NumuneSaglik Dergisi (SAYI05)-BASKI-int

Transkript

NumuneSaglik Dergisi (SAYI05)-BASKI-int
Numune Sağlık
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır
ISSN 1309-9213
OCAK 2011
GEBELİK,
ANNE VE ÇOCUK
SAĞLIĞI
İnfluenza Çalıştayı
ANEAH’ta Gerçekleştirildi
Gebelikte Günlük Yaşam
Gebelikte Beslenme
Anne İstemiyle
Sezaryen Yapılmalı mıdır
Anne Sütü ve
Emzirmenin Önemi
Ankara’da Beş Yıldızlı Hizmet
HEKİMEVİ
www.ipekozalit.com.tr
Dünyanın renklerini
ayağınıza getiriyoruz
25.
Hizmet yılımızda
sizleri de aramızda
görmek istiyoruz…
1986 Yılında Ankara Çankaya’da kurulan İpek Ozalit
Kırtasiye olarak, her zaman tek bir ilkeyi kendimize yol
gösterici olarak kabul ettik: Kaliteli ürün, uygun fiyat.
25. Hizmet yılımıza girdiğimiz şu günlerde gerçekleştirdiğimiz
teknoloji yatırımları ve teknik altyapımızla sizlere her zaman
daha iyi hizmet vermenin mutluluğu içerisindeyiz.
3 Şubemiz ve alanlarında uzman 50’yi aşkın personelimizle
Ankara’nın en donanımlı ozalit ve kırtasiye merkezi olmanın
bilinci ile hareket ediyor, yarının imkanlarını bugünden
hizmetinize sunuyoruz.
Siz değerli müşterilerimizin iltifatı ile daha nice 25 yıllarda
birlikte olmayı istiyoruz.
u
Zafer D
rum
www.avecreklam.com
Saygılarımızla…
Hizmetlerimiz
Kırtasiye
G Poster Baskı
G Plotter Baskı
G Dijital Baskı
G Tarama (Scanner)
G Ciltleme(Laminasyon) G Kartuş Dolumu
G Kaşe Yapımı
G Ozalit ve Plan Kopya Çekimi
G Ofis ve Bilgisayar Sarf Malzemeleri
G
MERKEZ : Ahmet Mithat Efendi Sokak
No: 18 / A
ÇANKAYA - ANKARA
Tel
: 0312 442 18 00 (pbx)
Fax
: 0312 442 06 05
E-mail : [email protected]
ŞUBE 1 : Uğur Mumcu Caddesi
(Köroğlu) No: 53 / A
G.O.P. - ANKARA
Tel
: 0312 446 29 46 (pbx)
Fax
: 0312 446 76 06
E-mail : [email protected]
Fotokopi
G Laser Çıktı
G
ŞUBE 2 : Mustafa Kemal Mahallesi
2127. (Eski 47) Sokak No: 64 / B
SÖĞÜTÖZÜ - ANKARA
Tel
: 0312 219 50 59 - 219 50 80
Fax
: 0312 219 53 63
E-mail : [email protected]
www.diyabetegitimi.com
3 BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN
3. Basamak Sağlık Kuruluşlarında Görevli Hekimler ve 1. Basamak Aile Hekimliği için
Diyabet - Hipertansiyon - Hiperlipidemi Eğitim Programı’na tüm hekimlerimiz davetlidir.
KONTENJANIMIZ SINIRLI SAYIDADIR.
w w w. di ya be t e g it i m i. c o m
3. BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN
DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI
12 Şubat 2011 - Bilkent / ANKARA
1. BASAMAK AİLE HEKİMLİĞİ
DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI
26 Şubat 2011 - Bilkent / ANKARA
3. BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA GÖREVLİ HEKİMLER İÇİN
DİYABET – HİPERTANSİYON – HİPERLİPİDEMİ EĞİTİM PROGRAMI
5 Mart 2011 - Gayrettepe / İSTANBUL
SPONSORLAR
VAKA
A 1 EĞİTİMCİ : Prof.. Dr. Aytekin
n OĞUZ
Z
Ş
VAKA
A 2 EĞİTİMCİ : Prof.. Dr.. Yüksell ALTUNTAŞ
VAKA
A 3 EĞİTİMCİİ : Doç.. Dr.. Tuncayy DELİBAŞI
BASIN
N SPONSORU
İ : Prof.. Dr.. Kubilay
y KARŞIDAĞ
VAKA
A 4 EĞİTİMCİ
Dergisi
DÜZENLEYENLER
www.aysunyayincilik.com
www.diyabetegitimi.com
KÜNYE www.numunesaglik.com
Numune Sağlık
MAYIS 2010
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır
Numune Sağlık Dergisi Yıl:01 Sayı:05
ISSN 1309-9213
Aralık 2010 - Ocak 2011
Ankara Numune Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Adına
Bilimsel Danışma Kurulu
Yayın Kurulu Başkanı
Doç. Dr. Nurullah ZENGİN
(Başhekim)
Genel Yayın Yönetmeni
Doç. Dr. Serdar GÜLER
Haber Koordinatörü
Uzm. Ecz. Aslıhan BEYAN
Yayın Kurulu
Doç. Dr. Hürrem BODUR
Doç. Dr. Celil GÖÇER
Doç. Dr. Erol GÖKA
Doç. Dr. Özlem Evren KEMER
Dr. Abdulkadir ÖZBEK
Dr. Adem ÖZKARA
Dr. Ali EDİZER
Ahmet ZENGİN
Dr. Ecz. A. Alper ŞAHİN
İmtiyaz Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam
İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına
Aysun PALALI
Genel Yayın Koordinatörü
Cumali KÖKTAŞ
Hukuk Danışmanı
Av. Çiğdem ALTINIŞIK
Yönetim Merkezi
Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3
GOP - Çankaya - ANKARA
Tel: 0312 436 44 00
Fax: 0312 447 54 59
[email protected]
www.numunesaglik.com
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
1.ABAYLI Ekrem
2.AK Fikri
3.ALLI Nuran
4.ALTIPARMAK Emin
5.ATAN Ali
6.AVŞAR Fatih
7.AYDOĞDU Sinan
8.BALABAN Neriman
9.BELEN Ahmet Deniz
10.BİÇİMOĞLU Ali
11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice
12.CENGİZ Ömer
13.ÇAKIR Bekir
14.COŞKUN Faruk
15.ÇETİNKAYA Mesut
16.DEDE Doğan
17.DERE Hacı Hüseyin
18.DİKMEN Bayazit
19.DİLBAZ Nesrin
20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak
21.ERDOĞAN Bülent
22.ERYILMAZ Adil
23.ESKİOĞLU Erdal
24.GÖĞÜŞ Nermin
25.GÖKA Erol
26.GÜÇTEKİN Ali
27.GÜL Ülker
28.GÜLER Serdar
29.GÜNEL Uğur
30.GÜVENER Engin
31.HASIRİPİ Hikmet
32.HENGİRMEN Süleyman
33.KAMA Nuri Aydın
34.KARAASLAN Yaşar
35.KARADEMİR Mehmet Alp
36.KOCA Yüksel
37.KOÇ Mahmut
38.KOPARAL Salih Suha
39.KULAÇOĞLU Sezer
40.KURAL Gülcan
41.MEMİŞ Ali
42.ODABAŞ Ali Rıza
43.ÖZBAKIR Şenay
44.ÖZDEM Cafer
45.ÖZET Gülsüm Gülistan
46.ÖZKARA Adem
47.ÖZMEN Mehmet Mahir
48.PEKSOY İrfan
49.SAKINCI Ünal
50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit
51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda
52.TABAK Abdullah Yalçın
53.TÜMÖZ Mehmet Ali
54.TÜMÖZ Mübeccel
55.UÇANER Ahmet
56.UĞURLU Mehmet
57.ULUSOY Feridun Vasfi
58.ÜNAL Adnan
59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin
60.YÜKSEL Enis
Ankara Numune
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Tel: 0312 508 40 00
www.anh.gov.tr
Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek
ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir.
Yayınlanan yazıların sorumluluğu
yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise
reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve
haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı
yapılabilir.
(İsimler soyadlara göre
alfabetik olarak sıralanmıştır.)
Tasarım
AVEC reklam organizasyon
www.avecreklam.com
Baskı: Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Anadolu Bulvarı
Meka Plaza No:5/15 Gimat – Yenimahalle / ANKARA Tel: 03123971617
15.01.2011
02
DOÇ. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI
İlaç Geliştirilmesi
Başta bilgi ve teknolojik imkanların artışı
olmak üzere değişen şartlar, pek çok meslekte
olduğu gibi hekimlik mesleğinin algılanması
ve uygulanmasında da değişiklikler
oluşturmaktadır. Hekimliğin konusunun
doğrudan insan olması ve hekim ile hasta
tarafları arasındaki bilgi farkı, belirleyicinin
büyük ölçüde hekimin olduğu bir ilişki ortaya
çıkarmaktadır. Geçmişte çok daha geçerli
olan bu kabulün günümüzde artık daha çok
sorgulandığını görmemek mümkün değildir.
Hasta ve yakınlarının daha fazla bilgilenme
talepleri, hasta hakları kavramının daha
geniş şekilde kullanımı günümüz hekimliğin
gerçekleridir.
Günümüz hekimlik uygulamalarının bir diğer
özelliği ise sağlıkla ilgili bilgi üretiminde ve
bu bilgilerin klinik pratiğe geçişinde sektör
anlayışının artan rolüdür. Uluslararası alanda
ilaç sektörünün toplam cirosunu yaklaşık
beşte birinin bu alandaki Ar-Ge çalışmalarına
ayırdığını dikkate alırsak, her yıl 10
milyarlarca doların sadece yeni ilaç
geliştirilmesine harcandığını görmekteyiz.
Her yıl gittikçe artan Ar-Ge harcamalarına
rağmen kullanıma giren yeni ilaç sayısında
yıllar içinde bir artış değil de azalmanın
olması dikkat çekicidir. Belli branşlarla
sınırlı olmadığı anlaşılan ve tıp çevrelerinde
henüz yeterince tartışılmayan bu tespitin
günümüzde ve gelecekte tıp uygulamalarında
önemli etkilerinin olacağına şüphe yoktur.
İlaç geliştirme süreçlerinin zorluğu ve artan
masrafları, kullanıma yeni giren ilaçların
fiyatına yansımakta; astronomik yeni ilaç
fiyatları ise sağlık harcamalarında hissedilir
bir artış olarak karşımıza çıkmaktadır.
03
İlaç geliştirme süreçlerinde yapılan
masrafların geri dönüşümü için bir an önce
piyasaya çıkabilme çabalarını olayın hiç
şüphesiz bir ticari boyutunun da olduğunu
dikkate alarak doğal karşılamak mümkün
olabilir. Ancak bu tarz çabalar bazen
araştırma verilerinin henüz olgunlaşmadan,
bazen taraflı yorumlarla sansasyonel bir
şekilde duyurulmasına neden olabilmektedir.
Bu çabaların daha ileri noktası ise araştırma
protokollerinin objektiflikten uzaklaşması
veya bizzat araştırıcıların yaptıkları
araştırmalarda bulguların olumlu yönde
çıkması yönündeki insiyatifleri olabilir.
Hiç şüphesiz kurallara uygun olarak yapılan
çalışmalarda başta Etik Kurullar ve
sağlık otoriteleri olmak üzere kontrol
mekanizmaları oluşturulmuş bulunmaktadır.
Ancak klinik araştırma literatüründe “bias”
kavramının olduğu ve değişik şekillerde
karşımıza çıkabildiği konu ile ilgilenen
herkesin bilgisi dahilindedir.
İlaç geliştirilmesinde klinik araştırmalardan
geçip ilaç statüsünü kazanan molekül
sayısında gerçekten zaman içinde bir azalma
varsa bu, sadece sektörü değil tüm tıp
camiasını ilgilendiren önemli bir konudur.
Hastalar yanında hekimlerin de daha etkili
ve daha başarılı tedavi seçeneklerine
kavuşma beklentileri hiç şüphesiz gayet
doğaldır. Ancak bu beklentileri de kullanan
ilaç geliştirme sürecindeki bazı “prematüre”
yaklaşımlar sorunun farklı boyutlar
kazanmasına zemin mi hazırlıyor?
Herhalde önümüzdeki dönemde bu konular
daha fazla tartışılacaktır.
Hepinize saygılarımı sunuyorum.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
İÇİNDEKİLER
KÜNYE ........................................................ 04
BAŞYAZI ..................................................... 05
EDİTÖRDEN ................................................ 07
İNFLUENZA ÇALIŞTAYI
ANEAH’TA GERÇEKLEŞTİRİLDİ .............. 08
08
YAZI İŞLERİNDEN ..................................... 09
ÇOCUKLARDA GÖZ TEMBELLİĞİNE
DİKKAT ....................................................... 10
GEBELİK ÖNCESİ DANIŞMANLIK ............ 14
10
18
GEBELİKTE GÜNLÜK YAŞAM ................... 18
GEBELİKTE BESLENME ............................ 22
GEBELİKTE SIK RASTLANILAN
ŞİKAYETLER .............................................. 26
NORMAL GEBELİK TAKİBİ ....................... 28
22
28
ANNE İSTEMİYLE SEZARYEN
YAPILMALI MIDIR ..................................... 34
ANNE SÜTÜ VE EMZİRMENİN ÖNEMİ ..... 36
DOĞUM SONRASI AİLE PLANLAMASI...... 40
34
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
36
04
DOĞUM SONRASI HÜZÜN VE
DOĞUM SONRASI DEPRESYON ................. 44
HORMALA VE TIKAYICI UYKU APNESİNDE
CERRAHİ TEDAVİ ....................................... 46
ANKARA’DA BEŞ YILDIZLI HİZMET:
HEKİMEVİ .................................................. 52
46
ÇAĞDAŞ ODA MÜZİĞİ ÇALICILARI ........... 54
PANKREAS NAKLİ VE DİABET .................. 56
PSÖRİASİS İLE YAŞAMAK
54
KADER OLMAMALI .................................... 58
58
RÖPORTAJ: TRT HD KOORDİNATÖRÜ
KÜRŞAT ÖZKÖK ......................................... 62
DOÇ. DR. CAFER ÖZDEM’İN
EMEKLİLİK TÖRENİ ................................ 68
62
68
GEZİ YAZISI: EDİNBURG ........................... 70
DENİZ KIRAL İLE SÖYLEŞİ:
YOGA BİR’LEŞMEKTİR .............................. 76
DOÇ. DR. CEVAT DİNÇTÜRK’ÜN
CENAZE TÖRENİ ........................................ 80
70
80
05
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DOÇ. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN
Anne ve Çocuk Sağlığı
Dünyaya yeni gelmiş, kendi haline
bırakırsanız hayatını kaybeder, altını
temizlemek, düzenli beslemek zorunda
olduğunuz, uykularınızı genelde bozan, sizce
sebepsiz yere ağlayan ve herşeyiyle sizin
bakımınıza yüksek derecede muhtaç minicik
bir yeni insan.
Ancak yeni misafirimiz bize kendini iyi
ağırlamamızı, ne kadar eziyetli olursa olsun
onunla ilgilenmemizi sağlayan pek çok güzel
özellikleri ile geliyor. Herşeyi küçücük; elleri,
ayakları, kulakları, gözü, burnu.. Onun
güzelliği, kokusu, içtenliği, samimiyeti,
hiçbirşey yapmadan kendini sevdirmesi, size
oyunlar yapması, küçücük gelişmelerinin bile
bizi havalar uçurması.
Yenidoğanların kokusuna cennet kokusu
diyenler var. Bu yavrucuk 40 hafta boyunca
misafir olduğu yeri bırakıp karşımıza çıkıyor.
Bizler, özellikle babalar genellikle bundan
sonrasını yaşıyoruz. Ancak annelerimiz,
yavrularımızın ilk evsahipleri, gebelikleri
süresince onlarla bizden daha önce tanışıp,
samimiyet kuruyorlar. Belki hanımların
duyarlı ve ince düşünceli olmaları, pek çok
erkeğe göre intizamı daha iyi sağlamaları bu
evsahipliğini yapma veya bu potansiyele sahip
olabilmelerine bağlı. Bir yumurtanın
döllenmesi, uygun ortamı bulup yerleşmesi,
her türlü lojistik desteğini oluşturarak tek bir
hücreden onlarca organ ve organ sistemine
gelişmeleri en hafif tabiri ile bir mucize. Bu
sürecin annelerimize ve yavrularımıza en
uygun şekilde gerçekleşmesi için sağlık
profesyoneli olan bizlere de bu sayıdaki ana
konumuzda bahsettiğimiz bazı kritik vazifeler
düşmektedir.
07
Diabetes mellitus % 14 civarına yükselmiş
sıklığı ile tüm dünyada olduğu gibi
yurdumuzda da ciddi bir sağlık problemini
oluşturmakta. Ülkemizin diyabete yönelik
Stratejik planı ve Eylem planı çok geniş bir
katılımla oluşturulmuş durumda.
Bakanlığımızın pek çok paydaşı ile
yürütülmesini başlattığı planın tanıtımı
Şubat 2011’de yapılacak. Diyabette
başvurabildiğimiz tedavi yöntemlerinden
birisi olan pankreas naklini bu sayımızda
bulabileceksiniz.
Her zaman karşılaştığımız İnfluenza
konusuna hastanemizin evsahipliği yaptığı
çalıştay haberlerimiz arasında. Yine
hastanemizde gerçekleştirdiğimiz bazı
aktivitelere ait bilgileri de sayfalarımızda
bulabilirsiniz.
Artık Türkiye’de de HD kalitesinde yayın
yapan TV kanalı var. TV yayıncılığında her
zaman önde olan TRT bu alanda da yaptığı
atılımlar ile göz dolduruyor. TRT HD kanalı
hakkındaki bilgileri kanalın koordinatörü
Kürşat ÖZKÖK ile konuştuk.
İngiltere’nin kasvetli şehri Edinburg
hakkındaki gezi yazısının yanısıra yoga ve
müzik severleri de ilgilendirecek yazılarımızı
sayfalarımız arasında bulabilirsiniz.
Herkesin Ankara’da uğramasını tavsiye
edebileceğimiz, kaliteyi yakalayan bir mekan
da tanıtıyoruz; Ankara Hekimevi. Gerek
restaurantı ile gerekse otelcilik hizmetleri ile
övgüyü gerçekten hak eden bir mekan..
Gelecek sayılarımızda yine ilginç bulacağınızı
umduğumuz konularla buluşma dileğimizle…
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
İnfluenza Çalıştayı
ANEAH’ta gerçekleştirildi
Türkiye Enfeksiyon
Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Uzmanlık
Derneği (EKMUD)
tarafından hastanemizde
İnfluenza Çalıştayı
gerçekleştirildi.
Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği
(EKMUD) tarafından hastanemizde
İnfluenza Çalıştayı gerçekleştirildi.
Çalıştay sonrası Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Doç. Dr. Turan
Buzgan, Türkiye EKMUD Başkanı Prof.
Dr. Haluk Vahapoğlu ve ANEAH
2.Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji
Klinik Şefi
Doç. Dr.
Hürrem Bodur
tarafından bir
basın
toplantısı
düzenlendi.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Basın toplantısında, influenza (grip)
ülkemizde her yıl kış mevsimi ile birlikle
görülmeye başlanan ve bu mevsimde
salgına yol açarak toplum sağlığına ciddi
zararlar veren bir enfeksiyon hastalığı
olduğu belirtilerek şöyle denildi: “Grip
salgını genellikle influenza virüslerinde
görülen küçük yapısal değişikliklerle
ilişkilidir. Virüslerde büyük çaplı yapısal
değişiklik olması durumunda, çok daha
fazla insanın hastalanması ve ölümüne yol
açan daha büyük ve ciddi salgınlar
oluşabilir. 2009 yılında görülen grip
pandemisi bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik
Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği
(EKMUD) olarak Sağlık Bakanlığı’ndan
da katılımcılarla birlikte çok sayıda bilim
insanını bir araya getirerek bir çalıştay
gerçekleştirdik. Bu çalıştayda grip
hastalığı, gerek
yaptığı büyük
salgınlar gerekse her
yıl yaptığı salgınlar
açısından her yönüyle
değerlendirilmiştir.
08
Griple ilgili olarak aşağıda belirtilen
hususların kamuoyunun bilgisine
sunulmasına karar verilmiştir:
1. 2010 yılı içinde Güney Yanmkürede
oluşan influenza salgınları 2008 yılında
görülen influenza A H3N2 tipi, influenza
A 2009-H1N1 tipi ve influenza B ile
oluşmuştur. Ülkemizde de 2010 -2011 kış
mevsiminde bu virüslerin etken olacağı
beklenmektedir.
2. Bu yıl uygulanan mevsimsel grip aşısı
her 3 virüse karşı yeterli koruma
sağlamaktadır.
3. Risk gruplarında yer alan kişilerin
mevsimsel grip aşısı ile aşılanması tavsiye
edilmektedir.
4. Bu sezon grip yapan influenza
virüslerinde antiviral ilaç direncine
rastlanmamıştır.
5. Grip hastalığı yüksek ateş, kırıklık ve
kas ağrıları ile seyreden bir hastalıktır. Bu
mevsimde sık görülen, burun akıntısı ve
hapşırık gibi hafif belirtilerle seyreden
“soğuk algınlığı’ ile karıştırılmamalıdır.
6. Grip belirtisi olan kişilerin kendi
kendilerine ilaç, özellikle de antibiyotik
kullanmamaları ve bir hekime
başvurmaları gerekmektedir.” I
AYSUN PALALI YAZI İŞLERİ’NDEN
Genç Annelerin Bireysel Gelişimi
Bir sorunun ortaya çıkmasındaki en temel
etkenlerden biri, daha önceki soruna üretilen
çözümün kendisinde gizlidir. Tarih, bu
döngünün sistemleştirilmiş halidir sadece..
1960’lı yıllar sonrasında gelişen global
değişimler ve gelişmeler sonrası oluşan sanayi
devrimi, ülkemizde sosyal yaşamlarımızda geri
dönüşü olmayacak şekilde değişimlere neden
oldu. Çarpık şehirleşme ve yeni bir sosyal
hayat..
Bu olgunun ülkemizde tamamen yer etmesi
ise, 1980’li yıllara tekabül etmektedir.
Ve sonrasında yoğun olarak yaşanan bölgesel
ekonomik sıkıntılar ve terör tehdidi ile birlikte
nüfusun şehirlere yoğunlaşması çok hızlı bir
şekilde oldu. Öyle ki, büyükşehirlerin
etraflarında oluşan varoşlardaki halk,
yeri geldi nüfus olarak şehrin en büyük
katmanlarından biri haline geldi.
Öngürülmeden oluşan ve bu nedenle devletin
herhangi bir çözüm veya alternatif model
üretmekten aciz olduğu o yıllar sonrası,
büyükşehirlerin etraflarında yoğunlaşan
bu halka yeterli eğitim imkanlarının
sunulmaması ile her alanda yeni sorunların
ortaya çıkması kaçınılmaz oldu. 2000’li
yılların başlarına kadar biriken bu sorunlar bir
çok şehrimiz için geçerli bir durumdu.
Bu sosyal değişimlerden olumsuz olarak en
çok etkilenen sosyal katman kadınlar olmuştur.
Özellikle geldiği yerde yeterli eğitim almadan
büyükşehirlerin etrafında kendilerine yeni bir
yaşam kurmak zorunda kalan genç anneler..
09
Başkanlığını yaptığım A.Başkentli Kadınlar
Derneği olarak, 2006 Yılında Avrupa
Birliği’nin katkılarıyla Ankara’nın taşrasında
gerçekleştirdiğimiz ‘Genç Anneler İçin
Bireysel Gelişim Projesi’ ile gördük ki, 16-20
yaşlar aralığında anne olmuş kadınların
sorunu yer yer hala güncelliğini korumakta..
Ankara’nın büyükşehir sınırları içerisinde kalan
taşra mahallelerinde yaşayan genç annelerin
hedef kitle olduğu projemiz kapsamında, gerek
kendilerinin gerekse bebeklerinin sağlığını nasıl
korumaları gerektiği, beslenmelerinde nelere
dikkat etmeleri konusunda bir dizi eğitimler
verdik. Çoğunluğu ilköğretim mezunu olan bu
genç annelerin yeterli bilgiye sahip olmadıkları,
mevcut bilgilerinin ise etraftan edindikleri
gözlemlere dayandığını tespit ettik.
Dernek olarak 2010 yılında aynı mahallelerde
yaptığımız saha araştırmasında ise, anne olma
yaşının 20’li yaşlara kadar çıkmaya
başladığını gözlemledik. Ama hala ortada bir
sorun vardı; genç annelerin bireysel gelişimleri
için yeterli bir ilerleme sağlanamıyordu.
Belediyelerin açtığı kurslar gerekli altyapıyı
sağlamakla beraber, halkta bu alanda bir talep
oluşmamaktadır. Bireysel gelişim kurslarının
ve sosyal faaliyetlerin başarıya ulaşabilmesinin
olmazsa olmaz şartı, genç anneler için bu ve
benzeri etkinliklerin arttırılması,genç annelerin
çocukları ile birlikte katılabilmelerinin
sağlanmasında gizlidir. Çocukların eğitiminde
ilk halkanın anne olduğu gerçeğinden hareketle
eğitime daha fazla önem vermeliyiz.
Unutmayalım ki; gelecek annelerin eseridir..
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DOÇ. DR. ÖZLEM KEMER
ANEAH 2. Göz Kl. Şef Yard.
Çocuklarda
Göz Tembelliğine Dikkat!
Göz tembelliği (ambliyopi), çocukluk
döneminde normal görmenin
gelişmediği, yapısı normal görünse de
gözlük veya kontakt lens düzeltmesi ile
görme azlığı sorununun devam ettiği bir
durumdur. Genellikle tek gözde görülür
ama her iki gözde de görme azlığı
gelişebilir. Erken çocukluk döneminde
sağlıklı görmenin sağlanamasıyla oluşan
göz tembelliği, toplumda %3 oranında
görülür.
Çocukların meslek seçimi ve
yaşam kalitesini etkileyecek
kalıcı görme azlığı
gelişmemesi için, bu
çocukların erken
bebeklik-çocukluk
yıllarında tedavi
edilmesi gerekir.
Eğer bir göz tüm
düzeltmelere rağmen
tam kapasiteli
göremiyorsa, bu durum
kişinin hayatında olumsuz
bazı etkilere de yol açacak
ve bazı meslekleri
seçmesi sorun
olacaktır. Ayrıca,
gözlerden
birinin kaza
sonucu
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
10
kaybedildiği bir durumda diğer gözün
durumu kişinin hayatını sürdürebilmesi
için önem kazanacaktır. Bu nedenle, göz
tembelliği tanısı erken yaşlarda konmalı
ve tedavi edilmelidir.
Normal görme nasıl gelişir?
Bebekler doğduklarında belirli oranlarda
görebilirler, gözlerini kullandıkça görme
potansiyelleri artar. Üç boyutlu görme
ilk 6 ay içinde gelişmeye başlar ve
elastik bir yapıya sahip olan görme
sistemi, ilk 9 yaş içinde gelişimini
tamamlar, daha sonra belirgin bir
değişiklik olmaz. Bu süreçte, bir veya
her iki gözden gelen görüntünün beyne
gitmesini engelleyen bir göz patolojisi
olursa görme gelişimi ve üç boyutlu
görme yavaş yavaş bozulur. Normal
görsel gelişim için, her iki gözde
görmeler eşit ve net olmalı ve gözlerde
kayma olmamalıdır. Gözlerden biri,
değişik nedenlerle, yeterince
kullanılmazsa görme gelişemez, hatta
azalabilir. İlk 9 yaş içinde, görme
gelişimi gözdeki patolojilerden
etkilenebileceği gibi, gelişebilecek görme
azlığının tedavisine yanıtlar da en iyi bu
dönemde alınmaktadır. Kalıcı görme
azlığını önlemenin tek yolu, çocukların
bu süreçte muayenesi ile tanı konması ve
tedavi başlanmasıdır.
Çocuklarda göz muayenesi ne
zaman yapılmalıdır?
Herhangi bir sorunu olmasa da tüm
çocukların 3 yaşına kadar bir göz
doktoru tarafından muayene edilmesi
gerekir. Gerekli hallerde, ailede benzer
bir hastalık varsa veya aile bireyleri veya
çocuk doktoru tarafından bir göz
problemi tespit edilmişse, çok erken
dönemlerde de göz muayenesi yapılabilir.
Bebeklik ve çocukluk döneminde
göz muayenelerinin sıklığı ne
olmalıdır?
Göz hastalıklarının tarama ve muayene
yöntemleri çocuğun yaş grubuna göre
farklılık gösterir, gözle ilgili şikayeti
veya hastalık belirtisi olmayan sağlıklı
çocukların göz muayenelerinin aşağıda
belirtilen aralıklarla yapılması
önerilmektedir: - Bebek doğduğunda,
doğum travması hasarının, doğuştan
katarakt veya diğer göz anomalilerinin
tespiti için, - Erken çocukluk (2-3
yaşları) döneminde, gözlerdeki kırılma
kusurlarının veya şaşılığın tespiti ve göz
tembelliğinin ortaya çıkarılması için göz
doktoru tarafından görülmesi gereklidir.
– Çocukluk döneminde; okul öncesi ve
okul çağında kırılma kusurlarının ve göz
tembelliğinin tespiti, tedavisi ve takibi
için, -18-20 yaş döneminde; kırılma
kusurlarındaki ilerlemenin durduğunun
tespiti ve uygun tedavinin önerilmesi
açısından göz muayenelerinin yapılması
önerilmektedir.
Göz tembelliği nasıl teşhis edilir?
Göz tembelliğinin aileler tarafından fark
edilmesi zordur; çocuk tek gözünün az
gördüğünün farkında değildir veya iki
gözü de az gören çocuk herkesin öyle
gördüğünü zannederek şikayet etmez.
Bu nedenle, şikayeti olmasa da her
çocuğun 3 yaşına kadar bir göz doktoru
tarafından görülmesi gerekir.
Çocuklarda görme muayeneleri, 3,5-4
yaş öncesinde oldukça zordur. Büyük
çocuklarda göz tembelliği tanısı, iki göz
arasında görme farkının bulunmasıyla
konur. Daha küçük çocuklarda ve
bebeklerde görme keskinliğinin tespiti
zor olduğu için, sağlam gözün doktor
tarafından kapatılmasına bebeğin verdiği
tepki değerlendirilerek göz tembelliği
olan göz tespit edilmeye çalışılır. Dört
yaş öncesi çocukların muayenesinde,
gözlerde herhangi bir kayma olup
olmadığı, gözün saydam ortamlarında
herhangi bir bulanıklık olup olmadığı
değerlendirilir ve göz bebeği bir damla
ile genişletilerek gözlerin refraksiyon
değerleri (kırma kusuru) ölçülür.
Muayenede, her iki gözde veya gözlerden
birinde diğerine göre yüksek kırma
kusuru tespit edilmesi göz tembelliği
gelişimi açısından risk oluşturacağından,
tedavi başlanması gerekir. Kırma kusuru
muayenesi dışında, göz dibi muayenesi
ile retina (görme zarı) ve optik sinir
(görme siniri) değerlendirilmesi de
yapılarak çocukların muayenesi
tamamlanır.
11
Neler göz tembelliğine yol
açabilir?
Göz tembelliği, erken bebeklik ve
çocukluk döneminde gözlerin normal
kullanımını engelleyen her türlü
durumda ortaya çıkabilir. Göz
tembelliğine yol açan durumlar çoğu kez
kalıtsaldır, bu nedenle ailesinde göz
tembelliği olan çocuklar erken yaşlarda
mutlaka bir göz doktoru tarafından
muayene edilmelidir. Göz tembelliğinin 3
temel nedeni vardır;
I Şaşılık;
şaşılığa bağlı her iki gözde de
görme azlığı oluşabileceği gibi, özellikle
tek gözde kayma olan çocuklarda kayan
gözde genellikle tembellik gelişmektedir.
Aileler çoğu kez, çocuklarının
gözlerindeki kaymayı erken yaşta fark
ederek doktora getirdikleri için bu tip
göz tembelliğinin tespiti ve tedavinin
başlanması daha erken yaşlarda
olmaktadır.
I Kırma
kusurları; mevcut yüksek kırma
kusuru nedeni ile bir göz diğerine göre
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
çok bulanık görmekte ise bu göz görsel
gelişimini tamamlayamayarak tembel
hale gelmektedir. Dış görünüşte gözlerde
herhangi bir problem olmadığı için,
tespit edilmesi en zor olan göz tembelliği
tipi budur. Aileler çocuklarının gözünde
görme azlığını fark edemedikleri için bu
çocukların göz muayenesi okul dönemine
kadar gecikmekte ve bu durumda da
çoğu kez geç kalınmış olmaktadır. Bu
nedenle 3 yaş öncesinde tüm çocukların,
şikayet olsun olmasın, mutlak surette
göz muayenesi olmaları gerekmektedir.
I Saydam
olması gereken göz
dokularında bulanıklık olması; en sık
nedeni katarakt varlığıdır. Özellikle
doğuştan katarakt varlığına bağlı göz
tembelliği en erken gelişen ve en ciddi
göz tembelliğidir. Bu nedenle, her yeni
doğanın çocuk doktoru tarafından bu
açıdan değerlendirilmesi ve uygulanması
kolay bir test olan “kırmızı yansıma
test”ine tabi tutularak bir anormallik
tespiti halinde acilen göz doktoruna
yönlendirilmesi gerekir. Doğumsal
katarakt mümkün olan en kısa zamanda
cerrahi olarak tedavi edilmeli ve göz
tembelliğini önleyici tedavi
başlanmalıdır. Katarakt dışında, göz içi
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
tümörleri de göz dokularında bulanıklık
yaratarak gözde görme azlığı ve
kaymaya neden olmaktadır. Özellikle bu
çocuklarda, erken yaştaki göz
muayeneleri ile erken tanı ve tedavinin
bu çocuklar için hayati önem taşıdığı
aşikardır.
geçilir. Tedavinin başında, çocuk ve
ailesine tedavinin önemi ve tedavi
süresince yapılacaklar anlatılır, tedavi
uzun süreli ve işbirliği gerektiren bir
tedavi olduğu için tedavinin çocuğun
kendi ve geleceği için önemi
vurgulanmalıdır.
Göz tembelliği nasıl tedavi edilir?
Göz tembelliği tedavisinin esası, az
gören gözün kullandırılmasına dayanır;
bu durum sağlam gözü bandajla
kapatarak veya damla ile sağlam gözün
görmesini bulanıklaştırarak sağlanır, bu
sırada çocuğun az gören gözünü,
özellikle yakın işler sırasında,
kullanması istenir. Tedavi genellikle,
sağlam gözün özel bir bandajla aylar
bazen yıllar boyunca kapatılması ile
yapılır. Tedavinin süresi; göz
tembelliğinin hangi yaşta tespit
edildiğine, çocuğun yaşına, görme
azlığının düzeyine (göz tembelliğinin
ciddiyetine) göre ayarlanır, bu kriterler
tedavinin başarısını da etkileyen
kriterlerdir. Az gören gözleri ile
sevdikleri işleri yapmaya zorlanan
çocuklar genellikle bu tedaviden hiç
hoşlanmazlar ve çoğu kez yapmayı
reddederler. Yaşamları boyunca göz
tembelliği nedeniyle yaşayacakları
Göz tembelliği tedavisi, çocuğun ve
ailenin doktorla işbirliği içinde olmasını
gerektiren, sabır isteyen, uzun süreli bir
tedavidir. Az görmenin teşhis ve
tedavisinin, ilk 9 yaş içinde, tercihen
erken çocukluk yıllarında yapılması
gerekir. Doğuştan katarakt gibi derin
görme bozukluğu yapan göz
problemlerinde ilk bir-üç ay içinde
katarakt alınarak tedavinin başlaması
gerekir.
