NumuneSaglik Dergisi (SAYI05)-BASKI-int
Transkript
NumuneSaglik Dergisi (SAYI05)-BASKI-int
Numune Sağlık Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır ISSN 1309-9213 OCAK 2011 GEBELİK, ANNE VE ÇOCUK SAĞLIĞI İnfluenza Çalıştayı ANEAH’ta Gerçekleştirildi Gebelikte Günlük Yaşam Gebelikte Beslenme Anne İstemiyle Sezaryen Yapılmalı mıdır Anne Sütü ve Emzirmenin Önemi Ankara’da Beş Yıldızlı Hizmet HEKİMEVİ www.ipekozalit.com.tr Dünyanın renklerini ayağınıza getiriyoruz 25. Hizmet yılımızda sizleri de aramızda görmek istiyoruz… 1986 Yılında Ankara Çankaya’da kurulan İpek Ozalit Kırtasiye olarak, her zaman tek bir ilkeyi kendimize yol gösterici olarak kabul ettik: Kaliteli ürün, uygun fiyat. 25. Hizmet yılımıza girdiğimiz şu günlerde gerçekleştirdiğimiz teknoloji yatırımları ve teknik altyapımızla sizlere her zaman daha iyi hizmet vermenin mutluluğu içerisindeyiz. 3 Şubemiz ve alanlarında uzman 50’yi aşkın personelimizle Ankara’nın en donanımlı ozalit ve kırtasiye merkezi olmanın bilinci ile hareket ediyor, yarının imkanlarını bugünden hizmetinize sunuyoruz. Siz değerli müşterilerimizin iltifatı ile daha nice 25 yıllarda birlikte olmayı istiyoruz. u Zafer D rum www.avecreklam.com Saygılarımızla… Hizmetlerimiz Kırtasiye G Poster Baskı G Plotter Baskı G Dijital Baskı G Tarama (Scanner) G Ciltleme(Laminasyon) G Kartuş Dolumu G Kaşe Yapımı G Ozalit ve Plan Kopya Çekimi G Ofis ve Bilgisayar Sarf Malzemeleri G MERKEZ : Ahmet Mithat Efendi Sokak No: 18 / A ÇANKAYA - ANKARA Tel : 0312 442 18 00 (pbx) Fax : 0312 442 06 05 E-mail : [email protected] ŞUBE 1 : Uğur Mumcu Caddesi (Köroğlu) No: 53 / A G.O.P. - ANKARA Tel : 0312 446 29 46 (pbx) Fax : 0312 446 76 06 E-mail : [email protected] Fotokopi G Laser Çıktı G ŞUBE 2 : Mustafa Kemal Mahallesi 2127. (Eski 47) Sokak No: 64 / B SÖĞÜTÖZÜ - ANKARA Tel : 0312 219 50 59 - 219 50 80 Fax : 0312 219 53 63 E-mail : [email protected] www.diyabetegitimi.com 3 BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN 3. Basamak Sağlık Kuruluşlarında Görevli Hekimler ve 1. Basamak Aile Hekimliği için Diyabet - Hipertansiyon - Hiperlipidemi Eğitim Programı’na tüm hekimlerimiz davetlidir. KONTENJANIMIZ SINIRLI SAYIDADIR. w w w. di ya be t e g it i m i. c o m 3. BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI 12 Şubat 2011 - Bilkent / ANKARA 1. BASAMAK AİLE HEKİMLİĞİ DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI 26 Şubat 2011 - Bilkent / ANKARA 3. BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI 5 Mart 2011 - Gayrettepe / İSTANBUL SPONSORLAR VAKA A 1 EĞİTİMCİ : Prof.. Dr. Aytekin n OĞUZ Z Ş VAKA A 2 EĞİTİMCİ : Prof.. Dr.. Yüksell ALTUNTAŞ VAKA A 3 EĞİTİMCİİ : Doç.. Dr.. Tuncayy DELİBAŞI BASIN N SPONSORU İ : Prof.. Dr.. Kubilay y KARŞIDAĞ VAKA A 4 EĞİTİMCİ Dergisi DÜZENLEYENLER www.aysunyayincilik.com www.diyabetegitimi.com KÜNYE www.numunesaglik.com Numune Sağlık MAYIS 2010 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır Numune Sağlık Dergisi Yıl:01 Sayı:05 ISSN 1309-9213 Aralık 2010 - Ocak 2011 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adına Bilimsel Danışma Kurulu Yayın Kurulu Başkanı Doç. Dr. Nurullah ZENGİN (Başhekim) Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Serdar GÜLER Haber Koordinatörü Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN Yayın Kurulu Doç. Dr. Hürrem BODUR Doç. Dr. Celil GÖÇER Doç. Dr. Erol GÖKA Doç. Dr. Özlem Evren KEMER Dr. Abdulkadir ÖZBEK Dr. Adem ÖZKARA Dr. Ali EDİZER Ahmet ZENGİN Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Aysun PALALI Genel Yayın Koordinatörü Cumali KÖKTAŞ Hukuk Danışmanı Av. Çiğdem ALTINIŞIK Yönetim Merkezi Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3 GOP - Çankaya - ANKARA Tel: 0312 436 44 00 Fax: 0312 447 54 59 [email protected] www.numunesaglik.com Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 1.ABAYLI Ekrem 2.AK Fikri 3.ALLI Nuran 4.ALTIPARMAK Emin 5.ATAN Ali 6.AVŞAR Fatih 7.AYDOĞDU Sinan 8.BALABAN Neriman 9.BELEN Ahmet Deniz 10.BİÇİMOĞLU Ali 11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice 12.CENGİZ Ömer 13.ÇAKIR Bekir 14.COŞKUN Faruk 15.ÇETİNKAYA Mesut 16.DEDE Doğan 17.DERE Hacı Hüseyin 18.DİKMEN Bayazit 19.DİLBAZ Nesrin 20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak 21.ERDOĞAN Bülent 22.ERYILMAZ Adil 23.ESKİOĞLU Erdal 24.GÖĞÜŞ Nermin 25.GÖKA Erol 26.GÜÇTEKİN Ali 27.GÜL Ülker 28.GÜLER Serdar 29.GÜNEL Uğur 30.GÜVENER Engin 31.HASIRİPİ Hikmet 32.HENGİRMEN Süleyman 33.KAMA Nuri Aydın 34.KARAASLAN Yaşar 35.KARADEMİR Mehmet Alp 36.KOCA Yüksel 37.KOÇ Mahmut 38.KOPARAL Salih Suha 39.KULAÇOĞLU Sezer 40.KURAL Gülcan 41.MEMİŞ Ali 42.ODABAŞ Ali Rıza 43.ÖZBAKIR Şenay 44.ÖZDEM Cafer 45.ÖZET Gülsüm Gülistan 46.ÖZKARA Adem 47.ÖZMEN Mehmet Mahir 48.PEKSOY İrfan 49.SAKINCI Ünal 50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit 51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda 52.TABAK Abdullah Yalçın 53.TÜMÖZ Mehmet Ali 54.TÜMÖZ Mübeccel 55.UÇANER Ahmet 56.UĞURLU Mehmet 57.ULUSOY Feridun Vasfi 58.ÜNAL Adnan 59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin 60.YÜKSEL Enis Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tel: 0312 508 40 00 www.anh.gov.tr Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir. (İsimler soyadlara göre alfabetik olarak sıralanmıştır.) Tasarım AVEC reklam organizasyon www.avecreklam.com Baskı: Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı Meka Plaza No:5/15 Gimat – Yenimahalle / ANKARA Tel: 03123971617 15.01.2011 02 DOÇ. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI İlaç Geliştirilmesi Başta bilgi ve teknolojik imkanların artışı olmak üzere değişen şartlar, pek çok meslekte olduğu gibi hekimlik mesleğinin algılanması ve uygulanmasında da değişiklikler oluşturmaktadır. Hekimliğin konusunun doğrudan insan olması ve hekim ile hasta tarafları arasındaki bilgi farkı, belirleyicinin büyük ölçüde hekimin olduğu bir ilişki ortaya çıkarmaktadır. Geçmişte çok daha geçerli olan bu kabulün günümüzde artık daha çok sorgulandığını görmemek mümkün değildir. Hasta ve yakınlarının daha fazla bilgilenme talepleri, hasta hakları kavramının daha geniş şekilde kullanımı günümüz hekimliğin gerçekleridir. Günümüz hekimlik uygulamalarının bir diğer özelliği ise sağlıkla ilgili bilgi üretiminde ve bu bilgilerin klinik pratiğe geçişinde sektör anlayışının artan rolüdür. Uluslararası alanda ilaç sektörünün toplam cirosunu yaklaşık beşte birinin bu alandaki Ar-Ge çalışmalarına ayırdığını dikkate alırsak, her yıl 10 milyarlarca doların sadece yeni ilaç geliştirilmesine harcandığını görmekteyiz. Her yıl gittikçe artan Ar-Ge harcamalarına rağmen kullanıma giren yeni ilaç sayısında yıllar içinde bir artış değil de azalmanın olması dikkat çekicidir. Belli branşlarla sınırlı olmadığı anlaşılan ve tıp çevrelerinde henüz yeterince tartışılmayan bu tespitin günümüzde ve gelecekte tıp uygulamalarında önemli etkilerinin olacağına şüphe yoktur. İlaç geliştirme süreçlerinin zorluğu ve artan masrafları, kullanıma yeni giren ilaçların fiyatına yansımakta; astronomik yeni ilaç fiyatları ise sağlık harcamalarında hissedilir bir artış olarak karşımıza çıkmaktadır. 03 İlaç geliştirme süreçlerinde yapılan masrafların geri dönüşümü için bir an önce piyasaya çıkabilme çabalarını olayın hiç şüphesiz bir ticari boyutunun da olduğunu dikkate alarak doğal karşılamak mümkün olabilir. Ancak bu tarz çabalar bazen araştırma verilerinin henüz olgunlaşmadan, bazen taraflı yorumlarla sansasyonel bir şekilde duyurulmasına neden olabilmektedir. Bu çabaların daha ileri noktası ise araştırma protokollerinin objektiflikten uzaklaşması veya bizzat araştırıcıların yaptıkları araştırmalarda bulguların olumlu yönde çıkması yönündeki insiyatifleri olabilir. Hiç şüphesiz kurallara uygun olarak yapılan çalışmalarda başta Etik Kurullar ve sağlık otoriteleri olmak üzere kontrol mekanizmaları oluşturulmuş bulunmaktadır. Ancak klinik araştırma literatüründe “bias” kavramının olduğu ve değişik şekillerde karşımıza çıkabildiği konu ile ilgilenen herkesin bilgisi dahilindedir. İlaç geliştirilmesinde klinik araştırmalardan geçip ilaç statüsünü kazanan molekül sayısında gerçekten zaman içinde bir azalma varsa bu, sadece sektörü değil tüm tıp camiasını ilgilendiren önemli bir konudur. Hastalar yanında hekimlerin de daha etkili ve daha başarılı tedavi seçeneklerine kavuşma beklentileri hiç şüphesiz gayet doğaldır. Ancak bu beklentileri de kullanan ilaç geliştirme sürecindeki bazı “prematüre” yaklaşımlar sorunun farklı boyutlar kazanmasına zemin mi hazırlıyor? Herhalde önümüzdeki dönemde bu konular daha fazla tartışılacaktır. Hepinize saygılarımı sunuyorum. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 İÇİNDEKİLER KÜNYE ........................................................ 04 BAŞYAZI ..................................................... 05 EDİTÖRDEN ................................................ 07 İNFLUENZA ÇALIŞTAYI ANEAH’TA GERÇEKLEŞTİRİLDİ .............. 08 08 YAZI İŞLERİNDEN ..................................... 09 ÇOCUKLARDA GÖZ TEMBELLİĞİNE DİKKAT ....................................................... 10 GEBELİK ÖNCESİ DANIŞMANLIK ............ 14 10 18 GEBELİKTE GÜNLÜK YAŞAM ................... 18 GEBELİKTE BESLENME ............................ 22 GEBELİKTE SIK RASTLANILAN ŞİKAYETLER .............................................. 26 NORMAL GEBELİK TAKİBİ ....................... 28 22 28 ANNE İSTEMİYLE SEZARYEN YAPILMALI MIDIR ..................................... 34 ANNE SÜTÜ VE EMZİRMENİN ÖNEMİ ..... 36 DOĞUM SONRASI AİLE PLANLAMASI...... 40 34 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 36 04 DOĞUM SONRASI HÜZÜN VE DOĞUM SONRASI DEPRESYON ................. 44 HORMALA VE TIKAYICI UYKU APNESİNDE CERRAHİ TEDAVİ ....................................... 46 ANKARA’DA BEŞ YILDIZLI HİZMET: HEKİMEVİ .................................................. 52 46 ÇAĞDAŞ ODA MÜZİĞİ ÇALICILARI ........... 54 PANKREAS NAKLİ VE DİABET .................. 56 PSÖRİASİS İLE YAŞAMAK 54 KADER OLMAMALI .................................... 58 58 RÖPORTAJ: TRT HD KOORDİNATÖRÜ KÜRŞAT ÖZKÖK ......................................... 62 DOÇ. DR. CAFER ÖZDEM’İN EMEKLİLİK TÖRENİ ................................ 68 62 68 GEZİ YAZISI: EDİNBURG ........................... 70 DENİZ KIRAL İLE SÖYLEŞİ: YOGA BİR’LEŞMEKTİR .............................. 76 DOÇ. DR. CEVAT DİNÇTÜRK’ÜN CENAZE TÖRENİ ........................................ 80 70 80 05 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DOÇ. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN Anne ve Çocuk Sağlığı Dünyaya yeni gelmiş, kendi haline bırakırsanız hayatını kaybeder, altını temizlemek, düzenli beslemek zorunda olduğunuz, uykularınızı genelde bozan, sizce sebepsiz yere ağlayan ve herşeyiyle sizin bakımınıza yüksek derecede muhtaç minicik bir yeni insan. Ancak yeni misafirimiz bize kendini iyi ağırlamamızı, ne kadar eziyetli olursa olsun onunla ilgilenmemizi sağlayan pek çok güzel özellikleri ile geliyor. Herşeyi küçücük; elleri, ayakları, kulakları, gözü, burnu.. Onun güzelliği, kokusu, içtenliği, samimiyeti, hiçbirşey yapmadan kendini sevdirmesi, size oyunlar yapması, küçücük gelişmelerinin bile bizi havalar uçurması. Yenidoğanların kokusuna cennet kokusu diyenler var. Bu yavrucuk 40 hafta boyunca misafir olduğu yeri bırakıp karşımıza çıkıyor. Bizler, özellikle babalar genellikle bundan sonrasını yaşıyoruz. Ancak annelerimiz, yavrularımızın ilk evsahipleri, gebelikleri süresince onlarla bizden daha önce tanışıp, samimiyet kuruyorlar. Belki hanımların duyarlı ve ince düşünceli olmaları, pek çok erkeğe göre intizamı daha iyi sağlamaları bu evsahipliğini yapma veya bu potansiyele sahip olabilmelerine bağlı. Bir yumurtanın döllenmesi, uygun ortamı bulup yerleşmesi, her türlü lojistik desteğini oluşturarak tek bir hücreden onlarca organ ve organ sistemine gelişmeleri en hafif tabiri ile bir mucize. Bu sürecin annelerimize ve yavrularımıza en uygun şekilde gerçekleşmesi için sağlık profesyoneli olan bizlere de bu sayıdaki ana konumuzda bahsettiğimiz bazı kritik vazifeler düşmektedir. 07 Diabetes mellitus % 14 civarına yükselmiş sıklığı ile tüm dünyada olduğu gibi yurdumuzda da ciddi bir sağlık problemini oluşturmakta. Ülkemizin diyabete yönelik Stratejik planı ve Eylem planı çok geniş bir katılımla oluşturulmuş durumda. Bakanlığımızın pek çok paydaşı ile yürütülmesini başlattığı planın tanıtımı Şubat 2011’de yapılacak. Diyabette başvurabildiğimiz tedavi yöntemlerinden birisi olan pankreas naklini bu sayımızda bulabileceksiniz. Her zaman karşılaştığımız İnfluenza konusuna hastanemizin evsahipliği yaptığı çalıştay haberlerimiz arasında. Yine hastanemizde gerçekleştirdiğimiz bazı aktivitelere ait bilgileri de sayfalarımızda bulabilirsiniz. Artık Türkiye’de de HD kalitesinde yayın yapan TV kanalı var. TV yayıncılığında her zaman önde olan TRT bu alanda da yaptığı atılımlar ile göz dolduruyor. TRT HD kanalı hakkındaki bilgileri kanalın koordinatörü Kürşat ÖZKÖK ile konuştuk. İngiltere’nin kasvetli şehri Edinburg hakkındaki gezi yazısının yanısıra yoga ve müzik severleri de ilgilendirecek yazılarımızı sayfalarımız arasında bulabilirsiniz. Herkesin Ankara’da uğramasını tavsiye edebileceğimiz, kaliteyi yakalayan bir mekan da tanıtıyoruz; Ankara Hekimevi. Gerek restaurantı ile gerekse otelcilik hizmetleri ile övgüyü gerçekten hak eden bir mekan.. Gelecek sayılarımızda yine ilginç bulacağınızı umduğumuz konularla buluşma dileğimizle… Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 İnfluenza Çalıştayı ANEAH’ta gerçekleştirildi Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (EKMUD) tarafından hastanemizde İnfluenza Çalıştayı gerçekleştirildi. Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (EKMUD) tarafından hastanemizde İnfluenza Çalıştayı gerçekleştirildi. Çalıştay sonrası Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Turan Buzgan, Türkiye EKMUD Başkanı Prof. Dr. Haluk Vahapoğlu ve ANEAH 2.Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Klinik Şefi Doç. Dr. Hürrem Bodur tarafından bir basın toplantısı düzenlendi. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Basın toplantısında, influenza (grip) ülkemizde her yıl kış mevsimi ile birlikle görülmeye başlanan ve bu mevsimde salgına yol açarak toplum sağlığına ciddi zararlar veren bir enfeksiyon hastalığı olduğu belirtilerek şöyle denildi: “Grip salgını genellikle influenza virüslerinde görülen küçük yapısal değişikliklerle ilişkilidir. Virüslerde büyük çaplı yapısal değişiklik olması durumunda, çok daha fazla insanın hastalanması ve ölümüne yol açan daha büyük ve ciddi salgınlar oluşabilir. 2009 yılında görülen grip pandemisi bu şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği (EKMUD) olarak Sağlık Bakanlığı’ndan da katılımcılarla birlikte çok sayıda bilim insanını bir araya getirerek bir çalıştay gerçekleştirdik. Bu çalıştayda grip hastalığı, gerek yaptığı büyük salgınlar gerekse her yıl yaptığı salgınlar açısından her yönüyle değerlendirilmiştir. 08 Griple ilgili olarak aşağıda belirtilen hususların kamuoyunun bilgisine sunulmasına karar verilmiştir: 1. 2010 yılı içinde Güney Yanmkürede oluşan influenza salgınları 2008 yılında görülen influenza A H3N2 tipi, influenza A 2009-H1N1 tipi ve influenza B ile oluşmuştur. Ülkemizde de 2010 -2011 kış mevsiminde bu virüslerin etken olacağı beklenmektedir. 2. Bu yıl uygulanan mevsimsel grip aşısı her 3 virüse karşı yeterli koruma sağlamaktadır. 3. Risk gruplarında yer alan kişilerin mevsimsel grip aşısı ile aşılanması tavsiye edilmektedir. 4. Bu sezon grip yapan influenza virüslerinde antiviral ilaç direncine rastlanmamıştır. 5. Grip hastalığı yüksek ateş, kırıklık ve kas ağrıları ile seyreden bir hastalıktır. Bu mevsimde sık görülen, burun akıntısı ve hapşırık gibi hafif belirtilerle seyreden “soğuk algınlığı’ ile karıştırılmamalıdır. 6. Grip belirtisi olan kişilerin kendi kendilerine ilaç, özellikle de antibiyotik kullanmamaları ve bir hekime başvurmaları gerekmektedir.” I AYSUN PALALI YAZI İŞLERİ’NDEN Genç Annelerin Bireysel Gelişimi Bir sorunun ortaya çıkmasındaki en temel etkenlerden biri, daha önceki soruna üretilen çözümün kendisinde gizlidir. Tarih, bu döngünün sistemleştirilmiş halidir sadece.. 1960’lı yıllar sonrasında gelişen global değişimler ve gelişmeler sonrası oluşan sanayi devrimi, ülkemizde sosyal yaşamlarımızda geri dönüşü olmayacak şekilde değişimlere neden oldu. Çarpık şehirleşme ve yeni bir sosyal hayat.. Bu olgunun ülkemizde tamamen yer etmesi ise, 1980’li yıllara tekabül etmektedir. Ve sonrasında yoğun olarak yaşanan bölgesel ekonomik sıkıntılar ve terör tehdidi ile birlikte nüfusun şehirlere yoğunlaşması çok hızlı bir şekilde oldu. Öyle ki, büyükşehirlerin etraflarında oluşan varoşlardaki halk, yeri geldi nüfus olarak şehrin en büyük katmanlarından biri haline geldi. Öngürülmeden oluşan ve bu nedenle devletin herhangi bir çözüm veya alternatif model üretmekten aciz olduğu o yıllar sonrası, büyükşehirlerin etraflarında yoğunlaşan bu halka yeterli eğitim imkanlarının sunulmaması ile her alanda yeni sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz oldu. 2000’li yılların başlarına kadar biriken bu sorunlar bir çok şehrimiz için geçerli bir durumdu. Bu sosyal değişimlerden olumsuz olarak en çok etkilenen sosyal katman kadınlar olmuştur. Özellikle geldiği yerde yeterli eğitim almadan büyükşehirlerin etrafında kendilerine yeni bir yaşam kurmak zorunda kalan genç anneler.. 09 Başkanlığını yaptığım A.Başkentli Kadınlar Derneği olarak, 2006 Yılında Avrupa Birliği’nin katkılarıyla Ankara’nın taşrasında gerçekleştirdiğimiz ‘Genç Anneler İçin Bireysel Gelişim Projesi’ ile gördük ki, 16-20 yaşlar aralığında anne olmuş kadınların sorunu yer yer hala güncelliğini korumakta.. Ankara’nın büyükşehir sınırları içerisinde kalan taşra mahallelerinde yaşayan genç annelerin hedef kitle olduğu projemiz kapsamında, gerek kendilerinin gerekse bebeklerinin sağlığını nasıl korumaları gerektiği, beslenmelerinde nelere dikkat etmeleri konusunda bir dizi eğitimler verdik. Çoğunluğu ilköğretim mezunu olan bu genç annelerin yeterli bilgiye sahip olmadıkları, mevcut bilgilerinin ise etraftan edindikleri gözlemlere dayandığını tespit ettik. Dernek olarak 2010 yılında aynı mahallelerde yaptığımız saha araştırmasında ise, anne olma yaşının 20’li yaşlara kadar çıkmaya başladığını gözlemledik. Ama hala ortada bir sorun vardı; genç annelerin bireysel gelişimleri için yeterli bir ilerleme sağlanamıyordu. Belediyelerin açtığı kurslar gerekli altyapıyı sağlamakla beraber, halkta bu alanda bir talep oluşmamaktadır. Bireysel gelişim kurslarının ve sosyal faaliyetlerin başarıya ulaşabilmesinin olmazsa olmaz şartı, genç anneler için bu ve benzeri etkinliklerin arttırılması,genç annelerin çocukları ile birlikte katılabilmelerinin sağlanmasında gizlidir. Çocukların eğitiminde ilk halkanın anne olduğu gerçeğinden hareketle eğitime daha fazla önem vermeliyiz. Unutmayalım ki; gelecek annelerin eseridir.. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DOÇ. DR. ÖZLEM KEMER ANEAH 2. Göz Kl. Şef Yard. Çocuklarda Göz Tembelliğine Dikkat! Göz tembelliği (ambliyopi), çocukluk döneminde normal görmenin gelişmediği, yapısı normal görünse de gözlük veya kontakt lens düzeltmesi ile görme azlığı sorununun devam ettiği bir durumdur. Genellikle tek gözde görülür ama her iki gözde de görme azlığı gelişebilir. Erken çocukluk döneminde sağlıklı görmenin sağlanamasıyla oluşan göz tembelliği, toplumda %3 oranında görülür. Çocukların meslek seçimi ve yaşam kalitesini etkileyecek kalıcı görme azlığı gelişmemesi için, bu çocukların erken bebeklik-çocukluk yıllarında tedavi edilmesi gerekir. Eğer bir göz tüm düzeltmelere rağmen tam kapasiteli göremiyorsa, bu durum kişinin hayatında olumsuz bazı etkilere de yol açacak ve bazı meslekleri seçmesi sorun olacaktır. Ayrıca, gözlerden birinin kaza sonucu Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 10 kaybedildiği bir durumda diğer gözün durumu kişinin hayatını sürdürebilmesi için önem kazanacaktır. Bu nedenle, göz tembelliği tanısı erken yaşlarda konmalı ve tedavi edilmelidir. Normal görme nasıl gelişir? Bebekler doğduklarında belirli oranlarda görebilirler, gözlerini kullandıkça görme potansiyelleri artar. Üç boyutlu görme ilk 6 ay içinde gelişmeye başlar ve elastik bir yapıya sahip olan görme sistemi, ilk 9 yaş içinde gelişimini tamamlar, daha sonra belirgin bir değişiklik olmaz. Bu süreçte, bir veya her iki gözden gelen görüntünün beyne gitmesini engelleyen bir göz patolojisi olursa görme gelişimi ve üç boyutlu görme yavaş yavaş bozulur. Normal görsel gelişim için, her iki gözde görmeler eşit ve net olmalı ve gözlerde kayma olmamalıdır. Gözlerden biri, değişik nedenlerle, yeterince kullanılmazsa görme gelişemez, hatta azalabilir. İlk 9 yaş içinde, görme gelişimi gözdeki patolojilerden etkilenebileceği gibi, gelişebilecek görme azlığının tedavisine yanıtlar da en iyi bu dönemde alınmaktadır. Kalıcı görme azlığını önlemenin tek yolu, çocukların bu süreçte muayenesi ile tanı konması ve tedavi başlanmasıdır. Çocuklarda göz muayenesi ne zaman yapılmalıdır? Herhangi bir sorunu olmasa da tüm çocukların 3 yaşına kadar bir göz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir. Gerekli hallerde, ailede benzer bir hastalık varsa veya aile bireyleri veya çocuk doktoru tarafından bir göz problemi tespit edilmişse, çok erken dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir. Bebeklik ve çocukluk döneminde göz muayenelerinin sıklığı ne olmalıdır? Göz hastalıklarının tarama ve muayene yöntemleri çocuğun yaş grubuna göre farklılık gösterir, gözle ilgili şikayeti veya hastalık belirtisi olmayan sağlıklı çocukların göz muayenelerinin aşağıda belirtilen aralıklarla yapılması önerilmektedir: - Bebek doğduğunda, doğum travması hasarının, doğuştan katarakt veya diğer göz anomalilerinin tespiti için, - Erken çocukluk (2-3 yaşları) döneminde, gözlerdeki kırılma kusurlarının veya şaşılığın tespiti ve göz tembelliğinin ortaya çıkarılması için göz doktoru tarafından görülmesi gereklidir. – Çocukluk döneminde; okul öncesi ve okul çağında kırılma kusurlarının ve göz tembelliğinin tespiti, tedavisi ve takibi için, -18-20 yaş döneminde; kırılma kusurlarındaki ilerlemenin durduğunun tespiti ve uygun tedavinin önerilmesi açısından göz muayenelerinin yapılması önerilmektedir. Göz tembelliği nasıl teşhis edilir? Göz tembelliğinin aileler tarafından fark edilmesi zordur; çocuk tek gözünün az gördüğünün farkında değildir veya iki gözü de az gören çocuk herkesin öyle gördüğünü zannederek şikayet etmez. Bu nedenle, şikayeti olmasa da her çocuğun 3 yaşına kadar bir göz doktoru tarafından görülmesi gerekir. Çocuklarda görme muayeneleri, 3,5-4 yaş öncesinde oldukça zordur. Büyük çocuklarda göz tembelliği tanısı, iki göz arasında görme farkının bulunmasıyla konur. Daha küçük çocuklarda ve bebeklerde görme keskinliğinin tespiti zor olduğu için, sağlam gözün doktor tarafından kapatılmasına bebeğin verdiği tepki değerlendirilerek göz tembelliği olan göz tespit edilmeye çalışılır. Dört yaş öncesi çocukların muayenesinde, gözlerde herhangi bir kayma olup olmadığı, gözün saydam ortamlarında herhangi bir bulanıklık olup olmadığı değerlendirilir ve göz bebeği bir damla ile genişletilerek gözlerin refraksiyon değerleri (kırma kusuru) ölçülür. Muayenede, her iki gözde veya gözlerden birinde diğerine göre yüksek kırma kusuru tespit edilmesi göz tembelliği gelişimi açısından risk oluşturacağından, tedavi başlanması gerekir. Kırma kusuru muayenesi dışında, göz dibi muayenesi ile retina (görme zarı) ve optik sinir (görme siniri) değerlendirilmesi de yapılarak çocukların muayenesi tamamlanır. 