ZLER - Bizim Sahife

Transkript

ZLER - Bizim Sahife
Milli Fikir Yayınları : 2
BA LANGICINDAN BUGÜNE
MEZHEPS ZLER
Mehmet Ali DEM RBA
1. Cilt
2. Baskı
Milli Fikir Yayınları
P.K. 8 ÇORUM
Dizgi, Baskı, Cilt: Ota Yayınevi ve Mat. Koll. ti.
STANBUL – 1980
steme Adresi :
Berekât Yayınevi Beyazsaray No: 11 Beyazıt- SANBUL
Hazırlayan:
www.bizimsahife.org
[email protected]
B R NC C LD
Ç NDEK LER
Birinci Baskının Önsözü ... ... ... ... ... ... ... ... ... 5
kinci Baskının Önsözü ... ... ... ... ... .. ... ... ... 7
Dinde Reformcular ... ... ... ... ... ... ... ... .... ... ... 9
Din Tahripçileri ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ..... ... 9
bn-i Teymiyye ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ...... ... 10
bn-i Teymiyye ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... . ........ 11
Hamidullah - Baidullah ... ... ... ... ... ... ... .... ... 14
Mi'rac ve Hamidullah ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... 17
Mevdûdî ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ....... 24
Mezhepsiz Mevdûdî ... ... ... ... ... ... ... .. ... ... 25
Seyit Kutup Mezhepsiz mi? ... ... ... ... … .... ... 36
Mezhepsiz Elbânî ... ... ... ... ... ... ... ... ... .... .... 86
Mezhepsiz Kardâvî ... ... ... ... ... ... ... . ...... 91
ibli Numanî ... ... ... ... ... ... ... ... .... ... ... ... 99
Karaman'a Açık Mektup ... ... ... ... ... ... ... 106
Karaman - Yavuz Münaka ası ... ... ... ... .... ... 125
Ahmet Gürta 'a Açık Mektup ... ... ... ... ........ 155
errüddinle Röportaj ... ... ... ... ... ... ... ... .. .... 221
Evrimci Süleyman Ate ... ... ... ... ... ... ... .. .... 246
Mustafa öz'ün Mezhep Dü manlı ı ... ... …. . 254
Vehhâbîlik Tehlikesi ... ... ... ... ... ... ... .... .... ..261
ç Fitne ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ......... ...... 268
ctihâd ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ... ......280
lim Ö renme Metodu ... ... ... . ... ... ... .... .283
slâmiyet’i Do ru Ö renmenin Yolu ... ..... 289
Eshâb-ı Kiram «Aleyhimürrıdvân»
.... .. 291
Eshâb-ı Kiramı Sevmek ... ... ... ... . .... 318
Sahâb-î Sevgisi Samimiyet Ölçüsüdür ... . ... . 321
Celâl Yıldırım ... ... ... ... ... ... ... ..... ... ..... ..322
M. ihsan O uz ... ... ... ... ... ... .... ... ... ... ........358
Sebil'e Açık Mektup ... ... ..... ... ... ... ... ..... ..369
Bekir Topalo lu ... ... . ... ... ... ... ... .. .... 376
Fethullah Gülen ..... ... ... ... ... ... ... ..... …400
Okuyucularla Bir Sohbet ... ... ... .... ... ... ..... ..407
Millî Fikir'e Gelen Mektuplar ... ... . ... .... .. 413
B R NC BASKININ ÖNSÖZÜ
Besmeleyle ba layalım feyizli olsun her kelâm
Rabbimize hamdü sena, Resulüne salât selâm...
Rahmân ve Rahîm, olan Allahü teâlâya sevdi i ve be endi i ekilde hamdü senâ olsun.
nsanların her bakımdan en yükse i, en güzeli, Rabbü'l-âlemînin mahbûbu Peygamberimiz
Muhammed Mustafâ’ya, temiz ehl-i beytine, her biri hidâyet yıldızı Eshâb-ı Kirâmına, onlara
uymakla onlardan sonraki üstünlük sırasına kavu an tâbi’ine, tebei tâbi’ine, müctehid din
mâmlarına, evliyâ-i kirâma ve kıyâmete kadar onların izinden gidenlere salât’ü selâm ve iyi
dualar olsun.
Bugüne kadar millî F K R Mecmuasında çıkan, mezhepsizlik ile ilgili yazıları toplayıp kitap
halinde ne rediyoruz. Konuyla ilgili ba ka yazılar da ilâve ettik. in âallahü teâlâ faidelî olur.
slâm âlimlerinin üstünü, velîlerin önderi, erîatın bekçisi, kerametlerin mazharı, sonsuz
derecelerin camii, müslümanların sı ına ı, mâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elfi sâni Ahmed Fârûki
Serhendî (kııddise sirRûh), faideli bilgiler hazinesi MEKTÛBÂT'ında buyuruyor ki:
«Kıyas ve ictihad, eriatın dört temelinden biridir. Buna uyma a emrolunduk. lham, yalnız
sahibi için delildir, hüccettir. Ba kaları için senet de ildir. ctihad ise her müslüman için
senettir. Bunun için müctehid olan âlimlere uymak lâzımdır. Dinîn temel bilgilerini bu âlimlerin
bildirdiklerine uygun olarak ö renmelidir.» (C. I Mektûb 272)
Cenâb-ı Hak, hepimizi müctehid mâmlar vasıtası ile Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem
efendimize uyan bahtiyar kullarından eylesin. Selef-i sâlihin dü manı selefiyecilerden, ehl-i
sünneti kâfir bilen vehhâbilerden, telfık yaparak hak mezhepleri ortadan kaldırmak isteyen
mezhepsizlerden, kendilerini dîne de il de, dîni kendilerine uydurmak isteyen reformculardan,
müctehid mâmları be enmeyip, kendi kafalarına göre ictihad yapmak isteyen naylon
müctehidlerden, eshâb-ı kirâma saldıran rafızî me repli mezhepsiz tufeylîlerden muhafaza
buyursun. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak, sevdiklerini dost, sevmediklerini de dü man olarak
tanıtsın. Âmin.
7 R. Ahir 1398 (16 Mart 1978)
M. Ali Demirba
K NC BASKININ ÖNSÖZÜ
Ehl-i Sünnet itikadı, bize önce lâzım olan,
Edille-i erbaa’dır, Hakkı bâtıldan ayıran,
Bid'atleri din bilenin akıbeti gâyet vahîm.
Miftahımız olmalı Bismillâhir-Rahmânir-Rahîm.
«Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?» ve «Bilmediklerimizi âlimlerden sual edinîz» buyuran,
Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlâ'ya sevdi i ve be endi i ekilde hamd-ü sena olsun.
«Âlimler Peygamberlerin varisleridir.» buyuran geçmi ve gelecek bütün insanların her
bakımdan en yükse i, en güzeli, Rabbü'l-âleminin mahbubu Peygamberimiz Muhammed
Mustafa'ya, temiz Ehl-i Beytine, her biri hidâyet yıldızı olan Eshâb-ı kirâmına, onlara uymakla
onlardan sonraki üstünlük sırasına kavu an Tabiîne, Tebe-i Tâbiîne, müctehid din mâmlarına,
evliya-i kirâma ve kıyamete kadar onların izinden gidenlere salât’ü selâm ve en iyi dualar olsun.
Allahü teâlâ bizleri, mezhep mâmları ve mezhep içindeki müctehidler vâsıtasıyle Resulüne
(sallallahü aleyhi ve sellem) uyan Ehl-i sünnet itikadına sahip kullarından eylesin. Din adamı
kılı ına girip dinîmizi içten yıkmaya çalı an müctehid taslakları, vehhâbi me repli
mezhepsizlerin errinden muhafaza buyursun. Sevdiklerini dost, sevmediklerini dü man olarak
tanıtsın. Selefi me repli sapıklara aldanmaktan, bâtılı hak, yanlı ı do ru, mezhepsizli i mezhep
sanmaktan korusun! Âmin!
1978 de ilk baskısı yapılan “MEZHEPS ZLER”
kitabı tahmin edilenden daha fazla
okuyucuların ra betine mazhar oldu. Talepleri kar ılayabilmek için ikinci baskısını yapmak
mecburiyetinde kaldık. Bu kitabın ikinci defa basılmasını nasip eden Rabbimize sonsuz
ükürler olsun. Bu baskı yeniden gözden geçirildi, bazı hatâlar düzeltildi, lüzumlu yeni ilâveler
yapıldı. Bilhassa ikinci cildin ba ına konulan «MÜCADELEM Z N EHEMM YET ” isimli yazımız
kitabın özeti mahiyetinde oldu u için ilkönce okunmasını tavsiye ve rica ediyoruz. Böylece
mücadelemizin ehemmiyetini takdir edeceklerine inanıyoruz.
Okuyucularımızın Millî Fikir Mecmuasına abone olarak mezhepsizlerle alâkalı yazılarımızı
takip etmelerini ve Mecmuamızı ba kalarına da tavsiye ederek Ehl-i Sünnete hizmet etmelerini
emr-i maruf olarak duyurmayı vazife bildik.
Ya Rabbi, yüce Zâtının, kâmil sıfatlarının, Habibin Muhammed aleyhisselâmın, temiz Âlinin,
mübarek Eshâbının, Peygamberlerin varisi olan âlimlerin ve veli kulların muhabbetini
kalbimizde artır, sevgine kavu turacak i leri bizlere ihsan eyle! Ehl-i sünnet dü manı
vehhâbîlerden, bunların kamufle adı olan selefîlerden, dört hak mezhebi ortadan kaldırmaya
çalı an mezhepsizlerden, Eshâb-ı kirâma saldıran rafızîlerden muhafaza buyur! Hakkı hak, bâtılı
bâtıl olarak tanıt, sevdiklerine dost, sevmediklerine de dü man olmamızı nasip et! Âmin Ya
Rabbel âlemin!
10 A ustos 1979 16 Ramazan-ül-mübarek Mehmed Ali DEM RBA
D NDE REFORMCULAR
Gerek Hamidullah gerek Mevdûdî, gerekse son zamanlarda Mısır’da boy gösteren ve slâm âlimi
geçinen bazı muharrirler ekseriyetle eyh Muhammed Abduh ve Cemâleddin Efgânî mektebine ba lı,
pazarlıkçı, derinli ine idrak ve irfandan mahrum kimselerdir. Bunların eserleri ya hiç ele alınmaz, yahut
tam bir eriat ilmîne mâlik ve slâmî tenkid ölçüsüne sahip bir insan tarafından okunup hakikat
anla ılabilir. Yoksa bu eserlerden feyiz ummak, viraj dönmeyi bilmeyen bir oförün arabasına
binmekten farksızdır.
Artık bütün incelikleri anlamak ve kahramanlarımızı bu gözle seçmek devri gelmi tir. (Büyük
Do u’dan)
Necip Fazıl Kısakürek
D N TAHR PÇ LER
Günümüzde slâmiyet’in en büyük belâsı, onu dı ından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler
de il. içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranı ları ve bir nevi onarma
düzeltme ve yenileme sayanlar...
“Reformcular” ismi altında topladı ımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına
( bni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dola arak, nihâyet
Cemaleddin Efgani, Mısırlı eyh Abduh ve pe indekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayı veya
anlayı sızlık bataklı ına u ramı tır ki, slâmı, çökmek üzere olan bir binaya yapıldı ı gibi, dı ından
payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmi , böylece Rûhlarındaki gizli üpheyi ve slâma
güvensizlik duygusunu açı a vurmu tur.(Dinî tamir dâvasında Din Tahripçileri’nden)
Necip Fazıl Kısakürek
BN- TEYM YYE
Sekizinci Hicri Asrın kuru kafası, kendisinden bir kaç asır ilerideki vehhâbili e, ondan bir asır
sonrada Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemâleddin’e uzaktan ve yakından ana zemini kurmu
ve slâmı yıkılmak üzere bir bina farzedip onu dı ından payandalamak isteyen daha sonraki
REFORMCU’lara do rudan do ruya veya dolayısıyle dayanak olmu tur.
“- bn-i Teymiyye, dinî içinden zedeleyen kâfir...”
Bu özü ben söylemiyorum. ALTIN S LS LE’nin 33’üncü halkası,14’üncü Hicrî ve 20’nci Miladî
Asrın r ad Kutbu söylüyor.
Kocakarıların hayal aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah’ın esrar perdesindeki sonsuzluk
nakı ları ve tasavvufun sahtesiyle gerçe i arasında ayırt edici meleke i te bn-i Teymiyye’de mevcut
olmayan selim akıl ve mü’min kalpleri ı ıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o.... (Türkiye’nin
Manzarası’ndan)
Necip Fazıl Kısakürek
BN- TEM YYE
Do an Çilingir-( lâhiyatçı)
Hatip, vâiz ve ilmî çok bir fakîh idi. Çok kitap yazdı. iî’leri ve Yunan feylesofları reddetti. Ehl-i
sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. Allâme bn-i Hacerî Mekkî hazretleri,
buna “Allahü teâlânın, ilmîni sapıtmasına sebep etti i kimsedir.” buyurdu.
Sıfat-ı lâhiyye hakkında sorulan suale verdi i cevap Ehl-i Sünnet âlimlerini gücendirmi tir.
Allahü teâlâyı insan suret ve siretinde kabul etti i için Kahire kalesinin kuyusuna hapsedildi.
Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyüklü ünü anlıyamamı
ayrılmı tı. Nitekim Zehebî de aynı yola sapmı tı.
,tasavvufu inkar etmi
ve do ru yoldan
Ehl-i Sünnet âlimlerinden ayrıldı, slâm âlemine fitne ve fesat ate i saldı.
mâm-ı Suyûti, Kamu’ul Mu’ârid kitabında buyuruyor ki, “ bn-i Teymiyye kibirli idi, kendinî
be enir, herkesten üstün görünmek, kar ısındakini küçümsemek ve büyüklerle alay etmek
âdeti idi.”
Mason Abduh’un yeti tirmelerinden Camiülezher’in eski rektörü Mustafa Abdurrazik Pa a diyor ki:
“ bn-i Teymiyye fetva verirken, mezhebe uymaz, buldu u delil ile hareket ederdi. Tasavvuf
büyüklerinin ke fini inkâr ederdi.”
Yine Abdurrazik Pa a diyor ki, “Vehhâbilik, bir bakımdan bn-i Teymiyye’ye ba lı oldu u gibi,
son asrın müceddidi bildi imiz M. Abduh’daki dinde reform fikirleri de bir bakımdan bn-i
Teymiyye’ye ba lıdır.”
bn-i Teymiyye evliyanın büyüklerinden Sadreddinî Konevî hazretleri için diyor ki: “Muhyiddin-i
Arabi’nin arkada ı olan Sadreddin, Aklîyyat ile kelâm ilimlerinde üstadından daha ileride
olmakla beraber, ondan daha kâfir, daha az bilgili, daha az imanlıdır. Bunların mezhebi kâfirlik
oldu u için daha hünerli olanları,daha çok kâfir oluyorlar.”
bn-i Teymiyye müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olaca ını bilmedi i dü ünülemez. Fakat
eriatı kendi sapık görü üne uydurmaya kalktı ı ve aklı ermedi i hakikatleri inkar etti i için dalâletten
dalâlete sürüklenmi tir.
Kur’ân-ı kerîmi ve Hadîs-i erîfleri Ehl-i Sünnet âlimlerinin yanlı anladıklarını iddia edecek kadar
ileri gitmi ve Ashâb-ı kirâmın bile çok yerde yanıldıklarını söylemi tir. Allah’ın dinîni kendisinin
düzeltti ini, Kur’ân-ı Kerîmin mânasını sadece kendisinin anlamı oldu unu söylerdi.
Mü ebbihe denilen bid’at fırkası gibi konu ur, Allahü teâlâya madde ve cisim derdi. Yaratanı insan
eklinde sanıyordu. Bu bozuk inancına o kadar saplanmı tı ki am Camiînin minberinde “Cenâb-ı
Hak, gökten yere benim imdi indi im gibi iner.” diyerek minberden a a ı indi ini bn-i Battuta
haber veriyor.
Tatarhaniye fetva kitabında, Milel ve Nihal kitabında ve bütün Ehl-i Sünnet kitaplarında
mücesseme ve mü ebbihe fırkaları gibi dü ünen ve konu anların kâfir oldu u bildirilmi tir. bn-i
Teymiyye gibi Allahü teâlâ ar üzerinde oturur, iner, yürür gibi sözlerde bulunmak küfürdür.
Cehennem azabının kafirlere de sonsuz olmayaca ını söylerdi. Dört mezhebin sözbirli i ile
bildiklerine uymayan sözlerin küfür olaca ını kabul etmezdi.
El-Cebel camiînde Hazret-i Ömer Radıyallahü anh’ın çok hata yaptı ını söylemi tir. Hazret-i Ali
Radıyallahü anh’ın ise üçyüz defa yanıldı ını söylemi tir. Hadîs-i erîfte ise “Allahü teâlâ, do ru
sözü Ömer’in dili üzerine koymu tur ve Ömer hiç yanılmaz.” buyurulmu tur. bn-i Teymiyye ise
Hazret-i Ömer radıyallahü anh’ın yanıldı ını söylemekle Hadîs-i erîflere kar ı gelmektedir. Halbuki
böyle Hadîs-i erîfleri bilmeyecek kadar cahil de ildi, fakat bilgisinin çoklu u nisbetinde çok yanıldı.
mâm-ı Gazalî’nin kitablarında mevzu hadîslerin çok oldu unu iddia ederdi. bn-i Hacer-i Mekkî
hazretleri, El-a’lâm bi kavatı il slâm kitabında bni Sübkî gibi âlimlerin kitaplarından alarak buyuruyor ki
“ mâm-ı Gazalî’nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.” Zevacir S.37
bni Battuta, bni Hacer-i Mekkî, bni Sübkî ve Ebû Hayyan Zahirî Endülûsî gibi sözleri senet olan
derin âlimler, bn-i Teymiyeyi Rafîzi saymı lardır. Hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi bn_i Teymiyye’yi
övmemi tir. Talebeleri Zehebî ve bnülkayyim gibi aynı yolun yolcuları onu göklere yükseltmi tir.
Peygamber aleyhisselâmın anne ve babasına saldıran Aliyyül Kari ile Kur’ân-ı Kerîme mahluk diyen
mason Abduh gibi kimseler bn-i Teymiye’yi mâm bilmi ler, Ehl-i Sünnetten ayrılarak dalâlete
dü mü lerdir.
HAM DULLAH-BA DULLAH
Dalalet kumkuması
1- Her eyden evvel eserine “ slâm Peygamberi” adını koymakla bütün zaman ve mekânın ve
topyekün kainatın efendisine, tek Peygamberine âdeta mahdut bir saha, muayyen bir daire çizen, onu
birdenbire göze çarpmayacak ekilde dar bir tefrik ve tahsis çemberi içine alan ve böylece en azılı
slâm dü manlarından Hollandalı müste rik Doktor (Duzi) a zıyla konu an...
2- slâmın o da hatır için, orta seviyeyi hedef tutturucu bir din oldu unu kaydeden ve dolayısıyle
yüksek seviyeye mahsus olmadı ı hissini sinsice veren (s. 14)…
3- ç ve dı bütün ilimlerin sahibine, Suriye Hıristiyanlarından din bilgisi almı olmayı yakı tıran (s.
21)…
4- Nebili i, nebili in meydana geli ini basit dünya sâiklerine ve toprak üstü sebeplere ba lıyan (s.
25-29)…
5- Çölde sütkarde i küçük kızın omuzunu, hayat boyu iz kalacak ekilde ısırdı ını yazan (s. 40)…
6- Rahip Bahîra Vak’asında “istihfaf mevzuu 9 ya ında bir çocu un simasında” nebilik alameti
bulunamayaca ını ve buna inanmanın “safdillik” olaca ını öne süren (s. 46)…
7- “Çocuklu unda puta bir esmer koyun hediye etti ine” ait bir rivâyeti kaydedebilen (s. 47)…
8- Allah’ın sevgilisi ve insano lunun en güzelini düztaban diye vasfeden (s. 55)…
9- Vahy ânındaki esrarlı tecellileri “onların ifadesine göre” kaydiyle kendi kanaatinden uzakta tutan
ve bu uslûpla üpheli gösteren (s. 66)…
10- Bir tecellinin eytani mi melekî mi oldu unu tahkik mevzuunda “melekse çekilir gider,
eytansa kalır seyreder” gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dı ı
sahneler îma etmeye kadar varan (s. 69)…
11- Buda’yı Peygamber sayan (s. 69)…
12- lk müslümanları ahsî yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmi farzeden (s. 72)…
13- akk-ül Kamer vesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alan ve kendisini dı arıda bırakıcı
ekilde nakillere ba lıyan (s. 82)…
14- Bazı müminlere mucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir etti i gibi bir hükmü dile
getirebilen(s. 83)…
15- Miraç mu’cizesini sadece rûhi bir hal sayan ve rûhânî-cismânî, rûh ve madde bu miracı kabul
etmeyen(s. 92)…
16- Dünyamız küre eklinde oldu una ve bir tarafında ba a isabet eden gök, mukabil tarafında
aynı adamın aya ı istikametine dü tü üne göre Ar ’ı tepede aramanın imkânsız oldu unu söyleyecek
kadar ebleh ve iptidai bir mantık kullanan ve büyük münhanilerle büyük müstevilerin iç içe oldu una ve
birle ti ine dair yeni fizikten ve (Ayn tan) dan bile haberi bulunmıyan ve slâm da Allah’a mekân
tahsisi olmadı ını bilmemezlikten gelip Mirac’ı Allah’a mekân tayin etmi olmak gibi gösteren (s. 92)…
17- slâm’dan önce Kudüs’te mescid bulunmadı ını iddia edecek kadar cehâlete dü en, hattâ
Kur’ân-ı bile yalanlamaya kadar giden (s. 93)…
18- “Tedavi için sadece tükürü ü vardı...” lâfını edebilen (s.106)…
19- Eserini ba tan ba a kuru aklın en âdîsi ve bizzat akılla iflas ettirilmi i üzerine bina eden ve
onun önsözünde Fransızlardan gördü ü misafirperverli e muKâbele için yazdı ını, yani kiliseyi
memnun edebilmek çabasında bulundu unu itiraf eden…
Evet bütün bunları eyliyen, dinden imandan, aklın iç yüzünden, felsefeden, Do u ve Batı
Muhasebesinden ve her idrak fakültesinden yoksun bir bedbahtın slâm ,âlim ve mütefekkiri diye
piyasaya sürülmesinden ve bugünedek bir fikir ve itikat jandarması marifetiyle durdurulmu
olmasından büyük felaket dü ünülemez.
Ayrıca bu adamın bir zamanlar 6000 lira aylıkla Sıddık Sami Onar nam ki i tarafından Üniversite
(konferansiye) tayin edilmi , yani (Makaryos) dan beter bir ki i marifetiyle slâm hakikatlerini
göstermeye memur kılınmı olması, islâmiyeti göstermek de il, gömmekten ba ka bir ey olmayan
gayeyi açıkça belirtir.
Din simsarları bunları basa dursun...
N.F. Kısakürek
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)
M ’RAC VE HAM DULLAH
Mr.Prof.Hamidullah, A.Ü. slâmî limler fakültesinde M ’RAC ile ilgili bir seminer veriyor. Seminere
katılanlar arasında Dr. Zeki Çıkman isimli bilgili bir müslüman bulunmaktadır. Dr. Zeki Çıkman, din
gayretinin verdi i cesaretle Mösyö Hamidullah‘a bazı sorular tevcih ediyor. Konu ma münazara eklini
alıyor. 50 dakika süren münazara sonunda, Dr. Zeki Çıkman’ın aklî ve naklî delilleri kar ısında
ahitlerin huzurunda Mösyö Hamidullah “Ben böyle dü ünüyorum, kanaatim budur. Bu benim ahsi
anlayı ımdır.” demek mecburiyetinde kalıyor. Konu malar teyple tespit edilmi .
Yüksek slâm Enstitüsünün de erli hocalarından Ahmed Davuto lu kitaba takriz yazmı .
Davudo lu Hoca, takrizinde Prof. Hamidullah’ın paslı silsilenin (din tahripçilerin ) son halkalarından
biri oldu u, onun Peygamber aleyhisselâm hakkında yazdı ı kitaplarında Kur’ân-ı kerîmin Cebrâil
aleyhisselâm vasıtasıyle indirildi ine dair yani vahy mahsulü oldu una dair bir i aret bulunmadı ını
kaydettikten sonra, talebelik yaptı ı Mısır’da çok reformcu gördü ünü, bu bakımdan Mr. Hamidullaha
a madı ını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabul ederek Türkiye’de fesat tohumu ekmesine müsâade
edenlere a ıp kaldı ını zikretmektedir.
kinci takrizi yazan eski Erzurum müftüsü Osman Bekta Hoca ise kitabın müellifini takdir ve
tebrik ederek bu kıymetli eseri okuyuculara tavsiyede bulunuyor.
Kitabın önsözünde kati hüccetlere dayanılarak “Cumhur-i selef ile halefin itikadına göre M ’RAC’ın
Rûh ve ceset ile birlikte vâki oldu u, Mescid-i Harâmdan Mescid-i Aksaya seyahatın Kur’ân-ı Kerîmle
sâbit oldu undan, Mi’rac’ın bu kadarına inanmıyanın kâfir oldu u” isbat ediliyor.
Mu’cizelerin hiç birine inanmıyan Mr. Hamidullah’ın M ’RAC mevzuunda kıvırtarak nasıl inkar etti i
10 madde halinde sıralanarak gerekli cevaplar verilmi tir.
Kitabın tanzim sırasına göre, Mösyö Hamidullah’ın sakat görü leri ile buna verilen ilmî cevapların
kısa bir özetini a a ıya çıkararak okuyuculara sunuyoruz.
1- “ Uzaktaki Mescid-in Kudüs’te oldu u dü ünülemez. Zira Kur’ân-ı kerîm’in inzal edildi i
devirde Kudüs’te mescid yoktu” diyor Mösyö Hamidullah.
Buna Buhârî ile müslim’in müttefikan bildirdi i bir hadîs-i erîfle cevap veriliyor. Mescid-i Aksa’nın
Mescid-i Harâm’dan 40 yıl sonra yapıldı ı belgeleniyor.
Prof. Hamidullah, tenakuzlu iki ifade zırvalıyor: “Peygamberimiz M ’RAC’tan inerken yerdeki
Mescid-i Aksa’ya u ramı tır ve soranlara da burayı tarif etmi tir”.
Bu sözü nakzeden ifadesi:”Peygamberimiz demedi ki, orada öyle bir mescid var idi, öyle bir
ma’bed ve öyle bir binadır demedi.”
Bu sözlerinde Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i erîfte cevap veriliyor:
“Mescid-i Aksa’ya sefer etti imi söyledi imde, Kurey beni yalanlayınca Hicir’de ayakta durdum.
Müteakiben Allah bana ,Beyt-i Makdis’i ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da (denemek için ne
sordularsa) Mescid-i Aksa’ya bakarak onun ni anelerinden Kurey ’e haber vermeye ba ladım.”
Aynı husus, Sahih-i Müslim’deki ba ka bir hadîs-i erîfte perçinleniyor.
Sahih-i Buhârî’deki ba ka bir hadîs-i erîf naklediliyor:
“Kurey , Mescid-i Aksa’nın kaç kapısı var diye sormu lardı.Halbuki ben Kudüs Mescid-inin
kapısını saymamı tım. Fakat kar ımda mescid tecelli edince ona bakmaya ve kapıları birer birer
saymaya ba ladım.”
Buhârî ve Müslim’deki ba ka bir Hadîs-i erîften bahsedilerek Hazret-i Ebû Bekir’e SIDDÎK
denilmesinin hikmeti belirtiyor. Mü riklerin sorularına “O söylemi se do rudur.” sözü naklediliyor. Hz
Ebû Bekir’in daha önce Mescid-i Aksayı gidip gördü ünü, Peygamber aleyhisselâmın Mi’racı tekrar
anlatırken “do ru söylüyorsun ya Resûlallah” diye tasdik etti i, hadîs-i erîfte ispatlanıyor.
2- “ ki Mescid-i Aksa vardır: Biri yerde, di eri gökte. nerken yerdekine u ramı tır.
Soranlara da burayı tarif etmi tir. Gökteki bir Mescid-i Aksa’nın Mi’racın mahalli olmasını tercih
ederim.” diyor, Mösy Hamidullah.
Bu zırvaya da ba ta dört büyük mâm olmak üzere Cumhur-i selef ve halefin Mescid-i Aksa’dan
murat Kudüs’teki Mesciddir diye sözbirli inde bulundukları belgelere dayanarak cevaplandırılıyor.
Peygamber aleyhisselâm yıldızlara bakarak Kudüs ve Kâbe’nin yönünü kıble ciheti olarak tespit
etti ini söylüyor Mösyö Hamidullah.
Âyet-i kerîme ile sabit vahyi inkar sadedindeki bu ifade de “Medine’de iken bir ikindi namazında
kıble âyeti geliyor, tahiyyattan kalkıldıktan sonra namaz bozulmadan Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye do ru
dönülüyor” eklinde vesikalarla ispatlanıyor.
3- “Peygamberimiz ticaret maksadıyle, nübüvvetten önce Kudüs’ü iki defa görmü tür.
Kudüs’ü soranlara tarif etmi se bunun mu’cizelikle ne alakâsı vardır?” diyor Mösyö
Hamidullah.
Bu zırvaya da Sahih-i Buhârî’deki bir hadîs-i erîfte cevap veriliyor: “Kudüs’le benim aramdaki
mesafe ortadan kalktı ve ben Mescid-i Aksa’ya bakarak ne soruyorlarsa cevap veriyordum.”
Mösyö Hamidullah’a vesikalar sunuldu u halde yukarıdaki iddiasına ayak diremesinin üç tehlikeyi
ima etti i belirtiliyor:
a- Peygamber aleyhisselâm “aradaki mesafe ortadan kaldırıldı” demekle hâ â yalan söylemi
oluyor.
b- Buhârî ve Müslim’deki bu husustaki sahih hadîs-i erîfleri inkar etmi oluyor.
c- Yahut Peygamber aleyhisselâm daha önce gördü ü bu yeri hafızasında canlandırarak tarif etti
demek istiyor:
E er Hamidullah’ın dedi i gibi Peygamber aleyhisselâm Kudüs’ü görmü olsaydı, mü rikler bunu
bilecekleri için böyle bir sorunun sorulmasının yersiz ve gereksiz olaca ı belirtiliyor.
Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesini MU’C ZE olarak de il de basit bir seyahat hatırası olarak kabul
etmek Hamidullah gibi Mösyölere has bir inanı tır.
4- “Allah, zaman ve mekândan münezzeh oldu una göre onunla konu mak için bir yere
gitmeye lüzum var mı? Rûhunda bir binite ihtiyacı vardır.” diyor, Mösyö Hamidullah.
Cevap olarak, Peygamber aleyhisselâmı, slâmın kerih gördü ü madde aleminden alıp âyetlerini
göstermek ve kendisini alemlere ni an olarak temsil için daha temiz alemi-emirde “Kâbe –kavseyn” de
bizatihi görü tü.
Ehl-i sünnet, bizâtihi görmeyi öyle açıklar: “Mi’rac gecesinde, Peygamber aleyhisselâm Rabbini
dünyada görmedi âhirette gördü. Çünkü o serveri Kâinat, o gece zaman ve mekân çevresinden dı arı
çıktı. Ezelî ve ebedî bir an buldu. Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidi lerini ve
Cennete olu larını o gece gördü, o mekânda görmek dünyada görmek de ildir. Âhirette görmesi ile
görmektir. Ehl-i sünnet âlimleri dünyada görülmez buyuruldu.(Mektûbât-ı . Rabbânî C.1 M. 283)
Ehl-i sünnetin inancının bu ekilde olu u Cenâb-ı Hakkın zamandan ve mekândan münezzeh
olu una nakısa getirmiyor.
“Rûhun da bir binite ihtiyacı vardır.” saçmasına mâm-ı Rabbânî’den cevap veriliyor: “Alem-i emir
özelli ini ta ıyan rûhun madde aleminde seyahat etmesi için bir bine e ihtiyacı yoktur. Burak ve
Mi’rac, Peygamber Efendimizin mübarek bedenlerimi ta ımak için kullanılmı özel binitlerdir.
5-”Ben Kur’ân-ı inceledim ABD kelimesinin cesetle ilgili oldu una dair herhangi bir âyet
görmedim” diyor, Mösyö Hamidullah.
Cevap olarak, Abd, kelimesinin lügatte hür veya köle insan manasına geldi ini, Arapça da ise
cesetli insan için kullanıldı ı, cesedden âri rûh, can ve nefse Abd denilmedi i izah ediliyor. Ayrıca
Abd’nin rûhla cesede birlikte denildi ini birçok âyet-i kerîme, müfessirlerin beyanları ve muteber
kitaplardan deliller getirilerek isbat ediliyor.
6- “Benim Mi’rac anlayı ım bir geziden ziyade rûhen ve manen bir seyahattır. Bu seyahat
âyet bedenidir dersek, kar ımıza çıkacak bazı suallere cevap vermeliyiz.” diyor Mösyö
Hamidullah.
Bu herzelere aklî ve naklî sayısız delillerle cevap veriliyor. Aklî delillerden birkaçı: E er
Peygamber aleyhisselâm Mi’racı rûhen ve hal olarak yapmı oldu unu söyleseydi kimse itiraz edip de
soru sorma lüzumunu duymazdı. Bedenî gidi oldu unu anladıkları için,iki ayda gidip gelinecek yolu
bir anda gidip geldi ini söyledi i için ve Peygamber aleyhisselâmın daha önce Kudüs’ü görmedi ini
bildikleri için Mescid-i Aksa’yı tarif etmesini istiyorlar. Bu muazzam Mi’rac mucizesine inanmayıp irtidad
eden birçok insanlar çıktı.
Cenâb-ı Hakkın Resûl-i Ekremini Kudüs’e getirmeden semaya çıkarmamı olması da dünyevî
sened ile Mi’racın cismanî oldu unu göstermek için oldu u kaydediliyor.
Hazret-i Ömer Radıyallahü Anh, Kudüs’ü aldıktan sonra papazın gösterdi i ma’bedler arasında
Mescid-i Aksa’yı Peygamber aleyhisselâmın tarif etti i ekilde bizzat tanıdı ı ve te his etti i
belgeleniyor. Bu vakıanın üç eyi tespit etti i meydana çıkıyor:
1- Mi’rac hadîsesinde Mescid-i Aksa’nın tarif edilecek kadar mamur bir ma’bed oldu u.
2- Peygamber aleyhisselâmın tarif etti i Mescid-i Aksa’nın burası oldu u.
3- Mescid-i Aksa’nın göklerde de il, yeryüzünde ve Kudüs’te oldu u belirlenmi oluyor.
Mü riklerin de Mescid-i Aksa’yı bildikleri için Peygamber aleyhisselâmdan tarifini istiyorlar. Mevcut
olmayan bir Mescidin tarifini istemeleri elbette muhal olurdu.
Mi’racdan döndüklerinde henüz yataklarının so umamı olması, e er rüya olmu olsaydı yata ın
so umasından bahsetmenin yersiz olaca ı belirtiliyor.
akkulkamer mu’cizesini inkâr sadedinde Mösyö Hamidullah’ın bir herzesi daha naklediliyor:
Be er tarihinde Allahın seçilmi kullarına mu’cizelerin yakı tırıldı ı, tarihçilerin dedi ine göre
hem ehrilerinin alaylı sözleri kar ısında aya i aret edip ayın ikiye ayrıldı ı , ayın içinde eskiden beri bir
çe it gaz bulunabilece i, bu gazın patlaması ile meydana gelen zelzelede ayın ikiye ayrılmı
olabilece i, bu hadisenin ise Resûl-i Ekremin Peygamberli ini isbat etme ihtiyacını duydu u sırada
vuku buldu u Mösyö Hamidullahca ifade edilmektedir. Hamidullah’ın bu saçmasına da gâyet
enteresan ve ilmî cevaplar verilmektedir.
Burak isimli bine in bedeni ta ımak için oldu u, rûhun bine e ihtiyacı bulunmadı ı bildiriliyor.
Naklî delillere gelince; ba ta dört Hak Mezhebin mâmları olmak üzere Hadîs, Fıkıh, Kelâm
âlimlerinin cumhuruna göre srâ ile Mi’racın bir gecede, rüyada de il, uyanık halde, rûh ve cisimle
birlikte vuku buldu u belgelerle ispat ediliyor.
7- “Miracın iki oldu una dair icma yoktur.” diyor Mösyö Hamidullah.
Nübüvvetten önce de ba ka bir Miracın vuku buldu u belgeleniyor.
Mösyö Hamidullah, Peygamber aleyhisselâmın mübarek gö üslerinin yarılması hadisesine
“asrımızda bunun halli mümkün de ildir.” diyerek inkâr etti i ve M ’RAC hakkında bir CMA’yı kabul
etmedi i belirtiliyor. Bunlara gâyet ilmî ve muknî cevaplar veriliyor.
MEVDÛDÎ
Sapıklık misallerini bir laboratuar katiyetiyle göz önüne serdi imiz Hamidullah isimli “Baidullah”
denilmeyi lâyık mütefekkir tasla ından sonra, ondan biraz daha hafif fakat dalalette yine çok a ır
Mevdûdî geliyor.
“ slâm da hya Hareketleri” adlı eserinde bu adam dar ve kuru aklı biricik metot
olarak kullanıyor, bu metodun ba temsilcisi bni Teymiyye’yi göklere çıkarıyor, mâm-ı Rabbânî
Hazretleri gibi beyninin her zerresi güne bir iç ve dı kahramanını yalnız dı cephesiyle ele alıp içini
görmemezlikten geliyor. mâmı Gazâlî Hazretlerinin güya “müceddid-yenileyici” tanıdıktan sonra onda
bir takım zaaflar buluyor ve bu zaafları üç noktada topluyor. Hadis ilmînde eksikli i (rasyonel-aklî) ilim
tesirinde kalı ı ve tasavvufa kapılı ı... Böylece tasavvufu, yani Kâinatın Efendisi’nin bâtın nurunu inkar
etmi ve hakikatte kendi metodu olan kara aklı mâm-ı Gazalî’ye mal etmek ve yermekle tezatların en
gülüncüne dü mü bulunuyor.”Hadis’te zaif” demesi de akılla aklı yenen büyük kahramanın iç kanal
mevzuunda gösterdi i hadislere muhalefetinden do uyor. (S: 64, 65, 67, 70-77). Tasavvufu
karikatürlerinden ayıramıyarak tam inkâr ve kendisini zımmen mehdi kabul edi i de eserinin sonunda.
(S:123, 124, 125, 126, 127, 128).
Bende el yazısı mevcut bir ehâdete göre de, bizzat bu ahidin “mezhebiniz nedir?” sualine
“mezhebim yok!” cevabını veren sapık...
N. F. KISAKÜREK
(Türkiye’nin Manzarası’ndan)
MEZHEPS Z MEVDÛDÎ
Bundan evvelki sayılarımızda içtihadın kesildi ine dair icma bulundu unu, slâm âlimlerinin kat’i
hüccetlerine istinaden isbat etmi tik. Yusuf Nebhanî hazretleri gibi ehl-i sünnet âlimlerinin
“Müctehidlik iddia eden kimselerin ya akıllarında veya dinlerinde noksanlık bulundu unu,
bunu Vehhâbiler ile cahil bid’atçıların iddia etti ini” nakletmi tik.
Mevdûdî’nin elimizdeki mevcut kitapları mutlak müçtehid edasıyla yazılmı tır. Âyet-i Kerimelere
kafadan mânalar verili i, salâhiyetli hiçbir müfessirden delil getirmeyi i, dört hak mezhepten birine
göre yazılmayı ı Mevdûdî’nin MEZHEPS Z olu unu gösteren apacık ve kat’i delillerdir.
imdi Mevdûdî’nin H LAFET VE SALTANAT isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz
atalım:
1- Kitabın çe itli yerlerinde “ slâm nazariyesi” tabirini kullanmaktadır. Halbuki slâmda nazariye
yok, edillei er’iyye vardır.
2- Bir slâm memleketinde, müslüman olmayanların iman edenlere verilmi bulunan bütün
medenî haklardan aynı ekilde istifade imkânına sahip bulundu unu iddia etmekte S.58.
Halbuki bir gayri müslim, müslüman bir kadınla evlenemedi i gibi seçme ve seçilme hakkına da
sahip olamaz. Mevdûdî’nin savundu u demokratik rejimlerdedir.
3- “Benim nazarımda bütün insanlar e ittir.” Demekte ve “Bizden olsun olmasın” diye de
bir ilâve yapmakta. S.68
Halbuki insanlar ancak insan olarak e ittir. Fakat bir müslümanla bir kâfir e it de ildir.
Müslümana namaz kılması icbar edildi i halde kâfire icbar edilemez.
4- “Ancak mü’minler karde tir.” Âyet-i kerimesine istinaden bütün vatanda ların e it oldu u
hükmünü çıkarmakta S. 69-70.
5- S. 89’da Kâinatın Efendisinin kendisinden sonra bir ahsın yerine geçmesi hususunda i aret
buyurmadı ını iddia ederken hemen S. 90’da Hazret-i Ömer ile Hazreti Ebu Bekir’i hilafete tensip
buyurdu unu söylemektedir.
6- Eshâb-ı Kirâm’dan Sa’ad bin Ubade Radiyallahü Anh’a, farklı ictihadını kabilecilik taassubu
olarak vasıflandırmaktadır. S. 112.
Halbuki dört halifenin sünneti, Resulullahın sünneti oldu u hadis-i erifle sabitken son iki
halifenin nümune te kil etmedi i intibaını çıkarmak suretiyle mezkûr Hadis-i erifi tekzip etmektedir.
8- Hazret-i Osman Radiyallahü Anh’ın Hülefa-i Ra idinin tesis etti i hükûmet nizamının
aydınlattı ı me aleyi de söndürdü ünü iddia ederek köpek dilini göstermektedir. S. 117.
9- Hulefa-i Ra idinin do ru yolu gösterdiklerini fakat gitmedikleri intibaını vermek için, “Bu
zevat-i kirama hülefa-i ra ide-do ru yolda giden halifeler- demekten ziyade, Hülefa-i Mür ideDo ru yolu gösteren halifeler- demenin daha do ru oldu unu söyleyebiliriz.” diyebilmektedir.
S. 122.
10- Dinî mevzularda ince de il, çok ince dü ünmenin gerekti ine ehemmiyet vermiyerek “Her
eyin üzerinde bu kadar ince dü ünürsek o takdirde slâm tarihinin %90’nını bir tarafa
bırakmamız icap eder.” demektedir. S.129.
Halbuki yanlı bir hâdise anlatmamak için tarihin %100’ünü bıraksak dinimizde noksanlık mı
meydana gelir?
11- Benî Ümeyye, yani Hazret-i Osman sülâlesinin memleket idaresinde söz sahibi olmasının
kabiliyet ve i birlikte izahının mümkün olamıyaca ını, yani iltimasla getirildi ini iddia etmektedir. S.
130.
12- Hazret-i Osman’ın slâmın ne oldu unu hâ â bilmedi ini isbat için “ slâm sadece memleket
fethetmenin i i demek de ildir.” diyebilmekte S. 133.
13- Eshâb-ı Kirâmdan baba ile o ulun Medine’ye getirili ine kızarak getirilmesini isteyen
Resûlullah’a di biliyor veya Hazret-i Osman’ın yalan söyledi i intibaını vermek için “Hazreti Osman
öyle bir mesele ortaya attı: Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) “bir müddet sonra onların
Medine’ye dönmelerine izin verece im” dedi ini duymu tum.” eklinde rivayet edebilmekte S.
134.
Hadis-i erife istinaden getirdi demiyor da öyle bir mesele ortaya attı, demekle Hazreti Osman’ı
töhmet altında bırakmak istiyor mezhepsiz.
14- bn-i Teymiyye’den bile nakiller yapmakta S. 135.
15- “Hazreti Osman’ın siyaseti hatalı idi.” demekte S. 141
16- Hazret-i Ali, Hazret-i Osman’ın temiz oldu unu isbatladı, demiyor da, “Hazreti Osman’ı
temize çıkardı,” demek suretiyle hem Hazret-i Osman’ın suçlu oldu u, hem de Hazret-i Ali’nin bir
nevi iltimas etti i intibaını vermeye çalı ıyor. S. 146.
17- S. 148’de “Hadiseler büyüyünce Hazret-i Osman bile hadiselerin bu ekilde
geli ece ini hesaplıyamamı tı.” Demek suretiyle güya Hazret-i Osman’ın ferasetsizli ini ortaya
koymaya çalı maktadır. Hadiselerin o
ekilde tecelli etmesi takdir-i ilâhidir. Peygamber
aleyhisselâmın Taif’te mübarek ayaklarının kan içinde kalmasını hesaplıyamamı mıydı? Mezhepsiz
aklının ermedi i i lere karı masan olmaz mı?
18- slâmın emretti i seçim eklinin modern olmadı ını veya modern seçim sisteminin islâmın
koydu u seçim sisteminden üstün oldu unu, dolayısıyle Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldı ını belirtmek
için “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmı olsaydı Hazreti Ali kazanacaktı.” demekte
S. 151
19- Hazret-i Sa’ad bni Ubade gibi biat etmeyen bazı eshâb-ı kirâm için “Onlar islâm nizamını
iyi dü ünselerdi, biat etmelerinin zaruri oldu unu anlamı olacaklardı.” demek suretiyle (S.
152) farklı içtihadlardan dolayı bazı Eshâb-ı kiramı islâmı iyi iyi dü ünmemek gibi bir ithamda
bulunmaktadır. S. 153’de ise “Yeni halifeye bu zevat inanmıyorlar, veya inanmak istemiyorlardı,
yahutta böyle hareket etmekle hususi bir maksatları vardı.” diyor. A zını topla Mevdûdî!
20- Mezhepsiz herif farklı içtihadlarından dolayı Eshâb-ı kirâma bakın nasıl yükleniyor: “Biat
etmeyenlerin hareket tarzı, ümmeti hilâfet nizamından ziyade padi ahlık tarafına yöneltmekten
ba ka bir mânâ ifade etmez.” diyor. S. 153
21- S. 160’da artlı biatın caiz olmadı ını beyan ettikten sonra S. 162’de A ere-i mübe ere’den
iki sahabinin artlı biat istediklerini söyleyerek cennetle müjdelenen iki sahabiye noksanlık
yüklemeye çalı ıyor mezhepsiz.
22- S. 164’te “Neticede Talha, Zübeyir ve di er kan davâsı pe inde ko anlar.” diyor da er’i
kısasın yapılmasını isteyenler demiyor. A ere-i mübe ereden bu iki zata “kan davâsı pe inde
ko anlar” eklinde suçlamaya çalı ıyor alçak herif.
23- S. 167’de Hazret-i Ali’nin kar ı taraftakilerin ehitlerine de hürmet gösterdi ini ve mallarını
da ganimet saymadı ını rivayet etti i halde mezhepsizli inden dolayı kar ı tarafa hücum etmekten
kendini alamıyor.
24- Hazret-i Muaviye’ye uzatılan dile bakın: S. 169’da “Muaviye Hazret-i Osman’ın kanını
istemek hususunda gayrî kanunî yolda yürüyordu.” diyor. S. 171’de ise “Muaviye Osman’ın
katillerinden kan istemiyordu. O zamanın halifesinden kan istiyordu.” diyor mezhepsiz herif.
25- Bir kısım sahabenin Hazret-i Osman’ın kaatilinin Hazret-i Ali’nin oldu unu söylemesi için 5
tane yalancı ahit bulundu unu iddia ederek Eshâb-ı kirâma iftiralar etmektedir. S.173-174
26- Hakem olayında hilafet hususunda haklıyı haksızı tesbit etmek hakemlerin selâhiyetinde
olmadı ını, hakemlerin yaptı ı i in tamamiyle yolsuz ve yersiz oldu unu beyan etmek suretiyle ba ta
Hazret-i Ali olmak üzere her iki hakemi ve bu hakemli e rıza gösteren bütün Eshâb-ı kirâmı yolsuz
ve yersiz i yapmakla suçluyor mezhepsiz Mevdûdî. S. 182-183-187
27- Hazret-i Ali’nin, Hazret-i Osman’ın katline i tirak eden iki sahabiyi vali yaptı ını iddia ederek
“ te Hazreti Ali’nin tek hâtalı meselesi budur.” Diyerek Hazret-i Ali’ye de hâta isnad ediyor, fakat
içtihadı böyle oldu diyemiyor alçak herif.
28- Hazret-i Ebubekir’in Hazret-i Ömer’i yerine hilafete seçti i gibi Hazret-i Muaviye’nin de
o lunu hilafete seçmesini yanlı , hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshâb-ı kirâmın
bu i i aynen kabul etmesini hazmedemedi i için onlara yükleniyor alçak herif. S. 197
29- Hazret-i Muaviye hakkında a zına geleni söylüyor, bir defacık olsun hazreti kelimesini bile
uygun bulmadı ı halde yaptı ı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: “Muaviye
iyilikleri öyle dursun sahabî olması hasebiyle kendisi hürmete ayan bir zattır. Onun
hakkında her kim ileri geri konu ur, ona taan etmeye kalkarsa, deriz ki o haddini bilmeyen bir
kimsedir.” diyor. S. 204
Mezhepsizin samimiyetsiz oldu unu isbat için bu cümleler yetmez mi?
30- Hazret-i Muaviye için “Politik gayeler u runa eriat hükümlerini tahrif etti.” gibi büyük bir
iftirada bulunmaktadır. S. 235.
31- Mezhepsiz kadınların ba ını kendi tutmu gibi öyle bir rivayet naklediyor: “Bu hâdise
esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından ba ka kimselerden gebe kaldı.” S. 247
Böyle bir rivayeti nakletmekle hem Eshâb-ı kirâmı ve hem de onların çocuklarını ırz dü manı
olarak vasıflandırmı oluyor. Sonra bu bin kadının kendi kocaları tarafından gebe kalmadı ını acaba
Mevdûdî nasıl tesbit etmi ki?
32- irkten ba ka günahların affedilebilece i itikadının Mürcienin itikadı oldu u zikredilerek
tenkid edilmektedir. S. 326
33- mâm-ı A’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yadetti ini zikretmekte, fakat
kendisi mezhepsiz oldu u için Hazret-i Muaviye’ye hazreti kelimesini bile çok görmektedir. S. 326
34- Ehl-i sünnet âlimlerinin cumhuriyet esaslarının korunması artıyla birlik için çalı tıklarını
kaydetmektedir. S.326
35- stisnasız bütün Eshâb-ı kirâmın adil oldu unu, hepsinin itimada ayan bulundu unu, aksi
dü ünülecek olursa dinin bazı esaslarının kendili inden aibeli duruma dü ece ini kaydettikten
sonra sahabelerin hiçbir hatalı i leri yoktur demek istemedi ini de belirtiyor. S.435
36- Sahabiler için “Bilerek hatâ yapmaz” diyor ve içtihadî hataları olabilir demiyor mezhepsiz.
S. 436
37- “Es-sahabetü küllühüm adül”, mevhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varid
oldu unu kaydetti i halde, yine de çoklarının âdil i yapmadı ını, eriatı tahrif etti ini yazıyor. S.437
38- Kitabında gözden kaçmı hâtaların bulunabilece ini, okuyucular bunları bildirirse
düzeltece ini beyan etmektedir. S. 439
Bre sapık, yazdıklarının neresi do ru ki?
39- S. 441’de bir hata i lemekle bir kimsenin rütbe ve derecesinin yüksekli ine noksanlık
gelemiyece ini belirterek “Ben Eshâb-ı kirâma dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez”
demek istiyor.
Müctehidlerin içtihadlarında noksanlık bulunursa bu hataları derecelerine bir noksanlı getirmez
tabii. Hepsi de müçtehid olan Eshâb-ı kirâmın içtihadlarının mutlaka hata oldu u bilinemedi i için
mutlaka hatadır denemez ve günah i lemeyen mahfuz veliler de bulunabilece i için herkese hata
i ler gözüyle bakılmaz.
40- S. 443’de “Benim dü üncem öyledir” diyerek kendisinin de slâm âlimleri arasında yeri
oldu unu sanmaktadır.
41- “Eshâbım hakkında konu ulurken dilinizi tutunuz.” Hadis-i erîfine ehemmiyet
vermeden Sahabe-i kirâma kusur yüklemeye, hata bulmaya çalı maktadır. S. 444
42- slâmda fâsı ın ehadeti kabul edilmedi i halde iftiralarına rafizilerden, iilerden delil
getirmektedir. S. 445
ntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdi i bni Ebil Hadid’in ii oldu unu kendisi de itiraf
etmektedir. S. 445
43- Rafîzi bni Kuteybeyi mehaz olarak göstermekte ve bni Kuteybenin ii oldu unu söylemek
hatadır demektedir. S. 446
44- bni Kuteybenin iî oldu u bir tarafa Hazret-i Ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle
itham edildi ini belirtiyor. S. 447
Sanki Hazret-i Ali dü manı olunca sözü senetmi gibi yukarıdaki ifadeyi yazıyor.
45- El Mesudi’nin rafîzi oldu u açıkken “Ba ka mehazların tasdik etmedi i rivayetlerini
almadım” diyerek zımnen Mesudi’nin ehl-i sünnet olmadı ını belirtiyor. S. 448
S. 452’de ise “ bni Kuteybe ve öteki tarihçilerin eserlerinde rastlanan bozukluklara bni
Cerir’de tesadüf edilmez” demektedir.
Bu ifadesi do rudur, çünkü Sünnî bnî Cerir senettir. Fakat rafîzi olan bni Cerir ise iîdir.
Mevdûdî’ye mehaz ve senet olacak kadar sinsi bir Eshâb-ı kirâm dü manıdır. Mevdûdî gibi Eshâb-ı
kirâmı över över sonra da uraları hatalıdır der.
46- Ehl-i sünnetin kâfir dedi i bni Teymiyye’yi MAM diye övmektedir. S. 452
47- Hem tarihi delil olarak göstermekte ve delillerini hep tarihten vermekte, hem de “Hadis
imamlarının a ır tenkidlerine u ramı bulunan ravilerini tarih yine de kabul etmektedir.”
demek suretiyle kendi kendini çürütmektedir. S. 460
48- S. 462’deki mantı a bakalım: Bizim tarih yazma i imize Abbasiler devrinde ba landı ı,
bunların Emevî dü manı oldu u, bu bakımdan bir takım vukuatı gizlemi ve saklamı oldukları
ihtimali üzerinde durarak, Emevilerin iftihar vesilesi olacak i lerinden de bahsettikleri için bu
tarihçilerin do ru olabilece i hükmünü çıkarıyor. S. 462
Be aptal Mevdûdî , iyi taraflarını yazmasa iftiralarını nasıl kabul ettirecek? Tıpkı sen de onlar gibi
Eshâb-ı kirâmı övüyorsun sonra da iftiralarını sıralıyorsun.
49- bni arabi’nin, bni Teymiyye’nin ve ah Abdülaziz’in iîleri reddiye hakkında yazdıkları
kitaplardan rivayetler almadı ını, bunların mehaz olamıyaca ını beyan etmektedir. S. 463-464
Yazarı ehl-i sünnet olduktan sonra iîli e reddiye olarak yazılan kitaplar niçin mehaz olarak
kabul edilmesin?
50- Kendi fikirlerini yazıyor sonra da “kendi içtihad-î fikrimi ortaya koysaydım...” diyor. S.
463
51- Hazret-i Osman’ın hareketlerinin yanlı bir niyet de il, yanlı bir dü ünce oldu unu beyan
etmekte, bu yanlı dü ünce isnadına da içtihadî bir hata demekte. S.465
52- Hazreti Osman’ın ferasetinin noksan oldu unu teyit için “Herhangi cahil bir insan bile
vukuu muhtemel zararları tahmin edilebilir, iyi veya kötü bunlara kar ı gerekli tedbirleri almayı
ihmal etmezdi.” demek suretiyle Hazret-i Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadı ını söylüyor.
S. 467
53- Hazret-i Osman’ın Hazret-i Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktı ı için siyaset ve
tedbirinin hatalı oldu unu beyan ederek, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip de i tirmenin
münasip olaca ını söylüyor. S. 472
54- Hazret-i Osman’ın akrabalarına kar ı olan sevgisini zaaf olarak vasıflandırıyor. S. 476
55- Hazret-i Osman’ın yalan söyledi ini zımnen belirtmek için, bazı vâlileri de i tirece ine dair
halka söz verdi i halde yine yerlerinde bıraktı ına dair bir rivayeti nakledebilmektedir. S. 483
56- A ere-i mübe ereden Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in kısas hakkındaki içtihadlarının
hatalı ve yanlı oldu unu iddia etmekte. S. 492
57- Hazret-i Âi e validemizle birlikte Hazret-i Talha ile Hazret-i Zübeyir’in içtihadları için nadim
olduklarını yazabilmekte. S. 493
Halbuki hiçbir müctehid içtihadı için nadim olmaz. Çünkü içtihad etmek günah de il de ondan.
Asıl günah olan içtihad etmemektir. Mübareklerin nedameti içtihadları için de il, bni Sebe’nin hilesi
sebebiyle müslüman kanı döküldü ü içindi.
58- Ehl-i sünnetin Hazret-i Muaviye’ye FÂSIK demedi ini belirttikten sonra BAG olup olmadı ı
hususunda ihtilaf bulundu unu kaydederek bagi diyenlerin daha do ru oldu unu yazmaktadır. S.
493
Alçakça bir mantıksızlık. Fâsık olmayan kimseye bagi nasıl denir? Bagilik me ru ise tabii ki
denir. Yok bagilik me ru de il, yani bagi olmakta bir günah var ise, bu günah açıktan i lendi i için,
i leyene FÂSIK denir. Harbde hile caiz oldu undan hile yapana hileci denemez. syan eden kimseye
fâsık denmedi ine göre, o kimsenin isyanının, bagili inin me ru oldu unu gösterir. Me ru olmasaydı
fâsık denirdi. Mezhepsiz Mevdûdî hem fâsık de il diyor, hem de bagi diyor.
59- Hazret-i Muaviye’nin fâsık olmadı ını ve müçtehid oldu unu beyan etti i halde kesilecek
mütecaviz dilinden bir defacık olsun hazreti kelimesi çıkmadı ı gibi haraketlerine hata dedi ini, içtihat
hatası diyemiyece ini belirtiyor. S. 496
60- Hazret-i Muaviye için söyledi ini Hazret-i Amr ibni As için de söylememekte “bu zatın
yaptı ı i , düpedüz hata idi, haksızlıktı. Buna içtihadî hata denmez.” diyerek zehirini
kusmaktadır. S. 498
61- S. 500’de “ imdi yalnız biz de il, fakat hangi insaflı ve âdil bu i in adına ÇT HAD
diyebilir?” eklinde konu arak içtihad diyenlerin insaf ve âdil olmadıklarını, dolayısıyle bütün ehl-i
sünneti insafsız ve adâletsiz olarak vasıflandırmaktadır. Ba ta Hazret-i Ali olmak üzere ehl-i sünnet
ulemasının bu hadiselerin içtihada taalluk etti ine dair olan içtihadlarını Milli Fikir’in 12. sayısında da
vesikalara dayanarak isbatlamı tık.
62- stidlal etti im hususlarda bir hata varsa birlikte düzeltelim diyerek kendisinin istidlâl etme
yetkisinin bulundu unu, yani müçtehid oldu unu beyan etmektedir. S. 504. Daha önce de içtihad-i
fikrim diyordu. S. 463
63- Bir sahabenin Mekke’nin fethinde Hazret-i Osman’ın iltiması ile vazgeçildi ini yazmakta. S.
506
ltimas, bir haksızlı ı me ru kılmaz için yapılan harekettir. Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle
hem Hazret-i Osman apacık ekilde suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul edip tatbik eden Resûlullah
Efendimiz suçlanmı oluyor. E er Hazret-i Osman’ın o hareketi iltimas olsaydı, Resûlullah onu kabul
eder miydi?
“ slamda hya Hareketleri” isimli kitabında ise ehl-i sünnet âlimlerinin kâfir, sapık, bid’atçi
dedi i bni Teymiyye’yi a ırı ekilde övmekte, ona “ MAM” ünvanını vermekte, ehl-i sünnetin göz
bebeklerinden biri olan mâm-ı Gazâli hazretleri gibi bir âlime mezhepsiz kafasıyle zaaf ve
noksanlıklar bulmakta, tasavvufa giri ini- yani evliya olu unu- noksanlık olarak kabul etmektedir.
mâm-ı Rabbânî hazretleri gibi tasavvufdaki derinli i nisbetinde yükselen büyük slâm âlimlerini
yalnız dı cephesiyle ele alıyor, tek cümleyle tasavvufun peygamber aleyhisselâmın bâtın nuru
oldu unu bilemedi inden inkâr ediyor. slâmı mâm-ı Gazâli’nin bıraktı ı yerden alıp ileriye
götürdü ünü savunmak gibi gülünç iddialarda bulunmaktadır.
SEYY T KUTUP MEZHEPS Z M ?
Bu kitapta Seyyid Kutub’un masonlara nasıl ma alık yaptı ını, ba ta Eshâb-ı kirâm olmak üzere
ehl-i sünnet büyüklerine nasıl dil uzattı ını, Kur’ân-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir etti ini,
bni Teymiyyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist oldu unu bir lâboratuar kat’iyetiyle isbat
ediyoruz. Seyyid Kutub’un kitapları, mezhepsiz Mevdûdî'nin kitapları gibi Türkçeye tercüme edilirken
galiz hataların çıkarıldı ına ahit olduk.
Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulundu unu okuyuculara isbat için Türkçe tercümelerini
sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din dü manlı ı yaptı ını göstermek istiyoruz.
Bekir Sadak isimli birisi tarafından tercüme edilerek C HAN SULHU VE SLÂM ismi verilen
kitâba bir bakalım. Seyyid Kutub, di er mezhepsizler gibi bütün kitâplarını nakil esası üzerine de il,
mutlak müctehid usûlü ile Kur’ân-ı kerîm’den ve hadîs-i eriflerden kendi kafasına göre manalar
çıkarıp yeni din kaideleri koymaktadır. Evet Cihan Sulhu ve slâm isimli kitâba göz atıyoruz:
“Devletçili e delince, bu sahada yapılan çalı malar henüz pek azdır, cılızdır. Ve slâm’ın
bu tarafı gere i kadar açıklanmamı tır.” C. SULHU S. 13
Bu cümle ile slâm’a ve slâm âlimlerine iftira edilmi tir. Bugüne kadar hiçbir slâm âlimi
devletçili i gere i gibi açıklamamı da Seyyid Kutub açıklıyormu sanki Allahü teâlâ bugüne kadar
devletçili i açıklayan ve bu sahada çalı ma yapan âlim ve halife yaratmamı . Ba ta dört halife olmak
üzere, Emevî, Abbasî ve Osmanlı Halifeleri dinimizi bin küsur yıl idare etmi ,mezheb imamları ve
di er slâm âlimleri vasıtası ile dinimiz açıklanmı , kanunlar, fetvalar hazırlanmı tır. Geçen asır
yapılan MECELLE ise o kanunların, toplanmı
eklidir. Bir akâid kâidesidir ki, slâm âlimlerini
küçümsemek, kötülemek küfürdür. slâm kâmil bir nizamdır, asr-ı saadetten beri tatbik edilegelmi tir.
Çalı ma yapılmamı , açıklanma yapılmamı demek, slâm kâmil olarak hayat sürmemi , kâmil
âlimler gelmemi demektir.
Seyyid Kutup, sosyalist hümanistli ine dayanarak diyor ki:
“ slâmiyet di er dinlere nefret manasını ta ıyan dinî taassubu asla kabul etmez.”
C.SULHU S. 22
slâm’dan ba ka olan hıristiyanlık ve yahudilik gibi din mensubu kâfirleri sevmemek, taassup
olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah dü manlarını dü man bilmek her
müslümana farzdır.
Evet Hümanist ve sosyalist yazar Seyyid Kutup diyor ki:
“ slâm, bütün insanlı ı birbiriyle yardımla an bir tek birlik sayar. Hattâ slâm’a göre
bütün insanlar yek di erine yakın ba larla ba lı olan bir ailedir. Allah’ın adâletinden eksiksiz
faydalanma babında, ırk, renk ve din ayırımı yapmadan bütün be eriyete mutlak adâleti
vâdeder.” C.Sulhu S.23
slâm’a göre kâfir müslüman bir âileymi Bugüne kadar hangi slâm âlimi böyle bir ifadede
bulunmu tur? nsanların karde oldu unu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz
“Ancak müslümanların karde ” oldu unu bildirmi tir. Evet dinimizde ırk ve renk ayırımı yapılmaz
ama, D N ayırımı yapılır. Müslümana, Zimmîye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik.
Müslümandan ö ür ve zekât alındı ı halde kâfir olan Zimmîden zekât de il, harac ve Cizye alınır.
Müslüman zekât vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. slâm âlimlerinin bu
hükümleri mevcutken Seyyid Kutub hiç birisine iltifat etmeyerek kendi ba ına din kaideleri
koymaktadır.
Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Allah’ın dinini yaymak için, malları ile canlarını fedâ ederek din dü manları ile cihad
edenler, evlerinde ibâdet edenlerden daha üstündür.” Nisâ Suresi 95. Âyet-i kerime.
Allahü teâlâ böyle buyururken Mısırlı sosyalist de öyle zırvalıyor:
“ slâm hiçbir zaman harbden gayesi zorla müslümanlı ı insanlara kabul ettirmek
de ildir.” C. SULHU S. 32
Seyyid Kutub bu fikirlere delil olarak hangi slâm âlimini gösterecek diye bir sual sormayın. Delil
olarak Sir T. D. Arnold isimli bir ecnebinin kitabından pasajlar veriyor. Bakınız: C. Sulhu S. 32
Seyyid Kutub (Fizılâl) kitâbında ise mezkûr âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, cihadın Allah
nizamını be eri hayata hâkim kılmak için yapılmasının gerekti ini yazmak mecburiyetinde kalmı ,
böylece riyakârlı ı meydana çıkmı tır. (Fizılâl) de de “ slâm kendisine inanmıyanları zorla davet
etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için sava yapılmasını söylüyor. Az sonra da sava la, zorla
dine davet olmaz diyor.
Yine Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Hak din olan slâm’ı kabul etmeyen kâfirlerle cizye vermeyi kabul edinceye kadar veya
Hak dini kabul edinceye kadar onlarla harb edin.” Tevbe Suresi, âyet-i kerime 29
Dinimiz kâfirleri müslüman yapmak için cihadı emretti i için, Eshâb-ı kirâm yer yüzüne da ılıp
ölünceye kadar cihad ettiler. stanbul’u fethetmek için kaç kere sefer yapılmı tır. Seyyid Kutub’a göre
ise bütün insanlar birbirleriyle karde tir, nasıl olur da zorla harb edilir? Kâfirleri müslüman yapmak
için yapılan cihad barbarlıktır.
Seyyid Kutub, Nisâ Suresi’nin yüzüncü âyet-i kerimesini ehl-i sünnet âlimleri gibi tefsir ederek
diyor ki:
“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde geni lik ve bereket bulur, yolda ölürse
Cenâb-ı Hak bol bol mükâfat verir.”
Bu ifade muteber tefsirlere uygundur. Kâfir memleketlerinde kalan müslümanların slâm
memleketine hicret etmelerinin vacip oldu u açıklanmaktadır. Cihad, müslüman devletin, ordusu ile o
günkü en yeni silâhlarla kâfirlerle sava ması demektir. Bir hizbin, bir derne in, bir partinin veya
masonların kontrolü altında çalı an HVAN-I MÜSL M N isimli fitne ebekesinin hükûmet
kuvvetlerine kar ı ayaklanması ihtilâl düzenlemesi de ildir. Seyyid Kutub, ileride in aallah görece iz,
birkaç müslümanı devamlı ihtilâle ve devlet kuvvetleriyle sava maya davet etmektedir. Bir
memlekette müslümanlar kuvvetli ise zaten idareye hakim olur. De ilse, Seyyid Kutub gibi hareket
ederek kendisiyle birlikte lider durumundaki müslümanların kanına girmek cihad de il fitnedir. ayet
o devlette ya ayamıyorsa hicret etmesi dinimizin emretti i bir yoldur.
Kâfir memleketindeki müslümanlar, nasıl cihad edecektir? Polisi jandarmayı öldürmekle,
kilisedeki putları yıkmakla cihad olmaz. Kâfir kanunlarının müsaade etti i ölçüde din bilgilerini her
tarafa yaymak, slâm’ın ehemmiyetini herkese anlatmak, mücahid genç ve ihtiyar sayısını günden
güne ço altmakla gerekli cihad yapılmı olur.
Seyyid Kutub bir taraftan müslümanlar ihtilâlci olur, ihtilâlle ba a geçer derken, bu kitabında da
öyle demektedir:
“ ktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ula ır: Halkın mutlak arzusu
ile, hür seçim yolu ile” C. Sulhu S. 119
Tabiî hiçbir delil göstermemektedir. Veya Kûr’an-ı kerîm’den kendi anladı ı manaları
yazmaktadır. Ehl-i ilim bilir ki Ebubekir-i Sıddık radiyallahü anh, tayin suretiyle Ömer radiyallahü anh’ı
halife seçmi tir. Hazret-i Ömer radiyallahü anh da Halife seçimini altı ki ilik bir ûraya havale etmi tir.
Hazret-i Osman radiyallahü anh’ı da bu altı ki ilik ûra seçmi tir. Ondan sonra biatler yapılmı tır.
Ancak dinimizde Mevdûdî’nin ve Seyyid Kutub’un bildirdi i gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu
yoktur. Dinimizde insanlar e it olmadı ı gibi müslümanlar da kendi aralarında bile e it de ildir.
mâm-ı Gazâlî’nin re’yi ile da daki çobanın veya evdeki kocakarı re’yi e it de ildir. Herkesle i ti are
edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenler ile i ti are edilir. Mezhepsiz Mevdûdî, daha önce de
açıkladı ımız gibi, H LAFET VE SALTANAT isimli kitabında “Bugünkü modern usulle seçim
yapılsaydı, Hazret-i Ali kazanırdı” diyor. Zaten bn-i Teymiyyeci bütün mezhepsizler Seyyid Kutub
gibi hür seçim yolundan bahsetmektedirler.
Seyyid Kutub i ti areye bile herkesin i tirak etmesini isteyerek öyle diyor:
“Me veretin icabı, insanların i lerini tedbir ve idare hususunda hepsinin i tirakinden
ibarettir.” C. Sulhu S. 120
Âlim, cahil, sâlih, fâsık ayırt etmeden, e itlik esası üzerine herkesi davet et. Bu sapık fikri de
slâm’a mal et.
Bilindi i gibi Seyyid Kutub önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması
onu kınamayı gerektirmez. Fakat Seyyid Kutub, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakta, marksistli in
tesirinden kurtulmadı ı ve hâlâ sosyalistli inin devam etti i görülmektedir. Zekât mevzuunda ise
marksistli ini gizleyememektedir.
Zekât nedir? Zekât, malın belli bir kısmını Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen yedi sınıf müslümana
vermektir. Hanefi mezhebinde ise bu yedi sınıftan bir sınıftaki müslümana vermekle de farz yerine
gelmi olur. Zenginin zekâtını, fakirin eline vermesinin lâzım oldu unu bütün ehl-i sünnet âlimleri
bildirmektedir. Me ru hükûmet, yani er’i hükûmet fakirin vekili olarak zekâtı alır, fakirlere
da ıtır.Hükûmet aldı ı zekât parası ile yol köprü yaptıramadı ı gibi hiç bir hayır kurumuna da
veremez. Zekât yalnız yedi sınıf insanın hakkıdır. Kur’ân-ı kerim’de bildirilen bu hakkı hiçbir
mezhepsizin de i tirmeye hakkı yoktur.
Hadis-i erifte zekâtın fakir akraba varken ba kalarına verildi i takdirde, zekâttan sevap
alınamıyaca ı, makbul bir zekat verilmi olmayaca ı bildirilmektedir.
Hal böyle iken marksist ruhlu Seyyid Kutub çıkıyor öyle diyor:
“ urası bir gerçektir ki, ZEÂT adını ta ıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil etti i gibi, ancak
devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve artlarına göre de i ebilen belirli bir usûl
dahilinde sarfedilmesi ile vazifeli olan da devlettir.” C. Sulhu S. 152
Zekât, yedi sınıf insanın ve fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarfedilemez. Sarfedilmesi
dört hak mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddîk radiyallahü anh, zekât
vermeyenlerden zorla almak istedi i ve alınacak zekâtın da Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen yedi sınıf
müslümana verilece i bildirilmektedir
Sosyalist Kutub’un eriatı tahrif edici ifadesi de öyledir:
“Yine devlet, ordu kurmak ve onu silahlandırmak için, az olsun, çok olsun, her servetten
% 2,5 nisbetinde bir vergi alınmasını mecburî kılan bir kanun va’zetse ve bu vergiden gelen
varidatı umumî sarfiyat bölümlerinden askerin masrafına tahsis etse, vay efendim, asker
dilencilik etme durumuna dü ürüldü, an ve erefi ayaklar altında çi nendi mi denecektir?” C.
Sulhu S. 152-153
Dinimizde yeni kanunlara ihtiyaç yoktur. Hangi servetten ne miktar zekât, ö ür alınaca ı bellidir.
Bir kere mezhep imamlarımızın bildirdi ine göre her servetten zekât alınmaz. Her servetin bir limit
noktası vardır. Az olsun çok olsun denemez. eriat ve mezhep imamları bu ölçüyü koymu tur. Hiçbir
devlet bu ölçülerin dı ına çıkamaz. Havaciyeyi asliye denilen ihtiyaç e yası zekâta tâbi de ildir.
Zekât her servetten % 2,5 alınmaz. Saime hayvanların zekâtı verilir.Yük ta ımak için, yün için
beslenen hayvanların zekâtı verilmez. Deve zekâtı be te birdir. Yani % 20’dir. Sı ır zekâtı otuzda
birdir. Fakat otuzdan miktar arttıkça verilecek zekât durumu da de i mektedir. Koyun zekâtı kırkta
birdir. Koyunun miktarı arttıkça nisbet de de i mektedir. At hayvanı için nisap yoktur. Her at için bir
miskal altın verilir.
Belli bir kilodan sonra ö ür vermek farz olur. Hayvan gücü, dolap vesaire ile sulanan arazilerde
ö ür %5 iken salma su ile sulanan arazilerde ö ür %10’dur. Seyyid Kutub’un dedi i gibi her
servetten % 2,5 alınmaz. eriatın bildirdi i hudutlardan dı arı çıkılmaz. Seyyid Kutub mezhep
imamlarının bildirdi i hükümleri eriat kabul etmeyip kendi aklını eriat kabul etti i için böyle
saçmalamakta, az olsun, çok olsun her servetten % 2,5 vergi alınmak için kanun konabilece inden
bahsetmektedir. eriat, binek için olan, yük ta ımak için olan hayvanını zekâtı olmaz derken Seyyid
Kutub her servet tabirini kullanmaktadır. Sonra slâm nizamında kanunlar va’zedilmez. Bütün
kanunlar Allahü teâlâ tarafından va’zedilmi olup, ehl-i sünnet âlimlerince de açıklandı ı için yeni bir
kanuna, Seyyid Kutub’un dedi i gibi % 2,5’luk bir vergiyi mecbur kılacak bir kanuna ihtiyaç yoktur.
eriat hükûmeti mevcut eriat kanunlarını tatbik etmekte yükümlüdür.
Yine C. Sulhu kitabının 153. sayfasında aynı hezeyanı savurmakta, “Zekât bir elden çıkıp
di er ele geçen ferdî bir ihsan ve sadaka de ildir. E er bugün bazı kimseler, mallarının
zekâtını bizzat kendi elleriyle ayırıp yine kendi elleriyle da ıtıyorsa, bu slâm’ın farz kıldı ı bir
ekil ve nizam de ildir.” Diyebilmektedir. Halbuki yeminle bildirilen Hadîs-i erifte fakir akraba
varken ba kalarına verilen zekâtın makbul olmayaca ı bildirilmektedir. Müslüman bir kavim zekâtını
vermezse eriat hükûmeti, bunu zorla alır, fakirlere verir. E er halk zekâtını veriyorsa devlet bunu
alamaz.
Seyyid Kutub, C Sulhu kitabının 149. sayfasında zekâtı verilmi olan malın tevadülden
çekilmesini, saklanmasını suç kabul etmektedir. Halbuki zekâtı verilmi olan mal ne kadar saklanırsa
saklansın sahibine zarar vermez. Hadika’da bildirilen Hadîs-i erifte “Mallarınızı zarardan zekâtını
vermek suretiyle koruyoruz.” buyurulmaktadır. Yine Hadîs-i erifte “Zekâtı verilen mal,
saklanmı mal sayılmaz” buyurulmu tur. Bu hadîs-i erif Menavi’de zikredilmektedir.
Seyyid Kutub eriat dı ı bu saçmasına delil olarak öyle bir hadîs-i erif yazmı tır:
“Para ve külçe halinde altın ve gümü toplar da, onu alacaklısına vermek üzere
hazırlamaz ve Allah yolunda sarfetmezse, topladıkları kıyamet gününde kendisinin
da lanaca ı biriktirilmi mal olur.”
Hadîs-i erife kaynak göstermedi i için ifadenin bu ekil olup olmadı ını bilmiyoruz. Ancak bu
hadîs-i erif de kendi aleyhinedir. öyle ki, Hadîs-i erifte öyle denilmektedir: Bir insan parasını
toplar da alacaklısına vermezse, Allah yolunda sarf etmezse yani Allah’ın farz kıldı ı zekâtı
vermezse, Allah’ın farz kıldı ı Hacca gitmezse, toplanılan mal biriktirilmi mal olur. Hadîs-i erif’ten
de anla ılaca ı üzere zekâtı verilen mal biriktirilmi mal de ildir. Zaten bu manadaki hadîs-i erifi de
yukarıda zikrettik. Tabii hadîs-i erifi kendimiz açıklamadık. slâm âlimlerinin kitaplarından aldık.
Yukarıda Menavi’de bildirilen hadîs-i erif Taberani’den alınmı tı.
eriatın emirlerinin kanun eklini aldı ı Mecellede, Dürrülmuhtarda ve hadîs-i erifte, bir
kimsenin ahsi malının onun rızası olmadan alınamıyaca ı, kullanılamıyaca ı bildirilmektedir. Fakat
Marksist ruhlu Seyyid Kutub yine C. Sulhu kitabında öyle demektedir:
“Devlet ahsi mülkiyetten ihtiyacını gerektirdi i kadar iade etmemek üzere alır ve
toplumun umumî ihtiyaçlarına sarfeder.”
Halbuki eriat hükûmeti, tebaasındaki müslüman ve zımmîlerin mal, can ve ırzlarını korumakla
vazifelidir. ahsî mallarını almaya hakkı yoktur. Devletin umumî ihtiyaçları ancak Beytülmal’dan
sarfedilir. Bu bakımdan Beytülmal har vurup harman savurulmaz, kaynakları kurutulmaz. Ondan tüyü
bitmemi çocu un hakkı vardır. Beytülmal ile sosyalist devlet hazinesi bir de ildir. Halkın elinden
ahsî malını almak bâtıl sistemler içerisinde sadece komünizmde vardır. Seyyid Kutub’un kapitalizm
dü manlı ı komünizm hayranlı ını do urmu demek...
Seyyid Kutub hiçbir muteber slâm âliminden nakil yapmadan kendi kafasına göre yazıyor.
Sonunda da öyle diyor:
“ te slâm budur.” C.Sulhu S. 150
Seyyid Kutub, 149. ve 150. sayfalarda ahsî mülkiyetin sınırsız bir hak olmadı ından
bahsederek devletin tasarruf hakkının daima mahfuz bulundu unu zikretmektedir.
Komünistler gibi devamlı ahsî mülkiyete devletin el koyabilece inden bahsetmektedir. eriat
hükûmeti, gayrî me ru kazançları bile sömürücünün elinden aldıktan sonra, sahibini bulup ona
vermek mecburiyetindedir. Sen bunu gayri me ru kazandın diye önüne gelenin malın alıp sa da
solda ve sahibini ara tırmadan, millet menfaatinde kullanamaz.
slâm nizamında zalim olan hükûmete bile isyan edilmez. Hadîs-i eriflerde öyle buyuruldu.:
“Emire isyan eden kimseye Cennet haramdır.”
“Ba ınızdaki emir, Habe i köle de olsa itâat ediniz.”
“Âdil olsun, zâlim olsun, her emîrin emri altında cihad edin.”
“Fâsık, fücur, her imamın –her emirin- arkasında namaz kılın.”
Son hadîs-i erifi Ebussuud Efendi, öyle açıklamaktadır. Devlet reisi fâsık da olsa, zâlim de
olsa fitneye sebep olmamak için onun arkasında Cuma namazı kılın. Mahalle imamları fâsık ve zalim
olurlarsa onların arkasında namaz kılınmaz.
Emir fâsık olursa, zulm yaparsa ona isyan etmek, ihtilâl yapmak caiz de ildir.
ekilde emr-i ma’ruf yapılır. Emr-i ma’rufu yapmak ise her müslümana vacipdir.
eriatın bildirdi i
Hadîs-i erifte öyle buyurulmu tur:
“En kıymetli cihad, zâlim sultan kar ısında, hakkı söylemek, do ru yolu göstermektir.”
Bu slâm nizamındadır. Küfür nizamında emr-i ma’ruf yapıyorum diye her önüne gelen, küfrün
kanunlarını çi neyerek devlet reislerine hakkı tavsiye etmeye kalkması fitnedir. Küfrün kanunlarının
bo luk noktalarından istifade ederek hakkı tavsiye etmek ise cihaddır.
Hal böyle iken Seyyid Kutub, C. Sulhu kitabının 163. sayfasında slâm’da ihtilâl ruhunun
bulundu unu, yani müslümanların haksızlık ve zulüm kar ısında ihtilâl yapmalarının gerekti ini
belirterek öyle söylemektedir:
idi.”
“Bu ihtilâlin muvaffak olmasını sa lamak için, müslümanlara cihadı farz kılması da zarurî
Zarurî olan burada kimdir? Elbette cihadı farz kılan Allahü teâlâ. Hâ â Allahü teâlâ’nın hiçbir
iyili i emir, kötülü ü nehyetmesi zarurî de ildir. htilâlde muvaffak olmak için cihadın farz kılınması
zarurî imi . Allahü teâlâ cihadı farz kılmazdı da ba ka yollardan kâfirleri müslüman edemez miydi?
Allahü teâlâ’yı bir eyi yapmaya mecbur kılmak, zarurî kılmak küfürdür.
Seyyid Kutub, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin kâfirlerle yaptı ı anla maları
unutarak öyle demektedir:
“ slâm, yeryüzünde zulmeden
mükelleftir.” C. Sulhu S. 165
hiçbir
kuvvetle
mütareke
yapmaz,
yapmamakla
u kâfirlerle ittifak edeyim de öbür kâfiri yeneyim. Bilâhire bu kâfiri de yenmeye çalı ırım demek,
Seyyid Kutub’a göre caiz de ildir. Hatta yakında Türkiye’ye gelen Muhammed Kutub, slâmî olan bir
partinin gayrî slâmî olan partilerle koalisyon yapması caiz de ildir diye fetva verip gitmi . Kutublar
gibi sosyalist ve mezhepsiz kargaları kılavuz yapanların burunları pislikten kurtulmaları mümkün mü?
Seyyid Kutub da di er mezhepsizler gibi kitaplarının çe itli yerlerinde slâm dü üncesi tâbirini
kullanmaktadır. Meselâ C. Sulhu’nun 167. sayfasında da bu tâbiri kullanmaktadır.
Dikkat edilmi se bütün mezhepsizler, slâm dü üncesi, slâm nazariyesi, slâm teorisi, faiz
nazariyesi gibi tabirler kullanmakta ve kitaplar yazmaktadırlar.
bn-i Teymiyyeyi büyük bir âlim olarak gören Diyanet Reisi bile Kur’an’da evrim teorisinden
bahsetmektedir.
Dü ünce, nazariye, teori gibi ifadeler üpheyi gerektirir. Mutlak bir hükmü belirtmez. slâm ise
kesin hükümdür. Faiz nazariyesi de il, faiz hükmü denir. slâm dü üncesi denilmez, slâm eriatı gibi
kesin bir ifade kullanmak gerekir.
Mezhepsizlerin tesiri altında kalan birçok müslüman gazetecilerimiz bile slâmî görü tabirini
kullanmaktadırlar. slâm’da görü yoktur. slâm’da hakikat vardır, kesin hüküm vardır.
Seyyid Kutub, C. Sulhu kitabının 179. sayfasında er kuvvetlerle kar ıla ınca tek ba ına
bunlarla sava mak gerekti ini yazmaktadır. Hep mi sava aca ız? HENDEK harbinde oldu u gibi hiç
mi siperlenmiyece iz? Yenilmiyece i oldukça belli olan bir er kuvvetin üstüne gitmek, kendini
tehlikeye atmak demek de il midir? Âyet-i kerime ile bu yasak edilmemi midir? Bir ki isin, bin ki inin
üzerine git, öldürüldükten sonra da bu ahma a ehit ünvanını ver, hangi kitapta var bunun yeri?
Seyyid Kutub, maalesef bunu yapmı tır. Filizlenen islâmî hareketin tamamen söndürülmesine
sebep olmu tur. Mısır’a gidenler bunun acı izlerini görmü lerdir.
Hadîs-i eriflerde öyle buyuruldu:
“Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun.”
“Zâlimin zulmünü de i tiremeyen, oradan hicret etsin.”
Fitne çıkarmaya cihad demek, hicrete ise firar demek, mezhepsizlerin takti idir. Fitne
çıkarmanın adam öldürmekten daha büyük günah oldu u Kur’ân-ı kerîm’le sabittir. Hicret ise
sünnettir. Sünneti küçümseyen ise kâfirdir.
Seyyid Kutub bu sapık fikirlerini sadece C. Sulhunda de il, bütün kitaplarında yazmaktadır. u
anda elimizde slâmî Etüdler isimli bir kitabı var. Hasan Be er isimli birisi tarafından tercüme
edilmi , ikinci baskısından bazı pasajlar verelim:
“Diktatörlerin ve ta kınların yüzüne durarak haykırmayanlar, ya bir büyük günah
i liyorlar, ya münafık oldukları için böyle davranıyorlar.” . Etüdler S. 34
Zaman ve zemin icabı zalim bir hükümdara haykırmamanın büyük bir günah oldu u veya
münafıklık oldu u hangi muteber kitapta yazılıdır?
slâmiyet ne de ilmi , bakalım Seyyid Kutub ne diyor:
“Dualar mırıldanmak, tesbih tanelerini ıkırdatmak, Aman Allah’ım sen koru, sözlerine
dayanmak, gökten hayır, do ruluk, hürriyet ve adalet ya aca ına güvenmektir.” . Etütler S.
35
Tekrar edelim, neler slâmiyet de ilmi :
1- Dua etmek 2- Tesbih çekmek 3- Aman Allahım sen koru sözlerine dayanmak 4- Yapılan dua
vasıtası ile gökten hayır vesaire ya aca ına güvenmek.
1- Allahü teâlâ ve Peygamber aleyhisselâm duayı emrediyor. Seyyid Kutub bunlarla alay ediyor.
Halbuki dua mü’minin silâhıdır. Dua hakkında dinimizin emri udur:
“ slâm âlimlerinin ço una göre duayı inkâr eden kâfir olur.” Feteva-i Fıkhiyye S.149
2- Âyeti kerime ve hadîs-i erîflerle tesbih çekmek hem emrediliyor, hem de övülüyor. Tesbih
söylemek için çekilen tesbih aleti ise sünnettir. ıkırdatmak tabirini kullanarak, sünnet olan tesbihle
alay ediyor S. Kutub. Halbuki sünnetle alay küfür de il midir?
3- Aman Allah’ım sen koru sözlerine dayanmak Allahü teâlâ’nın emridir. Allahü teâlâ’nın emri ile
alay etmek küfürdür.
4- Yapılan dua vasıtası ile gökten hayır ya aca ına güvenmek, tevekkül etmek müslümanlık
de ilmi . Allahü teâlâ dilerse gökten rızık da ya dırır, hayır da ya dırır, mezhepsizlerin ba ına ta da
ya dırır. Asıl mutlaka ya mayaca ına (Allahü teâlâ’nın ya dıramayaca ına) inanmak küfürdür.
Seyyid Kutub, diyor ki, duayı falan bırakın, öyle tedbir alın, böyle çalı ın, i te o zaman
mücadeleyi kazanırsınız. Tedbir almak, öyle çalı mak, sebeplere yapı mak dinimizin emridir.Ancak
bunları kâfirler de yapmaktadır. Biz müslüman olarak hem tedbir alaca ız, sebeplere yapı aca ız,
hem de dua ve tevekkül edece iz. Dua eden bir kimsenin tevekküle inanan ahsın tedbir
almayaca ını söylemek ahmaklıktır. Dua edip de hiç sebeplere yapı mayan olur mu?
Kırkyedinci sayfada ise slâmiyetin, cemiyetin fertleri arasında hiçbir fark gözetmeden hepsine
aynı e it hakkı teminat altına almasını emretti ini yazıyor. Daha önce de yazdı ımız gibi slâm
herkese aynı gözle bakmaz. Müslümana baktı ı gibi kâfire bakmaz.
ctimaî ahlâk e itiminde yüce ve ilgi çekici idealin ne oldu unu sorduktan sonra öyle diyor:
“Bazıları bunu milliyetçilik onuru, bazıları da insanî karde lik olmasını dü ünürler. Her
ikisi de saygı de er yüce idealistlerdir.” (i. Etütler S. 61)
Acaba milliyetçilik onuru Seyyid Kutub’un dedi i gibi yüce bir ideal midir? nsanî karde lik mi
yoksa slâmî karde lik mi? Yazının devamında ben u ideali tercih ederim diyor. O sevginin ne
oldu una baktık.Allah u runda sevgi imi . Allah u rundaki sevgi ne ile mukayese kabul eder ki? Ben
ikinciyi tercih ederim diyor.
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîm’inde Hak dinin, do ru dinin ancak slâm dini oldu unu beyan
ederken içtimaî tesanüdün tahakkuku için di er dinleri de slâm dîni seviyesine çıkarmaktadır:
“Arap ülkelerindeki içtimaî tesanüdü tahakkuk ettirmek için dini inançları ahlâki e itimin
esas kaidesi olarak, almaya azmetti imiz zaman bu ülkelerde revaçta olan –yalnız slâm de ilbütün dinlerin bize yardımcı olacaklarını görece iz.” . Etütler S. 63
Kutub, bu cümlesinde ne diyor? Dinî inançları, ahlâki e itimin esas kaidesi olarak aldı ımız
zaman, bize yalnız slâm de il di er dinler de yardımcı olacaktır, diyor. çtimaî tesanüdün tahakkuku
için slâm kâfi gelmiyormu gibi di er dinleri de zikretmektedir. Hak olan slâm varken, bâtıl olan
dinlerden nasıl yardım beklenir ki? Hakk’ın kâfi gelemiyece ini mi zannetmektedir?
Bilindi i gibi komünizm de mal, cemiyetin mülküdür. Dinimizde ise ahsî mülkiyet vardır. Herkes
mülkünün sahibidir. Ancak ahsın, zekâtı ve u uru Cenab-ı Hakk’ın gösterdi i yerlere, bildirdi i
kadar, verme mecburiyeti vardır. Bunun dı ında kimseye sadaka vermek, ödünç vermek
mecburiyetinde de ildir. Ama sevap kazanmak isteyen diledi i yerlere diledi i kadar hayır vermekde
serbesttir. Hal böyleyken Seyyid Kutub, müslümanlı ı komünistlik sanarak öyle diyor:
“Aynı zamanda, mal cemiyetin mülkiyetinde oldu undan ve ferdin vazifesi ondan
yararlanmaktan öte gitmedi inden, cemiyetin ba ka fertlerinin de bu mala ihtiyacı
oldu undan yahut yararlanmak istediklerinde içtimaî tesanüdü tahakkuk ettirmek bakımından
ferd onlara faizsiz borç vermekle mükelleftir.” . Etütler S. 74
Seyyid Kutub bu cümlesinde neler söylüyor?
1- Mal cemiyetin mülkiyetindedir demekle komünistler gibi ahsî mülkiyeti yani özel serveti kabul
etmemektedir.Etmi olsa idi, mal cemiyetin mülkiyetindedir diyemezdi.
2- çtimaî tesanüdü tahakkuk ettirmek için zenginler fakirlere borç para vermekle mükellefmi .
Dinde kaide koymak yalnız Allahü teâlâ’nın hakkıdır. Ondan sonra Allahü teâlâ’nın emirlerinden
kaide çıkaran da Peygamber aleyhisselâmdır. Ondan sonra da Kitap ve Sünnetten hüküm çıkaranlar
müctehid imamlardır. Kitapta, Sünnette ve Kıyas-ı fukahada kimsenin ödünç verme mecburiyeti
yoktur. Bir ferdi ödünç vermeye mecbur etmek, zulüm olur, gasb olur.
çtimaî tesanüdü tahakkuk için ödünç verme mecburiyeti koymak hangi dinde vardır ki? Allahü
teâlâ’nın emrine uyuldu u kaidelere uyuldu u zaman içtimaî tesanüd tahakkuk etmi olur. Dinimizin
koydu u kaideler ne eksiktir, ne de fazla... Oturup roman yazar gibi kitap yazılaca ına senet
âlimlerin koydu u kaideler nakledilmi olsaydı ne kadar isabetli olurdu. Öyle âlimlerden nakil Seyyid
Kutubun onurunabyakı ır mı? Onlar âlimse Seyyid Kutup da âlimdir. Aklına geleni yaz. Dine uymu
uymamı orası mühim de il, sosyalistli e ve hümanistli e uysun gerisini bo ver. Böyle bir zihniyetle
kitap yazılırsa bu elimizdeki kitaplar gibi olur.
Zekât, malın belli bir kısmını Cenab-ı Hakk’ın bildirdi i yedi sınıf müslümana
vermektir.Mezhebimizde bu yedi sınıftan yalnız birisine de verilebilir. Zengin zekâtını fakirin eline
vermesi lâzımdır. Zenginin fakiri görmesi de lâzımdır. Bütün mutemed din kitaplarında böyle
yazmaktadır. U urları ve di er üç çe it zekât malını me ru olan hükûmet alır. Fakat hükûmet de bu
zekât paralarını sa a sola harcayamaz, yol, köprü yaptıramaz. Aldı ı zekâtı yalnız fakirlere da ıtır.
Seyyid Kutub ise yukarıda bildirdi imiz slâm âlimlerinin hükümlerine ters olarak kendi kafasına
göre her çe it zekâtı devlete aldırıyor sonra da öyle diyor:
“Zekât, elden ele verilen ferdi bir ba ı , faziletlinin muhtaca uzattı ı bir yardım de ildir.” .
Etütler S. 75
Bir zengin, zekâtını hadîs-i erifte ve fıkıh kitaplarında bildirildi i ekilde, fakir akrabasının eline
verse, Seyyid Kutub’a göre bu eriata uygun de ildir. Dinimizin koydu u hükmü be enmeyene ne
denir?
Seyyid Kutub da di er mezhepsizler gibi, dinimizi vahy-i ilâhi olarak kabul edemiyor, kesin
hükümler toplulu u olarak inanamıyor. Dinimizi bir teori olarak kabul ediyor. Bilindi i gibi teori veya
Arapçası nazariye demek, henüz kesin olmayan, dü ünce alanında kalan bilgi demektir. Piyasada
bile mezhepsizler tarafından yazılmı , Faiz Nazariyesi, slâm Nazariyesi gibi kitaplara rastlanır.
Sayın Süleyman Ate bile, evrim nazariyesinin Kur’an-ı kerîm’de bulundu unu iddiâ etmektedir.
Hâ â Kur’an-ı kerîm’de nazariye oldu u Diyanet Reisi gibi ehil(?) bir kimse tarafından da söylenmi
olması mezhepsizler için kâfi delil olamaz mı? slâm nazariyesi, slâm sosyalizmi, slâm fa izmi,
slâm Felsefesi gibi terimler mazaallah dinimizde üpheyi gerektiren ifadeler oldu u için slâm
eriatına sıkı sıkıya ba lı ehl-i sünnet mensupları tarafından kullanılmamaktadır.
Seyyid Kutub slâm’a nazariye dedi i gibi di er bâtıl sistemleri de kuvvetli nazariye olarak
vasıflandırmaktadır. Yani bâtıl sistemler de nazariye, slâm da nazariye. Hiç slâm dini bâtıl
nazariyeler ile mukayese edilebilir mi? Mezhepsizler diyorlar ne dersiniz?
Evet Seyyid Kutub’un, slâm’ı nazariye, insan dü üncesi zanneden cümleleri öyledir:
“Bugün onları Peygamber (S.A.)’in zamanında yapmı oldu u ekilde, kısa ve mufassal
bilgilerle slâm’a davet etmemiz asla kifayet etmez. O devirde bugünkü gibi slâm nazariyesi
kar ısında duran teferruatlı içtimaî nazariyeler yoktu.” . Etütler S. 82
Bu cümlede kaç tane azim hata vardır?
1- Bâtıl sistemler, teferruatlı içtimaî nazariyeler olarak zikredilmektedir.
2- Dinimiz ise, slâm nazariyesi olarak gösterilmekte, teferruatlı veya teferruatsız olup olmadı ı
zikredilmektedir.
3-
Peygamber aleyhisselâm ile ashâb-ı kirâmın davet ekli kifayetsiz bulunmaktadır.
slâm’a davet bir ibadettir. Her ibadette oldu u gibi bunda da en kâmil daveti
Peygamber aleyhisselâm yapmı tır.
üphesiz
En kâmil namazı peygamber aleyhisselâm kılmı ve kıldırmı tır. En kâmil ezan onun asr-ı
saadetinde okunmu tur. Bunun aksini hiçbir mezhepsiz iddia edemez. Ne var ki aksini iddia eden
mezhepsizler çıkıyor. Diyorlar ki, asr-ı saadette teyp olsaydı, Bilâl-i Habe i hazretleri teybe ezan
okur, teypten ezan hoparlöre verilir, herkes duyardı. Mukabelelerin teyple okunması ve namazın
hoparlörler ile kıldırılması gibi i leri Peygamber aleyhisselâmın severek yapaca ını iddia ediyorlar ve
bunun için Peygamber aleyhisselâmın kıldırdı ı namaz hoparlörle kıldırılan namaz kadar kâmil
de ildir diyorlar.
urası muhakkaktır ki, Peygamber aleyhisselâm çe itli mucizeler göstermi tir. E er hoparlörle
kılınan namaz kâmil namaz olmu olsaydı, Cenâb-ı Hak bu nimeti Peygamber aleyhisselâma da
nasip ederdi.
Peygamber aleyhisselâmın bildirdi i ibadet tarzından ba ka
reformdur.
ekilde ibadet etmek bid’attır,
imdi merak ediyoruz acaba Seyyid Kutub’u müdafaa eden hangi mezhepsiz çıkacak da
nazariye eriat demektir, slâm nazariyesi ise slâm eriatı demektir gibi gülünç ve saçma bir iddiada
bulunacaktır.
Seyyid Kutub laik ve hümanist bir dü ünce tarzından hareket ederek bütün bâtıl ve muharref
dinlere de hürriyet verilmesini istiyor. Mutlaka bir inanç hürriyetinin verilmesini savunuyor. Kendi
savunması bir ey de il, slâm böyle emrediyor diyor. Hangi dinden olursa olsun bütün vatanda lar
imtiyazsız olarak aynı haklara sahiptirler diyor. Ahmet Gürta gibiler ise nedense böyle bir
mezhepsizlik, dinsizlik kar ısında susuyor da mezhepsizlik oldu unu söyleyenlere kar ı ate
püskürüyor.
Evet Seyyid Kutub öyle diyor:
“Marksizm, dünya çapında bir nizama davet etti ini iddia eder. Fakat hangi nizam olursa
olsun inanç hürriyetini sa lamadıkça ikame edilemez.” Etütler S. 84
Kendisi Kaddafi gibi sosyalist oldu u için Marksizm’in dünya çapında bir nizama davet etti ini
söylemesi yadırganamaz. Fakat hangi nizam olursa olsun ifadesinin içinde slâm nizamı da vardır.
Oldu unu zaten az ileride kendisi de açıklamaktadır. slâm inanç hürriyetini sa lar diyor. te Seyyid
Kutub’un bu cümleleri:
“Biz bütün inançları aynı e itlikle ve hürriyetle gölgesinde ilerliyebilece i bir nizama
davet ederiz. Bu nizamda inanç hürriyetini korumak devletin ve müslüman cemiyetin zarurî
vazifesidir. Hem bu nizamda gayri müslimler ahsî hallerinde kendi dinlerine intisap
edebilirler. Bütün vatanda lar imtiyazsız olarak aynı haklara sahip, aynı kanunlara ba lı ve
e it mes’uliyetlerle yüklüdür.” . Etütler S. 85
Allah katında tek din, hak din, gerçek din yalnız slâmiyettir. Bu bakımdan Seyyid Kutub’un
dedi i gibi bütün inançlar aynı e itli e ve aynı hürriyete sahip de ildir. slâm nizamında bir müslim ile
bir gayri müslim imtiyazsız olarak aynı haklara sahip de ildir. E it mes’uliyetlerle yüklü de ildir.
slâm nizamında müslümanlar, namaz kılmakla ve zekât vermekle yükümlüdür. Fakat slâm
nizamında ya ayan gayri müslimler, yani zimmîler ise namaz kılmakla ve zekât vermekle yükümlü
de ildir. Onlar sadece haraç verirler. Kanunlar e it olarak uygulanmaz. Fası ın ahitli i kabul
olmadı ı gibi kâfirin de ahitli i muteber de ildir. Zimmîler mam olamadı ı gibi Halife de olamaz.
Hâkim de olamaz. Daha birçok görevler bunlara verilmez. Nerede imi o e it hükümler? Seyyid
Kutub salâhiyetli bir slâm âliminden nakil yapmadan kendi kafasına göre e it mes’uliyetlerle
kâfirlerin yüklü oldu unu söylüyor. Müslim ve gayri müslimlere ayrı kanunlar tatbik edilir. Üç hak
mezhepte namaz kılmayan müslümanlar öldürülür, fakat kâfirler öldürülmez, tabii zimmî olan kafirler.
Seyyid Kutub kendi kafasına göre yeni bir din kuruyor, yerli mezhepsizler de bu sapık kitapların
yayılmasına önayak oluyorlar. Bazı müslümanlar da ma a olarak kullanılıyor, fakat farkında de iller.
Müslüman gençlik zehirleniyor. Seyyid Kutub nakil esası üzerine hareket etmiyor. slâm âlimlerine
göre yazmıyor. Belli bir hak mezhebe göre yazmıyor. Kitap ve sünnetten kendi aklına göre hükümler
çıkarıyor. Bu hükümler dört hak mezhepten birisine uysun veya uymasın farketmez. Kâfire de
müslümana da aynı kanunları e it olarak tatbik ettiriyor. Namaz kılmayan kâfir dört mezhebe göre de
dövülüp öldürülmez. Üç hak mezhebe göre namaz kılmayan müslümanlar öldürülür. Hanefi
Mezhebine göre ise hapsedilir ve dövülür. Seyyid Kutub’a göre ise mezhep ve din farkı gözetmeden
kanunlar e it tatbik edilirse mezhepsizlik olur. Seyyid Kutub namaz kılmayan kâfiri öldürürse
zulmetmi olur. Namaz kılmayan müslümanı öldürürse, Hanefi mezhebine göre yine zulmetmi olur.
Namaz kılmayan müslümanı öldürmezse, afii mezhebine göre ve di er iki hak mezhebe göre yine
zulmetmi olur. Yani namaz kılmayan müslümanları öldürmek veya öldürmemek de zulüm oluyor.
Nasıl olur? slâm nizamında mezhepler vardır. Dört hak mezhep vardır. Bunlara göre hükmedilir.
Hâkim bu mezheplere göre hüküm verir. Bütün insanlara bir mezheple hüküm verilirse zulüm olur.
afiî mezhebine göre bir adama hanımını bo a diye zorlasalar o da ölüm korkusu ile bo adım dese,
sonra o hanımı ile bir ya amaya devam etse, Hanefiye göre bu zina olur. afiî mezhebine göre ise
zina olmaz. Buna hanefi muamelesi yapılırsa zulüm olur. Keza Hanefiye de afiî muamelesi
yapılırsa yine zulüm olur. Seyyid Kutub kitaplarını belli bir mezhebe göre yazmamı tır. Seyyid
Kutub’un bazı fikirleri afiîye uyar, bazıları Hanefiye uyar, bazıları da Vehhâbili e uyar. Bazıları
Rafizili e uyar. Bazıları ise sosyalistli e uyar, bazıları ise dinsizli e uygundur. Halbuki bir kimsenin
yazdı ı kitapları hep bir mezhebe uysa, bir tanesi ba ka bir hak mezhebe uysa mezhepsizlik olur.
Bunu Karaman’a Açık Mektup isimli yazımızda vesikası ile zikrettik. Seyyid Kutub’un ise hangi
mezhebe göre yazdı ı meçhuldür. ncelendi inde bazen hak mezheplere uydu u yerleri
oluyor,bazen hümanistli e ve sosyalistli e uyan yerleri oluyor. Vehhâbili e ve di er sapık
mezheplere hiç uymasa dört hak mezhebe uysa, bazen buna göre, bazen öbürüne göre uysa yine
mezhepsizlik olur. Tek mezhebe uygun olması arttır.
Müslüman devlet inanç hürriyetini korumaya mecburmu .
imdi komünistler de fikir
hürriyetinden bahsediyorlar. slâmiyette hâ â fikir hürriyeti yoktur. Herkes dü ündü ünü söylemeye
yetkisi yoktur. Meselâ slâm nizamında bir müslüman çıksa, namaz miktarını azaltalım derse, mürted
olur ve derhal öldürülür. Mezhepleri kaldıralım dese yine mürted olaca ı için hemen öldürülür. Kimse
slâm’ın koydu u kanunlara aykırı konu amaz. Müslüman birisi çıkıp da arap serbest olsun
diyemez.Böyle bir hürriyeti yoktur. Solcuların yasala tırdı ı gibi kimse çıkıp da süt karde i ile
evlenmeyi teklif edemez. Seyyid Kutub’un dedi i gibi dinimizde böyle fikir hürriyeti yoktur. Keza
zımmî de kendi dinini söyler, fakat müslümanın kanunlarına karı amaz. eriatın hükümlerini
de i tirmek için herhangi bir teklifte bulunamaz. Bunlar dört hak mezhepde de yoktur. Hattâ
Vehhâbilikte bile yoktur. Rafizilikte bile yoktur. Seyyid Kutub bu fikri sosyalistlerden mi ö rendi
acaba?
Seyyid Kutub biz insanları una ça ırırız, biz insanlara öyle deriz, gibi ifadelerde bulunuyor. Biz
dedi i kimdir acaba? Dört hak mezhebin mensubu olan böyle diyemez. Bizim mezhebe göre böyledir
der. Ancak Kur’ân-ı kerîm’de Cenâb-ı Hak biz insanları una davet ederiz der. Seyyid Kutub slâm
âlimlerinden nakil yapmıyor da biz böyle istiyoruz diyor. Söyledi i do ru olsa onun davet etmeye
yetkisi var mıdır? O ekil konu maya yetkisi yoktur. slâm âlimlerinin verdi i ölçülere göre konu ulur.
Seyyid Kutub’un neye ça ırdı ına bir misal verelim :
“Biz bütün vatanda ları, umum gelir kaynaklarından müsavi hakka
nizama ça ırırız. Çünkü bu nizamda, mülkiyet esas itibariyle -Allah
selâhiyet verilmi olan- cemiyete aittir. Ferdî mülkiyet geçicidir ve ancak
dahilindedir. Lüzum görüldü ünde fazla malları alma hakkı cemiyetindir.”
sahip olacakları bir
tarafından yetki ve
faydalanma sınırları
. Etütler S. 86
Seyyid Kutub’un ça ırdı ı nizam yukarıdadır. Bu nizamda mülkiyet esas itibariyle cemiyete
aitmi . Mülkiyetin cemiyete ait olma yetkisini de Allah vermi . Böyle diyor Seyyid Kutub. Mülkiyet
bilindi i gibi yalnız komünizmde cemiyete aittir.
D i n i m i z d e, y a n i d ö r t h a k m e z h e b i n hiç birisinde böyle bir hüküm yoktur.
Seyyid Kutub gibi eriatçı oldu unu söyleyen Kaddafi devletinin adını Sosyalist Arap Cemahiriyesi
koydu. Seyyid Kutub da bir devlet kursaydı, sosyalist slâm Cemahiriyesi koyması muhtemeldi.
Çünkü slâm’da mülkiyet cemiyetin de ildir. Dinimizdeki miras hukukunu bilenler bilir ki, mülk
fertlerindir. Fertlerin sahip oldu u bütün mülkün sahibi de ancak Allahü teâlâ’dır. Allahü teâlâ
fertlerin bu mülkü nasıl kullanacaklarını beyan etmi tir. Zekât müessesesi vardır. Zekât nazariyesi
yoktur. Zekâta giren malların kırkta birisi cemiyete de il, fakirlere aittir. Hangi malların zekâta dahil
olup olmadı ı mezheplere göre de i mektedir. Meselâ kadının zinet e yası ne kadar çok olursa
olsun afii mezhebine göre zekâta tabi de ildir. Halbuki Hanefide 20 miskal ve daha fazlası zekâta
tabidir. Zekât fakirin hakkıdır, cemiyete verilmez. Malın kiri oldu u için Seyyidlere de verilmez.
Cemiyetin malı olsaydı, Seyyidler de bu maldan istifade ederdi.
Seyyid Kutub ne diyor? Lüzumu halinde fazla malları cemiyet alır. Fazla malın ölçüsü nedir?
Cemiyet bunu nasıl alır? Hangi mezhebin hangi hükmüne göre alır.? Dört hak mezhebde böyle bir
hüküm yoktur. Bugün Rusya’da fazla malları devlet almaktadır. Zarurî yiyecekten ba ka hepsini
devlet almaktadır. Seyyid Kutub ölmemi olsaydı, Kaddafi gibi bir eriat(!) devleti kurmu olsaydı,
Rus sosyalizmini mi tatbik edecekti acaba?
Seyyid Kutub yukarıya aldı ımız ilk cümlesinde öyle diyordu:
“Biz bütün vatanda ları umum gelir kaynaklarından müsavi hakka sahip olacakları bir
nizama ça ırırız.”
Bu nizamın adı olsa olsa Seyyid Kutub nizamı olur. Hangi nizamda gelir kaynaklarından bütün
vatanda lar müsavi hakka sahiptir? Bu nazariye, yalnız teori komünizmde vardır. Dinimize göre ve
dört hak mezhebe göre, ferdin mülkü olan arazide çıkan altın ve kömür gibi madenler yalnız ferde
aittir. Cemiyet bunu alamaz. Fert yalnız bunun zekâtını vermekle mükelleftir, onu da fakire verir.
Zenginler alamaz. E er devlet alır da köprü vesaire yaptırırsa, zekât yerini bulamaz. Devletin
yaptırdı ı köprüden yalnız fakirler bile geçse yine yerini bulamaz. Çünkü zekâtı yalnız fakirin eline
vermek lâzımdır. Muteber fıkıh kitapları böyle yazmaktadır.
Seyyid Kutub S. 89 da öyle bir ba lık atmı tır:
“ slâm’ı ya bütün olarak alın yahut bırakın.”
Bu ba lık altında aynı fikir savunulmaktadır. Halbuki slâm âlimleri bir eyin tamamı mümkün
de ilse mümkün olanı almak gerekti ini belirtmi lerdir. Seyyid Kutub’dan ilham alarak bir mezhepsiz
çıksa, ya eriatı tam uygulayın veya hepsini terk edin, bize namaz kıldırmayın, oruç tutturmayın,
hanımlarımızı zorla açtırın derse yadırganmamalıdır.
Dinimizde zengin sadece zekât u ur, sadaka-i fıtır gibi malî ibadetleri yapmakla yükümlüdür.
Bunun haricinde kimse zenginden bir ey alamaz. Halbuki Seyyid Kutub bakın ne diyor:
“Devlet lüzûmu halinde cemiyetini korumak için ihtiyacı olan parayı varlıklı fertlerden
kayıtsız artsız alabilir.” . Etütler S. 92
Dinimiz, Zimmîlerden haraç cizye gibi vergilerin haricinde ba ka bir mal alamaz. Seyyid
Kutub’un hiçbir mezhebe uymayan bu bozuk fikirleri komünistli e oldukça uygundur. Komünistler S.
Kutub’un heykelini dikseler kendilerince uygun i yapmı olurlar.
Seyyid Kutub ya hep ya hiç fikrinde öyle ısrar etmektedir:
“Bugün slâm adına, kadının parlâmentoya girmesini istemiyen, çalı maktan
menedilmesi, kol ve etek örtüsünün uzatılması için haykıranlar –kendilerini bu tarafa iten
duygularına saygımla birlikte- meselelerin hepsini bu ayrıntılara inhisar ettirmekle slâm’ı
kolaya ve e lenceye aldıklarını söylememe müsaade etsinler.” . Etütler S. 94
Mısır’da bazı müslümanlar, eriatın tamamının tatbikinin, dejenere olmu bir hükûmetten
istemenin abesli ini dü ünerek, bir kısmının olsun imdilik tatbik edilmesini istemi lerdir. Seyyid
Kutub bunlara kızıyor, ya tamamını isteyeceksiniz veya hiç diyor. Sonra bu müslümanları slâm’ı
e lenceye almakla itham etmektedir. E er bunlar slâm’ı e lenceye almı larsa küfre dü mü lerdir.
Küfre dü en bu insanların bu fikirlerine nasıl saygı duyulur? Küfür olan bir fikre saygı duymak küfür
de il midir? Seyyid Kutub bu müslümanların bu duygularına saygı duydu unu da belirtiyor, Seyyid
Kutub için fikir fikirdir. Bâtıl da olsa saygıya hürmete lâyıktır. Hümanistler için çok görmemek
lâzımdır. Türkiye’de de her fikrin serbest olmasını isteyen mezhepsizler az de ildir. Bâtıl olan bir
fikrin serbest olması nasıl istenir? Bir artla istenebilir. E er hak olan Fikrin yayılma ihtimali kuvvetli
ise, bâtıl olan fikirlerin yayılma ihtimali zayıf ise o zaman her fikrin yayılmasını istiyoruz gibi bir fikir
ileri sürülebilir. Böyle bir durum ise ne Mısır’da ne de Türkiye’de mevcuttur. O halde bütün fikirlere
inanç hürriyeti tanımak Seyyid Kutub’a ve onun yolundan giden mezhepsizlere has bâtıl bir taktiktir.
Bilindi i gibi komünistler özel mülkiyete dü mandırlar. Durmadan zenginlerin aleyhine yazıp
çizerler. Dinimiz me ru yoldan kazanılan zenginli i mübarek sayar. U ur ve zekât gibi paralı
ibadetlerle belli bir nisbette zenginleri mükellef tutar. Fakat Seyyid Kutub, bu hususta ne diyor?
Komünizm görü ünü mü savunuyor, yoksa kapitalist görü ü mü? öyle diyor S. Kutub:
“ ayet bu i ler için zekât kâfi gelmezse, hükûmet zenginlerin elindeki fazla malları alıp
fakirlere iade eder.” . Etütler S. 98
Fakir zengin herkesi e it yapmak istiyor S. Kutub. Fazla mallar ne demektir? Zenginlerin malları
fakirlerden ne kadar fazla ise o miktar malları almakla bilimsel sosyalizme uygun bir rejim mi kurmak
istiyor S. Kutub?
S. Kutub komünizm’in aleyhinde görünür gibi bir tavır takınmakta slâmiyeti sol açıdan izah
etmektedir. Kâfirleri Müslümanlarla e it tutmaktadır. Kâfirlerin özgürlü e kavu ması için sava mayı
müslümanın vazifesi olarak göstermektedir. Yani cihad olarak kabul etmektedir. Kâfir
memleketlerindeki keferelerin bütün hak ve güvenlik içinde ya amalarına müslümanların müsaade
etti ini yazabilmektedir. te ispâtı:
“ slâm dünyası, be eriyet tarihinde tek ba ına kendisine muhalif inanç sahiplerinin bütün
haklara ve güvenliklere eri erek ya amalarına müsaade etmi tir..” . Etütler S. 209
S. kutub bu feci ifadelerinden sonra Cenâb-ı Hakk’a iftira ederek, inanç hürriyetini Kur’ân-ı
kerîm’in savundu unu zikrediyor. öyle bir meal yazıyor:
“ ayet Allah insanları birbirine itmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar, camiler
yıkılırdı.” . Etütler S. 210
Hemen arkasından unu ilâve ediyor:
“Müslümanların ibadet yeri cami, nihayette, hıristiyanların, yahudilerin tapınakları olan
manastır ve havralardan sonra zikrediliyor. Öyle de il mi kültürlü beyler?” . Etütler S.210
Ne demek istiyor S. Kutub? Havra ve manastır camilerden önce zikredilmi tir, diyor. Yani
camiler havra ve manastırdan sonra zikredilmi tir diyor. Yani havra ve manastırı camiden önemli
tutuyor demek istiyor.(!)
Biz de soralım kültürlü beylere (!) Öyle de il mi? Yoksa baksana havra ve manastıra, kiliseye
Cenâb-ı Hak ne kadar önem veriyor mu diyor. Bunların hangisi olursa olsun küfürdür. Batıla önem
verilmez. Âyet-i kerîme’den bir ey anlarım zannediyor. Kur’ân-ı kerîm’de yazılan her ey kıymetli
midir? Kur’ân-ı kerîm’de Ebu Lehep kâfirinden de bahsedilmektedir. Yine Kur’ân-ı kerîm’de “Siz
onların putlarına sövmeyin, onlar da sizin Allah’ınıza sövmesin,” gibi ifadeler yer almaktadır. Burada
putlara sövmeyin demekle hâ â putlar övülmü müdür? nsanlar sulh içinde ya amasaydı, kiliseler
camiler yıkılırdı, demek kilisenin övüldü ü anlamına gelir mi? Allah kiliseyi camiden önce bahsediyor
demekle S. Kutub acaba hangi kâfire yaranacak ki?
Buraya kadar S. Kutub’un iki kitabını inceledik. Bozuk plâk gibi hep aynı eyleri söylemekte, ehli sünnet âlimlerinin kitaplarından nakil yapmamakta, kendi görü ünü din gibi ortaya sürmektedir. u
anda elimizde SLÂM’DA SOSYAL ADALET ismiyle Türkçeye Ya ar Tunagür ve Dr. M. Adnan
Mansur tarafından çevrilmi bir kitabı daha var. Elimizdeki 5. baskısıdır. Sayfa numaralarını takip
etmek için baskısını da zikrettik.
Nâ ir önsözünde öyle diyor:
“ slâmiyetin ibadet kısmına dair eserler varsa da, slâm’ın içtimaî ve ahlâkî vechesine
müteallik maksadı temin edecek Türkçe bulunmamakta idi.” . S. Adalet S. 7
Seyyid Kutub bu kitabında nelerden bahsediyor? Hemen her kitabında aynı konular üzerinde
durur. Nedir bunlar? Ferdi mülkiyet, cihad, faiz, kumar, miras ve zina gibi konular i lenmektedir.
Bunlar nedir? Bunların hepsi dinî hükümlerdir. Bazılarını yapınca sevab kazanılır, bazılarını yapınca
günah kazanılır. Bunların ibadet olmadı ını söylemek acaba neye hizmettir?
