Sivas E-Book - Sivas Gezi Rehberi

Transkript

Sivas E-Book - Sivas Gezi Rehberi
Www.sivas.im / Sivas Gezi Rehberi
BÖLÜM 1
TARİHÇE
SİVAS ADININ GEÇMİŞİ
SİVAS KONGRESİ
BÖLÜM 2
COĞRAFİ ÖZELLİKLER
TABİAT VARLIKLARI
DOĞASI
BÖLÜM 3
ULAŞIM
YEMEK KÜLTÜRÜ
BÖLÜM 4
SPORTİF ETKİNLİKLERİ
DAĞCILIK
YAMAÇ PARAŞÜTÜ
KANO
RAFTİNG
DAĞCILIK
TREKKİNG
CAMPİNG
YÜRÜYÜŞ
AVCILIK
OLTA BALIKÇILIĞI
BÖLÜM 5
SİVAS'TA GEZİLECEK YERLER
TARİHİ YAPILAR
HANLAR
HAMAMLAR
KALELER
ÇEŞMELER
CAMİLER
KİLİSELER
BÖLÜM 6
DİVRİĞİ ULU CAMİİ
KANGAL BALIKLI KAPLICA
AŞIK VEYSEL
ETKİNLİK TARİHLERİ
BÖLÜM 7
İLÇELER
TARİHLERİ
KÜLTÜRLERİ
YAŞAYIŞ ŞEKİLLERİ
TABİAT VARLIKLARI
GENEL BİLGİLER
DERLEYEN: SUAT DUMAN
WWW.Sivas.im
Sivas Gezi Rehberi
Tarihçe
İlin Adının Tarihçesi: Sivas’a farklı dönemlerde hakim olan devletler, şehre kendilerine
özgü değişik isimler vermişlerdir. Bunlar; Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis
(Tanrı Şehri), Talaurs, Danişment İli, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas ve Sivas isimleridir.
Bu gün kullanılan Sivas isminin kaynağı hakkında ise farklı görüşler bulunmaktadır.
Bunların içinden ‘Sebaste’ Sebasteia eski yunancada (Augustus Şehri) ismi, Pontus kralı
Polemon’un hanımı Pitodoris tarafından verilmiştir. Romalılar, Pont Krallığını egemenlikleri
altına aldıkları zaman şehrin yönetimini Pont Krallığı’nda bırakmışlardı. Pont Kralının
hanımı ise, Roma Kralı Augustus’un sevgisini kazanmak ve ona bir şükran ve sadakat
ifadesi olmak üzere Yunanca’da Ogüst şehri anlamına gelen “Sebaste” adını verdiği
sanılmaktadır. Sebaste’nin zamanla “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Yine diğer bir görüş de, bugün “Sivas” olarak kullanılan ismin “Sipas”tan geldiğidir. Şehrin
ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar
ağaçlarının altında üç adet su gözesi (Kaynağı) bulunmaktadır. Bu gözelerden bir tanesi
“Allah’a Şükür”ü ikincisi “ana ve babaya saygı”yı, üçüncüsü de “Küçüklere sevgi”yi temsil
eder. Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç
göze de kurur. Şehrin isminin de “üç göze” anlamına gelen “Sipas”tan kaynaklandığı ve
zamanla bugün kullandığımız “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Yazılı Tarih Öncesi: 1927’ den bu yana süregelen kazı ve araştırmalarda saptanan
bulgular, Sivas’ta Neolitik Dönem’den başlayarak yerleşildiği yolundaki savları güçlendirici
niteliktedir. Bölgede Kalkolitik Dönem (M.Ö. 5000-3000) ve ilk Tunç Çağ (M.Ö. 3000-2000)
yerleşmelerinin varlığı ise, bu dönemlerden kalma çanak-çömlek, ev ve kent kalıntılarıyla
kesin olarak saptanmıştır. Maltepe Höyüğü kazıları, yörede ilk yerleşmenin M.Ö.
2600’lerde başlayıp M.Ö. 2000’lere kadar kesintisiz sürdüğünü göstermektedir.
Yazılı Tarih: Sivas’ın eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen ne zaman ve kimler
tarafından kurulduğuna dair kesin bilgiler mevcut değildir. Bugün şehir merkezi ilçe ve
köylerinde yapılan çeşitli Arkeolojik kazı ve araştırmalarda edinilen bilgiler bulunan höyük
ve eski şehir harabeleri, Sivas’taki yerleşimin tarihin ilk dönemlerinden itibaren başladığını
göstermektedir. Bu dönemlere ait, yeterli aydınlatıcı araştırmalar yapılmamış olduğundan
Sivas’ın tarihini, Anadolu’nun büyük bir bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde
incelemek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Bu bakımdan Kapadokya tarihine baktığımızda Sivas’ın M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan
bir geçmişe sahip olduğunu, yerleşim merkezi olarak kullanıldığını ve eti hakimiyetinin
sınırları içerisinde kaldığını görmekteyiz. Etiler döneminde yapılan çeşitli savaşlar, Sivas
ve çevresinde meydana gelmiş, Sivas da bu savaşlardan etkilenerek yakılmış ve
yıkılmıştır. Asur hükümdarı Sargon, M.Ö. 710 yılında Anadolu içlerine yaptığı bir akında
Sivas içlerine kadar gelmiştir. Yine M.Ö. 676 yıllarında Kafkasya’dan İskitler, İran’dan
Medler Anadolu içlerine kadar uzandılar. Kapadokya bölgesinde Asurlar’a karşı direnecek
güç kalmayınca Medler ve Lidyalılar, M.Ö. 585 tarihinde Kızılırmak sınır olarak kalmak
üzere bir anlaşma yaptılar. Böylece Kızılırmak’ın doğu yakası yani Sivas ve çevresi
Medler’e kaldı. Medler’in bölgedeki hakimiyeti fazla sürmedi. Persler M.Ö. 550 yılında Med
egemenliğine son vererek Sivas’ı ele geçirdiler. Diğer önemli bir akın da Makedonya Kralı
Büyük İskender’in M.Ö. Anadolu’ya yaptığı akınlardır. Büyük İskender ilk olarak M.Ö.
334’de ikinci olarak da iki yıl sonra M.Ö. 332 ‘de iki kez Anadolu içlerine akın düzenlemiş,
her ikisinde de Sivas’ta hakimiyetini sürdüren Perslerin yönetimine son vermiştir. Geçtiği
yerlerde durmayıp, Makedonya subaylarından komutanlar bıraktığı için, Sivas da bir
müddet Makedonyalı subaylardan Sabistes’in yönetiminde kalmıştır. Sabistes kendi zevk
ve sefasına daldığından askerlerinin şehri yağmalamasına ve yıkmasına aldırış etmemiştir.
Bu duruma dayanamayan halk ayaklanmış, tekrar Pers Kralı I. Ariaretes’in egemenliğine
girmeyi kabul etmişlerdir. Sonunda Roma Kralı Tiperius M.S. 17’de Sivas ve çevresini ele
geçirmiştir. Böylece Sivas, Roma İmparatorluğu egemenliğine girmiş ve ‘Eyalet-i Rum”
olmuştur.
M.S. (17- 395) yıllarında çeşitli istilalarla karşılaşan Sivas, bu dönemde daha çok Roma
egemenliğinde kaldıktan sonra, M.S. 395’te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan
topraklar içinde yer aldı. Bu dönemde de uzun süre Sasanlı akınlarından etkilenmiş, X.yy’
dan sonra da merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacıyla kurulan Sebasteia (Sivas)
Theması’na bağlanmıştır.
1059’da Anadolu’ya giren Türkmen güçleri ve 1064’te Alp Arslan’ın önünden kaçan
Selçuklu Şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süreli etkinlik sağladılarsa da, Bölgenin
Türk egemenliğine girmesi ancak 1071’ den sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu
etkinliğinde kalan Sivas’ta 1075’te Danişmentli Beyliği kuruldu. 1143’den sonra
Danişmentliler arasında baş gösteren taht kavgaları bu beyliğin gücünü kırınca, Anadolu
Selçukluları’nı yeniden birleştiren I. Mesud, 1152’de Sivas’ı eline geçirdi. Anadolu
Selçukluları ile Danişmentliler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175’te II. Kılıç
Arslan’ca kesin olarak Selçuklulara bağlandı.
II. Kılıç Arslan’ın 1186’da ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırmasıyla başlayan taht kavgaları,
I. Alaeddin Keykubad’ın 1220’de başa geçmesine değin sürdü. Bu dönemde Anadolu’yu
tehdit etmeye başlayan Moğollara karşı etkin önlemler alan Keykubad, Sivas’ı da surlarla
çevirterek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kötü
yönetimi sırasında büyük sıkıntı çeken Türkmen kökenli halk, 1240’larda ayaklanarak
Sivas’ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören
Moğollar, Anadolu’yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyaseddin Keyhüsrev’i
1243’te Kösedağ Savaş’ında yenilgiye uğratan Moğol güçleri, Sivas’ı işgal ettiler. Selçuklu
Sultanlarının yarattığı karışıklıkların sivil halkı tedirgin etmesini gerekçe gösteren İlhanlı
yöneticisi Gazan Han o dönemde Selçuklu tahtında bulunan III. Alaeddin Keykubad’ı
Isfahan’a çağırarak, 1318’da Anadolu Selçuklu Devletine son verdi.
İlhanlılar’ın Anadolu Valiliğine atanan Timurtaş, 1322’de Sivas’ın da içinde bulunduğu
topraklar üzerinde bağımsızlığını ilan etti. Bu durum üzerine İlhanlılar’ın, üzerine ordu
göndereceğini öğrenince de Memlük’lere sığındı. Yerine vekil olarak bıraktığı Eretna bey,
önce İlhanlılar’ın egemenliğini kabul ettiyse de İlhanlı yönetiminin taht kavgaları ile
zayıflamasından yararlanıp, kendi özerk beyliğini kurdu.
Eretna Bey’in ölümünden sonra, oğlu Gıyaseddin Mehmed’in yaşının küçüklüğünden
yararlanan vezirleri, ülkeyi aralarında paylaştılar. Bölünerek iyice zayıflayan Eretna Beyliği,
1378’de Kadı Burhaneddin’in vezirliğe getirilmesiyle yeniden güçlendi. Kadı Burhaneddin
Eretna Beyliği’nde kadılık, vezirlik, ve naiplik görevleri yaparak edindiği devlet yönetimi
tecrübesini Eretna Beyliğini ele geçirerek uygulamıştır. Son Eretna Bey’i Ali Bey’in zevkine
düşkün olmasından yararlanarak, kendine muhalif olan kişileri birer birer ortadan kaldırmış,
1388 yılında Ali Bey’in ölümü üzerine Sivas’ta bağımsızlığını ilan etmiştir. Kendi adıyla
anılan Kadı Burhaneddin Devletini kurmuştur. Memluk akınlarına başarıyla karşı koyan
Kadı Burhaneddin, Timur tehlikesine karşı Osmanlı ve Memlukler’in desteğini sağlamaya
çalışırken, Akkoyunlu Osman Bey’e yenilerek, 1398’de öldürüldü.
Kadı Burhaneddin’in ölümüyle bir iktidar boşluğu oluşan Sivas’ta kentin ileri gelenlerinin
isteğiyle Osmanlı egemenliği tanındı. 1400’de Anadolu’ya giren Timur, az sayıda Osmanlı
askerince savunulan Sivas’ı uzun bir kuşatmadan sonra alarak, yakıp yıktı ve geri çekildi.
Osmanlılar’ın Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesinden sonra (1402), Yıldırım Bayezid’in
oğulları arasında taht kavgaları baş gösterdi. 1408’de Sivas’ı ele geçiren Çelebi Mehmed,
1413’te ülkede duruma egemen olunca, Sivas Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 1472’de
kısa süreli olarak Akkoyunlular’ın eline geçmesi dışında, hep Osmanlı egemenliğinde
kaldı.
Osmanlı egemenliğinde eyalet merkezi haline getirilen Sivas; Amasya, Çorum, Tokat,
kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas’a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde belirtildiği gibi Sivas zamanın en önemli eyaletlerinden biridir. (40
İlkokul, 1000 dükkan, 18 Han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.)
SİVAS ADININ TARİHÇESİ
Sivas’a farklı dönemlerde hakim olan devletler, şehre kendilerine özgü değişik isimler
vermişlerdir. Bunlar; Sebaste, Sipas, Megalopolis, Kabira, Diaspolis (Tanrı Şehri), Talaurs,
Danişment İli, Eyalet-i Rum, Eyalet-i Sivas ve Sivas isimleridir.
Bu gün kullanılan Sivas isminin kaynağı hakkında ise farklı görüşler bulunmaktadır.
Bunların içinden ‘Sebaste’ Sebasteia eski yunancada (Augustus Şehri) ismi, Pontus kralı
Polemon’un hanımı Pitodoris tarafından verilmiştir. Romalılar, Pont Krallığını egemenlikleri
altına aldıkları zaman şehrin yönetimini Pont Krallığı’nda bırakmışlardı. Pont Kralının
hanımı ise, Roma Kralı Augustus’un sevgisini kazanmak ve ona bir şükran ve sadakat
ifadesi olmak üzere Yunanca’da Ogüst şehri anlamına gelen “Sebaste” adını verdiği
sanılmaktadır. Sebaste’nin zamanla “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Yine diğer bir görüş de, bugün “Sivas” olarak kullanılan ismin “Sipas”tan geldiğidir. Şehrin
ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar
ağaçlarının altında üç adet su gözesi (Kaynağı) bulunmaktadır. Bu gözelerden bir tanesi
“Allah’a Şükür”ü ikincisi “ana ve babaya saygı”yı, üçüncüsü de “Küçüklere sevgi”yi temsil
eder. Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç
göze de kurur. Şehrin isminin de “üç göze” anlamına gelen “Sipas”tan kaynaklandığı ve
zamanla bugün kullandığımız “Sivas”a dönüştüğü ileri sürülmektedir.
Yazılı Tarih Öncesi: 1927’ den bu yana süregelen kazı ve araştırmalarda saptanan
bulgular, Sivas’ta Neolitik Dönem’den başlayarak yerleşildiği yolundaki savları güçlendirici
niteliktedir. Bölgede Kalkolitik Dönem (M.Ö. 5000-3000) ve ilk Tunç Çağ (M.Ö. 3000-2000)
yerleşmelerinin varlığı ise, bu dönemlerden kalma çanak-çömlek, ev ve kent kalıntılarıyla
kesin olarak saptanmıştır. Maltepe Höyüğü kazıları, yörede ilk yerleşmenin M.Ö.
2600’lerde başlayıp M.Ö. 2000’lere kadar kesintisiz sürdüğünü göstermektedir.
Yazılı Tarih: Sivas’ın eski bir yerleşim yeri olmasına rağmen ne zaman ve kimler
tarafından kurulduğuna dair kesin bilgiler mevcut değildir. Bugün şehir merkezi ilçe ve
köylerinde yapılan çeşitli Arkeolojik kazı ve araştırmalarda edinilen bilgiler bulunan höyük
ve eski şehir harabeleri, Sivas’taki yerleşimin tarihin ilk dönemlerinden itibaren başladığını
göstermektedir. Bu dönemlere ait, yeterli aydınlatıcı araştırmalar yapılmamış olduğundan
Sivas’ın tarihini, Anadolu’nun büyük bir bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde
incelemek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Bu bakımdan Kapadokya tarihine baktığımızda Sivas’ın M.Ö. 2000 yıllarına kadar uzanan
bir geçmişe sahip olduğunu, yerleşim merkezi olarak kullanıldığını ve eti hakimiyetinin
sınırları içerisinde kaldığını görmekteyiz. Etiler döneminde yapılan çeşitli savaşlar, Sivas
ve çevresinde meydana gelmiş, Sivas da bu savaşlardan etkilenerek yakılmış ve
yıkılmıştır. Asur hükümdarı Sargon, M.Ö. 710 yılında Anadolu içlerine yaptığı bir akında
Sivas içlerine kadar gelmiştir. Yine M.Ö. 676 yıllarında Kafkasya’dan İskitler, İran’dan
Medler Anadolu içlerine kadar uzandılar. Kapadokya bölgesinde Asurlar’a karşı direnecek
güç kalmayınca Medler ve Lidyalılar, M.Ö. 585 tarihinde Kızılırmak sınır olarak kalmak
üzere bir anlaşma yaptılar. Böylece Kızılırmak’ın doğu yakası yani Sivas ve çevresi
Medler’e kaldı. Medler’in bölgedeki hakimiyeti fazla sürmedi. Persler M.Ö. 550 yılında Med
egemenliğine son vererek Sivas’ı ele geçirdiler. Diğer önemli bir akın da Makedonya Kralı
Büyük İskender’in M.Ö. Anadolu’ya yaptığı akınlardır. Büyük İskender ilk olarak M.Ö.
334’de ikinci olarak da iki yıl sonra M.Ö. 332 ‘de iki kez Anadolu içlerine akın düzenlemiş,
her ikisinde de Sivas’ta hakimiyetini sürdüren Perslerin yönetimine son vermiştir. Geçtiği
yerlerde durmayıp, Makedonya subaylarından komutanlar bıraktığı için, Sivas da bir
müddet Makedonyalı subaylardan Sabistes’in yönetiminde kalmıştır. Sabistes kendi zevk
ve sefasına daldığından askerlerinin şehri yağmalamasına ve yıkmasına aldırış etmemiştir.
Bu duruma dayanamayan halk ayaklanmış, tekrar Pers Kralı I. Ariaretes’in egemenliğine
girmeyi kabul etmişlerdir. Sonunda Roma Kralı Tiperius M.S. 17’de Sivas ve çevresini ele
geçirmiştir. Böylece Sivas, Roma İmparatorluğu egemenliğine girmiş ve ‘Eyalet-i Rum”
olmuştur.
M.S. (17- 395) yıllarında çeşitli istilalarla karşılaşan Sivas, bu dönemde daha çok Roma
egemenliğinde kaldıktan sonra, M.S. 395’te Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğuna ayrılan
topraklar içinde yer aldı. Bu dönemde de uzun süre Sasanlı akınlarından etkilenmiş, X.yy’
dan sonra da merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacıyla kurulan Sebasteia (Sivas)
Theması’na bağlanmıştır.
1059’da Anadolu’ya giren Türkmen güçleri ve 1064’te Alp Arslan’ın önünden kaçan
Selçuklu Şehzadesi Elbasan Sivas yöresinde kısa süreli etkinlik sağladılarsa da, Bölgenin
Türk egemenliğine girmesi ancak 1071’ den sonra gerçekleşti. Kısa bir süre Selçuklu
etkinliğinde kalan Sivas’ta 1075’te Danişmentli Beyliği kuruldu. 1143’den sonra
Danişmentliler arasında baş gösteren taht kavgaları bu beyliğin gücünü kırınca, Anadolu
Selçukluları’nı yeniden birleştiren I. Mesud, 1152’de Sivas’ı eline geçirdi. Anadolu
Selçukluları ile Danişmentliler arasında sürekli el değiştiren Sivas, 1175’te II. Kılıç
Arslan’ca kesin olarak Selçuklulara bağlandı.
II. Kılıç Arslan’ın 1186’da ülkeyi 11 oğlu arasında paylaştırmasıyla başlayan taht kavgaları,
I. Alaeddin Keykubad’ın 1220’de başa geçmesine değin sürdü. Bu dönemde Anadolu’yu
tehdit etmeye başlayan Moğollara karşı etkin önlemler alan Keykubad, Sivas’ı da surlarla
çevirterek korunaklı duruma getirdi. Yerine geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kötü
yönetimi sırasında büyük sıkıntı çeken Türkmen kökenli halk, 1240’larda ayaklanarak
Sivas’ı yağmaladı. Selçuklu askerlerinin sivilleri sindirmek için seferber olduğunu gören
Moğollar, Anadolu’yu ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Gıyaseddin Keyhüsrev’i
1243’te Kösedağ Savaş’ında yenilgiye uğratan Moğol güçleri, Sivas’ı işgal ettiler. Selçuklu
Sultanlarının yarattığı karışıklıkların sivil halkı tedirgin etmesini gerekçe gösteren İlhanlı
yöneticisi Gazan Han o dönemde Selçuklu tahtında bulunan III. Alaeddin Keykubad’ı
Isfahan’a çağırarak, 1318’da Anadolu Selçuklu Devletine son verdi.
İlhanlılar’ın Anadolu Valiliğine atanan Timurtaş, 1322’de Sivas’ın da içinde bulunduğu
topraklar üzerinde bağımsızlığını ilan etti. Bu durum üzerine İlhanlılar’ın, üzerine ordu
göndereceğini öğrenince de Memlük’lere sığındı. Yerine vekil olarak bıraktığı Eretna bey,
önce İlhanlılar’ın egemenliğini kabul ettiyse de İlhanlı yönetiminin taht kavgaları ile
zayıflamasından yararlanıp, kendi özerk beyliğini kurdu.
Eretna Bey’in ölümünden sonra, oğlu Gıyaseddin Mehmed’in yaşının küçüklüğünden
yararlanan vezirleri, ülkeyi aralarında paylaştılar. Bölünerek iyice zayıflayan Eretna Beyliği,
1378’de Kadı Burhaneddin’in vezirliğe getirilmesiyle yeniden güçlendi. Kadı Burhaneddin
Eretna Beyliği’nde kadılık, vezirlik, ve naiplik görevleri yaparak edindiği devlet yönetimi
tecrübesini Eretna Beyliğini ele geçirerek uygulamıştır. Son Eretna Bey’i Ali Bey’in zevkine
düşkün olmasından yararlanarak, kendine muhalif olan kişileri birer birer ortadan kaldırmış,
1388 yılında Ali Bey’in ölümü üzerine Sivas’ta bağımsızlığını ilan etmiştir. Kendi adıyla
anılan Kadı Burhaneddin Devletini kurmuştur. Memluk akınlarına başarıyla karşı koyan
Kadı Burhaneddin, Timur tehlikesine karşı Osmanlı ve Memlukler’in desteğini sağlamaya
çalışırken, Akkoyunlu Osman Bey’e yenilerek, 1398’de öldürüldü.
Kadı Burhaneddin’in ölümüyle bir iktidar boşluğu oluşan Sivas’ta kentin ileri gelenlerinin
isteğiyle Osmanlı egemenliği tanındı. 1400’de Anadolu’ya giren Timur, az sayıda Osmanlı
askerince savunulan Sivas’ı uzun bir kuşatmadan sonra alarak, yakıp yıktı ve geri çekildi.
Osmanlılar’ın Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesinden sonra (1402), Yıldırım Bayezid’in
oğulları arasında taht kavgaları baş gösterdi. 1408’de Sivas’ı ele geçiren Çelebi Mehmed,
1413’te ülkede duruma egemen olunca, Sivas Osmanlı topraklarına katılmış oldu. 1472’de
kısa süreli olarak Akkoyunlular’ın eline geçmesi dışında, hep Osmanlı egemenliğinde
kaldı.
Osmanlı egemenliğinde eyalet merkezi haline getirilen Sivas; Amasya, Çorum, Tokat,
kısmi olarak Malatya ve Kayseri illeri Sivas’a bağlı birer sancak olmuştur. Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde belirtildiği gibi Sivas zamanın en önemli eyaletlerinden biridir. (40
İlkokul, 1000 dükkan, 18 Han, 40 kadar çeşmesi olduğundan bahsedilir.)
Dağlar
İldeki dağlar, III. Zamanda başlayan Alp Kıvrımlaşması sırasında Kuzey ve Güney Anadolu
dağ sistemleri de belirgenleşmiştir. Kuzey Anadolu Daığlarının güneye, Güney Anadolu
Dağları’ nın kuzeye açılan uzantıları il alanının büyük bölümünü kaplamaktadır.
Kuzey Anadolu sistemine bağlı dağlar; Kelkit Vadisi ile Kızılırmak Vadisi arasını doldurarak
batı-doğu doğrultusunda uzanır. Tüm Güney Anadolu’yu batıdan doğuya doğru geçen
Toroslara bağlı dağlar ise Şarkışla’dan başlayıp ilin ortalarına doğru sokulur. Bu iki sıranın
dışında kalan ve genellikle tek tek yükselen dağlar, ilin ikinci derecede kabartıları
durumundadır.
Köse Dağları: Kuzey Anadolu sıradağları’nın güneye açılan en önemli kollarından biri olan
Köse Dağları, gerek yükselti, gerek uzunluk, gerek kapladıkları alan açısından Sivas’ın en
önemli dağlarıdır. Yıldızeli’nde 2.537 m yükseltili Yıldız Dağı ile başlamaktadır. Doğuya
doğru Asmalı Dağı (2.406), Tekeli Dağı (2.621 m), Köse Dağı (3.050 m) ve Kızıldağ (3.015
m) ile süren bu dağlara kimi kaynaklarda Kızılırmak Yayı Dağları, kimilerinde de Yeşilırmak
Yayı Dağları denir. Bu yüksek sıra Doğu Anadolu Dağlarıyla birleşmektedir. Kuzeyde
Kelkit Vadisine doğru yükseltisi hızla azalan Köse Dağları’nın büyük bölümü Karadeniz
Bölgesi’nde kalmaktadır. Bu nedenle, Karadeniz ikliminin etkileri güçlüdür. Köse
Dağları’nın kuzey yamaçları yer yer iğne yapraklı ağaçlarla, geniş yapraklılardan meşe ve
menengiç ağaçlarından oluşan ormanlarla kaplıdır.
Tecer Dağları: Torosların kuzeye açılan bir kolu durumunda bulunan Tecer Daları,
Gemerek-Şarkışla arasından başlar, kuzeydoğuya doğru geniş bir yay çizer ve SivasKangal arasında Kulmaç Dağları adını alır. Huma Çayı Vadisi, Tecer Dağlarını ikiye ayırır.
Kuzeydeki sıra çengelli, güneydeki sıra Deli Dağı adını alır. Bu iki sıra doğuya doğru
uzanarak Doğu Anadolu dağlarıyla birleşir.
Eskiden meşe ve ardıç ormanlarıyla kaplı olan bu dağ günümüzde seyrek ağaç kümeleri
dışında çıplaktır.
Akdağlar: Kızılırmak Vadisi’nin batısından başlar. Kuzeydoğu yönünde uzanır.
Sivas-Tokat ve Sivas-Yozgat sınırını oluşturur. Kalın Çayı ile Kızılırmak Vadisi arasındaki
üçgen alanı bütünüyle kaplayan Akdağlar, fazla yüksek değildir. Kolay geçit veren; yavaş
yavaş yükselen bir kütledir.
Kuzeyden az da olsa Karadeniz iklimine açık olduğu için dağların yüksek kesimleri geniş
ve iğne yapraklı ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar İç Anadolu Bölgesi’nin en önemli orman
serisini oluşturur.
İncebel Dağları: Toros sistemine bağlı olan İncebel Dağları, Gemerek yöresinde Tecer
Dağları’ndan ayrılır. Kızılırmak Vadisi’yle Gemerek-Şarkışla çöküntü oluğu arasını
doldurarak kuzeydoğu yönünde uzanmaktadır. Fazla yüksek olmayan, aşınarak kütleşmiş
bu sıra Kızılırmak’ın kollarınca parçalanmıştır. En yüksek dorukları, 1.712 m. Yükseltili
Karayüce Tepe ile 1.789 m. Yükseltili Yücepınar Tepe’dir. Deniz etkilerine kapalı olan
İncebel Dağları’nda iklim çok serttir. Bu nedenle genellikle bitki örtüsünden yoksundur.
Yama Dağı: Volkanik yapılı bir dağdır. Çatlı Suyu’nun kollarıyla sıkça parçalanmıştır.
Divriği-Çetinkaya yöresinde çok sayıda yüksek plato tarafından kuşatılmıştır. Genellikle
Çıplak; bitki örtüsü açısından fakirdir. Otsu bitki örtüsü bakımından zengin sahalara
Malatya yöresinde rastlanır.
Sivas İlinde, bu dağların dışında tek tek yükselen çok sayıda dağ ve tepe vardır.
Göller
Sivas İlinde çok sayıda göl vardır. Ancak bunların bir bölümü alan, derinlik ve süreklilik
açılarından pek önemli sayılmaz. Kuzey Anadolu Dağları ile Güney Anadolu Dağlarının
birbirine yaklaştığı bir yöre olan Sivas il alanında kıvrılma ve yükselmeler sırasında bazı
kesimler çöküntüye uğramıştır. Ayrıca, il alanında egemen durumda olan suya direnci az
oluşumların erimesi ile çöküntü alanları ortaya çıkmıştır. Bu çöküntü alanlarında bazen
sürekli, bazen geçici nitelikte göller oluşmuştur. İldeki göllerin başlıcaları şunlardır.
Tödürge Gölü: İl Merkezine 50 km uzaklıktaki Tödürge Gölü, Sivas-Erzurum karayolu
yakınlarında Cencin Ovası’nın doğusundadır. Yüzölçümü 5 km2 olan Tödürge Gölü’nün
derinliği ortalama 20 m, en çok 45 m’dir. Dipten ve çevreden kaynaklanan sularla beslenen
gölde bol balık yaşamaktadır. 1980’lerin başında uygulanmaya başlanan projeyle gölün
fazla suları Kızılırmak’a akıtılmaya başlanmıştır. Gölün doğusunda iki adacık vardır.
Yabani yaşam açısından önemi büyük olan bu adacıklarda, kanatlı av hayvanlarından
turna yaşar. Soyları tükenmek üzere olduğundan, turnalar koruma altına alınmış, avları
yasaklanmıştır. Bu gölde su sporları yapılmaktadır.
Gürün Gökpınar Gölü: Suyu çok temiz ve duru olan Gökpınar Gölü, Gürün’e 10 km.
uzaklıktadır. Doğal güzellikleri ve alabalıklarıyla ünlü olan göl; dipten gelen kaynaklarla
beslenmektedir. Derinliği 15 m’yi bulan Gökpınar Gölü’nün fazla suları Tohma Çayı’na
dökülür. Göl kıyısında motel ve gazino vardır. Gölde kayıkla gezilebilmektedir. Önemli
mesire yerlerindendir.
İlde bu göller dışında, yağışlı mevsimlerde oluşup yazın kuruyan çok sayıda göller de
vardır. Bunların başlıcaları, Merkez İlçe’deki Bostankaya, Suşehri’ndeki Gölova,
Gürün’deki Aygı ve Merkez ilçenin Kozpınar Köyü’ndeki Acıgöl’dür.
Hafik Gölleri: Hafik yöresinde serpilmiş büyüklü küçüklü bir çok göl vardır. Bunların
tümüne birden Hafik Gölleri denir. Bunlardan yalnızca biri önemlidir ve Büyük Hafik Gölü
adıyla anılmaktadır. Hafik ilçe merkezinin kuzeybatısındaki bu gölün alanı 1 km2 dir.
Derinliği ortalama 6 m olan göl, dipten kaynayan sularla beslenmektedir. Ortasında bir
adacık olan gölde bol balık yaşamaktadır. Fazla suları Kızılırmak’a akan Büyük Hafik Gölü
yörenin önemli mesire yerlerinden biridir.
Lota Gölleri: Hafik’in 3 km doğusunda, Sivas Erzurum karayolunun kuzeyindeki göller
topluluğuna Lota Gölleri denir. İlkbahar yağışlarının başlamasıyla bu göller kabararak
birleşir. Dipten gelen kaynaklarla beslenen ve derin olan lota göllerinde bol balık yaşar.
Göllerin çevresi özellikle balık avcılarının sıkça geldiği yerler arasındadır.
İLÇELER
Sivas ilinin ilçeleri; Akıncılar, Altınyayla, Divriği, Doğanşar, Gemerek, Gölova, Gürün,
Hafik, İmranlı, Kangal, Koyulhisar, Suşehri, Şarkışlı, Ulaş, Yıldızeli ve Zara'dır.
Akıncılar : Sivas'a 210 km uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Hatipoğlu Camii, Bahattin
Şeyh Türbesi, Yusuf Şeyh Türbesi, Doğantepe ve Erence köylerinde Bizans dönemine ait
olduğu sanılan iki kaledir.
Altınyayla : Sivas'a 80 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Altınyayla Camiidir.
Divriği : Sivas'a karayolu ile 184 km, demiryoluyla 179 km uzaklıktadır. Divriği Ulu Camii
ve Darüşşifası (ilçe merkezindedir ve UNESCO'nun 'Dünya Mirası' listesinde yer
almaktadır), Divriği Kalesi ve Kale Camisi, Kesdoğan Kalesi, edit Paşa Camii, Sitte Melik
Kümbeti, Nurettin Salih Kümbeti, Naip (Gazezler) Kümbeti, Sinaniye Hatun Türbesi, Ahi
Yusuf Türbesi, Pamuk Han, Burma Han, Mirçinge Hanı, Dipli Han, Aşağı Kilise, Yukarı
Kilise, Erşün Kilisesi, Odur Kilisesi, Handere Köprüsü, Hüseyin Gazi Türbesi, Seyit Baba
Türbesi ve ahşap işçiliğinin çok güzel örnekleriyle süslenmiş çok sayıda konak görülmeye
değer tarihi eserlerdir.
Doğanşar : Sivas'a 95 km. uzaklıktadır. Ulu Camii, Kale Camii, Uzunbelen Hubyar Türbesi
bu ilçededir.
Gemerek : Sivas'ın batısında yer almaktadır. Sızır Kasabasında Göksu Çayı üzerinde
bulunan Sızır Şelalesi doğal güzelliğe sahiptir. Önemli tarihi eserleri; Merkez Camii, İnkışla
Cami, İnkışla Hamzalı Cami, Çepni Cami, Şahruh Köprüsü, Sızır Kasabasında Eskiköy
ören yeri, Karacaören ve Dendeliz Ören yeri kalıntılarıdır.
Gölova : Sivas'a 198 km uzaklıktadır. Gölova baraj gölü çevresi ve yaylalarıyla doğal
güzelliğe sahiptir. Çobanbaba Türbesi bulunmaktadır.
Gürün : Sivas'ın güneyinde yer alamaktadır.İlçe merkezinde Ulu Camii, Kilise, 50'ye yakın
suni mağara, Şuğul Vadisinde de 3 mağara vardır. Kaletepe, Yılanlı, Taşlı, Höyüklüyurt,
Davul, İncesu, Böğrüdelik höyükleri tarihi eser tescillidir.
Hafik : Sivas'a 37 km. uzaklıktadır. Hafik Gölü, Lota Gölü, yaylaları ve doğal güzelliği olan
yerdir. Önemli tarihi eserleri; Hükümet Konağı, Tuzhisar Kilisesi'dir.
İmranlı : Sivas'a 106 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eseri; Gogi Baba Türbesi’dir.
Kangal : Sivas'ın 86 km. güney-doğusundadır. İlçeye 13 km. uzaklıkta, Kavak Köyü
mevkiinde bulunan Balıklı Kaplıca sedef hastalığını tedavi edici özelliği ile sağlık turizmi
açısından çok önemli bir yerdir. Alacahan kasabasındaki Alacahan Kervansarayı, Halil
Rıfat Paşa Köprüsü, Tekke Köyündeki Samut Baba Kümbeti görülmeye değer tarihi
eserlerdir. İlçede ayrıca Meydan Cami, Kuşçu Köyü Cami, Şeyh İbrahim El Aziz Cami,
Demiryurt Cami, Acısu Köprüsü, Şeyh Merzuban Türbesi, Pir Gökçe (Pir Göcek) Türbesi,
Demiryurt Mağaraları görülmeye değer yerlerdir. İlçe sınırları içinde Oyuklu Höyüğü,
Lafçılar Ağılı Höyüğü, Kültepe ve Tepecik Höyükleri vardır.
Koyulhisar : Sivas'a 180 km. uzaklıktadır. Eğriçimen, Kengercik,Arpacık, Sarıçiçek
yaylaları doğal güzelliği olan yerlerdir. Önemli tarihi eserleri; Aşağı Kale (Kale-i Zir), Yukarı
Kale (Kale-i Bala), Fatih Camii, Hacı Murat Hanı’dır.
Suşehri : Sivas'a 144 km. uzaklıktadır.Önemli tarihi eserleri; Balhatun Camii (Balkıs
Hatun), Köse Süleyman Türbesi’dir.
Şarkışla : Sivas'a 81 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Aşık Veyse Müzesi, Ulu
Camii, Hardal Köyü Camii, Kale’dir.
Ulaş : Sivas'a 37 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Acıyurt Köyü Camii, Şeyhderdiyar
(Şeyh Mehmet Dede) Türbesi’dir.
Yıldızeli : Sivas'a 45 km. uzaklıktadır. Önemli tarihi eserleri; Şeyh Halil Türbesi, Akcakoca
Köyü Türbesi, Banaz Köyü Türbesi, Kümbet Köyü Kalesi, Akçakale Kalesi’dir.
Zara : Sivas'a 72 km. uzaklıktadır. Tödürge Gölü doğal güzelliği olan yöredir. Önemli tarihi
eserleri; Meydan Camii (Çarşı Camii), Kuşan Köyü Camii, Şeyh İbrahim El Aziz Camii,
Demiryurt Camii, Acısu Köprüsü, Şeyh Merzuban Türbesi, Demiryurt Kaya Mağaraları’dır.
4 EYLÜL SİVAS KONGRESİ
Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti ve dahil olduğu grup (İttifak Devletleri) harpten
yenik çıkmış, 30 Ekim 1918’de İtilaf Devletleri ile imzalanan Mondros Mutarekesi ile
Osmanlı Devletinin eli kolu bağlanmıştı.
Yorgun ve fakir düşen milleti ve memleketi savaşa sokanlardan Sultan Vahideddin,
saltanat ve hilafet makamını korumak peşindeyken hayatlarından endişeli olanlar
memleketten kaçıyorlardı.
Ordunun elinden cephanesinin büyük kısmı alınmış, ismi var cismi yok hale getirilmişti.
Mütarekenin 7. maddesi bahane edilerek ülkenin çeşitli bölgeleri işgal ediliyordu. İtalyan,
Fransız ve İngilizlerden oluşan İtilaf Orduları Donanması İstanbul’a doğru ilerlemekteydi.
Antalya bölgesi İtalyanlara, İzmir, Aydın, Manisa bölgesi Yunanlılara, Adana, Hatay,
Mersin bölgelerini Fransızlara, Antep, Urfa, Maraş, Mardin ve Musul bölgelerini İngilizlere,
bağımsız bir Ermeni devleti kurulması içinde Sarıkamış, Ardahan, Kars ve Ağrı bölgesinin
Ermenilere bırakılması ve Boğazlarında ortak yönetilmesi için İtilaf Devletleri aralarında
anlaşmışlardı.
Ordu ve millet, Padişahın ve Hilafetin ihanetinden haberdar olmadığı gibi o makamlarda
bulunanlara karşı asırların kökleştirdiği dini ve manevi bağlarla bağlı sessiz ve sadıktı. Çok
önemli bir nokta ise, İtalya, İngiltere ve Fransa gibi devletlerden biri ile dahi başa
çıkılamayacağı korkusu bütün kafalara yerleşmişti.
Rum Çetelerinin Karadeniz (Samsun) yöresinde asayişsizliği arttırması üzerine o bölge
asayişini düzeltecek bir komutana ihtiyaç vardı. Bu ise Gazi Mustafa Kemal Paşadan
başkası olamazdı. Memleketin düştüğü durumdan çok rahatsız olan Anadolu’ya bir an
önce açılmak için fırsat ve çareler arayan Gazi için bu
bulunmaz bir imkandı. Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa 30 Nisan 1919’da 9.Ordu
Kıta Müfettişliği’ne atandı. Kurmay Heyetini de beraberine alan Mustafa Kemal Paşa
Bandırma Vapuru ile yola çıktı. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a vardı. Gerekli temasları
yaparak, biri İstanbul’da biride Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir Paşaya olmak üzere
iki telgraf çekilmiş ve hükümete gönderdiği telgrafta Samsun’da İngiliz askerlerini
gördüğünü, bir miktar askerinde Sivas’a gönderileceğini duyduğunu böyle olursa asayişin
çok bozulacağını yazmıştı.
MUSTAFA KEMAL PAŞA (O GÜNLERDE SİVAS’TA BİR ASKERİ BİRLİĞİN BAŞINDA
BULUNAN) CEMİL CAHİT TOYDEMİR İLE BERABER.
25 Mayıs 1919’da Samsun’dan ayrıldı. Önce Kavak, ardından da Havza’ya geldi. Havza
onun ilk halkla doğrudan teması olduğu yerdir. 12 Hazirana kadar Havza’da kaldı. Aynı
gün akşam Amasya’ya vardı. Amasya’da 21 Haziran gecesi 9.Ordu Müfettişi Mustafa
Kemal Paşa, 3.Kolordu Komutanı Refet Paşa, 20.Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Bahriye
Eski Nazırı Rauf Bey toplanarak direniş esasları ilk defa Amasya’da yazılı prensipler haline
getirildi. Bu prensipler belgesini (Amasya Mukarreratı) ya da (Amasya Tamimi) denilir. Altı
maddelik bu beyannamenin özünü iki cümlede toplamak mümkündür.
a) Milletin istiklalini, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
b) Gereksinim duyulan milli bir heyetin oluşturulması için Anadolu’nun en güvenilir yeri
görülen Sivas’ta bir milli kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılıştır.
Bu kararlar alınırken İstanbul’da, Gazi Mustafa Kemal Paşa hakkında kararını vermişti.
Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal 25 Haziran 1919’da bütün vilayetlere Mustafa
Kemal’in görevden alındığını, kendisinin hiçbir resmi sıfatının kalmadığını, yakalanıp
gönderilmesi emrini göndermiş. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu karardan habersiz 26
Haziran 1919 Amasya’dan Sivas’a hareket ederler. Fakat kuşkulu ve dikkatlidirler.
Padişahın Elazığ Valiliğine özel görevlerle gönderdiği Ali Galip adlı kişi Sivas Valisi Reşit
Paşa ile görüşerek
Mustafa Kemal’i tutuklatmak ister. Fakat yurtsever vali buna yanaşmaz. Hatta gidip
karşılar. Sivas’a girişini Gazi Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatır. “Sivas şehrine
vardığımızda caddenin iki yanı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören duruşu
almış bulunuyordu, otomobilden indik, yürüyerek askeri ve sivil halkı selamladım. Bu
görünüş Sivas’
ın saygıdeğer halkını ve Sivas’ta bulunan yiğit subay ve erlerimizin bana nedenli bağlı
olduğunu ve sevgi beslediğini belirten canlı bir tanık idi.”
Ertesi gün Gazi Mustafa Paşa ve arkadaşları Sivas'’a bir toplantı yapmış, yurdun durumu
görüşülmüş ve Sivas’ta bir kongre yapılmasına karar veril-miştir.
Mustafa Kemal 28 Haziran 1919’da Sivas’tan Erzurum’a hareket etti. Sıkıntılarla geçen bir
haftalık yolcu-luktan sonra 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a ulaştı. Coşku ile karşıla-ndı.
Fakat gelişen şartlar sonunda Erzurum’da ordudan istifa etmek zorunda kaldı. 9 Temmuz
1919 Onun sivil hayattaki ilk günüdür. Ne üzerine giyeceği sivil bir elbisesi ne de parası
vardı. Başına koyacağı fesi Mazhar Müfik Kansu, ceket ve pantolonu da Erzurum Valisi
Münir Beyler vermişlerdi. 10 Temmuz’da (Vilayet-i Şarkiye Müdafa-i Hukuk Cemiyeti)
reisliğine seçildi. Fakat zor günler geçiriyordu desteğe ihtiyaç vardı. Erzurum’daki 15.
Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa:
-Emrinizdeyim Paşam! Ben, subaylarım, erlerim, kolordum hepimiz emrinizdeyiz, diyerek
desteğini bildirdiği an Gazi rahatladı. Bu cesur davranış Milli Mücadelede kader tayin edici
anlardan biridir.
23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan kongre 7 Ağustos 1919’da sona erdi. (Yurdun
bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı, işgallere karşı Milletin kendi kendini savunacağı,
gerekirse geçici bir hükümet kurulacağı, her işte Milletin iradesinin geçerli olacağı, Manda
ve Himayenin kabul edilemeyeceği, Mebuslar Meclisinin hemen toplanılması gerektiği) bir
beyanname kararlar ve prensipler olarak ilan edildi.
Bu kararları uygulamakla görevli bir Heyet-i Temsiliye seçildi. 9 kişilik bu heyetin başına
getirilen Mustafa Kemal, Erzurum Kongresinin dağılmasından sonra bölgede bir müddet
daha kalarak Heyet-i Temsiliye Başkanı sıfatı ile Şark Vilayetlerindeki cemiyetin teşkilatını
yaymak için gerekli çalışmaları yaptı.
Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi’ne katılmak üzere 29 Ağustos 1919’da Erzurum’dan
ayrıldı. Amasya Tamiminde belirtildiği üzere Anadolu’nun her yönden en güvenli yeri olan
Sivas’a doğru yola çıktı. 2 Eylül 1919 sabahı şafakla uyanan Sivas, büyük bir sevinç içinde
tarihinin en mutlu günlerinden birini yaşıyordu; şehirde mutlu bir kaynaşma, yüzlerde mutlu
bir sevincin ışıkları görülmekteydi. Sabahın erken saatlerinde Erzurum yoluna şu anda
(Paşa pınarı) olarak adlandırılan çeşme çevresine dökülen halkı zamanın valisi Reşit Paşa
şöyle anlatır: “2 Eylül 1919 günü Sivas’ta ne kadar at ve araba varsa halkı Erzincan yolu
istikametine doğru götürdü. At bulamayan araba tedarik edemeyenlerde yaya olarak o
istikamete dökülürken, ben hükümet konağından ayrılmadım. Halkın bu sevinç içinde
akışını penceremde uzun uzun seyre daldım, fakat gözlerim dolu dolu, kalbim heyecan
içinde çarpıyordu.
Gazinin arabasındaki Mazhar Müfit’de o günü şöyle anlatıyordu:
“Hepimiz sağ ve salim olarak 02 Eylül 1919 akşamı grupla beraber Sivas’a ulaştık. Sivas’a
5 km. mesafede çadırlar kurulmuş ve hemen hemen bütün Sivas halkı Mustafa Kemal
Paşayı karşılamaya çıkmıştı. Milli İştiyakın bütün çoşkunluğu ile Mustafa Kemal Paşayı
bekliyordu, arabalarımız kalabalığın bulunduğu sahaya girince halk birden bire Mustafa
Kemal Paşanın otomobilinin etrafını sardı, halk neşe içinde bağırıyordu: ‘Hoş geldiniz sefa
geldiniz’ diyerek, birbirleriyle yarışır gibi Paşanın otomobiline koşuyor elini öpüyor ve
sıkıyordu.”
Hatıraların bir başka bölümünde “Görüyorsunuz ki, Sivas halkı bazı istisnalar dışında
Mustafa Kemal Paşanın emrindedir, Milli Mücadelenin azmindedir. Sivas yaylasının öz
evlatları istisnasız Milli İradenin akışı istikametinde his ve fikirlerini belirtmiş bulunuyorlar.”
demektedir.
Mekteb-i Sultani’de (Bu gün ki Atatürk ve Etnografya Kongre Müzesi geçmişse Sivas
Lisesi) ilk geceyi geçiren misafirler ertesi gün şehri dolaşmaya çıktılar.
4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 14.00’de açılacak olan büyük Sivas Kongresi dolayısıyla
Mekteb-i Sultani önü mahşer halinde idi, Mustafa Kemal Paşayı coşkun tezahüratlarla
karşılayan ve bağrına basan Sivas halkı Kongre Binasına giden bütün yolları tutmuştu;
çarşıda dükkanını kapayan, daireden ayrılan, işini gücünü bırakan herkes sel halinde bu
mahşere katılıyordu. Kongre Delegeleri birer birer gelerek binaya giriyorlardı,
SİVAS KONGRESİNDEN BİR GECE ÖNCE...MUSTAFA KEMAL, HÜSEYİN RAUF
ORBAY VE ALİ FUAT CEBESOY PLNLAR ÜZERİNDE ÇALIŞIYORLAR.
Kongrenin açılması için tayin edilen açılış saatine 5 dakika kala Mustafa Kemal Paşa
Kongre mahallini şereflendirdi, doğruca başkanlık kürsüsüne çıktı ve Geçici
Başkanmışcasına Kongreyi açtı. Sonra gündeme geçildi, gündemde şu maddeler vardı.
1-Başkanlık divanı seçimi,
2-Erzurum Kongresi tüzük ve beyannamesinin Sivas Kongresi’nde değiştirilerek kabulünün
teklifi ve görüşme açılması,
3-Kongre delegelerinden 25’inin hazırladığı muhtıranın görüşülüp tartışılması,
4-Üyelerin teklif ve temennileri.
Gündemin ilk maddesi görüşüldü ve Mustafa Kemal Paşa 3 aleyhte oyla başkanlığa
seçildi. 2. başkanlığa İsmail Fazıl Paşa ile Rauf Bey getirildiler. İstanbul delegesi İsmail
Hami Bey ile Afyonkarahisar delegesi Mehmet Şükrü Bey divan katipliklerine seçildiler.
Sivas Kongresi Delegeleri Ve Heyet-İ Temsiliye Üyelerinin Listesi
Sı
Delege
Katılıp
ra
Olduğu İl
Adı Soyadı
Ünvanı
Katılmadığ
N
ı
o
1
Mustafa Kemal Paşa
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Ordudan ayrılma)
--
2
Gümüşzade Bekir Efendi
Delege
(Öğretmen)
Afyonkar
Katıldı.
ahisar
3
Kesri zade Salih Sıtkı Bey
Delege
(Mülkiye Mez.)
Afyonkar
Katıldı.
ahisar
4
Koçzade Mehmet Şükrü Bey Hukuk Mezunu
Afyonkar
Katıldı.
ahisar
5
Ahmet Nuri Bey
Delege
(Eski Mebus)
Bursa
Katıldı.
6
Necati Bey (KURTULUŞ)
Delege
(Askerlikten Ay.)
Bursa
Katıldı.
7
Osman Nuri Bey (ÖZPAY)
Delege
(Hukuk Mez.)
Bursa
Katıldı.
8
Asaf Bey (DORAS)
Delege
(Hukuk Mez.)
Bursa
Katıldı.
9
Abdurrahman Dursun Bey
(SABIKOĞLU YALVAÇ)
Delege
(Öğretmen)
Çorum
Katıldı.
1
0
Mehmet Tevfik Bey
(ERGUN)
Delege
(Öğr.-Müftü)
Çorum
Katıldı.
1
1
Başağazade Yusuf Bey
(BAŞKAYA)
Delege (Hukuk Mez.)
Denizli
Katıldı.
1
2
Dalamanlızade Mehmet
Şükrü Bey
Delege (Hukuk Mez.)
Denizli
Katıldı.
1
3
Küçükağazade Necip Ali
Bey (KÜÇÜKA)
Delege (Hukuk Mez.)
Denizli
Katıldı.
1
4
İsmail Hakkı Behiç Bey
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Mülkiye Mez.)
Denizli
Katıldı.
1
5
İhsan Hamit Bey (TİĞREL)
Heyet-i Temsiliye İstişare
Üyesi (Mülkiye Mez.)
Diyarbak
Katıldı.
ır
1
6
Şeyh Hacı Fevzi Efendi
(BAKSOY) (FIRAT)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
Nakşibendi Şeyhi
Erzincan Katıldı.
Katıldı.
1
7
Hoca Raif Efendi (DİNÇ)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Hukuk Mez.)
Erzurum Katıldı.
1
8
Hüsrev Sami Bey
(KIZILDOĞAN)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Askerlikten Ayrılma)
Eskişehir Katıldı.
1
9
Bayraktarzade Hüseyin Bey
Delege (Tüccar)
(BAYRAKTAR-AKBAŞLI)
Eskişehir Katıldı.
2
0
Sipahizade Halil İbrahim Bey Delege
(SİPAHİ)
(Tüccar-Belediye Reisi)
Eskişehir Katıldı.
2
0
Kara Vasıf Bey (KARAKOL)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Askerlikten Emekli)
Gaziante
Katıldı.
p
2
1
Ahmet Mazhar Müfit Bey
(KANSU)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Eski Vali)
Hakkari
Katıldı.
2
2
Hikmet Bey (BORAN)
Delege (Tıbbiyeli)
İstanbul
Katıldı.
2
3
İsmail Fazıl Paşa
(CEBESOY)
Delege (Emekli Asker)
İstanbul
Katıldı.
2
4
İsmail Hami Bey
(DANİŞMEND)
Delege (Mülkiye Mez.)
İstanbul
Katıldı.
2
5
Sami Zeki Bey
Delege (Emekli Subay)
Kastamo
Katıldı.
nu
2
6
Tatlı-zade Nuri Bey
Delege (Tüccar)
Kastamo
Katıldı,
nu
2
7
Kalaç-zade Ahmet Hilmi
(KALAÇ)
Delege (Mülkiye Mez.)
Kastamo
Katıldı.
nu
2
8
İmam-zade Ömer Mümtaz
Bey
Delege (Tüccar)
Kayseri
Katıldı.
2
9
Katip-zade Nuh Naci Bey
(YAZGAN)
Delege
(Lise Mezunu-Tüccar)
Kayseri
Katıldı.
3
0
İbrahim Süreyya Bey
(YİĞİT)
Delege (Mülkiye Mez.)
ManisaKatıldı.
Saruhan
3
1
Mahmut Macit Bey (SUNER) Delege (Hakim)
ManisaAlaşehir
3
2
Dellalzade Hacı osman
Remzi Efendi (ÖĞÜT)
Delege
Nevşehir Katıldı.
3
3
Halid Hami Bey (MENGİ)
Delege (Tüccar-Bld.Reisi)
NiğdeBor
Katıldı.
3
4
Ratipzade Mustafa Efendi
(SOYLU)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Öğretmen)
Niğde
Katıldı.
3
5
Refet Paşa (BELE)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Asker)
Samsun
(Canik)
Katıldı.
3
6
Boşnak-zade Süleyman Bey
Delege (Denizci)
(BOŞANLI)
Samsun
(Canik)
Katıldı.
3
7
Hüseyin Rauf Bey (ORBAY)
Sivas
Katıldı.
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Askerlikten Ayrılma)
Katıldı.
3
8
Bekir Sami Bey (KUNDUK)
Heyet-i Temsiliye Üyesi
(Mülkiye Mezunu)
Sivas
Katıldı.
3
9
Bahri Bey (TATLIOĞLU)
Delege
(Çiftçi-Rüştiye Mezunu)
Yozgat
Katıldı.
4
Çerkez Yusuf Bey (SANGU) Delege (Çiftçi)
Katıldı.
0
Kongre toplantı sonunda çeşitli isimlerdeki Cemiyetlerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti adıyla birleştirilmesini bir bildiri ile millete açıkladı. Aynı gün Sivas
Valiliğine de durum bildirilerek Cemiyetin genel Merkezinin şimdilik Sivas’ta bulunacağı ve
kongrenin 12 Eylül 1919’da yapacağı açıkoturumdan sonra dağılacağı duyuruldu.
Kongre Heyet-i Temsiliye’sine altı yeni üye daha seçildi. Kongre 11 Eylül 1919’da Damat
Ferit Paşa Hükümetine duyduğu güvensizliği Padişaha bildirmek ve milli amaçlara hizmet
edecek bir hükümet kurulmadıkça İstanbul ile her türlü ilişkilerini kesmek kararı almıştır.
Bunun Padişaha duyurulması amacıyla kongre heyetinin tanıdığı süreler tamamlanıp
müracaatlar cevapsız kalınca; 12 Eylül sabahından itibaren İstanbul ile bütün
haberleşmenin kesilerek Heyet-i Temsiliye ile muhaberede bulunulması kararı alınmış ve
durum bütün merkezlere duyurulmuştur.
“Bütün milletçe bilinmekte olan iç ve dış tehlikelerin yarattığı milli uyanıştan doğan
kongremiz aşağıdaki kararları almıştır:
1- Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan müzakerenin imzalandığı 30 Ekim
1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalan ve her noktası ezici islam çoğunluğu ile meskun
bulunan Osmanlı ülkesinin bölgeleri, birbirinden ve Osmanlı toplumundan ayrılması olanak
dışı olan ve hiçbir nedenle bölünmez bir bütün oluşturur.
Bu ülkede yaşayan tüm islam unsurları birbirine karşı saygı ve fedakarlık duyguları
besleyen soy ve toplum hakları ile çevre koşullarını anlayışla karşılayan öz kardeştirler.
2- Osmanlı toplumunun bütünlüğü milli bağımsızlığımızın sağlanması yüce Hilafet ve
Saltanat makamının dokunulmazlığı için Kuva-i Milliyeyi etmen ve milli iradeyi egemen
kılmak kesin ve temel ilkedir.
3- Osmanlı ülkesinin herhangi bir bölümüne yönelecek el atma ve işgale, özellikle
yurdumuzda bağımsız birer Rumluk ve Ermenilik kurulması amacını güden davranışlara
karşı Aydın, Manisa ve Balıkesir cephelerindeki milli savaşlarda olduğu gibi hep birlikte
savunma ve direnme ilkesi meşru kabul edilmiştir.
4- Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bütün müslüman olmayan azınlıkların
her türlü hak ve eşitlikleri korunmuş olduğundan, bunlara siyasi egemenlik ve toplum
dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilesi kabul edilmeyecektir.
5- Osmanlı Hükümeti, bir dış baskı karşısında ülkemizin herhangi bir kesimini terk ve ihmal
etmek zorunluluğunda kaldığı taktirde, hilafet ve saltanat makamı ile vatan ve milletin
dokunulmazlığı ve bütünlüğünü garanti eden her türlü tedbir ve kararlar alınmıştır.
6- İhtilaf Devletlerince müzakerenin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız
içinde kalıp büyük bir islam çoğunluğu meskun olan, kültür ve uygarlık üstünlüğüyle
müslümanlara ait bulunan ülke bütünlüğümüz bölünmesi düşüncesinden tamamen
vazgeçilerek bu topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza saygı
gösterilmesine ve bunlara aykırı girişimlerin geçersiz hale getirilmesi, böylece hak ve
adalete dayanan bir karar almasını bekleriz.
7- Ulusumuzun insancıl ve çağdaş amaçların yüceliğine inanır; teknik, ekonomik ve
endüstriyel durum ve ihtiyaçlarımızı da takdir eder. Bu nedenle devlet ve ulusumuzun iç ve
dış bağımsızlığı ve yurdumuzun bütünlüğü korunmak koşulu ile altıncı maddede açıklanan
sınırlar içinde, ulusçuluk ilkelerine saygılı ve ülkemize karşı yayılma emeli beslemeyen
herhangi devletin teknik, ekonomik ve endüstriyel yardımını memnunlukla karşılarız. Bu
insancıl ve haklı koşulları taşıyan bir barışın da en kısa zamanda gerçekleşmesi dünya ve
insanlığın huzuru adına, en başta gelen milli emelimizdir.
8- Milletlerin kendi alın yazılarını kendilerinin yazdığı bu tarihi çağda, merkezi
hükümetlerimizin de ulusal güce bağlı olması zorunludur. Çünkü, ulusal güce dayanmayan
bir hükümetin indi ve kişisel kararlarına milletçe itaat edilemeyeceğinden başka. Kararların
dışta da geçerli olmadığı ve şimdiye kadar görülen eylem ve sonuçları ile kanıtlanmıştır.
Bu nedenle milletin içinde bulunduğu kaygı ve sıkıntılarından kurtulmak çarelerine
başvurmasına gerek kalmadan, merkezi hükümetin milli meclisi hemen ve hiç zaman
yitirmeden toplanması, böylece vatan ve milletin yazgısı hakkında alacağı bütün kararları
Milli Meclisin denetimine sunması.
9- Yurdumuzun ve milletimizin karşılaştığı zulüm ve elemelere tamamen ve aynı ülkü ve
amaçla milli vicdandan doğan vatani ve milli derneklerin birleşmesinden oluşan genel
kitleye bu kez “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı verilmiştir. Bu cemiyet
her türlü particilik akımlarından bütünü ile arınmış ve aklanmıştır. Bütün müslüman
vatandaşlarımız bu cemiyetin tabii üyelerindendir.
10- Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin, 04 Eylül 1919 tarihinde Sivas
şehrinde toplanan Genel Kongresi tarafından kutsal amaçları izlemek ve bütün örgütü
yönetmek için bir “Temsil Heyeti” seçilmiş ve köylerden il merkezlerine kadar bütün ulusal
örgüt birleştirilmiş ve güçlendirilmiştir.
12 Eylül 1919 Cuma günü bütün Sivas halkı Kongre Salonuna davet edilerek bir açık
oturum yapıldı. Bu açık oturum büyük tezahürata vesile oldu. Mustafa Kemal Paşa ve
Heyet-i Temsiliye üyeleri halk tarafından tebrik edildi. Böylece Sivas Heyet-i Temsiliyesi de
denilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi 16 kişi olarak
aşağıdaki kimselerden teşekkül etti.
Erzurum Kongresinde Seçilmiş Olanlar
1- Mustafa Kemal Paşa (3. Ordu Komutanı iken askerlikten ayrıldı.)
2- Hüseyin Rauf Bey (Bahriye Eski Nazırı ve askerlikten ayrılma.)
3- Hoca Raif Efendi (Erzurum Eski Mebusu)
4- İzzet Efendi (Eski Kaymakam-Mebus)
5- Servet Bey (Trabzon Eski Mebusu)
6- Sadullah Efendi (Bitlis Eski Mebusu)
7- Hacı Fevzi Efendi (Erzincan Nakş-i bendi Şeyhi)
8- Bekir Sami Bey (Beyrut Eski Valisi)
9- Hacı Musa Efendi (Mutki’de Aşiret Reisi)
Heyet-i Temsileyece Seçilmiş olanlar
10- Refet Bey (3. Kolordu Komutanı iken askerlikten ayrılma)
Sivas Kongresinde Seçilenler
11- Kara Vasıf Bey (Gaziantep Delegesi, Kurmay Albaylıktan emekli)
12- Mazhar Müfit Bey (Hakki Delegesi-Eski Mutasarrıf)
13- Ömer Mümtaz Bey (Adana Eski Mebusu)
14- Hüsrev Sami Bey (Eskişehir Delegesi-Askerlikten ayrılma)
15- Hakkı Behiç Bey (Denizli Delegesi-Eski Mutasarrıf)
16- Ratıp Zade Mustafa Bey (Niğde Delegesi)
Mustafa Kemal Paşa bir dilekçe ile Sivas Valiliğine başvurarak Anadolu Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Heyet-i Temsiliyesinin kurulduğunu bildirdi. 12 Eylül 1919 Cuma günü sabaha karşı
saat 05.00’te “Umumi Kongre” imzası ile Kolordu Komutanlarına tebligatta bulunuldu ve
padişahla doğrudan doğruya haberleşme imkanı arama çabalarına girişildi. Bütün Valiler
ve Kumandanlara İstanbul’la haberleşmelerinin kesildiği bildirildi. Yabancı Devlet Elçilerine
de Heyet-i Temsiliye adına bir muhtıra gönderildi.
Mustafa Kemal Paşa Sivas Kongresi’nin seçtiği Heyet-i Temsiliyeyi bütün Anadolu için
hükümet mercii durumuna soktu, sert kararlar aldı. Bu arada Sivas’ta alınan kararları
duyuracak “
İrade-i Milliye” gazetesi ilk baskısını 14 Eylül 1919 günü yaptı. Gazete Sivas’ta 3 sene
müddetle basılmıştır.
Artık ok yaydan çıkmıştır, Sivas PTT Merkezine yerleşen Gazi Mustafa Kemal Paşa her
tarafa direktifler vermekte ve Padişah Hükümeti ile şiddetli bir çatışmaya girişmektedir.
Bu çalışmaların neticesi olarak Ankara Valisi Muhittin Paşa tevkif edilerek İstanbul’a
gönderilmiş, Elazığ Valisi, Malatya ve devrin mutasarrıfları kaçmaya mecbur bırakılmış,
Trabzon Valisi Galip Bey Erzurum’a gönderilmiştir. Albay Refet Bey’in Sivas’tan Konya
üzerine gönderilmesi ile Konya Valisi Cemal Bey İstanbul’a kaçmış, bu arada Mustafa
Kemal Paşa Güney Anadolu’nun savunulmasına ve teşkilatlanmasına da el atmış, bütün
bu olaylardan sonra İstanbul’daki Damat Ferit Paşa Hükümeti istifa etmiş, yeni kabine
kurulması Ali Rıza Paşaya verilmiş yeni hükümetle anlaşmak üzere Bahriye Nazırı Salih
Paşayı Amasya’ya göndermiştir. Heyet-i Temsiliye adına da Mustafa Kemal Paşa 18 Ekim
1919’da Amasya’ya gitmiş üç gün süren toplantı sonunda (20-22 Ekim 1919) Amasya’da
anlaşma imzalanmış böylece Sivas kendiliğinden Milli Mücadele çabalarının merkez şehri,
Heyet-i Temsiliye de haberleşmelerin mercii olmuş, Mustafa Kemal Paşa milli birliğin ve
milli mücadelenin tek yöneticisi durumuna girmiştir. Memlekette yer yer milletvekilleri
seçiliyordu. Mustafa Kemal Paşada Erzurum Milletvekili seçilmişti. 16 Kasım 1919’da
Sivas’ta Komutanlar, Heyet-i Temsiliye Üyeleri ve bulunmaları faydalı kabul edilen
kimseler Mustafa Kemal Paşanın Başkanlığında toplanarak halkın yurt savunması için
nasıl silahlandırılıp örgütleneceği tespit edildi. İlgililere bilgiler verildi. Bunlardan sonra
Heyet-i Temsiliye Sivas’tan ayrılmaya karar verdi. Bunun sebepleri vardı. Sivas İstanbul
arası uzaktı, İstanbul’dan yazılan uzun telgrafları önce Ankara alıyor, özetleyerek Sivas’a
gönderiyordu. Araya aracı sokmadan İstanbul ve Batı Anadolu ile haberleşmek imkanı
yoktu. Heyet-i Temsiliyenin elinde uzun yollara dayanabilecek ancak üç otomobil vardı,
benzin yok denecek kadar kıttı, Demiryolu Sivas’a kadar gelmiyordu ve o yol kış çok
şiddetli idi. Bu durumda Heyet-i Temsiliyenin Sivas’tan ayrılması artık bir zaruret olmuştu.
