Sözlü Sunumlar - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi

Transkript

Sözlü Sunumlar - Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi
Türk Toraks Derneği
17. Yıllık Kongresi
Sözlü Sunumlar
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
DENEYSEL ARAŞTIRMALAR
SS001
Kiral Tiyosemikarbazonların Sentezi,
Karakterizasyonu ve Kanser Hücreleri
Üzerinde Potansiyel Sitotoksik Etkileri
Demet Taşdemir1, Mustafa Ulaşlı2, Ayşegül İyidoğan1, Emine Elçin Emre1,
Recep Bayraktar2, Ufkun Özdemir3, Hasan Bayram3
Gaziantep Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Anabilim Dalı, Gaziantep
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Gaziantep
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
maya yol açtı. Benzer şekilde, 10μM (p<0.01) ve 33μM (p<0.001) sEHI
uyarılmamış KOAH’lı hücrelerin canlılığını anlamlı olarak baskıladı. Sigarasız ve KOAH’lı hücrelerin canlığı İL-1β ile uyarılmış koşullarda da yüksek
doz sEHİ tarafından baskılandı. Bununla beraber, sEHİ sigaralı hücrelerin
canlılığını etkilemedi. Bundan başka, sEHİ sigarasız, sigaralı veya KOAH’lı
hücrelerden GM-CSF veya IL-8 salınımına anlamlı bir etkide bulunmadı.
Yorum: Bulgularımız SEHİ’nün BEH’inde GM-CSF veya İL-8 salınımını
etkilemediğini ve bu hücreler üzerinde toksik olabileceğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, primer bronş epitel hücreleri, soluble
epoksi hidrolaz inhibitörü, IL-8, GM-CSF, hücre canlılığı
1
2
3
Giriş: Kanser halen Türkiye’de ve dünyada önemli bir ölüm ve hastalık
nedenidir. Yaygın olarak kullanılan mevcut kemoterapötik ajanlar yeteri
kadar etkili değildirler. Çalışmamızda yeni potansiyel kemoterapik ajanlar
sentezleyip, anti kanser etkilerini araştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod: Başlangıç maddesi olarak kiralaminler kullanılarak
üç basamakta sekiz tane (3e, 3g, 3h, 3i ve 3e*, 3g*,3h*,3i*) kiraltiyosemikarbazon sentezlendi. Bileşiklerin yapı karakterizasyonu için 1H NMR,13C
NMR, IR, UV-vis ve kütle spektroskopisi gibi yöntemler kullanıldı. Her bir
bileşiğin MCF-7 (meme kanseri) ve A549 (akciğer kanseri) hücre dizileri
üzerindeki sitotoksik etkisine bakıldı. Hücre canlılığı, 2.5, 10, 50 ve 100µM
konsantrasyonlarına maruziyet sonrasında MTT (3- [4,5- dimethylthiazol2- yl]- 2,5- diphenyl- tetrazoliumbromide) yöntemi ile değerlendirildi.
Sonuçlar: Yapı karakterizasyonu sonuçlarına göre spesifik (schiff bazı,
tiyoamit) piklerin oluştuğu görüldü. Böylelikle teorikte planlanan maddelerin sentezlendiği ispat edilmiş oldu.Sentezlenen maddelerin kanser
hücrelerindeki aktivitelerine bakıldığında, 3g bileşiğinin S enantiyomerinin (3g*) 100µM dozunda MCF-7 hücrelerinin (optik dansite [OD]:1.08
ve 1.7, p<0,002) R enantiyomerinin (3g) ise aynı dozda A549 hücrelerinin (medyan OD:1.08 ve 1.6, p<0,003) canlılığını baskıladığı görüldü.
Bundan başka, 3e, 3h, 3e*,3h*maddelerinin MCF-7 ve A549 hücrelerinin
canlılığını 100µM konsantrasyonunda azalttığı, buna karşın, 3i ve 3i* bileşiklerinin MCF-7 ve A549 hücrelerinin canlılığını etkilemediği saptandı.
Yorum: Bulgularımız ilk kez sentezlediğimiz altı bileşiğin kanserde potansiyel kemoterapötik etkiye sahip olabileceğini ve aynı kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip bileşiklerin R ve S enantiyomerlerinin kanser hücrelerinde farklı sitotoksik etki gösterebileceklerini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kiral tiyosemikarbazon, hücre canlılığı, A549,
MCF-7.
SS002
Bir soluble epoksi hidrolaz inhibitörünün
(sEHİ) KOAH’lı primer bronş epitel hücre
canlılığı ve inflamatuar sitokin salınımına
etkisi
Ufkun Özdemir1, Demet Taşdemir1, İbrahim Koç1, Bruce D Hammock2, Kent
E Pinkerton3, Hasan Bayram1
1
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Hücre Kültür
Laboratuvarı, Gaziantep
2
California Üniversitesi Davis, UCD Kanser Merkezi, Davis, California
3
California Üniversitesi Davis, Çevre ve Sağlık Merkezi, California
Giriş: KOAH hava yollarının kronik inflamasyonu ile ilişkili bir hastalık
olup, steroidlere ve mevcut tedavilere dirençlidir. Son çalışmalar soluble
epoksi hidrolaz inhibitörünün (sEHİ) KOAH hayvan modellerinde hava
yolu inflamasyonunu baskılayabileceğini ileri sürmektedir. Bununla birlikte, bu inhibitörün, insan solunum yolu epitel hücreleri üzerindeki etkisi
bilinmemektedir.
Metod: Çalışmamızda, sigara içmemiş (Sigarasız), sigara içen ancak
KOAH gelişmeyen (Sigaralı) ve KOAH’lı hastaların cerrahi eksplantlarından BEH kültürleri elde edilerek, 1ng/ml interlökin (İL)-1β yokluğunda ve
varlığında sEHİ (0, 0,1µM, 1 µM, 10 µM, 33µM) ile 24 saat inkübasyonun
bu hücrelerden granülosit makrofaj-koloni stimüle edici faktör (GM-CSF)
ve İL-8 salınımı üzerine olan etkilerini araştırdık. Hücre canlılığı MTT ile
belirlenirken, sitokin analizi ELISA ile çalışıldı.
Sonuçlar: sEHİ sigarasız hasta grubunda İL-1β yokluğunda 10µM ve
33µM gibi yüksek konsantrasyonlarda hücre canlılığında kontrol grubu
hücrelerine oranla istatistiksel olarak anlamlı (p<0.0001) bir baskılan-
SS003
Sıçanlarda uyku bozukluklarının
hipokampüs aracılı öğrenme ve hafıza
işlevleri üzerine etkisinin araştırılması
Mustafa Saygın1, Mehmet Fehmi Özgüner1, Önder Öztürk2, Duygu Kumbul
Doğuç3, İlter İlhan3
Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Isparta
1
2
3
Bu çalışmada, uyku bozuklukluklarının hipokampüs aracılı öğrenme
ve bellek üzerindeki etkileri araştırılmıştır.Sprague Dawley cinsi toplam
48 adet erkek sıçan, 4 gruba ayrılmıştır.Kontrol(K),REM Deprivasyonu
(RD),Total Uyku Deprivasyonu (SD)veUykuYoksunluğu(SF).Sıçanlara
günde 4 kez 5 gün boyunca,Morris su labirentinde (MorrisWaterMaze)
yüzdürme eğitimi verildi.6. günden sonra uyku bozuklukları uygulanmaya başlandı ve SD grubu 3 gün, RD ve SF gruplarında 7 gün boyunca
uyku bozuklukları oluşturuldu.Günlük düzenekteki platform çıkarılarak
hayvanlara 60 sn süreyle probe testi ve ardından platform testi yapıldı. SD
grubunda başlangıç günü ve 3. gün, RD ve SF grubuna başlangıç günü
ve 7. günde görünür platform testi yapıldı.Bellek parametresi olarak, Platformun bulunduğu kadranda yüzülen süre (sn), Platformun bulunduğu
kadranda yüzülen mesafe (cm), Sıçanların yüzdüğü ortalama hız (cm/sn),
Sıçanların yüzdüğü toplam mesafe (cm), Dış kadranda yüzülen süre (sn)
değerlendirilmiş ve tüm gruplarda bellek parametrelerinde anlamlı bozulmalar saptanmıştır (p<0.05).Glutamat düzeyleri SD ve RD arasında, SD
ve SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve RD ve SF’de artmıştır.
Serotonin düzeyleri, K ile SD, K ile RD ve K ile SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05), SD grubunda azalırken, RD ve SF’de artmıştır. 5-HT2A
reseptör ekspresyonu K ile SD, K ile RD ve K ile SF arasında anlamlı bulunmuş (p<0.05) ve gruplarda kontrole göre ekspresyonu artmıştır. Mg+2
düzeyi K ile SF arasında anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve SF’de azalmıştır. Ağırlıklar, SD, RD’de grup içinde anlamlı bulunmuştur (p<0.05) ve gün
geçtikçe azalmıştır.Sonuç olarak uyku bozukluklarında; serotonin düzeyi
ve serotonin 5-HT2A reseptörlerinin ekspresyonu artmaktadır.Bellekle ilişkili olarak bozulanmekanizmanınkompansasyonu bu reseptörler aracılığı
ilegerçekleşmektedir.Uyku bozukluklarında,serotonin geri alım inhibitörleri
ve 5-HT2A reseptör agonisti olan ilaçlar kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Uyku Bozuklukları, Öğrenme ve Hafıza, NMDA,
α7, 5-HT2A, Glutamat, Serotonin, Asetilkolin.
5-HT2A’ya ait optik dansite sonuçları
Şekil 1. Farklı harfi taşıyan ortalamalar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
vardır
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
3
SÖZEL SUNUMLAR
Mekanizma
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS005
Abdominal Yağ Dokusundan İzole
Edilen Mezenşimal Hücrelerin Ratlarda
Oluşturulan Amfizem Modeli Üzerine Olan
Etkileri
Pınar Yıldız Gülhan1, Özer Aylin Gürpınar2, Mehmet Ekici1, Mehmet Niyaz3,
Muhammet Gülhan4, Mustafa Emre Erçin5, Aydanur Ekici1, Nurkan Aksoy6
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Kırıkkale
4
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
5
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kırıkkale
6
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Kırıkkale
1
2
4
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Tablo 1. Üç grubun Aİ, serum MMP-9 ve BAL MMP-9 düzeylerinin
karşılaştırılması.
GRUPLAR
5.36
5.84
0.018
5.06
5.16
0.742
0.005
Maksimum
Minimum
5.42
5.10
85.60
Medyan
0.19
0.04
78.70
5.52
5.11
84.00
Standart sapma
Ortalama
5.95
5.13
2.83
Maksimum
5.06
5.04
82.94
Minimum
5.23
5.08
84.30
0.26
0.03
61.70
Medyan
Standart sapma
5.29
BAL
MMP-9
5.09
77.60
Ortalama
8.85
6.13
Maksimum
Serum
MMP-9
5.08
76.22
Minimum
p
5.31
87.30
Kontrol (n=10)
5.02
69.50
Medyan
76.45
Elastaz-MKH (n=9)
5.19
Amfizem
indeksi
(%)
Standart sapma
Elastaz (n=12)
5.09
Amaç: Gıda sektöründe kızartarak yemek pişirme yaygın bir işlemdir.
Kızartma sırasında, partiküllü material, aldehidler, benzen, akrolein gibi
birçok uçucu kimyasal maddeler salınmaktadır. Çalışmamızda, deneysel
olarak kızartma yağı dumanına maruziyet modeli oluşturarak, farelerde alt
solunum yolu üzerine olan etkileri araştırmayı amaçladık.
Metod: Çalışma öncesinde kızarmış yemek servis eden işyerlerinde
PM2.5, PM10, toplam uçucu organik bileşik (TUOB), CO ve CO2 derişimleri ölçüldü. Kızartma yağı dumanına maruziyet modeli için camdan
yapılmış iki üniteden oluşan kabin kullanıldı. Bir üniteye kızartma makinası, diğer üniteye ratlar yerleştirildi. PM10 konsantrasyonu düzeyi kontrol
edildi. Yirmidört adet Wistar Albino fare randomize olarak 4 gruba ayrıldı.
Sırası ile toplam maruziyet süresi 120, 360 dakika ve 120 dakika/üç hafta
olan, akut; =7), subakut; (n=7), kronik; (n=7) maruziyet ve maruziyet
olmayan; (n=3) kontrol grupları oluşturuldu.. Maruziyetin bitiminden 24
saat sonra hayvanlar sakrifiye edildi. Trakea ve akciğer, dokuları Hematoksilen-Eozin boyaması ve Masson-Trikrom Boyaması yapılarak ışık mikroskobu ile gruplar açısından kör olan iki histolog tarafından değerlendirildi
Bulgular: Kontrol grubunda normal trakea ve akciğer histolojik bulguları vardı. Akut ve subakut maruziyet grubunda hafif mononükleer hücre
infiltrasyonu, alveolo-kapiller septumlarda kalınlaşma, alveolar ödem, diffuz alveolar hasar gözlendi. İnterstisyumda yaygın hemoraji, mononükleer hücre infiltrasyonu, ödem ve vasküler konjesyon saptandı. Kronik
maruziyet grubunda, akut ve subakut maruziyet gruplarına göre akciğer
hasarının daha şiddetli olduğu gözlendi.Tartışma: Endüstriyel ortasmda
kullanılan kızartma yağına maruziyet, erken dönemden başlayarak pulmoner inflamasyona yol açmaktadır. Maruziyet süresi uzadıkça inflamasyon
şiddetlenmektedir.
Anahtar Kelimeler: kızartma yağı, pulmoner toksite, iç ortam kirliliği
Ortalama
3
5.57
2
76.75
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Izmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Izmir
Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kimya Mühendisliği Bölümü, Izmir
4
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Multidisipliner Hayvan Bilimleri Laboratuarı, İzmir
5
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Izmir
1
1.07
Arif Hikmet Çımrın1, Aylin Özgen Alpaydın1, Seda Özbal2, Melis Toprak3,
Osman Yılmaz4, Funda Uluorman5, Bekir Uğur Ergör2, Sait Cemil Sofuoğlu3
5.60
Kızartma yağına maruziyetin pumoner
etkilerinin araştırılması. Deneysel çalışma
0.08
SS004
5.11
Şekil 2. Pre ve postinaptik reseptör aktivasyon mekanizması
Amfizem ve kronik bronşit, kronik obstrüktif akciğer hastalığının (KOAH)
farklı fizyopatolojiye sahip önemli bileşenleridir. Amfizem modellerinde,
bronkoalveolar lavaj sıvısı (BALS) ve serumdaki matriks metalloproteinaz-9 (MMP-9) düzeylerinin amfizem süreci ile ilişkili olduğu bilinmektedir.
Adipoz doku kökenli mezenşimal kök hücrelerin (MKH) amfizem üzerine
iyileştirici etkileri olduğuna dair sınırlı sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın
amacı, ratlarda elastazla oluşturulan amfizem modelinde adipoz dokudan
kökenli MKH’lerin, amfizemi iyileştirici ve MMP-9 düzeyleri üzerine etkilerinin olup olmadığını araştırmaktır.
Bu çalışmada, ağırlıkları 250-300 gr arasındaki 6-8 haftalık 31 Wistar
albino rat değerlendirildi. Çalışmanın birinci gününde, kontrol grubuna
(n=10), intratrakeal olarak salin çözeltisi; Elastaz grubuna (n=12) ve
Elastaz-MKH grubuna (n=9) 0.5 ml salin çözeltisi içinde vücut ağırlığının
gramına 0.1 IU “porcine” pankreatik elastaz (PPE) verildi. Elastaz-MKH
grubundaki ratlara çalışmanın 21. gününde serum fizyolojik içinde süspanse edilen MKH’ler kuyruk veninden uygulandı. Çalışmanın 42. gününde
tüm ratlar sakrifiye edildi. BALS ve serum MMP-9 konsantrasyonları ölçüldü ve her iki akciğer amfizem indeksi (Aİ) hesaplandı.
Elastaz (p=0.008) ve Elastaz-MKH (p=0.001) gruplarının Aİ medyan
değerleri, kontrol grubunun değerinden anlamlı düzeyde düşüktü. Üç grubun serum MMP-9 düzeyleri (p>0.005) ve BALS MMP-9 düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fark yoktu (p>0.005).
Bizim sonuçlarımız, adipoz doku kökenli MSC uygulamasının amfizematöz ratlarda serum ve BALS MMP-9 düzeylerine etkisi olmadığını
düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Amfizem, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, matriks metalloproteinaz-9, mezenşimal hücre
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
UYKU BOZUKLUKLARI
SS006[Uyku Bozuklukları]
Ağır Derece Obstruktif Uyku Apne
Sendromu Olan Olgularda Karotis Ve
Brakiyel Arter İntima Media Kalınlıklarının
Polisomnografik Parametreler İle Olan
İlişkisi
Selvi Aşker1, Müntecep Aşker2, Mesut Özgökçe3, Hilal Olgun Küçük4, Uğur
Küçük5
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
3
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Van
4
Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
5
Van Askeri Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van
1
basınçlar (4 cm H2O) tespit edilirken,30(%91) hastada ortalama CPAP
basıncı 7.1±1.06 cm H2O olarak titre edildi.
Tartışma: Mevcut bulgular ışığında UARS düşünülen hastalarda PAP
titrasyonu sırasında yüksek PAP değerleri elde edilmesi, üst solunum yolunda rezistans artışının delilidir.PAP değerleri normal bulunan hastalarda
ise UARS tanısı ekarte edilmiştir.Bu yöntemin UARS tanısını kesinleştirmede kanıta dayalı tıp açısından anlamlı olduğu düşünülmektedir.Tedaviden-tanıya protokolü ile uyguladığımız PAP yöntemi ile aynı zamanda
hastaların ihtiyaç duydukları tedavi basıncı da belirlenmektedir. Bu hastaların PAP tedavisi altında uzun süreli takipleri sonucu klinik yanıtlarının
değerlendirilmesi ve daha yüksek sayıda hasta içeren serilerin sağlanması
“yıllardır çözülemeyen sorunlar” şeklinde tanımlanan bu sendromun tedavisine büyük katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: Üst solunum yolu rezistansı sendromu, tanı, tedavi, PAP yöntemi
2
Amaç: Çalışmanın amacı ciddi derece obstrutif uyku apne sendromu
(OSAS) olan olgularda karotis (C) ve brakiyel arter (BA) intima media
kalınlıklarını (IMT) değerlendirmek ve CIMT ve BA-IMT kalınlığı ile ilişkili
faktörleri saptamaktır.
Metodlar: Toplam 81 tane ağır derece OSAS (ortalama(SD)
yaş:48.0(10.5) yıl,%70.4 erkek cinsiyet) ve 49 sağlıklı kontrol (ortalama
(SD) yaş: 47.9(9.7) yıl,%73.5 erkek cinsiyet) çalışmaya dahil edildi. Her
bir grubun demografik bilgileri,kardiyovasküler risk faktörleri,CIMT ve BAIMT ölçümleri ve bu ölçümlerin ilişkili olabileceği faktörler kaydedildi.
Bulgular: Kontrol grubuna göre OSAS hasta grubunda ortalama (SD) sol ve sağ CIMT ve BIMT değerleri belirgin olarak yüksek
saptandı(p<0.001). Polisomnografik parametreler ile CIMT arasında ilişki saptanmadı.Artmış sol BA-IMT ile ortalama apne süresi arasında ilişki
saptandı(B=0.011, p=0.011 sağ BA and B=0.011, p=0.002 sol BA).
Ortalama oksijen saturasyonu ile sol BA-IMT arasında belirgin negatif ilişki
saptandı(B=-0.012, p=0.005).
Sonuç: Bulgularımız ağır derece OSAS ile kontrol grubu arasında
CIMT ve BA-IMT değerleri arasında belirgin fark olduğunu gösterdi.Bu ölçümler ile polisomnografik parametreler arasında ilişki bulunmazken yaş,
sigara kullanımı ile artmış CIMT arasında ilişki saptandı.Ek olarak apne
süresi,arousol index ve eşlik eden hastalıkların BA-IMT için risk faktörü
olduğu saptandı.
Anahtar Kelimeler: Obstruktif uyku apne sendromu; polisomnografi; karotis arter;brakiyel arter; intima media kalınlığı; kardiyovasküler risk
faktörleri.
SS007
Üst Solunum Yolu Rezistansı Sendromu (UARS)
Tanısında Pap Yöntemi
Ayşe Baha, Oğuz Köktürk
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: UARS;apne veya hipopneye yol açmadan,üst solunum yolunda rezistans artışı sonucu, toraks içi başınçta belirgin artışa yol açan ve
sonunda sık tekrarlayan arousallarla sonlanan,gündüz aşırı uyku hali ve
kardiyovasküler problemlerle karakterize bir sendromdur.Polisomnografik inceleme ile tanısı sıklıkla gözden kaçan bu sendrom, yanlışlıkla çoğu
kez basit horlama veya idiyopatik hipersomni tanısı almakta ve ne yazık
ki tedavi edilememektedir.Gerçek tedavi seçeneği olan pozitif hava yolu
basıncının(PAP),tedaviden-tanıya yöntemi ile hastalığın tanısında da kullanılabileceği, bu yöntemle yüksek titrasyon basıncı saptanan hastaların
UARS tanısı alabileceği,aynı zamanda tedavi basıncının da belirlenmiş
olacağı savından hareketle bu çalışma planlandı.
Gereç-Yöntem: Uyku Bozuklukları Merkezi’mizde kayıtlı,Apne Hipopne İndeksi (AHİ)<5,Arousal İndeksi (ARİ)>20,gündüz aşırı uyku hali
(GAUH) olan,uyku süresince oksijen desatürasyonu saptanmayan ve
CPAP titrasyonu yapılmış olan 33 hastanın kayıtları retrospektif olarak
incelendi.
Sonuçlar: Hastaların 17’si(%51.5) kadın,16’sı(%48.5) erkek,yaş ortalaması 45.8 ±10.2 idi.GAUH değerlendirilmesinde kullanılan Epworth
uykululuk anketi ortalaması 14.7±3.9,ortalama AHİ: 2.3±1.5 ve ortalama ARİ: 25.7±4.8 bulundu.3(%9) hastada CPAP titrasyonu ile normal
SS008
Obstrüktif Uyku Apne Sendromu (OSAS)’ı olan
hastalarda yaşam kalitesi düzeyi, depresif
belirti sıklığı ve PAP tedavisinin etkisi
Çiğdem Hanazay, Tansu Ulukavak Çiftçi, Oğuz Köktürk
Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: OSAS, kardiyovasküler hastalıklardan psikiyatrik bozukluklara
kadar pek çok hastalığa yol açan bir sendromdur. Bu çalışmamızda OSAS’
lı hastalarda yaşam kalitesi algısını ve depresif semptom şiddetini değerlendirmeyi ve CPAP (continuous positive airway pressure) tedavisinin yaşam kalitesi düzeyi ve depresif semptom şiddeti üzerine etkisini araştırmayı
planladık.
Metod: Üniversite hastanemiz uyku laboratuarına başvuran 112 hasta çalışmaya alındı. Bunların arasında Apne Hipopne İndeksi (AHİ) >15
olan 81’i OSAS grubu ve AHİ <5 olan 31’i kontrol grubu olarak kabul
edildi. Tüm olgulara depresif belirti şiddetini belirlemek amacıyla Beck
Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve yaşam kalitesini ölçmek için Nottingham
Sağlık Profili(NHP) anketi uygulandı. OSAS grubu içinde, CPAP tedavisini 3-12 ay süre ile düzenli kullanmış olan 31 olguya anketler yeniden
uygulandı.
Bulgular: BDÖ skorlarına göre OSAS’ lı hastalarda kontrol grubuna
göre depresif belirtiler daha şiddetliydi. Ancak NHP alt gruplarına baktığımızda fiziksel mobilite dışında diğer alt gruplarda kontrol grubuna göre
fark yoktu. CPAP tedavisi sonrası BDÖ skorları 14.1±8.5 ‘den 7.0±6.4 ‘e
(p<0.001) belirgin olarak geriledi. Sosyal izolasyon dışındaki tüm NHP alt
gruplarında da istatiksel olarak anlamlı gerileme vardı. Bulgular CPAP tedavisinin orta ve ağır OSAS’ lı hastaların depresif semptomlarını azalttığını
ve yaşam kalitesini düzelttiğini gösterdi.
Sonuç: OSAS’lı hastalarda kontrol grubuna göre depresif belirtilerin
şiddeti daha yüksektir. Ancak yaşam kalitesi açısından fark bulunmamaktadır. CPAP tedavisi OSAS’ lı hastalarda yaşam kalitesini düzeltmekte ve
depresif belirti şiddetini azaltmaktadır.
Anahtar Kelimeler: obstrüktif uyku apne sendromu, beck depresyon
ölçeği, yaşam kalitesi, pozitif hava yolu basıncı
SS009
Ağır Vasıta Sürücülerinde Obesite, Gündüz
Aşırı Uykululuk, Obstruktif Uyku Apne Riski,
Trafik Kazası Öyküsü ve Bilgisayar Tabanlı
Psikoteknik Sürücü Değerlendirme Sistemi
Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Ezgi Demirdöğen Çetinoğlu1, Aslı Görek Dilektaşlı1, Nefise Ateş Demir3,
Güven Özkaya2, Nilüfer Aylin Acet1, Eda Durmuş1, Ahmet Ursavaş1,
Ercüment Ege1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Bursa
3
Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Şube Müdürlüğü, Bursa
1
2
Giriş: Bu çalışmada, ağır vasıta sürücülerinde obezite, berlin anketi
(BA), epworth uykululuk skalası (EUS) ve trafik kazası öyküsü ile sürücü si-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
5
SÖZEL SUNUMLAR
mulatör testi parametreleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç-Yöntem: Psikoteknik değerlendirme sistemi içerisinde yer alan
sürücü simulasyon testi için başvuran 282 ağır vasıta sürücüsü incelendi.
Obstruktif uyku apne (OUA) riski ve gündüz aşırı uykululuk hali (GAUH),
sırasıyla BA ve EUS ile değerlendirildi. Sürüş için gerekli olan psikomotor-bilişsel becerilerin değerlendirildiği testlerden oluşan bilgisayar destekli
bu sistem, TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu)ODTÜ (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) ve BİLTEN (Bilgi Teknolojileri ve
Elektronik Araştırma Enstitüsü) işbirliği ile geliştirilmiştir.Bulgular: Sürücülerin yaş ortalaması 45.4±8.8 idi. Otuz kişi BQ ile OUA için yüksek riskli
bulundu. Çalışma grubunda ortanca EUS 2 (0-20) olup, yetmişiki sürücüde trafik kazası öyküsü saptanmıştır. Katılımcıların %86.9’u simulasyon
testini ‘’başarılı’’, %12.4’si ise ‘’başarısız’’ olarak tamamlamıştır. Yüksek
OUA riski olanların %47’ si erken tepki süresi testinde başarısız iken düşük
OUA riski olanların %28’i bu testte başarısız olmuştur (p<0.03, Tablo1).
Obez sürücüler, BKİ<30kg/m2 olan sürücüler ile karşılaştırıldığında, çevresel görüş testinde başarısız olmuşlardır (p<0.02, Tablo 2). EUS, trafik
kazası öyküsü olanlarda kaza öyküsü olmayanlara göre anlamlı yüksek
bulunmuştur (p=0.02).
Tartışma ve Sonuç: Bilişsel-psikomotor fonksiyonlar, obezlerde ve
OUA riski yüksek olanlarda (BQ ile) bozulmuş olup sürüş performansı bu
duruma oldukça duyarlıdır. Ağır vasıta sürücülerinde ehliyet başvurusunda BMI ile OUA riskini (BQ ile) taramak için risk değerlendirme prosedürü
uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: ağır vasıta sürücüsü, sürücü simulasyon, trafik
kazası, obezite, berlin anketi, epworth uykululuk skalası
Tablo 1. Sürücü Simulator Testleri ve BA Arasındaki İlişki
BA
BA
düşük yüksek risk
riskn=280
n=30
p
OR
(%95 GA)
Sürekli dikkat testi başarısız
16 (6.4%)
2 (6.7%)
1
-
Görsel algı-bellek
genel indeks testi başarısız
159 (63.9%)
23 (76.7%)
0.16
-
Muhakeme testi başarısız
64 (25.9%)
5 (16.7%)
0.26
-
Koordinasyon testi başarısız
21 (8.4%)
2 (6.7%)
1
-
Tepki hızı testi başarısız
75 (30.1%)
9 (30%)
0.98
-
Erken tepki süresi başarısız
(hız-mesafe tahmin testi bileşeni)
70 (28.1%)
14 (46.7%)
0.03
2.23
(1.03-4.82)
Çevresel görüş testi başarısız
16 (6.4%)
3 (10%)
0.44
-
Test toplam sonucu başarısız
30 (12.1%)
4 (13.3%)
0.77
-
SS010
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Morbid obez olgularda STOP-BANG
anketinin obstruktif uyku apne ve obezite
hipoventilasyon sendromunu öngörmedeki
yeri
Züleyha Bingöl1, Aylin Pıhtılı2, Penbe Çağatay3, Gülfer Okumuş1, Esen Kıyan1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Özel Keçiören Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş: STOP-BANG anketi (SBA) horlama, yorgunluk, tanıklı apne,
hipertansiyon varlığı, vücut kitle indeksi (VKİ), yaş, boyun çevresi ve cinsiyet sorgulamalarını içerir. Preoperatif değerlendirmede obstruktif uyku
apne (OUA) taramasında kullanılmaktadır. Morbid obez olgularda OUA ve
obezite hipoventilasyon sendromu (OHS) varlığını belirlemedeki yeri net
bilinmemektedir.Amaç: Morbid obez (VKİ >=35) olgularda SBA’nın OUA
ve OHS tanısı koymadaki yerini belirlemek ve SBA skoru ile polisomnografik parametreler arasındaki ilişkiyi araştırmak (Etik kurul no:2013/381).
Materyal-Metod: Olguların demografik özellikleri, polisomnografik
verileri, Epworth uykululuk skorları (EUS), akciğer fonksiyonları (arter kan
gazı, spirometri), komorbiditeleri ve SBA skorları kaydedildi.Bulgular: Çalışmaya alınan 196 (105 kadın, 91 erkek, yaş:49.4±10.5yıl, VKİ:40.3±5.6
kg/m2) olgunun SBA skoru 5.37±1.4 idi. Olguların %89.8’inde (%51.2
ağır, %24.4 orta, %24.4 hafif) OUA, %38.8’inde (n=76) OHS saptandı. OUA olanlarda (5.48±1.36, 4.52±1.46, p=0.004) ve OHS olanlarda
SBA skorları yüksekti (5.94±1.11, 5.01±1.45, p=0.000). OUA şiddeti
arttıkça SBA skoru da artmaktaydı (hafif:4.97±1.31, orta:5.09±1.32,
ağır:5.91±1.26 p=0.000). SBA skoru EUS skoru (r:0.410, p:0.000), Pa02
(r:-0.216, p:0.003), PaCO2 (r:0.215, p:0.003), AHİ (r:0.377, p:0.000),
ODİ (r:0.380, p:0.000), ortalama SpO2 (r:-0.168, p:0.019), minimum
SpO2 (r:-0.292, p:0.000), nokturnal SpO2<%90 geçen süre (r:0.273,
p:0.000) ile korelasyon gösterdi. SBA skoru >=4 olduğunda OUA tanısını
koymada duyarlılığı %76, özgüllüğü %64, pozitif prediktif değeri (PPD)
%95, negatif prediktif değeri (NPD) %77 bulundu. SBA skoru >=5 olduğunda OHS tanısını koymada duyarlılığı %72, özgüllüğü %61, PPD %54,
NPD %78 bulundu.
Sonuç: SBA kısa, kolay uygulanabilir bir ankettir. Morbid obez olgularda OUA ve OHS taramasında kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: morbid obezite, obezite hipoventilasyon sendromu, obstruktif uyku apne, stop bang anketi
PULMONER REHABİLİTASYON VE KRONİK BAKIM
SS011
Tablo 2. Sürücü Simulator Testleri ve BKİ Arasındaki İlişki
BKI<30
(n=200)
BKI>=30
(n=78)
p
OR
(%95 GA)
12 (6%)
5 (6.4%)
1
-
Görsel algı-bellek genel indeks testi
başarısız
123 (61.8%)
56 (71.8%)
0.11
-
Muhakeme testi başarısız
49 (24.9%)
18 (23.1%)
0.75
-
Koordinasyon testi başarısız
17 (8.5%)
7 (9%)
0.90
-
Hız-mesafe tahmin testi başarısız
70 (35.2%)
28 (35.9%)
0.90
-
Tepki hızı testi başarısız
54 (27.1%)
29 (37.2%)
0.10
-
Çevresel görüş testi başarısız
10 (5%)
10 (12.8%)
0.02
2.78
(1.1-6.9)
Test toplam sonucu başarısız
20 (10.1%)
14 (17.9%)
0.07
-
Sürekli dikkat testi başarısız
6
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Pulmoner Hipertansiyonlu KOAH’lı
Olgularda Pulmoner Rehabilitasyon
Etkinliği
İpek Candemir, Pınar Ergün, Dicle Kaymaz, Ezgi Utku, Nilgün Mendil, Neşe
Demir, Fatma Şengül, Nurcan Egesel
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Pulmoner hipertansiyon, KOAH tanılı olgularda sık rastlanan
bir bulgudur.Bu çalışmada pulmoner hipertansiyonu olan KOAH’lı olgularda, multidispliner pulmoner rehabilitasyon program etkinliğinin değerlendirilmesinde kullanılabilirliği araştırılmıştır.
Metod: 2008-2013 yılları arasında merkezimize başvuran olguların
verileri retrospektif olarak incelendi. 2009 ERS/ESC rehberine göre ekokardiyografik olarak mümkün ve olası pulmoner hipertansiyon (PH) olan
ikisi kadın, 47 KOAH‘lı olgu çalışmaya alındı. Olguların, KOAH dışında
PH neden olacak ek hastalıkları bulunmuyordu. Olguların, ortalama 8
haftalık multidispliner pulmoner rehabilitasyon programı öncesi ve sonrası dispne algıları MRC dispne skalası, sağlıkla ilişkili yaşam kaliteleri S.
George yaşam kalitesi anketi, egzersiz kapasiteleri ise Artan Hızda Mekik Yürüme Testi (AHMYT) ve Endurans Mekik yürüme testi (EMYT) ile
değerlendirildi. VO2 peak değerleri AHMYT mesafesi kullanılarak hesaplandı.Bulgular: Olguların PR öncesi ve sonrası ortalama değerleri tablo1
‘de görülmektedir. PR sonrası, olguların dispne algıları, yaşam kaliteleri ve
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
egzersiz kapasitelerinde düzelme izlendi. Pulmoner arter basıncı ile vücut
kompozisyonu ile negatif korele iken, solunum fonksiyon testi, yaşam kalitesi, egzersiz kapasitesi, dispne algısı ile pozitif korelasyon izlendi (tablo 2).
Fakat, pulmoner arter basıncı ile egzersiz kapasitesindeki kazanım arasında
korelasyon bulunmadı.Sonuç: PH olan KOAH tanılı olgularda da, multidisipliner pulmoner rehabilitasyon etkin bir yaklaşımdır. Olgular, bu açıdan
da değerlendirilmeli ve kişiye özel PR programları yapılandırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Pulmoner Hipertansiyon, Pulmoner
Rehabilitasyon
Tablo 1. Olguların PR öncesi ve sonrası ortalama değerleri
deksi (BASDAİ) ile değerlendirildi. Göğüs ekspansiyonu, aksillar, epigastrik, subkostal bölgelerinden göğüs çevre ölçümleri alınarak yorumlandı.
Bulgular: Hastaların yürüme mesafeleri 390.60 ± 142.32 metre idi.
Hastaların %75’ i düzenli olarak egzersiz yapmıyordu. Göğüs ekspansiyonu, yürüme mesafesi, nefes darlığı, yorgunluk şiddeti ile yaşam kalitesi
arasında anlamlı korelasyon saptanmadı (p>0.05).Göğüs ekspansiyonu,
nefes darlığı ve yorgunluk şiddeti ile hastalık aktivitesi arasında anlamlı
korelasyon yoktu (p>0.05). Yürüme mesafesi ile hastalık aktivitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon vardı (r=-546, p=0.34).
Sonuçlar: Sonuçlarımız, ankilozan spondilitli hastalarda egzersiz kapasitesi artıkça hastalık aktivitesinin azaldığını göstermiştir. AS tedavisinde medikal tedavinin yanısıra özellikle kardiovaskuler enduransı artıran
egzersizler verilebilir. Bu konuda daha çok olgu sayısı ile geniş kapsamlı
çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ankilozan Spondilit, Egzersiz Kapasitesi, Göğüs
Ekspansiyonu, Hastalık Aktivitesi Yaşam Kalitesi
SS013
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalarında
Komorbidite ve Fonsiyonel Kapasitenin
Kinezyofobi ile İlişkisi
Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık Kütükcü1, Melda Sağlam1, Deniz İnal İnce1,
Hülya Arıkan1, Lütfi Çöplü2
1
Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Tablo 2. Pulmoner arter basıncı ile korelasyon gösteren parametreler
SS012
Ankilozan spondilitli hastaların
egzersiz kapasitesi, nefes darlığı, göğüs
ekspansiyonu, yaşam kalitesi ve hastalık
aktivitesi sonuçlarının ilişkisi
Manolya Acar, Eda Tonga, Sinem Ayyıldız, Berna Balcı
Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
Giriş: Ankilozan Spondilit (AS), kostovertebral ve kostosternal eklemlerin ankilozu sonucunda göğüs kafesinin ekspansiyonunu kısıtlayarak
restriktif tipte solunum bozukluğuna sebep olmaktadır. Çalışmamızın amacı, ankilozan spondilitli hastalarda egzersiz kapasitesi, nefes darlığı, yorgunluk şiddeti, göğüs ekspansiyonu ile yaşam kalitesi, hastalık aktivitesi
arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Metod: Çalışmaya ankilozan spondilit tanısı almış, yaş ortalaması 41.20±10.80 yıl, vücut kitle indeksi ortalaması 24.30 ± 3.99 kg/m²
olan 15 (10’u erkek, 5’i kadın) hasta katıldı. Egzersiz kapasitesi altı dakika
yürüme testiyle (6DYT) değerlendirildi. 6 DYT’ i sonrası, Modifiye Borg
skalası ile ölçülen dispne ve yorgunluk şiddeti kaydedildi. Yaşam kalitesini
değerlendirmek için Ankilozan Spondilit Yaşam Kalitesi İndeksi (ASQOL)
kullanıldı. Hastalık aktivitesi, Bath Ankilozan Spondilit Hastalık Aktivite İn-
Giriş-Amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalarında (KOAH), sedanter
yaşam tarzı ve eşlik eden komorbid hastalıklar kişilerin hareket etme isteklerini etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı, KOAH’ta kinezyofobinin varlığını
araştırmak ve fonsiyonel kapasite ve komorbiditeler ile ilişkisini belirlemekti.Gereç-Yöntem: Yirmi iki KOAH’lı hasta (16 erkek, 6 kadın, ortalama
FEV1= %59.4±11.2) çalışmaya dahil edildi. Demografik ve fiziksel özellikleri kaydedildi. Fonksiyonel kapasite 6 dakika yürüme testi ile değerlendirildi. Hareket korkusu Tampa Kinezyofobi Ölçeği ile ve komorbidite
düzeyi Charlson Komorbidite İndeksi ile belirlendi.
Bulgular: Hastaların %80’inde hareket korkusu vardı (>40 puan).
Tampa Kinezyofobi Ölçeği puanının, Charlson Komorbidite İndeksi
(r=0.474, p=0.026) ve vücut kitle indeksi (r=0.517, p=0.014) ile pozitif
yönde ilişkili bulundu. Altı dakika yürüme testi mesafesi ile Tampa Kinezyofobi Ölçeği puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı
(r=-0.012, p=0.959).
Sonuç: Çalışmanın sonucunda KOAH’lı hastaların önemli bir bölümünde hareket korkusu vardı. Komorbidite sayısı fazla olan hastalarda
hareket korkusu görülme oranı artmaktadır. Komorbiditenin pulmoner
rehabilitasyon üzerindeki bilinen etkilerinin yanı sıra, hareket korkusunun
pulmoner rehabilitasyon başarısına etkileri araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, hareket korkusu, komorbidite
SS014
Allojeneik Hematopoetik Kök Hücre
Nakli Alıcılarında Dispnenin Pulmoner
Fonksiyonlar, Kas Kuvveti, Fonksiyonel
Egzersiz Kapasitesi ile İlişkisi
Gülşah Barğı1, Meral Boşnak Güçlü1, Zeynep Arıbaş1, Burcu Camcıoğlu1,
Müşerrefe Nur Karadallı1, Zeynep Şahika Akı2, Gülsan Türköz Sucak2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş: Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) alıcılarında
nakil sürecinde anormal pulmoner fonksiyonlar, solunum kas zayıflığı ve
egzersiz intoleransı görülmektedir ve bu etkenler dispneye sebep olabilmektedir. Literatürde dispnenin pulmoner fonksiyonlar, solunum ve periferik kas kuvveti ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi ile ilişkisini araştıran çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın amacı, allojeneik HKHN alıcılarında
dispnenin pulmoner fonksiyonlar, pulmoner difüzyon kapasitesi (DLCO),
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
7
SÖZEL SUNUMLAR
solunum ve periferik kas kuvveti ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi ile ilişkisini araştırmaktı.
Yöntem-Gereçler: Kırk dokuz allojeneik HKHN alıcısı (nakil üzerinden
>100 gün geçmiş olan, 38.10±13.13 yıl, 34E, 15K) dahil edildi. Dispne
Modifiye Medical Research Council Dispne ölçeği (MMRC), pulmoner
fonksiyonlar spirometre, solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı ve periferik kas kuvveti el dinamometresi, fonksiyonel egzersiz
kapasitesi 6 dakika yürüme testi kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 27’sinde (56%) dispne görüldü, MMRC puanı
ile MİP (r=-0.341, p=0.016), quadriceps femoris (r=-0.391, p=0.005),
biceps brachii (r=-0.303, p=0.035) ve kavrama kuvveti (r=-0.286
p=0.047) istatistiksel anlamlı olarak ilişkiliydi. Kırk dokuz hastada yapılan
çoklu regresyon analizine göre dispne algılamasının %15 varyansı quadriceps femoris kas kuvveti ile açıklandı (r²=0.153, p=0.005).Sonuçlar:
Allojeneik HKHN alıcılarında periferik ve solunum kas kuvveti azaldıkça
dispne algılaması artar ve quadriceps femoris kas kuvveti dispneye sebep
olan bir etkendir. Periferik kas kuvvetlendirme egzersizlerinin ve inspiratuar kas eğitiminin dispne üzerine etkileri araştırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: allojeneik hematopoetik kök hücre nakli, dispne,
egzersiz, kas kuvveti
SS015
Pulmoner Arterial Hipertansiyonlu
Hastalarda Egzersiz Kapasitesinin Yaşam
Kalitesi Üzerine Etkisi
Bahri Akdeniz1, Serap Acar2, Sema Savcı2, Ebru Özpelit1, Didem Karadibak2,
Buse Özcan2, Can Sevinç3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
3
Amaç: Bu çalışmanın amacı pulmoner arteriyal hipertansiyonu olan
olgularda egzersiz kapasitesinin yaşam kalitesi üzerine olan etkilerini
araştırmaktı.
Metod ve Materyal: Bu çalışmaya New York Heart Association Klas
II-III olan 6 erkek, 13 kadın toplam 19 pulmoner arterial hipertansiyon
hastası dahil edilmiştir. Hastalar idiopatik pulmoner arterial hipertansiyon,
konnektif doku hastalığı ile birlikte pulmoner arterial hipertansiyon ve
konjenital kalp hastalığı ile pulmoner arterial hipertansiyon hastalarından
oluşmaktaydı. Olguların demografik bilgileri, bisiklet ergometresi testi ile
egzersiz kapasitesi ölçümleri ve Nottingham Sağlık Profili ile yaşam kalitesi
ölçümleri değerlendirildi. Pearson korelasyon analizi ile egzersiz kapasitesi
ve yaşam kalitesi arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular: Olguların ortalama yaşları 50.83 ± 18.06 (min 19 – max
72) yıl idi. Beyin natriüritik peptid değerleri ortalaması 335.35 ± 324.97
pg/ml idi. Ortalama pulmoner arter basınçları 85 ± 19.91 mmHg idi. Pearson korelasyon testi sonuçlarına göre; olguların egzersiz kapasitesi ile
uyku (p = 0.014, r = 0.582) ve emosyonel reaksiyonlar (p = 0.04,r =
0.489) alt bölümü ile total yaşam kalitesi skorları (p = 0.026, r = 0.536)
arasında anlamlı pozitif yönde korelasyon bulundu (p< 0.05).Sonuç: Pulmoner arteryel hipertansiyonlu olgularda, hastalığın ortaya çıkardığı fizyolojik değişimlerle birlikte uyku kalitesinde ve emosyonel reaksiyonlarda
belirlenen değişiklikler olguların genel yaşam kalitelerini olumsuz yönde
etkilemektedir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner arterial hipertansiyon, egzersiz kapasitesi, yaşam kalitesi
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ÇEVRESEL VE MESLEKİ AKCİĞER HASTALIKLARI
SS016
Çevresel Asbeste Maruz Kalan Mezotelyoma,
Plevral Plak Hastalarında ve Sağlıklı
Bireylerde Serum Fibulin-3 Düzeyleri
Mehmet Bayram1, İsa Döngel2, Ali Akbaş3, İsmail Benli3, Muhammed Emin
Akkoyunlu1, Levent Kart4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Süleyman Demirel Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Isparta
3
Gaziosman Paşa Üniversitesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Tokat
1
2
Fatih Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
4
Giriş: Serum Fibulin-3 düzeyi mezotelyoma hastalarında diğer malignitelere ve asbestle ilişkili benign durumlara göre yüksek saptanmıştır.
Amaç: Çevresel asbeste maruz kalan mezotelyoma, plevral plak, sağlıklı
kişiler ve kontrol grubunda serum fibulin-3 düzeyini belirlemeyi amaçladıkMetod: Çalışmamızda 27 mezotelyoma, 200 plevral plak, 168 asbeste
maruz kalan sağlıklı kişi ve 54 kontrol grubunun serum fibulin-3 düzeyi
ölçülmüştür.Bulgular: Mezotelyoma, plevral plak, asbeste maruz kalan sağlıklı kişi ve kontrol grubunun Medyan serum fibulin-3 düzeyleri sırasıyla
34.7 ng/L, 33.6 ng/L, 25.4 ng/L, ve 14.4 ng/L, saptanmıştır. Mezotelyoma
grubunun fibulin-3 düzeyleri maruz kalan sağlıklılar veya kontrol grubu
arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı bulunmuştır(p<0.001). Mezotelyoma ile plevral plak grubu arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Levels
of fibulin-3 was significantly higher in the PP group versus healthy exposed or control group. Plevral plak grubunun fibulin-3 düzeyleri maruz
kalan sağlıklılar veya kontrol grubu arasındaki fark istatiksel olarak anlamlı
bulunmuştır(p<0.001).Asbeste maruz kalan sağlıklıların fibulin-3 düzeyi, kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulunmuştur. Mezotelyomanın
kontrol grubundan ayırımında sınır değer 23.1 ng/ml kabul edildiğinde
duyarlılık, özgüllük ve ROC eğri altı alanı sırasıyla; %77.8, %75.9 ve 0.80
saptanmıştır. Plevral plak grubunun kontrol grubundan ayırımında sınır
değer 23 ng/ml kabul edildiğinde duyarlılık, özgüllük ve ROC eğri altı alanı
sırasıyla; %74.5, %75.9 ve 0.80 saptanmıştır.
Sonuç: Serum fibulin-3 düzeyleri çevresel asbest maruziyetine mezotelyoma, plevral plaklı hastalarda ve çevresel asbeste maruz kalan sağlıklı
kişilerde yüksektir. Her ne kadar mezotelyomayı kontrol grubundan başarılı bir şekilde ayırt edebilse de mezotelyomanın plevral plaklı hastalardan
ayırımında katkısı bulunamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Asbest, Fibulin-3, Mezotelyoma
Şekil 1. Fibulin-3 düzeylerinin gruplara göre dağılımı ve ikili karşılaştırmaları
gösteren Box-Plot grafiği
8
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Çalışma Grubunun Karakteristik Özellikleri
Asbeste
Plevral Plak Maruz Kalan
Mezotelyoma Plaque Sağlıklı Kişiler
n:27
n:200
n:168
Erkek cinsiyet %
Yaş medyan
(P25-P75)
Kontrol
n:54
75
66.8
28.1
42.6
56.5
(46.5-65)
62
(56-73)
57
(48.5-65)
50.5
(38.2-67.5)
Sigara halen içen
20
24
8
14
Sigara bırakmış %
20
14
9
20
60
61
82
64
VKİ medyan
(P25-P75)
Sigara hiç içmemiş %
25.08
(19.5-31.2)
25.8
(22.6-29)
28.6
(24.9-32.8)
26.9
(22.1-31)
Fibulin-3 n/dl medyan
(P25-P75)
34.7
(23.2-68.8)
33.6
(22-54)
25.4
(15.1-48.6)
14.4
(8.9-23.3)
Tablo 2. Grupları Ayırmada Fibulin-3’ün Duyarlılık ve Özgüllük
Değerleri
Sınır
Değer
Duyarlılık %
Özgüllük %
ng/dl (95% Güven Aralığı) (95% Güven Aralığı)
Mezotelyoma vs Kontrol
18.4
75.9 (59.6-88.1)
59.3 (50.5-65.8)
Mezotelyoma vs Kontrol
23.1
72.4 (57.9-85.4)
75.9 (67.3-82.6)
Mezotelyoma vs Kontrol
27.2
65.5 (49.8-78.2)
81.5 (73-88.3)
Plevral Plak vs Kontrol
19.3
80.5 (77.2-83.5)
59.3 (47-70.4)
Plevral Plak vs Kontrol
23
74.5 (71.2-77.1)
75.9 (63.8-85.5)
Plevral Plak vs Kontrol
26.1
67.5 (64.3-69.8)
81.5 (73-88.3)
Asbeste Maruz Kalan
Sağlıklılar vs. Kontrol
19.6
65.5 (61.5-69.1)
63 (50.5-74.2)
Asbeste Maruz Kalan
Sağlıklılar vs. Kontrol
22.6
57.7 (53.8-60.9)
74.1 (61.8-84)
Asbeste Maruz Kalan
Sağlıklılar vs. Kontrol
25.3
50.6 (46.8-53.5)
79.6 (677-88.5)
SS017
Göz Yaşartan Gazlarin Uygulama Özellikleri,
Solunumsal Yan Etkileri (Gezi Direnişi
Deneyimi)
Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Çağla Filiz Uyanusta Küçük2, Hilal
Onaran1, Çağla Pınar Taştan Uzunmehmetoğlu1, Aslıhan Ilgaz2, Gamze
Ayar1, Makbule Özlem Akbay1, Hikmet Fırat2, Tansu Ulukavak Çiftçi2,
Serdar Akpınar2, Bülent Çiftçi2, Selma Fırat Güven2, Selen Bilekli2, Arif
Müezzinoğlu2, Fatih Torlak4, Peri Arbak3, Elif Dağlı1
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
Türk Toraks Derneği Ankara Şubesi, Ankara
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Göz yaşartan gazların akut sağlık etkileri üzerine gönüllüler üzerinde
yapılmış ve deneysel çok sayıda yayın mevcuttur. Ancak gerçek yaşamda
ve büyük topluluklar üzerinde solunum sağlığının dokümante edildiği çalışmalar bulunmamaktadır.
Göz yaşartıcı gazlara kitlesel maruziyetin özelliklerini, solunum sağlığı üzerindeki etkilerini incelemek amacıyla Haziran ayında İstanbul ve
Ankara’da yoğun kullanılan göz yaşartıcı gazlara maruz kalan toplam
546 (86’sı Ankara, 460’ı İstanbul) kişi katıldı. Ortalama yaş 31.2+_10.5;
%48 kadın, %52 erkekti. Olguların yarıdan fazlası üniversite mezunuydu
(282,%51.6), halen üniversite öğrencisi olanlar %21,2’ydi.