Önsözde bu sapık kitabın iki milyon Arapça nüshasının basıldı ını büyük bir ra bete mazhar
oldu unu zikrediyor sayın nâ ir. Bir kitabın çok basılması bütün insanlar tarafından ra bete mazhar
olması onun do ru ve hak oldu unu göstermez. Bâtıl gazete ve kitaplar hak olanlardan çok basılıp
çok ra bet görüyor. Mesele hak ve do ru olmasındadır. Hak ve do ru ise edille-i Erbaaya göre tesbit
edilir. Bizim gibi mukallidler için delil ise kıyas-ı fukahadır, yani ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdi i
hükümlerdir. Bir hüküm bunların bildirdiklerine uygun ise do ru, de ilse yanlı tır.
Bakalım bu sapık kitabda neler yazıyor:
Kitabın her satırı aslında suç unsurudur. Biz daha bariz olanlarını hemen her okuyucunun
anlayabilece i noktaları i aret etmek istiyoruz. Sayfa 27 de bu sual çok samimi sorulmu tur, denerek
slâmiyetin her asra göre de i mesini isteyen ifadeler yer almaktadır. Halbuki Dört hak mezhep
bütün asırlara kâfi gelecek ekilde hükümler koymu lardır.
Fakat S. Kutub ne diyor?
“ slâm’ın bir asırda getirmi oldu u nizamın o asra nisbetle de i en bir çok artları
muvacehesinde (kar ısında) tevali eden (daha sonraki) asırların hepsinde aslını kaybetmeden
kabili tatbik oldu una bizleri kim temin edebilir.” . S. Adalet S. 27
Hemen bu cümlenin devamında ecaat arz eder gibi “bu sual çok samimi sorulmu tur.”
deniyor.
Bilindi i gibi komünistler tarihî tekamüle inanırlar. Tarihî tekamül neticesinde mutlaka komünizm
gelecektir, derler. Seyyid Kutub da tarihî tekamüle inanmakta ve sosyal, iktisadî ve fikrî inkılâpların,
yani devrimlerin olaca ına inanmaktadır. Seyyid Kutub tarihî tekamülle sosyal, iktisadî ve fikrî
inkılâplar, bugünkü tabirle devrimler gelecektir diyor. 14 asır evvelki slâm nizamının, bir bölümü
olan, iktisat nizamının ve di er nizamlarının bugün uygulanmasının kabili tatbik olmadı ını zikrediyor.
Asırların hepsinde kabili tatbik oldu una bizi kim temin edebilir diyordu. Büyük harflerle yazılan
paragrafı aynen öyledir:
“ slâm: Bu kâinatı, ondaki yenilikleri ve bu yeniliklerin tarihî tekamülünü, getirece i
sosyal, iktisadî ve fikrî inkılâpların neticelerini en dakik olarak hesabeden ve bunu herkesten
iyi bilen Allah tarafından tesis edilmi bir dindir.” .S. Adalet S. 27
Evet S. Kutub dinimizi böyle anlatmaktadır. Tarihî tekamül neticesinde sosyal inkılâpların
gelece ine inanmaktadır.
S. Kutub’un, mezheplerin birle mesinden bahseden bir cümlesi de öyledir:
“ slâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birle meli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır.” . S.
Adalet S. 35
S. Kutub dört hak mezhebi ihtilaf olarak kabul etmektedir. Bu ihtilaflar birle melidir diyor.
htilaflardan maksadı sapık mezhepler de ildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Hak ile bâtılın
birle mesine zaten imkân yok. Hak mezhepleri de birle tirmek telfik oluyor ki bu da icma-i ümmet ile
bâtıldır. S. Kutub hocası mason Abduh gibi mezhepleri ayrılan cüzler kabul etmekte ve birle mesini
istemektedir. Mezheplerin çıkması, ihtilafları rahmet iken, S. Kutub di er mezhepsizler gibi bunları
birle tirmek, yani kaldırmak istemektedir.
htilaflar ortadan kalkmalıdır cümlesinin hemen arkasından öyle demektedir:
“Aralarındaki farklı mezhepler (doktrinler) birbirlerine yardımcı olmalıdırlar ki emniyet ve
salâh için tabiat kuvvetlerinden elbirli i ile istifade mümkün olsun.” . S. Adalet S.35
S. Kutub bu cümlesi ile mezheplerden maksadı hak mezhepler midir yoksa sapık mezhepler
midir? Hak mezhepler ise onlar zaten icma-i ümmet ile bir rahmet olarak çıkmı lar, birbirlerine
yardımcı olmalıdır gibi bir ifade kullanılamaz. E er sapık mezheplerin birbirine yardımcı olmasını
istiyorsa bu daha kötüdür.
S. Kutub sosyalizmin tesiri altında kaldı ı için tabiat kuvvetleri diye bir kuvvetten
bahsetmektedir. Hani u brahim aleyhisselâmı yakamıyan ate gibi tabiat kuvvetlerinden (!) tabiat
kuvvetleri diye bir ey yoktur, hepsi ilâhi kuvvetlerdir. Sosyalist kültürle beyni yıkananlar böyle
zırvalar i te.
Bilindi i gibi en kıymetli ibadetlerden birisi de Allah için sevmek, Allah için bu zetmek,
dü manlık etmektir. Allah dostlarını sevmek mecburiyetinde oldu umuz gibi, Allah dü manlarına da
dü manlık beslemek mecburiyetindeyiz. Cihad bu bakımdan kıymetli ibadetlerden biridir. Fakat S.
Kutub hümanist kültürüne dayanarak öyle demektedir:
“ slâm nazarında hayat, anla arak yardımla madır. Harb ve dü manlık de ildir.” . S.
Adalet S.42
Halbuki dinimizde dostluk gösterilmesi gerekene dostluk göstermek, dü manlık gösterilmesi
gerekene dü manlık göstermek lâzımdır.
Di er mezhepsizler gibi Seyyid Kutub da mutlak e itlikten, insanî e itlikten bahsediyor.
diyor:
öyle
“ slâm nazarında ise adalet, insanî müsavattır.” . S. Adalet S. 43
Halbuki dinimizde adalet vardır, e itlik yoktur. Bunu evvelki sayılarımızda açıklamı sak da birkaç
satır da burada yazalım. Dinimizde ücret e itli i de yoktur. Kâfir –müslüman e itli i de yoktur. Hattâ
mûttaki- fâsık e itli i de yoktur. slâm’da adalet vardır. Her e itlik adalet de ildir, fakat adalet bazan
e itlik olabilir. Adalet bazan e itlik oldu diye dinimizde mutlak e itlik oldu undan, insanî bir e itlik
bulundu undan bahsetmek yersizdir. Dinimizde insan yaptı ı i e göre ücret alır.Tahsil ve kıdem
aranmaz. cabında tahsilsiz bir insan üniversite mezunundan daha fazla ücret alabilir. Burada adalet
vardır, e itlik yoktur. Kanun nazarında da herkes e it de ildir. Fakat kanun adaletle hükmedilmesini
emreder. Namaz kılmayan bir mümin cezalandırıldı ı halde, namaz kılmayan zimmî cezalandırılmaz.
Kısacası e itlik yok, adalet vardır. Zimmîden, kâfirden hâkim olmaz. Yani insanlara e it muamele
yapılmaz. Dinin emretti i ekilde adaletle muamele edilir.
S. Kutub slâm eriatı tabirini kullanmaktan çekinerek hep slâm’ın görü ü tabirini
kullanmaktadır. Bilindi i gibi görü insanların dü ünce mahsulüdür. Dinin zamana göre
de i ece inden bahsetmesi de slâm’ın insan dü üncesi oldu unu, bir görü oldu unu
belgelemektedir. Evet öyle diyor:
“ nsanlık hakkındaki slâm’ın görü ü ile yapılan bu fikrî hamlenin bir e ini henüz tarih
kaydetmemi tir.” . S. Adalet S. 69
Seyyid Kutub böylece slâm’ın görü ü ile fikrî hamlede bulunduktan sonra feminist bir zihniyet
içinde kadın-erkek e itli inden bile bahsederek diyor ki:
“ slâm, (iki cins arasında) erkekle beraber kadın için tam bir e itli i teminat altına
almı tır.” . S. Adalet S. 75
Hemen a a ıda da her iki cinsin dinen ve manen birbirine e it oldu undan bahsediyor. Halbuki
bilindi i gibi kadın erkekle hiçbir zaman e it de ildir. Nikâhta e it de ildir. Erkek karısına bo ol dedi
mi kadın bo olur. Kadın bo ol dese bir ey gerekmez. ahitlikte iki kadın bir erkektir. Kadın hâkim
ve devlet reisi olamaz. Mirasta erke in aldı ı hisseyi alamaz. Bütün bunlar e itlik de ildir, fakat
adalettir.
S. Kutub, “Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.” âyet-i kerîmesini açıklarken öyle diyor:
“Bu hâkimiyet, erke in kabiliyeti, ihtisas ve hayatta yüklendi i mes’uliyet gibi hususa
taalluk eder. Erkek analık mükellefiyetinden kurtuldu u ve uzun müddet hayatın çe itli sosyal
meseleleri içinde kaldı ı için fikri geli me sa lar.” . S. Adalet S.76
Diyelim ki S. Kutub’un dedi i gibidir, yani erkek ,sosyal meseleler içinde yo ruldu u için kadınla
erkek e it de ildir ve erkek kadına hâkimdir. Hangi sebeple olursa olsun erkek, kadına hâkimdir. Bu
âyet-i kerîme ile de belirtilmi tir. Hâlâ kadın erkek e itli inden bahsetmekle hangi feministe
yaranacak ki? S. Kutub’un zihniyetine göre, S. Kutub’un cümlesini aynen yazıyoruz, erkek yerine
kadın kelimesini koyarak yazıyoruz. “Kadın analık mükellefiyetinden kurtuldu u ve uzun müddet
hayatın çe itli sosyal meseleleri içinde kaldı ı için fikri geli me sa lar.” Peki kadın fikri geli me
sa larsa erkekle e it olur mu? Tersine iki kadın ahit yerine bir kadın ahit, bir erkek ahit yerine iki
erkek ahit mi lâzım olur? Bo anma hakkı kadından erke e mi geçer? Kadı ve devlet reisi kadından
mı olur? S. Kutub demek istiyor ki, erkek kültürlü oldu u için kadından üstündür. Yok kadın kültürlü
olursa erkekten üstün olur. Bu bakımdan kadın ve erkek birbirine e ittir. Allahü teâlâ erkek kadına
hâkimdir, buyuruyor. S. Kutub ise kadın-erkek e itli inden bahsediyor. S. Kutub böylece kendi
kafasına göre yeni bir din meydana çıkarıyor.
S. Kutub dinde de kadın erkekle e ittir, diyor. Erke e Cuma namazı farz iken kadın Cuma
namazına gitmez. Burada da e itlik yoktur, adalet vardır.
S. Kutub kadından iki ahit getirilme mevzuunda da öyle diyor:
“Burada asıl mesele, bir cinsi di er cinsten üstün tutma ve e itsizlik de il, hayatta amelî
iltiması önleme meselesidir.” . S. Adalet S. 78
S. Kutub gibi mezhepsizlere soruyoruz, neden Allahü teâlâ iltiması önlemek için bir erkek yerine
iki kadın ahit istiyor da, bir kadın yerine iki erkek istemiyor? Mezhepsizler belki bu suale öyle bir
cevap verebilirler: “O zamanki kadınların kültürü olmadı ı için iki ahit istenmi tir, bugün tek ahit
yeter.”
Dinsizlerin, namaz o zamanki Araplara inmi ti demesine benzemektedir. Allahü teâlâ’nın dininde
reform yapmak isteyenler, dünyada ve âhirette rezil olurlar.
S. Kutub kadın-erkek e itli inden bahsederken, Fransız idaresini öyle kötülüyor:
“Bunun yanında kadına gizli ve alenen her türlü gayrî ahlâkî davranı larında hürriyet
vermi tir. slâm ise kadını sadece bu son hakkından mahrum ediyordu. nsanlık eref ve
haysiyetini korumak maksadıyle bu hakkı erkekten aldı ı gibi.” . S. Adalet S. 81
Görüldü ü gibi kadının ve erke in zina etmesini, bir hak olarak gösteriyor S. Kutub. Fransızlar
zina hürriyeti vermi , fakat slâm bu haktan mahrum etmi . Mezhepsizli in bu kadarı görülmü
müdür? Haktan mahrum etme gibi bir tabir kullanılıyor. Zinaya da hürriyet deniyor. Hürriyet hakka
esir olmaktır. Yoksa ba ıbo luk de ildir. Allahü teâlâ’nın emirlerine esir oldu un müddetçe hürsün,
yoksa esirsin. Mezhepsiz bunları nereden bilsin?
S. Kutub’un bütün bu görü leri, saçmaları, bir mezhebe göre de il, do rudan do ruya âyet-i
kerîmelere dayanarak yapıldı ı iddia edilmektedir. Hep delil olarak âyet-i kerîme gösterilmi tir. Hiç bir
hak mezhep gösterilmemi tir. Âyet-i kerîmelerden dört hak mezhep çıkmı tır. S. Kutub dört hak
mezhepten bahsetmedi ine göre kaçıncı mezhebi kuracaktı ki?
S. Kutub S. 103’te mutlak vicdan hürriyetiyle tam insanî e itlikten bahsetmektedir. Dinimizde
mutlak vicdan hürriyeti yoktur. Dinimizin bildirdi i eylere inanmak mecburiyetindeyiz. Vicdanımız hür
de ildir. Dînin bildirdi ine inanmayıp mutlak vicdan hürriyeti olanlar kâfirdir. Daha önce de
bahsetti imiz gibi insanî bir e itlik yoktur. Tam bir adalet vardır. nsanîli in ölçüsü milletten millete
de i irse de dinimize göre müslümanlı a uymayan bir ey insanilik de ildir.
S. Kutub zekâtın bir kısmının muhtaçlara ait oldu unu söyledikten sonra öyle demektedir:
“Di er kısmı da ferdî mülkiyetten çıkarak belirli yerlere sarf edilmek üzere cemiyetin malı
olur.” . S. Adalet S. 157
Komünizmin yarı tatbik ekli derler buna. Zekât yalnız fakirin hakkıdır, Cemiyetin onda hakkı
yoktur.
S. Kutub aynı sayfada “Aslolan bütün mallar umumiyetle cemiyetindir.” demektedir. Bu
cümlenin ba ına komünizm eklersek öyle olur. “Komünizmde aslolan bütün mallar umumiyetle
cemiyetindir.” Fakat S. Kutub bu slâm’dadır, diyor. Kafasındaki komünizmi bize slâm olarak
takdim etmek istiyor.
S. 158’de yine “ slam nazariyesi” tabirini kullanmı tır.
Ehlince bilindi i gibi slâm nizamında zengin de vardır, fakir de vardır. Ancak zenginler
zekâtlarını fakirlere vermekle mükelleftir. Zengin fakirin hakkı olan zekât ve di er malî ibadetleri ifa
ettikten sonra istedi i kadar zengin olma hakkına sahiptir. Eshâb-ı kirâm arasında gayet fakir
kimseler yanında A ere-i mübe ereden Abdurrahman bin Avf gibi milyoner kimseler de vardı.
Zenginlik suç ve ayıp de ildir. Me ru yoldan kazanıp me ru yolda harcadıktan sonra mal mübarektir.
Bu mal ile kö k ve saray yaptırmak günah de ildir. brahim aleyhisselâmın yarım milyon sı ırı vardı.
Süleyman aleyhisselâmın zenginli i, kö kü dillere destan idi. Fakat S. Kutub zenginin kö k ve saray
yaptırmasına kar ı çıkıyor. Sosyalist kafası ile öyle diyor:
“Milyonlarcasının basit bir meskene yirminci asırda sac veya adi tenekeden, kerpiçten
ba ını sokaca ı bir elbiseye muhtaç bulundu u bir memlekette, milyonlarca lira sarfederek
(Daha sade ve mütevazı olması mümkün iken) muhte em kö kler ve saraylar yaptırmak israf
ve haramdır. Ölçü budur.” . S. Adalet S. 189
Sosyalist ölçüyü gördük. Devamlı ekilde zenginlik ve servet dü manlı ı... Adam me ru yoldan
kazanıp, me ru yollarda harcıyorsa, zekât ve u runu veriyorsa ne diye dü manlık beslenir? Hiçbir
delile dayanmadan kö k yaptırmaya haram demek mezhepsizce bir cürettir. mâm-ı afii çok fakir
oldu u halde, mâm-ı A’zam çok zengin idi.
Hal böyle iken, S. Kutub ecaat arzeder gibi diyor ki:
“Zaman ve Ahvalin de i mesiyle slâm’ın de i en hududu budur.” . S. Adalet S. 189
S. Kutub demek istiyor ki, eskiden zenginlik helâl idi, imdi zaman de i ti, haram oldu. Dinde
reform diye buna derler.
Nâ ir kitabın ba ında islâmiyetin ibadet kısmına dair eserler varsa da içtimaî vechesine
müteallik eserlerin bulunmayı ından söz ediyordu. Zekât ibadet de il midir diyorduk. S. Kutub
ZEKÂT BORCU ba lı ı altında bunu gizlemeden açıklıyor:
“Zekât malın hakkıdır. Bir cihetten ibadet sayılır. Di er cihetten içtimaî bir vecibedir.
badet ve içtimaiyatta slâm nazariyesine göre taabbudi ve içtimaî bir vecibedir demek
lâzımdır.” . S. Adalet S. 191
slâmiyette ibadet olmayan hiçbir emir yoktur. Zekât da ibadettir. S. Kutub’un dedi i gibi bir
cihetten ibadet di er cihetten içtimaî bir bir vecibe ne demektir? çtimai vecibe ibadet de il midir?
çtimai vecibe dedi i husus Allah’ın emri de il midir? slâm nazariyesine göre ne demektir? Nazariye
dü ünce alanında kalan bilgilerdir. Darwin nazariyesi gibi. slâm’a ancak dinde reform isteyen
mezhepsizler nazariye derler, gafiller de böyle mezhepsizlerin kitaplarını okurlar, satarlar ve
yayılmasına çalı ırlar.
S. Kutub di er taraftan da slâm’ın, fakirli i çirkin gördü ünü bildirmektedir? S.190 ve191
Halbuki fukara-i sabirinden olmak övülmü tür. Fukara-i sabirin agniya-i akirinden üstün
tutulmu tur. Yani s a b r e d e n f a k i r, ü k r e d e n zenginden üstün tutulmu tur. Fakat azdıran
zenginlik kadar azdıran fakirlik de kötüdür. Ne fakirlik çirkindir, ne de zenginlik haramdır. S. Kutub
herkesi komünizmde oldu u gibi e it tutarsa zengin ve fakirli i istemez. Herkes aynı seviyede olsun
der. Hemen altında gerekçe olarak da izzet ve erefe lâyık bir insanın hayatın maddî zaruretinden
uzak olması gerekti inden bahsetmektedir. Sanki Maddî zaruret içinde bulunmak çirkinmi gibi. Ne
kadar fakir evliya var idi. Eshâb-ı kirâm arasında da ne kadar fakir var idi. Fakirli e veya zenginli e
çirkin demek Allahü teâlâ’nın koydu u nizama çirkin demek olur. Cenâb-ı Hak, zengin zekâtını fakire
verecektir, demekle, zenginli i ve fakirli i me ru kılmaktadır. Bunlara çirkin demek Allah’a isyandır.
Rızık Allahü teâlâ’nın üzerinedir. Rızkı o verir. Hayır er ondandır. nsan çalı makla zengin olmaz,
fakat çalı mak Allah’ın emridir. Zengin olmak için de il, Allah emretti i için çalı ırız. Peygamberimiz
gibi azdıran zenginlik ve azdıran fakirlikten Allah’a sı ınırız.
S. 252’de bni Teymiyye gibi sapık olan bni Hazmı övmekte böylece mezhepsiz oldu unu
gizlememektedir. Aynen öyle bir ifade kullanmaktadır.
“Büyük slâm âlimlerinden El-imam bn Hazm’in bir fetvasına göre.” . S. Adalet S. 252
bni Teymiyye’nin fikrindeki bni Hazmı imam olarak zikretmesi mezhepsiz olması için kâfi bir
delildir.
S. Kutub’un Eshâb-ı kirâma ve birkaç halife hariç di erlerine dü manlı ı gizli de ildir. Halbuki
Eshâb-ı kirâm’dan birini sevmemek, Allahü teâlâyı sevmemek oldu unu 12. sayımızda vesikaları ile
izah etmi tik. S. Kutub kaç asırdır süren Halifelik müessesesine krallık diyecek kadar dilini uzatıyor.
Bilindi i gibi Halifelerin hemen hepsi evliya idi. S. Kutub bunlara a za alınmadık hakaretler
yapmaktadır. öyle demektedir:
“Müsamahakâr hilafet müessesesi, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.A.)
dan sonra gelen üç dört halife müstesna babadan o ula veraset yolu ile intikal eden bir nevi
krallı a inkılâp etti. Milletin malı bu ahısların akrabalarına, etrafına, dalkavuklarına mübah,
Allah C.C. ve Resulünün eriatına ba lı hakiki istihkak sahiplerine ise haram kılınmı idi.” . S.
Adalet S. 253
Halifelerin dalkavukları varmı , hem de bunlar Allah ve resulüne ba lı de ilmi , bunlara devletin
malı mübahmı . Fakat Allah ve Resulüne ba lı kimselere ise haram imi . Böyle bir ifadeyi ancak
mezhepsiz rafiziler söyler.
Gaibi ancak Allahü teâlâ bilir. Gaipten bildi ini söyleyene kâfir denir. (Evliyaların durumu
müstesnadır.)
S. Kutub’un kehanetleri öyledir:
“Ben u kanaatteyim ki, Hz. Ömer (R.A.) birkaç sene daha hilafette kalsaydı veya Hz. Ali
(R.A.) üçüncü halife olsa idi veya Hz. Osman (R.A.) iktidara geldi inde yirmi ya daha genç
bulunsaydı slâm tarihinin çehresi daha ba ka olurdu.” . S. Adalet S. 253
Burada Allahü teâlânın takdirine itiraz vardır. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, “E er bana herkes
muti olsaydı, âsi olacak kavimler yaratırdım.” Niçin yaratırdı, bilemeyiz, hikmetini de sual etmeyiz.
Allahü teâlâ dileseydi slâmı dünyaya hâkim kılardı. Hayır er ancak Allahü teâlâdandır. u ba a
geçseydi, u olurdu, öbürü geçseydi öyle olurdu gibi gaipten haber vermek bir müslümana
yakı maz. Hazreti Osman radıyallahü anh yirmi ya daha genç olsaymı . Yani Hazreti Osman
radiyallahü anhın iyi idare edemedi ini söylemek istiyor. Dolayısıyla onu halife seçen Eshâb-ı güzine
dil uzatmı oluyor. Niçin böyle idare edemiyen bir kimseyi seçtiniz diye. Dört halifeyi bütün Eshâb-ı
kirâmdan üstün bilmek, Ehl-i sünnet i’tikadındandır. Böyle bilmeyen ve kendisinin sünnî oldu unu
iddia eden bir kimse Ehl-i sünnetten çıkar ve kâfir olur.
Sapık fırkalar tekfir edilemez. Bugün sapık fırkalar da dejenere oldu u için saf bir mutelize
yoktur. Bu bakımdan Ehl-i sünnetten kıl payı ayrılan küfre dü er.
S. Kutup Eshâb-ı kirâma böyle atıp tuttuktan sonra tercim S. 254’de dipnotta öyle diyor:
«Müellif bu görü lerin ahsi kanaati oldu unu tasrih etmektedir.”
Sanki kitap nakil esası üzerine yazılmı da arasıra böyle birkaç da kendi görü ünü ilave etmi
gibi dipnot eklenmi . Ba tan sona kendi görü ü bulunmaktadır. Delil olarak bazen ileri sürdü ü
âyet-i kerimelere verdi i mana da yine kendi görü leridir. Bariz hatalar müellifin ahsi görü üdür
demek mütercimin i güzarlı ı olmaz mı? Müellif yani S. Kutup bunlar benim ahsi görü üm, unlar
da Ehl-i sünnet alimlerinin hükümleridir dedi i varit midir? De ildir. Bir fetva, mezhepsiz ibni
Hazm’dan bahsetmi o kadar. Bir iki nakil de bazı gâvurlardan bahsetmi hepsi bu kadar. Di erleri
tamamen kendi görü üdür.
S. Kutup, Ehl-i sünnet itikadında olmadı ı için devamlı hataya dü mektedir. Hayır ve
Allah’tan oldu u halde S. Kutup tesadüfe ba lamaktadır. Ve öyle demektedir:
er
«Yine tesadüf, ama iyi bir tesadüf hilâfet ruhuna sahip bir hükümdarı Ömer ibni
Abdülaziz’i slâmın ba ına getiriyor.” . S. Adalet S. 256.
Ömer bin Abdülaziz’i slâmın ba ına kim getiriyor? Tesadüf getiriyormu . Hayır ve
Allah’tan oldu una inanmayan bir kimse için böyle sözler normaldir.
errin
Aynı sayfada Ömer bin Abdülaziz övülerek öyle deniyor:
«Buna dün Ömer bin Abdülaziz muktedir olmu , bugün de bütün müslümanlar olabilirler
.” S. 256.
Yavuzlar, Kanuni ve Abdülhamidler halifeli i iyi idare edememi de bugün Mısır’ın sosyalist
yazarları Ömer bin Abdülaziz gibi iyi idare edeceklermi . Pisi pisine ölmek marifet de ildir.
Peygamber aleyhisselâm Hendek kazdırmı tır. Dü manın üzerine gidip de birçok ehit verdirmek
istememi tir. Sosyalist bir deva için dinsiz Nasır’a kellesini vermek budalalıktır. hvan-ı müslimînin
budalaca hareketi yüzünden bugün Mısır’da dinden kopmalar ço almı ., mevcut müslümanlara da
baskılar artmı tır. Hükûmet adamları devamlı müslümanların pe indedir. Bunlar ihtilâl yapacak diye
devamlı kontrol altında ya ıyorlar. Dinimizde müdara esas iken sol bir dava u runa kelleyi vermek
budalalıktır.
S. Kutup, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer radiyallahü anhümayı solculukla itham ederek
demektedir:
öyle
«Hz. Ömer’in siyaseti, Hz. Ebu Bekir’in yaptı ı gibi zenginlerin artan mallarını ( eriat
dahilinde) alıp fakirlere e it olarak tevzi etmek idi.” ( . S. Adalet S. 254.)
Burada sadece Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer suçlanmakla kalmıyor. Eshâb-ı kirâmın zenginleri
fakirlere yardım etmedi i iftirası da yapılmaktadır. Eshâb-ı kirâmın zenginleri vazifelerini
yapmayınca Halife müdahele ediyor, mallarını alıp fakirlere da ıtıyormu . S. Kutup kurmak istedi i
düzene slâm komünizmi diyecek de her nedense bir türlü diyemiyor.
Bir hikaye anlatalım. Zamanın birinde zalim bir kral varmı . Atını çok severmi . Kim ölüm
haberini getirirse, atın öldü derse boynunu vuraca ını bildirmi . Günün birinde atı ölür. Fakat haber
nasıl verilecek? Akıllı vezirlerinden birisi krala gider. öyle der:
- Efendim, atınız yattı kalkmıyor.
- Yorulmu tur sonra kalkar,
- Efendim, ayaklarını da yukarı dikmi .
- Ne olacak diktiyse?
- Hiç nefes de almıyor efendim.
- Öldü desene.
- Valla ben demedim efendim, öldü diye siz dediniz.
Böylece haber veren kelleyi vermekten kurtarır. S. Kutup da slâmiyet ile komünizm karı ımı bir
düzen kurmak istiyor. Zenginlerden alınır, fakirlere verilir diyor, zekat yerine hisse senetleri verip
fabrikalara ortak olunsun diyor. Bütün mallar aslında cemiyetindir diyor. Kralın dedi i gibi buna
komünizm desene diyece iz. Ben söylemedim, siz söylediniz diyecek. Gerçek udur ki at ölmü tür,
kim derse desin. S. Kutub’un düzeni de sol bir adı düzendir, adı ne olursa olsun.
Kur’ân-ı kerim’de zekatın verilece i yerler, açıkça bildirilmi tir. Mezhep imamları zekât ile ilgili
âyet-i kerimeyi açıklamı lardır. Fakire nasıl faideli olaca ını bildirmi lerdir. Fakat S. Kutup hiç bir
mezhebe uymayan bir yol takip ederek, yani mezhepsizlik yaparak zekâtı kendi kafasına göre
vermek istemektedir. Zekât sistemini de i tirelim dedi i yazısı öyledir:
«Keza, Hz Ömer (R.A.) müellefet-ül kulub’a ( slâma yeni girmi , kalbleri kazanılmak
istenen kimselere) zekât giderlerinden bazı farklı tasarruflarda bulunabiliriz. Ve meselâ bunu
ancak muayyen bazı zümrelere hasredebiliriz. Nakid veya ayn olarak vermeyebilir, onlar için
fabrika ve sanayi tesisleri kurabiliriz. Veya bazı tesis ve te ekküllerde onlar için hisse
senetleri alabiliriz. Ta ki onlara bugünün medenî icapları ile ba da mayan ve heba olup
giden muvakkat ihsan manasından uzak, daimi bir rızk ve gelir kayna ı temin edilmi olsun.”
. S. Adalet S. 304-305.
S. Kutub’un ne dedi ini özetleyelim:
1- Zekât giderlerinden bazı farklı tasarruflarda bulunalım.
2- Fabrika kurabiliriz.
3- Fabrikalardan hisse senetleri alabiliriz.
4- Zekât sistemi bugünün medenî icaplarıyla ba da mıyor. Daimi bir rızk kapısı
açalım.
Bunları söylemenin dindeki hükmü nedir?
1- Zekât giderlerinin nereye ve nasıl verilece i mezheplerde belirtilmi ve icma’ halini almı tır.
Hele zekâtın verilecek yerleri Kur’ân-ı kerim’de açıkça bildirildi i için farklı içtihadda bulunulmaz.
Farklı tasarruflarda bulunmaya kalkmak Kur’ân-ı kerim’in bildirdi i hükmü be enmemek olur ve
kendisini din koyucu yerine geçirmek olur. Kur’ân-ı kerim’de zekâtın yedi sınıf müslümana verilmesi
emredilmektedir. Yedi sınıf müslüman unlardır; fakir, miskin, âmil, Hac ve gazada olan kimse, mal
ve mülkünden uzak kalmı olan yolcu, borçlu, azad olacak köle.
Müellefetül kuluba da zekât verilmesi emredilmi se de bunu Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem Efendimiz nesh eylemi lerdir. Nesh ile ilgili hadis-i erif kütüb-i sittede mevcuttur. Kütüb-i
sitte adı ile maruf altı hadis-i erif kitabındaki bütün hadis-i eriflerin sahih oldu unda icma vardır.
cma Peygamber aleyhisselâm zamanından sonra olur. Nesh ile peygamber aleyhisselâm
tarafından olur. Müellefetül kuluba zekât verilmemesini Peygamber aleyhisselâm emretmi tir. S.
Kutup bunları bilmedi i için Allah’ın emri olan Müellefetül kuluba zekât vermeyi Hz. Ömer
kaldırmı tır, di erlerini de biz onlara benzeterek kaldırabiliriz diyor. Mezhepsizli in bu kadarı
görülmü ey de ildir.
2- S. Kutup ne diyor, zekât parası ile fabrika kurabiliriz veya hisse senetleri alabiliriz diyor.
eriatta (dört hak mezhepte) bunun yeri yoktur.. zekât sisteminin bugünün medeni icapları ile
ba da madı ını söylüyor ki, Allahın emrine bu ekilde bir dil uzatmak küfür de il midir? Daimi bir
rızk kapısı açılsın diyor. Hâ â Allah daimi bir rızk kapısı açılmasını bilmiyor muydu? Sonra rızkı
Allah’tan ba kasını mı veriyordu? Bu ne biçim saçmalık? S. Kutub’un zırvası bir tarafa, bu kitabın
Türkiye’de be inci baskısının yapılması mezhepsizli in her tarafa yayıldı ını göstermez mi? Bilerek
veya bilmeyerek insanlar mezhesiz oluyor?.
3- S. Kutup zekâtı de i tirmekle kalmıyor. Mirasa da elini ve dilini uzatıyor. Mirascı olmayan
akraba, yetim ve yoksullara da miras verilmesini istiyor. Zekâtta oldu u gibi mirasta da bazı
de i iklikler ve tahsisler yapılabilece inden bahsetmektedir. Dini kendi kafasına göre de i tirmek
ve reform yapmak isteyen S. Kutup’un Miras Te rii ba lı ı altında yazdı ı yazıyı a a ıya alıyoruz:
«Miras taksim olunurken (mirasçı olmayan) hısımlar, yetimler, yoksullar da hazır
bulunursa kendilerini (ondan bir ey vererek) rızıklandırın, (gönüllerini alacak) güzel sözler
de söyleyin.» (Nisa sûresi)
Bu Kur’ân’ın nassıdır. Ve akraba, yetimler ve fakirlerin mirasta hisse alaca ını sarahatle
ifade etmektedir. Tabiî olarak âriin ( er’i kanunları vazedenin)tasarruf hakkı vardır. –Hz.
Ömer (R.A.)’ın müellefetül kulub (islâma yeni girmi ve kalblerinin kazanılması istenen
kimseler) için tasarruf hakkını kullandı ı gibi- Mirasta de i iklikler ve bazı tahsisler
yapılabilir.
Bazı hisseleri varislerin ve toplumun haline göre tayin edilebilir. unu da tenbih edelim
ki âyet-i kerîme’de hazır bulunursanız manâsı hükmen hazır bulunmak, yani mevcut olmak
manasındadır. Zira her toplumda yetim ve fakirler mevcuttur. Yoksa bunlar her mirasın
taksimi ânınde ferd her meclise hazır bulunmaları icap etmez. Çünkü onlar her zaman ve
mekânda hazırdırlar. arie dü en, bunlara yardım etmekle vicdanların infaz edemedi i bir
farizayı devlet ba kanına infaz ettirmektedir.» . S. Adalet S. 309
Mütercim de buradaki galiz hatayı anlamı olmalı ki S. Kutub’un sözlerini tevil ederek dipnotta
öyle diyor:
« eriatte serahatle tayin ve tesbit edilmi bu nisbetler dı ında bazı tadilât veraset
vergisi ismiyle varislerden alınacak muayyen bir nisbetin varis olmayan akraba, yetim ve
fakirlere tehsisi mümkündür.»
Önce müellifin, sonra mütercimin hatalarını açıklayalım.
Nisa sûresinde belirtilen âyet-i kerimenin tefsiri için muteber tefsir kitaplarına bakmak icap
ederken S. Kutup kendi kafasına göre tefsirler yapmaktadır. Muteber tefsirlerin bildirdi ine göre
mirascı olmayan akraba ile yetim ve yoksullara miras verilmesi emredilmiyor, bunlar miras
taksiminde bulunurlarsa gönüllerini almak için bir eyler verilmesinin iyi olaca ını bildirmektedir.
Muteber tefsirler böyle diyor. S. Kutup ne diyor. Taksimde hazır bulunsun veya bulunmasın nerede
ne kadar yoksul ve yetim varsa o mirastan onlara vermek de Allah’ın emridir diyor. Bu apaçık nas
diyor. Hazret-i Ömer’e iftira ederek Müellefetül kuluba zekât vermedi i gibi, mirasta bazı
de i iklikler yapılabilece ini alenen söylüyor. Âyet-i kerime’de de i iklik yapmak kimin haddinedir?
Hangi müctehid hangi âyet-i kerimeyi de i tirmi tir ha a? Âyet-i kerimeyi de i tirmek nesh etmek
ancak Allahü teâlâya mahsustur. Herkes kendi kafasına göre âyet-i kerimeyi de i tirirse ortada din
mi kalır? Reform üstüne reform olur?
S. Kutup sonra ne diyor, her yoksula ve her yetime vermeyen çıkarsa dinde reform yapan
kimse devlet ba kanına ba vurup mirascının mallarını bu kimselere zorla taksim ettirecektir.
Mütercim ne diyor? Varislerden veraset vergisi adı altında bir vergi çıkarıp varis olmayan
akraba, yetim ve yoksullara verilmesi mümkündür diyor. Dört kitaba, dört mezhebe uymayan bir
ifade. Bay Mütercim âyet-i kerime’den veraset vergisini nasıl çıkardın? Herkes aklına göre bir vergi
çıkarırsa din kalır mı ortada?
Evet S. Kutup ve onun yolunda gidenlerin durumu bu.
S.Kutub’un bütün kitabları böyledir. Hepsini incelemeye imkan var mıdır? Bir iki kitabından
birkaç kelime daha yazalım.
stikbal slâm’ındır, isimli, kitabında (s.94’te) bni Teymiyyeye MAM diyor. Ve o sapı ı övüyor.
slâm ve Medeniyetin Problemleri isimli kitabında ise slâm toplumunu in a ederken slâm
fıkhına ba lı kalmamak gerekti ini yazdıktan sonra öyle diyor:
«Bu fıkha yabancı kalmıyorsak da ba lı oldu umuz
slâm anlayı ıdır.»
ey, s1âm yolu, slâm düsturu,
Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları fıkh kitapları sanki islâm yolu de ilmi de S. Kutub’un yazdı ı
saçmalar s1âm yolu imi .
Birkaç kelime de u Fizılalil Kur’ân’dan bahsedelim. S. Kutup da kitabına Fizılal-il Kur’ân
demi tir. Yani Kur’ân’ın gölgesinde demektir. Fi-tefsiril-Kur’ân dememi tir. Fakat Türkiye’deki
meddahları Fi-zilâl tefsiri demektedirler. Bu kitabın epey reklâmı yapıldı. Konferanslar verildi,
bro ürler her yere da ıtıldı. imdi bu bro ürlerden bir tanesi hakkında birkaç kelime konu mak
istiyoruz. S. Kutub’un adamları Ramazan sonlarına do ru (1975 yılının) Trabzon’da da konferans
verdiler, çöp tenekesinden bir bro ür bulduk. El ilanı gibi bir ey. Çoluk çocu un ellerin de yerlerde
dola ıyor. Bro ürde âyet-i kerime aslî harfleriyle yazılmı , altında latin harfleriyle yazılı yazılar var.
Âyet-i kerimeli bu bro ür yerlerde sürünüyor, çöp tenekelerine atılıyor. Mezhepsizlerin kitapları
Türkiye’ye yayıldı. Kur’ân-ı kerim’e hürmet kalmadı, birçok satıcılar Kur’ân-ı kerim’e hürmet
göstermiyor, te hir için Kur’ân-ı kerimleri göbekten ve dizden a a ı yerlere koyuyorlar. Âyet-i
kerîmeleri latin harflerinin arasına yazıp piyasaya sürüyorlar. Bunun önüne geçmek için her
müslüman slâm harfleriyle, latin harflerinin karı ık oldu u kitapları almazlarsa, bu i
halledilmi olur.
nisbeten
S. Kutub’un da ıtılan el ilânında öyle bir cümle vardır:
«Fizılâlil Kur’ân Tefsiri, imdiye kadar yazılan Kur’ân tefsirlerinin hiç biriyle kıyas
edilemiyecek derecede harikulâde vasıflara haizdir.»
Hemen altında Hikmet Yayınları sunar diye yazılıdır .
Sanki deterjan reklamı yapar gibi bir ey. imdiye kadar çıkan deterjanların en üstünüdür.
imdiye kadar yazılan tefsirlerin en üstünüdür. Muhalfarz imdiye kadar çıkan tefsirlerden üstün
olursa din diye bir ey kalmaz ortada. Çünkü slâm bugüne kadar anla ılmamı ve anlatılmamı
demek olur ki maazallah büyük suçtur. Dinde eksik olan neymi de S. Kutup yeni ilâveler yapmı ve
harikulâde vasıflara haiz bir kitap yazmı acaba? Gerçekten de Fizılâl, imdiye kadar yazılmı Ehl-i
sünnet alimlerinin mübarek tefsirleriyle asla kıyas edilmeyecek derecede harikulâde hatalara haiz
bir kitaptır. Buna birkaç misal verirsek hakikat ortaya çıkar.
Mezhebi olan insan belli bir mezhep üzerine yazar. Bazan Hanefînin içtihadı uygundur, bazan
afiîninki uygundur gibi ifadelerde bulunmaz. Seyyid Kutup, bay Karaman gibi, mezhep imamlarının
içtihadlarını tercih ediyor. Maide sûresinin otuzüçüncü âyet-i kerimesini Fizılâlin gölgesine çekilerek
dört mezhebin içtihadlarını bildirdikten sonra öyle diyor:
«Biz bu hususta, mâm-ı Malik’in fikrini tercihe ayan görüyoruz.»
Mezhebi olan kimse kendi mezhebinin imâmının içtihadını tercihe ayan görmez. Hep do ru
bilir ve amel eder. Ba ka mezhepteki bir kimse de ba ka mezhebin imâmının içtihadını tercihe
ayan görürse daha önce mâm-ı Rabbani hazretlerinden delil getirerek isbat etti imiz gibi
mezhepsiz olur, mülhid olur. Hemen birkaç sayfa sonra da mâm-ı Ebu Yusuf’un içtihadı için mâm-ı
A’zama kar ı çıkar gibi bir ifade kullanmakta, içtihad etmeyi kar ı çıkmak anlamına kullanmaktadır.
Ehl-i ilim bilir ki içtihad etmek kar ı çıkmak demek de ildir. Müctehid içtihad etmekle mükelleftir.
Müçtehid ba kasının içtihadı ile de amel edemez. Kendi içtihadı ile amel etmek mecburiyetindedir.
çtihad etmekle kar ı çıkılmı olmaz. Hazret-i Ömer radiyallahü anh kaç kere Kâinatın efendisinden
ayrı içtihadda bulunmu tu. Ayrı içtihadda bulunmak kar ı gelmek demek de ildir, öyle olsa idi,
Peygamber aleyhisselâma kar ı gelmek küfür olurdu. S. Kutup içtihadın ne demek oldu unu
bilseydi böyle zırvalamazdı.
Allahü teâlâ sa aleyhisselâmı öldürmedi ini, asılmadı ını Kur’ân’ı kerîm’inde bildirirken S.
Kutup ise Cenâb-ı Hakkı u ekilde yalanlamaktadır:
«Hazret-i sa’nın vefatından sonra kaleme alınmı bu incilerde…» (Maide süresinin 115.
ayet-i kerimesini tefsir etmeye kalkı ırken böyle yazıyor. Fizılâlinde).
Allahü teâlâyı yalanlamanın ne demek oldu un ehl-i ilim bilir.
te fizılâl böyle saçmalıklarla küfürlerle dolu bir hezeyannamedir. S. Kutupçu mezhepsizler
daima ecdadımızı ve selef-i sâlihin efendilerimizi küçük göstermek için ellerinden gelen gayretleri
göstermi ler. Eski âlimlerimizin kitap yazamadıklarını, S. Kutub’un kitaplarının hepsinden üstün
oldu unu utanmadan yazıyorlar.
Bir S. Kutupçu öyle diyor:
«Ashâb-ı Kirâm’dan sonra müslümanlar Kur’ânla hayat arasına yıkılmaz setler çektiler.
Kur’ân mihrap na mesi ve mezar duası oldu. te S. Kutup, bütün bu setleri yıkarak, hiç bir
slâm âliminin yazamadı ı Fizılâli yazdı»
Bilindi i gibi vehhâbiler Ehl-i sünnetin ölüleri için Kur’ân okumaları ile alay ederler. S. Kutupçu
mezhepsiz de aynı yola sapmı tır. slâm âlimlerini kötülemekle, imdiye kadar böyle tefsir
yazılmadı ını söylemekle S. Kutub’u övdü ünü sanmaktadır mezhepsiz.
S. Kutup tasavvufa da gücünün yetti i kadar yükleniyor. bni Teymiyye nasıl vahdet-i vücud
evliyalarının büyüklerinden eyh-i Ekber Muhiddini Arabi hazretlerine kâfir diyorsa, S. Kutup da
vahdet-i vücud mensuplarına gayri müslim tabirini kullanmaktadır. Hocası bni Teymiyye’den farkı
yoktur. Bakara sûresinin 117. âyet-i kerimesini tefsire kalkarken «Vahdeti vücud felsefesi
tamamen slâmi tasavvurun dı ında kalır.» diyor. Hemen arkasından slâmın gayri müslim
anlayı ı olan vahdet-i vücudu reddetti ini yazmaktadır. Kısaca vahdeti vücuda felsefe demekte,
vahdet-i vücud evliyalarına da gayri müslim demektedir. bni Teymiyye kâfir diyordu, bu da gayri
müslim.
S. Kutup hakkında Necip Fazıl’ın son görü ü öyledir:
«Bir de Seyyid Kutup var... Kendisinden af dilemesini isteyen yakı ıklı orangotan
maymuııu Nâsır’a «Bir müminin bir münafıktan af dilemez.» cevabını veren ve kahramanca
ölmeyi bilen bu zatı SAHTE KAHRAMANLAR konferansımda gerçek kahraman olarak
göstermi tim. Fakat sonradan gördüm ki Seyyid Kutup bir bni Teymiyye meddahıdır. Ve
kellesini kaptırdı ı. sosyalizma yularının zoruyla Hazret-i Osman’a adaletsizlik isnat eden ve
dil uzatan bir bedbahttır. dam edilmeden önce bu sapıklıklardan isti far etti ini söyleyenler
oldu. E er öyle ise tam kahraman ve ehit... De ilse mücadelesi kâfire kar ı bir sanı ın
davranı ından ileri geçmeyen bir zavallı.» (21.10.1977 tarihli Tercüman Gazetesinden)
Büyük Gazete’nin sahibi Mehmed evket Eygi, S. Kutup hakkında öyle söylemektedir:
«Seyyid Kutup selefî ve mezhepsiz bir zihniyete sahiptir> (Büyük Gazete Sayı: 93)
Daha önceki sayılarımızda yazdı ımız gibi S. Kutup tövbe edip imanla gitmi tir veya
kitaplarındaki küfürler üzerine imansız ölmü tür. Meselemiz bir ahsın imanla ölüp ölmemesi
de ildir. Mevcut kitaplarıdır. Kendisi imanla ölmü olsa bile kitapları açıkladı ımız gibi birer zehirdir.
Bu inceli i anlamalarını okuyucularımızdan rica ediyoruz.
F
AAT
S. Kutup, slâmda Sosyal Adalet kitabının Arapça aslı olan (El Adaletül ctimaiyyetü Fil
slâm) kitabında, iîlerden daha a ır bir lisan kullanarak, ba ta A ere-i mübe ereden;
(Cennetlikle müjdelenen on ki iden) biri olan Hazret-i Osman radiyallahü anh olmak üzere Eshâb-ı
kirâmın büyüklerine haince dil uzatmaktadır. Fakat bu kitabı Türkçeye tercüme eden ahıslar, bu
bariz ve galiz hataları, hainliklerini acaba niçin tercüme etmemi lerdir?
Akla birkaç ihtimal gelebilir. Meselâ Eshâb-ı kirâma yapılan bu iftiralara edebleri müsaade
etmediklerinden bu kısımları çıkarmı olabilirler desek, böyle bir sahâbe dü manının kitabı nasıl
tercüme edilir? S. Kutub’un ihanetleri meydana çıkmasın diye kasden o kısımları tercüme etmediler
desek böyle bir ihaneti gizlemek, dinimize yapılmı bir hainlik de il midir? Gerek kitabın yazarı ve
gerekse tercüme edenlerinin dine yaptıkları bu ihanet bilinirken bu kitapları slâm adına nasıl
müdafaa ederler?
ayet S. Kutub’un Hazret-i Osman Radıyallahü anh’a a ır ekilde dil uzattı ına ve bunları
mütercimlerin tercüme etmedi ine inanmayan mezhepsizler çıkarsa, okuyucularımıza kitabın aslını
göstermelerini rica ediyoruz. S. Kutup, bu mahut kitabın 186. sayfasından itibaren 5 - 6 sayfa i renç
zehirlerini kusmaktadır. Hattâ Dört Büyük Halifeden biri olan, meleklerin hayâ etti i Hazret-i Osman
Radıyallahü anh’a « B U N A K» diyecek kadar alçalarak iftiralar yapmaktadır. Mütercimler bunu
gizlemekle hakikatı gizleyeceklerini sanıyorlarsa aldanmı olacaklarının acaba ne zaman farkına
varacaklar?
imdi. 186. sayfadan itibaren birkaç satır tercüme edip iftiralarını if a edelim:
Mezhepsiz Seyyid Kutub’un ismi seyyit olup kendisi Seyyid falan de ildir. Seyyid dü manı
Seyyid Kutub öyle demektedir:
«Pek ya lı olan Osman’ın hilâfete geçmesi kötü bir talihin eseridir. Müslümanların
mallarını geli igüzel harcamı tır. Çok müsrif idi. Zübeyr’e 600.000, Talha’ya 200.000,
Mervan’a ise Afrikıyye haracının be te birisini verdi. Eshâb ve bilhassa Ali bin Ebi Talib
bunları i itince onu azarladı.
Muaviye’nin mülkünü geni letip Filistin’i de ona verdi. Akrabalarını vali yaptı. Bu slâmın
ruhuna aykırı idi. »
Bu ve bunun gibi iftiralar etmektedir Bunların iftira oldu u çe itli kitaplarda yazılıdır. Hazret-i
Osman radiyallahü anh hakkında birkaç hadis-i erif yazarak mezhepsizlerden hain olmayanları
insaf ile tövbeye davet ederiz:
HAD S-i ER FLER:
1 — Daha kızlarım olsaydı onları da Osman’a verirdim.
2— Ondan melekler hayâ eder ben hayâ etmez miyim?
3—Osman Cennette benim karde imdir.
4— Bugünlerden sonra Osman’a günah yazılmaz.
5 — Cehenneme girecek olan 70 bin günahkâr müslüman, Osman’ın efaatıyle sorgıısuz
sualsiz Cennete girecektir.
MEZHEPS Z ELBÂN
Bilindi i gibi Türkiyeli mezhepsizler, alyans ismi verilen altundan mamül ni an yüzükleri
kullanmaya cevaz vermi lerdi. Türkiye'de bu kapıyı ilk defa prof. ünvanlı birisi altun madeninin
ucuzlu u herkesin kullanması gibi sebeplere dayanarak erkeklerin de kullanmasına cevaz vermi ti. Bu
bni Teymiyeci prof.'tan sonra, bni Teymiyeci talebeleri de altın yüzükleri erkeklere helâl kılmı lardır.
Elimize HAD S- ER FLERE GÖRE EVLENME ÂDÂBI isimli bni Teymiyeci koyu bir mezhepsiz
olan Nasurid-din El-Elbânî'nin bir kitabı geçti. Bu kitapta Hadîs-i erîfler meal olarak alındıkları için ve
salâhiyetli bir muhaddisten de istifade edilmedi i için Hadîs-i erîflerin zahirlerine göre hükümler
verilmi , neticede dört mezhebe aykırı hükümler serdedilmi tir.
Mezhepsizler, altun yüzü ü erkeklerin takmasına da cevaz verirken, mezhepsiz Elbânî tam
Türkiyeli mezhepsizlerin aksine altunu kadınlara da harâm kılmı tır.
Mezhepsiz Elbânî âdeta Türkiye'deki mezhepsizlere cevap olmak üzere öyle yazıyor:
«Bazı erkekler ni an yüzü ü adı altında parmaklarına altın yüzük takarlar. Bu âdet bize
Hıristiyanlardan geldi i için evvelâ onlara benzemek olur. Sonra da slâm prensiplerine göre,
altın takmak erkeklere zaten harâmdır. leriki sayfalarda zikretti imiz, altını kadınlara bile yasak
eden naslara muhalefet etmektir.» (EVLENME ÂDÂBI S. 64)
Mezhepsiz Elbânî, erkeklere altın yüzük takmanın harâm oldu una dair altı tane Hadîs-i erîf
zikrettikten sonra kadınlara da altın yüzü ün harâm oldu una dair u hadis-i erîfi zikretmektedir:
«Dostuna ate ten bir halka giydirmek isteyen parma ına altın bir yüzük taksın.
Mahbûbunun boynuna ate ten bir tasma takmak isteyen «altından bir gerdanlık taksın,
Dostunun koluna ate ten bir çember takmak isteyen altından bir bilezik taksın.» (Aynı kitap S.
66)
Kitabın mütercimi Ali Aslan, bu Hadîs-i erîfin altına öyle bir not ilâve etmi :
«Bu fetva, dört mezhebe muhalif bir fetvadır. Dört mezhebe göre de altın kadınlara helâldir,
bilinsin.»
Tuhafımıza giden husus, mezhepsiz Elbânî dört mezhebe aykırı fetva (!) verebildi ine göre, ayrıca
bu husus bir notla açıklandı ına göre nasıl olur da böyle bir mezhepsizin kitabı tercüme edilir?
Kitabın sonuna mezhepsiz Elbânî’nin istifade etti i kaynaklar sıralanmı Kur'ân, Hadîs, Tefsîr diye
ba lanmı , halbuki bu kaynaklardan ancak müctehidler istifade edebilir. Mezhepsiz evkâni ve
mezhepsiz Re it Rıza'nın kitaplarından faydalanılmı , ayrıca bni Teymiyye ve bni Kayyim gibi
mezhepsizlerden de istifade edilmi tir. Bu ahıslar bile Elbânî'nin koyu bir mezhepsiz oldu unu
gösteren delillerdir.
Kitabın nâ iri smail Kazdal, mezhepsiz Elbânî için «Son devrin en büyük hadis otoritelerinden
biri oldu unda ittifak vardır.» diyor. Dört mezhebe aykırı yazmak acaba otorite olmayı mı
gerektiriyor ki. Acaba kim ittifak etmi ? Mezhepsiz Elbânî'yi kabul eden Ehl-i sünnet taraftarı tek ki i
gösterilebilir mi? Elbânî’yi övenler tamamen bni Teymiyecilerdir. bni Teymiyeci olmayan bir kimse
Elbânî'yi asla methedemez.
Bu kitabın nâ iri smail Kazdal, TAKD M yazısında diyor ki :
«Kur'ân-ı kerîm, Müslümanın, her mü külünde ba vuraca ı, tahrife u ramamı , yegâne
ilâhî kitaptır.»
Müctehidler hariç müslümanlar, Kur'ân-ı kerîm ve Hadîs-i erîflerden hüküm çıkaramaz.
Müslüman için her mü külünü ba vuraca ı yer, mezhep hükümleridir, yani ilmîhallerdir. Herkes her
mü külü için Kur'ân-ı kerîme ba vurursa ba ı yarılır, Elbânî gibi dört mezhebe aykırı hükümler çıkarır.
Her müslümanı Kur'ân-ı kerîm'den hüküm çıkarmaya te vik etmek mezhepsizli e te vik demek
de il midir?
Bay smail Kazdal, TAKD M'ine devam ederken diyor ki :
«Bilgiyi bize ancak insanı en iyi tanıyan Büyük Allah verebilir. O'nun lütfu inâyetiyle Resûlü
bilebilir. Bu iki mehazdan ba kasına itibar etmek sadece hüsran getirir. Nitekim de
getirmektedir.»
Halbuki bilgi Edille-i Erbaa'dan elde edilir. Müctehid olmayan bizim gibi müslümanlar için
mezhebimizin hükümlerinden ba ka mehaz yoktur. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerinden ba ka bir
mehaza itibar etmek sadece hüsran getirir. Nitekim getirmektedir.
Bay Kazdal, Kitab ve Sünnetten ba ka mehazlara itibar edenlerin hüsrana u rayacaklarını
zikretti i halde, dört hak mezhebe de uymayan söz söylenebilen bir mezhepsizi bize hüccet gibi
takdim etmektedir. Biz Kitab ve Sünnetle amel edeceksek ne diye araya Elbânî gibi bir mezhepsizi
sokmaktadır. Do rudan do ruya Kur'ân ve Hadîs-i erîflerden hükümler çıkaralım. Bu iki mehazdan
hüküm çıkarmaya gücümüz yetmiyorsa gücü yetmi mezhep mâmlarımız var, mâm-ı A'zam var,
mâm-ı A'zam kâfi gelmiyor mu da, dört hak mezhebe aykırı konu abilen bir mezhepsize itimat
edelim? Dört hak mezhebden birisine uymak e er Kitab ve Sünnete uymak de ilse, Elbânî gibi
mezhepsizlere uymak da Kitab ve Sünnete uymamak demektir.
Bay Kazdal, TAKD M yazısında kitaptaki bilgiler için öyle diyor:
«Bu kaideleri eskiler bizden iyi biliyorlardı, fakat gene de kendi örflerini bunlara üstün kılıp,
bu mevzuda kendi bilgilerini Resûlullahın sünnetinden daha üstün tutmu lardı.»
Malumdur ki kendi bilgisini Sünnetten üstün tutan kâfir olur. Hem eskiler bu bilgileri bizden iyi
biliyorlardı diyor, hem de onları küfürle suçluyor. Evlenirken Sünnete uymayan bir kimse kâfir olmaz.
Fakat kendi bilgisini Sünnetten üstün tutan kâfir olur. Atalarımıza çalakalem küfür isnat etmek büyük
bir cür'et de il mi? Vehhâbilere göre amel imandan bir cüzdür. Bazı amelleri i lemeyen kâfir olur. Ehl-i
sünnete göre ise amel imandan cüz de ildir. Bir insan birçok harâmları i lese, farzları terk etse de kâfir
diye o ahsı suçlayamayız.
Bay Kazdal, sünneti ihya için bu kitaptaki bilgileri hayatımıza tatbik etmemizi istiyor. Hadîs-i
erîflerden anladı ımız manaya göre hareket etmek sünneti ihya etmek demek de ildir. Mezhep
hükümlerine uyan kimse sünnetleri ihya etmi , bid'atları terk etmi olur.
Bay Kazdal da Kardavî, Mevdûdî ve Karaman gibi nedense hiç d rt hak mezhebin hükümlerine
uymak gerekir diye bir söz sarfetmemektedir. Kitab ve Sünneti biz mi iyi anlarız, yoksa dört hak
mezhebin dört büyük imâmı mı? Mezhebe uymakla acaba sünnete uymu olmuyor muyuz? Bu
suallerin cevabına acaba Bay Kazdal cevap verme cesaretini g sterebilir mi?
«Onun bunun ne dedi ine, ne diyece ine kulak asmadan, sadece Resûlullah'ın sesine
kulak verelim.»
Bay Kazdal'ın ondan bundan kastı kimdir?
Dört hak mezhebin imâmları mıdır? Sadece
Resûlullah dedî ine göre Resûlullah'ın sözlerini nakledenlere de inanmamak gerekmez mi? Dört hak
mezhebin imâmları sadece Resûlullah'a uymu lar mıdır, yoksa uymamı lar mıdır? Uymu larsa onların
bildirdikleriyle amel etmeyi bize niçin tavsiye etmemektedir? Biz mezhep imâmlarına itimat etmezsek
Kütüb-i Sitteye de itimat edemeyiz. Bütün Hadîs-i erîflerden üphelenmeye ba larız. Maazallah böyle
bir dü ünce ise dinîmizin yıkılmasına sebep olur.
Elbânî gibi mezhepsizler imâmları aradan çıkararak kendileri araya girmek istiyorlar.
Allahü teâlâ bizleri dört hak mezhebden birisine uyanlardan eylesin ve mezhep tanımıyan
mezhepsizlerin errinden muhafaza buyursun!
MEZHEPS Z KARDÂVÎ
Bu kitabımızda Türkiyeli mezhepsizlerin sinsi taktiklerine uymayan, yani mezhebsizli ini
gizlemeye lüzum görmeyen Yusuf EI-Kardâvî'den birazcık bahsetmek istiyoruz. Sanki Ehl-i Sünnet
âlimlerinin eserleri tükenmi , veya eksikmi gibi mezhebsiz Kardâvî'nin kitapları Türkçeye tercüme
ediliyor. Karde lerimizi ikaz etmek üzere Türkçeye « SLÂMDA HELAL VE HARÂM» ismiyle tercüme
edilen kitaptan birkaç misal vermek istiyoruz.
Bu kitap tam bir Vehhâbi usulü ile te'lif edilmi tir. Her emir ve yasa ı âyet-i kerîme veya Hadîs-i
erîfle isbatlamaya kalkıyor. Hangi mezhebe göre yazdı ı belli de il. lim ehlinin bildi i gibi mezhebin
birisinde helâl olan di erinde harâm olabiliyor, birinde harâm olan di erinde helâl olabiliyor. Kitapta
Hanefî mezhebinde hüküm öyledir, afiî mezhebinde böyledir gibi ifadelere yer verilmemi tir. Halbuki
Âyet-i kerîme ve Hadîs-i erîflerden 73 tane mezhep çıkmı tır. Mezhepsiz Kardâvî de bu 73
mezhebten hak olan Ehl-i Sünnet mezhebine göre de il de, Âyet-i .kerîme ve Hadîs-i erîflerden
mezhepsiz kafasının anladı ına göre hükümler çıkarmı tır. Halbuki Ehl-i Sünnete uymayan her söz,
bid'at, sapıklık veya küfürdür, Yapılacak i , dört hak mezhebden nakiller yapmaktır. Yani üretici de il,
iletici olmaktır. Salâhiyeti olmadı ı halde, Kur'ân-ı kerîm'den çıkardı ı manâ Ehl-i Sünnete tam uygun
gelse bile bu hareketin küfür oldu u Hadîs-i erîfle bildirilmi tir.
Ehliyetsiz bir oför, kaza yapmasa bile, nasıl ona vasıta kullandırmazlarsa, müctehid veya
müfessir olmayan kimselerin üretici vasfındaki kitaplarında hatâ olmasa bile -Hadîs-i erîfte bildirilen
hükme göre- bu indi kitapları suratlarına çarpılmalıdır. Herkes haddini bilmelidir. Nasıl haddini
bilmeyen bn-i Teymiyye eriat mahkemesince hapsedilmi se, El Kardâvî gibi mezhepsizler de
mah er-i vicdanda mahkûm edilmelidir.
Yusuf EI-Kardâvî, « SLÂMDA HELAL VE HARÂM» ismiyle tercüme edilen kitabın birinci tab'ın
mukaddimesinde helâl ve harâm mevzuunda bir yazar olarak ne yapılması gerekti ini öyle anlatıyor:
«Bu gibi mevzularda yazar, eski ilim adamlarının hükme ba lamakta fikir ayrılı ına
dü tükleri birçok konularda kesin bir hüküm vermek durumunda ve mecburiyetindedir.»
Hadîs-i erîfte «Ümmetimin ihtilafı rahmettir» buyurulurken, Kardâvî kalkıyor, bu rahmeti
kaldırmak istiyor. Besmelesiz kesilen hayvan Hanefilerce harâm iken, afiîlerce harâm de ildir.
Kardâvî besmelesiz kesilen hayvanı helâl kabul etmekle, Hanefilerce bu helâl olabilir mi? Kardâvî
kendisini mezheb imâmı mı zannediyor? Tersine Kardâvî besmelesiz kesilen hayvanı harâm .kabul
etmekle, afiîlerce bu harâm olabilir mi? slâmın bir noktaya cem'i perdesi altında mezhepleri
kaldırmanın sinsice bir oyunudur bu. Fakat Kardâvî yerli mezhebsizler kadar sinsi hareket
edememi tir.
Tavus ve kırlangıç ku ları, afiî mezhebinde harâm iken Hanefi mezhebinde helâldir. Beygirlerin
etleri mâm-i Mâlik'e göre harâm, mâm-ı afii ile mâm-ı Ahmed'e göre helâldir. Bizim mezhebimize
göre de mekrûhtur.
Kardâvî çıkıyor, «Bunları kesin bir hükme ba lamak mecburiyetindeyiz» diyor. Kardâvî beygir
etine helâl diye veya harâm diye kesin hüküm koysa ne çıkar? Ancak kendisi ve di er mezhebsizler
için geçerlidir.
Kırlangıcın eti afiî mezhebinde kesin olarak harâmdır, Hanefi mezhebinde ise kesin olarak
helâldir. Mezhebsiz Kardâvî ise bir mezhebde hüküm ne ise di er mezheblerde de aynı olmalıdır,
diyerek Peygamber aleyhisselâmın koydu u rahmeti kaldırmak istiyor.
Mezhebsiz Kardâvî'nin mukaddimesine devam ediyoruz :
«Do ru ve yanlı hüküm vermi olsa bile bütün mes'elelerde belirli bir mezhebi taklîd
etmeyi de aklıma yakı tıramadım.»
Mezhebsiz bu cümlesi ile, Hak Mezheblerde do runun yanı sıra yanlı ların da bulundu unu
söylüyor. Belirli bir mezhebe uymayı da aklına yakı tıramamı . Mezhebsiz, bir ey senin sakim aklına
yakı mıyorsa yanlı mı demektir? Bir ey selim akla veya sahih nakle uygun olmalıdır. Selim akıl ise,
yani yanılmayan akıl ise ancak Peygamberlerde bulunur. (Aleyhimüssalâtü vesselam)
Mezhebsiz Kardâvî, dört imâm dururken mezhebsiz bn-i Teymiyye'nin talebesi bnül Cevzi'nin u
sözünü naklediyor :
«Taklidci, taklid etti i ey hususunda kesin bir fikre sahip de ildir. Taklid aklın çalı masını
durdurur, iptal eder. Halbuki o, dü ünmek ve incelemek için yaratılmı tır. I ı ında yürümesi için
kendisine bir mum verilen kimsenin onu söndürüp karanlıkta yürümesi ne kadar abestir.»
bnül Cevzi'nin sözünü senet gibi nakletti i halde Ehl-i Sünnet âlimlerinden nakil yapmıyor.
Taklidci yani mukallid, taklid etti i ey hususunda kesin bir fikre sahip de ilmi , taklid aklın çalı masını
durdururmu . Yani taklidi bırakıp herkes ictihad edecekmi . Yani kimse dört hak mezhebe
ba lanmayacak herkes mezhebsiz olacak, böyle istiyor Kardâvî. Taklîd etmek karanlıkta yürümekmi ,
Allahü teâlâ akıl vermi , o akılla ictihad etmek gerekiyormu . Akılın, naklî anlamak için kullanıldı ını
bilmiyor ve dört hak mezheb saliklerinin karanlıkta yürüdü ünü söylüyor, mezhebsiz Kardâvî.
Mukaddimeye devam ediyoruz :
«Evet... slâm alemindeki belli ba lı mezheblerden herhangi birisine kendimi ba lamayı
uygun bulmadım. Çünkü bir mezheb her hakikati ve do ruyu âmil de ildir.»
Di er mezhebsizler gibi, ısrarla dört hak mezheb tabirini kullanmaktan hasseten çekinerek belli
ba lı mezhebler tabirini kullanıyor, dört adedini kullanmadı ına göre fırka-i dalle'yi de kasdetmi
olabilir. Vehhâbili i de bunların içine dahil etmi olabilir.
«Kendimi herhangi bir mezhebe ba lamayı uygun bulmadım» diyerek alenen MEZHEBS Z
oldu unu itiraf ediyor. Türkiye'dekiler ise nâmert oldukları için Kardâvî gibi alenen mezhepsiz
olduklarını söyleyemiyorlar. Fakat Kardâvî gibi mezhepsizleri müdafaa ediyorlar.
Yusuf EI-Kardâvî'ye göre bir mezheb her hakikati ve do ruyu amil de ilmi . Dört mezhebin tek
yanlı tarafını gösterebilir mi? acaba mezhebsiz Kardâvî. Farklı ictihadlar rahmet oldu u halde yanlı
gibi gösteriyor mezhebsiz.
Mukaddimeye devam ediyoruz :
«Yalnız bir mezhebin esiri olmak veya belirli bir fıkıhçının fikrîne boyun e mek, dü ünme,
muvazene ve tercih hassalarına sahip Müslüman bir ilim adamına yakı maz. Aksine hüccete ve
sa lam delile esir olmak gerekir, delili do ru, hücceti de sa lam olana uymak evlâdır. Senedi
zayıf, hücceti de çürük olan (söyleyene itibar edilmeden) reddedilmelidir. Hazret-i Ali
(radıyallahü anh) der ki: Hakkı adamla bilemezsin, önce hakkı tanı, sonra dolayısiyle ehlini
tanırsın.»
Bir mezhebe ba lanmayı bir mezhebin esiri olarak tarif ediyor. Bir mezhebin esiri olmak da ilim
adamına yakı mazmı . Yani ilim adamı, mezhebe olan ba lılı ını koparıp ipsiz ve mezhebsiz
olacakmı .
Hüccete ve sa lam delile esir olmak gerekiyormu . Mezheb imâmları hüccete ve sa lam delile
esir olmadılar mı, bu ne biçim konu ma mezhebsiz? Dört mezhep imâmı sa lam delile, do ru hüccete
esir olmamı da sen mi oldun? Senin kitabını okuyup amel ederek do ru hüccete, sa lam delile
uymu olunuyor da dört mezhebin hükümleriyle amel edersek bâtıl olanla mı amel etmi oluyoruz?
«Hücceti sa lam olana uymak evlâ» imi . Evlâ ne demektir? art desen ne olurdu sanki?
Kardâvî'nin emrine göre hücceti sa lam olana uyalım... Peki hücceti sa lam olanı nereden ve
nasıl bilelim? mâm-ı A'zam'dan üphe edersek, di er imâmlardan ve Kardâvî'den de üphe etmemiz
gerekir. Do ru delil, sa lam hüccet için elimizde ölçü nedir? Mezhepsiz hemen cevap verir: K TAP VE
SÜNNET... Peki dört hak mezhebin kitab ve sünnete uymadıklarını nasıl iddia edebilirsin? Senedi
zayıf, hücceti de çürük olan reddedilmeliymi . Mütercim tarafından konuldu unu zannetti imiz bir ifade
var. «Söyleyene itibar edilmeden reddedilmelidir.» deniyor. Yani söyleyen mâm-ı A'zam da olsa
itibar etmemelidir. Behey Kardâvî, biz do ruyu yanlı ı nereden bilelim? mâm-ı A'zam neye do ru
demi se bizim için o do rudur, neye yanlı demi se, o bizim için yanlı tır, kat'i hüccettir, en sa lam
delildir. «Peki mâm-ı A'zam hata etmi olamaz mı?» diye bir sual sorabilirsin. Senin ve di er
mezhebsizlerin hüccetleri sa lam (!) oldukları için hata etmeniz muhaldir (!), fakat mâm-ı A'zam'ın
hata etmesi caizdir. Herhangi bir içtihâdında mâm-ı A'zam hata etmi se ne olacak? Mukallid indinde
mâm-ı A'zam'ın tek hatâsı olamaz. Allahü teâlâ indinde ictihad hatası var ise bu hatalarına da -Bu
hatalar Hadîs-i erîfle rahmet oldu u bildirildi i için- sevab verilecektir. Mezhepsizler, bizim bu
rahmetten istifade etmememiz için acaba niçin u ra ırlar?
Hazret-i Ali radıyallahü anh, «Hakkı adamla bilemezsin, önce hakkı tanı» buyurmu . Hakkın
dört mezhebte oldu u ittifakla bildirilmi tir. u halde hak ölçümüz dört hak mezhebdir. Buna zıt olan
dalâlet veya küfürdür. Biz hakkı adamla, Kardâvî ile bilemeyiz, fakat hak ile Kardâvî'yi ölçeriz. Dört
mezhebden birisine uymak art oldu una göre. Kardâvî alenen sapıktır. Fakat Kardâvî, «Hakkı
adamla bilemezsin» sözünde «Hakkı mâm-ı A'zam'
dan ö renemezsin» demek istiyor. Kendisi
Âyet ve Hadisten hüküm çıkardı ı için do rudur, fakat mâm-ı A'zam'ın Âyet ve Hadisden çıkardı ı
hükümler yanlı tır (!)
Biz bir hükmün do ru olup olmadı ını mâm-ı A'zam'in ictihadlarına bakarak ö renemezmi iz, ya
Kardâvî'nin açıklamasına bakılacakmı veya kendi kafamıza bakacakmı ız. Maazallah ne büyük bir
mezhepsizlik... Biz hakkı do rudan do ruya Kur'ân-ı kerîm'den ö renemeyiz. Onu ehlinden ö reniriz,
yani mâm-ı A'zam (Rahmetullahi aleyh) gibi büyüklerden...
Mezhepsiz Kardâvî için kitabın mütercimi Mustafa Varlı bakalım ne diyor:
«Müellif afiî mezhebine mensup de erli bir ilim adamıdır.»
Yusuf EI-Kardâvî «Belli bir mezhebe ba lanmayı uygun bulmadım» derken, yani mezhepsiz
oldu unu çekinmeden söylerken Mustafa Varlı'ya ne oluyor da afiî mezhebine mensup diyebiliyor?
Mustafa Varlı, önsözünde kendi kendini tekzib ederek öyle diyor:
«Müellif, belirli bir mezhebe ba lanmadı ı için mezhebler dı ı bir görü de ileri sürmü
de ildir.»
Bu cümleden ne anlıyoruz?
1 - Müellifin belirli bir mezhebe ba lanmadı ını, yani mezhepsiz oldu unu.
2 - Mezhebler dı ı bir görü ileri sürmedi ini, yani hak veya bâtıl mezheplerden çe itli hükümler
almı oldu unu, Rus salatası gibi karı tırdı ını ö renmi oluyoruz. Sadece hak mezheblerden bile
almı olsa bu i e TELFIK denir ki TELFIK ise (Ümmetin cmaı ile bâtıldır).
Mustafa Varlı'nın önsözüne devam ediyoruz:
«Bilindi i gibi Vehhâbilik daha ziyade itikadî bir çereyandır. Helâl ve harâm mevzuundaki
bu eser ise, itikadı pek ilgilendirmez.»
Bu iki cümleden ne anlıyoruz?
1 - Vehhâbilik daha ziyade itikadî bir cereyan olup amel ile alâkası yokmu . nsan itikadına göre
amel etmez mi? Ehl-i Sünneti MÜ R K bilen ve öylece itikat eden Vehhâbiler bizlerin kesti ine
«MURDAR» diyerek yemiyorlar. Yani itikat ettiklerini uyguluyorlar. nsan besmelesiz kesilen hayvanı
harâm olarak bilirse, yani böylece itikat ederse, O eti yemez. Yani ameller itikada dayanır. nsan nasıl
inanıyorsa ona göre hareket etmek ister.
2 - Helâl ve harâm ise itikadı pek ilgilendirmez az ilgilendirirmi . nsan bir tek itikat yüzünden küfre
dü er. Harâm ve helâlin ço u itikat ile alâkalıdır. arap, domuz eti, akan kan, le gibi eyleri yemek
harâmdır. Ve bu harâmlar itikada dayanır. Hurma nebizini helâl bilmek Ehl-i Sünnet itikadındandır.
Harâm bilen Ehl-i Sünnet sayılmaz. Mest üzerine meshi caiz görmeyen de Ehl-i sünnetten çıkar.
3 - Bu kitap itikadı pek ilgilendirmedi i için Vehhâbilik de itikatla alâkalı bulundu u için müellifinin
Vehhâbi olması bir eyi de i tirmez, denmek istedi i açık... Her Vehhâbi mezhepsizdir, fakat her
mezhepsiz Vehhâbi olmayabilir. Yusuf El-Kardâvî'nin mezhepsiz oldu u açık, Harâm ve helâlı da
kendi itikadına göre yazacaktır elbette. bni Teymiyeci olup onu çok övmesi manidardır. Mezhepsiz
oldu u gibi Vehhâbi de olabilir. Çünkü Vehhâbili e zıt hiç bir fikrî yoktur.
Mezhepsiz Mevdûdî ise Kardâvî'nin bu kitabını çok övüyor. Bir mezhepsizin di er bir mezhepsizi
övmesi yadırganmaz.
KARDAV hakkında yazı yazaca ımızı söyleyince, bir arkada , Kardâvî'nin «Çorabın üzerine
meshi caiz gördü ünü de yazıverin» dedi.
Biz o arkada a öyle cevap verdik.
«Mezhepsizlik büyük bir fitne ve büyük bir hatâdır. Çorabın üzerine meshi caiz görmek çok
ufak kalır mezhepsizli in yanında... Bununla beraber mest üzerine meshi caiz görmeyen Ehl-i
sünnetten çıkar.»
Allahü teâlâ bizi mezhebsizlerin fitnesinden ve mezhebsizlerin kitaplarını tercüme etmekten
muhafaza buyursun Âmin...
MÂM-I GAZÂL 'N N S NS DÜ MANI:
BL NUMANÎ
Tasavvuf dü manlarının tamamı bni Teymiyeci, mezhebsizler ve Felsefeciler mâm-ı Gazâlî
hazretlerine dü mandırlar.
Elimize « SLÂM'IN F K R KILICI GAZAL » isimli tercüme bir kitap geçti. Bu kitapta mâm-ı Gazâlî
anormal ekilde övülüyor. 250 sayfalık bu kitabın çe itli yerlerine sinsice serpi tirilmi tenkid ve
iftiralara rastladık.
Ehl-i sünnet âlimlerine alenen veya sinsice saldıran nasipsizlerin hezeyanlarını yadırgamadık.
Ama böyle bir kitabın, Ehl-i sünnet olarak tanıdı ımız bir kitabevi tarafından tercüme ettirili ine hayret
ettik.
Kitabın mütercimi Yusuf Karaca, yazdı ı önsözde kitap hakkında öyle diyor:
«Böyle bir eserin iblî gibi hayretengiz bir âlim tarafından yazılması ve mâm Muhammed
Hâmid Gazâlî gibi fikir kâinatında kanatlı ku gibi uçan, madde ve mânâ sırlarına â inâ olma
derecesine ula tırılmı bu sebeple de Hüccetül slâm ünvanı verilmi dâhiyi anlatması esere
çok büyük bir de er kazandırmı ve tercümesi güç yapılabilir bir a ırlık vermi tir.»
Müellif iblî Numanî ise önsözünde bu kitabı yazarken Prof. S. Munk isimli bir kâfirin yazdı ı
« slâm ve Yahudi Felsefesi Arasındaki Ba » isimli kitaptan faydalandı ını, yer yer ona atıflarda
bulundu unu intâk-ı Hak kabilinden açıklamaktadır. Bir kâfirin mâm-ı Gazâlî hakkında söyledi i sözler
nasıl senet olabilir de yer yer atıflarda bulunabiliyor? En fecisi de bu vaziyet bilindi i halde böyle bir
kitap Türkçeye nasıl tercüme ediliyor? Hayret etmemek imkânsız de il mi?
Sinsi dü man iblî, mâm-ı Gazâli'yi överek i e ba lıyor. Önce hocası mâm el Haremeynin Imâmı Gazâlî için «ÇA LAYAN IRMAK» dedi ini kaydettikten sonra öyle
ilâve ediyor:
«Ama daha sonra Gazâli'
nin yüceldi i mertebeye mâm el Haremeyn'in kendisi bile
ula amamı tır.» (S. 15)
Övmeye devam ediyor:
« slâm dünyasında onun seviyesinde bir ilim adamı yoktu.» (S. 16)
S. 20'de ise öyle diyor:
«Her ilmî ve fikrî çatı mada mâm Gazâlî üstün geldi.»
mâm-ı Gazâli'nin daha genç sayılan bir ya ta vefât edi i için nakletti i ifade deh et vericidir:
«Fakat ölüm acele etti.»
Ölüm hâdisesi Azrail aleyhisselâm vasıtası ile olur. O da Allahü teâlâ'nın emri ile canları alır. Bu
acele etme sözü, solculara ait çok abes ve çirkin bir ifadedir. Cenâb-ı Hakk'ın takdiri için erken veya
geç gibi ifadeler kullanmak, ancak mâm-ı Gazâlî dü manlarına uygun bir ifadedir.
iblî, mâm-ı Gazâli'nin dîne olan ba lılı ını öyle ifade etmektedir:
«Gazâlî hazretleri, her geçen gün dinî hakikatlerin sarsılıp gitti ini, felsefe ve akılcılı ın
kar ısında dinî âkidelerin ifadesiz kaldı ını görünce uzlet ve inziva çemberinden çıkmaya karar
verdi.» (S. 31)
Uzleti çember olarak tarif etmesi bir tarafa dinî âkidelerin ifadesizli inden bahsetmesi affedilmez
bir suçtur. Din, felsefe ve di er bütün bâtıl sistemlerin kar ısında ifadesiz kalmaz. E er dinî anlayıp
anlatacak kimse kalmamı sa, kabahat dinde de ildir. mâm-ı Gazâlî, hâ â dinden üstün mü de dinî
âkideler ifadesiz kalınca ortaya çıkıyor? Edepsizli in böylesi hiç görülmü müdür?
iblî musibeti, mâm-ı Gazâli'yi hâ â imâm-ı A'zam'ın dü manı gibi göstererek öyle diyor:
«Gazâlî, gençli inin ilk sıralarında fıkh usulü hakkında yazdı ı Menhûl isimli kitabının bir
yerinde mâm-ı A'zam hazretlerine ÇOK
DDETL bir hücumda bulunmu , onun sânına
yakı mayan SON DERECE A IR sözler kullanmı tı. Gazâlî hazretlerinin dü manları için bu iyi
bir fırsattı.» (S. 32)
Ehl-i sünnet âlimlerini kötülemenin, onlara hücum etmenin küfür oldu u âkaid kitaplarında
yazılıdır.
S. 33'deki dipnotun devamında ise öyle yazıyor:
« mâm-ı A'zam hakkındaki uygun olmayan sözler, asla onun Tasavvuf ve Dünya ile ilgisini
kesti i devresinin olamaz. Çünkü o bu çe it yazılar yazmaktan kat'i olarak tövbe etmi ti.
MÜKATEBAT'da unu da yazmaktadır ki, Gazâlî hazretleri, mâm-ı A'zam hakkında BEN ASLA
UYGUNSUZ SÖZ SÖYLEMED M diye red etti ini yazmı tır. Böyle olunca da mâm-ı A'zam
hakkındaki o satırlar ya ba kalarının ilavesidir, yahutta Gazâli'nin gençlik devresinin eseridir.»
(S. 34)
Sayfa 36'da ise mâm-ı Gazâli'nin su sözünü naklediyor :
«Benim mâm-ı A'zam'ı kötüledi îm görü ü me hur edilmi tir. Tamamen yanlı tır. mâm-ı
A'zam hakkındaki kanaatimi hya-el-Ulûm adlı kitabımda yazdım. Ben önü fıkıh ilmînde zamanın
en mümtaz ahsiyeti olarak kabul ediyorum.»
mâm-ı Gazâlî, mâm-ı A'zam hakkında «B R EY SÖYLEMED M» diyor. Sözü senet oldu u için
yani Hüccetülislâm oldu u için ona «Yalan söylüyorsun» diyemeyiz. u halde bu mâm-ı Gazâlî'ye
iftiradır. Fakat iblî ne diyor?
«Bu satırlar ya ba kalarının ilavesidir, yahutta Gazâlî'nin gençlik devresinin eseridir.»
Yani iblî demek istiyor ki, «Gazâlî bunu gençlik yıllarında yazdı, imdi inkâr ediyor, yalan
söylüyor.» Öyle ya, mâm-ı Gazâlî ben böyle bir ey yazmadım, söylemedim derken, sen onu gençlik
yıllarında yazdın demek ne demektir? Yalan söylüyorsun demek de il mi?
iblî, Ba dat Halifesi M. Billâh'ın bir sözünü naklediyor, ifade öyledir:
«Zamanın seçkini, slâm'ın senedi, dinîn süsü, yüce zad, Ebû Muhammed Gazâlî'den
ba kası bu i i idare edemez. Çünkü o dünyanın en de erlisi, insanlı ın örne i, devrin paha
biçilmez cevheridir.» (S. 39)
iblî'ye sormak gerekir: Ne biçim cevher ki, hâ â gençlik devrinde yazdı ını inkâr ediyor?
Vefâtı hakkındaki bir hâdiseyi de öyle naklediyor:
«Gazâlî sabah vakti uykudan uyanıp yata ından kalktı. Abdest alıp namazını kıldı. Sonra
kefen istedi ve gözlerine sürerek öyle dedi: (EFEND M N EMR BA IM GÖZÜM ÜSTÜNE) dedi
ve ayaklarını uzattı, baktılar ki nefes bitmi .» (S. 40)
Fakat iblî gibilerine göre hâ â «Ölüm acele etti.»
iblî, mâm-ı Gazâli'nin kitapları için öyle diyor:
«Yazdı ı her eser, konusunda emsalsizdir.
Söyleyen ne kadar do ru söylemi : BU
SAADET BU YÜCEL K, B LEK KUVVET (maddî kuvvet) LE ELDE ED LM
DE LD R.»
iblî HYA için öyle diyor:
«Muhaddis Zeynüddin Irakî'nin ifadesine göre, GAZÂL 'N N HYA-EL ULÛM'U SLÂM'IN EN
ÜSTÜN ESERLER NDEND R.» (S. 51)
61. sayfada ise öyle diyor:
«Bütün slâm âlimleri, bu eseri ilâhi ilhamlarla yazılmı bir kitap olarak kabul etmi lerdir.»
(S. 61)
. 62'de ise öyle diyor Mösyö iblî:
« hya-el-Ulûm'da herkesle ilgili bir özellik vardır: Okuyanın kalbinde tarifi zor bir tesir
meydana gelir. Her konu kalbde ne ter gibi yer eder, her mesele sihir gibi iz bırakır, her
kelimesinde in anı vecd hali kaplar, bunun en büyük sebebi, Gazâlî hazretleri bu kitabı yazdı ı
zaman lâhi tesirlerin ne 'esi ile sarho oldu u bir sırada yazmasındandır.» (S. 62)
Sinsi dü man iblî, slâm filozofları tabirini kullanmaktan çekinmedi i kitabında HYA'nın Ahlâk
Felsefesi diye bir bölüm ayırmı iftiralarını kusuyor ve öyle diyor:
«Gazâlî ahlâk felsefesinin ba langıç kaidelerini tamamen Yunan filozoflarından almı tır.»
'
(S. 77)
mâm-ı Gazâli'nin prensibi bellidir: Bir fikrî nerden almı sa ismiyle birlikte zikreder. iblî'nin iftirası
«Kur'ân'daki hukuk, Roma Hukukundan alınmadır.» diyenlerin iftirasına benzemektedir. Sonra
mâm-ı Gazâli'nin ahlâk felsefesi diye bir eyi yoktu. O, dinîmizin emretti i ahlâkı anlatmı tı.
Anlattıkları kendi içtihatları idi.
mâm-ı Gazâlî, ahlâkı dörde ayırmı . iblî üçe ayırmı . lim, öfke, ehvet diyor. mâm-ı Gazâlî de
buna ilâveten bir de adalet var diyor. iblî ise dipnotta «Bizce bu do ru de ildir.» (S. 79) diyor.
Sanki ahlâklı insan adaletli olmaz gibi bir tutum içinde Mösyö iblî, mâm-ı Gazâli'nin yanlı ını
bulmu gibi bir tavır takınmı .
Bu kadar övgülerden sonra yava yava tenkide geçiyor, mâm-ı Gazâlî böyle demi se de
meselenin do rusu udur gibi ifadelerle sinsice tenkidini yapıyor.
mâm-ı Gazâli'nin pek çok muhalifi oldu unu bahsediyor. Muhaliflerin arasında bni Teymiyye ve
bni Kayyim gibi mezhepsizleri de sayıyor. Sonra da bu âlimleri ilim ve irfanda üstün diye tavsif ediyor.
Mezhepsizleri böyle övmekle kimli ini meydana çıkarıyor iblî. (S. 240)
öyle tuhaf bir cümle sarfediyor :
«Gazâli'nin ortaya attı ı pekçok meseleler, bni Sina'nın görü ve dü üncelerine dayanır.»
(S. 247)
lim ehli bilir ki, mâm-ı Gazâlî bni Sina'yı küfürle suçlamı tır.
iblî, çok yüksek seviyeli dedi i birisinden mâm-ı Gazâlî hakkında, öyle bir nakil yapıyor :
«Hemen hemen din dairesinden çıkmaya ba lamı tı. hya-el Ulûm'u yazdı, ama tasavvufta
tam bir bilgi ve mahareti olmadı ı için a zı üstüne kapaklanıp dü tü. Ve bütün kitaba uydurma
hadîsleri doldurdu.» (S. 248)
Sonunda hain iblî, zehirini öyle kusuyor :
«Nihâyet unu da itiraf etmek gerekir ki, Gazâli'nin bazı eserlerinin, bazı sözleri tenkid
edilmeye müsaittir, Meselâ hya-el Ulûm'
da hadîsleri naklederken fazlaca tedbirsizlik yapılmı
olup yüzlerce, B NLERCE zayıf ve uydurma hadîsler nakletmi tir ki hadîs kitaplarının hiç bir
yerinde bunların izine rastlanamaz. Hattâ hadîslerden ibaret de il, eski din büyükleri hakkında
yazdı ı olayların ço u hakiki olmaktan uzak ve akıldan ıraktır. Avam denilen halk tabakasından
ba ka hiçbir kimse bunlara inanamaz.» (S. 249-250)
iblî, di er bütün mezhepsizler gibi iftira ve isnatlarına öyle bir kılıf geçiriyor:
«Her ne olursa olsun Gazâlî hazretleri mâm idi, Peygamber de ildi. Peygamberden ba ka
kimse ismet mertebesini elde edemez.» (S. 250)
Bütün mezhepsizler aynı takti i kullanırlar. Ehl-i sünnet âlimlerini önce göklere çıkarırlar, sonra
yerin dibine indirirler, arkasından da «Peygamber de il ya elbette tenkid edilir» derler.
Bre mezhepsizler, bizler hangi ehl-i sünnet âlimine Peygamber dedik ki?
Hiç bir delil göstermeden hya'da binlerce mevzu hadîs oldu unu utanmadan söyleyebiliyorsunuz.
De il bin tane, bir tanesinin mevzu oldu unu acaba gösterebilir misiniz? Mezhepsize göre mevzu
olabilir. Zaten mezhepsize göre mezhepler de mevzudur, bid'attır, hurafedir, parçalanmadır.
Mezhepsizlerin ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına hücum etmelerini yadırgamıyoruz. Ancak buna
âlet olan müslümanlara hayret ediyoruz.
Üçyüzbin hadîs-i erîf’i ravileri ile birlikte bilen ve Hüccetül slâm unvanını alan mâm-ı Gazâlî gibi
bir ehl-i sünnet büyü ünün kitabında mevzu hadîs oldu unu söylemek ehl-i insafın i i de ildir.
Evet mâm-ı Gazâlî Peygamber de ildi, hata etmesi caizdir. Ancak caiz demek hata etti demek
de ildir. Peygamberlerin bile yanılmaları caizdir. Caiz kelimesinin arkasına sı ınıp önüne gelene
çamur atmak mezhepsizlere has bir taktiktir.
Allahü teâlâ ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatan mezhepsizlerin errinden bizleri muhafaza
buyursun. Amin.
KARAMAN'A AÇIK MEKTUP
Bay Hem erimiz,
Büyük Gazete'ye gönderdi iniz ZARUR AÇIKLAMA isimli yazınızda kendinizin mezhebsiz,
vehhâbi, müctehid, müctehidlere kar ı saygısız, reformcu, bn-i Teymiyyeci, Ef-ganici ve Abduhcu
olmadı ınızı, tavizli fetvalar vermedi inizi, Diyanetçe ne redilen Mezhebsiz Re it Rıza'nın kitabında
ehl-i sünnetin icma ve ittifakına aykırı bir ey bulunmadı ını belirtiyorsunuz.
ddialarınızı kendi maddelerinize göre sıralıyoruz :
1 - MEZHEPS ZL K DD ASI:
«Biz itikaden Mâtûridî, amelen Hanefiyiz, Müslümanların bir mezhebe ba lı kalmalarını
CA Z görürüz.» diyorsunuz..
Halbuki CA Z demek, olması da olmaması da eriata uygundur demektir. Müslümanların dört
mezhebden birine ba lı kalmaları arttır demeyip de caiz demekle bir mezhebe ba lanmamaya cevaz
vermi oluyorsunuz ki bu da mezhepsizlik olur. Tefsir-i Mazherî'de «Dört mezhebden ayrılmak
eriattan ayrılmak olur.» buyurulmaktadır.
Bir mukallid, bir ihtiyaca mebni mezheb de i tirirse, dört hak mezhebden ba kasına giremez.
Mukallid veya müctehidin bir mezhebe ba lı kalmasına art dememek mezhebsizlik olur ki
mezhebsiz mukallid veya mezhebsiz müctehid olmaz.
mâm-ı Rabbanî hazretleri, Eshâb-ı kirâmın tamamının müctehid oldu unu, her birinin
mezheblerinin de kendi mezhebleri oldu unu bildirmektedir.
«Mezhepsiz de ilim.» diyorsunuz. Oku Dergisinin 152. sayısında B R AÇIKLAMA ba lı ı altında
Mezhepsiz Mevdûdi'nin «Benim mezhebim yoktur.» sözünü açıklarken «BEN M MEZHEB M
YOKTUR dedi i do ru ise, bunu kitablarında yazıp uyguladı ı esaslar dahilînde anlamak
gerekir ki mânâsı: Muayyen bir mezhebe ba lı kalmadan islâmî problemi açıklamak, çözmek ve
karara varmaktır. Bu yol ise gerçek âlimlerin takip edecekleri TEK YOL'dur» diyorsunuz.
Görüldü ü gibi «Mezhebim yok» demenin «gerçek âlimlerin takip edece i tek yol» oldu unu
bizzat siz söylüyorsunuz" u halde size mezhebi yok diyen Oku Dergisi’ndeki Karaman de il midir?
Mezhebli bir mükellefin, mezhebindeki bir hükmü be enmedi i veya delilini kâfi görmedi i için o
hükme tâbi olmazsa mülhid olaca ını senet bir âlimden dinliyelim :
Evet müceddid-i Elfi sâni Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fa-rûkî Serhendî hazretleri, MEBDE VE
MEAD Risalesinin otuzuncu fıkrasında buyuruyorlar ki: «Namazda kıraat farzdır. Hadîs-i erîfte de
FAT HASIZ NAMAZ OLMAZ buyuruldu u halde hakiki kıraati bırakıp kıraat-ı hükmiye karar
verili inin sebebini anlayamadım. Mezhebimiz Hanefide mâm arkasında kıraata dair açık bir
delil bulunmamasına ra men mezhebe uyarak imâm arkasında Fatiha okumazdım. Zira
biliyordum ki MEZHEBDEN ÇIKMAK LHADDIR.»
Risalenin devamında mezhebe uymanın bereketiyle Hak teâlânın lütfü ile kendilerine bunun
hikmetinin gösterildi ini bildiriyor ve bariz misâllerle bunu açıklıyor.
Demek oluyor ki, mâm-ı Rabbânî gibi müceddid ve müctehid bir veliyy-i kâmil, delilini bilsin veya
bilmesin istisnasız mezhebinin bütün hükümlerine tâbi oluyor, bir hükme bile tâbi olmamayı
mezhebden çıkmak ve ilhad kabul ediyor.
Oku dergisinin aynı sayısında
genç ilim yolcularına verdi iniz tavsiyenin birinde «Kitâb ve
sünneti ki ilerin de erlendirmeleri ve ölçülerine de il, ki ilerin sözlerini kitâb ve sünnet
ölçülerine vurun, tam ayarını kalpından bu ölçü ile ayırın.» diyorsunuz.
Siz gerçekten Hanefî iseniz ve ki ilerden maksadınız, Ehl-i sünnet âlimleri de ilse, niçin bu
ki ilerin sözlerini, ehl-i sünnet âlimlerinin mezhebinizin ölçülerine vurun, demiyorsunuz?
Ki ilerden maksadınız, mâm-ı A'zam ve mâm-ı Ebû Yusuf gibi Ehl-i sünnet âlimleri ise bunların
sözlerini - çtihadlarını- kitâb ve sünnet ölçülerine hangi genç vuracak? Müctehid gençler var diyelim,
peki bu müctehid gençler, mâm-ı A'zam'ın içtihâdının kalp oldu unu hangi ölçüyle anlayacak?
Müctehid ayrı ictihadda bulunur ve di er müctehidinkine kalp diyemez. Bu tavsiyeniz gençleri içtihâda
dolayısıyla mezhebsizli e te vik de il midir?
bni Abidin Abdest bahsinde «Müctehidlerin bildirdiklerinin delillerini mukallidin araması
lâzım de ildir.» diyor. lim ö renmek için delillerine baksın, ama kalpını, ayarını bulmak için de il
tabii... Çünkü mâm-ı Rabbânî müctehid oldu u halde sünnette de delilini gördü ü halde. Yani
Fatihasız namazın olmayaca ı hükmünü bildi i halde Hanefî mezhebinde olan bir kimsenin imâm
arkasında Fâtiha okumaması gerekti ini, Hanefi oldu u halde okuyanın mülhid olaca ını bildirirken siz
nasıl oluyor da gençleri Kitâb ve Sünnete davet ediyorsunuz? Niçin mezheb hükümlerini iyi ö renmeye
davet etmiyorsunuz?
Siz hem Hanefisiniz, hem de mâm-ı A'zam'a tâbi olmayı kitâb ve sünnete tâbi olmaktan ayrı bir
ey mi zannediyorsunuz? Evet derseniz mezhebsiz olursunuz. Hayır derseniz, o halde niçin gençleri
mâm-ı A'zam'a veya tâbi oldukları mezhebe ittibâ etmelerini tavsiye etmiyorsunuz?
Yine aynı Dergideki tavsiyelerinizin birinde «Bîr fikrî söyleyenin, öhret, diploma ve mevkiine
göre de il, dayanak ve deliline bakarak de erlendirin, kabul veya red edin» diyorsunuz.
«Bir fikrî söyleyen»den maksadınız, mezheb imâmları ve mezhebdeki müctehidler de il midir?
Evet derseniz, mezhebindeki hükümlere üphe ile bakıp kitâb ve sünnetten «delil aramaya müctehid
olmayan gençleri nasıl te vik edersiniz?
Hayır derseniz, neden «Bir fikrî söyleyenin sözünü mezheb hükümlerine vurmak suretiyle
kabul veya reddedin.» demiyorsunuz?
Be er yapısı bir Anayasa, birçokları tarafından farklı tefsir ve tevillere tâbi tutulurken, Kelâm-ı
Kadîm herkesin anlayaca ı ekilde mi indirilmi tir? Öyle olsaydı Kitâb ve Sünnetten 73 tane mezheb
çıkmazdı. Kitâb ve Sünnete ehli davet edilir, herkesi davet etmek, herkesin kafasına göre bir din
meydana gelmesine sebep olmak ve dinîmizi parçalamak de il midir? Toplu olan dinîmiz «Islâmın bir
noktaya cem'i» perdesi arkasında bin parçaya bölmek mi istiyor? Herkes Kitâb ve Sünnete elini
uzatırsa uzatılan el kadar din meydana çıkar.
Aynı Dergideki tavsiyelerinizden biri de « ctihad ihtilâflarının tefrikaya meydan vermeyecek
ekilde tevhidi niçin sapıklık olsun?» «Bu ihtilâfların parçalanma ve çar-pı maya vesile
olmaması için çalı mak ehl-i sünnet içtihadını bütünle tirmek zemme de il, takdire vesile
olmalı, degil midir?» diyorsunuz.
Fesübhanallah, siz ne biçim Hanefisiniz? Hanefi mezhebini noksan ve bütünle meye nasıl gerekli
görürsünüz? Dört mezhebin her biri tamdır, noksan de ildir, tevhîde ihtiyacı yoktur? Mezhebini noksan
ve bütünle meye muhtaç bilmek mezhebsizlik olmaz mı?
htilaflı zannetti iniz ictihadların do rusunu kim bulacak? Müctehid olsa bile müctehid de
do rusunu bilemez. Çünkü ictihad ictihadla nakzolunamaz.
«Ümmetimin müctehidleri arasındaki ayrılı ı rahmettir.» meâlindeki hadîs-i erîf, mezhebler
arasında ihtilâfın bulunmasından ikâyet de il, rahmet oldu undan haber veriyor. Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem'in haberini tekzib veya be enmemeye dinîmizde ne ile hükmolunaca ı malûm-i hâs-ü
âmdır. Biliyorsunuz ki, ki i söyledi i sözün esîri, söyleyece i sözün ise hâkimidir.
Hak teâlânın hak üzere yandırdı ı mezheb kandillerini söndürmek isteyenlerin, bu i lerinden
hâsılatları bıyık ve sakallarının tutu masıdır. nsanlara irin görünmek, etrafının kalabalık olmasını
istemek, dinden taviz vermek, dinîn sahibi kendisi imi gibi, uygulamayı zaman ve mekâna göre
dü ünmek, ayarlamak ve tasarruf etmekle de il, mezhebinde bilgili ve muttakî olmak, Allah adamlarım
sevmek, onlara uymakla olur. Din adamlarının üstünü ve büyü ü, üstün ve büyük din adamlarının,
âlimlerin velilerin ilimlerini, sözlerini nakledendir. eref ve mecd bunlaradır. Bütün hüner, bir ileri köye,
bir yan nahiyeye ula acak ebekede nakledici tel olmak... Yani yeni fizik a zı ile üretken de il iletken
olmalıdır. E er temiz bir kalb, lekesiz bir muhabbet ile, gönlünü, o büyüklerin kalblerine de ba larsa
«Kalbden kalbe yol vardır.» hadîs-i erîfi gere ince, o yüksek kalblerden istifade eder. Bile ik kaplar
usûlü güzel bir örnektir. Ancak burada yüksekte olanda azalma olmaz.
Ehl-i sünnet itikadını bütünle tirmekten kastınız 72 sapık fırka de il dört hak mezheb olsa gerektir.
Dört mezhep size göre bütünle ince, yani bozulup yok olunca hak olan dört mezheb nereye
gidecektir? Hadîs-i erîfle bildirilen rahmetten ikâyet eden ve onu kaldırmayı dinîn tamamlanması,
zamana uydurulması sananlar ancak reformcular, sapıklar, kasıtlılar, gizli maksatlılardır. . slâm'ın
temiz bünyesi, bu zararlı dı mikropları içinde ya atmamı tır. eyhülislâm Abdullah-i Ensârî buyurur ki
: «Yâ rabbî dostlarını yani müctehid din imâmlarını ve evliyânı öyle yapmı sın ki, kimi helâk
etmek istersen, onlara saldırtırsın.»
Hem Ehl-i sünnet içtihâdının bütünle mesinden, yani mezheblerin birle mesinden
bahsediyorsunuz hem de «Mezheblerin kaldırılma dü üncesini cinnet telâkki ederiz.» diyorsunuz.
Böyle tenakuzlu konu maktan maksadınız nedir? Bir taraftan da, mezhebler arasında kavgalar
olmu tur, Ehl-i sünnet içtihâdını birle tirelim, bizi zem de il, takdir edin, gibi ifadeler neyin nesidir? Bir
zamanlar mezheblere kancayı, bn-i Teymiyye ve talebeleri takmı tı, imdi ise siz... bn-i Teymiyye ve
sapık talebeleri zamanlarında ER AT Mahkemelerince hapsedilmi lerdi. Bildi iniz gibi imdi böyle bir
mahkeme mevcut de il!.. Mevcut olsaydı Kardâvî ve Mevdûdî gibi mezhebsizler, mezheblere
saldırdıkları halde ellerini kollarını sallaya sallaya gezmeleri mümkün olur muydu? Mezhebsizlerin sık
sık cumhuriyete hamdetmelerinin sebebi bu olsa gerektir.
Hanefi Müslüman mezhebinin hükümleriyle amel eder, zaruret anlarında di er üç hak mezhebden
birini taklîd eder. Mezhebleri bütünle tirmeye ve birle tirmeye kalkmaz. Bu her mezhebde öyledir.
Yine tavsiyelerinizin birinde «Selef ictihadlarına hiç bir zaman kesin nazarıyla bakmamı lardı,
içtihâda dayanan hükümleri için, harâm, helâl ve farz gibi kesin tabirler kullanmaktan
çekinmi lerdir. Bunları unutmayın.» diyorsunuz.
Siz dinîmizi mi bilmîyorsunuz, yoksa maksatlı mı yazıyorsunuz?
Kırlangıç, Hanefilerce helâl, afiîlerce harâm de il midir?
Hanefilere, gusülde a zın içini yıkamak farzdır diye kesin hüküm koymamı lar mıdır?
Besmelesiz kesilen hayvan, Hanefilere göre harâm, afiîlere göre ise helâl de il midir?
Meni Hanefilere göre galiz necaset, afiîlere göre ise temiz de il midir? Bunlar gibi sayısız
mesele zikredilebilir. Müctehidler bu harâm ve helâli, farz ve vacibi kendi kafalarına göre mi
söylemi lerdir, yoksa Kitâb ve Sünnetten mi çıkarmı lardır?
Ne demek istiyorsunuz? Helâl, harâm ve farz gibi kesin hüküm veren mezheb imâmlarına
rastlarsanız inanmayın veya delillerine bakmadıkça kabul etmeyin mi demek istiyorsunuz? Biraz açık
yazın. Tâlimatınıza göre delil aramaya kalkar imâm arkasında Fatiha okumanın farz oldu unu
sünnetten çıkarırsak ne yapalım? Hanefiyi terk mi edelim? Yoksa imâm arkasında Fatiha okuyup yine
Hanefi mi kalalım? Böyle ey olmaz.
Mahut Diyanet tarafından ne redilen « slâm Hukukunda ÇT H A D» isimli yapıtınızda (s. 161)
bn-i Teymiyye'nin talebelerinden bnul Kayyim'in «Dinîni hiç bir müctehide ısmarlama, Hazret-i
Peygamberden ve eshâbından geleni al, sonra tâbiîn gelir ki ki i bunlardan muhayyerdir.»
ifadesini nakletti iniz halde «Bu mezhebsizin saçmasına bakmayın» gibi bir ifadede bulunmadı ınıza
göre siz nasıl oluyor da dinînizi mâm-ı A'zama ısmarlıyorsunuz?
Kendinîze mi ait yoksa bir mezhebsize mi ait öyle bir ifadede bulunuyorsunuz : «Mukallid,
birçok müctehidlerden birini taklîd etti inde, hükümlerindeki hatâ veya isabeti bilemez.
Hatâsından af ve ecir, isabetinden de ecir alamaz. FAKAT CT HAD EDERSE HER K DURUMDA
DA EC R ALIR.» ( . H. CT HAD s. 215)
Bu ifade size ait olamaz, çünkü siz mezhebsiz olmadı ınızı söyledi inize göre, hangi
mezhebsizden nakil yaptı ınızı bildirmenizi istiyoruz. Bu ifade ile herkes içtihâda davet edilmektedir.
Bu ve bunun gibi selefî me repli mezhebsizlerden nakil yapmasaydınız dînimiz noksan mı olurdu?
Hüccet âlimler kâfi gelmiyor muydu da kendi ifadenize göre hatâları bulunan mezhebsizlerden nakiller
yapıyorsunuz? Bununla dine hizmet etti inizi Kıyamet gününde nasıl söyleyebileceksiniz? Adı geçen
yapıtınızda mezhebsizlerin ifadelerini ve Ehl-i sünnete aykırı olan görü leri bariz ekilde siyah
harflerle yazmaktan kastınız nedir? Ehl-i sünnet âlimlerinin mübarek ifadelerini meselâ Yusûf-i
Nebhani hazretlerinin « ctihad iddia edenin ya aklı noksandır veya dinî...», di er ehl-i sünnet
âlimlerinin bildirdi i «Telfık, Müslümanların icmaı ile bâtıldır.» hükümlerini niçin mezhebsizlerinki
gibi, bariz yazmadınız? Mezhebsizlerinkini tasvib anlamı çıkmaz mı?
Umumiyetle yapıtlarınızda «Kar ı gruptakiler» «muhalif görü lüler» gibi tabirler
kullanıyorsunuz. Dinîmizde muhalif görü te olan hiç kimse yoktur. Bütün slâm âlimleri birbirlerini
tasdik ede ede gelmi lerdir. Hiç biri di erine muhalif olmamı tır. slâm âlimlerinin farklı ictihadiârı
vardır. Bu da dinîmizin emri oldu u için muhalif görü denemez.
Müctehid mâmların di er müctehidler için söyledi i «Beni taklîd etmeyin» ifadesini, hiç bir tefrik
yapmadan ve siyah harflerle yazmanız, mukallidlerin delillerini Kitâb ve Sünnetten almalarını tavsiye
de il midir?
Siyah harflerle Dört Mezhebin mâmlarının öyle bir ey söylediklerini iddia ediyorsunuz :
«Müctehid derecesine varmı olsun olmasın, her mükellefin, dinîn iki kayna ı (dikkat edin dört
de il iki) Kitâb ve sünnet ile devamlı temaslarını sa lamak, bunların yerine fukahanın sözlerini
ikame etme tehlikesini önlemek için insanları ictihad ve ittiba'a te vik taklîdi men etmi lerdir.»
( . H. CT HAD s. 164.)
Müctehid olmayan mükellefin fukahanın Kitâb ve Sünnetten çıkardı ı hükümlerle amel etmesi bir
tehlike midir, yoksa mezhebli olmak mıdır? Fukahanın Kitâb ve Sünnetten çıkardı ı hükümleri tehlike
saymak mezhebsizlik de il midir?
Hangi konularda içtihâda ihtiyaç oldu unu zikretmeden, hem de mezhebde ictihad de il de dört
mezhebin dı ında mutlak bir ictihaddan bahsederek öyle diyorsunuz : «Bu ihtisas devri olan
zamanımızda, her biri gerekli olan slâmi ilimlerle, hukuk, iktisâd, sosyoloji, psikoloji... gibi
yardımcı ilimlerin bir veya birkaçında mütehassıs zevatın te kil edebilece i CT HAD
URASI'nda, mutlak ictihad artlarının rahatça tahakkuk edebilece i kanaatindeyiz.» ( . H.
CT HAD s, 234)
Batı hayranları dâima dinî, ilimden, ahlâktan, insanlıktan, edebiyattan, kültürden ayrı telâkki
etmi ler, «Bu, i , slâma da, insanlı a da aykırıdır» demi lerdir. Dergilerine de «Dinî, ilmî, ahlâkî,
edebî, harsî» gibi tabirler kullanmı lardır.
Dinîmiz noksan de ildir. Dinde hukuk, iktisat., sosyoloji ve psikoloji de vardır. Olmasa hâ â
dinîmiz noksan olur. Siz de slâm'ı bu ilimlerden ayrı göstermi siniz. Muteber kitablarda ictihad için
lüzumlu ilimler, âlet ilimleri ile birlikte zikredilmi tir. Yeni bir ey ilâve etmeye ve çıkarmaya ihtiyaç
yoktur.
ctihad için Müslüman olma ve ilâhi mevhibe gibi artlardan niçin bahsetmiyorsunuz? O bilgileri bir
kâfir veya bir mezhebsiz de ö renemez mi? « fademizin içerisinde bunlar da mevcuttur»
diyemezsiniz. Çünkü M. . Hukuk'u isimli yapıtınızda «Dinî nas» tabirini kullanıyorsunuz. Bir din
kitabında dinî nas tabiri kullanılmaz. Dinî olmayan nas var mıdır? Hamidullahın dine dı tan baktı ı gibi,
namaza dinî namaz, Peygamberimize,
slâm Peygamberi, NAS'a f dinî nas denmez. Diyelim ki
kullandınız, peki nas'ın ba ına dinî koymayı ihmal etmiyorsunuz da içtihâdın artlarını sayarken
Müslüman ve ilâhi mevhibe sahibi muttaki bir ahıs olmayı niçin zikretmiyorsunuz?
2 - VEHHABÎL K DD ASI:
«Elimizdeki deliller, onlara kâfir veya ehl-i bidat demeye kâfi de ildir.» diyor ve benim
vehhabî oldu uma dair tek delili olan ortaya çıksın gibi bir iddiada bulunuyorsunuz.
Hak mezheb dört tane de il midir? Vehhablli în sünnî bir mezheb oldu unu hangi Ehl-i sünnet
âlimi söylemi tir. Vehhâbili in ciltleri dolduran sapıklıklarını burada saymaya imkân yoktur. Ehl-i
sünnet âlimleri sayısız reddiyeler yazmı lardır. Kitâb-üt-Tevhid ve Fethül-Mecid isimli Vehhâbi
kitablarını okursanız mezhebsiz olduklarını gözünüzle görürsünüz. Vehhâbilerin küfre dü tüklerini Millî
Fikir'in 15. sayısında vesikaları ile birlikte ne rettik. Ehl-i sünneti mi rik bilmeleri bile onların kâfir
olduklarını gösteren bir delildir.
«Vehhâbi de ilim» deyi iniz, bazı siyasîlerin komünizmi kötülemeyip de sıkı ınca «Ben
komünist de ilim.» demelerine benziyor. Siyasiler kendi açılarından mazur sayı-labilirler. Çünkü
komünistlerden oy alabilmek için komünizmi tehlike olarak göstermeyebilirler. Fakat siz Vehhâbi
olmadı ınıza ve Vehhâbilerden herhangi bir menfaat görmedi inize göre, vehhâbili in ehl-i bid'attan
oldu unun delilini bizden sormayıp kendiniz ö renmeniz .gerekmez mi?
Kitabüssünne isimli vehhabî kitabının 35. sayfasında, Peygamberimizin Allah'ı dört mele in
ta ıdı ı altın bir kürsü üzerinde gördü ü bildirilmektedir. 15. sayımızda bildirdi imiz açık hüccetlere
ra men vehhâbilik sünnî bir mezhebdir diye iddia ederseniz kimli iniz kolayca meydana çıkar.
3 - MÜCTEH DL K DD ASI :
«Hiç bir yerde yazılı veya sözlü olarak ben müctehidim demedim.» diyorsunuz.
Çorum'da kursiyerlere yaptı ınız konu mada, Türkiye'de ö ürün verilmesi gerekti ini, Ömer
Nasuhi Bilmen'in ise verilemez dedi ini söylemi tiniz. Bunun üzerine sakallı bir mâm :
«Sizin ve Ömer Nasuhi Bilmen'in söyledi i bir müçtehide mi aittir, yoksa kendi görü leriniz
midir?» sorusuna:
«Verilmez sözü Ömer Nasuhi Bilmen'
in içtihâdıdır, verilmesi gerekli sözü de benim
ictihadımdır. O harâm i letiyor, ben ise bir farzı i letiyorum, ne haber?» diye cevap vermi tiniz.
Bu ifadeniz için istemedi iniz kadar ahit göstermek mümkündür. Bu sözünüzle müctehid oldu unuzu
iddia etmi olmuyor musunuz? Size müctehid diyen varsa, kursiyerlere konu an Karaman'dır.
Bütün yapıtlarınızın Mevdûdî'nin uyguladı ı esaslara benzedi i ve müstakil bir müctehid edası ile
yazıldı ı görülmektedir. Bir mukallid asla Mevdûdî veya sizin gibi kitab yazamaz. Allâme bni Abidin'in
kitapları mukallid sıfatıyle yazılmı tır. Müctehid ile mukallid arasında ba ka bir sıfat yoktur. bnulkayyim
ile di er mezhepsizlere göre bir ttibâ terimi mevcut ise de, ehl-i sünnet âlimleri itti-ba'ı taklîd
mânâsında kullanmı lardır.
4 – MÜCTEH DLERE SAYGISIZLIK DD ASI:
Müctehid bulunmadı ı için ictihad kapısının kendili inden kapandı ını söyleyen EI-Kerhî, EIKaffâl, Kâdihan, Abdulkerîm-i Rafii, bni Ebiddem, E - ihaburremli, bni Haceril Heytemi, E - emsürremli, Menavî, Davud bin Süleyman, Yusûf-i Nebhani gibi âlimleri zikrettikten sonra bunların ictihad
hareketine kar ı çıkmalarına sebep olarak . H. CT HAD isimli yapıtınızın 186. sayfasında «Mezheb
taassubu, cehâlet, menfaat ve adem-i basiretin en büyük rolü oynadı ını söylemek
mümkündür.» diyorsunuz. Bu mübarek âlimlere müteassıp, câhil, menfaatperest ve basiretsiz demek
bir saygı ifadesi mi oluyor?
Yapıtlarınızda mâm-ı A'zam'a ekseriya Ebu Hanife diyorsunuz da her nedense mâm-ı A'zam
demeye diliniz varmıyor. Bu hareketiniz mâm-ı A'zam radiyallahü anh'a fazla saygınızdan mı acaba?
Evet, Peygamberlerden ba kasının hatâ i lemesi caizdir. Caiz demek mutlaka hatâ i ledi demek
de ildir. Gerek mâm-ı A'zam radiyallahü anh ve gerekse di er üç hak mezhebin imâmlarının bir
hatâsını gösterebilir misiniz? Hem mukallid hem de müctehid indinde mâm-ı A'zam'ın tek içtihâdı
hatâsı yoktur. ctihad ictihadla nakzedilemez. Müctehidlerin Allahü teâlâ indinde hatâları olabilirse de
mukallid indinde hepsi do rudur. Mukallid taklîd etmekle ecir kazanır, mezhepsizlerin dedi i gibi harâm
i lemi olmaz.
5 - REFORMCULUK DD ASI:
Mezhepsizlik, reformculu un ba ka adıdır. Mezhebsizlik varsa reformculuk da var demektir.
6 - TAV ZL FETVALAR DD ASI :
«Hiç bir yerde nikâh dinî de ildir demedik.» diyorsunuz. Mukayeseli slâm Hukuku isimli
yapıtınızın 236. sayfasında «Esas ve artlarını dinî nasların ve bunlara müstenid ictihadların
tesbit etmi olması, evlili in dînî bir akit olmasını îcab ettirmez.» denmektedir.
Evet nikâh dinî de ildir, dememi siniz de kitabınıza yazmı sınız. Demek size tavizli fetva verdi
diyen kendi yapıtınız oluyor. Siz de il deseniz de nikâh dînî bir akittir.
7 - BN TEYM YYEC , EFGAN VE ABDUHCU DD ASI:
« bni Teymiyye'nin kâfir ve sapık olmadı ını, ancak bazı ifratları ve ictihad hatâları
oldu unu» söylüyorsunuz.
E er bn-i Teymiyye müctehid ise kimse onun hatâsını bilemez. ctihadla ictihad nakzolunamaz,
bni Teymiyye'nin cihete kail ve ar ın kıdemine kani bulundu u ve mücessimeden oldu u muteber
kitaplarda yazılıdır. Bu ise Ehl-i sünnet dı ılıktır.
bni Teymiyye kâfirlerin de «ebedî cehennemde kalmıyaca ını» söylemi tir. Bu ise âyet-i kerîmeyi
alenen inkârdır.
Üç talakı bir talak sayarak ehl-i sünnetin icmaına kar ı gelmi ve ehl-i sünnetten çıkmı tır.
Muhiddin-i Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine KÂF R demekten çekinmemi tir. Selefiyeden
oldu u için nasları te'vil etmedi inden sapıtmı tır.
Mezhepsiz bni Teymiyye sizin gibi Hanefi mezhebine mensup bir kimseye nasıl hüccet olur?