Sivas aylardan beri kendisine heyecan yaşatan bir ekipten ayrılmanın kederi ile çok
üzgündü, bunu (İrade-i Milliye) gazetesinin imtiyaz sahibi Selahattin Ulusalerk şöyle
anlatmaktadır:
“1919 yılı Aralık sonlarının karlı, soğuk günleri Mustafa Kemal Paşa Sivas’tan Ankara’ya
gidiyordu. Bütün Sivas adeta yas içinde, o büyük kahramanı kolları arasından bırakmak
istemiyordu.
Geçici olarak Ankara’ya gittiklerini, Ankara’nın İstanbul’a ve İzmir Cephesine yakınlığından
Milli Mücadele için faydalanmak zarureti olduğunu söylüyorlar, iç ve dış düşmanların
kökünü kazıdıktan sonra, yine Sivas’a döneceklerini vaadediyorlar, bu söz ayrılık acısına
bir teselli tesiri yapıyordu.
Gidecekleri haberi katileşti, günü belli oldu. Herkes uğurlama hazırlıkları yapıyor, vasıta
tedarik ediliyordu. Sivas’a üç saat mesafedeki bir yere gidilecek, oradan uğurlar olsun
denilecekti;
Sivas Kongresi öncesi ve sonrası Mustafa Kemal ve arkadaşlarına çok kolaylıklar gösteren
Sivas Valisi Reşit Paşa anılarında şöyle diyordu.
“Mustafa Kemal Paşa ve Temsiliye ile İstanbul arasında cereyan eden görüşmeler
sonucunda Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da toplanması Heyet-i Temsiliyenin ise
Anadolu’da kalması kararlaştırıldı. Bir müddet sonra da Mustafa Kemal Paşa ve
arkadaşları Sivas’a oranla daha merkezi olan ve İstanbul’a daha yakın bulunan Ankara’ya
hareket ettiler. İl Sınırından geçerken beni de şu telgrafla ödüllendirdiler.
Vilayetiniz sınırını geçerken Sivas’ta bizlere gösterdiğiniz konukseverliğe ve değerli
yardımlarınıza bir kere daha teşekkür etmeyi bir görev sayar cümleten hürmetlerimizi
sunarız.”
Böylece yeni Türkiye’nin kuruluşu ve kuruluşu için teşkilatını Sivas’ta kuran ve
olgunlaştıran Mustafa Kemal Paşa 02 Eylül 1919’da geldiği Sivas’tan, 18 Aralık 1919
tarihinde ayrılıyordu. Sivas’ın Kurtuluş Savaşında çok önemli bir yeri olmuş, doğudan
başlayan Sivas ve Ankara’da gelişen İzmir’de zaferle sonuçlanan Milli Mücadelenin
doğudan batıya kadar gelişen bir halkasını teşkil etmiştir.
Sivas Kongresi Erzurum Kongresi kararlarının ve genel olarak milli hakimiyete dayanan
kayıtsız ve şartsız yeni bir Türk Devleti kurma kararının vatan sathına yayılmasıdır. Bu
kongre sonunda Milli Mücadele daha fazla filizlenmiş ve güçlenmiş milli dikkat İstanbul’dan
çok Sivas’a yönelmiş, dünya Sivas’la temas zaruretini duymuş, İstanbul Hükümete
Anadolu’dan gelen milli sesi tanımak mecburiyetinde kalmıştır. Bu nitelikleri ile Sivas
Kongresi büyük Atatürk’ünde ifade buyurdukları gibi Cumhuriyetin temelini teşkil eder. Bu
temelde Sivaslılarında şeref payı büyüktür. Bu özelliği ile Sivas Türkiye Cumhuriyeti
tarihine bir 4 Eylül Kenti olarak geçmiştir. Bu özelliği ile anılmalıdır.
ULAŞIM
Nasıl Gidilir?
SİVAS’IN İLÇELERE OLAN KARAYOLU UZAKLIKLARI:
Sivas-Akıncılar 173 km.
Sivas Altınyayla 80 km.
Sivas-Divriği 164 km.
Sivas-Doğanşar 95 km.
Sivas-Gemerek 112 km.
Sivas-Gölova 198 km.
Sivas-Gürün 138 km.
Sivas-Hafik 37 km.
Sivas-İmranlı 1 06 km.
Sivas-Kangal 80 km.
Sivas-Koyulhisar 180 km.
Sivas-Suşehri 144 km.
Sivas-Şarkışla 81 km.
Sivas-Ulaş 37 km.
Sivas-Yıldızeli 45 km.
Sivas-Zara 72 km.
ULAŞIM:
Sivas İli Orta Anadolu ile Doğu Anadolu ve Karadeniz ile Güneydoğu Anadolu illeri
arasında bir geçiş mekanı üzerinde bulunmaktadır.
SİVAS’IN İLLERE VE BÜYÜK ŞEHİRLERE OLAN KARAYOLU UZAKLIKLARI:
Sivas-Ankara 441 km.
Sivas-İstanbul 892 km.
Sivas-Antalya 836 km.
Sivas -İzmir 1023 km.
Sivas-Adana 501 km.
Sivas-Mersin 518 km.
Sivas-Bursa 821 km.
Sivas-Nevşehir 296 km.
Sivas-Tokat 1 07 km.
Sivas-Samsun 338 km.
Sivas-Kayseri 194 km.
Sivas-Malatya 247 km.
Sivas-Erzincan 247 km.
Sivas-Erzurum 439 km.
Sivas-Kars 645 km.
Sivas-Diyarbakır 480 km.
SİVAS’IN İLÇELERE OLAN KARAYOLU UZAKLIKLARI:
Sivas-Akıncılar 173 km.
Sivas Altınyayla 80 km.
Sivas-Divriği 164 km.
Sivas-Doğanşar 95 km.
Sivas-Gemerek 112 km.
Sivas-Gölova 198 km.
Sivas-Gürün 138 km.
Sivas-Hafik 37 km.
Sivas-İmranlı 1 06 km.
Sivas-Kangal 80 km.
Sivas-Koyulhisar 180 km.
Sivas-Suşehri 144 km.
Sivas-Şarkışla 81 km.
Sivas-Ulaş 37 km.
Sivas-Yıldızeli 45 km.
Sivas-Zara 72 km.
Karayolu Ulaşımı(Otogar Tel: 0346 226 15 90:
İlin Türkiye genelinde tüm illerele karayolu bağlantısı vardır. Yolcu taşımacılığını ildeki
otobüs şirketleri ve çevre illere ait, ilimiz üzerinden geçiş yapan otobüslerle
sağlanmaktadır. İlçelere ulaşım yeni otogarın yanındaki İlçe ve Köy garajından
yapılmaktadır.
İle Büyük şehirlerden ulaşım imkanı sağlayan ve ilden direkt olarak kalkış yapan otobüs
firmaları;
Metro Turizm(0346 223 49 73): Ankara, İstanbul, İzmir, Kuşadası, Söke, Didim,
Bursa,Balıkesir, Antalya,
Huzur Turizm(0346 224 06 58): Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Bandırma, Karacabey,
Erdek, Kayseri, Adana, Mersin, Antalya.
Sivas Tur(0346 223 09 97): Ankara, İzmit, İstanbul, İzmir, Bursa, Yalova, Bandırma,
Kayseri, Antalya, Adana, Mersin, İskenderun, Hatay, Malatya, Gaziantep, Şanlıurfa,
Samsun, Isparta, Muğla, Aydın, Denizli, Nazilli, Marmaris, Bodrum, Yatağan.
Kızılırmak Seyahat(0346 223 13 22): Kayseri, Mersin, Osmaniye,
Demiryolu Ulaşımı (Gar Danışma: 0346 221 10 91):
1930 tarihinden beri faal olan demiryolu ulaşımı ilde, yük ve yolcu taşımacılığında önemli
bir yere sahiptir. Her gün Doğu Ekspresi ile Kars ve İstanbul yönüne; Güney Ekspresi ile
Tatvan, Kurtalan ve İstanbul yönüne; Van Gölü Ekspresi ile Malatya, Elazığ, Muş, Tatvan,
Kayseri Ankara, İstanbul yönüne; 4 Eylül Mavi Treni ile Malatya, Diyarbakır, Kayseri ve
Ankara yönüne; Erzurum Ekspresi ile Erzurum ve Ankara yönüne karşılıklı tren seferleri,
Samsun istikametine her gün posta treni vardır.
Havayolu Ulaşımı THY Bilet Satış Bürosu: 0346 224 46 24 - 0346 221 11 47
Faks: 0346 223 16 59
Sivas’ta havaalanı mevcut olup, Şu anda uçak seferi yapılmaktadır.
THY Uçuş Programı
Atatürk Havaalanı
Uçuş Günleri:Hergün
İstanbul Kalkış Saati:09.40
Sivas Havaalanı Varış Saati:11.00
Sabiha Gökçen Havaalanı
Uçuş GünleriSalı-Perşembe-Cuma
İstanbul Kalkış Saati :11.25
Sivas Havaalanı Varış Saati :12.40
KÜLTÜR VE TURİZM
Yemek Kültürü
Sivas halk mutfağında çorbalar yemekte ön sırayı alan ve bilhassa yaşlılar tarafından
"yürek yağmuru" diye latife yapılan bir yiyecektir. Kış çorbalarının başında gelen peskütan,
un veya çok az yarma unu ile yoğurdun pişirilmesi ile hazırlanan bir yiyecektir. Yarma,
yeşil mercimek ve peskütan su ile çorba kıvamında pişirilir. Üzerine soğan yağda kızdırılır
ve nane konularak çorbaya ilave edilir (sokaraç). Peskütan çorbası kış günleri-nin lezzetli
ve besle-yici bir yemeğidir. Yazın en meşhur çorbası ise pancar çorbasıdır. Diğerleri;
kesme çorbası (hamur çorbası), tarhana, şalgam, patates, şehriye, mercimek, bulgur,
düğülcek çorbalarıdır. Et yemeklerinin başında, sebzeli et yemeği gelir. Önce kızartılarak
pişirilmiş etlere patlıcan, biber, domates konularak hazırlanır. Sebzeli et çarşı fırınlarında
tavalarda hazırlanır ve buna "fırına tava vermek" denilir. Sivas kebabı da sebzenin bol
bulunduğu yaz-sonbahar aylarında yapılan bir çarşı yemeğidir. Pehli, çirli et, yaprak
sarması, lahana sarması, dolmalar, köfteler, kızartma köftesi (kadınbudu köfte), sulu köfte
(bulgurlu köfte), mirik köftesi (etsiz), yahni ve mıhlamalar diğer yemeklerimizdir. Sebze
yemekleri içinde kabak yemekleri (kavurması, sütlü kabak, üzümlü kabak), şalgam
kavurması ve yemeği, patates tiritlisi, baharda kırlarda kendiliğinden yetişen bir bitki olan
madımakla yapılan yemekler önem taşırlar. Sofralarımızın vazgeçilmez ye-meği olan pilav
için "ekmek hazır, pilav vezir" denilmiştir. Bulgur, pirinç, kus-kus, erişte pilavları değişik
lezzet ve görünümde olan çeşitler olarak sofrada yerlerini alırlar. Hoşaflar ve bayram
çorbası, pilavların yanında sofraya getirilir.
Sivas mutfağının börekleri ise lezzetin ve nefasetin birer mahsulüdürler. Su böreği, köylü
böreği, yufka böreği, tel böreği, yarımca börek, dible gibi çeşitleri vardır. Tatlıların başında
baklava, hurma, tava hurması, sarığı burma, kırım baklavası, kadayıf, yufka böreği, helva,
hasuda (aside), paluza (pelte), karaş, pestil kızartması, incir dolması, ballı börek ve daha
çok ramazan tatlısı olan güllaç gelmektedir. Akraba ve dostların topluca yemek ye-dikleri,
toplumdaki sosyal dayanışmayı canlı tutan tören yemekleri de özel gün yemekleri olarak
önem taşırlar. Dini bayramlar, kandiller, aşüre ayı, nevruz ve eğrilce (hıdırellez) gibi
mevsimlik bayramlar, evlenme ve sünnet düğünleri, iftar davetleri, hac dönüşü yedirilen
yemekler, ölü evine gönderilen yemekler, özel gün yemekleri olarak yenildiği günlerin
anlamını belirtmektedirler.
DOĞA TURİZMİ
KUŞ GÖZETLEME
Tödürge Gölü
İl: Sivas
İlçeler: Hafik, Zara
Yüzölçümü: 750
Rakım: 1295 m
Koruma: yok
Başlıca Özellikleri: hafif tuzlu göl, bataklık
Kuş Türleri: Macar ördeği (40 çift) popülasyonuyla önemli kuş alanları statüsü
kazanır.
Uyduğu Kriterler: B2
Palas Gölü
İl: Kayseri
İlçeler: Sarıoğlan, Bünyan
Yüzölçümü: 2720
Rakım: 1132 m
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: tuz golü
Kuş Türleri: Angıt (maks.2930) bulunur.
Uyduğu Kriterler: A4i, B1i, B2
Sultansazlığı
İl: Kayseri
İlçeler: Develi, Yeşilhisar, İncesu
Yüzölçümü: 39000
Rakım: 1074 m
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: tatlı ve tuzlu göller, step
Kuş Türleri: Küçük karabatak (200 çift), alaca balıkçıl (70 çift), çeltikçi(75 çift),
kaşıkçı (10 çift), boz ördek (20 çift), yaz ördeği (5 çift), Macar ördeği (400 çift),
pasbaş patka (20 çift), dikkuyruk (20 çift), turna (20 çift), kılıçgaga (150
çift),bataklıkkırlangıcı (50 çift), akça cılıbıt (100 çift), büyük cılıbıt, mahmuzlu
kızkuşu (20 çift), gülen sumru (50 çift), küçük sumru (100 çift) ve bıyıklı sumru
(400 çift) alanda üreyen önemli türler arasında sayılabilir. Angıt (maks.2283)
bölgeyi yazın tercih ederken, çok sayıda flamingo (maks. 59.150), turna
(maks.1200) ve kılıçgaga (maks.2115) alanı sonbaharda kullanır. Kışın ve göç
döneminde çok sayıda sukuşu (maks.12.801) bulunur.
Uyduğu Kriterler: A1, A4i, A4iii, B1i, B2, B3
Seyfe Gölü
İl: Kırşehir
İlçeler: Mucur, Boztepe
Yüzölçümü: 14000
Rakım: 1110 m
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: tuzlu/hafif tuzlu göl, step
Kuş Türleri: Ak pelikan (100 çift), kaşıkçı(50 çift), flamingo (2000 çift), Macar
ördeği (15 çift), toy, kılıçgaga (500 çift), mahmuzlu kızkuşu (10 çift), Akdeniz
martısı (500 çift), gülen sumru (500 çift) ve küçük sumru (500 çift)
popülasyonlarıyla önemli kuş alanları statüsü kazanır. Kışın büyük sayılarda
sukuşu bulunur (maks. 21.861), sakarca (maks.7200) ve angıt (maks. 978)
bunlara örnektir.
Uyduğu Kriterler: A1, A4i, A4iii, B1i, B2. B3
Plan için tıklayınız
Hirfanlı Barajı
İl: Kırşehir
İlçeler: Evren
Yüzölçümü: 26300
Koruma: yok
Başlıca Özellikleri: baraj gölü
Uyduğu Kriterler: A1, A4i, A4iii, B1i
Plan için tıklayınız
Beynam Ormanı
İl: Ankara
İlçeler: Gölbaşı
Yüzölçümü: 2100
Rakım: 1200 - 1521m
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: orman
Kuş Türleri: Kuluçkaya yatan iki çift şah kartal ile önemli kuş alanları statüsü
kazanır.
Uyduğu Kriterler: A1, B2
Plan için tıklayınız
Kızılırmak Deltası
İl: Samsun
İlçeler: Ondokuzmayıs, Bafra, Alaçam
Yüzölçümü: 16110
Rakim Deniz seviyesi
Koruma: var
Başlıca Özellikleri: tatlısu gölleri, bataklık
Kuş Türleri: epeli pelikan (6 çift), erguvani balıkçıl (500 çift), kara leylek (50
çift),kaşıkçı (75 çift), boz ördek (200 çift),Macar ördeği (75 çift), pasbaş patka
(150 çift), turna (50 çift), kocagöz (50 çift) ve bataklıkkırlangıcı (100 çift)
popülasyonlarıyla önemli kuş alanları statüsü kazanır. Kışın aralarında
kaşıkgaga (maks.4564), Macar ördeği (maks.630), elmabaş patka (maks.
14.952), kadife ördek (maks. 97), dikkuyruk (maks.73) ve sakarmekenin de
(maks. 27.643) görüldüğü büyük sayılarda sukuşu (maks. 91.708) bulunur. Göç
esnasında önemli sayılarda küçük karabatak (maks. 88), küçük ak balıkçıl
(maks.3200), çeltikçi (maks. 590), dikkuyruk (maks.1246), küçük martı (maks.
41.000) ve ak kanatlı sumru (maks. 3000) izlenebilir.
Uyduğu Kriterler: A1, A4i, A4ii, A4iii, B1i, B1ii, B2
Avcılık:
Avcılık; insanların doğaya olan özlemlerini, yaşadıkları olayları biraz da olsa
abartarak paylaşma ve karşısındaki insanları kendisine hayran bırakma tutkusudur.
Av turizminde avlanmak üzere seyahat eden insanlara yönelik hizmetler
sunulmaktadır. Bazı durumlarda avlanacak olan hayvanlar önceden üretme
çiftliklerinde beslenerek avlanmaları için doğaya bırakılmaktadır. Ülkemizde bu
sektör Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Genel Müdürlüğü’nün gözetim ve
denetimi altında varlığını sürdürmekte olup son yıllarda büyük ekonomik getirisi
olan gözde turizm çeşitleri arasına girmiştir.
Av turizmi, bilinçli ve kurallara uygun olarak yapılması durumunda her yönden
olumlu etkileri olan bir turizm türüdür. Bir yandan bölgenin yaban hayatını koruyup
geliştirirken, diğer yandan da önemli bir gelir kaynağı oluşturmaktadır. Av turizminin
önemsendiği ülkelerde av hayvanları sayıca artmakta, çevreye ve yaban hayatına
özen gösterme duygusu gelişmektedir. Ayrıca av turizminin yapıldığı yörelerde
usulsüz avcılığın azaldığı ve oto kontrolün sağlandığı görülmektedir.
İlde Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Müdürlüğü’nün av sezonlarında
avlanılmasına izin verdiği 24 farklı tür kara hayvanı ve kuş çeşidi vardır. Aynı
zamanda akarsu ve göllerimizde varlığını sürdürmekte olan ve avlanmak için belirli
bir tarih veya sezon gözetmeyen onlarca balık türünü de unutmamak gerekir.
GEZİLECEK YERLER
Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi
Sivas Kongresi’nin toplandığı bina, Sivas Valisi Memduh Paşa tarafından 1892
yılında o zamanki adıyla “Mülki İdadi” daha sonra “Sultani” olarak hizmete
açılmıştır. Binanın cephesi önceden Orduevi istikametinde iken 1930 yılında yapılan
büyük onarımla yeni açılan İstasyon Caddesi istikametine çevrilmiş, bir de giriş
kapısı yapılmıştır. 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi’nin toplandığı sırada “Sultani”
olan mektep binası 1924 yılında “Sivas Lisesi” adını almıştır. 1981 yılına kadar okul
olarak kullanılmıştır.
Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye’nin üç buçuk ay süre ile karargah olarak
kullandıkları ve o tarihlerde Sultani olan binanın müsamere salonunda 4-11 Eylül
1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi’nin oturumları yapılmıştır.
Tarihi Kongre Salonu ve Mustafa Kemal Paşa’ya ait çalışma ve yatak odası,
Kongre’nin yapıldığı günlerdeki hali ile muhafaza edilmektedir. Üst katta Sivas
Kongresi öncesindeki olayların, Mustafa Kemal Paşa’nın kongre hazırlığı ile ilgili
tamimlerinin ve bildirilerinin sergilendiği salon, o zamanki muhaberenin temelini
oluşturan telgraf odası, Sivas Kongresi ile ilgili oluşturulan telgraf odası, Sivas
Kongresi ile ilgili tutanakların yer aldığı salon, merkezi Sivas’ta kurulmuş olan
Anadolu Kadınları Müdafa-i Vatan Cemiyeti’ne ait bildirileri ve haberleri içeren
belgeler ile İrade-i Milliye Gazetesi’nin basıldığı matbaa ve gazeteye ait nüshaların
sergilendiği salonlar mevcuttur.
Sivas Kongresi sırasında ve sonrasında Sivas’ta alınan tüm kararlara ait belgelerin;
Cumhurbaşkanlığı Köşkü-Atatürk Özel Arşivi, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih
Komisyonu ve Ateşe Özel Arşivi, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı
arşivlerindeki asıllarından alınan örnekleri müzede sergilenmektedir.
Etnografya Bölümü
Binanın zemin katının tamamı Etnografya Bölümü olarak düzenlenmiştir.
Silahlar Seksiyonu
Osmanlı Dönemine ait barutlu tüfek, tabanca, kılıç, kama, zırh, miğfer, kalkan, ok, yay ve
savaş aletlerinin diğer çeşitleri sergilenmektedir.
A.Turan Türkmenoğlu Odası (H.Beslen)
Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıklarına ait ruhsatlı koleksiyonunu
müzemize bağışlayan Hacı Beslen Odası’nda; etnografik, sikke, hat sanatı levha ve yağlı
boya eserler sergilenmektedir.
Halı Seksiyonu
Binanın orta avlusu halı seksiyonu haline getirilmiştir. Sivas ili sınırları içerisindeki
camilerden toplanan halılar ile resmi kurum ve kuruluşlardan toplanan Sivas Halıları tarihi
kronoloji içerisinde sergilenmektedir.
Sivas Baş Odası
Osmanlı dönemi Sivas Konaklarının Baş Odası, o günlerdeki sedir, sofra, tavan, şerbetlik,
pencere örtüleri, minder, kırlent, ocak, duvar saati, ayna gibi eşyalar, mankenlerle
desteklenerek canlı ve açık teşhir edilmekte diğer bir bölümde ise Divriği Ulu Cami ahşap
eserleri sergilenmektedir.
Bakır Eserler
Osmanlı Dönemine ait sini, ibrik, kazan, matara, lenger, sahan, kevgir gibi bakır eşyaların
yanında çeşme lüleleri, kantar, ağırlık ölçüleri, kapı tokmakları, şamdan, kilit gibi madeni
eserler teşhir edilmektedir.
Tekke Eşyaları
Sivas’ta kapatılan tekkelerden toplanan sancak, şiş, teper, tespih, muin, zikir tespihleri, tef,
zil gibi eserler sergilenmektedir.
Giysi–El İşlemeleri
Sivas ve yöresinin elbise, yağlık, cepken, seccade, havlu ve bohçaları sergilenmektedir.
Büyük salonda elbiselerin teşhiri, mankenlerin yardımı ile daha canlı hale getirilmiştir.
Gömme Vitrinler
Orta avluya açılan ve koridorda yer alan toplam oniki pencere vitrin hale getirilmiş olup,
kahve takımları, gümüş takılar, yazma ve hat sanatı eserleri, gümüş eserler, cam ve
porselenler, gaz lambaları sergilenmektedir.
Kilim Koleksiyonu
Sivas ili sınırları içerisindeki camilerden toplanan kilim, seccade, zili örneklerinin yanı sıra
1180 tarihli Divriği Kale Camii’ye ait ahşap minber sergilenmektedir.
Diğer Vitrin ve Eserler
Kongre binasını yaptıran Memduh Paşa’nın 1322 H. (1904) tarihinde Sivas’ta dokunan
portre halısı ve binanın kitabesi koridorda sergilenmekte diğer vitrinlerde ise Gürün şalları
ve madeni eserler bulunmaktadır.
Aşık Veysel Müzesi
Tel: 0346 597 40 02
Büyük Ozanımız Aşık Veysel’in evi 1979 yılında kamulaştırılmıştır. Onarımı yapılarak 1982
yılında müze olarak hizmete sunulmuştur. Müzede Aşık Veysel’in kişisel eşyaları,
fotoğrafları ve şiirleri sergilenmektedir.
Ören Yerleri
Kuşaklı (Sarissa) Örenyeri : İlimiz Altınyayla ilçesi Başören Köyünde bulunan ve Kuşaklı
Örenyeri olarak Bilinen "SARİSSA" şehri dünya tarihinde 4 Büyük İmparatorluk kuran
Hititlerin önemli şehirlerinden biridir. Dünyanın devletler arası ilk antlaşması olan ve
Mısırlılarla Hititler arasında yapılan Kadeş Savaşı ( M.Ö. 1285 ) sonucu yapılan
antlaşmada Sarissa'nın Fırtına Tanrısının şahitliğinden söz edilmektedir. M.Ö. 1500 ve
1400’lü yıllarda önemli bir yerleşim merkezi olan ve Hitit Krallarının Başkentleri
Boğazköyden gelerek yazlık çalışmalarını yürüttükleri Kuşaklı Yerleşimi, yurdumuzda
tablet buluntusu veren 5. merkezdir.
Kuşaklı ören yerinin turizme açılma projesi kapsamında Nevşehir İline gelen yabancı
Turistlerin Kayseri üzeri Sarissa, Kangal Balıklı Kaplıca ile Divriği İlçe merkezinde
konaklamaları Sivas turizmi için önemli katkılar sağlayacaktır.
Kayalıpınar Harabe Örenyeri : Yurdumuzda Hitit Tableti veren 6. Merkez olması nedeni
ile önemli bir Hitit yerleşimi olması ve Hititlerin Başkenti Hattuşa ile Sarissa arasıda
bulunması öneminin artırmakta dır.
Yerleşim alanında Roma ve Bizans dönemi buluntularına da rastlanması il merkezinde
kurulacak Arkeoloji müzesine eser kazandıracağından 2004 yılında Sivas Müze Müdürlüğü
ile Sarissa Kazı Ekibinin ortaklaşa katılımlı kazı yapması planlanmaktadır.
Maltepe Höyüğü: Merkez İlçeye 5 km. uzaklıktaki Uzuntepe(Kilhıdık) köyünün
yakınındadır. 1947’de yapılan kazılarda Eski Tunç Çağı’na ilişkin buluntular elde edilmiş ve
taş temelsiz kerpiç evlerin varlığı ortaya çıkarılmıştır. Buluntular arasında bol miktarda
seramik parçası da vardır.
Topraktepe: Merkez ilçe,Kaleardı Mahallesi’nde bugünkü Kalepark denilen bölgenin
adıdır. 1947 yılında yapılan kazılarda, Osmanlı ve Selçuklu dönemine ait küçük
buluntulardan sonraki yaklaşık 1 m’lik dolgu toprağının altında Hitit dönemine ait seramik
parçalarına ulaşılmıştır.
Ulu Camii
Sultan Alaaddin tarafından Vakfedilen Camii bir Danışmentler mimarisidir. Bina
kesme taştan, minaresi tuğladan yapılmıştır. Bina normal olarak 3-4 metre çukurda
ve 58 x 35 m. ebatlarındadır. Minarenin kapısı Camii içine açılmaktadır. Minarenin
kaidesinde ve gövdesinde boydan boya hasar (Yıldırım Çarpması) mevcuttur.
Caminin tavanı ahşap kirişlemeye benzetilen betonarme döşeme ile kaplıdır. Üzeri
çatı ve bakır kaplamadır. Caminin durumu iyi olup, zaman geçirilmeden minaresinin
onarılması gerekmektedir.İç Anadolunun en büyük camilerindendir. Minaresi kendi
eksenine göre 25 derece eğik durumdadır.
Meydan Camisi: Sivas Merkez Atatürk Caddesinde bulunan Camii 1564
yılında Kanuni Süleyman’ın vezirlerinden Sivas’ lı Koca Hasan Paşa tarafından
yaptırılmıştır. 19x27.5 metre boyutlarında kesme taştan yapılan binanın üzeri çift meyilli
ahşap çatı ile örtülmüştür. Sonradan ahşap olarak eklenen son cemaat mahalli 1998 –
1999 yıllarında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından camiye uygunluk sağlanarak kesme
taştan yapılmış, camii de restore edilmiştir. Minaresi tek şerefeli olup, tuğladandır.
Kale Camii: Kongre Müzesi ile Buruciye Medresesi arasındadır. Sivas Valisi Mahmut
Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılmıştır. Kareye yakın planlı üzeri kubbe ile örtülü küçük
ve zarif bir yapıdır. İbadete açık olup, kubbe sekizgen bir kasnağa oturur.
Aliağa Camii: Sivas Merkez Sularbaşı Mahallesi Aliağa Camii Sokağında Behrampaşa
oğlu Mustafa Bey tarafından1580 yılında kesme taştan yaptırılmıştır. Kubbeli bir Camidir.
İbadete açıktır. Son yıllarda yaşanan yer sarsıntılarından kubbede çatlama meydana
gelmiştir. Acilen onarıma ihtiyacı vardır.
Alibaba Camii: Sivas Merkez Alibaba Mahallesinde Susamışlar konağı ile karşı karşıya
bulunan Camii 1792 yılında yapılmıştır. Camii üzeri çift eğimli ahşap çatı ile örtülüdür. İçten
iki kubbelidir. Kubbelerin biri ana mekanı örter öteki son cemaat mahallinde bulunur. Camii
ibadete açıktır.
Abdulvahabi Gazi Camii: Sivas Merkez Abdulvahabigazi Mahallesinde bulunan Camii
18.Y.Y.sonlarında yapılmış bir camimizdir halen ibadete açıktır. Onarıma ihtiyacı yoktur.
Zincirli Minare Camii: Sivas Merkez Küçükminare Mahallesinde bulunan Caminin
kuzeybatı köşesinde son cemaat yerine bitişik olarak yükselen minaresi kesme taştan inşa
edilmiştir. Bir kenarı 2.20 metre ölçüsündeki kare kaide üzerinde silindirik güdük kalın
gövde yer almaktadır. Yarım silindirik taş bilezikten sonra dışa doğru genişleyen şerefe altı
bulunmaktadır. Bilezikten gövdeye doğru sarkan demir zincirden dolayı bu Camiye ve
minareye bu ad verilmiştir.
Hocaimam Camii
Asıl ibadet alanı 9.52cm x 10.50 m. ölçülerinde dikdörtgen planlıdır.Kuzey yönünde ki
duvara göre 50 cm doğu duvarı çarpık, batı yan duvarı değişime uğramış, son cemaat
mahallinden oluşur. Tavanı Sivas’ın Sivil mimari örneklerinden de görüldüğü üzere dilimli
zikzaklı şekilleri arz etmektedir.1998 Yılında aslına uygun restore edilmiştir.
Altınyayla Merkez Camii
Yapı, kare planlı ,ahşap tavanlı beşik çatı üzeri oluklu kiremitle kaplı, kesme taş örgülü tek
minarelidir. Camii içinde duvar ve ahşap dikmeler kök boya ile yapılmış bitkisel motifli
kalem işleri ile bezenmiştir. Ahşap işçiliği ile güzel bir camidir
Divriği Kale Camii
Camii 1180-1181 tarihinde yaptırılmıştır. Camii dikdörtgen planlı kesme taştan yapılmış
kıymetli bir eserdir. Kapı üzerindeki ve mihraptaki ince taş işlemeleri ile çini süslemeler
tamamen bozulmuştur. Camii iç kemer ve tonozlarda çökmeler mevcuttur. Camii kale
içinde en yüksek noktaya ve uçurum kenarına sıfır mesafede yapılmıştır. Uçurumdan taraf
olan doğu ve güney duvarlarında geniş çatlaklar ana binadan ayrılmıştır. Duvar
yıkıldığında dereye dökülecek taşların toplanması bile imkansızdır. Camii ibadete
kapalıdır. Bu nedenle Anadolu’ya yapılan ilk camilerden biri olan bahse konu bu caminin
acilen koruma amaçlı restorasyonunun yapılması gerekmektedir.
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası
İslam mimarisinin başyapıtı 1206 – 1228 yıllarında Emir Ahmet Şah tarafından yaptırılmış
iki kubbeli bir türbe bir camii ve ona bitişik bir şifahaneden oluşmaktadır. Bu yapı mimari
özelliklerinin yanı sıra sergilediği geleneksel Anadolu taş işçiliği örneği ile de UNESCO
Miras listesinde de Korunması gerekli Dünya Kültür Varlığı olarak yer almıştır. Eserin camii
kısmı ibadete açık kullanılmakta şifahane kısmı ise sağlam olarak boş bulunmaktadır.
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerimizde zaman zaman onarım ve restorasyona yönelik
çalışmalar yapılmış olup, bugüne kadar gelmesi sağlanmıştır. Bundan sonrada daha uzun
süre yaşatılması,korunması için Ulusal ve Uluslar arası bir koruma projesinin çizdirilerek
bu güzide kültür mirasının yarınlara aktarılması yönünden acilen restorasyon yapılması
gerekmektedir.
Gemerek Merkez Camii
Camii giriş kapısı üzerinde 0.40x0,77m ölçülerinde sülüs hatla yazılmış üç satırlık taş
kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeye göre Camii Dulkadiroğullarından “ALAÜDDEVLE”
zamanında Arslan Paşanın oğlu Ahmet Bey tarafından 1163 (1749) yılında yaptırılmıştır.
Tuzhisar Köyü Kilisesi: Tuzhisar Köyü’ndedir. Üç sahınlı, bazilikal planlıdır. Apsis dışa
doğru yarım daire şeklindedir.Sütunları birbirine sivri kemerler bağlamaktadır.
İNANÇ TURİZMİ
Ulu Cami (Merkez): İl merkezinde, kendi adı ile anılan mahallededir. Sivas Müzesi'nde
bulunan kitabesine göre, 1196-1197 yılında Kızıl Aslan bin İbrahim tarafından yaptırılan bir
Selçuklu eseridir. Anadolu'da beylikler döneminde yapılan ilk ulu cami tipinin önemli bir
örneğidir. Kesme taştan yapılmış olup, sade bir işçiliği vardır.
Gök Medrese (Merkez): İl merkezinde, Sivas Kalesi'nin güneydoğusundadır. Anadolu
Selçuklu Beyliği baş veziri ve "Hayrat Babası" (Ebu'l Hayrat) Sahip Ata Fahreddin Ali
tarafından 1271 yılında ve devrin astronomi ilminin okutulduğu medrese olarak yapılmıştır.
Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi çinilerden dolayı Gök
Medrese denilmektedir. Plastik sanatın şahaserlerinden olan taç kapıdaki mermer
malzeme nedeniyle ışık gölge sistemi belirgindir. Ön cephede yer alan çeşme, pencere,
berkitme kuleleri ve iki minaresi taç kapıya daha da önem kazandırmaktadır.
Kale Cami (Merkez): İl merkezindedir. III. Sultan Murat'ın vezirlerinden Sivas valisi
Mahmut Paşa tarafından 1580 yılında yaptırılmıştır. Plan tertibi, mimari üslubu, süsleme
elemanları ve ince, uzun zarif minaresi ile Sivas'taki Osmanlı dönemi camilerinin en
güzelidir.
Çifte Minareli Medrese (Merkez): İl merkezindedir. Dikdörtgen planlı medresenin bugün
sadece ön yüzü ve minareleri ayaktadır. İlhanlı veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni
tarafından 1271 yılında yaptırılmıştır. Anadolu'daki medreseler içinde en büyük portale
sahiptir.
Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa (Divriği): Divriği Kalesinin güneyinde yer alan Ulu Cami
ve Darüşşifa bitişik yapıdadır. Mengüçoğullarından hükümdar Süleyman Şah oğlu Ahmet
Şah tarafından 1228 yılında yaptırılmıştır. Mimari açıdan "Dünya Kültürel Mirasını Koruma"
esasları çerçevesinde korumaya alınmıştır. Taş ve ahşap işçiliğinin en kaliteli örnekleri bu
camide görülür. Yapı ve süsleme özellikleriyle Anadolu Selçuklu sanatından ayrı özellik
gösterir.
Kale Cami (Divriği): Divriği ilçesindedir. 1180 yılında Süleyman Şah oğlu Emir İshak
tarafından yaptırılmıştır. Dış görünüşün zenginliğine rağmen içi yalındır.
Şifaiye Medresesi: İl merkezinde Selçuklu parkı içerisinde, Çifte Minareli Medresenin
tam karşısındadır. 1217 yılında Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından
yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu Tıp okullarının ve hastanelerinin en eski ve en
büyüklerindendir.1220 yılında vefat eden I. İzzeddin Keykavus, vasiyeti üzerine çok
sevdiği Sivas'taki Şifaiye Medresesinin güney eyvanındaki türbede ailesi ile birlikte
yatmaktadır.
Çifte Minareli Medrese: İl merkezindedir. İlhanlı Veziri Şemseddin Mehmet Cüveyni
tarafından 1271 yılında yaptırılmıştır. Medresenin sadece doğu yönündeki asıl cephesi
ayakta kalmıştır.
Gök Medrese: İl merkezindedir. Selçuklu veziri Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından 1271
yılında yaptırılmıştır. Taç kapı üzerinde yükselen tuğla örgülü iki minaresindeki mavi
çinilerden dolayı Gök Medrese adını almıştır. Plastik sanatların şaheserlerinden olan taç
kapıda mermer malzeme kullanılmış olup, taç kapısının üst iki köşesinde iç içe girmiş
hayvan motifleri vardır. Medreseye girişte sağda mescit, solda ise Dar-ül Hadis bölümü
mevcuttur.
Buruciye Medresesi: İl merkezindedir. Taç kapıdaki taş işçiliği ile girişin solunda yer alan
türbe çinileri önemlidir.
Kurşunlu Hamamı : Sivas Merkez, Kepçeli semtinde sağır Behrampaşa tarafından 1576
yılında yaptırılmıştır. Osmanlı Hamamlarının güzel bir örneği olan yapı çifte hamamdır. İki
hamamda birbirlerinin tam simetriğidir. 40.5x32.5 metre boyutlarında bir yapı olan hamam
4 eyvan şemasına göre yapılmıştır. Bugün kadınlar ve erkekler hamamı olarak
kullanılmaktadır.
Behrampaşa Hanı: Sivas Merkez, Kepçeli semtinde kurşunlu hamamı ile yan yanadır.
Sağır Behrampaşa tarafından 1573 yılında hayrat olarak yapılmıştır. 50x48 metre
boyutlarında olan han Sivas’ın önemli eserlerinden biridir. Bugün amacı dışında mermer
atölyesi olarak kullanılmaktadır. Ortası açık bir avlunun çevresinde sıralanmış iki katlı 52
adet odalardan meydana gelir.
Taşhan : 18. YY. Sivas Merkez 4 yol mevkiinde, Avlulu iki katlı kesme taştan yapılmış olan
Taşhan’ın dış cephesinde değişmeler olmuştur. Üç girişli, Avlu ortasında şadırvan
bulunmaktadır.
Alacahan Kervansarayı : Eski Bağdat “İpekyolu” yeni Sivas-Malatya karayolunun içinden
geçtiği Sivas’a 100 km. mesafede olan Alacahan Bucağının merkezinde yer alır. Yapılış
tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Han hacim olarak büyük ve geniş, üstü tamamiyla
kapalı “Kışlık Han” özelliğindedir. Siya-beyaz taş örgülü duvarlarına atfen Alacahan
denilmiştir.
Demiryurt Mağaraları: Zara ilçesinin Demiryurt Köyünde sayıları elliye yaklaşan mağara
bulunmaktadır. Bazıları yan yana, bazıları kat kat mağaralardır. İnsan eliyle yapılmış olan
bu mağaraların Hıristiyanlık döneminden önce yerleşim merkezi olduğu, Hıristiyanlığın
yayılmasından sonra da kullanıldığı mağaralardaki işaretlerden anlaşılmaktadır.
Kangal Balıklı Kaplıca: Sivas'a 96 km. Kangal İlçesine 13 km. uzaklıkta ve Kangal'ın
kuzeydoğusunda Kavak deresi vadisindedir. Kaplıca suyunda en büyüğü 10 cm
boyunda olan binlerce küçük balık yaşar. Balıklar vücuttaki sivilce, yara, egzama,
sedef gibi cilt hastalıklarının iyileşmelerine, yaraları temizleyerek yardımcı olur.
Çermikte yeme-içme ve konaklama tesisleri mevcuttur.
SAĞLIK TURİZMİ
Kangal Balıklı (Yılanlı) Çermik
Yeri: İç Anadolu Bölgesinde, Sivas İline bağlı Kangal İlçesinin 17 km. kuzeydoğusundadır.
Ulaşım: Sivas şehir merkezine 99 km. uzaklıkta olup, her gün düzenli olarak otobüs
seferleri yapılmaktadır.
Suyun Isısı: 36°C
PH Değeri: 7,3
Özellikleri: İzotermal, hipotonik, oligometalik bir maden suyudur. Bikarbonat, kalsiyum,
magnezyum.
Yararlanma Şekilleri: Sabahları aç karnına 3-5 bardak şifalı su içilecek, Günde en az 6-8
saat havuza girilecek, Tedavi sırasında alkol alınması yasaktır. Tedavi sırasında yaralı
bölgelere ilaç sürülmesi sakıncalıdır. Havuzlara aralıklı olarak girilmelidir. Tedavi müddeti
asgari 21 gündür.
Tedavi Ettiği Hastalıklar: Sudaki 2-8 cm. büyüklüğündeki balıklar vücuttaki yara, sivilce,
egzama, sedef gibi cilt hastalıklarının iyileşmelerine yaraları temizleyerek yardımcı olur.
Ayrıca 15-30 cm. uzunluğundaki yılanlar yılancık hastalığının tedavisinde etkilidir.
Konaklama Tesisleri: Kaplıcada iki kısım otel mevcuttur.
Sıcak Çermik: İl merkezine 31 km uzaklıktadır. Romatizma, sinirsel ve adale
rahatsızlıklarıyla, kadın, deri ve böbrek hastalıklarına iyi gelmektedir. Yeme-içme ve
konaklama tesisleri mevcuttur.
Soğuk Çermik: İl merkezine 17 km. uzaklıkta olup, suyun sıcaklığı 28 derece civarındadır.
Kaplıca suyu içildiğinde mide, bağırsak ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelmektedir.
Ayrıca romatizma ve sinir hastalıkları tedavisinde de yararlı olmaktadır.
Suşehri, Şarkışla ve Yıldızeli ilçelerinde de yöre halkına hizmet veren kaplıcalar
bulunmaktadır.
Yaylalar
Koyulhisar ilçesine 20 km. mesafede çam ormanları ile kaplı Eğriçimen Yaylası'nın dışında
Dumanlıca Yaylası, Sarıç
Tödürge Gölü (Zara İlçesi)
İl merkezine 50 km. uzaklıktaki Tödürge Gölü, Sivas-Erzincan karayolu yakınında Cencin
Ovası’nın doğusundadır. Yüzölçümü 5 km2. olan gölün derinliği ortalama 20 m.dir. Dipten
ve çevreden kaynayan sularla beslenen gölde bol balık yaşamaktadır. Gölün doğusunda
iki adacık vardır.
Doğal yaşam açısından önemi büyük olan bu adacıklarda kanatlı av hayvanlarından turna
yaşar. Sayıları tükenmek üzere olduğundan turnalar koruma altına alınmış, avlanmaları
yasaklanmıştır.
Ayrıca gölde Cumhuriyet Üniversitesi’ne ait dinlenme tesisleri bulunmaktadır. Her yıl
Haziran ayında Uluslar arası Su Sporları şenliği yapılmaktadır
Sızır Şelalesi: (Gemerek İlçesi Sızır Kasabası)
Gemerek ilçesinin Sızır kasabasına 1 km mesafede, yemyeşil bir alan içerisinde, Göksu
Çayı üzerindedir. Çay bahçesi ve gazinosuyla yörenin sıkça ziyaret edilen bir Mesire
yeridir
Gökpınar Gölü: (Gürün İlçesi)
Sivas'a 147 km., Gürün ilçesine 10 km. mesafededir. Yolu Çayboyu Mahallesinde KayseriMalatya yolundan ayrılmaktadır. Tohma Suyu üzerine yapılan bir köprü ile Elbistan-Gürün
yolu üzerinde olması sebebiyle önemini bir kat daha arttıran bu göle giden yol asfalttır.
Gökpınar Gölünün alanı 3000 m2’dir. Göl, suyunun duruluğu, günün her saatinde değişen
rengi ve balığının bolluğu ile ünlüdür. Doğal bir akvaryum görünümündedir. Suyu çok tatlı
ve soğuktur. Gölün rengi mavi gök rengi olduğu için Gökpınar adını almıştır
Hafik Gölü : (Hafik İlçesi)
Hafik İlçesine 2 km. Sivas’a 36 km. uzaklıkta olan Hafik Gölü, Hafik İlçe Merkezinin
kuzeybatısında olup, alanı yaklaşık 1 km2.dir. Derinliği ortalama 6 m. Olan göl dipten
kaynayan sularla beslenmektedir. Ortasında bir adacık olan gölde bol balık yaşamaktadır.
Fazla suları Kızılırmak’a akan Hafik Gölü, yörenin önemli mesire yerlerinden biridir
Sıcak Çermik;(Yıldızeli İlçesi)
su sıcaklığı 45-50?C arasındadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2001 yılında yayınlamış
olduğu Health-Tourism-Guide-Turkey kaplıca tanıtım kitabında yapılmış olan sıralamada
debi yüksekliği bakımından en iyi 9 kaplıcamızdan biridir.. Kaplıcamız özellikle eklem
ağrıları, sırt ağrıları, sindirim bozuklukları ve diyabet hastalıklarının tedavisinde etkilidir.
Soğuk Çermik; (İl Merkezi)
su sıcaklığı 28?C civarındadır. Kaplıca suyu içildiği taktirde mide, bağırsak ve safra kesesi
hastalıklarına iyi gelmekte, ayrıca romatizma ve sinir hastalıkları tedavisinde de yararlı
olmaktadır.
Yıldız Beldesi Değirmenaltı Mevkii Eski Yerleşim Yeri ve Şelalesi (İl Merkezi)
Şehir merkezine yaklaşık olarak 50 km uzaklıkta, kendini tamamen dış dünyadan
saklamış, yeşilin binbir türünün görülebildiği, şelale ve mağaraların doğal bir kompozisyon
oluşturduğu masalsı bir diyardır. Yapılan incelemeler sonucunda bu mevkiden toplanan
seramik parçalarından kaya içi ve kaya altı mağara yerleşimlerinin Bizans, Frig, Erken Çağ
ve Kalkolitik dönemlerde olduğu anlaşılmıştır. Günübirlik ziyaretler ve kampçılık faaliyetleri
için mükemmel bir alan teşkil etmektedir
Sportif Etkinlikler
Avcılık: Üç coğrafi bölge arasında kalan il topraklarının engebeli ve sarp olması yabani
yaşamı çeşitlendirir. İlin birçok yöresinde bol miktarda keklik, bıldırcın, dağ keçisi, tavşan
bulunmaktadır.
Olta Balıkçılığı: Hafik, Çukurbelen, Merkez İlçe, Seyfebeli yörelerindeki sazlık ve
bataklıklarda yaban ördeği, tüm göllerde yaban kazları, Tödürge Gölündeki iki adacıkta
turnalar yaşamaktadır. Kızılırmak ve Yıldızırmak, Çaltı Çayı ve diğer irili-ufaklı akarsular ile
Tödürge, Hafik, Lota, Gürün Gökpınar gölleri bolca balık avlanan tatlı sulardır.
Sivas Kalesi: Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Roma, Bizans, Danişmend,
Selçuklu, Kadı Burhaneddin Devleti ve Osmanlı dönemlerinde tamir edildiği kaynaklarda
yazılıdır. Aşağı ve yukarı kale olmak üzere iki kısımdır. Aşağı kalenin çevresi 7500 m.
Yüksekliği 25 m.’dir. Kesme taşla inşa edilen sur duvarları, kuleleri ile Kayserikapı, Palaş,
Tokmakkapı, Cancun ve Salpur gibi şehri giren kapıları mevcuttu. Yukarı Kale ise; şimdiki
Kale Park diye tabir edilen yerdir. Çelebi Sultan Mehmed tarafından büyük çapta onarılan
kalede; sur duvarları, iki kapısı, üzerinde bir camii, zahire ambarları, sarnıç ve cephaneliği
bulunmakta idi. her şeyi ile mükemmel olan kaleden bugüne hemen hemen hiç iz
kalmamıştır.
Divriği Kalesi: Bazı bölümlerinin M.S. 9. yy.’da Pavlikanlarca yapıldığı anlaşılmaktadır.
Sur uzunluğu 1.5 km kadardır. Büyük bir kısmı da Mengücek oğulları tarafından 13. yy.’da
yapılmıştır. İçerisinde camiiş sarnıç, Zahire ambarı, kaya kovuklarının izlerine hala
rastlanmaktadır. Bu kaleden başka, Kesdoğan Kalesi, Odur (Kayaburun) Kalesi
bulunmaktadır.
Taşhan
18. YY. Sivas Merkez 4 yol mevkiinde, Avlulu iki katlı kesme taştan yapılmış olan
Taşhan’ın dış cephesinde değişmeler olmuştur. Üç girişli, Avlu ortasında şadırvan
bulunmaktadır.
Şeyh Hüseyin Rai Çeşmesi: Şeyh Çoban Çeşmesi diye de bilinmektedir. Çeşme, kesme
taştan yapılmış, dikdörtgen bir alan üzerine oturtulmuş, daire kesitli bir kemer içinde ayna
taşı bulunur. Ayna taşının üç bölümünü çeviren yazı kuşağı iki satırlıdır. 0.42x080 cm.
boyutlarındadır. Dikdörtgen prizma şeklindeki yalak taşı sonradan toprakla dolmuş ve
çukurda kalmıştır. Çeşmenin yapılış tarihi’nin üzerindeki kitabeden 1323(H.723) tarihi
olduğu anlaşılmaktadır.
İlimizde azalan tarihi çeşmelerden günümüze ulaşanlardan biri de Şehit Orhan Tunçgöz
çeşmesidir.
Yıldız Köprüsü: Sivas-Ankara karayolu 18. kilometresinde Yıldız Irmağı üzerindedir.
Selçuklu dönemine ait bir köprü olup, döşeme uzunluğu 70 metredir. Sivri kemerli ve 13
gözlüdür.
Kesik Köprü : Sivas-Kayseri eski yolu üzerinde olup, Kızılırmak üzerine yaptırılmıştır.
13.YY. Selçuklu yapısıdır. (1292) Köprünün uzunluğu 326,35 m. Olup, 19 gözlüdür.
Eğri Köprü : Eski Sivas Malatya Karayolunda Kızılırmak üzerindedir. Bağdat İpek yolu da
bu köprüden geçiş sağlamıştır. Kitabesi yoktur. Selçuklu dönemine ait olduğu kuvvetle
muhtemeldir.
Atatürk Kongre Ve Etnografya Müzesi Binası : Sivas Merkez İstasyon Caddesinde
bulunan, Osmanlı son dönemi eserlerinden olan Kongre Müzesi 1892 yılında
yapılmıştır.Uzun bir süre Kongre Lisesi olarak eğitime hizmet vermiştir. Bugün itibariyle
Müze Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılmaktadır.
Hükümet Konağı: Sivas Merkez Hükümet Meydanında bulunan konak, 1884 yılında
yapılmış Osmanlı son dönem eserlerindendir.Zemin ve 1.kat duvarları taş,2.kat
tuğladandır. Sivas Valiliği hizmet binası olarak kullanılmaktadır.
Jandarma Binası : Sivas Merkez Hükümet Meydanında bulunan bina, tamamen kesme
taştan 1908 yılında yapılmıştır. Osmanlı son dönemi eserlerinden biridir.İl jandarma Alay
komutanlığı sosyal tesisi olarak kullanılmaktadır.
Susamışlar Konağı : Bugünkü konağın girişinin üstündeki köşk bölümü ile konağın
önündeki çeşme 1815 yılında Benderli Ali Ağa tarafından yaptırılmıştır. Konağın diğer
kısımlarının bu tarihe yakın bir tarihte yapılmış olduğu söylenebilir. Bu haliyle Sivas
Belediyesi tarafından restore edilerek eski ihtişamına kavuşturulmuştur.
Abdi Ağa Konağı : 1830 yılında Geç Osmanlı mimarisi üslubunda yapılmış, tipik bir
geleneksel Türk evidir. Sivas’ın köklü ailelerinden Rahat oğullarının soyundan Abdi Ağa
tarafından yaptırılmış ve ailenin temsilcisi Yücel Mutlu tarafından Sivas Belediyesine
bağışlanmıştır. Sivas Belediyesince restorasyon ve dekorasyon çalışmalarından sonra
2001 yılında SİVAS KÜLTÜR EVİ olarak hizmete açılmıştır.
İnönü Konağı : İsmet İnönü’nün orta okulu okuduğu yıllarda ikamet ettiği evden geçmiş
yıllarda Sivas Belediyesi tarafından müze haline getirilen konak, 2000 yılında Sivas Valiliği
Özel İdare imkanlarıyla satın alınarak Müze Ev olarak yeniden restore edilmiştir.
Osman Ağa Konağı : Mesrur Süreyya Başar konağı olarak bilinen Osmanağa Konağı
rölöve ve restorasyon projesi Sivas Belediyesi tarafından hazırlanarak 2003 yılında
Valiliğimizce restorasyonu yapılmıştır. Konağın restorasyonu ile Sivas Kalesi, Abdi Ağa
konağı ve Osmanağa Konağının oluşturduğu tarihi bir doku ortaya çıkmıştır.
Yaylalar
Eğriçimen Yaylası: Eğriçimen Sivas'a 197 km., Koyulhisar ilçe merkezine 17 km.
uzaklıktadır. Yayla ormanlar arasında güneybatıdan kuzeybatıya doğru uzanan bir vadinin
içerisindedir. Vadinin yamaçları çam ormanlarıyla kaplıdır. Şaşalağan boğazı ile
Yedigözelerden çıkan kaynaklar yayla içerisindeki gözelerle birleşerek 70 lt/sn bir akarsu
oluşturmaktadır. Bu derenin yayla içerisinde kıvrıntı şekilde akışından ve derenin etrafının
çayırlık oluşundan ötürü yaylaya Eğriçimen ismi verilmiştir. Bu derenin içerisinde 1960
yılından önce çok miktarda alabalık bulunmaktaydı. Ancak yanlış avlanma sonucu balığın
nesli hemen hemen tükenmiştir. Eğriçimen yaylası en az 500 yıllık bir yayladır. Eğriçimenin
eşinde bir yayla Orta Anadolu'da mevcut değildir. Buz gibi suyu, oksijeni bol havası ile ve
altyapısının büyük bir bölümünün halledilmiş olması buraya bir şehir havası vermektedir.
Yaylanın İlkbaharda yeşilliğine doyum olmadığı gibi, Sonbaharda renk cümbüşüne
boğulan tabiat adeta insanı büyülemektedir. Yaylanın Yedigözeler tepesinde rakım 1800
metre olup, bu tepeden Kelkit Vadisi seyredilmekte, Suşehri ilçesi dahil görülmektedir.
Kelkit Vadisinin tabanı deniz seviyesinden 600 metre yüksekliktedir. 1800 metreden 600
metrelik vadiye 1200 metre yüksekten bakmak hiçbir yerde görülmeyen bir manzara
oluşturmaktadır. Son yıllarda bir gelenekle Koyulhisar dışında yaşayan özellikle de
İstanbul'da oturan Koyulhisarlılar belli günlerde burada toplanarak yayla şenlikleri
düzenlemektedirler.
Ayrıca bu yörede Kalınpınar Yaylası, Sarıçiçek Yaylası, Kalınpınar Yaylası, Arpacık
Yaylası, Kengercik Yaylası, Toplan Yaylası ve Başyayla gibi yaylalar bulunmaktadır.
Koyulhisarlılar arazinin engebeli olması nedeniyle daha çok hayvancılıkla uğraşmaktadır.
Yayla hayatının Koyulhisarlıların yaşantısında önemli bir yeri olduğundan, yöre halkı ve
köylüler yazın yaylalara çıkmaktadır.
Mağaralar: Zara İçlisinin Demiryurt Köyü’nde sayıları elliye yaklaşan mağara
bulunmaktadır. Bunlar, bazıları yan yana, bazıları kat kat mağaralardır. İnsan eliyle
yapılmış olan bu mağaraların Hıristiyanlık döneminden önce yerleşim merkezi olduğu,
Hıristiyanlığın yayılmasından sonra da kullanıldığı, içlerindeki işaretlerden anlaşılmaktadır.
Kamp Karavan: Sivas Ankara Karayolu 31. Km de bulunan sıcak çermik kamp ve karavan
turizmi için elverişlidir.
Avcılık:
Avcılık; insanların doğaya olan özlemlerini, yaşadıkları olayları biraz da olsa abartarak
paylaşma ve karşısındaki insanları kendisine hayran bırakma tutkusudur. Av turizminde
avlanmak üzere seyahat eden insanlara yönelik hizmetler sunulmaktadır. Bazı durumlarda
avlanacak olan hayvanlar önceden üretme çiftliklerinde beslenerek avlanmaları için
doğaya bırakılmaktadır. Ülkemizde bu sektör Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma
Genel Müdürlüğü’nün gözetim ve denetimi altında varlığını sürdürmekte olup son yıllarda
büyük ekonomik getirisi olan gözde turizm çeşitleri arasına girmiştir.
Av turizmi, bilinçli ve kurallara uygun olarak yapılması durumunda her yönden olumlu
etkileri olan bir turizm türüdür. Bir yandan bölgenin yaban hayatını koruyup geliştirirken,
diğer yandan da önemli bir gelir kaynağı oluşturmaktadır. Av turizminin önemsendiği
ülkelerde av hayvanları sayıca artmakta, çevreye ve yaban hayatına özen gösterme
duygusu gelişmektedir. Ayrıca av turizminin yapıldığı yörelerde usulsüz avcılığın azaldığı
ve oto kontrolün sağlandığı görülmektedir.
İlde Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Müdürlüğü’nün av sezonlarında
avlanılmasına izin verdiği 24 farklı tür kara hayvanı ve kuş çeşidi vardır. Aynı zamanda
akarsu ve göllerimizde varlığını sürdürmekte olan ve avlanmak için belirli bir tarih veya
sezon gözetmeyen onlarca balık türünü de unutmamak gerekir.
Dağcılık: İlimizde en profesyonelden en amatöre kadar her yaştan insanın en zordan en
kolaya doğru yüzlerce farklı rotadan zirve yapabileceği, şu ana kadar isimlendirilmiş olan
1500-2000 m arasında 33 adet, 2000-2500 m arasında 29 adet, 2500 m ve üzerinde 11
adet olmak üzere toplamda 73 adet zirve mevcuttur. Bunların dışında henüz
isimlendirilmemiş olanları da eklediğimizde bu sayı 100’ü geçmektedir.
Trekking ve Kampçılık: Bu sporların yapılabilmesi için mevcut dağlarımızın dışında
20’den fazla doğal alanımız vardır. (Yıldız Dağı bölgesi ormanlık alanı, Değirmenaltı, Şuul
Vadisi, Çat Ormanı, Akdağ, Avşıören, Davlunca, Sızır Şelalesi,vb)
Su Sporları
Su Kayağı: Zara Tödürge Gölü’nde Cumhuriyet Üniversitesine ait dinlenme tesisleri
bulunmaktadır. Her yıl Haziran ayında Uluslar arası Su Sporları şenliği yapılmaktadır.
Rafting: İlimize bağlı Suşehri ilçemizden geçen Kelkit Çayı bu spor için çok uygun bir alan
teşkil etmektedir.
Olta Balıkçılığı: Sivas’taki bütün akarsular ile (Kızılırmak,Yıldızırmağı,Çatlı çayı) ile
tödürge, Hafik, lota ve Gürün Gökpınar göllerinde olta balıkçılığı yapılabilir.
Divriği Ulu Camii
Dünya Miras Listesine Alınmış Tarihi : 6.12.1985
Liste Sıra No : 358
Niteliği : Kültürel
Divriği ve civarında en erken yerleşim Hititler Dönemi’ne kadar inmektedir. Yöre,
Mengücekoğullarının yönetimi altında olduğu dönemde Turan Melek Şah tarafından camii
ile birlikte 1228-1229 yıllarında yaptırılmıştır. İslam mimarisinin bu başyapıtı iki kubbeli bir
türbeye sahip bir cami ve ona bitişi bir hastaneden oluşmaktadır. Yapılar, mimari
özelliklerinin yanısıra, sergilediği Anadolu geleneksel taş işçiliği örnekleriyle UNESCO
Dünya Miras Listesinde yer almaktadır.
DÜNYA MİRASI DİVRİĞİ ULU CAMİ
Mengücekoğullarından Ahmet Şah ile eşi Melike Turan tarafından 1228 tarihinde
tamamlanan Divriği Ulucami ve Şifahanesi, çevresindeki taş ocaklarından çıkarılmış bir
cins tüften inşaa edilmiştir. Ulucami Iğımbat Dağının eteğinde olup Ulucamiye geniş bir
görüntü kazandırmıştır. Caminin en güzel tarafı kapılarda ve sütunlarda işlenmiş olan
motiflerdir. Bir çok araştırmacının dikkatini çekmiş ve görenler hayran kalmıştır. İçe bakışı
hitap eden bu motifler caminin yapımında çalışan mimarların kendi geleneklerine sanatsal
anlayışına göre, karışık motiflerle özgün ve harika bir şaheser ve ibadethane ortaya
çıkarmışlardır. Sanat tarihçisi Doğan Divriği Mucizesi adlı eserinde, mimari bakımdan bir
mucize olduğunu yazmaktadır.Eseri yapan mimarın başka bir eserine rastlanmaması
ilginçtir. Son yıllarda UNESCO tarafından Dünya Mirasını Koruma kapsamına alınmıştır.
CAMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ :
Caminin dikdörtgen bir planı vardır. Güneyinde bitişik olarak yapılmış Darüşşifa vardır.
Uzaktan ve yakından bu iki yapı ayırt edilemediği gibi, ulucami deyimi genel isim olarak
her ikisini de içine alır. Kuzeyindeki genel bir girişten (Kıble Kapısı) ve batıya bakan ikinci
bir kapıdan (çıkıştan faydalanılır), doğuya açılan üçüncü kapı (Şah Kapısı), şimdi pencere
durumundadır. Kıble Kapısı kuzey cephenin ortasında bütün Selçuklu eserleri nin
kapılarında görüldüğü gibi, yapıya göre daha yüksek ve ondan taşıntılı şekilde kurulmuş,
planlı, süslemeleri yönünden benzerine rastlanılmayan üstün bir sanat eseridir. Kıble
kapısı (kuzey taç kapısı), Selçuklu yapılarının kapılarında olduğu gibi yapıya göre daha
yüksek ve dışa taşıntılı biçimdedir. Barok stilde tasarlanmış olan bu taç kapı 14,5m.
yükseklikte ve 11,5m. eninde,4,5m. derinliğindedir; portal duvar cephesinden ileriye doğru
1,6m. dışa doğru taşırılmıştır. Anıtsal bir giriş olan kıble kapısı büyük camiler için geçerli
olan taç kapı deyimiyle adlandırılmıştır. Yanındaki duvar alanlarının düz olması, buna
karşılık kapının üstün bir ustalıkla bir heybet ve sanat coşkunluğuna bürünmesi, çatıyı da
aşarak göklere doğru yükselen bir havaya sokulması dikkatleri bir anda çekmektedir.
Caminin batı yönünde bulunan çarşı kapısında (çıkış kapısı) 9,5m. yükseklik, 6m. en,
2,6m. derinlik ve 1,4m .taşıntı vardır. Selçuklu sanatında rastlanamayan özellikteki bu kapı
üzerinde, 1228 tarihine veren bir kitabe bulunmakta, kapının bütün yüzeyini ince
ayrıntılarla, zengin bitkisel motifler örtmektedir. Bu süsleme, adeta bir halı ve eşsiz
desenlerle bezeli bir kumaşa benzetildiğinden bazı bilim adamları tarafından tekstil kapı
denilmiştir. Kapı çıkıntısının sağ ve solunda çift başlı birer kartal, nişin yan yüzeyinde ise
tek başlı bir kartal bulunmaktadır; pek çok hanedan tarafından kudret ve egemenlik
simgesi olarak bu sembol, hiçbir yerde buradaki kadar zarif işlenmemiştir. Doğu yönündeki
Şah Kapısı fonksiyonuna uygun olarak Taht Kapısı olarak bilinmektedir. Yüzeyi bitkisel,
geometrik, yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleri ile bezemelidir.
Minare, caminin kuzeybatı köşesinde yer alır ve silindirik gövdeli bu minare caminin asıl
minaresinin yıkılmasından sonra, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1523 yılında
yenilenmiştir.
CAMİ KAPILARI ÜZERİNDEKİ YAZITLARIN ANLAMI
Şifa yurdunun kapısı üstündeki yazının anlamı: "El Melik Es Seyyid Fahrudden Bahram
Şah'ın Kızı Allah'ın affına muhtaç adaletli Kraliçe Turan Melek Allah Rızası için bunun
mübarek şifa yurdunun inşasını emretti."
Batı Çarşı Kapısı üstündeki yazının anlamı: "Allah rızası için önce bu mübarek camii,
Allah'ın rahmetine muhtaç zayıf kulu Ahmet Şah Bin Süleyman Şah, Bin Şahin Şah
mü'minlerin yardımcısı tarafından tesis olunmuştur. Allah mülkünü daim ve kadrini yüce
etsin." Kale Kuzey Kapısının üstündeki yazının anlamı: "Allah'ın rahmetine muhtaç zayıf
kul Süleyman Şahın oğlu Ahmet bu mübarek camiinin inşasını emretti Allah mülkünü daim
kılsın." Doğuda bulunan Şah Kapısının üstündeki yazının anlamı: "Mülk tek ve Kahhar olan
Allah'ındır. Mimar Ahmet." Cami içindeki minberin sol köşesindeki yazının anlamı:
"Müminlerin yardımcısı Ahmet Şah Bin Süleyman Şah Bin Şahin Şah (Allah mülkünü daim
kılsın) mübarek minberin dikilmesini emretti. Mimar Tiflisli Ahmet Bin İbrahim."