Olguların %39,9’u (218) gaza açık mekanda 1m’den yakın mesafede,
%24.2’si (132) kapalı mekanda maruz kalmışlardı.Olguların %69,8’inde
(385) nefes darlığı vardı, bu grubun %11,9’unda (65) semptomlar 1
günden fazla sürmüştü. Olguların 437’sinde %80 öksürük gözlenmişti,
%17,2’sinde 1 günden fazla sürmüştü. Olguların 248’inde(%45,4) balgam
mevcuttu, %14.1inde 1 günden uzun sürdü. Olguların 17’sinde %3,1 hemoptizi mevcuttu, 7’sinde 1 günden fazla sürmüştü. Olguların %43,4’ünde
göğüs ağrısı oluşmuştu, %9,7’sinde bir günden fazla sürdü. Burun akıntısı
391 olguda mevcuttu (%71,6) bunların 51’inde bir günden fazla sürdü
(%9,3). Göz kızarması %81’inde mevcuttu, (%4’ünde bir günden fazla
sürmüştü. %43,6 oranında cilt bulguları varken, %6,8’inde bir günden
fazla sürmüştü.Nefes darlığının süresi için median değer 2 gün,öksürük 15
gün, balgam 14 gün, hemoptizi 14 gün, göğüs ağrısı 15 gün, burun akıntısı
13 gün, göz kızarması 13,5 gün, cilt bulguları 14,5 gün idi.Göz yaşartan
gazlarla karşılaşmanın solunumsal yakınmaları önemli oranda artırdığı,
çalışmamızda 1mden yakın ve kapalı alan maruziyetinin yüksek oranda
olduğu anlaşıldı. Bulgular, ülkemizde göz yaşartan gazların uluslararası
normlara uygun olmayan şekilde kullanıldığını düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: biber gazı, göz yaşartıcı ajan, çevresel maruziyet,
semptomların süresi, gösteri kontrol ajanları
SS018
Gezi Parki Aktivisyenlerinin Göz Yaşartici
Gazlarla Akut ve Daimi Karşilaşmasinin
Solunumsal Sonuçlari
Eda Uslu1, Gülcihan Özkan1, Hilal Onaran1, Çağla Pınar Taştan
Uzunmehmetoğlu1, Makbule Özlem Akbay1, Gamze Ayar1, Fatih Torlak3,
Peri Arbak2, Elif Dağlı1
Türk Toraks Derneği İstanbul Şubesi, İstanbul
Türk Toraks Derneği Batı Karadeniz Şubesi, Düzce
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Göz yaşartan gazlarla akut karşılaşmanın sağlık üzerindeki yan etkileri
iyi bilinmektedir. Ancak kitlesel eylemler sırasında ve akut dönemde objektif değerlendirme ile yapılmış alan çalışmaları bulunmamaktadır.
Göz yaşartan gazlarla ağırlıkla akut dönemde karşılaşmış olguların
solunumsal yakınmalarını ve solunum fonksiyonlarını değerlendirmeyi
amaçladık.
Haziran ayı Gezi Parkı Direnişi sırasında çalışmaya katılmayı kabul
eden 355 bireye -(yaş 30,2 +_9,6, cinsiyet 180 erkek (%50,7) 175 kadın
(%49,3). Demografik özellikleri içeren anket uygulandı ve solunum fonksiyon testleri uygulandı.Olguların 224’ü (%63,8) sigara kullanmaktayken
103’ü (%29,3) kullanmuyordu. 153 olgu (%46,5) açık mekanda 1m’den
yakın mesafede, %21,3’ü kapalı mekanda gazla karşılaşmışlardır.Olguların 250’sinde (%72,5) nefes darlığı, 287’sinde öksürük (%82,7), 171’inde
(%49,6) balgam, 12 olguda (%3,6) hemoptizi vardı. 170 olguda (%51,1)
göğüs ağrısı, 251 olguda (%73,6) burun akıntısı, 286 olguda (%83,6)
göz kızarması ve 167 olguda (%50,5) cilt bulgusu vardı.Olguların FVC’si
%98,1+_13,9, FEV1%99,7+_50,0, FEV/FVC’si %103,2+_10,4, MMFR
%93,1+_ 23,7 idi.Nefes darlığı sıklığı kapalı mekanda gazla karşılaşanlarda %85,5 iken açık mekanda 1m’den yakın karşılaşanlarda %68,7,
1m’den uzakta karşılaşanlarda %71,2 idi (p=0,029)Göz kızarması kapalı mekanda gazla karşılaşanların %91,3’ünde gözlenirken,açık alanda
1m’den uzakta karşılaşanlarda %77,5 oranında gözlenmiştir (p=0,046)
Cilt bulguları kapalı mekanda gazla karşılaşanlarda %69,1 iken açık
alanda 1m’den uzakta karşılaşanlarda %38,4’tü (p=0,00014).
%1,9’da FEV1/FVC’si %75’in altı, %1,4 hem FEV1’1 80 altı hem de
FEV1/FVC’si 75’in altındaydı. %10,1’de MMFR %65’in altındaydı.Bulgular %10 oranında restriksiyonu %10 da küçük-orta boy havayolları obstrüksiyonu göstermekteydi.
Kapalı alanda gazla karşılaşmanın nefes darlığı, göz ve cilt bulgularında
anlamlı artışa yol açtığı gözlendi. Solunum fonksiyon değerlendirmeleri
sonucunda yüksek oranda restriksiyona ve küçük havayolu obstrüksiyonu
saptandı.
Anahtar Kelimeler: biber gazı, gösteri kontrol ajanları, solunum
semptomları, solunum fonksiyonları
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
9
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS019
Zonguldak Karadon müessesesinde kömür
işçisi pnömokonyozu prevalans çalışması
Metin Çelikiz1, Murat Altuntaş1, Gökhan Aykun1, Fatih Akça1, Fırat Uygur2,
Fatma Erboy2, Hakan Tanrıverdi2
Uzun Mehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi, Zonguldak
Bülent Ecevit üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
1
2
Giriş: Kömür İşçisi Pnömokonyozu (KİP) inorganik kömür tozlarının inhale edilip depolanmaları ve doku reaksiyonu sonucu oluşan parankimal
akciğer hastalığıdır.
Materyal metot: TTK Karadon müessesesinde çalışan bütün işçilerin
2012’de yıllık periyodik muayenesi esnasında çekilmiş olan ILO standartlarına göre 35x35 cm standart akciğer grafileri ILO uzman okuyucu tarafından değerlendirildi.Sonuçlar: Yeraltında çalışan 3705 işçinin 181’inde
pnömokonyoz saptandı. 2008’de yeraltında işe alınan 1327 kişi bu sayıya
dahildir ve bu kişilerde pnömokonyoz görülmemiştir. Olguların 121’i eski,
60’ı ise yeni tanıydı. 19 pnömokonyozlu olguda ise bir önceki yıla göre
progresyon saptandı. Pnömokonyoz görülen olguların en az 10 yıldır yeraltında çalıştıkları tespit edilmiştir.Eski ve yeni olguların toplamına göre
prevalans %4,9, insidans ise %1,6 saptandı. Lezyonların dağılımı Tablo
1’de verilmiştir.Tartışma: 2009 yılında Zonguldak’ta genelinde 8705 işçiden 258’inde (%2.9) pnömokonyoz saptanmış. 2009’da Karadon Müessesindeki pnömokonyoz insidansı %1,62 (49/3012) prevalans ise %4,7
(142/3012) saptanmış. 2011 yılında ise prevalansı %2,7 iken 2012 yılında
%4,9 olmuştur. Yeni ve eski vakaların ILO sınıflandırılmasına göre pnömokonyozun basit şekilleri olduğu (mikronodüler tip) görülmüştür, büyük
opasiteli pnömokonyozlara rastlanılmamıştır. Çalışma sonuçlarına bakıldığında 2012 yılı TTK Karadon Müessesesinde saptanan pnömokonyoz
prevalans değerinin dünya ortalaması olan %3-5 değerlerinin içinde olduğu görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: pnömokonyoz, prevalans, kömür madeni
Tablo 1. Pnömokonyozlu olguların radyografik dağılımı
Eski
n
Yeni
n
Toplam
p/p 1/2
17
59
p/p 1/1
3
p/p 1/2
42
3
p/s 1/2
17
p/s 1/2
23
40
p/p 2/2
23
p/p 2/2
10
33
p/s 2/2
22
p/s 2/2
10
32
p/p 2/3
2
2
p/s 2/3
3
3
q/q 2/2
2
2
q/t 1/2
5
5
q/t 2/2
2
2
Toplam
121
60
181
değerleri genelde normal olduğu için analiz yapılmadı (n=4180, %98,3).
Hastalar PM10 değerlerine gore gruplandırıldı.Bulgular: 4248 (4002) hasta değerlendirildi. 3290’ ı (%77,5) erkek idi. Yaş ortalaması 63,4±10.9
idi. En fazla başvuru Şubat (n=521), Ocak (n=468) ve Temmuz (n=430)
aylarında idi. PM10 değeri 3116 (%73,3) hastada sınır değerin üstünde
idi. Ortalama PM10 değeri 91,61±60,358 idi. Hastalar kategorize edildiğinde aylara ve yıllara gore başvuru oranında istatistiksel olarak anlamlı
değişim vardı (p<0.05). Yüksek değerlerde başvuru daha fazla idi ama
istatistiksel anlamlılık yoktu (p>0.05).Sonuç: PM10 konsantrasyonlarının
yüksek olduğu günlerde KOAH nedenli hastane başvurusu istatistiksel olarak anlamlı farklılık elde edilemese de daha fazla olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, Hava kirliliği, PM10
KLİNİK SORUNLAR - PULMONER VASKÜLER HASTALIKLAR
SS021
Kronik Tromboembolik Pulmoner
Hipertansiyon (KTEPH) Gelişiminde Etkili Risk
Faktörleri
Yusuf Taha Güllü1, İlknur Başyiğit1, Tayfun Şahin2, Sevtap Gümüştaş3, Serap
Barış1, Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
3
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH) gelişmesini kolaylaştıran risk faktörlerini belirlemek,
KTEPH gelişen olguları erken dönemde tespit etmektir.Gereç-Yöntem:
Pulmoner tromboemboli tanısı ile yatırılan hastalarda tromboza yatkınlık açısından Faktör 5, Faktör 8, Protein C, Protein S, Antitrombin 3 ve
genetik mutasyon paneli değerlendirildi. Bazal, 6. ay ve 1. yılda Ekokardiyografi (EKO) ve Toraks BT tetkikleri yapıldı.Bulgular: Çalışmaya alınan 22 olgunun 7’si erkek (%31.8), 15’i kadın (%68.2) ve yaş ortalaması
53.9 ± 17.9 yıl olarak bulundu. Hastaların %31.8’inde malignite öyküsü,
%27.3’ünde ise yakın zamanda geçirilmiş cerrahi hikayesi mevcuttu. Takipte KTEPH gelişen iki hastada da homozigot MTHFR C677T mutasyonu
saptandı. KTEPH gelişen hastalarda PO2 değerleri (61.5±11.4’e karşılık 77.8±25.2, p< 0.05) ve sağ ventrikül (RV) ejeksiyon fraksiyonu (EF)
(32.5±3.5’e karşılık 60.6±13.9, p<0.05) diğer hastalara göre anlamlı olarak daha düşük bulundu. Sistolik pulmoner arter basıncı KTEPH gelişen
hastalarda daha yüksek (75±21’e karşılık 29±12.8, p:0.02), RV göstergesi olarak belirlenen strain değeri ise anlamlı olarak daha düşük bulundu
(11±0.9’a karşılık 17.4±3.4, p=0.02).Sonuç: Pulmoner tromboembolide
hipoksemi ve MTHFR gen mutasyonu varlığı, sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda ve strain değerinde azalma ile pulmoner arter basıncında artış
saptanması KTEPH gelişimi açısından anlamlı değerlendirilmiş, bu değişkenlerin hastalık gelişimine katkısını netleştirecek daha fazla sayıda hasta
içeren çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: EKO, KTEPH, Pulmoner tromboemboli, Toraks
BT
SS020
SS022
Hava Kirliliğinin KOAH nedenli başvurulara
etkisi
Pulmoner tromboembolinin ayaktan
tedavisinde kardiyak troponin ve sPESI
kombinasyonu
Tuğba Göktalay1, Yavuz Havlucu1, Ayşın Şakar Coşkun1, Ayşe Nur Tuncal2,
Pınar Çelik1, Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
2
Manisa Halk Sağlığı Müdürlüğü Kronik Hastalıklar Birimi, Manisa
1
Amaç: Partiküler madde (PM10) ve kükürt dioksit (SO2) konsantrasyon düzeylerinin KOAH tanılı başvurulara etkisini incelemek.Gereç-Yöntem: Ocak 2007- Aralık 2012 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi Acil Servis ve Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran KOAH tanısı kodu girilen 40 yaş üstü hastalar retrospektif olarak
değerlendirildi.Manisa iline ait günlük ve ortalama aylık PM10 (μg/m3) ve
SO2 (μg/m3) konsantrasyonları resmi kaynaklardan alındı. Analizde standardizasyon sağlamak için Avrupa Birliği sınır değerleri baz alındı. SO2
10
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Savaş Özsu1, Hayriye Bektaş1, Yasin Abul1, Asım Örem2, Tevfik Özlü1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Trabzon
1
2
Pulmoner tromboembolide hangi hastaların ayaktan tedavi edileceği
konusu tartışmalıdır. Amacımız pulmoner tromboemboli tanısı konulan
hastalarda sPESI ve kardiyak troponinler kullanılarak ayaktan tedavi
edilecek hastaları belirlemektir.Çalışma 02.04.2012-13.09.2013 tarihleri
arasında prospektif olarak yapıldı. Kanser varlığı düşük riskli spesi skorlamasında göz ardı edildi. Hastalar troponin ve sPESI faktörlerine göre
dört gruba ayrıldı. Grup-1 troponin negatif düşük ve sPESI düşük; grup-2
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
troponin negatif ve sPESI yüksek; grup-3 troponin yüksek ve sPESI düşük;
grup-4 troponin yüksek ve sPESI yüksek riskli hastalardan oluşmaktaydı.
Primer sonlanım ilk 90 gün içinde tüm nedenlere bağlı ölümler, sekonder
sonlanım ise nonfatal kanama veya rekürrens olarak tanımlandı. Grup1’deki hastalar ayaktan tedavi edildi. Troponin pozitifliği 0,04 ng/mL olarak kabul edildi.
Çalışmamıza pulmoner tromboemboli tanısı konulan 138 hasta alındı. Grup-1’de 36 (%26,1) hasta, grup-2’de 42 (%30,4) hasta, grup-3’de
4 (%2,9) hasta, grup-4’de 56 (%40,6) hasta saptandı. Hastaların 19‘u
(%13,8) ayaktan tedavi edildi. Grup-1 %5,7’si; grup-2 %18,6’sı; grup-3’de
%50 ‘si ve grup-4’teki hastaların %53,6’sı, tüm hastaların ise %30,4’ü 90
gün içinde kaybedildi. Grup-1’deki hastaların %8,6’sı; grup-2’deki hastaların %6,9’u; grup-3’teki hastaların %25 ‘i, grup-4’teki hastaların %16,1’i
ve tüm hastaların %11,6’sında 90 gün içinde nonfatal kanama veya rekürrens saptandı. Sonuç olarak troponin negatif ve sPESI düşük riskli hastaların güvenle ayaktan tedavi edilebileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, troponin, sPESI, ayaktan tedavi
SS023
Akut Masif Pulmoner Tromboemboli
Tedavisinde Unfraksiyone Heparine
karşı Düşük Molekül Ağırlıklı Heparin
Kullanımının Hemoraji ve Hastane
Mortalitesi Açısından Karşılaştırılması
Elif Yılmazel Uçar1, Metin Akgün1, Ömer Araz1, Hakan Taş2, Buğra Kerget1,
Mehmet Meral1, Hasan Kaynar1, Leyla Sağlam1
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Erzurum
1
2
Giriş: Günümüz rehberleri hemodinamik olarak stabil olan pulmoner
tromboembolili (PTE) hastalarda düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH)
kullanımını önerirken, masif PTE’de unfraksiyone heparin kullanımını
önermektedir.
Bu açıdan, biz tek merkezli randomize çalışma olarak planladığımız
bu çalışmada akut masif PTE’de trombolitik tedavi sonrası UFH’ne karşı
DMAH kullanılabilirliğini değerlendirdik.
Metod: Ocak 2011-Aralık 2013 tarihleri arasında klinik ve toraks BT
anjiografik olarak masif PTE tanısı konan ve tediye kontrindikasyonu
olmayan hastalar çalışmaya alındı. Trombolitik tedavi sonrası hastalara
DMAH veya UFH tedavisi verildi. Hemoraji, major hemoraji ve hastane
mortalitesi değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 121 masif PTE’li hastanın 71’i kadın
(%58,7), 50’i erkek (%41,3) ve ortalama yaşları 62.6±15.7 (22-87) idi.
Hastalar DMAH (n=60) veya UFH (n=61) tedavi koluna ayrıldı. Tüm
tedavi yan etkileri (%21,7 vs%27,9) ve her bir yan etki (%6.7 vs %11.5,
%3.3 vs %9.8 ve %15,0 vs %19,7 mortalite, major hemoraji ve tüm hemoraji, sırasıyla) UFH grubuyla karşılaştırıldığında DMAH grubunda daha
düşük olmasına rağmen, farklılık istatiksel anlamlı değildi.
Sonuç: Bizim çalışmamız masif PTE’li hastaların yönetiminde
DMAH’nin daha iyi bir seçenek olabileceğini önermektedir. Çok merkezli
daha geniş randomize kontrollü çalışmalar tarafından sonuçlarımızın doğrulanmasına ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Pulmoner tromboemboli, trombolitik tedavi, düşük molekül ağırlıklı heparin, unfraksiyone heparin
SS024
Malignite ve pulmoner tromboemboli:
Semptomatik olgular ile rastlantısal
saptanan olguların karşılaştırılması
Serap Argun Barış1, Tuğba Aşlı Önyılmaz1, Sevtap Gümüştaş2, Halil İbrahim
Ada2, Devrim Çabuk3, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı, Kocaeli
1
2
Amaç: Çalışmamızın amacı, malign hastalarda rutin kontrol sırasında
rastlantısal olarak saptanan pulmoner tromboemboli (PTE) olguları ile
semptomatik PTE olgularının karşılaştırılmasıdır.Materyal-Metod: 20092013 yılları arasında hastanemize başvuran hastaların kayıtları pulmoner
emboli tanısı (ICD: I.26) ve eşlik eden malignitesi olan hastaların verileri
açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, tanıları, hastalık süreleri, metastaz varlığı ve tedavileri kaydedildi.
Radyoloji kayıtlarından tanı anında çekilen toraks BT’leri incelenerek sağ
ventrikül yüklenme bulguları hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya 38’i kadın (%44.2), 48’i erkek (%55.8), yaş ortalaması 61.7±11.9 yıl ve ortanca takip süresi 6 ay olan toplam 86 hasta alındı. En sık eşlik eden maligniteler; gastrointestinal sistem (%29.4),
akciğer (%22.4), genitoüriner sistem (%21.2) ve meme (%10.6) idi. Olguların 39’una (%45.3) rutin kontrol sırasında çekilen Toraks BT ile tanı
konmuştu. Rastlantısal olarak pulmoner tromboemboli saptanan bu olgular ile semptomatik olgular karşılaştırıldığında; malignite türü, kemoterapi,
metastaz öyküsü ya da thorax BT’de saptanan septal düzleşme bulgusu
açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Semptomatik olgularda ana pulmoner arterde trombüs ve bilateral emboli varlığı daha sık izlenmekle birlikte istatistiksel anlamlılık tespit edilmedi. Bununla birlikte toraks BT’de
izlenen RV/LV oranı semptomatik olgularda asemptomatik olgulara göre
istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0.03).Sonuç: Malign
hastalarda izlenen embolilerin önemli bir kısmı asemptomatik seyredebilir.
Embolinin submasif seyretme eğiliminin ve sağ ventrikül fonksiyonlarının
korunmuş olmasının bu olgularda semptom saptanmamasını açıklayabileceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: malignite, pulmoner tromboemboli, rastlantısal
SS025
Ege Üniversitesi kronik tromboembolik
pulmoner hipertansiyon deneyimi
Canan Gündüz1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Korkmaz1, Feza Bacakoğlu1,
Meral Kayıkçıoğlu2, Sanem Nalbantgil2, Hakan Kültürsay2
Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Ege Üniversitesi PAH merkezine kronik tromboemboli (KTE) ön tanısıyla yönlendirilen 94 hasta taranmış ve kesin tanı alan 51 olgudan pulmoner
arter basınç verilerine ulaşılan 47 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Ortalama
yaşın 53 (19-85) olduğu ve %53 oranında (n=25) erkek cinsiyetten oluşan çalışma grubunda, 46 hastaya ekokardiyografi (EKO), bunlar arasından 27 hastaya sağ kalp kateterizasyonu (SKK) yapılmıştır. Ortalama pulmoner arter basıncı >=25 mmHg, pulmoner vasküler direnç >=3 WÜ ve
pulmoner kapiller uç basıncı <15 mmHg olan 21 olguya pulmoner hipertansiyon (PH) tanısı konmuştur. SKK ile PH tanısı alan olgularda EKO ile
saptanan en düşük sağ ventrikül sistolik basıncı (SVSB) 36 mmHg bulunmuştur. Bu nedenle çalışmamızda SKK uygulanmamış olgularda, EKO’da
SVSB >=36 mmHg olması PH tanısı için eşik değer olarak alınmıştır.
Toplamda 38 olgu KTEPH tanısı almıştır. Çalışma grubu ortalama 16 ay
(0-80) izlenmiştir. PH saptanmayan 9 olguda son izlem tarihine kadar
mortalite izlenmezken, PH saptanan 38 olgudan 18’i ölmüştür (p=0.008).
Kaplan-Meier sağkalım analizinde ise iki grup arasında sınırda anlamlılık
saptanmıştır (p=0.053). KTE, giderek daha iyi tanınmaktadır. Bu hastalarda PH gelişmesi kötü sağkalım ve yüksek mortaliteye neden olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: kronik tromboemboli, pulmoner hipertansiyon
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
11
SÖZEL SUNUMLAR
SS026
Pulmoner emboli prognozunda iki modelin
kombinasyonu ve karşılaştırması Türkiye
pulmoner emboli çalışma grubu(TUPEG)
sonuçları
Savaş Özsu1, Tevfik Özlü1, Ayşegül Şentürk2, Elif Yılmazel Uçar3, Gamze
Kırkıl4, Esra Ekbiç Kadıoğlu5, Bülent Altınsoy6, Bengü Şaylan7, Hatice Şen
Selimoğlu8, Gül Dabak9, Nuri Tutar10, Ahmet Uysal11, Tübeg Çalışmacıları1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
3
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
4
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
5
Erzurum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Erzurum
6
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
7
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
8
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
9
Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
10
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
11
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Klinik parametreler, kan belirteçleri ve görüntüleme yöntemleri baz alınarak risk belirlenmesi pulmoner emboli tanısında yaygın olarak kabul
edilen bir methoddur. Bu çalışmada basitleştirilmiş pulmoner emboli ağırlık indeks skorunun ve Avrupa kardiyoloji derneği modelinin pulmoner
embolide prognostik rolü incelenmektedir.
Metod: Bu çok merkezli prospektif kohort çalışması akut semptomatik pulmoner emboli tanısı kanıtlanmış 1078 hastayı içermektedir. Birincil sonlanım noktasını ilk 30 günde herhangi bir nedenle ölüm oluşturmaktayken, herhangi bir nedenle ölüm, ölümcül olmayan semptomatik
rekürren pulmoner emboli veya ölümcül olmayan major kanama ikincil
sonlanım noktasını oluşturmaktadır.
Bulgular: 1078 hastanın 95’i (8.8%) tanıdan sonraki 30 gün içerisinde
kaybedilmiştir. ESC’ ye [12.2%(103 of 754;)] göre düşük risk olmayan
ve sPESI’e [11.6%(103 of 796)] göre yüksek riskli hastalar arasında 30
günlük mortalite açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır. Ölümcül olmayan ikincil sonlanım noktası sPESI düşük risk grubunda %2.8 hastada,
ESC düşük risk grubunda %1.9 hastada gerçekleşmiştir. 30 günlük mortalite sPESI düşük risk grubunda %2.2 ESC düşük risk grubunda %2.2
‘dir (P=NS). Bu çalışmada sPESI düşük risk ve ESC düşük riskli mortalite
modeli kombinasyonunda mortalite hızı 0% olarak saptanmıştır.
Sonuç: Bu çalışma sPESI ve ESC modelinin 30 günlük mortalite ve
ikincil sonuçlar açısından benzer olduğunu göstermiştir. Pulmoner embolide her iki modelin kombinasyonunun daha değerli olduğu görülmektedir
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli,sPESI, ESC
SS027
Akut Semptomatik Pulmoner Embolili
Hastalarda Basitleştirilmiş Pulmoner
Emboli Şiddet İndeksinin Prognostik Değeri
Talat Kılıç1, Hilal Ermiş1, Gazi Gülbaş1, Ömer Kaya2, Zeynep Ayfer Aytemur1,
Süleyman Savaş Hacıevliyagil1
İnönü Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Malatya
Sağlık Bakanlığı, Hasan Çalık Devlet Hastanesi, Malatya
1
2
Tanı ve tedavideki teknolojik gelişmelere rağmen, pulmoner emboli (PE)’e bağlı mortalite halen yüksektir. PE’nın ciddiyeti (ya da şiddeti),
pulmoner arter içi embolilerin dağılımı, şekli ve yükünden çok, PE’ye
bağlı erken mortalite riskinin bireysel tahmini olarak düşünülmektedir. Bu
nedenle, günümüz kılavuzları “masif”, “submasif” ve “masif olmayan”
şeklinde yanıltıcı olabilecek terimler yerine, PE’ye bağlı erken mortalite
riskinin tahmini düzeyinin kullanılmasını önermektedirler.
Pulmoner Embolinin şiddet ve prognoz değerlendirmesinde, klinik parametrelerden ve eşlik eden hastalıklardan oluşan çeşitli klinik skorlama
modellerin kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda, pulmoner emboli şiddet
indeksi (PESI) ile PESI’den türetilmiş ve kullanımı daha pratik olan basitleştirilmiş (simplified) PESI (sPESI)’nın kullanımı giderek popüler hale
gelmektedir. Tablo 1’de verilen parametrelerden birine sahip olan akut
PE’lı hastalar, sPESI göre yüksek riskli, bu parametrelerden hiçbirine sahip
olmayanlar düşük riskli olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışmada, akut
PE tanısı almış hastalarda, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi öngörmedeki
12
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
değeri araştırıldı.Çalışmaya alınan 194 hastanın (93 erkek), yaş ortalaması; 60.84±16.70 idi. Hastaların 81(%41,8)’i sPESI’ye göre düşük risk
grubunda iken, 113(%58.2)’ü yüksek risk grubunda idi. Yüksek risk grubunda bulunan 113 hastanın 18 (%15.9)’i, PE tanısı aldıktan sonraki ilk
30 günde kaybedilirken, düşük risk grubunda bulunan hastaların hiçbirinde ölüm görülmedi. Ayrıca, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi göstermede,
duyarlılık ve negatif prediktif değeri (NPD) %100 iken, özgüllük ve pozitif
prediktif değeri (PPD) ise sırası ile %46 ve %16 idi.
Sonuç olarak, sPESI’nın 30 günlük mortaliteyi göstermedeki yüksek
NPD nedeniyle, düşük risk grubunda bulunan hastaların ayaktan tedavi
edilebileceğini düşünüyoruz
Anahtar Kelimeler: Duyarlılık, pulmoner emboli, prognoz, şiddet
indeksi,
Tablo 1. Basitleştirilmiş (simplified) Pulmoner Emboli Şiddet
İndeksi(sPESI)
Değişken
puan
Yaş>80
+1
Kanser
+1
Kalp yetmezliği ya da kronik akciğer hastalığı hikâyesi
+1
Nabız ≥110/dk
+1
Sistolik kan basıncı <100 mmHg
+1
Arteryel oksihemoglobin satürasyonu< %90
+1
sPESI klasifikasyonu: Düşük risk, 0 puan; yüksek risk ≥1 puan.
SS028
Sağ Ventrikül Disfonksiyonu Olan Akut
Pulmoner Embolide Kateter Aracılı
Tedavi ve Sistemik Trombolitik Tedavinin
Karşılaştırılması
Aslı Görek Dilektaşlı1, Ezgi Demirdöğen Çetinoğlu1, Nilüfer Aylin Acet1,
Cüneyt Erdoğan2, Ahmet Ursavaş1, Funda Coşkun1, Ercüment Ege1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Bursa
1
2
Giriş: Günümüzde, pulmoner embolide (PE) kateter aracılı tedavi
(KAT) seçenekleri, sistemik trombolitik (ST) tedavinin kontrendike olduğu
durumlarda alternatif bir tedavi yöntemidir. Bu araştırmada sağ ventrikül
disfonksiyonu (SVD) olan PE hastalarının tedavisinde KAT ve ST tedavilerinin etkinlik ve güvenilirliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Materyal-Metod: 2007-2013 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi
Hastanesinde SVD eşlik eden PE nedeniyle KAT uygulanan tüm hastaların
tıbbi kayıtları incelendi. Daha sonra, KAT uygulanan PE olguları yaş, cinsiyet, ortalama pulmoner arter basıncı, oksijen satürasyonu ve şok indeksi
baz alınarak ST tedavi uygulanan PE olguları ile eşleştirildi. Araştırmanın
birincil, ikincil ve üçüncül sonlanım noktaları mortalite, major ve minör
komplikasyonlar ile ilk 24 saatte gözlenen hemodinamik değişiklikler olarak belirlendi.
Sonuç: Araştırmaya yaş ortalaması 58,5±15,3 olan SVD bulunan toplam 32 PE tanılı hasta dahil edildi. Grubun 17(%53)’si masif, 15(%47)’i
submasif PE tanısı aldı. Toplam 6(%40) masif ve 9(%60) submasif PE hastasına KAT uygulandı. Mortalite, major ve minor komplikasyon oranlarında, ST ve KAT uygulanan gruplar arasında farklılık saptanmadı (p>0.05).
KAT uygulanan hasta grubunun %90’ında, ST alan hasta grubunun
ise %76,5’inde ilk 24 saatte hemodinamik stabilizasyonun sağlandığı
gözlendi(p>0.05). Tedavi sonrası 24. saatte ölçülen sistolik kan basıncı
(116±13mmHg vs. 110±23 mmHg,p=0.078) ile diastolik kan basıncının
(72±4mmHg vs. 67±9 mmHg,p=0.017) KAT uygulanan grupta daha
yüksek; nabız ölçümlerinin ise KAT uygulanan grupta daha düşük olduğu izlendi (88±16mmHg vs. 90±10 mmHg,p=0.068).Tartışma: Kateter
aracılı tedavi yöntemleri, SVD olan PE hastalarında etkin ve güvenilir bir
tedavi yöntemidir. Deneyimli merkezlerde ST kontrendikasyonu olan hastalarda kateter aracılı tedavi yöntemlerinin birinci seçenek tedavi olarak
göz önünde bulundurulabilir.
Anahtar Kelimeler: pulmoner emboli, kateter aracılı tedavi,
trombolitik
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
TÜBERKÜLOZ
SS029
ISTANBUL’da Tüberküloz hastalarının ilaç
direnci trendi ve eşlik eden risk faktörleri,
2005-2012
Aylin Babalık1, Soydan Sinem Köymen2, Ayşegül Yıldırım3, Zeki Kilicaslan4
1
Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
2
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şübesi, İstanbul
3
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu, Tüberküloz Daire Başkanlığı, Ankara
4
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
İlaca dirençli tüberküloz sıklığı tüberküloz kontrol programının performansının değerlendirilmesinde önemli bir belirleyicidir. Bu çalışma,
2005-2012 yılları arası İstanbul’da herhangi bir ilaç direnci ve ÇİD-TB’ın
prevelansı ve trendini saptamak, risk faktörleri değerlendirmek amacı ile
yapılmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma popülasyonu, İstanbul’da TB dispanserlerinde 1 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2012 tarihleri arasında tedavi alan
tüberküloz(TB) hastalarından oluşturulmuştur. Kültür metotları ile test
edilmemiş (n=20.365), kültür negatif (n=5413) olan vakalar çalışmadan
çıkarılmıştır. Kültür pozitif vakalar (n=19.775) içinden ilaç duyarlılık testi
(IDT) yapılmayanlar (n=5413) çalışmadan çıkarılmıştır. IDT yapılan vakalar çalışmaya dâhil edilmiş ve analiz edilmiştir (n=17.121).Sonuçlar:
IDT yapılma oranının 2005 ile 2012 yılları arasında (%24,0 vs %47,6)
arttığı gösterilmiştir. Herhangi ilaç direnci oranları, tüm vakalarda (%11,7
vs %15,9), önceden tedavi görmüş vakalarda (%16,4 vs %23,1), ÇİD-TB
oranları tüm vakalarda (%5,6 vs %6,2), önceden tedavi görmüş vakalarda (%16,4 vs %23,1) artığı görülmüştür. 2012 yılındaki herhangi bir ilaç
direnci sıklığı 2005 yılına göre (AOR (1.43 (1.18–1.75) istatiksel olarak
yüksek bulunmuştur. Yabancı uyruklu vakalarda, herhangi bir ilaç direnci (AOR (2.21 (1.69–2.89)) ve ÇİD-TB (AOR (3.36 (2.41–4.70)); daha
önce tedavi öyküsü olan vakalarda herhangi bir ilaç direnci (AOR 3.18
(2.85–3.54), ÇİD-TB (AOR 6.70 (5.82–7.72) istatiksel olarak yüksek bulunmuştur.Sonuç: IDT yapılma oranları, yıllar içinde artmakla birlikte, tüm
TB hastalarını kapsamamaktadır. Herhangi bir İlaç direnci ve MDR ilaç
direnci yıllar içinde artış göstermektedir. Özellikle ilaç direncinde anlamlı
artışların görüldüğü, diğer ülke doğumlu ve daha önce tüberküloz tedavi
öyküsü olan hastalar daha dikkatli izlenmelidir.
Anahtar Kelimeler: Drug resistance prevalence, tuberculosis
SS030
Tümör Nekrozis Faktor Alfa Antagonisti
Tedavisi Altında Tüberküloz Gelişen
Hastalarımızın Klinik Özellikleri
Tülin Çağatay, Züleyha Bingöl, Zeynep Yegin, Gülfer Okumuş, Esen Kıyan,
Orhan Arseven, Feyza Erkan, Ziya Gülbaran, Mustafa Erelel, Turhan Ece,
Zeki Kılıçarslan
tüberküloz teması yoktu. Sadece bir olgunun hikayesinde geçirilmiş tüberküloz mevcuttu ve tedavi görmüştü. Tüm hastalara TNFantagonisti
başlanmadan önce TCT ve akciğer röntgeni yapılmıştı.TCT 5 mm ve üzerinde olan veya akciğer röntgeninde fibrotik sekel lezyon mevcut olan hastalara izoniazid 300mg ile 9 ay kemoproflaksi verildi.Tüberküloz proflaksisi
%90 (n=17) olguya verilmişti. Tedavi öncesi TCT ortalama 9.7±6.7 idi.
TNFantagonistlerinin kullanımından ortalama 25.1±24.9 ay içerisinde
tüberküloz gelişti. Olguların 13 tanesinde (%65) akciğer parankim tüberkülozu vardı; bunlardan bir tanesinde mott üremesi mevcuttu, diğerlerinde
mikobakterium tüberküloz üremesi oldu.Yedi olguda ise ekstrapulmoner
tüberküloz vardı. Olguların %55’ i immunsupresif tedavi (metotreksat,aza
tiopürin,prednisolon, siklosporin) almaktaydı.İzlemde hastaların %5 inde
non spesifik enfeksiyon gelişti.Tartışma: Bu grupta aktif tüberküloz gelişme
riski kemoproflaksiye rağmen yüksektir.
Anahtar Kelimeler: TNF antagonisti, Tüberküloz, Tüberkülin Cilt
Testi.
SS031
İstanbul’da akciğer tüberkülozlu olgularda
tanı-tedavi gecikmeleri ve aile hekimliği
Yeşim Yasin
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
Ulusal Tüberküloz Kontrol Programları (UTKP)’nın temel amaçları en
hızlı şekilde bulaş döngüsünü kırmak ve aktif hastaları bir an önce tedavi
etmektir. Bu nedenle, olgu bulmadaki hız önem taşımaktadır. Dolayısıyla
hastalığın tanı ve tedavisindeki gecikmelerin süresi, bir UTKP’nin başarısını ölçen en önemli parametrelerden biridir.Amaç: İstanbul’da yeni tüberküloz (TB) tanısı almış hastalarda tanı ve tedavi gecikmelerinin boyutunu
anlamak, gecikmelerin ardındaki nedenleri incelemek ve UTKP’nin aile
hekimliğine geçişten nasıl etkilenmiş ve etkilenebilecek olduğunu sorgulamaktır.Gereç-Yöntem: İstanbul’da yedi verem savaş dispanserinde, OcakAralık 2012 döneminde, ARB pozitif akciğer TB tanısı almış 291 hastaya
anket uygulanmış ve anket sonuçları ilgili istatistiki yöntemlerle değerlendirilerek, kesitsel bir araştırma yapılmıştır. Ayrıca 10 aile hekimi, o hekimlerle
birlikte çalışan 10 aile sağlığı elemanı ve yıllardır tüberkülozla ilgilendiği bilinen 10 hekim ile derinlemesine, yarı-yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir.Bulgular: Ortalama tanı gecikmesi kadınlarda 66,0±80,3 gün,
erkeklerde 54,7±75,9 gün ve tedavi gecikmesi kadınlarda 4,2±11,9 gün,
erkeklerde 3,5±10,7 gün bulunmuştur. 30 gün toplam gecikme süresi için
kesme noktası alındığında, bu sürenin erkeklerde, kadınlara göre anlamlı
derecede kısa olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmanın niteliksel bölümünde
en fazla öne çıkan bulgular Doğrudan Gözetimli Tedavi (DGT) uygulamalarında yaşanan sorunlar ve hastalığın damgalayıcı boyutu olmuştur.
Damgalamanın, özellikle Aile Sağlığı Merkezleri’ndeki sağlık çalışanları
arasında yaygın olması dikkat çekicidir.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, tedavi gecikmesi, tanı gecikmesi,
damgalama, aile hekimliği
Tablo 1. Cinsiyet ile toplam gecikme ilişkisi
İstanbul Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
Giriş: TNF antagonisti kullananlarda tuberküloz gelişim oranı
449/100.000’dir. Bu çalışmada kliniğimizde takip edilen TNFantagonisti
kullanmakta iken tüberküloz enfeksiyonu gelişen hastaların klinik özelliklerini değerlendirdik.Metod: TNFantagonisti kullanımı sırasında tüberküloz gelişen hastaların demografik verileri, sigara öyküleri, altta yatan
hastalık tanı ve süresi, tüberküloz geçmişi (temas,geçirmişlik,tüberkülin
cilt testi (TCT),izoniazid proflaksisi), kullandığı TNFantagonisti adı ve
kullanım süresi,diğer immunsupresor ilaçları incelendi.Sonuç: Ağustos
2005-Haziran 2013 tarihleri arasında TNFantagonisti kullanan 1794 hastanın dosyası incelendi.Yirmi olguda tüberküloz geliştiği saptandı (1/100).
Olgularımızın %65 i (n=13) erkekti. Yaş ortalamaları 42.3±10.41 yıl idi.
Sigara kullanımı %70’ inde mevcuttu (18.8±14.54 pkt/yıl idi), %35 i aktif içiciydi. TNFantagonisti kullanım endikasyonları; ankilozan spondilit
%40 (n=8), crohn %25 (n=5), romatoid artrit %10 (n=2),Behcet %10
(n=2),psöriyatik artrit %10 (n=2), hidroadenitis süpürativa %5 (n=1) idi.
Hastalıkların ortalama tanı yaşı 14.3±10.06 idi. En sık kullanılan TNFantagonisti infliksimab idi. (%50, n=10). Olgularımızın %75 (n:15)’inde
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
13
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS032
SS034
İstanbul da terkten dönen AKC tb
hastalarının değerlendirilmesi,2005-2011
İstanbul Tüberküloz Bildirimi Analizi, 20112013
Soydan Sinem Koyman1, Aylin Babalık2, Zeki Kılıçaslan3
Soydan Sinem Soydan1, Oyar Sarıateş1, Savaş Başar Kartal2
1
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şübesi, İstanbul
Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
1
2
2
Amaç: Terkten dönen hastalarının demografik özelliklerinin, direnç ve
tedavi sonuçlarının belirlenmesi
Metod: TUTSA kayıtlarında İstanbul’da 2005-2011 yılları arasında
41.300 toplam olgunun tedavi terkten dönen olarak yeniden tedaviye
alınmış 708 (1.7) %‘ı çalışma kapsamına alınmıştır. Kayıtlardaki eksik veriler hasta dosyalarından tamamlanmıştır. Hastaların demografik özellikleri,
ilaç direnç sonuçları, tedavi sonuçları ve bunu etkileyen risk faktörleri lineer regresyon analizi ile analiz edilmiştir.
Bulgular: Bu yıllar arasında 585 (%82.6) E, Yaş ortalaması 37 olan
olguların %91.5 Akc idi. Akc Tb ların %90.7 balgam bakılmış %77 ARB+
bulunmuştu. Olguların %69 kültür (+) idi ve bunların %61.3 direnç testi
yapılmıştı. Direnç testi yapılanlar içinde herhangi bir ilaca direnci bulunanlar %15.1, çok ilaca direnci bulunanlar %6.6 idi. AKC TB Olguların %55.7
Tedavi başarısı, %38.6 tedavi terk, %1.7 Tedavi başarısızlığı, %3 Ölüm
idi. Terkten dönen olguların tedavi sonuçlarını etkileyen risk faktörleri lineer regresyon analizi ile değerlendirildi. Kötü tedavi sonucu (tedavi terki,
ölüm, başarısızlık) erkeklerde (p= 0.02) ve yıllara göre (p=0.02) anlamlı
bulundu. Tedavi terki erkeklerde (p=0.05) ve yıllara göre (p=0.02); ölüm
ileri yaş (p=0.03); tedavi başarısızlığı ÇİD (p=0.03) ile anlamlı bulundu.
Sonuç: Tüm olgular ile karşılaştırıldığında, tedavi terkten dönen olguların
tedavi terk oranları çok daha yüksektir. Terkten dönüp tedavi edilen hastaların yarıya yakın bölümü terk etmeye devam etmektedir. Erkekler, dirençli
ve ileri yaş hastaların daha yakın takibi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Terkten dönen olgular, Tedavi sonuçları
SS033
İstanbul’da tüberküloz menenjit, 2009-2012
Bektaş Kısa1, Soydan Sinem Koyman2, Aylin Babalık3, Zeki Kılıçaslan4
Üsküdar VSD, İstanbul
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, Tüberküloz Şubesi, İstanbyl
Süreyyapasa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü Tüberküloz Şubesi, İstanbul
Istanbul Public Healt Directorate, İstanbul
Amaç: İstanbul’da “Tüberküloz Hastası Bildirimlerinde Aktif Sürveyans
Uygulaması” sisteminin kuruluşunu ve işleyişini sunarak verilerini analiz
etmektir.Yöntem: Hastanelerde birer aktif sürveyans sorumlusu ile aktif
sürveyans görevlisi Haziran 2013 ‘de belirlenmiştir. Görevliler tüberküloz
tedavisine başlanmış veya tüberkülozla uyumlu bulgusu olan tüm hastaları
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’ne (İHSM’ne) bildirmektedirler. Böylece
hastalar VSD’lerde kaydedilerek, tedavileri yürütülmekte, temaslıları erkenden muayene edilebilmektedir.Elektronik tüberküloz yönetim sistemi
(ETYS) adlı web tabanlı program aracılığıyla bildirimler İHSM’ne doğrudan yapılabilmektedir. 2013 yılında kamu hastanelerinden 66; üniversite
ve özel hastanelerden 74 kişiye ETYS eğitimi verilerek kayıtları yapılmıştır.
Bildirilen TB hastalarının VSD’ye kaydedilerek, DGT uygulamasına alınmaları ve takipleri yapılmıştır. Dispanser kayıtları incelenerek bildirimi yapılamayan hastalar tespit edilerek tanıyı koyan kurumların bildirim yapması sağlanmaktadır. Bildirimleri yönergeye uygun yapmayan kişiler ve
kuruluşlar resmi yazı ile uyarılmıştır.
İlimizde laboratuvar sürveyansı 2012 yılında başlatılmış, laboratuvar ve
hasta kayıtları karşılaştırılarak kayıt dışı olan hastalar tespit edilmiştir.
Bulgular: Yıllar içinde bildirim sayıları belirgin artmıştır: Toplam
bildirim sayısı / VSD kayıtlı hasta sayısı (yüzdesi) sırasıyla, 2011 yında
2.352/5.239 (%45), 2012 yılında 5.317/4.909 (%108) ve 2013 yılı 10
ayda 3.989/3.892 (%102)’dir. Bildirim sayılarının devlet, üniversite ve eğitim-araştırma hastanelerinde daha belirgin arttığı görülmüştür. Bildirimlerin %98’den fazlası il içindendir.
Bildirim yapılmayan hastaların analizinde 2012 yılında %50,7, 2013 10
ayında ise %51,8’i akciğer TB iken 2012 yılında %25,4’ü, 2013 10 ayında
%28,1’i yayma pozitiftir.
2013 yılında kayıtlarda olmayan 276 hastanın laboratuvar sonuçları incelenerek bunlardan 189’una ulaşılmıştır; ulaşılanların 14’ü (%7,4)
yabancı ülke doğumludur.Sonuç: İstanbul ‘da başlatılan aktif sürveyans
bildirimleri artırmıştır. Bildirimlerdeki eksikliklerin giderilmesi ve sistemin
geliştirilmesi için daha fazla çaba gösterilmelidir.
Anahtar Kelimeler: TB Bildirimi
1
2
3
Bu çalışmanın amacı İstanbul’da tüberküloz menenjit hastalığının sıklığını ve tanı /tedavi sorunlarını irdelemektir.Gereç ve Yöntem: TB menenjit
olgularına ait veriler İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü kayıtlarından ve İlgili
Verem Savaşı Dispanserlerindeki hastalara ait dosyalardan elde edildi. Eksik bilgiler hastalar çağrılarak veya telofonla tamamlandı.
Bulgular: İstanbul’ da 2009-2012 yılları arasında toplam 158
(%0,77,158/20507) menejit TB tanısı konulmuştu. Bu hastaların %81 erkekdi.. Hastaların 3’ü (%1,9) 0 yaş grubunda, 15’ i (%9,5) 0-4 yaş grubunda, 28’ i (%17,7) 0-14 yaş grubunda, 32’si (20,2) 15-24 yaş grubunda idi.
TB menenjit sıklığı 0-14 yaş grubu için, 2009-2012 yılları ortalaması, tüm
topluma göre 10 milyonda 5,2 idi. Menenjit hastaların tanısında 12,7%
bakteriyolojik, %3,8 patolojik %83,5 klinik olarak konulmuştu. BCG skar
kaydı bulanan 130 olgunun %34’ ünde BCG skarı yoktu, bu oran 0-14
yaş çocuklar içinde %26.1 (6/23) idi. Olguların tedavi süresi %5’nin 6-8
ay, %73,4’ünün 9-12 ay, %12,6’ sı da 12 aydan fazla idi. Olguların %91,2
tedavi başarısı %2,5’ i terk ve %6,3 ölüm vardı.
Sonuç: İstanbul’ da erişkinlerde ve çocuklarda tüberküloz menenjit
hala önemli bir sorundur. Menenjitli olgularda BCG skar oranı düşüktür.
Menenjit TB olgularının çok azında bakteriyolojik ve/veya patolojik bulgularla tanı konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz menenjit
14
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS035
Ankara 4 Nolu Verem Savaşı Dispanserinde
1991-2010 Tarihleri Arasında Takip Edilen
Tüberküloz Hastalarının Yaş, Cinsiyet ve
Hastalığın Tutulum Yerlerine Göre Dağılımı
Öztuğ Önal1, Emel Kibaroğlu2
Ankara 4 Nolu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara
Ulusal Verem Savaş Dernekleri Federasyonu
1
2
Amaç: 20 yıllık bir süreç içinde tüberküloz (TB) hastalarının yaş, cinsiyet ve hastalığın tutulum yerleri kendi içlerinde karşılaştırılarak Ankara
ilinde TB kontrol programının değerlendirilmesi.
Materyal-Metod: Dispanser kayıtları retrospektif olarak incelenerek 20
yıllık bir süre içinde kayıt edilmiş 1928 hasta değerlendirilmiştir.
Sonuçlar: Bütün hastalar incelendiğinde TB görülme yaşı ortalaması
33.8’den 41.9’a çıkmıştır. Erkek hastalarda TB görülme yaşı ortalaması
34.4’den 40.7’ye çıkmıştır. Kadın hastalarda TB görülme yaşı ortalaması 33.1’den 43.5’e çıkmıştır. TB görülme yaşı ortalamasındaki en büyük
artış akciğer dışı TB vakalarında izlenmiştir. Akciğer dışı TB görülme yaşı
ortalaması 26’dan 42.5’a çıkmıştır.Erkek hasta oranları %73’ten %57‘ye
gerilerken kadın hasta oranları %27’den %43’e çıkmıştır.
Bütün TB olguları için akciğer dışı tutulum oranı %24’ten %40’a çıkmıştır. Kadın hastalarda akciğer dışı tutulum oranı %54’e çıkmıştır.
Tartışma: 20 yıllık verilerimiz değerlendirildiğinde, tanısı daha zor olan
ve bildirimi ihmal edilebilen akciğer dışı TB vakalarının saptanma oranının
yükseldiği, kadın hastaların Türkiye genelinden daha yüksek oranda tespit
edilerek bildirimlerinin yapıldığı ve TB enfeksiyonuna yakalanma yaşının
giderek yükseldiği ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç Ankara’da uzun yıllardır
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
iyi işleyen bir TB kontrol programı uygulandığını ve artık eliminasyon uygulamalarına başlanabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: cinsiyet, tüberküloz, yaş
SS036
İmmün Yetmezlik ve Tüberküloz Hastalığı
Olan 44 Olgunun Değerlendirilmesi
Nagehan Emiralioglu1, Deniz Ayvaz2, Uğur Özçelik1, İlhan Tezcan2, Burçin
Beken1, Ebru Yalçın1, Deniz Doğru Ersöz1, Nural Kiper1, Özden Sanal2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk İmmünoloji Bilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş: Tanı ve tedavideki gelişmelere rağmen tüberküloz hastalığı tüm
dünyada mortalite ve morbiditenin önemli nedenlerinden biri olmaya devam etmektedir. Tüberküloz basili vücuda girdiğinde sadece PPD pozitifliği ile giden asemptomatik enfeksiyondan hematojen yayılımla birlikte
seyreden ciddi ve fatal hastalığa kadar değişen klinik durumlara neden
olmaktadır. Bazı immün yetmezliklerde tüberküloz(tb) hastalığına yatkınlık gelişmektedir;bu grup kronik granülomatöz hastalık, HIV enfeksiyonu,
ağır kombine immün yetmezlik, mikobakteri enfeksiyonuna mendeliyan
yatkınlık, IFNγ, IL12β reseptör defekti olarak sıralanabilir.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları ve Çocuk
İmmünoloji bölümü tarafından izlenen ağır kombine immün yetmezlik,
kronikgranülomatöz hastalık, IFNγ, IL12β reseptör defekti, mikobakteri
enfeksiyonuna mendeliyan yatkınlığı olan hastalardan tüberküloz hastalığı
ve BCG aşısı sonrası lenfadeniti gelişen 44 hasta, aldıkları tedaviler ve
prognozları incelenmiştir.