Hanefide neyi noksan buldunuz da bni Teymiyye'den imdat istiyorsunuz?
bni Teymiye'nin bütün bu sapıklıklarını Ehl-i sünnete aykırı bulmuyorsanız niçin bn-i Teymiyyeci
olmayı kabul etmiyorsunuz? Biz ehl-i sünnetin bütün imâmlarını, fukahasını hüccet kabul ederiz. Bize
mâm-ı A'zamcı, mâm-ı Rabbânici, Ebussuud Efendici, eyhülislâm Mustafa Sabri Efendici denecek
olsa hiç alınmayız. Fakat siz hüccet gösterdi iniz bir kimse için ondansınız deyince niçin
gocunuyorsunuz?
bni Teymiyye müctehid ise, ehl-i sünnetten ise BN TEYM YEC denince gocunmaya hiç mahal
yok, Ehl-i sünnetten de ilde Selefiyeden ise delil getirmek lüzumsuz hattâ sapıklık olur. Bizim gibi
mukallidlere göre hatasız olan mâm-ı A'zam dururken size göre hatalı olan, bize göre mezhebsiz olan
bni Teymiyyeyi niçin hüccet gibi gösteriyorsunuz? Mezhepsiz bni Teymiyye'den delil getirmedi iniz
hiç bir yapıtınız var mı? Tabii ctihadla ilgili.
EFGAN C DD ASI :
«Peygamberlik sanatlardan bir sanattır» diyen çe itli sapıklıkları bulunan Efgani hakkında
«Efgani masonlu u bıraktı» diye âdeta müdafaa edi iniz tuhafımıza gitti. Efganiyi övmek ehl-i sünnet
olana yakı maz. Yoksa, tamam olan dinîmiz, onunla bir ba ka kemâle mi kavu tu? Bir bardak dolu ise,
ilâve edilen, ya ökülür, ya içindekini öker. Dikkat edene bu cümle kâfidir.
ABDUHCU DD ASI :
. H. CT HAD isimli yapıtınızda mezhebsiz vehhâbi Abduh'u da müctehidler arasında
zikretmi siniz.
Hocanız Davuto lu, Din Tahripçileri isimli eserinde çe itli mucizeleri te'vil ve inkâr eden ve
Mısır'da ilk mason locasını kuran Abduh'un «Teselsülün butlanı meselesine muhalif» oldu u
isbatlanrnı tır. Artık Abduh'un masonlu u bırakıp bırakmaması mühim de il, bu görü ü küfür olarak
yeter ona.
Mehmet Sofuo lu tarafından yazılan Tefsir kitabında Abduh öyle övülüyor:
«En mühim fetvaları, Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından kesilen hayvanların eti ile, faizin
cevazına dair verdi i fetvalardır.» s. 41
«M. Abduh tarafından ileri sürülen yeni fikirler mutaassıp ve eskilik taraftarı çevrelerde
kuvvetli muhalefetle kar ıla mı tır.» s. 41
«M. Abduh, Kur'ânı yaratılmı kabul ediyor ve sünnîli in bunun aksini iddia eden sert
görü ünü yumu atmak tecrübesinde bulunuyordu.» s. 42
«Hakkında edilen iftiralara gelince bu gibi büyükler hakkında cahiller tarafından iftiralar
reva görülmekte oldu undan bunun hakkında da yürütülmesine taaccüp edilmez.» s. 43
Faize helâl ve Kur'ân-ı kerîm'e mahlûk diyen bir mezhebsize nasıl olur da müctehid diyebilirsiniz?
Zırva te'vil götürmez, ölüm sizi uyandırmadan uyansanız nasıl olur?
«Kur'ân mahluk de ildir» demek mahut tefsir kitabında yazıldı ı gibi « ddia ve görü » de il,
ehl-i sünnet itikadıdır. Her nedense mezhebsiz Abduh'u büyük sananlar, ehl-i sünnet itikadına görü ,
iddia, tez, nazariye gibi ifadeler kullanıyorlar, sebebi ne ki? Ehl-i sünnetten üpheleri mi var acaba?
K TAP :
8 - D YANET N NE RETT
Bu kitabda taklîdin bâtıl oldu unu söyleyen mezhebsiz Re it Rıza, mukallidin a zından s. 169'da
«Adam Muhammedî olmayı bırakıyor da Hanefi veya afiî oluyor.» diyor. Hanefi veya afiî olmayı
Muhammedî olmaktan ba ka bir ey zannediyor mezhebsiz. Muhammedi olmayan kâfirdir. Bütün
Hanefiler, dolayısıyle siz de Re it Rıza'ya göre Muhammedî olmadı ınız için kâfir olmu olmuyor
musunuz? Bütün sapık fırkalar bile Muhammedî oldu una göre, Hanefi olanları fırka-ı da'lleye bile
dahil etmiyor mezhebsiz.
Cevabüssail kitabında iî oldu u bildirilen, Usûl-ül-Erbaa kitabında «Bir mezhebi taklîd eden
mü rik ve kâfir», r adül Fühul kitabında «ölüleri taklîd etmenin caiz olmadı ında CMA vardır»
diyen mezhebsiz M.
evkâniye 175. sayfada «Mutlak bir müctehiddir mezhebi bilinen
mezhebsizlerin en kuvvetlisi, sözü de en sa lamıdır.» denilmektedir.
akkulkamer mucizesini inkâr etti i, Musa aleyhisselama kâhin dedi i Davuto lu Hoca'nm Din
Tahripçileri isimli eserinde vesikaları ile bildirilmekte olan Re it Rıza'nın kitabını, nasıl sadele tirme
cüretinde bulunabilirsiniz?
Bir de «Bu kitabın içinde ehl-i sünnetin icma ve ittifak etti i esaslara aykırı bir ey yoktur.» Nasıl
dersiniz? Ba tan sona sapıklıkla doludur. Taklîdi bâtıl sayması CMA'ya aykırı de il midir? . H.
CT HAD isimli yapıtınızda da (s. 214'de) «Taklîdi men eden biz de iliz, O Allah tealidir.» diyen
mezhebsizlerden nakil yapmı sınız. Siz Hanefi oldu unuza göre Allahü teâlânın men etti i bir i i nasıl
yaparsınız? Mezhepsizlerin böyle ipe sapa gelmez saçmalarını nakletmeseniz kıyamet mi kopar yani?
Hem böyle saçmaları naklediyorsunuz, hem de tarafsız kalıyorsunuz, siz Hanefi oldu unuza göre
«Taklîdi men eden biz de il Allah teâlâ» diyen mezhebsizlerin cılkını çıkarmalısınız. Sanki hüccet
gibi bir de yapıtlarınıza alıyorsunuz.
«Bu kitabın tenkid edilecek ve tercih edilmîyecek tarafları bulunabilir» diyorsunuz. Tenkid
edilebilecek tarafı bulunan bir kitabın ne rine nasıl âlet olursunuz? Bu kitapta ehl-i sünnete aykırı
yüzlerce mesele vardır. Hatalı bir kitap ne redilmez. Çünkü bir kitabın do ru ve yanlı ını tefrik
eden, bilen bir kimse için o kitabı okumaya lüzum yoktur. Bilmeyen bir kimse için de çok
zararlıdır, yanlı ları o kimseyi sapıtabilir.
Devamlı ictihadla ilgili yapıtlar yazaca ınıza, bir bni Abidin'i tercüme etseniz de faydalı bir hizmet
yapsanız mezhebsizler kızar mı size?
Sözleriniz birbirini tutmadı ı, kitaplarında dinîmizin temel bilqilerine uymayan ifadeler, nakiller
bulundu undan, bunlarla refomcu'lar paralelinde bir mezheb, bir yol tuttu unuz yukarıdaki misallerden
anla ılmaktadır. Halisane söylüyoruz bu ne size ne de Müslümanlara hiç bir fayda sa lamaz Dünya
ve ukbanız için zararlı olur. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bu dünya amel, i , ticaret yeridir
Zararlarınıza sizden önce, bir Müslüman olarak biz razı olmadı ımız için bu mektubu size yazdık.
Dost a ır söyler. Haddi a arak sizi övseydik, e siz âlim, asrımızın müctehidi deseydik belki ho unuza
giderdi ama yalan olur, faidesiz olurdu slâm bahçesinde, o güzel güller, o rengârenk e siz koku sacan
çiçekler arasında böyle köksüz, cılız kokusuz sun’î çiçekler açmaz. Tohumu dı ardan atılmı '
felsefeciler, reformcular, vehhâbiler hep böyledir. Asaletleri yoktur. Kökü aslı olmayan fer'in tâlibi
hangi dûn-himmetliler olur?
nsan lisanın altında gizlidir. Bu yazıları onun için yazdık Dil kaleminiz ve kalem dilinizden sâdır
olanlar, dinini seven ve kayıran kimselerin hazmedece i cinsten de ildir Hef Ehl-i sünnette, hattâ din
sâhibinde, din gayreti olur
Cevaplarımız gayretimiz nisbetindedir. Bunu yapmamız dinîmizin bir
emridir. Elbette yapaca ız. Ma'rufu emir, münkeri nehy etti imiz için vazifemizi yapmı oluyoruz.
Yoksa ki i olarak, ne alıp verece imiz vardır? Allahü teâlâ kendisi için olmayan söz ve hareketlerden
bizleri korusun. Hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak tanıtsın. Dinînin hizmetçisi eylesin.
Bazı sorularımız var:
1 - Selefiye Mezhebinden emekli postacı «Elhamdülillah Yarım Asra yakın bir zamandan beri
cumhuriyet idaresini kurmu oluyoruz.» diyor. Tanıdı ımız bütün se-lefiyeciler, bni Teymiyeciler ve
mezhebsizler bu
ekilde Cumhuriyete hamdediyorlar. Siz Cumhuriyete hangi
ekilde
hamdediyorsunuz?
2 - Türkiye'deki bütün mezhebsizler APKA Zünnar hakkındaki ehl-i sünnet âlimlerinin fetvalarına
çok kızıyorlar. Siz de kızıyor musunuz?
3 - Hanefî mezhebindeki müftabih kavle göre eriatla idare edilmeyen ülkeler Darül-harbdir. Fakat
siz Hanefî oldu unuzu iddia etti iniz halde Ne riyat Müdürümüze «Fransa Darülharb de il,
darülküfürdür ve Darül- slâm gibi hareket edilir.» demi siniz. Bu fikirde hâlâ ısrar ediyor musunuz?
4 - Dört hak mezhebin dördüne göre de özürsüz kaçırılan namazların kazası da farzdır. Ancak
bni Teymiye gibi selefiye me repli mezhepsizlere göre ibadette kıyas caiz olmadı ından özürsüz
kaçırılan namazların kazası farz de ildir. Ne riyat Müdürümüze gönderdi iniz mektupta bni
Teymiyenin görü ünü savunuyorsunuz. imdi Hanefî oldu unuza göre bu sakat görü ten vazgeçtiniz
mi?
5 - Müesses nizam mezhepsizlerin rahatça cirit atmalarına manî olmadı ı için müesses nizama
hamd ve saygıyı telkin ediyormu sunuz, do ru mudur?
6 - Mezhebsizler büyük müctehidlerin tamamının Selefiyye mezhebinden oldu u iftirasını
yayıyorlar. Selefiyye'de te'vil asla caiz olmadı ına göre, te'vil edilmesi gerekli birçok âyet-i kerîme ve
Hadîs-i erîf vardır. Te'vil edilmeyip o ekilde itikad edilirse küfür olur. Meselâ A'raf sûresi 190, Bakara
sûresi 10, Feth sûresi 2, Enbiya sûresi 87, Yusuf sûresi 24, Enam sûresi 76-77-78, Tevbe sûresi 43.
gibi âyeti kerîmeler te'vil edilmezse insan küfre dü er, Allah yürür gibi hadîs-i e.rifler de vardır.
Te'vili gerekli nasları te'vil etmeyerek, Allah yer semasına iner kabul etmek küfür de il midir?
Nasları okuyup hikmetini Allah bilir demek ba ka, o ekilde inanmak ba kadır.
7 - Mezheb-i seleften emekli postacıya yazdı ınız mektubun cevabını arkada larınız, Ne riyat
Müdürümüze okudu. Feth süresindeki ZENB kelimesini sormu sunuz. O da «O lum Hayrettin..» diye
ba layan mektubunda Peygamber aleyhisselâmı övdükten sonra «Kâinatın Efendisinin günahıdır.»
diyerek te'vili caiz görmemi tir. Siz de buna inanarak Peygamberlerden ismet sıfatını kaldırdınız mı?
Yoksa Emekliye inanmayıp Hanefî âlimlerine mi inanıyorsunuz?
8 - Ehl-i sünnetin tamamı, Hazret-i Muaviye Radiyallahü anh'a asla atmadıkları, atanlara iddetli
hükümler serdettikleri, Eshâb-ı kirâmın tamamına âdil dedikleri, fâsık demedikleri sabitken buradaki
sizi sevenler ile ra'fiziler Hazret-i Muaviye Radiyallahü anh'a atıp tutuyorlar. Siz ne dü ünüyorsunuz?
KARAMAN - YAVUZ MÜNAKA ASI
A. Fikrî Yavuz isimli birisi, Karaman tarafından sadele tirilen mezhepsiz Re it Rıza'nın
«Mezahibin Telfîkı ve slâmın bir noktaya cem'i» isimli kitabına reddiye mahiyetinde bir risale
hazırlamı , risalenin arkasına ÖZEL DA ITIMA TÂB D R, HALKA DA ITILMAZ ibaresini koymu . Biz
halktan birisi olmamıza ra men fazla titizlik gösterilmemi olmalı ki bizim de elimize bu risale geçti.
Karaman da bu risaleye cevap olmak üzere bir bro ür de o hazırlamı .
in enteresan tarafı sanki bu bro ürler danı ıklı dö ü gibi hazırlanmı tır. Yavuz'unki FEY Z
YAYINLARI NO. 10'dur. Karaman'ınki FEY Z YAYINLARI NO. 11'dir. Her ikisi de Erenler Matbaasında
dizilmi , Er-Tu Matbaasında basılmı tır. Karaman da bro ürünün arkasına ÖZEL DA ITIMA TÂB D R
ibaresini koydurmu tur. Bizim gibi halkın eline geçmemesi için böyle bir ifade kullanmı olmalıdır.
Fakat bu da serbest da ılmasına müsaade etmi olmalı ki tâ bizim elimize kadar geldi.
in tuhafı Yavuzun bazı kitapları, Karaman'ın bro üründe de reklâm edilmektedir.
Kitaplar fazla ilmî oldu u için halka da ıtılmıyor.
Her iki risaleden birer ilmî cevap yazalım. Halk anlamazsa, belki bir anlayan çıkar.
Yavuz öyle ilmî bir tenkit vücuda getirmi :
«Karaman'
ın koyunu, sonra çıkar oyunu. Eninde sonunda oyun meydana çıkar ve çıktı
i te.»
Tabiî böyle ilmî bir tenkide daha ilmî bir cevap vermek gerekirdi. Karaman da öyle ilmî bir cevap
veriyor:
«Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.»
Yavuz'un risalesinde mason ve mezhepsiz Abduh'un «Bulundu umuz asır, bir mezhep üzerine
saplanıp kalacak zaman de ildir.» cümlesini niçin kitabın kapa ından çıkarıldı ı soruluyor.
Karaman ise, yanlı anla ılmasın diye kapaktan çıkardı ını, fakat kitabın 21. sayfasında bu
cümlenin de yer aldı ını belirtmektedir.
21. sayfada daha neler var bir göz atalım : Müslümanların ya ayabilmesi için iki çare gösteriliyor:
1 - nanç itibariyle birbirine muhalif olan Ehl-i Sünnet ile ia âlimleri arasında tam bir
anla ma vücuda getirmek,
2 - Fıkıh mezheplerini birle tirerek, SLÂM FIKIH çerçevesi içinde hareket etmektir.
Yavuz da bu ifadeleri yazmı ve Karaman'a soruyor: « A mı Ehl-i Sünnete taviz verecek,
yoksa Ehl-i Sünnet mi S A'ya taviz verecek?»
Tabiî Karaman'dan koskoca bir tısss... Bay Yavuz, Karaman'ın oyununu nereden bilsin, Karaman
i ine gelene cevap verir, i ine gelmedi ini hiç duymaz bile... Çünkü KARAMAN'A AÇIK MEKTUP
isimli sayımızda kendisine sordu umuz hiç bir soruya cevap vermemi tir. Çünkü biz ilmî yazmı tık,
ilmî bir soruya cevap vermek elbette imkânsızdır. bni Teymiyye gibi mezhepsizlerden cevap verse bile
bizce muteber addedilmeyece i için sükutu tercih etmi ti. Yavuz'ünkilere cevap vermeye kalkmı .
Fakat yine de i ine gelenlere cevap vermi tir.
Avam lisanı ile yazmamızın sebebi, Karaman da aynı lisanla yazmı biz de aynı silâhı kullanmayı
tercih ettik. Meselâ Karaman bro ürünün ön sözünde diyor ki «Bir kısmını tava getirip cevap
aldılar.»
Tava getirmek ilmîlikten uzak, hissî ve argo bir tabirdir.
Yavuz 21. sayfadaki « slâm âleminin kurtulu çaresi, asırlardan beri ümmetin zihninde
toplanmı olan hurafeleri hakikate tebdil edip dîni, aslındaki saflı a döndürerek müslümanlarm
fikirlerini bir nokta etrafında toplamakla mümkün olacaktır.» ibareyi yazıyor. Asırlardan beri gelen
hurafe nedir? Cevap yok tabiî. Müslümanların fikirlerini sadele tiricinin ifadesi ile slâmî dü ünceleri bir
nokta etrafında toplamak ne demektir. Hak olan dört mezhep varken, ihtilâf rahmet iken, ne diye bir
noktaya toplamaktan bahsedilir? Mezhebin dört olması hurafe midir, rahmet midir? Cevap yok tabiî.
21. sayfada mütercim öyle diyor: «Bugün fetva makamından çıkan fetvalar slâm fıkhı, hele
hiç olmazsa dört mezhep üzerinde olmalı de il midir?»
Ne demektir bu? Hanefî olan bir müslümana dört mezhep haricinde fetva vermek, hiç olmazsa
dört mezhep içinde ba ka mezheplerden fetva vermek isteniyor. Zaruret olmadıkça mezhepten
çıkmanın ilhad oldu unu KARAMAN'A AÇIK MEKTUP isimli sayımızda vesikası ile bildirmi tik.
Mütercimin ifadesiyle müslümanlar alenen bu ifadelerle mülhidli e sürüklenmek isteniyor.
Mütercim 22. sayfada öyle diyor: «Konu malar, bir mezhepten dı arı çıkmamak fikrîni
korumak taraftarı olan ihtiyar bir mukallit ile mezhepleri birle tirme -telfik- fikrînin te vikçisi
olan genç ve güçlü bir slahatçı arasında geçti i için pek manâlıdır.»
Ne demektir bu? Her müslüman gibi bir mezhebe ba lanmayı zaruri gören bir müslüman ile,
mezhepleri birle tirmek suretiyle ortadan kaldırmak isteyen bir reformcu, islâhatçı arasında geçen
konu malar, demektir. Gizli de il, alenen mezheplerin birle tirilmesinden bahsediliyor da bir de
kalkılıyor «Biz mezheplerin birle tirilmesinden bahsetmiyoruz.» deniyor. Âlemi kör mü zannediyor
bunlar?
Karaman, bro ürüne kendi kendine hazırladı ı bir röportaj eklemi , tıpkı mezhepsiz Re it Rıza'nın
kendi kendine bir konu ma hazırladı ı gibi. Karaman bu röportajında kendi soruyor kendi cevap
veriyor. Bakalım ne soruyor ne cevap veriyor:
1 - Mezheplerin birle tirilmesinden maksat, mezheplerin ortadan kaldırılması de ilmi , fetva
verilirken çe itli fıkıh mezheplerinin hepsinden istifade etmekmi .
Hiç birle tirmek istifade etmek demek midir? Zaruret anlarında istifade etmek caizdir. Zaruret
yokken istifade etmeye kalkmak ise mâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi Sani hazretlerinin bildirdi ine göre
zaruretsiz ba ka mezhepleri taklît ilhaddır, küfürdür. Yani mezhepleri birle tirmek de, zaruretsiz
istifade ediyoruz diye bazı hükümleri almak da küfürdür. Vesikası Karaman'a verdi imiz cevapta
mevcuttur.
Dikkat edilirse Karaman, «Çe itli fıkıh mezhepleri» tabirini kullanmakta, kitaplarına da SLÂM
HUKUKUNDA MEZHEPLER, fıkıh mezhepleri gibi isimler koymaktadır. Her nedense DÖRT HAK
MEZHEP tabirini kullanmaktan ısrarla kaçınmaktadır. Bugün için dört mezhepten çıkmanın ilhad
oldu u Tefsir-i Mazhari ve di er muteber kitaplarda yazılıdır. Eskiden mutlak Müctehid adedi kadar
fıkıh mezhebinden bahsedilirdi. Fakat bugün dörtten bahsetmemek veya be inciyi hak gibi göstermek
dalâlettir.
2 - Karaman diyor ki : « slâm bir mezhebin ihata edemiyece i kadar geni tir. slâm bir derya
ise mezhep bir göldür.»
Bu cümle de tamamen yanlı tır. Karaman ZARUR AÇIKLAMA isimli yazısında bir mezhebe
ba lanmayı CA Z gördü ünü belirtmektedir. Nasıl olur da derya dururken bir göle ba lanmayı caiz
görür?
stisnasız bütün Ehl-i sünnet âlimlerine göre bir mezhebe ba lanmak arttır. Mukallid indinde her
mezhep, bir deryadır. Zaruret anlarında ba ka mezheplerden de istifade etmek hak olan dört
mezhepte bulundu una göre, her mezhep deryadır. Noksanlık yoktur, göl de ildir.
3 - Davudo lu Hoca, Sünnî fıkıh mezhepleri arasında çatı ma ve kavga olmadı ını söylemi ti.
Karaman ise, bni Teymiyye ve evkâni gibi mezhepsizlerle bazı tarihçilerden delil getirerek kavgaların
oldu unu isbata çalı ıyor. Velevki tarihte kavga olmu olsun. Hadîs-i erîfle ihtilâfın rahmet oldu u
belirtildi ine göre bu rahmeti kaldırmaya kim cüret edebilir? Bugün sünnî dört hak mezhep arasında bir
kavga olmu mudur da devamlı tarih kurcalanarak mezhep taassubundan bahsedilmektedir? Din
taassubundan Müslümanlarla Hıristiyanlar kavga etse birle tirmek mi gerekir? Kavga oldu diye
mezhepleri mi birle tirelim?
4 - Karaman, Re it Rıza'nın Türk dü manı ve ingiliz taraftarı olmadı ını öyle isbatlıyor:
«Onun dü manlı ı Türk milletine de il, o günkü idareyedir.» O idarenin ne oldu unu büyük
bir pervasızlıkla açıklıyor:
«Abdülhamid'in istibdadına çatmı tır.»
Cennetmekân Ulu Hakan Abdülhamid Han hazretlerinin müstebit oldu unu ba ta Yahudiler olmak
üzere yabancılar söylemi tir. Ehl-i Sünnete mensup hiç bir din adamı ona müstebit dememi tir. Fakat
Karaman çekinmeden diyebiliyor. Cumhuriyet kanunlarına göre Ulu Hakana MÜSTEB T demek suç
de ildir. Karaman da büyük bir cumhuriyetçi oldu una göre onun da suçlamasını yadırgamadık.
Ulu Hakan, HATIRA DEFTER 'nde Efgani'nin bir ngiliz taraftarı oldu unu kaydetti i halde,
Karaman, Efgani'nin ömrünü ngilizlerle mücadele halinde geçirdi ini mezkûr bro ürün 4. maddesinde
alenen söyleyebiliyor. ngilizlerle mücadelesi, bir ngiliz casusu olarak Osmanlılar için de mücadele
vermesi midir?
Karaman, Diyanetin ne retti i kitabın be inci sayfasında mezhepsiz Re it Rıza'nın hayatını
anlatırken Re it Rıza'nın mâm-ı Gazâlî'nin HYA'sını çok okudu unu, HYA'nın ona ilmî ve tasavvufu
çok sevdirdi ini, Re it Rıza'nın hocası, Re it Rıza için «Bu ilmî mâm-ı Gazâlî'ye borçludur.»
dedi ini kaydetmektedir.
Biraz daha alt satırlara bakalım : Mason Cemalettin Efgani'nin yön verdi i ve mason Abduh'un
muharriri bulundu u bir mecmua Re it Rıza'nın eline geçiyor. Karaman öyle diyor:
«Gazetenin iki nüshasını tesadüfen ele geçiren Re it Rıza, onları okuyunca âdeta
sihirlenmi , din anlayı ı de i mi tir.»
Hani derler ya, ecaat arzederken sirkatini söylemek... Tıpkı böyle. Adam mâm-ı Gazâlî'nin
eserlerinden D N'i ö reniyor ki mezhepsizin gazetesini okuyunca D N ANLAYI I DE
YOR. Yani
mâm-ı Gazâlî'nin din anlayı ından ba ka bir anlayı . Efgani ve Abduh tipi bir anlayı , kısacası
mezhepsizlik. Buna intak-ı Hak derler.
kinci bir intak-ı Hak da öyledir: Re it Rıza, EGAN kitabı ile NEHCÜL-BELAGA'yı çok okurmu .
(Aynı kitap S. 5)
Halbuki EGAN kitabının yazarı olan Ebulferec Ali bin Hüseyin sfehani'nin Î oldu unu 12.
sayımızda vesikası ile bildirmi tik.
NEHCÜLBELAGA'nın da yine bir RAFÎZ tarafından yazıldı ını mâm-ı Askalani ve mâm-ı Zehebi
gibi âlimler açıklamı lardır. Ali Ar î isimli bir rafîzi de bu kitap için methiyeler yazmı tır ve dünyanın her
tarafına yaydı ı kitabının adı da ST NAD'dır. Bir Rafîzîyi di er bir rafîzinin övmesi yadırganamaz
elbette. Fakat Karaman, Re it Rızayı övece im derken içinden çıkılmaz, tev’ili mümkün olmayan
hatâlara dü üyor.
Allahü teâlâya hamdolsun ki Karaman kendi a zı ile Re it Rıza'nın hangi kitapları okudu unu bize
bildirdi. Rafîzi kitapları okuyan ve din anlayı ı mâm-ı Gazâli'ninkinden ba ka olan Re it Rıza'nın nasıl
bir mezhepsiz oldu unu böylece ö renmi olduk.
Karaman, Sayın Yavuz'a verdi i cevaplarda kendisinin «ilmi ve dinî ölçüler içinde tenkid
edilmesini» istiyor. Dinî ve ilmî sözünü daima yabancılarla dinîmizi bilmeyen yarı aydınlar
kullanmaktadır. Dinîmizde ilmî olmayan hiç bir ey var mıdır? Dinîmiz ilimden ayrı mıdır? Dinîmiz ilmî,
ahlâkı, edebiyatı, hasılı faideli ne varsa hepsini içine almı tır, noksan de ildir. Din ve ilim birbirinden
ayrı de ildir.
5 - Mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabını Ahmet Hamdi Akseki'nin gençli inde tercüme etti i, sonra
pi man oldu u söylenmi ti. Karaman, A. Hamdi Akseki'nin pi man olmadı ını söylemektedir. Bu ifade
ile Ahmed-Hamdi Akseki'yi de aibe altına sokmu olmuyor mu Karaman? Bâtıl bir fikirden Ahmed
Hamdi Akseki tövbe etmemi se o bâtıl fikrîn hak mı olması icap eder?
6 - Diyanetin bu kitabı Yüksek Din Kurulundan geçirmeden ne redildi i söylenmi ti. Bay Karaman
bu kitabın baskısı için üç tane selefi me repli isim veriyor. Yüksek Din Kurulu üç ki iden ibaret de ildir.
«M.nin ahidi bozacıdır.» derler. Bu üç ki i, tabii senatör gibi kurulun tabiî üyesidirler.
7 - Karaman diyor ki, «Mezhepsizlik Ehl-i Sünnet dı ı kimseler için kullanılır. Bu kitabı
okuyan, böyle bir mezhepsizli in propagandasının yapıldı ını iddia edemez, ederse iftira etmi
olur.»
Âlim cahil herkes bilir ki, Ehl-i Sünnet dört hak mezhepten ibarettir. Mezhepsiz Re it Rıza,
mezheplerin birle tirilmesi ile ilgili o kitapta bir defacık olsun «Dört hak mezhepten çıkmak Ehl-i
sünnete aykırıdır» demi midir? Aksine dördü bire indirmek için mukallide olmayacak eyler
söyletmemi midir? Karaman kendi a zı ile Re it Rıza'nın dört mezhebden birisine mensup olmadı ını
SELEF oldu unu söylemiyor mu? Hem dört mezhebin dı ında ol, hem de Ehl-i sünnet ol, olmaz böyle
ey...
Ayrıca Karaman, «Bir mezhebe ba lanmak gerekir» diyenlerin delillerinin zayıf oldu unu
söylüyor. Zaruretsiz dört hak mezhepten birini veya be inci bir mezhebi taklîd etmeyi caiz gören tek
Ehl-i Sünnet âlimi gösterilebilir mi? Teymiyye ve talebesi bnül Kayyim gibi mezhepsizler, evkani gibi
iîler, be inci mezhebi taklîd etmeyi caiz gör-mü lerse de veya bir kısmı taklîdi harâm saymı sa da
bizim için delil olamaz.
Kur'ân-ı kerîm tebli edilmeden önce, o zamanki mü'minlerin Kur'ân-ı kerîm âyetleri ile amel
etmediklerini söylemek ne kadar gülünç ise, «Dört hak mezhep te ekkül etmeden önce hiç kimse,
bu dört hak mezhebin birisiyle amel etmiyordu.» eklinde bir mugalataya sapmak da o derece
gülünçtür. Ehl-i Sünnet âlimleri buyurmu lardır ki : «Dört hak mezhebe mensup bir mukallidin
Eshâb-ı kirâmı taklîd etmeleri harâmdır.»
Mezhepler te ekkül etmeden önceki durumu sonrakine kıyasın bâtıl oldu unu cahiller de bilir.
Hazret-i Ebu bekir Radiyallahü anh zamanında üç talakı bir anda vermek tek talak sayılıyordu. Hazret-i
Ömer Radiyallahü anh'dan sonra CMA hasıl olarak her talak bir talak sayılmı tır.
imdi mezhepsizin birisi çıkıp da «Birinci Halife devrinde böyle idi, imdi de böyle olmalıdır.»
gibi bir söz söylemeye hakkı var mıdır?
Günümüzdeki mezhepsizler, Eshâb-ı kirâm ve tabiîn devrini ele alıyorlar. «O zamanlar herkes
önüne gelen müctehide sorardı, imdi de öyle olmalıdır.» diyorlar. Ba ka bir mezhepsiz de çıkıp
«Musa aleyhisselâm zamanında böyle idi, sa aleyhisselâmın eriatında öyle idi, imdi de
böyle olmalıdır.» derse yadırganmaz.
Devr-i saadette bile nesh edilen âyet-i kerîme ve hadis-i erîfler olmu tur. cma hâsıl olmadan
önceki bir vaziyeti, icma hâsıl olduktan sonraki devirlere kıyas edilemez. Selef-i salihinden bazı
zatların, bazı içkileri helâl kabul etti ini bizzat Karaman yazmaktadır. imdi mezhepsizin birisi çıkıp da
«seleften bu içkiyi helâl kabul eden oldu una göre, biz de helâl kabul edelim.» diyebilir mi?
bni Hümam'ın mezhepsizli e cevaz verdi i söyleniyor ki, büyük bir iftiradır.
E eddül Cihad kitabının 16. sayfasında bni Emir Hac öyle buyurmaktadır: «Hocam bni
Hümam, müctehid olmayanların dört mezhepten birini taklîd etmesinin lâzım oldu unu
söylerdi.»
Karaman, bro ürün 16. sayfasında Ahlâkî yönden mezhepsizli i anlatırken öyle diyor:
«Tek mezhebe ba lanmak tatbikatta dördüncü asırdan sonra ortaya çıkmı bir âdettir.»
Daha sonra Karaman, dört mezhebin te ekkülünden önce gelip geçmi slâm'ın en faziletli
nesillerinin tek mezhebe ba lanmadı ını zikrederek « mdi tek mezhebe ba lı kalmayanı
zemmeden, kötüleyen bu nesilleri de zemmetmi olur.» diyor.
Mezhepsizin birisi çıksa, arabın henüz harâm edilmedi i zamanı kasdederek «Asr-ı saadetin ilk
zamanlarında arap içen slâmın en faziletli nesilleri vardı. arap içeni kötüleyen o faziletli
nesilleri de kötülemi olur.» diyebilir.
Hazret-i sa aleyhisselâmın eriatında da arap harâm de ildi. Yine mezhepsizin birisi çıksa
«Büyük Peygamber sa aleyhisselâmın Harâm etmedi i arabı harâm saymak, sa aleyhisselâmı
kötülemek olur.» derse ne deriz?
Karaman ve o taifedeki di erleri, hep bu takti i ,uyguluyorlar: «Sahabe ve tabiîn devrinde
mezhepler yoktu.» Biz de biliyoruz yoktu. Ne demek istiyorsunuz, o zaman yok idi, imdi de mi yok
olsun?
mâm-ı A'zam gelmeden önce, Hanefî mezhebine tâbi olmak olur mu? O zamanlar mâm-ı
Sevri'ye, mâm-ı Evzaî'ye tâbi olanlar olmu tur. Fakat imdi, bütün hükümleri tedvin edilmemi olan bu
mezheplere tâbi olunamıyaca ını Ehl-i Sünnet âlimleri beyan etmi lerdir. Ancak buna bni Teymiyye
ve di er mezhepsiz talebeler itiraz etmi lerdir. Karaman, bni Teymiyye ve talebelerinin sözlerini
hüccet olarak kabul ediyor da, Ehl-i Sünnet âlimlerinin hükümlerini zayıf buluyor. Bizim veya
Karaman'ın hükümlerin delillerini zayıf veya kuvvetli görmesi hüccet olabilir mi?
Karaman'ın kitaplarını okuyanlar görürler ki, Karaman ekseriya kitaplarını yüksekten bakan bir
hakem edası ile yazmaktadır. Meselâ telfıkı savunanların delilleri zayıftır, taklîdi harâm sayanlarınki de
zayıftır. Orta yol benim yazdıklarım gibidir, demektedir.
Halbuki orta yol, do ru yol, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdi i, gösterdi i yoldur. Tefsir-i Mazharî'de
bildirildi i gibi «DÖRT MEZHEBDEN ÇIKAN MEZHEPS ZD R, KÂF RD R.» Zaruretsiz ba ka hak
mezhepleri de taklîd eden de telfık yapmı olaca ından bâtıldır, mezhepsizliktir.
Karaman bro ürün 16. sayfasında öyle diyor:
«Bizce halk dînî mes'elelerini itimad etti i hocalara sormalı, hocalar da ehliyetleri varsa
bütün sünnî fıkıh mezheplerini tetkik etmeli, müslümanların dünya ve ahiret hayatları için EN
DO RU HÜKMÜ bulup söylemelidir, i te bu davranı zemme de il methedilmeye lâyıktır.»
Cümle B ZCE kelimesiyle ba lamaktadır. Halbuki biz, siz, o kim oluyor da hükümler serdediyor?
Dört hak mezhebin hükümleri kifâyetsiz mi de, onlardan nakil yapmıyoruz?
Cümlede «Sünnî fıkıh mezhepleri» tabiri geçmektedir. Neden dört hak mezhep de il de fıkıh
mezhepleri? leride gelecek, Karaman, Vehhâbili i de sünnî bir mezhep kabul etti i için dört sünnî
mezhep tabirini kullanmamaya son derece dikkat ediyor. Hak mezhep dört mü, daha fazla mı?
«Hoca en do ru hükmü bulup söylemeliymi » Bırakın en do ruyu, do ru hükmü bile nasıl
bilsin, ne ile bilsin hoca? Karaman'a göre acaba Hanefî mezhebinin ictihadları mı do ru, yoksa di er
üç hak mezhebinki mi? Bunu ancak Allahü teâlâ bilir. Hiç bir müctehid kendi ictlhadlarının muhakkak
do ru, di er ictihadların muhakkak yanlı oldu unu söylememi tir. u halde EN DO RU nasıl
bilinebilir? Mutlak do ru bilinemedi i gibi, her mezhepten istenilen hükmü almaya da TELFIK denir ki
«Telfık, icma-i ümmet ile bâtıldır.»
Demek Türkiye'de binlerce müctehidin tâbi oldu u Imâm-ı A'zam ve mâm-ı afiî gibi dehâ
çapındaki büyük imâmları imtihan edip do rusunu yanlı ını bulabilecek kimseler varmı . Böyle bir
cür'et, Davudo lu Hocanın tabiriyle büyük bir cinnettir.
25. Sayımızda vesikasını vermi tik. Karaman'ın teklif etti i fikrî tatbik etmek, mâm-ı Rabbânî
Müceddid-i Elfi Sanî hazretlerinin ifade etti i gibi ilhaddır.
Mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabı için Karaman diyor ki:
«Bu kitap, herhangi bir cereyanın propagandası için de il, cehâlet ve taassubu izale için
yazılmı tır.»
Dört mezhebden birine ba lanmak, mezhepten çıkmamak ve be inci mezhepleri kabul etmemek
cehalet ve taassup öyle mi? Vehhâbiler ve rafızîler hariç, asırlardır herkes dört hak mezhebin birisine
ba lanmı tır. u halde Vehhâbilerle rafizîler cehalet ve taassubu izale etmi ler, sünnîler ise asırlardan
beri bu gericilik çemberini kıramamı lardır, öyle mi?
8 - Karaman, yukarıdaki fikirleri söyleyen ba ka âlim var mı, diye kendi kendine soruyor. Sanki bir
tek âlim o fikirleri müdafaa ediyormu gibi, daha ba ka var mı diyor. Cevap olarak da pek çok âlim
bulundu unu zikrederek kendi yazdı ı kitabı delil olarak ileri sürüyor. Tabiî bu arada Büyük Veli, Büyük
Müctehid mâm-ı Gazâlî hazretlerini de ahit göstermek istiyor. mâm-ı Gazâli'nin eser yazı ekli,
mukallid gibi de il, müctehid gibidir. Yani delillerini Kitâb, Sünnet ve cma-i Ümmetten almaktadır.
mâm-ı Gazâlî müctehid oldu u için ba ka bir müctehidi taklîd etmesi elbette harâmdır. mâm-ı Gazâlî
böyle yaptı, biz de öyle yapalım demeye mukallidlerin hakkı yoktur. mâm-ı Gazâli'nin fikirleri
müctehidler içindir. «Benî ve ba kalarını taklîd etmeyin» sözü müctehidler için söylenmi tir.
9- Karaman, bro ürdeki dokuzuncu sorusunda, kendi kendine «Bu kitab faydalı mıdır,
faydalıysa niçin reaksiyon gördü?» diye soruyor. Reaksiyon gösterenleri ikiye ayırıyor:
1 - Kötü maksatlılar,
2 - yi niyetli, fakat dar görü lüler.
Acaba bu kitabı övenler kimlermi ?
1 - bni Teymiyeciler,
2 - Vehhâbiler,
3 - Dar görü lü olanlar de il, geni görü lü olanlar, yani geni mezhepli olanlar,
4 - Mezhep taassubunu kıran zamanımızın büyük müctehidleri (!)
5 - yi niyetli oldu u halde meseleye vakıf olmayan saf müslümanlar.
Biz de böyle bir sıralama yaptık. Acaba Karaman bu gruptakilerden birisine dahil midir de il midir?
Karaman, iyi niyetli fakat dar görü lü olanlara «Mezhepçi olmak yerine slâmcı olmayı» tavsiye
ediyor.
Karaman'a göre bir mezhebe ba lanmak, yani mezhepçi olmak acaba slâmcı olmak demek de il
midir? Mezhebe sıkı sıkıya ba lanmak ve zaruret olmadıkça ba ka bir mezhebin bir hükmünü tatbik
etmemek müslümanlık de il midir? Halbuki mâm-ı Rabbânî hazretleri, mezhebin bir hükmünü
be enmeyip hak olan ba ka bir mezhebin hükmü ile amel etmeyi ilhad kabul etmektedir.
Karaman, dokuzuncu sorusuna öyle devam ediyor:
«Allah ve Resûlü, bizi Hanefî, afiî, Maliki gibi bir mezhebe ba lanmak, bunları müdafaa
etmekle mükellef kılmamı tır, slâma ba lanmak onu müdafaa etmekle mükellef kılmı tır.»
Ne demek bu ifadeler, mezhebe ba lanmak slâm'a ba lanmak demek de il midir? Asırlardır, bir
mezhebe ba lanan ve onu müdafaa eden sayısız evliya gelip geçmi tir. Bunlar Allahü teâlâ'nın
emrinin aksini mi yapmı lardır?
: Cenâb-ı Allah ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, slâm âlimlerine tâbi olmayı, bilenlerden
sormayı, cmaya uymayı emretmi tir. Dolayısıyla
cma gere i olan dört hak mezhebden birisine
uymayı emretmi tir. Yani Hanefî veya afiî olmayı Allahü teâlâ ve Peygamber aleyhisselâm
emretmi tir. Dört hak mezhebden birine uymayı slâm âlimleri bize emrettiklerine göre, biz de islâm
âlimlerine uymak mecburiyetinde oldu umuza göre, dört hak mezhebden birine uymak Cenâb-ı
Hakkın ve hem de Peygamber aleyhisselâmın emri demektir. Allahü teâlâ, « slâm âlimlerine tâbi
olun.» diye buyurmu tur. Teker teker slâm âlimlerinin isimlerini de mi zikredecekti? Meselâ Nü'man
bin Sabit ( mâm-ı A'zam) veya Muhammed bin dris ( mâm-ı afiî) gibi âlimlere mi tâbi olun diye emir
buyuracaktı? Hanefî, Malikî diye isim zikrederek mugalataya sapmak, demagoji yapmak çirkin yoldur.
Dört hak mezhebin dört büyük imâmı, Hadîs-i erîflerle övülmü oldu u da ilim ehlince sabittir.
Karaman, öyle devam ediyor:
«Mezhepçi hak olsun, hatâ olsun, faydalı olsun, zararlı olsun, mutlaka mezhebini savunur,
orta ba lı kalır.»
Dünyada dört hak mezhep bulundu una göre, hak olan mezhep de faydalı oldu una göre, hak
olsun hatâ olsun, zararlı olsun demek, ne demektir? slâm âlimleri hak olan dört mezhep derken ve
hepsi de faydalı derken Karaman bir de hata ve zararlı çıkarmaktadır.
Karaman'ı açık konu maya davet ediyoruz. Dört hak mezhebden ona göre hak olmayan mı var
acaba? Zararlı olan tarafları da mı var yoksa?
Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerine öre d rt hak mezhebin, hepsi de Allahü teâlânın yoludur.
Bir de SLÂMCI diye birisinden bahsediyor. Aslında slâmcı tabiri yanlı bir tabirdir, maalesef
birçok müslümanlar bu tabiri kullanmaktadır. slâmiyeti savunan ki i mânâsına müslüman denir.
Asırlardır gelen slâm âlimlerinin kitaplarını açıp okuyun, hiç birinde slâmcı tabiri geçmez. Her ne ise
bu slâmcı, slâmı, her eyin üstünde, mezheplerin üstünde görürmü .
Karaman'ın bütün derdi, mezhep ve slâmı ayrı eylermi gibi göstermeye çalı mak...
Hanefî oldu unu söyleyen Karaman, canı isteyince mâm-ı A'zam radiyallahü anh'ı tepebilece ini
göstererek a zından baklayı çıkarıyor:
«Ebu Hanife'ye göre bir kimseyi ölümle tehdit edip zorla karısını bo atsalar bu bo anma
muteberdir, kadın bo dü er. mâm-ı afiî'ye göre bo dü mez.»
Karaman kitaplarında mâm-ı A'zam tabirini kullanmaktan titizlikle kaçınmakta, EBU HAN FE
deyip geçmektedir, Ebu Hanife de onun künyesidir, ama A'zam kelimesini nedense kullanmak
istemiyor.
mâm-ı A'zam'la mâm-ı afiî ayrı ayrı ictihadlarda bulunduysa ne olmu yani? Dört hak
mezheplerde bunun gibi birçok farklı ictihad vardır. Farklı olmasının da rahmet oldu u Hadîs-i erîflerle
sabittir. Ne demek istiyor Karaman?
ükür burada ne istedi ini gizlememi , afiî'nin içtihâdının slâmın rûhuna daha uygun oldu unu
çekinmeden ve alenen söylemi tir.
Bu ne demektir? mâm-ı A'zam hâ â, Karaman kadar slâmın rûhuna vakıf de ildi. Bu bakımdan
hatalı bir içtihadda bulundu. Hanefî oldu unu söyleyen Karaman, burada mâm-ı afiî'yi daha uygun
buldu.
25. sayımızda yazdı ımız bir vesikayı aynen buraya alıyoruz:
«Müceddid-i Elfi Sani, mâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretleri, MEBDE VE
MEAD Risalesinin 30. fıkrasında buyuruyorlar ki: «Namazda kıraat farzdır. Hadîs-i erîfte de
FAT HASIZ NAMAZ OLMAZ buyuruldu u halde hakikî kıraati bırakıp Kıraat-ı hükmiye karar
verili inin sebebini anlıyamadım. Mezhebimiz Hanefide imâm arkasında kıraata dair açık bir
delil bulunmamasına ra men mezhebe uyarak imâm arkasında FAT HA okumazdım. Zira
biliyordum ki M EZHEPDEN ÇIKMAK LHADDIR.»
Risalenin devamında mezhebe uymanın bereketiyle Hak teâlânın lütfü ile kendilerine bunun
hikmetinin gösterildi ini bildiriyor ve bariz misallerle bunu açıklıyor.
Demek oluyor ki, mâm-ı Rabbânî gibi müceddid ve müctehid bir veliyy-i kâmil, delilini
bilsin veya bilmesin istisnasız mezhebinin bütün hükümlerine tâbi oluyor, bir hükme bile tâbi
olmamayı mezhebden çıkmak ve ilhad kabul ediyor.»
u halde zahir ve bâtın ilimlerinde mütehassıs senet âlim, mâm-ı Rabbânî hazretlerinin
bildirdi ine göre, Hanefî bir müslüman, afiîye uyarak karısını bo amazsa mülhid oluyor, mezhepsiz
oluyor.
Karaman'ın takti i ile kendi ifadelerine göre diyoruz ki, Karaman, mâm-ı A'zam'ın içtihâdını slâm
rûhuna aykırı bulmakla hem mâm-ı A'zam'ı, hem de mâm-ı Rabbânî'yi slâm rûhunu anlamamakla
suçlamı oluyor.
Karaman, 1917 tarihli Hukuk-u Aile Kararnamesinden âdeta senet gibi bahsediyor. Halbuki bu
kararnameyi imzalayanlar, dolaylı veya dolaysız olarak Osmanlı Devletinin yıkılmasına sebep olmu
kimselerdir, sözleri ve imzaları nasıl hüccet olur, Karaman, bu Kararnameden bahsederek «Bizce
slâmın rûhuna bu ictihad daha uygundur» diyebiliyor.
Karaman bu misalleri anlatırken «Mahremi bile olsa kadına dokununca da abdest bozulur»
diyerek mâm-ı Safiînin içtihâdını slâmın rûhuna uygun bulmuyor. Hanefîde kolaylık oldu unu
söylüyor.
afiî mezhebinde mahremi olan kadına dokununca abdest bozulmaz. Karaman, niçin bozar diyor?
Mezheplerde do ru yanlı aramaktan ö renmeye acaba vakit bulamadı mı ki? Yoksa mahrem
kelimesini mi bilmiyor? Bir insanın hanımı, kendisine ne mahremdir, ne de namahrem... afiî
mezhebinde namahreme dokununca abdest bozulur, bir de namahremken helâl olan hanımına
dokununca. Anne ve bacı gibi mahremlere dokununca abdest bozulmaz.
Karaman kısaca demek istiyor ki, u mezhebin burasını tatbik etmek zor, öbürünün de urasını
tatbik etmek slâmın rûhuna aykırıdır, u mezhebinki daha uygundur. Bir hoca bunları gözönüne alarak
fetva soranlara kendi aklına nasıl uygun geliyorsa öyle fetva vermelidir.
Karaman mezheplerde do ru yanlı , faydalı, zararlı arayaca ına, kendisi nasıl olsa en do ruyu
bilebiliyor. En do rulardan müte ekkil bir mezhep kursun, isteyen bu Mezheb-i Karamanî'ye girer.
Belki de çok taraftar bulabilir. Abdulvehhab'ın o lu Vehhâbili i kurdu, çok da taraftar topladı.
Karaman'a göre Sünnî bir mezhep de oldu. Karaman'ın dört hak mezheple u ra aca ına yeni bir
mezhep kurmasının daha az zararlı olaca ı kanaatındayız.
10 - Karaman, Vehhâbilikle ilgili kendi kendine sordü ü onuncu ve sonuncu sorusunu da öyle
cevaplandırıyor:
«Vehhâbilik sünnî bir mezhep olmakla beraber, irkten kaçmak, tevhidi korumak için, bazı
ifratlara dü mü tür.»
Karaman, bu cümlesi ile üç azim hatayı bir arada i liyor :
1 - Bugüne kadar hiç bir Ehl-i Sünnet âlimi Vehhâbili e sünnî mezhep dememi , aksine sayısız
reddiyeler yazmı lardır. Dört mezhebin haricindeki her mezhep sapık mezheptir. Vehhâbîler ise
kâfirdir.
2 - Vehhâbilik sünnî bir mezhepmi de yalnız bazı ifratları varmı , ifrat veya tefrit ne ile bilinir?
Kitab ve Sunnete göre bilemeyiz. Bütün sapık mezhepler, kendi mezheplerinin de Kitab ve Sünnete
dayandıklarını iddia etmi lerdir. frat ve tefrit Ehl-i Sünnet âkidesine göre ölçülür. Vehhâbilik e er sünnî
bir mezhep ise ifratı olmaz onun. Çünkü farklı ictihad rahmettir, ifrat de ildir. «Nimet-i slâm» kitabının
nikâh bahsinde Vehhâblli in ZINDIKLIK oldu u bildirilmektedir.
3 - Vehhâbîlerin irkten kaçmak ve tevhidi korumak gibi iyi niyetleri varmı . 72 sapık mezhebin
hepsi de iyi niyetle hareket etti, fakat hepsi de Ehl-i Sünnetin dı ına çıktı ı için dalâlete saplandı.
«CEHENNEM Y N YETL LERLE DOLUDUR» mealindeki Hadîs-i erîf iyi niyetle i lenen günah ve
küfürlerin mazur görülemiyece ini göstermektedir. Ehli olmayanın Kitâb ve Sünnete el uzatması
felâkettir. Cebriye, Mutezile, ia gibi sapık mezhepler, Kitâb ve Sünnetten anladıkları manaya göre
ictihad etmi lerdir, fakat hepsi de dalâlete dü mü lerdir. Yani Kitâb ve Sünnete göre herkes ifrat ve
tefriti bulamaz. Ehil olanlar bulmu ve bir kaideye ba lamı lardır. Bu kaide toplulu una Ehl-i Sünnet
velcemaat denir.
Bro ürün onuncu maddesine devam ediyoruz :
«Asırlar boyunca Mâtûrîdî kalan milletimizin bundan böyle de bu inanma üslûbunu devam
ettirece i kanaatindayım.»,
Ba ka bir cümlesi de öyle :
«Ayrıca Türk milletinin iman üslûbuna uygun dü medi i için Vehhâbili in tutunaca ına da
inanmıyorum.»
Asırlardır eriatla idare edilen Türk milleti, önce Me rutiyeti, sonra da Cumhuriyeti kabul etmi tir.
Komünistin birisi çıksa ve dese ki:
«Asırlar boyunca müslüman kalan milletimizin bu inanma üslûbunu devam ettirece i
komünist olmayaca ı, ayrıca Türk milletinin iman üslûbuna uygun dü medi i için komünizmin
Türkiye'de tutunaca ına da inanmıyorum.»
Böyle bir komüniste ne denir? En azından kimi kandırıyorsun? denir. Herkes biliyor ki solcular bu
milleti «Türkiye komünist olmaz.» sloganıyla uyutmaktadır.
Muteber kitaplarımızda itikaddaki mezhebimiz Ehl-i Sünnet Velcemaat olarak tarif edilmi tir. Hiç
bir islâm âlimi Mâtûridî veya E 'arî diye ayırmamı tır. bni Teymiyeciler ve Vehhâbîler bilhassa mâm-ı
E 'arî'ye te'vilci diyerek saldırırlar.
Vehhâbîli in karakteristik vasfını bilmekte faide vardır. Umumiyetle Ehl-i Sünnet âlimlerinden nakil
yapmazlar, devamlı âyet ve hadisten delil getirmeye çalı ırlar Vaazlar ve hutbeler, farkında olmadan
umumiyetle bu metodla i lenmektedir.
Komünist olan bir kimsenin alnında KOMÜN ST yazmadı ı gibi, vehhâbi olan bir kimsenin de
alnında VEHHÂBÎ diye yazmaz. Ancak fikirlerinden anla ılır. Özel mülkiyet ve din dü manlı ı yapanlar
komünisttir. Mezhep dü manı olup, müctehid olmadı ı halde, delil olarak hep âyet ve hadîsi
gösterenler ve kıyas-ı fukahayı inkâr edenler de vehhâbidir. Türkiye'de komünist de, vehhâbi de vardır.
Fakat birisi kanunlardan korktu u için, di eri de Ehl-i Sünnet müslümanlarından çekindi i için alenen
vehhâbi ve komünist oldu unu söyleyemiyor. Herkes Kardâvî gibi, Mevdûdi gibi mezhepsiz oldu unu
söyleyecek kadar açık yürekli de il ya...
«Türkiye komünist olmaz» demek nasıl l ihanet ise, Karaman gibi «Türkiye Vehhâbi olmaz»
demek de ilme, akla, mantı a aykırıdır, Suud-i Arabistan Ehl-i Sünnetin Kal'ası iken, ngilizlerin
tesiriyle Vehhâbili in Karargâhı haline gelmemi midir? Asırlardır Ehl-i Sünnet olması vehhâbi
olmamasına mani olabilmi midir?
Karaman'a göre Türkiye'de vehhâbî olmadı ı için, tıpkı komünist olmadı ı gibi, bu hususta para
için kitap yazarak sava sız kahraman olma sevdasından vazgeçilmeliymi . Vehhâbili e reaksiyon
göstermek sürüye kurt getirebilirmi . Kurt yoksa gelmez elbette. Fakat sürüyü öylece teslim almak
isteyen Abduh'un çömezleri sinsi kurtlar masonların komünistlerin koltukları altında ulumaktadırlar.
Bugün Vehhâbîlerle yapılan KÜLTÜR ANLA MASI gere ince Vehhâbî kitabı olmayan tek dinî
müessese kalmamı tır.
Türkiye'de belki bir milyon komünist vardır. Fakat kaç tanesi alenen «Ben komünistim»
diyebiliyor? Elbette mezhepsizler de «Biz Vehhâbiyiz.» demezler. Bugün vehhabîler bile kendilerine
vehhâbî demiyorlar. Rusya bile kendisine komünist demiyor, sosyalist diyor. Vehhâbîler de kendilerine
vehhâbî demiyorlar. Selefî diyorlar? Bazan onu da demiyorlar.
Karaman, mezhepsiz Re it Rıza için «Müellifin selefî olu unu, bazı kimseler Vehhâbîlikle
karı tırmı lardır.» diyor.
Bu da intak-ı Hak kabilinden bir söz. Yani Re it Rıza'nın mezhebi yokmu , dört mezhebden
birisine mensup de ilmi , selefî imi . Bunu bizzat Karaman söylüyor, söyleten Allahü teâlâya hamdler
olsun. Mustafa Varlı, mezhepsiz Kardâvî için « afiî mezhebine mensup de erli bir âlimdir.»
diyordu. Fakat Karaman, Re it Rıza için bir mezhep bulamamı , Selefî diyor. (Selefîli in iç yüzü, ikinci
ciltte, Uluda 'a Vesikalı Cevaplar kısmında vesikalarla anlatılmı tır.)
Ehl-i ilmîn bildi i gibi, Selefîlik bn-i Teymiyye'nin yoludur. Vehhabîli in kamufle eklidir.
Vehhabîli in liderleri sadece Muhammed bin Abdülvehhab de ildir, bni Teymiyye ve talebeleri de
Vehhâbili in liderleridir. Dört mezhebden olmayan bir kimse nasıl müdafaa edilir, hayret ediyoruz.
Vehhâbî me repli mezhepsizler diyorlar ki:
«Eshâb-ı Kiramın mezhepleri ne idi? Tabiînin mezhepleri ne idi? Bunların mezhepleri mi
vardı? Hepsi Selefî idi.»
Her mutlak müctehidin mezhebi, kendi mezhebidir. Nasıl mâm-ı A'zam'ın mezhebi kendi mezhebi
ise, mâm-ı Sevrî'nin de, mâm-ı Evzaî'nin de mezhepleri kendi mezhepleri idi. Eshâb-ı Kiramın hepsi
de müctehid oldu undan her birinin mezhepleri kendi mezhepleri idi. Tabiînden ba layıp mezheplerin
te ekkül etti i devreye kadar, müctehidler kendi mezhepleri ile amel ediyor, müctehid olmayanlar ise,
yakınlarındaki müctehidlere bilmediklerini sorarak amel ediyorlar idi, onların mezhepleri de tâbi
oldukları müctehidin mezhebi idi. Yani müctehid olsun olmasın hiç kimse mezhepsiz de ildi.
Hak mezhepler, bid'at de ildir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin emridir, rahmettir. Dört hak
mezhep te ekkül ettikten sonra birine girme mecburiyetinde CMA hâsıl oldu. bn-i Teymiyye ve
talebeleri hiç bir mezhebe tâbi olmadılar, mezhepsiz oldular. Mezhepsizler, mübarek Selef-i salihine
bile Selefî diyorlar.
Karaman'ın kendi kendine hazırlayıp cevaplandırdı ı tenakuzlarla dolu röportajı burada bitti.
imdi ise Karaman'ın aynı bro ürde Fikrî Yavuz'a verdi i cevaplara bakalım.
Fikrî Yavuz'a verdi i cevabın be inci maddesinde mezhepleri tek mezhep halinde birle tirmek
istemedi ini savunarak mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabından dört cümle seçerek, bro üre almı ,
cümleler aynen öyledir:
1 - Bugün fetva makamından çıkan fetvalar slam fıkhı, hele hiç olmazsa dört mezhep
üzerine olmalı de il midir?
2 - Bu sebeple günümüzde hiç olmazsa dört mezhep imâm ve fakihlerinin kitap ve
görü lerinden süzülmü bir kitap telif edilmeli.
3 - Salih mü'minlerin ibâdetler konusunda herhangi bir müctehidi -mezhebi- taklîd
etmelerinde mahzur yoktur.
4 - Fakat bir kimse müctehid imâmların hepsini sever ve sayar da sünnete uygun oldu una
kanaat getirdi i yerlerde onların her birine tâbi olursa davranı ı övgüye lâyık olur.
Bu cümleleri de cevaplandıralım:
1 - Birinci cümlede tek mezheple de il, slâm fıkhı ile fetva verilmesi isteniyor ki, tek mezhebe
ba lılı ın slâm fıkhı demek olmadı ı apaçık söylenmektedir, mâm-ı A'zam tek mezheple amel
etmi tir, tabileri tek mezheple amel etmi tir. Selefî me replilere göre bunlar slâm fıkhı ile amel etmi
sayılmıyor. «Hiç olmazsa dört mezhep üzerine fetva verilmelidir.» demesi de dört mezhep
haricinde hak mezheplerin bulundu unu alenen itiraf de il midir? Tek mezhebe olan bu dü manlık
acaba nereden ileri geliyor ki?
2 - kinci cümlede «Dört mezhebin hükümlerinden süzülmü bir kitap telifi» ne demektir?
Apaçık ekilde dört mezhebi tek mezhep halinde birle tirmek demek de il midir? Karaman'ın, Celâl
Yıldırım'ın, yaptı ı gibi, bu mezhep böyle diyor, öteki müctehid öyle diyor, diyerek fıkıh anar isi
çıkarmak demek de il midir? Dört mezhebin kitaplarını bir kitap halinde, dört yolu bir yol halinde
birle tirmek dört mezhebi kaldırmak demek de il midir? Karaman hem mezhepleri birle tirmek
istemiyoruz diyor, hem de böyle bir cümleyi delil olarak gösteriyor. Ne kadar tuhaf de il mi?
3 - Üçüncü cümle ile de tek mezhebe ba lı kalma mecburiyeti kaldırılmak isteniyor. Herhangi bir
müctehidi taklîd etmekte mahzur olmadı ı söyleniyor. Karaman parantez açmı , müctehidden kasıt
mezhep diyor. Halbuki Re it Rıza'ya göre müctehidlik iddia eden herkes mezhep sahibidir.
4- Delil diye yazılan bu dördüncü cümle de çok enteresan... Mükellefin müctehid mâmların
sünnete uygun oldu una kanaat getirdi i yerlerde onların her birine tâbi olması övgüye lâyıkmı . Ne
demek bu? Müctehid mâmların sünnete uygun olup olmadı ını kim tesbit edecek? Cevap olarak «B R
K MSE» deniyor. Yani önüne gelen mezhep imâmlarının hatasını ara tıracak. Hak olan mezheplerde
sünnete aykırı taraf bulunmadı ı için hak mezhep denmi tir. «Sünnete uygun oldu una kanaat
getirdi i yerlerde» tabirini kullanmakla «Sünnete uymayan yerleri de vardır» denmek istendi i gizli
de ildir.
Dördüncü cümlede ne deniyor? Bir kimse, sünnete uygun oldu una kanaat getirdi i yerlerde
bazan bu müctehidi, bazan ötekini taklîd etmesi isteniyor. Her mezhepten i ine gelen yerleri zaruretsiz
alan kimseye mezhepsiz derler.
Cümlede geçen bir kimse sözü de çok manidardır.
Cümlede geçen B R K MSE müctehid ise, müctehid kendi içtihâdı ile amel eder, ba kasının
içtihâdına karı maz. Müctehid de il de mukallid ise, delilini bilsin veya bilmesin mezhep imâmlarına
de il, bir tek mezhep imâmına tâbi olur. Tabiî hak olan dört mezhep imâmından birine, gidip de bni
Teymiyye veya iî evkâni'ye de il tabiî...
B R K MSE'nin kendi mezhebinde sünnete muhalif ictihadların olabilece ini kabul etmesi,
zaruretsiz kendi mezhebinden ba ka hak bir mezhebin hükmü ile amel etmesinin LHAD olaca ını
Imâm-ı Rabbânî hazretlerinden ö renmistik.
Karaman, Fikrî Yavuz'a verdi i onuncu cevapta kendisinin Ehl-i Sünnete ve cmâ-i Ümmete aykırı
tek cümlesi olmadı ını iddia ediyor. Yukarıda sayısız cümleler nakledildi, hangisi Ehl-i Sünnete uygun?
Bu hareketler, bu fikirler, mâm-ı Rabbânî hazretlerinin bildirdi i gibi LHAD de il midir?
Karaman'ın Sayın Yavuz'a öyle bir suali var:
«Kendinizi Ehl-i Sünnetin mihengi mi zannediyorsunuz? Size böyle bir ehliyet diplomasını
veya icazetini kim verdi?»
Dört hak mezhebin birisine tâbi olan Ehl-i Sünnete mensup bir kimse kendisini Ehl-i sünnetin
mihengi zannetmez. O sadece Ehl-i Sünnet âlimlerinden nakil yapar, Ehl-i Sünnetin mihengi olarak
Ehl-i Sünnetin âlimlerini, âlimlerinin hükümlerini ölçü almı tır. Bir müslüman da ancak, böyle yapar.
Bizim gibi Ehl-i Sünnet mukallidleri için mihenk ta ları mezhep imâmları ile mezhebdeki
müctehidlerdir. Re it Rıza'ya göre ise bn-i Teymiyye, evkâni gibi mezhepsiz-lerdir.
Zamanımızdaki mezhepsizlere göre ise mihenk ta ları, mezhep imâmları ile müctehidler de il,
Kitâb ve Sünnettir. Mezhep imâmları da insan oldu u için hata ederlermi , onun için Kitab ve Sünnet
ölçü olmadı ı halde, mezhepsizlerin Kitab ve Sünnetten çıkardı ı hükümler ölçü ve mihenk ta ları
oluyormu . Mezhep imâmları insan oldu u için yanılıyor, fakat mezhepsizler insan olmadıkları için hata
etmezlermi . Mezhepsizler insan de il BELHÜM EDAL imi .
Mezhepsizlere soruyoruz, mâm-ı A'zam'ı, mâm-ı Rabbânî'yi Ehl-i Sünnetin mihengi kabul
ediyorlar mı? Evet derlerse, yukarıda vesikasını verdik, mâm-ı Rabbânî hazretleri Re it Rıza'nın,
Karaman'ın fikirlerini LHAD olarak kabul etmektedir.
E er mâm-ı A'zam gibi büyükleri Ehl-i Sünnetin mihengi kabul etmiyorlarsa dünyada Ehl-i
Sünnete mihenk olacak kimse kalmadı demektir. Belki mezhepsizler Kitâb ve Sünnet var ya
diyecekler. Kitâb ve Sünneti mâm-ı A'zam anlıyamadı da mezhepsizler mi anladı?
Karaman, Sayın Fikrî Yavuz'a öyle bir sual soruyor:
« slâm davâsına bizden fazla sahip çıkma hakkını nereden alıyorsunuz? Size böyle bir
ehliyet diplomasını veya icazetini kim verdi?».
Karaman'a mezhepler arasında tercih yapma, bir hükmün slâm'ın rûhuna daha uygun oldu unu,
di erinin uygun olmadı ını söyleme icazetini kim vermi se, Sayın Yavuz'a da böyle bir i in caiz
olmadı ını söyleme icazetini o vermi tir. Anlatabildik mi Karaman?
Bizim mihengimiz Ehl-i Sünnetin mübarek imâmlarıdır. mâm-ı A'zam'ın kâfir dedi i kâfirdir, mâmı Rabbânî'nin mülhid dedi i mülhiddir.
Karaman'ın Yavuz'a verdi i onbirinci cevapta, kâfirler sadece Efgani ve Abduhu takdir etmekle
kalmamı lar, büyük müctehidleri, Gazâlî ve bni Rü tü de takdir etmi ler.
Hiç kâfirden müctehid olur mu? Ehl-i Sünnetin mihengi mâm-ı Gazâlî hazretleri, felsefeci bni
Rü tün birkaç hususta küfre dü tü ünü ve kâfir oldu unu ispatlamı tır. Fakat hem erimiz Karaman, bu
felsefeciyi hüccet bir islâm âlimi gibi takdir etmekte ve sözü senetmi gibi bazı kitaplarına bu
felsefeciden delil getirmektedir.
Avrupalılar mâm-ı Gazâli'yi ilmînden dolayı takdir etmi ler, Efgani ve Abduh'u ise, islâmiyeti içten
yıkmak istedikleri için, Efgani Ulu Hakan'ı devirmekte ngiliz masonları ile ittifak etti inden kâfir
Avrupalılar takdir etmi lerdir.
Mezhepsizlere soruyoruz :
Mason Efgani ile mason Abduh'un dinîmize ne faidesi olmu tur? Tek faydası söylenemez, fakat
zararları saymakla bitmez. Mucizelerin bir kısmını te'vil, bir kısmını da inkâr etmemi midir? Kurân-ı
kerîme MAHLUK dememi midir? Faize helâl dememi midir? slâma böyle mi hizmet edilir? Böyle bir
mezhepsiz nasıl olur da methedilir, nasıl olur da Karaman bu Vehhabîyi MUTLAK MÜCTEH D olarak
gösterir? Kâfir Avrupalıların bu sapıkları övmesi, takdir etmesi bu sapıklıklarından dolayıdır. mâm-ı
Gazâlî hazretlerini ise ilmînden dolayıdır. Mevlânâ hazretlerini ise yanlı olarak onu HÜMAN ST
zannetmelerinden dolayıdır.
mâm-ı A'zam yarım milyon mesele halletmi , 64 bin kaide koymu tur. Mason Abduh ve
tilmîzlerinin mezhepsizlikten ba ka dinîmize ne hizmetleri olmu tur?
Bir bni Âbidin dururken, bir Kuduri mevcutken, Mısırlı ve Suriyeli mezhepsizlerin kitaplarını
tercüme etmek dine hizmet midir, dinî yıkmak mıdır?
Biz bu mezhepsizlerin içyüzlerini ortaya serince Bay Karaman hemen çıkıyor, «Eser yazarı ile
de il, yazar eseri ile de erlendirilmelidir.» diyor. B,u ne demektir? Yazarı mason da olsa,
mezhepsiz de olsa siz eserine bakın, eseri iyi olabilir demek de il midir? Bir masonun yaptı ı alet
kullanılır, fenne ve dünyaya ait eserlerine itimat edilebilir, Fakat dine ait yapıtlarına nasıl itibar edilir?
Karaman'ın u hadîs-i erîfi duydu unu biliyoruz :
«Ehli olmadı ı halde kendi re'yi ile Kur'
ân-ı kerîmi tefsir eden cehennemliktir.»
Yapılan tefsir belki Beydavi tefsiri gibi kıymetli bir tefsir olabilir. Fakat ehli olmadı ı için Hadîs-i
erîfe göre cehennemliktir. BEYDAV senettir. Fakat Karamana göre Beydavi tefsirinde bile mevzu
hadîs vardır, hattâ IHYA'da bile mevzu hadîs vardır. çinde mevzu hadîs bulunmayan kitaplar
Karaman'ın kitaplarıdır.
Bir insanın slâm âlimlerine hücum etmesiyle büyük olurum sanması çok abes ve çok yanlı bir
taktiktir. .
mâm-ı A'zam'ın her sözü hüccettir. Fakat aynı sözü Re it Rıza söylemi olsa hüccet olmaz. Biz
Hüccet-ül slâm olana inanırız. Masondan ve mezhepsizden Ehl-i Sünnete uygun eser beklemek ilme
ve akla aykırıdır. Onlar yapmak de il, yıkmak isterler.
Karaman «Yazar eseri ile de erlendirilmelidir.» diyor. Re it Rıza'nm eseri, Ehl-i Sünnet
âlimlerininkine uymadı ı için de er vermiyoruz.
Bay Karaman, bro ürün onblrinci maddesinde Efganinin ömrünü ngilizlerle geçirdi ini söylüyor,
Kaynak olarak da mezhepsizlerin çıkardı ı El-MENAR dergisini gösteriyor. Ulu Hakan ise, Efgani'nin
bir ngiliz casusu oldu unu HATIRAT'ında söylüyor. imdi hangisine inanalım? Cennet-mekâna mı,
yoksa mezhepsiz dergiye mi?
Karaman, Sayın Yavuz'a verdi i onikinci maddedeki cevapta, halkın, avamın, mukallidin,
mezhepleri olamıyaca ını bunların mezheplerinin müftülerin verece i fetvalar olaca ını söylüyor.
Dünyada tek müctehid olmadı ına göre Karaman'a göre herkesin mezhebi yoktur, yani herkes
mezhepsizdir. Arapça bilmek müctehid olmayı gerektiriyorsa Arap Devletlerindeki bütün vehhâbîler
müctehid demektir.
«Avamın mezhebi müftünün fetvasıdır» sözünü açıklayalım. Müftü müctehid olmadı ı için ona
hangi mezhebe göre fetva verdi ini söyler. Hanefî olana Hanefi mezhebine göre, afiî olana da afiî
mezhebine göre fetva verir. Bütün mezhepleri karı tırıp telfik yapmaz. «Avamın mezhebi yoktur»
sözü, Avam mezhep imâmı de ildir, kurdu u bir mezhep yoktur dernektir. Mezhepsiz demek de ildir,
mezhebi tâbi oldu u dört hak mezhepten birisi demektir.
Karaman bro ürdeki onikinci maddede bir denemeden bahsediyor, Dinimizi deneme tahtası mı
zannetti ki? Halkın ba ka mezheplere ihtiyacı var mıdır, yok mudur deneme yapılmalıymı ! Bunu
müftüler yapacakmı . Hangi müftüler? Laik müftüler mi, yoksa dinîmizin tarif etti i müctehid müftü mü?
Günümüzde tek müctehid müftü olmadı ına göre, müftüden bahsetmek isabetli de ildir. Dinîmizde
denemeye, tecrübeye ihtiyacı olan bir hüküm yoktur. Dinîmiz noksan de ildir, kâmildir. Denemeyle
hüküm bulunmaz.
Nihâyet Karaman denemeyle ilgili cümlelerinden sonra a zından baklayı çıkarıyor:
«Müslümanlar bazı müftülere ba vurup aile yuvalarını yıkan fetvalar ile ba ları dönmü
olarak ayrılırken müftüler onlara (F LÂN HAK MEZHEBE GÖRE SEN N KARIN BO DÜ MEZ)
deseler, o müslüman büyük bir sevinç içinde derhal o hükmü benimser mi? Elbette.»
Karaman'ın böyle bir fetvasını belki birçok müslümanlar benimseyebilir, fakat onların
benimsemesi bize ölçü olmaz,, böyle rastgele bir fetva mezhepsizlik olur. Zaruret hallerinde ba ka bir
hak mezhebi taklid etmenin belli artları vardır. Mezheb-i bni Teymiyye'ye göre üç talak bir talak
sayılır, müftü bu mezhepsize göre fetva verse, müslüman bilmedi i için memnun olur, fakat böyle bir
fetva zina olur, mezhepsizlik olur. Sonra bay Karaman'a göre «Nikâh dinî bir akit de ildir.» din
mevzuu içine bu nikâhı niçin sokar ki?
Zarurete mebni dört hak mezhebden birisini taklîd etmenin caiz oldu unu Ehl-i Sünnetin mihengi
olan âlimler hükümler koymu lardır. Ancak bunun da artları vardır. Bunu bir misalle açıklayalım;
Hanefî mezhebine mensup abdestli bir kimsenin eli kanasa « afiî mezhebinde kanın çıkması
abdesti bozmaz» diyerek gidip namaz kılamaz. O anda namazı kılması için bir zaruret bulunacak.
Zaruret bulununca, afiî mezhebine göre guslünün bulunup bulunulmadı ına bakılır. Gusülde niyet
etmemi se guslü afiî mezhebine göre yok demektir. Hanefiye göre de kan çıktı ından abdestsizdir.
Yani her iki mezhebe göre abdestsizdir, namaz kılamaz. E er âfiî mezhebine göre guslü varsa,
abdestinin olup olmadı ına bakılır. Abdest alırken niyet etmi midir? Etmemi se abdestsizdir. Yabancı
bir kadına dokunmu mudur? Dokunmu sa abdestsizdir. stinca yapmı mıdır? Az da olsa üzerinde
necaset var mıdır? Hanefî mezhebine göre az necaset namaza mani de ildir, afiî mezhebinde ise
manidir. Bunun gibi di er mezhepteki bütün bozan hükümlerle, farz olan hükümleri bilmek lâzımdır.
Türkiye'de hak olan dört mezhebin hükümlerini bilebilen insana rastlamak çok nadirdir. Mezhep taklîdi
oyuncak de ildir. Hanefî mezhebindeki mükellef, gusülde, abdestte ve necasette tamamen afiî
mezhebine uysa namaz kılarken de afiî mezhebine göre yapması gereken hükümler vardır. mâm
arkasında fatiha okuması lâzımdır. Yani afiî mezhebinde bulunan 18 erkânı tatbik etmesi lâzımdır.
Selâm verirken namazdan çıkmaya niyet etmesi lâzımdır. afiî mezhebinde gecenin yarısından sonra
yatsı namazını kılmak caiz de ildir. Gecenin yarısından sonra yatsıyı kılarsa eda etmi olmaz, kaza
etmi olur. Bu hükümleri bilen kaç müslümana rastlanır?
Bo anma mevzuu da öyle kolay bir i de ildir. afiî mezhebine göre muteber sayılmayan bir nikâh
ile evlenen Hanefî bir müslümana karısını cebren bo atsalar, bu kadın bo olur. afiî mezhebine göre
bo de ildir, denemez. Çünkü afiî mezhebine göre zaten nikâhlı de ildi. afiî mezhebine göre
cebren bo ama muteber de il deyip de, adama «Git evlili ine devam et» denirse, adam memnun
olabilir ama, evlili in dine uygun olması lâzımdır. Ki inin memnuniyeti ölçü olmaz. Hanefî
mezhebindeki müslümanın afiî mezhebindeki nikâh ile ilgili bütün artları gözetmeden onunla tekrar
evlenirse zina olur, mezhepsizlik olur. Bu artları saymadan caizdir gibi kafadan fetva verenlere ahit
olduk.
Bro ürün sonunda Karaman, Yavuz'un haklı tenkidlerini hazmedemiyerek öyle diyor:
«Yazık, ne kadar yazık, slâm uleması birbirine dü üyor.»
Günümüzde birbirine dü en slâm uleması var mıdır? Karaman, Yavuz'la birlikte kendilerini slâm
uleması olarak nasıl takdim eder? Biz de Karaman'a soruyoruz, «Ulema icazetini size kim verdi?»
lim o kadar ucuzladı mı ki? Âlim kelimesini insan kendisine öyle hemen kolayca nasıl yakı tırır?
Davudo lu Hoca'nın ö retti i kadar fıkıh bilmekle insan âlim olamaz. Bir kimseye âlim diyebilmek için
hiç de ilse fukahanın yedinci tabakasından olan bni Âbidin kadar ilme sahip olmak lâzımdır. Dünyada
bni Âbidin kadar ilme sahip kaç ki i çıkar? Herkes kendine âlim gözüyle bakarsa anar iden geçilmez.
Allahü teâlâ Ehl-i Sünnet Müslümanlarının yardımcısı olsun. Âmin...
AHMET GÜRTA 'A AÇIK MEKTUP
Ahmet Gürta isimli birisi tarafından yazılan Abduh gibi masonu, Re it Rıza gibi mezhepsizi öven
ve adına da MEZHEPS ZL K YAYGARASI verilen bir kitap elimize geçti. Bu kitapta bâtılın nasıl
övüldü ünü, hakkın nasıl katledildi ini vesikaları ile gözler önüne sermek istiyoruz. Vesikaların
kli elerini yapmak pahalıya mal oluyor. Bizim de o kadar paramız yok. Vehhâbiler yardım etmiyor bize.
Mez-hepsizlere ulufe olarak da ıttıkları petrolden bir miktar bir varil olsun, Ehl-i sünnetin müdafiîlerine
vermiyorlar.
Konya'dan Ahmet Gürta isimli birisi çıkmı , Türkiye'de mezhepsizli in bulunmadı ını,
mezhepsizlik var diyenlerin bir menfaat pe inde ko tuklarını iddia ediyor. Vehhâbîler Türkiye'de
vehhâbîli in bulunmadı ını, bulunsa bile vehhâbili in sünnî bir mezhep oldu unu, komünistler de,
Türkiye'de komünistli in bulunmadı ını, bulunsa bile bunların hak, adalet, e itlik için çalı tıklarını
söylüyorlar. Ahmet Gürta 'ın Arabça ö retmeni olmasını nazar-ı itibare alarak kendi ifadelerine uygun
bir lisan ile yazdıklarının ne kadar tehlikeli oldu unu gözler önüne sermek istiyoruz),
Bay Gürta ,
Türkiye'de mezhepsizli in bulunmadı ını isbat edemiyen fakat kanıtlayan (!) 90 sayfalık bir
yapıtınız elimize geçti.
Hatalarınızı ve hakkı insaf ölçüleri içinde göstermek istiyoruz. E er hakkı kabul ederseniz daima
yanınızda olaca ımızı beyan ve taahhüt etmek istiyoruz. Yok yine masonları ve mezhepsizleri
müdafaa etmekte israr ederseniz Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yaparak hakkı yazmakta kararlı
oldu umuzu belirtmek isteriz.
MEZHEPS ZL K YAYGARASI'nda, «Mezhepsizlik kelimesini paravana yaparak, çe itli
menfaatler ve de i ik hedefler pe inde ko an bir takım kimselerin» bulundu unu iddia
ediyorsunuz, hiç bir delil yazmadan böyle konu manız müslümanlı a uygun mudur? Biz, Vehhâbilerin
Türkiye'deki mezhepsizlere yardım etti ini söylüyorsak elimizde belgelerimiz vardır. Bunların bir tanesi
Vehhâbi M. Abdulvehhab tarafından yazılan kitapların Ankara'da bir matbaada basılmasıdır. Bu
kitabların ücretsiz da ıtılmasıdır.
Çe itli menfaatler iftirasına delil olarak D. Ali Kayapınar Hoca'nın kitabının maliyetinin be lira
oldu unu, otuz liraya satıldı ını söylüyorsunuz. (Mezhepsizlik Yaygarası S. 66)
300 sayfa civarındaki bu kitaba 30 lira koymak fazla bir ücret gibi gelmektedir. 90 sayfa civarında
bulunan, yani D. Ali Hoca'nın kitabının üçte birisi kadar bir hacimde bulunan yapıtınız da 10 liradır.
Karaman'ın bütün kitapları da aynı ölçü içindedir.
Gürta 'ın mantı ı ile çıkıp da D. Ali Hoca maddî menfaat için kitap ne retti i gibi, Gürta da,
Karaman da maddî menfaat için kitap ne rediyor diyemeyiz. Mücerret maddî menfaat için dinîmizin
lehine veya aleyhine kitap ne redilmesini dü ünmek mantıksızlık olur. Dinîmizin aleyhine kitap yazan
birisine, yazdı ı kitabın on misli fazla ücret verilse, lehine yaz denilse hiç kabul eder mi? Tersine
Dinîmizin lehine yazan birisine milyonlar, milyarlar verilse kabul edip de dinîmizin aleyhine yazabilir
mi? Size milyonlar teklif etsek, mason Abduh'un, mezhepsiz bni Teymiye'nin, iî evkâni'nin, hain
Efgani'nin aleyhine bir kitap yazar mısınız? Dört hak mezhebden birine ba lanmamanın küfür
oldu unu söyleyebilir misiniz? Mümkün müdür? Ancak eyyamcı insanlar maddî menfaat için çalı ırlar.
Herkes ideolojisinin emrindedir. Biz ise Ehl-i sünnet velcemaatın emrindeyiz.
Sizin 100 sayfalık bir kitaba 10 lira koymanız, D. Ali Hoca'nın 300 sayfalık kitabına 30 lira koyması
fazla bir ücret de ildir. Biz bu i lerle me gul oldu umuz için biliyoruz.
E er iddianızda israr ederseniz, sizin ve Karaman'ın kitapları da aynı ücretle satılmaktadır. D. Ali
Hoca'yı böyle basit bir sebeple maddî menfaat temini ile suçlamanız hiç uygun olmadı.
Takdim yazısının 6. sayfasında öyle diyorsunuz :
«Sevilen bir kimsenin fikirlerini pe inen ve oldu u gibi kabul etmeyi, sevilmîyenlerinkini de
reddetmeyi do ru bir yol olarak görmüyoruz. Sözü, söyleyenine göre de il, hak olup
olmadı ına göre de erlendirmek gerekti ine inanıyoruz.»
Oku Dergisinin 152. sayısında Karaman da tıpkı sizin gibi öyle diyor:
«Bir fikrî söyleyenin, öhret, diploma ve mevkiîne göre de il, dayanak ve deliline bakarak
de erlendirin, kabul veya reddedin.»
Karaman'ın bu hükmüne kar ı öyle bir soru sormu tuk :
«Bir fikrî söyleyenden maksadınız, mezheb mâmları ve müctehidler de il midir? Evet
derseniz, mezhepdeki hükümlere üphe ile bakıp kitab ve sünnetten delil aramaya müctehid
olmayan gençleri nasıl te vik edersiniz?
Hayır derseniz, neden bir fikrî söyleyenin sözünü mezhep hükümlerine vurmak suretiyle
kabul veya reddedin, demiyorsunuz?»
Bunları Dergimizin 25. sayısında yazmı tık. Sorumuzun devamında kitap ve sünnete el
uzatmanın, uzatılan el kadar din meydâna gelece ini orada izah etmi tik.
Bu soruyu Karaman'a sorduk sükûtu tercih etmek mecburiyetinde kalmı tı. Fakat siz sükût etmez
de D. Ali Hoca'ya verilen cevap gibi MEZHEPS ZL K YAYGARASI gibi inciler döktürürseniz kimli iniz
daha çok açı a çıkar.
Sevilen kimseden maksadınız kimdir? Ya dinde sözü senet olan kimsedir veya bizler gibi
mukalliddir. Mukallidin kendi ba ına fikrî olmaz. O ancak tâbi oldu u mezhebin hükümlerini nakletmek
mecburiyetindedir. Bu bakımdan kastınız mukallid olmasa gerektir. Maksadınız müctehid ise, onun
ictihadlarının bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek olmaz.
Dört hak mezhepden birisine ba lı olan her sünnî kimse, sevdi i kimsenin, mezhebindeki
müctehidlerin, tercih veya temyiz erbabının fikirlerini pe inen ve oldu u gibi kabul etmek
mecburiyetindedir. Abduh ve Efgani gibi mezhepsiz masonları ise pe inen ve oldu u gibi reddetmek
mecburiyetindeyiz. Belki aklınız sıra mason Efgani hiç hak söylemez mi diye bir sual sorabilirsiniz.
Söyleyebilir. Fakat biz hakkı onun kitaplarından de il de, bni Abidinden, Durerden, Gurerden
ö reniriz. Üç-be hak söylemesi, mezhepsizli ini kabul etmemize, kitaplarını okumamıza sebep
olmamalıdır.
MEZHEPS ZL K KEL MES
Bay Gürta , S. 10 da diyorsunuz ki:
«MEZHEP, itikadda veya amelde herhangi bir müctehid imâmın görü lerinden meydana
gelen yol demektir.»
Müctehid imâmın görü ü olmaz, içtihâdı olur. Görü le ictihad aynı ey de ildir. Müctehidin içtihâdı
din demektir. Müctehidin helâl dedi ini helâl, harâm dedi ini harâm kabul etmek mecburiyetindeyiz.
Müctehid imâmların hataları da bizim için hüccettir.
Yukarıdaki mezhep tarifinin sonunda «Fakat bu kelimenin Türkçemizde ifade etti i mânâlar
arasında din de vardır.» diyorsunuz. Do rudur. Ehl-i sünnet âlimleri mezhebi din olarak görmü lerdir.
Bir mezhebe ba lanmamayı ilhad olarak, küfür olarak, dinsizlik olarak kabul etmi lerdir. Fakat kelimesi
ile, aslı böyledir, fakat Türkçemizde din anlamına da geliyor demek ne demektir? Bir mezhebe
ba lanmamak dinsizlik demek de ildir, fakat Türkçemizde mezhebe ba lanmamak dinsizlik demektir
mi diyorsunuz? Daha a a ılarda bunun böyle oldu unu açıklıyorsunuz ve:
«Kitabın ismi, mezhepsizlik olarak de il de, bir mezhebe ba lanmamak seklinde tercüme
edilseydi» diyerek bir mezhebe ba lanmamakla mezhepsizli i ayrı olarak kabul ediyorsunuz. Bir
mezhebe ba lanmamayı mezhepsizlikten hafif görüyorsunuz veya bir mezhebe ba lanmamayı suç
kabul etmiyorsunuz.
Ehl-i sünnet âlimi Z. Kevseri «Mezhepsizlik dinsizli e köprüdür.» buyuruyor, mâm-ı Rabbânî
hazretleri ise bir mezhebe ba lanmamayı ilhad kabul ediyor.
Siz, mevcut dört hak mezhebden birisine ba lanmamayı iyi mi görüyorsunuz, kötü mü
görüyorsunuz?
S. 12'de Türkiye'de «Ne mezhepsizlik kelimesinin Türkçedeki mânâsına, ne de ilmî ve ıstılahî
manasına uygün dü ecek herhangi bir cereyan mevcut de ildir;» diyorsunuz.
Mezhepsizlik kelimesinin Türkçe'de dinsizlik manasına geldi ini siz söylüyorsunuz, hemen
arkasından kalkıp Türkiye'de dinsiz yok diyorsunuz, bu kadar tenakuza dü meniz ne ile izah edilebilir?
Kelimenin ikinci manası olarak bir mezhebe ba lanmama hareketi de yoktur, diyorsunuz. Dört hak
mezhebin haricindeki bir mezhebe ba lanma hareketini tasvip yok demek istiyorsunuz.
Karaman'ın «Vehhâbilik sünnî bir mezheptir.» dedi ini dergimizin 29. sayısında vesikasıyla
göstermi tik.
Bir mezhebe ba lanmama hareketinin sizin MEZHEPS ZL K YAYGARASI isimli küçük
yapıtınızda da bulundu unu yeri gelince açıklayaca ız in aallah.
lmî tenkidden bahsediyorsunuz, fakat kendinîz sathî meseleleri yanlı gibi gösteriyorsunuz.
Neymi efendim, feraset de il de firâset yazılmalıymı . Arapça firâset kelimesi, Türkçede feraset
olarak kullanılmaktadır. Kelime, imlâ hatâsı de il de din hatâsı var mıdır, mühim olan budur. Yarın bizi
tenkid etmeye kalkarken de, Hayrettin de il Hayreddin diyeceksiniz belki. Matbaa hatalarımızı da
eklerseniz gayet ilmî bir cevap (!) olur.
lmî bir tenkidmi gibi kitaba verilen isim üzerinde duruyorsunuz. Siz kitaba verilen asıl isim yerine
ba ka isim verilmesine gerçekten kızar mısınız? D. Ali Kayapınar Hoca'ya kızdı ınıza göre, bu da din
gayretinizden geldi ine göre, kitaba asıl isminden ba ka isim verenlere de kızarsınız demektir.
Kitabın asıl ismi, size göre «B R MEZHEBE BA LANMAMAK, slâm Dinîni tehdit eden en
tehlikeli bir bid'attir.» D. Ali Hocaya göre ise «MEZHEPS ZL K, slâm Dinîni tehdit eden en
korkunç bir fitnedir» Biz tercüme etseydik. MEZHEPS ZL K D NS ZL KT R diye tercüme ederdik.
Neden mi? zah edelim. Re it Rıza isimli Abduhcu mezhepsizin kitabının asıl ismi, « slahatçı ile
Taklîtçinin konu ması» veya «Muslih ile Mukallidin konu ması» dır. Fakat A. Hamdi Akseki
gençli inde, toylu unda bu kitaba MEZAH B N TELFIKI VE SLÂM'IN B R NOKTAYA CEM' ismini
veriyor. Karaman da sadele tirirken bu kitaba SLÂM'DA B RL K VE FIKIH MEZHEPLER ismini
veriyor. Kendi gözündeki merte i görmeyip elin gözündeki çöpü görmek diye buna derler. Siz
Karaman'in'gözündeki kiri i, hezeni, yontulmamı tomru u görmüyorsunuz da D. Ali Hoca'nın
gözündeki çöpü görebiliyorsunuz? Sîz hipermetrop diye bir hastalık duydunuz mu?
Siz asıl isme bu kadar ba lısınız da niçin Karamanı veya A. Hamdi Akseki'nin toylu unu tenkid
etmiyorsunuz? Neymi de D. Ali Hoca bir mezhebi bulunmamak ifadesini MEZHEPS ZL K olarak
tercüme etmi , ne oldu yaranıza mı dokundu? Ne alınıyorsunuz? Bir mezhebi bulunmamak demek,
mezhepsizlik demektir. Nasıl dinî bulunmamak dinsizlik ise, mezhebi bulunmamak da mezhepsizliktir.
Neymi de Tehlikeli yerine korkunç kelimesi yazılmı . Bid'at yerine fitne yazılmı . N'olmu yazıldıysa?
Dinî bir hatâ mı edilmi ? Biz yazsaydık, daha önce dedi imiz gibi MEZHEPS ZL K D NS ZL KT R diye
tercüme ederdik. Biz kitabın ismini de i tirdik diye bize kızardınız ama nedense kitabın ismini
de i tiren Karaman'a kızmazsınız? Bu da sizin samimiyet derecenizi göstermiyor mu?
Tenkid etmek için tenkid edilse, sizin o kitabı tercüme etmenizde de hatâ bulunur. Kayapınar gibi
siz de slâm eriatı kelimesini, slâm dinî olarak tercüme etmi siniz. Diyeceksiniz ki din eriat, eriat
din demektir. Mezhebi bulunmamak da mezhepsizlik demektir. Böyle basit tenkidler üzerinde durmak
uygun olmaz.
Tenkid olarak, KÜRRAS kelimesinin özel isim gibi büyük harfle yazılmasıymı . Size göre bir kitap
ismi olan Kürras kelimesi küçük harfle yazılmalıdır. Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Yeni mlâ
Kılavuzunun XVI. sayfasında kitap isimlerinin büyük harflerle yazılaca ı belirtilmektedir. Ve u misâl
verilmektedir: i hane'ye Ya mur Ya ıyordu. Bu kitap isminde ya mur ve ya mak kelimeleri özel isim
olmadıkları halde büyük harfle yazılması kaideye ba lanmı tır. Fakat biz bununla beraber Türk Dil
Kurumunun imlâsına uymak mecburiyetinde de iliz. Meselâ âhiret kelimesini ahret olarak yazmı tır.
Hesabımıza gelmeyen imlaları kullanmamaktayız. Türk Dil Kurumu bizim için hüccet de ildir.
Kayapınar Hoca do ru olarak Kürras kelimesini yazmı tır. Velevki küçük harfle yanlı olarak yazsaydı
ne çıkardı? Dinî bir hatâ mı? Mesele bir kelimenin büyük veya küçük yazılması de il, dinî bir hatânın
bulunup bulunmamasıdır, imlâ yanlı olunca mânâ da yanlı oluyorsa o zaman imlâyı düzeltmek
gerekir.
mlâ hatasına kadar dü meniz tenkide mucip bir ey bulamadı ınıza delil de il midir?
Zuhr-u âhir mevzuuna bilâhare dokunmak üzere yapıtınızın sayfalarını çeviriyoruz.
S. 32 de garip bir sualiniz var. Re it Rıza'nın mezhepsizlik zehirini akıttı ı kitabını toylu unda
yazan A. Hamdi Akseki niçin tenkid edilmiyormu .
Akseki o kitabı gençli inde tercüme etmi ti. Kitap slâmî harflerle yazılmı tır, mevcudu da
kalmadı ı için okuyup zehirlenme durumu çok az olaca ından kapanmı bir fitneyi alevlendirmemek
için Akseki tenkid edilmemi tir. Sonra Akseki hüccet midir? Akseki ya asa ve o fikirleri savunsa idi,
elbette tenkidi vacip olurdu. Bazıları Akseki'nin tövbe etti ini söylemektedirler. Bizce bu meçhuldür.
Tövbe etmi se kurtulmu tur. Etmemi se cezasını çekecektir. Mesele Akseki meselesi de ildir. Kitapta
mezhepsizlik propagandası var mıdır, yok mudur? Oldu unu 25. sayımızda ve 29. sayımızda isbat
ettik.
kinci garip sualiniz de neden bu kitabın Diyanetçe basılmasına izin veren selefi me repli üç ki i
tenkid edilmemektedir. Kitap iyi ise büyük sevap onu sadele tirenedir. Bilâhare o kitaba hizmeti geçen
di erlerinedir. Kötü ise vaziyet yine bunun aksinedir. Ba ta sadele tiren olmak üzere her ne suretle
olursa olsun o kitabın ne ri için yardım edenleredir. Tenkid edilmedi diye o üç zevat bu mes'uliyetten
kurtuldular mı?
S. 33 de apaçık bir demagoji yapıyorsunuz. Ve diyorsunuz ki: Büyük ihtimalle, Hayrettin
Karaman mam-Hatipli oldu u için suçlu sayılmaktadır.
D. Ali Hoca mâm-Hatipli de il midir? Mezhepsizli e kar ı çıkanlar mâm-Hatipli de il midir?
Mezhepsizli e kar ı çıkan Davudo lu Hoca birkaç mezhepsizin hocası de il midir? Millî F K R'de
mezhepsizlik mevzuunda yazı yazan arkada lar mâm-Hatipli de il midir?
mâm-Hatib'e birkaç mezhepsiz sızmı sa, bizim mektep diye susmak mı gerekir, yoksa onu te hir
edip bu pisli i temizlemek mi gerekir?
Bugüne kadar bizdendir, diyerek sustu umuzdan bu felâketler ba ımıza gelmedi mi?
Mezhepsizlik hareketi kimden ve nereden gelirse gelsin onlarla gereken mücadeleyi yapmak
boynumuzun borcudur.
Kitap hakkında bazı zevatın görü leri diye bir ba lık atmı sınız. Her nedense kitap aleyhinde
yazan Davudo lu gibi hocalardan hiç bahsetmemi siniz. Ba ta Süleyman Ate olmak üzere iki ki iden
bahsediyorsunuz. Kitabı tenkid eden A. Fikrî Yavuz hocadan hiç bahsetmiyorsunuz. unlar da bu
kitabın aleyhindedir niçin demiyorsunuz? S. 27 de «Bu görev ilim ister, ara tırma ister, dürüstlük
ister, pe in fikir ve hükümlerden uzak olmak ister.» diyen siz de il miydiniz? Tarafsızlık bu mudur?
Kitabın leh ve aleyhinde kimler yazıp çizmi se bunların me hurlarını olsun yazmalıydınız. Sizin
yapıtınızı okuyan, bu kitabın aleyhinde kimse yokmu birkaç art niyetli kimseler bu i i büyütüyormu
gibi bir fikre sahip olur.
Neymi efendim, bu kitaba sadece Süleymancılar kar ı çıkıyormu . Hangi hizbe dahil olursa olsun
bu kitaba bütün Ehl-i sünnete mensup herkes kar ı çıkmaktadır. Enver Baytan Hoca, lâhiyatçı yazar
Ahmed Selâmi, Sadrettin Yüksel Hoca, Sadık Albayrak ve daha birçok mâm-Hatipli bu kitaba kar ı
çıkmaktadır.
Fakat Mezhepsizler hâlâ âyet-i kerîmeyi, hadîs-i erîfi okuyup mana veriyorlar. Naklî esas
almıyorlar. Hangi grup olursa olsun, ehl-i sünnete uymayan tarafları olursa onu tenkid ediyoruz.
Zünnar ku anan bir hoca vardı. Tenkid ettik, elhamdülillah zünnarını kesti. Mezhepsizler de
mezhepsizliklerini terk ederlerse memnun oluruz.
Kitabın okunmasında mahzur görmeyen üç ki iden biri olan Süleyman Ate hakkında bir kaç
kelime konu mak istiyoruz. Siyasî polemi e girmemek için veya siyasî bir hava vermemek için bugüne
kadar Süleyman Ate ’i detaylı bir ekilde tenkid etmedik. Tenkid edilmesi gereken zevatlardan birisi de
odur. Süleyman Ate :
1- Karaman gibi bn-i Teymiyeyi büyük bir ilim olarak bilmekte ve bazı ictihadî hatalarının
bulundu unu söylemektedir. ctihadi hata olamıyaca ını 25. sayımızda izah etmi tik, içtihâdı
hata olur, fakat bu kat’i olarak bilinemedi i için ictihadî hata denemez.
2 - Harâm olan altın yüzü e (alyansa) Karaman gibi cevaz vermi tir.
3 - nsanların maymundan veya maymunların insanlardan gelebilece ini söylemi tir.
4 - Kur'anda EVR M TEOR S oldu unu söylemi tir. Hâ â Kur'ân-ı Kerîm'de teori bulunmaz.
5 - Mason Abduh gibi, düsuk faizlere cevaz vermi tir.
6 - Vahdet-i vücudun Hint ve Yunan felsefesinden dinîmize girdi ini söylemi tir, yazmı tır.
Bunların bir kısmı RAPOR 3 de vesikaları ile birlikte ne redilmi tir.
Bu ve bunun gibi ahıslardan mı delil getiriyorsunuz? Siz bu ki ileri seviyorsunuz, ki i sevdi i ile
beraberdir Siz ibni Teymiyeci, Abduhcu kimseleri nasıl seviyorsunuz, hayret ediyoruz. Biziın dinî
ölçümüz udur: Allah dostları ile dost, Allah dü manları ile dü man... Allahü teâlâ'nın harâm kıldı ı
faizi helâl sayan Abduh nasıl sevilir? Allahü teâlâ'ya cihet isnat eden bni Teymiyye nasıl sevilir?
Mezhepsizlikle ilgili veya büyük bir mezhepsizi öven bir kitabın mâm-Hatibe girmesini önlemek o
yuvaya iyilik midir, kötülük müdür?
Abduhcu Mehmet Sofuo lu tarafından yazılan ve mâm-Hatiplerde ders kitabı olarak okutulan
TEFS R DERSLER isimli kitapta mason Abduh övülmekte faize cevazı da yazılmakta, Kur'ân'a
maklûk deyi i de zilkredilmekte, sonunda bunlar mühim de il der gibi, «Bu gibi büyükler hakkında
cahiller tarafından iftiralar reva görülmekte oldu undan bunun hakkında da yürütülmesine
taaccüp edilmez.» denilmektedir. S. 443
Abduh'un faize cevaz verdi ini hem kendisi söylüyor, Kur'ana mahlûk deyi ini hem kendisi
yazıyor. Biz de söylersek, iftiracı ve cahil oluyormu uz öyle mi Bay Gürta ? Mason Abduhu
kötüleyenleri siz de mi cahillikle ve müfterilikle suçluyorsunuz? Zannımıza göre siz de suçluyorsunuz.
Zira kitabınızda takdim kısmında okumama hastalı ından bahsederek « te yalancılara, iftiracılara
ve tertipçilere cesaret veren de bu umumî hastalıktır», diyorsunuz. Yâlan söyleyen kim? ftira eden
kim? Ortada yok. Karanlı a habire ta atılıyor. E er yalan ve iftiradan Kürras kelimesi, feraset kelimesi
gibi basit ibareleri kasdediyorsanız hiç uygun olmaz.
K TABIN ÇOK KISA BiR ÖZET , ismiyle bir ba lık atmı sınız. S. 37 Bakalım ne yazmı sınız?
Müctehidlerin, slâm'ın iki ana kayna ı olan Kitab ve Sünnetten istifade ederek ve hükümleri do rudan
do ruya bu iki kaynaktan aldıklarını yazıyorsunuz. Yani Re it Rıza böyle dedi demek istiyorsunuz.
Haydi mezhepsiz Re it Rıza CMA'yı inkâr etti i için yazmadı, siz niçin yazmıyorsunuz'? cmâyi inkâr
küfür de il midir? Müçtehidler CMA'dan da almı lardır.
Bakalım S. 38 de Re it Rıza'nın a zından neler yazıyorsunuz?
«Asırlardır Kitâb ve Sünnet terkedilmi ve sadece dört mezhep imâmının ictihadları ile dinî
mü killer halledilmeye çalı ılmı tır. Mezhep imâmlarının görü lerinden faydalanılmakla
beraber, artlar ve ihtiyaçlar gerektiriyorsa, Kitabdan, Sünnetten ve müctehid imâmlarımızın bu
iki kaynaktan istifade ederek ortaya koydukları hükümlerden faydalanmak suretiyle slâm'ı
hayatımızın her safhasına uygulamalıyız.»
Evet nokta ve virgülüne kadar aynen aldık.
Sadece dört mezhep imâmının ictihadları ile amel edildi i için asırlardır kitab ve sünnet terk
edilmi . Evet Gürta , mezhepsiz Re it Rıza'nın slâm âlimlerine yaptı ı bu iftirayı nasıl
kar ılıyorsunuz? Mezhep hükümleriyle amel etmek Kitap ve sünneti terk etmek midir?
Re it Rıza ne diyor? slâm'ı hayatımızın her safhasına uygulayalım. Yani diyor ki dört mezhebin
hükümleriyle amel edilince slâm hayatımızın her safhasına uygulanmaz. Dört mezhebin hükümleri
eksiktir. Öyle demiyor mu Gürta ?
Re it Rıza daha ne diyor? Kitab ve Sünnetten faydalanarak bu i i yapalım. Yani biz de mezhep
imâmları gibi ictihad edelim diyor. Yine de hiç cmâdan bahsetmiyor mezhepsiz Re it Rıza.
Son paragrafı da aynen alıyoruz :
«Yapılacak ıslâhatta bütün mezheplerin görü lerinden faydalanmak ve tek mezhebe
saplanıp kalmamak gerekir.» S. 39
Mezheplerin görü leri olmaz, hükümleri olur. Tek mezhebe ba lanmak, saplanıp kalmak tabiriyle
ifade edilmekte ve tek mezhebe ba lılık ayıplanmaktadır. Öyle de il mi Bay Gürta ?
Son paragrafa devam ediyoruz :
« slâm dinî, kıyamete kadar bakî bir din oldu u halde, herhangi bir devirde müslümanların,
yeni durum ve ihtiyaçlar kar ısında sadece geçmi te yapılan ictihadları taklîd ederek,
mü killerini dînin iki kayna ından alacakları hükümlerle çözmemeleri ve böylece bir çıkmaza
sürüklenmeleri kendilerini sorumlu kılar.» S. 39
Dört mezhebde halledilmemi , yeni durum ve ihtiyaçlar nedir? Geçmi te yapılan ictihad demekle
ne denmek isteniyor? Eski imâmlar bugünkü ça daki durumları ne bilsinler mi denmek isteniyor? Hak
olan dört mezhebin hükümleriyle amel edilirse çıkmaza sürüklenirmi . insan.
Ehl-i sünnet âlimleri hükümler koymu lardır. Haraç olunca hak olan di er dört mezhebden birisiyle
amel etmek caizdir. Her mezhebden kolaya gelen hükümleri toplamak yani telfık ise bâtıldır. Tabiî
mezhep taklîd etmenin de bazı artları vardır. Herkes rastgele mezhep taklîd edemez. Dînin iki
kayna ı tabiri kullanılmakta yine icmâdan, kıyastan bahsedilmemektedir.
KÜÇÜK B R KAR ILA TIRMA ba lı ı altında bir ba lık atarak öyle diyorsunuz :
« te ana hatları ile kitabın hülâsası budur. Bu fikirler içerisinde, mezhepsizlik kokusu
ta ıyabilecek durumda olanı, dört mezhepten birine ba lanıp di erlerinden istifadeyi terk
etmeyi kınayan fikirlerdir. Acaba, Türkiye'deki mezhepsizli e ilâç olarak tercüme edilen eserde
bu konuda sayın yazar El Bûti ne dü ünmektedir?» S. 39
Re it Rıza'nın kitabında dört hak mezhebden birine ba lanmak tabiri asla geçmemektedir.
Halbuki Gürta siz, dört mezhepten birine ba lanıp di erlerinden istifade etmemek kınanmakta
diyorsunuz. Yazar Re it Rıza, bir mezhebe ba lanmayı caiz görmemektedir.
Re it Rıza'nın kitabında S. 169 da öyle bir ifade var.
«Adam Muhammedî olmayı bırakıyor da Hanefî veya afiî oluyor.»
Bildi iniz gibi Muhammedî olmamak küfürdür. Mezhepsiz Re it Rıza Hanefî ve afiîleri
Muhammedî olmamakla suçluyor. Daha nasıl mezhepsiz olur?
Bir mezhebi taklîd eden kâfir olur diyen ve ölüleri taklîd etmenin caiz olmadı ında icmâ vardır, gibi
hezeyanlar savuran iîlerin mezhepsizlerinden olan M. Sevkani'ye 175. sayfada «Mutlak bir
müctehiddir, mezhebi bilinen mezheplerin en kuvvetlisi, sözü de en sa lamıdır.» demektedir,
mezhepsiz Re it Rıza.
O Re it Rıza ki, akkulkamer mucizesini inkâr etti i, Musa aleyhisselâma kâhin dedi i Din
Tahripçileri isimli eserde mevcuttur.
Nasıl olur da siz bu mezhepsizi S. 30 da son asır Mısır âlimlerinden merhum diyerek övebilirsiniz?
«Mezhepsizli e ilâç olarak tercüme edilen eser» demekle mezhepsizlik aleyhine yazılan kitap
için alaylı bir ifade kullanıyorsunuz. O kitap acaba size niçin dokunuyor?
Bütün bâtıl cereyanlar aleyhine kitaplar yazılsa, komünistler, Siyonistler, Hıristiyanlar, Yahudiler,
masonlar, vehhâbiler, Kadiyaniler, sapık tarikatlar vesaire aleyhine kitaplar yazılsa biz hiç alınmayız ve
Komünistlik yaygarası diye yapıtlar yazmayız.
Kayapınar Hoca'nın kitabında komünist mi olun denmi . Dinînizi mi terk edin denmi , mezhepsiz
olun mu denmi , ne demi de bu kadar kızıp kitap yazıyorsunuz?
Madem Karaman'ı bu kadar müdafaa ediyorsunuz. Buyurun ona sordu umuz bütün sualleri size
de soruyoruz 25, 29 ve 30. sayılardaki suallerimizi cevaplandırmanızı istiyoruz. Cevaplarınızı
dergimizde ne retmek üzere bekliyoruz.
Diyanetçe ne redilen Mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabında, S. 21 de. nanç itibariyle birbirine
muhalif olan ehl-i sünnet ile ia âlimleri arasında tam bir anla ma vücuda getirilmekten bahsediliyor.
Hiç ia ile ehl-i sünnet uzla ır mı? ia ehl-i sünnet olmadıkça zerre taviz verilmez. Mezhepsiz Re it
Rıza'nın ne yapmak istedi i gizil de ildir. Onu sevenlerinki de gizli de ildir. Hak olan dört mezhebi
kaldırmak. 21. sayfadaki ia ile anla ma ne demek? Bu aual A. Fikrî Yavuz tarafından Karaman'a
sorulmu sa da Karaman cevap vermekten kaçınmı tır. Madem Karaman'a sorulan sualler size de
dokunuyor. O halde buyurun yazdıklarımıza ve Karaman'a yazdıklarımıza cevap verin. Karaman
cevap veremedi i gibi sizde cevap veremezsiniz.
Size sual, dinîmiz noksan mıydı ki? Abduh gibi masonlar, Re it Rıza gibi mezhepsizler dinîmize
ne katkıda bulunmu lardır? Nedir bunların pe inden gitmek? Re it Rıza'nın kitabını tercüme edene
kadar, Ehl-i sünnet âlimi Müceddid-i Elfi Sani Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Farukî Serhendi hazretlerinin
birkaç cildden müte ekkil mektubâtını tercüme etseniz nasıl olur?
NAK LLERDE YAPILAN TAHR FAT ba lı ı altında bakalım ne diyorsunuz? S. 48 de Belge 5
diye gösterdi iniz aslına uygundur. Sadele tiren tarafından iki çizgi arasına Allah'ın korudukları
müstesna ifadesi yerle tirilmi tir. Sadele tiren daha bunun gibi tercümeye birçok ilâveler yapmı tır.
Sadele tirenin yaptı ı ilâveler ekleme ve çıkarmalar suç olmuyor da D. Ali Hoca'nın aslına uygun naklî
suç oluyor. Biz Karaman'ın sadele tirdi i kitabı tenkid etmiyoruz. Akseki'nin tercüme etti i kitabı tenkid
ediyoruz, Bunun bir ucu da Karaman'a dokunuyormu , öteki ucu size dokunuyormu , orası bizi
ilgilendirmez.
Zaten tefrika içinde ya ayan fertlerin imanı da yok demektir ya. Sadele tiren tarafından fertlerden
sonra Allah’ın korudukları müstesna ibaresi eklenmi tir. D. Ali Hoca da aslına sadık kalarak bunu ilâve
etmemi . Edip etmemesi bir ey ifade etmez ki. Kitabı bir bütün olarak dü ünürsek yazarın tefrikadan
muradı dört hak mezhebin mevcudiyetidir. Yazar bundan rahatsız olmaktadır. Yazar diyor ki
mezhepler bulundu u müddetçe, mukallidlerin imanı yoktur. Sadele tiren bu ifadeyi hafifletmek için
Allah'ın korudukları müstesna ibaresini eklemi .
Biz de öyle bir cümle kullansak ne dersiniz?
Zuhr-u ahiri kılmayanların -Allah'ın korudukları müstesna- imanı da yok demektir ya.
Ba ka bir cümle :
Takkesiz namaz kılanların -Allah'ın korudukları müstesna- zaten imanları yok demektir ya.
Allah'ın korudukları ibaresi bu cümleleri hafifletmiyor. Zaten Allahü teâlâ'nın korudukları her
zaman müstesnadır. Allahü teâlâ'nın izni olmadan kimse kurtulamaz.
Bunu tahrifat olarak göstermeniz a kınlık alâmetidir. Türkiye'de mezhepsizli in olmadı ını nasıl
isbat edelim diyerek noktaya virgüle kadar hata aramaya ba lamı sınız.
Belge 7 diye sundu unuz yazı da aynı telâ ın mahsûlüdür. öyle ki, din vâz'ı ( âri) kelimesinden
Allah kelimesi yazılmı tır. Bilindi i gibi din vâz'ı yalnız Allahü teâlâ'dır. Hadîs-i erîfler Allahü teâlâ'nın
emirlerinin açıklanmasidir.
Keza müctehid imâmların ictihadları da Kitâb ve Sünnetin erhi durumundadır. u halde âri
ba ta Allahü teâlâ oluyor. Sonra Kâinatın Efendisi, sonra da Müctehid imâmlar. Müctehid imâmların
koydu u hükümler Allahü teâlâ'nın koydu u hükümler gibidir. Onların harâm kıldı ı harâmdır, helâl
kıldıkları helâldir.
Türkiye'de hangi mezhepsiz yaptı ı amellerin Kitab ve Sünnetten delilini bilmektedir?
Din vâz'ı zannetmesinler ne demektir? Din koyucusu zannetmesinler demek de il midir? Elbette
müctehid imâmlar din vâz'ıdırlar. te mezhepsiz Re it Rıza bunu kabul etmemektedir, acaba siz kabul
ediyor musunuz? âri kelimesini Allah veya Peygamber olarak izah edilse manâda ne de i me olur?
S. 50 de din vâz'ından kasıt Peygamber aleyhisselâm oldu unu yazıyorsunuz. Diyelim ki sizin
dedi iniz gibidir, peki bir kimsenin kendini Peygamber zannetmesi, Allah zannetmesi gibi küfür de il
midir? âri kelimesinden sonra, Allah veya Peygamber konulmu olmasında manâ bakımından ifade
etti i hüküm bakımından acaba bir de i iklik olur mu? Olmadı ına göre nedir sizdeki bu telâ ?
Evet tahrifata üç tane misal verdiniz hiç birisi görüldü ü gibi tahrifatla alâkası yoktur.
Size soruyoruz, Re it Rıza dört hak mezhepten birisine mensup mudur? tikadda ehl-i sünnet
midir, yoksa Selefî midir? Bugünkü Selefîlik bn-i Teymiyye'nin yoludur. Dört hak mezhebi kabul
etmeyen mezhepsizlerin yoludur. Selef-i sâlihîn ba ka, Selefîlik ba kadır.
Merak etti imiz husus udur, mezhebi olmayan bir Re it Rıza'yı acaba niçin müdafaa edersiniz?
S. 53 de mütercim tarafından yazılan 21-22. sayfalardan nakil yapmı sınız. Aynı sayfalardan nakil
yaparak Karaman'a sual sorduk tabiî tıss, cevap yok.
Aynı sayfadan Karaman'a sormadı ımız bir suali de size soralım S. 53 de mütercim diyor ki:
«Madem ki, mezhep imâmları hakkında HEPS RESULÜLLAHTAN ALMI TIR diyoruz o
halde ümmetin iyilik ve menfaati nerede ise onu almamız lâzımdır.»
Alttaki satırlarda da izah edildi i gibi, u mezhepteki u hüküm ümmetin menfaatinedir. Öteki
mezhepteki u hüküm ümmetin iyili ini emretmektedir, onu alalım. u ümmetin iyili ine de ildir, onu
atalım, öteki bugünün artlarına uymaz, bunu kaldıralım. Evet böyle bir harekete mezhepsizlik denir.
Fıkhî tabiri buna TELFIK denir ki bu da icma-i ümmet ile bâtıldır.
Vesikası Karaman'a verdi imiz cevapta vardır. Bir mezhepteki bir insan zorluk olmadıkça ba ka
mezhebin hükmü ile amel ederse mülhid olaca ını ikinci binin yenileyicisi mâm-ı Rabbânî hazretleri
Mebde ve Mead risalesinde bildirmektedirler.
Mezheplerdeki bir hükmün iyi veya ümmetin menfaatina .uygun olup olmadı ını, kimler tayin ve
tesbit edecektir? Dört mezhebin dört büyük imâmını kimler imtihan edecek ve u içtihâdın ümmetin
menfaatına uygun de ildir diyecektir?
Karaman bu sualin cevabını ZARUR CEVAP isimli bro üründe açıklamı . Ve öyle diyor
Karaman : Tavaf esnasında çok kalabalık oluyor. Kadınlar erkeklere dokunuyor, afiî mezhebinde ise
kadına dokununca abdest bozulur. Burada Hanefiyi taklîd etmekte ümmetin menfaati vardır. Bu
mealde bir ifadesi vardır.
Sonra ilâve ediyor. « afiî mezhebinde mahreme dokununca da abdest bozulur» diyor.
Karaman iî evkâni ve mason Abduhun kitapları ile fazla me gul oldu u için mahrem kadınların
afiîde abdesti bozmayaca ını ö renmeye vakit bulamamı , kafadan atıvermi , tutmazsa ne olacak?
Hiç içtihâdı hata der geçer gider. Halbuki bunun vebali büyüktür.
Karaman kadın erkek karı ık tavaf yapılamıyaca ını da bilememektedir. Bir insan sadece
mahremleri ile ve bir de helâli ile tavaf edebilir ancak. Ba ka kadınlarla sıkı ık durması, onlara
dokunması harâmdır. Günahların en büyü ü camide, Kâbe'de i lenen günâhlardır. Bu bakımdan tenha
vakit olmadıkça kadınlar tavaf edemez. Fıkıhta kaide vardır. Mezhepsizlere fıkıh senet olmaz ya onlar
Kitap ve Sünnetten delil isterler ya biz yine fıkıhtan misal verelim. Harâmla farz çarpı ınca, yani bir
farzı harâm i lemek suretiyle yapmak mecburiyeti do unca, o farz yapılmaz. Bir kadın da harâm
i leyerek hac farizasını yapamaz. Hanefide bir kadın mahremsiz olarak ve kocası olmadan Hacca
gidemez. Hacca gitmesi farzdır, fakat mahremsiz gitmesi harâm oldu u için harâm i leyerek Hacca
gidemez.
Mütercim, 21. sayfadaki ifadeleri için tövbe etmemi se ve affa da u ramamı sa mâm-ı Rabbânî
hazretlerinin buyurdu u gibi mülhid olmu olur. Biz mezhepsizler gibi kafadan hüküm vermiyoruz,
senet âlimlerden nakil yapıyoruz.
S. 57 de Mütercim Mezhepsiz Re it Rıza'nın dinî ıslâhattaki maksadını anlatmaktadır. öyle
diyormu Re it Rıza :
«Dinî ıslâhattan maksadımız, dinî korumak, müslümanların din ile amel etmelerini ve bir
gaye etrafında toplanmalarını sa lamaktır.»
Siz de bu cümleleri iyi bir eymi gibi yapıtınıza almı sınız. Re it Rıza'nın ne demek istedi i gizli
de ildir. Bir insan bir mezhebe ba lı olup onun hükümleriyle amel ederse dîni korumu , din ile amel
etmi ve bir gaye etrafında toplanmı olmaz mı?
Mezhepsizin maksadı, mezhepler birle irse, ona göre slâm bir noktaya cem edilmi olur ve bir
gaye etrafında toplanılmı olur. Dört mezhep bulundu u müddetçe bir gaye etrafında toplanmak
mümkün müdür? O halde mezhepleri birle tirelim, telfık yapalım. Zaten bunu Karaman da yapmak
istedi ini alenen açıklamı tır. u mezhebin urası islâm'ın rûhuna daha uygundur, diyerek mezhep
imâmlarını kontrol durumuna geçmi tir. nanmayan bir mezhepsiz çıkarsa, bizzat Karaman tarafından
yazılan ZARUR CEVAP isimli bro ürü okuyabilirler.