Göz tembelliği tedavisi, ne kadar erken
yaşta başlarsa o kadar başarılı ve görme
artışı o kadar kalıcı olacaktır. Göz
tembelliği tedavisinde öncelikle, göz
doktoru tarafından tespit edilen kırma
kusuru reçete edilerek çocuğun bu
gözlükleri kullanması önerilir. Bir kaç ay
sonra yapılan muayenesinde, az görme
devam ediyorsa göz tembelliği tedavisine
12
sıkıntıları anlamış ve idrak etmiş aile
bireylerinin çocuklarına sabırla
yaklaşarak onların bu tedavi sürecine
katılımlarını sağlamak tedavinin esasını
oluşturmaktadır.
Şaşılığı olan ve buna bağlı göz
tembelliği olan çocuklarda da, genellikle
ameliyat öncesi belli bir dönem kapama
tedavisi yapılarak göz tembelliği
giderilmeye çalışılır, bu tedavi aynı
zamanda cerrahi tedavinin başarısını da
etkileyecektir. Aileler, kayma ameliyatı
sonrası her şeyin yoluna girdiğini
düşünerek kapama tedavisini
bırakabilirler, kapama tedavisinin şaşılık
ameliyatı sonrası da gerekirse devam
edebileceği ailelere anlatılmalıdır.
Katarakt gibi görmeyi engelleyen göz
problemlerinde de cerrahi ile katarakt
alındıktan sonra görme azlığının tedavisi
gerekir. Tek başına cerrahi müdahale,
oluşmuş olan göz tembelliğini gidermez!
Cerrahi tedavi, göz tembelliği nedenini
ortadan kaldırır, ancak az görmenin
kapama tedavisi yapılarak arttırılması
gerekir.
Unutulmamalıdır ki, ambliyopi, az gören
gözde görme azlığına yol açan nedenin
ortadan kaldırılmasıyla tedavi edilmez.
Az görme nedeninin ortadan kaldırılması
tedavinin bir bölümüdür, ama tedavinin
esas önemli ve uzun süren bölümü az
gören gözün uygun yaşta verilecek uygun
bir tedavi ile kuvvetlendirilmesidir. Göz
tembelliği tedavisinin başarısı, görme
azlığının ciddiyetine ve tedavinin ne
kadar erken yaşta
başladığına
bağlıdır.
Göz tembelliği tedavi edilmezse
ne olur?
Az gören gözde ciddi bir görme azlığı
oluşabilir. Göz tembelliği, çocukluk
döneminde çocukların öğrenmesini ve
okul başarısını olumsuz etkileyeceği gibi,
sonraki yaşlarda da bu çocukların bazı
meslek gruplarına girmesine engel teşkil
edecektir. Birçok meslek için (pilotluk,
polislik, askerlik gibi) her iki gözde tam
görme şart tutulmaktadır, göz tembelliği
olanların bu meslekleri seçmesi imkansız
olacaktır.
Az gören gözde ilerde, görmemeye bağlı
kayma gelişebilir, bu durum az görme
yanında onlar için estetik bir problem
oluşturacak ve sosyal bir kaygı
yaratabilecektir.
İki gözle derinlik hissi kaybedilebilir. Bu
durum çocukların, derinlik hissinin
önemli olduğu pilotluk, cerrahlık gibi
bazı meslek gruplarına girmesine engel
teşkil edeceği gibi, masa tenisi, tenis gibi
spor dallarında başarısız olmalarına
neden olacaktır.
ulaşılabilmektedir. Dokuz yaşına kadar
yapılan tedavilerde başarı şansı daha
yüksek iken, 9 yaş sonrasında yapılacak
tedavilerde başarı şansı çok azalmakta
ve görme artışı kalıcı olmamaktadır.
Çocukluk yaş grubunda, özellikle
katarakt gibi sebeplerle ortaya çıkan göz
tembelliklerinin tanı ve tedavisinde çok
hızlı davranmak gerekir, özellikle erken
bebeklik döneminde yapılacak uygun
cerrahiyi takiben göz tembelliğini
önleyici tedaviler önünde uzun bir ömür
olan çocukların geleceği açısından
oldukça önemlidir.
Tekrar vurgulamak gerekirse; göz
tembelliği önlenebilir bir göz
problemidir! Önlerinde uzun bir yaşam
olan çocuklarımızın mesleki
tercihlerinde ve hayat başarısı ve yaşam
kalitesinde oldukça önemli olan
görmenin, erken değerlendirilmesi, göz
problemleri ve/veya göz tembelliğinin
erken tespiti ve tedavisi için, tüm
çocukların-şikâyet olsun olmasın- 3
yaşına kadar mutlaka göz muayenesi
olmaları gerekmektedir.
İyi gören göz kaza ile yaralanırsa veya
az görme gelişirse, gözlerde hayat boyu
ciddi bir görme azlığı oluşacaktır.
Göz tembelliği önlenebilir bir
problemdir!
Göz tembelliği tedavisinin başarısında en
önemli nokta, göz tembelliğinin teşhis
zamanıdır. Erken teşhis ve hemen
başlanacak uygun tedavi ile
çoğu kez normal
görme
seviyesine
13
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DR. AYÇAĞ YORGANCI
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr.
Gebelik Öncesi Danışmanlık
Gebelik öncesi danışmanlıkta amaç,
kadın sağlığı veya gebelik sonucunu
etkileyen ve değiştiren biyomedikal,
davranışsal ve sosyal risklerin
belirlenerek koruyucu ve etkin tedavinin
uygulanmasıdır. Diğer bir deyişle
kadınların, bebeklerin, çocukların ve
ailelerin sağlıklarının ve iyilik hallerinin
geliştirilmesidir.
Gebelik öncesi danışmanlıkta iyi bir öykü
alınarak gebelikte risk oluşturan
faktörler sorgulanmalıdır. Bunların belli
başlıcaları sigara ve alkol gibi
bağımlılıklar, aşılar, beslenme ve var olan
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
kronik hastalıkların sorgulanması ve
vücud kütle indeksinin hesaplanabilmesi
için kilo ve boy ölçümüdür.
öncesinde, sırasında ve sonrasında sigara
kullanılmamasının yararları hakkında
bilgilendirilmelidirler.
SİGARA
ALKOL
Gebelikte sigara içimi intrauterin gelişme
kısıtlılığı, prematürite, düşük doğum
ağırlığı, ani infant ölüm sendromuna yol
açabilir. Maternal komplikasyonlar erken
membran rüptürü, plasenta previa,
plasenta dekolmanı ve olası riskler
ektopik gebelik ve spontan düşüktür. Bu
riskler kaçınmak için tüm üreme
çağındaki kadınlar sigara kullanımı
açısından taranmalıdır. Gebelik
Gebelikte alkol alımı; büyüme kısıtlılığı,
sinir sistemi gelişimi bozukluğu ve fetal
alkol spektrum bozukluklarına yol açar.
Üreme çağındaki kadınlar
alkol tüketimi hakkında
sorgulanmalı ve
gebelikte alkol
kullanımı hakkında
bilgilendirilmelidir.
Alkol bağımlılığı
14
saptanan kadınlar uygun programlara
yönlendirilmeli ve gebelik alkolün
kesilmesine kadar ertelenmelidir.
ANORMAL KİLO
Obesite vücud kütle indeksinin (VKİ)
30kg/m2’den fazla olmasıdır. Obesite;
artmış tip 2 diabet, hipertansiyon,
infertilite, kalp hastalığı, safra kesesi
hastalığı, immobilite, osteoartrit, uyku
apnesi, solunum bozukluğu ve meme,
uterus ve kolon kanseri risk
artışı ile ilişkilidir. Tüm
kadınların yıllık VKİ
hesaplanmalıdır. VKİ, 25
kg/m2 ‘den fazla olan kadınlar
sağlık riskleri açısından
bilgilendirilmelidir. Bu
kadınlara azaltılmış kalori
alımı, fiziksel aktivitenin
arttırılması önerilmelidir ve
gerekirse diabet ve metabolik
sendrom açısından
taranmalıdır.
VKİ’nin 18,8 kg/m2’den az
olması normal kilonun altı
olarak tanımlanır. Sağlık
riskleri; beslenme eksiklikleri,
kalp bozuklukları, osteoporoz,
amenore ve infertilitedir.
Gebelik öncesi kilonun düşük
olması erken doğum, düşük
doğum ağırlığı, intrauterim
gelişme kısıtlılığı ve
gastroşizis gibi doğumsal
anomalilerin risk artışı
ilişkilidir. Bu nedenle, VKİ
18,8 kg/m2 ‘den az olan
kadınlar genel sağlık ve
gebelik riskleri açısından bilgilendirilmeli
ve yeme bozukluğu (anoreksiya, blumia)
açısından değerlendirilmelidir
AŞILAR
Human papillomavirüs (HPV) Aşısı
HPV’nin neden olduğu serviks kanserinin
öncü lezyonlarının tedavisi servikal
yetmezliğe neden olabilir. Servikovajinal
sürüntü ile tüm kadınlar HPV’ye bağlı
sitolojik anormallikler açısından
taranmalıdır. Önerilen gruplar (9-26 yaş
arası bayanlar) servikal anormallikler ve
kanser insidansını azaltmak için
aşılanmalıdır. Servikal anormalliklerin
tedavisi için yapılan girişimler
azalacağından, aşı ile gebelikte servikal
yetmezlik nedeniyle preterm doğum oranı
azalacaktır.
aşılanmalıdır. Kronik taşıyıcı kadınlar
yakın temas ettikleri kişileri nasıl
koruyacağına ve bebeklerine vertikal
geçişi nasıl önleyeceklerine dair
bilgilendirilmelidirler.
Suçiçeği
Birinci ve ikinci trimestirde suçiçeği
geçiren gebelerin bebeklerinde uzuv
atrofisi, ekstremite derisinde skar
gelişimi, santral sinir sistemi
anormallikleri ve göz sorunları
gelişme riski vardır. Annede
ağır suçiçeği enfeksiyonu
(pnömoni) riski yüksektir.
Gebelikte suçiçeği aşısı
yapılamaz. Bu nedenle gebelik
öncesi kadınlar suçiçeği
immunitesi (önceki aşılanma
öyküsü; sağlık çalışanı
tarafından tanımlanmış
geçirilmiş enfeksiyon; laboratuar
kanıtı) açısından
sorgulanmalıdır. Üreme
çağındaki gebe olmayan tüm
kadınlar suçiçeği immünitesi
göstermiyorlarsa
aşılanmalıdırlar
Kızamık-KızamıkçıkKabalulak
Hepatit B
Tüm yüksek riskli kadınlar (hepatit B
taşıyıcısı ile aynı evi paylaşanlar veya
cinsel ilişkiye girenler; enjekte ilaç
bağımlıları; cinsel yolla bulaşan hastalığı
olanlar; çok sayıda cinsel partneri
olanlar, uluslararası yolculuk yapanlar;
hükümlüler; sağlık, güvenlik ve sosyal
görev çalışanları) gebelik öncesi
15
Kızamık ve kabakulak
enfeksiyonları doğumsal
anomalilere yol açmazlar ancak
kızamıkçık düşüğe, ölü doğuma ve
anomalilere neden olur. Tüm
üreme çağındaki kadınlar
kızamıkçık immünitesi açısından
taranmalıdırlar. Aşılanmamış,
immün olmayan ve gebe olmayan
kadınlar KKK ile aşılanmalıdırlar. Aşı
sonrası 3 ay gebe kalınmamalıdır.
İnfluenza
Gebelikte influenza geçiren kadınlarda
ikinci ve üçüncü trimestirlerde morbidite
artar. İnfluenza sezonunda gebe olacak
olan kadınlar aşılanmalıdır. İnfluenzabağımlı komplikasyon riski yüksek
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
kadınlar (kardiyovasküler veya metabolik
hastalığı olanlar) influenza sezonu
gelmeden aşılanmalıdır.
Difteri, Boğmaca, Tetanoz
Üreme çağındaki kadınlar tetanoz için
güncel olmalıdırlar çünkü pasif
immünizasyon neonatal tetanozu
önlemede etkilidirler. Difteri-tetanozboğmaca aşısı gebe kalabilecek tüm
kadınlara veya doğum sonrası hemen
yapılarak yenidoğanda boğmacaya ait
komplikasyonlardan
kaçınılmalıdır.
BESLENME
Folik asit; nöral tüp defeklerine karşı
koruduğu net olarak gösterilmiş
vitamindir. Tüm üreme çağındaki
kadınların günlük 400μg sentetik folik
asit alması önerilmelidir. 400 μg folik asit
içeren multivitaminlerin nöral tüp
defektlerinin yanı sıra orofasial yarıklar,
uzuv anomalileri, kardiak defektler, üriner
sistem anomalileri ve omfalosel gibi
doğumsal anomalileri azalttığına dair
veriler vardır. Üreme çağındaki kadınların
folik asit içeren multivitamin alması
desteklenmelidir.
Demir eksikliği üreme
çağındaki kadınlarda sık
görülür ve prematürite ve
intrauterin gelişme kısıtlılığı
olası fetal komplikasyonlar ortaya
çıkabilir. Gebelik öncesi demir eksikliği
anemisi açısından taranmalı ve tedavi
edilmelidir.
Kronik Sağlık Sorunları
Diabet
Gebelik öncesi şeker hastalığının varlığı,
büyük konjenital malformasyonlar ve
birinci trimestir düşük riski kan şekeri
seviyeleri ile ilişkilidir. Diabeti olan üreme
çağındaki tüm kadınlar kan şekeri
kontrolünün önemi hakkında
bilgilendirilmelidir. Gebelik öncesi
normale yakın glikolize hemoglobin
seviyeleri elde edilmelidir. Diabet kontrolü
yetersiz olanlara kontrasepsiyon
önerilmelidir.
Tiroid Hastalıkları
Hipertiroidi; preeklampsi, konjestif kalp
yetmezliği, tiroid krizi ve plasenta
dekolmanı, düşük doğum ağırlığı,
intrauterin gelişme kısıtlılığı, erken
doğum, ölü doğum ve neonatal hipohipertiroidi için risk taşır. Hipotiroidi ise;
fetüste bozuk psikomotor gelişim yanı sıra
kötü obstetrik sonuçlara yol açabilir.
Tiroid hastalığı bulguları olanlar
taranmalıdır. İyot açısından yeterli diet
alımı sağlanmalıdır. Gebelik öncesi hipohipertiroidi tedavi edilmelidir. Gebelik
sonuçları hasta ile tartışılmalıdır.
Hipertansiyon
Gebelik öncesi kronik hipertansiyon,
gebelikte hipertansiyonun kötüleşmesi,
preeklampsi ve eklampsi, santrai sinir
sistemi kanaması, kardiak yetmezlik ve
renal bozulma ile komplike olabilir.
Gebelik riskleri hakkında bilgi
verilmelidir. Uzun süreli hipertansiyonu
olan kadınlar ventriküler hipertrofi,
retinopati ve renal hastalık açısından
değerlendirilmelidir. Anjiotensin
konverting enzim (ACE) inhibitörleri ve
anjiotensin reseptör blokörleri (ARB)
gebelikte kontrendike olduklarından
gebelik öncesi değiştirilmelidirler.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
16
Kalp Hastalıkları
Konjenital veya akkiz kalp hastalığı oaln
gebelerde gebeliğin fizyolojik
değişiklikleri kardiak
dekompansasyona
neden olarak
şikayetlerin
artmasına,
morbite ve
mortaliteye
neden olabilir.
Gebelikteki kardiak
riskler anlatılmalıdır. Gebelik
öncesi yeterli kardiak kontrol
sağlanmalıdır. Varfarin kullananlar
teratojenite açısından bilgilendirilmeli ve
mümkünse gebelik öncesi başka
antikoagülana geçilmelidir. Konjenital
kalp hastalığı olanlara genetik
danışmanlık önerilmelidir.
Böbrek hastalıkları
Hafif renal hastalığı (kreatinin 0.9-1.4
mg/dL) ve normal kan basıncı olan
kadınlarda %90 gebelikte başarılı
sonuçlar elde edilir. Orta (kreatinin 1.42.5 mg/dL) ve şiddetli (kreatinin > 2.5
mg/dL) renal hastalığı olan kadınlarda
gebelikte renal fonksiyonların
kötüleşmesi riski yüksektir ve gebelik
sonuçları kötüdür. Kronik renal hastalığı
olan üreme çağındaki kadınlar gebelikte
renal hastalığın ilerlemesi hakkında
bilgilendirilmelidir. Gebelik öncesi
normal kan basıncı sağlanmalıdır ve bu
süre boyunca kontrasepsiyon
önerilmelidir. ACE ve ARB kullananlara
terojenite hakkında bilgi verilmelidir ve
gebelik öncesi değiştirilmesi
önerilmelidir.
Epilepsi
Epilepsisi olan kadınların gebelikte nöbet
geçirme riski artar. Bebeklerinde
konjenital anomali riski yüksektir.
Spontan düşük, düşük doğum ağırlığı,
düşük kafa çevresi, gelişimsel
bozukluklar ve neonatal kanama
bozuklukları ve perinatal ölüm riski
yüksektir. Bu yüzden gebelik riskleri
hakkında bilgilendirilmelirler. Ne zaman
mümkün olursa üreme çağındaki
kadınlar epilepsi için tek ilaç
kullanmalıdırlar. Gebe kalmayı planlayan
kadınlar antikonvülzan tedavisi açısından
değerlendirilerek ilaç değiştirilebilir veya
kesilebilir. Gebe kalmadan en az bir ay
önceden 4 mg folik asit başlanmalı ve
12. gebelik haftasına kadra devam
edilmelidir.
gebelik
kayıpları,
fetal gelişme
kısıtlılığı, fetal inme veya ölüm olabilir.
Kişisel ve ailesel trombotik olaylar veya
tekrarlayan kötü gebelik kayıpları
sorgulanmalıdır. Eğer pozitif öykü varsa
trombofili açısından taranmalıdır.
Trombofilisi olduğu bilinen kadınlara
genetik danışmanlık önerilmelidir.
Astım
Kontrol altında olamayn astım
preeklampsi, hipertansiyon, hiperemezis
gibi maternal komplikasyonlara ve ölü
doğum, neonatal ölüm, neonatal hipksi,
intrauterin gelişme kısıtlılığı, düşük
doğum ağırlığı, prematür doğum gibi
fetal komplikasyonlara neden olabilir.
Astımı olan kadınlar hastalığın gebelikte
kötüleşebileceği hakkında
bilgilendirilmelidirler. Gebelik öncesi
solunum fonksiyonları yeterli düzeyde
kontrol altına alınmalı ve tetikleyici
ajanlardan kaçınılmalıdır.
Trombofililer
Trombofililerin; maternal etkileri derin
ven trombozu, pulmoner emboli, serabral
ven trombozu, periferik veya serebral
arteriyel tromboz ve ciddi preeklamsi
olabilir. Plasental ve fetal etkiler ise
tromboz ve enfarktlar, tekrarlayan
17
Kollajen Doku Hastalıkları
Üreme çağındaki en sık görülen kollajen
doku hastalığı olan romatoid artrit, %30
oranında gebelikte aktif veya kötüleşerek
seyredebilir. Gebelikte aktif RA; düşük
doğum ağırlığı riskini ve kortikosteroid
kullanımı fetal büyüme kısıtlılığı ve
preterm prematür membran rüptürü
riskini arttırır. Gebelik sırasında RA seyri
ve doğum sonrası olası atak hakkında
bilgi verilmelidir. Metotreksat ve
leflunomid teratojen olduklarından
gebelik öncesi kesilmelidirler. Steroid
olmayan antienflamatuarlar 27. gebelik
haftasından sonra kullanılmamalıdırlar.
Talasemiler
Ülkemiz ve Akdeniz bölgesi talasemiler
için endemik bölgedir. Taşıyıcı olanlar
için genetik danışmanlık önerilmelidir. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
UZ. DR. CİHAN ÖZTOPÇU
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr.
Gebelikte Günlük Yaşam
Çalışma:
Çalışan annelerin gebe kalmalarının bir
yan etkisi bugüne kadar
gösterilememiştir. Ancak bazı fiziksel
olarak ağır işler preterm eylem, erken
membran rüptürü, fetal gelişim
bozuklukları ve gestasyonel hipertansiyon
görülme olasılığını %20-60 oranında
arttırmaktadır.
Çalışan annelerin gebelikleri giderek
artmaktadır. Bu nedenle çalışan
annelerin yasal hakları da
düzenlenmiştir. Buna göre hamile bir
çalışan kadın doğumuna 8 hafta kala
(gebeliğin 32. haftasında) isterse doğum
öncesi iznine başlayabilmektedir. Eğer
çalışmaya devam etmek isterse ve gerek
kendi gerekse çocuğunun da buna engel
olacak bir sağlık problemi yoksa, bu
durum hekim raporu ile belgelenmek
koşulu ile maksimum doğuma 3 hafta
kalıncaya kadar (gebliğin 37. haftasına)
çalışabilmektedir. Doğumdan sonra ise
yasal olarak 8 hafta doğum sonrası izni
bulunmaktadır. Eğer doğum öncesi iznini
kullanmayıp çalışmasına devam etmişse
bu süre doğum sonrası iznine
eklenmektedir (maksimum 5 hafta daha
eklenebilir).
Seyahat:
Gebelikte artan östrojen düzeyleri
karaciğerden pıhtılaşma faktörlerinin de
artmış oranda salınmasına yol açar.
Bunun sonucunda sadece gebelik kendi
başına bir kadının tromboemboli geçirme
olasılığını yaklaşık 5 kat arttırmaktadır
(1:1000). Seyahatlerde uzun süre
hareketsiz kalmak alt ekstremitelerde
staza ve bunun sonucunda da pıhtılaşma
riskinin daha da çok artmasına yol açar.
Bu nedenlerle gebe bir kadın seyahat
edecekse bunun hangi araçla veya ne
mesafeye olduğundan daha çok seyahat
süresince mobilizasyonunun sağlanıp
sağlanmadığı önem arz eder. Hangi araç
ile seyahat ederse etsin gebelerin
mutlaka 1-2 saatde bir hareket etmeleri
gerekmektedir. Böylece staza bağlı alt
ekstremitelerde trombüs oluşumu
engellenmiş olur. Hava yolu ile seyahat
sağlıklı gebelerde bir risk teşkil etmez.
Bu nedenle tekil gebeler 36.gebelik
haftasına kadar, çoğul gebeler ise
32.gebelik haftasına kadar uçak ile
seyahat edebilmektedirler (28.haftadan
sonra uçakla seyahat etmesine engel
durumunun olmadığını gösterir doktor
raporu gerekmektedir).
Araç içi kazalar hem anne hem de fetus
kaybının en sık yaşandığı künt
travmalardır. Bu nedenle gebelikte araç
kullanılacak veya araçla seyahat
yapılacaksa mutlaka emniyet kemeri
takılmalıdır. Emniyet kemeri sadece bel
bölgesinden geçer şekilde değil hem bel
hem de omuzdan geçer şekilde (3 nokta)
takılmalıdır. Hava yastıklarının da yan
etkisi gösterilemediğinden araç
kullanırken hava yastıkları
kapatılmamalıdır.
Egzersiz ve Spor:
Genel olarak gebeler egsersizlerini
kısıtlamak zorunda değillerdir ancak
aşırı yorgunluk yapıcı ağır egsersizlerden
ve travma olasılığı yüksek hareketlerden
de gebelik süresince kaçınmak gerekir.
Gebelik süresince egsersiz yapmaya
başlamadan önce anne adayı ayrıntılı bir
kontrolden geçirilmeli ve egsersiz – spor
yapmaya engel bir durumu olup olmadığı
araştırılmalıdır.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
18
Gebelikte egsersiz veya spor
yapılmasının uygun olmadığı
durumlar:
Aşırı
morbid obezite
Ciddi anemi
Ortopedik problemler
Preeklampsi, gestasyonel hipertansiyon
Ciddi kalp hastalıkları
Kardiak aritmi
Kronik bronşit
Restriktif akciğer hastalıkları
Kontrol altında olmayan Tip 1 diabet
Kontrol altında olmayan epilepsi
Kontrol altında olmayan hipertiroidi
Servikal yetmezlik ve/veya servikal
serklaj
Preterm eylem riski
Persistan antepartum kanamalar
Plasenta previa (26.haftadan sonra)
Membranların rüptürü
Fetal gelişim geriliği
hormonlarından B-hCG’ye karşı
gelişmektedir. En fazla olduğu dönem
10.gebelik haftası iken 14-16.gebelik
haftalarına gelindiğinde gebelerin
yaklaşık yarısında semptomlar geçer;
%90’da ise 22.haftaya gelindiğinde tablo
düzelmiş olur. Fakat çok hassas kişilerde
gebeliğin sonuna kadar devam
edebilmektedir.
Bulantı ve kusmalar daha çok sabah
uyanıldığında çok fazla olduğundan bu
tabloya sabah hastalığı adı da verilmiştir.
Semptomların önüne geçmek için ideal
yaklaşım sık aralıklarla azar azar
yemek yemek ve mide
bulantısını
tetikleyebilecek her
türlü kokulu
gıdadan uzak
durmaktır.
Alınan
Bu durumların yokluğunda ise gebelerin
hafif – orta düzeyde egsersiz – spor
yapmaları önerilmelidir. Egsersizin
şiddeti pratik olarak şöyle öçülebilir;
gebe spor yaparken başka biri ile de
rahat konuşabiliyorsa bu sporun şiddeti
normaldir ancak konuşamayacak kadar
fazla nefes alıp veriyorsa bu aktivite ağır
bir aktivitedir ve bundan kaçınmak
gerekir. Egsersiz günde ortalama 30 dk.
civarında olmalı ve travmaya açık
olmamalıdır. Gebelikte dalma sporları
fetus açısından riskli olduğundan
yapılmamalıdır.
gıdaların sulu olmasından çok katı ve
tuzlu olması (kraker, leblebi vb)
semptomları rahatlatmaktadır.
Hafif semptomların giderilmesinde B6
vitamini oldukça etkilidir ancak bazı
olgularda H1 reseptör antagonisti
antiemetikler kullanmak gerekmektedir.
Az sayıda olguda ise kusmalar o kadar
şiddetli olur ki gebede dehidratasyon,
elektrolit ve asit-baz denge bozukluğu ile
açlık ketozu görülebilmektedir. Bu
tabloya hiperemezis gravidarum adı
verilir ve bazen mortal olabilmektedir.
Bu gebeler hemen hospitalize edilerek
intravenöz yoldan kaybettikleri sıvı ve
elektrolit desteği verilmelidir.
Mide Yanması:
Gebelerde en sık rastlanılan
semptomlardan birisi olan mide yanması
mide içeriğinin özofagusa doğru reflüsü
sonucunda olmaktadır. Gebelik
büyüdükçe uterusun yükselmesi ile mide
Cinsel İlişki:
Sağlıklı bir gebelik sürecinde cinsel
ilişkinin gebeliğe bir yan etkisi yoktur.
Ancak düşük riski veya erken doğum
riskinin bulunduğu dönemlerde cinsel
ilişki önerilmemektedir.
Bulantı ve Kusma:
Gebelerin büyük çoğunluğunda (3:4’de)
hamileliğin ilk aylarında bulantı ve
kusma şikayetleri olur (emezis
gravidarum). Bu semptomlar gebelik
19
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
de yukarıya doğru itilir, buna ek olarak
progesteronun özofageal sfinkteri de
gevşetmesi sonucunda asidik mide içeriği
özofagusa rejürjite olur. Hafif
semptomlar alınan besinler ve duruş şekli
ile önlenebilir ancak bunlarla rahatlama
sağlanamıyorsa Magnesi calcine, Talcid,
Asidopan, Bismomagnesi, Dank,
Gaviscon, Kompensan ve Rennie tb
güvenle kullanılabilir.
Sırt Ağrısı:
Gebelerin yaklaşık %70’de alt bölgeye
doğru vuran sırt ağrısı şikayeti bulunur
ve bu şikayet gebeliğin ilerleyen
aylarında daha belirgin olarak ortaya
çıkar. Gebelerde sırt ağrısının daha az
yaşanması için dikkat edilmesi gereken
hususlar şunlardır; gebe yerden bir şey
almak için eğilmek yerine çömelmelidir,
otururken sırt bölgesi yastıkla
desteklenmelidir ve yüksek topuklu
ayakkabı giyilmemelidir.
Çok şiddetli ağrılarda olası bir ortopedik
problem (lomber fıtık, vertebral
osteoartrit vb) akla gelmeli ve tam bir
muayene yapılmalıdır. Yine gebelikte
yeterli kalsiyum alınmadığında
oluşabilecek ileri düzeyde bir osteoporoz
da şiddetli bel ağrısının sebebi
olabilmektedir.
Varisler:
Hamilelikte çocuk büyüyüp kilo artışı
oldukça alt bölgeye oluşan bası da
artacak (femoral venöz basınç) ve
varisler gebelik ilerledikçe daha da
belirginleşecektir. Bu duruma karşı
alınabilecek önlemler; mümkün
olduğunca ayakların yükseltildiği
pozisyonda yatak istirahati ve ayağa
kalkıldığında da varis çorabı
kullanmaktır. Varislere gebelik süresince
cerrahi girişim uygulanmaz.
Hemoroidler :
Aynı alt ekstremite varisleri gibi rektal
venlerin varisleri de (hemoroidler) çoğu
kadında ilk kez gebeliklerinde ortaya
çıkmaktadır (artan basınç sebebiyle).
Hemoroidlere bağlı şişme ve ağrı lokal
olarak kullanılan analjezik merhemlerle
giderilmektedir. Tromboze olup aşırı ağrı
oluşturan hemoroidlere ise lokal anestezi
ile müdahale yapılmalıdır.
Lökore :
Gebelikte vajinal akıntılarda bir artış
olur. Bu çoğunlukla patolojik bir süreç
değildir. Gebelikte artan östrojenler
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
20
servikal bezlerden daha fazla
mukus salınmasına yol açar
ve bu da akıntı olarak
algılanır.
Kategori
VKİ (%)
Önerilen Kilo Alımı (kg)
Balık Tüketimi:
Düşük
Normal
Yüksek
Obez
< 19.8
19.8 – 26
26 – 29
> 29
12.5 – 18
11.5 – 16
7 – 11.5
<7
Balık protein açısından çok zengin bir
besin kaynağıdır ve sature yağ içeriği az
ve Omega-3 yağ asit içeriği fazladır. Bu
nedenle gebelikte tüketilmeleri
faydalıdır. Ancak bazı balık türleri
yüksek oranda civa içerebildiğinden
(köpek balığı, kılıç balığı, ceylan balığı
ve kiremit balığı vb) gebelikte
tüketilmelerine izin verilmez.
Gebelikte önerilen kilo alımı
Kilo :
Gebelikteki en göze çarpıcı fizyolojik
değişikliktir. Önerilen kilo alımı 11.5 16 kg.dır. Ancak gebe kalmadan önceki
VKİ ile kilo alımı orantılı olmalıdır.
Önerilenin üzerinde kilo alınması yani
obezite durumunda gestasyonel
hipertansiyon, preeklampsi, gestasyonel
diabet, makrozomi ve sezeryan ile
doğum riski artmaktadır.
yol açar. Düşüklere yol açmasının yanı
sıra fetusda gelişme geriliği, yüz
anomalileri, SSS fonksiyon
bozuklukları ve mental retardasyona yol
açabilmektedir. Bu tür yan etkilerin
ortaya çıkması için ne oranda alkol
alınması gerektiği halen
bilinmemektedir. Bu nedenle gebelikte
alkol tüketimi önerilmemektedir.
Genel yaklaşım olarak balıkların civa
içerikleri bilinmediği sürece haftalık
350-500 g’ın üstünde balık
tüketilmemelidir. Kafein :
Sigara İçimi:
Gebelikte sigara içilmesi hem anne hem
de fetus için önemli riskler
taşımaktadır. Sigaranın potansiyel
teratojenik etkilerinin (konjenital kalp
hastalıkları, yarık damak-dudak,
hidrosefali, el-parmak anomalileri,
gastroşizis, omfalosel ve ince barsak
atrezisi) yanı sıra düşük, fetal gelişim
geriliği, preterm doğum, plasenta
previa, dekolman ve erken membran
rüptürü risklerinde de 2 kat artış
yapmaktadır. Doğumdan sonra ise ani
bebek ölümlerinde 3 katlık bir artışa
yol açmaktadır. Tüm bunlara yol açan
temel mekanizma ise anneden fetusa
geçen nikotindir. Plasentanın nikotini
geçirmesi o kadar süratlidir ki fetal
kandaki nikotin miktarı anne kanından
yüksektir. Sigaranın bırakılması için
kullanımda bulunan bazı nikotin yerine
geçen maddelerin gebelikte kullanımları
hususunda yeterli bilgi olmadığından
gebelerin bu tür maddeleri tüketmeleri
önerilmez.
Alkol Tüketimi:
Etanol (etil alkol) potent bir
teratojendir ve fetal alkol sendromuna
Gebelikte kafein tüketmenin
teratojenite oluşturduğuna dair bir bilgi
yoktur. Ancak kafein gebelik
sürecinde bazı yan
etkilere yol
açabilmektedir.
Bunlardan üzerinde en
çok çalışma bulunanı
kafein ile düşük ve
fetal gelişim geriliği
arasındaki
ilişkilerdir. Yapılan
çalışmalar günde 300
mg kafein tüketiminin
düşük riskini 2 kat ve
fetal gelişim geriliğini
de 1.4 kat arttırdığını
ortaya koymuştur. Bu
miktarda kafeine 3
kupa neskafe veya 4
fincan türk kahvesi veya
10 bardak çay denk
gelmektedir. Bunun yanı
sıra kolalı içeceklerde de
kafein bulunduğundan bu
ürünlerin de tüketimi
mümkün olduğunca az
olmalıdır.
21
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
OP. DR. NİHAN GÜNERİ DOĞAN
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr
Gebelikte Beslenme
Sağlıklı bir diyet anne karnındaki bebeğin
büyümesi ve gelişmesi için yeterli miktarda
enerji ve besinlere sahip olmalıdır; aynı
zamanda anne sağlığının devamı için de
esastır. Orta miktarda süt ve ürünlerini,
yağsız et, balık, yumurta ve baklagiller
gibi protein içeren yiyecekleri ve sınırlı
miktarda yağ ve şekeri, sebze ve meyveyi
içermesi gerekir.
