SÖZCÜKLER 3

Transkript

SÖZCÜKLER 3
1
2
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
TEMMUZ - A⁄USTOS 2007
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
[email protected];
www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Cevat Çapan, 7; Kemal Özer, 8-9; Baflaran, 10-12; Süreyya Berfe, 30;
Komet, 50-51; Salih Ecer, 52-53; Roni Margulies, 62; Mehmet Yafl›n, 63;
Ferruh Tunç, 64; Mete Özel, 65; Elitis, 94-99; Ali Asker Barut, 107;
Zeynep Uzunbay, 108-109; Onur Caymaz, 110-111; Yehuda Amihay, 112.
ÖYKÜ
PASAPORT MEMURU
EREN KAPTAN
DÜfi MÜ GERÇEK M‹?
K‹RAZ AfiILI ARNAVUT RÜSTEM
AV
BEN‹ S‹ZLER AYARTTINIZ
ETKE GRUBU
13
31
66
68
84
86
100
Demir Özlü
Cemil Kavukçu
Ferzan Gürel
Celal Özcan
O¤uzhan Akay
Neslihan Gürel
Fadime Uslu
C‹NSELL‹K VE YAZINSALLIK
SAINT-EX
FETH‹ NAC‹ 80 YAfiINDA
fi‹‹R ‹LE fi‹‹RCE
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
S‹VAS AYAKTA
KADIN SÖYLEM‹
ÇEV‹RMEN‹N TERAZ‹LER‹
YEN‹ TÜRK‹YE’DEN B‹R fiA‹R
PAKET‹N‹Z VAR
YAZARLAR VE EVLER
DENEY‹M
ELEfiT‹R‹LMEK, ELEfiT‹RMEK
NÂZIM H‹KMET’‹ ÇEV‹RMEK
TAR‹HTE B‹R GÜN
15
22
36
38
41
46
54
60
73
113
120
125
132
137
141
Emin Özdemir
U¤ur Kökden
Server Tanilli
Eray Canberk
Alova
Mehmet Y›ld›r›m
Alev Bulut
Valéry Larbaud
Nermin Muvaffak
Nihat Ziyalan
Gürhan Tümer
Mehmet Serdar
Besim Dalgݍ
Gültekin Emre
Aliflan Çapan
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
Bask› ve Cilt: Yaz›n Bas›n Yay›n Matbaac›l›k Turizm Ltd. fiti.
Çiftehavuzlar mah. Prestij ‹fl Merkezi 27/806 Zeytinburnu-‹stanbul. Tel.: 0212 5650122
Yay›n Türü: Yerel Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent Çarfl› fiubesi 60469735 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin
gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir.
Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
Temmuz ay›, onlarca ayd›n insan›n yak›larak yokedildi¤i Sivas Topluk›r›m›yla an›l›yor nicedir. Üzerinden 14 y›l geçmesine karfl›n edebiyat›m›z›n kay›plar›, As›m Bezirci’nin, Metin Alt›ok’un, Behçet Aysan’›n
ac›lar› azalmad›, artt›.
Bu say›m›zda Sivas olaylar›na içerden bir gözle bakan Mehmet Y›ld›r›m’›n yaz›s›, konuya tarihsel, güncel siyasal ve toplumsal pencerelerden yaklafl›mlar getirmesiyle ilgi çekiyor.
Kemal Özer’in Behçet Aysan’› anlatan fliiri de Sivas duyarl›¤›n›n
edebiyat›m›zda yeni bir yans›mas›.
Kültür tarihimizin önemli kifliliklerinden biri olan Nermin
Menemencio¤lu’nun, (1910-1994) Nâz›m Hikmet’i, 1932’de ABD’de
yay›mlanan The Bookman dergisinde tan›tan yaz›s›n›n, önemli bir tarihsel belge olmas›n›n yan›nda, dönemin ‹stanbul’undan getirdi¤i çizgiler
ve yay›n dünyas›n› betimleyen renkli anlat›m›yla da ilgi çekece¤ini
düflünüyoruz.
Yazar›n Nermin Muvaffak ad›n› kullanmas› da dönemin güçlüklerinin göstergelerinden biri.
Edebiyat›n farkl› türlerinde, her kuflaktan nitelikli ürünleri bir
arada okurlara sunmay› amaçlayan Sözcükler ’in bu say›s›nda da çok
say›da usta ve genç yazar›m›z›n ürünlerini bir arada bulacaks›n›z. Demir
Özlü’den Cemil Kavukçu’ya ustalar›n yan› s›ra Neslihan Gürel ve Fadime
Uslu gibi en genç kufla¤›n temsilcilerinin ürünlerinin de ayn› ilgiyi
uyand›raca¤›na inan›yoruz.
Ça¤dafl elefltirimizin önde gelen isimlerinden Fethi Naci’nin 80.
yafl›n› Server Tanilli ve Besim Dalg›ç’›n yaz›lar›yla kutluyoruz.
Dergimizin son sayfas›nda fi›rnak’ta bakkall›k yapan, okuma ve yazmas› olmayan Mecit Ötün’ün yaklafl›k bin sayfa kal›nl›¤›ndaki ‘bakkal
defteri’nden birkaç sayfa ile bir mektubunu bulacaks›n›z. Neredeyse
kendine özgü bir alfabe ve yaz› gelifltererek ‘ticari’ hayat›n› sürdürebilen
bu insan›m›z›n trajikomik yaz› serüvenine flaflmamak elde de¤il!
Bu say›m›z›n desenleri, ça¤dafl resim sanat›m›z›n önde gelen ressamlar›ndan Yavuz Tanyeli’nin.
‹yi okumalar.
5
Cevat Çapan
UNUTMAM ADLARINI
Cimin. Cencige. Y›llar önce
dolana dolana düz ovada
ve inerek da¤lar›n gazel yollar›ndan
bu¤ulu üzümleriyle bulufltu¤umuz ba¤lar.
O ça¤layan›n gökkufla¤›ndan
bir ›lg›mda bakm›flt›m sana
Araya giren ve kökünden sökercesine
beni oralardan uzaklara savuran
rüzgârl› yolculuklar.
Gün bat›yor flimdi bu ›ss›z k›y›da.
Ufukta belli belirsiz duman›
uzaklaflan bir geminin.
Kula¤›mda bir türkü, askere giderken
dinledi¤im.
kurumufl bir dere yata¤›nda.
Dün gece, o kalabal›k kentte,
gökdelenler aras›ndan ›fl›yan o bildik
y›ld›zlar
bir baflka yaln›zl›k içinde susuyorlard›
Dönersen, asman›n alt›na serdi¤imiz
o rengi soluk yayg›y› getirmeyi unutma..
7
Kemal Özer
YANGIN fi‹‹RLER‹
BEHÇET
Evet
seni ölüme yak›flt›rmak zor Behçet
s›rada beklerken
yüzünü
paylaflt›ran
bunca an›
onlar› bir bir geçip de
ilk s›raya
yerlefltirmek
ölümünü
seni bulamamak, seni ça¤›ramamak
kulaklarda u¤uldarken
sesini
dolaflt›ran
bunca an›
parmak uçlar›n› an›msarken
sayr›l› al›nlarda
yoklad›¤›n
bunca s›cakl›k
seninle birlikte olamamak Behçet
Evet
sokaklar›n› senin kadar tan›y›p
inememek zor
Balat’tan
Haliç’e
8
senin kadar sevip de insanlar›n›
‹zmit’e
s›ms›k›
sar›lamamak
bir Yunan ezgisinin ard›nca
aç›l›p gidememek zor
›fl›¤›n› tafl›yarak
bir deniz fenerinin
dudaklarda k›p›rdarken hâlâ
dizelerini
ezberinde tutan
bunca fliir
Evet
yüzüne bakamamak zor
senden kalan
bunca inceli¤in
dürüstlü¤ün
yak›nl›¤›n
her zaman omuz omuzayd›n biriyle
biriyle iç içeydin
biriyle soluk solu¤a
üçü de senin ad›nla an›l›rd› her zaman
Evet
seni kucaklayamamak zor
senin sesinden
geçirip
kendi sesini
seni kucaklayamamak bir fliirle
senin sözcüklerinden
devflirip
kendi söyledi¤ini
yoklu¤unu yolundan döndürememek Behçet
9
Baflaran
SA⁄ALTIMYURDUNUN T‹YATROSU IV
GÜLÜMSÜYOR GALENOS
Çöküp, duvara vermifl s›rt›n›
K›v›rc›k saçlar koca sakal
Sanki yere inmifl
Yorgun Zeus
Önünde akflam›n k›z›l flarab›
Sa¤alt›myurdunda gözleri
K›r›fl k›r›fl aln›
Bak›yor bak›yor sayr›lara
“Galen” diyor kendine
Günboyu flifal› ot, kutsal su, yak›
Kap›s› gö¤e aral›k tap›nak
Sonra müzik dua düfl uyku
Sonu...
Gö¤e kar›fl›yor aln›n›n çizgileri
Bak›fllar›yla
Okfluyor sayr›lar›
‹flte hep içini çeken
Üzgün Trakyal›
Umutsuz bir aflk m›
Bir düfl mü eriflilmez
Yumru¤u bö¤ründe gene
Karyal› çiftçinin
Nas›l bir sanc› ki bu
Tap›naktaki s›cak suyun
Yok yarar›
Gölgesinden korkuyor
Kaç›yor günefllerden
Hep böyle mi yaflayacak
Ölümü görmüfl Troyal›
10
Birden çoban y›ld›z›
Gö¤ün derinlerinde
Gizemli bir göz
Bin y›l öncekilerden
Bir s›cak ileti sanki
Zeus mu Afrodit mi Hera m›
Bir iflaret bekliyor kuliste koro
Bafllad› bafllayacak
Büyülü oyunu evrenin
Soluklar›n› tutmufl izleyiciler
SUNU
Sayr›lar iflte karfl›n›zda kendiniz
Öfkeleriniz tutkular›n›z özlemleriniz
Zehirli bir çiçek gibi kokan
Karanl›¤›n›z
Varsay›n evlerinizdesiniz
Kap›n›z›n önünde
Gökyüzünün ba¤bozumu
Sofokles Epilos Öripides
Be¤enmiyor tanr›lar›n oyunlar›n›
Çözmeye çal›fl›yor
Ustaca kurgularla
Yaflam›n dü¤ümlerini
Topra¤›n teknesinde
Bir s›cak somun
Bir orman oluyor bir ›rmak
Derken kaç›n›lmaz sona do¤ru
Herkes kendi rolünde
Yüzleri yeryüzü
I-››h diyor kocalar›na
Savafl karfl›t› kad›nlar
Dönüp duruyor havada
Aristofanes’in kufllar›
Bir ç›k›fl ar›yor kendine
El yordamiyle Kör Oidipus
Saçlar›n› yoluyor anas›
11
Uzakta solgun Tebai Ac›l› ‹fegenya
Aflk k›rg›n› Julyet güzel Helena
Gözyafl› ölüm karanl›k
Kurumufl kökleri çiçeklerin
Yitmifl derinlerde ölümsüzlük otu
demir kap›s›nda Hadesin
“To be or not to be” diyor Hamlet
Kayan bir y›ld›z Ofelya
Dünya koca bir tiyatro iflte
Yaflam giz dü¤ümü oyun
K›rm›z› ipi üstünde sözcüklerin
Hüner gösteriyor büyük oyuncu
Geçerken içinizden zaman ›rma¤›
Olmak istedi¤iniz yerlere uzand›n›z
Kopunca ip düfltünüz siz de
Ac›lar gözyafllar› kan sevinç
Dal›n flimdi denizine düfllerin
Dokunsun yitiklerinize elleriniz
Sayr›lar oynad›m oyunumu yorgunum
Kendi yaras›n› saramayan hekim
Koyay›m gecenin dizine bafl›m›
fiurac›kta alacalans›n benim de içim
12
PASAPORT MEMURU
Demir Özlü
Yaflam›m›n bütün dönemlerinde beni durduran bir yetkili karfl›ma
ç›kmad› dersem, yalan söylemifl olurum. Y›llar geçer, ben art›k bir yetkiliyle karfl›laflmayaca¤›m› sanmaya bafllad›¤›mda, daha do¤ru bir anlat›mla bu dehflet verici yetkilileri bütün bütüne unutunca,onlardan biri, gene
beklemedigim bir anda ç›k›yor karfl›ma. ‹flte gene karfl›mda o: bu defa bir
pasaport memuru olarak.
Esyalar›m› güçlükle acele toplam›fl, pek de yabanc› ülke say›lmayacak olan bu eyaletten ç›kmak için, küçük bir gemiye binece¤im limana
gitmifltim. Yolculuklar›mda hep böyle oluyor: hiç hofluma gitmeyen, dahas› kendimi cezaland›rmam gerekti¤i gibi can›ma ac›mayan düflünceleri zihnime dolduran acelecilikten beni kurtaracak olan deniz yolculu¤una ç›kmak üzere iken... gene, iskeleye aç›lan kap›n›n yan›ndaki son aflamada karfl›mdayd› o: pasaport memuru. Küçük bir masay› and›ran tezgâh›n›n ard›ndaki camlardan deniz ile karfl› k›y› görünüyordu. Yüzünde
hiçbir duygu belirtisi yoktu ama ö¤leden önceki bu güzel vakitte yapacagim iç aç›c› deniz yolculu¤unu k›skanaca¤› belliydi.
El çantam› tezgâh›n üzerine koydum.
“‹stedi¤iniz gibi bak›n” dedim.
“Pasaport, önemli olan pasaport” dedi.
El çantam›n kar›fl›k, önemsiz eflyalar› aras›ndan pasaportumu bulup
ç›kard›m. Güzel aç›k mavi renkli, dünyan›n her yerinde geçerli¤i olan bir
pasaporttu bu. Güvenle uzatt›m. Pasaport memuru onu incelemeden:
“Eksik evraklar›n›z var” dedi. Sonra t›n›s›z bir sesle ekledi:
“‹lgili memurlardan al›nm›fl burada kal›fl damgan›z da yok.”
Sanki bu yolculu¤umun yasa-d›fl› oldu¤unu söylemek ister gibiydi.
Yüzünde hiçbir düflünce ya da duygu izi yoktu. Deneylerimle biliyordum: bu tip memurlar› yan yollardan etkilemek de olas› degildir. Yukardan gelen emirleri de dinlemeyip savsaklaman›n bütün yollar›n› bilir
bunlar. Dinler görünüp de yerine getirmemekte büyük ustal›klar› vard›r.
Deneyleri ac›mas›z olmak, ifli yokufla sürmek alan›nda s›n›rs›zd›r. Çaresiz:
“Onlar› tamamlayay›m” dedim. Kendisine sert ç›k›p k›flk›rt›rsam bu
kap›dan ç›kmamam için elinden geleni ard›na koymayaca¤› kuflkusuzdu.
Belki de sonunda baflar›l› olan o olurdu. Bilirim bunlar›... Ne yumuflak davranmak, ne de sertlik etkiler onlar›. En do¤rusu, onun herkese
13
karfl› davran›fllar›n› do¤ru buldu¤unuza inand›rarak, do¤al, konunun
üzerinde durmayan, duygusuz, tarafs›z bir tutum tak›nmakt›.
Hep böyle oluyor: yaflam›mda da, düfllerimde de. Bu yolculuklarda
de¤ifltirdi¤im otellerde kimi eflyalar›m› unuttu¤umu san›yorum, gidifl
vakti gelince h›zla elimin eriflti¤i – ama yolculuk s›ras›nda ço¤alm›fl olan
– eflyalar› çantama dolduruyorum. ‹lk kald›¤›m otele oda kiras› bedellerini ödememifl oldu¤umu sand›¤›m da oluyor. Yolculu¤un u¤ra¤› çoksa, cebimdeki paran›n bu tren ile gemi aktarmalar›na yetmeyece¤i kayg›s›na
kap›l›yorum. Biletleri önceden alm›fl olsam da. (Oysa o ilk kald›¤›m otel
de beni çok iyi tan›yor, bin y›ll›k dostum onlar). Ama iflte bu defa bu kayg›lardan uza¤›m. Yaln›zca pasaport memurunun bu demokratikleflme, s›n›rlar›n kalkmas› ya da alçalmas› ça¤›ndaki kaprisini aflmak zorunday›m.
Küçük flehirde, beni geçirmeye tâ iskeleye kadar gelmifl dostumla,
belediye de içinde olmak üzere birçok yere girdik ç›kt›k. Oysa Danimarka’n›n kuzey ucundaki kücük Helsingör kentiyle ‹sveç’in güney ucundaki Helsinborg aras› kadar karfl› k›y›. Karfl›laflt›rma yaparsak Befliktafl’la
Beykoz, hatta Kanl›ca kadar bir deniz yolculu¤u yapaca¤›m. Benim de
defalarca yapt›¤›m bir yolculuk. Tersine, buraya gelirken – özellikle akflam›n yaklaflt›¤› saatlerde – gemi çok dolu olursa, pantolon paçalar›m›n
›slanaca¤›na da ald›rmadan, alt güvertenin parmakl›klar›na tutunarak yap›yordum bu yolculu¤u, iskeleye gelir gelmez de herkesten önce atl›yordum.
Ö¤leden sonra saat dörde do¤ru belgelerimizi fazlas›yla tamamlam›fl
olarak (diyece¤im, gerekmeyecek yerlerden de k⤛tlar alarak) dostumla
yeniden geldik iskeleye. Pasaport memuru ifli b›rakmam›flt›. Ö¤leden önce beni hiç görmemifl gibi davrand›.
“Pasaportunuz?” dedi gene.
Ona kayg›lari›mdan sözetmeyecektim. Pasaport d›fl›nda bu yolculukla ilgili olan belgeleri de fazlas›yla tamamlam›fl oldu¤umu da anlatm›yacakt›m. Gizli garezi karfl›s›nda patlamaya ya da sesimi yükseltmeye haz›r bir tav›r da tak›nacak de¤ildim. Kiflili¤imi belirsiz k›lacak, fakat karfl›s›nda ne denli tarafs›z bir durufl biçimi seçsem de, kendimi ezilmifl ya
da ezilebilecek biri gibi de göstermeyecektim.
Bakal›m pasaportuma bir damga basarak gemiye binmeme izin verecek miydi? Yoksa bu düzenli, tertemiz belgeleri iyice gözden geçirecek,
içinde küçük bir anlafl›l›r-anlafl›lmaz yanl›fl m› bulacakt›.
14
C‹NSELL‹K VE YAZINSALLIK
Emin Özdemir
Okuman›n, ça¤r›fl›msal bir edim oldu¤unu düflünmüflümdür hep.
Okudu¤um bir yaz› ya da onun bir tümcesi ço¤u kez baflka bir yaz›ya,
baflka bir tümceye gönderir beni. Daha do¤rusu bir tür yolculu¤a ç›kar›r.. Dün de öyle oldu. Ataç’›n “Sanat ile Ahlak” adl› denemesini okuyordum. Dal›p gitmiflim flu sorulara:
(…) Sanat eserlerini ahlak ad›na kovuflturan savc›lar, ahlak deyince
ne anl›yorlar? H›rs›zlar›, katilleri anlatan bunca romanlar, kitaplar var,
onlar› kovuflturduklar›n› duymuyoruz. Yaln›z flu aç›k saç›k denilen, kad›nla erkek ilintilerini inceleyen, anlatan romanlara tak›l›yorlar. Bir ülkede öyle kitaplar yaz›lmaz, ç›plak kad›n resimleri bas›lmazsa ahlak korunmufl demek midir?
Sorular›n aras›nda bir tümce beliriyor, “Sanat, ahlak›n üstünde de¤ildir, ahlak önde gelir.” diyen. Bir yana b›rak›yor Ataç’›n sorular›n›, bu
tümcenin ard›na düflüyorum. Kimindi bu tümce? Nerede, ne zaman söylenmiflti? Belle¤imi yokluyorum, hiçbir yan›t bulam›yorum.
Belle¤imizin tutuldu¤u anlar olur mu? Olur! Yine de belle¤imin katmanlar›nda yan›t›n› arad›¤›m sorularla dolafl›p duruyorum. Yaz› ve kitap
adlar› geçiyor gözlerimin önünden. Birden, belle¤imdeki tutulma çözülmüflçesine, an›ms›yorum o sözün sahibini: Anthony Comstock. Bu ada,
Alberto Manguel’in Okuman›n Tarihi adl› kitab›n›n “Okuma Yasa¤›” bölümünde rastlam›flt›m. O sözüne flunlar› da ekliyordu: “Toplumsal ahlak›n iki numaral› koruyucusu hukuktur. Sanat ile hukuk, yaln›zca yap›t›n
e¤ilimi baya¤›, müstehcen ve ahlakd›fl› ise karfl› karfl›ya gelirler.”
Alberto Manguel, Comstock’un toplumsal ahlak› koruma ad›na insanlara, kitaplara nas›l ac›mas›zca k›yd›¤›n› gösteren örnekler de veriyor.
En az on befl kiflinin intihar›na neden olmufl Comstock; ölümünden iki
y›l önce onun bir gazeteciye söyledi¤i flu sözleri okurken tüylerim diken
diken oluyor: “Burada bulundu¤um k›rk bir yol boyunca, her biri altm›fl
kifli alan hepsi dolu altm›fl iki vagonluk bir yolcu trenini doldurtacak kadar adam tutuklatt›m. 160 ton müstehcen yap›t yok ettim.”
Sözcüklerin iyisi, kötüsü, çirkini, güzeli olmaz, derler. Do¤rudur da.
Ne ki “müstehcen” sözcü¤ünün itici bir izlenimi vard›r bende. Sözcük,
Örnekli ve Aç›klamal› Edebiyat Bilgileri Sözlü¤ü’nü haz›rlad›¤›m günle15
re götürüyor beni.. Ne çok zorlanm›flt›m bu kavram› tan›msal bir çerçeveye oturtmak için. ‹lkin gündelik dildeki karfl›l›¤›n›, “aç›k saç›k”› benimsemifl, sonra da flöyle bir tan›ma ba¤lam›flt›m onu: Aç›k saç›k, söylenmesi gelenek ve göreneklere uygun olmayan, cinsel duygular› devindirecek biçimde çok kaba betimlemelere ve aç›klamalara yer veren, böylece
okuyan›n, dinleyenin ya da izleyenin utanma duygusunu yaralayan niteli¤e denir.
O gün için bu genel tan›m› somutlayacak bir örnek verememifltim.
Buldu¤um örnekler yeterince kuflat›c› gelmemiflti bana. Ancak sonralar› aç›k saç›kl›kla nitelendirilen anlat›m biçimleri üzerinde elefltirel bir
yaklafl›mla durmaya bafllad›m. Hemen söyleyeyim ki kesinlemelere, genellemeler izin vermeyen, de¤iflken bir kavramd›r aç›k saç›kl›k. Dönemden
döneme, toplumdan topluma anlam yükü, alg›lan›fl biçimi de¤iflen bir kavram. De¤iflken bir özellik tafl›mas›na karfl›n sorabiliriz yine de: Aç›k saç›kl›¤›n s›n›r›, nerede bafll›yor, nerede bitiyor? Biraz açay›m bu soruyu.
Hangi sözcü¤ü kullan›rsak kullanal›m, ad›na ister kösnüllük, ister
cinsellik ya da cinsel içgüdü diyelim bunun, yaz›nsal ürünlerde yans›t›m›
genellikle iki biçimde olagelmifltir. Kimi yap›t ve yarat›larda ç›plak, örtmecesiz bir nitelik tafl›yor yans›t›m. Amaç, büyük ölçüde, okurlar›n cinsel isteklerini kamç›lama, onlarda tensel ve cinsel açl›k duygusunu uyand›rmad›r. Amaç böyle olunca sözcükleri seçme, istiflendirme de bu do¤rultuda oluyor. Anlat›m örüntüsü, güzelduyusal bir tat vermekten çok,
kösnüllü¤ü atefllendirici nitelikler içeriyor. Görsel, ilkel, kaba bir söz dokusu üzerine temelleniyor. Daha do¤rusu sergileyici, edimsel betimleme
bu tür yans›t›mlarda a¤›r bas›yor Bir küçük al›nt›yla örneklendireyim bunu. Al›nt›, masallar›n›n birço¤unda bu türden yans›t›mlara yer verilen,
halklar›n dilinden süzüle süzüle gelmifl Binbir Gece Masallar›’n›n ilk cildinden:
Bedreddin, uçkur çözüp tüm bedenini kendisi için haz›rlam›fl olan
Sittü’l-Hüsn’ün üzerine at›lm›fl ve gömüflmüfl. K›z›n aç›k kalçalar›n›n
aras›na diz çöküp Sittü’l-Hüsn’ün bacaklar›n› ay›rm›fl. Sonra da sald›r›ya
haz›r vaziyette bulunan koçbafll› sald›r› gerecini kalenin duvarlar›na vurmufl ve bir vuruflta engeli ortadan kald›rm›fl; ve Bedreddin, incinin delinmemifl oldu¤unu ve kendisininkinden önce hiçbir koçbafl›n›n buna ulaflmad›¤›n› anlayarak buna çok sevinmifl. Sonra engelin ard›ndaki bölgenin
de ayn› mutlu bekâret durumunu sezinleyerek bundan büyük bir zevkle
yararlanm›fl.
Zevkin doru¤unda, bu genç bedenin bekâretini giderdikten sonra,
koçbafl›, on befl kez kesintisiz girip ç›karak ayn› zevki tatm›fl, hiçbir incinme duymadan.
16
Bilmem söylemeye gerek var m›? ‹nsan›n do¤as›nda, yaflam›nda varolan her fley dile de, yaz›na da yans›r elbette. S›n›rland›ramay›z bunu.
Ça¤lar boyunca sözlü yarat›mlarda olsun, yaz›l› yarat›mlarda olsun böyle
olmufltur; olmay› da sürdürecektir bana göre.
Yaflamda, insan do¤as›nda varolan her fley yaz›nsal yarat›mlara yans›r, dedim. Kimi dönemlerde, özellikle sözlü anlat›m›n egemen oldu¤u
dönemlerde, insan›n tensel dünyas›n›, cinsel yaflam›n› anlatmada, anlat›c› gerçek anlamda özgür saym›flt›r kendini. Sözü ketleme, törpüleme, inceltme gibi bir kayg›s› olmam›flt›r. Sözgelimi Türkçenin temel yap›tlar›ndan biri diye niteleyebilece¤imiz Dede Korkut Kitab›’daki kimi öykülerde öykü kiflilerinin cinsel duygular› sere serpe anlat›l›yor. Bunlardan birini an›msatay›m burada. “Kan Tural›” öyküsünün, öyküye ad›n› veren
yi¤it kiflisi, Trabzon tekfurunun k›z›n› alabilmek için üç canavarla çarp›flmas›, bunlar› yenmesi gerekiyor. fiart koflmufllard›r bunu. Kan Tural› yi¤it, yürekli oldu¤u kadar çok da yak›fl›kl›d›r: fiart›n gere¤ini yerine getirmek için meydanda soyunuyor; onu gören k›z, Kan Tural›’n›n güzelli¤i,
yak›fl›kl›l›¤› karfl›s›nda çarp›lm›fl, esrikleflmifl gibidir. fiöyle anlat›l›yor bu
esrikleflme:
K›z köflkten bakar idi. Tartakl›¤› boflald› (beli geldi),
avs›l olmufl dana gibi a¤z›n›n suyu akt›.
Cinsel ya da tensel hazz›n yaratt›¤› coflkuyu, al›nt›lad›¤›m bu örneklere tafl ç›kartan çok daha kaba, çok daha ilkel, çi¤ ve kirli bir gerçeklikle yans›tan nice dilsel ürünler vard›r. Kuflkusuz bunlar›n yaz›nsal bir yarat› olup olmad›¤› tart›fl›labilir. Çünkü her yaz›nsal yarat›, dilsel bir üründür; ama her dilsel ürün yaz›nsal bir yarat› de¤ildir. Neye göre yap›yoruz
bu ayr›m›? Yaz›n›n temel özde¤i sayd›¤›m›z dilin kullan›m›na göre. Küçük bir örnek vereyim:
…Hepimizin sevgilisi dudaktan öperek de¤il, k›ç diflleyerek bafll›yor
seviflmeye, iki eliyle iyice ay›r›yor Gabi’ninkini, dilini y›lan gibi oynat›p
duruyor deli¤in çevresinde, k›saca bu adam ar› çal›flkanl›¤›nda muhteflem k›ç›n her yerini keflfediyor ve tabii ki ayn› fleyin kendi k›ç›na yap›lmas›n› istiyor. fiu küçük dünya belki de karanl›k bir k›ç deli¤inden baflka bir fley de¤il, otel odas›nda midelerinin yar› aç olmas›n›n da önemi olmam›flt›r, asla. Gabi yatakta mola verdikleri s›rada bir aptall›k yapar ve
hepimizin sevgilisine flöyle der: “Bende iki taraf da aç›k, benim yan›mda
bir o¤lan ne ki…
17
Bu al›nt› da Selma Topal’›n Gece Gülüflü’nden. Anlat›m örüntüsü,
sözlüklerin “kaba” diye niteledikleri, günlük yaflamda a¤za almaktan, adl› ad›nca söylemekten kaç›nd›¤›m›z sözcüklerle biçimlendirilmifl. Cinsel
iliflkinin ya da birleflmenin, ilkel ve baya¤› imgelerle beslenen sözel gösterimi de denebilir buna. Anlatmaktan çok gösterme yönsemesi bask›n.
‹nsanda tiksinti uyand›ran cinsel sapaklar›, sapk›nl›klar› da içinde bar›nd›ran bir gösterimdir bu. Yaz›nbilimcilerin terimsel adland›r›m›yla “pornografi” dedikleri türden. Yazar› da bunun böyle oldu¤unu söylüyor...
Oda¤›na insan bedeninin yerlefltirildi¤i pornografik söylem, baya¤›l›¤›n hamuruyla kar›l›r. Sözcükler, kösnüllü¤ün kirli suyuna bat›r›lm›flt›r. Edimler, devinimler, tensel iliflkiler betimlenirken, bunlara hiçbir k›l›f geçirilmez. Benzetmeler, karfl›laflt›rmalar s›radan, orta mal›d›r.
Peki, oda¤›na insan bedenin yerlefltirildi¤i ya da tenselli¤i ça¤r›flt›ran her söylem, pornografik midir? Böyle nitelendirilebilir m›? Soru, bir
halk ozan›m›z›n, Karacao¤lan’›n kimi fliirlerini düflündürüyor bana. Karacao¤lan’›n fliirlerinin topland›¤› kitab› buluyorum. Tensel hazz›, cinsel
coflkuyu uyand›rma ö¤eleri içeren birçok dizenin alt›n› çizmiflim; iflte
onlardan biri:
Seherde u¤rad›m dostun köyüne
Hofl geldin sevdi¤im in dedi bana
Tomurcuk memesin verdi a¤z›ma
Yorgunsun sevdi¤im em dedi bana
Ya flu dizeler? Bunlarda da cinsel uyar›, cinselli¤i kamç›lama güdüsü yok mu?
Al yanaklar domur domur terlemifl
Rahmetin güllere ya¤d›¤› gibi
*
Ak gö¤sün aras› zemzem p›nar›
‹çsem öldürürler içmesem öldüm
*
Ak gö¤sün üstünde ilik dü¤meyi
Çözüp gider bir gözleri sürmeli
Karacao¤lan’›n bu dizelerini okurken baflka bir metni, Neflideler
Neflidesi ’ni an›ms›yorum. ‹lgimi çeken kimi sözleri, dizeleri, saptamalar› yazd›¤›m al›nt›lar defterlerimden birine bu metinden salt kutsal kitapta yer ald›¤› için aktarm›flt›m. Belki, Karacao¤lan’la kan ba¤› kurmufl ol18
mam›n da bu aktarmada pay› vard›r. Defterleri kar›flt›r›p buluyorum o dizeleri:
Zevkler içinde, ey sevgilim,
Sen ne güzelsin, ve ne flirinsin.
Bu senin boyun hurma a¤ac›na,
Memelerin de salk›mlara beziyor.
Hurma a¤c›na ç›kay›m,
Dallar›n›,tutay›m dedim;
Memelerin üzüm salk›mlar› gibi olsun,
Solu¤unun kokusu da elma gibi,
Ve a¤z›n en iyi flarap gibi.
Bu al›nt›lar›n da oda¤›nda “bedenin varl›¤›”n› görüyoruz. Sevgiliye
duyulan tensel özlem bunlarda da dile getiriliyor. Bunlarda da sözcüklerin, dizelerin damar›nda cinselli¤in kan› dolafl›yor içten içe. T›pk› Cemal
Süreya’n›n flu dizelerinde oldu¤u gibi:
Seni bir kere öpsem ikinin hat›r› kal›yordu
‹ki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun bafllad›¤› yerde
Memelerin vard›, memelerim kahramand› sonra
Sonras› iyilik güzellik
Sevgiliye duyulan tensel özlem, onun bedensel özelliklerinin yaratt›¤› cinsel açl›k, tiksinti uyand›racak edimlere, imgelere aktar›lmadan
yans›t›l›yor bu örneklerde. Düfl ve düfllem gücünü devindiren, güzelduyusal ça¤r›fl›mlar yaratacak bir söz dokusu içinde veriliyor. Kestirmeden
söylersem, bu yönüyle pornografik söylemden ayr›l›yor. Cinsellik duygusunun böylesi bir yönelim ve yönseme do¤rultusunda dile getirilifline de
yaz›nbilimciler, terimsel bir adland›rmayla “erotizm” ad›n› veriyorlar.
De¤indi¤im gibi, erotizmle pornografi aras›nda kimi ayr›mlar vard›r; vard›r ya, yine de ancak b›çak s›rt› bir ayr›md›r bu. Afl›lmaz duvarlar yoktur aralar›nda. Çünkü her ikisi de dokusunda yaflama, üreme içgüdüsünü besleyip diri tutma yönsemesini bar›nd›r›r. Bunun gibi her ikisinin de damarlar›nda cinselli¤in kan› dolafl›r. Yine de ay›r›c› ölçüt, yazar›n amac›yla yarat›s›n›n dilsel donan›m›d›r.
Peki, cinselli¤in anlat›m›nda pornografik söylemle erotik söylemin
iç içe oldu¤u durumlar var m›d›r? Soruyu biraz daha boyutland›ray›m,
cinselli¤in insan›n duygu haritas›ndaki yeri ve yans›t›m› yafla ba¤l› olarak
de¤iflir mi? Soru, flu son zamanlarda okudu¤um bir kitaba, Gabriel Gar19
cia Márquez’in Benim Hüzünlü Orospular›m adl› yap›t›na gönderiyor
beni.
Kitab›n sayfalar› aras›nda dolafl›yorum. Al›flkanl›k iflte birçok yerin
alt›n› çizmiflim. Bir sayfan›n k›y›s›na “yafll› bedende cinselli¤in sesi” diye not düflmüflüm Sorular›m›n yan›t›n› da bu sayfada buluyorum:
… Kalbim yerinden f›rlayacakm›fl gibi atarak girdim odaya…Yata¤›n
kenar›na oturup befl duyumla büyülenmifl gibi onu seyretmeye koyuldum. Teni esmerdi, ›l›kt›. Onu öyle bir temizlik ve güzellik rejimine sokmufllard› ki, karn›n›n alt k›sm›nda henüz ç›kmaya bafllayan tüylerini bile unutmam›fllard›. Saçlar›n› k›v›rm›fllar, el ve ayak t›rnaklar›na do¤al
renkli oje sürmüfllerdi, ama fleker posas› rengindeki teni kupkuru ve bak›ms›z görünüyordu. Yeni ç›km›fl gö¤üsleri henüz erkek çocuklar›nkine
benziyordu, ama patlamaya haz›r gizli bir enerji tafl›yordu sanki. Vücudunun en güzel yeri, el parmaklar› gibi upuzun ve duyarl› parmaklar›yla
sanki yumuflac›k ad›mlarla yürümek için yarat›lm›fla benzeyen, ince,
uzun ayaklar›yd›. bir burun, çat›k kafllar, dolgun dudaklar. Körpe bir gürefl bo¤as› diye düflündüm.
… K›z› uyand›rmamaya çal›flarak ç›r›lç›plak oturdum yata¤›n içine,
gözlerim o k›rm›z› ›fl›¤›n aldat›c›l›¤›na al›flm›flt›, onu kar›fl kar›fl incelemeye koyuldum. ‹flaretparma¤›m›n ucunu s›r›ls›klam ensesi boyunca
kayd›rd›m, bütün vücudu arp üzerinde akort çekilmifl gibi ta içinden ürperdi, homurdanarak bana do¤ru döndü ve ekfli solu¤uyla sarmalad› beni. Baflparma¤›m ve iflaretparma¤›mla burunu s›kt›m, silkinerek kafas›n›
çevirdi, uykusundan uyanmadan s›rt›n› döndü bana. Beklenmedik bir arzuya kap›larak bacaklar›n› dizimle ay›rmaya yeltendim. ‹lk iki giriflimimde gergin butlar›yla karfl› koydu bana. Kula¤›n›n içine bir türkü söyledim: “Delgadina’n›n döfle¤i meleklerle çevrili.” Biraz gevfledi. S›cak bir
ak›nt› damarlar›mdan yukar› ç›kt› ve içimdeki emekliye ayr›lm›fl, a¤›rkanl› hayvan uzun uykusundan uyand›.
Metnin anlat›c›s›, “doksan›nc› yafl›nda kendine bakire bir yeniyetmeyle ç›lg›nca bir aflk gecesi arma¤an etmek” isteyen yafll› bir adamd›r.
Yafll› adam›n iste¤ini gerçeklefltirmesi için on dört yafl›nda bir k›z bulunmufltur. K›z›n uykudaki görünümünü betimliyor yafll› anlat›c›. Uyuyan
k›z›n tensel görüntüsü onu büyülemifl gibidir. Tensel ve kösnül bir haz
içindedir. Bu haz, seyretme ediminin s›n›rlar› içinde de kalsa, içten içe
anlat›m› besleyen, biçimlendiren bir etken oluyor.
Márquez, yafll› adam›n, on dört yafl›ndaki Delgadina’n›n el de¤memifl güzelli¤ini salt seyretmekle yetinmek zorunda kal›fl›n›n öyküsünü
anlat›yor. Tensellik ve kösnüllük, yafll› adam›n yüre¤inin derinliklerine
20
inmifltir sanki. Bu inifli aç›k saç›kl›¤›n çi¤li¤ine s›¤›nmadan, onu bedensel güzelli¤in anlat›m› içinde eriterek veriyor. Bundan da öte Delgadina’ya karfl› yak›c› bir aflka dönüflmüfltür.
Gerçekte cinselli¤in yafla ba¤l› olarak de¤iflip de¤iflmedi¤i sorusu,
hekimlerin ilgi alan›na girer. Ancak Márquez’in Benim Hüzünlü Orospular›m’›nda sorunun yaz›nsal yan›t›n› buluyoruz. Bundan da öte hangi
yaflta olursa olsun bu duygulardan büyük bir aflk›n do¤abilece¤ine de tan›k oluyoruz. Öyle ki yap›t›n sonuna do¤ru doksan yafl›ndaki yafll› adam›n yüre¤inde Delgadina’n›n uyand›rd›¤› kösnüllük yak›c›, ç›ld›rt›c› bir
aflka dönüflür.
Ben yine cinselli¤in yaz›nsal yarat›lardaki yans›t›m›na döneyim.
Yans›t›m neye göre “pornografik”, neye göre “erotik” olarak nitelendiriliyor? Soruyu yan›tlayacak de¤iflmez ölçütlerin olmad›¤›n› söylemifltim.
Bunlar›n kifliden kifliye, toplumdan topluma, dönemden döneme de¤iflti¤ine de¤inmifltim. Ancak bu tür metinleri ay›rma ve nitelendirmede, anlat›m örüntüsünün, dilsel donan›m›n›n ba¤l› kal›nabilecek tek ölçüt olabilece¤ini bir kez daha yineleyeyim. Yaz›y›, örneklendirici al›nt›larla
zenginlefltirmemin bir nedeni de bu; ölçütün ay›r›c› olabilece¤ini gösterme.
Nerede okumufltum? Kimin yaz›s›yd›? fiimdi tam an›msayam›yorum. Yaz›nsall›k ba¤lam›nda cinselli¤in anlat›m› üzerinde duruluyor,
pornografik söylemle erotik söylem karfl›laflt›r›l›yordu o yaz›da. fiöyle deniyordu afla¤› yukar›: “Yazar ya da anlat›c›, eril ve diflil gövdelerin tekleflmesinden do¤an kösnüllük terini, sperm kokusunu sözcüklerin anlam ve
ça¤r›fl›m katmanlar›na s›zd›r›yor ya da aybafl› kan›n› ak›t›yorsa, söylemini okurun düfl ve düfllem gücünü körelten kaba, çi¤ ve kirli imgeler üzerine temellendiriyorsa, o metin pornografiktir; böyle de¤il de tensel ve
cinsel hazz› anlat›m›n dibine itiyor, okurun yüre¤inde kösnül bir titreflim yaratmadan, bu temel güdüyü güzelduyusal bir anlat›m içinde iflliyorsa erotiktir.”
Ben de böyle alg›l›yorum erotik ve pornografi kavramlar›n›. Böyle alg›l›yorum, öyle de bir alg›lay›fl m› bu? Yan›l›yor muyum acaba?
21
SAINT - EX
U¤ur Kökden
Fribourg.
Kent merkezinden ad›m ad›m uzaklaflarak, Pérolles Bulvar› üstünde yürürken, ayn› zamanda Fribourg’un geçmiflini ve kiflili¤ini düflünüyorum. Vitrinleri bulvara bakan ve kentin üç ana kitabevinden biri olan
– ayn› zamanda, dinsel bir renk de tafl›yan – Saint-Paul Kitabevi’ni geride b›rakt›m. Günlük La Liberté (Özgürlük) gazetesi yönetim merkezini, bas›mevini ve da¤›t›m kurumunu da geçtim. Art›k sola sapaca¤›m köflebafl›nda, Botzet Soka¤›’na.
Hemen sa¤›mda, sekiz katl›, al›fl›lm›fl modern mimarili bir ticaret
merkezi; solumdaysa, Liberté’nin aç›khava garaj›. Biraz ötede, küçük
aç›kl›¤›n sonunda bir Dil Okulu; yan› s›ra bir bahçe. Gene, yeflil bir alan
içinde, kendine özgü yüksek kuleli yap›s›yla bir baflka din okulu!
Yol karfl›s›nda, Gazete’nin bulundu¤u yakadaysa, yine kimi dinsel
yap›lar: örne¤in bir Seminer binas›!
Sonra, yol darlafl›p afla¤›ya do¤ru iniyor.
Ama, bu arada, sa¤a aç›lan bir baflka sokak var: ‘Antoine-de- Saint- Exupéry Soka¤›’!
Yan cephesi bu soka¤a bakan üç katl› bir tafl yap›, özellikle dikkat
çekiyor: Villa Gallia. Belli ki, daha sonra üstüne tu¤ladan bir kat daha
eklemifller. Villa’n›n karfl›s›nda, flu anda, Sainte-Croix (Kutsal Haç) Koleji yer al›yor. Yolun öbür taraf karfl›s›ndaysa, Fribourg Üniversitesi’ne
ba¤l› Pedagoji Enstitüsü yükselmekte. Zaten, bu ünlü ö¤retim kurumuna ba¤l› de¤iflik birimler kentin her yakas›na da¤›lm›fl durumda.
Biraz daha yürüyünce, E¤reltiotlar› Yolu’yla karfl›lafl›l›yor.
Uzun, ince gövdeli, bu mevsim için yapraks›z a¤açlardan oluflan bir
koru! Tek tek a¤açlar›n meydana getirdi¤i, ›ss›z – insan elinden uzak
kalm›fl – bir koruluk! Sonra yol, sa¤a dönüp büyük ana caddeye ç›k›yor.
Soka¤›n ismi bile, ba¤r›nda, geçmifle belirli bir ‘gönderme’yi tafl›makta: Aymond de Faucigny Soka¤›! Bu sokakla birlikte, sözkonusu –
gözden uzak – kapal› bölge de sona eriyor ve sokak ana caddeyle
birleflmifl oluyor. Uzak bir geçmiflte, yaklafl›k on alt›nc› yüzy›l sonlar›na
do¤ru, de Faucigny, Fribourg Birlikleri’nin komutan›ym›fl.
Villa Gallia’n›n girifline konulmufl yaz›, o dönemdeki ad›yla ‘Villa
Saint-Jean’›n “1915-17 y›llar› aras›nda yazar ve havac› A. de SaintExupéry’yi konuk etti¤i”ni duyuruyor.
22
Küçük Prens’in yazar› ilk gençli¤ini, yani 15-17 yafllar›n› bu binada
geçiriyor ve burada okuyor. Gerçekten, kendisi de, “Kolejdeyim, yafl›m
on befl! Hem çal›flkan hem uslu bir ö¤renciyim!” diyor.
Demek, doksan y›l geçmifl o günden bu günlere; yani, onun ‹sviçre’den ayr›l›fl›n›n üstünden.
Bir anlamda, Genç Exupéry, Birinci Dünya Savafl›’n› iflte bu “yans›zl›k adas›”nda geçirmifl. Kim bilir, belki de, bile isteye, ailesi onu Fribourg’a yollam›fl olabilir? Ta ki, savafltan ve o y›llarda savafltan daha çok can
alm›fl olan ‘ispanyol gribi’nden çocuklar› korunsun diye. Bir anlamda,
onlar› savafl belas›ndan uzak tutabilmek için.
Hem yaln›z Küçük Antoine da de¤il, kardefli François da orada, Fribourg’da… Öyle ki, onlar hem birer genç adam hem de daha birer çocuk!
O günlerde, savafl nedeniyle yurt hizmetinde (Fransa) ‘baflhemflire’lik görevi üstlenmifl olan annesine yazd›¤› mektupta, ”Ekspresle sabah
yola ç›k›p akflama burada olabilirsin; o halde, neden gelmiyorsun?” der,
Antoine, kardefli ve kendisi ad›na.
Bununla birlikte, ilk büyük savaflta, yine de ‹sviçre üç büyük dramla sars›lm›fl: Savafl, Olten Grevi ve veba! Ayr›ca, gribin kurban› askerler.
Savafla girmemifl bir ülkenin kurbanlar›!
Ayr›ca, evin yüzünde bir baflka an›-tümcesi; üstelik, do¤rudan
Exupéry’nin imzas›n› tafl›makta: “‹nsan olmak, özellikle sorumlu olmak
demek! Bir tafl koyarken bile, yeryüzünün kurulufluna katk›da bulundu¤unu o insan›n duyumsamas› demek!”
***
Saint-Exupéry, o y›llarda, genç yafl›n›n ilgisini çeken yazar ve kitaplardan flöyle sözediyor, bir Amerikan dergisine (nisan, 1941): “‹lk kitab›m, Hans Christian Andersen’in Masallar ’› oldu.
Bununla birlikte, Jules Verne’i, yine on yafllar›ndayken okur: Zenci
K›z›lderililer. Bu ikinci kitap, özellikle Gece Uçuflu’nun da temelini oluflturmufl. Orada yer alanlar, daha sonra “karanl›klar›n keflfi”nin ortaya konulmas›nda rol oynam›fl.
Saint-Exupéry, romana karfl› özel bir e¤ilimi ve yak›nl›¤›n›n olmad›¤›n› söylüyor. Zaten, göreceli olarak da az roman okumufl; onu kendine
çeken ilk romanlar, Goriot Baba’yla Balzac’›n tüm öteki yap›tlar›!
On befl yafl›ndaysa, yani Fribourg y›llar›nda, “Dostoyevski’yi keflfediyor”. “O, benim için müthifl bir esin kayna¤› oldu!” diyor. “Hemen,
çok büyük bir yazarla karfl›laflt›¤›m› anlad›m. Dostoyevski ne yazm›flsa
onu okumaya koyuldum. Bir kitaptan sonra öbür kitap! T›pk›, Balzac
için yapt›¤›m gibi.”
23
Bununla birlikte, ilk ça¤dafl romanc›s› Truva Savafl› Hiç Olmad› ’n›n
yazar› Jean Giraudoux!
Ancak on alt› yafl›nda – o s›rada, yine Fribourg’da – flairleri keflfediyor. Baudelaire, de Lisle ve Mallarmé’ye öykünmeye çal›fl›yor.
“Sürekli bir miktar kitapla birlikte yolculuk ediyorum, flimdi burada isim isim veremesem bile. Savafl s›ras›nda, örne¤in, benim sad›k yoldafllar›m Pascal, Rilke (Malte Laurids Brigge’nin Defterleri ), sonra da
Baudelaire oldu.”
“Bu kitaplar, hiç kuflku yok, benim yaflam›m› derinli¤ine etkiledi.”
Öte yandan, romanla yazarl›¤› aras›na koydu¤u aral›¤a karfl›n,
1924’de annesine yazd›¤› bir mektupta, “Roman›m sayfa sayfa olgunlafl›yor” demekten geri durmad›¤› bir ürününün oldu¤u da bilinmekte. Ancak, bu roman›n elyazmas› bulunam›fl, anlafl›lan yokolup gitmifl. fiöyle ya
da böyle.
Ne ki, bu tarihten yaln›zca iki-üç y›l önce, Saint-Exupéry’nin gönüllü uçak makinisti kimli¤iyle iflgal alt›ndaki ‹stanbul’a gelmesi sözkonusu
olur; ancak, o günlerin koflullar›na önce kendisi karfl› ç›kt›¤› için bu yolculuk gerçekleflmez. Kald› ki, o s›rada, genç yazar Fas’ta. Yani, “Fas denen flu çorak ülkede!”
Saint-Exupéry, ayn› zamanda, Savafl öncesi dönemde Sovyetler Birli¤i ile ‹spanya ‹ç Savafl› üstüne Paris-Soir gazetesinde röportajlar› yay›mlanan bir gazeteci. Ayr›ca, yine ayn› gazetede, 1938 ekiminin bafllar›nda
– Münih Antlaflmas›’n›n hemen ertesinde – özel bir elefltirel de¤erlendirmesi yay›nlan›r.
***
1940 sonlar›nda, Savafl Pilotu’yla ‹nsanlar›n Dünyas› ’n›n yazar›,
ABD’ye geçmek ister. Bu amaçla önce Tanca’ya, sonra da Lizbon’a gelir.
Benzer koflullarda, baflka bekleyenlerle birlikte. René Clair, Jean Renoir, Jules Romains, dahas› Koestler sözgelimi.