11 Neler göz tembelliğine yol açabilir? Göz tembelliği, erken bebeklik ve çocukluk döneminde gözlerin normal kullanımını engelleyen her türlü durumda ortaya çıkabilir. Göz tembelliğine yol açan durumlar çoğu kez kalıtsaldır, bu nedenle ailesinde göz tembelliği olan çocuklar erken yaşlarda mutlaka bir göz doktoru tarafından muayene edilmelidir. Göz tembelliğinin 3 temel nedeni vardır; I Şaşılık; şaşılığa bağlı her iki gözde de görme azlığı oluşabileceği gibi, özellikle tek gözde kayma olan çocuklarda kayan gözde genellikle tembellik gelişmektedir. Aileler çoğu kez, çocuklarının gözlerindeki kaymayı erken yaşta fark ederek doktora getirdikleri için bu tip göz tembelliğinin tespiti ve tedavinin başlanması daha erken yaşlarda olmaktadır. I Kırma kusurları; mevcut yüksek kırma kusuru nedeni ile bir göz diğerine göre Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 çok bulanık görmekte ise bu göz görsel gelişimini tamamlayamayarak tembel hale gelmektedir. Dış görünüşte gözlerde herhangi bir problem olmadığı için, tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği tipi budur. Aileler çocuklarının gözünde görme azlığını fark edemedikleri için bu çocukların göz muayenesi okul dönemine kadar gecikmekte ve bu durumda da çoğu kez geç kalınmış olmaktadır. Bu nedenle 3 yaş öncesinde tüm çocukların, şikayet olsun olmasın, mutlak surette göz muayenesi olmaları gerekmektedir. I Saydam olması gereken göz dokularında bulanıklık olması; en sık nedeni katarakt varlığıdır. Özellikle doğuştan katarakt varlığına bağlı göz tembelliği en erken gelişen ve en ciddi göz tembelliğidir. Bu nedenle, her yeni doğanın çocuk doktoru tarafından bu açıdan değerlendirilmesi ve uygulanması kolay bir test olan “kırmızı yansıma test”ine tabi tutularak bir anormallik tespiti halinde acilen göz doktoruna yönlendirilmesi gerekir. Doğumsal katarakt mümkün olan en kısa zamanda cerrahi olarak tedavi edilmeli ve göz tembelliğini önleyici tedavi başlanmalıdır. Katarakt dışında, göz içi Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 tümörleri de göz dokularında bulanıklık yaratarak gözde görme azlığı ve kaymaya neden olmaktadır. Özellikle bu çocuklarda, erken yaştaki göz muayeneleri ile erken tanı ve tedavinin bu çocuklar için hayati önem taşıdığı aşikardır. geçilir. Tedavinin başında, çocuk ve ailesine tedavinin önemi ve tedavi süresince yapılacaklar anlatılır, tedavi uzun süreli ve işbirliği gerektiren bir tedavi olduğu için tedavinin çocuğun kendi ve geleceği için önemi vurgulanmalıdır. Göz tembelliği nasıl tedavi edilir? Göz tembelliği tedavisinin esası, az gören gözün kullandırılmasına dayanır; bu durum sağlam gözü bandajla kapatarak veya damla ile sağlam gözün görmesini bulanıklaştırarak sağlanır, bu sırada çocuğun az gören gözünü, özellikle yakın işler sırasında, kullanması istenir. Tedavi genellikle, sağlam gözün özel bir bandajla aylar bazen yıllar boyunca kapatılması ile yapılır. Tedavinin süresi; göz tembelliğinin hangi yaşta tespit edildiğine, çocuğun yaşına, görme azlığının düzeyine (göz tembelliğinin ciddiyetine) göre ayarlanır, bu kriterler tedavinin başarısını da etkileyen kriterlerdir. Az gören gözleri ile sevdikleri işleri yapmaya zorlanan çocuklar genellikle bu tedaviden hiç hoşlanmazlar ve çoğu kez yapmayı reddederler. Yaşamları boyunca göz tembelliği nedeniyle yaşayacakları Göz tembelliği tedavisi, çocuğun ve ailenin doktorla işbirliği içinde olmasını gerektiren, sabır isteyen, uzun süreli bir tedavidir. Az görmenin teşhis ve tedavisinin, ilk 9 yaş içinde, tercihen erken çocukluk yıllarında yapılması gerekir. Doğuştan katarakt gibi derin görme bozukluğu yapan göz problemlerinde ilk bir-üç ay içinde katarakt alınarak tedavinin başlaması gerekir. Göz tembelliği tedavisi, ne kadar erken yaşta başlarsa o kadar başarılı ve görme artışı o kadar kalıcı olacaktır. Göz tembelliği tedavisinde öncelikle, göz doktoru tarafından tespit edilen kırma kusuru reçete edilerek çocuğun bu gözlükleri kullanması önerilir. Bir kaç ay sonra yapılan muayenesinde, az görme devam ediyorsa göz tembelliği tedavisine 12 sıkıntıları anlamış ve idrak etmiş aile bireylerinin çocuklarına sabırla yaklaşarak onların bu tedavi sürecine katılımlarını sağlamak tedavinin esasını oluşturmaktadır. Şaşılığı olan ve buna bağlı göz tembelliği olan çocuklarda da, genellikle ameliyat öncesi belli bir dönem kapama tedavisi yapılarak göz tembelliği giderilmeye çalışılır, bu tedavi aynı zamanda cerrahi tedavinin başarısını da etkileyecektir. Aileler, kayma ameliyatı sonrası her şeyin yoluna girdiğini düşünerek kapama tedavisini bırakabilirler, kapama tedavisinin şaşılık ameliyatı sonrası da gerekirse devam edebileceği ailelere anlatılmalıdır. Katarakt gibi görmeyi engelleyen göz problemlerinde de cerrahi ile katarakt alındıktan sonra görme azlığının tedavisi gerekir. Tek başına cerrahi müdahale, oluşmuş olan göz tembelliğini gidermez! Cerrahi tedavi, göz tembelliği nedenini ortadan kaldırır, ancak az görmenin kapama tedavisi yapılarak arttırılması gerekir. Unutulmamalıdır ki, ambliyopi, az gören gözde görme azlığına yol açan nedenin ortadan kaldırılmasıyla tedavi edilmez. Az görme nedeninin ortadan kaldırılması tedavinin bir bölümüdür, ama tedavinin esas önemli ve uzun süren bölümü az gören gözün uygun yaşta verilecek uygun bir tedavi ile kuvvetlendirilmesidir. Göz tembelliği tedavisinin başarısı, görme azlığının ciddiyetine ve tedavinin ne kadar erken yaşta başladığına bağlıdır. Göz tembelliği tedavi edilmezse ne olur? Az gören gözde ciddi bir görme azlığı oluşabilir. Göz tembelliği, çocukluk döneminde çocukların öğrenmesini ve okul başarısını olumsuz etkileyeceği gibi, sonraki yaşlarda da bu çocukların bazı meslek gruplarına girmesine engel teşkil edecektir. Birçok meslek için (pilotluk, polislik, askerlik gibi) her iki gözde tam görme şart tutulmaktadır, göz tembelliği olanların bu meslekleri seçmesi imkansız olacaktır. Az gören gözde ilerde, görmemeye bağlı kayma gelişebilir, bu durum az görme yanında onlar için estetik bir problem oluşturacak ve sosyal bir kaygı yaratabilecektir. İki gözle derinlik hissi kaybedilebilir. Bu durum çocukların, derinlik hissinin önemli olduğu pilotluk, cerrahlık gibi bazı meslek gruplarına girmesine engel teşkil edeceği gibi, masa tenisi, tenis gibi spor dallarında başarısız olmalarına neden olacaktır. ulaşılabilmektedir. Dokuz yaşına kadar yapılan tedavilerde başarı şansı daha yüksek iken, 9 yaş sonrasında yapılacak tedavilerde başarı şansı çok azalmakta ve görme artışı kalıcı olmamaktadır. Çocukluk yaş grubunda, özellikle katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz tembelliklerinin tanı ve tedavisinde çok hızlı davranmak gerekir, özellikle erken bebeklik döneminde yapılacak uygun cerrahiyi takiben göz tembelliğini önleyici tedaviler önünde uzun bir ömür olan çocukların geleceği açısından oldukça önemlidir. Tekrar vurgulamak gerekirse; göz tembelliği önlenebilir bir göz problemidir! Önlerinde uzun bir yaşam olan çocuklarımızın mesleki tercihlerinde ve hayat başarısı ve yaşam kalitesinde oldukça önemli olan görmenin, erken değerlendirilmesi, göz problemleri ve/veya göz tembelliğinin erken tespiti ve tedavisi için, tüm çocukların-şikâyet olsun olmasın- 3 yaşına kadar mutlaka göz muayenesi olmaları gerekmektedir. İyi gören göz kaza ile yaralanırsa veya az görme gelişirse, gözlerde hayat boyu ciddi bir görme azlığı oluşacaktır. Göz tembelliği önlenebilir bir problemdir! Göz tembelliği tedavisinin başarısında en önemli nokta, göz tembelliğinin teşhis zamanıdır. Erken teşhis ve hemen başlanacak uygun tedavi ile çoğu kez normal görme seviyesine 13 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DR. AYÇAĞ YORGANCI ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr. Gebelik Öncesi Danışmanlık Gebelik öncesi danışmanlıkta amaç, kadın sağlığı veya gebelik sonucunu etkileyen ve değiştiren biyomedikal, davranışsal ve sosyal risklerin belirlenerek koruyucu ve etkin tedavinin uygulanmasıdır. Diğer bir deyişle kadınların, bebeklerin, çocukların ve ailelerin sağlıklarının ve iyilik hallerinin geliştirilmesidir. Gebelik öncesi danışmanlıkta iyi bir öykü alınarak gebelikte risk oluşturan faktörler sorgulanmalıdır. Bunların belli başlıcaları sigara ve alkol gibi bağımlılıklar, aşılar, beslenme ve var olan Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 kronik hastalıkların sorgulanması ve vücud kütle indeksinin hesaplanabilmesi için kilo ve boy ölçümüdür. öncesinde, sırasında ve sonrasında sigara kullanılmamasının yararları hakkında bilgilendirilmelidirler. SİGARA ALKOL Gebelikte sigara içimi intrauterin gelişme kısıtlılığı, prematürite, düşük doğum ağırlığı, ani infant ölüm sendromuna yol açabilir. Maternal komplikasyonlar erken membran rüptürü, plasenta previa, plasenta dekolmanı ve olası riskler ektopik gebelik ve spontan düşüktür. Bu riskler kaçınmak için tüm üreme çağındaki kadınlar sigara kullanımı açısından taranmalıdır. Gebelik Gebelikte alkol alımı; büyüme kısıtlılığı, sinir sistemi gelişimi bozukluğu ve fetal alkol spektrum bozukluklarına yol açar. Üreme çağındaki kadınlar alkol tüketimi hakkında sorgulanmalı ve gebelikte alkol kullanımı hakkında bilgilendirilmelidir. Alkol bağımlılığı 14 saptanan kadınlar uygun programlara yönlendirilmeli ve gebelik alkolün kesilmesine kadar ertelenmelidir. ANORMAL KİLO Obesite vücud kütle indeksinin (VKİ) 30kg/m2’den fazla olmasıdır. Obesite; artmış tip 2 diabet, hipertansiyon, infertilite, kalp hastalığı, safra kesesi hastalığı, immobilite, osteoartrit, uyku apnesi, solunum bozukluğu ve meme, uterus ve kolon kanseri risk artışı ile ilişkilidir. Tüm kadınların yıllık VKİ hesaplanmalıdır. VKİ, 25 kg/m2 ‘den fazla olan kadınlar sağlık riskleri açısından bilgilendirilmelidir. Bu kadınlara azaltılmış kalori alımı, fiziksel aktivitenin arttırılması önerilmelidir ve gerekirse diabet ve metabolik sendrom açısından taranmalıdır. VKİ’nin 18,8 kg/m2’den az olması normal kilonun altı olarak tanımlanır. Sağlık riskleri; beslenme eksiklikleri, kalp bozuklukları, osteoporoz, amenore ve infertilitedir. Gebelik öncesi kilonun düşük olması erken doğum, düşük doğum ağırlığı, intrauterim gelişme kısıtlılığı ve gastroşizis gibi doğumsal anomalilerin risk artışı ilişkilidir. Bu nedenle, VKİ 18,8 kg/m2 ‘den az olan kadınlar genel sağlık ve gebelik riskleri açısından bilgilendirilmeli ve yeme bozukluğu (anoreksiya, blumia) açısından değerlendirilmelidir AŞILAR Human papillomavirüs (HPV) Aşısı HPV’nin neden olduğu serviks kanserinin öncü lezyonlarının tedavisi servikal yetmezliğe neden olabilir. Servikovajinal sürüntü ile tüm kadınlar HPV’ye bağlı sitolojik anormallikler açısından taranmalıdır. Önerilen gruplar (9-26 yaş arası bayanlar) servikal anormallikler ve kanser insidansını azaltmak için aşılanmalıdır. Servikal anormalliklerin tedavisi için yapılan girişimler azalacağından, aşı ile gebelikte servikal yetmezlik nedeniyle preterm doğum oranı azalacaktır. aşılanmalıdır. Kronik taşıyıcı kadınlar yakın temas ettikleri kişileri nasıl koruyacağına ve bebeklerine vertikal geçişi nasıl önleyeceklerine dair bilgilendirilmelidirler. Suçiçeği Birinci ve ikinci trimestirde suçiçeği geçiren gebelerin bebeklerinde uzuv atrofisi, ekstremite derisinde skar gelişimi, santral sinir sistemi anormallikleri ve göz sorunları gelişme riski vardır. Annede ağır suçiçeği enfeksiyonu (pnömoni) riski yüksektir. Gebelikte suçiçeği aşısı yapılamaz. Bu nedenle gebelik öncesi kadınlar suçiçeği immunitesi (önceki aşılanma öyküsü; sağlık çalışanı tarafından tanımlanmış geçirilmiş enfeksiyon; laboratuar kanıtı) açısından sorgulanmalıdır. Üreme çağındaki gebe olmayan tüm kadınlar suçiçeği immünitesi göstermiyorlarsa aşılanmalıdırlar Kızamık-KızamıkçıkKabalulak Hepatit B Tüm yüksek riskli kadınlar (hepatit B taşıyıcısı ile aynı evi paylaşanlar veya cinsel ilişkiye girenler; enjekte ilaç bağımlıları; cinsel yolla bulaşan hastalığı olanlar; çok sayıda cinsel partneri olanlar, uluslararası yolculuk yapanlar; hükümlüler; sağlık, güvenlik ve sosyal görev çalışanları) gebelik öncesi 15 Kızamık ve kabakulak enfeksiyonları doğumsal anomalilere yol açmazlar ancak kızamıkçık düşüğe, ölü doğuma ve anomalilere neden olur. Tüm üreme çağındaki kadınlar kızamıkçık immünitesi açısından taranmalıdırlar. Aşılanmamış, immün olmayan ve gebe olmayan kadınlar KKK ile aşılanmalıdırlar. Aşı sonrası 3 ay gebe kalınmamalıdır. İnfluenza Gebelikte influenza geçiren kadınlarda ikinci ve üçüncü trimestirlerde morbidite artar. İnfluenza sezonunda gebe olacak olan kadınlar aşılanmalıdır. İnfluenzabağımlı komplikasyon riski yüksek Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 kadınlar (kardiyovasküler veya metabolik hastalığı olanlar) influenza sezonu gelmeden aşılanmalıdır. Difteri, Boğmaca, Tetanoz Üreme çağındaki kadınlar tetanoz için güncel olmalıdırlar çünkü pasif immünizasyon neonatal tetanozu önlemede etkilidirler. Difteri-tetanozboğmaca aşısı gebe kalabilecek tüm kadınlara veya doğum sonrası hemen yapılarak yenidoğanda boğmacaya ait komplikasyonlardan kaçınılmalıdır. BESLENME Folik asit; nöral tüp defeklerine karşı koruduğu net olarak gösterilmiş vitamindir. Tüm üreme çağındaki kadınların günlük 400μg sentetik folik asit alması önerilmelidir. 400 μg folik asit içeren multivitaminlerin nöral tüp defektlerinin yanı sıra orofasial yarıklar, uzuv anomalileri, kardiak defektler, üriner sistem anomalileri ve omfalosel gibi doğumsal anomalileri azalttığına dair veriler vardır. Üreme çağındaki kadınların folik asit içeren multivitamin alması desteklenmelidir. Demir eksikliği üreme çağındaki kadınlarda sık görülür ve prematürite ve intrauterin gelişme kısıtlılığı olası fetal komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Gebelik öncesi demir eksikliği anemisi açısından taranmalı ve tedavi edilmelidir. Kronik Sağlık Sorunları Diabet Gebelik öncesi şeker hastalığının varlığı, büyük konjenital malformasyonlar ve birinci trimestir düşük riski kan şekeri seviyeleri ile ilişkilidir. Diabeti olan üreme çağındaki tüm kadınlar kan şekeri kontrolünün önemi hakkında bilgilendirilmelidir. Gebelik öncesi normale yakın glikolize hemoglobin seviyeleri elde edilmelidir. Diabet kontrolü yetersiz olanlara kontrasepsiyon önerilmelidir. Tiroid Hastalıkları Hipertiroidi; preeklampsi, konjestif kalp yetmezliği, tiroid krizi ve plasenta dekolmanı, düşük doğum ağırlığı, intrauterin gelişme kısıtlılığı, erken doğum, ölü doğum ve neonatal hipohipertiroidi için risk taşır. Hipotiroidi ise; fetüste bozuk psikomotor gelişim yanı sıra kötü obstetrik sonuçlara yol açabilir. Tiroid hastalığı bulguları olanlar taranmalıdır. İyot açısından yeterli diet alımı sağlanmalıdır. Gebelik öncesi hipohipertiroidi tedavi edilmelidir. Gebelik sonuçları hasta ile tartışılmalıdır. Hipertansiyon Gebelik öncesi kronik hipertansiyon, gebelikte hipertansiyonun kötüleşmesi, preeklampsi ve eklampsi, santrai sinir sistemi kanaması, kardiak yetmezlik ve renal bozulma ile komplike olabilir. Gebelik riskleri hakkında bilgi verilmelidir. Uzun süreli hipertansiyonu olan kadınlar ventriküler hipertrofi, retinopati ve renal hastalık açısından değerlendirilmelidir. Anjiotensin konverting enzim (ACE) inhibitörleri ve anjiotensin reseptör blokörleri (ARB) gebelikte kontrendike olduklarından gebelik öncesi değiştirilmelidirler. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 16 Kalp Hastalıkları Konjenital veya akkiz kalp hastalığı oaln gebelerde gebeliğin fizyolojik değişiklikleri kardiak dekompansasyona neden olarak şikayetlerin artmasına, morbite ve mortaliteye neden olabilir. Gebelikteki kardiak riskler anlatılmalıdır. Gebelik öncesi yeterli kardiak kontrol sağlanmalıdır. Varfarin kullananlar teratojenite açısından bilgilendirilmeli ve mümkünse gebelik öncesi başka antikoagülana geçilmelidir. Konjenital kalp hastalığı olanlara genetik danışmanlık önerilmelidir. Böbrek hastalıkları Hafif renal hastalığı (kreatinin 0.9-1.4 mg/dL) ve normal kan basıncı olan kadınlarda %90 gebelikte başarılı sonuçlar elde edilir. Orta (kreatinin 1.42.5 mg/dL) ve şiddetli (kreatinin > 2.5 mg/dL) renal hastalığı olan kadınlarda gebelikte renal fonksiyonların kötüleşmesi riski yüksektir ve gebelik sonuçları kötüdür. Kronik renal hastalığı olan üreme çağındaki kadınlar gebelikte renal hastalığın ilerlemesi hakkında bilgilendirilmelidir. Gebelik öncesi normal kan basıncı sağlanmalıdır ve bu süre boyunca kontrasepsiyon önerilmelidir. ACE ve ARB kullananlara terojenite hakkında bilgi verilmelidir ve gebelik öncesi değiştirilmesi önerilmelidir. Epilepsi Epilepsisi olan kadınların gebelikte nöbet geçirme riski artar. Bebeklerinde konjenital anomali riski yüksektir. Spontan düşük, düşük doğum ağırlığı, düşük kafa çevresi, gelişimsel bozukluklar ve neonatal kanama bozuklukları ve perinatal ölüm riski yüksektir. Bu yüzden gebelik riskleri hakkında bilgilendirilmelirler. Ne zaman mümkün olursa üreme çağındaki kadınlar epilepsi için tek ilaç kullanmalıdırlar. Gebe kalmayı planlayan kadınlar antikonvülzan tedavisi açısından değerlendirilerek ilaç değiştirilebilir veya kesilebilir. Gebe kalmadan en az bir ay önceden 4 mg folik asit başlanmalı ve 12. gebelik haftasına kadra devam edilmelidir. gebelik kayıpları, fetal gelişme kısıtlılığı, fetal inme veya ölüm olabilir. Kişisel ve ailesel trombotik olaylar veya tekrarlayan kötü gebelik kayıpları sorgulanmalıdır. Eğer pozitif öykü varsa trombofili açısından taranmalıdır. Trombofilisi olduğu bilinen kadınlara genetik danışmanlık önerilmelidir. Astım Kontrol altında olamayn astım preeklampsi, hipertansiyon, hiperemezis gibi maternal komplikasyonlara ve ölü doğum, neonatal ölüm, neonatal hipksi, intrauterin gelişme kısıtlılığı, düşük doğum ağırlığı, prematür doğum gibi fetal komplikasyonlara neden olabilir. Astımı olan kadınlar hastalığın gebelikte kötüleşebileceği hakkında bilgilendirilmelidirler. Gebelik öncesi solunum fonksiyonları yeterli düzeyde kontrol altına alınmalı ve tetikleyici ajanlardan kaçınılmalıdır. Trombofililer Trombofililerin; maternal etkileri derin ven trombozu, pulmoner emboli, serabral ven trombozu, periferik veya serebral arteriyel tromboz ve ciddi preeklamsi olabilir. Plasental ve fetal etkiler ise tromboz ve enfarktlar, tekrarlayan 17 Kollajen Doku Hastalıkları Üreme çağındaki en sık görülen kollajen doku hastalığı olan romatoid artrit, %30 oranında gebelikte aktif veya kötüleşerek seyredebilir. Gebelikte aktif RA; düşük doğum ağırlığı riskini ve kortikosteroid kullanımı fetal büyüme kısıtlılığı ve preterm prematür membran rüptürü riskini arttırır. Gebelik sırasında RA seyri ve doğum sonrası olası atak hakkında bilgi verilmelidir. Metotreksat ve leflunomid teratojen olduklarından gebelik öncesi kesilmelidirler. Steroid olmayan antienflamatuarlar 27. gebelik haftasından sonra kullanılmamalıdırlar. Talasemiler Ülkemiz ve Akdeniz bölgesi talasemiler için endemik bölgedir. Taşıyıcı olanlar için genetik danışmanlık önerilmelidir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 UZ. DR. CİHAN ÖZTOPÇU ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr. Gebelikte Günlük Yaşam Çalışma: Çalışan annelerin gebe kalmalarının bir yan etkisi bugüne kadar gösterilememiştir. Ancak bazı fiziksel olarak ağır işler preterm eylem, erken membran rüptürü, fetal gelişim bozuklukları ve gestasyonel hipertansiyon görülme olasılığını %20-60 oranında arttırmaktadır. Çalışan annelerin gebelikleri giderek artmaktadır. Bu nedenle çalışan annelerin yasal hakları da düzenlenmiştir. Buna göre hamile bir çalışan kadın doğumuna 8 hafta kala (gebeliğin 32. haftasında) isterse doğum öncesi iznine başlayabilmektedir. Eğer çalışmaya devam etmek isterse ve gerek kendi gerekse çocuğunun da buna engel olacak bir sağlık problemi yoksa, bu durum hekim raporu ile belgelenmek koşulu ile maksimum doğuma 3 hafta kalıncaya kadar (gebliğin 37. haftasına) çalışabilmektedir. Doğumdan sonra ise yasal olarak 8 hafta doğum sonrası izni bulunmaktadır. Eğer doğum öncesi iznini kullanmayıp çalışmasına devam etmişse bu süre doğum sonrası iznine eklenmektedir (maksimum 5 hafta daha eklenebilir). Seyahat: Gebelikte artan östrojen düzeyleri karaciğerden pıhtılaşma faktörlerinin de artmış oranda salınmasına yol açar. Bunun sonucunda sadece gebelik kendi başına bir kadının tromboemboli geçirme olasılığını yaklaşık 5 kat arttırmaktadır (1:1000). Seyahatlerde uzun süre hareketsiz kalmak alt ekstremitelerde staza ve bunun sonucunda da pıhtılaşma riskinin daha da çok artmasına yol açar. Bu nedenlerle gebe bir kadın seyahat edecekse bunun hangi araçla veya ne mesafeye olduğundan daha çok seyahat süresince mobilizasyonunun sağlanıp sağlanmadığı önem arz eder. Hangi araç ile seyahat ederse etsin gebelerin mutlaka 1-2 saatde bir hareket etmeleri gerekmektedir. Böylece staza bağlı alt ekstremitelerde trombüs oluşumu engellenmiş olur. Hava yolu ile seyahat sağlıklı gebelerde bir risk teşkil etmez. Bu nedenle tekil gebeler 36.gebelik haftasına kadar, çoğul gebeler ise 32.gebelik haftasına kadar uçak ile seyahat edebilmektedirler (28.haftadan sonra uçakla seyahat etmesine engel durumunun olmadığını gösterir doktor raporu gerekmektedir). Araç içi kazalar hem anne hem de fetus kaybının en sık yaşandığı künt travmalardır. Bu nedenle gebelikte araç kullanılacak veya araçla seyahat yapılacaksa mutlaka emniyet kemeri takılmalıdır. Emniyet kemeri sadece bel bölgesinden geçer şekilde değil hem bel hem de omuzdan geçer şekilde (3 nokta) takılmalıdır. Hava yastıklarının da yan etkisi gösterilemediğinden araç kullanırken hava yastıkları kapatılmamalıdır. Egzersiz ve Spor: Genel olarak gebeler egsersizlerini kısıtlamak zorunda değillerdir ancak aşırı yorgunluk yapıcı ağır egsersizlerden ve travma olasılığı yüksek hareketlerden de gebelik süresince kaçınmak gerekir. Gebelik süresince egsersiz yapmaya başlamadan önce anne adayı ayrıntılı bir kontrolden geçirilmeli ve egsersiz – spor yapmaya engel bir durumu olup olmadığı araştırılmalıdır. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 18 Gebelikte egsersiz veya spor yapılmasının uygun olmadığı durumlar: Aşırı morbid obezite Ciddi anemi Ortopedik problemler Preeklampsi, gestasyonel hipertansiyon Ciddi kalp hastalıkları Kardiak aritmi Kronik bronşit Restriktif akciğer hastalıkları Kontrol altında olmayan Tip 1 diabet Kontrol altında olmayan epilepsi Kontrol altında olmayan hipertiroidi Servikal yetmezlik ve/veya servikal serklaj Preterm eylem riski Persistan antepartum kanamalar Plasenta previa (26.haftadan sonra) Membranların rüptürü Fetal gelişim geriliği hormonlarından B-hCG’ye karşı gelişmektedir. En fazla olduğu dönem 10.gebelik haftası iken 14-16.gebelik haftalarına gelindiğinde gebelerin yaklaşık yarısında semptomlar geçer; %90’da ise 22.haftaya gelindiğinde tablo düzelmiş olur. Fakat çok hassas kişilerde gebeliğin sonuna kadar devam edebilmektedir. Bulantı ve kusmalar daha çok sabah uyanıldığında çok fazla olduğundan bu tabloya sabah hastalığı adı da verilmiştir. Semptomların önüne geçmek için ideal yaklaşım sık aralıklarla azar azar yemek yemek ve mide bulantısını tetikleyebilecek her türlü kokulu gıdadan uzak durmaktır. Alınan Bu durumların yokluğunda ise gebelerin hafif – orta düzeyde egsersiz – spor yapmaları önerilmelidir. Egsersizin şiddeti pratik olarak şöyle öçülebilir; gebe spor yaparken başka biri ile de rahat konuşabiliyorsa bu sporun şiddeti normaldir ancak konuşamayacak kadar fazla nefes alıp veriyorsa bu aktivite ağır bir aktivitedir ve bundan kaçınmak gerekir. Egsersiz günde ortalama 30 dk. civarında olmalı ve travmaya açık olmamalıdır. Gebelikte dalma sporları fetus açısından riskli olduğundan yapılmamalıdır. gıdaların sulu olmasından çok katı ve tuzlu olması (kraker, leblebi vb) semptomları rahatlatmaktadır. Hafif semptomların giderilmesinde B6 vitamini oldukça etkilidir ancak bazı olgularda H1 reseptör antagonisti antiemetikler kullanmak gerekmektedir. Az sayıda olguda ise kusmalar o kadar şiddetli olur ki gebede dehidratasyon, elektrolit ve asit-baz denge bozukluğu ile açlık ketozu görülebilmektedir. Bu tabloya hiperemezis gravidarum adı verilir ve bazen mortal olabilmektedir. Bu gebeler hemen hospitalize edilerek intravenöz yoldan kaybettikleri sıvı ve elektrolit desteği verilmelidir. Mide Yanması: Gebelerde en sık rastlanılan semptomlardan birisi olan mide yanması mide içeriğinin özofagusa doğru reflüsü sonucunda olmaktadır. Gebelik büyüdükçe uterusun yükselmesi ile mide Cinsel İlişki: Sağlıklı bir gebelik sürecinde cinsel ilişkinin gebeliğe bir yan etkisi yoktur. Ancak düşük riski veya erken doğum riskinin bulunduğu dönemlerde cinsel ilişki önerilmemektedir. Bulantı ve Kusma: Gebelerin büyük çoğunluğunda (3:4’de) hamileliğin ilk aylarında bulantı ve kusma şikayetleri olur (emezis gravidarum). Bu semptomlar gebelik 19 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 de yukarıya doğru itilir, buna ek olarak progesteronun özofageal sfinkteri de gevşetmesi sonucunda asidik mide içeriği özofagusa rejürjite olur. Hafif semptomlar alınan besinler ve duruş şekli ile önlenebilir ancak bunlarla rahatlama sağlanamıyorsa Magnesi calcine, Talcid, Asidopan, Bismomagnesi, Dank, Gaviscon, Kompensan ve Rennie tb güvenle kullanılabilir. Sırt Ağrısı: Gebelerin yaklaşık %70’de alt bölgeye doğru vuran sırt ağrısı şikayeti bulunur ve bu şikayet gebeliğin ilerleyen aylarında daha belirgin olarak ortaya çıkar. Gebelerde sırt ağrısının daha az yaşanması için dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır; gebe yerden bir şey almak için eğilmek yerine çömelmelidir, otururken sırt bölgesi yastıkla desteklenmelidir ve yüksek topuklu ayakkabı giyilmemelidir. Çok şiddetli ağrılarda olası bir ortopedik problem (lomber fıtık, vertebral osteoartrit vb) akla gelmeli ve tam bir muayene yapılmalıdır. Yine gebelikte yeterli kalsiyum alınmadığında oluşabilecek ileri düzeyde bir osteoporoz da şiddetli bel ağrısının sebebi olabilmektedir. Varisler: Hamilelikte çocuk büyüyüp kilo artışı oldukça alt bölgeye oluşan bası da artacak (femoral venöz basınç) ve varisler gebelik ilerledikçe daha da belirginleşecektir. Bu duruma karşı alınabilecek önlemler; mümkün olduğunca ayakların yükseltildiği pozisyonda yatak istirahati ve ayağa kalkıldığında da varis çorabı kullanmaktır. Varislere gebelik süresince cerrahi girişim uygulanmaz. Hemoroidler : Aynı alt ekstremite varisleri gibi rektal venlerin varisleri de (hemoroidler) çoğu kadında ilk kez gebeliklerinde ortaya çıkmaktadır (artan basınç sebebiyle). Hemoroidlere bağlı şişme ve ağrı lokal olarak kullanılan analjezik merhemlerle giderilmektedir. Tromboze olup aşırı ağrı oluşturan hemoroidlere ise lokal anestezi ile müdahale yapılmalıdır. Lökore : Gebelikte vajinal akıntılarda bir artış olur. Bu çoğunlukla patolojik bir süreç değildir. Gebelikte artan östrojenler Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 20 servikal bezlerden daha fazla mukus salınmasına yol açar ve bu da akıntı olarak algılanır. Kategori VKİ (%) Önerilen Kilo Alımı (kg) Balık Tüketimi: Düşük Normal Yüksek Obez < 19.8 19.8 – 26 26 – 29 > 29 12.5 – 18 11.5 – 16 7 – 11.5 <7 Balık protein açısından çok zengin bir besin kaynağıdır ve sature yağ içeriği az ve Omega-3 yağ asit içeriği fazladır. Bu nedenle gebelikte tüketilmeleri faydalıdır. Ancak bazı balık türleri yüksek oranda civa içerebildiğinden (köpek balığı, kılıç balığı, ceylan balığı ve kiremit balığı vb) gebelikte tüketilmelerine izin verilmez. Gebelikte önerilen kilo alımı Kilo : Gebelikteki en göze çarpıcı fizyolojik değişikliktir. Önerilen kilo alımı 11.5 16 kg.dır. Ancak gebe kalmadan önceki VKİ ile kilo alımı orantılı olmalıdır. Önerilenin üzerinde kilo alınması yani obezite durumunda gestasyonel hipertansiyon, preeklampsi, gestasyonel diabet, makrozomi ve sezeryan ile doğum riski artmaktadır. yol açar. Düşüklere yol açmasının yanı sıra fetusda gelişme geriliği, yüz anomalileri, SSS fonksiyon bozuklukları ve mental retardasyona yol açabilmektedir. Bu tür yan etkilerin ortaya çıkması için ne oranda alkol alınması gerektiği halen bilinmemektedir. Bu nedenle gebelikte alkol tüketimi önerilmemektedir. Genel yaklaşım olarak balıkların civa içerikleri bilinmediği sürece haftalık 350-500 g’ın üstünde balık tüketilmemelidir. Kafein : Sigara İçimi: Gebelikte sigara içilmesi hem anne hem de fetus için önemli riskler taşımaktadır. Sigaranın potansiyel teratojenik etkilerinin (konjenital kalp hastalıkları, yarık damak-dudak, hidrosefali, el-parmak anomalileri, gastroşizis, omfalosel ve ince barsak atrezisi) yanı sıra düşük, fetal gelişim geriliği, preterm doğum, plasenta previa, dekolman ve erken membran rüptürü risklerinde de 2 kat artış yapmaktadır. Doğumdan sonra ise ani bebek ölümlerinde 3 katlık bir artışa yol açmaktadır. Tüm bunlara yol açan temel mekanizma ise anneden fetusa geçen nikotindir. Plasentanın nikotini geçirmesi o kadar süratlidir ki fetal kandaki nikotin miktarı anne kanından yüksektir. Sigaranın bırakılması için kullanımda bulunan bazı nikotin yerine geçen maddelerin gebelikte kullanımları hususunda yeterli bilgi olmadığından gebelerin bu tür maddeleri tüketmeleri önerilmez. Alkol Tüketimi: Etanol (etil alkol) potent bir teratojendir ve fetal alkol sendromuna Gebelikte kafein tüketmenin teratojenite oluşturduğuna dair bir bilgi yoktur. Ancak kafein gebelik sürecinde bazı yan etkilere yol açabilmektedir. Bunlardan üzerinde en çok çalışma bulunanı kafein ile düşük ve fetal gelişim geriliği arasındaki ilişkilerdir. Yapılan çalışmalar günde 300 mg kafein tüketiminin düşük riskini 2 kat ve fetal gelişim geriliğini de 1.4 kat arttırdığını ortaya koymuştur. Bu miktarda kafeine 3 kupa neskafe veya 4 fincan türk kahvesi veya 10 bardak çay denk gelmektedir. Bunun yanı sıra kolalı içeceklerde de kafein bulunduğundan bu ürünlerin de tüketimi mümkün olduğunca az olmalıdır. 