Dergiyi Görüntüle
Transkript
Dergiyi Görüntüle
AYIN MAKALESİ (Ünal Aydın’ın 21.02.2011 Günü Cumhuriyet Meydanı’nda Vergi Haftası’nın Açış Konuşmasıdır.) Ünal AYDIN İZYMMO Başkanı Değerli Vergi Dairesi Başkanımız ve değerli mesai arkadaşları, Kurum ve Kuruluşlarımızın değerli yöneticileri, Değerli Meslektaşlarımız, Değerli Konuklar İzmir Yeminli Mali Müşavirler Odası adına hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde daha çok tasarrufa, ona bağlı olarak daha çok reel yatırıma, ona ağlı olarak daha çok üretime ve istihdama, , ona bağlı olarak daha çok ihracata (ama daha çok ithalata bağlı olmayan ihracata) ihtiyaç var. Ülkemizde kayıt dışılığın daha da azaltılmasına ihtiyaç var. Ülkemizde daha adil, daha yaygın, daha verimli vergilendirmeye ihtiyaç var. Ülkemizde daha adil bir gelir dağılımına ihtiyaç var. Ülkemizde vasıtalı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının küçültülmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyaçları ortaya koyan bazı temel göstergeler özetle şöyle: - Son on yılda toplam dış borcumuz 130 milyar dolardan 221 milyar dolara ulaşmış, 91 milyar dolar artmış. - Son on yılda özel sektör dış borcu 44 milyar dolardan 138 milyar dolara ulaşmış, 94 milyar dolar artmış. - Son on yılda kamu dış borcu 86 milyar dolardan 84 milyar dolara gerilemiş, 2 milyar dolar azalmış. - Son on yılda kamu, daha pahalı iç borçlanmayla daha ucuz dış borcunu azaltırken özelde tersi olmuş. Özelin kamu garantili dış borçlarla sağladığı fonların önemli bir kısmı Türk Lirasına çevrilerek kamu finansmanına yönlendirilmiş, Türk Lirası kıymetli hale gelmiş. - 2010 yılı ocak – kasım döneminde ihracatımız 102,1 milyar dolar iken ithalatımız 164,9 milyar dolar olmuş. Aynı dönemde cari açık 41,6 milyar dolar olmuş. Daha çok borçlanmaya muhtaç olmadan kalkınabilmek için daha çok tasarruf, daha çok reel yatırım, daha çok üretim, daha az ithalat ve daha çok ihracat, daha az kayıt dışı ekonomi, daha yaygın ve daha adil olmak üzere daha çok vergi hasılatına ihtiyaç var. Mali affa taraf da olsak karşı da olsak, yürürlüğe girmek üzere olan mali af yasasının başarıyla uygulanabilmesi için Gelir İdaremizin Meslek Örgütümüz ile iş birliği ve dayanışma içinde gayret etmesi gerekiyor. Daha çok kişi ve kurumun mali aftan yararlanmak üzere başvurmasına katkı vermemiz gerekiyor. Gelir İdaremizin vefakar mensuplarının bu yöndeki gayretlerini takdir ediyor, vergi haftamızı kutluyorum. Teşekkür ederim. 1 AYLIK BÜLTEN DİZİNİ İÇİNDEKİLER Odamızdan Haberler ……………..………………………………………. 3 Odamıza Gelen Yazılar .................................................4-73 Maliye Bakanlığı Özelgeleri……………………………………………….. …..74-98 Yargı Kararları ………………………………………………………………….99-121 Sayı: 101 MART – NİSAN Adres: Cumhuriyet Bulvarı NO:193 K:3 D:3 Tan Apartmanı Alsancak/İZMİR Yazı Danışma ve Okuma Kurulu Hazırlayan Turan ÖZTÜRK (YMM) (Genel Yayın Sorumlusu) Hasan Zeki SÜZEN (YMM) (Genel Yayın Sorumlusu) Ayşe GÖZGÖZOĞLU (Yazı İşleri Sorumlusu) ODAMIZ BANKA HESAP NUMARALARI T.