Kas›m bafl›nda Cezayir’e ulafl›r. Orada, 2/33 say›l› Hava Birli¤i’ni
oluflturan arkadafllar›n› – asl›nda, onlara ‘yak›n dostlar’ demek çok daha
uygun olacakt›r – ziyaret eder. Aç›kça, bir ayr›l›k vedas› öncesi!
Aral›k ay›nda, Lizbon’dan yollad›¤› bir mektupta, “Guillaumet ölmüfl! Bu akflam bana öyle geliyor ki, art›k hiç dostum kalmad›.” diyecektir Saint-Exupéry. Aç›kça, yaz›ya ve mürekkebe dökülmüfl, sessiz bir 盤l›kt›r sözleri. Ac›l›, umars›z ve yank›s› olmayan bir hayk›r›fl!
“Yeryüzünde art›k kimsem kalmad›. Demek ki, insan çok çabuk yafllan›yor!”
“Guillaumet öldü. Art›k, hemencecik, benden baflka bir fley olmal›y›m!”
24
Asl›nda, Guillaumet, Exupéry’yle birlikte Kazablanka-Dakar aras›
uçufllar›n› gerçeklefltiren ekibin bir üyesi. Ama, daha sonra, savaflta, kas›m ay› sonlar›nda uça¤› Akdeniz üstünde düflürülür. Dolay›s›yla, art›k o
topluluktan – Saint Exupéry d›fl›nda – yaflayan hiç kimse kalmam›fl olur.
Gerçekten, “Savafl Pilotu”, birçok yönden yaln›zd›r art›k!
Sözgelimi, ayn› y›l›n ekim ay› ortas›nda, Vichy’de, Park Otel’de iki
arkadafl›yla birlikte yemek yerken, salona – iflbirli¤inin simgesi, Frans›z
iflbirlikçilerinin temsilcisi ve ‘utanç’›n baflbakan› – Laval girince, yüksek
sesle, “‹flte, Fransa’y› satmaya haz›rlanan adam!” demekten çekinmez.
Zaten, daha 1940’›n bafl›nda, ‘Cezayir’ damgas› tafl›yan önemli mektubunda, “Olabilece¤in de ötesinde üzgünüm!” diyen yine o de¤il mi?
“Çok fley, gerekti¤inden çok fazla fley, benim midemi buland›r›yor!
“Elimden geleni yapt›m. Bütünüyle umutsuzum!” Biraz ilerde de,
“Art›k, ilgi çekecek hiçbir amac›m yok!” diyecek olan da yine odur. “Çok
acelem var, afl›r› derecede acelem var; flimdilerde, e¤er bir yerlerde ölmek benim için daha iyiyse, herhangi bir yerde ölmeye bütünüyle haz›r›m!”
“Savaflla, Guillaumet’le art›k anlad›m ki, bir gün ölece¤im!” “(…)
Sözkonusu olan, on alt› yafl›ndaki bir gencin ölümü de¤il elbet; erkek
ölümü! Ciddi ölüm!” Görülen o ki, Exupéry, daha o s›rada kararl› gibidir,
kendi iç dünyas›n›n derinliklerinde. Öyle ki, ya daha iyi – öldürülmüfl olmaktan bile daha iyi – olmak zorunlulu¤unu duyar; ya da ölmek!
Çünkü, yazar, Gn. de Gaulle’ün de Vichy Hükümeti’nin de yan›nda
yer almaz. Bir ad›m ötede, Georges Bernanos, Jules Romains ve daha
baflkalar›n›n da yaz› kuruluna kat›ld›¤› Zafer ‹çin isimli haftal›k dergiye
katk›da bulunmad›¤› için, Gn. de Gaulle yanl›lar›nca ‘Vichy ajan›’ olmakla suçlan›r. Dahas›, mesle¤i nedeniyle, “Mrfl. Pétain için uçaklar sat›n almak”la suçlan›r. Gerçi, de Gaulle’cü görüfle yak›n birisi de¤il, ama iflgal
edilmifl Fransa’n›n durumundan da sürekli kayg› duymakta.
General de Gaulle, “Bir muharebe kaybettik, ancak henüz savafl›
kaybetmedik!” dedi¤i zaman, Saint-Exupéry, “Gerçe¤i söyleyin General,
diye karfl›l›k verir; biz savafl› yitirdik! Onu Müttefiklerimiz kazanacaklar!”
***
O günlere iliflkin yapt›¤› de¤erlendirmeye bak›l›rsa, onlar, yani kavga arkadafllar› olan savafl pilotlar›, düflmanla savaflm›yorlard›; her biri, birer ‘av’d›! Gerçekten, kendisi bile, P-38 uça¤›yla, öldürücü Alman uçaksavar atefli alt›nda on befl uçufl yapmay› baflar›yor. Oysa, “E¤er P-38’in pilotuysan›z, o uçufltan sa¤ ç›kman›z için hiç flans›n›z yoktur” diyor, Lindberg’in bir arkadafl›. “Sa¤ ç›kan çok az say›da insan var.”
25
1940 y›l› haziran bafl›nda, halk›n güneye – bir bak›ma, düflmandan
olabildi¤ince uza¤a – göçü bafllar; 14 haziranda Paris’in iflgali; 17 hazirandaysa, yeni kurulan Mareflal Pétain hükümeti ‘ateflkes’ ister. Exupéry,
ateflkese – kiflisel düzlemde – karfl› ç›kar ve belirsiz bir gelecek önündeki güvensizli¤ini de saklamaz. Ancak, De Gaulle’cü lokomotifi de sevmez.
“Günümüzde, herhangi bir kimse, e¤er kendi hemcinslerinin ac›lar›na bütünüyle kat›lm›yorsa, tek bir sözcük bile yazma hakk›na sahip olamaz” diyen Saint-Exupéry, ABD’ye küçük bir gemiyle ve J. Renoir eflli¤inde ulafl›r. ‹nsanlar›n Dünyas› ’nda, “yazmadan önce uçmak ve ancak
gö¤üslenen tehlikeyi yazmak gerekir” diyecektir.
O s›rada, yazar, iki kitap – Savafl Pilotu’yla Kale (Citadele) – üstünde çal›flmakta. Lizbon’da hareket gününü beklerken bile, bu iki kitab›n
üstünde çal›flmas›n› eksik etmez. Bu arada, özellikle Kale ’nin kendi ölümünden sonra yay›mlanmas›n› istiyor.
Bu nedenle, o günlerin bir tan›¤›, yazar›n elinde s›k s›k rastlanan
“külrengi k⤛da sar›lm›fl ve kötü ba¤lanm›fl bir paket”ten sözeder, bu elyazmalar›yla ilgili olarak.
Ayr›ca, Hollywood’da geçirdi¤i ameliyat› izleyen iyileflme dönemi
çal›flmalar› da yine ayn› konu üstüne odaklanm›fl. Ne ki, Exupéry,
ABD’nde de mutlu de¤ildir. Örne¤in Los Angeles’den yazd›¤›, eylül damgas› tafl›yan bir mektubunda, “Savafl bafllad›¤›ndan bu yana, ben de¤ifltim. Tuhaf biçimde hastay›m. Bütünüyle ilgisizlik içindeyim. Yaln›zca kitab›m› bitirmek istiyorum.”
Böylece, ekim ay›nda, Hollywood’dan New York’a geri döner.
Bu arada, ‹nsanlar›n Dünyas› ‹ngilizceye çevrilecektir: Rüzgâr,
Kum ve Y›ld›zlar ad›yla.
1941 y›l› kas›m ay›nda, Savafl Pilotu’nun çevirmenine (Lewis Galantiere) yazd›¤› bir mektupta, varl›¤›n› üç y›ld›r zehirleyen, gitgide de daha
s›klaflan – ve yaz›k ki, hiç de sinirsel olmayan – bunal›mlardan kurtulma
umudunu tafl›d›¤›n› söyler. “Tüm bu çözümsüz s›k›nt›lar› geri çevirmeksizin, sessizlik içinde öyle katlan›lmaz üç y›l geçirdim ki…”
“(…) Ama, flimdi kitab›m› düflünece¤im. Bafll›¤›n›! Savafl›! Avrupa’y›!”
Gerçekten de, az sonra, Savafl Pilotu, “Flight to Arras” ad›yla yay›mlan›r. Alt› ay süreyle de, sat›fl listelerinin bafl›nda kal›r. Lindbergh’in eflinin günlü¤üne bak›l›rsa (26 fiubat 1942, Anne Morrow Lindbergh), “Savafl Pilotu, ça¤›m›z›n – kiflisel ve genel– tüm tedirginli¤ini dile getiriyor.”
Ayr›ca, Amerikan bas›n› da, “Bu savafl›n ilk büyük kitab›!” diye selamlar, Arras Üstünde Uçufl ’u. “Ender güzellikte ve karfl›laflt›r›lamaz
duygu yo¤unlu¤una sahip bir ürün”!
26
Savafl Pilotu’nu, yazar›, 1939-40 döneminde birlikte seferlere kat›ld›¤› arkadafllar›na (2/33 Grubu) adar. Zaten, onlarla ba¤›n› da hiç kesmemifltir. Ama, Savafl Pilotu, Nazi Yönetimi’ne karfl› Fransa’n›n davas›n› savundu¤u için, o dönemin Kuzey Afrikas›’nda yasaklan›r.
ABD’den döndükten sonra da, yazar›n rahats›zl›klar› süregider. Cezayir’deki hekimine gönderdi¤i mektupta, “Beni yar› yar›ya kötürüm yapan bu sa¤›r ac›, katlan›labilir gibi de¤il” diyecektir. “Bu akflam, ne oldu¤u belirsiz bir üzüntü içindeyim. Ama, benim üzüntüm dolayl› türden!
Art›k, öyle düflünüyorum ki, yeryüzünde insan›n anlafl›labilmesi bütün
bütüne olanaks›z!”
Zaten, Max-Pol Fouchet de, “Birden fazla defa, aniden ortaya ç›kan
bu afl›r› ‘üzüntü’ nedeniyle bizler de çok sars›lm›flt›k” diyecektir.
Baflka tan›klara göre de, o günlerde, Saint-Exupéry s›k s›k buluflmalar›n› unutuyor; kimi zaman da – okumak ya da düfl kurmak amac›yla
içinde saatler geçirdi¤i – banyodan onu gelip ç›karmak zorunlu¤u do¤uyormufl.
Kald› ki, k›rk iki yafllar›ndayken efline yazd›¤› bir mektupta sa¤l›¤›
konusunda birçok ipuçlar›yla karfl›lafl›l›r: “Bir y›¤›n kaza geçirdim. Üç
günün ikisinde karaci¤erim tekliyor. Kula¤›m›n birinde, gündüz ve gece
sürekli v›nlama var. Guatemala’daki k›r›k nedeniyle. Bir mendil bile yerden alam›yorum. Asl›nda ben çok, çok yorgunum!”
***
Uçufl e¤itimlerinin bafllang›c›nda, ortaya ç›kan bir sorun üstüne,
onu ba¤l› oldu¤u birlikten al›rlar ve uçuflunu yasaklarlar. Do¤al olarak,
karara uymaktan baflka yapabilece¤i herhangi bir fley de yoktur. Onun yafl›na karfl› ç›kanlar, özellikle Afrika’daki Amerikal› Müttefikler olmufl.
Buna karfl›l›k, o da, “E¤er uçufl ifli içinde de¤ilsem, ben bir hiçim!”
diye düflünür ve bunu da aç›kça dile getirir. Bir Amerikan uça¤› olan
‘Lightning’ler için getirilen 35 yafl s›n›r›n› duyunca (o s›rada, SaintExupéry 44 yafl dolay›nda), “Benim gibi yafll› bir serüvenci baflka ne yapabilir?” diyor, dostlar›na.
Amerikal›lar’a göreyse, bildikleri s›rlar dolay›s›yla büyük keflif pilotlar›n›n – uçaklar›n›n düflmesi halinde – her koflul alt›nda düflman eline
geçmemesini isterler. Zaten, bir keresinde de, izin verilen en alt düzeyin alt›na indi¤i ve saptanan ‘hedef’in foto¤raf›n› o yükseklikten çekti¤i
için Saint- Exupéry ceza yiyor.
Ne ki, pek çok dostun araya girmesi ve Gn. Eisenhower’dan izin
al›nmas› sonucu, Exupéry yeniden uçufllar›na bafll›yor. “Böylesi bir ifle
kar›flma olmasayd›, diyor o günlerin bir Frans›z Generali, belki flimdi o
yafl›yor olacakt›.” Belki, kim bilir?
27
Onun birli¤inin yan›nda bir baflka uçufl birli¤ine ba¤l› olan arkadafl› Jules Roy’n›n yarg›s›ysa çok daha dikkat çekici: “Onun ABD’den dönüflü, bir çeflit kendisine ba¤l›l›k eylemiydi. ‘Fransa’ için kendisini feda
ederek, kavgas›n› yaln›zca manevi alanla s›n›rlamamak gibi bir kararl›l›k
vurguluyordu. Böylece, salt bir tan›k olmay› bafltan geri çevirmekte.”
Bu durum, do¤rudan yazar-pilotun sözcükleriyle dile getirilince de,
“E¤er kat›lam›yorsam, o halde neyim?” sorusuna dönüflüyor ister istemez.
Kendisini cezaevinde gibi gören, “Savafl görevleri benim kurtuluflumdu” diyen birisi, herhalde, yi¤itli¤ini de sevgisi gibi gizli tutsa gerekir! Çünkü, diyor, “iflsiz olunca kendimi tümüyle ac›nas› ve d›fl darbeler
önünde savunmas›z duyumsuyorum. Yaflamdan hiçbir fley anlam›yorum!”
“Bir ‘hiç’ için savaflmak zor!” Böyle demekle birlikte, gider. Savafl
için gider. Oysa, kalmak için tüm nedenlere sahip de¤il miydi?..
Saint-Exupéry, belki umutsuzlu¤unu a盤a vurmak istemiyor; ama,
kuflkusuz, ruhunun derinliklerinde aç›kça ac› çekiyor. Bir Rehineye
Mektup ve Küçük Prens, böylesi derin bir umutsuzlu¤un d›fla vuran örnekleri. Bu iki yap›t, somut ‘gece’nin üstüne kapanmakta.
T›pk›, yazar›n kendisinin de, o günlerin ‘gece’si içinde yer al›fl› gibi.
Bir bak›ma, S.-Exupéry, bindi¤i gemiyle birlikte batmay› – yokolmay› –
kabul etmifl görünüyor, üstelik daha bafllang›çta.
Daha 1942 sonlar›nda, ABD’den Kuzey Afrika gazetelerine yollay›p
orada yay›nlanan bir iletisinde de, yazar, “Fransa, art›k bir sessizlik ülkesi de¤il!” diyor. “O, tüm ›fl›klar› sönük bir gemi gibi, gecenin içinde yitip
gitmifl. Düflünce ve ruhu, fiziksel yap›s› içinde erimifl.”
Besbelli, yo¤un ve derin ‘gece’den kopup gelen bir ses bu!.. Kimine
göre de, Saint-Exupéry’de, ölümün karfl› konulmaz çekicili¤i bulunmakta.
***
Bununla birlikte, o, “Ölmek için gitmiyorum!” diyordu. “Kendimi
öldürtmek için de gitmiyorum! Ne ki, bu yolla, bile isteye uyumay› kabul
ediyorum!” Kuflku yok, her insan gibi Saint-Exupéry de, içinde, kendi öz
varl›¤›ndan daha de¤erli, daha büyük bir fleyler tafl›yordu.
Son uçuflu, 31 Temmuz sabah›na denk gelmekte. Y›l, 1944. Bir y›l
önce, ‹talya’da, Mussolini iktidardan düflürülmüfl. Bir gün önceyse, Bastia’da bulunan Saint-Exupéry, o akflam birlikte olamad›¤› kimi asker arkadafllar›n› ertesi günü akflam yeme¤ine ça¤›r›r.
31 Temmuz sabah›, Savafl Pilotu uçufl tak›mlar›n› giyiyor, motorlar›n› çal›flt›r›yor, araçlar›n› denetliyor, kokpitini kapat›yor, takozlar›n çe28
kilmesini izliyor ve iflte, uçak harekete geçiyor! Al›nyaz›s›n›n o ertelenemeyen ça¤r›s› bafllam›fl olur.
Daha sonra o insans›z, küçücük ve külrengi odas› gözden geçirildi¤inde, yata¤›n›n hiç bozulmam›fl oldu¤u; yaln›z masas›nda, dostlar›na yaz›lm›fl iki mektup b›rakt›¤› saptan›r.
Ve, “zaferin yaklaflt›¤› bir s›rada”, sevince düflen gölge!
Ö¤leyin, saat 13 sular›nda henüz dönen yoktur. ‹lk flok ve yalanc›
umutlar çok çabuk arkada kal›r! Sonra zaman geçer ve geçer… Radyo
ça¤r›lar›, radar araflt›rmalar› gibi birçok giriflimin ard›ndan, art›k onun
havada olabilece¤ini gösteren herhangi bir umut kalmaz. Bununla birlikte, daha sonra, birtak›m gerekçeler ileri sürülecektir: zorunlu inifl, paraflütle atlama, oksijen düflmesi nedeniyle – radarlar›n görüfl alan› d›fl›nda
kalarak gerçeklefltirilmifl – inifl gibi…
Bilinen bir baflka gerçeklik de, Saint-Exupéry’nin öteki pilotlardan
çok daha fazla oksijen tüketmesi. Dahas›, ‘hedef’in üstü bulutlarla kapal›ysa, yaln›z onun bölgede kal›p birçok kez hedefin üstünden gidip gelmesi.
Sonunda saatler geçiyor, gölgeler uzuyor, gece bast›r›yor ve her fleyi
karanl›k sar›yor. Umut bitiyor. Kesinli¤in belirledi¤i, o a¤›r sessizlik kendini duyuruyor. Yaz akflam› saat yirmi ikiyi vurdu¤unda, ça¤r›l›lardan ya
da o s›rada orada bulunanlardan da hiç kimse tek söz etmez. Yemekler
çoktan so¤ur. Tan›klar›n dile getirdi¤i gibi, Gece Uçuflu’ndan bir bölümü
ça¤r›flt›r›r o andaki durum.
Dolay›s›yla, herkes, havac›l›k gelene¤inin gereklerine uyar.
Oysa, yedi bin saatlik bir uçufl deneyiminin sahibi Saint-Exupéry.
Oysa, ‹sviçre’ye inebilir ya da Savoie bölgesindeki makilik alanda bir yerlerde saklanabilirdi.
Aç›k ki, ölüm bir kesinlik anlat›yor; ama, ‘kay›p’ sözcü¤ü öyle de¤il!
Sonunda, öteki haberler aras›na kar›flm›fl dört-befl sat›rl›k yal›n bir gazete bildirisi kendini gösteriyor! Soyut, kesin, saçma bir haber! K›rk dört
yafl›nda gelen bir ölüm!
Yan› s›ra, bas›n›n yer verdi¤i birtak›m çirkin suçlamalar: “Uça¤›n›
Vichy’ye mi teslim etti?” gibisinden ve de ötekiler…
Acaba, ölmeden önce, böylesi karalamalar onun içine do¤mufl muydu? Bir çeflit öngörü? O halde, flu sözleri, ön cevap ya da ‘savunma’ say›labilir mi? “‹nsanlar beni tiksindiriyor. Onlar›n aras›nda yaflam, büyük
bir toplama kamp› gibi görünüyor bana.
“Ant olsun ki, bu insanlar›n aras›nda, bu gezegende – ki, burada ne
anlafl›ld›m, ne de sevildim – yapacak hiçbir fleyim yok! Ben yaln›z›m, yaln›z, yaln›z! Ölümden daha yaln›z!”
29
Süreyya Berfe
HANG‹ YOLCULU⁄A
ç›kt›n da erteledin Tomris?
Erteledin öyküleri, gündökümlerini
çevirileri.
Sürüncemede b›rakt›n bizi.
Hep titredin
incecik ceketinle.
Hayat›n üstüne titredin.
Kar›n bile üstüne titredin.
“Yumuflak, sevecen, candan” dedin.
“Çocuk kitaplar›ndaki
resimler gibi” olan
günler azald›.
Günlerden ne?
Unutan kalmad›.
Herkes biliyor.
Güne beyaz bir yelkenliyle
bafllayanlar azald›.
Gitmedin Tomris, gitmedin.
‹çimiz yans›n
yaflars›n gözlerimiz.
Deniz ve gök
duru mavi buralarda.
‹¤de kokusu bulurum
defne yapra¤› da.
30
ERAN KAPTAN
Cemil Kavukçu
Birim yöneticimiz bizi makam›na ça¤›rm›fl, en baba tavr›n› tak›narak, seçilmifl elemanlar oldu¤umuzu söylemiflti. Çünkü, araflt›rma gemisinde çal›flmak bir ayr›cal›kt›. Bir yük gemisine, tankere ya da feribota
tayfa olarak gitmiyorduk. Bal›kç› teknesi, yolcu gemisi, gezinti yat› da de¤ildi oras›. Sismik araflt›rmalar yapacak, gecemizi gündüzümüze katarak
çal›flacak, vatana millete yararl› olacakt›k. fiantiyelerden, çad›rlardan,
toz-topraktan kurtuluyorduk. Biz bunu çoktan hak etmifl baflar›l›, deneyimli elemanlard›k. Yine de yabanc›s› oldu¤umuz bir ortama gidiyorduk
ve haliyle dikkat etmemiz gereken hususlar vard›. Gemi adamlar› ile birlikte ayn› mekan› paylaflacak, birlikte çal›flacakt›k. Arazi çal›flmalar›ndaki iflçi-mühendis iliflkisinden farkl› bir durumdu bu. Gemi adamlar› kaptana ve çarkç›bafl›na ba¤l›yd›lar ve onlar›n d›fl›nda kimseden komut almazlard›. Yani, birim yöneticimizin diyece¤i fluydu: onlarla içli d›fll› olmamal›, ifl ve sosyal iliflkilerimizde bir mesafe koymal›yd›k.
Kimdi bunlar? Denizin yüz çizgilerini sertlefltirdi¤i, gözü kara, hovarda, b›çk›n, sokak kad›nlar›yla düflüp kalkan, barlarda içip içip kavga
ç›karan, zulada sustal› b›çaklar› olan, karada azan ama denizde yat›flan
adamlar m›yd›? Dar bir alanda günlerce, haftalarca iç içe yaflayacak, ifl d›fl›nda birbirimizden (yani biz onlardan) uzak duracakt›k. Mühendis kimli¤imizi korumam›z aç›s›ndan böyle bir mesafenin ‘ne yaz›k ki’ gerekli oldu¤unun alt› özenle çizilmiflti. Alt› y›ld›r çal›flmalar›n› sürdüren gemide
böyle bir denge kurulmufltu da, ilk kez bu ortama kat›lacak bizler için bunun uyar› de¤il (uyar› olamazd› zaten, sonuçta biz okumufl, akl› bafl›nda
yetiflkin insanlard›k), ayd›nlat›c› bir aç›klama olarak alg›lanmas› isteniyordu, o kadar. Yanl›fl anlamam›flt›k, de¤il mi? Hay›r, do¤ru anlam›flt›k.
Gemiye ad›m att›¤›m gün bu s›n›r› gördüm. Zabitler ve teknik elemanlarla gemi adamlar› aras›nda afl›lmas› güç engeller vard›. Herkes birbirine sayg›l›yd›, kimse kimsenin ifline kar›flm›yordu. Yine de dengeler,
her an bozulabilecek hassas bir noktada duruyordu. Denize aç›ld›ktan
sonra o tuhaf gerilim daha çok hissedilir olmufltu. Arazi çal›flmalar›ndan
al›flt›¤›m s›cakl›k bu ortamda yoktu.
Gemiye son kat›lan, içlerinde benim de oldu¤um küçük grup bu
uyar› ve tavsiyelere uymak için özel bir çaba göstermedi.
Zincirin k›r›lmas› da uzun sürmedi.
31
Erhan, ya da herkesin dedi¤i gibi Eran Kaptan atletik yap›l›yd›. Bedenini saran atletler giyer, karn›n› içine çekerek dolafl›r, paz›lar›n› göstermekten hofllan›rd›. Yaz-k›fl bak›r rengiydi teni. Sol paz›s›n›n üzerinde
bir çapa dövmesi vard›. Yüz çizgileri o kadar sertti ki, gülmek ona hiç yak›flm›yordu. Güneflte ›fl›l ›fl›l yanan, “hakiki çelik” oldu¤unu söyledi¤i bir
komando b›ça¤› tafl›rd›. Denizde, özellikle birbirine dolanan ipler ve halatlar bafl›na belâ oldu¤unda onlardan kurtulmak için ya da oltaya yem
haz›rlamak için gerekliydi bu b›çak. Öpüp aln›na koyarak kutsard› onu
ve insanlardan gelecek tehlikelere karfl› kullanmak zorunda kalmamas›
için dua ederdi. Gemicilerin aras›nda bile, ulafl›lmas› zor biri oldu¤u izlenimi uyand›rm›flt› bende. Son derece kendi halinde olmas›na, konuflurken sesini hiç yükseltmemesine, sinirlenmemesine, kimseyle tart›flmamas›na karfl›n, ona hem sayg› gösteriyorlar, hem de çekiniyorlard›. Herkese tak›lan, a¤›r flakalar yapan, a¤za al›nmayacak küfürler eden Orhan
Kaptan bile ona iliflmezdi.
Geminin baflucundan denize bal›klama dal›fl›n› dehfletle izlemifltim.
Bacaklar›n› birbirine bitifltirip avuç içlerini kavuflturuyor, parmak uçlar›
çenesinin hemen alt›nda, bir süre dua ediyormufl gibi k›p›rdamadan afla¤› bak›yor, dizlerini esnetip önce yukar› do¤ru s›çr›yor, sonra da ters bir
U biçimini al›p tafl gibi denize iniyordu. Suya iyice yaklafl›nca bedeni düz
bir çizgi oluyor ve m›zrak gibi giriyordu suya. Ça¤dafl bir Tarzan’d› o. Deniz adamlar›yla ilk yak›nl›k kurdu¤um kifliler kamarot Ertu¤rul, ya¤c›
Erol, serdümen ‹dris ve Baha olduysa, en son kifli de Erhan olmufltu.
Çünkü içe dönük biriydi. ‹zin verdi¤i ölçüde yaklafl›labiliyordu ona.
Erhan serdümendi. Gemide kendine ‘yavflak’ diyen, hatta ‘en büyük
yavflak benim’ diyen, ‘yaln›z bu gemide de¤il, bütün âlemde benden büyük yavflak yoktur’ diyen ilginç biriydi. Bunu duydu¤umda çok flafl›rm›fl,
düfl k›r›kl›¤›na u¤ram›flt›m. Onun gibi a¤›r biri kendini nas›l bu kadar
afla¤›lar, e¤lence malzemesi yapard›? K›sa sürede yan›ld›¤›m› anlad›m.
Erhan, yüzüne karfl› kimsenin söyleyemeyece¤i bir sözcü¤ü kendine söyleyerek bir oyun oynuyor ve “hepiniz yavflaks›n›z” diyordu. Bu, alay konusu olmad›¤› gibi büyük bir sayg› da uyand›r›yordu.
‹çtikçe güzelleflen, güzellefltikçe kendini ortaya koyanlardand› Eran
Kaptan. Bir akflam onun sarhoflluk gösterisine tan›k olmufltum. Çok sevimli, çok s›cakt›. fiark›l›, dansl›, tek kiflilik bir oyun sergiliyordu. fiark›lar dahil her fleyi o anda uyduruyordu. Herkes e¤leniyordu ama taflk›nl›k
yoktu. Arada oyunu kesip “En büyük yavflak kim?” diye sordu¤unda, sarhofl gemiciler son derece ölçülü ve sayg›l› bir biçimde “Eran Kaptan!” diye ba¤›r›yorlard›. “En kutsal fley ne?” diye sordu¤unda, “Yavflakl›k!” diye hayk›r›yorlard›. O da yerden temenna al›p karfl›l›k verince alk›fltan k›r›l›yordu ortal›k. Kendimi bir ayinde hissetmifltim o gece.
32
‹dris ile ayn› kamaray› paylafl›yordu. Kamaras›nda büyük bir Atatürk posteri as›l›yd›. Ulu Önder’e sayg›s› sonsuzdu. Kalkar kalkmaz hemen esas durufla geçip “Günayd›n Paflam!” diye ba¤›r›rm›fl. Ondan, “sana da günayd›n” yan›t›n› al›nca (‹dris bu yan›t› hiçbir zaman duymad›ysa da Erhan’›n duydu¤una inan›yordu) daha bir coflkuyla “Sa¤ olun Paflam!” diye hayk›r›rm›fl. Milli bayramlarda ise mutlaka bir tören düzenlermifl kamaras›nda. fiiirler okur, marfllar söyler, sloganlar atarm›fl.
1996 yaz›. A¤ustos ay› bafllar›. ‹stanbul’daki ba¤lama liman›ndan
palamarlar› söküp Güney Ege’deki çal›flma alan›na do¤ru yola ç›kt›k. Saatte en çok on mil yapabilen yafll› ve yorgun gemimizle bu intikal keyif
vermiyor art›k. Akflam yeme¤i sonras› zabitan salonunday›z. Yapacak bir
fley yok. Vardiya saatlerine göre ayarland›¤› için yaz-k›fl yemek saatleri de¤iflmiyor gemide. 17.30 olunca akflam yeme¤i yeniyor. K›fl›n önemli de¤il de, a¤ustos ay›nda, özellikle güneyde denize girme saatinde biz sofraya oturuyoruz. Befl çay› gibi bir fley.
Geminin hareketine göre televizyondaki görüntü bir geliyor, bir gidiyor. Kral TV aç›k ama, kimsenin izledi¤i yok. Bir masada, müzmin ‘maça k›z›’ müptelas› dörtlü bol küfürlü ve kahkahal› k⤛t oynuyorlar. Dünya umurlar›nda de¤il. Böyle insanlara her zaman özenmiflimdir. ‹ki kifli
de onlar› izliyor ve yüzlerinde her an gülmeye haz›r bir anlam› tetikte tutuyorlar. ‹kinci kaptanla üçüncü çarkç› hiç keyif almad›klar› her hallerinden belli olan bir b›kk›nl›kla, ba¤›r›fls›z, küfürsüz, yorumsuz tavla oynuyorlar. Her an b›rak›p kamaralar›na çekilebilirler. Ben de elime geçirdi¤im, iyice y›pranm›fl, hamur gibi olmufl elli ikilik desteyle k⤛t fal› aç›yorum. Biraz sonra kamarama gidip dolab›mdaki stoktan (gemide içki içmek yasak olmas›na karfl›n, kaptan ve çarkç›bafl› dahil herkesin dolab›
a¤z›na kadar içki doludur) bir fleyler içip kitap okumay› düflünüyorum.
Kap› araland›, serdümen Baha’n›n bafl› belirdi. Birini ar›yordu. Göz
göze gelince arad›¤› kiflinin ben oldu¤unu anlad›m. Baflparma¤› ile iflaret
parma¤›n› birlefltirip ‘çok k›sa bir süre için’ görüflmek istedi¤ini belirten
“afl›r› kibar” bir hareket yapt›. Kalk›p salondan ç›kt›m. “‹dris, Eran Kaptan, ben baflalt› ambar›nday›z abi, bir bardak kap gel,” dedi. Bu iyi bir haberdi.
Mutfaktan bir su barda¤› al›p baflalt› ambar›na indim. Gemimizin
reisi, K›br›s gazisi ‹dris (kendisi öyle dedi¤i için ben de “‹drus” diyorum
ona) coflkuyla karfl›lad› beni. “Zindan Bar’a hofl geldinuz Cemil Bey,” dedi. Otuz litrelik naylon bir bidona en yak›n arkadafl›ym›fl gibi sar›lm›flt›.
Bidonu okflayarak, “A¤z›na kadar flarap dolu,” dedi. Sonra birden ciddileflti. Bafl›n› sertçe döndürüp Eran Kaptan’a dövecekmifl gibi bakarak,
“Buni ona borçluyuz,” dedi. Eran Kaptan, çenesi gö¤sünde, biraz mahçup, h›çk›r›r gibi güldü. “Evet!” dedi ‹drus kolunu bana do¤ru uzat›p
33
parma¤›n› sallayarak, “Ha bu bidonu tek bafl›na Portekiz gemisinden
s›rtlanup buraya taflimifltur.” Eran Kaptan elini kald›r›p “tezahürata gerek yoktur” dercesine bafl›n› sallad›. Tersanede, havuza giren Portekiz
gemisindeki gemiciler vermifller bu flarab›. Ne zabitan tak›m› biliyormufl
ne de teknik personel. ‹drus, mutfaktan ödünç ald›¤› çorba kepçesiyle
(Aflç›bafl› da arada u¤ray›p bir iki bardak yuvarl›yormufl) flarap servisi yap›yordu. Ne kadar çok içersek o kadar iyiydi. Çünkü flarap hava alm›flt›
ve k›sa sürede bozulabilirdi. Buruk bir tad› vard› flarab›n, iki bardaktan
sonra da flahsiyetini hemen ortaya koyuyordu.
‹drus’un, “düflman›na göster, geri çek” denecek türden ürkütücü
bir görünüflü vard› ama, bir çocuk yüre¤i tafl›yordu. Çok duyarl›yd›. K›br›s ç›karmas› s›ras›nda paraflütle indirilen komando grubunda yer alm›flt›. Sa¤ bald›r›n›n arkas›na gelen bir flarapnelle yaralanm›fl ve gazi olmufltu. (O, “kâzi” diyor.) Savafl konusu aç›ld›¤›nda gözleri hemen dönüyordu. ‹drus, her y›l temmuz ay›nda, ç›karman›n y›ldönümünde baflka biri
oluyor, gemideki bayra¤› bedenine sar›p elinde yang›n baltas›yla ortal›kta dolafl›yordu. Onun peflinde büyük bir sayg›yla yürüyen tek kifli de, kamara arkadafl› Eran Kaptan’d›. Üçüncü kaptan›m›z Orhan Abi, arada ‹drus’a tak›lmaktan, onu z›vanadan ç›karmaktan zevk al›rd›. Orhan Kaptan’la ‹drus’un köprüüstündeki vardiyalar› kimi günler tiyatro oyununa
dönüflürdü. Orhan Kaptan onun “kâzi” olmad›¤›n›, att›¤›n› iddia ederdi.
‹fl, ‹drus’un dümen bafl›nda pantolonunu indirip yara izini göstermesine
kadar var›rd›. O zaman da Orhan Kaptan, “baksan›za,” derdi, “kaçarken
vurulmufl, yara arkada.” ‹drus ne kadar çileden ç›ksa, gözü dönse, oflay›p puflasa da, sonuçta her fleyin bir oyun oldu¤unu bilirdi. Denizde hayat baflkayd› ve çok ac›mas›zd›.
Vardiya ç›k›fllar›nda, yemek öncesi k›sa anlarda, yemek sonralar›nda, yatmadan önce Zindan Bar’› ziyaret etmem kaç›n›lmaz olmufltu. Bir
yandan gemi yol al›yor, bir yandan içiyorduk. Uykuya ve dinlenmeye
ay›rd›¤›m›z süre gittikçe k›sal›yordu ama biz bu durumdan çok mutluyduk. Vardiyas› bafllayanlar gidiyor, onlar›n yerini vardiyadan ç›kanlar
dolduruyordu. En büyük sevinci de, f›rt›na nedeniyle demirde geçirmek
zorunda kald›¤›m›z o iki gün boyunca yaflam›flt›k. Zindan Bar bir s›¤›nak
olmufltu. ‹drus’un mutfaktan ödünç ald›¤› ama geri vermedi¤i kepçeyi flarap bidonuna dald›r›rken kendimi Roma imparatorlar› gibi hissediyordum. Baha’n›n, ‹drus’un, Erhan’›n sohbetlerine doyum olmuyordu.
Aksiliklerin pefl pefle geldi¤i bir yazd›. Ya geminin ana makinesinde bir sorun ç›k›yordu ya da teknik laboratuardaki cihazlarda. Günlerimiz, ba¤land›¤›m›z limanlarda zaman öldürmeye çal›flarak geçiyordu. Bidondaki flarap bitmifl, Zindan Bar kapanm›flt›. Kamaralar›m›zdaki stoklar› kullan›yor, flifleler azald›kça yeniliyorduk.
34
Araflt›rma laboratuar›ndaki cihazlarda ortaya ç›kan teknik bir ar›za
nedeniyle küçük bir limana girdik. Sorun Ankara’ya iletildi. En az bir hafta boyunca orada ba¤l› kalaca¤›m›z belli oldu. Herkesin can› s›k›lm›flt›.
Çay servisi yapan ya da çöp sepetlerini boflaltmak için gelen kamarotlar d›fl›nda laboratuara gemicilerden giren olmaz. Eran Kaptan’› karfl›m›zda görünce flafl›rd›k. Asl›nda o da flaflk›nd›, yapt›¤›n›n do¤ru olup olmad›¤›n› sorgulayan bir ruh hali içindeydi. Ar›zan›n ne kadar zamanda
giderilece¤ini sordu. En az bir hafta, dedik. Emin olmak için de “Yani
iki-üç günde hallolmaz, de¤il mi?” dedi. “Mümkün de¤il,” dedik. Teflekkür edip ç›kt›. Bu bilgi üzerine Kaptan’›n kamaras›na gitmifl ve üç günlük izin istemifl. Çünkü kar›s›n› ve o¤lunu çok özlemifl. ‹drus’un dedi¤ine göre, öyle s›k›lm›fl ki, geceleri oflay›p puflamalar›ndan o bile uyuyamaz olmufl. Kötü rüyalar görüyormufl Eran Kaptan, çok daralm›fl. Ama
Efendi Kaptan, kamaras›nda uzanm›fl dinlenirken, gemi kurallar›n› hiçe
say›p (öyle ya, önce gemi reisiyle bu konuyu konuflmas› gerekirdi) karfl›s›nda biten bu yar› deli adamdan çok rahats›z olmufl ve ar›zan›n her an
giderilebilece¤ini söyleyip izin talebini geri çevirmifl.
Ben olay› ‹drus’tan dinledim. Eran öfkeyle kamaraya girmifl. Bir bo¤a gibi burnundan soluyormufl. Giysi dolab›n›n kapa¤›na öyle bir yumruk atm›fl ki, ranzas›na uzanm›fl zamans›z bir uykuya geçmeye çal›flan ‹drus yerinden s›çram›fl. Kaptan’a ya¤d›rd›¤› küfürlerin bini bir paraym›fl.
Sonra birden toparlanm›fl. Atatürk posterinin karfl›s›nda haz›r ol’a geçip
askerî bir selam vermifl. “Kaptan’dan flikayetçiyim Paflam,” demifl, “bir
hafta bu limanda ba¤l› kalaca¤›z. Evimi çok özledim. Ben gemiciyim, her
fleye dayan›kl›y›m Paflam, ama beni zay›f düflüren rüyalar›mla bafl edemiyorum. Haz›r f›rsat varken gidip kar›m› ve o¤lumu gözlerimle göreyim
dedim, üç gün izin istedim o ibne Kaptan’dan ama vermedi. Ben de huzurunuza ç›k›p o izni sizden istiyorum!” Sonra yeniden ayak topuklar›n›
birbirine vurup selam durmufl ve “Sa¤ olun Paflam!” diye hayk›rm›fl. ‹drus ranzas›ndan do¤rulup “hay›rd›r,” demifl. “Kaptan’dan üç gün izin istedim, vermedi,” demifl Erhan, “ben de onu Pafla’ya flikayet ettim. Ne yapay›m? Pafla da ‘Git evlad›m’ dedi. Duydun de¤il mi?” Duydum, demifl
‹drus da. Erhan çantas›n› haz›rlad›¤› gibi çekip gitmifl.
Olay ertesi gün ortaya ç›kt›. Erhan vardiyas›na girmeyince Kaptan
nedenini araflt›rm›fl. Erhan’›n gemide olmad›¤›, izin almadan mekân›
terk etti¤i, yani disiplin suçu iflledi¤i anlafl›lm›fl. Kaptan, kamara arkadafl› ‹drus’un ifadesini alm›fl.
‹drus’un ifadesi flu: “Atatürk’ten izin ald›, gitti Efendi Kaptan.”
Kaptan da, “Atatürk izin verdi mi?” diye sorunca, “Verdi Efendi
Kaptan, kulaklar›mla duydum,” demifl.
Üçüncü günün sonunda gemiye döndü Eran Kaptan. Süvari Bey bir
fley sormad› ona. Orhan Kaptan arkas›ndan konuflup el-kol hareketleriyle bafl›na neler gelece¤ini ima ettiyse de hiçbir fley olmad›.
35
FETH‹ NAC‹ 80 YAfiINDA
Server Tanilli
Ansiklopedilerde, edebiyat üstüne sözlüklerde, Fethi Naci’yi tan›tmak için verilen flu iki nitelemedir: “Yazar ve elefltirmen”. Bu nitelemenin alt›nda ise, yazar›m›z ve elefltirmenimizle beraber, toplumumuzun
da ilginç bir öyküsü vard›r.
Fethi Naci, edebiyat dünyas›na fliir ve öyküleriyle girdi. Onun ilk yaz›lar›, do¤du¤u (1927) ve yetiflti¤i Giresun’un Yeflil Giresun gazetesinde,
halkevi dergisi Aksu’da, zaman zaman da ‹stanbul dergilerinde yay›mlanm›flt›. 1950’den sonra yönetimine kat›ld›¤› Yeryüzü ile Beraber dergilerinde – Oktay Deniz takma ad› ile – yazd›¤› elefltirilerle ilgi çekti (19511953). Bu dergilerin Demokrat Parti iktidar›nca kapanmalar› üzerine
Kaynak ve Yeni Ufuklar ’da yazd›.
Daha da önemli olan›, bu dönemin ürünlerini toplayan ilk kitab›n,
‹nsan Tükenmez ’in ç›kmas›d›r (1956). Fethi Naci, daha güzel bir dünyan›n kurulmas› için yazar›n olumlu tip yaratmas› gere¤ini vurgulayarak
toplumsal gerçekçi elefltiri anlay›fl›na yaklafl›yor ve Türk edebiyat›n› da
bu görüfl aç›s›ndan de¤erlendiriyordu. Fethi Naci, sonraki yaz›lar›nda
edebiyat›n ölçütlerini daha genifl bir alanda arayacakt›r.
Yöntemi, “toplumcu gerçekçi elefltiri” olacakt›r.
Bütün bunlar gül bahçelerinden geçerek de¤il, ko¤uflturularak, ceza mahkemelerinde yarg›lanarak gerçekleflir: Nitekim, ‹nsan Tükenmez
ç›kt›¤›nda, Ceza Yasas›’n›n 142. maddesine ayk›r› görülerek, yazar› ko¤uflturuldu, A¤›r Ceza Mahkemesi’nde yarg›land›, akland› (1956-1957).
Sonra Pazar Postas›, Dost dergilerinde yay›mlad›¤› yaz›lar›yla o y›llar›n
verimli kalemlerinden biri olarak görüldü; Dost dergisinin yapt›¤› bir soruflturmada da, 1960’›n en be¤enilen elefltirmeni seçildi. Fethi Naci,
elefltiri alan›nda seçkin kalemlerden biridir art›k.
Bu arada devran de¤iflir ve 27 May›s Devrimi olur.
27 May›s, toplum için oldu¤u gibi, Fethi Naci için de bir dönüm
noktas›d›r.
Baflta siyasal tablo de¤iflmifltir, yeni konular, yeni bir kavga vard›r:
1961’de Türkiye ‹flçi Partisi kurulur, Fethi Naci üyedir ve dönemin en
etkili dergilerinden Yön ve Ant ’›n sanat sayfalar›n› yönetir; Sosyal Adalet’te yazard›r.
1965’te Gerçek Yay›nevi’ni kurar: Yay›mlad›¤› ilk kitap kendi yazd›¤› Azgeliflmifl Ülkeler ve Sosyalizm’dir. Onu, Emperyalizm Nedir?
36
(1965), Azgeliflmifl Ülkelerde Askeri Darbeler ve Demokrasi (1967), Atatürk’ün Temel Görüflleri (1968) izler.
Onlar›n arkas›ndan, ünlü “100 Soruda” adl› dizi gelir: Toplumun
ihtiyaç duydu¤u siyasal ve kültürel uyan›fla yan›t veren; uzman kalemlerden ve ö¤retici nitelikte de olan kitaplard›r bunlar.
Neler yoktur ki içlerinde?
Felsefe, sosyoloji, bilim felsefesi, edebiyat, sanat, tarih, ekonomi, siyasal düflünceler, siyasal partiler, anayasan›n anlam›... yetkin kalemlerden, yeni bir dünya görüflünden dam›t›l›p verilir; Türkiye’de, bütün sorunlar›yla vard›r: Türkiye’de kapitalizmin geliflmesi, iflçi hareketleri, toprak meselesi, gelir da¤›l›m›, planlama ve kalk›nma, din ve siyaset, gerici
ak›mlar, flehirleflme, konut ve gecekondu, k›rsal yap› ve sorunlar›...
Demokrat Parti’nin daha da çoraklaflt›rd›¤› bir Türkiye’de “100 soruda”, daha insanca bir dünya ve Türkiye ad›na – bir tür – üniversite kurar ve yeni bir kuflak yetifltirecektir.
Fethi Naci, 1971’de On Türk Roman› adl› incelemesini yay›mlam›flt›. 1981’de yay›mlad›¤› Türkiye’de Roman ve Toplumsal De¤iflme adl›
eseri, sosyal de¤iflim süreçlerinin ça¤dafl roman›m›za nas›l yans›d›¤›n› ortaya koyar. Yepyeni bir sentezdir bu ve bir 盤›r açar.
2000 y›l›nda yay›mlad›¤› 100 Y›l›n 100 Roman›, sentezi sürdürür.
Bunlar›n yan› s›ra, Reflat Nuri’nin Romanc›l›¤›, Yaflar Kemal’in Romanc›l›¤›, Sait Faik’in Hikâyecili¤i, bizi, bu büyük ustalara daha da haz›rlayarak götürür.
Dergilerde yay›mlad›¤› Elefltiri Günlü¤ü (1986), yaflayan edebiyatla
tart›flan elefltirmeni iç içe gösterir.
Elefltiride 40 Y›l (1994), dev bir çal›flmayla geçirilen ve güzellefltirilen y›llar›n bir dökümüdür. O kitaba ayn› adla eklenen bir yaz›da söyledikleri, ça¤dafl dünya ve Türkiye için – belleklerde tutulmas› gereken –
bir teflhistir. fiöyle der Fethi Naci:
“Sosyalizmin insano¤lunun yaratabildi¤i en güzel gerçekleflebilir
düfl oldu¤una, dünyan›n gençli¤i oldu¤una inan›yorum. Reel sosyalizmin
çöküflünün nedenlerini aç›klayabiliyoruz.
“fiunu da – nesnel verilere dayanarak – söyleyebiliriz: Türkiye burjuvazisi, b›rak›n insanca yaflanacak bir Türkiye, özgür ve adaletli bir türkiye kurmay›, Türkiye’yi yönetmekten bile aciz oldu¤unu 1950’den bu
yana tüm iktidarlar›yla ispat etmifltir.
“Türkiye’nin gelece¤ini kendinde tafl›yan ya da tafl›mas› gereken
toplumsal güçler, ne yaz›k ki siyasal bilince, gerekli örgüte ulaflmaktan
çok uzak.”
Yaflad›klar›m›za bak›p Fethi Naci’ye hak vermemek mümkün mü?
Sa¤l›kl› ve uzun bir ömür de dileyerek...
37
fi‹‹R ‹LE fi‹‹RCE
Eray Canberk
8.
Sabahattin Kudret Aksal (1920-1993) fliirlerinde flairi ve fliiri en çok
konu edinenlerden biri.
Behçet Necatigil’e göre Aksal: “Önceleri Garip fiairleri etkisinde, yaflaman›n tad›n› ç›karmaya bakan avarelik fliirleri yazd›, hayat›n gündelik
ak›fl›nda bireysel sevinç ve mutluluklar› dile getirdi. 1960’lardan sonra
fliirin a¤›rl›k noktas›n› kiflinin evrendeki yerini, de¤erini aramaya, felsefi düflünceye kayd›rd›.” (Edebiyat›m›zda ‹simler Sözlü¤ü, 1999)
Memet Fuat da Aksal’›n fliirini Garip ak›m› etkisindeki dönem ve
‹kinci Yeni anlay›fl›n›n sonras›ndaki dönem olarak ikiye ay›r›yor. ‹lk dönem için Necatigil’in de¤erlendirmesi geçerli. ‹kinci dönem için flöyle diyor: “‹kinci Yeni rüzgâr›ndan sonra, insan›, do¤ay› irdeleyen daha derin
bir fliir anlay›fl›na yöneldi, biçimsel yap›ya a¤›rl›k verdi.” (Ça¤dafl Türk
fiiiri Antolojisi, 1999)
Ahmet Necdet’e göre: “… fliirde do¤a ve yaflamdan kaynaklanan seçmeci bir ‘soyutlama’, us yoluyla kurulan büyülü bir ‘matematik’ ve be¤eniye dayanan bir ‘uyum’ ard›nda koflar. Bu nedenle toplumsal sorunlar›n
uza¤›nda durur. Denebilir ki, Aksal’›n fliiri, yo¤un bir emek ve yal›n bir
dille birey’in içsel hesaplaflmas›na tutulan bir aynad›r.” (Modern Türk fiiiri / Yönelimler-Tan›kl›klar-Örnekler, 1993)
Do¤an H›zlan’a göre: “fiair Sabahattin Kudret Aksal hiçbir zaman
belle¤imizde bir anda sizi etkileyen gürültülü ve pat›rt›l› bir dizesi ile kalmam›flt›r. Gürültüyle, coflkuyla bezeli bir fliir de¤ildir onunkisi. ‹nce bir
s›z› gibi yavafl yavafl kendini duyuran, okudukça alçakgönüllülü¤ü ile size fliirsel duyarl›¤›n lezzetini veren bir fliir vard›r. Kal›n çizgili bir dünya
yoktur Aksal’da. Ayr›nt›lar fliir oluflturuyorsa, aç›kças› bir tür fliir de öyle
kuruluyorsa onun ustas› Aksal’d›r. Do¤an›n renklerini bile onda o keskin çarp›c›l›¤›yla göremezsiniz, bir gökkufla¤›nda birbirine vurmufl renkler gibidir.” (Yaz›l› ‹liflkiler, 1983)
Ataol Behramo¤lu’na göre: “‹lk fliirlerinde hece fliirimizin alttan
akan etkilerinin yan› s›ra, Da¤larca, Taranc›, O. Veli, S. Mallarmé tema
ve söyleyiflleri duyumsan›yor. Yaflama sevinci temas›n›n a¤›r bast›¤› izlenimci bir fliir. Fakat yinelemeler ve ço¤alt›mlar, etkiyi azalt›yor. Duru
Gök’te dengeli bir yal›nl›¤a ulafl›lm›fl. Yal›n bir iç dökme; dam›t›lm›fl fliir38
ler. Lirikken baflar›l›, suluboya bir fliir… Verlaine ve genellikle Frans›z fliiri ögeleri seziliyor. Düflünce fliiri diye nitelenebilecek fliirleriyle Aksal,
kimi kez isteyerek güç anlafl›l›rlaflt›r›lm›fl izlenimi veren bir fliir diliyle, lirik döneminden git gide uzaklaflarak M. Cevdet, O. Rifat ve B. Necatigil’in adlar›yla an›labilecek bir yörüngeye girmifl göründü. Son kitaplar›yla, yer yer, fliirini yeniden yal›nlaflt›rd›¤› söylenebilir.” (Büyük Türk fiiiri
Antolojisi, 2001)
Aksal’›n 1970’lerden bafllayarak fliirinde felsefî düflünceye a¤›rl›k
verdi¤i söylenebilir. fiiir sanat› üzerine düflündüklerini fliirlerine yans›tmas› ise hemen hemen ilk döneminden bafll›yor. Bu konuda yaz›lm›fl fliirlerine son kitaplar›nda daha s›k rastlan›yor.