21 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 OP. DR. NİHAN GÜNERİ DOĞAN ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr Gebelikte Beslenme Sağlıklı bir diyet anne karnındaki bebeğin büyümesi ve gelişmesi için yeterli miktarda enerji ve besinlere sahip olmalıdır; aynı zamanda anne sağlığının devamı için de esastır. Orta miktarda süt ve ürünlerini, yağsız et, balık, yumurta ve baklagiller gibi protein içeren yiyecekleri ve sınırlı miktarda yağ ve şekeri, sebze ve meyveyi içermesi gerekir. Gebelikte beslenme; normal seyirde sorunsuz bir gebelik sürecini, zamanında gelişimini tamamlamış bir bebek doğumunu, başarılı bir emzirme dönemini ve doğum sonrası azalmış obezite riskini amaçlar. Gebelikte ideal kilo alımı; anne ve bebek açısından iyi gebelik sonuçlarıyla uyumlu kilo alımlarıdır. Gebelikte vücut kitle indeksine (VKI)(kg/m2) göre uygun kilo artışı önerilmiştir. Buna göre VKI normal olan gebelerde önerilen kilo alımı 12,5-18 kg arasıdır. Gebelik esnasında aşırı kilo alımı ve şişmanlık durumlarında; yüksek tansiyona daha sık rastlanır, gebelikte ve doğumda daha sık sorunlara ve doğum sonu annede aşırı kilo retansiyonu ve obeziteye sebep olur. Ayrıca iri bebek doğum riskini arttırır ve bu da daha fazla doğum travmasına yol açarak yenidoğanda bir takım prolemlere, hatta ölüme neden olabilir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Annenin ileri derecede yetersiz beslendiği durumlarda da kötü gebelik sonuçları artmaktadır (düşük, ölü doğum, erken doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek,erken yenidoğan ölümleri vb.). Düşük doğum ağırlıklı bebeklerde; akciğer hastalığı, diabet, kalp hastalığı ve daha ileriki yıllarda büyüme ve zihinsel fonksiyonlarda bozukluk görülebilir. DDA bebek için gebelik öncesi düşük VKI, kötü diyet, sigara, gebelik esnasında alkol ve ilaç kullanımı gibi birçok risk faktörü vardır. Gebeliğin ilk üç ayında besin gereksinimi gebelik öncesi ile aynıdır veya hafif artmıştır. Sonraki dönemde ise yaklaşık 200-300 kcal ek enerji gerekir. Ama asıl önemli olan besinlerin kalitesidir. Gebelikte artan besin gereksinimine paralel olarak kan miktarında değişiklikler oluşur. Bu değişiklikler ek demir alımını gerektirir. Lipidler, yağda eriyen vitaminler, belirli taşıyıcı proteinler genellikle gebelikte artarken; suda eriyen vitaminler, birçok aminoasit ve mineral seviyeleri ise düşer. Protein depolanması ve gereksinimi gebelik ilerledikçe artar. Ortalama günlük 6 gr’lık bir ek proteine ihtiyaç vardır. Protein ihtiyacının; ideal 22 kombinasyonlarda aminoasit içermelerinden dolayı; et, süt, süt ürünleri, yumurta, kümes hayvanları ve balık gibi hayvansal gıdalardan karşılanması önerilir. Omega 3 ve 6 doymamış yağ asitleri sağlıklı diyet için gereklidir. Balık yağında, sebze yağlarında, tüm tahıl ekmeklerinde, yumurta ve hububatta bulunur. Doymamış yağ asitleri beyin dokusu için önemlidir. Gebeliğin son dönemlerinde bebekte beyin ve retina gelişimi için gereklidir, kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. Gebelik süresince haftada 2 kez balık tüketilmelidir. Yapılan çalışmalarda balık yağının anne karnındaki bebeğin zihinsel ve bedensel gelişimi üzerine olumlu etkilerinin olduğu görülmüştür. Ancak rutin kullanımını destekleyecek daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır. Gebelikte kanda demir, kalsiyum, magnezyum ve çinko düzeylerinde bir miktar azalma gözlenir. Folik asit, vitamin B6 ve vitamin B12’de yarıya yakın azalma oluşur. Bakır ve D vitamini düzeyi ise artar. Gebelikte beslenme için yeterli kalori ve protein içeren, uygun kilo artışını sağlayacak tüm dengeli diyetler, genellikle demir hariç gerekli tüm mineral ve vitaminleri içerirler. Gebeliğin ilk 4 ayında demir ihtiyacı hafiftir ve ek desteğe gerek yoktur, daha sonra ihtiyaç artar. Gereksinim özellikle 20. haftadan sonra belirgindir ve günde 27-30 mg elementer demir alımı önerilmiştir. Demir en çok kırmızı et, ton balığı ve karaciğerde bulunur. Demir iki öğün arasında boş mide ve C vitamini ile birlikte alınmalıdır. Son yıllarda gereğinden fazla demir desteğinin gebelikte istenmeyen bazı etkilere sebep olabileceği bildirilmiştir. Anne vücudu bebeğin iskelet gelişimi için günlük 50-330 mg kalsiyum sağlamaktadır. Erişkinler için kalsiyum gereksinimi günde 700 mg’dır. Gebelikte ihtiyaç artar.Gebelikte kalsiyum metabolizmasında bir takım değişiklikler gerçekleşerek; kalsiyum emilimi artarken, atılımı azalır. Gebelik esnasında diyetle yeterince kalsiyum alanlara rutin kalsiyum kullanımı önerilmez. Sadece erken yaştaki gebeliklerde destek gerekir. İyot eksikliği zeka geriliğinin önlenebilir bir nedenidir, eksikliği düşünülen bölgelerde gebelik öncesi dönemden gebelik ortasına kadar destek verilmelidir. Büyüme ve gelişme için çinkoya gereksinim vardır. Çinko bebeğin bağışıklık sistemi için gereklidir. Yüksek dozlarda demir alan, mide barsak hastalığı olan, sigara veya alkol kullananlarda çinko emilimi azalabilir. Folik asit; ıspanak, fındık, kepekli ekmek, yer fıstığı ve karnabaharda bol miktarda bulunur. Düşük folik asit düzeyleri artmış erken doğum riski ve bebekte büyüme geriliği ile ilişkilidir. Folik asit desteği nöral tüp defektini, doğumsal kalp hastalıklarını, yarık dudak-damak riskini azaltmaktadır. Nöral tüp defektlerinin çoğunluğu günde 400-600 mcg folik asit alımı ile önlenebilir. Folik asit kullanımına gebelikten en az bir ay önce başlanmalı (tercihen 3 ay önce) ve gebelikten sonra en az bir ay, mümkünse 12. haftaya kadar devam edilmelidir Daha önceki gebeliğinde nöral tüp defekti öyküsü mevcut olan gebelerde 4 mg folik asit alımı önerilir. Folik asitin yüksek dozları her gebeye rutin verilmemelidir. 23 Gebelik boyunca artan vitamin A gereksinimi; gelişimin en fazla olduğu gebeliğin son üç ayında en fazladır. Günlük gereksinim 4000-5000 IU’ dir. Aşırı vitamin A alımı gebelikte önerilmemektedir. Vitamin A kaynakları; karaciğer, süt ürünleri, yumurta, havuç ve Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 lifli sebzelerdir. Eksikliği gebede kansızlık ve erken doğumla birliktedir. Diyetle alımı yeterlidir, gebelik sırasında rutin destek gereksizdir. Yine gebeliğin son üç ayında özellikle gebeliğin sonuna doğru annedeki demir depolarının devamı için Vitamin C alımında 10 mg/gün’lük bir artış gereklidir (total 50 mg). Vitamin C demirin barsaklardan emiliminde önemli bir rol oynar. Vitamin D kalsiyumun barsaklardan emiliminde ve iskelet gelişiminde önemlidir. Ancak yapılan çalışmalarda rutin kullanımını destekleyecek bulgu yoktur. Gebelikte demir dışında rutin vitamin desteğinin gereksiz olduğu yapılan çalışmalarda belirtilmekle birlikte her gebe kadının beslenme Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 24 alışkanlıkları değerlendirilmelidir. Son zamanlarda, multivitamin desteğinin gebelik sonuçlarını düzelttiğini gösteren çalışmaların sayısı artmış olsa da rutin kullanımı ile ilgili bilimsel kanıtlar hala yeterli düzeyde değildir. Gerekli görülürse gebelik bulantı kusmaları bittikten sonra gebeliğe özgün bir multivitamin başlanabilir. Yine yetersiz besin alımı düşünüldüğünde, erken yaştaki gebeliklerde kullanılması gerektiği belirtilmektedir. Ülkemizin ekonomik şartları göz önüne alındığında ise gebelere multivitamin desteğinin uygun olduğu düşünülmektedir. Gebelikte bulantı ve kusmalar da özellikle gebeliğin ilk üç ayında daha belirgindir. Bu durumda çok yağlı ve baharatlı yemeklerden, ani hareketlerden kaçınmak gerekir. Sabahları kuru ekmek, bisküvi önerilir. Sık aralıklarla (2-3 saat) bir sandviç veya meyve gibi küçük ve yüksek karbonhidratlı hafif gıdalar rahatlama sağlar. İstirahat ve taze hava önerilir. Yemeklerle değil de yemek aralarında sıvı alınmalıdır. Mide yanması, bebek büyüyüp anne karnında basınç oluşturdukça daha çok görülür. Az ve sık yemek önerilir. Gece geç yemekten kaçınmak gerekir, yemekten sonra eğilmek ya da yatmaktan kaçınılmalı; çay, kahve veya alkol alımı engellenmelidir. Gebelik esnasında diyet yapmaktan sakınılmasının gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca ağır rejimde bebek beyin gelişimi kötü etkilenebilir. Gebelere beslenme hijyenine de dikkat etmeleri önerilir. Pastörize süt tüketilmeli, etler tam olarak pişirilmeli ve çiğ sebzeler iyice yıkanmalıdır. Yine haftada 2 porsiyondan daha fazla yağdan zengin balık tüketmemeleri önerilir. Gebelikte alkol kullanımından kaçınılmalıdır. Genel olarak hamile bayanlara neyi ne miktarda istiyorlarsa, küçük porsiyonlar halinde ve sık aralıklarla beslenmesi önerilmektedir. UZ. DR. FUNDA ATALAY Gebelikte Sık Rastlanılan Şikayetler Bir kadına gebelik tanısı konduktan sonra hayatında önemli bir dönem başlamış olur. Gebeliğe özgü birçok fiziksel ve psikolojik değişiklikler kaçınılmazdır. BULANTI KUSMA Kanda gebelik hormonunun seviyesinin yükselmesine, mide barsak sistemindeki değişikliklere bağlı ortaya çıkar. Gebelikteki hormonal değişikliklere bağlı olarak mide yavaş boşalır. Genellikle sabah saatlerinde görülmekle birlikte, günün her saatinde görülebilir.4-8. Gebelik haftalarında başlar ve 3. Ayın sonuna kadar devam eder ve genellikle kesilir. Nadir de olsa gebeliğin sonuna kadar devam edebilir. Yeme alışkanlıklarını değiştirmek çözüm olabilir. Sık sık ve az miktarda yemek, sıvı alımını azaltmak bulantıyı azaltabilir. Yatağın başında galeta, kraker gibi kuru yiyecekler bulundurmak faydalıdır. Ayrıca hoş olmayan kokulardan da uzak durmak gerekir. SIK İDRARA ÇIKMA Rahimin büyüyerek idrar kesesine baskı yapması ve böbreklerin fazla çalışması idrara çıkma ihtiyacını artırır. İdrarı tutmak idrar yolu enfeksiyonuna zemin hazırlar. Bol sıvı alınarak idrar yolları temiz tutulmalıdır. Ancak sık çıkmanın yanında idrarda yanma ve kasık ağrısı da varsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. VAJİNAL KANAMA Sık görülen bir durum değildir. Her türlü kanamada mutlaka doktora başvurulmalıdır. Kanamanın şiddeti, süresi ve devamlı olup olmaması önemlidir. Gebeliğin ilk dönemlerinde bebeğin rahim içine yerleşmesine bağlı, gebelik nedeniyle hassaslaşan rahim ağzında ilişki sonrası olabilir. Ancak en önemli kanama nedeni yaklaşık her 10 kadından 1’inde görülen düşük kanamasıdır. Ağrıyla birlikte kanama varsa acil doktora başvurulmalıdır. Ultrasonografik kontrol normalse gebeye ilişkiye girmemesi, istirahat etmesi önerilir. VAJİNAL AKINTI Gebelikte normal vajinal salgının artmasına bağlı olarak beyaz renkte, lokal ağrı ve tahrişe neden olmayan vajinal akıntı görülebilir. Kaşıntı, yanma, Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 26 koku ile birlikte akıntının renginin sarıyeşile dönmesi durumunda tedavi gereksinimi vardır e doktora başvurulmalıdır. AĞRILAR Baş Ağrısı Gebeliğin erken dönemlerinde gebelik hormonlarına bağlı kan dolaşımındaki değişikliklere, gebelik stresine ve yorgunluğa bağlı baş ağrısı görülebilir. Gebeliğe bağlı baş ağrılarını diğer baş ağrısı nedenlerinden ayırt etmek önemlidir. Özellikle sinüzit ve migren önemlidir. Doktora danışılarak uygun ağrı kesiciler kullanılabilir. Kasık Ağrısı Gebeliğin ilk zamanlarında kalça ve bel ağrıları olabilir. Rahim büyürken onu yerinde tutan bağlar da bu büyümeye ayak uydurabilmek için gerilirler. Bu da ağrı hissedilmesine neden olur. Dinlenmek, ılık bir banyo rahatlama sağlayabilir. Bel Ağrısı Gebelik ilerledikçe kalça kemikleri arasındaki eklemler gebelik hormonlarının da etkisiyle yumuşayıp gevşerler. Bebeğin doğum sırasında geçebilmesi için bir hazırlıktır ve ağrılı olabilir. Rahim büyüdükçe ağırlık merkezi yer değiştirir ve farkında olmadan bel kemiklerinde öne doğru bir yer değiştirme meydana gelir. Bu da sırt ve bel ağrılarına neden olabilir. Bel ağrısı olan gebelerin tedavisindeki en önemli yaklaşımlar; düzgün bir postür sağlanması, aktivitenin düzenlenmesi ve eğitindir. Bel ve karın bölgesini güçlendirecek hafif egzersizler önerilebilir. KRAMPLAR Gebelerin %10-20 sıklıkla bacaklarda, bazen kollarda görülebilir. Belirtiler sıklıkla dinlenmede, akşam saatlerinde ortaya çıkar, bazen uykudan uyandırır. Kişide hareket etme isteği uyandırır. Genellikle gebeliğin 2. yarısında ortaya çıkar, doğum sonrası kaybolur Nörolojik bulgu yoktur. Nedeni belirsiz olmakla birlikte kalsiyum alımımda yetersizlik, yorgunluk be büyüyen rahmin sinirler üzerine yaptığı basınç neden olabilir. Kalça kaslarını gerici egzersizler yapmak, uzun süre sabit pozisyonda durmaktan kaçınmak, ayakta fazla kalmamak, kalsiyum ve özellikle magnezyum takviyesi rahatlama sağlar. borusunu tahriş eder. Gebelik hormonlarının etkisiyle midenin boşalmasının yavaşlaması, büyüyen rahmin mideye baskı yapması buna neden olur. Sık sık ve küçük miktarlarda yemek yemek, yağlı baharatlı, kızartma türü yiyeceklerden kaçınmak gereklidir. HEMOROİD ( BASUR) Hemoroid makat bölgesinde kanın göllenmesi sonucu oluşur. Gebelikte büyüyen rahimin yaptığı basınç neticesinde bölgedeki damarların yukarı akışı bozulabilir. Kanama, ağrı görülebilir. Bol sıvı alınması, meyve, sebze gibi lifli yiyeceklerin tüketilmesiyle kabızlığın önlenmesi esastır. MİDE YANMALARI Mide yanması ( reflü) mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçmasından olur. Mide asitleri yemek 27 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DOÇ. DR. CEMAL ATALAY ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şef. Yrd. Normal Gebelik Takibi İdeal olan bir kişinin gebelik öncesi bir Kadın hastalıkları ve doğum uzmanına gidip muayene olması ve sonrasında bilinçli şekilde gebe kalmasıdır. Ancak maalesef pek az bayan gebelik öncesi hekimlere gelip muayene olmaktadır. Normal bir gebelik izlemindeki haftaları ve takiplerde yapılması gerekenleri gebelik haftalarına göre aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. İlk kontrol: 6-8. hafta En sık tahlillerin istendiği dönem ilk kontroldur. Bu dönemde anne adayları, daha önceden bildikleri veya bilmedikleri hastalıklar açısından adeta bir checkuptan geçirilirler. Ultrason: Yapılan Ultrasonda düzgün gebelik kesesi, kalp atıımı ile embriyoyu besleyen keseyi (yolk sac) görmek mümkündür. Ultrasonda ayrıca rahimde myom, yumurtalıklarda kist türü her hangi bir kitlenin varlığı araştırılır. Cerviksin (rahim ağzının) uzunluğu ve şekli de değerlendirilir. Bu gebelik haftalarında vajen içinden (transvajinal yolla) yapılan ultrason karından (transabdominal) yapılana göre daha net bilgi verir bu nedenle daha çok tercih edilir.. Transvajinal yolla yapılan ultrasonda son adet tarihine göre 5 hafta 4 günlükken, transabdominal yolla yapılanda ise 6 haftalıkken bir embriyo ile kalp atımlarını görmek mümkündür. enjeksiyonu yapılır. Yine, kan uyuşmazlıkları olan gebelerde doğumdan sonra bebeğin kan grubuna bakılır. Kan grubunun Rh pozitif olması durumunda anneye yapılan Anti D Immunglobulin uygulaması tekrarlanır. Anne adayı kan grubunun Rh negatif, baba adayınınkinin ise Rh pozitif olması dışındaki tüm olasılıklarda kan uyuşmazlığı söz konusu değildir. Kan grubu, Rh: Gebenin kan grubu Rh negatif, eşinin kan grubu Rh pozitif olması durumunda Kan uyuşmazlığı (Rh/rh) durumundan bahsedilir. Anne rahmindeki bebeğin kan uyuşmazlığından etkilenip etkilenmediğini anlamak için ise İndirect Coombs testi yapılmalıdır. İndirect coombs testi negatif olan gebeler, kan uyuşmazlığına bağlı bebekte bir etkilenme durumunun olmadığı anlaşılarak takibe alınırlar. 28.haftada tekrarlanan İndirect coombs testi negatifliğinin devamı durumunda bebeği son aylara kadar kan uyuşmazlığından korumak için Anti D Immunglobulin Tam kan sayımı: Tam kan sayımı ile gebeliğin başlangıcında herhangi bir kan eksikliği (anemi) durumunun varlığı araştırılır. Kan eksikliği demir eksikliğine bağlı olabileceği gibi diğer pek çok nedenlede karşımıza çıkabilr. Ülkemizde özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde Thalesemiye (Akdeniz anemisi) bağlı anemiler sıklıkla görülmektedir. Kan biyokimyası: Açlık kan şekeri (AKŞ), Üre (BUN), SGOT, SGPT, Kreatinin Karaciğer ve böbrek hastalıklarının gebeliğin hemen başlangıcında tespiti takip açısından önemlidir. Nitekim gebelikte bu organların yükleri de artacaktır. İleri derecede böbrek veya karaciğer problemlerinde gebelik sonlandırılabilir. Özellikle şeker hastalığı (diabet), yüksek tansiyon (hipertansiyon) gibi sistemik rahatsızlıkların varlığında bu testlerin önemi artar. TORCH taraması: Toksoplasma, Rubella (Kızamıkçık), CMV (Sitomegalovirüs), Herpes Tip 2 enfeksiyonları Ig M ve Ig G antikorları taranır. Bu tür enfeksiyonlar Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 28 gebelik harici dönemlerde geçirildiğinde her hangi bir problem oluşturmazken gebeliğin özellikle ilk üç ayında geçirildiğinde bebekte bir takım sakatlıklara yol açabilir. Toksoplasma özellikle kedi ve köpek dışkıları bulaşmış yenilen gıdalardan alınır. Özellikle çiğ et ve iyi yıkanmamış meyve ve sebzeler Toksoplasma parazitinin geçmesinde rol oynar. Gebeliğin başında yapılan antikor tarama testlerinde Ig M ve Ig G antikorlarının her ikisinin de negatif olması durumu vücudun toksoplasma paraziti ile hiç karşılaşmadığını gösterir. Bu durumda gebeliğin sonuna dek toksoplasmadan korunma şarttır. Toksoplazmadan korunmak için kedi, köpek cinsi hayvanlardan gebelik süresince uzak durmak, eğer evde besleniyorsa aşılarını yaptırmak, yenilen etleri iyi pişirmek, çiğ et yememek, yemek öncesi elleri iyi yıkamak ve meyvesebzeleri bolca suyla yıkamak gereklidir. Ülkemizde çiğ et tüketimi alışkanlığının yaygın olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, toksoplasma enfeksiyonları daha sıklıkla görülmektedir. Rubella (Kızamıkçık), CMV (Sitomegalovirüs), Herpes Tip 2 enfeksiyonları ise daha çok hasta kişilere temas yoluyla bulaşan rahatsızlıklardır. Özellikle Rubella (kızamıkçık) mikrobu ile gebeliğin ilk üç ayında karşılaşıp hastalığı geçiren kişilerde gebelik kesinlikle tahliye edilmelidir. Tam idrar tahlili gerekirse idrar kültürantibiyogramı: İlk kontrolte yapılan idrar tahlilleri böbrek fonksiyonlarının indirekt bir göstergesi olduğu gibi gizli veya aşikar idrar yolu enfeksiyonu varlığını konusunda da bilgi verir. İlk aylardaki idrar yolu enfeksiyonları gebeliğe bağlı bulantı ve kusmaları arttırır, idrarda yanma ve/veya kasık ağrılarına neden olabilir. Son aylardaki gizli veya aşikar enfeksiyonlar ise erken doğum sancılarına sebep olabilir. Servikovaginal smear testi: Gebelikte salgılanan hormonlar neticesinde rahim ağzı kanserlerinde artış meydana gelmektedir. Bu nedenle gebelere ilk aylarında smear testi uygulanarak böyle bir durumun varlığı araştırılmalıdır. Ülkemizde gebelerin pek çoğu yanlış bir inanışla bebeklerine zarar geleceğini düşündüklerinden bu tür bir işlemi kabul etmezken doktorları da ilk ayında hastalarını muayeneden korkutmak istemedikleri için genelde bu işlemi ihmal ederler. Kanama profili gösteren testler: Hem normal doğum hem de sezaryen kanamalı bir işlemdir. Gebelerin kanamaya yatkınlıkları ilk kontrolte belirlenmelidir. Ayrıca hastaların kendi ifadelerinden önceden olan kanamaya yatkın bir durumlarının olup olmadığı sorgulanır. Özellikle bir takım kalp hastalıklarında bazı hastalar kanamayı engelleyici hap veya iğneleri kullanmak zorunda olabilirler. Bu tür durumların varlığında gebelikteki izlemler arttırılır ve doğum öncesi bazı önlemler önceden alınır. Hepatit B, Hepatit C, AIDS taraması: Hepatit B için HbsAg ve Anti Hbs, Hepatit C için Anti HCV, AIDS için ise Anti HIV testleri yapılarak her hangi bir taşıyıcılık durumunun olup olmadığı araştırılır. Bu tür viral hastalıklar cinsel ilişki, kan veya doğum yoluyla bulaşır ve genelde kişiler uzun süre taşıyıcı olabilir. Taşıyıcı, hasta olmadığı halde hastalığı bulaştırabilen demektir. Bu kişilerin vücutlarında barındırdıkları virüsler gebelik sırasında plasenta yoluyla bebeğe geçmesine rağmen bebekte her hangi bir sakatlığa neden olmazken, yenidoğan 29 bebeklerin bağışıklığı yetişkinlere göre daha az olduğu için bebeklerde doğumdan sonra bazı problemlere yol açabilirler. Bu problemler bebeklerde hastalığa yakalanma veya hastalığı taşıma şekillerinde olabilir. Hepatit B taşıyıcı annelerin bebeklerine doğum sonrası aşı ve serum uygulaması yapılır ve belirli aralıklarla aşı tedavisi devam eder. Bu şekilde bebeğin aktif olarak bağışıklanması sağlanır. Ancak maalesef Hepatit C ve AIDS virüsünü taşıyan gebelerin doğan bebekleri için hastalıktan koruyucu etkin bir tedavi günümüzde bulunmamaktadır. 2. kontrol: 10-13. hafta Ense kalınlığı (Nuchal Translucency, NT): Bu haftalar arasında fetusun anatomik organları ve büyüklüğü değerlendirilir. Ayrıca ulrasonla ense kalınlığı (Nuchal Translucency, NT) ölçülür. Ense kalınlığının uygun ölçümün yapılabilmesi için fetus son adet tarihine göre 11 ile 13 hafta 6 gün arasında olmalıdır. Ense pilisinin kalınlığı; Trizomi 21 (Down sendromu, mongolizm), Trizomi 18 gibi kromozomal bozukluklarda ve bebeğin Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 özellikle kalp gibi bazı organların problemlerinde artar. Bu artışın nedeni bebeğin ense bölgesindeki sıvı birikimidir (ödem) ve bunu ultrasonla yakalamak mümkündür. Normal olarak bebeğin ense kalınlığı gebelik haftası ilerledikçe artar. Genel olarak 3 milimetrenin üstü patolojik kabul edilir ve bu durumda fetus özellikle Down sendromu açısından ileri değerlendirmeye alınır. I. Trimester tarama testi: İlk trimester tarama testinin amacı Down sendromunun erken gebelik haftalarında yakalanmasıdır. Son adet tarihine göre 11-14. gebelik haftaları arasında uygulanan testte anne adayından kan alınarak serbest β-HCG ve PAPP-A biyokimyasal değerlerine bakılır. Down sendromunda anne kanında, serbest βHCG değerleri normalin iki katı yüksek iken PAPP-A değerleri normalin 2.5 da biri (%40ı) kadardır.Bu testlere eklenen Nuchal Translucency (NT, ense kalınlığı, ense pilisi kalınlığı) ölçümleri ile birlikte değerlendirilmesiyle test üçlü test larakta bilinir. Bu değerler bilgisayar programında değerlendirilir ve ortaya bir risk oranı çıkar. Risk oranının 1/250nin üzerinde olması Down sendromu açısından ileri tetkiki gerektirir. Testin pozitif olması durumunda yapılması gereken ileri aşama, koryon villüs biyopsisi adı verilen plasentanın bebeğe ait kısmından küçük bir parça alınarak kromozom açısından analizi ile teşhisin sağlanmasıdır. 3. kontrol: 16-18. hafta Ultrasonda; fetus bir bütün olarak anomali taraması açısından değerlendirilir. II. Trimester tarama testi (Üçlü Test, Triple Test): Üçlü test uygulamasındaki amaç; bebeğe ait özellikle Down sendromu, Trizomi 18 gibi kromozom bozuklukları ile birlikte Nöral tüp defektleri adı verilen bir takım anomalileri taranmasıdır. alfa feto protein (AFP) ve bağlanmamış estriol (uE3) denilen üç biyokimyasal maddenin ölçümü ile yapılır.Bunlara inhibin A eklenebilir. Bu ölçümler gebelik haftasına göre annenin yaşı, vücut ağırlığı, ırkı, annede diyabet olup olmaması, sigara içip içmediği, öyküde önceki gebeliklerin özellikleri ile birlikte değerlendirilir. Büyümekte olan bebekte olabilecek nöral tüp defekti ve bazı kromozomal anormalliklerle (Down sendromu ve trizomi 18) karşılaşılma riski hesaplanır. Testin amacı bebek ve anne açısından riskli yöntemleri kullanmadan bebekte olabilecek anomali riskini saptamaktır. Eğer test sonucunda risk belirli bir düzeyin üzerinde çıkarsa (genel olarak 1/270 den fazla olması durumunda) amniyosentez adı verilen işlem yapılarak kesin tanı konulur. İlk ve ikinci trimesterde yapılan bu testler tarama testi olup kesin tanı koyduran testler değildir. Üçlü test; gebeliğin 1619. haftaları arasında anne kanından alınan örnekte β-HCG, Amniyosentez işleminde anne karnından ince ve uzun bir iğne yardımıyla amniyon sıvısı alınır. Tecrübeli ellerle yapıldığında oldukça ağrısız ve bebek için riskleri azdır. Alınan sıvıda bebeğe ait dökülen canlı hücreler vardır. Bu hücreler özel bir kültür ortamında bekletilerek üretilir. Üretilen hücreler belli bir safhada toplanılarak kromozomları ayrıştırılır ve mikroskop altında görüntülenerek kromozomlar analiz edilir. Kromozom analizinde görüntülenen hücreler direkt bebeğe ait olduğu için bebeğin kromozom yayılımını gösterir. Bu şekilde bebeğe ait kromozomlarda olan problemler rahatlıkla görülebilir ve aynı zamanda seks (cinsiyet) kromozomlarının incelenmesiyle bebeğin cinsiyeti de ortaya çıkar. Karından bir ince iğneyle ultrason eşliğinde amniyon kesesine girilir. Nöral tüp defektleri (NTD) bebeklerde Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 30 görülen bebekteki kusurlar arasında ilk sıraları almaktadır. Birkaç ayrı türü vardır. Bunlardan biri bebeğin beyin dokusunun bir bütün olarak gelişmemesidir, anensefali adı verilen bu en ağır şekli ölümcüldür. Nöral tüp defektlerinin diğer türleri ise omurilikle ilgilidir. Omurilik gelişirken onu çevreleyen omurga kemiklerinin tam kapanmaması sonucu omurilik dokusu bebeğin sırtındaki bir yarıktan dışarıya çıkar; bu duruma spina bifida denilir. Dış etkenlere çok hassas olan bu sinir dokusu zamanla zedelenir ve bebek belli bir seviyenin altında sinirsel fonksiyonlarını yapamaz. Sonuç olarak bebek açısından yine ölümcül olabilecek bir doğumsal anomalidir. Hafif şekildeki spina bifidalarda doğum sonrası bir takım operasyonlarla düzelme şansı vardır. Bu anomalilerde açıkta kalan dokudan alfafetoprotein (AFP) amniyon sıvısına, buradan da anne kanına geçer. Anne kanından yapılan testlerde bu gebelerde normal gebelerden daha yüksek miktarlarda alfafetoprotein saptanır. Spina bifidalı gebeliklerin % 85'i bu test ile yakalanabilmektedir. Üçlü testte AFP yüksek ise ayrıntılı ultrason ile beyin dokusu ve omurgalar değerlendirilir. Ultrason ile saptanamayan bir durum varlığında amniyosentez yapılarak amniyotik sıvıdaki AFP miktarı ölçülerek kesin tanı konulabilir. Ayrıca amniyon sıvısındaki asetilkolin esteraz enzimi nin miktarına da bakılabilir. Ancak ultrasonografi %97 doğrulukla bilgi verdiği için amniyon sıvısı nın bu nedenle alınması gerekmemektedir. AFP değeri yüksek fakat amniyosentezde ve ayrıntılı ultrasonografide anomali saptanmayan gebeliklerde, bebeğin büyüme ve gelişmesinin daha yakın takip edilmesi önerilmektedir. yaklaşık olarak 850 doğumda bir görülür. Tedavisi olmayan bu kromozom anomalisinde fiziksel ve zeka geriliği olan bebekler söz konusudur. Down sendromu görülme şansı yaşa bağımlı olarak artar. Özellikle 35 yaşın üzerinde risk önemli bir boyuta ulaşır. Ancak tüm Down sendromluların %25-35i yalnızca 35 yaş üzeri gebelik ürünü iken %70-80e varan oranlarda genç gebeliklerdedir. Üçlü testle Down sendromlu bebeklerin %60'ına yakını (%5 yalancı pozitiflikle) yakalanabilmektedir. Son yıllarda üçlü testin Down sendromu yakalama şansını daha da arttırmak amacıyla teste kandaki İnhibin A adı verilen biyokimyasal değerinin de ölçülüp eklenerek testin dörtlü test şekilde yapılmasıda mümkündür. Down sendromu riski yüksek çıkmış gebeliklerde kesin tanıyı koyabilmek için anlatıldığı şekilde genetik amaçlı amniyosentez yapılması gereklidir. Üçlü tarama testinin asıl amacı yaşamla bağdaşabilen ve ömür boyu zeka geriliği ile giden Down sendromlu bebekleri yakalamaktır. Amniyosentez sonucu yakalanan Down sendromlu bebekler çıkarılan sağlık kurulu kararlarıyla tahliye edilirler. Üçlü test ile diğer bazı anomalileri de saptamak mümkündür. Bebeğin karın duvarı anomalilerinde böbrek anomalilerinde de test sonuçları yüksek çıkabilir. Bu nedenle üçlü testte artmış risk saptanan gebelere amniyosentez yapmadan önce tüm bu anomaliler açısından ayrıntılı ultrasonografik değerlendirme (II. basamak ultrasonografisi) yapılmalıdır. Servikal kültür alınması: Gizli vaginal enfeksiyonları araştırmak için yapılır. Gebelikte özellikle düşen hücresel tip vücut direnci nedeniyle fırsatçı enfeksiyonlar olarak tabir edilen bazı vaginal enfeksiyonlar gelişebilir. Bunların başında özellikle mantar enfeksiyonları (candida), yanısıra Trichonomas ve Gardnerella enfeksiyonları da sayılabilir. Genel olarak tedavi edildikten sonra nüks eden bu rahatsızlıklar ilerleyen gebelik haftalarında tekrar tekrar tedaviye gerek duyabilirler. 