MİNBER:
Ahşap olup 6-7 metre yüksekliği 4,2m. derinliği 103 cm. enidir. Bu minber ahşap geçme
işlemeleri yönünden esaslı bir atılımın görülmediği bir çağda yapılmış çok iyi bir örnektir.
Üzerinde ad ve kitabelerin yanı sıra çok sayıda kutsal söz bulunmaktadır. Hadis ve ayet
yönünden Anadolu'nun öteki minberlerinden zengindir. Minberin 22 yazıcısından üçü
yaptırıcı veya sanatkar imzaları, diğer 19'u kutsal sözlerdir. Üzerindeki yıldız ve levhacıklar
5 ve 12 köşelidir.
MİHRAP : Biçimi ve dekorasyonu ile Anadolu'da tektir. Mihrap üstü kubbesi içten
fevkalade süslü, istalaktikli konsallara dayanan 12 nervür taşı ile dilimlere ayrılmış ve
kasnak silmesi de köşelerde birbirlerine çaprazlaşan kemerciklerle trompt şeklinde
istinatgah vücuda getirilen dört büyük kemere oturtulmuştur. Mihrap çok sade, sivri kemerli
bir niş olup kapılarda görülen baroklaşmış rumi şekillerin derin ve iri silmelerle iddialı bir
hale sokulmuş ve fazlasıyla tebaruz edilmiştir. Mihrap kubbesinde dört küçük pencere
vardır. Bunlardan üçü tan ağarışında günün ilk ışıklarını içeriye biraz sabah yıldızı şeklinde
ulaştıran kubbeye gök boşluğu havası veren ustaca düşünülmüş yıldız biçimli deliklerdir.
DARÜŞŞİFA
Ulucamiye bitişik olarak yapılmış halk dilinde medrese diye de adlandırılmaktadır. Bu
günkü hastanelerin görevini yapan Divriği Şifahanesi Anadolu daki darüşşifalarının en eski,
en sağlam ve en bozulmamış olanıdır. Camiye güney yönünden bitişik olan darüşşifa
(Turan Melek Darüşşifası), Erzincan Emiri Fahrettin Behram Şahın Kızı ve Ahmet Şahın
eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 18.yy.da medrese haline getirildiği için
Şifahiye Medresesi de denilmektedir. Görkemli ve zengin süslemelerle bezeli taş kapısı
dört eyvanlı, orta avlusu kapalı plan şeması ile orta asya Türk yapı geleneğine bağlı,
benzersiz bir Mengücek anıtıdır. 1206 Kayseri ve 1217 tarihli olan Sivas Darüşşifası gibi
Divriği Darüşşifası da günümüze bozulmadan gelen en eski ve en sağlam Selçuklu Tıp
Merkezlerinden biridir.
Balıklı Kaplıca
Balıklı kaplıca Sivas İli sınırları içerisinde; İl merkezine 90 km uzaklıktaki Kangal İlçesinin
13 km kuzey doğusunda bulunan Hamam Deresi (Topardıç Deresi) vadisinde yer alan,
Balıklı Kaplıca- Yılanlı Çermik adlarıyla da anılan kaplıcadır. Balıklı Kaplıcanın bulunduğu
vadi boyunca güneye doğru gidildikçe diğer bazı kaynaklara da rastlanmaktadır. Bunların
debisi en fazla olanı; Kangal İlçesine bağlı Kalkım Köyünde bulunan Kalkım Kaplıcası’dır.
Bu Kaynak suyunda da Kangal Balıklı Kaplıca da yaşayan aynı tür balıklara
rastlanmaktadır. Rakımı 1425 m olan Balıklı Kaplıca da kaynaklar, kuzey-güney
doğrultusunda dizilmiş olup 5 ayrı yerden kaynak almaktadır. Kaplıca suyu aslında belirli
bir kaynak noktasından çok, kum taşları arasından yaygın olarak yüzeye çıkmakta ve dere
kenarı boyunca sızıntılar oluşmaktadır. 1917 yılında sazlık bir alan olan kaplıca, 1966
yılında dört adet havuz ve iki katlı 16 odalı bir motel ile hizmete açılmıştır. Günümüzde ise
dört kısım otel, altı havuz, 16 adet özel banyo, lokanta, market ve çay bahçesi hizmet
vermektedir.
Kangal balıklı kaplıca, ülkemizde deri hastalıklarından; Sedef Hastalığı (Psoriasis) Ve
romatizmal hastalıkların tedavisinde ün yapmış bir kaplıcadır. Bu kaplıcamızın önemi;
suyun kimyasal özelliklerinden ve içinde yaşayan balıklardan ileri gelmektedir. Kaplıca
suyunun 35+ 0.5 olması ve kimyasal içeriği nedeniyle çeşitli hastalıkları tedavi edici yöre
halkı tarafından bilinmekte olup, bu tedavi özelliğinin tüm ülke ve dünya geneline
yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır. Diğer taraftan kaplıca suyunda yaşayan balıkların
insan vücuduna saldırırcasına gelmeleri hastalıkların bu balıkların iyileştirdiği düşüncesi de
oldukça yaygındır. Kaplıcanın bu yönü araştırıcıları fiziksel, kimyasal, jeolojik, biyolojik ve
klinik bulgular elde etmeye yönlendirmiştir. Diğer taraftan pek çok cilt hastası ( Yurt
içinden-Yurt dışından ) kaplıcaya gelmekte ve belirli sürelerle havuza girip “Balık-Su”
tedavisi gördükten sonra iyileştiklerini ifade etmektedirler. Kaplıcanın 2003 tarihinde Sağlık
Bakanlığı tarafından Sağlık tesisi olarak tescili yapılmıştır.
Kangal Balıklı Kaplıca; ülkemiz termal kaplıcaları içerisinde kendine özgü bir yeri vardır.
Tedavi özelliği itibari ile dünyada bir benzerin bulmanın mümkün olmadığı kaplıca, ilmi ve
tıbbi bir mucizeyi "Sedef Hastalığını tedavi ederek" sergilemektedir.
36-37 derece sıcaklıktaki kaplıca suyunda bulunan balıkların mucizevi bir şekilde tedavi
yöntemi uygulaması bu kaplıcanın ününü ve özelliğini daha da artırmaktadır. Çünkü
modern tıp da şimdiye kadar fayda görmeyen dünyanın her yerindeki cilt hastalıkları için
Kangal balıklı kaplıcası en son ümit kaynağı olmaktadır.
Tahriş olmuş durumdaki veya herhangi bir enfeksiyondan oluşmuş cilt dokusundaki
yaraları; egzama, cerahatli sivilceler ve hatta tıpta tedavisinin imkansız olduğu bilinen
"Sedef" hastalığı gibi cilt hastalıkları 2-10 cm. büyüklüğündeki Cyprinide (Sazangiller)
familyasından Cyprinion Macrostamus (Beni Balığı) ve Garra rufa (Yağlı Balık) türündeki
balıklar tarafından iyileştirilmekte ve izleri kaybolmaktadır.
Kaplıcada ilk kez yıkananlar ellerinde olmayarak tarifi mümkün olmayan bir ürperti
yaşarlar. Çünkü suya girer girmez, ince, kahverengi, gri, bej rengindeki sazan ve kaya
balığı türü balıkların hastanın etrafında dolaşmaya ve ciltte hastalık belirtisi olan yerleri
temizlemeye başladıklarını görürler. Hastaların balıklara alışmaları 2-3 gün sürer. Dişleri
olmayan bu balıklar, 36-37 derece sıcaklıktaki suyun yumuşatmış olduğu kabarık yara
kabuklarını yavaş ağız (dudak) hareketleriyle acıtmadan ve kanatmadan kopararak cilt
pürüzsüz hale gelinceye kadar temizler. Tedaviden olumlu sonuç alınması için üç hafta (21
gün) süresince günde 2 seans şeklinde 4 er saat havuza girmek ve toplam 8 saat suda
kalınması gerekmektedir. Ayrıca, sabahları aç karına birkaç bardak şifalı sudan içmeyi
ihmal etmemek gerekir. Diğer taraftan yerden kaynayan su içindeki kabarcıkla ve balıkların
vücut üzerinde yaptığı darbelerle vücutta bir gevşeme ve dinlenme görülmektedir. Tedavi
tamamen yan etkisiz olup, kesinlikle herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır.
Vücut ısısına eşdeğer olan 36-37 derece deki kaplıca suyu şifa özelliğinin yanı sıra berrak,
kokusuz aktığı yerde hiç bir çökelti bırakmamaktadır. Kaplıca suyunda kalsiyum,
magnezyum, selenyum ve bikarbonat gibi iyonlar çok miktarda bulunmakta olup, banyo
için elverişli. Romatizmal hastalıklara, sinir hastalıklarına, kırık, çıkık, ezik ve bazı
durumlarda kireçlenmeye, sabahları aç karnına şifalı su içmek (günde en az 1.5lt) ve
banyo yapmak kaydıyla başta ülser olmak üzere böbrek hastalıklarına kesin tedavi
sağlamaktadır.
Kaplıca kırsal bir alanda olup, yeşil bir vadi içerisindedir. Bayanlar ve erkekler için ayrı ayrı
girilebilen iki adet üstü açık, iki adet üstü kapalı havuz ile iki adet yüzme havuzu ve
soyunma yerleri mevcuttur. Havuzlar günde 1500 kişiye kadar hizmet verebilme
kapasitesindedir
TEDAVİ EDİLEBİLEN HASTALIKLAR
Psöriasis (Sedef Hastalığı)
Hiperkeratozla seyreden dermatolojik rahatsızlıklar.
Kronik egzematöz lezyonların rezidüel ürtikerlerin ve nörodermtlerin tamamlayıcı
tedavisinde,
Inflamatuar Romatizmal Hastalıklar (Romatoid Artrit, Ankilozan Spondilit,Psoriatik
Artrit,Kollajen doku hastalıkları vb.)
Dejeneratif Eklem Hastalıkları (Kireçlenmeler)
Romatizmal Kas ve Yumuşak doku Hastalıkları (Fibromiyalji, Periartrit,
Tendinit,Bursit,Epikondilit vb.)
Bel-Boyun ve Ağrıları
Moral Motivasyon ve Kondisyon Artırma Egzersiz Programlar.
Aşık Veysel Dr. Doğan KAYA
Veysel, 1894 yılının güz aylarında Şarkışla ilçesinin Sivralan köyünde doğmuştur.
Şatıroğulları sülâlesindendir. Babası köyde Karacaahmet diye anılan Ahmet’tir. Annesinin
adı da Gülizar’dır. Çocukluğu ve gençliği köyde geçmiştir. Veysel, iki iki kere evlenmiştir.
Eşlerinin adı Elif ve Gülizar’dır. İl eşiyle sekiz sene evli kalmıştır. Daha sonra Hafik’in
Karayaprak köyünden Gülizar’la evlenmiştir. Bu evlilikten de Zöhre Beşer, Ahmet,
Hüseyin, Menekşe Süzer, Bahri, Zekine (Sakine) ve Hayriye Özer adlarında yedi çocuğu
olmuştur. Gülizar, 29 Ekim 1991’de vefat etmiştir.
İki gözü de görmeyen âşık, günlerini babasının Ortaköy’deki Mustafa Abdal tekkesinde
kendisine aldığı üç telli kırık sazla geçirmeye başlamıştır. Önceleri çok acemi olması,
başkaları gibi saz çalamaması şevkini kırmış, ancak babasının ısrarıyla ve kendisinin de
yavaş yavaş saza hâkim olmasıyla, sonraki seneler iyi saz çalan bir usta olmuştur. İlk saz
derslerini Molla Hüseyin’den alan Veysel’in ustalaşmasında, sık sık Emlek yöresine gelen
Divriği’nin Çamşıhı yöresi saz ustalarından Ali Ağa’nın büyük oranda rolü olmuştur. Ali Ağa
ona, Kul Abdal’ın, Emrah’ın, Tarsuslu Sıtkı’nın, Akkaşların Hüseyin’in, Kaleköylü Kemter
Baba’nın ve İğdecikli Veli’nin şiirlerini çalıp öğretmiştir. Bunun yanında Emlek yöresi
âşıklarından Ali İzzet Özkan, Mihmanî (Yüzbaşıoğlu), Devranî, Aziz Üstün, Hüseyin
Gürsoy, Ali Özsoy Dede gibi simalar, Veysel’in bu vadide ilerlemesinde büyük pay sahibi
olmuşlardır. Veysel’in düşünce dünyasının zenginleşmesinde ufkunun açılmasında Mescit
köyündeki Salman Baba’nın şüphesiz büyük payı vardır ve rolünü göz ardı etmemek
gerekir. Ayrıca Veysel’in pek çok şiirinde Pir Sultan Abdal’ın, Kul Mustafa’nın, Kul
Mehmed’in ve Ruhsatî’nin, Âşık Kerem’le Garib’in etkileri açıkça kendisini hissettirir.
Etkilediği âşıklar içinde Orta Anadolu’da yaşayan âşıklar başta gelir.
Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi ustamalı şiir okuyan bir halk sanatçısı
olmuştur. Önceleri Ortaköy, Hüyük, Sarıkaya, Beyyurdu, Hardal, Viranyurt gibi çevre
köylerde düğünlere gitmeye başlamıştır. Zamanla iki-üç aylık sürelerle Sivas, Tokat,
Kayseri ve Yozgat gibi illerin köylerine gitmiştir. Önce çevre köylerde kendisini göstermiştir.
Bu arada biraz önce sözünü ettiğim I. Sivas halk şairleri bayramına katıldı. 1933’ten
itibaren arkadaşı İbrahim’le ülkeyi dolaşmaya başlamıştır. İbrahim’le olan beraberliği
1940’lı yıllara kadar sürmüştür. Daha sonra onun yerini Küçük Veysel (Erkılıç) almıştır. Bu
arada, İstanbul’a gidip plaklar doldurmuş; radyoda konser vermiştir. Veysel’in İstanbul’da
doldurduğu plaklar içinde XIX. Yüzyıl halk şairlerinden İğdecikli Veli’nin’nin “Mecnun’um
Leyla’mı gördüm” adlı türküsü ile kendisine ait olan “Atatürk’e Ağıt” adlı eseri çok ilgi
görmüştür. 1940’ta İbrahim’den ayrılıp Küçük Veysel’le (Veysel Erkılıç), küçük Veysel’in de
1960 yılında ölmesi üzerine oğlu Ahmet Şatıroğlu ile birlikte ülkeyi gezmeye başlamıştır.
Veysel’in ömrünün belli bir bölümünü köy Enstitülerinde yaptığı öğretmenlik işgal eder. İyi
bir aylıklar her sene bir enstitü olmak üzere Adapazarı Arifiye Köy Enstitüsü, Hasanoğlan
Köy Enstitüsü, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü, Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü, Yıldızeli
Pamukpınar Köy Enstitüsü ve Samsun Ladik Akpınar Köy Enstitüsünde çalışmıştır. Bu
arada Çifteler Köy Enstitüsünde iken meşhur “Toprak” şiirini yazmıştır. Ayrıca
Çanakkale’nin Savaştepe, Erzurum’un Pulur, Malatya’nın Akçadağ, Kırklareli’nin
Kepirtepe, Adana’nın Düziçi Köy Enstitülerinde de konserler verir. Bu faaliyetleri
1941-1946 yılları arasında olur.
Veysel pek çok sanat faaliyetlerine katıldı, okul ve kışlalarda sayısız konserler verdi.
Ayrıca 30 Ekim 1964’te Sivas’ta yapılan II. Sivas Halk Şairleri Bayramına ve 28-30 Ekim
1967’de Feyzi Halıcı’nın düzenlediği II. Konya Âşıklar Bayramına da katılmıştır.
Onu kültürümüze kazandıran Ahmet Kutsi Tecer olmuştur. Onun yıldızı Ahmet Kutsi
Tecer’in, 5-7 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta yaptığı I. Sivas Halk Şairleri Bayramına
katıldıktan sonra parlar. İl bazında sanatını ilk icra ettiği yer Sivas’tır. Veysel, 5-7 Kasım
1931’de I. Sivas Halk Şairleri Bayramına katılır. Mecburî hizmet için 1930’da Sivas’a gelen
Ahmet Kutsi Tecer, burada, Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni Vehbi Cem Aşkun ve müzik
öğretmeni Muzaffer Sarısözen ile tanışır. Ahmet Kutsi, önce “Halk Şairlerini Koruma
Derneği”ni kurar ve başkanlığına Belediye Başkanı Hikmet Işık Bey’i getirtir. Halk
türkülerinin, hikâyelerinin ve âşıklarının harman olduğu Sivas’ta derneğin tüzüğünde de yer
aldığı gibi derhal bir âşıklar programı yapmayı düşünür. Halkın oldukça ilgi gösterdiği
Âşıklar Bayramına; Revanî, Meslekî, Suzanî, Süleyman, Karslı Mehmet, Müştak, Yarım
Ali, Talibî, Yusuf, San’atî, Ali gibi âşıklar katılır. Üç gün süren Bayram sonrası Tecer, iştirak
eden âşıklara “Halk Şairi” olduklarına dair bir kâğıt verir. Bu belge, gezici âşıklara gittikleri
yerlerde çok kolaylıklar sağlar. Program sonrasında Veysel’e 10 lira verilmek istenir. O
günlerde hemen her Anadolu köylüsü gibi oldukça yoksul durumda olan Veysel; “Siz bize
değer verip buralara kadar çağırdınız; asıl bizim size vermemiz gerekir.” diyerek almak
istemez, zorla eline 5 lira verirler.
Gözünün kör olması, şiirlerindeki tabii söyleyiş ve ezgilerinin orijinal oluşu, seçtiği konular
ve sentezci yapısı Veysel’i şöhret kazanmasını sağlayan en önemli faktörlerdir.
Şiirlerinde genellikle Veysel, bazen de Sefil Veysel ve Veysel Şatır gibi mahlaslar
kullanmıştır. Veysel, bir şiiri hariç, bütün şiirlerini dörtlüklerle vücuda getirmiştir. En çok
yarım kafiyeyi kullanmıştır. Şiirlerinde ağız özelliklerini muhafaza etmiştir.
Veysel, hemen her konuda şiirler söylemiştir. Ancak orijinaldir ve kendisine hastır. Bunu
ezgileri ile de bütünleştirince ister istemez şöhrete ulaşmıştır. Şiirlerinde her ferdin
düşüncesine, duygusuna, inancına ve dünya görüşüne yer vermiş birisi olarak şiirlerinde
“Aşk, Tabiat, Fikri, Dert, Taşlama-Yergi-Eleştiri, Dinî-Tasavvufî-Mistik, Millî, Kendisiyle
İlgili, Ünlü Kişiler, Kuruluş-Tesis, Gurbet, Gönül, Yurt-Belde, Öğüt, Fanilik, Zümre” gibi
konuları ele almıştır. İşlediği konular göz önünde tutulduğunda Veysel’in dert, tabiat, vatanmillet ve birlik şairi olduğunu söyleyebiliriz.
Veysel hakkında bugüne kadar yüzlerce makale, bildiri, konferans, radyo televizyon yayını
anma günleri de dâhil olmak üzere çok çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bugüne kadar
Veysel’le ilgili 35 kitap yayımlanmıştır. Milliyet Sanat Dergisi, Sivas Folkloru Dergisi, Türk
Folklor Araştırmaları, Maya Dergisi, Halk Ozanlarının Sesi gibi dergiler bir sayısını Âşık
Veysel Özel Sayısı yapmıştır. Bunların dışında ülke dışında da onun hakkında İngilizce ve
Fransızca makaleler çıkmıştır. Bunlara bakarak edebiyatımızda hakkında en fazla çalışma
yapılan âşığın Veysel olduğunu söyleyebiliriz. Evet. 1953 yılında çekilmiş böyle bir film
vardır. Metin Erksan’ın yönetmenliğini yaptığı “Karanlık Dünya” adlı bir film çekilmiştir.
Filmin başrollerini Aclan Sayılgan ile Ayfer Feray paylaşmıştır. Filmin senaryosu Prof. Dr.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’na aittir.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın 1973’te bütün şiirleri yayımladığı “Dostlar beni Hatırlasın” adlı
kitapta Veysel’in 158 şiiri bulunmaktadır. Aradan geçen otuz yıl içinde ben pek çok sözlü
ve yazılı kaynağa müracaat ederek bu sayıyı ben “Âşık Veysel” adlı kitabımda 179’a
çıkardım.
Yıllarca, çeşitli vesilelerle yurdun muhtelif yörelerinde düzenlenen programlara katılan
Veysel, son konserini 15 Ağustos 1971’de Hacıbektaş’ta vermiştir. Artık günden güne
güçsüzleşmiş olan Veysel’in, yapılan muayenesinde akciğer kanseri olduğu anlaşılmıştır.
21 Mart 1973 günü bir Nevruz sabahına doğru saat 3.30’da vefat etmiştir.
ETKİNLİKLER
AŞIK VEYSEL VE OZANLAR HAFTASI ETKİNLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Şarkışla - 15-21 Mart
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Şarkışla Kaymakamlığı
TEL : (346) 517 10 44
FAKS : 512 10 09
PÖHREKLİ KÜLTÜR VE YAYLA ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Merkez – 01 Haziran
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gazibey Köyü Muhtarlığı
TEL : (346) 277 61 94
FAKS :
ZARA KARABEL YÖRESİ YAYLA ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Merkez – 30 Haziran
DÜZENLEYEN KURULUŞ : KAY-KEF Federasyonu Beypınar Köyü
TEL : (346) 822 20 09
FAKS :
BEYDAĞI YILDIZBABA ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Zara – 30 Haziran
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Zara
TEL : (346) 828 10 92
FAKS : (216) 365 77 87
KARACAÖREN YAYLA ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Suşehri - 05-06 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Suşehri Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı Suşehri Kültür
ve Dayanışma Derneği
TEL : (346) 311 40 01 – 311 44 60
FAKS : 311 36 00
E-MAIL ADRESİ : kaymakamlı[email protected] / www.susehri.gov.tr
ŞEREFİYE KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Zara - 05 - 06 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Şerefiye Belediye Başkanlığı- Şerefiye ve Çevre Köyleri
Derneği
TEL : (346) 836 61 61
FAKS : 836 61 62
E-MAIL ADRESİ : [email protected]
MERDER MADIMAK FESTİVALİ YILDIZ BELEDİYESİ ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Yıldız – 06 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Yıldız Belediye Başkanlığı – MERDER Derneği
TEL : (346) 225 71 38 – 344 20 27
FAKS :
ÇAMŞIH DİVRİĞİ HALK OZANLARI FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Divriği - 20 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Çamşıh Hüseyin Abdal Derneği
TEL : (346) 426 32 44 – 418 28 41
FAKS : 418 39 96
KANGAL KÖPEĞİ FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Kangal - 11 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Kangal Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı
TEL : (346) 457 10 01
FAKS : 457 25 65
GÖLOVA YAYLA FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Gölova - 12 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gölova Kaymakamlığı – Belediye Başkanlığı Gölova Eğitim
ve Kültür Vakfı
TEL : (212) 220 12 65
FAKS : 220 12 65
KÖSESÜLEYMAN ZİYARETİ
YERİ VE TARİHİ : Suşehri - 12 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Çataloluk Belediye Başkanlığı
TEL : (346) 318 66 17
FAKS :
ZARA BAL VE KÜLTÜR FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Zara - 12-13 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Zara Kaymakamlığı-Belediye Başkanlığı Zara Vakıf ve Köy
Dernekleri
TEL : (346) 816 10 22
FAKS : 816 16 68
E-MAIL ADRESİ : [email protected]
AŞIK VEYSEL AŞIKLAR BAYRAMI
YERİ VE TARİHİ : Şarkışla - 15-17 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Sivas Valiliği - Şarkışla Kaymakamlığı
TEL : (346) 512 10 04
FAKS : 512 10 09
ÇATPINAR KÖYÜ GÜREŞ MÜSABAKALARI
YERİ VE TARİHİ : Hafik - 17 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Hafik Kaymakamlığı - Çatpınar Köyü Kal.Der.
TEL : (212) 266 61 57
FAKS :
GELENEKSEL AHMET AYIK KARAKUCAK GÜREŞLERİ VE BAL FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Doğanşar - 18-20 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Doğanşar Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Doğanşar
Kal.ve Dayanışma Derneği
TEL : (346) 881 21 67-688 20 27 - (212) 656 25 98 – 569 07 07
FAKS : (212) 432 12 48
SUÇATI DUT ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Gürün - 27 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Suçatı Belediye Başkanlığı
TEL : (346) 725 60 32
FAKS : 725 64 06
E-MAIL ADRESİ : [email protected]
GÜRÜN KÜLTÜR VAKFI
YERİ VE TARİHİ : Gürün - 29-30 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gürün Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Gürün Kültür
Vakfı
TEL : (346) 715 10 13
FAKS : 715 17 70
E-MAIL ADRESİ : gürü[email protected]
TOZANLI ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Hafik - 07 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Hafik Kaymakamlığı - Tozanlı Vadisi Köy.Kal.Dern.
TEL : (212) 511 12 77
FAKS :
ŞEYHDERDEYAR KÜLTÜR FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Ulaş - 09 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Ulaş Kaymakamlığı
TEL : (346) 781 20 06 – 20 80
FAKS : 781 24 95
E-MAIL ADRESİ : www.ulaş.bel.tr
KOYULHİSAR KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Koyulhisar – 09 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Koyulhisar Kaymakamlığı-Belediye Başkanlığı TRT İstanbul
Televizyonu
TEL : (346) 341 30 04 – 341 30 19
FAKS : 341 23 91
E-MAIL ADRESİ : www.koyulhisar.gov.tr / www.koyulhisar.bel.tr
DUMANBABA ANMA GÜNÜ
YERİ VE TARİHİ : Koyulhisar - 10 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : H.Mustafa AYDOĞDU- Memduh UZ
TEL : (212) 567 56 29-30
FAKS : 577 08 36
2.GELENEKSEL İLBEYLİ ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Merkez - 26 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : İlbeyli Çevresini Geliştirme ve Yard.Der.
TEL : (346) 225 40 85
FAKS :
AHMET ÇUHADAROĞLU ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Merkez – 28-29 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Gümüşçevre Muhtarlığı ve Köy Derneği
TEL : (535) 365 70 26 - (533) 331 40 72
FAKS :
AKINCILAR KAVUN FESTİVALİ
YERİ VE TARİHİ : Akıncılar - 29-31 Ağustos
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Akıncılar Kaymakamlığı - Belediye Başkanlığı Akıncılar Kültür
ve Dayanışma Derneği
TEL : (346) 361 53 84 - 361 55 77
FAKS : 361 55 66
E-MAIL ADRESİ : [email protected]
ALACAHAN KERVANSARAY ŞENLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Kangal - 11- 12 Temmuz
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Alacahan Belediye Başkanlığı
TEL : (346) 467 50 08
FAKS : 467 50 08
4 EYLÜL SİVAS KONGRESİ VE SANAT ETKİNLİKLERİ
YERİ VE TARİHİ : Merkez - 30 Ağustos-04 Eylül
DÜZENLEYEN KURULUŞ : Sivas Valiliği - Belediye Başkanlığı
TEL : (346) 224 45 45 - 221 24 64
FAKS : 223 00 20 - 221 01 16
İLÇELER
1- AKINCILAR
Tarih şimdilik bize Anadolu�un en eski sakinlerinin ETİLER olduğunu bildirmekte ve
göstermektedir.
Elde bulunan ve görülen bütün tarih ve
haritalarda işaret edildiği üzere Etiler�n Kelkit
ırmağı havzasını ihtiva eden bir sınıra sahip
oldukları bilinmekte ve görülmekte olması
sebebiyle Akıncılar ilçe ve köylerinin bulunduğu
coğrafik bölgenin en eski sakinlerinin de Etiler
olması ihtimali ve varsayımı kuvvetlidir.
Sonrasında: Amazonlar, Kimriler, Medler Ve
Persler, Pontlar, Sezar ve Roma İmparatorluğu,
Danişmentliler, Mengüçoğulları, Selçuklular,
İlhanlılar, Ertana Beyliği, Akkoyunlular Ve
Osmanlı İmparatorluğu bölgeye hakim olmuş, bu bereketli topraklar medeniyetlere beşiklik
yapmıştır.
Akıncılarla ilgili en kesin bilgiler 1071 yıllarıyla başlamıştır.
�rta Asya'dan göç eden Türkmen boylarının Anadolu�aki ilk yerleşim bölgelerinden biri
olan Akıncılar; Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah�ın kumandanlarından Emir Danişment�in
Kelkit Havzasını da içine alan geniş bir bölgeyi Selçuklu topraklarına kattığından bölgeye
gelen Türkmen boylarından birini şimdiki Akıncılar İlçe Merkezinin 1 km. güneyindeki
Söğütlüdere Mevkiine yerleştirmiştir
Söylenen rivayetlere göre burada özellikle keçi besleyerek geçimlerini yapan Türkmen
boyunu yapmış olduğu barınaklar ve keçi ağıllarının izlerine rastlanmaktadır. Aynı mevkiide
bulunan ve simdi orman içerisinde kalan "Dümdüzleri" ve "Ali Tarlaları" adı verilen boş
alanlarıda tarla olarak kullanmışlardır. Buralarda ektikleri mahsûller her nedense ilk
yıllarda az olduğundan, kurdukları köy "Az-biter" adını almıştır. Türkçe bir kelime olan
"Azbiter" daha sonraları "Azbider" ve "Ezbider" olarak söylenmeye başlanmıştır.
lBölge şimdiki Akıncılar ilçe merkezinin bulunduğu iki ana bölgeye (Yukarı ezbider �zbider
Bâla�, Aşağı Ezbider �zbider Zir� ayrılmış durumdaydı.
�Karahisar-ı Şarki, bugünkü adıyla
Şebinkarahisar, 16. yüzyılda, kendi adıyla
anılan Karahisar-ı Şarki Sancağı�ın merkez
kazasını teşkil etmekteydi. Sancağın
kapladığı alan, günümüzde Giresun,
Gümüşhane ve Sivas illerinde yer alan
ilçelere tekabül ediyordu: Giresun ilinden
Alucara, Şebinkarahisar ve Çamoluk;
Gümüşhane ilinden Şiran ve Sivas ilinden
Koyluhisar, Ortakent, Suşehri, Akıncılar,
Gökçekent ve Gölova, Karahisar-ı Şarki
sancağına dahil edilmişti. Coğrafi yönden de
bir bütün, bir ünite teşkil eden bölge, idari
bütünlüğünü, imparatorluk çapında yeniden
düzenlemelerin yapıldığı 19. yüzyıla kadar korumuştur..
Bununla beraber büyük seyyah Evliya Çelebide Ezbider'in: Şebinkarahisar toprağında, bağlı,
bahçeli memur bir Türk köyü olduğunu yazmış ve Erzurum eyaletine bağlı olduğundan
bahsetmiştir.�lçe Merkezinde bulunan ve halk arasında "Gönen Çeşmesi" diye bilinen fakat asıl
adının kitabesinde "Sultan Süleyman" Çeşmesi�olduğu belirtilen çeşmenin 1647 tarihli kitabesinde
Ezbider'in o tarihlerde Şebinkarahisar'a bağlı bir köy olduğu belirtilmektedir. Osmanlıca yazılı olan
bu kitabede;
"Karahisar-ı Şarkiye bağlı Ezbider köyü Sultan Süleyman Çeşmesi, Allah ona rahmet etsin ve onu
affetsin, bu çeşmenin yapılmasına sebep olan. Sultan İbrahim'in oğlu Sultan Mehmet'in Allah
mülkünü ve saltanatım daim eylesin" yazılıdır.
İlçe merkezine 1800�ü yıllarda Ermeniler yerleşmişler ve 1835�e kilise yapmışlardır. Bu
Dönemin kalıntıları Manastır bölgesinde bulunmaktadır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve Doğu
Anadolu Bölgesinde yaşanan Ermeni vahşeti sırasında, burada da karışıklıklar yaşanmış ve
sonunda Ermeniler kiliselerini ve manastırı yakarak doğuya kaçmışlardır. Bu kiliseler daha sonra
1939 Erzincan Depreminde yıkılmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK Erzurum'a gidişinde 29 Haziran 1919 da, Kongre dönüşünde ise 1
Eylül 1919 Pazartesi günü İlçe topraklarından geçmiştir. Yolda otomobiline aldığı zamanın Ezbider
Mektep Muallimi olan, Sıyrındı'lı Hoca İsmail Efendiyle birlikte Suşehri'ne kadar beraber yolculuk
etmişlerdir.
�860 yılında Suşehri ilçe olduğunda Akıncılar (Ezbider) Nahiye olmuştur.
Akıncılar�a Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte küçük bir Belediye teşkilatının kurulduğu ve 1932
yılına kadar olan bu kısa dönemde, Hatipoğlu Ali Efendi ve Hüseyin Efendi ile Uğruncalı Tevfik
Efendi'nin Reislik yaptıkları bilinmektedir.
1932Ve Akıncılar (Ezbider)Sivas'a bağlanmıştır.
nüfus Memurluğu kurulmuş, 1974 tarihinde çıkan yangında Hükümet Konağının yanması nedeniyle
Suşehrine nakledilmiştir
1958 yılında Belediye teşkilatı kurulmuştur. 1962 yılına kadar adı Yukarı Ezbider olan nahiyenin
adı bu tarihte akıncılar olarak değiştirilmiştir.
1958'den itibaren Belediye Başkanlığı yapan Başkanlar sırayla şunlardır: Kerim GÖNEN, Ali İhsan
K1L1ÇKAYA, Şerafet ÇELEN, Kemal TEKİN, Ahmet YILMAZ, Zekai FİRAT, Macit
KUMBAROĞLU, Fikret TEKİN ,Yüksel ÇELEN (2 dönem), Ahmet TEKİN, ve en son Mevlüt
ALBAYRAK
�er yerde sevilen Başkan sıfatını alan Fikret TEKİN 1992 yılında geçirmiş olduğu bir trafik kazası
sonunda genç yaşta hayatını yitirmiştir
�kıncılar 20/05/1990 tarih ve 3644 sayılı Resmi Gazete de yayınlanan kanunla Suşehri�den
ayrılarak ilçe olmuştur. İlçede görev yapan kaymakamlar ise; Mehmet ERGENOĞLU, Avni
ÇAKIR, Kemalettin SAKİN, Mahmut HALAL, Murat ERKAN, Aslan KARANFİL, Ekrem
CANALAP, Ziya POLAT, Veysel ÇİFTÇİ, Sait ÖZKILINÇ, Fırat ÇELİK, Barış Cansu AKTAN,
Gökmen ÇİÇEK ve halen görevde olan Oğuzhan BULUT 'dur. (Kaynak: Aslan USLU - Akincilar
Halk Egitimi Merkezi Müdürü)
AKINCILAR ULAŞIM
Akıncılar’a yılın her mevsiminde karayolu ile rahatlıkla ulaşılabilir. İlçe ErzincanTokat karayolunun 4 km güneyindedir. Bazı doğu illerinin İstanbul ile bağlantıları bu
yoldan yapılmaktadır. Bu da ulaşımda kolaylıklar sağlamaktadır. Ayrıca İran’dan gelen
araçlar çoğunlukla bu yolu kullanmaktadırlar.
İlçe merkezindeki otobüs işletmesi Ankara ve İstanbul'a her gün düzenli sefer
düzenlemektedir. Her gün Sivas’a dolmuş seferleri başlamış olup, haftada iki
gün Erzincan’a otobüs çalışmaktadır. Suşehri ile her gün ortalama karşılıklı dört
sefer vardır.
İlçe Sivas’a Gemin Deresi geçidinden 144 km, Suşehri Karabayır geçidi
üzerinden 173 km, Kızıldağ üzerinden 210 km’dir.
FESTİVALLER; Her yıl Ağustos ayını son haftasında Akıncılar Kültür, Sanat ve Kavun
yapılmaktadır. Festival, Kelkit vadisinin en uzun soluklu ve yaz mevsiminde bölgede en
son yapılan şenliğidir. Bu yıla kadar 11.si yapılan festival 1995 yılından beridir, hem ilçe
tanıtımı hem de gurbetteki insanla sıladaki insanı kavuşturup hasret giderme özelliği ile de
vazgeçilmez olmuştur.
Camiler; ilçe merkezi ve köylerinde tarihi ve kültürel değeri eskiye dayalı olmakla
birlikte yeni camiiler mevcut olup, bunlardan İlçe merkezinde 3 camii vardır. Akıncılar
Yukarı Mahallede bulunan Hatipoğlu Camii en eski camiidir.
Türbeler; ilçeye bağlı Doğantepe Köyünde Bahattinşeyh Türbesi, Yusufşeyh Köyünde
Yusufşeyh Türbesi vardır.
- Bahattinşeyh Türbesi:
Hicri 1320 (Miladi 1886) tarihli Sivas Salnamesinin 452. sayfasında;
( Meşhur Allah dostlarından Kara Yakup Gazi, Şeyh Bahaeddin Veli ve Çoban Dede�in
türbeleri ismi geçen ilçede bulunup zaviyeleri hayatta ve faaliyettedir. Adı geçen Kara
Yakup Ağa ilk dört büyük halifeden Hz. Ebu Bekri�-Sıddık (r.a.)�n temiz neslinden olup
zaviyeleri hizmete amadedir. Şeyh Bahaaddin Veli�in çilehanesi dağın bitiğinde bulunup
asasıyla çıkardığı suyun damlaları tesbih tanesi gibi farklı renklerde gözler önünde
canlanır.) denilmektedir.
Bir yazıya göre de Hazreti Peygamber efendimizin sahabelerindendir, Hazreti
Peygamberimizin "Hepiniz bir ok atıp okların bulunduğu istikamete gidiniz ve orada
İslamiyet� yayınız" emrine uyar. Şeyh Bahattin Hazretleri de okunu bu köyümüze gelir
bulur. Civar il, ilçe ve köyler Bahattinşeyh�n Türbesine gelerek buralarda mevlit okuturlar.
Mağaralar; Akıncılar merkezde "Deliklitaş" adında bir mağara ya da eskiden kiliseye
bağlantısı olduğu sanılan yeraltı tüneli, Doğantepe köyünde Bahattinşeyh deresinde
Çilehane adında bir mağara bulunmaktadır.
Kalıntılar; Göllüce Köyünde 1800�ü yıllrdan kalma Kilise kalıntısı, Aşağı Yeniköy sınırları
içerisinde Çeçen Beyleri zamanından kalma Hamam Kalıntısı bulunmaktadır. Ayrıca İlçe
Merkezinde bulunan ve halk arasında "Gönen Çeşmesi" diye bilinen fakat asıl adının
kitabesinde "Sultan Süleyman" Çeşmesi�olduğu belirtilen çeşme vardır.
3- Sultan Süleyman Çeşmesi (Gönen Çeşmesi) (Akıncılar İlçe Merkezi)
�647 tarihli kitabesinde Ezbider'in o tarihlerde Şebinkarahisar'a bağlı bir köy olduğu
belirtilmektedir. Osmanlıca yazılı olan bu kitabede; "Karahisar-ı Şarkiye bağlı Ezbider
köyü Sultan Süleyman Çeşmesi, Allah ona rahmet etsin ve onu affetsin, bu çeşmenin
yapılmasına sebep olan. Sultan İbrahim'in oğlu Sultan Mehmet'in Allah mülkünü ve
saltanatım daim eylesin" yazılıdır.�BR>
Kaleler; Doğantepe Köyünde Roma-Bizans devrine ait olduğu sanılan bir kale
mevcuttur.Mesire Yerleri; Kılıçkaya Barajı göl alanı kıyısında Kayı boğazı mevkii, Akıncılar
Karadağ'da Damdüzleri mevkii, Kılıçköy Koruluğu ve Kızıldağ'da Alaattin Çiftliği ve
yöresi yaz aylarında piknik yerleri olarak kullanılır. Av Turizmi
Ve Balıkçılık; Akıncılar ve çevresinde eti yenen av hayvanlarından; tavşan, keklik,
ördek avı, ayrıca eti yenmeyen hayvanlardan; kurt, tilki, ve son yıllarda özellikle ziraat
ürünlerine fazlaca zarar veren yaban domuzu avı yapılmaktadır. Kızıldağ'da alabalık,
Kılıçkaya barajı gölü Kelkit ve Şeyhnigar çaylarında sazan ve yayın balığı avı
yapılmaktadır. Sağlık (Kaplıca) Ve Dağ Turizmi; ilçemizde önemli bir kaplıca
bulunmamakla birlikte yapılan araştırmalarda, Eskibağ köyünde Çermik mevkiinde
bulunan bir maden suyu kaynağının böbrek ve idrar yolu hastalıklarına iyi geldiği
söylenmektedir. Doğantepe Köyünde Bahattinşeyh Türbesi yakınında kaynak olarak
çıkan ekşi suyun, içildiğinde böbrek ve idrar yolu hastalıkları, yıkanıldığında ise deri
hastalıklarını iyileştirdiği söylenir. Kış aylarında dağ turizmi imkanları yoktur. Ancak yaz
aylarında Kızıldağ gezilmektedir. ( Kaynak: Aslan USLU - Halk Egitimi Merkezi Müdürü)
ALTINYAYLA
ALTINYAYLA İLÇESİ
SAKLI BİR TARİH "SARİSSA"
Sarissa: Altınyayla ilçesi Başören Köyünde bulunan ve Kuşaklı Örenyeri olarak Bilinen
"SARISSA" şehri dünya tarihinde 4 Büyük İmparatorluk kuran Hititlerin önemli
şehirlerinden biridir. Dünyanın devletlerarası ilk antlaşması olan ve Mısırlılarla Hititler
arasında yapılan Kades Savaşı ( M.Ö. 1285 ) sonucu yapılan antlaşmada Sarissanin
Fırtına Tanrısının şahitliğinden söz edilmektedir. M.Ö. 1500 ve 1400'lü yıllarda önemli bir
yerleşim merkezi olan ve Hitit Krallarının Başkentleri Bogazköyden gelerek yazlık
çalışmalarını yürüttükleri Kuşaklı yerleşimi, yurdumuzda tablet buluntusu veren 5.
merkezdir.
1650 metre yüksekliğinde bulunan Sarissa şehri 1950 adımlık sur kalıntıları ile önemli bir
yerleşim yeridir. Şehre giriş, sur üzerinde bulunan 4 kapıdan sağlanmaktadır. 1993 yılında
Sivas Müze Müdürlüğü adına başlatılan arkeolojik kazılar 1994 yılından itibaren Almanya
Marburg Üniversitesi adına Prof. Dr. Andreas Müller KARPE Başkanlığındaki bir ekip
tarafından yürütülmektedir. 10 yıldır yapılan kazılarda şimdiye kadar bilinen en büyük Hitit
Tapınaklarından C binası ile Kralın Sarayı ve şehrin güney ve kuzeybatı sur kapıları ortaya
çıkarılmıştır.
ALTINYAYLA İLÇESİ TARİHİ:
Altınyayla eski bir yerleşim merkezi olmasına rağmen ne zaman ve kimler tarafından
kurulduğuna dair kesin bilgiler mevcut değildir.
İlçe sınırları içerisinde yer alan Başören Köyünde yapılan arkeolojik kazılar l994 yılından
itibaren, Almanya Marburg Üniversitesi adına Prof. Dr. Andreas MÜLLER başkanlığındaki
bir ekip tarafından yapılmış ve edinilen bilgiler bulunan höyük ve eski şehir harabeleri
buradaki yerleşimin tarihin ilk dönemlerinden itibaren başladığın göstermektedir.
Eski adı Tonus olan Altınyayla tarihin ilk çağlarında Anadolu’daki hâkimiyet kuran
Mezopotamya- Hitit, Roma ile Bizans imparatorluğuna beşiklik ettiği M.Ö.550 yıllarında
Perslerin hâkimiyetine girdiği ve 600 yıl önce Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinde de
yerleşim yeri olduğu rivayet edilmektedir.
Hâkimiyetinin M.Ö.l200 yıllarında Balkanlar üzerinden gelen Frigyalılar tarafından ortadan
kaldırılması ile Tonus, Frigoya lığların hâkimiyetine girmiştir. Frigoya nın yıkılması üzerine
bu devletin yerine kurulan Lidyalılar devrinde devletin kudretli komutanı Giges
Mezopotamya ve İran ticaretini Ege denizine bağlıyabilmek için, yaptırdığı meşhur “Kral
Yolu’nun” Tonus’un (Altınyayla) güneyinden geçtiği gezilip incelendiğinde görülen
kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Kral Yolu; Sard-Uşak-Gordion-Ankara-Çorum-Mecitözü-Tokat-Zile-Sivas-Tonus-MalatyaHarput- Dıyarbakır- Ninova-Erbil- Suda yörelerinden geçmektedir. Kale Beldesindeki
Toprakkale ve Taşkale kalıntıları Kral Yolunun güvenliğini sağlamak için yapıldığı
anlaşılmaktadır.
M.Ö.7l0 tarihinde Asur Hükümdarı Sargon’nun Anadolu’ya yaptığı akınlar sonucunda,
Altınyayla M.Ö.676 yılına kadar Asur egemenliğine girmiştir. M.Ö.5854’te Medler ve
Lidyalılar arasındaki antlaşma gereğince Sivas’ın doğusu Medlerin Altınyayla ve batısı ise
Lidyalıların egemenliği altına girdi. Persler M.Ö.550 yılında Med egemenliğine son vererek
Sivas çevresindeki yerleşim merkezlerini ele geçirdiler. Daha sonra Makedonya Kralı
Büyük İskender M.Ö.334 ve M.Ö.332’de Anadolu’ya iki akın düzenlemiş bu seferler
sonucunda Altınyayla’ da Pers egemenliğini ortadan kaldırmıştır. Roma kralı Tiperius
M.S.l7 de Sivas’ı ele geçirince Altınyayla Roma yönetimine tabi olarak Eyalet-i Rum’un bir
birimi halini almıştır.395’te Roma imparatorluğunun parçalanarak Doğu ve Batı olmak
üzere ikiye ayrılması nedeniyle Altınyayla’ da Doğu Roma imparatorluğunun yani Bizans
imparatorluğunun içerisinde kalmıştır.
Altınyayla VII-yüzyılda bir süre Sasani egemenliğine girmiş sonra tekrar Bizans
egemenliğine geçmiştir.658 yılından itibaren Altınyayla Emevi ordularının akınlarına
uğramıştır.
Tarihin başlangıcından, Anadolu’nun ilk büyük devleti, Büyük Hatti Krallığı buralarda
kurulmuştur. Proto Hititlerin başkenti Hattuşaş’ tır. Sarissa kenti bugünkü Altınyayla
ilçesindeki Kuşaklı ile isimlendirilmektedir.
Büyük ihtimalle Kuşaklı- Sarissa Hitit kenti ve çevresinde hüküm süren krallık, Tabal ile
birlikte hareket eden 24 krallıktan biriydi. Demir çağına eşitlenen tarihi Sarissa kentinde
hüküm süren krallık başta Altınyayla, Şarkışla, Ulaş ve Sivas’ı nüfusu altında tutmaktaydı.
Tarihi kaynaklarda belirtildiğine göre; Hitit Krallığı’nın başlıca şehirleri ise Kuşşar,
Kaneş, Puruş handa olmak üzere Kapadokya dan kuzeye doğru Harşana (Avrasya),
Zelpa gibi şehirleri doğuya doğru ise, Sarissina, Komava, Lahuzatiya, Razama, Hurama,
Şamuha büyük ihtimalle Şarkışla ilçesidir.), Sarissa (Altınyayla-Kuşaklı), talavra/Talavra
(Sivas), Tepriche (Divriği), Zaraşsina (Zara), Pakhuwa (Kangal), Tilgarimmu (Gürün),
Timelkra (Darende), milidiya (Malatya) gibi şehirleri bulunmaktaydı.
—GEÇ KALKOLİTİK ÇAGLARDA (Eski Tunç)
M.Ö.4000–3000 Geç Kalkoltik çağlarda Kayseri’den Sivas’a kadar sahada hüküm süren
Proto Hititlerden Tabal Krallığının hâkimiyeti altında kalıyordu
M.Ö.l600’lü yılların başında, Hitit Devletinin zayıflamasıyla otorite boşluğundan faydalanan
bölgesel krallıklar, Hitit Devletinden ayrılarak kendi başlarına hareket etmeye
başlamışlardı. Ülkenin kuzeyinde yaşayan Gaşkalar
,başkent Hattuşaş’ a kadar
gelerek her tarafı yakıp yıkmışlar, yağmalamışlardı. M.Ö.l600-l380 yılları arasında, tüm bu
bölgeler Sawalar ve Gaşgalar’ ın işgali altına girmiştir. Asur belgelerinde “Tabal Ülkesi”
hakkında verilen bilgilerde, Kayseri bölgesinde Geç Hitit devrine ait birçok kanıtların
bulunmasıyla desteklenmiştir.
M.Ö.l380 yılında Hitit devletinin başına geçen I.Subbilulima tahta çıkar çıkmaz, Gaşga,
Azzi ve lsuvalar tarafından işgal edilen doğu ve güneydoğu bölgesini ülkesine katmak
üzere iki sefer düzenledi ve böylece daha önceden elinden çıkmış toprakları tekrar ele
geçirdi.
M.Ö.l260 yıllarda Asur Kralı Tukiltuninurta tarafından, Kızılırmak vadisine kadar olan tüm
bölgelerde hüküm süren bölgesel krallıkları ele geçirdi. Böylece buralarda hüküm sürmekte
olan Tabal Krallığı’ da Asurların hâkimiyeti altına geçmiş oldu.
Tabal ülkesinin önemli merkezlerinden birisi de Alman Prof. Dr. Andres Müller tarafından
ortaya çıkarılan Sarissa/Kuşaklı, kentidir.
I994-l997 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılarda Kuşaklının bulunduğu bölgenin tarihi
konusunda önemli ipuçları vermektedir. Burada bulunan ayrıntılar, buluntular Hattuşaş’
daki mabedlere benzerlik göstermektedir.
Hitit başşehri dışındaki Hitit İmparatorluk çağından kalma açığa çıkarılmış ilk belirgin
tapınaktır. Yine burada ele geçen buluntular M.Ö. VII. ve M.Ö. VI. yüzyıllara
tarihlendirilmektedir.
Altınyayla bu tarihlerde demir çağına eşitlenen tarihi Sarissa kentinde hüküm süren Asur
saldırılarına karşı Tabal ile hareket eden 24 krallıktan birisi olan, Kuşaklık/Sarissa
krallığının nüfusu altında bulunuyordu. Kazı sırasında ikiz boğa ritonun bulunmuş olması,
bu bölgenin Asur İmparatorluğunun etkisi altında olduğunu ortaya koymaktadır.
—ASUR İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE ALTINYAYLA
M.Ö.730 tarihinde Asurlular Doğu Tabal'ı ele geçirerek bu krallığın bağımsızlığına son
verdiler. Bu tarihlerde güçlü bir (Mezopotamya’da) devlet olan Asurlular, daha önce olduğu
gibi Hititlerin egemen oldukları bölgesel krallıkları bu dönemde tekrar ele geçirerek, bu
bölgede hüküm sürmeye başlamışlardır.
Bölgede hüküm süren küçük krallıklar, zaman, zaman, Asurluların hâkimiyetinden çıkmaya
çalışmışlarsa da, Asur İmparatorluğu’nun etkisinden hiçbir zaman kendilerini
kurtaramamışlardır.
Bu dönemden itibaren de Asurlara bağlı birer müstakil krallık olarak varlıklarını
sürdürmüşlerdir. Tabal krallığı ‘da bu küçük krallıklardan biridir. Sivas ve havalisi,
dolayısıyla Altınyayla (M.Ö.850–804) yıllarında bağlı bulunduğu Tabal Krallığı ile birlikte
Asur İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiştir.
—URARTULAR ZAMANINDA (M.Ö.804–743) ALTINYAYLA
Urartu kralları Malatya’dan Kayseri ve Sivas’a kadar olan sahaları ele geçirerek bölgedeki
krallıkları haraca bağlamışlardır. Tüm bu bölgeler, M.Ö.807-804’ten M.Ö.743 yılına kadar,
Urartuların egemenliği altında kalmıştır. Urartu krallığına ait bir Kitabede Sivas ve
havalisinin M.Ö.804–743 yılları arasında bağlı bulunduğu Tabal krallığı ile birlikte
Urartuların egemenliğine girmiştir.
—FRYGLER/MUŞKİLER ZAMANINDA (M.Ö.695–675) ALTINYAYLA
Frigler, Hitit ülkesine, özellikle Sivas’ın güney ve doğu bölgelerine saldırarak büyük gruplar
halinde bu bölgelere yerleşerek güney Kapadokya’ya egemen olmuşlardır. Frig devleti,
Büyük Hatti devletinin yıkılmasından sonra kurulmuştur.
Frigler, M.Ö.695 yılında Kayseri’den Malatya’ya kadar olan tüm sahayı, kısa bir sürede
egemenlikleri altına aldıklarında, Sivas ve havalisinde bu akınlarla birlikte Friglerin eline
Geçmiştir.(695-M.Ö.675 arası)
—KİMMER/İSKİT/SAKA TÜRKLERİ ZAMANINDA (M.Ö.675-6l2)ALTINYAYLA
Asurluların yıkılmasıyla beraber Kafkaslardan gelen yeni göçler nedeniyle Anadolu
yarımadası Kafkaslardan gelen Kimmer-İskit Türklerinin işgaline uğramıştır.
M.Ö. VII. yüzyılın sonlarına doğru Sivas ve havalisinde Tonus, Şarkışla, Uzunyayla ve
Tohma havzasında Merşkiler ve Taballar hâkim unsur idiler. M.Ö.7l5 de, proto Türk olarak
kabul edilen ve Kafkaslardan Fırat’ı geçerek buraları ele geçirmişlerdir. M.Ö.6l2–550 yılları
arasında Sivas ve havalisi Medlerin hâkimiyeti altında kalmıştır.
Roma imparatorluğu zamanında M.S.ll4 de Roma imparatoru Tiranias zamanında Sivas
toprakları ve havalisi, bu dönemde kapadokya eyaletinin Sebaseia themasına dâhil
edilmiştir. Sivas ve havalisi, M.S.260 yılına kadar Roma imparatorluğunun egemenliği
altında kalmıştır.
—DOĞU ROMA İMP. ZAMANINDA (M.S.395–705)ALTINYAYLA
Sivas ve havalisi dolayısıyla Altınyayla İlçesi, Roma imparatorluğunun M.S.395 yılında
ikiye ayrılmasından sonra, Bizans imparatorluğunun hâkimiyetine girmiştir. M.S.395 yılında
M.S.658 yılına kadar Bizans İmparatorluğunun hâkimiyetinde yerini almıştır.
—MÜSLÜMAN (ARAP)LAR ZAMANINDA ALTINYAYLA
M.S.705-7l5 yılları arasında Erzurum’dan Sivas’a Malatya’dan Kayseri’ye kadar olan tüm
bölgeler müslümanların eline geçmiştir. Mesleme Bin Abdul Melik Bin Mervan M.S 705
yılında el-cizre sınırlarından kalkarak Sivas ve havalesini ele geçirmiştir. Bizans
İmparatorluğu Kostantin, Miladi 745 yılında 20000 askerle müslümanların elinde bulunan
Sivas ve havalesini ele geçirdi. Daha sonra 745 de tekrar Bizansın eline geçti.
—BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
M.S 1058–80 Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan M.S 1064 yılında kafkaslardaki seferine
devam ediyordu. Emir Afşin Bey 1057 de Malatya yı ve daha sonra batıya ilerleyerek
Kayseri' ye kadar olan tüm şehirleri ele geçirdi
Romen Diojen, Türklerin akınlarını durdurup onları Anadolu'dan atmak için iki sefer
düzenledi. Sivas’ta yaşamakta olan Rumlar burad da yaşamakta olan ermenileri
imparatora şikâyet ettiler Bunun üzerine Ermenilerin büyük çoğunluğu kılıçtan geçirilerek
imha edildi.
Bizans İmparatoru roman Diogones’in Sivas’a kadar gelmiş olduğunu Suriye' de iken
haber alan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan suratle Malazgirt ovasına geldi.26 Ağustos
l07l tarihinde meydana gelen savaşı Alparslan kazandı. Afşin beyin l057/l058 tarihinde
Kayseri' ye kadar olan bölgelerin fetihlenmesiyle birlikte burada Büyük Selçuklu Devleti’nin
egemenliği altına girmiştir.
—DANİŞMENTLİLER DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
(M.S.l075-ll65) Sivas ve havalisi Kutalmışoğulları ve Emir Afşin' in fetihleri ile l058/l059
yıllarında Büyük Selçuklu topraklarına katılarak l075 yılına kadar bu devletin egemenliği
altında kaldıktan sonra l080 yılında Danişment Gazi’nin kurmuş olduğu Danişmend liler
devletinin egemenliğine girmiştir.
Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıçarslan ll03 tarihinde Danişmend Gazi’yi yendi. Danişmend
Gazi’nin ölümüyle birlikte gittikçe zayıflayan Danişmendli Devleti toprakları, ll65 yılında,
Anadolu Selçuklu Hükümdarı, II. Kılıçarslan tarafından kendi topraklarına ilhak edildi.ll65
yılından itibaren Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliğine girmiştir.
—ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
(M.S.ll65-l3l8) Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ll78 Danişmend liler Devletine son
vermiştir. Moğolların Anadolu' ya baskınlar yapmaları ve katliamlar sonucu buraları teslim
aldılar, Moğol saldırılarına karşı koymak için, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Key
Hüsrev Moğol ordusu ile Zara yakınlarında Kösedağı savaşları yaptı.(l243)ve bu savaşı
kayıbetti. Bu tarihten sonra bu yöreler Moğol Hakimiyetine girmeye başladı.
—ERTANA DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
(M.S.l328-l38l) Timurtaş paşanın kayın biraderi Eretna Bey l328 de İlhanlıların işgaline
dek bu toprakları tek başına yönetti.l328 yılından itibaren Eretna Bey’in kurmuş olduğu bu
devletin hâkimiyeti altına girmiştir.
Emir Eretna Beyin l352 yılında ölmesiyle birlikte Eretna ülkesinde kardeşler arasındaki taht
mücadelesi devlet oteritesinin zayıflaması ve karışıklıklar l378 yılında Kadı Burhaneddin’ in
Devlet yönetiminde söz sahibi olmasına kadar devam etti.l378 yılında Kadı Burhaneddin
hükümranlığını ilan ederek bağımsız bir devlet kurdu. Böylece Eretna Devleti’ de tarihe
karışmış oldu.
—KADI BURHANEDDİN DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
(l38l-l3989 Kadı Burhaneddin bağımsızlığını ilan ederken devletin başkenti Sivas ve
havalisi dâhil tüm bu bölgeler siyasi olarak Memlüklere tabi durumdaydı. Her zaman
Memlükler' le iyi geçinmeye çalışan Kadı Burhaneddin Anadolu’daki hâkimiyetini
güçlendiriken l394 yılında Timur büyük bir ordu ile Anadolu’ya yürümüş Timur’a itat et
emrini redden Kadı Burhaneddin Timur’a karışı savaşmak için karar aldı ve Osmanlı
Padişahı I. Beyazid’ e, Memlük Sultanı Berkuk’a aralarında ittifak yapmaları gerektiği
konusunda teklifler götürdü. I394 yılının Ağustos’unda Timur’un Sivas’a doğru hareket
ettiğini ve başta Malatya, Darende ve Divriği gibi bölgelerin Vali ve yöneticilerinin telaşa
kapılarak kaçtıklarını bu bölgelerde bulunan göçebe Türkmen ve Moğolların’ da daha
güvenli yerlere göçetemeye başladıklarını öğrenen Kadı Burhaneddin savaş hazırlıklarına
başladı. Timur’un Sivas üzerine yürümüş olduğunu haber alan ve Kadı Burhaneddine bağlı
Bulunan Karamanoğlu sözde yardım etmek için, Kırşehir’den başlayarak Kayseri,
Develi’ye kadar her yeri yağmalamaya
I399 da Yıldırım Han zamanın da ilçe ile birlik Sivas Osmanlı devletinin Egemenliği altına
girmiş oldu.
—OSMANLI DEVLETİ ZAMANINDA ALTINYAYLA
(M.S.1398–1923) Kadı Burhaneddin’ in ülkesi üzerinde seferini devam ettirmek isteyen,
Yıldırım Beyazıt, Amasya bölgesinde iken Sivas Hükümdarı Kadı Burhaneddin ile
Akkoyunlu Hükümdarı Kara yülük Osman Beyin arası açılmış, bunun üzerine Kara Yülük
Osman Bey, kendisini, Kadı Burhaneddin’ den koruması için, Timur’a elçi göndermiştir.
Timur bunun üzerine büyük bir ordu ile önce Erzurum’a, sonra da Erzincan’a geldi. Timur
ile Yıldırım arasındaki büyük savaşa neden olan Kara Yülük Osman Timur’un Sivas’ı
muhasarasına katılmışlardı.
1400 yılında Sivas ve çevresi teslim alınarak büyük bir katliam oldu. Şehir yakıldı ve yıkıldı
halkın büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Osmanlı hâkimiyeti burada sona ermiş ve
Memlüklerin hâkimiyetine girmiştir.
1402 yılında yapılan Ankara savaşıyla Yıldırım Han’ın yenilmesiyle Anadolu beylikleri
tekrar kuruldu.
Sivas 1402–1403 yılı içinde Çelebi Mehmet’in eline geçmiştir. Buraların temamen Osmanlı
hâkimiyetine girmesi 1407/1408 tarihlerinde olmuş, Sivas şehri Çelebi Mehmet tarafından
yeniden onarılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet Otlukbeli hazırlıklarını burada yapmış ve bu savaşın ardından Sivas
ve yöresi sakin ve barış içerisinde bir dönem yaşadı.
Osmanlı imparatorluğunda (1516) yapılan ilk büyük toprak düzenlenmesinde Eyaleti Rum
(Sivas) olarak bilinen Sivas merkez olmak üzere bir eyalet haline getirilmiştir. Buraya bağlı
7 sancak vardır. Bunlar, Sivas merkez,1-Amasya,2-Yozgat,3-Kayseri,4-Tokat,5-Çorum,6Arapkir,7-Divriği, Osmanlı- Rus savaşı (1877–1878) sırasında doğudan ilerleyen Rus
orduları önünden kaçmak zorunda kalan Türk boyları’da bu tarihlerde aynı bölgelere
yerleştirilmişlerdir.
Bunlar Altınyayla, ulaş, Kangal ve Şarkışla gibi bölgelere yerleştirilen kafkas bölgesinden
gelen Türk oymaklardır.
İlçemiz,93 harbi olarak bilnen Osmanlı-Rus savaşı sırasında doğudan batıyı göçlerle
yerleşmişlerdir. Az sayıda Hırıstıyan Nüfusu da Cumhuriyetin ilanından sonra başta
İstanbul olmak üzere büyük kentlere göçmüşlerdir.