TERCÜME HATALARI ba lı ı altında bakalım neler yazmı sınız?
Bid'at yerine fitne demenin hatâ oldu unu söylüyorsunuz. Kelime olarak hatâ olabilir. Mezhepsizlik
bid'atindeki mânâ bakımından fitne kelimesi çok uygundur. Sayın el-Bûti mezhepsizli i bid'at olarak
göstermi , biz ise mezhepsizli i büyük ve korkunç bir fitne olarak görüyoruz. Acaba siz nasıl
görüyorsunuz ki? Kitaptaki her bid'at fitne olarak yazılmamı ki, sadece ba taki ifade öyle yazılmı ki
bu da maksada uygundur. Daha önce de dedi imiz gibi Muslih ile mukallidin konu ması ismi iki defa
isim de i tirdi i halde ona bir ey yok, okul arkadı ınız mezhepsizli i kurcaladı ı için kitabının her
harfinde hata aramaya ba lamı sınız. Bir kitabın ismini de i tirmek Abduhu sevenlere göre yanlı
olmuyor da sevmeyenlere göre yanlı mı oluyor? Lütfen cevap verin.
Neymi efendim, edillâ yerine dilâ olarak tercüme edilmi , mezhepsiz Re it Rıza'nın Muslih ile
Mukallidi tercüme edilirken birçok hatâlar yapılmı , bunu, Sadreddin Yüksel Hoca vesikaları ile
açıklamı tır. Bunları görmeyip de D. Ali Hoca'ya yüklenmenizin sebebini anlıyamadık. D. Ali Hoca'nın
tercüme hatâsı acaba Karaman'ın abdestin bozulmadı ı halde bozulaca ını söylemesi kadar büyük
hatâ mıdır? Fıkhî bir mevzudaki hata, konu madaki hata gibi midir? Hakkı ta ıyıcı, hakka götürücü
yerine, hakkı ta ıyan kovalar demek büyük bir hatâ mıdır? Böyle demekle dinîmize ne noksanlık gelir?
Ama Karaman'ın söyledi i ekilde hareket edilirse dinîmize noksanlık gelir, mâm-ı afiî gibi büyük bir
âlimin içtihâdı mülga duruma dü er. Tarafsızlık her iki taraftaki hatayı da görebilmektir.
Tercüme hatalarından kasıt, mütercimin fazla bir Arabca bilmedi ini ima etmek demektir. Diyelim
ki, mütercim hiç Arabca bilmiyor. Onun tercüme etti i eserde sizin alıp veremedi iniz nedir? Türkiye'de
tek komünist olsa, komünizm aleyhine kitap yazılsa, bu kitap aleyhine ne re girmek hangi müslüman
için uygun olur?
Türkiye'de tek mezhepsiz olsa, mezhepsizlik aleyhine kitap yazılsa bu kitap takdire mi vesile
olmalıdır, yoksa tenkide mi? Siz niçin takdir yerine tenkid ediyorsunuz? Kitapta hatâlar bulunabilir. ELBÛTÎ'nin de hatası olabilir.
A. Fikrî Yavuz, Karaman'a bir reddiye yazmı , bizce hatalı olan yerlerini gösterdik ama Yavuz'un
bu hareketinden memnun olduk. Siz gerçekten mezhepsizli e kar ı iseniz, D. Ali Hoca'nın
te ebbüsünden memnun olmanız gerekirdi.
S. 64 te öyle yazıyorsunuz:
«Hem bu eserin, hem de bu eserin reddiye olarak yazıldı ı risâlenin dilimize
kazandırılmasının faydalı olaca ına da inanıyorum.)»
Mezhepsizlik lehinde yazılmı bir kitap ile buna yazılmı reddiye, tersine mezhepsizlik aleyhine
yazılmı bir kitap ile bunun aleyhine yazılmı bir reddiye dü ünün. kisinin de faydalı olması mümkün
müdür? Biri hakkı, di eri bâtılı anlatmaktadır. Hakkı anlatanda hata varsa düzeltilir. Bâtılı anlatanın
içinde do ru varsa da muteber olmaz. Karl Marks, evkâni, Abduh gibi bâtıl kimselerin sözleri
arasında da do ru bulunabilir. Ama do ru onların kitaplarından ö renilmez. Do ru mukallid için tek
hatası olmayan mezhep imâmlarından, veya mezhepdeki müctehidlerden ö renilir. Mezhep
imâmlarının neden tek hatası bulunmadı ı Karaman'a verdi imiz cevapta mevcuttur.
Yine S. 64 te diyorsunuz ki: « frata varan tarafları iyi ayıklanabilirse her iki kitabın bir çok
faydalar ihtiva etti i de muhakkaktır.»
frat ve tefrîti kim neye göre ayıklıyabilir? Elimizde bir ölçü olması lâzımdır. Bize göre o ölçü ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdikleridir. Size göre ise Kitab ve Sünnettir, öyle de il mi? O kitaba el atıldı ı için
72 sapık mezhep meydana gelmedi mi? Bir eyin do ru veya yanlı oldu unu hak olan mezhebimize
göre ölçmek art de il mi?
çinde ifrat olan kitap okunabilir mi? Okunabilirse kim okuyabilir? frat ve tefriti ayıklıyabilmek için,
kitap yazandan üstün bilgiye sahip olmak lâzımdır. frat ve tefritleri de yine ehl-i sünnet âlimlerinin
ölçülerine göre, bu ifrattır, bu tefrittir demek lâzımdır. Abduha göre ifrattır, Efganiye göre tefrittir. Veya
Kitaba ve Sünnete göre ifrattır veya tefrittir demeye hakkımız yoktur. Kendi bilgimize göre yazmaya ise
hiç hakkımız yoktur.
çinde ifrat ve tefriti bulunan kitabı okumak gerekir mi? Size göre gerekiyor ve faydalı oluyor. Bize
göre ise uygun de ildir. Niçin? O kitaptaki ifrat ve tefritleri bilebiliyorsak zaten o kitabı okumaya
ihtiyacımız yoktur. Bilemiyorsak maazallah sapıtıp gideriz. Böyle içinde hata olan kitapları nasıl tavsiye
edersiniz? çinde hata olan kitap okunmaz. Ancak reddiye yazmak için okunur. Faydalanmak için
okunmaz. Müctehid olan slâm âlimlerinin kitaplarında tek hataları yoktur. Neden olmadı ı Karaman'a
verdi imiz cevapta mevcuttur. Size kopya verelim, onlar da insan onlar da hata edebilir diyerek
Karaman gibi apaçık bir hatanın içine dü memenizi tavsiye ederiz.
YAYGARANIN HEDEFLER bölümünde neler diyorsunuz?
Falanca demek mezunlarından birkaç ki i, bu kitap zararlı de ildir demi , bu kitap zararlı
olmadı ına göre bu kitap aleyhinde yazıp çizenlerin gizli bir maksatları bulunmu olmalıdır. Oh ne âlâ
hem savcı, hem hâkim durumundasınız. Kitabın içinde suç bulunmadı ını siz ve arkada larınız
söylüyor. Buna göre kararı da siz veriyorsunuz. Biz içinde azim hataların bulundu unu isbât ediyoruz.
Bizimki nazar-ı itibare alınmıyor, kendi fikrînize göre karar veriyorsunuz.
Neymi efendim, Süleymancıların imam-hatip dü manlı ından ileri gelen bir hareketmi . Karaman
bir ibni Abidinî tercüme etse acaba onu da tenkid ederler mi? Samimiyet burada belli olur. Mısır'lı
mezhepsizlerin kitapları de il de Ehl-i sünnete mensup fakihlerin kitapları tercüme edilse acaba ona da
kar ı gelirler mi? Karaman'ın hemen hemen bütün kitaplarında kaynak olarak bni Teymiyye yer
almaktadır. bni Teymiyye gibi bir mezhepsizin kitaplarından nakil yapılmasa dînimiz noksan mı olur?
Hâ â dinimizde noksan vardı da bni Teymiyye ve mezhepsiz talebeleri mi tamamladı?
Yaygaranın hedefleri arasında ikinci sebep olarak kitaptan para kazanmak dü ünüldü ünü
söylüyorsunuz. Bunun cevabını daha önce vermi tik.
Belge 12 de, S. 68 de belirtti iniz hususlar da bir gerçe i gizlemektedir.
urası bir gerçektir. Her fikir sahipleri kendi taraftarlarının i ba ında bulunmalarını isterler ve
ellerinden gelen gayretleri gösterirler. Her çe it hileye ba vururlar, hile yaparken hilelerini de kanuna
uydurmaya çalı ırlar.
Bunun apaçık bir misalini biz verelim. Aydın Fikirler Kulübünü ehl-i sünnet taraftarlarının elinde
tutabilmek için, bizi destekleyen ne kadar adam varsa onların hepsini üye kaydettik. Meseleyi
kendilerine anlattık. Böylece Aydın Fikirler Kulübünün idaresini elimize geçirdik. Bunu yaparken de
kanuna uygun yaptık. Mezhepsizler kendi açılarından bizi tenkid etmeye hakları vardır. ba larına
kendi adamlarınızı getirdiniz diyebilirler. Biz bu hareketimizin dinimize ve kanunlara uygun oldu unu
biliyoruz. Bu bakımdan ba kalarının tenkidi mühim de ildir.
u da bir gerçektir ki, selefî me repti bir çok ö retmen, asistan imtihanı kazanmı tır,
kazandırılmı tır, mezhepsizli e reddiye yazanlar, kazandırılmamı tır. Bu i lerde kanuna
uydurulmu tur. Kanunen bir ey demeye hakkımız yoktur. Ancak gerçekleri gizlemek de size fayda
sa lamaz. Solcu bir bilirki inin müslüman için verdi i bir raporla, sa cı bir ehl-i vukufun verdi i rapor
arasında üphesiz oldukça fark bulunur. Siz ne kadar gizlerseniz gizleyin, selefî me replilerin
imtihanları kazandı ı veya kazandırıldı ı ve bu i lerin kanuna da uyduruldu u bir gerçektir. Çorum'dan
bile Karaman taraftarı ve Hazret-i Muaviye radiyallahü anh'a dü man olan ki iler imtihanı kazanarak
gittiler. Bu gerçe i D. Ali Hoca'nın yazmı olması bir suç mudur? Türkiye'de ne dolapların çevirildi ini
biz biliriz, siz de bilirsiniz, bu bakımdan bize de mi lolo?
Gördü ünüz gibi a kınlık içinde neleri tenkid edece inizi a ırıyorsunuz.
D. Ali Hocanın haklı bir tenkidini adetâ belge olarak önümüze sunmu sunuz.
u bir gerçektir ki bazı müesseseler bazı fikrîyata mensup ki ilerin elindedir. Meselâ Ziraat
Mühendisleri odası sa cıların elindedir. Ziraatçılar Cemiyeti solcuların elindedir. Her iki grupta kanuna
uydurup o makama geldiler. Siz o kö eleri tutarsınız da biz bo mu dururuz, biz de gücümüzün yetti i
kö eleri tutarız. Bunu siz gizliyorsunuz ama biz gizlemiyoruz, çünkü mızrak çuvala sı maz, güne
balçıkla sıvanmaz. Selefî me repliler te kilâtı ele geçirmedi deseniz kim inanır? Böyle basit meseleleri
kitaba yazmaya de mezdi. Anla ılan kitabın tesirini yok etmek için elinizden gelen her çareye
ba vurmu sunuz.
Yaygaranın hedefleri bölümünün üçüncü maddesinde MTTB ve Milli F K R'in D. Ali Hocanın
kitabını tavsiye etti i için i in içinde maddî ve siyasî menfaat aramanız tamamen bir iftira ve yalandır.
Isbat edemedi iniz müddetçe müfteri olarak tarihe geçeceksiniz.
MTTB Kocaeli te kilâtı tarafından çıkarılan Kaynaklara DÖNÜ isimli gazete mâm-Hatip
ö rencileri tarafından organize edilmektedir. D. Ali Hoca'nın kitabını tavsiye eden yazar Ali Nar ise bir
mâm-Hatip ö retmenidir.
S. 72de öyle bir hükme varıyorsunuz:
«Bu yayınlar açıkça göstermektedir ki, mezhepsizlik meselesi, dinî ve ilmî olmaktan uzak,
sadece maddî ve bu meyanda siyasî menfaatler u runa körüklenen bir iftira ve yakı tırmadan
ibarettir.»
Bay Gürta , cümlenizi aynen aldık. Bu hükmünüz, Kaynaklara DÖNÜ Gazetesi Ve Millî F K R ile
ilgilidir. Çünkü onlardan bahsettikten sonra bu hükme varıyorsunuz.
Önce unu söyleyelim ki gerek Kaynaklara DÖNÜ ve gerekse Millî F K R, kanunen siyaset
yapmayan bir te ekkülün yayın vasıtasıdır. Buna ra men MTTB ve Aydın Fikirler Kulübünün tamamen
siyasetle u ra tı ını kabul etsek bile mezhepsizli i tenkid etmemizde maddî ve siyasî menfaat
neresindedir? Kime ne iftira etmi iz, bunu açıklamazsanız müfteri oldu unuzu ne retmeye
devamda kararlıyız. Gerek Aydın Fikirlerin ve gerekse MTTB'nin kâr gayesi yoktur. Maddî menfaat
söz konusu edilemez. Gelirleri derne e aittir. ahıslar bundan istifade edemez. Hattâ yazarları ücretsiz
çalı maktadır. Gürta , bu bakımdan bizlere yaptı ınız çirkin bir iftiradır.
Batı hayranları daima dinîn ilimden, irfandan ayrı oldu unu iddia ederler. Bunun için dinî ve ilmî
derler. Halbuki din, kâinatı kaplamı tır. Bâtı hayranlarının anladı ı ekilde dinî ve ilmî demek dînin
mahiyetinden habersiz olmayı gerektirir. Dinîn içine ilim, edebiyat, fen, yani aklî ve naklî bilgiler girer.
Din bütün ilimlerin ba ıdır. Bu bakımdan dinî ve ilmî tabirini kullanmanız uygun de ildir. Bir sohbet
toplantısı ba lı ı altında S. 73 de Karaman'ın sabır ve dirâyeti sayesinde hiç bir sorunun cevapsız
kalmadı ını ve hiç bir olay çıkmadan sohbetin sona erdirildi inden bahsediyorsunuz. Ne saklayalım,
okuyunca güldük. Zira biz de Aydın Fikirlerde sohbet toplantıları yaparız, her soruyu cevaplandırır,
hadisesiz da ılırız. Bu bir marifet de ildir ki onu âleme duyuralım.
Karaman her ne kadar sizin arkada ınız ise de bizim de hem erimiz olur. Biliriz onu. ine
gelmeyen suallere cevap vermez. Çorum'da Hazret-i Muaviye radiyallahü anh hakkındaki bir Hoca
Efendinin sualini cevapsız bırakmı tır. Keza A. Fikrî Yavuz tarafından sorulan ia ile Ehl-i sünnet nasıl
birle ir sualini cevapsız bırakmı tır. Keza bizim yüzlerce ciddî suallerimizi cevapsız bırakmı tır. Bir
toplantıda yapılan bir konu manın meziyet gibi gösterilmesinden ne fayda bekleniyor ki?
S. 47 de Karaman'ın mezhebinin itikadda Mâturidî, amelde ise Hanefî oldu u zikredilmektedir. 25.
sayımızda mezhebinin Hanefî olmadı ını vesikalarla isbat eyledik. Bilindi i gibi amelde dört hak
mezhep vardır. tikadda tek hak mezhep vardır. Ona Ehl-i Sünnet velcemaat denir. mâm-ı Mâturidi ve
mâm-ı E 'ari itikad mâmlarımızdandır. tikadda ayrılık olmaz. . Mâturidi ile . E 'ari arasında cüz'i bir
ayrılık vardır ki Ehl-i sünnet âlimleri bu kadarına müsaade etmi lerdir. Hiç bir kitapta benim itikadda
mezhebim Mâtûridi denmez. Hep Ehl-i sünnet velcemaat olarak geçer.
Bir talebenin bilmeyerek veya yanlı lıkla mâm-ı Azam'ın, mâm-ı afiî'den sonra geldi ini
söyledi ini yazıyorsunuz. Biz orada de ildik söylemi olabilir, demek ki gençlere ilmîhal bilgileri bile
do ru dürüst ö retilmedi i halde müctehid gibi ahkâm kesmeleri ö retiliyor. Kim ö retiyormu diye
sormanıza lüzum yok, 25. sayımızda vesikası vardır. Aynı gençlere Karaman, Kitab ve Sünnetten
hüküm çıkarmalarını tavsiye etmektedir.
O gencin sordu u sualde mâm-ı A'zamla, mâm-ı afiî yer de i tirseydi ki murat da öyle idi,
cevabı nasıl verilmi tir, onu yazmamı sınız. simler yer de i tirerek aynı suali size soruyoruz.
Bir gencin bazı cümleleri kırparak aldı ını söyledi iniz satırları aynen alıyoruz: S. 74 ve 75 de
öyle yazıyorsunuz:
«Nesil Dergisinin üçüncü sayısının 14-15 sayfalarında yer alan bu cümleleri hep birlikte
okuyalım:
« bn Hazm, bn Teymiyye, Muhammed b. Abdülvehhab gibi âlimler, vehhâbiler,
Kadızadeliler gibi gruplar müslümanları sünnet yolunda birle tirmek ve bid'atleri ortadan
kaldırmak için mücadele bayra ını açmı lardır. Ancak mücadele usûlleri çok sert ve kırıcı
oldu u için müsbet netice alamamı , bid'atçîlerin taassubunu körüklemi , birle tirme yerine
ayrılmalara, sünnete ba lamak yerine ondan uzakla malara sebep olmu lardır.
«Demek ki bu bir grup genç, cümleleri ba tan sondan kırparak manayı bir ku a çevirme ve
böylece suçlu duruma dü ürülen hasma yüklenme takti inde yeti tirilerek oraya
gönderilmi lerdir.»
Gürta , cümleleri aynen aldık mı? Yapıtınızı elinize alıp bir kontrol edin. Ondan sonra da bizi
dinleyin.
lkönce burada bir su-i zan vardır. Gençleri oraya birisinin gönderdi i zannı. Su-i zan harâm de il
midir? Sonra cümleleri kırpma mevzuu da enteresandır. Kırpmaya lüzum yok ki... O satırlar tamamen
ehl-i sünnete aykırıdır. öyle ki, orada sayılan üç ki inin hiç birisi ehl-i sünnet de ildir. Bu üç ki iyle
vehhâbiler müslümanları sünnet yolunda de il, bid'at yolunda birle tirmek için çalı mı lardır.
Vehhâbili in zındıklık oldu u delil olarak bize sundu unuz Nimet-i slâm kitabında yazılıdır. Kendinizin
delil olarak sundu u kitabı kabul etmezseniz artık size ne diyebiliriz? Böylece de samimiyet
durumunuz tescillenmi olur. Hiç zındıklar sünnet yolunda çalı ır mı? Bu kadar gaflet ve dalâlet olur
mu? bni Teymiyye'nin ehl-i sünnet olmadı ını 25. sayımızda bildirmi tik. bn-i Teymiyye gibi bir sapık
nasıl olur da sünnet yolunda çalı ır, mezhepsizlik bid'atini ilk çıkaran bni Teymiyye nasıl olur da
bid'atle sava ır? bni Teymiyye'nin cihete kail olması, ar ın nev'an kıdemine kani bulunması sünnet
midir, bid'at midir? Muhiddin-i Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine kâfir damgasını vurması
sünnet midir, bid'at midir? bni Hazm da onun yolundan giden selefiyeci bir sapıktır. Bu üç sapık nasıl
olur da sapıklıkları zikredilmeden sünnete çalı tıkları iddia edilebilir? Haydi Karaman bu üç sapı ı
sevdi i için ve kitablarına onlardan delil getirdi i için bu üç sapı ı övebilir. Fakat siz ne diye bunların
bu sapıklıklarını hiç görmek istemiyorsunuz? Muhalfarz Rıza-i ilâhi için Karaman'a avukatlık yaptı ınızı
kabul ederek soruyoruz, bu üç sapık bize ne vermi de hep bunlardan bahsediyorsunuz?
S. 76 da öyle bir temennide bulunuyorsunuz:
«Temenni ederiz ki gerçekler anlatılınca, ara tırılıp ortaya çıkarılınca kimse hatada israr
etmesin ve bu gençler güçlerini, kendilerini yanlı yollara sevkederek çe itli menfaatler
sa lamaya çalı anları do ru yola sokmak için sarfetsinler.»
Evet aynı temenniyi biz yapıyoruz. Vehhâbili in, yukarıda bildirilen üç sapı ın yolları bellidir, tek
cümle ile bunlar sapıktır. Artık bunlar bize hüccet olarak gösterilmemelidir. Bilmedi inizi kabul ederek
gerçekleri size anlattık, in aallah bundan sonra Abduhları, bni Teymiyyeleri sevenleri de il de dört hak
mezhebi kabul edip, onlardan birisine ittiba edenleri müdafaa edersiniz.
Çorum'da Karaman'ı sevenler Eshâb-ı kirâma dü mandırlar. Bilhassa Hazret-i Muaviye
radiyallahü anh'ı sevmezler, acaba siz sever misiniz?
S. 77de NET CE bölümünde öyle diyorsunuz:
«Türkiye'de mezhepsizlik denebilecek herhangi bir fikir ve cereyan mevcut de ildir.»
u anda elimizde «Modern Problemler Kar ısında slâm Hukuku» isimli bir kitapçık var.
Yazarları ne idü ü bellisiz veya ne idü ü belli üç ki i ile di er yazar ve mütercimi Hayrettin
Karaman'dır.
Mahmasânî tarafından yazılan ve Karaman tarafından tercüme edilip piyasaya sürülen bölümünü
birlikte inceleyelim. S. 46'da Geri kalı sebepleri ve çareler gösterilmektedir. Neymi bunlar, niçin geri
kalmı ız, eller aya giderken biz niçin yaya kalmı ız ve çaresi ne imi ö renelim.
Mahmasânî isimli mezhepsiz diyor ki, ictihad kapısı kapatıldı, ilim ihmal edildi ve geri kaldık.
S. 447 de Sünnî fukahanın ictihad kapısının kapanmasında ittifak yani CMA ettikleri ve dört hak
mezheple iktifa ettiklerini yana yakıla yazdıktan sonra, iî âlimleri ile me hur mezhepsizlerden bni
Teymiyye, talebesi bnül kayyim, mason Abduh, ngiliz casusu mason ve mezhepsiz Efgani ve zındık
oldu u sizin bize tavsiye etti iniz Hacı Zihni Efendi tarafından belgelenen Muhammed b. Abdulvehhab
gibi sapıklar ictihad kapısının kapanma i ine itiraz etmi ler. Mezhepsiz Mahmasânî bu sapıklara
MÜCEDD D ünvanını yakı tırmı .
Evet içlerinde tek ehl-i sünnet âlimi yok, bu sapıklara nasıl MÜCEDD D denir? Ve bu kitap nasıl
olur da Türkiyede serbestçe piyasada satılır da siz Mezhepsiz olmadı ınızı iddia etti iniz halde böyle
bir kitaba kar ı çıkmazsınız da mezhepsizlik aleyhindeki bir kitaba saldırırsınız? Bu kitapda bu sapık
kimseler Müceddid olarak gençli in önüne seriliyor. mâm-ı Rabbânî gibi bir MÜCEDD D tavsiye
edilmiyor da mason oldukları kat'i olarak bilinen ve hattâ Karaman tarafından da itiraf edilen bu
kimseler ve zındıklık oldu u belli olan vehhâbili in kurucusu M. B. Abdulvehhab nasıl müceddid olarak
gösterilir? Bu sapıklar mezheplere dü mandır. Bunlar mezhepsizdir. Bunların reklâmının yapılması
mezhepsizlik de il de nedir? Ortaya çıkan ahıslar Mevdûdî gibi BEN MEZHEPS Z M diye mi
çıksınlar? Komünist bile ben komünistim diye ortaya çıkmıyor. Kalle mezhepsizler, mezhepsiz
olduklarını itiraf etmekten çekiniyorlar. Fakat slâm'ın bir noktaya cem'i diye dört mezhebi telfık etmek
istiyorlar, birle tirmek istiyorlar. Bunlar mezhepsizlik de il de nedir? Karaman'ın sadele tirdi i kitabın
asıl adı, yani mütercim tarafından konulan adı neydi? MEZAH B N TELFIKI VE SLÂM'
IN B R
NOKTAYA CEM' de il miydi? Bu ne demektir? Mezhepleri telfık ederek slâm'ı bir noktaya cem
edelim demek de il midir? Sırf böyle bir isim Türkiye'de mezhepsizli in bulundu una delil te kil etmez
mi?
da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri» adını
Karaman kurnazlık ederek kitabın ismini de i tirerek « slâm'
koyuyor.
O zamanki toy mütercim A. Hamdi Akseki, mezhepsizlik hastalı ına iddetli bir ekilde
yakalandı ı için, mezheplerin dört tane olu unu da ınıklık kabul ediyor telfık ederek bir noktaya cem
etmek istedi ini alenen söylüyor ve kitaba bu ismi veriyor. Karaman kurnaz oldu u için bunu biraz
kamufle etmeyi dü ünüyor aynı manayı ba ka taraftan söylüyor. slâm'ın bir noktaya cem'i demiyor
da slâm'da birlik diyor. Sanki dört hak mezhep olunca birlik olmuyormu . srarla dört hak mezhep
tabirini kullanmaktan çekiniyor ve Fıkıh mezhepleri tabirini kullanıyor. Niçin dört hak mezhep tabirini
kullanmıyor, Karaman'a göre ba ka hak mezhep de mi var diye dü ündük. Baktık ki Karamam
zındıklık oldu u ehl-i ilimce ve Hacı Zihni Efendi tarafından açıklanan vehhâbili e sünnî mezhep
demesin mi?
Size soruyorum, zındıklı a sünnî bir mezhep diyen kimsenin fıkıhtaki yeri nedir? «Küfre rıza
küfür» düsturunu kabul ediyor musunuz? Muhiddin Arabi gibi tasavvuf büyüklerine KÂF R demekten
çekinmeyen bni Teymiyye'ye Mutlak müctehid diyen Karaman'ın durumu nedir?
Soruyoruz size, zındıklık olan vehhâbili i sünnî bir mezhep olarak takdim ve tavsiye etmekle
avukatlı ını yaptı ınız arkada ınız ne beklemektedir? Vehhâbilikle bir ilgisi yoksa Hacı Zihni Efendinin
dedi i gibi zındıklı ını niçin söylemiyor? Bir yerden korkusu mu var yoksa? Zındıklı a Sünnîlik demek
veya Sünnîli e zındıklık demek küfür de il midir? Sünnî âlimler yani ehl-i sünnet âlimleri dururken bu
mezhepsizleri, zındıkları, masonları, Abdülhamid Han hazretlerine pusu kuran Efgani isimli mason
köpe ini takdim etmekte ne fayda umuyorsunuz? Dinîmize bunlar ne ilâve etmi lerdir? Niçin hep bu
mezhepsizlerden nakil yapıyorsunuz? Bu mezhepsizlerin kitaplarını tercüme etmekle neye hizmet
etti inizi gizlemeden açıklamanızı istiyoruz. Böyle mezhepsizlerin kitaplarını tercüme etmekle ehl-i
sünnet âlimleri unutturulmak mı isteniyor? Neden bir Kuduri tercüme edilmez de Mezhepsiz
Mahmâsânî'nin saçmaları tercüme edilir? Bu sualler yeni sorulmuyor, fakat Karaman i ine gelen
kimselere ve i ine gelen suallere cevap vermekle yetinmi tir. Karaman cevap vermeye mecbur
de ildir. Siz de mecbur de ilsiniz. Ancak dinîmizi içten yıkmaya çalı an vehhâbi ve mason u aklarını
tesbit etmek için bu suallerin mutlaka cevaplandırılması gerekir. Böylece sizin de samimiyetsiz olup
olmadı ınız meydana çıkar.
Karaman'ın tercüme etti i kitapta Mezhepsiz Mahmasânî ne diyor, iî âlimleri ile müceddid âlimler
diyor. iî âlimleri bize hüccet midir? Akseki'nin toylu unda söyledi i gibi iîlerle ehl-i sünnet
birle tirilmek mi isteniyor? Mezhepler telfık edilirse, bu arada iîlerin görü leri de alınır, mezhepsizlere
göre slâm bir noktaya cem edilmi olur. Gürta siz de mi böyle dü ünüyorsunuz? Dü ünmüyorsanız
niçin Türkiye'de serbestçe satılan ve iî âlimlerini hüccet gibi gösteren bu kitaba reaksiyon
göstermediniz de mezhepsizler aleyhine ne redilen bir kitaba cevap vermeye kalktınız? Samimi insan
iîleri tenkid eder, ehl-i sünnet olan, ehl-i sünnet olmayanı tenkid eder. Siz ise iîleri hüccet gibi
gösteren bu kitabı de il de mezhepsiz-ligi tenkid eden bir kitaba reddiye yazmaktaki maksadınız
nedir?
Birisi çıksa Ahmet Gürta komünistli i yaymaya çalı ıyor dese ve bu hususta bir de kitap yazsa.
Sizin yapaca ınız i , «komünistlik kötüdür, liderleri kötüdür, benim komünistlikle ilgim yok»
demeniz gerekmez mi? Türkiye'de komünist yok derseniz, söylendi ine göre Rusya'da varmı ,
derseniz ve hiç bir komünist lideri kötülemezseniz o zaman sizin komünist oldu unuzdan haklı olarak
üphe etmemiz gerekmez mi? Siz çıktınız, Türkiye'de mezhepsizlik hareketi yoktur, söylendi ine göre
Suriye'de varmı . Ve hiç bir mezhepsiz lideri tenkid etmiyorsunuz. Hal böyle olunca bizim aklımıza
bazı sualler gelmez mi? Bu adam vehhâbili i niçin kötülemiyor, hattâ müdafaa ediyor. Arkada ınız
Sünnî mezhep diyor siz de arkada ınızı müdafaa etmekle vehhâbili i müdafaa etmi olmuyor
musunuz? Kısaca siz de mezhepsiz de il misiniz?
E er siz mezhepsizli e samimi olarak kar ı iseniz, mezhepsizli in liderleri aleyhine yazı
yazmanız lâzımdır. slâm Enstitüsü mezunu Sayın Sadık Albayrak nasıl Efgani köpe i hakkında yazı
yazmı sa ve Peygamberlik sanatlardan bir san'attır dedi ini ve böylece küfre dü tü ünü isbat etmi se,
birkaç mezhepsiz aleyhine de siz yazın. Karaman'ın tercüme etti i Mahmasânî'nin kitabına reddiye
yazın, iîler bize hüccet olamaz deyin. Zındıklık tarikatının kurucusu M. Abdülvehhab bize hüccet
olamaz deyin. Mason Abduh'la, iî evkâni bize delil olamaz deyin. slâm'da mezhepler yok, dört hak
mezhep var deyin. Ehl-i sünnet âlimleri varken bize Efganiler ve bnülkayyimler lâzım de ildir deyin.
Böylece samimiyetsiz ve mezhepsiz olmadı ınız meydana çıkar. Aksi halde mezhepsiz oldu unuz
vesikalanır. Kadromuzda mevcut mâm-Hatip ö retmenlerini ikna için mezhepleri birle tirmek,
mezhepleri telfık etmek, kolayına gelen hükümleri almak isteyenlere kar ı yazı yazmanızı istiyoruz.
slâm Enstitüsünün muhterem hocası D. Ali Hocaya kar ı yaptı ınız hakaretlere kar ı tövbe ederseniz
ve mezhepsizler aleyhine yazı yazarsanız o zaman sizin mezhepsizli e kar ı oldu unuzu isbat etmi
olursunuz. Aksi halde mezhepsizli iniz belli olur.
imdi Modern Problemler Kar ısında slâm Hukukunun 47. sayfasını birlikte okuyalım :
«Sünnî fukaha ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle Hanefî, Maliki, afiî ve
Hanbeli'
den ibaret olan dört mezhep ile iktifa edilmesine ittifak eylemi lerdir. Bunun neticesi
slâm dü üncesinin duraklamasından, hukukta ve di er slâmî ve Arabi ilimlerde taklîd ve
saplantının yayılmasından ibaret olmu tur.
iî âlimler ile bn Teymiyye, « 'lâmü'l Muvakkiin isimli kitabında bulkayyim el Cevziyye gibi
önceki bazı sünnî âlimler, ictihad kapısının kapatılmasını kabul etmemekle isabet eylemi lerdir.
Son asırlarda bunlara Muhammed b. Abdulvahhab, Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh gibi
müceddid âlimler de katılmı lardır.»
u kadar yerdeki hataların hangi birini sayalım? Mahmasânî dört mezhep üzerinde ittifak hasıl
oldu unu bizzat kendisi söylüyor, hem de bu ittifakı kınıyor. Halbuki bu ümmetin âlimleri yanlı bir ey
üzerinde, hata üzerinde, bâtıl üzerinde ittifak etmiyeceklerine dair Hadîs-i erîf vardır.
Mahmasânî slâm dü üncesi tabirini kullanmı . Gürta bu mezhepsize de ki, «bre mezhepsiz
slâm dü üncesi olmaz, slâm dinî veya slâm eriatı olur» de. Dü ünce insan mahsulüdür. slâm
ise insan mahsulü de il, ilâhi bir dindir de. Bunun gibi piyasaya sürülen slâm dü üncesi, faiz
nazariyesi, slâm nazariyesi gibi dinde üpheyi gerektirici terimleri yazan Abduh'un tilmizlerine gerekli
cevabı vermenizi istiyoruz.
Görüldü ü gibi bütün mezhepsizler ictihad kapısına toslamaktadırlar. ctihad edebilmek için
müctehid olmak lâzım, müctehidin vasıfları da belli oldu una göre, asrımız da müctehid de
bulunmadı ına göre ne diye durmadan bu kapı zorlanır? Dört mezhebde bulunmayan, ihtiyaç duyulan
ne var da onun içtihâdını yapacaksınız, mezhepsizlere soruverin Bay Gürta ? Hattâ söyleyin onlara bu
kapıyı Millî F K R camiası olarak onlara açtık, girebilirlerse buyursun girsinler, yeni mezhepler
kursunlar, ancak bizim hak olan dört mezhebimize dokunmasınlar, birle tirmesinler, telfık yapmasınlar.
nsanın maymundan veya maymunun insandan geldi ini mi söyleyecekler, zuhru âhiri mi
kıldırmayacaklar ne yapacaklarsa yapsınlar, fakat slâm adına Hanefi mezhebi adına bu cinâyetleri
i lemesinler.
Mezhepsiz Mahmasânî sünnî yani ehl-i sünnet âlimlerine olan itimadı sarsmak için Kütüb-i
sitteden olan, Kur'ân-ı kerîm'den sonra en kıymetli kitap oldu unda ittifak edilen Buhârî ve Müslimde
mevzu hadîs oldu unu söyleyecek kadar ileri gidiyor. Ve bu kitap da Türkiye'de basılabiliyor. Ve bu
kitabı Gürta nedense tenkid etmiyor, müslümanlar gelin de siz hayretler içerisinde kalmayın.
Mezhepsizlerin u ra tıkları konular arasında ve belki de ba ında gelen konulardan birisi de
mevzu hadîs meselesidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında zaten mevzu hadîs olmaz. Mezhepsizler
i lerine gelmeyen hadîs-i erîflere hemen mevzu damgasını vurmu lar, böylece hem o hadîs-i erîfin
hükmünden kurtulmak istemi ler, hem de o hadîs-i erîfi nakleden âlimi bilgisizlikle suçlamak
istemi lerdir. Mezhepsizlere sorun, sizin kitaplarınızda mevzu hadîs var mıdır? deyin yok diyecekler,
fakat ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında çoktur diyecekler.
Karaman'a bile bu suali sorabilirsiniz. Kendi kitaplarında mevzu hadîs olmadı ını fakat, sözü
hüccet olan mâm-ı Gazâli'nin hya'sında dolu mevzu hadîs bulundu unu çekinmeden söyleyebilir.
Hattâ en kıymetli tefsir olan Beydavî'de bile mevzu hadîs oldu unu söyleyebilir. mâm-Hatip
okullarında okutulan ve Karaman tarafından yazılan Hadîs Usûlü kitabında bu söyleyeceklerini daha
önceden yazmı tır. Ama imdi tövbe etmi se, hiç bir ehl-i sünnet büyü ünün kitabında mevzu hadîs
olamaz diyorsa, o zaman onu tebrik ederiz.
Mezhepsiz Mahmasânî, Aslı olmayan Naslara Tutunmak ba lı ı altında bakalım ne diyor:
« bn Teymiyye, Muhammed Abduh gibi müceddid âlimler bu üzücü duruma kar ı
ayaklanmı , din ve akıl prensiplerinin ı ı ı altında hadîsleri ayıklamı , hattâ BUHARÎ ve MÜSL M
hadîslerinden birkaçını dahi tenkid etmi lerdir.» S. 51
Karaman bu ifadelerden sonra dip nota inmemizi emir buyuruyorlar. Dipnota iniyoruz. Orada aynı
hususun, M. Râ id Rida (Yani u bizim bildi imiz mezhepsiz Re it Rıza) tarafından yazılan Mecelletül
Menar zikredilmektedir. Bilindi i gibi meyhaneci ahidi bozacıdan getirirmi .
Mezhepsiz Mahmasânî iftirasını öyle ba ıbo bırakır mı? Al sana bir misal diyerek Acve hurması
ile ilgili hadîs-i erîfi naklettikten sonra öyle diyor:
«Bu hadîsin sahih (Hazret-i Peygambere ait) olması mümkün de ildir. Çünkü ilme ve
realiteye aykırıdır.» S. 52
Hemen altta ise u hükmü koyuyor: « hmal ve hata veya uydurma ve iftira yolu ile sünnete
katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir.» S. 52
Bu hadîsin sahih olması mezhepsize göre neden mümkün de ilmi ? Çünkü ilme ve realiteye
aykırı imi . Bre mezhepsiz senin ilim dedi in nedir? Realite dedi in nedir? Hadîs-i erîften üstün ilim
ve realite olur mu? Sonra ilim ve realiteye aykırı oldu unu kim söylüyor,mezhepsiz Mahmasânî ve
di er mezhepsizler. Peki bu mezhepsizler mi bir hadîs-i erîfin mevzu oldu unu bilir, yoksa Imâm-ı
Buhârî mî? Mezhepsizdeki akıl ve fikir kadar mâm-ı Buhârî'de akıl ve fikir yok mudur? Kütüb-i sitteye
böylece gölge dü ürmek istiyor aklınca mezhepsiz. Bir mezhepsizin böyle bir fikir serdetmesi
normaldir. Ancak böyle bir sapı ın kitabı nasıl tercüme edilip de ortaya sürülür? Bu i ten daha vahimi
de Gürta 'ın bu kitabı görmemesidir veya görüp de tenkid etmemesidir.
Mevzu hadîsler Buhârî ve Müslime nasıl geçmi ? hmal ve hata ile, daha ba ka, uydurma ve iftira
yolu ile,evet bu iftiralar mübarek muhaddisleredir, hay dilin kurusun mezhepsiz Mahmasânî.
Evet Gürta , mezhepsizler i te böylece Kütüb-i Sitteye olan itimadı kaldırmak ve islâm âlimlerine
olan ba lılı ı koparmak istiyorlar. Derhal vazife ba ına gelmenizi ve bu mezhepsizlere hadlerini
bildirmenizi istiyoruz. O zaman sizin mezhepsizli e kar ı oldu unuzu ö renmi olaca ız. Siz de o
zaman Türkiye'de mezhepsizli in hangi merhaleye ula tı ını acı acı göreceksiniz.
in enteresan noktasından birisi de u. Karaman bakıyor, mâm-ı Buhârî gibi sözü senet, naklî
senet bir âlimin sahih bir hadîs-i erîfine Mahmasânî mevzu diyor. Karaman hemen bir dipnot açıyor.
arih Ayni'nin kaydetti ine göre bu hadis mevzu de ilmi . Sonra Karaman müctehid gibi bir hüküm
koyuyor ve öyle diyor:
«Senedi sahih olan bir hadîs hakkında ASILSIZ diyebilmek için bütün te'vil kapılarının
kapalı olması gerekir.» S. 52 Dipnot.
Karaman bu sözüyle ne demek istiyor? Mahmasânî'ye diyor ki «Senedi sahih oldu unu
biliyordun, hadîsi te'vil etme imkânı da vardı. Suç üstü yakalandın. Bir daha Buharî'ye dil
uzatırken bu hususa dikkat et»
Peki bu sözle bize ne demek istiyor? sterse senedi sahih olsun, isterse Buharî'de bulunsun e er
o hadîsi te'vil edemezsek o hadîs mevzudur. Böyle demiyor mu? Kitap elimizde vesika olarak duruyor..
Karaman'ın verdi i ölçüye göre Mezhepsiz Mahmasânî te'vil edemiyor ve MEVZU damgasını basıyor.
Karaman'ın ölçüsüne göre hareket edilince bu feci durum ortaya çıkıyor, de il mi Gürta ?
Gelin birlikte bir daha Karaman'a ait kaideyi okuyalım: «Senedi sahih olan bir hadis hakkında
ASILSIZ diyebilmek için bütün te'vil kapılarının kapalı olması gerekir.»
Mahmasânî de bu ölçüyü eline almı , önce senedine bakmı , senedi sahih,.fakat buna nasıl
mevzu diyelim de , te'vil etmeye çalı mı te'vil de edememi , öyle ise hadîs ilme ve realiteye aykırı
oldu u icin mevzudur demi . Senedi sahih olan hadise Mahmasânî veya bir ba kası te'vil edemedi
diye mevzu denir mi? Biz birçok hadîs-i te’vil edemiyoruz, Te'vil edemedik diye hemen mevzu
damgasını mı basalım Mahmasânî gibi. Sahih bir hadise mevzu dendi mi din yıkıldı demektir. ükür
mezhepsizlere halkımız inanmadı ı için, eski veya eskimez kitaplara ba lı kaldı ı için bazı hükümler
hâlâ ayaktadır. Bununla beraber mezhepsizlerin tesiri altında kalarak birçok bid'atler de i lenmektedir.
Meselâ ba ı açık namaz kılmak, kolları açık namaz kılmak, teganni île Kur’ân-ı kerîm okumak gibi.
Yeri de il ama aklımıza gelmi ken unu da yazalım. Feraset kelimesine Arablar firaset der
demi tiniz. Türkler de firaset anlamındaki kelimeye feraset diyorlar. Biliyorsunuz eskimez yazı ile ve
eskiden günde be vakit kıldı ımız ibadete NEMAZ denirdi. imdi ise siz NAMAZ olarak yazmı sınız,
biz de nemaz olarak yazıyoruz. Saadet kelimesi ad ile yazılarak saadet deniyor. Biz de sizi nemazı
niçin namaz yazdınız diye tenkid mi edelim? Yapılan hata dine zarar vermezse tenkide de mez. Ama
siz büyük harf olmu diye bile tenkid ediyorsunuz. Bu din gayretinden midir, yoksa D. Ali Hoca'ya olan
herhangi bir garazınızdan mıdır? Mahmasânî'nin yazısını okumaya devam ediyoruz:
«Birden fazla mezhebin zikredilen iyi tarafları yanında bazı fena neticeleri de olmu tur.» S.
61
Dört hak mezhebden birisine ba lı olan bir kimse hiç böyle konu ur mu? Hiç hak olan mezhebin
fena neticesi olur mu? Merak ettik bu fena netice ne diye. Kör mezhepçilik ve bunun neticesi olan
çeki me, dü manlık ve nefretmi . Sonra durduk ve dü ündük, hangi hak mezhep birbiriyle dü manlık
yapmı diye. Biraz alt tarafı okuyunca anladık. Sünnîler ile iîlermi . iîler de hak mezhepler sınıfına
sokulmu , Karaman buraya bir dipnot bile inmeye lüzum görmemi . iîler ile sünnîlerin birbirlerine
dü man olması tabiîdir dememi . Ve kitabı piyasaya sürmü ve bu kitap Gürta tarafından tenkid
edilmemi . Hayret de il mi? Rafîzilerle Sünnîler dövü tü diye veya iki hak mezhep mensupları
birbirleriyle dövü tüler diye mezhepleri mi kaldıralım? Mezhepsizlerin nedir dertleri? Mezheplerin
birbirleriyle sava tıklarını durmadan yazarlar. Gayeniz nedir, tarihte olmamı ama, olmu farzedin, ne
olacak sava olduysa? Mezhepleri kaldırınca muratlarına erecekler mi acaba?
Gerçi mezhepsizler oldukça muratlarına erdiler. Halkımızın kaçta kaçı do ru dürüst mezhebini
bilmektedir?
Mahmasânî'nin yazılarını okumaya devam ediyoruz. Geri kalı sebeplerimiz sıralanırken altıncı
sebep olarak din ile dünya i lerini birbirine karı tırmamız geri kalmamıza sebep olmu . Laik olalım
diyecek de mezhepsiz dili varmamı söylemeye.
Bu bölümde din ile dünyanın birle tirildi inden yakınılmaktadır ve öyle demektedir: «Fakat bazı
Fakihler hâkim bulunan cahilî âdetlerin tesiri altında da kalarak bu eksik adımda durmu lar,
diyanetin gerektirdi i yerlerde kazaen de hüküm vermemi lerdir.” S. 66
Fakihlerin cahilî âdetlerin tesiri altında kaldı ı iftirası yapıldıktan sonra S. 67’de bunlara misal
veriyor ve diyor ki:
«Böylece meselâ yabancı dil ö renmek, ka ıkla yemek, önlük veya serpu giymek fer'i ve
dünyevî i ler için harâm fetvası vermi lerdir?»
Serpu ve zünnar hakkında fetvalar vardır. Fakat di erleri hakkında kim fetva vermi ? Kim harâm
demi , bu ne biçim iftiradır ki isim verilmeden fetva verilmi diyerek geçiliyor. te slâm âlimlerine
böyle iftira ediyorlar. Zünnar da bir ku aktır, mezhepsize göre dünyaya ait bir i tir ama onu ku anan
kâfir olur. Mezhepsizler ekseriya zünnar veya zünnarın karde ini ku andıkları için verilen fetvalara
kızıyorlar.
S. 67de Peygamber aleyhisselâm'ın din ve ahlâk ile ilgili emirlerinin müslümanları ba ladı ı, fer'i
olan dünya hayatına ait olanlar, rey yolunda söylediklerine gelince bunlara uymanın zarurî olmadı ı
belirtiliyor. Ve bu kitap da piyasaya sürülüyor ve Gürta tarafından da tenkid edilmîyor, hayret do rusu.
Dünyadaki i lere ait emirlerin yapılmasının zarurî olmadı ına delil olarak bir slâm âliminden nakil
getirilmiyor tâ hadîs-i erîfe el uzatılıyor. Hurma ile ilgili hadîs-i erîfe. Halbuki o hadîs-i erîf slâm
âlimlerince ba ka türlü açıklanmı tır. Bunu ilk sayımızda ne retmi tik. S. 68 de de aynı hezeyan
savurulmakta, hâ â, insanlar dünya i lerini Peygamber aleyhisselâmdan iyi bildi i alenen
yazılmaktadır. Ve bu kitap da Gürta tarafından tenkid edilmemektedir, hayret do rusu.
Mezhepsizler Peygamber aleyhisselâmın dünya i lerinde hâ â yanıldı ını söylemekte ne faide
umuyorlar ki? El cevap insanları dinden so utmak...
Mezhepsizlerin dedi i gibi gerçekten dünya i leri ile âhiret i leri birbirinden ayrı mıdır? Evet kelime
olarak dünya âhiretten ayrıdır. Dünya âhiretin tarlasıdır. Dünyada yaptı ımız her i ten sorumluyuz.
Âhireti kazanmak için ya amaya ihtiyaç vardır. Ya amak için ziraata, ticarete, dü mana kar ı kuvvet
hazırlamaya, her türlü teknik bilgiye v.s.'ye ihtiyaç vardır. u halde atomu bulmak için çalı mak âhiret
için çalı maktır. Bir kâfirin atomu bulmak için çalı ması ile bir müslümanın atomu bulmak için
çalı ması bir de ildir. Hattâ iki müslümanın atomu bulmak için çalı ması da bir de ildir. Yalnız rıza-i
ilâhi için çalı anlar âhiret için çalı mı olurlar. Ziraatla me gul olup bol mahsul alıp o mahsulü
Rabbimizin gösterdi i yolda harcamak niyetiyle, yani sırf rıza-i ilâhi için çalı mak dünya i i de ildir,
âhiret i idir. Bir insanın hanımı ile yatması bile âhiret i idir. Müslüman için dünya i i diye bir ey yok,
hepsi âhiret i idir. Rıza-i ilâhi için mezhepsizlere reddiye yazmak Âhiret i idir ve günümüzün cihadıdır.
Fakat mezhepsizlik aleyhine yazılmı bir kitaba reddiye yazmayı dü ünmek bile dünya i idir. Dünyaya
ait i lerden sorumluyuz.
Peygamber aleyhisselâm da bir insandı, fakat âlemlere rahmet olan bir insandı, bir büyük
Peygamberdi. Dünya i lerini de o bizden iyi bilirdi.
Burada mühim bir noktayı yazmakta faide görüyoruz. Belki bilmezsiniz, mezhepsizlerin lideri, uzun
zaman Kastamonu'da ikâmet etmi , fotörüne zünnar takan birisiymi . Bu zat, Peygamber
aleyhisselâmın günah i ledi ini iddia etmektedir. Ona ba lı olan bütün mezhepsizler istisnasız
Peygamber aleyhisselâmın günah i ledi ini söylerler. Halbuki Peygamberlerin ismet sıfatı vardır. Bu
hususta icma vardır. Kıyas-ı fukaha vardır. Fakat mezhepsizlere göre delil, âyet-i kerîme oldu u için
hemen açarlar Feth sûresinin ikinci âyet-i kerîmesini okurlar, oradaki ZENB kelimesini delil olarak
gösterirler. Bizim için delil, âyet-i kerîme olamıyaca ı için ancak kıyas-ı fukaha olaca ı için onların
gösterdikleri delile itibar etmeyiz. Halbuki âyet-i kerime'de Peygamber aleyhisselâma hitaben «SEN N
GEÇM VE GELECEK GÜNAHLARIN AFFED LD » buyurulmaktadır. Mezhepsizler diyor ki, günah
i lemi ki günahları affedilmi , i lemeseydi hiç aftan bahsedilir miydi? Sonra gelecekte de i leyecek ki
gelecekteki günahtan bahsediliyor. Evet mezhepsizler böyle diyor. Kıyas-ı fukahayı bilmesek
mezhepsizler bizi kandırabilir. Çoklarını da kandırıyorlar zaten. Ehl-i sünnet âlimleri ve müfessirleri
oradaki ifadeyi geçmi te ve gelecekte günah i leme durumu kaldırılmı tır gibi bir mânâ ile te'vil
etmi lerdir. Kendilerine selefiye diyen mezhepsizler, ehl-i sünneti te'vilci olarak stermekte ve onlara
te'vilciler diye hakaret etmektedirler. Fuat Kavukçu'nun KELÂM kitabı tenkid edilirken bunu
vesikalandıraca ız in aallahü teâlâ.
Gürta , S. 72 de MTTB ve Aydın Fikirlerin yayın organlarından pasajlar sunduktan sonra
mezhepsizlik meselesinin dinî ve ilmî olmadı ını, maddî ve siyasî menfaatler u runa yapıldı ını
belirtmi siniz. Bir kere din ile ilim ayrı eyler de ildir. Bilhassa Batı hayranları, din ile ilmî, dünya i i ile
âhiret i ini ayrı ayrı telâkki ederler. Bize öyle bir ilim söyleyebilir misiniz ki, din ile müsbet veya menfi
yönden alâkası bulunmasın? Mümkün de ildir. Din bütün ilimleri ihtiva eder.
Mezhepsizlik meselesinin dinî olmayı ını söylüyorsunuz ki bu hareketiniz ya büyük bir gafletin
eseridir veya hâdiseleri yüzde yüz ters gösterme gayreti içindesiniz. Adam faizi helâl kabul ediyor,
teselsül'ün butlanına muhalif mu'cizeleri inkâr veya te'vil ediyor. Kur’ân-ı kerîm'i mahlûk kabul ediyor,
üstelik mason olan Abduh isimli mezhepsizi mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye ediyor.
Bu dinî bir mesele midir yoksa, dinî ilgilendirmez mi?
bni Teymiyye'nin ise ba ta cihete kail olu u ile birlikte çe itli bid'at ve sapıklıkları mevcuttur. Bu
mezhepsiz de mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye edilmektedir. Sizce bu mesele de dinî bir
mesele de il midir?
Bir mezhebi tâklid etmenin küfür oldu unu söyleyecek kadar alçalan ölüleri tâklid etmenin caiz
olmadı ını söyleyen takıyye yapan iî evkâni mutlak müctehid olarak takdim ve tavsiye edilmektedir.
Bu da sizce dinî bir mesele de il midir?
Mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabında mütercim tarafından ehl-i sünnet ile ia arasında bir anla ma
vücuda getirilmesi istenmektedir. Bu da sizce dinî bir mesele de ildir.
Hacı Zihni Efendinin zındıklık dedi i ve ehl-i sünnet âlimlerinin çe itli reddiyeler yazdı ı
vehhâbili e, sünnî bir mezhep deniyor. Dört sünnî mezhepten sonra be inci bir mezhep ihdas ediliyor
ve bu da dinî olmuyor Bay Gürta 'a göre.
Yusuf-i Nebhani hazretleri «bugün için ictihad yapmak isteyenin ya aklı noksandır veya dinî.»
diye buyururken dört mezhebin halledemedi i bir mesele varmı gibi Karaman çıkıyor, sosyoloji ve
psikoloji mütehassıslarının da katılaca ı bir CT HAD URASI'ndan bahsediyor. Bunlar dinî mes'ele
de ildir Gürta 'a göre.
25. sayımızda bildirdi imiz gibi, müctehid bulunmadı ı için ictihad kapısının kapalı oldu unu
söyleyen bir çok ehl-i sünnet âlimi isim isim sayıldıktan sonra Karaman tarafından bu mübarek âlimler,
cahillik, müteassıplık ve basiretsizlikle itham edilmektedir. Buna ra men Bay Gürta böyle bir kitabı ya
görmek istemiyor veya aynı fikirdedir. Yoksa bunlar dinî bir mesele de il midir Bay Gürta ?
Karaman Büyük Gazeteye gönderdi i ZARUR AÇIKLAMA isimli yazısında bir mezhebe ba lı
kalmayı caiz görüyor. Tefsir-i Mazhari'de «Dört mezhepden ayrılmak eriattan ayrılmak olur.»
buyurulmaktadır. Karaman ise bir mezhebe ba lı kalmamayı da caiz görüyor. Halbuki dört hak
mezhebden birisine ba lanmak arttır. Ba ka bir mezhebe geçmesi zaruret olursa geçer, yani ona
ba lanır... Bir mezhebe ba lı kalmayı veya kalmamayı caiz görmek mezhepsizlik de il midir?
Mezhebe ba lanmak veya ba lanmamak yoksa size göre dinî bir mesele de il midir? mâm-ı Rabbânî
hazretleri de mezhebden çıkmanın ilhad oldu unu bildiriyor. Dinden çıkmak dinî bir mesele de il
midir?
Karaman çıkıyor «Evlilik dinî bir akit de ildir» diyor. Siz de mezhebe ba lanmamayı,
mezhepleri telfik etmeyi dinî bir mesele olarak görmüyor musunuz yoksa?
Ba ta Hazret-i Muaviye radiyallahü anh olmak üzere Eshâb-i kirâm'a, hattâ a ere-i mübe ere'ye
dil uzatılıyor. Misal olarak hsan O uz tarafından yazılan kitaplar ile Fuat Kavukçu tarafından yazılan
kitapları gösterebiliriz.
Karaman çıkıyor, «Tek mezhebe ba lı kalmayanı zemmeden selef-i salihini zemmetmi olur»
diyor. Alenen tek mezhebe ba lanmamayı caiz görüyor, bizim gibi dört hak mezhebden birisine
ba lanmayı müdafaa edenleri de selef-i salihini zemmetmekle suçluyor. Bunlar mezhepsizlik de il
midir, bunlar dinî bir mesele de il midir? Bu suallerin hemen hepsi Karaman'a sorulmu , üzerine basa
basa bunlar mezhepsizlik de il mi denmi , fakat cevap yok. Fakat siz diyorsunuz ki o her soruyu
cevaplandırmı tır.
Karaman durmadan mezhepçi olmak yerine slâmcı olmayı tavsiye ediyor. Acaba mezhepçi
olmak, dört hak mezhebden birisine ba lanmak slâmcı olmak de il mi? Mezhepleri kaldırarak slâmcı
olmak tâbiri mezhepsizli in daniskasıdır. Soruyoruz size, millet dört hak mezhebden birisine
ba lanmakla Karaman'a göre slâmcı olamıyor. Size göre de olamıyor mu? Bir mezhebe ba lanmanın
ne zararı olur? Bugün hak mezheplerden birisine mensup olan bir kimse, di erini kötülüyor mu?
Kötüleni olsa bile bu dinîmize aykırıdır. Nasıl herhangi bir günahı i leyen zemmedildi i gibi bu da
zemmedilir. Fakat bir Hanefî, hâ â Hanbeli'yi kötülese mezhepleri kaldırmak mı gerekir? Ba ka birisi
de kızsa Efgani gibi « slâm dinî terakkiye manidir.» dese müslümanlı ı kaldırmak mı icap edecek?
Karaman çıkıyor, Türk milleti asırlardır Mâtûridi kaldı ı için vehhâbi olamazmı . Bu bakımdan
vehhâbili i kötülemeye de mezmi . Asırlardır komünist olmayan milletimiz, komünistli i kabul
etmeyece i için komünistli i kötülemeyin demekten farksızdır bu cümle. Biz vehhabilik ve
mezhepsizlik aleyhine yazınca size ne oluyor, Vehhâbilerle bir ili kiniz mi var yoksa? Bir
münasebetiniz yoksa ne diye vehhâbîlik aleyhindeki ne riyata kızıyorsunuz? Vehhâbî olmak veya
olmamak dinî bir mesele de il mi yoksa?
Mezhepsiz Re it Rıza'mn kitabının mütercimi Akseki, dört mezhebin hükümlerinden süzülmü bir
kitap telifi istiyor. Böyle bir kitapla amel eden kimse hangi mezhebden olur? Lütfen söyleyin Gürta ?
Hiç bir mezhebden olmaz, mezhepsiz olur. te Akseki Hoca'nın toylu unda tercüme etti i bu kitap
halkın mezhepsiz olmasını te vik ediyor. Mezhepleri telfık edelim diyor, böylece slâm'ı bir noktaya
cem etmi oluruz diyor. Bu hareket mezhepsizlik de il de Hanefi veya afiî olmak mıdır? Bir de
Türkiye'de mezhepsizlik yok diye gözümüze baka baka yalan söylüyorsunuz, hem de bu meseleler
dinî de ildir diyorsunuz. Bunlar dinî mesele de ilse dinî mesele nedir, onu bildirin. Bildirmezseniz
mezhepsiz oldu unuz apaçık meydana çıkacaktır.
Mezhepsiz bni Teymiyye, özürsüz kılınmayan namazların kazasının olamıyaca ını söylüyor,
Karaman bize yazdı ı mektupta -ki mektup hâlâ elimizdedir.- bni Teymiyye'nin fikirlerini savunuyor.
Ehl-i sünnet âlimleri de TT FAKLA özürlü, özürsüz kılınmayan namazların kazası da farzdır diyorlar,
icmaya aykırı hareket ediliyor, bunlar mezhepsizlik de il midir? bni Teymiyye'nin veya Karaman'in
sözü hüccet midir? Siz amel edebilirsiniz, fakat bize nasıl tavsiye edersiniz? Yoksa bunlar dinî bir
mesele de il midir?
Yine Ahmet Hamdi Akseki, toylu unda mezhepsizlik kitabına yazdı ı önsözde «Hiç olmazsa dört
mezhep üzerine fetva verilmelidir.» diyor. Dikkat ettiniz mi, hiç olmazsa tabirini kullanıyor. Yani dört
hak mezhepden ba ka hak olan mezhep de varmı . Karaman bunu dü ünmü hak olan, sünnî olan
be inci mezhep hangisi olabilir diye, bulmu , Vehhâbilik diye kitabına yazmı . A. Hamdi Akseki
toylu unda böyle mezhepsizce konu tu diye bâtıl olan sözlerini de mi kabul edece iz?
Karaman'ın kitaplarını önünüze alın, bunun gibi binlerce mevzu vardır. Her biri saymakla
tükenmez. Yoksa bunlar dinî de il midir?
Mezhepsizli e kar ı çıkanların siyasî bir menfaatları oldu unu söylemi tiniz. Açık konu un hangi
partiye hizmet edenler mezhepsizli e kar ı çıkıyor?
MSP'nin yayın organı durumunda olan Millî Gazete'de, 10.9.1977 tarihli nüshasında «Yüksek
slâm Enstitülerinde Mezhepsizlik cereyanı infiale yol açtı.» ba lı ı altında mezhepsizlik
anlatılmaktadır. Mezhepsizlik cereyanının Tayyar Altıkulaç tarafından destek gördü ü de yazıda
belirtilmektedir. Ayrıca bu gazetede çe itli yazarlar, bilhassa Yüksek slâm Enstitüsü mezunu olan
Sayın Sadık Albayrak günlerce mezhepsizlik mevzuunda yazı yazmı tır. Bu gazetenin ne riyatına
bakacak olursak, MSP mezhepsizli e kar ıdır.
Mezhepsizlik mevzuunda daha teferruatlı olarak SABAH Gazetesi de ne riyat yapmaktadır.
Sabah Gazetesi ise bilindi i gibi daha çok AP ve MHP taraflısıdır. Sabah Gazetesini ölçü olarak
alırsak mezhepsizli e kar ı çıkanlar AP ve MHP'liler oluyor.
Mezhepsizlik mevzuunda her sayısında ne riyat yapan Büyük Gazete var. Bilindi i gibi bu gazete
partilerüstü ne riyat yapmaktadır. Hiç bir partinin meddahlı ını yapmamaktadır. Bu hareket iyidir veya
kötüdür orası ayrı bir mevzu. Bu Büyük Gazete ölçü olarak alınırsa müstakiller mezhepsizli in
aleyhindedir.
Sebil Gazetesinde ilâhiyatçı yazar Ahmed Selâmi mezhepsizlikle mücadele etmektedir. Ahmed
Selâmi tanıdı ımız kadarı ile MSP'ye meyyal olmakla birlikte müstakil bir ahsiyettir. Dinîni partiden
üstün tutan bir kimsedir. ahsiyetli muharrir, Ahmed Selâmi, MSP'nin zmir adayı Süleyman Karagülle
aleyhine epey yazı yazmı tır. Karagülle ne demi ti? Çok ey demi ti. Bizce en mühimi «Ebu Hanife
ile görü üm ayrı olursa kendi görü ümü tercih ederim.» sözüydü. u halde Ahmed Selâmi ölçü
olarak alınırsa müstakil ahsiyetler mezhepsizli in aleyhindedir, hükmüne varırız.
Millî F K R'in eski Ne riyat Müdürü bilindi i gibi iki devredir MSP'nin Ankara milletvekili adayıdır.
Bununla beraber, dergi MSP'nin yayın organı gibi de il, partilerüstü ne riyat yapmaktadır.
Mezhepsizlik aleyhine çalı an daha ba ka AP'li veya MHP'li olanlar mevcuttur.
u halde mezhepsizlikle kim mücadele ediyor denilirse, yalnız ehl-i sünnet velcemaat mezhebine
tavizsiz ba lananlar diye cevap vermek mümkündür. imdi Gürta 'a soruyoruz, mezhepsizlikle
mücadeleyi siyasî bir partiye hizmet olarak nasıl söyleyebilirsiniz. Bu çirkin bir iftira olmaz mı?
Mezhepsizlikle u ra an size sayısız isim sayabiliriz, Bütün bu insanlar ve bu mevzuuda yapılan
ne riyatlar hayalî midir. Bo a mı kur un sıkıyorlar? Bu kadar müslümana yaygara yapıyorlar,
mezhepsizlik diye bir ey yok nasıl dersiniz? Vicdanınız hiç mi titremiyor? Yoksa vicdan denen ey
sizde yok mu? Siyasî menfaat dediniz tutmadı, dinî de ildir dediniz iddianızı çürüttük elhamdülillah.
Maddî menfaat dediniz o hiç tutmadı. Bu hususta yeni iftiralarınızı bekliyoruz. Dünyada bir ehl-i sünnet
devleti olsa, belki oradan yardım gördü ümüzü bile söylemeniz mümkün görünüyor. Dü ünüyoruz
ba ka ne iftira yapabilir diye. Ha mâm-Hatip dü manlı ı dediniz, mâm-Hatip ö retmenlerinin
mezhepsizlikle mücadele etti ini isbat ettik. Bakalım ba ka ne iftira yapacaksınız?
Bir iftira daha vardı. Süleymancılar mezhepsizli in aleyhinde diyordunuz. Sadece Süleymancılar
de il, nurcular da aleyhindedir. ctihad risalesinde mezhepsizlik aleyhine epey malumat vardır. Yeni
Asya'nın Süleymancılıkla ilgisi var mıdır? Yoktur. Millî Gazete mensupları mezhepsizli in aleyhindedir.
Hiç birisinin Süleymancılıkla alâkaları yoktur. Büyük Gazete mensuplarının Süleymancılıkla alâkaları
yoktur. Bizim ise hiç bir hiziple alâkamız yoktur. Ehl-i sünneti müdafaa eden herkesin yanındayız. Hem
Davudo lu Hoca'nın yanındayız, hem D. Ali Hoca'nın yanındayız. Hem Enver Baytan Hoca'nın
yanındayız. Ehl-i sünneti müdafaa edenlerin kul ve kölesi oluruz. Dinîmizi içten sinsice yıkmak
isteyenlerin de dü manıyız. Kısaca biz hakkın dostu, bâtılın dü manıyız. Ölçüsü böyle olanların
yanındayız. Müctehidlik taslayanlarm de il, naklî esas alanların yanındayız. mâm-Hatip neslini
mezhepsiz yapmak isteyenlerin kar ısındayız.
S. 35 de Kitap Hakkında Bazı Zevatın Görü leri, ba lı ı altında mezhepsizlik kitabını tavsiye
edenleri yazıyorsunuz da niçin aleyhinde olanları yazmıyorsunuz? Hem de dürüst hareket etti inizi
nasıl söyleyebiliyorsunuz. Biz mertçe yazıyoruz. Mezhepsizlik kitabının lehinde ve aleyhinde zevat
vardır. Biz aleyhinde olanları takdir ediyoruz. Yoksa aleyhinde olan Davudo lu gibi slâm Enstitüsünde
hocalık ve müdürlük yapmı kıymetli bir kimseyi ehil görmüyor musunuz? Bizim gibi açık ve samimi
yazın. unu hatırlatalım ki, Türkiye'de mezhepsizlik fitnesi söndürülmezse, ahıs ahıs tesbit edip
te hir etmek kararındayız. Allahü teâlâ do ruların yardımcısıdır.
u anda Diyanet Dergisinin 12. cilt ve 6. sayısı elimizdedir. Karaman'ın Edebiyat Yolcusunu
U urlarken ba lıklı bir yazısı var. Bu derginin 359. sayfasında öyle yazmaktadır Karaman :
« bn-i Teymiyye'yi red ve bu itikadı müdafaa için yazılmı kitapların sonuncularından biri de
M. Zâhid el-Kevseri'nin (v. 1371-1951) Muhiqqut-taqavvul fî meseletit-tevessül isimli eseridir.
Müellif bu eserde öncekilerin yazdı ını hulâsa etmi tir. Buna göre cumhurun delillerini öyle
özetlemek mümkündür.»
Daha a a ılarda âyet-i kerîme ve hadîs-i erîflerden be tane delil sıralanmı , bununla tevessülün
caiz oldu unu ve selef-i salihînin lüzumu halinde tevessül ettikleri belgelenmi tir.
Bilindi i gibi M. Zâhid el-kevserî ehl-i sünnet itikadında bir âlimdir. Dikkat edilmi se, «el-Kevserî
öncekilerin yazdı ını hülâsa etmi tir.» ibaresi kullanılmı tır. Zımnen kötülenmekte, kendisi bir delil
ortaya sürmüyor, eski âlimlerden nakil yapıyor demek istedi i açıktır. Karaman'ı ahsen tanıdı ımız
için bunu iyi biliyoruz. Ömer Nasuhi Bilmen için de «O klâsik adamdır, nakilcidir» diyerek adetâ
kötülemek istemi ti. Halbuki el-Kevserî'nin hareketi ehl-i sünnete uygundur. Naklî esas alması methe
lâyıktır. Ehl-i sünnet âlimleri hep naklî esas almı lardır, kendilerinden bir ey ilâve etmemi lerdir.
Müctehid olanlar ise elbette ictihadlarını bildirmi lerdir. Karaman, bizzat kendisi, tevessülün caiz ve
lüzumu halinde islâm âlimlerinin tevessül ettiklerini belgelemektedir. Bu arada cumhurun delillerini de
sayıyor. Karaman'a size göre cumhur ne diye sorduk. Bu soruyu kaza namazları mevzuunda
sormu tuk. Ve bizdeki mektupta belgesi var. «Cumhur, slâm âlimlerinin ekseriyetidir» diye cevap
vermi ti. Kaza namazı mevzuunda cumhura muhalif olan âlimler hangisi diye sual etmi tik. bni
Teymiyye ve evkâni gibi mezıhepsizleri saymı tı. u halde cumhura muhalif tek ehl-i sünnet âlimi
söylememi tir. Söyledikleri de âlim, ama mezhepsiz âlim. Bu ümmetin âlimlerinin dalâlet üzerinde
ittifak etmiyecekleri Hadîs-i erîfle bildirildi i halde tevessül mevzuu hâlâ niçin kurcalanır?
Evet Karaman NET CE yazısında bakalım ne diyor:
« bn Teymiyye -biraz da muasırlarının davranı ları sebebiyle- bu meselede ifrata
dü mü tür. Tevhid inancını korumak gibi iyi ve yüce bir niyeti vardır, bununla me'cur olabilir.»
S. 360
kinci paragrafına geçmeden önce birkaç kelime yazalım. bni Teymiyye'nin ifrata dü tü ü bizzat
Karaman tarafından açıklanmaktadır. Niçin ifrata dü mü ? Alt tarafta gelecek, muasırları sert ve
insafsız davranmı . Onun için ifrata dü mü . Birincisi itikadda ayrılık olmaz. Ehl-i sünnet itikadı bir
bütün halindedir. mâm-ı Mâtûridi ile mâm-ı E 'arî arasındaki ufak ayrılıktan ba kasının küfür oldu u
ehl-i sünnet âlimlerince bildirilmi tir. sterseniz vesikasını bulabiliriz. Belki siz Kitap ve Sünnetten delil
isteyeceksiniz. O zaman bulamayız. Bizim sahamız Kitab ve Sünnet de il, slâm âlimlerinin Kitab ve
Sünnetten çıkardıkları hükümlerdir.
Netice yazısında Karaman ne diyor? bni Teymiyye'nin tevhid inancını korumak gibi yüce bir niyeti
vardı, bununla ecir kazanabilir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre, harâm ve küfürde niyete bakılmaz. Niyetin iyi olması
harâmı ve küfrü mübah kılmaz. Hattâ Karaman'ın dedi i gibi ecir kazanamaz. Bunu bir misalle
açıklamakta faide vardır. Mezhepsizin birisi, bir kâfir kızını müslüman etmek gibi yüce bir niyeti
bulunsa, bu niyetini gerçekle tirmek için kâfir kızı ile zina etse, yüce bir niyeti vardı diye zina mübah
olmaz. Zina sadece harâmdır, itikadı ilgilendirmez, bni Teymiye'ninkiler ise itikadı ilgilendirir, iman ve
küfür meselesidir. Gürta siz de Karaman gibi mi dü ünüyorsunuz?
Yazıya devam ediyoruz:
«Onun ( bni Teymiye'nin) kar ısındakiler de zaman zaman sert ve insafsız davranmı lar,
neticede islâm'ın menetti i tefrika do mu tur.» S. 360
O'nun kar ısındakilerden maksat, ehl-i sünnet âlimleridir. Hangi ehl-i sünnet âlimi sert ve insafsız
davranmı ? Ehl-i sünnet âlimlerini insafsızlıkla suçlamak ehl-i sünnete uygun mudur? Karaman hiç
bn-i Teymiyye için insafsız tâbirini kullanmı mıdır? bni Teymiyye'ye senin yaptı ın müslümanlı a
aykırıdır, demi lerse bu insafsızlık mı olur? cevap bekliyoruz Gürta . Neden Karaman de il de.
Gürta ? Karaman cevap vermiyor, avukatından bekliyoruz. Aslında avukatlı ını yapmasa bile yine
Gürta 'tan bekliyoruz. Çünkü Türkiye'de böyle bir mesele yoktur. Dinî mesele yok, siyasî mesele vardır
diyor da ondan. Tevessül dinî bir mesele de il midir yoksa?
Ne diyordu Karaman, bni Teymiyye'yi insafsızca tenkid ettiklerinden tefrika do mu tur. Ehl-i
sünnetin içinde tefrika yoktur. Onun haricinde 72 sapık fırka, yani tefrika vardır. bn-i Teymiyye'yi
tenkid ettiler diye tefrika do du demek çok acaiptir.
Sonra bni Teymiyye âlim de il midir, muasırları insafsız davrandı diye -tabii bu tabir Karaman'a
aittir- bni Teymiyye'nin muasırları, muhalifleri, muarızları kızdırdı diye ifrata dü mesi, sapıtması uygun
bir hareket midir? Meselâ biz bu yazılarımızla Karaman'ı çileden çıkarmı olsak, Karaman'ın çıkıp da
«Ne demek istiyorsunuz elbette mezhepsizim» mi demesi gerekir? Derse bu hareketini ho mu
kar ılamak lâzım? Belki ho kar ılayanlar çıkabilir. bni Teymiyye'nin sapıklıkları ho kar ılandı ına
göre ve hattâ suçu muasırlarına, muarızlarına atıldı ına göre, bu hareket de ho kar ılanabilir. Evet
Gürta , kabahat bni Teymiyye'de mi, yoksa hâ â ona insafsızca davranan ehl-i sünnet âlimlerinde
mi?
Karaman'ın gösterdi i vesikalara göre tevessül caiz ve vakidir, mubahtır, helâldir. Helâla Harâm
demek, hattâ irk ve küfür demek nedir? Evet bn-i Teymiyye isimli mezhepsiz Tevessüle irk ve küfür
damgasını vurmu tur, tıpkı vehhâbiler gibi. Zaten bni Teymiyye ile vehhâbiler arasında çok az fark
vardır. bni Teymiyye tevessüle ne zaman irk ve küfürdür demi diye bir sual sormayın. Aynı derginin
358. sayfasında bizzat Karaman tarafından açıklanmaktadır. Peki Karaman sevdi i bni Teymiyye'nin
bu suçunu nasıl açıklamı tır? O açıklamasa biz açıklayaca ız, onun için açıklamak mecburiyetinde
kalmı tır.
Yeni gözümüze çarptı, S. 359da cumhurdan maksadın, ekseriyet oldu u bu dergide de
yazılmaktadır. Karaman tarafından Netice yazısında Karaman, ehl-i sünnet âlimlerinin hükmünü de il
de kendi hükmünü koyuyor:
«Ölüler ile tevessülün lüzum ve zaruretine dair bir nass yoktur. Bunu inkâr eden ehl-i
sünnet camiasından çıkmaz.» S. 360
Her eyde acaba niçin nass aranır? Cumhurun kavli kâfi de il midir? bni Teymiyye tevessülü
inkâr ile kalmamı , harâm, irk ve küfür oldu unu söylemi tir. Bunun fıkıhtaki hükmü nedir? Bilindi i
gibi kabirleri ziyaret sünnettir. Bir kimse çıksa vehhâbiler gibi kabir ziyareti irktir, küfürdür dese, fıkıhta
hükmü nedir? Kitab ve Sünnete göre de il, fıkha göre hükmünü söyleyin.
kinci madde olarak Karaman, «Tevessül edenler de kınanamaz.» demektedir. u ifadenin
çirkinli ini görüyorsunuz! Cumhur bir hüküm üzerinde karar kılıyor. Karaman, bu karar için kınanamaz
tabirini kullanabiliyor. Aslında bu, u ibadeti yapanlar kınanamaz der gibi bir hükümdür. Ehl-i sünnet
âlimlerinin böyle bir hükmü için siz de kınanamaz tabirini kullanır mısınız Gürta ? Yoksa bunlar dinî bir
mesele de il midir? Siyasî bir mesele midir? Biz cumhurun hükmünü müdafaa ederken siyasî bir
gayemiz mi var acaba? Soru i areti koydu umuz bütün suallerimizin cevabını istiyoruz. Karaman gibi
i inize gelenleri cevaplandırmaya kalkmayın lütfen, i inize gelenlerden maksat tevili mümkün olanlar
demektir. Bunu demek istiyorduk diye te'vil edilebilir. Te'vil edilemeyenleri de cevaplandırmanızı
istiyoruz.
Karaman, Netice yazısında son hükmünü koyuyor. bni Teymiyye ve Vehhâbiler gibi tevessülü
küfür sayanlar, irk sayanlar kınanamayaca ı gibi, ehl-i sünnetin cumhuru da kınanamaz dedikten
sonra hükmünü basıyor:
«Bu meseleyi bir tefrika mevzuu yapmak ise kınanması gereken davranı lar içinde yer alır.»
S. 360
bni Teymiyye ve vehhâbi me repli selefiyeler çıkıyor, ehl-i sünnetin cumhurunun bir kararına, bir
hükmüne irk ve küfür damgası basıyor, bu tefrika olmuyor da, ehl-i sünnete muhalif sözlerden
bahsetmeyin, vehhâbili in inanı ını, mezhepsizli in bozuklu unu yurdumuza yaymayalım demek mi
tefrika oluyor?
Karaman, halkımızın ıskat ve devir yapmasından rahatsız olmu ki, tekrar bu mevzuları de iyor,
karı tırıyor. Bid'at demeye bid'at diyecek, fakat bir türlü dili varmıyor, fakat bid'at mânâsında ifadeler
kullanıyor:
«Hazret-i Peygamber, ashâb, tâbiûn ve etbaut-tâbiîn devirlerinde bu manada iskat ve devir
olmadı ı için Kitab ve Sünnette bunların yerini aramak bo unadır.»
Kitab ve Sünnette imi , dört hak mezhep mevcut de il, bu mezhepler bid'at mıdır? skat hakkında
müctehid mâmlardan fetva veren olmamı mıdır? Oldu u bizzat Karaman tarafından bildirilmektedir.
skat için mâm-ı Muhammed fetva vermi tir. Acaba Hanefî mezhebine mensup bir müslüman için
mâm-ı Muhammed hüccet midir, senet midir? Di er müctehidlerin bunun aleyhine bir hükümleri
bulunmadı ına göre, mâm-ı Muhammed'den sonra gelen fukaha bu ıskat mevzuuna muhalif
olmamı lar, bilâkis mâm-ı Muhammed'den nakiller yapmı lardır, böylece fukaha arasında bir ittifak
hasıl olmu tur.
skat konusunun sonunda Karaman öyle bir ifade kullanmaktadır :
«Bu meblâ fukaraya ödendi i zaman namaz ve oruç borcundan kurtulanaca ına dair bir
âyet ve hadîs mevcut olmayıp, oruç için kıyas, namaz için zan ve ümît vardır.» S. 367
Nedense Selefî tikadlılar hep bir hükmü Kitab ve Sünnette ararlar. Onlar için slâm âlimleri senet
de ildir. Mezheplere itirazları da demek buradan geliyor. Kitab ve Sünnette Hanefî ve afiî
mezheplerine tâbi olun diye yazmadı ına göre bir mezhebe girmek neden art olacakmı diyorlar.
skat mevzuunda zan ve ümit varmı . Halbuki o büyüklerin zan ve ümitleri hâ â bo una de ildir.
Onlar bo a zan etmezler. Onların ümitleri bizim için muteberdir. Halbuki burada mâm-ı Muhammed'in
içtihâdı vardır. Zaten ictihad kuvvetle zan demektir, ictihadla amel etmemiz emredilmi tir.
Karaman devir mevzuunda bakalım neler yazıyor :
Fakih Ebulleys es-Semerkandi’nin devir mevzuunda en-Nevazil kitabında geçen bir fetvayı
naklediyor. Bay Karaman bu fetva'dan sonra öyle bir hükme varıyor:
“ te bilâhere adına devir denen bu ameliyenin fıkıh kitaplarında yeri budur. skat-ı salât
için fidye vermek bile üpheli iken bunun neye istinad ettirildi i, delilinin ne oldu u
zikredilmemi sadece “BÖYLE YAPILIR, N AALLAH OLUR, BULUR.” denmi tir.” S. 367
Bir müctehidin bir ictihadı için bir mukallidin bunu nereden aldın demeye hakkı yoktur. Hadîs-i
erîfte meni temiz olarak bildirilmi tir. Fakat Hanefiler pis olarak kabul etmi lerdir. Hanefilerin itikadına
göre meni pistir. Biri çıkıp da meninin pis oldu una dair Kitab ve sünnetten yerini göster diyebilir mi,
demeye hakkı var mıdır? mâm-ı A'zam radiyallahü anh, gusülde a zın içini yıkamayı farz kılmı tır,
mâm-ı afiî ise farz de ildir, hükmünü koymu tur. Birine niçin farz dedin, di erine farz de il dedin diye
sual sormaya kimin hakkı vardır? Halbuki farz Allahü teâlâ'nın emridir. O halde hakkında kafi bir nas
bulunmayan bir hüküm için bu Allah'ın emri diye nasıl hüküm verilir? Müctehidlere bu salâhiyet verildi i
için farzdır, de ildir, gibi hükümler vermi lerdir. Burada iki müctehidin hükmü de zan üzerinedir, kafi
de ildir, Fakat onlara uyanlar için kafidir, bu zanları kendi tabileri için kafi bin hüccettir, öyle de il mi
Gürta ? Karaman Fakih Ebulleys, hazretleri niçin delil göstermedi diye i i hafife alıyor. Sonunda da
in aallah olur, bulur diye de alay ediyor. Her müctehid delilini söylemeye mecbur mudur? Gusülle ilgili
Âyet-i kerîmeden a zın içini müctehidin biri farz, öteki ise sünnet olarak kabul etmi tir. Bu i te zan
vardır, bunlardan birisi mutlaka yanlı tır, öteki mutlaka do rudur, eklinde bir hükme kim ve nasıl
varabilir? Gerek ictihadla farz kabul edilenler, gerekse açık bir nasla farz oldu u bildirilenler için de
durum bundan pek farklı de ildir. Yani bir ibadetin mutlaka kabul oldu unu nasıl iddia edebiliriz?
Kıldı ımız namazlar in aallah kabul olur denir, Devir için de in aallah kabul olur denir. Bununla alay
edilir mi hiç? lim adamı oldu unu söyleyen bir kimseye yakı ır mı bu? Öyle de il mi Gürta ?
Karaman'in a zı ile konu uyoruz. Hanefide mâm arkasında fatiha okunmaz. Hâ â, fatihanın imâm
arkasında okunamıyaca ını Kitab ve Sünnette yerini aramak bo unadır. Evet Karaman gibi böyle bir
cümle sarfetsek kim ne diyebilir bize. Aksine Sünnette FAT HASIZ NAMAZ OLMAYACA I
bildirilmi tir. Meninin pis oldu una dair Kitab ve Sünnette hükmünü bulamazsınız. (Hadis-i erîfte
meninin temiz oldu u bildirilmektedir.) Kırlangıcın mezheplere göre helâl veya harâm oldu una dair
Kitab ve Sünnette delilini bulamazsınız. imdi biz çıkıp da Karaman gibi bunların Kitab ve Sünnette
delilini aramak bo unadır mı diyelim? Hem biz niye Kitab ve Sünnetten delil arayalım. Hâ â mezhep
mâmları Abduh gibi mason mu da onların sözlerine inanmayalım? Söyler misiniz Gürta ?
Karaman devir bölümün son kısmında, hakkında fetva bulunan bir kitaptan kendisi nakil yaptı ı
halde, fetvaya inanmayıp, hükmünü basıyor. Karaman : «Devir bid'attir» diyor. Bu terk edilmelidir
diyor, ölü namına sadaka verilmelidir diyor, dua edilmelidir diyor. Sana sadaka verme diyen mi var?
Sadakanı ver, duanı yap. Fakat hakkında fetva verilmi bir hükmü kaldırmaya Karaman'ın ne hakkı
var, söyler misiniz Gürta ? Karaman din nazarında mutlak müctehid bile olsa, ba ka bir içtihâdı, ba ka
bir fetvayı ilga edemez. Bizim içtihâdımız budur, fakat ötekinin içtihâdı da tâbi olanları için muteber
demesi gerekmez mi Gürta ? Soruyoruz size bu fetvaları nasıl yürürlükten kaldırırsınız? ibadetlerde
yapılan bid'atler ancak kaldırılması teklif edilir. badetin kendisinin kalkması için Karaman gibi
hükümler serdedilir mi?
Kabirde Telkin mevzuunda da aynı hatalar i lenmi , fakat hangi birine cevap verelim? Karaman'ın
bütün kitapları tenkid edilmesi gerekir. Fakat Gürta hiç birisini tenkid etmemi tir, do rusu hayret
etmemek mümkün mü? Yoksa sen de mi Bürütüs?
Karaman çıkıyor, cumhurun hükmünü kabul etmiyor, müctehidin ictihâdını veya fakîhin fetvasını
kabul etmiyor, Iskata dil uzatıyor, devire bid'at diyor. Bütün bunlar Türkiye'de oluyor da Gürta
nedense sesini hiç çıkarmıyor. Bundan daha büyük hayret olur mu? Yoksa bunlar dinî de il midir,
siyasî bir gayesi mi vardır? Bunların cevaplarını Gürta tarafsız olarak yazıyor ve bize gönderiyor biz
de onları memnuniyetle ne rediyoruz, hem de kelimesi kelimesine harfi harfine. Cevaplarında unları
rica ediyoruz, bni Teymiyye, bnülkayyım, evkânî, Abduh gibi ne idü ü belli veya ne idi ü bellisiz
kimseleri hüccet kabul etmemek artı ile gönderin. Bir de Hazret-i Peygamber yazmamanızı rica
ediyoruz. SAV gibi kısaltmalar da yapılmamasını istirham ediyoruz. Ebu Hanife yerine hiç de ilse
mâm-ı A'zam tabirini kullanmanızı istiyoruz.
Bugün yapılan ıskat ve devirlere bid'at karı tırılmı tır. Iskat ve devir de il de karı an bid'atler
tenkid edilmelidir.
ZUHR-U AH R MESELES :
Âhir zuhur, yani son ö le namazı meselesi yeni de ildir. Kaç asırdır kılına gelmektedir.
Cumhuriyetten önce, Me rutiyetten önce, Osmanlı Devleti zamanında nice din âlimi vardı, Zuhr-u âhir
namazı kılınamaz dememi lerdir, Dar-ül harb olan bir yerde eda artları bulunmadı ı için Cum'a
kılınmaz. Dar-ül slâm'da ise fıkıh kitaplarında bildirildi i üzere kılınır.
Fakat bugün kendini müctehid veya müceddid sanan selefiye me repli kimselerin zuhr-u âhiri
kılmadıklarını görüyoruz. Kendilerine inanan bazı halkı da kandırmı lar, .kandırılan halk diyor ki:
«Asırlardır bid'at i leniyormu , o zamanki âlimler susmu .»
Bizim rastlayıp rastlamamamız ölçü de ildir, ancak bugüne kadar dört mezhebin hak oldu unu,
birisine ba lanmanın art oldu unu, vehhâbilik ve mezhepsizlik ile mücadele eden ehl-i sünnete
mensup bir kimsenin zuhr-u âhir kılmadı ını veya kılmayın dedi ine ahit olmadık. Bir Darül-harb olan
Fransa'da cumayı ve zuhr-u âhiri de kılmak gerekir.
Zuhr-u âhirin kılınmasına ait fıkıhtaki yerini göstermeden önce sizin dediklerinizi hulâsa etmeyi
uygun görüyoruz.
Mezhepsizlik Yaygarası'nın 18. sayfasında Cum'anın son sünnetine zuhru evvel denemiyece ini
yazıyor ve 12 satır yazı ile bunu tenkid ediyorsunuz. De il mi? Cumanın son sünnetini zuhru evvel
olarak bilmek dinîmizde neyi gerektirir?
Türkiye'de mezhepsizler öyle büyük cürüm i liyorlar ki bunlar solda sıfır kalacak kadar
görülemiyecek kadar küçük meselelerdir. Mezhepsiz Mevdûdî çıkıyor. Bunu 19. sayımızda açıkladık,
A ere-i Mübe ereye kan pe inde ko anlar diye hitap ediyor. Hazret-i Osman ve Hazret-i Muaviye
(Radiyallahü anhüma) gibi büyük sahabilere dil uzatılıyor. Bunlar tenkid edilmiyor da zuhru evvel
kelimesi tenkid ediliyor? Maksadınız nedir? Bir D. Ali Hoca bir Ahmet Gürta tenkid edilmekle dinîmize
zarar gelmez. Fakat slâm büyükleri tenkid edilince din zarar görür. slâm âlimleri dururken D. Ali
Hocayı müdafaa etmek abesin ötesinde ahmaklıktır. Ancak onun ahsında, Re it Rıza gibi,
mezhepsizlerin müdafaa edilmesi affedilir cinsten de ildir.
Nafilelerin Kılınmasında Efdal Olan Yol, ba lı ı altında Hacı Mehmed Zihnî Efendiyi senet
olarak alıyorsunuz. Ve öyle diyorsunuz :
«Yazarı son Osmanlı Devrimizin en mümtaz âlimlerinden Merhum Hacı Mehmed Efendidir.
Bu kitap, bu zâtın N MET- SLÂM adı ile yazdı ı çok kıymetli eserin ikinci kısmını te kil eder.»
S. 20
Gürta , siz bu sözlerinizde gerçekten samimi misiniz? Ve hemen a a ıda unu ilâve ediyorsunuz:
«Hanefi fıkhı üzere yazılmı Türkçe ilmîhal kitapları arasında bu kıymetli kitap, hâlâ
aheserli ini korumaktadır.» S. 20
Evet tekrar soruyoruz, bu ifadelerinizde samimi misiniz?
Evet derseniz sizi Karaman da kurtaramaz. Çünkü aynı Zihni Efendi, Nikâh bahsinde vehhâbili in
zındıklık oldu unu yazmaktadır. Hıristiyan kâfirleri ile evlenmenin caiz oldu unu, fakat vehhâbilerle
evlenmenin caiz olmadı ını bildirmektedir. Yaygaranın 75. sayfasında Vehhâbi zındıklı ının lideri M.
Abdulvehhab, slâm âlimi olarak müdafaa edilmektedir. Halkımız böyleleri için ne der? Bu ne perhiz bu
ne lahana tur usu?
Size göre Zihni Efendinin kitabının bir kısmı hüccet, bir kısmı ise bid'at midir? fadenize göre
hepsinin hüccet olması lâzım. E er Zihni Efendi hüccet olursa, sizin 75. sayfada bildirdi iniz vehhâbi
liderin âlim de il, zâlim olması gerekir. Zihni Efendiyi hüccet kabul ederseniz, onun zındık dedi i
kimseye müslüman demek, Zihni Efendiyi kabul etmemektir. Müslümana zındık, veya zındı a
rnüslüman demenin fıkıhta hükmü nedir? Küfür de il midir? Zihni Efedinin dedi i do ru ise vehhâbiler
zındıktır. u halde bu zındıklara rnüslüman diyen Karaman ile Gürta 'ın fıkıhta durumları nedir,
tevilsizce yazın.
badetler imandan bir cüz de ildir. Zuhru âhiri kılan veya kılmayan kâfir olmaz. Fakat vehhâbilik
itikadla ilgilidir. Mühim bir mesele imi gibi, zuhru âhiri kılmayın diyenler de var deyip bu mevzuyu
ortaya dökmek ne fayda sa lar? tikatla ilgili bu kadar konu varken, vehhâbiler ve mezhepsizler
Türkiye'de cirit atarken, Râbıtat-ül-âlemil slâmiyye isimli vehhâbi merkezince Türkiye'ye bni Teymiyye
ve M. Abdulvehhab ile di er mezhepsizlerin kitapları ücretsiz gönderilmektedir. Bunlar aleyhine tek
satır yazdı ınız vaki midir? Mezhepsizli in dinsizlik oldu unu söylüyorsunuz ve Türkiye'de böyle bir
dinsizli in bulunmadı ını söylüyorsunuz? aka mı ediyorsunuz? Komünistler, masonlar, vehhâbiler ve
masonların u a ı selefî mezhepsizler acaba size göre dinsiz de iller mi?
Yukarıda adını yazdı ımız vehhâbi te kilâtının Türkiye'deki temsilcinin aleyhine yazı yazmayıp da
zuhr-u evvel dedi, Kürrası büyük harfle yazdı. Zuhnu âhiri kılmamak evlâdır gibi konularla u ra mak
abes de il midir?
Hindistan'ın büyük âlimlerinden, Muhammed Baki billâhın halifelerinden ve hadîs âlimi Abdulhak-ı
Dehlevî (v. 1052) hazretleri, E iatül-lemat kitabının 505. sayfasında Hazret-i Ali Radıyallahü anhın
cumanın farzından sonra altı rek'ât namaz daha kıldı ı yazılıdır. Ka ani hazretleri, yani Ebu Bekir bin
Mesud Alâaddin-i asi, Bedayı kitabında yani Bedayiussanayi fi-tertibi arayı isimli kitabından nakil
yaparak zuhr-u âhiri kılmak lâzım oldu u yazılıdır. lâve ederek deniyor ki, cumanın her mescidde
kılınmasının caiz oldu unu söyleyenlere göre ise bu zuhru âhir namazının dört rek'atlık bir nafile
olaca ı, kılınmasının müstehap oldu u, hâttâ bunlara göre kılmak lâzım de ilse de kılınma-masını
söyleyen olmadı ı bildirilmi tir.
Bu ifadeleri biraz açıklıyalım. Bir kısım âlimler ayrı yerlerde cuma kılınamıyaca ını söyleyerek
zuhru âhiri kılmanın lâzım oldu unu bildirmi lerdir. Bir kısmı da ayrı ayrı camilerde cuma kılmanın caiz
oldu unu söyleyerek zuhru âhiri kılmanın lâzım olmadı ını söylemi lerdir. Ancak bunlar da, kılınırsa
nafile olaca ını bildirerek zuhru âhir namazına mani olmamı lardır. Zuhru âhir kılmakla insan kâfir
olmaz, bid'at i lemi de olmaz. Fukâhanın kavline göre amel edilmi olaca ı için ecir de kazanılır. Bu
bakımdan bu namaz için niyet mühimdir. (Üzerime farz olan en son ö le namazına) diye niyyet
edilirse, kazası olanlar kazalarından birisini kılmı olurlar. Türkiye'de bütün mesele halledilmi de
düzeltilecek bir zuhru âhir mi kaldı? Millete bu namazı kıldırmamakla kârınız ne olacak? Bütün
müftülere, mâm-hatip mekteplerine ve di er dini kurulu lara vehhâbilik kitapları bedava olarak
da ıtılıyor, gönderiliyor buna mani olmak için yazı yazmıyorsunuz da D. Ali Hoca'nın kitabı mâmHatiplere girdi diye niçin kaleme sarılıyorsunuz?
Sizin için senet olmayan Ömer Nasuhi Bilmen de Büyük slâm lmîhali kitabında S. 165'te zuhru
âhirin nasıl kılınaca ını anlattıktan sonra öyle diyor:
«Velhasıl, bu suretle kılınması ihtiyata muvafık oldu undan EKSER ULEMACA müstahsen
görülmü tür”
Ömer Nasuhi Bilmen, ekseri ulemaca müstahsen görüldü ünü yazıyor. Lütfen ekseri ulemânın
müstâhsen gördü ü bir ibadeti bırakın müslümanlar yapsın.
Belki diyeceksiniz ki, zaten diyorsunuz ya, zuhru âhiri savunanların delilleri zayıf... Bunu
savunanların kendileri delildir. htiyaten kırk yıllık namazını kaza edenler olmu tur. Bu namaz ihtiyaten
kılınıyor. Siz ise Kitabda ve Sünnette yeri yoktur diye ulemanın bildirdi i hükümlere itiraz mı etmek
istiyorsunuz? Karaman'ın slâm âlimleri ile dalga geçer gibi K TAB VE SÜNNETTE YER N ARAMAK
BO UNADIR, mı demek gerekir? skat mevzuunda böyle diyordu.
Mezhepsizler ekseriya bizim tâbi oldu umuz delil Kur'ândır diyorlar. Mezhepsizlerin tesiri altında
kalan gençler öyle diyorlar:
«Do rudan do ruya Kur'ân'dan ilham almak lâzımdır.»
Do rudan do ruya Kur'ân-ı kerîm'den ilham alan, onu anlayan tek insan vardır. O da Peygamber
aleyhisselâmdır.
Bu hususta bilinen bazı hakikatleri anlatırsak mezhepsizlik bataklı ına dü mü birkaç genç
karde imizi kurtarmı oluruz ümidiyle yazıyoruz.
Hazret-i Ebubekir Radıyallahü anh, bir âyet-i kerîmenin tefsirini sorar, Peygamber aleyhisselâm
bir iki saat anlatır, orada Hazret-i Ömer radiyallahü anh da bulunmaktadır. Bunları dinler. Bu bir iki saat
içinde bir ey anlayamaz. Anlıyamıyan kim, Hazret-i Ebubekir Radiyallahü anh'dan sonra bu ümmetin
en üstünü, «Benden sonra Peygamber gelmi olsaydı, Ömer olurdu.» manasındaki hadîs-i erîfe
mazhar olan Ömer'ül Fârûk Efendimiz. Bu ümmetin çok büyük âlimlerine müfessirlik kudreti verilmi tir.
Imâm-ı A'zamı be enmeyen, Beydaviyi be enmeyen veya biz de onlar gibi tefsir ederiz diyen
mezhepsizlere rastladık. Hattâ Bay Karaman Beydavi'de mevzu hadîs bulmu tur. Hâ â o kitaplarda
tek mevzu hadis yoktur. O hadîs-i erîfler Karaman'a veya ba ka selefî itikatlı birisine göre mevzu
olabilir, ama bu ölçü olmaz. Sahih hadislere mevzu yaftasını takanların ba ında Aliyyülkari
gelmektedir.
Beydavi'de mevzu hadis oldu unu söylemek, bu ahıs iyi tefsir yapamamı demek de il midir
Gürta ?
Gerek Beydavi'de ve gerekse di er ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında tek mevzu hadis
gösterebilir misiniz Gürta ? Mevzu hadisten kastımız mutlak mevzu hadis olacaktır, yani uydurma
olacaktır. Mahmasâni gibi kafadan, aklınıza göre söylemeyin, kaynak gösterin, sakın Âliyyül-kari
gibileri senet göstermeyin. Bu mevzu hadîsin dine olan zararını anlatın.
Bugün mezhepsizler çıktı. « lim Çindeyse de gidin», mealindeki hadîs-i erîfi, «dünya her
kötülü ün anasıdır», gibi hadîs-i erîfleri mevzu kabul ettiler. Onların mevzu kabul etmesiyle bir
hadîs-i erîf mevzu olmaz.
Önüne gelen bu mevzu hadisdir diyor, slâm büyüklerinin kitaplarında mevzu hadis oldu unu
söylüyorlar. Gayeleri slâm âlimlerini küçük dü ürmek.
Muhaddislik ve müfessirlik öyle kolay i de ildir. Arabca bilmek kâfi olsaydı bütün vehhâbiler
müfessir kesilirdi. Gerçekten de müfessir geçinmeyen tek vehhâbiye rastlamak mümkün müdür?
ahsen konu tu umuz birçok vehhâbiler delil olarak daima Kur'ân diyorlar, bazan da hadis diyorlar.
Kur'ân-ı kerîm'i tefsir ederek muradı ilâhiyi anlamaya çalı manın ne kadar güç bir i oldu unu
salahiyetli bir âlimden dinliyelim :
Imâm-ı Rabbânî hazretlerinin zamanındaki âlimler bazı âyet-i kerîmeleri tefsir ederek Müceddid-i
Elfi Saniye gönderirler. Ve derler ki, biz böyle bir mâna anladık, siz nasıl anlıyorsunuz? E er bizim
anladı ımız gibi anlıyorsanız bizimkiler do ru demektir. Siz ba ka türlü anlıyorsanız bizimkiler yanlı
demektir. Çünkü siz kayyum-u âlemsiniz, müceddid, müctehid ve veliyy-i kâmilsiniz.
Evet buna benzer ifadelerle mektup yazıyorlar. Yüce mâmın verdi i cevabı dikkat-i nazarlara
arz etmeyi faydalı buluyoruz :
«Sizin ve bizim âyet-i kerîmelerden anladı ımız anlamak de ildir.» buyurduktan sonra
müfessirli in ne demek oldu unu, mes'uliyetini anlatır.
Ama bugün mezhepsizler hep mezhep imâmları dururken Kur'ân'a tâbi olduklarını söylüyorlar.
Delil olarak da hep Kitap ve Sünneti gösterirler. Öyle de il mi Bay Gürta ? Meselâ bizzat siz
Mezhepsiz Re it Rıza'nın kitabının kısa bir özetini yaptı ınız kısımda ne diyor mezhepsiz Re it Rıza? :
«Dün oldu u gibi bugün de Dinîmizin iki ana kayna Kitap ve Sünnet esas alınmalıdır.» S,
38
Hani cma-i Ümmet, nerede Kıyas-ı fukaha? Mezhepsiz Re it Rıza, kat'i surette icmayı delil olarak
almamaktadır, icmayı inkâr nedir? «Ümmetim dalâlet veya yanlı bîr i üzerinde birle mez,
toplanmaz», mânâlarındaki hadîs-i erîfi inkâr de il midir, icmayı inkâr?
Mezhep hükümlerine ba lı kalınca Kitap ve Sünnet esas alınmıyor mu? Re it Rıza'nın bu haltına
ne dersiniz Gürta ?
Daha alt tarafta yine Kitap, Sünnet ve bir de müctehid imâmların hükümleri sayılıyor, fakat yine
icma yoktur. Nedir bu icma dü manlı ı?
Mezhepsizlere dergi ile cevap vermek i de ildir, de il mi Gürta ? Daha önce mezhepsizleri açık
bir toplantıya davet etmi tik, fakat mezhepsizler namert oldukları için teklifimizi kabul etmediler, kö e
bucakta ehl-i sünnetin aleyhine atıp tuttular.
Mezh psizlere hitap ediyoruz, bizim dört hak mezhebimizden ne istiyorsunuz? Dinîmiz hakkında
bir bilginiz varsa buyurun stanbul'da veya Konya'da veya anla ılan bir ilde toplanalım. Türkiye'nin belli
ba lı ilim ve fikir adamlarını da davet edelim. Kimin ne derdi varsa orada açıklasın. Bütün konu ulanlar
teyp ile bir heyet tarafından zabta alınsın. Bütün konu malar kitap halinde ne redilsin. Kimin
mezhepsiz, kimin rıza-i ilâhi için çalı tı ı böylece ortaya çıkar. Herkes delilini toplayıp getirsin. Abduha
kim müctehid diyormu , faizi kim helâl kabul ediyormu böylece teker teker ortaya çıkar. Karaman'a
sordu umuz sualleri aynen Gürta 'a sorarız, cevap vermezse aynen zabta geçer. Ve böylece kimin
hangi suale nasıl cevap yerdi i veya vermedi i tesbit edilmi olur.
Bu toplantıda bid'at nedir,
neler bid'attir, neler sunnettir? Hadîs-i erîfe mana vermek mi
sünnettir, yoksa fukahaya uymak mı sünnettir? Bütün bu suallerin cevabı ayrı gruplar tarafından verilir.
Bundan sonra ekseri ulemaca müstahsen görülen zuhru âhir mes'elesi, hakkında ictihad ve fetva
bulunan ıskat ve devir mes'elesine her önüne gelen burnunu sokmaya belki cesaret edemez.
Gürta gerçek bid'atler üzerinde niçin durmuyorsunuz? Meselâ duydu umuza göre bazı
müezzinler teybe, ezan okuyorlarmı , namaz vakti teybi açıyorlarmı . Sizlerin tabiriyle soruyoruz, Kitab
ve Sünnette bunların yeri var mı acaba? Hafızların mukâbele okumaları yerine teypten dinlense
mahzuru varmıdır, bid'at falan mıdır? Kitabda sünnette yeri var mıdır? cma ve Kıyas-ı fukahada yeri
varmıdır?
Hoparlörle ezan okumak caiz midir, Kitap ve Sünnette delili var mıdır? Bid'at midir, sünnet midir?
Sünnet ile farzlar arasında okunulan hlâs-ı erîfler sünnet midir, bid'at midir? Okunmasının
gerekti ine dair hiç bir kitapta yeri var mıdır? Namazda selâmı müteakip selâtentüncina gibi duaları
okumak sünnet midir, bid'at midir? Artık Kitap ve Sünnette demeyelim de fıkıh kitaplarında yeri var
mıdır? Keza te bihleri müezzin efendinin komutla idare etmesi sünnet midir, bid'at midir? Ba ı açık ve
kısa kolla namaz kılmak sünnet midir, mekrûh mudur? Teravih namazı size göre de sekiz rek'ât mıdır?
Miraç rûh ve cesedle birlikte mi olmu tur, yoksa siz de Mösyö Hamidullah gibi rüyada mı oldu unu
söylüyorsunuz? Karaman'ın kabul etti i gibi, Mösyö Hamidullahın ifade etti i gibi Kâinatın Efendisi
çocuklu unda bir kızı ömür boyu iz kalacak ekilde hâ â ısırmı mıdır? Bir defacık olsun, annesinin sol
gö sünden emmeyen do du u zaman ümmetim diyen bir Peygambere yapılan iftiranın Kitapla
sünnetle, akıl ve insafla ba da ır tarafı var mıdır? Mösyö Hamidullahı müdafaa etmekle din ne
kazanır?
Âyet-i kerîme ve Hadîs-i erîflerin te'vili sizce caiz midir? Çünkü tanıdı ımız birçok mezhepsiz
selefîyeciler te'vili asla caiz görmüyorlar da, belki siz onlardan de ilsiniz. Bütün bu suallerin cevabı
sizin durumunuzu meydana çıkarmakta bir ölçü olabilir.
Cevaplarınızı mecmuada ne retmek üzere bekliyoruz. Allahü teâlâ'nın selâm ve bereketi, ehl-i
sünnetten zerre taviz vermeyen müslümanların üzerine olsun.
ERRÜDD NLE RÖPORTAJ
Ehl-i sünnet itikadına mensup bir mukallidin mutlak müçtehidlik iddiasında bulunan mezhepsiz
errüddin ile yaptı ı mühim bir röportaj:
MUKALL D: Mevdûdî ve Kardâvî gibi siz de «Benim mezhebim yok» diyormu sunuz, bu ne
demektir?
MÜÇTEH D TASLA I: Mezhebim yok demek, muayyen bir mezhebe ba lı kalmadan islâmî
problemleri çözüp karara varmak demektir. Bir mezhebe ba lı kalmak, her amelini ona uydurmak
avamın i idir ki, cehaletin zaruri bir neticesidir. Bizim görü ümüz, Ebû Hanife ile, Mâlik ile veya bir
ba kası ile ayrıldı ı zaman kendi görü ümüzü kabul etmemiz zaruridir. Çünkü biz avam de il, mukallid
de iliz.
MUKALL D : Bilirsiniz Hanefî uleması, fukuhayı yedi tabakaya ayırır. Fukahanın ikinci
tabakasından olan mâm-ı Ebû Yusuf, kudretli bir müçtehid iken mâm-ı Â'zamın koydu u usûlden
dı arı çıkmamı , bilâkis onun koydu u usûl dairesinde ayrı ictihadlarda bulunmu , benim mezhebim
yok dememi tir.
MÜÇTEH D TASLA I: Ebû Yusuf Ebû Hanife'ye tâbi olabilir. O, onun görü üdür. Ben muayyen
bir mezhebe tâbi olamam. Çünkü birinci ve ikinci asırda halkın muayyen bir mezhebi yoktu. Herhangi
bir suali halk önüne gelen müftüye sorardı. Yine öyle olmalıdır. Biz bugün tefrikaya sebep vermemek
için, mezheplerin kaldırılarak tek mezhep halinde birle tirilmesini, tevhid edilmesini, yani telfık
istiyoruz.
MUKALL D : E eddül Cihad kitabında fukahanın be inci tabakasından olan bni Hümam,
müçtehid olmayanların dört hak mezhepten birini taklit etmeleri gerekti ini, yine bni Hümam E bah'ta
dört hak mezhepten birine uymayan i in bâtıl oldu unda ittifak bulundu unu, söylemektedir. Hulâsatüt
Tahkik'de dört mezhepten ba kasını taklit etmenin caiz olmadı ı, Tahrir'de ise ancak zaruret olunca
dört hak mezhepten dı arı çıkmamak artıyle herhangi bir meselede dört mezhepten birinin taklit
edilebilece i bildirilmektedir. bni Âbidin Reddül Muhtarın çe itli yerlerinde telfikin bâtıl oldu unda
icma oldu unu zikreder. Tevkiful Hukkâm isimli eserde de bütün müslümanların icmai ile telfikin bâtıl
oldu u yazılıdır. Dört hak mezhebin kitap ve sünnet ile meydana geldi i, müçtehid olmayan herkesin
bir mezheb imâmına uymasının vâcib oldu unda icma' bulundu u M ZAN'da ve di er muteber
kitaplarda da bildirilmi tir. Yine M ZAN'da âlimler Resulûllahın vârisleri bulundu u, Resûlüllahın
getirdiklerinin hepsine, hikmet ve delîlini anlamasak bile îmân ve tasdik etmemizin gerekti i gibi,
mezheb imâmlarımızdan gelen bilgilere de -Kitab ve sünnetten çıktı ı için- delillerini anlamasak bile
îmân ve tasdik etmemizin lâzım oldu u, geçmi Peygamberlerin eriatları arasında zıt hükümler
bulundu u halde hepsine îman ve tasdik etmemiz gerekti i gibi, mezhepler arasında ayrılıklar
bulundu u halde hepsine îman ve tasdik etmemizin lâzım oldu u bildirilmi tir. Müçtehid olanın da
kendi içtihâdına uyması vâcibdir.
MÜÇTEH D TASLA I: ah Veliyyullah'ın bildirdi ine göre mâm-ı Ahmed, «Beni, Mâliki veya bir
ba kasını taklît etmeyin, hükümleri onların aldıkları yerden, yani kitab ve sünnetten alın» demek
suretiyle taklidin bâtıl oldu unu söylemi olmuyor mu?
MUKALL D : mâm-ı Ahmed'in sözü do rudur, o söz müçtehidler için söylenmi tir. Bir mes'elenin
delîlini aramak müçtehide hastır. Dürrül Muhtar'da mukallidin bir müçtehide tâbi olmasının vâcib
oldu u bildirilmektedir. imdi mutlak müçtehid bulunmadı ına göre herkesin bir mezhebe tâbi olması
zaruridir.
MÜÇTEH D TASLA I: Müçtehid yoktur sözü çok yanlı tır. Bugün eskisinden daha çok müçtehid
vardır. Çünkü insanlık tekâmül etmi , zamanın geli mesi ile akıllar de i mi , Ebû Hanife olsun, Mâlik
olsun bugünkü ilimlerden yoksundu. Mikrobu, atomu, elektiri i, unu bunu bilmezlerdi. Bugün her
sahada mütehassıslar yeti ti. Hadis kitapları, Kur'ân mealleri herkesin evinde var. Arabca bilmeyen
bile bir meselenin delilini ara tırıp rahatça bulabilir, ihtisas asrında ya ıyoruz. slâmî ilimlerle, Tarih,
co rafya ve sosyoloji gibi yardımcı bilimlerin bir veya birkaçında ihtisas yapan kimselerden müte ekkil
bir ÇT HÂD MECL S kurulur ve böylece MUTLAK CT HAD'ın artları gerçekle mi olur.
MUKALL D : Bu tekâmül sözü, evrimcilerin tekâmül inancına aittir. Re it Rıza da aynı görü tedir.
lk insanların akılları azdı demek büyük bir cür'ettir. Hazret-i Âdem aley-hisselâmdan sonra birçok
Peygamber gelmi tir, bunların akılları da az idi anlamı çıkar ki maazallah küfürdür. Her asrın
kendinden önce gelen asırdan daha kötü olaca ına dair bildirilen Hadîs-i erîfe de bu sözler aykırıdır.
Mutlak içtihâdın gerçekle mesi için saydı ımız ilimlere gelince, bir .kimse aklî ve naklî bütün islâmî
ilimlerde Ord. Profesör olsa içtihâd ehliyetine hâiz olamaz. Müslüman olması ve ilâhi mevhibe sahibi
muttakî bir kimse de olması arttır.
Sonra mezheplere tâbi olmanın ne zararı var ki?
MÜÇTEH D TASLA I : Mezheplerin zararı oldu una dair delîli bir ilim adamından, bir
profesörden nakledeyim: Prof. Mahmasânî «Birden fazla mezhebin iyi tarafları yanında fena
neticeleri de olmu tur.» demektedir. Sen hiç tarih okumadın mı? Hanefilerle afiîler arasında çok
harbler olmu tur.
MUKALL D: Dört hak mezhebin birbiriyle harb ettiklerini duymadım. Mezhepleri yıkmak isteyen
Re it Rıza gibi mezhepsizler, iilerle Sünnîler arasındaki harbleri afiîlerle Hanefiler arasındaki harb
gibi göstermi lerdir. Kelime benzerli inden istifadeye kalkmı lardır. Velevki Hanefilerle afiîler
arasında bir harb olmu olsun, bunda hak mezheplerin suçu ne? Mal ve mülk yüzünden kavgalar
oluyor diye kimseyi mal ve mülk sahibi etmiyelim mi? Müçtehid ümmetin ihtilafları rahmet olmamı
olsaydı, mezhepler çıkarmıydı?
MÜÇTEH D TASLA I : Çok mutaassıpsın.
MUKALL D : Mutaassıp sizce ne demektir?
MÜÇTEH D TASLA I : Delillere de il de, Ebû Hanifeye, Mâlike, bni Abidine, una buna inanan
ve onların bildirdiklerine sarılan kimse demektir.
MUKALL D : Aman ne kadar güzel, ke ke bütün müslümanlar mutaassıp olsalar...
MÜÇTEH D TASLA I : Hayır, öyle de il... Kitap ve Sünneti, Ebû Hanife, Mâlik ve afiî gibi
ki ilerin ölçülerine göre de erlendirmek çok hatalıdır. Onların bildirdiklerini Kitab ve Sünnet ölçülerine
vurup tam ayarını kalpından bu ölçü ile ayırmak lâzımdır.
MUKALL D : mâm-ı Âzam gibi büyük bir müçtehidin hatâsını ara tırmak kimin haddine? 72 sapık
fırka da Kitap ve Sünnetten ahkâm çıkarmaya çalı tıklarından dalâlete dü mü lerdir.
MÜÇTEH D TASLA I : Âyeti, hadîs-i anlamak o kadar zor bir mesele de il, normal bir Arapça
bilen herkes anlar.
MUKALL D: Sosyalist Nasır, Beyrut Papazları ve Medine'deki Vehhâbiler iyi Arapça bilirler. O
halde her vehhâbiye müçtehid mi diyece iz? Re it Rıza TELFIK-I MEZAH B isimli kitabında «Hakkın
her kaman ekseriyetle beraber olaca ını sanmak do ru de ildir.» diyerek «ÜMMET M DALÂLET
ÜZER NDE TOPLANMAZ.» Hadîs-i erîfini inkâr etmektedir. «Ben sırf ibadetler hususunda kıyas
kabul etmiyorum, delile bakan ve ona göre reyleri kabul eden her müslüman da müçtehiddir.»
diyerek herkesin içtihâda yeltenmesini tavsiye ediyor.
MÜÇTEH D TASLA I: Re it Rıza diye telaffuz etme. Ra it Rida demelisin. Evet Ra it Rida do ru
söylüyor. Yalnız Ra it Rida de il, M. evkanî de ibadette taklîdin caiz olmadı ını R AD-ÜL FÜHUL
kitabında yazar. Mezheb taklidine irk der.
MUKALL D: Muhammed bin Ahmed Halefin CEVA-BÜSSA L kitabında evkâni'nin Zeydî oldu u
yazılıdır. Yani iîdir. Sünnîler arasında ya ayan iîlerin sünnî gibi görünmeleri farz oldu undan sünnî
oldu u ve hiç bir mezhebe ba lı bulunmadı ı intibaını vermeye çalı mı tır. iîlerin sünnî gibi
görünmelerine takıyye denmektedir.
MÜÇTEH D TASLA I: Mukallidler çok kafasız insanlar.
MUKALL D: Neden?
MÜÇTEH D TASLA I: Mukallidler Muhammedi olmak dururken Hanefi veya afiî oluyorlar.
MUKALL D: Muhammedî kelimesi gayri müslimlerin takdı ı bir isimdir. slâmiyeti hak din olarak
kabul etmedikleri ve Peygamber aleyhisselâm tarafından kurulmu bir din olarak kabul ettikleri için
MUHAMMEDÎ diyorlar. E er Muhammedî kelimesi MÜSLÜMAN anlamında kullanılıyorsa bütün sapık
fırkalar da kendilerinin müslüman olduklarını iddia ediyorlar. Meselâ Mutezile, Vehhâbiler, Kadiyaniler
ve hattâ Selefiyeler bile kendilerinin müslüman olduklarını iddia ediyorlar. Ehl-i sünnet itikadına ba lı
bir müslüman olabilmek için mutlaka dört hak mezhepten birisine ba lanmak gerekti i ve bu dört
mezhebin birinden ayrılmanın eriattan ayrılmak oldu u Tefsir-i Mazherî'de, di er muteber kitaplarda
yazılıdır. Telfık bu bakımdan da caiz de ildir.
MÜÇTEH D TASLA I: O onların fikridir. Biz caiz oldu una misaller verelim. Bir kimse abdestli
oldu u halde kan aldırıp yabancı bir kadına da dokunsa, Ebû Hanife'ye göre birinci, afiî'ye göre de
ikinci i sebebiyle abdesti bozulmu olur. HER K S YLE DE BOZULMAZ eklinde bir içtihadda
bulunsak, bu içtihâdımız bâtıl olmaz.
MUKALL D: Buna benzer bir ifadeyi, Diyanet yayınlarından bir kitapta da gördüm.
MÜÇTEH D TASLA I: Tabiî biz kitabî konu uruz.
MUKALL D: Bu sözlere kitabî demek kitapsızlık olmaz mı? Çünkü HER K S YLE DE BOZULMAZ
eklindeki bir iddia bâtıldır.