Gebelikte beslenme; normal seyirde
sorunsuz bir gebelik sürecini, zamanında
gelişimini tamamlamış bir bebek
doğumunu, başarılı bir emzirme dönemini
ve doğum sonrası azalmış obezite riskini
amaçlar.
Gebelikte ideal kilo alımı; anne ve bebek
açısından iyi gebelik sonuçlarıyla uyumlu
kilo alımlarıdır. Gebelikte vücut kitle
indeksine (VKI)(kg/m2) göre uygun kilo
artışı önerilmiştir. Buna göre VKI normal
olan gebelerde önerilen kilo alımı 12,5-18
kg arasıdır. Gebelik esnasında aşırı kilo
alımı ve şişmanlık durumlarında; yüksek
tansiyona daha sık rastlanır, gebelikte ve
doğumda daha sık sorunlara ve doğum
sonu annede aşırı kilo retansiyonu ve
obeziteye sebep olur. Ayrıca iri bebek
doğum riskini arttırır ve bu da daha fazla
doğum travmasına yol açarak yenidoğanda
bir takım prolemlere, hatta ölüme neden
olabilir.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Annenin ileri derecede yetersiz beslendiği
durumlarda da kötü gebelik sonuçları
artmaktadır (düşük, ölü doğum, erken
doğum, düşük doğum ağırlıklı bebek,erken
yenidoğan ölümleri vb.). Düşük doğum
ağırlıklı bebeklerde; akciğer hastalığı,
diabet, kalp hastalığı ve daha ileriki
yıllarda büyüme ve zihinsel fonksiyonlarda
bozukluk görülebilir. DDA bebek için
gebelik öncesi düşük VKI, kötü diyet,
sigara, gebelik esnasında alkol ve ilaç
kullanımı gibi birçok risk faktörü vardır.
Gebeliğin ilk üç ayında besin gereksinimi
gebelik öncesi ile aynıdır veya hafif
artmıştır. Sonraki dönemde ise yaklaşık
200-300 kcal ek enerji gerekir. Ama asıl
önemli olan besinlerin kalitesidir.
Gebelikte artan besin gereksinimine
paralel olarak kan miktarında değişiklikler
oluşur. Bu değişiklikler ek demir alımını
gerektirir. Lipidler, yağda eriyen
vitaminler, belirli taşıyıcı proteinler
genellikle gebelikte artarken; suda eriyen
vitaminler, birçok aminoasit ve mineral
seviyeleri ise düşer.
Protein depolanması ve gereksinimi
gebelik ilerledikçe artar. Ortalama günlük
6 gr’lık bir ek proteine ihtiyaç vardır.
Protein ihtiyacının; ideal
22
kombinasyonlarda aminoasit
içermelerinden dolayı; et, süt, süt ürünleri,
yumurta, kümes hayvanları ve balık gibi
hayvansal gıdalardan karşılanması önerilir.
Omega 3 ve 6 doymamış yağ asitleri
sağlıklı diyet için gereklidir. Balık yağında,
sebze yağlarında, tüm tahıl ekmeklerinde,
yumurta ve hububatta bulunur. Doymamış
yağ asitleri beyin dokusu için önemlidir.
Gebeliğin son dönemlerinde bebekte beyin
ve retina gelişimi için gereklidir, kalp
hastalıklarına karşı koruyucudur. Gebelik
süresince haftada 2 kez balık
tüketilmelidir. Yapılan çalışmalarda balık
yağının anne karnındaki bebeğin zihinsel
ve bedensel gelişimi üzerine olumlu
etkilerinin olduğu görülmüştür. Ancak
rutin kullanımını destekleyecek daha çok
çalışmaya ihtiyaç vardır.
Gebelikte kanda demir, kalsiyum,
magnezyum ve çinko düzeylerinde bir
miktar azalma gözlenir. Folik asit, vitamin
B6 ve vitamin B12’de yarıya yakın azalma
oluşur. Bakır ve D vitamini düzeyi ise
artar. Gebelikte beslenme için yeterli
kalori ve protein içeren, uygun kilo artışını
sağlayacak tüm dengeli diyetler, genellikle
demir hariç gerekli tüm mineral ve
vitaminleri içerirler. Gebeliğin ilk 4 ayında
demir ihtiyacı hafiftir ve ek desteğe gerek
yoktur, daha sonra ihtiyaç artar.
Gereksinim özellikle 20. haftadan sonra
belirgindir ve günde 27-30 mg elementer
demir alımı önerilmiştir. Demir en çok
kırmızı et, ton balığı ve karaciğerde
bulunur. Demir iki öğün arasında boş mide
ve C vitamini ile birlikte alınmalıdır. Son
yıllarda gereğinden fazla demir desteğinin
gebelikte istenmeyen bazı etkilere sebep
olabileceği bildirilmiştir.
Anne vücudu bebeğin iskelet gelişimi için
günlük 50-330 mg kalsiyum
sağlamaktadır. Erişkinler için kalsiyum
gereksinimi günde 700 mg’dır. Gebelikte
ihtiyaç artar.Gebelikte kalsiyum
metabolizmasında bir takım değişiklikler
gerçekleşerek; kalsiyum emilimi artarken,
atılımı azalır. Gebelik esnasında diyetle
yeterince kalsiyum alanlara rutin kalsiyum
kullanımı önerilmez. Sadece erken yaştaki
gebeliklerde destek gerekir.
İyot eksikliği zeka geriliğinin önlenebilir
bir nedenidir, eksikliği düşünülen
bölgelerde gebelik öncesi dönemden
gebelik ortasına kadar destek verilmelidir.
Büyüme ve gelişme için çinkoya
gereksinim vardır. Çinko bebeğin bağışıklık
sistemi için gereklidir. Yüksek dozlarda
demir alan, mide barsak hastalığı olan,
sigara veya alkol kullananlarda çinko
emilimi azalabilir.
Folik asit; ıspanak, fındık, kepekli ekmek,
yer fıstığı ve karnabaharda bol miktarda
bulunur. Düşük folik asit düzeyleri artmış
erken doğum riski ve bebekte büyüme
geriliği ile ilişkilidir. Folik asit desteği
nöral tüp defektini, doğumsal kalp
hastalıklarını, yarık dudak-damak riskini
azaltmaktadır. Nöral tüp defektlerinin
çoğunluğu günde 400-600 mcg folik asit
alımı ile önlenebilir. Folik asit kullanımına
gebelikten en az bir ay önce başlanmalı
(tercihen 3 ay önce) ve gebelikten sonra en
az bir ay, mümkünse 12. haftaya kadar
devam edilmelidir Daha önceki gebeliğinde
nöral tüp defekti öyküsü mevcut olan
gebelerde 4 mg folik asit alımı önerilir.
Folik asitin yüksek dozları her gebeye rutin
verilmemelidir.
23
Gebelik boyunca artan vitamin A
gereksinimi; gelişimin en fazla olduğu
gebeliğin son üç ayında en fazladır. Günlük
gereksinim 4000-5000 IU’ dir. Aşırı
vitamin A alımı gebelikte
önerilmemektedir. Vitamin A kaynakları;
karaciğer, süt ürünleri, yumurta, havuç ve
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
lifli sebzelerdir. Eksikliği gebede kansızlık
ve erken doğumla birliktedir. Diyetle alımı
yeterlidir, gebelik sırasında rutin destek
gereksizdir. Yine gebeliğin son
üç ayında özellikle
gebeliğin sonuna
doğru annedeki
demir
depolarının
devamı
için
Vitamin C alımında 10 mg/gün’lük bir
artış gereklidir (total 50 mg). Vitamin C
demirin barsaklardan emiliminde önemli
bir rol oynar. Vitamin D kalsiyumun
barsaklardan emiliminde ve
iskelet gelişiminde
önemlidir. Ancak
yapılan çalışmalarda
rutin kullanımını
destekleyecek
bulgu yoktur.
Gebelikte
demir dışında
rutin vitamin
desteğinin
gereksiz olduğu
yapılan
çalışmalarda
belirtilmekle birlikte
her gebe kadının
beslenme
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
24
alışkanlıkları değerlendirilmelidir. Son
zamanlarda, multivitamin desteğinin
gebelik sonuçlarını düzelttiğini gösteren
çalışmaların sayısı artmış olsa da rutin
kullanımı ile ilgili bilimsel kanıtlar hala
yeterli düzeyde değildir. Gerekli
görülürse gebelik bulantı kusmaları
bittikten sonra gebeliğe özgün bir
multivitamin başlanabilir. Yine yetersiz
besin alımı düşünüldüğünde, erken
yaştaki gebeliklerde kullanılması
gerektiği belirtilmektedir. Ülkemizin
ekonomik şartları göz önüne alındığında
ise gebelere multivitamin desteğinin
uygun olduğu düşünülmektedir.
Gebelikte bulantı ve kusmalar da
özellikle gebeliğin ilk üç ayında daha
belirgindir. Bu durumda çok yağlı ve
baharatlı yemeklerden, ani hareketlerden
kaçınmak gerekir. Sabahları kuru
ekmek, bisküvi önerilir. Sık aralıklarla
(2-3 saat) bir sandviç veya meyve gibi
küçük ve yüksek karbonhidratlı hafif
gıdalar rahatlama sağlar. İstirahat ve
taze hava önerilir. Yemeklerle değil de
yemek aralarında sıvı alınmalıdır.
Mide yanması, bebek büyüyüp anne
karnında basınç oluşturdukça daha
çok görülür. Az ve sık yemek
önerilir. Gece geç yemekten
kaçınmak gerekir, yemekten
sonra eğilmek ya da yatmaktan
kaçınılmalı; çay, kahve veya
alkol alımı engellenmelidir.
Gebelik esnasında diyet yapmaktan
sakınılmasının gerektiği belirtilmektedir.
Ayrıca ağır rejimde bebek beyin gelişimi
kötü etkilenebilir. Gebelere beslenme
hijyenine de dikkat etmeleri önerilir.
Pastörize süt tüketilmeli, etler tam
olarak pişirilmeli ve çiğ sebzeler iyice
yıkanmalıdır. Yine haftada 2
porsiyondan daha fazla yağdan zengin
balık tüketmemeleri önerilir. Gebelikte
alkol kullanımından kaçınılmalıdır.
Genel olarak hamile bayanlara neyi ne
miktarda istiyorlarsa, küçük porsiyonlar
halinde ve sık aralıklarla beslenmesi
önerilmektedir. UZ. DR. FUNDA ATALAY
Gebelikte Sık Rastlanılan
Şikayetler
Bir kadına gebelik tanısı konduktan
sonra hayatında önemli bir dönem
başlamış olur. Gebeliğe özgü birçok
fiziksel ve psikolojik değişiklikler
kaçınılmazdır.
BULANTI KUSMA
Kanda gebelik hormonunun seviyesinin
yükselmesine, mide barsak sistemindeki
değişikliklere bağlı ortaya çıkar.
Gebelikteki hormonal değişikliklere bağlı
olarak mide yavaş boşalır. Genellikle
sabah saatlerinde görülmekle birlikte,
günün her saatinde görülebilir.4-8.
Gebelik haftalarında başlar ve 3. Ayın
sonuna kadar devam eder ve genellikle
kesilir. Nadir de olsa gebeliğin sonuna
kadar devam edebilir.
Yeme alışkanlıklarını değiştirmek çözüm
olabilir. Sık sık ve az miktarda yemek,
sıvı alımını azaltmak bulantıyı
azaltabilir. Yatağın başında galeta,
kraker gibi kuru yiyecekler bulundurmak
faydalıdır. Ayrıca hoş olmayan
kokulardan da uzak durmak gerekir.
SIK İDRARA ÇIKMA
Rahimin büyüyerek idrar kesesine baskı
yapması ve böbreklerin fazla çalışması
idrara çıkma ihtiyacını artırır. İdrarı
tutmak idrar yolu enfeksiyonuna zemin
hazırlar. Bol sıvı alınarak idrar yolları
temiz tutulmalıdır. Ancak sık çıkmanın
yanında idrarda yanma ve kasık ağrısı
da varsa mutlaka doktora
başvurulmalıdır.
VAJİNAL KANAMA
Sık görülen bir durum değildir. Her türlü
kanamada mutlaka doktora
başvurulmalıdır. Kanamanın şiddeti,
süresi ve devamlı olup olmaması
önemlidir. Gebeliğin ilk dönemlerinde
bebeğin rahim içine yerleşmesine bağlı,
gebelik nedeniyle hassaslaşan rahim
ağzında ilişki sonrası olabilir. Ancak en
önemli kanama nedeni yaklaşık her 10
kadından 1’inde görülen düşük
kanamasıdır. Ağrıyla birlikte kanama
varsa acil doktora başvurulmalıdır.
Ultrasonografik kontrol normalse gebeye
ilişkiye girmemesi, istirahat etmesi
önerilir.
VAJİNAL AKINTI
Gebelikte normal vajinal salgının
artmasına bağlı olarak beyaz renkte,
lokal ağrı ve tahrişe neden olmayan
vajinal akıntı görülebilir. Kaşıntı, yanma,
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
26
koku ile birlikte
akıntının renginin sarıyeşile dönmesi
durumunda tedavi
gereksinimi vardır e
doktora
başvurulmalıdır.
AĞRILAR
Baş Ağrısı
Gebeliğin erken
dönemlerinde gebelik
hormonlarına bağlı
kan dolaşımındaki
değişikliklere, gebelik
stresine ve yorgunluğa bağlı baş ağrısı
görülebilir. Gebeliğe bağlı baş ağrılarını
diğer baş ağrısı nedenlerinden ayırt etmek
önemlidir. Özellikle sinüzit ve migren
önemlidir. Doktora danışılarak uygun ağrı
kesiciler kullanılabilir.
Kasık Ağrısı
Gebeliğin ilk zamanlarında kalça ve bel
ağrıları olabilir. Rahim büyürken onu
yerinde tutan bağlar da bu büyümeye
ayak uydurabilmek için gerilirler. Bu da
ağrı hissedilmesine neden olur.
Dinlenmek, ılık bir banyo rahatlama
sağlayabilir.
Bel Ağrısı
Gebelik ilerledikçe kalça kemikleri
arasındaki eklemler gebelik
hormonlarının da etkisiyle yumuşayıp
gevşerler. Bebeğin doğum sırasında
geçebilmesi için bir hazırlıktır ve ağrılı
olabilir. Rahim büyüdükçe ağırlık merkezi
yer değiştirir ve farkında olmadan bel
kemiklerinde öne doğru bir yer değiştirme
meydana gelir. Bu da sırt ve bel
ağrılarına neden olabilir. Bel ağrısı olan
gebelerin tedavisindeki en önemli
yaklaşımlar; düzgün bir postür
sağlanması, aktivitenin düzenlenmesi ve
eğitindir. Bel ve karın bölgesini
güçlendirecek hafif egzersizler
önerilebilir.
KRAMPLAR
Gebelerin %10-20 sıklıkla bacaklarda,
bazen kollarda görülebilir. Belirtiler
sıklıkla dinlenmede, akşam saatlerinde
ortaya çıkar, bazen uykudan uyandırır.
Kişide hareket etme isteği uyandırır.
Genellikle gebeliğin 2. yarısında ortaya
çıkar, doğum sonrası kaybolur Nörolojik
bulgu yoktur. Nedeni belirsiz olmakla
birlikte kalsiyum alımımda yetersizlik,
yorgunluk be büyüyen rahmin sinirler
üzerine yaptığı basınç neden olabilir.
Kalça kaslarını gerici egzersizler
yapmak, uzun süre sabit pozisyonda
durmaktan kaçınmak, ayakta fazla
kalmamak, kalsiyum ve özellikle
magnezyum takviyesi rahatlama sağlar.
borusunu tahriş
eder. Gebelik
hormonlarının
etkisiyle
midenin
boşalmasının
yavaşlaması,
büyüyen rahmin
mideye baskı
yapması buna
neden olur. Sık sık
ve küçük
miktarlarda yemek
yemek, yağlı
baharatlı, kızartma
türü yiyeceklerden
kaçınmak
gereklidir.
HEMOROİD ( BASUR)
Hemoroid makat bölgesinde kanın
göllenmesi sonucu oluşur. Gebelikte
büyüyen rahimin yaptığı basınç
neticesinde bölgedeki damarların yukarı
akışı bozulabilir. Kanama, ağrı
görülebilir. Bol sıvı alınması, meyve,
sebze gibi lifli yiyeceklerin tüketilmesiyle
kabızlığın önlenmesi esastır. MİDE YANMALARI
Mide yanması ( reflü) mide
içeriğinin yemek
borusuna geri
kaçmasından
olur. Mide
asitleri
yemek
27
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DOÇ. DR. CEMAL ATALAY
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şef. Yrd.
Normal Gebelik Takibi
İdeal olan bir kişinin gebelik öncesi bir
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanına
gidip muayene olması ve sonrasında
bilinçli şekilde gebe kalmasıdır. Ancak
maalesef pek az bayan gebelik öncesi
hekimlere gelip muayene olmaktadır.
Normal bir gebelik izlemindeki haftaları
ve takiplerde yapılması gerekenleri
gebelik haftalarına göre aşağıdaki
şekilde sıralayabiliriz.
İlk kontrol: 6-8. hafta
En sık tahlillerin istendiği dönem ilk
kontroldur. Bu dönemde anne adayları,
daha önceden bildikleri veya bilmedikleri
hastalıklar açısından adeta bir checkuptan geçirilirler.
Ultrason: Yapılan Ultrasonda düzgün
gebelik kesesi, kalp atıımı ile embriyoyu
besleyen keseyi (yolk sac) görmek
mümkündür. Ultrasonda ayrıca rahimde
myom, yumurtalıklarda kist türü her
hangi bir kitlenin varlığı araştırılır.
Cerviksin (rahim ağzının) uzunluğu ve
şekli de değerlendirilir. Bu gebelik
haftalarında vajen içinden (transvajinal
yolla) yapılan ultrason karından
(transabdominal) yapılana göre daha net
bilgi verir bu nedenle daha çok tercih
edilir.. Transvajinal yolla yapılan
ultrasonda son adet tarihine göre 5 hafta
4 günlükken, transabdominal yolla
yapılanda ise 6 haftalıkken bir embriyo
ile kalp atımlarını görmek mümkündür.
enjeksiyonu yapılır. Yine, kan
uyuşmazlıkları olan gebelerde doğumdan
sonra bebeğin kan grubuna bakılır. Kan
grubunun Rh pozitif olması durumunda
anneye yapılan Anti D Immunglobulin
uygulaması tekrarlanır. Anne adayı kan
grubunun Rh negatif, baba adayınınkinin
ise Rh pozitif olması dışındaki tüm
olasılıklarda kan uyuşmazlığı söz konusu
değildir.
Kan grubu, Rh: Gebenin kan grubu Rh
negatif, eşinin kan grubu Rh pozitif
olması durumunda Kan uyuşmazlığı
(Rh/rh) durumundan bahsedilir. Anne
rahmindeki bebeğin kan uyuşmazlığından
etkilenip etkilenmediğini anlamak için ise
İndirect Coombs testi yapılmalıdır.
İndirect coombs testi negatif olan
gebeler, kan uyuşmazlığına bağlı bebekte
bir etkilenme durumunun olmadığı
anlaşılarak takibe alınırlar. 28.haftada
tekrarlanan İndirect coombs testi
negatifliğinin devamı durumunda bebeği
son aylara kadar kan uyuşmazlığından
korumak için Anti D Immunglobulin
Tam kan sayımı: Tam kan sayımı ile
gebeliğin başlangıcında herhangi bir kan
eksikliği (anemi) durumunun varlığı
araştırılır. Kan eksikliği demir eksikliğine
bağlı olabileceği gibi diğer pek çok
nedenlede karşımıza çıkabilr. Ülkemizde
özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde
Thalesemiye (Akdeniz anemisi) bağlı
anemiler sıklıkla görülmektedir.
Kan biyokimyası: Açlık kan şekeri
(AKŞ), Üre (BUN), SGOT, SGPT,
Kreatinin Karaciğer ve böbrek
hastalıklarının gebeliğin hemen
başlangıcında tespiti takip açısından
önemlidir. Nitekim gebelikte bu
organların yükleri de artacaktır. İleri
derecede böbrek veya karaciğer
problemlerinde gebelik sonlandırılabilir.
Özellikle şeker hastalığı (diabet), yüksek
tansiyon (hipertansiyon) gibi sistemik
rahatsızlıkların varlığında bu testlerin
önemi artar.
TORCH taraması: Toksoplasma, Rubella
(Kızamıkçık), CMV (Sitomegalovirüs),
Herpes Tip 2 enfeksiyonları Ig M ve Ig G
antikorları taranır. Bu tür enfeksiyonlar
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
28
gebelik harici dönemlerde geçirildiğinde
her hangi bir problem oluşturmazken
gebeliğin özellikle ilk üç ayında
geçirildiğinde bebekte bir takım
sakatlıklara yol açabilir. Toksoplasma
özellikle kedi ve köpek dışkıları bulaşmış
yenilen gıdalardan alınır. Özellikle çiğ et
ve iyi yıkanmamış meyve ve sebzeler
Toksoplasma parazitinin geçmesinde rol
oynar. Gebeliğin başında yapılan antikor
tarama testlerinde Ig M ve Ig G
antikorlarının her ikisinin de negatif
olması durumu vücudun toksoplasma
paraziti ile hiç karşılaşmadığını gösterir.
Bu durumda gebeliğin sonuna dek
toksoplasmadan korunma şarttır.
Toksoplazmadan korunmak için kedi,
köpek cinsi hayvanlardan gebelik
süresince uzak durmak, eğer evde
besleniyorsa aşılarını yaptırmak, yenilen
etleri iyi pişirmek, çiğ et yememek,
yemek öncesi elleri iyi yıkamak ve meyvesebzeleri bolca suyla yıkamak gereklidir.
Ülkemizde çiğ et tüketimi alışkanlığının
yaygın olduğu Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgelerinde, toksoplasma
enfeksiyonları daha sıklıkla
görülmektedir. Rubella (Kızamıkçık),
CMV (Sitomegalovirüs), Herpes Tip 2
enfeksiyonları ise daha çok hasta kişilere
temas yoluyla bulaşan rahatsızlıklardır.
Özellikle Rubella (kızamıkçık) mikrobu
ile gebeliğin ilk üç ayında karşılaşıp
hastalığı geçiren kişilerde gebelik
kesinlikle tahliye edilmelidir.
Tam idrar tahlili gerekirse idrar kültürantibiyogramı: İlk kontrolte yapılan idrar
tahlilleri böbrek fonksiyonlarının indirekt
bir göstergesi olduğu gibi gizli veya
aşikar idrar yolu enfeksiyonu varlığını
konusunda da bilgi verir. İlk aylardaki
idrar yolu enfeksiyonları gebeliğe bağlı
bulantı ve kusmaları arttırır, idrarda
yanma ve/veya kasık ağrılarına neden
olabilir. Son aylardaki gizli veya aşikar
enfeksiyonlar ise erken doğum
sancılarına sebep olabilir.
Servikovaginal smear testi:
Gebelikte salgılanan
hormonlar neticesinde
rahim ağzı kanserlerinde
artış meydana gelmektedir.
Bu nedenle gebelere ilk
aylarında smear testi
uygulanarak böyle bir
durumun varlığı
araştırılmalıdır. Ülkemizde
gebelerin pek çoğu yanlış
bir inanışla bebeklerine
zarar geleceğini
düşündüklerinden bu tür
bir işlemi kabul etmezken
doktorları da ilk ayında
hastalarını muayeneden
korkutmak istemedikleri
için genelde bu işlemi
ihmal ederler.
Kanama profili gösteren testler:
Hem normal doğum hem de sezaryen
kanamalı bir işlemdir. Gebelerin
kanamaya yatkınlıkları ilk kontrolte
belirlenmelidir. Ayrıca hastaların kendi
ifadelerinden önceden olan kanamaya
yatkın bir durumlarının olup olmadığı
sorgulanır. Özellikle bir takım kalp
hastalıklarında bazı hastalar kanamayı
engelleyici hap veya iğneleri kullanmak
zorunda olabilirler. Bu tür durumların
varlığında gebelikteki izlemler arttırılır
ve doğum öncesi bazı önlemler önceden
alınır.
Hepatit B, Hepatit C, AIDS taraması:
Hepatit B için HbsAg ve Anti Hbs,
Hepatit C için Anti HCV, AIDS için ise
Anti HIV testleri yapılarak her hangi bir
taşıyıcılık durumunun olup olmadığı
araştırılır. Bu tür viral hastalıklar cinsel
ilişki, kan veya doğum yoluyla bulaşır ve
genelde kişiler uzun süre taşıyıcı olabilir.
Taşıyıcı, hasta olmadığı halde hastalığı
bulaştırabilen demektir. Bu kişilerin
vücutlarında barındırdıkları virüsler
gebelik sırasında plasenta yoluyla bebeğe
geçmesine rağmen bebekte her hangi bir
sakatlığa neden olmazken, yenidoğan
29
bebeklerin bağışıklığı yetişkinlere göre
daha az olduğu için bebeklerde
doğumdan sonra bazı problemlere yol
açabilirler.
Bu problemler bebeklerde hastalığa
yakalanma veya hastalığı taşıma
şekillerinde olabilir. Hepatit B taşıyıcı
annelerin bebeklerine doğum sonrası aşı
ve serum uygulaması yapılır ve belirli
aralıklarla aşı tedavisi devam eder. Bu
şekilde bebeğin aktif olarak
bağışıklanması sağlanır. Ancak maalesef
Hepatit C ve AIDS virüsünü taşıyan
gebelerin doğan bebekleri için
hastalıktan koruyucu etkin bir tedavi
günümüzde bulunmamaktadır.
2. kontrol: 10-13. hafta
Ense kalınlığı (Nuchal Translucency, NT):
Bu haftalar arasında fetusun anatomik
organları ve büyüklüğü değerlendirilir.
Ayrıca ulrasonla ense kalınlığı (Nuchal
Translucency, NT) ölçülür. Ense
kalınlığının uygun ölçümün yapılabilmesi
için fetus son adet tarihine göre 11 ile 13
hafta 6 gün arasında olmalıdır. Ense
pilisinin kalınlığı; Trizomi 21 (Down
sendromu, mongolizm), Trizomi 18 gibi
kromozomal bozukluklarda ve bebeğin
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
özellikle kalp gibi bazı organların
problemlerinde artar.
Bu artışın nedeni bebeğin ense
bölgesindeki sıvı birikimidir (ödem) ve
bunu ultrasonla yakalamak mümkündür.
Normal olarak bebeğin ense kalınlığı
gebelik haftası ilerledikçe artar. Genel
olarak 3 milimetrenin üstü patolojik
kabul edilir ve bu durumda fetus özellikle
Down sendromu açısından ileri
değerlendirmeye alınır.
I. Trimester tarama testi: İlk trimester
tarama testinin amacı Down
sendromunun erken gebelik haftalarında
yakalanmasıdır. Son adet tarihine göre
11-14. gebelik haftaları arasında
uygulanan testte anne adayından kan
alınarak serbest β-HCG ve PAPP-A
biyokimyasal değerlerine bakılır. Down
sendromunda anne kanında, serbest βHCG değerleri normalin iki katı yüksek
iken PAPP-A değerleri normalin 2.5 da
biri (%40ı) kadardır.Bu testlere eklenen
Nuchal Translucency (NT, ense kalınlığı,
ense pilisi kalınlığı) ölçümleri ile birlikte
değerlendirilmesiyle test üçlü test larakta
bilinir.
Bu değerler bilgisayar programında
değerlendirilir ve ortaya bir risk oranı
çıkar. Risk oranının 1/250nin üzerinde
olması Down sendromu açısından ileri
tetkiki gerektirir.
Testin pozitif olması durumunda
yapılması gereken ileri aşama, koryon
villüs biyopsisi adı verilen plasentanın
bebeğe ait kısmından küçük bir parça
alınarak kromozom açısından analizi ile
teşhisin sağlanmasıdır.
3. kontrol: 16-18. hafta
Ultrasonda; fetus bir bütün olarak
anomali taraması açısından
değerlendirilir.
II. Trimester tarama testi (Üçlü Test,
Triple Test):
Üçlü test uygulamasındaki amaç;
bebeğe ait özellikle Down
sendromu, Trizomi 18 gibi
kromozom bozuklukları ile
birlikte Nöral tüp defektleri adı
verilen bir takım anomalileri
taranmasıdır.
alfa feto protein (AFP) ve bağlanmamış
estriol (uE3) denilen üç biyokimyasal
maddenin ölçümü ile yapılır.Bunlara
inhibin A eklenebilir. Bu ölçümler gebelik
haftasına göre annenin yaşı, vücut
ağırlığı, ırkı, annede diyabet olup
olmaması, sigara içip içmediği, öyküde
önceki gebeliklerin özellikleri ile birlikte
değerlendirilir. Büyümekte olan bebekte
olabilecek nöral tüp defekti ve bazı
kromozomal anormalliklerle (Down
sendromu ve trizomi 18) karşılaşılma
riski hesaplanır.
Testin amacı bebek ve anne açısından
riskli yöntemleri kullanmadan bebekte
olabilecek anomali riskini saptamaktır.
Eğer test sonucunda risk belirli bir
düzeyin üzerinde çıkarsa (genel olarak
1/270 den fazla olması durumunda)
amniyosentez adı verilen işlem yapılarak
kesin tanı konulur.
İlk ve ikinci trimesterde yapılan bu
testler tarama testi olup kesin tanı
koyduran testler değildir.
Üçlü test; gebeliğin 1619. haftaları arasında
anne kanından alınan
örnekte β-HCG,
Amniyosentez işleminde anne karnından
ince ve uzun bir iğne yardımıyla amniyon
sıvısı alınır. Tecrübeli ellerle yapıldığında
oldukça ağrısız ve bebek için riskleri
azdır. Alınan sıvıda bebeğe ait dökülen
canlı hücreler vardır. Bu hücreler özel bir
kültür ortamında bekletilerek üretilir.
Üretilen hücreler belli bir safhada
toplanılarak kromozomları ayrıştırılır ve
mikroskop altında görüntülenerek
kromozomlar analiz edilir.
Kromozom analizinde görüntülenen
hücreler direkt bebeğe ait olduğu için
bebeğin kromozom yayılımını gösterir.
Bu şekilde bebeğe ait kromozomlarda
olan problemler rahatlıkla görülebilir ve
aynı zamanda seks (cinsiyet)
kromozomlarının incelenmesiyle bebeğin
cinsiyeti de ortaya çıkar. Karından bir
ince iğneyle ultrason eşliğinde amniyon
kesesine girilir.
Nöral tüp defektleri (NTD) bebeklerde
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
30
görülen bebekteki kusurlar arasında ilk
sıraları almaktadır. Birkaç ayrı türü
vardır. Bunlardan biri bebeğin beyin
dokusunun bir bütün olarak
gelişmemesidir, anensefali adı verilen bu
en ağır şekli ölümcüldür. Nöral tüp
defektlerinin diğer türleri ise omurilikle
ilgilidir. Omurilik gelişirken onu
çevreleyen omurga kemiklerinin tam
kapanmaması sonucu omurilik dokusu
bebeğin sırtındaki bir yarıktan dışarıya
çıkar; bu duruma spina bifida denilir. Dış
etkenlere çok hassas olan bu sinir dokusu
zamanla zedelenir ve bebek belli bir
seviyenin altında sinirsel fonksiyonlarını
yapamaz. Sonuç olarak bebek açısından
yine ölümcül olabilecek bir doğumsal
anomalidir.
Hafif şekildeki spina bifidalarda doğum
sonrası bir takım operasyonlarla düzelme
şansı vardır. Bu anomalilerde açıkta
kalan dokudan alfafetoprotein (AFP)
amniyon sıvısına, buradan da anne
kanına geçer. Anne kanından yapılan
testlerde bu gebelerde normal gebelerden
daha yüksek miktarlarda alfafetoprotein
saptanır. Spina bifidalı gebeliklerin %
85'i bu test ile yakalanabilmektedir.
Üçlü testte AFP yüksek ise ayrıntılı
ultrason ile beyin dokusu ve omurgalar
değerlendirilir. Ultrason ile
saptanamayan bir durum varlığında
amniyosentez yapılarak amniyotik
sıvıdaki AFP miktarı ölçülerek kesin tanı
konulabilir. Ayrıca amniyon sıvısındaki
asetilkolin esteraz enzimi nin miktarına
da bakılabilir. Ancak ultrasonografi %97
doğrulukla bilgi verdiği için amniyon
sıvısı nın bu nedenle alınması
gerekmemektedir.
AFP değeri yüksek fakat amniyosentezde
ve ayrıntılı ultrasonografide anomali
saptanmayan gebeliklerde, bebeğin
büyüme ve gelişmesinin daha yakın takip
edilmesi önerilmektedir.
yaklaşık olarak 850 doğumda bir
görülür. Tedavisi olmayan bu kromozom
anomalisinde fiziksel ve zeka geriliği
olan bebekler söz konusudur. Down
sendromu görülme şansı yaşa bağımlı
olarak artar. Özellikle 35 yaşın üzerinde
risk önemli bir boyuta ulaşır. Ancak tüm
Down sendromluların %25-35i yalnızca
35 yaş üzeri gebelik ürünü iken %70-80e
varan oranlarda genç gebeliklerdedir.
Üçlü testle Down sendromlu bebeklerin
%60'ına yakını (%5 yalancı pozitiflikle)
yakalanabilmektedir. Son yıllarda üçlü
testin Down sendromu yakalama şansını
daha da arttırmak amacıyla teste
kandaki İnhibin A adı verilen
biyokimyasal değerinin de ölçülüp
eklenerek testin dörtlü test şekilde
yapılmasıda mümkündür. Down
sendromu riski yüksek çıkmış
gebeliklerde kesin tanıyı koyabilmek için
anlatıldığı şekilde genetik amaçlı
amniyosentez yapılması gereklidir.
Üçlü tarama testinin asıl amacı yaşamla
bağdaşabilen ve ömür boyu zeka geriliği
ile giden Down sendromlu bebekleri
yakalamaktır. Amniyosentez sonucu
yakalanan Down sendromlu bebekler
çıkarılan sağlık kurulu kararlarıyla
tahliye edilirler.
Üçlü test ile diğer bazı anomalileri de
saptamak mümkündür. Bebeğin karın
duvarı anomalilerinde böbrek
anomalilerinde de test sonuçları yüksek
çıkabilir. Bu nedenle üçlü testte artmış
risk saptanan gebelere amniyosentez
yapmadan önce tüm bu anomaliler
açısından ayrıntılı ultrasonografik
değerlendirme (II. basamak
ultrasonografisi) yapılmalıdır.
Servikal kültür alınması: Gizli vaginal
enfeksiyonları araştırmak için yapılır.
Gebelikte özellikle düşen hücresel tip
vücut direnci nedeniyle fırsatçı
enfeksiyonlar olarak tabir edilen bazı
vaginal enfeksiyonlar gelişebilir. Bunların
başında özellikle mantar enfeksiyonları
(candida), yanısıra Trichonomas ve
Gardnerella enfeksiyonları da sayılabilir.
Genel olarak tedavi edildikten sonra nüks
eden bu rahatsızlıklar ilerleyen gebelik
haftalarında tekrar tekrar tedaviye gerek
duyabilirler.