Altınyayla Merkez Camii
İlçemizde merkez camiinden başka tarihi eser yoktur .Camii bugün Altınyayla İlçesi ve
Aydın Mahallesinde bulunmaktadır.Bu camii daha önce Tonus Köyü (Bugün Altınyayla
İlçesi)olarak bilinen yerleşim merkezinin ilk camiidir .Bu Camii merkez camii olarak
bilinmektedir Merkez camiinin yapım tarihi camideki kitabeden tercüme ile Tarihi-temhir
1331,Tarih-i inşa 1317 belirtilmektedir .Merkez Camii 1893 tarihinde Altınyayla Eşrafından
Subaşılar kabilesinden Ebu Seyif oğlu Ahmet Ağa tarafından o zamanki adı ile Sivaslı
Mahmut ve Müştak ustalara yaptırıldığı cami direğindeki yazıdan ve kitabeden
okunmaktadır.Altınyayla eşrafından Molla Yusuf,Hacı Salman ve Sivaslı Müştak
namlarındaki çıraklarında çalıştığı belirtilmektedir..Bugünkü cami taş duvarlı taban ve
tavanı ahşap durumdadır.Dört ana direk üzerine kurulu tavanı ahşap oyma ve boyama
işlemeli caminin kıble yönünde dört köşeli üç penceresi vardır.Pencerenin birisi mihrap
üzerindedir.Mihrabı taş duvar içine oyma ve sıvamalıdır.minberi ise ağaç oyma ve mahalli
imkanlarla meydana getirilen yapma tabii boyalarla boyalı süslemelidir.Mihrap yedi
basamaklı seyyar kapısının üstünde ve tepesinde ağaç oyma hilalleri bulunan bir
şekildedir.Caminin iç kısmında fevganası vardır fevgana atmış kişilik olup ön cephesi ağaç
oyma ve parmakcaklı ustaların kendi üslupları ile ve elde edilmiş boyalarla boyalıdır.Doğu
cephesinde iki,kuzey cephesinde iki penceresi vardır.caminin giriş kapısı kuzeydedir.İç
kısmındaki ana direklerden giriş de orta kısımdaki sağdaki direkte ağaç ağaç oyması
olarak:”Tamam oldu mescit Rihaalülillah Hüda’nın izniyle yaptım bunu billah,Yarlığısın
mahsudu Allah, Muştak-ı , Selman-ı hem dahi lillah 1317,1331”yazılıdır.Sonraki direkte de
eski yazı ile bir kitabe vardır.Ancak bunu okuyup anlayan bulanmadığından burada
açıklaması yazılmamıştır.Tavan ortasında çok güzel ve ortadan kenara doğru geometrik
bir şekilde dairemsi genişleyen bir oyma süs kabartması bulunmaktadır.Bu kabartma
süsten aşağıya kandil sarkıtılmıştır.Ancak günümüzde elektrik olduğundan bu kandilin
yerine avize takılmıştır.Tavana iki kademeli yükselen oyma ve boyama süslerle ahşap bir
özelliğe sahiptir.Caminin batısında önceden mektep olarak kullanılan bir kısım vardır ve
kapısı caminin içine açılmıştır.Fevgana çıkışı caminin içindedir,9basamaklıdır.Camiye
girmeden önce antre vardır ve buranın kapısı da kuzeyden bahçeye açılmaktadır.Bu
kısımdan batıdan minareye çıkılan kapı vardır.Minare taş ve 58 basamaklıdır.Camii
yaklaşık olarak 400-500 kişiye hizmet edecek durumda ve fevgana 60 kişi alacak
durumdadır.Camii’nin köy tüzel kişiliğine ait olduğu söylenmektedir.Camiinin tarihi özelliğini
öğrenen Vakıflar Müdürlüğü Camii de inceleme yapmış ve camiinin tarihi değere haiz halı
ve kilimleri ile ilgili tespitler yapmıştır.Hatta camiinin resmi malikleri tespit edilememiş ve
bilinmemektedir.Hatta Altınyayla Aydın Mahallesi Muhtarlığının Şarkışla Sicil Müdürlüğü’ne
verdiği 15 Aralık 1988 tarihli dilekçesinden “Koruma Kültür Varlığı”olarak tescil ettirildiği
anlaşılmaktadır.Bunun tesciline dair Sivas Valiliğinin (Defterdarlık Milli Emlak Müdürlüğü)
05 Aralık 1988 gün ve 338-114/3690sayılarından anlaşılmaktadır.
ESERİN BULUNDUĞU YER
: Merkez Camii
NEV’İ
: Sülüs
HATTATI
: Hafız Abdülkadir
TARİHİ
: 1331
ÖLÇÜSÜ
:
OKUNUŞU
:
Zehi cami dar-ı ibadetgâh behişt asa – Nazar kıldıkça inşana letafet bahş eder maşa
Münasip resm eyle üstadı Cuş tarh-ı bina kılmış – Arusi nev gibi bir zibü zinet eylemiş icra
Mururı vakitle bu inhidama mail olmuştu – Bakub eşrafı Tonusddan Ahmet aga eyledi inşa
O zata ruz-ı mahşerde şefi destgir olsun – Çerag-ı mescid-i mihrab-ı minber namıdır taha
Saladır ehl-i islama ibadetgaha gelsünler – Edayı farz eyle gufran-ı Hakka eyleyüp ilca
Hulus-ı hiffet-i cevherle dedi inşası tarih – Kabülü kadrevüd secdeğahı millete nida
Nazmehu Ömer Hulusi İbni el hac Hasan Efendi alatini’l – mütevattına bi’l-ecri hehan
afallahu anhüma Tarih-i temir 1331 – Tarih-i İnşa 1317
Ketebehü’l-hakıru’l-fakir el-Hafız Abdulkadir Fethi bi hakkâk-ı Sivasi
Ne hoş bir cami, süslü cennet ibadeti yeri
Baktıkça insana dilediği kadar hoşluk bahşeder
Münasıp bir şekilde resmederek coşgun ve görkemli bir bina yapılmış
Yeni bir gelin gibi süs, ziynet icra edilmiş
Zamanın geçmesiyle yıkılmaya yüz tutmuştu
Bunu görüp Tonus eşrafından Ahmet Ağa yaptırdı
O kişiye mahşer gününde yardımcı, şefaatçi olsun diye
Mescidin mihrabı, minberi Taha’nın namıdır
Ehl-i İslama çağrı yap, ibadethaneye gelsinler
Farz eda ederek hakkın gufranına sığınarak
Özü onurlu bir ihsasla inşasına tarih düştü
Kabul olsun…?....milletin secdegahı nida
Bunu Alat’lı olup Acerhehan’a yerleşen el-Hac Hasan Efendi oğlu Ömer Hulusi namzetti.
(Allah her ikisinide affetsin)
İnşa Tarihi:1317,Yazılış Tarihi:1331
Bunu Sivaslı Hakkak el Hakir ul Fakir el-Hafız Abdülkadir Fethi yazmıştır.
DİVRİĞİ
Divriği'nin Tarihçesi
Divriği ve civarında, M.Ö. 2000'den itibaren çeşitli dönemlerde Hitit, Pers, Makedon,
Roma, Sasani, Pavlikian, Bizans, Selçuklu ve Osmanlılar hakim olmuştur. Kente çeşitli
dönemlerde verilen adlar kentteki kültür birikimini göstermektedir: 'el-Abrig' (Arapça),
'Tephrice' (Tefrike, Bizans), 'Difrigi' (Selçuk), 'Divrik' veya 'Divrigi' (Osmanlı).
Kent Makedonya, Roma-Sasani, Bizans-Arap bölgeleri arasında bir sınır alanı konumunda
bulunmuştur. 9. yüzyıldaki Pavlikian (Paulicien, Ar. Baylakani, Paulusçu) hakimiyeti bu
sınır alanı konumun bir göstergesidir. Kiliselere, ayinlere, ruhban sınıfına, vaazlara karşı
çıkan Paulusçuların Bizans merkezi yönetimi tarafından sapkın kabul edilmesi Araplarla
müttefik olmalarını kolaylaştırdı. Araplarla beraber Bizans'a karşı savaştılar. Önderleri
Sergius, Abrik (Divriği) kayalıklarındaki Tephrike (Divriği) Kalesi'nde surları ve su yollarını
tamir ettirmiştir. Malatya emirinden destek alabilmek için Paulusçuların bir kısmı
İslamiyet'e geçti. Öte yandan, Sergius'un oğlu Karbeas'ın yönetimindeki Tephrike
monarklığı, Bizans topraklarının en doğu noktasında, Arap topraklarının ise en batısında
yer alan tampon bölge olarak bağımsızlığını sürdürdü. Pavlikianların Tephrike prensliğinin
saldırgan mensupları, 9. yüzyılın ikinci yarısındaki akınları sırasında Ankyra (Ankara),
Malegena (Eskişehir dolayları) ve hatta Efes'e kadar ilerledi. Bu mezhebi ve mensuplarını
ortadan kaldırmaya kararlı olan Bizans İmparatoru Basileos, çıktığı askeri seferlerin ancak
üçüncüsünde, 872 yılında, kartal yuvasını andıran Tephrike Kalesi'ni zapt edebildi;
destekçi Arap kuvvetlerini de ortadan kaldırdı. Bu olay Kurdeşen mezarlığının
kurulmasının başlangıcıdır. Bu yenilgi Pavlikian mezhebi ve onun mensuplarının da
sonunu getirdi. Birçoğuna soykırım uygulanıp, kalanlar ise zorla Ortodoksluğa geçirilip,
Trakya'ya sürüldüler. Heterodoks Türkmenlerin 13. yüzyıldaki Babaîler isyanı da daha
önce Paulusçuların yaşadığı Divriği'nin içinde bulunduğu Yukarı Kızılırmak havzasında
ortaya çıktı. Araştırmacılar dualizm ve semavî kurtarıcı gibi bazı ortak inanç ögelerinden
hareketle bu isyanı bölgedeki geleneğin bir diğer dışavurumu olarak değerlendirir.
Bölgenin Kafkasya, İran ve Arap yarımadasi arasındaki konumu ortaçağ ve öncesinde
güney, doğu ve kuzeyden gelen düşünce akımlarına açık olmasını doğurmuştur.
Divriği'nin Türk devri, Oğuz beylerinden Emir Mengücek Gazi'nin kurduğu
Mengücekoğullarının Divriği kolunun tarihi ile özdeşleşmiştir. Mengücekoğulları, ilk
Anadolu Türk beyliklerinin en eskisi ve en uzun yaşayanıydı. Divriği Ulu Camii ve
Darüşşifası'ndan oluşan külliyenin bânisi Ahmed Şah, Divriği Mengüceklerinin dördüncü
melikiydi. Divriği Mengüceklerinin herhangi bir savaşa karışmamış olması, barışçı ve
itaatkâr bir emirlik olduklarını düşündürtür. Konya Selçuklu hükümdarı II. Kılıçarslan
1180'de Danışmendleri, Alâeddin Keykûbad ise Mengücekoğullarının Erzincan-Kemah
kolunu Ulu Cami'nin temellerinin atıldığı 1228 yılında ortadan kaldırmıştı. Divriği
Mengüceklerinin İlhanlı egemenliğine kadar hüküm sürdürmesi izledikleri bu siyasetin
başarısına bağlanır. Konya Selçuklularının hükümdarı Alâeddin Keykûbad'ın adının Divriği
Ulu Cami'nin portali üzerinde son derece sıradışı bir biçimde Ahmed Şah'ın yapı
kitabesinin üstünde “Sultanü'l-azam Alâeddin Keykûbad'ın saltanatında” şeklinde geçmesi
bu özel konumu vurgular. Külliye, Mengücekoğullarının Divriği ve civarındaki egemenliğini
hoşgören Keykûbad'a bir hediye olarak değerlendirilebilir.
Divriği'de ilk Anadolu Türk beyliklerinin en eskisi ve en çok yaşayanı Divriği
Mengücekleridir. Kentin Mengücek hakimiyeti İlhanlı Hükümdarı Abaka Han'ın
1276-1277'de Memlük Sultanı I. Baybars'a karşı Elbistan'a giderken Divriği'ye uğrayarak
surları yıktırmasıyla sona ermeye başlamıştır. Surların yıkılmasının ardından Selçuklu
Sultanı III. Alaeddin Keykubad Malatya kuşatmasından bir sonuç elde edemeyip Divriği'ye
gelince (1300-1301) burası disiplinsiz askerler tarafından yağmalandı. Şehir daha sonra
Kayseri ve Sivas yöresinde Eretnaoğulları'nın hakimiyetine girdi. Kadı Burhaneddin ile
Amasya Emiri Hacı Şadgeldi Paşa arasındaki mücadelelerden faydalanan Memlükler
tarafından zaptedildi. (1391). Memlük Devleti'nin idari işleri bozulunca Yıldırım Beyazid
1398'de Sivas, Malatya, Besni, Darende ve Divriği'yi Osmanlı topraklarına kattı. Ancak
Divriği yaklaşan Timur tehlikesinden dolayı 1401'de tekrar Memlüklere verildi. Divriği
Memlük hakimiyeti sırasında Halep eyaletine bağlı pek de önemli olmayan ileri karakol
durumundaydı. 15. yüzyılın ikinci yarısında Uzun Hasan'ın, 16. yüzyılın başında Şah
İsmail'in kuvvetlerinin Anadolu'ya yönelik hareketleri sırasında Divriği korunaklı
konumundan dolayı saldırılara uğramadı. Divriği'nin kesin olarak Osmanlı idaresine girişi,
Yavuz Sultan Selim'in 24 Ağustos 1516 Mercidabık Zaferi'nden sonradır. Divriği Osmanlı
idaresi altına girdikten sonra merkezle aynı adı taşıyan bir sancak haline getirilip Vilayet-i
Arab adıyla oluşturulan beylerbeyliğe bağlandı. Daha sonra bu beylerbeylik dağıtılınca
Divriği sancağı Sivas, Amasya, Tokat bölgelerini içine alan Rum beylerbeyliğine dahil
edildi. 16. yüzyılda Divriği sancağının Divriği ve Darende adlı iki kazası, bu kazalara bağlı
on iki nahiyesi bulunuyordu. Sancak 19. yüzyılda Sivas sancağının bir kazası haline geldi.
Cumhuriyet döneminde Sivas'a bağlı bir ilçe merkezi haline getirilen Divriği'nin 1927'de
nüfusu 4789 idi. 1937'de önce demiryolu ulaşımına kavuşmuş, ardından buradaki demir
cevherinin 1939'dan itibaren çıkarılarak Karabük Demir Çelik Fabrikası'na gönderilmesiyle
hayat canlanmaya, nüfusu yavaş yavaş artmaya başlamıştır. 1970'te 10.389 olan nüfus,
1985'te 15.974 ve 1990'da da 17.664'e ulaşmıştır.
Coğrafyası
Divriği yukarı Fırat havzasının İç Anadolu sınırı yakınında Sivas İlinin Güneydoğusunda
yer alır. Divriği İlçesi Fırat nehrinin bir kolu olan Çaltı çayı vadisi kenarında kurulmuştur.
Denizden yüksekliği 1225 metredir. İlçenin yüzölçümü 2781, 56 Km. karelik bir alanı kaplar
Doğusunda Ilıç ve Kemaliye, Batısında Kangal; Kuzeyinde İmranlı ve Zara; Güneyinde
Arguvan, Arapkir, Hekimhan İlçeleri ile çevrilidir. Divriği İlçesi çok dağlık bir bölgeyi içine
almaktadır. Dağlar arasında dik ve derin vadiler içerisinde Fırat’ın küçük kolları
akmaktadır. Çaltı çayından Fırat'a doğru derin kanyonlar oluşturan arazi rafting ve dağcılık
sporuna çok uygundur.
İlçede Karasal iklim özellikleri görülür. Eskiden kışları çok karlı ve soğuk, yazları sıcak ve
kurak olmasına karşın barajların etkisi ile iklim yumuşamıştır. İlçenin bazı dağlarında
meşe, ardıç ve çam türü seyrek orman alanları mevcuttur.
İlçenin önemli dağları: Kuzeyde Çengellidağ (2650), Deli dağ(2150), Efendi, Göldağ ve
Akdağdır. Güneyde Yama, Demirli, Geyikli, Güney Doğuda Sarıçiçek, Doğusunda Iğımbat,
Batıda Dumluca yer almaktadır.
Dağların yüksek, serin ve yaylacılığa elverişli şeklide otlaklarla kaplı olması, ayrıca toprak
veriminin düşüklüğü de yaylacılığı ön plana çıkarmıştır.
Başlıca yaylaları: Yama, Sarıçiçek, Göldağı, Eğrisu, Demirli ve Dumluca yaylası olmakla
birlikte birçok köyün kendine ait yaylaları vardır. Son yıllarda yaylalarda arıcılık
yaygınlaşmıştır.
İlçenin en önemli akarsuyunu Kangal İlçesi Karagöl dağlarından çıkan çaltı suyu teşkil
eder. Bu su aktığı vadi boyunca tekbir fayda sağlamadan Kemaliye İlçesi topraklarında
kara suyla karışarak Fırat’ı oluştur. Sulamada fayda sağlayan bu suyun kollarıdır. Bunların
en önemlisi Sincan ve Hamu dereleri ile Nıh çayı ve Palha çayıdır.
CAMİLER
AhmetPaşa Cami, Abuçimen Cami, Boyalı Cami, Cağlı Cami, Celdek Cami, Gökçe Cami,
Horevenk Cami, Kantebe-İmamoğlu Cami, Kültür Cami, Kadıasker Cami, Hacıosman
Mescidi, Mahcami, Kemankeş Cami, Karamahmut Cami, Saray Cami, Süleymanağa cami,
ZelihaHatun Cami, Şemsi Bezirgan Cami, Selavattepe Cami.
Cedit Paşa Camii: Aynı isimle anılan mahallededir. 1799 yılında yapılmıştır. Bezemeleri
Ulu Camiinde görülen süslemelerin kaba bir taklididir. Minaresi siyah-beyaz kesme taş
örgülüdür.
Bundan başka Abı Çimen Camii (1840), Gökçe Camii (1844), Zeliha Hatun Camii (1869),
Hacı Osman Mescidi, Kemenkeş Camii, Şemsi Bezirgan, Kültür, Ahmet Paşa, Süleyman
Ağa, Tavukçu, Turabali Mescitleri vardır.
Kale Camii: 1180 yılında Süleyman Şah oğlu Emir Ihsak tarafından yaptırılmıştır. Türklerin
en eski yapısından biri olması nedeniyle büyük önem arz etmektedir. Dış görünüşünün
zenginliğine rağmen içi yalındır. Bu cami Türklerin Anadoludaki ilk yapıtlarından biri
olmasına rağmen, çürümeye terk edilmiştir.
KALELER
Divriği Kalesi: Divriği'de bulunan bu kale Mengücekoğulları dönemine aittir. Kalenin
yapımını belirten iki satırlık kitabesi kapı üzerinde bulunmaktadır. Bu kitabeye göre kale;
"Mengücekoğlu Seyfeddin Şehin Şah Bin Süleyman" tarafından 1181 yılında yapılmıştır.
Buradaki bir başka kitabede ise mimarının; Megaralı Hasan Bin Firuz olduğu belirtilmiştir.
Kale kesme taştan, iç ve dış olmak üzere iki bölüm halindedir. Günümüze yalnızca dış
kaleye ait surların bir bölümü gelebilmiştir. Bu surların uzunluğu 1,5 km2’dir.
Kalıntılarından yuvarlak bir alanı kapladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yuvarlak ve kare planlı
kulelerle desteklenmiştir. Kale içerisinde ambarlar, cephanelikler, sarnıçlar, su kuyuları ve
kışla yapıları bulunuyordu.
Günümüze yalnızca kare planlı olan kulelerden biri gelebilmiştir. Kalenin girişi tümüyle
tahrip olmuştur. Kalenin altında bir de mağara bulunmaktadır. Ancak bu bölüm yeterince
araştırılıp, incelenmemiştir.
Kesdoğan Kalesi: Divriği Kalesi yakınında bulunan Kesdoğan Kalesi hakkında yeterli bilgi
ve belge bulunmamaktadır. Bununla beraber bu kalenin Divriği Kalesi’nin gözetleme
karakolu niteliğinde yapıldığı sanılmaktadır. Konumu itibarı ile bir kartal yuvasını andıran
bu kale çok yüksek sivri bir tepenin üstünde yapılmıştır ve Çaltı Çayı boyunca uzanan
derin kanyonu seyretmeye müsaittir.
TÜRBELER ve KÜMBETLER
Divriği ve çeresinde bulunan türbeler Molla Yakup Türbesi, Hüseyin gazi Türbesi,
Seyitbaba Türbesi, Araplık, Ağar, Dörtardıç, Değnekli Havuz, Garip Musa, Koca Haydar,
Fıdıl, Melek Şah türbeleridir.
Sitte Melik Kümbeti: Mengücekoğullarından Emir Süleyman Seyfeddin Şahinşah için 1195
yılında yaptırılmıştır. Sekizgen planlı, sivri pramidal külahla örtülüdür. Tamamı kesme
taştan inşa edilen türbenin süslemeleri dikkati çekmektedir.
Kemareddin Kümbeti: Emir Kemareddin, Mengücekoğullarının hazinedarıdır. 1196 yılında
yaptırılmıştır. Sekizgen planlı, içten kubbe dıştan pramidal külahla örtülüdür.
Kemenkeş (Nurettin Salih) Kümbeti: 1240 yılında yaptırılmıştır. Sekizgen planlı içten kubbe
dıştan pramidal külahla örtülüdür.
Naip (Gazezler) Kümbeti: Kitabesine göre 1291 yılında Naifı Eşref için yaptırılmıştır.
Sekizgen planlı pramidal külahlıdır.
Sinaniye Hatun Türbesi: Kalealtı mahallesindedir. Harap bir haldedir. Muhtemelen
Mengücekoğulları dönemine aittir.
Bunlardan başka; Ahi Yusuf Türbesi (13’üncü yüzyıl). Araplık türbesi, Saracın Türbesi
(18’inci yüzyıl) Nasreddin Mehmet Yatırı (1489), Dumluca Köyü Dilber Kümbeti (13’üncü
ve 14’üncü yüzyıl), Seyit Baba Türbesi, Saçlı Baba, Akça Baba, Hasan Paşa Türbesi,
Hüseyin Gazi Türbesi, Gani Baba Türbeleri de vardır.
HANLAR
Burma Han: Divriği İlçesine bağlı Duru Köyü Mezrasında Çaltı Irmağı kenarında 1200’lü
yıllarda Mengücekoğulları tarafından yapılan bir handır.
Dumluca Hanı: 1200’lü yıllarda Mengücekoğulları tarafından yaptırılan han Dumluca
Köyüne yaklaşık 2 km. mesafededir.
Pamuk Han: Demirdağ, istasyonunu yakınındadır. Duvarların büyük bir bölümü ayaktadır.
Üst örtüsü yıkılmıştır.
Mirçinge Hanı: Handere köyündedir. Mengücekoğulları döneminde yapılmıştır. Sadece
kapalı mekanlardan oluşmaktadır.
Dipli Han: Günbahçe köyü ile Dumluca Köyü arasındadır. Duvarları ve üst örtüsünün
büyük bir bölümü ayaktadır.
HAMAMLAR
Divriğideki tarihi hamamlar; Aşağı Hamam (Hamam-ı Süfla-Acı Hamam-Kayaoğlu
Hamamı) Bekir Çavuş Hamamı ve İmamoğlu Hamamlarıdır.
KİLİSELER
Yukarı Kilise: Kalenin batısında büyük bir bölümü yıkılmıştır.
Aşağı Kilise: Yukarı Kilisenin altındadır. Duvarlar ve üst örtü büyük çapta yıkılmıştır.
Kayaburun Köyü Kilisesi: Aynı adla anılan köyün girişindedir.
Bunlardan başka; Kaya Yakup Kilisesi, Erşün Kilisesi, Uzunkaya (Pargam) Kilisesi,
Güresin ve Venk mevkiinde bulunan kiliseler vardır.
DİVRİĞİ ULU CAMİİ
1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınan anıt, Ahmed Şah Ulu Camii ile
bitişiğindeki Turan Melek Darüşşifası'ndan oluşan bir yapıdır. Kitabelerden okunduğu
şekliyle külliyenin temeli 1228 yılının Aralık ayında atılmıştır. Cami icin hazırlanan vakfiye 5
Temmuz 1243 yılına aittir. Bu tarihler külliyenin inşaata başlanmasından sonra ibadete
açılabilmesi için 14,5 yıl geçtiğini göstermektedir. Bir külliye olarak tasarlanan yapının
aşhane (imaret), buka (konukevi), sundurma, mahkeme, namazgah, musalla, kuyu ve sebil
gibi yapıları ortadan kalkmıştır.
Caminin 14,5 m yüksekliğindeki, darüşşifanın ise 14 m yüksekliğindeki taçkapıları ile
çatıdaki konik külahlar bir dikeylik oluşturur. Öte yandan, binanın yatay uzanımı, baskın bir
anıtsal karşıtlık yaratır. Burada örnek alınan arazidir. Anadolu'nun sonsuza uzanıyormuş
izlenimi veren uçsuz bucaksız bozkırında ilerleyen yolcu, kendisini birden sarp yamaçlı
kayalıkların karşısında veya dik tepelerin dibinde kıvrılarak uzanan vadilerde bulurken,
bazen de gittikçe yaklaşan yüksek dağların görkemine uzaktan tanık olur. Mağara ve
oyukların gölgeli çukurlukları soluklanma yeridir. Benzer şekilde, Divriği külliyesinin çıplak
duvarları birer kaya kütlesi gibi yükselir, konik külahlar sivri tepeleri andırırken, devasa
taçkapıları gölgeli mağaraların girişi gibidir. Caminin üç cephede birer taçkapısı,
Darüşşifanın ise bir taçkapısı vardır. Cami'nin kuzey cephesindeki Cümle Kapısı diğer
kapılara göre daha görkemli ve bezemeleriyle daha dikkat çekicidir. Bu durum, kapının
kıbleye açılan ana giriş oluşuyla açıklanabilir.
Divriği ulu cami ve Daru'ş-şifası adıyla dünya sanat tarihinde yer alan bu eşsiz eser,
Anadolu Selçuklu Devleti Mengücek Oğulları Beyliği döneminde (1228) Mengücek Beyi
Ahmet Şah tarafından, Şifahane ise Ahmet Şah'ın eşi Melike Turan tarafından
yaptırılmıştır. Divriği ulu camii Fatma hatun Camii, Ahmet Şah Camii diye de adlandırılır.
Divriği Ulu Camii'nin ve Darü'ş-şifanın dünyadaki diğer tarihi eserlerden bir takım farkları
vardır:
Birincisi,böyle mükemmel üç boyutlu detaylı geometrik sitiller ve bitkisel bezemeler hiç bir
yerde olmadığı sanat tarihçiler ve mimarlar tarafından söylenmektedir.Kapı ve duvarlara
işlenen tüm motifler asimetriktir ve her karede binlerce taş işlemeli motif bulunur. Usta
devamlı tekrardan kaçınmış ve kendisini yenilemiş. Hiç bir motife bağımlı kalmamıştır. Her
motifte Allah'ın birliğinin vurgulandığı gözlemleniyor.
Divriği Ulu Camii ve Daruşşifasının dört kapısı vardır. Şifahane Taç Tapısı,Cami Kuzey
Taç Kapı,Cami Batı Taç Kapı ve Şah Mahfili Taç Kapısı. Her biri birbirinden farklı eşsiz
bezemelerle göz kamaştıran bir mimarlık ve mühendislik harikası niteliğindedir.
Ahmed Şah Ulu Cami
Külliye'nin cami bölümü, sütun dizileri ile belirlenmiş beş sahın içerir. Diğerlerinden daha
geniş olan orta sahının merkezinde eskiden ortası açık, fakat şimdi kapatılmış bir kubbe
yer alır. Bunun altındaki bölümün eyvanlı açık avlulu İran camisi ile Anadolu bazilikasının
setezlenmesinden ortaya çıktığı söylenebilir. Dolayısıyla Selçuklu dönemine özgü bir
yaratımdır. 'Maksure kubbe' adı verilen mihrap-önü kubbesi erken İslam dönemi cami
mimarisi geleneğindedir. Fakat Anadolu'ya özgü konik bir külahla örtülmüştür. Bu iki örtü
sistemi dışındaki taş malzeme ile inşa edilmiş 23 adet dekoratif çapraz tonoz, türlerinin
Anadolu'da bulunan en ihtişamlı örnekleridir. Tonozların merkezinde, 'çapraz tonoz'
uygulaması ile birleştirilmiş iç içe geçen doğrusal bezeme hatları haç görünümündedir.
Fakat, bunlar aslında Güneş'in devinimi üzerine temellenmiş 'dört yön, ara yönler ve
merkezdeki gökyüzü-güneş kapısı' kavramlarının somutlanmasından oluşur.
Turan Melek Darüşşifasıuluc-d1.jpg (16077 bytes)
Cami'nin güneyine bitişik olan Darüşşifa, Anadolu'da kitabesinde 'darüşşifa' tanımı geçen
tek binadır. Külliye'nin vakfiyesi kayıptır. Bu nedenle, darüşşifanın kuruluş amacı tam
olarak anlaşılamamıştır. Darüşşifa kelimesi, 13. yüzyılda, medrese, imaret, konukevi
alamlarında kullanılıyordu. Bu binalara gezgin hekim veya cerrahlar uğruyor, hastaları
muayene ediyordu. Necdet Sakaoğlu'na göre, Divriği'deki darüşşifa bir 'konukevi'
işlevindeydi. Aynı zamanda, bu binanın üst katındaki orta sofalı mekân, bir 'divanhane'
olarak 'resmi makam' alanı, Ahmed Şah ve Turan Melek'in rezidansı olarak kullanılmış
olabilir. Darüşşifa'nın merkezindeki havuz ve üzerindeki ortası delik kubbede 'kapalı avlu'
fikri vurgulanmış. Üç adet eyvan, İran'daki eyvanlı avlu fikrini; dört sütun uygulaması,
Anadolu'daki dört sütunlu bazilikayı; kubbe uygulaması, transeptli-kubbeli bazilikayı; ve
eyvanların önünde koridor uygulaması, üç sahınlı bazilikayı anımsatıyor. Bunların biraraya
getirilmesiyle özgün ve bezersiz bir sentez ortaya çıkmış.
Cümle Kapısı / Kadınlar Kapısı / Kuzey Kapısı
Caminin kuzey taçkapısı bezemesi ve bezemelerin soyut anlatımıyla çok görkemli ve
özgün bir kompozisyon ortaya koymaktadır. Yüksekliği 14,5 m, eni 11,5 m ve derinliği 4,5
m'dir. İki yandaki içinde güneş simgesi lotus çiçekleri ve rumilerin hakim olduğu devasa
kutsal ağaçlar, İran'da Sasani döneminden kalan mağara eyvanları üzerinde görülür. Eski
Mezopotamya, İran ve Orta Asya'nın ışık simgesi kutsal ağacı, Kur'an ve ilişkili İslam
kozmolojisine Sidret'ul Munteha (En Son Sınırın Ağacı) adı altında girmiştir. Ağacın sınır
kavramı ile ilişkilendirilmesi, onun evren ve Tanrı arasındaki eşiğin bir simgesi olmasından
kaynaklanır. En alt düzeydeki güneş diskleri, Hattilerin kozmos simgesi güneş disklerini
anımsatır. Güneş diskinin merkezindeki kutsal geometri Tanrısal akıldan yayılan evrenin
ahengini yansıtır.
Taçkapı kompozisyonunun ana motifi bir altıgendir. Altıgen, Eski Ahit ve Kur'an'da
Tanrı'nın yeryüzünü yarattığı gün sayısıdır. Teolog Hrabanus Maurus (9. yüzyıl) şöyle
diyor "6 sayısı, Tanrı yeryüzünü 6 günde yarattığı için kutsal değildir, 6 sayısı mükemmel
olduğu için Tanrı yeryüzünü 6 günde yaratmıştır". Taçkapının merkezindeki altıgen,
aslında palpeteği gibi bütün taçkapı yüzeyi boyunca yayılan bir içiçe altıgenler örgüsünün
merkezi motifini verir. Kesişen altıgenlerin ışınsal kolları çapraz tonozların haçvari
geometrisi ile karşılaştırıldığında binanın bezemesinin arkasında gizli bir 'kutsal geometri'
anlayışının ifade edildiği ortaya çıkar. Taçkapının ardında ve tonozların altındaki mimari
mekânın ilahî bir nitelik taşıdığı izlenimi alınabilir. Tanrı yaratısı evrenin bir simgesi olmak
anlamında böyle bir özelliği bulunmaktadır. Fakat, içerideki anıtsal bir taçkapıyı andıran
Anadolu'nun en büyük taş mihrabı ve tonozlardaki kapı gibi şekillendirilen merkez noktaları
ulaşılan iç mekânı aslında dünyaya ait kılar. Bunlar kapıların ardında açılan kapılar,
perdelerin ardında açılan perdeler gibidir. Burada insana, bu dünyada beden olarak
varolurken Cennet'in yada ilahî mekânın sınırlarından öteye geçemeyeceği fikri iletilir;
Tanrı ve Tanrı'nın mekânının kendisi için henüz soyut bir gerçeklik olduğu mesaji verilir.
Tanrı yaratısı evrenin simgelendiği Cami taçkapısı ve iç mekân Cennet'in yersel birer
ifadesi değil, ''aracı saha', 'geçiş bölgesi' ve 'iletişim alanı' işlevindedir.
Çarşı Kapısı / Çıkış Kapısı / Erkekler Kapısı / Batı Kapısı
Caminin batı cephesinde bulunan taçkapı "suk-i sultani" denilen eski kent çarşısının bu
kapının aşağısında bulunması nedeniyle bu adı almıştır. Aynı zamanda İslami geleneklere
göre büyük camilerde cemaatin caminin kıbleye açılan ana kapısından girerek namazdan
sonra yan kapıdan çıkması nedeniyle çıkış kapısı adını da almıştır. Yüksekliği cami ile
aynıdır. Süslemeleri ise Kıble Kapısına oranla daha sadedir.
Çıkış Kapısı'nın cephesi bitkisel ve geometrik motiflerle kaplıdır. Motiflerde düz ve ters lale
motifleri, yapraklar, geçmeli yıldızlar ve altıgenler, yarım ve bütün küreler ve kilim motifleri
görülmektedir. Çıkış kapısının alınlık saçak/korniş kısmı çeşitli zamanlarda yapılan
onarımlar sırasında bozulmuştur. 1905 yılında yapılan onarımlar sırasında da tepeye bir ay
yıldız yerleştirilmiştir. Kapının iki yanındaki mukarnaslı köşe nişlerinin iç yüzeylerinde ikisi
çift başlı biri tek kuş figürleri vardır. Bu figürlerin ilahî ve sultani güç, ayrıca gökyüzü-güneş
kapısı simgeleri olduğu düşünülebilir. Ayrıca bunlar, Sufi yazınındaki (ör. Arabî) Küllî Akl'ın
simgesi Kral Kartal (Simurg, eril ilke) ile nefs yani 'ruh'un simgesi Gerdanlıklı Güvercin
(dişil ilke) kavramları ile de ilişkilendirilebilir.
Şah Kapısı / Taht Kapısı / Doğu Kapısı
Şah Kapısı'nın yüksekliği 6 m, eni 4 m, derinliği 1,5 m'dir ve cephesi bitkisel ve geometrik
desenlerle bezelidir. Bu kapının camii inşaatının son aşamasında yapıldığı ve caminin
ahşap minberindeki bezeme benzerlikleri nedeniyle aynı kişi tarafından yapıldığı
düşünülmektediir. 20. yüzyıl başındaki onarımlar sırasında bu taçkapının işlevine son
verilerek eşiği kısmen örülmüş, demir parmaklık ve cam takılarak pencereye
dönüştürülmüştür.
Darüşşifa Taçkapısı
Darüşşifa taçkapısının silmelerle kademelendirilmiş anıtsal girişi, Caminin Kıble
taçkapısında olduğu gibi aşamalı bir ilerleme seremonisi için uygun mekânı tanımlar. Giriş
uluc-d2.jpg (21618 bytes)kapısı bir lotus tipte palmet ortasına yerleşmiştir. Bugün büyük
ölçüde kırık olan bu motif, gökyüzü ve güneş kapısını simgeler. Kapının sağına ve soluna
yerleştirilmiş erkek ve kadın başları dönemin astrolojisinde ve Sivas Şifahanesi eyvanında
gördüğümüz Güneş ve Ay simgeleridir. Burada Ahmed Şah ve Turan Melek kendilerini bu
birincil anlamın gerisine gizlemiş olabilir. Taçkapının üzerinde yükseldiği geniş kaide,
büyük kemerin üzerinde yükseldiği devasa sütun başları ve ortadaki sütun, yüzeyde kalan
bir taçkapının ötesine taşan mimari bir birim oluşturulmak istendiğini gösterir. Taçkapı ve
hatta iç mekân ile ilişkilendirebileceğimiz bu ara alan orta çağ İslâm sufi kozmolojisinde
'arketipik imgeler, ide, simge ve tekabüller dünyası' veya 'özerk imgesel biçimler dünyası'
anlamlarını veren 'alem el-misal' (Hurkalya yeri), başka deyişle 'orta dünya veya evren'
anlamındaki berzahdır. Berzah 'akıllar alemi' ile 'cisimler alemi' arasındadır. Burada her
dönemde çeşitli simge ve metaforlarla zenginleştirdiği hayalî topografyanın ögelerini
Külliye'nin taçkapılarında simgeler olarak buluyoruz.
Divriği Evleri ve Konak Mimarisi:Divriği Ev Mimarisi Genel Özellikler:
Divriği evlerinin tarihi uzantısı kale çevresine yerleşme ile başlar. Bu dönemde kale içine
sığmayan halk (Ermeni, Rum, Türkmen) kale dışına taşmıştır. Ermeniler ve Rumlar
Taşbaşı, Çirgişan, Güllübağ ve Horevenk mevkilerine, Türkmenler Ulucami, Kale, Iğımbat
tepesi etekleri ile Mercan Tepe mevkiilerine yerleşmişlerdir. Bu evler 17. yüzyılın sonlarına
kadar tek katlı olup hımış tekniği ile yapılmış evlerdir. Türkmenlerde evler, zemin taş ve
ardıç ağaçlarıyla sıkıştırılır ve üzerine dikmelerle bina inşa edilirdi. Ermeni ve Rumlarda ise
temel açılır su basmana kadar taşla sonra kerpiçle örülürdü. Bunların bulunduğu mevkilere
eski Divriği adı verilmiştir. Bu tip evlerin bazılarının harabeleri bugün dahi
görülebilmektedir.
Köse Paşa'nın önderliğinde Abuçimen Deresi'nin batı yakasına ev yapımına başlanmış,
yeni mahalleler kurulmuştur. Bu gelişme 16. yüzyılın sonları 17. yüzyılın başlarındadır.
Günümüze kalan evler yeni yapılaşma baladıktan sonra yapılan evlerdir. İnşaatlarında
hımış tekniği kullanılmıştır. Bu teknik ahşap taşıyıcı aralarının kerpiçle doldurulmasıdır.
Genel olarak iki katlı yapılmışlardır. Plan olarak alt katlar, ahır, anbar, kışlık bölümler,
mutfak gibi kısımları; üst katlar yazlık ve kışlık odaları, divanhane, kahve ocağı, misafir
odası gibi bölümleri kapsamaktadır. Evler genel olarak sokağa, avluya ve bahçeye doğru
geniş manzaralı, asıl cephelerini avluya dönmüş şekilde inşa edilmişlerdir. Selamlık
kısmının başoda (yaz odası) denilen bölümünde sokağa ve avluya taşmalar yapılmıştır.
Evlerin bir cephesi kıbleye dönük olacak şekilde konumlanmıştır. Odalar genellikle
dikdörtgendir ve giriş kapıları dip köşeye yerleştirilmiştir. Nimseki ve Toyhane gibi Anadolu
evlerinde pek rastlanmayan mekânlar oluşturulmuştur.
Divriği'de ahşap ve alçı süslemelerin güzel örneklerinin görüldüğü evler birçok bölgeye
göre daha iyi muhafaza edilmiştir. Ahşap süsleme özellikle tavanlarda, ayrıca kapı, yüklük
ve dolaplarda kullanılmıştır. Divriği evlerinde tavanlar mertek (kaplamasız) tavanlar, düz
tavanlar, nakışlı tavanlar (yıldızlı tavanlar) olmak üzere üç şekilde görülür. Mertek tavanlar
malzeme kalitesine göre Kallenguç (kırlangıç) ve Hampoş tavanlar olmak üzere ikiye
ayrılır. Nakışlı tavanlar, ince işçiliği ve motiflerin güzelliği ile ahşap süslemenin en yoğun
uygulandığı örneklerdir, Çarkıfelekli ve İşlemeli tavanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Alçı
süslemeler genellikle varlıklı ailelere ait evlerin selamlık bölümlerinde yer alan ocak ve
çiçekliklerde görülür. Ocak ve çiçekliklerde barok tarzındaki bitkisel motiflere
rastlanmaktadır.
Kentte 300 üzerinde görülmeye değer ev olup, 120 ev tescillenmiştir.
Plan Özellikleri:
Avlu ve Cümle Kapısı:
Geleneksel Divriği evleri duvarların arkasında yer alan büyük avlular ve bahçelerin içine
yerleştirilmişlerdir. Sokaktan avluya genellikle çift kanatlı cümle kapısı ile girilir. Cümle
kapıları çift kanatlı, kiremit saçaklarla örtülmüş ve özellikle çam ağacından yapılmıştır.
Kapılar kentte demirciliğin güzel örnekleri olan tokmaklar (şakşaklar), 'çekecek' adı verilen
demir halkalar, anahtar ağızlıklar, kilitler ve kapı kolları (kos) ile süslüdür.
Ayaz ve Bahçe:
Divriği evlerinde avlu genellikle harem ve selamlığı ayırmak amacıyla orta kapı adı verilen
çift kanatlı ikinci bir kapı ile bölünmüştür. Harem bölümünün ön tarafında yer alan ikinci
avluya 'ayaz' adı verilir. Burada dış ocaklık, fırın, tandır, ambar, odunluk, ahır, tuvalet ve
örtme yer alır. Ayazın Divriği evlerindeki en önemli özelliği sadece kadınlara ayrılmış bir
bölüm olmasıdır. Ayaz aynı zamanda avlu ile bahçe arasındaki geçişi sağlamaktadır.
Bahçeler çeşitli meyve ağaçları, sebze tarhları, küçük bir yoncalık veya bostan
bölümlerinden oluşmaktadır.
Selamlık (Dışarı Daire): Selamlık genellikle iki katlıdır. 'Yaz odası' (başoda) ve kış odasının
sokağa cepheleri vardır. Bazı evlerde 'yıldız köşkü' denilen beşgen ya da altıgen planlı bir
asma kat ilave edilmiştir. Yaz odası dışarı dairenin en önemli odasıdır. Geniş ve çok
pencerelidir. Yaz odaları özellikle tavan süslemeleri ile dikkat çeker. İkinci oda olan 'kış
odası' yaz odasına göre daha dar, az süslemeli ve az pencerelidir. Odayı ısıtmak için
kullanılan ocak odanın temel elemanıdır. Selamlıkta bu odalardan başka küçük bir ocakla
ısıtılan, bir sedir ve bir penceresi olan 'kahveocağı' denilen bir oda bulunur.
Selamlığın alt katında 'atörtmesi' denilen bir açıklık bulunur. Evin ve misafirlerin binek
hayvanları gündüz buraya bağlanır. Atörtmesinin yanından bir kapıyla binek hayvan
ahırlarına girilir. Üst kata atörtmesinin önünden avludan biraz yüksekçe olan
sahantaşından başlayan ahşap bir merdivenle çıkılır. Bu merdivene 'ayakçak' denir. Üst
katta 'ayakçakbaşı' denilen bir sahanlığa çıkılır. Ayakçakbaşı 'divanhane'nin girişidir.
Divanhane bir tarafı açık büyük bir sofa görünüşündedir. Yaz aylarında akşam oturmaları
burada yapılır. Evde erkek misafir olmadığı zamanlar kadınlar günlük işlerinin çoğunluğunu
burada yaparlar. Divanhanedeki selamlık kapısından 'aralık' kısmına girilir. Burası odalara
açılan kapıların bulunduğu küçük bir bölmedir.
Başoda (Yaz Odası):. Geniş boyutları ve dekorasyonuyla ilgi çeken en önemli oda
başodadır. Başoda 1850'den sonra 'yaz odası' ismini almıştır. Selamlık biriminin asıl
kısmını oluşturur. Başodanın cephesi sokağa ve avluya taşkın durumda inşa edilmiştir, bu
nedenle bol ışıklı, sokağa hakim bir konumdadır. 'Aşağı seki', 'kilimüstü' ve 'nimseki' olmak
üzere üç bölümden oluşmaktadır. Aşağı seki kapıdan girilen ilk bölümdür. Suluk ve çiçeklik
bu bölümde bulunur. Kilim üstüne alçak bir seki ile çıkılır. Asıl oturma işlevi kilimüstü
kısmındadır. Nimseki ise sohbetleri dinlemeleri ve oturmaları için genç erkeklere ayrılmış
olan kısımdır. Ayrıca yatıya kalan misafirler de burada ağırlanır. Başodanın tavanında
ahşap işçilikleri ön plana çıkar. Ayrıca alçı çiçeklik ve ocaklar bu odanın önemli
bölümleridir.
Yıldız köşkü (Cihannüma): Divriği evlerinde selamlık bölümünden merdivenle çıkılan bir
oda olan 'yıldız köşkü' üçüncü kat olarak görünmektedir. Türk konut mimarisinde
'cihannüma' olarak adlandırılan bu bölüm Divriği'de yıldız köşkü olarak adlandırılır. Tüm
cepheler üzerinde yer alan pencereler bu odayı seyir ve dinlenme odası yapmıştır.
Dikdörtgen, çokgen ve yuvarlak planlı örnekleri vardır.
Merdivenler: Geleneksel Divriği evlerinde 'ayakçak' adı verilen merdivenler iç ve dış olmak
üzere iki çeşittir. Dış merdivenler avludan birinci kata çıkışı sağlayan ahşap asma
merdivenlerdir. İç mekânda yer alan, katlar arasında geçişleri veya harem ve selamlık
arasındaki bağlantıyı sağlayan merdivenler de ahşaptır.
Divanhane (Sofa): Türk konut mimarisindeki 'sofa'nın Divriği evlerinde aldığı isimdir.
'Divanhane' avlunun selamlık girişinin ön kısmında yer alan dikdörtgen veya kare planlı dış
merdivenle çıkılan yarı kapalı mekândır. Ön tarafı açıktır, yan tarafları selamlık giriş kapısı
ve duvarlarla çevrilidir. Bazı evlerde süslemeli ahşap tavanlar, 'köşk', 'apteshane' ve ocak
da eklenmiştir. Divanhanenin ön tarafı açık olduğu için ahşap korkuluklarla kapatılır.
Divanhane evlerin selamlık tarafında yer aldığından erkek misafirlerin ağırlandığı
mekândır.
Harem (İçeri Daire): Harem bölümü genellikle tek katlıdır. Hareme giriş 'ayaz' adı verilen
avludan 'örtme' denilen, bir kısım ile yapılır. Örtme, Divriği ve yakın çevresi tarafından
kullanılan bir isimdir. Örtmeye açılan cümle kapısı ile içeri daire aralığına girilir. Bu dairede
en önemli bölümler 'toyhane', 'ocaklık' (mutfak) ve 'kiler'dir. Ayrıca evin genişliğine göre
birkaç oda bulunur. Toyhane kışın ailenin topluca oturmasına, yemek yemesine, el işi
yapmalarına göre planlanmıştır. Girişinde dikdörtgen veya kare biçimli bir 'aşağı seki',
buradan bir basamakla çıkılan uzun dikdörtgen biçimli bir 'kilimüstü', kilimüstünden bir
basamakla çıkılan 'kürsübaşı' kısımları bulunur.
Örtme: Evlerin ayaz kısmında, harem girişinin ön tarafında yer alan, ayazdan bir iki
basamakla çıkılan, dikdörtgen veya kare planlı sundurma şeklindeki yarı kapalı mekândır.
'Örtme' yaz aylarında günlük işlerin yapıldığı, misafirlerin ağırlandığı ve akşamları ev
halkının oturduğu bölümdür.
Toyhane: Geleneksel Divriği evlerine Türk konut mimarisi içinde önemli bir kimlik
kazandıran en önemli mekândır. 'Toyhane' başka bir bölgede yer almayan sadece
Divriği'ye özgü yaşam alanıdır. Selçuklularda kullanılan "Tabhane" (Toyhane) lerin, yakın
bir adla Divriği evlerinde yaşıyor olması ilgi çekicidir. Toyhane geleneği Divriği'de 20.
yüzyılın ikinci çeyreğine kadar kullanılmıştır. Özellikle kış aylarında bütün yaşamın geçtiği,
yemeklerin yendiği, misafirlerin ağırlandığı, düğün, sünnet, cenaze gibi törenlerin yapıldığı
bir salondur. Evlerin harem bölümünde yer almaktadır. Toyhane, 'aşağı seki' (ayakterzi),
'kilim üstü' (kilim mağı) ve 'kürsü başı' olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Aşağı seki
kapı girişinde yer alan kare planlı alandır. Bu bölümde 'suluk' adı verilen alçak bir raf yer
alır. Burada su kabı, ibrik, leğen, sabun gibi eşyalar bulunur. Evlerin mutfak kapısı da bu
bölüme açılmaktadır. Aşağı sekiden bir basamakla çıkılan dikdörtgen planlı kilim üstüne
çıkılır. Asıl oturma alanı olan kare planlı kürsü başı bölümünün tam ortasında kürsü adı
verilen ısınma aracı vardır. Kürsü başında, dört tarafta ortalama 90 cm boşluk bırakılarak
zeminden yaklaşık 25-35 cm derinlikte çukur açılır. Çukurun tam ortasına topraktan
yapılmış çanak biçiminde ateşlik yerleştirilir. Üzerine dört ayaklı 60-70 cm yüksekliğe sahip
ahşap 'kürsü masası' yerleştirilir. Masanın üstüne 'kürsü yorganı' denilen biri büyük diğeri
küçük iki yorgan örtülür. Yorgan ısının etrafa dağılmasını önleyerek kürsü başında her
zaman sıcak bir ortam olmasını sağlamıştır.
Ocaklık (Mutfak): Divriği'de mutfak 'ocaklık' ismini almıştır. Evlerin çoğunda iki mutfak
vardır. Harem bölümünde yer alan içeri ocaklık ısıdan yararlanmak amacıyla genellikle
toyhanede aşağı sekiye açılmaktadır ve orta büyüklükte bir oda seklindedir. 'Kahve ocağı'
küçük bir ocağın yer aldığı, misafirlere kahve ikramı için kullanılan bölümdür. Bu ocak
selamlık bölümünde başodaya yakın bir yere yerleştirilmiştir.
Dış Ocaklık: Yıllık işlerin yapıldığı yerdir. Tandır bu mekanda bulunur. Düğün, Gor gibi
toplu yapılan davetlerde yemekler burada pişirilir.
A'yan Ağa Konağı, Karayusuf Mahallesi Karayusuf Sokağı
1838 yılı civarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Konağı Karamahmud oğlu Mehmed Ağa
yaptırmıştır. Büyük bir konak olarak inşa edilen yapı tahribata rağmen Divriği'nin eski
evlerinin en dikkate değerlerindendir. İnşaatta yerli ustalar ile birlikte Sivas'tan ve
Trabzon'dan getirilen ustalar da çalışmıştır. Bugün sekiz ayrı kapı numarası olan yapı
orjinalde tek ve bütün bir konak olarak yapılmıştır.
Konağın orijinal plan şekli; selamlık, arkada avluya bakan 'mabeyn', daha arkada ara
sokak boyunca uzayan harem olmak üzere üç ana bölümden meydana gelmiştir. Ancak bu
orijinal plan şekli korunamadığı gibi günümüzde ancak Selamlık bölümünün bir kısmı
restore edilerek ziyarete açılmıştır. Bu üç bölüm alt ve üst katta birbirine sofalar, dehlizler
ve kapılarla bağlıdır ancak bugüne bu bütünlük ve bağlantı kalmamıştır. Avlular da birer
ara duvarı ile bölünmüştür. En büyük tahribat ise selamlıkla mabeyn daireleri arasındaki
bağlantıda olmuş, burada mevcut bulunan büyük divanhane ve dört oda ile alttaki ahır
tamamen yıkılmıştır.
Konağın orijinal yapısında avlusu iki kanatlı kapı ile sokağa açılmaktadır. Bu kapılardan
kuzeyde kalan kapı asıl cümle kapısıdır. Diğer kapı ise daha çok hizmetlilerin ve
hayvanların giriş çıkışı için kullanılmıştır. İki katlı olan selamlık bölümünün alt katı ahır,
depo ve hizmetli odasından oluşmaktadır. Üst kata çıkan 'ayakçak', bunun bağlı olduğu
'ayakçakbaşı', 'divanhane' ve divanhanenin altında bulunan 'at örtmesi' kısımları yıkılmış
durumdadır. Konağın orijinal planında üst katta geniş bir 'selamlık sofası', sokak
cephesinde bir 'başoda' (büyük yaz odası), kahve ocağı, yaz odası ve bir oda daha
bulunmaktadır. Başodanın avlu tarafında büyük kış odası ve selamlık sofasının etrafında
beş oda daha vardır. Günümüze ön cephedeki başoda, kış odası, kahve ocağı, ikinci yaz
odası ve arka odalardan bir tanesi kalmıştır. Başoda Divriği evlerinde selamlığın en önemli
bölümüdür. A'yan Ağa Konağı'nda başodada dört cepheye açılan pencereler odaya
aydınlık ve genişlik sağlar. Pencere ve tavan süslemeleri Divriği evleri içinde en dikkat
çekici süslemelerdir. İkinci ana bölüm olan mabeyn dairesinin uzun cephesi avluya, dar
olan cephesi ise ara sokağa bakmaktadır. Selamlığın arka bölümüne koridor ile
bağlanmıştır. Mabeynin alt katı önceleri anbar olarak kullanılmış fakat sonra ev biçimine
sokulmuştur. Üst katta ise selamlık avlusuna bakan üç oda ve bir küçük hayat vardır.
Üçüncü ana bölüm olan harem dairesi mabeyn bölümünün arkasında kalan iki katlı
bölümdür. Haremin cümle kapısı ara sokağa açılmaktadır. Haremin sokağa ve avluya
bakan yaz odasının tavan süslemesi ve diğer odalardaki ocak ve ahşap süstunlardaki
süslemeler selamlık bölümündekiler kadar dikkat çekicidir. Orijinal planda haremin alt
katında harem sofası ve çevresinde beş oda bulunmaktaydı. Üst katta ise yine büyük bir
sofa ve dört adet büyük oda olduğu bilinmektedir. Harem tarafının arka kısmında altta
mutfak, aralık, kiler ve toyhane bölümleri, üst katta iki adet oda ve yarı açık bir hayat
vardır. Hayatın ortasında bir hayat köşkü bulunmaktadır. Bugün harem orijinal plan şeklini
koruyamamıştır. Büyük odalar bölünmüş, haremin ön tarafında bulunan hamam yıkılmış,
mutfak bölünerek sokaktan bir giriş haline çevrilmiştir. Ancak alt katta bulunan toyhane çok
iyi korunmuş durumdadır.
Demiralay Konağı, Sancaktar Sokağı
1930 yılında inşa edilmiştir. Eski Hükümet Konağı model olarak alınmıştır. Fotoğrafçı
Şükrü Akın tarafından Sayit Demirkale ve Ateş Şükrü ustalara yaptırılmıştır. Yoldan
merdivenle sahanlığa çıkılan konağın cümle kapısı burada bulunmaktadır. Konağın
haremlik, selamlık ve avlu kısımları bulunmamaktadır. Kıble tarafında küçük bir ayaz
vardır. Evin dış cephesinin görülmeye değer olup, iç kısımları çok fazla değişikliğe
uğradığından orjinal plan yapısını kaybetmiştir.
Şeyhoğlu Evi, Cedid Paşa Caddesi-Sancaktar Sokağı köşesi
1928-1930 yılları arasında inşa edilmiştir. Veysel Usta ve Seyit Usta tarafından yapılan
evin batı cephesi Reşit Usta ve Mehmet Yüce Usta tarafından yapılmıştır. Geleneksel sivil
mimarinin son dönemine ait bir örnektir. Bazı ilaveler yapılmış olsa da orjinal plan şekli
günümüze kadar korunmuştur. Doğu-batı doğrultusunda konumlanan evin iç mekanlarında
harem ve selamlık ayrımı gözlenmezken, dış mekanlarda ayaz ve avlu ayrımı vardır. Bu
ayrım yaşamın geleneksel biçimde sürdürüldüğünü göstermektedir. Yapının 'sahanlık' ve
'ayakcakbaşı' diğer yapılara oranla küçüktür. Yaz odasının tavanı, dolabı ve çiçekliği dikkat
çekicidir.
Sancaktar Evi, Zelihahatun Mahallesi
Büyük bir hevesle yapımına başlanan fakat bitirilemeyen bu ev Cumhuriyetin ilk yıllarında
yapılmıştır. Sancaktar Evi ile Divriği'de ilk balkon yapımı denenmiş, yıldız köşkünün önüne
çok güzel bir balkonla bu balkona siper olan yaldızlı ve ahşap işlemelerle zenginleştirilmiş
bir saçak inşa edilmiştir. Bu evin yıldızköşkü Divriği evlerinde görülen asma yıldız
köşklerden farklı olarak binanın üstüne tam bir üçüncü kat olarak yapılmıştır. Ancak
Sancaktar Evi'nin gerek iç gerekse dış görünüşü eski Divriği evleri ile az benzerlik
göstermektedir.
Mühürdar Zade Evleri, Hacı Osman Mescid Mahallesi
19. yüzyılda inşa edilmiştir. Mahallenin en eski yapıları olup dar bir ara sokakta yer
almışlardır. Asıl sahipleri tarafından satıldıktan sonra düz toprak damları üzerine çatı
yerleştrilmiş, cepheler yeniden sıvanmış, pencere ve kapılar tadilat görmüştür. Ancak 19.
yüzyıl kimliğini korumayı başarmıştır. Savaş yıllarında bir süre hastane olarak
kullanılmıştır.
Tevrüzlü Evleri, Hacı Osman Mescid Mahallesi
20. yüzyıl başlarında inşa edilmişlerdir. Tevrüzlüoğulları diye anılan tüccar bir ailenin
evleridir. Eski hükümet binası yanında ve buradan çarşıya inen sokak boyunca
sıralanmışlardır. Başlıca üç gruptan meydana gelir. İçlerinde en önemlisi Şevket Efendi'nin
evidir. Bu evin ikinci katı üstünde sekizgen bir planla yükselen saçaklı yıldız köşkü dikkat
çekicidir. Şevket Efendi Evi 20. yüzyılın ilk yıllarında Ömer Usta tarafından yapılmıştır
ancak Tevrüzlü evlerinin bazı bölümleri daha eski yıllardan kalmadır. Ailenin zenginliği
sebebiyle pahalı ahşap işçiliğine geniş çapta yer verilmiş, tavanlar değişik tarzda ve
değişik motiflerle süslenmiştir. Son yıllarda satılan bu evlerde de telafisi mümkün olmayan
tadilatlar ve onarımlar yapılmış, yıldızköşk yıkılacak derecede harap olmuştur.
Abdullah Paşa Konağı, Cedid Paşa Mahallesi Paşa Camii Sokağı
20. yüzyıl başlarında inşa edilmiştir. Abdullah Paşa 1865-1917 yılları arasında yaşamıştır.
Paşa Divriği'nin köklü ailelerindendir ve I. Dünya Savaşı öncesi yarı resmi fonksiyonu olan
bu konağı yaptırmıştır. Ömer Usta tarafından yapılan konak Divriği'nin klasik ev tiplerinden
farklıdır ve inşasıyla Divriği ev mimarisine birçok yenilik getirmiştir.
Konağın orijinal planı selamlık ve harem olmak üzere iki ana kısımdan ve ikisi arasında
kalan mabeyn kısmından meydana gelmektedir. Harem ve mabeyn kısımları yanarak yok
olmuştur. Konağın avlusuna Divriği'de başka bir örneği bulunmayan süslü bir cümle kapısı
ile girilir. Selamlık avlusunda çeşme, atörtmesi, kuyu, hizmet odaları, geniş bir sahanlık ve
hareme geçiş için bir ortakapı bulunur. Alt kat birkaç oda dışında ahır olarak kullanılmıştır.
Üst katta açık bir sofadan büyük bir cümle kapısı ile selamlık sofasına girilir. Sofada
Selamlık köşkü ile başodaya çıkan merdivenler, mabeyn kısmına açılan kapılar ve arka
odalara açılan kapılar vardır. Selamlık kısmında başoda dört cepheye bakan geniş bir
mekândır ve çarkıfelekli tavan süslemesi Divriği'nin en önemli örneklerindendir. Konağın
mabeyn odası kısmında da yine çarkıfelekli bir süsleme mevcuttur. 30 yıldan fazla süre
askerlik dairesi, hastane ve karakol olarak kullanıldığı için orijinal plan şeklini kaybetmiştir.
Ede Bey Evi, Kalealtı Mahallesi Sitte Melik Türbesi'nin kuzeydoğusu
19. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. Şehrin eski yerleşme bölgesinde yer alan yapı 20
yıl jandarma karakolu olarak kullanılmış, iç ve dış kısımları büyük tahribat görmüştür. Plan
ve mimari özellikleri aynı tarihlerde inşa edilen Deliosmanağa evi ile benzerlik
göstermektedir. Evin restorasyon çalışmaları başlamıştır.
Deliosmanağa Evi, Kalealtı Mahallesi no:12
Karslıoğlu Evi, Abuçimen Mahallesi Serey Sokağı
Hafisioğlu Ebubekir Evi, Kültürlü Mahallesi Yüksel Sokak
Arıstak Zade Evi, Süleymanağa Mahallesi Köyyolu Sokak
Hacı Ferhat Evi, Gökçe Camii Mahallesi Hastane Yolu Kayaoğlu Tarlası Mevkii
Yolgeçti Evi, Abuçimen Mahallesi Budaklı Caddesi
Erçüklü Zade Yusuf Ağa Evi, Ahmet Paşa Mahallesi
Doğancıoğlu Evi, Abuçimen Mahallesi Doğancıoğlu Köprüsü karşısı
ılankırkanlı Zade Ali Evi, Ahmed Paşa Mahallesi Civan Sokak
Çolapverdi Zade Evleri, Zeliha Hatun Mahallesi Bülbül Sokak
Yılankırkanlı Zade Hasan Efendi Evi, Abuçimen Mahallesi
Burnazpaşa Zade Evleri, Dillioğlu Mahallesi Burnaz Sokak
Sütmolla Evi, İmamoğlu Mahallesi Kantepe Camii karşısı
Refik Durdu Evi, Zelihahatun Mahallesi
Alegil Evi, Abuçimen Mahallesi no:128
Budaklı Evi, Abuçimen Mahallesi no:52
Faik Şenol / Nurhan Özaygün Evi, Abuçimen Mahallesi no:188
Mehmet Şenol Evi, Abuçimen Mahallesi no: 186
Ayangil Evi, Ahmet Paşa Mahallesi no: 94
Hacı Mazunlar Evi, Ahmet Paşa Mahallesi no:11
Haşgelizade Evi / Efrayim Yurtsever Evi, Aşağı Hamam Mahallesi no:26
Haşgelizade Evi / Başkatipgil'in Evi, Aşağı Hamam Mahallesi no: 24
Ömer Bey Evi, Aşağı Hamam Mahallesi no: 22
Çavdarlı Evi / Seyit Tapik Evi, Gökçe Camii Mahallesi no: 21
Hahamoğlu Evi / Remzi Çandar Evi, Gökçe Camii Mahallesi no:12
Hacı İbrahimler Evi / Kadıoğlu Evi, Gökçe Camii Mahallesi no:65
Mandılı Evi / Kırksekizler Evi, Gökçe Camii Mahallesi no:11
Sancaktar Evi / Eşkıncılar Evi / Kırksekizler Evi, Gökçe Camii Mahallesi no: 13
Özcanlar Evi / Kemal Demirtaş Evi, Güllübağ Mahallesi no: 9
Palancılar Evi / Arslanburçlar Evi, Güllübağ Mahallesi no:15
Çankayalar Evi / Yusuf Efedi'nin Evi, Hacı Osman Mescidi Mahallesi no:24
Çerçioğlu Evi, Hacı Osman Mescidi Mahallesi no:18
Abdaloğulları Evi, İmamoğlu Mahallesi no:6
Decdelioğlu Evi / Arabacılar Evi, İmamoğlu Mahallesi no: 34
Sayarlar Evi, Kalealtı Mahallesi no: 15
Alanlı / Çalapverdi Evi, Karayusuf Mahallesi no: 9
Mahmut Çavuşoğlu Evi, Karayusuf Mahallesi no:147
Güllüoğulları Evi / Semiz Evi, Karayusuf Mahallesi
Ayanoğlu Evi / Saatçiler Evi, Kemankeş Mahallesi no:25
Nazlılar Evi / Hacı İbrahimler Evi, Kemankeş Mahallesi no:17
Trampacılı Evi / Hamamcıoğlu Evi / Kazım Özçelik Evi, Koca Paşa Mahallesi no: 4
Aydınlı Evi, Küçük Hüseyin Mahallesi no: 31
Halifere Evi, Süleyman Ağa Mahallesi no:15
Sağıroğlu Evi / Türkmen Evi, Süleyman Ağa Mahallesi no:10
Halifere Evi / Tapikler Evi, Süleyman Ağa Mahallesi no:17
Bedrettin Nebipaşaoğlu Evi, Turabali Mahallesi no:6
Bahattin Nebipaşaoğlu Evi, Uluzar Mahallesi no:7
Hamulluoğlu Evi, Ulu Camii Mahallesi no:7
Eşkıncılar Evi, Zeliha Hatun Mahallesi no: 5
Hahamoğlu Evi / Kasapgil Evi, Zeliha Hatun Mahallesi Cedidpaşa Caddesi no:60
Kalaycıoğlu Evi / Ömer Uluçay Evi, Zeliha Hatun Mahallesi no:64
Katırcıoğlu Evi, Zeliha Hatun Mahallesi Gülsem Karababa Sokak no: 3
Kozoğlu Evi / İbrahim Erçelik Evi, Zeliha Hatun Mahallesi Kozoğlu Sokak no: 6
YEMEK KÜLTÜRÜ
Divriği, zengin bir yemek ve mutfak kültürüne, sofra görgüsüne ve geleneklerine sahip bir
yöredir. Sonbaharda geleneksel olarak etlerden kavurma/etlik yapılır. Bitkisel besinlerden
en çok kullanılan buğdaydır. İlçe sınırları içinde yetişen sebzeler, kendiliğinden yetişen
bitkiler, sofralarda zengin bir çeşitlilik olarak karşımıza çıkar. Divan-ı Lügat-it Türk'te yer
alan kömbe, kuymak, tutmaç, umaç ve ugut, Divriği mutfağında pişen yemeklerdendir.
Elma, ayva ve armut meyvelerinin kurularına gah, kayısı ve erik kurusuna çir, dut kurusuna
ise çemiç adı verilmiştir. Ayrıca, Divriği cevizi ünlüdür. Kurubaklagiller Divriği mutfağında
önemli yer tutan diğer bir besindir. Baharatlardan ise en çok reyhan, anuhotu (anık) isimli
dağ reyhanı ve kekik kullanılır.
Pilavlar
Alatlı pilav: Diğer adları; Divriği pilavı, muhaşerli pilav, ak pilav, çocukların deyimiyle de
uyuyan pilavdır. Bayramlarda düğünlerde, özel misafirler için ve iftar sofralarında pişer.
Pilav için önce muhaşer hazırlanır. Muhaşer, ıslatılarak kabuğu çıkmış ve ikiye ayrılmış
nohuttur. Daha sonra üzüm ayıklanır. Pilavda kullanılan üzüm, bu yörede bamya, parmak
ya da Besni üzümü adıyla bilinir. Et olarak koyun, keçi, tavuk, hindi hatta geyik eti, bıldırcın
eti, keklik eti konulabilir. Kefleme yapılır. Kefleme etin kemikten ayrılıp parmak
büyüklüğünde parçalara bölünmesidir. Keflenmiş et sinilere serilir, üzerine alat (pilava
lezzetini veren baharat); bahar, karabiber, karanfil ve tuzdan oluşan karışım serpilerek
üzeri tülbentle örtülür. Bu işlemler bir gün önceden yapılır. Daha sonra kuru soğan ve alat
katılır. Baharatlı soğan yağda bir iki kez çevrilir. Bir gün önceden hazırlanmış karışım
konur ve karıştırılır. Üzerine tuzlu suda bekletilip süzülmüş pirinç ve yeteri kadar su eklenip
pişmeye bırakılır. Pişmeye yakın tereyağı eritilip dökülür. Piştikten sonra üzerine temiz bir
bez örtülüp demlenmeye bırakılır. Tepsi ya da lengere ters çevrilerek sofraya getirilir.