Böyle bâtıl bir iddiada bulunan kimse her iki mezhebe göre de abdestsizdir. Zira Peygamber
aleyhisselâm abdest alırken bir yeri kanamı , Âi e Validemiz ise kanayan yere dokunarak kanı silmi ,
bunun üzerine Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, tekrar abdest almı tır. Ehl-i sünnet âlimlerinin bir
kısmı kan çıktı ı için, bir kısmı da kadın eli de di i için abdest bozulmu tur diye içtihâdda
bulunmu lardır. kisiyle de bozulmaz demek Resûlüllahı tekzibdir. Zaten bni Nüceym ve ürünbilâli
gibi âlimler «TELFIK CMA- ÜMMET LE BÂTILDIR.» demi lerdir. Sıkı ık zamanlarda herkes kendi
mezhebindeki rûhsatları yapar, yapamazsa ba ka mezhepteki kolaylı ı yaparak sıkıntıdan kurtulur.
Ancak ba ka mezhepteki bir i i yaparken yani yaptı ı i i taklît ederken o mezhebde bu taklît etti i i
için olan farzlarla vacibleri yapması ve o i in yapılması ile ilgili harâmlardan kaçması lâzımdır.
MÜÇTEH D TASLA I: Kim ne derse desin biz akla aykırı olan bir eyi kabul etmeyiz. Meselâ
namazların kaza edilmesinde CMA vardır. Fakat ibadetlerde kıyas olmadı ı için biz namazların kaza
edilmesini kabul etmeyiz. cmaya aykırı olsun ne çıkar?
MUKALL D: Re it Rıza pardon, Ra id Rida da CMA'yı kabul etmiyor. CMA, bir asırdaki
müçtehidlerin ittifak ettikleri içtihâdlardır. Müçtehidlerin dalâlet üzerinde ittifak etmiyecekleri, icma
yapmıyacakları Hadîs-i erîfle bildirilmi tir, icmaı inkâr ise küfürdür. Dördüncü asırdan sonra da mutlak
müçtehid yeti medi i için icma kalmamı tır. Tabii en kuvvetli icma Eshâb-ı Kirâmın icmaıdır, çtihad da
kesilmi tir.
MÜÇTEH D TASLA I: çtihâd kesildi demek, içtihâd kapısı kapandı demektir. Halbuki Prof.
Mahmasani içtihâd kapısını kapatanlara kızarak öyle der: “Sünnî fukaha içti-had kapısını
kapatarak dört mezheble iktifa edilmesinde ittifak hasıl oldu undan dolayı islâm dü üncesi
durakladı, hukukta, slâmî, Arabî gibi ilimlerde taklîd ve saplantının yayılmasına sebep oldu. iî
âlimleriyle bn-i Teymiyye, bni Cevziyye, içtihâd kapısının kapatılmasını kabul etmemekle
isabet eylemi lerdir. Son asırlarda bunlara Muhammed b. Abdülvahhab, Cemalettin Efgani, M.
Abduh gibi müceddid âlimler de katılmı lardır.» demektedir. Sen ne diyebilirsin?
MUKALL D: Biz mukallidiz, bir ey demeye yetkimiz yoktur. Ancak fukahadan nakil yapabiliriz.
Nakil yapmaya da lüzum yok, zira Prof. Mahmasani de içtihâd kapısının kapandı ında ittifak oldu unu
yani icma oldu unu kendisi de söylemi tir. Sunu söyleyelim ki, Said Nursî hazretleri içtihâd risalesinde
içtihâd kapısının açılması için altı mani bulundu unu ve bu altı maniyi kaldırabilecek bir kimse
gelemiyece ini zikreder.
MÜCTEH D TASLA I: Fransa'ya benzer slâm idaresiyle idare edilmeyen ülkeler Darülharb
de ildir.
MUKALL D: Fransa Dar-ül harb de il mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Tabii de il, cumhuriyetle idare edilen bütün demokratik ülkeler Darülharb
de ildir. Asrımızın ekmel mür idi mezheb-i seleften olan büyük müçtehid, demokrasi veya cumhuriyet
ile idare edilen bütün memleketlerin idarelerini övmü . 50 yılı a kın bir zamandan beri lâik bir
cumhuriyetle idare edildi imiz için Allah'a hamd etmi tir. Bu bakımdan adı cumhuriyet bile olmasa
ngiltere de Darülharb de ildir.
MUKALL D: Hukuki slâmiyye Kamusunda Dürer, Dür-rülmuhtar, Hindiyye gibi kitaplardan
alınan bir fetvada ve imâmeynin kavline göre islâm eriatı ile idare edilmeyen her ülkenin Darülharb
oldu u yazılıdır.
MÜÇTEH D TASLA I: Onlar öyle,diyorsa biz de aksini söylüyoruz. Demokratik üstadımızın
içtihâdına göre, Rusya'da bile müslümanlar namaz kıldıklarına göre orası da Darülharb de ildir.
MUKALL D: Yani Darülislâmdır.
MÜÇTEH D TASLA I: Hayır Darül küfürdür.
MUKALL D : Bir insan ya müçtehiddir, veya mukallid, bir kimse ya mü'mindir veya kâfirdir.
Bunların ortası yoktur. Bir memleket de ya Darülharbdir veya Darülislâmdır. Fıkıhta Darülküfür diye bir
ıstılah var mıdır?
MÜÇTEH D TASLA I: Vardır Çünkü modern problemler çok...
MUKALL D : Bildi iniz gibi Darülharbde bazı muameleler de i iktir. Meselâ Darülharbde
kâfirlerden faiz almak caizdir. Fakat faiz vermek hiç bir yerde caiz de ildir. Mül-tekada, Dürer ve
Gurer'de piyango tertiplemek gibi fasit bey ile satı yaparak kâfirleri kandırarak gönül rızaları ile mal
almanın caiz oldu u yazılıdır. Kumar ile de para almanın caiz oldu u Kuduri, Cevhere ve Vikaye gibi
kitaplarda yazılıdır. ürnbilâli de caiz oldu unu zikreder. Dar-ül-harbde vaziyet böyle olunca, sizin
içtihâdınız olan Darülküfürde muamele nasıldır?
MÜÇTEH D TASLA I: Darülislâmdaki gibidir.
MUKALL D: O zaman Darülküfür ismine ne lüzum vardı?
MÜÇTEH D TASLA I: O zaman bana Rusya'ya islâm diyarı dedin diye iftira edebilirdin.
MUKALL D: ftiradan Allahü teâlâya sı ınırız. Demin modern problemler çok demi tiniz. Ba ka ne
gibi modern problemler var?
MÜÇTEH D TASLA I: Çoktur Medeniyet durmadan ilerliyor, ni anlı ve evli erkeklerin ekserisi
alyans takmaktadır. Alyans altından mamuldür. Süs için de il, ni an için takılıyor, hem ucuz, hem de
ekseri insanlar taktı ı için umumî belva halini almı tır. Bütün insanların harâm i lemelerini önlemek
lâzımdı. Bunu dü ünerek Profesör Kâmil Miras alyans dedi imiz altın yüzü ün erkeklerin de
takmasına cevaz vermi tir. Doçent Süleyman Ate de aynı fetvaya katılmı tır. Bütün insanları
harâmdan kurtarmak için biz de aynı fetvaya katılıyoruz.
MUKALL D : Modern problemlere bir iki misal daha verir misiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Kadınların açık saçık gezmeleri günahtır. Fakat küfür de ildir. Kadınların
et renginde ince çorap giymelerine cevaz vermek lâzımdır. O kadar açık saçık kadının yanında
bunlara kim bakacak? Bizim selefiyeci arkada ların hanımlarını görmü sen hepsi de et rengi ince
çorapla dola ırlar. Kardâvî'nin ince çoraba müsaade etmeyi ine kızıyorum. Di er içtihâdlarına sözüm
yok.
MUKALL D : Biz mukallidlerin .kıyas yapmaya salâhiyetleri yok, ama öyle bir akıl yürütelim :
Açık gezmek umumî belva halini almı tır, süs gayesiyle ba ını açan kadın de il de sıcaktan açanların
cevazına hükmedilse nasıl olur?
MÜÇTEH D TASLA I: Zamanın de i mesiyle hükümler de i ir. Eski kitaplarda zünnar
ku anmanın küfür oldu u yazılıdır. Fakat önderimiz Beyefendi hazretleri, zamana uyarak zünnar
ku anır, kravat takar, fört apka giyer.
MUKALL D : Size ba ka bir soru : ibni Teymiye'nin mücessemeden oldu u çe itli kitaplarda
yazılıdır. Bu onun kâfir oldu unu göstermez mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Bir insanın birkaç hatası yüzünden, meselâ bni Teymiye Allah göktedir
dedi i için. Felsefeciler âlemi kadim bildi i için tutup atılamaz. Bir çam ormanında birkaç me e var diye
o ormana me e ormanı denemez. Herkesin kitabı okunur, do rular alınır, yanlı lar atılır.
MUKALL D : Kitap bilgi ö renilmek için okunulur. Bir kitabın hatâsını, yanlı ını bulabilen kimsenin
o kitabı okumasına ihtiyacı yok demektir, bni Rü t'ü okuyan bir kimse, kâinatı bni Rü t'ün tarif etti i
gibi kadim, ezelî olarak bilirse kâfir olur. Bu bakımdan hatalı kimselerin kitapları tavsiye edilmemeli.
mâm-ı Âzamin tek hatâsı gösterilebilir mi? Farklı içtihâd günah olmaz. Mukallid olu umuzdan mıdır
nedir, u orman misaliniz bize çok abes geldi. Bir insanın, Allahü teâlânın sıfatı gibi âlemi kadim
sayması veya felsefecilerin de hakikati bildi ini söylemesi rasgele hatâ de il, küfürdür. tikata taalluk
eden bu bir hatâ, koca çam ormanının keyfiyetini de i tirip o ormanı me e ormanı haline getirmez mi?
Sonra kâfiri kâfir bilmemek de suçtur.
MÜÇTEH D TASLA I: Hüsnü zan etmeli, kimseyi tekfir etmemeli. Tekfir edilen kendisi kâfir
de ilse tekfir eden kâfir olur.
MUKALL D: bni Teymiye, eyh-i Ekber Muhiddini Arabi hazretleri gibi birçok vahdet-i vücut
evliyasına kâfir damgasını vurmaktan çekinmemi tir. Bu tekfir topu, bni Teymiye'ye hiç zarar vermez
mi, geri tepmez mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Tasavvufun bir çe idi olan vahdet-i vücut, Hind ve Yunan felsefelerinin
Arapçaya çevrilmesi ve müslümanların bunlarla teması sonunda slâma girdi i için Bahaeddin
Nak ibendî gibi vahdet-i vücutçu bütün mutasavvuflar bni Teymiye'nin dedi i gibidir.
MUKALL D: Az önce kimsenin tekfir edilmemesini siz ö ütlemi tiniz. ya...
MÜÇTEH D TASLA I: Yani vahdet-i vücutçuları da mı tekfir etmiyelim?
MUKALL D : Vahdeti vücudu ne inkâr ederiz, ne de ona itikad ederiz, gibi bir ifade kullanmı
olsaydınız nasıl olurdu?
MÜÇTEH D TASLA I: Anlamıyor musun, biz vahdet-i vücudu kabul etmiyoruz.
MUKALL D: Efgani'yi her vesileyle müdafaa etti inizi i itiyoruz. Halbuki elimizdeki kaynaklara
göre Efgani mason oldu u, Ermeni ve Jön Türklerle gizli münasebeti bulundu u, müslümanların
dayanak noktası Osmanlı Türk hilafeti ile Sultan II. Abdülhamid'e ters dü tü ü, Darül fünunun açılı
konu masında «Peygamberlik sanatlardan bir sanattır» dedi i, Renan'a yazdı ı mektuplarda
«islâm dinî ilmi bo maya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmi tir» eklindeki hezeyanları
vesikalarla tesbit edildi i halde hâlâ niçin müdafaa ediyorsunuz?
MÜÇTEH D TASLA I: Gerçekten Efgani'nin hayatı renklidir. Mısır'da ve ran'da ihtilâl'e te ebbüs
edi i, ngilizlerle birlik olup II. Abdühamid'i hal etmek isteyi i bunu göstermektedir. Mason olu u,
talebelerinin ifadelerine ve vesikalara göre do rudur. Ancak mason olu u slâma hizmet içindi.
MUKALL D: slâmda zaruret halinde harâm i lenebilirse de mason olmak, «mukaddes mason
cemiyeti» diyerek küfre dü mek acaba caiz midir?
MÜÇTEH D TASLA I: O da mason olmakla islâmiyete hizmet edilemiyece ini anlayınca
masonlu u bırakmı tır. Evet Efgani'nin birkaç hatâsı olmu tur. Sen bile bu birkaç hatâ üzerinde
duruyorsun. Bu adamın Allaha Peygambere inandı ını, nemaz kılıp oruç tuttu undan hiç
bahsetmiyorsun? Birkaç hatâsı yüzünden koskoca bir insan tutup atılır mı?
MUKALL D: Efgani'nin masonlu u bıraktı ına dair elimizde bir vesika yoktur. O birkaç hatâsı çam
ormanını me e ormanı haline getirecek kadar fecidir. Neyse Efgani'yi geçelim de biraz da Abduh'dan
bahsedelim. Üstadı Efgani gibi Ezher'e masonlu u soku u, kendisi de mason olup kadınların açılıp
saçılmalarını terviç hususunda Kasım Emin'i vazifelendiri i, bütün mucizeleri inkâr edi i, meselâ Musa
aleyhisselâmın asa ile denizi yarma mucizesine Med ve Cezir hadisesi demesi, teselsülün butlanı
meselesine muhalif olu u gibi küfrü gerektiren fiil ve hareketlerine ne dersiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Muhammed Abduh, son asrın müçtehidlerindendir. Taklît zincirini
kırmı tır. Ona uzatılan diller kesilmeye lâyıktır. Avrupalılar mucize ve kerametlere inanmazlar bunları
tevil etmek gerekirdi, Abduh da slâma leke gelmesin diye mu'cizeleri te'vil etmi tir. Fil sûresindeki
ku ları sivri sinek, attıkları ta ları da mikrop olarak tefsir edi i bu delilimizi isbata kâfidir.
MUKALL D: Abduhun müçtehid oldu u Diyanetin ne retti i bir kitapta da vardır. fademi mazur
görün, müçtehid olmak için lüzumlu ilimlerden ba ka mason olmakta mı vardı? Efgani, masonlukla
slâma hizmet edilemiyece ini bilip ayrıldı ını söylemi tiniz, bu fikrîni tilmîzi Abduha niçin söylemeyip
onun da mason olu una ses çıkarmamı tır.
MÜÇTEH D TASLA I: Abduh da slâma hizmet gayesiyle mason olmu tu.
MUKALL D: Masonlu u bir tarafa, Abduh selefiyeci oldu una göre, mucizeleri ve fil sûresindeki
açık nasları te'vil edi ine ne dersiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Te'vil edi ine hatâdır derim. Biz hatâsı olan bir insana ne kadar büyük
olursa olsun hatalıdır demekten çekinmeyiz, velevki Hazret-i Osman olsun? Üstad Mevdûdî'nin
Hazret-i Osmanın hatâlarından bahsedi i gerçek ilim sahiplerine has bir usûldür.
MUKALL D: Hazret-i Osman hakkında konu mayı zait görüyorum. Müçtehidlerin hatasından
bahsettiniz meselâ Abduhun hatâsından. Bir müçtehidin hatâ veya isabet etti ini Allahü teâlâdan
ba ka kimse kat’i olarak bilemez. Ancak di er müçtehid kendi içtihâdına göre hatâ oldu unu
söyleyebilir.
MÜÇTEH D TASLA I: Biz de o ekilde söyledik ya... Son asrın müçtehidlerinden Ra it Rida'nın
da Hazret-i Musa'ya kâhin demesi, tevatür hadisleri inkâr edi i, akkul Kamer mu'cizesini te'vil edi ine
de çekinmeden hatâ derim. Nurcuların Said Nursiyi, Süleymancıların Süleyman Tunahan'ı,
tarikatçıların eyhlerini hatasız günahsız bilmelerine kar ılık, biz sevdiklerimizin bile hatâlarına hatâ
demekte mahzur görmüyoruz. Nurcuların yanında Peygamberin aleyhine konu o kadar kızmazlar da
Saidi kürdiye azıcık bir ey dense öldürürler adamı. Tarikatçılar ve Süleymancılar da nurculardan geri
kalmazlar. Süleymancılar ceplerinde Süleyman Efendinin foto rafını ta ırlar ve RABITA yaparak ona
taparlar.
MUKALL D: Foto raf ta ıyarak rabıta yapmak tapmak anlamına gelmez. Tasavvufta rabıta
esastır. Fakat rabıtaya çatmak tasavvufu inkâra varmaz mı?
MÜÇTEH D TASLA I: Tasavvuf bizim bilmedi imiz bir âlemdir. Bilmedi imiz bir âlem hakkında
konu ursak hatâ ederiz. Tasavvufa girip de kendinî Hak sanacak, ENEL HAK diyecek kadar ileri
gidenler olmu tur. Bize hakikat lâzım hakikat... Üstad Mevdûdî'nin tasavvufa kapılı ından dolayı
Gazâlî'yi tenkid etmesinde isabet vardır.
MUKALL D: Tasavvuf, Peygamber aleyhisselâmm bâtın nurudur. E yanın hakikatim mü ahede
edenlerin makamıdır. Tasavvuf bir haldir, ya amıyan anlıyamaz. Müsaadenizle ba ka bir suale
geçmek istiyorum. Farklı içtihâdlar da bu mutlaka isabetlidir, bu mutlaka do rudur, denemez. Kelâm
Dersleri isimli bir kitapta «Selefiyyenin do rulu unu isbatlayan deliller» diye ifadeler yer
almaktadır.
MÜÇTEH D TASLA I: Di er mezheplerde hatâ ihtimali çoktur. Fakat Selefiyyede hatâ olmaz,
onun için do ru denmi tir. Zira selefiyye nasları tevil etmedikleri için hatâya dü mezler.
MUKALL D : Tevil edilmesi gereken naslar yok mudur?
MÜÇTEH D TASLA I: Yoktur. Zira hiç bir nebi, hiç bir veli ve hiç bir melek, dereceleri ne kadar
yüksek olursa olsun âyetleri te'vil edemezler, te'vil ederlerse hatâya dü erler.
MUKALL D : O Kelâm Dersleri kitabında da bu ifadelere benzer cümleler yer almaktadır. Naslar
niçin te'vil edilmez?
MÜÇTEH D TASLA I: «Te'vilini sadece Allah bilir.» âyeti bunun kat'i delilidir.
MUKALL D : Gaybı da Allahü teâlâdan ba ka kimsenin bilemiyece ine dair âyet-i kerîme var,
fakat Cenâb-ı Hak dilerse, bir Peygamberi, bir velisi de bilebilir, de il mi? Te'vil de böyle de il mi?
Allahü teâlâ müte abih âyet-i kerîmelerin tevillerini Peygamber aleyhisselâma bildiremez mi? Veya
büyük bir veliye bir âyet-i kerîmenin te'vilini bildiremez mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Bizim tasavvufa uzak kalı ımızın sebeplerinden birisi de «Allah'
tan
ba ka gaybı kimse bilmez» diye nas oldu u halde «Evliya keramet göstermek suretiyle gaybı
bilebilir.» demek âyete aykırı oldu u için irktir.
MUKALL D: Kerametin hak ve sabit oldu unda icma vardır. Hazret-i Ömer Radıyallahü anh'ın
hutbe okurken slâm ordusunun arkadan çevrildi ini görüp Sariye isimli kumandana CEBELE CEBELE
diye ba ırdı ı, bu sesin Nihavend'de duyuldu u inkâr edilemiyecek kadar me hur olmu tur.
MÜÇTEH D TASLA I: O keramet de il, ferasetti.
MUKALL D : Anla ıldı, fazla söze lüzum kalmadı. Çok mühim bir sual sormak istiyorum.
Peygamberlerde bulunması gereken be sıfattan birisi de SMET sıfatı, yani günah i lememe sıfatı
de il midir?
MÜÇTEH D TASLA I: Evet.
MUKALL D: imdi size yüzlerce âyet-i kerîmeden birkaçının mealini söyleyim. Te'vil edilmedi i
takdirde ne fecâatlar ortaya çıkacaktır. Meselâ Âdem aleyhisselâm ile Havva Validemiz hakkındaki
A'raf sûresi 190. âyet-i kerîme meâlen öyle: ALLAH ONLARA KUSURSUZ B R ÇOCUK VER NCE,
KEND LER NE VERD
EY HAKKINDA ALLAH'A ORTAK KO TULAR ALLAH ONLARIN
RKLER NDEN BER D R. Bu meal, te'vil edilmezse hâ â Âdem aleyhisselâmla Havva validemiz,
mü rik, yani kâfir olmu olurlar. Halbuki slâm Uleması, çe itli ekilde te'vil etmi lerdir. Kimi Âdem
aleyhisselâmın zürriyetinden gelen mu riklere, dinsizlere hitap demi ler, kimi de Hübel gibi putların
kulları oldu unu söyleyen kimselere hitap demi lerdir. Hiç bir islâm âlimi bu apaçık âyet-i kerîmeye
ra men Âdem aleyhisselâma kâfir dememi tir. Selefiyye te'vil etmedi ine göre, maazallah hali harap...
Bakara Sûresi 30. Âyet-i kerîmesi te'vil edilmezse günahsız olan meleklere günah isnat edilmi
olur.
Fetih Sûresi 2. Âyet-i kerîmesinde Peygamberimizin geçmi ve gelecek günahlarının affedildi i,
yani günah i lemi oldu u ve i leyece i meal olarak bildirilmi tir. Te'vil edilmedi i takdirde Peygamber
aleyhisselâmın günah i lemi oldu u, Peygamberlik sıfatlarından SMET sıfatının ortadan kalkaca ı
meydanda…
Enbiya Sûresinin 87. Âyet-i kerîmesinde. Yunus Aleyhisselâm, Allahü teâlânın kendisine güç
yetiremiyece ini sanmı tı, mealindedir. Cenâb-ı Hakkın güç yetiremiyece ini sanmak ise küfürdür.
Âyet-i kerîme te'vil edilmezse Yûnus aleyhisselâm da küfre sokulur. Te'vil etmeyen selefiyye ne
yapacak?
Yûsuf Sûresi 24. Âyet-i kerîmesinde kötülü e kastetme gibi bir meal bulunmaktadır. Te'vil
edilmezse Yûsuf Aleyhisselâm da günaha kastetmi sayılacak.
En'am Sûresi 76, 77 ve 78. Âyet-i kerîmeleri de meal olarak brahîm aleyhisselâmın aya yıldıza
taptı ı görülüyor. Te'vil edilmezse brahîm aleyhisselâm da küfre sokulmu olur.
Tevbe sûresi 43. Âyet-i kerîmesi de te'vil edilmezse Peygamber aleyhisselâmın, yanlı i yaptı ı
ve Allahü teâlâ tarafından azarlandı ı gibi acaip bir mâna çıkar.
Daha bunun gibi birçok âyet-i kerîme vardır ki te'vil edilmezlerse Peygamberlerin günaha, küfre
girdikleri anla ılır. Bu bakımdan ehl-i sünnet .uleması te'vili gerekli âyet-i kerîmeleri te'vil etmi lerdir.
Bu bakımdan erhsiz âyet-i kerîme meali yazıp okumak ve öylece itikat etmek küfürdür.
MÜÇTEHlD TASLA I: Ne mânaya gelirlerse gelsinler, biz selefiyeciler, âyetleri te'vil etmeyiz.
Âyette Peygamberin günah i ledi i yazılıyorsa, günah i lemi tir. Günah i lemedi diye te'vil edilemez.
Te'vil eden bütün islâm âlimleri hatâ etmi tir. Selefiyenin hak ve do ru mezhep oldu unu bilim ehline
kabul ettirdi imiz için mâm-Hatip Liselerinde selefiyecilikle ilgili kitaplar okutulmaktadır. Gazaliler,
unlar bunlar selefiyecili i önlemi lerse de biz maya tutturduk, kimse mâni olamıyacaktır.
MUKALL D : Mani olunmu tur. «Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak etmez» Hadis-i erîfi
gere ince selefiyeciler asırlardır azınlıkta kalmı lardır. Âyet-i kerîmelerin te'vil ve tefsir edilmesinde
icma vardır. Zaten Hadîs-i erîfler Âyet-i kerîmelerin te'vil ve tefsirleri de il midir? Size vehhabilerle
ilgili bir sual sormak istiyorum. Ettevessül bin Nebi isimli kitapta Vehhâbilerin itikadı hulasaten dört
madde halinde açıklanmı tır:
1 - Halıkı mahluka benzetmek.
2 - lâhlıkla kullu u birle tirmek.
3 - Peygamberimizi tazimden kaçınmak.
4 - Bütün ehl-i sünneti tekfir.
MÜÇTEHlD TASLA I: Bütün bunlar âyetlerin te'vil edilmeyi lerinden oluyor. Daha önce de
söyledi im gibi te'vil etmemek hatalı bile olsa, te'vil etmekten iyidir. Çünkü Hazret-i Ömer müte abih
âyetleri soranları kırbaçlatmıstır.
MUKALL D: Ba ka bir suâlimiz var: Ahmed Selâmi Tosçuo lu ile yaptı ımız bir sohbette,
mezhepleri tevhid etme, birle tirme, telfık gibi mezhepsizlik hareketinin Vehhâbiler tarafından icra
edildi i iddiasına ne dersiniz? diye sordu umuzda, «Vehhâbiler, her ne kadar bid'at, dalâlet ve bâtıl
yolda iseler de davalarında samimi kimselerdir. Mezhepsizler ise, davalarında samimi de ildir.
nanmadıkları halde inanıyor görünüp yüce eriatımızı lâik batı felsefesine uydurmak için eriat
dü manları tarafından vazifelendirilmi satılık kimseler» oldu unu iddia etti.
MÜÇTEH D TASLA I: Ahmed Selâminin fikirlerine hiç katılmam, fakat bu fikrîni ise tamamen
iftira olarak kabul ederim. Allah bir, Peygamber bir iken mezhepler neden dört olsun? Mezhepleri
birle tirerek birlik ve beraberli i sa lamak takdirle kar ılanması gereken bir harekettir. Bu birli i
sa lamak için, yani mezhepleri birle tirmek için Diyanet i leri Ba kanlı ımız olumlu adımlar atmı ve
bu hususta birkaç de eser ne retmi tir.
MUKALL D: Diyanetin durumunu bildi imiz için konu mak istemiyorum. Size ba ka bir sual tevcih
etmek istiyorum. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında mevzu hadisler bulundu unu söylüyormu sunuz,
do ru mudur?
MÜÇTEH D TASLA I: Do rudur. Misallerine geçmeden önce unu arzedeyim, Prof. Mahmasanî
geri kalı sebeplerimizden birisinin de mevzu hadislere yer veri imiz oldu unu söylemekte ve « bnî
Teymiyye ve Muhammed Abduh gibi müceddid âlimler bu üzücü duruma kar ı ayaklanmı din
ve akıl prensiplerinin ı ı ı altında hadisleri ayıklamı , hattâ Buhari ve Müslim hadislerini de
tenkid etmi lerdir.»
Buharî'deki Acve hurması ile ilgili hadîs-i naklederek « hmal, hatâ uydurma ve iftira yolu ile
sünnete katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir.» eklinde bir ifade ile iddiasını
ispatlamaktadır.
MUKALL D: Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim gibi Kütüb-i sitteye dahil kitaplarda da mevzu hadis
var diyorsunuz öyle mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Kütüb-i sittedeki hadisler de mevzu olabilir. Yani senedi sahih de olsa
yine mevzu olabilir.
MUKALL D: Nasıl olur?
MÜÇTEH D TASLA I: Bir hadîsin ravileri ve senedi sa lamdır, fakat aklen Peygamberimizin
böyle bir hadis söylemiyece i kabul edilirse o hadis mevzudur denir. Ba ka bir ifadeyle, Buharî'de
oldu u gibi senedi sahih bir hadise mevzu diyebilmek için bütün te'vil kapılarının kapalı olması
lâzımdır.
MUKALL D: Demek biz, Prof. Mahmasani gibi Buharî'de okudu umuz, fakat te'vil edemedi imiz
bir hadîs-i erîfi mevzu olarak mı kabul edece iz?
MÜÇTEH D TASLA I: Kaide neydi? «Senedi sahih olan bir hadis hakkında asılsız
diyebilmek için bütün te'vil kapılarının kapalı olması lâzımdır.»
MUKALL D : Evet imdi anladım. Senedi sahih bir hadisi te'vil edebilirsek sahih, edemezsek
mevzudur. Bu usûl-i hadisde yeni bir kaide mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Hadislerin mevzu oldu u ba ka türlü de anla ılır.
Meselâ ravileri
arasında kâfir ve fâsık bulunursa o hadis de mevzudur.
MUKALL D: Bir misal verilebilir mi?
MÜÇTEH D TASLA I: Bir de il çok verebilirim : Sıffinde Hazret-i Ali'nin kar ısında sava an
bütün ashabın rivâyet etti i hadislere mevzu gözüyle bakılır. Onların rivâyet ettikleri hadislerle amel
caiz olmaz. Bunların bagi oldukları hadisle sabitken bu âsilerin rivâyetlerine nasıl inanılır?
MUKALL D: Kütüb-i sitte ve di er hadîs-i erîf kitaplan ile ehl-i sünnet ulemasının yazdı ı bütün
kitaplar âsi diye vasıflandırdı ın eshâb-ı kirâmın rivâyet ettikleri hadîs-i erîflerle doludur
MÜÇTEH D TASLA I: Zaten bizim ehl-i sünnet âlimlerine itimat edemeyi imizin asıl sebebi
buradan gelmektedir. Adamın, Yezid'in babasını sevdi i yetmiyormu gibi, bir de kalkmı onun rivâyet
etti i hadisleri almı , bu kitaplara nasıl mevzu hadisle doludur denmez. Meselâ mâm-ı Gazâlî'nin
hya'sı, Fakih Ebulleys Semerkandi'nin Tenbihulgafilin ve Bostanülarifin'i mevzu hadislerle doludur.
Çok kıymetli bilinen BEYZAV tefsîriyle, Ebussuud tefsirinde mevzu hadisler vardır. Ebû Hanife çıkmı
ashabın hepsini hayırla yadederiz, diyor. Mâlik çıkmı , Muaviyeyi kötüleyen öldürülür diyor. Bagilerin
ba ı Yezid'in babasına böyle övgüler düzen mezhep imâmlarına nasıl itimat edilir? Mezhepler
birle tirilirse yanlı lar atılır, do rular alınır, hakikat ortaya çıkar. Üstad M. Kemal Pilâvo lu hazretleri
bile 1 Mayıs 1973 tarihli yazı yazdı ı gazetesinde mezhep sahibi dört mâm için : «Resûlüllahın
hayatı, Kur'ân-ı Kerîmin tebligatı açıkken bu ayrılıklar, kasır akıllarıyla, indi görü leriyle,
dü ünü leriyle hakikatten kayı lardır.» demektedir. M. Kemal Pilâvo lu bile mezhep imâmlarının
kısa akıllı olduklarını mü ahede etmi , böyle tezatlı mezhep hükümlerine itimat edilmemesini açık
seçik yazmı tır. Biz de mezhepler birle irse bu kasır akıllılar ortadan kalkar diyoruz.
Mecelle, içtihâd konusunu çok dar bir çerçeve içine almı «Mevrid-i nasta içtihâda mesa
yoktur.» demi tir.
Üstadlarımızdan bnulkayyım «Dinîni hiç bir müçtehîde ısmarlama (Mezhep i mâmlarının
sözlerini din gibi kabul etme), Peygamber ve eshâbından geleni al, tabiunda ise muhayyersin.»
Yetkili organımız olan Diyanet Yayınlarından bir kitapta da yazdı ı gibi, müçtehid olsun veya
olmasın her mükellefin kitap ve sünnet ile amel etmesi, bunların yerine Ebû Hanife ve Mâlik gibi
fukahanın sözlerini ikame etme tehlikesini önlemesi lâzımdır.
evkâni zeydidir, Abduh masondur diye eserleri kötülenemez. Eser yazarı ile de il, yazar eseri ile
de erlendirilmelidir.
MUKALL D: çtihâdı, müçtehidi, mezheplerin hikmetini, ihtilafların rahmetini bilmeyenlere veya
bilip de kasıtlı yazan veya konu anlara hüccet getirmek zaittir. Size ba ka bir sual kimlerin hangi
eserlerini okumamızı tavsiye edersiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Ba ta bni Teymiyenin eserleri olmak üzere, bni Abdulvahhap, Ra id
Rida, Mevdûdî, Hamidullah, Ebû Zehra, Seyyit Kutup, Ibni Rü t, M. evkâni, zmirli smail Hakkı ve
Ahmet Hamdi Aksekili'nin eserlerini tavsiye ederim.
MUKALL D: Mevzu hadisleri ö renebilmem için bir kitap tavsiye eder misiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Aliyyül Karinin EHAD SÜL MEVDUAT kitabını oku.
MUKALL D: Aliyyülkari, senediyle ve her yönüyle sahih olan bir çok hadîs-i erîflere mevzu
demi tir. Sonra itimata lâyık bir kimse de de ildir. Tasavvuf büyüklerine, mâmı afiî ile mâm-ı Mâlikin
içtihatlarına bile dil uzatmı tır. Hattâ Peygamber aleyhisselâmın mübarek anne ve babasına kâfir
diyebilmek için, güya kâfir olduklarını ispat için hususî bir risale yazacak kadar ta kınlık yapmı tır.
Nasıl itimat edilir?
MÜÇTEH D TASLA I: Benim tavsiye ettiklerime itimat etmiyorsun, bir de ne diye benden tavsiye
istiyorsun?
MUKALL D: Ölçü almak için.
MÜÇTEH D TASLA I: Ne ölçüsü?
MUKALL D: Sizin tavsiye ettiklerinizin altında mutlaka bir art niyet yatar da ondan.
MÜÇTEH D TASLA I: Anla ıldı. Bir de ben sana soru sorayım. Sen hangi ekole ba lısın?
MUKALL D: Fırka-i naciye olan ehl-i sünnet velcemaat ekolüne dahilim.
MÜÇTEH D TASLA I : Komünistler Lenin veya Mao'yu, Kapitalistler de Batıyı taklit ediyorlar. Siz
de mezhep imâmlarını taklit etmekten kurtulamıyacaksınız.
MUKALL D: Hak ile bâtılın taklidi aynı eyler midir? Resûlüllahı taklit ile Ebu Cehili taklid bir
midir? Biz bir mezhebe mensup olmakla yani sizin tabirinizle mezhepçi olmakla Allah'a hamd ediyoruz.
Size bir sorumuz daha var: Enver Baytan Hoca ile Mühendis Süleyman Karagülle aynı siyasî kanaata
sahip oldu u halde Baytan Hoca müçtehid bulunmadı ını söylerken Karagülle müçtehid oldu unu
iddia etmektedir. Karagülle mesle iyle u ra aca ı yerde niçin ictihad etme sevdasındadır?
MÜÇTEH D TASLA I: Din kimsenin tekelinde de ildir. Her müslüman dinîni bilmeye mecburdur.
Bunun için din görevlisi olmak art de ildir. Enver Baytan Din görevlisi oldu u halde mezhepçidir,
katiyyen onu tasvip etmeyiz. Karagülle kendi kendini yeti tirmi bir kimsedir. Tarihteki müçtehidlerin
hemen hepsi bir meslek sahibiydi. Ebu Hanife tüccardı. Karagülle ictihad etmek istiyorsa neden kar ı
çıkıyorsunuz? Siyasî kanaati bizden ayrı olmakla beraber Karagülleyi tasvip ediyoruz.
MUKALL D : Biz Karagülle'nin mühendisli ine de il, mezheplere saldırmasına kızıyoruz.
MÜÇTEH D TASLA I: Karagülle mezheplere de il, mezhepçiye, mezhep saliklerine kızıyordur.
MUKALL D : Karagülle, müslümanların ne ir vasıtası TEK YOL'da içtihâdların be erî ve mevzî
oldu unu, bundan dolayı bugün artık uygulanamaz cihetleri bulunabilece ini, esasen zamanla
mezheplerin fetvalarla de i tirile de i tirile bozuldu unu, bugün Hanefilerin uyguladıkları birçok
kısımlar, Ebu Hanifenin içtihâdına muhalif bulundu u, Ebu Hanife'nin ictihad yapmaksızın keyfî olarak
de i tirilen hükümleri biz içtihâdla do rusunu bulalım dedi i ve hattâ bugün herkesi içtihâda davet
edilebilece i açık olarak yazılmaktadır. «Ebu Hanife ile aramızda görü ayrılı ı halinde kendi
görü ümü uygularım», diyerek kendinî mâm-ı Âzam derecesinde görüyor. Bu fikirleri lâfta kalmıyor,
ictihad kapısına Donki otca yüklenip bazı içtihâdlarda bulunuyor:
MÜÇTEH D TASLA I: Bir iki misal verebilir misin?
MUKALL D : TEK YOL isimli mecmuada içtihatlar çok... Meselâ Lâik memleketlerde
müslümanların yürürlükteki mevzuata uymak zorunda oldu unu, e er uyma imkânı yok ise yapılacak
i in o memleketten göç oldu unu beyan ederek mezhep sahibi biz müslümanları yurdumuzdan
sürerek mezheplere ba lanmayanlara yani mezhepsizlere mi bırakmak istiyorlar?
Di er içtihâdları da öyledir. «Devlet Ba kanı tekkeden ve locadan uzak olmalıdır. Devlet
Ba kanının mutlaka halkın dinînde olması da art de ildir, zira o takdirde devlet dinî bir devlet olur. Biz
tekke ve localara kar ı de iliz, sadece devletin bunların tesiri dı ında kalması gerekti i kanaatındayız.
Biz demokrasiye son derece inanıyoruz. Demokratik her memlekette müslüman slâmiyeti yaymaya
devam eder ve slâmiyete aykırı olan kanunlara uyar, bundan dolayı hiç bir günaha girmez. Ya anan
memleketin kanunları bir kazancı me ru sayıyorsa ve ahıs da kendisi için bu kazancı me ru
sayıyorsa ki Türkiye'de fâizin durumu budur, böyle kimselerin davetine icabet edilir.
Câri kanunlarla muamele kazanca me ruiyet kazandırır. Herkes slâmiyeti istedi i gibi anlar ve
ona göre amel eder. Avrupalılar lâikli i slâmiyetten ö rendiler. Bu itibarla bizim lâik nizam içinde
gocunaca ımız bir husus yoktur. Hatâ etmi olabilirim, bundan mes'ul de ilim. Millî Gazete ilgilileri sizin gibilerin tazyiki ile- bana bu nevi yazı yazmamamı söylediler, ben de Millî Gazetede yazmıyorum.
Ara tırma yapamıyacakları için imdilik dört mezhepten ba ka uyabilecekleri mezhep yoktur.
Ara tırma yapmak suretiyle ba ka mezheplere girebilecekleri gibi bugün yeni bir mezhep de pekâlâ
kurulabilir. Devir ve ihtiyaçlara göre yeni mezheplerin do ması zaruridir. ctihadlar yapılarak slâmiyetin
yeniden do u u mümkün olacaktır.
MÜÇTEH D TASLA I: Karagülle ile siyasî kanaatimiz ayrı oldu u halde onun mezhepler
kar ısındaki isabetli tutumundan dolayı takdirle kar ılıyorum. Görüyorsun ki siyasî kanaatimin ayrı
olu u hakkı teslim etmeme mâni de ildir.
MUKALL D : Karagülle'nin enteresan bir fikrî daha var: «Sun'i Ya mur Üzerine Bir Sohbet»
isimli bir yazısında ya mur duasında duanın hiç önemi olmadı ını anlatıyor. «Halk bol ve püsküllü
elbiseler giyer, içini dı ına çevirir, bu suretle havanın elektriklenmesine yardım edilmi olur.
Sivri uçlardan daha çok elektrik kaçtı ını bilmekteyiz. Bu duaya koyunlar gibi yünlü hayvanlar
da götürülür bu suretle onların da havayı harekete» getirece i ve fiili dua yapılaca ı iddia ediliyor.
Kısaca demek istiyor ki, dua etti imiz için ya mur ya mıyor, yapılan hareketlerle sun'i ya mur ya ıyor.
MÜÇTEH D TASLA I: Karagülle'nin maneviyat anlayı ı da bize uygundur. «Devir ve ihtiyaçlara
göre yeni mezheplerin do ması zaruridir.» sözü ise bizim ba tan beri savundu umuz fikirdir.
Elbette yeni mezhepler kurulmalıdır.
MUKALL D: Yeni kurulacak mezheplerdeki size göre olan do ruları alır yine size göre tam
sıhhatli yeni bir mezhep meydana gelir ki, böylece di er mezhepler ilga olaca ından yine mezhepler
birle mi olmaz mı?
MÜÇTEH D TASLA I: Müctehide ictihad etme yetkisini Allah vermi tir, bu yetkiyi kimsenin
elinden almaya selâhiyeti yoktur.
MUKALL D : Bunlar anla ıldı. Miraç ve di er mucizeleri inkâr eden Hamidullah hakkında ne
dü ünüyorsunuz?
MÜÇTEH D TASLA I: Hamidullah Hoca büyük insandır, profesördür. Miracı rûhi hal saymak
kâfirlik veya fâsıklık de ildir. Hamidullah'a dil uzatan Necip Fazıl'dır. Hamidullah Hoca Buda'ya
Peygamber dedi diye kızıyorlar. Halbuki budizm vahy mahsulü olabilir. Aksi isbat edilmedikçe Buda'ya
Peygamber de il denemez.
MUKALL D : Budizm vahy mahsulü oldu u kat'i surette bilinmedi ine göre Buda'ya Peygamber
demek de hatalı olmaz mı?
MÜÇTEH D TASLA I: Hatalı olsaydı Hamidullah Hoca demezdi.
MUKALL D: Peygamber aleyhisselâma «Süt karde inin omuzunu ısırdı» diye iftira etmesine ne
dersiniz?
MÜÇTEH D TASLA I: Hamidullah Hoca o vakayı tarihçilere dayanarak naklediyor. Maksat hem
çocu un tabiîli ini anlatmak hem de bunun ileride eymayı tanıttı ını ifade etmektir. Peygamber o
zaman çocuktu, ısırması niçin anormal olsun?
MUKALL D : Hangi tarihçiden nakletmi ? Peygamber aleyhisselâmı suçlayıcı bir hüküm uydurma
tarihlere dayanılarak anlatılabilir mi? Peygamber aleyhisselâm için «O zaman çocuktu» dediniz. O
öyle çocuktu ki, do du u zaman ehadet getirdi. Ümmeti için dua etti. Annesinin sol gö sünden bir
defacık olsun emmedi. Gölge yapmak için üzerinde daima bir bulut dola ırdı. Çocukken sadrı yarılarak
kalbi yıkandı. Do u tan masum bir çocuktu, Kâinatın Efendisiydi. Bir çocuktu nasıl denebilir ve di er
çocuklarla nasıl mukayese edilir?
MÜÇTEH D TASLA I: Hamidullah Hoca çocuk demi se çocuktur. Ba ka söze lüzum yoktur.
EVR MC SÜLEYMAN ATE
Süleyman Ate , bn-i Teymiyye'yi büyük bilen bir kimsedir. Diyanet i leri Ba kanı iken resmî bir
yazı ile bu fikrini bir abonemize bildirmi tir. O da Karaman gibi bn-i Teymiyye'nin bazı ictihadî
hatalarının bulundu unu zikretmektedir.
Muhtasar slâm lmîhali isimli kitabında Profesör Kâmil Miras'ın alyans hakkındaki (Altından
mamul ni an yüzü ü hakkındaki) yazısını aynen Karaman gibi benimsemi , altın ni an yüzü ü
takmanın cevazını yazmı tır. Altın fiatlarının ucuz olması, süs için de il ni an için takılması, ekseri
insanlar tarafından takılması gibi gerekçelerle altın yüzü ün harâmlılı ını kaldırmı tır. Bilindi i gibi bir
eyi harâm kılmak veya haramli inı kaldırmak ancak Allahü teâlâya mahsustur. Bu salâhiyet
Peygamber aleyhisselâm ile dinde sözü senet olan müctehidlere verilmi tir. Kâmil Miras gibi bn-i
Teymiyyeciler kendilerini MUTLAK MÜCTEH D zannettikleri için harâmları helâl, helâlleri harâm
kılabiliyorlar.
Bütün bn-i Teymiyyeciler gibi Doç. Dr. Süleyman Ate de Muhiddin Arabi gibi tasavvuf
büyüklerine kar ıdır. Vah-det-i vücut isimli tasavvufun Hint ve Yunan felsefesinden geldi ini
söyleyecek kadar ileri gitmi tir. Ate aynen öyle demektedir:
«Vahdet-i vücut, Hint ve Yunan felsefelerinin Arapçaya çevrilmesi ve müslümanların di er
milletlerle teması sonucu slâm tasavvufuna geçmi tir, slâmın öz malı de ildir.» ( slâm
Tasavvufu S. 99)
Bununla da kalmıyor, aynı kitabında Brahmânların sapıklıklarını anlattıktan sonra u fikre varıyor:
«Bu fikir, bnul Arabi'nin tesiriyle tasavvufa iyice yerle mi , hemen her mutasavvufta
bunun izleri görülmeye ba lamı tır.» ( slâmda Tasavvuf S. 100)
Bu görü lere kar ı mutasavvıfların da bulundu unu zikrettikten sonra misal olarak Aliyyül Kari'nin
bnül Arabi'nin sistemine .kar ı çıktı ını belirtmektedir. {S. 100-101)
Tasavvuf lehinde olan, sahih hadîs-i erîflere mevzu diyen, Peygamber aleyhisselâmın mübarek
anne ve babalarına kâfir diyecek kadar ileri giden Aliyyülkari acaba nasıl mutasavvuf olur hayret ettik.
Böyle bir kimseden nasıl nakil yapılır?
eyhi Ekber Muhiddin Arabi hazretlerinin eriata aykırı gibi görünen ifadelerini mâm-ı Rabbanî
hazretleri Mektûbâtında açıklamı tır. Muhiddin Arabî hazretlerinin büyükler arasında bulundu unu
bildirmi tir.
Süleyman Ate , bni Arabi hazretlerine hücum etmekle kalmıyor, evliyanın büyüklerinden, silsile-i
aliyyenin onbe incisi olan ahı Nak ibend Bahâeddin-i Buharî hazretlerine de hücum ederek öyle
demektedir:
«O da a a ı yukarı bnül Arabi'nin fikirlerini benimsemi görünmektedir.» ( . Tasavvuf S.
104)
manın altı esasından birini inkâr veya eriata aykırı ekilde te'vil eden kimse kâfirdir. Mevdûdî
kaza ve kaderi inkâr ederken Süleyman Ate de meleklerin rüzgâr oldu unu yazmı tır. Yani meleklerin
varlı ını apaçık bir ekilde inkâr etmi tir. Bunu ispat için KUR'ÂN-I KERÎME GÖRE EVR M TEOR S
isimli yazısından iki paragrafı aynen alıyoruz :
«Burada bulutları sevkeden melek, basınç de i ikli i ile meydana gelen rüzgârdan ba ka
bir ey de ildir. Bir hadîse göre de sesleri kulaktan kula a nakleden melektir. üphesiz bu
melek de seslerimizi titre imiyle etrafa yayan atmosferdir. Demek ki tabiat kuvvetleri de melek
olmaktadır. Zira melekler Allah'a isyan edemeyen, yani hür irade yetene inden yoksun,
emredildi i eyi yapan güçlü varlıklardır. Tabiat kuvvetleri de aynı niteli e sahip de il midir?
……………….
te Âdem'e secde eden melekler, irade yetene ini, akıl gücünü insana boyun e en tabiat
kuvvetleridir. nsan akıl gücünü kazanınca tabiat kuvvetlerini emri altına almı , onlardan
yararlanmasını, onların korkunç etkilerini önlemesini bildirmi tir.”( lahiyat Fakültesi Dergisi C.
20, S. 143-144)
Necip Fazıl, bu ifade için öyle diyor:
«Deh et ki deh et, bu adam hem meleklere itikadı elden bırakmıyor, hem de onları tabiat
kuvvetlerinin aynı ve tâ kendisi kabul ederek maddele tiriyor, uursuzla tırıyor," iradeden mahrum
cemadlar olarak görüyor, küfrün böylesine hiç rastlanmamı tır.» (Rapor 3, S. 34)
Doç. Süleyman Ate , mason Abduh'un dü ük faizlere cevaz verdi i gibi % 3 faize cevaz
vermektedir. Uygarsal fetvası aynen öyledir:
«Her muamelesinin faizle i ledi i bir toplumda ya ayan fert de ister istemez faize bula ır.
Onun korunmak için bankalara yatırdı ı paradan banka % 50, % 100 kazanırken kendisinin
aldı ı % 3'lü faiz aslında parasının süre içinde u radı ı de er kaybını bile kar ılamaz. Zarurete
binaen o da parasının faizini alır, ama içi tutmuyor, takvası müsaade etmiyorsa faiz olarak
aldıklarını fukaraya, hayır kurumlarına verir.» (Tefsir Dersi Notları S. 12)
Ehl-i ilim bilir ki, bir kimse bir milyon lirasını bir lira faizle birisine verse bir milyon bir lira olarak geri
alsa, faiz olan yalnız bir lirası de il, bir milyonun tamamı da faiz olmu olur. S. Ate , gördü ünüz gibi
Kur’ân-ı Kerîmi böyle tefsir etmektedir. Salâhiyetli müfessirlerden nakil yapmayanın hali böyle olur.
Özürü kabahatinden büyük olarak da faizi alır, içi tutmuyorsa aldı ı faizi fakirlere veya hayır
kurumlarına verir, diyor. Paranın tamamının faiz oldu unu bilemiyor»
Necip Fazıl, bu ifade için öyle diyor:
«Deminki, slâmın madde ötesi itikatlarına tam aykırılık halinde küfür... Bu da yeryüzü
muamelesine ait bir kanunun, hem mahiyet olarak bilinmemesi, hem de küçümseyici bir eda
içinde tatbik imkânından mahrum sayılması bakımından küfür çapında bir dalâlet..
...Bu adamın suratına su hadîs mealini çarpınız: FA Z N EN HAF F EKL , ANASIYLE KÂBE
DUVARI D B NDE Z NA ETMEKTEN BETERD R.» (Rapor 3, S. 35)
Darwin'in de evrimcili ini a an Doç. Süleyman Ate maymunun insandan geldi ini söyleyecek
kadar ileri gitmi tir. Kendisi gazetelerde günlerce tnnkid edildi i halde, « nsanlar Âdem
aleyhisselâmdan gelmi tir. Âdem aleyhisselâmı da Allah yaratmı tır.» gibi bir ifade kullanmaktan
hasseten çekinmi tir. Bütün canlıların ilkel hücrelerden evrimle e evrimle e geldi ini kat'iyetle ifade
etmektedir. KUR'ÂN-I KERÎM'E GÖRE EVR M TEOR S isimli yazısından bazı kısımları hep birlikte
okuyalım :
«Hayatın, ilkel hücrelerden evrimle e, evrimle e önce basit canlıların, sonra daha üstün
yapılı canlıların ve sonunda da insanın meydana geldi i kesin kanıtlarla ortaya konmu tur.
... nsanın maymundan de il, maymunun insandan turedi i de dü ünülebilir.» ( . Fak.
Dergisi C. 20, S. 131)
Görüldü ü gibi insanın Âdem aleyhisselâmdan geldi ine dair en küçük bir ifade bile yoktur ilkel
canlılardan evrimle erek insan meydana gelmi , hem de bu kesinmis. Allahü teâlâ insanın Âdem
aleyhisselâmdan geldi ini bildirirken evrimci doçentimiz, ilkel hücrelerden
meydana geldi ini
söylüyor.
Necip Fazıl, bu ifadeler için de KÜFÜR damgasını bastıktan sonra öyle diyor :
«Maymunun insandan geldi i iddiasında bu adam öyle bir vesika gösterebilir: «(Bana
bakın da insandan neler gelebilece i üzerinde ibretle dü ünün ve artık maymunu da insandan
gelmi kabul edin.)» (Rapor 3, S. 39)
Doç. Süleyman Ate , biraz daha ileri giderek aynı sayfada öyle diyor :
« nsanın u veya bu hayvandan tekâmül etmi olması onun de erini dü ürmez. Çünkü
Allah kâinatı tekâmül kanununa göre yaratmı tır.»
Görüldü ü gibi insanın bir hayvandan gelmesi, onun de erini dü ürmezmi .
Hemen a a ıda öyle diyor :
«Belki de insan, bugünkü hayvanların hiç birinden de il de do rudan do ruya çamurdan
yaratılan ilkel bir varlıktan evrimle erek ortaya çıkmı tır. Muhakkak olan nokta insanın bir evrim
geçirdi idir.» (Kur'
ân-ı Kerîme Göre Evrim Teorisi . F. Dergisi C. 20 S. 131}
Süleyman Ate 'in bu ifadesinde üç tane azîm hata vardır :
1 - Cümleye belki ile ba lamı , belki ihtimali ifade eder. htimal üzerine dinî karar veriyor.
2 - Çamurdan yaratılan varlı a ilkel varlık diyor. Çamurdan yaratılan ilk varlık Âdem
aleyhisselâmdır. Adem aleyhisselâm ilkel bir varlık de il, kâmil bir insandır, ulül'azm bir Peygamberdir.
3 - Bugünkü insanın ilkel varlıktan evrimle erek ortaya çıktı ını söylüyor ki tamamen Kur'ân-ı
kerîme aykırıdır. Allahü teâlâ bugünkü insanın Âdem aleyhisselâmdan geldi ini bildiriyor. Âdem
aleyhisselâmın da Ulül'azm bîr Peygamber oldu unu bildiriyor. Binlerce Peygamber içerisinde
Ulül'azm derecesine yükselen sadece altı tane Peygamber vardır, bunlar, Âdem, Nuh, brahîm, Musa,
sa ve Muhammed Mustafa (Aleyhimüssalâtü vesselam) hazretleridir.
Doç. Süleyman Ate , Âdem aleyhisselâma ilkel insan demekle, bugünkü insanın evrimle erek
yani tekâmül ederek yüksek seviyeye çıktı ını söylemekle Cenâb-ı Hakkın -hâ â- yalancı oldu unu
söylemektedir, ilkel insan evrimle erek ve devrimle erek kâmil insan olmu , yani bugünkü insan henüz
evrim geçirmemi olan Âdem aleyhisselâmdan, it aleyhisselâmdan, dris aleyhisselâmdan hâ â çok
kâmil bir varlıktır.
Nuh aleyhisselâmın 950 sene kavmini ıslâha çalı tı ı Kur'ân-ı kerîmde sarahaten bildirilmektedir.
Bin sene ya ayan bir Peygamber mi kâmildir, yoksa bugün yüz seneyi zor a an evrimle mi ve de
devrimle mi mahlûklar mı kâmildir? Doç. Süleyman Ate 'in insanların evrim geçirdi ine dair kesin
kanıtları varmı . Kanıtının yalan oldu una dair bizim de elimizde yanıtlar vardır. Hem de Kur'ân-ı
kerîmden...
Doç.'imiz, Peygamber falan ayırt etmeden, eski insanların çok geri oldu unu, ilimsiz, hikmetsiz,
akılsız oldu unu söylemekle 24 bin veya 124 bin Peygamber gönderen Allahü teâlâyı yalancı
çıkarmak istiyor. Aynı derginin 137. sayfasını deh ete kapılmadan okuyalım.
«Nihâyet evrim insan sınıfına yakla mı tır. Hayvanlık mertebesinin ba ında maymunlar ve
benzeri hayvanlar vardır. Bunlarla insan arasında azıcık bir mesafe kalmı tır. Burası atlanınca
insan olur. Bu noktaya gelince nefsin boyu düzelir, azıcık ayırım gücü, bilgi kazanma yetene i
hasıl olur. Dünyanın uzak kutup bölgelerinde ya ayan bu ilkel insanlarla hayvan arasında
büyük fark yoktur. Bunlardan hikmet sâdır olmaz, kom u milletlerden de bilgi ö renmezler. Bu
yüzden halleri bozuk, yararları azdır. Daha da evrimle en orta ku aktaki insanlar, i te
gördü ünüz bu zekâ, bilgi ve maharet düzeyine gelmi lerdir.»
S. Ate 'in KUR'ÂN-I KERÎME GÖRE EVR M TEOR lS ifadesi için Necip fazıl unları
söylemektedir:
«Al sana bir rezalet daha... Hiç Kur'ân hükümlerine, (teori-nazariye) sıfatı yakı tırılabilir mi?
Bu bir felsefe, yani ba ıbo dü ünce tabiri ve sa lam veya çürük ve daima yalanlanması
mümkün görü lere verilen ad... Bu cümleyi kullanan bir Diyanet leri Ba kanında, Kur'ân ile
herhangi bir kitabı, vahy ile felsefeyi ayırdedici ölçü yok demektir. Olmayınca da Diyanet leri,
cinâyet i leri olmaz da ne olur?» (Rapor 3, S. 44)
Dinîmiz bazı hallerde azle cevaz vermi tir. Annenin hayatı tehlikeye girerse anne karnındaki
çocu u kürtajla ve ameliyatla almak caizdir. Zaruret olan bu hallere kıyas ederek do um kontrolünün
cevazına hükmetmek bir cinâyettir.
S. Ate 'in do um kontrolü için verdi i cevaza Necip Fazıl söyle cevap vermektedir :
«Do um kontrolünü te vik ve insan üremesini tevkif edici görü ler, dayandı ı dinî ölçüler
tamamen yanlı olarak davayı göz ba cılı ına getirmeye çalı maktan ba ka bir ey belirtmez.
(Rapor 3 S. 41)
Necip Fazıl'ın S. Ate hakkındaki genel hükmü ise öyledir: «8 adet vesika bu adamın, iman,
meçhule saygı, anlatılamaz ve anla ılamaz olana kar ı korku, ilim, irfan ve zekâ adına zerre
miktarınca nasibi olmadı ını göstermeye yeter...» (Rapor 3 S. 41)
Doç. Süleyman Ate 'in bütün kitapları nakil esasından ziyade indi görü leriyle doludur. Hemen her
kitabında bni Teymiye'den de nakiller yapmakta kimli ini gizlememektedir.
Süleyman Ate , evrime ve devrime uyarak, Allahü teâlâ ismini çok kere Yüce Tanrı olarak
kitaplarına almı tır. Allah kelimesinin kat'i surette tanrı olarak kullanılmayaca ını da bilmemektedir.
Tanrı kelimesi ilâh, mabud manasına kullanılır. Fakat Allah manasına kullanılmaz. Meselâ
Müslümanların tanrısı Allah'tır denir, kendi ifadelerine göre evrimcilerin tanrısı maymundur eklinde
kullanılabilir. Fakat bizim rabbimize tanrıdır denemez.
S. Âte Kur'ân-ı kerîmi tefsir etti ini bütün kitaplarında bildirmektedir. Âyetlerin tercümesi tefsir
olamaz. Bu tercümeler Murâd-ı ilâhiyi bildirmez. Ancak tercüme edenin o âyetten anladı ını bildirir.
Kur'ân-ı kerîmin bir âyet-i celîlesinin mealini alırken selâhiyetli bir müfessirin kitabından nakil suretiyle
almak lazımdır. E er herkes kendi anladı ını alırsa ortaya 72 tane sapık mezhep çıkar.
te Süleyman ATE :
1 - Kur'ân-ı kerîmi kendi kafasına göre tefsir etmeye kalkan,
2- Evrime inanan, hattâ Kur'ân-ı kerîmde evrim teorisi oldu unu bile söylemekten çekinmeyen,
3 - nsanların ilkel bir hücreden türedi ini söyleyen,
4-Maymunun insandan gelmi olabilece ini savunan,
5- Melekleri tabiat kuvvetleri olarak kabul eden, meselâ rüzgârı melek sayan
6 - Altın yüzü e cevaz veren,
7 - Dü ük faizi me ru kabul eden,
8 - Do um kontrolünü te vik eden,
9 - Vahdet-I vücud isimli tasavvufun, Hind ve Yunan felsefesinden geldi ini iddia eden,
10- bni Teymiyye'yi büyük bir âlim olarak bilip ondan nakiller yapabilen evrimci bir kimsedir.
MUSTAFA ÖZ'ÜN MEZHEB DÜ MANLI I
Sonradan Yüksek islâm Enstitüsü talebesi oldu unu ö rendi imiz bir genç, mezhebsizler
hakkındaki ne riyatımızı be enmemi olmalı ki, bizleri görmeye gelmi , heyecanlı heyecanlı
konu maya ba ladı:
- Allah bir, Peygamber bir iken mezheb neden dört oluyormu ? Mezheb ne kadar çoksa
dînimiz o kadar parçalanmı demektir. Dinî parçalamak için mezhebler yetmiyormu gibi bir de
tarikatlar kurmu lar. Bir ey ya haktır veya bâtıldır. Hem slâmiyet hak, hem de mezhebler hak
olamaz. Ne kadar mezheb ve tarikat varsa o kadar slâmiyet vardır ki, böyle ey olmaz. Biz çok
dinli miyiz, yoksa tek dinli mi? Biz tek dinli isek bu kadar mezhep ve tarikat ne ötüyor?
Mezheplerin çoklu u slâmîyyetin sonu anlamına gelir. Mezhep mâmları slâmiyyeti iyi anlamı
olsalardı, ayrı ayrı hükümler çıkarmazlardı.
- Delikanlı, namaz kılıyorsan hangi mezhebe göre kılıyorsun?
- Namaz dediniz de aklıma geldi. Kur'ânda, Hadîste olmadı ı halde ibadetler öyle çok
kurallara ba lanmı ki, her mezhebe göre ayrı ayrı bir sürü kural... Mezheplerin bu kuralları, dinî
heyecanı öldürdü ü için insanın namaz kılası gelmiyor.
- Mezhep mâmlarının ictihadlarmı dine aykırı buluyorsun demek...
- Mezheb mâmları belli bir kalabalı ı pe lerinden sürükleyebilmek için, nefsânî arzularını
tatmin için farklı yorumlara girerek âyet ve hadîse kendi kafalarına göre mâna vermi ler,
böylece kendilerine bir taraftar toplamı lardır.
Bu mezhepsiz gence mezheblerin lüzumunu, çok olmasının rahmet oldu unu, ilmî olarak izah
etmi sek de bazı mezhebsiz ö retmenlerin ırınga etti i mezhebsizlik afyonunun verdi i sarho luktan
uyandırmak mümkün olmadı. Maalesef slâm Enstitülerinde tek tük de olsa böyle mezhepsizlere
tesadüf edilmektedir. slâm Enstitülerine bu zehri altın kupa içinde sunarak bu yuvaya leke sürmek
isteyenler elbette rûz-u mah erde cezalarını bulacaklardır.
Bu mezhebsiz gençten niçin bahsettik? Bursalı bir okuyucumuz, Bursa'da münte ir DO RU
HÂK M YET isimli bir gazeteden bir yazı kesip göndermi . Bu reformist fikirler sadece bu gence ait
de ilmi . imdi a a ıya alaca ımız yazı ile bu gencin fikirleri arasında nasıl bir fark var okuyunca
görece iz in aallah.
Makalenin adı, MEZHEPLER N ANLAMI, SEBEB VE SONRASI. Tarihi : 20.1.1977, Yazarı:
Mustafa Öz.
Evet Mustafa Öz diyor ki:
«Dîn, eriat, tarikat ve mezhep... Bunların dördününde YOL anlamına geldi ini acaba biliyor
muydunuz? Bütün bunlar bir bölünmü lü ü anlatmıyor mu size? Dinîn bile bir tane oldu unu
te bu yazımda, tevhid dinînin
söyleyen slâmiyet için pek büyükbir çeli kidir bu...
parçalanmı lı ı anlamına gelen mezhep sorunu üzerinde durmak istiyorum.
Mezhebin, hiziple mek, grupla mak, ayrı cemiyetler te ekkül ettirmek anlamlarına geldi ini
de biliyoruz. Burada, önce, i te bunların, topluca, ne anlama geldi ini belirtmek istiyorum. Asıl
sorunumuz, «Mezhep nedir?!»
eklinde de il, «Mezheplerin anlamı nedir?» seklinde
belirlemekte yarar var. sterseniz biraz daha netle tirelim soruyu... Nicin mezhep de il de
mezhepler? Ve bu ne anlama geliyor?
Mezhepler'in önce dinde bir bölünme, parçalanma, taraftarlarının da giderek birbirini
reddederek gayri me ru görme anlamına geldi ini belirtmek isterim.
Mezheplerin var olması demek, camianın birli ini, dirli ini ve tek renklili ini yitirmesi
demektir. slâmiyetin de ilse bile en azından müslümanların parçalanması demektir.
Mezheplerin ve tarikatların var olması demek, dinde dinî do rularda relativite (görelilik)
demektir. Bu da dinî do ruların ki iye göre de i ebilir olması demektir. Mezhepler bu imkânın
açıkça var olduklarının delilidir. Bu dü üncenin bizi dinî hükümlerin kesinli i hakkında haklı bir
endi eye de götürebilece i apaçık ortadadır. Demek ki, mezhepler, dinde tutarsızlık anlamına
gelebiliyorlarmı !
«Ne kadar mezhep ve tarikat varsa, o kadar slâmiyet vardır, eklinde bir genellemeye de
gidilebilir ki bu dinde iflâs anlamına da gelebilecek bir çarpıcılı a ula ır.
Mezheplerin varlı ını dinîn iflâsına ba lamak belki de acele bir genelleme ya da
sonuçlandırma olabilir. Ama hiç de ilse mezheplerin varlı ının slâmiyetin anla ılmadı ı
anlamına gelebilece ini kabul etmek gerekir. Ne kadar çok mezhep veya tarikat varsa,
slâmiyetin anla ılmadı ı fikrî o kadar çok güç kazanır. Bir yerde bunların adedi can sıkıcı
rakamlara ula ırsa, o zaman dinîn anlatılmasından ümidi kesmek de haklı bir destek bulmu
olur. Çünkü tarikatların ve mezheplerin çoklu u slâmı, dü ünen adam için, çeli kilerin yüklü
karanlık bir yol hüviyetine sokar ki, burada mezheplerin çoklu u, tekrar dinîn sonu anlamına
yüklenir.
Bazı iyimserlere göre ise, mezheplerin varlı ı bu anlattıklarımızın tam aksine yani «Din bitti,
iflâs etti.» anlamına de il, « slâm var! Ya ıyor! nsanlar onun incelikleriyle ve hikmetleriyle
u ra ıyorlar! slâm geli iyor!» anlamına gelmektedir. Bunlara göre mezhepLER bir «sonun
ba langıcı» de il, «Çiçeklemenin» «Olgunlu un» ifadesidir! Rahmettir!
Burada hangi yorumun haklı oldu u üzerinde tartı maya girmeyece iz.»
Makaleyi okuduk. Müctehid imâmların farklı ictihadlarının rahmet oldu unu Hadîs-i erîf ile
biliyorduk. Fakat M. Öz'e göre, din, eriat, tarikat ve mezhep bir bölünmü lü ü anlatıyormu ! slâmiyet
için mezheb, tarikat çeli kiymis, «tevhid dinînin parçalanmı lı ı anlamına gelen mezheb sorunu
üzerinde durmak» istiyormu . Ehl-i Sünnete göre mezheb sorunu yok, ya ayan dört hak mezheb
vardır.
Mezheplerin dört olu una canı o kadar sıkılmı olmalı ki, mezhebler kelimesinin sonundaki LER'i
büyük harfle yazıyor.
Mezheblerin önce dinde bir bölünme, parçalanma, taraftarlarının da birbirlerini reddederek gayri
me ru görme anlamına geldi ini belirtiyor.
ftira olursa bu kadar olur. Dört mezheb birbirleriyle karde tir. Hepsi birbirlerini hak olarak
görmü tür. Bâtıl olanlarını elbette gayri me ru görecektir. Koskoca makalede hiç hak mezhebler ve
bâtıl mezhebler tabiri geçmemektedir. Bâtıl olanla hak olanı aynı kefeye koyup MezhepLER diyor.
Mezheplerin var olu una o kadar kızıyor ki, kinini öyle naktalıyor: «Mezheplerin var olması
demek, camianın birli ini, dirli ini ve tek renklili ini yitirmesi demektir.»
Hemen cümlenin arkasından « slâmiyetin de ilse bile en azından Müslümanların
parçalanması demektir.» diyor. Yani mezhepler Müslümanları parçalamı . Mezheblerin varlı ı
Müslümanların parçalanmasına sebep oldu una göre mezhebleri kaldırmak gerekmez mi?
Mezheb ve tarikatların var olması hakkında «Dinî hükümlerin kesinli i hakkında haklı bir
endi eye de götürebilece i apaçık ortadadır. Demek ki mezhebler, dinde tutarsızlık anlamına
gelebiliyormu .» diyor.
Devam ediyor: «Mezheplerin varlı ının slâmiyetin anla ılmadı ı anlamına gelebilece ini
kabul etmek gerekir.»
Mezheblere olan kinini öyle ifade ediyor: «Bunların adedi can sıkıcı rakamlara ula ırsa o
zaman dinîn anla ılmasından ümidi kesmek de haklı bir destek bulmu olur.»
Nihâyet mezheblerin çok olmasının dinîn sonu anlamına geldi ini belirterek noktalıyor.
Bazı iyimserlere göre de mezheplerin bir rahmet oldu unu söylüyor. Bazı iyimserler dedi i Ehl-i
Sünnetin tamamı de il midir?
«Burada hangi yorumun haklı oldu u üzerinde tartı maya girmiyece iz.» diyor.
«Mezhepler rahmettir.» diyen «Ehl-i Sünnetin mi haklı, yoksa mezhepler dinîn sonu demektir.»
diyen mezhepsizler mi haklı oldu u üzerinde tartı maya girmemek; yani hakkı söylememek Ehl-i
Sünnet olan bir Müslümana yakı ır mı?
Mustafa Öz'e soruyoruz: Hak mezheblerin çoklu undan, farklı ictihadlardan ikâyet eden tek Ehl-i
Sünnet âlimi var mıdır? Olmadı ına göre ne diye mezheblerin varlı ını tehlike gibi gösteriyor?
Mezheblerin çok olmasından ikâyet eden bni Teymiyye ve onun yolundan giden selefî me repli
mezhepsizler de il midir?
Bütün mezhepsizler birlik olsa, Allahü teâlâ'nın izniyle dört hak mezhebi yıkamazlar. Çünkü Allahü
teâlâ bu dinî koruyaca ını va'detmi tir.
Mustafa Öz, mezheb imâmlarına da öyle hücum ediyor :
«Bunlar belli bir kalabalı ı etkileyip, pe inde sürükleyebilecek, bilgi ve idare gücü olan
insanlardır. Kimisi gerçekten, dînin özü üzerinde farklı yorumlara ula arak top lumda ayrıcalık
kazanırlar. Dü ünceleri ve yorumları onları farklı bir yol izlemeye mahkûm eder. Bazıları ise sırf
orijinalite tutkusu yüzünden ve sonunda bir grup insanı etkilemi olmanın nefsanî hazzını
duymak için ba ka bir yorum uydurma sevdasında olan liderlerdir. Bunları da mezhepleri var
edici sebeplere katabiliriz. Ve hangisinin yorum farkından, hangisinin orijinalite tutkusundan
kalkarak yeni yollar vaz etmeye giri ti ini ayırmak zordur.»
Görüldü ü gibi mezhep imâmları arasında nefsanî haz duymak için ba ka bir yorum uydurma
sevdasında olanlar da varmı , hâ â sümme hâ â... De il hak mezhebler arasında Mutezile, Cebriye,
Kaderiyye gibi sapık mezheblerin liderlerine bile böyle hücum edilemez.
Mustafa Öz, aynı makalede mezheblerin do masını «Güya Allah'la kul arasına herhangi bir
aracı giremez demesine ra men dinde kurumla ma ba lıyor...» eklinde telâkki etmektedir.
bâdetlere âyin diyor ve dinîmizdeki ibâdet kaidelerine öyle saldırıyor:
«Bu, dinîn ritüellerden, yeni ekli sıkı sıkıya edilmi âyin kurallarından ibaret bir hale
getirilerek dondurulması, dinî heyecanın söndürülmesi, giderek de dinîn fonksiyonunu yitirip
i lerlikten alıkonması anlamına gelir! Bu durumda din, belli kuralların ve ekli unsurların yerine
getirilmesi anlamına yükleniyor sadece!
Gerçekten de ibâdetler öyle çok kurallara ba lanmı kî, bunların sıkı ıklı ı içinde insanın
dinî heyecanı duyması çok zordur! Oysa, dinîn özü bu dinî heyecandır. Bir ba ka deyi le din
duygusudur.»
Görüldü ü gibi, Mustafa öz, bâdetlerdeki kuralların çoklu u yüzünden dinî heyecan duyması çok
zor oluyormu . M. Öz, mezheb hükümlerine göre amel etmeyi, heyecansız gördü üne göre, acaba
neyin hükümlerine göre âyin yapıyor? Cidden merak ediyoruz.
Yukarıda sıraladık, Yüksek slâm Enstitüsü talebesi mi daha çok mezheb dü manı, yoksa
ö retmeni Mustafa Öz mü? Bunu okuyucularımızın firasetine bırakıyoruz.
VEHHÂBÎL K TEHL KES
Komünizmin tehlikesi herkesçe malumdur. Komünizm tatbik edilmeye ba landı mı, o yerde
müslümanlık yok olmu demektir. Vehhâbilik bir yere musallat oldu mu, O yerde müslümanlı ın adı
vardır, fakat müslümanlar, bid'at, dalâlet ve hattâ küfür içinde ya ıyor demektir.
Halkımız, Rafîzilik ve Vehhâbilik gibi mezheplere be inci mezhep adını verir, Ehl-i Sünnet âlimleri
ise bu fırkalara MEZHEPS Z demektedir.
Bazı gafiller, «Türkiye'de Vehhâbilik mi var da böyle bir tehlikeden bahsediyorsunuz?» diyorlar.
Vehhâbilik damarlarımıza kadar i lemi , hutbe ve vaazlarımızın ekserisi Vehhâbi metoduyla icra
edilmekte, airlerimiz mezarda Kur'ân okunmamasını istemekte, fakat ço umuzun burnu koku
almamaktadır.
Burunların koku almayı ına bir misal: Suudi Arabistan'ın Ankara Kültür Ate esi M. Abdülaziz
Elnasrullah imzasıyle resmen Türkiye'deki bütün müftülüklere ÜCRETS Z OLARAK en az dörder tane
gönderilen BAHÇEDEN GÜLLER isimli Vehhâbi kitabını tetkik eden birçok karde lerimiz mezkûr
kitapta, Ehl-i Sünnete aykırı hiç bir ifade bulamadıklarını beyan ettiler. Bu koku alamayı ının sebebini
müsaadelerinizle bir fıkra ile açıklıyalım : Dabakhanede pis kokulu deriler içinde çalı an bir debba ,
esans dükkânında bayılır, yüzüne kolonya ve çe itli esanslar dökerler, debba ayılacak gibi de il.. Bu
debba ı tanıyan biri, hemen ko ar, arkada ını dükkândan dı arı çıkarır, sokakta buldu u bir maddeyi,
baygın yatan arkada ının burnuna sürüp koklatır, çok geçmez arkada ı ayılır. Di erleri merak eder,
debba m burnuna sürülen madde neydi diye? Arkada ı anlatır: «Biz derihanede çalı ıyoruz,
burnumuz pis kokuya alı mı tır. Arkada ım dükkâna girince esanslar bayılmasına sebep öfaiu. Ben de
sokaktan köpek pisli i buldum, burnuna koklatınca gördü ünüz gibi arkada ım ayıldı.»
Maalesef Vehhâbilik kokusu, slâm Devletlerini sardı ı gibi Türkiye'mizi de iyîce sarmı , senelerce
din kültürü gören karde lerimiz bile bîr kitabın vehhabiler tarâfından yazıldı ını farkedemiyecek
haldedirler. E er BAHÇEDEN GÜLLER isimli kitabın Suudi Arabistan Elçili inden geldi i bilinmese ve
yazarının da bni Teymiye'nin talebesi oldu u söylenmemi olsaydı, sanırız çok kimseler bu kitabın bir
mezhepsiz tarafından yazıldı ını anlıyamazdı. Zira piyasada mevcut kitapların ço u aynı metodla
yazılmı tır. Meselâ kendi ifadesiyle mezhebim yok diyen EL KARDAV , yazdı ı kitaplarını aynı usulle
kaleme almı tır. Mevdûdî gibi bni Teymiyeci sapıkların yazdıkları bütün kitaplar hep aynı usulle
yazıldı ı için vatanda i in içinden çıkamaz haldedir. Debba ın esans burnuna gidince bayıldı ı gibi,
müslüman karde lerimize de Ehi-i Sünnet âlimlerimizin te'lif ettikleri muteber kitapları gösterince a ıp
kalıyor. Mantı ını demokratik usulle çalı tırarak «Piyasada be yüz tane kitap bu usulle yazılmı , Millî
F K R çıkıyor bize be on kitap gösteriyor, be yüze mi inanalım, yoksa be e mi?»diyorlar. Ne cevap
verirsiniz?
Çe itli itikatlarıyla ve sünnî hacılar mü riktir, kâfirdir diyerek onların kestikleri .kurbanları
buldozerlerle topra a gömen vehhâbiler, ayakbastı adı altında aldı ı harâm paralarla, bolca vehhâbi
kitabı bastırarak Türkiye'ye gönderiyorlar. Vehhabi olmayanları kâfir bildikleri için onlardan alınan
ayakbastı isimli paraları ganimet sayıyorlar.
Vehhabiler tarafından ÜCRETS Z OLARAK mam-Hatip Okullarına gönderilen kitaplardan bazıları
da unlardır: bni Teymiyye'nin VAS T AK DE'si, Muhammed bin Abdülvahhab'ın KE F-EL UBUHAT
va ÜÇ TEMEL VE DEL LLER , ayrıca TAHK K VE ZAH, YALNIZ ALLAH VEYA TEVH D, T KADIN
TEM ZLENMES v.s. irk ve mezhepsizlik zehiriyle dolu olan bu kitaplar ellerimizde mevcuttur.
Bu gönderilen vehhâbi kitaplarında neler yazıyor? Mezhepsizlerin Efendileri bni Teymiyye'nin
Allahü teâlânın -hâ â- gökte oldu unu isbata çalı an VAK T AK DE isimli kitabından birkaç misal:
Fâtır Sûresi 10. Âyet-i kerîmesi «Allah sa'yı kendi yanına yükseltti.» eklinde tefsir edilmekte. (S.
13)
Hadis diye yazıp kendine göre tevil ve tefsir etti i ifadeler:
1 - «Rabbınız hayrın yakınlı ına ra men, kullların ümitsizli e kapılmasına hayret eder.
Kurtulu unuzun yakın oldu unu bildirdi i için zelil ve ümitsiz oldu unuz zaman size GÜLER.»
denilmekte (S. 17)
2 - Allah aya ını Cehennemin içine koyunca her tarafın dolaca ı yazılmakta (S. 17)
3- Peygamber Aleyhisselâmın «Ey gökteki Râbbimiz»diye dua etti i kaydedilmekte (S. 17)
4 - Yine Peygamber Aleyhisselâmın «Ben semada bulunan Allahın eminiyim» dedi i bildirilmekte
(S. 17)
5 - Ar ın su üzerinde, Allahü teâlânın da Ar üzerinde oldu u zikredilmekte “S. 17)
6 - Bir cariyenin «Allah semadadır» demesini Peygamber Aleyhisselâmın be endi i anlatılmakta
(S. 18)
7 -Namazda sa veya öne tükürülmemesi gerekti i, Zira Allahü teâlânın önde oldu u iddia
edilmekte (S. 18)
8 -Allah semavatın üzerinde, Ar ının üstünde ve mahlûkatına açık oldu u hükmü çıkarılmakta (S.
20)
9 - Mü'minlerin bulutsuz günde güne i gördükleri gibi Cenâb-ı Allahı aynı ekilde gözleriyle
görecekleri ifade edilerek Allahü teâlâya cihet isnat edilmekte (S. 22)
10 – El ar isimli kitabında “Allahü teâlâ Ar ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için
Resûlullah’a da yer bırakır” demekte. VAS T AK DE kitabının 13. sayfasında ve yine bni Teymiyye’nin
kitabı olan ELFURKAN BEYNE EVL YA RRAHMAN VE EVL YA
EYTAN isimli hezeyannamenin
134. sayfasında güya te’vilden kaçan bni Teymiyye, Mü’min Sûresinin 36 ve 37. Ayet-i kerîmelerini
zikrederek “E er Mûsâ Aleyhisselâm ilâhının gökte oldu unu haber vermemi olsaydı, Fir’avun
Hâmân’a “bana bir yüksek kule yap göklerin yollarına ula ırım da Mûsâ’nın tanrısına yükselip çıkarım.”
Demezdi. “Ben Mûsâ’yı yalancı sanıyorum.” demesi de Mûsâ’nın böyle bir ey söylemi oldu una
delâlet eder.” eklinde âyet-i kerîmeleri kendi kafasına göre te’vil etmi tir.
K TABÜSSÜNNE isimli vehhâbi kitabında ise,
1- Peygamber Aleyhisselâmın Allahü teâlâyı dört mele in altın bir kürsü üzerinde gördü ü
zikredilmekte (S. 35)
2- Allah üte^lânın gece yarısı semaya indi i, sabaha kar ı yukarı çıktı ı bildirilmekte (S. 57)
3- Allahü teâlâ Tevratı kendi eli ile yazdı ı, kendi eli ile Mûsâ Aleyhisselâma verdi i ve Tevratı
yazarken de sırtını bir kayaya dayadı ı ifade edilmekte (S. 67)
Bütün müftülüklere gönderilen BAHÇEDEN GÜLLER isimli Vehhâbi kitabının Suûdi Arabistan
Hükûmetince yazılan önsözünde bu kitabın bni Teymiyye ve talebesi bnül-kayyımın kitaplarından
istifade edilerek yazıldı ı, bu iki zat gibi Hanbeli mezhebine ba lı kalmadan (yani mezhepsizce) er’i
delille kuvvetli gördü ü görü ü tercih etti i, ancak bazı meraklıların yaptı ı gibi mezhep imamlarına dil
uzatılmadı ı kaydedilmektedir.(S.5)
Cehhâbi idarecileri, mezheb imamlarına dil uzatmayı meraklılık olarak vasıflandırmaktadır.
Halbuki evliyaya, Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmak küfürdür.
eytanın bilgisinin çok oldu u herkesce malum… Ba yardımcısı bni Teymiyye’nin ise geni
kültüre sahip oldu u Ehl-i sünnet âlimlerince de teslim edilmekte, fakat mes’ele çok bilmekte de il
do ru bilmektedir. Biz bni Teymiyye’yi tenkid edecek kadar kültüre sahip de iliz. Fakat Ehl-i Sünnet
âlimleri onun sapıklıklarını ve küfürlerini tesbit ederek kitaplarına dercetmi lerdir. Biz sadece o
kitaplardan nakil yapıyoruz.
Büyük Ehl-i sünnet âlimi Yusûf Nebhani hazretleri, EVAH ÜLHAK kitabında, eyhülislâm
Mustafa Sabri Efendi EL LM VE AKL kitabında, bni Teymiyye’nin sapıttı ını vesikalarla isbat
etmi lerdir. H TTÜ - AM kitabında “ bni Teymiyye Luther’e benzer, ancak Hıristiyanlı ın reformcusu
hedefine ula tı, fakat slâm reformisti muvaffak olamadı.” denmektedir.
slâm âlimlerinin ço u bni Teymiyyenin Müslümanlıktan çıkarak MÜRTED oldu unu
bildirmi lerdir. bni Battuta, bni Haceri Mekkî, mâm-ı Subkî gibi sözü senet bir çok Ehl-i sünnet
âlimleri yazdıkları eserlerle bni Teymiyyenin a zının payını vermi leridir.
Ehl-i sünnet kitablarında bni Teymiyye öyle anlatılmaktadır: bni Teymiyye, Allahü teâlâyı
yaratılmı bir mahluk, bir insan gibi tasavvur eder, madde olarak görür. Evliyanın büyüklü üne
inanmaz. Türbelere yapılan ziyaretlere saldırır. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalmayaca ını söyler.
Bir müslümana kâfir diyenin kendisinin kâfir olaca ını bildi i halde, eyh-i Ekber Muhiddin Arabi
hazretleri gibi Tasavvuf büyüklerini tekfir etmekten çekinmez.
Bahçeden Güller ve elimizde mevcut di er vehhâbi kitaplarının yazılı usulü öyle: Bir âyet-i
kerîme ve bir hadîs-i erîf alınıyor, bunlar kendi kafalarına göre izah ve erh ediliyor. Müçtehid
olmayan veya müfessirlik kudreti bulunmayan bir kimsenin bu ekilde bir tefsire girmesi, vaaz vermesi
ve kitap yazması küfürdür. Velevki anlatılanlar Ehl-i sünnete aykırı bile olmasın…
Bugün piyasada mevcut kitapların ekserisi bu usulle yazılmı tır. Vatanda bir vâizi veya bir
talebeyi Kur’âna mana veriyor diye övmektedir. 72 sapık fırkanın Kur’ân-ı kerîme yanlı mâ’nâ vermek
suretiyle dalâlete dü tükleri maalesef yeteri kadar ilim ehlince anlatılmamaktadır. Bu yüzden vehhâbi
metoduyla herkes, âyet-i kerîmeden, hadîs-i erîften deliller getirmektedir. Halbuki bizim için delil, Ehl-i
sünnet âlimlerinin kitapları ve o kitapların bildirdi i âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i erîflerin tefsir ve
te’villeridir.Tabiî Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları demekle CMA ve kıyası da içine almı oluyoruz.
Vehhâbilik Türkiye’de o kadar ilerlemi ki, Vehhâbi elçili inde resmen kitap gönderebiliyor. Bu
vaziyet kar ısında din mekteplerimiz, müftülerimiz, vâizlerimiz, imâmlarımız neden susuyor? Lâik
Hükûmetten mi emir bekliyorlar? Yoksa Dr. Lütfi DO AN’dan mı? Yahutta maa larımızdan oluruz diye
mi korkuyorlar? Rızkı kimin verdi ini bilmiyorlar mı?
Din görevlilerimiz Ehl-i sünnet âlimlerimizin bildirdi i u hadîs-i erîfi duymadılar mı? “Yalanlar
yazılıp, âdetler ibadetlere karı tırılınca do ruyu bilenler herkese bildirsin. Allahü tâlânın, bütün
meleklerin ve insanların lâneti, do ruyu bilip de gücü yetti i halde bildirmiyenlerin üzerine olsun.”,
“Haksızlık kar ısında susan dilsiz eytandır”
Ey, Ehl-i sünnet itikadındaki karde lerimiz, gazetecilerimiz, müftülerimiz,vâizlerimiz, imâmlarımız,
ö retmenlerimiz, eli kalem tutan münevverlerimiz, neden vehhâbilik gibi korkunç bir tehlikeden hiç
bahsetmiyorsunuz? Ölü topra ı mı serpildi üzerinize? Dilsiz eytan olmayı mı kabullendiniz yoksa?
mkânınız mı yok? Millî F K R mecmuamız hiçbir parti, melsem ve me rep farkı gözetmeden Ehl-i
sünnet mezhebine mensup bütün karde lerimizin emrine âmâdedir.
KÜFRE RIZA KÜFÜR düsturunca, bir kimse bni Teymiyye’nin küfür itikadlarından birisini bildi i
halde bni Teymiyye’yi sevse, kitaplarını satsa, tavsiye etse, severek ondan iktibaslar yapsa KÂF R
olur.
Selefiyecilik adı altında bni Teymiyyecilik alıp yürümü tür. Okullarımızda bile okutulmakta gençler
zehirlenmektedir.
Allahü teâlânın müstehak dilsiz bir eytan olmamak için gücü yeten Müslümanları güçleri
nisbetinde vehhâbilikle mücadeleye davet ediyoruz. ( kinci cildimizde Vehhâbili k hakkında geni
malumat vardır.)
Ç F TNE
(De erli lâhiyatçı Muharrir Ahmed Selâmi TOSCUO LU’NUN Çorum’da verdi i Ç F TNE
isimli konferansın özeti öyledir) :
Bir fikir harbi içindeyiz. Kan akıtan harb, daha fazla kan akıtmak için yerini fikir harbine bırakıyor.
nkârcılar bile inkârı sistemle tirmi lerdir. Di er muzır cereyanlara bir atlama ta ı te kil etmektedir.
Kimse anasından komünist do maz. Ortaokulda eyyamcı olan, fikirsizlik ta ında bulunan bir genç,
lisede futbolcu olursa, üniversitede iffetsizlik cereyanına kapılırsa sosyalist veya komünist olması
mümkündür. Bu bakımdan tehlikeli cereyanlara gidecek bütün yolları kapamamız lâzımdır. Vücudunu
teslim etmek istemiyen kadın, küçük parma ını bile teslim etmemeli, aksi halde onu el ve kol, sonra da
vücut takip eder.
ç ve dı tehlike veya fitne diye bir tefrik yapmaya imkan yoktur. slâmın dı ında olan her ey
tehlikedir. Ç F TNE’den maksadımız, münafıklar eliyle icra edilen tehlike demektir. Kâfirden daha e et
olan münafık, slâmın içinde müslümanlar arasında ya ar, müslüman zannedilir, onun slâm dü manı
oldu unu feraset sahipleri ile Allah azze ve celle bilir. Bunlar mukaddes ve muazzez eriatımızı tahrif
etmek için çalı maktadırlar. Mutlak mânâda son eriatın tahribi muhaldir. Kürre-i arzın sonuna kadar
eksiz ve üphesiz hiç de i miyecektir. Hatta son zamanda bütün kürre-i arza hâkim de olacaktır.
Ancak bizim korkumuz, slâm dı ılıklarla dolu, bozulup kurcalanmı bir sistemi takdim. Tahribden kast
ve muradımız bu. Perde arkasında oynanan oyundan habersiz halk, mektepli, ilâhiyatlı, imam, müftü
V.S. sulandırılmı , bulandırılmı bir neslin ardına takılacak. Sonu ne olacak? Birbirine dü mü tabii ve
sun’i iki çark, kütür kütür birbirinin di lerini dökecek. Bundan kim istifade edecek? Rejim için en büyük
tehlike a ırı sa dır diyenlerle slâmın saffet ve durulu unu ta ıyan müslümanları i aretleyen ve elli
senedir onları ö ütememenin ızdırabını duyan toprak altına girmi ba blis ve onun zihnin ilkah olan
Allah ve Resülünün dü manları...
slamın sulandırılmı ve bulandırılmı olarak slâm diye takdimine müsaade edemeyiz. Zira
eriatımızı muhafaza her müslümanın vazifesidir.
Dı fitne müslüman olmadı ını söylüyor veya o söylemese de biz bazı ölçülerle onu tanıyoruz.
Fakat ç Fitnenin te hisi pek kolay de il. Çünkü ç Fitnenin temsilcileri, eriat ilimlerinden bahsetmekte,
hattü âlim, hoca, müdakkik gibi payelerle aramızda dola maktadır. Bunlar, saf, bilgisiz, tecrübesiz,
slâma ihlâs ve zekâ gözüyle bakma melekesini henüz kazanamamı müslüman halktan,
münevverden ve talebelerden bir grup ve muhit sahibi olarak bile isim ve öhret kazanmı olabiliyorlar.
Az evvel bâtıla ait atlama ta larını görmü tük. imdi ç Fitnede bu ta lar, ba ka isimlerle aramızdadır.
Meselâ mezahibin telfıkı, mezhebsizlik, içtihad kapısını açmak, yeni içtihadlar yapmak gibi. Yeni
içtihaddan maksat asrın ve Avrupaî âdetlerin paralelinde yeni bid’atleri din gibi içimize sokmak.
Yedi ba lı Yahudi, slâmı yıkmak için, slam Milletini slâmdan uzakla tırmak gerekti ine
inanıyordu. Bunun ise reformla gerçekle ece ini biliyordu.
Bu milleti aslından uzakla tırılmı uydurma bir dine kaydırmak için zehiri altın kupa içinde
sundular. Stratejilerini üçe ayırabiliriz:
1 — Dü man, sanayi terakkiyatını kendi imanî, içtimaî ve siyasî temel nizamlarının tabii bir
neticesiymi gibi slâm milletine üfürmek suretiyle slâm terakkiye mani gibi gösterilmeye çalı ılmı tır.
slâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din oldu u sözde müslüman Cemaleddin Efgani gibi
kimseler vasıtasiyle slâmın asrın ihtiyaçlarına cevap veremiyen bir din oldu u i lenmi . slama Garb
zaviyesinden bakmak hayranlı ı a ılanmı tir. Efgani’nin tilmizleri Abduh ve Re it Rıza gibileri
mucizeleri Garblının bakı ına göre izaha çalı mı lardır,
2 — Tahsil perdesi altında ecnebi ınemleketlere çekilen genç dima lara Garbın her türlü âdedi
ırınga edilip diploması verildikten sonra en üst devlet memuriyetine getirilme takti i.
3 — Böylece dahilde ve hariçte yeti tirilen yerli malı ecnebi idareci kadrosu, tanzimat, ıslahat,
me rutiyet öz Türkçecilik, içtihatçılık gibi perdeler altında slâm milletine saldırılacak, berrak olan
slâmdan ayrı olarak bulanık ve katı ık fakat yine adı slâm olan bir ba ka dine kaydıracaklar. Böylece
dü man nihai hedefine ula mı olacaktır,
Müslümanların slâma sarıldı ı nisbette kuvvetli, slâmdan uzaklastı ı ölçüde zayıfladı ını
dü man ke fediyor. Bu ke if ve te his mucibince Haçlılar saldırıya geçmi tir. Haçın da Haçlının da
mucidi yedi ba lı yahudidir. slâm seriatı içinde slâm eriatına dü man grupları peydahlayan da odur.
lk fitneyi çıkaran Abdullah bni Sebe, Yemenli bir Yahudidir.
bni Sebe’ her peygamberin bir varisi bulundu unu, Peygamber Efendimizin peygamberlerin
sonuncusu oldu unu Hazreti Ali’nin de varislerin sonuncusu bulundu unu, bu bakımdan Hazreti Ali
varken ba kalarının halife olması zulüm oldu unu beyan ederek A’nın temellerini, atmı tır.
Hazret-i Ali’den önce Hazret-i Ebu Bekir, Hazreti Ömer ve Hazret-i Osmanı halife olarak seçen
Eshâb-ı kirâma dü manlık ba lattırılıyor Böylece Eshâb-ı kirâma itmadı sarsmak suretiyle dinin esaslı
bir kayna ı yok edilmek isteniyor. eriat hükümlerini te kil eden kitap ve sünnet bu sahabiler
tarafından istikbale devredilecek ta ınacak ve nakledilecektir. te sahabi dü manlı ı ile bu yol
tıkanmak istenmektedir. Bu sahabi dü manlı ı ile halkın kafası bulandırılacak, nice hadis-i erifler,
deliller aibe altına girecek nice râviler, senetler, fetvalar yok olmaya, sıfır kabul edilmeye mahkum
edilecektir. eyhayna Hazret-i Ai e’ye,
A ere-i mübe ereden bazılarına Hazret-i Muaviye gibi zatlara yapılan dü manlı ın altında hep
Yahudi parma ı yatmaktadır. Sahabiye ba lılık ve itimat sarsıldı ı zaman ondan gelecek mutlak
nizama, yani slâma olan ba lılık ve itimadın halini tüyleriniz diken diken olmadan hayalinizin eline
vermeniz mümkün mü? Tek cümleyle bu sahabi dü manlı ı mutlak nizamın yolunu kesmek gayesiyle
peydahlanmı tır.
Bir an için Resulüllah’ın tebli etti i sistemin geçi yolu üzerinden sahabiler basama ını
kaldıralım. ikinci asra, tabi ne slam adına bir tek zerrenin geçebilece ini hayal etmek mümkün mü?
Eshâb-ı kirâmın tamamını de il, birkaçını dü manlık sebebiyle aradan çıkarsak yine slâm eriatına
itimat kalmaz. (Meselâ bni Sebe’nin hilesinin tesiri altında kalan bir kimse Hazret-i Muaviye’yi
içtihadından dolayı (ha a) fâsık bilerek itimat etmezse Hazret-i Muaviyeden hadis rivayet eden kütübsitte ile di er hadis kitaplarına itimat kalmaz. Öyle ya fâsı ın rivayeti kabul edilmedi inden fâsıktan
rivayet eden bir muhaddisin hadislerine de itimat edilmez. Bütün muhaddisler istisnasız Hazret-i
Muaviye’den hadis rivavet etti ine göre bütün hadis kitapları aibe altında bulundu undan hadis
kitaplarına itimat mümkün de ildir. Böylece Resûlullahın tebli etti i sünnet yok olmu olur. Hattâ
Hazret-i Muaviye vahiy katibi de oldu u için Kurân-ı kerîm de —ha a— aibe altına girecektir. te bni
Sebe isimli Yahudi slâm eriatını böylece itimat edilmez hale getirmek istemekledir. Bazı gâfiller de
bni Sebe’ye âlet olarak Hazret-i Muaviyeye dü manlık etmektedirler.)
bni Sebe ba lattı ı bu sahabi dü manlı ı günümüzde de bazı hainler veya gafiller vasıtasiyle
devam etmektedir.
(Konferansta Ahmed Selami; de il Eshâb-ı kirâmdan, tâbiînden ve tebe-i tâbiinden birkaç zevatı
aradan çıkarmanın slâma verece i zararı uzun uzun anlattı. Sonra mâm-ı Azam’ın kim oldu unu
belirtti. mâm-ı Azamın Allah dü manı rejimlerin plan ve programını tanzim etti i, mekteplerde
okunmadı ını, o mekteplerde okudu u bilgilerle mason Ezherlilere müçtehid diyecek kadar ileri giden
bir kimsenin mâm-ı Azamla boy ölçü meye kalkı masının vehametinden bahsetti. Telfıkçıları,
müçtehid taslaklarını mezhepsizlik heveslilerini fitnenin a ına dü enleri uyardı. Bu fitnenin ba ını
çekenlerin hain de ilse mutlaka gafil olduklarını iplerinin ba kalarının elinde oldu unu belirtti.
Allah’ın vâ’zedip Resûlünün tebli etti i nizama samimiyetle ba lı olanlara soruyoruz :
1 — Dört imama olan ba lılık ve itimadı yıkıp, bu ba lılık ve itimad kime çevrilecek ve bu i hangi
rejim adına yapılacak?
2 — Tâbiinden mâm-ı Âzam’a tebe-i tâbiinden imâm-ı afii’ye ve di er zevata olan ba lılık
koparılırsa Resûlulahtan bir zerre bize intikal edebilir mi?
“0 mâm-ı Azam ise, ben de bilmem kimim, 0 içtihat yaparsa ben de yaparım, mezhepler
birle meli, kitap ve sünnetten gayrısı 1âf…» diyen mezhepsizler türedi.
Dikkat ediniz lütfen slâmiyetin temel nizamları kimlerin elinde derlenip toplanmı ve en ince
noktasına kadar kimlerin içtihatları ile bir pırlanta i lenircesine i lenerek, nakı lanarak, kopmaz
da ılmaz, pörsümez, ufalmaz, dökülmez hale getirilmi tir. Eimme-i Erbaa denilen dört imamın elinde
de il mi? Öyle ise tamam... Materyalist ve ateist cereyanın dı tan tazyik ve darbe ile yıkamadı ı slâm
hukuku yani eriat yani dinin temel nizamlarının bütünü demek olan fıkıh, eseri bulunan dört imamın
ahsında yürütülmektedir bu gizli planlar. Dört imama ba lılık koparılınca onların lisaniyle bizlere
aktarılan temel nizamlar da top atacaktır. te fesat ebekelerinin perde arkasındaki hedefleri,
maksatları, niyetleri…
imdi anla ıldı mı hainlerin kirli emelleri? slâm hukuku dondurulmu demelerinin arkasındaki
maksadı? Fıkıh bugünün ihtiyaçlarına cevap veremiyor, modern problemler çıktı, yeni içtihatlar
yapalım veya hak birdir dört hep ne oluyor? Peygamber zamanında dört mezhep mi vardı? Kitap ve
sünnetten ba kası bid’atir, avamın mezhebi yoktur diyerek bütün ehl-i sünnet mukallitlerini kendileri
gibi mezhepsiz göstermeye kalkı malarının iç yüzü anla ıldı mı? Ebu Hanife de insan, o içtihat eder
de biz edemeyiz mi? diyenlerin nihaî gayesi anla ıldı mı? Mesele dört imamın nakı ladı ı derleyip,
toparladı ı ahkâm-ı slâmiyeyi i lemez hale getirip cemiyetten tard ederek muattal bırakmaktır Bundan
sonrası kolay… Fert ilâhi ahkamdan çözülünce onu ba ka nizamlara ba lamak basit olacaktır.. Bunu
bir misalle dikkatlerinize sunmak istiyoruz.
Nikâh meselesini ele alalım. slâmda nikah var mıdır, yok mudur? (Vardır sesleri) Varlı ı ne ile
bellidir? Nas ile.. Yani slam’da evlilik esas ve artları bulunan bir müessesedir. Yani evlilik dinî bir
akittir. imdi biri çıksa ve dese ki “Esas ve artlarını dinî nasların ve bunlara müstenid içtihatların
tesbit etmi olması, evlili in dini bir akit olmasını icap etirmez.” Ne dersiniz? (Yanlı sesleri)
Aynı ahıs ıksa “Bugün belediyelerde kıyılan nikahların ço u slâm hukuku bakımından da
muteber bir evlenmedir?” dese ne dersiniz? (Halt etmi deriz sesleri)
te “telfik yapalım”, «içtihat edelim” diyenlerin mantı ı. Bu mantıkla nastan Hüküm istinbat ve
ihraç edeceklerse topyekün eriatımız güme gitti demektir.
eriatımızda akit nedir? “Nikâh, hibe, vasiyet, bey ve ira gibi bir muamele-i er’iyyeyi iki
tarafın iltizam ve taahhüt etmeleridir.” stilâhı Fıkhiyye Kamusu).
“Nikâh akit da ildir” denmekle ne isteniyor? slâm kar ısındaki mihrakların temel nizamları namı
hesabına bu temel nizamların aya ına giden, ona râm olan onunla ahenkle mek üzere her husus ve
mahrumiyetini onun parmaklarına teslim eden bir din mevcut olması mı isteniyor?
Lâik’im dendi i halde lâik olunmuyor. Lâik olmaları için dine muhtariyet tanımaları, din ve din ile
ilgili müesseseleri parmaklarının içinde, ökçelerinin altında tutmamaları icap eder. Ortodokslara ve
yahudilere Iozan’la tanınan haklar mucibince lutfedilen muhtariyetin Müslümanlara da tanınması art
olur. Ta ut düzenleri aslına sadık kılınan bir slâmiyete dönü ü kabul edemezler. Âncak kendi
uydurdukları bir dinin adıne slâmiyet diyerek ona muhtariyet verebilirler.
Dört ehl-i sünnet mezhebini birle tirerek be inci bir mezhep vücuda getirmek istiyorlar Yani itina
ile i lenmi dört elm ası ö ütüp, bu ö ütülen parçalardan yeni bir elmas meydana getirmek. yolu dört
mütehassıs kuyumcu (dört imam) derecesinde bir sanatkârı de il, kuyumcu geçinen kaldırım ta ı
kırıcılarına bir tek elmas ısmarlamak.. Cinnetin derecesine bakın, ortada itina ile i lenmi dört elmas
kalmadı ı gibi kaldırım kırıcıları elinde ö ütülen elmas tozları uçup gitmi tir.
Ne idü ü belirsiz Re it Rıza isimli Mısırlı bir adamın «MEZAH B N TELFIKI slâmın bir noktaya
cemi» adını ta ıyan apaçık manâsı dört elması ö ütüp sonra bu tozların bir noktaya cem’î gibi ucube
ve hilkat garibesi bir manayı aksülamelinden çekindi i için belki de slâmda Birlik ve Fıkıh Mezhepleri
ekline inkilâp ettirerek perdeli bir kıyafetle takdim eden ve bu sadele tirme denilen nesneyi Diyanet
leri Ba kanlı ı isimli yerde çörekli aynı men eli bir yardımcı marifetiyle ve duydu umuz hikayesiyle
alelacele hırsızdan mal kaçırırcasına diyanet ne riyatı arasında da basıp yaymaya muvaffak olan o
slâm enstitüsü muallimin akıl ve mantı ına yeniden dönüyoruz.
Ne diyordu bu fıkıh ö retmeni? “Esas ve artlarını dinî ve bunlara müstenid içtihatların tesbit
etmi olması, evlili in dini bir akit olmasını icap ettirmez. slâmda rııhbanlık ve din adamlı ı gibi
bir mukaddes sınıf mevcut olmadı ı, evlenme akdinin imam tarafından veya camide yapılması
da art de ildir. Bugün Belediye deirelerinde kıyılan nikahların ço u —süt akrabaları arasında
evlemeler, ki ahidin de kadın olması gibi bazı istisnaları bir tarafa— slâm hukuku bakımından
da muteber bir evlenmedir.”
Zaten birinci hüküm bu neticeyi elde etmek üzere ortaya konuyor ve bu usule göre müçtehidimiz
içtihadını yapıyor. Yani NAS’ını kendisi tayin edip sonra da bu nastan hüküm istinbat ediyor. Peki
mücerret eri nikâh belediye dairesi hukuku bakımından da muteber bir evlenme midir? Elbette
muteber de ildir. Peki er’î nikâh belediye hukukunda muteber bir olmuyor da Belediyedeki anla ma
er’i hukuk bakımından nasıl muteber oluyor? Bu uygar içtihatlarla hangi nikâh hangisi namına
eritilmek isteniyor? Nikâhı olmayan uydurma dinin müçtehitleri buna da cevap verin! Neden
belediyeden sonra ikinci bir nikâha lüzum görülüp dini nikâh yapılıyor? Yapmayalım. yapmayınız,
yapmasınlar!.. Bu ne halt etmektir efendiler! Din ayrı laik devlet ayrı de il mi? Birindeki kanunların ve
artların temeli vahiy, di erininki ise vahiy dı ılıktır.
Mümin vatanda Allah istiyor diye Allah’ın istedi i nikâhı yapar, rejim istiyor diye de belediyedeki
nikahı yapar. Niye vahyin elindeki nikah vahiy dı ılı a feda edilecekmi ?
slâm Enstitüsü Fıkıh hocası ki inin usul ve mantı ına göre: Esas ve artlarını dini nasların ve
bunlara müstenid içtihatların te kil etmi olması evlili in dini bir akit olmasını icap ettirmez hâ â… Yine
aynı artlarla hibenin de dini bir akit olmasını icab ettirmez hâ â... Vasiyet, rehin ve icare de dini bir
akit de ildir hâ â… Sayın sayabildi iniz kadar. Yani dini akit diye bir ey yoktur hâ â… Ehl-i sünnet
1400 yıldır vardır desin, fıkıh kitapları, kamuslar yazsın. Sen çık kabul etme. Burhan Felek de kabul
etmiyor. Laik nikah ya amalı öteki beriki namına ölmeli imi . Gaflet veya hıyanetlerinden kimler
kimlerle el ele, omuz omuza gidiyor, göz göze, diz dize ya ıyor görelim. Hangi esasları hangi esaslar
namına dünyadan tard etmek istiyorlar bakalım.
Burhan Felek mâm-ı Felek olarak yaptı ı laiksel içtihadında “Dini nikah diye bir ey yoktur. Nasıl
Mecellede alı veri , kira, rehin gibi akitler var ise nikâh da böyle bir akittir, nasıl dini icare yoksa dini
nikâh da yoktur.” diyor.
( slâmda namaz vardır, oruç vardır. nikah vardır. Fakat bunlara dini namaz, dini oruç, dini nikâh
demeye lüzum yoktur. Dinimiz hepsinin nasıl yapılaca ını sarahaten göstermi tir. Namaza dini namaz
denmedi i için feleksizlerin iddia etti i gibi “Esas ve artlarını naslarla bunlara ait içtihatların tesbit
olmu olması namazın dini bir ibadet olmasını icap ettirmez.” denebilir mi ?
Bu adamlara göre bir akit esas ve artlarını dini naslar ve içtihatlardan alacak, hem de dini
olmayacak. Artı k buna cahillik mi dersiniz, gafillik mi dersiniz, ne derseniz deyin, mesele artık
irazesinden çıkarılarak aya a dü mü tür.
Burhan Felek’in yazdı ı yazı ile slâm Enstitüsü Fıkıh mualliminin (Hayrettin Karaman’ın
Mukayeseli slâm Hukuku s. 236’daki ifadeleri arasında hedef ve gaye bakımından Allah rızası için
bana bir fark gösterin. htiyar Felek, Mecelle cümlesindeki hükmü ile “Dini nikâh yoktur.” deyi inin
mütenakız dü tü ünün acaba farkında de il mi?
Felek, BAB-I N KÂH adı altında ciltler dolusu kitaplardan bihaber ise, bu ona “ slâmda nikah
yoktur,” gibi cahillere has cesaret ve cür’et hakkı veremez ki...
slâmda yalnız nikâh mı var? Onda olmayan ne var ki? slâm muamelât, ukubat, münakahat,
ibadâtı ile topyekün bir hayat dinidir, Halbuki Ateist ve masonik zihniyet bu yüce dini, mücerret namaz,
oruç, kandilde ampul yakma, birtakım ahsiyet müflislerine mevlid okutma gibi ibadet ve âdâtın 3-5
tüzü ünden ibaretmi gibi kabul ettirme. beyin artlandırması ve propagandası içinde bulunuyor, Gaye
onda dokuzu budanan slâmiyeti muharref Hıristiyanlık gibi saptırmak ve gitgide tamamen insan
mamulâtı bir nesne haline getirmek... Gaye bu. Buna yarım asırdır didinip durmaktadırlar.
eri nikâh ile medenî nikâhın istedi i artlar ayrı ayrıdır, Birine göre öbürü muteber de il, di erine
göre beri ki geçerli de ildir.
Adam on defa hacca gitmi , bakıyorsunuz bankaya on kere girip çıkıyor. Bu adama neyin
içtihadını yapıp göstereceksiniz? Adamın imanı zayıflamı , çürümü . Böyle bir cemiyette içtihat yapın
denirse adam çıkar, “Evlilik dini bir akit de ildir.” der. Bakar fazla bir tepki, görmedi mi yeni yeni
içtihatlara cüret eder. “Erkeklere altın yüzük artık mübah demenin zamanı geldi.” der.
Tehlike büyüktür. Devlet-i Ali Osman yıkılmı tır. Bir avuç ehl-i sünnet kalmı tır. 0 da eridi i zaman
mesele tamamdır, plân bu...
Ehl-i sünnetin imâmı, mâm-ı Azam, kaynaklardan 64 bin umumî kaide istinbat ediyor, yarım
milyon meselenin hükmünü ortaya çıkarıyor. Talebelerinden kırk müçtehid yeti iyor, 55 defa hacca
gidiyor. ki rek’atta Kur’ân-ı kerîm’i hatmediyor. Kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılıyor.
limde dedesinin dedesi bni Mes’ud (Radıyallahü anh) a dayanıyor. imdikilerin ilimde demeyelim de
bilimde dedesinin dedesi Cemalettin Efgani denilen mason köpe i…
Sadece Efgani mi mason? Onun yeti tirmesi Abduh da mason… Onun yeti tirdi i Re it Rıza da
masondur. Hayrettin Karaman bu Re it Rıza’nın ki,tabını Diyanet ne riyatı arasında sadele tirip
yayıyor. 1400 senedir kitabı çevrilecek hiç hiçbir adam kalmadı da masonların tilmizlerinin Mısır’da
yazmı oldu u ve mücerret fitne çıkarmak için yazdıkları TELFIK kitapları mı kaldı? Allah rızâsı için
cevap verin bu kadar i renç plân olur mu?
Yeni bir müctehid var, mühendistir, adı Süleyman Karagülle… Biz onunla epey bo u tuk.
Karagülle çıkıyor : “Müslümanlar kendi dini inançlarını yürürlükte olan mevzuata göre çözmeler
zaruridir.” Diyor. Peki mevzuat ne? Diyelim ki Paris’te meclisi topluyorlar, mirasta kadın 5, erkek ise 1
alacak diye karar alıyorlar. imdi ben mirasımı bu mevzuata göre mi yürütece im? (Belediyede nikâh
oldu diye ayrıca dinime göre bir nikâh yaptırmayacak mıyım? ngiltere’deki bir Müslüman, hemcinsin
birbiriyle evlenmesi kanununa uyarak o lunu ba ka bir erkekle mi evlendirecek? Müçtehid devam
ediyor : “Müslüman slâmiyeti yaymak için slâma aykırı kanunlara uyar, bundan dolayı da hiçbir
günaha girmez.” slâmiyeti yaymak için erke i erkekle çiftle tirece iz ve de hiçbir günaha
girmeyece iz öylemi?) Bunlar nasıl içtihad? Bundan sonra din diye bir ey kalır mı ortada? Kanun bu,
daha ne kanunlar çıkabilir? Dinimizin icaplarını yürürlükteki mevzuata uyduraca ız, yok asra
uyduraca ız, dersek dinimiz, mevzuat veya kanunlar olmaz mı?
ÇT HAD
Bugün CT HAD etmek için altı mâni vardır:
1— Bid atların çoklu u ve dalaletlerin tahribatı hengamında CT HAD nâmı ile slâm sarayından
yeni gedikler açıp dü man askerlerinin girmesine vesile olacak harekette bulunmak slâmiyete
cinayettir.
2—Selefi salihin dedi imiz büyük mezheb imamlarımız içtihad-ı sâfiyâne ve hâlisanesi ile bütün
zamanların ihtiyaçlarına cevap veren, dar gelmeyen mübarek fikirleri oldu u halde onları bırakıp
heveskârane yeni içtihadlara giri mek bid’atkârane bir hıyanettir.
3 — Selef-i salihîn asrında zihinler, kalbller, ruhlar bütün kuvvetleri ile yerler ve gökler rabbinin
merzıyyatını anlatmaya müteveccih idi. Güzel bir istidadı bulunan kimseler, kalbi ve fıtratı uursuz
olarak her eyden bir ders-i marifet alıyor, ate siz nurlanıyor ve az zamanda müçtehid oluyordu. Ama
u zamanda Avrupa uygarlı ının tahakkümü ile, felsefenin tasallutu ile, hayat artlarının a ırla ması
ile fikirler ve kalbler da ı1mı himmet ve inayet parçalanmı tır. Süfyan bin Uyeyne (rahmetullahi aleyh)
dört ya ında Kur’ân-ı Kerîmi hıfzedip âlimlerle mubahase etmi tir. Bir kimse onun zekâsına sahip bile
olsa onun içtihadı kazandı ı zamana nisbeten on defa fazla zamana muhtaçtır. Süfyan bin Uyeyne
bazretleri, on senede müçtehid olmu sa, onun zekâsındaki bir kimse ise ancak yüz sene de müçtehid
olabilir. Onun için “Ben da onun gibi zekiyim niçin ona yeti emiyorum?” diyemez, demiye de
hakkı yok tur ve yeti emez.
4 — Bugünkü vasatta yapılacak içtihad, slâm vücudunu tahrib ve boynundaki er’i zincirini
çıkarmaya vesiledir.
5- Seferde namaz kısaltılarak iki rekât kılınır. u er’i ruhsatın illeti seferdir, hikmeti ise
me akkattir. Sefer bulunsa, me akkat hiç olmasa da namaz yine kısaltılır. Fakat sefer bulunmasa, yüz
me akkat bulunsa namazın kısaltılmasına illet olamaz.
te u hakikatın aksine olarak bazı
mezhepsizler, maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyorlar. Bu ise içtihad-ı
eraziyyedir, hevesidir, felsefidir, semavi olamaz.
Bazı gafiller, hutbe gibi bazı eair-i slâmiyeyi arabiden çıkarıp her milletin 1isanı ile söylemeyi
faydalı görüyorlar. ( Hutbeyi Arabi olarak okumak lâzımdır. Her lisan ile okumak caiz fakat tahrimen
mekruhtur diyenler de oldu.)
6—Selefi salihinin müçtehidin-i izamı asr-ı nûr ve asr-ı hakikat olan asr-ı sahabeye yakın
olduklarından safi bir nur olup halis bir içtihad ettiler. u zamanda içtihada yeltenenler ise o kadar
perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki, en vazıh bir harfini de zorla
görebilir.
HAT ME
Asırlara göre eriatlar de i ti i için belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı eriatlar,
peygamberler gelmi tir. Fakat Hatem’ül-Enbiyadan sonra ER AT-l KÜBRASI, her asırda her kavme
kâfi geldi inden muhtelif eriatlara ihtiyaç kalmamı tır. Ancak teferruatta bir derece ayrı ayrı
mezheplere ihtiyaç oldu undan hak mezhepler te ekkül etmi ve hikmet böylece tamam olmu tur.
E er insanlı ın ekserisi bir mektebi âlinin talebesi gibi aynı hayatı ya asa, bir seviyeye gelse o zaman
mezhepler tevhid edilebilir Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmedi i gibi mezhepler de bir olamaz
ve TELFIKI MEZAH B ismiyle bir cinayet i lenemez.
E er dört mezhebin dördü de nasıl hak olur, hak bir olmaz mı? diye bir sual sorarsan dinle:
Birisine hastalı ının durumuna göre su, ilaçtır, tıbben vacibdir. Di er birisine hastalı ı için zehir gibi
muzırdır, tıbben ona haramdır. Di er birisine az zarar verir, tıbben ona mekruhtur. Di er birisine
zararsız menfaattır, tıbben ona mübahtır. te burada bak teaddüt etti ço aldı. Diyebilir misin ki su
yalnız ilâçtır, vacibdir, ba ka hükmü yoktur. Yukarıda suyun haram bile oldu unu gördük. te bunun
gibi ilâhi ahkâmlar, mezheplere ilâhi hikmetin sevkiyle ittiba edenlere göre de i ir. Hem hak olarak
de i ir ve her birisi de bir maslahat olur. Suya yalnız ilâç demek veya yalnız haram demek ne kadar
azîm bir hata ise, mezhepleri birle tirmek de o nisbette azîm bir cinayettir.
( ÇT HAD risâlesinden özetlenerek ve kısmen de erh edilerek alınmı tır.)
L M Ö RENME METODU
Okuyucularımızdan çe itli mektuplar alıyoruz. Hangi kitapları okuyalım? Hangi âlimleri tavsiye
edersiniz? Hangi eserler zararlıdır? Suallerle kar ıla ıyoruz. Sırf para kazanmak gayesiyla kitaplar
yazılıyor. çe itli sapık fırkaların inançları sinsi bir ekilde, yaldızlı kelimelerle kamufle edilerek ortaya
sürülüyor. Müslümanların kimi bilgisizli inden, kimi gaflietinden, ki mi de sapıklı ından bu kitapların
piyasada barınmasına sebep oluyorlar. Komünist ve ehl-i sünnet dü manı kitapları satmak, içki
satmaktan daha iddetli haram oldu u halde, müslüman kitapçılar biz satmazsak öbürü satacak gibi
basit bir gerekçeyle her çe it kitabı, her çe it gazeteyi sergilemekten çekinmiyorlar.
bni Abidin 1. Cild 35. sayfada fıkıh bilgisinin ekmek gibi herkese lâzım oldu u belirtilmektedir. Bu
sayfadaki mâlumatın ı ı ı altında ilim ö renme metodunu Hanefi mezhebine göre izah ettikten sonra
mü ahhas misaller vermeyi uygun buluyoruz.