5. kontrol: 24-28. hafta
Tam kan sayımı: Anne adayının kan
sayımı yapılarak gebeliğin bu ilerleyen
haftalarında aneminin gelişip
gelişmediğine bakılır.
Tam idrar tetkiki: İdrarda gizli
enfeksiyonların varlığı araştırılır.
Özellikle gebelerde her hangi bir şikayet
oluşturmaksızın yalnızca idrar
tahlillerinde bakteri ve lökosit görülmesi
ile karakterize gizli idrar yolu
enfeksiyonları erken doğuma ve böbrek
enfeksiyonlarına neden olabilir. Tam idrar
tetkikinde böyle bir durum saptanırsa
idrar kültür-antibiyogram testi yapılarak
üreyen mikroorganizmanın türüne göre
antibiyotik başlanmalıdır.
50 gram glukoz tarama testi: Bu gebelik
haftasında kişilere sabah aç karınla 50
gram toz glukoz sulandırılarak içirilir ve
bir saat sonrasında tetkik için kan
alınarak glukoz tarama testi yapılır.
Alınan kan örneğinde kan şekeri
değerinin 140 mg/dl ve üzerinde olması
durumunda test pozitif olarak kabul
edilir ve bu gebelerde 100 gramlık
standart glukoz tolerans testine geçilir.
4. kontrol: 22-24. hafta
Ultrasonda; rahim ağzı uzunluk ve şekli
ölçülür. Bebek özellikle kalp, beyin ve
diğer iç organlar açısından detaylı
olarak değerlendirilir.
Down sendromu (Trizom 21, mongolizm)
31
Bazı gebeler bu oldukça tatlı olan bu
suyu içmede problem yaşayabilirler,
örneğin bulantı ve kusmaları olabilir. Bu
durumda laboratuara giderken
yanlarında limon götürüp tatlı suyun
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
içine sıkmak suretiyle şikayetleri genel
olarak giderilecektir. 100 gram standart
tolerans testinde bu kez gebelerden sabah
aç karınla kan alınır ve hemen
sonrasında 100 gram toz glukoz
sulandırılarak içirilir. İçimden 1 saat, 2
saat ve 3 saat sonra tetkik için kan alınır.
Böylece açlık kan şekeri ile birlikte
toplam 4 ayrı kan şekeri değeri elde
edilmiş olur. Bu 4 değerden 2 veya daha
fazlasının standart değerlerin üzerinde
olması durumunda gebeler gestasyonel
diabet (gebeliğe bağlı diabet, gizli şeker
hastalığı) teşhisi alarak kalori kısıtlaması
amacıyla diyetisyene konsultasyona
gönderilirler.
Gestasyonel diabeti olan gebelere
diyetten kalori kısıtlaması yapılmazsa
annenin kan şekeri değerlerinin genel
olarak yüksek olmasının bir sonucu
olarak; bebeğin normalden iri olması,
doğumun zor olması, amnios suyunun
normalden fazla olması ve buna bağlı
erken doğum riskleri gibi durumlar
oluşabilecektir. Ayrıca doğan bebeklerde
doğum sonrası kan değerlerine bağlı
metabolik sorunlar meydana
gelebilecektir. Normale göre iri bebekler
doğabilecektir.
İndirekt Coombs Testi: Bu haftada
yalnızca kan uyuşmazlığı olan gebeler
yeniden İndirekt Coombs testine
bakılarak değerlendirilir, sonuç negatif
ise bebeğin etkilenmediği anlamına gelir.
Bu durumda gebeliğin sonuna kadar
etkilenmeden korumak amacıyla gebeye
Anti D Immunglobulin iğnesi yapılır.
6. kontrol: 32. hafta
Ultrasonda; fetusun gelişimi, iç organları
ayrıntılı olarak değerlendirilir. Ayrıca
amniyon sıvısı, bebeğin duruş şekli,
plasentanın yeri ve görüntüsü, bebeğin
rahim içindeki aktif hareketleri incelenir.
7. kontrol: 34. hafta
6. kontrolteki işlemler tekrarlanır. Riskli
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
skorlaması; gebeliğin ultrason
görüntülemesi ile NST bulgularının
birlikte değerlendirmeleridir. Teşhiste tek
bir yöntem yerine eldeki yöntemleri bir
arada kullanmak daha doğru bilgi
sağlamaya neden olur.
durumların varlığında Doppler
ultrasonografi ve NST gibi ek tetkikler
istenebilir.
8. kontrol: 36. hafta
Utrasonda özellikle bebeğin duruşu,
amnios sıvısı, plasentanın görünümü ve
bebeğin aktif hareketleri incelenir.
NST (Non-Stres Test, Kardiyotokografi):
NST, gebelik takiplerinde vazgeçilmez
bir yöntemdir.
9. kontrol: 38. hafta
Bebeklerin sağlık durumunu tespit etmek
için birçok yöntem kullanıyoruz.Ancak
bu yöntemlerin hiçbiri bebeğin sağlık
durumu hakkında bize tam ve doğru
olarak bilgi
verememektedir.
Gebelik izlemlerinde
günümüzde yapılan
araştırmaların çoğu,
anne adaylarının ve
fetusun içinde bulunduğu
ortamı sağlıklı kılmak
veya bu ortamın sağlık düzeyini tespit
edebilmek içindir.
Son haftalarda bebeğin iyilik durumunu
gösteren standart olarak üç ayrı yöntem
vardır. Bunlar:
Ultrasonografik değerlendirmeler
NST
Bebek hareketleridir.
Bunlardan ilk ikisi hekim tarafından
incelenirken bebeğin hareketleri anne
adayı tarafından değerlendirilmelidir.
Bebeğin hareketlerindeki ani azalma
durumunda bu bebeğin sıkıntıya
girdiğinin bir ifadesi olabilir. Bu
durumda gebe hekimini
bilgilendirmelidir.
Ayrıca bebeğin biyofizik profil
skorlaması yapılır. Biyofizik skorlama;
ultrasonda rahim içindeki bebeğin aktif
bazı hareketleri ve amniyon sıvısının
miktarı yanısıra NST bulgularının hep
birlikte değerlendirilerek skorlanmasıdır.
Bebeğin sağlığını gösteren önemli bir
kriterdir. Özetle, biyofizik profil
32
Kardiyotokografi (kardiyo=kalp,
toko=rahim kasılması): veya kısaca
"toko" adı verilen cihazla bebeğin kalp
atışlarının seyrini, bebek
hareketleriyle ve varsa
kasılmalarla olan ilişkisini temel
alarak bebeğin iyilik halini
değerlendiren bir testtir.
Doğum eylemi esnasında da
aynı amaçlarla kullanılır. Prob
olarak tabir edilen ve
gebenin karnı üzerine
sabitlenen iki alıcı ucu
vardır. Problardan biri
rahmin kasılmalarını
diğeri ise bebeğin
kalp seslerini
algılar.
Algılanan
kasılmalar ve kalp
sesleri cihaz tarafından
bir grafik kağıt üzerine
aktarılır.
Yaklaşık 20 dakika süren bu işlem
sırasında gebelerden, bebeklerin her
hareketlerini hissettiklerinde ellerine
verilen küçük bir butona basmaları
istenir. Böylelikle; bebeğin kalp atım hızı
ve atım hızındaki değişkenlikleri,
rahimdeki kasılmalar ve bebeğin kalbinin
bu kasılmalara verdiği cevaplar hekim
tarafından değerlendirilerek bebeğin
sağlığı hakkında dolaylı bir bilgi elde
edilmiş olur. Bebek hareketlerini hisseden
gebe, elindeki butona basar. Kalp
atımları ve rahim kasılmaları aynı anda
bir grafik kağıt üzerine basılır. Üst kısım
kalp seslerine, alt kısım ise rahim
kasılmalarına aittir. NST özellikle
gebeliğin son aylarında bebeğin sağlığını
gösterdiği gibi doğum sırasındaki
izlemde) de son derece önemlidir.
Doppler ultrasonda dolaşımsal bozukluk
tespit edildiğinde daha sonraki
dönemlerde bebeğin durumunda
kötüleşme riski artmıştır.
Riski olmayan gebeliklerde, NST
uygulamasına 37. gebelik haftasından
sonra haftada bir, 40. gebelik
haftasından sonra ise 3 günde bir
tekrarlanması önerilir. NST işlemi öncesi
annenin karbonhidrattan zengin diyetle
karnını doyurarak tok olması önerilir.
Uygulamanın, bebeğe hiçbir olumsuz
etkisi yoktur. NST özellikle anne adayının
bebek hareketlerinde azalma olduğunu
ifade ettiği durumlarla, kasılmaların
varlığından şüphelenildiği anlarda
kullanıldığında oldukça değerli bilgiler
sağlar. Bu şekilde doğum eyleminin
başlayıp başlamadığı, bebeğin içeride
sıkıntıda olup olmadığı indirekt olarak
anlaşılabilir.
Özellikle preeklampsi (gebelik
zehirlenmesi) veya bebeğin rahim içi
gelişme azlığı gibi durumlarda
damarlardaki direnç artışı gidişatın
olumsuz yönde olduğunu gösterir.
Gebeliğin 12-14. haftalarında yapılan
Ductus venosus doppler i bebekte başta
kalp anomalileri olmak üzere Down
sendromu gibi bir takım kromozom
bozukluklarının erken teşhisinde de
kullanılmaktadır.
Renkli doppler ultrasonu: Renkli doppler
ultrasonografi, giderek daha fazla
uygulama alanı bulmaktadır. Özellikle
anne adayının risklerinin
belirlenmesinde ve bebeğin
sağlık durumunun
değerlendirilmesinde
kullanılmaktadır.
Doppler
ultrasonunda özetle
bebeğe giden kan
akımına bakılır. Kan
akımının bozulması
(azalması veya geriye kaçması)
durumlarında bebek hayatı riske girer.
Damarlardaki direnç artışı kan
akımındaki azalmayı ifade eder.
Kan biyokimyası, Tam kan sayımı, Tam
idrar tahlilleri, Hbs Ag, Anti Hbs, HCV,
HIV, TORCH tetkikleri tekrarlanır.
Doğum öncesi doğuma veya olası
sezaryene hazırlık amacıyla bu testler
tekrar gözden geçirilir. Sezaryen
planlanıyorsa bu tetkik sonuçları anestezi
açısından da önemlidir.
Doğum konusunda bilgilendirme: Günü
yaklaşan anne adayına doğumla ilgili
detaylı bilgiler verilir.
39-42. haftalar arası izlem
Ultrason
(gerekirse biyofizik profil)
NST
38-40. haftalar arası haftada bir,
40.haftadan sonra ise 3 günde bir
uygulanması önerilir.
NSTsi normal olan 1000 gebenin
997sinin bebeklerinde ilk üç gün içinde
hiçbir problem ortaya çıkmadığı
izlenmiştir. Fetal iyilik durumunun
izlenmesinde NST oldukça önemli bir
yere sahiptir.
Vajinal muayene: Amaç kalça kemiğiyle
(pelvis) ve rahim ağzının
değerlendirilmesidir. Bu şekilde pelvis
girimi, kemik çıkıntılar, pelvis çatısı
ayrıntılıca değerlendirilir. Bunun yanı
sıra rahim ağzına da bakılır.
Doğum işaretleri konusunda gebe
bilgilendirilir. 40. haftadan sonra ise
gebenin doğuma kadar haftada iki kez
görülerek değerlendirilmesinde yarar
vardır.
42. haftaya kadar doğumu başlamayan
gebeler ise hastaneye yatırılarak
doğurtulmalıdır. Çünkü bu haftadan
sonrası Gün aşımı (Surmaturasyon,
posterm) gebeliği olarak değerlendirilir
ve bebeğin içeride sıkıntıya girme riski
oldukça artmıştır.
Gebeliklerin risklerine göre bu testler yer
değiştirebilir, izlemler daha
sıklaştırılabilir veya
daha ayrıntılı
testler
istenebilir. Ayrıca bebek ile plasenta arasında
göbek kordonu içerisindeki
umbilikal arter, umbilikal ven ve
bebeğin beyin damarlarındaki
dalga şekillerindeki
bozukluklar, bebekteki dolaşım
bozukluğunu saptayabildiği
gibi şiddetini de
belirleyebilmektedir.
33
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DOÇ. DR. FERİT SARAÇOĞLU
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi
Anne İstemiyle
Sezaryen Yapılmalı mıdır?
Belirli bir tıbbi neden olmaksızın
annenin istemi nedeniyle uygulanan
sezaryenle doğumları “anne istemiyle
sezaryen” denilmektedir. Ülkemizdeki
gerçek oranı bilinmemekle birlikte
Gelişmiş ülkelerde sezaryenlerin % 4-18
i anne istemiyle yapılmaktadır. Son
yıllarda hem ülkemizde hem de
sezaryen oranının yüksek olduğu diğer
ülkelerde anne istemiyle sezaryen
yapmanın doğru olup olmadığı
tartışılmakta ve bir sonuca ulaşılmaya
çalışılmaktadır. Anne istemiyle
yapılan sezaryenlerin vajinal
doğumlara göre iyi yada kötü
yanlarını gösteren kanıta
dayalı bir çalışma
bulunmamaktadır. Bu
nedenle günümüzde
kabul edilen, doğumun
kişiselleştirilmesi ve etik prensiplere
uygun olarak yapılmasıdır.
Anne istemiyle sezaryeni
destekleyenlerin sıklıkla öne sürdüğü
kişinin otonomisi yani kendi bedeniyle
ilgili bir olayda kendi kararını kendisinin
vermesi prensibidir. Ancak hastanın
istemine yönelik bir aydınlatılmış onam
formu imzalayabilmesi için sezaryen
hakkında olumlu ve olumsuz her şeyin
kendisine anlatılmış olması
gerekmektedir. Halbuki hiç bunları
öğrenmeden doğrudan sezaryen istemek
otonomi demek değildir. Yine otonomide
hastaya verilen hak pozitif olmaktan
ziyade negatiftir. Yani gereksiz yada
komplikasyonları olabilecek bir tedavi
yada girişime karşı çıkmak şeklinde
olmalıdır.
Gerçek otonomi için doktorun da
hastasını yönlendirmemesi
gerekmektedir. Hastasına sezaryenle
ilgili hem kısa hem de uzun vadeli yarar
ve zararların tümünü anlayabileceği
biçimde izah etmesi gerekmektedir.
Hastanın imzalayacağı bir aydınlatılmış
onam formu üç bölümden oluşmaktadır.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
34
pulmoner hipertansiyon,
respiratuar sıkıntı sendromu)
daha sık görüldüğünü, beyin
rahatsızlıklarının
(ensefalopatiler) ise daha az
görüldüğünü ortaya koymaktadır.
Sezaryenler vajinal doğumlarla
karşılaştırıldığında bebek
ölümlerine de daha fazla
rastlanılmaktadır.
Bunların ilki yeterliliği gösteren
hastanın girişimle ilgili tüm detayları
anlayabilecek durumda olması ve
kendi rızasıyla karar vermesi,
ikincisi girişimle ilgili tüm bilgilerin
verilmesi ve bir planın yapılması,
sonuncusu ise karar verildiğinin
belirtilmesi yada seçeneklerden
hangisinin kabul edildiğinin
belirtilmesidir. Hasta tüm bunların
farkında olmalı ve gerekli bilgileri
doktorundan istemelidir.
Bir kısım hekimlerin öne sürdüğü
gerekçeler normal doğumun
pelvik taban (doğum kanalında)
bozukluğa dolayısıyla organlarda
sarkma, idrar ve dışkı kaçırmaya
neden olabileceği tezidir. Ancak
bu konuda yapılmış olan
araştırmaların sonuçları
değişken olup çoğunlukla bu
tezi desteklememektedir. Yine
çalışmaların önemli bir kısmı hem
vajinal hem de sezaryenle doğumlardan
sonra doğum yapmamışlara göre daha
fazla idrar kaçırma sorununa
rastlandığını ortaya koymaktadır. Sonuç
olarak hekimin sezaryenlerin tüm doğum
sonrası gelişen idrar kaçırmaları
engelleyemeyeceği, vajinal doğumlarınsa
tamamının idrar kaçırmaya neden
olmayacağını söylemesi gerekmektedir.
Anne istemiyle yapılan sezaryenler
gelecekteki doğumlar içinde bazı riskler
getirmektedir. Özellikle plasenta
(bebeğin eşi) yerleşimiyle ve rahim
duvarına tutunmasıyla ilgili bozukluklar
(plasenta previa, plasenta accreata vb)
daha sık görülmekte, bazen bunlara
bağlı olarak rahimin de alınması
gerekebilmektedir. Bu rahatsızlıkların
diğer risk faktörleri olan ileri anne
yaşı ve daha önce doğum
yapmış olmak genellikle
sezaryen isteyen anne
adaylarının da
özellikleri
arasındadır.
Sezaryen oranlarının yüksek
olmasının ekonomik yönüne
bakıldığında, yapılan çalışmalar en
ucuz doğum şeklinin vajinal doğum
olduğunu göstermektedir. Bu
nedenle sezaryen oranı düşürülmeye
çalışılmaktadır.
Ayrıca sezaryen sayısı arttıkça ameliyat
sırasında barsak, idrar torbası, idrar
kanalları vb organ yaralanmaları da
daha fazla görülmektedir.
Anne istemiyle sezaryen yapma henüz
neticelenmemiş bir tartışmadır. Bu
tartışmanın sonuçlanması için
randomize kontrollü bir çalışmanın
yapılması ve sezaryenle doğumun
avantajlarının bilimsel olarak
gösterilmesi gerekmektedir. Bebek yönünden öne sürülen
sezaryen nedenleri kafa içi
kanamaları, yeni doğanın
oksijensiz kalmasını, çeşitli
beyin rahatsızlıklarını, yeni
doğan enfeksiyonlarını ve
yeni doğan bebekteki
yaralanmaları en aza
indirgemektir.
Çalışmalarda vajinal
doğumda enfeksiyonların
daha sık izlendiğini,
sezaryenlerde solunum
sıkıntılarının ( yenidoğan
takipnesi,
35
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
OP. DR. SEMİH Z. ULUDAĞ
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr.
Anne Sütü ve Emzirmenin Önemi
Bebek Emzirme:
Bir toplumun gelişmesi ve ilerlemesi, o
toplumu oluşturan bireylerin, zihin beden
ve ruh bakımından sağlıklı olmalarına
bağlıdır. Bu da bireyin doğduğu günden
itibaren yeterli ve dengeli beslenmesi ve
bakım gereksinimlerinin karşılanmasıyla
olasıdır. Doğada yaşayan her memeli
canlının sütü, kendi yavrusunun gelişimi
için en ideal besin kaynağıdır. İnsan
yavrusunun özellikle ilk aylarındaki besin
gereksinimi ise onun için en ideal besin
kaynağı olan anne sütüyle
karşılanmalıdır. Tüm dünyada son 20
yıldır bebek beslenmesinin ana kaynağı,
anne sütü olarak kabul ediliyor. Bu
nedenle bebeğin doğar doğmaz (ilk 30
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
dakika) anne sütü emmesi ve ilk altı ayda
beslenmesinde sadece anne sütü verilmesi
gerekiyor
Süt oluşumu:
Meme dokusu, yağ ve bağ dokusu ile
desteklenen memenin süt yapımını
sağlayan kesecik ve kanallardan oluşur.
Kesecikler ve kanalcıklar üzüm salkımı
şeklinde kümeler teşkil ederler ve sonra
kanalcıklar geniş süt kanallarına
dökülürler. Bu geniş süt kanalları her bir
ana bölgenin (lob) süt salgısını toplar.
Her bir memede bu loblardan 15-20 adet
vardır ve bunların kanalları genişleyerek
meme başına ulaşır ve dışarı açılırlar. Bu
süt yapıcı sistemin büyümesi pek çok
36
hormonal etkene bağlı olarak iki
aşamada oluşur.
Ergenlik ve gebelik döneminde
gerçekleşen bu aşamalarda özellikle
gebelik sırasında östrojen, progesteron ve
prolaktin hormonlarının aşırı miktarda
artmalarına bağlı olarak memenin süt
yapan (glandüler ) dokusu artmaya
başlar, kanallar uzar, dallanır ve süt
yapan kesecikler büyür. Süt salgılanması
progesteron etkisi ile baskı altına alınır.
Doğumla birlikte hızla östrogen ve
progesteronun ortadan kaybolması ile süt
salgısı başlar. Sütün memeden fışkırması
emme olayının negatif basıncına bağlı
değildir. Arka hipofizden salınan
oksitosin hormonununu kan yolu ile
keseciklere ve kanallara ulaşarak
miyoepitel hücrelerinin kasılmasını
sağlar. Bu etki sütün ana kanallardan
meme başındaki açıklıklara doğru
fışkırmasına neden olur. Bu hormon aynı
zamanda lohusalarda rahmin kasılıp
küçülmesini de sağlar. Sütün devamı için
prolaktin, sütün sağılması içinse
oksitosin hormonu gereklidir.
Bir annenin günlük ortalama
ürettiği süt kaç mililitredir?
Her anne iki bebek büyütecek kadar süt
üretme kapasitesine sahiptir. Annenin
günlük ürettiği süt miktarı 500 - 1500
mililitre arasında değişir. Başlangıçta
memelerden damla damla gelen süt,
doğumdan sonra üçüncü günde artmaya
başlar ve beşinci günde ortalama 500
mililitre düzeyine ulaşır.
İlk aylarda bebeğin alması
gereken miktar nedir?
Bu miktar her bebeğin gereksinimine,
büyüme kapasitesine göre değişir. Günde
altı kez bezini ıslatan, doğumdan sonra
15’inci günde doğum kilosuna ulaşan, ilk
altı ayda, aylık en az 500 gram alan bir
bebek yeterli miktarda anne sütü alıyor
demektir.
Anne sütünün içeriğinde neler
var?
Anne sütünün içeriği bebeğin
gereksinimlerine göre düzenlenir. Her
anne bebeği için en uygun sütü üretir.
Daha kısa sürede eski kilosuna döner.
Rahim daha çabuk toparlanır.
Meme. rahim ve yumurtalık kanser
riskini azaltır.
Bebekle arasında yakın bir bağ
kurulur.
Psikolojik tatmin sağlar.
Özel bir hazırlık gerektirmez.
Ekonomiktir.
Anne sütünün bebek için
faydaları:
Her
zaman sterildir ve en uygun
sıcaklıktadır
Besin ögesi bileşeni bebeğin
gereksinimlerine uygundur.
Solunum yolu ve gastrointestinal
sistem hastalıklarına karşı koruyucudur.
Orta kulak iltihabı riskini azaltır.Tip-1
diabet. çölyak hastalığı gibi birtakım
kronik hastalıkların oluşma riskini
azaltır.
Alerjiye karşı koruyucudur. Bebeğin
ruhsal bedensel ve zeka gelişimine
yardımcı olur.
Anne sütünün hazmı kolaydır.
Anne sütü alan bebeklerde kansızlık
görülmez. Anne sütünde demir bağlayan
laktoferrin denilen bir madde vardır.
Laksatif ve diüterik özelliği vardır.
İçerdiği bifidus faktör sayesinde
bebeğin barsaklarında zararlı
bakterilerin oluşumunu önler ve dolayısı
ile ishale karşı koruyucudur.
Anne, gebe, hasta, adet görüyor olsa
bile sütü her zaman en iyi besindir.
Çünkü bu dönemlerde bile süt kalitesi
bozulmaz.
Malnutrisyonu önler.
Bebeğin sağlıklı kilo alınımı sağlar
Anne sütü alan bebeklerde pişik karın
ağrısı ve kabızlık daha az görülür.
İçerdiği hormonlar vitaminler ve
immiünoglabülinler sayesinde
hastalıklara karşı korunma ve bebek
ölümlerinde azalma sağlar.
Doğumdan sonra süt yapımını
nasıl hızlandırırız?
Doğumdan
sonra en geç bir saat içinde
bebeğinizi göğsünüze yatırın.
İlk dört saat, saat başı bebeğinizi
memenize koyun.
Daha sonraki ilk 12 saat içinde her 2
saatte bir emzirin.
Hastanedeyken günde en az 8 kez,
tercihen 10 - 12 kez emzirin.
Bebeğiniz memedeyken 2 - 3 emme
hareketinde bir yutkunma yapmıyorsa,
37
memenize nazikçe bastırarak masaj
yapın.
Bebeğinizin düzenli olarak her iki
memeyi de emmesine dikkat edin.
Kendiniz için yatak istirahatına özen
gösterin.
İlk altı ayda bebeğe su vermenin
sakıncası ne?
Su bebeğin doymasına yol açarak anne
sütü almasını engeller ve anne sütünden
yararlarını olumsuz etkiler.
Emziren annenin psikolojik olarak
desteklenmesi, rahat ve mutlu olması
gerekir
1. Çalışan anne bebeğini iş yerine
götüremiyorsa sütünün kesilmemesi için
anneye sütün nasıl sağılacağı
gösterilmelidir. Bu şekilde sütün
göğüslerde birikip dolgunluk yapması da
önlenir.
2. Sağılmış anne sütü her türlü hazır
mamadan daha faydalıdır.
3. Süt sağıldıktan sonra temiz bir kaba
konur ve bebeğe bakan kişi tarafından
anne işte iken bebeğe verilir.
4. Sağılmış süt bebeğe kaşıkla
verilmelidir. Bu dönemde kesinlikle
biberon ve emzik kullanılmamalıdır.
Kaşıkla beslenen bebek anne işten
döndükten sonra tekrar emmek
isteyecektir.
Anne sütüyle besleme ne
durumda?
Ülkemizde her yıl yaklaşık olarak 1,5
milyon doğum olmaktadır. Anneler
bebeklerini emzirmek istiyor ancak
erken dönemde (altı aydan önce)
tamamlayıcı besinlere başlıyorlar. Yalnız
anne sütü ile beslenme oranı 2. ayın
sonunda %43, 5. ayın sonunda % 10
lara düşmektedir. Hazır mama verme
oranları emzirilen bebeklerde 4, ayın
sonunda %40' lara çıkmaktadır. Oysa
bilimsel araştırmalara göre önerilen
beslenme şekli, doğumdan sonra ilk altı
ay su bile verilmeden yalnız anne sütüyle
bebeği beslemektir. Daha sonra altıncı
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
ayda uygun tamamlayıcı ya da ek
besinlere başlandıktan sonra emzirmenin
iki yaşına kadar devam ettirilmesi
gerekiyor. Buna doğal beslenme deniyor.
Süt verme sırasında problemler
Memelerin şişmesi
Yeterince emzirmeme ya da aşırı tatlı
yeme ve sıvı alımı sonucu memelerde süt
birikimi olur. Buna bağlı ağrılar olabilir.
Memeler gergin, üzerinde damarlar
gözükür hale gelir, kızarık ve sıcak
olurlar. Bu durumda;
1. İstirahat edin,
2. Bebek istedikçe sık sık emzirin,
3. Bebek memeyi boşaltamazsa sütü elle
yada pompa ile mutlak boşaltın,
4. Süt çok fazla ise atmayın! anne sütü
oda sıcaklığında 8 saat buzdolabında 2
gün bozulmadan kalabilir.
5. Meme çok sert ve ağrılı ise sıcak
havlu ile kompres yapın. Sağdığınızda
süt ile masaj yapıp sonra bebeğe verin,
hala sert ise sıcak komprese devam edin
ve mutlaka pompa ile boşaltın!
2. Emzirme işlemi bittikten sonra bir
damla süt ile meme başını ıslak tutun..
3. Tatlı ve sıvıyı azaltın.
4. Birkaç gün pompa ile sütü boşaltın.
5. Bebeği meme başına yerleştirmiş
olduğunuz silikon meme başı ile emzirin.
6. Silikon uçla emziremezseniz, sütü
sağıp temiz bir kaba koyarak bebeği
kaşıkla besleyin.
7. Sütü sağmadan önce memenizi ıslak
sıcak kompresle yumuşatın.
Meme ucunun içeri çökük veya
kısa olması
Meme başlarının çok kısa olması ve bu
nedenle bebeğin bunları tutamaması
annenin doğumsal olarak kısa meme
başına sahip olmasıdır.
1. Doğum hekimini gebelik sırasında bu
durumdan dolayı uyarın ve danışın.
2. Gebelik
sırasında
ve
Meme başlarında yarık ve çatlaklar
Özellikle uzun emzirme sonucu meme
uçlarında tahriş ve bu tahrişlere bağlı
çatlaklar oluşur. Çat- laklardan giren
bakteriler meme iltihapları ve
apselere yol açabilirler. Bunları
önlemek için;
1. Bebeğinizi memeye uygun
pozisyonda yerleştirin ve
sık sık emzirin..
lohusalıkta meme uçlarının esnemesini
kontrol edin.
3. Meme ucunu dışarıya çıkartabilmek
için ters yöndeki elin iki parmağı
arasında meme başını gerip ve
uzatmaya çalışın,tüm gebelik boyunca
bunu zaman zaman uygulayın. Gebelikte
bu işlem rahim kasılmalarına neden
olabileceğinden erken doğum riski
açısından dikkatli olun.
4. Uzatma işini yapamıyorsanız, ilk
günlerde silikon meme başı ile
emzirin,ya da pompa ile sütü boşaltıp
bebeğe kaşık ile verin.
5. Emzirirken meme başının siyah
kısmının bebeğin ağzında olduğundan
emin olun.
Bebek memeyi emmek
istemiyorsa
1. En sık neden pozisyon hatasıdır.
Bebekte görülebilen yarık damak, yarık
dudak, düşük doğum ağırlığı ve
prematürelik (erken doğmuş bebek) gibi
durumlarda bir diğer nedendir.
2. Bebek hasta olabilir, gribal
enfeksiyon nedeniyle burun delikleri
tıkalı olabilir, ağzında pamukçuk
olabilir.
3. Bebek biberona alışmış olabilir.
4. Doğumdan sonra anne ve bebek ayrı
kalmış olabilir, anne işi nedeniyle bebeği
sık emzirmemektedir.
5. Anne sütünün yanı sıra bebeğe mama,
şekerli su verilmiştir ve bebek bunlara
alışıp anne sütünü istememektedir.
Bu durumda;
1. Doğru bir
emzirme pozisyonu
olup olmadığını
kontrol edin.
Emzirmede en rahat
pozisyon seçilmeli ve
bebeğin başı ve gövdesi
tam olarak anneye dönük
olmalıdır.
2. Bebeği doktora götürün.
3. Gribal bir enfensiyon
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
38
düşünülmüşse doktorun verdiği serum
fizyolojik ile düzenli olarak bebeğin
burnunu temizleyin.
4. Her emzirmeden önce burun
deliklerini kaynatılmış ılık suyla
ıslatılmış fitil haline getirilmiş pamuk
ile temizleyebilirsiniz.
5 Bebeği normal olarak emzirinceye
kadar, sütünüzü temiz bir kaba boşaltıp
bebeğe kaşıkla verin
6. Sabırla emzirmeyi deneyin.
7. Anne sütü dışında mama ve su
vermeyin.
Meme iltihabı ve absesi
Meme kanallarından süt akışı kesintisiz
olarak sağlanmazsa veya düzgün ve
hijyenik koşullarda süt verilmezse,
meme başındaki çatlaklardan giren
mikroplarla meme iltihaplanır.
Meme gergin, hassas, kızarık,
derisinde damarlar belirgin hale
gelir ve ağrır.
Bu durumda;
Hemen doktora başvurarak verilen
ilaçları kullanınız.
Emzirmeye devam ediniz.
Emziremiyorsanız sütünüzü pompa ile
boşaltınız.
Ağrı için memeye ılık suyla pansuman
yapabilirsiniz.
Abse gelişirse absenin açılıp
boşaltılması gereklidir.
Abse boşaltıldıktan sonra hemen
emzirmeye başlayınız
Anne sütünün saklanması:
Sağdığınız
sütü dondurmadan 72 saat
ve dondurulmuş sütü erittikten sonra 24
saat buzdolabında (+1 ile +4 derece
arasında) saklayabilirsiniz.
Buzlukta (-7 ile -2 derece arasında) 3
haftaya kadar, derin dondurucuda (-18
derece) 6 aya kadar saklanabilir.
Donmuş sütü yavaş eritiniz, sıcak
suyun altında bir kap içinde eritme
yapılabilir ancak donmuş sütünüzü oda
sıcaklığında bekleterek erimeye
bırakmayın.
Eritilmiş
sütü tekrar dondurmayın.
Sağlık Bakanlığı da bebek dostu
hastaneler projesi dahilinde ilk 6 ay
sadece anne sütü verilmesi,
6 aydan sonra ek gıdalarla beraber 2
yaşına kadar emzirmenin
sürdürülmesini desteklemektedir. Bu
konuda personelini eğitebilen ve bunun
için fiziki şartlarını hazırlayarak
39
hastalarına gerekli desteği ve eğitimi
veren ve birtakım başka birtakım
kriterleri yerine getirebilen hastanelere
de Bebek Dostu Hastaneler ünvanı
verilmektedir. Hastanemiz Kadın
Doğum servisi olarak bebek dostu
hastane ünvanımızı almış
bulunmaktayız. Emzirme ile bilgi ve
destek almak için bebek dostu
hastanelerden gerekli eğitim ve desteği
alabilirsiz. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
OP. DR. FUNDA ARPACI ERTUĞRUL
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr.
Doğum Sonrası Aile Planlaması
Doğum sonrası dönem, kadınların aile
planlaması yöntemlerine en sıcak baktığı
ve yönteme uyumun en yüksek olduğu
dönemdir. Bununla birlikte yapılan
çalışmalar birçok kadının tıbbi tavsiye
almadan bir aile planlaması yöntemine
başladığını göstermektedir. Maalesef
kadınların çoğunun özellikle doğum
sonrası üreme fizyolojisiyle ilgili bilgisi
çok sınırlıdır ve aile planlaması ile ilgili
bilgilerini medya, aile ve arkadaş çevresi
gibi kaynaklardan edinmektedirler. Yine
çok sayıda kadın doğum sonrası aile
planlaması yöntemlerinin yan etkileri ve
riskleri gibi tedirginlikler yaşamaktadır.
Doğum sonrası aile planlaması ile ilgili
danışmanlık için ideal dönem gebelik
takipleri dönemidir. Böylelikle doğum
sonrası hemen uygulanabilecek olan
rahim içi araç, tüp ligasyonu gibi
yöntemlerle ilgili planlama da yapılmış
olur.
Son 20-30 yıl içinde emzirme, doğum
sonrası adet görmeden geçirilen dönem
ve korunma ile ilgili hızlı bir bilgi artışı
olmasına rağmen yumurtlamanın dönüş
zamanı ve doğum sonrası aile planlaması
ile ilgili karışıklıklar devam etmektedir.
Doğum sonrası adet görmeden
geçirilen dönemin süresi
değişkendir ve birçok faktöre
bağlıdır. Özellikle emzirme ile
arasındaki pozitif ilişki birçok
çalışmada gösterilmiştir.