Üzüm hoşafı ile ikram edilir.
Ayrıca Dibi döşemeli pilav, Çandır Baba pilavı, Pullu pilav yöre yemeklerindendir.
Çorbalar: Tırta, Baduç aşı, Düğürcek aşı (pıt pıt aşı), Ekşi aşı (eşgiaşı), Helle aşı, Bulgurlu
süt aşı, Sütlü yarma aşı, Tırhıt, Umaç aşı, Tutmaç aşı, İnce erişte aşı, Yoğun erişte aşı,
Kellecoş, Tirit, Pastigan aşı, Borana
Et Yemekleri ve Köfteler: Beyran, Gömlek dolması, Köz kebabı (külbastı), Kuzu dolması,
Ciğer sarması, İskembe (has)-Mumbar (sucuk), Tavuk-hindi (culluh) dolması, İri köfte (içli
köfte), Ayranlı köfte/yoğurtlu köfte.
Sarmalar: Karayaprak sarması, Herdemgüzeli sarması, Evelik sarması, Kazankarası
sarması
Yörede Yetişen Bitkiler ve Sebzeler: Herdemgüzeli (perdemgüzeli), evelik, pürpürüm,
kazankarası, yemlik, tellice, kuşkuş (guşguş) ve yüksüfotu gibi bitkiler bahçelerde
kendiliğinden yetişir. Akpancar tarlalarda, ışkın (eşkın), madımak (madımalak), kuzu
kulağı, teke sakalı, hıyarcık, kasnı, kenger, çiriş ise kırlardan ve dağlardan toplanan
bitkilerdir. Ayrıca; Baduç kavurması, Patlıcan kabuğu yemeği, Kabak çiçeği dolması,
Sarmısaklı kök, Yer elması, Kazankarası, Göbelek, göbek (mantar), Yarpuz/narpuz,
Yemlik bulunur.
Diğer yemekler: Keşkek, Gendime pilavı, Pancar pilavı, Cumur, Sırım
Hamurişleri ve Tatlılar: Babikko, Bazık, Beksimet (peksimet), Bisi, Hurma, Gatmer
(katmer), Kopili, Kömbe, Dönderme, Kapama, Külleme, Pazik, Yufka kızartması yörede
yapılan başlıca hamurişleridir. Divriği mutfağında sütlü tatlılar, meyve ve baklagiller ile
yapılan tatlılar ve unlu tatlılar yer almaktadır. Aslak (kuru kayısı) kavurması, incir
kavurması, ayva dolması, sütlü pekmezli elma dolması, cevizli elma dolması, cevizli
havuç, ballı börek, ballı kabak, bastık (dut pekmezi) kavurması (kombis), datlas (aşure),
hasirde, kar helvası, hurma-tava hurması, kadayıf (gadeyif), kaygana/ballı
yumurta,kuymak (guymah), baklava (paglava), dilber dudagı, hanım bilegi, sarıgı burma,
sütlaç (süt ası), tohinik, tel tel (tel helvası), ugut yörede yapılan başlıca tatlılardır. Ayrıca
gül, kabak, karakemas (erik türü) reçelleri, gül şurubu, vişne, kayısı, kızılcık şerbeti yöresel
reçel ve şerbetlerdir.
Kiler (kilar) kültürü: Divriği mutfağında kiler, önemli bir yer tutar. Yazdan sebze, meyve, süt
ürünleri ile kış ayları için çeşitli hazırlıklar yapılır. Hem ekonomik yönden, hem de besin
yönünden yemeklere destek olur. Yörede yapılan başlıca turşular şunlardır; Alıç (Aluç)
turşusu (bir çeşit dağ meyvesi), Baduç tursuşu (yeşil fasülye), Dip turşusu (pancar kökü),
Kabak turşusu, Karpuz-kelek turşusu, Tırhik armudu turşusu. Hazırlıklar içinde
kurutmalıklar önemli bir yer tutar. Baduç kurutması, Bamya kurusu, Biber kurusu, Kabak
kurusu, Patlıcan kurusu, Anuh kurusu, İreyhan kurusu, Maydanoz kurusu, Nane kurusu
yörede hazırlanan kurutmalıklardır. Kabuğu soyularak kurutulan meyveler kak, çekirdekli
olup kurutulanlar çir ismini alırlar. Bunlar şöyle sıralanabilir; Elma gahı, Armut gahı, Ayva
gahı, Erik çiri, Kızılcık çiri, Aşlak (kayısı) çiri, Berge çiri, Vişne kurusu. Ezmeler, adından da
anlaşılacağı gibi ezilip pişirilerek elde edilen meyve ve sebzelerdir. Bunları şöyle
sıralayabiliriz; Erik ezmesi, Kayısı ezmesi, Kızılcık ezmesi, Domates ezmesi (pelver), Biber
ezmesi. Bastık (bastıh), meyvelerin ezilip, pişirilip süzüldükten sonra yeniden kaynatılıp
koyulaştırılarak bez ya da tepsiye serilerek pestil haline getirilmesine denir. Ekşi kış eriği
veya aluçar (can eriği) bastığı, Berge (Aşısız kaysı) bastığı, Dut bastıgı, Hamam bastıgı
(karışık meyveler) yörede yapılır. Bunlardan başka ayrıca saruç, Dut pekmezi (tutbalı),
Sütlü pekmez de yörede hazırlanan yiyecek türleridir. Saruç, içi ceviz ya da meyveyle, dışı
dut ya da üzüm şırasıyla elde edilen eğlencelik yiyecek türüdür. Sütlü pekmez dut
pekmezinin içine süt ilave edilerek yapılır.
Özel Gün Yemekleri
Şeker Goru: Nişanlı kıza oğlan evi tarafından kayınvalidesi, görümcesi, yengesi hatta
komşusu tarafından şeker ikramı yapılması geleneğine şeker goru denir. Bu gelenek halen
sürmektedir.
Elmalı Semah: Düğünden önce kız evinde kına gecesi yapılırken, oğlan evinde damat
arkadaşlarıyla elmalı semah yapar. Sarmalar, köfteler, ciğer kavurmaları, ve salataların
yanında; meyveler, özellikle de bol elma yiyerek gençlerin çalgılar eşliğinde neşe
eğlendikleri, karşılıklı kaşık havası oynadıkları bir tören olan elmalı semah bir çeşit
bekârlığa veda, evliliğe uğurlar olsun toplantısıdır.
Hacı Düğünü ve Hacı Yemeği: Hacıların döndüğü gün, ya kendi evinde ya da bir yakınının
evinde 10-15 kişilik bir karşılama yemeği yapılır. Eğer evde nişanlı gençler ya da sünnet
olacak çocuk varsa bunların düğünü hacı yemeği ile birlikte yapılır ki buna hacı düğünü adı
verilir. Eğer yoksa bu yemeğe sadece hacı yemeği adı verilir.
Çandır Baba Pilavı: Mahalle çocukları Çandır Baba aracılığıyla yağmur yağmasını isterler.
Bir sırığa korkuluk gibi eski püskü elbiseler giydirilir ve kuvvetli bir çocuk Çandır Baba adı
verilen bu korkuluğu alır ve öne düşer, arkada mahallenin diğer çocukları hep bir ağızdan
tekerleme söylerler. Bunu söyleyerek mahalleyi dolaşan çocuklar gittikleri evlerin kapılarını
çalarak bulgur ve yağ isterler. Kimi ev yağ, kimi ev bulgur verir, kimi evler de çocuklara,
öncü bir yağmur gibi su serperler. Topladıkları malzemelerle, yaşlı bir hanım tarafından
evlerine buyur edilirler. Kadın dua ederek pilavı ocağa koyar. Birlikte oturulup yenilir.
Böylece sofradan kalkmadan duaların kabul edildiğine inanılır.
DİVRİĞİ KÜLTÜRÜ
Divriği'de Kullanılmış Bayan Kıyafetleri ve Aksesuarları
Helaliye Gömlek, Üçpeş, Şalvar, Fermana, Kalkmalı, Bindallı, Caket, Ceket (Hırka),
Dövmeli Fistan, Küpürlü Fistan, Parça Entari, Şovkıya, Yıldızlı (Sinekli) Kadife, Karaçadır
(Maroken), Alacaçadır, Dövmeli Çadır, Bağdat Çadırı, Altınlı Hindi, Fes, Lahuri Şal,
Trablus Kuşak, Yün Kuşak.
Üçpeş (Üç Etek): Kadınların, genç kızların giydiği bir etek çeşididir. Arka tarafı bir, ön tarafı
iki parçadan oluştuğu için bu ismi almıştır. "Peş" etek için kullanılan parça anlamına gelen
yöresel bir deyimdir.
Şalvar: Üçpeşin altına giyilerek kullanılan bol kesimli bir giysi parçasıdır.
Fermana (Salta): Bir çeşit kısa cepkendir. Fermana üçpeşin üstüne, sırta giyilerek
kullanılan giysi parçalarındandır. Üzeri sim, sırma, şeritlerle işli yün, kadife, keten
kumaşlardan yapılır.
Kakmalı: İpek kadifeden, altın sırma ve iplerle, ağır Osmanlı motifleriyle, çok ince işçilikle
yapılmış, çok değerli bir giysi çeşididir. Eskiden gelin kıyafeti olarak kullanılmıştır.
Bindallı: Kumaş, işleme ve motif özelliğiyle kakmalı ile büyük benzerlikler taşır. Bindallı da
eski zamanlarda gelin kıyafeti olarak kullanılmıştır.
Caket (Ceket): Model özelliği açısından günümüz ceketlerine benzemektedir. Vücuda
oturan, yanlardan cepli, şal yakalı bir giysidir.
Libade (Ceket-Hırka): Dize kadar uzanan on iki parçadan oluşmuş, omuzları dikişsiz, ön ve
arka parça bütün olarak hazırlanmış, ince işçilikli bir giysi çeşididir. Model olarak bugünün
tayyörlerini anımsatmaktadır. Üçpeşin üzerine giyilir.
Yıldızlı Kadife (Sinekli): Divriği'de yaşlı hanımların yakın zamana kadar kullandıkları bir
elbise türü olmuştur. Bu giysiyi giyen bayanlar, yörede kendilerine uygun takılarla
kıyafetlerini tamamlamışlardır.
Çadır Geleneği:
Divriği yöresinde Alaçadır, Akçadır, Bağdat çadırı, Dövmeli çadır, Karaçadır, Maroken gibi
çeşitleri bulunmaktadır. Hepsinin kullanım yeri ayrı olan bu çadırlar, günlük hayatta,
nişanda, düğünde ve yaşlara göre kullanım alanlarına ayrılmaktadır.
Lahurişal, Peştamal, Trablus Kuşak, Yün Şal, Kemer: Bu şallar, el tezgahlarında, yün veya
ipek iplerle, bitkisel ve geometrik desen özelliğinde, kare şeklinde dokunmuştur. Şalar
üçgen şeklinde katlanarak bele bağlanarak kullanılmıştır.
Altınlı Hindi, Tepelik, Sıra, Fes: Başa bağlanarak kullanılan aksesuar ve takılardır.
Divriği'de Kullanılmış Erkek Kıyafetleri ve Aksesuarları
Yakasız Göynek (Helaliye Göynek), İşlik, Çuha Şalvar, Çuha Yelek, Cepken, Atlas Entari,
Lahuri Şal, Yün Şalı, Trablus Kuşak, Abaniye, Dalfes (Puşulu Fes).
İşlik: Yörede ismine 'Şetari' denilen pamuklu, parlak satenden, boyuna çizgili kumaştan
yapılmış bir nevi gömlektir.
Çuha şalvar: Yedi yaprak şalvar da denir. Kırmızı, lacivert veya siyah çuhalardan yapıldığı
söylenmektedir.
Çuha yelek: Lacivert, bordo, siyah renklerde, yün çuhadan yapılmış bir yelek türüdür. İşlik
üzerine giyilir. Cumhuriyet'ten önce kullanılmıştır.
Cepken: Siyah, bordo veya lacivert çuha üzerine sırma ile işlemeli bir yelektir.
Atlas entari: Düz ya da sarı, siyah, bordo karışımlı birbirinin üzerine binmiş kopuk çizgili
desende kumaştan dikilmiş bir erkek elbisesidir.
Dalfes (Puşulu fes): Bu işle uğraşanların çıkarttıkları özel kalıplar doğrultusunda dikilmiş
olan dalfes, kalın çuhadan, kırmızı, bordo renklerinde yapılmış bir fes türüdür. Dalfesin üst
kısmına büyük, mavi bir püskül takılmış, dış kısmına da puşu denilen bir örtü bağlanmıştır.
Bu puşunun bir ucu da omuza doğru sarkıtılarak kullanılmıştır.
Divriği'de Geleneksel Kadın Ziynet Eşyaları, Takı ve Süsler
Divriği yöresi, geleneksel giysileri yönünden olduğu kadar, ziynet eşyaları, takı ve
aksesuarları açısından da zengindir. Başa takılan ve bağlanan gablak, tepelik ve eğri
başın yanında başlıkla birlikte kullanılan istifan, yüz inci (yüz salkım), sıra ve balik vardır.
Ayrıca altunlu hindi ve akarsu örtü adı verilen bağlayıcılar ve hırtlatma, şerit ve hırtlik adı
verilen boyun ve boğazı süsleyen, göğüse kadar inen takılar vardır. Elbise üzerine takılan
hameyli, yan tövüt, altın saat ve kemerler, hamam takıları olarak bilinen ortağa, altınlı
tarak, süslü takunyalar, diğer eşyalardan şıp şıp bilezik, bozovdiş, küpe, altun cebe ve
buna benzer pek çok eşya örnekler arasında sayılmaktadır. Bu eşyaların pek çoğunun
halen özel gün ve gecelerde kullanıldığı da belirtilmektedir.
Divriği'de Ayakkabı: Divriği'de köşker esnafı adıyla anılan ayakkabı ustaları tarafından
tamamen el emeği ve özel kalıplarla yapılan ayakkabı türlerinden özellikle yemeni kadınerkek, yaşlı-genç hemen hemen herkesin ev dışında giymiş olduğu bir ayakkabı çeşididir.
Bu yüzden diğer ayakkabılara göre biçim ve şekil yönünden daha zengindir. Dikim
özelliklerine göre; düz yemeni (sağsız-solsuz), çapula cinsi yemeni (düz ve sağlı-sollu
kalıplı), kadın yemenisi (zenne), markup kadın yemenisi, çoban lastiği (katırcı yemenisi,
kaba yemeni) diye çeşitlenmektedir.
Halkoyunları :
Haliloğlan, Karaerük, Mormenekşe, İzzet, Dumbucanın bayırı, Analar-Sunalar, Üçayak.
Çalgılar: Def, Ud, Ney, Keman, Saz, Bağlama, Kaval, Zurna, Davul.
Türküler:Açil Mor Menevsem, Dumluca'nin Bayirina, Gah Get Havası, Gara Erük Çağala,
Gelin havası, Halil Oğlan, İzzet, Köprüden Geçti Gelin, Menöyşe, Su Sızıyor Sızıyor
Halıcılık: Son zamanlarda gerileme olduğu gözlemlense de halı dokumacılığı Ödek
Köyü'nde oldukça yaygındır. Halı motiflerinde insanların beklentilerinin, ruhsal
durumlarının, özlemlerinin, acılarının, inançlarının, anılarının yani bütün yaşamlarının ve
kültürlerinin yansıtıldığı söylenmektedir. Dokumalar tamamen el emeğidir. Yünün
toplanması, yıkanması, boyanması, ip haline getirilmesinden halının dokunmasına kadar
her aşama elle yapılır.
DiVriği'de Kültür ve Yaşam
Divriği'nin gelenekleri sosyal yaşamın içinde bazı bozulmalara uğrasa da, halkın büyük
kısmı geleneklerine bağlıdır. Yeni yaşam tarzları ile katı-tutucu olmayan geleneklerini
uyum içinde sürdürmeyi başarmışlardır.
Geleneksel kıyafet, takı ve ziynet eşyalarının kullanımı önemli düğünlerde kalmıştır ve bu
kıyafetlere sahip aile sayısıda oldukça azalmıştır.
-Geleneksel Erkek Kıyafetleri
-Geleneksel Kadın Kıyafetleri
-Eski Erkek ve Kadın Takı ve Aksesuarları
-Folklorel Halk Oyunları ve Çalgılar
-Kız İsteme
-Nişan
-Kına Gecesi
-Düğün Merasimi
Geleneksel Erkek Kıyafetleri
Divriği'de kullanılan eski erkek kıyafetleri; Cepken, Atlasentari, Çuhaşalvar, MarkupYemeni, Şal, Puşulu Fes, Göynek, İşlik, Kuşak gibidir.
Geleneksel Kadın Kıyafetleri
Divriği'de kullanılan eski kadın kıyafetleri; Salta, Üçetek, Acem Kişmir, Lahur Şal, Bağdat
çarşafı, Sarıçizme, Kakmalı, Dövmeli, Bindallı, Dövmeli çadır, Fermana, Yağlık, Dolah,
göynek gibidir.
Eski Erkek ve Kadın Takı ve Aksesuarları
Tepelik, Gaplak, Eğribaş, Yozgatbaşı, Yantepe, Zevkat tepesi, Zogat başı, Yüzinci, Sıra,
Balik, Altunlu hindi, Hırtlatma, Şerit, Hırtlak, Hameyli, Yant övüt, Kösteksaat, Cebe, Sutare,
Bozovdiş Küpe, Sallama kemer, Gramusa, Top, İnci, Hasırbilezik, Beşibirlik, Kaşlar,
Ortağa, Altunlu Tarak, Süslü takunya gibidir.
bindallı
FoLklörel Halkoyunları ve Çalgılar
Halk oyunları: Haliloğlan, Karaerük, Mormenekşe, İzzet, Dumbucanın bayırı, AnalarSunalar, Üçayak.
Müzik aletleri: Def, Ud, Ney, Keman, Saz, Bağlama, Kaval, Zurna, Davul.
Kız İsteme
Divriği de kız isteme Anadolunun her yerinde olduğu gibi oğlanın anne, baba veya yakın
arabalarının kız evine görücü gitesiyle başlar. Erkek tarafı kız güzel mi, ahlakli mi, eve
bağlı mı, büyüklere saygılı mı gibi bazı meziyetlerini çözmeye çalışırlar. Kız evi de; oğlanın
içkisi,kumarı var mı, ehli namus ve iffetli mi, kazancı, mesleği, işi iyi mi, evcivan mı, hayın
ve hırsız mı şeklinde tahkikat yaparlar. Bu araştırmaların cevabı: Başından yukarı ses
çıkmaz, abdestli namazlı, karısı, kumarı, rakısı yok, kimsenin tavuğuna kışt dememiştir
şeklinde alınırsa, (Allahın emri, peygamberin kavli ile oğlumuz.....'ye kızımız .....'e dünür
geldik) denilerek "kız" istenir.
Nişan
Nişan günü sabah 9 da erkekler kız evine gelirler. Burada kız evindekiler gelenlere
kolonya, lokum, kahve, çay ve pasta ikram ederler. Sonra şerbetler içilir ve misafiler
buradan ayrılır. Oğlanın yakın akrabaları gelerek kızı giydirir ve nişana hazırlayarak
davetlilerin yanına götürürler. Oğlan ve kız yanyana oturtulur. Oğlanın yakın
akrabalarından biri kurdela ile bağlı yüzükleri takar ve bi konuşma yaptıktan sonra
kurdelayı keser. Çiftin başlarından pullar dökülür.Ancak bütün nişanlarda kız ve oğlan yan
yana olmaz. Erkeğin yüzüğü erkekler arasında, kızın yüzüğü kadınlar arasında takılır.
Nişan merasiminden sonra kız evi, oğlan evine tatlılık adı verilen, içinde çay şekeri, onun
üzerine çeşitli çikolata ve şekerler konularak bir sürahi şerbetle birlikte, okuyucu adı verilen
genelde yaşlı bir bayan eşliğinde bir tepsi gönderirler. Dörtbeş gün sonra bu tepsi üzerine
bir kutu şeker daha ilave edilerek gönderilir.
Nişan olarak oniki altin bilezik, bir altin kelep inci, bir kol saati, bir miktar para, nişan
elbisesi, iç çamaşırı, sabahlık, gecelik, ayakkabı, terlik, kolonya, evdeki anne, baba ve
kardeşlere elbise takımı gelir. Nişan takıldıktan 15 gün sonra da nişan hamamına gidilir.
Daha sonra sağlik raporlari alınır. Resmi Nikah, peşinden de imam nikahı kıyıldıktan sonra
düğün günü belirlenir. Düğünden 1 hafta önce boy adı verilen, gelinin en kıymetli elbisesi
oğlan evine gönderilerek duvara asılır. Düğün günleri genelde perşembe ya da pazara
denk getirilir.
Kına gecesi
Düğünden dört beş gün önce okuyucu "fatan hatunun selamı var, cuma günü kına
hamamına, cumartesi günü tohuma, pazar günü de düğüne buyurun diyerek yakın akraba
ve dostları düğüne çağırır. Kına hamamını, kızın yakın hısımlarıdan biri yapar. Burada
davetliler bir arada yıkanır. Davetlilere şeker ikram edilir ve her kadına bir kalıp sabun
verilir. Geline ve isteyen kadınlara kına sürülür.
Düğünden bir gün önce yani, cumartesi günü oğlan evi tarafindan tohum gönderilir.
Tohumda beyaz gelinlik, ayakkabı, çanta, tuvalet takımı, iç çamasırı, üç deste mum, bir
paket kına, düğün pilavına bereket getirmesi için üçer okka üzüm ve pirinç bulunur. Ayrıca
kızın erkek kardeşine bir takım elbise veya tabanca kardeşyolu adıyla gönderilir.
Kına akşamı olunca oğlan evi çesitli çalgılarla kına baskınına gelirler. Kiz evi çalgılarını
bırakarak görevi erkek evine bırakır. Bunu takiben yaklasik 4 metre uzunluğunda bir
kumaştan yapılan ve baş kısmı çiçeklerle süslü bir duvak takan gelin bahçeye çıkar.
Başına dut ağacı veya baska bir ağaç sallanır. Bu esnada gelin türküsü söylenir.
Kız sana gerek bir ana
Ağlasın yana yana
Iki gözüm canım ana
Bugün ayrılık günleri
Kız sana gerek bir kardeş
Ağlasin yavaş yavaş
Iki gözüm canım kardeş
Bugün ayrılık günleri
Gelin içeri girdikten sonra halay çekilir. Oğlan evinden gelenler gelin kınasını sürdükten
sonra evlerine dağılır.
Düğün Merasimi
Kız giydirilerek davetlilerin yanına çıkarılır ve oturtulur. Armoni, def, saz, şişe çalınır ve
oyunlar başlar. Tahta kaşıklar eşliğinde çeşitli figürler sergiler ve oyunlar oynarlar. Oyunları
takiben saat 10 civarında yemekler yenilmeye başlanır. Yemekler bol etli pirinç pilavı olan
meşhur Divriği Düğün Pilavı ve üzüm hoşafından ibarettir. Misafirler büyük sinilerin
etrafında toplanırlar ve büyük bir tepsi içinde getirilen pirinç pilavını hep birlikte yerler.
Yemeği takiben gelinin çeyizi getirilir. Her aile gücü nisbetinde kızına yirmibeş kırk takım
elbiselik verirler. Damadın annesine, babasına, kardeşlerine ve akrabalarına da elbiselik
kumaş adına kat denilen kumaştan konulur. Ayrıca kıza iki kat yatak, oda takımı, yatak
takımı limonata ve çay takımları verilir.
Saat 14.00 civari oğlan evinden dünürcü denen kadınlar ve erkekler kız evine gelirler.
Dünürcülere lokum ve şeker ikram edilir. Damadın yaşlı akrabalarından biri arabada
gelinin önüne, iki genç gelin ise sağına ve soluna oturtulur. Gelinin üzerinde ise işlemelerle
işlenmiş bağdat çarşafı denen bir çarşaf vardir. Gelin arabaya binerken üzerinden para
serpilir ve bu para daha sonra çocuklar tarafından sevinç içinde toplanır. .
Eski tarihlerde, geline gideceği gün kolları geniş kesimli kaftan adı verilen bir giysi
giydirilirdi. Ayrıca beline büyük göbekli bir gümüş kemer bağlanırdı. Başına da al kadifeden
yapılmış kalpak ya da otağa denen gümüş parmaklı taç konur. Ayağına sim işlemeli terlik
ve kendine de ipek işinden yapılmış gelinlik giydilirilirdi ve tahtıravana bindirilerek
götürülürdü. Tahtıravan yürüyen taht demektir ve üzeri kırmızı bir bezle örtülü dört köşeli
bir arabadır. Bu arabayı önden ve arkadan birer at çekerdi. Tekerlekleri yoktu.
Şimdiki otomobil ile yapılan gelin arabalarının önüne ince halı örtülür. önüne küçük
arabalar bağlanarak, kurdele ve çiçeklerle süslenir.
Gelin damat evine gidince damadın akrabalari tarafında başından aşaği para saçılır.
Damat onu kapıda karşılar, birlikte odalarına giderlerdi. Burada bir kahve içimi kadar
kalınır ve damat ile gelin burada birbileri ile tanışırlardı. Daha sonra gelin davetlilerin
huzuruna çıkarılır ve çeyiz gösterilirdi.
DOĞANŞAR
İç Anadolu Bölgesinin kuzey doğusunda, Karadeniz ile İç Anadolu Bölgesi arasında, Sivas
İline bağlı bir ilçe olan Doğanşar, doğusunda Koyulhisar, batısında Yıldızeli, kuzeyinde
Tokat iline bağlı Almus ve Reşadiye ilçeleri, güneyinde de Hafik ve Zara ilçeleri ile
çevrilidir. Sivas’ın kuzeyinde yer alan İlçe toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına
sahip olup yaylalar büyük yer kaplamaktadır.
İlçe topraklarını Yeşilırmak’ın kollarından olan Tozanlı Çayı sulamaktadır. Ayrıca ilçede bir
çok irirli ufaklı göl bulunmakta olup en önemlileri Dipsiz Göl ve Sülük Gölüdür. İl merkezine
98 km. uzaklıktaki ilçenin yüzölçümü 565 km2 olup, toplam nüfusu 4.200’dir.
İlçenin bitki örtüsünü Sivas ve çevresine göre daha zengin olan ormanlar ve bozkırlar
oluşturmaktadır. İklim bakımından daha çok Karadeniz iklimi hüküm sürmekte olup, yazları
sıcak, kışları ise ılıman geçmektedir.
İlçe ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında,
hububat, yem bitkileri, fasulye, pancar, lahana, turp ve domates gelmektedir. Hayvancılıkta
büyük ve küçükbaş hayvan yetiştirilir.Arıcılık da yapılan ilçede Geleneksel Bal Festivali
Adıyla her yıl festival düzenlenmektedir.
İlçenin İlkçağ tarihi ile ilgili yeterli bilgi bulunmamaktadır. Kaynaklarda ilk kez Bizans
döneminde İpsile olarak geçmektedir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Türkmen
boylarının yöreye yerleşimi hız kazanmıştır. Kısa bir süre Selçuklu egemenliği altında
kalan yöre, Danişmendli Beyliği hakimiyetine girmiş, bu sırada Moğollar Anadolu’yu ele
geçirmek üzere harekete geçmiş, Gıyasettin Keyhüsrev’i 1243’te Kösedağı Savaşı’nda
yendikten sonra Sivas ve yöresini ele geçirmişlerdir.
BuNdan sonra Moğollar yöreye egemen olmuş, Moğollara bağlı Selçuklular, Moğolların
kurduğu İlhanlı Devleti yöreyi yönetmiştir. Bir süre Ertana Beyliği ve Kadı Burhaneddin’in
yönetiminde kalmıştır. Yıldırım Beyazid tarafından Osmanlı topraklarına katıldıysa da,
1400’lerin başında Timur’un işgali sırasında bir yönetim boşluğu yaşamış, daha sonra
Memlüklerin hakimiyetine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi (1517) sırasında
kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır.
XIX.yüzyılın sonlarında Tokat’a bağlı olan Doğanşar, 1870’te Sivas’a bağlanmış ve Tozanlı
Nahiyesi olarak isimlendirilmiştir. Hafik’in 1872 yılında kaza olunca oraya bağlanmış,
1906’da Reşadiye’ye, ardından yeniden Hafik’e bağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanından
sonra nahiye konumunu sürdürmüş, 1990 yılında da Sivas’a bağlı ilçe olmuştur.
YAYLALAR
Doğanşar topraklarının büyük çoğunluğunu yaylalar teşkil etmektedir. Doğanşar’daki her
köyün bir yaylası olmasına karşın Doğanşar’da birden çok yayla vardır.
Doğanşar’ a ait Yeni yayla, Göl yaylası, Tikenli, Belbaşı, Karanlık dere, Körselik, Göğseki
yaylaları vardır. Bu yaylalara Mayıs ayının 10’unda gidilip Ağustos ayının ortalarında
dönülür. Yaylalar hem büyükbaş hayvanların yem ihtiyacını karşılar hem de güzel piknik
alanları sağlar.
Yayla hayatında hayvanlar çobanlar tarafından otlatılır. Otlatma sırası kura ile belirlenir.
Yaylalarda ahır yapılmaz. Hayvanlar evlerin etrafında kalırlar.
Yaylalarda bulunan evlerin duvarları taştan olup zemin topraktır. Evlerin yanında
buzağıların kalması için Köm adı verilen yerler yapılmıştır.
İnsanlar yaylalara çıkmadan önce bütün ihtiyaçlarını yanlarında götürürler ve böylece tüm
gereksinmeleri karşılanmış olur.
DİPSİZ GÖL
Doğanşar Sivas karayolu üzerindedir. Doğanşar’ a uzaklığı yaklaşık olarak 20 km’dir.
Küçük bir göldür. Derinliğinin bilinmemesi nedeniyle bu ismi almıştır.
Göl çukur bir bölgede olmasına rağmen su seviyesi fazla yükselmez. Çünkü suların fazlası
Doğanşar karayolu ve etrafındaki arazinin altından geçerek birkaç yüz metre mesafedeki
dereye akmaktadır. Aktığı yerde bir şelale oluşturmaktadır. Bu şelale Dipsiz göl şelalesi
adını alır. Göl gezilmeye değer oldukça yeşil bir mekandadır. Güzelliği ile herkesi
büyülemektedir. Karayolu ve göl arası 300 metre olup etrafı ormanlarla çevrilidir. En güzel
piknik alanlarından birisidir. Gölde balık yetiştirilmemektedir.
TEKELİ DAĞI
Tekeli dağının yüksekliği 2624 metredir. Doğanşar’ın batısında yer alır. Hemen hemen her
yerinde su gözeleri bulunmaktadır. Doğanşar içme suyunun tahmini %90’ı bu bölgelerden
karşılanır. Temmuz ayına kadar üzerinden kar eksik olmaz.
Zirveye yakın yerinde Asa pınarı denilen ve kutsal sayılan bir suyu vardır. Yazları çeşitli
bölgelerden buraya piknik yapmaya ve ziyarete gelirler. Eteklerinde köyler, yaylalar ve
çiftlikler bulunur. Asa pınarının yanında ufak bir barınak bulunmaktadır. Son yıllarda
Cumhuriyet Üniversitesinden öğrenciler ve öğretmenler gezi, bilgi ve tez hazırlamak için
çeşitli zamanlarda kafileler halinde Tekeli dağına gelmektedirler. Tekeli’nin etrafında
Doğanşar’ a bağlı Kıpçak, İçdere ve Başekin köyleri vardır. Uzun dere, Döndar Tokat’ a
bağlı bazı köylerdir. Tekeli dağının zirvesinin güney yönü dik olduğundan geçiş imkanı
bulunmamaktadır.
Bilmem ki böyle neden mağrursun
Çekilmiyor, senin nazın Tekeli
Başın yıldızlara arkadaş olmuş
Cümle dağdan boyun uzun Tekeli
Bir yanın tepedir, bir yanın çaldır,
Bir yanın yalçındır, bir yanın yoldur,
Kardan fırtınadan nasibin boldur
Eksik olmaz karın, buzun Tekeli
Çiçek, çiğdem fazla gitmez hoşuna
Güvenilmez baharına kışına
Siyah bulut serpuş olmuş başına
Belli değil kışın yazın Tekeli
Tepende durulmaz; rüzgarlı yelli,
Derenden geçilmez; sellidir selli
Ne mevsimin belli ne yazın belli
Baharda erişir hazan Tekeli
Çoban sürüsünü sana heylemez
Karlı buzlu tepelerin boylamaz
Sana bu sözleri kimse söylemez
Enver’dir bu beyiti yazan Tekeli
AHMET AYIK KARAKUCAK GÜREŞLERİ
Doğanşar’ da her yıl geleneksel olarak Ahmet AYIK Karakucak Güreşleri ve Bal festivali
yapılır. Bu yıl yani 2006 yılında ise bu festivalin 51. sini kutlayacağız.
Doğanşar’ da yapılan bu festivale Türkiye’nin çeşitli yerlerinden katılım olmaktadır. Festival
genellikle Temmuz ayında yapılır. Festivale sanatçılar davet edilir. Festival günleri
Doğanşar oldukça kalabalık olur. Doğanşar’ın en güzel günleri festival zamanlarıdır.
Çünkü bu zamanlar hava sıcak, mis gibi doğa kokusu, kuş sesleri her tarafta görülür.
Ülkemizdeki her insanın bu güzel günleri görmesi gerekir.
GEMEREK
Gemerek İlçesi’nin kurulduğu tarih bilinmemekle beraber, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan
sonra Türklerin Anadolu’yu fethi sırasında Abdioğlu namıyla bir Türk aşiretinin yerleştiği
bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme devrinde kasaba olduğu, Kanuni
Sultan Süleyman’ın Nahcivan seferi sırasında burada konakladığı, mevcut kitabe ve mezar
taşlarından anlaşılmaktadır. I. Cihan Savaşı’nda sürgüne gönderilenler hariç, 70 hane
kadar Ermeni vatandaşı Türkler tarafından himaye edilerek burada kalmaları sağlanmıştır.
1950’li yıllardan sonra Ermeni vatandaşlarımız İstanbul’a göç etmeye başlamışlar, bugün
ise hemen hemen hiç Ermeni vatandaşı kalmamıştır.
Gemerek 1895 yılında müstakil nahiye olmuş, bu tarihten sonra nahiye müdürleri
tarafından idare edilmeye başlanmıştır. 1936 yılında ise Gemerek’te belediye teşkilatı
kurulmuştur. Gemerek nahiye olduktan sonra iktisadi ve kültürel sahalarda gelişme
göstererek 1 Mayıs 1953 tarih ve 6058 sayılı kanun ile ilçe olmuştur.
Gemerek isminin nereden geldiği kesin olarak bulunamamıştır. Ancak söylentilere göre
Gemerek’in girişinde çok eskiden kalma beyaz bir kemerin olduğu, buraya Samsun
limanından Anadolu’ya nakil yapan kervanların Kemer-i Ak dedikleri, sonradan da
Gemerek’e çevirdikleri rivayet edilmektedir.
GEMEREK TARİHİ DEĞERLERİ
Şahruh Bey Mescidi (Merkez Camii) : Camii, giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre,
Dülkadiroğullarından Alaüddevle'nin oğlu Şahruh Bey tarafından yaptırılmıştır.1749 yılında
Arslan Paşa oğlu Ahmet Bey ve 1822'de Çapanoğulları tarafından tamir ettirilmiştir.
Camii dikdörtgen planlı düz tavanlıdır. Harimin kuzeyinde bir üst mahfil ile güneyde altı sıra
mukarnas kavsarlı beşgen bir mihrap bulunur.
Çepni Camii: Camii, giriş kapısı üzerindeki kitabeye göre,1530 tarihinde Kızılkocaoğlu İsa
Bey tarafından yaptırılmıştır.1826 ve 1898 yıllında onarım geçirmiştir. İç mekân güneyde
en büyük olmak üzere dört eyvanımsı nişlerle genişletilmiştir. Orta kısım kare planlı çapraz
tonozla örtülüdür. Tonozun ortasında sekizgen kaideli kubbecik yer alır. Yan kenarlar sivri
kemer alınlıklı ve beşik tonoz örtülüdür. Güney kanat diğerinden daha büyüktür. Yapının
batısında üç bölümlü bir cemaat yeri ile minare bulunur. Mihrap orijinal durumunu korumuş
olup, çok güzel alçı süslüdür.
İnkışla Camii: Camiinin kuzeyindeki giriş kapısı üzerinde pekiyi okunulamayan bir kitabesi
vardır. Köy halkının verdiği bilgiye göre camii Yozgatlı Safiye Hatun etrafından
yaptırılmıştır, bugün büyük bir kısmı yenilenmiştir. Üç şahinlidir. Şahinleri ikişer sıra direk
birbirinden ayırır. Direkler üzerinde "S" konsollar yer alır.
İnkışla Hamzalı Mevkii Camii: Camiinin duvarları ve mihrabı ayaktadır. Üst örtüsü
yıkılmıştır. Kesine taş olan yapının çok eski olduğu ve yanında bir hazinenin bulunduğu
köy halkı tarafından söylenir.
Çepni Hamamı I: Camiinin vakfı olabileceğini tahmin ettiğimiz hamam, camiinin güneyinde
ona 15–20 m kadar uzaklıktadır. Bazı yapı öğelerinden camii ile asırdaş olabileceğini akla
getirmektedir. Dıştan iki büyük kubbeli ve dikdörtgen planlıdır.
Çepni Hamamı II: Alabey Mahallesi derviş ağa bahçesinde şehir sularının yanında yer alan
hamam, bugün harap ve bakımsızdır.
Çok eski olduğunu tahmin ettiğimiz yapı, üç mekânlıdır. Doğudaki mekânlardan biri enine
dikdörtgen planlı sivri beşik tonos örtülü, diğeri kare planlı üzeri yelpaze tromp geçişli
kubbe ile örtülüdür.
Batıdaki sıcaklık ise; enine dikdörtgen planlı ortası kubbe iki yanı beşik tonos örtülüdür.
Tüm bölümlerde kapı ve tromplar sivri kör kemer nişi içine alınmıştır.
Şahruh Köprüsü: Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmeyen bu köprü, 1538 yılında
Şahruh Beyoğlu Mehmet han tarafından kölesi Behram'a eliyle tamir ettirmiştir. Kitabesi
Sivas müzesindedir.
Köprü, kuzey-güney doğrultusunda uzanan 155x5,50 m. boyutlarında sekiz gözlü bir
yapıdır. Köprü kuzeyden üçüncü açıklık üzerinde harpuşda yaparak yükselir.
Sızır Eskiköy Ören Yeri: Sızır Kasabası’nın güneydoğu girişinde Eskiköy adıyla anılan
mevkidedir. Elde edilen buluntular bu bölgenin çok eski bir yerleşim merkezi olduğunu
göstermektedir. Kayalık ve yeşil bir alan içerisinde bulunan bu bölgede birçok mağara
vardır. Bölgenin doğusunda bulunan çağşak mevkiinde yüze yakın mağara bulunmaktadır.
Bunlardan bazıları çeşitli nedenlerden dolayı tahrip olmuştur. Eskiköy'de Necip'in İni adıyla
anılan mağara yeraltı şehrini andırmaktadır. 25–30 m.'ye kadar içerisine girilebilmekte ve
içeride odalara ayrılmaktadır. Yine bu bölgenin güneydoğusunda bulunan Köşkbaşı adıyla
anılan yerde bir köşk bulunduğu, burada bulunan arkeolojik kalıntılardan anlaşılmaktadır.
Maalesef bu kalıntılar zaman içerisinde bilinçsizce halk tarafından çeşitli yerlerde
kullanılarak tahrip edilmiştir.
Sızır'da bu ören yerlerinden başka; Karacaören ve Dendeliz ören yeri ile kasabanın
kuzeybatısında ormanlık bir alan içerisinde bulunan Çatalsay mevkiinde de bir su sarınıcı
kalıntısı bulunmaktadır. Bütün bu kalıntılardan Sızır'ın Roma ve Bizans döneminde
yerleşim merkezi olduğu sanılmaktadır.
Sızır Kalesi: Sızır Kasabası’nın şu andaki yerleşim merkezi olup, görünen kalıntı yoktur.
Kasabanın merkezinde bulunan Hüyük'ün çevresi çok önceleri su ile çevrili olduğu,
zamanla suların çeşitli tabii nedenlerden çekildiği ve Roma Kralı Sezar zamanında buraya
bir kale yapıldığı tahmin edilmekte, bundan dolayı Sızır'ın adının Sezar'dan geldiği
söylenmektedir. Kale üzerinde bulunan mahalle şimdi Kalebaşı Mahallesi olarak
anılmaktadır.
Diğer bir rivayete göre de bu bölgede fazla suyun sızması sonucu önceleri Sızar diye
anıldığı sonradan Sızır'a dönüştürüldüğü ifade edilmektedir.
GÖLOVA
Gölova'nın tarihi MÖ. 2000 yılına kadar uzanmaktadır. İlçemizin kuzeyine düşen Söğütlü
Göze mevkiinde Hitit Uygarlığı'ndan kalma bulgulara rastlanmıştır. Bizans ve TrabzonRum Devletleri hakimiyeti altında kalan ilçe Fatih Sultan Mehmet'in 1461 yılında TrabzonRum Devletini fethetmesiyle Osmanlı İmparatorluğuna geçmiştir.
Eski adı Ağvanis olan Gölova'dan, Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde bahsetmektedir.
Cumhuriyet döneminde Suşehri ilçesine bağlı bir bucak merkezi iken 1972 yılında belde
statüsü kazanan Gölova, 09.05. 1990 yılında kabul edilen yasa ile ilçe olmuştur.
Köse dağı sıradağlarından, Kel dağ-Kızıldağ sırasına kadar uzanan 30 km uzunluk ve 15
km genişlikte bir çanak içerisinde yer alan Gölova,Karadeniz,İç ve Doğu Anadolu
Bölgelerinin birbirlerine en çok yaklaştıkları ve bu üç bölgemizin de çeşitli özelliklerini
taşıyan bir sahada bulunmaktadır.
Gölova doğuda Refahiye, güneyde İmranlı, batıda Akıncılar, kuzeyde Çamoluk ilçeleri ile
komşudur.Ortalama rakımı 1300 m., yüzölçümü 308 km2 olan Gölova Kuzey Anadolu Fay
Hattı üzerindedir ve Birinci Derecede Deprem Bölgesidir.Sarıçiçek Yaylalarından (Kızıldağ)
doğan Çobanlı Çayı İlçenin en önemli akarsuyu olup, Baraj gölünün de kaynağı ve
besleyicisidir. Ayrıca İlçemize bağlı Yayla çayı Köyünden Kelkit Çayı geçmektedir.
Karasal İklim ile Karadeniz İklimlerinin özelliklerini barındıran karma bir iklime sahip olan
Gölova, İç ve Doğu Anadolu'nun karlı soğuk kışlarından daha ılık, Karadeniz Bölgesinin
aşırı yağışlarından daha az yağışlıdır.
Tabi bitki örtüsü bozkırdır. İlçenin ancak % 20'lik kısmını ormanlık ve fundalıklar
oluşturmaktadır.
Gölova Kültür ve Sanat Evinin Binası Özel İdareye ait taş binadır.
Geçmiş Yıllarda Okul ve Jandarma Karakolu olarak hizmet vermiştir. Jandarma
Komutanlığının kendi binalarına taşınmasından sonra İl Özel idaresi İl Daimi Encümenince
09.04.2003 tarih ve 63 sayılı kararla Gölova Köylere Hizmet Götürme Birliğine Gençlik
Merkezi yapılması amacıyla 24.04.2003 tarihinde devredildi.
Aynı bina 2004 yılında Kültür ve Sanat Evine çevrilmek üzere restorasyon çalışmalarına
ihalesi yapılarak başlandı. Çalışmalar 25.06.2005 yılında tamamlandı ve İnşaat, İç eşyaları
ve bahçe malzemeleri olmak üzere toplam 80.342.03 YTL. KDV. dahil harcanarak Kültür
ve Sanat Evine dönüştürülmüştür. Binanın bahçeyle birlikte alanı 1.255.03 m2 dir.
Bina içerisinde Kalorifer, Dinlenme Salonu ve Spor amaçlı salon, Sergi Salonu, Şark
köşesi, Kitap Okuma Odası, Bilgisayar Odası mevcuttur.
Bina dışında, Çocuk bahçesi mevcuttur.
GÜRÜN
Sivas'ın güneyinde il merkezine 137 km. uzaklıkta; Akdeniz Bölgesi, Doğu Anadolu
Bölgesi ve İç Anadolu Bölgesinin kesiştiği; 37004'31" doğu boylamları ile 38043'05" 38058'28" kuzey enlemleri arasında kilit bir noktada, üç bölgeyi birbirine açan "anahtar
şehir" konumundaki Gürün, Tohma Havzası'nın da en önemli mevkiinde bulunmaktadır.
Doğusunda Malatya'ya bağlı Darende ve Kuluncak, güneyinde Kahramanmaraş'a bağlı
Elbistan ve Afşin, batısında Kayseri'ye bağlı Pınarbaşı ve Sarız, kuzeyinde ise Kangal
ilçesi bulunmaktadır.
Rakımı 1250 m. olan ve 4. derece deprem kuşağında yer alan Gürün, yüzey şekilleri
bakımından dağlık ve engebeli bir yapıya sahiptir. Batıda Gürün ile Pınarbaşı İlçesini
ayıran Gövdeli (2700 m.), Kuzeyde Gürün ile Kangal İlçesini ayıran Sakaltutan (2200 m.),
Güneyde Gürün ile Elbistan İlçesini ayıran Hezanlı Dağı (2283 m.) ve Kuzeydoğusunda
Karadağ (2200 m.) yer almaktadır. Kuzeyden Terzioğlu Dağları, Güneyden Hezanlı
dağlarının uzantısı Maşatın Çalı ve Karatepe Dağları ile çevrili olan ilçe merkezi Tohma
Vadisi boyunca doğu-batı doğrultusunda uzanır.
Uzun Yayla ile Ziyaret Mevkiinde iki okyanusun sularının ikiye bölündüğü noktayı (su
bölümü çizgisi) temsil eden Gürün, sadece karayolu ulaşım ağı ile değil, akarsu ağı ile de
coğrafi konumuna değer katmaktadır. Gürün'de yere düşen iki damla yağmurun, bir
damlası Fırat yoluyla Hint Okyanusu'na diğeri Kızılırmak ve Ceyhan ırmaklarıyla Atlas
Okyanusu'na karışır. Suçatı beldesinde Gökpınar ve Sazcağız sularını da alarak, Malatya
sınırında Kangal Tohması ile birleştikten sonra Fırat nehrine karışan Tohma Çayı ve
Ceyhan nehrine karışan Akdere (Hurman) Çay'ı ilçenin en önemli akarsularıdır. Gökpınar,
Aygır ve Uyuzpınar gölleri de ilçe sınırları içerisinde yer almaktadır. Etrafı dağlarla çevrili
vadi şehir Gürün'de her ne kadar karasal iklim hakim olsa da Sivas genelinde mikro klime
iklim özelliklerini göstermektedir. İlçede, arazi genel olarak çıplak bir görünümdedir.
Susuzluğa dayanabilen keven, sığırkuyruğu, çoban döşeği, kekik, solucan çiçeği, kep
ışkını (dağ muzu), yavşan ve kangal adı verilen bazı dikenli bitkiler yetişmektedir. Akarsu
boylarında ise kavak, söğüt ve meyve ağaçları görülür. Gürün ilçesi ve köyleri bir zamanlar
ormanlarla kaplı iken bugün bazı köylerde, küçük gruplar halinde ardıç, alıç, meşe ve çam
ağaçlarına rastlanmaktadır. Günümüzden 345 milyon yıl önce yaşanan birinci zaman
(paleozoik)da deniz, 65 milyon yıl önce yaşanan 3. zaman (neozoik)da göller altında olan
ilçe bugünkü coğrafi durumunu 2 milyon yıl önce (kuaterner) kavuşmuştur.
ŞUUL KANYONU
Malatya - Kayseri Devlet Karayolundan (D300) Gürün ilçe merkezine Kayseri yönünde
yaklaşık 2 km mesafe uzaklıktaki Şuğul Mahallesine ayrılan tali yoldan yaklaşık 3,5 km
gidildiğinde Şuğul, Mağarabaşı ve Kuşkayası Mevkilerinde yer alan "Gürün Tohması" da
denilen Gövdeli Dağından kaynaklanan ırmağın aktığı etrafı dik kayalarla çevrili dar vadiye
ulaşılmaktadır. Mevcut beton ve stabilize yürüme bandı üzerinde vadi gezildikçe,
kayalıkların dikliği, oluşturuldukları doğal şekiller, içlerinden kaynayan sular (kış aylarında
sarkıtlar halindedir), ırmağın berrak, mavi suları ve içinde ışıldayan balıklar ve yer yer
kavaklıklarda doğal olarak oluşmuş mağara ağızlarının yer aldığı görülmektedir.
Kayalıklarda meydana gelen doğal aşınmalar sonucu, iri kaya parçalarının ırmağa ve
ırmak kenarlarına düşmesi, bazı kayaların ise ufalanması bu görsel zenginliği
artırmaktadır. Vadinin bitki örtüsünü; dere kenarında söğüt, yamaçlarda ise yabani badem,
kuşburnu ve sumak ağaçları oluşturmaktadır. Kayaların üzerinde nadiren ardıç ağaçları da
görülmektedir. Sivas İl Çevre ve Orman Müdürlüğünden alınan Ön etüt raporuna göre,
vadi jeolojik zamanlardan II. Zaman (Mezozoik) Kretase döneminde oluşmuştur ve oldukça
sert ve dik kayalıklarla çevrili vadinin ana kayası sedimanterdir. Vadinin iki yamacı taşlık
olup killi toprak yapısına sahiptir. Bunun yanında vadi tabanı gevşek granüllü strüktüre
sahip kumlu topraktan oluşmaktadır. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Biyoloji Bölümü Zooloji
ve Botanik Anabilim Dalları balık ve bitki türleri üzerinde araştırma yapmaktadır.
GÖKPINAR GÖLÜ
Gürünün Yelken Köyü ve Karahisar Köyü sınırları içerisinde bulunan Gökpınar Gölü, ve
Gökpınar Vadisi, Türkiyenin sayılır doğal güzelliklerinden birisidir.Bu göl günümüze
kadar,kirletilmeden korunabilmiş,ender göllerden birisidir.Bu gölden doğan, Gökpınar suyu
milyonlarca yıl içerisinde,kendisi tarafından santim,santim aşındırarak oluşturmuş olduğu,
yaklaşık 20 Km uzunluğunda olan Gökpınar Vadisi içerisinde kıvrılarak akar ve Karahisar
Köyü sınırları içerisinden geçerek Suçatı Beldesinde, Gürün İlçesinden gelen Tohma Nehri
ile birleşerek Darende İlçesi sınırları içerisinden de geçerek, Malatya da ki Karakaya
Barajına dökülür.
Gökpınar Çayı,Tohma nehri ile birleşmeden önce geçtiği yerlerde,insanlar tarafından içme
suyu olarak kullanılır.Bu su billur gibi berrak ve zemzem suyu kadar tatlı ve soğuk bir
sudur.Çay üzerinde kurulan alabalık çiftlikleri insanların geçim kaynağını
oluşturmaktadır.Gökpınar Vadisinde yetişen meyve ve sebzelerin tadına doyum
olmaz.Ancak günümüze kadar tanıtımı yapılamamış olan bu göl,karahisar köyü sınırları
içerisinde oluşturmuş olduğu vadi ve vadinin kenarındaki dik kayalar ile bu kayaların
üzerindeki mağaralar gerçekten görülmeye değer doğa harikası yerlerdir. Gökpınar
Gölünde doğan Gökpınar Çayı, Malatya İlinde ki Karakaya Barajına ulaşana kadar 150 Km
lik yol kat eder.Görülmeye değer harika bir yerdir.Ancak bu güne kadar keşfedilememiş ve
tanıtımı yapılamamış bu yöreler,çevreci,doğa dostu ve doğa sporları ile ilgilenen güzel
insanların ilgisini beklemektedir.
GökpınarGölünün alanı 3000 metrekaredir. Doğal bir akvaryum görünümündedir. Suyu çok
tatlı olup ve soğuktur. Gölün rengi mavi-gök renginden olduğu için bu adı almıştır. Biri
büyük ve küçük olmak üzere iki tane göl mevcuttur. Gökpınar Gölü iç ve dış turizme hizmet
vermektedir. Gökpınar Gölü ilçe merkezine 10 kilometre uzaklıktadır. Yolu ise çayboyu
Mahallesinde Kayseri-Malatya yolundan ayrılmakta ve Tohma Suyu üzerine yappılan
1973’deki bir köprüyle Elbistan-Gürün yolu üzerinde olması sebebiyle önemini bir kat daha
artıran bu göle giden yol 1987 yılında asfaltlanmıştır.
Gökpınar Gölünün suyunun çok soğuk ve berrak olması sebebiyle çok iyi ve tatlı alabalık
yetişmektedir. Ve devlet tarafından da yapılan suni alabalık üretim tesisleri kurulmuştur.
Gökpınar Gölünün suyu güneş ışıklarını günün çeşitli saatlerinde çok güzel bir şekilde
yansıtmakta olduğu için tabii özelliğini ve güzelliğini daha da artırmaktadır. Gökpınar Gölü
Sivas iline146 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Gökpınar Gölünün içindeki kaynakta su
kabarcıkları gözle görülecek şekilde bellidir. Gölün suyunun debisi 6.3 olduğu tahmin
edilmiştir.
Gökpınar Gölünün Suyu Tohma Suyuyla Suçatı Kasabasının hemen başlangıcında
birleşmektedir. Tohma Suyu ile Gökpınar Suyu arasındaki yükseklik veya seviye farkı 160
metredir. Bu durumda Gökpınar Suyunun değerlendirilmesiyle bilhassa da çayboyu
Mahallesi başta olmak üzere Gürün arazisinin büyük bir bölümü sulanabilir hale getirilebilir.
Ayrıca alabalık üretiminin daha da teşvik edilmesiyle bu üretim daha da artacaktır. Ayrıca
iç ve dış turizmin artması için gerekli ilanatın ve reklamların yapılması da çok önemlidir.
Burada bulunan motel daha da hizmet verilecek bir hale getirilebilir. Gürün ilçesi çayboyu
Mahallesi Gökpınar mezrası içerisinde ilçe merkezine 10 km. uzaklıkta bulunan ve rakım
olarak deniz seviyesinde 1350-1400 metre yükseklikte bulunan ve turizm açısından da
önemli bir mevkiiye sahip olan gölün suyunun mavi (GÖK) renginden olması sebebiyle bu
ad verilmiştir. Biri küçük ve diğeri büyük olmak üzere iki tane göl mevcuttur. Gölün etrafı
3000 metrekaredir. Alabalığı meşhurdur. Halen burada Alabalık üretim merkezi
bulunmaktadır. Gökpınar’ın kuzeybatı yönleri kalkerli, güneyi ise granit kaya tabakası ile
kaplıdır.
Gökpınar Gölünün bazı yerlerinin derinliği 30 metreyi bulmaktadır. 1971 yılında karayolları
tarafından yapılan köprü ve 1987 yılında da 10 km.’lik tüm bölümünün de asfaltlanmasıyla
buraya ulaşım daha da iyi hale getirilmiş bulunmaktadır. Elbistan-Gürün yolu üzerinde
bulunması da Gökpınar Gölüne ayrı bir önem kazandırmaktadır. Gökpınar Gölünün suyu
çok soğuk ve berraktır. Kireç oranı ise çok düşüktür. Gökpınar Gölü tabii bir akvaryum
gibidir. Güneşin bütün ışıklarını yansıtmasıyla da ayrı bir özellik ve güzelliğe sahiptir.
Etrafında ise kayısı ağaçları ve diğer ağaçlarla kaplı bulunmaktadır. Gölün kıyısında bir
motel bulunmaktadır. Mesire yeri olarak bulunmaz bir güzelliktedir. Gökpınar Gölünde
küçük bir kayık bulunmaktadır. Gökpınar Gölünün öneminin artması Güründe
kaymakamlık yapmış olan Galip Demirelin ilgili çalışmalarıyla başlamıştır. Ankara
Üniversitesi Veteriner Fakültesi Su Ürünleri Kürsüsü Direktörü Prof. Zihni Erinci’nin ilgi ve
alakasıyla Sivas Özel İdare Müdürlüğü İşbirliğiyle Gökpınarda Alabalık üretimine geçildi.
Gökpınar Suyu ile Tohma Suyuna karıştığı mevkiinin arasında 160 metre seviye farkı
vardır ki bu su kullanılmıştır.
HAFİK
İLÇEMİZ
Hafik, Sivas ilinin doğusunda, Kızılırmak havzasında, Sivas- Erzincan E-88 karayolu
üzerinde kurulmuş olan ilçedir. 1873 yılında Koçhisar adıyla ilçe olmuştur. 1926 yılında
Hafik adı kullanılmaya başlanmıştır. Sivas il merkezine 37 km uzaklıkta, 2.382 km²
yüzölçümüne sahip, 2000 yılı nüfus sayımına göre toplam l9.287 kişinin yaşadığı, 82 köyü
olan, tarihi çok eskilere dayanan, gölleri ve ormanlık arazisiyle doğal zenginliği bol bir
ilçedir. Nüfusun 5.600′ü ilçe merkezinde, 13.687’si kırsalda yaşamaktadır. 1997 yılı nüfus
sayımına göre ilçe nüfusu %3 oranında azalmıştır. Bölge insanı sert ve uzun geçen kış
mevsimi ile mücadele içindedir. Kırsal alanda geleneksel yaşantı büyük ölçüde devam
etmektedir. İlçe halkının temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Küçük ölçekte sanayi
ve çarşısı bulunmakta olup tarım sektörüne hizmet vermektedir. Küçük ve mevsimlik
maden işletmeleri bulunmaktadır.İlçede Tarım İşetmeleri Genel Müdürlüğü, Tarım Kredi
Kooperatifi, T.C. Ziraat Bankası ilçe ekonomisine katkı veren kamu kuruluşlarıdır. İlçe
nüfusu 1960 yılından itibaren sürekli azalmaktadır. 1990 yılı nüfus sayımına göre ilçe
nüfusu 10.002 iken bu sayı 2000 yılında %44 azalarak 5.526 kişiye inmiştir.Yine aynı
karşılaştırmada ilçe köyleri nüfusu %25 oranında azalmıştır. Bugün ilçe köyleri toplam
nüfusu 13.687 kişidir. Hafik ilçesine bağlı toplam 83 adet köy bulunmaktadır. Tarımve
hayvancılık genelde extansif büyüklüktedir. Köylerde şirketleşmiş bir tarım ve hayvancılık
yoktur. Son dönemlerde ilçe tarım müdürlüğü teknik personelinin özellikle suni tohumlama
ile cins hayvan sayısını oldukça arttırdığı görülmektedir. Yine Tarım ilçe müdürlüğü halk
eğitim müdürlüğü çalışmaları ile arıcılık alanında ilerlemeler sağlanmaktadir. İlçedeki Hafik
Gölü etrafında dinlenme, piknik ve gezinti alanları tesisleri mevcuttur. Sivas’a olan yakınlığı
sebebiyle haftasonları Sivas’ta oturanların mesire amacıyla uğradıkları yerlerden biri de
Hafik Göl gazinosudur. Belediyeye ait olan bu tesis işletmecilere kiraya verilmiştir. Hafik
gölünde balık tutma izni ihale ile balıkçılara verilmekle beraber kıyıdan olta ile balık
tutulmaktadır.
Tarihi
Araştırmalarda elde edilen buluntular ve Kılıç Kökten’in yaptığı sondaj kazılarına göre
ilçede ilk yerleşim Hafik gölünde, kuzey kıyıya yakın bir yerdeki Pılır Höyüktedir. Höyükte
Klasik ilk Tunç Çağı ve kalkotik dönem gereçleri veren katmanların ve gölün su düzeyinin
altında üst katmanların çanak gömleğinden tümüyle farklı bir tür çanak çömlekle
karşılaşılmıştır. Neolitik dönem özellikleri gösteren bu buluntuların yanı sıra aynı döneme
işaret eden başkaca buluntular da vardır. Çakmaktaşından minik uçlar, obsidyenden mini
yaprak uçlar baskı çentikli olarak dişlikleri, el değirmeni taşları, tokmakları, kumtaşından
yapılmış idoller ve hayvan kemikleri Pılır Höyük’te yapılan sondajda, yapı kalıntısı olarak
da silindir biçimli çukurlar ve ağaç parçaları saptanmıştır. Ağaç parçaları ve ahşap izleri,
kazıklara aittir. Bu da evlerin göl evleri gibi kazıklar üstüne yapılmış olabileceğini
düşündürmektedir. Neolitik devirden sonra yerleşim Pılır’da devam etmiştir. Ayrıca
Beypınarı köyündeki Tekur kalesinde toplanan seramiklerin incelenmesi sonucunda
Helenistik-Roma dönemi, Ortaçağı kaba seramiği ve boyalı seramik ve Erken Tunç Çağı
perdahlı seramiklerden bu bölgenin erken Tunç Çağı’nda yerleşim gördüğünü
kanıtlamaktadır.Üçbin yıllık yerleşimi olan Karlı Köyü, Boztepe Höyük’ünde 1955 yılında
Burney’in yüzey araştımaları sonucunda MÖ. 3000 ve Demir Çağı’na ait seramikler tesbit
ediliştir.Bununla birlikte MÖ. 3000 nite, kaba, Orta ve orta nitelikli parçalar arasında kara
özelliklerini gösterenlerin yanı sıra yerel nitelikli olanları da vardır. Kemiktepe höyüğü
Demir Çağında ad yerleşim görmüştür.
Tarih öncesi
Hafik’te yazılı tarih dönemi içerisindeki yerleşim saptanabildiği kadarıyla M.S. 200 yıllarına
rastlar.Hırıstiyanlığın çıkmasıyla birlikte çok tanrılı dine sahip olan Roma’da Hrıstiyanlığa
karşı büyük baskılar yapılmaya başlanmıştır. İşkenceler ve baskılar sonucunda Hırıstiyan
halk göç etmiştir. Bu gelen Hırıstiyanlar, Durulmuş’ta, Dikilitepe’de, Hayıktepesi’nde, ve
Hafik’te bulunan Tepe Mahallesi’ne yerleşmişlerdir.Bu yerleşim yerlerinde Dikilitepe ve
Hayıtepesi’ne yerleşen halk aynı zamanda bu tepeleri en üstten itibaren zemine kadar
delerek tepelerin yanından geçen Kızılırmak’tan su ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu
yerleşim yerlerinden Dikilitepe’nin yanındaki başka bir kayalık ise oyularak yiyecekler için
erzak deposu olarak düzenlenmiş ayrıca bu kayalığın yüzeylerine de haç resimleri
oymuşlardır. Bu da burada yerleşen halkın aynı zamanda ibadetlerini de burada yaptığını
göstermektedir.Tepe mahallesi’ndeki yerleşime gelince, burada da halk büyük mağaralar
yapmıştır. Fakat yerleşim yeri savunmaya uygun olmadığı için etrafını surlarla
çevirmişlerdir. Konstantin’in Hırıstiyanlığı serbest bırakarak Roma’nın resmi dini olarak
kabul etmesiyle Hafikte Roma’ya bağlı bir yerleşim yeri olmuştur.İmparator 1.
Theodusius’un Roma devletini ikiye bölmesiyle Hafik Doğu Roma toprakları içinde
kalmıştır. Bizans İmparatorluğu adını alan Doğu Roma topraklarında 5. yy. başlarında
“thema” düzeni adı verilen yönetsel bir düzenlemenin ilk uygulamalarından biri, Sivas
yöresinde yapıldı. Bu dönemdeki Armaniakon Theması, Sivas’ı (Sabestein) tümüyle
içeriyordu. X Y.Y. sonlarında ise bugünkü Sivas bölgesini içeren ayrı bir Thema
( Sebestian Theması) kuruldu.
Türkler
Bizanslılar zamanında iki önemli olay vardır. Birincisi Müslüman Arap akıncılarının
Anadolu’yu bir hayli zorlamalarıdır. Gerek Emeviler, gerekse Abbasiler zamanında bu
akıncılar Marmara kıyılarına kadar geldilerse de bir sonuç elde edemediler. Asıl ve kesin
sonuç doğudan gelen Selçuk Türkleri tarafından elde edildi. Daha Tuğrul Bey zamanında
bile (1060) öncü kuvvetler Sivas’ı ele geçirmiş, bu bölgeleri tehlikesiz hale getirmişlerdi.
Hafik, l873 yılında Koçhisar adıyla ilçe olmuştur. 1926 yılında Hafik adı kullanılmaya
başlanmıştır. Hafik, Sivas İlinin doğusunda, Kızılırmak havzasında, Sivas-Erzincan E-88
karayolu üzerinde kurulmuştur. İl Merkezine 37 km uzaklıkta, 2.487 km yüzölçümüne
sahip, 2000 yılı nüfus sayımına göre toplam l9.287 kişinin yaşadığı, 83 köyü olan, tarihi
çok eskilere dayanan, kültürel özellikle gölleri ve ormanlık arazisiyle doğal zenginliği bol,
şirin bir ilçemizdir. Nüfusun 5.600′ü İlçe Merkezinde, 13.687 si kırsalda yaşamaktadır.
