatış süreleri karşılaştırıldı.Bulgular: Akut bronşiolit tanısı ile hastaneye yatırılan toplam 69 bebeğin (E:47 ve K:22) ortama yaşı 7,1± 5,48 ay idi. Oluşturulan üç tedavi grubunun demografik özellikleri, tedavi öncesi solunum skoru, RSV test pozitiflik oranı benzerdi (p>0,05). Tedavinin 48. saatinde yapılan değerlendirmede; %5 hipertonik salin-salbutamol kombinasyonu verilen grupta modifiye solunum skoru düşük bulundu ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.125). Taburculuk sırasında; %5 hipertonik salin verilen grupta modifiye solunum skoru diğer gruplara göre anlamlı olarak düşük bulundu (p< 0.05). Hastanede yatış süreside %5 hipertonik salin verilen grupta daha düşük (4,0±1,3 gün) olup istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Sonuç: Nebülize %5 hipertonik salin salbutamol ile kombine verildiğinde hafif ve orta bronşiolit tanılı olgularda semptomatik iyileşme sağladığı gibi hastanede yatış süresini anlamlı olarak kısaltmıştır. Anahtar Kelimeler: Akut bronşiolit, hipertonik salin, çocuk SS079 Bronşiolitis obliterans tanılı çocuk hastaların antimikrobiyal peptid Cathelicidin (LL-37) ve Human β2 Defensin düzeyleri Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Yasemin Gokdemir2, Seda Zeynep Uyan3, Abdurrahim Kocyigit4, Emel Torun5, Bulent Karadag2, Refika Ersu2, Fazilet Karakoc2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 3 Kocaeli Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul 5 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Antimikrobiyal peptidler (AMP) doğal immun sistemin en önemli bileşenlerinden olup hava yolu ile ilgili birçok hastalıkta önemli rol oynamaktadırlar. Değişik immun fonksiyonu olan bu peptidlerin düzeyleri farklı solunum yolu patolojilerinde araştırılmış olmasına rağmen bronşiolitis obliteranslı (BO) çocuklarda AMP düzeyleri ile ilgili çalışma bulunmamaktadır. Amaç: BO çocuk hastaların katelisidin ve defensin düzeylerinin saptanması ve bunların kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmaktadır. 32 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ Metod: Çalışmaya çok merkezli olarak, 2012-2013 Eylül tarihleri arasında tanı konan 0-16 yaş arası çocuklar dahil edildi. Kontrol grubu yine aynı yaş grubunda sağlıklı çocuklardan oluşturuldu. Serum cathelicidin (LL37) ve β2 defensin düzeyleri ELISA yöntemi ile çalışıldı.Bulgular: Çalışmaya %67 erkek toplam 63 BO hastası alındı. Hastaların ortalama yaşı 74±58 ay idi. Kontrol grubuna toplam 35 çocuk alındı. Kontrol grubu ile çalışma grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Çalışma grubunda cathelicidin düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu. (p<0.001). Beta 2 defensin düzeyleri açısından anlamlı fark bulunmadı (p> 0.05). Kontrol grubu çalışması hala devam ettiğinden ön rapor olarak çalışma sunuldu.Sonuçlar: Çalışmamız postenfeksiyöz BO’lu çocuklarda antimicrobiyal peptidlerin düzeylerine dair ilk çalışmadır. Ön rapora göre cathelicidin düzeyleri BO’lu hastalarda belirgin yüksek çıkmıştır. BO’lu hastaların immun sisteminde AMP’lerin önemli rol oynayabileceği düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşiolitis obliterans, cathelicidin, defensin SS080 Çocukluk çağında kronik öksürük: 505 olgunun analizi Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Emel Torun2, Aysegül Dogan Demir2, Mehmet Kucukkoc2, Selcuk Uzuner2, Ufuk Erenberk2, Mustafa Atilla Nursoy3, Emin Ozkaya3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Alerji Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Kronik öksürük çocukluk çağında yaş gruplarına göre çeşitli etyolojilerle oluşabilmektedir. Çalışmamızda; kronik öksürük olgularının demografik, klinik ve etyolojik özellikleri prospektif incelendi.Metod: Çocuk Sağlığı, Çocuk Göğüs Hastalıkları ve Çocuk Allerji bölümlerine Ekim 2012-2013’de, 1 aydan uzun süreli öksürükle gelen hastalar çalışmaya alındı. Demografik, klinik ve etyolojik özellikleri analiz edildi.Bulgular: Çalışmaya %50,5 i kız toplam 505 hasta alındı. Hastaların %23’ü 0-2 yaş, %40’ı 2-6 yaş ve %37’si 6 yaş üstü idi. Eşlik eden en sık semptomlar hırıltı ve balgamdı. Hastaların %51’inde RHY atağı, %32’sinde horlama, %16’sında sık sinüzit ve otit, %14’ünde ise kronik burun akıntısı vardı. Hastaların %60’ında ailede astım öyküsü mevcuttu. Muayenede %20 ronküs, %17 wheezing, %17 ekspiryumda uzama, %4 solunum seslerinde azalma, %12 tonsil hipertrofisi, %7 pürülan geniz akıntısı vardı. Hastaların aldıkları tanılar: atopik astım (%37,9, n= 181), allerjik rinit ve konjonktivit (%27,7, n=140), erken başlangıçlı wheezing (%4,8, n=18), viral tetiklenen RHY (%17,8, n=90), pnömoni ve bronkopnömoni (%13,9, n=52), laringotrakeomalazi (%1, n=3), bronşektazi (%6,3, n=32), kistik fibrozis (%5,1, n=26), rinosinüzit (%6,3, n=32), reflü aspirasyon (%8,3, n=31), tüberküloz (%5,1, n=26), bronşiolitis obliterans (%5,3, n=27), kronik persistan pnömoni (%11,6, n=59), psikojenik öksürük (%5,3, n=27), postnatal akıntı (%4,3, n=22), yabancı cisim (%1, n=4), konjenital hastalık (%1, n=5), postviral öksürük (%1,8, n=9), kronik tonsillit (%1.4, n=7), adenoid vejetasyon (%11,6, n=59), viral enfeksiyon sonrası (%1.8, n=9) idi.Sonuç: Çalışmamızda; çocukluk yaş grubunda en sık kronik öksürük sebebi astım, alerjik rinit ve viral tetiklenen RHY idi. Bu yaş grubunda kronik öksürüklerin çok çeşitli hastalıklardan kaynaklandığı görüldü. Anahtar Kelimeler: Çocuk, kronik öksürük, etyoloji SS081 Astım Tanısı ile İzlenen Çocuklarda Vitamin D Düzeyinin Mevsimle İlişkisi Şebnem Özdoğan, Gizem Sarı, İbrahim Hakkı Aktan, Belma Aydın, Canan Irmak Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Amaç: Vitamin D düzeyinin astımla ilişkisi konusunda bir uzlaşma yoktur. Son yıllarda astım ile vitamin D ilişkisini gösteren pek çok çalışma yapılmıştır. Astım tanısı ile izlenen çocuklarda vitamin D düzeyi ve mevsimle ilişkisi konusunda bir araştırma planladık.Yöntem: Astım tanısı ile izlenen yaşları 8-17 arasında olgular çalışmaya alındı. Olguların kış SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ mevsiminde (Ocak, Şubat, Mart) ve yaz sonunda (Ağustos, Eylül, Ekim) hem vitamin D (serum 25 hidroksi vitamin D3) düzeyleri ölçüldü hem de solunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. Vitamin D düzeylerinin mevsimle değişimi ve SFT arasındaki ilişki incelendi.Bulgular: Astım tanısı ile izlenen 56 çocuk (E: 26, K: 30, ortalama yaş: 11,9±1,97) çalışmaya alındı. Kış döneminde bakılan ortalama vitamin D düzeyi:13,36±6,31 ng/ml bulundu. Kış dönemindeki vitamin D düzeyi ile SFT ve astım kontrolü arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Vitamin D düzeyi yaz sonunda ortalama 22,89±7,83 ‘e çıktı. Bu artış erkeklerde %74,6 iken, kızlarda %163,7 idi. Yaz sonunda bakılan vitamin D düzeyi ile SFT arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Sonuç: Vitamin D düzeyi cinsiyete ve mevsime göre değişiklik göstermektedir. Vitamin D düzeyi ile solunum fonksiyon testleri arasında anlamlı bir ilişki gösterilememiştir. Anahtar Kelimeler: Vitamin D, mevsimsel değişim, çocuk, astım SS082 Çocuk uyku laboratuarında polisomnografi yapılan çocukların klinik ve polisomnografik özellikleri Hatice Ezgi Aksu1, Yasemin Gökdemir2, Ela Erdem Eralp2, Nilay Baş İkizoğlu2, Fazilet Karakoç2, Bülent Karadağ2, Refika Ersu2 cıyla yapılmaktadır. Çalışmamızda plikasyon cerrahisi sonrası hastaların Solunum Fonksiyon Testi (SFT) değerlerinde meydana gelen değişiklikler ışığında, diyafragma plikasyonunun solunuma katkısının bulunup bulunmadığının saptanması amaçlanmıştır.Metod: Kliniğimizde diyafragma evantrasyonu veya paralizisi nedeniyle diyafragma plikasyonu operasyonu yapılan toplam 16 olgu prospektif olarak incelendi. Olguların hastanemize kabulü sırasında ve kontrol dönemlerinde çekilen PA akciğer grafileri üzerinde, geliştirdiğimiz hesaplama yöntemi ile diyafragma evantrasyonu miktarları hesaplanarak kayıt altına alındı. Preoperatif ve postoperatif kontrol dönemlerinde yapılan solunum fonksiyon testlerindeki restriktif solunum yetmezliği parametrelerinin (FEV1, FVC) değişim miktarları ile evantrasyon seviyesi değişim miktarları istatistiksel analiz yöntemleri kullanılarak karşılaştırıldı. Postoperatif 12. ay kontrolünde olguların preoperatif ve postoperatif semptom seviyelerine yönelik olarak “daha iyi - aynı - daha kötü” cevap seçeneklerini içeren memnuniyet anketi ile olguların SFT değişim miktarları arasındaki uyumluluk incelendi. Sonuç: Preoperatif değerlere göre evantrasyon miktarında postoperatif 1, 6 ve 12. aylarda %19 - 23 arasında değişen azalma saptandı. Buna karşılık FEV1 (lt) değerlerinde ortalama en fazla 0,2 lt, FVC (lt) değerlerinde ise ortalama en fazla 0,25 lt artış tespit edildi. Yorum: Sonuç olarak özellikle yetişkin hasta grubunda ve tek taraflı diyafragma evantrasyonlarında operasyon için hasta belirlenmesinde daha seçici davranılması; evantre diyaframın mediastinal şift veya solunum yetmezliği kliniği oluşturduğu olgularda cerrahi düşünülmesinin daha uygun olduğu kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Diyafragma, Evantrasyon, Paralizi, Plikasyon Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları basit horlama ile ağır uyku apne sendromu arasında geniş bir spektrum oluşturur. Uyku ile ilişkili problemlerin ortaya konmasında kesin tanı yönemi polisomnografidir (PSG). Bu çalışmanın amacı kliniğimizde PSG yapılan pediatrik hastaların değerlendirilmesidir.Metod: Mart 2012 tarihinden itibaren kliniğimizde PSG yapılan 133 hastanın demografik verileri, Pediatrik uyku anketi, Pittsburgh uyku anketi ve polisomnografi sonucu değerlendirildi. Bulgular: Yaş ortalaması 8.5±4.7 olan hastaların 71’i (%53) erkek idi. Hastaların %50’sinde kronik horlama, %43.7 sinde ise nefeste durma olduğu aileler tarafından bildirildi. Ortalama pediatrik uyku anketi (PSQ) puanı 0.4±0.2, Pittsburgh uyku anketi puanı ise 5.7±3.5 idi. Polisomnografi endikasyonu olarak ilk sırada %41 ile kronik horlama ve apne, ardından kronik akciğer hastalığı ve iskelet deformiteleri %9.4’er sıklıkta gelmekte idi. Hastaların %40.8’inde polisomnografi normal, %10,4’ünde hafif, 6.4’ünde orta, 18.4’ünde ağır obstrüktif uyku apnesi (OSA), %2.4’ünde ise santral uyku apnesi saptandı. Kronik horlaması olan hastalarda obstrüktif apne hipopne indeksi (OAHİ) anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0.023). PSQ puanı arttıkça OAHİ’nin arttığı saptandı (p=0.016). Pittsburgh skoru ile OAHİ arasında korelasyon saptanmadı (p=0.91). Anne veya baba horlaması ile OAHİ arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p=0.85, p=0.69). Hastaların %39.8’ine polisomnografi sonrası tedavi başlandı. En sık başlanan tedaviler BİPAP (%37.2), nazal steroid (%27.9) ve oksijen (%11.6) tedavisi idi. Sonuç: PSG uyku ile ilişkili problemlerin ortaya çıkarılarak tanı konulması ve tedavi başlanmasında gerekli bir tetkiktir. Anahtar Kelimeler: Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları, polisomnografi, çocuk GÖĞÜS CERRAHİSİ SS083 SS084 Bronşektazide Cerrahi Tedavi S Erkmen Gülhan, Leyla Nesrin Acar, Ertan Aydın, Pınar Bıçakçıoğlu, Ülkü Yazıcı, Göktürk Fındık, Sadi Kaya, Ali Beyoğlu Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara Amaç: Solunum yolu enfeksiyonlarının gelişmiş medikal tedavisi sonucu bronşektazi sıklığı azalmıştır. Ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde halen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bronşektazinin cerrahi tedavisi de bu ülkelerde önemli rol oynar. Bu çalışmamızda, retrospektif olarak incelediğimiz bronşektazi hastalarımızdaki cerrahi sonuçlarımızı sunduk. Yöntemler: Kliniğimizde Ocak 1991 ile Aralık 2012 tarihleri arasında bronşektazi tanısı ile rezeksiyon yapılan 1273 hasta yaş, cinsiyet, etyolojik faktörler, semptomlar, lokalizasyon, uygulanan cerrahi yöntemler ve uzun dönem takip sonuçları açısından retrospektif olarak değerlendirildi.Sonuçlar: Çalışmaya alınan 1273 hastaya (627 erkek, 646 kadın) 1308 operasyon uygulandı. Hastaların ortalama yaşı 30.19 (3-73 yaş) idi. Otuz beş hasta bilateral hastalığından dolayı bilateral operasyon yapıldı. En sık semptom öksürük (1085;%85.23) idi. Uygulanan cerrahi Yöntemler: Lobektomi (655;%50.07), pnömonektomi (175;%13.37), segment rezeksiyonu (106;%8.1), bilobektomi (82;%6.26), lobektomi ve segmentektomi (290;%22.17). Postoperatif mortalite görülmedi ve 122 hastada 128(%9.58) postoperatif komplikasyon görüldü. Hastaların 1225’i(%96.22) takip edilebildi. Bu hastaların ortalama takip süresi 4.3 yıl (6 ay-10 yıl) idi. Ameliyattan sonra 751(%61.3) hastada asemptomatik, 437(%35.67) hastada iyileşme ve 37(%3.02) hastada cevap alınamadığı veya kötüleşme olduğu görüldü. Sonuç: Bronşektazide seçilmiş hastalarda cerrahi tedavi önemlidir ve kabul edilebilir morbidite ve mortalite oranlarına sahiptir. Anahtar Kelimeler: Bronşektazi, rezeksiyon, lobektomi, pnömonektomi Diyafragma evantrasyonunda cerrahi plikasyon gereklimidir? Serdar Özkan1, Ülkü Yazıcı2, Ertan Aydın2, Nurettin Karaoğlanoğlu2 Siirt Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Servisi, Siirt Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara 1 2 Amaç: Diyafragma plikasyonu cerrahisi, evantre diyafragma nedeniyle meydana gelen mediastinal şift, atelektazi ve akciğerde ventilasyon/perfüzyon uyumsuzluğu sonucunda oluşan dispneyi ortadan kaldırmak ama- Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 33 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS085 SS086 Akciğer Kist Hidatik Tedavisinde Videotorakoskopik Yöntemin Kullanılması Acık Cerrahi Yapılan Pektus Ekskavatumlu Hastalarında Gelişen Rekürrenste Nuss Operasyonu Levent Alpay1, Tunç Laçin1, İlhan Ocakçıoğlu2, Serdar Evman1, Mustafa Vayvada1, Talha Doğruyol1, Hakan Kıral1, Volkan Baysungur1, İrfan Yalçınkaya1 Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Van 1 2 Amaç: kliniğimizde akciğer kist hidatiğinde minimal invaziv cerrahi ve torakotomi uygulanan hastaları karşılaştırarak iki teknik arasındaki avantaj ve dezavantajları ortaya çıkarmaya çalıştık. Metod: Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi’nde 2011 Ocak 2013 Ocak tarihleri arasında toplam yetmiş yedi (53 erkek, 24 kadın) hasta akciğer kist hidatiği nedeniyle opere edildi. Hastalarda yaş, drenaj, dren çekme süresi, kist çapı, operasyon süresi, kist sayısı, kist yerleşim bölgesi (periferik, santral), kistin yerleştiği lob, yoğun bakım yatış süresi, eritrosit süspansiyonu replasmanı gerekliliği, komplikasyon, taburculuk süresi, narkotik analjezik kullanma süresi ve vizüel analog skala (VAS) açısından istatistiki analiz gerçekleştirildi. Bulgular: 47 hastaya (%61.0) torakotomi yapıldı, 30 hasta (%38.9) video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) ile opere edildi. Sekiz hastada operasyona VATS ile başlandı, ancak sonrasında torakotomiye dönüldü. Torakotomi grubunun drenaj miktarı, dren çekilme süresi, operasyon süresi, multiple ve/veya santral kist görülme oranı, narkotik analjezik kullanma süresi ve VAS skorları VATS grubundan istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek saptandı (p<0.05). Postoperatif olarak her iki grupta da mortalite görülmedi. Torakotomi grubunda iki, VATS grubunda dört hastada komplikasyon gelişti. Her iki grubumuzda da hastaların takiplerinde nüks gözlenmedi. Sonuç: Torakoskopinin yaygın olarak kullanıldığı günümüzde paraziter bir hastalık olan AKH’nin cerrahi tedavisinde VATS kullanılmasının uygun olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Video torakoskopik cerrahi, kist hidatik, akciğer Tablo 1. Grupların Karakteristikleri Mehmet Bilgin Erciyes Üniversitesi, Kayseri Amaç: Pektus Ekskavatumlu hastalarda Ravich operasyonu(Acık Cerrahi) sonrası deformitenin tekrarlaması olasılığı vardır. Bu çalışmada tekrarlayan deformitelerde uygulanan Minimal invazıv cerrahi olan Nuss procedürü tartışılmıştır. Gereç ve Yöntemler: 2006 Yılından sonra kliniğimizde Pektus Ekskavatumlu hastalara Minimal invaziv Cerrahi(MIRPE) olarak bilinen Nuss Operasyonu uygulanmaya başlanmıştır. 2006 Haziran-2013 Aralık ayı sonuna kadar 110 hastaya Nuss operasyonu yaptık. Nuss operasyonu yaptığımız hastalardan 12’si ise daha önce Pektus ekskavatum nedeni ile Acık cerrahi prosedür olan ve Ravich operasyonu olarak adlandırılan cerrahi operasyonu geçirmiş ve deformiteleri tekrarlayan hastalar idi. Bu hastalar Retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastalardan 4’ü kadın 8’i Erkekti ortalama yaşları16.2 olarak bulundu. Bu hastalardan En erken deformitesi tekrarlayan 14 yaşında idi ve üç yıl önce ravich operasyonu yapılmıştı. Hastaların kliniğimize başvuru süreleri ilk ameliyattan ortalama3.7 yıl sonra idi. Bu vakalardan 7’si daha önceki ameliyatlarını da aynı klinikte olmuşlardı. Kalan 5 hasta farklı kliniklerde ameliyat olmuşlardı. Bu Hastalara yapılan Nuss operasyonlarından birinde Ameliyat sonrası tansiyon pnomotoraks gelişti ve göğus tüpü takıldı. Üç hastada ise ileri derecede yapışıklıktan dolayı ameliyat süresi uzadı. İki Hastada ise yatış süreleri ilk kez Nuss operasyonu yapılan hastalara göre daha uzundu.Hiçbir hastada mortalite görülmedi.. Barlar ortalama üç yıl içinde çekildi. Bar çekilmesi esnasında da her hangi bir problemle karşılaşılmadı. Sonuç: Ravich operasyonu sonrası rekürrens gelişen hastalarda yapılan Nuss presedürü ilk kez ameliyat olanlara göre daha titiz ve dikkatli yapılması gereken bir ameliyattır. Bu seride vaka sayısının kısıtlı olmasına rağmen Rekürrens ravich operasyonlarında yapılan Nuss operasyonunun güvenli bir ameliyat olduğu kanaatine vardık. Anahtar Kelimeler: Pektus ekskavatum, Rekürrens Ravich, Nuss prosedürü Thoracotomy (Mean±SD) VATS (Mean±SD) p 33,34±17,47 31,70±12,11 0,654 Drainage (ml) 422,34±244,02 308,33±217,78 0,041 SS087 Drain removal time (day) 2,95±1,46 (3) 2,20±0,93 (2) 0,031 6,35±2,69 6,53±3,35 0,791 Kliniğimizin 2013 Yılı Olgularının Analizi ve 2012 ile Karşılaştırılması Operation time (min) 140,22±43,23 102,67±30,16 <0,001 Discharge time (day) 4,65±2,16 (4) 4,0±1,46 (4) 0,194 Days NA used 4,43±0,19 (4) 2,9±0,99 (3) <0,001 VAS 1. Hour 8,45±0,86 (8) 7,87±1,01 (8) 0,018 VAS 24. Hour 6,57±0,90 (6) 4,77±0,94 (5) <0,001 VAS 1. Week 5,21±1,37 (5) 2,73±1,39 (2,5) <0,001 Age (year) Diameter (cm) Cyst count Peripheral-Central Location of cyst Complication 34 n (%) n (%) 1 39 (%83) 30 (%100) 0,020 ≥2 8 (%17) 0 (%0) 0,020 Peripheral 17 (%37) 24 (%80) <0,001 Central 30 (%63) 6 (%20) <0,001 Right lower 10 (%21,3) 6 (%20) 0,406 Right upper 6 (%12,8) 6 (%20) 0,406 Left lower 17 (%36,2) 14 (%46,7) 0,406 Left upper 11 (%23,4) 4 (%13,3) 0,406 Middle 3 (%6,4) 0 (%0) 0,406 No 45 (%95,7) 26 (%86,7) 0,201 Yes 2 (%4,3) 4 (%13,3) 0,201 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Hakan Kıral, Hakan Yılmaz, Serdar Evman, Levent Alpay, Serda Metin, Mustafa Vayvada, Şenol Ürek, Aysun Mısırlıoğlu, Mine Demir, Cansel Atinkaya, Çağatay Tezel, Volkan Baysungur, İrfan Yalçınkaya Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul Amaç: Kliniğimiz vaka sayıları açısından ülkemizdeki en yoğun göğüs cerrahisi kliniklerinden birisidir. Bu nedenle kliniğimizdeki ameliyatları monitörize etmek amacıyla, 2013 yılında yapılan tüm cerrahi girişimler analiz edildi, mortalite ve morbidite oranları saptandı. Bir önceki yıl ile karşılaştırıldı. Yöntem-Gereçler: Ocak 2013-Aralık 2013 tarihleri arasında kliniğimizde genel anestezi ile ameliyata alınan 1440 hastadaki 1692 cerrahi girişim çalışmaya dahil edildi. Bu olgulara yapılan ameliyatlar, morbidite ve mortaliteler güncel olarak Excel dosyasına kaydedildi. Bu bilgiler ışığında retrospektif olarak kliniğin 1 yıllık performans analizleri yapıldı.Bulgular: Bir yıl içerisinde, toplam 249(%15) rijit bronkoskopi, 426(%25) mediastinoskopi, 403(%24) videotorakoskopi(VATS), 577(%34) torakotomi ve 37(%2) diğer cerrahi girişimler (mediastinotomi, sternotomi, laparatomi, nuss vs.) uygulandı. Girişim sayılarında bir önceki yıla göre %12.7’lik bir azalma saptandı. Diğer cerrahi girişimlerin oranı ciddi bir şekilde azalırken, torakotomi, mediastinoskopi ve VATS sayıları oransal olarak arttı. 