9.
Aksal’dan flair ve fliir üzerine:
fi‹‹R
Susuyorum. Susar susmaz duyuyorum bafllad›¤›n› fliirin.
Hep o, yan›bafl›mda, gölgesiz gölge, bekliyor konuflmay›.
fi‹‹R K‹TAPLARI
Güneflin evinde yazar›z fliirlerimizi
Yüzyüzeyiz karfl›l›kl›
Gömütlü¤e b›rak›r›z sonra
Kitaplara.
fi‹‹R YAZAMAMAK
U¤raflma bofluna
fiiir yazamazs›n
Bu kadar maviyken gökyüzü
Ve deniz
Böyle yan›bafl›ndayken
fi‹‹R
Uçtum, fliir takt› bana kanat,
Savruldu sonsuza ›fl›k h›z›m,
Ne uzak ne yak›n, durdu saat,
Döküldü kandil kandil y›ld›z›m.
39
Yand› ›fl›k, anlad›m ›fl›k tek,
Bir kez gördüm su içtim tas›ndan,
Gözüm kamaflt› ölünceye dek,
Ayr›lamam gizemin kap›s›ndan.
Ölümünden sonra yay›mlanan ve son fliirlerini içeren Bat›k Kent
(1993) adl› kitab›ndaki fliirlerden biri Aksal’›n fliir sanat› konusunda sürekli düflündü¤ünün bir kan›t›:
fi‹‹R YAZIYOR
Oturmufl, fliir yaz›yor.
Ne ki fliir? Nesnelerin
Karmaflas›n› dizgeye
Oturtmak gibi bir fley, hep
Ard›nda onun. ‹stiyor:
Art›s›z, eksisiz, d›fla
Dönük, çok da sa¤lam, tek (de)
Bir yap› ç›ks›n ortaya.
10.
Buluflma (1990) adl› fliir kitab›ndaki “fiiir Üstüne Notlar” bafll›kl› fliiri Aksal’›n fliircesi konusunda kuflkusuz en önemli kaynak. “Genç bir
ozana” adad›¤› ve 24 bölümlü fliirin son bölümü bir tek dize: Daha da
var, bunlar ilk usuma düflenler.
Aksal’›n “genç bir ozana” 23 ö¤üt ya da önerisi (bunlara uyar› ya da
fliir bilgileri de diyebiliriz) kendi fliir ilkelerinden baz›lar›. Çünkü “daha
da var!”
“fiiir Üstüne Notlar”›n her bölümü ayr› ayr› yorumlan›p de¤erlendirilebilir…
40
B‹R ‹STANDOLLU’NUN NOTLARI
Alova
‘... ne kadar flafl›rt›c›d›r ki, daha yak›n zamana kadar, insanlar gönül
rahatl›¤›yla Yunan dehas›ndan söz ediyordu; a¤›zlar› bir kar›fl aç›k, mistik bir havada... Ne ki, Yunaneli’nin geliflimini bilimsel terimlerle kavramak mümkündür...’
‘Bat› Asya’n›n her yerinde, de¤iflik adlar alt›nda Büyük Ana’ya tap›l›rd›. Yunan sömürgeciler Anadolu’da ad›na dikilmifl tap›naklarla karfl›lafl›nca, ona Artemis ad›n› verdiler ve var olan kültü devrald›lar. Ephesoslular’›n Diana’s›n›n kökeni budur. H›ristiyanl›k ise onu Meryem Ana’ya
dönüfltürdü...’
‘Miken Ça¤›’n›n geç döneminde ve bitiminden sonra, istilac›lar›n
bir bölümü yerleflip tar›mla u¤raflt›lar; bir bölümüyse, önce adalara ve
Anadolu’ya, sonra Sicilya ve Güney ‹talya’ya gitme cesaretini gösterdiler.
Oralarda deniz ticaretiyle u¤raflan liman kentleri kurdular. Yunanl›lar’›n
uygarl›¤a yeni, nitelikli katk›larda bulunmas› ilk kez bu liman kentlerinde gerçekleflti. Atina’n›n üstün konuma gelmesi daha sonrad›r...’
‘Miletos okulu önemlidir. Neyi baflard›¤› için de¤il, neye kalk›flt›¤›
için. Bu okul Yunan düflüncesinin Babil ve M›s›r’la iliflkisinden var oldu...’
‘(Anaksagoras) ‹yonyal›’yd› ve ‹yonya’n›n bilimsel, ak›lc› gelene¤ini
sürdürdü. Felsefe’yi Atinal›lar’a tan›tan ilk düflünürdü...’
‘... (Atinal›lar), güneflin k›rm›z›-s›cak bir tafl oldu¤unu ve ay›n topraktan yap›ld›¤›n› insanlara ö¤retti¤i suçlamas›yla Anaksagoras’› mahkemeye verdiler: neler oldu¤u belirsizdir; ama Anaksagoras’›n Atina’y› terk
etti¤i kesindir... ‹yonya’ya geri dönen Anaksagoras orada bir okul kurdu.
Vasiyetine göre, her y›l ölüm gününde okullar tatil edildi...’
Hay›r, Halikarnas Bal›kç›s›’n›n de¤il bu sözler. Büyük ‹ngiliz düflünür Bertrand Russell’›n. (Western Philosophical Thought). Bal›kç›’n›n
kimi analojileri (Hektor-Mustafa Kemal v.d.) ileri, iyi her fleyin kayna¤›n›n Anadolu oldu¤unu öne sürmesi yanl›fl olabilir, tart›fl›labilir. Ama
onun görüfllerini Anadolu flovenizmi parantezi içine almak büyük haks›z41
l›k olur. Tarihsel-nesnel aç›dan bakmak gerek: Anadolu ça¤dafl bilimin,
felsefenin fliirin kayna¤› oldu¤u kadar, ilk örgütlü fahifleli¤in yap›ld›¤›,
ilk darphanenin kuruldu¤u yerdir ayn› zamanda. Bir Homeros’u, bir Herakleitos’u, bir Herodotos’u yurttafl›m›z saymak, onlarla ayn› topraklar›,
›rmaklar› paylaflmak övüncünü niye kendimize çok görelim? fiair Pablo
Neruda fiililiydi, ama bütün Latin Amerika’y› yurdu gibi görüyordu.
Onun için fiili’nin ›rmaklar›n› yazmakla, Peru’nun da¤lar›n› yazmak ayn› fleydi. Latin Amerika’n›n tarihine ana dillerine kadar sahip ç›k›yordu.
O kadar ki, bir fliirine Tupsmaru dilinde bir epigraf almaktan çekinmemiflti. O dili bir iki bilgin bilse bile. Bu, Melih Cevdet’in fliirine Hititçe
bir epigraf almas›na benzer.
◊
En güzel imge, hiçbir duyuya indirgenemeyen imgedir. Baflta, görüntüye.
◊
Osmanl›’y› üç kesim yönetirdi: ilmiye, mülkiye, seyfiye. Cumhuriyet
döneminde ilmiyenin bir bölümü yerinde kal›rken, öbür bölümü muhalefete geçti. ‹fl, en sonunda, üniversitelerden at›lmalara, tutuklanmalara
kadar vard›. fiairlerin yazg›s›, zaten, Nesimi’den, Nefi’den beri belliydi.
Niyazi Berkes k›rk y›l önce, ana çeliflkinin genifl halk y›¤›nlar›yla yönetici bürokrasi aras›nda oldu¤unu aç›klam›flt›. ‹yice gerilere gidilirse, Osmanl›’dan bugüne kalan miras›n köklerinin Bizans’ta oldu¤u görülür.
Politik geliflmeler karfl›s›nda gösterilen flaflk›nl›klar, düflk›r›kl›klar›, yersiz öfkeler, asl›nda, bu temel olgunun göz ard› edilmesinden ya da bilinmemesinden kaynaklan›yor.
◊
Y›llar önce, Kuzguncuk, Ç›naralt› Kahve’de Can Yücel’le otururken,
‘Türk fliiri Frans›z fliiri yerine, ‹ngiliz fliirinden etkilenseydi daha iyi olurdu,’ demiflti. O s›rada çok üstünde durmad›m bu sözlerin. Her zaman
kendine özgü bir bak›fl› olan Can Yücel elbette bofluna konuflmazd›. ‘Niye?’ diye sormad›m. Konu aç›ld›¤› gibi kapand›. fiimdi, yeniden düflündü¤ümde, ve ça¤dafl ‹ngiliz fliiriyle Frans›z fliirini flöyle bir karfl›laflt›rd›¤›mda, ‘iyi ki Frans›z fliirinden etkilenmifl,’ diyorum. ‘Niye’siyse uzun bir
inceleme konusu. ‹ngiliz fliirinde, her zaman, folklorun gölgesini hissetmiflimdir. Frans›zlar her ne kadar, ‘kelimeye yaslanan’ fliiri, zaman za42
man, imgeye bo¤muflsa da, daha modern aç›l›mlar getirdiler. T. S. Eliot’un büyük ç›k›fl›n›ysa, Avrupa fliirinden ay›rmak olanaks›zd›r. Bu arada, ‹rlanda’n›n büyük flairi Yeats’i de ayr› tutuyorum.
Ça¤dafl Türk fliirinin yapmas› gereken iflin, Frans›z fliirindeki geliflmeleri izleyip uygulamas› görüflüneyse, hiçbir zaman, tam olarak kat›lmad›m. ‹flte, ola¤anüstü fieyh Bedrettin Destan› örne¤i. D›ranas’›n deyifliyle ‘yüzde yüz milli’, halk ve Divan fliirlerinin mükemmel bir stilizasyonu. Dolayl› etkilenimlere gelince, o apayr› bir konu.
◊
Barbarlar› Beklerken ’in yeni bas›m›n› haz›rlarken, yirmi üç çeviri
ekledim. (Sahi, C. Çapan, ‹nce-Millas ve bizim çevirilerle birlikte Kavafis
çevirilerinin toplam bask›s› yirmiye yaklafl›yor Türkçe’de yirmi y›l içinde. Yunanistan’da kaç bas›m› yap›ld› acaba?)
Bu fliirlerden birini, “Rahiplerden ve Dindarlardan Büyük Bir
Alay”›n bir bölümünü buraya al›yorum:
‘...
‹lerliyor Kutsal Haç. Avuncu tafl›yor,
sevinci, ‹nanm›fl H›ristiyanlar’›n yaflad›¤›
mahallelerinde kentin.
Kap› önüne ç›k›yor ‹nananlar,
tap›n›yorlar gönenç içinde ona –
güce, kurtulufluna evrenin, Haç’a. –
Her y›l yap›lan H›ristiyan töreni bu.
Ama bugün, bak, daha görkemli kutlan›yor.
Kurtuldu devletimiz sonunda.
Hükümdar filan de¤il art›k,
afla¤›l›¤›n afla¤›l›¤›, flu tiksinç ‹ulianos.
Dua edelim dindarlar›n dindar› ‹ovyanos için.’
Seçkin bir entelektüel olan imparator ‹ulianos’un Antakyal›larla
pek anlaflamad›¤› bilinir. H›ristiyanl›¤a inançla ba¤l› Antakya halk› bu
dönme hükümdar› sevmemifl, bununla kalmay›p onu sarakaya alm›fl, sakal›yla bile alay etmifltir. ‹ulianos, buna karfl›l›k, Misopogon ’da kendini
savunur. ‹mparator’un ölümüyle, pagan Antakyal›lar, alaydan ve Haç’tan
uzak dururlar. fiiirlerinde, genel planda, tarihsel bir sesi konuflturan ve
bu sesin arkas›nda duran Kavafis, yan tutmuyor izlenimi b›rak›r okurda.
Bu fliirde de bir Antakyal›’n›n a¤z›ndan töreni anlat›rken, öteki ‹ulianos
43
fliirlerinde oldu¤u gibi, imparatora karfl› duruflunu uzaktan uza¤a sezeriz. Peki, sonunda, nedir ‘gönenç içinde tap›n›lan?’ Kutsal Haç! Dönüp
dolafl›p, bir baflka planda, paganizme geliyoruz. Gerçi, dönem, paganizmden H›ristiyanl›¤a geçifl dönemidir. Ve fliirdeki görüntüyü o dönemin
özelliklerine göre de¤erlendirmek gerekir. Ne ki, Haç’a tap›nmakla puta
tap›nmak, dinsel inançlar, törenler ne kadar de¤iflik olursa olsun, bir
noktada birlefliyor bu fliirde. fiu soru her zaman geçerli: ‹nsano¤lu paganizmi, flamanizmi ne ölçüde b›rakt›?
◊
Herodas’›n Mimos’lar›n› sonunda bitirebildim. Hepsi bir kitapta
toplan›yor. Hepi topu on üç mimos, hepsi dediysem. ‹ki bin y›l› aflk›n süre, M›s›r’da bir papirüste uyuyan bu fliir-oyunlar, ancak on dokuzuncu
yüzy›l›n sonunda, bir ‹ngiliz arkeolog eliyle gün ›fl›¤›na ç›kar›ld›. Herodas ‹Ö 3. yüzy›lda Kos adas›nda yaflad› (ya da öyle kabul ediliyor). Hellenistik fliirin en ilginç temsilcilerinden. Ortaoyununu and›ran halk mimoslar› genellikle bir ya da birkaç oyuncu taraf›ndan mimler ve ezberden okumalar yoluyla canland›r›lan bir seyirlik. Bir oyuncu birkaç karakteri bir arada canland›rabiliyor. Herodas, mimos gelene¤inden yararlanarak, bu yayg›n türü Ephesos’lu Hipponaks’›n kholiambos vezniyle birlefltirdi ve Hellenistik fliirin bir türü yapt›.
Çok k›sa olan mimoslar gerçekçi fliirin ilk örnekleri aras›nda say›l›yor. Buna kaba gerçekçilik, baya¤› gerçekçilik diyenler de var. Mimos’un
birinde bir genelev patronunun savunmas›n› dinlerken, bir baflkas›nda
bir muhabbet tellal›n›n ayart›c› konuflmas›na tan›k oluyoruz. Herodas’›n
gerçekçili¤inin doru¤uysa, Kad›n Kad›na adl› mimosta geçen dildo diyalogu. Bu tür diyaloglar›n halk mimoslar›nda ve düzyaz› mimos türünün
ustas› olarak bilinen Sophron’da yer ald›¤›, kimi kaynaklarda yaz›l›. Burada vurgulamak istedi¤im nokta, iki bin iki yüz y›l önce, hem halk edebiyat›nda, hem ondan yararlanan Hellenistik edebiyatta hiçbir sansür
kayg›s›na u¤ramadan, yaflam›n her yönünün olanca do¤all›¤›yla yans›t›lm›fl olmas›. Pekçok mimosun günümüze kalamay›fl›n›n nedeni, kimi ba¤nazl›klardan kaynaklan›yor elbet. ‘Her fley Antik Ça¤’da olup bitti,’ diyen
Adonis’i gel de anma flimdi!
◊
Çocuklar› üç befl puan fazla al›nca a¤›zlar›ndan aykû laf› düflmeyen,
onlar› birer küçük Einstein gören, odalar›n›n kap›s›na ast›klar›, o dil ç›karan ‘dahi çal›fl›yor’ ‘stik›r’lar›n› her zaman çok ciddiye almaya haz›r ve
44
bu yüzden afacanlar›n alaylar›n› sürekli k›flk›rtan, kimi zaman onlara ciddi zarar veren, ne yapt›klar›n› hiçbir zaman tam olarak bilmeyen annebabalar büyük bilginin flu sözünü duysalar ne düflünürler diye merak
ederim elbet: ‘Bende özel bir yetenek oldu¤unu sananlar aldan›yorlar.
Bendeki derin bir merak duygusundan baflka bir fley de¤il.’
Amerikal›lar’›n yaratt›¤› zekâ miti insanlar› birbirine daha da yabanc›laflt›rd›. Liberalizm zekây› insan akl›n›n ac›mas›z bir matkab› gibi kulland›, kullan›yor.
◊
Kavafis ile Yahya Kemal’i karfl›laflt›ran, kapsaml› bir inceleme ilginç
olurdu. ‹kisi de yitik uygarl›klar›ndan kopamad›lar. ‹kisi de birbirinden
habersiz, konuflma diliyle, eski yerleflik dili kullanarak yeni kuflaklar›n
önünü açt›lar. Ve baflka noktalar. Ama kuflbak›fl›ndan hemen görünen
iki sözcük: Yahya Kemal’de VATAN, Kavafis’te ‹NSAN.
◊
Ya flu tip narsisizme ne demeli: Sen meslek örgütüne üye olma, kap›s›ndan bir kez bile ad›m atma, böyle örgütlenmeleri hor gör, hiçbir yürüyüfle kat›lma, hiçbir bildiriye imza atma, her zaman kaçak gürefl; sonra, o kadar bay›ld›¤›n Medya Dolmas› midene oturdu¤u zaman meslek
örgütünden yard›m iste!
Ben buna zavall› narsisizm diyorum.
◊
45
S‹VAS AYAKTA
Mehmet Y›ld›r›m
Kan Gülleri Ekiliyor
Yavuz Sultan 1514 Çald›ran Seferi’ne giderken yol üstündeki Sivas’ta fiah ‹smail yanl›s› k›rk bin Alevi’ yi öldürerek bugünlere kadar canl› kalan kin tohumlar›n› ekti.
Bu kin tohumlar› d›fl kaynakl› gübrelerle beslenerek usta bahç›vanlar›n ellerinde kan güllerine dönüfltürüldü; gerek görüldü¤ünde Çorum’da, Marafl’ta ve iki kez Sivas’ta yakalara tak›ld›.
So¤uk savafl döneminde Stalin’in Türkiye’ye karfl› hasmane tavr›,
ülkede komünist av›na neden oldu; “tüm solcular komünisttir” söylemleri camilerin güçlü kollar›na servis edilerek halka inmesi sa¤land›. Ayn›
dönemde Amerikanc› tarikatlar p›trak gibi ço¤ald›.
1949’da Menderes Sivas gezisinde Nakflibendi Tarikat› fieyhi ‹smail Efendiyi ziyaret edip elini öptü.
1950’den sonra Menderesler, Demireller, Sunaylar, Evrenler, Özallar, Türkefller oy u¤runa g›rtla¤a ç›kan gafletin yaman yüzücüsü oldular.
1980 darbesinin baflar›l› “bizim çocuklar”› bir ellerine kuran bir ellerinde bayrak “Türk ‹slam Sentezi”nin kas›rgas›nda solcular› hortumlad›lar.
Sofradaki Tavuk Eti
Köyümüzün güneyi ve do¤usunun tamam›na yak›n› Alevi köyleridir. Babam celepti, bu köylerden mal davar al›rd›. Babama sofra sunduklar›nda tavuk ve horozlar› babama kestirirlerdi. Çünkü Sünniler Alevilerin kestiklerini “murdar” diye yemezlerdi. Bu durum o kadar ola¤and› ki
ev sahibi rahats›z olmazd›. Yaflam kültürünün bir parças›yd›. Birlikte yafl›yan insanlar›n bu hoflgörüsü sofralarda ekmek, gönüllerde sayg› olmufltu. Yad eller bu hoflgörü ve sayg› hamuruna tuz katt›klar› zaman bu insanlar›n a¤›zlar›n›n tad› kaçt›. Da¤da davarlar›m›z›n kar›flt›¤› tarla tump
komflular›m›z olan bu insanlarla hiç kimsenin kavgas›na tan›k olmad›m.
Altm›fll› y›llar›n bafl›nda orta okulda ayn› s›ralarda okudu¤um dönemlerde de de¤il mezhep kavgas›na, bu tür konular›n tart›fl›lmas›na dahi tan›k olmad›m.
46
Araba Plakalar›
2006 Eylül’ünde Sivas’a gitti¤imde kardeflimin yeni arabas›n›n Sivas plakal› olmamas›na üzüldüm; hâlâ o ezikli¤in yafland›¤›na tan›k oldum ve kendimce gözlem yapmak istedim.
Sivas’›n orta yerinde Kongre Lisesi’nin karfl›s›nda, tarihi Çifte Minarenin ayaklar›n›n dibinde C›b›llar Park›’na 5-6 gün boyunca u¤rad›m.
Buraya hep yafll› ve dindar insanlar gelir. Bu insanlara konufltum. Gördüm ki büyük ço¤unlu¤u Mad›mak katliam›ndan dehfletli rahats›zlar. ‹çlerinde bir bask›n›n hâlâ yaflad›¤›na tan›k oldum.
Bu bask› yaln›z Sivas’ta yaflayanlarda de¤il ülkedeki tüm Sivasl›larda var. Bir ay önce ‹stanbul’da Göztepe Park›’nda tan›mad›¤›m biri Sivasl› oldu¤umu ö¤renince pald›r küldür, “kibritçi” oldu¤umu söyleyivermiflti. Böylesi olaylar ne kadar hoflgörülü olsan›z da üzerinizde olumsuz
bir birikim oluflturuyor. Sivas’›n her zaman her yerde bu kanl› katliamla
an›lmas› içimi ac›t›yor.
O günlerde Sivas Cem Evi’nin aç›l›fl haz›rl›klar› yap›l›yordu. C›b›llar
Park›’ndaki yafll› ve sakall› insanlar bundan rahats›z de¤illerdi.
Biliyorum ki Sivas katliam›ndan sonra sa¤c› ayd›nlar Sivas’a gidip
halka neden ve niçin sorusu sormad›lar. Bu katliam›n hamasetini yapan
sol Tanzimat ayd›nlar› da Sivas’a ad›m atmad›lar, zaten onlar›n genetik
olarak ayaklar› hiç Anadolu topra¤›na basmad›.
flareti Mad›mak
Parola Kandil ‹fla
1950’den sonra merkez sa¤›n gafleti, inad›, ufuksuzlu¤u ve oy u¤runa nabza göre flerbet vermeleri siyasal ‹slamc›lar›n iflini kolaylaflt›rd›.
1980 sonras› ABD ve AB güdümünde içe dönük hoflgörüsüz, d›fla dönük
dehfletli uyumlu “›l›ml› ‹slam” ad› alt›nda BOP için kodlanm›fl yeni bir
‹slam anlay›fl›yla Anadolu Müslümanl›¤› tasviye edilmek istendi; bunda
da baflar› sa¤land›. Bu olufluma yine 1980 sonras› geliflen Acem ve Arap
radikalizmi de tetikçilik yaparak jandarma görevini üstlenmifltir.
Siyasal ‹slam’›n bu günlere gelmesinde laikli¤e “otoriter” diyen
ABD ve AB vak›flar›n›n bordrolu ihanet ayd›nlar›n›n da pay› vard›r.
ABD, AB, Kürtçülerin ve ‹slamc›lar›n kan düflman› gördükleri Kemalizm’i tasviye çal›flmalar›na Kandil’den “parola” denmifl Mad›mak’tan
kibrit atefli ile “iflaret” verilmifl ve Anadolu’nun kimyas› bozulmufltur.
Bu deneylerden birisi için, istilac› Timur’un har›l har›l yakarken at
kiflnemeleriyle insan avazlar›n›n sard›¤› dumanl› flehri Sivas seçilmifltir.
Yak›lan Mad›mak’ta – ki saz ve can dumanlar› Timur’un dumanlar›n› kat ve kat aflarak gökyüzüne direk olmufl – ve tüm yeryüzü bu vahfleti
47
utanç dire¤inden görmüfl, Anadolu topra¤›n›n evrensellefltirdi¤i Yunus’un, Mevlânâ’n›n, Hac› Bektafl’›n kemikleri s›zlam›fl ve ülkedeki do¤ru dürüst insanlar›n yüreklerine evlat ac›s› gibi bir ac› çökmüfltür.
Katledilen karikatürist Asaf Koçak’›n memleketi Yozgat-Yerköy’de
müftü ve imam taraf›ndan cenaze namaz›n›n k›l›nmak istenmemesi
Türklerin Müslümanl›¤› kabulünden bugüne kadar Anadolu ‹slam kültürüne ve inanc›na yap›lm›fl utan›las› bir ihanettir.
Biz Bize Yüz Yüze
Sivas gözlemlerimde iyimser oldum. Ancak Sivas halk›n›n ço¤unlu¤u sütten ç›km›fl ak kafl›k de¤ildir. Fazla iyimserlik ahmak iyimserli¤idir
ki bu da Mad›mak Oteli önündeki güruhun inkar› olur.
Cem TV’nin “Sanat Dünyas›” adl› program›nda Sivas olaylar› hakk›ndaki düflüncelerim fazla iyimser bulunup elefltirildi. Kötümser olup
sert söylemlerin faydas› ne? Anadolu tarihinin en yüz k›zart›c› olay›n› hafife al›p unutturulmas› savunulur mu?
Sivas’›n içinden geçen murdar ›rma¤›n üstü gibi kapat›l›p betonlanmas›n. Sivas olaylar›n› planlay›p sevk ve idare edenlerin meclise tafl›nd›¤› unutulmamal›d›r. Ancak bu vahflet kursaklarda kin yuma¤› olarak saklanmas›n. Ne diyor Yunus;
Kamu alem birdir bize,
Düflman›m›z kindir bizim.
fiunu da söylemek gerek bu katliam› küllendirmeyle unutturmaya
çal›flmak, aradan geçen bunca zamanda Sivasl›lar›n afla¤›lanmas›n› görmemek demektir. Onun için sorumluluktan kaçmadan, k›rmadan dökmeden Sivasl›lar›n yüzleflmesi gerekmektedir.
Bu olaydan rahats›zl›k duyan Sivasl› sa¤ ayd›nlar ve siyasilerin oldu¤unu biliyorum.
Yap›lmas› gereken sol ve sa¤ ayd›nlar›n, siyasi partilerin sivil toplum
örgüt temsilcilerinin Sivas’ta bir araya gelerek yüzleflmeleri ve özelefltiri
yapmalar›d›r.
Sivasl› sa¤ ayd›nlar gerçekten bu olay› kara leke olarak görüyorlarsa, bu giriflimi onlar›n bafllatmas› gerekir.
Sivas Solingen De¤ildir
Genellikle sol çevreler hakl›l›k pay› olan unutulur, unutturulur düflüncesiyle Mad›mak Oteli’nin müze olmas›n› istiyorlar.
48
Bu görüfller zamanlama aç›s›ndan bugün yaflan›lan Sivas’la uyumlu
de¤il. Anadolu’nun dirhemi ça¤dafl ülkelerin dirheminden farkl›d›r. Ça¤dafl ülkelerin dirhemi fizikseldir. Anadolu’nun dirhemi ise sosyaldir. ‹stismar ve tahriklerle ölçülür a¤›rl›¤›. Etkisi ise sahiplenilmifl bayrak ve
Kur’an hamasetinde, Marafl’ta, Çorum’da, Mad›mak’ta oldu¤u gibi hep
kanl› olmufltur.
Onun için ›srar ve inatlaflma sonucu bu dirhemler ço¤al›r, tonlara
dönüflür, Sivas bu a¤›rl›¤› kald›ramaz. Çünkü Sivas bir Solingen de¤ildir.
Sivas olaylar›na ça¤dafl dünya gerekli duyarl›l›¤› gösterememifl, k›namakla yetinerek derinlere inmemifltir. Bunun iki nedeni vard›r.
Birincisi kendi projeleri olan “›l›ml› ‹slam”› telaflland›rmamak, ikincisi ise evrensel dünyan›n güçlü kabaday›lar› Türk halk›n›n karn› tok, s›rt› pek bar›fl içinde yaflamas›n› istemezler. Bu bast›r›lm›fl kin haçl› seferlerinden beri gelen ortak dilektir.
Sivas bu ülkenin bir parças›d›r. Ça¤dafl birikimden az pay alm›flt›r.
Hiç kimse meraklanmas›n yar›nlarda bu ülkenin çocuklar› bu topra¤›n aln›ndaki kara lekeyi unutmayacak, unutturmayacaklar günü gelince
tarihsel görevlerini Yunus’ca yapacaklard›r.
Sivas Ayakta
Y›llar sonra Sivas a gelen yerli ve yabanc›lar Gök Medrese’yi Ulu Cami’yi, Çifte Minare’yi, gezecekler; Sivasl›lar›n ok atmakta usta olduklar›
parmaklar›n›n Gök Medrese’nin kap›s›ndaki muhteflem mermer iflleme
sanat›nda da usta oldu¤unu görecekler.
Sonra 12 Eylül Kongre Lisesi’nin içindeki Mustafa Kemal’in dünyada ilk kez emperyalizmi hançerledi¤ini görecekler ve T›bbiyeli Hikmet’in, “Mandaya Hay›r Paflam!” hayk›r›fl›n› duyacaklar.
Ve Mad›mak Oteli’nin duvarlar›nda yak›lm›fl insan resimlerini izlerken insanl›k ad›na yüzler k›zaracak ve yan duvardaki Sivasl› yenik bir flairin katliam›n ertesinde yazd›¤› dizeleri görecekler.
Sazlar yand›,
Sözler ayakta
Otuzyedi beden yand›
Canlar ayakta
Eller günefle do¤ru
Urartu Hitit Selçuki
fien Zara, fiirin ‹mranl›
Sivas Ayakta
49
Komet
DEM‹fiT‹M
1.
24 Ocak 2003, Lyon gar›
Seni unuttu¤um Sal›
Kaybolmufl kitaplar›n içinde
Gördüm uçarken fliirimi
Bahçemde oturuyordum
Beynimde ziller çald›ran
Korkunç soruyu unutmufltum
fiüpheliydim kesiftim itibar›m yok idi
Kurdum günahkar saatimi
Sonra tuttum o kuflu
Oturttum kuca¤›ma
2.
1959 - 11 fiubat - 99’da
Meymenet soka¤›nda
Yeteneksiz bir k›lavuzdum
Hevesle kofluyordum
Kaybolan fliirlerimin peflinde
Az›tm›flt› kunduramdaki kum
Ac›km›flt› duraktaki fil
Kuyruktaki bit
Kuyudaki herif
Ac›km›flt› m›ym›nt› kültür
Ac›km›flt› mahsun fliir
Ac›km›flt› spermlerim
50
Uçurumdan afla¤›ya bakamayan
A¤z›mdaki misafirle
Yarat beni diye diye
Peflimden kofltu¤unuz
An›r›rd›m ba¤›n›z›n ortas›nda
3.
Bahçesinde oturuyordum
Hayalet m›sralar›n
Korkunç soruyu unutmufltum
D›fl›m içime içim d›fl›ma s›¤m›yordu
Ç›kt›m a¤açlar›n tepesine
Perdeyi kald›rd›m
S›¤›nd›m sand›¤›ma
Ey emelimiz olan vurulmufl hayvan
Bafl›n› yeniden tasarlayan kufl
Ovalarda sürüklenirken mutlak
Bafl›n› tafllara yaslayan
Geçerken geçen gün
Hayk›r›rken son fliir
Küflenmifl kanatlar›mla
Bofl bir çizme içinde
Demifltim bafl›m nerede bedelim nedir?
Demifltim ben gidece¤im
Yoklu¤um hepinize arma¤an olsun
2003
51
Salih Ecer
REF‹K DURBAfi, REF‹K AB‹,
“Bu, Refik Durbafl’›n ifli olmal›.
Sevmek o’na aittir.
Maya için bir fliir yazar m›s›n.”
Refik dünyada
en çok belli ki
akl›ndan geçenleri sevdi.
Aflk
veled
ve baklava
‹nsan kar›s›n› sevmeye
kuytu bir yerde bakar
Rutubetli kard›r aflk
meslek kokar
“Sarhoflken fliir yaz›lmaz
Bafl› dumanl› da¤lar
haybeye mi oturakta.”
Her fley bir yana da
Refik Durbafl
bir dizeye kekik düflürür
Solundan
efkâr düflse
sa¤›nda dinlendirir familyay›, kocaman
fliir yazan
adam olabilir ancak
dilenenlerden edindi¤i bütün geliri
kum gibi saçar
bölüfltürür
üçü çingene
bir kâbeye
dörde böler çünkü
zihnin gelirini
52
fiiiri bölüfltürmeye bile
kalk›flm›flt›r bir gün
büyükleri erteletmifl olabilir.
Refik abi kaça bölmüfltür fliirini
peygamber kebab› gibi olmal›
a¤›za verdi¤i lezzet
ruha verdi¤i cila
Bana düflen pay, adam› flair bile yapar.
REDDED‹LMEZ ATEfi‹YLE
BEH‹CE BORAN
Merlin,
Yurdumun en su götürmez
öf, öfkesi
oldunuz siz.
Kar, ya¤mur, bahar
hasret
tafl›namad› iflte kamyonetlerle
S›d›ka han›m hat›r sormaya geliverdi
genel baflkan›m
Mehmet öldü, severdiniz
koruyoruz üç befl çocuk hasretle.
Üçü befli yok genel baflkan›m
Kalbim cirit at›yor. Romantik, sars›c›
günleri öldük
lakin üç befl çocuk hasretle
Baflkan›m.
Behice Han›m’a, S›d›ka Han›m’a
ölene kadar sayg› duruflu talep ediyorum.
Sayg›da kusur etmeyin yurttafllar
devrimin ne acelesi var.
53
KADIN SÖYLEM‹, “KADINLI⁄IN H‹KÂYELER‹”…
Alev Bulut
Yaflamda ve yaz›nda kad›n odakl› ideolojinin, yani biyolojik ve toplumsal cinsiyet olarak diflili¤i ve kad›nl›¤› savunan feminist anlay›fl›n karfl›s›nda kad›n› tan›mlay›p anlat›rken kad›n savunucusu kimli¤ini ideolojik olarak ifle katmayan, ayr›mc›l›k yapmayan bir tav›r da var. Kad›n söylemini genel söylem içinde ayr› bir yere yerlefltirirken bunu kad›n söyleminin üstünlü¤ü yaklafl›m›na ye¤ tutmayan tarafs›z yaklafl›mlar da var.
Burada “kad›n söylemi” derken “söylem”i birkaç anlamda en büyük dil
birimi, yani dili oluflturan durumlar›n toplam› olarak al›yorum. Kad›nlar›n kulland›klar› dilin toplam›na kad›n söylemi demekle genelleme yapm›fl ve bir grubun dilini genel dil kullan›m›ndan ay›rm›fl gibi görünebilirim. Dil kim kiminle, ne için, ne zaman konufluyorsa ona göre bir arac›l›k ifllevi görür. As›l olan iletiflimdir. Dil bir araç, bir düzenektir. Kad›n
söylemi de ayn› dil dizgesi içindeki durumlardan oluflur ve ayn› dil içinde dolafl›r.
Evet, dil tek ve devingen bir denizdir, etkileflimler evrenidir, bir ortam, bir araçt›r. Etkileflim s›ras›nda olufltu¤u için dura¤an de¤il devingendir. ‹flte dili oluflturan alan ve durumlara birim olarak söylem “demekle” bu devingenli¤i korumufl ve daha iyi anlam›fl oluyoruz. Bir dil
içinde ayr›ca kad›n dili ve kad›n söylemi, söylemleri, oldu¤unu söylemek,
feminist yazar Suzette Haden-Elgin’in Native Tongue (1984) roman›nda
ortaya koydu¤u türden “kad›na özgü yeni bir dil” tasar›m› biyolojik olarak da gerekçelendirilen, yani diflili¤in do¤as›ndan gelen bir fley gibi görünse de, ayr›mc› bir tav›rd›r. Erkek dili erkek erkinden dolay› “genel ve
kabul gören” dil ise kad›n dili de bask› alt›nda geliflimini tamamlayamam›fl “özel” bir dildir derken kad›n lehine yap›lan bu ayr›m bana biraz
“ezilene teselli gazozu” gibi geliyor.
Toplumsal cinsiyet olarak kad›nl›¤› ve kad›nlara özgü her türlü üretimi savunan tavra hayat›n her alan›nda oldu¤u gibi yaz›nda da öyle çok
örnek var ki. Bence bu tav›r kendi içinde de keskin bir ayr›ma gidiyor:
Kad›n› s›rf kad›n oldu¤u için korumac› bir tav›rla ezilmekten kurtar›r gibi savunmak ve kad›n› insan olarak, kad›n lehine ayr›mc›l›k, bir anlamda kad›n cemaatçili¤i, yapmadan eflitlikçi bir düzen için savunmak.
Amaç, kuflkusuz, öyle ya da böyle kad›n› savunmak. Neden mi? Erkekler
ayr›mc›l›k tehdidi alt›nda olmad›klar› ve bask›n konumlar›n› fazla kan›k54
sad›klar› için de bir “erkek dili” ya da “erkek söylemi” var m›, yok mu,
fark›nda bile olmad›klar› için. Bu durumda kad›n-erkek ayr›m›n›n fark›nda olarak buna eflit bir yaflam için karfl› ç›kan, kad›na erkekle eflit haklar verilmesini savunan ve kendi yaflam›nda uygulayan erkek yeterince
“hak teslim etmifl” oluyor. “Erkekleri” savunan ideolojik örgütlenme
yok. Üstünlü¤ü do¤all›kla yaflayan erkek cinsinin böyle bir derdi yok. Tabii “kad›nlar bizden üstündür” diyecek halleri de yok. Asl›nda yasa koyucular›n ço¤unun erkek oldu¤u düflünülürse kad›n› yasayla koruma alt›na
alanlar da sa¤ olsunlar yine erkekler!
Araflt›rmac› Betül Parlak “Feminist Epistomoloji” bafll›kl› yaz›s›nda
“kad›n”a bak›fl› tarihsel ve bilimsel olarak flöyle özetliyor: Kad›n, tarihsel
süreçte öncelikle çeflitli niteleme de¤erleri ve “örtülü”, “mekânla” s›n›rlanm›fl konumuyla toplumsallaflma sürecinde yer alm›flt›r. Hemen her zaman toplumsal rolleri ve biyolojik s›n›rl›l›klar› ile tan›mlanmaya çal›fl›lm›flt›r. Modern sosyal bilimler, toplumsal dinamikler ba¤lam›nda kad›na
ait bilgilerini toplumsal rolleriyle s›n›rlam›fllard›r. Fen bilimleri ise en basit flekilde ifade edersek kad›n› “güçsüz” cins olarak kategorilefltirerek,
onu çeflitli biyolojik s›n›rl›l›klarla efllefltirme çabas› içinde olmufltur. Kendisine ait ön yarg›lar›n oluflmas›nda önceleri dinsel bilgi ile s›n›rlanan kad›n, bu kez de sosyal bilimler ve fen bilimlerinin konusu olmufl, ikincil
konumunu destekleyen bilimsel otoriteler, onun kendilik alg›s›nda bu
konumun içsellefltirilmesini kolaylaflt›rm›fllard›r… Antikça¤dan günümüze kadar gelen bir ak›l/duygu ikili¤i ile kad›n hep duygusal olanla tan›mlanm›fl, ak›lsal olan ise erkekle özdefllefltirilmifltir… (FEL 519, Bahar
2004).
Yasal anlamda kad›n› koruyan yaklafl›ma bakacak olursak, geçti¤imiz y›llarda Avrupa Birli¤i uyum yasalar› çerçevesinde bizi çok yoran
“pozitif ayr›mc›l›k” (“positive discrimination”dan dümdüz çeviri ile)
kavram›na tak›labiliriz. Say›ca az, zay›f ve korunmas›z olan›, kendini koruyamayan› savunmaya dayan›r bu ayr›mc›l›k mant›¤›. Ayr›mc›l›k iyi bir
fley de¤ildir ama kad›n gibi, siyah ›rk gibi, eflcinseller gibi sürekli karfl› ve
bask›n kutuplar›n›n (erkeklerin, beyazlar›n, ayr›-cinsellerin) karfl›s›nda
ezilenleri koruma amaçl› ayr›mc›l›k iyi bir fleydir! Örne¤in, Amerika Birleflik Devletleri’nde bir siyah› ifle almamak için bir beyaz› almamaktan
daha geçerli ve güçlü nedenleriniz olmal›, yoksa hemen ayr›mc›l›kla suçlanabilirsiniz. Sonuçta ayr›mc›l›k olmas›n derken ayr›mc›l›¤a u¤rayan
ma¤dur grup ad›na da ayr›mc›l›k yap›lmas› mümkün...
Kad›n› ya da erke¤i anlamak ve anlatmak için kesinkes o cinsten olmak de¤il, anlamak, paylaflmak, iki cinsi kapsayan insanl›k alanlar›nda
dolaflmak gerekiyor. Yaz›n alan›ndan hemen akl›ma gelen bir örnek olarak, yazar Murathan Mungan’›n Kad›nl›¤›n 21 Hikayesi 1 adl› öykü seçki55
sine dünya yaz›n›ndan ald›¤› yirmi bir çeviri öyküden daha isabetlisini
çok az kad›n yazar seçebilirdi. “Kad›nl›k durumu” ifadesini yazd›¤› bir
flark› sözünde kulland›¤› günden bu seçkisinin oluflturulmas›na kadar geçen süreyi Türkiye’de kad›n hareketi ve bilinçlenme döneminin de özeti
olarak anlatarak seçkisini sunan yazar dil ve söylem için flöyle diyor:
Dünya sözcüklerle politikleflir. Dünya halinin do¤al bir parças› san›lan
durumlar, sözcüklerle politik anlamlar›na kavuflur. Politika, bir anlamda
terimlendirilmifl dildir. Kavramlar, terimler, adland›rmalar bunun içindir. Bütün bu söylediklerimden yola ç›karak ateflli feminist bir kitapla
karfl› karfl›ya oldu¤unuz düflüncesine kap›lman›z› istemem; bundan
olumsuz bir fleymifl gibi söz etmiyorum, kuflkusuz öyle bir seçki de yap›labilir, ben sadece yanl›fl anlafl›lmamak, kitab› do¤ru anlatmak istiyorum… (s. 8). Ben de bu seçkinin öykülerini, örnekleme amaçl› kullan›rken kuflkusuz onlar›n Murathan Mungan’›n seçimi oldu¤unu unutmuyorum. Seçki seçenin ürünüdür. Ben yaln›zca seçilip haz›rlanm›fl öyküleri
kullanma ayr›cal›¤›ndan yararlan›yorum.
Evet, bu yaz›n›n konusu olan “farkl› kad›n-odakl› bak›fllar”› “farkl›
kad›nl›k durumlar›”ndan yola ç›karak örneklemek için bu seçkiyi seçme
nedenim Mungan’›n yazarl›¤› temelinde seçki oluflturan bir yaz›n insan›
olarak ölçütlerinin sa¤laml›¤›d›r. Murathan Mungan, 21 farkl› dünya yazar›ndan Kad›nl›¤›n 21 Hikayesi ’ni seçerken, önsözde belirtti¤i gibi, yazarlar›n kad›n olmas›ndan çok kad›nl›k durumlar›n› konu etmelerini ölçü alm›fl. Onun için de yaln›zca kad›n yazarlar›n öykülerini seçerek kendini k›s›tlamam›fl. Roald Dahl’›n “Son Perde”, Hanif Kureishi’nin
“K›z”, Charles Bukowski’nin “Kasaban›n En Güzel K›z›”, Italo Calvino’nun “Evli Bir Kad›n›n Serüveni” V. S. Pritchett’in “Bir Aile Babas›”,
Vasco Pratolini’nin “Vanda”, G. G. Marquez’in “Senora Forbes’in Mutlu
Yaz›” adl› öykülerinin seçkiye girifl nedenini bir kere de yazar›n sunufl
sözlerinden izlersek “…has edebiyat söz konusu oldu¤unda, cinsiyetçi
yaklafl›mlar›n sahte gündemlerinin nas›l ortadan kalkt›¤›n›” (s. 9) ve “bu
‘erkek yazarlar’›n kendi kitaplar›ndan sökülmüfl öyküleri”nin bu kitab›n
›fl›¤›nda baflka türlü görünecek, baflka türlü okunacak” olmas› ve “edebiyat›n gücünün sahibinin hikayesini aflt›¤›” düflüncelerini buluruz (s. 10).
fiimdi seçkide k›sa bir gezintiyle baz› öykülerin kad›n odakl› bak›fllar›na de¤inmek istiyorum. “Son Perde” (Roald Dahl; çev. Tülin Nutku)
öyküsü kocas›n› bir kazada kaybeden orta yafll› kad›n kahraman›n yeni
bir aflk denemesinin hiç de romantik olmayan bir yüzünü anlat›r. Yazar
olay› ve öyküyü bir intihar sezdirmesiyle ba¤larken orta yafl krizi denen
fleyin asl›nda kad›nda da erkekte de duygusal de¤il fiziksel, cinsel kökenli oldu¤unu, ancak kad›n›n bu krizi aflarken daha fazla yak›nl›k ve paylafl›ma gerek duydu¤unu, sevgide en çok duygusall›k ve ba¤l›l›k arad›¤›n›,
56
cinselli¤in bu duyguyu izledi¤ini de vurguluyor. Yaln›zca erkeklerin orta
yafl ve üstü cinsel sorunlar› olabilece¤inin kabul edildi¤i “ayr›mc›” bir
dünyada kad›n›n sorunlar›n› da getirip erkeklerinkinin yan›na yerlefltiren
öykünün bu aç›dan gerçekçi ve eflitlikçi oldu¤unu söylemek mümkün. Bu
öyküyü yazan ve seçkiye alan iki erke¤e ancak teflekkür edilebilir.
Yine cinsellikle ilgili bir öykü olarak Alice Walker’dan “Kürtaj”
(çev. Hamide Koyukan) kad›n›n yaflam içinde “anne olmak”, “hamile
kalmak” farkl›l›¤› ve ayr›cal›¤›n› “bebe¤i ald›rmak zorunda kalmak” çaresizli¤ine çevirerek anlat›yor. Hele yazar›n “kürtaj›n montaj fabrikas›
devri” olarak niteledi¤i modern ça¤da, kürtaj yasalar›yla her fley kolaylaflm›fl ve yasallaflm›flken. Kad›n cinsinin bu zor karardaki çaresizli¤i, üzüntüsü kad›na özgü bir durum, bir “kad›nl›k durumu” olarak bizi bir kez
daha çarp›yor. Üretebilme, üreme olana¤›n›, bir canl›n›n yaflam›n›, gözden ç›kar›p yerine kalan boflluk ve suçlulukla yaflamak. “Bir erke¤e kürtaj› anlatman›n yolu yoktu. Had›m edilmenin yerinde bir benzetme olabilece¤ini düflündü, ama erkeklerin ço¤u, belki de hepsi, bunun mümkün olamayaca¤›nda ›srar ederdi…” diyor zaten Alice Walker da öyküde
bu kad›n cinsi aleyhine durum, bu biyolojik eflitsizlik için (s. 244). Bu öyküde ikinci çocuklar›n› ald›rmaya karar veren bu çok uygar çiftin iliflkilerinde dönüm noktas›d›r kürtaj. Kad›n›n sevgisinin bitti¤i gündür. “Her
ikisi de y›l›n bu zamanlar›nda ald›rd›klar› çocuklar›n›n, do¤sayd› bafl belas›, ‘korkunç’ iki yafl›nda olaca¤›n› yüksek sesle an›msad›lar, flimdi sa¤l›¤› mükemmel olan annesine büyük bir yük olacakt›, ikisi de evliliklerinin zaten onun yüzünden bozulmufl olaca¤›n› yüksek sesle düflünmek istediler” (s. 249) diyerek bitiyor öykü.
Tama Janowitz’in “271 No’lu Ça¤dafl Azize” öyküsü (çev. Roza Hakmen) bir mizah öyküsü, “diflil mizah›n” bir örne¤i Mungan’›n ifadesiyle.
Bir fahiflenin günlü¤ü gibi okunabilir. Fahifleli¤i zihinsel olarak kötü bir
fley gibi alg›lamamaya çal›flan, gerçeklerden kaçarken ak›l sa¤l›¤›n› yitirmifle benzeyen (“babas›n›n kendisini yeniden klini¤e ya da manast›ra kapatmas›ndan korkan” bir “Yahudi k›z” öyküsü. Kad›n›n içinde bulundu¤u durum kendi zay›fl›¤› ve seçimi gibi görünse de fahifleli¤ini kabul etmemek için bir oyunla kendini azize yerine koymas› ve durumundan mutlu görünmesi daha önemli say›labilir bu öykü için. “T›pk› manast›rdaki gibi, hayat kolay de¤il… karanl›k ara sokaklarda çömelirken, otel odalar›nda, limuzinlerin arka koltuklar›nda k›k›rdarken hep bir oyuncu gibi tetikte olmak hem de her duruma uyum sa¤lamak zorunday›m. Ay tepemde
bir k›l›ç gibi, bana kaderimi ve kutsal suyu hat›rlat›yor” (s.129) Kad›n bedeninin ve zay›f konumunun kötüye kullan›m› da denebilir olanlara, kad›n›n do¤as›ndan gelen zay›fl›¤›n ya da dinsel, toplumsal bask›lar alt›nda
kalmas›n›n do¤al sonucu da. ‹flte bize iki farkl› bakma noktas› ve aç›s›.