1997 yılı nüfus sayımına göre İlçe nüfusu % 3 oranında azalmıştır. Bölge insanı sert ve
uzun geçen kış mevsimi ile mücadele içindedir. Kırsal alanda geleneksel yaşantı büyük
ölçüde devam etmektedir. İlçe halkının temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Küçük
ölçekte sanayi ve çarşısı bulunmakta olup tarım sektörüne hizmet vermektedir. Küçük ve
mevsimlik maden işletmeleri bulunmaktadır.İlçede Tarım İşetmeleri Genel Müdürlüğü,
Tarım Kredi Kooperatifi, T.C. Ziraat Bankası ilçe ekonomisine katkı veren kamu
kuruluşlarıdır. İlçe nüfusu 1960 yılından itibaren sürekli azalmaktadır. 1990 yılı nüfus
sayımına göre ilçe nüfusu 10.002 iken bu sayı 2000 yılında %44 azalarak 5.526 kişiye
inmiştir.Yine aynı karşılaştırmada ilçe köyleri nüfusu %25 oranında azalmıştır Bugün ilçe
köyleri toplam nüfusu 13.687 kişidir. Hafik İlçesi’ne bağlı toplam 83 adet köy
bulunmaktadır.İklim şartlarına bağlı olarak. Tarım ve hayvancılık genelde ekstansif
büyüklüktedir. köylerimizde şirketleşmiş bir tarım ve hayvancılık yoktur. Son dönemlerde
İlçe tarım müdürlüğü teknik personelinin özellikle suni tohumlama ile cins hayvan sayısını
oldukça arttırdığı görülmektedir. Yine Tarım ilçe müdürlüğü halk eğitim müdürlüğü
çalışmaları ile arıcılık alanında ilerlemeler sağlanmıştır. İlçedeki Hafik Gölü etrafında
dinlenme, piknik ve gezinti alanları tesisleri mevcuttur Sivas’a 37 km. olan yakınlığı
sebebiyle haftasonları Sivasta oturanların mesire amacıyla uğradıkları yerlerden biri de
Hafik Göl gazinosudur. Belediyeye ait olan bu tesis işletmecilere kiraya verilmiştir. Hafik
gölünde balık tutma izni ihale ile balıkçılara verilmekle beraber Kıyıdan olta ile balık
tutulmaktadır.
Coğrafyası
Hafik Sivas-Erzincan karayolu üzerinde 37. km sinde yer almaktadır.Erzincan’a 190 km
,Tokat’a 145 km ,Yozgat’a 260 km ,Kayseri’ye 235 km ,Gümüşhane’ye 330 km ,Samsun’a
380 km,Ankara’ya 485 km, Diyarbakır’a 425 km İzmir’e 1180 km ,Edirne’ye 1213 km
,Iğdır’a 585 km ve İstanbul’a 985 km uzaklıktadır.İlçenin girişinden geçen E-23 karayolu
sayesinde ulaşım yönünden hiçbir sorunu yoktur. İlçe 1300 rakımlıdır.İlçenin tepe
mahallesi gibi yüksek yerleri de 1400 rakımlıdır. İlçe batısında Sivas, doğusunda Zara
kuzeybatısında Tokat kuzeyinde Doğanşar, güneyinde de Kangal’la komşudur. Hafik’te
karasal iklim hüküm sürmektedir.Ancak diğer ilçelere göre ormanlık alanı çok daha
fazladır.Hafik gölünün etrafı değim yerindeyse yem yeşildir.Genel görünüm
step(bozkır)olsada bitki örtüsü zara ya sivas a ve kuzey deki ilçeler hariç hepsine göre
daha zengindir. Yazın sıcak ve kurak, kışın ise kar yağışlı ve çok soğuktur. İlçede bol
miktarda göl ve ırmak bulunmaktadır. İlçenin gölleri : Hafik Gölü, Lota Gölü, Çekme Gölü,
Ayı Gölü, Kemis ve Törük Gölleri. Bu göllerin en büyüğü Hafik Gölüdür(1km2).
Hafik Gölü
İlçein 2 km kuzeyinde, jips platosu üzerinde gelişmiş olan doğu-batı uzanımlı geniş ve
yayvan şekilli karstik çanağın tabanında,yaklaşık 2 km. genişlikte bir alanı kaplayan Hafik
gölü ortalama 2 metre derinliktedir. Hemen hemen tüm çevresi sazlık ve dibi balçıkla kaplı
olan gölün suyu tatlıdır. Gölün su kaynağı daha çok gölün tabanında kaynayan su, ayrıca
yağmur ve kar sularından oluşmaktadır. Sularında Sazan balığı ve kerevit yetişen bu göl
küçük bir kuş cennetidir. Buna ilaveten İlçedekiler bu gölde Sazan,Aynalı Sazan,Sarı
Sazan, Kara Sazan, Kambur Sazan, Ala Balık, Kefal ve Gümüş balığı tuttuklarını
belirtmişlerdir. Kıyılarındaki sazlıklar; karabatak, yabankazı,yaban ördeği.(yeşilbaş ve
kılkuyruk) angut, turna ve balıkçılların beslenme ve konaklama alanıdır. Hafik gölünün
yağışlı mevsimlerde kabaran suları doğusundaki Koç deresine akar. Bu dere 3 km.
güneydeki Kızılırmak’ın önemli bir koludur.Geniş tabanlı tekne şekilli vadisiyle jips
platosuna yerleşmiş olan arasu, Hafik Gölünün yer aldığı karst çanağında vadisini
genişletmesi sonucu kapmıştır.Göl yeraltı karst boşlukları ile de derenin yeraltı su
tablasına bağlantılıdır. Gölde balık tutma izni maliye tarafından ihale ile balıkçılara verilir.
Bunun yanında olta balıkçıları kıyıdan serbestçe balık tutabilirler. Gölün etrafında mesire
alanları mevcuttur. Buralarda çeşitli tesisler mevcuttur. Bunların başında Hafik
Belediyesine ait Göl Gazinosu hizmet vermektedir. Göl Gazinosu belediye tarafından ihale
ile işletme hakkı özel kuruluşlara devredilmiştir.
Lota Gölü
Hafik Gölü’nü boşaltan derenin doğusunda 5 km. mesafede yine aynı jips platosu üzerinde
açılmış olan doğu batı uzanımlı yayvan şekilli daha büyük bir uvalanın tavanında yassı
sırtlar ve basık koni şekilli jips tepeleriyle ayrılmış iki göl ile arada yazın kuruyan geçici göl
alanları yer alır.Buradaki göllerin morfolojisi Hafik gölünden oldukça farklıdır. Lota gölünün
yerleştiği uvala ve çevresinde jipslerde gelişen morfolojinin en güzel örneklerini gözleme
olanağı vardır. Yaklaşık 250 metre çapında daireler şeklinde olan iki göl, aynı özellikte iki
yuvarlak jips dolinini doldurmuştur. Birbirine yaklaşık 500 metre uzaklıkta olan göllerin
doğudaki 35 metre batıdaki 10 metre derinliktedir. Suları tatlı olan bu iki güzel göl, sazan,
tatlı su kefali, gümüş gibi balık türlerinin bolluğu ile tanınmaktadır. Aynı düzeyde olan göl
yüzeyleri yıl içerisinde 3 metreye ulaşan alçalıp yükselme gösterirler. Göl yüzeyinin birlikte
oynaması, göller arsındaki yeraltı erime boşluklarının birleşik kaplar örneği gibi gölleri
birbirine bağladığının göstergesidir.
Kızılırmak
imranlı ilçesindeki çukuryurt köyünün Kızıldağ’ın batı eteklerinden uzanan Çimenyenice
Köyü, Dışkapı(Kemis) Köyü’nden geçip ilçe merkezinden geçtikten sonra Gökdin Köyüne
doğru yoluna devam eder. Kızılırmak Hafik’ten geçerken ilçedeki bazı derelerden beslenir.
Kızılırmak Hafik’te 44 km. yol izleyerek geçer.
Nüfus
1990 yılında yapılan nüfus sayımına göre toplam nüfus 28.286. iken, 2000 yılı nüfus
sayımına göre 21.217. dir. Bu nüfusun 7.518 si İlçe merkezinde ikamet etmekte olup,
13.699 i ise köy nüfusudur. İlçemiz iç göç dolayısıyla Merkez ve köylerde gözle görülür
oranda nüfus kaybetmektedir İlçeden başka bölgelere göç yoğun olarak sürmektedir.
HafiK teki nüfus hareketleri ise şöyledir :
1990 Nüfusu
1997 Nüfusu
2000 Nüfusu
İlçe Merkezi
10002
7332
7518
Köyler
18274
12595
13699
Sosyal Durum
Coğrafi koşullar, Topografik yapı ve gelenekler dolayısıyla yöremizde temel geçim kaynağı
hayvancılıktır. Ekip, biçmeye
dayalı tarımcılık hayvancılığın desteklenmesi amacıyla söz konusudur. Özellikle sanayiye
dayalı bir gelişme ve yapılaşma
olmadığından dolayı iş olanakları kısıtlıdır. İşsizliğin genç kuşaklarda daha fazla olması
nedeniyle çalışabilir nüfus İlçe dışına
göç vermektedir.
a- Konut :
İlçemiz genelinde evler taştan yapılmıştır. İlçe merkezi ve köylerde son yıllarda çok katlı
betonarme binaların sayısında
artış görülmektedir.
İlçe merkezinde Malmüdürlüğüne ait 5 adet , Müftülüğe ait 2 adet , Jandarma
Komutanlığına ait 2 adet , İlçe Tarım Müdürlüğüne
ait 2 adet, Emniyet Amirliğine ait 16 adet , Orman İşletme Şefliğine ait 2 adet, Ziraat
Bankası Müdürlüğüne ait 6 adet lojman
bulunmaktadır.
- Müftülük :
İlçe müftülüğümüzün idaresinde toplam 52 cami ve 3 kuran kusu bulunmaktadır. Müftülük
personeli , Cami ve Kuran
Kurslarımızdaki kadro ve görevli dağılımı şöyledir;
1 Müftü, 1 Vaiz, 1 VHKİ., 1 Şoför, 1 Hizmetli , 38 İmam-Hatip ve 2 Müezzin Kayyum ile
hizmetler sürdürülmektedir. 14 Adet Köy
camii kadrosu boş bulunmaktadır.
Kültür ve Turizm
İlçemiz Tarihi bakımdan 5000 yıl geri giden zenginliğe ve birikime sahip olmasına karşın
İlçe sınırları içerisinde bulunan
tescilli ve tescilsiz tarihi eserlerin tespiti yapılmıştır.
İlçemizde Tuzhisar Kilisesi, Hükümet Konağı, Kenkürük Kaya Mezarı, Pılır Höyüğü,
Kemiktepe Höyüğü, Köroğlu Tepesi Yerleşmesi,
Gavur Tepesi Yerleşimi, Kaletepe ve Kale Yamaç Yerleşimi, Topçuyeniköy Höyüğü,
Karapınar Höyüğü gibi eserlerin tescili yapılarak
tarihi miraslar listesine kayıt edilmiştir.
İlçemiz merkez ve köylerinde Hafik gölü, Büyük ve Küçük Lota Gölü, Yarhisar Gölü,
Çimenyenice Gölü,Kurugöl,Kemis
Gölü,Çukurbelen(Hanzan)Gölü gibi göller bulunmaktadır.
Ulaşım ve Altyapı
a- Yol Durumu :
İlçemizin toplam 723 km yol ağı bulunmakta olup, bu yollardan 110 Km. si Karayollarına ait
asfalt , 80 Km. si Köy yollarına
ait asfalt ve 533 km stabilize yoldur.
b- İçme suyu Durumu:
İlçemizin 82 köyü 53 mezrası bulunmakta olup, bunlardan 80 köy ve 10 mezramızda
kapalı şebeke içme suyu bulunmaktadır. 2
köyümüzde köy çeşmeleri mevcut olup, bu köylerimize yerleşim yeri değişikliği nedeniyle
kapalı şebeke içme suyu yapılamamıştır.
Mezralarımızdan 43 mezrada yerleşim yeri mevcut olmadığı ve yayla olarak
kullanıldığından köy çeşmeleri bulunmaktadır.
c- Kanalizasyon Durumu :
İlçemizde 28 köy ve 1 mezrada kanalizasyon şebekesi bulunmaktadır.
d- Elektrik ve Telefon Durumu :
İlçemize bağlı bulunan tüm köylerimizde ve yerleşim yeri bulunan mezralarımızda telefon
ve elektrik bulunmaktadır.
İlçe Posta İşletmesi Müdürlüğünde İlçemiz ve Köylerimizde hizmet amacı ile toplam 20
adet santral kurulu olup, santrallerin
toplam kapasitesi 5680 bağlı abone sayısı ise 3955 tir.
İlçemizde Çamlıbel Elektik Kurumu Elektrik Dağıtım Müessesesini temsil eden Hafik
İşletme Başmühendisliğinde görevli 1 idari
personel ve 4 teknik personel olmak üzere toplam 5 personel ile hizmet verilmektedir.
KANGAL İLÇESİNİN TARİHÇESİ
İlçenin yerleşim tarihi oldukça eskidir. Anadolu tarihi ilk çağlardan beri medeniyetin beşiği
olmuştur. Bir medeniyet yıkılırken yerine yeni bir medeniyet kurulmuştur.
İlçe topraklarının Anadolunun içerisinde olması nedeniyle yıllarca yerleşim merkezi olduğu
gibi kurulan devletler arasında sınır teşkil etmesinden dolayı müstahkem mevkii durumuna
gelmiştir. İlk çağlardan kalıntılar, ilçenin dağlık bölümünü oluşturan kuzey kesimini
oluşturmuştur. Köy Hizmetlerinin yol yapımında,Gençali köyü yakınlarında işlenmiş taşlar
bulunmuştur. Hüyük (Tümülüs) adı verilen yığmaları ilçe merkezinde, Yukarıhüyük,
Tilkihüyük,Bulak köyü ve Kavak’ta bulunmakta olup henüz güncelleştirilmediği için hangi
döneme ait olduğu bilinmemektedir.
Hitit krallığının en gelişmiş dönemi olan M.Ö.1400 yılarında Hititlerin doğu komşusu olan
Kargamış ile arasındaki sınır ilçe yakınlarında Hitit dönemine ait Havuz köyünün
doğusunda bulunan Karaseki mevkiinde tipik bir Eti şehri harabesi bulunmaktadır. Ayrıca
ilçe merkezine 46 km. uzaklıktaki Akçakale köyünde de Hitit dönemine ait bir kale
bulunmaktadır. Belirtilen dönemlere ait kalıntılar bakımsızlık nedeniyle harabe
durumundadır.
Lityalılar devrinde,devrin komutanlarından GİGES döneminde yapılan ve Mezepotamya
ticaretini Ege denizine bağlıyarak Sivas -Malatya - Diyarbakır istikametine giden kral yolu
yapılmıştır. Belirtilen yol kral yolumu yoksa buna bağlı başka bir yol mu olduğu kesinlik
kazanmamıştır. Romalılar döneminde ilçemiz yerleşim merkezi olduğu Roma
kalıntılarından anlaşılmıştır. İlçe merkezinde bulunan çanak, çömlek kalıntıları bunun
belgesidir. Bunlardan biri Sivas müzesinde muhafaza edilen ve pişirilmiş topraktan yapılan
bir Lahittir.Bu lahit ilçemiz merkezinden çıkarılmıştır. Ayrıca bu döneme ait bir su kemeri
olduğu da bilinmektedir. Ayrıca merkez ilçenin Alibey mevkiinde Romalılar dönemine ait
olduğu sanılan çeşme ve kalıntıları olduğu bilinmektedir.
Selçuklu hükümdarı Alpaslan’ın Bizanslılar ile yaptığı Malazgirt savaşını takiben yapılan
antlaşma uyarınca Kızılırmak yayının dışında kalan, Kızılırmağın doğusu ile birlikte ilçemiz
yöresi de Selçuklu egemenliğine girmiştir. Bu dönemde ilçemiz ve çevresi Türkmenlerin
yerleşim yerlerinden biri olmuştur. Yöreye ilk gelen Türkmen beyleri yol güzergahı (Kral
yolu) olması ile ayrıca tarım ve hayvancılığa elverişli olmasından dolayı bugünkü
Humarlı,Mısırören ve Havuz köylerinin bulunduğu düz ve çayırlık araziye yerleştikleri
bilinmektedir. Burada yerleşenlerin Oğuz Türklerinin KANGAR boyu olduğu tahmin
edilmektedir.
Başlangıçta göçer ve hayvancılıkla uğraşan Türkmenler,Selçuklular döneminde yerleşik
düzene geçerek bugünkü Humarlı, Mısırören ve Havuz köylerini kurmuşlardır. Bu göçler
zaman zaman devam etmiştir.
Osmanlı-Rus savaşlarında (1877) doğuda ilerleyen Rus ordusundan Türk aileleri bugün
Uzunyayla (Çerkez) bölgesine yerleşmiş, 1. Dünya savaşına müteakiben Milli Kurtuluş
savaşında da göçler devam etmiş ve bu göçler ilçe merkezine de sirayet etmiştir. Bu
savaşlarda Milli saflar cephesinde yer almış Türk boylarıdır.
Kangal, 1901 yılında ilçe merkezi olmuştur. Bu tarihten önce Bucak Subaşı ünvanı ile
makam kisfesi, bir cüppe ve Markop denilen ayak giyimi ile sembolleşmiştir.
Kurtuluş savaşı yıllarında yurdun diğer taraflarında oluşturulan cemiyetlere ilaveten
Kangal’da ULVIYE adli kadın cemiyeti oluşturulduğu ve Milli Mücadeleye böylece katkıda
bulunduğu tespit olunmuştur. ilçeye 1902 yılında ilk kaymakam olarak eski Sivas
Valilerinden, tarihi kişiliği olan Muammer Bey atanmıştır.İlçemizde tarım ıslah
çalışmalarında bulunduğu bilinmektedir.İlçe merkezinden geçen Sivas - Malatya eski
karayolu şosesi,eski Sivas valilerinden Halil Rıfat Paşa zamanında açılmıştır.
TARİHÇESİ VE KÖKENİ
Kangal Çoban Köpeği’nin kökeni hakkında “rivayet” sayılabilecek bazı görüşler vardır.
Ancak 11 Temmuz 2003‘te düzenlenen I.Uluslar Arası Kangal Köpeği Sempozyumunun
sonuç bildirisinde “büyük Türk göçleri sırasında Türkistan’dan Anadolu’ya getirilen bir
köpek ırkı “ olduğu kabul edilmiştir.
Kangal’a da adını verdiği düşünülen , Orta Asya’dan göç eden “Kanglı (Kangar)” Türk
Boyunun göç ederken bu köpek ırkını da getirdiği düşünülmektedir. İlk rivayete göre, Hint
Mihracesi tarafından Osmanlı Padişahına bir Köpek Hediye edilir.Bu padişah Muhtemelen
Yavuz Sultan Selim’dir. Hediye edilen köpek Kangal’ın Deliktaş Köyü yakınlarında
kaybolur. Köpek, tüm aramalara rağmen bulunamaz.Kangal Köpeğinin bu kaybolan
köpekten türediği şeklindeki rivayet Kangal Köpeği’nin kökenini de Hindistan olarak kabul
eder.
Diğer bir rivayet ise Kangal Köpeği’nin kökeninin Anadolu olduğunu söyler. Eski Anadolu
uygarlıklarının vahşi hayvanlardan korunmak için “arslan gibi güçlü “ ve iri yarı olan bu
köpekleri kullandıkları söylenmektedir. Evliya Çelebi’de Seyahatname’sinde Kangal
Köpeklerinden bahsetmektedir. O da bu köpeklerin “arslan kadar güçlü “ve cüsseli
olduğunu yazmaktadır. Doğan Kartay hem kendi kitabında hem de 1. Uluslar Arası Kangal
Köpeği Sempozyumu’nda sunduğu bildiride, Kangalların ,Osmanlı Döneminde Yeniçeriler
tarafından hem askeri işlerde hem de savaşlarda kullanıldığından bahsetmektedir.
Kartay’ın bildirisinde, Romalılarda “arslan” sözcüğünün karşılığı olan “Samson” kelimesi
Anadolu’da “Samsun” olarak benimsendiğini ve Kangalların arslana benzetildiği için
Kangalları kullanan birliğe “Samsoncular”dendiğini söylemektedir.
TESCİL
Kangal Kaymakamlının 26.11.2001 tarihinde Türk Patent Enstitüsüne başvurusu ve
14.02.2002 tarihinde Resmi gazetede ilanı ile tescil edilmiştir. 1997’de Türk Standartları
Enstitüsü tarafından kabul edilen Damızlık Kangal Köpeğinin standardı şu şekildedir; Sivas
ili çevresinde, özellikle Kangal ilçesi çevresinde yetişen, saflığı tescil edilmiş, doğal şartlara
uyumlu ve dayanıklı, güçlü, çevik, gerek sahibine gerekse sürüye sadık ve koruyucu, iri
yapılı saf ırk, ideal bir çoban köpeğidir.
Kangal Köpekleri ;
• 0-5 Aylık Erkek Yavru
• 0-5 Aylık dişi Yavru
• 6-16 Aylık Genç Erkek
• 6-16 Aylık Genç Dişi
• 16 Aylıktan Büyük Ergin Erkek
• 16 Aylıktan Büyük Ergin Dişi Olmak üzere 6 gruba ayrılmıştır.
Genel Olarak Damızlık Kangal Köpeği ;
1. Baş: Büyük, uzun ve kulaktan “V” şeklinde çıkıntılı ;burun, orta uzunlukta ve küt;ağız
büyük; burun ağız ve göz çevresi siyahtır.
2. Gözler; İri ve kahverenginin değişik tonları renkte
3. Kulaklar; geniş, uzun ve sarkık
4. Boyun ; güçlü, baş ve vücut bağlantısı kuvvetli
5. Göğüs; geniş ve derin
6. Karın; ince ve düz
7. Kuyruk; iri, uzun, yukarı ve sırta doğru 360 derece civarında kıvrımlı
8. Bacaklar; uzun, kuvvetli;pençeleri iri ve güçlü, bazılarında arka ayaklarında çift
mahmuzlu
9. Tüyler; parlak, kısa, sık; açık bejden gri-sarı- beyaz renge kadar değişen tonlarda; başta
burun, ağız, kulak ve göz çevresi kırçıl siyah, bacaklarının alt kısımları ile pençeler
özellikle ön ayaklar beyaza yakın açık renkte
10. Koku alma duyusu gelişmiş
11. Geceleri daha aktif, sürü hareketlerine daha uyumlu
12. Sahibine ve sürü sadık, yaban hayvanlarına ve kötü niyetli kimselere karşı hırçın ve
saldırgan
13. Kardeş Kardeşe çiftleşmeyen
14. Onurlu ve işini bilen, zeki
ÜREME KIZGINLIK:
Bir buçuk yaşındaki erkek köpek çiftleşme için uygun yaşa gelmiştir; bu yaştaki erkek
Kangal Köpeğinin yapısı tam olarak gelişmiştir.Dişi ise 10-12 aylık iken kızgınlık
göstermeye başlar ancak dişinin gelişimi 18 aya kadar sürdüğü için 12 aylıkken
çiftleştirilmesi sakıncalıdır. Dişiler yaklaşık 180 günde bir kızışma dönemine girer. Kızgınlık
süresi yaklaşık 10-21 gün devam eder. Kızgınlık gösteren dişi anormal davranışlar
sergiler;bulunduğu mekandan çıkmak ister, kapılara pencerelere tırmanır.Emirlere itaat
etmez. Dişilerin, kızgınlık döneminde cinsel organları şişer,kızarır ve sümüksü, saydam,
kanlı bir sıvı gelir.Bu sıvının yaydığı koku ile erkek köpekleri çeker.
ÇİFTLEŞME :
Kangallarda mecbur kalmadıkları sürece “yakın akraba çiftleşmesi” görülmez. Köpekler,
çiftleşmeden bir süre önce, birbirlerine alışmaları için kapalı bir mekanda bir araya konulur.
Çiftleşme 20-30 dakika arasında gerçekleşir. Çiftleşme sonrası gebe kalan dişi sakinleşir
ve uysallaşır. Erkeğin mükerrer çiftleşme isteğine izin vermez.Dişi köpeğin sakinleşip,
erkek köpeği reddetmesinden döllenmenin gerçekleştiği anlaşılabilir.
GEBELİK:
Kangallarda gebelik yaklaşık 58-63 gün yani 9 haftadır. Bu süre, dişinin yaşı, kaçıncı
gebeliği olduğu, beslenme durumu gibi faktörlere bağlı olarak değişir. Gebeliğin ilk bir
ayında fiziksel yapısında değişme olmaz.Bu aydan sonra, karın hızla şişmeye, memeler
irileşip sarkmaya başlar. Gebeliğin ilk bir ayından sonra dişiye ihtimam gösterilmeli, aşırı
sıcak ve soğuktan korunmalı, fazla hareketli olmasına izin verilmemeli, beslenmesine
özellikle dikkat edilmelidir.
DOĞUM:
Dişinin huzursuzluğu, iştahsızlığı, vücut ısısının düşmesi ve göğüslerinden sarımsı bir
sıvının akması doğum anının yaklaştığını gösterir. Dişinin sancılarının artmasından
yaklaşık 2-3 saat sonra doğum gerçekleşir.Doğum genelde “normal” olur.Dışarıdan
müdahaleyi gerektirmez. Yavrular, zar şeklinde ve içi jöle kıvamında bir sıvı ile dolu bir
kese içinde, ortalama yarımşar saat ara ile doğarlar. Anne köpek yavrularının içinde
bulunduğu zarı kendi çabasıyla soyar, göbek bağını keser, yavruların bütün deliklerini
temizler ve hem temizlemek hem de canlandırmak amacı ile yavrularını yalar. Doğan
yavruların gözleri kapalıdır. 9-10 günlükken gözleri aralanır ve 12-14 günden itibaren
tamamen açılır. Kangallar bir doğumda genellikle 7-8 civarında yavru verirler.
BESLENME
Beslenmede Genel İlkeler; Sağlıklı ergin köpekler için günde bir öğün yemek yeterlidir.
Ancak bu öğün her gün aynı saatte verilmelidir. Bu öğünün akşam saatlerine doğru
yapılması uygundur. Yavru Köpekler ve genç köpekler ile çok çalışan köpeklere günde iki
öğün verilmelidir. Yine, iştahı azalan yaşlı köpeklere de iki öğün verilmelidir. Köpeklere
ekşimiş, bozuk gıdalar; ucu sivri iyi parçalanmamış kemikler verilmemelidir. Yemek Kapları
hijyenik olmalıdır. İçme suyu, köpeğin devamlı ulaşabileceği bir yerde olmalı veya günde
en az üç defa bir kapta verilmelidir. Yavru Köpeklerin Beslenmesi; Yavrular, 4. haftadan
itibaren önlerine konan sütü içebilirler.3-4 haftalık olana kadar emmelidirler. Yavrular 3
haftalık olduklarında ana sütüne veya süt ikâmelerine ilaveten çeşitli yiyeceklere
alıştırılmaya başlanmalıdır. 6 haftalıkken sütten kesilir, analarından ayrılırlar. Bu yaştan
önce dişleri tamamen gelişmediği için sert yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Genç Köpeklerin
Beslenmesi ; Genç Köpeklerde 3 aylık olana kadar günde 4-5 kere ;3-5 aylık arası günde 3
kere; 5-10 ay arası günde 2 kere, mümkün olduğunca her gün aynı saatlerde mama
verilmelidir. Büyüme çağındaki köpeklere ihtiyacından fazla mama verilmemelidir, zira çok
hızlı büyüme iskelet bozukluklarına neden olabilir. Ergin Köpeklerin Beslenmesi; Ergin
Kangallar, günde bir defa ve her gün aynı saatte beslenmelidir. Orta boy bir köpek için
yaklaşık 2 kilogramlık bir diyet düzenlenir. Diyetin 1/3’ü et,1/3’ü tahıl ve sebze, 1/3’ü su
olmalıdır. Ergin köpekler halk arasında “yal” denilen arpa ununun sıcak su ile hamur haline
getirilmesiyle elde edilen mamulden 2 Kg kadar verilir. Buna ilaveten 25 gr et ve haftada 3
kere haşlanmış , fazla sert olmayan kemik verilir. Yaşlı Köpeklerin Beslenmesi ; Yaşlı
Köpeklerde sindirim etkinliğinin düşük olması nedeniyle, besin maddeleri bakımından
zengin ve sindirimi kolay mamuller verilmelidir. Yaşlı köpeklerin enerji ihtiyaçları düşüktür,
bu nedenle öğünlerde kalite artırılırken miktar azaltılmalıdır. Koku alma duyusunun
zayıflığı nedeniyle iştahsızlık olabilir, bu durumda besinlerin lezzetliliği artırılmalıdır.
Dişlerdeki bozulmalar nedeni ile sert yiyeceklerden kaçınılmalıdır.
BAKIM
Köpeklere rahat hareket edeceği, yeterli genişlikte bir ortam sağlanması önemlidir.
Özellikle dışarıda, kulübelerde barınan, bekçilik gibi görevler yapan köpeklerin köpeklerin
sağlığının korunması için “tımar” denen temizliğin sık sık yapılması gerekir Hangi yaşta
olursa olsun Kanallar yıkanmaz. Çünkü deride ter bezleri yoktur, dolayısıyla terlemezler.
Ancak bol miktarda yağ bezeleri vardır. Post ve ciltlerini korumak için derilerinden yağlı bir
madde salgılarlar. Bu yağlı madde, ciltlerini nemli tutarak korumasını ve çatlamasını önler.
Köpek yıkandığı zaman bu yağlı madde de yıkanmış olacağından cildine zarar verecektir.
EĞİTİM
Kangal Köpekleri’nin eğitimi, köpek eğitiminde kullanılan temel eğitim tekniklerinden farklı
değildir. Ancak Kangallar, mizaçları itibariyle özgür ruhlu ve lider çoban köpekleri oldukları
için, pek sıkı bir eğitime gerek duymadan da işlerini iyi yapabilmektedirler. Kangalların
eğitimi konusunda farklı görüşler mevcuttur.Ziraat Yüksek Mühendisi ve “Kangal Köpeği”
kitabının yazarı Orhan YILMAZ, Kangallara, gerekli bazı temel eğitimlerin haricinde sıkı bir
eğitim verilmesine karşı olduğunu söylerken; Doğan Kartay,Kangalların,”Polis Köpeği” ve
“Arama-Kurtarma Köpeği” olarak ta çok başarılı olabileceğini söylemektedir. İster özel
eğitimli, ister çoban köpeği olsun, Kangallara, tasmaya alıştırma, amaca yönelik terbiye,
komutlara alıştırma gibi temel eğitimlerin verilmesi gereklidir.
KÖPEK İSİMLERİ
Kangal Köpekleri, iri cüsseli ve heybetli olmalarına karşın, çok cana yakın ve “dost canlı”
köpeklerdir. Bir çok ırka göre daha sadıktırlar. Kangallar sahipleri ile aralarında çok güçlü
dostluklar kurabilen hayvanlardır.Yörede, hayvanların bu özellikleri, onları ailenin bir bireyi
gibi görecek kadar değer verdikleri bu hayvanlara çok güzel isimler vermektedirler. Erkek
köpeklere heybetli isimler seçilirken, dişi köpeklere daha zarif isimler seçilmektedir. Tabii
garip isimlendirmelere de mevcuttur. Örneğin hayvanlara yabancı isimler
verilmektedir;Toni, Joni, Karlos gibi…
Dişi isimlerinden bazıları ;
Boncuk, Boz, Bulut, Cesika, Ceylan, Cıncık, Dost, Elmas, Fındık, Filiz, Garoş, Gümüş,
Karabaş, Kartopu, Kontes, Manken, Mercan, Monika, Pamuk, Sarı, Süslü, Sümbül, Uçar,
Yaman, Zümrüt….
Erkek İsimlerinden Bazıları ;
Aloş, Apaçi, Aslan, Bozo, Cesur, Coni, Çomar, Duman, Ejder, Garoo, Herkül, jilet, Kalleş,
Karabela, Karlos, Kemikkıran, Kurtboğan, Memati, Pala, Panter, Reis, Şeytan, Talas,
Tarzan, Tomas, Tomi, Toni, Topuz, Toroman, Toros, Tüylü, Taysın, Yakışıklı, Zalım,
Zalim, Zorba….
KAVGA ETMELERİ;
Kangallar, istisnaları olmakla birlikte, insanlara karşı pek saldırgan değildirler. Kendilerine
her hangi bir tehdit ve tahrik olmadığı sürece sebepsiz saldırganlık yapmazlar. Bilhassa
bayan ve çocuklara karşı koruyucudurlar. İnsanı kovalayan Kangal, yakaladığında yere
yatırır ve ön ayaklarını üzerine koyarak bekler. Yine tehdit veya tahrik olmadığı sürece
bekler. Üzerine doğru gittiği kişi yere çömelirse durur ve bekler, yine saldırmaz. Ancak tabii
kangallarında sonuçta bir hayvan olduğu unutulmamalıdır. Köpekleri kendi aralarındaki
kavgalara “boğuşma” denir.Boğuşmalarda çok cesur ve atılgandırlar. Genellikle çift olarak
yetiştirilen Kangallar kavga esnasında birbirlerini sürekli kollarlar ve eşinin ezilmesine asla
müsaade etmezler. Kavgayı dikkatle ve heyecanla izler, eğer kavgaya başka bir köpek
girerse eşlerini müdafaa etmek için kavgaya girerler.İki Kangal bir olup zayıf köpeği
boğmaz. Yavrularıyla ve kendi aralarında şakalaşma mahiyetinde de boğuşurlar. Bunlar bir
nevi talimdir. Yavrularına adeta taktik öğretirler. Yavruları kızdırıp hırslandırırlar; yavru
hırsla annesi veya babasını boğmaya çalışırken anne ve baba bir insan gibi mütebessim
yavrularını izler onlarla şakalaşırlar.
KURDA GİTME VE KURT BOĞMA
“Kurda Gitme” ve “Kurt Boğma” Kangal Köpekleri için bir kendini ispatlama vesilesidir.
Kangalların en önemli ve bilinen özelliklerinden biri sürüyü kurttan koruyabilmeleri ve kurdu
bazen tek başına yıkabilmeleridir. Kangallar, genelde cesur olmalarına rağmen, her
köpeğin kurda gitmesi yada kurt boğması gibi bir durum söz konusu değildir. Çok iyi bir
Kangal tek başına bir kurdu boğabilir.Ancak genellikle birkaç Kangal bir olup bir kurdu
boğarlar. Kurt boğma işinde köpekler boğuşma esnasında çok yara alır ve yorulurlar. Kurt
boğan köpek birkaç gün halsiz dolaşır kendine gelemez. Hızlı bir koşucu olan Kangal,
kurda yetişir ve yetiştiği zaman kurda sert bir “döş” vurur. Bu darbe ile Kurt da Kangal da
yere yıkılır. Kurt önce kalkarsa kovalamaca devam eder; Kangal önce kalkarsa kurdun
boğazına yapışır ve öldürünceye kadar bırakmaz. Kangal, kurdun ölüsüne kulağını
dayayarak dinler ve en ufak bir harekette yeniden boğar. Kurun ölüsünün yanına kimseyi
yaklaştırmaz. Bu olaydan birkaç saat sonra,boğuşma esnasında boğazlarına kaçan kurdun
kılları nedeni ile öksürmeye başlar. Kurt boğan köpekler mükafat için bir koyun kesilir.
Öncelikle Koyunun kuyruk kısmı verilir. Kuyruk kısmı, Köpeğin boğazına kaçan kurdun
kıllarının temizlenmesinde önemli rol oynar.
KOYULHİSAR
İlçemizin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. M.Ö.
2000 yılları ile M.Ö. 1000 yılları arasında Anadoluda yaşayan Etilerin sınırları, batıda Ege
Denizinden doğuda Erzuruma uzanmaktaydı. Koyulhisar o zamanlar Eti İmparatorluğu
sınırları içerisinde yer alıyordu.
Etiler döneminde ilçemiz Kolonya ismini taşımakta ve bugünkü Koyulhisar ile Suşehri ilçesi
arasındaki Hanlar denilen (Yemişli) mevkideydi. Bugün o dönemden kalan Hanların
kuzeyinde bir kale, güney kısmında Aydınlar köyünün batısında bir höyük bulunmaktadır.
Fakat bu bölgede heyelan ve toprak kayması tehsi bulunduğundan kazı çalışmaları
yapılamamıştır.
Şehir sonradan yer değiştirerek bugünkü ilçe merkezinin 3 km kuzeyinde Akpınar denilen
yerde kurulmuştur. Akpınarda kesme taştan yapılmış saray kalıntısı, Akpınarın kuzeyinde
Kayalar mevki ile batısında Mezarlık Deresi denilen yerlerde halen Müslümanlara ait
olmayan mezarlar, Akpınarın doğusunda ise Müslümanlara ait mezarlar (Ağ Mezarlık)
bulunmaktadır.
Anadolu; Etilerin, Friglerin, Kimmerlerin ve Medlerin yıkılmalarından sonra Perslerin
istilasına uğramıştır. Makedonya Kralı Büyük İskender Persleri Anadoludan atarak
Hindistana kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuştur. İskenderin ölümünden sonra
generallerinden Selevkos, Orta, Kuzey, Güney ve Doğu Anadolunun tamamına hakim
olmuştur. Selevkosların devleti Romalılar tarafından yıkılarak Romaya bağlanmıştır. M.Ö.
280 yılında Trabzonda Pontus Krallığı kurulmuş ve Pontus Kralının 8. Mitridates Dionizos
Niksar, Koyulhisar ve Şebinkarahisarı M.Ö. 120-63 yıllarında işgal etmiştir. Ölümünden
sonra Romalılar, Pontuslara ait bütün toprakları nüfuzları altına almışlardır.
“Müslüman Türkler in Anadoluya gelişlerine kadar Bizansın Anadoluya hakimiyeti devam
etmiştir. 1071 Malazgirt Savaşından sonra Türklerin hakimiyetine geçen Koyulhisar, bir
süre Danişmentlilerin egemenliğinde kaldıktan sonra Anadolu Selçuklu Devletinin eline
geçmiştir. 1243 yılında Kösedağ Savaşında Selçuklular Moğollara yenilince Selçuklulara
ait topraklar Moğolların eline geçmiştir. Anadoluda Moğol-İlhanlı hakimiyetinin sona ermesi
ve Sivas ile Kayseri civarlarında Eretna Beyliğinin kurulması ile burası Eretnalıların eline
geçmiştir. 1380 yılında Kadı Burhanettin, Eretna Beyliğini yıkarak topraklarına hakim
olmuştur. Kadı Burhanettinin 1397 yılında Akkoyunlu Emiri Karayölük Osman Bey
tarafından öldürülmesi üzerine ülkesinin büyük bir kısmı halkın isteği ile Osmanlı idaresine
geçmiştir. Bu kargaşa sonrasında, tarihi tam olarak bilinmemekle beraber Koyulhisar
Trabzondaki Pontus Rum Devletinin eline geçmiştir. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan
Trabzon Rum Pontus Kralı IV. Loannesin kızı Prenses Despina Katherina ile evlenince
Koyulhisar Kalesi Rum Pontus Kralı tarafından Uzun Hasana çeyiz olarak verilmiştir. Sık
sık saldırılar düzenleyen Fatih Sultan Mehmetin korkusundan Uzun Hasan, şimdiki
Yukarıkale Köyünün doğusundaki tepe üzerine bir kale yaptırmıştır. 1461 yılında Uzun
Hasanın Koyulhisarı zapt etmesi üzerine Fatih Sultan Mehmet, buraya Şaraptar Hazma
Bey’i göndermiş, arkasından kendisi kaleyi teslim almış ve buradan da Trabzona devam
etmiştir. Fatih Sultan Mehmet Trabzonu ele geçirerek deniz yoluyla İstanbula döndüğü
sırada Uzun Hasan tekrar Koyulhisarı ele geçirmiştir. Fatih Sultan Mehmet Otlukbeli
Savaşına giderken Koyulhisarı tekrar Osmanlı idaresine geçirmiştir. 1473 yılından sonra
ilçemiz el değiştirmemiş ve işgal görmemiştir.
İlçemiz Kurtuluş Savaşında işgal görmemiş olduğu halde şehitliği olan Orta Anadolunun
ender yerleşim merkezlerinden birisidir. 1916-1917 yıllarında Rus Orduları Doğu
Anadoludan yurdumuza girip Erzincan ile Suşehri arsındaki Çardaklı Mevkiine ilerledikleri
zaman cephe gerisinde askeri hastane Koyulhisara kurulmuştur. Cepheden gelen yaralı
Mehmetçiklerden şehit olanlar için ayrı ayrı mezarlar kış şartlarının ağır olmasından dolayı
açılamadığından; askerler açtıkları hendeklere şehitlerimizi beşer-onar defnetmişlerdir.
Şehitlerimizin ilçe topraklarında yattıkları bu mezarlık 1971-1972 yılında o zamanki
Askerlik Şube Başkanı olan Binbaşı Ekmeleddin Yalçın Bey tarafından Kara Kuvvetleri
Komutanlığımızdan temin ettiği ödenekle Şehitlik inşa edilmiştir. 1916-1917 yıllarında
Rusların Erzincan Çardaklı Mevkiine kadar geldiklerinde Koyulhisar halkının tarihe
geçecek bir fedakarlığı olmuştur. 98 ton yiyecek maddesini ilçemiz halkı sırtlarında
Suşehrine 24 saat gibi kısa bir sürede taşımışlardır. Koyulhisarlıların bu fedakâr
davranışına General Fehim Paşa teşekkür konuşması yapmıştır. Koyulhisarlıların
yaptıkları bu büyük hizmete karşılık olarak devlet, büyük mali sıkıntıların içinde iken Türk
Ordusunun Koyulhisar halkına şükran borcu olarak bir anıt çeşme yapılmıştır.
İlçemizin adının kaynağı hakkında ise çeşitli söylentiler vardır. Koloneia, Kule-Hisar,
Koyulu-Hisar gibi isimlerin yanı sıra batılı kaynaklardan da Kaili-Hisar, Kuili-Hisar şeklinde
geçmektedir. Türkler Anadoluya yerleşmeden önce ise ilçemiz Trabzon Rum
İmparatorluğuna bağlı olup; ismi Kolonya idi. Selçukluların XV. asır ortasından itibaren de
Osmanlı hakimiyetinde bulunan ilçemizin o zamanki adı ise Muşaz dır.
Eğriçimen yaylası çevresinde Etiler devrine ait bazı kalıntılar bulunarak,eserler Müzeler
Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir.
İlçe doğal turistik kaynaklarıyla ve orman örtüsü çeşitliliğiyle dikkate değerdir. Geçmişten
günümüze var olan bu potansiyel turizmde, tanıma-tanıtma-değerlendirme kapsamına
alınmadığından dolayı hak ettiği yeri bulamamıştır. Çam, gürgen, meşe ve köknar
ağaçlarıyla bezenmiş olan orman üniteleri ilçemiz açısından en önemli doğal cazibe
unsurudur. Ormanların sadece görünüm açısından değil, aynı zamanda sağlık turizmi
açısından da öneminin büyüktür.
Büyük çoğunluğu çam ormanları ile kaplı olan ilçemizde Tekke deresinin kuzey yamaçları
ile Dumanlıca yaylasının kuzey yamaçlarına kadar genelde çam ve köknar ormanları,
vadinin güneyinde Gölcük yaylasından batı yükseltisine doğru çam ormanları ile kaplıdır.
Yer yer gürgen ve meşeliklere de rastlanmaktadır. Bu kadar çeşitliliği bünyesinde
barındıran ilçemiz orman örtüsü ile çoğu yerleşim merkezinde bulunmayan yeşil bir
görünüme sahiptir.
Bir diğer turistik kaynak ilçeyi çevreleyen dağlardır. Dağlar temiz hava, dağa tırmanma
sporu, yamaç paraşütü ve kayak turizmi gibi fonksiyonlarıyla değerlendirilen doğal
merkezlerdir. Koyulhisar ilçesi de bu tür konulara ilgisi olan kişilerin zamanlarını
geçirebilmeleri için gerekli ortamları bulabilecekleri bir yerdir.
İlçede yayla turizmi diğer bir doğal çekicilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaylacılık iki
açıdan düşünülmekte olup, biri klasik yaylacılık, diğeri ise rekreasyonel faaliyetlere yönelik
yaylacılıktır. Doğal güzellikleri ile dikkat çeken ilçede organize bir turizm faaliyeti
bulunmamakla beraber sahip olduğu 48 yayla ile yayla turizmine yönelik büyük bir
potansiyele sahiptir.İlçe il merkezine uzak olmasından dolayı turizm karakteri açısından
Sivas’tan farklılık göstermektedir. Bu yönüyle ilçemiz Karadeniz turizm fonksiyonu ile
bağdaşır niteliktedir.
Eğriçimen Yaylası
Eğriçimen yaylası ilçe merkezine 17 km. uzaklıktadır. Yayla ormanlar arasında güney
batıdan kuzey batıya doğru uzanan bir vadinin içerisindedir. Vadinin yamaçları çam
ormanları ile kaplıdır. Şaşalağan Boğazı ile Yedigözelerden çıkan kaynaklar yayla
içerisindeki kaynaklarla birleşerek bir akarsu oluşturmaktadır. Bu derenin yayla içerisinde
büklümler çizerek akmasından ve derenin etrafının çayırlık oluşundan ötürü yaylaya
“Eğriçimen” adı verilmiştir.
Eğriçimen yaylası en az beş yüz yıllık bir yayladır. Buz gibi suyu, oksijeni bol havası ve alt
yapısının büyük bir bölümünün tamamlanmış olması, buraya çağdaş yayla görünümü
kazandırmaktadır. Yaylanın Yedigözeler tepesinde rakım 1800 metre olup, bu tepeden
Kelkit Vadisi görülmektedir. 1980’li yılların başından itibaren yaylada turizm fonksiyonu
önem kazanmaya başlamış ve Koyulhisar ilçe merkezinin dışında yaşamakla birlikte,
Koyulhisar ilçe merkezi nüfusuna kayıtlı olan çok sayıda aile yaylada modern konut
yaptırarak rekreasyon hareketine katılmıştır. Turizm fonksiyonunun önem kazanmasında
öncelikle nostaljik duygular etkili olmuştur.Daha önce Koyulhisar’da yaşayıp başta İstanbul
olmak üzere ilçe dışına göç etmiş aileler, geçmişe duyulan özlemin bir sonucu olarak yaz
aylarında yaylaya gelerek yılın 4-5 ayını burada geçirmeyi tercih etmiştir. Konaklama
tesisleri, lokanta ve diğer turistik sosyal tesisler yerleşim alanının güneybatısındaki çam
ormanı içerisine kurulmuştur. Belediye hizmetlerinin verildiği tesisler ile bakkal, fırın,
manav ve kasap gibi ticarethaneler yayla içerisindedir. Yaylanın kuzeybatısında ise turizm
mevsimi boyunca futbol ve voleybol gibi çeşitli sportif faaliyetlerin yapıldığı spor tesisleri
yer alır.
Sarıçiçek Yaylası
Sarıçiçek yaylası, ilçe merkezinin güneyinde, ilçeye 17 km. uzaklıkta, Boyalı köyü ve
Ortaseki köyünün ortak yaylasıdır. Yayla, ismini bünyesinde bulundurduğu çiçeklerden
almıştır. Yayla içerisinde renkli balıkların bulunduğu göl ve soğuk su pınarları
bulunmaktadır. Çam ormanlarının hakim olduğu bu bölgenin temiz havasının yanında
manzarası da çok hoş ve geniştir.
Arpacık Yaylası
İlçe merkezinin kuzeyinde 22 km. uzaklıkta, etrafı çam ormanları ile çevrilidir.
Bol oksijenli tertemiz havasının yanında soğuk sularında tabii olarak alabalık mevcuttur.
Taşpınar, Kadife ve Hacıilyas köylerimizin ortaklaşa kullandığı bu yayla kış turizmine de
son derece müsaittir.
Kengercik Yaylası
İlçe merkezinin kuzeydoğusunda 25 km. uzaklıkta bir yayladır. Günümüze kadar
özelliklerini kaybetmeyen tek yayladır. Soğuk suların, tüten dumanların mevcut olduğu,
Kengercik yaylası, Arpacık yaylasına 3 km. uzaklıkta olup İkizyaka ve Kadife Akbulut
Mahallesinin ortaklaşa kullandığı yayladır.
Topalan yaylası, Koşoluk yaylası, Kalınpınar yaylası ve Başyayla ve buna benzer bir çok
yayla sıralanabilir.
Mesire Yerleri
Tekke Deresi, Ayran Pınar, Ağyol, Çakıl, Bedreşin Göze, Çığrık Kapı, Yedi Gözeler,
Başalan Ayşem Çeşmesi, Başalan Boğaz, Millet Bahçesi, Zapçıoğlu Pınar, Kebap Gözesi,
Kengercik Çevresi, Tekke Deresi Soğuk Su, Uzun Çayır, Baldıran, Çatal Çam, Örencük,
Osman Fırat Çeşmesi, Yağlı Göze, Koşoluk, Ekincik, Elmalı Dere, Koyun Deresi, Erikliyurt
ilçe yaylaları ve köy yaylaları çevresi ilçenin önemli mesire yerleri olarak dikkat çeker.
Bu mesire yerleri içerisinde Tekke deresi dikkat çekicidir. ilçe merkezine 25 km. uzaklıkta ,
Sisorta yolu üzerinde olan bu derede doğal alabalık mevcut olup, ormanlarla kaplı soğuk
içme suları ile piknik yerleri önemli bir cazibe merkezidir.
Tarihi Değerleri
Aşağıkale (Kale-i Zir) : Kalenin bazı duvar kalıntıları durmaktadır. Yalçınkaya üzerine inşa
edilen kaleden ırmağa inen merdivenler bulunmakta ve kale bina temel izlerine
rastlanmaktadır.
Yukarıkale(Kale-i Bala) : Yukarıkale köyünün doğusunda,sarp yamaçlar üzerindeki kalenin
harabelerine rastlanmaktadır. Kaleleri Uzun Hasan yaptırmıştır. Koyulhisar kalesinden
Evliya Çelebi de bahsetmektedir. Kale içinde 100 ev,anbar,cephanelik,su sarnıçları,demir
kuyusu vardır. Aşağıda bir şehir,camii ve dükkanlar bulunduğundan bahseder.
Hacı Murat Hanı: Tamamı kesme taşlardan yapılmış olup ,Suşehri Niksar yolu üzerinde
yaklaşık 20x100 m. ebatındadır. Duvarları ayakta kalmış ,üst örtüsü 1939 depreminde
yıkılmıştır.
Hamam Kalıntısı: Aşağıkale Mahallesinin batısında bulunan KALE-İ ZİR de bulunan
hamam harabesinin kubbesi çökmüş ve toprak altında kalmıştır.
Anıt Çeşme : İlçe Merkezindedir. Türk ordusunun Koyulhisar halkına şükran borcu olarak
“1333 ve 1334 senelerinde Ordulu Ahmet Rıfat Beyin Kaymakamlığı zamanında
Koyulhisar kazası erkek ve kadınının nakliyatı askeriyede geçen kıymetli hizmetlerine
ordunun şükran ve hatırayı takdiridir. 25 EYLÜL 1334”yıllarında anıt çeşme yapılmıştır.
Ecdadımızın biz ve İlçe halkına bıraktığı en büyük miras olarak bu anıtı görüyoruz.
Koyulhisar şehitler ve gaziler yurdudur.
Höyükler : Eğriçimen Höyüğü, ilçe merkezine bağlı Eğriçimen yaylasında bulunmaktadır.
Elde edilen buluntulardan M. Ö. ki yıllarda iskan gördüğü anlaşılmaktadır. Yeniarslan
höyükleri ,aynı adla anılan köyde üç Höyük bulunmaktadır. Sugözü köyüne ait Başyayla ile
Dağ Eksi mezrası arasında birde höyük mevcuttur.
İPEK HALICILIĞI
Koyulhisar Ortakent Bölgesinde İpek halıcılığın başlaması bundan otuz yıl öncesine
dayanır. O yıllarda Ballıca Köyü İlkokulunda görevli ; Niksar Başciftlikli Aslan OĞUZ isimli
Öğretmen’in eşi yün halı dokumaktadır. Aslan Öğretmen hem eşine yardımcı olsunlar hem
de öğrensinler diye birkaç kişiden çocuklarını boş zamanlarında göndermelerini ister. Bu
isteğe ancak bir-iki çocuğun ailesi razı olur. Aslan Öğretmen, eşinden halı dokumasını
öğrenen çocuklara tezgah ve malzeme temininde yardımcı olur.
Ekonomik bakımdan çok zayıf olan köyde halıcılık iki üç yıl içinde yayılır. Beş altı yıl yün
halı dokunur. Daha sonraki yıllarda dokunan halıların ticaretini yapan kişiler İpek Halının
daha karlı bir iş olduğunu öğrenirler. Köyde yün halıcılık ipek halıcılığa dönüşür.
Kısa zamanda Ortakent Bölgesindeki köylere, hatta Suşehri’nin Ortakent’e yakın köylerine
yayılan ipek halıcılık vatandaşlar için geçim kaynağı haline gelmiştir.
Ortakent Bölgesi ve çevresinde dokunan ipek halıda genellikle çeşni bülbül diye tabir
edilen desenler kullanılır. Dokunan halılar Hereke Halısı ismi altında dokunur ve
pazarlanır.
Her köyde köylüye ipek ve diğer malzemeleri temin eden ve bu işin ticaretini yapan en az
iki üç kişi mevcuttur.
İPek halıcılık sayesinde bölge insanı eknomik olarak kazanımlar elde etmiştir. Ancak son
yıllarda İpek halıcılık piyasasındaki durgunluk bazı köylerde halıcılığın azalmasına sebep
olmuştur.
Günümüzde İpek Halıcılığın en fazla yapıldığı köyler; Ballıca ve Aksu köyleridir. Şu anda
alınan bilgilere göre Ballıca Köyünde elli (50) tezgah, Aksu Köyünde yüz (100) tezgahta
faal olarak dokuma yapılmaktadır. Bu da her tezgahta ikişer kişiden üçyüz (300) kişi halı
dokuyor demektir.
SUŞEHRİ
1875 yılında yeniden yapılan vilayet düzenlemesinde Şebinkarahisar sancağı Trabzon’dan
alınarak Amasya ve Tokat ile birlikte Sivas vilayetine bağlanmıştır. Bu düzenleme ile Suşar
(Gölova) ve Akşar Subaşılıkları kaldırılmış ve Endires köyüne ilçe teşkilatı kurularak
“SUŞEHRİ” adı verilmiştir.
1933 yılında Suşehri, Sivas iline bağlanmıştır.Ancak İlçe Coğrafi ve Kültürel olarak
Kafkasyanın bir parçasıdır.Adet ve görenekler olarak daha çok Karadeniz, Kafkas halkına
benzemektedir.
Suşehri Ve Turizm
Suşehri ilçesi tarihin değişik dönemlerinde yerleşmelere sahne olmuşsa da bu
medeniyetlerden kalan izler ciddi bir araştırmaya tabi tutularak ortaya çıkarılmamıştır.
Ancak, ilçenin tabii güzelliği, gezilip görülmeye değer yayla ve ormanları değerlendirilmesi
gereken turizm potansiyelinden bazılarıdır.
Ayrıca ilçe sınırları içinde inşa edilen Kılıçkaya ve Çamlıgöze barajlarının arkasında oluşan
göller, yeni turizm imkanları doğurmuştur. Baraj göllerinde yapılan tatlı su balıkçılığı,
meraklılar için bulunmaz bir nimettir.
Yayla ve ormanlarda alabalık meraklıları için bulunmaz yerler mevcuttur. Gemin deresi,
Tatar ormanında Alakavak Deresi, bunların başında gelmektedir.
İlçe civarında bitki örtüsü av hayvanlarının üremesine müsait olduğundan av turizmi
geliştirilebilir.
Ova tabanında bıldırcın, yükseklere çıkıldıkça kınalı keklik, tavşan, yaban domuzu avı
yapılabilir. Baraj gölleri ise yaban ördeği ve yaban kazı avı yapılan uygun alanlardır. Ayrıca
baraj göllerinde yayın balığı ve aynalı sazan balığı tutulmaktadır.
Her yıl Temmuz ayında Kösedağ Şehitlerinin anıldığı, toplu ziyaret edildiği “Anma Günü”ne
ilçe ve civardan çok sayıda kişi katılmaktadır.
Tatar ormanları, Alakavak, Eşek meydanı gibi mesire yerleri görülmeye değer güzelliktedir.
İlçe, her yıl yaz aylarında gurbette bulunan sakinlerini Karacaören’n Kirazlıpınar
yaylasında ağırlamakta, bu zamanlarda ilçenin nüfusu iki katına çıkmaktadır.
Hergün ilçe merkezinden 3 otobüs firması, İstanbul ve Ankara’ya seferler düzenlemektedir.
Yeni oluşturulan Karacaören Kirazlıpınar Yayla Şenlikleri çok büyük bir katılımla önemini
artırmaktadır.
Kılıçkaya baraj gölünde su kayağı, sörf gibi su spor dalları geliştirilmektedir.
İlçe, kış turizmi olarak kayak yapılabilecek tepeliklere sahip durumdadır.
ULAŞ
Akarsu ve Göller
Ulaş ilçesi’nin en önemli akarsuyu Tecer Irmağıdır. Suyunda Alabalık, Sazan gibi tatlı su
balıkları yetişmektedir. Tecer ırmağı, Tecer Dağı’nın güneydoğu eteklerinden doğar ve
kuzeye doğru akar. Bostankaya yakınlarında Yapalı deresini de aldıktan sonra, demiryolu
hattını takip ederek, il sınırları içerisine girer ve Taşlıdere Boğazından geçerek Kızılırmak’a
dökülür. Ulaş ilçesinin içinden geçerek ilçeyi ikiye bölen ve güneyden kuzeye doğru
akmakta olan Tecer Irmağı, Kızılırmak’ın önemli bir kolunu oluşturur.
Beş Gözler, adındaki içme suyu Tecer Dağından çıkmaktadır. Bu suyun debisi 180-200
metreküptür. Bu su, başta ilçe merkezi olmak üzere Ulaş ilçesine bağlı 18 köyün ayrıca
Sivas Demir Çelik Fabrikasının içme ve hammadde soğutma işleminde kullanılmaktadır.
Kaynağının Tecer dağı eteklerinde olması nedeniyle “Tecer Irmağı” adı verilmektedir.
Tecer ırmağı suyu kaliteli bir su olup, sertliği 23-45 Fransız sertliğinde ve sulama
açısından yılın tüm aylarında kullanılabilir özelliktedir. Tecer SO4 iyonu nedeniyle yılın
Ağustos-Aralık ayları aralığında IV. Grup su kalitesi sınıfında yer alır. Ulaş ilçesi içme suyu
konusunda ilçe nüfusunun ihtiyacını karşılayacak kapasiteye sahiptir.
Tecer Dağı Göllü yaylasında kaynak suyu bulunmaktadır. Tecer Dağının Kayapınar
köyünde çıkan içme suyu, Tecer Dağının kuzey batı kesiminde yer alan Tatlıcak suları
bölgede tanınan kaliteli içme sularıdır.
Tecer Dağının kuzeyinde 3 dönümlük büyüklükte suyu tuzlu olan Kellah Göleti
bulunmaktır. Tecer Dağında ayrıca Alabalık üretimi yapılmaktadır. İlçede Baharözü ve
Karacalar Göletileri de önemli sulama göletleridir. Ulaş ilçesinin Kertmekaracaören Köyü
ile Karagöl Köyü arasında Aygır gölü bulunmaktadır. Bu gölün derinliği yaklaşık 60 metre,
genişliği 500 metre karedir. Bu göl sönmüş volkanlardan oluşmuştur. Aygır gölünün
doğusunda derinliği 10, genişliği 150 m kare büyklüğünde Kamışlı Gölü bulunmaktadır.
Şenyurt Köyü ile İtkıran Köyü/Yeşildiyar arasında derinliği 20, uzunluğu 100 metre kadar
olan Tepe Göl yer alır.
Coğrafi Yapı
Ulaş ilçesi, Sivas il merkezine 37 kilometrelik mesafededir. Ulaş ilçesi, Sivas İli’ nin
güneyinde, Tecer Dağı’ nın eteğinde, Sivas-Malatya Karayolu üzerindedir. Sivas il
merkezine 37 kilometrelik mesafede bulunan Ulaş ilçesinin doğusunda Hafik ve Zara
ilçeleri, güneyinde Altınyayla ilçesi, güneydoğusunda Kangal ilçesi, kuzey ve
kuzeybatısında Sivas İli bulunmaktadır. Ulaş İlçesi, Malatya’ya 210, Kayseri’ye 180,
Ankara’ya 480, İstanbul’a 967, İzmir’e 1102, Adana’ya, 369 kilometre uzaklıkta
bulunmaktadır. Ulaş ilçesinin Kangal ilçesine uzaklığı 45, Gürün ilçesine 100, Altınyayla
ilçesine 25, Şarkışla ilçesine 80 kilometre uzaklıktadır.
İlçenin Yüzölçümü 1169 km2 dir. Denizden ortalama yüksekliği 1320 metredir.
İç Anadolu Bölgesi’nde bulunan Sivas İli’ne bağlı olan Ulaş ilçesi, Doğu Anadolu
Bölgesinin batı kesiminde, İç Anadolu bölgesinin doğu kısmında yer alır. Doğal bir Türkiye
haritası üzerinde dikkatli bir inceleme yapıldığı takdirde, Ulaş ilçesinin doğu tarafı Hafik,
Zara ilçeleri, güneyinde Kangal ilçesi, güney batısında Altınyayla ilçesi bulunmaktadır.
arasında kalan kısımlar sanki bir doğal çizgi ile ayrılmış gibidir. Bu çizgi batıda Uzunyayla
ve Tahtalı Dağlarına, doğuda Tecer dağlarının kıvrılarak doğuya doğru uzandığı yüksek
platolar ile Tohma vadisini oluşturan havzanın kuzey kesimine kadar uzanan ve burada
Uzunyayla ile bitişen yüksek platoyu diğerlerinden sanki özel olarak çizilmiş bir hat ile
ayırır. İşte bu yüksek plato, İç Anadolu bölgesinin Karadenize doğru alçalarak serilen bir
yüzüdür. Bu yüsek platoya (Altınyayla ve Şarkışla ilçesi topraklarına) düşen yağmur ve kar
suları derelerde toplanarak Kızılırmak yoluyla Karadeniz’e Ulaşırlar. Bu platonun (Şarkışla
ve Altınyayla ilçelerinin) doğusunda yer alan Tahtalı Dağları’nın batı kısmından Uzun
yaylanın güneyi ve doğusundaki sular (Zamantı/Samantı), Ceyhan ve Seyhan ırmaklarının
kaynaklarını oluşturarak Akdeniz’e Ulaşırlar. Altınyayla ilçesinin doğusunda ve güneyindeki
Çayırova suyu ile Kuşkayası ve Deliktaş’ın güneyindeki sular Kangal balıklı Tohma
Suyuna karışarak Fırat ırmağına ulaşır. Tecer dağlarının güney eteklerinden, Deliktaş
yöresi, Çetinkaya, bölgesinden güneye ve doğuya doğru ayrılan sular çeşitli derelerde
toplanarak Yılanlı çayı, ve Divriği Çaltı suyuyla birleşerek Mercan dağlarının yer aldığı
bölgeden Karasu yoluyla Fırat Irmağı’na kavuşur. Kısacası Ulaş ilçesi, Doğu Anadolu ile İç
Anadolu’yu birbirinden ayıran, bir başka deyimle Karadeniz ile Akdeniz havzalarına ait
meyillerin birbirinden ayrıldığı yüksek platoda yer alır. Ulaş ilçesi, Tecer Dağı’nın
kuzeyinde kurulmuş olup, genelde düz bir araziye sahiptir. İlçenin güney tarafı, Tecer
sıradağlarının uzantısı halinde batıdan doğuya doğru uzanır. Bu sıradağlardan Altınyayla
ilçesinden Ulaş sınırları içerisine giren ve burada kesintiye uğrayan Kurmaç Dağları
bulunmaktadır. Kurmaç Dağları, Altınyayla’dan devam edip ilçe sınırları içerisine giren
Karatonus Dağları’nın ilçedeki ismidir. Dik kulak adı verilen bu dağlar,bir bakıma Kangal ile
sınırı oluşturur. İlçenin diğer önemli dağı Tecer Dağı’dır. Tecer Köyü önlerinde dik ve sarp
şekilde birden yükselen Tecer Dağı’kuzeydoğuya doğru uzanır. İlçenin en önemli vadisi
Tecer Vadisi’dir. Tecer Dağı’nın eteklerinden başlayıp, Sivas yakınlarındaki Taşlıdere’ye
kadar devam eder. 20 km. uzunluğundaki bu düzlüğün genişliği iki-üç km. arasında
değişir. Bugün bu bölgede devam eden Karacalar Barajı ve sulama sistemi sayesinde sulu
tarıma geçilmekte ve 2009 yılında deneme sulamaları yapılmaktadır. Altınyayla İlçesinden
Ulaş sınırları içerisine uzanan Karatonus ovası Meyilli bir iniş halinde Tecer Vadisine kadar
uzanır. Bu düzlüğün Ulaş sınırları içerisindeki kısmı, Ulaş Devlet Üretme Çiftliğinin işletme
alanı olarak kullanılmaktadır.
İklim ve Bitki Örtüsü
Doğu Anadolu ile İç Anadolu Bölgeleri arasında, İç Anadolu’nun doğu kesiminde yer alan
Ulaş ilçesinin, iklimi karasaldır. Yazları sıcak ve serin, kış ayları soğuk ve karyağışlıdır.
Denizden yüksekliği (rakım)1320 metredir. İlçenin en büyük dağı Tecer’ in en yüksek
tepesi 3010 metredir. Yılın en sıcak ayları Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Bu aylarda
sıcaklık ortalaması genellikle, +29-+30 derece arasındadır. En soğuk aylar ise, Aralık ve
Ocak aylarıdır. Şiddetli kuru soğuk ve lodos rüzgarının etkili olduğu bu aylarda özellikle
bazı günlerde ısı derecesi, -12-15 olmaktadır. Bu mevsimde, gece ısı derecesi sıfırın
altında 30-35 dereceye kadar düşebilmektedir. Şiddetli geçen kış mevsiminden sonra
Şubatın sonuna doğru çıkması muhtemel vakit yelini, diğer adıyla “kabayel” beklenir.