276(%78) lobektomi, 3(%1) segmentektomi, 56(%16) pnömonektomi, 18(%5) sleeve rezeksiyonu içeren anatomik rezeksiyonlar yapıldı. Bir önceki yıla göre lobektomi oranları artarken, pnömonektomi ve sleeve lobektomi oranları ise azaldı. Toplam 15 olgu eksitus oldu. Mortalite oranı %0.9 ile aynı kaldı. Fakat pnömonektomi ve lobektomi için mortalite oranları sırasıyla %5.3 ve %2.7 ile anlamlı artış gösterdi. Bronkoplevral fistül(%2.8) SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ ve hemoraji nedeniyle retorakotomi(%5.1) oranları da bir önceki seneden yüksek çıktı. Sonuçlar: Ameliyat sayıları oldukça yüksek olan kliniğimizde yapılan tüm ameliyatları kapsayan yıllık analizler, hem kliniğin vaka spektrumunu göstermesi hem de morbidite ve mortalite oranlarını vermesi nedeniyle son derece faydalıdır. Ayrıca elde edilen veriler yıllar içindeki değişimleri ve nedenlerini irdeleme imkanı sağlar. İleriye dönük projeksiyon ve planlama yapılmasına olanak verir. Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, Komplikasyon, Mediastinoskopi, Mortalite, Torakotomi, VATS Tablo . Olguların özellikleri Yaş- Tek Yaralanma Belirti ve Akciğer Cerrahi yaklaşım cins saçma bulgular filmi ve BT giriş yeri Olgu 1 10-E Sağ skapula mediali Sağ Akciğer Saçma giriş izi, ciltaltı amfizem Pnömotoraks, tek saçma Tüp torakostomi, kapalı sualtı drenajı Olgu 2 11-E Sol 1. İKA Sol Akciğer Saçma giriş izi, ciltaltı amfizem Pnömotoraks, tek saçma Tüp torakostomi, kapalı sualtı drenajı Olgu 3 10-E Saçma giriş izi, akut karın Dalak laserasyonu, tek saçma görüntüsü Laparatomi, splenektomi Sol 10. İKA Diyafram, dalak SS089 İdiopatik Kostokondritis ve Mevsimsellik Mertay Boran1, Ertay Boran2 Çankırı Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Çankırı Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Bölümü, İzmir 1 2 Şekil 1. İşlemlerin Dağılımı SS088 Ergenlerin tehlikeli oyuncağı: havalı silahlar Hakan Taşkınlar1, Cankat Erdoğan1, Doğakan Yiğit1, Anıl Özgür2, Dinçer Avlan1, Ali Naycı1 Mersin Üniversitesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Mersin 1 2 Giriş: Havalı silahlar av, eğitim veya eğlence amacıyla (paintball) yaygın olarak kullanılmaktadır. Ateşli silahlara nazaran kolay ulaşılan bu silahlar “oyuncak” olarak algılanmakta ve genellikle ergen erkekler tarafından rağbet görmektedir. Amacımız havalı silahların son derece tehlikeli olduğuna ve ciddi yaralanmalara yol açabildiğine dikkat çekmektir.Gereç-Yöntem: 2013 ve 2014 yıllarında acil servise havalı silah yaralanması ile gelen 3 olgu çalışmaya alındı.Bulgular: Hastalara ait veriler tabloda gösterilmiştir. Sonuç: Havalı silahların namlu çıkış hızları ve doku penetrasyonları düşük kalibreli silahlara yakın olup çocuklarda ciddi yaralanmalara yol açabilmektedir. Bu nedenle havalı silahlar için mevcut yasal düzenlemeler gözden geçirilmeli ve silah kapsamına alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: Çocuk, havalı silah, yaralanma Giriş: İdiopatik kostokondritis(IC) anterior göğüs ağrısı ve belirsiz etiyoloji ile karakterize az bilinen bir hastalıktır. Bugüne kadar IC’nin mevsimsel değişimini değerlendiren bir çalışma olmadı. Amacımız, IC için mevsimsel değişim olasılığını incelemek ve mevsimsellik ile hasta özellikleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Metod: Göğüs Cerrahisi polikliniğinde 2009 ve 2013 yılları arasında göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran ve IC tanısı alan hastalar prospektif olarak gözlemlendi. Hasta verileri cinsiyet, tanı tarihi, tanıya kadar geçen zaman, solunum yolu enfeksiyonu ve tanı konulana kadar hastaların başvurduğu polikliniklere göre gruplandırıldı. Mevsimsellik ve mevsimsellik ile klinik sonuçlar arasındaki ilişki araştırıldı.Sonuç: Bayanların(%58) çoğunlukta olduğu, ortalama yaşın 40,4±17,1 yıl olan 431 hasta değerlendirildi. Solunum yolu enfeksiyonu hastaların %30,4’da pozitifti (p<0.001) ve hastaların %60,3’ü daha önce değişik uzmanlar tarafından değerlendirilmiş olmasına rağmen belirli bir süre için tanısız göğüs ağrısına sahipti. IC en az olarak sonbahar(%21,1) (p <0.001) ve Eylül ayında (4,2%)(p <0.001, figür 1) saptandı. Kış mevsimi hariç bayanların sıklığı erkeklerden genel olarak fazla idi (p=0.006). Ortalama yaş(p=0.04) ve tanı anına kadar geçen zaman(p=0.002, Figür 2) açısından cinsiyet farkları saptandı. Tartışma: IC’nin mevsimsel paterninin gözlemlenmesi akut göğüs ağrısı ile başvuran hastaların değerlendirilmesini kolaylaştırabilir. Mevsimsel patern IC’nin klinik ifadesi ile değişik çevresel faktörler arasındaki potansiyel ilişkiyi gösterebilir. Anahtar Kelimeler: mevsimler, kartilaj hastalıkları, kostal kondritis Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 35 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ uzanan veya akciğeri invaze eden mediasten kaynaklı tümörler karşımıza çıkabilmektedir. İşte bu durumlarda birden fazla insizyonun kombinasyonu ile rezeksiyon gerekmektedir. Materyal Metod: Biz bu çalışmamızda 1998-2014 yılları arasında kliniğimizde mediyastinal kitle nedeniyle eşzamanlı kombine operasyonlar uyguladığımız 7 olguyu; tanıları operasyon şekilleri, rezeksiyon tipleri açısından değerlendirdik.Bulgular: Opere ettiğimiz olgularımızın altısı bayan biri erkek olup ortalama yaş 55.6 (19-70) olarak hesaplandı. Olguların tanıları: Schwannoma, timik karsinom, iğsi ücreli malign mezanşimal tümör, fibromatozis, yolk salk tümörü, timoma ve planjon guatr olarak raporlandı. Olgular, tanıları, operasyon şekilleri ve rezeksiyon tipleri Tablo 1’de sunulmuştur. İki olgu operasyon öncesi kemoterapi aldı, kemoterapiye cevap veren olgular opere edildi. Bu olgulardan birincisi iğsi hücreli malign mezenşimal tümör diğeri ise timoma tanılı olgulardı. Sonuç: Dev/invaziv mediastinal kitleler için operasyon planlandığında ek insizyonların gerekebileceği baştan düşünülmeli ve ameliyat planı ona göre yapılmalıdır. Hasta pozisyonu gerekli donanım her iki insizyon için yeterli olmalıdır. Mediastinal kitlelere yaklaşımda cerrahi ekip, ameliyat sırasında karşılaşılan duruma göre muhtemel yapılacak yeni insizyonlara hazırlıklı olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Mediasten, Cerrahi, Kombine Tablo 1 Olgu Tanı Şekil 1. 12 ay boyunca IC tanısına sahip hastaların dağılımı Operasyon Rezeksiyon 1 Schwannoma Sol Trapdoor + Shaw-Paulson insizyonu Kitle Eksizyonu 2 Timik Karsinom Median sternotomi + Sol posterior torakotomi Sol Pnömenektomi 3 İğsi Hücreli Malign Tümör Median sternotomi + Sol torakotomi Sol pnömonektomi Kitle eksizyonu 4 Fibromatozis Clamshell insizyon + Sol torokotomi Kitle eksizyonu 5 Yolk Salk Tümörü Median sternotomi + Sağ torokotomi Kitle eksizyonu 6 Timoma Median sternotomi + Sol torakotomi Kitle eksizyonu + Sol plevral dekortikasyon + Diafragma rezeksiyonu + Akciğer wedge 7 Planjon Guatr Median sternotomi + Kitle eksizyonu Sağ posterolateral torakotomi ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI - 2 SS091 Şekil 2. IC’li hastaların aylara göre dağılımı ile tanıya kadar geçen ortalama zaman arasındaki ilişki SS090 Mediastinal Kitlelere Kombine İnsizyonlarla Yaklaşım Mehmet Muharrem Erol, Mehmet Ali Çolak, Hüseyin Melek, Ahmet Sami Bayram, Cengiz Gebitekin Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa Giriş: Göğüs Cerrahisi rutininde mediasten kaynaklı kitleler oldukça sık karşılaşılan bir hasta grubunu oluşturmaktadır. Çoğu olguda bu kitleleri rezeke etmek tek bir insizyonla mümkün olurken bazı olgularda tek insizyon yetersiz kalmaktadır. Bu duruma kitlenin yerleşim yeri ve/veya invaze ettiği organ(lar) neden olmaktadır. Örneğin; anterior mediasten kaynaklı olup posterior mediastene uzanan, posterior orjinli olup anterior yapılara 36 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Kistik Fibrozisle İlişkili Diyabet (KFİD) Tanısında CGMS (Sürekli glukoz izleme sistemi) ile Standart OGTT’nin Karşılaştırılması Belma Haliloğlu1, Yasemin Gökdemir2, Zeynep Atay1, Saygın Abalı1, Tülay Güran1, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2, Bülent Karadağ2, Serap Turan1, Abdullah Bereket1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Kistik Fibrozisli hastalarda diyabet gelişimi, kliniğin kötüleşmesi ve artmış mortalite ile ilişkilidir. Bu nedenle erken tanınması ve tedavisi önemlidir. Son dönemlerde KFİD tanısında tarama testi olarak CGMS’in standart OGTT’den daha duyarlı olduğu ve daha erken tanıyı sağladığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmada KF’li hastalarda diyabet tanısı açısından standart OGTT ile CGMS’i karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmamıza KF tanısı ile takip edilmekte olan 5 yaş üzeri, son 3 aydır akut alevlenmeleri olmayan ve sistemik steroid kullanmamış olan 44 (29 kız) hasta dahil edildi. Hastalara OGTT yapılarak, sonrasında CGMS ci- SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ hazları takıldı. Üç günlük CGMS ölçümleri ile OGTT sonuçları karşılaştırıldı (Tablo).Gruplar arasında CGMS ortalama glukoz değerleri dışında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.01. OGTT’ye göre hiçbir hastada açlık hiperglisemisi (AH) tespit edilmezken, 6 hastanın AH(-)KFİD (%13,6) olduğu görüldü. CGMS’de hipoglisemi, hiperglisemi ve hem hipo hem hiperglisemisi olan hastalar olmak üzere 3 kategori saptandı. OGTT’de 6 (%13,6) hastada hipoglisemi saptanırken, CGMS’de 17 hastada (%38,6) hipoglisemi saptandı (p=0.007). OGTT’de KFİD saptanan 6 hastanın CGMS’de 2’sinde hiperglisemi, 3’ünde hem hiper hem hipoglisemi birinde ise sadece hipoglisemi saptandı. Tersine normal OGTT’si olan 26 hastanın CGMS’de 5 hipoglisemi, 7 hiperglisemi, 5 hipo ve hiperglisemi ise saptandı. Bu çalışmada, KF’li hastalarda CGMS hipoglisemilerin saptanmasında yararlı olduğu ve KFİD’li hastalarda insülin öncesi CGMS ile spontan kan şekeri paterninin değerlendirilerek tedavi planının buna göre düzenlenmesi gerektiği sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, Kistik Fibrozisle İlişkili Diyabet, Sürekli glukoz izleme sistemi erob üreme hastaların %14.3’ünde görülürken en sık rastlanan bakteriler B. Fragilis (%5), Prevatella (%5), Fusobacterium (%2), Clostridum (%3) ve Actinomyces (%3) olarak bulundu. İki hastada hem aerob hem de anaerob üreme olduğu görüldü. Hastalarda FB işlemi esnasında ve sonrasında majör komplikasyon görülmedi.Sonuç: Çalışmamız çocukluk çağı KF dışı BE hastalarında FB ile anaerob yükü ortaya koyan ilk çalışmadır. Çalışma klinik ve mikrobiyolojik sonuçlarımızın tartışılması için sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşektazi, mikrobiyoloji SS093 Kistik fibrozis dışı bronşektazili çocuk hastaların bronkoskopik bulguları Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu2, Hayrettin Daşkaya2, Merve Celep3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 Tablo . Kistik fibrozisli hastalarda OGTT ve CGMS sonuçlarının karşılaştırılması SS092 Çocukluk çağı kistik fibrozis dışı bronşektazi hastalarının anaerobik ve aerobik bakteri yükü 2 Giriş: Çocukluk çağı süpüratif akciğer hastalığı olan çocukların bronkoskopi bulgularına ait literatürde bir yayın bulunmakta ve buna göre hava yolları 5 tipe ayrılmaktadır. Kistik fibrozis (KF) dışı bronşektazili (BE) çocuk hastaların bronkoskopi bulgularına dair literatürde bilgi bulunmamaktadır. Çalışmamızda KF dışı BE hastalarının bronkoskopi bulgularının tartışılması amaçlanmıştır.Materyal-Metod: Çalışmaya 2010 Kasım-2014 Ocak tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen 148 KF dışı BE hastasından bronkoskopi yapılan 88 hasta alındı. Hastaların FB bulguları önceki sınıflamaya göre Tip 1: Mukozal iinflamasyon-anormallik, Tip 2: Bronkomalazi, Tip 3: Obliterasyon benzeri durum, Tip 4: Malazi ve obliterasyon benzeri durum, Tip 5: Normal bronkoskopi bulguları olarak sınıflandırıldı. İlave olarak literatürde bahsedilmeyen Tip 1 ve Tip 2’nin birlikte olduğu vakalar tarafımızdan Tip 6 olarak kaydedildi. Hastaların sekresyon durumları; şeffaf sekresyon, pürülan sekresyon ve mukus tıkaçları ile birlikte yoğun pürülan sekresyon olarak 3 gruba ayrıldı.Sonuçlar: Hastaların ortalama yaşı 11±3.4, %53’ü erkekti. Etyolojide %19 primer silier diskinezi, %15 post enfeksiyöz BE, %9 bronşiolitis obliterans, %4 astım, %5 immun yetmezlik, %1 tüberküloz ve %47 idiyopatik BE tespit edildi. Hastaların bronkoskopi bulgularının dağılımı Tip 1 (n=33, %37,5), Tip 2 (n=6, %6.8), Tip 3 (n=4, %4.5), Tip 4 (n=1, %1.1), Tip 5 (n=26,%29.5), Tip 6 (n=18, %20.4) olarak bulundu. Hastaların %26’sında şeffaf sekresyon, %10’unda pürülan sekresyon, %67’sinde mukus tıkaçları ile birlikte yoğun pürülan sekresyon bulundu. Hastaların %14’ünde situs inversus totalis, %12’sinde diğer anatomik anomaliler saptandı.Sonuç: Çalışmamız konu ile ilgili literatürdeki ilk çalışmadır. BE’li çocukların bronkoskopi bulgularının bilinmesi tanımlamaların standardizasyonunda faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, bronşektazi, çocuk Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Meryem Iraz2, Hayrettin Daşkaya3, Bilge Gültepe2, Nurcan Keskin4, Tarık Umutoğlu3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 3 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Kistik fibrozis (KF) dışı bronşektazi (BE) gelişmekte olan ülkelerin sorunu olmaya devam etmektedir. Bu hastalarda rutin balgam kültürlerinde aerob etkenler çalışılmakta, anaerobik yüke ait yeterli bilgi bulunmamaktadır. Anaerobik kültür için en uygun vasat üst hava yollarına temas etmeksizin direk alt hava yollarından bronkoskop (FB) ile alınan bronş sıvısıdır.Materyal-Metod: Çalışmaya 2010 Kasım-2014 Ocak tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen 148 KF dışı BE hastasından bronkoskopi yapılan 88 (%59) hasta alındı. Hastalara laringial mask airway ile FB yapıldı ve alınan bronş sıvısı anaerobik ortamı korunarak hemen laboratuara ulaştırıldı.Sonuçlar: Hastaların ortalama yaşı 11±3.4, %53’ü erkekti. Etyolojide %19 primer silier diskinezi, %15 post enfeksiyöz BE, %9 bronşiolitis obliterans, %4 astım, %5 immun yetmezlik, %1 tüberküloz ve %47 idiyopatik BE tespit edildi. Hastaların toplam %57’sinde aerob ve/veya anaerob üreme oldu. Aerob üreme hastaların %46’sında görüldü ve en sık üreyen bakteriler S. Pneumonia (%27), H. Influenza (%11), P. Auriginosa (%5), M. Catarhalis (%3) ve C. Pneumonia (%3) olarak tespit edildi. Ana- SS094 Kistik fibroziste terde iletkenlik ölçümlerinin tanısal etkinliği Tuncay Seyrekel1, Yasemin Gökdemir2, Pınar Özdemir1, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2, Bülent Karadağ2, Gonca Haklar1 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul 1 2 Kistik fibrozis (KF) tanısı hastalığın tipik klinik bulgularının olması yanında kistik fibrozis transmembran regülatuar (KFTR) proteininde disfonksiyon saptanması ile konur. KFTR proteini disfonksiyonu; KF geninde mutasyon saptanması veya yüksek ter testi düzeyi ile gösterilir. Terde iletkenlik ölçümü Gibson-Cooke yöntemine göre daha kolay uygulanabilir bir yöntem olması ve düşük ter hacmi ile ölçüm yapılabilmesi dolayısıyla alternatif bir ter testi ölçüm yöntemidir. Bu çalışmada amacımız ter iletkenlik ölçümü değerlerinin tanısal etkinliğini değerlendirmek ve ter testi konsantrasyonu ölçümleri ile karşılaştırmaktır. Çalışmaya toplam 188 olgu (74 KF ve 114 kontrol) alındı. Ter testi ölçümü üç değişik yöntem ile yapıldı. İlk olarak Gibson Cooke kantitatif pilokarpin iyontoforez yöntemini takiben Schales & Schales manuel yöntem Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 37 SÖZEL SUNUMLAR ile ardından Macroduct sistemi ile ter toplandıktan sonra Sherwood Kloridometer veya coulometrik uç nokta yöntemi (CFΔCollection Sistemi, UTSAT / Türkiye) ile iletkenlik ölçümü yapıldı.Terde klor konsantrasyonunun <40mEq/L olmasının KF tanısını dışlayacağı temeline dayanarak, ROC analizinde Sherwood Chloridometer ölçümleri 60mmol/L cut-off değerleri için %91 sensitif ve %99 spesifik olarak (AUC: 0.986; %95% CI: 0.9651.007; p<0.001) KF tanısını dışlamıştır. Benzer şekilde iletkenlik ölçümleri de 58.05 mmol/L cut-off değerinde %92 sensitif ve %100 spesifik olarak KF tanısı dışlamıştır (AUC: 0.994; %95% CI: 0.986-1.002; p<0.001).Sonuç olarak, bu çalışma iletkenlik ölçümünün KF teşhisi ya da dışlanmasında kantitatif ter klorür analizi kadar güvenilir olabileceğini ve KF için belirleyici bir tanı aracı olarak düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, Ter testi, İletkenlik ölçümü SS095 Kistik Fibrozis dışı bronşiektazi hastalarında ekshale nitrik oksit düzeylerinin belirlenmesi, etyolojilerine göre karşılaştırılması TÜRK TORAKS DERNEĞİ polikliniğinde izlenmekte olan 18 yaş üzeri kistik fibrozis hastalarının klinik, laboratuvar ve radyolojik bulgularını incelemektir. Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları polikliniğinde son beş yılda izlenen 18 yaş üzeri hastalar alınarak, bu hastaların klinik,radyolojik bulguları, solunum fonksiyon testleri,balgam kültürü sonuçları ve son ekokardiyografik bulguları değerlendirildi.Kronik karaciğer hastalığı, diabetes mellitus ve alerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) tanısı alan hastalar incelendi.Bulgular: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları polikliniğinde kistik fibrozis tanısı ile izlenen 18 yaş üzeri 108 hasta bulunmaktadır.Hastaların yaş ortalaması 23,5 olup en büyük hasta 39 yaşındadır.Bu hastalardan sekizi 18 yaşından sonra tanı aldı.İki hasta solunum yetmezliği nedeniyle kaybedildi.Hastaların 81’inde(%78,6) bronşiektazi; 44’ünde(%43,1) karaciğer hastalığı; 7’sinde(%6,8) böbrek hastalığı; 5’inde(%4,9) pulmoner HT saptandı.İzlemde 12 hasta(%11,8) diabetes mellitus; 4 hasta(%3,9) atipik mikobakteri enfeksiyonu, 12 hasta(%11,8) ABPA tanısı aldı.10 hastanın son dönemde oksijen ihtiyacı mevcuttu.İki hastaya akciğer transplantasyonu yapıldı.Tartışma: Kistik fibrozisli çocukların erken tanısı, yoğun antibiyotik tedavisi ve uygun beslenmenin sağlanması başta olmak üzere destekleyici tedavideki iyileştirmeler morbidite ve mortaliteyi azaltmıştır.Birçok sistemi tutan ve günümüzde hem çocukluk hem de erişkin dönemi hastalığı olarak kabul edilen kistik fibrozis hastalığının izlemi iyi bir ekip işi olmalıdır. Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, erişkin, bronşiektazi Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Mine Yuksel2, Ozdinc Acarlı2, Gülsüm Guzel2, Feyza Ustabas Kahraman2 Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş-Amaç: Kistik fibrozis (KF) dışı bronşiektaziler çeşitli etyolojilerden kaynaklanabilirler. Etyolojisi belli ya da situs inversus totalisi olup primer silier diskinezi (PSD) tanısı konan hastalarda belirsizlik yoktur. Silia elekron mikroskopisi ya da fizyolojik incelemelerin yapılamadığı durumlarda PSD tanısı oldukça güçleşmekte, hastalar idiopatik grup içerisine alınmaktadır. Ekshale Nitrik oksit (exNO) bronşiektazili özelikle PSD’li hastalarda genelde düşük bulunmaktadır. Çalışmamız; exNO’in özellikle idiopatik grup içerisinde kuvvetli-olası PSD şüphesi olan hastalarda kolay bir tarama yöntemi olup olmadığının değerlendirilmesi için yapılmıştır.Metod: Kasım 2010-Ocak 2014 arasında kliniğimize müracaat eden KF dışı 6 yaş üstü BE hastaları (n=85) alındı. Bunlardan testi yapabilen 74’ü çalışmaya dahil edildi. Hastalar etyolojilerine göre sınıflandırıldı. Situs inversus totalisi olanlar PSD grubuna alındı (n=12). Şikayetleri ilk 6 ayda başlayıp yıl boyu süren, nasal pürülan akıntıları, sık sinüzit ve otit öyküsü olan ve etyolojide başka faktör bulunamayan hastalar kuvvetli-olası PSD (n=18) kabul edildi. Bu grup haricinde ve yine etyolojide hiçbir faktör bulunamayanlar idiopatik (n=21) gruba alındı. Etyolojik faktörü bulunan 23 hasta vardı. Aynı yaş ve cinsiyet aralığında sağlıklı 66 kontrolden testi yapabilen 63’ü alındı.Sonuçlar: Tüm bronşiektazi hastaları ve kontrol grubu arasında exNO düzeyi açısından fark yoktu (p>0.05). Alt grupları exNO düzeyleri sırasıyla PSD 10,4±2,7 ppb, kuvvetli-olası PSD 11,2±3,6 ppb, idiopatik 15,8±7,9 ppb idi. PCD (p=0,04) ve kuvvetli-olası PSD (p=0.04) hastalarının exNO düzeylerinin kontrole göre belirgin düşük olduğu, fakat idiopatik grubda fark olmadığı görüldü (p>0.05).Sonuç: exNO taraması özellikle kuvvetli-olası PCD düşünülen ve silia değerlendirmesi yapılamayanlarda kolay bir yöntem olarak düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: Nitrik oksit, çocuk, bronşiektazi SS096 Kliniğimizde izlenen erişkin yaştaki 108 kistik fibrozisli hastanın değerlendirilmesi Nagehan Emiralioglu, Uğur Özçelik, Burçin Beken, Ebru Yalçın, Deniz Doğru Ersöz, Nural Kiper Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kistik Fibrozis, beyaz ırkta sık görülen genetik bir hastalıktır.Önceleri bir çocukluk çağı hastalığı olarak kabul edilip hastalar erken çocukluk döneminde kaybedilirken, günümüzde tanı ve tedavi yöntemlerinde ilerlemelerle aynı zamanda bir erişkin çağı hastalığı olarak kabul edilmektedir.Hafif semptomları olan hastaların bir bölümü erişkin yaşa kadar tanı alamamaktadır.Kistik fibrozis, multisistemik bir hastalık olmasına rağmen mortalite ve morbiditenin en önemli nedeni ciddi akciğer hastalığı ve solunum yetmezliğidir.Amaç: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları 38 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SOLUNUM SİSTEMİ İNFEKSİYONLARI SS097 HIV Pozitif, Akciğer Semptomları olan 31 Hastanın Değerlendirilmesi Tülin Yılmaz Kuyucu, Evin Makas, Lale Dağyıldızı Sertçelik, Emine Nur Koç, Emine Nilgün Ordu İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul HIV pozitif hastaların seyrinde görülen fırsatçı enfeksiyonlar; bazen hastalığın ilk tanısının konulması sırasında bazen de ilerleyen dönemlerde görülmektedir. Bir göğüs hastalıkları hastanesinde yatan HIV pozitif hastaların özelliklerini sunuyoruz. Gereç-Yöntem: Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastane’sinde Ocak 2008- Aralık 2013 arasında 5 yılda HIV pozitif saptanan 31 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, solunum sistemi bulguları, HIV testi istenilme nedenleri, laboratuvar ve radyolojik bulguları, tanı ve tedavileri incelendi. Bulgular: Değerledirilen 26’sı erkek, 5’i kadın olan 31 olgunun yaş ortalaması 44±4 (24-74) idi. 31 hastanın 22’sinde (%70.9) HIV pozitifliği ilk kez hastanemizde yapılan tetkikle saptanmıştı. 13 hastada (%41.9) klinik olarak pneumocystis jirovecii pnömonisi (PJP) düşünülerek, 3 hastada TB tedavisi başlanacağı için, 6 hastada ise rutin tetkikler sırasında HIV testi istenilmiştir. Sadece bir hasta retroviral tedavi alıyordu. Hastaların 9’u(%29) yoğun bakım ünitesinde yatmıştı. Klinik ve radyolojik bilateral infiltrasyonu olan hastaların toraks BT ve HRCT’lerinde buzlu cam, ince duvarlı kistik lezyonlar ile PJP düşünüldü. Bir hastada pneumocystis jirovecii tanısına ulaşılabildi. 16 hastaya trimemetoprim-sulfametoksazol tedavisi uygulandı. Hastaların 2’sinde pnömotoraks gelişti ve bu hastalar ex oldu. 31 hastanın 6’sında (%19.3) kanıtlı, 2’sinde klinik, radyolojik olarak TB tanısı ile anti-TB tedavisi başlanıldı. Sonuç:.HIV poziflerde; solunum semptomları olduğunda, toraks BTHRCT, PJP’sinden şüphenildiğinde ise HIV testi erken istenilmelidir. Etyolojik tanıya ulaşmanın zaman aldığı durumlarda iyi değerlendirilen radyojik görüntülemeler uygun tedaviyi olanaklı kılacaktır. Anahtar Kelimeler: HIV, akciğer, PJP, tüberküloz SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS098 Tablo 1. ROC analiz sonuçları Toplumda Gelişen Pnömoni’ de Ardışık Tedaviye Geçişin Belirlenmesinde Yeni Bir Biyobelirteç: NT-proBNP Ayşe Baha1, Sakine Nazik Bahçecioğlu2, Ayşe Tuncel Bahar3, Nurdan Köktürk1, Hatice Paşaoğu3, Numan Ekim1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 2 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ankara 3 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara 1 Amaç: Toplumda Gelişen Pnömoni’de(TGP) ardışık tedaviye geçiş kararı vermek her zaman kolay değildir. İntravenöz tedavinin uzamasıyla gelişebilecek komplikasyonlar ve maliyet olayın bir boyutu iken, oral tedaviye erken geçildiğinde yaşanabilecek tedavi başarısızlığı ve nüks ihtimali bir başka boyuttur. Bu nedenle,hastaya en yüksek düzeyde faydayı en az girişim ve hospitalizasyon ile sağlayabilme konusunda yönlendirici parametrelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışma, TGP’li hastalarda ardışık tedaviye geçişin belirlenmesinde NT-proBNP’nin etkinliğini araştırmak üzerine planlanmıştır. Materyal-Metod: Prospektif olarak yapılan bu çalışmada, Haziran 2012-Ocak 2013 tarihleri arasında TGP tanısı ile hospitalize edilen 22 vakanın yatış günü ve oral tedaviye geçiş günü alınan kan örneklerinde NT-proBNP ve rutin enfektif parametreler (CRP, sedimentasyon, prokalsitonin, tam kan sayımı) çalışılmıştır. 6 gün ve öncesinde oral tedaviye geçilen (erken düzelen grup:EDG) ve 6. günden sonra oral tedaviye geçilen (geç düzelen grup:GDG) olmak üzere iki grup arasında parametreler karşılaştırılmıştır. Sonuçlar: Hastaların 17’si (%77,3) erkek, 5’i(%22,7) kadındır. Her iki grup arasında NT-proBNP, prokalsitonin, SO2, PaO2,CRP, sedimentasyon, beyaz küre sayısı açısından anlamlı fark bulunmaktadır. Bu değişkenler için ROC analizi yapıldığında, 6 günden daha uzun sürede ardışık tedaviye geçişi öngörmede NT-proBNPproBNP (AUC: 0,929, %95CI: 0,7350,991), prokalsitonin (AUC:0,824, %95CI: 0,603-0,950), PaO2 (AUC: 0,765, %95CI: 0,538-0,916) ve SO2(AUC: 0,812, %95CI: 0,590-0,944) parametrelerinin tanısal değeri olduğu görülmüştür.Yaş, hastalık tipi (tipik/ atipik pnömoni), CURB65, SPO2, PaO2, prokalsitonin ve NT-proBNP değişkenleri için stepwise regresyon analizi yapıldığında prokalsitonin (p: 0,031) ve NT-proBNP (p: 0,048) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışma TGP’de ardışık tedaviye geçişin değerlendirilmesinde NT-proBNP’nin rolünü araştıran ilk çalışmadır ve ümit verici bir sonuç ortaya koymuştur. Bu konuda daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Toplumda Gelişen Pnömoni, Ardışık Tedavi, NTproBNP ROC eğrisi AUC SE 95% CI NT-proBNP 0,929 0,083 0,735 - 0,991 Prokalsitonin 0,824 0,123 0,603 - 0,950 SPO2 0,812 0,098 0,590 - 0,944 PaO2 0,765 0,111 0,538 - 0,916 SS099 Toplumda Gelişen Pnömoni Hastalarında Tedavi Başarısı Göstergesi Olarak Serum Prokalsitonin Ve C-Reaktif Protein Düzeyleri Mehmet Sezai Taşbakan1, Canan Gündüz1, Abdullah Sayıner1, Aykut Çilli2, Burcu Çelenk2, Ayşın Şakar3, Feride Durmaz3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya 3 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa 1 2 Toplumda gelişen pnömonili (TGP) hastaların izleminde temel olarak ateş, lökosit sayısı, C-Reaktif Protein (CRP) ve prokalsitonin (PCT) düzeyleri kullanılmaktadır. Bu çalışmada, bu parametrelerin prognostik değerlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu nedenle, TTD Pnömoni Veritabanı’na kaydedilen ve hastanede yatarak tedavi gören hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların başvuru ve 3-5. günlerde (G3-5) kaydedilen verileri değerlendirmeye alınmıştır. Tedavi başarısızlığı, 30 gün içinde ölüm ya da başka bir antibiyotik tedavisi uygulanması gerekliliği olarak tanımlanmıştır. Çalışmaya hastaneye yatırılan 103 TGP hastası (57 erkek, yaş ortalaması 61.5±16.7) alınmıştır. Tedavi başarısızlığı 20 hastada (%19.4) izlenmiştir. Tedavi başarısızlığı grubunda başvuru anında pnömoni şiddet indeksi (PSI), CRP ve PCT düzeyleri anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. CRP’nin bazal düzeyinin 17.5 mg/dl’nin altında olmasının tedavi başarısı için duyarlılık ve özgüllük değerleri %78.8 ve %59.7’dir. CRP’nin G3-5’te >%50 düşmesinin duyarlılık ve özgüllük değerleri ise %82.4 ve %41.2’dir. Bu değerler, PCT bazal düzeyinin <2 ng/dl’nin olması durumunda %71.4 ve %69.6, G3-5’te >%30 düşmesi durumunda %91.7 ve %54.5’tir. Ateş ve lökosit sayısının bazal değerleri için tedavi başarısını öngördürebilecek bir eşik değer bulunmamıştır.ROC eğrilerinin altında kalan alanlar dikkate alındığında, tedavi başarısını öngörmede, bazal CRP ve PCT değeri ve PCT’de düşme düzeyinin daha doğru bilgi verdiği saptanmıştır. Anahtar Kelimeler: C-Reaktif Protein, Prokalsitonin, Pnömoni SS100 Hastanede Gelişen Pnömonilerde Kolistin Kullanımı ve Prognoza Etkisi; Çok Merkezli Çalışma Pervin Korkmaz Ekren1, Nur Töreyin1, Huriye Berk Takır2, Merih Kalamanoğlu Balcı2, Ümmügülsüm Gaygısız3, Gül Gürsel3, Begüm Ergan Arsava4, Aslıhan Yalçın5, Cüneyt Saltürk2, Müge Aydoğdu3, Recai Ergün4, Pınar Güven5, Gaye Ulubay6, Aslıhan Gürün Kaya7, Hatice Uluer8, Feza Bacakoğlu1, Abdullah Sayıner1 Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 3 Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara 4 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 5 Marmara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı, İstanbul 6 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 7 Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara 8 Ege Üniversitesi, Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Şekil 1. NT-proBNP, prokalsitonin, SO2 ve PaO2 için ROC eğrisi Çok ilaca dirençli Gram negatif hastane enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılan kolistinin en önemli yan etkisi nefrotoksisitedir. Bu çok merkezli Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 39 SÖZEL SUNUMLAR retrospektif çalışmada; kolistine bağlı nefrotoksisite gelişimi ve nefrotoksisitenin prognoza etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.Çalışmaya; çok ilaca dirençli Pseudomonas ve Acinetobacter türlerine bağlı hastanede gelişen pnömoni nedeniyle “kolistimetat sodyum” kullanılan 7 merkezden 281 olgu (yaş ortanca değeri 71 yıl, %61.9’u erkek) alınmıştır. Olguların demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar bulguları, nefrotoksisite gelişimi ve prognoz göstergeleri kaydedilmiştir. Olguların 58’i Colomycin (Forest Lab., UK), 223’ü Colimycin (Koçak Farma, TC) ile tedavi edilmiştir. Klinik ve bakteriyolojik yanıt oranları sırasıyla, %52.0 ve %45.6; yoğun bakım ve hastanede yatış süreleri 27.5 (0-132) ve 34.0 (9-164) gün, hastane mortalite oranı %61.6 olarak saptanmıştır. Kolistin kullanımı sonrası 175 olguda (%62.3) nefrotoksisite gelişmiş, nefrotoksisite gelişenlerde mortalite oranı daha yüksek (%66.9 ve %52.8 p=0.022) bulunmuştur. Kullanılan preparata göre; klinik ve bakteriyolojik yanıt, yoğun bakım ve hastanede yatış süreleri arasında fark saptanmazken, Colimycin kullananlarda nefrotoksisite oranı daha yüksek (%41.4’e karşılık %67.7, p<0.001) bulunmuştur. Lojistik regresyon analizi yapıldığında; nefrotoksisite için ülkemizde üretilen preparatın kullanımı ve bakteriyemi varlığı (sırasıyla p=0.003, OR:4.39; p=0.046, OR: 3.42), mortalite için klinik yanıt yokluğu ve septik şok varlığı (sırasıyla p<0.001, OR: 10.54; p=0.035, OR:2.18) risk faktörü olarak belirlenmiştir.Sonuç olarak; dirençli Gram negatif hastanede gelişen pnömoniler kolistin ile başarıyla tedavi edilmektedir. Ancak ilaca bağlı nefrotoksisite oranı yüksektir. Anahtar Kelimeler: Çok ilaca dirençli hastane enfeksiyonu, kolistin, nefrotoksisite SAĞLIK POLİTİKALARI SS101 2012’de Türkiye’de Solunum Yolu Hastalıklarına Bağlı Mortalite Hızı ve İllere Göre Farklılıkları TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS102 Göğüs Hastalıkları Konsultasyonu Yapılan Olguların Değerlendirilmesi Funda Uluorman, Ayşe Dallı, Sibel Öktem Ayık, İpek Çoşkunol, Zehra Canan Kaçar, Aydın İlker Alp, Melek Çekiç İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İzmir Bu çalışmada 1100 yataklı bir bölge hastanesinde 3 aylık bir periyodda yapılmış olan göğüs hastalıkları konsültasyonlarını genel olarak değerlendirmeyi amaçladık.Hastanemizin yataklı servislerinde izlenen ya da acil servise başvurmuş olguların 2013 yılı Ağustos-Ekim ayları arasında göğüs hastalıkları konsültasyonlarında 936 hastanın 1353 konsultasyonu geriye dönük olarak değerlendirildi. Poliklinik konsültasyonları çalışmaya dahil edilmedi.En çok konsultasyon isteyen birim acil servis iken 2. sırada dahiliye, 3. sırada ise genel cerrahi ve ortopedi klinikleri idi. En sık konsultasyon istenme nedeni tanısal destek amaçlı (425 - %45) iken ikinci sırada preoperatif değerlendirmenin (%30) yer aldığı gözlendi. Konsültasyonların %34’ünde (340 olgu) konsültasyon isteme nedeninin pnömoni ön tanısı olduğu görüldü. Hastalara koyduğumuz tanılara baktığımızda yine bu bulgu ile uyumlu olarak pnömoni tanısının en sık olduğu (254,%27) saptandı. Tüm konsültasyonlar değerlendirildiğinde 216 olguda (%23) herhangi bir pulmoner patoloji saptanmadı. Konsultasyonda değerlendirilen hastalarda görülen en sık semptom dispne olarak bulundu.Pre-operatif değerlendirilen 285 hastanın 251’i (%88) onay aldı. Pre-operatif değerlendirme sonrasında 285 hastanın 62’sinde (%21) cerrahi işlemin yapılmamış olduğu görüldü. Bu 62 hastanın 42 tanesinde (%67) tüm değerlendirmelerin yapılıp, konsultasyon tamamlanıp, onay almış olmalarına rağmen işlemin yapılmaması, gereksiz yere konsultasyon istendiğini ve göğüs hastalıkları hekimleri için ciddi bir iş gücü kaybına sebep olduğunu göstermektedir. Göğüs Hastalıkları diğer bölümler tarafından en fazla konsultasyon istenen bölümler arasındadır. Ancak günlük pratiğimizde göğüs hastalıkları olarak önemli bir iş yükü de getiren konsultasyonların büyük bir çoğunluğunun gereksiz yere istenmiş olması iş gücü kaybına neden olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Göğüs Hastalıkları, konsültasyon, iş gücü kaybı Sedat Altın1, Edhem Ünver1, Seda Tural Önür2, Kaan Kara2, Nihal Geniş2 Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Tablo 1. Konsultasyon İstenen Kliniklerin Dağılımı Amaç: Ülkemizde son yıllarda gerek solunum yolu hastalıklı hasta sayısı gerekse de mortalite hızı giderek artmaktadır. 2012 yılı mortalite hızını ve illere göre farklılıklarını araştırmak amaçlanmıştır. Materyal-Metod: TÜİK Ölüm Sebepleri çalışması ve Sağlık Bakanlığı GARD yayınları dikkate alınarak hesaplamalar yapıldı. Bulgular: 2012 yılında genel mortalite oranı, binde 4,26 iken, solunum sistemine bağlı mortalite oranı 100.000’de 41,02 olarak hesaplanmıştır. 