57
Katherine Mansfield’in “Resimler” adl› öyküsünde de (çev. Memet
Fuat) ünlü bir oyuncu ve flark›c› olmaya çabalayan, sürekli baflvuruda bulunup rol bekleyen, istedi¤i f›rsatlar› bir türlü elde edemeyen Miss Ada
Moss’un sonunda barda bir erke¤in pefline tak›lmay› kendine reva görmesi de kad›n›n do¤as›ndan gelen zay›fl›¤› vurgular. Burada Joyce Carol
Oates’› anmamak zor. Çünkü Oates da bu zay›fl›k vurgusunu çekinmeden çok s›k yapar kad›n kahramanlar› için. “Bingocu” öyküsü tam da
böyle bir öyküdür. Kad›n›n erke¤e kap›l›p gitti¤i kad›nl›k öyküleri kad›n› zay›f gösterip, zaten var olan bir tezi destekliyor demek yerine bu durum Mansfield’in ya da Oates’un gözlemledi¤i gibi belli bir kad›n tipinin
öyküsü de denebilir. ‹lgi çekmek isteyen ve erkeklerin ilgisini önemseyen kad›n tipinin. Bu kad›n›n zay›f görünmesine mi yol açar? Ayn› konuma bir de erke¤i koyarsak, hiç de zay›fl›k örne¤i say›lmad›¤›n›, o zaman
“eflitlikçi” bir tav›rda kad›n›n da zay›fl›¤› say›lmayabilece¤ini söyleyebiliriz.
Ingeborg Bachmann imzal› “Gomore’ye Bir Ad›m” da (çev. Kamuran fiipal) tutucu bak›fl aç›lar›nda kad›n› ikincil konuma itmenin bir yolu olarak denenen “kad›n›n do¤as›ndan gelen ahlaks›zl›k ve kötü yola
yatk›nl›k”(!) yak›flt›rmas›n› Tevrat’taki Sodom ve Gomore kentlerinin ahlaks›zl›k öyküleriyle pekiflen bir arka planda konu ediyor. Bachmann bu
öyküyü kad›n cinsine haks›zl›k eden bu küçültücü bak›fl aç›s›n› yermek
için de kad›n do¤as›na ve eflcinselli¤ine farkl› bir bak›fl getirmek için de
kurmufl olabilir. Öykünün “kad›n”› farkl› ve özel bir konuma yerlefltirirken ayr›mc› feminist bir odak sergiledi¤ini söyleyemem çünkü en az o
kadar erkeksiz bir kad›n dünyas›n›n iç sorunlar›n› da elefltirel bir biçimde gözler önüne seriyor.
“Bayan Stefania R. Sabah saat alt›da eve dönüyordu. ‹lk kez oluyordu bu” (s.189) diye bafll›yor Italo Calvino’nun “Evli Bir Kad›n›n Serüveni” öyküsü (çev. Rekin Teksoy). Toplumsal yarg›lar ve önyarg›lar ›fl›¤›nda evli kad›n›n erkekle eflitlik yar›flt›rmas› ya da aldatma denemesini evli erke¤in aldatmas›ndan ayr› bir yere koyanlara sesleniyor. Bu yarg› ve
önyarg› sahipleri zaten tam da seçkiyi ve öyküyü okuyanlar, bizleriz. Öykünün kad›n odakl› bak›fl›n›n eflitlikçi mi ayr›mc› m› oldu¤unu son tümceleri anlat›yor: “Stefania art›k geri dönemeyece¤i bir fleyin gerçekleflti¤ini anlam›flt›. Erkekler aras›nda, gececinin, avc›n›n, iflçinin aras›ndaki
bu yeni davran›fl biçimi, onu de¤iflik k›lm›flt›. Kocas›n› aldatmas› buydu,
onlar›n içinde, böyle onlarla eflit biçimde olmas›yd›. Fornero’yu art›k
an›msam›yordu bile…” (s.195)
V. S. Prichett’in “Bir Aile Babas›” (çev. Yurdanur Salman) öyküsü
görünüflte genç sevgilisi olan evli bir erke¤in öyküsü, ama bir o kadar da
genç, güzel ve güvenli denebilecek kad›nlar›n evlilik ba¤› d›fl›nda kal›n58
ca evlilikler için bir tehdit durumuna geldiklerini ve kad›nlar› yine en
çok, belli bir kin ve elefltiriyle, baflka kad›nlar›n yarg›lad›klar›n› gösteriyor. Öykünün, evli bir erkekle iliflkisi olan kahraman› Berenice için Mrs.
Brewster, “Berenice yafllan›yor art›k. Evlenmesi gerek,” diyor, “Keflke
saçlar›n› açmasa, savurup durmasa öyle. Bafl›n›n üstünde toplay›p topuz
yapsa, ona daha çok yak›flacak.” (s. 206) Kad›nl›¤›n durumlar›ndan biri
olarak baflka bir kad›n› tehdit olmaktan ç›karmak da al›nabilirse bu öykü
yine kad›nl›¤›n iç sorunlar›ndan birine içtenlikle parmak bas›yor.
Marta Lynch’in “Latin Âfl›k”›, Doris Lessing’in “O” öyküsü, Flannery O’Connor’›n “Saf, Temiz Köylüler”i, Margaret Atwood’un “Tokalar”› ve seçkinin burada de¤inemedi¤im öbür öykülerinin “has edebiyat
ürünleri” olarak kad›na ne aç›dan bakarlarsa baks›nlar do¤al ve içten bir
bak›fl sergilediklerini söyleyebilirim. Son sözümü kendi ad›ma flöyle söyleyeyim: Yaz›nda kad›n› ve kad›nl›¤› anlatan yazarlar aras›nda “eflitlikçi”
ya da “davas›n›” kad›n lehine ayr›mc›l›k yapmadan savunan tavr›n daha
etkili oldu¤unu düflünüyorum. Politik bir tav›r olarak kad›n› savunanlar
zaten ad› üstünde politika yap›yorlar. Kad›n yaflamda do¤al, farkl› ama
eflit yerini almaya çal›fl›rken yeni bir ayr›mc›l›¤›n nesnesi olursa, as›l o zaman gerçekten anlafl›lmaya ve savunulmaya muhtaç bir duruma düflmez
mi? Do¤al kimli¤ini sergilemesi ya da bireyli¤ini kazanmas› iyice gecikmez mi?
(1) Metis Yay›nlar›, ‹stanbul, 2004.
59
ÇEV‹RMEN‹N TERAZ‹LER‹
Valéry Larbaud
Cicero’nun biçemine karfl› ç›kanlar› belirtmek için Aulus Gellius1 taraf›ndan kullan›lan verborum pensitatores 2 ifadesinin hiç kuflku yok ki
afla¤›lay›c› bir anlam› var; ancak bunun pek bir önemi yok; çünkü bizlerin, Çevirmenler’in, “sözlük tart›c›lar›”, hatta en “subtilissimi”3 tart›c›lar
olmas› gerekir. Her birimizin yan› bafl›nda, masas›nda ya da çal›flma odas›nda miligramdan daha küçük de¤erleri, hatta ölçülemezi ölçebilecek,
kefeleri gümüflten, oku alt›ndan, mili platinden, ibresi elmastan yap›lm›fl,
görünmez zihinsel terazilerle oynanan bir oyun vard›r! Bu Terazilerin yan›nda, somut ve gözle görülebilir nitelikteki öteki çal›flma gereçlerimiz –
Sözlükler, Sözlükçeler, Dilbilgisi Kitaplar› – yer al›r; gerçekte bunlar, malzemenin içlerine düzenli olarak yerlefltirildi¤i basit depolar, alfabetik s›raya dizilmifl ve anlam ve farkl›l›klar›na göre numaraland›r›lm›fl sözcüklerin
bulundu¤u kutulard›r: boya kutular›. Önemli olan sözcükleri tartt›¤›m›z
Terazi’dir; çünkü tüm Çeviri ifli gerçekte sözcükleri tartmakt›r.
Kefelerden birine, Yazar’›n sözcüklerini birer birer koyar›z; öteki
kefede de Yazar’› çevirdi¤imiz dile ait belirsiz say›daki sözcü¤ü s›rayla s›nar dururuz, kefelerin dengeyi yakalad›¤› ana dek.
Önemsiz gibi görünür bu ifllem, gerçekten de Yazar’›n sözcükleri yerine bir Sözlük’teki sözcükleri tart›yor olsayd›k, bu çok kolay olurdu; ne
var ki bunlar, Yazar’›n sözcükleri: onun zihnindekilerle yüklenip örülmüfl, ancak ve ancak tüm ba¤lam› her yönüyle anlad›¤›m›z taktirde Yazar’›n niyetini, düflünce silsilesini yakalayabilece¤imiz, ilk anlamlar›n›n
derinlemesine de¤iflikli¤e u¤rad›¤›, ne var ki bu de¤iflikli¤in fark edilmesinin neredeyse imkans›z oldu¤u sözcükler. Ba¤lam sayesinde, öncelikle
bu sözcükten önce yaz›lm›fl bölümü, daha sonra da bu sözcükten sonra
yaz›lm›fl, ancak o an tartmakta oldu¤umuz sözcü¤ün içindeki niyeti bize
geriye dönük olarak aç›klayabilecek tüm bölümü anlam›fl oluruz.
Sözcü¤ü iyi gözlemleyin, çünkü o canl›d›r. Bak›n: sözcük titreflimler, renk de¤iflimleri yaflar ve antenler, sözde-ayaklar ç›kar›r ve bunlar sayesinde, yapay bir flekilde yaln›z b›rak›lmas›na ra¤men, içinden kopar›ld›¤› canl› düflüncenin – cümlenin, tüm metnin – ak›fl›na kar›fl›r; bu yaflam belirtileri, sözcü¤ün a¤›rl›¤›n› ritmik olarak de¤ifltirecektir. Dolay›s›yla, öteki kefeye koydu¤umuz sözcü¤ün, eflit bir yaflam ritmiyle nefes
almaya devam etmesi için bu ritmi mutlaka yakalamas› gerekir.
‹flte bu yüzden, ‹kidilli Sözlük’ün bir e¤itimcinin güvencesi alt›nda
ve tam bir kesinlik çerçevesinde, resmi karfl›l›klar fleklinde sundu¤u bu
60
sözcüklerden hiçbiri terazideki dengeyi sa¤lamay› ço¤unlukla baflaramaz; böylelikle de bizi, belle¤imizin Sözlük’ündeki eflanlaml› sözcüklerin karmafl›k yolunu izleyerek (ayn› bilardoda banttan oynamak gibi), büyük bir tutkuyla beklenen dengeyi on binde birlik bir farkla yakalayacak
baflka sözcükler aramaya yöneltir. Yazar taraf›ndan iki farkl› yerde kullan›lan tek bir sözcü¤ün, öteki dilde sözü edilen yerlerde ayn› sözcükle karfl›lanamamas›n›n nedeni de budur; bu, mant›¤a tümüyle ayk›r› gibi durur. Ne var ki yak›ndan bakarsak, bu sözcü¤ün içinde bulundu¤u ve bir
parças›n› oluflturdu¤u canl› iki ortamda farkl› ifllevler üstlendi¤ini görürüz. Bu iki ortamdan birinde bu ifllevler sözcü¤e, ona yüklenilen anlam›n
belli bir ›fl›lt›s›n›, tümüyle ona özgü ince bir ayr›nt›s›n› yaymay› gerektirecekken, baflka ortamda sözcük bambaflka bir ayr›nt› yayacakt›r. Nitekim, sözcü¤ün gizilgücünden ortaya ç›kan bu iki ince ayr›m›n, çeviri yapt›¤›m›z dilde tek bir sözcükle karfl›lanmas›n›n tümüyle olanaks›z oldu¤u
durumlar da söz konusudur. En uç durumlar, belki de, adlar ve s›fatlar›n
kullan›m›yla ortaya ç›kar: iki dilin dilbilgisi kurallar› ve “nev-i flahs›na
münhas›r özellikleri” hiç gerektirmese de, kim bilir kaç kez bir ad› bir
eylemle, bir eylemi bir adla, bir eylemin zaman›n› baflka bir zamanla çevirmemiz gerekmifltir, de¤il mi? Peki ara-cümlelerin yerini de¤ifltirmemize, cümlelerin yap›s›n› tersyüz etmemize, noktalamay› de¤ifltirmemize
ne demeli? Çünkü bizler virgüllere kadar her fleyi tartar›z.
Bas›l› metnin dura¤anl›¤› bir göz yan›lsamas›d›r. Metin dura¤an olsayd›, bu devinimsizlik, yaflam sonsuz bir h›z ve karmafl›kla ak›p giderken, kefeleri dengeye getirmeye kendimizi kapt›ran bizlerin hiç hareket
etmeden durdu¤umuz anlara benzerdi.
Tart›ya yerlefltirdi¤imiz fley canl›d›r, kurdu¤umuz görece dengelerle, yaflamsal ak›fl›n küçük ya da büyük bir bölümünü – hiçbir zaman tümünü de¤il – sözsel ö¤eler dokusuna aktar›r›z; bu ak›mla özgürleflen gizilgüçler onu, çeviri yapt›¤›m›z dili bilen okurlar›n veya dinleyicilerin düflüncesine aktar›r.
‹flte Çevirmenlik mesle¤i, Yaflam ile kurulup sürdürülen s›k›, daimi
bir al›flverifltir. Ayn› Okuma’da yapt›¤›m›z gibi, onu kavramakla, özümsemekle yetinmeyiz; kendi ellerimizle azar azar, hücre hücre oluflturdu¤umuz yeni bir beden ile donatacak ölçüde sahipleniriz Yaflam’›. Acaba kim
– belki heykelt›rafl Pygmalion hariç –, böyle bir – “çal›flma aflk›”n›n – tad›na doyulmaz özenlerini ve özenle yarat›lm›fl tatlar›n›, arzular›n›n fliddetini ve zafer sarhoflluklar›n› az›c›k da olsa yaflamak için yerimizde olmay› istemez?
Türkçesi: Ayfle Banu Karada¤
(1) Noctes Atticae (Attic Nights) adl› yap›t›yla tan›nan Afrika kökenli Latin yazar ve dilbilgisi uzman›.
(2) “sözcükleri tartanlar”.
(3) “duyarl›”.
61
Roni Margulies
D‹PS‹Z KAFES
Bahçenin dibinde bir kulübede yaflar
komflunun kobaylar›; biri sar›, biri k›z›l.
Sabahlar›, çok kötü de¤ilse hava,
yafll› komflum kap›s›n› açar ç›kar,
derin bir nefes al›r önce uzun süre,
gökyüzünü inceler sonra sessizce,
köfledeki çam›n alt›ndan aletlerini al›r,
ortadaki çiçek tarh›n› çapalar özenle,
yaban›l otlar› söker, çimleri sular.
Mutlu bir ifadeyle do¤ruldu¤unda,
anlar›m, tamamlanm›flt›r ilk aflama.
Haz›rd›r gündelik tören için bahçe.
Kulübeden büyük, dipsiz bir kafes al›r,
yerlefltirir çimenli¤in orta yerine.
‹çine biraz yem, f›nd›k f›st›k koyar,
yeflil plastik bir tekerlek yerlefltirir.
Önce birini kobaylar›n, sonra öbürünü,
getirir usulca b›rak›r kafesin içine.
Güvenle onlar otlanmaya bafllarken
uzan›r flezlonguna, uyuyakal›r.
‹çim a¤›r, ad›mlar›m a¤›r,
kendi dipsiz kafesime dönerim ben.
62
Mehmet Yafl›n
GÜNBOYU
Banyo yapt› ve gitti…
Ne banyo yapt›n sen
ne de kalkt›n yataktan.
Günboyu sar›ld›n öyle
bafl›n› koydu¤u yast›¤a.
AYNA KIRILINCA
1 dayand› at›lan lâfa, 2, 3... Tak etti cama.
fiimdi ne sen görebilirsin kendini onda
ne de onun görece¤i var seni.
S›rr› s›yr›lan can parçac›klar› saplan›r
›fl›¤›n› ço¤altan ayna k›r›l›nca.
GER‹ V‹TES
Susturuyor ileri-geri konuflmalar.
Sözcüklerden korkar oldun… Azc›k bir cesaret için
onu geri aramadan bir dostu ar›yorsun
ona telefon edince baflka dostunu.
Buluflmaya giderken geri vites sürüyorsun arabay›
ve çöp varillerine çarp›yorsun…
Geriye getiremiyor hiçbir fley kaybetti¤in duyguyu.
Vaz da geçmiyorsun çaba harcamaktan,
o duyguyu hissetmifltin ya bir kez.
63
Ferruh Tunç
TÜFENK
1.
Akl›m kelepir flimdi, alan var m›?
Beni uyutan, uyand›ran,
doyuran, çal›flt›ran...
Beni ayartan, beni flafl›rtan,
beni k›flk›rtan...
Yarg›lay›p beni, sonra ba¤›fllayan
kad›nlarlayd›m...
2.
Evler açt›m, sonra ba¤›fllad›m;
kimine onlar›n, fliirler de yazd›m...
Vah! yeni terlikler, ütülü giysiler...
Eyvah! iyi geceler öpücükleriyle
nas›l da aldat›ld›m...
3.
Kad›nlar›m anlat›r beni yerime
Beni bensiz konuflur çocuklar›m
fiimdi, horozu sökülmüfl bir tüfenk
kimi kendime hat›ray›m.
64
Mete Özel
ALOVA’YI TAZM‹N*
“birbirine sar›lm›fl
iki yaln›z a¤açt› aflk
ufkun göremedi¤i bir ufukta”
sevgili
...
ays›z gecelerde
kara kufllar›n
tepemizdeki tellere tünemiflli¤ini
sezebilirsin
de¤il mi?
o iki yaln›z a¤aç dallar›n› ay›r›nca birbirinden
korkunç h›fl›rt›larla ürken
kanat seslerinden
bilirsin
kara kufllar› karanl›kta
sevgili
...
yoksarm›fl gibisin aflk›
oysa biliyorsun
ufkun göremedi¤i ufuk vard›r
kara kufllar gecelere saklan›r
* Alova fliiri, Sözcükler, Say› 7, sayfa 33
65
DÜfi MÜ GERÇEK M‹?
Ferzan Gürel
“Ölürse ten ölür,
Canlar ölesi de¤il..”
Gözlerini yürek çarp›nt›s›yla açt›. Genelde uykusu çok a¤›rd›. Bu erken saatte uyanmazd›. ‹nce perdeleri çekilmifl pencere, yine de daha bir
ayd›nlanm›flt› sanki. Bedeni iyice dinlenmiflti. Öylesine bir tazelenme
içindeydi ki, gençli¤inde geçirdi¤i a¤›r bir ameliyattan sonra kufllar gibi
hafifleyerek kendine geliflini an›ms›yordu. “V›z geliyor kainat!” diye nara at›fl›na bafl›nda bekleyen herkes çok gülmüfltü. Onlar›n bildi¤i çekingen genç k›z gitmifl, yerine uçar› biri gelmiflti. Ald›¤› narkozun etkisiyle
umursamazl›k içinde a¤z›na geleni söylüyor, sonsuz bir özgürlü¤ün mutlulu¤unu yafl›yordu. Aya¤a kalkabilse kendini bildi bileli utand›¤›, ay›plad›¤› ne varsa yapacakt›. Daha önce ö¤renmifl olsa, yatt›¤› yerden çifte
telli bile oynayabilirdi. Herkesle senli-benli olacak, bir uçak bulsa göklere yükselecekti..
‹flte bu sabaha karfl› da ayn› sak›nmas›z ruh hali içinde uyand›¤›nda,
gördü¤ü o hofl düflün etkisinden bir türlü kurtulam›yordu.
Düflünde ömrü boyu istedi¤i bir durum gerçekleflmiflti; çok baflar›l›
bir sanatç›yd› art›k. Nas›l mutluydu, nas›l da mutlu! Anlat deseler, anlatamazd›. Ülkenin en büyük sanat galerisinde, en ünlü ressamlar›n resimlerinin aras›nda, kendisinin yapt›¤› bir çocuk portresi de sergilenmekte
idi. Ayn› o düflteki gibi, uyan›kken de, on bir yafllar›nda afacan bir o¤lan›n bak›fllar›, resmin as›l› oldu¤u duvardan ona yönelmiflti. Duydu¤u sevinç, uyand›ktan sonra da sürüyordu. Gençli¤indeki gibi h›zla yataktan
f›rlay›p kalkmak istedi. Pek kolay olmad› ama, kalkt›. Ortal›k biraz a¤arm›flt›. Pencereye do¤ru a¤›r a¤›r yürürken, içindeki sanat tutkusunun flu
geçkin yafl›nda bile hiç azalmam›fl oldu¤unu duyumsamak ona coflku veriyordu.
Perdeyi açt›¤›nda dolunay›n iyice küçülmüfl biçimi, karfl›s›nda parl›yordu; ona çok uzaklaflm›fl göründü.. Yafll› gözleri iyi göremedi¤inden
miydi? Küçülmüfl olsa da, ta yükseklerde çok parlak gümüfl bir toptu gördü¤ü; düflmeyen, gökyüzünde as›l› kalm›fl bir atefl parças›..
Basma kal›p yorumlar› s›ralayan “Rüya Tabirleri” kitaplar›ndan olsa da okusa, belki biraz avunacakt›. Gördü¤ü düfle bir anlam veremiyordu. Çocuklu¤unda iz b›rakm›fl bölük pörçük, ufalanm›fl an›lar, zaman bo66
yutunun görece yan›lsamalar›yla ard› ard›na gözünün önünden ak›p geçmeye bafllad›:
‹lkokulda, üçüncü s›n›ftayd›. Bir gün, son s›n›ftaki arkadafllar›ndan
Hasan’›n ölüm haberi, kötü bir esinti gibi yay›lm›flt› okula. Yak›n arkadafllar› a¤l›yor, arada 盤l›klar at›yorlard›. fiaflk›nl›k ac›yla el ele vermifl,
bütün çocuklar› çaresizli¤in kuca¤›na f›rlatm›flt›. Ölüm, bu küçük insanlar›n uslar›na s›¤d›ramad›klar› birçok geçekten biriydi. Çocuklar da ölür
müydü? Önce büyüyeceklerdi. Ana-baba olacaklar; çocuklar›n› onlar da
yetifltirecekler, torunlar›n› sevecekler; nineler ya da dedeler kadar yaflland›klar›nda s›ra ölmeye gelecekti. Böyle düflünerek çok üzülmüfltü. Hasan’›n ölüm nedeni, o küçük k›z›n ilk kez duydu¤u bir hastal›kt›: Tetanoz. Cumhuriyetin ilk y›llar›yd›. Gazi Pafla’n›n önderli¤inde ba¤›ms›zl›¤›na, özgürlü¤üne kavuflmufl; gelece¤e umutla bakan bir toplumduk. Ne
var ki, on bir y›l süren savafllar›n y›k›m›yla yo¤unlaflan yoksullu¤un, yoksunlu¤un içindeydik. Kasaban›n at›k sular› sokaklardan akar, yer yer birikintiler olufltururdu. Hasan, bu birikintilerden birinin içine düflüp, baca¤›n› yaralay›nca hastalanm›fl, ac›lar içinde k›vranarak ölmüfltü. Onun
ölümünden birkaç y›l sonra, ö¤renciler çeflitli bulafl›c› hastal›klara karfl›
afl›lanmaya bafllanm›flt›.
Bu ac›n›n küllenmeye bafllad›¤› günlerdi. Ö¤rencilerden birinin babas› okula koca sepetlerle olgun ayvalar göndermiflti. Ayvalar da¤›t›l›rken o, bir dilim bile yiyememifl, elini sürmemiflti. Nedenini soranlara, ayvay› sevmedi¤ini söylemiflti. O çocuk akl›yla kendini de buna iyice inand›rm›flt›. Bu meyveyi o günden bu yana çi¤ olarak hiç yiyememiflti. Geçmiflteki o küçük k›z, anlam veremedi¤i bu tutumunun nedenini, yafll› bir
kad›n oldu¤u bugün, gördü¤ü düfllerde Hasan’›n portresini yaparak bulmaya çal›fl›yordu. Sapsar› ayvalar, onun an›lar›nda, Hasan’›n ölümüyle
özdeflleflmiflti. Hasan’›n art›k hiç tadamayaca¤› meyvelerin, duyamayaca¤› fleylerin; yaflayamayaca¤› mevsimlerin bütünü olup ç›km›flt›.
Söke, 19 May›s 2005
67
‘K‹RAZ’ AfiILI B‹R ‘ARNAVUT RÜSTEM’ MUHABBET‹
Celal Özcan
Öksel Demir’e
Kiraz Kad›n, oca¤a yar›m saat kadar önce koydu¤u çay›, ‘tavflan kan›’ demiyle büyükçe bir barda¤a doldururken, epeyi bir zamand›r s›k s›k
seslendirdi¤i o flark›y›, çay›n fl›r›lt›s›na ve gittikçe daha da hafifleyen sabah yelinin f›s›lt›s›na koflutlay›p m›r›ldanarak iç geçirdi: “Ömrümüzün
son demi, sonbahar›d›r art›k!..” Zaten önü ard› belli olan baht›n›n gene
az çok yüz güldüren, bereket getiren yoluna koyulmufllu¤unda. Ömür
yolculu¤unun flimdiki dura¤›nda; gene Arnavut Rüstem’in yan›nda, gene
onun buyru¤unda, onun deste¤inde...
Bafl›ndan omzuna kayd›r›p, arkadan hafifçe dü¤ümledi¤i eflarp›n›n
üstünde kabar›p katmerli bir ak çiçek buketini and›ran k›v›rc›k saçlar›n›n d›fla yans›yan umars›zl›¤›nda Kiraz’›n yaflam ve ömür gerçekli¤ine
teslim oluflunun resmi apaç›k. Yafl› elliyi geçti geçecek durumuyla flu s›ralarda görünüyor ki Kiraz eski ‘Kiraz’ de¤il. Bir zamanlar bir içim su
bu¤dayl›¤›yla yenilesi tatlar duyumsatan yüzünde, kollar›nda kavrulmufl
bu¤day tatl›l›¤›ndaki yenilesi teni flimdi kararmaya yüz tutmufl; suyu çekilmifl; damarlar d›flar› f›rlam›fl, kemikler etini zorlamada. Ayr›ca gözleri… Genç ceylans› günlerinde, bu gözlerin içindeki vars›ll›klarda yakamozlar ›fl›ldard›. Bu gözlerde, nice bafl döndürücü flavk›malarla adama fele¤ini flafl›rtan büyünün yerinde bugün fer kalmam›fl. Solgun, ölgün. Bu
gözlerde, mavili deniz ›fl›lt›s›ndan hoyrat dalgalarca kumsal›n solgun iklimine f›rlat›lm›fl denizanas›n›n pelteleflmifl görüntüsü flimdi… Ayr›ca,
küf rengi bir leke oturmufl göz altlar›na. Çay› Rüstem’in önüne koyarken
ellerinin titrekli¤inde, bir zamanlar kösnül ifltahlar› coflturan albenili görüntüsüyle dans ederkenki kalça k›vrakl›klar›ndan iz belirti kalmam›fl
bedeninde bir yorgunluk, bir y›pranm›fll›k…
Sabah›n flu erken dakikalar›nda, s›rt›n› kap›dan yana vermifl, yüzü
denize dönük durumda bir ‘mafya’ babas› edas›yla kas›nt›l› oturufltaki Arnavut Rüstem, Kiraz’›n getirdi¤i çaydan bir yudum al›yor; bir soluk da nargilesinden çekiyor. Arada bir, hemen sa¤›ndaki duvara ilifltirdi¤i ve izlemekten keyif ald›¤› eski film afifllerine de dal›p gidiyor gene. Yüre¤ine
m›h gibi çak›lan “Fosforlu Cevriye” afifli, Neriman Köksal’›n ç›ld›rt›c› di68
flili¤ini yans›tan albenili resmi… Nas›l deli olmufltu o günlerde; kendisini,
hatta bugün bile Neriman’›n filmdeki rol arkadafl› Orhan Günfliray’dan daha yak›fl›kl› ve etkili görüyordu. Ancak Rüstem, ara s›ra bu afifle bakarak,
gönlünde tasarlad›¤› ve imgelerinde vars›llaflt›rd›¤› senaryosunda Fosforlu ’suyla kendi filminin düfllerine dal›p gidiyor, böylece avunuyordu.
fiu an, hemen yan›nda, hizmetine koflturan, bir zamanlar›n harika
f›st›¤› Kiraz… Köçek Ramazan’›n k›z› Kiraz. Baflta Ramazan, pek çok roman vatandafl›, zamanla Arnavut Rüstem’in yard›mlar› sayesinde daha
bereketli günler yaflad›, yaflamakta. fiimdilerde hayatta olmayan Ramazan’›n, özellikle roman yurttafllar›n ‘Rüstem Baba’ diye de seslendikleri
bu adam›n emanetine sundu¤u biricik, flirincik, diflicik bir âfetti Kiraz.
O gün bugün, yaflam›n›n flimdiye kadarki hemen bütün zamanlar›nda Arnavut Rüstem’in yan›na kofltu, onun himaye ve k›lavuzlu¤unda ifller baflard›. Bu beraberliklerde, emanete ve vefaya hay›nl›¤›n en büyük düflman› olan Rüstem, k›za hep kol kanat gerdi. Onu, yetenekleri do¤rultusunda bir süre dansta, e¤lencede ve kimi baflka ifllerde, hizmetlerde çal›flt›rd›. Gerek Kiraz’a, gerekse kendi dünyas›na (yeniden yaratt›¤› daha güvenilir ve say›l›r ‘Rüstem Bey’ kiflili¤ine) zarar vermemede sabretme ustal›¤›n› kan›tlad›.
Befl on y›l öncesine dek daha çok e¤lencede, birilerinin çapk›n kaçamaklar›nda; garibanlara ifl, afl bulmalarda; umut veren genç yeteneklerin yolunu, izini açmalarda… arac›, destekçi, öncü, düzenleyici kimli¤iyle tan›n›rken, art›k bugün (uzun zamandan beri bugün) bu güzel k›y›
kentinin bal›kç›lar›na yard›m toplay›c›, pazarlamac›, kazand›r›c› arac›l›¤›yla da hemen herkesin sevgi ve sayg› duydu¤u bir yaman adamd› o. fiu
an bir kulübeyi and›ran küçük bürosunda, sabah›n ezan vaktinde ya da
geceden ava ç›km›fl bal›k teknelerini bekliyor. Hemen her zamanki gibi
genifl yakal› gömle¤inin dü¤meleri neredeyse göbe¤ine dek çözük. Enli
bir asker palaskas›n› and›ran pantolon kemerinin önde par›ldayan gümüfllü tokas› da fiyakas›na uygun. Yer yer k›rlaflm›fl gür gö¤üs k›llar›n›n
aras›nda ortalarda, boynuna gümüfl bir zincirle as›lm›fl bir antika madalyon... Omzundaki adeta bir k›sa etekli paltoyu and›ran iri deri ceketiyle
gömle¤i aras›nda s›k›flm›fl siyah yele¤inin cebinde, köste¤i afla¤›ya do¤ru
p›r›ldayarak sarkan bir saat... Arkas›nda Kiraz, elleri önde birbirine kenetli, buyruk bekler durumda haz›r ol’da.
“Saat kaç k›z?”
“A be ben ne bileyim! Bak köstekline. Saati de bana sorar! Tövbe,
tövbee!.”
Yetmifline yaklaflmas›na karfl›n, ilk görenin ancak elli yafl›nda diyebilece¤i dinçlik ve yak›fl›kl›l›k gösteren Arnavut, iri, tümüyle saçs›z, salt
69
ten olarak ›fl›ldayan bafl›n› geri çevirdi. Çakmak çakmak bakan, vurucu
koca mavi gözlerini h›rsla niflanlad› Kiraz’a:
“Bak hele flu orospuya! Ulan son zamanlarda bir haller oldu sana;
yoksa kötek mi istemedesin! Y›k›l karfl›mdan flimdi! Ç›k kap› önüne, tepsideki bal›klar› ay›kla, kodurma fleyine sabah sabah!..”
Tan›mayan için ilk görüflte ürkütücü bir tip bu adam. Ama bilenler
bilir, o, kimi zaman yapmac›k da olsa kendisine sevimli bir görüntü kazand›ran ilginç giyinifliyle; yüreklice, yi¤itçe kabaday› pozlar›yla ve arada
da hiç de yapmac›k kaçmayan kibar tav›rlar›yla kostaklanan can bir herifti iflte. Bir yerde Haldun Taner ustay› bile bafltan ç›kartabilecek bir
baflka ‘Keflanl› Ali ’ kimli¤i.
‘Kiraz’ kad›n, barakan›n kap›s› önünde; bal›k ay›kl›yor… R›ht›ma
ba¤l› irili ufakl› teknelerin aras›ndan s›yr›larak k›y› betonlar›na çarp›p
köpük saçan sular, tozanlar›n› Kiraz’›n bu¤days› tenine, yüzüne kadar
ulaflt›r›yor. O, kendisinde, al›fl›k oldu¤u hofl bir g›d›klanma duygusu yaratan bu tuzlu sular›; ard›ndaki denizi; denizden bereket derleyip getirerek onu ve evindekileri nasiplendiren; az da olsa üç befl kurufl ekmek paras› sa¤layan bal›kç› teknelerini de seviyor. Ve tabi ki, en çok bu talihte
babaca yak›nl›¤› ve öncü etkisiyle yazg›s›n› kendisine adad›¤› Arnavut
Rüstem’i… Babas› onu Arnavut’a nas›l güvenerek emanet ettiyse, danslardan, e¤lencelerden elini aya¤›n› çekti¤i günlerde, gene Rüstem Baba’n›n yard›m›yla evlendi¤i kocas› Tarzan Ali de öylesine güvenle gönderiyordu buraya. Hayatta hemen kimsesi olmayan, hiç evlenmemifl, kendisini neye el att›ysa ifline ve beraberinde çal›flt›¤›, destek ç›kt›¤› kiflilere
yürekten adam›fl bir kifli olarak Arnavut Rüstem, Kirazlar›n babas›, dedesi, velinimeti… her fleyiydi. O ne yaparsa yaps›nd›, kendisinden pek zarar
gelmeyece¤ine inanman›n iç rahatl›¤›yla yafl›yorlard›. Üstelik Tarzan
Ali’ye, yak›ndaki un fabrikas›nda ifl sa¤lamada yard›mc› olan da Rüstem
Baba’yd›.
Ay›klad›¤› istavrit, çinekop, sar›kanat cinsinden, onlar›n da küçüklerinden befl on bal›k. Arnavut Rüstem’in akflamki çilingir sofras›nda rak›s›n›n yan›nda mideye indirece¤i ucuzundan bal›klar… Kiraz Kad›n çabucak temizledi onlar›. ‹çeriye geçti sonra ve jelatin ambalaj›yla sararak
küçük so¤utucuya uygunca yerlefltirdi.
“Bal›klar tamam. Bir deyece¤in var m›?”
Arnavut Rüstem, Kiraz’la aralar›nda bilmeyenlere çekiflme gibi gelen, ama senli benli yak›nl›ktaki tatl› sert konuflma biçimine al›fl›k, ç›k›flt› gene:
“A be ne diyecem; bilmez misin, geliyor meretler! Hoparlöre ba¤›racam; ver flu mikrofonu. Sen de mahallenin floparlar›na iflaret et, arabala70
r›yla hemen kenarda haz›r olsunlar; belkim onlar›n da nasibine düflecek
üç befl k›yt›r›k bal›k gelir. Çay› tazeledin herhalde; kaptanlardan gelen falan olursa birer çay içiririz deyyuslara! Onlar bizim velinimetimiz k›z›m,
anlad›n m›?”
Mikrofonu ald›. Açma dü¤mesini ileri kayd›rd›. Çal›fl›p çal›flmad›¤›n› öksürerek yoklad›. Bir de sabah›n puslu deniz üstü ›rakl›klar›ndan iki
teknenin burnunu ay›rt etti. “Birkaç› geliyor iflte.” dedi mikrofona. Gene öksürdü; bir de üfledi.
“Nas›l k›z, iyi mi çal›flmas›?” Kiraz, onun her denemesini, al›flt›¤› gibi dinliyor, hemen bilgi veriyordu zaten; gene öyle yapt›:
“Tamam be yav… ‹yi çal›fl›r meret! Senin o koca sesinle de çal›flmazsa at onu denize be! Hah hah ha!...”
Arnavut Rüstem, kad›n›n bu tak›lmas›na güldü. Saçs›z, tümüyle et
kalm›fl par›ldayan kanl› canl› kafas›n›n önünde, o par›lt›yla özdefl hâlâ diri, gergin yüzünde az›c›k k›rlaflm›fl, gür kafllar›n›n alt›nda cam gibi ›fl›ldayan, flimflek çak›fl›n› and›ran mavi gözlerini koca koca dikti Kiraz’a:
“Yerim seni k›z!” dedi. Tam ona uzanacakt› ki, o s›ra birkaç roman,
el arabalar›yla kap› önünde g›c›rdad›lar.
Kiraz f›rlad› kaçt› d›flar›, büyük ‘mezat’ masas›n› düzenlemeye koyuldu. Rüstem’se, bir kal›n öksürük öksürdü ki, mikrofonun aç›k oldu¤unu unutmufl, öksürükle beraber kabaca seslisinden “zart!” diye de yelleniverdi. Mikrofondan tüm k›y›ya ve hemen gerideki esnaf barakalar›na
kadar net duyulabilir özellikteki bu zartlama karfl›s›nda Kiraz, çömeldi¤i
yerde Rüstem’e belli etmemeye çal›flarak k›s k›s gülüyordu. Kap›ya kadar
gelmifl roman delikanl›lar› da hafifinden gülüfltüler. Korkarlard› da Arnavut’tan; daha fazla gülmemek için zor tutuyorlard› kendilerini. Durumu
neden sonra anlayan Rüstem, mikrofonun dü¤mesini kapad›.
“Ulan ne dikiliyorsunuz orada be! Çekilin! Kenarda bekleyin deyyuslar!...”
O s›rada gelmekte olan tekneler üçlendi, derken dört… Orta karar
iyi tekneler.
‘Motor seslerinin tonuna, cay›rt›s›na bak›l›rsa iyi bir bereket var gibi.’ dedi içinden ve mikrofonu gene kapt›, açt› dü¤meyi, iyice dayad› kal›n dudaklar›n› – kendi deyifliyle – bu, ‘ifle yarar gâvur icad›’na. Bir deneme öksürü¤ü ve ortal›¤› hoplatan ça¤r›s›na geçifli:
“Günayd›n! Günayd›n! Günayd›n!.. Heey bal›k hastalar›, meslektafllar, öncelikle siz ars›zlar, u¤ursuzlar! Hadi c›b›llar!.. Al›n paran›z› gelin
yamac›ma!.. Duydunuz mu be ey ak›ll›lar ve tabi siz onur konuklar›m
beyler, beyefendileer ve de sayg› de¤er han›mefendileer!.. Kasalarla âlâs›ndan lüferler geliyoor! Kilolarla sar›kanatlar, çinakoplar da cabas›!..
Heey, duydunuz mu? Tekirler, barbunyalar, levrekler, kefaller geliyor!..
71
Hadi bakal›m, bal›k bereketini paylaflmaya koflun; paran›z› da getirmeyi
unutmay›n haa!”
Hemen ard›ndan, bu kez teybi aç›yor; bas›yor dü¤meye: “Evrefle yollar› dar, dar; bana bakma, benim yârim var…”
Bu, kimi kaba, kimi ince duyurular ve ard›ndan gelen s›cac›k Trakya türküleri, denize bakan balkonlar›yla, mavili¤in seyir cömertliklerinden her zaman nasiplenen apartman sakinleri için; k›y›ya ister ifl, isterse
gezinti amac›yla insin, oradaki kalabal›klar için, her duyan› bir tür yaflama sevinç ve coflkusuna, dirili¤e, esenli¤e… gerçekçi, dolambaçs›z bir içtenlikle ça¤›ran s›cakl›kt›. Güne, yaflama gülerek, gülümseyerek at›lan ilk
ad›mlarda Arnavut Rüstem’in bu seslenifllerinden de esinlenilen bir fleyler vard›.
Mikrofondaki ça¤r›, tekneler yaklaflt›kça birkaç kez daha yinelendi.
Kiraz’›n büyük k›z› Zakire de inmifl, yetiflmiflti anas›na yard›m›na; yan›nda bir baflka roman k›z› daha. Sanki o saniyenin tans›¤› olarak bitivermifllerdi yerden. K›zlar, ellerinde alüminyum tepsiler; ç›plak ayaklar›nda fl›p›d›k naylon terlikler, apayd›nl›k gülümseyerek, k›vrak k›srak soylu birer
tay gibi yekinip duruyorlard›.
Arnavut Rüstem yerinden kalkt›; tam kap›dan ç›karken, pala b›y›¤›n› ‘klark’ çeker özellikte burdu; bir göz k›rpt›, flu yeni gelen, ona bakarken yüzüne utanmal› bir k›rm›z› gülücük inen güzel roman k›z›na ve Kiraz’›n gençli¤indeki albenili güzelli¤ini flu ana arma¤anlayan k›z› Zakire’ye. Sonra onun ve arkadafl›n›n yanaklar›ndan birer çapk›n makas ald›.
“K›z siz de nereden ç›kt›n›z böyle?” dedi, mavi mavi. “Benden izin
almadan hemen çekilip gitmeyin. Bekleyin, oldu mu; Rüstem baban›z
hem muhabbet edecek sizlerle, hem de bal›k verecek evinize, tamam m›
f›st›klar!..”
Gülümseyerek gene göz k›rpt› onlara. Al›fl›k oldu¤u devinifliyle ›rgalan›p kaba ceketinin omzundaki duruflunu biraz daha sa¤lamlaflt›rd›; tespihini bir kovboyun tabancas›n› b›çk›nca çevirme çal›m ve çevikli¤iyle
flöyle bir döndürdü havada; kostaklanarak yürüdü…
Kiraz kad›n, barakan›n önündeki büyük a¤aç masay› örten beyaz
muflambay› düzeltiyor; son zamanlarda etkisinden kurtulamad›¤›, flu anki gerçekli¤ine gözlerini nemletircesine iflleyen o uzak ve dokunakl› flark›y› gene m›r›ldan›yordu: “Maziye bir bak›ver neler neler b›rakt›k…”
K›zlarsa arkada, – uzaklafl›rken gölgesi kendisini taklit eden – Rüstem
Baba’dan yüz bulmufllu¤un da sevinciyle ›fl›l ›fl›l bak›flarak, k›k›r k›k›r gülüflüyorlard›.
Göztepe-‹st./ 2003-2006
72
YEN‹ TÜRK‹YE’DEN B‹R fiA‹R
Nermin Muvaffak
Türkiye’deki pek tan›nmam›fl, komünist bir
flaire iliflkin bir yaz›n›n, Bookman’in s›k›fl›k sayfalar›nda yer alabilece¤ini önceden hiç kestiremezdik. Fakat Muvaffak Han›m›n anlat›m›ndaki
büyü, çarçabuk be¤enimizi kazand› ve okumay›
bitirdi¤imizde fark ettik ki, bölgesel ve yaz›nsal
aç›lardan Nâz›m Hikmet’in öyküsü her ne kadar
marjinal olsa da, komünizm ateflinin her ülkeye
nas›l yay›ld›¤›n› gözler önüne serme konusunda,
genel anlamda büyük yarar sa¤layacakt›r. Muvaffak Han›m, Vassar’da üniversitenin son s›n›f›n›
okumak üzere Türkiye’den gelmifltir ve flu anda
‹stanbul’da ‹ngiliz edebiyat› dersleri vermektedir.
Bab›âli’nin afla¤› k›sm›ndaki köfle dükkân His Master’s Voice (Sahibinin Sesi) marka gramafonlar sat›yor. Dükkân›n tam önünde taksiler
durmufl, korna çalmaktalar. Buran›n az ötesinde ise, vitrinlere dizilip pis
pis s›r›tan koyun bafllar›na, aralar›na renk versin diye birkaç domates serpifltirilmifl salk›m saçak yumurtalar ve limonlar efllik ediyor. Sonra kitapç›lar bafll›yor. Notre-Dame yak›nlar›ndaki bouquinistes’i (sahaflar›) saymazsak, bunlar belki de dünyan›n en küçük kitapç›lar›; ön cephelerindeki yaklafl›k bir metrelik cam vitrinlerinde ça¤dafl Türkiye’nin ufac›k kitaplar› dizili – ne de olsa, Arap alfabesinden Latin alfabesine geçifl dönemini oluflturan bu dönem, ne lüks bask›l› kitaplar›n, ne de uzun ve fazla
titizlikle haz›rlanm›fl yap›tlar›n dönemi. Fakat, büyük olas›l›kla içerisi bir
hazine yata¤› – yald›zl› Kuran’lardan tutun da, dünyada en fazla iki üç
nüshas› bulunan eski vakayinamelere, eski Karagöz oyunlar›ndan, büyük ozanlar›n divanlar›na, ilk kez yay›mlanan dergi ve gazetelerin sayfa
kenarlar› hâlâ ayr›lmam›fl say›lar›ndan, Halide Edip’in onlarca y›l önce
yazd›¤›, bulunmas› art›k fazlas›yla zor olan ve yak›n gelecekte de yeniden
yay›mlanmas› düflünülmeyen romanlar›na kadar her fley var içeride.
Bu dükkânlar›n biraz yukar›s›nda, tehlikeli merdivenlerin üzerine
oturtulmufl, siz yere bast›kça sallanan ve her sayfan›n bas›lmas›yla pencereleri zang›rdayan gazete bürolar› var. Bunlardan bir tanesi, eskiden
73
“medrese” denilen din okullar›ndan birinin içinde yer al›yor; matbaas›
ise, çal›lar ve a¤açlarla dolu, adeta havada as›l›ym›fl gibi görünen bir bahçeye bak›yor. Cadde, buray› geçince, dik aç› oluflturacak flekilde, yokufla
do¤ru sert bir dönüfl yap›yor. Daha sonra, Ayasofya Meydan›’n›n az ilerisinde, bu topraklarda yaflam›fl büyük kiflilerin gömülü oldu¤u, dört yan›
çevrili bir mezarl›kta görkemli bir sona ulaflmas›na dek sürecek bir de¤iflim bafll›yor caddede. Bu yukar› k›s›m, birçok yazg›n›n yaz›l›p bozulmas›na tan›k olmufl – burada antlaflmalar imzalanm›fl, büyük vezirlerin görevlerine son verilmifl, savafl ve bar›fl ilan edilmifl, ayaklanmalar ç›km›fl
ve bast›r›lm›fl, bir imparatorlu¤un gösteriflli dönemleri ve çöküflü yaflanm›fl. Bugün de biraz olsun geçmiflini and›r›yor bu cadde; Bab›âli’de izleyicileriyle buluflmaya giden yeniçeri alaylar›n›n ve faytonlu sefirlerin yerini art›k ulusal bayramlarda geçit yapan okullu çocuklar alm›fl.
Öte yandan, her ne kadar Bab›âli’nin yukar› k›sm› tarihsel önemini
uzun süre önce yitirmeye bafllad›ysa da, afla¤› k›s›m hâlâ yaz›nsal etkinliklerin merkezi olmay› sürdürmekte. Burada günümüzün flairleri, romanc›lar› ve gazetecileri dolafl›yor, çal›fl›yor, yemek yiyor ve evren üzerine tart›fl›yorlar. Ve yine buradaki küçük köhne dükkânlar›nda yay›nc›lar
oturmufl, Fars ifli bardaklar›ndan çaylar›n› yudumluyorlar. Bu yay›nc›lar,
gençlere büyük ödemeler yapamasalar da, hiç de¤ilse bir yerlerden bafllamalar› konusunda onlara arka ç›kan dostça bir çevre oluflturuyorlar. Aralar›nda, bütün günlerini burada kitaplar›n aras›nda oturup söyleflerek geçirmenin keyfini yaflamak u¤runa çok daha kazançl› ifllerden vazgeçenler
de var. Görünüfle göre, bu dünya yeterince sessiz sakin; fakat düflünceler
– yani, uzun y›llar öncesine ait olan bir gösteriflin, dünün romantik kötümserli¤i ve bugünün karmafl›k canl›l›¤›yla tuhaf bir biçimde kar›fl›m› –
bir insandan ötekine sürekli olarak geçip duruyor. Öte yandan, buras› bir
düflünce dünyas› olmakla kalm›yor; çünkü insanlar sokaklarda yiyecek,
içecek ve gramafon al›yor, kald›r›mlarda ayakkab›lar›n› boyat›yor ve kimi zaman trafik kazalar›na kar›fl›yorlar.
‹flte bu ortamda, etkileyici omuzlar› ve bir o kadar etkileyici uzun
ad›mlar›yla, köfleli çenesi, berrak mavi gözleri, aç›k kumral saçlar› ve iflçi s›n›f›n› simgelemek üzere takt›¤› kasketiyle neredeyse her gün uzun
boylu genç bir adama rastlamak mümkündür. Bu adam, yeni kuflak flairler aras›nda, ard›nda kal›c› bir iz b›rakabilecek belki de tek kifli olan komünist flair Nâz›m Hikmet’tir.
Nâz›m, eskiden çok zengin olup sonralar› servetini büyük ölçüde yitiren, kültürlü bir aileden gelir. Babas› Matbuat Umum Müdürlü¤ü yapm›flt›r. Annesi ise, güzel ve al›ml› oldu¤u kadar hünerli bir ressamd›r.
Nâz›m’a, o zamanlar valilik yapmakta olan dedesi Nâz›m Pafla’n›n ad›n›
vermifller. Çocuklu¤unun büyük bir k›sm›n›, ça¤›n ayd›nlar›ndan olan ve
74
koca bir mumun ›fl›¤›nda saatler boyu Farsça fliirler okuyan dedesiyle geçirmifltir. Böylelikle, tek bir kelime bile anlamamas›na karfl›n, çocu¤un
kulaklar› müzikle dolmufltur. Avrupa edebiyat›n› tan›mas› ise annesi arac›l›¤›yla olmufltur. Elinden kitap düflürmek bilmeyen annesi, düflünce
üretmeye ve paylaflmaya o kadar merakl›yd› ki bu nitelikleriyle, küçük
o¤lunun zihnini etkileyen ana etmen olmufltur.