İş Bankası Gündoğdu Şubesi HESAP NUMARASI : 3424-0296179 IBAN NUMARASI : TR 080006400000134240296179 Yapı Kredi Bankası Mustafabey Şubesi HESAP NUMARASI : 283-65248362 IBAN NUMARASI: TR 080006701000000065248362 Ziraat Bankası Alsancak Şubesi HESAP NUMARASI: 712-6969135 IBAN NUMARASI: TR 670001000712069691355004 2 ODAMIZDAN HABERLER Hasan Zeki SÜZEN + HAKSIZ REKABET VE ETİK KURULLAR PANELİ 8-9 Nisan tarihlerinde Antakya’da TÜRMOB’un düzenlediği panele Odamız yönetim kurulundan Şadi Çetin, Turan Öztürk ve İsmail Işık katıldı. Panelde haksız rekabet ve meslek etiği konusunda TÜRMOB bünyesinde ve Odalarda oluşturulan kurulların şimdiye kadar yaptıkları çalışmalar ve uygulamalar değerlendirildi. Panele Odamız kurullarından bazı temsilciler de katıldı. + AYDIN SMMM ODASI İLE BİRLİKTE YAPILANDIRMA TOPLANTISI Ankara Oda Başkanı Sami Kazıcı’nın konuşmacı olarak katıldığı toplantı Odamız ile Aydın SMMM Odası tarafından birlikte düzenlendi. Toplantıda yapılandırma konusunda ayrıntılı bilgiler verildi. + GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞINDA TOPLANTI (8) YMM Odası Başkan ve temsilcilerin katıldığı toplantı Gelir İdaresi Başkan Yrd. Mustafa Güneş’in başkanlığında 25 Şubatta Ankara’da yapıldı. Toplantıya Odamız adına yönetim kurulu üyemiz Şadi Çetin katıldı. Toplantıda YMM yasasında son yapılan değişiklikler çerçevesinde hazırlanması gerekli yönetmelik taslakları değerlendirildi. + İZMİR VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI İLE ODAMIZIN ORTAK SEMİNERİ 14 Mart günü Ege Palas otelinde Odamız ile İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı’nın birlikte düzenlediği “Yapılandırma” semineri yapıldı. Seminer Vergi Dairesi Başkanı Mustafa Gürhan Acar ve Oda Başkanımız Ünal Aydın’ın konuşmaları ile başladı. Çok sayıda kişinin katıldığı toplantıda Vergi Dairesi Başkanlığı görevlileri ile SGK görevlisi konuşmacı olarak gerekli bilgileri sundular. + MUHASEBE FORUMU 5-6 Mayıs tarihlerinde Gaziantep’de TÜRMOB tarafından Muhasebe Forumu düzenlendi. Toplantıda muhasebe mesleğindeki gelişmeler değerlendirecektir. Toplantıda Oda Başkanımız Ünal Aydın oturum Başkanlığı yapacak olup, bazı yönetim kurulu üyelerinin de katılımı beklenmektedir. +VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI YMM Celal Özlü’nün eşi, YMM Hüsnü Sayoğlu’nun ağabeyi, YMM Abdullah Taşar’ın babası vefat etmiştir. Üyelerimize başsağlığı ve sabır, vefat edenlere Allahtan rahmet diliyoruz. 3 ODAMIZA GELEN MAKALELER TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ MACERASI Prof. Dr. Adnan GÜLERMAN Yeminli Mali Müşavir Şubat ayının 25’inde Fransız Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin Ankara’ya gelmesinin ertesi günü Sabancı Kültür Merkezi’ndeki toplantıya katıldığımda, uzun süredir aynı çatı altında bir arada çalıştığıma akademisyen arkadaşlarımdan bazılarının bana kinayeli kinayeli bir tarzda sordukları “Avrupa Birliği üyeliğimizden halâ ümitli misin?” sorusuna kısa bir zaman içinde cevap vermeye gayret sarf etmiş olsam da, muzip