2012’de ölüm nedeni belli olan 320.967’in 53.079’si (%16,54) solunum sistemi hastalıklarından dolayıdır. Genel mortalitenin yüksek olduğu iller Kastamonu, Sinop, Çankırı, Bartın, Çanakkale ve Edirne olup, Solunum yolu hastalıklarına bağlı mortalite ise, Türkiye ortalamasının en az 2 katı olarak Bartın, Kastamonu, Zonguldak, Ardahan, Uşak, Afyonkarahisar illerimizde yüksek bulunmuştur. Öte yandan solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölüm oranının en az olduğu illerimiz, Van (%9,12), Hakkari (%10,72), Bitlis (%13,64), Şırnak (%15,85) ve Ağrı (%16,11) şeklinde bulundu. Sonuç: Yaşlı nüfusun daha fazla olduğu ve kömür ocakları gibi hava kirliliğinin fazla olduğu illerimizde solunum sistemine bağlı mortalite çok yüksek bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: Mortalite oranı, solunum sistemi hastalıkları, illerin sonuçları Konsultasyon İstenen Birim 1 2 40 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Hasta Sayısı Yüzdesi Acil Servis 186 % 19,9 Dahiliye 105 % 11,2 Ortoopedi 91 % 9,7 Genel Cerrahi 91 % 9,7 Hasta Sayısı Yüzdesi Tanı Desteği 426 % 45,5 Pre-operatif 285 % 30,4 Tedavi Planı 177 % 18, 9 Radyolojik Bulgular 19 %2 Tablo 2. Konsultasyonların İstenme Nedeni Konsultasyon İstenme Nedeni SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS103 Göğüs Hastalıkları Asistan Sayısını Belirleme Yöntemi- Olmayana Ergi Yöntemi Sedat Altın1, Sinem Sökücü2, Edhem Ünver1, Atilla Uysal2 Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 1 2 Amaç: 2023 yılında 3000 göğüs hastalıkları uzman hedefine ulaşmak için mevcut göğüs hastalıkları asistan eğitimi verilen kurumların imkanlarına göre olması gereken asistan sayılarının hesaplanması Materyal-Metod: 2012 istatistiki bilgiler değerlendirilerek, Türk Göğüs Hastalıkları Yeterlilik Kurulu’nun Çekirdek Asistan Eğitimi verileri dikkate alınarak, aritmetik hesaplamalarla asistan ve eğitici sayıları belirlendi. Hesaplamalarda üç ana parametre dikkate alındı: Göğüs Hastalıkları Uzmanlık Eğitim programı gereğince en az yapılması istenilen 3000 poliklinik yapmış olma, 700 yatan hastanın takibi ve en az asistan başına üniversitede 5, eğitim hastanesinde 15 yatağa sahip olma. Bu kriterlere göre, merkezin kapasitesine göre işyükü hesaplaması yapılarak uzman ve asistan ihtiyacı belirlendi. Bulgular: 2012 yılı itibariyle 53 üniversite kliniği ve 7 eğitim hastanesinde göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimi verilmektedir ve 355 asistan, 414 eğiticiden uzmanlık eğitimi almaktadır. Asistanların 118’i 7 eğitim hastanesinde 140 eğiticiden eğitim alırken, üniversitedeki 237 asistanımız ise, 274 öğretim görevlisinden eğitim almaktadır. Toplamda 1 asistana 1,2 eğitici düşmektedir. 1264’ü üniversite, 1559’u da eğitim-araştırma hastane kliniklerinde toplam 2823 yatakta 2012 yılında 112.076 hastaya yataklı, 1.313.110 hastaya da poliklinik hizmeti verilmiştir. Gerek poliklinik gerekse de, yatan hasta açısından asistan başına düşen işyükü eğitim araştırma hastanelerinde %54 daha fazla bulunmuştur. Yapılan girişimsel işlemlerle ilgili net bir rakama ulaşılmamakla birlikte, hasta sayılarının fazlalığı nedeniyle burada da eğitim hastaneleri asistanları yönünde bir fazlalık olduğu söylenebilir. Bazı vakıf ve perifer üniversitelerinin kriterleri taşımadığı, bazı üniversite kliniklerinin ise, klinik potansiyeline göre mevcut asistan sayılarının fazla olduğu, buna karşın eğitim-araştırma hastanelerinde hem eğitici, hem de hasta açısından potansiyellerine karşın, asistan sayılarının çok düşük kaldığı gözlemlendi. Yapılan hesaplamaların sonucu, eğitim araştırma hastanelerinde 197, üniversite kliniklerimizde ise, 402 asistan hekimimiz eğitimlerini başarıyla tamamlayabilirler.Sonuç: Türk Göğüs Hastalıkları Yeterlilik Kurulu’nun asistan karnesinde yapması gereken uygulamalar dikkate alınarak yapılan hesaplamalar sonucu 599 asistan hekim istihdam edilebilir. Asistan kadrosu verilirken, kurumun alt yapısı, öğretim elemanı yeterliliği, hasta potansiyeli dikkate alınmalıdır. Anahtar Kelimeler: göğüs hastalıkları asistanı, eğitim kurumu, yeterlilik SS104 2. Basamakta Sağlık Hizmeti Veren Sağlık Kuruluşlarından Üniversite Hastanesine Sevk Nedenleri ve Bu Olguların Tedavi Sonuçları Yavuz Havlucu, Önder Utku Datlı, Feride Durmaz, Nazmiye Akis Gönen, Fikret Kurhan, Gaye Salanturoğlu, Tuğba Göktalay, Ayşın Şakar Coşkun, Pınar Çelik, Arzu Yorgancıoğlu Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilm Dalı, Manisa Bu çalışmada Manisa’da bulunan 2. basamak sağlık kuruluşlarından üniversite hastanesine hospitalizasyon amaçlı sevk nedenlerinin ve sevk edilen olguların tedavi sonuçlarının araştırılması planlandı. Çalışmaya Ocak 2011 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Manisa il sınırları içerisinde yer alan 2. basamak sağlık kuruluşlarından Celal Bayar Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine hospitalizasyon amaçlı sevk edilen olgular dahil edildi. Hospitalize edilen olguların dosyaları retrospektif olarak tarandı ve olguların sosyodemografik özellikleri, sevk nedenleri, klinik bulguları ve tedavi sonuçları kaydedildi. Çalışmaya toplam 837 olgu dahil edildi. Olguların yaş ortalaması 54.1±13.8 yıl ve %59.4’ü erkek idi. En sık sevk nedenleri kompleks hastalıklar, teknik donanım yetersizliği ve yer olmaması idi.Sevk edilen olgulardaki hastalıklar sıklığına göre sırasıyla solunum yetmezliği, KOAH, pulmoner emboli, interstisyal akciğer hastalığı, zor astım, pnömoni, soliter pulmoner nodül ve tüberküloz idi. Bu olgulardaki solunumsal problemler dışındaki hastalıklar kalp yetmezliği, akut ve kronik böbrek yetmezlikleri, serebrovasküler olaylar, parkinson, demans, alzheimer, DM, koroner arter hastalıklar idi. Kliniğimize sevk edilen hastaların %19,4 yoğun bakım ihtiyacı oldu. Sevk edilen hastaların %97,5’ine kliniğimizde kesin tanıları konuldu. Bu olguların %17,4’ü exitus ile sonuçlandı. Exitusun en sık nedenleri KOAH, pnömoni, serebrovasküler olaylar, böbrek yetmezlikleri ve kalp yetmezlikleri idi. Sevk eden kliniklerin imkanları ve sevk nedenleri dikkate alındığında sevk edilen olguların sadece %1.3’ünün gereksiz sevk edildiği bulundu. Bu dönem içerisinde sadece 39 hastanın sevk isteği kabul edilmedive bunun tek nedeni kliniğimizde yer olmaması idi. Sonuç olarak, Manisa içerisinde hizmet veren 2. basamak sağlık kurumlarından yapılan sevklerin yerinde ve uygun yapıldığı ve kliniğimizin bu sevklere azami destek verdiği gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: ikinci basamak hastane, sevk, üçüncü basamak hastane TÜTÜN KONTROLÜ SS105 Bir Cezaevinde Sigara Kullanma Alışkanlıklarının ve KOAH Varlığının Araştırılması Muzaffer Onur Turan1, Pakize Ayşe Turan2 Bolvadin Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Afyon Afyon Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Afyon 1 2 Giriş:Cezaevleri, sigaranın tüketiminin ve pasif maruziyetin yüksek oranda görülebildiği yerler arasında yer almaktadır. Materyal-Metod: Bolvadin C Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz Kurumu’nda bulunan hükümlüler ve çalışanlar çalışmaya dahil edildi. Hastalara solunum fonksiyon testi uygulandı, demografik bilgiler kaydedildi ve tütün kullanma alışkanlıklarıyla ilgili bir anket uygulandı. Sonuçlar: 179 hükümlü ve 70 cezaevi çalışanı olmak üzere toplam 179 kişi çalışmaya dahil edildi; ortalama FEV1 değeri 3.68±0.80(%93.9±15.1), FVC değeri 3.87±0.83(83.1±14.3), FEV1/FVC oranı 98.4±19.6 olarak bulundu. 18 hükümlü ve 2 çalışana KOAH tanısı konuldu; hükümlülerin %20.2’sinde (22 kişi) ve çalışanların %5.7’sinde (4 kişi) KOAH mevcuttu. Sigara içmekte olan 123(%68.7), sigarayı bırakmış 26(%14.5) ve hiç sigara içmemiş 30(%16.8) kişi vardı. Mahkumların %41.8’inde cezaevine girdikten sonra sigara içme oranı artmıştı (en sık nedeni stres); %39.6’sında aynı kalmış, %18.7’sinde ise azalmıştı (en sık nedeni sağlık sorunları). Katılımcıların %89.4’ü cezaevinde pasif maruziyete uğradıklarını belirtirken, sigara içmeyenleri pasif maruziyete uğrattıklarını söyleyenlerin oranı %78’di. Cezaevindekilerin %49.2’si pulmoner semptom varlığı tariflemekteydi. Sigara içmekte olanlarda, içmeyen veya bırakmışlara göre pulmoner semptom varlığı anlamlı olarak yüksekti (p=0.000). Cezaevinde pasif maruziyete uğrama ile; KOAH gelişimi (p=0.043) ve pulmoner semptom varlığı (p=0.008) arasında anlamlı ilişki bulundu. Sigarayı bırakma düşüncesi %78, bırakmak için tıbbi hizmet isteği %78.9 olarak bulundu. Kapalı alanlarda sigara içilmesi konusundaki kısıtlamalar %88.3, ilgili yasa %93.9 oranında destek görmekteydi. KOAH tanısı alan mahkumlarda,cezaevinde içilen sigara sayısı anlamlı olarak artmıştı (p=0.05).Tartışma: Cezaevinde sigara içme ve pasif maruziyete uğrama oranları oldukça yüksek bulunmuştur. Bu durumun, cezaevlerinde sigara içilen alanlara kısıtlama getirilmesi ve sigara içilmeyen özel koğuşların varlığı ile önüne geçilebileceği düşünülmektedir. Cezaevinde KOAH varlığı yüksek oranda bulunmuştur. Bu nedenle, KOAH’ın tipik semptomları olan hastalar daha iyi irdelenmeli, solunum fonksiyon testi ile cezaevinde KOAH açısından tarama yapılması gündeme gelmelidir. Anahtar Kelimeler: cezaevi, sigara içimi, KOAH Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 41 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS106 SS108 Nikotin Bağımlılık Düzeyinin Yaşam Kalitesi ve Depresif Semptomlar Üzerine Etkisinin İncelenmesi Türkiye’de satış noktalarında tütün ürünleri reklam yasaklarına uyum hakkında gölge raporlama Betül Taşpınar, Ferruh Taşpınar, Cihan Caner Aksoy, Canan Gül, Emrah Afşar Efza Evrengil1, Ttd Gölge Raporlama Grubu2 Dumlupınar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Kütahya 1 Amaç: Bu çalışmanın amacı nikotin bağımlılık düzeyinin yaşam kalitesi ve depresif semptomlar üzerine etkisinin belirlenmesidir.Gereç-Yöntem: Çalışmaya sigara içen 85 olgu dahil edildi. 12 olgu eksik veri ve diğer sebepler nedeniyle çalışma dışı bırakılarak çalışma toplam 73 (yaş ortalaması 33,55±11,09 yıl) olgu ile tamamlandı. Nikotin bağımlılık düzeyinin belirlenmesi için Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT), Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi için Notthingham Sağlık Profili (NSP), depresif semptomlar için ise Beck Depresyon Envanteri (BDE) kullanıldı. Olgular nikotin bağımlılık düzeylerine göre düşük, orta ve şiddetli olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Elde edilen veriler Kruskall Wallis testi ile analiz edilerek yorumlandı.Bulgular: Nikotin bağımlılık düzeylerine göre düşük olan grupta 22, orta grupta 30, şiddetli grupta ise 21 olgu yer aldı. Olguların düşük, orta ve şiddetli nikotin bağımlılık düzeylerine göre NSP sonuçları sırasıyla; 65.75±50.18, 101.47±73.40 ve 219.78±161.43, BDE sonuçları sırasıyla 7.64±6.20, 9.53±7.82 ve 16.10±10.46 olarak belirlendi ve elde edilen verilerin gruplar arasındaki farkları incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlendi.Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları nikotin bağımlılık düzeyinin artmasıyla kişilerin yaşam kalitesinin ve ruh halinin olumsuz yönde etkilendiğini göstermiştir. Bu nedenle bireylerin sigara nedeniyle karşılaştıkları fiziksel problemlere ilaveten depresyondan uzak ve daha kaliteli bir yaşam sürmeleri için sigara bırakma programlarının daha fazla yaygınlaştırılması ve özellikle medya gibi araçlarla halkın bilinç düzeyinin artırılması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Sigara İçme, Nikotin Bağımlılığı, Yaşam Kalitesi, Depresyon Tütün ürünleri satış noktaları (SN), tütün endüstrisinin gençlerle ve seçilmiş gruplarla doğrudan iletişim kurduğu son kalesidir. DSÖ TKÇS, satış noktalarında tütün ürünlerinin doğrudan ulaşılabilir ve işletme dışından görülecek şekilde teşhir edilmesinin yasaklanmasını önermektedir. Türkiye’de kabul edilen mevzuat yasakları kısmi olarak düzenlemektedir. Amaç: Tütün tüketiminde yakın zamandaki artış, Türkiye Sağlık STK’larını bu kritik sorunla ilgili izlenecek yolu bulmak için biraraya getirmiştir.Metod: Gölge raporlama teknikleriyle Ocak-Şubat 2013 tarihleri arasında 7 kentte yasaklara uyumla ilgili anket yapıldı. Raporlanan 58 satış noktasının %56’sında tütün reklamları işletme dışından görülebilmekteyken, %28’inde ürünler birden fazla alanda teşhir edilmekteydi,%20’sinde ürünler doğrudan ulaşılabilir olup,%22’sinde tütün ürünü reklamı mevcuttu, %13’inde sigara paketleri resimli uyarıları kapatacak şekilde sergilenmişti,%60’ında etiketler mevzuata uygun değilken, sadece %1.5’unda satış ünitelerinin görünür yüzü kapalıydı. Sonuç: Mevzuata uyumsuzluk %44 satış noktasında tütün ürünlerinin dışarıdan görünür olduğu 2011’de yapılan çalışmaya kıyasla artmıştır. Kısmi yasaklar uygulamada belirsizliğe ve yürütmede zorluğa neden olmaktadır. Bu sorunlar ve resmi verilerin eksikliği göz önüne alındığında, gölge raporlama yararlı bir bağımsız değerlendirme yöntemi ve savunuculuk aracıdır. Satış noktalarında tütün ürünlerinin teşhiri ile ilgili politik alan, kişilerin liberal üretim ve marka politikaları ile tütün endüstrisiyle doğrudan karşılaştıkları noktada bulunmaktadır. SN’larında reklamı tamamen yasaklamak tütün endüstrisinin SN’nı reklam ve promosyon alanı olarak kullanmasına engel olarak ve talep yönlü politikaların artmasına doğrudan etkisiyle vazgeçilmez bir tütün kontrolü yöntemidir. Anahtar Kelimeler: Satış noktaları, tütün reklamları, tütün reklam yasakları Sağlık Enstitüsü Derneği Türk Toraks Derneği 2 SS107 Istanbul ikram işletmelerinde sigara yasağına uyumun değerlendirilmesi TÜBERKÜLOZ Pınar Ay , Efza Evrengil , Murat Güner , Elif Dağlı 1 2 2 2 Marmara Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul Sağlık Enstitüsü Derneği 1 2 Türkiye’de Temmuz 2009 tarihinden itibaren kapalı alanda tütün ürünü kullanımı yasaktır. Bu çalışmanın amacı Istanbul ikram işletmelerinde yasağa uyumun değerlendirilmesidir. Çalışma kesitsel bir araştırma olup Istanbul’da en çok ikram işletmesi olan 4 ilçede random seçilen 30 kümede 450 işletmede yürütülmüştür. İşletmelerin 184 ünde (%40.9) açık teraslar, 159 unda (%35.3) açılabilen paneller vardı. Sadece 298 işletmede bulunan uyarı levhalarının 105 (%35.2) nizamiydi.Doğrudan gözlem ile 155 (%34.4) işletmede kapalı alanda sigara içildiği, 89 unda (%19.8) izmarit olduğu saptandı. 169 (%37.6) işletmede kül tablası veya eşdeğeri bulunmaktaydı. İzmarit ve kül tablası varlığı dikkate alındığında kapalı alanda tütün kullanımının ihlal oranı %49.5 olarak hesaplanmıştır. Istanbul ikram işletmelerinin dumansız hava sahasına uyumunun yüksek olmadığı saptanmıştır. İhlallerin sistematik bir şekilde özellikle gençlerin gittiği, açılır-kapanır panelleri ve havalandırma sistemleri olan mekanlarda olduğu izlenmiştir. Kanuna uyumun güçlendirilmesi için denetimlerin müşteri kimliğinde yapılması ve “risk” özellikleri taşıyan işletmelerin gözlenmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür. Anahtar Kelimeler: Dumansız hava sahası, yasa uyumu, ihlal, işletmeler 42 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SS109 Hastane Çalışanlarında Tüberküloz Bilgi Düzeyi ve Risk Algılanması Pelin Duru Çetinkaya1, Ayşe Turan1, Ercan Çil2, Ferhat Çetinkaya3, Ahmet Levent Başaran1 Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi, Adana Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Adıyaman Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Adana 1 2 3 Giriş ve Amaç: Tüberküloza erken tanı koymak hastanın hızla iyileşmesi ve etrafındaki sağlıklı kişilere mikrobu bulaştırmaması açısından çok önemlidir. Amacımız sağlık çalışanlarında tüberküloz bilgi ve kaygı düzeylerine bakmak tüberküloz farkındalığını arttırmaktır.Materyal-Metod: Çalışma Çukurova Dr Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi ve Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerinde görev yapan ve sözel olurları alınan 366 sağlık çalışanlarına Çiftçi ve arkadaşları tarafından hazırlanan tüberküloz bilgi ve kaygı düzeyi anketi yapılmıştır. Veriler PAWS 18’e girilerek analizleri yapılmıştır (Tablo1a,1b). Bulgular: Olguların 213’ü kadın,153’ü erkekti. 74(%20,2) olgu doktor; 138 (37,7) olgu hemşire; 154 (%42,1) olgu memur ve personelden oluşuyordu. Tüberküloz kaygılarına göre olgular %6,3’ü kaygısız; %15’i hafif kaygılı; %33,3’ü orta kaygılı; %45,4 olgu yüksek kaygılı grupta yer almaktaydı. Sağlık çalışanlarının %62,3’ünün bilgi puanı zayıf; %24,6’sının orta; %6,6’sı iyi; %6,3’ü çok iyi saptandı. Eğitim ile kaygı düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde: ilkokul mezunlarının %16,7’si; ortaokul mezunlarının %31,3’ü; lise mezunlarının %45,3’ü;üniversite mezunlarının %50,5’i yüksek kaygılı gruptaydı ve eğitim seviyesi arttıkça kaygı düzeynini arttığı saptandı(p:0,01). Meslek gruplarıyla kaygı düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde doktor ve hemşirelerin diğer sağlık çalışanlarına göre kaygı düzeyinin arttığı saptanmıştır (p:0,03). Meslek grupları ile bilgi düzeyine SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ bakıldığında bilgi düzeyinin doktorlarda daha yüksek olduğu saptanmıştır (p=0,000)(Tablo2). Tüberküloz hastalığı nasıl bulaşır sorusuna %90,5 olgu solunum yolu ile cevabını vermiştir. DGT’nin ne olduğu sorulduğunda %32,7 olgu doğru cevap verirken, %20,8 olgu hiç duymadığını ifade etmiştir. Tüberküloz enfeksiyonu tanısı nasıl konulur sorusuna %24,1 olgu PPD ile cevabını vermiştir. Sonuç: Sağlık çalışanlarının %62,3’ünün bilgi puanı zayıf; %45,4’nün yüksek kaygılı olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanlarına Tüberküloz konusunda eğitim programlarının yapılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: tüberküloz, sağlık çalışanı, bilgi düzeyi, kaygı düzeyi Tablo 1b. Tüberküloz risk algılaması puanlama Tablo 1a. Anketin tüberküloz bilgi düzeyi Tablo 2. Bilgi düzeyi ile mesleklerin karşılaştırılması p=0,000 ZAYIF (0-49) N(%) Memur-işçi (diğer sağlık çalışanları) 126(%81,8) ORTA (50-64) N(%) İYİ (65-79) N(%) ÇOK İYİ (80-100) N(%) 25(%16,2) 3(%1,9) 0(%0) Hemşireler 87(%63) 40(5,8) 8(%5,8) 3(%2,2) Doktorlar 15(%27,8) 24(%44,4) 7(%13) 8(%14,8) 0(%) 2(%10) 6(%30) 12(%60) Göğüs hastalıkları uzmanları SS110 İmmünkompromize hastalarda latent tüberküloz tanısında kan IP-10 düzeyinin saptanması: Kronik renal yetmezlikli hastalarda yapılan bir analiz Gülşah Günlüoğlu1, Ekrem Cengiz Seyhan2, Rümeyza Kazancıoğlu3, Zeki Günlüoğlu4, Nurdan Veske1, Esra Yazar1, Sedat Altın1 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Medipol Üniversitesi, Göğüs hastalıkları, İstanbul 3 T.C. Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Nefroloji, İstanbul 4 Medipol Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul 1 2 Amaç: Latent tüberküloz infeksiyonu (LTBI), aktif tüberküloz gelişimi için en önemli kaynaktır. Tüberküloz’un eradikasyonu açısından LTBI bulunan kişilerin saptanıp tedavi edilmesi faydalıdır. Kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodializ tedavisi gören (CRF-HD) hastalar immuncompromised olup LTBI açısından risk altındadır. Bu çalışmada CRF-HD hastalarında LTBI saptamada IP-10 düzeyinin etkinliği analiz edildi.Hastalar ve Metod: Çalışma, 50 CRF-HD hastası ile yapıldı. Hiçbir hastada aktif tüberküloz yoktu. Hastalardan IP-10 ve Quantiferon G-In-Tube (QFT-GIT) ile Interferon-G düzeyinin ölçülmesi için kan alındı. Aynı gün Tuberculin deri Test (TDT) yapıldı. Test sonuçları karşılaştırmalı olarak analiz edildi.Bulgular: TDT, hastaların %36.4’ünde QFT-G-IT %54’ünde pozitif sonuçlandı. LTBI için risk faktörleri ile TST ve QFT-G-IT sonuçları arasında saptanan poor ilişki istatistiksel olarak anlamsızdı (sırasıyla p=0.15 ve p=0.12). TST-QFT-G-IT sonuçları arasında moderate bir ilişki mevcuttu (p=0.002). IP-10 düzeyi, spesifik TB antijenleri ile stimulasyon sonrasında tüm hastalarda belirgin şekilde yükseldi (p=0.0001). Ortalama IP-10 düzeyi, TDT ya da QFT-G-IT sonuçlarından birinin pozitif olduğu hastalarda 37233.3, diğerlerinde ise 1682.5 olup aralarındaki fark anlamlıydı (p=0.0001). Stimüle edilmiş kanda 10500 IP-10 düzeyi eşik değer olarak kullanıldığında IP-10 sonucu ile QFT sonucu arasında tam uyum ortaya Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 43 SÖZEL SUNUMLAR çıkıyordu (kappa=1).Sonuç: CRF-HD hastalarında IP-10 düzeyi ölçümü ile TDT’ye göre daha fazla sayıda hastada LTBI saptanabilir. Interferon-G düzeyi ölçümüne göre daha kolay bir prosedür ile ölçülebilen IP-10 düzeyi, CRF-HD hastalarında LTBI tanısında onunla eşdeğer sonuçlar sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, kronik böbrek yetmezliği, IP-10 SS111 Pediyatrik pulmoner ve ekstrapulmoner tuberküloz arasındaki farklılıklar: gelecek için bir uyarı işareti İlker Devrim1, Hüseyin Aktürk1, Nuri Bayram1, Hurşit Apa1, Şener Tulumoğlu2, Fatma Devrim4, Tülin Erdem2, Yüce Ayhan2, İpek Tamsel5, Demet Can3, Hüdaver Alper6 TÜRK TORAKS DERNEĞİ takibinin yapıldığı saptandı. Yeni hastaların; %51,2’sine (64) “Yeni Vakalarda Standart Tedavi Protokolleri” (2HRZE/4HR), %40,8’ine (51) “Yeni Vakalarda Diğer Tedavi Protokolleri” (2HRZE/4HR harici en az 6 aylık tedavi protokolü) uygulanmıştır. Eski hastaların ise %23,8’ine (10) “Eski Vakalarda Standart Tedavi Protokolleri” (2HRZES/HRZE/5HRE), %21,4’üne (9) ise “Eski Vakalarda Diğer Tedavi Protokolleri” (2HRZES/HRZE/5HRE harici en az 8 aylık tedavi protokolü) uygulanmıştır. Hastaların %19,8’inin ise (33) ise tedavilerini sonlandırmadıkları için, uygulanan rejimin kombinasyonu ve süresi konusunda tanımlayıcı bir bilgi oluşturulamadı. Tüm hastalarda tedavi sonuçlarına değerlendirildiğinde; hastaların 136’sında (%81,4) tedavi başarısı sağlandığı gözlendi. Hastaların %6’sı (10) ölüm, %5,4’ü (9) kayıp, %4,2’si (7) tedavi terk, %1,8’si (3) nüks ve %1,2’si (2) ise tedavi başarısızlığı ile sonuçlandı. Tüm tedavi sonuçları incelendiğinde ise standart ve standart dışı tedavilerin sonuçları arasında anlamlı fark bulunmadığı saptandı. Anahtar Kelimeler: ÇID-TB harici ilaç direnci, tedavi sonuçları, tüberküloz, 1 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği, İzmir 2 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Klinik Mikrobiyoloji, İzmir 3 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniği, İzmir 4 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği, İzmir 5 Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İzmir 6 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Tüberküloz (TB) hala önemli bir küresel sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Çocukluk çağı tüberkülozu bazı benzersiz farklı özelliklere sahiptir ve bu tanıyı zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada pulmoner ve ekstrapulmoner tuberkülozu olan çocukların epidemiyolojik, klinik ve mikrobiyolojik özellikleri tanımlandı. Yöntem: 17 yaşından küçük aktif tüberkülozü olan hastaların verileri toplanarak ve pulmoner ve ekstrapulmoner TB olan hastalar karşılaştırıldı. Bulgular: 128 olgu çalışmaya dahil edildi. 42 olgu 5 yaşından küçük, 41 olgu 6-10 yaş arası ve 45 olgu 10 yaşından büyüktü. Olguların %75’i pulmoner TB, %25’i ise ekstrapulmoner TB olarak saptandı. Ekstrapulmoner TB ve pulmoner TB olgularının yaş grubu dağılımları arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.201). Konstitüsyonel semptom görülmeyen hasta oranı ekstrapulmoner TB’de pulmoner TB ile kıyaslandığında anlamlı yüksek saptandı (p=0,000). Kaynakların tespitinde ekstrapulmoner TB ve pulmoner TB arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,069). Sonuç: TB hala önemli bir halk sağlığı problemidir. Ekstrapulmoner tüberküloz herhangi bir konstitüsyonel semptom ve mikrobiyolojik kanıt olmadan sinsi ve sessiz bir başlangıç gösterir, ayrıca erişkin kaynaklar da çoğu zaman saptanamaz. Bu nedenle erişkin kaynağının tespiti çocuklarda tüberküloz hastalığın kontrol edilmesi için zorunludur. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, ekstra pulmoner tüberküloz, pulmoner tüberküloz, konstitüsyonel semptomlar Tablo . Yeni ve eski vakalarda standart ve standart dışı tedavilerin sonuçlarının karşılaştırılması Tedavi protokolleri Olumlu sonuçlar (kür, tedavi tamamlama) Olumsuz sonuçlar (tedavi başarısızlığı, nüks, kayıp, ölüm) Toplam Ki-Kare Standart Tedavi (Yeni vaka) 64 0 64 Standart Dışı Tedavi (Yeni vaka) 50 1 51 Toplam 114 1 115 Standart Tedavi (Eski vaka) 10 0 10 Standart Dışı Tedavi (Eski vaka) 7 2 9 Toplam 17 2 19 P 0,013 0,909 0,685 0,408 SS113 Kayseri’de Tüberkülozlu Hasta Bildirimleriyle Aktif Sürveyansla Tespit Edilenlerin Karşılaştırılması Şakir Hakan Aksu1, Suha Özkan2 Kayseri Verem Savaş Dispanseri, Kayseri Çamlıca Aile Sağlığı Merkezi, Ankara 1 2 SS112 ÇİD-TB Harici İlaç Dirençlerinde Tedavi Sonuçlarının Değerlendirilmesi Hamza Ogun, İpek Özmen, Elif Yıldırım, Tülay Törün, Aslıhan Ak, Haluk Celalettin Çalışır Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Çalışmaya, 2008-2010 yılları arasında hastanemizde beş farklı klinikte tüberküloz tanısı alan ve ÇID-TB harici en az bir ilaç direncine sahip 167 hasta alınmıştır. Hastaların 117’si (%70,1) erkek ve 50’si (%29,9) ise kadındı, yaş ortalamaları 42,35 (18-90) olarak saptandı. Tek ilaç dirençlerinde, 75 (%44,9) hastada H direnci ve 11 hastada R direnci saptandı. Çoklu ilaç direncinde ise 19 (%11,4) hastada HS direnci saptandı. Hastaların tedavi sonuçlarına hastane kayıtlarından ve bağlı oldukları verem savaş dispanserlerinden temmuz 2013 itibarı ile ulaşıldı. Hastaların 125’i (%74,9) yeni vaka ve 42’si (%25,1) eski vaka idi. Hastaların 125’inde (%74,9) hem mikroskopi hem kültür pozitifliği saptanırken, 42 (%25,1) hastada sadece kültür pozitifliği saptandı. 124 (%74,3) hastanın hastaneye yatarak, 43 (%25,7) hastanın ise ayaktan verem savaş dispanserlerinde 44 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Amaç: Tüberküloz(TB) bildirimi zorunlu bir hastalıktır. Çalışmamızda, 2013 yılında Kayseri’de, yapılan bildirimlerle, aktif sürveyansla hastanelerin laboratuvar kayıtlarında tüberküloz tanısı olan hasta bilgilerini karşılaştırarak bildirimlerin yeterliliğini öğrenmek ve dispanser kayıtlarında bulunmayan hastaları tespit etmeyi amaçladık. Yöntem: 2013 yılında yapılan tüberkülozlu hasta bildirimleri Kayseri Halk Sağlığı Müdürlüğü kayıtlarından, aktif sürveyans incelemesi tüberküloz laboratuvarı olan ve tüberküloz hastalarının tanı ve tedavilerini yapan Tıp Fakültesi ile Eğitim Araştırma Hastanesinden(EAH) araştırılmış olup retrospektif olarak analiz edilmiştir. Aynı anda kültür pozitif, MGIT pozitif ve tipik üreme gösteren örnekler çalışmaya alınmıştır. Hastaların adresleri bulunarak, bağlı oldukları illere hizmet veren dispanserlerdeki kayıtlarla karşılaştırılmıştır. Bulgular: Tıp Fakültesi Laboratuvar kayıtlarında 2013 yılında 22 kişide TB mikrobunun bulunduğu kültür ve MGIT pozitifliği ile gösterilmiştir. Atipik üremeler kayda alınmamıştır. EAH laboratuvar kayıtlarında ise bu rakam 50‘dir. Aktif sürveyans ile bulunan bu kişiler, resmi olarak yapılan bildirimlerle karşılaştırıldığında 21(%29) kişinin bildiriminin yapılmamış olduğu görülmüştür. Bildirimi yapılmayanlardan 10 (%14) kişinin doğrudan dispanserlere giderek kaydolduğu bulunmuştur. Bildirimi yapılan 51 kişinin 50’si dispanserlerde tedavi almışlardır. SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Sonuç: Her ne kadar bildirimi zorunlu olsa da yeterince yapılmadığı düşünülen tüberkülozda, hastaların tedavisi, temaslıların muayenesi, gerekli olanlara koruyucu önlemlerin alınması için aktif sürveyansın programlı bir şekilde düzenli uygulanmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Aktif sürveyans, Tüberküloz hastası bildirimi KOAH SS114 Yeni GOLD sınıflamasına göre yüksek atak riski olan KOAH’lı hastalarda gelecek ataklar açısından belirleyici faktörler Sibel Atış Naycı, Eylem Sercan Özgür, Cengiz Özge, Gamze Çavuşoğlu, Ahmet İlvan Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin Amaç: KOAH’lı hastalarda gelecek risklerin azaltılabilmesi için gelecek ataklar açısından yüksek riskli hastaların belirlenmesi oldukça kritik bir öneme sahiptir. Bu çalışmada yeni GOLD sınıflamasına göre yüksek atak riski olan KOAH’lı hastalarda gelecek ataklar açısından belirleyici faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.Gereç-Yöntem: Yeni GOLD sınıflamasına göre 101 yüksek atak riski olan KOAH’lı hasta çalışmaya dahil edildi. Spirometrik olarak GOLD 3 veya GOLD 4 ve/veya hastanın son 1 yılda 2 veya daha fazla atak geçirme öyküsü ve/veya son1 yıldaki hastane yatışı gerektiren atak öyküsü yüksek riskli hasta olarak kabul edildi. Stabil dönemde solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), CAT skoru, son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, doktor tanılı komorbiditeleri değerlendirildi. Hastalar bir yıl takip edildi ve takip süresindeki atak sayıları prospektif olarak belirlendi. Çoklu regresyon analizi ile CAT skorunun, spirometrik olarak GOLD evresinin, önceki yıldaki atak sıklığının, dispne skorunun ve komorbidite varlığının hastanın gelecek yıldaki ataklarını belirlemedeki etkisi değerlendirildi.Bulgular: Ortalama yaş 62.3 ±7.9, FEV1 %42.9±15.1 ve CAT skoru 16.14±7.5 idi. 68 hasta (%67.3) en az bir komorbiditeye sahipti. Lojistik regresyon analizinde sadece geçmiş yıldaki sık atak öyküsü varlığının gelecek yılda sık atak geçirme olasılığını 4.6 kat artırdığı (p=0.02) saptanırken, spirometrik evre, CAT skoru, dispne skoru ve komorbidite varlığının gelecek atakları belirlemede etkisi saptanmadı. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları gelecek ataklar açısından geçmiş yıldaki sık atak geçirme öyküsünün spirometri, semptom skoru, CAT skoru ve komorbidite gibi diğer değişkenlere göre daha kullanışlı ve anlamlı bir belirleyici olduğunu desteklemektedir. Anahtar Kelimeler: atak, CAT skoru, KOAH, risk KOAH hastalarının evrelere göre dağılımının ve her evre için uygulanan tedavi yaklaşımlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Türkiye’nin tüm coğrafik bölgelerini kapsayan 8 ildeki 11 merkezde (ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumları) 2010 yılı Ağustos ayında yürütülen çalışmada; 40 yaş ve üzeri, son iki yıl içinde spirometrik olarak KOAH tanısı almış ve 6 ay sonraki tedavi bilgisine ulaşılmış 719 hastanın dosya verileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Demografik Özellikler ve KOAH evreleri Ortalama %FEV1 %44,9 değeri olan hastaların diğer demografik özellikleri Tablo 1’de, GOLD evrelerine göre dağılımı Şekil 1’de görülmektedir.Tedavi: Evrelere göre ilaç kullanımı Tablo 2’de özetlenmiştir.Evre 1 hastalarda, idame tedavide en çok tercih edilen tedaviler, LAMA ve LABA+İKS+LAMA kombinasyonu idi (her ikisi için de 6 hasta). Evre 2 ve üzeri hastalarda en sık tercih edilen tedavi grupları sırasıyla LABA+İKS+LAMA; LABA+İKS+ LAMA+metil ksantin ve LABA+İKS kombinasyonları idi. Hastaların %89’u (619) İKS içeren tedavi kullanıyordu. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre; GOLD Evre1’de 2. ve 3. basamak hastane başvuruları nın düşük olduğu; Evre 1’de kısa etkili bronkodilatörlerin yanı sıra LAMA ve LABA+İKS+LAMA kombinasyonlarının kullanıldığı; Evre 2 ve 3’te olguların yarısında LABA+İKS+LAMA kombinasyonunun tercih edildiği, evre 4’te bu kombinasyona teofilin de eklendiği gözlenmiştir. Hemen her evrede sıklıkla çoklu tedavi yaklaşımlarının tercih edilmiştir ve İKS kullanımını da kılavuz önerilerinden daha yaygındır. Anahtar Kelimeler: Evre dağılımı, gerçek yaşam, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, tedavi dağılımı KOAH hastalarının evrelere göre dağılımını gösteren grafik Şekil 1. KOAH hastalarının evrelere göre dağılımı Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri Özellikler n=719 SS115 Yaş (yıl), Ort (SD) 62,9 (9,7) Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Pratiğinde KOAH hastalarının Evrelere Göre Dağılımı ve Tedavi Yaklaşımları: Çok Merkezli Gerçek Yaşam Çalışması Erkek cinsiyet, n (%) 614 (85,4) Hastalık süresi (yıl), Ort (SD) 6,0 (5,8) FEV1 (L), Ort (SD) 1,3 (0,6) Sosyal güvence varlığı, n (%) 685 (95,3) Elif Şen1, Salih Zeki Güçlü2, Işıl Kibar3, Ülkü Bolol4, Hikmet Tereci5, Veysel Yılmaz6, Onur Çelik7, Filiz Çimen8, Füsun Topçu9, Meltem Orhun10, Aylin Konya11, İdilhan Ar11, Sevgi Saryal1 20 paket yılı üzerinde sigara öyküsü olan, n (%) 525 (73) Sigara öyküsü olan, n (%) 642 (89,3) Halen sigara içen, n (%) 194 (27) Sigarayı bırakmış olan, n (%) 448 (62,3) Hiç sigara içmemiş olan, n(%) 76 (10,6) Ankara Üniversitesi Tıp Fakülresi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir 3 İstanbul Hospital, İstanbul 4 Adana Prof. Dr. Nusret Karasu Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Adana 5 Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Samsun 6 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 7 Erzurum Nihat Kitapçı Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Erzurum 8 Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 9 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır 10 Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul 11 Novartis İlaç 1 2 Giriş ve Amaç: Türkiye’de KOAH’ta gerçek yaşam koşullarında tedavi yaklaşımlarını araştıran geniş çaplı çalışmalar sınırlıdır. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalar KOAH tanı ve tedavisinde kılavuzlara uyumun genellikle düşük olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada GOLD 2010 baz alınarak Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 45 SÖZEL SUNUMLAR Tablo 2. İlaç gruplarının evrelere göre dağılımı SS117 TÜRK TORAKS DERNEĞİ Amfizem tedavisinde coil ile bronkoskopik akciğer volüm küçültmenin yeri Turhan Ece1, Züleyha Bingöl1, Yasemin Ateş1, Korkut Bostancı2 İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 SS116 Bronkoskopik Akciğer Volüm Azaltıcı-Sarmal Tedavisi (BAVA-S): 3 aylık takip sonuçları Aşkın Gülşen1, Fidan Sever1, Pelin Girgin2, Necdet Batuhan Tamcı3 Şifa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi, Anestezi Anabilim Dalı, İzmir 3 Şifa Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 Giriş: İleri evre, amfizem ağırlıklı kronik obstruktif akciğer hastalığı (KOAH) olan hastalarda; medikal tedavi hastaların semptomlarını ve yaşam kalitelerini düzeltmekte yetersiz kalmaktadır. Ventilasyon- perfüzyon dengesi ileri derecede bozulmuş akciğer alanlarının küçültülmesi; hastaların efor kapasitelerini arttırarak, yaşam kalitelerini düzeltebilir ve pulmoner rehabilitasyon programlarına uyumu arttırabilir. Heterojen amfizemli loba komşu lobdan kollateral ventilasyon varsa; tıkayıcı endobronşiyal volüm küçültücü tedavi (EBVT) yöntemleri etkisiz kalabilir. Coiller ile; ağır amfizemlilerin tümünde etkili EBVT yapılabileceği iddia edilmektedir.Metod: Heterojen amfizemi olan, ağır – çok ağır KOAH’lı, tümü erkek, 8 olgu çalışmaya alındı. Zorlu vital kapasite 1. saniye (ZVK1) <%45, difüzyon kapasitesi (DLCO) >%20, reziduel volüm (RV) >%175, PaCO2 <%60 olan olgulara, genel anestezi altında C kollu floroskop görüntülemesi altında, fleksibl bronkoskop ile Coil-EBVT uygulandı.Bulgular: Olguların 3/8’inde bir akciğer üst lobuna, 5/8’inde ise bir akciğer alt lobuna 10’ar adet 100125 mm uzunluğunda Coil (PneumRx) yerleştirildi. Coil-EBVT öncesi ve 1-3 ay sonrası; solunum fonksiyon, kan gazı ve yaşam kalitesi skorlamaları ile değerlendirme yapıldı. Coil-EBVT ile; hastaların solunum fonksiyonları ve efor kapasitelerinde iyileşme saptandı.Sonuç: Coil-EBVT; seçilmiş ağır amfizemli hastalarda, akciğer rezidüel volümünü azaltarak, solunum mekaniğini ve ventilasyon perfüzyon dengesini düzelten, böylece gaz değişimini, efor kapasitesini, yaşam kalitesini arttıran yeni bir tedavi yöntemidir. Anahtar Kelimeler: amfizem, coil, endobronşiyal volüm küçültme tedavisi 2 Giriş: Bronkoskopik akciğer volüm azaltıcı sarmalları(BAVA-S), bronkoskopi ile birlikte ağır homojen ve heterojen amfizemi olan hastalarda uygulanan yeni implantlardır.Volüm azaltılmasının amacı hiperinflasyonu ve hava hapsini azaltarak semptomlarda iyileşme sağlamayı amaçlamaktadır. Metod: Ağır amfizemi olan hastalar çalışmaya alındı.Tüm vakalarda amfizem dağılımı BT taraması ile kesinleştirildi.Sigara içmeyen, FEV1 %15-45,rezidual volüm> %175 ile birlikte hiperinflasyonu olan ve belirgin nefes darlığı olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu, ağır pulmoner hipertansiyonu (PAB>50mmHg),6 dk.yürüme testi 140mt’den az,büyük bülleri olan hastalar çalışmadan çıkarıldı. 40 hastada genel anestezi altında, 20+-10 dk’da ve tek akciğere 6-12 sarmal uygulanarak 50 işlem gerçekleştirildi.Tüm işlemler iyi tolere edildi. Sarmal yerleştirmek ve parankimal kompresyon elde etmek amacıyla en hastalıklı bölge ilk olarak tercih edildi. Tek taraflı ve iki taraflı BAVA-S uygulandı. 30 ve 90.gün takiplerinde solunum fonksiyon testi,6 dk yürüme testi, NT-proBNP,EKO değişiklikleri kaydedildi. Sonuçlar: Hastalar 1-3 ay takibe alındı,bu süre içerisinde 12 yan etki saptandı.Nefes darlığı,öksürük ve göğüs ağrısı rapor edildi.Pnömotoraks gelişmedi.4 KOAH alevlenme,5 pnömoni (4 işlem tarafında,1 diğer akciğer) ve 1 ölüm rapor edildi.1 vaka işlem sırasında bradikardi ve hipotansiyon gelişmesi nedeniyle işleme devam edilmedi. 