5. kontrol: 24-28. hafta Tam kan sayımı: Anne adayının kan sayımı yapılarak gebeliğin bu ilerleyen haftalarında aneminin gelişip gelişmediğine bakılır. Tam idrar tetkiki: İdrarda gizli enfeksiyonların varlığı araştırılır. Özellikle gebelerde her hangi bir şikayet oluşturmaksızın yalnızca idrar tahlillerinde bakteri ve lökosit görülmesi ile karakterize gizli idrar yolu enfeksiyonları erken doğuma ve böbrek enfeksiyonlarına neden olabilir. Tam idrar tetkikinde böyle bir durum saptanırsa idrar kültür-antibiyogram testi yapılarak üreyen mikroorganizmanın türüne göre antibiyotik başlanmalıdır. 50 gram glukoz tarama testi: Bu gebelik haftasında kişilere sabah aç karınla 50 gram toz glukoz sulandırılarak içirilir ve bir saat sonrasında tetkik için kan alınarak glukoz tarama testi yapılır. Alınan kan örneğinde kan şekeri değerinin 140 mg/dl ve üzerinde olması durumunda test pozitif olarak kabul edilir ve bu gebelerde 100 gramlık standart glukoz tolerans testine geçilir. 4. kontrol: 22-24. hafta Ultrasonda; rahim ağzı uzunluk ve şekli ölçülür. Bebek özellikle kalp, beyin ve diğer iç organlar açısından detaylı olarak değerlendirilir. Down sendromu (Trizom 21, mongolizm) 31 Bazı gebeler bu oldukça tatlı olan bu suyu içmede problem yaşayabilirler, örneğin bulantı ve kusmaları olabilir. Bu durumda laboratuara giderken yanlarında limon götürüp tatlı suyun Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 içine sıkmak suretiyle şikayetleri genel olarak giderilecektir. 100 gram standart tolerans testinde bu kez gebelerden sabah aç karınla kan alınır ve hemen sonrasında 100 gram toz glukoz sulandırılarak içirilir. İçimden 1 saat, 2 saat ve 3 saat sonra tetkik için kan alınır. Böylece açlık kan şekeri ile birlikte toplam 4 ayrı kan şekeri değeri elde edilmiş olur. Bu 4 değerden 2 veya daha fazlasının standart değerlerin üzerinde olması durumunda gebeler gestasyonel diabet (gebeliğe bağlı diabet, gizli şeker hastalığı) teşhisi alarak kalori kısıtlaması amacıyla diyetisyene konsultasyona gönderilirler. Gestasyonel diabeti olan gebelere diyetten kalori kısıtlaması yapılmazsa annenin kan şekeri değerlerinin genel olarak yüksek olmasının bir sonucu olarak; bebeğin normalden iri olması, doğumun zor olması, amnios suyunun normalden fazla olması ve buna bağlı erken doğum riskleri gibi durumlar oluşabilecektir. Ayrıca doğan bebeklerde doğum sonrası kan değerlerine bağlı metabolik sorunlar meydana gelebilecektir. Normale göre iri bebekler doğabilecektir. İndirekt Coombs Testi: Bu haftada yalnızca kan uyuşmazlığı olan gebeler yeniden İndirekt Coombs testine bakılarak değerlendirilir, sonuç negatif ise bebeğin etkilenmediği anlamına gelir. Bu durumda gebeliğin sonuna kadar etkilenmeden korumak amacıyla gebeye Anti D Immunglobulin iğnesi yapılır. 6. kontrol: 32. hafta Ultrasonda; fetusun gelişimi, iç organları ayrıntılı olarak değerlendirilir. Ayrıca amniyon sıvısı, bebeğin duruş şekli, plasentanın yeri ve görüntüsü, bebeğin rahim içindeki aktif hareketleri incelenir. 7. kontrol: 34. hafta 6. kontrolteki işlemler tekrarlanır. Riskli Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 skorlaması; gebeliğin ultrason görüntülemesi ile NST bulgularının birlikte değerlendirmeleridir. Teşhiste tek bir yöntem yerine eldeki yöntemleri bir arada kullanmak daha doğru bilgi sağlamaya neden olur. durumların varlığında Doppler ultrasonografi ve NST gibi ek tetkikler istenebilir. 8. kontrol: 36. hafta Utrasonda özellikle bebeğin duruşu, amnios sıvısı, plasentanın görünümü ve bebeğin aktif hareketleri incelenir. NST (Non-Stres Test, Kardiyotokografi): NST, gebelik takiplerinde vazgeçilmez bir yöntemdir. 9. kontrol: 38. hafta Bebeklerin sağlık durumunu tespit etmek için birçok yöntem kullanıyoruz.Ancak bu yöntemlerin hiçbiri bebeğin sağlık durumu hakkında bize tam ve doğru olarak bilgi verememektedir. Gebelik izlemlerinde günümüzde yapılan araştırmaların çoğu, anne adaylarının ve fetusun içinde bulunduğu ortamı sağlıklı kılmak veya bu ortamın sağlık düzeyini tespit edebilmek içindir. Son haftalarda bebeğin iyilik durumunu gösteren standart olarak üç ayrı yöntem vardır. Bunlar: Ultrasonografik değerlendirmeler NST Bebek hareketleridir. Bunlardan ilk ikisi hekim tarafından incelenirken bebeğin hareketleri anne adayı tarafından değerlendirilmelidir. Bebeğin hareketlerindeki ani azalma durumunda bu bebeğin sıkıntıya girdiğinin bir ifadesi olabilir. Bu durumda gebe hekimini bilgilendirmelidir. Ayrıca bebeğin biyofizik profil skorlaması yapılır. Biyofizik skorlama; ultrasonda rahim içindeki bebeğin aktif bazı hareketleri ve amniyon sıvısının miktarı yanısıra NST bulgularının hep birlikte değerlendirilerek skorlanmasıdır. Bebeğin sağlığını gösteren önemli bir kriterdir. Özetle, biyofizik profil 32 Kardiyotokografi (kardiyo=kalp, toko=rahim kasılması): veya kısaca "toko" adı verilen cihazla bebeğin kalp atışlarının seyrini, bebek hareketleriyle ve varsa kasılmalarla olan ilişkisini temel alarak bebeğin iyilik halini değerlendiren bir testtir. Doğum eylemi esnasında da aynı amaçlarla kullanılır. Prob olarak tabir edilen ve gebenin karnı üzerine sabitlenen iki alıcı ucu vardır. Problardan biri rahmin kasılmalarını diğeri ise bebeğin kalp seslerini algılar. Algılanan kasılmalar ve kalp sesleri cihaz tarafından bir grafik kağıt üzerine aktarılır. Yaklaşık 20 dakika süren bu işlem sırasında gebelerden, bebeklerin her hareketlerini hissettiklerinde ellerine verilen küçük bir butona basmaları istenir. Böylelikle; bebeğin kalp atım hızı ve atım hızındaki değişkenlikleri, rahimdeki kasılmalar ve bebeğin kalbinin bu kasılmalara verdiği cevaplar hekim tarafından değerlendirilerek bebeğin sağlığı hakkında dolaylı bir bilgi elde edilmiş olur. Bebek hareketlerini hisseden gebe, elindeki butona basar. Kalp atımları ve rahim kasılmaları aynı anda bir grafik kağıt üzerine basılır. Üst kısım kalp seslerine, alt kısım ise rahim kasılmalarına aittir. NST özellikle gebeliğin son aylarında bebeğin sağlığını gösterdiği gibi doğum sırasındaki izlemde) de son derece önemlidir. Doppler ultrasonda dolaşımsal bozukluk tespit edildiğinde daha sonraki dönemlerde bebeğin durumunda kötüleşme riski artmıştır. Riski olmayan gebeliklerde, NST uygulamasına 37. gebelik haftasından sonra haftada bir, 40. gebelik haftasından sonra ise 3 günde bir tekrarlanması önerilir. NST işlemi öncesi annenin karbonhidrattan zengin diyetle karnını doyurarak tok olması önerilir. Uygulamanın, bebeğe hiçbir olumsuz etkisi yoktur. NST özellikle anne adayının bebek hareketlerinde azalma olduğunu ifade ettiği durumlarla, kasılmaların varlığından şüphelenildiği anlarda kullanıldığında oldukça değerli bilgiler sağlar. Bu şekilde doğum eyleminin başlayıp başlamadığı, bebeğin içeride sıkıntıda olup olmadığı indirekt olarak anlaşılabilir. Özellikle preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) veya bebeğin rahim içi gelişme azlığı gibi durumlarda damarlardaki direnç artışı gidişatın olumsuz yönde olduğunu gösterir. Gebeliğin 12-14. haftalarında yapılan Ductus venosus doppler i bebekte başta kalp anomalileri olmak üzere Down sendromu gibi bir takım kromozom bozukluklarının erken teşhisinde de kullanılmaktadır. Renkli doppler ultrasonu: Renkli doppler ultrasonografi, giderek daha fazla uygulama alanı bulmaktadır. Özellikle anne adayının risklerinin belirlenmesinde ve bebeğin sağlık durumunun değerlendirilmesinde kullanılmaktadır. Doppler ultrasonunda özetle bebeğe giden kan akımına bakılır. Kan akımının bozulması (azalması veya geriye kaçması) durumlarında bebek hayatı riske girer. Damarlardaki direnç artışı kan akımındaki azalmayı ifade eder. Kan biyokimyası, Tam kan sayımı, Tam idrar tahlilleri, Hbs Ag, Anti Hbs, HCV, HIV, TORCH tetkikleri tekrarlanır. Doğum öncesi doğuma veya olası sezaryene hazırlık amacıyla bu testler tekrar gözden geçirilir. Sezaryen planlanıyorsa bu tetkik sonuçları anestezi açısından da önemlidir. Doğum konusunda bilgilendirme: Günü yaklaşan anne adayına doğumla ilgili detaylı bilgiler verilir. 39-42. haftalar arası izlem Ultrason (gerekirse biyofizik profil) NST 38-40. haftalar arası haftada bir, 40.haftadan sonra ise 3 günde bir uygulanması önerilir. NSTsi normal olan 1000 gebenin 997sinin bebeklerinde ilk üç gün içinde hiçbir problem ortaya çıkmadığı izlenmiştir. Fetal iyilik durumunun izlenmesinde NST oldukça önemli bir yere sahiptir. Vajinal muayene: Amaç kalça kemiğiyle (pelvis) ve rahim ağzının değerlendirilmesidir. Bu şekilde pelvis girimi, kemik çıkıntılar, pelvis çatısı ayrıntılıca değerlendirilir. Bunun yanı sıra rahim ağzına da bakılır. Doğum işaretleri konusunda gebe bilgilendirilir. 40. haftadan sonra ise gebenin doğuma kadar haftada iki kez görülerek değerlendirilmesinde yarar vardır. 42. haftaya kadar doğumu başlamayan gebeler ise hastaneye yatırılarak doğurtulmalıdır. Çünkü bu haftadan sonrası Gün aşımı (Surmaturasyon, posterm) gebeliği olarak değerlendirilir ve bebeğin içeride sıkıntıya girme riski oldukça artmıştır. Gebeliklerin risklerine göre bu testler yer değiştirebilir, izlemler daha sıklaştırılabilir veya daha ayrıntılı testler istenebilir. Ayrıca bebek ile plasenta arasında göbek kordonu içerisindeki umbilikal arter, umbilikal ven ve bebeğin beyin damarlarındaki dalga şekillerindeki bozukluklar, bebekteki dolaşım bozukluğunu saptayabildiği gibi şiddetini de belirleyebilmektedir. 33 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DOÇ. DR. FERİT SARAÇOĞLU ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Anne İstemiyle Sezaryen Yapılmalı mıdır? Belirli bir tıbbi neden olmaksızın annenin istemi nedeniyle uygulanan sezaryenle doğumları “anne istemiyle sezaryen” denilmektedir. Ülkemizdeki gerçek oranı bilinmemekle birlikte Gelişmiş ülkelerde sezaryenlerin % 4-18 i anne istemiyle yapılmaktadır. Son yıllarda hem ülkemizde hem de sezaryen oranının yüksek olduğu diğer ülkelerde anne istemiyle sezaryen yapmanın doğru olup olmadığı tartışılmakta ve bir sonuca ulaşılmaya çalışılmaktadır. Anne istemiyle yapılan sezaryenlerin vajinal doğumlara göre iyi yada kötü yanlarını gösteren kanıta dayalı bir çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle günümüzde kabul edilen, doğumun kişiselleştirilmesi ve etik prensiplere uygun olarak yapılmasıdır. Anne istemiyle sezaryeni destekleyenlerin sıklıkla öne sürdüğü kişinin otonomisi yani kendi bedeniyle ilgili bir olayda kendi kararını kendisinin vermesi prensibidir. Ancak hastanın istemine yönelik bir aydınlatılmış onam formu imzalayabilmesi için sezaryen hakkında olumlu ve olumsuz her şeyin kendisine anlatılmış olması gerekmektedir. Halbuki hiç bunları öğrenmeden doğrudan sezaryen istemek otonomi demek değildir. Yine otonomide hastaya verilen hak pozitif olmaktan ziyade negatiftir. Yani gereksiz yada komplikasyonları olabilecek bir tedavi yada girişime karşı çıkmak şeklinde olmalıdır. Gerçek otonomi için doktorun da hastasını yönlendirmemesi gerekmektedir. Hastasına sezaryenle ilgili hem kısa hem de uzun vadeli yarar ve zararların tümünü anlayabileceği biçimde izah etmesi gerekmektedir. Hastanın imzalayacağı bir aydınlatılmış onam formu üç bölümden oluşmaktadır. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 34 pulmoner hipertansiyon, respiratuar sıkıntı sendromu) daha sık görüldüğünü, beyin rahatsızlıklarının (ensefalopatiler) ise daha az görüldüğünü ortaya koymaktadır. Sezaryenler vajinal doğumlarla karşılaştırıldığında bebek ölümlerine de daha fazla rastlanılmaktadır. Bunların ilki yeterliliği gösteren hastanın girişimle ilgili tüm detayları anlayabilecek durumda olması ve kendi rızasıyla karar vermesi, ikincisi girişimle ilgili tüm bilgilerin verilmesi ve bir planın yapılması, sonuncusu ise karar verildiğinin belirtilmesi yada seçeneklerden hangisinin kabul edildiğinin belirtilmesidir. Hasta tüm bunların farkında olmalı ve gerekli bilgileri doktorundan istemelidir. Bir kısım hekimlerin öne sürdüğü gerekçeler normal doğumun pelvik taban (doğum kanalında) bozukluğa dolayısıyla organlarda sarkma, idrar ve dışkı kaçırmaya neden olabileceği tezidir. Ancak bu konuda yapılmış olan araştırmaların sonuçları değişken olup çoğunlukla bu tezi desteklememektedir. Yine çalışmaların önemli bir kısmı hem vajinal hem de sezaryenle doğumlardan sonra doğum yapmamışlara göre daha fazla idrar kaçırma sorununa rastlandığını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak hekimin sezaryenlerin tüm doğum sonrası gelişen idrar kaçırmaları engelleyemeyeceği, vajinal doğumlarınsa tamamının idrar kaçırmaya neden olmayacağını söylemesi gerekmektedir. Anne istemiyle yapılan sezaryenler gelecekteki doğumlar içinde bazı riskler getirmektedir. Özellikle plasenta (bebeğin eşi) yerleşimiyle ve rahim duvarına tutunmasıyla ilgili bozukluklar (plasenta previa, plasenta accreata vb) daha sık görülmekte, bazen bunlara bağlı olarak rahimin de alınması gerekebilmektedir. Bu rahatsızlıkların diğer risk faktörleri olan ileri anne yaşı ve daha önce doğum yapmış olmak genellikle sezaryen isteyen anne adaylarının da özellikleri arasındadır. Sezaryen oranlarının yüksek olmasının ekonomik yönüne bakıldığında, yapılan çalışmalar en ucuz doğum şeklinin vajinal doğum olduğunu göstermektedir. Bu nedenle sezaryen oranı düşürülmeye çalışılmaktadır. Ayrıca sezaryen sayısı arttıkça ameliyat sırasında barsak, idrar torbası, idrar kanalları vb organ yaralanmaları da daha fazla görülmektedir. Anne istemiyle sezaryen yapma henüz neticelenmemiş bir tartışmadır. Bu tartışmanın sonuçlanması için randomize kontrollü bir çalışmanın yapılması ve sezaryenle doğumun avantajlarının bilimsel olarak gösterilmesi gerekmektedir. Bebek yönünden öne sürülen sezaryen nedenleri kafa içi kanamaları, yeni doğanın oksijensiz kalmasını, çeşitli beyin rahatsızlıklarını, yeni doğan enfeksiyonlarını ve yeni doğan bebekteki yaralanmaları en aza indirgemektir. Çalışmalarda vajinal doğumda enfeksiyonların daha sık izlendiğini, sezaryenlerde solunum sıkıntılarının ( yenidoğan takipnesi, 35 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 OP. DR. SEMİH Z. ULUDAĞ ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr. Anne Sütü ve Emzirmenin Önemi Bebek Emzirme: Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi, o toplumu oluşturan bireylerin, zihin beden ve ruh bakımından sağlıklı olmalarına bağlıdır. Bu da bireyin doğduğu günden itibaren yeterli ve dengeli beslenmesi ve bakım gereksinimlerinin karşılanmasıyla olasıdır. Doğada yaşayan her memeli canlının sütü, kendi yavrusunun gelişimi için en ideal besin kaynağıdır. İnsan yavrusunun özellikle ilk aylarındaki besin gereksinimi ise onun için en ideal besin kaynağı olan anne sütüyle karşılanmalıdır. Tüm dünyada son 20 yıldır bebek beslenmesinin ana kaynağı, anne sütü olarak kabul ediliyor. Bu nedenle bebeğin doğar doğmaz (ilk 30 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 dakika) anne sütü emmesi ve ilk altı ayda beslenmesinde sadece anne sütü verilmesi gerekiyor Süt oluşumu: Meme dokusu, yağ ve bağ dokusu ile desteklenen memenin süt yapımını sağlayan kesecik ve kanallardan oluşur. Kesecikler ve kanalcıklar üzüm salkımı şeklinde kümeler teşkil ederler ve sonra kanalcıklar geniş süt kanallarına dökülürler. Bu geniş süt kanalları her bir ana bölgenin (lob) süt salgısını toplar. Her bir memede bu loblardan 15-20 adet vardır ve bunların kanalları genişleyerek meme başına ulaşır ve dışarı açılırlar. Bu süt yapıcı sistemin büyümesi pek çok 36 hormonal etkene bağlı olarak iki aşamada oluşur. Ergenlik ve gebelik döneminde gerçekleşen bu aşamalarda özellikle gebelik sırasında östrojen, progesteron ve prolaktin hormonlarının aşırı miktarda artmalarına bağlı olarak memenin süt yapan (glandüler ) dokusu artmaya başlar, kanallar uzar, dallanır ve süt yapan kesecikler büyür. Süt salgılanması progesteron etkisi ile baskı altına alınır. Doğumla birlikte hızla östrogen ve progesteronun ortadan kaybolması ile süt salgısı başlar. Sütün memeden fışkırması emme olayının negatif basıncına bağlı değildir. Arka hipofizden salınan oksitosin hormonununu kan yolu ile keseciklere ve kanallara ulaşarak miyoepitel hücrelerinin kasılmasını sağlar. Bu etki sütün ana kanallardan meme başındaki açıklıklara doğru fışkırmasına neden olur. Bu hormon aynı zamanda lohusalarda rahmin kasılıp küçülmesini de sağlar. Sütün devamı için prolaktin, sütün sağılması içinse oksitosin hormonu gereklidir. Bir annenin günlük ortalama ürettiği süt kaç mililitredir? Her anne iki bebek büyütecek kadar süt üretme kapasitesine sahiptir. Annenin günlük ürettiği süt miktarı 500 - 1500 mililitre arasında değişir. Başlangıçta memelerden damla damla gelen süt, doğumdan sonra üçüncü günde artmaya başlar ve beşinci günde ortalama 500 mililitre düzeyine ulaşır. İlk aylarda bebeğin alması gereken miktar nedir? Bu miktar her bebeğin gereksinimine, büyüme kapasitesine göre değişir. Günde altı kez bezini ıslatan, doğumdan sonra 15’inci günde doğum kilosuna ulaşan, ilk altı ayda, aylık en az 500 gram alan bir bebek yeterli miktarda anne sütü alıyor demektir. Anne sütünün içeriğinde neler var? Anne sütünün içeriği bebeğin gereksinimlerine göre düzenlenir. Her anne bebeği için en uygun sütü üretir. Daha kısa sürede eski kilosuna döner. Rahim daha çabuk toparlanır. Meme. rahim ve yumurtalık kanser riskini azaltır. Bebekle arasında yakın bir bağ kurulur. Psikolojik tatmin sağlar. Özel bir hazırlık gerektirmez. Ekonomiktir. Anne sütünün bebek için faydaları: Her zaman sterildir ve en uygun sıcaklıktadır Besin ögesi bileşeni bebeğin gereksinimlerine uygundur. Solunum yolu ve gastrointestinal sistem hastalıklarına karşı koruyucudur. Orta kulak iltihabı riskini azaltır.Tip-1 diabet. çölyak hastalığı gibi birtakım kronik hastalıkların oluşma riskini azaltır. Alerjiye karşı koruyucudur. Bebeğin ruhsal bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur. Anne sütünün hazmı kolaydır. Anne sütü alan bebeklerde kansızlık görülmez. Anne sütünde demir bağlayan laktoferrin denilen bir madde vardır. Laksatif ve diüterik özelliği vardır. İçerdiği bifidus faktör sayesinde bebeğin barsaklarında zararlı bakterilerin oluşumunu önler ve dolayısı ile ishale karşı koruyucudur. Anne, gebe, hasta, adet görüyor olsa bile sütü her zaman en iyi besindir. Çünkü bu dönemlerde bile süt kalitesi bozulmaz. Malnutrisyonu önler. Bebeğin sağlıklı kilo alınımı sağlar Anne sütü alan bebeklerde pişik karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür. İçerdiği hormonlar vitaminler ve immiünoglabülinler sayesinde hastalıklara karşı korunma ve bebek ölümlerinde azalma sağlar. Doğumdan sonra süt yapımını nasıl hızlandırırız? Doğumdan sonra en geç bir saat içinde bebeğinizi göğsünüze yatırın. İlk dört saat, saat başı bebeğinizi memenize koyun. Daha sonraki ilk 12 saat içinde her 2 saatte bir emzirin. Hastanedeyken günde en az 8 kez, tercihen 10 - 12 kez emzirin. Bebeğiniz memedeyken 2 - 3 emme hareketinde bir yutkunma yapmıyorsa, 37 memenize nazikçe bastırarak masaj yapın. Bebeğinizin düzenli olarak her iki memeyi de emmesine dikkat edin. Kendiniz için yatak istirahatına özen gösterin. İlk altı ayda bebeğe su vermenin sakıncası ne? Su bebeğin doymasına yol açarak anne sütü almasını engeller ve anne sütünden yararlarını olumsuz etkiler. Emziren annenin psikolojik olarak desteklenmesi, rahat ve mutlu olması gerekir 1. Çalışan anne bebeğini iş yerine götüremiyorsa sütünün kesilmemesi için anneye sütün nasıl sağılacağı gösterilmelidir. Bu şekilde sütün göğüslerde birikip dolgunluk yapması da önlenir. 2. Sağılmış anne sütü her türlü hazır mamadan daha faydalıdır. 3. Süt sağıldıktan sonra temiz bir kaba konur ve bebeğe bakan kişi tarafından anne işte iken bebeğe verilir. 4. Sağılmış süt bebeğe kaşıkla verilmelidir. Bu dönemde kesinlikle biberon ve emzik kullanılmamalıdır. Kaşıkla beslenen bebek anne işten döndükten sonra tekrar emmek isteyecektir. Anne sütüyle besleme ne durumda? Ülkemizde her yıl yaklaşık olarak 1,5 milyon doğum olmaktadır. Anneler bebeklerini emzirmek istiyor ancak erken dönemde (altı aydan önce) tamamlayıcı besinlere başlıyorlar. Yalnız anne sütü ile beslenme oranı 2. ayın sonunda %43, 5. ayın sonunda % 10 lara düşmektedir. Hazır mama verme oranları emzirilen bebeklerde 4, ayın sonunda %40' lara çıkmaktadır. Oysa bilimsel araştırmalara göre önerilen beslenme şekli, doğumdan sonra ilk altı ay su bile verilmeden yalnız anne sütüyle bebeği beslemektir. Daha sonra altıncı Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 ayda uygun tamamlayıcı ya da ek besinlere başlandıktan sonra emzirmenin iki yaşına kadar devam ettirilmesi gerekiyor. Buna doğal beslenme deniyor. Süt verme sırasında problemler Memelerin şişmesi Yeterince emzirmeme ya da aşırı tatlı yeme ve sıvı alımı sonucu memelerde süt birikimi olur. Buna bağlı ağrılar olabilir. Memeler gergin, üzerinde damarlar gözükür hale gelir, kızarık ve sıcak olurlar. Bu durumda; 1. İstirahat edin, 2. Bebek istedikçe sık sık emzirin, 3. Bebek memeyi boşaltamazsa sütü elle yada pompa ile mutlak boşaltın, 4. Süt çok fazla ise atmayın! anne sütü oda sıcaklığında 8 saat buzdolabında 2 gün bozulmadan kalabilir. 5. Meme çok sert ve ağrılı ise sıcak havlu ile kompres yapın. Sağdığınızda süt ile masaj yapıp sonra bebeğe verin, hala sert ise sıcak komprese devam edin ve mutlaka pompa ile boşaltın! 2. Emzirme işlemi bittikten sonra bir damla süt ile meme başını ıslak tutun.. 3. Tatlı ve sıvıyı azaltın. 4. Birkaç gün pompa ile sütü boşaltın. 5. Bebeği meme başına yerleştirmiş olduğunuz silikon meme başı ile emzirin. 6. Silikon uçla emziremezseniz, sütü sağıp temiz bir kaba koyarak bebeği kaşıkla besleyin. 7. Sütü sağmadan önce memenizi ıslak sıcak kompresle yumuşatın. Meme ucunun içeri çökük veya kısa olması Meme başlarının çok kısa olması ve bu nedenle bebeğin bunları tutamaması annenin doğumsal olarak kısa meme başına sahip olmasıdır. 1. Doğum hekimini gebelik sırasında bu durumdan dolayı uyarın ve danışın. 2. Gebelik sırasında ve Meme başlarında yarık ve çatlaklar Özellikle uzun emzirme sonucu meme uçlarında tahriş ve bu tahrişlere bağlı çatlaklar oluşur. Çat- laklardan giren bakteriler meme iltihapları ve apselere yol açabilirler. Bunları önlemek için; 1. Bebeğinizi memeye uygun pozisyonda yerleştirin ve sık sık emzirin.. lohusalıkta meme uçlarının esnemesini kontrol edin. 3. Meme ucunu dışarıya çıkartabilmek için ters yöndeki elin iki parmağı arasında meme başını gerip ve uzatmaya çalışın,tüm gebelik boyunca bunu zaman zaman uygulayın. Gebelikte bu işlem rahim kasılmalarına neden olabileceğinden erken doğum riski açısından dikkatli olun. 4. Uzatma işini yapamıyorsanız, ilk günlerde silikon meme başı ile emzirin,ya da pompa ile sütü boşaltıp bebeğe kaşık ile verin. 5. Emzirirken meme başının siyah kısmının bebeğin ağzında olduğundan emin olun. Bebek memeyi emmek istemiyorsa 1. En sık neden pozisyon hatasıdır. Bebekte görülebilen yarık damak, yarık dudak, düşük doğum ağırlığı ve prematürelik (erken doğmuş bebek) gibi durumlarda bir diğer nedendir. 2. Bebek hasta olabilir, gribal enfeksiyon nedeniyle burun delikleri tıkalı olabilir, ağzında pamukçuk olabilir. 3. Bebek biberona alışmış olabilir. 4. Doğumdan sonra anne ve bebek ayrı kalmış olabilir, anne işi nedeniyle bebeği sık emzirmemektedir. 5. Anne sütünün yanı sıra bebeğe mama, şekerli su verilmiştir ve bebek bunlara alışıp anne sütünü istememektedir. Bu durumda; 1. Doğru bir emzirme pozisyonu olup olmadığını kontrol edin. Emzirmede en rahat pozisyon seçilmeli ve bebeğin başı ve gövdesi tam olarak anneye dönük olmalıdır. 2. Bebeği doktora götürün. 3. Gribal bir enfensiyon Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 38 düşünülmüşse doktorun verdiği serum fizyolojik ile düzenli olarak bebeğin burnunu temizleyin. 4. Her emzirmeden önce burun deliklerini kaynatılmış ılık suyla ıslatılmış fitil haline getirilmiş pamuk ile temizleyebilirsiniz. 5 Bebeği normal olarak emzirinceye kadar, sütünüzü temiz bir kaba boşaltıp bebeğe kaşıkla verin 6. Sabırla emzirmeyi deneyin. 7. Anne sütü dışında mama ve su vermeyin. Meme iltihabı ve absesi Meme kanallarından süt akışı kesintisiz olarak sağlanmazsa veya düzgün ve hijyenik koşullarda süt verilmezse, meme başındaki çatlaklardan giren mikroplarla meme iltihaplanır. Meme gergin, hassas, kızarık, derisinde damarlar belirgin hale gelir ve ağrır. Bu durumda; Hemen doktora başvurarak verilen ilaçları kullanınız. Emzirmeye devam ediniz. Emziremiyorsanız sütünüzü pompa ile boşaltınız. Ağrı için memeye ılık suyla pansuman yapabilirsiniz. Abse gelişirse absenin açılıp boşaltılması gereklidir. Abse boşaltıldıktan sonra hemen emzirmeye başlayınız Anne sütünün saklanması: Sağdığınız sütü dondurmadan 72 saat ve dondurulmuş sütü erittikten sonra 24 saat buzdolabında (+1 ile +4 derece arasında) saklayabilirsiniz. Buzlukta (-7 ile -2 derece arasında) 3 haftaya kadar, derin dondurucuda (-18 derece) 6 aya kadar saklanabilir. Donmuş sütü yavaş eritiniz, sıcak suyun altında bir kap içinde eritme yapılabilir ancak donmuş sütünüzü oda sıcaklığında bekleterek erimeye bırakmayın. Eritilmiş sütü tekrar dondurmayın. Sağlık Bakanlığı da bebek dostu hastaneler projesi dahilinde ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi, 6 aydan sonra ek gıdalarla beraber 2 yaşına kadar emzirmenin sürdürülmesini desteklemektedir. Bu konuda personelini eğitebilen ve bunun için fiziki şartlarını hazırlayarak 39 hastalarına gerekli desteği ve eğitimi veren ve birtakım başka birtakım kriterleri yerine getirebilen hastanelere de Bebek Dostu Hastaneler ünvanı verilmektedir. Hastanemiz Kadın Doğum servisi olarak bebek dostu hastane ünvanımızı almış bulunmaktayız. Emzirme ile bilgi ve destek almak için bebek dostu hastanelerden gerekli eğitim ve desteği alabilirsiz. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 OP. DR. FUNDA ARPACI ERTUĞRUL ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr. Doğum Sonrası Aile Planlaması Doğum sonrası dönem, kadınların aile planlaması yöntemlerine en sıcak baktığı ve yönteme uyumun en yüksek olduğu dönemdir. Bununla birlikte yapılan çalışmalar birçok kadının tıbbi tavsiye almadan bir aile planlaması yöntemine başladığını göstermektedir. Maalesef kadınların çoğunun özellikle doğum sonrası üreme fizyolojisiyle ilgili bilgisi çok sınırlıdır ve aile planlaması ile ilgili bilgilerini medya, aile ve arkadaş çevresi gibi kaynaklardan edinmektedirler. Yine çok sayıda kadın doğum sonrası aile planlaması yöntemlerinin yan etkileri ve riskleri gibi tedirginlikler yaşamaktadır. Doğum sonrası aile planlaması ile ilgili danışmanlık için ideal dönem gebelik takipleri dönemidir. Böylelikle doğum sonrası hemen uygulanabilecek olan rahim içi araç, tüp ligasyonu gibi yöntemlerle ilgili planlama da yapılmış olur. Son 20-30 yıl içinde emzirme, doğum sonrası adet görmeden geçirilen dönem ve korunma ile ilgili hızlı bir bilgi artışı olmasına rağmen yumurtlamanın dönüş zamanı ve doğum sonrası aile planlaması ile ilgili karışıklıklar devam etmektedir. Doğum sonrası adet görmeden geçirilen dönemin süresi değişkendir ve birçok faktöre bağlıdır. Özellikle emzirme ile arasındaki pozitif ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Aile planlamasına, yumurtlamanın geri dönmesindeki gecikmeye bağlı olarak doğum sonrası ilk 3 haftada ihtiyaç duyulmamaktadır. Fakat takip eden dönem için bunu söylemek mümkün değildir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 40 Doğum Sonrası Adet Görmeden Geçirilen Dönem Gebeliğin sonundan adet kanamasının başlamasına kadar geçen zamandır. Bu süreç için net bir süre söylemek mümkün değildir. İleri anne yaşı, çok doğum yapma, doğumlar arası aralığın uzun olması, emzirme sıklığı ve süresinin uzun olması gibi değişik parametrelere bağlı olarak uzadığı görülmektedir. Bunlar içinde en önemli faktör emzirmedir. Doğumla birlikte östrojen ve progesteron hormon seviyelerinde ani ve büyük miktarda azalma olur. Bu da progesteronun süt sentezi üzerindeki baskılayıcı etkisini ortadan kaldırır. Doğumdan sonra plazma prolaktin seviyeleri gebelikteki seviyelerden daha alt seviyelere düşse bile her emzirme, plazma düzeyinde artışı tetikler. Prolaktin direk olarak beyindeki adet döngüsünü kontrol eden hormonların salgılanmasını azaltır. Bu, adet görmemenin en önemli nedenlerinden biridir. Bunu önce yumurtlamanın olmadığı adet döngüleri sonra yumurtlamayı izleyen adet döngüleri takip eder. Tüm bu bilgilere rağmen, bu mekanizma tam olarak henüz açıklanamamıştır. Doğum sonrası adet görmeden geçirilen dönemin süresi ile emzirme arasındaki pozitif ilişkinin tersine; eğitim seviyesi ve sosyoekonomik statü artışı ile negatif bir ilişki gösterilmiştir. Bunun en büyük sebebi kadınların çalışma hayatı içine girmeleri içeriği nedeniyle anne sütünün kalite ve miktarında azalmaya neden olurlar ve damar içi pıhtılaşma-damar tıkanıklıklarına eğilimi artırmaları nedeniyle doğum sonrası ilk 6 ay başta olmak üzere, neredeyse emzirme DOĞUM SONRASI AİLE döneminin hiçbir evresinde tercih PLANLAMASI YÖNTEMLERİ edilmezler. Ancak düşük doz östrojen içeriği olan (35 mg veya daha az) Adet ve Yumurtlamanın Yeniden Laktasyonel Amenore Metodu(LAM) tabletler 6. haftadan sonra gerekirse 3 şartın sağlanması gereklidir: Başlaması başlanabilir. Anne sütü ile östrojen Doğumdan sonra ilk adet zamanı kadının Doğum sonrası ilk 6 ay içerisinde alımına bağlı bir yan etki yada büyüme Anne adet görmüyor olacak emzirme durumuna göre değişiklik gelişme üzerine olumsuz bir etki gösterir. Emziren bir kadında ilk adet Düzenli emzirme (günde en az 5 kez, gösterilmemiştir ancak bu konuda daha doğum sonrası 2. aydan 18. aya kadar toplamda 65 dakikadan ve her saferinde fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır. değişebilen bir süreçte başlayabilir. Genel 10 dakikadan uzun süreyle) olacak Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kombine olarak ilk adetn doğum sonrası 6. hormonal kontraseptifler (oral, enjektabl, haftada başlama oranı %33, 6. ayda Doğru uygulama ile yöntem başarı oranı vajinal ring, patch) %70 ve 12. ayda %87’dir. Fakat kadın en az %98 dir. Emziren kadında emzirmiyorsa, ilk adet 6. hafta öncesi kesin ortalama doğumdan sakıncalı Emzirmeyen anneler Emziren anneler 6-8 hafta sonra Doğumdan sonra en erken adet 6-8 hafta sonra 2-18 ay sonra 6 hafta-6 ay arası başlar. İlk adette yumurtlama olma oranı %50 %14-75 (%45) bilinen riskleri, Adet kanaması başlama oranları İlk 3 ayda %65 İlk 3 ayda %9-30 kullanımının getirdiği İlk 6 ayda %90 İlk 6 ayda %19-53 Emzirme dönemindeki avantajlardan fazla Tablo 1. Doğum sonrası adet kanaması ve yumurtlama başlangıç oranları adet döngülerinin olduğundan ancak %45’inde kullanılmamalı yumurtlama olduğu ve 6. aydan sonra emziren kadınlarda gebelik riskinin yılda Laktasyonel amenore metodu, doğumdan avantajları bilinen risklerinden fazladır yaklaşık %4 olduğu gösterilmiştir. sonra 6. aya kadar bebeğine ek besin ve kullanılabilir Adetlerin başlamasından daha çok vermeyen ve sık aralıklarla emzirmeye Emzirmeyen kadında emzirmenin devam ediyor olması, devam eden kadınların bunu bir doğum İlk 21 günde bilinen riskleri gebelikten korunmada önemlidir. kontrol yöntemi olarak kullanmasıdır. Ek kullanımının getirdiği avantajlardan Emzirme, gebelik oranını %47 azaltır. gıda verilmeye başlandığında, adet fazla olduğundan kullanılmamalı Doğumdan sonra annelerde adet kanaması başladığında ya da doğum 21. günden sonra kullanımı güvenli kanaması ve yumurtlamanın ne zaman ve sonrası 6. aydan sonra mutlaka ek ne oranda başladığı Tablo 1’de korunma yöntemine ihtiyaç vardır. Progestogen-Only Pills (Mini haplar) özetlenmektedir. Enjektabl Depo MedroksiprogesteronYumurtlamanın başlamasındaki gecikme Noretisteron (3 ayda bir yapılan nedeniyle doğum sonrası ilk 3 haftada Doğum sonrası seksüel enjeksyonlar) aile planlaması yöntemine ihtiyaç yoktur fonksyonlar Levonorgestrel- Etonorgestrel Fakat sonrasında emziren kadınlarda 3. Doğum sonrası seksüel problemler İmplantları (Cilt altına yerleştirilen ayda, emzirmeyen ya da aralıklı emziren oldukça yaygındır. Çiftlerin %50’sinde 6. implantlar) kadınlarda 4. haftada bir aile planlaması haftaya kadar cinsel ilişki başlarken, Sadece progestin içeren aile planlaması metoduna geçilmelidir. %15’inde bu süre 6. aya kadar uzamıştır. yöntemleri sütün kalitesini İlk 8 hafta içerisinde %50’den fazla etkilemedikleri ve miktarını artırdıkları Kombine Hormonal kadın ilişki problemleri yaşamış ve en sık için anne sütü veren kadınlarda tercih olarak ağrı, depresyon ve yorgunluk Kontraseptifler edilebilirler. İlk 6 haftada kullanımı ile şikayetleri saptanmıştır ilgili yenidoğanda yan etkisi (Östrojen+Progestin) Emziren annelerde emzirmeyenlere gösterilmemiş olmakla birlikte hayvan Etkinlikleri daha yüksektir fakat östrojen ve emzirmenin düzensizleşmesidir. Yapılan çalışmalar; çalışanlarda 14. ayda, çalışmayanlarda ise 22. ayda sütten kesilmenin gerçekleştiğini göstermiştir. Ortalama sütten kesilme yaşını 19 ay olarak belirlenmiştir. göre daha sık cinsel istek kaybı izlenmiş ve bu durum süt hormonu prolaktinin yüksek kan düzeyleri ile ilişkilendirilmiştir. 41 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 deneylerinde beyin gelişimi üzerinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından emziren kadınlarda 6. hafta öncesinde kullanılmaması önerilmiş, 6. hafta sonrası güvenle kullanılabileceği bildirilmiştir. Bundan önceki dönem için ise gebeliği engellemek amacıyla geçici olarak kondom, spermisidler ya da servikal başlıklar kullanılabilir. Emzirmeyen kadınlarda ise ilk 21 günde de başlanabilir, güvenlidir. Fakat gebelik oranları biraz daha yüksektir ve düzensiz kanamalara neden olabilirler. yenidoğanın steroid hormon maruziyeti nedeniyle ilk 4 hafta uygulama sakıncalı, sonrasında güvenlidir. Bariyer yöntemler Kondom doğum sonrası her dönemde güvenle kullanılabilir ancak kanamanın devam ettiği ve gemital organlarda toparlanmanın tamamlanmadığı ilk 6 hafta içinde diafram ve servikal başlık güvenli değildir. Ayrıca doğum öncesi kullanılan diafram ve Servikal başlık doğum sonrası küçük gelebilir. Uygun boy için tekrar deneme yapılmalıdır. Postpartum tüpligasyonu Rahim İçi Araçlar Doğum sonrası yüksek etkinlik ve güvenle kullanılan yöntemlerdendir. Doğumdan hemen sonra, ya da ilk 48 saatte yerleştirilebilir. Enfeksiyon şüphesi, ateşi olan, su kesesi erken açılan, doğumda aşırı kanaması olan hastalarda kullanılmamalıdır. İlk 48 saatte yerleştirilen rahim içi araçlar, geç dönemde uygulamaya göre çok daha sık dışarı atılır. Yine normal doğum sonrası yerleştirildiğinde sezeryanda uygulamaya göre daha sık atılır. Rahim delinmesi ve enfeksyon doğum sonrası ilk 8 haftada daha sık olduğundan 8. haftadan sonra uygulanmalıdır. Bu sınır Dünya Sağlık Örgütü tarafından 4 haftaya çekilmiştir. İlk 48 saatte ve 4. hafta sonrası uygulama güvenli, arasındaki dönemde ise sakıncalı olarak bildirilmiştir. Bakır içeren rahim içi araçlardan farklı olarak hormonlu rahim içi araçlar ise emziren kadınlarda Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 İlk haftada ya da 6. haftadan sonra yapılabilir. Su kesesi erken açılan, ciddi tansiyon problemi, enfeksyon bulguları ve ateş, ciddi kanama, genital kanalın ciddi yaralanmalarında tüp ligasyonu geç döneme ertelenmelidir. Takvim yöntemi ve koitus interruptus (Geri çekme) Doğum sonrası dönemde her şeye rağmen çiftlerin en çok tercih ettiği yöntem, emzirmeyi hariç tutacak olursak takvim yöntemi (ritim metodu) ya da koitus interruptus (geri çekme) yöntemleridir. Özellikle çiftler arasında kısa süreli kullanımda en 42 sık tercih edilen korunma yöntemlerinden biri, geri çekme yöntemidir. Yapılan çalışmalarda halen kadınların %34,5’i modern korunma yöntemlerini kullanırken %28,1’i geleneksel yöntemleri kullanmaktadır. Ana mekanizma, tahmin edilen yumurtlama zamanı öncesi ve sonrası dönemde ilişkiye girmeme veya vajen dışına boşalmadır. Her ikisinde de gebelik oranları yüksek olduğu için tavsiye edilmemektedir. Acil kontrasepsiyon (Ertesi gün hapları) Post coital yöntem ya da ertesi gün hapları emzirme döneminde önerilmemektedir. SONUÇ Toplumumuzda doğum sonrası dönemde istenmeyen gebelik oranları oldukça yüksektir. Emzirmenin anne ve bebek sağlığı açısından yararlı etkilerinin yanı sıra en önemli avantajlarından biri de doğal bir aile planlaması yöntemi oluşudur. İlk 3 haftada korunmaya ihtiyaç yoktur, ama takip eden dönemde emzirmeyen annelerde postpartum 4. haftada ve emziren annelerde ise postpartum 3. ayda korunma yöntemlerinden birine mutlaka geçilmelidir. PALALILAR inşaat&otomotiv Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta General Zeki Doğan Mahallesi’nde OTURMAYA HAZIR VEYA İNŞA ATTAN 2+1 3+1 4+1 5+1 LÜX DAİRELER Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan yatırıma uygun yaşam alanları... Konutlarımız belirli sayıdadır. Arayın fiyat avantajlarını konuşalım... w ww.ta s p a i n s a at. com www.palalilar.com S a tı ş Ofis i: Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B Tel: (0312) Mamak - ANKARA 365 52 90 www.avecreklam.com S AT I L I K UZ. DR. BANU SEVEN ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr. Doğum Sonrası Hüzün ve Doğum Sonrası Depresyon Annelik hüznü Doğum sonrası dönemde annede, geçici kendini sınırlayacı ruhsal durum değişiklikleri olabilmektedir. Doğum yaptıktan sonra annelerin çoğu psikolojik çöküntü yaşayabilmektedir. Bu durum doğum sonrası hüznü şeklinde de adlandırılmaktadır. Gerginlik, yeni doğum yapmış her kadının sorunudur. Yeni anne adayları psikolojilerindeki bozulmadan rahatsız olsalar bile çoğunlukla önüne geçmekte zorlanırlar. Bu durum çok normal ve geçici bir durumdur. annelerin %50-80’ini etkilediği bildirilmektedir. Doğum sonrası en sık karşılaşılan problemlerden biridir. Annelik hüznü genellikle doğum sonrası 3.-4.günde ortaya çıkar; belirtiler geçici olup, 1-2 günden 1-2 haftaya kadar sürebilir. Belirtiler hafif düzeyde olduğundan, tablo kendini sınırlayıp müdahale gerektirmeyebilir ve yeni Annelik hüznünün nedenleri araştırılırken birçok hormonal ve sosyodemografik etken araştırılmasına rağmen sonuçlar çelişkilidir. Annelik hüznünün başlangıç zamanlaması doğum sonrası östrojen ve progesteron düzeylerinin ani düşüşü ile eş zamanlıdır. Bu da bu durumun hormonal bir nedeninin olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca kişinin daha önceden psikiyatrik rahatsızlığı varsa, doğum sonrası dönem çok riskli dönemdir. Biyolojik yapı, çevresel faktörler, evlilik sorunları, aile sorunları, zor doğum gibi etkenlerin hepsi tetikleyici olabilir. Annelik hüznü yaşayan kadınlarda genellikle; ağlama, yorgunluk, uyku bozukluğu, anksiyete, sinirlilik, duygu durumda hızlı değişiklikler, konsantrasyon güçlüğü, eleştiriye aşırı duyarlılık, Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 44 kayıp ve keder duyguları görülür, ancak kadınların işlevselliğini ve bebeklerine bakımını etkilemez. Annelik hüznünde ilaç tedavisine gereksinim duyulmaz. Belirtilerin şiddeti azalarak genelde iki hafta içerisinde iyileşir. Ancak belirtiler beklenen süre içerisinde düzelmedi ise, depresyona dönüşme riski açısından dikkatli olunmalıdır. Annelik hüznü yaşayan anneler, ailesi ve sağlık personeli tarafından desteklenmeli, annelik hüznü ile nasıl baş edebilecekleri konusunda bilgilendirilmeli ve bebek bakımına ilişkin bilgi eksiklikleri saptanarak giderilmelidir. Ailenin desteği bu noktada çok önemli. Aslında kültürel olarak bizim geleneğimizde olan lohusalık dönemi kadını çok rahatlatan bir süreçtir. Yani biz kültürel olarak da doğum sonrası kadın için hazırlık yapıyoruz. Çünkü doğum sonrası yalnız kalmak kadını çok olumsuz etkiler, kadın o dönemde yalnız kalacağı, annelik yapamayacağı endişesine kapılabilir. Ayrıca doğum öncesi dönemde gebelere, görülebilecek annelik hüznü belirtileri ve bu belirtilerin 7-10 gün içinde özel bir tedaviye gerek kalmadan düzeleceği konusunda bilgi verilmelidir. Annelik hüznü semptomları iki haftadan daha uzun sürerse, kadınların hastaneye başvurması gerekmektedir. Doğum sonrası depresyon Depresyon, oluşma nedenleri, gidişi ve tedavisi açısından oldukça karmaşık olan bir ruhsal bozukluktur. Depresyon sadece ruhsal bir çöküntüden ibaret değildir, aslında depresyon olarak isimlendirilen belirtiler ve bulgular kümesidir. Genel anlamda depresyon derin üzüntülü bir duygu durum içinde düşünce, konuşma ve harekette yavaşlama, durgunluk, değersizlik, suçluluk, yorgunluk, dikkat ve konsantrasyon azalması, karamsarlık duygu ve düşünceleri ile fizyolojik işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri içeren bir durumdur. Depresyonun yaşam boyu görülme olasılığı %5-11 arasında değişmektedir. Kadınlarda ise bu oran %14-21 arasında değişmektedir. Yapılan 45 çalışmalarda, ülkeden ya da kültürden bağımsız olarak kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla majör depresif bozukluk görüldüğü bulunmuştur. Hastalık başlangıcı 20-40 yaş arasında en üst düzeye ulaşır. Bugün depresyonunun etyolojisi ve fizyopatalojisine ilişkin birçok çalışma yapılmasına karşın, bu hastalığın tam nedeni henüz belirlenememiştir. Depresyonun oluşmasında genetik, biyokimyasal, psikodinamik ve psikososyal etkenlerin rolü olduğu kabul edilmektedir. Doğum sonrası depresyon görülme oranı %10- 20 arasında değişmektedir. Bu durum çok sıklıkla tespit edilmez ve tedavi edilemez. Çünkü çoğu kadın bu durumun bebek doğduktan sonra bir alışma periodu olduğunu düşünür ve depresyon belirtilerinin olağandışı olduğunu fark edemez veya bir problem olduğunu itiraf etmek istemez, iyi bir anne olduklarını ispat etme ihtiyacı duyarEğer tedavi edilmezse, semptomlar ortalama 7 ay sürer ancak 2 yılda sürebilir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Doğum sonrası depresyona yatkın anneleri; erken tanımak ve tedavi girişimlerinde bulunmak, hastalığın uzun dönemli olumsuz etkilerini en düşük düzeye indirmede yardımcı olacaktır. Bu nedenle doğum sonrası depresyon gelişimine yatkınlık yaratan risk etmenlerini bilmek ve riskli kabul edilebilecek anneleri yakından izlemek önemlidir. Bu etkenlerden zayıf aile ve evlilik ilişkileri, yakın geçmişte olan önemli yaşam olayları, sosyal destek yetersizliği, çocukluk döneminde aile ilişkilerinde bozukluklar, menstürasyon ile ilgili problemler, düşük sosyoekonomik düzey, düşük doğum ağırlığı, erken doğum ve annelik hüznü etkili faktörler olarak düşünülmektedir. Beklenmeyen bir erken doğum ve erken doğan bebeğin yoğum bakıma yatırılması anneye ilave psikolojik stress yaratmaktadır. Ülkemizde yapılan bir çalışmada doğum sonrası depresyon gelişimindeki yüksek risk etkenleri; işsizlik, düşük eğitim düzeyi, yoksulluk, yetersiz aile ilişkileri, erken yaşta evlilik, yetersiz sağlık hizmetleri, planlanmamış hamilelik, doğum öncesi bakım yetersizliği, erken yaşta hamile kalma, düşük yapma olarak tespit edilmiştir. Yine bu çalışmada bebeğin cinsiyeti ile depresyon gelişimi arasında bir ilişki olduğu tespit edilmiş, kız çocuğu sahibi olan annelerde depresyon gelişimi açısından daha yüksek bir risk olduğu gözlenmiş ve bu durum, kültürel olarak erkek çocuğun daha fazla tercih edilmesiyle ilişkilendirilmiştir. suçluluk hissi, ağlamaklı hal ve kontrolsüzce ağlama, hareket ve konuşmada yavaşlık, ajitasyon ve hiperaktivite, iştah bozuklukları, uyku bozuklukları, düşüncelerde karışıklık ve daha unutkan olma, duygusal dengesizlik, öfke hissi, ölüm ve intiharla ilgili düşünceler, konsantrasyon ve karar verme yeteneğinde azalma, keder, düşmanlık, enerji ve motivasyon kaybı, yoğun umutsuzluk, yalnızlık, korku, kontrol kaybı ya da çıldırma korkusu, yetersizlik ve kendine güvensizlik, yaşamı anlamsız bulma, kendini çaresiz hissetme –içe kapanma, cinsel isteksizlik, bebeğe karşı aşırı ilgisizlik, bebek için aşırı endişelenme, bebeğe zarar verme’ ile ilgili düşüncelerdir. Doğum sonrası depresyonu, doğum sonrası uyum reaksiyonlarından ayırt etmek amacıyla yapılan bir çalışmada; uyku ve beslenme bozukluğu, kilo kaybı, cinsel Doğum sonrası depresyon geçiren kadınların %60’ında bunun, onların ilk depresyon atağı olduğu saptanmıştır. Belirtileri, major depresyon belirtilerine benzemektedir. Bunlar; ‘kendini değersiz hissetme, anksiyete ve panik ataklar, Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 46 isteksizlik gibi belirtilerin normal doğum sonrası dönemde de görülebildiği, ancak enerji kaybı, duygu durum bozukluğu belirtileri, suçluluk duyguları, bir işe yoğunlaşmama, ilgi ve istek kaybı gibi belirtilerin yalnızca depresif annelerde görüldüğü saptanmıştır. Sonuç olarak tüm sağlık çalışanları başta olmak üzere özellikle birinci basamakta çalışan aile hekimleri ve yardımcı sağlık personeli hastalarını mutlaka biyopsikososyal yönden takip etmelidirler. Yukarıda belirtilen risk etmenleri göz önünde bulundurularak hasataların kliniğine göre doğum sonrası depresyon vakaları titizlikle takip edilmelidir. Gerektiğinde hem psikolojik hem medikal destek sağlanmalıdır, ciddi vakalar profesyonel destek için psikiyatri kliniklerine yönlendirilmelidir. I DOÇ. DR. K. MURAT ÖZCAN ANEAH 4.KBB Kliniği Başasistanı Horlama ve Tıkayıcı Uyku Apnesinde Cerrahi Tedavi Horlama, uykuda apne, hipopne gibi solunum bozuklukları ile birlikte olabileceği gibi, tek başına sosyal bir problem olarak da bulunabilir. Horlama sıklığı yaş ilerledikçe artma eğilimindedir. 30-35 yaş arasında erkeklerde %20, kadınlarda %5 olan horlama sıklığı, 60 yaşında erkeklerde %60’a, kadınlarda ise %40’a çıkmaktadır. Horlama ve uykuda solunum bozukluğu olduğunu düşündüğümüz hastaların ayrıntılı anamnez ve fizik muayenelerini yaptıktan sonra tedavi kararını vermeden önce, genellikle polisomnografi ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerek anamnez gerekse fizik muayene bulguları bize hastalığın saf horlama mı yoksa beraberinde tıkayıcı uyku apne hastalığı (TUAH) gibi bir uykuda solunum bozukluğu olup olmadığı konusunda faydalı bilgiler verir. Anamnez, fizik muayene ve polisomnografi dışındaki tanı yöntemlerinin prediktif değeri tartışmalıdır. Klinik değerlendirmenin TUAH tespit etmede sensitivitenin %5060, spesifisitenin %63-70 olduğu bulunmuştur. Polisomnografi horlama ve uykuda solunum bozuklukları tanısında altın standart yöntemdir. Polisomnografide tüm gece boyunca nörofizyolojik, kardiyorespiratuar ve fiziksel parametreler eş zamanlı olarak kaydedilir. Daha sonra bu kayıtlar incelenerek hastalık hakkında ayrıntılı bilgiler elde edilerek kesin tanı konur. Saatteki apne hipopne sayısı yani Apne Hipopne İndeksi (AHİ) 5’in altında olan ve horlaması olan hastaların tanısı saf horlamadır. AHİ 5-15 arasında ise hafif TUAH, 15-30 arasında ise orta dereceli TUAH, 30 üzerinde ise ağır dereceli TUAH olduğu kabul edilir. Hastaya hangi tedavinin uygun olduğu kararını verirken göz önünde bulundurulması gereken kriterlerden en önemlisi AHi’dir. Genel tedavi yaklaşımı saf horlama veya hafif dereceli TUAH olan hastalarda ağız içi apareyler veya değişik cerrahi Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 48 yöntemlerle hastanın üst solunum yolundaki obstrüksiyona neden olduğunu düşündüğümüz patolojiyi düzeltmektir. Ağır dereceli TUAH’da pozitif havayolu basınç (PAP) tedavileri en uygun tedavi seçeneğidir. Orta dereceli TUAH olan hastalarda ağız içi araç, cerrahi müdahaleler veya PAP tedavileri uygulanabilir. Tüm gece boyunca elde edilen polisomnografi verilerinden AHİ değerlerine göre ana hatları çizilen bu tedavi seçimimizi etkileyen başka birçok faktör de vardır. Her hasta kendi özelinde değerlendirilerek yaşı, şikayetleri, ek hastalıkları, muayene ve tanı testlerindeki bulguları, polisomnografide AHİ değerleri dışında, hastalığın neden olduğu uyku yapısının bozuklukları, uyku evrelerine ve yatış pozisyonuna bağlı bozukluklar, uyku süresince ortaya çıkan oksijen satürasyon bozuklukları, apne hipopnelerin maksimum süresi, süre ortalamaları gibi birçok değişken bir arada değerlendirilip, uygun tedavi seçenekleri tespit edilmelidir. Hasta ile hastalığının özellikleri, neden olduğu veya olabileceği durumlar ayrıntılı bir şekilde paylaşılmalıdır. Uygun tedavi seçenekleri hastaya sunulup, hasta ile birlikte tedavi seçimi yapılmalıdır. Horlama veya TUAH olan hastalarda uygulanabilecek pek çok cerrahi tedavi seçeneği bulunmaktadır. Cerrahi yöntemlerin sınıflandırılması invaziv, noninvaziv veya faz I, faz II cerrahi gibi yapılabilse de cerrahi uygulanan bölgeye göre yapılan sınıflandırma daha kullanışlıdır. oluşmaktadır. RF enerjisi ile dokuda 75-85 derece ısı oluşması sağlanmakta ve etkisinin 6-8 Cerrahi tedavi yöntemleri 5 ana haftada tamamladığı grup altında incelenebilir. bilinmektedir. Yumuşak damağa 1- Nazal cerrahiler RF uygulaması genellikle 3 2- Orofarenks cerrahileri noktadan yapılmaktadır. RF 3- Dil köküne yönelik cihazının 1 cm aktif 1 cm pasif cerrahiler ucunun yumuşak damağa kas 4- Maksillomandibüler içine yerleştirilmesi ile uygulanır ilerletme (Resim 1) Toplam 3 uygulamada Yumuşak damağa radyofrekans uygu 5- Trakeotomi yumuşak damağa verilecek enerji lamak için ucun yerleştirilmesi genellikle 1000 joule olacak şekilde ayarlanır. Genellikle çoklu 1- NAZAL CERRAHİLER PAP tedavisinde ihtiyaç duyulan basıncı uygulamalar gerekmektedir. Erken Hastanın rinolojik değerlendirmesinde düşürerek PAP tedavi uyumunu artırmak dönemde başarı oranı yüksek olsa da, septum deviasyonu, konka hipertrofisi, mümkündür. uzun dönemde başarısı düşmektedir. nazal polip, valv kollapsı gibi tıkanıklığa neden olabilecek bir patoloji tespit edilirse bu patolojilere yönelik cerrahiler yapılabilir. Nazal havayolunu açmak için septoplasti, nazal konkaları küçültmeye yönelik alt konka radyofrekans, koterizasyon, konka SMR, turbinoplasti, mikrodebrider ile konka redüksiyonu gibi cerrahiler, nazal polipoziste endoskopik sinüs cerrahisi, nazal valv cerrahisi gibi yöntemler kullanılabilir. Nazal cerrahilerin horlama ve TUAH iyileşmesi üzerine etkileri tartışmalıdır. Saf horlamada etkinliği olduğunu fakat apne hastalarında fazla etkinliği olmadığı bildirilmiştir. Nazal cerrahi orta veya ağır dereceli apne hastalarına PAP tedavisini kullanabilmeleri için önerilmektedir. Nazal cerrahiler sonucu Anterior palatoplasti uygulanacak hasta da insizyon yapılacak dikdörtgen alanın görünüm ü 2-OROFARENKS CERRAHİLERİ B- PALATAL İMPLANT Saf horlama veya hafif-orta TUAH tespit edilen hastalarda gevşek yumuşak damak, uzun uvula ve lateral farengeal bant hipertrofisi gibi bulgular tespit edilirse, yumuşak damak ve orofarenkse yönelik cerrahiler uygulanabilir. Yumuşak damağı sertleştirmek için polietilen implantların damak içerisine yerleştirilmesidir. Yumuşak damakta kronik inflamasyon, fibröz kapsül formasyonu ve intrasellüler matriks infiltrasyonuna bağlı fibrozis oluşur. 18 mm uzunluğundaki implant orta hat ve iki lateraline toplam üç adet özel aplikatör yardımı ile yerleştirilir. Postoperatif implant atılması ve boğazda takılma hissi sık görülür. Yumuşak damak ve orofarenks bölgesine yönelik sıklıkla uygulanan cerrahi tedaviler; A-Yumuşak damağa radyofrekans uygulaması B- Palatal implant C- Uvulopalatofarengoplasti D- Uvulopalatal flep E- Lazer yardımlı uvulopalatoplasti F- Transpalatal ilerletme G- Anterior palatoplasti H- Lateral farengoplastidir. A- YUMUŞAK DAMAĞA RADYOFREKANS UYGULAMASI Radyofrekans (RF) enerjisinin yumuşak damakta kas içine uygulanması ile dokuda ısınma, protein koagülasyonu, kollajen kontraksiyonu ve dokuda yeniden şekillenme 49 C- UVULOPALATOFARENGOPLASTİ (UPPP) TUAH olan hastalarda, yumuşak damak ve uvuladaki anatomik bozuklukları düzeltmek amacıyla 1981’de Fujita tarafından popülarize edilmiştir. Tonsillektomi sonrası uvula ve yumuşak damak inferior kısmının rezeksiyonu yapılır. Tonsil plikaları ve eksize edilen bölgedeki yumuşak damak mukozası karşılıklı dikilir. Cerrahi sonrası kanama, velofarengeal yetmezlik, boğazda kuruluk veya yabancı cisim hissi gibi komplikasyonlar görülebilir. 1981’den sonra tüm dünyada sıklıkla kullanılmaya başlayan ve TUAH cerrahisi denilince ilk akla gelen cerrahi teknik olan UPPP, son yıllarda popülerliğini kaybetmiştir. Erken Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 dönemde elde edilen başarı oranının uzun dönemde düşmesi ve sık görülen komplikasyonlar nedeniyle son yıllarda çok az tercih edilmektedir. D- UVULOPALATAL FLEP Uvulopalatofarengoplastinin modifikasyonudur. Uvulanın ayna görüntüsü şeklinde bir insizyonla yumuşak damak ve uvuladan mukoza ve submukoza çıkarılır. Kalan uvula superiora doğru rotasyon yaptırılarak suture edilir (Resim 2). Tonsillektomi ile birlikte yapılabilir. Amaç UPPP sonrası görülen komplikasyonları azaltmaktır. E- LAZER YARDIMLI UVULOPALATOPLASTİ (LAUP) CO2 laser yardımı ile uvula ve yumuşak damağı kısaltmak amaçlanır. 