muzip gülümsemelerinden kendilerini yeterince tatmin edemediğim kanaatine sahip oldum. Yazmak, benim için sigara tiryakisinin bilinçsizce elini pakete uzatması gibi bir tiryakilik, bir tutkudur. Bunun için, öz geçmişimi anlatırken “Yayınlanmış 17 kitabım ve binden fazla makalem var” demeyi de ihmal etmem. Türkiye’nin bu noktada 60 yıllık macerasının devam edip etmeyeceğini bir tefrika halinde sizlere anlatmayı düşünmekteyim. İsterseniz söze benim AB ile ilgimin ve ilişkimin nasıl başlayıp, nasıl devam ettiğini anlatmakla başlayayım. Eskiden TOBB’un Türkiye İktisat isimli bir gazetesi her Perşembe günü yayınlanırdı. Benim de 1970’lerde gazetenin 2. Sayfasında güncel ekonomik ve sosyal konuları ele aldığım yazılarım yayınlanırdı. O yıllarda TOBB Başkanı olan Sayın Ali COŞKUN bir gün bana “Hoca, üyelerimizin pek çoğu Avrupa Ekonomik topluluğunun Türkiye’ye ne getirip, ne götüreceğini merak ediyor. Bundan böyle yazılarınızda Topluluğu tanıtır mısınız?” demesi üzerine bu konu ile özellikle ilgilenmeye başlamıştım. Toplulukla ilgili haftalık yazılarım pehlivan tefrikası gibi yıllarca sürdü. Nasıl sürmesin ki? Bir kere konu ülkemiz için çok az ele alınmış olduğu gibi, Topluluk da sürekli ve hızlı bir gelişme ve yayılma politikası izlemekte. 1979 yılında neredeyse Topluluğun kapısından içeri girmeye bir adım kadar kalmıştı. Bize ve Yunanistan’a “Bulunduğunuz halinizle, ikinizi de Topluluğa üye olarak alacağız” tekliflerine Yunanistan olumlu cevabını verirken biz “Henüz hazır değiliz” deyiverdik. Böyle davranılması nedenlerinin arasında o dönemde karşı görüşlü olanların Topluluk için “Onlar ortak, biz pazar” gibi, bizi sömüreceklerini çağrıştıran propaganda da oldukça etkili olmaktaydı. Dönemin siyasi çalkantıları da hatırlanacak 4 olursa, bu söylemin oldukça kabul gördüğü tahmin edilebilir. Zaten arkasından gelen 12 Eylül 1980 ihtilali de “Demokrasisi olmayan ülkelerin AET içinde yeri olamaz” gibi bir red kapısının açılmasına neden ol-muştu. Gerçekten, Topluluk içinde yer almanın ön şartlarından birisi ülkenin demokratik sistemle yönetilir olmasıdır. Ekonomik noksanlıkların giderilmesi zor değildir. Topluluğun zengin ekonomik kaynaklarının el atmasıyla bu noksanlık giderilebilirse de, demokrasi kökleşmiş bir kültür anlamını taşır. O da ekonomik yardımlarla akşamdan sabaha giderilemez. Nitekim, 1980’lerrin ortalarında yapmış bulunduğumuz tam üyelik başvurusunda dilekçemiz alınıp, her hangi bir işleme tabi tutulmaksızın dosyaya konulmuştu. Geçenlerde 6 saatliğine Türkiye’ye gelen Başkan Nicolas Sarkozy “Türkiye’ye Küçük Asya denildiği için tam üyeliği düşünülemez” diye bir cevher yumurtlamıştı. Sadece Anadolu’yu ifade eden bu deyim ancak pek çok Birlik üyesinin yüz ölçümü ve nüfusu kadar olan Trakya’yı görmezlikten gelinmesinin bir ifadesidir. İster “uzun ince bir yol” denilsin, isterse başka bir deyim kullanılsın Birliğe tam üyelik için “Katılım Süreci” adı verilen ve geçilmesi gereken istasyonlar aşağıdaki gibidir: Üyelik başvurusu, Komisyon’un görüşü, Aday