Nâz›m fliir yazmaya on üç yafl›nda bafllar: On alt› yafl›nda ise fliirleri
ilk kez yay›mlan›r. 1921 y›l›nda – on dokuz yafl›ndayken – Müttefik Güçler’in kuflatmas› alt›nda olan ‹stanbul’dan, üç arkadafl›yla birlikte kaçarak ülkenin iç k›s›mlar›na gider. Kurtulufl Savafl›’nda yer almay› – hem
ülkelerine hem de ülkenin kurtuluflundan yararlanacak insanlara destek
olmay› – amaçlam›fllard›r. “Yazd›klar›”na bak›lacak olursa, asker de¤illerdi. Önlerinde büyük bir yeniden do¤ufl vard› ve onlar da bunun bir
parças› olmak istiyorlard›. Bir macera ortal›¤› kas›p kavurmaktayd› ve
bunu kaç›racak de¤illerdi:
Ak›n var
günefle ak›n!
Günefli zaptedece¤iz
güneflin zapt› yak›n!
‹nebolu’dan bafllayarak Karadeniz k›y›s› boyunca yürüdükten sonra
Ankara’ya geçtiler. Nâz›m’›n çocuklu¤unu geçirdi¤i ve art›k yeni beklentilerin tedirgin k›ld›¤› bölgelerden geçtikleri, on gün kadar süren uzun
bir yürüyüfl yapt›lar. Kemalistlere yard›m etmeyi önerdiler; içlerinden
ikisi, Nâz›m ile genç bir gazeteci olan Vâlâ Nurettin, ö¤retmen olarak, genifl Anadolu ovalar›ndan birinin üstüne kurulu, dört yan› da¤larla çevrili küçük bir kent olan Bolu’ya atand›.
Üç ay boyunca, Bolu’daki büyük ve bofl bir handa, Poe öykülerine
yarafl›r bir mekânda yaflad›lar. Han›n alt›ndaki ah›rlara tüm gece boyunca gelip gidenler, atlar›n› de¤ifltirenler olurdu. ‹ki arkadafl Baudelaire ve
Verhaeren okur, sosyolojiden söz eder ve Türkiye’nin yeniden oluflumuna destek olduklar›n› duyumsarlard›. Ayn› zamanda, daha yapacak çok
fley oldu¤unun da ayr›m›ndayd›lar. ‹stanbul günlerinde ak›llar›na bile
gelmeyecek yepyeni bir dünyay›, Türkiye’yi keflfediyorlard›. Nâz›m’›n
söylemek istedikleri, ne o eski ve karmafl›k Arap ölçülerine, ne de Türk
edebiyat›nda onlar›n yerini git gide daha fazla alm›fl olan afl›r› basit ve
tekdüze ritimlere s›¤abilirdi art›k. Nâz›m Hikmet bu biçimlerin tümünden s›yr›larak, kendine ait bir ritim buluncaya dek deneysel çal›flmalar
yapt›. Uzun ya da “dura¤an” m›sralarla k›sa ya da “devingen” m›sralar›n
zengin uyak etkileflimleri oluflturarak birbirine kar›flmas›, dil alan›ndaki
75
evrimin yepyeni ve önemli bir parças›yd›. Birkaç y›l içinde Nâz›m Hikmet, döneminin 盤›r aç›c› flairlerinden biri olacakt›.
Öte yandan, edebiyattaki dönüm noktalar›ndan daha öncelikli sorunlara kafa yorulmas› gereken bir dönem yaflanmaktayd›. Nâz›m ve Vâlâ, Ankara’da birkaç Marksistle tan›flarak Baudelaire’e ve ritim denemelerine veda ettiler. Bu Kemalist flehirde gündeme gelen bütün kuramlar›
büyük bir coflkuyla tart›fl›r buldular kendilerini. Geceler, gelecekte kurulabilecek yönetim biçimlerine ve yaln›zca Türkiye’yi de¤il bütün dünyay› ilgilendiren sorunlar› çözme giriflimlerine iliflkin hararetli tart›flmalarla geçiyordu. Art›k yirmisine gelmifl olan Nâz›m, tam bir anarflist olmufltu. Tek iste¤i, her konuda bembeyaz bir sayfa aç›lmas›yd›. Yeryüzünü tek
bir bombayla temizlemek mümkün olsayd›, Nâz›m o bombay› atard›.
Efli benzeri olmayan günlerdi. ‹ki arkadafl, aç ve yal›nayak yol al›p
söyleflerek Anadolu’yu bir bafltan öbür bafla katettiler. Trabzon’dan Batum’a geçtiler. Günün birinde s›n›ra vard›lar; derken, onu da geçerek her
nas›lsa Moskova’ya ulaflabildiler. Moskova’ya vard›ktan sonra üniversiteye yaz›larak edebiyat de¤il, sosyoloji, ekonomi politik ve felsefe ö¤renimi
gördüler. Yap›mc› Meyerhold, daha sonra intihar edecek olan flair Mayakovski, Nâz›m’›n fliirlerini Rusça’ya çevirecek olan Edward Bagisky baflta olmak üzere önde gelen Bolflevik sanatç›larla arkadafll›k kurdular. Meyerhold için yap›lan bir kutlama s›ras›nda Nâz›m bir fliir okudu. Bunun
yan› s›ra, Meyerhold’un sahneleyece¤i Piramitler bafll›kl› oyunu yazd›.
Daha sonralar›, Türk polisi Nâz›m’›n birçok fliiriyle birlikte bu yap›t›n›
da yakt›.
1925 y›l›nda, Kürt ‹syan›’n›n gerçekleflti¤i günlerde, Nâz›m Türkiye’ye dönüp komünist bir dergide editörlük yapmaya bafllad›. Bu dergi
çok k›sa ömürlü oldu. O dönemde ‹stiklal Mahkemeleri ifl bafl›ndayd› ve
siyasi konulara iliflkin, sözünü esirgemez her türlü tav›rla k›yas›ya savafl›m içindeydi. Nâz›m komünist propaganda yapt›¤› gerekçesiyle on befl
y›la hüküm giyerek Rusya’ya kaçt›. ‹ki y›l sonra yurda dönmek istediyse
de Türkiye konsoloslu¤u kendisine pasaport vermeyi reddetti. Bir kaçakç› çetesiyle birlikte s›n›r› geçer geçmez yakaland›. Üç ay boyunca Hopa
Cezaevi’nde kald›ktan sonra, Rize Cezaevi’nde de bir ay geçirdi. ‹stanbul’a götürüldükten sonra, Vâlâ Nurettin ve Nâz›m’›n, artlar›nda bir katil ve bir deliyle, elleri kelepçeli olarak ve jandarma gözetiminde Bab›âli’de yürütüldükleri gün, belleklerde yer etmifltir. Kim bilir belki de o deli, Nâz›m’›n fliirlerinden birinde karfl›laflt›¤›m›z “sembolist” delinin ta
kendisidir:
Ç›plak omuzlar›yla saatlar
çekiyor yedeklerinde:
76
gecenin siyah yelkenli gemisini..
Zindan›n sar› ›fl›kl› havas›nda sular flap›rd›yor.
Mahpuslar abanm›fl
geminin
parl›yan küreklerine...
– “Orman›n içinde tuttum horozu
Bafl›nda kanl› bir tara¤› vard›.
Beni kesme dedi, bana yalvard›.
Kesmedi horozu körmüfl b›ça¤›m.
Horozun bafl›n› koparaca¤›m.
Koparaca¤›m.
Koparaca¤›m.
Kopara
kopara
kopara
koy paray› çak kozu..
Orman›n içinde tuttum horozu.
Atefl kanad›n› açt› horozum,
f›rlad› elimden, kaçt› horozum..”
Karfl›m›zdaki “NEZARETE” at›lan deli:
Sembolist bir flair gibi ba¤›rmaktad›r.
Atefl kanatl› horozunu ça¤›rmaktad›r.
– “Orman›n içinde tuttum horozu..
Beni kesme dedi..”
Ses kesildi.
Ses yükseldi hayk›rarak:
– “Vurma bana
K›r›ld› atefl tarak!!”
Deli flimdi yüzüstü yerdedir.
Ve beyaz donlu bir adam,
çi¤neyip b›y›¤›n›,
bu et y›¤›n›n›
polis palaskas›yla dövmededir..
Hasan day› ba¤›rd› yan›mdan
77
sar›l›p demir parmakl›¤a:
– Dövmeyin be deliyi..
Yol vergimi artt›r›n iki misli.
Yatar›m doksan gün daha!!
Sarard› Yusuf o¤lu:
gözleri bir mavzer namlusu gibi
kurflunla dolu..
Nâz›m, ‹stanbul Cezaevi’nin revirinde yirmi gün boyunca tutulduktan sonra yeniden yarg›lanaca¤› Ankara’da da üç ay tutuklu kald›. Toplam sekiz ay boyunca fliir yazmay› sürdürdü; bu fliirler o güne dek yazd›¤› en y›lmaz ve h›rç›n fliirlerdir. Bu dönemin sonunda, Gazi’nin araya girmesiyle, Nâz›m serbest b›rak›ld› ve hakk›ndaki ceza karar› kald›r›ld›.
Nâz›m ‹stanbul’a döndü¤ünde meteliksizdi; flairin bol, gelirin k›t oldu¤u Bab›âli’de geçimini sa¤lama sorunuyla karfl› karfl›yayd›. ‹lk fliir kitab› Latin alfabesiyle yay›mlanm›fl ve kendisine k›rk befl lira telif ücreti
getirmiflti – bu miktar yaklafl›k olarak yirmi dolara karfl›l›k gelir. Nâz›m,
gazetelere film elefltirisi yazmak gibi ifllerle u¤raflmaya bafllad›; bu iflte fliir yazmaya oranla daha çok para vard›. Daha sonra, ayl›k gazetelerden birisinin redaktörlü¤ünü yapmaya bafllad›.
Ve ben flair musahhih,
ve ben her gün
iki liraya
2,000 kötü sat›r okumaya
mecbur olan adam...
Nâz›m bir fliirinde, eli yüzü mürekkebe bulanm›fl olarak ve cebinde
yetmifl befl kuruflla bir matbaadan nas›l kaçt›¤›n› adeta bir tiksintiyle ortaya koyar. Son y›llarda, toplam iki yüz altm›fl iki sayfay› bulan befl fliir kitab› yay›mland›: 835 Sat›r, Jokond ile Si-Ya-U (uzun fliir), Varan 3, yar›s›n› baflka bir flairin yazd›¤› otuz iki sayfal›k bir kitapç›k olan 1+1=1 ve Sesini Kaybeden fiehir. Bu seçkilerdeki fliirlerin bir k›sm› 1929 y›l›ndan
önce yaz›lm›flt›r. fiiirlerini ucuz k⤛da ve her bir kitap盤a az say›da fliir
düflecek biçimde yay›mlamas›n›n as›l sebebi, yap›tlar›n›n özellikle iki
yoksul s›n›fa ulaflmas›n› istemesidir: iflçilere ve ö¤rencilere.
Uzun fliiri Jokond ile Si-Ya-U, “‹ngiliz ve Frans›z emperyalizmine
duyulan nefreti” ve “Çin’deki o soylu özgürlük savafl›m›na beslenen duygudafll›¤›” anlatt›¤›, Do¤u ile Bat›’n›n karfl›tl›¤›n› simgesel olarak temsil
eden bir yap›tt›r. K›sa fliirlerinin ise, bir k›sm› Türk edebiyat›ndaki en
78
güzel fliirleri olufltururken, baflka bir k›sm› apaç›k düflünce propagandas› say›l›r. Bunlardan daha önemsiz say›labilecek yergi fliirleri, belki de cezaevinde geçirdi¤i sekiz ay boyunca yaflad›¤› öfkeli anlar›n›n bir ürünüdür. Onun fliiri her zaman gözü pek ve çarp›c›d›r; kulland›¤› benzetmeler ise, makinelerin, fabrikalar›n, tren yollar›n›n ve köprülerin dünyas›ndan seçilmifltir. Ona göre, edebiyat dilinden daha net ve özlü olmas› gerekçesiyle, en güzel dil endüstriyel dildir. Aç›k ve yal›n renkleri, k›rm›z›n›n tüm tonlar›n›n egemen olmas›n›, pirinç ile bak›r tonlar›n› ve günefl
›fl›¤›n› sever. Seri imgelerden hofllan›r: “Havada sesler / atefl taz›lar gibi
kofluyor.” Öfkeli olsun ya da olmas›n, fliirleri antlarla doludur. Türkçe’de, k›sa ve kullan›fll› bir ifade vard›r ki, onun fliirinde virgüle efl de¤erdir. Öte yandan, Ballade des Pendus’nün1 ça¤dafl bir uyarlamas› olan ve
‹stiklal Mahkemeleri’nin etkinliklerini çekinmeksizin özetleyen afla¤›daki fliirde oldu¤u gibi, kimi zaman sözcükleri ölçülü kullan›r:
Yuvarlak
bir masa.
Dört flifle.
Dört kifli
ve dört bardak flarap.
fiarab›n
markas›
Medok.
Bardakta
flarap var,
flarap yok,
flarap var.
Dört kifli flarap içiyorlar...
Boflald› bir flifle.
Dedi ki bir kifli:
– Yar›n iddiam müthifltir,
ilk sözümde ifli bitmifltir;
mutlak
as›lacak...
Boflald› üç flifle.
Cevap verdi üç kifli,
cevap verdi üç a¤›z:
– Mutlak
asaca¤›z...
79
Yuvarlak
bir masa,
boflalm›fl dört flifle
ve dört kifli...
“Güle, bülbüle, ruha, mehtaba, falan filan karn›m›z tok” der bir fliirinde. Baflka bir yerde ise flöyle yazar: “Fakat / benim / fliirime ilham veren perinin / omuzlar›nda aç›lan kanat: / asma köprülerimin / demir
putrellerindendir!” Makinelere duydu¤u inanç, hatta tap›nma, ö¤renim
gördü¤ü Rusya ile ait oldu¤u Türkiye’ye özgüdür. Her iki ülkede de makineler apans›z belirmifl ve beraberinde hem bir egemenlik hem de yeni
bir inanç türü getirmifltir. Nâz›m’›n fliiri, büyük ölçüde, makinelerle gelen bu sarhofllu¤un ifadesidir. Fakat, bir Rus flairinin kaleminden ç›ksa,
yoldan ç›kma fleklinde alg›lanacak olmas›na karfl›n, günümüz Türkiyesini bir aç›dan ortaya koyan lirizmi de bar›nd›r›r onun fliiri. Afla¤›daki fliirle örnekleyebilece¤imiz bu tür bir lirizm, yaz›ld›¤› dilde çok güzeldir:
Ak›yordu su
gösterip aynas›nda sö¤üt a¤açlar›n›.
Salk›msö¤ütler y›k›yordu suda saçlar›n›!
Yanan yal›n k›l›çlar› çarparak sö¤ütlere
kofluyordu k›z›l atl›lar güneflin batt›¤› yere!
Birden
bire kufl gibi
vurulmufl gibi
kanad›ndan
yaral› bir atl› yuvarland› at›ndan!
Ba¤›rmad›,
gidenleri geri ça¤›rmad›,
bakt› yaln›z dolu gözlerle
uzaklaflan atl›lar›n par›ldayan nallar›na!
Ah ne yaz›k!
Ne yaz›k ki ona
dörtnal giden atlar›n köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz ordular›n ard›nda k›l›ç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
Atl›lar kayboluyor güneflin batt›¤› yerde!
Atl›lar atl›lar k›z›l atl›lar
80
atlar› rüzgâr kanatl›lar!
Atlar› rüzgâr kanat...
Atlar› rüzgâr...
Atlar›...
At...
Rüzgâr kanatl› atl›lar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarkt› salk›msö¤ütler
sar› saçlar›n›n
üzerine!
A¤lama salk›msö¤üt
a¤lama,
Kara suyun aynas›nda el ba¤lama!
el ba¤lama!
a¤lama!
Gerçekten “fliir” sözcü¤üne yaraflacak tüm fliirler gibi, bu tür bir fliir de çevrilebilir de¤ildir. Keats’in Frans›zca çevirisini bir düflünün:
La beauté est la vérité, la vérité la beauté; c’est tout ce que tu sais
Et tout ce que tu as besoin de savoir sur cette terre.2
Ayn› flekilde, yaz›ld›¤› dilde atlar›n›n toynak sesleri duyulabilen,
uzaklaflmaktaki atl›lar›n sesini ay›rt etmek, Hikmet’in fliirinin çevirisinde olanaks›zd›r.
Nâz›m Hikmet, Do¤u’nun ve Bat›’n›n dünyaya sundu¤u tüm iyilikleri bir miras olarak kabul edip, kötülüklerle uzlaflmaya asla yanaflmay›fl›yla, bu iki dünya aras›nda kurabildi¤i denge aç›s›ndan belki de hiçbir
flairin eriflemedi¤i bir konuma ulaflm›flt›r. Bat›l› yazarlar›n Do¤u’yu kuflatma amaçl› kulland›¤› geleneksel tav›rlar› y›rtar. Pierre Loti’yi ve “düfl
k›r›kl›¤›na u¤ram›fl” zevk düflkünlerini ac› bir biçimde alaya al›r.
Esrar!
Tevekkül!
81
K›smet!
Kafes, han, kervan
flad›rvan!
Gümüfl tepsilerde rakseden sultan!
Mihrace, padiflah,
bin bir yafl›nda bir flah.
Minarelerden sallan›yor sedef nal›nlar,
burunlar› k›nal› kad›nlar
ayaklar›yla gergef dokuyor.
rüzgârlarda yeflil sar›kl› imamlar ezan okuyor!
Fakat yeni bir düzen getirebilmek için çabalayan Bat›l› kardefllerine
coflkuyla seslenir:
Ben elimi size verdim,
Size verdik biz elimizi
kucaklay›n bizi
Avrupan›n sankülotlar›!
Sürelim yan yana bindi¤imiz al atlar›!
Bu m›sralar, Whitman’›n “Yoldafllar›m, size elimi uzat›yorum!” dizelerini an›msat›yor. Gerçekten, her ikisi de kardeflli¤in önüne geçebilecek her türlü s›n›r› hiçe sayar. Fakat bu Türk flair, ayn› zamanda bir savaflç›d›r da; bizleri, mavi günlerin gelebilmesi için çal›flmaya, ac› çekmeye ve “yanmaya” ça¤›r›r:
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nas›l
ç›kar
karan-l›klar
ayd›n-l›¤a..
Kuflkusuz, burada an›lan mavi günler, yeni bir toplumsal ça¤›n günleridir ve Nâz›m Hikmet o günler için birçok zafer flark›s› seslendirmifltir. Art›k, gül ile bülbül zaman› geçmifl, “yaln›zca Cuma günleri, yaln›zca Pazar
günleri” üstünde yürüyebildi¤imiz o çiçekli bahçelerin, günün her saati
yepyeni flark›lar söyleyen yeni insanlara aç›k oldu¤u bir dönem gelmifltir.
82
Belki ben
o günden
çok daha evvel:
köprü bafl›nda sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salaca¤›m.
Belki ben
o günden
çok daha sonra:
matrufl çenemde ak bir sakal›n izi
sa¤ kalaca¤›m..
Ve ben
o günden
çok daha sonra;
sa¤ kal›rsam e¤er,
flehrin meydan kenarlar›nda yaslan›p duvarlara,
son kavgadan benim gibi sa¤ kalan ihtiyarlara
bayram akflamlar›nda keman
çalaca¤›m...
Etrafta mükemmel bir gecenin
›fl›kl› kald›r›mlar›
ve yeni flark›lar söyliyen
yeni insanlar›n
ad›mlar›...
Türkçesi: Baflak Ergil Fiflekçi
(1) Ballade des Pendus (As›lm›fllar›n Balad›): 1431-1463 y›llar›nda yaflam›fl
Frans›z flair François Villon’un cezaevinde yazd›¤› fliir. Türkçe’ye Orhan Veli taraf›ndan çevrilmifltir. (Ç.N.)
(2) Söz konusu dizelerin asl› flöyle:
“Beauty is truth, truth beauty,” - that is all
Ye know on earth, and all ye need to know.
Türkçesi:
“Güzellik gerçektir, gerçek de güzellik” - budur tümü
Bildi¤inin de, bilmen gerekenin de bu dünyada.
fiiirin asl›n›n de¤iflik yerlerde de¤iflik noktalama iflaretleriyle yay›mlanmas›, bu
dizelerin yorumlanmas› konusunda uzun tart›flmalar›n do¤mas›na neden olmufltur.
(Ç.N.)
83
AV
O¤uzhan Akay
‹ki av var, on da
avc›. Avc›lar, kaçacak
iki kifliye bir saat süre
verecek. Daha sonra
pefllerine düflecekler.
Bir saat içerisinde, koflarak nereye kaçabilirse
kaçacak ve izlerini kaybettirecek bu iki av. Ta
ki, biri yakalanana kadar. fiunlar iflte, gördüklerin. Ara ara görünüp
(Foto¤raf: Phil James)
kaybolan on avc›n›n
hepsi motorsikletli. Is› ve aura ölçer ayg›tlar›yla bekliyorlar, silahlar› da kurbanlar›n üzerine yap›fl›p çeken tükürük dozuna ayarl›. Av›n biri, arabas›n›
nereye park etti¤ini hat›rlamad›¤›, öteki hiç arabas› olmad›¤› için seçilmifl.
Hiç arabas› olmamak, sadece sudan bir bahane. Birinci av, arabas›n› ararken
öbürü yan›na yanafl›p, merakl› merakl› sordu¤u anda, ebeleniyor. Etiler’deki Türkçe müzik çalan barlardan birinden sabaha do¤ru ç›kan bir av›n, arabas›n› nereye park etti¤ini, bir kahyaya verip veremedi¤ini hat›rlamamas›
normal. Üstelik, bar›n iki ç›k›fl kap›s› var. ‹kisi de farkl› ve asl›nda paralel,
bazen yer de¤ifltirebilen iki caddeye aç›l›yor. Av, elindeki anahtar›n uzaktan
kumandas›na ve dü¤meye bast›¤›nda arabas›n›n ses ç›kartmas›na ve öylece
bulunmas›na güvenmifl her zaman. Bir o yana, bir bu yana koflarak, elindeki anahtar›n dü¤mesine basmas› ise nafile bir çaba. Ses ç›km›yor, anahtar›
yönlendirip sinyalledi¤i hiçbir arabadan. Ses ç›ksa arabas›n› bulacak. Ses flu:
Bici bici. ‹kinci av, uzaktan onu izleyen biri. ‹flkembeciden yeni ç›km›fl.
Ama kafa hâlâ k›yak. Adam› farkedip, ay›lmam›fl kafayla yard›mc› olmaya çal›fl›yor. Araba, iki caddeden birinde. Hangisine bak›l›yorsa ötekinde hep.
Avc›lar, motorsikletlerle gelip çevrelerini sarana kadar, arabay› aray›fl
sürüyor. Sonra av bafll›yor. Motorcular›n lideri, Karao¤lan filmlerindeki Camoka’ya benzeyen bir kahkaha at›yor ve oyunu aç›kl›yor onlara. Ben, o s›rada akl›n ald›¤› her yeri yirmi dört saat kamerayla izleyebilen bir yerdeyim.
Bu benim gelecekteki halim. Geçmiflteki halim, onu gözlüyor...
Kural aç›klan›yor. Süre bafll›yor. Avlar, kaçmaya bafll›yor. Ha! Ortada
bir suç filan yok tabii. Suç, malzeme olmak. Olay Etiler’de bafllam›fl görünüyor, ama avlar›n kaçt›¤› caddeler, ad›mlar›n› att›kça de¤ifliyor. ‹zliyorum.
fiimdiki halim bir sigara yak›yor. ‹ki av, önce birbirlerine yak›n olmaya çal›84
fl›yor. Sonra kopuyorlar. Birine odaklan›yorum. Motorlular bekliyor henüz.
Hat›rlatay›m, avans bir saat. Birinci av kofluyor, dili sarkm›fl biçimde. Kofltu¤u soka¤›n solunda, sadece birer odal› evler görüyorum. Herbirinde bir yatak. Evlerin duvarlar› da yok. Perdeyle ayr›lm›fllar. Dört taraf› kornifllerle
çevrilmifl kutucuklar da diyebiliriz bunlara. Perdeyi aralayan bir fahifle, koflan birinci ava sesleniyor. Henüz on sekizinde bile görünmüyor, beklemeden y›llanm›fl bir kad›n bu. Av, dönüyor ve flaflk›nl›kla dural›yor. Av›n bitmesini sa¤layacak bir soru:
– Arabam› gördün mü?
Kad›n: – Araban› görmedim garaj›m bofl, diyor kikirdeyerek.
– Sen gel, buluruz biz onu... Av, kaç›yor. Süre dolmak üzere. ‹kinci av,
toplanm›fl ve envanteri ç›kart›lmam›fl bir pazar yerinden geçiyor. Kafas›ndaki flark› flu: ‘Onun arabas› var?’... fiark›n›n y›llar öncesine ait oldu¤unu biliyor. Yine de bir kal›nt› bellekte, herkese olur. Bir parça duyars›n, y›llarca kal›r. Zaman› geldi¤inde ‘Çal’ dü¤mesi harekete geçer. Ayn› parçay› bulur ç›kart›r. Tahta pazar tezgahlar›ndan birinin alt›na park ediyor ikinci av, cenin
pozizyonunda. Koflacak takat kalmam›fl durumda. Birinci av, inin cinin top
oynad›¤› bir lunaparka giriyor. Kafas›ndaki ses flu: Sal›ncaklara binersen sabaha kadar dönersin. Döne döne ölürsün. Bu sesin yarar›, onu merkezkaç
kuvvetiyle bir motorcunun dönerek gösteri yapt›¤›, alk›fllar aras›nda yukar›ya ç›kt›¤› yere getiriyor. Motorculardan kaçmak için, bir motorcunun gösteri yapt›¤› alana gireceksin diyor, birinci av›n ikinci iç sesi...
Süre doluyor. On motorcu iki gruba ayr›l›yor, iki av için. fiehrin sokaklar› motorlar›n sesiyle inliyor. Yollar bofl. Fellik fellik avlar›n› arayanlar›n sesi bu. Ben izliyorum sadece. Görevim bu olmasa da. Çünkü benim görevim,
gündüzleri geçtikleri yerde iz b›rakanlar›n izlerini toplamak. Bir tür aura izi
diyebiliriz buna. ‹zler daha sonra, renk ayr›fl›m›ndan geçip kodlama yap›l›yor. Merkeze teslim ediliyor. Böylece önceden sak›ncal› bulunmufl kodlara
sahip olanlar›n daha sonra ayn› bölgelere girmesi engellenmifl oluyor. Bir
tür duvara toslama hali. On avc›, merkezin görevlendirdi¤i mangalardan biri sadece. Yap›lan, do¤al olanlar aras›ndan rastgele seçilen iki örne¤in, reflekslerini kontrol, yakalama ve etkisiz hale getirme üzerine bir tatbikat. Birinci av›n tahmini do¤ru ç›km›yor. Her av, korkusunu üzerine çeker. Av, lunaparktaki motorcu gösteri alan›nda, gösteri çad›r›n›n çukuruna girdi¤i anda, motorcular›n bask›n›na u¤ruyor. Birinci gruptaki motorculardan biri, zaten yaz›n orada gösteri yapan motorcunun ta kendisi asl›nda. H›zla dal›yor,
havada uçuyor ve gösteri çukurunun tepesinde, hep seyircilerin bekledi¤i
alanda duruyor. Av, afla¤›da. Elindeki silah›, ava do¤rultuyor. Tik diye bir
ses. Tükürük yap›fl›yor. Av› çekiyor.
‹kinci av, bu gecelik kurtuldu. O, birincinin arad›¤› arabada uyanacak.
Birinci, o gece bir bayra¤a dönüfltürülecek. Yaz›n, motorcunun döne döne
ta tepeye ç›kt›¤› alanda, gö¤sünden ç›kan bayra¤a... Üstünde gülen bir surat.
Her zaman söylerim zaten, surat felakettir! Gülen suratlar özellikle...
... Daha fazla bakamayaca¤›m, olup bitenlere.
85
BEN‹ S‹ZLER AYARTTINIZ
Neslihan Gürel
“Ama bu haks›zl›k!”
Kalimero
Bozuk paralar›n ranza demirine çarp›p etrafa saç›lmas›yla içimde
bir c›ng›lt› koptu. Evvelsi gün de ayakucumda biriken kitaplar dökülmüfltü. Benim için bu seslerin bir zarar› yok. ‹nsanlar› rahats›z eden seslere
ald›rmadan uyumaya al›fl›¤›m. Ama burada bir yatak büyüklü¤ündeki özgürlü¤üm d›flar› tafl›nca sorun yarat›yor. Aksi gibi bozu¤un teki de dönüp
durdu k›ç kadar odada. Neyse ki bütün gece oyuncak yapmakla u¤raflan
Mültem, oylumlu küfürlerle yetindi. Do¤rusu uykudan ç›kmam›fl bir beynin bu kadar yarat›c› cümleler kurmas›n› sayg›yla karfl›lad›m.
Kabul, düzenimde bir tafl›nma havas› var. Darac›k demir dolap taraf›mca haftada bir toplansa bile eflyalar›m› kald›rm›yor. Burufluk beynimdeki k›r›fl›k öykülerin birer kahraman› haline gelmifl eflyalar›n rasgele t›k›flt›r›lmas›yla kay›p eflya bürosuna dönen yata¤›mda, s›rt›ma batan ç›k›nt›lar yüzünden dört dönerken ufak kazalar oluyorsa, bunda benim…
Sanki dokundu¤um her fley demire dönüyor burada ve dilimde demirleri yal›yormuflum gibi bir kamaflma var. Yine de odan›n sa¤ duvar›na ve pencerenin önüne dayanm›fl çiftli demir ranzalar, solda alt› demir
dolap, 35 metrekarelik oda, karfl›daki erkek yurdu ve nihayetinde de
masmavi deniz, insana ‘her fleye ra¤men yaflamak güzel’ dedirtiyor. Üstelik benimki t›rmanmas› en kolay ranza.
Olaya döneyim…
Yorgan› kafama çekmifl, k›p›rt›s›z yat›yordum. Sanki biraz k›m›ldasam üstüne bast›¤›m tafl yerinden oynayacak ve büyük kaya parçalar›yla
afla¤› yuvarlanacakt›m. F›s›lt›lar› duyunca bafl›m› ç›kard›m. Nilsun küçük
bir su ayg›r› gibi açt›¤› a¤z›ndan bu¤ulanan aynay› silip son bir ruj darbesiyle içine düfltü¤ümüz siyah-beyaz filmi renklendirirken, Deniz asabi hareketlerle içeri d›flar› girip ç›k›yor, öflüyor, “Hep ayn› fleyi yap›yorsun Nilsun!” diye söyleniyordu. En sonunda annesinin ördü¤ü ya¤l› urgan› boynuna dolay›p ceset torbas›n›n fermuar›n› da h›fl›r huflur seslerle çenesine
kadar çekti ve d›flar› f›rlad›. Nilsun az önce iflledi¤i cinayeti fark edemeyecek kadar dalm›flt› kendine. Hafif dokunufllarla yüzünün son düzeltilerini de yapt›. Gömle¤inin k›r›flmas›ndan çekinerek ve yakalar›na dikkat
ederek güvez mantosunu giydi. Her zaman hafifçe sa¤a yat›rd›¤› tüylü
86
flapkas›n› özenle bafl›na geçirdikten sonra kap›ya yönelmiflken birden durup sol omzundan göz ucuyla bana bakt›, “Mültem’e görünmesen iyi olur
tatl›m!” dedi ve havada k›rm›z› bir dudak izi b›rakarak gitti.
Yurtta hayat bafllam›flt›.
Orta boylu prefabrik yurdumuzdan minik kantine uzanan yolda
elindeki kupalar› sallaya sallaya yürüyen pijamal›lar, annesine göbek ba¤›yla ba¤l› flekilsiz bebe¤i beslemeye giden aptal vitaminler gibiydiler.
Yast›¤›na kufltüyü öpücükler konduran ranza komflum Tu¤çe kim
bilir ne fantazik rüyalar görmekteyken akl›mda oldukça hayati sorular
vard›. Acaba yumurta için çok gecikmifl miydim; çeyrek ekme¤in büyük
olan›n› kim alacakt› – niye eflit bölmezler ki flu ekme¤i – Kantinci Kaz›m’›n pijama fantezilerinin asl› var m›yd›, yoksa Kaz›m, halk›n fantezilerine mal olmufl bir halk kahraman› m›yd›; kantine ‘giyinik’ mi gitmeliydim, Halime bana yumurta ay›rtm›fl olabilir miydi?
“Bizim odadaki Kerime anlatt›. Biz gelmeden iki sene evvel, burada
bir k›z h›yarla fley yaparken h›yar kütürt diye ayr›l›nca k›z içinde kalan
parçay› ç›karamam›fl da hastaneye götürmüfller. Yaaa, k›z›m ne ifller dönüyor bu yurtta!”
San›r›m hassas bir an›ma denk gelmesi sebebiyle k›zca¤›z›n yüzüne
f›rlatt›¤›m tükürüklü “Sana ne, sanna ne!”lerden sonra bana yumurta
ay›rtmas›n› beklemek yersizdi.
Mideme vurulan pasl› kilidi nas›l açaca¤›m› düflünüp bir yandan da
aya¤›m› komflu ranzan›n demirine atmaya çal›fl›rken sabah bask›n›na ç›kan o acuze kad›n bir h›fl›mla içeri dald›, dalmas›yla burnunu t›kad› ve
ambülanslad› (arkadafllar aras›nda kulland›¤›m›z bir sözcüktür, ‘sirenleri
açt›’ manas›nda):
AAaaAa, ben böyle oda görmedim!
Sen zaten ne gördün ki hayat›nda, diyemedim tabii. Hem bir türlü
kafas›na oturtamad›¤› tarazlanm›fl peru¤unun aras›ndan ce-e der gibi ç›kan de¤irmi surat›, yanl›fl birleflmifl puzzle parçalar›n› an›msatan yüzü,
kendini Sultanahmet Meydan›’nda sanarak yapt›¤› cuma konuflmalar› ve
hiçbir sevgi sözcü¤üne k›l›f olamayacak sesiyle bu cin çal›¤›, dünyay› görse ne olurdu görmese ne olurdu!
Burnunu açmadan dolab›n üzerindeki plastik kab› – içinde dün geceki k›s›r partisinden kalanlar vard› – i¤renç bir fleyi tutuyormuflças›na
çöp torbas›na att›. Ellerini ç›rpt›ktan sonra flaka kutular›ndan f›rlayan
korkunç palyaçolar gibi yaylanarak “K›z›m, anan sana hiçbir fley ö¤ret87
medi mi? Bu pasakl›l›¤› ondan m› ald›n sen, flu yata¤a bak, tövbe tövbe!”
diyerek bir h›fl›mla ç›kt› ve karfl›daki odaya dald›:
AAaaAa, ben böyle oda görmedim!
Dünya Uzayl›lar›n istilas›na da u¤rasa karton koli ve f›st›k ezmesinden vazgeçmeyen, iki ad›m ötede bombalar patlarken “Annemle beni
hep ihmal ettin!”li cümleler kurabilen bir Amerikal› duyarl›l›¤›yla gö¤sümü kabartt›m ve “Bittin sen!” dedim.
Ama nas›l?
S›k s›k bu soru üzerinde yo¤unlafl›yordum. Arkadafllar neler oldu¤unu anlam›yor, her gün yata¤›m› toplamama bir anlam veremiyordu. Daha çok okumaya bafllam›flt›m. Baz› günler okula bile gitmiyor, kitaplarda
bana ilham olacak iki sat›r ar›yordum. Ama elimdeki kitaplar›n kendine
hayr› yoktu. Acaba do¤ru kitaplar› m› bulamam›flt›m. ‹nternet kafeye tak›lmaya bafllad›m. Saatlerce Counter oynad›m. Er Ryan’› kurtard›m. ‹fle
yarad› m›? Kendimi güçlü hissettim. Güçlü hissettim de, sorunumu çözebildim mi, hay›r.
S›radan bir gecede, her zamanki gibi ‘aylak›m ben’ diye koridorlarda yürürken merdiven alt›nda Reyhan’› gördüm; üç befl tip etraf›n› sarm›fl, birbirlerinin sözünü keserek k›za bir fleyler anlatmaya çal›fl›yorlard›.
Az ilerde, bir masan›n üzerine ba¤dafl kurarak oturan Japoncadan Esin,
okulda düzenlenecek Japon haftas› için Japonca bir fleyler gevelerken uykusunda bile durmadan öten bir muhabbet kuflunu an›msat›yordu. Sonra gözüm Tu¤çe’ye tak›ld›. Yanlar› ›fl›kl› makyaj masas›nda yapmac›k bir
gülümsemeyle fliflirdi¤i yanaklar›na dairesel hareketlerle all›k sürdü¤ü
esnada büyük bir ihtimalle akl›ndan flu cümle geçiyordu:
Hilmi Bey bu buketi kabul etmenizi rica ediyor.
Ah, k›rm›z› güller, flöyle koy k›z›m.
Halime banyoda, y›kad›¤› donlar›n a¤lar›n› kokluyor, “ellerime sa¤l›k” gibi yazmasam da olur cümleler kuruyordu. Kerime tabureye oturmufl, yüzlerce örümce¤in uzvunu b›rakt›¤› bir savafl alan›n› an›msatan
baca¤›na yap›flt›rd›¤› a¤da bezini çekmek için bilmem kaç›nc› kez “kiüç!” derken, Halime, k›z›m sana söylüyorum gelinim sen iflit edas›yla:
“Valla benim donlar›m pamuklu ve beyazd›r, kim görecek de dantelli saten don alay›m. Her fleyin bir zaman› var.” deyip bast› kahkahay›.
‹flte o geceyi hareketlendiren olay bundan sonra bafllad›. Bir h›fl›mla banyoya giren Reyhan kahkaha atan Halime’nin saçlar›na yap›fl›p zavall›c›¤› yere yap›flt›rd›. Cinsiyetsiz sesi çatall›yd› ve a¤z›ndan ç›kan her
sözcük Halime’nin münasip yerlerine bat›yordu.
88
Ne yap›yormuflum lan ben odada Mevlüde’yle!
Halime saçlar›n›n doland›¤› eli cimciklemeye çal›fl›yor, bir yandan
da “Att›r›cam seni burdan murdar hayvan!” diye ba¤›r›yordu.
Z›vanadan ç›kan Reyhan çamafl›r suyunu ald›¤› gibi Halime’nin yüzüne döktü. Sonra olay tam da gerçek anlam›yla enseye tokat k›ça parmak bir hal ald›. Neyse, derken beklenen an geldi ve Haticân›m siren sesleriyle yan›m›zda bitti:
AAaaAa!
Hemen nöbetçi odas›na gidip beni bekleyin, size bunun hesab›n› sorar›m ben!
Z›rlay›p duran Halime’yi revire götürdüler. Haticân›m nedense Reyhan’la birlikte yaln›z beni göstermiflti. Elim elim üstünde elim fleyim üstünde Reyhan’› takip ettim. Tabii o, bugünün çömleriyle gelece¤e aktar›lacak bir efsaneye dönüflmenin hakl› gururuyla geçti koridordan.
Beklemek zaman› ço¤alt›yor, ellerim gittikçe so¤uyordu. Reyhan
“Korkma sana ceza vermezler, beni atacaklar› kesin. Zaten gidecektim.”
dedi. Sonra birden ikimizin de gözü duvara dayal› tahta sopaya iliflti. Reyhan, “Bu kad›n› anca hem Türkî hem Kürdî hem de Arabî bir z›b›k paklar da öylesini bulsam kendime al›r›m f›kradaki gibi,” deyip pis pis s›r›tt›. “Köydeyken tahtadan yap›lan›n› görmüfltüm Yörüklerde. Hey gidi
günler! Ne çok fley de¤iflti, flimdi çiftlisi bile var mübare¤in. Asl›nda flu
kad›na al›p göndermeli bir tane…”
Sözünü tamamlamam›flt› ki kafl› gözü ayr› telden çalan Haticân›m
içeri dald›:
“Yar›n bu olanlarla ilgili olarak disiplin kurulu toplant›s› düzenleyece¤im. Bu yurtta böyle olaylara yer yok ve gönderilmen için elimden geleni yapaca¤›m. Sana gelince: Ailene uyar› mektubu gönderiyorum!”
Reyhan gitti; benim mektubum da. Neyse ki babam›n yeni sevgilisiyle aras› iyiydi de durum içinden ç›k›lmaz bir hal almad›. “Ben seni niye oraya gönderdim?”le bafllay›p, “Bu kargaflada bir de sen sorun ç›karma!” diye bitirdi¤i konuflmas› masan›n üzerine b›rakt›¤›m ahizeden afla¤› akt›.
…
Bir akflam tuvalette çömelmifl, duvara yap›flt›r›lm›fl sümüklere bakarken içgüdüsel olarak düflünüyordum. Birden akl›ma Reyhan ve akabinde o gece söyledikleri geldi. Ama nas›l olurdu? Hay kör fleytan!
89
— Rüya sinemas›n›n karfl›s›ndaki kitapç›da buluflal›m.
‹stiklal Caddesi’nde önümü kapayan kalabal›¤› ruhumu t›kay›p çiflimi getirdi¤i için geçmeye çal›fl›rken Rüya sinemas›na geldi¤imi fark ettim. Oda¤›n› kaybetmifl bir halde, kimseye bulaflmadan orda duruyordu
iflte. fiaka gibi; Harry Potter’a montajlanm›fl Sezercik (yavrum benim) kadar yaln›zd›.
Biraz kitapç›da, biraz sa¤a sola bak›narak zaman geçirirken Reyhan’›n karfl›dan geldi¤ini gördüm. Karfl›dan, sinemadan, birdenbire… ç›k›verdi…
“Bugün dedemin ölüm y›ldönümü,” dedi, “tam on befl sene evvel
bu dakikalarda, üçüncü s›ran›n birinci koltu¤unda kalp krizinden ölmüfl.
Ya adamlar›n yüzünü görmen laz›md›, bir bana bakt›lar bir koltu¤a b›rakt›¤›m karanfile; bir bana bir karanfile… fiflflfl, iyi misin?”
Koluma girdi, hiç istifini bozmadan devam etti. “Eee Hatçofl nas›l?”
“Bildi¤in gibi,” dedim, “iyice azd› son zamanlarda.”
“Ona biri flart, yurdun sahibine nas›l bay›k, o gelece¤i zaman sabah›n köründe bafll›yordu teftifle. Elinden gelse saç›n›z› ördürüp önlük giydirir. Bak, benim plan›m flu: seks shop’tan param›za uygun bir fley al›p
yurda gönderece¤iz, ama zaman› iyi ayarlamal›y›z, Hatço paketi ald›¤›nda bafl› kalabal›k olmal›. Yurdun yeme¤i ne zamand›?”
“Bir hafta sonra, yemek kalabal›k olur ama o saatte nas›l…”
“Sen bana b›rak…”
…
Belki de çok gergin oldu¤um için fazla sakindim. Kendimi bir oyuncakç› dükkân›nda hissetmekten al›koyam›yordum. Bizi hayata haz›rlayan, rollerimize haz›rlayan oyuncaklar, gerçe¤iyle tan›flmadan önce yapt›¤›m›z yaflam provas›, gerçe¤ine dokunmadan önce dokundu¤umuz…
CD raflar›n›n önündeki iki kad›ndan biri – Mualla teyzeye ne kadar
da benziyordu – elindeki CD’yi anlat›yordu. Porno teorisi, arz talep, körebe oynamak… Neydi?
‘Queen and Cotton Princess’.
Silikon memelere çarpt› gözüm. Annemi ziyarete giderken götürebilirdim bir tane. Bir buket çiçek, duac› teyze, bir flifle su ve bir çift meme.
Hay›r, su tafl›maya gerek yoktu, mezarl›kta dolanan çocuklardan birine de döktürülebilirdi.
Sevgili Yokad›n, dünya mezarl›¤›nda içine giren y›lan›n kemirdi¤i
bedeni, kafatas›ndaki bitkikökleri, dökülen harfleri ve sonsuz ç›plakl›¤›
ile soluk yorgan›n alt›nda ç›k›nt›s›z yat›yor. Memelerin nerde Yokad›n,
ver onlar› bana emmek istiyorum, onlarla büyümek, güçlenmek istiyo90
rum. Bak bu memeler gerçe¤inden büyük, sana ald›m onlar›, gö¤üs kafesine hapset, ölüler konuflmazd› hani, sen hiç susmuyorsun,
… ölümü öp, okunmufl su olsun, ölümü öp b›rak uzas›n saçlar›m,
ölümü öp pamu¤umu sen t›ka, ölümü öp, döne döne öp, karfl›da yatan
kad›n taburcu mu oldu, bugün iyi de¤ilim kim var orada, yan›mda kal
ölümü öp…
Bakma bana öyle, hayat›mda ilk kez gitmek zorundayd›m, gidece¤ini bilsem, gider miydim?
Belki.
“fiunlar s›v› salg›l›yor, aromal› olanlar› da var.”
S›v›. Mutlu olunan an. O halde hepimiz bir zamanlar bir erke¤in rahatlamas›yla ç›kt›k yola. Milyarlarca insan. Milyarlarca rahatlama an›.
K›z›n söylediklerini elimle onaylayarak bütün bu oyuncaklara sahipmiflim de bana yeni ufuklar açacak bambaflka bir fley ar›yormuflum gibi
gözlerimi gezdirmeye devam ettim. Reyhan büyük bir heyecanla, “fiuna
bak!” dedi. ‹flinde oldukça profesyonel görünen k›z, hemen tan›t›ma bafllad›: The Anatolian Bomb. B›y›k ve omuzlardaki k›llar gerçek. Sizin ayarlayaca¤›n›z zamanlamaya göre gaz sesiyle etrafa gül kokusu yayma özelli¤i var.”
“Nas›l yani?” dedim, gözlerimi pörtletip. “Cartay› çekiyor yani,” dedi Reyhan s›rt›ma vurup, “bizim Sakine gibi!”
“‹yi hofl da buras› çok pahal›; öyle kokulu, hareketli fleylere param›z
yetmez.”
“Do¤ru diyorsun,” dedi Reyhan, “flu k›vr›labilir olan bile ne kadar!
En iyisi öbürünü alal›m, kaz›k gibi, Hatço’yu bu paklar.” Baflparma¤›na
geçirdi¤i oyunca¤› havaya kald›r›p ‘OK’ iflareti verirken, “Bakar m›s›n›z,
bize az pipi” diye ba¤›rd›.
Gülerken bir de espriyi aç›klad›: “Hani az pilav gibi!”
Reyhan iflte!
Akflamüstü yurda girdi¤imde çökmüfl bir halde etüt odas›ndan ç›kan Nuray, ac›l› gözlerle “Çal›flt›n m›?” diye sordu. Ald›rmaz bir edayla
“Neye?” derken yoluma devam ettim ve arkamda flaflk›n bir çift gözle yellenen bir kap› b›rakarak koridora dald›m.
S›nav s›n›f›na girdi¤imde yanaklar› k›zarm›fl insanlar gözlerini duvar›n bir noktas›na yap›flt›rm›fllar, cenaze evinde Kuran okuyan kad›nlar
gibi ellerindeki notlar› m›r›ldan›yorlard›. Hocan›n a¤z›ndan ç›kan her fleyi nefes almadan yazan ve onu dinleyip onaylad›¤›n› belli etmek için minibüslerde s›kça karfl›laflt›¤›m boyundan yayl› köpekler gibi sürekli kafa
sallayan Seden, yine hiç çal›flmad›¤›ndan, art›k böyle fleyleri önemsemedi¤inden söz ediyordu.
91
Bafllayabilirsiniz arkadafllar…
13:01:48,,,47,,,46,,,45: 11.12.13.14.15………
“Piflt piflt, Seden, baksana be! Gâvurun k›z›, vicdans›z kad›n!”
Seedeen Seedeen
13:50:55,,,56,,,57,,,58: 22.23.24.25.26………
K›z›m, k›z›m sana diyorum, ben mi, hay›r sen de¤il, sen, ben mi, hay›r ya senin arkandaki, ben mi, evet sen, hocam ben bir fley yapmad›m,
silgi isti…, daha bitmedi ki yazacaklar›m, ama, ama…
S›n›ftan ç›karken flöyle bir dönüp Seden’e bakt›m, ama tek görebildi¤im k⤛d› üzerindeki silgi k›r›nt›lar›yd›.
14:00…
Kaput olmufltum.
…
Yemek günü geldi. Eflcinsellerin, sa¤c›lar›n, solcular›n ve dincilerin
masalar› belliydi. Gerçi Troçkistler Stalinistlerle, Atatürkçüler Kemalistlerle, Sosyal Feministler Radikallerle oturmak istemiyordu. En mutlu taraf eflcinseller gibi görünüyordu. Neyse, en sonunda herkes münasip yerini dayayacak bir yer bulmufltu iflte.
Öhö, öhö!
Bugün burada toplanmam›zdaki amaç…
Konuflma bafllam›flt›, Reyhan paketi bir arkadafl›yla gönderece¤ini
söylemiflti. Gecikirse bir anlam› kalmayacakt›.
…gerek k›z gerek erkek ö¤rencilerimizin toplumumuzun genel ahlaki yap›s›n›…
Ya kap›da zorluk ç›kar›rlarsa, paketin içindekini görmek isterlerse
diye düflünürken bütün fleytant›rnaklar›m› diflledim.
…say›n Hatice Bayansal’›n özverileriyle, sizlere bazen bir ö¤retmen
bazen bir anne flefkatiyle…
Biri elindeki paketle usul usul av›na yaklafl›yordu.
…çal›flmalar›ndan dolay› huzurlar›n›zda bu ödülü Hatice han›ma veriyorum…
K›z hiç istifini bozmadan kürsüye yanaflt›, Haticân›m teflekkür ederek g›g›s›n› kabartt›, ald›¤› paketin üzerindeki yaz›y› mikrofonla okudu:
“Hatice Han›m’a, daha iyilerini dileyerek…”
Paketi büyük bir itinayla açan Haticân›m›n’›n dudaklar› atefle yaklaflan plastik gibi büzüldü. 20 cm.lik oyunca¤› kutudan ç›kar›p özgürlük
92
iflareti gibi havaya kald›rd›, sanki elinde tuttu¤u ba¤l› oldu¤umuz kabilenin kutsal simgesiydi. “Kim,” diye ba¤›rd›, “kim yapt› bunu? Cesareti
varsa ç›ks›n öne, hadi!”