1990 yılında Kamami tarafından ilk seri yayınlanmıştır. Daha az kanama riski vardır ancak postoperatif ağrı diğer yöntemlere göre daha fazla olur. 1995 yılında en fazla tercih edilen TUAH cerrahisi olduğu bildirilmiştir. Uzun dönem başarının düşmesi ve postoperatif boğazda yabancı cisim hissinin sık olması, son yıllarda bu cerrahi tekniğin uygulanma sıklığını azaltmıştır. F- TRANSPALATAL İLERLETME Sert damak arka parçasının rezeke edilerek yumuşak damağı öne ilerletmek amaçlanmaktadır. Yumuşak damaktan sert damak üzerine doğru yapılan insizyon sonrası yumuşak damak sert damak birleşim yeri ortaya konur. Sert damaktan rezeksiyon yapılır. Tekrar sert damak yumuşak damak devamlılığı sütürasyonla sağlanır. Uygulanması zor bir cerrahi yöntemdir. G- ANTERİOR PALATOPLASTİ İlk olarak 2009 yılında Pang tarafından tanımlanmıştır. Yumuşak damak ortasından dikdörtgen şeklinde bir insizyon yapılır (Resim 3). Daha sonra mukoza ve submukoza çıkarılır (Resim 4). İnsizyon hattı 15-20 sütürle kapatılır (Resim 5). Tanımlandıktan sonra tüm dünyada ve ülkemizde sık kullanılmaya başlanmıştır. Uvulanın korunması nedeniyle yumuşak damak ve uvulaya uygulanan diğer cerrahilerde görülen Uvulopalatal flepin sütüre edildikten sonraki görüntüsü komplikasyonların görülme oranı çok azalmaktadır. Şu ana kadar bildirilmiş ciddi komplikasyonu yoktur (10). Kısa dönem sonuçları umut vaat etmektedir ancak uzun dönem sonuçları henüz yoktur. H- LATERAL FARENGOPLASTİ TUAH’da lateral farengeal bantlar önemli rol oynamaktadır. Lateral farengeal bantlar orofarenks hava pasajını yanlardan daraltarak apne oluşmasına neden olan önemli faktörlerdendir. Son yıllarda lateral farengeal bantların neden olduğu kollapsı azalmaya yönelik cerrahi teknikler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Cahali ilk olarak 2003 yılında lateral farengoplastiyi tanımlamıştır (11). Tonsillektomi sonrası superior farengeal konstrüktör kas palatofarengeus kasından diseke edilir. Palatofarengeus kası kesilerek superior ve lateral doğru flep hazırlanarak suture edilir. Lateralde kalan kısımda palatoglosus üzerine dikilir. Pang ve Woodson bu tekniğin modifikasyonlarını önermiştir. Lateral farengoplasti tekniğinin modifikasyonlarla geliştirilerek önümüzdeki yıllarda TUAH tedavisinde önemli rol oynayacağı düşünülmektedir. 3- DİL KÖKÜNE YÖNELİK CERRAHİLER TUAH tespit edilen vakalarda hipofarengeal darlık tespit edilebilir. Dil kökü hipertrofisi nedeniyle hipofarengeal darlık olan hafif orta dereceli TUAH olan hastalara dil köküne yönelik cerrahiler uygulanabilir. Dil köküne yönelik olarak uygulanabilecek cerrahi yöntemler; A- Dil kökü RF uygulaması B- Dil askısı C- Midline glossektomi D- Genioglossal ilerletme E- Hyoid süspansiyondur. A- DİL KÖKÜ RF UYGULAMASI Dil kökü için özel geliştirilmiş uç ile dil Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 50 kökü orta hat bölgesine 2-6 noktaya toplam 2000-3000 joule enerji verilmelidir. Lateralde nörovasküler yapılara zarar vermemeye dikkat edilmelidir. 4-6 hafta ara ile 5-6 seans uygulanması önerilmektedir. Dil kökü apsesi, kanama, hipoglossal sinir zedelenmesi dil ve ağız tabanında ödem ile üst solunum yolunda obstrüksiyon gibi ciddi komplikasyon gelişme riski mevcuttur. B- DİL ASKISI Mandibula iç kısmına yerleştirilen vidaya bağlı olan sütürler, özel geliştirilmiş iğneler yardımı ile dil kökünden geçirilir. Sütürler tekrar öne geçirilerek önde bağlanır. Dil kökü sütür yardımı ile öne alınmış olur. Genellikle kombine cerrahilerde tercih edilen geri dönüşümü olan bir yöntemdir. Sütür kopması, enfeksiyon, kanama riskleri vardır. çekilerek 90 derece çevrilir ve vidalanır. Dil kökünü öne çekmek amaçlanmaktadır. Alt dişlerde uyuşukluk, genioglossus kasının ayrılması, mandibula fraktürü gibi komplikasyonlar gelişme riski mevcuttur. Etkinliği de tartışmalı olan bu teknik son yıllarda sık kullanılmamaktadır. Anterior palatoplasti uygulanan hasta da mukoza ve submukoza eksizyonu sonrası görünüm E-HYOİD SÜSPANSİYON Amaç hyoid kemiği ve dil kaslarını öne çekmektir. İki şekilde yapılabilir. C- MİDLİNE GLOSSEKTOMİ a) Hyomandibular süspansiyon: Sirkumvallat papilla - vallekula arasından yaklaşık 2x4 cm boyutlarında dokunun ekstramukozal olarak çıkarılmasıdır. Lazer veya radyofrekans cihazları kullanılarak da yapılabileceği tanımlanmıştır. Eksizyon sonrası sütürasyon önerenler olduğu gibi sekonder iyileşmeye bırakılmasını önerenler de vardır. Komplikasyon ve morbiditesi yüksek işlemlerdir. İnfrahyoid kaslar kesildikten sonra hyoid D-GENİOGLOSSAL İLERLETME Alt çene gingivobukkal sulkustan 4 cm uzunluğunda insizyon yapılır. Mandibula ortaya konulur. Kemikte 20x10 mm boyutlarında tur yardımı ile pencere oluşturulur. Geniogloossus kasının yapıştığı yerde oluşturulan bu kemik pencere öne doğru kemik mandibulaya asılır. b) Tirohyoid süspansiyon: Suprahyoid kaslar kesildikten sonra hyoid kemik tiroid kartilaja sütüre edilir. Kombine cerrahilerde başarı oranını artırdığı gösterilmiştir. 4- MAKSİLLOMANDİBÜLER İLERLETME da sütürasyon sonrası görünüm Anterior palatoplasti uygulanan hasta 51 Faz II cerrahi olarak kabul edilir ve yüksek cerrahi başarıya sahip bir prosedürdür. Diğer cerrahilerden farkı farengeal hava yolunda tüm lümeni genişleten cerrahi yöntem olmasıdır. Maksillofasial gelişim anomalisi yani maksillomandibüler deformitesi olan hastalarda endikedir. Maksilla ve mandibulada osteotomiler yapılır. Öne alınan maksilla ve mandibula vidalar yardımı ile tespit edilir. Başarı şansı yüksek olan bu müdahalenin morbiditesi ve komplikasyon şansı da yüksektir. 5- TRAKEOTOMİ TUAH hastaları için ilk tanımlanan cerrahi müdahaledir. Günümüzde diğer cerrahi müdahalelerin gelişmesi ve PAP tedavileri sayesinde nadiren kullanılmaktadır. PAP tedavilerini tolere edemeyen, ağır TUAH’ı olan, hayati tehdit eden noktürnal hipoksemi ile ilişkili serebrovasküler hastalık, ciddi aritmiler, ağır akciğer hastalığı gibi ek hastalıkları olan hastalarda endikasyonu vardır. Morbiditesi yüksek ve hasta tarafından kabulü zordur. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Ankara’da Beş Yıldızlı Hizmet HEKİMEVİ 2007 yılında kurulan Ankara Hekimevi, 31 Mayıs 2010 tarihinde Sağlık Bakanlığı İdari Mali İşler Dairesi Başkanlığı Ankara Eğitim ve Dinlenme Tesisi Hekimevi adını alarak, başta güler yüzlü hizmeti, hastanelere olan konumu, kolay olan ulaşımı ve yüksek kalitedeki konaklama imkânlarıyla misafirlerine unutamayacakları bir hizmet sağlıyor. Ankara Hekimevi, 65 yatak kapasitesi, modern ve teknolojik odaları, 24 saat sıcak su, tek kullanımlık kişisel eşyalar, internet, odalarda mini bar buzdolabı ve klima ile siz konuklarının rahatlığını düşünüyor. Hekimevi süit oda, tek kişilik oda, iki, üç ve beşer kişilik odalarla çeşitli oda seçenekleri sunuyor. Hekimevi Müdürü, Yücel ŞİRİN.. Sabahları açık büfe kahvaltı hizmeti veren Ankara Hekimevi, 250 kişilik restoran kapasitesi ve profesyonel aşçıları tarafından hazırlanan Türk yemekleri ve zengin menüsüyle, balık çeşitleri, ızgara - kebap - pide çeşitleri, sıcak ve soğuk içecek hizmetiyle sizlere iyi bir konaklama imkanı sağlıyor. Eğitim ve konferanslar bu salonlarda daha etkili oluyor Hekimevi, eğitim salonlarıyla önemli toplantı ve konferanslara da ev sahipliği yapıyor. Eğitim odalarında havalandırma, konforlu koltuklar, ses yalıtımı, internet ve her türlü teknolojik ekipmanlar (tepegöz, slayt, perde, TV, video, simülasyon sistemi, VCD-DVD, ses sistemi) üst seviyede kullanılıyor. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 52 2 eğitim salonu ve 1 çalışma odasına sahip Hekimevi, Tedavi Hizmetleri, Temel Sağlık Hizmetleri ve Güncel Mevzuat gibi önemli toplantı ve organizasyonlarda konuklarına hizmet vermiştir. Hekimevi’ndeki toplantı salonları 60 kişilik sınıf düzeni ve 25 kişilik U düzeni şeklindedir. Sağlık Bakanlığı İdari Mali İşler Dairesi Başkanlığı Ankara Eğitim ve Dinlenme Tesisi Hekimevi’nde tüm sağlık personelleri, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı çalışanları ve eşleri ile alt ve üst soyları yararlanabiliyor. Ankara Eğitim ve Dinlenme Tesisi HEKİMEVİ Tel: (0312) 435 78 34 - 435 79 34 Fax: (0312) 432 17 75 Prof. Dr. Nusret Fişek Cad. No: 41 Sıhhiye / ANKARA www.ankarahekimevi.gov.tr 53 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 ÖZGE İLERİ Çağdaş Oda Müziği Çalıcıları 2004 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne Master öğrenimime başlamak için gittiğimde bu maceranın bana o ana kadar sadece enstumancı olduğumu, gerçekten müzisyen olmanın ne demek olduğunu öğreteceğinden habersizdim. Almış olduğum eğitim bana yüzyıllar öncesinin müziklerini teknik olarak "nasıl icra edeceğimi" pek tabii öğretmişti, fakat bu "klasik" çerçevenin içine yerleştirilen müziğin geçmiş zamanda nasıl o çerçevenin içinde var olduğunu bilmediğim gibi, kendi yaşadığım dönemin müzik dünyasında neler olup bittiğini görmem, master programında müzik teorisi dersi aldığım Profesör Mark Zanter’in beni “Contemporary Chamber Players” (Çağdaş Oda Müziği Çalıcıları), (kısaca CCP) grubuna dahil ettiği zamana denk düşüyor. O zamana kadar elime aldığım müzikleri tıpkı yabancı bir dili konuşamadan, sadece seslerin nasıl telaffuz edildiğini bilerek, Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 anlamlandırmadan okumak gibi icra ettiğimi fark ettim. CCP grubu, önlerine aldıkları neredeyse çarşaf büyüklüğünde notaları, çivilerle Çin Gongu’nun üzerinde yaptıkları denemelerle, sesleri tanıyıp bestecinin yazdığı müziğin provasını yapıyorlardı. Bu benim için sanki müzikle hiç bağlantısı olmayan birinin yaşayacağı şok kadar değişik, etkileyici, aynı zamanda anlamlandıramadığı bir tecrübe idi. İlk zamanlar bunun vakit kaybı, “uydur uydur söyle” mantığı ile yazılmış safsatalar olduğunu düşündüm. Gel zaman git zaman yaşayan bestecilerin müzikleri ve hatta bestecilerle birebir çalışmak bana inanılmaz keyif vermeye başladı. Çünkü hem kendi enstrumanımın bilmediğim, tanımadığım, yakınından geçmediğim özellikleri olduğunu keşfetmeye başladım, hem de yaşayan bestecilerle birebir fikir alışverişlerinde sadece bir enstrumancı olarak değil bir müzisyen olarak geliştiğimi ve aynı zamanda besteciye de farklı kapılar açabildiğimi gördüm. Bunun ne kadar büyük bir keyif olduğunu kelimelerle anlatamam. Kişisel tecrübelerden sonra, biraz da genel çerçeve içerisinde, enstrumancının bestecinin tamamlanmış eserini icra etmesi konusuna değineyim... Daha önce besteci arkadaşım Murat Yakın’ın anlattığı bestenin oluşum süreci tamamlandıktan sonra, iş, tamamen biz icracıların o eseri anlayıp, kavrayıp, teknik özellikleri özümseyip, yorumlayıp çalmamız ile tamamlanır. Türkiye şartlarında neredeyse müzik okullarının çoğunun öğrenciler üzerinde yarattığı kalıplaşmış, tek düze eğitim ve müzik anlayışı Murat’ın da söylediği gibi ülkemizde yetişen besteciler için büyük bir sıkıntı yaratmaktadır. Temel eğitimimi tamamladıktan sonra gittiğim Amerika Birleşik Devletleri için çizebileceğim profil ise; bestecilerin daha esnek, hevesli, meraklı çalıcılar bulabildikleridir. Teknik olarak ilk profildeki çalıcılar daha sağlam olsalar da, kendilerini çalıcılıktan öteye taşıyamadıkları için, işin müzisyenlik safhasında tıkanırlar. Zaten 54 kişisel olarak düşüncem problemin bu noktada ortaya çıktığıdır. Teknik zorluk olmamasına karşın, entellektüel açıdan farklı düşünmeye alıştırılmamış olmak ve bu zorluğu nasıl aşacağını bilememek ya da aşmaya üşenmektir, temel problem. Lütfen söylediklerim aşağılanma, aptallıkla suçlama, vs. olarak algılanmasın; ya da bütün bestecileri ve besteleri sevelim, koruyalım, çalalım, sorgulamayalım, demiyorum. Varmak istediğim nokta şu: Gerek icracılar gerekse dinleyiciler olarak çağdaş müziğe karşı ön yargılı, tahammülsüz ve basmakalıp fikirlerle yaklaşıyor olmamız. Böyle bir durumda dinleyicilerin yaklaşımını önemli ölçüde olumlu yöne kaydırabilmenin tek yolu ise icracının bu yönde (ön yargılı, meraksız ve hevessiz, esnek olmayan, basmakalıp düşüncelerle düşünme haliyle) düşünmüyor olmasıdır. Dikkatinizi çekerim: “Sevmesi,...”, demiyorum; “ön yargısız, meraklı ve hevesli, esnek, basma kalıp düşüncelerden uzak olması,...”, diyorum. Yine de Türkiye’ de yeni yeni besteci arkadaşlarla haşır neşir çalıcıların, dünyanın nerede olduğunu fark etmiş ve kendi ülkesinde de o noktaya gelebilme hedefleri koyan, bir grup, “şimdilik!” azınlık müzisyenlerin varlığı umut veriyor hepimize... Peki, bestenin oluşumunu bestecinin anlatımı ile dinlediniz. Şimdi ben size bizim önümüze gelen müziklerin tamamlanış safhalarını anlatayım... Eğer tecrübesiz öğrenci bestecilerle çalışılıyorsa genel özellikler muhtemel olarak; notaların sayfa sayfa gelme ihtimali, cümle ortalarını sayfa sonuna getirerek enstrumancıların sayfa çevirmelerini imkansız hale getirmeleri, anahtar hataları, bemol-diyez-bekar işaretlerinin unutulmuş olması gibi problemlerle karşılaşmak olağandır (Önüme çelloda bulunmayan aralıklarda yazılmış bir eser koyulduğu da oldu...). Profesyonel ya da tecrübeli öğrenciler için bu tip hatalar çok geçerli olmasa da insanlık hali, bu tip ufak tefek şeyler bulunabilir. Devam edelim... Bu ilk aşama müziği görsel olarak tanıma aşamasıdır. İkinci aşama da, birebir notaları, ritmik, armonik, form yapısını gerekirse notlar alarak işaretlemek sureti ile (ki çağdaş müzik çalışırken çalıcının olmazsa olmazı bir adet kurşun, bir adet renkli kalemdir!) detay olarak müziğe giriş yapılır. Üçüncü aşama, enstrumana özel kullanımlar varsa ki çağdaş müzikte genellikle enstrumanın genişletilmiş, klasik anlamda kullanılmayan özellikleri vurgulanır, çalıcı bunları bulup üzerinde teknik çalışmalar yapmaya başlar. Eğer çalınan eser grup için bestelenmişse, grup bir araya gelir ve çalışmalara beraber devam edilir. Dördüncü aşama en zorlarından biridir, ama hedef ortaya başarılı bir performans koymaksa, bu zorlu aşama, ego savaşlarından uzak tutulup, yapıcı, daha iyi iş ortaya çıkarmaya yönelik çalışmalarla karşılıklı keyif almaya dönüştürülebilir. Fakat maalesef, bunu başarmak çok kolay değildir. Besteci; “Yazdım, çalacaksın!..”, “Daha zor yazayım hiç çalınamasın!...”, 55 “Amaaaan benim müziğim, çalmazsan çalma; ben yazmışım sen yorum yapma, kağıt üzerinde senin çaldığından daha güzel, çalmasan da olur!...” gibi egosantrik (ben merkezci) bir tutum içine girebilir ve bu çok yaygın bir hastalıktır besteciler arasında. İcracı ise: “Ohoooo bu böyle mi yazılır! Bilmiyorsan öğreteyim!”, “Tabii buldun çalacak birini yüklen bakalım!”, “Viyolonsel’e böyle müzik yazılmaz!”, şeklinde bir dizi argüman kullanabilir. Buna karşılık olarak besteci: “Peki nasıl yazılır?”; icracı: “.....”, “Bu çalınmaz hocam değiştir!”; besteci: “Neyi?”; icracı: “....., ne bileyim daha kolay olsun”, “sen buna müzik mi diyorsun!?”, vb... gibi gelişime kapalı, ileri noktaya varılamayan yıkıcı eleştiriler ve diyaloglarla işin dördüncü aşamasında karşılaşılabilir. Buna karşın, benim kişisel düşüncem, dördüncü aşama ne kadar yapıcı ve verimli geçerse bunun beşinci aşamaya yani performansa yansıyacağı ve dolayısıyla dinleyiciye başarılı ve keyif verici bir deneyim yaşatacağıdır. Bu, tıpkı, bebeğin anne karnında iken ne kadar huzurlu ise, dünyaya geldiğinde o kadar huzurlu bir karaktere sahip olması gibidir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 PROF. DR. FATİH MEHMET AVŞAR ANEAH 6. Cerrahi Kl. Şefi, Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı OP. DR. BARIŞ DOĞU YILDIZ ANEAH 6. Cerrahi Kl. Pankreas Nakli ve Diabet Pankreas adı verilen organ karın içinde mide ve kalın barsağın arkasında yer alan bir organdır. Pankreas’ın başlıca görevleri sindirime yardım etmek ve kan şeker düzeyini kontrol etmektir. Şeker hastalarının bir kısmında pankreasın şeker düzeyini kontrol eden “insulin” adı verilen salgısı yetersizdir. Bu tip şeker hastalığına Tip 1 diabet denir. Şeker hastalarının diğer kısmında ise salgılanan insuline karşı vücutta duyarsızlık gelişmektedir. Bu tiplere ise Tip 2 diabet denir. Şeker hastalığının tedavisinde insulinin hastaya ilaç şeklinde dışarıdan verilmesi en yaygın tedavi şeklidir. Bunun yanında pankreas organının insanlar arasında nakli de mümkündür. Pankreas nakli sağlıklı pankreasın verici hastadan alınıp, pankreası işlevini kaybetmiş alıcı hastaya aktarılması işlemidir. Pankreas nakli genellikle eşlik eden böbrek yetmezliği olan diabete bağlı ciddi sorunları olan hastalara uygulanır. Bu ciddi sorunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir: Insulin ilaç tedavisiyle kontrol edilemeyen Tip 1 diabet Insulinin yol açtığı ilaç yan etkilerinin sıklaşması Kan şekerinin kontrol edilememesi Son evre böbrek yetmezliği Yukarıda sayılan gerekçelerin dışında son zamanlarda Tip 2 diabet hastalarında da pankreas naklinin tedavide kullanılabileceği bilimsel yayınlarda söylenmektedir. Diabete bağlı böbrek yetmezliği de olan hastalarda pankreas nakli böbrek nakli Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 56 ile aynı ameliyatta ya da böbrek naklinden sonra ayrı bir ameliyatta yapılabilir. Pankreas nakli için organ canlı vericiden veya beyin ölümü gerçekleşmiş vericiden alınabilir. Her iki durumda da vericinin organının alıcı ile uyumlu bağışıklık yapısında olması gerekmektedir. Beyin ölümü olan verici tıbbi olarak yaşamı sona ermiş kabul edilir ve tıbbi destek çekildiği anda yaşamsal işlevleri kendi başına devam ettiremez. Canlı verici ise pankreas organının bir kısmını alıcıya bir ameliyatla verir. Ameliyat sonrası canlı vericinin pankreas işlevleri devam eder. Pankreas nakli ameliyatında vericiden alınan pankreas alıcıya vericinin ince barsağının bir kısmı ile nakledilerek karın boşluğuna yerleştirilir. Bu ameliyatta organın atar damarı ve toplar damarı alıcının karnındaki damarlarla, barsak ise alıcının barsağıyla veya mesanesiyle dikilerek birleştirilir. Alıcının kendi pankreasına yönelik herhangi bir ameliyat yapılmaz. Eğer aynı seansta böbrek de nakledilecekse karşı taraf kasık bölgesindeki damarlara ve mesane duvarına böbrek dikilir. Pankreas nakli ameliyatı yaklaşık 3-4 saat sürer. Eğer böbrek de nakledilirse bu süre 6-7 saate çıkabilir. Ameliyat sonrası hastalar bir süre yoğun bakımda izlendikten sonra normal servise alınırlar. Eğer ciddi bir sorun çıkmazsa yaklaşık hastanede yatış süresi bir haftadır. Hasta taburcu olduktan sonra belli aralıklarla kontrole gelmelidir. Pankreas nakli ameliyatı, diğer tüm ameliyatlar gibi kanama, anesteziye bağlı sorunlar, enfeksiyon gibi sorunların yanında kendine özgü sorunlara da yol açabilmektedir. Bunlar: Nakledilen pankreasın çalışmaması Nakledilen pankreasın vücut tarafından reddedilmesi Nakledilen pankreasın iltihaplanması olabilir. Pankreas naklinden sonra hastaların, vücudun nakledilen pankreasın reddetmemesi için bağışıklığı baskılayıcı ilaçları ömür boyu kullanmaları gerekmektedir. Bu ilaçların sayısı ilk başlangıçta 3-4 çeşitken ilerleyen zamanda 1-2’ye kadar düşmektedir. Pankreas nakli eğer başarılı olursa nakledilen pankreas kendi insulinini üreteceği için hastaların insulin ilacı almalarına gerek kalmamaktadır. Aynı şekilde nakledilen böbrek sayesinde hastalar diyalizden bağımsız hale gelirler. Pankreasböbrek nakli olan hastaların %87’sinde bir yılsonunda pankreasın halen işlevini koruduğu görülmüştür. Bu rakam beş yılsonunda %72 olmaktadır. Nakledilen pankreasın işlevini kaybetmesi halinde hasta tekrar insulin tedavisine geri döner ve eğer isterse ikinci bir pankreas nakline aday olabilir. Araştırmalar, pankreas nakli yapılan hastaların insulin enjeksiyonu tedavisi alan hastalara göre yaşam sürelerinin daha uzun olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda pankreas nakli, diabetin böbrek üzerine verdiği zararları da geri çevirebilmektedir. Diabet nedeniyle vücutta gerçekleşen sinirlere bağlı işlev bozuklukları da pankreas nakli sonrası iyileşmektedir. Bunlar midenin geç boşalması, cinsel işlev bozukluğu, mesaneyi boşaltamama, bayılma gibi sorunlardır. Pankreas nakli, diabetin 57 gözler üzerindeki etkilerini normale çevirmez ancak ilerlemesini engeller. Sonuç olarak pankreas nakli, organ bağışlamaya yatkın toplumlarda diabet hastalığının tedavisinde insulin ilaç tedavisine alternatif nitelikte olabilen bir cerrahi tedavi yöntemdir. Bu bağlamda vurgulanması gereken nokta, genel olarak organ bağışının ihtiyacı olan hastaların hayatını kurtarabilecek ya da hayat kalitesini arttırabilecek bir tutum olduğudur. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DOÇ. DR. ÜLKER GÜL ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi Psöriasis İle Yaşamak Kader Olmamalı? Psoriasis (sedef hastalığı) en eski yıllardan bu yana bilinen ve sık gözlenen deri hastalıklarından biridir: Toplumun %1-3’ünde görülmektedir. Hastalık keskin sınırlı, kırmızı zemin üzerini kaplamış beyaz renkli yoğun kepekler ile karekterizedir. Kepeklerin sedefi beyaz renkte olmasından dolayı hastalık, ‘sedef hastalığı’ olarak da adlandırılmaktadır. Psöriasis her iki cinsi eşit tutar ve her yaşta ortaya çıkabilir. En çok görüldüğü yaşlar 15-20 ve 55-60 yaş dönemleridir. Aile öyküsü bulunan olgularda hastalık erken ortaya çıkma eğilimindedir. Psoriasis kronik seyirli bir hastalıktır: Hastalıklı dönem ve iyilik durumu ile devam eder. Her kişide farklı seyreder. Hastaların 1/3’ünde 1-50 yıl arasında değişen oranda kendiliğinden iyilik hali (spontan remisyon) görülebilir. Etyopatogenez Psoriasisin ana nedeni bilinememekle birlikte; kalıtsal olarak yatkınlığı bulunan kişilerde tetikleyici faktörler ile ortaya çıktığına inanılmaktadır. Bu faktörler yakından incelenirse: kalıtsal olarak geçiş şekli net olarak açıklanamamıştır: Literatürde psöriasisin oluşumunda birden çok sayıda genin rolünün olduğuna dair veriler vardır. Tetikleyici faktörler Emosyonel faktörler, travma, enfeksiyonlar, ilaçlar, mevsimsel değişimler, sigara ve alkol alımı gibi faktörlerdir. 2- Travmalar: 1-Emosyonel faktörler: Psoriasisi tetikleyen en önemli faktörlerden biri de emosyonel faktörlerdir. Hem dış çevre tarafından görünmesi ve hem de kronik seyri nedeni ile hastalık, hastanın yaşam kalitesini ciddi olarak etkiler. Hastalar psikolojik durumları yönünden de değerlendirilerek desteklenmelidirler. Emosyonel faktörler hastalığın hem ortaya çıkışında ve hem de alevlenmesinde etken olabilir. Psöriasisli Dirsekte kırmızı kepekli hastalık bulgusu Mekanik, fiziksel ve kimyasal travmalarda hastalığın ortaya çıkmasına veya alevlenmesine neden olabilir. Hastalık travma olan yerde ortaya çıkma eğilimindedir. Bu nedenledir ki en sık travmanın çok olduğu vücut bölgesi olan diz ve dirsekte gözlenir. Hastalar travma açısından sorgulanmalıdır: İş, hobiler, spor ve giyim alışkanlıkları gibi. Tedaviye yardımcı unsurlardan biri de travma yapan faktörlerden uzaklaşılmasıdır. 3-Enfeksiyon odakları: Çocuklarda beta hemolitik streptokok enfeksiyonları guttat psöriasisin oluşumunda rol oynar. 4-İlaçlar: Psoriasisli hastalarda en önemli faktörlerden biri de başka nedenler ile içilen ilaçların hastalığı tetiklemesidir. Hastalığı tetikleyen ilaçlar arasında antimalaryal ilaçlar, beta blokerler, lityum, iyot, progesteron, indometazin gibi ilaçlar yer alır. Sistemik Kalıtım Hastaların 1/3’ünde aile hikayesi bulunur. Ailesel olgularda hastalık erken yaşta ortaya çıkar ve daha yaygındır. .Ailesel olmayan olgularda hastalık ileri yaşlarda gözlenir. Sedef hastalığının Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 olgular genellikle kendine güvenmeyen, içe kapanık, kendilerini tam ifade edemeyen ve sosyal ilişkileri zayıf olan kişilerdir. Aile fertlerinden birinin hastalanması ya da kaybı, anne-baba ayrılığı gibi ailevi sorunlar; iş yerinden atılma vb gibi iş yeri problemleri veya okul sorunları hastalığın ortaya çıkmasına ya da alevlenmesine neden olabilir. 58 kortikosteroid tedavisinin kesilmesi hastalığın alevlenmesine neden olur. Hastalar başka bir hastalık nedeni ile aldıkları ilaçlar yönünden detaylı olarak sorgulanmalı ve eğer psoriasisi tetikleyen bir ilaç varsa, tetiklemeyen bir başka ilaç ile değiştirilmelidir. Eğer değiştirilemeyecek bir ilaç ise de hasta bu konu ile ilgili bilgilendirilmelidir. Ayrıca hastalar başka bir rahatsızlık için Dermatoloji bölümü dışındaki muayene başvurularında, psoriasisli olduklarını belirtmeliler ve tedavi için verilen ilaçlarını kullanmadan önce de kendilerinin takip eden Dermatoloji uzmanına danışmalıdırlar. hastaların doktor kontrolü olmaksızın bitkisel ürün kullanımından kaçınmaları gerekir. Klinik tipleri Psöriasis vulgaris En sık görülen formdur. Bir milimetreden santimetrelerce büyük çaplara kadar değişik boyutlarda olabilen; keskin sınırlı, kırmızı zemin üzerinde sedefi beyaz kepeklerin bulunduğu lezyonlar gözlenir. 5-Mevsimsel değişiklikler: Hastalık genellikle yazın azalır. Bunda güneş ışığı içinde bulunan ultraviyolenin iyileştirici rolü önem taşır. Ayrıca yaz tatiline çıkmak gibi faktörler de genel olarak iş stresinden uzaklaşmaya neden olacağından, iyilik haline katkıda bulunur. Nadiren güneş ışığı ile temas sonrası hastalık bulgularında artma olabilir. Bel arka yüzde hastalık bulguları 6-Sigara ve alkol: 7-Diğer faktörler: Psoriasis lezyonları vücudun her yerinde gözlenebilir. En sık gözlendiği yerler saçlı deri, diz, dirsektir. Ayrıca tırnak tutulumu eşlik edebilir. Psoriasis tek bir tırnak bulgusundan, vücutta normal deri bulunmaksızın yaygın tutuluma kadar farklı görünümlerde karşımıza çıkabilir. Tek bir tırnak tutulumuna bazen hastanın bile fark etmediği, herhangi bir yerinde küçük bir lezyon eşlik edebilir. Bu nedenle hastanın çıplak olarak ve detaylıca muayene edilmesi gerekmektedir. Hipokalsemi gibi metabolik olaylar psöriasisi tetiklerken; omega – 3 ten zengin diyet iyileştirici rol oynar. Ancak Hastalık bulguları değişik şekillerde olabilir: Noktavi, küçük lekeler tarzında Psoriasisli olgular genellikle stresli olmaları nedeni ile sigara ve alkol alışkanlığı normal popülasyona göre daha fazladır. Bu faktörler hastalığı alevlendirici etki yaparlar. Ayrıca alkol alımı karaciğerde hasarlanma yapacağı için, psoriasisi tedavi edici ağızdan alınan ya da iğne ile kullanılan ve karaciğerde metabolize edilen ilaçların kullanılamamasına neden olur. 59 ya da büyük lekeler şeklinde olabileceği gibi; halka tarzında da olabilir. Bazen eritrodermik formda yani vücudun %80’ini kaplayan kızarıklık kepeklenme şekilde gözlenebilir. Sadece avuç ve ayak tabanında bulunabilir: bu formda kırmızı renk çok belirgin değildir, sadece kepeklenme vardır ve hiperkeratotik tip tinea pedisten (ayak mantarı) ayrılamayabilir. Psöriasis kıvrım bölgelerinde yerleştiğinde üzerinde kepek bulunmayan, keskin sınırlı kırmızı lekeler (invers psöriasis) şeklinde gözlenir. Nadiren tek başına dudak tutulumu ile karşımıza çıkabilir ve eğer dikkatli olunmazsa uzun yıllar farklı hastalık tanıları ile tedavi edilmeye çalışılabilinir. Tek başına ya da diğer vücut lezyonları ile genital bölge tutulumu da görülebilir. Saçlı deri ve göğüs ön yüzü gibi yağlı bölgelerde kepekler yağsı görünümde olabilirler ve bu durum yağlı ekzema ile karışabilir. Klasik yerleşim yerleri dışında hastalık bulguları bulunduğunda, bazen hastalar yıllarca ekzema yanlış tanısı ile doktor doktor dolaşırlar. Psoriasisli olguların bu çok çeşitli hastalık bulguları nedeni ile bazı olgularda sadece hastalığın görünümü ile psoriasis tanısı konulamayabilinir, biyopsi alınarak mikroskopik inceleme gerekebilir. Tırnak tutulumu tek başına görülebileceği gibi deri bulgularına da eşlik edebilir. Tırnakta kalınlaşma, tırnak üzerinde küçük çukurcuklar, onikolizis (ayrışma), sarımsı-kırmızı yağlı görünümdeki lekeler gibi bulgular gözlenir. Tırnakta kalınlaşma ülkemizde sık gözlenen tırnağın mantar enfeksiyonu ile yanlışlıkla karıştırılabilir. Hiçbir inceleme yapılmaksızın yanlışlıkla mantar ilaçları kullanan psoriasisli hastalara da rastlanılmaktadır. Bazen bu iki hastalık bir arada da bulunabilir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 açısından sorgulanmalı, eğer bir şüphe varsa ilgili klinikçe muayene edilmelidir. Eritrodermik psoriasis Eritrodermi: Hastalık bulgularının vücudun %80’ini kapladığı yaygın formuna verilen isimdir. Birden bire başlayabileceği gibi psoriasis bulguları varken tetikleyici faktörler ile de ortaya çıkabilir. Hastalık bulguları, yaygın kızarıklık şeklinde gözlenir, kepekler belirgin değildir. Eğer daha önceye ait psoriasise özgü bulgular ya da psoriasis tanısı yoksa ve hastalık bulguları birdenbire ortaya çıktı ise psoriasis tanısı koymak oldukça zor olabilir. Bu yaygın kızarıklık ve kepeklenme nedeni ile vücudumuzun bazı maddelerinde hızla kayıp gelişerek, albumin ve protein düşüklüğü başta olmak üzere metabolik bozukluklar ortaya çıkar. Eritrodermik hastaların yatırılarak tedavi edilmeleri ve sistemik bozukluklar yönünden takip edilmeleri gerekir. Eritrodermik hastalarda lenfadenopati(lenf bezi büyüklüğü) ve enteropati(barsak bozuklukları) bulunabilir. Lenfadenopatinin varlığında hastalığın malignitelerden ayrımı yapılmalıdır. Enteropati de metabolik dengesizliği arttırıcı faktördür. Tanı Hastalığın karakteristik laboratuar bulgusu yoktur. Tanı hastalık bulgularının görünümü ve histopatolojik inceleme ile konur. Lezyonlar yaygın ise albumin, total protein düşüklüğü gibi bulgular eşlik edebilir. Eğer enfeksiyon gibi tetikleyici faktörler varsa, ona ait bulgular görülebilir. Halka şeklinde hastalık bulgusu Hamilelerde gözlenen yaygın püstüler psoriasis ‘impetigo herpetiformis’ olarak adlandırılır. Hastalık gebeliğin son 3 ayında gözlenir, sonraki gebeliklerde tekrarlayabilir. Akrodermatitis kontinua, el ve ayak parmaklarının uçlarındaki derilerinde steril püstüller ile başlayan ve nadir görülen bir hastalıktır. Püstüller ilk olarak genellikle tırnak kenarından ortaya çıkar, birleşerek püstül birikintileri oluşur. Püstüller tırnak yatağında yerleştiklerinde, tırnak kaybı gelişebilir. Püstüler psoriasis İçi irin ile dolu sivilce benzeri döküntüler (püstüller) ile ortaya çıkar. Ancak irinli gibi görünen doku incelendiğinde herhangi bir mikrop üremez, yani sterildir. Lokal ya da yaygın olabilir. Yaygın ise ataklar şeklinde seyreder: Çıkan püstüller birkaç günde kururken yenileri oluşur. Yüksek ateş, halsizlik gibi bulgular eşlik eder. Psoriatik artrit (Eklem tutulumu) Psoriatik artrit nadiren tek başına, sıklıkla da psoriatik deri bulguları ile birlikte gözlenir. Sıklığı çeşitli yayınlarda farklı rakamlar olarak bildirilmektedir. Psoriatik artritli olguların çoğunda tırnak tutulumu bulunur. 