Ekmek gibi lüzumlu olan L M TOHUMUNU Peygamber aleyhisselâm Abdullah bni Mes’ud
Radıyallahü Anh’a vermi tir. bni Mes’ud bu tohumu ekmi , talebesi Alkame Bin Kays, bu tohumu
sulayıp ekin haline getirmi tir. Bunun talebesi brahim Nehai de ekini biçmis, onun talebesi Hammadî
Kufî ise biçilen ekinleri harman haline getirmi tir. Onun da talebesi Imâm-ı Azam, harmandaki
ba aklardan elde etti i bu dayları ö ütüp un haline getirmi tir. Bu unu mâm-ı Azam’ın, mam Ebû
Yusuf ve mam-ı Muhammed gibi talebe hamur haline getirmi lerdir.
Meydana gelen bu hamuru, Fahrulislâm Pezdevî gibi fakihler, ekmek yapılacak kadar parçalayıp
fırına kadar getirmi lerdir. Ebû Abdullah Cürcani gibi âlimler bu kesilen hamurları pi irmi lerdir. Ebul
Hasan Kuduri gibi tercih ehli ile Nesefi Abdullah gibi temyiz ahli zevat, pi iri1en bu ekmekleri sofraya
kadar getirmi lerdir. bni Abidin gibi mezhebin bilgilerine vakıf âlimler de bu ekmekleri küçük 1okmalar
halinde parçalayarak a ıza sı acak hale getirmi lerdir. Ancak bu hale gelmi hazır lokmaları bizim gibi
mukallidler sofra âdabına riayet etmek artıyla yiyebilmektedir. Ehi-i sünnet mezhebinde olmayan
mezhepsizler bunca fukahayı atlayıp, kendileri tohum ekerek kendileri yeti tirmek istemekte, bu
yüzden de çıkmaza girip da dalalete saplanmaktadırlar.
Görüldü ü gibi her ilim, derecesine göre kendine dü en vazifeyi yapmı , haddini bilmi , sınırını
a mamı tır. slâm Alimleri Hanefi fukahasını yedi tabakaya ayırmı lardır. Bu fakihler de kendi yetkileri
dahilinde hareket etmi lerdir.
1— Meselâ mam-ı Azam gibi MUTLAK MÜÇTEHID Eshâb-ı kirâmın icmaına kar ı gelmemi ,
onları taklit etmi , Kitab, Sünnet, cma ve Kıyas kaynaklarından temel kaideler ve fer’i i hükümler
çıkarmak suretiyle bir mezheb-i fıkıh vücuda getirmi tir.
2— mam-ı Ebû Yusuf gibi MEZHEBDE MÜÇTEHID, rnensub bulundu u mezhebin temel temel
kaidelerinden asla dı arı çıkmayıp, mezhep imamının usûlüne riayet etmek artıyle yetkisini kullanarak
farklı içtihadlarda bulunmu tur.
3— Tahavi gibi MESELEDE MÜÇTEH D, tâbi oldu u mezhebin usûl ve füru’una riayet ederek
hükmü mevcut olmayan bir mes’ele hakkında içtihada yetkilidir.
4- Ebubekir Cessas gibi TAHR C EHL , mezhebde müçtehid veya mes’elede müçtehidlerin
içtihadlarından iki veya daha fazla yöne çekilebilen kavillerini veya mübhem görülen hükümleri ba lı
bulundu u mezhebin usûl ve kaidelerine uyarak gerekli açıklamalar ve kıyaslar yapmaya yetkilidir.
5— bni Hümam gibi TERC H EHL içtihada selâhiyeti yoktur. Ancak mezhebin muhtelif
rivayetlerinden bazısını bazısı üzerine tercih etmeye yetkilidir. u rivayet evladır, u kıyasa daha
muvafıktır, u kavil halkın ihtiyacına uygundur, gibi tercihlere yetkisi vardır.
6— Ebulfazl gibi TEMY Z EHL , kendi mezheplerindeki kavillerin hangisinin daha kavi, hangisinin
daha zayıf olduklarını ayırabilme selahiyetine haizdir.
7— bni Abidin gibi mukallidi mahz veya fetva nâkili sayılan, fakat içtihada, tahrice ve temyize
yetkileri olmayan, ancak mezheplerindeki hükümlerin ve rivayetlerin büyük bir kısmını ezberleyen
fakihler, ezberledikleri bu bilgileri kitaplarına yazmaya ve onları erh etmeye, açıklamaya yetkilidirler.
500- 600 seneden beri gelen slâm âlimlerinin ekserisi yedinci tabakaya dahil oldu ilim ehlince
açıklanmı tır. bni Abidin seviyesine bile çıkamayan mezhebsiz müçtehid taslakları, kendilerini mam-ı
Azam’den üstün görüp, modern problem, asrın ihtiyacı gibi sözlerle haramları helal kılmaya yeltenmek
suretiyle korkunç bir anar i meydana çıkarmak istiyorlar.
slâm âlimleri âyet-i kerimelerin meallerinin yapılamıyaca ını, ayet meal olarak bazı tercümeler
yapılırsa, bunların âyet-i kerimelerin manalarını, yani murad-ı ilâhiyi açıklıyamıyacaklarını bu
bakımdan müfessirlik kudretine haiz ehl-i sünnet âlimleri meal de il, tefsir yazmı lardır. Beyzavi ve
Tefsiri Kebir gibi.
Dört hak mezhebin hükümleri, Kur’ân-ı karîm ve Hadîs-i eriflerden çıkarılmı tır. Kur’ân-ı kerîm ve
Hadis-i erif okuyarak, tefsirlere giri en din i leri memurları, acaba hangi mezhebe göre kitap ve
sünneti tefsir etmi lerdir? Müfessirlik kudretleri bulunmadı ına göre, yapılan tefsirler hangi muteber
âlime göredir? Halk dinsel konu macıları Kur’ân-ı kerime mana veren bir âlim olarak görüyorlar. Dinsel
konu macılar ise âyet-i kerime okuyup okuyup izahlarda bulunuyorlar. çlerinde, «okudu umuz âyet-i
kerimeye hanefi fukahası öyle bir mana vermi tir, diyenleriine rastlamak çok güç... Hele hele
müfessirlerin, müçtehidlerin isimlerini zikreden konu macılara tesadüf etmek daha güç... Ortalıkta
mezhepsizlik fitnesi kol gezdi ine göre, ehl-i sünnet olan vâizlerin dinsel konu macılardan
ayrılabilmeIeri için mehazlı konu maları arttır. Meselâ fıkhi bir hüküm nakledilmi se, hangi kitapta
bulundu u zikredilmeli. Yahutta kitabın yazarı söylenmeli. Bakalım verilen hüküm, eyhulislâm Musa
Kâzım gibi bir masona mı veya Abduh gibi bir vehhâbiye mi, yahut zmirli smail Hakkı gibi camilere
müzik âleti konmasını öneren bir mezhepsize mi aittir? Yoksa Kudurî ve bni Abidin gibi muteber bir
slâm alimine mi aittir? Açıkça bilinmeli ki, mezhepsizleri kabul eden onların delilini, ehl-i sünnet
âlimlerini kabul eden ehl-i sünnet âlimlerininkini alır.
Meselâ alyans isimli altın yüzü ün cevazı söylenmi se kafadan mı söyleniyor, yoksa Süleyman
Ate in ilmihalinden mi alınmı tır? Alınan kaynak muhakkak belirtilmeli. Râbıta yapmanın, türbelerde
dua etmenin irk oldu u söylenmi se, hangi mezhepsizin veya hangi vehhâbinin kitabından alındı ı
açıklanmalı ki müslümanlar a ırmamalı. Din i leri memurlarını, dinsel konu macıları ve vaaz
hocalarını rıza-i ilâhi için mehazlı konu maya davet ediyoruz. Müslümanların üpheden ve kendilerinin
de mezhepsizlik aibesinden kurtulmaları için bunu istirham ediyoruz.
Bazı dinsel ba ırtkanların «Laik hükümetin emrindeki diyanetin verece i her karar
miislümanlar için kat’i bir hüccettir. O hükümleri tatbik eden Müslümanlar vabalden
kurtulmu tur.” dediklerini i ittik. Muhal farz bir dinayet görevlisi çıksa a ır i lerde çalı an i çiler
oruçlarını yiyebilirer dese, bir ba kası oruçlunun sakız çi nemesinde kerahat yok dese, bir di eri,
smet Inönü’ye dua etmeyen cennete giremez dese, din i leri yüksek kurulu, gerek süs için gerek
ihtiyaca binaen hanefilerin di lerini kaplatmaları gusle mani de il diye bir karar alsa, bir dinsel memur,
Türk medeni kanunundaki gibi süt karde le evlenmek me rudur dese, bu sözlerin veya kararların
herhangi biri dinimizce sakıncalı ise buradaki vebal yalnız söyleyene mi aittir, yoksa tatbik edenlere de
ait midir?
Okuyucularımıza sa lam ölçüler veriyoruz. Bu ölçülerle hakkı bâtıldan ayırmaları Allahü teâlânın
izni ile kolay olacaktır.
A a ıdaki kitapları okuyan ya sapıtırlar veya küfre dü ebilirler:
1— bni Teymiye ve onun gibi selefiye itikadında bulunan talebelerinin kitapları,
2— bni Teymiyeyi övmek suretiyle kaynak gösteren bütün kitaplar,
3 —Tasavvufun, kerâmetin vahdeti vücudun, râbıtanın ve kabir ziyâreti aleyhine yazılmı bütün
kitaplar,
4— Eshâb-ı kirâmdan herhangi birisine dil uzatılanlan kitaplar,
5 – Miraç ve akkulkamer gibi mucizeleri inkâr veya te’vil eden kitaplar,
6— tikad mezheblerinin üç oldu unu, selefiyyenin de itikad mezhepleri arasında bulundu unu
iddia eden kitaplar,
7— Türkiye’de ö ür verilemiyece ini savunan kitaplar,
Okunmasını tavsiye etti imiz kitaplar ise, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarıdır. Arapça -Farsça
bilenler aslından okurlar, aslından okuyamıyanlar ise ehl-i sünnet itikadına sahip bir mütercim
tarafından itina ile tercüme edilmi kitapları okurlar. Mezhepsizler tarafından tercüme edilen kitaplar,
ehl-i sünnet âlimleri ne ait bile olsa okunmamalıdır.
Her müslümanın dinimizce bilinmesi zarurî olan ilmihal bilgierini ö renmesi arttır. lmkânı olup da
gücü yetenler de Arapçaya hakkıyle vakıf olmaya mezbepdeki bilgileri ö renip Yedinci tabakadaki bni
Abidin derecesinde bir Mukallid olmaya gayret etmelidir.
SLÂM YET DO RU Ö RENMEN N YOLU
S. Ahmed ARVAS
Türk milleti, yeni ihtida etmi bir millet de ildir. 0 en az bin yıldan beri slâm ile mü erref olmu tur.
slâmiyeti en do ru tarzda anlayan, ya ayan ve söz sahibi olan bir millettir. Ba rından mâm-ı
Azamları, mâm-ı Mâtûridileri, mâm-ı Gazâli’leri, mâm-ı Birgivileri, bni Kemâl’leri, Mollla Fenari’leri
Ebu suud Efendiler gibi daha nice din âlimlerini Mevlâna Celâleddin-i Rûmî, Hacı Bayram-ı Veli, Hacı
Bekta -ı Veli Yunus Emre gibi nice tasavvuf büyüklerini yeti tiren Türk milleti büyük ve tarihi bir
kitaplı a ve «bid’âtsız» bir din kültürüne sahiptir. slâm dünyasının bütün kaynakları en sa lam
belgeleri ile elimizdedir. Genç nesilleri bu kaynaklardan mahrum ederek onları ne idi i belirsiz
kimselerin kitap ve yazılarına muhtaç bırakmak asla do ru de ildir.
Bugün, kimlerin kontrolünde olduklarını bilmedi imiz pek çok “din akımı” ve onları temsil eden
yazarların kitapları harıl harıl tercüme edilip, genç nesillerin ve halkımızın eline verilmektedir. Kimdir,
bu yazarlar? Ne yazarlar? Hangi emellere hizmet ederler? Meselâ Serge Hutin adlı bir masonun
yazdı ı ve Fransa’da yayınlanan Fransızca “Les Francs-Maçons” adlı kitabın 27. sahifesinde
yazıldı ına göre, Cemaleddin-i Efgâni ve Muhammed Abduh din maskesi altında çalı an birer korkunç
mason üstadıdırlar. (“Telfik-i Mezahip» adlı kitabın yazarı Re it Rıza ise bunların talebesidir.) Arap
dünyasında birçok siyasî hareketi ve yazarı etkisi altında tutan “ hvan-ül Müslimin” hareketi, aynı
kitaba göre masonların kontrolü altındadır. Seyit Kutupların ve benzerlerinin kitaplarını genç nesillerin
eline veren kimselerin bu yazarın “ hvanül Müslimin” hareketinin öncülerinden olduklarını bilmiyorlar
mı? Meryem Cemile adlı yahudi dönmesi kadını himayesi altına alan Mevdudi acep ne yapmak ister?
Bütün bu karanlık adamları okutmak için çırpınan çevreler, ne hikmetse mâm-ı A’zam, mâm-ı Malik.
mâm-ı afiî, mâm-ı Hanbelî gibi sünnet yolu büyüklerini küçümsemek ve unutturmak isteyen
kimselerdir. Bunların içinde mâm-ı Gazâlileri bile be enmiyenlerine rastlarsınız. Yüce Mevlâna’ları ve
Yunus’ları tenkid edenler, Muhyiddin-i Arabi’ye kâfir diyenler ne hikmetse bunların arasında yer bulur
0 halde, slâm dininin dosdo ru ö renilmesinin yolu nedir? Her eyden önce bu i e, devletimizin ve
milletimizin selâmeti ve ferdî vicdânen tertemiz bir tarzda olu ması bakımından gerekli önemi ve
de eri vermenin lüzumuna inanmak arttır. Sonra, genç nesilleri ve milletimizi ne idi i belirsiz
yazarların ve kitapların tesirinden kurtarıcı tedbirleri almak gerekir. Bugün kitaplı ımızı dolduran
binlerce cilt kitabımız yalnız bizi de il, bütün slâm dünyasını yeniden tertemiz slami hayatı ya amak
için bekleyen en berrak ve gür kaynak durumundadır. Bu kaynakları yeniden gözlere ve gönüllere
açacak inkılâp çapındaki hareket nerede?
Katı ıksız, sapasa lam günümüze gelen tek vahiy kitabı Kur’ân-ı kerim’i okutacak okul ve
ö retmen nerede? Kitaba, Sünnete, cma-ı Ümmete ve Kıyas-ı Fukahaya ba lanarak “ana caddeyi”
arayan ve bulan hamleyi bekliyoruz. (Ü.Kadro’dan)
ESHÂB-I K RAM
(Aleyhimürrıdvan)
SUAL : Asırlardır ittifak halinde bütün slâm âlemi, “Elhamdülillahi Rabbilâlemine, vessalatü
vesselâmü alâ Resulina Muhammedin ve alâ alihi VESAHB H ECMAÎNE” ifadesiyle sahâbe-i kirâmın
cümlesine salât ve selâm edildi i halde son zamanlarda birçok Eshâb-ı güzîne, hattâ a ere-i
mübe ereye dil uzatılıyor. Bu nasıl olur, istisnasız ECMAÎN lafzıyla salât ve selâm edilen sahâbe-i
kirâmın hepsi temiz de il midir?
CEVAB : Ehl-i sünnet ve cenmaat itikadına göre, istisnasız bütün sahâbe-i kirâm tertemizdir.
Allahü teâlânın ve Resul-ü Ekrem sallahü aleyhi ve selemin onları övdü ü gibi övmek her müslümanın
ba ta gelen vazifesidir. ( mâm-ı Gazâli hyâ C. 1)
Kur’ân-ı kerîmde Sahâbe-i güzînin kadrini yücelten bir çok âyet-i kerîme vardır : Bakara 2/143, Âli
i mran 3/110, Enfal 8/64, Tevbe 9/100, Feth 48/18-29, Ha r 59/8 gibi.
Feth sûresi 29. âyet-i kerîmesinin mealinden birkaç satırı öyle : “Allahın Resûlü Muhammedin
maiyetinde bulunanlar (bütün sahâbe-i kirâm) kâfirlere kar ı çetin ve kendi aralarında ise
merhametlidirler. Onları rükû ve secde ediciler olarak görürsün…)
Eshâb-ı kirâmın fazileti hakkında sayısız Hadîs-i erîfler vardır. Sahîh-i Buhâri’nin 62 ve Sahîh-i
Müslim’in 44. kitapları sahâbe-i güzînin faziletine aittir. slâm âlimlerinin kütüb-i siteden aldıkları hadîs-i
erîfleri kendimiz kütüb-i Sitte’den almadık. Zira buna yetkimiz yok. slâm âlimlerinin kitaplarından
aldık. Onların hangi hadis kitabından aldıklarını yazdık.)
«Esbabıma küfretmeyin. Biriniz Allah yolunda Uhud da ı kadar altun harcasa, onların bir
müd veya onun yarısı infaklarının derecesine eri emez.» (Sahih-i Buhâri)
«Eshâbım arasında fitne olacaktır. O fitnelere karı anları, Allahü teâlâ benimle olan
sohbetleri hürmetine afv ve ma firet edecektir. Sonra gelenler ise bu fitnelere karı an
Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.» (Sahih-i Müslim)
«Eshâbım hakkında Allah'tan korkunuz, Eshâbım hakkında Allah'tan korkunuz. Benden
sonra onları (kirli emellerinize) hedef etmeyiniz. Onları seven beni sevdi i için sever, onları
sevmeyen de beni sevmedi i için sevmez. Onları inciten beni incitmi olur. Beni inciten de
Allah'ı incitmi sayılır. Allah da kendisini incitenin yakasını bırakmaz.» (Sünen-i Tirmizî)
SUAL: Dil uzatılan Eshâb-ı kirâm arasında bilhassa Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)
bulunmaktadır. Halbuki Eshâb-ı kirâma dil uzatanların Cehenneme gidece i Hadîs-i erîfle belirtildi.
Yoksa Hazret-i Muaviye (Radjyallahü anh) tabiînden midir?
CEVAB: Acaib görünüyorsa da haklı bir sual... stisnasız sahâbe-i kirâmın hepsi cennetlik
oldu una göre ba ka nasıl dü ünülebilir? bni Hacerî Mekkî Hazretlerinin buyurdu u gibi «Hazret-i
Muaviye (Radıyallahü anh), Eshâb-ı kiramın büyüklerindendir.» (Tathirülcenan)
SUAL: Hadîs-i erîf ravilerinde aranılan artları, herhangi bir sahabî hakkında da aranır mı?
CEVAB : Hadîs-i erîf rivâyeti bakımından bütün sahâbe-i güzîn, itimada lâyık (udul) oldu u bütün
ehl-i sünnet âlimlerince kabul edilmi tir. Bu hususta icma vardır, icmaı inkâr ise küfürdür. Ehl-i
sünnetin bu icmaı kitap ve sünnete istinat eder. Hadîs-i erîf ravilerinde bazı vasıf ve artlar aranır.
Fakat sahâbe-i kirâmın hepsi âdil ve itimada lâyık oldukları icma ile sabit oldukları için Hadîs-i erîf
ravilerinde aranılan artları, herhangi bir sahabî hakkında aramak icmaı inkâra varır ki, maazallah
küfürdür.
SUAL: Hadîs-i erîf ravilerinde aranılan vasıflar nelerdir?
CEVAB: Bulu , akıl, zabt, adalet ve slâmdır. (Telvih S. 365)
SUAL: Bu vasıflardan adalet ne demektir?
CEVAB : Adalet, râvinin müslüman, bulu ça ına ermi , aklı ba ında günah ve edep dı ı
hareketlerden uzak olmasıdır. (Hadis Usûlü S. 54)
SUAL: Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) Hadis-i erîf râvileri arasında mıdır?
CEVAB: Bu sual, Hadîs-i erîf rivâyeti olmayan kitap var mıdır eklinde sorulmalıydı. Zira kütüb-i
sitte diye bilinen Kur'ân-ı kerîmden sonra en muteber Hadîs-i erîf kitapları ile di er Hadîs-i erîf
kitaplarında Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anh)dan Hadîs-i erîf rivâyeti bulunmaktadır. Hazret-i
Muaviye (Radiyallahü anh), tabiînden olsaydı bile, yani Aleyhisselâtü vesselam Efendimizi görmemi
bile olsaydı, sırf Hadîs-i erîf rivâyet etmi olması bile O'nun akıllı, âdil, günah ve edep dı ı
hareketlerden uzak oldu unu gösterirdi.
Kütüb-i sitte diye bilinen me hur Hadis-î erîf kitaplarından Hazret-i Muaviye (Radiyallahü Anh) ile
ilgili birer misal...
SAH H- BUHÂR : Büyük muhaddislerden olan mâm-ı Buhâri Rahmetullahi aleyh, mübarek
kitabına Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın rivâyet etti i birçok Hadîs-i erîfi alıp kitabını
süslemekle O'nun ve babası Ebû fyan (Radiyallahü Anhümâ)nın Eshâb-ı kirâmdan
oldu una
ahadet etmi tir. (Sahih-i Buhari C. 1)
SAH H- MÜSL M: Muhaddislerin en büyüklerinden biri olan imâm-ı Müslim (Rahmetullahi aleyh)
de Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anh)ın rivâyet etti i birçok Hadîs-i erîfi kitabına almı . O'nun ve
babası Hazret-i Ebu Süfyan (Radiyallahü anhümâ)nın sahâbe-i kiramdan olduklarına ahadet etmi tir.
(Sahih-i Müslim C. 3)
SÜNEN- T RM ZÎ mâm-ı Tirmizi (Rahmetullahi aleyh) mübarek kitabına EBÛ SÜFYAN O LU
MUAV YE (RAD YALLAHÜ ANHÜMA)nın MENKIBELER diye bir bölüm ayırmı , «Allahım
Muaviye'yi (Radiyallahü anh'ı) hâdî ve mehdi kıl» Hadîs-i erîfini, yani Hazret-i Muaviye (Radiyallahü
anh) ın nail oldu u bu kudsî duayı nakletmekle O'nun sahâbe-i güzînden oldu una ahadet etmi tir.
(Sünen-i Tirmizi)
SÜNEN- NESAÎ mâm-ı Nesaî de, mâm-ı Buhari, mâm-ı Müslim ve mâm-ı Tirmizi
(Rahmetullahi aleyhim ecmain) gibi Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anh)ın rivâyet etti i birçok Hadîs-i
erîfi kitabına almı O'nun sahâbe-i kirâmdan oldu una ahadet etmi tir. Ayrıca Eshâb-ı kirâmın
büyüklerinden Ebû Saidül Hudrî (Radiyallahü anh)ın Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anh)tan i itti i bir
Hadîs-i erîfi de kaydetmek suretiyle büyük bir sahâbinin de Haz-ret-i Muaviye (Radryallahü anh)
hakkında hüsnü ahadette bulundu unu isbât etmi tir. (Sünen-i Nesaî)
SÜNEN- EBU DAVUD: mâm-ı Ebû Dâvud Süleyman bin E as Sicistâni (Rahmetullahi aleyh)
içinde 4800 Hadîs-i erîf bulunan çok kıymetli kitabında di er Muhaddis imâmlar gibi, Hazret-i Muaviye
(Radtyallahü anh)den Hadîs-i erîfler naklederek O'nun sahâbe-i kirâmdan oldu una ahadet etmi tir.
Ayrıca sahâbe-i güzînden olan Ebud-derda (Radiyallahü anh)in Hazret-i Muaviye (Radiyallahü anh) ın
rivâyet etti i Sünen-i Ebû Davud'daki bir Hadis-i erîfe istinaden «Allahü teâlâ, Hazreti Muaviye
(Radıyallahü anh)ı Resulûllah'tan i itti i bu kelime ile faidelendirmi tir.> dedi ini kaydetmek
suretiyle Hazret-i Muaviye( Radiyallahü anh)ın yüce kadrini bir kere daha tescil etmi tir. (Sünen-i Ebû
Dâvud)
SÜNEN- BN MÂCE: Kur'ân-ı kerîmden sonra en sahih ve en muteber Hadîs-i erîf kitaplarından
biri olan bu mübarek kitabta da kütüb-i sittedeki di er kitaplar gibi Hazret-i Muaviye (Radiyallahü
anh)den Hadîs-i erîf nakledilmek suretiyle O'nun sahâbe-i kirâmdan, ilim ve irfan sahibi oldu u tasdik
edilmi tir. (Sünen-i ibni Mâce)
Di er Hadîs-i erîf kitaplarından Müsned-i mâm-ı afiî, Müsned-i mâm-ı Ahmed ve Elmuvatta'
gibi Hadîs-i erif kitablarında Hazret-i Muaviye (Radıyallahû anh)den bir çok Hadîs-i erîfler rivâyet
edilmi , O'nun Eshâb-ı kirâm aleyhimürridvandan, dindar, fâkih, tevazu sahibi, evlâd-ı Resul hakkında
kadir inas büyük bir sahabî oldu u izhar ve tescil edilmi tir,
SUAL: Bu kadar delil azıcık, aklı olanlara bile kâfi gelir. Artık ba ka süal sormak zait olur. Fakat
sahâbe-i kirâmı sevmekte ittifak ve icma' oldu unu delilleriyle açıklamakta fayda olur. Ne denir?
CEVAB: Akla gelebilen her suali sormakta isabet olaca ı ümidindeyiz.
SUÂL: Dört hak mezhebin dört büyük imâmının bu husustaki içtihatları nelerdir?
CEVAB: Ehl-i sünnet vel cemaatın itikadı gibidir. Zaten ba ka türlü dü ünmek sünnî müslümana
yakı maz. Ancak rafizî ve selef dü manı selefiyecilere yakı ır, ehl-i sünnetin göz bebekleri mübarek
dört büyük imâmın içtihâtlan öyledir:
mâm-ı Âzam (Rahmetullahi aleyh) : «Biz Eshâb-ı kiramı ancak hayırla yadederiz.» (Fıkh-ı
Ekber)
Biz Resulûllah sallallahü aleyhi ve sellemin bütün Eshâb-ı kirâmına muhabbet besleriz. Onlardan
herhangi birisine kar ı bu sevginin ölçüsünü kaçırmayız. Hiç birisine de uzaklık hissi duymayız.
Sahâbe-i güzîne kin besleyenlerle isimlerini kötü ekilde a ızlarına alanlardan ho lanmayız. Kendileri
hakkında iyilikten gayri bir ey de söyleyemeyiz. ( bni Ebil izze S. 398 — Hilâfet ve Saltanat
tercümesi S. 326)
mâm-ı Mâlik (Rahmetullahi Aleyh): Bir kimse Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)a bu dalâlette
idi diye etmetse katledilir. (Ashâb-ı kiram Ö. N. Bilmen S. 84)
mâm-ı afiî (Rahmetullahi Aleyh): Hazret-i Ali ile Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anhüma)
arasındaki sava tan soruldu unda «Ellerimiz o kanlara bula madı ı gibi, dillerimizi de
bula tırmayalım.» demek suretiyle her iki taraftan birisinin aleyhine konu manın dilleri kana
bula tırmak oldu unu hiç bir te'vil ve tefsire mahal bırakmadan içtihâdını açıklamı tır. (251. Mektub Imâm-ı Rabbânî)
mâm-ı Ahmed (Rahmetullahi Aleyh): Müsnedinde Hazret-i Muaviye (Radıyallahü Anh)dan 104
Hadîs-i erîf rivâyet ediyor. Ayrrca «Allahım, Muaviye'ye (Radıyallahü anh) kitabet ve hisab tâlim
buyur, onu azâbtan koru.» Hadîs-i erîfini nakletmekte Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın büyük
mazhariyete nail oldu unu apaçık beyan etmi tir. (Müsned-i mâm-ı Ahmed)
SUAL: Bu dört hak mezhepten birisine tâbi olan sünnî müslümanlar, mezhep imâmlarının bu açık
beyanları kar ısında nasıl olur da Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)a dil uzatabilirler?
CEVAB : Bu dört hak mezhebe tâbi olan hiç bir sünnî müslüman Hazret-i Muaviye (Radıyallahü
anh)a dil uzatmamıstır, uzatamaz da. O büyük sahabîye ancak rafîziler, selef dü manı selefiyecilerle
mezhepsizler dil uzatmaktadır. tikad mezheplerini üçe çıkaranlar, mâm-ı Mâturidi ile mâm-ı E 'ari
gibi ehl-i sünnetin iki göz bebe ine ehl-i bid'at diyebilen selefiyeciler, bir tek Hadîs-i erîfi râvileriyle
birlikte bilmedi i halde muhaddislik ve müçtehitlik taslayan mezhepsizler ve lâik Fransız cumhuriyetine
koskoca bir ELHAMDÜL LLAH çeken sun'î rafîziler ancak Eshâb-ı kirâma dil uzatabilirler.
SUAL: Gazeteci Raif Ogan, Ahmed Selâmi karde imize cevap olarak yazdı ı bir bro ürde
«Muaviye'yi sevip sevme e gelince, bir kere böyle dinî bir mecburiyet yoktur. Seversem bana
ve ona bundan ne faide, sevmezsem muhabbetsizli imden ona ne zarar gelebilir ki?» diyor.
Eshâb-ı kirâmı sevmeyenler günaha girmezler mi?
CEVAB: mâm-ı Malik ile mâm-ı afiînin içtihâdına göre «Eshâb-ı kiramı sevmeyen kimse
kâfirdir» (Eshâb-ı Ki-râm-A. Farukî Serhendî S. 37)
mâm-ı Müslimin üstadlarından Ebu Zürratirrâzı kitabında «Eshâb-ı kirâmı a a ılayan, onlara dil
uzatan zındıktır. Resûlullahın büyük dü manı Ebû Cehl'e lanet etmeyip de, Aleyhisselâtü
vesselâm efendimizin methetti i ve sevdi i Muaviye (Radıyallahü anh)a lâyık olmayan söz
sözlüyorlar. Bu nasıl müslümanlıktır. Eshâb-ı kirâmı büyük ve do ru bilmeyen onların bize
ula tırdıkları haberlere de inanmaz ve tabiî dinleri de yıkılır gider.» diye buyurmu tur. Gazetecinin
«muhabbetsizli im ona zarar vermez» sözü do rudur. Evet Eshâb-ı kirâmın herhangi birisini
sevmemek cennetlik olan o mübareklerin kadrini eksiltmez, Fakat sevmeyenlerin zararı kendilerine
olaca ı yukarıda vesikalarla isbât edildi.
SUAL: Gazeteci Raif Ogan, aynı bro ürün aynı sah-fesinde «Muaviyenin sahâbeden olması
hatâ ve kusur i temekten masum ve münezzeh olmasını iktiza ettirmez, öyle olunca onun iyi
i leri yanında hatâ ve kusurlarının naklî, mukaddesatımıza saplanan hançer olmaz.» diyor.
CEVAB : Muâviye (Radıyallahü Anh)ın sahabeden olması kusur i lememesini gerektirmez ama
sahâbeden olması cennetlik oldu una kafi hüccettir. Zira bir hadîs-i erîfte «Benden sonra Eshâbım
arasında fitne çıkacak, muharebe olacaktır. Cenâb-ı Hak bunları benimle olan sohbetleri
hürmetine affedecektir.» buyurulmu tur. (Tezkire-i Kurtubî Muhtasarı)
Eshâb-ı kirâmın hatâ ve kusurlarının naklî ise mukaddesatımıza saplanan zehirli bir hançer olur.
Çünkü Envâr-ıl-amelil-ebrâr isimli fıkıh kitabında mâm-ı Gazâli'nin «Hazret-i Hasan ile Hazret-i
Hüseyn'
in nasıl ehit edildiklerini ve eshâb-ı kiram arasındaki harbleri anlatmak, yazmak
harâmdır. Çünkü sahâbe-i kirâmdan herhangi birisini kötülemeye veya sevmemeye sebep olur.
Din-i islâmı bize ula tıran onların hepsidir. Onlardan birini kötülemek, dinî yıkmak olur.»
buyurdu unu zikretmektedir.
Bu husustaki Hadîs-i erîflerden bazıları :
«Esbâbımın ho görülmeyen hallerini söylemeyiniz, sonra onlara kar ı kalbleriniz ihtilâfa
dü er» (Deylemî, b-nünneccar, kenzül'ummal müntehabi)
«Esbâbımın ismini i itince dilinizi tutunuz» (Mevâhib-i Ledüniyye)
«Esbâbıma seb edenleri, anlarına yakı mayan söz söyleyenleri dövünüz» (Mir'at-i Kâinat)
«Esbâbıma dil uzatanlardan ba ka herkese efaat edece im. Esbabımı kötüleyenlere hiç
efaat etmem» (Cami-us-sagîr)
«Esbâbımın her biri gökteki yıldızlar gibidir. Herhangisine uyarsanız Allahü tealânın
sevgisine kavu ursunuz.» (Mir'at-i Kâinat)
Bu ve bunun gibi Hadîs-i erîflere istinaden Eshâb-ı kirâmı sevmek hakkında icma hasıl olmu tur.
Bu husustaki slâm büyüklerinin sözlerini nakledelim:
Büyük âlim Ebû Bekr-i
ibli «Eshâbı kirâma hürmet etmeyen kimse Muhammed
Aleyhisselâma iman etmi olmaz.» diye buyurmu tur. (Mektûbât 67. Mektûb)
Âdâbül-Menazil kitabında «Bir sahabiye üçten fazla sö en katledilir.» denilmektedir. (Mir'ati
kâinat)
Me hur ümmi velîlerden Abdülaziz Eddebba hazretleri «hangi sahabe olursa olsun, ona
bu zetmek Cenâb-ı Haktan kesilmeye sebep olur.» buyurur. (El Ibriz S. 200)
Büyük âlim brahîm Nehâi'ye sahâbe-i kirâm arasında vuku bulan harblerden soruldu unda,
taraflardan birini tenkit etmenin felâketini anlatmak için «o akan bir kandı, elimiz ona bula madı,
dilimizi de bula tırmayalım.» diye buyurmu tur. (Bostan-ül arifin)
Abdullah bin Ömer (Radıyallahü anhüma) «Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemden sonra
Muâviye (Radıyallahü Anh)den daha cömert kimse görmedim.» diye buyurmu tur. Fudayl bin yad
ise «Muâviye (Radıyallahü anh) âlimlerin en büyüklerinden idi.» diye buyurmu tur. (Tenbihulmu terin)
Kadı Hüseyn bin Muhammed «Resulûllahm 43 kâtibi arasında Hazret-i Ebu Süfyan, Hazret-i
Muâviye ve Hazret-i Amr ibni As, Radvânullahi aleyhim'lerin de bulunduklarını en çok kâtiplik
yapanların Hazret-i Zeyd bin Ebissâbit ile Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anhüma) olduklarını
bildirmektedir. (Hamis)
Büyük âlim ve muhaddis Sihabüddin Ahmed bin Muhammed Hiytemi buyuruyor ki, «Eshâb-ı
kiramın hepsini âdil, sâlih, veli, âlim ve müctehid bilmek her müslümana lâzımdır. Kendilerinin
günahlarının affolaca ını Cenâb-ı Hak müjdelemi tir. Kur'ân-ı kerîmde «Allah onlardan razıdır,
onlar da Allah'tan razıdır.» buyurulmu tur. Sahâbe-i kirâmdan birini kusurlu bilip kötülemek bu
âyet-i kerîmeye inanmamak olur. Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) neseb itibariyle sahâbe-i
kirâmın büyüklerindendir. Aleyhisselâtü vesselâm Efendimize neseb ile nikâh ile çok yakındır.
Server-i âlem onun hilm ve cümertli ini meth ve sena buyurmu tur. O'
nda slâmiyet, sohbet,
neseb, nikâhla akrabalık erefleri toplanmı tır ki, bunların her biri Cennette Resûlüllahın
yanında bulunmaya sebep olan mübarek ereflerdir. lmen ve hilmen Eshâb-ı kirâmın
büyüklerinden oldu u bilicmâ sabit oldu undan Muaviye (Radıyallahü anh)a muhabbet
edilmesi icap etmektedir.» (Tathirülcenan)
SUAL: Nikâhla akrabalık yüksek bir eref midir?
CEVAB :Bu husustaki hadîs-i erîf öyledir: «Allahü teâlâ, bana söz verdi ki, kızlarını aldı ım
ve kızlarımı verdi im aileler Cennette benimle beraber olacaklardır.» (Tathirülcenan)
Ba ka bir hadîs-i erîf de öyledir: «Allahü teâlâ, bana insanların en iyisini arkada olarak
seçti. Bunların bazılarını bana ESHAR (zevce tarafından akraba) olarak ayırdı. Allahü teâlânın,
bütün meleklerin ve bütün insanların laneti, bunlara seb edenlere olsun.» (Savaikul Muhrika)
ESHAR'dan yani zevce tarafından akraba olan sahâbe-i kirâmdan bazıları unlardır: Hazret-i Ai e
validemizin babası Ebubekir Sıddık, Hazret-i Hafsa validemizin babası Hazret-i Ömer, Hazret-i Ümmi
Habibe validemizin babası Hazret-i Ebusüfyan, karde i Hazret-i Muaviye ve Annesi Hazret-i Hind
(radıyallahü anhüm ecmaîn)
SUAL: Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ı vahy kâtipli ine alınmasını babası Ebû Süfyan
(Radıyallahü Anh) istemi , fakat tavsiye eden kim?
CEVAB: Abdullah bni Abbas (Radıyallahü Anh) buyurdu ki «Cebrail Aleyhisselâm Peygamber
Efendimize geldi, Muaviye'yi (Radıyallahü anh) sana tavsiye ederim, Kur'ân-ı kerîmi yazmakta
ona emniyet et ve güven» dedi. (Tathirülcenan)
SUAL: Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden oldu una dair icma
meydana geldi ini Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlânın bütün sahabîlerden dolayısiyle Hazret-i Muaviye
(Radıyallahü Anh)den de razı oldu unu ve sevdi ini ö renmi bulunuyoruz. Allahü teâlânın Hazret-i
Muaviye'yi (Radıyallahü anh) sevdi ine dair hususi bir nas var mıdır?
CEVAB: Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) kızkarde i ümmi Habibe validemizin odasında
uyurken Resûl-ü Ekrem (Sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz içeri girdi inde uyumakta olan Hazret-i
Muaviye (Radıyallahü anh)ı görünce «Ya ümmi Habibe, karde ini çok seviyor musun?» diye
buyurdu. O da «Karde imi çok seviyorum» dedi. O zaman Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz
«O'nu Allahü teâlâ ve Resulü de seviyor» buyurdu. (Tathirülcenan - bni Hace-ri Mekkî)
SUAL: Nurcular Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ı nasıl bilirler?
CEVAB: Said Nursî hazretleri «Elbette hem ölen hem öldüren ikisi de ehl-i Cennettir. Bizde gâyet
me hur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik kürtçe «sahabelerin muharebesinde kıylü-kal etme,
çünkü hem ölen hem öldüren ikisi de ehl-i Cennettir.» demi tir.» (Mektûbât S. 55)
SUAL: Ebussuud Efendinin Hazret-i Muaviye (Radıyal-lahün anh) ile ilgili bir fetvası var mıdır?
CEVAB: Müftiyü's-Sekaleyn, yani insanların ve cinlerin Müftüsü eyhülislâm Ebussuud Efendinin
M. Ertu rul Düzda tarafından toplanan fetva kitabında:
488. MES'ELE : Sahâbe-i kiramdan Muaviye'ye lanet eden Zeyd'e er'an ne lâzım olur?
ELCEVAB : Ta'zîr-i beli ve hapis lâzımdır. (S. 112)
Akaid imâmlarımızdan Müftiyü's-Sekaleyn Ömer Nesefi Rahmetullahi Aleyh AKA D risalesinde
«Sahabe-i kiram ancak hayırla yadedilir.» demi tir.
SUAL: Gazeteci Raif Ogan mâm-ı Suyûtinin Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) için
mızraklarının ucuna mushaf yapraklarını taktırmasını mekide olarak tavsif etti ini söylemektedir.
Mekide ise hile, fesat ve er demektir diyor. Do ru mudur?
CEVAB: mâm-ı Celâleddin es-Süyûtî, sözü hüccet mübarek bir zattır. Camiussagir kitabında
«Esbabımın kusurları, yanlı hareketleri olacaktır. Allahü teâlâ onları bana ba ı layacak,
kusurlarını affedecektir» hadîs-i erîfini nakletmekte ve Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)m fazîleti
hakkında birçok menkıbe kaydetmektedir. Ayrıca «Eshâbıma dü manlık etmekten sakınınız. Allah'tan
korkun, onları seven beni sevdi i için sever, onlara dü manlık eden bana dü manlık etmi olur. Onları
inciten beni incitmi olur. Beni inciten de elbette Allahü teâlâyı incitmi olur.» Hadîs-i erîfleriyle
kitabını tezyin etmi tir.
Bahsi geçen Tarih'ül-Hulefa isimli kitabında ise «Ümmetimin en hâlimi ve cömerdi Muaviye bin
Ebûsüfyandır.» hadîs-i erîfini de naklederek büyük sahâbiye gösterilmesi gereken hürmetini açıkça
izhar etmi tir.
Bu mübarek zat nasıl olur da o büyük sahâbiye fesat ve er i yaptı diyebilir. slâm âlimleri daima
birbirlerini tasdik ede ede gelmi ve bunda icma hasıl olmu tur. Orada geçen mekide hile demektir. Bu
hile ise arzu edilen istenilen hiledir. Sıffin harbinin meydana geli i CT HAD ayrılı ından oldu u icma
ile sabit oldu u için me ru olan bu harbde tarafların yapaca ı hile caizdir. «Harb hiledir.» hadis-i erîfi
bunu isbât etmektedir. Bu bakımdan me ru bir harbde yalan söylense, yalan söyleyen kimseye
hakaret kasdiyle YALANCI denemez. Yine me ru bir harbde sünnete uyarak hile yapan bir kimseye de
hileci desisekâr denemez. Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın mızrakların ucuna mushafları
takdırması o mübarek sahâbinin büyük dehâsını göstermektedir. Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) ile harb
etmeyi me ru görüp de harbde yapılması lüzumlu, hattâ hadîs-i erîfe istinat eden bir emri yapmayı
hîle olarak göstermeye çalı mak çok abestir.
SUAL: Gazeteci Raif O an aynı bro ürde «Eshâb-ı kirama hürmet ederiz, fakat hiç birini
kutsal farz edip kutsal saymayız.» diyor. Do ru mudur?
CEVAB: Biz Eshâb-ı kiramın hepsini kutsal saydı ımız için hürmet ederiz. Hepsi mübarektir.
Hepsi her evliyadan üstündür.
SUAL: Aynı bro ürde Hazret-i Muâviye'nin (Radıyallahü anh) Hazret-i Ali (Kerremallahü veche)ye
sebb ve etmetti i yazılıdır. Do ru mudur?
CEVAB : Sebb ve etmetti i rafizî tarihlerinde vardır. Hiç bir muteber kitapta yoktur. Muhal farz
Hazret-i Müaviye (Radıyallahü anh) Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)a sebb ve etmetti i vaki olsa,
Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) da sahabî oldu u için O'na sebb ve etmeden kimse kâfir olur. Hazret-i
Muaviye (Radıyallahü anh) böyle bir duruma sokulunca O'nu metheden bütün müçtehid ve
muhaddisler küfre rıza küfür düsturunca hepsi küfre dü mü olacakları için onların bize bildirdikleri
hiç bir eye inanmamak lâzım gelirdi. Ba ta kütüb-i sitte olmak üzere Hazret-i Muaviye (Radıyallahü
anh)dan Hadîs-i erîf rivâyet etti i için bütün Hadîs-i erîf kitablarını yakmak gerekirdi. Hazret-i Ali
(Radıyallahü anh) da Hazret-i Muaviye (Radıyallahu anh)a KARDE iM dedi i için O mübarek sahâbiyi
de küfre rıza küfür düsturuna sokmak gerekirdi. Böyle eyleri dü ünmekten bile Allahü teâlâya
sı ınırız.
SUAL: Aynı bro ürde Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anh) için unu yaktı, ötekini öldürdü gibi
birçok ifadeler bulunmaktadır. Do ru mudur?
CEVAB: Bırakın asıp kesmeyi, adaletine gölge dü ürücü en ufak bir fâsıklık yapmı olsaydı,
bütün muhaddisler O'ndan hadîs-i erîf rivâyet ederler miydi? Fâsı ın ahadetinin kabul olmayaca ı
malûmdur, Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anh)ın adaletine gölge dü ürecek her ifade yalan ve iftiradır.
Aksine adaletsiz bir i yaptı ı iddia edilirse, yalnız Hazret-i Muâviye {Radıyallahü anh) suçlanmakla
kalmaz. Ba ta mâm-ı Buhârî olmak üzere bütün müctehid ve muhaddis imâmlar suçlanmı olur. Hiç
bir slâm âlimine itimat kalmaz.
SUAL: Sözü hüccet olan di er âlimlerimizden de birkaç misal verilmesi münasib olmaz mı?
CEVAB: Büyük fâkih mâm-ı Muhyiddin Nevevî, Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anhhn âdil, fâzıl
ve necib bir sahâbî oldu unu, cereyan eden harblerde her iki tarafın adalet üzere hareket etti ini,
çünkü müçtehid olduklarını, bu bakımdan onlardan hiç birinin kadrinin tenkis edilemiyece ini
söylemekle kendinden önce gelen bütün müçtehid ve muhaddis imâmları tasdik etmi oluyor, (Sahih-i
Müslim erhi)
Me hur Kadi yad (Rahmetullahi aleyh) de aynen mâm-ı Âzam gibi istisnasız bütün Eshâb-ı
kirama kar ı hürmetin lüzum ve ehemmiyetinden bahseder. ( ifa-i erîf)
Buhar-î erîfi erheden mâm-ı Kastalanî ile mezhepsiz Aynî kitaplarında Hazret-i Muâviye
(Radıyallahü anh)ın vahy kâtibi, menâkıbı kesire sahibi sahâbe-i güzînden bir zât oldu unu beyan
etmi lerdir. mâm-ı Kastalanî Eshâb-ı Kiramın hepsinin âdil oldu unu, mâm-ül-Haremeynin de böyle
dedi ini kaydetmi tir. Camilere sıra ve müzik aleti konmasını teklif eden M. Ali Aynî bile A ere-i
mübes ereden Abdurrahmân bin Afv'ın o lu ve tabiînin en büyüklerinden Hümeyd'in Hazret-i Muâviye
(Radıyallahü anh)dan hadîs-i erîf nakletmekle onun hakkında hüsnü ahadette bulunan bütün
imâmları tasdik etmi tir. (Umdetülkari ve Kastalanî)
SUAL: Evliya-i kiramın yani tasavvuf büyüklerinin senet olan sözleri nedir?
CEVAB: Büyük veli, Gavsı âzam Abdülkadiri Geylâni hazretleri Cemel ve Siffîn harblerinin
içtihâda taalluk etti ini, Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anh)ın hilâfetinin sahih oldu unu beyan etmi tir.
(Gunye'tüt-tâlibin)
Büyük velilerden eyh Ahmed Rufai hazretleri de Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gibi beyanda
bulunmakta, bilhassa mezkur harblere i tirak eden Eshâb-ı kirama hürmetin lüzumundan
bahsetmektedir. (Elburhanülmüeyyed)
Muhalifleri tarafından da takdirle kar ılanan, zahir ve bâtın ilimlerinde derin âlim ve müçtehid bir
veli, be tarikatın mür id-i kâmili olan mâm-ı Rabbânî Müceddid-i elfi Sâni Ahmed Fârûkî Serhendî
hazretlerinin içtihâdı ise öyledir:
1 — mâm-ı Buhârî gibi Hadîs-i erîf rivâyetinde titiz büyük bir muhaddis en ufak bir üphesi
olsaydı Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli kitabına Hazret-i Muâviye (Radıyallahü anh)ın rivâyet
etti i Hadîs-i erîfleri alır mıydı?
2 — Bütün Eshâb-ı kiram uduldur. (Yani; adalet sahibidir.)
3 — Ehl-i sünnetin tamamına göre Cemel ve Siffîn muharebeleri içtihâda dayanmaktadır. Her
müçtehidin kendi içtihâdına tâbi olması dinde bir esas, bir vecibedir.
4 — Hazret-i Ali (Kerremallahü Veçhe), Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) ve arkada ları için
KARDE LER M Z dedi ini kâfir ve fâsık olmadıklarını beyan etmi tir.
5 — Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın yanılması bile tabiînin en büyüklerinden olan Veysel
Karani ile yüksek bir kemale eri en Ömer bin Abdülaziz (Rahmetullahi aleyhima) do ru ve uurlu
i lerinden daha üstündür.
6 — mâm-ı Âzam (Rahmetullahi aleyh)in müçtehid talebesi büyük slâm âlimi Abdullah ibni
Mübarek'e Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) ile Ömer bin Abdülaziz (Rahmetullahi aleyh)den
hangisinin daha üstün oldu u soruldu unda «Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemin yanında
giderken Muaviye (Radıyallahü anh)in bindi i atın burnuna giren toz Ömer Bin Abdülazizden
yüzlerce daha kıymetlidir» diye buyurmu tur.
7 — Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ı ancak zındıklar kötüleyebilir. (Mektûbât-ı mâm-ı
Rabbânî)
SUAL: Selef dü manı Selefiyeciler, Allâme Taftazaninin Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ı
sevmekle beraber Yezid'e lanet etti ini söylüyorlar do ru mudur?
CEVAB : Evet erh-i Mekasıt sahibi Sadeddin Teftazâni (Rahmetullahi aleyh) me hur eserinde
bizzat Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın «ONLAR B Z M KARDE M Z» sözünü naklederek Hazret-i
Muaviye (Radıyallahü anh) ile onun ordusunda bulunan hiç kimseye lanet edilemiyece ini beyan
etmi tir. Fakat Yezid'e laneti caiz görürse de bu laneti ehl-i sünnet mezhebine muhalif bulundu u
Abdülmu ısin gibi âlimlerce açıklanmı tır. (Eshâb-ı Kiram Ö. N. Bilmen S. 104)
Bütün Hanefilerin ve Ehl-i sünnetin Akaid imâmı Ebû Mansur Mâtûridi, Tevhid ve akaid risalesinde
Yezid'e lanet edilemiyece ine dair içtihâdı vardır.
mâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh) de Yezîd'e laneti caiz görmez, ( hya C. 1)
Ancak Eshâb-ı kirama sövenlere lanet caiz olabilir. Zira Tirmizi'nin rivâyet etti i bir hadîs-i erîfin
meali öyledir: «Esbabıma söven kimseler görürseniz, sizin errinize Allah lanet etsin deyin.»
SUAL: Eshâb-ı kiramdan bazılarının Cehenneme gidece ine dair bir hadîs-i erîf var mıdır?
CEVAB: Bütün Eshâb-ı kiramın Cennete gidece ine dair hadîs-i erîf ve icma vardır. Tibyan
tefsirinde, Eshâb-ı kiramın hepsi, günah i leyenleri de Cennette oldu u yazılıdır.
Malum bni Hazm bile diyor ki, «Eshâb-ı kiramın cümlesi ehl-i cennettir. Çünkü Allahü teâlâ bunlar
için EN BÜYÜK DERECELER VERECE M buyurdu. Sûre-i Hadid'de «ONLARIN HEPS NE
HÜSNAYI —Cenneti— VA'DETT K.» Sûre-i Enbiyâ'da ise «ONLARI EZELDE CENNETL K
EYLED M, CEHENNEM ONLARDAN UZAKTIR.» buyurmu tur. Bu âyet-i kerîmelerden anla ılıyor ki
Eshâb-ı kiramın hepsi ehl-i Cennettir» (Mir'ât-î Kâinat)
Akaid kitablarının hepsinde öyle yazılıdır: Eshâb-ı kiramın hepsini büyük bilmek, hepsinin sâlih
ve âdil oldu una inanmak, hiç birine dil uzatmamak, dü manlık etmemek kat'i delillerle bütün sünnî
müslümanlara vâcibdir. (Mir'-at-i Kâinat S. 327)
Ehl-i sünnet itikadına göre sahâbe-i kiramın en alt tabakasında bulunan bir sahabî, sahabeden
olmayan en büyük veliden daha faziletlidir. ( cma)
Müslümanlarla münafıklar ayrılmadan önce, Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz birlikte sohbet
ederken münafıkları kasdederek «Esbabımdan bazıları havzımın yanına gelecekler, ben onları
tanıyaca ım, onları yanımdan uzakla tıracaklar, o zaman ben Ya Rabbî bunlar benim eshâbımdır
dedi imde bunlar senden sonra neler yaptılar buyurulacak.» Münafıklara ait bunun gibi birçok âyet-i
kerîme de vardır. Peygamber Efendimiz vefât etmeden önce müslümanlarla münafıklar birbirinden
ayrılmı tır. Müslüman olarak Server-i âlemi bir defacık gören asla Cehenneme gitmeyecektir. Bunun
için dualarda VESAHB H ECMAÎN deriz. Yine bir hadîs-i erîfte «Eshabımdan bundan sonra
çıkacak hatâları Allahü teâlâ affedecektir.» buyurulmu tur. «Camius-sagir)
SUAL: Sun'î rafiziler, Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın Eshâb-ı kiramın hepsinden üstün oldu unu
söylüyorlar, bu husustaki icma nedir?
CEVAB : Bütün Peygamberlerden sonra insanların efdali Ebû Bekir-is-Sıddık, sonra Ömer ibnül
Hattab, sonra Osman bin Affan (sonra Aliyyül Murtaza bin Ebû Tâlib) «Radı-yallahü anhüm
ecmain»dir. (Fıkh-ı Ekber mâm-ı Azam Ebû Hanife)
SUAL: slâm harfleriyle yazılı Tarih-i Taberi tercümesinde Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) için
bazan çok edepli bazan edebe mugayir kelimeler kullanılmaktadır. Sebebi nedir?
CEVAB: ki tane Tarih-i Taberi vardır. Tercümesi yapılan Taberiler rafizîdir, zihinleri bulandırmak
için ılımlı yazmı tır. Sünnî olan bni Ceriri Taberi ise, büyük bir müçtehid ve büyük bir muhaddistir.
Tarihi Hazret-i Muaviye'nin fezaili ile doludur. Muhammed bin Rüstem Taberi'nin rafîzi oldu u Tuhfe-i
isna-a eriyye muhtasarı isimli kitapta bildirilmektedir.
Sun'i rafîzilerin kaynak kitap olarak gösterdikleri E-GAN kitabını yazan Ebulferec Ali bin Hüseyin
sfehani'nin iî oldu u Esmaülmüellifinde yazılıdır.
bnülhadid azgın bir iîdir.
Mürevvicüzzehep kitabının yazarı Mes'udî de ehl-i sünnet dü manı bir rafizîdir. (Tuhfe-i isnaa eriyye)
El beyan vettebyin kitabı da mutezile mezhebine mensup birisine aittir.
Ehl-i sünnet dü manı rafizilerin veya mezhepsizlerin tarihleri itikat kitabı de ildir. Bizim için ölçü
olmaz. En insaflı olanlarında bile Abbasî tarihçilerinin tesiri altında kalarak edebe mugayir lisan
kullanmı lardır. Bizim için ölçü olanlar, mezheb imâmları, müctehid ve muhaddislerle müçtehid evliya-i
kirâmdır.
SUAL: Kendilerine Selefiyye denilen be inci mezhepten bazı kimseler durmadan bni Teymiye'nin
kitaplarını tavsiye ediyorlar. slâm âlimleri tükenmi gibi hep onun kitaplarını tercüme ediyorlar. bni
Teymiye Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)a dil uzatanlar arasında mıdır?
CEVAB: « bni Teymiye bazı itikadî ve amelî mes’elelerde eazimi müçtehidine muhalefet etti i
müteaddit ilimlerin tenkitleriyle sabit olmu tur. bni Teymiye, mücessimedendir, cihete kaildir, ar ın
nev'an kıdemine kanidir, kabirleri ziyarete muhaliftir, üç talak ile bo anmayı tek bo anma saymakla
icmaya kar ı çıkmı tır, ibni Haceri Mekki hazretleri bni Teymiye'nin saçmalarına gerekli cevabı
vermi tir.» (Fıkhı stıiahiyye Kamusu Ö. N. Bilmen)
bni Teymiye eyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretleri ile daha birçok evliyaya kâfir diyecek kadar
ileri gitmi , müslümanı tekfir edenin topunun geri tepece inden
hiç korkmamı bir kimsedir.
Vehhâbilerle Selefiyecilerin ve mezhepsizlerin göz bebe i olan ve sünnî müslümanların yanında hiç
bir de eri bulunmayan bni Teymiye bile Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın müslümanların
hayırlılarından oldu unu söyler. ( r adülaklıselim)
SUAL: bni Teymiye de Eshâb-ı kirama dil uzatmadı ına göre onu nasıl tutuyorlar?
CEVAB: bni Teymiye'nin sadece sapık görü lerini alırlar, ehl-i sünnete uygun görü lerini
almazlar. Meselâ Türkiye'de tanınmı bni Teymiyeciler bni Teymiye'nin ra-fîzileri tenkit için yazdı ı
(Minhac-üssünnet-innebeviyye fi nakdı kelâm-ı ia velkaderiyye) isimli kitabını tercüme etmezler de
ehl-i sünnete zıt olan görü lerini naklederler.
SUAL : Malum selefiyeciler Ömer Rıza Do rul'u da çok seviyorlar. Bu da Eshâb-ı kirama dil uzatır
mıydı?
CEVAB: Vehhâbi Müftüsü mason Abduh'un fikirlerine saplanarak ehl-i sünnetin gözünden dü en
ve kendisinin de üstadı Abduh gibi mason oldu u söylenen Ömer Rıza «di er Eshâb-ı kiramla
birlikte Hazret-i Ali'nin de kıtale girdi inden dolayı nadim oldu unu, o lu Hazret-i Hasan'a
baban bu i in bu raddeye varaca ını bilmiyordu, ke ke baban 20 sene evvel vefât etseydi»
dedi ini fitne ve fesadın büyüdükçe büyüdü ünü görerek içtihâdında hata etti ini anlatır. (Sadr-ı slâm
C. 10 S. 202)
Ehl-i sünnet ise Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)a bu ifadeleri yakı tıramaz. Bir müctehid
içtihâdından dolayı nadim olmaz. Ne Hazret-i Ali, ne Âi e validemiz ne de Hazret-i Muaviye
«Radıyallahü anhüm». Zira ictihad etmek suç ve günah de il, aksine yapılması gerekli bir emirdir.
SUAL: Mezhepsizler, Mevdûdî'yi dillerinden dü ürmüyorlar, çok sevdiklerini her fırsatta
söylüyorlar. O da mı Eshâb-ı kirama dil uzatıyor?
CEVAB: Mevdûdî, Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) dahil Hazret-i Osman (Radıyallahü anh)a kadar
dil uzatmı tır. Hattâ eyhayna bile dilini göstermeye cüret etmi tir. Hazret-i Osman ile Hazret-i
Muaviye (Radıyallahü anhüma)ya isnatlarla dolu H LÂFET VE SALTANAT isimli kitabının Türkçe
tercümesinin 125. sayfasında « imdi vaziyet böyle olunca bu zevat-i kirama HULEFAYI RA DE do ru yolda giden halifeler- demekten ziyade HULEFAYI MÜR DE -do ru yolu gösteren
halîfeler- demenin daha do ru oldu unu söyleyebiliriz.» demektedir.
Bu zevat-ı kiramın hadîs-i erîfle ve icmai ümmet ile HULEFAYI RA D N oldu u sabitken
Mevdûdî'nin böyle söylemesi mezhepsizlerin itikadına uygundur. Mevdûdî zimnen, onlar do ru yolu
gösterdiler fakat gitmediler demek istiyor. Bilhassa Hazret-i Osman (Radıyallahü anh)ı tenkidi bunun
açık ifadesidir. Hazret-i Osman (Radıyallahü anh)a unu niçin vali tayin ettin, unu niye azlettin? gibi
sigaya çekici sorular sormaktadır. Mezhepsizleri anlatırken bunun da kimli ini kat'i delillerle ortaya
koyaca ız in aallah...
Mevdûdî, Cemel ve Siffîn vakalarında mâm-ı Azam'ın, Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)a
öbürlerinden daha fazla hak verdi ini, fakat onları da suçlamaktan katiyetle kaçındı ını, dip notunda
ise, sadece mâm-ı Azam'ın de il, bütün ehl-i sünnetin bu hususta ittifak halinde oldu unu, yani icma
hasıl oldu unu, delilleriyle göstermek mecburiyetinde kalmıstır. (Hilâfet ve Saltanat tercümesi S.
326)
SUAL: Mevdûdî, icma hâsıl oldu unu bizzat kendisi söyledi i konuda nasıl olur da aynı kitabında
bunun zıddını ileri sürebilir?
CEVAB : Bu sualin tek cevabı var: Mezhepsiz olu undan...
SUAL: Öyle ya bir mezhebi olsaydı onun görü lerini savunurdu, de il mi?
CEVAB: Her mezhepsiz kendisini müctehid sandı ı için icmaya da aykırı olsa görü
serdetmekten çekinmezler.
SUAL: Mezhepsizler bize öyle soru soruyorlar: Müslümanlar birbirleriyle sava ederler mi? Adam
öldürmek için ictihad olur mu? çtihâd olmayan yerde içtihad hatâsından bahsedilir mi? diyorlar.
CEVAB: Hücûrât sûresinin «E er mü'minlerden iki zümre mukatelede bulunurlarsa aralarını
ıslah edin.» mealindeki dokuzuncu Âyet-i kerîmesi mü'minlerin mukatelede bulunabilece ini
göstermektedir.
mâm-ı ârani Tezkire-i Kurtubi Muhtasarında Sahih-i Müslim'de bildirilen «Müslümanlar
birbirleriyle harb ederlerse, ölen de öldüren de Cehennemdedir.» hadîs-i erîfini açıklar
mahiyetteki «Dünyalık için dö ü ürseniz ölen de öldüren de Cehennemdedir.» hadîs-i erîfini
naklederek Hazret-i Ali ile Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anhüma)mn aralarındaki harbin dünya için
olmadı ı, Allahü teâlânın emrinin yerine getirilmesi -kısasın icrası- için yapıldı ını bildirmektedir.
Ayrıca Sahih-i Müslim'de rivâyet edilen kapaktaki hadîs-i erîfi naklederek birbirleriyle harb eden
Eshâb-ı kiramın hepsinin affedilece ini bu hadîs-i erîfin de gösterdi ini beyan etmektedir. (S. 123)
SUAL : Mezhepsizler, hadîs-i erîf var, Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) bagidir diyorlar.
CEVAB: Ne biçim sual, hem mezhepsiz deniliyor, hem de do ru mu gibi sual ediliyor. Mezhepsiz,
her eyi kendine göre tefsir eden yobaz demektir.
Ammar bin Yasir (Radıyallahü anh)ı kâfirlerin de il de bagilerin öldürece i hakkındaki hadîs-i
erîfle Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın «Karde lerimiz bize bagyetti, fakat onlar kâfir ve fâsık da
de ildir.» sözü Hazret-i Ali (Keremallahü veche)ye kar ı bagyedenlerin fâsık bile olmadı ını gösteren
kat'i bir hüccettir. Bagyetmek isyan etmek demektir. Bu isyan içtihâd ayrılı ından gelen bir isyan ki
caiz, hattâ vacib bir isyandır. Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın karde lerimiz dedi i, fâsık bile demekten,
çekindi i, Eshâb-ı kirâm'a fâsık demek, bagî demek, günah i ledi demek, hadîs-i erîflerde bildirildi i
gibi Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemi ve Allahü teâlâyı incitmek demektir.
SUAL: Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın içtihâdına uymak gerekirdi, ona uymayan sahâbe-i kiram
günaha girdi diyorlar.
CEVAB : çtihâdı gerektiren i lerde Eshâb-ı kirâm'ın, de il Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın,
Peygamber Aleyhisselâmdan bile ayrı fikirler serdetmek caizdir. Bunun misali çoktur. Hazret-i Ömer
(Radıyallahü anh), esirlere yapılacak muamele hakkında server-i âlemden ayrı içtihâdda bulunmu tur.
Yine Fahr-i kâinat, vefât edece i sıra kâ ıt istemesine Hazret-i Ömer (Radıyallahü anh) getirilmemesi
için içtihâd etmi tir. E er, Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sel-lem ayrı içtihâdda bulunmak caiz
olmasaydı ayrı fikirler Peygamber Efendimize saygısızlık olaca ı için küfür olurdu. Bu bakımdan
Eshâb-ı kiramın birbirleri arasındaki farklı içtihâdları caizdir. (Mektûbât C. 2 M. 36)
SUAL: Selefiye itikadına mensup bazı mezhepsizler  ere-i mübe ereden Hazret-i Talha ile
Hazret-i Zübeyr (Radıyallahü anhüma) için «Talep ettikleri valilikleri alamayınca Hazret-i Ali ile
sava tılar.» diyorlar.
CEVAB: Onlar bu iftirayı adı geçen iki necip sahabiye yaptıklarını sanıyorlar. Aslında bu iftira
onları Cennetle müjdeleyen Peygamber Efendimize ve dolayısiyle Cennete koyacak olan Allahü
teâlâyadır. Cennetle bunları niçin müjdeledi diye köpürüyorlar.
Hazret-i Ömer (Radıyallahü anh), vefât edece i sıra bunca kıymetli ve her biri müctehit olan
sahabe-i kiram arasından halife olmaları için seçti i altı büyük Eshab-ı kiramdan ikisi olan Hazret-i
Talha ve Hazret-i Zübeyr (Radıyallahü Anhüma), hilafeti istemeyip reylerini di er dördüne
bırakmı lardır. Hazret-i Talha (Radıyallahü anh) Resûlüllaha edepsizlik etti diye kendi babasını
katletmi , Allahü teâlâ da Kur'ân-ı kerîmde Hazret-i Talha (Radıyallahü anh)ı methetmi tir.
Bütün servetini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) u runda feda eden Zübeyr (Radıyallahü
anh) için Server-i âlem, «Onu ehit eden Cehennemdedir.» buyurmu tur. Ayrıca «Talha ve Zübeyr
Cennette benim kom ularımdır.» buyurmu tur.
Cennetlik olan 124 bin civarındaki Eshâb-ı kiram arasında Cennetlik oldukları isimleriyle
müjdelenen on büyük sahâbe-i güzînden ikisi Talha ile Zübeyr (Radıyallahü anhüma)dır. Bunlara ahsî
kinlerinden dolayı Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) ile sava tı diyenler zındıktır.
Araf ve Hicr sûrelerinde «Biz azîmü an, onların kalberindeki gıl ve gı ı nez ettik (Eshâb-ı
kiramın kalblerindeki kin, hiyânet ve dü manlık gibi hisleri kökünden söküp çıkardık.)» Bu âyet-i
.kerîme hiç bir sahâbinin di eri için kin ve haset beslemedi ini açıklamaktadır. Talha ve Zübeyr
(Radıyallahü anhüma)nın Hazret-i Ali (Radıyallahü anh) ile sava etmeleri ÇT HÂD ayrılı ından ileri
geliyordu. (MEKTÛBAT-I MÂM-I RABBAN C. 2 M. 36}
SUAL: Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) tarif etmek gerekirse nasıl tarif edilir?
CEVAB : M R'AT- KÂ NAT kitabında Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın heybetli, nurlu,
yakı ıklı, güzel huylu, sevimli, i lerinde isabetli, anlı erefli bir devlet ba kanı oldu u ve Resûlullahın
sohbeti bereketiyle ER AT'tan ayrılmaktan mahfuz bulundu u bildirilmi tir.
SUAL: Yukarıdan beri izah edildi i gibi bütün mübarek muhaddislerle bütün büyük müçtehitler
istisnasız söz birli i halinde Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh)ın rivâyet ettikleri hâdîs-i erîfleri
naklederek O'nun eshâb-ı kiramdan oldu una, her bakımdan makbul ehade bulundu una, vahy kâtibi,
menâkıb-ı kesire sahibi oldu una, diyanetine, fekahatine, tevazuuna, ehl-i beyte kar ı kadir inaslı ına
ehâdette bulunmu lardır. Acaba bu kadar kat'i hüccetleri okuduktan sonra ona dil uzatabilen bir alçak
çıkar mı?
CEVAB : Bu kat'i hüccetler yeni de ildir. Asırlardır devam edip gelmektedir. Ehl-i sünnete mensup
kimseler daima hakkı kabul edip Eshâb-ı kirama dil uzatmaktan çekinmi lerdir. Rafizîler inatçı oldukları
için hiç bir delili kabul etmezler. Keza sun'î Rafizîler de öyle... Dört hak mezhebten birisine tâbi olan
herhangi sünnî bir müslüman Eshâb-ı kirama dil uzatmaz.
SUAL: Her sahâbinin ismi geçince Radıyallahü anh dendi. Halbuki mezhepsizlerin kitaplarında
Hazret-i Ali için bile Ali deniyor. Neden?
CEVAB: Elhamdülillah bizim hak mezhebimiz var. Hanefi mezhebindeniz. mâm-ı Âzam Ebû
Hanife Rahmetullahi aleyh, Eshâb-ı kiramın ancak hayırla yâd edilmesini emretmi tir. Biz de mezhep
imâmımızın sözünü tutmaya mecburuz. Ama mezhepsizlerin belli bir mezhebi bulunmadı ı için, her
biri kendi ba larına bir müçtehid (!) oldu u için onlar için herhangi bir mecburiyet söz konusu olamaz.
Onlar Muhaddis ve müctehitlerin içtihatlarına bakmazlar, direk Kur'ân-ı kerîmden ilham almaya
çalı ırlar. Halbuki Abdürraüfi Manevî hazretleri Camiussagir erhinde «Müçtehit olmayanın sahabe-i
kiramı taklît etmesinin caiz olmadı ını âlimler söz birli i ile bildirmi lerdir. mâm-ı Râzî de böyle
demi tir.» buyurdu. Bazı mezhepsiz muctehit taslakları, Hazret-i Ebû Bekir Sıddık (Radıyallahü
anh)ı taklît ederek bir defada yapılan üç talakı bir talak kabul ediyorlar: Halbuki her talak bir talak
oldu una dair icma vardır. Kendi aralarında icmaı parçalamaya, fitne fesat tohumu saçmaya
çalı ıyorlar. Onlar u ra adursun zira «Ümmetim dalâlet üzerinde ittifak etmez» hadîs-i erîfi
heveslerini kursaklarında bırakmaya kâfidir.
SUAL: Gazeteci Eshâb-ı Kiram hakkında ileri geri konu manın lüzumundan bahsederek
«Susmalı imi , kim demis?» diye Ahmed Selâmi karde imize meydan okuyor. Susmak gerekmez
mi?
CEVAB: Yukarıda açıklandı. Eshâb-ı kiram arasındaki harbler edepli bir ekilde bile olsa
anlatmak, yazmak harâmdır. Susmak gerekti ine dair yukarıda hadîs-i nebevî anlatıldı. Hadîs-i erîfi
veya müçtehitleri dinlemeyenlere ne diyelim?
SUAL: Resûlullah'ın vefâtından sonra Eshâb-ı Kiramdan mürted olan tek sahabî var mıdır?
CEVAB : Yoktur, çünkü Sahâbe-i kiramdan vefât-ı nebevîden sonra hiç bir sahabînin mürted
olmayaca ı hadîs-i erîfle bildirilmi tir. Resûlullah (Sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin vefâtından
sonra herhangi bir sahabînin fâsık oldu unu söyleyene EHL- B D'AT, Mürted oldu unu söyleyene de
KÂF R denir. Münafıklar Sahâbe-i kiramdan de illerdi ki, küfürlerini açıkladıktan sonra mürted
olsunlar. Münafıktan mürted olmaz, müslümandan mürted olur. Münafıklar Asr-ı Saadette de kâfir
idiler. Küfrünü açıklayan münafıklara sahabeler irtidat etti demek, Rafîzi iftirasıdır. ( slâmın ç
Dü manları S. 52)
SUAL : Ehl-i Sünnet ne demektir?
CEVAB : Resûlullahm, Eshâb-ı Kirâmının, Tabiînin, Tebe-i tabiînin, yani Selef-i Salihinin yolunda
giden dört hak mezhebin tâbilerine Ehl-i Sünnet vel cemaat denir.
SUAL: Alevî ne demektir?
CEVAB: Peygamber Aleyhisselâmın soyundan gelen Seyyidlere ve erîflere Alevî denir. Bu
mânadaki mübarek alevîlerin isminden faydalanmak için ran'daki bazı Rafizîler kendilerine alevî
demi lerdir.
SUAL: Rafîzi ne demektir?
CEVAB: Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın sevgisinde ta kınlık yaparak di er Eshâb-ı Kirama dil
uzatan zındık demektir.
SUAL : Haricî ne demektir?
CEVAB: Hazret-i Ali ve Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anhümâ) ile daha birçok Eshâb-ı kiramı
sevmeyen Ehl-i Sünnet harici dinsiz demektir.
SUAL: EHL- BEYT ne demektir?
CEVAB : Hazret-i Ali (Keremallahü veçhe) Hazret-i Fâtıma (Radıyallahü anhâ) ve bunların
çocuklarına Ehl-i Beyt denir. Ezvâc-ı Tâhirat ile bunların ESHAR denilen zevce tarafından olan
akrabalar da Ehl-i Beyte dahildir.
Ehl-i Sünnet âlimleri (Cumhûr-u Ulemâ) «Ehl-i Beyti sevmek farzdır, hattâ imanın
artlarındandır.» buyurdu. (TUHFE)
Hastaya Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın ve çocuklarının sevgisi pek lâzımdır. Çünkü Ehl-i Beyti
sevmek son nefeste iman ile gitmeye sebep olaca ını Ehl-i Sünnet âlimleri ittifakla bildirmi lerdir.
(Sefer-i Âhiret Risalesi)
Bir hadîs-i erîf'de «Benden sonra size iki rehber bırakıyorum : Allahü teâlânın Kitabı ile Ehl-i
Beytimi.» buyuruldu. Di er bir Hadîs-i erîfde ise «Sırat köprüsünden en kolay geçecek olan Ehl-i
Beytimi ve Eshâbımı çok sevenlerdir.» buyuruldu.
Mevzuumuz daha çok Hazret-i Muaviye (Radıyallahü anh) ile ilgili oldu u için Hulefa-i Ra idînden
ve Ehl-i Beyti sevmenin fazîletinden yeteri kadar bahsedemedik. Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)ın Ehl-i
Beytten olu u yüksek kadrini daha da yüceltmektedir. Hazret-i Ali (Keremallahü veçhe) hakkında
«Ali'ye bakmak ibâdettir.» «Fâtıma'yı Aliden daha çok seviyorum. Ali ise bana Fâtıma'dan daha
kıymetlidir.» gibi birçok hadîs-i erîf vardır.
Hazret-i Ali ve Hazret-i Muaviye ile di er Eshâb-ı kiram Aleyhimürridvandan birini sevmeyen Ehl-i
Sünnet vel cemaattan olamaz. Bizi efâatlarına kavu tur Ya Rabbî!..
ESHÂB-I KlRÂMI SEVMEK
Muhammed Ma'sum «Kuddise Sirrûh»
Rahmet deryası Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, hâ â hiç bir müslümana lanet etmemi tir. Hele
Hazret-i Muaviye Radıyallahü Anh gibi hadîs-i erîflerle ö ülen ve hayır dua eden bir sahabîye lanet
etti ini söylemek büyük iftiradır.
Hazret-i Ali Radıyallahü Anh, Hazret-i Muaviye Radiyallahü anh ve yanında bulunan di er Eshâb-ı
kiram için «Karde lerimiz bizlere uymadı, kâfir ve fâsık de ildirler, içtihatlarına uygun hareket
ettiler.» buyurmu tur. Hazret-i Ali Kerremallahü Veche'nin bu sözü, Hazret-i Muaviye ile yanlarında
bulunanların de il kâfir, fâsık bile olmadıklarını gösteren bir delildir. O halde hiç lanet veya beddua
eder mi? slâmiyette hiç kimseye hattâ kâfirlere bile lanet etmek ibâdet de ildir.
Tasavvuftaki fena derecelerinin en yükse ine ve itminanın sonuna ula ıp bütün ahsî arzularını
bırakmı olan Hazret-i Ali Radıyallahü Anh'ın nefsini, kendi nefs-i emmâreleri gibi kin ile, inad ile,
dü manlık ile dolu mu sanıyorlar? O çok yüksek zat için böyle konu mak alçakların yapaca ı bir
iftiradır.
Hazret-i Ali (Radiyallahü Anh), Fenâ-fillâh ve muhabbet-i Resûlüllah makamlarının en son
derecesine ula mı , canını, malını Aleyhisselâtü vesselâm Efendimizin yoluna feda etmi tir.
Hazret-i Ali {Radiyallahü Anh)ın kendi nefsinden çok Resûlüllahı sevdi ini kim inkâr .edebilir? O
halde Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin dü manlarına de il de kendi dü manlarına
lanet etti demek, O mübarek zata bir iftira de il midir? Sonra O yüce zat Hazret-i Muaviye taraftarları
için «içtihatları ile hareket ettiler» sözüyle de muhaliflerinin dü man olmadıklarını, karde leri
oldu unu göstermektedir.
Bu muharebeler dü manlık, kin gütmek gibi Eshâb-ı Kirama yakı mayan sebeplerle vücuda
gelmedi. Din bilgisi ile, ictihad ile meydana geldi. Bunun için taraflardan birini ayıplamak, kusurlu
bulmak edepsizliktir. Nerde kaldı ki beddua veya lanet edilsin..
Bir kimseye lanet etmek ibâdet olsaydı, blis'e, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibi Peygamber
Aleyhisselâmı inciten, O'na eza ve cefa veren Kurey 'in azılı kâfirlerine lanet etmek slâmın
icaplarından olurdu. Dü manlara lanet emredilmeyince, dostlara, karde lere farklı içtihatlar yüzünden
lanet edilebilir mi?
Bir hadîs-i erîfde «Bir kimse eytan'a lanet ederse, ben zaten mel'unum, lanet bana zarar
vermez, der. Yâ Rabbî beni eytanın errinden koru derse, eyvah bel kemi im kırıldı, der.»
buyurulmu tur. Ba ka bir hadîs-i erîfde ise « eytan'a sö meyiniz, errinden Allahü teâlâya
sı ınınız» buyurulmu tur.
Bu Hadis-i erîflerden anla ılıyor ki, «Hazret-i Ali lanet etti» demek O büyük sahabîye alçakça bir
iftiradır. Bunun aksi de öyledir. Yani Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh için «Hazret-i Ali, Hazret-i
Hasan ile Hazret-i Hüseyin'e -Radiyallahü anhüm ecmaîn- lanet etti i gibi sözler de Resûl-ü Ekrem
Efendimizin Kayınbiraderi Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh'a iftiradır.
Ehl-i Sünnet velcemaat mezhebine göre Muaviye Radiyallahü Anh'a dil uzatmak asla caiz de ildir.
Bu iftiraları tarih kitapları yazıyorsa nasıl sened olur? Dinîn temel bilgileri tarihçilerin sözleri
üzerine kurulamaz.
Böyle Eshâb-ı Kiram hakkında itikadî mevzularda ançak mâm-ı Âzam, ve di er mezheb imâmları
ile içtihâd derecesine yükselmi talebelerinin içtihatlarına bakılır.
Bazı Emevî Halifeleri, minberlerde Ehl-i Beyt'e lanet ettirmi se de yine bir Emevî Halifesi olan
Ömer bin Abdülaziz (Rahmetullahi aleyh) buna son verdirmi tir. Allahü teâlâ ondan razı olsun.
Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh ile di er Eshâb-ı kirama dil uzatmak, onlardan bize intikâl eden
din bilgilerini bozar ve hiç bir kitaba itimat kalmaz. (Zaten rafîzilerin istedi i de budur.)
Ehl-i Sünnet velcemaat mezhebine göre, istisnasız bütün Eshâb-ı kirama iyilikten ba ka bir ey
söylenemez.
mâm-ı Nevevî, Sahih-i Müslimdeki hadîs-i erîfleri açıklarken buyuruyor ki, «O muharebelerde
Sahâbe-i Kiram üçe ayrılmı tı. Bir kısmının içtihâdı Hazret-i Ali Radiyallahü Anh'ın içtihâdına
uygun oldu. Bunların kendi içtihadlarına uymaları vacib oldu. Eshâb-ı kiramın ikinci kısmı ise,
hiç bir tarafa karı mamayı içtihat ettiler. Bunların da muharebeye i tirak etmemeleri vacib oldu.
Üçüncü kısımdaki Eshâb-ı kiramın içtihâdı ise, Hazret-i Ali Raddiyallahü Anh'
a kar ı gelenlerin
içtihâdı gibi oldu. Bunların da Hazret-i Muaviye tarafına yardım etmeleri vacib oldu.»
Demek ki, her biri kendi içtihâdına uygun i yapmakla üzerlerine vacib olanı yapmı oldular. Bu
farklı içtihatlar dan dolayı hiç bir sahabiyi kötülemek asla caiz de ildir.
lim sahiplerinden hiç kimse, Hazret-i Ali Radiyallahü Anh ve O'nun içtihâdına uyanların yanıldı ını
söylememi tir. Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh'ın ise içtihâdında hatâ etti ini söylemi lerdir. sabet
edenler on, yanılanlar ise bir sevab almı lardır.
Demek ki, Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh'ı sevmeyen, O'na lanet eden bir kimse, bütün
Eshâb-ı kiramı iyi bilip sevse de Ehl-i sünnet velcemaattan olamaz.
SAHÂBÎ SEVG S SAM M YET ÖLÇÜSÜDÜR
Ahmed SEL M
Allah Azze ve Celle'yi sevdi ini söyleyen samimî ise, Resûl-i Ekrem aleyhisselâm'ı da sever...
Âyet-i kerîmeler bunu art ko ar...
Resûlullah'ı seven de, bu sevgisinde samimî ise, O'nun sahâbe-i kirâmını sevecekdir... Hadîs-i
erîfler de bunu art ko mu dur, netice budur...
imdi akıl yürütmemizi tersden ve geriye do ru i letelim :
Eshâb-ı Kiram sevgisi olmayanın Resûl-i Ekreme sevgisi yoktur. «Var!» diyorsa sahtedir...
Resûlullah sevgisi olmayanın da, Allah sevgisi yok... •«Var!» diyorsa bu da sahte...
Eshâb-ı Kirâm'a sevgi, hürmet ve ba lılık borcundayız... Bundan istisna edilebilecek hiç bir sahâbî
yok... te Sahâbe-i kirâm'ın tamamına âid bu borcumuz, «samîmi «müslüman» olu un mîzânıdır...
Hazret-i Muaviye Radiyallahü Anh'ı hedef alan her mahlûk zavallısı, samîmî müslüman oldu unu
isbât borcu altında gezen bir müflis oluyor?..
Cenâb-ı Allah, Kitabında, istisna göstermeden, Eshâb-ı kirâmın tamamından «razı» oldu unu
beyandadır. Resûl-i Ekremin hadîs-i erîflerinde de istisnaya delâlet yok... Hal böyle iken, bu ne tür
iffetsizlikdir ki, Allahü teâlâ ve Resûl-i Kibriya'sını tekzîbe kadar varır ve Sahâbe-i Kiram için de dil
uzatacak istisnalar meydana getirir?..
eriat dü manlı ını Eshâb-ı kiramdan bazılarının ahsında yürütenlere dikkat!
CELAL YILDIRIM
Kütüb-i sittede mevcut, bir hadîs-i erîfi (kendisi de sahih oldu unu kabul etti i halde) faziletinde
mübala a bulundu unu söyleyecek kadar ileri giden Müftü Celâl Yıldırım, Mevdûdî ve M. Ebu Zehra
gibi mezhepsizleri sözleri senet büyük bir âlim olarak bilmektedir.
Celâl Yıldırım'ın eski Ne riyat Müdürümüzün sordu u bir suale verdi i cevabı aynen a a ıya
alıyoruz :
«Amellerin Faziletleri adlı eserimin Yâ-Sîn sûresinin faziletiyle ilgili hadîs-i erîfi mâm-ı
Tirmizî nakletmi tir. Adı geçen eserimin ikinci baskısında hadîs metninin sonunda «Tirmizî
hadisün garibün» kaydı konulmu tur.. Demek ki mezkûr hadîs, Kütüb-i Sitte'
den Tirmizî'de
mevcuttur.. Mânâ yönünden ise, fazileti mübala a yollu ifade üslûbu hâkimdir.. Celâl Yıldırım
Afyon Müftüsü.»
Bu mektup hâlâ elimizdedir. Gerekti inde kli esi ne redilebilir. Bay Celâl Yıldırım bu cevabı ile ne
demek istiyor :
1 - Hadîs-i erîf kütüb-i sittede mevcuttur.
2 - Hadîs-i erîf sahih olmaya sahihtir, ama Yâsîn sûresinin faziletini Peygamber aleyhisselâm hâ â- mübala alı bir ekilde anlatmı tır.
Kütüb-i Sitte'deki bütün hadîs-i erîflerin sahih oldu unda icma vardır. nkârı ise küfürdür. Bay
Celâl Yıldırım hadîs-i erîfi inkâr etmiyor, ancak Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemin bu hadîs-i
erîfi ifade üslûbunda mübala anın hâkim oldu unu bildiriyor. Mübala a nedir? Bir eyi oldu undan
fazla göstermek, yani yalan söylemek. Celâl Yıldırım hadîs-i erîfte mübala a hâkim demekle
Peygamber aleyhisselâmın hâ â yalan söyledi ini iddia etmi olmuyor mu? E er hadîs-i erîfe
mübala a bulundu u için mevzudur deseydi ve bu hadîs-i erîfte Kütüb-i sittede bulunmasaydı küfre
dü mezdi. Hem hadîs-i erîfi sahih kabul ettikten sonra mübala anın bulundu unu söylemek
Hamidullah'a Mevdûdî'ye uygun bir ifade tarzıdır. Celâl Hoca da acaba bu sapıkların kitaplarını çok mu
okuyor da böyle hatâlara dü üyor?
Celâl Hoca böyle hadîs-i erîflere sahih derken mezhepsizler böyle fazilet bildiren bütün hadîs-i
erîflere mevzu deyip geçiyorlar. Mevzu ne demektir onu da bilmeden söylüyorlar. Bir müctehidin
kendi usûlüne göre mevzu dedi i bir hadis, ba ka bir müctehide göre mevzu olmayabilir. Yani
müctehid bana göre mevzudur der. Mezhepsizler ise Kütüb-i Sitte'de bile mevzu hadîs bulundu unu
söylüyorlar. lerine gelmeyen hadîs-i erîflere mevzu deyip geçiyorlar.
Elimizde Celâl Yıldırım tarafından yazılan KUR'AN AHKÂMI ve Mezhep mâmlarının görü
farkları isimli bir kitabı vardır. Kitabın ismine bakılınca Kur'ân'ın belli bir ahkâmı vardır, fakat mezhep
imâmlarının görü leri Kur'ân'ın hükümlerine uymuyor, gibi bir mâna akla geliyor. imâmların görü leri
olmaz, ictihadları olur, ictihad da dinde senettir, hüccettir.
Mezkûr kitabın önsözünde mezhepsizli ini vesikaları ile açıkladı ımız Mevdûdî için u ifade
kullanılmı tır:
«Büyük âlim Mevdûdî.» (Kur'ân Ahkâmı S. 22)
Sayfa 24de Eshâb-ı kirama bilhassa Hazret-i Muaviye (radıyallahü anh)a dü manlı ı ile
tanıdı ımız M. Raif O an'dan da nakiller yapılmı tır.
Yine aynı sayfada Miracı inkâr eden onu hayal, vehim, rüya kabul eden Mösyö Hamidullah senet
gibi gösterilerek ondan nakiller yapılarak öyle denmektedir.
«Prof. M. Hamidullah bu mevzuda der ki: (Herkesin bildi i gibi slâm Hukukunun temeli,
bütünü ile Kur'ân ve Sünnete dayanır.)»
Celâl Hoca nasıl olur da edille-i eriyyenin, slâm hukukunun temelinin Kitab, Sünnet, cma ve
Kıyas oldu unu bilmez hayret ettik. Bugüne kadar ne retti imiz bütün mezhepsizler hep kitab ve
sünnet derler, icma ve kıyastan bahsetmezler. Hattâ Re it Rıza gibi mezhepsizler icmaı bile inkâr
ederler.
Sayfa 25 de ise öyle bir ifade kullanmı Mösyö Hamidullah :
«Kıyas tariki ile varılan istinbatlar slâm Hukuku kayna ı olarak bu örf ve âdetler yahut
istinbatlar ilk kaynakların (Kur'ân ve Sünnetin) rûhuna aykırı olmamak artı ile kabul edilir.»
Burada da icmadan söz edilmiyor. Kıyastan bahsedilirken de «Kur'ân ve sünnetin rûhuna aykırı
olmamak artı ile» ne demektir bu? Sanki müctehidler Kur'ân ve sünnetin ruhuna aykırı ictihadlarda
bulunabilirmi gibi bir mâna çıkmıyor mu? Yalnız Hamidullah de il, bütün mezhepsizler farklı ictihadları
kitab ve sünnetin rûhuna aykırı buluyorlar. Bir mevzuda bu kadar farklı ictihad bulunur mu diyorlar.
Mösyö Hamidullah ise Kitab ve sünnetin rûhuna aykırı olmamak artı ile diyor. Acaba bu aykırılı ı kim
tesbit edecek? Hanefide kan çıkınca abdest bozulur, afiîde bozulmaz. Bunun hangisi Kitab ve
sünnetin rûhuna aykırıdır? Necip Fazı l'ın bâidullah dedi i böyle kimselerden nakil yapılırsa böyle
çıkmaza girilir i te. Dört hak mezhebin ictihadları için kitap ve sünnetin rûhuna aykırılıktan
bahsedilemez. Her mezhep mensubuna göre kendi mezhebinin bütün hükümleri hakdır, do rudur.
Dört hak mezhebin bir konuda farklı dört tane ayrı hükümleri olsa hepsi nasıl hak ve do ru olur?
çlerinden bir tanesi do ru olabilece i gibi hiç biri de do ru olmayabilir. Bu do ru olmamak Allahü teâlâ
ile müctehid arasındadır, mukallid için kendi mezhebininki do rudur. E er müctehid hatâ etmi se yine
bir sevab alaca ı için mukallide göre vaziyet hiç de i mez. ctihad ister do ru olsun, ister yanlı olsun
farketmez. Müctehid için sadece aldı ı sevab bakımından farkeder. Aslında bu da bir fark sayılmaz.
Celâl Yıldırım, acaba M. Hamidullah'ı sözü hüccet bir müctehid olarak mı kabul ediyor, yoksa
mukallid olarak mı kabul ediyor? Mukallidle müctehid arasında ba ka bir sıfat yoktur. Mezhepsizlerin
uydurdu u bir ittibâ terimi varsa da ölçümüz mezhepsizler olmadı ı için nazarı itibare almıyoruz.
Yukarıdaki suâlimize Celâl Hoca acaba nasıl bir cevap verir? Evet derse de, hayır derse de bir çıkmaz
içerisine sürüklenmi olur.
Sayfa 25 te Celâl Hoca öyle diyor:
«Gerçi M. Hamidullah muamelât kısımlarında «iki hukuk arasında bir dereceye kadar
benzerlik tesadüf edilir» kanaatindeyse de bu sadece onun görü ve kanaatidir.»
Burada iki hukuktan maksat Roma hukuku ile slâm hukuku kasdediliyor. Celâl Yıldırım burada
Hamidullah'ın görü üne katılmıyor. Yukarıda katılıyordu. Yukarıdakilerine acaba niçin katılıyordu?
Yukarıdaki suale Celâl Hoca evet diye cevap verirse, yani Hamidullah'ı sözü hüccet bir müctehid
olarak kabul ederse, sözü hüccet bir müctehidin içtihâdına dil uzatmaya hakkı yoktur. Müctehidin hatâ
edip etmedi ini de ancak Allahü teâlâ bilir. Zira ictihad, ictihad ile nakzolunamaz. Hayır derse, yani
Hamidullah'ı mukallid olarak kabul ediyorum derse, mukallidin sözü hüccet gibi nasıl nakledilir? Her iki
halde de Celâl Hoca çıkmaza girmi tir, karaman bile kurtaramaz Celâl Hoca'yı. Hattâ Karaman'â
avukatlık yapan Gürta bile kurtaramaz onu.
Celâl Hoca, Hamidullah'tan nakletdi i fikirler, bir müctehidin içtihâdı mıdır, yoksa Hamidullah'm
indî görü leri midir? Hamidullah'ın kendi görü leri ise nakletmeye de mez. Yok bir müctehidin içtihâdı
ise o zaman hangi müctehidin içtihâdı ise onu nakletmesi gerekirdi. Hamidullah gibi «DALÂLET
KUMKUMASI»nın kitaplarını okuyan, i leri böyle karı tırır. Celâl Hocanın az çok dinî malûmatı vardır.
Fakat halkımız Hamidullah'ın kitaplarını okursa ne gibi bir dalâlete sürüklenece ini tahmin etmek
mümkün müdür?
Celâl Hoca mâm-ı afiî ve mâm-ı Malik gibi sünnet yolunun büyükleri için büyük tabirini
kullanmazken mezhepsiz oldu u ehli ilimce bilinen M. Ebû Zehra için BÜYÜK SLÂM HUKUKÇUSU
tabirini kullanarak ondan sözü senetmi gibi nakiller yapmaktadır. Sayfa 30 da aynen öyle
demektedir:
«Büyük slâm Hukukçusu Muhammed Ebu Zehra der ki: «Kâmil ictihad kapısının hiç bir
ekilde kapanmıyaca ına tekrar dokunmak istiyoruz.»
Celâl Hoca mezhebini bile bilmedi i Ebû Zehra gibi bir mezhepsizden sözü senetmi gibi nasıl
nakil yapar hayret ediyoruz. Kendisine sorulsa KUR'ÂN AHKÂMI isimli kitabınız hangi mezhep üzerine
yazılmı tır? Herhangi bir hak mezhep üzerine demeye imkân yoktur. Çorba yapar gibi akla gelen
bütün müctehidlerin ictihadları alınmı tır. Bazı mezhepsizler bu tip yazılan kitaplar için belli bir
mezhebe göre de il, slâm mezhebi üzerine yazdık gibi gülünç ifadelerde bulunuyorlar.
Mezhepsiz Ebû Zehra'nın, kâmil ictihaddan maksadının mutlak ictihad oldu u bellidir. Ebu Zehra
mezhepsizi, mezhep içindeki içtihâda bile razı olmuyor da kâmil ictihaddan, mutlak ictihaddan
bahsediyor. Muhatabımız Ebû Zehra olmadı ı için geçiyoruz. Fakat onun sözü senetmi gibi kitabina
alan Celâl Hoca'ya soruyoruz. Dört hak mezhep kâfi gelmedi mi de be inci bir mezhep için ictihad
aranıyor, kapının açık oldu u durmadan söyleniyor, içtihâda taslanıyor? Dört hak mezhepte eksik olan
nedir? Dinîmiz imdiye kadar eksik olarak mı gelmi tir? Yeni bir eye ihtiyacımız mı var da ictihaddan
söz ediliyor? Hangi problemimiz halledilmemi de yeni ictihadlara ihtiyaç duyuluyor? Hem de kâmil
ictihadlara? Önce bu suallere cevap lâzımdır. Sonra kimmi mâm-ı A'zam gibi mutlak ictihad, kâmil
ictihad yapacak kimse? ctihad yapılacak konular ile zamane müctehidlerimizin ismi de zikredilmiyor.
Celâl Hoca bize, u u konularda içtihâda ihtiyaç vardır, bu ictihadları da ancak unlar yapar
demeliydi.
Celâl Yıldırım, Sayfa 31 de aynen öyle demektedir:
« slâm büyüklerinden hiç biri kendi söz, ictihad ve istinbâtının din oldu unu, kayıtsız
artsız bunlara uyulması gerekti ini söylememi tir. Meselâ mâm-ı A'zam Ebû Hanîfe bu
hususta:
- «Bu bizim ula tı ımız en iyi neticedir. Kim bundan hayırlısını bulursa ona uysun.»
demi tir.
mâm-ı afiî de:
«Benim görü lerime aykırı bir sahih hadis bulursanız, ona uyun, bana muhalefet edin.»
diye tenbîhte bulunmu tur.
mâm-ı Malik de:
- «Benim fetvalarımı hemen yazmayın. Yanıldı ım, hususlar olabilir ve buna aykırı daha
sıhhatli bir rivâyet bulunabilir.» demi tir.
slâm âlimleri bir mezhebe uymanın gerekti ini bildirmi lerdir. Fakat Celâl Hoca, bu ictihadlara
kayıtsız artsız uyulamıyaca ını söylüyor. Acaba bu kayıt art nedir ki? Onu niçin yazmamı tır. Meselâ
u mezhebe uyarken u hükümlerine kayıtsız artsız uyun, u ictihadlara kayıtlı artlı uyun, kayıt ve
artı da udur, gibi bir ifade niçin kullanmamı tır? Mezhep imâmlarına kayıtsız artsız uymayacaksak
nasıl uyaca ız? Bu kadar önemli bir meseleyi muallakta niçin bırakmı tır? Acaba mezhepteki
hükümlerden üphelenmemiz, o hükümlere kar ı sui zan etmemiz için mi? Mezhep imâmlarının bizi
taklîd etmeyin anlamındaki sözleri acaba niçin alınmı tır? Acaba o sözler bizim gibi mukallidler için mi
söylenmi tir, yoksa müctehid talebeleri için mi söylenmi tir. Bunları tefrik etmeden uluorta, «sahih
hadis bulursanız ona uyun, bana muhalefet edin» gibi insanı mezhepten çıkarıcı sözler niçin
nakledilir ki? Celâl Hocanın takti ine uyarak, sahih hadislere bakıyoruz, fatihasız namaz olmaz.
afiîler ve di erleri bu hadîs-i erîfe istinaden fatiha okuyorlar. Biz fatihayı terk edelim mi? Acaba Celâl
Hoca bu hadîs-i erîfe istinaden imâm arkasında fatiha okuyor mu? E er okuyorsa -ki sahih hadîs-i
erîfe göre okuması lâzımdır.- o vakit Hanefi mezhebinin o içtihâdıyla amel etmiyor demektir. Daha
önce de vesikasını verdi imiz gibi böyle bir hareketin ilhad oldu unu mâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi
Sânî (Kuddise sirrûh) hazretleri bildirmi lerdir. Müctehid talebeler veya di er müctehidler için söylenen
sözler niçin mukallidlerin önüne serilir ki? Karaman da aynı takti i uygulamaktadır. Celâl Hoca acaba
bir mezhebe ba lanacak mıyız, yoksa ba lanmayacak mıyız, bunu niçin açıklamamı ki? Mezhep
imâmlarının sözlerini niçin nakletmi tir?
mâmların sözleri nakledilirken «Böyle demi tir.» «Böyle söylemi tir.» deniyor. mâmlar böyle
demez, mâmlar hep buyurur. Buyurdu yerine, demi tir dense ne olur? Buyurdu demek sözü senettir
demektir. Dedi demek, bir örü ortaya attı demektir. Bu inceli e dikkat edilmemesi de manidardır.
Celâl Hoca bunları bilmiyordu denilemez.
Yukarıda Celâl Hoca, mezhep imâmlarının ictihadlarının din olmadı ını söylemi tir. Soruyoruz, din
de ilse dinsizlik midir? Nedir? Hanefilere göre Kurban ve Bayram namazları vâcibdir. Di er hak
mezheplere göre ise sünnettir. Namazın, kurbanın vacip olması veya sünnet olması din midir, yoksa
dinsizlik midir, nedir? ctihadlara din gibi uymayaca ız da ne gibi uyaca ız? Veya hiç mi
uymayaca ız? Yahutta mezhepsizlerin dedi i gibi kendimiz mi hüküm çıkarıp ona uyaca ız? ctihadlar
dindir, her mukallidin ba lı bulundu u mezhebin ictihadlarına uyması vâcibdir. çtihadla bulunan
hükümlerde hatâ varsa müctehid için de mukallid için de sevab vardır. ctihad için yetkiyi dinîn
korucusu vermemi midir? Vekil asıl gibi de il midir? Ah Celâl Hoca ah, sen de Mevdûdîlerin
görü lerine saplanıp kalmı sın. Aleni i lenen günahın tövbesinin de aleni olması lâzımdır. Bunun için
bir kitap yazıp, Mevdûdî, M. Ebu Zehra gibi sapıkların görü ünde olmadı ınızı ilân etmenizin faydalı
olaca ını ümid ediyoruz.
Celâl Yıldırım'ın hangi mezhebe göre yazıldı ı bilinmeyen bu kitabına bizim Ahmed Davudo lu
Hoca bir takriz yazmı . Önüne gelene takriz yazmaktan kaçınmayan Davudo lu Hocayı mezhepsizlere
kar ı olu undan dolayı tanıyoruz. Hattâ evine kadar gidip mezhepsizler hakkında geni malûmat
akdık.
Davudo lu Hoca, takrizinde her mes'elede delil aramaya kalkı an cahil müslümanlara kızıyor,
mukallid için öyle diyor:
«Mes'eleden bir delil bulunmasıyle bulunmaması arasında ne fark vardır?»
Delilin ancak müctehid olan zata lâzım oldu unu belirtiyor.
Müctehid bulunmadı ına göre, mukallide de delil lüzum olmadı ına göre bu kitap niye yazılmı tır?
Davudo lu Hoca koca koca lâf ederek diyor ki :
«Kur'ân'dan bir mes'elenin delilini arayanlar bu kitapta bulacaklardır.»
Sayın Hocam sen bin ya ayasın. Her mes'eleye Kur'ân-ı kerîm'de delil olsaydı, 73 tane mezhep
meydana çıkar mıydı? Binlerce, yüzbinlerce ictihad meydana gelir miydi? Abdestin farzı, kimine göre
dört, kimine göre alti, kimine göre yedi olur muydu hiç? Mukallid için delil kitâb ve sünnet de il,
müctehidin ictihadlarıdır. Hanefi mukallid için delil Hanefi mezhebindeki ictihadlardır, afiî mukallid için
afiî mezhebindeki ictihadlardır. Faydalı bir kitap hazırlanmak isteniyorsa, Hanefiler için Hanefi
mezhebindeki ictihadlar demiyelim de müftabih kaviller sıralanır, bizim gibi mukallidler de bundan
istifade eder. Di er mezhepler için de durum aynıdır. Bütün müctehidlerin ictihadlarını, kitab ve sünneti
de birbirine karı tırıldı mı i in içinden çıkılmaz.
Takrizde Davudo lu Hoca, Celâl Yıldırım için HAZRET- MÜELL F tabirini kullanmı , bu Hazret-i
Müellifi de Davudo lu Hoca takrizindeki bu bariz hatâlara bakmadan kitabının ba sayfasına ili tirmi .
Hazret-i Müellife soruyoruz. afiîlerde abdestte nîyyet farzdır, Hanefilerde ise sünnettir. Bu
hükmün Kur'ân’da yerini göstersin. Tabiî mümkün de ildir. Açık bir delil olsaydı, iki ayrı ictihad
meydana gelmezdi. Davudo lu Hoca yalan söyleyecek de il ya demek her mes'elenin Kur'ân'da delili
varmı . Elbette her mes'elenin delili Kur'ân-ı kerîmde vardır. Fakat bu kitapta yoktur. Olması da
imkânsızdır.
Yâ-Sîn Sûresinin fazileti ile ilgili hadîs-i erîf hangisidir diye okuyucularımız merak edebilir. Bu
Hadîs-i erifi de yazalım. Bu hadîs-i erîfte Yâ-Sîn sûresinin Kur'ân'ın kalbi oldu u, bu sûreyi
okumanın on defa Kur'ân-ı Kerîmi hatmetmi kadar sevab verilece i bildirilmektedir. Üç defa hlâs
sûresini okumak da Kur'ân-ı kerîmi hatmetmi kadar sevap verilece i yine hadîs-i erîfle bildirilmi tir.
Bunda a ılacak bir husus yoktur. Allahü teâlâ kerîmdir, ganidir, rahmeti gadabını a mı tır. Bire ondan
bire yediyüze kadar hattâ daha fazla verece ini de bildirmi tir. imdi biri çıksa, Hazret-i Müellif gibi hiç
bire yediyüz olur mu? Bu sözde mübala a hâkimdir, dese böyle kimseye ne denir? Bir tek îmânın
mükâfaatı ebedî Cennet, bir tek küfürün cezası da ebedî Cehennemdir, îmânın kıymetini küfürün
zararını Hazret-i müellif de bilir. Fakat her nedense, bize göre Mevdûdî gibi mezhepsizlerin kitaplarını
okudu u için olmalı ki, hadîs-i erîfte mübala anın hâkim oldu unu söylemi tir. Hazret-i Müellif aynı
zamanda lâik rejimin müftüsü oldu unuza göre sahih bir hadîs-i erîfte mübala anin hâkim oldu unu
söylemek fıkıhta nedir? manın âlâmeti midir, yoksa küfrün alâmeti midir?
imdi de Hazret-i Müellifin Ahkâmı Kur'ân'ındaki çıkardı ı hükümlerin birkaçına göz atalım.
Bir hadîs-i erîf rivâyet edilirken u rivâyet .kullanılmı :
«Peygamber (S.A.V.) karılarından birini öptükten sonra abdest almadan namaza durdu.»
Bu ifadenin çirkinli i meydandadır. Tercüme yapılırken edebe muhalif bir kelime kullanılmamalıdır.
Burada KARI kelimesi yerine HANIM tabiri kullanılsaydı daha münasip olmaz mıydı? Türkçeye
tercüme edilirken kelime kelime tercüme de il de meal olarak yani mâna olarak tercüme edilseydi,
meselâ VAL DELER M Z OLAN HANIMLARINDAN B R N gibi bir ifade kullanılsaydı edebe daha
uygun olmaz mıydı? Mösyö Hamidullah da Peygamber aleyhisselâmla validelerimizden Hadice
Radiyallahü anha'nın melek midir, cin midir, ö renmek için edebe mugayir sahneler çizmi tir. Necip
Fâzıl bunu Türkiye'nin Manzarası'nda tenkid etmi tir. Acaba müellif bu gibi edebe mugayir ifadeleri
Mösyö Hamidullah'tan mı ö renmi tir?
Sayfa 80 de hadîs-i erîfle bildirilen hükmü açıklarken u ifade kullanılmı tır: «Emr-i Resuldür.»
Bu hadîs-i erîf hilâli görünce oruç tutulması, yine hilâli görünce iftar edilmesi, hava
muhalefetinden dolayı hilâli görmek mümkün olmadı ı takdirde orucun otuza tamamlanması
gerekti ini bildirmektedir. Evet hu haberi Resul aleyhisselâm bildirmi tir. Bilindi i gibi o kendili inden
bildirmemektedir. Peygamber aleyhisselâmın bildirdiklerine emr-i Resul, mâm-ı A'zam'ın bildirdiklerine
emr-i Ebu Hanife demek dinde üpheyi do urmaz mı? Gerek her mezhepteki hükümler, gerek
Peygamber aleyhisselâmın bildirdikleri emr-i eriat de il midir?
Sayfa 82 de öyle bir ifade vardır:
«45 dereceden uzak olan bölgeler umumiyetle gece ile gündüzlerini 45. derecedeki günlere
göre ayarlayarak normal ibadetlerini yaparlar.»
Bu ifadenin yanlı veya do rulu u üzerinde durmuyoruz. Ancak öyle bir soru soruyoruz :
Celâl Yıldırım'ın bu ifadesi, acaba bir emr-i ilâhi midir? Yoksa emr-i Resul müdür? Yoksa emr-i
mâm-ı A'zam mıdır? Yoksa emr-i mâm-ı afiî midir? Yoksa emr-i Hazret-i Müellif midir? Yani Celâl
Hocanın kendi ictihadları mıdır? Sonra bu hükümle herkes amel etmeye mecbur mudur? Bilindi i gibi
dört hak mezhepteki hükümler de i iktir. Hangi mezhep mensupları buna uyacaktır? Davudo lu Hoca
her mes'elenin Kur'ân'dan delili vardır bu kitapta diyordu. Acaba Hazret-i Müellif bu delili nereden aldı?
Delilsiz bir hükmü bizim önümüze nasıl serer?
Sayfa 83 de öyle bir ifade vardır :
« tikafın müddeti: Ebu Yûsuf'a göre bir gün, Muhammed'e göre bir saattir.»
Hanefi mezhebindeki bir mukallid için müftabih olan kavlin hangisi oldu u niçin tasrih
edilmemi tir? Biz hangi kavle göre amel edece iz? Amel et de hangisine göre olursa olsun denemez.
Bu ifadelerden öyle bir mâna çıkmaz mı? :
«Biri böyle demi , öteki öyle demi , senin aklın hangisini be enirse omunla amel et.»
Bu mânaya gelmez denirse, müftabih olan hüküm niçin yazılmamı tır?
Hazret-i Müellif, Mösyö Hamidullah'ın slâma Giri kitabından a a ıdaki pasajı naklediyor: (Sayfa
97,}
«Bilindi i gibi slâmda dinî bayramlar ve mukaddes sayılan günler için kamer takvimi
kullanılır.»
Sayfa 98de Mösyö Hamidullah Kameri takvim kullanılmasını SLÂM REFORM olarak
vasıflandırıyor.
Birinci cümlesinde MUKADDES SAYILAN GÜNLER tabirini kullanmı . Aslında bu günler
mukaddes de il de müslümanlar bu günleri mukaddes saymı lar anlamına gelmez mi? MUKADDES
GÜNLER tabirini kullansaydı kıyamet mi kopardı?
Mösyö Hamidullah reformcu oldu unu belgelemek için -hâ â- Peygamber aleyhisselâmın reform
yaptı ından bahsediyor. Reform, bilindi i gibi eski haline getirmek demektir, inkılâp demek de ildir.
Peygamber aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle birçok âdetleri de i tirmi tir, bu reform de ildir, buna
inkılâp denebilir.
Hazret-i Müellif, sayfa 96 da bir âyet-i kerîmeye dayanarak ayda hiç bir canlının bulunmadı ını
belirtiyor. Âyet-i kerîmede açık bir ifade yoktur. Olmadı ına göre bu bir emr-i Resûl müdür, yoksa,
hükm-ü müctehid midir? Yoksa tefsir-i Hazret-i Müellif midir?
Hazret-i Müellife-müsaade ederse- bir soru tevcih etmek istiyoruz:
Acaba Hazret-i Müellif kendini içtihâda ehil veya tefsire yetkili mi görüyor? De ilse o âyet-i
kerîmeden hangi müctehid böyle bir mâna çıkarmı tır, niçin belirtmemi tir? Mezheb imâmlarının görü
farkları diyor kitabına. Acaba kendisini de mi mezhep imâmı sayıyor? Saymıyorsa niçin bir mezhep
imâmından nakil yapmamı ? Bu konuda mezhep imâmlarının ona göre görü leri (bize göre ictihadları)
yoksa niçin kendi içtihâdını veya görü ünü önümüze hüküm gibi sürüyor?
Melek bir canlı mıdır? Ayda melek var mıdır? Ayda acaba ba ka bir canlı var mıdır? Bunlar kat'i
olarak biliniyor mu? Bilinmiyorsa ilericilik yapıp ayda canlı ya amadı ını söylemekle dinîmiz ne
kazanır?
Sayfa 100 de birçok hükümler, hadîs-i erîfler ve rivâyetler varken sadece bnul' Arabi'nin bir
ifadesi siyah harflerle dizilmi tir. Hazret-i Müellif öyle diyor:
« bnül Arabi bu hususta Ebû Hanife'nin bilgisini yererek diyor ki:
(Ebû Hanife slâm eriatında bu eairi görmemi gibi hükmediyor.)»
Hazret-i Müellif bu sözü niçin almı , nereden almı belli de il. bni Arabi hazretleri tasavvuf
büyüklerinden bir velidir. Ke ifler bize senet olmadı ı gibi, Mezhep mâmımız da de ildir. Onun bu
sözü niçin alınır? mâm-ı A'zam'ı kötüledi i için bu sözü almakta Hazret-i Müellifin maksadı nedir?
Acaba mâm-ı A'zam'ın hatâ edebilece ini mi ima etmek istiyor? E er böyle bir dü üncesi varsa, onun
hatâsı da dindir, onun hatâsına uyanlar da sevap kazanacaktır.
Bu ifade bir mezhepsizin kitabından alınmı olabilir. Zira Ebû Hanife tabiri ile islâm eriatı tabirini
umumiyetle mezhepsizler kullanmaktadır.
eyh-i Ekber Muhiddinî Arabi hazretlerinin ke fi senet olmadı ına göre bu sözü Bay Müellif hangi
maksatla almı tır ki? Kitabın ismi Mezhep mâmlarının Görü farkları, burada bni Arabi Hazretlerinden
de bahsediliyor. bni Arabi hazretleri hangi mezhebin imâmıdır?
Ba ka bir ihtimal de bni Teymiyyeciler bni Arabi hazretlerini sevmezler. Bak mâm-ı A'zam'a
böyle diyor, onu sevmeyin mi demek istiyor acaba Hazret-i Müellif? O sözün oraya yazılmasını
gerektirecek bir husus bulunmadı ına göre maksat ne ise açıklanmalıdır.
Bilindi i gibi bni Arabi hazretleri (Kuddise sirrûh) vahdet-i vücud evliyasındandır. Her evliyanın
ke ifleri senet olmaz. Hallacı Mansur'un (Kuddise sirrûh) Enel Hak demesi bir hüccet midir? Bunun
görü üne göre insan Hak mıdır denilmesi lâzım? Her söyleyenin sözü kitaba geçer mi? Kitabın adı
«Mezhep mâmlarının Görü Farkları», bu arada mezhep imâmı olmayan sözü senet olmayan
kimselerden nakil yapılıyor, maksat nedir?
Sayfa 102 de öyle denmektedir:
«Fakat bu hususta sahih olan cumhurun görü üdür.»
Bu cümledeki hatâların hangi birini zikredelim? Cumhurun görü ü olmaz. Cumhura giren
müctehidlerin ictihadları olur. Buna da sözbirli i veya CMA denir.
Cumhurun söz birli i elbette hüccettir. Fakat sahih olan cumhurun görü üdür demek ne demektir?
Yani Cumhurun görü ü bazan da sahih olmayabilir anlamı çıkmaz mı? Cumhurun söz birli i budur
dendi mi akan sular durur. Onların söz birli ine SAH H olan bu görü tür demek nasıl olur? Sonra
Hazret-i Müellif bu hükme nasıl varır? Bu hükmün sahih olup olmadı ını nereden biliyor? Hazret-i
Müellifin bu sahihtir, de ildir demeye yetkisi var mıdır? Kitabın hemen hemen her yerinde falancanın
görü ü budur, gibi ifadeler yer almaktadır. O zatı müctehid olarak kabul ediyorsa onun görü ü olmaz,
içtihâdı olur. Yok müctehid olarak kabul etmiyorsa, müctehid olmayan kimsenin dindeki sözüne bakılır
mı? Hüccet olarak alınır mı?
Sayfa 109 da Hazret-i Müellif u ifadeleri döktürmü :
«Bundan ba ka tefsir ve görü ler vardır. Fakat belli bir günaha tahsis etmemek daha uygun
bir tefsir olsa gerek.»
Bu cümleyi FÜSUK kelimesi için söylüyor. Bu hususta çe itli tefsir ve görü ler varmı . FÜSUK
kelimesini belli bir günaha tahsis etmemek daha uygun bir tefsir olsa gerekmi . Bu hükmü kim veriyor?
Bizim Bay Hazret-i Müellif veriyor. Bu yetkiyi Hazret-i Müellife acaba kim vermi tir? Davudo lu Hoca
vermi sayılabilir. Ah Davudo lu Hocam, talebeniz Karaman'a da böyle yetki verdiniz de, mutlak
ictihad ûrası açılmasını mı teklif etmedi, telfık yapılmasını mı söylemedi. Salâhiyetsiz ki ilerin
yetkisinden biz etkileniyoruz.
Sayfa 175 de slâmî sünnet tâbiri kullanılmı . Hiç bir fıkıh kitabında böyle bir tâbir yoktur. Sünnet
kelimesi din kitaplarında üç ayrı mânada kullanılmaktadır. Fakat hiç bir kitapta slâmî sünnet tâbiri
kullanılmamaktadır. Son zamanlarda faiz nazariyesi, slâm nazariyesi, slâm dü üncesi, slâm felsefesi
gibi gayri islâmî tâbirler kullanılmaktadır. Celâl Hoca da Mevdûdî gibi mezhebsizlerin kitaplarını
tercüme ede ede onların ifadelerine alı mı a benziyor.
Sayfa 190 da Hazret-i Müellif kimli ini gizlemekten çekinmiyor. Aynen u ifadeyi kullanıyor:
«Üç talâkı bir defada söylemekle üç talâk mı vâki olur, yoksa bir talâk mı? Fukahanın bu
hususta görü ayrılı ı vardır. Cumhura göre üçü birden vâki olur. Di erlerine göre bir talâk vâki
olur.»
Bir talâk vâki olur diyen di erleri kimmi . Hemen a a ıda açıklıyor:
« eyhülislâm bni Teymiyye ile bnil kayyim Elcevziye de aynı görü e sahiptirler. Çünkü
sahih bir senetle Hz. bnü Abbas (R.A.)dan öyle dedi i rivâyet olunmu tur.»
Bu rivâyet öyledir;
«Resûlullah (Sallallahü aleyhi ve seHam) ile Ebûbekir devrinde ve bir de Ömer'
in hilafetinin
ilk iki yılında üç talâk birden söylenince bir talâk sayılırdı. Hazret-i Ömer (radiyallahü anh)
«insanlar kendileri için içinde mühlet (Vus’at) bulunan bir hususta pek acele ettiler. Bunu onlar
hakkında yerine getirirsek (yani üç talâk olarak saysak) ya...» dedi ve öyle yaptı»
Hazret-i Müellifin burada ne dedi ini ve ne demek istedi ini tahlil edelim.
1 - Fukahanın bu hususta görü ayrılı ı vardır, deniyor. Halbuki fukaha arasında ictihad ayrılı ı
yoktur. Karaman da aynı takti i uyguluyor. Namazların kaza edilip edilmiyece i hususunda ihtilaf
vardır diyor, özürsüz geçirilen namazlar Cumhûr'a göre kaza edilir, di er fukahaya göre kaza edilmez
diyor. Di er fukaha kimmi diye sorulunca bni Teymiyye, bnilkayyim, evkâni gibi mezhepsizleri
sayıyor. Önüne gelene fukaha denirse i ler böyle karı ır. Beri tarafta Cumhur var, di er tarafta bni
Teymiyye ve onun görü ünde olan mezhepsizler.
Celâl Hoca da Cumhûr'a muhalif olan fukahanın bni Teymiyye ve bnülkayyim gibi mezhepsizler
oldu unu açıklıyor. Üç talâkı bir defada söylemede üç talâkın vâki oldu unda CMA vardır. Artık
falanca mezhepsiz öyle dedi, falanca böyle dedi demeye lüzum var mıdır? Fakat bilgi kabilinden
öyle denebilir, bn-i Teymiyye ve yolundakiler bu hususta da icmaya kar ı çıkmakla sapıklıklarını bir
kez daha ortaya atmı lardır gibi bir ifade kullanılabilir. Sözü hüccet gibi nakledilir mi hiç? cmaya kar ı
gelenin hali ne olur? Hazret-i müellif mezhepsiz bn-i Teymiyye'ye EYHÜL SLÂM tâbirini kullanmı tır.
mâm, Hüccetülislâm, eyhülislâm gibi ünvanlar ancak yetkili slâm âlimleri tarafından verilir. Tayinle
verilen bir ünvan de il ki... Meselâ eyhülislâmlık yapan Musa Kâzım mason idi. ttihadcılar getirmi
idi. bn-i Teymiyye için kullanılan eyhülislâmlık böyle tayinle gelen bir unvan de il ki, eyhülislâm,
Hüccetülislâm gibi büyük bir unvandır. Ona eyhülislâm demekle Celâl Hoca onu sevdi ini izhar etmi
oluyor. Hazret-i müellife bildi i bir hadîs-i erîfi hatırlatırız :
«Ki i sevdi i ile beraberdir.»