Bulgular: Çocuk immünoloji bölümü tarafından izlenen kronik granülomatöz hastalık tanısı alan 44 hastadan 3 hasta BCG lenfadeniti, 3 hasta
miliertb, 1 hasta vertebra tb, 8 hasta pulmoner tb, 1 hasta tblenfadeniti,
1 hasta tbbeyin absesi tanısı aldı. Hastaların sadece ikisinde tbPCR pozitif
bulundu, diğer hastalarda etken izole edilemedi. IL12β reseptör defekti olan 15 hastadan 3 hasta dissemine tb, 4 hasta tblenfadeniti, 1 hasta
tbmenenjiti tanısı aldı. IFNγ reseptör defekti olan 2 hasta t lenfadeniti tanısı
aldı. 4 hastada etken izole edildi. Ağır kombine immün yetmezlik tanısı
alan 88 hastadan klinikte izleme gelen 7 hastada BCG lenfadeniti, 3 hastada miliertb, 3 hastada pulmonertb, 1 hastada intraabdominal abse, 3
hastada ciltte nodüler lezyonlar saptandı. Cillte nodülleri olan 3 hastada
M.tuberculosiskompleks üremesi olduğu görüldü. Diğer hastalarda kültürde etken izole edilememesine rağmen üç hastada tbPCR pozitif bulundu.
Tedavide INH, Rifampisin, Streptomisin, Etambutol, Klaritromisin, Ciprofloksasilin kullanıldı. Hastalar 9-12 ay arası antitüberküloz tedavi aldı.
Tüberküloz hastalığı tanısı alan 44 hastanın altısı kaybedildi.
Tartışma: CD4+Tlenfositler tarafından salınan IFNγ’nın tüberküloza
karşı immünitede rolü iyi bilinmektedir; bunun yanında γδT hücreleri,
CD8+Tlenfositler ve NK hücrelerinin de tüberküloza immün yanıtta rolü
olduğu gösterilmiştir. Bu çalışma ile disseminetb hastalığı olan, ekstrapulmonertb hastalığı olan olgularda bu aksın gözden geçirilmesi gerekliliği
vurgulanmak istenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, immün yetmezlik, BCG lenfadeniti
toraks ultrasonografisi, akciğer grafisi ve oskültasyon ile değerlendirildi.
Ultrasonografi ve oskültasyon değerlendirmesi bir göğüs hastalıkları uzmanı tarafından kör olarak yapıldı. Torasik ultrasonografide problardan
ilk uygulanacak olanı randomizasyonla seçildi. Bilgisayarlı tomografi ve
akciğer grafisi değerlendirmeleri birbirlerinden bağımsız ve kör olarak bir
göğüs hastalıkları uzmanı ve bir radyoloji uzmanı tarafından yapıldı. Toraks ultrasonografisi, akciğer grafisi ve oskültasyon sonuçları altın standart
kabul edilen toraks bilgisayarlı tomografisi sonuçları ile karşılaştırıldı.
Pnömotoraks (duyarlılık %83, özgüllük %100, tanısal doğruluk %99) ve
plevral efüzyonda (duyarlılık %100, özgüllük %97, tanısal doğruluk %98)
lineer prob; konsolidasyon (duyarlılık %89, özgüllük %100, tanısal doğruluk %95) ve interstisyel sendromda (duyarlılık %94, özgüllük %93, tanısal
doğruluk %94) ise sektör prob en yüksek başarıyı gösterdi. Tüm patolojilerde ultrasonografinin başarısını sırasıyla akciğer grafisi ve oskültasyon
izledi.Sonuç olarak; akciğer ve plevra hastalıklarında toraks ultrasonografisinin tanısal başarısı oskültasyon ve akciğer grafisine göre daha yüksektir.
Patolojiye göre prob seçimi önem taşımakta olup, plevral patolojilerde lineer prob sektör proba üstün bulunurken, parankimal patolojilerde sektör
prob lineer proba üstün bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: akciğer ve plevra hastalıkları, prob, tanı, toraks
ultrasonografisi
Konsolidasyon (lineer prob)
Şekil 1. A-Plevra, B-Konsolidasyon
Plevral efüzyon (sektör prob)
TANI YÖNTEMLERİ
SS037
Akciğer ve plevra hastalıklarında toraks
ultrasonografisinin tanısal değeri
Özlem Taşçı1, Osman Nuri Hatipoğlu1, Bekir Çağlı2, Veli Ermiş2
Trakya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne
Trakya Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Edirne
1
2
Çalışmamızın birincil amacı temel akciğer ve plevra patolojilerini
saptamada yüksek frekanslı (lineer, 5-10 Mhz) ve düşük frekanslı (sektör,
1-5 Mhz) ultrasonografi problarının etkinliklerinin araştırılması olup, ikincil
amacı da toraks ultrasonografisinin tanısal başarısının akciğer grafisi ve
oskültasyon ile karşılaştırılması idi.
Göğüs hastalıkları servisinde yatarken toraks bilgisayarlı tomografisi çekilen ardışık 55 hasta prospektif olarak çalışmaya alındı. Hastalar pnömotoraks, plevral efüzyon, konsolidasyon ve interstisyel sendrom açısından
Şekil 2. A-Plevral sıvı, B-Kollabe akciğer
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
15
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Pnömotoraks
Pnömotoraks
Plevral efüzyon
Plevral efüzyon
Konsolidasyon
Konsolidasyon
İnterstisyel sendrom
İnterstisyel sendrom
Tablo 1. Tanı testlerinin toraks bilgisayarlı tomografisi ile karşılaştırmalı
sonuçları
Tanı testi
Bilgisayarlı
tomografi
(+)
(-)
(+)
(-)
(+)
(-)
(+)
(-)
Lineer probla
ultrasonografi (+)
5
0
32
2
42
1
52
2
VATS
Kapalı plevra biyopsisi
Benign (n,%)
Malign (n,%)
Toplam (n)
Yetersiz
3, %33
6, %66
9
Benign
20, %57
15, %43
35
Malign
0, %0
4, %100
4
Toplam
23, %48
25, %52
48
Tablo 2. PET-CT tutulumu ile malignite ilişkisi
Son Tanı
Lineer probla
ultrasonografi (-)
1
104
0
76
12
55
13
43
Sektör probla
ultrasonografi (+)
4
0
29
2
48
0
61
3
Sektör probla
ultrasonografi (-)
2
104
3
76
6
56
4
42
Posteroanterior
akciğer grafisi (+)
3
0
26
6
41
2
50
7
Posteroanterior
akciğer grafisi (-)
3
104
6
72
13
54
15
38
Oskültasyon (+)
3
0
19
1
30
2
35
2
Oskültasyon (-)
3
104
13
77
24
54
29
44
SS038
Plevral hastalıklarda PET-CT’ nin tanısal
değerliliği
Kemal Can Tertemiz1, Aylin Özgen Alpaydın1, Volkan Karaçam2, Atila
Akkoçlu1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş: Plevral effüzyonların tanısında kullanılan kapalı plevra biyopsinin tanıya katkısı plevral tutulum yaygınlığı ve hastalığa göre değişmektedir. Çalışmamızda kapalı plevra biyopsisinin VATS ile tanısal uyumu ve
PET-CT de plevral tutulum varlığı ile ilişkisi araştırıldı.
Metod: Kapalı plevra biyopsisi yapılan 98 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.Bulgular: Plevra biyopsisi sonucunda 24 hastada malign, 62
hastada benign ve 12 hastada ise yetersiz örnek mevcuttu. 48 hastaya
VATS yapılmıştı. Kapalı biyopsi ile VATS patolojisinin karşılaştırılmasında
Tablo 1 de gösterilmiştir.
PET-CT yapılan 49 hastadan 33 ‘ünde malignite sınırında tutulum mevcuttu. PET-CT tutulumu olan hastalardan 12 hasta plevra biyopsisi, 13
hasta VATS ve 1 hasta açık akciğer biyopsisi ile malign tanı aldı. PET-CT
de plevral tutulum olmayan 16 hastanın 7 ‘sinde malign tanı saptandı (6
VATS, 1 kapalı biyopsi). Bu hastaların çoğunluğu primeri akciğer olmayan
malignitelerdi (2’si akciğer, 3 ‘ü lenfoma, diğerleri kolon ve meme karsinomu). PET-CT de plevral tutulumu olanlarda kapalı plevra biyopsisi ile
daha yüksek oranda malign tanı konuldu (p<0,05).PET-CT tutulumu ile
malignite tanısı arasında anlamlı ilişki bulundu (p<0,05). (Tablo 3)
Tartışma: Plevral patolojilerde PET-CT de tutulum olması yüksek
oranda maligniteyi düşündürür. Ancak, malignite düşünülen hastalarda
PET-CT negatif olması durumunda da kapalı plevra biyopsisinin tanısal
değeri çok düşük olduğundan direkt olarak VATS yapılabilir.
Anahtar Kelimeler: plevra hastalıkları, PET-CT, VATS
16
Tablo 1. Kapalı biyopsi ile VATS patolojisinin karşılaştırılması
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PET-CT tutulumu
Benign (n,%)
Malign (n,%)
Toplam (n)
Yok
9, %56
7, %44
16
Var
7, %21
26, %79
33
SS039
EBUS-TBİA İşleminde Midazolam
Premedikasyonuna Propofol Eklenmeli mi ?
Selahattin Öztaş1, Ülkü Aka Aktürk1, Levent A Alpay2, Burhan Meydan3,
Hamza Ogün1, Mahşuk Taylan4, Murat Yalçınsoy1, Haluk C Çalışır1, Dilek
Ernam1, Ali Metin Görgüner1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Anestezi
Bölmü, İstanbul
4
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Endobronşiyal ultrason eşliğinde transbronşiyal iğne aspirasyonu
(EBUS-TBİA) işlemi, son yıllarda tanı ve/veya evrelemede kullanılan güncel bir yöntemdir. İşlem öncesinde hastalara premedikasyon olarak farklı
merkezlerde farklı ilaçlar uygulanmaktadır. Midazolam premedikasyonuna
propofol eklenmesi, hastanın öksürük refleksini baskılaması ve bilinç kaybı
oluşturması nedeniyle işlem açısından daha konforlu bir ortam sağlayabilmekle birlikte, bazı merkezler propofolü, hipotansiyon ve solunum depresyonu etkileri nedeniyle kullanmamaktadır. Biz bu çalışmamızda propofol
eklenen ve eklenmeyen olgularda EBUS işlemi sırasında gelişen komplikasyonları ve tanı etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık.
Materyal-Metod: Çalışmaya Ocak 2010 ile Aralık 2013 tarihleri
arasında hastanemize başvuran ve EBUS-TBİA yapılan 224 olgu alındı.
Premedikasyon olarak 144 olguya propofol (1 -1,5 mg/kg) ve midazolam (0,05-0,1 mg/kg), 88 olguya ise sadece midazolam (0,05-0,1 mg/kg)
uygulandı. Komplikasyonlar ve patolojik sonuçlar kaydedildi. Sonuçlar
ki-kare analiziyle test edildi.Bulgular: Toplam 224 olgunun %73’ü erkek
ve yaş ortalaması 55,8 ± 11,6 idi. Olguların %79,5’ine EBUS- TBİA ile
tanı konduğu görüldü. Propofol eklenen grupta tanı oranı %77,1 iken,
eklenmeyen grupta %83,8 bulundu (Tablo). Her iki grup karşılaştırıldığında aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı görülmedi (p=0,156).Sadece
midazolam uygulanan olgularda herhangi bir komplikasyon gelişmez iken,
propofol eklenen üç olguda hipoksemi, bir olguda hipotansiyon gözlendi.
Bir olguda ise desatürasyon nedeniyle işlem yapılamadı.Sonuç: Premedikasyona propofol eklenmesinin EBUS-TBİA işlemine ek tanısal katkısı
saptanmamıştır. İşlem konforu açısından yararları olmakla birlikte, nadiren
hipoksemi ve hipotansiyon gibi yan etkileri olabilmektedir.
Anahtar Kelimeler: EBUS-TBİA, premedikasyon, propofol
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS040
Torakoskopik Plevra Biyopsisi Nonspesifik
Plörit Olan Hastalarda Uzun Dönem Takip
Sonuçları
Gülşah Günlüoğlu1, Aysun Ölçmen2, Zeki Günlüoğlu3, Adnan Sayar2,
İbrahim Dinçer2, Güngör Çamsarı1, Veysel Yılmaz1, Sedat Altın1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi, İstanbul
3
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul
Amaç: Eksudatif plevral efüzyonlu, torasentez ve kapalı plevra biyopsileri ile spesifik tanıya ulaşılamamış hastalarda torakoskopik plevral biyopsilerine başvurulabilmektedir. Torakoskopik biyopsilere rağmen, eksudatif
plevral effüzyonlu hastaların %20’sinde ancak nonspesifik plöritis tanısı
elde edilmektedir. Bu çalışmada amacımız, videotorakoskopik (VATS)
yöntemle nonspesifik plöritis/fibrozis tanısı alan hastaların uzun dönem
takip sonuçlarını ortaya koymaktır.
Yöntem: 2008-2012 yılları arasında merkezimizde diğer yöntemlerle
tanı konamayan eksudatif plevral effüzyonu bulunan ve tanısal amaçlı
VATS yöntemiyle plevra biyopsisi yapılan hastalar retrospektif olarak tarandı. İşlem sonucu patolojik tanısı nonspesifik plöritis/fibrosis olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların uzun dönem takip sonuçları incelendi.Bulgular: Hastaların 40’ı erkek 13’ü kadın olup ortalama yaşları 54
idi. Ortalama takip süresi 22.91 aydı. Bu takip süresi sonunda hastaların
2’si malign mezotelyoma (%3.7) tanısı aldı. Bir hastada VATS işleminden
sonra uterus ve periton tüberkülozu tanısı konup antitüberküloz tedavi
başlandı. Antitüberküloz tedavi sonrası sıvısının da regresyona uğraması
sonucu tüberküloz plörezi olabileceği düşünülerek tüberküloz tanısı kondu. Diğerlerinin 12’sinde plöropnömoni, 8’inde konjestif kalp yetmezliği,
1’inde pulmoner emboli, 1’inde churg strausse sendromu, 1’inde ilaca
bağlı plörezi tanısı kondu. Kalan 27 hastada takip süresinde herhangibir
spesifik tanıya ulaşılamadı. Spesifik tanı alamayan bu hastalarda tanı “idiopatik plöritis” olarak kabul edildi.
Sonuç: VATS ile alınan plevra örneklerinin incelenmesi sonucunda
nonspesifik plöritis tanısı olan hastaların çoğunda tanı benign bir hastalıktır, ancak yine de bu hastalarda malignite olasılığı gözardı edilmemelidir.
Hastaların yakın takibi önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Nonspesifik plörit, VATS, idiopatik plörit
SS041
Endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde
yapılan transbronşiyal ince iğne
aspirasyonunun ciddi komplikasyonları: Çok
merkezli, retrospektif analiz
Benan Çağlayan1, Aydın Yılmaz2, Semra Bilaçeroğlu3, Sevda Şener Cömert1,
Nilgün Yılmaz Demirci2, Banu Salepci1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, Ankara
3
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İzmir
1
2
Amaç: Endobronşiyal ultrasonografi eşliğinde yapılan transbronşiyal
ince iğne aspirasyonuna(EBUS-TBİA) bağlı ciddi komplikasyonları ortaya
koymak ve komplikasyon oranını saptamaktır.
Yöntemler: Çok merkezli ve retrospektif olarak planlanan bu
çalışmaya,EBUS-TBİA yapılan 3 merkez dahil edildi.Bu merkezlerde
EBUS-TBİA yapan hekimlere olgu serileri ve komplikasyonlu olguların
karakteristikleri ile ilgili 15 soru içeren form gönderildi;hasta kayıtları bu
soruları yanıtlayacak şekilde incelendi.Soğuk serum fizyolojik ve/veya adrenalin uygulaması ile kontrol altına alınabilen minimal kanamalar,işlem
sırasında ortaya çıkan geçici laringospazm,bronkospazm,geçici desatürasyon,24 saatte sonlanan ateş dışında tedavi ve müdahale gerektiren kanama ve diğer klinik tablolar ciddi komplikasyon olarak kabul edildi.Elde
edilen verilerden ciddi komplikasyon oranı hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya Ekim 2008–Ocak 2014 tarihleri arasında 3 merkezde EBUS-TBİA yapılan,861(%27.6)’i kadın,2262(%72.4)’si erkek toplam 3123 olgu alındı.Yaş ortalaması 54.8±10.1(min:16;max:83) idi.EBUS
493(%15.8)olguda evreleme, 2109(%67.5)olguda tanısal,521(%16.3)olguda ise tanısal ve evreleme amaçlı yapılmıştı.Olguların 362(%11.6)’si havayoluna komşu parenkimal lezyon,2761(%88.4)’i hiler/mediastinal LAM
veya lezyon idi.3123 olguda toplam 6115 lenf nodu istasyonu veya lezyon
bölgesinden(1.96/ olgu),11753 kez TBİA yapıldı(1.92/istasyon).Olguların
%44.3’ünde final tanı malignite iken %55.7’sinde ise benign hastalıktı.
İki olguda 48 saatten uzun süren yüksek ateş,1 olguda bronkojenik kistin
enfeksiyonu,1 olguda mediastinal abse,1 olguda perikardit ve 1 olguda
pnömomediasten+ ampiyem olmak üzere toplam 5 olguda ciddi komplikasyon görüldü(%0,16).Komplikasyon görülen 5 olgunun sadece birinde
TBİA yapılan lenf bezinde akciğer kanseri metastazı saptanırken,diğer olguların tümünde benign tanılar elde edildi.Olguların tümüne geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi uygulandı.Dört olgu ortalama 21.7±20.7 gün
hastanede tedavi edildi.Ölen olgu olmadı.
Sonuç: EBUS-TBİA genel olarak güvenli bir yöntem olmakla birlikte
başta enfeksiyonlar olmak üzere ciddi komplikasyonlar görülebilmektedir.Bu nedenle tüm işlem sürecinde komplikasyonlara yönelik önlemler
alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: endobronchial ultrasonografi, komplikasyonlar,
transbronşial iğne aspirasyonu
SOLUNUM YETMEZLİĞİ VE YOĞUN BAKIM
SS042
Yoğun bakımda enfeksiyon kontrolünde
yoğun bakım ekibi ve eğitim ne kadar önemli?
Cüneyt Saltürk, Zuhal Karakurt, Semra Batı Kutlu, Ayşegül Oğuz, Derya
Şeker, Huriye Berk Takır, Feyza Kargın, Özlem Moçin, Gökay Güngör, Nalan
Adıgüzel
Sürreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Yoğun Bakım
Ünitesi, İstanbul
Giriş-Amaç: Ülkemizde yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) enfeksiyon
kontrol programları ve surveyans çalışma sonuçları 2008 sonrasında yıllık
bildirilmektedir. Çalışmada ğöğüs hastalıkları idaresindeki YBÜ enfeksiyon
surveyans sonuçlarını YBÜ çalışma ekibinin özellikleri ile değişiklik gösterip göstermediği araştırıldı.
Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma bir eğitim hastanesi
göğüs hastalıkları YBÜ de 2010-13 yılları arasında yapıldı. Çalışma döneminde merkezimiz YBÜ’nün yıllık enfeksiyon surveyans sonuçları: ventilatör ilişkili pnömoni (VİP) hızı, ventilatör kullanım oranı (VKO), santral
katater ilişkili kan enfeksiyon (SKİ-KE) hızı, katater kullanım oranı (KKO)
olarak kayıt edildi. Merkezimizde çalışma döneminde hekim, hemşire, yardımcı sağlık personeli değişimleri, enfeksiyon eğitimleri kayıt edildi. Ulusal
veriler ile merkezimizin değerleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Dönem 2010-2011 arası 24 saat uzman hekim, 2011-2013
de 24 saat aynı YB uzman hekim düzeni ile çalışıldı. 2010-13 de yardımcı personel %0; %42.9; %57.1; %15.4 iken hemşirelerde sırasıyla
%56.2; %28.2; %35.1; %42.9 idi. VİP önlem paketi 2013 de uygulandı.
VİP hızı/VKO 2010-2013 arası merkezimizde sıra ile 5.7/0.18; 16.2 (0.24);
15.3(0.22); 4.5 (0.29) iken sırasıyla SKİ-KE hızı (KKO) 10.9 (0.08); 7.2
(0.07); 4.8 (0.09); 5.3 (0.14); 1.40(0.31) idi. Merkezimizde 2013 VİP hızı
ardışık eğitim ve VİP önlem paketi ile 4.3’e (VKO=0.29) çekildi.
Sonuç: Eğitimli, tecrübeli YBÜ personelinin 7/24 çalışması enfeksiyon
önlem protokollerinin uygulanması ve sık verilmesi YBÜ lerde enfeksiyonu
azaltır, mortalite ve maliyet üzerine olumlu etki sağlar.
Anahtar Kelimeler: enfeksiyon,personel eğitimi,yoğun bakım ünitesi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
17
SÖZEL SUNUMLAR
SS043
Türkiye’de Akut Solunum Yetmezliğinde
Noninvazif Mekanik Ventilasyon Kullanımına
Göğüs Hastalıkları Doktorlarının Yaklaşımı
Aylin Özsancak Uğurlu1, Begüm Ergan2, Huriye Berk Takır3, Erdal İn4, Özlem
Ertan Edipoğlu5, Ezgi Özyılmaz6, Eylem Tunçay1, Ege Güleç Balbay7, Aslı
Görek Dilektaşlı8, Pervin Korkmaz Ekren9, Sevinç Sarınç Ulaşlı10, Mustafa
Ilgaz Doğrul11, Tülay Kıvanç12, Elif Yılmazel Uçar13, Şehnaz Olgun14, Özkan
Devran15, Recai Ergün2, Zuhal Karakurt3
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
S.B. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, Ankara
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
4
Fırat Üniversitesi Fırat Tıp Merkezi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
5
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
6
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
7
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
8
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
9
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
10
Kocatepe Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Afyon
11
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
12
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
13
Erzurum Aziziye Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
14
Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
15
Trabzon Ahi Evren Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim
Dalı, Trabzon
1
2
Amaç: Dünyada akut solunum yetmezliğinin (ASY) tedavisinde giderek artarak kullanılmakta olan noninvazif mekanik ventilasyon (NIV) kullanımına Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının yaklaşımını belirlemek
Yöntem: Yazarlarca geliştirilen ve test edilen toplam 38 soruluk anket
e-posta yoluyla Türkiye genelinde toplam 2205 göğüs hastalıkları doktoruna iletildi.
Sonuçlar: Katılım oranı %24 idi. Katılanların %70’i klinikte NIV uygulaması yapıyordu. NIV kullanımı ile katılımcıların ünvanı, yaşı, doktorluk
süresi, çalıştıkları hastane ve bulunduğu bölge, hasta yükü, asistanlık eğitimi esnasındaki NIV deneyimi ve miktarı, NIV ve yoğun bakım ünitesi
(YBÜ) deneyim süreleri ilişkili bulundu (Tablo 1, p=0,000). ASY’de NIV
kullanan 375 katılımcının alt grup analizinde, haftalık takip edilen ortanca
hasta sayısı 3,5 (25 ve 75 persentil: 2, 6) idi. Kullananların çoğunluğu servis (%88,3) ve/veya YBÜ’de (%87,5) hastalarını takip ettiklerini bildirdi.
En sık 3 endikasyonu kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) (%98),
obezite hipoventilasyon sendromu (%92) ve restriktif akciğer hastalığı
(%88) idi. Kullanıcıların %63’ü NIV’yi KOAH’lı hastalarda %80-100 oranında kullanmaktaydı ve %89’unca KOAH’ta başarı oranı %60’ın üzerinde bildirilmekteydi. Oronazal maske (ortanca, 25 ve 75 persentil:%90,
80,100) ile ev tipi NIV ventilatörler (%50, 10, 80) en sık kullanılan ekipmanlardı.Tartışma: Türkiye’deki göğüs hastalıkları doktorlarının ASY’de
NIV kullanımında bölgesel ve hastane bazlı, özellikle doktorun deneyimi
ile ilişkili değişkenlik mevcuttur. Kılavuzlara uygun uygulamalar olmakla
birlikte, mevcut klinik NIV uygulamaları arttırılabilir ve geliştirilebilir.
Anahtar Kelimeler: noninvazif mekanik ventilasyon, akut solunum
yetmezliği, anket
18
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo. Katılımcıların NIV Kullanımı ile İlişkili Karakteristik Özellikleri
NIV
NIV Kullanmayan
Kullanan(n=375)
(n=161)
Ünvan: Akademisyen
Uzman
Asistan
118 (%32)
151 (%40)
106 (%28)
16 (%10)
142 (%88)
3 (%2)
Hastane tipi (en sık):
Üniversite
Genel Devlet Hast.
154 (%41)
70 (%19)
23 (%14)
78 (%48)
Bölge (en sık ve az):
Marmara
Güneydoğu
Karadeniz
122 (%33)
5 (%1)
39 (%10)
59 (%37)
13 (%8)
4 (%3)
Asistanlık Esnasında NIV Deneyimi
275 (%73)
83 (%52)
YBÜ Deneyimi
233 (%63)
57 (%36)
Yaş, yıl
(ortanca, 25 ve 75%)
37, 31,43
42, 35, 49
Göğüs Hastalıkları Doktorluk Süresi, yıl
10, 4, 16
15, 9, 21
Ortalama Günlük Poliklinik Hasta Sayısı
30, 20, 45
45, 30, 50
Asistanlıkta Toplam Bakılan NIV Hasta Sayısı
100, 0, 250
10, 0, 120
NIV Deneyim Süresi, yıl
6, 3, 10
4, 0, 7
YBÜ Deneyim Süresi, ay
3, 0, 24
0, 0, 3
Tüm değişkenler için p<0.05’tir.
SS044
Akut Solunum Yetmezliği ile Acil
Polikliniğimize Başvurular: 24 Aylık Analiz
Fatma Tokgöz, Meltem Ağca, Begüm Arıtan, Tülay Yarkın
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Hastanemiz acil birimine Mayıs 2010-2012 tarihleri arasında başvuran,
arter kan gazı (AKG) analizinde akut solunumsal asidoz saptanarak noninvaziv mekanik ventilasyon (NIV) ugulanan, takibinde düzelme sağlanarak
kliniklere yatışı gerçekleşen olgular başvuru özelliklerine göre retrospektif
olarak değerlendirildi.Direk yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatışı gerçekleşen 245 hasta çalışma dışı bırakılarak 838 acil başvurusu çalışmaya alındı.
Bu hastalardan 88’inin (%10,5) yatış süresi içinde YBÜ’ne nakil edilmiş
olduğu kaydedildi.
Hastaların 547’si (%65,3) erkek ve yaş ortalaması 67,7 (±10,8) idi. Yüz
elli beş hastanın benzer şekilde ortalama 2,5 (2-8) kez hastanede yatmış
olduğu görüldü.
Başvuruda AKG değerleri pH: 7,305±,0,04, PaCO2: 67,0±10,3,
PaO2: 64,3±33,0, HCO3(std): 27,9±4,7 idi. Ortalama inspiryum
(IPAP) 20,7±2,1, ekspiryum (EPAP) 5,1±0,4 basınçlarla NIV uygulanarak 1,5±0,6 saatte AKG kontrolü yapılmıştı. Kontrolde ortalama pH:
7,356±,0,049, PaCO2: 58,1±10,4, PaO2: 67,3±32,1, HCO3(std):
28,3±4,7 idi (Tablo-1).Acil başvuruları en sık 20-21 ve 10-11 (%7,2-6,9),
en nadir 5-6 saatleri arasında (%1) iken en yoğun zaman dilimi 8-12 saatleri arasıydı (Figür-1).Başvurular en sık Mart ve Ocak aylarında (%13,212,1), en nadir Temmuz’da (%3,6) iken, mevsimlerden ise kış-ilkbaharda
(%32,1-%29,5) daha yüksek orandaydı.
Tek yönlü ANOVA analizi ile başvuru saat, ay ve mevsimlerinin yaş,
cinsiyet, başvuru AKG değerleri, YBÜ sevki ile arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Rekürren başvurusu bulunan hastaların ise başvuru saatlerinin
kendi içlerinde anlamlı olduğu görüldü (p=0,043).
Sonuç olarak 2 yıllık analizimizde acil birimimize NIV uygulanarak servise yatışı olan başvurular en yüksek oranda günün erken saatlerinde ve kış
aylarında olmuş, 1’den fazla yatışı bulunan hastalarda başvuru saatlerinin
birbirine yakın olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: arter kan gazı, noninvaziv mekanik ventilasyon,
solunum yetmezliği
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
talitesi %42,5 idi. Anemisi olan hastalarda hastane mortalitesi %60 iken,
anemisi olmayanlarda %21,2 olduğu görüldü (p<0,01). Çoklu lojistik regresyon analizinde ise aneminin mortalite için bağımsız bir faktör olduğu
saptandı (Odd’s oranı ve %95 güven aralığı 10,4 (2,8-38,8); p<0,01).
Sonuç: Çalışmamızda ağır KOAH alevlenmelerinde aneminin hastane mortalitesi ile ilişkili olduğu saptanmıştır; anemi bu hastalardaki kronik
inflammatuar süreçin daha ağır olduğunun bir göstergesi olabilir. Ancak
kısıtlı transfüzyon stratejisinin iskemik kalp hastalıklarında olduğu gibi akut
solunum yetmezliği gelişmiş KOAH alevlenmelerde de uygun bir yaklaşım
olmayabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: KOAH, alevlenme, anemi
SS046
Şekil 1. Aylara göre başvuru saatleri
Mekanik ventilatördeki hastalarda
ultrasonografik ölçülen inferior vena
kava distensibilite indeksinin sıvı dengesini
değerlendirmede güvenirliği
Lökosit
kontrol
PaCO2
kontrol pH
ilk PaCO2
İlk pH
Yaş
K/E
n (%)
Tablo 1. Hastaların aylara göre başvuru özellikleri
Ocak
101 (12,1) 34/67 67,0±10,2
7,313±0,05 66,3±9,3
7,357±0,04
57,5±9,6 11,1±5,1
Şubat
90 (10,7) 31/59 69,7±11,3
7,297±0,05 67,2±9,0
7,357±0,04
57,8±9,6 11,3±5,2
Mart
111 (13,2) 32/79 67,6±12,0
7,306±0,04 66,5±8,8
7,351±0,03
58,4±8,2 10,5±4,3
Nisan
88 (10,5) 37/51 68,1±10,9
7,289±0,05 67,7±12,5 7,346±0,04
57,7±9,2 10,8±4,9
Mayıs
48 (5,7) 16/32 68,1±11,9
7,307±0,04 67,7±30,3 7,363±0,03 57,8±13,5 10,8±4,7
Haziran
37 (4,4) 13/24 68,0±10,1
7,323±0,06 68,3±9,5
Temmuz
30 (3,6)
7,306±0,04 70,0±10,4 7,357±0,04 59,2±13,1 8,6±3,1
Ağustos
37 (4,4) 10/27 67,5±10,0
9/21
67,4±10,2
7,304±0,03 66,8±8,8
7,379±0,04
7,355±0,11
57,9±9,6 11,0±5,1
61,8±8,7 9,8±4,1
Eylül
55(6,6)
23/32 68,4±10,6
7,316±0,05 68,9±15,5 7,360±0,04 60,5±14,1 9,8±3,9
Ekim
67 (8,0) 25/42 66,9±10,4
7,303±0,05 67,7±10,7 7,353±0,05 57,9±10,3 10,1±2,9
Kasım
96 (11,5) 35/61 67,8±10,7
7,304±0,04 66,2±9,5
7,350±0,04 58,7±11,1 10,5±4,5
Aralık
78 (9,3) 26/52 65,9±10,3
7,306±0,04 64,9±8,4
7,360±0,04 55,7±10,2 10,9±3,9
K: kadın, E: erkek
SS045
Yoğun Bakım Ünitesinde uygulanan
kısıtlı kan transfüzyon yaklaşımı KOAH
alevlenmeleri için de geçerli mi?
Begüm Ergan, Recai Ergün
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş: Yoğun bakım ünitelerinde mortalite üzerine etkisi nedeni ile iskemik kalp hastalığı olan hastalar dışında tüm hastalarda kısıtlı kan transfüzyonu yaklaşımı önerilmektedir. Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine
yatış gerektiren ve ağır solunum yetmezliği gelişmiş KOAH alevlenmelerdeki anemi varlığının erken dönem hasta prognozu üzerine olan etkisini
değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntemler: KOAH alevlenme nedeni ile akut solunum yetmezliği gelişen hastalar (n=73) çalışmaya alındı. Anemi nedeni olabilecek aktif kanaması saptanan, kemik iliğini baskılayan hastalığı olan veya tedavi alan
hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastaların demografik, klinik, laboratuar
özellikleri ve izlem verileri kaydedildi. Anemi için hemoglobin değeri alt
sınırı kadınlarda 12g/dL, erkeklerde 13g/dL olarak kabul edildi.
Bulgular: Hastaların %75,7’si erkek ve ortanca yaş ise 71,0 (62,076,5) idi. Kabul APACHE-2 skoru 26 (18,5-32,5) olup, yoğun bakım ünitesine kabul sırasında kan gazı değerlerinde ortanca pH, PCO2 ve PO2
değerleri sırası ile 7,25 (7,18-7,31), 72,1 (61,3-83,9) ve 53,0 (42,8 -65,3)
olarak saptandı. Hastaların %83,6’sında başlangıç mekanik ventilasyon
desteği noninvaziv ile verildi. Hastaların ortanca hemoglobin değeri 12,5
(11,1-14,2) iken, 40 hastada anemi mevcuttu. Tüm grupta hastane mor-
Aslıhan Yalçın, Hüseyin Arıkan, Pınar Güven, Şehnaz Olgun, Emel Eryüksel,
Sait Karakurt
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Yoğun Bakım Anabilim Dalı,
İstanbul
Giriş: Inferior Vena Cava(IVC) ultrasonografik görüntülemesi ile hesaplanan distensibilite indeksi(dIVC); mekanik ventilatördeki(MV) hastalarda sıvı dengesini noninvazif değerlendirmede, kullanımı gittikçe yaygınlaşan bir yöntemdir.
Amaç: Mekanik ventilatörde izlediğimiz hastalarda sıvı dengesini değerlendirmede dIVC güvenirliğini saptamak.
Yöntem: Supin pozisyonda inspiryum ve ekspiryum sonu IVC çapları
ölçüldü, dIVC [ (max çap - min çap)/min çap × %100] ile hesaplandı. Seçilen hastaların tümü sinüs ritminde ve normotansif(ortalama arter basıncı:82±22 mmHg) ve PEEP destekleri 5 mmHg idi. Ölçümlerle eş zamanlı
pro-BNP düzeyleri kaydedildi.
Bulgular: 9’u septik şok, 31’i şok dışında tanılarla izlediğimiz 40
olgu(15 kadın, 25 erkek, yaş ortalaması 60±19.7)’ya yatakbaşı ultrasonografik değerlendirme uygulandı. Ölçüm sonuçları TabloI’de özetlenmiştir. Olguların tümü(p: 0.035) ve alt grup olarak septik şok hastalarında(p:
0.022) serum proBNP düzeyleri and dIVC arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki saptandı.
Yorum: Mekanik ventilatördeki hastanın sıvı dengesini değerlendirmede dIVC, serum proBNP düzeyleri kadar güvenilir bir parametredir.
Anahtar Kelimeler: Inferior vena kava, distensibilite indeksi, sıvı
dengesi
Tablo I
proBNP
eksIVC(mm)
InsIVC(mm)
dIVC(%)
Mean
10193,3±13122
1,3±0,64
1,9±0,58
70,3±85.6
Median
3860,5
1,22
1,94
55,5
571-17216
0,93-1,7
1,56-2,2
55,5
%25-75 CI
eksIVC: Ekspiryumda ölçülen vena cava inferior çapı
insIVC: İnspiryumda ölçülen vena cava inferior çapı
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
19
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
AKCİĞER NAKLİ
Giriş: Son dönem akciğer hastalıklarının tedavisinde yer alan akciğer
nakli (LuTx) ülkemizde de başarı ile uygulanmaktadır.Materyal-Metod:
Merkezimizde Mart 2013 - Aralık 2013 tarihleri arasında 5 olguya akciğer
nakli uygulanmıştır.
Sonuç: Olguların 4’ü erkek (%80), 1’i bayan (%20) olup ortalama
yaş 49,4 (30 - 62) olarak tespit edilmiştir. Olguların 3’ünde (%60) nakil
endikasyonu KOAH iken 2 olguda (%40) Pulmoner Langerhans Hücreli Histiositozis (PLCH) olmuştur. Olguların pre-op pulmoner sistolik basınç ortalaması 52,4 mmHg (40-90) olarak tespit edilmiş olup tamamına
clamshell insizyon uygulanmış ve 4’üne (%80) double LuTx, 1’ine (%20)
single LuTx gerçekleştirilmiştir. Takılan ilk akciğer için soğuk iskemi süresi
ortalama 266 dakika (211-330); ikinci akciğer için 394 dakika (360-440)
olarak hesaplanmıştır. Akciğer nakli 3 olguda santral ECMO yardımıyla
gerçekleştirilmiş; bu olgulardan biri yoğun bakıma periferik ECMO desteği
ile alınmıştır (Tablo 1). Elektrolit imbalansı, aritmi, CO2 retansiyonu, CMV
reaktivasyonu, Asinetobakter plöriti, Aspergillus trakeobronşiti, AFOP
(Akut Fibrinöz ve Organize Pnömoni) ve gastrointestinal problemler yoğun
bakım takiplerinde karşılaşılan başlıca komplikasyonlar olmuştur (Tablo
2). Yoğun bakımda kalış süresi ortalama 20,5 gün (15-28); hospitalizasyon
süresi ise 42,5 gün (35-49) olarak hesaplanmıştır. 1 olgu (%20) intraoperatif ex olmuştur.
Tartışma: Akciğer naklinin en sık endikasyonu KOAH olguları olup
bu grubu idiopatik pulmoner fibrozisli hasta grubu takip etmektedir. Yoğun emek, fedakarlık, tecrübe ve bilgi birikimi gerektiren akciğer naklinde
uygun hasta seçiminin sağlanması, doğru cerrahi teknik kullanılması ve
ameliyat sonrası yoğun ve titiz hasta takibi ile sonuçlar yüz güldürücü olmaktadır. Elde edilen başarılı sağ kalım sonuçları ise hem doktorlara hem
de hastalara gelecek için daha çok umut vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer nakli, KOAH, Soğuk iskemi
ECMO
2. Akciğer iskemi
1. Akciğer iskemi
Ameliyat
Pre-op problemler
sPAB(pre-op)
BMI
Cinsiyet
Yaş
Ad Soyad
Tablo 1. Akciğer nakli olgularının özellikleri
MK 55 e
15,8 Düşük BMI +
Sol talk plörodez + Osteoporoz (-4,0)
MY 30 e
24,6 Geçirilmiş bilateral torakotomi +
46 DLuTx 310 440 Var
bilateral akciğer biyopsisi + sol plörodez
MS 62 e
24,2 Hipertansiyon + geçirilmiş tbc
42 SLuTx 330 Yok Var
AA 55 e
19,1 Kronik HBV + Osteoporoz (-3,0)
44 DLuTx 237 387 Yok
SY 45 k
24,1 Sistolik pulmoner arter
basınç yüksekliği
90 DLuTx 211 390 Var
20
40 DLuTx 245 360 Yok
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Hospitalizasyon (gün)
1
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi ve Akciğer Nakli
Merkezi, Ankara
2
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Kliniği, Ankara
3
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
Patoloji
Alkın Yazıcıoğlu1, Erdal Yekeler1, İbrahim Onur Alıcı1, Sema Turan2, Ülkü
Yazıcı3, Ertan Aydın3, Nurettin Karaoğlanoğlu1
Ad Soyad
Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma
Hastanesinde Akciğer Nakli Yapılan
Olguların Analizi
Ekstübasyon zamanı
SS047
Yoğun bakım kalış süresi
Tablo 2. Akciğer nakli olgularının özellikleri
Post-op komplikasyonlar
MK KOAH-Amfizem 20 saat 15 gün
49 Aritmi + elektrolit bozukluğu +
gastrointestinal problemler +
CMV reaktivasyonu +
organize pnömoni
MY
41 CMV reaktivasyonu
PLCH
MS KOAH-Amfizem
38 saat 15 gün
ex
ex
ex ex
AA KOAH-Amfizem 39 saat 28 gün
35 Revizyon + aritmi + 4. gün arrest,
resüsitasyon + asinetobakter plöriti +
CO2 retansiyonu +
Aspergillus trakeobronşiti +
Tedavi uyumsuzluğu
SY
45 AFOP + ABY + elektrolit bozukluğu,
hipernatremi +
sol hemitoraksta hematom +
steroid myopatisi
PLCH
22 gün 24 gün
SS048
Akciğer naklinin erken dönem yaşam
kalitesine etkisi
Nur Dilek Bakan1, Nuran Sağlam2, Adalet Demir3, Songül Büyükkale3, Özgür
İşgörücü3, Adnan Sayar3
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nakil
Koordinatörü, İstanbul
3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi, İstanbul
Giriş-Amaç: Sağlıkla ilişkili yaşam kalitesinin düzelmesi akciğer naklinin önemli hedeflerinden biridir. Bu çalışma ile akciğer nakli öncesi ve
sonrasında sağlıkla ilişkili yaşam kalitesindeki değişimin değerlendirilmesi
amaçlandı.Yöntem: Yedikule nakil merkezine akciğer nakli için başvuran
hastalar önce aday olarak daha sonra nakil alıcısı olarak çalışmaya alındı.
Hastalar nakil öncesinde ve nakilden 3 ay sonra SF-36 anket formunu
tamamladılar. Hastaların nakil öncesi ve sonrası SF-36 skorları, solunum
fonksiyon testleri ve 6 dakika yürüme testleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 10 hasta (4 erkek, 6 kadın) alındı, yaş ortalaması
35.7 (19-51) idi. Hastaların nakil öncesi ve nakil sonrası FVC (p=0.007),
FEV1 (p=0.016), 6 dakika yürüme testi (p=0.012) ve SF-36 skorları
(p=0.009) arasında anlamlı düzelme saptandı.Sonuç: Akciğer nakli ile
özellikle fonksiyonel ölçümler olmak üzere sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi
dramatik olarak düzelmektedir.
Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, yaşam kalitesi, solunum fonksiyon
testi
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS049
Akciğer Naklinde Köprü Amaçlı ECMO
Kullanımı
Merih Kalamanoğlu Balcı1, Ali Yeğinsu1, Ahmet Erdal Taşçı1, Belma
Erdoğan1, Mustafa Vayvada2, Serkan Bayram2, Cemal Asım Kutlu1
Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş: Ülkemizde yeni başlayan akciğer naklinde köprü amaçlı ECMO
(Extra-Corporeal Membrane Oxigenation) kullanımı ile ilgili veriler sınırlıdır. Bu çalışmamızda akciğer nakline köprü amaçlı ECMO kullandığımız 4
hastamızın verilerini retrospektif olarak sunduk.
Metod: 1 Ocak-31 Aralık 2013 yılında kliniğimizde akciğer nakline köprü amaçlı ECMO kullanılan 4 hastanın dosya verileri değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, ECMO öncesi ve sonrası verileri incelendi.
Bulgular: Hastaların 2 si kadın ve yaşları 26-52 arasında idi. Tanıları 3
hasta İPF(idiopatik pulmoner fibrozis), 1 hasta İPAH(idiopatik Pulmoner
hipertansiyon) idi. Hastalara ait bulgular tablo1 ve 2’de verilmiştir. ECMO
sonrası 3 hasta nasal oksijen ile takip edilerek oral beslendi. 4 olgunun biri
uygun organ bulunamadığı için akciğer nakli yapılamadan öldü, 2 hastaya
başarı ile nakil yapıldı (1 hasta sol tek akciğer nakli, bir hasta sağ tek akciğer nakli), 1 hasta bilateral akciğer nakli sonrası öldü.
Sonuç: Son dönem akciğer hastalığı olan hastalarda hiperkapnik ve/
veya hipoksik solunum yetmezliği geliştiğinde seçilmiş hasta grubuna akciğer nakline köprü amaçlı ECMO hayat kurtarıcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, ECMO
Bulgular: Verileri değerlendirilen 223 hasta çalışmaya alındı. 223 hastanın 123’ünün (%55.2) akciğer nakline uygun olduğuna karar verildi.
123 hastanın 54’ü (%43.9) akciğer naklini istemedi. 100 hastada akciğer
nakli uygun görülmedi. Reddedilen 100 hastanın 37’si (%37) erken yönlendirilen hastalardı, takip kararı alındı. 20 hastada (%20)nakile kontrendike bir medikal hastalık saptanmıştı. 11 hasta (%11) çok geç yönlendirilen hastalardı. 8 hastada (%8) nakile engel birden fazla kontrendikasyon
vardı. 8 hastada (%8) nakile engel psikososyal uyumsuzluk vardı. 7 hastada (%7) akciğer nakli endikasyonu yoktu. 6 hasta (%6) ileri yaş nedeniyle
reddedilmişti. 2 hasta (%2) aktif sigara içicisi idi. 1 hasta (%1) ise obezite
nedeniyle akciğer nakil adaylığına uygun bulunmamıştı. Akciğer nakline
uygun aday olup, nakil olmayı kabul eden 69 hastanın 19’una 20 akciğer
nakli (1 hastaya 1 yıl sonra retransplantasyon yapıldı) yapıldı. 13 hasta
nakil için hazırlık tetkikleri yapılırken, 2 hasta listelendikten sonra öldü.
Halen listemizde 14 nakil adayı beklemekte olup, 21 hastaya hazırlık tetkikleri yapılmaktadır.
Sonuç: Akciğer nakli malignite dışı son dönem akciğer hastalıklarında
dünyada kabul görmüş standart bir tedavi yöntemidir. Ülkemizde son yıllarda giderek artan sayıda yapılan akciğer nakli endikasyonları ve yönlendirme kriterleri konusunda farkındalık arttırılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: akciğer nakli, endikasyonlar, yönlendirme
kriterleri
AKCİĞER PATOLOJİSİ
SS051
Tablo 1. Hastaların ECMO sonrası değerleri
Hasta
no
ECMO
öncesi
MV
desteği
1
Fetal Otopsi Olgularında Konjenital Akciğer
Patolojileri
ECMO
yöntemi
ECMO
sonrası
solunum
desteği
Nakil
bekleme
süresi
(gün)
Sonuç
entübe
VA
Nasal O2
12
Sol tek akciğer
2
NIMV
VV
Nasal O2
1
Sağ tek akciğer
3
entübe
VV
Entübe
3
Bilateral akciğer
4
NIMV
VV
Nasal O2
19
Nakil olamadı
Tablo 2. Hastaların demografik özellikleri ve ECMO öncesi değerleri
Hasta no
Tanı
Yaş
Cinsiyet
pH
pO2/FiO2
pCO2
1
İPF
39
erkek
7,33
52
60
2
İPF
52
erkek
7,46
43
43
3
İPF
26
kadın
7,22
167
109
4
İPAH
30
kadın
7,46
35
18
SS050
Akciğer nakli: Kime ve ne zaman?
Nur Dilek Bakan1, Songül Büyükkale2, Sezgin Ulusoy3, Hüseyin
Yıldırımoğlu3, Adalet Demir2, Özgür İşgörücü2, Necati Çıtak2, Adnan Sayar2
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi, İstanbul
3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nakil
Koordinatörü, İstanbul
Amaç: Nakil merkezimize başvuran veya yönlendirilen hastaların endikasyonlarını, listelenme ve red oranları ve nedenlerini ortaya koymak
amacıyla bu çalışma planlandı.Yöntem: Ağustos 2011 ile Aralık 2013
arasında Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nakil
Merkezine başvuru yapan 239 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi, veriler kaydedildi.
Havva Serap Toru1, Sanive Sevim Ertuğrul1, Cem Yaşar Sanhal2, İrem Hicran
Özbudak1, İnanç Mendilcioğlu2, Gülay Özbilim1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Antalya
1
2
Giriş: Konjenital malformasyonlar perinatal ölümlerin yaygın görülen
sebeplerindendir. USG ile yeterli tanı koyulabilse de tanıyı doğrulamak,
ilişkili malformasyonları ortaya çıkarmak için perinatal otopsi yapılması
yaralı olacaktır.
Bu çalışmada üniversitemizin Patoloji A.D.’ye 2006-2013 yılları arasında gelen 542 fetal otopsiden pulmoner patolojisi olan 40 olgu
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Olguların 21’i erkek, 17’si kız olup 2’sinin cinsiyeti belirtilmemiştir. 10’unda akciğer hipoplazisi, 8’inde amniyon sıvısı aspirasyonu, 4’ünde immatür akciğer, 3’ünde akciğerde hipolobülasyon, 2’sinde
perinatal inspirasyon, 2’sinde CPAM, 2’sinde CMV enfeksiyonu, 2’sinde
aktinomiçes enfeksiyonu, 2’sinde hyalen membran hastalığı; 1’er olguda
mekonyum aspirasyonu, pulmoner hipertansiyon, konjenital pulmoner
lenfanjiektazi(CPL), bronkopnömoni, alveoler hemoraji izlenmiştir.
Tartışma: Konjenital pulmoner hipoplazi nadir fakat ölümcül bir hastalıktır. Mortalitesi %71-95 olarak bildirilmiştir. Bizim serimizde ise toplam
otopsi sayısına oranladığımızda Konjenital Pulmoner Hipoplazi %1,8 oranındadır, pulmoner patolojilerin %25’ini oluşturmakta olup en sık rastlanılan pulmoner anomalidir.
CPAM etyolojisi bilinmeyen, non-herediter, gelişimsel hamartamatöz
bir anomalidir. Oldukça nadir görülmekte olup genelde yaşamın ilk 2
yılında tanı alır. Bizim serimizde ise 2 olguda gözlenmiş olup pulmoner
patolojilerin %5’lik kısmını oluşturmaktadır. Tüm perinatal otopsilerin ise
3,7/1000’sini oluşturmaktadır.
CPL nadir görülen bir hastalık olup septal, subplevral-peribronşial dokuda genellikle bilateral belirgin, diffüz mikrokistik lenfatik dilatasyonla
karakterizedir. İnsidansı tam olarak bilinmese de Japonya’da 30, dünyada
130 vaka bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda 1 olgu olup pulmoner patolojilerin %2,5’ini oluşturmaktadır.
Sonuç: Konjenital pulmoner anomaliler bir kısmının prenatal tanısı
mümkün olan, postnatal dönemde ciddi morbidite ve mortaliteye sahip
bir anomali grubudur. Bu nedenle prenatal tanısı ve eşlik eden anomalilerin ortaya konması gebeliğin ve postnatal tedavi yönetiminin planlanması
için önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Konjenital pulmoner anomali, Konjenital kistik
adenomatiod malformasyon, Konjenital pulmoner lenfanjiektazi, fetal
otopsi
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
21
SÖZEL SUNUMLAR
SS053
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sarkoidoz tanısında gözardı edilen önemli
bir ipucu: Hamazaki-Wesenberg cisimcikleri
Betül Ünal1, İrem Hicran Özbudak1, Havva Serap Toru1, Ömer Özbudak2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
1
2
Şekil 1. A: CPAM tip 2 (H&E, x5) B: CPAM tip 1 (H&E, x5)
Şekil 2. A- Konjenital pulmoner lenfanjiektazi (H&E, x10) B- CD31 pozitif dilate
lenfatikler (x10)
SS052
Akciğerin Küçük Biyopsi Materyallerinde
Sarkomatöz Elemanlar İçeren Olgularımızın
Klinikopatolojik Özellikleri
Funda Demirağ, Yeliz Dadalı, Ülkü Yılmaz, Zafer Aktaş, Nilgün Yılmaz
Demirci
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Amaç: Akciğerin sarkomatöz tümörleri; sarkomatöz karsinomları, primer pulmoner sarkomları, intrapulmoner yerleşimli malign mezotelyomayı
ve sarkomatöz metastatik tümörleri içeren heterojen bir gruptur. Opere olmayan olgular küçük biyopsi materyallerindeki tanıları ile takip edilmektedir. Bu nedenle biz çalışmamızda küçük biyopsi materyallerinde sarkomatöz elemanlar içeren olgularımızın histopatolojik, immünohistokimyasal ve
klinik bulgularını sunarak klinikopatolojik yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ortaya koymayı amaçladık.