A¤›zlardan s›zan küçük m›r›lt› dalgalar› havada bo¤uk, anlams›z bir
ses y›¤›n› oluflturmufltu.
Müdür birden Hatican›m’›n havada as›l› kalan elini tuttu. Art›k kabilemizin simgesini birlikte kavr›yorlard›. Göz göze geldiler. “Ben!” diye
ba¤›rd›. “Ben gönderdim. Bunu senin iyili¤in için yapt›m Hatice, bütün
gün flu aptal yurdun iflleri için koflturup durduktan sonra gece odana çekildi¤inde kendini yaln›z hissetme diye, yorgan›n alt›nda seni bekleyen
biri olsun diye, içinde gizli kalan o sevgi yuma¤›n› d›flar› ç›karabil diye,
çünkü Hatice, sen, sen buna lay›ks›n, seni, seni çok seviyorum!”
Bu haks›zl›kt›, ahlaks›zl›kt›. “Hay›r, ben gönderdim!” diye ba¤›rd›m, “Bu adam yalan söylüyor!”
“Bana yalanc› m› diyorsun,” dedi Müdür, “as›l yalanc› sensin, mutlulu¤umuzu k›skan›yorsun. Çünkü seni böyle düflünen biri yok. YOK,
YOK, YOKK!…”
Alk›fl sesleriyle irkildim. Hatican›m plâketiyle kürsüden iniyordu,
gelen giden de yoktu.
Sonradan ö¤rendi¤ime göre k›zlarla muhabbeti fazlas›yla seven bekçimiz taraf›ndan “Maazallah bafl›n›za bir fley gelir! Bak›n iki sene evvel…” nasihatleriyle hediyemize el konulmufltu.
‹stemeden kurdu¤um hayaller sanki birileri taraf›ndan beynime ya
da kaderime gönderilen virüslerdi. Hayal gerçe¤i kitliyordu. Olabileceklerin önüne geçiyordu. Kendime engel olup hayal kurmasayd›m, belki de
flimdi… Her neyse…
Ertesi akflam kös kös kantine gittim. Çikolatayla sade gazoz ald›m.
Sevdi¤im dizinin bafllamas›na yar›m saat vard›. Belki yar›m saate kadar
ölürüm diye ucundan ucundan mideye indirdim ald›klar›m›. Dilimle difllerimin aras›na s›k›flan f›nd›k parçalar›n› ç›karmaya çal›fl›rken Nilsun
geldi.
“Aileleri bunlar› gönderirken, aman ezdirmeyin kendinizi, hakk›n›z› yedirmeyin, diyor herhalde. Sonra bunlar da her fleye hindileniyorlar,
sanki biz onlar› ezmek için pusuda bekliyoruz, bak bir gün birini fena yolaca¤›m!” diye söylenirken “A, bu arada…” dedi, elini cebine att› ve “K›z›m posta kutusuna bakmaz m›s›n sen?” diye ç›k›flt›.
Sevgili babam ve sevgili sevgilisi, incelik gösterip dü¤ün davetiyesi
örnekleri göndermifllerdi.
Dizimin o flen flakrak müzi¤i bafllad›¤›nda kül tablas›ndan taflan çikolata k⤛d›na bakt›m; içimde al›fl›lm›fl bir piflmanl›kla “keflke,” dedim,
“sabredip flimdi yeseydim.”
93
Elitis
MONOGRAM
Daima yas tutaca¤›m-duyuyor musun? – yaln›z,
senin için, Cennette.
I
Avuçtaki çizgileri baflka bir yöne döndürecek felek
Bir makasç› gibi
Zaman kabullenecek bir an için...
Baflka nas›l, insanlar sevdi¤i halde,
‹çimizdekileri a盤a ç›karabilir gök
Ve masumiyet kara ölümün keskinli¤iyle
Çarpabilir dünyaya...
II
Güneflin yas›n› tutuyorum ve bizsiz gelecek y›llar›n
Ve türküsünü söylüyorum geçip gidenlerin
E¤er do¤ruysa
Konuflulan bedenler ve tatl› tatl› çarpan sallar
Suyun alt›nda yan›p sönen gitarlar
“‹nan bana”lar ve “yapma”lar
Bir havada bir müzikte.
Ellerimiz iki küçük canl›
Gizlice birbirinin üzerine t›rmanmaya çal›flan
Bir saks› bebek nefesi aç›k avlu kap›lar›n›n aras›nda
Ve birleflen deniz parçac›klar›
Çal›l›klar›n arkas›nda, tafl duvarlar›n üzerinde
Avucuna yat›rd›¤›n da¤ lalesi
Üç gün boyunca üç kez titreyen mor
fielalelerin üzerinde...
94
E¤er do¤ruysa bunlar, türküsünü söylüyorum
Tahta kiriflin ve duvardaki kare dokuman›n
Da¤›n›k saçl› denizk›z›n›n
Karanl›¤›n içinden bizi izleyen kedinin
K›rm›z› haç› ve tütsüsüyle bir çocuk
Gecenin kayalar›n ulafl›lmazl›¤›na düfltü¤ü saat
Dokundu¤um kumafl›n yas›n› tutuyorum ve dünya bana geliyor.
III
Böyle anlat›yorum seni ve beni
Çünkü seni seviyorum ve biliyorum girmeyi aflka, Dolunay gibi,
Her yerden, sonsuz çarflaflardaki küçük aya¤›n için
Biliyorum yaseminleri koparmay› – ve gücüm var
Esmeye, seni uykuda tafl›maya
Ay›n vurdu¤u geçitlerin ve denizin gizli dehlizlerinin
Gümüfl a¤lar ba¤lam›fl büyülü a¤açlar›n içinden
Dalgalar biliyor seni
Nas›l sar›ld›¤›n›, nas›l öptü¤ünü
“Ne”yi, “e”yi nas›l f›s›ldad›¤›n›
Boynun etraf›nda koyun etraf›nda
Biz hep ›fl›k ve gölge
Sen hep küçük y›ld›z ve ben hep karanl›k kay›k
Sen hep liman ve ben sa¤daki fener
Islak iskele ve küreklerdeki ›fl›lt›
Asma dall› evin tepesinde
Ba¤lanm›fl güller ve üflüten su
Sen hep tafl heykel ve ben hep uzayan gölge
Yar› aral›k panjur sen, onu açan rüzgar ben
Çünkü seni seviyorum ve seni seviyorum
Sen hep madeni para ve ben onu bozan aflk:
Gece için bu kadar, bu kadar rüzgardaki u¤ultu için
Bu kadar havadaki su damlas› için, sessizlik için bu kadar
Despot denizin çevresinde
Gökyüzünün y›ld›zl› kemeri
Bu kadar en küçük nefesin için
95
Art›k hiçbir fleyim yok
Dört duvar›n, tavan›n, yerin aras›nda
Sana öylesine hayk›r›yorum ki sesim dönüp bana çarp›yor
Öylesine sen kokuyorum ki insanlar deliye dönüyor
Çünkü denenmemifle dayanam›yorlar
Ve baflka yerden getirilmifle ve çok erken, duyuyor musun,
Daha çok erken bu dünyada aflk›m
Seni ve beni anlatmak için.
IV
Daha çok erken bu dünyada, duyuyor musun
Canavarlar evcillefltirilmedi, duyuyor musun
Kay›p kan›m ve sivri, duyuyor musun,
Bݍak
Göklerde koflturan
Ve y›ld›z dallar›n› sallayan koç gibi
Benim, duyuyor musun
Seni seviyorum, duyuyor musun
Seni al›yorum, seni götürüyorum ve sana giydiriyorum
Ophelia’nin beyaz gelinli¤ini, duyuyor musun
B›rak›p nereye gidiyorsun, nereye gidiyorsun ve kim, duyuyor musun
Tutuyor elini sellerin üstünde
Dev sarmaflanlar ve yanarda¤lar›n lavlar›
Gün gelecek, duyuyor musun
Örtecek bizi ve binlerce y›l sonra
Bizden ›fl›kl› tafllar yapacak, duyuyor musun
‹nsanlar›n ac›mas›zl›¤› parlas›n diye, duyuyor musun
Üzerlerinde
Ve binlerce parçaya savuracak bizi
Ac› çak›llar›m› say›yorum, duyuyor musun,
Sularda bir-bir, duyuyor musun
Ve zaman büyük bir kilise, duyuyor musun,
Bazen aziz figürlerinin
Gerçek gözyafllar› döktü¤ü, duyuyor musun
Çanlar›n yükseklere aç›ld›¤›
96
Geçebilmem için derin bir geçit
Melekler mumlarla ve cenaze ilahileri ile bekliyor
Hiçbir yere gitmiyorum, duyuyor musun
Ya hiçkimse ya ikimiz beraber, duyuyor musun
F›rt›nan›n çiçe¤i ve, duyuyor musun
Aflk›n
Bir defal›¤›na ve sonsuza dek kesiyoruz onu
Ve baflka türlü açamaz, duyuyor musun
Baflka bir dünyada, baflka bir y›ld›zda, duyuyor musun
Dokundu¤umuz havan›n, dokundu¤umuz suyun benzeri
Yok, duyuyor musun?
Ve baflka zamanlarda hiçbir bahç›van
Böylesi bir k›fl›n ve böylesi poyrazlar›n ortas›nda, duyuyor musun
Çiçek yetifltirecek kadar flansl› de¤ildi, yaln›z biz, duyuyor musun
Denizin ortas›nda
Bütün bir ada yükselttik
Ma¤aralar›yla, burunlar›yla, çiçeklenen uçurumlar›yla
Dinle, dinle
Kim sulara konufluyor ve kim a¤l›yor-duyuyor musun?
Kim ötekini ar›yor, kim ba¤›r›yor-duyuyor musun?
Ba¤›ran benim ve a¤layan benim, duy beni
Seni seviyorum, seni seviyorum, duy beni.
V
Seni anlatt›m geçmifl zamanlarda
Bilge sütannelere ve eski asilere
Nereden geliyor sendeki bu y›rt›c› öfke
Titreyen suyun yüzündeki yans›mas›
Ve neden, gelmeye mahkûmum yan›na
Aflk› de¤il rüzgar› isteyen ben
Denizin dimdik, eyersiz, doludizgin gelmesini isteyen ben
Ve kimse duymad› seni,
Senin için ne kekik ne mantar
Girit’in yüksek yamaçlar›ndan hiçbir fley
Yaln›z senin için Tanr› kabul etti elime rehberlik etmeyi
97
Burada, orada bütün çevrenin dikkati
Yüzün k›y›s›n›n, körfezlerin,
Tepenin solunda dalgalanan saç›n
Yaln›z çam›n durufluyla vücudun
Gurunun ve fleffaf derinliklerin
Gözleri, sar› dantelli selvi a¤ac›
Büfenin durdu¤u evde yaln›z bafl›ma bekliyorum
‹lk kez görünmeni
Taraçan›n üzerinde ya da avlunun parke tafllar›n›n arkas›nda
Aziz’in at› ve diriliflin yumurtas›yla
Sanki küçük hayat›n
Y›k›k bir duvar resminden
Volkan›n parlak ›fl›¤›n› küçük muma s›¤d›rman›
‹stedi¤i kadar büyük
Duyamas›n göremesin diye kimse seni
Harabeye dönmüfl evlerin sessizli¤i içinde
Ne avlunun kenar›nda gömülü atalar
Ne de flifal› otlar tafl›yan yafll› kad›n
Senin için yaln›z ben, belki, bir de müzik
‹çime itti¤im ama daha da güçlenip geri gelen
Senin için on iki yafl›n biçimlenmemifl gö¤sü
K›rm›z› krateri ile gelece¤e dönmüfl
Senin için toplu i¤ne gibi ac›tan koku
Vücudunda buldu¤un ve hat›ray› delen
Ve bak toprak, güvercinler, bak eski topra¤›m›z
VI
Çok fley gördüm ve dünya daha güzel görünüyor gözüme
Daha güzel alt›n bu¤unun içinde
Keskin tafl, daha güzel
K›stah›n moru ve dalgalar›n aras›ndaki çat›lar
Daha güzel basmadan geçti¤in ›fl›nlar
Denizin da¤lar›n›n üzerinde Semendirek’›n Tanr›ças› gibi yenilmez
98
Böyle izledim seni ve bu yeterli
Tüm zaman›n aklanmas› için
Sen gidince oluflan uçurum boyunca
Acemi bir yunus gibi peflin s›ra gider
Ve beyazla ve gök mavisiyle oynar ruhum!
Zafer, zafer yenildi¤im yerde
Aflktan önce ve onunla beraber
Çark›felek ve amberçiçe¤i için
Git, git ben kaybolmufl olsam da
Yaln›z, ve elindeki günefl yeni do¤mufl bir bebek olsun
Yaln›z, ve ben yas tutan vatan olay›m
Sana gönderdi¤im kelime defne yapra¤›n› tafl›s›n
Yaln›z, sert rüzgar ve yaln›z yusyuvarlak çak›ltafl›
Karanl›k derinliklerin göz k›rp›fl›nda
Yeryüzüne ç›kan ve yine Cennet zaman›na dönen bal›kç›!
VII
Cennette bir ada buldum
T›pk› sana benzeyen ve denizin kenar›nda bir ev
Büyük yata¤› ve küçük kap›s› ile
Derinliklere bir yank› gönderdim
Ki her sabah uyand›¤›mda kendimi görebileyim
Ki yar›n›n suda geçip gidiflini izleyebileyim
Ve a¤layabileyim yar›n için Cennette…
Türkçesi: It›r Erhart
99
ETKE GRUBU
Fadime Uslu
Cenk’in, sergisinin aç›l›fl›nda kolumdan tutup çekerek tan›flt›rd›¤›
Alin Duru, üç gün önce hiç ummad›¤›m anda, ifl yerimden arad›. Kendisinin de dahil oldu¤u öykü grubunda, beni aralar›nda görmekten mutluluk duyaca¤›n› söylemek için. Burada olsayd›n gider miydim; gitmezdim.
Teflekkür eder, flu s›ralar çok meflgulüm derdim, meflgul de olurdum.
Sergiye mi, tabi ki kat›l›rd›m, seninle, üstelik kol kola.
Ola¤anüstü hiçbir ayr›nt› yoktu Alin’le tan›flma biçimimizde, hatta
yenilik de.Yüzlerce kez tekrarlanm›fl, s›radan cümlelere efllik eden görüntüler. Göz k›rpmas› kadar geçen sürelerde belle¤e yerlefliveren, toplumsal yan›m›z›n gücünü ortaya koyan do¤all›¤a saklanm›fl biçimli pozlar›m›z. ‹liflki denilen bahçedeki sö¤üt a¤ac›n›n dallar›na hafif bir esintiyle yap›flm›fl, hangi görüntüyü verdi¤imizi bilmedi¤imiz portrelerimizden
ibaret bir yak›nl›k, hepsi bu.
Alin, renk alan derinli¤ini k›sarak iyi enstantaneler yakalam›fl olmal› bana bakarken. Spotlarla ayd›nlanan genifl salonun, parlak renk armonisiyle ifade bulan figüratif resimlerin de görüntülere katk›s› olmal›. Yoksa “Özgün Kimlik” öykü grubuna neden davet etsin. ‹lgimi çeken ad›
m›yd›, foto¤raf›m›n bask›s›n› m› görmek istedim bilmiyorum, belki ikisi
birden. Bir de tabi Cenk faktörü var; bay›l›r dostlar›n›n u¤rafllar›n› abartarak anlatmaya.
Alin’in verdi¤i adrese, on dakika gecikerek gittim. Okuldan apar topar ç›km›flt›m. Bilirsin, randevular›ma daima zaman›nda yetiflirim. Ancak, bile bile, arabam› ve çocuklar›n beklenti dolu bak›fllar›n› uzak bir sokak aras›na b›rak›p, kofluflturan kalabal›¤›n aras›nda, a¤›r ad›mlarla yürüdüm. “Ay ›fl›¤›nda” tablosunu neden almad›¤›m›, neden salonun pencere karfl›s›ndaki duvar›na asmad›¤›m›; toplant› ya da baflka (insani) etkinliklere kat›lmak yerine neden koltu¤a gömülüp onu izlemedi¤imi düflünerek. Birbirine halatla ba¤l›, ifllevini kaybetmifl dört küçük deniz feneri. ‹çinde, ayaklar› kumsala gömülü, mezar tafl› gibi duran beyaz saçl› kad›n. Sol yan›ndaki kaya parças›n›n üzerinde, bambaflka bir zamandan
düflmüfl yüksek topuklu k›rm›z› ayakkab›; elmaflekeri renginde. Deniz
ise fon olman›n ötesine tafl›nm›fl bir yolculuk. U¤ultulu rüzgar› ayd›nlatan ay ›fl›¤›.
Ay ›fl›¤›ndaki balballar› an›msatan kad›n› gözlerimi k›rpmadan izlerken, Cenk’e “Yo¤un ifade özüne ulaflm›fls›n, dostum” derdin, “s” sesinin
100
diline katt›¤› peltek t›n›yla. S›rt›n› hafifçe s›vazlard›n. Böylece Cenk, sanat elefltirmenlerinin biçimli sözlerini, ›fl›l ›fl›l yanan gözleriyle dinler; resimlerinin karfl›s›nda güven ve gururla votkas›n› yudumlayabilirdi.
O akflam da gökyüzü, tablonun atmosferi kadar alacal›yd›; cam mavisine pembe, beyaz, yer yer aç›k sar› kar›flm›fl, sert vurulmufl f›rça darbeleri.
Büyük bir apartman›n ikinci kat›ndaki Kafe Miz’in toplant› odas›na
girdi¤imde, küçük bir grup masa bafl›nda beklefliyordu. Göz ucuyla bak›p
“Özgün Kimlik” de¤il mi?” dedi¤im anda, kap›ya arkas› dönük oturan
Alin aya¤a kalkarak, içtenlikle sar›ld›.
“Hofl geldin, nas›ls›n?”
“Sa¤ ol, iyiyim, ya sen?”
“‹yilik, henüz bafllamad›k, arkadafllarla tan›flt›ray›m, senden bahsettim.” Tek tek tokalafl›p, memnun oldu¤um anda, söylenen isimleri unutuverdim. Gösterilen sandalyeye oturur oturmaz, sol yan›mdaki pencereden vuran gün bat›m›n›n k›z›l ›fl›¤›n›n, Alin’in yüzünün bir bölümünü
ayd›nlatt›¤›n› fark ettim. Omuzlar›ndan gö¤süne kadar dökülen sar› saçlar›, sakin bak›fl›yla, deniz köpüklerinin üzerindeki istiridye kabu¤unun
içinden henüz do¤mufl gibiydi. Kad›nlar gizler öteki kad›nlar›n güzelli¤ini, kimin umurunda.
“Boticelli’nin Venüs’üne çok benziyorsun, Venüs’ün Do¤uflu.”
Difllerini göstererek gülümsedi, bir eliyle de saç›n› geriye attt›. “Aaa, çok severim o tabloyu, Uffizi’de dakikalarca karfl›s›nda büyülenerek izlemifltim.”
“Yaram›fl.”
‹kili konuflmalar aç›k renkli sis halinde masan›n üzerinde yükselirken, irik›y›m bir kad›n kolundaki dosyayla kap›da belirdi. Anaç bir gülümsemeyle flöyle bir etraf›na bakt›ktan sonra, “Selam canlar›m, biraz
geç kald›m, o¤lan› okuldan eve b›rakt›m.” diyerek içeri girdi.
Kararl›, tek bir hamleyle tokalafl›rken yeniden memnun oluyorum.
Tonton, bak›ml› elleri yumuflac›k. Parmaklar›m›n hatta t›rnaklar›m›n
aras›na sinen tebeflir tozunun elimi kurutmufl olmas›na da ald›rm›yorum. Toplant› masas›n›n bafl›na oturuyor Sevin Turgut. Evrak çantas›ndan ajandas›n›, notlar›n› yeni yetme genç k›z edas›yla ç›kar›yor. Okulda
da o gün maddenin halleri konusuyla ilgili birkaç etkinlik yapm›flt›k. (‹flte bazen böyle olur, birbirini tamamlayan sembolik durumlar.) Yüksek
›s›da buz kütlesinin eriyip yeniden s›v› olmas›, belki de rollere göre de¤iflen insan edimlerinden daha yavaflt›r.
Sevin’in “Arkadafllar bafllayal›m m›, de¤erlendirilecek çok say›da
metin var bugün” demesiyle herkes önündeki dosyay› aç›yor. Hemen sa-
¤›nda oturuyorum Sevin’in, gür sesi ç›n ç›n kulaklar›mda. Sayd›m, Sevin
hariç on iki üye var masada; hepsi ads›z kahraman flimdilik. Dosyalarda
yorumlanmay› bekleyen bilgisayar ç›kt›lar› y›¤›l›. Edebi olmaya çal›flan
öyküler bunlar. Önceden birbirlerine e-mail yoluyla gönderilmifl, okunmufl, üzerine notlar düflülüp, alt› çizilmifl, k›sacas› çal›fl›lm›fl, bekleflen ürkek eserler.
Ucundan z›mbalanm›fl birkaç sayfal›k öykünün ad›n› Sevin’in okumas›yla oturum bafll›yor. Amiral Sevin, omuzlar›n› yar›m daire geriye k›v›r›p, gö¤sünü öne ç›kar›yor, sa¤ elinde tuttu¤u notlar havada, yakas›
aç›k gömle¤inin içindeki sol eliyle de gö¤sünü kafl›rken, omzu yine geriye do¤ru yuvarlan›yor.
“Ayçac›m, çok de¤iflik ve zor bir konu seçmiflsin, üslubunu be¤endim. Ancaak, bebe¤in do¤um an›n› kendi a¤z›ndan anlat›rken, bir yetiflkin konufluyormufl gibime geldi. Buna dikkat ederek yeniden yazarsan…”
Sevin Han›m’a ben de kat›l›yorum diyor, siyah k›sa saçl›, “e”leri
uzatarak söyleyen kad›n. “Bir bebe¤in dünya hakk›nda henüz hiçbir izlenimi olmad›¤›n› düflünürsek ifadeler a¤›r geliyor.”
“Eee, tabi güç bir konu, ben de öykünün sonunda ortaya ç›kan doktorun aç›klamas›n› be¤enmedim, hiç gerek yok, fazla buldum, bu k›sm›
tamamen atsan.”
“Evet do¤ru söylüyorsunuz, yazarken kapt›rm›fl olmal›y›m.” Yazarken bebe¤in dünyas›nda kaybolan bu genç arkadafl›n öyküsünü, Alin’e
iflaret ederek istedi¤imi belirtiyorum. Okuyam›yorum. Kimli¤ini yüksek
sesle ortaya koyan elefltiricilerin yan› s›ra, solumda görüfl alan›ma giren
Sevin’in omuz gö¤üs hareketleri benim de öykü içinde kaybolmam› engelliyor. K⤛tlar› masaya b›rak›p saat tuttum, her dört dakikada bir, göz
k›rpmas› kadar ola¤an bu koordine hareketler tekrarlan›yor.
De¤erlendirme s›ras›n› savd›ktan sonra Alin, bana bak›p gülümsüyor, ciddiyetine mola verdiren, ilk bak›flta sar›p sarmalay›veren yak›nl›k
hissettirse de, küçük bir k›z gibi gözlerini yummas›, an›nda oluflan havay›
da¤›t›yor. “S›k›lm›yorsun de¤il mi?” diyor; mimiklerle konufluyoruz. Bafl›m› hafifçe yana e¤erek, hay›r diyorum; gülümsüyorum, sadece refleks.
Elinde sigara paketiyle salona ç›kan arkadafl› görür görmez, çantam›
kap›p h›zla pefli s›ra gidiyorum. Sigara ikram etme konusunda kovboylara benzetirdin ya beni, silah çekercesine, ilk önce Derya’ya uzat›yorum
paketi. Sohbet ediyoruz, toplant›lar›n yazma serüvenine yans›yan olumlu katk›lar›n› anlat›yor, sözlerden öte, samimiyeti hofluma gidiyor, sen de
severdin, yuvarlak gözlüklü bu sevimli arkadafl›. Birer tane daha içsek mi
diyor, sonra vazgeçiyoruz.
Baflka bir öyküye geçilmifl.
102
“Çok fazla devrik cümle kullanm›fls›n, fliirsel bir dil kullanay›m derken ritm bozuluyor, anlat›m›n aks›yor.”
Aks›r›yor mu? diyorum, içimden. S›rf merak›mdan, yorum s›ras›n›
savan Sevin’in önündeki metni al›p okuyorum; “Daha önce hiç görmedi¤i bir yeflil, türbe yeflili.” Bu cümlede duruyorum, daha önce görmediyse
onun türbe yeflili oldu¤unu nereden biliyor?..
Bu arada kap›y› aralayan incecik, uzun siyah saçl› garson, bir fleyler
al›r m›y›z diye soruyor. Malum ifl ç›k›fl› aç›m, ancak sade kahveyle yetiniyorum. ‹lk kez kat›ld›¤›m bu toplant›n›n ciddiyetini bir dilim pizza ya da
üç befl köfteyle bozamam.
Ya¤mur bafllam›fl, usul usul ya¤›yor. Hava karard› çoktan. Alin de
Venüs olmaktan ç›kt›; fl›mar›k bir ev kedisi flimdi. Çapraz›nda oturan kel,
top sakall›, t›knaz bir adama, etraf›ndaki çizgilere ald›rmadan gözlerini
yumup gülümserken, m›rr seslerini duyar gibi oluyorum.
Patroniçe Sevin’in sorgusuna geldi s›ra. Heyecandan olsa gerek, kürek kemikleri bir bal›¤›n solungaçlar› gibi kalk›p iniyor, dakika tan›maks›z›n ç›rp›n›yor. Böylesine bedensel ritüel kimsenin gözünden kaç›yor
olamaz. Ancak ald›r›fl eden yok. ‹çlerinden biri, kel, top sakall›, t›knaz
adam, Onur’mufl, onun cümlelerini, önceden kurgulad›¤› belli olan tart›l›p biçilmifl ölçülü bir dille yorumluyor. “Zarf tümleçlerini daha az kullan›rsan cümleler daha da rahatlayacak.” Ses tonu, omuzlar›na sessizce dokunarak rahatlatan dost eli kadar yumuflak. K›y›s›ndan dönülerek de olsa kahraman›n dünyas›na felsefi yorumlar getiriyor. Böylelikle sakinlefliyor amiral. “Bundan sonra daha dikkatli olaca¤›m, teflekkür ederim.” diyor. Alin gibi güzel bir kad›n›n neden Onur’a bakarak kedileflti¤ini anlamak güç de¤il. Kad›nlar› tan›yor Onur, derinlerde dönüflmeyi bekleyen
ço¤ul kimliklerin izlerini sürüyor, köpeklerin koku karfl›s›nda duyduklar› hassasiyetle.
Onur ‹zel de, evindeki fareyle bafl› dertte olan adam›n öyküsünü
yazm›fl. Bunu kendisi anlatt›, yorumlardan önce. Sevin’in önündeki kenar› z›mbalanm›fl Onur’un öyküsü üzerine “çok baflar›l›, k›skan›yorum”
notu düflülmüfl, hemen yan›na gülen yüz ifadesi çizilmifl. Onur, kimseden ses ç›kmay›nca konusunu mercek alt›na al›yor. Hepimizin bir faresi
vard›r diyor, hal›n›n alt›na süpürdü¤ümüz tozlar gibi gizlemeye çal›flt›¤›m›z suçlar›m›zd›r bunlar diyor, yok mu saymal›, onu yakalamaya m› çal›flmal› diyor. Arkadafl›n Kemal’in bizi, ifl ve yaflam tecrübeleriyle esir ald›¤› konuflmalar›n› duyar gibi oluyorum. Hani o anlat›rken, birbirimize
bak›p göz k›rpt›¤›m›z zamanlardaki monologlar. “Söze sen bafllarsan bir
s›f›r öndesin demektir, konuflturmak istemiyorsan daima konufl. Kalabal›k etmeden…” Ötekiler susuyor. Sadece bir yorum geliyor; “Abi, konu
iyi de çok kar›fl›k olmufl, daha aç›k yazsan hepimiz anlayaca¤›z.”
103
Onur anlafl›lmamay› tercih edebilir, zaten kad›nlara çekici gelen de
bu de¤il mi?
Yaln›z, yafll› bir adam›n psikolojik derinli¤i, geçmiflini kaybetmifl,
onu sokaklarda, çöp bidonlar›nda arayan kad›n›n hüzünlü öyküsü, ölümle yüzleflen yaflam… Ötekilerden daha da ac›mas›z, her türlü yarg›n›n dibine vurularak, kadavra incelenircesine parçalan›yor. Sahibiyle eser aras›ndaki ba¤ böylece kopuyor. ‹nsan›n tanr›y› yitirme an› kadar heyecan
duyularak. Özgün kimli¤e ulafl›lmaya çal›fl›rken öyküler de onlar› yazanlar da, elefltirilerle kimliksizli¤e do¤ru yol al›yor. Kaybolan üretimler mi,
yoksa onlar› biçimleyenler mi kestirmek kolay de¤il. Bulan›k göl k›y›s›nda, bir görünüp bir diplere gizlenen (metamorfoz öncesi dönemindeki)
kurba¤a yavrular›, bu özgün metinler. Yeni bir isim buldum; Elefltiriptüketerekkimliksizli¤eeriflim, yani k›saca ETKE. Bunun gruba daha çok
yak›flaca¤›n› düflündüm.
Bafl döndürücü bir flekilde tüketilen üç saat sonunda, gerçek eriflme
karmakar›fl›k yüzlerden okunabiliyordu. Dosyalar›n kapan›p çantalara
yerlefltirilmesini bekleyecek kadar sab›rl›yd›m.
Toplant›dan ç›kt›¤›mda saat 21.30’du. fiehir ayaklar›na çoktan terli¤ini geçirmifl, geçici nekahat dönemine girmiflti. Akflam yeme¤i sonras›
rehaveti. Ya¤mur tekdüze ya¤maya devam ediyordu. fiemsiyem yoktu.
Yürümeliydim, o dar soka¤a kadar. Caddeler, otobüs duraklar›nda bekleyen ayakkab›lar›n›ngazab›nau¤ram›flinsanlar d›fl›nda sakindi. Ki onlar da
uzaktan, yorgunluk resmine dingin bir hava kat›yordu. Hangi zamanda,
hangi güçler taraf›ndan kuruldu¤unu anlaman›n güç oldu¤u hayat›n/zaman›n ritmik temposu öyle baflar›l› iflliyor ki, kufllar, kediler bile hangi
dakika nerede olaca¤›, ne yapaca¤›n› hiç flaflmadan biliyor, uyguluyor. Sevimli aileler ya da bunun özlemini duyanlar perdelerini, sar›-beyaz ›fl›¤a
çekmifl. Avareler, bafl›bofl ayyafllar, çat›s›zlar kuytuda, kald›r›mlar›, üst
geçitleri el etek iyice çekilsin diye pusuda bekliyor flu dakika.
fiu dakika senin ne yapt›¤›n› merak ediyorum. Arayabilirim, solu¤undan anlayabilirim günün üzerine sinen bulutunu, onun yo¤unlu¤unu
ve rengini. Ancak eski zaman foto¤raf›y›m biliyorsun. Hangi dönemde
olursa olsun, bir öncekinin özlemiyim. Konuflmaya bafllad›¤›m anda, gözlerimin önüne aram›zdaki yolun tafllar› birer birer serilecek, hissediyorum. Oysa dile dökülmemifl kelimeler, kör bir insan›n kavray›fl›yla çak›l
tafl›na dokunmas› ya da parlak günefl ›fl›¤›n›n tenine de¤mesi kadar gerçek; henüz tüketilmemifl.
Ay ›fl›¤›n›n gündelik kayg›lar›m›z› duvar diplerine saklayarak, bambaflka bir anlama ulaflt›rd›¤› sakin caddelerde, rengarenk bir toplant›n›n
ard›ndan, ya¤murda yürümek hofl bir keyifti. Mümbit-i Hilal topraklar›104
n› da bilirsin; yar›m daire öküz boynuzunu and›ran bereketli topraklar.
Her ne zaman yolumu uzatmak istesem, kendili¤inden, bu topraklarda
bulundu¤umu hayal eder, uç noktalar› birbirine yak›n olsa da, te¤etin
çizgisinde, sol elle sa¤ kula¤› gösterir gibi ilerlerim. (Bilincin bozk›rla e¤lencesi iflte.)
Kafe Miz’den ayr›ld›¤›mda, üyeler henüz da¤›lmam›flt›. Sevin, o¤lunun ev ödevlerine yard›m ederken, omuzlar› geriye yuvarlan›p, gö¤sünü
med ceziri and›ran devinimle öne ç›k›yor mudur diye düflünüyorum.
Elefltirme, ar›nma töreninin aile iliflkilerine olumlu katk›s› olup olmad›¤›n›. Sesi yine kula¤› ç›nlatacak kadar yüksek, buyurgan m›d›r? Alin’le
Onur birlikte ç›km›fl olabilirler, Onur, Alin’i evine b›rakabilir. Alin, kendisini çokkimliklilikten özüne yaklaflt›rd›¤› için ona teflekkür öpücü¤ü
veriyor da olabilir. Onur’un böyle bir f›rsat› kaç›raca¤›n› hiç sanm›yorum, uzun bir gece var onlar› bekleyen. Öteki kimlikler, bir sonraki törenin haz›rl›klar›na flimdiden bafllam›fl, yazacaklar› öyküyü, kendilerine
yaklaflman›n ya da bir o kadar uzaklaflman›n çak›rkeyfiyle düflünüyor olmal›lar; ya da deliksiz bir uyku için ne içeceklerini, belki de istihareye yatacaklard›r, yeni öyküler; yavru kurba¤alar için. Gülümsüyorum, baflkalar›n›n ne düflünebilece¤ini düflündü¤üm için.
Sokak lambalar›n›n, ›fl›kl› reklam panolar›n›n ayd›nl›¤›ndan uzaklaflt›kça ad›mlar›m daha da h›zlan›yor. fiehrin merkezindeki büyük caminin
yüksek istinat duvar›n›n önünden geçerken, koyu karanl›kta iki genç seçiliyor. Bana bakt›klar›n› hissedip ürperiyorum. fiurac›kta sald›rsalar, çantam› al›p kaçabilirler, biri a¤z›m› kapat›p kolumu ters çevirebilir, bedenime gasp edebilirler. Saçlar›mdan tutup bafl›m› geriye çekseler ne yapabilirim? Belki bir tekme. Gücüm yeter mi… Savunma sporu kurslar›na kay›t
olmal›y›m. ‹çimizdeki her türlü cevheri ç›karmaya haz›r bekleyen kurslardan birine. (Bunu sana söylesem, sadece gülersin bana, biliyorum.)
Al›fl-verifl merkezine yaklaflt›kça korkular›m da azal›yor. ‹nsan eliyle insanlaflan ›fl›k, nelere kadirsin, diyorum; cesaretimi sayende duyabiliyorum. Ne tuhaf de¤il mi? Ayn› caddede avaz avaz ba¤›rarak yürümüfltük
sistem karfl›t› sloganlar›m›zla. fiimdi tüm sesler ›fl›¤›n alt›nda ya¤mur
damlalar› gibi parlak, kaybolarak ak›yor. Bahfledilen, saati bilmem kaç
dolarl›k lambalar›n ayd›nl›¤› derinlerdeki korkular›m›z› silip süpürüveriyor, kendimizi temize çekmemize ve duymam›za yard›m ediyor. Büyük
al›fl-verifl merkezinden süzülen, ay› unutturan gündüzvari bir tutam beyaz ayd›nl›k sayesinde yüre¤imi, bacaklar›m›, ci¤erimi duyabiliyorum. Sigaray› azaltmal›y›m. Bu h›zl› yürüyüfl sonras› duydu¤um bacaklar›mdaki
s›z›; cop a¤r›s›.
Böyle havalarda yürümek, yaln›z, bu saatte, içindeki ba¤›rarak konuflan biriyle kaç kifliye nasip olur? Ben de kutsayay›m kendimi, kalaba105
l›klardan ayr› göreyim, ermifl bir keflifl oldu¤umu hissederek. Her ne kadar Pessoa, “Gurur tarafs›z do¤rulu¤a ve bilimsel flaflmazl›¤a zarar verir.” dese de, taraf tutarak gurur duymal›yd›m kendimle; yoksa bir damla olup sokakta kalabilirdim.
Arabama binip, konta¤› çevirdi¤im anda, Kitaro çalmaya bafllad›. Üç
hamle sonunda park yerinden ç›kabildim. Dikiz aynas›ndan geride b›rakt›klar›ma bakt›m. Mart ya¤murunun damlalar› h›z›n› iyice kesmifl, soka¤› sis bulutu sarm›flt›. Tüm eriflimlerin hem içindeydim, hem de alabildi¤ine d›fl›nda; çünkü yan›mda konuflarak tüketece¤im kimse yoktu. Eve
gelir gelmez televizyonu açt›m; kanallarda yine kadavra incelemelerini
and›ran siyasi tart›flmalar, yorumlar, yar›flmalar, sonu gelmeyen yorumlara eklenen “ben”ler… Küçük, kaçamak oyunlarla bafllay›p al›flkanl›¤a dönüflen ar›nma terapileri. Yar›n ilk iflim mahalle muhtar›na, özelefltiri
merkezleri aç›lmas› konusunda yaz›l› bir dilekçe vermek olacak. Kaç kifli içindeki gerçek kimli¤ine eriflebilir sence?
106
Ali Asker Barut
FINKENHOF DUTLARI
ERG‹N GÜNÇE fi‹‹R‹N‹N ‹Z‹NDEN
Finkenhof dutlar› üstünde bir kufl
Kanatlar› dolu gümüfl
“Havay› üzmeden kalkar
Konmuyor baflka çocu¤a”
Finkenhof dutlar› üstünde bir kufl
Kanatlar› dolu gümüfl
A¤z›nda “Türkiye Kadar Bir Çiçek”*
Üzgün, geçiyor bulan›k bir ›rma¤›
Kalbinde yeniden elemlerle
Dutlar›n arkas›na gökyüzüne uçuyor
“Bir sal› günü ve elemler boyunca”
‹ki kirpi¤inde k›r›lm›fl iki yafl
Bir kufl kanatlar› dolu gümüfl
Ay›fl›¤›nda gölgesi uza¤a uzuyor
Gönlünde büyük, karanl›k bir akflam
Finkenhof dutlar› üstüne dönüyor
Bir kufl kanatlar› dolu gümüfl
Daha “Konmuyor baflka çocu¤a”
* Ergin Günçe'nin toplu fliirlerinin ad›
107
Zeynep Uzunbay
DO⁄UMGÜNÜN’E
Dilim benim daha ac› sütle¤en…
Savafl var, gitme dedim
kimbilir ne yazacaklar kimli¤ine
ya Yahudiysen!
Galileo’nun Hayat› ’n›, Casablanca ’y›
yine oynar, birlikte seyrederiz.
Gitme, unutursun s›z› kal›r
dönmeye yeter mi bakal›m sözcükler?
Biz burda tanr›y›z, daha ne
mutlu, kuflkulu, gizemden allak bullak
tutturdun bir sosyalizm.
Düfl gördüm diyorsun, o da kim?
Zaman çoktan do¤mufl öyle mi?
Ya bolluk a¤ac›? Burç dallar?
Beni, bizi b›rak›p onlar›n peflinden…
Bunca dans, flark›, ç›lg›nl›k
küçücük yumurtan›n içinde.
Bizim de var güneflimiz yürüyen
sal›n yosunlarla likenlerle
tut solu¤unun ipinden çek sisi
ruh diyorsan, al rüzgâr
ya¤mur merdivenlerinden in ç›k
k›r›l, çatla. ‹flte oyalan.
K›zd›m da söyledim, üzülme
kaplan niye kaps›n ateflini
niye söndürsün ya¤mur
o senin baban.
Yar›n sabah erkenden mi?
Günefl bat›nca, sen mi?
Çamurun kals›n bana
sa¤ salim s›yr›l everestten.
108
Dünyan›n ac›s› bir olmufl
hakî kar›flm›fl kavuniçine.
“Birazdan m› gelir, o ne zamannnn”
G›c›rd›yor bak›r, çinko, ohhh!
Hat›rl›yor seni pirinç karyolan.
Çiçeklerin çana¤›nda uykusuz
yedi renk kaytan ördüm ömrüne
üfledim kula¤›na: ozan ozan ozaaaan!
Ayna isteyen yavru karga gibi a¤la.
Yok verecek baflka bir fleyim
sar›n flu ç›pla¤›ma.
109
Onur Caymaz
KALB‹M‹ YAKTIM
gö¤süme yüre¤imden baflka muska takmadan…*
biraz anlamak için eski yerlerde durdum,
baz› mahalle kahveleri – e¤ri bir ya¤mur sokaklar –
kaç viran ba¤, alkol, biraz mimozalar
kaybetti¤im anlam› bulmaya çal›fl›rken
kalbimi yakt›m. eriyen bir gemi sulara kar›flt›.
iyiydi biraz, sar› tütüne al›flt›m, içime çekerek
kesinlikten kurtuldum, belirsiz bir yere akm›fl
saçlar› vard› uzun –kasabalarda akflam – gözleri kocamand›,
bunun için telefon kulübelerinde a¤lad›m – ak›p giden –
bir kazak ald›m kendime griydi – çok fl›k! –
siyaht› belki de –ne fark eder – renk ›fl›ktan bir yaland›
karfl›dan karfl›ya geçerken hep gökyüzüne bakt›m
– geceler üsküdar’d› – motorlardan en erken ben…
çiçek pasaj›n› gö¤sünün ortas›ndaki bir çiçek sand›m
iyiydi biraz. içimin bofllu¤unda bir ayla vard›
belki papatya. biraz al›flmaya çal›flt›m kalbime;
o amans›z yumru¤a, yaz›l› tarihi yok birahanelerin
Samatya’n›n, Tophane’nin, tren yollar›n›n
oysa a¤açlar bile müzelerde envantere geçirilir
onu yakt›m, külünden bir çiçek yakama tak›ld›
kalbimi yakt›m, bir çocuk bütün trenleri kaç›rd›
iyi de¤il mi biraz diye sordum, iyi diye ses verdiler
içi yafll› adam, yafll› adama göre daha çok sever
kahvalt›lar mutsuz, ö¤lenleri bezgin, akflam oldu mu o eski
çocuktum. yüzümün ›ss›z yerlerine dokundular, tenimin
flimdi geride kal›yor, savafllar, yang›n yerleri, ölenler
bir yaral› orada, sonra bin befl yüz yaral› daha – sessiz günler –
çiçekçilere prenses diye bakt›m; kraliçe, orospulara,
para harcad›m biraz, iyiydi, tütüne al›flt›m – nargile cinleri –,
pullar› ateflten dansöz elbiseleri denizin üzerinde
110
kalbimin bofllu¤una yürüyen rüyalar› vard›, iflgal eden
bir pembe kolye – çizik çizik bir kar ya¤›fl› – içime dolard›
gözleri kocamand›, herkes gidiyor, kalbimi yakt›m,
alevinden bir damla gömle¤ime s›çrad›
sonra gelip giden neydi? flöyle uzaktan bir bakt›m – hicran –
öpüflürken çekilen neydi, k›y› ne, güz kimdir – hazan –
kufllar nereye uçar, nereye akar ›rmaklar, sözler nereye – hüzün –
üç k›z›yd› tanr›n›n bunlar, ellere sor
eller parmaklar› neden böyle okflar…
kimin sonu oldum, kimlere son, kimleri çok sevdim
bir yerde oturman›n ku¤usunu buldum – masa örtüleri –
bordoyu ikiye bölen elleri – eller –, uzuneski çay bahçeleri
yani flehir sabahlar› sessiz uykudad›r, olsun uyand›m
tuvaletçilere madam, piyangoculara kont diye bakt›m
uzun kad›nlar vard›, uzun huylar, bakt›kça can›m yand›
tenler yoldu, tenler hüzün, tenlerde ayr›l›klar
vard›… ben dokunmad›m... dokunsam k›r›lan…
bakt›kça yol dönüfltü, ›fl›k dönüfltü, keman dönüfltü,
küpelerin kirazdan yap›ld›¤› bir mazi, kalbimi yakt›m,
izlerinden anneme bir sap menekfle
babama kula¤›m› çekti¤indeki bayg›nl›k,
külü kald› sevdi¤im kad›na
biraz anlamak için çocuklu¤umda durdum
pasl› çanlar çald›, m›r›ldanan bir flark›, saçlar sonra
kaç küskünlük, kaç otobüs dura¤›, sabah ezanlar›
karanl›k bir sokakta kaybolmad›m hiç
var olmak de¤il, de¤il yok olmak
olmam›fl olmakt› dile¤im; kimsenin, kimsesiz, kimler,
kaç viran düflle, düflerken, düflmanken,
tütünle, tüterken, tütsüsüz,
kad›n›mla, y›k›mlarla, sevgilerle,
kaybetti¤im beni bulmaya çal›fl›rken
kalbimi yakt›m.
içimden kufllar gökyüzüne…
mart-nisan 2007, bayrampafla
*‹smet Özel
111
Yehuda Amihay
KUDÜS
Eski fiehir’de bir çat›da
Çamafl›rlar as›l› ö¤le sonras› güneflinin ›fl›¤›nda:
Düflman›m olan bir kad›n›n beyaz örtüsü,
Düflman›m olan bir adam›n havlusu,
Al›n terini sildi¤i.
Eski fiehir’in semas›nda,
Bir uçurtma.
‹pin di¤er ucunda,
Bir çocuk
Surlar yüzünden
Göremedi¤im.
O kadar çok bayrak koyduk ki,
O kadar çok bayrak koydular ki
Mutlu olduklar›n› düflünmemiz için,
Mutlu oldu¤umuzu düflünmeleri için.
Çeviren: Levent Sevi
112
PAKET‹N‹Z VAR
Nihat Ziyalan
“‹nternet”le haberleflmek yaflam›ma el koyduktan sonra posta kutum neredeyse emekli oldu. Elimi dald›rd›¤›mda bofllu¤u yakalad›¤›m
çok oluyor.
Fatura tafl›yan zarflar› saym›yorum. Onlar›n kenarlar› sert, makineden ç›km›fl, kal›planm›fl bir ciddiyetleri var.
Mektup tafl›yan zarflara dokunur dokunmaz elim tan›r. Heyecanlan›r›m. Fatura tafl›yanlar›n so¤uklu¤u yoktur üstlerinde. Köfleleri mektubu yazan taraf›ndan ellene ellene yumuflam›flt›r sanki. Bu ellerin s›cakl›¤›, zarfla buraya dek tafl›nm›fl olamaz m› diye düflününce heyecanlan›r›m
hep. Bu s›rada dostlar›m›n yüzü gelir gözümün önüne. Onlardan duymak istedi¤im sözler kulaklar›mda yank›lanmaya bafllar.
Ço¤unca elyaz›s›ndan tan›r›m kimden geldi¤ini. Gençlerin sayfalarca yazma al›flkanl›klar› yoktur. Dolgun zarflar elbette yafl›t›m birilerindendir.
Avustralya’n›n bayramlar›na veya y›lbafllar›na do¤ru el ilanlar› azg›nlafl›r. T›k›flt›r›p dururlar posta kutusuna. Baz›lar›na flöyle bir bakar
atar›m çöp kutusuna. Ucuzluk.Ucuzluk. Ucuzluk. Çin Mal›. Çin Mal›.
El ilanlar›n›n aras›na postac› taraf›ndan s›k›flt›r›lm›fl bir ka¤›t. ‹nternational Parcel’in karfl›s›na iflaret çak›lm›fl. Postac› efendi postac› efendi.
Ya kar›flt›rmasayd›m bu elilanlar›n› nereden bilecektim paketimin geldi¤ini?
Acaba ne geldi? ‹lkten bunu düflündü¤üm için utand›m kendimden.
Kimden geldi? Ha flöyle adam ol.
Postanenin kapanmas›na daha yar›m saat var. Hemen ç›ksam belki
yetiflebilirim. Gel de hay›flanma, evin minübüsünü, cep telefonunu kar›m kullan›r. Çünkü ben kullanmas›n› bilmem. Bir de marifetmifl gibi flifliniyorum. Hemen ç›kam›yorum evden. Çünkü Adana s›ca¤› gibi bir s›cak postaneye dek yürüme iste¤imi eritip buharlaflt›rd›.
Yirmi befl y›l önce Büyükçaml›’da otururken bir Citroën arabam vard›. Araba kullanmay› ö¤renmek istiyorsan eski bir araba alacaks›n onun
üzerinde ö¤reneceksin demiflti arkadafllar›m. Allah korusun bir kaza yapt›¤›nda bakt›n fazla masraf ç›kar›yor kald›r›p atars›n hurdaya. ‹flte bu
yüzden alm›flt›m Citroën’i.
113
Ehliyet almak için al›flt›rmalar yaparken kendi kendimi gaza getiriyordum: Vay be sanki anadan do¤ma floförsün. Sendeki direksiyon hakimiyeti kimsede yok. Gözünü dikiz aynas›ndan ay›rm›yorsun. Aferim.
Y›lmaz Güney benim için çok fley yapt›. Bunlardan biri de araba kullanmam› istemesiydi. Araba kullanmay› kestirmeden ö¤renmem için ona
yak›flan davran›fllar› vard›. Alt›m›zda g›c›r g›c›r Buick Riveria, Maslak’tan kapt›rm›fl Tarabya Sahil Yolu’na iniyoruz. Ac› bir frenle arabay›
durdurup geç bakal›m direksiyona dedi. Geçtim. Allah›n belas› direksiyon haval›ym›fl. Huyunu suyunu ö¤renece¤im derken elim aya¤›m birbirine dolaflt›. Arabada Saklambaç Gazetesi’nin yöneticisi ‹ren Kayno’yla
film oyuncusu Arzu Okay da var. As›lacak Adam adl› fotoromanda oynayacak Y›lmaz. Onu konufluyoruz. Daha do¤rusu ben direksiyona geçene
dek konufluyorduk. Sonra 盤l›klar yükselmeye bafllad›. Ne yap›yorsun
yahu? Frene bas frene. Gaza bas›yorsun dikkat et. Bu arada sahile do¤ru
uçarak gidiyoruz. Arabay› durdurabildi¤imde kald›r›m› aflm›flt›m. ‹ki
metre ötesi denizdi. Kendimi d›flar› at›p kustum. Bir de flunu hiç unutmuyorum: Korkudan kustu¤umu belli etmemek s›r›tmaya çal›flm›flt›m.