Aile planlamasına,
yumurtlamanın geri
dönmesindeki gecikmeye bağlı
olarak doğum sonrası ilk 3
haftada ihtiyaç
duyulmamaktadır. Fakat takip
eden dönem için bunu söylemek
mümkün değildir.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
40
Doğum Sonrası Adet Görmeden
Geçirilen Dönem
Gebeliğin sonundan adet kanamasının
başlamasına kadar geçen zamandır. Bu
süreç için net bir süre söylemek mümkün
değildir. İleri anne yaşı, çok doğum
yapma, doğumlar arası aralığın uzun
olması, emzirme sıklığı ve süresinin uzun
olması gibi değişik parametrelere bağlı
olarak uzadığı görülmektedir. Bunlar
içinde en önemli faktör emzirmedir.
Doğumla birlikte östrojen ve progesteron
hormon seviyelerinde ani ve büyük
miktarda azalma olur. Bu da
progesteronun süt sentezi üzerindeki
baskılayıcı etkisini ortadan kaldırır.
Doğumdan sonra plazma prolaktin
seviyeleri gebelikteki seviyelerden daha
alt seviyelere düşse bile her emzirme,
plazma düzeyinde artışı tetikler.
Prolaktin direk olarak beyindeki adet
döngüsünü kontrol eden hormonların
salgılanmasını azaltır. Bu, adet
görmemenin en önemli nedenlerinden
biridir. Bunu önce yumurtlamanın
olmadığı adet döngüleri sonra
yumurtlamayı izleyen adet döngüleri
takip eder. Tüm bu bilgilere rağmen, bu
mekanizma tam olarak henüz
açıklanamamıştır. Doğum sonrası adet
görmeden geçirilen dönemin süresi ile
emzirme arasındaki pozitif ilişkinin
tersine; eğitim seviyesi ve sosyoekonomik
statü artışı ile negatif bir ilişki
gösterilmiştir. Bunun en büyük sebebi
kadınların çalışma hayatı içine girmeleri
içeriği nedeniyle anne sütünün kalite ve
miktarında azalmaya neden olurlar ve
damar içi pıhtılaşma-damar
tıkanıklıklarına eğilimi artırmaları
nedeniyle doğum sonrası ilk 6 ay başta
olmak üzere, neredeyse emzirme
DOĞUM SONRASI AİLE
döneminin hiçbir evresinde tercih
PLANLAMASI YÖNTEMLERİ
edilmezler. Ancak düşük doz östrojen
içeriği olan (35 mg veya daha az)
Adet ve Yumurtlamanın Yeniden
Laktasyonel Amenore Metodu(LAM)
tabletler 6. haftadan sonra gerekirse
3 şartın sağlanması gereklidir:
Başlaması
başlanabilir. Anne sütü ile östrojen
Doğumdan sonra ilk adet zamanı kadının
Doğum sonrası ilk 6 ay içerisinde
alımına bağlı bir yan etki yada büyüme Anne adet görmüyor olacak
emzirme durumuna göre değişiklik
gelişme üzerine olumsuz bir etki
gösterir. Emziren bir kadında ilk adet
Düzenli emzirme (günde en az 5 kez,
gösterilmemiştir ancak bu konuda daha
doğum sonrası 2. aydan 18. aya kadar
toplamda 65 dakikadan ve her saferinde
fazla sayıda çalışmaya ihtiyaç vardır.
değişebilen bir süreçte başlayabilir. Genel
10 dakikadan uzun süreyle) olacak
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kombine
olarak ilk adetn doğum sonrası 6.
hormonal kontraseptifler (oral, enjektabl,
haftada başlama oranı %33, 6. ayda
Doğru uygulama ile yöntem başarı oranı
vajinal ring, patch)
%70 ve 12. ayda %87’dir. Fakat kadın
en az %98 dir.
Emziren kadında
emzirmiyorsa, ilk adet
6. hafta öncesi kesin
ortalama doğumdan
sakıncalı
Emzirmeyen anneler Emziren anneler
6-8 hafta sonra
Doğumdan sonra en erken adet
6-8 hafta sonra
2-18 ay sonra
6 hafta-6 ay arası
başlar.
İlk adette yumurtlama olma oranı
%50
%14-75 (%45)
bilinen riskleri,
Adet kanaması başlama oranları
İlk 3 ayda %65
İlk 3 ayda %9-30
kullanımının getirdiği
İlk 6 ayda %90
İlk 6 ayda %19-53
Emzirme dönemindeki
avantajlardan fazla
Tablo 1. Doğum sonrası adet kanaması ve yumurtlama başlangıç oranları
adet döngülerinin
olduğundan
ancak %45’inde
kullanılmamalı
yumurtlama olduğu ve
6. aydan sonra
emziren kadınlarda gebelik riskinin yılda
Laktasyonel amenore metodu, doğumdan
avantajları bilinen risklerinden fazladır
yaklaşık %4 olduğu gösterilmiştir.
sonra 6. aya kadar bebeğine ek besin
ve kullanılabilir
Adetlerin başlamasından daha çok
vermeyen ve sık aralıklarla emzirmeye
Emzirmeyen kadında
emzirmenin devam ediyor olması,
devam eden kadınların bunu bir doğum
İlk 21 günde bilinen riskleri
gebelikten korunmada önemlidir.
kontrol yöntemi olarak kullanmasıdır. Ek
kullanımının getirdiği avantajlardan
Emzirme, gebelik oranını %47 azaltır.
gıda verilmeye başlandığında, adet
fazla olduğundan kullanılmamalı
Doğumdan sonra annelerde adet
kanaması başladığında ya da doğum
21. günden sonra kullanımı güvenli
kanaması ve yumurtlamanın ne zaman ve
sonrası 6. aydan sonra mutlaka ek
ne oranda başladığı Tablo 1’de
korunma yöntemine ihtiyaç vardır.
Progestogen-Only Pills (Mini haplar)
özetlenmektedir.
Enjektabl Depo MedroksiprogesteronYumurtlamanın başlamasındaki gecikme
Noretisteron (3 ayda bir yapılan
nedeniyle doğum sonrası ilk 3 haftada
Doğum sonrası seksüel
enjeksyonlar)
aile planlaması yöntemine ihtiyaç yoktur
fonksyonlar
Levonorgestrel- Etonorgestrel
Fakat sonrasında emziren kadınlarda 3.
Doğum sonrası seksüel problemler
İmplantları (Cilt altına yerleştirilen
ayda, emzirmeyen ya da aralıklı emziren
oldukça yaygındır. Çiftlerin %50’sinde 6.
implantlar)
kadınlarda 4. haftada bir aile planlaması
haftaya kadar cinsel ilişki başlarken,
Sadece progestin içeren aile planlaması
metoduna geçilmelidir.
%15’inde bu süre 6. aya kadar uzamıştır.
yöntemleri sütün kalitesini
İlk 8 hafta içerisinde %50’den fazla
etkilemedikleri ve miktarını artırdıkları
Kombine Hormonal
kadın ilişki problemleri yaşamış ve en sık
için anne sütü veren kadınlarda tercih
olarak ağrı, depresyon ve yorgunluk
Kontraseptifler
edilebilirler. İlk 6 haftada kullanımı ile
şikayetleri saptanmıştır
ilgili yenidoğanda yan etkisi
(Östrojen+Progestin)
Emziren annelerde emzirmeyenlere
gösterilmemiş olmakla birlikte hayvan
Etkinlikleri daha yüksektir fakat östrojen
ve emzirmenin düzensizleşmesidir.
Yapılan çalışmalar; çalışanlarda 14.
ayda, çalışmayanlarda ise 22. ayda
sütten kesilmenin gerçekleştiğini
göstermiştir. Ortalama sütten kesilme
yaşını 19 ay olarak belirlenmiştir.
göre daha sık cinsel istek kaybı izlenmiş
ve bu durum süt hormonu prolaktinin
yüksek kan düzeyleri ile
ilişkilendirilmiştir.
41
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
deneylerinde beyin gelişimi üzerinde
etkili olduğunu gösteren çalışmalar
nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü
tarafından emziren kadınlarda 6. hafta
öncesinde kullanılmaması önerilmiş, 6.
hafta sonrası güvenle kullanılabileceği
bildirilmiştir. Bundan önceki dönem için
ise gebeliği engellemek amacıyla geçici
olarak kondom, spermisidler ya da
servikal başlıklar kullanılabilir.
Emzirmeyen kadınlarda ise ilk 21 günde
de başlanabilir, güvenlidir. Fakat gebelik
oranları biraz daha yüksektir ve düzensiz
kanamalara neden olabilirler.
yenidoğanın steroid hormon maruziyeti
nedeniyle ilk 4 hafta uygulama sakıncalı,
sonrasında güvenlidir.
Bariyer yöntemler
Kondom doğum sonrası her dönemde
güvenle kullanılabilir ancak kanamanın
devam ettiği ve gemital organlarda
toparlanmanın tamamlanmadığı ilk 6
hafta içinde diafram ve servikal başlık
güvenli değildir. Ayrıca doğum öncesi
kullanılan diafram ve Servikal başlık
doğum sonrası küçük gelebilir. Uygun boy
için tekrar deneme yapılmalıdır.
Postpartum tüpligasyonu
Rahim İçi Araçlar
Doğum sonrası yüksek etkinlik ve güvenle
kullanılan yöntemlerdendir. Doğumdan
hemen sonra, ya da ilk 48 saatte
yerleştirilebilir. Enfeksiyon şüphesi, ateşi
olan, su kesesi erken açılan, doğumda
aşırı kanaması olan hastalarda
kullanılmamalıdır. İlk 48 saatte
yerleştirilen rahim içi araçlar, geç
dönemde uygulamaya göre çok daha sık
dışarı atılır. Yine normal doğum sonrası
yerleştirildiğinde sezeryanda uygulamaya
göre daha sık atılır. Rahim delinmesi ve
enfeksyon doğum sonrası ilk 8 haftada
daha sık olduğundan 8. haftadan sonra
uygulanmalıdır. Bu sınır Dünya Sağlık
Örgütü tarafından 4 haftaya çekilmiştir.
İlk 48 saatte ve 4. hafta sonrası
uygulama güvenli, arasındaki dönemde
ise sakıncalı olarak bildirilmiştir. Bakır
içeren rahim içi araçlardan
farklı olarak hormonlu
rahim içi araçlar
ise emziren
kadınlarda
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
İlk haftada ya da 6. haftadan sonra
yapılabilir. Su kesesi erken açılan, ciddi
tansiyon problemi, enfeksyon bulguları ve
ateş, ciddi kanama, genital kanalın ciddi
yaralanmalarında tüp ligasyonu geç
döneme ertelenmelidir.
Takvim yöntemi ve koitus
interruptus (Geri çekme)
Doğum sonrası dönemde her şeye rağmen
çiftlerin en çok tercih ettiği yöntem,
emzirmeyi hariç tutacak olursak takvim
yöntemi (ritim metodu) ya da
koitus interruptus (geri
çekme) yöntemleridir.
Özellikle çiftler
arasında kısa süreli
kullanımda en
42
sık tercih edilen korunma yöntemlerinden
biri, geri çekme yöntemidir. Yapılan
çalışmalarda halen kadınların %34,5’i
modern korunma yöntemlerini
kullanırken %28,1’i geleneksel
yöntemleri kullanmaktadır. Ana
mekanizma, tahmin edilen yumurtlama
zamanı öncesi ve sonrası dönemde
ilişkiye girmeme veya vajen dışına
boşalmadır. Her ikisinde de gebelik
oranları yüksek olduğu için tavsiye
edilmemektedir.
Acil kontrasepsiyon (Ertesi gün hapları)
Post coital yöntem ya da ertesi gün
hapları emzirme döneminde
önerilmemektedir.
SONUÇ
Toplumumuzda doğum sonrası dönemde
istenmeyen gebelik oranları oldukça
yüksektir. Emzirmenin anne ve bebek
sağlığı açısından yararlı etkilerinin yanı
sıra en önemli avantajlarından biri de
doğal bir aile planlaması yöntemi
oluşudur.
İlk 3 haftada korunmaya ihtiyaç yoktur,
ama takip eden dönemde
emzirmeyen annelerde
postpartum 4.
haftada ve emziren
annelerde ise
postpartum 3.
ayda korunma
yöntemlerinden
birine mutlaka
geçilmelidir. PALALILAR
inşaat&otomotiv
Kızılay’a sadece 6 km uzaklıkta
General Zeki Doğan Mahallesi’nde
OTURMAYA HAZIR
VEYA İNŞA ATTAN
2+1 3+1 4+1 5+1
LÜX DAİRELER
Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan
yatırıma uygun yaşam alanları...
Konutlarımız belirli sayıdadır.
Arayın fiyat avantajlarını konuşalım...
w ww.ta s p a i n s a at. com
www.palalilar.com
S a tı ş Ofis i: Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B
Tel: (0312)
Mamak - ANKARA
365 52 90
www.avecreklam.com
S AT I L I K
UZ. DR. BANU SEVEN
ANEAH Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Uz. Dr.
Doğum Sonrası Hüzün ve
Doğum Sonrası Depresyon
Annelik hüznü
Doğum sonrası dönemde annede, geçici
kendini sınırlayacı ruhsal durum
değişiklikleri olabilmektedir. Doğum
yaptıktan sonra annelerin çoğu psikolojik
çöküntü yaşayabilmektedir. Bu durum
doğum sonrası hüznü şeklinde de
adlandırılmaktadır. Gerginlik, yeni
doğum yapmış her kadının sorunudur.
Yeni anne adayları psikolojilerindeki
bozulmadan rahatsız olsalar bile
çoğunlukla önüne geçmekte zorlanırlar.
Bu durum çok normal ve geçici bir
durumdur.
annelerin %50-80’ini etkilediği
bildirilmektedir. Doğum sonrası en sık
karşılaşılan problemlerden biridir.
Annelik hüznü genellikle doğum sonrası
3.-4.günde ortaya çıkar; belirtiler geçici
olup, 1-2 günden 1-2 haftaya kadar
sürebilir. Belirtiler hafif düzeyde
olduğundan, tablo kendini sınırlayıp
müdahale gerektirmeyebilir ve yeni
Annelik hüznünün nedenleri
araştırılırken birçok hormonal ve
sosyodemografik etken araştırılmasına
rağmen sonuçlar çelişkilidir. Annelik
hüznünün başlangıç zamanlaması doğum
sonrası östrojen ve progesteron
düzeylerinin ani düşüşü ile eş
zamanlıdır. Bu da bu durumun
hormonal bir nedeninin
olabileceğini düşündürmektedir.
Ayrıca kişinin daha önceden
psikiyatrik rahatsızlığı varsa,
doğum sonrası dönem çok riskli
dönemdir. Biyolojik yapı,
çevresel faktörler, evlilik
sorunları, aile sorunları, zor
doğum gibi etkenlerin hepsi
tetikleyici olabilir.
Annelik hüznü yaşayan
kadınlarda genellikle; ağlama,
yorgunluk, uyku bozukluğu,
anksiyete, sinirlilik, duygu
durumda hızlı değişiklikler,
konsantrasyon güçlüğü,
eleştiriye aşırı duyarlılık,
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
44
kayıp ve keder duyguları görülür, ancak
kadınların işlevselliğini ve bebeklerine
bakımını etkilemez.
Annelik hüznünde ilaç tedavisine
gereksinim duyulmaz. Belirtilerin şiddeti
azalarak genelde iki hafta içerisinde
iyileşir. Ancak belirtiler beklenen süre
içerisinde düzelmedi ise, depresyona
dönüşme riski açısından dikkatli
olunmalıdır.
Annelik hüznü yaşayan anneler, ailesi ve
sağlık personeli tarafından desteklenmeli,
annelik hüznü ile nasıl baş edebilecekleri
konusunda bilgilendirilmeli ve bebek
bakımına ilişkin bilgi eksiklikleri
saptanarak giderilmelidir.
Ailenin desteği bu noktada çok önemli.
Aslında kültürel olarak bizim
geleneğimizde olan lohusalık dönemi
kadını çok rahatlatan bir süreçtir. Yani
biz kültürel olarak da doğum sonrası
kadın için hazırlık yapıyoruz. Çünkü
doğum sonrası yalnız kalmak kadını çok
olumsuz etkiler, kadın o dönemde yalnız
kalacağı, annelik yapamayacağı
endişesine kapılabilir. Ayrıca doğum
öncesi dönemde gebelere, görülebilecek
annelik hüznü belirtileri ve bu belirtilerin
7-10 gün içinde özel bir tedaviye gerek
kalmadan düzeleceği konusunda bilgi
verilmelidir. Annelik hüznü semptomları
iki haftadan daha uzun sürerse,
kadınların hastaneye başvurması
gerekmektedir.
Doğum sonrası depresyon
Depresyon, oluşma nedenleri, gidişi ve
tedavisi açısından oldukça karmaşık olan
bir ruhsal bozukluktur. Depresyon sadece
ruhsal bir çöküntüden ibaret değildir,
aslında depresyon olarak isimlendirilen
belirtiler ve bulgular kümesidir. Genel
anlamda depresyon derin üzüntülü bir
duygu durum içinde düşünce, konuşma ve
harekette yavaşlama, durgunluk,
değersizlik, suçluluk, yorgunluk, dikkat
ve konsantrasyon azalması, karamsarlık
duygu ve düşünceleri ile fizyolojik
işlevlerde yavaşlama gibi belirtileri
içeren bir durumdur. Depresyonun yaşam
boyu görülme olasılığı %5-11 arasında
değişmektedir. Kadınlarda ise bu oran
%14-21 arasında değişmektedir. Yapılan
45
çalışmalarda, ülkeden ya da kültürden
bağımsız olarak kadınlarda erkeklerden
iki kat daha fazla majör depresif
bozukluk görüldüğü bulunmuştur.
Hastalık başlangıcı 20-40 yaş arasında
en üst düzeye ulaşır. Bugün
depresyonunun etyolojisi ve
fizyopatalojisine ilişkin birçok çalışma
yapılmasına karşın, bu hastalığın tam
nedeni henüz belirlenememiştir.
Depresyonun oluşmasında genetik,
biyokimyasal, psikodinamik ve
psikososyal etkenlerin rolü olduğu kabul
edilmektedir.
Doğum sonrası depresyon görülme oranı
%10- 20 arasında değişmektedir. Bu
durum çok sıklıkla tespit edilmez ve
tedavi edilemez. Çünkü çoğu kadın bu
durumun bebek doğduktan sonra bir
alışma periodu olduğunu düşünür ve
depresyon belirtilerinin olağandışı
olduğunu fark edemez veya bir problem
olduğunu itiraf etmek istemez, iyi bir
anne olduklarını ispat etme ihtiyacı
duyarEğer tedavi edilmezse, semptomlar
ortalama 7 ay sürer ancak 2 yılda
sürebilir.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Doğum sonrası depresyona yatkın
anneleri; erken tanımak ve tedavi
girişimlerinde bulunmak, hastalığın uzun
dönemli olumsuz etkilerini en düşük
düzeye indirmede yardımcı olacaktır. Bu
nedenle doğum sonrası depresyon
gelişimine yatkınlık yaratan risk
etmenlerini bilmek ve riskli kabul
edilebilecek anneleri yakından izlemek
önemlidir. Bu etkenlerden zayıf aile ve
evlilik ilişkileri, yakın geçmişte olan
önemli yaşam olayları, sosyal destek
yetersizliği, çocukluk döneminde aile
ilişkilerinde bozukluklar, menstürasyon
ile ilgili problemler, düşük
sosyoekonomik düzey, düşük doğum
ağırlığı, erken doğum ve annelik hüznü
etkili faktörler olarak düşünülmektedir.
Beklenmeyen bir erken doğum ve erken
doğan bebeğin yoğum bakıma yatırılması
anneye ilave psikolojik stress
yaratmaktadır.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada doğum
sonrası depresyon gelişimindeki yüksek
risk etkenleri; işsizlik, düşük eğitim
düzeyi, yoksulluk, yetersiz aile ilişkileri,
erken yaşta evlilik, yetersiz sağlık
hizmetleri, planlanmamış hamilelik,
doğum öncesi bakım yetersizliği, erken
yaşta hamile kalma, düşük yapma olarak
tespit edilmiştir. Yine bu çalışmada
bebeğin cinsiyeti ile depresyon
gelişimi arasında bir ilişki
olduğu tespit edilmiş, kız
çocuğu sahibi olan
annelerde depresyon
gelişimi açısından daha
yüksek bir risk olduğu
gözlenmiş ve bu durum,
kültürel olarak erkek
çocuğun daha fazla tercih
edilmesiyle ilişkilendirilmiştir.
suçluluk hissi, ağlamaklı hal ve
kontrolsüzce ağlama, hareket ve
konuşmada yavaşlık, ajitasyon ve
hiperaktivite, iştah bozuklukları, uyku
bozuklukları, düşüncelerde karışıklık ve
daha unutkan olma, duygusal
dengesizlik, öfke hissi, ölüm ve intiharla
ilgili düşünceler, konsantrasyon ve karar
verme yeteneğinde azalma, keder,
düşmanlık, enerji ve motivasyon kaybı,
yoğun umutsuzluk, yalnızlık, korku,
kontrol kaybı ya da çıldırma korkusu,
yetersizlik ve kendine güvensizlik,
yaşamı anlamsız bulma, kendini çaresiz
hissetme –içe kapanma, cinsel
isteksizlik, bebeğe karşı aşırı ilgisizlik,
bebek için aşırı endişelenme, bebeğe
zarar verme’ ile ilgili düşüncelerdir.
Doğum sonrası depresyonu, doğum
sonrası uyum reaksiyonlarından
ayırt etmek amacıyla
yapılan bir
çalışmada;
uyku ve
beslenme
bozukluğu,
kilo kaybı,
cinsel
Doğum sonrası depresyon geçiren
kadınların %60’ında bunun, onların ilk
depresyon atağı olduğu saptanmıştır.
Belirtileri, major depresyon belirtilerine
benzemektedir. Bunlar; ‘kendini değersiz
hissetme, anksiyete ve panik ataklar,
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
46
isteksizlik gibi belirtilerin normal doğum
sonrası dönemde de görülebildiği, ancak
enerji kaybı, duygu durum bozukluğu
belirtileri, suçluluk duyguları, bir işe
yoğunlaşmama, ilgi ve istek kaybı gibi
belirtilerin yalnızca depresif annelerde
görüldüğü saptanmıştır.
Sonuç olarak tüm sağlık çalışanları
başta olmak üzere özellikle birinci
basamakta çalışan aile hekimleri ve
yardımcı sağlık personeli hastalarını
mutlaka biyopsikososyal yönden takip
etmelidirler. Yukarıda belirtilen risk
etmenleri göz önünde bulundurularak
hasataların kliniğine göre doğum sonrası
depresyon vakaları titizlikle takip
edilmelidir. Gerektiğinde hem psikolojik
hem medikal destek sağlanmalıdır, ciddi
vakalar profesyonel destek için psikiyatri
kliniklerine
yönlendirilmelidir. I
DOÇ. DR. K. MURAT ÖZCAN
ANEAH 4.KBB Kliniği Başasistanı
Horlama ve Tıkayıcı
Uyku Apnesinde Cerrahi Tedavi
Horlama, uykuda apne, hipopne gibi
solunum bozuklukları ile birlikte
olabileceği gibi, tek başına sosyal bir
problem olarak da bulunabilir. Horlama
sıklığı yaş ilerledikçe artma
eğilimindedir. 30-35 yaş arasında
erkeklerde %20, kadınlarda %5 olan
horlama sıklığı, 60 yaşında erkeklerde
%60’a, kadınlarda ise %40’a
çıkmaktadır.
Horlama ve uykuda solunum bozukluğu
olduğunu düşündüğümüz hastaların
ayrıntılı anamnez ve fizik muayenelerini
yaptıktan sonra tedavi kararını vermeden
önce, genellikle polisomnografi ile
değerlendirilmesi gerekmektedir. Gerek
anamnez gerekse fizik muayene bulguları
bize hastalığın saf
horlama mı yoksa
beraberinde tıkayıcı
uyku apne
hastalığı
(TUAH) gibi bir uykuda solunum
bozukluğu olup olmadığı konusunda
faydalı bilgiler verir. Anamnez, fizik
muayene ve polisomnografi dışındaki tanı
yöntemlerinin prediktif değeri
tartışmalıdır. Klinik değerlendirmenin
TUAH tespit etmede sensitivitenin %5060, spesifisitenin %63-70 olduğu
bulunmuştur. Polisomnografi horlama
ve uykuda solunum bozuklukları
tanısında altın standart yöntemdir.
Polisomnografide tüm gece boyunca
nörofizyolojik, kardiyorespiratuar ve
fiziksel parametreler eş zamanlı olarak
kaydedilir. Daha sonra bu kayıtlar
incelenerek hastalık hakkında ayrıntılı
bilgiler elde edilerek kesin tanı konur.
Saatteki apne hipopne sayısı yani Apne
Hipopne İndeksi (AHİ) 5’in altında olan
ve horlaması olan hastaların tanısı saf
horlamadır. AHİ 5-15 arasında ise hafif
TUAH, 15-30 arasında ise orta dereceli
TUAH, 30 üzerinde ise ağır dereceli
TUAH olduğu kabul edilir.
Hastaya hangi tedavinin uygun olduğu
kararını verirken göz önünde
bulundurulması gereken kriterlerden en
önemlisi AHi’dir. Genel tedavi yaklaşımı
saf horlama veya hafif dereceli TUAH
olan hastalarda ağız içi apareyler
veya değişik
cerrahi
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
48
yöntemlerle hastanın üst solunum
yolundaki obstrüksiyona neden olduğunu
düşündüğümüz patolojiyi düzeltmektir.
Ağır dereceli TUAH’da pozitif havayolu
basınç (PAP) tedavileri en uygun tedavi
seçeneğidir. Orta dereceli TUAH olan
hastalarda ağız içi araç, cerrahi
müdahaleler veya PAP tedavileri
uygulanabilir. Tüm gece boyunca elde
edilen polisomnografi verilerinden AHİ
değerlerine göre ana hatları çizilen bu
tedavi seçimimizi etkileyen başka birçok
faktör de vardır. Her hasta kendi özelinde
değerlendirilerek yaşı, şikayetleri, ek
hastalıkları, muayene ve tanı
testlerindeki bulguları, polisomnografide
AHİ değerleri dışında, hastalığın neden
olduğu uyku yapısının bozuklukları, uyku
evrelerine ve yatış pozisyonuna bağlı
bozukluklar, uyku süresince ortaya çıkan
oksijen satürasyon bozuklukları, apne
hipopnelerin maksimum süresi, süre
ortalamaları gibi birçok değişken bir
arada değerlendirilip, uygun tedavi
seçenekleri tespit edilmelidir. Hasta ile
hastalığının özellikleri, neden olduğu
veya olabileceği durumlar ayrıntılı bir
şekilde paylaşılmalıdır. Uygun tedavi
seçenekleri hastaya sunulup, hasta ile
birlikte tedavi seçimi yapılmalıdır.
Horlama veya TUAH olan hastalarda
uygulanabilecek pek çok cerrahi tedavi
seçeneği bulunmaktadır. Cerrahi
yöntemlerin sınıflandırılması invaziv,
noninvaziv veya faz I, faz II cerrahi gibi
yapılabilse de cerrahi uygulanan bölgeye
göre yapılan sınıflandırma daha
kullanışlıdır.
oluşmaktadır. RF enerjisi ile
dokuda 75-85 derece ısı oluşması
sağlanmakta ve etkisinin 6-8
Cerrahi tedavi yöntemleri 5 ana
haftada tamamladığı
grup altında incelenebilir.
bilinmektedir. Yumuşak damağa
1- Nazal cerrahiler
RF uygulaması genellikle 3
2- Orofarenks cerrahileri
noktadan yapılmaktadır. RF
3- Dil köküne yönelik
cihazının 1 cm aktif 1 cm pasif
cerrahiler
ucunun yumuşak damağa kas
4- Maksillomandibüler
içine yerleştirilmesi ile uygulanır
ilerletme
(Resim 1) Toplam 3 uygulamada
Yumuşak damağa radyofrekans uygu
5- Trakeotomi
yumuşak
damağa verilecek enerji
lamak için ucun yerleştirilmesi
genellikle 1000 joule olacak
şekilde
ayarlanır. Genellikle çoklu
1- NAZAL CERRAHİLER
PAP tedavisinde ihtiyaç duyulan basıncı
uygulamalar gerekmektedir. Erken
Hastanın rinolojik değerlendirmesinde
düşürerek PAP tedavi uyumunu artırmak
dönemde başarı oranı yüksek olsa da,
septum deviasyonu, konka hipertrofisi,
mümkündür.
uzun dönemde başarısı düşmektedir.
nazal polip, valv kollapsı gibi tıkanıklığa
neden olabilecek bir patoloji tespit
edilirse bu patolojilere yönelik cerrahiler
yapılabilir. Nazal havayolunu açmak için
septoplasti, nazal konkaları küçültmeye
yönelik alt konka radyofrekans,
koterizasyon, konka SMR, turbinoplasti,
mikrodebrider ile konka redüksiyonu gibi
cerrahiler, nazal polipoziste endoskopik
sinüs cerrahisi, nazal valv cerrahisi gibi
yöntemler kullanılabilir. Nazal
cerrahilerin horlama ve TUAH iyileşmesi
üzerine etkileri tartışmalıdır. Saf
horlamada etkinliği olduğunu fakat apne
hastalarında fazla etkinliği olmadığı
bildirilmiştir. Nazal cerrahi orta veya
ağır dereceli apne hastalarına PAP
tedavisini kullanabilmeleri için
önerilmektedir. Nazal cerrahiler sonucu
Anterior palatoplasti uygulanacak hasta
da insizyon
yapılacak dikdörtgen alanın görünüm
ü
2-OROFARENKS CERRAHİLERİ
B- PALATAL İMPLANT
Saf horlama veya hafif-orta TUAH tespit
edilen hastalarda gevşek yumuşak
damak, uzun uvula ve lateral farengeal
bant hipertrofisi gibi bulgular tespit
edilirse, yumuşak damak ve orofarenkse
yönelik cerrahiler uygulanabilir.
Yumuşak damağı sertleştirmek için
polietilen implantların damak içerisine
yerleştirilmesidir. Yumuşak damakta
kronik inflamasyon, fibröz kapsül
formasyonu ve intrasellüler matriks
infiltrasyonuna bağlı fibrozis oluşur. 18
mm uzunluğundaki implant orta hat ve
iki lateraline toplam üç adet özel
aplikatör yardımı ile yerleştirilir.
Postoperatif implant atılması ve boğazda
takılma hissi sık görülür.
Yumuşak damak ve orofarenks bölgesine
yönelik sıklıkla uygulanan cerrahi
tedaviler;
A-Yumuşak damağa radyofrekans
uygulaması
B- Palatal implant
C- Uvulopalatofarengoplasti
D- Uvulopalatal flep
E- Lazer yardımlı uvulopalatoplasti
F- Transpalatal ilerletme
G- Anterior palatoplasti
H- Lateral farengoplastidir.
A- YUMUŞAK
DAMAĞA
RADYOFREKANS
UYGULAMASI
Radyofrekans (RF) enerjisinin
yumuşak damakta kas içine
uygulanması ile dokuda
ısınma, protein koagülasyonu,
kollajen kontraksiyonu ve
dokuda yeniden şekillenme
49
C- UVULOPALATOFARENGOPLASTİ
(UPPP)
TUAH olan hastalarda, yumuşak damak
ve uvuladaki anatomik bozuklukları
düzeltmek amacıyla 1981’de Fujita
tarafından popülarize edilmiştir.
Tonsillektomi sonrası uvula ve yumuşak
damak inferior kısmının rezeksiyonu
yapılır. Tonsil plikaları ve eksize edilen
bölgedeki yumuşak damak mukozası
karşılıklı dikilir. Cerrahi sonrası kanama,
velofarengeal yetmezlik, boğazda
kuruluk veya yabancı cisim hissi gibi
komplikasyonlar görülebilir. 1981’den
sonra tüm dünyada sıklıkla kullanılmaya
başlayan ve TUAH cerrahisi denilince ilk
akla gelen cerrahi teknik olan UPPP, son
yıllarda popülerliğini kaybetmiştir. Erken
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
dönemde elde edilen başarı oranının uzun
dönemde düşmesi ve sık görülen
komplikasyonlar nedeniyle son yıllarda
çok az tercih edilmektedir.
D- UVULOPALATAL FLEP
Uvulopalatofarengoplastinin
modifikasyonudur. Uvulanın ayna
görüntüsü şeklinde bir insizyonla
yumuşak damak ve uvuladan mukoza ve
submukoza çıkarılır. Kalan uvula
superiora doğru rotasyon yaptırılarak
suture edilir (Resim 2). Tonsillektomi ile
birlikte yapılabilir. Amaç UPPP sonrası
görülen komplikasyonları azaltmaktır.
E- LAZER YARDIMLI
UVULOPALATOPLASTİ (LAUP)
CO2 laser yardımı ile uvula ve yumuşak
damağı kısaltmak amaçlanır. 1990
yılında Kamami tarafından ilk seri
yayınlanmıştır. Daha az kanama riski
vardır ancak postoperatif ağrı diğer
yöntemlere göre daha fazla olur. 1995
yılında en fazla tercih edilen TUAH
cerrahisi olduğu bildirilmiştir. Uzun
dönem başarının düşmesi ve postoperatif
boğazda yabancı cisim hissinin sık
olması, son yıllarda bu cerrahi tekniğin
uygulanma sıklığını azaltmıştır.
F- TRANSPALATAL
İLERLETME
Sert damak arka parçasının rezeke
edilerek yumuşak damağı öne ilerletmek
amaçlanmaktadır. Yumuşak damaktan
sert damak üzerine doğru yapılan
insizyon sonrası yumuşak damak sert
damak birleşim yeri ortaya konur. Sert
damaktan rezeksiyon yapılır. Tekrar sert
damak yumuşak damak devamlılığı
sütürasyonla sağlanır. Uygulanması zor
bir cerrahi yöntemdir.
G- ANTERİOR PALATOPLASTİ
İlk olarak 2009 yılında Pang tarafından
tanımlanmıştır. Yumuşak damak
ortasından dikdörtgen şeklinde bir
insizyon yapılır (Resim 3). Daha sonra
mukoza ve submukoza çıkarılır (Resim
4). İnsizyon hattı 15-20 sütürle kapatılır
(Resim 5). Tanımlandıktan sonra tüm
dünyada ve ülkemizde sık kullanılmaya
başlanmıştır. Uvulanın korunması
nedeniyle yumuşak damak ve uvulaya
uygulanan diğer cerrahilerde görülen
Uvulopalatal flepin
sütüre edildikten
sonraki görüntüsü
komplikasyonların görülme oranı çok
azalmaktadır. Şu ana kadar bildirilmiş
ciddi komplikasyonu yoktur (10). Kısa
dönem sonuçları umut vaat etmektedir
ancak uzun dönem sonuçları henüz
yoktur.
H- LATERAL FARENGOPLASTİ
TUAH’da lateral farengeal bantlar
önemli rol oynamaktadır. Lateral
farengeal bantlar orofarenks hava
pasajını yanlardan daraltarak apne
oluşmasına neden olan önemli
faktörlerdendir. Son yıllarda lateral
farengeal bantların neden olduğu kollapsı
azalmaya yönelik cerrahi teknikler
geliştirilmeye çalışılmaktadır. Cahali ilk
olarak 2003 yılında lateral
farengoplastiyi tanımlamıştır (11).