Gereç-Yöntem: Ocak 2010 ve Ocak 2014 tarihleri arasında bronkoskopik biyopsi, transtorasik biyopsi ve EBUS materyallerinde sarkomatöz
alanlar içeren 35 olgu çalışmaya alındı. Klinik bilgileri ve lamlar tekrar incelenerek histopatolojik bulguları kaydedildi. Mediasten yerleşimli kitlelerden yapılan biyopsiler çalışmaya alınmadı.
Bulgular: 35 olgunun 10’u kadın, 25’i erkek olup, en genci 35 en yaşlısı 80 yaşındaydı. Bu olguların 10’unda epitelyal alanlar izlendi. Suptiplendirme yapılamayan olgularda p63 ve TTF-1 immünohistokimyası yardımı
ile son küçük biyopsi sınıflamasına göre spindle ve/veya dev hücreli alanlar içeren az diferansiye küçük hücreli dışı karsinom tanısı verildi. Epitelyal
alan içermeyen ancak belirgin pankeratin, EMA ve CEA pozitifliği olan
olgular spindle hücreli tümör, ön planda sarkomatöz karsinom ile uyumlu
olarak raporlandı. 9 olguda primer akciğer mezenkimal tümörü, 1 olguda
malign mezotelyoma ve 6 olguda metastaz tespit edildi.
Tartışma: Sarkomatöz elemanlar tespit edilen küçük biyopsi materyallerinde ilk yapılması gereken klinik ve radyolojik bulgularla metastaz
olasılığının ekarte edilmesidir. İkinci adımda biyopsi materyallerinde epitelyal alanlar aranmalıdır. Daha sonra pankeratin, EMA, MOC31, CEA ve
keratin 7 gibi daha çok karsinomlarda pozitif görmeyi beklediğimiz belirleyicilerin yardımı ile bir yorum yapılmaya çalışılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: sarkomatoid karsinom,akciğer, biyopsi
22
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Hamazaki-Wesenberg (H-W) cisimcikleri ilk olarak 1938’de tanımlanmıştır. Tudway bu çalışmasında 359 mezenterik lenf nodunu incelemiş ve bunların %22.8’inde H-W cisimciği izlemiştir. Sarı-kahverengi
bu cisimcikler en tipik sarkoidoz olmak üzere birçok durumda (apandisit,
siroz, kolon karsinomu, lenfoid tümörler gibi) farklı lokalizasyonlardaki
lenf nodlarının sinüslerinde tanımlanmıştır. Mikroskopik görünümü fungusla karışabildiği için tanısal ayrım tedavi rejimini belirlemede önem arz
etmektedir.
Olgu: 41 yaşında bayan hastanın mediastinal lenf noduna ait biyopsi
örneğinden hazırlanan 4 mikronluk kesitler H&E boyanarak mikroskopik
değerlendirme yapılmıştır. Kesitlerde normal lenf düğümü yapısını ortadan
kaldıran granülomatöz inflamasyon izlenmiştir. Granülomlar küçük konsantrik nitelikte olup birleşme eğilimindedir. Yoğun hiyalinizasyon alanları
dikkati çekmiştir. Kapsül altında H-W cisimcikleri görülmüştür. Histokimyasal PAS, EZN ve GMS boyaları ile spesifik mikroorganizma izlenmemiştir. Mevcut histopatolojik bulgularla olguda ön planda “Sarkoidoz”
düşünülmüştür.
Tartışma: Granülomatöz lezyonlarda Asteroid cisimcik, kristalin inklüzyonları, Schaumann cisimciği, kolesterol kristalleri ve H-W cisimcikleri
gibi inklüzyonlar izlenebilir. Ancak bunlar nonspesifik bulgular olup tanıya
spesifik özellikte değildirler. Genellikle dev hücrelerin sitoplazmalarında
lokalizedirler. H-W cisimcikleri özel PAS-D pozitif inklüzyonlar olup bazen
dev hücre sitoplazmasında izlenebilirken genellikle sarkoidoz gibi hastalıklarda granülom içeren ya da içermeyen lenf nodlarında ekstrasellüler
olarak sinüzoidlerde yer alırlar. Oval-iğsi, birkaç mikron çapında olup
H&E boyamada sarı-kahverengi görünen pigmentlerdir. Gümüş boyalarıyla (Gomori methenamine silver vb.) boyanması tomurcuklanan maya
izlenimi verebilir ve bu da mantar enfeksiyonundan ayrımı güçleştirebilir.
Masson-Fontana ve acid-fast boyamalarla funguslarda boyanma izlenmezken, H-W cisimciklerinde reaksiyon mevcuttur. Destekleyici histokimyasal
yöntemler tanıya yaklaşımda önemli bir yere sahip olup hastanın gereksiz
antifungal tedavi almasını engelleyebilir.
Anahtar Kelimeler: Hamazaki – Wesenberg cisimleri, sarkoidoz, granülomatöz hastalıklar
SS054
2013 yılı hastanemiz patoloji laboratuarında
akciğer malignite teşhisi konulan hasta
dökümü (2233 yeni hasta)
Sedat Altın, Nur Ürer, Neslihan Akanıl, Naciye Arda, Nurcan Ünver
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Büyük bir eğitim araştırma hastanesinde bir yılda teşhisi konulmuş olan akciğer kanserli hastaların patolojik tanılarına göre
değerlendirmek
Materyal-Metod: Patoloji laboratuarı raporları ve bilgi işlem kayıtlarından faydalanılarak değerlendirmeler yapıldı.
Bulgular: 2013 yılında Patoloji laboratuarımıza gönderilen 38.120
adet materyalden 3826’sında (%10) akciğer kanseri tanısı konulmuştur.
Bu 3826 materyalin 2233 hastaya ait olduğu belirlenmiştir. Hasta başına
materyal sayısı 1,7 olarak bulundu. Hastaların %85’inin erkek ve yaş ortalamasının 57,3 + 9.4 olduğu bulundu.
Bu hastaların 325’i (%14,6) küçük hücreli, 772’si (%34,5) skuamöz
hücreli, 616’sı (%27,6) adenokarsinom, 357’si (%16) metastatik, 7’si büyük hücreli, 156’sı (%7) hücre tipi belirsiz olarak bulundu. Hastalarımızın
farklı patolojik materyallerden histolojik tip farklılığı 32’sinde (%0,8) rapor
edilmiş olup, nihai karar, biyopsi ve immünohistokimyasal boyamalarla
verildi.
Akciğer kanseri tanısı konulmuş hastaların 712’si (%31,9) yatırılarak tetkik edilmişken diğerleri ayaktan takip edilerek teşhis konulmuştur.
Sonuç: Akciğer kanseri teşhisi için tüm yöntemlerin kullanıldığı hastanemizde patoloji laboratuarımızda immünohistokimyasal tetkikler de yoğun bir şekilde kullanılarak hızlı bir şekilde sonuç verilmektedir.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, patolojik tanı, histolojik tip
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELERİ
Tablo 1. Nükleolar survivin ekspresyonu
SS055
Akciğer kanseri hastalarında tamamlayıcıalternatif tedavi kullanımı ve nedenleri
Meral Acar1, Ömer Özbudak1, Hülya Dirol1, Hakan Şat Bozcuk2
Nükleolar survivin
ekspresyonu
Evre
1A
Evre
1B
Evre
2A
Evre
2B
Evre
3A
Evre
p
3B değeri
Negatif (%)
1(9.1) 5 (45.5) 2 (18.2) 1 (9.1) 1 (9.1)
1(9.1)
Pozitif (%)
1(6.3) 5 (31.3) 2 (12.5) 2 (12.5) 6 (37.5)
0 (0)
0.532
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı, Antalya
1
2
Tamamlayıcı alternatif tedavi (tedavi yaptığı ileri sürülen, ancak bu etkileri bilimsel metotlarla kanıtlanamayan tedavi) yöntemlerine birçok kanser
hastası tarafından gittikçe artan sıklıkla başvurulmaktadır. Akciğer kanseri
tanısı almış hastaların başvurdukları tamamlayıcı alternatif tıp yöntemlerini ve bu davranışlarını etkileyen unsurları araştırmak üzere yapılan bu
çalışmada, hastalarla yüz yüze görüşülerek Tamamlayıcı - Alternatif Tedavi (TAT) soru formu, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HAD)
ve EORTC QLQ - LC13 anketleri kullanıldı. Yaş ortalaması 62.65 olan
24 kadın, 141 erkek olmak üzere toplam 165 hasta çalışmaya alındı. Çalışmaya katılan 165 hastadan 10’u kadın, 51’i erkek olmak üzere toplam
61 (%36.96) hasta en az bir çeşit TAT kullanıcısıydı. TAT kullanan ve
kullanmayan hasta grupları arasında yaş, cinsiyet, eğitim durumu, gelir
düzeyi, yaşadıkları yer, patolojik tanı, hastalıklarının evreleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı. TAT kullanan hastaların çoğunun doktorlarını
bu konu hakkında bilgilendirmediği tespit edildi. Alternatif tedavi kullanan hastaların en çok başvurdukları alternatif tedavi yöntemleri bitkiler,
dua ve dini uygulamalardı. Anksiyetesi olan hastalarda TAT kullanımının
anksiyetesi olmayan hastalara göre daha fazla olduğu saptandı. TAT kullanan hastaların psikiyatriste başvurma ve antidepresan kullanma oranları,
alternatif tedavi kullanmayanlardan anlamlı olarak daha yüksekti. Sonuç
olarak TAT kullanımının hastaların sosyoekonomik, sosyokültürel ve tıbbi
özelliklerinden çok yaşadıkları anksiyete düzeyi ile korele olduğu bulundu.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, Anksiyete, Tamamlayıcı Alternatif Tedavi
SS056
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri
hastalarında survivin gen ekspresyonunun
araştırılması
Sadettin Kamat1, Engin Aynacı2, Yasemin Müşteri Oltulu3, Pınar Yıldız1,
Ender Coşkunpınar3, Neslihan Akanıl1, Onur Kum1, İlhan Yaylım3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Moleküler Tıp Anabilim Dalı,
İstanbul
1
2
3
Akciğer kanseri tüm kanser türleri arasında görülme sıklığı olarak ikinci
sırada, kanser sebepli ölümler arasında ise ilk sırada gelmektedir. Survivin
geni 17q25 kromozomal bölgesinde lokalize ve 142 aminoasitten oluşan
bir gendir. Survivin (BIRC5) apoptozisi düzenleyen önemli bir protein ailesi olan apoptozis proteinlerinin inhibitörü (IAPs) olarak ilk bulunan inhibitörlerden biridir ve özellikle kanser hücrelerinde ekspresyonu gerçekleşir.
Survivin gen ekspresyonundaki değişiklikler akciğer kanserine hassasiyet
sağlar. Survivin geni promoter bölgesi üzerinde tanımlanmış olan -31G/C
varyantının survivin geninin aşırı ekspresyonu ile ilişkili olduğu ve kanser
hücrelerinde hem protein hem de mRNA düzeyinde artışa sebep olduğu
bildirilmiştir. Survivin genindeki bu aşırı expresyonun çok çeşitli malignansileri içeren kanser türlerinde hastalık gelişimi, nüksü ve prognozu ile ilişkili
olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada survivin gen ekspresyon seviyesi ile
küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) arasında, hastalığın gelişimi
ile ilgili olası ilişkilerin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya opere edilmiş
27 KHDAK hastası dahil edildi. Yöntem olarak patolojik örneklerde immunohistokimya boyama metodu kullanıldı. Sonuç olarak survivin gen
ekspresyonu ile KHDAK arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı
tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, survivin, gen
ekspresyonu, genetik, biyobelirteç
Tablo 2. Sitoplazmik survivin ekspresyonu
Sitoplazmik survivin Evre Evre
ekspresyonu
1A
1B
Negatif (%)
Pozitif (%)
Evre
2A
Evre
2B
Evre
3A
Evre
p
3B değeri
0 (0) 3 (33.3) 2 (22.2) 2 (22.2) 1 (11.1) 1 (11.1) 0.288
2 (11.1) 7 (38.9) 2 (11.1) 1 (5.6) 6 (33.3)
0 (0)
SS057
Karsinoid Tümörler Nüks Eder Mi?
Mehmet Muharrem Erol1, Tayfun Kermenli1, Hüseyin Melek1, Ahmet Sami
Bayram1, Feyza Şen2, Elif Ülker Akyıldız3, Cengiz Gebitekin1
Uludağ Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, Bursa
1
2
3
Giriş: Akciğerin karsinoid tümörleri düşük malignite potansiyelli ve
nadir görülen akciğer tümörleridir. Akciğer kanserleri içerisindeki oranı
yaklaşık %3’tür. Tüm karsinoid tümörler içinde ise ortalama %25’i akciğerde yerleşmektedir. Tedavisi cerrahi rezeksiyondur. Biz bu çalışmamızda
karsinoid tümör nedeniyle cerrahi uygulanmış olan vakalarımızı inceledik.
Metod: 1995 ve 2013 yılları arasında karsinoid tümör nedeniyle opere
edilen 36 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların 23’ü
kadın (%64), 13’ü erkek (%36) ve ortalama yaş 45,9 idi.Bulgular: Hastaların ortalama takip süresi 98 ay (4-213 ay)olarak bulundu. Cerrahi teknik
olarak 3 hastaya sol pnömonektomi, 2 hastaya sol üst lobektomi, 6 hastaya sol alt lobektomi, 8 hastaya sağ bilobektomi infeior, 5 hastaya sağ üst
lobektomi, 5 hastaya sağ alt lobektomi, 5 hastaya sağ orta lobektomi ve 2
hastaya sağ ana bronşa bronkotomi ile kitle rezeksiyonu uygulandı. Patolojik hücre tipi olarak 29 hastada Tipik karsinoid gelirken, 7 hastada atipik
karsinoid olarak raporlandı. Opere edilen 2 hasta daha önce dış merkezde
cerrahi uygulanıp sonrasında kliniğimize rekürrens ile başvuran hastalardı.
Takipleri süresince hastaların hiçbirinde nüks gözlenmezken bir hasta takibinin 10.yılında yandaş hastalıklar sonucunda kaybedilmiştir.
Sonuç: Akciğerin karsinoid tümörleri düşük malignite potansiyeline
rağmen uzak metastaz yapabilen ve nüks etme olasılığı olan tümörlerdir.
Bizim serimizde dış merkezlerden reoperasyon için tarafımıza refere edilen
olgular dışında nüks ya da rekürrens saptanmadı. Bu nedenle ilk operasyonda yeterli cerrahi uygulanan hastalarda oldukça nadiren nüksle karşılaşılacağını düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: Akciğer,Karsinoid,Tümör
Tablo 1
Cinsiyet
n: 36
%
Kadın
23
64
Erkek
13
36
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
23
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Cerrahi Prosedürler
Cerrahi prosedür
n: 36
%
Sol pnömonektomi
3
8
Sol üst lobektomi
2
5,5
Sol alt lobektomi
6
17
Sağ bilobektomi inferior
8
22
Sağ üst lobektomi
5
14
Sağ orta lobektomi
5
14
Sağ alt lobektomi
5
14
Sağ ana bronşa bronkotomi
2
5,5
SS058
Hekimlerin, Hasta Yakınlarının ve Toplumun
Akciğer Kanseri Tanısının Söylenmesine
İlişkin Görüşlerinin Değerlendirilmesi
Bulgular: 2012 yılında SGK rakamlarına göre 49.264 akciğer kanserli
hasta tedavi görürken, yıllık artış %3 civarında olduğundan 2013 yılı beklentisi 50.742 olarak hesaplanmıştır. Bunların 30.000 civarı, yeni teşhis
edilmiş akciğer kanseri vakalarıdır.
2013 yılında hastanemizde ICD C34 kodu konulan 9009 hasta, 41737
kez poliklinikte muayene edilmiştir (hasta başına 4,6 başvuru). Bunlardan 2354 hasta 2879 kez hastanemize yatırılarak teşhis ve tedavisi yapılmış. 403 hastamıza cerrahi rezeksiyon uygulandı. 1612 hastaya 9014
kemoterapi seansı uygulandı. 630 hastaya girişimsel bronkoskopi ile müdahalede bulunuldu.Akciğer kanserli hastalarımızın %37,3’ü yassı epitel
hücreli, %34,4’ü adenokarsinomlu, %16,5’u da küçük hücreli karsinom
olarak raporlanmıştır.Hastalarımızın 554’üne (%23,5) tanı, evreleme ve
tedavi amacıyla cerrahi işlemlerle (açık akciğer biyopsisi, mediastinoskopi,
torakotomi), 955’ine (%40,6) bronkoskopik işlemlerle, 559’una (%23,7)
Transtorasik ince iğne aspirasyonu, 183’üne (%7,8) plevra sitolojisi ve/
veya biyopsisi, 96’sına (%4,1) lenf bezi biyopsisi ve 7’sine de (%0,3) balgam sitolojisiyle akciğer kanseri tanısı konulmuştur. 184 kişiye de, bronkoskopiye ilaveten balgam, TTİA, plevral sıvı, lenf bezi biyopsisi gibi birden fazla yöntemle teşhis konulmuştur.
Sonuç: SGK kayıtlarına göre yıllık akciğer kanserli hastaların %8’ine
teşhis konulup, opere edilenlerin %12’si ve girişimsel bronkoskopi yapılan hastaların da %61’inin hastanemizde gerçekleştirildiği sonucuna
varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, tanı, tedavi
Önder Utku Datlı, Pınar Çelik, Yavuz Havlucu, Tuğba Göktalay, Ayşın Şakar
Coşkun, Arzu Yorgancıoğlu
GÖĞÜS CERRAHİSİ
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Akciğer kanseri tanısının, hastanın kendisine söylenmesi önerilmektedir;
ancak bu durum hekimler için oldukça zor bir görev olarak algılanmaktadır. Ülkemizde genellikle hasta yakınlarına bırakılan bir karar olan, akciğer
kanserli hastalara tanının söylenmesi konusunda tanı koyan, tedavi veren hekimlerin, birinci derece akrabası akciğer kanserli hasta yakınlarının
ve toplumun görüşlerinin değerlendirilmesi amacı ile bir anket çalışması
düzenlendi.Çalışmaya yaş ortalaması 39.37±11.44 olan 170’i kadın toplam 310 olgu alındı (100 tıp hekimi,110 hasta yakını,100 sağlıklı gönüllü).
Hekimlerin %46’sı kliniğinde kanser tedavisi(KT/RT) uyguluyordu. “Akciğer kanseri tanısı alsaydınız tanıyı öğrenmek ister miydiniz?” sorusuna
olguların %84.5’i “evet” yanıtı vermişti, gruplar arasında dağılım benzer
bulundu (p>0.05). Hekimlerin %72’si akciğer kanseri tanısını hastalarına söylerken, kanser tedavisi uygulayan hekimlerde %89.1, uygulamayanlara (%57.4) göre yüksek bulundu (p<0.05). Akciğer kanseri tanısını
zamana yayarak anlayabileceği şekilde duyma isteği hekimlerde %19 toplumda %34 ve hasta yakınlarında %59 oranında saptanmıştır (p<0.05).
Yaşam süresi hakkında bilgi alma, kanser tedavisi uygulayan hekimlerce
(%77) uygulamayan hekimlere (%56) göre daha fazla önemsenmektedir
(p<0.05). Tedavi tipleri ve yan etkileri ile ilgili bilgi almayı tüm katılımcılar
(%90.8) önemsemekteyken (p>0.05), yaşam kalitesi bilgisi hasta yakınları (%87) tarafından, toplum (%65) ve hekimlere (%63) göre; daha fazla önemsenmektedir (p<0.05). Yaşam kalitesi kanser tedavisi uygulayan
hekimlerce (%76.7), uygulamayan hekimlere (%48.8) göre, daha fazla
önemsenmektedir (p<0.05). Araştırmaya katılanların çocuk sayısı arttıkça
son dönemlerini aile ile geçirme isteği de artmaktadır (p<0.05).Hekimlerin hasta ve yakınlarına tanıyı anlayabilecekleri şekilde bilimsel verilerle,
gereğinde zamana yayarak söylemesinin, tedavi ve yan etkiler hakkında
bilgilendirme yapmasının, hastanın yaşam kalitesini önemsemesinin, hastanın güvenini kazanmasını sağlayacağı ve bu durumun tedaviye uyumu
arttıracağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, hasta yakını, toplum
SS059
Akciğer Kanserli Hastalarımızın Seyri
Sedat Altın, Cengiz Özdemir, Murat Kıyık, Yusuf Başer, Serap Hastürk,
Celalettin Kocatürk, Adnan Sayar, Neslihan Akanıl
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: 2013 yılında hastanemizde tanı konulan veya tanı konulmuş
başvuran hastalarımızın durumunu ülkemiz verileriyle karşılaştırmakMateryal-Metod: Hastanemiz bilgi-işlem verileri ve patoloji laboratuar sonuçlarından faydalanılarak verilerimiz, SGK 2012 rakamlarıyla kıyaslandı.
24
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS060
Benign akciğer hastalıklarında
intraperikardiyal pnömonektomi
uygulamaları
Sami Karapolat1, Atila Türkyılmaz1, Mustafa Esat Yamaç1, Mehmet Kılıç1,
Yunus Karaca2, Dilek Kutaniş3, Celal Tekinbaş1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Anestezi ve Renimasyon Anabilim Dalı, Trabzon
1
2
3
Giriş: İntraperikardiyal pnömonektomi akciğerlerin tüberküloz, kronik
septik akciğer enfeksiyonları ve invaziv fırsatçı enfeksiyonlar gibi benign
hastalıklarında uygulanabilen özel bir cerrahi metottur.Materyal-Metod:
Ocak 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında benign akciğer hastalığı nedeni
ile intraperikardiyal pnömonektomi uygulanan 4 olgu; demografik özellikleri, belirtiler, etiyoloji-cerrahi endikasyon, lokalizasyon, perikart kapatılma
yöntemi, komplikasyonlar, mortalite, hastanede yatış süreleri ve kısa dönem takip sonuçları açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir.Bulgular: Olgulardan 2 tanesi erkek 2 tanesi kadın idi. Yaşları 34 ile 62 (Ortalama 46) arasında değişmekteydi. En sık belirtiler sık akciğer enfeksiyonu
geçirilmesi ve hemoptizi idi. 2 olguda tüberküloz, 1 olguda bronşektazi ve
1 olguda ise tüberküloz-aspergilloma etiyolojisine bağlı harap olmuş akciğer mevcuttu. 3 olguda akciğer ile mediasten arasındaki dens yapışıklıklar,
1 olguda ise hilusta diseksiyonu engelleyen büyük ve sert lenf nodlarının
bulunması nedeniyle intraperikardiyal pnömonektomi yapılmıştır. Olguların tümünde sol akciğer etkilenmişti. 3 olguda perikart primer olarak kapatılmış, 1 olguda ise perikart tam olarak açılmıştır. Postoperatif dönemde
kronik renal yetmezlikli 1 olguda pnömoni ve sepsis tablosu gelişmiş ancak
medikal tedavi ile düzelmiştir. Perikardın kapatılmadığı olgu postoperatif 3.
gün gelişen kardiyak arrest sonrasında kaybedilmiştir. Hastanede yatış süresi 11–22 gün (Ortalama 14 gün) idi. 4–7 aylık bir dönemde takip edilen
3 olguda enfeksiyon ve hemoptizi görülmemiştir.Sonuç: Benign akciğer
hastalıkları cerrahisinde uygulanabilecek intraperikardiyal pnömonektomi
hiler damarların kontrolü için kolaylık sağlamasına rağmen ciddi morbidite
ve mortalite oranlarına sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Benign akciğer hastalıkları; Perikart;
Pnömonektomi
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS061
SS062
Minimal İnvaziv Cerrahi ile Diyafram
Plikasyonu Uygulanan Hastalarda
Preoperatif ve Postoperatif FEV1
Değerlerinin Karşılaştırılması
Masif ciltaltı amfizemi ile birlikte olan
pnömomediastinum olgularına yaklaşım
İrfan Yalçınkaya1, Levent Alpay1, Mustafa Küpeli2, Mustafa Vayvada1, Özlem
Oruç3, Sibel Arınç3, Dilek Ernam3
1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Mediastinal amfizemin en sık nedenleri toraks travmaları endoskopik
prosedürler endotrakeal entübasyon veya spontan pnömomediastinumdur. Tedavide etyoloji, klinik semptomlar göre değişmekle birlikte çoğunlukla izlem ve beraberindeki patolojinin tedavisi yeterli olurken zaman
zaman servikal mediastinotomi ya da torakotomi ihtiyacı duyulmaktadır.
Kliniğimizde son on yıllık süre içerisinde yaşları 12-71 yaş arasında değişen toplam 15 vakada (5’i kadın, 10’u erkek) pnömomediastinum saptanmıştır (Ortalama yaş 40). Hastaların hepsine masif cilt altı amfizemi
sonrasında yapılan toraks tomografi dahil radyografik incelemelerle tanı
konuldu. 4’ünde endotrakeal entübasyonla yapılan nontorasik operasyon sonrasında, astımlı 2 hastada atak sırasında, 2 hastada spontan ve 7
hastada künt toraks travmasından sonra saptanmıştır. Travmatik vakaların
etyolojisi incelendiğinde, 4’ünde nedenin trafik kazası, 1 vakada toraksa
künt cisimle direk travma, 1 vakada postero-anterior yönde kompresyon
ve 1 vakada yüksekten düşme olduğu saptanmıştır. Travmatik pnömomediastinum olgularının 3’ünde aynı zamanda pnömotoraks eşlik ediyordu.
Tedavide pnomotoraksı olan olgulara tüp torakostomi ve su altı drenajı
uygulandı. Masif cilt altı amfizemli olgulara servikal mediastinotomi ile
pretrakeal fasya acılarak dekopresyon uygulandı. Olgular 4-15 gün arasında taburcu edildiler.
Masif mediastinal amfizemde bası bulguları varsa konservatif yaklaşımdan kaçınarak dekompresyon amacıyla kutanöz-subkutanöz insizyonlar,
iğne aspirasyonları, mediastinal kateter uygulanması ve servikal mediastinotomi gibi cerrahi prosedürler uygulanmalıdır. Konservatif yaklaşımın
yeterli olmadığı olgularda servikal mediastinotomi ile dekompresyon yapılması en radikal ve güvenilir yaklaşımdır.
Anahtar Kelimeler: pnömomediastinum, masif ciltaltı amfizem
Diyafram paralizisi ve evantrasyonu çok nadir görülmesine rağmen, solunumsal ve gastrointestinal semptomlara yol açabilen klinik bir tablodur.
Plikasyon ise, semptomatik vakalarda kullanılan cerrahi bir yöntemdir. Bu
yöntem torakotomi yoluyla uygulanırken, 1995 yılından beri video-yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) yoluyla da uygulanabilmektedir. Hem
bu patolojiye bağlı hem de torakotomiye bağlı solunum fonksiyon parametrelerinde değişen oranlarda düşmeler söz konusu olabilmektedir.Kliniğimizde 22.12.2009 – 10.04.2013 tarihleri arasında yani yaklaşık 3 yıl 3
aylık süre içerisinde minimal invaziv cerrahi ile toplam 20 vakaya diyafram
plikasyonu uygulandı. Aralıklı kontrollere çağrılan hastaların hepsine Mayıs ve Haziran 2013 tarihlerinde ulaşılıp kontrole çağırıldılar.
Tablo-1’de hastaların demografik özellikleri, klinik ve ameliyat bulguları
özetlenmiştir. Hastaların tümünde yakınmalar ortadan kalktı, yalnızca iki
hastada hafif de olsa yakınma devam etti. Takipler sırasında akciğer kanseri ve kalp krizi nedeniyle vefat eden iki hasta hariç tutulacak olursa, Tablo1’de ameliyat öncesi ve son yapılan kontrollerdeki FEV1 (FEV1: Zorlu
ekspirasyonun birinci saniyesinde atılan volüm) değerleri görülmektedir.
Solunum fonksiyon testleri olan 16 hastanın 12’sinde ise FEV1 değerleri
%13.9-78.4 arasında değişen oranlarda (ort. %33) düzelirken, 4 hastada
kayda değer olmayan oranda değişti.
Literatürde, torakotomi ile yaklaşımda olduğu gibi VATS plikasyonda
da, kısa ve uzun dönem takiplerde solunum fonksiyon parametrelerinde ciddi düzelmeler bildirilmiştir. Diyafram paralizisi ve evantrasyonunda, minimal invaziv cerrahi ile uygulanan plikasyonda da, başta FEV1
olmak üzere solunum fonksiyon parametrelerinde önemli oranda artış
gözlenmektedir.
Anahtar Kelimeler: diyafram, paralizi, evantrasyon, FEV1, plikasyon, minimal invaziv cerrahi
Serkan Özbay1, Şerife Tuba Liman1, Salih Topçu1, Aslı Gül Akgül1, Aykut
Eliçora2, Seymur Salih Mehmetoğlu1, Hüseyin Fatih Sezer1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli
Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi, Zonguldak
2
Tablo 1. Preoperatif dönem ve kontrol tarihindeki FEV1 değerleri
Şekil 1. Pnömomediastinumlu olguda masif ciltaltı amfizemi görünnümü
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
25
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Materyal-Metod: 2000-2013 yılları arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi kliniğinde primer retrosternal guatr tanısı
ile tedavi edilmiş 7 hasta yaş, cins, klinik ve laboratuar bulguları, lokalizasyon, cerrahinin tipi, patolojik tanılar, komplikasyonlar, morbidite ve
mortalite açısından retrospektif olarak incelendi. Bütün hastalar, akciğer
grafisi, boyun ultrasonografisi, bilgisayarlı toraks tomografisi ile değerlendirildi. Mediastinal dokular ile yakın teması ve /veya büyük triod dokusu
olan olgularda, komşu organ ilişkisini değerlendirmek için MRI çektirildi.
Yutma güçlüğü nedeniyle başvuran bir hastaya özofagografi ve özofagoskopi yapıldı.
Sonuçlar: Hastaların 4’kadın, 3’ü erkekti. Yaş ortalaması 62,8 di. Troid
dokusu hastaların 4’ünde sağ,birinde sol, 2 sinde bilateral mediastinal yerleşimliydi. İki hastaya median sternotomi, birine sol, 4’ine sağ torakotomi
ile müdahale edildi. Bütün hastalarda kitle total olarak eksize edildi. Kitlelerin histopatolojik incelemeleri koloidal guatr olarak rapor edildi. Mortailite 0. İki hastada yara enfeksiyonu, bir hastada postoperatif hipotroidi
tespit edildi.
Tartışma: Primer intratorasik guatrlarda tek tedavi şekli cerrahidir. Bu
hastalarda daha güvenli kanama kontrolü ve medistinal anatomiye daha
iyi hakimiyet sağlanabileceğinden, rezeksiyon için ekstraservikal yaklaşımlar tercih edilmelidir.
Anahtar Kelimeler: cerrahi, guatr, intratorasik
Şekil 2. Toraks BT transvers kesitlerde masif ciltaltı amfizemi ve mediastinal amfizem
görünümü
ASTIM ALLERJİ
SS063
SS065
Retrosternal guatr eksizyonunda servikal
Collar insizyonuna ek insizyonların
gerekliliği
Astımlı olgularda yoğunlaştırılmış soluk
havasında enflamatuar markerlar üzerine
larengofarangeal reflünün etkisi
Seymur Salih Mehmetoğlu1, Asşı Gül Akgül1, Salih Topçu1, Serkan Özbay1,
Hüseyin Fatih Sezer1, Şerife Tuba Liman1, Zafer Cantürk2, Zafer Utkan2
Ayşe Yılmaz, Ahmet Eyibilen, Şemsettin Şahin, İsmail Benli, Emre Kuyucu,
İlker Etikan
Kocaeli Üniversitesi, Göğüs cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli
Kocaeli Üniversitesi, Genel cerrahi Anabilim Dalı, Kocaeli
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tokat
1
2
Retrosternal guatrlar (RSG) genellikle transservikal yaklaşımla eksize
edilebilirlerse de, bazı durumlarda ek insizyon gerekebilir. Deneyimlerimize dayanarak, RSG’ın eksizyonunda ek insizyon gereksinimini belirleyen
faktörleri değerlendirmeyi ve bir algoritim oluşturmayı planladık.
Hastanemizde RSG nedeni ile 2006-2013 yılları arasında opere edilen
olgulardan yirmisinde Collar insizyon ile eksizyon gerçekleştirilememiş,
ek insizyon gerekmiştir. Bu olgulardan 5’ine parsiyel sternotomi, 13’üne
total sternotomi, 2’sine ise torakotomi uygulandı. Bir hastada pre-op, iki
hastada ise operasyona bağlı olarak vokal kord paralizisi saptandı. Bir hastada entübasyona bağlı trakea laserasyonu görüldü. Frozen incelemede
medullar tiroid karsinomu saptanan bir hastada rezeksiyon yapılamadı.
Total tiroidektomi uygulanan tüm hastalarda patoloji sonucu adenomatöz
guatr olarak öğrenildi.Transservikal yolla tiroidektomi gerçekleştirilemeyen
ve tiroidin aortik ark seviyesine kadar uzandığı olgularda ek insizyon gerekebilir. Tiroid aortik arkın altına uzanıyorsa, guatr lateral çapı 10 cm’in
üzerinde ise parsiyel sternotomi gerekebilir. Retrosternal guatr azigosun
kaudaline uzandığında, retrotrakeal ve/veya retroözefajiyal alana uzandığında, rekürren veya ektopik guatr olduğunda ise total sternotomi gerekebilir. Retrosternal guatra akciğer patolojisi eşlik ediyorsa veya guatr sol
atriyum seviyesine kadar uzanıyorsa torakotomi de gerekebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Retrosternal guatr, planjon guatr, insizyon
SS064
Primer intratorasik guatrlarda cerrahi
tedavi uygulamaları
Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik,
Mehmet Gökhan Pirzirenli, Tuba Apaydın, Ahmet Başoğlu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
Giriş: Primer intratorasik guatrlar tüm tüm mediastinal tümörlerin sadece %1’ini oluşturur. Trakeaya bası semptomlarının varlığı, patolojik tanı
konulması ve malignite gelişim riskleri cerrahi eksizyon endikasyonlarıdır.
26
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş: Astımlılarda enflamatuar marker ile ilgili çalışmalar literatürde
çok olmakla birlikte reflünün etkisinin araştırıldığı çalışmalar sınırlıdır.
Amaç: Astımlılarda ekshale soluk havasında(EBC) laringofaringeal
reflünün(LFR) inflamasyona etkisinin belirlenmesi.
Materyal-Metod: GrupI:sadece astımlılar (n=29), GrupII:LFR’si olan
astımlılar (n=33), GrupIII: sadece LFR’si olanlar (n=35) ve GrupIV:
kontrol grubu şeklinde ayrıldı. KBB bölümünde modifiye reflü semptom indeks(mrsi) anketi dolduruldu; direkt laringoskopi ile reflü bulgu
skorlaması(mrss) yapıldı. EBC örnekleri EcoScreen(Jaeger, Germany)
cihazıyla elde edildi ve -70 derecede saklandı. LTE4, NO, H2O2,8isoprostan (EM) düzeyleri EIA ile belirlendi.
Sonuçlar: Tüm grupların yaş,cinsiyet,eğitim düzeyleri ve prick sonuçları benzerdi (p=0.14, p=0.16, p=0.26, p=0.26). Gruplar karşılaştırıldığında isoprostan ve H2O2 düzeylerinde farklar saptandı (sırasıyla, p=0.019,
p=0.031). GrupI’in isoprostan düzeyi grupII ve III’ye göre daha yüksekti
(sırasıyla, p=0.045, p=0.018). GrupI’in H2O2 düzeyi grupIV’den daha
yüksekti (p=0.033). Tüm astımlılar ve sadece reflüsü olanlarda H2O2 düzeyleri kontrollere göre daha yüksekti (sırasıyla, p=0.013, p=0.034). Tüm
gruplarda prick pozitif olanların H2O2; riniti olanların isoprostan düzeyleri
daha yüksekti (sırasıyla, p=0.028, p=0.003). Yeni tanı astımlıların eski tanılı olgulara göre isoprostan düzeyleri daha yüksekti (t=3.210, p=0.002).
Tüm astımlılarda bazı solunum fonksiyon testi parametreleri (SFTp) ile
LTE4 ve isoprostan arasında pozitif;nitrit/nitrat, nitrat ve H2O2 arasında
negatif; GrupI’de LTE4, isoprostan ve nitrit arasında pozitif;nitrit/nitrat,
nitrat ve H2O2 arasında negatif; GrupII’de isoprostan ile pozitif; nitrit/
nitrat, nitrat ve H2O2 arasında negatif; GrupIII’de LTE4, isoprostan ve
nitrit ile pozitif; nitrit/nitrat ve nitrat ile negatif; GrupIV’de LTE4 ile pozitif;
diğer markerlar ile negatif yönde zayıf ve önemsiz ilişkiler saptandı. SFTp
ile EM arasındaki karşılaştırmaların önemli olduğu ilişkiler Tablo 2’de
özetlenmiştir.
Genel olarak ve tüm gruplarda mrsi ve rbss ile EM’ler karşılaştırıldığında pozitif yada negatif yönde zayıf ve genellikle önemsiz ilişkiler varken
bazıları ile ilişki saptanmadı. Grup II ve tüm astımlılarda mrsi ile nitrit
ve nitrat arasındaki ilişki önemliydi (sırasıyla, r=0.485, p=0.004, r=0.357, p=0.042; r=0.444, p=0.0001, r=-0.254, p=0.047). Gruplar genel olarak değerlendirildiğinde mrss ile LTE4 arasındaki ilişki önemliydi
(r=0.185, p=0.047).
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma: Çalışmamızda tüm astımlılar ve reflü grubunda havayolu
inflamasyonunun değerlendirilmesinde ekshale H2O2 ölçümünün faydalı
olduğu gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Astım, larengofarengeal reflü, enflamatuar markerlar (LTE4, NO, H2O2, 8-isoprostan), yoğunlaştırılmış soluk havası
ğini düşündürmüştür. obeziteye yönelik önlemlerin alınması astım kontrolü açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: astım, obezite, VKİ
SS067
Tablo 1. Çalışmanın dışlanma kriterleri
Ek hastalığı olanlar
Gebeler
Son 4 hafta içinde enfeksiyon öyküsü
≤18 yaş olanlar
Antiasit tedavi alanlar
Kontrol altında olmayan astımlı olgular
Aktif sigara içenler
Sigara içmiş ve içmemiş yeni tanılı astımda
inhale steroidlerin yoğunlaştırılmış oda
havasında ve kanda biyobelirteçlere etkisi
Berna Duman1, Bilun Gemicioğlu1, Nurhayat Yılldırım1, Nilgün Akdeniz2,
Sema Gazioğlu2, Günnur Deniz2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırmaları İnstitüsü, İmmünoloji Anabilim Dalı,
İstanbul
1
2
Tablo 2. SFTp ile EM arasındaki karşılaştırmalarda önemli olan ilişkiler
SFTp
EM
Tüm astımlılar
FEV1ml
nitrat
r=-0.256,p=0.048
Tüm astımlılar
PEFml
nitrit/nitrat
r=-0.265,p=0.041
Tüm astımlılar
PEFml
H2O2
r=-0.275,p=0.034
Sadece astımlılar (Grup I)
FEV1ml
nitrat
r=-0.393,p=0.035
Sadece astımlılar (Grup I)
PEFml
nitrit/nitrat
r=-0.374,p=0.046
Sadece astımlılar (Grup I)
FVCml
H2O2
r=-0.378,p=0.043
Sadece reflüsü olanlar (Grup III)
FEV1ml
isoprostan
r= 0.364,p=0.038
Kontrol grubu (Grup IV)
FVC%
isoprostan
r=-0.484,p=0.036
Kontrol grubu (Grup IV)
FEV1/FVC oranı
nitrat
r=-0.461,p=0.041
SFTp, Solunum fonksiyon testi parametreleri; EM, enflamatuar markerlar.
SS066
Obezite-Astım Fenotipi: Erişkinlerde
Obezitenin Astım Seyrine Etkisi
Zeynep Çelebi Sözener, Ömür Aydın, Dilşad Mungan, Zeynep Mısırlıgil
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı İmmunoloji ve Allerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Sigara çeşitli inflamatuar etkilerle astım tedavisini ve kontrolünü güçleştirmektedir.Sigara içen ve içmeyen yeni tanılı astımlılarda inhaler steroid
tedavisinin yoğunlaştırılmış oda havasında (EBC) ve kanda biyobelirteçlere etkisinin farklı olabileceği ortaya konmak istenmiştir.
Yeni astım tanısı alan 19 hastada tedavi öncesi ve tedaviden 3 ay sonra EBC ve kan örneği alındı, solunum fonksiyonları ölçüldü. 3.ay kontrolünde ACT yapılarak kontrol sağlandığı görülüp EBC ve kanda LTD4,
8-isoprostan çalışıldı. Olgu grupları arasındaki farklar ve tedavi öncesi ve
sonrası değerler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.19 hastanın yaş ortalaması
35,5±13,9 yıl olup, 10 (%52,6) hasta hiç sigara içmemiş, 9 (%47,4) hasta
halen sigara içmekte idi. Sigara içen ve içmeyenlerle, tedavi öncesi kan
ve EBC LTD4, 8-isoprostan düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p>0,05). Tedavi öncesi ve sonrası kan LTD4 ve
8-isoprostan ve EBC LTD4 düzeylerindeki değişimlerde sigara içmiş ve
içemiş grupta istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmazken (p>0,05),
EBC 8-isoprostan değerlerindeki düşüş sigara içmemiş grupta içmiş gruba
göre istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). LTD4 düzeylerinde her
iki gruptada tedavi sonrasında kanda artış olduğu dikkati çekmiş ancak
istatistiksel anlamlılık saptanamamıştır.
Sigara içen ve içmeyen astımlılarda kanda ve EBC’de ölçülen LTD4,
8-isoprostan düzeyleri ile tedavi öncesinde anlamlı fark gözlenememiştir.
Tedavi sonrasında ise sadece EBC 8- isoprostan düzeyi sigara içmeyen
grupta anlamlı olarak düzelme göstermiştir. Anlamlılık saptanmamış olsa
da tedavi sonrasında yüksek kalan LTD4 düzeyleri dikkat çekicidir. Bu nedenle klinik kontrol sağlansa da sigara içen hastalarda tedaviye yanıtı ön
görmenin zor olabileceğine karar verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Astım, LTD4, 8-isoprostan, sigara içen, yoğunlaştırılmış oda havası (EBC)
Giriş-Amaç: Obezite astım fenotipi son zamanlarda sıklıkla günlük
pratiğimizde karşımıza çıkmaktadır. Obez kişilerde astım ağır seyretmekte ve genellikle kontrol zor sağlanmaktadır. Bununla ilişkili mekanizmalar
hala daha tam netleşmemiştir. Biz bu çalışmada erişkinlerde obezitenin
astım kontrolü üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
Metod: Kliniğimize başvuran ve astım tanısı konulan hastalar çalışmaya
alındı. Hastaların vücut–kitle indeksleri (VKİ)hesaplandı ve astım kontrol
durumları değerlendirildi. Dosyaları incelenerek tanı anındaki VKİ değerlerine ulaşıldı. Bazal VKİ ve muayene anındaki VKİ arasındaki fark hesaplandı. Obezitenin ve yıllar içerisindeki kilo değişiminin astım kontrolü
üzerine etkisi araştırıldı.
Bulgular: Çalışma popülasyonu 29’u erkek, 189’u kadın toplam 218
hastadan oluşmaktaydı. Hastaların %79,3 ünün yaşları 35-65 arasında
değişmekteydi. %67,4 hastada hastalık süresi 10 yıldan daha uzun bulundu. %51,4 hasta obez, %30,4 aşırı kilolu ve %18,3 normal kilodaydı.
Kadınların hem tanı anında hem de muayene sırasında ölçülen VKİ’lerinin
erkeklere göre daha yüksek olduğu gözlendi. HT, DM, OSAS ve GÖRH
gibi komorbit hastalıkların VKİ artması ile birlikte daha sık görüldüğü saptandı. Optimal tedaviye rağmen obez ve kilolu hastalarda astım kontrolünün daha bozuk olduğu izlendi. %55,5 hastada takipte VKİ nin sabit
olduğu ve astım kontrolü bu hasta grubunda daha iyi olduğu gözlendi.
Remisyondaki hastalarında %81’in de ise VKİ stabil bulundu.
Sonuç: Obezlerde astım kontrolü daha kötü ve komorbit hastalık eşlik
etme oranı daha yüksek bulundu. Biz obezite ve eşlik eden komorbit durumların astım kontrolünü güçleştirdiğini saptadık. Takip esnasında kilo
alanlarda astım kontrolündeki; bize kilo verme ile astım seyrinin düzelece-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
27
SÖZEL SUNUMLAR
SS068
SMS ile Astma Kontrol Testi: Astım
Kontrolünü Değerlendirmede Kullanılabilir
mi?
Mehmet Atilla Uysal1, Dilşad Mungan2, Arzu Yorgancıoğlu3, Füsun Yıldız4,
Metin Akgün5, Bilun Gemicioğlu6, Haluk Türktaş7, Gülcihan Özkan1, İnsu
Yılmaz2, Mine İncioğlu3, Haşim Bpyacı4, Sibel Atış8, Aslıhan Yalçın9, Nazan
Gülhan Bayram10, Figen Deveci11, Didem Pulur5, Eylem Selcan Özgür8, Berna
Dursun12, Yılmaz Bülbül13, Ebru Sulu14, Veysel Yılmaz1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Allerji Bilim Dalı,
Ankara
3
Celal Bayar Üniversites Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Manisa, İstanbul
4
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
5
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalaıkları Anabilim Dalı, Erzurum
6
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Türkiye
7
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
8
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
9
Erzurum Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Erzurum
10
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
11
Elazığ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
12
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
13
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Trabzon, Ankara
14
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ce FEV1 değeri düzelmiştir (p=0,017). AKT açısından gruplar arasında
anlamlı bir değişikliğe rastlanmamıştır (sırasıyla 22.79, 22.85).
Sonuç: Yeni astım tanısı alan olgularda küçük hava yolu obstrüksiyonu
varlığına göre ultra ince partiküllü inhaler tedavi başlanması erken dönemde FEV1 değerinde anlamlı düzelme sağlamıştır. Bu durum uzun dönem
sonuçları henüz bilinmese de tedavi öncesinde küçük hava yolu tutulumunun irdelenmesi gerektiğini düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: astım, küçük hava yolu, ince partiküllü inhaler,
tedavi
1
2
Amaç: Astım Kontrol Testi (AKT), aslında İngilizce konuşan hastalar
için kalem-kağıt kullanılarak geliştirilmiştir. AKT’nin Türkçe versiyonunun
geçerliliği son zamanlarda gösterilmiştir. Bu çalışmada AKT’nin kalemkağıt versiyonu ve web tabanlı SMS kullanılması ile AKT toplam puanlarının kıyaslanmasını amaçladık.Yöntem: Bu çok merkezli çalışma 431
hastadan oluşmaktadır. Hastalar kağıt-kalem (N: 220) ve SMS (N: 211)
olmak üzere iki gruba randomize edilmiştir. Hastalara AKT’nin güvenilirliğini ve cevabını göstermek için ilk geliş, 10±2 gün ve 5±1 hafta ara ile
test uygulandı. Her vizitte hekimler hastaların kontrol seviyelerini değerlendirdiler.Sonuçlar: SMS ile AKT uygulanan hastalarda, Vizit 1 de hekim
değerlendirmesinde iç tutarlılık: 0.87 bulunurken, hekim değerlendirmesi
ve AKT arasında korelasyon 0.60 (p<0.001) olarak bulundu. AUC:0,82
ile kontrol altında olmayan hastaların saptanmasında, AKT 19 eşik değeri
alındığında, özgüllük %78, duyarlılık %77.5 idi.Yorum: AKT kağıt-kalem
veya SMS ile uygulandığında hastaların hekim değerlendirmesi ile yakın
ilişki gösterdiği bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Astım Kontrolü
SS069
Yeni tanılı astımda ultra ince partiküllü
tedavi başlanmasının kısa dönem etkileri
Gulden Pasaoglu Karakis, Berna Duman, Melahat Uygun, Bilun Gemicioglu
Istanbul Üniversitesi Cerrahpasa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastanesi Anabilim Dalı,
Immunoloji-Allerji Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Astımda inflamasyonun pek çok olguda küçük hava yollarına
da uzandığının gösterilmesi yeni tanılı olgularda rastgele tedavi başlanmasının sonuçlarının irdelenmesi gereğini akla getirmektedir. Bu amaçla yeni
astım tanılı olgularda rastgele başlanmış tedavilerin sonuçları retrospektif
olarak değerlendirilerek, küçük hava yolları tutulumu olanlarda ultra ince
partiküllü tedavi ile kuru toz inhaler tedavi başlanmasının erken dönem
sonuçları ortaya konmak istenmiştir.
Yöntem: 2010-2013 tarihleri arasında yeni astım tanısı almış ve rastgele inhaler tedavi başlanmış toplam 45 olgunun tedaviye başlamadan
önce ve tedaviden 3 ay sonra yapılan solunum fonksiyon testleri (SFT)
ve kontrol durumları (AKT) retrospektif incelenmiştir. Olgular arasından küçük hava yolu tutulumu (1-FEV3/FVC değeri %10 üzeri) olan 23
olgu seçilerek kullandıkları ultra ince partiküllü inhaler (siklesonid veya
beklometazon+formoterol) (n=15) ve kuru toz inhaler (budesonid veya
budesonid+formeterol) (n=8) başlanmış olanlar olarak 2 gruba ayrılmıştır. Grupların başlangıçta ve 3 ay sonraki SFT ve 3. ay AKT’leri karşılaştırılmıştır.Bulgular: Yaş ortalaması 42,6 olan 20-68 yaş arası 23 olgunun 15’i
(%65,2) kadın, 8’i (%34,8) erkektir. Küçük hava yolu obstrüksiyonu olup
ultra ince partiküllü inhaler ilaç kullanan olgular kuru toz inhaler kullananlarla karşılaştırıldığında 3 aylık erken dönemde istatistiksel anlamda sade-
28
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
KOAH
SS070
Komorbiditelerin KOAH değerlendirme test
(CAT) skoruna etkisi
Sibel Atış Naycı, Eylem Sercan Özgür, Cengiz Özge, Yasin Duman, Ahmet
İlvan
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Günümüzde CAT, KOAH’ın bireysel olarak hastaların üzerindeki etkisini değerlendirmek için umut vaat eden bir yöntem olarak önerilmektedir.
KOAH’lı hastalarda komorbiditelerin sık görüldüğü bilinmekle birlikte, bu
komorbiditelerin CAT skoruna etkisi hakkında az sayıda bilgi mevcuttur.
Bu çalışmada, stabil KOAH’lı hastalarda komorbiditelerin CAT ile değerlendirilen hastalığa spesifik sağlık durumu üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
CAT anketi yapılan 142 KOAH’lı hasta kesitsel olarak değerlendirildi.
Stabil dönemde solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), vücut
kütle indeksi, son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, doktor tanılı
komorbiditeleri (DM, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, kronik kalp
yetmezliği, depresyon) kaydedildi. Çoklu regresyon analizi ile komorbiditelerin CAT skoruna etkisi değerlendirildi.
Ortalama yaş 60.9 ±8.7, FEV1 %54.8±18.4 ve CAT skoru 14.16±7.4
idi. 97 hasta (%68.3) en az bir komorbiditeye sahipti. Kardiyovasküler
hastalık (%60.8), metabolik hastalıklar (%40.2) ve anksiyete/depresyon
(%21.6) en sık saptanan komorditelerdi. Komorbiditesi olan hastalarda
olmayanlara göre CAT skoru anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Tek
değişkenli analizde, komorbiditesi olan KOAH’lı hastalarda CAT skoru ile
yaş ve dispne arasında pozitif, FEV1 ile negatif korelasyon (her bir değişken için p<0.001) saptanırken komorbiditesi olmayan KOAH’lı hastalarda
bu parametrelerle korelasyon saptanmadı. Çok değişkenli analizde CAT
skorunun ana bağımsız belirleyicileri ileri yaş, dispne ve herhangi bir komorbidite varlığı olarak bulundu.