Yani insan, dünyada kimi seviyorsa âhirette onunla beraberdir. Meselâ bir insan hem Peygamber
aleyhisselâmı hem de Ebû Cehil'i sevmesi imkânsızdır. kisini de sevdi ini iddia ederse o ki i
cehennemliktir. Bir kimse hem mâm-ı A'zam'ı hem de mezhepsiz bn-i Teymiyye'yi sevemez, onu
eyhülislâm bilemez. Talebeleri ona eyhülislâm demi lerdir, vehhâbiler ona MÂM bile demi lerdir.
Tabiî bunlar bizim için ölçü olamaz.
2 - bni Abbas radıyallahü anhüma ne buyurmu ? Önceleri üç talâkı bir defada söylemekle tek
talâk vâki oluyormu , sonra Hazret-i Ömer radıyallahü anh devrinde üç talâkı bir defada söylemekle üç
talâk vâkî oldu una dair CMA hâsıl olmu tur. Artık icmaya ba kaldıranın ba ı kesilse yeri vardır.
Kıt'a :
eriat kim, serayı kibriyadır,
Hakikat mülküdür, muhkem binadır.
Ânın ta ını, kim oynatırsa e er,
Yoluna ba ını koymak revadır.
Hazret-i müellifin, fukaha arasında görü ayrılı ı vardır demesi, mezkûr rivâyeti nakletmesi gibi
hususlar zımnen de olsa bn-i Teymiyye de haksız sayılmaz anlamına gelmez mi? cmaya saldıran
insan nasıl müdafaa edilir hayret ediyoruz? Acaba Bay Müellif bni Teymiyye'nin ar ın kıdemine kani
oldu unu, mücessimeden sayıldı ını, yani cihete kail oldu unu, kabirleri ziyarete muhalif oldu unu
bilmiyor mu?
Belki Hazret-i müellif onun çok âlim oldu unu söyleyecek. Do rudur, ilmî çok idi. blisin de ilmî çok
idi, meleklerin hocası idi, fakat sonunda sapıttı. bni Teymiye de kısa zamanda dinî bilgilerde âlim
olmu , ders okutmaya ve fetva vermeye ba lamı tır. Sonunda mezhep imâmlarına hücum etmi ,
mezhepleri bid'at kabul etmi tir. Böylece dalâlete saplanmı tır.
Sözü hüccetmi gibi böyle bir kimseden nasıl nakil yapılır hayret ediyoruz. Celâl Hocaya bir sual.
Fakat, samimi bir cevap istiyoruz. tikadî hatalarından dolayı Ehl-i sünnet âlimlerince küfre dü tü ü
belirtilen bni Teymiye'yi çok seviyor musunuz? Sevdi inizin i areti ona eyhülislâm unvanını
vermektir. Bo una inkâra çalı mayın.
Hazret-i müellife hangi mezheptensiniz veya Hanefi mezhebinden misiniz? diye bir soru
soracaktık. Fakat kendileri açıklamı artık sual sormamıza lüzum kalmamı tır. Sayfa 240 ta öyle diyor
Celâl Hoca :
«Nitekim mâm-ı Malik ile mâm-ı Ahmed'
e göre hülle niyetiyle yapılan nikâh bâtıldır. ( er'i
bir akid sayılmaz.) afiî ve Hanefiye göre, hülle tasrih edilmeksizin sadece ona azmetmekle
nikâh sahih olur, eklinde bir içtihâda varılmı sa da birincilerin delili daha kuvvetli ve slâm
ahlâkına daha uygundur.»
Daha önce de mâm-ı Rabbânî (Kuddise sirrûh)tan nakil yaparak bildirdi imize göre bir mezhebe
mensup kimse mezhebindeki bir içtihâdı be enmez de ba ka hak bir mezhebin hükmüyle amel ederse
mülhid olur, dinsiz olur.
Celâl Yıldırım, adetâ yıldırım gibi bir hükme varıyor. Kitabının ismi «Mezhep mâmlarının Görü
Farkları» iken kendi görü ünü de katarak bunun delîli bundan daha kuvvetlidir diye bir hükme varıyor.
Acaba kendinî mezhep imâmı mı zannediyor? Sonra neymi , Hanefî ve afiî mezhebindeki
müctehidlerin ictihadları slâm ahlâkına uygun de ilmi . mâm-ı Mâlik ile mâm-ı Ahmed'in ictihadları
slâm ahlâkına daha uygunmu . Bu hükmü veren kim, bu hakemli i yapan kim? Mezheplere böyle
hakem gözüyle karar veren kim? Kim olacak Davudo lu Hocanın Hazret-i müellifi de il mi?
Karaman'ın da u mezhebin u hükmü slâmın rûhuna daha uygundur gibi ifadeleri vardı. Adamlar
mezhep imâmları arasında hakem olup do ruyu, yanlı ı slâm ahlâkına uygun olup olmayanı tefrik
edebiliyorlar hayret do rusu. Öyle ya mâm-ı Â'zam ve müctehid talebeleri ile mâm-ı afiî ve müctehid
talebeleri slâm ahlâkına uygun olan bir içtihâda varamıyorlar da Celâl Yıldırım varamadıklarını
anlıyabiliyor. E er Celâl Hoca kendisinin Hanefi mezhebinde oldu unu iddia ediyorsa mezhebindeki
bir hükmü be enmemekle mâm-ı Rabbânî Ahmed Farûki Serhendi hazretlerinin bildirdi ine göre
mezhepten çıkmı tır, mülhid olmu tur.
Hangi müctehidin içtihâdının islâm ahlâkına uygun oldu unu, hangisinin do ru veya yanlı
oldu unu ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü ictihad ictihadla nakzedilemez. Hiç bir müctehid di er
müctehidin mutlaka hatâ etti ini söylememi tir. Müctehidler ictihadla içtihâdın nakzedilemiyece ini
bilirlerdi. Fakat Celâl Yıldırım Hoca, yıldırım gibi hükümler veriyor. çtihâdın birisinin slâm ahlâkına
daha uygun oldu unu rahatça söyleyebiliyor, di eri uygun de il mi acaba?
Celâl Yıldırım hülleyi öyle tarif ediyor:
« slâm fıkhında ikinci bir kocayla evlenmeye HÜLLE denir.» (S. 239)
Bilindi i gibi dinîmizde bir eıke in iki ve hattâ dört hanımı olabilir. Fakat bir kadının ikinci kocasının
oldu unu hiç duymamı tık. te Ehl-i sünnet âlimlerinden nakil yapılmazsa böyle hatâlara dü er insan.
Bir kadın ikinci kocayla evlenemez. Kocasından bo andıktan sonra birisiyle evlenebilir. Ondan da
bo anırsa bir ki iyle veya ilk evlendi i kimseyle tekrar evlenebilir. Fakat Hazret-i müellifin dedi i gibi
ikinci kocayla evlenilmez, zina olur. Tarif öyle yapılsa nasıl olurdu?
«Üç talâkla kocasından bo anan bir kadının ileride bo ayaca ını ümid ederek ba ka
birisiyle evlenmesine HÜLLE denir.»
Hazret-i müellif biz de bunu demek istiyorduk, diyemez. Sonra slâm fıkhı tabiri de pek uygun
de ildir. Fıkıh denir sadece. slâm fıkhı, slâm görü ü, slâm nazariyatı gibi terimler umumiyetle
dinîmize yabancı gözüyle dı tan bakmayı gösterir. Biz dinîmiz deriz, islâm dinî bile demek uygun
olmayabilir.
Sayfa 242 de çıkarılan hükümler ba lı ında söyle diyor:
«Hülle kasdıyla kadının ikinci kocaya nikâhlanması harâmdır.»
Buradaki hatâların hangi birini sayalım? Çıkarılan hüküm diyor, kim çıkarıyor bu hükmü, Hazret-i
müellif. Duyduk duymadık demeyin, hülle kasdıyle ikinci kocayla evlenmek harâmmı . Hülle kasdı
olmasa demek harâm olmayacak öyle mi? kinci kocayla evlenmek hülle kastı bulunsun veya
bulunmasın mutlaka harâmdır. Haydi sözünü tevil edelim ve diyelim ki, ikinci kocadan maksadı
kocasından bo andıktan sonra ba ka bir erkekle nikâhını anlayaIım. Hülle kastı olursa harâm
oluyormu . Kasıtları hülle oldu u halde bunu orada zikretmeyip nikâhlanırsa Celâl Hocaya göre bu da
harâm oluyor, çünkü hülle kastı var. Fakat ba ta mâm-ı Â'zam olmak üzere bütün Hanefi fukahası
buna cevaz verirken, Hazret-i müellif ba ka delillerin daha kuvvetli oldu unu söyleyerek hülle kastının
bulunmasının harâm oldu unu söylüyor. Hanefi fukahasının kavlini zayıf ve slâm ahlâkına uygun
görmüyor.
Hazret-i müellif kitabına birçok kimseden, eshâb-ı kiramdan nakiller yapmı tır. Ehl-i sünnet olan
bilir ki bir mukallidin Eshâb-ı kiramı taklîd etmesi harâmdır. Bu vaziyete göre Hazret-i müellife
soruyoruz :
Hanefi mezhebindeki bir mukallid, kendi mezhebinin hükümlerine aykırı birkaç Eshâb-ı kiramın
ictihadlarını görse bu ictihadla amel etmesi caiz olur mu? Kitabın yazılı eklinde Eshâb-ı kiramın
ictihadlarma uymasında da bir mahzur olmadı ı anla ılmaktadır. mâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elfi sânî
hazretlerine göre bu hareket mezhepten çıkmaktır, ilhaddır.
Hazret-i Müellif, sayfa 285 te anasının bo azlanması ile yavrusunun bo azlanıp
bo azlanmayaca ı hususunda mâm-ı Â'zam'la mâmeynin kavillerini zikretmi . Müftabih olan
hangisidir, onu bildirmemi tir. Hükmü okuyucuya bırakmı , hangisiyle amel ederseniz edin der gibi
veya size göre hangisinin delili kuvvetli ise ona göre amel edin der gibi. Hemen hemen kitap böyle
yazılmı tır, tabii bazı istisnalar hariçtir. Bir konuda hem Eshâb-ı kiramın içtihâdını, hem dört hak
mezhebin içtihâdını, hem de sözü senet olmayan evliyanın içtihâdını, hem de bni Hazm, bnülkayyım
gibi mezhepleri kabul etmeyen selefî görü lü mezhepsizlerin görü lerini nakletmi , ne yaparsanız
yapın gibi önümüze sermi . Halbuki onları zikretmesine bir ey demiyoruz. Bir konudaki mevcut bütün
kavilleri zikretsin. Ancak sonunda Hanefilere göre müftabih olan u kavildir, falanca hak mezhebe göre
de u kavildir. Denmesi lâzım ki mukallid onunla amel edebilsin. Müftabih olan kavil söylenmezse
mukallid a ırır ve biraz o mezhepten, biraz öteki zattan, biraz da evkâni gibi iîlerden alır, tam bir
mezhepsiz olur.
Ehl-i ilim bilir ki, Hanefide abdest suyu mâm-ı Â'zam'a göre kaba necasettir. mâm-ı Ebû Yûsüf'e
göre hafif necasettir. mâm-ı Muhammed'e göre temizdir, fakat temizleyici de ildir, fetva da böyledir.
Müftabih olan kavil zikredilmezse mukallid ne yapsın. mâm-ı Â'zam'a uyup abdest suyunu kaba
necaset olarak mı kabul etsin? Bugünkü insanların kitap ve sünnetle amel etmeleri uygun olmayaca ı
gibi hattâ mezhebindeki imâmının ictihadıyle de amel edemez. Ancak mezhebindeki müftabih kavillerle
amel eder.
Hazret-i müellife soruyoruz, Diyanetten çıkan her kararın müftabih kavil oldu unu kabul ediyor
mu? Diyanetten de nakil yaparak, araptan ba ka eylerden yapılan ispirtonun ve bu ispirtodan
yapılan kolonyanın elbiseye sürülmekle namazın cevazına mani olmayaca ını bildirmektedir. Halbuki
bni Abidin 3. cild 163. sayfada müftabih olan kavli bildirerek buyuruyor ki : «Arak-ı hamr, (yani
alkoller) arap gibi kaba necasettir.» Hemen a a ılarda da alkollü içkilerin içinde ispirto bulundu u
için kaba necaset oldu u bu bakımdan ispirtolu ilâçları ve kolonyaları elbiseye döküldü ü takdirde
namaz kılmadan önce yıkamak lâzım oldu u belirtilmektedir.
bni Abidîn gibi Hanefi fukahasında naklî hüccet bir kimse bulunurken 1943 yılında o zamanki lâik
Hükümete ba lı Diyanet gibi bir müessesenin kararını fetva gibi nakletmekle acaba kime hizmet edilir
ki? Hazret-i Müellifin kitabını iyice tetkik etmedik ama hemen hemen bni Abidîn'den hiç nakil
bulunmamaktadır. bni Abidîn'in naklî Hazret-î müellifçe hüccet de il mi acaba?
Muteber fıkıh kitaplarında belirtti i gibi mahrem olmayan ihtiyar kadınlara ancak selâm verilece i,
hanımı ile me gul olana selâm verilemiyece i bildirilirken kadın cemâatine selâm vermenin müstehab
oldu unu zikrediyor. Peygamber aleyhisselâmın selâm verdi ini zikrederek selâm verilmesinin
müstehap oldu unu bildiriyor. Acaba Peygamber aleyhisselâmın her yaptı ını yapmak caiz olur mu?
Meselâ Peygamber aleyhisselâmın nikâhında dörtten fazla validemiz var idi. Hangi mezhepsiz çıkar da
Peygamber dörtten fazla kadını aynı anda nikâhında bulundurmu tur, ben de bulundururum, diyebilir?
Sayfa 435 de Zekât verilecek mahsuller hakkında mezhep imâmlarının ve bazı müctehidlerin
ictihadları zikrediliyor ve öyle bir kanaata varılıyor :
«En sıhhatli olanı, Ebû Hanife'
nin görü üne uygun olanıdır.» .
Bu bir cümlede kaç tane hatâ vardır:
1 - En sıhhatli olan görü e (yani içtihâda demek istiyor) acaba hangi müctehid karar vermi tir?
2 - Sıhhatli olan Imâm-ı Â'zam'ın içtihâdı oldu una göre di er mezhep mensupları kendi
imâmlarını bırakıp mâm-ı Â'zam'ın ictihadıyle mi amel edecekler?
3 - Daha önce de belirtti imiz gibi içtihâda görü demek uygun de ildir. M. Ebû Zehra'ya büyük
slâm Hukukçusu dendi i halde Mezhep imâmımıza mâm-ı Â'zam demeyip Ebû Hanife diyerek
geçi tirmek de pek uygun de ildir..
Hazret-i Müellif, s. 434 de tevazu kanatlarını indirerek ÂC ZANE KANAAT M diye ba ladı ı
cümlesinde memleketimizde u run verilmesinin mecburiyetini zikretmektedir.
Ömer Nasuhi Hoca da Büyük slâm lmîhalinde CESURÂNE kanaatine göre Türkiye'de u run
verilmeyece ini bildiriyor.
Ömer Nasuhi Bilmen'in CESURÂNE KANAAT NE göre U UR vermek gerekmiyece i gibi,
Hazret-i Müellifin de ÂC ZANE KANAAT NE göre U UR vermek mecburiyeti olamaz.
Ya ne olur? Her mezhebe göre müftabih kaviller nakledilir. Bu kavilleri biz gördük. Türkiye'de u ur
vermek mecburiyeti vardır. Tabii Hazret-i müellif dedi i için de ildir.
Sanki senetmi gibi kbal Kure i'nin Faiz Nazariyesi ve slâm isimli kitabından nakiller alınmı , hiç
faiz nazariyesi olur mu? çki Nazariyesi,, zina nazariyesi, oruç nazariyesi hattâ mezhebsizler slâm
nazariyesi bile diyorlar. Sayfa 341 de Mezhepsiz Mevdûdî'nin FA Z adlı, kitabından nakiller yapılmı
sanki senet gibi.
Çe itli sayfalarda ve 384 de sanki hüccetmi gibi iîlerin Zeydi fırkasından olan ve Ehl-i sünnete
uymayan yazıları bulunan evkâni'den bile nakiller yapılmı tır.
Sayfa 385 de çıkarılan hükümler arasına Zeydi evkani'nin de bir görü ü eklenmi tir. Acaba bu
hükümle dört hak mezhebin mensuplarından hangisi amel edecektir? Amel edilmiyecekse hükümler
arasına niçin yazılmı tır? lim amel için de il midir?
Sayfa 387 de bir felsefeci ve musiki üstadı olan ve mâm-ı Gazâlî gibi Ehl-i sünnet büyüklerince
küfrüne hüküm verilen Farabi'den bile sözü senet gibi nakiller yapılmı tır.
imdi de kinci cilde geçiyoruz. Buradaki sayfa numaraları da ikinci cilde aittir.
Sayfa 81 de bir dü ünürden denmi bir söz nakledilmi , yine aynı sayfada bir sosyologun
görü leri nakledilmi tir. Bunda ne var demeyiniz. Kâfirin görü ü ya dinîmize uygundur veya de ildir.
Bunu da ancak ehli tesbit eder.
Meselâ mâm-ı Gazâlî hazretleri bir kâfirin sözünü naklederse o söze uyulur. O söz kâfirin de il,
mâm-ı Gazâli'nindir artık. Çünkü o, o sözü tavsiye etmi tir.
Sayfa 130 da ise taklîde ve kıyasa kar ı çıkan ve selef-i salihîni be enmeyip do ru yoldan çıktı ı
Ke füzzünûnda ve di er kitaplarda yazılı olan bni Hazm'dan bile nakiller yapılmı tır.
Sayfa 368 de ise, bni Teymiye'nin yeti tirmelerinden olan, hocası gibi bozuk fikirlere saplanan,
tasavvuf büyüklerinin ke fettikleri esrarı aklı ile çözmeye kalkan, ehl-i sünnetten ayrılan, Hocası bn-i
Teymiyye gibi kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalmayaca ını söyleyen bir mezhepsizden nakiller
yaptı ı kâfi gelmiyormu gibi bu mezhepsize EYHÜL SLÂM unvanını da vermi tir, Türkiye'de
mezhepsizlere bu kadar ra bet edili ine hayret ediyoruz.
Sayfa 95 de kötü ne riyatın tesirlerinden bahsedilerek deniliyor ki :
«Ahlâkın çökmesi, millî rûhun sönmesi, dinî inançların kopması ve neticede millî varlı ın
sarsılması ve belki yıkılması için kâfi sebeplerdir.»
Din, ahlâkı ve faideli olan her eyi içine almıyor mu? Dinî inançlar koptuktan sonra artık ahlâk
veya ba ka faziletler hiç kalır mı? Din ahlâktan ayrıymı gibi böyle cümleler nasıl kurulur hayret
ediyoruz? Bazı mezhepsizler mecmualarına dinî, ilmî, fennî, ahlâkî gibi isimler takıyorlar. Sanki din
bunlardan ayrıymı gibi. Celâl Hoca da bu tip kitapları çok okudu u için tesir altında kalmı a benziyor.
Sayfa 90 da âyet-i kerîmede geçen C LBAB kelimesi, boyun, omuz, yaka ve gö üs kısımlarını
kapsar ekilde olan ba örtüsüdür, eklinde tefsir edilmi tir. Biz bir ey demiyoruz, fakat bazı hocaların
talebeleri duyarsa çar af diye niçin tefsir etmedi diye söylemediklerini bırakmazlar.
Harâmları sayarken kahveye ve tömbekiye araptan kötü demedi iniz için Mehmed Efendinîn
talebeleri de kızar size.
Sayfa 163 de müftünün müctehid olmasının gerekti ini yazıyor Hazret-i müellif. Sayfa 164 de
aynen öyle diyor:
«Bugün hakiki mânasıyle müfti yoktur, varsa da parmakla gösterilecek kadar azdır.»
Birinci cümlesi do rudur, fakat ikinci cümlesi yanlı tır. Hazret-i müelliften az olan müctehid
müftileri parmakla göstersin de biz de tanıyalım. Bu müctehid müftüler mezhebde mi müctehid, yoksa
mutlak müctehid midir? Bakıyorsunuz Hazret-i müellif, Mevdûdî'yi, Ebû Zehra'yı, Hamidullah'ı
parmakla gösteriyor mu, i te o zaman seyreyle cümbü ü.
Sayfa 165 ve 166 da fırka-i mucessimeden olan mezhepsiz bni Teymiyye kadılar meclisinde
bulundu u sırada bir kadının, mâm-ı Züfer'in kavliyle hükmetti i halde Allah'ın hükmüyle hükmetti ini
söyledi i ve tasavvuf dü manı bni Teymiye'nin de bu Allah'ın hükmü olamaz, Züfer'in hükmüdür
dendi i rivâyet edilmi , mezhep dü manı bni Teymiye'ye burada da eyhülislâm unvanı verilmi tir.
bni Hacer-i Mekkî hazretlerinin fetvasına göre bni Teymiyye'ye eyhülislâm diyen kâfir olur.
ctihad kuvvetli zandır, mukallidin ona uyması vacibdir. Her mukallide göre mezhebinin hükümleri
Allahü teâlânın hükümleridir. Biz Hanefî mezhebinin gereklerini yapınca mâm-ı Â'zam'ın
buyurduklarını de il Allahü teâlânın emirlerini yapmı oluyoruz. Dolayısıyle Kadı da Allahü teâlânın
emriyle hareket etmi oluyor. Hazret-i müellifin bni Teymiye'nin sapıklıklarını yazmaktaki maksadı
nedir ki? Zannımızca o sözleri benimsiyor. Benimsemese altına bir not bırakırdı. leride gelecek, bazı
müctehid imâmların be enmedi i ictihadlarma nasıl saldırıyor görece iz in âallah.
Hüccetülislâm tabiri dinîmizde bir unvandır, mâm-ı Gazâlî hazretlerine verilmi tir. Kalkıp da
Allâme bni Âbidîn gibi bir zata hüccetülislâm demek uygun olmaz. Bunun gibi mâm-ı Rabbânî unvanı
da Müceddid-i elfi sânî Ahmed Farukî Serhendi kaddesallahü teâlâ sirrehül aziz'e ait bir unvandır. Bu
unvanı da kalkıp ba ka birisine veremeyiz. Hal böyleyken, Hazret-i müellif kalkıyor, Cevabüssail
kitabının 69. sayfasında bildirildi i gibi iîlerin zeydi fırkasından olan, taklîdi harâm sayan evkâni
isimli mezhepsize sayfa 186 da mâm-ı Rabbânî Muhammed evkâni tabirini kullanıyor. Hayrettin
Karaman bile bu kadarını yapmamı tı. Karaman, Hazret-i müellife göre daha insaflı demiyelim de daha
kurnazdır. Çünkü Karaman, evkâni'nin önceleri iî oldu unu fakat sonunda sünnî oldu unu söylüyor.
Hazret-i müellif ise böyle sapık bir kimseye mâm-ı Rabbânî unvanını veriyor.
Hazret-i Müellif, sayfa 188 de katmerli mezhepsizlerden M. Sıddık Han'dan öyle bir nakil yapıyor:
«Ben, içtihâdı taklîd yoluyla mütalâa edenlerin bu tarz iddiasını küfran-ı nimet sayıyorum.
Çünkü böyle bir iddiada bulunanların bizzat kendileri ictihad edecek, edilleden ahkâm
çıkaracak seviyededirler. O kadar ki, Resûlüllah'ın Mekke'de bulunan Kadısı tab b. Musa el
E '
arî, ba ka yerde kadılık yapan Muaz bin Cebel, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman devirlerinde
kadılık yapmı olan KADI ÜREYH, belki istinbat yollarını bunlar kadar bilmezlerdi diyebilirim.»
Hazret-i müellif bile bu ifadeyi benimsemi görünüyor, Sıddık Han'ın a zının üstüne vurmuyor
unu hemen bildirelim ki, Eshâb-ı kiramın tamamı müctehid idi. Kadılık yapanların ise elbette
ilimleri daha fazla idi. Hiç bir müctehidin Eshâb-ı kiramın seviyesine çıkamayaca ında âlimler söz
birli inde bulunmu lardır. Resûlüllah sallallahü aleyhi ve sellemin kadısından daha bilgili müctehid
olmadı ı halde mukallidleri en yüksek insanlardan üstün tutuyor. Eshâb-ı kirama böyle saldırılıyor. ki
de delil eklemi ler. Birisi tebli edilenin tebli edenden daha anlayı lı ve bilgili olabilece i, ikinci delil
de yine aynı mânada tebli edenin daha anlayı lı kimseye tebli edebilece i hakkındadır. Bu hadîs-i
erîflerin hangisinden imdiki mezhepsizlerin Eshâb-ı kiramdan daha bilgili olaca ı çıkarılıyor ki?
Adam ictihad etmiyor, M. Sıddık Han isimli mezhepsiz çıkıyor, sen Resûlüllah'ın kadısından daha
bilgilisin haydi ictihad et diyor, bu ne biçim edepsizlik? Sıddik Han'ın edepsizli i bir tarafa bu saçmaları
Celâl Hoca niçin kitabına alıyor onu merak ediyoruz.
Sayfa 187 de yine ictihad kapısı kurcalanıyor. Ne içtihâdı yapacaksanız yapın, kapıyı size açtık,
yeter bu kapı ile u ra manız, ictihad kapısının her zaman açık oldu una dair iki hadîs-i erîf
naklediliyor. Bunlardan birisi Muaz bin Cebel radiyallahü anha ictihad etme yetkisini verdi i hadîs-i
erîf, ikincisi de ictihad edenin isabet ederse iki hatâ ederse bir sevap alaca ına dair olan hadîs-i erîf.
Neymi bunlar ictihad kapısının daima açık oldu una delilmi . Hayret etmemek imkânsız.
Müctehid yeti medi inden ictihad kapısı kendili inden kapanmı tır. Sonra ictihad edilecek konu
da yoktur. Kemdini mâm-ı Â'zam seviyesinde görenler ictihad yapsın. Fakat Sıddık Han gibi siz niye
ictihad yapmıyorsunuz diye mukallid âlimlere çatmasın. Karagülle'nin ictihadlarını gördük. Dü ük
faizlere cevaz veren naylon müctehidlerin ictihadlarını da gördük. Bakalım yenileri ne yapacak.
Hazret-i Müellif, sayfa 195 de öyle diyor:
« htilâfa dü ülen mes'elelerde bir çeki me ve fitneye sebep vermeden Allah'ın kitabına,
Resûlüllahın sünnetine dönmek lâzımdır. E er Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız yol
budur.»
Evet Hazret-i müellif, bir Hanefi mukallidi olarak diyoruz ki kadına dokunmak abdesti bozmaz,
afiî mezhebindeki mukallid de diyor ki bozar. Biz diyoruz ki kan çıkınca abdest bozulur, afiî
mezhebindeki ahıs diyor ki bozulmaz. Lütfen kitab ve sünnete dönerek bu ihtilâfımızı hallet, Nedir
sizin bu kitap ve sünnet diye tutturmanız. Kendiniz demediniz mi, bugün yer yüzünde kitab ve
sünnetten anlayacak müftü yoktur diye, veya varsa parmakla gösterilecek kadar az diye. Onları da
bize göstermeden kitabı tamamlamı sınız. Mezheplere ba lamak Kitab ve Sünnete dönmek demek
de il midir? Öyle ise ne diye kitab ve sünnete dönmekten bahsedilir?
Kıyas ile amel etmeyi caiz görmeyen Zahiriyye mezhebini tenkid bâbında öyle diyorsunuz :
«Bize göre bu isabetli bir görü de ildir. Çünkü Kitab ve Sünnette delili bulunmayan bir
hükmü ve meseleyi kıyas yoluyle hükme ba lamak mümkündür ki bu da kitap ve sünnetin
haricinde sayılmaz.»
Hazret-i Müellifin bize göre ifadesini kaldırırsak bu sözüne ne denir? Bize göre demek, biz de
müctehidiz demek anlamına gelir. Burada bu anlama gelir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre bu görü
isabetsiz denseydi ne kadar güzel olurdu. Hazret-i müellif burada kıyası Kitab ve Sünnetin haricinde
saymadı ı halde, ba ka yerde Kitab ve Sünnetten bahsediyor. Ve sayfa 204 de mezhepsiz M. Sıddık
Han'dan öyle bir nakil yapıyor:
«Kendi mâmlarının görü ve içtihâdını kitab ve sünnete tercih eden yani Kitab ve Sünnet
yerine mâmının görü üne ba lanıp sadece onu taklîd eden mukallidin, Kitab ve Sünnetle alay
edeni alaya aldı ı meclis de yukarıda bahsedilen meclislerden farksızdır. Çünkü mukallidin
elinde kala kala MEZHEB M Z MÂMI ÖYLE DED , ONA UYANLARDAN FALAN ADAM DA
ÖYLE DED sözleridir. Onun ele aldı ı mesele hakkında biri Kur'an ile istidlal ederse buna
dayanamaz ve o adamın sözüne, istidlaline ba kaldırıp kıymet vermez. Bu da Allah'ın kitabiyle
bir nevi istihzadır, onun kadrini küçümsemedir.»
Hemen a a ıda ise böyle bir istihzanın küfür oldu unu, böyle bir kimsenin yanında oturmak bile
küfür oldu u bildiriliyor.
Sıddık Han kendi ifadesiyle bir mezhebe ba lanmayı uygun bulmuyor. Tek kelimeyle mezhepsiz.
imdi bu mezhepsizin azim hatâlarına, vehhâbi metoduna gerekli cevabı verelim:
Mezhepsiz Sıddık Han, bir mezhebe ba lanmayı, bir mâma ba lanıp onun ictihadıyle hareket
etmeyi Kitap ve Sünnetle alay mânasına alıyor. Ve mâmın mezhebini Kitab ve Sünnete tercih etti
sanıyor. Biz diyoruz ki, biz Kitab ve Sünnetten anlıyamayız, Kitabı ve Sünneti çok iyi anlayan mezhep
mâmımız bizlere oradan hükümler çıkarmı biz onlarla amel ederiz. Bu da Kitab ve Sünnetle ameldir.
Kitab ve Sünnetle âmel edece iz diye kendi kafamıza göre Kitab ve Sünnetten hüküm çıkarmaya
çalı ırsak maazallah senin gibi mezhepsiz oluruz Sıddık Han.
Böyle bir mukallid, Kitab ve Sünnetle amel edeni alaya alıyormu . Biz hangi müctehidi, hangi
mezhep mâmını Kitab ve Sünnetle amel etti i için alaya aldık? Mezhepleri bırakıp yetkisi olmadı ı
halde ben mezhep hükümleriyle de il de Kitab ve Sünnetle amel ediyorum diyen mezhepsizlerle
elbette alay etmemiz, onlarla mücadele etmemiz lâzımdır.
Bir mes'ele hakkında mezheplerin belli bir ictihadları varken, mezhepsizin biri bunlarla amel
etmeyip Kur'anla istidlal ederse, mukallid buna dayanamazmı , bu ise Allah'ın kitabı ile bir nevi istihza
imi . Mezhepsiz Sıddık Han'a soruyoruz, Allah'ın Kitabı varken ne diye milyonlarca hadis-i erîf varid
olmu tur? Herkes Kur'ânla istidlal edip kafasına göre hareket edeydi ya...
Mezhepsize diyoruz ki, sen Kur'ân'dan Hadîsten bir ey anlamazsın, belli bir mezhebe gir, onun
hükmüyle amel et. Fakat mezhepsiz bu sözümüze sen mezhebin hükümlerini Allah'ın kitabından üstün
tutuyorsun, onunla istihza ediyorsun diyor. Ve bu harekete küfür diyor, böyle mukallidin yanında
oturmak bile küfürmü . Vehhâbiler Ehl-i sünnete kâfir diyorlardı, demek onlara Sıddık Han ö retmi ,
veya di er mezhepsizler ö retmi .
Sıddık Han'ın mezhep mensuplarına böyle saldırmasını yadırgamıyoruz, çünkü mezhepsizin
ba ka i i nedir? Fakat Hazret-i müellif bu gibi Ehl-i sünnete tamamen zıt, mezhep taklîd etmeyi küfür
sayacak kadar ileri giden böyle bir mezhepsizin yazılarını hüccet gibi nasıl kitabına alır, i te onu merak
ediyoruz. Halbuki sayfa 207 de Celâl Hoca öyle diyor:
« çtihâda ehil olmayanların buna ehil olanları taklîdi vacibdir.»
Taklîd vacip oldu una göre niye bizi küfürle suçluyor bu mezhepsiz Sıddık Han? Niye Celâl Hoca
bu yazıyı kitabına alıyor?
mâm-ı afiî'nin fâsı ın imâmetini caiz görü üne hayret eden Ibnül Arabi hazretleri öyle
buyurmu :
«Güvenilip de kendisine bir dane bile emanet edilmeyen kimseye kantarlar a ırlı ınca din
nasıl emanet edilir?»
Hazret-i Müellif de eyh-i Ekber Muhiddin Arabi hazretlerinin bu ifadesine kızarak öyle diyor:
«Bize göre, bnül Arabi'
nin bu hayreti yersizdir.»
Ah Celâl Hoca ah, bize göreyi aradan bir çıkarsanız, kendinizi ne zannediyorsunuz da arada bir
kendinizi ortaya atıp bize göre böyle, âciz kanaatimiz böyle gibi ifadeler kullanıyorsunuz? Fâsı ın
imâmetinin caiz olup olmadı ı hakkında fakihler, müctehidler gerekli ictihadlar yapmı lardır, siz
kendinizi bu araya sokmasanız daha iyi olmaz mı acaba?
Hazret-i müellif bni Arabi hazretlerine cevap olarak u hadîs-i erîfi delil olarak yazıyor:
«Her iyi ve kötünün arkasında namaz kılınız.»
Halbuki bu hadîs-i erîfi müfti-yüs-Sekaleyn Ebû Suûd Efendi öyle izah ediyor: Bu hadîs-i erîf
cum'a kıldıran valiler içindir. Cami imâmları fâsık olursa arkasında namaz kılınmaz.
Bilindi i gibi fâsık, açıktan günah i leyen kimsedir, yani içki içen, zina eden, kumar oynayan, faiz
yiyen kimselerdir. Böyle fâsıklarm arkasında namaz kılınamıyaca ını Ebû Suud Efendi fetvalarında
bildirmektedir. bni Abidîn'in naklîne göre ise böyle fâsıkların arkasında namaz kılmak kerahaten
caizdir. u halde fâsıkların arkasında namaz kılmamak uygun olur. Biz mâm-ı afiî hazretlerinin
içtihâdı için bir ey diyemeyiz. Biz mukallidiz, mukallid bile olmasak, müctehid bile olsak, onun içtihâdı
öyledir, dil uzatılmaz. Müctehidlerin ihtilâfı rahmettir. Rahmete söz söyleyenin dili kopar. Biz herhangi
bir müctehidin içtihâdının Kitab ve Sünnete uymuyor diyecek kadar mezhepsiz de iliz elhamdülillah.
mâm-ı Mâlik, mâm-ı afiî ve Küfe âlimleri ölümle tehdid edilip küfre zorlanan kimsenin dil ile
küfrü kabul etmesinde bir beis olmadı ı içtihâdını koyarken, mâm-ı Muhammed, bu ki i müslüman ise
de zahiren mürted olmu sayılaca ından hanımı bo dü er eklinde ictihadda bulunmu tur. Zahiren
mürted oldu u için ölürse namazı da kılınmaz, babasına varis de olamaz, buyurmu tur.
Bize göre diye konu an Hazret-i müellif, mâm-ı Muhammed'in bu içtihâdına öyle saldırıyor:
«Hemen ifade edelim ki, mâm-ı Muhammed'in görü ü, Kitab ve Sünnete uymayan bir
görü tür.» (S. 316)
Yukarıda arzettik, müctehidin içtihâdına böyle itiraz edilmez diye. Fakat Hazret-i Müellif mâm-ı
Muhammed'i yıldırım gibi çarptı. Acaba bizi de çarpar mı ki?
mâm-ı Muhammed'in içtihâdı, mâm-ı Â'zam'ın koydu u usule uygundur. Çünkü Hanefi'deki usûle
göre talâk-ı mükreh, yani bir kimseye hanımını bo a diye zorlasalar o da korkudan bo asa hanımı bo
olur. Bir kimse akadan bile olsa ben komünistim dese o kimse mürted olmu tur. tikadda ve talâkta,
nikâhta aka yoktur. Bu husustaki Hadîs-i erîfi de Hazret-i müellif kitabına almı tır. (S. 317)
Tersine bir kimse kâfir oldu u halde, münafık oldu u halde müslüman görünüp namaz kılsa ve
di er ibadetleri yapar görünse ona müslüman muamelesi yapılır. erîat zahire göre hükmeder. Zahiren
mürted olan kimseye de mürted muamelesi yapılır. Mürted olan kimsenin hanımı da bo olur, namazı
da kılınmaz, vâris de olamaz.
Celâl Yıldırım sanki Kitab ve Sünneti hep biliyormu gibi, mâm-ı Muhammed'in görü ü Kitab ve
Sünnete aykırıdır demesi, kendisinin müctehid olmadı ını yani Kitab ve Sünnetten anlamadı ını
göstermektedir.
Sayfa 250 de Ümm-i veled bir cariyenin Peygamber aleyhisselâma sövdü ü ve bu cariye
hakkında « ahid olun ki o kadının kanı hederdir.» hadîs-i erîfi anlatıldıktan sonra Hazret-i müellif
öyle bir rivâyet naklediyor:
«Â'mânın yanında söylenen söze benzer bir söz Muaviye'nin meclisinde söylenmi , fakat
Muaviye buna ses çıkarmamı .»
Â'mânın yanında Peygamber aleyhisselâma sövülmü tü, bilindi i gibi bu küfürdür. Buna rızâ
gösterenler de kâfirdir.
Celâl Yıldırım acaba bu rivâyeti niçin nakleder? Hem Hazret-i Muaviye radıyallahü anh'a Hazret-i
kelimesini bile kullanmaktan niçin kaçınmı tır? Kendisine Hazret-i denince onu kitabının ba sayfasına
koyar da Hadîs-i erîflerle övülen bir sahabi için niçin Hazret-i kelimesini kullanmaktan kaçınır. Acaba
böyle bir rivâyetin aslı olup olmadı ına bakmadan niçin rivâyet eder? Gayesi Hazret-i Muaviye
radıyallahü anh'ı aibe altında mı bırakmak istiyor? Anlatılı
ekline göre küfre rıza küfürdür.
Maksadını niçin açıklamamı tır? 12. sayımızda belgeleri ile açıkladık. Hazret-i Muaviye radıyallahü
anh'a dalâlette idi diye etmedenlerin zındık oldu u, katledilmeleri gerekti ini sahih kaynaklara
istinaden nakletmi tik. Sözü hüccet âlimlerin ictihadları varken Abbasî tarihçilerinin uydurmalarına
inanmak ehl-i ilim ve ehl-i insafın i i de ildir.
Sayfa 322 de yine Prof. M. Hamidullah'tan nakiller yapılmı , sanki sözü hüccet gibi. Mösyö öyle
diyormu : (Kölelik hakkında)
« lk müslümanlar, bütün dünyada yaygın bulunan bu eski müesseseyi sadece almı lar,
bunu icad etmemi lerdir. slâmiyet nezdinde kölelik, ne bir cezalandırma ölçüsü, ne de iktisadî
gayelerle istifade edilen basit bir askeri ganimettir.»
Mösyö Hamidullah nakil yapmıyor, kendi kafasından konu uyor. Mösyönün galiz hataları nelerdir?
1 — Köleli i müslümanlar ortaya çıkarmamı , zaten varmı da ilk müslümanlar her tarafta yaygın
olan bu köleli i sadece almı lar.
Ne demektir bu? Kölelik iyi bir ey midir, kötü bir ey midir? Hamidullah'ın anlatı ına göre kötü
olması gerekir. Kötü olan bir ey hiç alınır mı? Sonra ilk müslümanlardan kastı kimdir? lk
müslümanların böyle kötü olan bir eyi almaya yetkileri var mıdır? O zamanlar zina, içki ve faiz de
oldukça yaygındı fakat hiç birini almadılar. lk müslümanlar tabiri affedilmez bir suçtur, ilk
müslümanların ba ı Peygamber aleyhisselâm idi, o ne emir buyursa öylece hareket edilirdi. Hiç onu
hesaba katmadan ilk müslümanlar tabirini kullanmak Peygamber aleyhisselâmı nazarı itibare almamak
demek de il midir?
Kötü olan bir eyi ha alınmı ha ortaya çıkarılmı arasında çok az bir fark vardır. Kötü bir eyin
yaygın olması bir mazeret midir? Köleli e eriat müsaade etmi tir. E er kölelik kötü bir ey olsaydı,
Allahü teâlâ bunu yasaklardı, içkiyi ve faizi yasakladı ı gibi. Demek kölelik müessesesini ilk
müslümanlar de il, Cenâb-ı Hak almı tır. Ancak dinîmizde köle âzâd edilmesi büyük bir ibadettir,
kölelere iyi muamele emredilmektedlr.
Mösyönün ilk müslümanlar tabirini kullanması vahyi inkâr anlamına gelir, ilk müslümanlar tabiri
yerine, Allah'ın emriyle Peygamber aleyhisselâm köleli i almı tır diyemez miydi? lk müslümanlar
aldı demek, bunun içinde Peygamber tabiri yok, Allahü teâlânın emri yok. Zâten Hamidullah'ın
koskoca kitaplarında dinîmizin vahy-i ilâhi oldu una dair hiç bir ibare yoktur. Mösyö yukarıdaki
satırlarını aldı ımız slâm Peygamberi isimli kitabında Peygamber aleyhisselâm için «kırk ya ına
gelince kavmini ıslâha çalı tı.» ifadesini kullanmaktadır. Kırk ya ına girince Cenâb-ı Hak onu
Peygamber olarak gönderdi demekten iddetle kaçınmaktadır.
Necip Fazıl'ın «dalâlet kumkuması ve baidullah» dedi i bu adamdan niçin sözü hüccet gibi nakil
yapılır hayret ediyoruz.
Sayfa 324 de Hamidullah öyle diyor:
«Bugün dünyada kölelik müessesesi bulunmadı ı için bahtiyarım.» .
Demek ki köleli i çok büyük bir zulüm olarak görmektedir. Evet öyle denirse bu söz Cenâb-ı
Hakka kadar gider. Çünkü köleli e Allahü teâlâ müsaade etmi tir.
Mr. Hamidullah köleli in bulunmadı ına seviniyor. Dünya bütün dinsiz olmu ona üzülmüyor da...
Ke ke herkes müslüman olsa da bütün insanlar köle olsaydı. Bilindi i gibi insanlar kuldur, yani köledir.
Biz Allahü teâlânın kölesiyiz. Bilindi i gibi müslümanlar köle olarak alınmıyor. Harbde kâfirlerden esir
olarak alınan kimseler köle oluyordu.
Acaba Celâl Hoca, Hamidullah'ın bu görü lerine; katılıyor mu? Katılmasa kitabına almazdı. Bu
sözleri kabul etti ini kendisi de açıklayarak sayfa 325 de öyle diyor:
«Âyet-i kerîmenin ini sebepleri de bütün bu mâna ve izahları kuvvetlendirmektedir.»
Bu izahlardan maksat, Hamidullah'ın izahlarıdır. Çünkü, Hamidullah'ın yazısı biter bitmez bu
hükme varıyor Celal Yıldırım. Hükme varmak, ne Celâl Hocanın i idir, ne de bir ba kasının. Kölelik
hakkında hükümler verilmi tir. O nakledilseydi daha uygun olmaz mıydı?
Kitabın adı «Mezhep mâmlarının Görü Farkları» oldu u halde, Mevdûdî gibi mezhepsizlerden
nakiller yapılmı , acaba bunları da mezhep mâmı mı kabul edilmi tir? evkâniler, bnülkayyimler,
Sıddık Hanlar dört hak mezhep mensupları için delil olmayaca ına göre niçin alınmı tır merak
ediyoruz.
Celâl Yıldırım'a da Karaman ve Gürta 'a verdi imiz hakkı veriyoruz. Sordu umuz bütün suallere
cevap verirse yazılarını memnuniyetle ne redece imizi beyan ediyoruz. Allahü teâlâ hakkı hak bilip
ona tâbi olan, bâtılı bâtıl bilip ondan kaçan kullardan eylesin. Âmin.
EMEKL POSTACI
M. HSAN O UZ
Fransız ve Alman cumhuriyetlerini öven, ABD ile ngiliz idarelerine MÜTEKÂM L DARE diyen,
Hazret-i Muaviye Radıyallahü anh'a a ır ekilde dil uzatan ve alenen selefiyye mezhebinde oldu unu
söyleyen Emekli postacı M. HSAN O UZ, Türkiye'deki selefi me replilerin reisi durumundadır.
Emekli Postacı hsan O uz'un M FTAHÜSSEADE (Saadet Anahtarı); isimli kitabın
propagandasını yapmak üzere, ekserisi selefî kurmay heyetine mensup Din leri Yüksek Kuruluna
havale ediliyor. Sene 1968, basit bir tenkidle kitabı kurtarmak istiyorlar, ileride diyanete ba ka
zihniyete mensup insanlar geçerse diye ellerinde bir vesika bulunsun diye diyanetten bir rapor almak
istiyorlar. Hikmet-i ilahi kitabı incelemek üzere görevlendirilen raportör olarak, Ehl-i sünnet itikadında
olan Ramazan Ayvalı karde imiz bulunuyor. Ramazan Ayvalı okuyor, ehid Oral dinliyor, «geç diyor»
habire Ramazan Ayvalı, «hocam nasıl geçelim, Eshâb-ı kirama saldırılıyor, be eri nizamlar
övülüyor, vehhâbili e ve Ahmediyye isimli mezheplere sünnî mezhep, deniyor.» ehid Oral
mecburen birkaç tenkid hazırlıyor. imdi o zamanki diyanetin verdi i kararla birlikte Emekli Postacının
kitabını birlikte tahlil edip hakikatleri gözler önüne serelim.
Kitap için Din leri Yüksek Kurulunun mü terek kararı öyledir:
«Ekli raporda belirtildi i gibi eser, bütünü ile dinî bilgi ve konuyu i leyi bakımından zayıf
oldu u, bazı yanlı mütalâalar ve yanıltıcı fikirleri ihtiva etti i cihetle, okuyucuları tatmin edici
bir kitap olmadı ına karar verildi.»
Tarih 13.2.1969 Karar No. 46.
M FTAHÜSSEADE isimli kitap TA KÖPRÜ ZADE ismiyle maruf Ahmed bin Mustâfa isimli
Osmanlı âlimlerinden birisine aittir. Bu zat Kastamonuludur, hsan O uz da Kastamonu'ludur. kitaba
verilecek ba ka isim yokmu gibi bu âlimin kitabının isminden faydalanarak bu ismi koymu tur.
Sayfa 21 de be erî sistemleri övüyor. Sonunda bir milleti ancak böyle bir sistemin saadete
kavu turaca ı ileri sürüldü ü halde Diyanet bu kısmı öyle tenkid ediyor
«21. sahifedeki izahtan, be erî idare tarzlarının ilâhi kanuna tercih edildi i fikrî çıkabilir.» .
Emekli Postacı be erî sistemleri EN MÜKEMMEL S STEM diye övüyor, Diyanet de lâhi kanuna
tercih edilebilece i fikrî çıkabilir gibi yumu ak bir ifade kullanmı . Be erî nizamın ilâhî nizamdan üstün
oldu u yazılıdır denmemi .
21. sayfayı buraya aynen aktarıp hep birlikte okuyalım :
«ASRIMIZIN : Demokrasi ekil de, halk hükümeti, hakimiyyeti ümmet, ammei millet
hakimiyeti eklidir. Bu ekillerin en mükemmeli de, yine milletin haklmiyyeti, me vereti,
hürriyeti; müsavaatı, esaslarına müstenid olan, demokrasinin bütün artlarını, vasıflarını cami
bulunan (CUMHUR YET) idaresi ve eklidir.
Bunların timsalini: Yer yüzünün bugün en mütekâmil (hayatı dünya) idaresini te kil eden,
Amerika cemahiri muttehidesî milletlerinin ekli idaresi ve hükümeti ile, cumhuriyet ekli
olmadı ı halde ngilizlerin mütekâmil (Ve fakat: ihtiyarlamı ) me ruti idaresi ve hükümeti te kil
eylemektedir. Fransızların, Almanların cumhuriyet idaresi dahi mütekâmil idarelerdendir. Bu
yolda her millet ve memleketin kendine mahsus (Kavanini Esasiyesi, Nizamâtı mer'iyyesi, örf,
adât ve ananatı milliyesi) vardır.
Her millet ve memleketi ancak, böyle bir idare ve hükümet sistemi refah ve saadete
kavu turur. Onun için, bütün efradı milletin, böyle bir hükümetin tesis ve tekmiline çalı ması,
onu tesisten sonra da her nevi halel ve tehlikelerden canla ba la koruyarak devam ettirmesi en
büyük bir vazife ve farizadır.
ELHAMDÜL LLAH biz, yarım asra yakın bir zamandan beri cumhuriyet idaresini kurmu
bulunuyoruz, n aallah bu idare, en hakiki ve kâmil bir dereceye, yakın bir âtide vasıl olur.»
Az da olsa okuyucularımızdan bazılarının yukarıda yazılan terkipleri zor anlayaca ı dü ünülerek
yazının özetini çıkaralım:
Birinci paragrafta en iyi demokrasi eklinin hürriyete (özgürlü e) müsavata (e itli e) dayanan
Cumhuriyet idaresi oldu u belirtiliyor.
kinci paragrafta bugün yeryüzünün en mütekâmil idare eklinin Amerika Birle ik Devletleri'nin
idare ekli oldu u ve cumhuriyet idaresi olmamasına ra men ngiliz idare eklinin de en iyi bir idare
ekli oldu u, Fransız ve Almanların idare ekillerinin de en iyi bir idare ekli oldu u belirtildikten sonra
her milletin kendine göre bir Anayasası bulundu u belirtiliyor.
Üçüncü paragrafta her milleti ancak Amerika, ngiliz, Fransız ve Alman idareleri gibi bir idare
sisteminin saadete kavu turaca ı belirtildikten sonra, millet fertlerinin hepsinin böyle bir idarenin
kurulmasına çalı ması, kurulduktan sonra da böyle bir idareyi canla, ba la koruması en büyük bir
vazife ve farz oldu u hükmüne varılıyor.
Dördüncü, yani son paragrafta ise eriatın kaldırılıp yarım asırdan beri cumhuriyet idaresini
kurmu oldu umuz için ELHAMDÜL LLAH deniliyor. Cumhuriyet idaresinin daha olgun bir ideale
kavu ması da temenni edilerek bu fasla son veriliyor.
Millî F K R olarak biz hiç bir yoruma girmeden (sadece biraz açıklayarak) 21. sayfadaki bu
hususla ilgili yeri aynen naklettik. Kararı okuyucunun vermesini istedik.
21. sayfanın üst kısmında Hulefai Ra idin idarelerini DEMOKRAT K B R HÜKÜMET olarak tarif
ediyor. Hakimiyyeti âmme ibaresini de kullanarak CUMHUR YET idaresi oldu unu belirtiyor. E er
Mustafa Kemal sa olsaydı. Emekli Postacının a zının payını vererek öyle diyebilirdi:
« slâm eriatını demokratik cumhuriyete benzetmek bana en büyük bir ihanettir.»
Dost dü man, dinli dinsiz herkes bilir ki, demokratik cumhuriyetle eriat ayrı ayrı idare tarzlarıdır.
Selef-i salihin (yani sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn) hakkında kısa bir malûmat verelim. Eshâb-ı
kiramın tamamı müctehid idi, onlar için delil, Kitab ve Sünnet idi. Tabiîn ve Tebe-i tabiîn devirlerinde de
müctehid çok idi. Meselâ Fukaha-i seb'a denilen Medinedeki yedi büyük âlim Süfyan bin Uyeyne,
Süfyan-ı Servî, mam-ı Evzaî, dört mezhebin mâmları ve daha birçok mutlak müctehid var idi. Fakat
gerek Eshâb-ı kiramın ve gerekse dört mâmdan ba kalarının ictihadları toplanmamı oldu undan
onlara uymamız mümkün de ildir. (Bu bilgileri Mevlâna Halid-i Ba dadî hazretlerinin T KADNAME
isimli eserinden aldık.) Aynı kitapta öyle buyuruluyor:
«Bugün bu dört mâmdan birine uymayan do ru yoldan sapmı , büyük tehlikeye girmi tir.»
Hemen a a ıda da Ehl-i sünnetin iman bilgilerini mâmı E 'ari ile mâm-ı Maturidî'nin yaydıkları,
her müslümanın itikadda bu iki mâma uymak mecburiyetinde bulundu u bildiriliyor.
Demek ki bir insanın Ehl-i sünnet olabilmesi için itikadda hu iki mâmdan birisine, amelde ise dört
hak mezhebden birisine tâbi olması lâzımdır.
Dört hâk mezhep te ekkül etmeden önce müctehid olanın kendi içtihâdına tâbi olması, müctehid
olmayan mukallidler de bir müctehide tâbi olması zaruri idi. Bugün ise her müslümanın dört hak
mezhebden birisine tâbi olmasının zaruri oldu unda CMA vardır. Tabiîn devrindeki bir mukallidin
Tebe-i tabiîn devrindeki bir müctehide (meselâ afiî mezhebine) uyması dü ünülemez. Bugün
mezhepsizler çıkmı , sahabenin mezhebi ne idi, Tabiîn devrindeki.mukallidlerin mezhebi ne idi? Yani
mezhepleri yok idi, demek istiyorlar. Madem onların mezhepleri yok idi, bizim de mezhebimiz yoktur.
Biz selef gibiyiz diyorlar. Bu bakımdan kendilerine selefî veya selef mezhebindeniz diyorlar, Vehhâbîler
de kendilerine selef mezhebindeyiz diyorlar. Selef mezhebindeyiz demek, biz hak mezhepleri kabul
etmiyoruz, kendimiz kitaptan sünnetten ahkâm çıkarıyoruz demektir.
Emekli Postacı sanki cumhuriyete hamdeder gibi selefiye mezhebinde oldu una siyah harflerle
öyle hamdediyor. (Sayfa 68).
«Elhamdülillah; Ben de selefiyye mezhebi üzereyim.»
Sırf bu cümlesi bile Emekli postacının zihniyetini göstermeye kâfi gelmez mi? Selefiyye hakkında
ikinci cildde geni mal'ûmat vardır.
Postacı kitabının çe itli yerlerinde Kelâm ilmîne, dolayısıyle Kelâm ilmîni kuran Kelâm âlimlerine
felsefeyle dinî karı tırdılar diye kızıyor. Halbuki Kelâm âlimleri, felsefenin dine girmesine mani
olmu lardır, bni Sina ve Ibni Rü t gibi felsefeciler, felsefeyi dine sokmak istemi lerse de küfre
dü tükleri mâm-ı Gazâlî hazretleri gibi Ehl-i Sünnet âlimlerince bildirilmi tir. Postacı bu gibi bid'at
ehline ve bilhassa Ehl-isünnet âlimlerine çatmaktadır. Kitaptan birkaç misal verilirse mevzu vuzuha
kavu ur. Sayfa 61 de öyle diyor:
«Mütekillimini Ehl-i Sünnet, Ehl-i Bid'at mezhebini inkıraza u ratmı tır. Fakat: (Selefiyye,
Ehl-i sünneti Hassa) mezhebinin de inti ar ve teammümüne mani olmu tur.»
Postacı bu cümlesi ile öyle diyor: Ehli Sünnetin Kelâm âlimleri Bid'at mezhepleri yok etmi lerse
de Selefiyye mezhebinin de inti arını önlemi lerdir. Acaba Ehl-i Sünnet âlimleri niçin Selefiyye
mezhebinin yayılmasını önlemi lerdir? Demek ki Ehl-i Sünnete uygun de il ki önlediler.
Emekli Postacı, Mezhebi Selef isimli müstakil bir kitabında sayfa 46 da Ehl-i Sünnet âlimleri
tarafından Selefiyye mezhebine indirilen darbe için çok üzülmekte ve öyle demektedir:
«Müslümanlı a, müslümanlara yazık olmu tur>
Hiç Ehl-i sünnet âlimleri müslümanlı a ve müslümanlara yazık olacak bir hareketi yaparlar mı?
te Ehl-i Sünnet âlimlerine böyle dil uzatılmaktadır.
Aynı sayfada öyle diyor:
«Bundan sonra Selefiyye mezhebi, ahassı havas arasında câri olmak vaziyetine dü mü ,
bu suretle devam eylemek halinde kalmı tır.»
Ne demektir bu? mâm-ı Mâtûridî ve mâm-ı E 'arî gibi Ehl-i Sünneti temsil eden bu mezhebe
avam tâbi olmu , Selefiyye mezhebine ise HAVAS yani en âlim kimseler tâbi olmu .
Mezhebi Selef, isimli kitabında Ehl-i Sünnetin Kelâm âlimlerine de öyle hücum etmektedir: (Sayfa
11). .
«Selefiyye, mütekelliminin vazetti i edille ile, ehli bid’ati reddetme i kerih görür, E 'ariyye
ve Matûridiyye gibi (ilmî kelâm) ile mütevaggıl olmaz, anları Kitab ve Sünnetle reddederdi.»
Bu ifadeleri biraz açalım. Ehl-i Sünnet âlimleri Ehl-i bid'atı Kitab ve Sünnetle de il de kendi
kafalarına göre çıkardı ı delillerle reddedermi . Pes do rusu
Emekli Postacı sayfa 73'te aynen öyle yazıyor :
«Sünnîler içinde (son asırlarda) bazı mezhepler zuhur etmi tir. Bunlar: (Vehhabiyya,
Ahmediyye, Mehdiyye, Sümusiyye) mezhepleridir.»
Ehl-i Sünnetin dört hak mezhebi bulundu unu kim iddia ediyormu . Bakın Emekli Postacı dört
tane daha sünnî mezhep çıkardı.
Emekli Postacıyı seven Hayrettin Karaman'ın neden vehhabili e sünnî mezhep dedi i imdi
meydana çıkmı tır.
Karaman'ın Avukatı Ahmet Gürta acaba bu kitabı hiç mi görmedi. Kendi övdü ü Nimet-i islâm
kitabında vehhabili e zındıklık dendi ini hiç mi duymadı? Ahmediyye mezhebini kuran Mirza Gulam
Ahmed Kadiyani'nin kendisinin , Peygamber oldu unu söyledi ini acaba bilmiyor mu? ngilizler,
müslümanları parçalamak, müslümanlı ı yok etmek için bu Ahmediyye'yi di er adiyle Kadiyani'li i
kurduklarını bilmiyor mu? Bütün bunları bildi i halde neden susuyor da mezhepsizlik aleyhinde yazan
D. Ali Hocaya ate püskürüyor?
Sünnîlerin arasından sapık bir mezhep çıkınca bunların da mı sünnî olması icap eder?
Bay Postacı, sayfa 76 da ise Vehhabîlerle-Ahmedileri Ehl-i sünnetin dı ı olarak göstermi . Bu ikili
oynamanın fıkıhtaki hükmünü Bay Gürta 'tan soruyoruz.
Sayfa 80 de mâm-ı Â'zam aleyhirrahme, her nekadar delilsiz ise de anına uygun ekilde
övülmektedir. Fakat Diyanetin raporunda-burası tenkid edilerek'« mâm-ı Â'zam için mübala alı bir
ifade kullanılmı » denmektedir.
Diyanetin raporunda sayfa 96 daki hatâlar için söyle denilmektedir:
«Hanefi, dolayısıyle Mâtûridili e taassup derecesinde ba lılık gösterip di er Ehl-i sünnet
mezhepleri hakkında isabetsiz görü ler kaydedilmektedir.»
Evet di er üç hak mezhep hakkındaki görü leri, Diyanetin raporunda belirtildi i gibi isabetsizdir.
Fakat Hanefili e taassup derecesinde ba lı oldu u ifadesi yanlı tır. Çünkü postacı Selefiyye
mezhebinde oldu unu iftiharla söylemektedir. Sayfa 60 da ise Selefiyye mezhebinin Mâtûridi'li e daha
yakın oldu u kaydedilmi tir. Yani Matûridiyyenin selefiyye olmadı ını belirtiyor. Postacı Ben selefiyye
mezhebindenim diyor, Diyanet:
«Sen Matûridiyyeye taassup, derecesinde ba lısın» diyor, i te Diyanetin tenkidi böyledir.
Böyle bir Diyanetin tenkidine veya övdü üne nasıl itimat edilir?
Postacı sayfa 135 de Peygamberlerin SMET sıfatı bulundu unu kaydediyor. Elhak do rudur, Ehll sünnet itikadı böyledir. Ancak, Postacının Hayrettin Karaman'a yazdı ı «O lum Hayrettin...» diye
ba layan mektupta Feth süresindeki ZENB kelimesini tevil etmemek gerekti ini, Selefiyyenin tevil
etmedi ini, Peygamberimiz günah istemese hiç Cenâb-ı Hak ona senin geçmi ve gelecek günahlarını
affettim buyurur mu anlamında ifadeler yazdı ını Çorum’da Tufeylî bir imâmın evinde okunan mezkur
mektuptan anla ılmaktadır. Vehhâblik, kitabın bir yerinde Ehl-i sünnetten gösterilirken, di er yerinde
Ehl-i sünnet dı ı gösterildi i gibi günah i leme mevzuu da iki ekilde söylenme ine sebep ne ola ki?
Sayfa 176 da Ehl-i sünnet olan E 'ariyye hakkında öyle denmektedir:
“ aibei cebirden kurtulamamı lardır. Hak olan mâm-ı Â'zamın tesbit ve tahkik eyledi idir.”
Bu ekilde mâm-ı Â'zamın hak oldu u söylenince, di erinin hak olmadı ı meydana çıkıyor.
Postacı kitabının ba ka yerinde «Ben Es'ari'ye hak mezhep dedim» demesi kurtarabilir mi? Hakkın
mutlaka bir mezhepte oldu u nasıl söylenir. ctihad ictihadla nasıl nakzedilir. Mezheplerdeki haklılık
veya haksızlı ı gösterme, hakem olma gibi bir görevi Postacıya acaba kim vermi tir? Karaman'ın
mezheplerin burası do rudur, burası uygundur, u öyledir diye hüküm vermesini imdi daha iyi
anlıyoruz, demek ki Postacıyı rehber edinmi tir.
Karaman eski Ne riyat müdürümüze gönderdi i mektupta bir eyhe ba lanma i ini Çorum'da
matbaacı Mustafa Efendi isimli birisine havale etmi ti. Mustafa Efendi, imdi müteveffa olmu tur.
Müteveffa Mustafa Efendi TUFEYL idi. Tufeylî tabiri Çorum'a has bir tabirdir. Tufeyli diye Emekli
Postacıyı seven ve Hazret-i Muaviye radıyallahü anh'a dil uzatan, sövüp sayan kimselere
denmektedir. Bu tabir Çorum'da pek me hurdur.
Karaman, arkada ımızı bir Tufeyliye gönderdi ine göre acaba kendisi de tufeyli midir? Bildirirlerse
memnuniyette ne rederiz.
Sayfa 148 de «Muaviye: Babası Ebû Sufyandan (Veledi zina) olarak do an...» diye ba layan
ve Hazret-i Muaviye râdıyallahü anh'a dil uzatan sayfalar için Diyanet raporunda öyle bir ifade vardır:
«A ırı bir Ehl-i Beyt muhabbeti ile hareket sonucu Hazret-i Muaviye ve arkada ları hakkında
Eshâb-ı kirama kar ı yakı ık almayan ibarelere rastlanmaktadır.»
Evet Diyanet, Emekli Postacıyı bu ekilde tenkid ediyor. Ehl-i Beyte a ırı sevgisi olan insan hiç
Eshâb-ı Kirama dil uzatır mı? Rafîziler de biz Ehl-i Beyti a ırı seviyoruz deyip Eshâb-ı kirama
sövüyorlar.
Emekli Postacı Sayfa 147, 148 de din kitaplarından de il tarih kitaplarından deliller vermeye
çalı ıyor. Bu mevzu, i'tikâd, AKÂ D mevzûudur. Eshâb-ı kiramı anlatmakta Tarih kitapları delil olamaz.
Bununla beraber delil olarak gösterdi i tarih kitapları Ehl-i sünnet olmayan yani iî ve mu'tezile
kitaplarıdır. Birkaç misal verirsek hakikat gün ı ı ına çıkar:
EGAN kitabını kaynak gösteriyor. Egani kitabını yazan Ebulferec Ali bin Hüseyn Isfehanî'nin iî
oldu u Esmaül-müellifin kitabında yazılıdır.
Nehcülbelaga kitabını erheden bnülhadid'in rafizi oldu u,
Mürevvicüzzeheb kitabını yazan Mes'udi'nin Ehl-i Sünnet dü manı bir iî oldu u TUHFE
kitabında bildirilmektedir. Keza Elbeyan Vettebyin kitabı da Ehl-i sünnet dü manı bir mu'tezilenin
kitabıdır.
Ehl-i sünnet dü manı rafızîlerîn tarih kitapları bizim itikad kitabımız mıdır? Hattâ Sünnîler
tarafından yazılan tarih kitapları da bizim için bir itikad kitabı nasıl olur? En insaflı olanların bile Abbasî
tarihçilerinin tesirinde kaldı ı görülmektedir.
ki tane Taberî tarihi vardır, rafızî olan Hazret-i Muaviye râdıyallahü anh'ı kötülemektedir. Ehl-i
Sünnet olan ise övmektedir.
Tarih kitaplarını de il de muteber kitapları konu turalım. (Bunları 12. sayımızda teferruatlı olarak
bildirmi tik.)
Beyyine sûresinin son âyet-i kerîmesinde Cenâb-ı Hak, Eshâb-ı kiramın tamamından razı
oldu unu bildirmektedir.
mâm-ı Â'zam «Biz Eshâb-ı kiramı ancak hayırla yad ederiz.» buyurmaktadır. (Fıkh-ı Ekber)
mâm-ı Rabbanî Müceddid-i elfi sani Ahmed Farûkî Serhendî Mektûbâtında öyle buyurmaktadır:
«Muaviye râdıyallahü anh'ı kötüleyen zındıktır.»
mâm-ı Mâlik rahmetullahi aleyhin içtihâdına göre, Hazret-i Muaviye râdıyallahü anhı dalâlette idi
diye kötüleyenin katline fetva verdi i birçok kitaplarda yazılıdır. (Meselâ Eshâb-ı Kiram Ö. N. Bitmen S.
84)
Ebussuud Efendi Muaviye radıyallahü anha lanet eden kimseye tazir-i beli ve hapis lâzım oldu u
fetvasını vermi tir. (488. Mesele sayfa 112)
Hazret-i Ali Radıyallahü anh, Hazret-i Muaviye ve arkada ları için.
«Onlar bizim karde imizdir, fâsık ve kâfir de illerdir.» buyurdu u birçok muteber kitapta
vardır. (Meselâ erh-i Mekasıd)
Tibyan tefsirinde bütün Eshâb-ı kirâm'ın cennetlik oldu u yazılıdır.
Mezhepsiz bn-i Teymiyye bile, Muaviye Radıyallahü anhı kötüleyenler hakkında kitap yazmı tır.
Katmerli mezhepsiz ve Hazret-i Muaviye radıyallahü anh dü manı Mevdûdî bile, Sahabe-i
kiramdan oldu u için Hazret-i Muaviyenin suçlanamayaca ını bildirmektedir. (Hilâfet ve Saltanat
tercümesi s. 326).
Kütüb-i sitte'de Hazret-i Muaviyenin fazileti ile ilgili birçok hadîs-i erîf vardır.
Eshab-ı kiram hakkında birkaç hadîs-i erîf yazarak mevzuyu kapatalım :
«Eshâbım arasında fitne olacaktır. O fitnelere karı anları, Allahü teâlâ, benimle olan
sohbetleri hürmetine afv ve ma firet edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karı an esbabıma
dil uzatarak Cehenneme gireceklerdir.» (Sahih-i Müslim).
«Esbabımın ismini i itince dilinizi tutunuz.» (Mevahibi-Ledüniyye).
«Allahım Muaviyeye kitabet ve hisab tâlim buyur, onu azâbtan koru.» (Müsned-i mâm-ı
Ahmed)
«Ali Cennette benimledir.» (Menâkıb-ı Cihâr-ı Yâr)
SEB LE AÇIK MEKTUP
Bugüne kadar gazetenizdeki hatâları tenkid etmedik, yine de etmek istemiyoruz. Çünkü bir birli i
zedeleyici bütün hareketlerden uzak durmaya son derece dikkat ediyoruz. Ancak yurtiçi ve
yurtdı ından aldı ımız mektuplarda «Sebil ne yapıyor, niçin Seyyit Kutub'u reklâm ediyor?» gibi
sualllerle kar ıla ıyoruz.
Seyyit Kutubcu bir okuyucu, sizin 14.4.1978 tarihli «HAKKAN YET VE NSAF ÖLÇÜLER » isimli
Ba yazınızı kesip göndermi , bizden cevap istemektedir.
Hatâlarınız bir tarafa Sebil tarafımızdan da desteklenmektedir. Zira biz yüce davamıza hizmet
etmek, masonluk ve komünizm belâsından kurtulmak için Hıristiyan kâfirleriyle bile ittifak kurmayı
isteyen kimseleriz. Karde lerimizin hatâlarını önce gizli mektuplarla tashih için çalı ır, kimseye te hir
etmek istemeyiz. Fakat bu hatalı yara kangren halini alırsa, karde lerimizin birli i ve hu yaranın bütün
vücûdu etkilememesi için ona ne ter vurmayı aslî bir vazife biliriz. Aynı ölçü içinde M. evket Eygi
karde imizi de tenkid ettik. Tenkidimizi ho kar ıladı. Hakikati söyledi imiz için, Hakkı tebli etti imiz
için bize kızmayaca ınızı ümit ve temenni ediyoruz. Davamızın selâmeti için haklı tenkidlerimize kulak
vermenizi istiyoruz.
Mezkûr Ba makaleye ba larken Sebil'in slâmî dü ünceyi, slâm inancını kendine temel hareket
noktası yaptı ını yazıyorsunuz. slâmî dü ünce ile slâm inancı ayrı eyler midir? Ayrı oldu u için ayrı
yazdı ınız görülmektedir. slâm, Allah nizamı mıdır, yoksa be erî bir nizam mıdır? Dü ünce nizamı
mıdır? Elbette Allah nizamıdır diyeceksiniz. Fakat neden mezhepsiz Mevdûdî ve mezhepsiz Kutup gibi
slâmî dü ünce tâbirini kullandınız? Bildi iniz gibi dü ünce insan mahsûlüdür, Allah nizamına dü ünce
denir mi hiç?
Ba makalenizde bazı ki ilerin Seyyit Kutub'un dalâlette oldu unu iddia etti ini yazıyorsunuz. Bu
bazı ki iler, Necip Fazıl, M. evket Eygi, Ahmed Davudo lu, Ahmet Selâmi Tosçuo lu gibi yazarlarla
Millî Fikir olabilir. Biz iddia etmedik, ispat ettik. E er insaf ölçüleri içinde o yazımızı incelerseniz Seyyit
Kutub'un sosyalist bir dü ünceye sahip Necip Fazıl'ın tabiriyle bir bni Teymiyye meddahı oldu unu
görürsünüz. E er Dergimizi Hakkaniyet ve insaf ölçüleri içinde incelerseniz Seyyit Kutub'un kaç yerde
dalâlete hattâ küfre dü tü ünü anlarsınız. Bütün bunlara ra men biz Seyyit Kutub'un imanla veya
imansız öldü ünü iddia etmiyoruz. Ancak fikirlerinin dalâlet oldu unu, kitaplarını okuyanların
zehirlenece ini söylüyoruz.
Ba makalenizde Allah ve Resulü dı ında kimsenin hatâdan münezzeh olmadı ını, bu bakımdan
Seyyit Kutub'un birtakım hatâlar yapmı olabilece ini hattâ hatâ yaptı ını yazıyorsunuz. Ondan sonra
da öyle bir hükme varıyorsunuz :
«Ama slâma geli inden sonraki yazıp çizdikleriyle bir slâm mütefekkiri olarak e er hatâ
ettiyse, slâmın tefekkürde yanılana dahi sevap vermek suretiyle, dü ünceyi dü üncesizli e
tercih etti ini niçin anlamıyorlar, iddia sahipleri?»
Bu ifadelerinizle Seyyit Kutub'un hata yapsa dahi, bu hatalarından dolayı sevap kazanaca ını
iddia ediyorsunuz,
Bilindi i gibi her yanılan müslümanın hatâsına sevap verilmez. Birçok cahiller de il, birçok âlimler,
Kur'ân-ı kerîmden yanlı manâlar çıkardıkları için fırkai dâlleden olmu lar, Ehl-i sünnetten ayrılmı lar,
böylece Cehenneme gitmeyi hak etmi lerdir. Mu'tezile, Cebriye âlimleri ve bni Teymiye gibi sapıklar
bu kabildendir. Dü ünceyi dü üncesizli e tercih etmek ne demektir? Her önüne gelen dü ünüyorum,
tefekkür ediyorum diye Kur'ân-ı kerîm'den murad-ı lâhiyi anladı ını iddia derse ortalıkta din diye bir
ey kalır mı? Sizin iddia etti iniz gibi dü ünene (tefekkür edene) yanılmasından dolayı sevab verilmez.
Yalnız müctehidlerin içtihâdındaki hatâlardan dolayı sevab vardır. Yoksa Seyyit Kutub'a zımnen
müctehid mi demek istiyorsunuz? Ancak müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir. Önüne gelenin din
adına konu ması nasıl rahmet olur?
Seyyit Kutub Allah adına konu up hatâ etti i halde sevab alıyorsa, biz de Seyyit Kutup'u tenkid
etti imiz için acaba sevab alır mıyız? O Hazret-i Osman radıyallahü anh gibi büyük bir sahabiyi tenkid
ederken ho da biz onu tenkid edince günah mı oluyor?
Bilindi i gibi dinîmizdeki yetmi iki dalâlet fırkası Kur'ân-ı kerîm'e yanlı manâ verdikleri için
dalâlete yuvarlanmı lardır.
Seyyit Kutub'un hatâ yaptı ını bizzat siz söylüyorsunuz. Acaba mezhep imâmlarının tek hatası var
mıdır? Farklı ictihadları hatâmıdır. De ilmidir?
öyle bir iddiada bulunuyorsunuz :
«E er bu merhumdan (Seyyit Kutub'dan) yaptı ımız iktibaslarda ve hattâ tefsirinin
tamamında bir yanlı lık varsa, Allah rızası için bildiriniz, düzeltelim veya tavrımızı ona göre
takınalım.»
Sahiden bu sözünüzde samimi misiniz? S. Kutub dinde sözü senet olan bir müctehid midir? E er
öyle ise, onun hatâsını ne biz ve ne de siz bulabilirsiniz. Siz veya biz kim oluyoruz da onun hatâsını
bulmaya ve düzeltmeye çalı alım? E er S. Kutub, sözü dinde sened bir müctehid de ilse, sözlerinin
yanlı oldu unu hangi ölçü ile anlayaca ız? Kur'ân-ı kerîm'e göre denemez, çünkü her sapık kendi
fikrînin Kur'ân-ı kerîm'e uygun oldu unu iddia eder. Yok Ehl-i Sünnet âlimlerinin ictihadlarına göre
denirse ki do rusu böyledir dört hak mezhebin hiç birisine uymayan, Ehl-i sünnete tamamen zıt olan
birçok görü lerini 35 ve 36. sayılarımızla isbat ettik.
Bir insanın bütün görü leri yanlı olamaz. nsan kâfirlerden de iktibas yapabilir. Ancak onu dinde
senet gibi gösteremez.
S. Kutub'un mezhepsiz oldu u size gönderdi imiz sayılarda ispat edilmi tir. Bakalım neyi nasıl
düzelteceksiniz ve tavrınızı nasıl takınacaksınız?
Kaddâfi hakkındaki ne riyatınızla hem fikiriz. Kaddafi de S. Kutub gibi kendisinin eriatçı oldu unu
söylemektedir. Solcu oldu unu siz de yazıp çizdiniz.
Aynı Ba makalede Ziya Pa a için de MERHUM tabirini kullanmı sınız. Allahü teâlânın rahmeti
öyle ucuz mu ki de sa a sola ölçüsüz saçıyorsunuz? Ziya Pasa'ınn mason oldu u vesikalarla
ispatlanmı tır. Ancak biz mason itikadiyle öldü, kâfirdir diye su-i zan etmedi imiz gibi, mutlaka
cennetlikmi gibi hüsnü zan etmeye de hakkımız yoktur. Cennetlikse Allah rahmet etsin, Cehenneme
gitmi se ne desek faydasızdır. Siz hem S. Kutuba hem de mason vesikalı Ziya Pa aya merhum
sıfatını rahatça yakı tırmı sınız.
Ölülerimizin hayırla yad edilmesi hakkındaki hadîs-i erîfi yazmı sınız. Elbette ölülerimizi hayırla
yad etmek mecburiyetindeyiz. Zahiren küfür alâmeti bulunmayan günahkâr da olsa Ehl-i sünnet oldu u
bilinen ölülerimizi hayırla yad ederiz. Ne idü ü belirsiz kimseleri veya ne idü ü belli olan (meselâ Ziya
Pa a gibi mason olan, Seyyit Kutub gibi mezhepsiz oldu u bilinen) kimseleri hayırla yad etme e
mecbur muyuz? Müslümana kâfir diyen veya kâfire müslüman diyen kimsenin küfre dü ece i Ehl-i
sunnet âlimlerinin fetvalariyle sabittir. Bunun için biz daima ihtiyatlı davranarak kâfir oldu u belli
olmayan hiç kimseye KÂF R demedi imiz gibi, mason oldu u belli olan veya mezhepsiz oldu u tesbit
edilen kimselere de merhum diyemeyiz. Bunun vebalinin idrâki içindeyiz.
Ba makalenizde diyorsunuz ki;
«Merhum Seyyit Kutub, slâm yolunda, Allah yolunda, inancı u runda ba ını vermeyi
bilmi , boynuna ya lı ilme in takıldı ı en nazik bir anda bile inancının vakarına gölge
dü ürtmemi , o nazik ve hayatî anda dahî bir tertiple Nâsır'dan gelen müjdecilerin «af dile
hayatın ba ı lanacak» haberi kar ısında «bir mü'min, bir münafıktan af dilemez!» diyecek
kadar bir fevkalâde direnmeyle e ilmemek dirâyetini gösterebilmi tir.»
Seyyit Kutub'un inancı u runda ba ını verdi i do rudur. Ancak Ehl-i sünnet yolunda ba ım verdi i
iddia edilemez. Müslüman oldu u halde 72 sapık fırkanın birisinden olan birçok kimse inançları u runa
canlarını vermi lerse de sapık oldukları için cehenneme gitmi tir. Bir vehhabi eriat istiyorum diyerek
kellesini verse ehid midir? eriatçı oldu unu söyleyen Kaddafî inancı u runda ölse ehit mi olur ?
Muhalfarz, S. Kutub'u Ehl-i sünnet itikadında, dört hak mezhepten birisine mensup bir kimse
olarak kabul edelim. «Le Francs Maçons» kitabındaki Seyyit Kutub ve arkada larının masonların
kontrolü altında çalı tı ını gösteren belgeyi yırtıp atalım, komünistlikteki gibi bütün malların aslında
cemiyetin oldu unu bildiren fikrîni görmeyelim. Allahü teâlânın buyurdu unun aksine sa
aleyhisselâmın öldü ünü söyledi ini de duymayalım, kısaca kitaplarındaki yüzlerce, binlerce
dalâletlerini görmeyelim Kendisiyle birlikte birçok müslümanın ba ını yemesi cihad mıdır, fitne midir,
bir de bunu inceliyelim.
Nasıl Namaz ve Hac gibi ibadetlerin belli artları varsa, cihadın da belli artları vardır.
Ehl-i sünnet âlimleri cihad hususunda öyle buyuruyor :
«Zor kullanarak emr-i maruf ancak Hükûmetin vazifesidir. Söz ve yazı ile cihad âlimlerin
vazifesidir. E er bunları yapmak fitneye sebep olacaksa terki vacip olur.»
Dinîmiz böyle emrederken, Seyyit Kutub müslümanları Hükümete kar ı ayaklanmaya ve ihtilâle
kı kırtarak fitneye sebep olmu , kırkbin civarındaki müslümanın felâkete sürüklenmesine zemin
hazırlamı tır
Kahireli birkaç ahmak çıksa, masonların, mürtedlerin, komünistlerin hâkim bulundu u Mısır'da
yürüyü e çıkıp «Zâlimlere itaat edilmez, vurun din dü manlarına eriat istiyoruz.» deseler, bu
yüzden de idam edilseler, bunlar ehid mi olur, yoksa kendi .ölümlerine kendileri sebep oldu u için
müntehir mi olurlar? Buna Allah u runda ölmek mi denir, yoksa kendi anladı ı yolda ölmekmi denir?
Dinde müdara caiz, hattâ yerine göre lâzımdır. Müdâhane ise harâmdır. Hal böyle iken S.
Kutub'un özür dilememesi de ikinci bir suçtur. Cenâb-ı Hak ölmemizi de il, ya ayıp dine hizmet
etmemizi emir buyurmaktadır. S. Kutub zâlim Nasıra ihtilâl yapmayaca ına söz verip, sonra da
gücünün yetti i kadar, inandı ı gibi hizmet etseydi güç ve fırsat bulursa zâlim Nasıra dersini verseydi,
40 bin Müslüman ile birlikte kendi kellesini yemese idi nasıl olurdu?
Mısırlı bir müslüman çıkıp da :
«Belediye nikâhı sahih de ildir.» diyerek kanuni kayıt ve muameleleri yaptırmadan slâm nikâhı
ile evlense, bu da tesbit edilip zina suçuyla ceza giyse, her müslümana da böyle yapın diye kitap
yazsa, bu cihad mı olur, yoksa fitne mi olur? uurlu müslüman kanunların mecbur kıldı ı muameleleri
yahut anla mayı imzalar, slâm nikâhı ile de evlenir, kanunlara kar ı gelerek fitneye sebep olmaz.
Çünkü fitne çıkarmak adam öldürmekten kötü oldu u Kur'ân-ı kerîm'le sabittir. S. Kutub da fitne
çıkararak binlerce müslümanın kanına girmi tir.
Peygamber aleyhisselâm, cemiyetçe belli bir maddî kuvvete sahip oluncaya kadar dinîmizi gizli
gizli yaymaya çalı mı tır. Ancak belli bir kuvvetten sonra dinî açıktan tebli e çalı mı tır. Hendek
harbinde taarruza geçmemi , siperlenme ve müdafaa hareketi yapmı tır.
Kur un ya muruna kar ı gitmek nasıl ahmaklıksa, kırkbin müslüman ile ihtilâle te ebbüs ederek
müslümanların öldürülmesine sebep olmak aynı derecede ahmaklıktır.
Seyyid Kutub'un kitapları hem mezhepsizlik yönünden, hem de fitne yönünden zararlı oldu unu
35 ve 36. sayılarımızda ispat ettik. Okuyarak insaf ölçüleri içinde cevap vermenizi, hakkı teslim
etmenizi istiyoruz.
BEK R TOPALO LU
Bu sayımızda Hayrettin Karamanla aynı dü ünceye sahip olan, selefi me repli ve mezhepslzlerin
sözlerini hüccet gibi kabul eden Bekir Topalo lu'nun SLÂMDA KADIN isimli kitabını tarafsız olarak
de il, Ehl-i sünnet taraflısı olarak inceliyoruz. Kıyâs-ı fukaha süzgecinden geçirmek istemi sek de iri iri
selefi fikirler, bu süzgeçten geçmedi, Kitab tamamen selefi metodla yazılmı tır. Dört hak mezhepten
birisine göre yazılmamı tır.
Elimizde kitabın ilk baskısı bulunmaktadır. Verilen sayfa numaraları ilk baskıya aittir.
Bekir Topalo lu, Y. slâm Enstitüsünde Kelâm ve slâm Dü üncesi ö retmenidir.
Ne demek slâm Dü üncesi?.Dü ünce, aklın kendi kendini bilgi konusu yaparak zihin
çalı malarını ve olaylarını incelemesidir. (Türkçe Sözlük 8. 226) Dü ünce insan mahsulüdür. slâm ise
ilâhidir.
slâmda kadın ba lı ı da uygun de ildir. S. Kutup ve Mevdûdî gibi mezhepsizler hep bu ekilde
kitaplarına isim yermi lerdir. slâmda Hilâfet, slâmda Sosyal Adalet gibi Ehl-i sünnet âlimleri böyle isim
koymamı lardır. slâmda u, slâmda bu demek bir nevi islâmı parçalamak demektir. slâm bütündür,
islâmiyet ve Kadın denebilir. slâm da nikâh, slâmda faiz gibi ifadelerle slâmı bölerek anlatmak uygun
de ildir. Uygun olmu olsaydı. din âlimlerimiz öyle yaparlardı. slâmda u demek hak mezhebleri
inkârdır. Neden mi? Bugün islâmiyet denince akla dört hak mezheb gelir. Bir mevzu incelenirken
meselâ kadın mevzuu incelenirken ya dört hak mezhebe göre veya yalnız birisine göre incelenir,
slâma göre demek hak mezhepleri inkâr etmek demektir. Topalo lu, bu kitabı Hanefî mezhebine göre
yazmadı ı gibi, dört mezhebe göre de yazmamı tır. Kendi ifadesiyle islâma göre yazmı tır. Onun
islâm anlayı ı ile bizlerin (yani Ehl-i sünnet alimlerinin sözünü senet kabul eden biz mukallidlerin) islâm
anlayı ı farklıdır: Bize göre slâm dört hak mezhepten müte ekkildir. Onun haricinde islâm yoktur.
Topalo lu ve di er selefî me replilere göre ise dört hak mezhep slâmı temsil edemez. Kitabı
incelemeye ba layınca bu husus iyice açı a kavu abilir.
Hak mezheplere göre kadın de il de slâmda kadın isimli kitab yazılırken hangi kaynaklardan
istifade edilmi önce ona bakalım.
Kur'ân-ı kerîmden, Hadîs-i erîften kâfirlerden, mezhepsizlerden, fâsıklardan ve Ehl-i sünnet
âlimlerinden nakil yapılmı tır.
Âyet-i kerîme ve Hadis-i erîflerden nakil yapmak; mezhepsizlerden nakil yapmaktan daha
tehlikelidir. Sapık fırkaların hepsi Âyet-i kerîmelere el attıkları için sapıtmı lardır. Kitab ve sünneti
anlayabilmek veya hüküm çıkarabilmek için müctehid olmak lâzımdır. Müctehid olmayanların Kitab ve
Sünnete el uzatmaları dil uzatmaları demektir. Mezhepsizlerden nakil yapmak Ayet-i kerîmeden nakil
yapmaktan daha ehvendlr. Çünkü mezhepsizlerden de nakil yapılsa, nakil esası unutturulmadı ı için
metod bakımından zararlı de ildir. Halka do rudan do ruya âyet-i kerîme de il, fukahanın çıkardı ı
hükümler bildirilmelidir.
Fâsıklardan da nakil yapılmı tır; Bilindi i gibi fâsı ın ahitli i makbul de ildir.
Yerli yabana kâfirterden nakil yapılmı . Burada en enterasanı tam bir tarafsızlık içinde nakil
yapılmı , Ehl-i sünnet âliminin yazıları ile mezhepsiz alimlerin ve kâfirlerin yazılarını nakil arasında bir
fark bulmak kolay de ildir. Hangisi hüccettir, hangisi degildir, hangisi muftabihtir belli degil...
Epey mezhepsizlerden nakil yapilmıstir. Mesela S. Kutup, M. Kutup, M. Ebu Zehra, Kasım Emin,
Mahmut Seltut, Mevdûdî gibi mezhebsizlerden nakil yapilmıs, birçok yerlerde bunlar senet gibi
gosterilmistir. Bazan da tenkid bile edilmistir. Hazret-i Muaviye radiyallahü anh hakkında dü manlıgını
gizlemiyen M. Raif Ogan'dan bile nakiller yapılmı . Necip Fazıl'in Baidullah dedi i Hamidullah'tan bile
nakiller yapilmıs. Muhammet hsan diye birisinden de nakil yapilmıs. Acaba bu M. hsan, selefiyye
mezhebinde oldugunu gizlemiyen, Eshab-ı kirama saldıran, be eri sistemlere hamdeden M. hsan
O uz olmasın?
bni Teymiyye'den nakillere rastlamamı sak da mezhepsiz talebesi bni Kayyim'den on kadar nakil
yapilmıstir. Yine Mezhepsiz bni Hazm'dan yirmiye yakin nakil yapilmı tır. iî iken mezhepsiz olan
veya öyle gorünen evkani'den bile yirmiden fazla nakil yapilmıstir. Mezhepsiz Nasiruddin Elbanî'nin
ne ri olan Miskatül Mesabih kitabından ise kırka yakın nakil yapılmıstir.
bni Abidin gibi Ehl-i sünnet âlimlerinden yapılan nakiller ise çok az oldugu gibi üzerinde ihtilaf
olmayan konular hakkındadır. Bunların maksatlı yazıldı ı hissi dogmaktadır. Bak Ehl-i sunnet
âlimlerinden de nakil yapıyormus densin gibi bir sey...
imdi kitabı inceliyelim :
Kitabın önsözü öyle baslamaktadır;
«Son birkaç asırdan beri dünyamızın manzarası tamamen de i mistir. Eskiden bahis
konusu edilmeyen veya zihinleri pek az mesgul eden nice mes'ele var ki, bugiin dünyanın en
önemli ve karma ık konuları haline gelmistir. Bu problemlerin çözümü için çesitli din ve
sistemler fikirlerini ortaya koymakta ve zihniyetlerine uygun tahliller yapmaktadır. ste üzerinde
durulan mühim mevzulardan biri de kadın problemidir.» (S. 5)
Topaloglu, sizin kafanızdaki Karaman da Modern Problemlerden bahsederdi, fakat bunun ne
oldugunu açıklamazdı veya yuvarlak ifadelerle açıklardı. Siz de «nice mes'elenin» oldu unu
bahsediyorsunuz. Demek dinîmizde çözumlenmemis problemler var ha... Acaba bunlar nedir ki? ddia
edildigi gibi dinimizde çözulmemis önemli bir problem yoktur. Olması da dü ünülemez. Çünkü dinîmiz
noksan degildir, nsanlar için problem olacak seyler çözülmü tür. Dinîmiz ikmal edilmistir. Fakat
Topaloglu var diyor. Bir de misal vermis: Kadın problemi... Kadın konusunda müslüman için lazım olan
hangi husus halledilmemis ki? Acaba dinîmiz hangi hususları noksan bırakmı ha a? Kitapta
kadınların evlenmesi, bo anması ve kadın hakları gibi kısımlar yer almaktadir. Bunlann hangisi
dinîmizde noksandır?
Peki butun mes'eleler halledildigi halde Topaloglu niçin çözülmemi mes'eleden söz ediyor?
Çözülmedik mes'ele olunca çözülmesi gerekir, bunun için de ictihada lüzum vardir. Günün artlarına
veya asra uymuyorsa biraz da reform gerekebilir mi?
Aynı sayfada Topaloglu öyle diyor :
«Bugün de kadın problemi halledilmis de ildir.» (S. 5)
Topaloglu'na gore halledilmemistir. Zira bir bo anma konusunda hak mezhepler dört tane ayrı
hüküm serdetmislerdir. Böyle ihtilaf oldu una göre halledilmemis demektir Bo anma dört türlü olmaz
ya... Öyleyse bunu teke indirmek lazım, Karaman'ın dedi i gibi slâmda birli i saglamak lazım. Ne
demek o falancaya göre bo olur, falancaya göre olmaz?
Peki kadın problemi halledilmi de il de abdest problemi halledilmis midir? Hanefilere gore farzı
dört iken, afiilere göre altı, Malikilere göre yedidir. Farz Allahü tealanın emridir. Mezhepsizlere Allahü
teâlânın böyle 4, 6, 7 gibi bir konuda emri olmaz. Onun için abdest konusu da halledilmis de ildir.
Namazda da bunun gibi mezheplere göre de i en hususlar var. Ne yapmak lazım? Teke indirirsek
mes'ele hallolur. Tekten maksat bire indirmek... te o zaman birlik saglanırmı .
Topaloglu kendisine göre haklı. Gerçekten üzerinde ittifak edilmis konu çok az... Hemen hepsi
ihtilaflıdır. htilafı kaldırıp bire indirilmelidir. Bunun için de mezhepleri kaldırmak lazım. Dogrudan
dogruya Kur'andan ilhamı alıp bu i i halletmelidir. Evet selefi zihniyetli kimselerin yapmak istedikleri bu
de il midir? Bay Karaman da bu hususta birligi tevhidi saglamak için çalı ıyoruz, bizi tenkid de il,
takdir etmek gerekir demiyor muydu? Mertçe çıkıp mezhepleri kaldıralım demiyorlar da boyle
dolambaçlı yollardan aynı eyi söylüyorlar.
Topaloglu yine aynı sayfada kadın konusunda slâmın görü ünü bildiren Türkçe bir eserin
bulunmadı ından söz ediyor. Bu ifadede iki büyük hata vardır. Birincisi slâmın görü ü olmaz. Hatta
Mezhep imâmlarının ve miictehidlerin de görü ü olmaz. slâmın hükmü, müctehidlerin ise ictihadı olur.
Bizim için ictihadlar da kesindir. Fakat müctehidler için ictihad zandır, kesin de ildir. Ya'ni bir müctehid
bu benim ictihadım veya bu benim görü üm diyebilir. Fakat biz bu müctehidin görü üdür, diyemeyiz.
Çünkü her mezhebdeki muftabih kaviller gorüs falan de il, kesin hükümlerdir Onun için slâmın görü ü
denmedi i gibi, miictehidin de görü ü denemez.
slâmın görü ü tabirindeki ikinci hata daha büyüktür, Topaloglu'na gore acaba slamın görüsüne
göre abdestin farzı kaçtır? Böyle sual sorulmaz. Hatta slâmın hükmü bile dense uygun olmaz. Ancak
te'ville olur. slâm demek dört hak mezheb demektir. O halde dört hak mezhebin hükmü ise öyledir
denir. Topalo lu ve di er selefiler, do rudan do ruya slâmın görü ünü aradıkları için konuları karı ık
görüyorlar. Halledilmemis zannediyorlar. islâmi bir tek hükme ba lamak mumkün olmadı ına göre hiç
bir zaman modern problemlerine çare bulamıyacaklardır.
Önsozü okumaya devam ediyoruz. Bay Topaloglu diyor ki:
«(Hakikatı insanların ölçüleriyle de il, insanları hakikatın ölçüsüyle tanı) prensibine uyarak
ana ve sünnete istinad ettik.» (S. 6)
mevzuu i lerken lslamın ana kaynakları olan Kur'
Burada o kadar çok hata var ki, hangi birini sayalım. Fakat bunları Gürta 'ın görmeyi ine hayret
ediyoruz. Bu kitaplar hata ile dolu oldu u halde görmeyip Durmu Ali Kayapınar Hoca'nın firaset
kelimesini Türkçedeki kullanı ekline göre feraset yazdı diye kitap bile yazmı tır. Her selefinin kitabinı
incelerken bir fiske de Gürta 'a da atmayı prensip edindik. Tiirkiye'de mezhepsizlik olmadı ı yalanını
her seferinde ispat edecegiz in aallah...
Topaloglu'nun yukarıda belirtilen ciimlesine göre, hakikati insanların olçülerine göre tespit
edemeyiz. Acaba insanlardan maksadı ne? Mesela bunların içine müctehidler ve Peygamberler dahil
midir? Peygamberler ve müctehidler hariç demedi ine göre demek bunlar da dahildir. Bazı
mezhepsizler onlar da insandır diyor. Hatta Peygamber aleyhisselamın günah isledi ini bile
söyleyenler var.
Topaloglu'na göre mezhep imâmlarının ictihadları insan oldukları için hakikat degildir. Hakikat
nedir ve nasıl tespit edilir öyleyse? Kur'an-ı kerîme bakacaksınız oradan hakikati ö reneceksiniz.
Böylece insanları Kur'ân-ı kerîme göre ölçeceksiniz. Bunlari kim yapacak? Topaloglu ve arkada ları.
Peki mâm-i A'zam radiyallahü anhın Kur'an-i kerîmden bildirdigi hükümler hakikat olmuyor da,
Topalo lununki nasıl hakikat oluyor? Kur'ana ve Süinnete istinat ederek miictehidleri nasıl
tanıyaca ız? Kur'ana bakıyoruz, abdestin farzlarını kendimize göre tespit ediyoruz. Bu tesbite
uymayan mezhepleri ekarte ediyoruz, öyle mi?
Evet Topaloglu i te din böyle yıkılır. Mezhepler yıkıldı mı, miictehidlere itimat kalmadı mı, herkes
hakikat diye Kur'ana sarılıp kendi anlayı ına göre hareket etti mi din yıkılmıstır. Liitfen söyler misiniz
dınimizden ne istiyorsunuz?
Topalo lu aynı sayfada kadınlarla ilgili âyet ve hadisler tesbit edilerek slâmın bu konudaki
görü ünü bir kül halinde aksettirmeye çalıstı ını bildirmektedir. Kitap ve sünnete istinat etmek, ancak
muctehidlerin i idir. Müctehid misiniz siz? E er müctehid oldu unuzu iddia ediyorsanız gizlemeyin
açıktan söyleyin. Nasıl Süleyman Karagülle açıktan söylemi se siz de söyleyin. Öyle dolambaçlı
yollardan gitmeye ne lüzum var? Ne demisti Karagulle?
«Ebu Hanife ile gorüslerim arasında fark olursa, kendi görü ümü tercih ederim.»
Sizin görü ünüz de Kitab ve Sünnete dayandıgına göre, elbette slâmın ana kayna ından ilham
alacaksınız. Fakat bunu daha bariz açıklasanız nasıl olur? Ehl-i Sünnet âlimleri âyet ve hadis
bilmiyorlar mıydı? Neden onlarm tesbit ettiklerini de il de kendiniz yeni ba tan tesbit ediyorsunuz?
Mezhepsizlerin dedigi gibi yoksa onlar mikrobu falan bilmiyorlar mıydı? Televizyon falan görmedikleri
için gerici mi idiler? Onların sözleri huccet degil mi de Kitab ve sünnete sarılıyoruz diyorsunuz? Ne
yaptı ınızın farkında mısınız?
Topalo lu, önsözün sonlarına do ru baklayı a zından çıkarıyor. Diyor ki :
«Kitab ve Sünnetteki konu ile ilgili deliller iizerinde slâm hukukçularının görü lerini ve bu
delillerden çıkardıkları hükümleri naklederken hak mezheblerin hepsini nazarı itibare aldık. Ve
delil bakımından kuvvetli görünenleri tercih ettik.» (S. 6)
Topalo lu ne yapmıs? Müctehidlerin ictihadlarını da zikretmis, fakat delil bakimından kuvvetli
gördüklerini de tercih etmis. Müctehid olmayan bir kimse kendi mezhebine gore kadın ne ise nasıl
alınır, nasıl bo anır ona göre hareket eder. Mezhepler arasındaki ictihadların u daha kuvvetlidir, u
daha zayıftır eklinde Karaman'ın yaptı ı gibi hakemlik görevi yapamaz. Bu i i müctehid de yapamaz,
Çünkü her müctehid bir delili kuvvetli görmü hükmünü ona göre ictihad etmistir. Ba ka bir müctehid,
kendisini hepsinden üstün bilip onlarm yanlı ını do rusunu, kuvvetli veya zayıfını ayırmaya yetkisi
yoktur. Sadece ictihad etmeye yetkisi vardır. Bilindigi gibi Fukaha arasında, bir mezhepteki fakihler
kendileri ictihad etmeksizin kendi mezheplerindeki ictihadlar arasında tercih ettikleri ictihadlar bulunur.
Bu fakihlere Eshab-ı tercih denir. Bunlar mezhebler arasında tercih yapamazlar. Mezhebler arasında
tercih yapmak telfiktir, mezhepsizliktir. Topaloglu, mezhepler, müctehidler arasında tercih yaptı ını
söylüyor. Kitapta gorülece i gibi Hanefi mezhebindeki müctehidlerin ictihadları arasında de il, dört hak
mezheb haricindeki müctehidlerin ve mezhebsiz âlimlerin sözlerini tercih ediyor. imdi Topaloglu'nun
mezhebi nedir? Dört hak mezhebten birisinde oldugunu iddia edemez. Çünkü bir mezhebteki insan,
kendi mezhebi haricindeki bir hak mezhebin bile olsa ictihadı ile amel edemez. Ederse mâm-ı
Rabbanî hazretlerine göre mülhid olur. Yani dinsiz olur. Topalo lu ve di er selefilere göre mâm-ı
Rabbanî de kim oluyor, o insansa Topaloglu da insandır. Kazın aya ı selefilerin bildigi gibi de ildir.
Önsöze devam ediyoruz:
“Çesitli mes'
eleler üzerinde yapılan izah, tefsir ve tercihlerden, mesnetsiz ahsî
görü lerden daima kaçınılmı ve ilmî tarafsızlı ın muhafazasına elden geldi i kadar dikkat
edilmistir.” (S. 6)
lmî tarafsızlık, sol bir deyimdir. Yıllardır söyleye söyleye müslümanlara da benimsetmislerdir. lim
ile tarafsızlık yanyana gelemez. slâm sosyalizmi gibi bir sey... Tarafsızlık ne demek? Haktan veya
bâtıldan yana olmamak demek degil midir? Halbuki hiç bir müslüman tarafsız de ildir. Daima haktan,
do rudan yanadır. Müslüman kimse Ehl-i sünnetten yanadır. leride hatalarını tenkid etmeyi
dü ündü ümüz A. Lütfi Kazancı bazan hakkın sapık mezhebler tarafında oldu unu bildiriyor. Halbuki
hak daima Ehl-i sünnetten yanadır ve her müslüman da böyle itikad etmelidir. Hanefi mezhebine
mensup müslüman da Hanefide hakkın oldu una inanmalıdır. afiideki müslüman da kendi
mezhebinde hakkın oldu una inanmalıdır. Ben tarafsızım, hak bazan bu dört mezhebte oldu u gibi
bazan sapık mezheplerde de olur diye itikat etmek olmaz. Olursa ne Olur? Adam tarafsız olur, yani
taraf tuttugu bir mezhebi olmaz, yani mezhebsiz olur.
Konu harici olarak anti-parantez bir olayı anlatalım, Milli F K R'in basıldı ı matbaada, S. Kutup
hakkında methiyeli bir kitap yazan birisi dergimizdeki S. Kutub'un mezhepsiz oldu una dair yazıyı
gorünce çok bozuldu. Bayagı sert bir ifade ile «S. Kutub'a nasıl mezhepsiz diyebilirsiniz?» dedi.
Sogukkanlılıkla «S. Kutub'un mezhebi neydi?» diye sorduk. Gür bir sesle «Onun mezhebi yoktu»
dedi. Hemen cevabı yapı tırdık : «Biz de aynı eyi söyledik, mezhebi yoktu, mezhepsizdi dedik.»
seklinde cevap verince, sustu, konusmadan çekip gitti.
Müslüman kimse tarafsız olamaz. Tarafsızlı ımı muhafaza ettim diye Topaloglu gibi övünmek ne
demektir? Bir mezhebe baglı kalmadıgımı övünerek soylüyorum demektir. Halbuki Ehl-i sünnete baglı
kalıp mezhebsizlerden nakil yapmaması lazımdı. Nakil yapsa bile tenkid mahiyetinde nakil yapmalıydı.
Baidullah da ilmi tarafsızlı ına dikkat ederek bizim Peygamberimiz demiyor da slâm Peygamberi
diyerek dine dı ardan ve yukarıdan bakıyor. Biz tarafsız müslüman istemiyoruz.
Önsözün sondan ikinci paragrafında ise, ilmî ve dinî hakikatlerin ortaya cikarılması gayesi
güdüldü ü, Ehl-i sünnetin dı ında bir iddiaya yer verilmedigi belirtilerek iyi niyyetle tenkid edeceklere
tesekkur ediliyor.
Hem mezhepsizlerden nakil yap, hem belli bir hak mezhebi ölçu olarak alma, bir de Ehl-i sünnet
iddiasında bulun, olacak sey de il... Hükûmetin zam yapıp da fiatlara yansımayacak demesine
benziyor. isteyen güler, isteyen de acıklı hâlimize a lar.
lmî ve dinî hakikatler deniyor. Acaba hangi ilmî hakikat, dinî hakikat degildir? Din ilimden ayrı mı
zannediliyor?
Topaloglu'nu iyi niyetle ve Ehl-i sünnet olgusuyle tenkid ediyoruz, verdigi söze göre ikazımıza
ükranla mukabele etmesini bekliyoruz.
Bilindigi gibi Peygamberler (aleyhimüsselâm) günah i lemedikleri gibi Allahü teâlânm emirlerine
isyan edici bir hatada bulunmazlar. Kur'ân-ı kerîm ve Hadîs-i serîflerde geçen kelimelerin zahirî
manasına bakarak, mesela Feth sûresindeki ZENB kelimesini delil getirerek Peygamber
aleyhisselâmın günah isledi ini söyleyen mezhebsizler mevcuttur. Bunun gibi Adem aleyhisselâmın da
günah i ledi ini hata ettigini söyleyenler vardır. Bu hatâyı hep selefî itikatlılar yapıyor. Kelimeleri te'vil
etmedikleri için böyle azim hatalara dü üyorlar.
Selefîli i savunanlardan Topaloglu diyor ki:
« lk insanın hatası yüzünden hıristiyanların kötümser dü ünü leri kar ısında müslümanlar
tamamen ba ka türlü dü ünürler.» (S. 12)
Ehl-i sünnet itikadına göre ilk insan Adem aleyhisselâmdır. Burada alenen Adem aleyhisselâmın
hata ettigi söylenmistir. Yoksa ilk insandan maksadı Adem aleyhisselam de il de Süleyman Ate 'in
dedi i gibi bir hücre midir? Hücre ise hücrenin ilk hatasi nedir? Ate 'in dedi i gibi hücre evrimle irken
nasıl hata etmistir? Adem aleyhisselamın memnu meyvadan yemesi ne günahtır, ne Cenab-ı Hakka
isyandır. fadelerin zahir manalarına bakılmaz.
Ba ta mezhepsiz Mevdudî olmak üzere bütün selefiler Kadın-Erkek e itligi üzerinde çok
duruyorlar. nsanlık vasfı haricinde kadın-erkek e itli i diye bir ey yoktur. Fakat Bay Topalo lu diyor ki
:
«Erkek-kadın e itli inde dünyaya ait cezalarda da fark yoktur.» (S. 22)
Hemen altinda öyle diyor :
«Hatta burada kadının lehine bazı durumlar da vardır.» (S. 22)
Topalo lu, Erkek-kadın e itli inden bahsettigi sayfalarda böyle tenakuzlu ifadeleri acaba niçin
yazdı ki? E er kadının lehine bir durum varsa e itlik de ildir o. Bu, adaletle e itli in karıstırılmasından
do an selefî bir hatâdır.
Aynı sayfada «Ebu Hanife'ye göre mürted kadın ise öldürülmez.» diye bir nakil yaptıktan
sonra, Bay Topaloglu indî hükmünü basarak diyor ki :
“Kadın suçlu oldu u takdirde erkek gibi ceza görur.” (S. 22)
Mürtedlik büyük bir suç, erkekse idam ediliyor, kadınsa Ebu Hanife'ye gore ( mâm-ı A'zama göre)
idam edilmiyor. Ne demek bunlar?
Acaba bu ifadelerle öyle mi denmek isteniyor:
“Her ne kadar Ebu Hanife kadın mürted olursa öldürülmez diyorsa da kadın da suçlu
oldugu takdirde erkek gibi öldürülür. Bu Ebu Hanife'nin ahsî görü üdür, Kitap ve Sünnette
mürted kadinın öldüriilmeyecegine dair bir hükme rastlamadım. Ben ilmî tarafsızım”
Topaloglu'na soruyoruz, hangi mezhebtensiniz? Karaman gibi Hanefiyim derseniz, neden imâm-ı
A'zâmın ictihadını mutlak hak olarak görmüyor ve kabul etmiyorsunuz? Karaman da bo ama
mevzuunda imâm-ı A'zama de il, afiîye göre hareket edilmelidir diyordu. Sonra ne diye Karaman gibi
mâm-ı A'zam demeye diliniz varmıyor da Ebu Hanife diyorsunuz? Ebu Hanife demekle mâm-ı
A'zamın a'zamlı ını kaldıramazsınız.
Eshab-ı kiramın isminin zikredildigi yerlerde nedense radiyallahü anh denmemis? Kezâ Resûlullah
dendi i yerlerde nedense sallallahü aleyhi ve sellem denmemis? Peygamber aleyhisselâmı her anı ta
ona salatü selam getirmenin fıkıhtaki hükmü bilinmiyor mu? Sonra âyet ve hadis deniyor da kerîme ve
erîf gibi kelimeler neden kullanılmıyor? Bunlar fazlalık mıdır?
Cinsî sapıklı ın sebebi nedir? Elbette çesitli sebepleri vardır. Fakat Bay Topaloglu, («Bütün bu
cinsî sapiklıkların sebebi evlenmemektir.» S. 33) diyor. Sanki evli olan cinsî sapık olmazmı gibi,
sanki hep bekarlar cinsî sapık olabilirmis gibi... ste kafadan hükümler verilirse böyle hatalar olur.
S. 35 de S. Kutub'un Fizilâlinden hüccet getiriliyor. Sanki mezhepsiz sözü dinde senetmis gibi...
S. 36 da Topaloglu diyor ki:
«Bu üç âyet-i kerîme slâmda cinsi tatminin yegâne me ru yolu olan evlenmeyi izah eder,
sanıyorum.»
Sizin sanmaniz dinde huccet midir? kide bir kendinizi müctehid gibi ortaya niçin atarsınız? S. 37
de EVLENMEDE HÜRR YET ba lı ı altında bir kadının Maliki ve afiilere göre velisinin izni olmadan
evlenemiyecegi, Hanefîlerde ise evlenebilece i zikredildikten sonra, asr-ı saadetten bir örnek verilerek
velisinin iznine ihtiyaç olmadıgı ima ediliyor. Burada ne denmek isteniyor? Maliki ve Safiîlerin
hükümleri sünnete uygun degil mi denmek isteniyor?
Müslüman kadın gayr-i müslimle evlenebilir mi? Müctehidlerin do ru ve yanlı ını göstermekle
görevli Bay Topalo lu'na soralım.
Evet Topalo lu diyor ki :
“Modern hukukun kayna ını te kil eden Roma Hukukunda da aralarında din farkı bulunan
kimseler evlenemezdi. Bugün bir katoli in, hıristiyanlıgın ba ka mezhebindekileriyle
evlenmedigini dü ününce slâmın gene müsamahalı davrandı ını görürüz.” (8. 38)
Modern hukuk tabiriyle be eri sistemler o ülmek mi isteniyor? Beserî sistemler Emekli Postaci M.
hsan O UZ tarafından ELHAMDUL LLAH denerek övülüyordu. Yoksa siz de Karaman gibi postacının
müridlerinden misiniz?
Yukandaki ikinci cümledeki hata affedilir cinsten degil... slâm gene musamahalı davranmıs
demek? Yani slâm müsamahalı davranmamıs da falancalara göre gene musamahalı davranmı .
slâmdan kasıt Allahü teâlâ oldu una göre GENE sözüyle ne denmek isteniyor? Sonra müsamaha her
zaman iyi midir? Mesela mezhebsizli e müsamaha, gayri me ru i lere musamaha iyi midir? slâmın
her emri güzeldir, iyidir, fakat gene musamahalı de ildir. Gene sözünde dinde noksanlık oldu u
anlasılıyor. Gene slâm iyi... Ne demek bu? islâm genesiz iyidir. Bay Topaloglu ilmî tarafsızlı ını
belirtmek için belli bir mezhebi, belli bir dinî savunarak kitap yazmıyor, tarafsız olarak yazıyor, onun
için bu din öbürüne göre gene musamahalı diyor. Topalo lu'nun demesi bir sey degil, Gürta bu i e
niye müdahale etmiyor, onu merak ediyoruz.
Peki bir erkek gayr-i müslim bir kadınla evlenebilir mi? Topalo lu diyor ki :
«Kitablı kadınlarla evlenmek konusunda slâm alimleri arasında bazı farklı görüsler vardır.
Büyük ço unluk caiz oldugu kanaatindedir. Abdullah bni Ömer ise bunu do ru bulmaz.» (S.
39)
Büyük ço unluk caiz demis. Bu hususta icma vardır. Fakat selefilere göre icma birkac hususta
varit olmustur. Dinimizde hüküm ço unlu a göre olduguna göre, ümmet, dalalette ittifak etmiyecegine
göre ne diye bni Ömer'in (radiyallahü anhüma) ictihadı zikredilir? Maksat nedir? Dört mezhebin
haricinde ba ka hak mezheb mi vardır? Biz mezhebimize göre mi amel edecegiz yoksa eshâb-ı
kirâmın ictihadları ile mi? Kendi mezhebini bırakıp da herhangi bir sahabinin ictihadı ile amel etmek
mezhepsizliktir. Bu bizim fikrîmiz degil, mâm-ı Rabbanî hazretlerinin hukmudür.
Kocada aranılacak vasıflar nelerdir, küfüv art mıdır?
Bu hususta Topalo lu diyor ki:
((Hanefiler erke in soy bakımından kadından dûn olmasını art ko mu lardır.» (S. 45)
Hemen a a ıda afiî ve Hanbelilerin ise dindarlık neseb, san'at ve hürriyet yönlerinden dûn
olmamasi icap ettigini bildirmektedir. Topalo lu Malikiler için de öyle diyor:
((Malikilere gelince, bunlar daha serbest dü ünmü ler, dinî deliller bakımından da daha
sa lam hareket etmislerdir.» (S. 46)
Son cümle ile ne denmek isteniyor? Malikîler serbest dü ünmü de di er üç mezheb serbest
dü ünnmemi mi? Sonra serbest dü ünmek iyi midir kotü müdür? yi ise di erleri kötü etmi demektir.
Yok serbest dü ünmek kötü ise Malikîler kötü i yapmı lar demektir.
MalikîIer ne yapmı lar? Dinî deliller bakımından daha sa lam hareket etmisler. Peki öbürlerinin
delilleri çürük mü? Bay Topalo lu'na mezhebleri bu sekilde tenkid etmesine kim fetva verdi ki?
Topalo lu acaba hangi mezhepten? Dört hak mezhepten birisini söylemesi mümkün degildir.
Çünkü mukallidin kendi mezhebini tenkid etmeye hakkı yoktur. Ba ka hak mezhebleri de tenkid
edemez. mam-ı Rabbanî o büyük haliyle mezhebin bir hükmünü be enmemeyi veya onunla amel
etmemeyi LHAD olarak vasıflandırmaktadır.
Topalo lu, mezheplerin yukarıda bildirilen hükümlerini yazdıktan sonra TENK D VE TERC H diye
bir ba lık atmı , Bu ba lık bile mezheblere olan dü manlı ı ispatlamaya kafidir. Yani bazı mezhebleri
tenkid edecek ve bazılarını da tercih edecek? Bu yetkiyi Topalo lu'na acaba kim vermis ki?
Topalo lu söyle bir hükme varıyor:
“Çiftler arasında soy e itli i aramaya dair olan hadisler mevzu veya zaif olmaktan
kurtulamaz. Sahih olan hadislerden ise boyle bir huküm çıkarmak mümkün de ildir.» (S. 46)
Soy e itli inin icap ettigini hangi mezhepler hükme ba lamı tı? afiî ile Hanbelîler. Topalo luna
göre bu iki hak mezheb zayıf veya mevzu hadislere dayanarak yanlı hüküm vermislerdir. Sahih olan
hadîsleri Topalo lu ve arkadasları bilir, hak mezheb sahibleri ise bunları bilmez. Hanbelî mezhebinin
reisi mâm-ı Ahmed, üçyüzbinden fazla Hadîs-i erif ezberinde idi, içinde kırkbin hadîs-i erif bulunan
MÜSNED'i ise me hurdur. Acaba Topaloglu, Karaman ve Gürta ravileriyle birlikte kaç tane hadîs-i
erif bilmektedirler? Paygamber aleyhisselâmın her sözü hadîs-i erif oldu una göre milyonlarca de il,
milyarlarca hadis-i erif vardır. Acaba bunların hepsini Topalo lu duymus mudur? Ezberlemi midir
demiyoruz, i itmi midir? Bütün sahih hadîsleri biliyormus gibi «Sahih hadislerden böyle bir hüküm
çıkarmak mümkün de ilmis.» Sonra Topalo lu Hadîs-i eriflerden hükum çıkarmaya acaba kendisini
yetkili mi görmektedir?
Konunun sonunda Topalo lu, mezheblere ba lı olmadı ını öyle ifade etmektedir :
«Ben, Resulüllah'ın tebli lerinin ötesinde bir hakikat bilmiyorum.» (S. 48)
Topaloglu BEN diyor. Evet sen kimsin, biz kimiz? Mezheb mâmlarının ictihadları hakikat de il
midir? Onlar kafadan mı hüküm çıkardılar?
Acaba hak mezhebin mâmları Resulullahın tebli inin ötesinde bir hakikat mı biliyorlardı da Bay
Topalo lu «BEN BA KA HAK KAT B LM YORUM» diyor?
Bugün hak mezheblerden birisini bırakıp da Resulullahın tebli leri, ile yani Kitab ve Sünnet ile
amel ediyorum diyen kimseye ne denir? Dört hak mezheb'ten birisinde bulunmayan kimse nedir?
Topalo lu süt akrabalı ı hakkında ne diyor?
«Hısımlık (sihriyet) yoluyla harâm oldukları süt yoluyla da harâm olduklarına dair dört
mezheb imâmı görü birli ine varmı tır. Buna yalnız bni Teymiye muhalefet eder,
Süt akrabalı ının hikmeti hakkında Kur'anda bir i aret yoktur. Hadiste ise bazı hikmetlere
temas edilir.» (S. 53)
bni Teymiye dört hak mezhebten birisine tabî olmadı ına göre mezhebsizdir. Mezhebsiz bir
kimse muhalefet etmis ne çıkar? Sonra hak mezheblere muhalefet etmi mezhebsizlerden niçin nakil
yapılır? Hak mezheblere kar ı çıkmak, yani mezhebsizlik marifet midir de muhalefeti kitablara geçer?
Karaman gibi yoksa sen de mi mezhebsiz bni Teymiyeyi MUTLAK MÜCTEH D zannediyorsun?
Hadîs-i erifler Kur'an-ı kerîmin tefsiri mahiyetinde de il midir? Süt akrabal ının hikmeti hakkında
Kuran-ı kerîmde bir i aret yokmus, fakat Hadîs-i eriflerde varmı . Kur'an-ı kerîmde öyle i aretler
vardır ki bunu Paygamber aleyhisselâm Hazret-i Ebu Bekir radiyallahu anh'a anlatirken Hazret-i Ömer
radiyallahu anh anlayamamı tır. Sen ve biz kim oluyoruz da o mübarek kitabtaki i aret ve hikmetleri
anlıyalım. Yok diye nasıl kesin hüküm verebiliyorsunuz? Hem bunu söylemekteki maksadınız nedir?
bni Teymiyeye birazcık olsun haklılık payı mı vermek istiyorsunuz? Biraz açık konu alım, kimin ne
oldu u belli olsun.