Tonsillektomi sonrası superior farengeal
konstrüktör kas palatofarengeus
kasından diseke edilir. Palatofarengeus
kası kesilerek superior ve lateral doğru
flep hazırlanarak suture edilir. Lateralde
kalan kısımda palatoglosus üzerine
dikilir. Pang ve Woodson bu tekniğin
modifikasyonlarını önermiştir. Lateral
farengoplasti tekniğinin
modifikasyonlarla geliştirilerek
önümüzdeki yıllarda TUAH tedavisinde
önemli rol oynayacağı düşünülmektedir.
3- DİL KÖKÜNE YÖNELİK
CERRAHİLER
TUAH tespit edilen vakalarda
hipofarengeal darlık tespit edilebilir. Dil
kökü hipertrofisi nedeniyle hipofarengeal
darlık olan hafif orta dereceli TUAH olan
hastalara dil köküne yönelik cerrahiler
uygulanabilir. Dil köküne yönelik olarak
uygulanabilecek cerrahi yöntemler;
A- Dil kökü RF uygulaması
B- Dil askısı
C- Midline glossektomi
D- Genioglossal ilerletme
E- Hyoid süspansiyondur.
A- DİL KÖKÜ RF UYGULAMASI
Dil kökü için özel geliştirilmiş uç ile dil
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
50
kökü orta hat bölgesine 2-6 noktaya
toplam 2000-3000 joule enerji
verilmelidir. Lateralde nörovasküler
yapılara zarar vermemeye dikkat
edilmelidir. 4-6 hafta ara ile 5-6 seans
uygulanması önerilmektedir. Dil kökü
apsesi, kanama, hipoglossal sinir
zedelenmesi dil ve ağız tabanında ödem
ile üst solunum yolunda obstrüksiyon gibi
ciddi komplikasyon gelişme riski
mevcuttur.
B- DİL ASKISI
Mandibula iç kısmına yerleştirilen vidaya
bağlı olan sütürler, özel geliştirilmiş
iğneler yardımı ile dil kökünden geçirilir.
Sütürler tekrar öne geçirilerek önde
bağlanır. Dil kökü sütür yardımı ile öne
alınmış olur. Genellikle kombine
cerrahilerde tercih edilen geri dönüşümü
olan bir yöntemdir. Sütür kopması,
enfeksiyon, kanama riskleri vardır.
çekilerek 90 derece
çevrilir ve vidalanır.
Dil kökünü öne
çekmek
amaçlanmaktadır.
Alt dişlerde
uyuşukluk,
genioglossus kasının
ayrılması,
mandibula fraktürü
gibi
komplikasyonlar
gelişme riski
mevcuttur.
Etkinliği de
tartışmalı olan bu
teknik son yıllarda
sık
kullanılmamaktadır.
Anterior palatoplasti uygulanan hasta
da mukoza ve submukoza
eksizyonu sonrası görünüm
E-HYOİD SÜSPANSİYON
Amaç hyoid kemiği ve dil kaslarını öne
çekmektir. İki şekilde yapılabilir.
C- MİDLİNE GLOSSEKTOMİ
a) Hyomandibular süspansiyon:
Sirkumvallat papilla - vallekula
arasından yaklaşık 2x4 cm boyutlarında
dokunun ekstramukozal olarak
çıkarılmasıdır. Lazer veya radyofrekans
cihazları kullanılarak da yapılabileceği
tanımlanmıştır. Eksizyon sonrası
sütürasyon önerenler olduğu gibi
sekonder iyileşmeye bırakılmasını
önerenler de vardır. Komplikasyon ve
morbiditesi yüksek işlemlerdir.
İnfrahyoid kaslar kesildikten sonra hyoid
D-GENİOGLOSSAL
İLERLETME
Alt çene gingivobukkal
sulkustan 4 cm
uzunluğunda insizyon
yapılır. Mandibula
ortaya konulur. Kemikte
20x10 mm boyutlarında
tur yardımı ile pencere
oluşturulur.
Geniogloossus kasının
yapıştığı yerde
oluşturulan bu kemik
pencere öne doğru
kemik mandibulaya asılır.
b) Tirohyoid süspansiyon:
Suprahyoid kaslar kesildikten sonra
hyoid kemik tiroid kartilaja sütüre edilir.
Kombine cerrahilerde başarı oranını
artırdığı gösterilmiştir.
4- MAKSİLLOMANDİBÜLER
İLERLETME
da sütürasyon sonrası görünüm
Anterior palatoplasti uygulanan hasta
51
Faz II cerrahi olarak kabul edilir ve
yüksek cerrahi başarıya sahip bir
prosedürdür. Diğer cerrahilerden farkı
farengeal hava yolunda tüm lümeni
genişleten cerrahi yöntem olmasıdır.
Maksillofasial gelişim anomalisi yani
maksillomandibüler deformitesi olan
hastalarda endikedir. Maksilla ve
mandibulada osteotomiler yapılır. Öne
alınan maksilla ve mandibula vidalar
yardımı ile tespit edilir. Başarı şansı
yüksek olan bu müdahalenin morbiditesi
ve komplikasyon şansı da yüksektir.
5- TRAKEOTOMİ
TUAH hastaları için ilk tanımlanan
cerrahi müdahaledir. Günümüzde diğer
cerrahi müdahalelerin gelişmesi ve
PAP tedavileri sayesinde
nadiren kullanılmaktadır. PAP
tedavilerini tolere edemeyen,
ağır TUAH’ı olan, hayati tehdit
eden noktürnal hipoksemi ile
ilişkili serebrovasküler hastalık,
ciddi aritmiler, ağır akciğer
hastalığı gibi ek hastalıkları
olan hastalarda endikasyonu
vardır. Morbiditesi yüksek ve
hasta tarafından kabulü
zordur.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Ankara’da Beş Yıldızlı Hizmet
HEKİMEVİ
2007 yılında kurulan Ankara Hekimevi,
31 Mayıs 2010 tarihinde Sağlık
Bakanlığı İdari Mali İşler Dairesi
Başkanlığı Ankara Eğitim ve Dinlenme
Tesisi Hekimevi adını alarak, başta güler
yüzlü hizmeti, hastanelere olan konumu,
kolay olan ulaşımı ve yüksek kalitedeki
konaklama imkânlarıyla misafirlerine
unutamayacakları bir hizmet sağlıyor.
Ankara Hekimevi, 65 yatak kapasitesi,
modern ve teknolojik odaları, 24 saat
sıcak su, tek kullanımlık kişisel eşyalar,
internet, odalarda mini bar buzdolabı ve
klima ile siz konuklarının rahatlığını
düşünüyor. Hekimevi süit oda, tek kişilik
oda, iki, üç ve beşer kişilik odalarla
çeşitli oda seçenekleri sunuyor.
Hekimevi Müdürü, Yücel
ŞİRİN..
Sabahları açık büfe kahvaltı hizmeti
veren Ankara Hekimevi, 250 kişilik
restoran kapasitesi ve profesyonel
aşçıları tarafından hazırlanan Türk
yemekleri ve zengin menüsüyle, balık
çeşitleri, ızgara - kebap - pide çeşitleri,
sıcak ve soğuk içecek hizmetiyle sizlere
iyi bir konaklama imkanı sağlıyor.
Eğitim ve konferanslar bu
salonlarda daha etkili oluyor
Hekimevi, eğitim salonlarıyla önemli
toplantı ve konferanslara da ev
sahipliği yapıyor. Eğitim odalarında
havalandırma, konforlu koltuklar, ses
yalıtımı, internet ve her türlü teknolojik
ekipmanlar (tepegöz, slayt, perde, TV,
video, simülasyon sistemi, VCD-DVD,
ses sistemi) üst seviyede kullanılıyor.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
52
2 eğitim salonu ve 1 çalışma odasına
sahip Hekimevi, Tedavi Hizmetleri,
Temel Sağlık Hizmetleri ve Güncel
Mevzuat gibi önemli toplantı ve
organizasyonlarda konuklarına hizmet
vermiştir. Hekimevi’ndeki toplantı
salonları 60 kişilik sınıf düzeni ve
25 kişilik U düzeni şeklindedir.
Sağlık Bakanlığı İdari Mali İşler Dairesi
Başkanlığı Ankara Eğitim ve Dinlenme
Tesisi Hekimevi’nde tüm sağlık
personelleri, Sağlık Bakanlığı ve Milli
Eğitim Bakanlığı çalışanları ve eşleri ile
alt ve üst soyları yararlanabiliyor.
Ankara Eğitim ve Dinlenme Tesisi
HEKİMEVİ
Tel: (0312) 435 78 34 - 435 79 34
Fax: (0312) 432 17 75
Prof. Dr. Nusret Fişek Cad. No: 41
Sıhhiye / ANKARA
www.ankarahekimevi.gov.tr
53
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
ÖZGE İLERİ
Çağdaş Oda Müziği Çalıcıları
2004 yılında Amerika Birleşik
Devletleri’ne Master öğrenimime
başlamak için gittiğimde bu maceranın
bana o ana kadar sadece enstumancı
olduğumu, gerçekten müzisyen olmanın
ne demek olduğunu öğreteceğinden
habersizdim. Almış olduğum eğitim bana
yüzyıllar öncesinin müziklerini teknik
olarak "nasıl icra edeceğimi" pek tabii
öğretmişti, fakat bu "klasik" çerçevenin
içine yerleştirilen müziğin geçmiş
zamanda nasıl o çerçevenin içinde var
olduğunu bilmediğim gibi, kendi
yaşadığım dönemin müzik dünyasında
neler olup bittiğini görmem, master
programında müzik teorisi dersi aldığım
Profesör Mark Zanter’in beni
“Contemporary Chamber Players”
(Çağdaş Oda Müziği
Çalıcıları), (kısaca
CCP) grubuna dahil
ettiği zamana denk
düşüyor. O zamana
kadar elime aldığım
müzikleri tıpkı yabancı bir
dili konuşamadan, sadece
seslerin nasıl telaffuz edildiğini
bilerek,
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
anlamlandırmadan okumak gibi icra
ettiğimi fark ettim.
CCP grubu, önlerine aldıkları neredeyse
çarşaf büyüklüğünde notaları, çivilerle
Çin Gongu’nun üzerinde yaptıkları
denemelerle, sesleri tanıyıp bestecinin
yazdığı müziğin provasını yapıyorlardı.
Bu benim için sanki müzikle hiç
bağlantısı olmayan birinin yaşayacağı
şok kadar değişik, etkileyici, aynı
zamanda anlamlandıramadığı bir tecrübe
idi. İlk zamanlar bunun vakit kaybı,
“uydur uydur söyle” mantığı ile yazılmış
safsatalar olduğunu düşündüm. Gel
zaman git zaman yaşayan bestecilerin
müzikleri ve hatta bestecilerle birebir
çalışmak bana inanılmaz keyif vermeye
başladı. Çünkü hem kendi enstrumanımın
bilmediğim, tanımadığım, yakınından
geçmediğim özellikleri olduğunu
keşfetmeye başladım, hem de
yaşayan
bestecilerle birebir fikir alışverişlerinde
sadece bir enstrumancı olarak değil bir
müzisyen olarak geliştiğimi ve aynı
zamanda besteciye de farklı kapılar
açabildiğimi gördüm. Bunun ne kadar
büyük bir keyif olduğunu kelimelerle
anlatamam.
Kişisel tecrübelerden sonra, biraz da
genel çerçeve içerisinde, enstrumancının
bestecinin tamamlanmış eserini icra
etmesi konusuna değineyim... Daha önce
besteci arkadaşım Murat Yakın’ın
anlattığı bestenin oluşum süreci
tamamlandıktan sonra, iş, tamamen biz
icracıların o eseri anlayıp, kavrayıp,
teknik özellikleri özümseyip, yorumlayıp
çalmamız ile tamamlanır. Türkiye
şartlarında neredeyse müzik okullarının
çoğunun öğrenciler üzerinde yarattığı
kalıplaşmış, tek düze eğitim ve müzik
anlayışı Murat’ın da
söylediği gibi ülkemizde
yetişen besteciler için
büyük bir sıkıntı
yaratmaktadır.
Temel eğitimimi
tamamladıktan sonra
gittiğim Amerika Birleşik
Devletleri için çizebileceğim
profil ise; bestecilerin daha esnek,
hevesli, meraklı çalıcılar
bulabildikleridir. Teknik olarak ilk
profildeki çalıcılar daha sağlam
olsalar da, kendilerini çalıcılıktan
öteye taşıyamadıkları için, işin
müzisyenlik safhasında tıkanırlar. Zaten
54
kişisel olarak düşüncem problemin bu
noktada ortaya çıktığıdır. Teknik zorluk
olmamasına karşın, entellektüel açıdan
farklı düşünmeye alıştırılmamış olmak ve
bu zorluğu nasıl aşacağını bilememek ya
da aşmaya üşenmektir, temel problem.
Lütfen söylediklerim aşağılanma,
aptallıkla suçlama, vs. olarak
algılanmasın; ya da bütün bestecileri ve
besteleri sevelim, koruyalım, çalalım,
sorgulamayalım, demiyorum. Varmak
istediğim nokta şu: Gerek icracılar
gerekse dinleyiciler olarak çağdaş müziğe
karşı ön yargılı, tahammülsüz ve
basmakalıp fikirlerle yaklaşıyor olmamız.
Böyle bir durumda dinleyicilerin
yaklaşımını önemli ölçüde olumlu yöne
kaydırabilmenin tek yolu ise icracının bu
yönde (ön yargılı, meraksız ve hevessiz,
esnek olmayan, basmakalıp düşüncelerle
düşünme haliyle) düşünmüyor olmasıdır.
Dikkatinizi çekerim: “Sevmesi,...”,
demiyorum; “ön yargısız, meraklı ve
hevesli, esnek, basma kalıp
düşüncelerden uzak olması,...”, diyorum.
Yine de Türkiye’ de yeni yeni besteci
arkadaşlarla haşır neşir çalıcıların,
dünyanın nerede olduğunu fark etmiş ve
kendi ülkesinde de o noktaya gelebilme
hedefleri koyan, bir grup, “şimdilik!”
azınlık müzisyenlerin varlığı umut veriyor
hepimize...
Peki, bestenin oluşumunu bestecinin
anlatımı ile dinlediniz. Şimdi ben size
bizim önümüze gelen müziklerin
tamamlanış safhalarını anlatayım... Eğer
tecrübesiz öğrenci bestecilerle
çalışılıyorsa genel özellikler muhtemel
olarak; notaların sayfa sayfa gelme
ihtimali, cümle ortalarını sayfa sonuna
getirerek enstrumancıların sayfa
çevirmelerini imkansız hale getirmeleri,
anahtar hataları, bemol-diyez-bekar
işaretlerinin unutulmuş olması gibi
problemlerle karşılaşmak olağandır
(Önüme çelloda bulunmayan aralıklarda
yazılmış bir eser koyulduğu da oldu...).
Profesyonel ya da tecrübeli öğrenciler
için bu tip hatalar çok geçerli olmasa da
insanlık hali, bu tip ufak tefek şeyler
bulunabilir. Devam edelim...
Bu ilk aşama müziği görsel olarak
tanıma aşamasıdır. İkinci aşama da,
birebir notaları, ritmik, armonik, form
yapısını gerekirse notlar alarak
işaretlemek sureti ile (ki çağdaş müzik
çalışırken çalıcının olmazsa olmazı bir
adet kurşun, bir adet renkli kalemdir!)
detay olarak müziğe giriş yapılır. Üçüncü
aşama, enstrumana özel kullanımlar
varsa ki çağdaş müzikte genellikle
enstrumanın genişletilmiş, klasik
anlamda kullanılmayan özellikleri
vurgulanır, çalıcı bunları bulup üzerinde
teknik çalışmalar yapmaya başlar. Eğer
çalınan eser grup için bestelenmişse,
grup bir araya gelir ve çalışmalara
beraber devam edilir. Dördüncü aşama en
zorlarından biridir, ama hedef ortaya
başarılı bir performans koymaksa, bu
zorlu aşama, ego savaşlarından uzak
tutulup, yapıcı, daha iyi iş ortaya
çıkarmaya yönelik çalışmalarla karşılıklı
keyif almaya dönüştürülebilir. Fakat
maalesef, bunu başarmak çok kolay
değildir.
Besteci; “Yazdım, çalacaksın!..”, “Daha
zor yazayım hiç çalınamasın!...”,
55
“Amaaaan benim müziğim, çalmazsan
çalma; ben yazmışım sen yorum yapma,
kağıt üzerinde senin çaldığından daha
güzel, çalmasan da olur!...” gibi
egosantrik (ben merkezci) bir tutum içine
girebilir ve bu çok yaygın bir hastalıktır
besteciler arasında. İcracı ise: “Ohoooo
bu böyle mi yazılır! Bilmiyorsan
öğreteyim!”, “Tabii buldun çalacak birini
yüklen bakalım!”, “Viyolonsel’e böyle
müzik yazılmaz!”, şeklinde bir dizi
argüman kullanabilir. Buna karşılık
olarak besteci: “Peki nasıl yazılır?”;
icracı: “.....”, “Bu çalınmaz hocam
değiştir!”; besteci: “Neyi?”; icracı: “.....,
ne bileyim daha kolay olsun”, “sen buna
müzik mi diyorsun!?”, vb... gibi gelişime
kapalı, ileri noktaya varılamayan yıkıcı
eleştiriler ve diyaloglarla işin dördüncü
aşamasında karşılaşılabilir.
Buna karşın, benim kişisel düşüncem,
dördüncü aşama ne kadar yapıcı ve
verimli geçerse bunun beşinci aşamaya
yani performansa yansıyacağı ve
dolayısıyla dinleyiciye başarılı ve keyif
verici bir deneyim yaşatacağıdır. Bu,
tıpkı, bebeğin anne karnında iken ne
kadar huzurlu ise, dünyaya geldiğinde o
kadar huzurlu bir karaktere sahip olması
gibidir.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
PROF. DR. FATİH MEHMET AVŞAR
ANEAH 6. Cerrahi Kl. Şefi, Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı
OP. DR. BARIŞ DOĞU YILDIZ
ANEAH 6. Cerrahi Kl.
Pankreas Nakli ve Diabet
Pankreas adı verilen organ karın içinde
mide ve kalın barsağın arkasında yer
alan bir organdır. Pankreas’ın başlıca
görevleri sindirime yardım etmek ve kan
şeker düzeyini kontrol etmektir. Şeker
hastalarının bir kısmında pankreasın
şeker düzeyini kontrol eden “insulin” adı
verilen salgısı yetersizdir. Bu tip şeker
hastalığına Tip 1 diabet denir. Şeker
hastalarının diğer kısmında ise
salgılanan insuline karşı vücutta
duyarsızlık gelişmektedir. Bu tiplere ise
Tip 2 diabet denir. Şeker hastalığının
tedavisinde insulinin hastaya ilaç
şeklinde dışarıdan verilmesi en yaygın
tedavi şeklidir. Bunun yanında pankreas
organının insanlar arasında nakli de
mümkündür.
Pankreas nakli sağlıklı pankreasın verici
hastadan alınıp, pankreası işlevini
kaybetmiş alıcı hastaya aktarılması
işlemidir. Pankreas nakli genellikle eşlik
eden böbrek yetmezliği olan diabete bağlı
ciddi sorunları olan hastalara uygulanır.
Bu ciddi sorunlar aşağıdaki gibi
sıralanabilir:
Insulin ilaç tedavisiyle kontrol
edilemeyen Tip 1 diabet
Insulinin yol açtığı ilaç yan etkilerinin
sıklaşması
Kan şekerinin kontrol edilememesi
Son evre böbrek yetmezliği
Yukarıda sayılan gerekçelerin dışında son
zamanlarda Tip 2 diabet hastalarında da
pankreas naklinin tedavide
kullanılabileceği bilimsel yayınlarda
söylenmektedir.
Diabete bağlı böbrek yetmezliği de olan
hastalarda pankreas nakli böbrek nakli
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
56
ile aynı ameliyatta ya da böbrek
naklinden sonra ayrı bir ameliyatta
yapılabilir. Pankreas nakli için organ
canlı vericiden veya beyin ölümü
gerçekleşmiş vericiden alınabilir. Her iki
durumda da vericinin organının alıcı ile
uyumlu bağışıklık yapısında olması
gerekmektedir. Beyin ölümü olan verici
tıbbi olarak yaşamı sona ermiş kabul
edilir ve tıbbi destek çekildiği anda
yaşamsal işlevleri kendi başına devam
ettiremez. Canlı verici ise pankreas
organının bir kısmını alıcıya bir
ameliyatla verir. Ameliyat sonrası canlı
vericinin pankreas işlevleri devam eder.
Pankreas nakli ameliyatında vericiden
alınan pankreas alıcıya vericinin ince
barsağının bir kısmı ile nakledilerek
karın boşluğuna yerleştirilir. Bu
ameliyatta organın atar damarı ve
toplar damarı alıcının karnındaki
damarlarla, barsak ise alıcının
barsağıyla veya mesanesiyle dikilerek
birleştirilir. Alıcının kendi pankreasına
yönelik herhangi bir ameliyat yapılmaz.
Eğer aynı seansta böbrek de
nakledilecekse karşı taraf kasık
bölgesindeki damarlara ve mesane
duvarına böbrek dikilir. Pankreas nakli
ameliyatı yaklaşık 3-4 saat sürer. Eğer
böbrek de nakledilirse bu süre 6-7 saate
çıkabilir. Ameliyat sonrası hastalar bir
süre yoğun bakımda izlendikten sonra
normal servise alınırlar. Eğer ciddi bir
sorun çıkmazsa yaklaşık hastanede yatış
süresi bir haftadır. Hasta taburcu
olduktan sonra belli aralıklarla kontrole
gelmelidir.
Pankreas nakli ameliyatı, diğer tüm
ameliyatlar gibi kanama, anesteziye
bağlı sorunlar, enfeksiyon gibi
sorunların yanında kendine özgü
sorunlara da yol açabilmektedir. Bunlar:
Nakledilen pankreasın çalışmaması
Nakledilen pankreasın vücut
tarafından reddedilmesi
Nakledilen pankreasın iltihaplanması
olabilir.
Pankreas naklinden
sonra hastaların,
vücudun nakledilen
pankreasın
reddetmemesi için
bağışıklığı
baskılayıcı ilaçları
ömür boyu
kullanmaları
gerekmektedir. Bu
ilaçların sayısı ilk
başlangıçta 3-4
çeşitken ilerleyen
zamanda 1-2’ye
kadar
düşmektedir.
Pankreas nakli eğer
başarılı olursa
nakledilen pankreas
kendi insulinini
üreteceği için hastaların
insulin ilacı almalarına
gerek kalmamaktadır. Aynı
şekilde nakledilen böbrek
sayesinde hastalar diyalizden
bağımsız hale gelirler. Pankreasböbrek nakli olan hastaların
%87’sinde bir yılsonunda pankreasın
halen işlevini koruduğu görülmüştür. Bu
rakam beş yılsonunda %72 olmaktadır.
Nakledilen pankreasın işlevini
kaybetmesi halinde hasta tekrar insulin
tedavisine geri döner ve eğer isterse
ikinci bir pankreas nakline aday olabilir.
Araştırmalar, pankreas nakli yapılan
hastaların insulin enjeksiyonu tedavisi
alan hastalara göre yaşam sürelerinin
daha uzun olduğunu göstermektedir. Aynı
zamanda pankreas nakli, diabetin böbrek
üzerine verdiği zararları da geri
çevirebilmektedir. Diabet nedeniyle
vücutta gerçekleşen sinirlere bağlı işlev
bozuklukları da pankreas nakli sonrası
iyileşmektedir. Bunlar midenin geç
boşalması, cinsel işlev bozukluğu,
mesaneyi boşaltamama, bayılma gibi
sorunlardır. Pankreas nakli, diabetin
57
gözler üzerindeki etkilerini normale
çevirmez ancak ilerlemesini engeller.
Sonuç olarak pankreas nakli, organ
bağışlamaya yatkın toplumlarda diabet
hastalığının tedavisinde insulin ilaç
tedavisine alternatif nitelikte olabilen bir
cerrahi tedavi yöntemdir. Bu bağlamda
vurgulanması gereken nokta, genel
olarak organ bağışının ihtiyacı olan
hastaların hayatını kurtarabilecek ya da
hayat kalitesini arttırabilecek bir tutum
olduğudur. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DOÇ. DR. ÜLKER GÜL
ANEAH 2. Dermatoloji Klinik Şefi
Psöriasis İle Yaşamak Kader Olmamalı?
Psoriasis (sedef hastalığı) en eski
yıllardan bu yana bilinen ve sık gözlenen
deri hastalıklarından biridir: Toplumun
%1-3’ünde görülmektedir. Hastalık
keskin sınırlı, kırmızı zemin üzerini
kaplamış beyaz renkli yoğun kepekler ile
karekterizedir. Kepeklerin sedefi beyaz
renkte olmasından dolayı hastalık, ‘sedef
hastalığı’ olarak da adlandırılmaktadır.
Psöriasis her iki cinsi eşit tutar ve her
yaşta ortaya çıkabilir. En çok görüldüğü
yaşlar 15-20 ve 55-60 yaş dönemleridir.
Aile öyküsü bulunan olgularda hastalık
erken ortaya çıkma eğilimindedir.
Psoriasis kronik seyirli bir hastalıktır:
Hastalıklı dönem ve iyilik durumu ile
devam eder. Her kişide farklı seyreder.
Hastaların 1/3’ünde 1-50 yıl arasında
değişen oranda kendiliğinden iyilik hali
(spontan remisyon) görülebilir.
Etyopatogenez
Psoriasisin ana nedeni bilinememekle
birlikte; kalıtsal olarak yatkınlığı
bulunan kişilerde tetikleyici faktörler ile
ortaya çıktığına inanılmaktadır. Bu
faktörler yakından incelenirse:
kalıtsal olarak geçiş şekli net olarak
açıklanamamıştır: Literatürde
psöriasisin oluşumunda birden çok sayıda
genin rolünün olduğuna dair veriler
vardır.
Tetikleyici faktörler
Emosyonel faktörler, travma,
enfeksiyonlar, ilaçlar, mevsimsel
değişimler, sigara ve alkol alımı gibi
faktörlerdir.
2- Travmalar:
1-Emosyonel faktörler:
Psoriasisi tetikleyen en önemli
faktörlerden biri de emosyonel
faktörlerdir. Hem dış çevre tarafından
görünmesi ve hem de kronik seyri nedeni
ile hastalık, hastanın yaşam kalitesini
ciddi olarak etkiler. Hastalar psikolojik
durumları yönünden de değerlendirilerek
desteklenmelidirler.
Emosyonel faktörler hastalığın hem
ortaya çıkışında ve hem de
alevlenmesinde etken olabilir. Psöriasisli
Dirsekte kırmızı kepekli hastalık bulgusu
Mekanik, fiziksel ve kimyasal
travmalarda hastalığın ortaya çıkmasına
veya alevlenmesine neden olabilir.
Hastalık travma olan yerde ortaya çıkma
eğilimindedir. Bu nedenledir ki en sık
travmanın çok olduğu vücut bölgesi olan
diz ve dirsekte gözlenir. Hastalar travma
açısından sorgulanmalıdır: İş, hobiler,
spor ve giyim alışkanlıkları gibi. Tedaviye
yardımcı unsurlardan biri de travma
yapan faktörlerden uzaklaşılmasıdır.
3-Enfeksiyon odakları:
Çocuklarda beta hemolitik streptokok
enfeksiyonları guttat psöriasisin
oluşumunda rol oynar.
4-İlaçlar:
Psoriasisli hastalarda en önemli
faktörlerden biri de başka nedenler ile
içilen ilaçların hastalığı tetiklemesidir.
Hastalığı tetikleyen ilaçlar arasında
antimalaryal ilaçlar, beta blokerler,
lityum, iyot, progesteron, indometazin
gibi ilaçlar yer alır. Sistemik
Kalıtım
Hastaların 1/3’ünde aile hikayesi
bulunur. Ailesel olgularda hastalık erken
yaşta ortaya çıkar ve daha yaygındır.
.Ailesel olmayan olgularda hastalık ileri
yaşlarda gözlenir. Sedef hastalığının
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
olgular genellikle kendine güvenmeyen,
içe kapanık, kendilerini tam ifade
edemeyen ve sosyal ilişkileri zayıf olan
kişilerdir. Aile fertlerinden birinin
hastalanması ya da kaybı, anne-baba
ayrılığı gibi ailevi sorunlar; iş yerinden
atılma vb gibi iş yeri problemleri veya
okul sorunları hastalığın ortaya
çıkmasına ya da alevlenmesine neden
olabilir.
58
kortikosteroid tedavisinin kesilmesi
hastalığın alevlenmesine neden olur.
Hastalar başka bir hastalık nedeni ile
aldıkları ilaçlar yönünden detaylı olarak
sorgulanmalı ve eğer psoriasisi tetikleyen
bir ilaç varsa, tetiklemeyen bir başka ilaç
ile değiştirilmelidir. Eğer
değiştirilemeyecek bir ilaç ise de hasta
bu konu ile ilgili bilgilendirilmelidir.
Ayrıca hastalar başka bir rahatsızlık için
Dermatoloji bölümü dışındaki muayene
başvurularında, psoriasisli olduklarını
belirtmeliler ve tedavi için verilen
ilaçlarını kullanmadan önce de
kendilerinin takip eden
Dermatoloji uzmanına
danışmalıdırlar.
hastaların doktor kontrolü olmaksızın
bitkisel ürün kullanımından kaçınmaları
gerekir.
Klinik tipleri
Psöriasis vulgaris
En sık görülen formdur. Bir milimetreden
santimetrelerce büyük çaplara kadar
değişik boyutlarda olabilen; keskin
sınırlı, kırmızı zemin üzerinde sedefi
beyaz kepeklerin bulunduğu lezyonlar
gözlenir.
5-Mevsimsel
değişiklikler:
Hastalık genellikle yazın
azalır. Bunda güneş ışığı
içinde bulunan ultraviyolenin
iyileştirici rolü önem taşır.
Ayrıca yaz tatiline çıkmak
gibi faktörler de genel olarak
iş stresinden uzaklaşmaya
neden olacağından, iyilik
haline katkıda bulunur.
Nadiren güneş ışığı ile temas
sonrası hastalık bulgularında
artma olabilir.
Bel arka yüzde hastalık bulguları
6-Sigara ve alkol:
7-Diğer faktörler:
Psoriasis lezyonları vücudun her yerinde
gözlenebilir. En sık gözlendiği yerler saçlı
deri, diz, dirsektir. Ayrıca tırnak
tutulumu eşlik edebilir. Psoriasis tek bir
tırnak bulgusundan, vücutta normal deri
bulunmaksızın yaygın tutuluma kadar
farklı görünümlerde karşımıza çıkabilir.
Tek bir tırnak tutulumuna bazen hastanın
bile fark etmediği, herhangi bir yerinde
küçük bir lezyon eşlik edebilir. Bu
nedenle hastanın çıplak olarak ve
detaylıca muayene edilmesi
gerekmektedir.
Hipokalsemi gibi metabolik olaylar
psöriasisi tetiklerken; omega – 3 ten
zengin diyet iyileştirici rol oynar. Ancak
Hastalık bulguları değişik şekillerde
olabilir: Noktavi, küçük lekeler tarzında
Psoriasisli olgular genellikle stresli
olmaları nedeni ile sigara ve alkol
alışkanlığı normal popülasyona göre
daha fazladır. Bu faktörler hastalığı
alevlendirici etki yaparlar. Ayrıca alkol
alımı karaciğerde hasarlanma yapacağı
için, psoriasisi tedavi edici ağızdan
alınan ya da iğne ile kullanılan ve
karaciğerde metabolize edilen ilaçların
kullanılamamasına neden olur.
59
ya da büyük lekeler şeklinde olabileceği
gibi; halka tarzında da olabilir. Bazen
eritrodermik formda yani vücudun
%80’ini kaplayan kızarıklık kepeklenme
şekilde gözlenebilir. Sadece avuç ve ayak
tabanında bulunabilir: bu formda kırmızı
renk çok belirgin değildir, sadece
kepeklenme vardır ve hiperkeratotik tip
tinea pedisten (ayak mantarı)
ayrılamayabilir. Psöriasis kıvrım
bölgelerinde yerleştiğinde üzerinde kepek
bulunmayan, keskin sınırlı kırmızı lekeler
(invers psöriasis) şeklinde gözlenir.
Nadiren tek başına dudak tutulumu ile
karşımıza çıkabilir ve eğer dikkatli
olunmazsa uzun yıllar farklı
hastalık tanıları ile tedavi edilmeye
çalışılabilinir. Tek başına ya da
diğer vücut lezyonları ile genital
bölge tutulumu da görülebilir. Saçlı
deri ve göğüs ön yüzü gibi yağlı
bölgelerde kepekler yağsı
görünümde olabilirler ve bu durum
yağlı ekzema ile karışabilir.
Klasik yerleşim yerleri dışında
hastalık bulguları bulunduğunda,
bazen hastalar yıllarca ekzema
yanlış tanısı ile doktor doktor
dolaşırlar. Psoriasisli olguların bu
çok çeşitli hastalık bulguları nedeni
ile bazı olgularda sadece hastalığın
görünümü ile psoriasis tanısı
konulamayabilinir, biyopsi alınarak
mikroskopik inceleme gerekebilir.
Tırnak tutulumu tek başına
görülebileceği gibi deri bulgularına da
eşlik edebilir. Tırnakta kalınlaşma, tırnak
üzerinde küçük çukurcuklar, onikolizis
(ayrışma), sarımsı-kırmızı yağlı
görünümdeki lekeler gibi bulgular
gözlenir. Tırnakta kalınlaşma ülkemizde
sık gözlenen tırnağın mantar enfeksiyonu
ile yanlışlıkla karıştırılabilir. Hiçbir
inceleme yapılmaksızın yanlışlıkla mantar
ilaçları kullanan psoriasisli hastalara da
rastlanılmaktadır. Bazen bu iki hastalık
bir arada da bulunabilir.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
açısından sorgulanmalı, eğer bir şüphe
varsa ilgili klinikçe muayene edilmelidir.
Eritrodermik psoriasis
Eritrodermi:
Hastalık bulgularının vücudun %80’ini
kapladığı yaygın formuna verilen isimdir.
Birden bire başlayabileceği gibi psoriasis
bulguları varken tetikleyici faktörler ile de
ortaya çıkabilir. Hastalık bulguları, yaygın
kızarıklık şeklinde gözlenir, kepekler
belirgin değildir. Eğer daha önceye ait
psoriasise özgü bulgular ya da psoriasis
tanısı yoksa ve hastalık bulguları
birdenbire ortaya çıktı ise psoriasis tanısı
koymak oldukça zor olabilir. Bu yaygın
kızarıklık ve kepeklenme nedeni ile
vücudumuzun bazı maddelerinde hızla
kayıp gelişerek, albumin ve protein
düşüklüğü başta olmak üzere metabolik
bozukluklar ortaya çıkar. Eritrodermik
hastaların yatırılarak tedavi edilmeleri ve
sistemik bozukluklar yönünden takip
edilmeleri gerekir. Eritrodermik
hastalarda lenfadenopati(lenf bezi
büyüklüğü) ve enteropati(barsak
bozuklukları) bulunabilir.