statüsü, Müzakerelerin başlaması için Avrupa Komisyonunun kararı KATILIM MÜZAKERELERİ, Katılım anlaşmasının imzalanması, Katılım anlaşmasının onaylanması, Katılım, Türkiye bu yol haritasında şu anda büyük harflerle yazdığımız “Katılım Müzakereleri” aşamasında toplam 35 müzakere başlığından kendisini hazır olarak gördüğü bazı başlıkların müzakerelerini yap-maktadır. Artık bu noktada Nicolas Sarkozy’nin “Türkiye bir Asya ülkesidir”, “Türkiye Akdeniz ortaklığı içinde yer almalıdır” veya Şansölye Merkel’in benzeri tekliflerin yapılmasına karşılık verilecek en uygun cevap “Şimdiye kadar aklınız neredeydi?” olmalıdır. Durum bu hale gelince artık bir Latin deyiminde olduğu gibi “Rerum Cognoscere Causes” yani “Her şeyin nedenini anlamak” gibi bir fikir jimnastiği yapılması zorunlu olmaktadır. Sorun Türkiye’nin 73 milyon nüfusu olan bir ülke olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü, Avrupa Parlamentosu’nda her ülke nüfusuna uygun sayıdaki parlamenter üye ile temsil edilmektedir. Şu anda Almanya 5 82,2 milyon nüfusu en fazla olan üye olduğu için Avrupa Parlamentosu’nun milletvekili en çok olan ülkesi (her milyon nüfusa 1 parlamenter). Hal böyle olunca, Türkiye’nin tam üyeliği halinde, bu günkü halimizle Parlamentonun 73 parlamenteri olan ikinci sıradaki üyesi olacağımız gibi, nüfus artışı durmuş bir Almanya’ya karşılık 2023 yılında Türkiye parlamenteri en fazla olan üye durumuna geliverecek. Yine, nüfus artışı 64,4 milyonda çakılı kalmış Sarkozy’nin Fransa’sı da ancak üçüncü sıradaki ye-rinde sayacak. Bu durumu ben ve siz bildiğiniz gibi Türkiye’nin tekerleğine taş koymaya çalışanlar da bal gibi bilmektedirler. Nüfusu sadece 407 bin olan Malta’nın tam üyeliğinin bir iki saat içinde onaylanı vermesi de aynı gerekçeye dayanmaktadır. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi olan Olli REHN şöyle diyor: Ekim 2005’de Avrupa Birliği oybirliği ile Türkiye ve Hırvatistan ile katılım müzakerelerini başlatmaya karar verdi ve böylece AB sınırlarını, üye devlet olmaya hak kazandıklarında söz konusu ülkelerin ulusal sınırlarına kadar genişletmeyi öngördü. (Avrupa’nın Gelecek Sınırları- 1001 Kitap-İstanbul 2007-Sayfa.90). Bu onay tarihinde Fransa’da Jacques Chirac’ın Cumhurbaşkanı olduğu ve anlaşmanın altındaki imzalardan birisinin de ona ait olduğu göz önünde bulundurulursa, bu günden gidiciliği belli olan Sarkozy’nin değerlendirmelerinin kalıcılık ölçüsü daha iyi anlaşılır. Sarkozy’ye gidici dedim. Bu bir kehanet değildir. Fransa’da 2012’de yapılalcak olan seçimler için yapılan anketlerde Sarkozy’nin, Başbakan François Fillion’un çok gerisinde olduğu ve ağzı ile kuş tutsa açığı kapatamayacağı görülmektedir. Burada bizim dileğimiz olsa olsa “Darısı Merkel’in başına” dileğinde bulunmak olacaktır. Umarım, gelecekte karşılaşacağımız bu değişiklilerden sonra “Gitti Gülsüm, geldi Güsüm, felek ettiğini bulsun” diye dizlerimizi dövmeyiz. Hal böyle olunca, bu yazımızı yine aynı üyenin şu sözleriyle sonlandıralım: AB, pacta sunt servanda (sözünü tut) ilkesine