Bu veriler, KOAH’lı hastalarda CAT skoru üzerine FEV1 ‘in sadece sınırlı bir etkisinin olduğunu, ileri yaş, nefes darlığı ve komorbidite varlığının ise
önemli katkısı olduğunu göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, komorbidite, KOAH değerlendirme testi,
atak, hastane yatışı
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS071
Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Pratiğinde
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına
Yönelik Tedavi Yaklaşımları
Elif Şen1, Salih Zeki Güçlü2, Işıl Kibar3, Ülkü Bolol4, Hikmet Tereci5, Veysel
Yılmaz6, Onur Çelik7, Filiz Çimen8, Füsun Topçu9, Meltem Orhun10, Aylin
Konya11, İdilhan Ar11, Sevgi Saryal1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakülresi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
İstanbul Hospital, İstanbul
4
Adana Prof. Dr. Nusret Karasu Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Adana
5
Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Samsun
6
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
7
Erzurum Nihat Kitapçı Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Erzurum
8
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
9
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
10
Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul
11
Novartis İlaç
1
2
3
Giriş ve Amaç: Türkiye’de KOAH tanı ve tedavi yaklaşımları konusunda yeterli veri olmadığından gerçek yaşam koşullarında, göğüs hastalıkları pratiğinde KOAH tanısı alan hastaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Türkiye’nin tüm bölgelerini temsilen 8 ildeki
(Ankara 202, İzmir 236, İstanbul 316, Erzurum 108, Adana 131, Samsun
132 hasta) 11 merkezde (tıp fakültesi, eğitim- araştırma hastanesi, devlet
hastanesi, özel hastane) yürütülen çalışmada; >=40 yaş, KOAH tanılı,
son iki yıl içinde solunum fonksiyon testi ve sonraki 6 ay içerisinde KOAH
tedavi bilgisine ulaşılan hastaların dosya verileri değerlendirilmiştir.
Demografik özellikler, Eşlik eden hastalıklar
Yaş ortalaması 62,4 olan, 75’inin sigara öyküsünün olmadığı, FEV1/
FVC %70’in üzerindeki 406 hastanın 308’inde eşlik eden hastalık bilgisine
ulaşıldı, %86’sında en az bir eşlik eden hastalık vardı. %78,4’ü kardiyovasküler hastalıklardı.
Tedavi: Hastaların 113’ü (%10) monoterapi, 224’ü (%19,9) ikili, 536’sı
(%47,6) üçlü, 216’sı (%19,2) dörtlü tedavi alıyordu. Monoterapide en sık
kullanılan bronkodilatör uzun etkili antikolinerjik (LAMA) idi. 26 hasta tek
başına inhale kortikosteroid (İKS) kullanmaktaydı. İkili tedavide en sık İKS
ve uzun etkili beta2 agonist (LABA) kullanılıyordu. Tedavisinde İKS bulunan hastaların oranı %84,3’tü.
FEV1/FVC>=%70 olan hastalarda monoterapi, ikili, üçlü, dörtlü tedavi yaklaşımlarının dağılımı sırasıyla; %14,0, %24,4, %45,8, %13,1’di.
FEV1/FVC>=%70 ve FEV1/FVC<%70 olanlarda LAMA, LABA+İKS,
LABA+İKS+LAMA+metil ksantin (MTX) kullanımı her biri için sırasıyla
%10,8- %4,2; %21,2- %10,8; %13,1- %22,5 idi.
Sonuç: Gözlemsel niteliği ile klinik pratiği doğrudan yansıtan bu çalışmada; kılavuzlarda belirtilen tanı kriterlerine uyumu konusunda problem
olduğu, komorbiditeler yönünden kayıtlarda yetersizlik olduğu, kardiyovasküler hastalıkların en sık görülen komorbidite olduğu, çoklu tedavi rejimlerinin sık tercih edidiği ve İKS kullanımının yaygın olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Çoklu tedavi, gerçek yaşam, inhale kortikosteroid, KOAH tedavisi, kronik obstrüktif akciğer hastalığı
KOAH tedavi yaklaşımlarının dağılımı
Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri
Özellikler
n=1125
Yaş (yıl), Ort (SD)
62,8 (10,1)
Erkek cinsiyet, n (%)
920 (81,8)
Hastalık süresi (yıl), Ort (SD)
FEV1/FVC (%), Ort (SD)
5,3 (5,4)
66,2 (16,3)
FEV1/FVC>=%70, n (%)
406 (36)
FEV1 (L), Ort (SD)
1,5 (1,6)
FEV1 (%), Ort (SD)
50,2 (19,5)
Sosyal güvence varlığı, n (%)
1074 (97,5)
20 paket yılı üzerinde sigara öyküsü olanlar, n (%)
784 (81,5)
Sigara öyküsü olanlar, n (%)
973 (86,6)
Halen sigara içenler, n (%)
329 (29,3)
Sigarayı bırakmış olanlar, n (%)
644 (57,3)
Hiç sigara içmemiş olan, n (%)
151 (13,4)
Eşlik eden hastalık bilgisine ulaşılan hastalarda eşlik eden hastalıkların
dağılımını gösteren tablo:
Tablo 2. Eşlik Eden Hastalıklar
SS072
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığında
Sürfaktan Protein D düzeyinin hastalık
şiddeti ile ilişkisi
Elif Şen, Fatma Çiftci, Gökçen Arkan, Duygu Acar, Sevgi Saryal
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Şekil 1. Tüm hastalara uygulanan KOAH tedavi yaklaşımlarını gösteren grafik
Sürfaktan Protein D(SPD) tip 2 pnömositlerden salınan bir glikoproteindir. Surfaktan homeostazını sağlamanın yanısıra enfeksiyon ve allerjenlere
karşı defans mekanizmasında önemli bir rol oynar. KOAH hastalarında serum SPD düzeyleri belirgin şekilde yüksektir. Bunun KOAH patogenezinde
ve progresyonunda rolü olduğu düşünülmektedir. Bu klinik araştırmanın
amacı akciğere özgün bir biyobelirteç olduğu düşünülen SPD’nin KOAH
evresi ve şiddeti ile ilişkisini belirlemektir.
Araştırmaya ortalama yaşları 63,67±9,16 olan 64(5K, 59E) KOAH
hastası ve ortalama yaşları 53,80±8,23 olan 25(8K, 17E) sağlıklı kontrol
alındı. Olguların ayrıntılı tıbbi öyküleri, sigara içim öyküsü, mesleksel maruziyet ve komorbiditleri sorgulandı. Laboratuvar testleri(hemogram, üre,
kreatinin, ast, alt, lipid profili, CRP), arter kan gazı, akciğer grafisi, solunum
fonksiyon testleri(spirometri, difüzyon testi, akciğer volümleri) ve egzersiz
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
29
SÖZEL SUNUMLAR
testi(altı dakika yürüme testi) yapıldı. Hastaların KOAH değerlendirme
testi(CAT), Charlson Komorbidite ve StGeorge Yaşam Kalitesi Anketini
skoru belirlendi.
KOAH grubu GOLD’a göre evrelendiğinde evre 1’de 1(%1,7), evre
2’de 41(%68,3), evre 3’de 12(%20) ve evre 4’de 6(%10) hasta vardı.
6DYT mesafesi 454,94±104,12 metre bulundu. CAT skoru 11,5±8,24
hesaplandı. KOAH grubunun BMI’i (27,36±4,41) kontrol grubundan(29,49±4,00) düşük bulundu(p<0,05). SPD düzeyi KOAH grubunda(171,85±113,00), kontrol grubundan(106,80±46,68) anlamlı olarak yüksek bulundu(p<0,05). SPD düzeyi yaş, BMI, sigara, mesleksel
maruziyet ile ilişkili bulunmadı. KOAH evreleri ve SPD arasında anlamlı
ilişki saptanmadı.SPD ile pCO2 arasında istatsitiksel olarak anlamlı ilişki
saptandı(r:0,325;p:0,020). SPD ile sırasıyla FEV1(L), FEV1 yüzdesi ve
FEV1/FVC oranı arasında negatif ilişki görüldü(r:-0,266 p:0,042; r:-0,324;
p:0,013; r:-0,343; p: 0,008). Ayrıca difüzyon kapasitesi ile SPD arasında
negatif ilişki saptandı(r:-0,283; p: 0,034).Sonuç olarak SPD, KOAH’da
solunum fonksiyon kaybı, karbondioksit düzeyi ve difüzyon kapasitesi ile
ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: Sürfaktan protein d, KOAH, solunum fonksiyonu
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo. GOLD A,B,C,D grupları arası karşılaştırmalar
A
B
C
D
p değeri
%FVC
92,27±2,47
93,60±3,07
75,33±4,06
67,32±3,17
<0,001
%FEV1
70,48±1,99
64,43±1,34
47,13±4,41
38,12±2,57
<0,001
FEV1/FVC
60,60±1,13
55,80±1,43
47,53±2,30
43,63±1,98
<0,001
%RV
147,97±6,19
145,60±7,11
180,53±16,18
198,68±13,90
<0,001
RV/TLC
49,75±1,29
49,39±1,65
59,80±3,13
62,37±2,59
<0,001
PaO2
68,0±1,56
63,86±1,48
61,87±2,34
59,70±2,53
0,01
38,14±0,54
35,96±1,19
37,88±1,19
40,57±1,10
0,01
442±15,03
400,60±23,16
<0,001
6,86±0,32
15,76±0,90
<0,001
PaCO2
6 dakika
yürüme
mesafesi
CAT skoru
504,14±12,58 470,85±18,47
4,75±0,44
17,04±1,44
SS073
SS074
GOLD A, B, C, D gruplarında solunum
fonksiyon testleri, egzersiz kapasitesi ve
sağlık durumu
KOAH’ta fiziksel aktiviteyi etkileyen
faktörler
Elif Şen, Fatma Çiftçi, Gökçen Arkan, Duygu Acar, Pınar Önen, Banu Gülbay,
Öznur Yıldız, Turan Acıcan, Sevgi Saryal, Gülseren Karabıyıkoğlu
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: Kronik obstrüktif akciğer hastalığında (KOAH) değerlendirme
hastalık ağırlığı, sağlık durumuna etkileri, gelecek riskleri belirlemeyi hedeflemektedir. GOLD rehberinde hastalığın birleşik değerlendirmesine
dayalı olarak A,B,C,D grupları tanımlanmıştır. Bu çalışmada A,B,C,D
sınıflandırmasına göre hastalık ağırlığı belirlenen KOAH’lı hastalarda solunum fonksiyon testleri, egzersiz kapasiteleri ve sağlık durumunun değerlendirilmesi amaçlandı.Yöntem: Çalışmaya KOAH tanısı konulan 93
erkek, 7 kadın hasta alındı. Demografik veriler kaydedildi. Spirometrik
akım hızları, pletismografik olarak akciğer hacimleri, arter kan gazları
ölçüldü ve altı dakika yürüme testi yapıldı. SPSS 11.0 paket programı
kullanılarak gruplararası karşılaştırmalarda normal dağılıma uyan parametrelerde tek yönlü ANOVA, uymayanlarda ise nonparametrik olarak
bağımsız grup karşılaştırması yapıldı, sayısal değişkenler arası korelasyon
ilişkisine bakıldı.Bulgular: Ortalama yaş 63,73±9.11, BMI 26,23±4,22,
%FVC 83,80±18,84, %FEV1 57,50±18,15, FEV1/FVC 53,29±10,62,
%TLC 108,73±19,17, %RV 164,99±54,97, RV/TLC 54,25±11,40 olarak bulundu. A,B,C,D grupları arasında yaş, BMI, paket-yıl, %TLC, pH
ortalamaları arasında anlamlı farklılık saptanmadı. %FVC, %FEV1, FEV1/
FVC, %RV, RV/TLC, PaO2, PaCO2, 6 DY mesafesi, CAT skorları gruplararasında farklılık göstermekteydi (tablo-1). Hastaların CAT skorları ile
%FEV1 (r = -0,31, p=0,001), FEV1/FVC(r = -0,28, p=0,01), PaO2(r =
-0,23, p=0,03), 6 DY mesafesi(r = -0,26, p=0,01) arasında anlamlı negatif korelasyon olduğu belirlendi.Sonuç: Bu çalışmada; GOLD A,B,C,D
sınıflandırmasında ekspiratuar akım kısıtlanması, akciğer hacimleri, arter
kan gazları, egzersiz kısıtlanmasında gruplar arasında farklılıklar olduğu
gösterildi. Bu yaklaşımda kullanılması önerilen CAT skorunun ekspiratuar
akım kısıtlanması, hipoksemi ve egzersiz kapasitesi ile ters orantılı olduğu belirlendi. Sonuç olarak hastalığın değerlendirilmesinde kullanılması
önerilen bu yaklaşımda, hastalığın fizyopatolojik etkileri gruplar arasında
farklılık gösterebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: KOAH, GOLD evre, solunum fonksiyonları, CAT
skoru, altı dakika yürüme testi
30
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Ezgi Özyılmaz, Yasemin Soydaş, Gülsüm Tezçağırır, Müjde Ocak, Ali Kocabaş
Giriş:KOAH’ta düşük fiziksel aktivitenin mortalite,morbidite üzerine
ciddi olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Fiziksel aktiviteyi etkileyen pek
çok faktör tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı stabil KOAH’lı hastalarda
fiziksel aktivite düzeyini etkileyen faktörlerin değerlendirilmesidir.Yöntem:
Şubat 2010- Ekim 2011 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran, halen
sigara içen veya bırakmış 248 stabil hasta alındı. Hastaların klinik, demografik özellikleri ve komorbiditeleri kaydedildikten sonra solunum fonksiyon
testleri, 6 dakika yürüme testleri yapıldı, MMRC dispne skorları ve BODE
indeksleri hesaplandı. Fiziksel aktivite düzeylerinin değerlendirilmesi için
“Uluslar arası Fiziksel Aktivite Anketi kısa form-7 gün” Türkçe versiyonu
kullanıldı. Düşük fiziksel aktivitenin risk faktörlerinin belirlenmesi için çok
değişkenli analiz kullanıldı.
Bulgular: KOAH’lı hastaların %76.2’sinde düşük fiziksel aktivite varlığı
saptandı. Fiziksel aktivite düzeyine göre orta ve yüksek FA olan hastalarla karşılaştırıldığında; düşük FA olan hastaların daha yaşlı, eğitim düzeyi daha düşük, daha yoğun sigara içicisi ve SFT parametrelerinin (pre
ve postbronkodilatör FEV1(L) ve (%), pre ve postbronkodilatör FVC(L)
ve (%), FEV1/FVC, DLCO, RV/TLC tümünün) istatistiksel anlamlı düzeyde daha düşük olduğu bulundu. Ayrıca, MMRC>=2 olan, BODE
indeks>=2, komorbidite sayısı>=3 olan hastalarda düşük fiziksel aktivite görülme sıklığının anlamlı düzeyde yüksek olduğu bulundu. Yaşa ve
cinsiyete göre düzeltilmiş çok değişkenli analiz sonuçlarına göre düşük
eğitim düzeyi (OR:2.12;%95 CI 1.05-4.28)(p=0.028), düşük post FEV1
(L)(OR:2.04;%95 CI 1.16-3.59)(p=0.013), MMRC skorunun>=2 olması
(OR:4.94;%95CI 1.40-17.34)(p=0.013) düşük fiziksel aktivitenin bağımsız göstergeleri olarak bulundu.
Tartışma: Sonuçlarımız düşük FA için risk faktörüne sahip olan hastalara verilecek eğitim ve önerilerin daha güçlü yapılması ve uygulanacak tedavi ve takiplere daha çok özen gösterilmesi gerekliliğini düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: KOAH, düşük fiziksel aktivite, risk faktörleri
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI
SS075
Astımlı çocuklarda lökotrien reseptör
antagonistlerinin yan etkileri
Semiha Bahçeci Erdem, Hikmet Tekin Nacaroğlu, Canan Şule Karkıner, İlker
Günay, Demet Can
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji
ve İmmünoloji Kliniği, İzmir
Giriş: Lökotrien reseptör antagonistleri (LTRA) on yıldan fazladır astım
tedavisinde yaygın şekilde kullanılan ilaçlardır. Lökotrien reseptör antagonistlerinin kullanımı arttıkça yan etkileri ile ilgili bilgilerimiz de artmaktadır.
Amaç: Çalışmamızda LTRA kullanan astımlı hastalarımızda gözlediğimiz yan etkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 5 yıllık bir dönemde astım ya da early wheezing nedeniyle
sadece LTRA tedavisi başlanan 1024 hasta çalışmaya alınmıştır. Bu hastalarda lökotrien reseptör antagonistlerinin yan etkileri retrospektif olarak
araştırılmıştır. Yan etkiler psikiyatrik ve non-psikiyatrik diye 2 ye ayrılmıştır.
Bulgular: Yan etki gözlenen toplam 41 (%4) hastanın %67,5’i erkek
ve yaş ortalaması 6,5 yaş bulunmuştur. Astımlı hasta %63,41, early wheezingli hasta %36,58 idi. Yan etkilerin ortaya çıkmasında hastanın cinsi,
yaşı ve tanısının (early wheezing ya da astım olması) etkili olmadığı saptanmıştır. Yan etkilerin ortaya çıkma süresi ortalama ilk 1 ay idi. En sık
görülen psikiyatrik yan etki hiperaktivite, nonpsikiyatrik yan etki ise karın
ağrısı olarak kaydedildi.
Sonuç: Çocuklarda lökotrien reseptör antagonistlerinin yan etkileri sık
görülmektedir. Bu nedenle hastalar yan etkiler açısından tedavinin başında bilgilendirilmeli ve belirli aralıklarla değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Lökotrien reseptör antagonistleri, yan etki, astım
Şekil 1. Tüberküloz hastaları ve kontrol grubunun katelisidin düzeyleri (0.95±1.33
ng/mL ve 0.35±0.51 ng/mL, p=0.01)
SS076
Akciğer tüberkülozlu çocuklarda
bronkoalveolar lavaj sıvısında
antimiktobiyel peptit cathelicidin (LL- 37) ve
β-defensin 2 düzeyleri
Erkan Çakır1, Emel Torun2, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu3, Esin Çetin
Aktaş4, Ufuk Topuz3, Günnur Deniz4
Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
2
Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi Bilim Dalı, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deneysel Tıp Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul
Şekil 2. Tüberküloz hastaları ve kontrol grubunun defensin düzeyleri
1
Giriş: Antimikrobiyal peptit cathelicidin LL- 37 /hCAP-18 ve human
β-defensinler (hBD) solunum yolunun mikroplara karşı doğal bağışıklık
cevabında anahtar roloynamaktadırlar. Bu çalışmanın ana amacı bronkoalveolar lavaj (BAL) sıvısında akciğer TB’lu çocukların LL- 37 and hBD- 2
düzeylerinin kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır.Metod: Belirtilen peptitlerin konsantrasyonları immunosorbent assays (ELISAs) yöntemi ile ölçülmüştür.Sonuçlar: Çalışmaya 40 TB hastası ve 40 sağlıklı kontrol alınmıştır.
Hastaların ortalama yaşları sırasıyla 9.2±4.7 ve 8.3±4.2 (p=0.97) olarak
bulunmuştur. İki grup arasında cinsiyet, vücut kitle indeks skoru, relatif tartı ve vitamin D düzeyleri bakımından fark bulunamamıştır. TB’lu hastaların
LL-37 seviyeleri kontrol grubuna göre istatistiki olarak anlamlı düzeyde
yüksek bulunmuştur (0.95±1.33 ng/mL ve 0.35±0.51 ng/mL, p=0.01,
t=2.54). TB’lu hastaların hBD- 2 seviyeleri de kontrol grubuna göre yüksek bulunsa da istatşistiki anlamlılığa erişmediği görülmüştür (0.30±0.58
ng/mL ve 0.14±0.30 ng/mL, p=0.11). LL- 37, hBD-2 ve vitamin D düzeyleri arasında korelasyon bulunamamıştır.Sonuç: Sonuçlarımız LL- 37
and hBD-2’nin çocukluk çağı akciğer TB patogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini göstermiştir. Bilgilerimize göre çalışmamız literatürde konu
ile ilgili çocuklarda yayınlanan ilgili ilk rapordur.
Anahtar Kelimeler: Antimikrobiyal peptit, çocuk, defensin, katelisidin, tüberküloz
SS077
Hışıltılı Çocuklarda Sigara Maruziyetinin
Nazal Anti-Oksidan Düzeylerine Etkisi
Özge Yılmaz1, Ahmet Türkeli1, Ece Onur2, Sema Bilge2, Hasan Yüksel1
1
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Solunum ve Allerji Bölümü, Manisa
2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Manisa
Giriş: Hışıltılı çocuklarda pasif sigara maruziyeti var olan akciğer hasarı
ve inflamasyonunu arttırır. Hışıltılı çocukta sigara maruziyeti kronik obstrüktif akciğer hastalığına (KOAH) benzer şekilde oksidan strese neden olabilir. Bu nedenle sigara maruziyetinin hışıltılı çocuklarda antioksidanlarda
önemli ölçüde azalmaya neden olması beklenebilir.Amaç: Çalışmamızın
amacı pasif sigara maruziyetinin hışıltılı çocuklarda antioksidan glutatyon
seviyesine etkisini incelemektir.Yöntem: Polikliniğimizde izleme alınan 150
hasta çalışmaya alındı. Son iki ayda inhale ya da sistemik steroid kullanmış olan ve konjenital kalp hastalığı ya da kronik akciğer hastalığı olanlar
dışlandı. Olguların sosyodemografik özellikleri, hışıltı başlangıç zamanı ve
semptom skoru kaydedildi, nazal lavaj ve serum örneği alındı. Glutatyon
ve kotinin düzeyleri belirlendi. Kotinin seviyesinin 10 ng/mL den yüksek
olması pasif sigara maruziyeti göstergesi olarak kabul edildi. Semptom
skoru ve serum glutatyon düzeyi pasif sigara maruziyeti olan ve olmayan
iki grupta karşılaştırıldı.
Bulgular: Olguların 36’sında pasif sigara maruziyeti vardı. Gruplar
arasında anlamlı yaş farkı yoktu (sırasıyla 18.5 ± 8.2 ve 19.5 ± 8.9 ay,
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
31
SÖZEL SUNUMLAR
p=0.59). İlk hışıltı zamanı ve serum Ig E düzeyleri iki grup arasında benzerdi (sırasıyla p=0.94 ve p=0.83). Ancak bronşiolit semptom skoru sigara maruziyeti olanlarda anlamlı yüksekti (sırasıyla 1.6 ± 0.9 ve 0.9 ±
0.9, p<0.001). Glutatyon düzeyi sigara maruziyeti olan olguların nasal
lavajında anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla 1.6 ± 0.8 ve 1.3 ± 0.6).
Sonuç: Pasif sigara maruziyeti hışıltılı çocuklarda ciddi solunum sistemi
belirtileri ile beraberdir ve nazal lavaj glutatyon düzeyinin beklenmedik
şekilde artışı ile ilişkilidir. Bu durum oksidan strese karşı gelişen kompanzasyon mekanizmalarının sonucu olabilir.
Anahtar Kelimeler: Hışıltılı çocuk, pasif sigara maruziyeti, epitel bariyer bozukluğu, antioksidan stres
SS078
Akut Bronşiolit’te Hipertonik Salin
Tedavisinin Etkinliği: Randomize Çift Körlü
Bir Çalışma
Oya Koker, Şebnem Özdoğan, Gülşen Köse, Yıldız Yıldırmak
İstanbul Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Kliniği, İstanbul
Amaç: Çalışmamızda hastanemiz süt çocuğu kliniğinde hafif ve orta
ağırlıkta ilk atak akut bronşiolit tanısıyla yatan olgularda normal salin, %3
ve %5 hipertonik salin ile verilen salbutamol tedavisinin etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık.
Yöntem: Yaşları 1-24 ay arasında, akut bronşiolit tanısı ile hastanede
yatarak tedavi olan süt çocuklarında randomize, çift körlü bir çalışma planladık. Çalışmaya katılan 69 olguya normal salin, %3 hipertonik salin ve
%5 hipertonik salin salbutamol ile günde 3 kez randomize olarak verildi.
Olguların hastaneye yatışta, 48. saatte ve taburculuk sırasında modifiye
solunum değerlendirme skoru belirlendi. Solunum skorunda değişiklik ve
hastanede yatış süreleri karşılaştırıldı.Bulgular: Akut bronşiolit tanısı ile
hastaneye yatırılan toplam 69 bebeğin (E:47 ve K:22) ortama yaşı 7,1±
5,48 ay idi. Oluşturulan üç tedavi grubunun demografik özellikleri, tedavi
öncesi solunum skoru, RSV test pozitiflik oranı benzerdi (p>0,05). Tedavinin 48. saatinde yapılan değerlendirmede; %5 hipertonik salin-salbutamol kombinasyonu verilen grupta modifiye solunum skoru düşük bulundu
ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.125). Taburculuk sırasında; %5 hipertonik salin verilen grupta modifiye solunum skoru diğer
gruplara göre anlamlı olarak düşük bulundu (p< 0.05). Hastanede yatış
süreside %5 hipertonik salin verilen grupta daha düşük (4,0±1,3 gün)
olup istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05).
Sonuç: Nebülize %5 hipertonik salin salbutamol ile kombine verildiğinde hafif ve orta bronşiolit tanılı olgularda semptomatik iyileşme sağladığı
gibi hastanede yatış süresini anlamlı olarak kısaltmıştır.
Anahtar Kelimeler: Akut bronşiolit, hipertonik salin, çocuk
SS079
Bronşiolitis obliterans tanılı çocuk
hastaların antimikrobiyal peptid
Cathelicidin (LL-37) ve Human β2 Defensin
düzeyleri
Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Yasemin Gokdemir2, Seda Zeynep
Uyan3, Abdurrahim Kocyigit4, Emel Torun5, Bulent Karadag2, Refika Ersu2,
Fazilet Karakoc2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
3
Kocaeli Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul
5
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Antimikrobiyal peptidler (AMP) doğal immun sistemin en önemli
bileşenlerinden olup hava yolu ile ilgili birçok hastalıkta önemli rol oynamaktadırlar. Değişik immun fonksiyonu olan bu peptidlerin düzeyleri farklı
solunum yolu patolojilerinde araştırılmış olmasına rağmen bronşiolitis obliteranslı (BO) çocuklarda AMP düzeyleri ile ilgili çalışma bulunmamaktadır. Amaç: BO çocuk hastaların katelisidin ve defensin düzeylerinin saptanması ve bunların kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmaktadır.
32
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Metod: Çalışmaya çok merkezli olarak, 2012-2013 Eylül tarihleri arasında
tanı konan 0-16 yaş arası çocuklar dahil edildi. Kontrol grubu yine aynı
yaş grubunda sağlıklı çocuklardan oluşturuldu. Serum cathelicidin (LL37)
ve β2 defensin düzeyleri ELISA yöntemi ile çalışıldı.Bulgular: Çalışmaya
%67 erkek toplam 63 BO hastası alındı. Hastaların ortalama yaşı 74±58
ay idi. Kontrol grubuna toplam 35 çocuk alındı. Kontrol grubu ile çalışma grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05).
Çalışma grubunda cathelicidin düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu. (p<0.001). Beta 2 defensin düzeyleri açısından
anlamlı fark bulunmadı (p> 0.05). Kontrol grubu çalışması hala devam
ettiğinden ön rapor olarak çalışma sunuldu.Sonuçlar: Çalışmamız postenfeksiyöz BO’lu çocuklarda antimicrobiyal peptidlerin düzeylerine dair ilk
çalışmadır. Ön rapora göre cathelicidin düzeyleri BO’lu hastalarda belirgin
yüksek çıkmıştır. BO’lu hastaların immun sisteminde AMP’lerin önemli rol
oynayabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşiolitis obliterans, cathelicidin,
defensin
SS080
Çocukluk çağında kronik öksürük: 505
olgunun analizi
Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Emel Torun2, Aysegül Dogan Demir2,
Mehmet Kucukkoc2, Selcuk Uzuner2, Ufuk Erenberk2, Mustafa Atilla
Nursoy3, Emin Ozkaya3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Alerji Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Kronik öksürük çocukluk çağında yaş gruplarına göre
çeşitli etyolojilerle oluşabilmektedir. Çalışmamızda; kronik öksürük olgularının demografik, klinik ve etyolojik özellikleri prospektif incelendi.Metod: Çocuk Sağlığı, Çocuk Göğüs Hastalıkları ve Çocuk Allerji bölümlerine
Ekim 2012-2013’de, 1 aydan uzun süreli öksürükle gelen hastalar çalışmaya alındı. Demografik, klinik ve etyolojik özellikleri analiz edildi.Bulgular:
Çalışmaya %50,5 i kız toplam 505 hasta alındı. Hastaların %23’ü 0-2 yaş,
%40’ı 2-6 yaş ve %37’si 6 yaş üstü idi. Eşlik eden en sık semptomlar
hırıltı ve balgamdı. Hastaların %51’inde RHY atağı, %32’sinde horlama,
%16’sında sık sinüzit ve otit, %14’ünde ise kronik burun akıntısı vardı.
Hastaların %60’ında ailede astım öyküsü mevcuttu. Muayenede %20 ronküs, %17 wheezing, %17 ekspiryumda uzama, %4 solunum seslerinde
azalma, %12 tonsil hipertrofisi, %7 pürülan geniz akıntısı vardı. Hastaların
aldıkları tanılar: atopik astım (%37,9, n= 181), allerjik rinit ve konjonktivit
(%27,7, n=140), erken başlangıçlı wheezing (%4,8, n=18), viral tetiklenen RHY (%17,8, n=90), pnömoni ve bronkopnömoni (%13,9, n=52),
laringotrakeomalazi (%1, n=3), bronşektazi (%6,3, n=32), kistik fibrozis
(%5,1, n=26), rinosinüzit (%6,3, n=32), reflü aspirasyon (%8,3, n=31),
tüberküloz (%5,1, n=26), bronşiolitis obliterans (%5,3, n=27), kronik
persistan pnömoni (%11,6, n=59), psikojenik öksürük (%5,3, n=27),
postnatal akıntı (%4,3, n=22), yabancı cisim (%1, n=4), konjenital hastalık (%1, n=5), postviral öksürük (%1,8, n=9), kronik tonsillit (%1.4,
n=7), adenoid vejetasyon (%11,6, n=59), viral enfeksiyon sonrası (%1.8,
n=9) idi.Sonuç: Çalışmamızda; çocukluk yaş grubunda en sık kronik öksürük sebebi astım, alerjik rinit ve viral tetiklenen RHY idi. Bu yaş grubunda kronik öksürüklerin çok çeşitli hastalıklardan kaynaklandığı görüldü.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, kronik öksürük, etyoloji
SS081
Astım Tanısı ile İzlenen Çocuklarda Vitamin D
Düzeyinin Mevsimle İlişkisi
Şebnem Özdoğan, Gizem Sarı, İbrahim Hakkı Aktan, Belma Aydın, Canan
Irmak
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Amaç: Vitamin D düzeyinin astımla ilişkisi konusunda bir uzlaşma
yoktur. Son yıllarda astım ile vitamin D ilişkisini gösteren pek çok çalışma yapılmıştır. Astım tanısı ile izlenen çocuklarda vitamin D düzeyi ve
mevsimle ilişkisi konusunda bir araştırma planladık.Yöntem: Astım tanısı ile izlenen yaşları 8-17 arasında olgular çalışmaya alındı. Olguların kış
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
mevsiminde (Ocak, Şubat, Mart) ve yaz sonunda (Ağustos, Eylül, Ekim)
hem vitamin D (serum 25 hidroksi vitamin D3) düzeyleri ölçüldü hem de
solunum fonksiyon testleri (SFT) yapıldı. Vitamin D düzeylerinin mevsimle
değişimi ve SFT arasındaki ilişki incelendi.Bulgular: Astım tanısı ile izlenen
56 çocuk (E: 26, K: 30, ortalama yaş: 11,9±1,97) çalışmaya alındı. Kış
döneminde bakılan ortalama vitamin D düzeyi:13,36±6,31 ng/ml bulundu. Kış dönemindeki vitamin D düzeyi ile SFT ve astım kontrolü arasında
anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Vitamin D düzeyi yaz sonunda ortalama
22,89±7,83 ‘e çıktı. Bu artış erkeklerde %74,6 iken, kızlarda %163,7 idi.
Yaz sonunda bakılan vitamin D düzeyi ile SFT arasında anlamlı bir ilişki
bulunamamıştır.
Sonuç: Vitamin D düzeyi cinsiyete ve mevsime göre değişiklik göstermektedir. Vitamin D düzeyi ile solunum fonksiyon testleri arasında anlamlı
bir ilişki gösterilememiştir.
Anahtar Kelimeler: Vitamin D, mevsimsel değişim, çocuk, astım
SS082
Çocuk uyku laboratuarında polisomnografi
yapılan çocukların klinik ve
polisomnografik özellikleri
Hatice Ezgi Aksu1, Yasemin Gökdemir2, Ela Erdem Eralp2, Nilay Baş İkizoğlu2,
Fazilet Karakoç2, Bülent Karadağ2, Refika Ersu2
cıyla yapılmaktadır. Çalışmamızda plikasyon cerrahisi sonrası hastaların
Solunum Fonksiyon Testi (SFT) değerlerinde meydana gelen değişiklikler
ışığında, diyafragma plikasyonunun solunuma katkısının bulunup bulunmadığının saptanması amaçlanmıştır.Metod: Kliniğimizde diyafragma
evantrasyonu veya paralizisi nedeniyle diyafragma plikasyonu operasyonu yapılan toplam 16 olgu prospektif olarak incelendi. Olguların hastanemize kabulü sırasında ve kontrol dönemlerinde çekilen PA akciğer grafileri
üzerinde, geliştirdiğimiz hesaplama yöntemi ile diyafragma evantrasyonu
miktarları hesaplanarak kayıt altına alındı. Preoperatif ve postoperatif
kontrol dönemlerinde yapılan solunum fonksiyon testlerindeki restriktif
solunum yetmezliği parametrelerinin (FEV1, FVC) değişim miktarları ile
evantrasyon seviyesi değişim miktarları istatistiksel analiz yöntemleri kullanılarak karşılaştırıldı. Postoperatif 12. ay kontrolünde olguların preoperatif ve postoperatif semptom seviyelerine yönelik olarak “daha iyi - aynı
- daha kötü” cevap seçeneklerini içeren memnuniyet anketi ile olguların
SFT değişim miktarları arasındaki uyumluluk incelendi.
Sonuç: Preoperatif değerlere göre evantrasyon miktarında postoperatif
1, 6 ve 12. aylarda %19 - 23 arasında değişen azalma saptandı. Buna karşılık FEV1 (lt) değerlerinde ortalama en fazla 0,2 lt, FVC (lt) değerlerinde
ise ortalama en fazla 0,25 lt artış tespit edildi.
Yorum: Sonuç olarak özellikle yetişkin hasta grubunda ve tek taraflı diyafragma evantrasyonlarında operasyon için hasta belirlenmesinde daha
seçici davranılması; evantre diyaframın mediastinal şift veya solunum yetmezliği kliniği oluşturduğu olgularda cerrahi düşünülmesinin daha uygun
olduğu kanısındayız.
Anahtar Kelimeler: Diyafragma, Evantrasyon, Paralizi, Plikasyon
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları basit horlama ile ağır uyku
apne sendromu arasında geniş bir spektrum oluşturur. Uyku ile ilişkili problemlerin ortaya konmasında kesin tanı yönemi polisomnografidir
(PSG). Bu çalışmanın amacı kliniğimizde PSG yapılan pediatrik hastaların değerlendirilmesidir.Metod: Mart 2012 tarihinden itibaren kliniğimizde
PSG yapılan 133 hastanın demografik verileri, Pediatrik uyku anketi, Pittsburgh uyku anketi ve polisomnografi sonucu değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 8.5±4.7 olan hastaların 71’i (%53) erkek idi.
Hastaların %50’sinde kronik horlama, %43.7 sinde ise nefeste durma olduğu aileler tarafından bildirildi. Ortalama pediatrik uyku anketi (PSQ) puanı 0.4±0.2, Pittsburgh uyku anketi puanı ise 5.7±3.5 idi. Polisomnografi
endikasyonu olarak ilk sırada %41 ile kronik horlama ve apne, ardından
kronik akciğer hastalığı ve iskelet deformiteleri %9.4’er sıklıkta gelmekte idi. Hastaların %40.8’inde polisomnografi normal, %10,4’ünde hafif,
6.4’ünde orta, 18.4’ünde ağır obstrüktif uyku apnesi (OSA), %2.4’ünde
ise santral uyku apnesi saptandı. Kronik horlaması olan hastalarda obstrüktif apne hipopne indeksi (OAHİ) anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p=0.023). PSQ puanı arttıkça OAHİ’nin arttığı saptandı (p=0.016).
Pittsburgh skoru ile OAHİ arasında korelasyon saptanmadı (p=0.91).
Anne veya baba horlaması ile OAHİ arasında anlamlı ilişki saptanmadı
(p=0.85, p=0.69). Hastaların %39.8’ine polisomnografi sonrası tedavi
başlandı. En sık başlanan tedaviler BİPAP (%37.2), nazal steroid (%27.9)
ve oksijen (%11.6) tedavisi idi.
Sonuç: PSG uyku ile ilişkili problemlerin ortaya çıkarılarak tanı konulması ve tedavi başlanmasında gerekli bir tetkiktir.
Anahtar Kelimeler: Uyku ile ilişkili solunum bozuklukları, polisomnografi, çocuk
GÖĞÜS CERRAHİSİ
SS083
SS084
Bronşektazide Cerrahi Tedavi
S Erkmen Gülhan, Leyla Nesrin Acar, Ertan Aydın, Pınar Bıçakçıoğlu, Ülkü
Yazıcı, Göktürk Fındık, Sadi Kaya, Ali Beyoğlu
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
Amaç: Solunum yolu enfeksiyonlarının gelişmiş medikal tedavisi sonucu bronşektazi sıklığı azalmıştır. Ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde halen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bronşektazinin cerrahi tedavisi de bu ülkelerde önemli rol oynar. Bu çalışmamızda,
retrospektif olarak incelediğimiz bronşektazi hastalarımızdaki cerrahi sonuçlarımızı sunduk.
Yöntemler: Kliniğimizde Ocak 1991 ile Aralık 2012 tarihleri arasında bronşektazi tanısı ile rezeksiyon yapılan 1273 hasta yaş, cinsiyet, etyolojik faktörler, semptomlar, lokalizasyon, uygulanan cerrahi yöntemler
ve uzun dönem takip sonuçları açısından retrospektif olarak değerlendirildi.Sonuçlar: Çalışmaya alınan 1273 hastaya (627 erkek, 646 kadın)
1308 operasyon uygulandı. Hastaların ortalama yaşı 30.19 (3-73 yaş)
idi. Otuz beş hasta bilateral hastalığından dolayı bilateral operasyon yapıldı. En sık semptom öksürük (1085;%85.23) idi. Uygulanan cerrahi
Yöntemler: Lobektomi (655;%50.07), pnömonektomi (175;%13.37),
segment rezeksiyonu (106;%8.1), bilobektomi (82;%6.26), lobektomi
ve segmentektomi (290;%22.17). Postoperatif mortalite görülmedi ve
122 hastada 128(%9.58) postoperatif komplikasyon görüldü. Hastaların
1225’i(%96.22) takip edilebildi. Bu hastaların ortalama takip süresi 4.3 yıl
(6 ay-10 yıl) idi. Ameliyattan sonra 751(%61.3) hastada asemptomatik,
437(%35.67) hastada iyileşme ve 37(%3.02) hastada cevap alınamadığı
veya kötüleşme olduğu görüldü.
Sonuç: Bronşektazide seçilmiş hastalarda cerrahi tedavi önemlidir ve
kabul edilebilir morbidite ve mortalite oranlarına sahiptir.
Anahtar
Kelimeler:
Bronşektazi,
rezeksiyon,
lobektomi,
pnömonektomi
Diyafragma evantrasyonunda cerrahi
plikasyon gereklimidir?
Serdar Özkan1, Ülkü Yazıcı2, Ertan Aydın2, Nurettin Karaoğlanoğlu2
Siirt Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Servisi, Siirt
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
1
2
Amaç: Diyafragma plikasyonu cerrahisi, evantre diyafragma nedeniyle
meydana gelen mediastinal şift, atelektazi ve akciğerde ventilasyon/perfüzyon uyumsuzluğu sonucunda oluşan dispneyi ortadan kaldırmak ama-
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
33
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS085
SS086
Akciğer Kist Hidatik Tedavisinde Videotorakoskopik Yöntemin Kullanılması
Acık Cerrahi Yapılan Pektus Ekskavatumlu
Hastalarında Gelişen Rekürrenste Nuss
Operasyonu
Levent Alpay1, Tunç Laçin1, İlhan Ocakçıoğlu2, Serdar Evman1, Mustafa
Vayvada1, Talha Doğruyol1, Hakan Kıral1, Volkan Baysungur1, İrfan
Yalçınkaya1
Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Van
1
2
Amaç: kliniğimizde akciğer kist hidatiğinde minimal invaziv cerrahi ve
torakotomi uygulanan hastaları karşılaştırarak iki teknik arasındaki avantaj
ve dezavantajları ortaya çıkarmaya çalıştık.
Metod: Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs
Cerrahisi’nde 2011 Ocak 2013 Ocak tarihleri arasında toplam yetmiş yedi
(53 erkek, 24 kadın) hasta akciğer kist hidatiği nedeniyle opere edildi.
Hastalarda yaş, drenaj, dren çekme süresi, kist çapı, operasyon süresi, kist
sayısı, kist yerleşim bölgesi (periferik, santral), kistin yerleştiği lob, yoğun
bakım yatış süresi, eritrosit süspansiyonu replasmanı gerekliliği, komplikasyon, taburculuk süresi, narkotik analjezik kullanma süresi ve vizüel analog
skala (VAS) açısından istatistiki analiz gerçekleştirildi.
Bulgular: 47 hastaya (%61.0) torakotomi yapıldı, 30 hasta (%38.9)
video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) ile opere edildi. Sekiz hastada
operasyona VATS ile başlandı, ancak sonrasında torakotomiye dönüldü.
Torakotomi grubunun drenaj miktarı, dren çekilme süresi, operasyon süresi, multiple ve/veya santral kist görülme oranı, narkotik analjezik kullanma
süresi ve VAS skorları VATS grubundan istatistiksel olarak anlamlı şekilde
yüksek saptandı (p<0.05). Postoperatif olarak her iki grupta da mortalite görülmedi. Torakotomi grubunda iki, VATS grubunda dört hastada
komplikasyon gelişti. Her iki grubumuzda da hastaların takiplerinde nüks
gözlenmedi.
Sonuç: Torakoskopinin yaygın olarak kullanıldığı günümüzde paraziter
bir hastalık olan AKH’nin cerrahi tedavisinde VATS kullanılmasının uygun
olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Video torakoskopik cerrahi, kist hidatik, akciğer
Tablo 1. Grupların Karakteristikleri
Mehmet Bilgin
Erciyes Üniversitesi, Kayseri
Amaç: Pektus Ekskavatumlu hastalarda Ravich operasyonu(Acık
Cerrahi) sonrası deformitenin tekrarlaması olasılığı vardır. Bu çalışmada
tekrarlayan deformitelerde uygulanan Minimal invazıv cerrahi olan Nuss
procedürü tartışılmıştır.
Gereç ve Yöntemler: 2006 Yılından sonra kliniğimizde Pektus Ekskavatumlu hastalara Minimal invaziv Cerrahi(MIRPE) olarak bilinen Nuss
Operasyonu uygulanmaya başlanmıştır. 2006 Haziran-2013 Aralık ayı sonuna kadar 110 hastaya Nuss operasyonu yaptık. Nuss operasyonu yaptığımız hastalardan 12’si ise daha önce Pektus ekskavatum nedeni ile Acık
cerrahi prosedür olan ve Ravich operasyonu olarak adlandırılan cerrahi
operasyonu geçirmiş ve deformiteleri tekrarlayan hastalar idi. Bu hastalar
Retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Hastalardan 4’ü kadın 8’i Erkekti ortalama yaşları16.2 olarak bulundu. Bu hastalardan En erken deformitesi tekrarlayan 14 yaşında idi ve üç yıl önce ravich operasyonu yapılmıştı. Hastaların kliniğimize
başvuru süreleri ilk ameliyattan ortalama3.7 yıl sonra idi. Bu vakalardan
7’si daha önceki ameliyatlarını da aynı klinikte olmuşlardı. Kalan 5 hasta
farklı kliniklerde ameliyat olmuşlardı. Bu Hastalara yapılan Nuss operasyonlarından birinde Ameliyat sonrası tansiyon pnomotoraks gelişti ve göğus tüpü takıldı. Üç hastada ise ileri derecede yapışıklıktan dolayı ameliyat
süresi uzadı. İki Hastada ise yatış süreleri ilk kez Nuss operasyonu yapılan
hastalara göre daha uzundu.Hiçbir hastada mortalite görülmedi.. Barlar
ortalama üç yıl içinde çekildi. Bar çekilmesi esnasında da her hangi bir
problemle karşılaşılmadı.
Sonuç: Ravich operasyonu sonrası rekürrens gelişen hastalarda yapılan Nuss presedürü ilk kez ameliyat olanlara göre daha titiz ve dikkatli
yapılması gereken bir ameliyattır. Bu seride vaka sayısının kısıtlı olmasına
rağmen Rekürrens ravich operasyonlarında yapılan Nuss operasyonunun
güvenli bir ameliyat olduğu kanaatine vardık.
Anahtar Kelimeler: Pektus ekskavatum, Rekürrens Ravich, Nuss
prosedürü
Thoracotomy
(Mean±SD)
VATS
(Mean±SD)
p
33,34±17,47
31,70±12,11
0,654
Drainage (ml)
422,34±244,02
308,33±217,78
0,041
SS087
Drain removal time (day)
2,95±1,46 (3)
2,20±0,93 (2)
0,031
6,35±2,69
6,53±3,35
0,791
Kliniğimizin 2013 Yılı Olgularının Analizi ve
2012 ile Karşılaştırılması
Operation time (min)
140,22±43,23
102,67±30,16
<0,001
Discharge time (day)
4,65±2,16 (4)
4,0±1,46 (4)
0,194
Days NA used
4,43±0,19 (4)
2,9±0,99 (3)
<0,001
VAS 1. Hour
8,45±0,86 (8)
7,87±1,01 (8)
0,018
VAS 24. Hour
6,57±0,90 (6)
4,77±0,94 (5)
<0,001
VAS 1. Week
5,21±1,37 (5)
2,73±1,39 (2,5) <0,001
Age (year)
Diameter (cm)
Cyst count
Peripheral-Central
Location of cyst
Complication
34
n (%)
n (%)
1
39 (%83)
30 (%100)
0,020
≥2
8 (%17)
0 (%0)
0,020
Peripheral
17 (%37)
24 (%80)
<0,001
Central
30 (%63)
6 (%20)
<0,001
Right lower
10 (%21,3)
6 (%20)
0,406
Right upper
6 (%12,8)
6 (%20)
0,406
Left lower
17 (%36,2)
14 (%46,7)
0,406
Left upper
11 (%23,4)
4 (%13,3)
0,406
Middle
3 (%6,4)
0 (%0)
0,406
No
45 (%95,7)
26 (%86,7)
0,201
Yes
2 (%4,3)
4 (%13,3)
0,201
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Hakan Kıral, Hakan Yılmaz, Serdar Evman, Levent Alpay, Serda Metin,
Mustafa Vayvada, Şenol Ürek, Aysun Mısırlıoğlu, Mine Demir, Cansel
Atinkaya, Çağatay Tezel, Volkan Baysungur, İrfan Yalçınkaya
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Amaç: Kliniğimiz vaka sayıları açısından ülkemizdeki en yoğun göğüs
cerrahisi kliniklerinden birisidir. Bu nedenle kliniğimizdeki ameliyatları
monitörize etmek amacıyla, 2013 yılında yapılan tüm cerrahi girişimler
analiz edildi, mortalite ve morbidite oranları saptandı. Bir önceki yıl ile
karşılaştırıldı.
Yöntem-Gereçler: Ocak 2013-Aralık 2013 tarihleri arasında kliniğimizde genel anestezi ile ameliyata alınan 1440 hastadaki 1692 cerrahi girişim çalışmaya dahil edildi. Bu olgulara yapılan ameliyatlar, morbidite ve
mortaliteler güncel olarak Excel dosyasına kaydedildi. Bu bilgiler ışığında
retrospektif olarak kliniğin 1 yıllık performans analizleri yapıldı.Bulgular:
Bir yıl içerisinde, toplam 249(%15) rijit bronkoskopi, 426(%25) mediastinoskopi, 403(%24) videotorakoskopi(VATS), 577(%34) torakotomi ve
37(%2) diğer cerrahi girişimler (mediastinotomi, sternotomi, laparatomi,
nuss vs.) uygulandı. Girişim sayılarında bir önceki yıla göre %12.7’lik bir
azalma saptandı. Diğer cerrahi girişimlerin oranı ciddi bir şekilde azalırken, torakotomi, mediastinoskopi ve VATS sayıları oransal olarak arttı.
276(%78) lobektomi, 3(%1) segmentektomi, 56(%16) pnömonektomi,
18(%5) sleeve rezeksiyonu içeren anatomik rezeksiyonlar yapıldı. Bir önceki yıla göre lobektomi oranları artarken, pnömonektomi ve sleeve lobektomi oranları ise azaldı. Toplam 15 olgu eksitus oldu. Mortalite oranı %0.9
ile aynı kaldı. Fakat pnömonektomi ve lobektomi için mortalite oranları sırasıyla %5.3 ve %2.7 ile anlamlı artış gösterdi. Bronkoplevral fistül(%2.8)
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ve hemoraji nedeniyle retorakotomi(%5.1) oranları da bir önceki seneden
yüksek çıktı.
Sonuçlar: Ameliyat sayıları oldukça yüksek olan kliniğimizde yapılan
tüm ameliyatları kapsayan yıllık analizler, hem kliniğin vaka spektrumunu
göstermesi hem de morbidite ve mortalite oranlarını vermesi nedeniyle
son derece faydalıdır. Ayrıca elde edilen veriler yıllar içindeki değişimleri
ve nedenlerini irdeleme imkanı sağlar. İleriye dönük projeksiyon ve planlama yapılmasına olanak verir.
Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, Komplikasyon, Mediastinoskopi,
Mortalite, Torakotomi, VATS
Tablo . Olguların özellikleri
Yaş- Tek Yaralanma Belirti ve Akciğer Cerrahi yaklaşım
cins saçma
bulgular filmi ve BT
giriş
yeri
Olgu 1 10-E
Sağ
skapula
mediali
Sağ Akciğer
Saçma
giriş izi,
ciltaltı
amfizem
Pnömotoraks,
tek saçma
Tüp torakostomi,
kapalı sualtı drenajı
Olgu 2 11-E Sol 1. İKA Sol Akciğer
Saçma
giriş izi,
ciltaltı
amfizem
Pnömotoraks,
tek saçma
Tüp torakostomi,
kapalı sualtı drenajı
Olgu 3 10-E
Saçma
giriş izi,
akut karın
Dalak
laserasyonu,
tek saçma
görüntüsü
Laparatomi,
splenektomi
Sol 10.