Kabayel, güneydoğudan eser. Karları hızla eritir. Soğukların şiddeti azalır. İnsanı üşüten
kabayel için halk arasında “kara değer köz gibi, insana değer buz gibi” denilir. Halk
arasında Mart dokuzu, abrıl beşi, berdül aceze gibi yılın belli soğuklarını belirtmek için bir
takım iklimsel tarihler meydana getirmişlerdir.
Ulaş ilçesi, coğrafi konumu itibariyle Yukarı Kızılırmak havzasında yer alır. Yukarı
Kızılırmak bölümünün arazisinde bol miktarda alçı taşı (Jips) bulunur. Alçı taşı kolay
çözünür. Toprak içinde Jips miktarının fazla olması, toprağın verimliliğini azaltmaktadır.
Geniş otlakların bulunması nedeniyle hayvancılık gelişmiştir. Fakat tarım yapılacak arazi
oldukça azdır. Bölgenin engebeli olması Kızılırmak ve kollarını oluşturan akarsuların derin
bir şekilde parçalaması, dağların geniş yer kaplaması nedeniyle tarım alanları azdır. Bu
nedenle ormanların yıllar içerisinde yok edilmesiyle birlikte erozyon oldukça fazla boyutlara
Ulaşmış durumdadır. Otlakların bol olması nedeniyle hayvancılık gelişmiştir. Tarım ürünleri
olarak tahıl, şeker pancarı, sebze ve meyve çeşitleri yetiştirilmektedir.
İlçemiz, İç Anadolu bölgesi bitki topluluğunun karakteristik özelliklerini taşımaktadır. İlçenin
yüksek yerlerinde meşe ağacı topluluklarına rastlanmaktadır. İlçenin genel Coğrafi
alanında ise step formasyonu hakim durumdadır. Köylerde, sınırlı sayıda kavak ve söğüt
ağaçları bulunmaktadır. İlçemizde, son yıllarda ağaçlandırma çalışmalarına hız verilmiştir.
Zaten yarıdan fazlası soğuk bozkırlardan oluşan Ulaş havzasının pek az bir kısmı da orta
ve sıcak bozkırlardır. Bunların ise büyük bir bölümü otlaklar ve çayırlıklardır. Bilhassa
çayırlar ve mer’alar yayla kısımlarında her ne kadar Doğu Anadolu’daki yüksek boylu otlar
seviyesinde olmasa da ona yakın bir seviyededir. Bu durum ilçeye bağlı yayla köylerinin
özellikle hayvancılıkla uğraşmalarına büyük imkanlar sağlamaktadır.
İlçemizde yetişen meyve ve sebze türlerinin haricinde ve kırsal bölgelerde kendiliğinden
yetişen kırsal bitki türleri de bulunmaktadır. Bu bitkiler Ulaş ilçesinin hemen hemen her
yöresinde bitmiş olduğu gibi özellikle de Tecer ve havalisinde ilçemizde kırsal kesimde
yetişen kırsal bitkiler oldukça çok miktardadır. Bunlar: Böğürtlen, Kenger, Kuzukulağı,
Kuşburnu (Civil), Karamuk, Yarpuz-Narpuz, Göbelek (Mantar), Ebelik, Yemlik, Madımak.
Ulaşım
İlçemize ulaşımım karayou ile il merkezine 37 km ve yaklaşık olarak normal şartlarda 30
dakikaya yakın bir zaman diliminde gerçekleşmektedir. Sivas - Malatya karayolunun Kovalı
Kavşağından sonraki 17. km bulunan ilçemize ulaşımın bir diğer şekli ise demiryolu ile
sağlanabilmektedir. Sivas - Çetinkaya seferleri ile de ilçemize demiryolu ile ulaşım
sağlanabilmektedir.
Ulaşımın karayolu ayağında ilçe ile il arasında haftaiçi hergün saatbaşı, en son saat 18:00'
a kadar olmak üzere, ilçe taşıma kooperatifinin sağladığı sefer araçlarıyla sağlanmaktadır.
İlde araç yolcu bekleme bırakma yeri olarak terminal arkasındaki ilçe otobüs durakları
kullanılmaktadır. Haftasonu ulaşım yine düzenli aralıklarla devam ettirilmektedir. Bu
noktada son düzenlemelere göre sefer saatleri aşağıdaki gibidir.
YILDIZELİ
vliya Çelebi, Seyahatname'sinde Yıldızeli'nin kuruluş yıllarında evlerin kiremit ile örtülü,
hanın 100 at alacak kadar büyük olduğunu, hanın önündeki caddenin sağında ve solunda
40-50 dükkanın var olduğunu; ayrıca hanın Sivas kapısı yönünde ?Hindi Baba? adında bir
de ziyaretgahın bulunduğunu belirtmektedir.
IV. Murat'ın Bağdat Seferi sırasında ordunun konaklaması için kurulan eski adı ile ?
Yenihan? yeni adı ile ?Yıldızeli? 1650-1874 yılları arasında bucak olarak Sivas iline bağlı
kalmış, 1875 yılında da aynı ile bağlı olarak ilçe yapılmıştır. İlçe olduğu yıllarda Yıldızeli'ne
bağlı 10 nahiye ve l5 köy olduğu bilinmektedir.
İlçemiz belli tarihlerde yurdun değişik yörelerinden göç almıştır. Tarihte 93 harbi olarak
bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus zulmünden kaçarak Anadolu
içlerine göç eden Kars halkından bir bölümü Yıldızeli ve çevresine yerleşmişlerdir.
DÜĞÜNLER
Dede Korkut hikâyelerinde yüzyıllardır anlatıla gelen düğünlere baktığımızda Anadolu`da
özellikle kırsal kesimlerde, düğünlerin özü bakımından pek değişimin yaşanmadığına şahit
oluruz.
Dede Korkut hikâyelerinde ve diğer halk hikâyelerinde geçen “tepeleme etler, kaynayan
kazanlar, ardı arkası kesilmeyen misafirler, şenlik havasında geçen yarışma ve oyunlar’’
yaşadığımız bunca kültür erozyonuna rağmen ayakta kalmayı başarmış
geleneklerimizdendir.
Düğünleri bir yörenin mahallî kültür deposu olarak ele aldığımızda karşımıza o yörenin
yemekleri, türküleri, manileri, gelenek ve görenekleri, giyim-kuşamı, hatta dinî ve ahlâkî
yapısının çıktığını görürüz.
Yıldızeli köylerinin geniş bir coğrafyaya yayılmış olması sebebiyle, elbetteki pek çok
bakımdan olduğu gibi düğün âdetleri bakımından da farklılıklar göze çarpar; ama bu
farklılıklar, geleneklerin özünden ziyade icra ediliş tarzındadır. Kalın`dan birisi, Kızıllı`daki
bir düğünde yabancılık çekmeden eğlenebilir ve düğün âdetlerini yerine getirebilir.
Bakırcıoğlu`ndan birisi ise size Yolkaya`daki düğünleri ayrıntılı bir şekilde sunabilir.
Yıldızeli`ndeki evlenme ve düğün âdetlerini, Anadolu`nun bir çok yöresinde olduğu gibi, şu
bölümlerde ele alabiliriz:
KIZA BAKMA
Aynı köy içindeki dünürlüklerde bu gelenek yoktur; çünkü köy halkı, birbirini zaten
yeterince tanımaktadır. Köy aşırı dünürlüklerde ve ilçe merkezinde “kıza bakma” geleneği
sürdürülmektedir .
Evlendirilecek olan erkek veya kız, öncelikle rüştünü ispat etmiş olmalıdır. Oğlan, traktör
kullanmalı (Eskiden ata binmekti.), tarım ve hayvancılık alanlarında fikirler yürütebilmeli,
askerliğini yapmış olmalıdır. Kız ise, “ev işleri artık ondan sorulacak seviye”ye gelmiş
olmalıdır.
Evlenecek gencin anası ile komşu ve akrabalardan hatırı sayılır birkaç kadın, bir araya
gelerek kız beğenmeye çıkarlar. Önceden tavsiye edilen kızın evine gidilerek kız, bizzat
görülür. Kızın güzelliği, davranışları ile birlikte ailenin durumu usûlünce incelenir. Kız
beğenilirse başka bir gün dünürlükte bulunulur. Dünürlük sırasında kız ve erkeğin birbirini
görmesi sağlanır. Bazen yanlarına küçük bir çocuk gönderilerek yalnız bırakılmazlar. Kız
ve oğlan, konuşup anlaştıktan sonra asıl dünürlük başlar.
DÜNÜRLÜK
İlk dünürlük kadınlar tarafından yapılır. Oğlanın anası ve yakınlarından birkaç kadın, kız
evine giderek kızın ailesine kızlarını beğendiklerini söyleyerek dünür olurlar. İlk dünürlükte
kız tarafının vereceği cevap: “Hele biz biraz düşünelim. Allah yazdıysa olur.” şeklindedir.
Birkaç günlük düşünme müddetinde her iki taraf da birbirini araştırır. Bu süre sonunda
dünürlük tekrarlanır. Eğer kızın verilmesi uygun görülmüşse verilecek cevap: “Allah
yazısına ne diyelim; ama bir de babaları görüşsünler.” şeklinde olur. Şayet kız
verilmeyecekse münasip bir cevap verilir.
Kadınlar arasındaki görüşmeden müspet bir sonuç alınırsa, bu kez babalar görüşerek işi
neticelendirirler ve söz kesme gününü karalaştırırlar.
SÖZ KESME
Kararlaştırılan günde oğlanın babası, hatırı sayılır birkaç komşu, akraba ve imamla birlikte
kız evine giderler. Kız tarafı da aynı şekilde yakın akraba ve komşularını söz kesmeye
davet eder. Akşamleyin kız evinde toplanılır. Bir süre oturup, tanışıp kaynaşıldıktan sonra
imam veya yaşlılardan biri sözü asıl meseleye getirerek dünürlükte bulunulur: “Allah’ın
emri,Peygamberin kavli ile kızınız ..........’ı oğlumuz ..........’a istemeye dileyi geldik.” der.
Kız tarafının sözcüsü: “Allah’ın emrine ne diyelim, bizi hısımlığa kabul etmeniz, bizim için
bir şereftir; çok mehel, çok münasiptir” diyerek hısımlığın kabul edildiğini bildirir.
İmam, başlatılan işin hayırlı uğurlu olmasını dileyen duayı okur ve orada bulunanlar da
hayırlı dileklerde bulunurlar. Söz kesimi sonunda çay veya kahve ikram edilir.
Bazı köylerde çok nadiren de olsa başlık adeti bulunduğundan başlık miktarıyla birlikte
takılacak takılar da söz kesme sırasında etraflıca karara bağlanır.
NİŞAN
İlçede yapılan nişanlar, genellikle salonlarda yapılır; köylerde ise şerbetle beraber olur.
Söz kesiminden sonra karalaştırılan günde erkek ve kız tarafı, akraba ve komşuları şerbet
ve nişana davet eder. Şerbet içme günü genellikle perşembe veya pazar günü olur. Davet
edilenler kız tarafında toplanırlar. Orada bir tepsi içerisin de erkek tarafından getirilen çay,
şeker, sigara vb. bulunur. Bir süre konuşulduktan sonra kız tarafından bir kişi , ortaya
konulan tepsiyi kastederek: “Hazırlıklarınıza bakılırsa herhalde mevlit okutacaksınız!” gibi
bir latifede bulunulur.
Kız tarafından yaşlı birisi, imama: “Efendi, bu meclisin bir maksadı var, iş pek öyle mevlit
işine benzemiyor!” diyerek karşı tarafa söz açma hakkı tanır. Karşı taraftan biri de söz
kesmede olduğu gibi dünürlüğü tekrar eder, bu hayırlı iş hakkında cemaatin görüşlerini
sorar. Orada bulunanlar: “Uygundur!” şeklinde görüşlerini belirttikten sonra, daha önce
hazırlanmış olan renkli şerbet ikram edilir.
Şerbet, büyük bir kap içerisinde ortaya getirilir. Şerbet dağıtıcısı “Tas batmıyor!” diyerek
düğün sahibinden bahşiş koparır. Şerbetten sonra erkek tarafından gelen nişancılar,
hediyelerini ortada gezdirilen tepsiye bırakırlar.
NİŞAN-DÜĞÜN ARASI GELENEKLER
Nişandan sonra hediye ve takılar, bir sini içerisine konularak kız evine getirilir. Komşular
bu eşyalara bakmak için toplanırlar. Kız tarafı da oğlana alınan hediyeleri şerbetle birlikte
gönderir.
Nişan-düğün arası genellikle altı ay- bir yıl sürer. Bu süre içerisinde geçen bayramlarda kız
evine bayramlıklar gider. Ramazan ayı içerisinde “iftarlık götürme” geleneği, Kurban
Bayramında ise “kurbanlık koç götürme” geleneği yerine getirilir. Kurbanlık götürülecek
olan koç süslenir ve alnına bir altın takılır.
Nişanlılık süresince oğlan ve kız, gizli olarak buluşur ve görüşürler.
SÖZ KESME veya SÖZ ALMA
Düğünle ilgili işlerin görüşülüp, düğün gününün kararlaştırılması için damadın babası, kız
evine giderek düğün günü için onay alır.
AZARLIK
Kızın çeyizini hazırlamak ve gerekli diğer eşyaların alınması için şehre gitmeye “pazarlık”
denir. Kızın kardeşlerine, annesine, babasına ve kendisine çeşitli hediyeler alınır. Erkek
kardeşe alınan hediyeye “kardeş yolu”, anneye alınana da “ana yolu” denir.
ERKEK TARAFINDA DÜĞÜNÜN BAŞLAMASI
Düğünün başladığı akşam erkekler, “düğün odası” olarak seçilen yerde toplanır ve “düğün
kâhyası”nı seçerler. Artık düğün süresince bütün işler Düğün Kâhyası’ndan sorulur. O
sabah okuyucu, yufka (yuha) açılmasına, çeyize bakmaya, kına gecesine ve gelin almaya
bütün köy halkını davet eder.
Yufka yemeğine bütün kadınlar gelir, hazırlanmakta olan yufka ve aşureden yerler,
getirdikleri unu da düğün evine bırakırlar. O gün düğünün başladığına işaret olarak bayrak
asılır. Düğün bayrağının ucuna soğan veya patates çivilenir ve onun etrafına çeşitli
renklerde krepler bağlanır. Düğün, davul-zurnanın çalmaya başlamasıyla hareketlenir.
KIZ TARAFINDA DÜĞÜNÜN BAŞLAMASI
Kız tarafında ilk gün okuyucu, “okuntu”yla gezer. Okuntuda düğüne çağırılacak kişiye göre
hediyeler (terlik, şeker, bardak...) bulunur.
GÜVEY YIKANMASI
Bayrak kalktıktan sonra güvey (guvâ), hamama veya Köyün yunağına götürülür; sağdıç
(sâduç) ve gençler tarafından yıkanır. Buna “guvâ çimdirmesi” denir.
ÇEYİZE BAKMA
Davetliler, okuyucunun çağrısına göre genellikle salı günü- çeyize bakmaya giderler.
Çeyize bakma, kızın hazırladığı eşyalarla erkek tarafının aldığı eşyaların sergilenmesinden
ibarettir. Akşamleyin damat evinden sekiz-on kişi “çeyiz yazma”ya gider. Çeyiz,
yazıldıktan sonra damat evine getirilir. Çeyizin evden çıkarılacağı sırada kızın erkek
kardeşlerinden biri, çeyiz sandığına oturur ve bahşiş almadan kalkmaz.
KINA GECESİ
Düğünün en zevkli bölümü olan kına gecesinde geline kınası yakılır ve bu sırada türküler,
maniler söylenir. Burada söylenen maniler ve türküler genellikle yanık ve içli olur.
Gelin kız, bir mindere oturtulur, annesi gelir ve onun boynuna sarılır. Bu sırada maniler
söylenerek kız ağlatılır. Kızın sağ eli tutularak bir yastık etrafında gezdirilirken şunlar
söylenir:
Ay dolandı, gün durdu.
Gün dolandı, ay durdu.
Elif durdu, mim durdu.
Muhammed Mîraçta iken
Sağ yanına kim durdu?
Allah Allah illallah! Verelim Muhammed’e salavat sellelloo... Muhammed!
Ay dolandı, gün durdu.
Gün dolandı, ay durdu.
Elif durdu, mim durdu.
Muhammed Mîraç’ta iken
Sağ yanına kim durdu?
Allah Allah illallah! Verelim Muhammed’e salâvat sellelloo... Muhammed!
Bunlar söylenirken gelinin kınası yakılır ve mani söylemeye devam edilir:
Tasta kına eziliyor,
Ak ellere diziliyor,
Keklik gibi süzülüyor.
Kız anam, kınan kutlu olsun!
Baban Bursa’dan geldi mi?
Bursa kınası aldı mı?
Gelin olduğunu bildi mi?
Kız anam, kınan kutlu olsun?
Atladı geçti eşiği,
Sofrada kaldı kaşığı,
Büyük evin yakışığı
Kız anam, kınan kutlu olsun!
Anam beni haslarınan haslasın,
Gül suyuyla siyah saçım ıslasın,
Anam beni el oğlu için beslesin.
Şen anam, şen babam, evin şen olsun!
Anam kirmenini alsın eline,
Çıksın baksın gurbet elin yoluna.
Kız gelin gördükçe bağrı deline.
Şen anam, şen babam, aha ben gidiyom!
Eviniz şen olsun!
Atlarını tepe tepe geldiler.
Geldiler de avlumuza doldular.
Anamın elinden beni aldılar.
Sus, ağlama anam, eller böyl’olur!
Bahçenizde açan güller,
Soldurmasın esen yeller.
Bu gün misafirim ana,
Sabahtan götürür eller!
Bu deyişlerle kızın elbiseleri giydirilir, kız ve anası bu sırada ağlar. Kına yakımından sonra
genç kızlar da “Darısı bizim olsun.” der ve aynı kınadan ellerine yakarlar.
Damadın kınasında ise kız tarafının aksine şenlikler yapılır. Davul-zurna eşliğinde halaylar
çekilip oyunlar oynandıktan sonra damatla sağdıç, düğün odasının ortasına getirilerek
salâvatlar eşliğinde kına yakımına başlanır. Damat, orada bulunan yakınlarından birisi
bahşiş (bir inek, bir tarla...) vermeden elini açmaz. Bahşiş verilip el açıldıktan sonra kına
yakımına başlanır ve bir tepside herkese leblebi sunulur. Bu sırada damadın arkadaşları,
damada leblebi atar, iğne batırırlar.
GELİN ALMAYA GİTME
Gelin almaya, erkek tarafından büyük bir topluluk katılır. Köy aşırı gidilecekse atlar,
arabalar, traktörler hazırlanır. Düğün kâhyasını veya görevlendirilen başka birini - Buna
“yozucu” denir- kız tarafının gençleri karşılarlar. Yozucu, elindeki heybeyi vermezse onu
suya atarlar.
Karşılamada iki tarafta da bayrak bulunur. Kafileler yaklaşınca durulur. Gelin tarafı, damat
tarafı bayraktarına şu dörtlüğü okur:
Bayraktar , bayrağını kaldır,
Yönünü kıbleye dönder,
Pîrine bir selam gönder!
Verelim Muhammed’e salâvat sellelloo... Muhammed!
Damat tarafı bayraktarı karşılık verir:
Bayraktar bayrağını kaldırdı,
Pîrine selam gönderdi,
Yönünü kıbleye dönderdi.
Verelim Muhammed’e salâvat sellelloo... Muhammed!
Karşılıklı söylenen bu tür deyişlerden sonra gelin tarafı çeşitli muammalar sorar. Muamma
bilinirse yol açılır, bilinemezse güçlük çıkarılır ve sonunda bahşiş alınarak yol açılır.
Muamma: Dünkü günün adı ne?
Bugünkünün tadı ne?
Yer altındaki caminin
İmamının adı ne?
Cevap: Sultan Süleyman
Muamma: Hey halladı halladı!
Minareyi kim salladı?
Minarenin başında
Karıncayı kim nalladı?
Cevap: Sultan Süleyman
Yol açıldıktan sonra düğüncüler, şu dizeleri okur ve yürürler:
Kaleden indik düze,
Eyvallah hepinize!
Yol verin ağalar bize!
Gelin alayı köye indikten sonra yemekler yenir, gelin hazırlanır. Gelini evden, erkek
kardeşiyle babası çıkarır. Gelin alınır ve yola çıkılır. Yol boyunca bazen duraklanıp halaylar
çekilir. Gelin attan veya arabadan indirilirken bir kişi, “Gelin attan inmiyor!” diye seslenir.
Damadın babası da “Kırmızı düve onundur!” şeklinde bir bahşiş verir ve gelin attan indirilir
Gelin, attan inerken ayaklarının altına ters çevrilmiş bir kazan konur ve buna basması
sağlanır. Eşiğin üzerinde bir tahta kâşık vardır, gelin eve girerken bu kaşığa basar ve kırar.
Ayrıca damat tarafından gelinin başından para ve çerez saçılır. Gelin eve girdikten sonra
ona şerbet ikram edilir. Bu sırada gelini görmeye gelecekler için gelin odası hazırlanır.
Damat evinde hazırlanan yemekler, çoluk çocuk herkese ikram edilir. Bu yemeğin adı
“gelin yemeği” dir. Akşamleyin verilen yemekse “güvâ yemeği”dir.
Yatsı ezanı okunduktan sonra damatla sağdıç, namaza gider. Namaz sonrasında cami
cemaati ve imam eşliğinde eve doğru gidilirken ilahiler okunur. Evin önünde imam duasını
yapar ve damat yumruklanarak içeri gönderilir.
SEYİRLİK OYUNLAR
Köylüler düğünlerde eğlenmek, kışın köy odalarında boş zamanlarını değerlendirmek için
aralarında oyunlar çıkarırlar. Böylece öteden beri süregelen oyun geleneğini devam
ettirmiş olurlar. Günlük hayatın çeşitli yönlerini konu edinen bu oyunlar, eğlendirici bir
yapıya sahip olmakla birlikte yeni yetişen nesle toplumsal yaşayışın kurallarını da öğretir.
Yıldızeli yöresinde genellikle düğün ve köy odalarında oynanan oyunları iki başlık altında
toplayabiliriz:
ŞAKA MAHİYETİ TAŞIYAN OYUNLAR
Ayakkabıya Girme: Köy veya düğün odasında oturanlardan biri, sohbet arasında
“ayakkabısının içine girebileceğini” iddia eder. Bunu üzerine birisiyle iddiaya girilir.
Dışarıdan getirilen bir ayakkabı içine oyuncu birkaç kez balıklama atlar; ama bir türlü
ayakkabıya giremez. Bunun sebebinin göz değmesi olduğunu söyler ve oyunu
bilmeyenlerden birinin gözlerinin tutulmasını ister. Gözleri tutacak kişinin ellerine kömür
karası veya un sürülmüştür. Gözler tutulur ve gözü tutulan kişinin yüzü,kömür karası veya
unla iyice boyanır.
Yıldızlara Bakma: Kalabalık bir ortamda, konuşulanların bittiği, ortamın sessizleştiği bir
anda bir kişi “ ceketin kolundan baktırıp yıldızları gösterebileceğini” iddia eder ve orada
bulunanlardan birine bunu tatbik eder.
Oyunu yapanın adı “ Ahdar Hacâ” dır. “ Benim adım Ahdar Hacâ , ben adımı sorduğumda
söylemelisin!” der. Ceket, oyunun kurbanının kafasına sarılır ve ceketin kolundan yukarı
bakabilmesi sağlanır. Ahdar Hacâ,. ceketin kolundan: “ Benim adım ne?” diye sorar. O da
cevap verir: “Ahdar Hacâ!” Bunu üzerine ceketin kolundan bir sürahi su akıtılır.
Bu grup içerisinde sayılabilecek “değirmen, tarla bölüşme, kim vurdu, tabaktan tabağa su
geçirme” gibi oyunlar da vardır.
TOPLU BİR ŞEKİLDE OYNANAN BECERİ OYUNLARI
Kayış Kızdı: Sekiz-on kişi , ayakları birbirine temas edecek şekilde karşılıklı oturur. Dizler
biraz kırılarak altta kayışın (kemerin) geçebileceği kadar bir boşluk bırakılır. Kayış, el
yordamıyla bacaklar altından hızlı bir şekilde geçirilerek döner. Bu esnada kayışın kimde
olduğunu ortada duran ebeye fark ettirmemek için ellerle yere vurularak gürültü çıkarılır.
Ebe görmeden kayış bacaklar altından çıkarılarak sırtına vurulur. Ebenin tek tahmin hakkı
vardır. Vuran kişi bulunana dek oyun devam eder. Kayışı yakalatan ebe seçilir.
Koz Kısma (Goz Gısma): Hızlı konuşabilmeye, duraksamamaya ve dikkate dayalı bir
oyundur. Herkes kendine bir eş seçer ve eşler, ayaklarını birbirlerine yaslayarak karşılıklı
otururlar. Ayaklar karmaşık bir şekildedir; fakat birbirlerini uyarabilmeleri için eşlerin
ayakları temas eder durumdadır.
Oyunculardan biri, “Ey, eşim eşim! İstanbul’dan dokuz goz geldi, bunu gıssa gıssa kim
gısar?” diye eşine sorar. Eşi de oyunda bulunanlardan birinin adını söyler: “......gısar!”
Kime “Gısar” denmişse sözü onun eşi alır ve kendi eşini savunur. Kendi kendini savunan,
duraksayan, dili sürçen yanar ve “goz gısmış” olur.
Dokuz hatadan sonra oyun biter ve hata yapanlara seyredenler tarafından ceza verilir.
(Türkü söyleme, hayvan taklidi yapma vb.)
Bu grup içerisinde sayabileceğimiz “kabak, turp, yüzük saklama, askerlik” gibi oyunlar da
vardır.
FOLKLOR (HALK OYUNLARI)
Yıldızeli, halk oyunları yönünden zengin bir ilçedir. Sivas yöresinde oynanan oyunların
hemen hemen hepsi Yıldızeli’nde bilinmekte ve oynanmaktadır. Oyunlar genellikle kadınlar
ve erkekler tarafından ayrı ayrı oynanmakla birlikte karışık olarak oynanan oyunlar da
vardır. Sivas Halayı, Abdurrahman Halayı, Hoş Bilezik, Bice, Madımak, Çökelik (Çökelek)
ve Semah, ilçenin en önemli halk oyunlarıdır. Bütün bu oyunlar, davul-zurna ya da
bağlama eşliğinde icra edilir. Ayrıca Çerkezler tarafından oynanan “Kafkas” oyunu da
vardır ki bu oyun, akordiyon eşliğinde icra edilir.
Sivas Halayı, yörenin yaşamını sembolize eden figürlerle taşır. Oyunun başındaki yavaş
figürler, yöre insanının dinlenme zamanı olan kış aylarını; hızlı figürlerse durmaksızın
çalışılan yaz aylarını anlatmaktadır. Madımak oyunu ise madımak toplarken yapılan
hareketlerin figürler şeklinde sunulmasından ibarettir.
Davul-zurna ya da bağlama eşliğinde oynanan oyunların yanı sıra bir türküyü karşılıklı
gruplar halinde söyleyerek oynanan oyunlar da vardır:
Aman gavahtan gazel endi,
Aman dibine gozel endi.
Aman bir öptüm, bir ısırdım,
Aman dişime nazar endi.
Aman gavahtaki gargalar,
Aman gavah dalın ırgalar.
Aman on beşine değen gız,
Aman fincan göbek ırgalar.
YEMEKLER
Beslenme, organik bir süreç olmasının yanı sıra aynı zamanda da kültürel bir
olgudur. Farklı toplumların farklı kültürlere sahip oldukları bir gerçektir. Yemek yeme
alışkanlıkları da kültürün bir öğesi olması nedeniyle çeşitli toplumlara göre farklılıklar
gösterir. Bir insanın ne yediği, coğrafî koşullara bağlı olmakla birlikte onun kültürüne de
bağlıdır.
Ülkemizde yemek yeme alışkanlıkları tarihsel olarak, bölgesel olarak; hatta köy,
kent gibi yerleşim birimlerine göre de değişiklik gösterir.
Bir tarım ve hayvancılık ülkesi olan yurdumuzda hemen her çeşit sebze ve meyve
yetişmektedir. Yemek yapmaya elverişli yabanî otlar yönünden de topraklarımız zengindir.
Hayvancılık, Türklerin tarih başlangıcından beri dayandıkları en önemli ve belki de
zaman zaman tek ekonomik temel uğraşısı olmuştur. Buğday ise Türk halkı ekonomisinin
ikinci temelini oluşturur.
Türk mutfağının birinci zenginlik sebebi, yukarıda saydığımız yiyecek ve içecek
hammaddesi kaynaklarımızın bolluğu ve çeşitliliğidir. Günümüzde Anadolu’da sofra
düzenleriyle, pişirme yöntemleriyle, kış için hazırlanan yiyecekleriyle, araç-gereçleriyle ve
yemekleriyle zengin bir mutfak kültürü yaşamaktadır.
Yıldızeli yöresi de mutfak kültürü açısından zengin bir ilçedir. İlçeye özgü
yemeklerden bazıları şunlardır:
Ekmek Aşı (Ekmâşı): Soğan yağ ile kavrulur, içine kıyma ve bulgurla birlikte su ilave edilir.
Kızartılan ekmek dilimleri yemek içine konulur.
Madımak: İlkbaharda kırlarda çok görülen yabanî bir ot olan madımak, toplandıktan sonra
çöpleri ayıklanarak yıkanır ve doğranır. Doğranan madımaklar bulgurla karıştırılır, içerisine
biraz kemikli et veya pastırma konularak pişirilir. Yemek soğuduktan sonra yoğurtlanarak
da yenilebilir.
Su Böreği (Subürâ): Hamur, küçük küçük kareler şeklinde kesilir ve kaynatıldıktan sonra
süzülür. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve tereyağı dökülür.
Kelecoş: Kıyma ve soğan yağda kavrulduktan sonra “keş ayranı” ile karıştırılır. Bir müddet
ateşte tutulduktan sonra çekilir. Kelecoş, bir kış yemeğidir.
Efelik Sarması (Evelik Sarması): Geniş yapraklar şeklinde olan efelik otu önce haşlanır.
Bulgur, un, tuz, karabiber karıştırılarak harç yapılır ve bu harç efeliklere sarılarak pişirilir.
Soğuduktan sonra üzerine sarımsaklı yoğurt ve tereyağı dökülür.
Ayran Çorbası (Gatıhlı Çorba): Bir kâse yarma, suda haşlanır ve soğutulur. Üzerine
yoğurtla birlikte tereyağı ve kavrulmuş nane dökülür.
Mumbar: Baharat ve kıyma ile karıştırılmış olan bulgur, ince bağırsağa doldurulur ve
kaynatılır. Haşlama işleminden sonra kızartılır.
Hıngel:Kareler şeklinde kesilmiş hamurların içine kaynatılmış ve ezilmiş patates konularak
haşlanır. Haşlama işleminden sonra üzerine bolca tereyağı dökülür. Kesilen hamurlar, boş
olarak da pişirilebilir. Boş pişirilen hamur ya yoğurtlanır ya da üzerine çökelek dökülerek
yenir.
Bu yemeklerin yanı sıra yöreye özgü birçok çörek ve ekmek çeşidi de vardır:
Pağaç, gilik, eşkili, iki yüzlü, karakız katmeri, gagala, gömbe (kömbe), çökelikli, bişi...
GİYİM-KUŞAM
Giysi, bir toplumun ve o toplumu oluşturan bireylerin zevklerini, yaşam tarzlarını ve
karakterlerini yansıtır. Giysiler, bir toplum içerisinde anlaşma ve uzlaşma biçimidir. Aynı
tarz giysileri giyen insanlar arasında toplum düzenini sağlayan gizli bir sözleşme vardır.
Giyim, beğeninin ve dolayısıyla uygarlığı ve ahlâkı etkileyen değerlerin ifadesidir.
Toplumu ve devri sembolize eder.
Son yıllarda pek çok alanda olduğu gibi giyim-kuşam alanında da ülkemizde
yörelere özgün çeşitlilik giderek kaybolmaktadır. Yıldızeli’nde yöresel giysileri artık
dedelerimizin, ninelerimizin veya folklor ekiplerimizin üzerinde görebilmekteyiz.
Yıldızeli yöresinde eskiden erkekler fes veya şapka takar, şalvar ve cepken
giyerlermiş. Fes, günümüzde sadece erkekler tarafından kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra
–özellikle köylerde- kasket takma geleneği de devam ettirilmektedir.
Yörede eskiden kadınlar, üç etek, şalvar giyer; şal ve önlük takarlarmış. Köylerde
hâlâ kadınlar tarlada çalışırlarken şalvar giymekte, madımak toplarken önlük
takmaktadırlar. Kadınlar başlarını, “bürük” denilen yazmayla; genç kızlar ise, “İstanbul
başı” denilen ve yüzü açıkta bırakacak biçimde örterler.
Köylerde ayakkabı olarak ise çoğunlukla çarıkların yerini lastik veya naylon ayakkabılar
almıştır. Lastik ayakkabının parlak ve lüks olan çeşidine “cizlavut” denir.
YÖREYE AİT BAZI MANİ, TEKERLEME ve BİLMECELER
Maniler: Yıldızeli yöresinde mani söyleme geleneği genellikle kadınlar tarafından
üç yerde ve biçimde devam ettirilmektedir:
1-Bulgur taşıyla bulgur çekilirken mani söyleme
2-Irgat gidildiğinde veya tarlada mani söyleme
3-Düğünlerde mani söyleme
Maniye maraz derler.
Gozele beyaz derler.
Ben sevdim, eller aldı.
Yana yana gez derler.
Ay doğar aşmak isyer.
Bal dodah yaşmah ister.
Şu benim cahıl gonüm,
Yâra gavuşmah ister.
Geden ay dutulur mu?
Bala duz gatılır mı?
Geceler bir yıl olmuş,
Yalunuz yatılır mı?
Sohu dibi gar imiş,
Gunden yannı erimiş.
Otuz iki meyvanın
En datlısı yârımış.
Al öynüğüm oğümde,
Gıvrım bağım belimde.
Çıhar çıhar sallanır,
Yâr gapının öğunde.
Oğlan adın İrecep,
Gun mü buldun gelecek?
Sohahlar buz bâlamış,
Düşüp de geberecek.
Gokde yıldız yüz altmış,
Gaşların keman çatmış.
İnsano’lun torpahdan,
Yârı nurdan yaratmış.
İlengerde duz olsam,
Böyük evde gız olsam.
Yâr gapıdan geçerken
Evde yalunuz olsam.
Çitim sarı, ben sarı,
Çitile gonmuş arı.
Benim bir seduğüm var:
Sızılmış oğul balı.
Defimin düzeni yoh,
Çalanın hezanı yoh.
Çıhdım çöplük başına,
Yârimden gozeli yoh.
Gediyom dur diyen yoh,
Kebap oldum yiyen yoh.
Ayrılık gomlâni,
Benden gayrı geyen yoh.
Tekerlemeler: Çocuklar tarafından herhangi bir oyun içerisinde veya oyun öncesi ebe
seçiminde söylenen tekerlemelerden bazıları şunlardır:
Epenenek
El el epenek
Elden çıkan kepenek
Kepeneğin yarısı,
Bit bidenin karısı
Ebem yoğurt getirdi,
Pisik burnunu batırdı.
Pisik burnun kesile,
Minareden asıla.
Minarede bir kuş var,
Kanaıdnda gümüş var.
Allı gelin telli gelin,
Çek elinden birisinden birisini.
Portakalı Soydum
Portakalı soydum
Başucuma koydum
Ben bir yalan uydurdum
Duma duma dum
Kırmızı mum!
Açıl Kilidim
Açıl kilidim, açıl!
Açıl kilidim, açıl!
Bunun kilidi nerede?
Kedi kaçırdı.
Kedi nerede?
Ağaca çıktı.
Ağaç nerede?
Balta kesti.
Balta nerede?
Suya düştü.
Su nerede?
İnek içti.
İnek nerede?
Dağa kaçtı.
Dağ nerede?
Yandı, bitti, kül oldu!
O... Mo...
O... mo... kara do
Sime sime sime do
Lapatike lapatike bir bando.
Bilmeceler:
1-
Hekâ hekti,
Çamura çöktü,
Çektiydim kuyruğu koptu.
2-
Hey hurtlar, huğurtlar!
Yusuf’u yiyen kurtlar!
Ayağından su içer,
Cevap: Havuç
Tepesinden yumurtlar.
3-
Cevap: Ekin
Yedi delikli tokmak,
Bunu bilmeyen ahmak.
4-
Çıt etmeden çalıya düştü.
5-
Dağdan gelir hefül hefül,
Cevap: İnsan başı
Cevap: Güneş
Ayakları halka demür
Vur başına otur, gemür.
6-
Cevap:Karpuz
Karnı küp gibi,
Boynu çöp gibi.
Isırınca sulanır.
Tadı şerbet gibi.
7-
Cevap: Armut
Dağdan gelir,
Taştan gelir.
Bağırır oğlak gibi.
8-
Cevap: Kağnı
Abdest alır, namaz kılmaz,
Cemaatten geri kalmaz.
9-
Cevap: Cenaze
Ezan okur, namaz kılmaz.
Avrat alır, nikah kıymaz.
Cevap: Horoz
10- Dal üstünde kırmızı ışık.
Cevap: Kiraz
GELENEKLER
SAYA GELENEĞİ
İlçe merkezinde ve köylerde “koç katımı”ndan yüz gün sonrasına denk gelen 25-26
şubat günleri “saya günleri”dir. Halk inanışına göre bu günler, kuzunun ana karnında
tüylendiği günlerdir. Törene katılan gençler, kapı kapı dolaşarak şu manzumeleri okurlar:
Selam verdim selvi gelin,
Selamımı aldın mı?
Sayacı geldi, duydun mu?
Sağlak koyunu sağdın mı?
Sağlak koyunun anası,
Düü... dedi, meledi mi?
Çarpa çarpa yaladı,
Nenem kürdü, koyun otluğa durdu!
Ay karanlık gecede,
Görmüşsündür kurdu, koyun!
Ağ baldır yârim, koyun!
Gümbür gümbür yayarlar,
Ak kaymağın ağalara verirler.
Hey, biz iken biz iken!
Yedi yaşıma yettim.
Ee...bebem kara kız iken
Yedi yüz koyun güttüm.
Ahşar verdim alana,
Çıktı gitti belene.
Belende bir obası var.
Obası, yaylası kutlu olsun
Hem yoksula hem beyine.
Heresi hüresi
Kırklığa borat tepesi.
Biz açımızdan gezmiyoruz.
Bu, koyunun töresi.
Koyunun yüzü yetti,
Kuzunun tüyü bitti.
Şur’da elli gün kaldı,
25’i yaz, 25’i kış.
Hey, deyin uşaklar, hey!
Hey ne kaldı, ne kaldı?
Şur’da elli gün kaldı.
Elli günün ertesi,
Yoğurt çalar haftası.
Küpeciğe koyasın,
Gümbür gümbür yayasın.
Şu oğluma, şu kızıma diyesin.
Gönderin hanımlar, gönderin!
Yağdan, bulgurdan hey!
Hey hayadan hayadan!
Yılan aktı kayadan.
Açlığımızdan gelmedik
Töremiz var sayadan hey!
Dağda tavşan kovarım.
Düştüm, dizim ovarım.
Ergeninizi evermezseniz
Sizi evden kovarım.
Kılavuz geldi kapıya,
Yağ verelim tepsiyle.
Bir verenin kızı olsun,
İki verenin oğlu olsun.
Oğlan bize yoldaş olsun hey!
Bu manzumeler okunarak ev ev dolaşılır ve alınanlar, bir gün sonra helva ve pilav
yapılarak birlikte yenir.
Bazı köylerde saya gezerken (saya sallarken) şenlik olsun diye, birine ayı elbisesi
giydirilir ve boynuna çan takılır. Bir kişi de Arap olur, bunun kolların da zil takılır. Bazen de
birkaç erkek çocuk, kız elbisesi giyerek dolaşır.
AD VERME GELENEĞİ
Sözlük anlamı ile ad, “insanın toplumsal ve bireysel kişiliğinin yanı sıra büyü ve
gizem gücünü de belirten simge”dir. Ad, kişiliği oluşturan özelliklerden biridir. Bunun için de
geleneksel yaşamın etkin olduğu yörelerde, yeni doğan çocuğa ad konması genellikle
dinsel içerikli bir törenle olur. Seçilen adın, çocuğun geleceğini, karakterini, toplum içindeki
yerini belirleyeceğine inanılır.
Çocuğa ad koyma, dinsel içerikli bir törenle yerine getirilir. Daha önce belirlenen
ad, bu törenle çocuğa verilir.
Genellikle doğumdan sonra gelen bir hafta içinde çocuğa ad konur. Çocuğa ad
koyma töreni evin en yaşlı kişisi tarafından gerçekleştirilir. Çocuğun sağ kulağına ezan
okunup, sol kulağına da kamet getirildikten sonra, “Senin adın .....” denilerek ad koyma
töreni gerçekleştirilmiş olur.
Yıldızeli yöresinde çoğunlukla kullanılan adlar ve bu adların söyleniş şekilleri:
Hüseyin: Üsüyn
Süleyman: Sülüman
Ahmet : Ehmet
Halil
Ayşe
Necati
Hasan
: Anşa
: Hasso
Mehmet : Memmet
Ramazan: Iramazan
Bekir
: Bekır
İsmail
: Hallo
: Necet veya Neco
: İsmayıl
Recep
: İrecep
Nuri
: Nurü
Esma
: Esme
İbrahim : İrbaham
Mustafa : Mıstafa
Bahattin : Baho
Selahattin: Selo
Esalettin : Esoç
Fatih
: Fati
Yunus
Rıza
: İrıza
: Yunis
Yörede “Döndü, Döne, Yeter, Soner, Songül” gibi istek ve dilek bildiren isimler de
sıklıkla kullanılmaktadır.
YÖREYE AİT EFSANE ve İNANIŞLAR
Kutlu ÖZEN, Sivas Efsaneleri adlı eserinde Yıldızeli yöresine ait 45 efsaneden bahseder.
Bu efsanelerden bazıları şunlardır:
Guguk Baba: İstiklâl Savaşı öncesinde tahminen elli yaşlarında olan ve adı bilinmeyen
bir kişi, ilçeye konuk gelmiş. İsmi bilinmediği ve herkese “Guguk!” diye seslendiği için
kendisine bu isim verilmiştir.
Guguk Baba’nın sağlığında Yıldızeli ilçesi halkı, ihtiyaçlarını çevre köylerden ve
ilçeden geçen kervanlardan sağlarmış. İhtiyaçların tam olarak karşılanamadığı günlerde
güç durumda kalan insanların yardımına koşar ve olağanüstü kerametler göstererek
ihtiyaçları karşılarmış.
Anlatıldığına göre bir gün lâmbanın gazı bitmiş. Guguk Baba da: “Verin Guguk, ben
gaz doldurayım.” demiş. Çeşmeden lâmbaya su doldurmuş ve getirip yakmış.
Bu kişi öldükten sonra kerametlerinin daha da arttığına inanılmış.
Çal Baba: Yıldızeli sınırları içerisinde “Üç Kardeşler” efsanesi söylenir. Bunlardan
biri Tokat’a bağlı Kad beldesindeki Kad Baba (Öksüz), ikincisi Yıldızeli’nin güneyindeki
dağa adını veren Çal Baba, üçüncüsü ise Yıldızeli’nin Pamukpınar mevkiindeki Sırıklı
Baba’dır.
Başka bir inanışa göre de Çal, Öksüz ve Sırıklı üç kardeştir. Bu üç evliya, kendi
adlarını taşıyan dağlarda yatmaktadır.
Efsaneye göre; üç kardeş, harp nedeniyle birlikte askere çağrılır. Askerden
dönüşte buluşmak üzere helâlleşen kardeşler, Yıldızeli’nden ayrılırlar.
Bu üç kardeş, savaştan sonra Yıldızeli’ne dönerlerken sıcaktan, açlıktan ve
susuzluktan vefat ederler. Üçü de vefat ettiği dağa ayrı ayrı defnedilir. O günden sonra bu
üç kardeşin mezarı adak yeri olarak kabul edilmiş ve baş ağrısı çekenler, kavuşamayan
sevdalılar, derdine derman arayanlar tarafından ziyaret yeri olarak kabul edilmiştir.
Er Aslan Tekkesi: Yıldızeli’nin Güneykaya Beldesi’ndedir. Türbede biri Er Aslan’a
diğeri hanımına ait olmak üzere iki kabir bulunmaktadır.
Menkıbeye göre Er Aslan, Hacı Bektaş Veli’yi ziyarete giderken bir aslana biner.,
yılanı da kamçı olarak kullanır. Hacı Bektaş Veli de kuru bir duvara binerek Er Aslan’ın
önünü keser. Hatasını anlayan Er Aslan, özür diler. Hacı Bektaş Veli de Er Aslan’a nasip
vererek onu Çorum yöresine gönderir. Er Aslan, bir müddet sonra buradan ayrılır ve Sivas
topraklarına geçer, Yıldızeli’nin Aslandoğmuş Köyüne gelir. Bu köyde fazla kalmaz,
Güneykaya Köyüne gelip yerleşir. Burada bir tekke açar. Kendisinin ölümünden sonra oğlu
Seyyit Halil, onun ölümünden sonra Seyyit İbrahim ve Seyyit Ali tekkeye hizmet eder.
Er Aslan’a Hacı Bektaş Veli tarafından atılan nasip olarak bilinen “Öksük” adındaki
taş, 1.5 metre uzunluğunda yarım metre çapında, yarım ton ağırlığında silindire benzeyen
bir taştır. Söylenceye göre bu taş, zamanın Sivas valisi tarafından Sivas’a getirilmiş,
getirildiği gece eski yerine dönmüştür.
Yöre halkının inancına göre Er Aslan’ın asıl adı “Seyyit Mahmut Hayranî”dir. Ehl-i Beyt
soyundan gelmektedir. Babasının adı Mesut’tur. Eğitimini Horasan’da bitirdikten sonra
Anadolu’ya gelmiştir. İlk zamanlar Tunceli civarına yerleşmiştir.
Türbe, erkek çocuk isteyenler ve baş ağrısı çekenler tarafından ziyaret
edilmektedir.
Akkoca Sultan: Akkoca Sultan, Akkoca Köyü’ne ismini veren ermiş bir kişidir.
Türbesi, Yıldızeli’nin Akkoca Köyü’ndedir.
Akkoca, Köyün ileri gelen insanlarından biriymiş. Herkes onun ermiş olduğunu
düşünürmüş. Köyde tarım ve hayvancılıkla uğraşan Akkoca’nın hanımı, asık suratlı, aksi,
çok inatçı, misafirden hoşlanmayan biriymiş.
Akkoca bir gün tarlaya burçak yolmaya gitmiş. O sırada Hacı Bektaş Veli, müritleri
ile Köyün yakınlarından geçmekteymiş. Akkoca Sultan’ı ziyaret etmek istediğini söylemiş.
Müritler Akçakoca Sultan’ın evine bir kişi göndermişler. Eve giden derviş, Akçakoca
Sultan’ın karısına durumu anlatmış. Akkoca Sultan’ın karısı eve misafir istemediği için,
Akkoca’nın tarlada olduğunu söylemiş ve “Gidin, orada görün!” demiş.
Hacı Bektaş Veli, Akkoca’nın çalıştığı tarlaya gitmiş. Onu burçak yolarken görmüş.
Sohbete başlamışlar.
Hacı Bektaş Veli: “Bu kadar burçağı yolmak sana zor gelir. Ben bir dua edeyim, siz
amin deyin. Burçaklar yolunur, toplanır, yığılır.” demiş.
Hacı Bektaş Veli dua etmiş, yanındakiler amin demiş. Burçaklar yolunmuş,
toplanmış, yığın olmuş.
Biraz daha konuşmuşlar. Akkoca mahcup olmuş:
-
Pîrim, ben alnımın teriyle çalışayım, burçakları yolayım, demiş.
Hacı Bektaş Veli tekrar dua etmiş. Yanındakiler de amin demişler, tarla eski haline gelmiş.
Akkoca, misafirleri evine götürmüş. Karısı misafirlere saygısız davranmış, onları içeri
almamış.
Akkoca Sultan’a: “ Eğer beni sırtına alıp evi süpürttürürsen, konukları eve alırım.” demiş.
Akkoca Sultan, mecburen kabul etmiş. Kadını sırtına almış. Tam bu sırada evin
penceresine bir güvercin konmuş ve aşağı inip dile gelmiş. Bu durumu sormuş. Adam,
olanı biteni anlatmış. O anda güvercin kanatlarını sallamış ve Hacı Bektaş Veli’ye
dönüşmüş.
Hacı Bektaş Veli, kadına: “Hay taş kesilesin!” demiş. Kadın simsiyah bir taş halini almış.
Akkoca Köyü’nde Akkoca Sultan’ın türbesinde bir de karısının sandukası vardır. Sanduka
biraz tahrip edilmiş olsa da kadın şekline benzer bir taş vardır.
Kevgir Baba: Yıldızeli’nin Yoklaya (Çakraz) Köyü karşısında bir ziyaret yeri vardır. Hayatı
ve kimliği hakkında kesin bir bilgi yoktur. Yalnız bu kişinin Yedi Kardeşler’den birisi olduğu
söylenir.
Efsaneye göre Tokatlı bir köylünün rüyasına girerek; “Ben Yıldızeli’nin Çahraz Köyünün
kıblesinde, su içinde yatıyorum. Gel beni suyun içinden kaldır. Beni suyun üzerine çıkarın
ve mezarımı yaptırın!” der.
Köylüler, Kevgir Baba’yı çeşmenin yalağında eli kılıçlı bir şekilde yatıyor bulurlar. Kılıcı
elinden almak isteseler de alamazlar. “Ey mübarek, kılıcını tekrar vereceğiz!” deyince
bırakır. Eski yerine yakın bir yere kılıcıyla birlikte defnedilir.
Kazılar neticesinde Kevgir Baba diye bilinen evliyanın tabut şeklindeki muhafazası
bulunmuş, bulunan bu muhafaza açıldığında taze kanın aktığı ve cesedin hala taze bir
insan ölüsü şeklinde olduğu görülmüştür.
Günümüzde ise üzeri örtülü küçük bir oda içinde yatan Kevgir Baba’nın sandukası
üzerinde bir kılıç bulunmaktadır. Kevgir Baba’yı çocuğu olmayan eşler ziyaret eder ve
adakta bulunurlar.
Yılanlıkaya Köyü: Yılanlıkaya Köyü, Yıldızeli’ne bağlı bir köydür. Köyün yakınlarından
Orhon Irmağı adı verilen küçük bir dere geçer.
Köy, ismini biraz ilerisindeki kayalıktan almıştır. Bu kayalığın özelliği, yılın belli bir ayında
altından çıkan yılanlardır. Bu irili ufaklı yılanlar her yıl nisan ayının 15’inde bulundukları
yerden çıkarlar ve köy içine kadar gelirler. Hatta evlere kadar giren yılanlarla köy halkı
yaşamı paylaşmayı bile öğrenmiştir. Yılanların hiçbir zararı yoktur. Köy halkı ve dışardan
gelenler bu kayalığın ziyaret yeri olduğunu, hastalıklara şifa verdiğini söylerler. Yürümeyen
çocukları, çocuğu olmayan gelinleri bu kayalığa getirir, şifa almalarını arzu ederler.
Orhon Irmağı Yılanlı Kayalık’ın hemen yanından geçer. Köy halkı bu ırmağın da suyunun
yaz kış hep sıcak olduğunu, kışın en şiddetli olduğu zamanlarda bile buz tutmadığını, buna
sebep de Yılanlıkaya’nın bir ziyaret yeri olduğunu söylerler.
Efsaneye göre; bir gün köyün çobanı koyunları ve malları yaylaya çıkarmış. Çoban bir ara
uykuya dalmış. Rüyasında ardıç ağaçlarının altında yatan evliya, çobana görünmüş. Bu
zat, çobana yukarıdaki mağarada yılanların olduğunu söylemiş. Çoban, bu zatın yılanlara
süt içirdiğini görmüş. Çoban uyandığında rüyasını uygulamak için mağaranın önüne geldiği
zaman rüyanın gerçek olduğunu görmüş. Bunun üzerine, kayalığın aşağısında bulunan
hayvanların yanına gitmiş. Bir tas süt sağmış. Daha sonra bu sütü yılanların önüne
bırakmış. Bu olaydan sonra yılanlara her gün süt götürmüş.
Bir gün dağın hemen aşağısında yol yapımı için dinamit patlatılır. O günden sonra
mağarada bulunan yılanların hepsi kaybolur.(1990)
Evliyaya gelince, bu zatın kim olduğunun kimse bilmezmiş. Baş ucunda altı tane ardıç
ağacı varmış. Bir gün bu ağaçlarda biri kurumuş. Bunu gören köylü bu ağacı kesmiş. Daha
sonra bu adamın ailesi dağılmış. O günden sonra kimse bu ağaçlara dokunmamış.
Başka bir inanışa göre de, yılanlar zamanla büyüyüp çok gelişmişler ve göğe
yükselmişlerdir.
Yıldız Dağı: Efsaneye göre.Nuh Tufan’ı zamanında gemi, Yıldız Dağı’na gelmiş. Geminin
altı dağa sürtünmüş, nerdeyse batacakmış gemi. Nuh Peygamber, Yıldız Dağı’nı ikaz
etmiş:
-Hey mübarek, yıldızlara değeceksin, biraz enginleş, yıkıl!.
Yıldız Dağı da Nuh Peygamberin ikazına uyarak enginleşmiş, yüksekliği azalmış.
Selamet Köyü: Selamet Köyü, Sivas-Ankara karayolu üzerindedir. Tarihte 93 Harbi olarak
bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Karslılar, Rus zulmünden kurtulmak için
Anadolu içlerine göç ederler. Bunlardan bir bölümü de Yıldızeli’ne gelir. Kars’tan gelenler,
sığırlarıyla geldiklerinden Selamet Köyü’nü de çayır çimenlik görünce çok sevinirler: “Oh,
selamete erdik!” derler. Köye de Selamet adını verirler.
Sütoluk: Anlatılan efsane, Yıldızeli’nin Çakraz Dağı eteklerinde geçmektedir. O yörede
bulunan ve şu anda Sütoluk denilen dere, ilkbaharda süt renginde akmaktadır. Yöre
halkının anlattığına göre eskiden yoksul bir çoban, güzel bir kızı severmiş. Kız uğruna
nağmeler okurmuş. Kız da çobanı severmiş. Aşkları saf ve temizmiş. Bütün tabiat bu aşka
büyük bir saygı duyarmış.
O günden bugüne çobanın ve sevdiği kızın sevgisi uğruna keçilerin bahar ayında bu
dereye sütlerini döktüklerine inanılır. Bu sebepten yöre halkı dereye bu ismi vermiştir.
Ayrıca bu derenin suyunun şifalı olduğuna inanılır ve ilkbaharda bu suda yıkanılır. Aslında
deredeki suyun ilkbaharda süt renginde akma nedeni o bölgedeki toprağın bir özelliğidir.
İlkbaharda yağmurun bol yağması, toprağın erozyonuna sebep olmakta ve yağmurla akan
topraklar derenin suyunu bembeyaz etmektedir.
Şeyh Halil Yatırı: Türbesi Yıldızeli ilçesinin Yavu Nahiyesi’ne bağlı Şeyh Halil
Beldesi’ndedir. Kubbeli bir türbesi vardır. Camiin hemen bitişiğindedir. Türbede kendisinin
üç, çocuğunun ve hanımının kabirleri bulunmaktadır. Kapıdan girişteki ilk sanduka Şeyh
Halil’e, yanındaki hanımına, diğerleri çocuklarına aittir.
Asıl adı Şeyh Yahya Bin Hacib olan Şeyh Halil, Şeyh Halil Köyü’ne Horasan’dan gelmiştir.
Selçuklular zamanında yaşamış Horasan Erenleri’ndendir. Aynı zamanda Selçuklu
Hükümdarı tarafından kendisine sancak da verilmiştir
Menkıbeye göre; Şeyh Halil Sultan, köye gelmeden önce, köyde o zamanlar Hıristiyanlar
bulunmaktaymış. Şeyh Halil Sultan, köye yaklaşık 2 km. kadar uzaklıkta bulunan bir yerde
(Buraya köydeki insanlar, “ Şehitler Burnu” diyorlar.) Hıristiyanlarla harbe girer. Harbi
kazanır.
Başka bir menkıbeye göre; Şeyh Halil, müritleriyle birlikte Hıristiyanlarla savaşır, bu savaşı
kaybeder. Yanında savaşan askerlerle birlikte hanımı, bir kızı ve iki oğlu da şehit düşer.
Şeyh Halil Sultan’ın da kafasını keserler, kafasını alarak kelle koltukta şimdiki türbenin
bulunduğu yere kadar yürür ve şehit düşer.
Türbeyi genellikle çocuğu olmayanlar ve hastalar ziyaret ederler.
Colü Baba: Colü Baba’nın doğum yeri hakkında bilgi yoktur. Ömrünün son yıllarını
Yıldızeli’nin Sarıkaya Köyü’nde geçirmiş, 1940 yılında 60 yaşlarına iken vefat etmiştir.
Efsaneye göre Colü Baba, her gün atıyla köyün yanındaki bir tepeye çıkar, orada oturur
düşünürmüş. Yine bir gün tepeye çıkmış, etrafı temizlemiş ve yumruk büyüklüğündeki
taşlarla mezar yerini belirlemiş. Daha sonra köye gelerek muhtara: “Yarın ben öleceğim,
beni bu tepeye gömün.” demiş. Colü Baba, o gece vefat etmiş. Onu, vasiyet ettiği üzere o
tepeye gömmüşler. İnanışa göre Colü Baba, ölümünden sonra da tepeyi süpürmeye
devam etmiş. Atının ayak izleri yine her sabah köylüler tarafından mezarının başında
görülmektedir.
Çaşkur Köyü: efsaneye göre Çaşkur Baba Tekkesi’nde yatan şahıs, Osmanlı
İmparatorluğu zamanında iki kardeşiyle birlikte savaşa gider. Çaşkur Baba ve kardeşleri
şehit olurlar. Bu üç kardeşi Yıldızeli’nde çeşitli yerlere defnederler. Çaşkur, Çetindere
denilen bir yere defnedilir. Bu mezar etrafında insanlar toplanarak bir köy oluştururlar.
Çaşkur Baba Tekkesi’nin, köyü kötülüklerden koruduğuna inanılır.
Cığıştak Taşları: Bayat Köyü’nde “Cığıştağın Aralık” diye bir yer vardır. Burada cığıştak
taşları denen elma büyüklüğünde, sallandığı zaman “cığış, cığış” sesler çıkaran taşlar
vardır. Bu taşlar için şu efsane anlatılır:
Köyden bir kişi, köyün dışında bulunan ağaçlardan elma toplar ve atının heybesine
doldurur, köye doğru hareket eder. Köyün doğusunda olan Cığıştağın Aralık’a gelir.
Burada yaşlı bir adamla karşılaşır. Bu adam, Hızır’dır; ama adam, bu yaşlının Hızır
olduğunu bilmez. Hızır, adama dönerek “Atının yükü nedir?” diye sorar. Adam, elma
vermek istemediği için yükünün elma olduğunu söylemez, “Keş...” der. Hızır heybedekinin
elma olduğunu bilmektedir. Adamın yalancı ve cimri olduğunu anlayan Hızır, “Keşin taş
ola!” der. Heybedeki elmalar bir anda taş olur ve şaşıran adam, elmaları oraya döküverir.
İşte bu taşlar, yöresel söyleyişle “cığış cığış” diye ses çıkardığı için “Cığıştak Taşları”, bu
mevkie de “Cığıştağın Aralık” adı verilmiştir. Taş olan elmaların içindeki elma çekirdekleri
birbirlerine değdikleri için bu sesi çıkarmaktadır.
Kamber Dede Tekkesi: Yıllar önce Yıldızeli’nin köylerinde dolaşan yaşlı bir adam varmış.
Bu ihtiyar adam, çevredeki bütün köyleri gezip o köylerdeki insanlara yardım edermiş.
İnsanların hastalığına bakar, fakir olanlara bir şeyler verirmiş. Onlarla dertleşir, sorunları
olanların sorunlarını çözmeye çalışırmış. Herkes tarafından çok sevilir, sayılırmış. Köylüler
de ellerinden geldiği kadar ona yardımcı olurlarmış. Köylerine geldiği zaman yemek ve
yatacak yer verirlermiş.
Yine bir gün yaşlı adam, bir köye gitmiş. Köylülerle otururken aniden rahatsızlanmış ve
vefat etmiş. Çevre köylüler de toplanıp ona büyük bir cenaze töreni düzenlemişler. Ona
olan sevgilerini göstermek için de öldüğü yere, “Kamber Dede Tekkesi” demişler.
Şimdilerde adak adayıp gider ve adaklarının kabulünü beklerler.
Taşlaşan Gelin Alayı: Menteşe Köyü’nden bir kız, Seren Köyü’ne gelin gidiyormuş. Gelin
alayı, gelini ata bindirmiş, gidiyormuş; dağ yolunda haramîler gelin alayının önünü kesmiş,
herkesi öldürmüşler. Gelin, bu olay sırasında atının üstünde Allah’a şöyle dua eder:
-Allah’ım, ya beni bir taş eyle; ya da bir kuş eyle! Bu dua üzerine herkes taş olur.
Pîr Sultan Abdal: Hayatını ve sanatını bir ülküye bağlamış Pîr Sultan Abdal’ın yaşamı,
ölümünden sonra efsaneleşmiştir.
Efsaneye göre Hızır Paşa, Sivas-Hafik arasında bulunan Sofular Köyü’ndenmiş. Hızır
Paşa, köyünden ayrılarak Banaz’a gelmiş, Pîr Sultan ’ın talebesi olarak bir süre Banaz’da
kalmış. Bir gün Pîr Sultan’a “Pîr’im, bana himmet ver de bir makama geçeyim, büyük adam
olayım!” demiş. Pîr Sultan da “Hızır, ben dua ederim, sen büyük adam olursun! Gelir, beni
asarsın!” demiş.
Pîr Sultan’ın himmetiyle Hızır, İstanbul’a gitmiş, orada ilerlemiş ve Sivas’a vali olarak
gelmiş. İlk işi, Pîr Sultan’ı huzuruna çağırmak olmuş.
Hızır Paşa, Pîr’ine hizmette kusur etmemiş, nefis yemekler ikram etmiş. Pîr Sultan, bunları
yememiş. Paşa bunun sebebini sorunca Pîr Sultan, “Sen zina ettin, yetim hakkı yedin;
haram para ile yapılmış yemekleri ben değil, köpeklerim bile yemez.” demiş. Banaz’daki iki
köpeğine seslenmiş, köpekler gelmiş, önlerine konulan yemeği yememişler. Bu hakarete
Paşa çok kızmış ve Pîr Sultan’ı, Sivas’ın Toprak Kale’sine hapsettirmiş. Hızır, bir süre
sonra Pîr Sultan’ı tekrar huzuruna çağırarak “Eğer içinde Şah’ın adı geçmeyen üç deyiş
söylersen seni serbest bırakacağım.” demiş. Pîr Sultan, bu istek üzerine “Peki!” demiş;
ama içinde Şah’ın adı geçen üç deyiş söylemiş.
Pîr Sultan’n böyle meydan okuması, Paşa’yı iyice gazaba getirmiş ve hemen Pîr Sultan’ın
asılmasını emretmiş.
Pîr Sultan asıldıktan sonra ahali kahvede toplanmış, konuşuyormuş. Biri demiş ki:
-Pîr Sultan’ı Hızır Paşa astırdı...
Başka biri söze atılmış:
-İmkânı yok; çünkü ben onu bu sabah, Seyfe Beli’nde gördüm!
Bir başkası Kardeşler Gediği’nde, bir diğeri de Tavra Boğazı’nda gördüğünü söylemiş.
Herkes şaşırmış. Darağacının bulunduğu yere gitmişler, bakmışlar ki Pîr Sultan, hırkasını
darağacına asmış ve kaybolmuş.
Darağacından indikten sonra yola koyulan Pîr Sultan’ın peşine asesler (güvenlik
görevlileri) düşmüşler. O sırada Pîr Sultan, Kızılırmak üstündeki köprünün diğer tarafına
geçmiş, oturuyormuş. Köprüye, “Eğil köprü!” demiş, köprü eğilmiş. Asesler, köprünün diğer
tarafında şaşakalmışlar ve geri dönmüşler.
Pîr Sultan, oradan Horasan’a gitmiş.
Anlatıldığına göre, bir gün Pîr Sultan Abdal, Pîrine gitmek için yola çıkıyor. Yolda bir su
kenarında ağaçlık, çimenlik bir yerde dinleniyor. Üzerindeki bir dalda kuşlar, Kuran ayetleri
okuyorlar; ama bunların serdarı olan bülbül, hepsinden güzel okuyor. Pîr Sultan, mest
olmuş bir şekilde onları dinliyor. Zaman zaman bülbülün gözünü uyku basıyor. Bir defada
onu dinlemeye doyamayan Pîr Sultan, bülbülü uyandırmak için mercimek büyüklüğünde
bir taş atıyor. Hikmet-i Hüda, taş bülbülün başına değiyor, bülbül ölüyor, Pîr Sultan’ın
dizinin dibine düşüyor. Pîr Sultan bu olaya çok üzülüyor ve Allah’ın kendisini affetmesi için
gözyaşı döküyor.