Önceleri K›s›kl›’ya iniyordum Citroënle. Arap bakkal ‹rfan Küçükkantarc›’ya evden ç›kmadan önce telefon ediyordum. O da dükkan›n›n
önüne park edebilmem için yer haz›rl›yordu.
Sonra Kad›köy’e inmeye bafllad›m.
Bir gün Kad›köy Meydan›’nda, önümde giden araban›n sürücüsü
beline dek d›flar› ç›karak bana sövmeye bafllad›. Arkamdaki adam sövse
bir yanl›fl yapt›m diye kendimi suçlayaca¤›m. Peki buna ne oluyordu? Leviyeyi kap›p f›rlad›m d›flar›. Adam beni öyle görünce bast› gitti. Döndü¤ümde bir bakt›m kontak anahtar› araban›n üstünde, motor çal›fl›r durumda. Adam› yakalasam ne yapacakt›m? Kendime sövüp sayarak arabay› eve çektim. Bir daha da direksiyona elimi sürmedim.
Peki cep telefonu?
Onu da kulland›m bir süre. Ama belimde silah gibi tafl›d›¤›m› farkedince vazgeçtim. Çünkü silah›n insan› nas›l de¤ifltirdi¤ini çok iyi biliyorum. Adana’n›n Hürriyet mahallesinde yetiflen bir çocuk elbette b›çak tafl›mak zorundayd›. Az dolaflmad›m ucu mantarl› sustal›yla. Fakat ateflli silahla hiç iflim olmad›.
Y›lmaz’la ikinci dönem arkadafll›¤›m›z yani film oyunculu¤u s›ras›nda nefret ettim tabancadan. Film setlerinde kullan›lan Kör Nizam’›n tabancalar›na eyvallah. Ama hakiki tabanca-tüfek sevdas›.
Karatafl’ta Pire Nuri’yi çekiyoruz... Y›lmaz bir fleye sinirleniyor, sinirini yat›flt›rmak için kap›yor dürbünlü tüfe¤ini dal›yor tarlalara. Elinden
ne uçan ne de kaçan kurtuluyor. O s›rada Umut’u, Seyyithan’› da iç içe
114
çekiyordu. Hepsinde ayn› sinir ilac›. Sorumluluk duygusuna, yapt›¤› iflin
en iyisini yapma iste¤ine ba¤l›yordum sinirini. Allahtan onun yerinde de¤ilim diye de avutuyordum kendimi.
Silaha düflkünlü¤ünü gören hayranlar› çeflit çeflit tabancalar getiriyordu film setine. Birçok kez tabancalar›n cazibesine kap›larak çekime
ara verip at›fl yapm›flt›. Hayranlar› alk›fllarken ben de onlara kat›l›yordum.
Nebahat Çehre’yle aras› aç›l›p Topa¤ac›’nda bir daire tuttu¤unda ille gel sen de kal deyince k›ramad›m. “Möbleli” oldu¤u için kiras› çok pahal› olan bu ev hamamböce¤i kayn›yor eflyalar› da dökülüyordu. Onun
evlili¤i gibi benim evlili¤im de sallan›yordu. Eflya meflya görecek halimiz
yoktu. ‹flte o evde silah›n bir insan› ne duruma getirdi¤ini görerek ürkmüfltüm. Bir de iflin içine içki girince... An›msamas› bile içimi ac›t›yor.
Y›lmaz içmedi¤i zaman melek onun yan›nda fleytan kal›rd›. ‹yi huylar› saymakla bitmeyecek kadar çok olan bu güzel insan içince de¤iflirdi.
Öyle bir bardak filan de¤il bir oturuflta bir flifle viskiyi bitirirdi. Ondan
sonra gelsin tabancalar. Bak›m›n› yapar kurflunlar› elden geçirir hadi bana eyvallah diyerek giderdi. Böyle durumlarda beni kesinlikle istemezdi.
Yan›nda hafif kald›¤›m› düflünerek istemedi¤ini hissetsem k›r›l›rd›m.
Beladan uzak tutmak korumak için istemezdi. Sevilmez mi böyle adam?
Ertesi gün gazetelerden okurdum Y›lmaz’›n bafl›na gelenleri.
Eve döndü¤ünde ben nas›l bunlar› yapt›m gibisinden hay›flan›rken
inci gibi difllerini göstererek gülerdi. Allah›m Yarabbi. Çifte silah yakalat,
geceyi karakolda geçir, bir de bunlar›n üstüne gülüp dur. ‹flte o zaman evin
bütün hamamböcekleri üstüme çullanm›fl gibi bir duyguya kap›l›rd›m.
Tanr›n›n ona yükledi¤i karizmay›, hayat›na üfledi¤i rüzgar› de¤erlendiremeyen kankardeflimi düflündükçe gözlerim doluyor. Yuh olsun alk›fllar›n sesine kand›¤›m zamana. K›ç› k›r›k y›ld›zl›k duygusuna kap›ld›¤›m zamana da iki kez yuh olsun.
Birdenbire Y›lmaz’a gösterilen sevgi sahneleri üflüfltü belle¤ime...
Büyükada’dan ‹stanbul’a dönüyoruz. Hayranlar› çeviriverdi etraf›m›z›.
Vapurun kaptan› da onun flerefine s›k s›k öttürüyor düdü¤ünü. Bir cümbüfltür gidiyor güvertede. Sonunda kaptan dayanamay›p yan›m›za geldi.
‹mzal› resmini isteyece¤ini sanan Y›lmaz duyduklar›na inanamad›.
Aman Y›lmaz abi gemi devrilmek üzere. Ne oluyor gibisinden etraf›m›za
bak›nca durumu anlad›k. Herkes bu tarafa y›¤›ld› arkadafllar. Bataca¤›z.
Bir k›sm›n›z karfl› tarafa geçin.
Bir de bu cep telefonlar› Glioma denilen beyin hücrelerini öldürüp
kanserli tümörler üretiyormufl. Kanserli tümörler sevdiklerimin can›n›
çok yakt›. Bu yüzden ad›n› duyunca tüylerim diken diken olur.
115
Postaneler gece de aç›k olmal›. Aral›k-Ocak- fiubat s›ca¤›nda yani yaz›n benim gibi gündüzleri evden ç›kmaya çekinenler, hiç olmazsa gece
hava serinleyince ifllerini görürler. Galiba iyice moruklad›m. Adana’n›n
kavurucu s›ca¤›nda yetiflen birinin akl›ndan geçecek fleyler mi bunlar?
Neredeyse k›rk y›ll›k arkadafl›m Ferhan fiensoy’la ayn› günde do¤mufluz. 26 fiubat’da küçük de olsa birer arma¤anla kutlar›z birbirimizi.
Gene öyle bir günde Derya Baykal-Ferhan fiensoy çiftinden adrese teslim
bir paket geldi. Güzelim ambalaj k⤛d›n› ac›mas›zca parçalad›m. Aya¤›ma göre kapal› piyanta bir ayakkab›. Sydney’e her gelifllerinde dertlenmifltim: Tüy gibi kapal› piyanta siyah bir ayakkab›. Vallahi tillahi burada
bulmak mümkün de¤il. Sevindirelim flu garibi diye tam zaman›nda merhaba demifllerdi.
Bu merhaba ökçelerden birinin bafl›na geleni görene dek beni havalara uçurmufltu. Timsah a¤z› gibi aç›kt›. Bunu kim yapt›ysa eli k›r›ls›n diyerek sineye çekemedim. Kapt›¤›m gibi paketi postaneye gittim. Uyuflturucu var m› diye gümrükte yarm›fllar ökçenin karn›n›. Yapacak bir fley olmad›¤› için daha aya¤›ma geçirmedi¤im ayakkab›m› otuz dolar vererek
tamir ettirdim.
Peki bu paket kimden içinde ne var diye düflünmekten uyku tutmuyor? Böyle zamanlarda yapt›¤›m gibi dostlar›mdan gelen mektuplar› kar›flt›rmaya bafllad›m. Her kar›flt›rd›¤›mda iyi ki saklam›fl›m bu mektuplar› diye içimden geçiririm.
‹çindekileri okumadan zarflar› elleyip dururken daha bafl›ndan kenara ay›rd›¤›m tomardayd› akl›m. Aflk mektuplar› gibi ipek sicimle ba¤lanm›fl tomar› elimde tartarken, bu mektuplaflma dönemini düflünmeye
bafllad›m.
fiimdi hayatta olmayan, yüzünü, foto¤raf›n› bile görmedi¤im Orhan
Barlas’tand›. Her mektubunda ona ayr› bir yüz uydurmufl, bir türlü kal›c› bir yüz biçememifltim. ‹çerikleri o denli diri, gencecik duygularla yüklüydü ki, bu kifli yafll› biri olamaz diyordum. Avukatl›¤›n›n yan›nda eski
bir siyasetçiymifl. Ama mektuplar› yeni yetme bir sanatç›ya aitti sanki.
Bocalamam buradan kaynaklan›yordu.
Adam Sanat’›n neredeyse sürekli yazar›yd›. Bir yaz›s›nda “okuyuculardan beni arayan olmad› hiç. Bu nas›l bir duygudur bilemem.” gibisinden bir fleyler söylemifl bu da bana çok dokunmufltu.
Yaz›lar›n›z› keyifle okuyorum diyen bir mektup yazm›fl ona adad›¤›m “Blacktown” fliirimi de zarfa koyarak kendisine iletilmesi ricas›yla
Adam Sanat’a yollam›flt›m. ‹flte ondan sonra yaz›flmaya bafllad›k. Her
mektubunu okurken, Türkiye’ye gidince ilk iflim Orhan Barlas’› aramak
olacak diye içimden geçiriyordum. K›smet olmad›.
116
Mektuplar canl›ym›fl gibi incitmekten korkarak çözdüm sicimi.
Doksandörtte 1, doksanbeflte 2, doksanalt›da 3, doksanyedide 2
mektup. Zarflar›n üstleri, içindeki mektuplar daktiloyla yaz›lm›fl. Baz›
harfleri gölgeli bast›¤›na göre çok eski bir daktilo olmal›. Al›flkanl›klar›na ba¤l› biri oldu¤u için mi vazgeçememifl eski daktilosundan. Belki de
bilgisayara geçmeyi planl›yordu.
‹lk mektubu sevgili Nihat Ziyalan diye bafll›yor. ‹kinci mektubu Nihat bey, de¤erli arkadafl›m. Kalan mektuplar›n›n tamam›nda de¤erli dost
diyor. Tekrar tekrar okumaktan neredeyse ezberledi¤im bu mektuplar,
zaman zaman içimi ferahlat›r, zaman zaman da gözümden yafl getirir.
Ar› duru bir Türkçe. Daha çok seyretti¤i filmler üstüne ilginç yorumlar. Çocuklar› torunlar› onun gözünde taydafllar› gibi. Son mektuplar›nda kendinin, han›m›n›n sa¤l›k sorunlar›ndan bahsediyor. Sorunlar›
yak›narak de¤il güleryüzle karfl›layan biri. Eklem sanc›s›ndan bahsederken parmaklar›mdaki eklem yerleri tatl› tatl› kafl›n›yor diyen gö¤üsleyici
bir tutum.
Genç kesime seslenen Öküz Dergisi’nin okuyucusu. 24.6.1996 tarihli mektubunda dergide ç›kan Ferhan fiensoy fliirinin fotokopisini yollam›fl. Nedeniyse, bir dizesinde benden bahsetmesi. 18.8.1997 tarihlisinde Ülkü Tamer’in Radikal ’de ç›kan Allaben An›lar› üst bafll›kl› yaz›s›n›n
fotokopisi. Alt bafll›k: ‹ki Adanal›. Sa¤ tarafta evrak olmas› muhtemel bir
k⤛d› imzalayan Y›lmaz’›n foto¤raf›. Bafl›nda dikili, bedeni gözükmeyen
adam acaba sorgucu mu? Masaya dayal› sol eli tombul. Yüzük parma¤›nda alt›n bir yüzük. Ülkü Tamer yaz›s›nda kendisini Gaziantep’te nas›l
aray›p buldu¤umu sonra Y›lmaz’la tan›flt›rmam› fleker gibi bir dille anlat›yor. Sevindirmek için üflenmeden fotokopi yap›p gönderen kifliye sayg›
duymamak mümkün mü?
Tan›mad›¤› birine de¤erli dostum diyebilen yüce insan, mektuplar›n› çok özlüyorum.
Sekiz mektubun sekizi de gene de¤iflik hayatlara götürdü. De¤erli
dostum Orhan Barlas’a teflekkür ederek bu hayatlar›n içine dal›p uykuya
vard›m.
Bottle Tree’nin k›rm›z› çiçeklerini didikleyen papa¤anlar›n b›c›rdamas›na uyand›m. Bunal›p yorgan› atm›fl›m üstümden. Bu saatte bu denli s›cak olursa... Bir an önce postaneye gitmeliyim diye f›rlad›m yataktan.
Kahveyi boflver flimdi. Bu sabah da bir bardak suyla yetin. Zaten s›cak kahveyi yudumlayaca¤›m derken hava iyice ›s›n›r. Han›m geç yatt›¤›na göre nas›l olsa geç kalkar. Uyanana dek gidip gelirim.
Bu kadarc›k yol için otobüse binmek olmaz. Paket kaçm›yor ki. Ç›kar akl›ndan otobüsü.
117
Haftan›n birkaç günü yapt›¤›m yürüyüfllerde Blacktown Tren ‹stasyonu’nun karfl›s›ndaki postaneye mutlaka u¤rar›m. Ödenecek bir fatura,
gönderilecek mektup veya kitap vard›r. Asl›nda bunlar› haftada, on befl
günde bir toptan halledebilirim. Ama benim derdim yürüyüfltür. Onun
için bahaneler uydurmak zorunday›m.
Daha ilk dakikalarda terlemeye bafllad›m. ‹flin içinde paket olmasa
yürüyüfl yap›lacak bir hava de¤il. Keflke sandalet-flort giyseymiflim. Evde
tamam da sokakta kendimi ç›plak hissediyorum sandalet-flortla. ‹lle pantolon ayakkab› olacak.
Keten golf flapkamla s›k s›k terimi silmekten flapka s›r›ls›klam oldu.
Paketi düflünerek s›ca¤› unutmaya çal›fl›yorum ama nafile. Peki kimden
olabilir? Ferhan do¤umgünümü sekitmez ama y›lbafl›nda arma¤an yollama huyu yoktur. Mehmet Bacaks›zlar’dan geçen hafta faks geldi. Paket
göndermifl olsa bahsederdi. Ondan, fiavkar Alt›nel’den gelen kitap-dergi
paketleri hep eve teslimdir. Evde kimse olmay›nca paketi kime teslim
edecek postac›? Onun için k⤛t b›rakm›fl iflte.
Bu hatta çal›flan otobüsleri oldum olas›ya sevmem. Çünkü renkleri
Galatasaray’›n renkleri. Adana Demirspor renkleri olan kentteki otobüsleri hangi Adanal› sevmez? fiunlara bak. G›c›k verircesine peflpefle geçiyor. Pencereden bakan yolcular›n yüzlerinde so¤utma ayg›t›n›n verdi¤i
rahatl›k: Vah zavall›.
Yaln›z otobüste mi var so¤utma ayg›t›. Postanede de var. Hangi saatte olursa olsun eksik olmayan kuyru¤a girdim. Oh be, serin hava ilaç gibi geldi.
Böyle serin yerde akflama dek kalabilirim diye içimden geçirmeme
karfl›n, kuyru¤un çabuk yürümesine seviniyorum. Ço¤unca paketler al›nd›l› gönderildi¤i için kimlik göstermek zorunday›m. Her defas›nda çal›flanlarla merhabalaflt›¤›m, hava iyi hava kötü muhabbeti yapt›¤›m halde
sorarlar. Bunu bildi¤im için pasaportumu getirmifltim ama gene de ehliyetiniz yok mu diye sorarlar? Ehliyet kimlik kart› demektir burada. Hay›r efendim çünkü araba kullanmas›n› bilmem. Her zamanki gibi ama
nas›l olur efendim gibisinden yüzüme bakt› kad›n. Bal gibi olur efendim.
Siz paketimi getirin.
Kad›n›n elindeki ince sar› zarf› görünce bozuldum do¤rusu. Bunca
yolu bunun için mi geldim diyen içimin sesini paylayarak defteri imzalay›p zarf› ald›m. Mehmet Bacaks›zlar’dan geldi¤ini görünce, sanki zarf
buz gibi suyla dolu bir barda¤a dönüflüp ferahlatt›. Orhan Barlas gibi de¤erli dostum diyebilen bu flair arkadafl›m için helal olsun yürüdü¤üm yol.
Üstelik Adana’yla Türkiye’yle neredeyse tek ba¤›m. Gelmiflimi geçmiflimi
bilen, biraz da bu yüzden bana sahip ç›kan, yazd›klar›m› elefltiren üç kifliden biri.
118
Bilgisayar ç›k›fll› Adana.07.Aral›k.2006 tarihli tam sayfa bir mektup. ‹ki fiubat adl› son fliiri. Almanya’da yaflayan ad›n› dergilerden bildi¤im say›s›z kitaplar› olan flair arkadafl›n›n 9 fliiri. Mektubu bilgisayar ç›k›fll› ama sekreterine elyaz›l›s›n› vererek yazd›rd›¤›n› biliyorum. Demek
ki her okuyuflumda kargac›k burgac›k elyaz›s› cirit atacak gözümün
önünde.
Mehmet’im kaç kez bu arkadafl›n fliirlerini sevemedim demedim mi
sana? Kuru, s›k›c›, yavan imgeler. Niçin bana bu eziyeti yap›yorsun?
Belki bir de¤iflim olmufl, fliirine hayat›n› kar›flt›rmaya bafllam›flt›r diye 9 fliiri yol boyunca okudum. Ne yaz›k ki de¤iflen bir fley yok. Biliyorum
böyle fliir mi olurmufl demeye hakk›m yok? Çünkü o da kalk›p anlat›mc›
fliiri sevmiyorum diyebilir. Sonunda fliir tanr›s›na havale ettim arkadafl›n
fliirlerini. Belki o benim fliirlerimi çoktan etmifltir.
Eve var›ncaya dek Bacaks›zlar’›n mektubunu defalarca okudum.
Mektubun girifli flöyle: H›zl› iletiflim tart›flmas›z güzel. Güzel ama,
ben yine de dost iliflkilerinde mektubun kendine özgü bir kokusu, anlam› oldu¤unu düflünüyorum. Her fleyin bu kadar görsel oldu¤u bir ça¤da
duygusal gizin veya gizlerin yine de akka¤›tlarda baz› kiflilere bir fleyler
ifade etti¤ine inan›yorum.
Sydney 2007
119
YAZARLAR VE EVLER
Gürhan Tümer
Nermi Uygur’un Sorular›
Do¤rudan, düpedüz ve yal›n olarak, Ev bafll›¤›n› tafl›yan denemesinde, “Nerde bafllar ev, nerde biter? Ne olmazsa ev olmaz?” diye sorar Nermi Uygur.
Zor sorulard›r bunlar. K›rk y›ld›r bir evde yaflam›fl olsan›z da; mimar olarak, k›rk y›ld›r birçok ev tasarlam›fl, infla etmifl olsan›z da, o sorular›, sular seller gibi kolaycac›k yan›tlayamazs›n›z.
Uygur, sözünü edegeldi¤im denemesinin bir baflka yerinde de flöyle
der:
“Her yap› ev de¤ildir. Evce bir yönü vard›r gene de her yap›n›n […]
‹flçilerin bir bak›ma evidir fabrika. Yemek yemek için kurulup düzenlenir lokanta; aflevidir ama lokantan›n öbür ad›. Kimsenin evi say›lmasa
da, han, otel, her konu¤un evi olabilir. Kervansaraylar yolcular›n eviydi
eskiden.”
Hakl›d›r denemeci, çünkü bugün de, Anadolu’nun herhangi bir yerinde, sözgelifli Kütahya’da, “Kütahya Palas - Kütahya’daki Eviniz” tabelas›n› tafl›yan bir otelde geceleyebilirsiniz.
Ziya Osman Saba’n›n Çok Nostaljik Evi
Ziya Osman Saba’n›n da, do¤rudan, düpedüz, yal›n olarak, Ev bafll›kl› bir denemesi vard›r. O denemenin küçük bir bölümünü afla¤›da aktar›yorum:
“Ön bahçenin parmakl›k kap›s›n› itip çimento yolda ilk birkaç ad›m› att›ktan sonra, yayl› kap›n›n arkamdan hep o ‘fl›rak’la kapan›fl›n›, çimentoya süs diye çizilmifl çizgileri tan›r gibi olurken mi duyaca¤›m? Yoksa, mevsimlerden bir eski bahar olacak da, önce durup, kap›n›n iki yan›ndaki ikiz a¤açlar›n yeni açm›fl leylâk kokular›n› m› koklamak isteyece¤im? Veya, geçmifl günlerden biri sona ermeye yüztutmufl bulunacak da,
fierif A¤a’y› […] her zamanki iskemlesinde akflam safas› eder mi bulaca¤›m? […] Art›k o kadar gerimdeki y›llardan hangi y›l, hangi mevsim, hangi gün geri dönebilecek de beni o deniz k›y›s›ndaki evin kap›s›na böyle b›rakacak? […] O evin kap›s›n›, tafll›¤›n› geçtikten sonra, birinci kata götüren merdivenlerini bir sabah›n sevinci, canl›l›¤› içinde ç›kmak isterim.”
120
fiinasi Hisar ve Bo¤aziçi Yal›lar›
Abdülhak fii
Evlere böyle duygusal, bu kadar nostaljik bakanlar›n, Abdülhak fiinasi Hisar’›n kitaplar›n›, özellikle de Eski Zaman Köflkleri ’ni, Bo¤aziçi
Yal›lar› ’n› mutlaka, ama mutlaka okumalar› gerekir; çünkü o kitaplarda
flöyle sat›rlar vard›r:
“Eski Bo¤aziçi’nin yal›lar›, güya hendesi bir hesap neticesi de¤il de,
bir kalbin temayülleri, bir hevesin alâkalar›, bir vücudun hastal›klar›, bir
ömrün tesadüfleri ve bir nasibin tecelliyleriyle hâs›l olmufl hissini veren;
büyümüfl, ihtiyarlam›fl, pörsümüfl, solmufl, rengi uçmufl, k›smen göçmüfl,
kadit olmufl, su ile fliflmifl, bir yan›na yatm›fl veya ilk gençli¤in enkaz› üstüne yeniden boyanm›fl […] tan›fl›k, akraba veya yabanc›; hep canl› mahlûklar gibi görünürler, hep bir ruh, bir hüviyet ve bir hayat ifade ederlerdi […] Bütün bu yal›lar eski Bo¤aziçi hât›ralar›n› say›klarlar; içlerinde
çok ihtiyarlam›fl baz›lar› sanki masal veya ninni söylerler; baz›lar› da geçmifl bütün bir ömrün destan›n› anlat›r gibi mahzun görünürlerdi.”
fllerimiz ve Evlerimiz
Gaston Bachelard, Düfll
Posta ve Telgraf ‹daresi’nde çal›fl›rken, matematik dal›nda yüksek
e¤itim gören Gaston Bachelard, daha sonra felsefeye ilgi duymufl, 19401954 y›llar› aras›nda, Sorbonne’da ders vermifl ve çok say›da kitap yazm›flt›r.
Bu kitaplardan biri, La Poétique de l’espace (Mekân›n Poetikas›) ev
konusunu, ev kavram›n›, Mahzenden Tavanaras›na Ev, Ev ve Evren gibi
bafll›klar alt›nda, oldukça kapsaml› bir biçimde ifller.
Afla¤›daki k›sa al›nt›, Bachelard’›n evlerle düfller aras›nda kurdu¤u
iliflkiyi, aç›k seçik bir anlat›mla ortaya koymaktad›r:
“Ev bize hem da¤›n›k imgeler, hem de bir imgeler bütünü sa¤lar […]
Evimiz bizim dünya köflemizdir. Bizim – s›k s›k yinelendi¤i gibi – ilk evrenimizdir […] Ev, düflü bar›nd›r›r, düfl kuran› korur. Ev, dinginlik içinde düfl kurmam›z› sa¤lar […] Ev olmasayd›, insan da¤›l›p giderdi. Ev, insan› gökten inen f›rt›nalara karfl› oldu¤u gibi, yaflam›nda yaflad›¤› f›rt›nalara karfl› da ayakta tutar. Ayn› zamanda hem beden, hem ruhtur. ‹nsan
varl›¤›n›n ilk evrenidir.”
fleylere Benzetmek
Evleri Birfle
‹nsano¤lu bir fleyleri bir fleylere benzetmeyi sever. Divan flairleri,
sevgililerinin dudaklar›n› kiraza, gözlerini bademe, boyunu selviye benzetirler. Nâz›m Hikmet’e göre ise, Anadolu Yar›madas› bir k›sra¤›n bafl›na benzer.
121
Kimi yazarlar da, evleri birfleylere ya da birfleyleri evlere benzetirler.
Örne¤in, James Joyce’un ünlü roman› Dublinliler ’de, Thomes Malone
Chandler, G›rattan Köprüsü’nden afla¤›ya bakt›¤›nda gördü¤ü evleri,
“paltolar› kir ve kurum kapl› bir serseri çetesine”; Emile Zola, Le ventre
de Paris (Paris’in Karn›) adl› roman›nda, bu kentin Haller bölgesindeki
kimi sokaklar› hâmile kad›nlara; Rönesans mimar› Andrea Palladio, I quattro libri dell’architettura (Mimarl›k Üzerine Dört Kitap) adl› yap›t›nda,
evi küçük bir kente; Henri Bosco ise, esen büyük bir f›rt›naya kahramanca karfl› koyarak, içinde bulunan kifliyi koruyan evini anaç bir difli kurda
benzetir.
Efsanelerdeki, Masallardaki Evler
Homeros, ‹lyada’da gerçekten yaflanm›fl bir savafl›n öyküsünü anlat›r. Ama bu yap›t bir tarih kitab› de¤ildir, bu yap›t bir destand›r. Onun
için de, efsanelerle, mitolojik kahramanlarla, insanlar›n yan›nda savaflan;
savafl›n yazg›s›n› belirleyen Zeus’la, Hera’yla ve daha birçok tanr›yla, tanr›çayla doludur.
Homeros, bu çok ünlü destan›nda, evlerden de söz açar. Bu evlerden biri, Troya Kral› Priamos’un evidir. Homeros, ‹lyada’da flöyle anlat›r
bu yap›y›:
“Sonra vard› [Hektor] Priamos’un çok güzel evine, / tam elli tane
oda vard› orda, / cilâl› tafltan, yan yana odalar, / Priamos’un o¤ullar› yatard› asil kar›lar›yla. Avlunun öbür yan›nda, karfl›da, / k›zlar›n›n odalar›
vard›, on iki tane / cilâl› tafltan, yan yana, düz daml›.”
Bu dizelerde, gerçekli¤in a¤›r bast›¤› söylenebilir. Oysa ayn› yazar,
öteki ünlü destan›nda, Odysseia’da bir baflka evi, Phaiaklar Kral› Alkinoos’un kona¤›n›, daha coflkulu, daha masals› bir üslûpla anlat›r:
“Bu ara Odysseus da gitti Alkinoos’un flanl› kona¤›na, / giremedi
içeri, gözleri kamafl›verdi, / durakald› tunç efli¤in önünde, / ulu canl› Alkinoos’un yüksek çat›l› saray› / ›fl›ld›yordu günefl gibi, ay gibi. / Tunç duvarlar uzan›yordu iki yanda / giriflten ta içerilere kadar, / kuflaklar vard›
bu duvarlarda, mavi mineden, / alt›n kap›lar aç›l›yordu sa¤lam evin içerisine do¤ru, / eflikleri tunçtan, söveleri gümüfltendi, / iki yanlar› ve kap› tokmaklar› alt›ndan.”
Kimi masallarda karfl›m›za ç›kan evler, iyiden iyiye ilginçtir. Örne¤in, Grimm Kardefller’in derledikleri masallardan birinde, iyi yürekli bir
ninecik, bir gecede, hiçbir eksi¤i olmayan koskocaman bir saray infla
eder.
fiu sat›rlar ise, as›l ad› Charles Lutwidge Dodgson, as›l u¤rafl alan›
matematik ve mant›k olan, ama bu yönleriyle de¤il de, yazd›¤› masallar122
la tan›nan Lewis Carrol’ün, Alice’s Adventures in Wonderland (Alis Hârikalar Ülkesi’nde) adl› masal›ndan al›nm›flt›r:
“Alis pek o kadar uzun yürümemiflti ki Mart Tavflan›’n›n evi gözüktü. Bunun, tavflan›n evi olaca¤›n› tahmin etti, çünkü evin bacalar› tavflan
kula¤› biçimindeydi, dam› da tavflan kürküyle kaplanm›flt›.”
fiiirlerdeki Evler
fii
Ev vard›r, da¤›n tepesindedir; ev vard›r, denizin k›y›s›ndad›r; evlerin kimileri Kahramanmarafl’tad›r; kimileri Kopenhag’da. Kimi evleri ise
fliirlerin dizelerinden baflka hiçbir yerde bulamazs›n›z. Yani, e¤er o fliirler, o dizeler olmasayd›, o evler de olmayacakt›.
Örne¤in, Hacivat’›n çok sevdi¤im evi böyle bir evdir:
“Hacivat’›n evi / Köflede ufaraktan / Bir tüfek at›m› duraktan / Kap› pencere elekten / Döflemeler zemberekten / Dökülmekten / Sökülmekten / ‹ncelmifl süprülmekten.”
Elekten pencereleri, zemberekten döflemeleriyle, Hacivat’›n evi, bu
türün çok özel bir örne¤idir. Ama daha baflka fliirler, o fliirlerde daha baflka evler de vard›r. Örnekse, iflte Yusuf Ziya Ortaç’›n Evim; Behçet Necatigil’in Evler bafll›kl› fliirleri; iflte ‹lhan Berk’in, Ev bafll›kl› fliir kitab› ve
o kitaptaki ev fliirleri. Berk, o kitab›nda, evleri oluflturan çeflitli ö¤elerin,
kap›lar›n, pencerelerin, duvarlar›n da fliirini yazm›flt›r. Sabri Esat Siyavuflgil’in de, Odalar ve Sofalar bafll›kl› bir fliirinin bulundu¤unu hemen
belirteyim.
fiakas›
Mark Twain’den Bir Ev fia
As›l ad› Samuel Langhorne Clemens olan bu Amerikal› yazar, The
Adventures of Tom Sawyer (Tom Sawyer’in Maceralar›) ve The Adventures of Huckleberry Finn (Huckleberry Finn’ in Maceralar›) bafll›kl› kitaplar›nda, çocukluk ve gençlik serüvenlerini anlat›r. Bunlar nostaljik yap›tlard›r. Ama bilindi¤i gibi Mark Twain’in as›l özelli¤i, usta bir mizahç› olmas›d›r. Afla¤›daki örnekte, yazar›n bu özelli¤i, konumuz ba¤lam›nda,
aç›kça ortaya ç›kmaktad›r. fiöyle ki:
Tevrat ’a göre, Tanr› dünyay› alt› günde yaratm›flt›r. Anlafl›lan, bu
süre yeterli de¤ildir, yarat›l›fl aceleye gelmifltir; bu nedenle de, dünyam›z,
binbir kusurla doludur. Bizler, o kusurlar› düzeltebilmek için sürekli çal›flmak zorunday›zd›r. Benzer biçimde, evlerimizi yaparken de aceleci
davranmamal›y›z, yoksa gerekli birtak›m fleyleri yapmay› unutabiliriz. Yine Mark Twain’in vurgulad›¤› üzere, bu eksiklikleri daha sonra tamamlamak çok daha pahal›d›r.
123
Aziz Nesin: Maçinli K›z ‹çin Ev
dür.
Bir mizahç›d›r Aziz Nesin. Ama onun bu öyküsü hüzünlü bir öykü-
Adam›n biri, “iki buçuk katl›”, “pencereleri pancurlu”, “her kat›nda küçük balkonlar› olan”, alt kat› tafl, üst kat› ahflap bir ev yapm›flt›r.
Adam bu evi sevgilisine arma¤an edecektir, çünkü sevdi¤i ve onu severmifl gibi davranan bütün kad›nlar›n düfllerinde ev sahibi olmak vard›r.
Ama adam, bu kad›nlara, böyle bir arma¤an› hiçbir zaman veremez. Veremeyince de, “ç›t›r sesli”den , “çilli yüzlü”ye, “en kültürlü”den, “Maçinli”ye, bütün sevgilileri, onu terk ederler.
En sonunda anlafl›l›r ki, gerçekte ne “ç›t›r sesli” vard›r, ne Maçinli.
Dahas›, öyküdeki “pencereleri pancurlu” ev de bir düflten baflka bir fley
de¤ildir. Onu, ne yap›l›rken, ne de yap›ld›ktan sonra gören yoktur; öykünün kahraman› olan adamdan baflka:
“Adam, yapt›rd›¤› o güzel, o sevimli eve gitti. Anlat›lmaz bir flaflk›nl›¤a u¤rad›. Ev yoktu. Çiçeklerini açm›fl erguvan a¤açlar› da yoktu. Nerdeydi, ne olmufltu eve? Ne ev, ne eflya, ne bahçe, ne a¤açlar, hiçbiri yok.
Evin temel izleri, evden kalm›fl tek iz, tek im bile yoktu. Evin temel alan›ndaki düzlükte, hiç bozulmam›fl ve çi¤nenmemifl çay›r otlar› vard›.”
Aziz Nesin’in Maçinli K›z ‹çin Ev bafll›kl› öyküsü flöyle sona erer:
“Saçlar› a¤arm›fl adam oralardan uzaklaflt›. Maçinli K›z’la birlikte
yaflad›klar› eve dönmekten korktu. Nas›l bir y›ldan uzun bir zaman çal›flarak kurdu¤u o güzelim ev yoksa, kimbilir belki Maçinli K›z da yoktu.”
124
DENEY‹M
Mehmet Serdar
Deneyim paylafl›m› için yaz›lan kitaplar›n say›s›nda büyük bir art›fl
var. Yaflam›n›n büyük bölümünde yazmay› yaflamsal bir sorun edinmemifl, yaz›nsal yarat›c›l›k sanc›s› çekmemifl insanlar, belirli bir olgunluk
dönemine gelince deneyim paylafl›m›n› gündemlerinin ilk s›ras›na yerlefltiriyorlar. Bafllar›ndan geçen olaylardan ç›kard›klar› derslerin kendileriyle birlikte göçmesine gönülleri raz› olmuyor. Baflkalar› için de ilginç olabilece¤ini düflünerek bafll›yorlar yazmaya. Özyaflamöyküsü çerçevesinde
yaz›lan kitaplar›n say›s›n›n bir yazar için bile onlar› buldu¤u oluyor. Bazen ö¤üt niteli¤inde bazen de inand›klar› de¤erlere yandafl bulabilmek
için.
Bir yaflam boyu oluflturulmufl ve içtenlikle paylafl›lmak üzere ortaya
sürülmüfl yaflam derslerinin belirli bir de¤er tafl›yabilece¤ini hesaba katmal›y›z. Ama öte yandan daha çok ifladamlar› ve politikac›larda görülen
bu e¤ilimde dikkate de¤er bir çeliflki var. Bir toplumun ekonomisine egemen olan ifl adamlar›, bilgilerini ve kazançlar›n› yaflamlar› süresince baflkalar›yla paylaflmad›klar› için flu andaki servetlerine ve konumlar›na ulaflabilmifllerdir. Zenginlikleri ço¤u kez baflkalar›n›n yoksullu¤u pahas›nad›r. Ayn› biçimde politikac›lar da, erki yönetim bilgisi eflitsizli¤iyle elde
ederler ve onu kimseyle paylaflmak istemezler. Ötesi, sorunlar›n çözümü
için kendilerine hep daha büyük yönetme gücünün verilmesini ön koflul
olarak ileri sürerler. Kimseyle paylaflmad›klar› için yönetim bilgi ve deneyimi aç›s›ndan öteki insanlarla aralar›nda gittikçe aç›lan fark, en önemli
gerekçeleridir. Ama sonra, ömrün geçip gitmekte oldu¤u, servetin, erkin, bilginin, deneyimin o kaç›n›lmaz göçle birlikte götürülemeyece¤i
gerçe¤i a¤›rl›¤›n› duyurmaya bafllay›nca paylafl›mc› e¤ilim a¤›r basar.
Biriktirdiklerini paylaflacak birilerini bulamamak, belki de bütün
dönemler için geçerli olan bir kuflaklar aras› iletiflimsizlik sorunu. Yaflad›klar›ndan ç›kard›¤› ve herkes için anlaml›, yararl› olaca¤›n› düflündü¤ü sonuçlar›n, onlar›n de¤erini bilecek birilerine ulaflamayaca¤› korkusu, yafllanan her insan›n korkusu. Deneyim paylafl›m›, her iletiflim giriflimi gibi aktar›m›n iki yan›nda da etkin ö¤eler gerektirir. Kendini ifade
etme giriflimi bir baflkas›na do¤ru yap›l›r. Sizi dinleyebilecek ve elbette
anlayabilece¤ini umdu¤unuz birine do¤ru konuflmak istersiniz. Kendi
kendine konuflmak kimsenin iletiflim gereksinimini karfl›lamaz. Kuflku125
suz dinleyici yoklu¤u kadar önemli bir sorun da kendini ifade etme zorlu¤udur.
Benim s›k›nt›m ise daha s›n›rl› bir alanda, mesleki deneyimimi baflkalar›yla paylaflamamak. Yaflad›klar›m›, bildiklerimi, deneyimlerimden
kendimce ç›kard›¤›m dersleri gençlere aktaramamak benim için de gittikçe ciddi bir sorun haline geldi. Zaman geçtikçe ve elbette azald›kça yenilgi duygusu a¤›r basmaya bafll›yor: ‹nand›klar›m›z›, do¤ru bildiklerimizi gerçeklefltiremedik. Meslek alan›m›z› yeni gereksinimler ve bilimsel
geliflmeler ›fl›¤›nda de¤ifltirip dönüfltürmekte baflar›s›z kald›k. En temel
gereksinimlerimizin karfl›lanmas›ndaki sorunlar› gideremedik. ‹nsanlar›m›z›n tümü için güvenlikli yap›lar ve yaflan›l›r mekanlar hedefinin çok
uza¤›nday›z. Ama elbette yaflanan sorunlar için gelifltirdi¤imiz çözüm
yollar›n›, gelecek kuflaklara aktarmaktan vazgeçmifl de¤iliz. Amaçlar›m›z
bizden sonra da canl› kalmal›. Hedeflerimize do¤ru yönelen tutkulu çabalar olmal›. Bunu güvenceleyebilseydik flimdiki baflar›s›zl›klar›m›z›n
ac›s› belki biraz hafiflerdi.
Neyin do¤ru neyin yanl›fl oldu¤una kuflkusuz her kuflak kendi deneyimiyle karar verecek. “Biz, do¤ruyu bulduk, onlar da bizim do¤rular›m›za inans›n, bizim ideallerimizi gerçeklefltirsin” diye yeni kuflaklara yüklenmeye hakk›m›z yok. Onlar› koflullamak diye bir amac›m›z olmamal›.
Bunca deneyimden sonra saptad›¤›m›z yanl›fllar›n ne oldu¤unu onlara
aktarsak yeter. Denenmifl ve ç›kmaz oldu¤u a¤›r bedellerle anlafl›lm›fl, tüketilmifl yollarda, hiç olmazsa bir de onlar, zaman, enerji hatta yaflam
harcamas›nlar.
Deneyim kuflaklar aras› bilgi aktar›m›d›r öncelikle. Kuflaklar ancak
bu aktar›mla birbirine ba¤land›¤›nda toplumsal yaflam›n süreklili¤i sa¤lanabilir. Mesle¤e yeni at›lan yeni kuflaklar›n temel sorunu deneyim eksikli¤idir. Mesleki bilgiyle donat›lm›fllard›r ama daha ilk ad›mlar›nda, bilgilerini nas›l kullanacaklar› konusunda büyük bir güçlükle karfl› karfl›ya
kal›rlar. Elbette her pratik, en genelde kuramsal çerçevenin içinde öngörülmüfltür ama genç insan, henüz ilk ad›m seçimini yapabilecek durumda de¤ildir. ‹fle neresinden bafllayaca¤›n› bilemez. Okulda ö¤rendikleri
kafas›nda uçuflur durur.
Deneyim, ifl ararken daha ilk baflta ifle girifl koflulu olarak belirir.
Okulu yeni bitirip de ifl baflvurusunda bulunan her gencin en büyük s›k›nt›s›d›r bu. Bir ifle de girilebilirse e¤er, çevresi hemen “okuldaki bilginin de¤il yaflamdaki deneyimin önemli oldu¤unu” hat›rlatan, kendi deneyimlerinin de on y›llara ulaflt›¤›n› bildiren bir grup alayl› taraf›ndan
kuflat›l›r.
Günlük yaflamda hiçbir fley, s›f›rdan bafllamaz. Her olgu bir birikimin üzerinde gerçekleflir. Birikim ise bizden önceki insanlar›n deneyimi126
dir. Bu, her yaflam›n asl›nda baflkalar›n›n yaflam›ndan olufltu¤unu gösterir. Bireysel oldu¤u kadar toplumsal oldu¤unu. Bireysel yaflam biçimi,
yani yaflant›, öncelikle deneyim demek. Yaflayan herkes, önünde duran
bireysel zaman flans›n› deneyimleyerek kullan›labilme olana¤›na sahiptir. Bu aç›dan yaflama bütünüyle deneyim de denebilir: Yaflama olas›l›¤›
birey özelinde deneyimlenerek gerçeklik kazan›r.
Yaflam da bireye özgü niteli¤ine uygun kiflisel bir deneyim olabilmeli. Herkes kendi hayat›n› yaflamal›, kendi özgünlü¤ünü ortaya koyabilmeli. Hayat bir flanst›r. Herkes bu flans› kendine özgü koflullarda kullan›r.
Zaten yaflam›n anlam› da bu. Kendine özgü bir tarz›n olmal›. Yaflam›n
kendi deneyimin olmal›. Bu, bireyci bir vurgu say›lmamal›. Herkes için
dilendi¤inden, baflkalar›n›n yoksanmas› olarak de¤erlendirilemez çünkü.
Deneyim, bir yandan da bilinçli yaflam›n temelini oluflturan biliflsel
etkinli¤in ana kayna¤›d›r. Bilgi ile nesnesi aras›ndaki kapanmaz uzakl›k,
bütün bilme etkinli¤ini bir deneyime dönüfltürür. Hiçbir bilgi, ilksel bir
özün yans›mas› de¤ildir. Deneyim, nesneden yans›yandan çok öznenin
bir serüvenidir. Bilgi de deneyimdir, bilim de. Bilimde bütün insanlar›n
ortaklaflt›r›lm›fl deneyimi, bilime özgü yöntemlerle ifllenerek sistemlefltirilmifltir. Deneyim ham haliyle kiflisel bilgidir. Yaflant› bilgisi.
Deneyim kiflisel bir serüven. Genelgeçer olandan sapan bir yol. Ama
güçlü ve özgün bir deneyim, baflka deneyimlerle karfl›laflarak, ölçüflerek;
sonra ay›klan›p ortaklaflarak, ötekini özümseyip kendine katarak de¤er
kazan›r ve bilgi kat›na ç›kar.
Deneyimi sonul bir de¤er olarak ileri sürenler, onu ço¤u kez sistemli bir elefltiriye u¤ratmadan, ifllemeden ortaya koyarlar. Oysa deneyim,
yaln›z bafl›na de¤erli say›lamaz. Geçmiflte yaflananlar ya da bafltan geçen
çok say›da olay, ham haliyle genel geçer bilgi olarak gösterilemez. Onlar›n bir süzgeçten geçirilmesi gerekir. Yoksa hepsi bir tan›kl›k düzeyinde
kal›r. Yaflanm›fl ve kayda geçmifl olmalar›, baflkalar› için de de¤er tafl›yaca¤› anlam›na gelmez. Deneyim, bir çok durumda ayn› yanl›fl›n seneler
boyunca yinelenmesinin ad›d›r da.
Deneyime dayal› bir bilgi, baflkalar›n›n deneyimiyle, özellikle de ifllenip yay›mlanm›fl olanlarla karfl›laflt›r›l›p s›nanarak de¤er kazan›r. Deneyimin kifliselli¤ine karfl› bilimsel bilgi, hem bugün yaflayan bütün insanlar›n hem de geçmiflte yaflam›fl olanlar›n bafl›ndan geçenlerin ortaklaflt›r›lmas›, sistemlefltirilmesi ve kuramsallaflt›r›lmas›yla herkesin bilgisidir.
Rastlant›yla bir olay› yaflamam›z, ilginç bir olaya tan›k olmam›z, bir
etkiye maruz kalmam›z bizi do¤rudan de¤erli bilgiye götürmez. Kiflisel
anlam üretimi bir de¤erler alt yap›s› olmadan gerçeklefltirilemez. “‹flte
127
deneyimimden ç›kard›¤›m sonuç, bu da benim görüflüm!” dedi¤imizde,
karfl›m›zdakinin getirdi¤imiz çerçeveyi geçerli kabul etmesi için söylediklerimizin, bu konuda daha önceden oluflturulmufl düzlemin üzerinde
yükselmesi gerekir. Daha önceki dönemin kuramsal çerçevesine tutunamayan bir giriflimin bofllu¤a yuvarlanmas› kaç›n›lmazd›r.
Bir ya da birkaç olaydan hemen genellemelere gitmek, her zaman
karfl›laflt›¤›m›z kolayc› bir tutum. Birkaç rastgele gözlemle iyimserli¤e kap›lmak, kötü olas›l›klar› yok sayan sonuçlara ulaflmak, özellikle risk analizlerinde yaflamsal tehlikesi olan kötü al›flkanl›klar. Riskin kabul edilmifl
s›n›rlar›n alt›na düflürülmesi gereken güvenli¤e iliflkin sorunlarda, kiflisel deneyimle ulafl›lm›fl kan›lar›n, kurallar› afl›nd›rmaya kalkmas› kabul
edilemez.
Salt deneyime dayal› bak›fl aç›s›n›n en tehlikeli öngörüsü, “Bir fley
olmaz” vurdumduymazl›¤›. Yaln›zca üç befl olaya tan›k olunmufltur, buradan bütün bir gelecek için sonuçlar ç›karmaya çal›fl›l›r. Deneyim, bütün olas› durumlar için geçerli bir sonuç ç›karma gafletine sürükleyebilir insan›. “Bir fley olmaz, çünkü ben denedim, gözledim” diyene ne kadar güvenilir? Deneyim, hem burada hem her yerde hem bugün hem de
her zaman bütün olas›l›klar› kapsayamaz ki. Oysa riskli konularda toplumca gelifltirilmifl kurallar, yönetmelikler bazen bir insan›n ömrünü de
aflan sürelerde gerçekleflebilecek kötü olas›l›klar›n bile giderilmesini
amaçlar.
Deneyimi bilimsel ve kuramsal bilginin karfl›s›na ç›karanlar, her an
yan› bafl›m›zdad›rlar. Bilimsel bilgi sistemli oldu¤undan üretiminde oldu¤u kadar kullan›m›nda da yo¤un zihinsel çaba gerektirir. Nedensellik
iliflkisi kurmay› flart koflar. Deneyim ise siz onu daha kurgulamadan bafla gelen bir fleydir. Kolayl›kla karfl›lafl›lan, insana rastgele çarpan. Elemeden geçmemifl, ay›klanmam›fl, brüt gerçek. “Bu da benim deneyimim:
Ben, yaflad›m gördüm, do¤rusu budur” diye iddia edenlere çok s›k rastlanmas›, deneyime dayal› bilginin çok kolay elde edilmesinden.
Deneyimden do¤rudan üst bilgiye geçifl giriflimi, hakk›n› vermeden
gerçe¤i elde etme çabas› say›lmal›. Bir bak›ma düflünce tembelli¤i: ‹çinde bulunulan olaylar› izlemekle yetinmek, çok zorunlu noktalarda bile
müdahale etmemek sonra da bu izlenimle bilgi sahibi oldu¤unu ileri sürmek. Oysa ifle yarar bir bilgi üretmek, öncelikle müdahil olmay› gerektirir. Gözlem bile etkin tutumda olanakl›: Öngörülerde bulunmak, gözlemleri kurulan varsay›mlar çerçevesinde yapmak. Olay›n hangi boyutlar›n›n
izleyece¤ini, ölçüm için hangi araçlar›n kullanaca¤›n› bafltan iyi belirlemek. Bilgi, insan› hem etkin bir ö¤e durumuna getirir hem de bilgiye
ulaflmak için kendine ait amaçlar›, tasar›mlar›, bunlar› gerçeklefltirecek
iradesi ve haz›r gücü bulunan bir fail durumunda tutar.
128
Bir olguyu kararl› ve sistemli çabayla b›kmadan usanmadan incelemek, yaln›zca gözlemle yetinmemek, geçmiflini, bugüne gelinceye kadar
geçirdi¤i evreleri, kendi d›fl›ndaki ortamla etkileflimini ve öteki ö¤elerle
olan iliflkisini yeniden de¤erlendirmek, sa¤l›kl› bilgiye ulaflman›n aflamalar›. Bunu yapabilmek biraz da insan›n odaklanma yetene¤ine ba¤l›.
Odaklanma, elbette sa¤lam bir irade kadar yetenek de gerektirir. Bir konu üzerine sabitlenme ve dikkatini yo¤unlaflt›rma becerisi gösteremeyenler, sürekli bir merkezkaç kuvvetinin etkisi alt›nda oradan oraya savrulurlar. Herkes belirli bir konu üzerinde topland›¤› anda onlar, bambaflka
bir konuda umulmad›k bir ayr›nt›y› dile getirirler. fiaflk›nl›k dolu bak›fllar üzerlerine döner ama onlar, konudan kaç›fllar›n› sürdürürler. Kendileri hiçbir konuya yo¤unlaflamad›klar› gibi baflkalar›n›n da sabitlenmesine katlanamazlar.