İKA
Diyafram,
dalak
SS089
İdiopatik Kostokondritis ve Mevsimsellik
Mertay Boran1, Ertay Boran2
Çankırı Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Çankırı
Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon Bölümü, İzmir
1
2
Şekil 1. İşlemlerin Dağılımı
SS088
Ergenlerin tehlikeli oyuncağı: havalı
silahlar
Hakan Taşkınlar1, Cankat Erdoğan1, Doğakan Yiğit1, Anıl Özgür2, Dinçer
Avlan1, Ali Naycı1
Mersin Üniversitesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Mersin
Mersin Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Mersin
1
2
Giriş: Havalı silahlar av, eğitim veya eğlence amacıyla (paintball) yaygın
olarak kullanılmaktadır. Ateşli silahlara nazaran kolay ulaşılan bu silahlar
“oyuncak” olarak algılanmakta ve genellikle ergen erkekler tarafından rağbet görmektedir. Amacımız havalı silahların son derece tehlikeli olduğuna
ve ciddi yaralanmalara yol açabildiğine dikkat çekmektir.Gereç-Yöntem:
2013 ve 2014 yıllarında acil servise havalı silah yaralanması ile gelen 3
olgu çalışmaya alındı.Bulgular: Hastalara ait veriler tabloda gösterilmiştir.
Sonuç: Havalı silahların namlu çıkış hızları ve doku penetrasyonları
düşük kalibreli silahlara yakın olup çocuklarda ciddi yaralanmalara yol
açabilmektedir. Bu nedenle havalı silahlar için mevcut yasal düzenlemeler
gözden geçirilmeli ve silah kapsamına alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, havalı silah, yaralanma
Giriş: İdiopatik kostokondritis(IC) anterior göğüs ağrısı ve belirsiz etiyoloji ile karakterize az bilinen bir hastalıktır. Bugüne kadar IC’nin mevsimsel
değişimini değerlendiren bir çalışma olmadı. Amacımız, IC için mevsimsel
değişim olasılığını incelemek ve mevsimsellik ile hasta özellikleri arasındaki
ilişkiyi araştırmaktı.
Metod: Göğüs Cerrahisi polikliniğinde 2009 ve 2013 yılları arasında göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran ve IC tanısı alan hastalar prospektif
olarak gözlemlendi. Hasta verileri cinsiyet, tanı tarihi, tanıya kadar geçen
zaman, solunum yolu enfeksiyonu ve tanı konulana kadar hastaların başvurduğu polikliniklere göre gruplandırıldı. Mevsimsellik ve mevsimsellik ile
klinik sonuçlar arasındaki ilişki araştırıldı.Sonuç: Bayanların(%58) çoğunlukta olduğu, ortalama yaşın 40,4±17,1 yıl olan 431 hasta değerlendirildi. Solunum yolu enfeksiyonu hastaların %30,4’da pozitifti (p<0.001)
ve hastaların %60,3’ü daha önce değişik uzmanlar tarafından değerlendirilmiş olmasına rağmen belirli bir süre için tanısız göğüs ağrısına sahipti.
IC en az olarak sonbahar(%21,1) (p <0.001) ve Eylül ayında (4,2%)(p
<0.001, figür 1) saptandı. Kış mevsimi hariç bayanların sıklığı erkeklerden
genel olarak fazla idi (p=0.006). Ortalama yaş(p=0.04) ve tanı anına kadar geçen zaman(p=0.002, Figür 2) açısından cinsiyet farkları saptandı.
Tartışma: IC’nin mevsimsel paterninin gözlemlenmesi akut göğüs ağrısı ile başvuran hastaların değerlendirilmesini kolaylaştırabilir. Mevsimsel
patern IC’nin klinik ifadesi ile değişik çevresel faktörler arasındaki potansiyel ilişkiyi gösterebilir.
Anahtar Kelimeler: mevsimler, kartilaj hastalıkları, kostal kondritis
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
35
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
uzanan veya akciğeri invaze eden mediasten kaynaklı tümörler karşımıza
çıkabilmektedir. İşte bu durumlarda birden fazla insizyonun kombinasyonu ile rezeksiyon gerekmektedir.
Materyal Metod: Biz bu çalışmamızda 1998-2014 yılları arasında kliniğimizde mediyastinal kitle nedeniyle eşzamanlı kombine operasyonlar
uyguladığımız 7 olguyu; tanıları operasyon şekilleri, rezeksiyon tipleri açısından değerlendirdik.Bulgular: Opere ettiğimiz olgularımızın altısı bayan
biri erkek olup ortalama yaş 55.6 (19-70) olarak hesaplandı. Olguların tanıları: Schwannoma, timik karsinom, iğsi ücreli malign mezanşimal tümör,
fibromatozis, yolk salk tümörü, timoma ve planjon guatr olarak raporlandı.
Olgular, tanıları, operasyon şekilleri ve rezeksiyon tipleri Tablo 1’de sunulmuştur. İki olgu operasyon öncesi kemoterapi aldı, kemoterapiye cevap
veren olgular opere edildi. Bu olgulardan birincisi iğsi hücreli malign mezenşimal tümör diğeri ise timoma tanılı olgulardı.
Sonuç: Dev/invaziv mediastinal kitleler için operasyon planlandığında
ek insizyonların gerekebileceği baştan düşünülmeli ve ameliyat planı ona
göre yapılmalıdır. Hasta pozisyonu gerekli donanım her iki insizyon için
yeterli olmalıdır. Mediastinal kitlelere yaklaşımda cerrahi ekip, ameliyat
sırasında karşılaşılan duruma göre muhtemel yapılacak yeni insizyonlara
hazırlıklı olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Mediasten, Cerrahi, Kombine
Tablo 1
Olgu Tanı
Şekil 1. 12 ay boyunca IC tanısına sahip hastaların dağılımı
Operasyon
Rezeksiyon
1
Schwannoma
Sol Trapdoor +
Shaw-Paulson insizyonu
Kitle Eksizyonu
2
Timik Karsinom
Median sternotomi +
Sol posterior torakotomi
Sol Pnömenektomi
3
İğsi Hücreli
Malign Tümör
Median sternotomi +
Sol torakotomi
Sol pnömonektomi
Kitle eksizyonu
4
Fibromatozis
Clamshell insizyon +
Sol torokotomi
Kitle eksizyonu
5
Yolk Salk Tümörü
Median sternotomi +
Sağ torokotomi
Kitle eksizyonu
6
Timoma
Median sternotomi +
Sol torakotomi
Kitle eksizyonu +
Sol plevral dekortikasyon +
Diafragma rezeksiyonu +
Akciğer wedge
7
Planjon Guatr
Median sternotomi +
Kitle eksizyonu
Sağ posterolateral torakotomi
ÇOCUK AKCİĞER HASTALIKLARI - 2
SS091
Şekil 2. IC’li hastaların aylara göre dağılımı ile tanıya kadar geçen ortalama zaman
arasındaki ilişki
SS090
Mediastinal Kitlelere Kombine İnsizyonlarla
Yaklaşım
Mehmet Muharrem Erol, Mehmet Ali Çolak, Hüseyin Melek, Ahmet Sami
Bayram, Cengiz Gebitekin
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa
Giriş: Göğüs Cerrahisi rutininde mediasten kaynaklı kitleler oldukça
sık karşılaşılan bir hasta grubunu oluşturmaktadır. Çoğu olguda bu kitleleri
rezeke etmek tek bir insizyonla mümkün olurken bazı olgularda tek insizyon yetersiz kalmaktadır. Bu duruma kitlenin yerleşim yeri ve/veya invaze
ettiği organ(lar) neden olmaktadır. Örneğin; anterior mediasten kaynaklı
olup posterior mediastene uzanan, posterior orjinli olup anterior yapılara
36
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Kistik Fibrozisle İlişkili Diyabet
(KFİD) Tanısında CGMS (Sürekli glukoz
izleme sistemi) ile Standart OGTT’nin
Karşılaştırılması
Belma Haliloğlu1, Yasemin Gökdemir2, Zeynep Atay1, Saygın Abalı1, Tülay
Güran1, Fazilet Karakoç2, Refika Ersu2, Bülent Karadağ2, Serap Turan1,
Abdullah Bereket1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Kistik Fibrozisli hastalarda diyabet gelişimi, kliniğin kötüleşmesi ve artmış mortalite ile ilişkilidir. Bu nedenle erken tanınması ve tedavisi önemlidir. Son dönemlerde KFİD tanısında tarama testi olarak CGMS’in standart
OGTT’den daha duyarlı olduğu ve daha erken tanıyı sağladığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmada KF’li hastalarda diyabet tanısı açısından standart OGTT ile CGMS’i karşılaştırmayı amaçladık.
Çalışmamıza KF tanısı ile takip edilmekte olan 5 yaş üzeri, son 3 aydır
akut alevlenmeleri olmayan ve sistemik steroid kullanmamış olan 44 (29
kız) hasta dahil edildi. Hastalara OGTT yapılarak, sonrasında CGMS ci-
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
hazları takıldı. Üç günlük CGMS ölçümleri ile OGTT sonuçları karşılaştırıldı
(Tablo).Gruplar arasında CGMS ortalama glukoz değerleri dışında anlamlı
bir fark saptanmadı (p=0.01. OGTT’ye göre hiçbir hastada açlık hiperglisemisi (AH) tespit edilmezken, 6 hastanın AH(-)KFİD (%13,6) olduğu görüldü. CGMS’de hipoglisemi, hiperglisemi ve hem hipo hem hiperglisemisi
olan hastalar olmak üzere 3 kategori saptandı. OGTT’de 6 (%13,6) hastada hipoglisemi saptanırken, CGMS’de 17 hastada (%38,6) hipoglisemi
saptandı (p=0.007). OGTT’de KFİD saptanan 6 hastanın CGMS’de 2’sinde hiperglisemi, 3’ünde hem hiper hem hipoglisemi birinde ise sadece
hipoglisemi saptandı. Tersine normal OGTT’si olan 26 hastanın CGMS’de
5 hipoglisemi, 7 hiperglisemi, 5 hipo ve hiperglisemi ise saptandı. Bu çalışmada, KF’li hastalarda CGMS hipoglisemilerin saptanmasında yararlı
olduğu ve KFİD’li hastalarda insülin öncesi CGMS ile spontan kan şekeri
paterninin değerlendirilerek tedavi planının buna göre düzenlenmesi gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, Kistik Fibrozisle İlişkili Diyabet, Sürekli glukoz izleme sistemi
erob üreme hastaların %14.3’ünde görülürken en sık rastlanan bakteriler
B. Fragilis (%5), Prevatella (%5), Fusobacterium (%2), Clostridum (%3) ve
Actinomyces (%3) olarak bulundu. İki hastada hem aerob hem de anaerob üreme olduğu görüldü. Hastalarda FB işlemi esnasında ve sonrasında
majör komplikasyon görülmedi.Sonuç: Çalışmamız çocukluk çağı KF dışı
BE hastalarında FB ile anaerob yükü ortaya koyan ilk çalışmadır. Çalışma
klinik ve mikrobiyolojik sonuçlarımızın tartışılması için sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, bronşektazi, mikrobiyoloji
SS093
Kistik fibrozis dışı bronşektazili çocuk
hastaların bronkoskopik bulguları
Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Tarık Umutoğlu2, Hayrettin Daşkaya2,
Merve Celep3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
1
Tablo . Kistik fibrozisli hastalarda OGTT ve CGMS sonuçlarının
karşılaştırılması
SS092
Çocukluk çağı kistik fibrozis dışı
bronşektazi hastalarının anaerobik ve
aerobik bakteri yükü
2
Giriş: Çocukluk çağı süpüratif akciğer hastalığı olan çocukların bronkoskopi bulgularına ait literatürde bir yayın bulunmakta ve buna göre
hava yolları 5 tipe ayrılmaktadır. Kistik fibrozis (KF) dışı bronşektazili (BE)
çocuk hastaların bronkoskopi bulgularına dair literatürde bilgi bulunmamaktadır. Çalışmamızda KF dışı BE hastalarının bronkoskopi bulgularının
tartışılması amaçlanmıştır.Materyal-Metod: Çalışmaya 2010 Kasım-2014
Ocak tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen 148 KF dışı BE hastasından bronkoskopi yapılan 88 hasta alındı. Hastaların FB bulguları önceki
sınıflamaya göre Tip 1: Mukozal iinflamasyon-anormallik, Tip 2: Bronkomalazi, Tip 3: Obliterasyon benzeri durum, Tip 4: Malazi ve obliterasyon
benzeri durum, Tip 5: Normal bronkoskopi bulguları olarak sınıflandırıldı.
İlave olarak literatürde bahsedilmeyen Tip 1 ve Tip 2’nin birlikte olduğu
vakalar tarafımızdan Tip 6 olarak kaydedildi. Hastaların sekresyon durumları; şeffaf sekresyon, pürülan sekresyon ve mukus tıkaçları ile birlikte
yoğun pürülan sekresyon olarak 3 gruba ayrıldı.Sonuçlar: Hastaların ortalama yaşı 11±3.4, %53’ü erkekti. Etyolojide %19 primer silier diskinezi,
%15 post enfeksiyöz BE, %9 bronşiolitis obliterans, %4 astım, %5 immun
yetmezlik, %1 tüberküloz ve %47 idiyopatik BE tespit edildi. Hastaların
bronkoskopi bulgularının dağılımı Tip 1 (n=33, %37,5), Tip 2 (n=6,
%6.8), Tip 3 (n=4, %4.5), Tip 4 (n=1, %1.1), Tip 5 (n=26,%29.5), Tip
6 (n=18, %20.4) olarak bulundu. Hastaların %26’sında şeffaf sekresyon,
%10’unda pürülan sekresyon, %67’sinde mukus tıkaçları ile birlikte yoğun
pürülan sekresyon bulundu. Hastaların %14’ünde situs inversus totalis,
%12’sinde diğer anatomik anomaliler saptandı.Sonuç: Çalışmamız konu
ile ilgili literatürdeki ilk çalışmadır. BE’li çocukların bronkoskopi bulgularının bilinmesi tanımlamaların standardizasyonunda faydalı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bronkoskopi, bronşektazi, çocuk
Erkan Çakır1, Ahmet Hakan Gedik1, Meryem Iraz2, Hayrettin Daşkaya3, Bilge
Gültepe2, Nurcan Keskin4, Tarık Umutoğlu3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
3
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
İstanbul
4
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
1
2
Giriş: Kistik fibrozis (KF) dışı bronşektazi (BE) gelişmekte olan ülkelerin
sorunu olmaya devam etmektedir. Bu hastalarda rutin balgam kültürlerinde aerob etkenler çalışılmakta, anaerobik yüke ait yeterli bilgi bulunmamaktadır. Anaerobik kültür için en uygun vasat üst hava yollarına temas
etmeksizin direk alt hava yollarından bronkoskop (FB) ile alınan bronş
sıvısıdır.Materyal-Metod: Çalışmaya 2010 Kasım-2014 Ocak tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen 148 KF dışı BE hastasından bronkoskopi
yapılan 88 (%59) hasta alındı. Hastalara laringial mask airway ile FB yapıldı ve alınan bronş sıvısı anaerobik ortamı korunarak hemen laboratuara
ulaştırıldı.Sonuçlar: Hastaların ortalama yaşı 11±3.4, %53’ü erkekti. Etyolojide %19 primer silier diskinezi, %15 post enfeksiyöz BE, %9 bronşiolitis obliterans, %4 astım, %5 immun yetmezlik, %1 tüberküloz ve %47
idiyopatik BE tespit edildi. Hastaların toplam %57’sinde aerob ve/veya
anaerob üreme oldu. Aerob üreme hastaların %46’sında görüldü ve en sık
üreyen bakteriler S. Pneumonia (%27), H. Influenza (%11), P. Auriginosa
(%5), M. Catarhalis (%3) ve C. Pneumonia (%3) olarak tespit edildi. Ana-
SS094
Kistik fibroziste terde iletkenlik
ölçümlerinin tanısal etkinliği
Tuncay Seyrekel1, Yasemin Gökdemir2, Pınar Özdemir1, Fazilet Karakoç2,
Refika Ersu2, Bülent Karadağ2, Gonca Haklar1
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Kistik fibrozis (KF) tanısı hastalığın tipik klinik bulgularının olması yanında kistik fibrozis transmembran regülatuar (KFTR) proteininde disfonksiyon saptanması ile konur. KFTR proteini disfonksiyonu; KF geninde mutasyon saptanması veya yüksek ter testi düzeyi ile gösterilir. Terde iletkenlik
ölçümü Gibson-Cooke yöntemine göre daha kolay uygulanabilir bir yöntem olması ve düşük ter hacmi ile ölçüm yapılabilmesi dolayısıyla alternatif
bir ter testi ölçüm yöntemidir. Bu çalışmada amacımız ter iletkenlik ölçümü
değerlerinin tanısal etkinliğini değerlendirmek ve ter testi konsantrasyonu
ölçümleri ile karşılaştırmaktır.
Çalışmaya toplam 188 olgu (74 KF ve 114 kontrol) alındı. Ter testi ölçümü üç değişik yöntem ile yapıldı. İlk olarak Gibson Cooke kantitatif pilokarpin iyontoforez yöntemini takiben Schales & Schales manuel yöntem
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
37
SÖZEL SUNUMLAR
ile ardından Macroduct sistemi ile ter toplandıktan sonra Sherwood Kloridometer veya coulometrik uç nokta yöntemi (CFΔCollection Sistemi, UTSAT / Türkiye) ile iletkenlik ölçümü yapıldı.Terde klor konsantrasyonunun
<40mEq/L olmasının KF tanısını dışlayacağı temeline dayanarak, ROC
analizinde Sherwood Chloridometer ölçümleri 60mmol/L cut-off değerleri
için %91 sensitif ve %99 spesifik olarak (AUC: 0.986; %95% CI: 0.9651.007; p<0.001) KF tanısını dışlamıştır. Benzer şekilde iletkenlik ölçümleri
de 58.05 mmol/L cut-off değerinde %92 sensitif ve %100 spesifik olarak
KF tanısı dışlamıştır (AUC: 0.994; %95% CI: 0.986-1.002; p<0.001).Sonuç olarak, bu çalışma iletkenlik ölçümünün KF teşhisi ya da dışlanmasında kantitatif ter klorür analizi kadar güvenilir olabileceğini ve KF için
belirleyici bir tanı aracı olarak düşünülmesi gerektiğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, Ter testi, İletkenlik ölçümü
SS095
Kistik Fibrozis dışı bronşiektazi
hastalarında ekshale nitrik oksit
düzeylerinin belirlenmesi, etyolojilerine
göre karşılaştırılması
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
polikliniğinde izlenmekte olan 18 yaş üzeri kistik fibrozis hastalarının klinik,
laboratuvar ve radyolojik bulgularını incelemektir.
Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları polikliniğinde son beş yılda izlenen 18 yaş üzeri hastalar alınarak, bu hastaların
klinik,radyolojik bulguları, solunum fonksiyon testleri,balgam kültürü sonuçları ve son ekokardiyografik bulguları değerlendirildi.Kronik karaciğer
hastalığı, diabetes mellitus ve alerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA)
tanısı alan hastalar incelendi.Bulgular: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları polikliniğinde kistik fibrozis tanısı ile izlenen 18 yaş üzeri
108 hasta bulunmaktadır.Hastaların yaş ortalaması 23,5 olup en büyük
hasta 39 yaşındadır.Bu hastalardan sekizi 18 yaşından sonra tanı aldı.İki
hasta solunum yetmezliği nedeniyle kaybedildi.Hastaların 81’inde(%78,6)
bronşiektazi; 44’ünde(%43,1) karaciğer hastalığı; 7’sinde(%6,8) böbrek
hastalığı; 5’inde(%4,9) pulmoner HT saptandı.İzlemde 12 hasta(%11,8)
diabetes mellitus; 4 hasta(%3,9) atipik mikobakteri enfeksiyonu, 12 hasta(%11,8) ABPA tanısı aldı.10 hastanın son dönemde oksijen ihtiyacı
mevcuttu.İki hastaya akciğer transplantasyonu yapıldı.Tartışma: Kistik fibrozisli çocukların erken tanısı, yoğun antibiyotik tedavisi ve uygun beslenmenin sağlanması başta olmak üzere destekleyici tedavideki iyileştirmeler
morbidite ve mortaliteyi azaltmıştır.Birçok sistemi tutan ve günümüzde
hem çocukluk hem de erişkin dönemi hastalığı olarak kabul edilen kistik
fibrozis hastalığının izlemi iyi bir ekip işi olmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kistik fibrozis, erişkin, bronşiektazi
Ahmet Hakan Gedik1, Erkan Cakır1, Mine Yuksel2, Ozdinc Acarlı2, Gülsüm
Guzel2, Feyza Ustabas Kahraman2
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş-Amaç: Kistik fibrozis (KF) dışı bronşiektaziler çeşitli etyolojilerden
kaynaklanabilirler. Etyolojisi belli ya da situs inversus totalisi olup primer
silier diskinezi (PSD) tanısı konan hastalarda belirsizlik yoktur. Silia elekron mikroskopisi ya da fizyolojik incelemelerin yapılamadığı durumlarda
PSD tanısı oldukça güçleşmekte, hastalar idiopatik grup içerisine alınmaktadır. Ekshale Nitrik oksit (exNO) bronşiektazili özelikle PSD’li hastalarda
genelde düşük bulunmaktadır. Çalışmamız; exNO’in özellikle idiopatik
grup içerisinde kuvvetli-olası PSD şüphesi olan hastalarda kolay bir tarama yöntemi olup olmadığının değerlendirilmesi için yapılmıştır.Metod:
Kasım 2010-Ocak 2014 arasında kliniğimize müracaat eden KF dışı 6 yaş
üstü BE hastaları (n=85) alındı. Bunlardan testi yapabilen 74’ü çalışmaya dahil edildi. Hastalar etyolojilerine göre sınıflandırıldı. Situs inversus
totalisi olanlar PSD grubuna alındı (n=12). Şikayetleri ilk 6 ayda başlayıp
yıl boyu süren, nasal pürülan akıntıları, sık sinüzit ve otit öyküsü olan ve
etyolojide başka faktör bulunamayan hastalar kuvvetli-olası PSD (n=18)
kabul edildi. Bu grup haricinde ve yine etyolojide hiçbir faktör bulunamayanlar idiopatik (n=21) gruba alındı. Etyolojik faktörü bulunan 23 hasta
vardı. Aynı yaş ve cinsiyet aralığında sağlıklı 66 kontrolden testi yapabilen
63’ü alındı.Sonuçlar: Tüm bronşiektazi hastaları ve kontrol grubu arasında
exNO düzeyi açısından fark yoktu (p>0.05). Alt grupları exNO düzeyleri
sırasıyla PSD 10,4±2,7 ppb, kuvvetli-olası PSD 11,2±3,6 ppb, idiopatik
15,8±7,9 ppb idi. PCD (p=0,04) ve kuvvetli-olası PSD (p=0.04) hastalarının exNO düzeylerinin kontrole göre belirgin düşük olduğu, fakat idiopatik grubda fark olmadığı görüldü (p>0.05).Sonuç: exNO taraması özellikle
kuvvetli-olası PCD düşünülen ve silia değerlendirmesi yapılamayanlarda
kolay bir yöntem olarak düşünülebilir.
Anahtar Kelimeler: Nitrik oksit, çocuk, bronşiektazi
SS096
Kliniğimizde izlenen erişkin yaştaki 108 kistik
fibrozisli hastanın değerlendirilmesi
Nagehan Emiralioglu, Uğur Özçelik, Burçin Beken, Ebru Yalçın, Deniz Doğru
Ersöz, Nural Kiper
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
Giriş: Kistik Fibrozis, beyaz ırkta sık görülen genetik bir hastalıktır.Önceleri bir çocukluk çağı hastalığı olarak kabul edilip hastalar erken çocukluk döneminde kaybedilirken, günümüzde tanı ve tedavi yöntemlerinde
ilerlemelerle aynı zamanda bir erişkin çağı hastalığı olarak kabul edilmektedir.Hafif semptomları olan hastaların bir bölümü erişkin yaşa kadar tanı
alamamaktadır.Kistik fibrozis, multisistemik bir hastalık olmasına rağmen
mortalite ve morbiditenin en önemli nedeni ciddi akciğer hastalığı ve solunum yetmezliğidir.Amaç: Hacettepe Üniversitesi Çocuk Göğüs Hastalıkları
38
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SOLUNUM SİSTEMİ İNFEKSİYONLARI
SS097
HIV Pozitif, Akciğer Semptomları olan 31
Hastanın Değerlendirilmesi
Tülin Yılmaz Kuyucu, Evin Makas, Lale Dağyıldızı Sertçelik, Emine Nur Koç,
Emine Nilgün Ordu
İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, İstanbul
HIV pozitif hastaların seyrinde görülen fırsatçı enfeksiyonlar; bazen
hastalığın ilk tanısının konulması sırasında bazen de ilerleyen dönemlerde
görülmektedir. Bir göğüs hastalıkları hastanesinde yatan HIV pozitif hastaların özelliklerini sunuyoruz.
Gereç-Yöntem: Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi
Eğitim ve Araştırma Hastane’sinde Ocak 2008- Aralık 2013 arasında 5 yılda HIV pozitif saptanan 31 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, solunum sistemi bulguları, HIV testi istenilme
nedenleri, laboratuvar ve radyolojik bulguları, tanı ve tedavileri incelendi.
Bulgular: Değerledirilen 26’sı erkek, 5’i kadın olan 31 olgunun yaş
ortalaması 44±4 (24-74) idi. 31 hastanın 22’sinde (%70.9) HIV pozitifliği
ilk kez hastanemizde yapılan tetkikle saptanmıştı. 13 hastada (%41.9) klinik olarak pneumocystis jirovecii pnömonisi (PJP) düşünülerek, 3 hastada
TB tedavisi başlanacağı için, 6 hastada ise rutin tetkikler sırasında HIV
testi istenilmiştir. Sadece bir hasta retroviral tedavi alıyordu. Hastaların
9’u(%29) yoğun bakım ünitesinde yatmıştı. Klinik ve radyolojik bilateral
infiltrasyonu olan hastaların toraks BT ve HRCT’lerinde buzlu cam, ince
duvarlı kistik lezyonlar ile PJP düşünüldü. Bir hastada pneumocystis jirovecii tanısına ulaşılabildi. 16 hastaya trimemetoprim-sulfametoksazol tedavisi uygulandı. Hastaların 2’sinde pnömotoraks gelişti ve bu hastalar ex
oldu. 31 hastanın 6’sında (%19.3) kanıtlı, 2’sinde klinik, radyolojik olarak
TB tanısı ile anti-TB tedavisi başlanıldı.
Sonuç:.HIV poziflerde; solunum semptomları olduğunda, toraks BTHRCT, PJP’sinden şüphenildiğinde ise HIV testi erken istenilmelidir. Etyolojik tanıya ulaşmanın zaman aldığı durumlarda iyi değerlendirilen radyojik görüntülemeler uygun tedaviyi olanaklı kılacaktır.
Anahtar Kelimeler: HIV, akciğer, PJP, tüberküloz
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS098
Tablo 1. ROC analiz sonuçları
Toplumda Gelişen Pnömoni’ de Ardışık
Tedaviye Geçişin Belirlenmesinde Yeni Bir
Biyobelirteç: NT-proBNP
Ayşe Baha1, Sakine Nazik Bahçecioğlu2, Ayşe Tuncel Bahar3, Nurdan
Köktürk1, Hatice Paşaoğu3, Numan Ekim1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara
1
Amaç: Toplumda Gelişen Pnömoni’de(TGP) ardışık tedaviye geçiş
kararı vermek her zaman kolay değildir. İntravenöz tedavinin uzamasıyla gelişebilecek komplikasyonlar ve maliyet olayın bir boyutu iken, oral
tedaviye erken geçildiğinde yaşanabilecek tedavi başarısızlığı ve nüks ihtimali bir başka boyuttur. Bu nedenle,hastaya en yüksek düzeyde faydayı
en az girişim ve hospitalizasyon ile sağlayabilme konusunda yönlendirici
parametrelere ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çalışma, TGP’li hastalarda ardışık tedaviye geçişin belirlenmesinde NT-proBNP’nin etkinliğini araştırmak
üzerine planlanmıştır.
Materyal-Metod: Prospektif olarak yapılan bu çalışmada, Haziran
2012-Ocak 2013 tarihleri arasında TGP tanısı ile hospitalize edilen 22
vakanın yatış günü ve oral tedaviye geçiş günü alınan kan örneklerinde
NT-proBNP ve rutin enfektif parametreler (CRP, sedimentasyon, prokalsitonin, tam kan sayımı) çalışılmıştır. 6 gün ve öncesinde oral tedaviye
geçilen (erken düzelen grup:EDG) ve 6. günden sonra oral tedaviye geçilen (geç düzelen grup:GDG) olmak üzere iki grup arasında parametreler
karşılaştırılmıştır.
Sonuçlar: Hastaların 17’si (%77,3) erkek, 5’i(%22,7) kadındır. Her iki
grup arasında NT-proBNP, prokalsitonin, SO2, PaO2,CRP, sedimentasyon,
beyaz küre sayısı açısından anlamlı fark bulunmaktadır. Bu değişkenler
için ROC analizi yapıldığında, 6 günden daha uzun sürede ardışık tedaviye geçişi öngörmede NT-proBNPproBNP (AUC: 0,929, %95CI: 0,7350,991), prokalsitonin (AUC:0,824, %95CI: 0,603-0,950), PaO2 (AUC:
0,765, %95CI: 0,538-0,916) ve SO2(AUC: 0,812, %95CI: 0,590-0,944)
parametrelerinin tanısal değeri olduğu görülmüştür.Yaş, hastalık tipi (tipik/
atipik pnömoni), CURB65, SPO2, PaO2, prokalsitonin ve NT-proBNP
değişkenleri için stepwise regresyon analizi yapıldığında prokalsitonin (p:
0,031) ve NT-proBNP (p: 0,048) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Sonuç: Bu çalışma TGP’de ardışık tedaviye geçişin değerlendirilmesinde NT-proBNP’nin rolünü araştıran ilk çalışmadır ve ümit verici bir sonuç
ortaya koymuştur. Bu konuda daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç
vardır.
Anahtar Kelimeler: Toplumda Gelişen Pnömoni, Ardışık Tedavi,
NTproBNP
ROC eğrisi
AUC
SE
95% CI
NT-proBNP
0,929
0,083
0,735 - 0,991
Prokalsitonin
0,824
0,123
0,603 - 0,950
SPO2
0,812
0,098
0,590 - 0,944
PaO2
0,765
0,111
0,538 - 0,916
SS099
Toplumda Gelişen Pnömoni Hastalarında
Tedavi Başarısı Göstergesi Olarak Serum
Prokalsitonin Ve C-Reaktif Protein Düzeyleri
Mehmet Sezai Taşbakan1, Canan Gündüz1, Abdullah Sayıner1, Aykut Çilli2,
Burcu Çelenk2, Ayşın Şakar3, Feride Durmaz3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Antalya
3
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
1
2
Toplumda gelişen pnömonili (TGP) hastaların izleminde temel olarak
ateş, lökosit sayısı, C-Reaktif Protein (CRP) ve prokalsitonin (PCT) düzeyleri kullanılmaktadır.
Bu çalışmada, bu parametrelerin prognostik değerlerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Bu nedenle, TTD Pnömoni Veritabanı’na kaydedilen ve
hastanede yatarak tedavi gören hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların başvuru ve 3-5. günlerde (G3-5) kaydedilen
verileri değerlendirmeye alınmıştır. Tedavi başarısızlığı, 30 gün içinde
ölüm ya da başka bir antibiyotik tedavisi uygulanması gerekliliği olarak
tanımlanmıştır.
Çalışmaya hastaneye yatırılan 103 TGP hastası (57 erkek, yaş ortalaması 61.5±16.7) alınmıştır. Tedavi başarısızlığı 20 hastada (%19.4) izlenmiştir. Tedavi başarısızlığı grubunda başvuru anında pnömoni şiddet
indeksi (PSI), CRP ve PCT düzeyleri anlamlı olarak yüksek saptanmıştır.
CRP’nin bazal düzeyinin 17.5 mg/dl’nin altında olmasının tedavi başarısı
için duyarlılık ve özgüllük değerleri %78.8 ve %59.7’dir. CRP’nin G3-5’te
>%50 düşmesinin duyarlılık ve özgüllük değerleri ise %82.4 ve %41.2’dir.
Bu değerler, PCT bazal düzeyinin <2 ng/dl’nin olması durumunda %71.4
ve %69.6, G3-5’te >%30 düşmesi durumunda %91.7 ve %54.5’tir. Ateş
ve lökosit sayısının bazal değerleri için tedavi başarısını öngördürebilecek
bir eşik değer bulunmamıştır.ROC eğrilerinin altında kalan alanlar dikkate
alındığında, tedavi başarısını öngörmede, bazal CRP ve PCT değeri ve
PCT’de düşme düzeyinin daha doğru bilgi verdiği saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: C-Reaktif Protein, Prokalsitonin, Pnömoni
SS100
Hastanede Gelişen Pnömonilerde Kolistin
Kullanımı ve Prognoza Etkisi; Çok Merkezli
Çalışma
Pervin Korkmaz Ekren1, Nur Töreyin1, Huriye Berk Takır2, Merih Kalamanoğlu
Balcı2, Ümmügülsüm Gaygısız3, Gül Gürsel3, Begüm Ergan Arsava4, Aslıhan
Yalçın5, Cüneyt Saltürk2, Müge Aydoğdu3, Recai Ergün4, Pınar Güven5, Gaye
Ulubay6, Aslıhan Gürün Kaya7, Hatice Uluer8, Feza Bacakoğlu1, Abdullah
Sayıner1
Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
3
Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
4
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
5
Marmara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım Bilim Dalı,
İstanbul
6
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
7
Ankara Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
8
Ege Üniversitesi, Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Şekil 1. NT-proBNP, prokalsitonin, SO2 ve PaO2 için ROC eğrisi
Çok ilaca dirençli Gram negatif hastane enfeksiyonlarının tedavisinde
kullanılan kolistinin en önemli yan etkisi nefrotoksisitedir. Bu çok merkezli
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
39
SÖZEL SUNUMLAR
retrospektif çalışmada; kolistine bağlı nefrotoksisite gelişimi ve nefrotoksisitenin prognoza etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.Çalışmaya; çok ilaca
dirençli Pseudomonas ve Acinetobacter türlerine bağlı hastanede gelişen
pnömoni nedeniyle “kolistimetat sodyum” kullanılan 7 merkezden 281
olgu (yaş ortanca değeri 71 yıl, %61.9’u erkek) alınmıştır. Olguların demografik özellikleri, klinik ve laboratuvar bulguları, nefrotoksisite gelişimi
ve prognoz göstergeleri kaydedilmiştir.
Olguların 58’i Colomycin (Forest Lab., UK), 223’ü Colimycin (Koçak
Farma, TC) ile tedavi edilmiştir. Klinik ve bakteriyolojik yanıt oranları sırasıyla, %52.0 ve %45.6; yoğun bakım ve hastanede yatış süreleri 27.5
(0-132) ve 34.0 (9-164) gün, hastane mortalite oranı %61.6 olarak saptanmıştır. Kolistin kullanımı sonrası 175 olguda (%62.3) nefrotoksisite gelişmiş, nefrotoksisite gelişenlerde mortalite oranı daha yüksek (%66.9 ve
%52.8 p=0.022) bulunmuştur. Kullanılan preparata göre; klinik ve bakteriyolojik yanıt, yoğun bakım ve hastanede yatış süreleri arasında fark
saptanmazken, Colimycin kullananlarda nefrotoksisite oranı daha yüksek
(%41.4’e karşılık %67.7, p<0.001) bulunmuştur. Lojistik regresyon analizi yapıldığında; nefrotoksisite için ülkemizde üretilen preparatın kullanımı
ve bakteriyemi varlığı (sırasıyla p=0.003, OR:4.39; p=0.046, OR: 3.42),
mortalite için klinik yanıt yokluğu ve septik şok varlığı (sırasıyla p<0.001,
OR: 10.54; p=0.035, OR:2.18) risk faktörü olarak belirlenmiştir.Sonuç
olarak; dirençli Gram negatif hastanede gelişen pnömoniler kolistin ile başarıyla tedavi edilmektedir. Ancak ilaca bağlı nefrotoksisite oranı yüksektir.
Anahtar Kelimeler: Çok ilaca dirençli hastane enfeksiyonu, kolistin,
nefrotoksisite
SAĞLIK POLİTİKALARI
SS101
2012’de Türkiye’de Solunum Yolu
Hastalıklarına Bağlı Mortalite Hızı ve İllere
Göre Farklılıkları
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS102
Göğüs Hastalıkları Konsultasyonu Yapılan
Olguların Değerlendirilmesi
Funda Uluorman, Ayşe Dallı, Sibel Öktem Ayık, İpek Çoşkunol, Zehra Canan
Kaçar, Aydın İlker Alp, Melek Çekiç
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları,
İzmir
Bu çalışmada 1100 yataklı bir bölge hastanesinde 3 aylık bir periyodda
yapılmış olan göğüs hastalıkları konsültasyonlarını genel olarak değerlendirmeyi amaçladık.Hastanemizin yataklı servislerinde izlenen ya da acil
servise başvurmuş olguların 2013 yılı Ağustos-Ekim ayları arasında göğüs
hastalıkları konsültasyonlarında 936 hastanın 1353 konsultasyonu geriye
dönük olarak değerlendirildi. Poliklinik konsültasyonları çalışmaya dahil
edilmedi.En çok konsultasyon isteyen birim acil servis iken 2. sırada dahiliye, 3. sırada ise genel cerrahi ve ortopedi klinikleri idi. En sık konsultasyon
istenme nedeni tanısal destek amaçlı (425 - %45) iken ikinci sırada preoperatif değerlendirmenin (%30) yer aldığı gözlendi. Konsültasyonların
%34’ünde (340 olgu) konsültasyon isteme nedeninin pnömoni ön tanısı
olduğu görüldü. Hastalara koyduğumuz tanılara baktığımızda yine bu bulgu ile uyumlu olarak pnömoni tanısının en sık olduğu (254,%27) saptandı.
Tüm konsültasyonlar değerlendirildiğinde 216 olguda (%23) herhangi bir
pulmoner patoloji saptanmadı. Konsultasyonda değerlendirilen hastalarda
görülen en sık semptom dispne olarak bulundu.Pre-operatif değerlendirilen 285 hastanın 251’i (%88) onay aldı. Pre-operatif değerlendirme sonrasında 285 hastanın 62’sinde (%21) cerrahi işlemin yapılmamış olduğu
görüldü. Bu 62 hastanın 42 tanesinde (%67) tüm değerlendirmelerin yapılıp, konsultasyon tamamlanıp, onay almış olmalarına rağmen işlemin
yapılmaması, gereksiz yere konsultasyon istendiğini ve göğüs hastalıkları
hekimleri için ciddi bir iş gücü kaybına sebep olduğunu göstermektedir.
Göğüs Hastalıkları diğer bölümler tarafından en fazla konsultasyon istenen bölümler arasındadır. Ancak günlük pratiğimizde göğüs hastalıkları
olarak önemli bir iş yükü de getiren konsultasyonların büyük bir çoğunluğunun gereksiz yere istenmiş olması iş gücü kaybına neden olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Göğüs Hastalıkları, konsültasyon, iş gücü kaybı
Sedat Altın1, Edhem Ünver1, Seda Tural Önür2, Kaan Kara2, Nihal Geniş2
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Tablo 1. Konsultasyon İstenen Kliniklerin Dağılımı
Amaç: Ülkemizde son yıllarda gerek solunum yolu hastalıklı hasta sayısı gerekse de mortalite hızı giderek artmaktadır. 2012 yılı mortalite hızını
ve illere göre farklılıklarını araştırmak amaçlanmıştır.
Materyal-Metod: TÜİK Ölüm Sebepleri çalışması ve Sağlık Bakanlığı
GARD yayınları dikkate alınarak hesaplamalar yapıldı.
Bulgular: 2012 yılında genel mortalite oranı, binde 4,26 iken, solunum
sistemine bağlı mortalite oranı 100.000’de 41,02 olarak hesaplanmıştır.
2012’de ölüm nedeni belli olan 320.967’in 53.079’si (%16,54) solunum
sistemi hastalıklarından dolayıdır.
Genel mortalitenin yüksek olduğu iller Kastamonu, Sinop, Çankırı, Bartın, Çanakkale ve Edirne olup, Solunum yolu hastalıklarına bağlı mortalite
ise, Türkiye ortalamasının en az 2 katı olarak Bartın, Kastamonu, Zonguldak, Ardahan, Uşak, Afyonkarahisar illerimizde yüksek bulunmuştur.
Öte yandan solunum sistemi hastalıklarına bağlı ölüm oranının en az
olduğu illerimiz, Van (%9,12), Hakkari (%10,72), Bitlis (%13,64), Şırnak
(%15,85) ve Ağrı (%16,11) şeklinde bulundu.
Sonuç: Yaşlı nüfusun daha fazla olduğu ve kömür ocakları gibi hava
kirliliğinin fazla olduğu illerimizde solunum sistemine bağlı mortalite çok
yüksek bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Mortalite oranı, solunum sistemi hastalıkları, illerin sonuçları
Konsultasyon İstenen Birim
1
2
40
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Hasta Sayısı
Yüzdesi
Acil Servis
186
% 19,9
Dahiliye
105
% 11,2
Ortoopedi
91
% 9,7
Genel Cerrahi
91
% 9,7
Hasta Sayısı
Yüzdesi
Tanı Desteği
426
% 45,5
Pre-operatif
285
% 30,4
Tedavi Planı
177
% 18, 9
Radyolojik Bulgular
19
%2
Tablo 2. Konsultasyonların İstenme Nedeni
Konsultasyon İstenme Nedeni
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS103
Göğüs Hastalıkları Asistan Sayısını
Belirleme Yöntemi- Olmayana Ergi Yöntemi
Sedat Altın1, Sinem Sökücü2, Edhem Ünver1, Atilla Uysal2
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Amaç: 2023 yılında 3000 göğüs hastalıkları uzman hedefine ulaşmak
için mevcut göğüs hastalıkları asistan eğitimi verilen kurumların imkanlarına göre olması gereken asistan sayılarının hesaplanması
Materyal-Metod: 2012 istatistiki bilgiler değerlendirilerek, Türk Göğüs
Hastalıkları Yeterlilik Kurulu’nun Çekirdek Asistan Eğitimi verileri dikkate alınarak, aritmetik hesaplamalarla asistan ve eğitici sayıları belirlendi.
Hesaplamalarda üç ana parametre dikkate alındı: Göğüs Hastalıkları
Uzmanlık Eğitim programı gereğince en az yapılması istenilen 3000 poliklinik yapmış olma, 700 yatan hastanın takibi ve en az asistan başına
üniversitede 5, eğitim hastanesinde 15 yatağa sahip olma. Bu kriterlere
göre, merkezin kapasitesine göre işyükü hesaplaması yapılarak uzman ve
asistan ihtiyacı belirlendi.
Bulgular: 2012 yılı itibariyle 53 üniversite kliniği ve 7 eğitim hastanesinde göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimi verilmektedir ve 355 asistan, 414
eğiticiden uzmanlık eğitimi almaktadır. Asistanların 118’i 7 eğitim hastanesinde 140 eğiticiden eğitim alırken, üniversitedeki 237 asistanımız ise, 274
öğretim görevlisinden eğitim almaktadır. Toplamda 1 asistana 1,2 eğitici
düşmektedir.
1264’ü üniversite, 1559’u da eğitim-araştırma hastane kliniklerinde
toplam 2823 yatakta 2012 yılında 112.076 hastaya yataklı, 1.313.110
hastaya da poliklinik hizmeti verilmiştir. Gerek poliklinik gerekse de, yatan
hasta açısından asistan başına düşen işyükü eğitim araştırma hastanelerinde %54 daha fazla bulunmuştur. Yapılan girişimsel işlemlerle ilgili net bir
rakama ulaşılmamakla birlikte, hasta sayılarının fazlalığı nedeniyle burada
da eğitim hastaneleri asistanları yönünde bir fazlalık olduğu söylenebilir.
Bazı vakıf ve perifer üniversitelerinin kriterleri taşımadığı, bazı üniversite
kliniklerinin ise, klinik potansiyeline göre mevcut asistan sayılarının fazla
olduğu, buna karşın eğitim-araştırma hastanelerinde hem eğitici, hem de
hasta açısından potansiyellerine karşın, asistan sayılarının çok düşük kaldığı gözlemlendi.
Yapılan hesaplamaların sonucu, eğitim araştırma hastanelerinde 197,
üniversite kliniklerimizde ise, 402 asistan hekimimiz eğitimlerini başarıyla tamamlayabilirler.Sonuç: Türk Göğüs Hastalıkları Yeterlilik Kurulu’nun
asistan karnesinde yapması gereken uygulamalar dikkate alınarak yapılan
hesaplamalar sonucu 599 asistan hekim istihdam edilebilir. Asistan kadrosu verilirken, kurumun alt yapısı, öğretim elemanı yeterliliği, hasta potansiyeli dikkate alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: göğüs hastalıkları asistanı, eğitim kurumu,
yeterlilik
SS104
2. Basamakta Sağlık Hizmeti Veren Sağlık
Kuruluşlarından Üniversite Hastanesine
Sevk Nedenleri ve Bu Olguların Tedavi
Sonuçları
Yavuz Havlucu, Önder Utku Datlı, Feride Durmaz, Nazmiye Akis Gönen,
Fikret Kurhan, Gaye Salanturoğlu, Tuğba Göktalay, Ayşın Şakar Coşkun,
Pınar Çelik, Arzu Yorgancıoğlu
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilm Dalı, Manisa
Bu çalışmada Manisa’da bulunan 2. basamak sağlık kuruluşlarından
üniversite hastanesine hospitalizasyon amaçlı sevk nedenlerinin ve sevk
edilen olguların tedavi sonuçlarının araştırılması planlandı.
Çalışmaya Ocak 2011 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Manisa il sınırları içerisinde yer alan 2. basamak sağlık kuruluşlarından Celal Bayar Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Kliniğine hospitalizasyon amaçlı sevk edilen
olgular dahil edildi. Hospitalize edilen olguların dosyaları retrospektif olarak tarandı ve olguların sosyodemografik özellikleri, sevk nedenleri, klinik
bulguları ve tedavi sonuçları kaydedildi.
Çalışmaya toplam 837 olgu dahil edildi. Olguların yaş ortalaması 54.1±13.8 yıl ve %59.4’ü erkek idi. En sık sevk nedenleri kompleks
hastalıklar, teknik donanım yetersizliği ve yer olmaması idi.Sevk edilen
olgulardaki hastalıklar sıklığına göre sırasıyla solunum yetmezliği, KOAH,
pulmoner emboli, interstisyal akciğer hastalığı, zor astım, pnömoni, soliter
pulmoner nodül ve tüberküloz idi. Bu olgulardaki solunumsal problemler
dışındaki hastalıklar kalp yetmezliği, akut ve kronik böbrek yetmezlikleri,
serebrovasküler olaylar, parkinson, demans, alzheimer, DM, koroner arter hastalıklar idi. Kliniğimize sevk edilen hastaların %19,4 yoğun bakım
ihtiyacı oldu. Sevk edilen hastaların %97,5’ine kliniğimizde kesin tanıları
konuldu. Bu olguların %17,4’ü exitus ile sonuçlandı. Exitusun en sık nedenleri KOAH, pnömoni, serebrovasküler olaylar, böbrek yetmezlikleri ve
kalp yetmezlikleri idi. Sevk eden kliniklerin imkanları ve sevk nedenleri
dikkate alındığında sevk edilen olguların sadece %1.3’ünün gereksiz sevk
edildiği bulundu. Bu dönem içerisinde sadece 39 hastanın sevk isteği kabul edilmedive bunun tek nedeni kliniğimizde yer olmaması idi.
Sonuç olarak, Manisa içerisinde hizmet veren 2. basamak sağlık kurumlarından yapılan sevklerin yerinde ve uygun yapıldığı ve kliniğimizin bu
sevklere azami destek verdiği gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: ikinci basamak hastane, sevk, üçüncü basamak
hastane
TÜTÜN KONTROLÜ
SS105
Bir Cezaevinde Sigara Kullanma
Alışkanlıklarının ve KOAH Varlığının
Araştırılması
Muzaffer Onur Turan1, Pakize Ayşe Turan2
Bolvadin Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Afyon
Afyon Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Afyon
1
2
Giriş:Cezaevleri, sigaranın tüketiminin ve pasif maruziyetin yüksek
oranda görülebildiği yerler arasında yer almaktadır.
Materyal-Metod: Bolvadin C Tipi Kapalı ve Açık Ceza İnfaz
Kurumu’nda bulunan hükümlüler ve çalışanlar çalışmaya dahil edildi.
Hastalara solunum fonksiyon testi uygulandı, demografik bilgiler kaydedildi ve tütün kullanma alışkanlıklarıyla ilgili bir anket uygulandı.
Sonuçlar: 179 hükümlü ve 70 cezaevi çalışanı olmak üzere toplam 179
kişi çalışmaya dahil edildi; ortalama FEV1 değeri 3.68±0.80(%93.9±15.1),
FVC değeri 3.87±0.83(83.1±14.3), FEV1/FVC oranı 98.4±19.6 olarak
bulundu. 18 hükümlü ve 2 çalışana KOAH tanısı konuldu; hükümlülerin
%20.2’sinde (22 kişi) ve çalışanların %5.7’sinde (4 kişi) KOAH mevcuttu.
Sigara içmekte olan 123(%68.7), sigarayı bırakmış 26(%14.5) ve hiç sigara içmemiş 30(%16.8) kişi vardı. Mahkumların %41.8’inde cezaevine
girdikten sonra sigara içme oranı artmıştı (en sık nedeni stres); %39.6’sında aynı kalmış, %18.7’sinde ise azalmıştı (en sık nedeni sağlık sorunları).
Katılımcıların %89.4’ü cezaevinde pasif maruziyete uğradıklarını belirtirken, sigara içmeyenleri pasif maruziyete uğrattıklarını söyleyenlerin oranı
%78’di. Cezaevindekilerin %49.2’si pulmoner semptom varlığı tariflemekteydi. Sigara içmekte olanlarda, içmeyen veya bırakmışlara göre pulmoner semptom varlığı anlamlı olarak yüksekti (p=0.000). Cezaevinde pasif
maruziyete uğrama ile; KOAH gelişimi (p=0.043) ve pulmoner semptom
varlığı (p=0.008) arasında anlamlı ilişki bulundu. Sigarayı bırakma düşüncesi %78, bırakmak için tıbbi hizmet isteği %78.9 olarak bulundu. Kapalı
alanlarda sigara içilmesi konusundaki kısıtlamalar %88.3, ilgili yasa %93.9
oranında destek görmekteydi. KOAH tanısı alan mahkumlarda,cezaevinde
içilen sigara sayısı anlamlı olarak artmıştı (p=0.05).Tartışma: Cezaevinde
sigara içme ve pasif maruziyete uğrama oranları oldukça yüksek bulunmuştur. Bu durumun, cezaevlerinde sigara içilen alanlara kısıtlama getirilmesi ve sigara içilmeyen özel koğuşların varlığı ile önüne geçilebileceği
düşünülmektedir. Cezaevinde KOAH varlığı yüksek oranda bulunmuştur.
Bu nedenle, KOAH’ın tipik semptomları olan hastalar daha iyi irdelenmeli,
solunum fonksiyon testi ile cezaevinde KOAH açısından tarama yapılması
gündeme gelmelidir.