Lenfadenopatinin varlığında hastalığın
malignitelerden ayrımı yapılmalıdır.
Enteropati de metabolik dengesizliği
arttırıcı faktördür.
Tanı
Hastalığın karakteristik laboratuar
bulgusu yoktur. Tanı hastalık bulgularının
görünümü ve histopatolojik inceleme ile
konur. Lezyonlar yaygın ise albumin,
total protein düşüklüğü gibi bulgular
eşlik edebilir. Eğer enfeksiyon gibi
tetikleyici faktörler varsa, ona ait
bulgular görülebilir.
Halka şeklinde hastalık bulgusu
Hamilelerde gözlenen yaygın püstüler
psoriasis ‘impetigo herpetiformis’ olarak
adlandırılır. Hastalık gebeliğin son 3
ayında gözlenir, sonraki gebeliklerde
tekrarlayabilir.
Akrodermatitis kontinua, el ve ayak
parmaklarının uçlarındaki derilerinde
steril püstüller ile başlayan ve nadir
görülen bir hastalıktır. Püstüller ilk olarak
genellikle tırnak kenarından ortaya çıkar,
birleşerek püstül birikintileri oluşur.
Püstüller tırnak yatağında
yerleştiklerinde, tırnak kaybı gelişebilir.
Püstüler psoriasis
İçi irin ile dolu sivilce benzeri döküntüler
(püstüller) ile ortaya çıkar. Ancak irinli
gibi görünen doku incelendiğinde herhangi
bir mikrop üremez, yani sterildir. Lokal ya
da yaygın olabilir. Yaygın ise ataklar
şeklinde seyreder: Çıkan püstüller birkaç
günde kururken yenileri oluşur. Yüksek
ateş, halsizlik gibi bulgular eşlik eder.
Psoriatik artrit (Eklem tutulumu)
Psoriatik artrit nadiren tek başına,
sıklıkla da psoriatik deri bulguları ile
birlikte gözlenir. Sıklığı çeşitli yayınlarda
farklı rakamlar olarak bildirilmektedir.
Psoriatik artritli olguların çoğunda tırnak
tutulumu
bulunur. 5 farklı
Saçlı deri ve yüzde hastalık bulgusu
görünümü
vardır. Eklem
tutulumu
varlığında
tedavi şekli
değişebilir.
Psoriasisli
olgular artrit
semptomları
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
60
Tedavi
Hastanın yaşı, cinsiyeti, gebelikemzirme gibi fizyolojik durumların
varlığı, kilosu, mevcut hastalıkları
(kardiyovasküler hastalık, hiperlipidemi,
karaciğer veya böbrek hastalığı,
tüberküloz vb), alkol ve sigara kullanımı,
başka hastalıkları nedeni ile kullandığı
ilaçlar, hastalık bulgularının yaygınlığı
ile daha önce uygulanan tedaviler ve
bunlara alınan cevap gibi faktörlerin
birlikte değerlendirilmesi gereklidir.
Bilinmelidir ki hastalık kronik seyirlidir
ve yaşam süresince nasıl bir seyir
izleyeceği tam olarak tahmin edilemez.
Bu nedenle kar-zarar hesabı dikkatlice
yapılarak tedavi düzenlenmeli ve tedavi
ajanlarının yan etkileri dikkatlice takip
edilmelidir.
Psoriasisli olgularda kardiyovasküler
hastalık ve metabolik sendrom bulguları
sık gözlenir. Hastaların kilosu, alkol ve
sigara kullanımı metabolik sendromu
arttırıcı önemli faktörlerdir. Psoriasisli
olgulara tedavi vermenin yanı sıra
hastalığına özgü yaşam tarzı
öğretilmelidir. Alkol ve sigara
kullanımını bırakmaları, kilo vermeleri
ve yukarıda bahsedilen diğer risk
faktörlerinden uzak durmaları
öğütlenmelidir.
Tedavide topik ajanlar, fototerapi,
sistemik ajanlar ve biyolojik ajanlar
kullanılır.
PUVA tedavisinde
hastaların, psoralenin
vücuttan atılımına
kadar ultraviyoleden
koruyucu gözlükler
kullanması gereklidir.
Ayrıca deri ve sistemik
yan etkiler yönünden
takip edilmelidirler.
Fototerapi için hasta
Avuçta psoriatik lezyon
haftada 2 veya 3 kez
hastaneye gelmesi gereklidir.
dikkatli kullanılmalı ve hastalar yan
Bazı hastalar bu tedavi için vakit
etkileri yönünden bilgilendirilmelidir.
bulamayabilirler.
Sonuç olarak, psoriasis tedavi edilebilinir
bir hastalıktır. Çok çeşitli ve yüz
Sistemik (ağızdan alınan ya da iğne
güldürücü tedavi seçenekleri vardır.
şeklinde uygulanan) tedaviler içinde en
Ancak hastaların yaşam stillerini
sık kullanılanları metotreksat, siklosporin
değiştirerek tedavilerine yardımcı
ve retinoidlerdir. Sistemik tedaviler topik
olmaları gerekir: Psoriasisli olguların
tedavi veya fototerapiye cevap vermeyen
kilo vermeleri, varsa alkol ve sigara
ya da şiddetli psoriasis vulgarisli
kullanımını bırakmaları, travmadan
olgularda, eritrodermide, yaygın püstüler
sakınmaları, mikrobik hastalıklardan
psoriasisde ve psoriatik artritte tercih
korunmaları ve stresden uzak durmaları
edilir. Hastanın laboratuvar bulguları,
gerekir. Bilinmelidir ki hastalığın
daha önce kullanılan tedavi ajanları ve
görünümündeki farklılıklar olduğu gibi,
alınan cevap, total kullanım süresi ve
tedavide de farklılıklar vardır. Tedavi
dozu gibi faktörler göz önüne alınarak
yukarıda detaylı olarak anlatıldığı şekilde
kullanılacak ilaç türü seçilir. Hastaların
her hastada hastaya özel olarak
yan etkiler yönünden dikkatlice takip
planlanır. Bir hastaya verilen ilaçların,
edilmeleri gerekir. Psoriasisde sistemik
başka hastalar tarafından doktor önerisi
(ağızdan ya da iğne ile) steroid kullanımı
Fototerapi:
olmaksızın kullanımı uygun değildir. Bu
önerilmez.
Ne
yazık
ki,
hastaların
birçoğu
Dar bant UVB ve PUVA sık kullanılan
durum istenmeyen etkilere neden olabilir.
yanlış olarak ağızdan ya da iğne şeklinde
fototerapi yöntemleridir. Dar bant UVB T
Eğer doktorunuzun önerilerine ve verilen
kortizon
kullanırlar.
Kortizon
tedavisi
hücrelerine etki yaparak etki gösterir.
tedavilere dikkatlice uyacak olursanız
kişide birçok istenmeyen etkilere
PUVA (psoralen ve UVA) tedavisi ise
hastalık bulguları kısa sürede kaybolup,
(tansiyon,
şeker
hastalığında
artma;
kan
hücre çoğalmasını azaltarak etki yapar.
uzun süreler ortaya çıkmayabilir.
yağlarında artma gibi..) neden olurken;
tedavi kesiminde ise
Ayak tabanında psoriatik lezyon
Yaygın lezyon
psoriasis bulgularını
arttırıcı etki yapar.
Topik tedavide (sürerek uygulanan
ilaçlar) sık olarak kepekleri kaldırmak
için salisilik asit ya da üreli preparatlar,
topikal steroidler, signolin ve kalsipotriol
kullanılır. Topikal steroidler hızla etki
yapmaları nedeni ile hasta ve doktorlarca
sık olarak tercih edilse de; yan etkileri,
daha dirençli formlara yol açmaları ve
tedavi kesimini takiben alevlenmeye
neden olması sebepleri ile
kullanımlarında çok dikkat edilmesi
gereken ajanlardandır. Topikal signolin
keratinositlerde DNA sentezini
engelleyerek etki yapan, steroide göre
daha az yan etkisi olan bir ajandır.
Uygulaması kolaydır: Düşük dozlardan
başlayarak, alınan klinik cevaba göre
dozu arttırılarak kullanılır. Lezyonlu deri
üzerinde günde yarım saat gibi kısa
sürelerde temas ettirilir, kağıt peçete ile
silinerek yıkanır. Hasta kıyafetlerini
boyayabileceği ve ilacın irritan olabileceği
yönünde uyarılmalıdır. Topikal
kalsipotriol de diğer bir tedavi
seçeneğidir. Bu tedavi ajanı da irritasyona
neden olabilir. Çocuk olgularda kalsiyum
metabolizmasına etkileri nedeni ile
dikkatli kullanılmalıdır.
Sistemik tedavilere de
dirençli olgularda diğer
bir tedavi seçeneği
biyolojik ajanlardır: TNF
alfayı antagonize ederek
etki yaparlar. Tüberküloz
başta olmak üzere ciddi
birçok yan etkilerinin
bulunması nedeni ile
61
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
TRT HD Koordinatörü Kürşat ÖZKÖK:
En Büyük Arzumuz
3D Yayın Yapmak
Her an gelişen teknoloji
ile birlikte TV yayıncılığı
da büyük sıçramalar
yapıyor. Bilgisayar –
İnternet – TV üçlüsünün
birbiri ile kıyasıya
yarıştığı günümüzde,
galip gelen bu üçlünün
birleşiminden doğacak
yeni nesil interaktif bir
yayın anlayışı olacaktır.
TRT dünya ligindeki
bu yarışta en iddialı
atılımları yaparak
adından söz ettiriyor.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
62
Birkaç aylık yayın
hayatına rağmen 24
Saat HD formatında
yayınıyla öne çıkan
TRT HD kanalının
Koordinatörü Özkök,
“SD tek şeritli yolda
ilerlemek HD ise beş
şeritli otoyolda ilerlemek
gibidir” diyor.
Özkök ile TRT HD’yi ve
TV yayıncılığı üzerine
ilgiyle okuyacağınızı
düşündüğümüz bir
söyleşi gerçekleştirdik.
Sayın Özkök, biz sizi hem yapımcı
ve yönetmen olarak hem de TRT 1
kanal koordinatörlüğünüz ve
Ankara TV müdürlüğü
Dönemindeki başarılı
çalışmalarınızdan tanıyoruz.
Şimdi de ülkemizde bir ilk olarak
7/24 saat HD formatında yayın
yapan TRT HD kanalının
koordinatörüsünüz. İlk olarak
HD teknolojisi nedir?
Özkök:
İzleyici profili
için teknolojiye ve
yeniliklere meraklı
üst sosyoekonomik grup
diyebiliriz. Bu
izleyici profilinin
gelecek yıllarda,
HD
teknolojisinin
Özkök: HD teknolojisi, yayıncılık
anlayışının ulaştığı son noktalardan biri
olarak kabul edilmektedir. HD izlemek
daha kaliteli görüntü ve ses izleme keyfi
sağlar. High defination yayın
çözünürlüğün daha yüksek olduğu bir
yayın standardıdır. İlk önce HD ready
olarak adlandırılan 1280x 720
çözünürlülüğü kullanılmış. Daha
sonrasında ise full HD olarak
adlandırılan 1920x 1080 çözünürlülüğü
kullanılmıştır. HD yayınlarda ses sistemi
görüntü ile birlikte gelişim göstermiş
olup Dolby teknolojisi kullanılmıştır.
Dolby digital teknolojisi ile evlere daha
çok ses kanalı iletmek mümkün olmuştur.
HD görüntü ile birlikte 5.1 surround ses
yayınlarda kullanılmaya başlanmıştır.
HD ile standart yayın arasındaki
fark nedir?
Özkök: Standart diye tabir edilen
yayınlar TV aygıtları için 720x576 piksel
tanımlamalı görüntü sağlarken, HD
yayınlar ise 1920x1080 piksel
tanımlamalı görüntü sağlar, buda HD
yayın SD yayının yaklaşık 5 katı daha
netlik demektir. HD yayın sadece görüntü
kalitesini iyileştirmekle kalmaz, çeşitli
ses standartlarını destekleyerek yüksek
kaliteli ses iletimine de imkan
sağlar.1920x1080 50i resim ve Dolby
Digital 2.0 veya 5.1Surround ses
teknolojisi kullanılır.
Türkiye’de 1984 yılına
kadar tek renkli yayın
yapılan bir TRT vardı.
1990 yılına kadar
televizyonlarımız tek
kanal idi.
Ve yıl 2010 TRD HD
yayın hayatına başladı.
TRT HD’yi uydu alıcılarından
izlemenin maliyeti hakkında bilgi
verir misiniz?
Özkök: Vatandaşlarımız sadece HD
uyumlu bir uydu alıcı ile TRT HD’yi
ücretsiz olarak izleyebilirler. Hali hazırda
piyasada HD uydu alıcıları 200 TL ye
kadar inmiştir.
Sayın Özkök Kanalınızın yayın
stratejisi nedir ve hedef kitleniz
kimlerdir? Daha açıkça sorarsak
kanal kimliğiniz nedir?
63
yaygınlaşmasıyla
birlikte daha da
geniş bir yelpazede
olacağını
söyleyebilirim. Yayın akışımızı belgesel,
sinema, Ziraat Türkiye Kupası, Alman
Ligi Bundesliga ve diğer sporlar
oluşturuyor. Özellikle belgesellerimiz
oldukça ilgi çekiyor. Eurovision Şarkı
Yarışması HD kalitesiyle ve Dolby Digital
ses yayınıyla TRT HD’den yayınlanacak.
TRT HD ne zaman yayın hayatına
başladı?
Özkök: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu,
HD (High Definition, kısaca, yüksek
tanımlamalı) Kanalımız, 24 Mayıs
2010’da test yayınına başlamış, test
yayınları süresince 24 Mayıs 2010 U17
milli takımlar futbol Türkiye-İngiltere
maçı canlı verilmiştir.11 Haziran 2010
günü Güney Afrika da düzenlenen FİFA
Dünya kupası ile 24 saatlik yayın hayatına
başlanmıştır. Yayın kapsama alanı Türkiye
ve Avrupa’dır.
TRT HD Kanalımız, 24-25-29 Mayıs
2010 tarihinde Eurovision Şarkı
Yarışmalarının yarı finalleri ve finalini de
canlı olarak HD kalitesiyle yayınlayarak
Ulusal ve Uluslararası büyük
organizasyonların yayınlanmasında bir
ilke de imza atmıştır. (HD
prodüksiyonları, ESC, futbol gibi)
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Neden HD yayıncılık ihtiyacı
doğdu?
Özkök: Dünyada HD teknolojisi hızla
yayılıyor TV yayıncılığı Renksiz TV yayını
ile başlayıp, analog yayından dijital
yayına geçmiş, bugün ise 3 boyutlu
yayınlara ulaşmıştır Artık çok daha
gerçekçi görüntüler elde edilebilmektedir.
Zamanla DVD kalitesindeki yayınlar
yerini HD kalitesinde yayınlara
bırakacaktır. Bu dönüşümü eskiden
kullanılan analog yayından dijital yayına
geçişe benzetebiliriz. Ülkemize yeni bir
alanda hizmet sunabilmek adına, TRT’nin
HD yayına geçmesine ve dünyadaki bu
hızlı değişim ve gelişimi
yakalayabilmesine Genel Müdürümüz
Sayın İbrahim ŞAHİN öncülük etmiştir.
HD kanalın kurulmasında büyük desteği
ve katkıları olmuştur.
Sayın Özkök Dünyada, özellikle
Amerika ve Avrupa’daki HD
kanallara bakınca TRT HD sizce
nerede?
Özkök: Amerika ve Japonya da HD
yayınlar çok önceleri başlamış olup
bugün nerdeyse yayınlarının tamamı HD
formata geçmiştir. Avrupa da ise bu geçiş
biraz daha yavaş olmaktadır. Büyük TV
kuruluşları SD yayınlarını terk etmeden
alternatif kanallarla HD yayınlarına
başlamışlardır. (BBC, SKY, ZDF vb)
Türkiye’de de HD yayınlara geçiş Avrupa
da olduğu gibi kuruluşların
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
TRT HD’nin
izlenebildiği yerler:
TRT HD’nin izlenme oranları
nedir?
Özkök: Kendi alanında yani HD olarak
birinci sıradadır. Çünkü birçok yoldan
izleyiciye ulaşma seçeneği olup genelde
şifresiz yayın yapılmaktadır. Mobil yayın
sistemlerinde tüm kanallarda ilk dokuzda
TRT kanalları arasında ilk ikide yer
almaktadır.
Türksat 3A Uydusu,
D -smart 110. Kanal,
Digitürk 333. Kanal,
Kablolu TV Teledünya,
IpTivibu 302.Kanal,
Mobil Uygulamalar
(iphone ve ipad)
Özel bir ekibiniz var mı?
alternatif HD yayınlarını oluşturması ile
olmuştur. Ancak Türkiye deki HD
kanallar SD kanallarının akışının bir
kopyası gibiyken TRTHD farklı bir
format ve yayın akışı ile yayınlarını
sürdürmektedir. TRT HD Türkiye’deki
diğer HD kanallardan farklı olarak sese
de önem vermiş yayınlarında Dolby
Digital 5.1 ses formatını kullanmaktadır
Kısa sürede Sıfırdan bir kanalı
kurup yayın hayatına başlamak
zor olmadı mı?
Özkök: Elbette zorluklar yaşandı ancak
bir ilki yaşamanın ve kanalı yayına
başlatmanın verdiği heyecan ve mutluluk
bu zorlukları ve sıkıntıları dikkate
almamıza güzelce engel oldu. Böyle
onurlu bir görevi bize veren ve TRT ye
HD kanalın kurulmasına öncülük eden
Genel Müdürümüz Sayın İbrahim
ŞAHİN’E teşekkür ederiz.
64
Özkök: Tabi ki TRTHD kanalımızın
teknolojik alanda güçlü donanımının yanı
sıra, alanında uzman personeli ile
ülkemizin yüksek tanımlamalı yayın
ihtiyacının karşılanmasında çok değerli
katkıları olduğu ve olacağı bilinmektedir.
Kanalımız, bu güne kadar yaptığı
yayınlarla ilgi odağı haline gelmiş,
bundan sonrasında da yayın etkililiğini
daha da artırmak yolunda hızlı bir
çalışma temposu içine girmiş
bulunmaktadır.
Yayınlarınıza baktığımızda
Özellikle spor programlarında
canlı yayınlar yapmaktasınız bu
yayınlar devam edecek mi,
edecekse seyircilerinize neleri
sunacaksınız, yeni projeler var mı?
Özkök: Ziraat Türkiye Kupası
Karşılaşmalar, Alman Ligi Bundesliga,
Formüla 1Yarışları, 26 Ocak-6 Şubat
2011 tarihlerinde Erzurum’dan canlı
yayınla Üniversite Oyunları
(UNIVERSIADE), Avrupa Buz Paten
Şampiyonası TRT HD
ekranlarından izleyici ile
buluşacak. 2012 Avrupa
Futbol Şampiyonası, Londra
Olimpiyat
Oyunları ve 2014 Dünya Kupası
karşılaşmaları ve daha birçok
organizasyon TRT HD’de olacak.
İnteraktif bir tanıtım kanalınız var
mı?
Özkök: İnteraktif tanıtım kanalı için
Digitürk ile anlaşma yapıldı ve Digitürk
paketi içinde 533. kanal TRTHD ye tahsis
edilmiştir. Bu kanalın içeriğiyle ilgi
çalışmalarımızı devam ettirmekteyiz. Çok
kısa bir süre içerisinde yayına başlamış
olacağız. Aynı şekilde TRTHD ye ait bir
web sitesi oluşturma çalışmaları da
devam etmektedir.
TRT’nin hep bir okul olduğu
söylenir, HD yayıncılıkta da bu
misyonu devam ettirecek mi TRT?
Özkök: Yaşanan ilkler, tecrübeler ve
edinilen bilgi kazanımları isteyen tüm
kişilerle paylaşılmakta ve tavsiyeler
verilmektedir. Örneğin canlı olarak 5.1
Dolby Digital ses yayını için yapılan
çalışmalar bir ilktir.
Dünyadaki örneklere baktığımızda
HD yayın yapan pek çok kanal
“PAY TV” dedikleri ücretli yayın
yapan kanallar, BBC ve ZDF gibi
köklü kurumlar dışında, TRT
HD’de ücretsiz yayın yapıyor, çok
mu masraflı HD yayın yapmak?
Özkök: SD tek şeritli yolda ilerlemek HD
ise beş şeritli otoyolda ilerlemek gibidir.
Otoyolda hızlı ve konforlu ilerlemek için
uygun donanımızın olması gerekir,
ayrıca beş şeritli otoyol için ekstra
maliyet ödersiniz. HD yayın
kamerasından resim mikserine,
makyajından-
dekorundan ışığına,
mikrofonundan ses
mikserine ve kayıt
cihazlarına kadar
hassasiyet istemektedir.
Tüm donanımlar özenle
kurularak işletilmelidir.
Hatalar kendini
çabucak gösterir. İlk
kurulum maliyeti
dışında HD için uyduda
işgal edilen bant
genişliği daha fazla
olduğundan maliyet
daha fazladır. HD
kayıt materyalleri de daha masraflıdır.
Anladığımız kadarıyla HD yayın
yapacak materyal sıkıntısı var
sadece bizde değil dünyada da; bu
sorun teknolojinin gelişip HD
teknolojisinin yaygınlaşmasıyla mı
ortadan kalkacak?
Özkök: Dünya artık HD teknolojisine
dönüyor, hızla yaygınlaşıyor. Zaman
içinde daha çok HD materyal olacak.
Sayın Özkök bu kadar yoğun
tempoda çalışmak çok zor olmalı
ama inanılmaz enerjik ve her
konuya vakıfsınız bunun sırrı
nedir?
Özkök: Enerjik ve yoğun tempoda
çalışmak insan için zevk alması halinde
bir keyiftir. Enerjik
olmak
65
ise yaptığınız işe saygınız ve sizin
heyecanlanmanızın bir ifadesidir. Ben
bugün Televizyon yöneticisi değil de bir
işçi olarak çalışan bir insan olsaydım
işimi en iyi şekilde yapıp öne çıkmanın
keyfini tatmak isterdim. Bu bütün
meslekler için geçerlidir. Bütün
mesleklerin iyi yapıldığında sizin öne
çıkmamanız mümkün değildir.
Sayın Özkök yıllarca yönetmenlik
ve yapımcılık yaptınız, uzunca bir
süredir de TRT de çeşitli
kademelerde yöneticilik
yapıyorsunuz program yapmayı,
özlemediniz mi? Yapmayı
düşündüğünüz programlar var mı?
Özkök: Evet, bunu çok özledim. Yapmış
olduğum belgesellerden örnek verecek
olursam Zeki Müren
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Belgeseli Safiye Ayla belgeseli Haftanın
yıldızları programında bilinen birçok
sanatçımız Fatih Kısaparmak, Sibel Can
gibi Mehmetçik Programında tüm
Türkiye’yi gezdim sahanın içinde olmayı
çok özledim.
Bu çalışma temposunda Kürşat
ÖZKÖK ailesine ve kendisine
yeterince zaman ayırabiliyor mu?
Özkök: Ailemin her birinin kendine ait
işleri var kızımın öğrencilik eşimin
Üniversitede hocalık benimde bildiğiniz
gibi Televizyon yayıncılığı. Herkes kendi
işine baktığı için benim onlara onlarında
bana zaman ayırabildiğini söylemek pek
mümkün olmuyor. Ancak bir sıkıntı veya
paylaşım günlerinde birbirimize zaman
ayırabiliyoruz bunun tanımını da maalesef
şehirde yaşamanın bedeli olarak
görüyoruz.
Sayın Özkök başarıya endeksli bir
çalışma disiplininiz var, bu
mesleğinizdeki becerinizden mi
kaynaklanıyor yoksa her alanda
böyle mükemmeliyetçi birimisiniz?
Özkök: Her mesleğin kendisine ait bir
disiplini vardır. Disiplinler arası bir
kolerasyon da vardır. Benim kendi
disiplinim çocukluktan başlayan heyecan
ve ekibimle bütünleşmekten meydana
geliyor.
Çalışma arkadaşlarınız da sizin
gibi mi? Kürşat ÖZKÖK zor bir
yönetici midir?
TRT HD kanalı için HD
uyumlu uydu alıcısı ile
TÜRKSAT 3A Uydusu’nda
nasıl izlenebilir?
Frekans
Polarizazyon
S/R
FEC
Sistem
Modülasyon
Pilot
küçük çocuğu, rekabet var mıdır
TRT de kanallar arasında?
Özkök: TRT HD, TRT kanalları en genç
kanal bütün yayıncıların birbirleri ile
rekabetleri vardır. Psikolojik Biyolojik ve
Ekonomik olarak rekabet serbest
piyasanın kaçınılmaz bir sonucudur. TRT
kanalları arasında da rekabet vardır
elbette bundan da TRT’yi seyredenler
karlı çıkmakta
:11.043 MHZ
:Dikey (V)
:6400
:3/4
:DVB-S2
:8PSK
: On
Son olarak HD teknolojisi ve TRT
HD’nin TV yayıncılığına getirdiği
katkı nedir. Yakın zamanda ne tür
projeleriniz var?
çalışma ortanı sağlar. Amirliğin yanı sıra
personelin bir abi ya da kardeşi olur her
zaman için personeline açık kapı bırakır.
Bir yayıncı olarak siz neler
izliyorsunuz?
Özkök: Bir yayıncı olarak bütün yayınları
takip etmeye gayret ediyorum. Bunlardan
bazılarını da gerçekten gıpta ile izliyorum
Türkiye’de yayıncılık diğer ülkelere göre
çok gelişmiş ve büyük bir hız kazanmıştır.
Örneğin birkaç günde bir dizi çekiliyor. Bu
manada Türk insanının çok yetenekli
olduğu inancındayım.
TRT HD
kanalı
TRT’nin
tabiri
caizse en
Özkök: Çalışma arkadaşlarımla
birbirimizin enerji ve heyecanından
faydalanarak daha da keyifli bir çalışma
ortamı yaratıyoruz. Kürşat ÖZKÖK zor
biri mi evet; Kürşat ÖZKÖK işi disiplinine
çok önem verir yanı sıra çalışan
personelini de motive ederek rahat bir
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
66
Özkök: TRT HD’nin televizyon
yayıncılığına getirdiği katkı 24 saat HD
formatla yayın seyrettirtmek HD farkını
TRT HD öne çıkardı. Sanırım HD yayın
yapan kanallar içerisinde TRT HD en iyi
kanal TRT HD yakın zamanda da 3D
yayıncılığının hazırlığını yapıp yayına
çıkmak en büyük arzumuz.
Doç. Dr. Cafer Özdem’in emeklilik töreni
30 yıllık dostları buluşturdu
Doç. Dr. Cafer ÖZDEM hocamızın
emekliliği ile ilgili olarak Başhekimimiz
Sayın Doç. Dr. Nurullah ZENGİN’in
direktifleri doğrultusunda Dr. Münif
İslamoğlu Konferans Salonu’nda bir
emeklilik töreni düzenlendi ve ardından
bir kokteyl verildi.
Etkinlik, hocamızın biyografisinin,
başasistanı Doç. Dr. Evrim TUNA
tarafından takdimi ile başladı. Şef
yardımcısı Doç. Dr. Serdar
ÇELİKKANAT’ın fotoğraflarla hocamızı
anlatması ile devam etti. Daha sonra
Prof. Dr. Nazmi HOŞAL, Uz. Dr. Şenay
ÖZBAKIR, Prof. Dr. Nusret ARAS,
ANEAH 2. KBB Klinik Şefi Doç. Dr.
Cafer ÖZDEM’i Hastanemizde yapılan
Emeklilik Törenini ile hastanemizdeki
aktif doktorluk günlerine nokta koydu.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
68
Op. Dr. Orhan GİRGİN, Uz. Dr. Süreyya
ADANALI, Prof. Dr. Bülent GÜRSEL,
Prof. Dr. Bülent SÖZERİ hocamızın
karakterini, tıp dünyasına katkılarını ve
anılarını anlattılar. Yapılan
konuşmalarda hocamızla ilgili anılar
aktarılarak, o anlar tekrar yaşanmış
oldu. Özellikle her gün düzenli olarak
aynı saatte yediği elmalarla ilgili anılar
ortak paylaşımlar arasında idi.
Konuşmalardan ortaya çıkan ortak
sonuç, Cafer Hocamızın hayatı disiplinli
bir meslek yaşamı, güler yüz ve başarı
ile örülmüştü.
Daha sonrasında Doç. Dr. Cafer ÖZDEM
için bir araya gelmiş 30 yıllık dostları,
meslek örgütleri temsilcileri,
Hastanemizde birlikte çalıştığı mesai
arkadaşları plaketlerini takdim ettiler.
Törene Hastanemiz Başhekimi Doç. Dr.
Nurullah Zengin’in konuşması ile devam
edildi. Başhekim Zengin yaptığı
konuşmada, kendisinin Hastanemizde
uzman doktor olarak atandığında Cafer
Özdem hocamızın mesleğe yeni başlayan
doktorlarla ilişkilerinin ne kadar olumlu
ve mesleğe teşvik edici olduğunu anlatan
anılarını aktardı. Ve bundan sonraki
yaşamında kendisine mutluluklar
dileyerek, emeklilik günlerinde dahi
birikimlerinden her daim faydalanmaya
devam etmek istediklerini belirtti.
ANEAH Başhekimi Doç. Dr. Nurullah
Zengin günün anısında Doç. Dr. Cafer
Özdem’e bir plaket takdim etti.
Konuşmalardan sonra kokteyle geçildi.
Kokteylde Cafer Hocamız için üzerinde
hastanemiz logosu bulunan bir pasta
kesilerek misafirlere ikram edildi.
Mesleğe ilk başladığı günden itibaren
bir arada olduğu dostları, hocaları,
mesai arkadaşları, öğrencileri ve
ailesinin katıldığı emeklilik töreninde
Cafer Özdem Hocamızın mutluluğu
gözlerinden okunuyordu. ANEAH ailesi
olarak, hocamızın emeklilik günlerinde
gözlerindeki ışıltı ve yaşamındaki
mutluluğun artarak devam etmesini
temenni ederiz.
69
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
ERDEM SEVGİ
www.erdemsevgi.com
Edinburgh
Zindanları Örten Gotik Mimarisiyle
Cadı Avlarını, Festivale Dönüştüren Kent
Orta Çağ Avrupası'nda yaklaşık
300 yıl süren cadı avlarına sahne
olan sokaklar içinizi ürpertirken,
gotik mimarinin sizi büyülemesine
engel olamadığınız bir kent
düşünün. Bu kentte adımlarınıza
dikkat edin; çünkü tam altınızda
zindanlar var. Bu yeraltı
sokaklarına ilişkin türlü efsaneler
çalınacak kulağınıza...
Edinburgh'da korkularınızla
yüzleşmenize yardımcı olacak
öyküler sayısız. En bilinenleri veba
salgınları, cadı avları, tıp
öğrencilerinin kadavra
alışverişleri, lanetlenmiş ruhlar.
Kentin ürkütücü yüzüne geri
döneceğiz ama önce Edinburgh'nın
gotik yapılarının arasında
yolumuzu kaybetmeye ne dersiniz?
Yanıtınız “Evet” ise İskoçya'nın
başkentindeki turumuz başlıyor.
Nemli havada, kulağımızda gayda
sesleriyle yarım asırlık gelinin
çeyiz sandığını koklayacağız.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
70
Bulutların Arasında
İskoçya, Birleşik Krallığı İngiltere,
Galler Prensliği ve Kuzey İrlanda ile
birlikte oluşturan dört kentten biri.
Britanya adası üzerindeki bölgeler, siyasi
ayrımların yanı sıra coğrafi özellikleriyle
de isimlendiriliyor. İskoçya topraklarının
üzerinde bulunduğu bölge, Highland yani
yüksekler ismini almış. İskoçya’da kendi
içinde yüksekler ve adalar olarak iki
bölgeye ayrılıyor. İngiltere’den
karayoluyla gelip İskoç sınırına
ulaştığınızda arazinin tatlı yükselişini
hissediyorsunuz. Ve Edinburgh’ya
vardığınızda sarp kayaların üzerine
özenle inşa edilmiş, bulutların arasındaki
yapılarla karşılaşıyorsunuz. Bu büyülü
güzelliğin günümüze dek korunabilmesi,
Edinburgh’nın İkinci Dünya Savaşı’nda
bombardımandan uzak kalmış olması.
Avrupa’nın görsel kimliğinde derin
yaralar açan savaş yılları neyse ki bu
romantik güzelliği bizlere bağışlamış.
Eski ve Yeni Ama…
Birtanyalılar kentleri Kuzey
– Güney, Doğu –
Batı gibi
düzlemlerle bölmeyi alışkanlık haline
getirmişler. Aslında somut olmayan bu
sınırlar büyük kentlerde yaşamı
kolaylaştırıyor. Edinburgh da eski ve yeni
kent (old ve new town) olarak ikiye
ayrılıyor. Zamanında eski kentteki dar
sokaklar, kulak kulağa inşa edilmiş
küçük evler ihtiyaca yanıt vermemiş.
Buna bir de işlemez hale gelen
kanalizasyon sistemi de eklenince 18.
yüzyılda yeni kente kayan yerleşim
kaçınılmaz olmuş. Mimari anlayışları
birbirinden farklı olsa da Edinburgh’nın
eski ve yeni kentleri bizi büyülenmekten
alıkoyamıyor. Tüm dar sokakları
adımlamak, her kapıyı çalıp tarih kokan
koridorlardaki öykülere kulak vermek
istiyoruz.
71
Kaleye Çıkan Yol…
Kentin ortasındaki vadinin iki yanında
kalan yüksek bölgeleri Kuzey ve Güney
köprüleri birbirine bağlıyor. Yıllar önce
köprüyü aydınlatan, balık yağından
yapılmış mumların yakıldığı fenerler
kuzeydeki köprüyü süslemeyi sürdürüyor.
Kuzey köprünün ihtişamını görmek için
ona bir de aşağıdan bakmak gerekiyor.
Şimdi High Street’i keşfederek kaleye
uzanalım. Kent merkezinden kaleye doğru
uzanan turistik caddenin ismi High
Street... Üzerinde kafeler, publar, hediyelik
eşya satan mağazalar, sokak sanatçıları...
High Street’ten kaleye doğru uzanmak pek
de kolay değil. Keza engebeli yoldan yukarı
tırmanıyorsunuz. Dert etmeyin, High
Street’i tırmanırken çok sayıda molamız
olacak. Bir kafede oturup mis kokulu
kahvemizin dumanı tüterken, tarçınlı
kekleri midemize indireceğiz. Göz
kamaştıran dekoruyla bizi çeken publara
uğrayıp İskoç viskilerini
tadacağız. Hediyelik eşya
mağazalarında kaşmir kumaşlara
dokunacağız. Sokak sanatçılarını
kimi zaman izleyeceğiz, kimi zaman
da onların bizi izleyip, resmetmesini
bekleyeceğiz sabırla… Parlamentonun
karşısında, arnavut kaldırımın ortasında
“Ekonominin babası” Adam Smith’e
selam vereceğiz. St Giles Katedrali’nin
vitraylı camlarından sızan ışığın altında
ihtişamlı yapıyı inceleyeceğiz hatta kent
mahkemesinde bir duruşmaya konuk
olacağız.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Ve Panorama...