5 farklı Saçlı deri ve yüzde hastalık bulgusu görünümü vardır. Eklem tutulumu varlığında tedavi şekli değişebilir. Psoriasisli olgular artrit semptomları Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 60 Tedavi Hastanın yaşı, cinsiyeti, gebelikemzirme gibi fizyolojik durumların varlığı, kilosu, mevcut hastalıkları (kardiyovasküler hastalık, hiperlipidemi, karaciğer veya böbrek hastalığı, tüberküloz vb), alkol ve sigara kullanımı, başka hastalıkları nedeni ile kullandığı ilaçlar, hastalık bulgularının yaygınlığı ile daha önce uygulanan tedaviler ve bunlara alınan cevap gibi faktörlerin birlikte değerlendirilmesi gereklidir. Bilinmelidir ki hastalık kronik seyirlidir ve yaşam süresince nasıl bir seyir izleyeceği tam olarak tahmin edilemez. Bu nedenle kar-zarar hesabı dikkatlice yapılarak tedavi düzenlenmeli ve tedavi ajanlarının yan etkileri dikkatlice takip edilmelidir. Psoriasisli olgularda kardiyovasküler hastalık ve metabolik sendrom bulguları sık gözlenir. Hastaların kilosu, alkol ve sigara kullanımı metabolik sendromu arttırıcı önemli faktörlerdir. Psoriasisli olgulara tedavi vermenin yanı sıra hastalığına özgü yaşam tarzı öğretilmelidir. Alkol ve sigara kullanımını bırakmaları, kilo vermeleri ve yukarıda bahsedilen diğer risk faktörlerinden uzak durmaları öğütlenmelidir. Tedavide topik ajanlar, fototerapi, sistemik ajanlar ve biyolojik ajanlar kullanılır. PUVA tedavisinde hastaların, psoralenin vücuttan atılımına kadar ultraviyoleden koruyucu gözlükler kullanması gereklidir. Ayrıca deri ve sistemik yan etkiler yönünden takip edilmelidirler. Fototerapi için hasta Avuçta psoriatik lezyon haftada 2 veya 3 kez hastaneye gelmesi gereklidir. dikkatli kullanılmalı ve hastalar yan Bazı hastalar bu tedavi için vakit etkileri yönünden bilgilendirilmelidir. bulamayabilirler. Sonuç olarak, psoriasis tedavi edilebilinir bir hastalıktır. Çok çeşitli ve yüz Sistemik (ağızdan alınan ya da iğne güldürücü tedavi seçenekleri vardır. şeklinde uygulanan) tedaviler içinde en Ancak hastaların yaşam stillerini sık kullanılanları metotreksat, siklosporin değiştirerek tedavilerine yardımcı ve retinoidlerdir. Sistemik tedaviler topik olmaları gerekir: Psoriasisli olguların tedavi veya fototerapiye cevap vermeyen kilo vermeleri, varsa alkol ve sigara ya da şiddetli psoriasis vulgarisli kullanımını bırakmaları, travmadan olgularda, eritrodermide, yaygın püstüler sakınmaları, mikrobik hastalıklardan psoriasisde ve psoriatik artritte tercih korunmaları ve stresden uzak durmaları edilir. Hastanın laboratuvar bulguları, gerekir. Bilinmelidir ki hastalığın daha önce kullanılan tedavi ajanları ve görünümündeki farklılıklar olduğu gibi, alınan cevap, total kullanım süresi ve tedavide de farklılıklar vardır. Tedavi dozu gibi faktörler göz önüne alınarak yukarıda detaylı olarak anlatıldığı şekilde kullanılacak ilaç türü seçilir. Hastaların her hastada hastaya özel olarak yan etkiler yönünden dikkatlice takip planlanır. Bir hastaya verilen ilaçların, edilmeleri gerekir. Psoriasisde sistemik başka hastalar tarafından doktor önerisi (ağızdan ya da iğne ile) steroid kullanımı Fototerapi: olmaksızın kullanımı uygun değildir. Bu önerilmez. Ne yazık ki, hastaların birçoğu Dar bant UVB ve PUVA sık kullanılan durum istenmeyen etkilere neden olabilir. yanlış olarak ağızdan ya da iğne şeklinde fototerapi yöntemleridir. Dar bant UVB T Eğer doktorunuzun önerilerine ve verilen kortizon kullanırlar. Kortizon tedavisi hücrelerine etki yaparak etki gösterir. tedavilere dikkatlice uyacak olursanız kişide birçok istenmeyen etkilere PUVA (psoralen ve UVA) tedavisi ise hastalık bulguları kısa sürede kaybolup, (tansiyon, şeker hastalığında artma; kan hücre çoğalmasını azaltarak etki yapar. uzun süreler ortaya çıkmayabilir. yağlarında artma gibi..) neden olurken; tedavi kesiminde ise Ayak tabanında psoriatik lezyon Yaygın lezyon psoriasis bulgularını arttırıcı etki yapar. Topik tedavide (sürerek uygulanan ilaçlar) sık olarak kepekleri kaldırmak için salisilik asit ya da üreli preparatlar, topikal steroidler, signolin ve kalsipotriol kullanılır. Topikal steroidler hızla etki yapmaları nedeni ile hasta ve doktorlarca sık olarak tercih edilse de; yan etkileri, daha dirençli formlara yol açmaları ve tedavi kesimini takiben alevlenmeye neden olması sebepleri ile kullanımlarında çok dikkat edilmesi gereken ajanlardandır. Topikal signolin keratinositlerde DNA sentezini engelleyerek etki yapan, steroide göre daha az yan etkisi olan bir ajandır. Uygulaması kolaydır: Düşük dozlardan başlayarak, alınan klinik cevaba göre dozu arttırılarak kullanılır. Lezyonlu deri üzerinde günde yarım saat gibi kısa sürelerde temas ettirilir, kağıt peçete ile silinerek yıkanır. Hasta kıyafetlerini boyayabileceği ve ilacın irritan olabileceği yönünde uyarılmalıdır. Topikal kalsipotriol de diğer bir tedavi seçeneğidir. Bu tedavi ajanı da irritasyona neden olabilir. Çocuk olgularda kalsiyum metabolizmasına etkileri nedeni ile dikkatli kullanılmalıdır. Sistemik tedavilere de dirençli olgularda diğer bir tedavi seçeneği biyolojik ajanlardır: TNF alfayı antagonize ederek etki yaparlar. Tüberküloz başta olmak üzere ciddi birçok yan etkilerinin bulunması nedeni ile 61 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 TRT HD Koordinatörü Kürşat ÖZKÖK: En Büyük Arzumuz 3D Yayın Yapmak Her an gelişen teknoloji ile birlikte TV yayıncılığı da büyük sıçramalar yapıyor. Bilgisayar – İnternet – TV üçlüsünün birbiri ile kıyasıya yarıştığı günümüzde, galip gelen bu üçlünün birleşiminden doğacak yeni nesil interaktif bir yayın anlayışı olacaktır. TRT dünya ligindeki bu yarışta en iddialı atılımları yaparak adından söz ettiriyor. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 62 Birkaç aylık yayın hayatına rağmen 24 Saat HD formatında yayınıyla öne çıkan TRT HD kanalının Koordinatörü Özkök, “SD tek şeritli yolda ilerlemek HD ise beş şeritli otoyolda ilerlemek gibidir” diyor. Özkök ile TRT HD’yi ve TV yayıncılığı üzerine ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz bir söyleşi gerçekleştirdik. Sayın Özkök, biz sizi hem yapımcı ve yönetmen olarak hem de TRT 1 kanal koordinatörlüğünüz ve Ankara TV müdürlüğü Dönemindeki başarılı çalışmalarınızdan tanıyoruz. Şimdi de ülkemizde bir ilk olarak 7/24 saat HD formatında yayın yapan TRT HD kanalının koordinatörüsünüz. İlk olarak HD teknolojisi nedir? Özkök: İzleyici profili için teknolojiye ve yeniliklere meraklı üst sosyoekonomik grup diyebiliriz. Bu izleyici profilinin gelecek yıllarda, HD teknolojisinin Özkök: HD teknolojisi, yayıncılık anlayışının ulaştığı son noktalardan biri olarak kabul edilmektedir. HD izlemek daha kaliteli görüntü ve ses izleme keyfi sağlar. High defination yayın çözünürlüğün daha yüksek olduğu bir yayın standardıdır. İlk önce HD ready olarak adlandırılan 1280x 720 çözünürlülüğü kullanılmış. Daha sonrasında ise full HD olarak adlandırılan 1920x 1080 çözünürlülüğü kullanılmıştır. HD yayınlarda ses sistemi görüntü ile birlikte gelişim göstermiş olup Dolby teknolojisi kullanılmıştır. Dolby digital teknolojisi ile evlere daha çok ses kanalı iletmek mümkün olmuştur. HD görüntü ile birlikte 5.1 surround ses yayınlarda kullanılmaya başlanmıştır. HD ile standart yayın arasındaki fark nedir? Özkök: Standart diye tabir edilen yayınlar TV aygıtları için 720x576 piksel tanımlamalı görüntü sağlarken, HD yayınlar ise 1920x1080 piksel tanımlamalı görüntü sağlar, buda HD yayın SD yayının yaklaşık 5 katı daha netlik demektir. HD yayın sadece görüntü kalitesini iyileştirmekle kalmaz, çeşitli ses standartlarını destekleyerek yüksek kaliteli ses iletimine de imkan sağlar.1920x1080 50i resim ve Dolby Digital 2.0 veya 5.1Surround ses teknolojisi kullanılır. Türkiye’de 1984 yılına kadar tek renkli yayın yapılan bir TRT vardı. 1990 yılına kadar televizyonlarımız tek kanal idi. Ve yıl 2010 TRD HD yayın hayatına başladı. TRT HD’yi uydu alıcılarından izlemenin maliyeti hakkında bilgi verir misiniz? Özkök: Vatandaşlarımız sadece HD uyumlu bir uydu alıcı ile TRT HD’yi ücretsiz olarak izleyebilirler. Hali hazırda piyasada HD uydu alıcıları 200 TL ye kadar inmiştir. Sayın Özkök Kanalınızın yayın stratejisi nedir ve hedef kitleniz kimlerdir? Daha açıkça sorarsak kanal kimliğiniz nedir? 63 yaygınlaşmasıyla birlikte daha da geniş bir yelpazede olacağını söyleyebilirim. Yayın akışımızı belgesel, sinema, Ziraat Türkiye Kupası, Alman Ligi Bundesliga ve diğer sporlar oluşturuyor. Özellikle belgesellerimiz oldukça ilgi çekiyor. Eurovision Şarkı Yarışması HD kalitesiyle ve Dolby Digital ses yayınıyla TRT HD’den yayınlanacak. TRT HD ne zaman yayın hayatına başladı? Özkök: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, HD (High Definition, kısaca, yüksek tanımlamalı) Kanalımız, 24 Mayıs 2010’da test yayınına başlamış, test yayınları süresince 24 Mayıs 2010 U17 milli takımlar futbol Türkiye-İngiltere maçı canlı verilmiştir.11 Haziran 2010 günü Güney Afrika da düzenlenen FİFA Dünya kupası ile 24 saatlik yayın hayatına başlanmıştır. Yayın kapsama alanı Türkiye ve Avrupa’dır. TRT HD Kanalımız, 24-25-29 Mayıs 2010 tarihinde Eurovision Şarkı Yarışmalarının yarı finalleri ve finalini de canlı olarak HD kalitesiyle yayınlayarak Ulusal ve Uluslararası büyük organizasyonların yayınlanmasında bir ilke de imza atmıştır. (HD prodüksiyonları, ESC, futbol gibi) Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Neden HD yayıncılık ihtiyacı doğdu? Özkök: Dünyada HD teknolojisi hızla yayılıyor TV yayıncılığı Renksiz TV yayını ile başlayıp, analog yayından dijital yayına geçmiş, bugün ise 3 boyutlu yayınlara ulaşmıştır Artık çok daha gerçekçi görüntüler elde edilebilmektedir. Zamanla DVD kalitesindeki yayınlar yerini HD kalitesinde yayınlara bırakacaktır. Bu dönüşümü eskiden kullanılan analog yayından dijital yayına geçişe benzetebiliriz. Ülkemize yeni bir alanda hizmet sunabilmek adına, TRT’nin HD yayına geçmesine ve dünyadaki bu hızlı değişim ve gelişimi yakalayabilmesine Genel Müdürümüz Sayın İbrahim ŞAHİN öncülük etmiştir. HD kanalın kurulmasında büyük desteği ve katkıları olmuştur. Sayın Özkök Dünyada, özellikle Amerika ve Avrupa’daki HD kanallara bakınca TRT HD sizce nerede? Özkök: Amerika ve Japonya da HD yayınlar çok önceleri başlamış olup bugün nerdeyse yayınlarının tamamı HD formata geçmiştir. Avrupa da ise bu geçiş biraz daha yavaş olmaktadır. Büyük TV kuruluşları SD yayınlarını terk etmeden alternatif kanallarla HD yayınlarına başlamışlardır. (BBC, SKY, ZDF vb) Türkiye’de de HD yayınlara geçiş Avrupa da olduğu gibi kuruluşların Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 TRT HD’nin izlenebildiği yerler: TRT HD’nin izlenme oranları nedir? Özkök: Kendi alanında yani HD olarak birinci sıradadır. Çünkü birçok yoldan izleyiciye ulaşma seçeneği olup genelde şifresiz yayın yapılmaktadır. Mobil yayın sistemlerinde tüm kanallarda ilk dokuzda TRT kanalları arasında ilk ikide yer almaktadır. Türksat 3A Uydusu, D -smart 110. Kanal, Digitürk 333. Kanal, Kablolu TV Teledünya, IpTivibu 302.Kanal, Mobil Uygulamalar (iphone ve ipad) Özel bir ekibiniz var mı? alternatif HD yayınlarını oluşturması ile olmuştur. Ancak Türkiye deki HD kanallar SD kanallarının akışının bir kopyası gibiyken TRTHD farklı bir format ve yayın akışı ile yayınlarını sürdürmektedir. TRT HD Türkiye’deki diğer HD kanallardan farklı olarak sese de önem vermiş yayınlarında Dolby Digital 5.1 ses formatını kullanmaktadır Kısa sürede Sıfırdan bir kanalı kurup yayın hayatına başlamak zor olmadı mı? Özkök: Elbette zorluklar yaşandı ancak bir ilki yaşamanın ve kanalı yayına başlatmanın verdiği heyecan ve mutluluk bu zorlukları ve sıkıntıları dikkate almamıza güzelce engel oldu. Böyle onurlu bir görevi bize veren ve TRT ye HD kanalın kurulmasına öncülük eden Genel Müdürümüz Sayın İbrahim ŞAHİN’E teşekkür ederiz. 64 Özkök: Tabi ki TRTHD kanalımızın teknolojik alanda güçlü donanımının yanı sıra, alanında uzman personeli ile ülkemizin yüksek tanımlamalı yayın ihtiyacının karşılanmasında çok değerli katkıları olduğu ve olacağı bilinmektedir. Kanalımız, bu güne kadar yaptığı yayınlarla ilgi odağı haline gelmiş, bundan sonrasında da yayın etkililiğini daha da artırmak yolunda hızlı bir çalışma temposu içine girmiş bulunmaktadır. Yayınlarınıza baktığımızda Özellikle spor programlarında canlı yayınlar yapmaktasınız bu yayınlar devam edecek mi, edecekse seyircilerinize neleri sunacaksınız, yeni projeler var mı? Özkök: Ziraat Türkiye Kupası Karşılaşmalar, Alman Ligi Bundesliga, Formüla 1Yarışları, 26 Ocak-6 Şubat 2011 tarihlerinde Erzurum’dan canlı yayınla Üniversite Oyunları (UNIVERSIADE), Avrupa Buz Paten Şampiyonası TRT HD ekranlarından izleyici ile buluşacak. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası, Londra Olimpiyat Oyunları ve 2014 Dünya Kupası karşılaşmaları ve daha birçok organizasyon TRT HD’de olacak. İnteraktif bir tanıtım kanalınız var mı? Özkök: İnteraktif tanıtım kanalı için Digitürk ile anlaşma yapıldı ve Digitürk paketi içinde 533. kanal TRTHD ye tahsis edilmiştir. Bu kanalın içeriğiyle ilgi çalışmalarımızı devam ettirmekteyiz. Çok kısa bir süre içerisinde yayına başlamış olacağız. Aynı şekilde TRTHD ye ait bir web sitesi oluşturma çalışmaları da devam etmektedir. TRT’nin hep bir okul olduğu söylenir, HD yayıncılıkta da bu misyonu devam ettirecek mi TRT? Özkök: Yaşanan ilkler, tecrübeler ve edinilen bilgi kazanımları isteyen tüm kişilerle paylaşılmakta ve tavsiyeler verilmektedir. Örneğin canlı olarak 5.1 Dolby Digital ses yayını için yapılan çalışmalar bir ilktir. Dünyadaki örneklere baktığımızda HD yayın yapan pek çok kanal “PAY TV” dedikleri ücretli yayın yapan kanallar, BBC ve ZDF gibi köklü kurumlar dışında, TRT HD’de ücretsiz yayın yapıyor, çok mu masraflı HD yayın yapmak? Özkök: SD tek şeritli yolda ilerlemek HD ise beş şeritli otoyolda ilerlemek gibidir. Otoyolda hızlı ve konforlu ilerlemek için uygun donanımızın olması gerekir, ayrıca beş şeritli otoyol için ekstra maliyet ödersiniz. HD yayın kamerasından resim mikserine, makyajından- dekorundan ışığına, mikrofonundan ses mikserine ve kayıt cihazlarına kadar hassasiyet istemektedir. Tüm donanımlar özenle kurularak işletilmelidir. Hatalar kendini çabucak gösterir. İlk kurulum maliyeti dışında HD için uyduda işgal edilen bant genişliği daha fazla olduğundan maliyet daha fazladır. HD kayıt materyalleri de daha masraflıdır. Anladığımız kadarıyla HD yayın yapacak materyal sıkıntısı var sadece bizde değil dünyada da; bu sorun teknolojinin gelişip HD teknolojisinin yaygınlaşmasıyla mı ortadan kalkacak? Özkök: Dünya artık HD teknolojisine dönüyor, hızla yaygınlaşıyor. Zaman içinde daha çok HD materyal olacak. Sayın Özkök bu kadar yoğun tempoda çalışmak çok zor olmalı ama inanılmaz enerjik ve her konuya vakıfsınız bunun sırrı nedir? Özkök: Enerjik ve yoğun tempoda çalışmak insan için zevk alması halinde bir keyiftir. Enerjik olmak 65 ise yaptığınız işe saygınız ve sizin heyecanlanmanızın bir ifadesidir. Ben bugün Televizyon yöneticisi değil de bir işçi olarak çalışan bir insan olsaydım işimi en iyi şekilde yapıp öne çıkmanın keyfini tatmak isterdim. Bu bütün meslekler için geçerlidir. Bütün mesleklerin iyi yapıldığında sizin öne çıkmamanız mümkün değildir. Sayın Özkök yıllarca yönetmenlik ve yapımcılık yaptınız, uzunca bir süredir de TRT de çeşitli kademelerde yöneticilik yapıyorsunuz program yapmayı, özlemediniz mi? Yapmayı düşündüğünüz programlar var mı? Özkök: Evet, bunu çok özledim. Yapmış olduğum belgesellerden örnek verecek olursam Zeki Müren Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Belgeseli Safiye Ayla belgeseli Haftanın yıldızları programında bilinen birçok sanatçımız Fatih Kısaparmak, Sibel Can gibi Mehmetçik Programında tüm Türkiye’yi gezdim sahanın içinde olmayı çok özledim. Bu çalışma temposunda Kürşat ÖZKÖK ailesine ve kendisine yeterince zaman ayırabiliyor mu? Özkök: Ailemin her birinin kendine ait işleri var kızımın öğrencilik eşimin Üniversitede hocalık benimde bildiğiniz gibi Televizyon yayıncılığı. Herkes kendi işine baktığı için benim onlara onlarında bana zaman ayırabildiğini söylemek pek mümkün olmuyor. Ancak bir sıkıntı veya paylaşım günlerinde birbirimize zaman ayırabiliyoruz bunun tanımını da maalesef şehirde yaşamanın bedeli olarak görüyoruz. Sayın Özkök başarıya endeksli bir çalışma disiplininiz var, bu mesleğinizdeki becerinizden mi kaynaklanıyor yoksa her alanda böyle mükemmeliyetçi birimisiniz? Özkök: Her mesleğin kendisine ait bir disiplini vardır. Disiplinler arası bir kolerasyon da vardır. Benim kendi disiplinim çocukluktan başlayan heyecan ve ekibimle bütünleşmekten meydana geliyor. Çalışma arkadaşlarınız da sizin gibi mi? Kürşat ÖZKÖK zor bir yönetici midir? TRT HD kanalı için HD uyumlu uydu alıcısı ile TÜRKSAT 3A Uydusu’nda nasıl izlenebilir? Frekans Polarizazyon S/R FEC Sistem Modülasyon Pilot küçük çocuğu, rekabet var mıdır TRT de kanallar arasında? Özkök: TRT HD, TRT kanalları en genç kanal bütün yayıncıların birbirleri ile rekabetleri vardır. Psikolojik Biyolojik ve Ekonomik olarak rekabet serbest piyasanın kaçınılmaz bir sonucudur. TRT kanalları arasında da rekabet vardır elbette bundan da TRT’yi seyredenler karlı çıkmakta :11.043 MHZ :Dikey (V) :6400 :3/4 :DVB-S2 :8PSK : On Son olarak HD teknolojisi ve TRT HD’nin TV yayıncılığına getirdiği katkı nedir. Yakın zamanda ne tür projeleriniz var? çalışma ortanı sağlar. Amirliğin yanı sıra personelin bir abi ya da kardeşi olur her zaman için personeline açık kapı bırakır. Bir yayıncı olarak siz neler izliyorsunuz? Özkök: Bir yayıncı olarak bütün yayınları takip etmeye gayret ediyorum. Bunlardan bazılarını da gerçekten gıpta ile izliyorum Türkiye’de yayıncılık diğer ülkelere göre çok gelişmiş ve büyük bir hız kazanmıştır. Örneğin birkaç günde bir dizi çekiliyor. Bu manada Türk insanının çok yetenekli olduğu inancındayım. TRT HD kanalı TRT’nin tabiri caizse en Özkök: Çalışma arkadaşlarımla birbirimizin enerji ve heyecanından faydalanarak daha da keyifli bir çalışma ortamı yaratıyoruz. Kürşat ÖZKÖK zor biri mi evet; Kürşat ÖZKÖK işi disiplinine çok önem verir yanı sıra çalışan personelini de motive ederek rahat bir Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 66 Özkök: TRT HD’nin televizyon yayıncılığına getirdiği katkı 24 saat HD formatla yayın seyrettirtmek HD farkını TRT HD öne çıkardı. Sanırım HD yayın yapan kanallar içerisinde TRT HD en iyi kanal TRT HD yakın zamanda da 3D yayıncılığının hazırlığını yapıp yayına çıkmak en büyük arzumuz. Doç. Dr. Cafer Özdem’in emeklilik töreni 30 yıllık dostları buluşturdu Doç. Dr. Cafer ÖZDEM hocamızın emekliliği ile ilgili olarak Başhekimimiz Sayın Doç. Dr. Nurullah ZENGİN’in direktifleri doğrultusunda Dr. Münif İslamoğlu Konferans Salonu’nda bir emeklilik töreni düzenlendi ve ardından bir kokteyl verildi. Etkinlik, hocamızın biyografisinin, başasistanı Doç. Dr. Evrim TUNA tarafından takdimi ile başladı. Şef yardımcısı Doç. Dr. Serdar ÇELİKKANAT’ın fotoğraflarla hocamızı anlatması ile devam etti. Daha sonra Prof. Dr. Nazmi HOŞAL, Uz. Dr. Şenay ÖZBAKIR, Prof. Dr. Nusret ARAS, ANEAH 2. KBB Klinik Şefi Doç. Dr. Cafer ÖZDEM’i Hastanemizde yapılan Emeklilik Törenini ile hastanemizdeki aktif doktorluk günlerine nokta koydu. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 68 Op. Dr. Orhan GİRGİN, Uz. Dr. Süreyya ADANALI, Prof. Dr. Bülent GÜRSEL, Prof. Dr. Bülent SÖZERİ hocamızın karakterini, tıp dünyasına katkılarını ve anılarını anlattılar. Yapılan konuşmalarda hocamızla ilgili anılar aktarılarak, o anlar tekrar yaşanmış oldu. Özellikle her gün düzenli olarak aynı saatte yediği elmalarla ilgili anılar ortak paylaşımlar arasında idi. Konuşmalardan ortaya çıkan ortak sonuç, Cafer Hocamızın hayatı disiplinli bir meslek yaşamı, güler yüz ve başarı ile örülmüştü. Daha sonrasında Doç. Dr. Cafer ÖZDEM için bir araya gelmiş 30 yıllık dostları, meslek örgütleri temsilcileri, Hastanemizde birlikte çalıştığı mesai arkadaşları plaketlerini takdim ettiler. Törene Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin’in konuşması ile devam edildi. Başhekim Zengin yaptığı konuşmada, kendisinin Hastanemizde uzman doktor olarak atandığında Cafer Özdem hocamızın mesleğe yeni başlayan doktorlarla ilişkilerinin ne kadar olumlu ve mesleğe teşvik edici olduğunu anlatan anılarını aktardı. Ve bundan sonraki yaşamında kendisine mutluluklar dileyerek, emeklilik günlerinde dahi birikimlerinden her daim faydalanmaya devam etmek istediklerini belirtti. ANEAH Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin günün anısında Doç. Dr. Cafer Özdem’e bir plaket takdim etti. Konuşmalardan sonra kokteyle geçildi. Kokteylde Cafer Hocamız için üzerinde hastanemiz logosu bulunan bir pasta kesilerek misafirlere ikram edildi. Mesleğe ilk başladığı günden itibaren bir arada olduğu dostları, hocaları, mesai arkadaşları, öğrencileri ve ailesinin katıldığı emeklilik töreninde Cafer Özdem Hocamızın mutluluğu gözlerinden okunuyordu. ANEAH ailesi olarak, hocamızın emeklilik günlerinde gözlerindeki ışıltı ve yaşamındaki mutluluğun artarak devam etmesini temenni ederiz. 69 Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 ERDEM SEVGİ www.erdemsevgi.com Edinburgh Zindanları Örten Gotik Mimarisiyle Cadı Avlarını, Festivale Dönüştüren Kent Orta Çağ Avrupası'nda yaklaşık 300 yıl süren cadı avlarına sahne olan sokaklar içinizi ürpertirken, gotik mimarinin sizi büyülemesine engel olamadığınız bir kent düşünün. Bu kentte adımlarınıza dikkat edin; çünkü tam altınızda zindanlar var. Bu yeraltı sokaklarına ilişkin türlü efsaneler çalınacak kulağınıza... Edinburgh'da korkularınızla yüzleşmenize yardımcı olacak öyküler sayısız. En bilinenleri veba salgınları, cadı avları, tıp öğrencilerinin kadavra alışverişleri, lanetlenmiş ruhlar. Kentin ürkütücü yüzüne geri döneceğiz ama önce Edinburgh'nın gotik yapılarının arasında yolumuzu kaybetmeye ne dersiniz? Yanıtınız “Evet” ise İskoçya'nın başkentindeki turumuz başlıyor. Nemli havada, kulağımızda gayda sesleriyle yarım asırlık gelinin çeyiz sandığını koklayacağız. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 70 Bulutların Arasında İskoçya, Birleşik Krallığı İngiltere, Galler Prensliği ve Kuzey İrlanda ile birlikte oluşturan dört kentten biri. Britanya adası üzerindeki bölgeler, siyasi ayrımların yanı sıra coğrafi özellikleriyle de isimlendiriliyor. İskoçya topraklarının üzerinde bulunduğu bölge, Highland yani yüksekler ismini almış. İskoçya’da kendi içinde yüksekler ve adalar olarak iki bölgeye ayrılıyor. İngiltere’den karayoluyla gelip İskoç sınırına ulaştığınızda arazinin tatlı yükselişini hissediyorsunuz. Ve Edinburgh’ya vardığınızda sarp kayaların üzerine özenle inşa edilmiş, bulutların arasındaki yapılarla karşılaşıyorsunuz. Bu büyülü güzelliğin günümüze dek korunabilmesi, Edinburgh’nın İkinci Dünya Savaşı’nda bombardımandan uzak kalmış olması. Avrupa’nın görsel kimliğinde derin yaralar açan savaş yılları neyse ki bu romantik güzelliği bizlere bağışlamış. Eski ve Yeni Ama… Birtanyalılar kentleri Kuzey – Güney, Doğu – Batı gibi düzlemlerle bölmeyi alışkanlık haline getirmişler. Aslında somut olmayan bu sınırlar büyük kentlerde yaşamı kolaylaştırıyor. Edinburgh da eski ve yeni kent (old ve new town) olarak ikiye ayrılıyor. Zamanında eski kentteki dar sokaklar, kulak kulağa inşa edilmiş küçük evler ihtiyaca yanıt vermemiş. Buna bir de işlemez hale gelen kanalizasyon sistemi de eklenince 18. yüzyılda yeni kente kayan yerleşim kaçınılmaz olmuş. Mimari anlayışları birbirinden farklı olsa da Edinburgh’nın eski ve yeni kentleri bizi büyülenmekten alıkoyamıyor. Tüm dar sokakları adımlamak, her kapıyı çalıp tarih kokan koridorlardaki öykülere kulak vermek istiyoruz. 