Anahtar Kelimeler: cezaevi, sigara içimi, KOAH
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
41
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS106
SS108
Nikotin Bağımlılık Düzeyinin Yaşam Kalitesi
ve Depresif Semptomlar Üzerine Etkisinin
İncelenmesi
Türkiye’de satış noktalarında tütün
ürünleri reklam yasaklarına uyum hakkında
gölge raporlama
Betül Taşpınar, Ferruh Taşpınar, Cihan Caner Aksoy, Canan Gül, Emrah Afşar
Efza Evrengil1, Ttd Gölge Raporlama Grubu2
Dumlupınar Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Kütahya
1
Amaç: Bu çalışmanın amacı nikotin bağımlılık düzeyinin yaşam kalitesi
ve depresif semptomlar üzerine etkisinin belirlenmesidir.Gereç-Yöntem:
Çalışmaya sigara içen 85 olgu dahil edildi. 12 olgu eksik veri ve diğer
sebepler nedeniyle çalışma dışı bırakılarak çalışma toplam 73 (yaş ortalaması 33,55±11,09 yıl) olgu ile tamamlandı. Nikotin bağımlılık düzeyinin
belirlenmesi için Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT), Yaşam kalitesinin değerlendirilmesi için Notthingham Sağlık Profili (NSP), depresif
semptomlar için ise Beck Depresyon Envanteri (BDE) kullanıldı. Olgular
nikotin bağımlılık düzeylerine göre düşük, orta ve şiddetli olmak üzere 3
gruba ayrıldı. Elde edilen veriler Kruskall Wallis testi ile analiz edilerek yorumlandı.Bulgular: Nikotin bağımlılık düzeylerine göre düşük olan grupta
22, orta grupta 30, şiddetli grupta ise 21 olgu yer aldı. Olguların düşük,
orta ve şiddetli nikotin bağımlılık düzeylerine göre NSP sonuçları sırasıyla;
65.75±50.18, 101.47±73.40 ve 219.78±161.43, BDE sonuçları sırasıyla
7.64±6.20, 9.53±7.82 ve 16.10±10.46 olarak belirlendi ve elde edilen
verilerin gruplar arasındaki farkları incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlendi.Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları nikotin bağımlılık
düzeyinin artmasıyla kişilerin yaşam kalitesinin ve ruh halinin olumsuz
yönde etkilendiğini göstermiştir. Bu nedenle bireylerin sigara nedeniyle
karşılaştıkları fiziksel problemlere ilaveten depresyondan uzak ve daha
kaliteli bir yaşam sürmeleri için sigara bırakma programlarının daha fazla
yaygınlaştırılması ve özellikle medya gibi araçlarla halkın bilinç düzeyinin
artırılması gerektiği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Sigara İçme, Nikotin Bağımlılığı, Yaşam Kalitesi,
Depresyon
Tütün ürünleri satış noktaları (SN), tütün endüstrisinin gençlerle ve
seçilmiş gruplarla doğrudan iletişim kurduğu son kalesidir. DSÖ TKÇS,
satış noktalarında tütün ürünlerinin doğrudan ulaşılabilir ve işletme dışından görülecek şekilde teşhir edilmesinin yasaklanmasını önermektedir.
Türkiye’de kabul edilen mevzuat yasakları kısmi olarak düzenlemektedir.
Amaç: Tütün tüketiminde yakın zamandaki artış, Türkiye Sağlık
STK’larını bu kritik sorunla ilgili izlenecek yolu bulmak için biraraya getirmiştir.Metod: Gölge raporlama teknikleriyle Ocak-Şubat 2013 tarihleri
arasında 7 kentte yasaklara uyumla ilgili anket yapıldı.
Raporlanan 58 satış noktasının %56’sında tütün reklamları işletme dışından görülebilmekteyken, %28’inde ürünler birden fazla alanda teşhir
edilmekteydi,%20’sinde ürünler doğrudan ulaşılabilir olup,%22’sinde tütün ürünü reklamı mevcuttu, %13’inde sigara paketleri resimli uyarıları kapatacak şekilde sergilenmişti,%60’ında etiketler mevzuata uygun değilken,
sadece %1.5’unda satış ünitelerinin görünür yüzü kapalıydı.
Sonuç: Mevzuata uyumsuzluk %44 satış noktasında tütün ürünlerinin
dışarıdan görünür olduğu 2011’de yapılan çalışmaya kıyasla artmıştır. Kısmi yasaklar uygulamada belirsizliğe ve yürütmede zorluğa neden olmaktadır. Bu sorunlar ve resmi verilerin eksikliği göz önüne alındığında, gölge
raporlama yararlı bir bağımsız değerlendirme yöntemi ve savunuculuk
aracıdır. Satış noktalarında tütün ürünlerinin teşhiri ile ilgili politik alan,
kişilerin liberal üretim ve marka politikaları ile tütün endüstrisiyle doğrudan karşılaştıkları noktada bulunmaktadır. SN’larında reklamı tamamen
yasaklamak tütün endüstrisinin SN’nı reklam ve promosyon alanı olarak
kullanmasına engel olarak ve talep yönlü politikaların artmasına doğrudan
etkisiyle vazgeçilmez bir tütün kontrolü yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: Satış noktaları, tütün reklamları, tütün reklam
yasakları
Sağlık Enstitüsü Derneği
Türk Toraks Derneği
2
SS107
Istanbul ikram işletmelerinde sigara
yasağına uyumun değerlendirilmesi
TÜBERKÜLOZ
Pınar Ay , Efza Evrengil , Murat Güner , Elif Dağlı
1
2
2
2
Marmara Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
Sağlık Enstitüsü Derneği
1
2
Türkiye’de Temmuz 2009 tarihinden itibaren kapalı alanda tütün ürünü
kullanımı yasaktır. Bu çalışmanın amacı Istanbul ikram işletmelerinde yasağa uyumun değerlendirilmesidir.
Çalışma kesitsel bir araştırma olup Istanbul’da en çok ikram işletmesi
olan 4 ilçede random seçilen 30 kümede 450 işletmede yürütülmüştür.
İşletmelerin 184 ünde (%40.9) açık teraslar, 159 unda (%35.3) açılabilen paneller vardı. Sadece 298 işletmede bulunan uyarı levhalarının 105
(%35.2) nizamiydi.Doğrudan gözlem ile 155 (%34.4) işletmede kapalı alanda sigara içildiği, 89 unda (%19.8) izmarit olduğu saptandı. 169
(%37.6) işletmede kül tablası veya eşdeğeri bulunmaktaydı. İzmarit ve kül
tablası varlığı dikkate alındığında kapalı alanda tütün kullanımının ihlal
oranı %49.5 olarak hesaplanmıştır.
Istanbul ikram işletmelerinin dumansız hava sahasına uyumunun yüksek olmadığı saptanmıştır. İhlallerin sistematik bir şekilde özellikle gençlerin
gittiği, açılır-kapanır panelleri ve havalandırma sistemleri olan mekanlarda
olduğu izlenmiştir. Kanuna uyumun güçlendirilmesi için denetimlerin müşteri kimliğinde yapılması ve “risk” özellikleri taşıyan işletmelerin gözlenmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Dumansız hava sahası, yasa uyumu, ihlal,
işletmeler
42
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS109
Hastane Çalışanlarında Tüberküloz Bilgi
Düzeyi ve Risk Algılanması
Pelin Duru Çetinkaya1, Ayşe Turan1, Ercan Çil2, Ferhat Çetinkaya3, Ahmet
Levent Başaran1
Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi, Adana
Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Adıyaman
Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Adana
1
2
3
Giriş ve Amaç: Tüberküloza erken tanı koymak hastanın hızla iyileşmesi ve etrafındaki sağlıklı kişilere mikrobu bulaştırmaması açısından
çok önemlidir. Amacımız sağlık çalışanlarında tüberküloz bilgi ve kaygı
düzeylerine bakmak tüberküloz farkındalığını arttırmaktır.Materyal-Metod:
Çalışma Çukurova Dr Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi ve Adıyaman Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerinde görev yapan ve sözel olurları alınan
366 sağlık çalışanlarına Çiftçi ve arkadaşları tarafından hazırlanan tüberküloz bilgi ve kaygı düzeyi anketi yapılmıştır. Veriler PAWS 18’e girilerek
analizleri yapılmıştır (Tablo1a,1b).
Bulgular: Olguların 213’ü kadın,153’ü erkekti. 74(%20,2) olgu doktor;
138 (37,7) olgu hemşire; 154 (%42,1) olgu memur ve personelden oluşuyordu. Tüberküloz kaygılarına göre olgular %6,3’ü kaygısız; %15’i hafif
kaygılı; %33,3’ü orta kaygılı; %45,4 olgu yüksek kaygılı grupta yer almaktaydı. Sağlık çalışanlarının %62,3’ünün bilgi puanı zayıf; %24,6’sının orta;
%6,6’sı iyi; %6,3’ü çok iyi saptandı. Eğitim ile kaygı düzeyi arasındaki
ilişki incelendiğinde: ilkokul mezunlarının %16,7’si; ortaokul mezunlarının %31,3’ü; lise mezunlarının %45,3’ü;üniversite mezunlarının %50,5’i
yüksek kaygılı gruptaydı ve eğitim seviyesi arttıkça kaygı düzeynini arttığı saptandı(p:0,01). Meslek gruplarıyla kaygı düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde doktor ve hemşirelerin diğer sağlık çalışanlarına göre kaygı
düzeyinin arttığı saptanmıştır (p:0,03). Meslek grupları ile bilgi düzeyine
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
bakıldığında bilgi düzeyinin doktorlarda daha yüksek olduğu saptanmıştır (p=0,000)(Tablo2). Tüberküloz hastalığı nasıl bulaşır sorusuna %90,5
olgu solunum yolu ile cevabını vermiştir. DGT’nin ne olduğu sorulduğunda %32,7 olgu doğru cevap verirken, %20,8 olgu hiç duymadığını ifade
etmiştir. Tüberküloz enfeksiyonu tanısı nasıl konulur sorusuna %24,1 olgu
PPD ile cevabını vermiştir.
Sonuç: Sağlık çalışanlarının %62,3’ünün bilgi puanı zayıf; %45,4’nün
yüksek kaygılı olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanlarına Tüberküloz konusunda eğitim programlarının yapılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: tüberküloz, sağlık çalışanı, bilgi düzeyi, kaygı
düzeyi
Tablo 1b. Tüberküloz risk algılaması puanlama
Tablo 1a. Anketin tüberküloz bilgi düzeyi
Tablo 2. Bilgi düzeyi ile mesleklerin karşılaştırılması p=0,000
ZAYIF
(0-49)
N(%)
Memur-işçi (diğer sağlık çalışanları) 126(%81,8)
ORTA
(50-64)
N(%)
İYİ
(65-79)
N(%)
ÇOK İYİ
(80-100)
N(%)
25(%16,2)
3(%1,9)
0(%0)
Hemşireler
87(%63)
40(5,8)
8(%5,8)
3(%2,2)
Doktorlar
15(%27,8)
24(%44,4)
7(%13)
8(%14,8)
0(%)
2(%10)
6(%30)
12(%60)
Göğüs hastalıkları uzmanları
SS110
İmmünkompromize hastalarda latent
tüberküloz tanısında kan IP-10 düzeyinin
saptanması: Kronik renal yetmezlikli
hastalarda yapılan bir analiz
Gülşah Günlüoğlu1, Ekrem Cengiz Seyhan2, Rümeyza Kazancıoğlu3, Zeki
Günlüoğlu4, Nurdan Veske1, Esra Yazar1, Sedat Altın1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Medipol Üniversitesi, Göğüs hastalıkları, İstanbul
3
T.C. Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Nefroloji, İstanbul
4
Medipol Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi, İstanbul
1
2
Amaç: Latent tüberküloz infeksiyonu (LTBI), aktif tüberküloz gelişimi
için en önemli kaynaktır. Tüberküloz’un eradikasyonu açısından LTBI
bulunan kişilerin saptanıp tedavi edilmesi faydalıdır. Kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodializ tedavisi gören (CRF-HD) hastalar immuncompromised olup LTBI açısından risk altındadır. Bu çalışmada CRF-HD
hastalarında LTBI saptamada IP-10 düzeyinin etkinliği analiz edildi.Hastalar ve Metod: Çalışma, 50 CRF-HD hastası ile yapıldı. Hiçbir hastada aktif
tüberküloz yoktu. Hastalardan IP-10 ve Quantiferon G-In-Tube (QFT-GIT) ile Interferon-G düzeyinin ölçülmesi için kan alındı. Aynı gün Tuberculin deri Test (TDT) yapıldı. Test sonuçları karşılaştırmalı olarak analiz
edildi.Bulgular: TDT, hastaların %36.4’ünde QFT-G-IT %54’ünde pozitif
sonuçlandı. LTBI için risk faktörleri ile TST ve QFT-G-IT sonuçları arasında saptanan poor ilişki istatistiksel olarak anlamsızdı (sırasıyla p=0.15 ve
p=0.12). TST-QFT-G-IT sonuçları arasında moderate bir ilişki mevcuttu
(p=0.002). IP-10 düzeyi, spesifik TB antijenleri ile stimulasyon sonrasında tüm hastalarda belirgin şekilde yükseldi (p=0.0001). Ortalama IP-10
düzeyi, TDT ya da QFT-G-IT sonuçlarından birinin pozitif olduğu hastalarda 37233.3, diğerlerinde ise 1682.5 olup aralarındaki fark anlamlıydı
(p=0.0001). Stimüle edilmiş kanda 10500 IP-10 düzeyi eşik değer olarak
kullanıldığında IP-10 sonucu ile QFT sonucu arasında tam uyum ortaya
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
43
SÖZEL SUNUMLAR
çıkıyordu (kappa=1).Sonuç: CRF-HD hastalarında IP-10 düzeyi ölçümü
ile TDT’ye göre daha fazla sayıda hastada LTBI saptanabilir. Interferon-G
düzeyi ölçümüne göre daha kolay bir prosedür ile ölçülebilen IP-10 düzeyi,
CRF-HD hastalarında LTBI tanısında onunla eşdeğer sonuçlar sağlayabilir.
Anahtar Kelimeler: Latent tüberküloz enfeksiyonu, kronik böbrek
yetmezliği, IP-10
SS111
Pediyatrik pulmoner ve ekstrapulmoner
tuberküloz arasındaki farklılıklar: gelecek
için bir uyarı işareti
İlker Devrim1, Hüseyin Aktürk1, Nuri Bayram1, Hurşit Apa1, Şener
Tulumoğlu2, Fatma Devrim4, Tülin Erdem2, Yüce Ayhan2, İpek Tamsel5,
Demet Can3, Hüdaver Alper6
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
takibinin yapıldığı saptandı. Yeni hastaların; %51,2’sine (64) “Yeni Vakalarda Standart Tedavi Protokolleri” (2HRZE/4HR), %40,8’ine (51) “Yeni
Vakalarda Diğer Tedavi Protokolleri” (2HRZE/4HR harici en az 6 aylık tedavi protokolü) uygulanmıştır. Eski hastaların ise %23,8’ine (10) “Eski Vakalarda Standart Tedavi Protokolleri” (2HRZES/HRZE/5HRE), %21,4’üne
(9) ise “Eski Vakalarda Diğer Tedavi Protokolleri” (2HRZES/HRZE/5HRE
harici en az 8 aylık tedavi protokolü) uygulanmıştır. Hastaların %19,8’inin
ise (33) ise tedavilerini sonlandırmadıkları için, uygulanan rejimin kombinasyonu ve süresi konusunda tanımlayıcı bir bilgi oluşturulamadı. Tüm
hastalarda tedavi sonuçlarına değerlendirildiğinde; hastaların 136’sında
(%81,4) tedavi başarısı sağlandığı gözlendi. Hastaların %6’sı (10) ölüm,
%5,4’ü (9) kayıp, %4,2’si (7) tedavi terk, %1,8’si (3) nüks ve %1,2’si (2)
ise tedavi başarısızlığı ile sonuçlandı. Tüm tedavi sonuçları incelendiğinde
ise standart ve standart dışı tedavilerin sonuçları arasında anlamlı fark bulunmadığı saptandı.
Anahtar Kelimeler: ÇID-TB harici ilaç direnci, tedavi sonuçları,
tüberküloz,
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk
Enfeksiyon Hastalıkları Kliniği, İzmir
2
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Klinik
Mikrobiyoloji, İzmir
3
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji
ve İmmünoloji Kliniği, İzmir
4
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk
Kliniği, İzmir
5
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji
Kliniği, İzmir
6
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Amaç: Tüberküloz (TB) hala önemli bir küresel sağlık sorunu olmaya
devam etmektedir. Çocukluk çağı tüberkülozu bazı benzersiz farklı özelliklere sahiptir ve bu tanıyı zorlaştırmaktadır. Bu çalışmada pulmoner ve
ekstrapulmoner tuberkülozu olan çocukların epidemiyolojik, klinik ve mikrobiyolojik özellikleri tanımlandı.
Yöntem: 17 yaşından küçük aktif tüberkülozü olan hastaların verileri
toplanarak ve pulmoner ve ekstrapulmoner TB olan hastalar karşılaştırıldı.
Bulgular: 128 olgu çalışmaya dahil edildi. 42 olgu 5 yaşından küçük,
41 olgu 6-10 yaş arası ve 45 olgu 10 yaşından büyüktü. Olguların %75’i
pulmoner TB, %25’i ise ekstrapulmoner TB olarak saptandı. Ekstrapulmoner TB ve pulmoner TB olgularının yaş grubu dağılımları arasında anlamlı
farklılık saptanmadı (p=0.201). Konstitüsyonel semptom görülmeyen hasta oranı ekstrapulmoner TB’de pulmoner TB ile kıyaslandığında anlamlı
yüksek saptandı (p=0,000). Kaynakların tespitinde ekstrapulmoner TB ve
pulmoner TB arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,069).
Sonuç: TB hala önemli bir halk sağlığı problemidir. Ekstrapulmoner
tüberküloz herhangi bir konstitüsyonel semptom ve mikrobiyolojik kanıt
olmadan sinsi ve sessiz bir başlangıç gösterir, ayrıca erişkin kaynaklar da
çoğu zaman saptanamaz. Bu nedenle erişkin kaynağının tespiti çocuklarda
tüberküloz hastalığın kontrol edilmesi için zorunludur.
Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, ekstra pulmoner tüberküloz, pulmoner tüberküloz, konstitüsyonel semptomlar
Tablo . Yeni ve eski vakalarda standart ve standart dışı tedavilerin
sonuçlarının karşılaştırılması
Tedavi
protokolleri
Olumlu
sonuçlar
(kür, tedavi
tamamlama)
Olumsuz
sonuçlar
(tedavi
başarısızlığı,
nüks, kayıp,
ölüm)
Toplam Ki-Kare
Standart Tedavi
(Yeni vaka)
64
0
64
Standart Dışı Tedavi
(Yeni vaka)
50
1
51
Toplam
114
1
115
Standart Tedavi
(Eski vaka)
10
0
10
Standart Dışı Tedavi
(Eski vaka)
7
2
9
Toplam
17
2
19
P
0,013
0,909
0,685
0,408
SS113
Kayseri’de Tüberkülozlu Hasta
Bildirimleriyle Aktif Sürveyansla Tespit
Edilenlerin Karşılaştırılması
Şakir Hakan Aksu1, Suha Özkan2
Kayseri Verem Savaş Dispanseri, Kayseri
Çamlıca Aile Sağlığı Merkezi, Ankara
1
2
SS112
ÇİD-TB Harici İlaç Dirençlerinde Tedavi
Sonuçlarının Değerlendirilmesi
Hamza Ogun, İpek Özmen, Elif Yıldırım, Tülay Törün, Aslıhan Ak, Haluk
Celalettin Çalışır
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Çalışmaya, 2008-2010 yılları arasında hastanemizde beş farklı klinikte tüberküloz tanısı alan ve ÇID-TB harici en az bir ilaç direncine sahip
167 hasta alınmıştır. Hastaların 117’si (%70,1) erkek ve 50’si (%29,9) ise
kadındı, yaş ortalamaları 42,35 (18-90) olarak saptandı. Tek ilaç dirençlerinde, 75 (%44,9) hastada H direnci ve 11 hastada R direnci saptandı.
Çoklu ilaç direncinde ise 19 (%11,4) hastada HS direnci saptandı. Hastaların tedavi sonuçlarına hastane kayıtlarından ve bağlı oldukları verem
savaş dispanserlerinden temmuz 2013 itibarı ile ulaşıldı. Hastaların 125’i
(%74,9) yeni vaka ve 42’si (%25,1) eski vaka idi. Hastaların 125’inde
(%74,9) hem mikroskopi hem kültür pozitifliği saptanırken, 42 (%25,1)
hastada sadece kültür pozitifliği saptandı. 124 (%74,3) hastanın hastaneye
yatarak, 43 (%25,7) hastanın ise ayaktan verem savaş dispanserlerinde
44
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Amaç: Tüberküloz(TB) bildirimi zorunlu bir hastalıktır. Çalışmamızda,
2013 yılında Kayseri’de, yapılan bildirimlerle, aktif sürveyansla hastanelerin laboratuvar kayıtlarında tüberküloz tanısı olan hasta bilgilerini karşılaştırarak bildirimlerin yeterliliğini öğrenmek ve dispanser kayıtlarında
bulunmayan hastaları tespit etmeyi amaçladık.
Yöntem: 2013 yılında yapılan tüberkülozlu hasta bildirimleri Kayseri
Halk Sağlığı Müdürlüğü kayıtlarından, aktif sürveyans incelemesi tüberküloz laboratuvarı olan ve tüberküloz hastalarının tanı ve tedavilerini yapan
Tıp Fakültesi ile Eğitim Araştırma Hastanesinden(EAH) araştırılmış olup
retrospektif olarak analiz edilmiştir. Aynı anda kültür pozitif, MGIT pozitif
ve tipik üreme gösteren örnekler çalışmaya alınmıştır. Hastaların adresleri
bulunarak, bağlı oldukları illere hizmet veren dispanserlerdeki kayıtlarla
karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Tıp Fakültesi Laboratuvar kayıtlarında 2013 yılında 22 kişide TB mikrobunun bulunduğu kültür ve MGIT pozitifliği ile gösterilmiştir.
Atipik üremeler kayda alınmamıştır. EAH laboratuvar kayıtlarında ise bu
rakam 50‘dir. Aktif sürveyans ile bulunan bu kişiler, resmi olarak yapılan
bildirimlerle karşılaştırıldığında 21(%29) kişinin bildiriminin yapılmamış
olduğu görülmüştür. Bildirimi yapılmayanlardan 10 (%14) kişinin doğrudan dispanserlere giderek kaydolduğu bulunmuştur. Bildirimi yapılan 51
kişinin 50’si dispanserlerde tedavi almışlardır.
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Her ne kadar bildirimi zorunlu olsa da yeterince yapılmadığı
düşünülen tüberkülozda, hastaların tedavisi, temaslıların muayenesi, gerekli olanlara koruyucu önlemlerin alınması için aktif sürveyansın programlı bir şekilde düzenli uygulanmasının gerekli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aktif sürveyans, Tüberküloz hastası bildirimi
KOAH
SS114
Yeni GOLD sınıflamasına göre yüksek atak
riski olan KOAH’lı hastalarda gelecek
ataklar açısından belirleyici faktörler
Sibel Atış Naycı, Eylem Sercan Özgür, Cengiz Özge, Gamze Çavuşoğlu,
Ahmet İlvan
Mersin Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin
Amaç: KOAH’lı hastalarda gelecek risklerin azaltılabilmesi için gelecek ataklar açısından yüksek riskli hastaların belirlenmesi oldukça kritik
bir öneme sahiptir. Bu çalışmada yeni GOLD sınıflamasına göre yüksek
atak riski olan KOAH’lı hastalarda gelecek ataklar açısından belirleyici
faktörleri değerlendirmeyi amaçladık.Gereç-Yöntem: Yeni GOLD sınıflamasına göre 101 yüksek atak riski olan KOAH’lı hasta çalışmaya dahil
edildi. Spirometrik olarak GOLD 3 veya GOLD 4 ve/veya hastanın son 1
yılda 2 veya daha fazla atak geçirme öyküsü ve/veya son1 yıldaki hastane
yatışı gerektiren atak öyküsü yüksek riskli hasta olarak kabul edildi. Stabil
dönemde solunum fonksiyon testleri, dispne skoru (mMRC), CAT skoru,
son 1 yıl içindeki atak sıklığı ve hastane yatışı, doktor tanılı komorbiditeleri
değerlendirildi. Hastalar bir yıl takip edildi ve takip süresindeki atak sayıları prospektif olarak belirlendi. Çoklu regresyon analizi ile CAT skorunun,
spirometrik olarak GOLD evresinin, önceki yıldaki atak sıklığının, dispne
skorunun ve komorbidite varlığının hastanın gelecek yıldaki ataklarını belirlemedeki etkisi değerlendirildi.Bulgular: Ortalama yaş 62.3 ±7.9, FEV1
%42.9±15.1 ve CAT skoru 16.14±7.5 idi. 68 hasta (%67.3) en az bir
komorbiditeye sahipti. Lojistik regresyon analizinde sadece geçmiş yıldaki
sık atak öyküsü varlığının gelecek yılda sık atak geçirme olasılığını 4.6 kat
artırdığı (p=0.02) saptanırken, spirometrik evre, CAT skoru, dispne skoru
ve komorbidite varlığının gelecek atakları belirlemede etkisi saptanmadı.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları gelecek ataklar açısından geçmiş yıldaki sık atak geçirme öyküsünün spirometri, semptom skoru, CAT skoru
ve komorbidite gibi diğer değişkenlere göre daha kullanışlı ve anlamlı bir
belirleyici olduğunu desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: atak, CAT skoru, KOAH, risk
KOAH hastalarının evrelere göre dağılımının ve her evre için uygulanan
tedavi yaklaşımlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Türkiye’nin tüm coğrafik bölgelerini kapsayan 8
ildeki 11 merkezde (ikinci ve üçüncü basamak sağlık kurumları) 2010 yılı
Ağustos ayında yürütülen çalışmada; 40 yaş ve üzeri, son iki yıl içinde
spirometrik olarak KOAH tanısı almış ve 6 ay sonraki tedavi bilgisine ulaşılmış 719 hastanın dosya verileri değerlendirilmiştir.
Bulgular: Demografik Özellikler ve KOAH evreleri
Ortalama %FEV1 %44,9 değeri olan hastaların diğer demografik özellikleri Tablo 1’de, GOLD evrelerine göre dağılımı Şekil 1’de
görülmektedir.Tedavi: Evrelere göre ilaç kullanımı Tablo 2’de özetlenmiştir.Evre 1 hastalarda, idame tedavide en çok tercih edilen tedaviler, LAMA ve LABA+İKS+LAMA kombinasyonu idi (her ikisi için de
6 hasta). Evre 2 ve üzeri hastalarda en sık tercih edilen tedavi grupları
sırasıyla LABA+İKS+LAMA; LABA+İKS+ LAMA+metil ksantin ve
LABA+İKS kombinasyonları idi. Hastaların %89’u (619) İKS içeren tedavi kullanıyordu.
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre; GOLD Evre1’de 2. ve 3. basamak hastane başvuruları nın düşük olduğu; Evre 1’de kısa etkili bronkodilatörlerin yanı sıra LAMA ve LABA+İKS+LAMA kombinasyonlarının
kullanıldığı; Evre 2 ve 3’te olguların yarısında LABA+İKS+LAMA kombinasyonunun tercih edildiği, evre 4’te bu kombinasyona teofilin de eklendiği gözlenmiştir. Hemen her evrede sıklıkla çoklu tedavi yaklaşımlarının tercih edilmiştir ve İKS kullanımını da kılavuz önerilerinden daha yaygındır.
Anahtar Kelimeler: Evre dağılımı, gerçek yaşam, kronik obstrüktif
akciğer hastalığı, tedavi dağılımı
KOAH hastalarının evrelere göre dağılımını gösteren grafik
Şekil 1. KOAH hastalarının evrelere göre dağılımı
Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri
Özellikler
n=719
SS115
Yaş (yıl), Ort (SD)
62,9 (9,7)
Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Pratiğinde
KOAH hastalarının Evrelere Göre Dağılımı
ve Tedavi Yaklaşımları: Çok Merkezli Gerçek
Yaşam Çalışması
Erkek cinsiyet, n (%)
614 (85,4)
Hastalık süresi (yıl), Ort (SD)
6,0 (5,8)
FEV1 (L), Ort (SD)
1,3 (0,6)
Sosyal güvence varlığı, n (%)
685 (95,3)
Elif Şen1, Salih Zeki Güçlü2, Işıl Kibar3, Ülkü Bolol4, Hikmet Tereci5, Veysel
Yılmaz6, Onur Çelik7, Filiz Çimen8, Füsun Topçu9, Meltem Orhun10, Aylin
Konya11, İdilhan Ar11, Sevgi Saryal1
20 paket yılı üzerinde sigara öyküsü olan, n (%)
525 (73)
Sigara öyküsü olan, n (%)
642 (89,3)
Halen sigara içen, n (%)
194 (27)
Sigarayı bırakmış olan, n (%)
448 (62,3)
Hiç sigara içmemiş olan, n(%)
76 (10,6)
Ankara Üniversitesi Tıp Fakülresi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
3
İstanbul Hospital, İstanbul
4
Adana Prof. Dr. Nusret Karasu Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Adana
5
Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Samsun
6
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
7
Erzurum Nihat Kitapçı Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi, Erzurum
8
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
9
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
10
Üsküdar Devlet Hastanesi, İstanbul
11
Novartis İlaç
1
2
Giriş ve Amaç: Türkiye’de KOAH’ta gerçek yaşam koşullarında tedavi
yaklaşımlarını araştıran geniş çaplı çalışmalar sınırlıdır. Çeşitli ülkelerde yapılan çalışmalar KOAH tanı ve tedavisinde kılavuzlara uyumun genellikle
düşük olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada GOLD 2010 baz alınarak
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
45
SÖZEL SUNUMLAR
Tablo 2. İlaç gruplarının evrelere göre dağılımı
SS117
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Amfizem tedavisinde coil ile bronkoskopik
akciğer volüm küçültmenin yeri
Turhan Ece1, Züleyha Bingöl1, Yasemin Ateş1, Korkut Bostancı2
İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
SS116
Bronkoskopik Akciğer Volüm Azaltıcı-Sarmal
Tedavisi (BAVA-S): 3 aylık takip sonuçları
Aşkın Gülşen1, Fidan Sever1, Pelin Girgin2, Necdet Batuhan Tamcı3
Şifa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Şifa Üniversitesi, Anestezi Anabilim Dalı, İzmir
3
Şifa Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
Giriş: İleri evre, amfizem ağırlıklı kronik obstruktif akciğer hastalığı
(KOAH) olan hastalarda; medikal tedavi hastaların semptomlarını ve yaşam kalitelerini düzeltmekte yetersiz kalmaktadır. Ventilasyon- perfüzyon
dengesi ileri derecede bozulmuş akciğer alanlarının küçültülmesi; hastaların efor kapasitelerini arttırarak, yaşam kalitelerini düzeltebilir ve pulmoner
rehabilitasyon programlarına uyumu arttırabilir. Heterojen amfizemli loba
komşu lobdan kollateral ventilasyon varsa; tıkayıcı endobronşiyal volüm
küçültücü tedavi (EBVT) yöntemleri etkisiz kalabilir. Coiller ile; ağır amfizemlilerin tümünde etkili EBVT yapılabileceği iddia edilmektedir.Metod:
Heterojen amfizemi olan, ağır – çok ağır KOAH’lı, tümü erkek, 8 olgu
çalışmaya alındı. Zorlu vital kapasite 1. saniye (ZVK1) <%45, difüzyon kapasitesi (DLCO) >%20, reziduel volüm (RV) >%175, PaCO2 <%60 olan
olgulara, genel anestezi altında C kollu floroskop görüntülemesi altında,
fleksibl bronkoskop ile Coil-EBVT uygulandı.Bulgular: Olguların 3/8’inde
bir akciğer üst lobuna, 5/8’inde ise bir akciğer alt lobuna 10’ar adet 100125 mm uzunluğunda Coil (PneumRx) yerleştirildi. Coil-EBVT öncesi ve
1-3 ay sonrası; solunum fonksiyon, kan gazı ve yaşam kalitesi skorlamaları
ile değerlendirme yapıldı. Coil-EBVT ile; hastaların solunum fonksiyonları
ve efor kapasitelerinde iyileşme saptandı.Sonuç: Coil-EBVT; seçilmiş ağır
amfizemli hastalarda, akciğer rezidüel volümünü azaltarak, solunum mekaniğini ve ventilasyon perfüzyon dengesini düzelten, böylece gaz değişimini, efor kapasitesini, yaşam kalitesini arttıran yeni bir tedavi yöntemidir.
Anahtar Kelimeler: amfizem, coil, endobronşiyal volüm küçültme
tedavisi
2
Giriş: Bronkoskopik akciğer volüm azaltıcı sarmalları(BAVA-S), bronkoskopi ile birlikte ağır homojen ve heterojen amfizemi olan hastalarda uygulanan yeni implantlardır.Volüm azaltılmasının amacı hiperinflasyonu ve
hava hapsini azaltarak semptomlarda iyileşme sağlamayı amaçlamaktadır.
Metod: Ağır amfizemi olan hastalar çalışmaya alındı.Tüm vakalarda
amfizem dağılımı BT taraması ile kesinleştirildi.Sigara içmeyen, FEV1
%15-45,rezidual volüm> %175 ile birlikte hiperinflasyonu olan ve belirgin nefes darlığı olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonu, ağır pulmoner hipertansiyonu (PAB>50mmHg),6
dk.yürüme testi 140mt’den az,büyük bülleri olan hastalar çalışmadan
çıkarıldı.
40 hastada genel anestezi altında, 20+-10 dk’da ve tek akciğere 6-12
sarmal uygulanarak 50 işlem gerçekleştirildi.Tüm işlemler iyi tolere edildi.
Sarmal yerleştirmek ve parankimal kompresyon elde etmek amacıyla
en hastalıklı bölge ilk olarak tercih edildi. Tek taraflı ve iki taraflı BAVA-S
uygulandı.
30 ve 90.gün takiplerinde solunum fonksiyon testi,6 dk yürüme testi,
NT-proBNP,EKO değişiklikleri kaydedildi.
Sonuçlar: Hastalar 1-3 ay takibe alındı,bu süre içerisinde 12 yan etki
saptandı.Nefes darlığı,öksürük ve göğüs ağrısı rapor edildi.Pnömotoraks
gelişmedi.4 KOAH alevlenme,5 pnömoni (4 işlem tarafında,1 diğer akciğer) ve 1 ölüm rapor edildi.1 vaka işlem sırasında bradikardi ve hipotansiyon gelişmesi nedeniyle işleme devam edilmedi.
3 aylık takipte ort.FEV1 (+180 ml), ort. FVC(+360ml),rezidual volüm(-%14,6 ± %9,4) ve 6dk yürüme testi (+95,5 ±62,8 m), (p<0,005)
elde edilmiştir.
Tartışma: Tedaviden önce hastaların seçimi ve hazırlığı en önemli
noktadır.
BAVA-S ameliyata göre daha güvenli olmakla beraber, ağır KOAH hastalarının tedavisi için bir alternatif sunmaktadır. Tedavi teknik olarak uygulabilir ve sonuçlara bakıldığında solunum fonksiyonlarında ve egzersiz
kapasitesinde belirgin iyileşme görülmektedir. Uzun dönem sonuçlar için
çalışmamız devam etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı, Amfizem,
Bronkoskopik Volum Azaltıcı işlem,BAVA-S,Sarmal,3 aylık takip, Sonuçlar
46
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SS118
KOAH Atağı ile Hospitalize Edilen Hastalarda
Kardiyak Komorbidite Varlığının Hastane
Mortalitesine ve Yatış Süresi Üzerine Etkisi
Yavuz Havlucu1, Ece Kaya2, Gaye Salanturoğlu1, Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Salihli Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Manisa
1
2
Hospitalizasyon gerektiren KOAH alevlenmeler yüksek mortalite ve
morbiditeye sahiptir. Kardiyak komorbidite gibi spesifik komorbiditelerin
etkisi detaylı olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada kardiyak komorbiditenin akut alevlenme nedeni ile hospitalize edieln hastalarda hastane mortalitesine ve yatış süresine etkisinin araştırılması planlandı.
Ocak ‘013 ile Aralık 2013 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi
Göğüs Hastalıkları Kliniği ve Salihli Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları
Kliniğinde KOAH alevlenme nedeni ile yatan hastalar retrospektif olarak
tarandı. Hastaların dosyalarından sosyodemografik bilgileri, kardiyak
komorbiditeler, solunum fonksiyon testleri, arteryal kan gazı bulguları,
KOAH alevlenme nedeni, hastane mortalitesi ve yatış süreleri kaydedildi.
Çalışmaya 416 hasta dahil edildi. Olguların %88.9’u erkek ve yaş ortalaması 71.8 yıl idi. Olguların ortalamaFEV1 değeri %47,6 olarak bulundu. En sık görülen kardiyak hastalıklar sırasıyla kor pulmonale, sol kalp
yetmezliği, aritmiler ve iskemik kalp hastalıkları idi.Kardiyak komorbiditesi
olan olgular daha yaşlı idi ve bu olgulardaki sigara bırakma oranı daha
yüksek idi. Bunun yanında kardiyak komorbiditesi olanların FEV1 değerleri daha yüksek idi. Kardiyak komorbidite varlığı hastane mortalitesi
(p=0.013) ve uzun yatış süresi (p=0.024) ile ilişkili bulundu.
Sonuç olarak kardiyak komorbiditenin varlığının akut alevlenme nedeni
ile hospitalize edilen hastalarda hastane mortalitesi ve yatış süresine olumsuz yönde etkilediği bulundu. KOAH alevlenme nedeni iiel interne edilen
hastalarda kardiyak hastalıkların daha ayrıntılı değerlendirilerek tanınmasının bu grup hastalara daha dikkat etmemizi sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: KOAH alevlenme, kardiyak komorbidite,
mortalite
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
GÖĞÜS CERRAHİSİ
SS119
Malign Mezotelyoma İnvazif Girişim
Yapılmadan Cilte Yaygın Metastaz Yapar mı?
Bülent Öztürk1, Fatih Meteroğlu2, Atalay Şahin2, Menduh Oruç2
Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi, Diyarbakır
1
2
Kırk altı yaşında erkek hasta. Göğüs ağrısı, nefes darlığı ve vücudunda
cilt altında yer yer sert şişlikler olduğu şikâyetiyle kliniğimize başvurdu.
Hastaya gerekli tetkikler yapıldı. Ancak göğüs ön, arka, batın ön, lumbosakral bölgede yaygın ciltte nodülleri mevcuttu. Tanı amaçlı sol hemitorakstan ve cilt altı sert yapıdaki nodüllerden biyopsi alındı. Plevral
biyopsi mixt mezotelyoma ve ciltteki nodüllerden alınan biyopsi ise mixt
mezotelyoma metastazı olarak geldi. Bu hastaya herhangi bir müdahale ve
invazif girişim yapılmadığı halde tümörün cilde bu şekilde yaygın metastaz yapmasını ilginç bulduk. Olguyu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık
(Resim 1,2).
Anahtar Kelimeler: İnvazyon, mezotelyoma, metastaz,
SS120
Stratos yöntemi ile kotlara klips ve/veya
bar uygulanan 12 olgu. Tek merkez deneyimi
Gökay Reyhan
Denizli Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Denizli
Amaç: Stratos yöntemi uygulanan olgulara yaklaşımımız iredelendi.Gereç-Yöntem: Mart 2013-Ekim 2013 tarihleri arasında Kilis Devlet
Hastanesinde Stratos yöntemi ile kotlara klips ve/veya bar uygulanan bir
(%8.3) kadın ve onbir (%91.7) erkek ve yaş ortalamaları 35.2 (17-65)
olan 12 olgu retrospektif olarak incelendi. Olguların ikisi (%16.7) Türk,
onu (%83.3) Suriyeliydi. Olguların biri (%8.3) eski trafik kazası, onbiri
(%91.7) ateşli silah yaralanmasıydı.Bulgular: Olguların biri (%8.3) izole
kot fraktürü, onbirinde (%91.7) ise ek yaralanma mevcuttu. Olguların birinde (%8.3) hemotoraks, ikisinde (%16.7) pnömotoraks, sekizinde (66.7)
hemopnömotoraks mevcuttu. Ateşli silah yaralanmalı onbir olgudada
akciğer yaralanması mevcuttu. Ek olarak olguların üçünde (%25) diyafragma yaralanması, birinde (%8.3) dalak yaralanması, ikisinde (%16.7)
karaciğer yaralanması, birinde (%8.3) ince barsak yaralanması, birinde
(%8.3) tibia fraktürü, birinde (%8.3) humerus fraktürü mevcuttu. Olguların birine (%8.3) torakotomi insizyonu, onbirine torakotomi, dördüne
(%33.3) ek olarak laparatomi uygulandı. Olguların ikisine (%16.7) bar,
dokuzuna (%75) klips, birine (%8.3) hem bar hem klips uygulandı. Olguların onbirine (%91.7) akciğer tamiri, ikisine (%16.7) ek olarak akciğer
wedge rezeksiyon ve üçüne (%25) diyafragma tamiri uygulandı. Ek olarak
olguların birine (%8.3) karaciğer ve ince barsak tamiri, birine (%8.3) karaciğer tamiri, birine (%8.3) eksploratif larapatomi ile kanama kontrolü,
birine (%8.3) splenektomi ve humerus stabilizasyonu ve birinede (%8.3)
tibia stabilizasyonu uygulandı. Olgularda ikisinde (%16.7); biri batın içi kanamaya bağlı peroperatif ve biri sepsise bağlı onuncu günde olmak üzere
mortalite izlendi.
Sonuç: Stratos yöntemi travma sonucu oluşan kot fraktürleri ve göğüs
duvar destruksiyonlarında kullanılabilen bir yöntemdir. Yelken göğüs, açık
toraks, ve göğüs duvarı stabil olmadığında akla getirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Stratos, travma, bar, klips
Şekil 1. İri, hiperkromatik, bazıları veziküler nükleuslu, eozinofilik sitoplazmalı,
mitotik aktivitesi yoğun tümöral lezyon (H&E,200X)
Şekil 1. akciğer grafisi
Şekil 2. Cilt altı nodül
Şekil 2. peroperatif
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
47
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS121
SS122
Türkiye’de ilk tek port video yardımlı
torakoskopik (VATS) lobektomi olgusu
Trakeobronşial İlginç Yabancı Cisimler:
İlhan Ocakcıoğlu
Yasemin Bilgin Büyükkarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Burçin Çelik, Mehmet
Gökhan Pirzirenli, Selçuk Gürz, Zeynep Pelin Sürücü, Ahmet Başoğlu
Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Van
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
Bronşektazin cerrahi tedavisinde yaygın olarak açık cerrahi yaklaşım
tercih edilirken son zamanlarda video yardımlı torakoskopik rezeksiyonlarda (VATS) rutin cerrahi pratiğe girmiştir. Geleneksel VATS rezeksiyonlar için üç ya da dört port insizyon kullanılırken, biz olgumuzda tek port
insizyondan sol alt lobektomi uyguladık. 43 yaşında bayan hasta öksürük
ve hemoptizi şikayeti ile başvurdu. Yaklaşık 1 yıldır öksürük şikayeti, son
6 aydır balgamla hemoptizi şikayeti mevcut idi. Son 1 yıldır klinik takip
altında olan hastanın etyolojisine yönelik yapılan araştırmada her hangi
bir etyolojik faktör saptanmadı. Bilgisayarlı göğüs tomografisinde sol akciğer alt lobda lokalize kistik bronşektazi mevcuttu (Resim 1). Bronkoskopik
incelemesinde sol alt lob girişinde pıhtı ve sekresyon gözlendi. Hastaya
sol VATS alt lobektomi önerildi ve bronşektazi tanılı olgumuza tek port
insizyondan sol alt lobektomi uyguladık (Resim 2 a,b,c,d,e). Klinik takipte
narkotik analjezik gerektirmeden sadece Nonsteroid antienflamatuar ilaçlar ile ağrısının olmadığı gözlendi. 4.cü gün hasta taburcu edildi. Ameliyat
sonrası 6 ay takip edilen hastada postoperatif dönemde ağrı gözlenmedi. Patolojik inceleme sonucu sakküler tip bronşektazi olarak raporlandı.
Bronşektazinin cerrahi tedavisinde günümüzde açık veya klasik torakoskopik yaklaşımlar tercih edilmekte olup tek insizyon torakoskopik rezeksiyon
yeni uygulanabilir bir yöntemdir. Türkiye’de ilk kez uygulanan bu yeni
yöntem açık veya klasik torakoskopik yöntemlere göre daha kozmetik,
daha kısa hastanede kalım süresi, solunum değerlerinde daha az düşüş
ve daha az ağrı oranları ile daha avantajlı bir yaklaşımdır. Bronşektazi cerrahisinde tek insizyon video yardımlı torakoskopik anatomik rezeksiyon
deneyimli cerrahlar tarafından yapıldığında güvenli ve uygulanabilir bir
cerrahi yaklaşımdır.
Anahtar Kelimeler: Tek port, video yardımlı torakoskopik cerrahi,
lobektomi, bronşektazi
Giriş: Trakeobronşial sistem yabancı cisimleri çocuklarda daha sık olmak üzere her yaş grubunda görülebilmektedir. Yabancı cisimler, minör
şikayetlerden hayatı tehdit eden major komplikasyonlara yol açabilen
patolojilerdir. Bu çalışmada, sık karşılaştığımız yabancı cisim aspirasyonlarının aksine nadiren görülen, ilginç radyolojik ve klinik bulguları olan
hastalar sunulmuştur.
Materyal-Metod: Kliniğimize 1999 ile 2013 yılları arasında trakeobronşial yabancı cisim aspirasyonu nedeniyle 110 hastaya rijit bronkoskopi
uygulandı. Bu hastalardan ilginç materyaller aspire eden 12 olgu çalışmaya dahil edildi. Aspire edilen yabancı cisimler 2 hastada kalem kapağı, bir
hastada diş protez materyalleri, bir hastada divit ucu,bir hastada spanç,bir
hastada kürdan,bir hastada gümüş kanül, 2 hastada konuşma aparatı,bir
hastada enjektör iğnesi, bir hastada kulak temizleme çubuğu, bir hastada
tavuk kemiğiydi. Yabancı cisimler 6 hastada rijit, 2 hastada fleksibl bronkoskopi ile, 4 hastada torakotomi ile çıkarıldı. Moratlite 0; morbidite 0.
Tartışma: Trakeobronşial yabancı cisim aspirasyonları,yaşamı tehlikeye sokan ve acil müdahale gerektiren klinik durumlardır. Erken teshis
ve uygun tedavi modalitesinin belirlenmesi mortaliyeyi ve oluşabilecek
komplikasyonları önlemek için hayati önem taşır.
Anahtar Kelimeler: aspirasyon, trakeobronşial, yabancı cisim
SS123
Farklı Loblarda Bronşial Atrezi ve
İntrapulmoner Sekestrasyon Birlikteliği
Nilgün Kanlıoğlu Kuman1, Serdar Şen1, Seda Karakoyunlu Şen1, Can Zafer
Karaman2, Emel Ceylan3, İbrahim Meteoğlu4
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Aydın
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi. Radyoloji Anabilim Dalı, Aydın
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın
4
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Aydın
1
2
3
Bronşial atrezi ve intrapulmoner sekestrasyon ender konjenital anomalilerden olup bu iki anomalinin farklı loblarda birlikteliği daha da ender bulunur. 21 yaşındaki erkek olgu göğsünde rahatsızlık ve hemoptizi şikayeti
ile başvurdu. Akciğer grafisinde sağ hemitoraksda orta zonda hiperaerasyon, amfizem ve alt zonda kardiyofrenik sinuste konsolidasyon görüldü.
Toraks bilgisayarlı tomografisi sağ orta lob lateral segmentte bronşial atrezi
ve buna bağlı olarak aşırı havalanma amfizamatöz değişiklikler, sağ alt lob
posterobazal segmentte intrapulmoner sekestrasyon görüldü. Bronkoskopide orta lobun rudimente lateral segment bronşunun pulsatile damar ile
sarıldığı görüldü ve bronş lümeni görülmedi. Bronşial atrezi nedeni ile sağ
orta loba lateral segmentektomi, intrapulmoner sekestrasyon nedeniyle alt
loba posterobazal segmentektomi uygulandı.
Anahtar Kelimeler: atrezi, Bronşial, intrapulmoner, segmentektomi,
sekestrasyon
Şekil 1. Bilgisayarlı göğüs tomografisinde sol akciğer alt lobda lokalize kistik
bronşektazi mevcuttu
A
C
B
D
E
Şekil 2. A,B. Torakoskopik görüntüler C. Endoskopik aletlerin kullanımı D,E. Kesi
boyutu
48
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1. A; Tomografide orta lob lateral segmentte hava hapsi B; alt lob posterobazal
segmentte konsolidasyon, içinde bronştazi içeren lezyon görülmekte
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS125
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde
miR221 ve miR222’nin biyobelirteç olarak
değeri
Yasemin Müşteri Oltulu1, Ender Coşkunpınar1, Engin Aynacı2, Pınar Yıldız3,
İlhan Yaylım1
1
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Moleküler Tıp Anabilim Dalı,
İstanbul
2
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
Şekil 2. A; Orta lob lateral segmentte hava hapsi B; Alt lobda sekestre alanın
mediasten ile bağlantılı vasküler yapıları görülmekte
AKCİĞER VE PLEVRA MALİGNİTELERİ
SS124
Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri
olgularında, ortalama sağ kalım süresini
belirlemede, Pet BT’deki ortalama SUV ve
Metabolik Tümör Hacmi değerlerinin yeri
Ercan Kurtipek1, Mustafa Çaycı2, Nuri Düzgün3, Hıdır Esme3, Yüksel Terzi4,
Süleyman Baktık5, Murat Serhat Aygün5, Yaşar Ünlü6, Cengiz Burnik1, Taha
Tahir Bekçi1
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Konya
4
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Bölümü, Samsun
5
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Konya
6
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Konya
1
2
3
Çalışma küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) olan olgularda, florodeoksiglukoz-pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografi
(FDG-PET/BT)’de Maksimum Standart Uptake Value (SUVmax), ortalama (mSUV) ve Metabolik Tümör Hacminin (MTH) ‘nin sağkalım süresi
ile ilişkisini belirlemek, olguların demografik, klinik ve radyolojik olarak
verilerinin sağkalıma etkilerini araştırmak amacıyla planlandı. Mayıs 2010Mart-2013 tarihleri arasında hastanemize başvuran, kesin tanı almış ve
evrelemesinde FDG-PET/BT kullanılan toplam 79 KHDAK’lı olgunun dosyası retrospektif olarak incelendi. İlk tanı anındaki FDG PET/BT görüntülerindeki primer kitle üzerinden volumetrik ilgi alanı alınarak hesaplanan
SUVmax değeri ile, kitlenin ortalama SUV değeri (mSUV) ve SUV max
eşikdeğeri > 2.5 olarak alınarak hesaplanan tümörün metabolik hacminin hesaplanmasıyla elde edilen hacmi (MTH) gibi elde edilen değerler
gibi prognozu etkileyen klinik, radyolojik ve FDG PET/BT parametreleri kaydedilerek istatistiksel analiz yapıldı. Cox regresyon analizine göre
MTH (RR: 1.006, p=0.03) ve mSUV (RR:1.302, p=0.03) değerlerinin
yüksek olmasının, ortalama yaşam süresinin kısalması üzerinde belirgin
rolü vardı. Oysaki bu istatiksel anlamlılık SUV max ölçümlerinde saptanmadı (RR:0.970, p=0,39). Çalışmamızda; KHDAK’lı olguların sağkalım
süresinde, kitlenin FDG-PET/BT’deki SUV max değerinin önemli rolünün
olmadığı, ancak MTH ve mSUV değerlerinin belirgin rolü olduğu sonucu
ortaya çıkmıştır. Bu sonuca dayanarak günlük pratiğimizde KHDAK tanılı
hastaların tanı ve takibinde çok sık kullandığımız SUV max değerinin yanı
sıra, mSUV ve MTH ölçümlerinin de birlikte degerlendirilmesiyle hastaların sağkalım sürelerinde daha doğru bilgiler elde edileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: Ortalama SUV, metabolik tümör volümü, non
small cell ca
Giriş ve Amaç: MikroRNA’lar (miRNA) transkripsiyon sonrası mRNA’yı
bloke ederek gen ekspresyonunu protein sentezi aşamasında kontrol eden
ve protein kodlaması yapmayan 18-24 nükleotid uzunluğunda, tek zincirli RNA grubudur. miRNA’lar birçok hücresel fonksiyonun kontrol edilmesinde rol oynamakta, birçok kanser tipinde de ekspresyon profillerinin
değiştiği, kanser oluşum süreçlerinde kritik rol oynadıkları anlaşılmaktadır. Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tüm akciğer kanserlerinin
yaklaşık %80’ini oluşturmaktadır. Hastalığın erken ve doğru olarak teşhisi,
uygulanacak tedavinin başarı şansını da etkilemektedir. Çalışmanın amacı,
KHDAK’de serum miR221 ve miR222 ekspresyon seviyelerinin ölçülerek
bu miRNA’ların biobelirteç olarak kullanımının araştırılmasıdır.