Kuramsal bilgiye karfl› deneyimi öne ç›karanlar, üstelik onu yaln›zca edilgin gözlemle, yüzeysel izlenimle s›n›rl› tutarlar. Bir ana do¤rultu
saptanmas›na dayanamayanlar, sonradan yan ç›kma yap›labilme flans›n›
da yitirmifl olurlar. Temel ö¤eleri ve belirleyici iliflkileri tan›mlanm›fl bir
düzlem oluflturmas›na katlanamayanlar da yeni ayr›nt›lara, boyutlara
uzanabilme flans›n›. Tersine baflkalar›n›n da dikkatini da¤›t›rlar. Kendileri hiçbir konuda derinleflemedikleri için baflkalar›n›n da derinleflmesine olanak vermezler. Herkesin kendileri gibi yüzeysel kalmas›n› isterler.
Sistemli bilgi demek olan bilim elbette yo¤un ve sürekli bir zihinsel
çaba gerektirir: Bir çok deneyimden ve gözlemden bir varsay›m üretmek,
bunu laboratuar koflullar›nda deneyle s›namak, elde etti¤i sonuçlar› baflka deneylerle karfl›laflt›r›p, nedensel sonuç iliflkisi çerçevesinde yasall›klar oluflturmaya çal›flmak. Düzenli, fazlal›klar› ay›klanm›fl, boflluklar› doldurulmufl, çeliflkilerden ar›nd›r›lm›fl, s›k›flt›r›lm›fl bilginin a¤›rl›¤›n› rastlant›sal gözlemle edinilmifl deneyime dayal› bilgi dengeleyebilir mi? Y›llarca yaflam deneyimi diye inan›lan, asl›nda ciddi bir s›navdan geçmedi¤i için do¤rulu¤u yanl›fll›¤› anlafl›lamam›fl bilgilerin, bilimin karfl›s›nda
elbette bir de¤eri olamaz.
Deneyim nesneden bize yans›yan bir izlenim. Bu izlenim, bizim bak›fl›m›za, beklentimize göre yo¤un ya da seyreltik olabilir. Deneyim, bilgi için ilk ad›m› oluflturman›n yan›nda giderek bilimsel bilginin kolay
özümsenmesi için elveriflli ortam› da haz›rlar. ‹nsan daha ileri bilimsel
bilgiyi de asl›nda kendi deneyimi temelinde kavrar. Kuramsal bilgiyi özdeneyimi üzerine kurar ama bu deneyim her durumda eksiktir, çeflitli
yanl›fllar ve önyarg›lar içerir. Bu nedenle deneyim, zay›fl›klar› ve olumsuzluklar› bilinerek sürekli sorgulanmal› ve bilimsel bilginin elefltirisine
tabi tutulmal›. Böylelikle yanl›fllardan ar›n›r, düzelir, do¤ruluk kazan›r,
sistemleflir.
129
Deneyim bir zorunluluk. Yaflam, toplumsal oldu¤u kadar bireyseldir
de. Bütün genel ilkeler, yasalar birey dolay›m›nda gerçekleflir. Kuramsal
bilgiyle nesnenin karfl›s›na ç›kmak yeterli de¤il. Bilginin yaflama geçmesi her somut durumda ek bilgiler gerektirecektir. Kuramsal bilginin bütün ayr›nt›lar› kapsamas› olanakl› de¤il. Bu çerçevede ayni mesleki formasyona sahip olanlar›n deneyimlerinin ortaklaflt›r›lmas›, yeni bilgi alanlar›n›n aç›lmas›na neden olabilir.
Sonuçta herkes baflkalar›ndan yararlansa da kendi deneyimini gelifltirmek durumunda. Yaflayan herkesin bir deneyimi var. Hem biz baflkalar›n›n deneyiminden yararlanabiliriz hem de kendimizinkini baflkalar›n›n kullan›m›na sunabiliriz. Elbette yaflad›¤›n› yorumlamak, istif edip,
belirli bir eksene dizmek, dersler ç›karmak ve baflkalar›n›n da anlayabilece¤i bir sunuma kavuflturmak koflulu ile.
Deneyim, bir taraftan da kafa yormaktan kaçanlar›n, çok etkenli,
karmafl›k süreçleri kavramakta zorlananlar›n, sonuca varmak için tek
aflamal› neden sonuç iliflkisiyle yaln›zca do¤ru orant› kullanabilenlerin,
görselli¤e dayal› bir dünya alg›s›. Sürekli bir d›flmerkezlik duygusuyla
odaklanma güçlü¤ü çekenler s›k s›k deneyime baflvururlar. Ama bu hep
kendi temellerini y›kan bir giriflimdir: Eski deneyimlerden oluflmufl yarg›lar›n hiçbir a¤›rl›¤a sahip olmamas›, sürekli silinmesine, her yeni alg›n›n deneyimsel yarg› olarak öne geçmesine yol açar.
Deneyime bilinçli bir aray›flla ulaflmam›flsak; onu dikkatli izlemeler
sonucunda bir kar›fl›kl›¤›n içinden ay›klayarak ç›karm›fl de¤ilsek, giderek bilgiyi hep s›k›nt›l› yollar›n d›fl›nda bulmaya çal›fl›yorsak, belki de bu
bizim kiflilik yap›m›za ba¤l› seçimlerimizin bir sonucu. ‹flin kolay›na m›
kaç›yoruz acaba? Salt deneyime dayanmak, kurama karfl› eylemi öne sürmek, sistemli zihinsel çabadan kaçanlar›n yönelifli. Deneyime dayal› bilgi vurgusu bu kaç›fl›n ürünü.
Bilimsel bilgiyle donat›lm›fl bireyin tam uygulamaya geçirece¤i noktada kendi gözleminden ç›kard›¤› deneyime de gereksinimi var. Kuramdan eyleme geçilirken. Deneyimli kuramc›, düflünür ya da bilim adam›ndan söz edilemez de deneyimli bir doktor, ö¤retmen ve mühendisten söz
edilebilir. Sanat alan›nda da öyle. Çünkü sanatta deneyimlerin de sürekli yenilenmesi gerekir. Sanatsal yarat›c›l›k belki de tümüyle deneyimsel
ve sezgiseldir. Mutlaka bireysel farkl›l›k, özgünlük ister. Deneyimin bireysel özgünlü¤ü bu gereksinimle ayn› do¤rultudad›r.
“Harika bir deneyimdi.” Son zamanlar›n en gözde niteleme biçimi.
Bir çok kifli bafl›ndan geçenlerden duydu¤u hoflnutlu¤u böyle tan›ml›yor.
Deneyim gittikçe daha çok de¤eri ayr›msanan, hakk› verilen bir yaflant›lama biçimi. Deneyimin öne ç›kar›lmas›, bir yandan da bir genellefltirme
yap›lamayaca¤›n›, genel geçer ölçütler kadar bireye özgü niteliklerin de
130
bir de¤er tafl›yabilece¤i iddias›n› ileri sürmekte. Bireyin benzersizli¤i
herkesin deneyiminin farkl›l›¤›ndan. Dolay›s›yla bizi biz yapan yaflant›ya, deneyime daha çok sahip ç›kmak onu daha çok ifllemek durumunday›z.
Deneyim birincil olan›n elde edilemedi¤i anlam›na geliyor. Henüz
deneme aflamas›nday›z baflka deyiflle. Deneyim biriktiriyoruz. Bu birikim, ilerde ana yola ç›kmam›za giderek sonul amaca ulaflmakta bize yard›mc› olacak. Deneyimimizi ne kadar güçlü ortaya koyabilirsek kendi yaflam›m›z› belirlemekte o kadar ileri bir konumda olaca¤›z. Bir bak›ma bütün yaflam serüveni bir deneyim olarak da nitelenebilir. O zaman elbette
önemli olan özgün bir deneyim ortaya koyabilmektir.
Yaflam› bir deneyim olarak tan›mlamak alçakgönüllü bir bak›fl aç›s›n›n ürünü. Yani yaflam›n›z›n, deneyiminizin kendine özgülü¤ünü vurguluyor, baflkalar›na dayatm›yorsunuz. Herkesin kendi deneyimini yaflamakta ve ortaya koymakta özgür oldu¤unu düflünüyorsunuz.
131
ELEfiT‹R‹LMEK, ELEfiT‹RMEK... FETH‹ NAC‹
Besim Dalgݍ
1972, fiubat ay› sonlar›yd›. Hilmi Yavuz’la Demirtafl Ceyhun’un çal›flt›rd›¤› Harbiye’de Yap› Endüstri Merkezi kitabevine gittik. Aylakl›k
günlerim bitiyor, Akademi’ye gitmeden önce yaklafl›k alt› ay sürecek kitapç›l›k hayat›ma bafll›yordum. 25-30 m2’lik küçük bir yerdi. Kitapç›lar
daha çok Beyaz›t, Sahaflar Çarfl›s› ve Ca¤alo¤lu’da bulunurdu. Osmanbey semti kitapç›lar›n pek ra¤bet ettikleri bir yer de¤ildi. San›r›m bir tek
Sander Kitapevi vard›. ‹stiklal Caddesi’nde bile Sander’in bir flubesi, yabanc› kitaplar satan Haflet ve flimdi ad›n› hat›rlamad›¤›m bir kaç kitapç›dan baflkas› bulunmazd›. Bu kitapç›lar da y›lllar önce kapand›. ‹stiklal
Caddesi kitapç›lar›n yo¤un oldu¤u bir yer art›k. Ancak hâlâ Osmanbey ve
civar›nda Remzi kitabevinden baflka bir yer yok bildi¤im kadar›yla. Demirtafl Ceyhun 70’li y›llar›n sonuna do¤ru seçimini yazarl›ktan yana yapt› ve kitapevini kapatt›. Ayn› y›llarda Hadi Olca da Teflvikiye’de Akademi
kitabevini kurdu. Hadi Olca Akademi kitabevini, düzenledi¤i imza günleri ve Akademi kitabevi ödülleriyle ölünceye kadar sürdürdü. Bu anlamda Akademi kitabevi Teflvikiye ve çevresine önemli bir kültür hizmeti
vermiflti. San›r›m art›k o da kapand›.
Yap› Endüstri Merkezi (YEM) Kitabevi çok küçük bir yer olmas›na
karfl›n; 1971’deki 12 Mart Muht›ras›’n›n yaratt›¤› anti-demokratik ortam›n olumsuz koflullar›nda kültür ve sanat hayat›m›zda çok önemli bir yeri vard›. Yazarlar›n dostlar›na, okurlar›na kitaplar›n› imzalamalar› karfl›l›kl› hofl bir duygudur. Ancak okurlar›n sevdikleri yazarlarla buluflmalar›, kitaplar›n› imzalatmalar› gelene¤i Türkiye’de pek yayg›n de¤ildi.
12 Mart’›n bask›c› ortam›nda yazarlar› okurlar›yla karfl›laflmalar›, kitaplar›n› imzalatmalar› gelene¤ini yayg›nlaflt›ran ilk kiflinin Demirtafl Ceyhun oldu¤unu san›yorum. Her cuma yap›lan bu etkinlik kitap imzalamalar› ve ard›ndan YEM’nin toplant› salonunda yazarlar›n konuflmalar›yla
devam ediyordu. Bu etkinli¤in düzenlenebilmesi için, hafta bafl› Selimiye k›fllas›ndaki s›k›yönetimin ilgili birimlerinden saatlerce beklenerek
onay al›nmas› gerekiyordu.
Kitap fuarlar›n›n yayg›nlaflmas› nedeniyle kitap imzalama günleri
günümüzde çok ola¤an bir durum. O dönemde ise böyle bir etkinli¤e
baz› yazarlar kolayca uyum göstermelerine karfl›n, bir k›sm› çekingen
davran›yordu. Örne¤in Behçet Necatigil için düzenlenen imza gününde,
132
okurlar›n onu merakla beklemelerine karfl›n bir türlü kitabevine gelmemesi Demirtafl Ceyhun’u endiflelendirmiflti. ‹lerleyen saatlerde Osmanbey Pangalt›’da bulunan küçük meyhanelerden birinde bulduk. S›k›nt›l›yd›, hiç tan›mad›¤› kimselere kitaplar›n› imzalamak garip geliyordu.
“Ay›p” demiflti. Ancak okurlar›n kendisiyle tan›flmalar›, 12 Mart’›n karanl›k günlerinde tüm demokratik güçlerin bir parça birbirlerine destek
vermelerinin ne kadar önemli oldu¤unu, buna bu anlamda katk› vermenin yazarl›¤›n ötesinde bir fley oldu¤u konufluldu. Pek tatmin olmad›
ama uyum gösterdi. Kitaplar›n› imzalad›, konuflmas›n› yapt›. Daha sonra
onun da bu durumdan memnun oldu¤unu izledim.
Lise y›llar›mda edebiyat hocam TÖS üyesi Mukkadder han›m,
Tevfik Fikret, Cenap fiahabettin, Yahya Kemal’lerle biten edebiyat dersi
müfredat›ndan ayr› olarak bizi Nâz›m Hikmet, Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Kemal, Behçet Nacatilgil gibi ça¤dafl Türk edebiyatç›lar›n›n seçkin
örneklerini edebiyat sever ö¤rencilerine tan›tm›flt›. YEM kitabevinde çal›flmaya bafllad›ktan sonra ise ça¤dafl Türk edebiyat›’n›n en önemli yazarlar›n› da yak›ndan izleme, konuflabilme benim için büyük bir f›rsatt›.
Aziz Nesin, Tahir Alangu, Ece Ayhan, Sezer Tansu¤, Vedat Türkali, o
dönem yeni ünlenen Füruzan ve Adalet A¤ao¤lu, Nuri ‹yem, Nevzat Üstün, Kamuran Yüce, Aslan Bafler Kafao¤lu, Turhan Selçuk gibi bir çok yazar, oyuncu, ressam YEM kitapevine u¤rarlard›. Eserlerini bildi¤im bir çok
edebiyatç› ile burada karfl›laflt›m. Onlar› tan›d›kça k›skançl›klar›yla, çekifltirmeleriyle, yard›mseverlikleriyle, paylafl›mc› yanlar›yla, endifleleriyle
özetle insan olmalar›n›n bütün zaaflar›n› tafl›d›klar›n› gördüm. Hikâyeci
Ömür Candafl’›n YEM’de yay›n yönetmeni olarak çal›flt›¤›n› hat›rl›yorum.
Akademi s›navlar›n› kazan›nca kitapç›l›k serüvenim bitti. Devam
mecburiyeti gündüz okulda olmam› gerektiriyordu. Gece okuyan mimarl›k ö¤rencisi arkadafl›m Osman benim yerimi ald›. Y›llarca Demirtafl Ceyhun’la YEM kitapevinde çal›flt›. 80 darbesinde D‹SK’e ba¤l› bir iflyerinde sendika temsilcisi oldu¤u için gözalt›na al›nd›. Aylarca içerde kald›, iflkence gördü, takipsizlikten ç›kt›. ‹flsiz kald›. Efli terk etti. San›r›m ruh
sa¤l›¤› da bozulmufltu. Ben çal›fl›yordum. Ald›¤›m ücretin bir k›sm›n›
paylafl›yorduk. Ancak o bunlara dayanamad›. ‹ntihar etti. Osman’›n dram› o günlerde yaflananlardan sadece biri. Darbeler nice masum insan›n
can›ndan etti, hayat›n› karartt›. Tüm bunlar›n hesab›n› sorabilecek demokratik yönetim olabilecik mi? Bu umudu tafl›m›yorum. Bu kiflisel de¤il, böyle bir hesaplaflma olmaz ise gerçek bir demokrasiye ulaflmak olanaks›z. Hep vesayet içinde yaflar›z.
Her fleye karfl›n Türk edebiyat›n›n en verimli dönemiydi bu y›llar.
1961 Anayasa’s›n›n göreli özgürlük ortam› bir çok toplumsal olay›n daha
133
özgürce ifade edilebilirli¤ini sa¤lam›flt›. Daha önceki kuflaktan Ahmet
Hamdi Tanp›nar’›n romanc›l›¤› gündeme yeniden gelmifl, Kemal Tahir
romanlar›yla genifl kitleleri etkisi alt›na alm›fl, Nâz›m Hikmet özgürce
okunabilmekte. Adalet A¤ao¤lu, Selim ‹leri, Füruzan, Latife Tekin, Aysel Özak›n gibi yazarlar dilimizde yeni anlat›m biçimleri yaratm›fllard›.
Bu dönem günümüzdeki holdinglerin kurdu¤u yay›mevlerinin olmad›¤›
dönemlerdi. Da¤›t›m a¤lar› gruplar›n ellerinde de¤ildi. Yazarlar, yay›mc›lar, editörler, çevirmenler ve elefltirmenler birbirlerini tan›rlard›. Günümüz yazarlar›n›n ço¤unun birbirlerine bu kadar yak›n oldu¤unu sanm›yorum. Edebiyat›m›zda elefltirisi yap›labilecek yazar›n bu kadar olumlu
anlamda fazla olmas›na karfl›n, edebiyat elefltirmeni fazla de¤ildi. ‹lk akla gelen elefltirmen Fethi Naci’ydi.
Ad› bilinen öteki elefltirmenler edebiyat›n baflka dallar›nda da ürünler verirken sadece Fethi Naci edebiyat elefltirisi ile ilgilenir. Fethi Naci
bu konuda, “Enayi mi millet, bir sürü kitap okuyacaks›n, sonra onlar
hakk›nda yaz› yazacaks›n, kimiyle kötü olacaks›n, kimseye yaranamayacaks›n. Ayr›ca para bile kazanamayacaks›n. Çekilir fley de¤il elefltirmenlik” der. Ama gene de o Türk edebiyat›nda Beflir Fuat, Nurullah Ataç,
kendini ve Semih Gümüfl’ü gerçek elefltirmenler olarak görür. Onun zaman zaman hikâye, sinema, köfle yaz›lar›, fliir de elefltirdi¤i görülür. Ama
genellikle elefltiri alan› olarak roman› seçmifltir. Babaannesinin ölümü
üzerine ilk yaz›s› 1943’te Erzurum Gazetesinde, ilk elefltiri yaz›s›n› Behçet Necatigil’in Kapal› Çarfl› kitab› üzerine yazm›fl 1945-46 k›fl›nda Aksu
dergisinde yay›mlanm›fl. Burslu ve yat›l› okudu¤u Erzurum Lisesi’inden
sonra ‹.Ü. ‹ktisat Fakültesi’ne girer. 1949’da bitirir. Bu arada Yüksek
Tahsil Gençlik Derne¤i yöneticili¤i nedeniyle tutuklan›r. Bu bir bak›ma
onun flans›d›r. Art›k tescilli bir solcu oldu¤u için, üniversiteyi bitirdikten
sonra zorunlu hizmetten sak›ncal› oldu¤u için kurtulur.
1962’de Türkiye ‹flçi Partisine girer. Selahattin Hilav ile T‹P’in parti program›n› olufltururlar. Bu arada Vatan gazetesinde ve Sosyal Adalet
dergisinde siyasal yaz›lar yazar. Partiyle iliflkisi bitince bu yaz›lara Yön ve
Ant dergilerinde devam eder. Söz konusu yaz›lar›n büyük bir k›sm› hâlâ
güncelli¤ini korumakta. Bu yaz›lar›, derlenip yay›nlanabilse siyasal hayat›m›za önemli bir katk› sa¤layaca¤› inanc›nday›m.
Fethi Naci özel sektörde uzun y›llar muhasebecilik yapar. Sol harekete kat›lmas› onun özel sektörde çal›flmas›n› da engeller. ‹flten ç›kar›l›r.
‹ktisat fakültesine asistanl›¤› kabul edilmez. S›k›nt›l› ve paras›z geçen
günler yaflar. 1965’te Gerçek yay›mevini kurar. Bu yay›mevinin en kal›c›
projesi 100 Soruda diziydi. Felsefeden, sosyolojiye; edebiyattan, politikaya, spora akla gelebilecek bir çok konuda 60’a yak›n kitap yay›mlar. Bu
kitaplar›n en önemli özelli¤i verilen cevaplar kadar soru oluflturma yön134
temiydi. Soru sormak al›nacak cevap kadar önemlidir. Bu kitaplar ö¤rencilerden birçok okur yazar kifli için baflvuru kitab› olmufltur. Ne yaz›k ki
Fethi Naci 2000’li y›llar›n bafl›nda Gerçek yay›mevini kapatt›. 100 Soruda dizisi projesini o y›llarda var olan Koç kitapl›¤›na devretti. Bu diziden
7-8 kitap yay›mlad›lar. Geri kalan kitaplar yay›mlanmad›. Koç kitapl›¤›
kapand›. 100 Soruda dizisi art›k yok. Bu kültür hayat›m›z›n çok önemli
bir eksikli¤idir.
Fethi Naci siyasal yaz›lar›n› 1968’de b›rakt› ve edebiyata kesin dönüfl yapt›. Elefltiri yaz›lar› için zengin bir ortam vard›. Yazd›¤› On Türk
Roman› (Ok Yay›nlar›, 1971) y›llar içinde geliflerek Yüzy›l›n Yüz Roman› (Adam Yay›nc›l›k, 1999) olarak Türk roman›n›n tarihsel geliflimini en
derli toplu flekilde yans›tt›. Günlük elefltiri yaz›lar› çeflitli dergi ve gazetelerde ç›kt›. Bu yaz›lar YKY’dan elefltiri günlükleri çerçevesinde Türk Roman›n’da Ölçüt Sorunu, Gücünü Yitiren Edebiyat, Roman ve Yaflam
2002’de tekrar bas›ld›. Bu kitaplar› okuyunca Fethi Naci’nin edebiyata
nas›l bakt›¤›n›, onun bak›fl›n›n edebiyatç›lar için ne kadar önemsenmesi
gerekti¤ini anlamakta hiç zorluk çekilmiyor.
‹lk Türk roman›ndan, günümüze kadar birçok roman okuyup de¤erlendirmifl Fethi Naci. Ne çok emek vermifl. Edebiyat elefltirisinde nesnellik-öznellik tart›fl›lan bir konu. Nesnellikte kas›t tarafs›z olmak m›?
Bir bak›ma öyle. Tarafs›z olman›n ölçütü, iyi gözlem, do¤ru karfl›laflt›rma, yöntemli yaklafl›md›r. Ancak tüm bunlar bile elefltirinin nesnel oldu¤unu göstermez. Nesnellik ve öznellik ölçütü elefltiri yapan›n dünya görüflü ile do¤ru orant›l›d›r. Toplumcu ve bilimsel düflünüflün yans›mas› sonucunda nesnellik ve öznellik birbirini destekler. Fethi Naci sol görüfllü
bir elefltirmen. Toplumsal yaz›lar›n›n bize yans›tt›¤› gerçek bu. Bu nedenle edebiyat elefltirilerinde kendi sol görüflünün nesnelli¤i ve öznelli¤i
iç içe.
Elefltirisini yapaca¤› bir roman›n ortalama bir kitap olmamamas› gerekti¤ini söylemiflti bir gün. Ortalama bir roman yazar›n›n ortalama yazmaktan baflka bir yetene¤i olamayaca¤›n›, bunun için de fazla bir fley söylenmesi gerekmedi¤ini, buna karfl›n kötü veya iyi bir roman yazar› için
her zaman yeni bir durum ortaya ç›kabilece¤i görüflünü Cumhuriyet kitap ekinde de yazd›¤›n› hat›rl›yorum.
Fethi Naci edebiyat› düflünen bir yazar. Elefltirisi yermek anlam›nda de¤il, yol göstermek anlam›na gelir. Zaten elefltirinin uyar› hedefi
okur de¤il, yazard›r. Yazar yazd›klar›n› özgürce ifade eder. Elefltirmen
ise o yaz›lanlar› bir ölçüye koyar. Yazara gerekli uyar›larda bulunur. Zay›f ve baflar›l› yanlar›n› gösterir, gerekli uyar›lar› yapar. Fethi Naci bu anlamda en çal›flkan elefltirmenimiz bence. Nurullah Ataç’›n elefltirilerinde
dilimizin nas›l kullan›lmas› gerekti¤i konusu a¤›rl›kl›d›r. Bu arada öz-bi135
çim konusunda görüfllerine de yer verir elefltirilerinde. Cumhuriyetin ilk
y›llar›nda bu yaklafl›m ilkesel olarak do¤ru. Nurullah Ataç’›n Orhan Veli’ye verdi¤i destek o dönem için çok cesur bir yaklafl›m. Fethi Naci’nin
ise Nurullah Ataç’tan farkl› olarak dilimizin kullan›m›, öz-biçim sorununa ek olarak, edebiyat›m›z›n yap›sal oluflumu üzerine elefltiri ve de¤erlendirmeleri var. Hem kendinden önceki edebiyat›, hem de kendi döneminin edebiyat›n› inceleyerek önemli saptamalarda bulunmufl. Bu da yazarlar›m›z aç›s›ndan yol gösterici olmufl. Fethi Naci’nin ald›¤› olumsuz
tepkiler daha çok elefltirisini yapt›¤› yazarlardan de¤il, elefltirisini yapmad›¤› yazarlardan gelmifl.
Fethi Naci usta bir elefltirmen. Onun flans›, elefltirebildi¤i bir çok yazarla bir arada bulunmufl olmas›. Onlar›n bir ço¤u günümüzde de önemli yazarlar.
Fethi Naci’ye göre, Semih Gümüfl elefltirmenlerimizin son temsilci.
Fakat onun flans› Fethi Naci kadar de¤il. 80’li y›llardan sonra edebiyat›m›z› etkileyen post-modern ak›mdan ciddi bir elefltiri kayna¤› do¤abilece¤ini düflünmüyorum.
Post-modern romanlar›yla çok önemli oldu¤unu bildi¤imiz bir ödüle sahip bir yazar›m›z, baflka bir dilde yaz›p dilimizde çevirileriyle tan›nan bir baflka yazar›m›z›n dilimiz hakk›ndaki öngörüleri, kelime ve harflerle oynayarak biçimsel bir yaz› buldu¤unu düflünen bir baflkas›... Bu örnekleri ço¤altmak o kadar kolay ki... Bill-board yazarlar›. Sat›fl›n art›fl›
için piyasa koflullar›na göre kitap tan›t›m yaz›lar›... Günümüzde elefltirmenin bunlar›n aras›nda yeri var m›?
Fethi Naci 80 yafl›nda. Onun elefltiri anlay›fl›yla karfl›laflm›fl bir kuflak olmak ne büyük bir flans. Çok yafla Fethi Naci!..
136
“NÂZIM H‹KMET’‹ SEVEREK ÇEV‹RD‹M”
Gültekin Emre
“Nâz›m Hikmet’in fliirlerini hep sevdim
ve severek çevirdim. Dünyada pek az flair beni Nâz›m kadar etkiledi, sarst›.
Oysa Rus, Çek, Slovak, Macar, Bulgar, S›rp, Ermeni... flairlerden fliirler çevirdim Almancaya. Hepsi
de sevdi¤im flairlerdi. Sevmedi¤im fliiri çevirmedim zaten. Ama
Nâz›m’›n yeri hep baflka oldu benim yaflam›mda.”
Bunlar› daha önceki karfl›laflmam›zda m› söyledi, yoksa çal›flma odas›na girip ç›karken mi
söyledi? Bir yandan bir dal gibi zarif
ve güler yüzlü han›m› izlerken, bir
yandan da onun söyledi¤i her fleyi akl›mda tutmaya çal›fl›yorum.
1922 Leipzig do¤umlu – flair ve Nâz›m Hikmet’ten de fliirler çeviren
– Annemarie Bostroem, 24 May›s 2007’de 85 yafl›na bast›.
Kendisini görmek için randevu istedi¤imde, dile¤imin nedenini
aç›klay›nca, flaflk›nl›¤›n› görmedim ama telefondaki suskunlu¤undan anlad›m. 1991’de görüfltü¤ümüzü ve bana Terzinen des Herzens kitab›n›
imzalad›¤›n› an›msayamad›. Nâz›m Hikmet Kültür ve Sanat Vakf›’n›n do¤um gününü kutlamak için kendisine arma¤anlar yollad›¤›n› söyleyince,
24 May›s Perflembe günü saat 12.00’ye randevu verdi bana.
Eski Do¤u Berlin’inde oturuyor Nâz›m Hikmet’in fliirlerini Almanca söyleyen Annemarie Bostroem. Yol uzun ve ben onun çevirdi¤i flairlerin fliirlerini okuyorum.
Lermontov, Pasternak, Jaroslav Seifert, Blaga Dimitrova... Kitab›n
ilk bölümünde – biri 39 sayfa uzunlu¤unda kendi 50 seçme fliiri – 19421948 aras› yaz›lm›fl – yer al›yor. 2. bölümde ise Almanca söyledi¤i fliir çevirileri. Kendisi ‹ngilizce, Frans›zca ve Rusça biliyor.
Kendi fliirlerinin yumuflak, s›cak, samimi, içten sesi etkiliyor beni
137
ve flu üç dize bütün günümü dolduruyor:
“Çocuktum daha seni tan›d›¤›mda,
binlerce kuflkuyla ve binlerce soruyla,
bir çocuk, kendi dünyas›ndan kopmufl,”
Çiçeklerle bezeli evinin balkonunda oturuyoruz. Geniflçe ve yemyeflil bir avluya bak›yor balkon. Çeflme suyu ve bisküvi getiriyor.
Benim daha önce kendisini ziyaret etti¤im ev karfl›da. Ev, bir k›flla
gibi, çepeçevre bir avlunun etraf›n› sarm›fl. Evin ön cephesinde balkon
yok. Arka cephedeki balkonlar çiçeklerle donat›lm›fl hep.
Oturma odas› çal›flma odas› gibi; her yer kitap. Arad›¤› kitab› kolayca buluyor.
1959’da Nas›m Hikmet ad›yla ç›km›fl onun yay›ma haz›rlad›¤› kitap.
fiairin ad›ndaki “z” harfi yerine “s” yaz›lmas› tam bir skandal asl›nda.
Üstelik Do¤u Almanya’da. Ama her yerde böyle yanl›fll›k ya da bile bile
kimi de¤ifliklikler oluyor iflte. Doris Kahane’nin de siyah-beyaz ksilografileri (a¤aç oyma) fliirlerin içeri¤ine uygun. Nâz›m’›n o¤lu için yap›lan
hofl bir çal›flma da var kitapta. Kitab›n ciltli kapa¤› k›pk›rm›z› ve sol üst
köflede “NH” harfleri yer al›yor. 133 sayfal›k kitab›n fliirlerini çevirirken, Annemarie Bostroem Türkçe bilmedi¤i için, Volk und Welt (Halk ve
Dünya) yay›nevi Türkçe bilen redaktör tutmufl. fiiirlerin Almancalar› sat›r sat›r önüne gelmifl. Annemarie Bostroem de bu çevirileri fliirlerin özgün biçimleriyle karfl›laflt›rarak Almancaya aktarm›fl. fiiirleri Türkçesinden de okumufllar kendisine. Gözleri kapal› dinlemifl bu fliirleri. Böylece
fliirlerin sesini ve biçimini yakalad›¤›n› söylüyor, Annemarie. Onun için
“Almanca söyleyen” biri olarak görüyor kendini. Ve onun çevirileri Almancadaki en iyi çeviriler kabul ediliyor, kendisi de en yetkin çevirmen.
Turgay Fiflekçi’nin, Nâz›m Hikmet Kültür ve Sanat Vakf›’n›n yay›mlad›¤› Foto¤raflarla Nâz›m Hikmet, Bar›fl›n fiairi Nâz›m Hikmet kitaplar›yla birlikte yollad›¤› Nâz›m Hikmet’in bronz heykeli çantamda ve ben
heyecan içindeyim.
Ona çiçek seçmekte de çok zorland›m. Ne alaca¤›m› bilemedim. Sonunda kar›fl›k, hofl, renkli bir demette karar k›ld›m.
fiu üç dize de Annemarie Bostroem’in:
“Sen beni günün birinde seveceksin
elbette, mevsimler gibi
birbiri ard›nca. Ve sen beni öpeceksin.”
Annemarie Bostroem, Münih ve Königsberg’de (bugün Kaliningrad
adl›, Rusya s›n›rlar› içinde kalan eski Alman kenti) büyümüfl. Leipzig,
138
Berlin ve Viyana’da tiyatro ve Germanistik e¤itimi görmüfl. Çeflitli kültür
kurumlar›nda çal›flt›ktan sonra 1956’dan beri serbest yazar olarak yaflam›n› sürdürüyor.
Onun yay›na haz›rlad›¤› bir baflka kitap da und im Licht mein Herz
ad›n› tafl›yor. 2. bas›m› 1981’de yap›lan 253 sayfal›k bu kitapta kendisinden baflka Stephan Hermlin, Hüner Kipphardt ve Paul Wiens de çevirmen olarak yer al›yor. Çeviri s›ras›nda kendilerine Türkolog Herbert
Metzing çok yard›mc› olmufl. Günlerce bir sözcü¤ün pefline düflmüfller ya
da bir dizeyi tart›flm›fllar aralar›nda.
Önce çiçe¤i veriyorum kap›dan içeri girerken. Teflekkür ediyor elimi s›karken ve hemen vazo almak için oturma odas›na gidiyor bana balkonu gösterdikten sonra. Balkona geldi¤inde de kitaplar› ve bronz heykelci¤i veriyorum. Çok seviniyor. Kitaplar› flöyle bir kar›flt›r›yor: “Ne çok
resim var burada” diyor. Ard›ndan da “güzel kitaplar” oldu¤unu söylüyor. Turgay Fiflekçi’nin Vakf›n Genel Sekreteri olarak kendisine yazd›¤›
mektubu çeviriyorum. Çok seviniyor. Biz konuflurken s›k s›k telefonu çal›yor. Do¤um gününü kutlayanlara karfl› sevincini belirtiyor nefleli kahkahalar eflli¤inde.
Torununun haz›rlad›¤› do¤um günü partisinin davetiyesini getiriyor bir ara. Mitolojideki uçan ata (Pegasus) binmifl bir Annemarie Bostroem var davetiyenin üstünde. 26 May›s’ta dostlar›, ailesi, meslektafllar› ve
onu sevenlerle birlikte olaca¤› için çok mutlu.
Konuflmam›z bir ara kitap okuruna geldi dayand›: “Günümüzde fliir okuru çok azald›. Burada da yay›nevleri fliir kitab›na ve antolojilere ilgi göstermiyor art›k. Balkan flairlerinden antolojiler haz›rlad›m en son.
Eskiden fliir kitaplar› yüz, yüz elli bin bas›l›rd› ve fliir çok okunurdu. Geçti o günler. Yay›nevleri art›k çeviri fliir istemiyor epeydir.”
Ben de Türkiye’den örnekler veriyorum kendisine.
Bu konuda karfl›l›kl› dertlefliyoruz biraz.
Sonra da flu soruyu soruyorum: Günümüze ne oldu böyle?
Sessiz kal›yor.
Suskunlu¤u bozmak için kendisinin bir resmini istiyorum.
Yavafl ad›mlarla çal›flma odas›na gidiyor.
Gülen bir resmiyle geri geliyor.
“Bu olur mu?” diye soruyor.
Nâz›m’›n 75. do¤um gününde, 1976’da, o zamanki Do¤u Almanya’n›n pek çok kentinde Nâz›m turnesine ç›kt›¤›n› söylüyor gülerek. O
zamanlar Nâz›m’›n fliirlerine büyük ilgi varm›fl. fiiirlerini okumufl bu etkinliklerde ve konuflmalar yapm›fl. 100. do¤um gününün tüm Almanya’da sönük geçmesine üzüldü¤ünü belirtiyor. Nâz›m’›n tüm fliirlerinin
Almancaya neden çevrilmedi¤ini anlayamad›¤›na da de¤iniyor konuflma139
s›nda. “Oysa bu ülkede çok say›da Nâz›m’›n hemflehrisi var.”
Asl›nda bu konuya girmek hiç do¤ru de¤il. Ç›k›fl› yok çünkü bu yolun. ‹ki milyondan fazla Türkiyeli yafl›yor Almanya’da ama bu say› buradaki yay›nevlerini pek ilgilendirmiyor. Biliyorlar ki yay›mlad›klar› Türk
yazarlar›n›n kitaplar›n› hemflehrileri sat›n almayacak, alm›yor.
Annemarie’nin fliirlerinden üç dize daha dilime dolan›yor:
“Seni düflünmek ve seni beklemek,
hepsi bu, baflka bir iflim yok sevgilim,
Geceler, damarlar›m› uyuflturuyor,”
Annemarie Bostroem, Nâz›m Hikmet’le bir kez, o da çok k›sa karfl›laflm›fl. ‹lk çeviri flairin 23 fiubat 1958’de Varflova’da yazd›¤› “Sebastian
Bach’›n 1. Numaral› Dominör Konçertosu”. O, bu fliiri Frans›zcas›ndan
çevirmifl. Ve çevrilen fliirlerin arkas› gelmifl de gelmifl ve bir tutku olmufl
onda Nâz›m Hikmet’ten fliirler çevirmek; onun sözcükleriyle, imgeleriyle, dizeleriyle yaflamak, yo¤rulmak...
1976’da yay›mlanan Zeit-Gedichte (Zaman-fiiirleri) dizisinin
1976’daki 3. say›s›nda da Annemarie Bostroem’in sayesinde yer alm›fl
Nâz›m’›n fliirleri. Ayr›ca, duvarlar›n y›k›lmas›na kadar her ay yay›mlanan, Poesiealbum’un 106 (1976) say›s› da Nâz›m fliirlerine ayr›lm›fl.
Telefonlar konuflmam›z› bölüp durdu.
Kalkma zaman› gelmiflti.
Bir kez daha teflekkür ederek beni kap›ya kadar geçirdi.
Berlin’de hava çok güzeldi 24 May›s’ta.
Nâz›m’dan fliirler çevirmifl yafl›n› hiç göstermeyen bir kad›n 85 yafl›na girmiflti çünkü; ve o kad›n capcanl›, fliir yüklüydü..
Yolda Terzinen des Herzens’ten fliirler okumay› sürdürüyorum:
“ve gözlerin ma¤rur yaln›zl›k”
Düzelti: 7. say›m›zda Ferda Erener’in yaz›s›nda, kimi dizelerdeki parantez
iflaretleri hata sonucu ç›kmam›flt›r. Afla¤›daki gibi düzeltiriz:
solgun (halsiz), içine girilemez (nüfuz edilemez) bir halde
usand›¤›m (b›kt›¤›m) olur ayaklar›mdan, t›rnaklar›mdan.
istemem sürdürmek (sürüp gitmek) bir kök gibi, bir mezar gibi
bitik (yorgun) adamlar yükselecekler
sakin (uysal) ayi taciz edecekler (zorlayacaklar)
üçüncüsü (flarap F.E.) bir k›rm›z› zümrüttür
(Nerde liman› Amiral’in)
140
TAR‹HTE B‹R GÜN VIII
Aliflan Çapan
Dönüfl yolu uzun ve yorucu. Çarfl›dan dönüyorum. Kad›yoran’a t›rmanan yokufl giderek diklefliyor. Ad› üstünde zaten. Sabahlar› eve öteberi almak çocuk gözümde hep büyüyor. Adan›n tepesinden sabah çarfl›s›n›n gölgesine inmek bu yolculu¤un güzel taraf›. Çarfl›da dolafl›rken dükkânlara u¤rad›kça artan bir yorgunluk bafll›yor. Al›flverifli bitirip de eve
do¤ru yola koyuldu¤umda, k›rm›z› siyah ekose desenli pazar arabas›n›n
tekerlekleri, her ad›mda daha yavafl dönüyor. ‹lkokula yaklafl›rken toprak iyiden iyiye k›z›llafl›yor. Yeni bir inflaat olmal› yol üstünde. Topraktan irkiltici bir flekilde f›rlam›fl a¤aç kökleri kalm›fl akl›mda. Bundan sonras› faytonlar›n ç›kmay› red etti¤i nokta. Genifl merdivenler yerini çam
i¤nelerinden oluflan bir denize b›rak›yor, ilerde komflu evin y›k›k çat›s›n› gördü¤ümde bir a¤ac›n alt›na çöküp mola vermeye niyetleniyorum.
Pazar arabas›ndan bir gazete çekip al›yorum. ‹kinci sayfada dönemin sar›fl›nlar›ndan Haydar Pafla’n›n gelini Kristin Haydar, dal›p gidiyorum.
Bir süre sonra Kristin’le muhabbetimi kesen bir sesle irkiliyorum: “Biz
yukar›da ekmek beklerken sen ç›plak kad›n foto¤raflar›na dal›p gitmeye
utanm›yor musun, bakal›m!” Kafam› flaflk›n bir gülümsemeyle çevirip
bakt›¤›mda Kemal amcayla karfl› karfl›ya kal›yorum. Gülerek eve yöneliyoruz, araban›n tekerlekleri her zamankinden h›zl› dönüyor. Bahçe kap›s›n› aralad›¤›m›zda sallanan çan, ekme¤in geldi¤ini müjdeliyor.
O benim kargalar padiflah›m. Çocukken yazlar› Büyükada’ya, Kemal amcayla ‹smet teyzeye giderdik. ‹ki aile birleflir, bir baflka büyük aile olurduk. Gelen giden de eksik olmazd›. Kad›yoran’daki evin kocaman
bahçesinde, bak›ms›z aslana¤›zlar›n›n sard›¤› çarda¤›n alt›nda hayat›m›z›n en güzel zamanlar› geçerdi. Semaver sabahtan kurulur, kahvalt› sonras› tavla partileriyle k›z›flan ortam, menemenle süslenen ö¤len yeme¤inden sonra yerini ö¤leden sonralar›n›n dura¤anl›¤›na uygun bir briç partisine b›rak›rd›. Üç pik, dört sanzatu, befl kör gibi tabirler havada uçuflur,
konuflulanlardan hiçbir fley anlamamakla birlikte saatlerce onlar› seyrederdim. Akflamüstüne do¤ru Kemal amca s›k›ld›¤›m› anlar, belki de kendisi de yaramaz bir çocuk oldu¤undan “Hadi Aliflan gel bir yürüyüfle ç›kal›m” derdi. Yürüyüflümüz öyle s›radan bir yürüyüfl de¤ildi. Sokak kap›s›ndan ç›k›nca ilk iflimiz, solda ilerdeki taht›m›z› kontrol etmek olurdu.
Koyu yeflil yosunlarla kapl› bir kaya parças›yd› taht. Önce Kemal amca
taht›na kurulur beni de yan›na alarak bak Aliflan bunlar›n hepsini tan›141
yorum ben, hepsinin adaya gelifl gidifl zamanlar› var diyerek, Dragos taraf›nda 盤l›k 盤l›¤a dolanan kargalar› gösterirdi. Sonra kendisi kalk›p
beni tahta oturtur, sen benim veliahd›ms›n benden sonra bu taht senin
derdi. Bu k›sa törenden sonra yolumuza devam eder orman›n derinliklerinde ikinci tahta var›rd›k. Birbirine bitiflik flekilde boy vermifl üç çam
a¤ac›ndan ortadaki kesilmiflti, böylece kenardaki iki çam huzurla hayatlar›n› sürdürebiliyordu. Tabii ki bu da bizim taht›m›zd›, biraz da burada
oturur, sonra rahvan ad›mlarla yolumuza devam ederdik. Yürüyüflün sonuna do¤ru Frankenstein’›n fiatosu ad›n› verdi¤imiz bahçe içindeki metruk köflkü de kontrol eder, karanl›k çökmeden mezarl›¤›n yan›ndan eve
dönerdik.
Akflam serinli¤i rak› saatinin geldi¤ini müjdelerdi. Sofran›n kurulmas›yla beraber Kemal amca araba teybinden bozma düzene¤ine çok sevdi¤i kantolardan birini koyar, etraf, “Yang›n› var yang›n› var, ben yan›yorum, yetiflin a dostlar tutufluyorum” sesleriyle ç›nlamaya bafllard›.
Padiflah›mla gecenin ilerleyen saatleri için de sürprizlerimiz olurdu.
Bunlar›n en klasikleflmifl olanlar› karfl›l›kl› oynad›¤›m›z skeçlerdi. Favorimiz memur-vatandafl skeci bir dönem aram›zda tart›flma konusu bile olmufltu. Kemal amcan›n birçok hikâyesi gibi k›sa ve öz olan bu skeçte birkaç gün üst üste devlet dairesine iflini halletmeye giden vatandafl, her seferinde bugün git yar›n gel cevab›n› al›nca sabr› taflar, yahu memur bey siz
bizim ödedi¤imiz vergilerle maafl›n›z› al›yorsunuz, habire bugün git yar›n
gel demeniz ay›p olmuyor mu dedi¤inde, memurdan hassiktir oradan cevab›n› al›r ve skecimiz alk›fllar aras›nda sona ererdi. Bu skeci defalarca oynad›ktan sonra bir akflam Kemal amca vatandafl oyununu oynayal›m m›
Aliflan dedi¤inde, oynayal›m ama bu sefer ben memur, sen vatandafl olacaks›n diye isyan bayra¤›n› çekti¤imde herkes kahkahay› basm›flt›.
Kemal amcadan bahsedip ‹smet teyzeden söz açmamak olmaz. ‹smet teyze evin temel dire¤iydi, hâlâ da öyle. Tavla oynarken oyunun sonlar›na do¤ru yaklaflt›¤›m›zda, marstika marstika diye sevinç 盤l›klar› atarak pullar› toplay›fl› hep gözümün önünde. Adamak›ll› yaramaz bir çocuk
olarak en sakin zamanlar›m› onun yan›nda geçirmem tesadüf olmasa gerek. Midem bozuldu¤u zamanlarda elinde yo¤urtlu pilav taba¤›yla, peflimden sab›rla kofltu¤unu, sonunda beni gel Baretta seyredelim diyerek
ikna etti¤ini hat›rl›yorum flimdi gülümseyerek. Ondan da güzeli bir dünya kupas› maç› seyrederken Almanlar›n att›¤› bir golün tekrar› verildi¤inde “Eyvah bir tane daha m› att› Almanlar” diye hüsrana u¤ramas›d›r ‹smet teyzenin. Almanlar› pek sevmezdik o zamanlar, huyumuz kurusun.
Yetmifllerin sonunda John Berger minik arabas›na atlay›p Türkiye’ye geldi¤inde onu Kemal amcalara götürmüfltük. ‹ki kendi kendini yetifltirmifl sokak filozofunun buluflmas›ndan daha do¤al bir fley olamazd›.
142
O gün saatler boyunca konufluldu. Rak›lar içildi, karpuzlar yendi, foto¤raflar› olmal› bir yerlerde. Y›llar sonra Kemal amcayla o günü, John’u
yad etti¤imizde, Kemal amca, “bir ara ikimiz bafl bafla kalm›fl tarzanca anlaflmaya çal›fl›yorduk, John tabaktaki peynirlerden birini yere düflürdü,
yerler nas›l pis, herkes ayakkab›lar›yla girip ç›k›yor eve, etraf toz toprak
içinde, John oral› bile olmadan yerden peyniri al›p a¤z›na at›verdi, efendi çocuktu” diye an›yor o günleri.
Yazlardan bir yaz misafirli¤imizin sonuna gelmifliz. Kemal amca sabah ilk vapurla flehre inecek, biz ise daha sonra. Akflamdan helallefliyoruz. Ertesi sabah her zaman oldu¤u gibi en erken kalkan biziz, padiflah›mla ben. Kemal amca her sabah oldu¤u gibi bana bir pafla çay› veriyor.
Ama gözlerinde bir tuhafl›k var sanki. Gel otur yan›ma diyor, o sabah araba teybi radyo olarak hizmet veriyor. ‹htilal olmufl Aliflan diyor, meclisi
ve partileri de fesh etmifller. Büyüklerin birer birer uyanmas›yla sohbetler koyu karanl›k bir boyut al›yor. Akflama do¤ru soka¤a ç›kma yasa¤›n›n
kesinleflmesiyle bir süre daha adada kalaca¤›m›z ortaya ç›k›nca Kemal
amca dayanamay›p espriyi patlat›yor “Yahu siz ne biçim misafirsiniz akflamdan helallefltik ama bir türlü gitmek bilmiyorsunuz.” Bu toplumun
fertleri olarak belki de en iyi bildi¤imiz fleyi yap›yoruz, en ac›kl› an›m›z›
ç›lg›n bir kahkahayla örtmeye çabal›yoruz. Y›llar sonra Madrid’de bir kütüphanede kar›flt›rd›¤›m bir kitaptan fiili’de Pinochet anayasas›n›n bizim
ac›m›z› örtmeye çal›flt›¤›m›z sabah saatlerinde kabul edildi¤ini ö¤reniyorum. Tesadüfe bak diye m›r›ldan›yorum kendi kendime. O anda babam›n laf› geliyor akl›ma “Asl›nda hayatta hiçbir fley tesadüf de¤ildir biliyorsun de¤il mi Aliflan?” Art›k biliyorum.
Kemal amcayla bir favori oyunumuz daha var. Romeo’nun aktardan
dünyan›n en güçlü zehrini istedi¤i sahne. Aktar Romeo’ya istedi¤ini verirken, as›l en kuvvetli zehir senin bana uzatt›¤›n kesenin içindekilerdir
evlat diyor. Hakikaten Kemal amca ne zehirmifl flu Romeo’nunki, herkesin can›na okuyuverdi.
fiimdi vapura atay›p adaya gitsem. Çarfl›dan sak›zl› bir paskalya çöre¤i al›p oyalanmadan kendimi yokufla vursam. Kristin Haydar ortal›kta
görünmese de eve yak›n bir a¤ac›n gölgesinde soluklansam. Bahçe kap›s›n› aralarken çan› elimle tutsam. Çalmasa. Kimse geldi¤imin fark›na
varmadan, önce soldaki sar› eriklere, sonra sa¤daki k›rm›z› eriklere dalsam. Sarn›c›n yan›ndaki merdivenlerden süzülmeden önce parmaklar›m›n ucunda yükselip alt kat›n penceresinden içeri baksam. Day›yla Talat hararetli bir flekilde atlardan konufluyor olsalar. Üst katta P›nar hala
uyuyor olsa. Merdivenlerden ç›k›p aniden çarda¤›n alt›na bitiversem. ‹smet teyzeyle Kemal amcan›n sevinç 盤l›klar› aras›nda onlar› kucaklasam, kucaklasam, etraf› saran bütün bu zehir ak›p gitse, ak›p gitse...
143
fi›rnak’ta bakkall›k yapan, okuma ve yazmas› olmayan Mecit Ötün’ün yaklafl›k bin sayfa
kal›nl›¤›ndaki ‘bakkal defteri’nden birkaç sayfa ile bir mektubu.

Benzer belgeler