3 aylık takipte ort.FEV1 (+180 ml), ort. FVC(+360ml),rezidual volüm(-%14,6 ± %9,4) ve 6dk yürüme testi (+95,5 ±62,8 m), (p<0,005) elde edilmiştir. Tartışma: Tedaviden önce hastaların seçimi ve hazırlığı en önemli noktadır. BAVA-S ameliyata göre daha güvenli olmakla beraber, ağır KOAH hastalarının tedavisi için bir alternatif sunmaktadır. Tedavi teknik olarak uygulabilir ve sonuçlara bakıldığında solunum fonksiyonlarında ve egzersiz kapasitesinde belirgin iyileşme görülmektedir. Uzun dönem sonuçlar için çalışmamız devam etmektedir. Anahtar Kelimeler: Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı, Amfizem, Bronkoskopik Volum Azaltıcı işlem,BAVA-S,Sarmal,3 aylık takip, Sonuçlar 46 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SS118 KOAH Atağı ile Hospitalize Edilen Hastalarda Kardiyak Komorbidite Varlığının Hastane Mortalitesine ve Yatış Süresi Üzerine Etkisi Yavuz Havlucu1, Ece Kaya2, Gaye Salanturoğlu1, Arzu Yorgancıoğlu1 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa Salihli Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Manisa 1 2 Hospitalizasyon gerektiren KOAH alevlenmeler yüksek mortalite ve morbiditeye sahiptir. Kardiyak komorbidite gibi spesifik komorbiditelerin etkisi detaylı olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada kardiyak komorbiditenin akut alevlenme nedeni ile hospitalize edieln hastalarda hastane mortalitesine ve yatış süresine etkisinin araştırılması planlandı. Ocak ‘013 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kliniği ve Salihli Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniğinde KOAH alevlenme nedeni ile yatan hastalar retrospektif olarak tarandı. Hastaların dosyalarından sosyodemografik bilgileri, kardiyak komorbiditeler, solunum fonksiyon testleri, arteryal kan gazı bulguları, KOAH alevlenme nedeni, hastane mortalitesi ve yatış süreleri kaydedildi. Çalışmaya 416 hasta dahil edildi. Olguların %88.9’u erkek ve yaş ortalaması 71.8 yıl idi. Olguların ortalamaFEV1 değeri %47,6 olarak bulundu. En sık görülen kardiyak hastalıklar sırasıyla kor pulmonale, sol kalp yetmezliği, aritmiler ve iskemik kalp hastalıkları idi.Kardiyak komorbiditesi olan olgular daha yaşlı idi ve bu olgulardaki sigara bırakma oranı daha yüksek idi. Bunun yanında kardiyak komorbiditesi olanların FEV1 değerleri daha yüksek idi. Kardiyak komorbidite varlığı hastane mortalitesi (p=0.013) ve uzun yatış süresi (p=0.024) ile ilişkili bulundu. Sonuç olarak kardiyak komorbiditenin varlığının akut alevlenme nedeni ile hospitalize edilen hastalarda hastane mortalitesi ve yatış süresine olumsuz yönde etkilediği bulundu. KOAH alevlenme nedeni iiel interne edilen hastalarda kardiyak hastalıkların daha ayrıntılı değerlendirilerek tanınmasının bu grup hastalara daha dikkat etmemizi sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: KOAH alevlenme, kardiyak komorbidite, mortalite SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ GÖĞÜS CERRAHİSİ SS119 Malign Mezotelyoma İnvazif Girişim Yapılmadan Cilte Yaygın Metastaz Yapar mı? Bülent Öztürk1, Fatih Meteroğlu2, Atalay Şahin2, Menduh Oruç2 Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır 1 2 Kırk altı yaşında erkek hasta. Göğüs ağrısı, nefes darlığı ve vücudunda cilt altında yer yer sert şişlikler olduğu şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Hastaya gerekli tetkikler yapıldı. Ancak göğüs ön, arka, batın ön, lumbosakral bölgede yaygın ciltte nodülleri mevcuttu. Tanı amaçlı sol hemitorakstan ve cilt altı sert yapıdaki nodüllerden biyopsi alındı. Plevral biyopsi mixt mezotelyoma ve ciltteki nodüllerden alınan biyopsi ise mixt mezotelyoma metastazı olarak geldi. Bu hastaya herhangi bir müdahale ve invazif girişim yapılmadığı halde tümörün cilde bu şekilde yaygın metastaz yapmasını ilginç bulduk. Olguyu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık (Resim 1,2). Anahtar Kelimeler: İnvazyon, mezotelyoma, metastaz, SS120 Stratos yöntemi ile kotlara klips ve/veya bar uygulanan 12 olgu. Tek merkez deneyimi Gökay Reyhan Denizli Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Denizli Amaç: Stratos yöntemi uygulanan olgulara yaklaşımımız iredelendi.Gereç-Yöntem: Mart 2013-Ekim 2013 tarihleri arasında Kilis Devlet Hastanesinde Stratos yöntemi ile kotlara klips ve/veya bar uygulanan bir (%8.3) kadın ve onbir (%91.7) erkek ve yaş ortalamaları 35.2 (17-65) olan 12 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların ikisi (%16.7) Türk, onu (%83.3) Suriyeliydi. Olguların biri (%8.3) eski trafik kazası, onbiri (%91.7) ateşli silah yaralanmasıydı.Bulgular: Olguların biri (%8.3) izole kot fraktürü, onbirinde (%91.7) ise ek yaralanma mevcuttu. Olguların birinde (%8.3) hemotoraks, ikisinde (%16.7) pnömotoraks, sekizinde (66.7) hemopnömotoraks mevcuttu. Ateşli silah yaralanmalı onbir olgudada akciğer yaralanması mevcuttu. Ek olarak olguların üçünde (%25) diyafragma yaralanması, birinde (%8.3) dalak yaralanması, ikisinde (%16.7) karaciğer yaralanması, birinde (%8.3) ince barsak yaralanması, birinde (%8.3) tibia fraktürü, birinde (%8.3) humerus fraktürü mevcuttu. Olguların birine (%8.3) torakotomi insizyonu, onbirine torakotomi, dördüne (%33.3) ek olarak laparatomi uygulandı. Olguların ikisine (%16.7) bar, dokuzuna (%75) klips, birine (%8.3) hem bar hem klips uygulandı. Olguların onbirine (%91.7) akciğer tamiri, ikisine (%16.7) ek olarak akciğer wedge rezeksiyon ve üçüne (%25) diyafragma tamiri uygulandı. Ek olarak olguların birine (%8.3) karaciğer ve ince barsak tamiri, birine (%8.3) karaciğer tamiri, birine (%8.3) eksploratif larapatomi ile kanama kontrolü, birine (%8.3) splenektomi ve humerus stabilizasyonu ve birinede (%8.3) tibia stabilizasyonu uygulandı. Olgularda ikisinde (%16.7); biri batın içi kanamaya bağlı peroperatif ve biri sepsise bağlı onuncu günde olmak üzere mortalite izlendi. Sonuç: Stratos yöntemi travma sonucu oluşan kot fraktürleri ve göğüs duvar destruksiyonlarında kullanılabilen bir yöntemdir. Yelken göğüs, açık toraks, ve göğüs duvarı stabil olmadığında akla getirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Stratos, travma, bar, klips Şekil 1. İri, hiperkromatik, bazıları veziküler nükleuslu, eozinofilik sitoplazmalı, mitotik aktivitesi yoğun tümöral lezyon (H&E,200X) Şekil 1. akciğer grafisi Şekil 2. Cilt altı nodül Şekil 2. peroperatif Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 47 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS121 SS122 Türkiye’de ilk tek port video yardımlı torakoskopik (VATS) lobektomi olgusu Trakeobronşial İlginç Yabancı Cisimler: İlhan Ocakcıoğlu Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik, Mehmet Gökhan Pirzirenli, Selçuk Gürz, Zeynep Pelin Sürücü, Ahmet Başoğlu Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Van Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun Bronşektazin cerrahi tedavisinde yaygın olarak açık cerrahi yaklaşım tercih edilirken son zamanlarda video yardımlı torakoskopik rezeksiyonlarda (VATS) rutin cerrahi pratiğe girmiştir. Geleneksel VATS rezeksiyonlar için üç ya da dört port insizyon kullanılırken, biz olgumuzda tek port insizyondan sol alt lobektomi uyguladık. 43 yaşında bayan hasta öksürük ve hemoptizi şikayeti ile başvurdu. Yaklaşık 1 yıldır öksürük şikayeti, son 6 aydır balgamla hemoptizi şikayeti mevcut idi. Son 1 yıldır klinik takip altında olan hastanın etyolojisine yönelik yapılan araştırmada her hangi bir etyolojik faktör saptanmadı. Bilgisayarlı göğüs tomografisinde sol akciğer alt lobda lokalize kistik bronşektazi mevcuttu (Resim 1). Bronkoskopik incelemesinde sol alt lob girişinde pıhtı ve sekresyon gözlendi. Hastaya sol VATS alt lobektomi önerildi ve bronşektazi tanılı olgumuza tek port insizyondan sol alt lobektomi uyguladık (Resim 2 a,b,c,d,e). Klinik takipte narkotik analjezik gerektirmeden sadece Nonsteroid antienflamatuar ilaçlar ile ağrısının olmadığı gözlendi. 4.cü gün hasta taburcu edildi. Ameliyat sonrası 6 ay takip edilen hastada postoperatif dönemde ağrı gözlenmedi. Patolojik inceleme sonucu sakküler tip bronşektazi olarak raporlandı. Bronşektazinin cerrahi tedavisinde günümüzde açık veya klasik torakoskopik yaklaşımlar tercih edilmekte olup tek insizyon torakoskopik rezeksiyon yeni uygulanabilir bir yöntemdir. Türkiye’de ilk kez uygulanan bu yeni yöntem açık veya klasik torakoskopik yöntemlere göre daha kozmetik, daha kısa hastanede kalım süresi, solunum değerlerinde daha az düşüş ve daha az ağrı oranları ile daha avantajlı bir yaklaşımdır. Bronşektazi cerrahisinde tek insizyon video yardımlı torakoskopik anatomik rezeksiyon deneyimli cerrahlar tarafından yapıldığında güvenli ve uygulanabilir bir cerrahi yaklaşımdır. Anahtar Kelimeler: Tek port, video yardımlı torakoskopik cerrahi, lobektomi, bronşektazi Giriş: Trakeobronşial sistem yabancı cisimleri çocuklarda daha sık olmak üzere her yaş grubunda görülebilmektedir. Yabancı cisimler, minör şikayetlerden hayatı tehdit eden major komplikasyonlara yol açabilen patolojilerdir. Bu çalışmada, sık karşılaştığımız yabancı cisim aspirasyonlarının aksine nadiren görülen, ilginç radyolojik ve klinik bulguları olan hastalar sunulmuştur. Materyal-Metod: Kliniğimize 1999 ile 2013 yılları arasında trakeobronşial yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle 110 hastaya rijit bronkoskopi uygulandı. Bu hastalardan ilginç materyaller aspire eden 12 olgu çalışmaya dahil edildi. Aspire edilen yabancı cisimler 2 hastada kalem kapağı, bir hastada diş protez materyalleri, bir hastada divit ucu,bir hastada spanç,bir hastada kürdan,bir hastada gümüş kanül, 2 hastada konuşma aparatı,bir hastada enjektör iğnesi, bir hastada kulak temizleme çubuğu, bir hastada tavuk kemiğiydi. Yabancı cisimler 6 hastada rijit, 2 hastada fleksibl bronkoskopi ile, 4 hastada torakotomi ile çıkarıldı. Moratlite 0; morbidite 0. Tartışma: Trakeobronşial yabancı cisim aspirasyonları,yaşamı tehlikeye sokan ve acil müdahale gerektiren klinik durumlardır. Erken teshis ve uygun tedavi modalitesinin belirlenmesi mortaliyeyi ve oluşabilecek komplikasyonları önlemek için hayati önem taşır. Anahtar Kelimeler: aspirasyon, trakeobronşial, yabancı cisim SS123 Farklı Loblarda Bronşial Atrezi ve İntrapulmoner Sekestrasyon Birlikteliği Nilgün Kanlıoğlu Kuman1, Serdar Şen1, Seda Karakoyunlu Şen1, Can Zafer Karaman2, Emel Ceylan3, İbrahim Meteoğlu4 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi. Radyoloji Anabilim Dalı, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın 4 Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Aydın 1 2 3 Bronşial atrezi ve intrapulmoner sekestrasyon ender konjenital anomalilerden olup bu iki anomalinin farklı loblarda birlikteliği daha da ender bulunur. 21 yaşındaki erkek olgu göğsünde rahatsızlık ve hemoptizi şikayeti ile başvurdu. Akciğer grafisinde sağ hemitoraksda orta zonda hiperaerasyon, amfizem ve alt zonda kardiyofrenik sinuste konsolidasyon görüldü. Toraks bilgisayarlı tomografisi sağ orta lob lateral segmentte bronşial atrezi ve buna bağlı olarak aşırı havalanma amfizamatöz değişiklikler, sağ alt lob posterobazal segmentte intrapulmoner sekestrasyon görüldü. Bronkoskopide orta lobun rudimente lateral segment bronşunun pulsatile damar ile sarıldığı görüldü ve bronş lümeni görülmedi. Bronşial atrezi nedeni ile sağ orta loba lateral segmentektomi, intrapulmoner sekestrasyon nedeniyle alt loba posterobazal segmentektomi uygulandı. Anahtar Kelimeler: atrezi, Bronşial, intrapulmoner, segmentektomi, sekestrasyon Şekil 1. Bilgisayarlı göğüs tomografisinde sol akciğer alt lobda lokalize kistik bronşektazi mevcuttu A C B D E Şekil 2. A,B. Torakoskopik görüntüler C. Endoskopik aletlerin kullanımı D,E. Kesi boyutu 48 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Şekil 1. A; Tomografide orta lob lateral segmentte hava hapsi B; alt lob posterobazal segmentte konsolidasyon, içinde bronştazi içeren lezyon görülmekte SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS125 Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde miR221 ve miR222’nin biyobelirteç olarak değeri Yasemin Müşteri Oltulu1, Ender Coşkunpınar1, Engin Aynacı2, Pınar Yıldız3, İlhan Yaylım1 1 İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul 2 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 3 Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul Şekil 2. A; Orta lob lateral segmentte hava hapsi B; Alt lobda sekestre alanın mediasten ile bağlantılı vasküler yapıları görülmekte AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELERİ SS124 Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri olgularında, ortalama sağ kalım süresini belirlemede, Pet BT’deki ortalama SUV ve Metabolik Tümör Hacmi değerlerinin yeri Ercan Kurtipek1, Mustafa Çaycı2, Nuri Düzgün3, Hıdır Esme3, Yüksel Terzi4, Süleyman Baktık5, Murat Serhat Aygün5, Yaşar Ünlü6, Cengiz Burnik1, Taha Tahir Bekçi1 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Konya 4 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bölümü, Samsun 5 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya 6 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Konya 1 2 3 Çalışma küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) olan olgularda, florodeoksiglukoz-pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografi (FDG-PET/BT)’de Maksimum Standart Uptake Value (SUVmax), ortalama (mSUV) ve Metabolik Tümör Hacminin (MTH) ‘nin sağkalım süresi ile ilişkisini belirlemek, olguların demografik, klinik ve radyolojik olarak verilerinin sağkalıma etkilerini araştırmak amacıyla planlandı. Mayıs 2010Mart-2013 tarihleri arasında hastanemize başvuran, kesin tanı almış ve evrelemesinde FDG-PET/BT kullanılan toplam 79 KHDAK’lı olgunun dosyası retrospektif olarak incelendi. İlk tanı anındaki FDG PET/BT görüntülerindeki primer kitle üzerinden volumetrik ilgi alanı alınarak hesaplanan SUVmax değeri ile, kitlenin ortalama SUV değeri (mSUV) ve SUV max eşikdeğeri > 2.5 olarak alınarak hesaplanan tümörün metabolik hacminin hesaplanmasıyla elde edilen hacmi (MTH) gibi elde edilen değerler gibi prognozu etkileyen klinik, radyolojik ve FDG PET/BT parametreleri kaydedilerek istatistiksel analiz yapıldı. Cox regresyon analizine göre MTH (RR: 1.006, p=0.03) ve mSUV (RR:1.302, p=0.03) değerlerinin yüksek olmasının, ortalama yaşam süresinin kısalması üzerinde belirgin rolü vardı. Oysaki bu istatiksel anlamlılık SUV max ölçümlerinde saptanmadı (RR:0.970, p=0,39). Çalışmamızda; KHDAK’lı olguların sağkalım süresinde, kitlenin FDG-PET/BT’deki SUV max değerinin önemli rolünün olmadığı, ancak MTH ve mSUV değerlerinin belirgin rolü olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu sonuca dayanarak günlük pratiğimizde KHDAK tanılı hastaların tanı ve takibinde çok sık kullandığımız SUV max değerinin yanı sıra, mSUV ve MTH ölçümlerinin de birlikte degerlendirilmesiyle hastaların sağkalım sürelerinde daha doğru bilgiler elde edileceği görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: Ortalama SUV, metabolik tümör volümü, non small cell ca Giriş ve Amaç: MikroRNA’lar (miRNA) transkripsiyon sonrası mRNA’yı bloke ederek gen ekspresyonunu protein sentezi aşamasında kontrol eden ve protein kodlaması yapmayan 18-24 nükleotid uzunluğunda, tek zincirli RNA grubudur. miRNA’lar birçok hücresel fonksiyonun kontrol edilmesinde rol oynamakta, birçok kanser tipinde de ekspresyon profillerinin değiştiği, kanser oluşum süreçlerinde kritik rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık %80’ini oluşturmaktadır. Hastalığın erken ve doğru olarak teşhisi, uygulanacak tedavinin başarı şansını da etkilemektedir. Çalışmanın amacı, KHDAK’de serum miR221 ve miR222 ekspresyon seviyelerinin ölçülerek bu miRNA’ların biobelirteç olarak kullanımının araştırılmasıdır. Materyal-Metod: Bu çalışmaya Yedikule Göğüs hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesinde KHDAK tanısı konmuş 32 hasta (tümü erkek) ve 30 sağlıklı kontrol (tümü erkek) olgusu dâhil edildi. miRNA-spesifik kantitatif eş zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (qRT PCR) metodu kullanıldı. Bulgular: KHDAK hastalarında kontrole oranla miR221 1.46 kat, miR222 ise 1.63 kat daha fazla eksprese olmaktadır ve bu ekspresyon farkı miR221 için istatistiksel olarak anlamlı iken (p: 0.0001) miR222 için anlamlı bir fark tespit edilmedi (0.08). KHDAK hastalarında metaztaz varlığında miR221 2.33 kat daha fazla eksprese olmaktadır (p:0.014) ve ileri evrede erken evreye oranla miR221 1.44 kat, miR222 ise 1.52 kat daha fazla eksprese olmaktadır (p:0.0004, p:0.0003). Sonuçlar: Dolaşımdaki miRNA’larda meydana gelebilecek anlatım farklılıklarının KHDAK tanı ve tedavisi için son derece değerli olabileceği ve hastalarda kullanılan ilaca yanıtın tahmin edilmesinde non-invaziv bir strateji sağlayabileceği gözönüne alındığında miR221 ve miR222 ekspresyon düzeyindeki değişimlerin KHDAK tanı, tedavi ve prognozu açısından birer biyobelirteç olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: KHDAK, Biyobelirteç, Gen ekspresyonu, miR221, miR222 Şekil 1. miR221 ve miR-222 genlerinin kat değişimleri Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 49 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ amacı KHDAK hastalarında, Real Time Polimeraz Zincir Reaksiyonu metodu kullanılarak, HSP90AA1, HSP90AB1 ve HSP90B1 gen polimorfizmlerinin araştırılmasıdır. Materyal-Metod: Çalışmaya 97 KHDAK hastası ve 97 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. Genotipleme için RT PCR metodu kullanıldı. Bulgular: Çalışmamızın sonuçlarına bakıldığında HSP90AA1 (rs4947C/T) genotipleri açısından hasta grubunda mutant CC genotipi taşıma frekansı, HSP90AB1 (rs13296A/G) genotipleri açısından hasta grubunda mutant AA genotipi taşıma frekansı ve HSP90B1 (rs2070908 C/G) genotipleri açısından hasta grubunda mutant CC genotipi taşıma frekansı kontrol gurubuna göre anlamlı ölçüde yüksek bulundu (*p:0,019, p: 0,004, p: 0,036). Homozigot mutant allelli genotiplere sahip bireylerin frekansının hasta grubunda kontrole göre anlamlı olarak yüksek olduğu ve mutant genotiplere sahip olmanın hastalık riskini yaklaşık (sırasıyla) 2.9, 4.8, 1.9 kat artırdığı tespit edildi. Tartışma: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar belirlenen gen bölgeleri ile ilgili olarak KHDAK hastalığında Türk toplumu için oluşturulacak ilk veri olma özelliğindedir. HSP90AA1 (rs4947C/T), HSP90AB1 (rs13296A/G), HSP90B1 (rs2070908C/G) gen bölgelerindeki polimorfik değişikliklerin KHDAK riskini arttırdığını düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: KHDAK, HSP90AA1, HSP90B1, HSP90AB1, biyobelirteç Şekil 2. miR221 ve miR222 genlerinin ekspresyon seviyesi farklılığını gösteren dağılım grafiği Tablo 1. miR221 ve miR222 genlerinin kat değişim değerleri Kat p Ort. ΔCt Ort. ΔCt 2^-ΔCt 2^-ΔCt %95 C.I değişimi -değeri Gen miR221 miR222 miR-221 miR222 KHDAK Kontrol 4.63 5.18 0.040444 0.027666 (1.39 - 1.53) KHDAK Kontrol 1.46 0.000095 0.111545 0.068384 (1.05 - 2.21) 1.63 0.084470 3.16 3.87 Ort. ΔCt Ort. ΔCt T3+T4 T1+T2 4.01 5.40 0.062144 0.023678 (2.23- 3.01) 2.62 0.000165 0.213465 0.050513 (2.12- 6.34) 4.23 0.007449 2^-ΔCt 2^-ΔCt T3+T4 T1+T2 %95 C.I Kat değişimi p -değeri 2.23 4.31 Ort. ΔCt Ort. ΔCt 2^-ΔCt Metastaz (+) Metastaz (-) Metastaz Metastaz (+) (-) miR-221 3.62 4.84 0.081488 0.034958 (1.66- 3.00) 2.33 0.014585 miR222 5.36 2.49 0.024360 0.177885 (0.06- 0.22) 0.14 0.006675 Ort. ΔCt Ort. ΔCt 2^-ΔCt 2^-ΔCt 2^-ΔCt %95 C.I Kat değişimi p -değeri %95 C.I Kat değişimi p -değeri İleri Evre Erken Evre İleri Evre Erken Evre Şekil 1. HSP90 RT PZR analiz sonuçları miR-221 7.06 7.59 0.007485 0.005190 (1.36- 1.52) 1.44 0.000387 miR222 1.95 2.56 0.258048 0.169796 (1.43- 1.61) 1.52 0.000302 Tablo 1. Hasta ve kontrol gruplarında haplotip analiz sonuçları (HSP90AA1, HSP90AB1 and HSP90B1 genlerinin) Haplotip Toplam no Haplotip frekans SS126 KHDAK frekansı Kontrol frekansı χ2 p değeri 1 CGA 0.385 0.439 0.330 4.793 0.0286 KHDAK’li bir Türk popülasyonunda HSP90AA1, HSP90AB1 and HSP90B1 gen varyantlarının önemi 2 CCA 0.162 0.135 0.190 2.179 0.1399 3 TCA 0.150 0.188 0.112 4.41 0.0357 4 TGA 0.097 0.074 0.120 2.416 0.1201 Ender Coşkunpınar1, Nergiz Akkaya1, Pınar Yıldız2, Yasemin Müşteri Oltulu1, Engin Aynacı3, Turgay İsbir4, İlhan Yaylım1 5 TCG 0.090 0.137 0.042 10.78 0.001 6 CGG 0.066 0.077 0.055 0.74 0.3895 7 CCG 0.044 0.051 0.038 0.377 0.5391 İstanbul Üniversitesi, DETAE, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul Yedikule Göğüs hast. ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Klinik, İstanbul 3 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hast. Anabilim Dalı, İstanbul 4 Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Giriş: Isı şoku proteinleri (HSPs) diğer proteinlerin birbiriyle etkileşimini ve yapılarını modifiye eden moleküler şaperonlardır. Bu çalışmanın 50 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 2. KHDAK ve kontrol grubunda HSP90AA1,HSP90AB1,HSP90B1 genotip ve allel dağılımları HSP90AA1 KHDAK n(%) Kontrol n(%) O.R (95%CI) Genotip p değeri 0.019 TT 58(59.8) 75(77.3) 0.436(0.234-0.815) 0.009 TC 25(25.8) 17(17.5) 0.612(0.306-1.224) 0.163 CC 14(14.4) 5(5.02) 3.1(1.072-8.988) 0.027* Allel 0.001 T 141(72.7) 167(86.1) C 53(27.3) 27(13.9) KHDAK n(%) Kontrol n(%) HSP90AB1 O.R (95%CI) Genotip A B C D 0.004** GG 37(38.1) 47(48.5) 0.656(0.371-1.162) GA 41(42.3) 46(47.4) 1.232(0.699-2.171) AA 19(19.6) 4(4.1) 5.66(1.849-17.348) Allel 0.007** G 115(59.3) 140(72.2) A 79(40.7) 54(27.8) KHDAK n(%) Kontrol n(%) HSP90B1 p değeri rametre ile metastaz arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Adenokarsinom ile TGF-β ve LOX (yaygınlık ve yoğunluk) arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki vardı (sırasıyla p=0.005, p=0.035, p=0.0001, p=0.003), ancak p53 ve Ki-67 arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki yoktu. Hem küçük hücreli akciğer kanseri hemde yassı epitel hücreli karsinomda kitle SUVmax ile bu dört parametre arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki yoktu. Adenokarsinomda ise kitle SUVmax ile p53, LOX yaygınlık ve yoğunluğu arasında istatiksel olarak ilişki vardı, fakat diğer parametreler ile istatiksel olarak ilişki yoktu (Resim 2). Sonuç: Akciğer adenokarsinom metastazlarında transforming growth factor-β ve lizil oksidaz rol oynayabilir. Bu faktörlerin ve sinyalizasyon yollarının inhibisyonu akciğer kanserinde tedavi yöntemi olarak kullanılabilir. Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, metastaz, Ki-67, p53, TGF-β, lizil oksidaz O.R (95%CI) Genotip p değeri 0.036** GG 23(23.7) 36(37.1) 0.527(0.282-0.982) GC 49(50.5) 48(49.5) 0.96(0.547-1.685) CC 25(25.8) 13(13.4) 2.24(1.07-4.704) Allel 0.01** G 95(49) 120(61.9) C 99(51) 74(38.1) Şekil 1. Resim 1. Akciğer adenokarsinomuna ait immünohistokimyasal boyama (A) p53 X200, (B) Ki-67 X200 (C) Lizil oksidaz X200 (D) Transforming growth factor-β X400 SS127 Akciğer kanseri metastazlarında Ki-67, p53, Transforming Growth Factor-β ve Lizil oksidaz’ın rolü Ömer Araz1, Elif Demirci2, Elif Yılmazel Uçar1, Muhammet Çalık2, Adem Karaman3, Irmak Durur Subaşı3, Ebru Orsal4, Mahmut Subaşı5, Ferah Daloğlu6, Hamit Acemoğlu7, Metin Akgün1 Atatürk Üniveritesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniveritesi, Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniveritesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum 4 Atatürk Üniveritesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Erzurum 5 Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Erzurum 6 Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Erzurum 7 Atatürk Üniveritesi, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Erzurum 1 2 3 Amaç: Akciğer kanserinde prognozu belirleyen en önemli etken metastazlardır. Çoğu hastada tanı esnasında metastaz vardır ve tedavinin seçiminde önemli yol göstericidir. Bu çalışmada akciğer kanserinde metastaz oluşumunda rol oynayabilecek mikroskobik prediktif moleküler belirteçlerin histopatolojik olarak değerlendirmeyi amaçladık. İkincil amacımız ise bu belirteçler ile PET-CT ile tespit edilen ana kitle SUVmax’ı arasındaki ilişkiye bakmaktı. Metod: Çalışmamıza biyopsi veya cerrahi rezeksiyon ile yeni tanı konulan 85 akciğer kanseri olgusu alındı. Tüm hastalara 18FDG-PET-CT ve beyin MRI çekildi. Tüm vakalarda hücre proliferasyon indeksi Ki-67, p53, transforming growth factor-β (TGF-β) ve lizil oksidaz (LOX) histopatolojik olarak değerlendirildi.Bulgular: İmmünohistokimyasal değerlendirmede; küçük hücreli akciğer kanserinde tüm parametreler ile en yoğun boyanma tespit edildi. Diferansiye adenokarsinom ile yassı epitel hücreli karsinom kıyas yapıldığında adenokarsinomda boyanma yoğunluk ve yaygınlık açısından daha belirgin idi (Resim 1). İstatiksel değerlendirmede; Hem küçük hücreli akciğer kanseri hemde yassı epitel hücreli karsinomda bu dört pa- Şekil 2. Ortalama kitle SUVmax ile lizil oksidaz boyanma yaygınlığı arasındaki ilişki. Grade 1 = %10’un altı (Hafif), Grade 2 = %10-50 (Orta), Grade 3 = %50 ve üzerindeki (Şiddetli) hücrelerin boyanmayı ifade ediyor. AC: Adenokarsinom, SCC: Yassı epitel hücreli karsinom, SCLC: Küçük hücreli akciğer kanseri (p = 0.006, r = 0.448). Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 51 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo. KHDAK ve KHAK hastaların özellikleri Hastaların sınıflaması Hasta sayısı Yüzde (%) KHDAK HAD ölçeği ile nutrisyonel ve psikolojik değerlendirmelerin yapılması hastanın prognozunu tahmin etmeye katkı sağlayacağı gibi, uygun tedavilerin başlanmasına da yardımcı olacağını düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: İleri evre akciğer kanseri, mini nutrisyonel değerlendirme, malnutrisyon, depresyon. Cinsiyet Bayan 7 10 Erkek 63 90 Yassı Epitel Hücreli 34 48,5 Adeno karsinom 36 51,5 Metastaz olan 59 84,3 Metastaz olmayan 11 15,7 Tümör Tipi Metastaz* KHAK SS129 “Memorial Symptom Assessment-Short Form (MSAS-SF)” ve Condensed Memorial Symptom Assessment Scale (CMSAS)” formlarının Akciğer Kanserli Hastalardaki Kullanımı Melike Yüceege1, Berrin Sanisoğlu2, Hikmet Fırat1, Yeşim Ersoy3, Emine Sevgi1, Emine Bahar Kurt1 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara Bağcılar Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul Houston Hastanesi Dahiliye Kliniği 1 2 3 Cinsiyet Kadın 0 - Erkek 15 100 Sınırlı 5 33,3 Yaygın 10 66,7 Metastaz** * Vakalar lenf nodu ile uzak metastaz yapan ve yapmayan olarak ayrıldı ** Vakalar sınırlı ve yaygın olarak ayrıldı. KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri. SS128 İleri Evre Akciğer Kanseri Tanısı Alan Hastalarda Tedavi Öncesi Nutrisyonel Durumun Mini Nutrisyonel Değerlendirme (MND) Testi ile Değerlendirilmesi ve Malnutrisyonun Klinikopatolojik Faktörler ile İlişkisinin Araştırılması Gülcan Koparan Sağır1, Necla Songür2, Önder Öztürk3, Hilmi Karatosun4 Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Şişli Memorial Hastanesi, İstanbul Süleyman Demirel Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta 4 Süleyman Demirel Üniversitesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta 1 Giriş: Kanserli hastaların palyatif tedavisinde semptom değerlendirilmesi önemlidir. Bu çalışmada akciğer kanserli hastalarda MSAS-SF ve CMSAS testlerinin kullanılabililiği araştırılmıştır. Materyal-Metod: 51 akciğer kanserli (47 küçük hücreli dışı, 4 küçük hücreli) hasta International Association for the Study of Lung Cancer (IASLC)-2007’ye göre evrelendi ve MSAS-SF formu dolduruldu. Karnofski performansı, TNM evrelemesi, MSAS-SF skorları ve CMSAS skorları kaydedildi. Çalışma için lokal etik komiteden onay alındı. Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 61,7±9 idi. %51 M1, %49 M0 olarak evrelendi. MSAS-SF alt skorları içinde Global Sıkıntı İndeksi (GSİ), Fiziksel Semptom Sıkıntı İndeksi (FSSİ), Psikolojik Semptom Skoru (PSS) ve MSAS-Toplam (MSAS-T) sırasıyla 1.15 ±0.8, 0.9±0.8, 1.13±1.03 ve 0.82±0.47 bulundu. CMSAS için ise ortalama Fiziksel Semptom Sıkıntı İndeksi (CFSS), Psikolojik Semptom Skoru (CPSS) ve Toplam CMSAS skoru (CMSAS-T) sırasıyla 1,2±0.75, 1,22±1,1 ve 1,16±0.69 bulundu. MSAS-SF ve CMSAS için toplam skorlar M1 olan grupta M0 olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Buna ek olarak MSAS-SF’de FSSİ ve MSAS-T değerlerinin T ve N evresiyle anlamlı korele olduğu saptandı. AUC değerleri MSAS-SF için 0.793, CMSAS için 0.70 bulundu. Sonuç: MSAS-SF ve CMSAS skorları metastazı olan akciğer kanserli hastalarda metastazı olmayanlara göre anlamlı yüksek bulundu. Akciğer kanserli hastalarda kullanımıyla ilgili daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Kanser, akciğer, TNM evrelemesi, semptomlar, Karnofsky skalası, MSAS-Kısa form 2 3 Amaç: Ülkemizde kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer alan akciğer kanserinin, ileri evrelerinde sıklıkla görülen malnutrisyon, hastalığın prognozunu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çalışmada, yeni tanı almış ileri evre akciğer kanseri hastaların tedavi öncesindeki nutrisyonel durumları Mini Nutrisyonel Değerlendirme (MND) testi ile değerlendirilerek, malnutrisyon ile klinikopatolojik faktörler arasındaki ilişki araştırılmak istenmiştir.Gereç ve Yöntemler: 2011-2012 tarihlerinde SDÜ Tıp Fakültesi’ne başvuran, ileri evre akciğer kanseri tanısı almış olan 121 hasta (KHDAK ve KHAK) çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri kaydedilerek, antropometrik ölçümleri yapıldı. Hastaların nütrisyonel durumları MND testi ile, anksiyete-depresyon durumları; Hastane Anksiyete Depreyon (HAD) ölçeği ile değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya alınan 99 hastanın 70’i KHDAK (%70.7) 29’u KHAK (%29.3) idi. Bu hastaların %76.8’i Evre 4 olgulardan, %23.2’si Evre 3 olgulardan oluşmaktaydı. Çalışmaya alınan hastaların %53.5’inde ECOG>= 2 idi. Her iki grubun MND toplamı puanı arasında fark olup (p<0.05), 16 hastada (%16.2) malnutrisyon yoktu, 36 hastada (%36.4) malnutrisyon riski, 47 hasta’da (%47.5) malnutrisyon mevcuttu. HAD ölçeğine göre KHDAK’li hastaların %18,6’sında anksiyete bulunurken, %31,4’ünde ciddi depresyon saptandı. MND puanı, beden kitle indeksi, performans durumu, triseps ortalama deri kıvrım kalınlığı, Kalf ortalama çevre ölçümü, ortalama kol kas çevresi ile pozitif yönde korelasyon gösterirken (p<0.05), hastane anksiyete skoru ve depresyon skoru ile negatif yönde korelasyon göstermekteydi (p<0.05). Malnutrisyon saptanan hastaların sağ kalım süreleri azalmıştı. (p<0,001).Sonuç: İleri evre akciğeri hastalarında sistemik tedaviye başlanmadan önce MND ve 52 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı Tablo 1. M1 ve M0 Akciğer kanserli hastalarda MSAS-SF ve CMSAS skorları M1 hastalık (N=25) M0 hastalık (N=26) P GSİ 1,5±0.15 0,81±0,13 0,01 PSSİ 1,44±0,21 0,83±0,18 0,03 FSSİ 1,33±0,77 0,48±0,38 0,00 MSAS-T 1,05±0,1 0,6±0,1 0,00 CFSS 1,5±0,1 0,9±0,1 0,00 CPSS 1,39±0,2 1,06±0,2 0,3 C-T 1,41±0,13 0,92±0,1 0,01 MSAS-SF skor alt grupları: Global Sıkıntı İndeksi;GSİ, Psikolojik Semptom Sıkıntı İndeksi; PSSİ, Fiziksel Semptom Sıkıntı İndeksi; FSSİ ve toplam MSAS; MSAS-T) Condensed MSAS (CMSAS) skor alt grupları: Fiziksel Semptom Skoru; CFSS, Psikolojik Semptom Skoru; CPSS ve toplam CMSAS skorları; C-T SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS130 Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının Lokal-İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri Üzerine Prognostik Etkisi Sonuç: Bu çalışmada, lokal ileri evre KHDAK hastalarında neoadjuvan tedavi sonrası akciğer rezeksiyonu kabul edilebilir morbidite, mortalite oranı ile güvenli bir şekilde yapılabildiği gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: Neoadjuvan tedavi, akciğer rezeksiyonu, Mortalite, Morbidite Fatma Yıldırım, Murat Türk, Ahmet Selim Yurdakul, Can Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Çalışmamızda lokal-ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) hastalarında KOAH birlikteliğinin sıklığı, tümör histolojisiyle olan ilişkisi, cinsiyete göre dağılımı ve yaşam süresine olan etkisinin incelenmesi amaçlandı. Materyal-Metod: Mart 2009-Mayıs 2013 tarihleri arasında torasik onkoloji ünitemizde takip ve tedavi edilen 350 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri (yaş, cinsiyet), sigara kullanımları, ECOG durumları, tanı anındaki TNM evreleri, tümör histolojik tipleri, tanı alındaki solunum fonksiyon testi (SFT) değerleri, aldıkları tedaviler ve yaşam süreleri kaydedildi. Yedinci TNM evrelemesine göre lokal-ileri evre olan ve tedavisinde cerrahi uygulanmayan hastalar çalışmaya dahil edildi. Klinik olarak ve SFT ile doğrulanmış KOAH tanısı konmuş hastalar belirlendi.Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 63±10 olan, 118 (%86.1)’i erkek, 19 (%13.9)’u kadın 137 hasta dahil edildi. Hastaların 20 (%14.6)’si evre IIIA, 27 (%19.7)’si evre IIIB, 90 (%65.7)’ı evre IV idi. Tanı anında 61 (%44.6)’inde klinik ve SFT ile doğrulanmış KOAH mevcuttu. KOAH olan grup ile olmayan grup arasında yaş, cinsiyet, tümör histolojisi ve tedavi modaliteleri açısından fark tespit edilmedi (p>0.05). Sigara kullanım miktarı KOAH grubunda daha fazla idi (p=0.028). Kaplan-mier eğrisi ve log-rank testi ile değerlendirildiğinde KOAH olan grup ile olmayan grup arasında yaşam süresi açısından fark tespit edilmedi (p=0.445). Logistik regresyon testi ile değerlendirildiğinde uzak metastaz varlığı hastaların prognozunu etkileyen bir faktör olarak tespit edilirken (p=0.008), KOAH varlığı prognozunu etkileyen bir faktör olarak tespit edilmedi (p=0.543). Sonuç: Lokal-ileri evre KHDAK hastalarında, KOAH prognozu etkileyen bir faktör olarak tespit edilmemiştir. Anahtar Kelimeler: Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri, KOAH, prognoz SS131 Neoadjuvan Tedavi Sonrası Akciğer Rezeksiyonu, Morbidite Ve Mortalite Hüseyin Melek1, Gamze Çetinkaya1, Mehmet Muharrem Erol1, Ahmet Sami Bayram1, Adem Deligönül2, Türkkan Evrensel2, Süreyya Sarıhan3, Elif Akyıldız4, Cengiz Gebitekin1 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim dalı, Bursa 3 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim dalı, Bursa 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim dalı, Bursa 1 2 KLİNİK SORUNLAR - DİFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI SS132 Gazi Üniversitesi’ne Başvuran 100 Sarkoidoz Hastasının Retrospektif İncelenmesi Filiz Sadi Aykan1, Haluk Türktaş2, Nurdan Köktürk2, Serpil Yeni Akten3 Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Akşehir Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya 1 2 3 Amaç: Bu çalışmada sarkoidoz hastalarının tanı, tedavi ve klinik izlem süreçlerinin değerlendirilmesi ve hastaların genel özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde 1994-2010 tarihleri arasında sarkoidoz tanısı ile izleme alınan 100 hastanın demografik, klinik, laboratuar ve radyolojik bulguları retrospektif olarak incelendi.Bulgular: Hastaların ortalama tanı yaşları 44±12 yıl (22-82), kadın/erkek oranı 2,8 idi, cinsiyetler arasında tanı yaşları açısından farklılık saptanmadı. En sık görülen yakınmalar dispne, öksürük ve cilt yakınmaları idi. Erkeklerin %50, kadınların %17’sinde sigara kullanma öyküsü olduğu, sigara kullananların ileri evrelerde(evre 2-3) başvurduğu görüldü (p=0,006). Hastalarımızın %3’ünde ailesel sarkoidoz saptandı. Hastaların %96’sına tanı sırasında akciğer tomografisi yapıldığı görüldü. ACE, sedimantasyon, serum ve idrar kalsiyum düzeyleri ile hastalığın evresi arasında ilişki saptanmadı. En sık restriktif paternde olmak üzere hastaların %34’ünde tanı anında SFT bozukluğu ve %49’unda DLCO değerlerinde azalma olduğu görüldü. FEV1, FVC ve DLCO değerlerindeki azalma ile hastalık evresi arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0.01). Hastalarımızın %16’sında sarkoidoz tanısı klinik, laboratuar ve radyolojik bulgularla konulurken diğer hastalarda doku tanısına yönelik bazı invaziv girişimler yapıldığı görüldü. En sık kullanılan invaziv yöntemler transbronşiyal biyopsi (%34), punch biyopsi (%31), mediastinoskopik veya transbronşiyal olarak yapılan mediastinal lenf nodu biyopsisi (sırasıyla %22 ve %9) idi. Tüm izlemleri boyunca hastaların %43’üne tedavi verildiği görüldü. İzlem süreleri boyunca hastalardan 18’inde (%18) tanı sonrası dönemde relaps izlendi. Relaps’ın; ileri evre ve tanı anında tedavi verilmiş hastalarda daha sık olduğu görüldü (p<0.01 ve p: 0.04).Sonuç: Sarkoidoz, çeşitli klinik bulgularla seyredebilen, sık veya nadir görülebilen bulgularıyla ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmesi gereken multisistemik bir hastalıktır. Anahtar Kelimeler: Sarkoidoz, İnterstisyel akciğer hastalığı, tanı, tedavi Amaç: Bu çalışmadaki amacımız küçük hücreli dışı akciğer karsinomlu (KHDAK) hastalarda neoadjuvan tedavinin akciğer rezeksiyonu sonrası morbidite ve mortalite üzerine etkisini göstermektir. Materyal-Metod: Kliniğimizde 1998 ile 2012 tarihleri arasında KHDAK tanısı ile segmentektomi ve üstü akciğer rezeksiyonu uygulanan hastaların dosyalarını retrospektif olarak inceledik. KHDAK dışı nedenle akciğer rezeksiyonu uygulanan ve tamamlama pnömonektomi yapılan hastalar çalışmaya dahil edilmedi ve 732 hasta çalışma grubumuzu oluşturdu. İleri evre (T3-4N0-1 veya T1-3N2) KHDAK nedeniyle neoadjuvan tedavi verilen 246 hasta (grup I), neoadjuvan tedavi verilmeyen 486 hasta (grup II) ile iki grup oluşturuldu. Grupların morbidite ve mortalite oranları karşılaştırıldı.Bulgular: Hastaların 73’ü kadın, 659’u erkek; yaş ortalaması 57 (27-90) idi. Pnömonektomi, hastaların 121’ine (%16,5) yapılırken, grup I de %19, Grup II de %15 idi. Ortalama hastanede yatış süresi 6,4 (1-33) gündü. Preoperatif 156 (%63,5) hastaya kemoterapi, 90 (%36,5) hastaya kemo-radyoterapi uygulanmıştı. Neoadjuvan tedavi sonrası pnömonektomi uygulanan hastaların 32’si (%68) sol pnömonektomi idi. Tüm hastaların %31’inde (grup I: %30, grup II: %31,5) komplikasyon saptandı. En sık görülen morbidite her iki grupta hava kaçağı, atelektazi ve aritmi idi. Doksan günlük mortalite grup I de %2,8, grup II de %3,3 tü. İki grup arasında morbidite ve mortalite için anlamlı fark saptanmadı. Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 53 SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Hastaların genel özellikleri Hasta sayısı 100 Cinsiyet, n(%) Erkek Kadın 26 (26) 74 (74) Yaş, ortalama±SD (aralık), yıl 44±12 (22-82) Yaş gruplarına göre dağılım, n(%) 20-29 yaş 30-39 yaş 40-49 yaş >50 yaş 10 (10) 27 (27) 22 (22) 41 (41) Meslek grubu, n(%) Ev hanımı Memur Öğretmen Esnaf Sağlık personeli Diğer 83 (100) 40 (48) 18 (22) 11 (13) 7 (8) 3 (4) 4 (5) Tanı anında sigara kullanımı, n(%) Yok Var Ex-smoker 70 (%70) 8 (%8) 22 (%22) Tanı sırasındaki evre Evre 0 Evre 1 Evre 2 Evre 3 2 (2) 44 (44) 43 (43) 11 (11) SS133 Başkent üniversitesi ankara ve adana hastanelerinde izlenen sarkoidoz olgularının karşılaştırılması Mustafa Ilgaz Doğrul1, Elif Küpeli1, Mehmet Ali Habeşoğlu2, Aylin Özsancak Uğurlu3, Nazan Şen2, Füsun Öner Eyüboğlu1 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana 3 Başkent Üniversitesi, İstanbul Uygulama ve Araştırma Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 1 2 Amaç: Farklı coğrafi bölgelerde yaşayan sarkoidoz olgularının klinik özellikleri, laboratuar bulguları, radyolojik evrelerinin dağılımı ve akciğer dışı tutulum oranları açısından karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Üniversitemiz Ankara ve Adana araştırma merkezlerinde 2005-2013 yılları arasında sarkoidoz tanısı ile izlenen olgular dosya kayıtları üzerinden retrospektif olarak incelendi.Bulgular: Çalışmamıza Ankara’dan 26, Adana’dan ise 77 olmak üzere toplam 103 sarkoidoz olgusu dahil edildi (K/E:71/32). Olguların yaş aralığı 20-75, yaş ortalaması ise 46.5±12.0 olarak bulundu. Yaş, cinsiyet dağılımı, sigara öyküsü, solunumsal semptom ve fizik muayene bulguları açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Olgular radyolojik evrelerine göre değerlendirildiğinde, Adana grubu (Evre 0=2, Evre I=29, Evre II=44, Evre III=2) ve Ankara gurubu (Evre I=13, Evre II=12, Evre III=1) arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Akciğer dışı tutulum Ankara grubunda hiçbir olguda saptanmaz iken, Adana grubunda toplam 33 (%42.8) olguda saptandı. Tutulan bölgeler; ekstramediastinal lenf nodu (n=4), eritema nodozum (n=11), eritema nodozum dışı deri (n=5) ve üveit (n=13) olarak belirlendi. Tüm olgular birlikte değerlendirildiğinde; ACE yüksekliği %51.3 (41/80), hiperkalsemi %4.9 (5/102), hiperkalsüri %23.8 (24/101) ve CD4/CD8 > 3.5 %70 (28/40) olarak saptandı. ACE yüksekliği (p<0.001) ve hiperkalsüri varlığı (p<0.05) açısından Adana grubu lehine istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Sonuç: Çalışmamızda serum ACE yüksekliği, hiperkalsüri ve akciğer dışı tutulum oranlarında gruplar arasında saptanan anlamlı fark sarkoidozda coğrafi değişkenliklerin varlığını vurgulamaktadır. Ancak, sarkoidozun klinik ve radyolojik özelliklerinde, Türkiye’deki coğrafi bölgelere göre dağı- 54 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı lım ve farklılıkları ortaya koyabilecek, tüm bölgelerin yeterli sayıda olgu ile temsil edildiği araştırmaların konuyu aydınlatacağı görüşündeyiz. Anahtar Kelimeler: coğrafi değişkenlik, interstisyel akciğer hastalığı, sarkoidoz SS134 Sarkoidozun Histopatolojik Tanısı için Örnekleme Yöntemleri ve Başarı Oranları: Ege Üniversitesi Deneyimi Zehra Nur Töreyin1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Ekren1, Feza Bacakoğlu1, Tuncay Göksel1, Sait Eğrilmez2, Ali Veral3 Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir 1 2 Sarkoidoz, sıklıkla mediastinal ve hiler lenf bezi ve akciğer parankim tutulumu ile seyreden sistemik bir hastalıktır. Çalışmamıza, kliniğimiz İnterstisyel Akciğer Hastalıkları polikliniğinde 2000 yılından itibaren izlenen 137 sarkoidoz olgusu dahil edilmiştir. Çalışma grubunun %52’sini (72 olgu) Evre I sarkoidoz olguları oluşturmuştur. BAL yapılan 95 olgunun %56’sında lenfositik, %11’inde nötrofilik, %1’inde eozinofilik, %1’inde lenfositik ve nötrofilik alveolit saptanırken, %23’ünde hücre dağılımı normal bulunmuş, %8’inde ise hücre sayımı yapılamamıştır. Histopatolojik tanısal algoritmada öncelikle konjuonktiva biyopsisi ve bronkoskopik örnekleme yapılmış; tanı alamayan olgular cerrahiye yönlendirilmiştir. Toplam 101 olguya (%74) histopatolojik tanı konulmuştur.Tabloda bulgularımız özetlenmiştir. Kendi serimizde; klinik ve radyolojik bulguları sarkoidoz ile uyumlu olan olgularda histopatolojik tanı için örneklemeye konjonktiva biyopsisi ile başlamak, olgularımızın üçte birinde daha invaziv tanısal yaklaşımlara gereksinimi azaltmıştır. Anahtar Kelimeler: Histopatolojik tanı, konjonktiva biyopsisi, sarkoidoz Tablo 1. Örneklem sayısı ve tanısal başarı oranlarımız Örneklem sayısı Tanısal başarı (n) Tanısal başarı (%) Konjonktiva 50 17 34,0 TBİİAB 37 7 18,9 Bronş mukoza biyopsisi 35 8 22,9 Skalen lenf bezi biyopsisi 29 19 65,5 EBUS ile örnekleme 27 12 44,4 TBPB 20 4 20,0 Mediastinoskopi/ tomi 17 13 76,5 Cerrahi akciğer biyopsisi 13 9 69,2 Periferik lenf bezi 12 8 66,7 Dudak biyopsisi 9 4 44,4 Nazofarinks biyopsisi 8 3 37,5 Karaciğer biyopsisi 5 4 80,0 Splenektomi materyali 4 3 75,0 Parotis biyopsisi 2 0 0,0 TBİİAB: Transbronşiyal ince iğne aspirasyon biyopsisi, EBUS: Endobronşiyal ultrason, TBPB: Transbronşiyal parankim biyopsisi SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ SS135 HLA-DRB1*11 Alleli Sarkoidozda ekstrapulmoner tutulumu tahmin edebilir mi? Ezgi Özyılmaz1, Özlem Öztürk2, Dilek Yünsel1, Gulşah Seydaoglu3, İsmail Hanta1, Sedat Kuleci1, Ali Kocabaş1 spesifitesi %59 saptandı (Şekil 2). RDW, CRP, MPV ve akciğer fonksiyon testlerinde kontrol ve hasta grupları arasında fark saptanmadı. Sonuçlar: Pulmoner sarkoidozda hastalığın şiddetinin tespitinde ve ekstrapulmoner tutulumun tahmininde NLO yüksek duyarlılık ve orta özgüllüğe sahip yeni bir biyobelirteç olabilir. Bununla birlikte sonuçlarımızı destekleyecek daha fazla hasta katılımı ile prospektif olarak yapılacak klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: sarkoidoz, prognoz, nötrofil/lenfosit oranı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Adana 3 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Adana 1 2 Giriş: Değişik HLA-DR allelerinin farklı etnik gruplarda sarkoidoz için risk faktörü olduğu gösterilmiştir ancak HLA-DR genetik alleli ve ekstrapulmoner tutulum arasındaki ilişki henüz netleşmemiştir. Bu çalışmanın amacı bölgemizdeki sarkoidoz hastalarında ekstra-pulmoner tutulum ile HLA-DR genetik alleli arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Metod: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD’da 1993-2013 tarihleri arasında tanı konularak takip edilen 91 sarkoidoz hastası ve 145 sağlıklı kontrol olgu çalışmaya dahil edildi. Ekstra-pulmoner tutulum, önceden tanımlanan standart kriterlere (ACCESS) göre belirlendi ve bu tanı kriterlerine göre yalnızca “kesin” ya da “muhtemel” olan olgular “pozitif ekstra-pulmoner tutulum” olarak kabul edildi. Tüm sarkoidozlu hastalar ve sağlıklı kontrollerde Sekans Spesifik Oligonükleotid Prob (SSOP) metodu ile HLA-DR genetik analizi yapıldı. Sonuçlar: Sarkoidozlu hastalarda HLA-DRB1*15 alleli, sağlıklı kontrollere göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu (%20.4 vs %9.6) (pcorr=0.017). Çok değişkenli analiz sonuçlarına göre HLA-DRB1*15 alleli, sarkoidoz için bağımsız bir risk faktörü olarak belirlendi (OR:2.37; 95% CI: 1.31-4.30, p=0.004). Sarkoidoz’da ekstrapulmoner tutulum 39 hastada pozitif olarak tespit edildi (%42.9). Ekstrapulmoner tutulum olan ve olmayan sarkoidozlu hastalar karşılaştırıldığında, HLA-DRB1*11 allelinin, ekstra-pulmoner tutulum olmayan hastalarda anlamlı düzeyde yüksek olduğu izlendi (%30.8 vs. %15.4)(p<0.05). Çok değişkenli analiz de HLA-DRB1*11 allelinin sarkoidozda sistemik tutulumdan koruyucu bir allel olduğunu belirledi (OR:0.35, %95 CI:0.15-0.84, p=0.018). Tartışma: Bu çalışmada bölgemizdeki sarkoidozlu hastalarda HLADRB1*15 genetik alleli ile sarkoidoz hastalığı arasında kuvvetli bir ilişki olduğu ve HLA-DRB1*11 allelinin hastalığın sistemik tutulumundan koruyucu bir allel olabileceği gösterilmiştir. Ekstra-pulmoner tutulumun tahmin edilmesi tedavi kararını etkileyerek bu hastalardaki prognozu iyileştirebilir. Anahtar Kelimeler: Ekstra-pulmoner tutulum, HLA-DR alleli, Sarkoidoz Şekil 1. Sağlıklı bireyler, evre 0-1 ve evre 2-3 sarkoidozlu hastalar, sarkoidozlu hastaların tamamındaki NLO. Veriler ortalama± SEM olarak verildi. *P < 0.001, sarkoidoz (evre 0-1, evre 2-3, tüm evreler) ve sağlıklı bireyler arasında; # P < 0.05, sarkoidoz evre 0-1 ve evre 2-3 arasinda karsilastirma. P< 0.05 istatiksel olarak anlamlı kabul edildi. SS136 Sarkoidozlu Hastalarda Hematolojik Parametrelerin Klinik Önemi Nigar Dirican1, Ceyda Anar2, Şule Kaya1, H. Ahmet Bircan1, Hüseyin Halilçolar2, Münire Çakır1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, İzmir 1 2 Amaç: Sarkoidoz etyolojisi bilinmeyen multisistemik inflamatuar granulamatöz bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, hematolojik belirteçlerin hastalığın takibinde potansiyel klinik yararlılığını değerlendirmektir. Yöntem-Gereç: Bu çalışmaya 2008-2013 yılları arasında sarkoidoz tanısı alan 112 hasta ve 56 sağlıklı olmak üzere toplam 172 kişi alındı. Hastaların demografik verileri, tam kan sayımı, serum inflamatuar belirteçler, akciğer fonksiyon testleri, radyolojik evreleri ve hastalık tutulum yerleri retrospektif olarak kaydedildi. Sağlıklı-hasta ayrımı için kullanılan NLO (nötrofil/lenfosit oranı) ve MPV (ortalama trombosit hacmi) değerlerinin cut-off değerleri Receiver Operating Characteric (ROC) istatistiksel analiz kullanılarak hesaplandı. Bulgular: Hastaların demografik ve laboratuvar değerleri tabloda görülmektedir. NLO ve MPV değerleri için sırasıyla cut-off değerleri 2 ve 8.95 olarak belirlendi. NLO hasta grupta kontrol grubuna göre belirgin bir şekilde yüksek saptandı (p<0.001,Şekil 1). Sarkoidozlu hastalarda kontrol grubuna göre yüksek NLO (>=2) görülme olasılığı daha yüksek saptandı (p<0.001). Ayrıca yüksek NLO akciğer dışı tutulum olan hastalarda daha fazla saptandı (p:0.031). Belirlenen NLO cut-off değerine göre ROC curve analizinde eğrinin altında kalan 0.83 (CI 68.8–88.4 %),sensitivite %80 ve Şekil 2. ROC eğrisi (Receiver Operator Characteristic) sarkoidozlu hastalardaki NLO’nun % duyarlılığı ve özgüllüğünü göstermektedir.Eğri altında kalan alan 0.83, NLO cut-off değeri 2, duyarlılığı %80, özgüllüğü %59 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 55 SÖZEL SUNUMLAR SS138 Tablo Kontrol Sayı 56 Yaş, ortalama(Standart Deviasyon) Sarkodioz Sarkodioz (evre 0,1) (evre 2,3) 56 P 60 49 (12.1) 47.2 (11.15) 48.3 (10.9) Sarkoidoz (Tüm evreler) P# 116 0.07 47.81 (11.0) 0.06 0.985 85 (49.4) 0.993 Laboratuar Bulguları* NLOMPV, fl 1.82 2.49 (1.24) 3.02 (1.47) <0.001 2.67 (1.27) 8.3 (1.3) 0.091 8.3 (1.4) RDW,fl (1.22)8.1 8.3 (1.5) CRP, mg/dl (1.1) 14.4 (2.3) 14.5 (2.1) 0.725 14.0 (2.2) 14.2 (1.9) 2.5 (5.5) 3.2 (8.4) 0.634 3.05 (6.2) ESH mm/saat 3.3 (3.9) 20 (36) 26 (34) <0.001 22 (37) 11 (11) <0.001 0.030 0.433 0.699 <0.001 Cinsiyet, Kadın, n (%) 41 (23.8) 41(23.8) 44 (25.6) *Veriler ortanca değerdir (interquartile range). # Tüm sarkoidozlu hastalar vs. kontrol. NLO, nötrofil lenfosit oranı. MPV Ortalama trombosit volümü. CRP C-reaktif protein. ESH Eritrosit sedimentasyon hızı. P< 0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. SS137 İnterstisyel Akciğer Hastalıkları’nda Yeni Bir Fenotip: Kombine Pulmoner Fibrozis Ve Amfizem Sendromu Esma Sevil Akkurt1, Emire Pınar Seyfettin1, Şerife Savaş Bozbaş1, Koray Hekimoğlu2, Füsun Öner Eyüboğlu1, Şule Akçay1 Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara 1 Eozinofilik Akciğer Hastalıkları: 12 Olgu Serisi Fatma Tokgöz, Tülin Sevim, Emine Aksoy, Meltem Ağca, Nilüfer Kongar, Oğuz Aktaş, Nezihe Gökşenoğlu, Yasemin Bodur Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul Eozinofilik akciğer hastalıkları (EAH), havayolları ve akciğer parankiminde eozinofil oranının artması ile karakterize, nadir görülen bir grup heterojen hastalıktır. Kliniğimizde 2004-2013 yılları arasında EAH tanısı konularak takip edilen 12 olgu [4 (%33) Churg-Strauss sendromu (CSS), 7 (%58) kronik eozinofilik pnömoni (KEP), 1 basit pulmoner eozinofili (Löeffler sendromu)] retrospektif olarak değerlendirildi.Olguların 8’i kadın 4’ü erkek ve yaş ortalaması 43 (28-72) idi. Tüm olgular astım (2ay-40 yıl) tanısı ile bronkodilatatör tedavi altındaydı. Dört olguda ek olarak sinüzit, 1 olguda alerjik rinit bulunuyordu. En sık başvuru şikayetleri: nefes darlığı (n=11) ve öksürük (n=9) iken şikayet süresi ortalama 2 ay (15 gün - 1,5 yıl) idi. Olguların tümünde başvuru anında periferik eozinofili, 10’unda lökosit yüksekliği, 4’ünde anemi, 4’ünde trombositoz kaydedildi. Total IgE tüm olgularda yüksekti (206-23.000). Kaydedilen DLCO değerlerinin %43’ü normalden düşüktü. Olguların radyolojik özellikleri Tablo-1 ve Resim-1’de sunuldu.Bronkoalveoler lavaj yapılan 10 olgunun 7’sinde eozinofil oranı %25’in üstünde iken, transbronşial biyopsi yapılan 8 olgunun 6’sında eozinofil içeren infiltrasyon saptandı. CSS tanılı olguların ek olarak 1’inde nazal polipler, 1’inde sinüzal patoloji, 1’inde polinöropati, kardiyak tutulum ve sinüzal patoloji, 1’inde perikardiyal efüzyon ve cilt tutulumu saptanmıştı. Basit pulmoner eozinofili tanılı olgunun hikayesine dayanılarak yapılan takibinde antiparazitik tedavi ile düzelme sağlandı. Basit pulmoner eosinofili dışındaki tüm olgulara prednisolon tedavisi başlanarak kontrolleri yapıldı. Altı olguda nüks (CSS:3, KEP:3) görüldü, CSS tanılı 1 olgu exitus oldu. Bir olgu devam eden periferik eozinofilisine rağmen tedaviyi kabul etmedi, 4 olgu tedavi altında stabil iken, diğer olgular ilaçsız takiptedir. Anahtar Kelimeler: Churg-Strauss sendromu, kronik eozinofilik pnömoni, Löeffler sendromu 2 Kombine pulmoner fibrozis ve amfizem sendromu(CPFE); üst zonlarda sentrilobuler ve/veya paraseptal amfizem ile birlikte alt zon ağırlıklı pulmoner fibrozis ile karakterize; yeni tanımlanmış bir sendromdur. Sıklıkla sigara içen erkeklerde görülen bu sendromda en yaygın şikayet dispnedir. Pulmoner hipertansiyon, akciğer kanseri ve akut akciğer hasarı en sık görülen komplikasyonlar olarak karşımıza çıkar.Çalışmamızda CPFE düşünülen hastaların demografik özelliklerini, solunum fonksiyon testi parametrelerini, bilgisayarlı toraks tomografilerini (BT) ve komplikasyonlarını incelemeyi amaçladık. 2003-2013 tarihleri arasında, merkezimize başvuran ve toraks BT çekilen hastaların kayıtları ve dosya bilgileri retrospektif olarak incelendi. Toraks BT’de üst lob ağırlıklı amfizem ve alt lob ağırlıklı fibrozis saptanan 58 olgu çalışmaya dahil edildi. Hastaların %84.5’i erkekti,yaş ortalaması 74.2±9.7 idi. Sigara öyküsü 49 hastada mevcuttu ve ortalama sigara paket yılı 38.7±19.2 olarak saptandı. En sık başvuru şikayeti dispneydi. Toraks BT’de 31 hastada üst lob ağırlıklı amfizem, 27 hastada yaygın amfizem, 45 hastada alt lob ağırlıklı fibrozis ve 13 hastada yaygın fibrozis görünümü mevcuttu. Hastaların %48.3’ünde arter kan gazında hipoksemi gözlendi. Takipte 6 hastada akciğer kanseri gelişimi tespit edildi. Solunum fonksiyon testlerine koopere olabilen 34 hastanın parametreleri incelendiğinde FVC 104.3±27.5, FEV1 84.2±25.8, FEV1/FVC 63.6±13.8 ve DLCO 76.2±27.05 saptandı.Çalışmamızda literatürde yeni bir fenotip olarak tanımlanmış kombine pulmoner fibrozis ve amfizem sendromlu hastaları incelemeyi amaçladık. Bulgularımızı literatür ile uyumlu bulduk. Yayımlanan olgu ve çalışma sayısının azlığı nedeniyle takip ve tedavi hakkında görüş birliği bulunmamaktadır. Klinik ve radyolojik olarak CPFE düşünülen olgularda tedavi ve takipte CPFE’nin klinik karakteri, komplikasyonları ve prognozunun açıklığa kavuşması için daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Anahtar Kelimeler: Amfizem, Fibrozis, Sigara 56 Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı TÜRK TORAKS DERNEĞİ Şekil 1. Toraks BT (KEP) SÖZEL SUNUMLAR TÜRK TORAKS DERNEĞİ Tablo 1. Olguların radyolojk özellikleri Churg-Strauss Kronik eozinofilik Sendromu (n=4) pnömoni (n=7) Bilateral tutulum 3 Basit pulmoner eozinofili (n=1) 6 1 1 Her alanda tutulum 1 3 Üst alanlarda baskın tutulum 2 3 Konsolidasyon 1 3 Buzlu cam opasitesi 3 4(yama tarzı n=3) Noduller 3 2 Retiküler opasite 1 2 Bronşektazi 2 1 Plevral efüzyon 1 1 SS139 Kriptojenik organize pnömoni: 11 hastanın klinik, radyolojik özellikleri ve tedavi sonuçları Elif Yelda Özgün Niksarlıoğlu, Gülcihan Özkan, Güngör Çamsarı, Nur Dilek Bakan, Ayşe Yeter, Deniz Bilici, Serpil Başgüden, Gülten Emel Tas Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Istanbul Kriptojenik organize pnömoni (KOP) nedeni bilinmeyen, distal hava yollarında granulasyon dokusu ile karakterize hastalıktır. Biz, histopatolojik olarak KOP tanısı almış 11 hastayı retrospektif olarak inceledik. Klinik, radyolojik bulgular, solunum fonksion testleri, tanı yöntemi, tedavi ve takip sonuçları incelendi. Ortalama yaş 50±9.4 yıl (aralık 36-69) ve 6 hasta kadındı. Bir hasta halen sigara kullanmakta, 2 hasta ise sigara kullanmayı bırakmıştı; 6’inde ise pasif sigara dumanı teması mevcuttu. Sık görülen semptomlar öksürük (n=10), dispne (n=6) ve balgam çıkartma (n=3) idi. En sık görülen radyolojik bulgu akciğer tomografisinde sağ alt lob ve sol alt lobda izlenen konsolidasyonlardı (%60). Solunum fonksiyon testleri 8 hastada yapıldı, 1 hastada obstruktif, 4 hasta restriktif ve diğerlerinde normal olarak saptandı. Yedi hastada KOP tanısı açık akciğer biyopsisi ile (%63.6) diğerleri ise transbronşiyal biyopsi ile tanı aldı. Ortalama takip süresi 3-121 ay idi. Dokuz hasta oral kortikosteroid tedavisi aldı; 7’sinde herhangi bir fibrotik değişiklik olmadan düzelme oldu. Bir hasta tedaviyi almayı kabul etmedi ve 20 ayın sonunda akciğer filmi normal izlendi. Son hasta klariromisin ve inhale kortikosteroid-uzun etkili beta mimetik kombinasyonu ile 2 ay içinde kısmi regresyon gösterdi. Ancak daha sonra radyolojik progresyon saptandı.Onbir COP hastanın klinik, radyoljik bulguları ve tedavi sonuçlarını paylaşmak istedik. Anahtar Kelimeler: kriptojenik organize pnömoni, radyoloji, takip Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı 57