Materyal-Metod: Bu çalışmaya Yedikule Göğüs hastalıkları ve Göğüs
Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesinde KHDAK tanısı konmuş 32 hasta
(tümü erkek) ve 30 sağlıklı kontrol (tümü erkek) olgusu dâhil edildi. miRNA-spesifik kantitatif eş zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (qRT PCR)
metodu kullanıldı.
Bulgular: KHDAK hastalarında kontrole oranla miR221 1.46 kat,
miR222 ise 1.63 kat daha fazla eksprese olmaktadır ve bu ekspresyon
farkı miR221 için istatistiksel olarak anlamlı iken (p: 0.0001) miR222 için
anlamlı bir fark tespit edilmedi (0.08). KHDAK hastalarında metaztaz varlığında miR221 2.33 kat daha fazla eksprese olmaktadır (p:0.014) ve ileri
evrede erken evreye oranla miR221 1.44 kat, miR222 ise 1.52 kat daha
fazla eksprese olmaktadır (p:0.0004, p:0.0003).
Sonuçlar: Dolaşımdaki miRNA’larda meydana gelebilecek anlatım
farklılıklarının KHDAK tanı ve tedavisi için son derece değerli olabileceği
ve hastalarda kullanılan ilaca yanıtın tahmin edilmesinde non-invaziv bir
strateji sağlayabileceği gözönüne alındığında miR221 ve miR222 ekspresyon düzeyindeki değişimlerin KHDAK tanı, tedavi ve prognozu açısından
birer biyobelirteç olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: KHDAK, Biyobelirteç, Gen ekspresyonu,
miR221, miR222
Şekil 1. miR221 ve miR-222 genlerinin kat değişimleri
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
49
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
amacı KHDAK hastalarında, Real Time Polimeraz Zincir Reaksiyonu metodu kullanılarak, HSP90AA1, HSP90AB1 ve HSP90B1 gen polimorfizmlerinin araştırılmasıdır.
Materyal-Metod: Çalışmaya 97 KHDAK hastası ve 97 sağlıklı kontrol
olgusu dahil edildi. Genotipleme için RT PCR metodu kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamızın sonuçlarına bakıldığında HSP90AA1
(rs4947C/T) genotipleri açısından hasta grubunda mutant CC genotipi
taşıma frekansı, HSP90AB1 (rs13296A/G) genotipleri açısından hasta
grubunda mutant AA genotipi taşıma frekansı ve HSP90B1 (rs2070908
C/G) genotipleri açısından hasta grubunda mutant CC genotipi taşıma frekansı kontrol gurubuna göre anlamlı ölçüde yüksek bulundu (*p:0,019,
p: 0,004, p: 0,036). Homozigot mutant allelli genotiplere sahip bireylerin
frekansının hasta grubunda kontrole göre anlamlı olarak yüksek olduğu ve
mutant genotiplere sahip olmanın hastalık riskini yaklaşık (sırasıyla) 2.9,
4.8, 1.9 kat artırdığı tespit edildi.
Tartışma: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar belirlenen gen bölgeleri
ile ilgili olarak KHDAK hastalığında Türk toplumu için oluşturulacak ilk veri
olma özelliğindedir. HSP90AA1 (rs4947C/T), HSP90AB1 (rs13296A/G),
HSP90B1 (rs2070908C/G) gen bölgelerindeki polimorfik değişikliklerin
KHDAK riskini arttırdığını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: KHDAK, HSP90AA1, HSP90B1, HSP90AB1,
biyobelirteç
Şekil 2. miR221 ve miR222 genlerinin ekspresyon seviyesi farklılığını gösteren
dağılım grafiği
Tablo 1. miR221 ve miR222 genlerinin kat değişim değerleri
Kat
p
Ort. ΔCt Ort. ΔCt 2^-ΔCt 2^-ΔCt %95 C.I değişimi -değeri
Gen
miR221
miR222
miR-221
miR222
KHDAK
Kontrol
4.63
5.18
0.040444 0.027666 (1.39 - 1.53)
KHDAK
Kontrol
1.46
0.000095
0.111545 0.068384 (1.05 - 2.21)
1.63
0.084470
3.16
3.87
Ort. ΔCt
Ort. ΔCt
T3+T4
T1+T2
4.01
5.40
0.062144 0.023678 (2.23- 3.01)
2.62
0.000165
0.213465 0.050513 (2.12- 6.34)
4.23
0.007449
2^-ΔCt
2^-ΔCt
T3+T4
T1+T2
%95 C.I Kat değişimi p -değeri
2.23
4.31
Ort. ΔCt
Ort. ΔCt
2^-ΔCt
Metastaz
(+)
Metastaz
(-)
Metastaz Metastaz
(+)
(-)
miR-221
3.62
4.84
0.081488 0.034958 (1.66- 3.00)
2.33
0.014585
miR222
5.36
2.49
0.024360 0.177885 (0.06- 0.22)
0.14
0.006675
Ort. ΔCt
Ort. ΔCt
2^-ΔCt
2^-ΔCt
2^-ΔCt
%95 C.I Kat değişimi p -değeri
%95 C.I Kat değişimi p -değeri
İleri Evre Erken Evre İleri Evre Erken Evre
Şekil 1. HSP90 RT PZR analiz sonuçları
miR-221
7.06
7.59
0.007485 0.005190 (1.36- 1.52)
1.44
0.000387
miR222
1.95
2.56
0.258048 0.169796 (1.43- 1.61)
1.52
0.000302
Tablo 1. Hasta ve kontrol gruplarında haplotip analiz sonuçları
(HSP90AA1, HSP90AB1 and HSP90B1 genlerinin)
Haplotip
Toplam
no
Haplotip frekans
SS126
KHDAK
frekansı
Kontrol
frekansı
χ2
p
değeri
1
CGA
0.385
0.439
0.330
4.793
0.0286
KHDAK’li bir Türk popülasyonunda HSP90AA1,
HSP90AB1 and HSP90B1 gen varyantlarının
önemi
2
CCA
0.162
0.135
0.190
2.179
0.1399
3
TCA
0.150
0.188
0.112
4.41
0.0357
4
TGA
0.097
0.074
0.120
2.416
0.1201
Ender Coşkunpınar1, Nergiz Akkaya1, Pınar Yıldız2, Yasemin Müşteri Oltulu1,
Engin Aynacı3, Turgay İsbir4, İlhan Yaylım1
5
TCG
0.090
0.137
0.042
10.78
0.001
6
CGG
0.066
0.077
0.055
0.74
0.3895
7
CCG
0.044
0.051
0.038
0.377
0.5391
İstanbul Üniversitesi, DETAE, Moleküler Tıp Anabilim Dalı, İstanbul
Yedikule Göğüs hast. ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. Klinik, İstanbul
3
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hast. Anabilim Dalı, İstanbul
4
Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Isı şoku proteinleri (HSPs) diğer proteinlerin birbiriyle etkileşimini ve yapılarını modifiye eden moleküler şaperonlardır. Bu çalışmanın
50
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. KHDAK ve kontrol grubunda HSP90AA1,HSP90AB1,HSP90B1
genotip ve allel dağılımları
HSP90AA1 KHDAK n(%) Kontrol n(%)
O.R (95%CI)
Genotip
p değeri
0.019
TT
58(59.8)
75(77.3)
0.436(0.234-0.815)
0.009
TC
25(25.8)
17(17.5)
0.612(0.306-1.224)
0.163
CC
14(14.4)
5(5.02)
3.1(1.072-8.988)
0.027*
Allel
0.001
T
141(72.7)
167(86.1)
C
53(27.3)
27(13.9)
KHDAK n(%)
Kontrol n(%)
HSP90AB1
O.R (95%CI)
Genotip
A
B
C
D
0.004**
GG
37(38.1)
47(48.5)
0.656(0.371-1.162)
GA
41(42.3)
46(47.4)
1.232(0.699-2.171)
AA
19(19.6)
4(4.1)
5.66(1.849-17.348)
Allel
0.007**
G
115(59.3)
140(72.2)
A
79(40.7)
54(27.8)
KHDAK n(%)
Kontrol n(%)
HSP90B1
p değeri
rametre ile metastaz arasında anlamlı ilişki bulunmadı. Adenokarsinom ile
TGF-β ve LOX (yaygınlık ve yoğunluk) arasında istatiksel olarak anlamlı
ilişki vardı (sırasıyla p=0.005, p=0.035, p=0.0001, p=0.003), ancak p53
ve Ki-67 arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki yoktu. Hem küçük hücreli
akciğer kanseri hemde yassı epitel hücreli karsinomda kitle SUVmax ile bu
dört parametre arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki yoktu. Adenokarsinomda ise kitle SUVmax ile p53, LOX yaygınlık ve yoğunluğu arasında
istatiksel olarak ilişki vardı, fakat diğer parametreler ile istatiksel olarak
ilişki yoktu (Resim 2).
Sonuç: Akciğer adenokarsinom metastazlarında transforming growth
factor-β ve lizil oksidaz rol oynayabilir. Bu faktörlerin ve sinyalizasyon yollarının inhibisyonu akciğer kanserinde tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: Akciğer kanseri, metastaz, Ki-67, p53, TGF-β, lizil
oksidaz
O.R (95%CI)
Genotip
p değeri
0.036**
GG
23(23.7)
36(37.1)
0.527(0.282-0.982)
GC
49(50.5)
48(49.5)
0.96(0.547-1.685)
CC
25(25.8)
13(13.4)
2.24(1.07-4.704)
Allel
0.01**
G
95(49)
120(61.9)
C
99(51)
74(38.1)
Şekil 1. Resim 1. Akciğer adenokarsinomuna ait immünohistokimyasal boyama (A)
p53 X200, (B) Ki-67 X200 (C) Lizil oksidaz X200 (D) Transforming growth factor-β
X400
SS127
Akciğer kanseri metastazlarında Ki-67, p53,
Transforming Growth Factor-β ve Lizil
oksidaz’ın rolü
Ömer Araz1, Elif Demirci2, Elif Yılmazel Uçar1, Muhammet Çalık2, Adem
Karaman3, Irmak Durur Subaşı3, Ebru Orsal4, Mahmut Subaşı5, Ferah
Daloğlu6, Hamit Acemoğlu7, Metin Akgün1
Atatürk Üniveritesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniveritesi, Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum
Atatürk Üniveritesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Erzurum
4
Atatürk Üniveritesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Erzurum
5
Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Erzurum
6
Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Erzurum
7
Atatürk Üniveritesi, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Erzurum
1
2
3
Amaç: Akciğer kanserinde prognozu belirleyen en önemli etken metastazlardır. Çoğu hastada tanı esnasında metastaz vardır ve tedavinin seçiminde önemli yol göstericidir. Bu çalışmada akciğer kanserinde metastaz
oluşumunda rol oynayabilecek mikroskobik prediktif moleküler belirteçlerin histopatolojik olarak değerlendirmeyi amaçladık. İkincil amacımız ise
bu belirteçler ile PET-CT ile tespit edilen ana kitle SUVmax’ı arasındaki
ilişkiye bakmaktı.
Metod: Çalışmamıza biyopsi veya cerrahi rezeksiyon ile yeni tanı konulan 85 akciğer kanseri olgusu alındı. Tüm hastalara 18FDG-PET-CT ve
beyin MRI çekildi. Tüm vakalarda hücre proliferasyon indeksi Ki-67, p53,
transforming growth factor-β (TGF-β) ve lizil oksidaz (LOX) histopatolojik
olarak değerlendirildi.Bulgular: İmmünohistokimyasal değerlendirmede;
küçük hücreli akciğer kanserinde tüm parametreler ile en yoğun boyanma
tespit edildi. Diferansiye adenokarsinom ile yassı epitel hücreli karsinom
kıyas yapıldığında adenokarsinomda boyanma yoğunluk ve yaygınlık açısından daha belirgin idi (Resim 1). İstatiksel değerlendirmede; Hem küçük
hücreli akciğer kanseri hemde yassı epitel hücreli karsinomda bu dört pa-
Şekil 2. Ortalama kitle SUVmax ile lizil oksidaz boyanma yaygınlığı arasındaki ilişki.
Grade 1 = %10’un altı (Hafif), Grade 2 = %10-50 (Orta), Grade 3 = %50 ve
üzerindeki (Şiddetli) hücrelerin boyanmayı ifade ediyor. AC: Adenokarsinom, SCC:
Yassı epitel hücreli karsinom, SCLC: Küçük hücreli akciğer kanseri (p = 0.006, r =
0.448).
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
51
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo. KHDAK ve KHAK hastaların özellikleri
Hastaların sınıflaması
Hasta sayısı
Yüzde (%)
KHDAK
HAD ölçeği ile nutrisyonel ve psikolojik değerlendirmelerin yapılması hastanın prognozunu tahmin etmeye katkı sağlayacağı gibi, uygun tedavilerin
başlanmasına da yardımcı olacağını düşünüyoruz.
Anahtar Kelimeler: İleri evre akciğer kanseri, mini nutrisyonel değerlendirme, malnutrisyon, depresyon.
Cinsiyet
Bayan
7
10
Erkek
63
90
Yassı Epitel Hücreli
34
48,5
Adeno karsinom
36
51,5
Metastaz olan
59
84,3
Metastaz olmayan
11
15,7
Tümör Tipi
Metastaz*
KHAK
SS129
“Memorial Symptom Assessment-Short Form
(MSAS-SF)” ve Condensed Memorial Symptom
Assessment Scale (CMSAS)” formlarının
Akciğer Kanserli Hastalardaki Kullanımı
Melike Yüceege1, Berrin Sanisoğlu2, Hikmet Fırat1, Yeşim Ersoy3, Emine
Sevgi1, Emine Bahar Kurt1
Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Ankara
Bağcılar Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Houston Hastanesi Dahiliye Kliniği
1
2
3
Cinsiyet
Kadın
0
-
Erkek
15
100
Sınırlı
5
33,3
Yaygın
10
66,7
Metastaz**
* Vakalar lenf nodu ile uzak metastaz yapan ve yapmayan olarak ayrıldı ** Vakalar sınırlı ve yaygın olarak
ayrıldı. KHDAK: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, KHAK: Küçük hücreli akciğer kanseri.
SS128
İleri Evre Akciğer Kanseri Tanısı Alan
Hastalarda Tedavi Öncesi Nutrisyonel
Durumun Mini Nutrisyonel Değerlendirme
(MND) Testi ile Değerlendirilmesi ve
Malnutrisyonun Klinikopatolojik Faktörler
ile İlişkisinin Araştırılması
Gülcan Koparan Sağır1, Necla Songür2, Önder Öztürk3, Hilmi Karatosun4
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Şişli Memorial Hastanesi, İstanbul
Süleyman Demirel Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
4
Süleyman Demirel Üniversitesi, Spor Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
1
Giriş: Kanserli hastaların palyatif tedavisinde semptom değerlendirilmesi önemlidir. Bu çalışmada akciğer kanserli hastalarda MSAS-SF ve
CMSAS testlerinin kullanılabililiği araştırılmıştır.
Materyal-Metod: 51 akciğer kanserli (47 küçük hücreli dışı, 4 küçük
hücreli) hasta International Association for the Study of Lung Cancer
(IASLC)-2007’ye göre evrelendi ve MSAS-SF formu dolduruldu. Karnofski performansı, TNM evrelemesi, MSAS-SF skorları ve CMSAS skorları
kaydedildi. Çalışma için lokal etik komiteden onay alındı.
Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 61,7±9 idi. %51 M1, %49 M0
olarak evrelendi. MSAS-SF alt skorları içinde Global Sıkıntı İndeksi (GSİ),
Fiziksel Semptom Sıkıntı İndeksi (FSSİ), Psikolojik Semptom Skoru (PSS)
ve MSAS-Toplam (MSAS-T) sırasıyla 1.15 ±0.8, 0.9±0.8, 1.13±1.03 ve
0.82±0.47 bulundu. CMSAS için ise ortalama Fiziksel Semptom Sıkıntı
İndeksi (CFSS), Psikolojik Semptom Skoru (CPSS) ve Toplam CMSAS
skoru (CMSAS-T) sırasıyla 1,2±0.75, 1,22±1,1 ve 1,16±0.69 bulundu.
MSAS-SF ve CMSAS için toplam skorlar M1 olan grupta M0 olan gruba
göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. Buna ek olarak
MSAS-SF’de FSSİ ve MSAS-T değerlerinin T ve N evresiyle anlamlı korele
olduğu saptandı. AUC değerleri MSAS-SF için 0.793, CMSAS için 0.70
bulundu.
Sonuç: MSAS-SF ve CMSAS skorları metastazı olan akciğer kanserli
hastalarda metastazı olmayanlara göre anlamlı yüksek bulundu. Akciğer
kanserli hastalarda kullanımıyla ilgili daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: Kanser, akciğer, TNM evrelemesi, semptomlar,
Karnofsky skalası, MSAS-Kısa form
2
3
Amaç: Ülkemizde kansere bağlı ölümlerde birinci sırada yer alan akciğer kanserinin, ileri evrelerinde sıklıkla görülen malnutrisyon, hastalığın
prognozunu olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çalışmada, yeni tanı almış
ileri evre akciğer kanseri hastaların tedavi öncesindeki nutrisyonel durumları Mini Nutrisyonel Değerlendirme (MND) testi ile değerlendirilerek, malnutrisyon ile klinikopatolojik faktörler arasındaki ilişki araştırılmak istenmiştir.Gereç ve Yöntemler: 2011-2012 tarihlerinde SDÜ Tıp Fakültesi’ne
başvuran, ileri evre akciğer kanseri tanısı almış olan 121 hasta (KHDAK
ve KHAK) çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri kaydedilerek,
antropometrik ölçümleri yapıldı. Hastaların nütrisyonel durumları MND
testi ile, anksiyete-depresyon durumları; Hastane Anksiyete Depreyon
(HAD) ölçeği ile değerlendirildi.Bulgular: Çalışmaya alınan 99 hastanın
70’i KHDAK (%70.7) 29’u KHAK (%29.3) idi. Bu hastaların %76.8’i Evre
4 olgulardan, %23.2’si Evre 3 olgulardan oluşmaktaydı. Çalışmaya alınan
hastaların %53.5’inde ECOG>= 2 idi. Her iki grubun MND toplamı puanı arasında fark olup (p<0.05), 16 hastada (%16.2) malnutrisyon yoktu,
36 hastada (%36.4) malnutrisyon riski, 47 hasta’da (%47.5) malnutrisyon
mevcuttu. HAD ölçeğine göre KHDAK’li hastaların %18,6’sında anksiyete
bulunurken, %31,4’ünde ciddi depresyon saptandı. MND puanı, beden
kitle indeksi, performans durumu, triseps ortalama deri kıvrım kalınlığı,
Kalf ortalama çevre ölçümü, ortalama kol kas çevresi ile pozitif yönde korelasyon gösterirken (p<0.05), hastane anksiyete skoru ve depresyon skoru ile negatif yönde korelasyon göstermekteydi (p<0.05). Malnutrisyon
saptanan hastaların sağ kalım süreleri azalmıştı. (p<0,001).Sonuç: İleri
evre akciğeri hastalarında sistemik tedaviye başlanmadan önce MND ve
52
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Tablo 1. M1 ve M0 Akciğer kanserli hastalarda MSAS-SF ve CMSAS
skorları
M1 hastalık (N=25)
M0 hastalık (N=26)
P
GSİ
1,5±0.15
0,81±0,13
0,01
PSSİ
1,44±0,21
0,83±0,18
0,03
FSSİ
1,33±0,77
0,48±0,38
0,00
MSAS-T
1,05±0,1
0,6±0,1
0,00
CFSS
1,5±0,1
0,9±0,1
0,00
CPSS
1,39±0,2
1,06±0,2
0,3
C-T
1,41±0,13
0,92±0,1
0,01
MSAS-SF skor alt grupları: Global Sıkıntı İndeksi;GSİ, Psikolojik Semptom Sıkıntı İndeksi; PSSİ, Fiziksel
Semptom Sıkıntı İndeksi; FSSİ ve toplam MSAS; MSAS-T) Condensed MSAS (CMSAS) skor alt grupları: Fiziksel
Semptom Skoru; CFSS, Psikolojik Semptom Skoru; CPSS ve toplam CMSAS skorları; C-T
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS130
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının
Lokal-İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer
Kanseri Üzerine Prognostik Etkisi
Sonuç: Bu çalışmada, lokal ileri evre KHDAK hastalarında neoadjuvan
tedavi sonrası akciğer rezeksiyonu kabul edilebilir morbidite, mortalite oranı ile güvenli bir şekilde yapılabildiği gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Neoadjuvan tedavi, akciğer rezeksiyonu, Mortalite, Morbidite
Fatma Yıldırım, Murat Türk, Ahmet Selim Yurdakul, Can Öztürk
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Çalışmamızda lokal-ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) hastalarında KOAH birlikteliğinin sıklığı, tümör histolojisiyle
olan ilişkisi, cinsiyete göre dağılımı ve yaşam süresine olan etkisinin incelenmesi amaçlandı.
Materyal-Metod: Mart 2009-Mayıs 2013 tarihleri arasında torasik
onkoloji ünitemizde takip ve tedavi edilen 350 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri (yaş, cinsiyet),
sigara kullanımları, ECOG durumları, tanı anındaki TNM evreleri, tümör
histolojik tipleri, tanı alındaki solunum fonksiyon testi (SFT) değerleri, aldıkları tedaviler ve yaşam süreleri kaydedildi. Yedinci TNM evrelemesine
göre lokal-ileri evre olan ve tedavisinde cerrahi uygulanmayan hastalar
çalışmaya dahil edildi. Klinik olarak ve SFT ile doğrulanmış KOAH tanısı
konmuş hastalar belirlendi.Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 63±10
olan, 118 (%86.1)’i erkek, 19 (%13.9)’u kadın 137 hasta dahil edildi. Hastaların 20 (%14.6)’si evre IIIA, 27 (%19.7)’si evre IIIB, 90 (%65.7)’ı evre
IV idi. Tanı anında 61 (%44.6)’inde klinik ve SFT ile doğrulanmış KOAH
mevcuttu. KOAH olan grup ile olmayan grup arasında yaş, cinsiyet, tümör
histolojisi ve tedavi modaliteleri açısından fark tespit edilmedi (p>0.05).
Sigara kullanım miktarı KOAH grubunda daha fazla idi (p=0.028). Kaplan-mier eğrisi ve log-rank testi ile değerlendirildiğinde KOAH olan grup
ile olmayan grup arasında yaşam süresi açısından fark tespit edilmedi
(p=0.445). Logistik regresyon testi ile değerlendirildiğinde uzak metastaz
varlığı hastaların prognozunu etkileyen bir faktör olarak tespit edilirken
(p=0.008), KOAH varlığı prognozunu etkileyen bir faktör olarak tespit
edilmedi (p=0.543).
Sonuç: Lokal-ileri evre KHDAK hastalarında, KOAH prognozu etkileyen bir faktör olarak tespit edilmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri, KOAH,
prognoz
SS131
Neoadjuvan Tedavi Sonrası Akciğer
Rezeksiyonu, Morbidite Ve Mortalite
Hüseyin Melek1, Gamze Çetinkaya1, Mehmet Muharrem Erol1, Ahmet
Sami Bayram1, Adem Deligönül2, Türkkan Evrensel2, Süreyya Sarıhan3, Elif
Akyıldız4, Cengiz Gebitekin1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim dalı, Bursa
3
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim dalı, Bursa
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim dalı, Bursa
1
2
KLİNİK SORUNLAR - DİFÜZ PARANKİMAL AKCİĞER HASTALIKLARI
SS132
Gazi Üniversitesi’ne Başvuran 100 Sarkoidoz
Hastasının Retrospektif İncelenmesi
Filiz Sadi Aykan1, Haluk Türktaş2, Nurdan Köktürk2, Serpil Yeni Akten3
Ankara Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Akşehir Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Konya
1
2
3
Amaç: Bu çalışmada sarkoidoz hastalarının tanı, tedavi ve klinik izlem
süreçlerinin değerlendirilmesi ve hastaların genel özelliklerinin belirlenmesi
amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde 1994-2010 tarihleri arasında sarkoidoz tanısı ile izleme alınan 100 hastanın demografik, klinik,
laboratuar ve radyolojik bulguları retrospektif olarak incelendi.Bulgular:
Hastaların ortalama tanı yaşları 44±12 yıl (22-82), kadın/erkek oranı
2,8 idi, cinsiyetler arasında tanı yaşları açısından farklılık saptanmadı. En
sık görülen yakınmalar dispne, öksürük ve cilt yakınmaları idi. Erkeklerin %50, kadınların %17’sinde sigara kullanma öyküsü olduğu, sigara
kullananların ileri evrelerde(evre 2-3) başvurduğu görüldü (p=0,006).
Hastalarımızın %3’ünde ailesel sarkoidoz saptandı. Hastaların %96’sına
tanı sırasında akciğer tomografisi yapıldığı görüldü. ACE, sedimantasyon,
serum ve idrar kalsiyum düzeyleri ile hastalığın evresi arasında ilişki saptanmadı. En sık restriktif paternde olmak üzere hastaların %34’ünde tanı
anında SFT bozukluğu ve %49’unda DLCO değerlerinde azalma olduğu
görüldü. FEV1, FVC ve DLCO değerlerindeki azalma ile hastalık evresi
arasında anlamlı ilişki saptandı (p<0.01). Hastalarımızın %16’sında sarkoidoz tanısı klinik, laboratuar ve radyolojik bulgularla konulurken diğer
hastalarda doku tanısına yönelik bazı invaziv girişimler yapıldığı görüldü.
En sık kullanılan invaziv yöntemler transbronşiyal biyopsi (%34), punch
biyopsi (%31), mediastinoskopik veya transbronşiyal olarak yapılan mediastinal lenf nodu biyopsisi (sırasıyla %22 ve %9) idi. Tüm izlemleri boyunca hastaların %43’üne tedavi verildiği görüldü. İzlem süreleri boyunca
hastalardan 18’inde (%18) tanı sonrası dönemde relaps izlendi. Relaps’ın;
ileri evre ve tanı anında tedavi verilmiş hastalarda daha sık olduğu görüldü
(p<0.01 ve p: 0.04).Sonuç: Sarkoidoz, çeşitli klinik bulgularla seyredebilen, sık veya nadir görülebilen bulgularıyla ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmesi gereken multisistemik bir hastalıktır.
Anahtar Kelimeler: Sarkoidoz, İnterstisyel akciğer hastalığı, tanı,
tedavi
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız küçük hücreli dışı akciğer karsinomlu
(KHDAK) hastalarda neoadjuvan tedavinin akciğer rezeksiyonu sonrası
morbidite ve mortalite üzerine etkisini göstermektir.
Materyal-Metod: Kliniğimizde 1998 ile 2012 tarihleri arasında
KHDAK tanısı ile segmentektomi ve üstü akciğer rezeksiyonu uygulanan
hastaların dosyalarını retrospektif olarak inceledik. KHDAK dışı nedenle
akciğer rezeksiyonu uygulanan ve tamamlama pnömonektomi yapılan
hastalar çalışmaya dahil edilmedi ve 732 hasta çalışma grubumuzu oluşturdu. İleri evre (T3-4N0-1 veya T1-3N2) KHDAK nedeniyle neoadjuvan
tedavi verilen 246 hasta (grup I), neoadjuvan tedavi verilmeyen 486 hasta
(grup II) ile iki grup oluşturuldu. Grupların morbidite ve mortalite oranları
karşılaştırıldı.Bulgular: Hastaların 73’ü kadın, 659’u erkek; yaş ortalaması 57 (27-90) idi. Pnömonektomi, hastaların 121’ine (%16,5) yapılırken,
grup I de %19, Grup II de %15 idi. Ortalama hastanede yatış süresi 6,4
(1-33) gündü. Preoperatif 156 (%63,5) hastaya kemoterapi, 90 (%36,5)
hastaya kemo-radyoterapi uygulanmıştı. Neoadjuvan tedavi sonrası pnömonektomi uygulanan hastaların 32’si (%68) sol pnömonektomi idi. Tüm
hastaların %31’inde (grup I: %30, grup II: %31,5) komplikasyon saptandı.
En sık görülen morbidite her iki grupta hava kaçağı, atelektazi ve aritmi
idi. Doksan günlük mortalite grup I de %2,8, grup II de %3,3 tü. İki grup
arasında morbidite ve mortalite için anlamlı fark saptanmadı.
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
53
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Hastaların genel özellikleri
Hasta sayısı
100
Cinsiyet, n(%)
Erkek
Kadın
26 (26)
74 (74)
Yaş, ortalama±SD (aralık), yıl
44±12 (22-82)
Yaş gruplarına göre dağılım, n(%)
20-29 yaş
30-39 yaş
40-49 yaş
>50 yaş
10 (10)
27 (27)
22 (22)
41 (41)
Meslek grubu, n(%)
Ev hanımı
Memur
Öğretmen
Esnaf
Sağlık personeli
Diğer
83 (100)
40 (48)
18 (22)
11 (13)
7 (8)
3 (4)
4 (5)
Tanı anında sigara kullanımı, n(%)
Yok
Var
Ex-smoker
70 (%70)
8 (%8)
22 (%22)
Tanı sırasındaki evre
Evre 0
Evre 1
Evre 2
Evre 3
2 (2)
44 (44)
43 (43)
11 (11)
SS133
Başkent üniversitesi ankara ve adana
hastanelerinde izlenen sarkoidoz
olgularının karşılaştırılması
Mustafa Ilgaz Doğrul1, Elif Küpeli1, Mehmet Ali Habeşoğlu2, Aylin Özsancak
Uğurlu3, Nazan Şen2, Füsun Öner Eyüboğlu1
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi, Göğüs Hastalıkları
Anabilim Dalı, Adana
3
Başkent Üniversitesi, İstanbul Uygulama ve Araştırma Merkezi, Göğüs Hastalıkları
Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Amaç: Farklı coğrafi bölgelerde yaşayan sarkoidoz olgularının klinik
özellikleri, laboratuar bulguları, radyolojik evrelerinin dağılımı ve akciğer
dışı tutulum oranları açısından karşılaştırılması.
Gereç ve Yöntem: Üniversitemiz Ankara ve Adana araştırma merkezlerinde 2005-2013 yılları arasında sarkoidoz tanısı ile izlenen olgular
dosya kayıtları üzerinden retrospektif olarak incelendi.Bulgular: Çalışmamıza Ankara’dan 26, Adana’dan ise 77 olmak üzere toplam 103 sarkoidoz
olgusu dahil edildi (K/E:71/32). Olguların yaş aralığı 20-75, yaş ortalaması
ise 46.5±12.0 olarak bulundu. Yaş, cinsiyet dağılımı, sigara öyküsü, solunumsal semptom ve fizik muayene bulguları açısından iki grup arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Olgular radyolojik evrelerine göre değerlendirildiğinde, Adana grubu (Evre 0=2, Evre I=29, Evre
II=44, Evre III=2) ve Ankara gurubu (Evre I=13, Evre II=12, Evre III=1)
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. Akciğer dışı tutulum Ankara grubunda hiçbir olguda saptanmaz iken, Adana grubunda toplam 33
(%42.8) olguda saptandı. Tutulan bölgeler; ekstramediastinal lenf nodu
(n=4), eritema nodozum (n=11), eritema nodozum dışı deri (n=5) ve
üveit (n=13) olarak belirlendi. Tüm olgular birlikte değerlendirildiğinde;
ACE yüksekliği %51.3 (41/80), hiperkalsemi %4.9 (5/102), hiperkalsüri
%23.8 (24/101) ve CD4/CD8 > 3.5 %70 (28/40) olarak saptandı. ACE
yüksekliği (p<0.001) ve hiperkalsüri varlığı (p<0.05) açısından Adana
grubu lehine istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı.
Sonuç: Çalışmamızda serum ACE yüksekliği, hiperkalsüri ve akciğer
dışı tutulum oranlarında gruplar arasında saptanan anlamlı fark sarkoidozda coğrafi değişkenliklerin varlığını vurgulamaktadır. Ancak, sarkoidozun
klinik ve radyolojik özelliklerinde, Türkiye’deki coğrafi bölgelere göre dağı-
54
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
lım ve farklılıkları ortaya koyabilecek, tüm bölgelerin yeterli sayıda olgu ile
temsil edildiği araştırmaların konuyu aydınlatacağı görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: coğrafi değişkenlik, interstisyel akciğer hastalığı,
sarkoidoz
SS134
Sarkoidozun Histopatolojik Tanısı için
Örnekleme Yöntemleri ve Başarı Oranları:
Ege Üniversitesi Deneyimi
Zehra Nur Töreyin1, Nesrin Moğulkoç1, Pervin Ekren1, Feza Bacakoğlu1,
Tuncay Göksel1, Sait Eğrilmez2, Ali Veral3
Ege Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Sarkoidoz, sıklıkla mediastinal ve hiler lenf bezi ve akciğer parankim
tutulumu ile seyreden sistemik bir hastalıktır. Çalışmamıza, kliniğimiz İnterstisyel Akciğer Hastalıkları polikliniğinde 2000 yılından itibaren izlenen
137 sarkoidoz olgusu dahil edilmiştir. Çalışma grubunun %52’sini (72
olgu) Evre I sarkoidoz olguları oluşturmuştur. BAL yapılan 95 olgunun
%56’sında lenfositik, %11’inde nötrofilik, %1’inde eozinofilik, %1’inde
lenfositik ve nötrofilik alveolit saptanırken, %23’ünde hücre dağılımı normal bulunmuş, %8’inde ise hücre sayımı yapılamamıştır. Histopatolojik tanısal algoritmada öncelikle konjuonktiva biyopsisi ve bronkoskopik örnekleme yapılmış; tanı alamayan olgular cerrahiye yönlendirilmiştir. Toplam
101 olguya (%74) histopatolojik tanı konulmuştur.Tabloda bulgularımız
özetlenmiştir.
Kendi serimizde; klinik ve radyolojik bulguları sarkoidoz ile uyumlu
olan olgularda histopatolojik tanı için örneklemeye konjonktiva biyopsisi
ile başlamak, olgularımızın üçte birinde daha invaziv tanısal yaklaşımlara
gereksinimi azaltmıştır.
Anahtar Kelimeler: Histopatolojik tanı, konjonktiva biyopsisi,
sarkoidoz
Tablo 1. Örneklem sayısı ve tanısal başarı oranlarımız
Örneklem
sayısı
Tanısal başarı
(n)
Tanısal başarı
(%)
Konjonktiva
50
17
34,0
TBİİAB
37
7
18,9
Bronş mukoza biyopsisi
35
8
22,9
Skalen lenf bezi biyopsisi
29
19
65,5
EBUS ile örnekleme
27
12
44,4
TBPB
20
4
20,0
Mediastinoskopi/
tomi
17
13
76,5
Cerrahi akciğer biyopsisi
13
9
69,2
Periferik lenf bezi
12
8
66,7
Dudak biyopsisi
9
4
44,4
Nazofarinks biyopsisi
8
3
37,5
Karaciğer biyopsisi
5
4
80,0
Splenektomi materyali
4
3
75,0
Parotis biyopsisi
2
0
0,0
TBİİAB: Transbronşiyal ince iğne aspirasyon biyopsisi, EBUS: Endobronşiyal ultrason, TBPB: Transbronşiyal
parankim biyopsisi
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SS135
HLA-DRB1*11 Alleli Sarkoidozda
ekstrapulmoner tutulumu tahmin edebilir
mi?
Ezgi Özyılmaz1, Özlem Öztürk2, Dilek Yünsel1, Gulşah Seydaoglu3, İsmail
Hanta1, Sedat Kuleci1, Ali Kocabaş1
spesifitesi %59 saptandı (Şekil 2). RDW, CRP, MPV ve akciğer fonksiyon
testlerinde kontrol ve hasta grupları arasında fark saptanmadı.
Sonuçlar: Pulmoner sarkoidozda hastalığın şiddetinin tespitinde ve
ekstrapulmoner tutulumun tahmininde NLO yüksek duyarlılık ve orta özgüllüğe sahip yeni bir biyobelirteç olabilir. Bununla birlikte sonuçlarımızı
destekleyecek daha fazla hasta katılımı ile prospektif olarak yapılacak klinik çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: sarkoidoz, prognoz, nötrofil/lenfosit oranı
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Adana
3
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş: Değişik HLA-DR allelerinin farklı etnik gruplarda sarkoidoz için
risk faktörü olduğu gösterilmiştir ancak HLA-DR genetik alleli ve ekstrapulmoner tutulum arasındaki ilişki henüz netleşmemiştir. Bu çalışmanın
amacı bölgemizdeki sarkoidoz hastalarında ekstra-pulmoner tutulum ile
HLA-DR genetik alleli arasındaki ilişkinin incelenmesidir.
Metod: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD’da
1993-2013 tarihleri arasında tanı konularak takip edilen 91 sarkoidoz hastası ve 145 sağlıklı kontrol olgu çalışmaya dahil edildi. Ekstra-pulmoner
tutulum, önceden tanımlanan standart kriterlere (ACCESS) göre belirlendi
ve bu tanı kriterlerine göre yalnızca “kesin” ya da “muhtemel” olan olgular “pozitif ekstra-pulmoner tutulum” olarak kabul edildi. Tüm sarkoidozlu hastalar ve sağlıklı kontrollerde Sekans Spesifik Oligonükleotid Prob
(SSOP) metodu ile HLA-DR genetik analizi yapıldı.
Sonuçlar: Sarkoidozlu hastalarda HLA-DRB1*15 alleli, sağlıklı kontrollere göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu (%20.4 vs %9.6)
(pcorr=0.017). Çok değişkenli analiz sonuçlarına göre HLA-DRB1*15
alleli, sarkoidoz için bağımsız bir risk faktörü olarak belirlendi (OR:2.37;
95% CI: 1.31-4.30, p=0.004). Sarkoidoz’da ekstrapulmoner tutulum
39 hastada pozitif olarak tespit edildi (%42.9). Ekstrapulmoner tutulum
olan ve olmayan sarkoidozlu hastalar karşılaştırıldığında, HLA-DRB1*11
allelinin, ekstra-pulmoner tutulum olmayan hastalarda anlamlı düzeyde
yüksek olduğu izlendi (%30.8 vs. %15.4)(p<0.05). Çok değişkenli analiz
de HLA-DRB1*11 allelinin sarkoidozda sistemik tutulumdan koruyucu bir
allel olduğunu belirledi (OR:0.35, %95 CI:0.15-0.84, p=0.018).
Tartışma: Bu çalışmada bölgemizdeki sarkoidozlu hastalarda HLADRB1*15 genetik alleli ile sarkoidoz hastalığı arasında kuvvetli bir ilişki
olduğu ve HLA-DRB1*11 allelinin hastalığın sistemik tutulumundan koruyucu bir allel olabileceği gösterilmiştir. Ekstra-pulmoner tutulumun tahmin
edilmesi tedavi kararını etkileyerek bu hastalardaki prognozu iyileştirebilir.
Anahtar Kelimeler: Ekstra-pulmoner tutulum, HLA-DR alleli,
Sarkoidoz
Şekil 1. Sağlıklı bireyler, evre 0-1 ve evre 2-3 sarkoidozlu hastalar, sarkoidozlu
hastaların tamamındaki NLO. Veriler ortalama± SEM olarak verildi. *P < 0.001,
sarkoidoz (evre 0-1, evre 2-3, tüm evreler) ve sağlıklı bireyler arasında; # P < 0.05,
sarkoidoz evre 0-1 ve evre 2-3 arasinda karsilastirma. P< 0.05 istatiksel olarak
anlamlı kabul edildi.
SS136
Sarkoidozlu Hastalarda Hematolojik
Parametrelerin Klinik Önemi
Nigar Dirican1, Ceyda Anar2, Şule Kaya1, H. Ahmet Bircan1, Hüseyin
Halilçolar2, Münire Çakır1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Ve Cerrahisi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İzmir
1
2
Amaç: Sarkoidoz etyolojisi bilinmeyen multisistemik inflamatuar granulamatöz bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı, hematolojik belirteçlerin
hastalığın takibinde potansiyel klinik yararlılığını değerlendirmektir. Yöntem-Gereç: Bu çalışmaya 2008-2013 yılları arasında sarkoidoz tanısı alan
112 hasta ve 56 sağlıklı olmak üzere toplam 172 kişi alındı. Hastaların
demografik verileri, tam kan sayımı, serum inflamatuar belirteçler, akciğer
fonksiyon testleri, radyolojik evreleri ve hastalık tutulum yerleri retrospektif
olarak kaydedildi. Sağlıklı-hasta ayrımı için kullanılan NLO (nötrofil/lenfosit oranı) ve MPV (ortalama trombosit hacmi) değerlerinin cut-off değerleri Receiver Operating Characteric (ROC) istatistiksel analiz kullanılarak
hesaplandı.
Bulgular: Hastaların demografik ve laboratuvar değerleri tabloda görülmektedir. NLO ve MPV değerleri için sırasıyla cut-off değerleri 2 ve 8.95
olarak belirlendi. NLO hasta grupta kontrol grubuna göre belirgin bir şekilde yüksek saptandı (p<0.001,Şekil 1). Sarkoidozlu hastalarda kontrol
grubuna göre yüksek NLO (>=2) görülme olasılığı daha yüksek saptandı
(p<0.001). Ayrıca yüksek NLO akciğer dışı tutulum olan hastalarda daha
fazla saptandı (p:0.031). Belirlenen NLO cut-off değerine göre ROC curve
analizinde eğrinin altında kalan 0.83 (CI 68.8–88.4 %),sensitivite %80 ve
Şekil 2. ROC eğrisi (Receiver Operator Characteristic) sarkoidozlu hastalardaki
NLO’nun % duyarlılığı ve özgüllüğünü göstermektedir.Eğri altında kalan alan 0.83,
NLO cut-off değeri 2, duyarlılığı %80, özgüllüğü %59
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
55
SÖZEL SUNUMLAR
SS138
Tablo
Kontrol
Sayı
56
Yaş,
ortalama(Standart
Deviasyon)
Sarkodioz Sarkodioz
(evre 0,1) (evre 2,3)
56
P
60
49 (12.1) 47.2 (11.15) 48.3 (10.9)
Sarkoidoz
(Tüm evreler)
P#
116
0.07
47.81 (11.0)
0.06
0.985
85 (49.4)
0.993
Laboratuar Bulguları*
NLOMPV, fl
1.82
2.49 (1.24) 3.02 (1.47) <0.001 2.67 (1.27)
8.3 (1.3) 0.091 8.3 (1.4)
RDW,fl
(1.22)8.1 8.3 (1.5)
CRP, mg/dl
(1.1)
14.4 (2.3) 14.5 (2.1) 0.725 14.0 (2.2)
14.2 (1.9) 2.5 (5.5)
3.2 (8.4) 0.634 3.05 (6.2)
ESH mm/saat
3.3 (3.9)
20 (36)
26 (34) <0.001 22 (37)
11 (11)
<0.001
0.030
0.433
0.699
<0.001
Cinsiyet, Kadın, n (%) 41 (23.8)
41(23.8)
44 (25.6)
*Veriler ortanca değerdir (interquartile range).
# Tüm sarkoidozlu hastalar vs. kontrol.
NLO, nötrofil lenfosit oranı.
MPV Ortalama trombosit volümü.
CRP C-reaktif protein.
ESH Eritrosit sedimentasyon hızı.
P< 0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
SS137
İnterstisyel Akciğer Hastalıkları’nda Yeni
Bir Fenotip: Kombine Pulmoner Fibrozis Ve
Amfizem Sendromu
Esma Sevil Akkurt1, Emire Pınar Seyfettin1, Şerife Savaş Bozbaş1, Koray
Hekimoğlu2, Füsun Öner Eyüboğlu1, Şule Akçay1
Başkent Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Başkent Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
Eozinofilik Akciğer Hastalıkları: 12 Olgu
Serisi
Fatma Tokgöz, Tülin Sevim, Emine Aksoy, Meltem Ağca, Nilüfer Kongar,
Oğuz Aktaş, Nezihe Gökşenoğlu, Yasemin Bodur
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
Eozinofilik akciğer hastalıkları (EAH), havayolları ve akciğer parankiminde eozinofil oranının artması ile karakterize, nadir görülen bir grup
heterojen hastalıktır. Kliniğimizde 2004-2013 yılları arasında EAH tanısı
konularak takip edilen 12 olgu [4 (%33) Churg-Strauss sendromu (CSS),
7 (%58) kronik eozinofilik pnömoni (KEP), 1 basit pulmoner eozinofili
(Löeffler sendromu)] retrospektif olarak değerlendirildi.Olguların 8’i kadın
4’ü erkek ve yaş ortalaması 43 (28-72) idi. Tüm olgular astım (2ay-40
yıl) tanısı ile bronkodilatatör tedavi altındaydı. Dört olguda ek olarak sinüzit, 1 olguda alerjik rinit bulunuyordu. En sık başvuru şikayetleri: nefes
darlığı (n=11) ve öksürük (n=9) iken şikayet süresi ortalama 2 ay (15
gün - 1,5 yıl) idi. Olguların tümünde başvuru anında periferik eozinofili,
10’unda lökosit yüksekliği, 4’ünde anemi, 4’ünde trombositoz kaydedildi.
Total IgE tüm olgularda yüksekti (206-23.000). Kaydedilen DLCO değerlerinin %43’ü normalden düşüktü. Olguların radyolojik özellikleri Tablo-1
ve Resim-1’de sunuldu.Bronkoalveoler lavaj yapılan 10 olgunun 7’sinde
eozinofil oranı %25’in üstünde iken, transbronşial biyopsi yapılan 8 olgunun 6’sında eozinofil içeren infiltrasyon saptandı. CSS tanılı olguların ek
olarak 1’inde nazal polipler, 1’inde sinüzal patoloji, 1’inde polinöropati,
kardiyak tutulum ve sinüzal patoloji, 1’inde perikardiyal efüzyon ve cilt
tutulumu saptanmıştı. Basit pulmoner eozinofili tanılı olgunun hikayesine
dayanılarak yapılan takibinde antiparazitik tedavi ile düzelme sağlandı.
Basit pulmoner eosinofili dışındaki tüm olgulara prednisolon tedavisi başlanarak kontrolleri yapıldı. Altı olguda nüks (CSS:3, KEP:3) görüldü, CSS
tanılı 1 olgu exitus oldu. Bir olgu devam eden periferik eozinofilisine rağmen tedaviyi kabul etmedi, 4 olgu tedavi altında stabil iken, diğer olgular
ilaçsız takiptedir.
Anahtar Kelimeler: Churg-Strauss sendromu, kronik eozinofilik pnömoni, Löeffler sendromu
2
Kombine pulmoner fibrozis ve amfizem sendromu(CPFE); üst zonlarda
sentrilobuler ve/veya paraseptal amfizem ile birlikte alt zon ağırlıklı pulmoner fibrozis ile karakterize; yeni tanımlanmış bir sendromdur. Sıklıkla
sigara içen erkeklerde görülen bu sendromda en yaygın şikayet dispnedir. Pulmoner hipertansiyon, akciğer kanseri ve akut akciğer hasarı en
sık görülen komplikasyonlar olarak karşımıza çıkar.Çalışmamızda CPFE
düşünülen hastaların demografik özelliklerini, solunum fonksiyon testi parametrelerini, bilgisayarlı toraks tomografilerini (BT) ve komplikasyonlarını
incelemeyi amaçladık.
2003-2013 tarihleri arasında, merkezimize başvuran ve toraks BT çekilen hastaların kayıtları ve dosya bilgileri retrospektif olarak incelendi.
Toraks BT’de üst lob ağırlıklı amfizem ve alt lob ağırlıklı fibrozis saptanan
58 olgu çalışmaya dahil edildi. Hastaların %84.5’i erkekti,yaş ortalaması 74.2±9.7 idi. Sigara öyküsü 49 hastada mevcuttu ve ortalama sigara
paket yılı 38.7±19.2 olarak saptandı. En sık başvuru şikayeti dispneydi.
Toraks BT’de 31 hastada üst lob ağırlıklı amfizem, 27 hastada yaygın amfizem, 45 hastada alt lob ağırlıklı fibrozis ve 13 hastada yaygın fibrozis
görünümü mevcuttu. Hastaların %48.3’ünde arter kan gazında hipoksemi
gözlendi. Takipte 6 hastada akciğer kanseri gelişimi tespit edildi. Solunum
fonksiyon testlerine koopere olabilen 34 hastanın parametreleri incelendiğinde FVC 104.3±27.5, FEV1 84.2±25.8, FEV1/FVC 63.6±13.8 ve
DLCO 76.2±27.05 saptandı.Çalışmamızda literatürde yeni bir fenotip
olarak tanımlanmış kombine pulmoner fibrozis ve amfizem sendromlu
hastaları incelemeyi amaçladık. Bulgularımızı literatür ile uyumlu bulduk.
Yayımlanan olgu ve çalışma sayısının azlığı nedeniyle takip ve tedavi hakkında görüş birliği bulunmamaktadır. Klinik ve radyolojik olarak CPFE
düşünülen olgularda tedavi ve takipte CPFE’nin klinik karakteri, komplikasyonları ve prognozunun açıklığa kavuşması için daha fazla araştırmaya
ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Amfizem, Fibrozis, Sigara
56
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 1. Toraks BT (KEP)
SÖZEL SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Olguların radyolojk özellikleri
Churg-Strauss Kronik eozinofilik
Sendromu (n=4) pnömoni (n=7)
Bilateral tutulum
3
Basit pulmoner
eozinofili (n=1)
6
1
1
Her alanda tutulum
1
3
Üst alanlarda baskın
tutulum
2
3
Konsolidasyon
1
3
Buzlu cam opasitesi
3
4(yama tarzı n=3)
Noduller
3
2
Retiküler opasite
1
2
Bronşektazi
2
1
Plevral efüzyon
1
1
SS139
Kriptojenik organize pnömoni: 11 hastanın
klinik, radyolojik özellikleri ve tedavi
sonuçları
Elif Yelda Özgün Niksarlıoğlu, Gülcihan Özkan, Güngör Çamsarı, Nur Dilek
Bakan, Ayşe Yeter, Deniz Bilici, Serpil Başgüden, Gülten Emel Tas
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Istanbul
Kriptojenik organize pnömoni (KOP) nedeni bilinmeyen, distal hava
yollarında granulasyon dokusu ile karakterize hastalıktır. Biz, histopatolojik olarak KOP tanısı almış 11 hastayı retrospektif olarak inceledik. Klinik,
radyolojik bulgular, solunum fonksion testleri, tanı yöntemi, tedavi ve takip
sonuçları incelendi. Ortalama yaş 50±9.4 yıl (aralık 36-69) ve 6 hasta
kadındı. Bir hasta halen sigara kullanmakta, 2 hasta ise sigara kullanmayı
bırakmıştı; 6’inde ise pasif sigara dumanı teması mevcuttu. Sık görülen
semptomlar öksürük (n=10), dispne (n=6) ve balgam çıkartma (n=3) idi.
En sık görülen radyolojik bulgu akciğer tomografisinde sağ alt lob ve sol alt
lobda izlenen konsolidasyonlardı (%60). Solunum fonksiyon testleri 8 hastada yapıldı, 1 hastada obstruktif, 4 hasta restriktif ve diğerlerinde normal
olarak saptandı. Yedi hastada KOP tanısı açık akciğer biyopsisi ile (%63.6)
diğerleri ise transbronşiyal biyopsi ile tanı aldı. Ortalama takip süresi 3-121
ay idi. Dokuz hasta oral kortikosteroid tedavisi aldı; 7’sinde herhangi bir
fibrotik değişiklik olmadan düzelme oldu. Bir hasta tedaviyi almayı kabul
etmedi ve 20 ayın sonunda akciğer filmi normal izlendi. Son hasta klariromisin ve inhale kortikosteroid-uzun etkili beta mimetik kombinasyonu ile
2 ay içinde kısmi regresyon gösterdi. Ancak daha sonra radyolojik progresyon saptandı.Onbir COP hastanın klinik, radyoljik bulguları ve tedavi
sonuçlarını paylaşmak istedik.
Anahtar Kelimeler: kriptojenik organize pnömoni, radyoloji, takip
Türk Toraks Derneği 17. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
57

Benzer belgeler