High Street’i tırmanırken her şeyin
tadına bakıyoruz ve sonunda kaleye
ulaşıyoruz. 12. yüzyılda inşa edilen
Edinburgh Kalesi, sönmüş bir volkanın
oluşturduğu kayalıkların üzerinde yer
alıyor. Eski ve yeni kenti panoramaya
hakim kaleden izleyebiliyorsunuz. Eski
kentin sık binaları, dar sokakları sizi
yorduysa yeni kente doğru dönüp
bahçeli evleri izleyebilirsiniz. İki kentte
de mimari olağanüstü. Detaylar,
metrelerce uzaktan bile seçilebiliyor.
Tarihi savaşlara katılan İskoçların
geçmişi kale içerisinde yer alan müzede
izlenebilir. Her bir noktasında ayrı
detaylar barındıran kalenin en ilginç
noktası ise komutanların köpekleri
defnettiği köpek mezarlığı. Kale turunun
ardından dünyanın en iyi viskilerinin
tadına bakmak istiyorsanız çok uzağa
gitmenize gerek yok. İskoç Viski Mirası
Müzesi’nde tarihi tatlar var. Gün
ortasında “Viski beni çarpar” diyorsanız,
alternatif olarak aynı bölgedeki Camera
Obscura’yı ziyaret edebilirsiniz. Bu
mekân size dünyanın illüzyonlarını
sunacağını vaat ediyor. Camera
Obscura’da devasa bir kameradan kenti
izleyebiliyorsunuz.
Kilt ve Gayda
Edinburgh ile birlikte tüm İskoçya’nın
en bilindik simgeleri Kilt ve Gayda.
İskoç erkekleri eteğe benzeyen, kilt adı
verilen bu kıyafeti giyiyor. Kilt,
geçmişte günlük yaşamın
vazgeçilmeziyken günümüzde özel
günlerde giyilen bir kostüm halini
almış. Öte yandan kiltin üretildiği
kaşmir kumaş üzerinde yer alan renkler
ve desenler de insanların mensup olduğu
klanları simgeliyor. Edinburgh’da
bulunduğumuz süre içerisinde
görebildiğimiz erkekler arasında kilt
giyenlerin sayısı, yok denebilecek kadar
azdı. Şimdi kulağımıza aralıksız gelen
sesin kaynağını buluyoruz. Karadeniz
tulumlarına benzeyen gayda, bir tür
üflemeli müzik aleti. İskoçların ulusal
simgelerinden biri olan gayda, ustaların
elinde bir müzik ziyafetinin ana
yemeğine dönüşüyor. Gayda geçmişte
savaşa giden İskoçları cesaretlendirmek
amacıyla kullanılmış. Tarihte savaş
aleti sayılıp yasaklanmış olması da onu
ilginç bir müzik aleti haline getirmiş.
İskoçya’da geçen filmlerin tema
müziklerinde de gayda tınılarına
sıklıkla rastlıyoruz.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
72
Eski Kentten Kaleye Bakış
Kaleden yeni ve eski kentin panoramasını
izlediğimizde içimizde beliren eski kentin
sokaklarında kaybolma isteğinin önüne
geçemiyoruz. Kuzey Köprüsü’nün yan
bölmelerindeki detayları görebilmek için
önce altına iniyoruz. High Street’ten
rastgele seçtiğimiz bir aralıktan aşağıya
indik bile. Köprü mükemmel görünüyor.
Aynı aralıklardan birini daha seçip bu
sefer de köprünün üstüne yöneliyoruz.
Tarihi fenerleriyle, altında sıra sıra
uzanan demiryollarıyla Kuzey Köprü’yü
ağır ağır adımlıyoruz. Köprünün tam
karşısında İskoçya Ulusal Arşivi
bulunuyor. Yönümüzü Princes Street’e
çevirip, The Scott Monument’e doğru
ilerliyoruz. Ünlü yazar Walter Scott
anısına neo-gotik tarzda inşa edilen
ihtişamlı taş kule, şömine taşlarına
benzeyen kararmış yüzeyiyle bizi
karşılıyor. Rivayete göre eskiden
Edinburgh’da sıklıkla meydana gelen
yangınlar ve ortaya çıkan duman, kulenin
yüzeyini bu renge dönüştürmüş. Princes
Street’ten kaleye baktığınızda yapının
ihtişamını farklı bir açıdan
izleyebiliyorsunuz. Tırmanılması
imkansız gibi görünen sarp kayaların
üstünde tam bir üs… Edinburgh Kalesi,
tüm yönleriyle iktidarın simgesi.
Haggıs ve Viski
İskoçların ulusal yemeği Haggis. Biz de
Edinburgh’a gelmişken hakkında
anlatılan lezzet öykülerini
deneyimlemek için haggis
yiyebileceğimiz bir mekân arayışına
giriyoruz. Rose Street üzerindeki pub ve
restoranların önünde birkaç tur atıp
sonunda birine karar veriyoruz. Haggis,
çeşitli sakatatların ince ince kıyılıp
baharatla harmanlanmasının ardından
bir koyun midesi içine doldurulup
haşlanıyor. Patates ve lahana püresiyle
servis edilen İskoçların ulusal yemeği
Haggis, lezzetiyle bizden tam not
alıyor. Sakatat sevmeyenler ve
vejetaryenlere hitap etmiyor ama
savaş yıllarında yokluk çeken
İskoçların geliştirdiği bu yemek
denenmeye değer. Konuğu olduğunuz
pubta İskoç viskilerinin her çeşidini
deneme şansına da sahipsiniz. Bu
73
EDINBURGH NOTLARI
Kentin 450 bin kişilik nüfusu, festi
val ayı
Ağustos'ta 1 milyonun üzerine çıkıyor.
Edinburgh her yıl, sokakta gerç
ekleştirilen
dünyanın en büyük yeni yıl partisine ev
sahipliği
yapıyor.
Harry Potter'ın yazarı Joanne
Kathlen Rowling
serinin ilk romanı olan Harry Potter ve
Felsefe
Taşı'nı Edinburgh'da bir kafede yazdı.
James Bond'u canlandıran unut
ulmaz aktör
Sean Connery, bir dönem at arabasıyl
a süt sattığı
çocukluk yıllarını Edinburgh'da geçirdi.
1583 yılında kurulan Edinburg
h Üniversitesi,
dünyanın en ünlü eğitim kurumları aras
ında yer
alıyor.
Edinburgh Kalesi her yıl 1 mily
onun üzerinde
ziyaretçiyi ağırlıyor.
Sherlock Holmes'un yaratıcısı
Sir Arthur Conan
Doyle, Edinburgh'da doğdu.
Telefonu icat eden Alexander Grah
am Bell,
Edinburgh'da doğdu.
Edinburgh, Roma, Viyana gibi
Avrupa kentleri
ile birlikte Dünya Mirası listesinde yer
alıyor.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
esnada gayda seslerinin size eşlik etmesi
de muhtemeldir.
İlham Kaynağı Kent
Yazarların ürettiği kurguların esin
kaynağını her daim merak ederiz. Nasıl
oluyor da böylesine karmaşık bir örgüyü
kuruyorlar ve herkesin
anlayabileceği bir dil
ile okuyucuya
sunuyorlar?
Resmi turizm
sloganı
“Dünyanın en ilham verici kenti” olan
Edinburgh'ya yolunuz düştüğünde,
zihninizde bir şeyler kurgulama ve oturup
bunları kaleme alma isteğinizin
yükseleceği kesin. Her yanınızı saran
gizemli atmosfer, her bir kaldırım
taşındaki yüz yıllık ayak izlerini
görmenizi sağlıyor. Kaleminize de
güveniyorsanız, elinizdeki bu fırsatı
değerlendirmediğinize pişman
olabilirsiniz. Edinburghlı yazarlara göz
attığımızda kentin, dünyanın en ilham
verici yeri olmasının aslında çok da
iddialı bir söylem olmadığının farkına
varıyoruz. Mütevazı kaldığını dahi
söyleyebiliriz. Geçtiğimiz aylarda beyaz
perdede izlediğimiz ünlü dedektif
hikâyesi Sherlock Holmes’un
yazarı Sir Arthur Conan Doyle
Ediburgh’da yaşamış. Ünlü
yazar, Sherlock Holmes’u
Edinburgh’da tıp okuduğu yıllarda
yazıyor. İskoçya’nın başkentinden
yola çıkıp dünyayı saran bir başka
eser de Joanne Kathlen Rowling’in
Harry Potter’ı. Adını andığımız
eserlerin ortak yönü ise gizem.
Bilinmeyenler ortasında kaldığınız
bir mücadele... Kentin size sunacağı
atmosferi gidip görmeden önce,
orada yazılan eserlere göz atmak bir
ön tecrübe olabilir. Özetle
Edinburgh’nın size ilham
vereceğinden emin olabilirsiniz.
Highlands
Cesur Yürek’te
izlediğiniz sonsuz
yeşillikleri
yakından
görmek
isterseniz,
Eidnburgh’dan
biraz uzaklaşmanız
gerekiyor. Şehir
merkezinden
düzenlenen turlara
katılarak, yeşillerin
arasında huzur
bulabilirsiniz.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
74
Highlands’te sizi kırmızı yanaklı, koca
göbekli, neşeli ve çakırkeyif insanlar
kucaklayacak. Dinginlikten sıkıldığınızda
Loch Ness Gölü’ne gidebilirsiniz. Loch
Ness size farklı bir atmosfer sunabilir.
Keza bu gölün bizdeki Van Gölü
Canavarı’ndan çok daha popüler bir
sakini olduğu söyleniyor. Halk arasında
Nessie adıyla anılan canavarın var
olmadığı yapılan araştırmalarla
belirlenmiş olsa da kendisi turistik bir
değer olmayı sürdürüyor. Göle gelen
ziyaretçiler, Nessie’yi simgeleyen
hediyelik eşyaları satın alıyorlar. Özetle
Loch Ness ziyareti, Highlands gezinize
farklı bir boyut katabilir.
Cadı Avlarından Festivallere…
Edinburgh’nın gizemli bir kent olmasının
başlıca nedenlerinden biri de geçmişte
yapılan Cadı Avları. Orta Çağ
Avrupası’nın bu ritüelinin ardında
yaşanan salgın hastalıkları batıl
gerçeklerle açıklama eğilimi yatıyor.
Edinburgh’da yapılan cadı avları da
kentin nüfusunu yarıya indiren büyük
veba salgını ile birlikte başlıyor. Salgının
nedeninin büyü, sihir gibi şeylerle
uğraşan cadılar olduğuna inanılıyor.
Bunun ardından avlar başlıyor. Cadı
olduğundan şüphelenilen kimseler bir su
birikintisine atılıyorlar. Suda boğulursa
cadı olmadıkları ortaya çıkıyor.
Boğulmayanlar ise cadı kabul ediliyor ve
Edinburgh Kalesi’nin önünde yakılarak
yok ediliyor. Dinlediğiniz öykülerin
etkisinde kalırsanız, geceleri loş ışıklı
Edinburgh sokaklarında kaçan bir cadı
ve ardında onu kovalayanları
75
görebilirsiniz. “Hayalgücüm kuvvetli
değildir” diyenlerdenseniz, yer altı
zindanlarının bir çoğu, profesyonel
tiyatro sanatçılarının size o günleri
yaşatacağı aktivite merkezlerine
dönüştürülmüş. Görünen Edinburgh’nın
altındaki zindanlarda korku turuna
çıkabilmek sizin cesaretinize kalıyor.
Yüzyıllar önce yaşanan bu avların
ardından günümüzde Edinburgh, tarihi
dokusunun yanı sıra bir festivaller kenti
olarak anılıyor. Çok sayıda ilgi alanına
yönelik düzenlenen farklı festivaller
zaman içerisinde Uluslararası Edinburgh
Festivali şemsiyesi altında toplanmış ve
ağustos, bir festival ayına dönüştürülmüş.
Öte yandan her 31 Aralık’ta Hogmanay
adı verilen büyük bir sokak partisi
yapılıyor. Edinburgh’yı kalabalık anlarda
ziyaret etmek için ideal tarihler, Ağustos
ayı ve yeni yılın hemen öncesi. Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
DENİZ KIRAL ile söyleşi
Yoga ‘bir’leşmektir
Kendinizi tanıtır mısınız? Ne
zaman ve neden yogaya
başladınız?
Ted Ankara Kolejinden sonra 1994-1998
yılları arasında Bilkent Müzik ve Sahne
Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümünde
okudum. Üniversitenin ve tiyatronun
getirdiği rekabetçi ortamda kendimi
varetmekten zorluk çekiyordum. O
zamanlar gittiğim psikyatristim bana
yogaya başlamamı önerdi. Annemin ve
arkadaşlarının da dahil olduğu bir grupla
birlikte ilk yoga dersimi aldım. O
zamanki iç ritmim ve yaşamdan
beklentimle yoga hocasının orada
sunduklarının birbirine hiç uymadığını
düşündüğümden ben yoga derslerini
bıraktım ama annem dört elle sarıldım,
3. senemde orada ders vermeye
başladım. Kısa bir sure sonra da evimin
çatı katında dersler vermeye başladım.
Ben bu arada İstanbul’da çalışmaya
başlamıştım. Orada annemin önerdiği bir
yoga hocasının derslerine gidiyordum.
Çok düzenli olmamakla birlikte oraya
derslere gitmek beni çok rahatlatıyordu
ve İstanbul’un karmaşasında bana
kendimi güvende hissettiriyordu.
Kurumsal bir şirkette yoğun ve stresli bir
iş temposunda, satış bölümünde
çalışıyordum.
İşimi seviyordum ama fuar ve reklam
satışı benim ruhumu mutlu etmiyordu.
Kendimi geliştirecek, hem kendime hem
de başkalarına da faydalı olacak bir iş
yapmak hayalleri kurarken 2004 yılında
annem bana ortaklık teklif etti. Ben de
hiç durmadım ve bir sonraki ay
Ankara’da annemin yanındaydım! İlk
önce onun tüm derslerine girdim, felsefe
sohbetlerine katıldım. Yogayı kaynağında
yaşamak için birlikte defalarca
Hindistan’a gittik. Orada aşramlarda
kaldık, ellerimizle yogilerin hazırladığı
özel aşram yemeklerinden yedik, güneşin
saatleriyle uyanıp uyuduk, yogilerin
söylediği kutsal şarkılarla ruhumuza
dokunduk, konuşmadan anlaşmanın olası
olduğunu ve sessizliği deneyimledik,
temizliğin alışık olduğumuz su ve
sabunun çok daha ötesi olduğunu;
temizliğin ilk önce düşüncede başladığını
gördük, “talep etmek”le “dilemek”
arasında bir fark olduğunu ve daha
birçok şeyi öğrendik...
Batı dünyası bilgiyi bizim zihinlerimizin
kabul edeceği şekle kolayca soktuğundan
sonra Amerika ve Avrupa’da dünyaca
kabul görmüş, farklı tarzları temsil eden
kurumlardan da yoga eğitimleri aldım.
Geçtiğimiz sene Avrupa’da yaygın olan
Independent Yoga Network’e RYT
(registered yoga teacher) lisanslı yoga
eğitmeni olarak kabul edildim. Bu sene
de Asya ve Amerika’da yaygın olan Yoga
Alliance Kuruluşuna E-RYT (experienced
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
76
registered yoga teacher) deneyimli
lisanslı yoga eğitmeni kategorisinde
kabul edildim.
Yoga nedir?
Yoganın kelime anlamı “bir”leşmektir.
Başka bir çok felsefe akımında da
(advaita, tasavvuf gibi) bahsedilen
birleşmek kavramına önce “neyle
birleşmek?” diye başlayalım ve en bariz
enstrümanımız olan bedeni ele alalım.
Yoga duruşları sayesinde kişi önce kendi
bedeniyle tanışır, yakınlaşır, birleşir.
Gündelik ihtiyaçlar ve beklentilerin
ötesinde bedenin varlığını duyumsar,
saygı duyar, sever ve kendini bedeninden
başlayarak “olduğu gibi” kabullenmeye
başlar.
Sonra sıraya nefes gelir ve kişi kendi
nefesiyle birleşir. Yoganın getirdiği
sükunetle kişi zamanla nefesin varlığını
farkeder. Nefesini gözlemlemeye ve bu
yolla kendini biraz daha yakından
tanımaya başlar. Nefes kontrolü yoluyla
duyguları farketmeye başlar ve duygulara
ulaşabilmek için yine nefesi araç olarak
kullanma ihtimalini öğrenir. Hatta korku,
öfke gibi çok sık karşılaşılan ve hayat
kalitemizi düşüren duygu durumlarıyla
başedebilmek için nefesin bir yöntem
olduğunu öğrenir. Derken kişi, beden ve
nefesi birleştirmeye başlar. Bedeni, yoga
duruşlarını kullanarak farklı şekillere
sokarken nefesin yardımını almaya başlar
ve zamanla bu ikisinin mükemmel
uyumunu kullanarak zihne ulaşır…
Böylece zihni rahatlatmayı öğrenir.
Zamanla kişi beden, nefes, zihin gibi
katmanları hissetmeye başladıkça
kendisinin bunlardan ibaret olmadığını
farkeder. Çalışmalarında bunun ötesini
araştırmaya başlar. Yoga yoluyla artan
odaklanma ve konsantrasyon gücü
sayesinde günlük yaşamla ilişkisi değişir
ve yaptığı işin kalitesi artar. Zamanla
artan konsantrasyon gücü sayesinde
yaptığı işle bir olurken, bu birlik kavramı
kendisini ve işi de aşarak evrenle,
tanrıyla birleşmeye yöneltir. Bu duygu
kişiyi her an bütünün mükemmelliğini ve
tamlığını duyumsamak noktasına
sürükler.
Sadece hareketlerden mi ibaret?
Yoga bize bütün bir paket sunar. Yogayı
sutralar halinde bize sunan, 2500 yıl
kadar önce yaşadığı söylenen yoganın
ustası Patanjali bu paketi 8 farklı
başlıkta topluyor. Sadece bir tanesinde
yoga duruşlarını yani “asana”yı
görmekteyiz:
1. Yama – Kişinin yapmaması
gereken etik kurallar
Ahimsa
– Zararsızlık: Kendine ve
başkalarına zarar vermemek,
başkasının mutsuzluğu üzerine
mutluluk kurmamak, vejeteryan
beslenmenin temellerinden
feslefesi.
Satya – Gerçeklik: Tek
gerçeğe, değişmeyene yani
tanrıya sadık kalmak, yalan
söylememek. Mesela günlük
yaşamda kolayca
77
söyleyiverdiğimiz beyaz yalanlardan
uzaklaşmak.
Asteya – Çalmamak: Zaman, fikir, hak
çalmamak. Mesela kolayca
yapıverdiğimiz kitap-cd kopyalamamak.
Brahmacharya – Cinsellikte Ilımlılık:
Tek eşli olmak.
Aparigraha – Biriktirmemek: İşe
yaramayan eşyaları, duygu ve düşünceleri
biriktirmemek.
2.Niyama – Kişinin uyması
gereken etik kurallar
Sauca
– Temizlik: Bedenin, kullanılan
sözcüklerin, düşüncelerin ve duyguların
temizliği.
Santosa – Tatminkarlık: Başkalarına
imrenmemek, kıskanmamak, bütünün
mükemmelliğine yürekten inanmak.
Tapas – Özdisiplin: Kişinin spirituel
çalımasında ilerleyebilmek için
“feda”karlık etmesi, “vazgeçme”si.
Svadhyaya – Öz Üzerinde Çalışma:
Günlük olarak yapılan yoga çalışmaları,
kutsal metinlerin okunması, söylenmesi,
asana, pranayama ve meditasyon
çalışmaları.
Isvara Pranidhana –
Akışa Teslim Olmak:
Kişinin yaşamda
karşısına çıkanlara
direnmemesi,
elinden gelenin her
zaman en iyisini
yaparken yaşama
güvenmesi,
“ben”likten
“bir”liğe geçiş.
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
3.Asana – Yoga duruşları
4.Pranayama – Nefesi kullanarak
yapılan çalışmalar
5.Pratyahara – 5 duyunun
yanıltıcı etkisinden
bağımsızlaşmak
6.Dharana - Odaklanma
7.Dhyana - Meditasyon
8.Samadhi – “bir”leşme, sonsuz
huzur hali
Jimnastik hareketinden farkı var
mı?
Asanalar yani yoga duruşları jimnastik
hareketlerinden, pilatesten veya bilinen
diğer egzersiz programlarından farklıdır.
Bazı kaynaklarda yeryüzündeki insan
sayısı kadar asana olduğu söyleniyor.
Asanalar pozisyonun şekline bağlı olarak
ilgili endokrin sistemini uyararak, bağlı
olduğu bezlerin karşılığındaki, gözle
görülmeyen enerji merkezlerini yani
günümüzde çok duyulan çakraları uyarır,
arındırır, doğru çalışmasını sağlar.
Böylece asanalar hem iyileştirici hem de
hastalık önleyicidir.
Yoga insana bütüncül olarak baktığından
bedeni ve zihni bir olarak kabul eder.
Yani bedende olan her durumun zihinsel
ve zihinde olan her durumun da bedensel
düzeyde karşılığı vardır. Mesela
yüksek tansiyonu olan
birine
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
sadece tansiyon ilacı vermektense yoga
bunun zihinsel karşılığını araştırır ve bu
düzeyde kişiyi şifalandırmayı amaçlar.
Yani yüksek tansiyonun hayatı kontrol
etmek, dizginleri ele almak,
benmerkezcilik, vermekten çok almaya
odaklı yaşamak gibi zihinsel durumlar
nedeniyle oluştuğu bilgisiyle durumu
değerlendirir ve kişiye özel program
uygulanır. Onu rahatlatmak için gerekli
olan uygun asana, pranayama ve diet
programı ile birlikte kişiye zamanla
yaşama güvenme ihtimalini fark ettirmek
mümkün olur. Bu programla yavaş yavaş
sağlığı düzelmeye başlayan kişinin
kendisiyle ve çevresiyle olan ilişkisi de
değişir. Yaşama daha güvenli, hayatın
akışına daha uyumlu, dirençsiz ve
huzurlu bir insana dönüşür. Yani
hastalığın sendromlarını baskılamak
yerine, hastalığa neden olan esas
sebepleri ortadan kaldırır. Böylece
zamanla kişinin aldığı ilaçların dozu
azalır ve ilaca gerek bile kalmaz.
Dharma Mittra ismindeki büyük bir yogi
ve yoga hocası daha geçen hafta gittiğim
çalışmada, “yoga yapan bir kişi doktora
sadece kaza durumlarında gider”
demişti.
Asanaların esas amacı
kişiyi son noktaya yani
özgürlüğe ulaştırabilmek
için meditasyon
pozisyonunda uzun
sure oturabilecek
kadar esnek ve
78
dayanıklı bir bedene kavuşturmaktır. Her
asananın kendi iç dinamiği vardır ve
nefesle her zaman doğru bir uyum içinde
yapılır. Ayrıca tüm sinir sistemi omugada
yer aldığından asanalarda öne, arkaya,
sağa, sola doğru bükülerek omurgaya ve
uzuvlara esneklik ve güç kazandırılır. Bu
sayede kişi her anlamda güçlenir ve
meditasyonunda artık rahatsızlık ve acı
duymadan uzun süre huzurla oturabilir.
Kişinin bedeni esnek değilse de
yoga yapabilir mi?
Kesinlikle herkes yoga yapabilir!
Hocaların hocası Krishnamacharya
“nefes alabilen herkes yoga yapabilir”
demiş. Sonradan onun öğrencisi Sri K.
Pattabhi Jois “herkes yoga yapabilir,
tembeller hariç” diye değiştirmiş.
Asanaların esneklikle alakası hem var
hem yok. Asanaları yapabilmek için
kesinlikle esnek bir zihin gerekiyor. Katı,
kalıplaşmış zihinlerin getirdiği engeller,
sınırlamalar kalktıkça beden de zamanla
esnemeye başlıyor. Yani asanalar bize
kendiliğinden bunu öğretiyor.
Katı, kapalı bedenlerin genelde
değişikliklere uyum sağlamakta
zorlanan kişiler olduğu ve aşırı esnek
bedenlerin de kendilerine sınır
koymakta zorlanan kişiler olduğu
bilgisiyle, yogayolunda her birey
kendi iç mücadelesini verir. Bu
durumda aslında aşırı esnek olmak
aranan birşey değildir.
Yogada her zaman denge aranır.
Asanalar kişiye esneklik, güç ve denge
kazandırır.
Çeşitleri nelerdir?
Günümüzde çok fazla yoga ismi duymaya
başladık. Hatta klasik tarzlara ek olarak
şimdi kişiler kendi tarzlarını geliştirip bu
tarzlara isim vermeye başladılar.
Hepsinin son noktası aynı olduğundan
hangisini seçeceğimizin aslında çok da
önemi yok. Hatta asanalarla ilgili
söylendiği gibi yoga çeşitleriyle ilgili de
“yeryüzüzünde ne kadar insan varsa o
kadar yoga çeşidi vardır” deniyor. Örnek
vermek için mesela adanma, çalışma ve
meditasyonla gelen bilgi yogası (Gnana
Yoga), daha önce sözünü ettiğim 8
basamaklı yoga (Aştanga Yoga), kendini
karşılıksız hizmet etmeye adama yogası
(Karma Yoga), her yaptığını tanrıya
aşkla adama ve herşeyde tanrıyı görme
yogası (Bhakti Yoga)
Başlanmasının uygun olduğu bir
yaş var mıdır?
Yogaya her yaşta başlanabilir. Tabii ki
tüm bu bilgileri bilip yaşadıkça keşke
hepimiz daha erken yogaya başlamış
olsaydık diyoruz. Ama hiç bir zaman geç
değil. Annemin dediği gibi “haftada bir
kez yoga dersine gitmek hiç gitmemekten
iyidir, haftada iki kez gitmek bir kere
gitmekten iyidir, haftada üç kez gitmek
çok iyidir ama en iyisi her gün
çalışmaktır.”
Keşke anne babalar yogayı kendi
yaşamlarına katsalar ve sonra zamanla
benim annemin bana verdiği en değerli
armağan gibi çocuklarına bunu
geçirseler. Bize derse gelen birçok anne
ve hatta babanın çocukları da zamanla
derslerimize gelmeye başlyordu. Tabii ki
gençlere verdiğimiz dersle, anne
babalarına verdiğimiz ders aynı
olmuyordu.
Gençlere onların daha çok sevecekleri,
daha dinamik dersler verirken, anne
babalarına da ihtiyaç duydukları
gevşeme, güçlenme ve esneme ile ilgili
dersler veriyorduk. Bir keresinde bize
gelen bir anne sonradan kızını da getirdi
ve kızı yogaya aşık oldu. Biraz içine
kapalı bir gençti. Omurgasının
güçlenmesi ve göğüs kafesinin de
açılmasıyla, o da zamanla açıldı ve
rahatladı. O zamanlar hatırlıyorum
annem annesine “kızın için verdiğin en
güzel hediye bu” demişti.
Özel bir beslenme yapmak
gerekiyor mu?
Hem evet hem hayır. Yoga zamanla kişiye
her şeyi kendiliğinden öğretiyor. İlk yoga
dersine gittiğim hocam bize “ne yersen
osun” demişti. O zamanlar ne demek
istediğini anlayamamıştım, hatta içimden
gülmüştüm ama şimdi çok iyi
hissediyorum.
Kişi kendisine yaklaştıkça yediklerinin de
en ince etkisine kadar duyumsamaya
başlıyor. Amaç özgürleşmek, mutluluk,
barış olduğuna göre kendisini daha
yükseğe taşıyacak, daha çok yaşam
enerjisi taşıyan yiyecekler yemeyi
79
kendiliğinden
tercih ediyor. Bu zorlamayla, yasaklarla
değil ama zamanla kendiliğinden
oluşuyor.
Yogada 3 çeşit guna yani nitelik vardır:
Sattva, rajas, ve tamas. Yiyecekleri de
bu 3 niteliğe göre ayırırız. Sattvik olan
yani saf olan yiyeceklerdir. En değerli
enerji kaynağı olan güneşten en çok
nasibini almış yiyeceklerdir. Rajasik
olanlar keskin veya acı olan, kişiyi
hareketlendiren yiyeceklerdir. Tamasik
olanlar da beklemiş, ağır yiyeceklerdir.
Kişiyi tembelleştirir ve ağırlaştırır.
Amacımız zamanla tamasik bir zihin
yapısından, rajasik bir yapıya ve rajasik
bir yapıdan da satvik bir yapıya yönelmek
olduğuna göre satvik yani saf olan
yiyecekleri tercih ederiz. Böylece
kendimizi her zaman hafif ve rahat
hissederiz. Bedene de ağırlaşmış olan
yiyeceklerin toksik etkisinden kurtulmak
için lüzumsuz çaba harcatmayız.
Yoga kendiliğinden çalışır. İnansak da
inanmasak da, sorgulasak da
sorgulamasak da... Sri K. Pattabhi
Jois’ın dediği gibi “çalış ve gerisi gelir”
(“practice and all is coming”) Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ ün Biyografisi
Doç. Dr. Cevat Dinçtürk’ü
hastanemizde düzenlenen
cenaze töreni ile uğurladık
1958 -1991 yılları arasında Ankara
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde
çalışan duayen hocalardan Doç. Dr. Cevat
Dinçtürk’ü geçirdiği rahatsızlık sonucu vefat
etti.
Ankara Numune Hastanesi’den 1973 -1991
yılları arasında 2.Cerrahi Kliniği Şefliği
yapmış olan Dinçtürk, kanser cerrahisi
konusunda alanında et yetkin kişiler
arasında idi. Dinçtürk, hastanenin
Başhekimlik binasında yapılan cenaze töreni
ile eski mesai arkadaşları, ailesi, öğrencileri
ve Numuneliler tarafından son yolculuğuna
uğurlandı.
Cenaze töreninde yapılan konuşmalarda Doç.
Dr. Cevat Dinçtürk’ün mesleki başarıları ve
insani yönleri vurgulandı. Yapılan
konuşmalarda öğrencisi ve kendinden
sonraki 2. Cerrahi Kliniği Klinik Şefi Op. Dr.
Ömer Cengiz, Dinçtürk’ün bilime bakış
açısını anlattı. Daha sonra yine öğrencisi ve
3. Cerrahi Kliniği Klinik Şefi Doç. Dr. Faruk
Coşkun, Dinçtürk’ün hayat felsefesini
örneklerle anlattı.
Hastane Başhekimi Doç. Dr. Nurullah
Zengin ise konuşmasında Dinçtürk’ün hem
Türk tıbbı, hem de Numune Hastanesi için
çok önemli bir değer olduğunu ve yetiştirdiği
öğrenciler ve yayınladığı kitaplarla bunu
Numune Sağlık Dergisi OCAK 2011
fazlasıyla hissettiğimizi vurguladı. Başhekim
Zengin şöyle dedi: “Cevat hocamızın kanser
cerrahisi üzerine on yıllarca önce yazdığı
kitaplardaki bilgiler hala güncelliğini
koruyabilmektedir. Böyle bir bilim adamının
hastanemizden yetişmesine ve burada görev
yapmış olmasından dolayı gurur duyuyoruz.
Böyle bir değeri ülkemize kazandıran bir
kurumda çalışıyor olmak hepimiz için ayrıcı
bir onur kaynağıdır.”
Son olarak merhum Dinçtürk’ün kızı ve
meslektaşı olan Prof. Dr. Ayşe Dinçtürk
yaptığı konuşmasında, babasının yıllarca
görev yaptığı Numune Hastanesi’nde babası
için bu törenin yapılmasının öneminin kendisi
için çok büyük olduğunu belirterek şöyle
dedi: “Babam bu hastanede yetiştirdiği
öğrencileri ailesi gibi görürdü, bizlere
gösterdiği özeni onlara da gösterirdi. Aile
olarak babamın arkadaşlarının,
öğrencilerinin, mesai arkadaşlarının, hastane
yönetiminin bu törende babamızı son
yolculuğuna uğurlamasından dolayı herkese
müteşekkirim.”
Cenaze töreni sonrasında Numunelerin
omzunda cenaze arabasına kadar taşınan
merhum Doç. Dr. Cevat Dinçtürk memleketi
Bolu’ya uğurlandı. Dinçtürk’ün naşı Bolu
Dadıç’ta bulunan aile kabristanında toprağa
verildi.
80
Cevat Dinçtürk,12.09.1926’da Bolu’da doğdu.
Bolu Ortaokulu ve Bursa Erkek Lisesi’ni bitirdikten
sonra 26.06.1950’de İstanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden mezun oldu. Hozat ve Urfa’da askerlik
görevini ifa ettikten sonra, mecburi hizmetle, Bingöl
ve Akdağmadeni Hükümet Tabibliği görevlerini yaptı.
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1.Cerrahi
Kliniği’nde ve Ankara Numune Hastanesi 2. Cerrahi
Klinikleri’ndeki asistanlıklarından sonra, Eylül
1958’de Genel Cerrah ve aynı tarihte (uzman)
Başasistan oldu. Aynı kliniğe 1962’de Şef Muavini ve
22.03.1973’de, Kanser Cerrahisi’nde Spesialize
Klinik Şefliği’ne tayin edildi ve Kanser Cerrahisi
Kliniği’ni kurdu.
Nisan-Mayıs-Haziran 1964’de Kıbrıs-Lefkoşe
Kızılay Hastanesi Cerrahi Servisi Şefi olarak görev
yaptı.
1965 ve 1966 yıllarında, Paris Tıp Fakültesi
Kanser Cerrahisi Kliniği’nde Kanser Cerrahisi İhtisası
yaptı ve 08.12.1966’da, Paris Tıp Fakültesi’nden
Kanser Cerrahisi İhtisas Diploması aldı.
Nisan-Mayıs 1970’de Londra’da The Royal
Marsden Hospital’de; Mayıs 1978’de Bruxelles
Jules-Bordet Kanser Enstitüsünde; Eylül 1980 ‘de
Bern Üniversitesi Tıp Fakültesi Seinologie bölümünde
çalıştı.
20.11.1972’de Hacettepe Tıp Fakültesi’nden
Genel Cerrahi Doçenti oldu.
23.11.1984’de Onkolojik Cerrahi Uzmanlık
Belgesi aldı.
Sağlık Bakanlığı’nın Kanser Konseyi’nde,
konseyin faal üyesi olarak çalıştı.
Hocamızın yayınmış beş tıp kitabı, 35’i Onkoloji
konusunda olmak üzere 100 dolayında bilimsel
makalesi bulunmaktadır.
Doç. Dr. Cevat Dinçtürk hoca birçok uzman
yetiştirdikten sonra 1991’de yaş haddinden emekli
olmuştur.
14 Aralık 2010 tarihinde vefat etti.
Evli ve iki çocuk babasıydı.

Benzer belgeler