71 Kaleye Çıkan Yol… Kentin ortasındaki vadinin iki yanında kalan yüksek bölgeleri Kuzey ve Güney köprüleri birbirine bağlıyor. Yıllar önce köprüyü aydınlatan, balık yağından yapılmış mumların yakıldığı fenerler kuzeydeki köprüyü süslemeyi sürdürüyor. Kuzey köprünün ihtişamını görmek için ona bir de aşağıdan bakmak gerekiyor. Şimdi High Street’i keşfederek kaleye uzanalım. Kent merkezinden kaleye doğru uzanan turistik caddenin ismi High Street... Üzerinde kafeler, publar, hediyelik eşya satan mağazalar, sokak sanatçıları... High Street’ten kaleye doğru uzanmak pek de kolay değil. Keza engebeli yoldan yukarı tırmanıyorsunuz. Dert etmeyin, High Street’i tırmanırken çok sayıda molamız olacak. Bir kafede oturup mis kokulu kahvemizin dumanı tüterken, tarçınlı kekleri midemize indireceğiz. Göz kamaştıran dekoruyla bizi çeken publara uğrayıp İskoç viskilerini tadacağız. Hediyelik eşya mağazalarında kaşmir kumaşlara dokunacağız. Sokak sanatçılarını kimi zaman izleyeceğiz, kimi zaman da onların bizi izleyip, resmetmesini bekleyeceğiz sabırla… Parlamentonun karşısında, arnavut kaldırımın ortasında “Ekonominin babası” Adam Smith’e selam vereceğiz. St Giles Katedrali’nin vitraylı camlarından sızan ışığın altında ihtişamlı yapıyı inceleyeceğiz hatta kent mahkemesinde bir duruşmaya konuk olacağız. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Ve Panorama... High Street’i tırmanırken her şeyin tadına bakıyoruz ve sonunda kaleye ulaşıyoruz. 12. yüzyılda inşa edilen Edinburgh Kalesi, sönmüş bir volkanın oluşturduğu kayalıkların üzerinde yer alıyor. Eski ve yeni kenti panoramaya hakim kaleden izleyebiliyorsunuz. Eski kentin sık binaları, dar sokakları sizi yorduysa yeni kente doğru dönüp bahçeli evleri izleyebilirsiniz. İki kentte de mimari olağanüstü. Detaylar, metrelerce uzaktan bile seçilebiliyor. Tarihi savaşlara katılan İskoçların geçmişi kale içerisinde yer alan müzede izlenebilir. Her bir noktasında ayrı detaylar barındıran kalenin en ilginç noktası ise komutanların köpekleri defnettiği köpek mezarlığı. Kale turunun ardından dünyanın en iyi viskilerinin tadına bakmak istiyorsanız çok uzağa gitmenize gerek yok. İskoç Viski Mirası Müzesi’nde tarihi tatlar var. Gün ortasında “Viski beni çarpar” diyorsanız, alternatif olarak aynı bölgedeki Camera Obscura’yı ziyaret edebilirsiniz. Bu mekân size dünyanın illüzyonlarını sunacağını vaat ediyor. Camera Obscura’da devasa bir kameradan kenti izleyebiliyorsunuz. Kilt ve Gayda Edinburgh ile birlikte tüm İskoçya’nın en bilindik simgeleri Kilt ve Gayda. İskoç erkekleri eteğe benzeyen, kilt adı verilen bu kıyafeti giyiyor. Kilt, geçmişte günlük yaşamın vazgeçilmeziyken günümüzde özel günlerde giyilen bir kostüm halini almış. Öte yandan kiltin üretildiği kaşmir kumaş üzerinde yer alan renkler ve desenler de insanların mensup olduğu klanları simgeliyor. Edinburgh’da bulunduğumuz süre içerisinde görebildiğimiz erkekler arasında kilt giyenlerin sayısı, yok denebilecek kadar azdı. Şimdi kulağımıza aralıksız gelen sesin kaynağını buluyoruz. Karadeniz tulumlarına benzeyen gayda, bir tür üflemeli müzik aleti. İskoçların ulusal simgelerinden biri olan gayda, ustaların elinde bir müzik ziyafetinin ana yemeğine dönüşüyor. Gayda geçmişte savaşa giden İskoçları cesaretlendirmek amacıyla kullanılmış. Tarihte savaş aleti sayılıp yasaklanmış olması da onu ilginç bir müzik aleti haline getirmiş. İskoçya’da geçen filmlerin tema müziklerinde de gayda tınılarına sıklıkla rastlıyoruz. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 72 Eski Kentten Kaleye Bakış Kaleden yeni ve eski kentin panoramasını izlediğimizde içimizde beliren eski kentin sokaklarında kaybolma isteğinin önüne geçemiyoruz. Kuzey Köprüsü’nün yan bölmelerindeki detayları görebilmek için önce altına iniyoruz. High Street’ten rastgele seçtiğimiz bir aralıktan aşağıya indik bile. Köprü mükemmel görünüyor. Aynı aralıklardan birini daha seçip bu sefer de köprünün üstüne yöneliyoruz. Tarihi fenerleriyle, altında sıra sıra uzanan demiryollarıyla Kuzey Köprü’yü ağır ağır adımlıyoruz. Köprünün tam karşısında İskoçya Ulusal Arşivi bulunuyor. Yönümüzü Princes Street’e çevirip, The Scott Monument’e doğru ilerliyoruz. Ünlü yazar Walter Scott anısına neo-gotik tarzda inşa edilen ihtişamlı taş kule, şömine taşlarına benzeyen kararmış yüzeyiyle bizi karşılıyor. Rivayete göre eskiden Edinburgh’da sıklıkla meydana gelen yangınlar ve ortaya çıkan duman, kulenin yüzeyini bu renge dönüştürmüş. Princes Street’ten kaleye baktığınızda yapının ihtişamını farklı bir açıdan izleyebiliyorsunuz. Tırmanılması imkansız gibi görünen sarp kayaların üstünde tam bir üs… Edinburgh Kalesi, tüm yönleriyle iktidarın simgesi. Haggıs ve Viski İskoçların ulusal yemeği Haggis. Biz de Edinburgh’a gelmişken hakkında anlatılan lezzet öykülerini deneyimlemek için haggis yiyebileceğimiz bir mekân arayışına giriyoruz. Rose Street üzerindeki pub ve restoranların önünde birkaç tur atıp sonunda birine karar veriyoruz. Haggis, çeşitli sakatatların ince ince kıyılıp baharatla harmanlanmasının ardından bir koyun midesi içine doldurulup haşlanıyor. Patates ve lahana püresiyle servis edilen İskoçların ulusal yemeği Haggis, lezzetiyle bizden tam not alıyor. Sakatat sevmeyenler ve vejetaryenlere hitap etmiyor ama savaş yıllarında yokluk çeken İskoçların geliştirdiği bu yemek denenmeye değer. Konuğu olduğunuz pubta İskoç viskilerinin her çeşidini deneme şansına da sahipsiniz. Bu 73 EDINBURGH NOTLARI Kentin 450 bin kişilik nüfusu, festi val ayı Ağustos'ta 1 milyonun üzerine çıkıyor. Edinburgh her yıl, sokakta gerç ekleştirilen dünyanın en büyük yeni yıl partisine ev sahipliği yapıyor. Harry Potter'ın yazarı Joanne Kathlen Rowling serinin ilk romanı olan Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı Edinburgh'da bir kafede yazdı. James Bond'u canlandıran unut ulmaz aktör Sean Connery, bir dönem at arabasıyl a süt sattığı çocukluk yıllarını Edinburgh'da geçirdi. 1583 yılında kurulan Edinburg h Üniversitesi, dünyanın en ünlü eğitim kurumları aras ında yer alıyor. Edinburgh Kalesi her yıl 1 mily onun üzerinde ziyaretçiyi ağırlıyor. Sherlock Holmes'un yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle, Edinburgh'da doğdu. Telefonu icat eden Alexander Grah am Bell, Edinburgh'da doğdu. Edinburgh, Roma, Viyana gibi Avrupa kentleri ile birlikte Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 esnada gayda seslerinin size eşlik etmesi de muhtemeldir. İlham Kaynağı Kent Yazarların ürettiği kurguların esin kaynağını her daim merak ederiz. Nasıl oluyor da böylesine karmaşık bir örgüyü kuruyorlar ve herkesin anlayabileceği bir dil ile okuyucuya sunuyorlar? Resmi turizm sloganı “Dünyanın en ilham verici kenti” olan Edinburgh'ya yolunuz düştüğünde, zihninizde bir şeyler kurgulama ve oturup bunları kaleme alma isteğinizin yükseleceği kesin. Her yanınızı saran gizemli atmosfer, her bir kaldırım taşındaki yüz yıllık ayak izlerini görmenizi sağlıyor. Kaleminize de güveniyorsanız, elinizdeki bu fırsatı değerlendirmediğinize pişman olabilirsiniz. Edinburghlı yazarlara göz attığımızda kentin, dünyanın en ilham verici yeri olmasının aslında çok da iddialı bir söylem olmadığının farkına varıyoruz. Mütevazı kaldığını dahi söyleyebiliriz. Geçtiğimiz aylarda beyaz perdede izlediğimiz ünlü dedektif hikâyesi Sherlock Holmes’un yazarı Sir Arthur Conan Doyle Ediburgh’da yaşamış. Ünlü yazar, Sherlock Holmes’u Edinburgh’da tıp okuduğu yıllarda yazıyor. İskoçya’nın başkentinden yola çıkıp dünyayı saran bir başka eser de Joanne Kathlen Rowling’in Harry Potter’ı. Adını andığımız eserlerin ortak yönü ise gizem. Bilinmeyenler ortasında kaldığınız bir mücadele... Kentin size sunacağı atmosferi gidip görmeden önce, orada yazılan eserlere göz atmak bir ön tecrübe olabilir. Özetle Edinburgh’nın size ilham vereceğinden emin olabilirsiniz. Highlands Cesur Yürek’te izlediğiniz sonsuz yeşillikleri yakından görmek isterseniz, Eidnburgh’dan biraz uzaklaşmanız gerekiyor. Şehir merkezinden düzenlenen turlara katılarak, yeşillerin arasında huzur bulabilirsiniz. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 74 Highlands’te sizi kırmızı yanaklı, koca göbekli, neşeli ve çakırkeyif insanlar kucaklayacak. Dinginlikten sıkıldığınızda Loch Ness Gölü’ne gidebilirsiniz. Loch Ness size farklı bir atmosfer sunabilir. Keza bu gölün bizdeki Van Gölü Canavarı’ndan çok daha popüler bir sakini olduğu söyleniyor. Halk arasında Nessie adıyla anılan canavarın var olmadığı yapılan araştırmalarla belirlenmiş olsa da kendisi turistik bir değer olmayı sürdürüyor. Göle gelen ziyaretçiler, Nessie’yi simgeleyen hediyelik eşyaları satın alıyorlar. Özetle Loch Ness ziyareti, Highlands gezinize farklı bir boyut katabilir. Cadı Avlarından Festivallere… Edinburgh’nın gizemli bir kent olmasının başlıca nedenlerinden biri de geçmişte yapılan Cadı Avları. Orta Çağ Avrupası’nın bu ritüelinin ardında yaşanan salgın hastalıkları batıl gerçeklerle açıklama eğilimi yatıyor. Edinburgh’da yapılan cadı avları da kentin nüfusunu yarıya indiren büyük veba salgını ile birlikte başlıyor. Salgının nedeninin büyü, sihir gibi şeylerle uğraşan cadılar olduğuna inanılıyor. Bunun ardından avlar başlıyor. Cadı olduğundan şüphelenilen kimseler bir su birikintisine atılıyorlar. Suda boğulursa cadı olmadıkları ortaya çıkıyor. Boğulmayanlar ise cadı kabul ediliyor ve Edinburgh Kalesi’nin önünde yakılarak yok ediliyor. Dinlediğiniz öykülerin etkisinde kalırsanız, geceleri loş ışıklı Edinburgh sokaklarında kaçan bir cadı ve ardında onu kovalayanları 75 görebilirsiniz. “Hayalgücüm kuvvetli değildir” diyenlerdenseniz, yer altı zindanlarının bir çoğu, profesyonel tiyatro sanatçılarının size o günleri yaşatacağı aktivite merkezlerine dönüştürülmüş. Görünen Edinburgh’nın altındaki zindanlarda korku turuna çıkabilmek sizin cesaretinize kalıyor. Yüzyıllar önce yaşanan bu avların ardından günümüzde Edinburgh, tarihi dokusunun yanı sıra bir festivaller kenti olarak anılıyor. Çok sayıda ilgi alanına yönelik düzenlenen farklı festivaller zaman içerisinde Uluslararası Edinburgh Festivali şemsiyesi altında toplanmış ve ağustos, bir festival ayına dönüştürülmüş. Öte yandan her 31 Aralık’ta Hogmanay adı verilen büyük bir sokak partisi yapılıyor. Edinburgh’yı kalabalık anlarda ziyaret etmek için ideal tarihler, Ağustos ayı ve yeni yılın hemen öncesi. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 DENİZ KIRAL ile söyleşi Yoga ‘bir’leşmektir Kendinizi tanıtır mısınız? Ne zaman ve neden yogaya başladınız? Ted Ankara Kolejinden sonra 1994-1998 yılları arasında Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümünde okudum. Üniversitenin ve tiyatronun getirdiği rekabetçi ortamda kendimi varetmekten zorluk çekiyordum. O zamanlar gittiğim psikyatristim bana yogaya başlamamı önerdi. Annemin ve arkadaşlarının da dahil olduğu bir grupla birlikte ilk yoga dersimi aldım. O zamanki iç ritmim ve yaşamdan beklentimle yoga hocasının orada sunduklarının birbirine hiç uymadığını düşündüğümden ben yoga derslerini bıraktım ama annem dört elle sarıldım, 3. senemde orada ders vermeye başladım. Kısa bir sure sonra da evimin çatı katında dersler vermeye başladım. Ben bu arada İstanbul’da çalışmaya başlamıştım. Orada annemin önerdiği bir yoga hocasının derslerine gidiyordum. Çok düzenli olmamakla birlikte oraya derslere gitmek beni çok rahatlatıyordu ve İstanbul’un karmaşasında bana kendimi güvende hissettiriyordu. Kurumsal bir şirkette yoğun ve stresli bir iş temposunda, satış bölümünde çalışıyordum. İşimi seviyordum ama fuar ve reklam satışı benim ruhumu mutlu etmiyordu. Kendimi geliştirecek, hem kendime hem de başkalarına da faydalı olacak bir iş yapmak hayalleri kurarken 2004 yılında annem bana ortaklık teklif etti. Ben de hiç durmadım ve bir sonraki ay Ankara’da annemin yanındaydım! İlk önce onun tüm derslerine girdim, felsefe sohbetlerine katıldım. Yogayı kaynağında yaşamak için birlikte defalarca Hindistan’a gittik. Orada aşramlarda kaldık, ellerimizle yogilerin hazırladığı özel aşram yemeklerinden yedik, güneşin saatleriyle uyanıp uyuduk, yogilerin söylediği kutsal şarkılarla ruhumuza dokunduk, konuşmadan anlaşmanın olası olduğunu ve sessizliği deneyimledik, temizliğin alışık olduğumuz su ve sabunun çok daha ötesi olduğunu; temizliğin ilk önce düşüncede başladığını gördük, “talep etmek”le “dilemek” arasında bir fark olduğunu ve daha birçok şeyi öğrendik... Batı dünyası bilgiyi bizim zihinlerimizin kabul edeceği şekle kolayca soktuğundan sonra Amerika ve Avrupa’da dünyaca kabul görmüş, farklı tarzları temsil eden kurumlardan da yoga eğitimleri aldım. Geçtiğimiz sene Avrupa’da yaygın olan Independent Yoga Network’e RYT (registered yoga teacher) lisanslı yoga eğitmeni olarak kabul edildim. Bu sene de Asya ve Amerika’da yaygın olan Yoga Alliance Kuruluşuna E-RYT (experienced Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 76 registered yoga teacher) deneyimli lisanslı yoga eğitmeni kategorisinde kabul edildim. Yoga nedir? Yoganın kelime anlamı “bir”leşmektir. Başka bir çok felsefe akımında da (advaita, tasavvuf gibi) bahsedilen birleşmek kavramına önce “neyle birleşmek?” diye başlayalım ve en bariz enstrümanımız olan bedeni ele alalım. Yoga duruşları sayesinde kişi önce kendi bedeniyle tanışır, yakınlaşır, birleşir. Gündelik ihtiyaçlar ve beklentilerin ötesinde bedenin varlığını duyumsar, saygı duyar, sever ve kendini bedeninden başlayarak “olduğu gibi” kabullenmeye başlar. Sonra sıraya nefes gelir ve kişi kendi nefesiyle birleşir. Yoganın getirdiği sükunetle kişi zamanla nefesin varlığını farkeder. Nefesini gözlemlemeye ve bu yolla kendini biraz daha yakından tanımaya başlar. Nefes kontrolü yoluyla duyguları farketmeye başlar ve duygulara ulaşabilmek için yine nefesi araç olarak kullanma ihtimalini öğrenir. Hatta korku, öfke gibi çok sık karşılaşılan ve hayat kalitemizi düşüren duygu durumlarıyla başedebilmek için nefesin bir yöntem olduğunu öğrenir. Derken kişi, beden ve nefesi birleştirmeye başlar. Bedeni, yoga duruşlarını kullanarak farklı şekillere sokarken nefesin yardımını almaya başlar ve zamanla bu ikisinin mükemmel uyumunu kullanarak zihne ulaşır… Böylece zihni rahatlatmayı öğrenir. Zamanla kişi beden, nefes, zihin gibi katmanları hissetmeye başladıkça kendisinin bunlardan ibaret olmadığını farkeder. Çalışmalarında bunun ötesini araştırmaya başlar. Yoga yoluyla artan odaklanma ve konsantrasyon gücü sayesinde günlük yaşamla ilişkisi değişir ve yaptığı işin kalitesi artar. Zamanla artan konsantrasyon gücü sayesinde yaptığı işle bir olurken, bu birlik kavramı kendisini ve işi de aşarak evrenle, tanrıyla birleşmeye yöneltir. Bu duygu kişiyi her an bütünün mükemmelliğini ve tamlığını duyumsamak noktasına sürükler. Sadece hareketlerden mi ibaret? Yoga bize bütün bir paket sunar. Yogayı sutralar halinde bize sunan, 2500 yıl kadar önce yaşadığı söylenen yoganın ustası Patanjali bu paketi 8 farklı başlıkta topluyor. Sadece bir tanesinde yoga duruşlarını yani “asana”yı görmekteyiz: 1. Yama – Kişinin yapmaması gereken etik kurallar Ahimsa – Zararsızlık: Kendine ve başkalarına zarar vermemek, başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmamak, vejeteryan beslenmenin temellerinden feslefesi. Satya – Gerçeklik: Tek gerçeğe, değişmeyene yani tanrıya sadık kalmak, yalan söylememek. Mesela günlük yaşamda kolayca 77 söyleyiverdiğimiz beyaz yalanlardan uzaklaşmak. Asteya – Çalmamak: Zaman, fikir, hak çalmamak. Mesela kolayca yapıverdiğimiz kitap-cd kopyalamamak. Brahmacharya – Cinsellikte Ilımlılık: Tek eşli olmak. Aparigraha – Biriktirmemek: İşe yaramayan eşyaları, duygu ve düşünceleri biriktirmemek. 2.Niyama – Kişinin uyması gereken etik kurallar Sauca – Temizlik: Bedenin, kullanılan sözcüklerin, düşüncelerin ve duyguların temizliği. Santosa – Tatminkarlık: Başkalarına imrenmemek, kıskanmamak, bütünün mükemmelliğine yürekten inanmak. Tapas – Özdisiplin: Kişinin spirituel çalımasında ilerleyebilmek için “feda”karlık etmesi, “vazgeçme”si. Svadhyaya – Öz Üzerinde Çalışma: Günlük olarak yapılan yoga çalışmaları, kutsal metinlerin okunması, söylenmesi, asana, pranayama ve meditasyon çalışmaları. Isvara Pranidhana – Akışa Teslim Olmak: Kişinin yaşamda karşısına çıkanlara direnmemesi, elinden gelenin her zaman en iyisini yaparken yaşama güvenmesi, “ben”likten “bir”liğe geçiş. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 3.Asana – Yoga duruşları 4.Pranayama – Nefesi kullanarak yapılan çalışmalar 5.Pratyahara – 5 duyunun yanıltıcı etkisinden bağımsızlaşmak 6.Dharana - Odaklanma 7.Dhyana - Meditasyon 8.Samadhi – “bir”leşme, sonsuz huzur hali Jimnastik hareketinden farkı var mı? Asanalar yani yoga duruşları jimnastik hareketlerinden, pilatesten veya bilinen diğer egzersiz programlarından farklıdır. Bazı kaynaklarda yeryüzündeki insan sayısı kadar asana olduğu söyleniyor. Asanalar pozisyonun şekline bağlı olarak ilgili endokrin sistemini uyararak, bağlı olduğu bezlerin karşılığındaki, gözle görülmeyen enerji merkezlerini yani günümüzde çok duyulan çakraları uyarır, arındırır, doğru çalışmasını sağlar. Böylece asanalar hem iyileştirici hem de hastalık önleyicidir. Yoga insana bütüncül olarak baktığından bedeni ve zihni bir olarak kabul eder. Yani bedende olan her durumun zihinsel ve zihinde olan her durumun da bedensel düzeyde karşılığı vardır. Mesela yüksek tansiyonu olan birine Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 sadece tansiyon ilacı vermektense yoga bunun zihinsel karşılığını araştırır ve bu düzeyde kişiyi şifalandırmayı amaçlar. Yani yüksek tansiyonun hayatı kontrol etmek, dizginleri ele almak, benmerkezcilik, vermekten çok almaya odaklı yaşamak gibi zihinsel durumlar nedeniyle oluştuğu bilgisiyle durumu değerlendirir ve kişiye özel program uygulanır. Onu rahatlatmak için gerekli olan uygun asana, pranayama ve diet programı ile birlikte kişiye zamanla yaşama güvenme ihtimalini fark ettirmek mümkün olur. Bu programla yavaş yavaş sağlığı düzelmeye başlayan kişinin kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkisi de değişir. Yaşama daha güvenli, hayatın akışına daha uyumlu, dirençsiz ve huzurlu bir insana dönüşür. Yani hastalığın sendromlarını baskılamak yerine, hastalığa neden olan esas sebepleri ortadan kaldırır. Böylece zamanla kişinin aldığı ilaçların dozu azalır ve ilaca gerek bile kalmaz. Dharma Mittra ismindeki büyük bir yogi ve yoga hocası daha geçen hafta gittiğim çalışmada, “yoga yapan bir kişi doktora sadece kaza durumlarında gider” demişti. Asanaların esas amacı kişiyi son noktaya yani özgürlüğe ulaştırabilmek için meditasyon pozisyonunda uzun sure oturabilecek kadar esnek ve 78 dayanıklı bir bedene kavuşturmaktır. Her asananın kendi iç dinamiği vardır ve nefesle her zaman doğru bir uyum içinde yapılır. Ayrıca tüm sinir sistemi omugada yer aldığından asanalarda öne, arkaya, sağa, sola doğru bükülerek omurgaya ve uzuvlara esneklik ve güç kazandırılır. Bu sayede kişi her anlamda güçlenir ve meditasyonunda artık rahatsızlık ve acı duymadan uzun süre huzurla oturabilir. Kişinin bedeni esnek değilse de yoga yapabilir mi? Kesinlikle herkes yoga yapabilir! Hocaların hocası Krishnamacharya “nefes alabilen herkes yoga yapabilir” demiş. Sonradan onun öğrencisi Sri K. Pattabhi Jois “herkes yoga yapabilir, tembeller hariç” diye değiştirmiş. Asanaların esneklikle alakası hem var hem yok. Asanaları yapabilmek için kesinlikle esnek bir zihin gerekiyor. Katı, kalıplaşmış zihinlerin getirdiği engeller, sınırlamalar kalktıkça beden de zamanla esnemeye başlıyor. Yani asanalar bize kendiliğinden bunu öğretiyor. Katı, kapalı bedenlerin genelde değişikliklere uyum sağlamakta zorlanan kişiler olduğu ve aşırı esnek bedenlerin de kendilerine sınır koymakta zorlanan kişiler olduğu bilgisiyle, yogayolunda her birey kendi iç mücadelesini verir. Bu durumda aslında aşırı esnek olmak aranan birşey değildir. Yogada her zaman denge aranır. Asanalar kişiye esneklik, güç ve denge kazandırır. Çeşitleri nelerdir? Günümüzde çok fazla yoga ismi duymaya başladık. Hatta klasik tarzlara ek olarak şimdi kişiler kendi tarzlarını geliştirip bu tarzlara isim vermeye başladılar. Hepsinin son noktası aynı olduğundan hangisini seçeceğimizin aslında çok da önemi yok. Hatta asanalarla ilgili söylendiği gibi yoga çeşitleriyle ilgili de “yeryüzüzünde ne kadar insan varsa o kadar yoga çeşidi vardır” deniyor. Örnek vermek için mesela adanma, çalışma ve meditasyonla gelen bilgi yogası (Gnana Yoga), daha önce sözünü ettiğim 8 basamaklı yoga (Aştanga Yoga), kendini karşılıksız hizmet etmeye adama yogası (Karma Yoga), her yaptığını tanrıya aşkla adama ve herşeyde tanrıyı görme yogası (Bhakti Yoga) Başlanmasının uygun olduğu bir yaş var mıdır? Yogaya her yaşta başlanabilir. Tabii ki tüm bu bilgileri bilip yaşadıkça keşke hepimiz daha erken yogaya başlamış olsaydık diyoruz. Ama hiç bir zaman geç değil. Annemin dediği gibi “haftada bir kez yoga dersine gitmek hiç gitmemekten iyidir, haftada iki kez gitmek bir kere gitmekten iyidir, haftada üç kez gitmek çok iyidir ama en iyisi her gün çalışmaktır.” Keşke anne babalar yogayı kendi yaşamlarına katsalar ve sonra zamanla benim annemin bana verdiği en değerli armağan gibi çocuklarına bunu geçirseler. Bize derse gelen birçok anne ve hatta babanın çocukları da zamanla derslerimize gelmeye başlyordu. Tabii ki gençlere verdiğimiz dersle, anne babalarına verdiğimiz ders aynı olmuyordu. Gençlere onların daha çok sevecekleri, daha dinamik dersler verirken, anne babalarına da ihtiyaç duydukları gevşeme, güçlenme ve esneme ile ilgili dersler veriyorduk. Bir keresinde bize gelen bir anne sonradan kızını da getirdi ve kızı yogaya aşık oldu. Biraz içine kapalı bir gençti. Omurgasının güçlenmesi ve göğüs kafesinin de açılmasıyla, o da zamanla açıldı ve rahatladı. O zamanlar hatırlıyorum annem annesine “kızın için verdiğin en güzel hediye bu” demişti. Özel bir beslenme yapmak gerekiyor mu? Hem evet hem hayır. Yoga zamanla kişiye her şeyi kendiliğinden öğretiyor. İlk yoga dersine gittiğim hocam bize “ne yersen osun” demişti. O zamanlar ne demek istediğini anlayamamıştım, hatta içimden gülmüştüm ama şimdi çok iyi hissediyorum. Kişi kendisine yaklaştıkça yediklerinin de en ince etkisine kadar duyumsamaya başlıyor. Amaç özgürleşmek, mutluluk, barış olduğuna göre kendisini daha yükseğe taşıyacak, daha çok yaşam enerjisi taşıyan yiyecekler yemeyi 79 kendiliğinden tercih ediyor. Bu zorlamayla, yasaklarla değil ama zamanla kendiliğinden oluşuyor. Yogada 3 çeşit guna yani nitelik vardır: Sattva, rajas, ve tamas. Yiyecekleri de bu 3 niteliğe göre ayırırız. Sattvik olan yani saf olan yiyeceklerdir. En değerli enerji kaynağı olan güneşten en çok nasibini almış yiyeceklerdir. Rajasik olanlar keskin veya acı olan, kişiyi hareketlendiren yiyeceklerdir. Tamasik olanlar da beklemiş, ağır yiyeceklerdir. Kişiyi tembelleştirir ve ağırlaştırır. Amacımız zamanla tamasik bir zihin yapısından, rajasik bir yapıya ve rajasik bir yapıdan da satvik bir yapıya yönelmek olduğuna göre satvik yani saf olan yiyecekleri tercih ederiz. Böylece kendimizi her zaman hafif ve rahat hissederiz. Bedene de ağırlaşmış olan yiyeceklerin toksik etkisinden kurtulmak için lüzumsuz çaba harcatmayız. Yoga kendiliğinden çalışır. İnansak da inanmasak da, sorgulasak da sorgulamasak da... Sri K. Pattabhi Jois’ın dediği gibi “çalış ve gerisi gelir” (“practice and all is coming”) Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ ün Biyografisi Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ü hastanemizde düzenlenen cenaze töreni ile uğurladık 1958 -1991 yılları arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışan duayen hocalardan Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ü geçirdiği rahatsızlık sonucu vefat etti. Ankara Numune Hastanesi’den 1973 -1991 yılları arasında 2.Cerrahi Kliniği Şefliği yapmış olan Dinçtürk, kanser cerrahisi konusunda alanında et yetkin kişiler arasında idi. Dinçtürk, hastanenin Başhekimlik binasında yapılan cenaze töreni ile eski mesai arkadaşları, ailesi, öğrencileri ve Numuneliler tarafından son yolculuğuna uğurlandı. Cenaze töreninde yapılan konuşmalarda Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ün mesleki başarıları ve insani yönleri vurgulandı. Yapılan konuşmalarda öğrencisi ve kendinden sonraki 2. Cerrahi Kliniği Klinik Şefi Op. Dr. Ömer Cengiz, Dinçtürk’ün bilime bakış açısını anlattı. Daha sonra yine öğrencisi ve 3. Cerrahi Kliniği Klinik Şefi Doç. Dr. Faruk Coşkun, Dinçtürk’ün hayat felsefesini örneklerle anlattı. Hastane Başhekimi Doç. Dr. Nurullah Zengin ise konuşmasında Dinçtürk’ün hem Türk tıbbı, hem de Numune Hastanesi için çok önemli bir değer olduğunu ve yetiştirdiği öğrenciler ve yayınladığı kitaplarla bunu Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011 fazlasıyla hissettiğimizi vurguladı. Başhekim Zengin şöyle dedi: “Cevat hocamızın kanser cerrahisi üzerine on yıllarca önce yazdığı kitaplardaki bilgiler hala güncelliğini koruyabilmektedir. Böyle bir bilim adamının hastanemizden yetişmesine ve burada görev yapmış olmasından dolayı gurur duyuyoruz. Böyle bir değeri ülkemize kazandıran bir kurumda çalışıyor olmak hepimiz için ayrıcı bir onur kaynağıdır.” Son olarak merhum Dinçtürk’ün kızı ve meslektaşı olan Prof. Dr. Ayşe Dinçtürk yaptığı konuşmasında, babasının yıllarca görev yaptığı Numune Hastanesi’nde babası için bu törenin yapılmasının öneminin kendisi için çok büyük olduğunu belirterek şöyle dedi: “Babam bu hastanede yetiştirdiği öğrencileri ailesi gibi görürdü, bizlere gösterdiği özeni onlara da gösterirdi. Aile olarak babamın arkadaşlarının, öğrencilerinin, mesai arkadaşlarının, hastane yönetiminin bu törende babamızı son yolculuğuna uğurlamasından dolayı herkese müteşekkirim.” Cenaze töreni sonrasında Numunelerin omzunda cenaze arabasına kadar taşınan merhum Doç. Dr. Cevat Dinçtürk memleketi Bolu’ya uğurlandı. Dinçtürk’ün naşı Bolu Dadıç’ta bulunan aile kabristanında toprağa verildi. 80 Cevat Dinçtürk,12.09.1926’da Bolu’da doğdu. Bolu Ortaokulu ve Bursa Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra 26.06.1950’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Hozat ve Urfa’da askerlik görevini ifa ettikten sonra, mecburi hizmetle, Bingöl ve Akdağmadeni Hükümet Tabibliği görevlerini yaptı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1.Cerrahi Kliniği’nde ve Ankara Numune Hastanesi 2. Cerrahi Klinikleri’ndeki asistanlıklarından sonra, Eylül 1958’de Genel Cerrah ve aynı tarihte (uzman) Başasistan oldu. Aynı kliniğe 1962’de Şef Muavini ve 22.03.1973’de, Kanser Cerrahisi’nde Spesialize Klinik Şefliği’ne tayin edildi ve Kanser Cerrahisi Kliniği’ni kurdu. Nisan-Mayıs-Haziran 1964’de Kıbrıs-Lefkoşe Kızılay Hastanesi Cerrahi Servisi Şefi olarak görev yaptı. 1965 ve 1966 yıllarında, Paris Tıp Fakültesi Kanser Cerrahisi Kliniği’nde Kanser Cerrahisi İhtisası yaptı ve 08.12.1966’da, Paris Tıp Fakültesi’nden Kanser Cerrahisi İhtisas Diploması aldı. Nisan-Mayıs 1970’de Londra’da The Royal Marsden Hospital’de; Mayıs 1978’de Bruxelles Jules-Bordet Kanser Enstitüsünde; Eylül 1980 ‘de Bern Üniversitesi Tıp Fakültesi Seinologie bölümünde çalıştı. 20.11.1972’de Hacettepe Tıp Fakültesi’nden Genel Cerrahi Doçenti oldu. 23.11.1984’de Onkolojik Cerrahi Uzmanlık Belgesi aldı. Sağlık Bakanlığı’nın Kanser Konseyi’nde, konseyin faal üyesi olarak çalıştı. Hocamızın yayınmış beş tıp kitabı, 35’i Onkoloji konusunda olmak üzere 100 dolayında bilimsel makalesi bulunmaktadır. Doç. Dr. Cevat Dinçtürk hoca birçok uzman yetiştirdikten sonra 1991’de yaş haddinden emekli olmuştur. 14 Aralık 2010 tarihinde vefat etti. Evli ve iki çocuk babasıydı.