Başka bir rivayete göre de Pîr Sultan’ın doğduğu köy, Banaz’a bir hayli uzakmış. Pîr
Sultan’ın ördekleri bir gün köyden kaçmış, Banaz’a kadar gelmiş. O da koşarak
arkalarından yetişmiş. Ördekler, şimdiki yalakların bulunduğu yerde durmuş,
kıpırdamamışlar. Pîr Sultan hayret ederek, “Galiba bunlar bana bir şey anlatmak istiyor.
Mademki onlar burayı beğendiler, ben de beğendim. Bundan geri benim vatanım burası.”
deyip asasını yere vurmuş. Yerden bir su fışkırmış. O günden beri bu su, köy çeşmesinden
akmaktadır.
Banaz’da Pîr Sultan Abdal’ın Horasan’da çobanlık yaparken asasına takıp getirdiğine
inanılan bir değirmen taşı vardır. Bu taş üzerinde kutsal günlerde mum yakılarak dilek
tutulur.
*Kaynak: Sivas Efsaneleri - Kutlu ÖZEN
Yörede anlatılan bu efsane ve inanışların yanı sıra pek çok batıl inanç da vardır. Bu batıl
inançlardan bazıları şunlardır:
1-
Göz seğrimesi: Sağ, sağlığa; sol, varlığa işarettir.
2-
El kaşınması: Sağ, para geleceğine; sol, para gideceğine işarettir.
3-
Göz kalması: Yolculuk yapılacağına veya birinin geleceğine işarettir.
4-
Aynanın kırılması: Yedi yıl uğursuzluk getireceğine inanılır.
5-
Karga veya baykuş ötmesi: Uğursuzluk getirdiğine inanılır.
6-
Gökkuşağının altından geçmek: Cinsiyet değiştirileceğine inanılır.
7-
Eşikte oturmak: Kısmetin kesilmesine sebep olacağına inanılır.
8-
Bebeğin üzerinden atlamak: Bebeğin boyunun uzamasına engel olduğuna inanılır.
9-
Evde beş taş oynanması: Kıtlık getireceğine inanılır.
10- Terliğin ters dönmesi: İşlerin ters gideceğine işarettir.
11- Tarlaya ve buğday ambarına at kafası kemiği bırakılması: Mahsulün bereketli
olacağına
inanılır.
12- Akşamleyin tırnak kesilmesi: Uğursuzluk getirdiğine inanılır.
HALK OZANLARI (ÂŞIKLAR )
AHMET BOZKURT
1920-1991 yılları arasında yaşayan “Âşık Ahmet” mahlaslı Ahmet BOZKURT, Yıldızeli’nin
Bakırcıoğlu (Delikkaya) Köyünde doğmuş ve hayatının büyük bir bölümünü bu köyde
çiftçilikle uğraşarak geçirmiştir.
Dilinin açılmasına neyin sebep olduğu, tam olarak bilinmemekle beraber rüyasında bade
içtiği tahmin edilmektedir.
Kendisinden önce ailesinde dayıları gibi pek çok âşık olmasına rağmen, bu kişiler dahil,
hayatında hiç kimseden âşıklık konusunda ders almamış, tamamen kendi çabası ve
istidadıyla âşıklık sıfatına nail olmuştur.
Âşık Ahmet, okuma-yazmayı kendi başına acemice öğrendikten sonra Karac’oğlan, Âşık
Kerem gibi pek çok âşık kitabını okuyarak ünlü âşıklarımızdan haberdar olur. Saz çalması
olmamasına rağmen gerek anlattığı halk hikâyelerindeki deyişlerini gerek diğer türkülerini,
makamlı bir şekilde okumuştur. Âşık Ahmet, halk hikâyeleriyle yetişen Âşıklık geleneğinin
son temsilcilerindendir.
1976’da Sivas’a yerleşir. Dokuz kardeş içinde tek erkek olan Âşık Ahmet’in yedi çocuğu
vardır. 1991 yılında Sivas’ta vefat etmiştir.
Âşık Ahmet, bir deyişinde Yıldızeli’nin köylerini özellikleriyle birlikte sayar:
Yıldızeli derler bizim kazaya,
Hat boyunca trenleri yollanır.
Saf saf olup biz gelelim hizaya;
Mü’min safı, derunumda güllenir.
Menteşe’den oyanı, İtdağı,
Seren yetiştirir bostanı, bağı.
Bayat kızlarının kirli ayağı
Alttan üstten penezlenir, yellenir.
Bucak, Direkli’ye varmadı yolum.
Vakit, âhir zaman, çoğaldı ölüm.
Pîrler dergâhında açıldı dilim.
Kalın’ın güzeli, giyer, allanır.
İbre, Kıldır birbirine hizadır;
Pustat, Çaşkur odun çekmeye sedadır.
Kerim’im kızları başa beladır,
Küstürürsen köhne giyer, çullanır.
Mumcu, Yeniyapan tanırım ezel.
İğdecikler düşürdü gönlüme gazel.
Karacaörende bulunur bazıca güzel:
Rüzgâr vurur, kâkülleri yellenir.
Hayranlı, Aydoğmuş Yenihallidir.
Kürtler Köyü halkı, tatlı dillidir.
Ağcahan’ı gördüm, coşkun sellidir.
Balahur güzeli metin sallanır.
Selamet de konmuş mıncınık döşüne
Hele bakın gençlerinin işine.
Balyoz vurup babasının başına,
Peder göçüp Ahirete yollanır.
Ben Ahmet’im , burda büküldü belim.
Delikkaya derler, o benim elim.
Ayıbım demeye tutmuyor dilim;
Eğer dersem her kazada dallanır.
ALİ ERTÜRK ( ERYİĞİT)
Ali Ertürk, Yıldızeli’nin Karalar Köyünde 14. 06. 1959’da dünyaya gelir. Şükrü ve
Marziye’nin çocuğudur. 23-24 yaşlarındayken Eşmebaşı Köyü’nden Ayşe ile evlenir, bu
evlilik sonucu biri kız, biri erkek olmak üzere iki çocuğu olur.
Kendini bildi bileli hasta olan âşığımız, hastalığından dolayı 7 yılda ilkokulu ancak
bitirebilir. İlkokulu bitirdikten hemen sonra ise çobanlık yapmaya başlar ve hâlen bu işi
sürdürmektedir.
Soyadı Eryiğit olduğundan, şiirlerinde “Eryiğit” ismini mahlas olarak tercih etmiştir. 13
yaşında saz çalmayı kendi kendine öğrendikten sonra sazını elinden pek bırakmamıştır.
Âşıklığa öncelikle –ilkokuldayken- diğer âşıkların deyişlerini söyleyerek adım atar. Küçük
yaşta annesini kaybetmesi ve geçim sıkıntısı, onu âşıklığa iten önemli sebeplerdir. Şiirlerini
irticalî (hazırlıksız) söyleyen Eryiğit, bir şiirinde köylerinin muhtarını hicveder:
MUHTARIM
Yaptığın işleri bizlere göster.
Karalar Köyü de bir sulak ister.
Yırtılmış, yüzünde kalmamış astar;
Mertliği, erliği bilen muhtarım.
Siyaset konuşur olmuş bir bakan.
Zehirler dolu bizleri sokan.
Aslı bal değil, kovanda kokan,
Kendini başbakan bilen muhtarım.
Aslını bilirim, Köyün Karalar.
Ruhsat yoktur, kesiliyor ormanlar.
Hakkımızı niye yesin hayvanlar?
Kendini kaymakam bilen muhtarım.
Bilirim de muhtar, bizim haniyi;
Yazıyor destanı bak, Âşık Ali!
Savcı kesilmiş sanki bir veli,
Reis-i Cumhur olmuş benim muhtarım.
ALİ DOĞAN
1949 Doğanlı Köyü doğumludur. Köyündeki âşıklardan olan Veli AYDIN’dan saz çalma
dersleri alır. Henüz Pamukpınar Öğretmen Okulu’nda okurken dilinin döndüğünce türküler
söylemeye başlar. Ortaokuldan sonra da sazı elinden bırakmaz.
Okulu bitirdikten sonra öğretmen olur. Halen İstanbul Maltepe’de öğretmenlik yapmaktadır.
Şiirlerinde genellikle halka ders verici, halkın sorunlarını dile getiren konuları dile getirir.
Bugüne kadar elliye yakın kaseti çıkmıştır. Ayrıca şiirleri, Sabah Gazetesi, Saklambaç ve
sanatçılar Dergisi gibi yayın organları tarafından yayınlanmıştır. Âşığın hikâyesiyle birlikte
söylediği bir deyişi şöyledir:
Dikenli tepelerin ortası da Pîr Sultan ve Köroğlu’nun gezdiği dağların eteklerinde bir
köy vardır. İşte öykülerini anlatacağımız Mehmet ile Meliha bu köyde dünyaya
gelmişlerdir. Bu iki kardeşin ikisinin de kalçalarında aynı şekilde ben vardır. Çocuklar iki
yaşına geldiklerinde Mehmet kaybolur. Anne ve babası, yana yana onu aramaktadırlar.
Yavrularının arkasından ağıtlar yakar, türküler söylerler:
Öğle ile ikindinin arası
Bir yavru yitirdim, gören oldu mu?
Yaktı beni de o yavrunun yarası.
Yitirdim Memmet’i gören oldu mu?
Bir tek oğlum idi, nerde kaldı?
Kurt mu parçaladı, kuzgun mu aldı?
Yoksa zalim, oğlu düşman mı aldı?
Yitirdim yavruyu, gören oldu mu?
Yavrumu bulana müjde vereyim.
Bulunmazsa nere nere gideyim?
Atatürk’e de bir telgraf edeyim.
Yiğidim Memmet’i gören oldu mu?
Çabuk büyür bizim Köyün söğüdü.
Çok verdiler de ben tutmadım öğüdü.
Benim benli yavrum yeni büyüdü.
Aldılar elimden, gören oldu mu?
Yüreğimde çıban oldu yaralar.
İflah etmez de gardaş, bu dert beni paralar!
Yavrum sana da mekân oldu nereler?
Yitirdim Memmet’i gören oldu mu?
BAHATTİN KÖSE
1962’de Yıldızeli’nin Sandal Köyü’nde dünyaya gelir. İlkokulu köyünde bitirdikten sonra
orta okulu okumak için Sivas’taki amcasının yanına gider. Daha sonra Kongre Lisesi’ni
bitirir.
Okul dönemlerinde Necip Fazıl’ı sıkça okuyan Bahattin Köse, yüze yakın şiir yazar;
ancak bu şiirleri bir akrabası Almanya’ya götürür ve bir daha getirmez. Bu şiirleri arasında
para konusunda yazmış olduğu bir de destan vardır.
Şiirlerinde hayâlden ziyade gerçeklere ve hayatın kendisine yer verir. Şiirlerinde
soyadını Mahlas olarak kullanır. Onun nasihat içerikli “Ömer Bey” şiiri şu şekildedir:
ÖMER BEY
Bekârlık sultanlık deyip gezerdin;
İmparatorluk nasıl gider, Ömer Bey?
Evlenip de başa gelince derdin ,
Seni eve muhtar eder Ömer Bey!
Evlenince bekârlığa elveda!
Bir evlat verdi yaratan Hüdâ.
Yoktur artık aylak aylak beyhuda!
O yollarda baykuş öter Ömer Bey!
Fark etmez aynıdır kışın ve yazın.
Yuvanı beklerler karın ve kızın
Hızır ola yarına birden ansızın.
Hiç beklemediğin dert biter Ömer Bey!
Durdurmak için bir küçük yarayı
Seferber etmedin mi Ankara’yı.
Bunca yıldır biriktirdin parayı,
Harcadın, parasızlık beter Ömer Bey!
Köse’m der ki: Tasarruf da bir sanat.
Yanlış anlama, sana bu nasihat!
Özür dilerim varsa bir kabahat.
Kızdınsa yazdığım yeter Ömer Bey!
MUZAFFER UTAR
1936’da Kuruöz (Akören) Köyünde dünyaya gelir. 1965’te Sivas’a göçer. Gençliğinde
Sümmani’nin yanı sıra Emrah, Kerem, Ruhsatî gibi saz şairlerini okumuş; ancak en çok
Sümmani’den etkilenmiştir. Âşık Sümmani’yi ustası olarak kabul etmiştir. Şiirlerinde asıl
adını mahlas olarak kullanmaktadır.
Gözlerim görmüyor pustan dumandan
Bu sinemi yakıp nâra döndürme
Son nefes ayırma dinden îmândan
Bu cihândan yüzü kara gönderme
Nefs-i enmaceden yad eyle beni
Aşkınla yandırıp od eyle beni
Mü’min kullarınla şâd eyle beni
Münkirlerle âh u zâra gönderme
Severim Resûl’ü iki cihânda.
Güveler yaşamaz ballı kovanda.
Mahşer-i meydanda, ulu divanda
Derdi gâmı Muzaffer’e gönderme
RIZA ASLAN
1951’de Aslandoğmuş Köyü’nde dünyaya gelir. 7-8 yaşlarında, okuma-yazmayı yeni
öğrendiği sıralarda, şiir yazıp türküler söylemeye başlar. Yine saz çalmaya bu yıllarda
başlar. Son yıllarda şiir yazmaya, saz çalmaktan daha çok vakit ayırmaya başlamıştır.
Şiirlerinin sayısı tam olarak bilinmemekle beraber defterine kaydettiği şiirlerinin sayısı iki
bin civarındadır.
1972’de “İki Cihan Nuru Fahri Kainatımız” isimli bir kitap yazar. Haca Bayram Veli Turizm
Tanıtma Derneği tarafından birkaç şiiri yayınlanır.
Çoktan hasretim Çamlıbellere,
Koyunları, kuzuları özledim.
Gayrı gideceğim bizim ellere,
Gelinleri, kızlarımı özledim.
Bir su içsem şol gürcünün gözünden
Atsam, gezsem ab-ı yılın güzünden.
Varsam girsem Çardahtepe düzünden.
Gavur hısım yârenleri özledim.
Âşık Rıza, dost hâllerim böylece!
Hitap ettim sözlerimi şöylece,
Karaburun’u Sıhçoban’dan köyece
Madımağa gelen güzelleri özledim.
SÜLEYMAN YÜCEKAYA
1940 yılında Yıldızeli’nin Kavakderesi Köyü’nde dünyaya gelir. Hayatının büyük bir
bölümünü Köyünde geçirmiştir. Yurt dışında çeşitli ülkelerde çalıştıktan sonra 1974 yılında
Bursa’nın Karacabey ilçesine yerleşmiştir.
1958’den itibaren şiir söyleyen âşık, saz çalabilmekte ve şiirlerini ezgili bir şekilde
söyleyebilmektedir. Diğer Âşıkları taklit etmek yerine, kendine uygun bir yol seçmiştir. Beş
yüze yakın şiiri vardır. Âşık Süleyman, şiirlerinde genellikle tarihî olayları ve değer
yargılarına ters düşen durumları konu edinir.
Üç ay oldu sazı ele almadım.
Sazım bana küsmüş, ben de sazıma
Düzenliydi, düzenlice çalmadım.
Sazım bana küsmüş, ben de sazıma
Altı telden dört tanesi paslanmış.
Sükût sükût perdelere yaslanmış.
Çalmadığım için bana herslenmiş.
Sazım bana küsmüş, ben de sazıma
Çalamazsın sen bu sazı Süleyman!
Yaşın elli olmuş, dolaşmış zaman.
Küsme sazım, küsme bana, aman!
Sazım bana küsmüş, ben de sazıma
NURİ KILIÇ (DERYÂNİ)
Pîr Sultan Abdal’ın Köyü olan Banaz’da 1950 yılında dünyaya gelmiştir. Şiirlerinde
“Deryânî” mahlasını kullanır. Bu mahlası, rüyasında aldığını şu dizelerle anlatır:
Sakın arz eyleme bozuk düzeni,
Bırakmam yanına ferman yazanı.
Yine doğsun Banaz’ımın ozanı.
Derya gibi dol da taş gibi gelme.
Şiir söyleyip saz çalmasını doğuştan gelen bir Allah vergisi olarak kabul eder. Bir ustadan
ders almadan saz çalmayı öğrenir ve Pîr Sultan, Şah İsmail, Viranî, Kul Himmet gibi
âşıkların deyişlerini söyleyerek âşıklığa ilk adımını atar.
Deryanî, henüz okul çağındayken azaplığa başlar. Üç yıl kendi köyünde, dört yıl da
Sivas’ta azaplık yapmıştır. Daha sonra İstanbul’a kaçar ve orada on üç yıl kadar kalır.
Sultanahmet Meydanı’nda geçirdiği bir kaza sonucu gözlerini kaybeder. Büyük şehirde
daha fazla tutunamayarak köyüne döner ve bir daha köyünden dışarı çıkmaz.
Şiirlerinde genellikle sosyal konuları ve Pîr Sultan’ı ele alır. Tabiat sevgisi, insanların ve
dünyanın yanlış gidişatı, tabiat düzeninin insanlar tarafından bozulması onun şiirlerinin
başlıca konularıdır. Kendi köyü olan Banaz hakkında da bir şiiri vardır.
Erenler sultanı çevrili burda,
Dillerde dolaşır şanı Banaz’ın.
Her zaman beklerim gözüm yollarda.
Ol Pîr’e bağlıdır hali Banaz’ın.
Ol sultanın ördekleri yüzerler.
Bize görünmezler, sırda gezerler.
Âşıkları Hak kelamın yazarlar.
Muhabbet konuşur dili Banaz’ın.
Taşından toprağından kokular gelir,
İsmini duyanlar, ikrarın verir.
Horasan’dan gelen taş, bur’da durur.
O taştan açılır gülü Banaz’ın.
Bâd-ı sabâ Yıldız Dağı’ndan gelir.
Geçerken Banaz’a bir selam verir.
Arzu eden gelir, burada kalır.
Deryanî, burada kulu Banaz’ın.
ŞEMSEDDİN KARAMAN
Yıldızeli’nin Halkaçayır Köyü’nde 1927’de dünyaya gelir. Ailesi, Karaman’dan gelmedir.
Çocukluğunda demirci çıraklığı yapmış, 1951’de Teknik Ziraat’e girer ve 1977’de emekli
olur. Şiirlerinde “Şemsî” , “Şemseddin”, “Karamanoğlu” mahlaslarını kullanır. Saz çalmayı
bilmemektedir.
Unutmuşuz ırkımızı.
Bilemeyiz farkımızı.
Yadlar koyar narhımızı.
Bak perişan halimize!
Rabbim, halimize bir bak!
Kul Şemsî’ye de yüzü ak,
Vatanı eyle nuru gark.
Bak perişan halimize!
ALİ AÇIK (ALİ DAYI)
1925 yılında Yıldızeli’nin Çubuk Köyü’nde dünyaya gelir. Köyde herkes kendisine Ali Dayı
diye seslendiğinden bu ismi, mahlas olarak seçmiştir. Askerdeyken ilk şiiri olan “Ana”yı
yazar. Eşinin ölümünden sonra daha sık şiir yazmaya başlamıştır. Semaî, varsağı, destan,
ilahî gibi çeşitli türlerde şiirler yazmıştır.
Helâlinden versin ya Rab, saltanatı, serveti,
Hayıra harcamak için kârı elbet isterim.
Ne istersen, vermez deme, büyüktür mürüvveti,
Baştan başa mamur olan şanı elbet isterim.
Sultanların sultanına hâlim beyan eyledim.
Boyun büküp huzurunda arzuhâlim söyledim.
Bilmiyorum sebep nedir, felek sana neyledim?
Eğer ki suç bende ise zârı elbet isterim.
Bir kişi ki hakikatin yollarını bilmezse,
Sohbetlerden neşe alıp koşa koşa gelmezse,
Vatan için Ali Dayı seve seve ölmezse,
Ben cezama razı oldum, nârı elbet isterim.
ZEYNEL SARI
1961’de Yıldızeli’ne bağlı İncetaş Köyü’nde doğan Zeynel SARI, 1970 yılında ailesiyle
birlikte Sivas’a göç eder. Maddî zorluklar içinde öğrenimini tamamlar; 1982’de Sivas İmam
Hatip Lisesi’nden mezun olur.
Okuma-yazmayı henüz öğrenmeye başladığı Karacaoğlan’ın bir kitabı eline geçer ve bu
kitabı büyük bir zevkle okur. Karacaoğlan’ın, onu çok etkilemesine rağmen şiirlerinde
Karacaoğlan’ın sıklıkla işlediği aşk, sevgi, güzellik gibi konulara pek yer vermez.
Onu, şiir yazmaya iten sebeplerin başında maddî sıkıntılar ve annesinin hastalığı gelir. Saz
çalmayı, kendi kendine öğrenir. 1982’den sonra saz çalmayı bırakır, sadece şiir yazmaya
devam eder. Zeynelî, insanı insan olduğu için seven nadir insanlardan biridir.
Dünyayı murdar bildi, kaldı gedâ Zeynelî.
Yandı yâr ateşiyle yârdan cüdâ Zeynelî.
Bin canım olsa dahi Hakk’a feda Zeynelî.
Koparsalar boynunu aman isteme Zeynelî.
ALİ OSMAN BEKTAŞ
1924 yılında Yıldızeli’nin Sarıçal Köyü’nde dünyaya gelir. Henüz on yaşındayken sazı
eline alır, on beş yaşına geldiğinde ise usta malı deyişler söylemeye başlar. En çok Âşık
Veysel’den etkilenmiştir. Şiirlerinde “Umman” mahlasını kullanmıştır.
Pek küçükken kayıp ettim gözümü.
Kayıp ettim baharımı, yazımı.
On yaşında aldım, çaldım sazımı.
Işık dünya, bana zindandır zindan.
Bilemiyom baharımı, yazımı.
Seçemiyom kara ile beyazı.
Kaderim böyle imiş, ağlarım bazı.
Işık dünya, bana zindandır zindan.
Ummanî’yem saza dertli vursana!
Kaderin böyle imiş, çek de vursana!
Eyyüp ile Hüseyin’e sorsana!
Işık dünya, bana zindandır zindan.
PÎR SULTAN ABDAL
Pîr Sultan Abdal, yaşadığı devrin (16. yy.) en kudretli şairidir. Pîr Sultan’ın doğum ve ölüm
tarihini, gerçek hayatını açık bir şekilde bilemiyoruz; ancak- efsaneler bölümünde de
anlattığımız gibi- hayatı hakkındaki bilgileri menkıbelerden öğrenmekteyiz.
Yavuz Sultan Selim’in, 16. yüzyıl başında Şiî ve Safavî İran saltanatına karşı kazandığı
zafere rağmen, Doğu Anadolu’da ve daha başka yerlerde Şiî-İran sarayına şiddetle bağlı
kalan mühim bir kısım Alevî zümreleri bulunmaktaydı. İşte Pîr Sultan Abdal, bu inanışlara
şiddetle bağlı Alevîler arasında büyük şöhret yapmış bir şairdir. Menkıbelere ve kendi
şiirlerinden anlaşıldığına göre, Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyü’nde doğan Pîr
Sultan Abdal, yine Sivas çevrelerindeki Alevî zümreler arasında yetişmiş ve Fuat
KÖPRÜLÜ’ye göre de Osmanlılara karşı bir Alevî isyanına katılmış, hatta bu isyanda baş
olmuştur. Bu isyanlardan birinde de Hızır Paşa tarafından yakalanarak hapse atılmıştır.
Hızır Paşa bizi berdâr etmeden
Açılun kapular, Şah’a gidelüm
Siyaset günleri gelüp yetmeden
Açılun kapılar, Şah’a gidelüm.
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pîrim Ali On İki İmam aşkına
Açılun kapular, Şah’a gidelüm.
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zencir boynum sıktı hâlim yamandır
Açılun kapular, Şah’a gidelüm.
Pîr Sultan Abdal’ın aynı vaka üzerine söylediği şu deyişi de bu görüşleri teyit etmektedir:
Allah’ı seversen kâtip böyle yaz
Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umaram yıkılsun şu kanlı Sivas
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Pîr Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelür sağ olan başa
Hasret koydu bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvâlimi aynı böyle yaz
Pîr Sultan, başına gelenleri Şah’a ulaştırmak isteyen bir ruh hâli içindedir. Onun haber
salmak istediği Şah, Şah Tahmasb’dır. Fakat bütün bu direnmeler ve ümitler fayda
vermemiş, yine menkıbeye ve kızının ağzından söylenen bir ağıta göre Sivas’ta idam
edilmiştir:
Dün gece seyrimde cûş etti dağlar
Seyrim ağlar ağlar Pîr Sultan deyü
Gündüz hayalimde gece düşümde
Düşler ağlar ağlar Pîr Sultan deyü
Uzundu usuldu dedemin boyu
Yıldız’dur yaylası Banaz’dur Köyü
Yaz bahar ayında bulanur suyu
Çağlar ağlar ağlar Pîr Sultan deyü
Pîr Sultan kızıydum ben de Banaz’da
Ağlamam durmayor baharda yazda
Babamı astular kanlu Sivas’ta
Darlar ağlar ağlar Pîr Sultan deyü
Onun coşkun ve tesirli bir şair olması, idam gibi bir cezaya çarptırılarak hakkında böyle
ağıtlar söylenmesi, şahsiyeti etrafındaki halk alâkasını artıran ve devam ettiren
sebeplerdendir.
Onun şiirlerinde zengin halk söyleyişleri, Sivas çevresine ait coğrafî isimler ve dönemin
tarihî hadiselerinden çizgiler vardır. İmam Ali’ye, İmam Hüseyin’e olan derin bağlılığı;
duyuş, düşünüş ve yanışları da halkın ortak duyuş ve söyleyişleridir. Şiirlerinin günümüze
kadar eskimeden gelmesinin sebeplerinden biri de budur.
Pîr Sultan’ın şiirlerinde hayli zengin bir halk söyleyişi hissedilir. Üslûbunda kendinden
önceki halk şiirinin hatta halk hikâyelerinin türlü özelliklerini, söyleyiş hususiyetlerini ve
motiflerini iyi anlamış olmanın incelikleri vardır.
Öt benim sarı tamburam
Senin aslın ağaçtandır
Ağaç dersem gönüllenme
Kırmızı gül ağaçtandır
Ali, Fatıma’nın yâri
Ali çaldı Zülfikâr’ı
Düldül atının eğeri
O da yine ağaçtandır
Ali gitti Hakk’a yetti
Zülfikâr’ı derya yuttu
Sa’d- Vakkas bir ok attı
O da yine ağaçtandır
Nurdandır Kâbe eşiği
Cihanı tuttu ışığı
Hasan Hüseyin’in beşiği
O da yine ağaçtandır.
Yeter Pîr Sultan’ım yeter
Dertlilere derman katar
Türlü türlü meyve biter
O da yine ağaçtandır
YILDIZELİ YÖRESİ AĞZINA AİT BAZI KELİME ve SÖYLEYİŞLER*
Aba, abu: Anne
Abo: Bir hayret nidası
Abulobut: Kaba, görgüsüz
Ahdaracah: Sacın üzerinde pişirilen yufkayı döndürmekte kullanılan yassı tahta
Al: Düğünlerde damadın sırtına üçgen şeklinde takılan kırmızı ve pullarla süslenmiş bez
Ala seyfiye: Rastgele
Alaca: Ağaç dallarından ve çıtalardan yapılmış bahçe kapısı
Alacıh (Alaçuh): Bahçe ve bostanlara yapılan küçük, derme çatma kulübe
Alışlanmak: Tutuşmak, yanmak
Âmannamah: Yana yatmak
Angel: Doğuştan hadım olan boğalara verilen ad
Apartuman: Apartman
Âri: Eğri
Aşırma (Aşurma): En büyüğün bir küçüğü olan orta büyüklükte iki kulplu kazan
Azap: Çalıştığı evde kalan ve evin bir çok işiyle birlikte genellikle hayvanlarının bakımıyla
ilgilenen işçi
Azuh: Azık.
Badal: Küçük çukur, merdiven
Batal: Büyük
Bayahdan: Az önce
Becek: Bucak, köşe.
Behen: (Kars göçmenlerinin dilinde) Bana
Belinglemek: Çok şaşırmak
Beninen: Benimle.
Beyle, şeyle, eyle: Böyle, şöyle, öyle.
Bezük: Turuncu renk
Bıldır: Geçen yıl
Boyunduruh: İki öküzü yayana sabit tutmaya yarayan, yaklâşık iki metre boyundaki ağaç
Bunaçe: Bu geçe, ırmağın bu tarafı.
Cağ: Uzun ve yontulmamış ağaç parçası
Cağlıh: Eski tip evlerde banyo
Cahal: Cahil.
Cemek(Cemak): Pulluğa bulaşan çamurları temizlemeye yarayan ucu keskin ve yassı olan
bir alet
Cılban (Cıblan): Bir tür yaban fiği
Cıncıh: Bilye
Cicik: Meme
Comart:Cömert
Çalhama: Yağı alınmış yoğurdun ayranı
Çamdı (Çamdu): Tavan
Çemkurmek: Havlamak, bağırmak
Çente: Çanta.
Çerlemek: Kabaca ölmek
Çimmek: Yıkanmak
Daal, doğul: Değil
Dâmek: Değmek
Deligannı, delânnı: Delikanlı
Dene: Tane
Dıhız: Çok dar olan
Döşürücü: Köy köy dolaşan dilenci
Dürmeç: Ekmeğin içine bir şeyler konularak silindir biçiminde sarılmış şekli, dürüm
Eccük: Azıcık
Ellaham : “Allah u a’lem”den galat, Allah bilir.
Eme: Hala, babanın kız kardeşi
Essah: Sahi, gerçek
Fetil: Yufkadan biraz kalın olarak yapılan sac ekmeği
Fıhramak: Ekşimek
Galguç: Havuç, çiğdem gibi şeyleri sökmeye yarayan ucu sivri değnek
Gamga: Ağaç yongası ya da kabuğu
Gapçuh: Buğdayı yıkadıktan sonra arta kalan saman
Garametli: Çilekeş, cefakâr
Gaspanek: Kasten, bilerek
Gaşmah: Kaçmak
Gater: kadar
Gatıh, çalhama: Ayran
Gelengü: Gelincik
Gıdalah: Bir çeşit çocuk oyunu, bu oyunda kullanılan yassı taş. (Yine bu oyunda kullanılan
yumurta şeklindeki taşa da “fodalah” denir.)
Gıdıh: Çene
Gılavlamah: Tırpanı masatla keskinleştirmek
Gıllım gaga: Sopalarla oynana bir tür çoban oyunu.
Go: Kadınlara seslenmek için kullanılan bir tür nida
Gozer: Kalburdan daha büyük olan bir tür eleme aracı
Gugü: Karamuk denilen çalı şeklindeki bir ağacın meyvesi
Hakkat: Hakikat
Heçik: Evin tavanına atılan kalın ağaç
Hekmet: Hikmet
Helik: Orta büyüklükteki tezek, küçük taş parçası
Heri: Herif, kişi
Hezan: İri yarı.
Horuz: Horoz.
Hökumet: Hükümet
Ilınçah: Beşik
Ilışlamak: Sıcak suyla soğuk suyu karıştırmak, ılıştırmak.
Isıcah: Sıcak.
İdare: Gaz lambası
İğeşmek: Kendisine ait olan bir işi başkasına yaptırmak istemek
İlazım: Lazım
Kendilemek: Kin gütmek
Keşik: Sıra
Kışkırlemek: Köpeği, birinin üzerine salmak.
Köm: Toplu.
Kösnü: Köstebek
Kurün: Hayvanların yem yedikleri ve su içtikleri yer
Kusmuk: Yumruk
Kuşüm: Endişe
Lehlemek: Çok yorulmak
Mâde: Başka, diğer. “Bundan mâde: bundan başka”
Mahat: Evlerde duvar kenarlarına oturmak için tahtadan yapılmış yer.
Mane vermek: Kusur aramak
Mengurde: Büyükbaş hayvanları bağlamak için ağaçtan yapılmış “U” biçimindeki alet
Mıncımah: Cıvımak
Nazlım: Uysal.
Nazlım: Yaramaz olmayan
Neyce: Çok iyi
Nörüyon: Ne yapıyorsun, nasılsın?
Oğürsemek: İneklerin boğaya gelmesi
Onart: Düz, ön
Öhlez: Cılız, korkak
Ötâçe: Öte geçe, ırmağın diğer tarafı.
Ötânner: Geçen gün
Öynük: Önlük
Pağ: Ören yeri
Pahıl: Cimri
Partal: Mübalağa, abartı.
Pıskırmah: Hapşırmak
Pinlik, pinnik: Kümes
Pöçük: Kenar
Puhari: Baca
Punar: Pınar, çeşme
Pürçekli: Havuç
Salahana: Aylak aylak gezen, Başıboş dolaşan
Sekumeç: Sek sek oyunu.
Seten: Bulgur döğme taşı
Sinen bidik: Saklambaç
Soharıç: Yemek sosu
Suğumah: Somurtmak
Suğumak: Somurtmak
Süflü: Perişan
Sümsüm: Sümsük, uyuşuk
Süyüm: Göz kararı uzunlukta alınan ve iğneye takılan iplik
Şeremet: Hızlı, çabuk
Tavatir: Tevatür, yaygın söylenti
Tezmek: Kaçmak
Tısga: Soğan tohumu
Tohaç: Çamaşır yıkarken çamaşırları dövmeye yarayan tahta alet
Tump: Tarla sınırı
Tusmah: Eğilmek
Umsunuh: Umulan bir şeyin olmaması sonucu düşülen umutsuzluk hali
Üçün, üçür: İçin
Üvendere: Ucunda “modul” denilen bir çivi bulunan ve öküzlere yön vermek için kullanılan
uzun sırık
Vargel: Kilim dokumada kullanılan bir alet
Yağarn: Sırt
Yeğni: Hafif
Yozucu: Düğünlerde düğüncülerin geleceğini kız evine haber veren kimse
Yuha: 1-Yufka 2- Sığ
Yunmak: Yıkanmak
Yüzünguylu: Aşağıya doğru
Zahar ki: Belli ki, herhalde
Zelve: Öküzleri bağlamaya yarayan ağaç ya da demirden yapılan alet
Zılgar: Devamlı gezen
Zopa: Sopa
ZARA
İlçemizde yerleşim Kalkolitik Çağa kadar uzanmaktadır. Tödürge Gölü civarında ki Kültepe
Höyüğü bu döneme ait buluntuların yer aldığı bir yerleşim alanıdır.
Zara Bizans Döneminde de yerleşim yeri olma özelliğini korumuş, X. Yüzyıldan itibaren
Sebasteia Theması içinde yer almıştır.
Anadolu’ nun Selçuklu Egemenliğine girmesinden sonra 13. Yüzyıl ortalarında bu
imparatorluğun Vilayet-i Danışmendiye yönetim bölgesi içinde yer almıştır. Sultan Alaattin
Keykubat 1223 yılında imparatorluk saltanat naibi büyük komutan Kemalettin KAMYAR’ a
Zara’ yı ikta olarak vermiştir. İbn-i Bibi ve Anonim Selçuk name’ de belirtildiğine göre Zara’
nın bu dönemde iradı 100.000 dirhemdi ve bu ikta karşılığında emir 60 cebeli(asker)
beslemesi gerekiyordu.
Osmanlı Dönemi kayıtlarından da Kanuni Sultan Süleyman’ ın 1536’ da çıkardığı bir
fermanla Koçgiri Aşiretini bölgeye yerleştirdiği anlaşılmakta olup, 1856 yılında “Koçgiri”
adıyla nahiye, 1870 yılında ise “ZARA” adıyla kaza merkezi olmuştur.
1888 ve 1892 yıllarında yapılan düzenlemelerde ise İlçenin statüsü devam ettirilmiştir.
Zara; Osmanlı İmparatorluğu’ nun son döneminde önem kazanmıştır. Şemsettin Sami ,
Kamus Ül Alam isimli eserinde Sivas Vilayeti Merkez Sancağına bağlı bir kaza olduğunu
zikretmiştir. Ali Cevat ise Memalik-i Osmaniye’nin Tarihi ve Coğrafya Lügati adlı eserinde
Sivas Merkez Sancağına bağlı 41.000 ‘ i Müslüman, 58.000 nüfuslu bir kazadır, 19
nahiyesi ve 128 köyünde 2 medrese 30 okul bulunmaktadır şeklinde bilgi vermektedir.
İMRANLI
İMRANLI İLÇESİ TARİHÇESİ
İmranlı ve çevresinin, tarihi süreç içerisinde Hitit, Pers, İskender, Roma ve Bizans
İmparatorluklarının hakimiyeti altına kaldığı bilinmektedir. Yine tarihi kaynaklarda bölgenin
zaman zaman Müslüman Arapların eline geçtiği ve Malazgirt savaşı sonrasında da
Bizanslılar ile yapılan anlaşma gereğince Kızılırmak yayının dışında kalan yerlerin doğusu
ile beraber bu bölgenin Türk idaresi altına girdiği kaydedilmektedir. İmranlı ve çevresinde
1075 yılında Danişmentliler, 1174 yılında Selçuklular, 1243 Köse Dağı Savaşından sonra
Moğollar 1340’lı yıllarda Eretna Beyliği, 1381-1398 yılları arasında Kadı Burhaneddin ve
daha sonra da Osmanlılar hüküm sürmüştür. Yıllardır farklı kültürlerin kardeşçe bir arada
yaşadıkları bir bölge olan İmranlı ilçesinin ilk defa kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu
bilinmemekle beraber bölgenin canlılığı 93 harbi olarak bilinen 1876 Osmanlı-Rus
savaşıyla artmıştır. İmranlı geçmişinde çok yoğun bir orman dokusuna sahip olmasıyla
bilinir. Bu sebepten devrinin önemli bir yerleşim yeri olan Zara’nın doğusunda kalan bu
yörede dikkate değer bir yerleşim yeri bulunmamaktadır. Batılı araştırmacı Sinclair 1372
yılında Zara’nın doğusundaki bugünkü İmranlı civarının aşırı derecede ormanlaşmış
olduğunu ve belki de bu yüzden çok az sayıda seyyahın Zara’nın doğusunda şimdiki
karayolu istikametinde seyahat ettiğini ileri sürmektedir. İmranlı ve civarında önemli
herhangi bir kentin olmaması ve bölgenin aşırı ormanlık olması gibi sebeplerden dolayı,
17. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi dahi Sivas’tan Erzincan’a ve
Erzurum’a Zara ve Suşehri üzerinden seyahat etmiştir. Bu tespit bazı Sivas Salnameleri
(Yıllık) tarafından da desteklenmektedir. Hicri 1308 (1890 – 1891) tarihli Sivas
Salnamesi’ne göre de Zara kazasının Abaş ve Çit nahiyelerinde görkemli bir orman
bulunmaktadır. Selçuklu ve beylikler zamanında bölgeye Türkmen, Oğuz, Yörük ve diğer
Türk boyalarından göçler olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan Abdülmecit
zamanındaki göçler sebebiyle de fazla nüfusa sahip olmayan bölgenin demografisi
yeniden şekillenmiştir. Kanuni zamanındaki göçler hakkında fazla bilgi olmamakla birlikte
Sultan Abdülmecit zamanında kuzeyde Kızılırmak’ın çıkış yatağı olan İmranlı bölgesine
göçler ve yerleşimler olmuştur. Bu zamanda, bölgenin toprağı verimli, suyu ve havası
temiz, ormanları bol idi. 19. yüzyılın son çeyreğinde, 93 Harbi olarak da bilinen 1876–1878
Osmanlı–Rus Savaşından dolayı Erzurum ve Kars illerinden bölgeye devlet eliyle göçler
yaşanmıştır. Göçmenlerin sayısı çok fazlaydı ve bölgeye gelenlerin büyük bir kısmı devlet
tarafından şimdiki İmranlı İlçe merkezinin bulunduğu bölgeye yerleştirilmişlerdir. Bugün
İmranlı olan arazi satın alınarak muhacirlerin iskanı sağlanmıştır. 1870 Sivas
Salnamesi'nde 271 hanedeki 1378 muhacirin bölgeye yerleştirildiği yer almaktadır.
İmranlı'nın yazılı kaynaklarda geçen ilk ismi olan Çit Sahrası, bu göçlerden sonra nahiye
olmuş ve böylece Çit Bucağı adını almıştır.Yazar Aziz B.Erdeşir Astrabadi'nin Farsça
yazılan Bezm-i Rezm adlı kitabının 494.sayfasında Çit'ten şöyle bahsedilmektedir.Kadı
Burhaneddin, Kemah Valisini tedip için Çit Sahrasına indi. “Kadı Burhaneddin ve Devleti”
adlı kitabında Doç. Dr. Yaşar Yücel de 143.sayfada aynı konudan bahsetmektedir. Bu
bilgilere göre, yazılı olarak 1340 yılından beri İmranlı ve çevresi Çit olarak bilinmektedir.
1890'da Sultan II. Abdülhamit döneminde Hamidabad olarak değiştirilen nahiyenin ismi,
Hicri 1321 (1905) Sivas Salnamesi'nde de Hamidabad olarak geçmektedir. Bölgeye ikinci
göç hareketi 1911-12 yıllarında yaşanmış olup 1911 yılında ise Hamidabad ismi Ümraniye
olmuştur. 1 Ocak 1948 tarihinde çıkarılan bir kanunla Ümraniye ilçe statüsüne kavuşmuş
ve ismi İmranlı olarak değiştirilmiştir. İlçe olduktan sonra normal bir gelişim gösteren ilçenin
nüfusu, önceleri artış gösterirken çeşitli sebeplere bağlı olarak son yıllarda azalma
göstermiştir. 1990 nüfus sayımında 21649’a düşen toplam nüfus 2000 nüfus sayımında ise
13883 olarak tespit edilmiştir.
6-EĞİTİM VE KÜLTÜR DURUMU
İlçemiz 1948 yılından önce Zara ilçesine bağlı bir bucak merkezi iken; eğitim, ilçe
merkezinde 1 köylerde ise 8 olmak üzere toplam 9 ilkokulda yapılmıştır. Eğitim ve
öğretimin bu seviyede düşük olması halkı olumsuz yönde etkilemiş ve bu dönemde kültürel
faaliyetler zayıf kalmıştır. İlçe olduktan sonra eğitim ve kültür hizmetleri de buna paralel
olarak artmıştır. Halen İlçe merkezinde 5, köylerde ise 4 olmak üzere toplam 8 ilköğretim
okulu (bir tanesi Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’dur) bulunmaktadır. İlçemizde 1 adet lise
vardır. .
Şuanda İlçemiz Karşıyaka mahallesine yapılmakta olan Çok programlı Lise inşaatı Son
aşamalarına gelmiş %90’lık bölümü tamamlanmıştır. 2007–2008 Eğitim öğretim yılı
sonunda faaliyete başlayacak ve eğitim yeni binada devam edecektir. İlçede herhangi bir
yüksek okul bulunmamaktadır. İlçe nüfusuna göre yüksek öğrenim yapanların sayısı %10
dur. Bu itibarla ilçede meslek lisesi ve benzeri okullardan mezunlar arttıkça öğrenim oranı
bu nispette yükselecek ve kültür seviyesinde gözle görülür bir artış meydana gelecektir.
İlçe merkezinde kurulmuş bulunan halk kütüphanesi eğitim ve kültür faaliyetlerinde
bulunmaktadır. Bu güne kadar başta Halk Eğitim bünyesinde açılmış bulunan bir çok kurs
ve konferans sayesinde halkın %92 si okur-yazar duruma gelmiştir. Folklor çalışmaları
sadece okulların kendi bünyelerinde yapılmaktadır. Çeşitli bayram, kutlama ve anma
günlerinde ilçe halkı tarafından folklorumuzdan örnekler sunulmaktadır. Bunun dışında bu
amaçla kurulan herhangi bir kuruluş yoktur.
COGİ BABA
" Cogi Baba' nın kimliğine ilişkin yazılı kayıtlar bulunmamaktadır. Hakkındaki bilgiler rivayet
ve anlatımlara dayanmaktadır. Sitemizde yer alan iki anlatım Hüseyin Özten tarafından
yazılan Yünören Köyü İncelemesi adli eserden alınmıştır. "
Birinci anlatıma göre;
İslamiyet'in yayılma döneminde Arap orduları İstanbul'u almak için Anadolu'dan
geçmektedirler.Güzergahlarında bulunan Bizans güçleri ya da çeşitli etnik güçlerle
çarpışmak zorunda kaldıkları gibi o dönemin afetleri olan veba ve humma hastalıklarından
da çok zayiat vermişlerdir. Anadolu'daki etnik çarpışmalardan biride Cogi ziyaretgahının
olduğu alanda olmuş ve Peygamberin kumandanlarından Cogi isimli zatın burada şehit
düşmüş olduğu rivayeti var.Ancak şehit kumandanın cenazesi 200m. kadar doğuda ve
simdi Avşar Köyü sınırları içinde olan mezarlığa defnedilmiştir.Daha önce ve sonra aynı
mezarlıkta bir hayli başka definler de olmuştur. Ancak Anadolu toprakları 1071 'den
başlayarak Müslüman- Türkler tarafından zapt edilmiş ; burada şehit düşen komutan
unutulmamış olduğundan kabri yeni baştan yapılmış ve türbe durumuna getirilmiştir.Cogi
türbesi yöre halkı tarafından 'Sabe' olarak adlandırılıyor.Bunun 'Sahabe' demek olduğu
anlaşılıyor ki ,bu da bu zatın Peygamber zamanında yasayan ve onu gören bir kimlik
taşıdığını gösteriyor. Bu çıkarsamadan bu şahadetin miladi 7.yy'ın ikinci yarısında olduğu
sonucuna varılıyor.
İşte bu zatın şehit olduğu yerin adının Cogi olarak kalmış olduğu ve daha sonra hemen
yanı basına kurulan köyün de adını bundan aldığı rivayet ediliyor. Bu rivayetler kuşaktan
kuşağa aktarılarak bu günlere kadar gelmiştir.Ancak tekrar edelim ki bunlara ilişkin tarihsel
bir kayıt yoktur.Kuşaktan kuşağa aktarılan rivayetlere ve bazı tarihsel çıkarsamalara
dayanmaktadır.Bu tür tarihe sözlü tarih deniyor.
Meydan LAROUSSE Ansiklopedisinin konumuzla ilgili bölümünde özet olarak şu kayıtlara
yer verilmiştir: "....İstanbul'un fethi, önce Arapların, sonra da Türklerin, gerçekleşmesine
çalıştıkları Kutsal bir ideal idi." "Halife Osman zamanında Suriye valisi bulunan Muaviye
,Bizans'a karsı İstanbul'u hedef tutan ilk deniz seferini hazırladı.Miladi 655'de Abdullah İbni
Ebi Şerh kumandasındaki İslam donanması. İmparator Konstans emrindeki Bizans deniz
kuvvetlerini Fenike kıyılarında yapılan 'Direkler Savaşında',(Zat-üs Savari) yok etti."
"İstanbul deniz yolunun açılması üzerine Muaviye'nin oğlu Yezid Miladi 668-669'da
yanında ashabın ileri gelenleri,oğulları ve Ebu Eyyub EI-Ensari (Eyüp Sultan) olduğu halde
ilk defa karadan İstanbul'a yürüme teşebbüsüne girişti.İstanbul önünde hiç bir basarı
kazanamayan İslam ordusu,veba ve hummadan büyük kayıplar verdi;geri dönmek zorunda
kaldı.Bu sefer sırasında Ebu Eyyüb EI-Ensari öldü; surların yakınında bir yere
gömüldü.Mezarı .İstanbul'un fethi (1453) sırasında Şeyh Akşemseddin tarafından
bulunarak üzerine bir türbe ile bir de cami yaptırıldı."
Bu seferden sonra İslam ordularının biri 674-680yılları arasında yedi yıl süreyle İstanbul'u
kuşatma altında tutan ikinci seferin de başarısızlıkla sonuçlanmış olduğu; üçüncü seferin
de halife Velid'in 714'te yaptığı hazırlığı tamamlayan halife Süleyman ibni Abdülmelik
tarafından düzenlendiği, 715'te sefere komuta eden Mesleme bin Abdülmelik 'in İstanbul
önlerine geldiği ,ancak başarılı olamayarak büyük zayiat verdiği aynı kaynakta
belirtilmiştir.Bu seferler düzenlenirken ve kuşatmaların yıllarca sürdüğü süreçlerde
Arabistan ve Mısır'dan takviye birliklerinin de destek için geldikleri belirtilmiştir.
Türk halk destanlarının efsanevi kahramanı Seyyid Battal Gazi'nin bu seferler sırasında
İstanbul 'a gelerek Bizans imparatoru ermeni Leon 'a konuk olduğu rivayet edilmiştir.Ayrıca
aynı kaynakta belirtildiğine göre 781 de Abbasi halifesi Harun- ur Reşid 'in emrindeki İslam
ordusunun Üsküdar'a kadar sokularak Bizans kralını haraca bağladığı kayıt edilmiştir.
Bu tarihi seferler ve olaylar gösteriyor ki;İstanbul'u fethetme idealini sürekli canlı tutan
İslam ve Türk hükümdarları ve halifeleri çeşitli tarihlerde Anadolu'dan İstanbul'a gidip
gelmişlerdir.Bu gidiş-gelişler öncü birlikler, temel kuvvetler ve takviye birlikleri şeklinde
düzenlenmiştir.
İşte Cogi baba denilen zatın bu seferlerden birinin mensubu olma olasılığı güç kazanıyor.
En büyük olasılıkta 668-669 yıllarında düzenlenen Ebu Eyyub el- Ensari'nin de öldüğü
seferde yer almış olmasıdır. Çünkü türbesine çevre halkı "sabe" diyor ki bu ismin sahabe
den dönüştürülmüş olma olasılığı güçlüdür.Bir kimsenin sahabe olarak adlandırılması için
de Peygamberin zamanında yaşamış olması gerektiğini biliyoruz.Ayrıca Cogi isimli zatın
668-669 seferinde diğer Arap orduları gibi veba veya humma hastalığından ölmüş
olabileceği de düşünülebilir.
İkinci anlatıma göre;
Köyün ve yöredeki diğer köy halklarının ilk kuşaklarından gönümüze ulaşan anlatım ve
rivayetlerinde benzer başka türbe ve ziyaretgahlarla kurulan özdeşleşme rol oynamaktadır.
Buna göre Selçuklu hükümdarı Alparslan 1071'de Bizans'ı yenerek Anadolu içlerine kadar
yayılmıştır. Anadolu'yu İslamlaştırmak, İslam dışı unsurları buradan uzaklaştırmak
politikası uygulamaya konulmuştur. Politikayı İslam bilginleri, veliler, dervişler ve şeyhler
uygulayacak. Horasan, Irak, Türkistan ve Buhara'dan bu nitelikleri taşıyanlar Anadolu'ya
akın akın gelmişlerdir. Öncelikle köylerde ve önemli merkezlerde görev almışlardır. Bu
yerlerde dergahlarını kurmuşlar ve önce davet ve ikna yöntemi ile İslamlaştırma
faaliyetlerine başlamışlar.
Bu şeyh ve velilerden iyi bilinen birisi de Erzincan ili İliç ilçesine bağlı, şimdiki adı Balkaya
olan köyde türbesi bulunan Seyyid Şeyh El-Kirzi' dir. Türbesinin bitişiğine adına bir mescit
yapılmış ve köy halkı tarafından özenle korunmuştur. Köy halkının bir bölümü bu zatın
soyu olarak köyde oturmaktadırlar. El Kirzi'nin nefis bir soyağacı tablosu, kimliğine ilişkin
bir kitapçık da mescitte bulunmaktadır. Ziyaretgah alanı park haline getirilmiş ve çeşitli
tesislerle donatılmıştır.
Hakkında yazılmış bulunan kitapçıkta ve şeceresinde El-Kirzi 'nin Horasan'dan Kemah'a
geldiği, burada bir süre kaldığı, bu süre içinde devlet yetkililerine nesebini kanıtladığı,
peygamber soyundan (Ehli Beyt'ten) geldiği ve Hz. Hüseyin'in 27'inci torunu olduğu, 850
yılı kapsayan bir şeceresi bulunduğu belirtilmiştir. Şeyh'in Kirzi karyesine miladi l160
yılında devletçe görevlendirilerek gönderildiğini de kitapçıktan öğreniyoruz.
Bu köyden bazı kişiler İstanbul'da rastladıkları köylülerimizden Yusuf Topçu ve Diyap
Yıldız'a Cogi Baba'nın da, mescitlerinde şeceresinin olduğunu anlatmışlar, niçin sahip
çıkmadığımızı söylemişler. Köye yaptığımız ziyaretin nedeni olan bu hususu incelemek
isterken şecereyi haber veren kişilerin vefat ettiklerini söylediler. Köyün muhtarı ve cana
yakın misafirperver halkı bize yardımcı olmak için canla başla her tarafı araştırdı salarda
bir bilgi elde mümkün olmadı.Bu kayıp belgede Cogi Baba'nın da El-Kirzi Hazretleri gibi
Ehli Beyt soyundan olduğu ve El-Kirzi ile kardeş veya akraba olduğu ve aynı görevle Cogi
köyündeki arazide görevlendirilmiş olduğu ölmüş kişiler tarafından ileri sürüldüğü
anlatılmıştır.
Cogi Baba' nın yazılı kaynaklara dayanan bir şeceresi bulunmadığı için kendisi ile ilgili
anlatım ve rivayetleri bu araştırmanın içine aldık. Bu rivayetlerin gerçeğe çok uzak
olmadığı kanısını taşıyoruz. Anlatım ve rivayetlerin tümü bu zatın ulu bir kişi olduğu ve
kutsal görevler yaptığını gösteriyor. Okurlar bu bilgilerden esinlenerek bir hükme
varacaklardır.
***
Kara Cöğü Gonca gülün harmanı,
Ahmet Dede okur aşkın fermanı,
Pire Dede yetmiş Derdin dermanı,
Karlık Baba peyik salmış erlere.
Kul Himmet
***
Çengelli ’ye sırtın vermiş,
Cogi baba, cogi baba
Burda yatan ulu ermiş,
Cogi baba ,Cogi baba
Ankara’dan çıktık yola
Tutunmak için o dala
Niyazımız kabul ola .
Cogi baba, Cogi baba
Haydar Cogi ulu ermiş.
Herkesin muradın vermiş.
Duydum sende çok şey varmış.
Cogi baba,Cogi baba
Haydar Korkmaz
ŞARKIŞLA
İlçenin Tarihçesi
Şarkışla çevresinde ve ilçeye bağlı Mergesen Köyü (ilçe merkezine 5km uzaklıkta)
önlerinde, yüzeyde ele geçen çakmaktaşından araç-gereçler, büyük olasılıkla Neolitik
Döneme ait kazıyıcı ve uçlardır. Bu deliller de Şarkışla’ya Neolitik Dönemde yerleşildiğini
ortaya koymaktadır. Hititler döneminde de, yörenin bir yerleşme birimi olduğu
anlaşılmaktadır. Hititler dönemine ait olduğu anlaşılan madeni heykelin ilçeye 5km
uzaklıktaki Döllük köyünde bulunması bu fikri doğrulamaktadır. (Heykel tunçtan yapılmış
olup 12cm boyundadır ve halen Ankara Etnografya Müzesi’nde Muhafaza
edilmektedir).M.Ö 1200’lerde Hitit Devleti’nin yıkılması ile Geç Hitit Prenslikleri’nin
egemenliğinde kalan yöre, M.Ö VII. Yüzyılda bu prensliklerin Asur egemenliğini
tanımasıyla Asur Devleti topraklarına katılmıştır.
M.Ö 695’den sonra Kafkasya üzerinden gelen Kimmerler bu yöreyi ve bütün Kapadokya
bölgesini yağma ve tahrip etmişler. Daha sonra İskit saldırılarına da uğrayan yöre, Med
Devleti tarafından ele geçirilmiştir. Med Devleti’ni yıkan Persler Sivas ve çevresini
Kapadokya Satraplığı’na bağlamışlar.
Yörede Pers egemenliğine, tüm Anadolu’da olduğu gibi Persler’i yenen Büyük İskender
son vermiş Makedonyalıların hâkimiyeti başlamıştır. Fakat M.Ö 332 yılında eski Pers
yöneticilerinden I. Ariarates bağımsızlığını ilan edip Makedonya Krallığını kurmuştur.
M.Ö 100’lerde Pontos kralı Mitridates Evpator ile Romalı komutanlar arasında sık sık el
değiştiren bölge, M.Ö 17’de kesin Roma hâkimiyetine girmiştir. Roma İmparatorluğu’ nun
395’de ikiye ayrılmasıyla bu yörede Doğu Roma (Bizans) toprakları içinde kalmıştır. Bizans
döneminde Armeniakon Theması içinde kalan bölge X.yüzyıldan sonra merkezi yönetimin
güçlendirilmesi amacıyla kurulan Sebasteia (Sivas) Theması’na bağlanmıştır.
YÖREDEKİ TÜRK HÂKİMİYETİ
Selçuklular döneminde, Emir Sabuk komutasındaki Türkler, 1059 yılında Sivas ve
çevresini ele geçirmişler fakat bölgeyi ancak bir hafta ellerinde tutabilmişlerdir. Bölgedeki
asıl Türk hâkimiyeti 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra başlamıştır. Kısa bir süre Selçuklu
egemenliğinde kalan Şarkışla yöresi, daha sonra Sivas ve çevresinde kurulan Danişmendli
Beyliği topraklarına katılmıştır. 1175 yılında ise II. Kılıçaslan’ın Sivas’ı almasıyla yöre
Anadolu Selçuklu topraklarına katılmıştır.
1243 Kösedağ Savaşı ile Anadolu’da Moğol egemenliği başlamıştır. 1243 Moğol istilasıyla
Şarkışla yağmalanmıştır. Artan Moğol baskısı bölgedeki Türk halkının bir kısmı Batı
Anadolu’ya bir kısmı ise Suriye topraklarına dönmüştür.
1322’de İlhanlılar’ın Anadolu valiliğine atanan Timurtaş, Kayseri merkez olmak üzere Sivas
ve çevresinin bölgede bağımsızlığını ilan etmiş. Timurtaş’ın Memlükler’e sığınması ile
vekili olan Eratna Bey’in Sivas merkez olmak üzere Eratna Beyliği’ni kurmasıyla Şarkışla
ve yöresinde Eratna Beyliği’nin egemenliği de başlamış oldu.
Eratna Bey’in ölümü üzerine yerine oğlu Ali Bey geçtiyse de; devletin vezirliğini yapan Kadı
Burhaneddin yönetimi ele geçirmiş(1381). Böylece yöre Kadı Burhaneddin Devleti yönetimi
altına girmiştir. Kadı Burhaneddin 1398’de Akkoyunlu hükümdarı Osman Bey’e yenilmesi
ve ölmesi ile bölgede bir iktidar boşluğu olmuştur. Sivas halkının, yaklaşan Timur tehlikesi
karşında Osmanlılar’ı davet etmesiyle Sivas çevresinde Osmanlı hâkimiyeti başlamış,
Ankara Savaşı’ndan sonra da bölgede başlayan idari boşluğa, 1408 yılında Çelebi
Mehmet son vererek Sivas ve çevresini almasıyla bölgede yeniden Osmanlı egemenliği
başlamış oldu.
Prof. Dr. Faruk Sümer’e göre Timur’un Ankara Savaşı sonrası bölgedeki Kara-Tatar ve
Moğolları beraberinde Türkistan’a götürmesi üzerine Türkmenlerin bölgeye yeniden
döndüğü ve hiçbir güçlükle karşılaşmadan XV. Yüzyılın ilk yarısında bölgeyi yurt tutmaya
başladıklarından bahseder.
Faruk Sümer aynı eserde Gedük(Şarkışla) yöresi için şöyle bahsetmektedir: Bozok’taki
Şam Bayatları bu bölgenin Gedük yöresinde yaşarlar. Bu yöre aşağı yukarı bugünkü
Şarkışla kazasının bulunduğu yerdir. Burada yaşayan Şam Bayatları başlıca Hızırlu,
Kesmezlü, Şeyhlü, Şarklu, Kızıl-Donlu ve Karaca-Koyunlu gibi obalara ayrılmıştır. Bu
obalar sahip bulundukları ekinliklerde çiftçilik yapmakta ve kış gelince Suriye’ye
gitmektedirler. Fakat XVI. yüzyılın ikinci yarısında Şam-Bayatları’nın kışın Suriye’ye
gitmedikleri anlaşılıyor. XVI. yüzyılın ilk yarısında Gedük yöresinde Kara-Yahyalu DelüAlilü, Ağçalu (en mühim obası: Hacılar) Ağça-Koyunlu (Dulkadırlı’dan) ve Şam Bayadı
bulunduğundan bahsetmektedir.
Şarkışla’ya yerleşmek amacıyla gelen Türkler’in ne zaman geldikleri bilinmemekle birlikte,
ilk yerleşenlerin Hacı Ali Obası ve Hacı Himmetoğulları oldukları söylenmektedir. Ayrıca
Malatya Arapkir’den geldikleri söylenen Çuhadaroğulları ve Nenehatunoğulları’nın (Hacı
Ömerler) da aynı dönemlerde ilçeye yerleştikleri tahmin edilmektedir.
Şehrin adı 19. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında Tenos olarak geçmekte olup, ilçe oluncaya
kadar “Gedik” adı verilen imtiyazlı nahiye müdürleri tarafından yönetilmiştir.
1867 Vilayet Nizamnamesi’ne göre Sivas Merkez Sancağı’na bağlı Tenos ismiyle kaza
(ilçe) durumuna getirilen Şarkışla’da 1873 yılında belediye teşkilatı kurulmuştur.
1870 Sivas Vilayeti Salnamesi’ne göre, şehirde 10059 Müslüman, 1713 Hıristiyan olmak
üzere 11772 kişinin yaşadığı belirtilmektedir.
1853–1856 Kırım Savaşı ve 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşları’ndan sonra Kafkas
Göçmenleri ve Kars Göçmenleri bölgeye yerleştirilmişlerdir. Kafkas ve Kars Göçmenleri
Sivas’ın diğer kazalarına olduğu gibi Şarkışla kazasının çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir.
Kafkas Göçmenleri genelde Uzunyayla bölgesine yerleştirildi.
1890 Sivas Vilayet Salnamesi’nde şu bilgiler verilmektedir: Sivas Merkeze bağlı Tenos
kazasının kaza merkezi Şehr-i Kışla (Şarkışla)’dır. Merkeze uzaklığı 12 saattir. 15 nahiye,
114 köy ve 5625 haneden oluşup 16.566 Müslüman, 6305 Hıristiyan nüfus vardır. 39 cami,
3 medrese, 5 han, 55 dükkân, 2 fırın, 65 değirmen, 28 Müslim ve 10 gayri Müslim mektebi
olduğu belirtilmektedir.
Yine aynı salnamede kazanın 585.979 dönümlük bir araziye sahip olduğu, 57063 tarla, 2
çiftlik, 150 bahçe, 230 çayır ve 115 meraya sahip olduğu belirtiliyor. Salnameye göre
kazada buğday, arpa, fiğ mercimek ve fasulye yetiştirilmektedir. Hayvan türü olarak deve,
at, karasığır, manda, koyun ve keçi yetiştirildiği, güzel kilimler ve küçük halıların imal
edildiği belirtilmektedir.
Osmanlı nüfusu üzerinde geniş araştırmalarıyla tanınan Fransız yazar Vital Cuinet’ in
1890’lı yıllarda Sivas ile ilgili verdiği bilgilerde, ilçemizin 50.060 nüfus ile Sivas’ın en
kalabalık kazası olduğu belirtilmektedir. İlçede 76.841 koyun 25850 kıl keçisi ve 11.860
tiftik keçisinin beslendiği ve yıllık 396.822 kuruş Ağnam (küçükbaş hayvanlardan alınan
vergi) Vergisi alındığını belirtmektedir.
Şemseddin Sami Kamus-ül Âlem adlı eserinde, 1890’lı yıllardaki Şarkışla ile ilgili şu
bilgileri vermektedir: “Sivas Vilayeti Merkez Sancağı’na bağlı bir kazadır. 15 nahiye ve 114
köyünde 33.000 Müslüman ve meyve yetiştiren Şarkışla zengin orman ürünleriyle
meşhurdur. Kazada koyun, keçi ve sığır da yetiştirilir.”
1896 Devlet Salnamesi, Tenos’un Gemerek adlı bir nahiyesi olduğunu da göstermektedir.
Şarkışla’ nın 1900’lü yılların başında da idari bakımdan Sivas’a bağlı ilçe statüsü devam
etmiş, bir değişiklik olmamıştır.
Şarkışla’ya 1930’lu yıllarda Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi (değişimi) Antlaşması sonunda
Yunanistan’dan az da olsa Türk muhacirleri getirilmiştir. Bu muhacirler genelde ilçe
merkezi, Osmanpınarı ve Gümüştepe (Yapıaltın) köylerine yerleştirilmişlerdir.
1953 yılında Gemerek Bucağı, 1990 yılında da Altınyayla Kasabası, ilçe durumuna
getirilerek Şarkışla ilçesinden ayrılmışlardır.
ATATÜRK’ÜN ŞARKIŞLAYI ZİYARETİ
Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Sivas’a giderken Şarkışla’yı
ziyaret etmiştir. Halk tarafından anlatılanlara göre; Şarkışla’da Atatürk’ün, eğitime verdiği
önemi gösteren bir de hatırası vardır:
Atatürk, Sivas’a gitmek üzere Ankara’dan yola çıkar. Sivas’a gelmeden önce Şarkışla’yı
ziyaret etmek; yeni Türk Alfabesine verilmesi gereken önemi göstermek ister.
Şarkışla’ya geldiğinde, ilçede en fazla sözü geçen, aynı zamanda hoca ve Şarkışlalılarca
da hatırı sayılır kişi Kalkan Hoca’yı yanına çağırtır. Kendisine yeni alfabeyi bilip bilmediğini
sorar. O da bilmediğini söyler. Bunun üzerine bir kara tahta getirtir, eline tebeşiri alır ve
yeni alfabeyi gösterir. Daha sonra da yanındaki Kalkan Hoca’ya dönerek; en kısa zamanda
yeni Türk alfabesini öğrenmesini ve öğrencilerine de öğretmesini emreder.

Benzer belgeler