S. 54 de Topalo lu, süt akrabalı ı konusunda Hanefîlerin kontrolu de kolay olmayan süt emme
i inde daha ihtiyatlı hareket ettiklerini zikretmektedir. Hanefîler ihtiyatlı hareket edince, diger üç hak
mezheb ihtiyatsız hareket etmis olmuyor mu? Birinin ihtiyatlı di erlerinin ihtiyatsız hareket ettigini
nereden biliyor? Mezheb imâmlari dinî oyuncak mı zannediyorlardı? Kimi serbest davranmı kimi
ihtiyatlı hareket etmi , kimi zayıf hadîslerle hüküm vermi , ya Topalo lu ne yapmı ? Hak mezheblerin
yanlı ile do rularını tesbit etmekle görevlendirilmi !
Zaniye ile evlenmek caiz midir? Evlenmenin caiz oldu unda icma vardır. Fakat bni Teymiyenin
mezhebsiz talebesi bni Kayyim zaniye ile evlenmeyi caiz görmüyor. Görmemekle kalsa pek zararlı
sayılmaz, bir de öyle bir iddiada bulunuyormus. Evlenecek kimse ya Allahın hükmünü kabul eder, ya
da etmez. Kabul etmezse kâfirdir, mü riktir, Kabul edip de evlenirse nikahı sahih olmadi ından zani
sayılır. ste âyetin manası da budur.
Ümmet dalalet uzerinde ittifak etmiyecegine gore, mezhebsiz bni Kayyim sayısız müctehidleri
kafirlikle, mu riklikle nasıl suçlar? Haydi Hocası bni Teymiyenin bni Arabi hazretlerini kafir sayması
gibi o da önüne gelen din büyüklerini böyle suçlamakta, fakat Topalo lu ne diye bu sapıgın fikrîni
kitabına yazmı tır? bni Kayyim dört hak mezhebten hangisinin imâmıdır? Onun görüsü dinde senet
midir? Mezhebsizlerden nakil yapmaktaki gerçek niyet nedir? Tarafsızlık pozu ile cevab verilirse
gülünç olur.
S. 73 te ZARUR B R AÇIKLAMA ba lı ı altında Hakikati insanlarla de il, insanları hakikatin
ölçüleriyle tanı prensibine uyularak neler yazılmı okuyalım.
« slâma dair Allahın emir ve ir atları Kur'ândadır.
......Binaenaleyh, slâmı Kur'andan ve onun tefsîri, izahi olan slâmi hükümlerin
tamamlayıcısı bulunan Resûlüllah (S.A.) in sünnetinden anlıyaca ız. Müslümanlık için hüküm
verirken her eyden önce onun kaynaklarını okumalıyız. Müslümanların hareket tarzları da bu
ölcüye göre de erlendirilir.» (S. 73)
Evet, müslümanların hareket tarzları nasıl olmalıymıs? Kitab ve Sünnete sarılmak suretiyle
olmalıymı . Müslümanın vasıfları bildirilmedi ine göre herhangi bir müslüman kasdediliyor. Müctehid
müslüman kasdedilmedigi açıktır, Mezhebsiz Re id Rıza ve di er mezhebsizler gibi siz de hiç CMA
ve Kiyas-ı Fukahadan bahsetmiyorsunuz. Neden bir müslümana Kıyas-ı fukahayı tavsiye
etmiyorsunuz da boyunun yetisemiyece i Kitab ve Sünneti tavsiye ediyorsunuz? Neden bir hak
mezhebe baglanmasını istemiyorsunuz? Hak mezhebe baglanmakla da i bitmi de ildir. Mezheb
içindeki müctehidlerin ictihadları ile de amel etmek uygun olmaz. Muftabih kaviller hangisi ise onunla
amel etmek gerekir.
Evet Topaloglu, ne diye icma ve Kiyas-ı Fukahadan, bahsetmiyorsunuz? Hak mezheblerin birisine
tabî olmayı tavsiye etmiyorsunuz? Her müslümanın Kitab ve Siinnete el atmasını istiyorsunuz? Peki
her müslüman sizin tavsiyenize göre hareket ederse böyle bir müslümanın mezhebi ne olacak?
Elbette mezhebsiz olacak. Ne diye muslumanların mezhebsiz olmasını tavsiye ediyorsunuz?
Müslümanlara mezheblerden ne zarar geldi? Mezheblerin neresi noksan?
Asırlardır kuvvetli âlimler, hatta miictehidler belli bir hak mezhebe baglanmı lardır. Neden siz
müslümanların belli bir hak mezhebe tabi olmalarını istemiyorsunuz? Gerçekten merak ediyoruz, siz
hangi mezhebe göre namaz kilıyorsunuz? Yoksa Kitab ve Sünnetten anladı ımıza göre mi
kılıyorsunuz? Büyük imâmlar Kitab ve Sünnetten anladıklarına göre dört hak mezheb tesekkül etmi tir.
Sizin de anlayacagınız de i ik olaca ına göre be inci mezhebi mi kurmak istiyorsunuz? Hayır
diyemezsiniz çünkü, mevcut hak mezhebleri tavsiye etmeyen kimse ba ka bir mezheb, ba ka bir yol
takip etmek istiyor demektir. Zaten bunu açıklamı sınız, herkes Kitaba ve Sünnete el uzatsın.
Fıkıh kitablarında aybası ve lohusa olan kadınların diz kapagı ile göbek arasına dokunulmasi
harâm olarak bildirilmektedir. Fakat Topalo lu Kitab ve Sünnette bulamadı ı için öyle demektedir:
«Ayba ı ve lohusalık halinde dinen yasak olan do rudan do ruya cinsi münasebettir.
Bunun di ındaki haller (sevisme v.s.) harâm degildir.» (S. 84)
Halbuki, diz kapakla göbek arası kapalı olmak artı ile faidelenmek caizdir. Dinen yasak tabiri her
zaman do ru de ildir. Ama Topalo lu kullanıyor. Neden mi? Birisi çıkıp da dinen erkeklerin göbek ile
diz kapa ı arasını göstermeleri harâmdır diyemez. Ancak üc mezhebe gore harâmdır diyebilir. Çünkü
hak mezheblerin birisinde harâm olan kısım seveteyndir. Dört hak mezhebin ittifak etti i konularda
dinen böyle denebilir. Topalo lunun kitabı belli bir hak mezhebe göre yazılmadı ı gibi dört hak
mezhebe göre de yazılmamı tır. Mezheb dı ı yazılmı tır. öyle ki, Dört mezheb haricindeki
müctehidlerin ictihadlarından bile nakiller yapılmı tır. Halbuki onların ictihadları bize hüccet olamaz.
Eshâb-ı Kiramın ictihadları ile amel etmek bize harâmdır. Dört mezhebin haricinde hak olan mezhebler
de vardı. Fakat onların hükümleri mevcut olmadı ından bir müslüman çıkıp da mâm-i Sevri'nin
mezhebi ile amel edemez. Çünkü dört hak mezheb üzerinde icma hasıl olmustur. Bay Karaman'ın
dedi i gibi Topaloglu da o icma, icma-i ümmet degildir deyip geçecektir.
Hak mezheblerin, yani dinîmizin yasak etti i her eyde bir hikmet vardır. Dinîmiz zararlı eyleri
yasaklamı tır. Yasaklamadıklarında ise zarar yok demektir. Zarar olmu olsaydi yasaklanırdı. Hal
böyle iken bakın Topalo lu ne diyor :
«Hamile olan kadınla münasebette bulunmak dinî bakımdan pek mahzurlu degildir. Ancak
doktorlar gebeli in ilk üc ayi son üc ay devresinde miinasebetin mahzurlu oldu unu söylerler.»
(S. 84)
Tıbben mahzurlu olan bir ey, dinen de mahzurlu olur. Ha a din bu konuda eksik midir? Pek
mahzurlu degildir ne demektir. Ya mahzurludur, ya de ildir. Tıp mahzurlu dedigine göre oraya bir pek
eklemek mi lazımdır? Çok yemek harâm oldugu gibi kadına zarar verecek her hareket elbette
harâmdir.
Azlin cevazı hakkında ise öyle bir ifade kullanılmı ; «Kadının müsaadesi alınmak sartı ile
helale yakın bir mekrûhtur, denilebilir.» (S. 86)
Tenzihen mekruh olu u nereden çıkarılmı tır? Hangi fıkıh kitabında yazmaktadır? Sonra
denilebilir ne demektir? Ya mekrûhtur, ya de ildir. htimalli kaide olur mu? Aynı Sayfada Mısır Fetva
makamının yeni tabirle do um kontrolüne verdi i cevaz nakledilmi tir. Fetva makamı verilen her yer
fetvaya yetkili midir?
S. 138 de bni Teymiye, bni Kayyim, bni Hazm, evkani gibi mezhebsizlerin icmaya aykırı
görü lerini naklettikten sonra, M. Zahid El Kevseri'nin adı geçen sahisları a ırı ekilde i neledi ini
kaydetmi Topalo lu. A ırı ekilde i nelemek ne demektir? nenin bir ucu da Topaloglu'na mı battı da
bu ifadeyi kullanmı tır? Mezhebsizler icmaya aykırı konu uyorlar, halkı sapık yola surüklemek
istiyorlar, i nelemek de il, çuvaldızlamak bile az gelebilir.
Sayfa 140 daki yaziları okuyoruz :
Sarho un talakı muteber midir? Dört hak mezhebe göre muteber oldu u bildirildikten sonra
eshab-ı kiramdan iki ki i ve Hanefîlerden bazı müctehidlerin sarho un talakının muteber olmadı ını
söylemi ler. Bu arada yukarıda ismi geçen ignelenen mezhepsizler de sarho un talakının muteber
olmadıgını söylemi ler. Netice ne oluyor? Neticeye baglamamis. Ne yaparsanız yapınız gibi muallakta
bırakmı . Aklın hangisine yatarsa öyle hareket et der gibi. Hak mezheblerden birisine baglanan
müslüman mezhebinin hükmü ne ise öyle hareket eder, ba ka müctehidler veya mezhebsizler onu
ilgilendirir mi?
Hemen asa ıda öfke halinde, öfkenin iddetli olması halinde tıpkı sarho gibi bo aması hukuken
vaki olmadı ı bildirilmistir. Bu ifadelerden yukarıda ismi geçen dört mezhebsizin görü ünün tercih
edildigi anla ılmaktadır u halde dört hak mezhebin hükmünü kabul etmeyen kimseye ne denir?
Aynı sayfada altın yüzü e cevaz veren Prof. Kamil Miras'ın da öfke ile üc talakı verenin, bu
bo amasının muteber olmadı ını zikretmi . Sanki Kamil Miras dinde sözü senet olan kimsedir.
aka ile bo amak muteber midir? Sayfa 141 de Hanefi ve afiîlere göre muteber oldu u, di er iki
hak mezhebe göre ise muteber olmadıgı bildirildikten sonra öyle bir hükme varılıyor:
“Fakat bu ikinci göru , dinî deliller müvacehesinde dü mektedir.” (S. 141) Diyelim ki zayıf,
peki Hanefiyi bırakıp da mezhebsiz mi olalım? Sonra sen veya biz kim oluyoruz da zayıfı kuvvetliyi
biliyoruz? Demek Hanefi ve afiîler kuvvetli delilleri bırakıp da zayif deliller ile mi hüküm vermistir?
Hulle maksadıyle yapılan evlenmeler muteber midir? Sözü Topalo lu'na veriyoruz:
«Hulle maksadı ile yapılan evlenmeler, harâmdır, memnudur. Resulüllahın lânetine u ramıs
bir i ten daha çirkin ne olabilir? imdi bu konuda mezheblerin görü ünü açık1ıyalım:» (S. 145)
Hemen asa ıda mezheblerin görü ü de il, hükumleri zikrediliyor. Maliki ve Hanbeli mezheblerine
göre sahih olmadıgı, Safiî ve Hanefilere göre ise hulle zikredilmemek sartı ile sahih oldu u bildiriliyor.
Netice, iki hak mezheb caiz görürken, iki hak mezheb caiz görmüyor. Fakat Topalo lu harâmdır
diyor. E er Topalo lu sıkı ınca Karamanın Hanefiyim dedi i gibi Hanefiyim derse ne olacak? Kendi
mezhebinin caiz diye hüküm verdi i bir konuda nasıl harâm diyebilir? Zimnen Resulullahın lanetledigi
çirkin bir i i iki hak mezhebin caiz gördügü belirtilmektedir. Nasıl olur da Hanefi ve Safiîler lanetlenen
bu i e cevaz verirler? Yani bunlar kafadan mı hüküm vermisler? Bu ne a ır töhmettir. Selefiler zahiri
manalara göre hareket ettikleri için böyle konu uyorlar. Hiç mâm-ı A'zam lanetlenen bir ise cevaz verir
mi? Kadının yazı yazması caiz midir? Sayfa 219 da caiz olmadı ıa dair bir hadis naklediliyor. Dipnotta
ise bu hadisin aslı olmadı ı bir mezhebsizin kitabına dayanılarak hüküm veriliyor. Sonra Topalo lu
öyle diyor:
«Kadınların tahsili ve terbiye görmeleri günah olsaydı Hazret-i Peygamber bunu yapar
mıydı?» (S. 220)
Burada ilim ö renmek ile yazı yazmasını ö renmek karı tırılmıstır. lim ö renmek kadın erkek
herkese farz oldu u malumdur. Ancak yazı yazmasını ö renmek baskadır. Mesela brahîm Hakki
hazretleri kadınlara yazı yazmasını ö retmeyin diyor. Bunları yazmakla, kadının yazı yazmasını
ö renmesi harâmdır demek istemiyoruz. Hadîs-i eriflere istinaden büyükler kadına yazı
ö retilmemesini söylemi lerdir. Ö retmek sadece caizdir. Yani fetvadır, takva de ildir. Ama ilim
ö renmesi farzdır. lim ile yazı yazmasını ö renmek karı tırıldı ından bu çıkmaza girilmi tir.
Kadın hakim olabilir mi? Sayfa 231 de Topaloglu oyle diyor:
«Kadının hakimli ini red veya kabul eden sarih bir delil yoktur.» (S. 231)
Dinîmiz kadının hakim olup olamıyacagını eksik mi bırakmı denmek isteniyor? Rahmet olması
için dinde birçok hükümler ictihada bırakılmı tır. Mezheblerin bu konuda kesin hükümleri vardır.
Hanefîye göre kadın hakim olamaz. Fakat Topaloglu Hanefi mezhebiyle amel etmedi i için Hanefî
mezhebinin her hükmünu kabul etmiyor ve (S. 232) de hakimlik islâmın menetmedi i bir ey diyor.
Selefîler delil deyince hemen Kitab ve Sünneti dü unüyorlar. Bizim için mezhebin hükümleri delil de il
midir? Sarih bir delilin olmadıgını soylemek ne demektir? Mezheb o konuda bir hüküm serdetmi se o
delil de il midir? Mezheb imâmları tarafından, Kitab ve Sünnetteki delillere istinaden çıkarılan
hükümler bizim için delildir. Mezhebsizlerin, Kitab ve Sünnetten çıkardıkları hükümler, bizim gibi
mukallidler için, Hak mezheblere uyanlar için delil de ildir.
Kadın siyasetle ugrasır mı? Topalo lu, ünlü Bahriye Üçok'tan nakil yaparak öyle diyor
«Tarih boyunca siyasetle u ra an, ordulara kumanda edip devlet idare eden kadınlar
vardır. Bunların nümunelerine slâm aleminde de tesadüf edilir.» (S. 237)
Hüccet gibi Bahriye Üçok'tan nakil yapılır mı? Dinîmizde açık gezmek fısk alametidir. Fası ın
ahitli i kabul olmaz.
Kadın devlet reisi olabilir mi? Topalo lu olmayaca ını söylüyor. Söyledi i do rudur, ancak kıyas-ı
fukahadan delil göstermemi . Kendisi sünnetten delil göstermis. Bu arada Baidullahtan da öyle bir
nakil yapmıs:
«Prof. M. Hamidullah... bu âyete istinaden kadının devlet reisi olabilecegini ifade
etmi lerdir.» (S. 241)
Hamidullah müctehid mi de Âyete istinaden konusabiliyor? Keza Topalo lu müctehid mi de Kitab
ve Sünnete göre konu abiliyor? Sonra ifade etmislerdi, eklinde ço ul kullanıyor. Bu Hamidullaha
saygı ifadesi belirtmez mi? Ki i sevdi i ile beraberdir.
Topalo lu'nun kitabı bir minval. üzere yazılmı tır. Her satirı tenkide müsaittir. Bu kadarını
yazmakla maksat hâsıl olmu tur. Nesil Dergisinde de bu tip yazılar yazmaktadır. Di er selefi kurmayı
da aynı dergide yazı yazmaktadır. Allahü teâlâ izin verdi i müddetçe pe lerini bırakmıyaca ız. Ya
onlar hak mezheblere hücum etmeyi bırakırlar veya birakmadıkları müddetçe bizden en a ır tenkidlere
maruz kalırlar.
Eger Topalo lu müftabih kavilleri esas alarak cevab verirse memnuniyetle ne rederiz.
FETHULLAH GÜLEN «SEN DE M BRÜTÜS?»
Hemen her hocanın her müftünün mezhebsiz olabilece i akıldan geçebilirdi de, sizin gibi Risale-i
Nur okumu bir kimsenin Vehhâbileri övmesi aklımızın kenarından geçmezdi. Risale-i Nur okuyup
inanan ve onunla amel eden kimsenin mezhebsiz veya Vehhâbi me rebli olmasma imkan var mıdır?
Risale-i Nur'da Vehhâbilik aleyhine ve ictihad edecek müctehid taslakları aleyhine yazılar vardır. Nurcu
denilen kimselerin Vehhâbileri övmesi mezhebleri inkar etmesi veya muctehidlik taslaması
dü ünülebilir mi? Risale-i Nurları istismar edenler hariç, hiç kimsenin yukarıda zikredilen vasıflarda
olabilece ini tahmin etmek mümkün müdür?
Almanya'da çalı an bir okuyucumuz sizin bir bantınızı göndermi . Kulaklarımıza inanamadık. Bu
ses Fethullah Hoca'nın olabilir mi diye dü ündük. Sesin size ait oldugunu zannettik. Okuyucumuz da
sizin sesiniz diye bize gönderdi. Biz bantta olanları yazalım, e er size ait de ilse bize bildirin
memnuniyetle ne redelim. Gönlümüz sizin gibi bir kimsenin Vehhâbileri sevmesini asla istemiyor.
Bantta Vehhâbi Kral Faysal'ı bir Ehl-i sünnet âlimi gibi övüyorsunuz. Kral Faysal gibi me hur bir
Vehhâbiyi övmeniz üzerine vaaz veya konu manızı dinleyen bir karde imiz size öyle nazik bir sual
tevcih ediyor:
«Kral Faysal'ın çok iyi bir slâm Halifesi oldu unu söylediniz. Faysal'ın Vehhâbi oldu u
söyleniyor, buna ne dersiniz?
Zatınızın verdi i cevab hulâsa olarak öyle :
«Bizim bir kısım mutaassıp hocalarımız olmasa Suudî Arabistanda bir tane Vehhâbi
olmayacak. Üniversiteyi idare eden üç-be hocadan ba ka ve belki üç-be tane halktan ba ka
Vehhâbi yok. Fakat bizde Vehhâbili in aleyhinde uluorta yazı yazmalar var ya... Bunlar orada
Vehhâbilerin mevcudiyetini muhafaza ettiriyor. BU HAKSIZ VE YER NDE OLMAYAN
HÜCUMLAR, onları mudafaa etme maksadı ile bir kısım hakperestleri harekete getiriyor ve
ya ama hakkına sahip oluyorlar.
Büyük bir zat diyor ki: « slâmın dı ından olsaydı dü ündürürdü. çten oldu u için slâmın
arz-ı kebiri içinde Vehhâbilik erir. Harici de ildir, kökü dı arda de ildir, içtendir.»
Merhum Faysal'ın Vehhâbili ine gelince, Faysal'da zerre kadar Vehhâbilik yoktur. »
Bu sözler size ait midir? De ilse derhal bildirin size ait olmadı ını ne redelim ki okuyucumuz
hakkınızda suizan etmi olmasın. E er bu sözler size aitse ve bu fikirlerden dolayi tövbe etmediyseniz
yine bize bildirin de okuyucularımız sizi tanısın.
lk cümlenizde ne diyorsunuz? E er bizde bir kısım mutaassıb hocalar olmasaymı , Suudi
Arabistanda bir tane Vehhâbi olmayacakmı .
Bu cümlede birbirinden büyük birkaç hatâ vardır. En mühimi itikadî olanıdır. Gaipten haber
vermek küfürdür. Mesela bir kimse dese ki «Turkiye'de Vehhâbi me rebli hocalar olmasa, bir tane
komunist olmayacak.» Komünistin mevcudiyeti Vehhâbi hocaların olup olmamasına ba lı de ildir.
Belki bunlar komünistli i körükliyebilirler veya tersine mevcudiyetlerini azaltabilirler. Türkiye'de
mutaassıb hoca olmasa, demek Medine'de bir tane Vehhâbi olmayacak. Demek suç bizim mutaassıb
hocalarda. Yani bu mutaassıb hocalar ölse veya mezhepsizler bu hocaları öldürse, anla ılan Suudî
Arabistan'da tek Vehhâbi kalmayacak. Bu mantı ınıza, bu kıyasınıza. kargalar de il, komünistler bile
güler. Mutaassıb hocaların tesiri nedir? Belki mutaasıb hocalar, Vehhâbilik akımını körükliyebilirler
veya tesirini azaltabilirler. Biz belki diyoruz, sizin gibi kat'i olarak konu muyoruz. Kimler olmasa
komünistler olmayacak? Kimler olmasa kapitalistler olmayacak?
Mutaassıb hocalardan maksadınız nedir? Taassub, salâbet yerine kullanılan bir tabirdir.
Mukaddesatı korumak hususunda fazfa sebat ve taraftarlık göstermek demektir. Ama bugün bu kelime
mukaddesata de il de hurafelere sıkı sıkıya ba lanma mânâsına gelmektedir. Siz mutaassıp
kelimesini birinci mânâda söylemi iseniz böyle mübarek kimselere dil uzatmanız affedilir mi? Yok
kelimenin ikinci mânâsını kullanmı sanız, yani sapık kimselerin Türkiye'de bulunması, Suudî
Arabistan'da Vehhâbili in yayılmasına sebep oluyor, demek istiyorsunuz. Öyle mi?
Türkiye'deki bir kısım mutaassıb hocalar ne yapıyor da Suudî Arabistan da Vehhâbileri
ço altıyorlar? Bilelim de bu i e mani olmaya çalı alım.
Suudî Arabistan'da Vehhâbilerin çok az oldu unu, üçbe tane oldu unu söylüyorsunuz. Haydi biz
bu rakamın onkatını alalım ve diyelim ki Suudun memleketinde 50 tane Vehhâbi var. Bunlar da
üniversite hocası falan... Di er halk Ehl-i sünnet demek?.. Peki bu kadar Ehl-i sünnet ne diye bir avuç
Vehhâbiyi üniversitesine hoca olarak tayin ediyor? Bu i in kayna ı yoksa bu bir avuç Vehhâbiyi kim
yeti tirmi , nerede yeti mi ?
Teypteki ifadeye göre Fethullah Hoca Medine'de birisine Vehhâbi olup olmadı ını sormu da az
kalsın a zının üstüne vuracakmı . Komünist faaliyetlerin en güçlü oldu u u günlerde hangi insanın
ben komünistim dedi i duyulmu tur? Kamufle ekli olan sosyalistim diyor. Bugün yerli ve yabanci
Vehhâbiler bir tane itikad mezhebi varken, ikiye ayırıyorlar, bir de Selefiyye diye bir ey çıkarıyorlar. Bu
selefiyye Vehhâbili in kamufle adıdır. Nasıl sosyalizm, komünizmin kamufle adı ise...
Bir insanın komünist veya Vehhâbi oldu u alnında yazmaz. tikad ve ameline bakılır. Bir kimse
dine inanmıyor, afyon diyor ve sosyalizmi savunuyorsa o komunisttir. Bir kimse de dört hak mezhebin
ictihadları ile amel etmek lazındır. Her mukallidin mutlaka bir hak mezhebe baglanması zaruridir
demiyorsa, delil olarak mezhep hükümlerinden bahsetmiyor da devamlı âyet-i kerîme ve hadîs-i
erîflerden bahsediyorsa o kimse katıksız vehhabidir. Ancak bugün Vehhâbili e kar ı oldugu halde
Vehhâbi metoduyla vaaz eden, konusan, konferans veren kimseler az degildir, Onları ikaz ediyoruz.
Mukallid için delil âyet-i kerîme vehadîs-i erif de ildir. Mezhebin müftabih kavilleridir
Fethullah Hoca da di er vaaz hocaları gibi aynen Vehhâbi metodu ile konu maktadır. E er
Fethullah Hoca Vehhâbili e gerçekten dü man ise, Vehhâbi metodu ile konu mayı ve Vehhâbi Kralı
Faysal'ı övmeyi bırakmalıdır.
Bizde ulu-orta vehhâbilik aleyhinde yazı yazılıyormu . te bu sebepten dolayı Suudistan'daki
Vehhâbilerin mevcudiyeti muhafaza edilmi ... Yani Vehhâbilik aleyhinde yazı yazılmasaymı ? orada
Vehhâbi kalmayacakmı ,.yani komünizim aleyhine yazi yazmasak komünizm bertaraf olacaktır, öyle
mi? Bu sözleri be ikteki çocuk bile söylemez, Fethullah Hoca'nın nasıl söyleyebildi ine hayret ettik.
Vehhâbileri ve Vehhâbili i öven u cümleleri tekrar okuyalım:
«Bu haksız ve yerinde olmayan hücumlar, onları müdafaa etme maksadı ile bir kısım
hakperestleri harekete getiriyor ve ya ama hakkına sahip oluyorlar.»
Diyelim ki biz uluorta Vehhâbileri tenkid ediyoruz, ne diye o hakperestler bizi degil de Vehhâbileri
mudafaa ediyorlar. Yoksa hakperest diye Vehhâbilere mi denmek isteniyor? Bu takdirde daha büyuk
gaf yapılmıs olur. Hakperestler eger Vehhâbi degil de Ehl-i sünnet ise bu alçak adamlar ne diye
Vehhâbileri mudafaa ediyorlar? Biz uluorta komunizmin aleyhine yazı yazsak Fethullah Hoca çıkıp da
komunizmi mi mudafaa edecektir? Aslında Vehhâbilik komunizmden daha tehlikelidir. Vehhâbi insanın
itikadını bozar, komunist ise insanı öldurür, o zaman belki de ehit olarak ölür insan. Fakat itikadı
bozulan insan oldü ü zaman sapık veya kafir olur. Vehhâbiler aleyhine haksız hücumlar yapılıyormus,
kim nasıl bir hücum yapmı ? Komünizm aleyhine haksız hücum yapılsa komunist mi mudafaa edilir?
Nedir Fethullah Hoca'nın bu kadar Vehhâbi taraftarlı ı?
Bir de buyük zat diye birisinden bahsediyorsunuz, eger Vehhâbilik slâmın dı ından olsaymıs
tehlikeli olabilirmis içinden oldugu için erirmis. Bunu hiç bir büyük söylemez. Bunu ancak mezhepsiz
birisi söyleyebilir. Aslında içte olan hastalık daha tehlikelidir. Dıstaki bir yaranın tedavisi daha kolay
olur. Mesela elde bir kanser olsa icabında kesilip atılabilir. Mide veya kalbde kanser olsa kesilip
atılması neye mal olur? 72 sapık fırkayı dinîmizin içinde diye küçük görmek gaflet mi, dalalet mi, yoksa
hıyanet midir? Lütfen büyük zat denilen mezhepsizin kimli inin açıklanmasını istiyoruz. Bir insanın
büyüklü ü dine olan ba lılı ı ile olçülür, Vehhâbilik kendi kendine mi erir, yoksa hiç aleyhinde
konusmamakla mi erir? Evet slâm'ın havz-ı kebiri vardır. Vehhâbili i o havuza atsak erir. Fakat bazı
mezhebsizler Vehhâbileri o havuza atmak istemiyorlar, bunun için durmadan ürüyorlar. Vehhâbilik,
kökü dı arıda ( ngiltere'de) olan bir iç yaradır.
Vehhâbilik hakkında bir hadîs-i serif yazalım :
“Arabistanın do usunda bazı kimseler zuhur edecek, bunların okudu u Kur'an-ı kerîm
bogazlarından a a ı geçmez. Okun yaydan çıktı ı gibi bunlar dinden çıkarlar. Yüzlerini
kazırlar.” Yüzlerini kazıyıp çenelerinin uclarında biraz kıl bırakırlar.
Hiç bir Vehhâbi kendisine Vehhâbi demiyor. O halde Fethullah Hoca üç-be Vehhâbinin
bulundu unu nasil bilmis? Nerede nasıl saymı ?
Bir fıkracık: Adamın biri trenle giderken bir bahçedeki 305 koyunu bir bakı ta saydı ını iddia eder.
Arkadası nasıl olur? diye itiraz edince yine bir a ılın önünden gegerken sayayım da gör der. Tamm
agılın önünden geçerken arkadası say bakalım der. Hemen bir anda saydım 270 tane koyun vardı,
der. Nasıl saydı ını sorunca, bundan kolay ne var, ayaklarını saydım dörde böldüm, buldum der.
Acaba Fethullah Hoca kaç tane Vehhâbi aya ı saymı da ikiye bölmü ki?
Bilindigi gibi Vehhâbilik hadîs-i serîfte bildirildigi gibi Arabistanın do usundan çıkmıstır. Ha a
Allahü teâlânın gökte oldu unu, Ar 'ta oturdu unu söylemekle okun yaydan çıktı ı gibi dinden
çıkmı lardır. Üç-be Vehhâbi için hadîs-i erif söylenir mi? Demek tehlike olacak kadar çok fazla ki
tehlike ikaz edilmi tir.
Fethullah Hoca, Kral Faysalda zerre kadar Vehhâbilik yoktur diyor. Hiç suratına bakmadı mı:
Resmini de mi görmedi? Vehhâbi sakalını da mı inkar edecektir? Sünneti ta yir etmek ne demektir?
Amerikan züppeleri gibi çenede sakal bırakmak hangi hak mezhebde vardır? Hangi slâm Halifesi
böyle züppe bir kılı a girmistir?
Fethullah Hoca bu ifadelerine göre slâmı bilmedigi gibi Halifeli in de ne demek oldu unu
bilmemektedir. Vehhabiligin ne demek oldu unu da hiç bilmedigi anla ılmaktadır.
Her memlekette bir Halife olmaz. Kimi Halifenin Türkiye'de oldu unu söylüyor, kimi Libya'da diyor.
Kaddafi Halife diyor. Kimi de Vehhâbi Faysal'a Halife diyor. Dünyada slâm devleti olmadı ı için Halife
de yoktur.
Suudî Arabistan'da ileri gelenler, geri kalanlar Vehhâbidir. Biz iddiamızı her zaman ispatlayabiliriz.
Suudî Arabistan'ın ne retti i bütün kitaplar Vehhâbi kitabıdır. Vehhâbi metoduyla yazi1mı tır. Ehl-i
sünnet itikadına uygun olarak, dört hak mezhebe göre veya birisine göre yazılmı tek kitap
gösterilemez. Meselâ Hac rehberleri vardır, Hanefilere göre Hac böyledlr demiyor. slâma göre Hac
öyledir diyor. Bu kitab, bni Teymiye ve bni Abdulvehhabın fikirleriyle doludur. Bu sapiklari ve
Vehhâbileri övmek de kasıt yoksa gaflet degil midir?
Fethullah Hoca'dan suallerimize cevap vermesini bekliyoruz. Cevap verirlerse memnuniyetle
ne rederiz. Vermezlerse vehhabili i seviyor demektir. Ki i sevdi i ile beraberdir. Cevab vermedi i
takdirde, bütün konu malarını toplayıp dinimize aykırı olan yerlerini tespit ederek mecmuada
ne redebiliriz. Hatırlatmak bizden...
MUHTEREM M LL F K R DAREC LER VE OKUYUCULARI LE
B R SOHBET
Milli F K R Mecmuasının bütün sayılarını inceledim. Lehülhamd er'i muhalif bir ey görmedim.
Matbaa ve sehvin dı ında hataya rastlamadım. Güzel dinîmizi yüceltmedeki bu büyük ve sert
adımınız, câhil ve suçluları ürkütürken, atalarının yolunda yürümek isteyen, hiç bir klik ve gruba
mensub olmayan ve Ehl-i sünneti kendine iar edinen, çok kimselere bu yolda size adım uydurma ve
çalı ma gayretini bah etti. Açtı ınız bu çı ır, devamlı ve mübârek olsun.
Siyasî ve dinî hiç bir hizipte bulunmadan, sivâd-ı izam üzere olup din büyüklerinden, mezheb
imâmlarından sitayi le bahsetmeniz, âlim ve velîlere hürmeti dinî vecibe kabul etmeniz, akkâm-ı ilâhi
ve sünnet-i Resülûllahı ( sallallahü aleyhi ve sellem ) aklın üstünde tutmanız, bunların erhi ve avamın
haline, anlamasına indirilmesi demek olan cma ve Kıyas, anlarına uygun makamda bulundurmanız,
mükemmel dinîmizin özüne, rûhuna vukufiyetinizin ni ânesi olarak göze çarpmakta, sizin gibi
gençlerin Allah için olan çalı maları gö sümüzü kabartmakta, gözlerimizi ya artmakta, cesaret ve
ümidimizi artırmaktadır.
Bu bir kö ede kalmı karde iniz, sizi tebrik ve tes'îd ederek kıymetli okuyucularınıza, hacmi küçük
bu mecmuayı küçük görmemelerini, dikkatle okuyup, okutmalarını, yaymalarını istirham etti imi
duyurmanızı rica ederim ve din mevzuunda uyanık bulunmak için:
1- Dinî ve din adamlarını istismar etmek en büyük bir tehlikedir. Dînin kendisi hâvî ve câmî siyaset
olup, gaye oldu undan vâsıta edilip, derecesi dü ürülmemelidir. Siyasetciler dine hizmet ve yakla ma
ile ereflenmeli, dinî kendilerine yakla tırmak ve partilerine alet yapmakla alçalmamalıdırlar. Bu nevi
bölücülük dine ve dinini sevenlere zarardır. Tevhidden, birle me'den kuvvet do ar.
2 - slâm dinînde ayrılı ın zararlı oldu u meydandadır. Sapık fırkaların, felsefeyi dine
karı tıranların ve reformcuların ortaya çıkı ının slâm dinî namına hiç bir faidesi olmamı tır. Eski
Yunan Felsefecilerinden Eflatun ve Aristo'yu slâm âleminde ihyaya çalı an Fârâbi, bni Sina, ve bni
Rü d'ün dinîmizde açmak istedikleri yara, Abdullah bin Sebe' yahudisinin, Vâsıl bin Ata'nın ve
Fadlullah-i Hurufi'nin dine vurdukları darbeden az degildir.
Diger taraftan Hüccetülislâm mâm-ı Gazâlî'nin (rahmetullahi aleyh) felsefecileri bir daha a ızlarını
açamıyacak ekilde susturmasındaki ve slâmda felsefe yapma sahifesini kapayıp, yapanların
defterlerini dürmesi, iki asırlık mu'tezile saltanatını ortadan kaldıran Ebul Hasen-i Es'ari'nin
(rahmetullahi aleyh) yaptı ı büyük i kadar büyüktür.
3 - «Ümmetin ı ı ı» ve “Dünyanın süsü” Hadîs-i erifleri ile medhedilen mâm-ı A'zam Ebu
Hanife (rahmetullahi aleyh) slâmda fıkhın ve hukukun kurucusu olarak ilelebed hep hayırla anılacaktır.
limde, ictihadda vardı ı mertebeye kimse ula amamıstır. Binlerce talebesi içinde en ön sırayı alan
Ebu Yusuf ve mam-ı Muhammed eybâni (rahmetullahi aleyhima), o din büyü ünun sözlerini
açıkladılar, mezhebini dünyaya yaydılar. Sonrakiler de kitablara geçirip, unutulmaktan, kaybolmaktan
kurtardılar. Bu usûl üizere binlerle, milyonlarla kitablar yazıldı. Sayısız âlimler, fakihler yeti ti. Bizim
gibi çok sonra gelenler, o ilimler denizinden bir yuduma, bir damlaya kavu makla itikad ve amelde bin
küsur sene geriden onların ardı sıra gitmeye u ra ıyoruz. Onlar ilmin sembolleri idiler. Meselâ mam-ı
afiî (rahmetullahi aleyh) buyurur ki, “ limden ö renip de unuttu um ey yoktur.” mâm-ı Ahmed
bin Hanbel'e (rahmetullahi aleyh) sorarlar:
- ctihad için, ravileri ile beraber yüz bin hadis-i erif bilmek yeter mi?...
- Yetmez.
- ki yüz bin yeter mi?
- Yetmez.
- Üç yüz bin yeter mi?
- Yetmez, asgari dört yüz bin bilmek lâzımdır.
Mezhep mâmlarının büyüklü ünü, ilimdeki mertebelerini buradan anlamalıdır.
Bu mânâ dar kalblerine sı abilseydi, son zamanlarda memleketimizde ve di er memleketlerde o
din imâmlarının, O Resûlüllahın birer mucizesi sayılan e siz âlimlerin ilim sofralarındaki ni'metlerin
kırıntılarına kavu makla ereflenen bazı zavallılar sofra sahibine ve ni'metlerine ükredecek yerde,
nankörlük edip, ni'mete sahip çıkmazlar, biz de onlar gibi ictihad ederiz diyemezlerdi. Asrımızın
müctehid taslakları, mukallidin ahkâmını bilmekten acizdirler. Beyt:
Kendisi muhtaç himmete bir dede
Nerde kaldı gayriye himmet ede.
Bunlar yalancı müctehidler de olmayıp, din imâmlarına uymayı, yani slâm dinine uygun itikad ve
amel etmeyi nefslerine a ır bulan mezhebsizler, sapıklardır. Mezhebsizlik mezhebinin müctehidleri
olmak isteyen, din cahilleri ve yobazlarıdır. Bu mevzuda A. Fâruk Meyan'ın Arapça-Farsça ve
Urduca'dan terceme etti i Seyful Ebrar kitabı en pek faideli ve doyurucudur.
Bu naylon müctehidler “ slâmda tasavvuf yoktur, evliya'nın kerametleri uydurmadır.” diyorlar.
A ızlarından çıkan söz çok büyük oldu. Mukallidin din konusunda kendili inden hüküm vermeyip din
âliminden haber vermesi vazifesi iken, vazifesini suistimal edip, vazifesi ve salahiyeti olmayana dil
uzatması, Hasan-i Basri, Habib-i Acemî, Ma'ruf-i Kerhi, Cüneyd-i Ba dadî, Necmeddin-i Kübrâ, Abdükadir-i Geylanî, Mevlana Celaleddin-i Rumi, mâm-ı Rabbani ve daha binlerce evliyayı (kaddesallahu
teâlâ esrarehüm) slâmın dı ında tutması, müslümanlıkla, imanla, husnuzanla bagda ır bir sey
degildir. Yani ilim sandikları, zanlarının ve bu sözlerinin slâmda yeri yoktur. Bunlar da dört
mezhebin kadıları tarafından elinden kalemi alınıp, kuyuya habsedilen yazıları ve sözleri ile Ehl-i
sünnete uymayan beyanlarda bulunan üstadları bni Teymiye ve onun acemi taklîdcileri Seyyit Kutub,
Mevdûdî, Hamidullah gibi hayırla anılmayacaklardır. Mason Cemaleddin Efgani, Abduh ve Resid
Riza'nın kozlarını, kendileri gibi imânı, slâmı zayıf, anlayı ı kıt olanlara karsı kullanmaları
kendilerine bir fazilet ve medeniyet bah etmedigi gibi, ind-i ilahide de mes'ul olacaklardır. slâmda
büyük kitlenin yolundan ayrılan bu türedilerin, bu sapıkların sözleri, küllükte açan çiçekler gibi, güzel,
parlak gorünse de kokusuzdur, faidesizdir. Mısra :
slâmda kırılan ilk i e bu de ildir.
Bir hadîs-i serîfte «Ki i sevdi i ile beraber olur.» buyuruldu. O halde, bu sapıkların ve
reformcuların âhirette kiminle beraber olacakları anla ılmı oldu.
Bir hadîs-i serîfte öyle buyurulmustur:
« lmi arttı ı halde ibadet ve yakini artmayanın sadece Allahü teâlâdan uzaklı ı artmı tır.»
slâm dini, iki dünya saâdetine kavusturmak için, Allahü teâlânın, Peygamber Efendimiz
(Sallallahü aleyhi ve sellem) vâsıtası ile, kullarına tebli etti i, itikad, amel, ahlâk ve hukuk
mecmuasıdır. Yeterlidir. Kemal bulmustur. Tekmile ihtiyacı olmadı ı gibi tedbili de küfürdür. Her iyilik,
her saadet ondadır. Onun dı ında saadet ve huzur yoktur. Kullarını en iyi bilen insanı e ref mahluk
yaratan Allahü teâlânın gönderdigi dini be enmeyenler, ya Allahü teâlânın ilim ve kudret sifatlarına
inanmıyorlar, yahut onu mutlak hakim tanımak istemiyorlar, iki halde de ona isyan ediyor, kafa
tutuyorlar. Uluhiyyet, Rububiyyet ve hâkimiyyeti kar ısında ubûdiyetlerini arz edecekleri yerde küfür
veya cünûndan ba ka kelime ile ifade edilmeyen isyanlarının cezasız kalaca ına inananlar
munafıklardır.
Aziz musliman kardeslerim, buyüklerden biri öyle buyurmustur:
“Yeryüzünde bir slâm devleti bulunsa, dünyanın siyasi muvazenesi sa lanır. Bir âlim
bulunsa, ilim geçinenler, böyle olçüsüz konu amazlar, saklanacak delik ararlar.”
Bize lâzım olan, mükellef oldu umuz dinî vecibeleri sırası ile ö renmek ve yapmaktır. Bunlar
öyle sıralanabilir:
- man bilgilerini ö renmek ve ona uygun iman etmek,
- Ehl-i sünnet itikadını ö renip, küfürden ve sapık firkaların birine kaymaktan korunmak,
- Farzları farz bilip ö renmek ve yapmak,
- Harâmları harâm bilip ö renmek ve sakınmak,
- Vacibleri vacib bilip, ö renmek ve yapmak,
- Mekrûhlari mekrûh bilip ö renmek ve yapmamak,
- Sünnetleri ö renip yapmak,
- Müstehabları, edebleri gözetmek.
Mesela tefsir okumak çok faziletlidir. Ama akaid ve fikhi bilgiler ö renmek farzdir. Bu farz dururken
faziletle u ra mak, caiz de ildir. Digerlerini buna kiyaslıyabilirsiniz.
Allahü teâlânın dü manlarını dü sman, dostlarını dost tutmak, imanın bekası için arttır. «Teberrî
olmayınca tevelli olmaz» demislerdir.
Âlimler âhirette efaat edeceklerdir. Evliya, Allahu teâlânın sevgili kullarıdır. Onlara düsman olan,
onlara karsı edebsizlik yapan, onların sevgilisi Allahu teâlânın gadab ve gayretine düçar olup, helâk
olur.
Mest üzerine mesh etmek, ehl-i sünnet itikadına girmistir.
Eshab-i kiramın hepsi her veliden daha yüksektir. Resûlüllahın (sallallahü aleyhi ve sellem)
huzurunda bir defa bulunan cahil bir köylü, o huzurdan ayrıldı ında hikmet söylerdi. Hulefa-i râ idinîn
(Aleyhimürıdvan) üstünlükleri hilafet sırasına göredir. Edille-i eri'yye dörttur. Kitab, Sünnet, icma-i
ümmet ve Kıyas-ı fukaha. Her mü'min dört mezhebden birinde bulunmak zorundadır. Zamanımızda
dört mezhebden birinde olmayan Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde de ildir.
Allahu teâlâ bize hidâyet verdikten sonra, ayaklarımızı kaymaktan korusun. Hürmetine
yaratıldı ımız iki Cihan serveri, cinlerin, insanların ve her varlı ın Peygamberi, Habib-i Muhammedinîl
Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) hürmetine bizi sevdi i ve be endi i din ve yol olan Onun yolunda
bulundursun, ona uymakla ya atsın ve öldürsün. Amin ya Rabbel alemin.
Süleyman K. AHMEDO LU
M LL F K R'E GELEN MEKTUPLAR
VAN'DAN ENVER EK NC :
Medine'de görduklerini öyle anlatıyor :
«Kimsesiz hacıların cenazelerini balık istifi gibi yanyana koyup üstünü örtüyorlar. Nispeten torpilli
olan birisine müstakil br mezar kazdılar. Mezar derin degil, cenazenin boyu kadar uzun da de il. Birisi
cenazeyi kucaklayip çukura attı, cenaze büyuk geldiginden ba ı ve kolu di arda kaldı, kazma ve
kureklerle ba ve kollarına vura vura yerlestirdiler. Vehhâbilerin bu halini görunce arkadaslarıma
(Aman ben ölürsem burada defnetmeyin memleketime götürün) diye vasiyet ettim.»
FRANSA'DAN MUHL S FER K :
«Mekkedeki mezheb mi haktır yoksa laik Turkiye'deki mezhebler mi?» diye basladı ı uzun
mektubunda Vehhâbiligin hak bir mezhep oldu unu, Abduh gibi Vehhâbi âlimleri e er kötü yolda
olsalardı, Diyanetin bunu açiklayacagını aksine Diyanetin Abduhun talebelerinden Resit RIZA’nın
Telfik ile ilgili kitabını ne retti ini yazdıktan sonra öyle diyor:
“... partili oldu unuz belli, fakat o partinin yetkilileri hiç bir zaman VehhâbiIi i
kötiilemedikleri gibi onlarla ili ki kurmak için de çalı ıyorlar. Mezhepsizlik diyerek vehhabili i
kötülemeye devam ederseniz susturmasını da biliriz.”
CEVAB:
Bu çe it mektupların cevabları verilmistir. u kadarını söyleyelim ki biz bir partinin veya partilerin
yollarında de il, Ehl-i sünnet yolu için çalı iyoruz. Bu bakımdan partilerüstü ne riyat yapıyoruz. Dinî,
partilerin politikasına göre de il, partileri dinîn esaslarına göre de erlendiriyoruz.
BURSA'DAN SA M HAKYOLCUSU :
skipli hsan Çerke li ile gönderdi i yazısı öyle :
Tasavvuf ö retmeni oldu unu söyleyen birisi,
1 - Kadınların arkı söylemesinin caiz oldugunu, siyasi konu ma yapmasının uygun
bulundu unu,
2 - Kadın resimlerine bakmanın helal oldu unu,
3 - Buhârî'den delil getirerek talak-ı selasenin olmadı ını,
4 - 73 fırka ile ilgili Hadîs-i erif’in mevzu oldu unu,
5 - Eski kitaplara itimat edilmemesini, bilhassa DAMAD isimli kitaba itibar edilmemesini, bu
kitapla bir köy bile idare edilemeyece ini söyledi. Ne dersiniz?
C E V A B:
1 - Efendim, bahsettiginiz kimse katıksız bir mezhebsizdir. Kadınların erkeklere arkı söylemeleri,
plak ile, teyp ile de duyurmaları, hatta mevlid ve ezan okuyarak duyurmaları da harâmdir, büyük
günahtır. Seslerini ancak zaruret hallerinde baskalarına duyurabilirler. Hele zaruret yokken seslerini
erkeklere duyurarak siyasi nutuk çekmeleri dinîmize aykırıdır.
2 - Kadınların resimlerine ve televizyondaki goruntülerine ehvetle bakmak harâmdır, göz
zinasıdır. Maalesef müslumanlar, politikacılara bakaca ız diye onun bunun karısına bakıyorlar.
3 - Bir anda üç talak vermeyi kabul etmeyen bni Teymiye ve mezhepsiz talebeleridir. Üç talakı bir
anda vermek bid'at ise de talak-ı selase olmus olur. cma vardır. Mezhepsizler CMA'yı falan inkar
ederler. Onlar için tek delil bni Teymiye ve di er mezhepsizlerdir.
4 – “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır, biri hariç hepsi Cehenneme gidecektir. Cehennemden
kurtulan fırka ise benim ve eshabımın yolundan gidenlerdir.” (YAN EHL- S NNET VEL
CEMAAT FIRKASIDIR) mealindeki hadîs-i erif bütün sahih kitaplarda vardır. Mezhepsiz, sapık
mezhepleri hak gibi göstermek için bu hadîs-i erife mevzudur demek istiyor.
5 - timat edilmesi gereken kitaplar eski kitaplardır. Mezhepsiz birisi ile konustu umuzda
Karadenizli bir müftü, bu mezhepsize itiraz ediyor. Karadeniz ivesiyle «DAMADDA BÖYLE YAZAY»
diyor. Mezhepsiz ise müftü efendi ile dalga geçerek «KAYINPEDER DE BA KA YAZAY» diyor.
Damad,
eyhülislâm'ın damadı oldu u için bu isim verilmi tir. Adı, Abdurrahmân bin
Muhammed'dir. 1078'de vefât etmistir. Mecma'ul-enhür ismindeki MÜLTEKA ERH meshurdur. Senet
bir kitaptır. Bu ö retmenin S. Uluda oldu unu zannediyoruz.
TRABZON'DAN KAYA YILDIZ:
Tamamen Ehl-i Siinnete zit olan mektubunda diyor ki:
«Hep Edille-i Erbaa'
dan bahsediyorsunuz. Bizim için tek delil var: KUR'AN. Onun için
«Kur'andan alıp ilhamı» denmistir. Aslında Hadisler de delil olur, fakat mevzu hadis yazdıkları
için hiç bir hadis kitabına itimat kalmamı tır. En sa lam bilinen Buhârîde bile mevzu hadis
vardır. Modern Problemler Kar ısında slâm Hukuku isimli kitapta Prof. Mahmasani bu durumu
açıklıyor. Bu kitabı Karaman Türkçeye çevirmistir. Bir tek dahi olsa kitabına mevzu hadis alan
kimselere nasıl itimat ederiz? Di erlerinin mevzu olmadı ını nereden bilelim? Kur'âna sarıldık
mı tehlikeden kurtuluruz. On tane do ru olmaz, bu bakımdan mezheplere itimat edilmez. Kur'an
dururken mezhep imâmlarına ba lanmak irktir. Bu bakımdan mâm-ı evkani taklîdi harâm
saymı tır.
Kur'ânı Ebu Hanife anlar da biz anlıyamaz mıyız? Kur'ânı herkes anlar, Kur'an süs için
inmemistir. Anla ılsın diye Arabça indirilmistir. Kur'an denizse, mezhep bir damladır,
mezhepler sizin olsun Kur'ân yeter bana.»
CEVAB:
Mezhepsizli in tesirinde kalmi toy bir gence benziyorsunuz. Bir hadîsin mevzu olup olmadıgını
ancak salahiyetli slâm âlimleri bildirir. Mesela mâm-ı A'zam, mâm-ı Buharî, mâm-ı Gazâlî, mâm-ı
Rabbânî veya ba ka bir imâm, bu hadîs-i erif SAH H'tir diyorsa sahihtir. Biz bir hadîsin mevzu olup
olmadı ını, neshedilmi olup olmadıgını nereden bilelim? Kur'an-ı kerîmi ve Hadîs-i erifi en iyi
anlayan slâm âlimlerinin ve mezhep imâmlarının kitaplarını okursak ancak o zaman Kur'an-ı kerîmle
amel etmi oluruz. slâm büyüklerinin kitaplarında ve Kütüb-i Sittede tek mevzu hadis yoktur. Ehl-i
Sünneti suçlamak için din büyüklerinin kitaplarında mevzu hadis oldu unu mezhepsizler ve Vehhâbiler
soylemektedir. Mahmasani mezhepsiz bir vehhabidir. Abdulvehhaba miictehid diyen bir sapıktır.
Mezhep imâmlarma ba lanmak demek Kur'ana ba lanmak demektir. mâm dedi in evkani ise
mezhepsiz bir siîdir. Kur'an-ı kerîmden istifade mezhep mâmlarının, mufessirlerin bildirdikleri ekilde
olur. Hüküm çıkarmak için Kur’ân-ı kerim okunmaz. O'ndaki bütün hükümleri mezhep imâmlarımız
bildirmi tir. Dinîmiz noksan de ildir, yeni bir hükme, reforma ihtiyacı yoktur.
ADAPAZARI'NDAN HAL L MERT :
Abonesini kesmek istedi i mektubu öyledir :
«Açık konu uyorum, samimi konu uyorum, sozümde hiç yalan yok. Abonemi kesmekle
kalmıyor, di er abone olanları da bıraktırmak için çalı aca ım. Sakın bu da mezhepsizlerin
ma ası mıdır diye bir ey aklınıza gelmesin. Mecmuanızda dinîmize aykırı bir husus görmedim.
Fakat Vehhâbilerle ve mezhepsizlerle fazla u ra manız bizim camiada çatlaklar meydana
getiriyor. u Vehhâbilerle yapılan kültiir anla ması meselesi yüzunden bizim camiaya darılanlar
oldu. Biz önce slâmı kurtaralım, sonra içimizdeki mezhepsizleri temizleriz diyoruz. Siz ise
içimizdeki birkaç mezhepsize veryansın ate ediyorsunuz, camia da ılıyor, sözleriniz do rudur,
fakat her do ru her yerde söylenmeyece i için zararlı oluyor. Biz Vehhâbi olsun, sosyalist
olsun. Mısırla, Libya ile S. Arabistanla i birli i kurmak istiyoruz. Siz ise bunlar solcu ve
Vehhâbi diye i birligini kabul etmiyorsunuz. Kime gidelim? Amerikan gavuruna mı, yoksa Rus
komünistine mi?»
CEVAB:
Samimi tenkidleriniz için tesekkür ederiz. Mecmuamızda dine aykirı bir husus yoksa biz
müsterihiz. Biz sosyalist ve Vehhâbi Arap devletleri ile i birli i ve ticaret anla maları yapılmasın
demiyoruz. Arap ülkeleri bizim için iyi bir pazardir. Ancak onlarla kültür anla ması gibi zararlı bir
anla ma yapmayalım diyoruz. Sosyalist Mısır'dan bize ne kültür gelir? Vehhâbi Arabistan, bize
Vehhâbilikten ba ka ne verebilir? Ruslarla kultür anla ması yaptık Lenin'in, Mao'nun kitapları serbest
satılır oldu. Arabistanla Kültür anla ması yaptık, bütün dinî muesseseler Vehhâbi kitapları ile
bombardımana tutuldu. Zararın neresinden donersen kârı orasıdır. Türkiye'de ve Almanya'da bazı
müslümanlar Vehhabi hayranlı ından dolayı, kimi de bilmeyerek bir gün önce bayram yaptılar. eriata
uymak varken, Vehhâbiye veya takvime uymak olmaz. Bunu 31. sayımızda etraflıca izah etmistik.
ANKARA'DAN VEL BA LUMLU :
Dolgu di mevzuunda diyor ki:
«Kendisinin vaaz hocası oldu unu söyleyen papyon kravatlı, kovboy fotörlü, kellifelli birisi,
(dis doldurtmakta zaruret oldu u için, üstelik mâm-ı Muhammed'in sallanan di leri altın tel ile
ba lanmasına ait fetvası oldu u için di doldurmak ve kaplatmak Hanefi mezhebinde gusle
mani de ildir. slâm dinî kolaylık dinîdir, zorluk çıkarmak harâmdır) dedi. Ayrıca zmirli smail
Hakkı'nın da bu hususta fetvası oldu unu söyledi. Bu hususta sahih nakillerinizi bekliyoruz.»
CEVAB:
Karde im, di dolgusu hakkında 15. sayımızda Ehl-i sünnet âlimlerinden yeteri kadar nakil
yapmıstık. Buraya o yazının kısaca özetini alırsak tatmin olursunuz in aallah.
Kayıtlı Halebiyyi sagirin 30. sayfasında, Gurer serhi Durer'in 17. sayfasında Mecmaülenhürün 11.
sayfasında gusulde Hanefi mezhebinde agzın ve burnun içini yıkamanın farz oldugu, tırnak üzerinde
hamur kurusu (ya lı boya, oje, seletop, bant ve benzerleri) kalıp altına su geçmedi i takdirde guslün
caiz olmadı ını bildirmi lerdir. Agzın içinde de di e yapısmı sakız olsa altına su geçmese gusül yine
caiz de ildir. Yıkanması farz olan yerlerin i ne UCU kadar kuru yer kalmamak üzere yıkanması farzdır.
Di doldurmak ve kaplatmak bir ihtiyactır, fakat zaruret degildir. Zarureti mâm-ı Rabbanî (Kuddise
sirrûh) öyle tarif etmektedir: “Her ihtiyaç zaruret sayılmaz, ZARURET, ba ka çare bulamamak
demektir.”
Zaruret halinde domuz eti yenir ve arap da içilir. Tabii bunlar ölmeyecek kadar yenir içilir. Zaruret
icabı domuz eti yemek caizdir diye, karnı aç birinin açlık ihtiyacını gidermek için henüz kuvveti yerinde
iken domuz eti yemesi nasıl caiz de ilse, ihtiyaç olan di kaplatmayı zaruret sanarak sabit di
taktırmanın gusle mani olmadı ını söylemek de câiz de ildir.
âyet di doldurmak zaruret olsaydı elbette di doldurmak Hanefi'de gusle mani olmazdı. Seyyar
di taktırmak mümkün iken yine de ihtiyaca binaen di kaplatmak veya doldurmak bazı artlara göre
caizdir.
Evet mâm-ı Muhammed, sallanan di i altına tel ile ba lamaya cevaz vermistir. Fakat bundan
sabit di yaptırmanın caiz oldu una kıyas yapabilmek için insanın mezhepsiz olması gerekir. Zira
mam-ı Muhammedin ictihadına uyarak altın tel ile di ba lamak caiz oldugu gibi gümü yüzük takmak
da caizdir. Ancak câiz olan gümü yuzu ün altına su geçmezse gusüul tamam olmadı ı gibi altın telin
altına da su geçmezse gusül yine tamam olmaz. Altın telin altına su sızar. Fakat kaplamanın altına su
geçmez.
Tekrar ediyoruz, gusülde altını yıkamak artı ile parma a gümu yüzük takmak caiz oldu u gibi,
sallanan di i, altını yıkamak sartı ile altın tel ile ba lamak da caizdir. Kaplama ve dolguda altını
yıkamak mümkün olmadı ına göre 15. sayımızda izah ettigimiz kolaylıktan istifade edilir. Böylece süs
için de olsa di doldurmak ve kaplatmak gusle mani olmaz. Gerekli artı 15. sayımızdan
ö renebilirsiniz.
« slâm dinî kolaylık dinîdir, zorluk çıkarmak harâmdır.» sözü üzerinde de biraz duralım. Ehl-i
sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre dinde zorluk yoktur demek, Allahü teâlâ gücünüzün yetmiyece i
i i size yüklemedi, kolaylık emretti demektir. Yoksa herkes ho una giden eyleri yapsın, nefsine zor
gelenleri yapmasın, ibadetleri keyfiye göre de i tirsin demek de ildir. Dinde yapılacak ufak bir
de i iklik küfürdür, dinsizliktir. Dinde zorluk yoktur diyerek uzun yaz günleri oruç tutulmamasını,
Almanya'daki i çilerin i zamanında oruç tutmayıp izin aldikları zaman tutulmasını söyleyen
mezhepsizleri çok görduk. Urfa gibi çok sıcak bir bölgede, uzun yaz günleri tarlada çalı an bir insanın
oruç tutması çok güçtür, seyyar di takmaktan, hatta di siz durmaktan daha güçtür. Fakat güç diye
Allah zorluk emretmedi diye oruç tutmamak, kı ın kısa günlere tehir etmek uygun olur mu? Bunun gibi
mezhepteki müctehidlerin veya ba ka mezhepteki müctehidlerin kolay gelen fetvalarını, ictihadlarını
toplamak da caiz olmadı ını, telfik oldu unu, bunun ise batıl oldu unu Ehl-i sünnet âlimleri bildirmi tir.
Mezhepsizler dinde zorluk yoktur diyerek kolaylarına gelenlerini yapıyorlar. Milleti de cünüp
gezdirmekten çekinmiyorlar.
Efendim, zmirli smail Hakkı camilere sıra konmasını teklif eden dinde reformcu bir kimsedir.
Ayrıca Mezhepsiz Resit Riza'nın mezheplerin birle tirilmesi ile ilgili kitabına takriz yazan bir
mezhepsizdir. Onun sözü ve naklî nasıl hüccet olur? Üçüncü defa tekrar ediyoruz, altın tel ile
ba lamak ayrı ey, altına su geçip geçmemesi ayrı eydir. Caiz olan gümü yüzük çok sıkı olup altına
su geçmezse gusül câiz olmaz. Gümü yüzük takmak caizdir. u halde altına su geçmezse de gusül
yine caiz olur diye mezhepsizce, zünnarlıca inat etmek katmerli cahilli in birer nümunesidir.
Rize'
den Ahmet Yıldız:âdında
Uzun mektubunda diyor, ki: «Arastırdı ıma göre ictihad için gerekli artlar 20. Asırda bir kiside
toplanacak cinsten de ilmis. içtihat kapısı açık oldu una göre buna lüzum görülmez mi? Yani ehl-i
sünnet imâmları olan dört mezhep imâmının içtihatları bütün zamanlar için geçerli oluyor mu?
Tahminime göre bugunkü meselelere gerekli cevap verilememektedir. Mesela kutuplarda namaz nasıl
kılınır? Bunun gibi meseleleri âyet ve hadîsin ı ı ı altında bir karara varmak üzere bran ında ehliyet
sahibi ki ilerden te ekkul edecek bir uranın toplanması nasıl olur? Bu gorü lerden dolayı benı yanlı
anlamamanızı ayrıca istirham ederim. Bu konularda beni aydmlatmanız için yazıyorum.»
CEVAB : ctihad için gerekli artlar yok ise müctehid yok demektir. Kırk avamdan bir evliya
olmadı ı gibi kırk evliyadan da ha a bir Peygamber olmaz. Kırk Peygamberden de bir ahir zaman
Peygamberi olur mu? Kırk profesörden, kırk din i leri müdüründen de bir müçtehid olamaz. Bir kimse
bütün islâmî ilimlerde profesör olsa ilâhi mevhibe sahibi olmadan müçtehid olamaz. çtihad kapısını
kapatan olmamı , müçtehid olmadı ından kendili inden kapanmı tır. Sonra içtihada lüzum da yoktur.
Bütün meseleler çözülmüstür. mâm-ı Azam, yarım milyon mesele halletmis ve 64 bin umumî kaide
koymustur. Bu kaideye gore mezhep içindeki müçtehidler gerekli fetvalar vermislerdir. sa
Aleyhisselâm bile yer yüzüne geldi i zaman Hanefi mezhebine göre hükmedece ini islâm âlimleri
yazmaktadır.
Namaz için öyle hükümler koymuslar ki de il yirminci asır yirmi birinci asır olsa yine de i mez.
Her zaman ve mekânda tatbik edilebilir. Her mezhebe göre, namazların vakitleri belirtilmi tir. Altı ay
gece, altı ay gündüz olan yerlerde bu vakitler te ekkül etmiyor. Hanefide vakit namazın sebebidir.
Sebep bulunmadıkça namaz farz olmaz. Bu ölçüye göre aya giden müslümanın, kutuplarda ikamet
eden bir mü'minin namaz kılması için bilmedi i bir husus kalmaz. Vakit varsa, girmi se kılar, yoksa
kılmaz.
Mukallid olarak bizler, hemen âyet-i kerîmeye veya hadis-i erife bakıp ahkam çikaramayız.
Bizlerden çok iyi bilen mezhep imâmları ve mezhep içindeki âlimlerin kavillerine bakarız. Mesela
hadîs-i erîfte «Namaz kılmayan kâfirdir» denmektedir. (Menterekessalate muteammiden fekad
kefere.) Biz hadîs-i erife göre hüküm veremeyiz. Mezhebimizin kavline bakarız. Mezhebimiz Hanefide
namaz kılmayana kafir denmez. Biz mezhebin hükümlerine de il de âyeti kerîme ve hadîs-i
eriflerden anladıklarımıza göre hareket edersek mezhepsiz oluruz maazallah. Müçtehid olmayan
kimsenin âyette böyle yazıyor, hadiste böyle geçer, demesi yanlı tır. Bu hadîs-i serifi hanefi âlimleri
öyle açıklamıstır demek lazım. Müfessirlik kudreti olmayan kimsenin âyeti kerîmeye mana vermesi
haddini bilmezliktir.
Modern problemler çıktı, içtihad lazımdır, demek yanlı tır. Mezhebimizde yanlı lık yoktur.
Mezhebimizin hükümlerini ö renip mezhepten çıkmamaya gayret edelim. Allahü teâIâ'ya emanet
olunuz.
Almanya'dan Ahmet Erdo an :
Mektubunda diyor ki: « bni Teymiyye, Mevdûdî ve Hamidullah gibi ki ilerin durumlarını herkese
kabul ettirdi imiz halde, Seyyit Kutub'un bir hatâsını söylesek «Seyyit Kutub'a bir sey söyleyen kâfir
olur» diyorlar. Ne yapâlim?
CEVAB : Necip Fazil, BÜYÜK DO U'da öyle der: “Seyyid Kutup, büyük sahabi Hazret-i Osmanı
en a ır ekilde tenkid etmis, böylece dalaletlerin en a ırına dü mü bir insandir.”
Seyyit Kutub, bni Teymiyye'yi hüccet kabul eden bir kimsedir. Hemen bütün kitablarında bni
Teymiyye'den delil getirdi i görülür. Karaman'ın tabiriyle muayyen bir mezhebe ba lanmadan
kitablarını yazmı tır. Bu durum Karaman'a göre gerçek âlimlerin takip edecekleri tek yoldur.
Fakat ehl-i sünnete göre ise bu yol mezhebsizliktir. Bir insan müctehid de olsa kitaplarını kafasına
göre de il, muayyen bir mezhebe göre yazması lazımdır. Bizi kendisi de il kitapları ilgilendirir. Kendisi
makbul insan bile olsa kitapları ehl-i sünnete aykırıdır. A ere-i mübe ere'den üçüncü Halifeyi tenkid
etmesi ise affedilmez hatadır. Hattâ küfür oldu unu mâm-ı Rabbânî hazretleri bildirmi tir. Hiç bir ehl-i
sünnet âlimi Hazret-i Osman Radiyallahü anhı tenkid etmemi tir. De il Hazret-i Osman gibi büyük bir
sahabi, herhangi bir sahabi bile tenkid edilmez. Eshab-ı kiramın tamamı cennetliktir, onları tenkid
Hadîs-i erifle men edilmi tir. Seyyit Kutub Hazret-i Osmanı tenkid ederken bir ey yok, biz Seyyit
Kutub uralarda hatâ etmi dememizi büyük suç i lemi kabul eden gafillere söz kâr eder mi?
stanbul'
dan Ali Sertkaya:
önderdi i mektupta mezhepsizlerin faaliyetleri ve fikirleri hakkında özetle söyle diyor :
«Ö rendi ime göre Konya'da mezhepsizlerin lideri Ahmet Bey diye birisi varmı . Bu Ahmet Bey'in
ba kanlı ında bir toplantı yapmı lar. Toplantıya errüddin de i tirak etmi . Yeni bir parti kururmasını
teklif etmi ler. Lider mevzuunda karara varamamı lar. errüddini teklif etmi lerse de, errüddin, çok
yara aldı ını, basının bilhassa Milli F K R'in kendi fikirlerini çürütücü mahiyetteki ne riyatının çok
tesirli oldu unu ileri sürerek lider olmayı reddetmi , Ahmet Bey diye birisi üzerinde duruyorlarmı .
Bazan Sahabe tatbikatı diyerek edille-i er'iyyeyi ikiye indiriyorlar, bazan da, çe itli tevillere giri erek
Kitab ve Sünneti inkâr, tahrif ve tezyif ediyorlar.
Lât, Menat gibi putların kulları hakkındaki âyet-i kerimeleri Allahü teâlânın kullarına uyguluyorlar.
Buhârî ba ta olmak üzere Kütüb-i Sittedeki hadîs-i erîfleri MEVZU olarak damgalamaları
yetmiyormus gibi Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemi iki parçaya ayırıyorlar. «Kul Muhammed,
Resûl Muhammed» diyorlar. Tabii delilleri de hazır. «Abdühü ve Rasülühü» diyorlar. «Peygamberin
kul olarak söyledikleri ve yaptıkları bizim için delil olmaz.» diyorlar. «Bizi sadece Resûl olarak
söyledikleri ba lar.» diyorlar. lerine gelmeyen hadîs-i erîfleri «Bunu Kul Muhammed söyledi»
diyorlar. Bay Hayrettin Karaman'ın tercüme etti i MODERN PROBLEMLER KAR ISINDA SLAM
HUKUKU isimli kitapta Mahmasani bu fikre yakın olarak «Peygamberin dünyaya ait söyledikleri
bizim için delil olmaz.» diyor. Yerli mezhepsizler Mı ırlı mezhepsizleri gölgede bırakacaklar, bu
gidi le.
Seyyit KUTUB hakkındaki yazınız mahzı hakikattır, çok güzeldir. Ancak, yerli mezhepsizler harıl
harıl çalı ırken hedefi da ıtıp yurt dı ına ta ırmak sizi zayıflatır. Sonra yazınızı okumadan karar
veriyorlar «Seyyit Kutub, nasıl mezhepsiz olur?» diyorlar. Bir defa okusalar anlarlar ama.
errüddinin yeminlilerini teker teker te hir etseniz iyi olur. errüddin, yaygaracı Ahmet Bey ve
ürekaları toplanıyorlar. Masonluk prensipleri üzerinde yemin ediyorlar. errüddin, «Masonluk ne
ediyor da dünyaya hakim oluyor? Onun metodunu ne diye kullanmıyoruz?» diyerek birçok masum
karde lerimizi kandırarak hepsine yemin ettiriyor. Böylece beyni yıkanan mezhepsiz sayısı çok,
haddinden çoktur. Bunların birbirlerine olan ba lılıkları karde in karde e, babanın o ula olan
ba lılı ından daha kuvvetlidir.
Bunların Mısırlı mezhepsizlerden ayrı tarafları da var. Fiili gerilla faaliyeti içerisindedirler.
Mezhepsizlik fikri gerillasının fiili gerilla durumuna geçmeden kirli çamasırlarını çıkaralım. mâmHatiplerin tümünün bunların olmadı ını gösterelim. Bu bakımdan imdilik yurt dı ındaki mezhepsizleri
bırakıp içerdekilerle mücadele edelim.
Ankara'da birisi varmı , Tay mi ne diyorlarmı , her neyse at veya katır, bu adam da Y. slâm
Enstitülerinin fakülte yapılmasına çalı ıyormu . Rejimin fetvaciları fakültesi mi olacak ne olacak?
Malum ellere teslim etme manevrası... Allahü a'lem masonluk bu i e e ilmi , fakülte yapacaklar
enstitüleri.
Diyaneti de tamamen ele geçirmek için çalı ıyorlar. Tayyare-i Nârın oyununa gelerek
mezhepsizlere ekmek ya lıyorlar. Yakında % 20'yi geçmeyen faizlere cevaz verilirse hiç a mayın.
Fuh u önlemek maksadıyle genelevlerin me ruiyetine dair fetvalar, daha do rusu Fekayh hükümlerini
bekleyin.
Mezhepsiz grubun mühim mevkileri i gal edip devlete tesir etmesinden endi eleniyorum. Allahü
teâlâ yardımcımız olsun.»
CEVAP:
Muhterem Efendim, mezhepsizli in felâketini bildi imiz için dergiyi çıkarıyoruz. Mısırlı
mezhepsizlerle u ra mamızın sebepleri yerli mezhepsizler onların kitaplarını materyal olarak
kullanıyorlar. Beyinlerini onların kitapları ile yıkıyorlar. Mevdûdî'nin, Seyyit Kutub'un, Ebû Zehra’nın
kitapları tercüme edilmese ne diye onlarla u ra alım? Bu kitapları Büyük slâm âlimi falancanın kitabı
diye gençli in önüne sürüyorlar. Hizip ayrılıklarını bir tarafa bırakarak birlikte çalı ılırsa mezhepsizlik
tehlikesi önlenebilir.
OKUYUCULARIMIZA
S. Kutup hakkındaki yazımızı sitemle kar ılayan üç abonemizden mektup geldi. Bu karde lerimiz
daha dergiyi okumadan vay Seyyit Kutup aleyhinde yazmı lar diye bize mektup yazmı lar. Mecmuayı
okumadan karar vermek müslümana yakı maz. S. Kutup'u niçin tenkid ediyorsunuz denece i yerde,
S. Kutup'un ,böyle sapık bir fikrî olup olmadı ını inceledikten sonra görü lerini bildirmeleri gerekirdi.
Pe in hüküm vermemeleri icap ederdi. .Pe in hüküm ancak mezheplerin imâmları içindir, Ehl-i sünnet
âlimleri içindir. S. Kutup islâm büyüklerine dil uzatmı mıdır? Mezhepsizleri övmü müdür? E er
gerçek durum böyle ise, artık bu kimseyi babamız da olsa sevmemiz din anlayı ımıza uygun olur mu?
Ölçümüz dindir, hak mezheplerdir. Rıza-i ilahiye uygun olarak bu olçü ile bizi tenkid eden çıkarsa
Allahü teâlâ razı olsun. Yok falanca S. Kutup tenkid edilmez dedi diye bize kızanlara da acıyoruz,
Cenab-ı Hak onlara hidâyet nasip etsin.
Kiitahya'dan brahim Özkür:
Karde imizin mektubu öyledir:
«Derginize çıkı ından beri aboneyim. n allah bundan sonra da devam edece im. Çünkü,
gerçekten partiler üstü bir zihniyetle ne riyatın devam ettirmesi bilhassa Ehl-i siinnet itikadını
zedelemeye kalkı an, kendilerini müctehid sanan gafillere, reformculara cevap vermesi, bu
yolda müslümanları uyarıcı mahiyette çalı ması hiç üphesiz bizleri sevindirmektedir.
Davamıza hizmet eden Sebil dergisini de okuyorum. Sebil son sayılarında nedense Seyyit
Kutub'a fazla yer vermeye ba ladı. Kadir Mısıro lu bu husus için kendisini tenkid edenlere iki
devrede incelenmesi gerekti ini yazdı. Birinci Devre solcu, ikinci devre müslüman olmasıymı .
Fakat bu açıklama beni tatmin etmedi.
Siz ise Seyyit Kutub'un müslüiman devresindeki kitaplarından misaller vererek mezhepsiz
oldu unu ispat ettiniz. Fakat nasıl oluyor da Sebil sizin ne riyatınıza ters tarzda bir yol takip
ediyor? ki dergi aynı görü ü niçin savunamıyor? Üstelik mezhepsizlerle amansız bir mücadele
yapan Ahmed Selami Bey niçin uyuyor? Cevaplarınızı bekliyorum.»
CEVAP
Karde im, yakın ilginizden dolayı Cenab-ı Hak razı olsun. Her karde imizin sizin gibi uurlu
dü ünmesini isterdik.
Sebil'in S. Kutub gibi önce sosyalist, sonu mezhepsiz bir kimseyi reklam etmesine biz de a tık.
Tanıdı ımız kadarıyla Kadir Bey Ehl-i sünnet birisidir. Vehhâbili e dü mandır. Tasavvuf hakkındaki
yazıları için Vehhâbi me repliler onu tenkid etti. Kadir Bey S. Kutup'u sevmez, ancak bilmedi imiz bir
sebeple onun reklamını yapıyor, her do ru her yerde söylenmeyece i için bu suale cevap
veremiyoruz. S. Kutup iki devrede incelenmesi gerekir gibi bir ifadesi hiç uygun de ildir. Çünkü
sosyalist oldu u devresi bizi ilgilendirmez, hiç kimse de o devresini kötülememektedir. Kendi
anlayı ına göre savundu u müslümanlı ı an-latan devresini vesika göstererek tenkid ediyoruz.
Arzetti iniz gibi Ahmet Selami Bey, gerçekten mezhepsizlerin ba dü manıdır. Ona konferans
verdirdik, ahsen tanırız. Bu konuda uyumuyor, susuyor. S. Kutup hususunda yazı yazmaya kalksa
hizmet aksar. Hizmet edebilmek için bazı tavizler vermek mecburiyetinde kalıyor. Gerek Kadir Bey,
gerekse Ahmet Selami Bey için hüsnü zan ediyoruz. Daha büyük hizmetler verebilmek için bazı
tavizler veriyorlar sanıyoruz.
Tokat'tan Rıza Demirer:
Mezhepsizleri tenkid ederken sert lisan kullandı ımızı Mustafa Sabri Efendi gibi yumu ak lisan
kullanmamızı tavsiye etmektedir. Bir de S. Kutub'un Abduhu tasvip etti ine dair bir vesika
göstermedi imizi belirtmektedir.
CEVAP:
Karde im, ilim ehline ilimle hitap edilir. Ehl-i ilim mezhepsizleri zaten bilir. Bizim tanıtmamıza
lüzum kalır mı? lim ehli olmayanlar ise fiske ile uyanmaz, ba larına ta ya dırılırsa belki uyanabilirler.
S. Kutub, Fizilâlde, Fil sûresinin tefsirinde Hoca Mason Abduhu tenkid ederken, ona EYH,
ÜSTAD, MAM gibi tabirler kullanmı tır. mâm, dinde sözu senet olan demektir. Mezhepsizlerden
ba ka hiç kimse Abduhu MAM olarak kabul etmemi tir. Abduha imam demesi, onu tasvip etti ine dair
bir vesikadır. Mezhepsizler kendi üstadlarını da tenkid etmekten çekinmezler. Fakat hiç bir Ehl-i sünnet
alimi kendi üstadını tenkid etmemi tir, fakat ayrı ictihadda bulunmu tur., Bu da dinimizin emridir.
Kızıltepe'den Abdurrahim Akda
S. Kutub'la ilgili dört sayfa tenkid de il, ele tiri yazmı , ifadeleri tamamen yanlı ise de tenkid
usulüne uygundur. lk defa böyle bir ele tiri aldık, heyecanlı genç özet olarak unları söylüyor :
1 - S. Kutub'un fakirli i çirkin görmesi suç mudur? Fakirlik iyi midir?
2 - bni Hazm'dan nakil yapması caiz ,de il midir? Yusuf Nebhani, bni Teymiye'den nakil
yapmamı mıdır?
3 - Babadan o ula geçme hükümdarlık slâma uygun mudur?
4 - Hazret-i Osman'ın ihtiyar olup iyi idare edemedi ini yalnız S. Kutub mu söylemi tir? Hazret-i
Osman daha genç olsaydı öyle olurdu demek suç mudur?
5 – “S. Kutub, bunlar benim, bunlar da Ehl-i sünnetin görü ü demiyor” diye yazmakla S.
Kutub'un mezhepsiz olmadı ını sehven kabul etmi olmuyor musunuz?
6 - S. Kutub'un sosyalist oldu unu söylemekle paçayı ele verdiniz. Çünkü o sosyalizm ile
komünizme kar ıdır.
7 - Zenginlerin artan malını da ıtmak solculuk mudur?
8 - Komünist olmayana komünist veya kâfir demek, söyleyenin küfre dü mesine sebep olmaz mı?
9 - Bir yayınevinin Fizilâli herhangi bir ekilde reklam etmesi S. Kutub'un suçu mudur?
10 - Bir mezhebin bir görü ünü tercih etmek, mezhepsizlik olmadı ının delili de il midir?
11 - Vahdet-i vücudun slâmın dı ında oldu unu söylemek evliyalı ı inkar mıdır?
12 - ehit S. Kutub'a dil uzatmak için onun gibi dine hizmet etmeniz lâzımdır?
t
CEVAPLAR :
Bu soruların dergimizin o sayısında cevapları vardır. Yine de bir kaç kelime ile cevaplarını verelim
:
1 - Rızık Allahü teâlâdan oldu u için, zenginli i ve fakirli i S. Kutub'un çirkin görmesi dinîmize
aykırıdır. Çalı mak ibadettir, bir emirdir, fakat çalı makla insan muhakkak zengin olmaz. Azdıran
zenginlik ve azdıran fakirlikten Cenâb-ı Hakka sı ınılır.
2 - bni Hazm'a MAM demesi, onu senet gibi göstermesi suçtur. Yusuf Nebhani hazretleri bni
Teymiye'den senet olarak nakil yapmamı , onu tenkid için nakil yapmı tır. Sonra onu MAM olarak
kabul etmemı tir. Biz de bni Teymiye’den nakiller yaptık, mezhepsizlere senet olsun diye. S. Kutub
bni Teymiyeyi de MAM olarak bilmektedir. mam demek dinde sözü senet âlim demektir. bni
Teymiye ile bni Hazma MÂM demek mezhepsizliktir.
3 - Hazret-i Ömer'in halife olu u, bir önceki halifenin tâyini ile olmu tur. Bir halife o lunu da halife
tâyin edebilir. Bu tenkid edilemez.
4 - Bu soruda haklısınız. Hazret-i Osman radiyallahü anhı yalnız S. Kutub de il, ba ka
mezhepsizler de tenkid etmi tir. «Daha genç olsaydı öyle olurdu» demek gelecekten haber vermek
de il midir?
5 - S. Kutub, Ehl-i sünnetin ictihadlarından bahsetmiyor, hep kendi indî örü lerini belirtiyor.
Mütercim de kendine göre be enmedi i yerler için «Bunlar S. Kutub'un kendi ahsî örü leridir.»
diyor. Aslında S. Kutub'un bütün kitapları kendi görü leridir, müctehid olmayanının görü serdetmesi,
Allah adına konu ması mezhepsizliktir.
6 - Bir insan namaz kılıp oruç tutsa, Allaha inansa, kâfir de ilim dese, Vehhâbiler ibi «Allah
ökte oturuyor» dese kâfir olur. S. Kutup komünizm aleyhine binlerce cilt kitap yazsa fakat «Mal
cemiyetindir» dese modern bir sosyalist olur.
7 - Zenginlerin artan malı olmaz. O zaman zengin olmak suçtur. Fıtra ve kurban nisabına malik
olana zengin denir. imdi S. Kutub'un görü üne uyarak fıtra ve kurban nisabından fazla malı olanların,
mallarını ellerinden alıp da ıtalım mı? Zengin zekât ve u runu veriyorsa kimse ondan bir kuru
alamaz. Yalnız solcu mezhepsizler ve komünistler alırlar.
8 - Evet, müslümana kâfir diyen kendisi kâfir olur. Meselâ bni Teymiyye, Muhiddinî Arabi
hazretlerine kâfir demi tir. Di er vahdet-i vücud evliyalarına da kâfir demi tir. S. Kutub da slâm'ın
manevî yönü olan vahdet-i vücudu inkâr etmi , slâm dı ı kabul etmi , tıpkı hocası bni Teymiyenin
slâm dı ı kabul etti i gibi.
9 - O yayınevinin Fizilâli Ehl-i sünnete aykırı ekilde reklâm etmesi do rudan do ruya S. Kutub'un
suçu de ildir. Fizilâli okuyup benimseyenler mezhepsiz olaca ı için o ekilde reklâm etmek dolaylı
ekilde S. Kutub'a dayanmaktadır.
10 - Bir mezhebin bir görü ünü tercih etmek mezhepsizliktir. S. Kutup bazan . Malikin içtihâdını
tercih ediyor, bazan ba ka bir müctehidinkini, çok zaman da kendi görü lerini tercih ediyor. Dört hak
mezhebden birisinin bütün ictihadlarını kabul etmek lâzımdır. Her mezhepten bazı ictihadları kabul
etmek telfıktır, mezhepsizliktir.
11 - Vahdet-i vücud, eyhi Ekber M. Arabi hazretleri gibi büyük velilerin yoludur, bu yolu inkâr o
büyükleri inkâr olur. Bu yolda ke if hataları varsa da ictihadda yanılmak gibi olup günah de ildir. Yani
vahdet-i vücud velilerinin yanlı ke ifleri bizim için senet olamaz. Fakat müctehidin yanlı içtihâdı da
alsa bizim için senettir.
12 - ehit olmak için birçok art vardır. Ba ta Ehl-i sünnet itikadında olmak arttır. S. Kutub'da bu
artların ço u yoktur. Her kâfirin öldürdü ü ehit olmaz.
«Dil uzatmak için» demi siniz. Hiç kimseye dil uzatılmaz. Biz S. Kutub'a da dil uzatmadık, kendi
söylediklerini naklettik, Ehl-i sünnete aykırı oldu unu yani mezhepsizli ini ispat ettik o kadar.
Bir ki iyi tenkid etmek için onun gibi vasıflara haiz olmak icap etmez. «Allah öktedir» diyen bir
vehhâbi âlimini Allahü teâlânm mekândan münezzeh oldu unu bilen bir câhil bile tenkid edebilir. Bir
vehhâbiyi tenkid etmek için ille de vehhâbi olmak mı lâzımdır? S. Kutubu da tenkid etmek için ille de
mezhepsiz bir fitneci olmak lâzım de ildir.
S. Kutup sayısını dikkatlice okursanız hakkı teslim edece inizi umarız. Çünkü iyi niyetle bize
yazdı ınızı zannediyoruz.
BURSA'DAN NUR ERTATLI:
Mektubu aynen öyledir:
«Sebil Gazetesinin 118. sayısında Terme'den Ahmet i man, Sebil Gazetesi'nin beyanına
atfen Vakıflar Bankasındaki faizsiz hesabını, faizli olarak i leme konmasını tallep etti i yer
almaktadır. Sanki bu hareket cihadmı gibi Sebil bunu reklâm ediyor.
Sebil yetkilileri bilmiyorlar mı ki, bir milyon lira bir lira faizle verilse sadece bu bir lira de il,
bütün para faiz olur? Paranın tamamının faiz olmadı ına acaba kim fetva vermi ki?
Süleyman Ate dü ük faizlere cevaz vermi ti, keza Seyyit Kutub'un hocası mason
Muhammed Abduh da dü ük faizlere cevaz vermi ti. Acaba bunların hangisinden fetvayı aldı
ki?»
CEVAB:
Karde im, suali kendilerine sorsanız daha iyi olmaz mı? Biz ne bilelim nereden fetva aldıklarını?
Ahmet i man bizim de abonemizdir. Temiz müslümandır, demek Sebil Gazetesi'nin beyanına inandı.
Faize verilen ana para belli olsa, ana para faiz olmaz. Fakat faizini ana paradan ayırmak mümkün
olmadı ı için hepsi faiz oluyor. Diyelim ki 150 lirayı faize verdik birkaç sene sonra bu para faiziyle
birlikte 200 lira oldu. Banka bize verdi i 200 liranın artık rastgele 50 lirası faiz de il, faiz ana paraya
karı tı ı için tamamı faiz olur. Bunun için bir milyon lira bir lira faizle verilince, bir milyon bir liranın
içindeki hangi bir liranın faiz oldu unu tesbit etmek ve ayırmak mümkün de ildir. Bir bardak erbete bir
gram necaset dü se erbetin tamamı necis olur, ayırmak mümkün olsa erbet temizdir. Keza bir
bardak süte bir gram zehir katılsa bu sütü içen zehirlenip ölebilir. Faizin en hafifi ise ki inin anasıyla
Kâbe duvarı önünde zina etmesi gibidir. Faiz kuvvetli zehirdir. Faiz paramızı bir alacaklımıza versek
vebal bize aittir, Hadîs-i erîfte öyle buyurulmu tur: «Bir dirhem faiz (almak ve vermek) otuz
zinadan daha günahtır.»
Halkımızı faiz gibi büyük bir günaha te vik etmekten Cenâb-ı Hak bizi korusun.
TOKATTAN A. TURAN YILMAZ :
Güzel bir giri le, selâm ve dua ile ba ladı ı mektubunda diyor ki:
«Gerçek bir ülkücü gencim, yani slâma inanıp gücümün yetti i kadar ya ayan bir ülkücüyüm.
Mecmuanızı daha önce duymu tum. Fakat körü körüne bir partiye hizmet ediyor diye de er
vermemi tim. Bir arkada ın tavsiyesi ile geçmi sayılarını okumak nasip oldu. Ölçü olarak parti de il.
slâmı almanız, hangi partiden olursa olsun, bâtılın u akları ile tavizsiz mücadele yapmanız bizleri
memnun etti. Tenkid etti iniz kimseler arasında her partiye mensup kimselerin bulunu u partilerüstü,
yani sırf riza-i ilâhî için çalı tı ınızı belgelemektedir. Sizi tenkid edenler sırf parti hırsıyla tenkid
etmekte, dinîmize aykırı hiçbir cümle bulunmadı ı halde derginize saldırmaları samimiyetsizliklerini
göstermektedir. Biz dinî her eyin üzerinde tutarız, Bu bakımdan dinî partilerin üstüne, her türlü
menfaatin üstüne alan derginizi ülkücü gençler olarak desteklemekteyiz. Türk'ün bu asil uuruna sahip
gençleri her zaman yanınızda bulacaksınız.
Derginizin büyük bir bo lu u doldurdu una inanıyoruz. Ülkücü abimiz Ahmet Arvasî Beyin
fikirlerine tam uygun ne riyat yapıyorsunuz. Derginiz sayesinde soylu ecdadımızın mübarek yolunu
ö rendik, gerçek büyükleri ve büyük diye yutturulan sahte kahramanları ö rendik, âlimi zâlimi
ö rendik. Mezhebin önemini, müctehidi içtihâdı ö rendik. Üstad Necip Fazıl'm tabiriyle Demir O uz'un
altın nesli Osmanlı çocuklarıyız. Fatihlerin, Yavuzların, Ab-dülhamidlerin torunlarıyız. Mukaddes
davası u runa hanımlarını dul, çocuklarını yetim bırakan ehitlerin evlâtlarıyız. «Bîd'
at nedir bilmeyiz,
onun için, Cenâb-ı Hak biz Türkleri halis kıldı.» diyen Alpaslanın çocuklarıyız.
Ecdadım slâm büyüklerini severdi, âlimlere hürmet eder onlardan dua alırdı. Fatih stanbul'u
zamanın kutbu Ubeydullahı Ahrar hazretlerinin yardımı ile aldı. Timurlenk öyle derdi :
«Nereye gitsem hep seyyidlerin, âlimlerin, velilerin duasını alırım, onların yardımı ile
sava ları kazandım.»
Mübarek ecdadımızın izinden gitti i bunca islâm âlimleri dururken ne idü ü belirsiz
mezhepsizlerin pe inden gitmek, o ehid ecdada ihanettir. Ecdadımın binlerce eserleri dururken biz
slâmiyeti Vehhabî Suudi Arabistandan mı, iî ran'dan mı, solcu Libya ve Mısır'dan mı ö renece iz?
Bizim Türklük uuru dedi imiz ülkü, i te budur yani slâm ahlâk ve faziletidir. Yani ecdadımızın
mübarek yolu, Ehl-i sünnet yoludur.»
CEVAB:
Karde im, dergimizi te histeki uurunuzu tebrik ederiz. Bizim Ehl-i sünnet yolunu yaymaktan
ba ka gayemiz yoktur. Bizim ba rımız Ehl-i sünnet olan Akıncıya, Ülkücüye, sucuya, bucuya açıktır.
Bizim partilidir diye bir mezhepsizi övmeyiz. Biz Hak'kın dostu, bâtılın dü manıyız. Bizi böyle bilenler
bize destek olsun. Partisini dinden üstün tutan insan lâzım de il bize. Her partiyi destekleyenler
arasında mezhepsizler vardır. Bu, inkâr edilemez bir gerçektir. Bizim gayemiz, mezhepsizleri te hir
edip, partilere olan tasallutlarını bir dereceye kadar önlemektir. Mezhepsizler, masonlardan destek
görerek, bütün partileri ele geçirmek için, onlara tesir etmeye çalı ıyorlar. Bol eviklerin cirit attı ı u
ortamda parti kavgası verip ecdat yadigârı memleketimizi onların i galine vasat hazırlamak, vatana,
millete ihanettir.
Timur Han hakkındaki görü ünüzü de tebrik ederiz. Timur Han, bozuk olan Bekta ili i kuran
Fadlullah ismindeki dinsizi öldürterek taraftarlarını da da ıtarak dinîmize büyük hizmeti dokunmu bir
hükümdardır. Yıldırım Beyazıt Han ile sava tı ı için Osmanlı tarihleri Timur Han'ı haksız olarak
kötülemektedir. Timur Han mo ol soyundandır, fakat gerçek Türklük - uuru, Hakkı teslim etmektir,
islâm ahlâkı ve fazileti de budur. Bilmukâbil selâm ve dualar.
ÇANAKKALE'DEN AHMET ZAFER :
Çorum'lu hem erimiz Muharrem enol'unkine benzer mektubu öyle:
«Seyyit Kutub'un mezhebi yokmu , yoksa yok. Nasır gibi bir eriat dü manından özür
dilemeyip davası u runa ehit olması onun büyüklü ünü göstermez mi?_
Fatma Girik'li gözlerinin güzelli inden bahseden bir din adamı dururken, böyle hiç bir
hareketi görülmeyen S. Ate 'i tenkit etmemiz sapıklık ve bölücülük de il midir? S. Ate mele e
rüzgâr demi , dü ük faizlere cevaz vermi , Kur'an'da evrim teorisi var demi . Dediyse dedi,
gâvur mu oldu yâni? Nasır ve Lenin dururken Karaman'ı tenkit etmeniz fitnenin ta kendisidir.
Evet Karaman telfıkı savunuyor. Fakat cepheyi bölmek mi lâzım? Ufak tefek metod farklarını
bırakarak birle meli.
Solcular «Dünya i çileri birle in» derken siz Filistin'deki ve ran'daki müslümanlar lehine
bir yazı yazdınız mı? eriatçı Kaddafi'yi hiç methettiniz mi?
Siz Mao'yu de il de, Mısır Müftüsü M. Abduhu tenkit ederek mi müslümanları birle tirmek
istiyorsunuz? Abduh da insandır, hatası olmu tur. Hatası var diye durmadan aleyhine yazılır
mı? Birle tirici olmaya davet ediyorum.»
CEVABLAR:
Mektubunuzu kısaltmadan aynen ne rettik. slâm nedir, Ehl-i sünnet nedir bilmedi inizi
mektubunuz göstermektedir. Sizin gibi müslüman geçinen bir kimsenin dine yapaca ı bir zararı bir
komünist bile yapamaz.
Hem S. Kutub’un mezhebi olmadı ını kabul ediyorsunuz, hem de Nâsır'dan özür dilemeyi ini bir
marifetmi gibi gösteriyorsunuz. Bize mezhepsiz müslüman lâzım de ildir. Nasıl namazın ve haccın
belli artları varsa cihadın da artları vardır. Sola uygun bir eriat istiyorum deyip de kelleyi vermek
cihad de ildir, böyle bir yolda tövbe etmeden ölen kimse ne ehittir ne de gazi. Deniz Gezmi de özür
dilemedi, hatta imâm falan da istemedi. Her Allah yolundan gidiyorum diyen kimsenin gitti i yol Allah
yolu mudur? ehit olmanın da bazı artları vardır. Ehl-i sünnet olmayan, mezhepsiz olan kimse nasıl
ehit olur? Siz ehit demekle ehit mi olur? Deniz Gezmi 'e de devrim ehidi demi lerdi. Kime ehit
denildi i Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılıdır. Gücü yetmedi i halde fitne çıkarmak, dü manın
üzerine yürümek cihad de il, intihardır. Peygamber aleyhisselâm Hendek kazıp siperlendi. S. Kutup
hem itikaden bozuk idi, hem de yaptı ı hareket eriata uygun de ildi.
Fatma Girik'in özleri üzerine bir nakil yapalım :
mâm-ı azâlî (Aleyhirrahme), arkasını kıbleye dönüp camiye pisleyen bir kimseyi arkasını
döndü ü için tenkid eden kimselerden misal verir. Fatma Girik gibilerle akala mak, def-i hacet
ederken arkayı kıbleye dönmek gibidir. Fakat faize cevaz vermek de di er küfrü gerektiren halleri
yapmak camiye pislemek gibidir, önce adam camiye niçin pisliyorsun diye tenkid edilir, önünü arkasını
ne tarafa döndü ü mü tenkid edilir? te sizin müslümanlık anlayı ınız bu kadar basittir, dinden
imandan habersizliktir. Camiye pisliyenleri görmez, arkasını kıbleye dönenleri görürsünüz.
Mezhepsizlik metod farkı mıdır? Dinde reform yapmak, dinî kendi anlayı larına göre yorumlamak
isteyenleri, te hir etmek bölücülük müdür?
Biz dünya müslümanlarını birle tirecekmi iz. Nerde hani o müslüman? Filistin'deki müslümanlara
radyolar «Solcu müslüman, komünist müslüman» diyor. ran'dakilere de «Marksist müslüman»
diyor. Karde i Fidel Kastro'yu öpen Kaddafi de sosyalist eriatçıdır. Ne demek bunlar? Müslümanın
solcusu, marksisti, sosyalisti de mi var? Siz Kaddafi gibi mi bir düzen istiyorsunuz?
Abduh da insanmı , hatası olurmu . Mason olmak, teselsülün butlanına muhalif olmak, faize
cevaz vermek hata de il, küfürdür. Ya siz ne istedi inizi bilmiyorsunuz, ya da hizip taassubuyla
mezhepsizlerin ma alı ını yapıyorsunuz. S. Kutup'la il ili yazımızı dinî ölçüler dahilinde okuyun,
samimi iseniz bize hak vermemeniz mümkün de ildir.
Farkında olmadan masonlara, solculara ve mezhepsizlere ma alık yapıyorsunuz. Artık dostunuzu
dü manınızı ö renin de ipsiz sapsız yazı yazmayın.
ALMANYA'DAN F KRET CEYLAN :
Sebil Gazetesine gönderdi i yazıdan bir suret de bize göndermi , cevap alamadı ını bildiriyor.
Sebil'e gönderdi i yazısında özetle diyor ki:
«Bulundu umuz yerde bir hayli selefçi mezhepsiz var, Ahmed Selâmi beyin yazılarını
zevkle okuyoruz. A. Selâmi Bey Almanya'ya gelince mezhepsizleri bizzat mü ahade etti.
Kendileri bu mezhepsiz imâmların arkasında namaz kılmadı ı gibi, bizlerin de kılmamamızı
söyledi. Z. Kevserî hazretlerinden naklen mezhepsizli in tehlikesini anlattı. S. Kutup, Mevdûdî
ve Hamidullah gibilerin kitaplarını okumamamızı tavsiye etti. Mezhepsizlere ait kitapları da
buradan kaldırın dedi. Seyyit Kutup gibi mezhepsizleri gazetenizde reklâm etmenizin sebebi
nedir?»
CEVAB:
Karde im mektubunuzu ne retmek suretiyle, aynı suali biz de, sormu oluyoruz. Ba ka
karde lerimiz, de aynı mealde Sebil'e mektup yazıp bir suretini de bize göndermi ler, hepsine birden
cevap olur diye bu kadar ne rettik.
ALMANYA'DAN AHMET KARSLIO LU :
Uzun mektubunda özetle diyor ki?
«Mezhepsiz olmayan bir gazeteci Türkiye'den Almanya'ya geldi. Daha çok Kuveyt tarafından
beslendiklerini tahmin etti im Arap mezhepsizlerle görü tü. Bu mezhepsizler bu gazeteciye matbaa
makinası almak için yardım etmi olmalılar ki, gazetesinde mezhepsizler aleyhine yazı yazmamakta
ısrar etmektedir. Bilgilerinize arz ederim.»
CEVAB:
Karde im bu yazınız isim bildirmedi iniz için su-i zanna sebep olabilir. Gazetecinin ismini yazıp,
bizi su-i zandan kurtarın.
ELB STAN'DAN AL GÖZÜBÜYÜK'
E:
1 - Kur’ân-ı kerîmi tefsir etmek, terceme etmek de ildir. Müfessir, kelâm-ı ilâhiden, murad-ı ilâhiyi
anlayan râsih âlim demektir. Tefsir yazmaya kalkan bir çok kimsenin, yazılmı , olan tefsir kitaplarını
bile anlayabilmek için lüzumlu yirmi kadar ana ilmî ve bunların kolları olan birçok ilmî bildikleri iddia bile
edilemez. Bugün .kullanılan Arapça kelimeler, fıkıh ilmînde ba ka, tefsir ilmînde ba ka manâlara
gelmektedir. Kur’ân-ı kerîmdeki bir kelime bile çe itli yerlerde ba ka manâlara gelmektedir.. Aldı ı
edatlara göre de manâlar de i mektedir. Tefsir ilmî sadece, okumakla da elde edilmez, râsih âlimlerin
kalblerine do an bir nurdur. Tefsirleri anlamaktan âciz kimselerin tefsir yazma a kalkmaları dinî
oyuncak haline getirmek demektir. Bu bakımdan bazı Türkçe tefsirlere güvenmemek lâzımdır.
Mevakib, Tibyan Ebülleys gibi Türkçe kıymetli tefsirler de vardır.
2 - Süleyman Efendinin talebeleri hakkında söylenilenler iftiradır. Onların bid'at ehli oldu unu iddia
edenlerden vesika istiyoruz. Bildirsinler ne redelim.
3 - slâm âlimlerinin ekserisi bni Teymiyye'nin küfrüne kail olmu lardır. Hattâ ona eyhülislâm
diyenlerin bile kâfir olduklarına fetva vermi lerdir.
Meselâ
bni Haceri Mekkî hazretleri « bn-i
Teymiyye'ye eyhülislâm diyen kafir olur» buyurmu tur. Bunu Celâl Yıldırım bile « slâm Hidâyeti»
isimli kitabında bildirmi tir. Buna ra men kendisi de bu mürtede eyhül islâm demeye devam
etmektedir.
KASIMPA A'DAN HÜSEY N DÖNMEZ:
Mevcut bütün sayıları isteyip abone olmak istedi i mektubunda diyor ki :
«Dinîmizi içten yıkmak isteyen müctehid taslakları ile gerekli mücadeleyi yapan mecmuanız
tesadüfen elime geçti. ddia edildi i ibi maksadımız uyuyan yılanı uyandırmak de il, fakat
uyanmı ayaklanmı ejderhanın önüne geçmek ve zararına mani olmaktır. Tek millet olan küfür,
komünizm ve siyonizm olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Siyonizm de ngiliz ve iskoç
masonlarını kullanarak slâmiyeti yıkmak için vehhâbilik cereyanını körüklemektedir.
Hizmetinize i tirak ediyor, en azından dualarımızla yanınızdayız. Bu arada hatâlarınıza ahit
olursak onların telâfisi için Ehl-i sünnet âlimlerinden nakiller yaparak ikazlar da bulunmamız
er'i bir vazifedir.»
CEVAP: Yanıldı ımız zaman bize do ruyu gösterecek karde lerimizin bulunması bizler için büyük
nimettir. Allahü teâlâ sizlerden razı olsun.
ZM R'DEN Ömer KARAKAYA :
Tenkidi öyledir:
«Din adamı büyük ahsiyet Celal Yıldırım'ı tenkid edi inize kırıldım. Celal Hoca'
nın
vaazlarından duygulanıyoruz. Dinsizlerin kar ısında din adamlarını tenkid etmeniz uygun olur
mu? Celal Hoca'dan özür dileyin.»
CEVAP: Karde im, o yazımızı okudunuz mu? Okumamı a benziyorsunuz. Tenkid etti imiz Celal
Hoca'ya ait kitabı alın, o ifadeleri kullanmı mı, kullanmamı mı? Celal Hoca büyük Müctehid, mâm-ı
Muhammed Aleyhirrahme'yi a ır bir lisanla tenkid etmi mi etmemi mi? E er biz onun söylemedi i bir
eyi tenkid etmi sek o zaman siz haklısınız. De ilse biz haklı olmaz mıyız? O mâm-ı Muhammedi
tenkid ederken ho güzel de, biz onu tenkid edince niçin uygun olmuyor?
Size tavsiyemiz, dergimizi, Celâl Hoca'nın o kitabı ile birlikte okuyun, bize hak verdi iniz zaman,
Celâl Hoca'ya gidin, yaptı ı hatalardan dolayı müslümanlardan özür dilemesini teklif edin. Hatamız
olsaydı özür dilerdik.,
NEV EH R'DEN DR S Ö ÜTLÜ :
iir gönderdi i mektubunda diyor ki: «Mason Ömer Rıza Do rul'un Asr-ı Saadet tarihi muteber
midir?”
CEVAP : Sualinizin cevabı içindedir. Hiç masonun kitabı muteber olur mu? Zaruri bilgiler dururken
tarih kitabını tavsiye etmiyoruz. Tarih kitabı okuyacaksanız içinde muteber dinî bilgiler bulunan Berekât
Yayınevi'nde ne redilen PEYGAMBERLER TAR H ’ni tavsiye ederiz.
T REBOLU'DAN YAHYA PEK'E:
- Anne ve babanın eriata muhalif emirleri dinlenmez, fakat yine de güzellikle reddetmelidir.
Yalvararak iknaya çalı malıdır. Evlenirken anne ve babanın tavsiyelerine uymak uygundur. Onların
tecrübeleri vardır. Dünyayı toz pembe görmezler. Evlenilecek kızın bilhassa saliha olmasına dikkat
etmelidir. Bilmukabil selâmlar.
AVUSTURYA'DAN BRAH M AH N'E :
1 - Bir sı ırı kesmek için önce gazlı bir tabanca ile bayıltıp sonra eriata uygun olarak kesilirse
yenir.
2 - Süleyman Efendi'nin talebelerini tanıyoruz. «Süleymancılı ın çyüzü» isimli kitabı da okuduk.
Ehl-i sünnet mensubu olan Süleyman Efendinin talebelerine yapılan çirkin iftiralarla doludur. Yazarı da
müstear isim kullanmı tır. Bahsetti iniz te kilât bu kitabı satmakla mezhepsizlere ma alık yapmı
oluyor. Kur'ân kursu camiasının Ehl-i sünnete zıt taraflarını biz görmedik. Onlara yapılan iftiralar bize
de yapılmaktadır. Mezhepsizlerden takdir bekleyecek de iliz ya. t ürür kervan yürür demi lerdir.
3 - Berekât Yayınevinin kendi yayınlarının hepsi muteberdir. Zaten muteber olmasa reklâmlarını
yapar mıyız? Bilmukabil selâm ederiz karde im.
ÇAYCUMA’DAN HAL T HELVACIO LU'NA:
1 - Rafizîlere karde diyen o kimseyi tanıyoruz, rafizîdir, takıyye yapmaktadır.
2 - Mutlak ictihad kesilmi se de, fukahanın yedi tabakası içinde çe itli derecelerde bazı âlimler
gelmi tir. stisna olarak mezhepte müctehidler de gelmi tir.
3 - Bugün dünyanın hiç bir yerinde Ehl-i sünnete uygun bir eriat devleti yoktur.
4 - Her tercemeye fazla güvenmemek icap eder. Berekât yayınlarını tercih etmeniz uygun olur.
VAN'DAN M. SA D ARVAS :
Kıymetli mektuplarında öyle buyuruyorlar : «Hüsniyetinizi bildiren mektubunuza çok
sevindim. Allahü teâlâ razı olsun. Merhum Seyyid Fehim-i Arvasînin (Kuddise sirrûh)
evlatlarından birisini dahi görseydiniz hakiki insanın ve gerçek âlimin kimler oldu unu
mü ahede ederdiniz. Allahü teâlâ efâatlarına cümlemizi nail buyursun. Amin.
imdiye kadar gelmi geçmi bütün islâm büyüklerinin bütün ömürleri Ehl-i sünnetin
hizmetinde geçmi tir. Bu sebeple de Ehl-i sünnet dü manları ba kaldıramaz ve daima lâyık
oldukları hezimete u rarlardı. Fakat maalesef bugün o berrak itikad zâlimlerin pençesine
terkedilmi ve birkaç muhterem zevatın dı ında tamamen hamisiz kalmı tır. Bunun için islâm
âlimlerinden nakiller yaparak yürütülen hizmetin ehemmiyeti inkâr edilemez. Bu büyük
hizmetiniz için Cenâb-ı Hak'tan muvaffakiyetler dilerim.»
ANKARA'DAN CELAL B L:
öyle bir suali vardır :
«Millî F K R'in sahibinin mühendis oldu u bu bakımdan dinden anlamıyaca ı
söylenmektedir, ne dersiniz?»
CEVAP: Karde im, M LLÎ F K R'de çalı anları sa a sola sürgün ediyorlar. Bu bakımdan serbest
çalı an bir kimsenin dergiyi çıkarması icap etti, bir mühendisin adına çıkarıyoruz. Ancak bu mühendis
de bir çok din adamından daha fazla bilgili ve kültürlüdür. Dergimizde yazı yazan bir çok din adamı
vardır. Zulüm görmemeleri için isimlerini açıklamıyoruz. Din kimsenin tekelinde de ildir. Dergimizde
senelerce din tahsili görmü kültürlü insanlar vardır. Birçok mezhepsizler dine hizmet için devletten
para alıyorlar. Biz ise maddî ücretsiz, sırf rıza-i ilâhi için hizmet etmekteyiz. S. Kutbu âlim zanneden
mezhepsizlere sorun! S. Kutup din adamı mıdır, yoksa sosyoloji ö retmeni midir? Biz S. Kutbun
sosyoloji ö retmeni olmasını kınamıyoruz, ancak Ehi-i sünneti bilmedi i mezhepsiz oldu u için
kitaplarının okunmamasını tavsiye ediyoruz.
N DE'DEN MEVLÜT BA CI’YA:
1 - Kelâm, fıkıh ve tasavvuf bilgilerini lüzumu kadar ö renmek farzı ayındır. Aklî ilimler
denilen.tecrübi ilimleri ö renmek ise farz-ı kinayedir. Bunun için bütün ilimler slamın içindedir. Dînî ve
ilmî demek bu bakımdan yanlı tır.
2 - Din bilgileri zamanla de i mez. Bu bakımdan kelâm bilgilerinde fikir yürüterek yanılmak özür
olmaz. Bunun için birkaç itikad olmaz. Yetmi üç fırka içinde tek do ru olan fırka, Ehl-i sünnet vel
cemaat fırkasıdır.
3 - Eshâb-ı kiramın veya bunlardan sonra gelen müctehidlerin sözbirli ine CMA- ÜMMET denir.
4 - iîler hariç, bu ün 72 sapık fırkadan hiç birisi kalmamı tır. Kendisine Ehl-i sünnet deyip de
bid'at fırkalarının itikadı gibi olan mezhepsiz kimseler mevcuttur.
5 - Hanif, lügatte do ru inanan, slâmiyet’e dosdo ru sarılan kimse demektir. EBU HAN FE ise,
slâmiyet’e dosdo ru sarılan hakiki müslümanların babası demektir. mâm-ı A'zam hazretlerinin Hanife
isimli kızı yoktur.
6 - Mezhebi hakkında herkes öyle dü ünmelidir: «Benim mezhebim do rudur, yanlı olma
ihtimali de vardır. Di er üç mezhep yanlı tır, do ru olma ihtimali de vardır.»
te bunun için, âlimler, zaruret halinde de il, güçlük halinde kendi mezhebine göre yapmasına
imkân olmayan bir i i ba ka mezhebe uyarak, taklîd ederek yapması caiz olur. Ancak ikinci mezhebin
o i e ba lı olan artlarını da gözetmesi lâzımdır buyurmu lardır.
7 - Bir özür, bîr güçlük yok iken bir ibâdetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, di er kısmını
bu mezhebe göre yapmayıp ba ka mezhebe göre yapma a kalkı mak, birinci mezhep imâmının
ictihadlarını be enmemek olur. Selefi salihini be enmemek, onları bilgisizlikle suçlamak ise küfürdür.
Bunun için mâm-ı Rabbânî hazretleri bir ibâdeti sebepsiz olarak ba ka bir mezhebe göre yapmayı
ilhad olarak bildirmi tir. Bu bakımdan mezhepsizlerin ço u mülhiddir.
8 - Yapılması kolay i lere RÛHSAT, güç olanlarda da AZ MET denir. Azimet olan bir i i yapma a
gücü yetenin rûhsatı yapma a kalkması eriat ile oynamak olur. Ancak azimeti yapmaktan âciz olan
kimsenin rûhsat ile amel etmesi caiz olur. Özürsüz kendi mezhebindeki rûhsat ile amel caiz
olmadı ına göre ba ka mezheplerdeki kolaylıkları ara tırmak, telfık etmek caiz de il, bâtıldır. (Mizân-ül
kübra'da kâfi bilgi vardır.) Bu telfık i ini yapan ki inin zındık olaca ı Mi kat erhinde bildirilmi tir.
ANKARA'DAN ABDULLAH TUNCER'
E:
Karde im, her zaman iyi insanlar kötülerin hücumlarına u ramı lardır. Dinîmize, müslümanlık
erefimize zarar gelmemesi için u ra ıyoruz. Çünkü ba ka eylerin kıymeti yoktur. Her yerde
uygunsuz insanlar bulunabilir. Huzur içinde ya ayabilmek için en fiadeli ilâç sabırlı olmaktır. Bozuk
zihniyetli kimselerle arkada lık etmemek lâzımdır. Böyle kötü kimselerin kötü sözlerine cevap
vermemek daha uygundur. Büyüklerimiz ahma a verilecek en güzel cevabın sükut oldu unu
söylemi lerdir. natçı kimselere nasihat vermek zararlı olabilir. Onlarla muhtaç oldu umuz kadar
görü memiz lâzımdır. Kötü insanların yanına giderken helaya gider gibi gitmeliyiz, ihtiyacımız biter
bitmez ayrılmalıyız, büyükler böyle buyurmu lardır. Herkese kar ı güleryüzlü ve tatlı sözlü olmaya
çalı malıyız. Cahilleri kendimize dü man etmemeliyiz. Din ve dünya saadetiniz için dua ederiz
karde im.
VAN'DAN AHMET UTKU :
Diyor ki :
«Burada Hanefîler afiî imâm arkasında namaz kılmak mecburiyetinde kaldı ı gibi bazen
afiîler de Hanefî imâm arkasında namaz kılmak zorunda kalıyor. mâm olan zâtın ne gibi
hususlara riâyet etmesi lâzımdır?.»
CEVAP: Hanefî mezhebindeki imâm, cemaatı arasında afiî mezhebinde olan kimseler de
bulunursa veya bir özre metni afiî mezhebini taklîd eden Hanefi'ler de bulunursa u hususlara dikkat
etmesi lâzımdır.
1 - Gusülde ve abdest’te niyyet etmi olmalı, abdesti tertip üzere almalıdır. Kolları yıkarken elleri
de birlikte yıkamalıdır.
2 - afiî mezhebine göre abdesti bozacak bir harekette bulunmamalı, meselâ kendi kaba avret
yerine ve yabancı kadınlara dokunmamalıdır.
3 - mâm olmaya niyyet etmelidir.
4 - Fatihadan önce besmele okumalıdır.
5 - Fatihayı erîfeyi terk etmemelidir.
6 - Ta'dili erkâna riâyet etmelidir.
7 - Beden, elbise ve namaz kıldı ı yerde hiç necaset bulunmamalıdır. (Bunların hepsi afiî
mezhebinde art ve farzlardır.)
afiî mezhebindeki imâm, cemaatı arasında Hanefî mezhebinde olan kimseler bulunursa u
hususlara dikkat etmelidir :
1 - Subhaneke mâ arafuâke... dememelidir.
2 - Ben in allah müminim dememelidir. (Elbette mü'minim, elhamdülillah mü'minim demelidir.)
3 - man ço alır ve azalır dememelidir. (Kuvveti ço alır azalır demelidir.)
4 - Ameller imandandır dememelidir. ( man artıp eksilmez demelidir.)
5 - Kıbleler de i ik olmamalıdır. Az da olsa farklı, e ik olmamalıdır.
6 - Mezhepte mutaassıp olmamalıdır. (Yalnız benim mezhebim hak dememelidir, dört mezhebin
hepsini hak bilmelidir, zarurete mebni di erleri ile de âmel edilece ine inanmalıdır.)
7 - Kulleteynde abdest almı olmamalıdır.
8 - Elbisesinde bir dirhemden çok meni bulunmamalıdır.
9 - Hanefîye göre guslü sahih olmalıdır. Yani mazmaza ve istin akı terketmi olmamalıdır.
A zında dolgulu di varsa mazmazayı terketmi sayılaca ından Hanefîlere imâm olamaz.
10 - Hanefîye göre abdesti sahih olmalıdır. Meselâ bir yerinden kan çıkmı olmamalı, kan yaranın
etrafına ta mı olmamalı, ba ını meshde ve mest üzerine meshde de çok azla iktifa etmi olmamalı,
kay etmi olmamalı, birinci. ka'dede salâvat okumamalıdır.
11 - Birinci tekbirden ba ka tekbirlerde ellerini kaldırmamalıdır.
12 - Bulû a ermemi olmamalıdır. Bu artlara dikkat etti i bilinen imâma uymak caiz olur. Ancak
imâm gözetti ini söyledi i halde gözetmezse o zaman vebali imâma ait olur. Gözetip gözetmedi i
bilinmeyen imâm arkasında namaz kılınmaz.
ÇORUM'DAN LÜTF ÖZASLAN :
Rüyada Peygamber âleyhisselâmı görmenin neye alâmet oldu unu sormaktadır.
CEVAP: Abdullahı Dehlevî (Kuddise sirrûh), böyle bir sual için öyle bir cevap buyurmu lardır.
«1 - Bir kimse sünneti ihya eder, yahut bir bid'atten ictinab ederse bu amelleri tecessüm edip,
rüyada öyle görür.
2 - Cenâb-ı Hak'kın, kulundan kabul etti i bir ibâdeti bu güzel ekilde görünür.
3 - E er O, zemin ve zamanın serveri, O, insan ve cinnin seyyidinin, hadis kitaplarında yazılı
oldu u veçhiyle, o güzel endamını, sürmeli gözlerini, yüksek ve açık alnını, yay gibi hilâl ka larını,
uzun kirpiklerini görürse Resullullah sallallahü aleyhi ve sellemi görmü olup, dünya ve ahiret
saadetine kavu mu olur. Ve «Rüyada beni gören, muhakkak ki beni görmü tür, eytan benim
eklime giremez» hadîsi erîfindeki müjdeye kavu mu olur.»
Yol yakınken ö ren farzı sünneti
Sapık kimselere etme minneti
Ehline uyarsan aldın Cenneti
Cahilin atına binme karde im.
Hak bilinmez ise dü ülür dara
Sünneti ya ayan bir mür id ara
Üç be günlük ömür eder mi para?
Kezzaplı su ile yunma karde im.
Ehl-i sünnet yolu ana caddedir.
Bundan ba ka bütün yollar sahtedir.
Sa da solda gezme zaman akçedir.
Bir daldan bir dala konma karde im.
Nefse uyma, dü ün inceden ince
Do ru itikadı ö ren ilkönce
Rıza-i ilâhi elden gidince
Deli gibi hep dönme karde im.
steme Adresi:
1- Berekât Yayınevi Beyaz Saray No: 11 Beyazıt- st – Tel 28 54 94

Benzer belgeler