dayanır. Bu ilke, AB’nin özünde, verilen sözün tutulmasının temel bir değer olduğu taahhütle topluluğu olduğu anlamına gelir. (S.79) Bu taahhütler kalıcı ama seçilmişler olan Sarkozy ve Merkel gidicidir. Umarım, onlar uğurlandıktan sonra yerlerine gelenler verilen sözlere sadık, dürüst liderler olurlar. Olay bir iki sayfalık yazılarla geçiştirilebilecek kadar sade olmadığı için, yeri geldikçe bundan sonraki yazılarımızda konunun ayrıntılarına ineceğiz. 6 SÖMÜRGECİLER VE OKUMUŞLAR Dr. Mustafa Yuluğ Önce, sömürgecilerin bazı niteliklerinin, yineleme niteliğinde de olsa, altını çizelim: Sömürgeci ülkeler, bir 'global yönetim kurulu' tarafından yönetilmektedirler. Bu 'sanal' yönetim kurulu büyük şirket egemenleri ile mafya temsilcilerinden oluşmaktadır. Genelde, devlet yönetimleri birer ‘paravan’ örgütten daha fazla bir şey değillerdir. Petrol, silah, finans, besin, ilaç, uyuşturucu, vb. devleri ne istiyorlarsa, kamu makamları onu yerine getirirler. Libya'nın neden bombalandığını, devletlerin davranış çeşitliliklerini anlayabilmek için özellikle petrol, silah ve finans krallarının kısa ve uzun dönemli planlarını, çıkar birliktelik ve çelişkileri ile psikolojik yapılarını doğru değerlendirmek zorunludur. - Kanımca, yönetim kurulu mensupları akıl hastası kişilerdir. Bir insanın büyük maddi varlığına karşın, uyuşturucu ve silah üretmek dahil, insancıkları öldürme çabalarının göbeğinde bulunması başka nasıl açıklanabilir. (Bir televizyon oturumunda bir kişi daha egemenlerin ruh hastası olduklarını ileri sürdü. Böylece iki kişi olduk diye pek sevindim. ). Öte yandan, suça dönük birlikteliklerin hemen hepsinde olduğu gibi, özellikle üst kademedekilerin örgütünü terk edebilmesi zaten mümkün de değildir. - İkincil ülkelerdeki egemenlikler, medya, istihbarat örgütleri, partiler, dernekler, vakıflar, en önemlisi, üniversiteler ve öteki eğitim kurumları aracılığı ve en etkili toplum mühendisliği yöntemleriyle istenildiği biçimde oluşturulmaktadır. İşin ilginç yönü, bir dönemde iteklenip parlatılan iktidarların, bir başka dönemde yerden yere vurulabilmesidir. Saddam, Kaddafi, Taliban, Mübarek, El Kaide bunlar arasındadır. - GSMH içindeki özellikle imalat endüstrisi üretim payı giderek düşen sömürgeci denetimindeki ülke yöneticileri pek asabileşiyorlar. Örneğin, ‘Motorlu taşıt üretiminde önceki yıl ABD ve Japonya’yı geride bırakarak birinci sıraya yerleşen Çin, 2010 yılında 18 milyon 264 bin 667 adet taşıt üretimiyle dünya üzerindeki her dört taşıttan birini üretir hale geldi’.(Bloomberg haber) Egemen kardeşler, kendi ülkelerindeki işsizlik, evsizlik, giderek artan uyuşturucu kullanımı ve obezlik, yolsuzluk gibi sorunların çözümüne, avantalarını halklarla paylaşmaya hiç niyetleri olmadığı için, bir çözüm getiremezken, mazlum halkları birbirine düşürüp 7 tepelerine füze yağdırmak yoluyla açık soygun ve gasp’a da maruz bırakıyorlar. - Yönetim kurulu, iktidarı ve avantaları için tehlike öngörmeyen her türlü düşün ve örgütlenmeye karşı gerektiğince hoşgörülüdür. Global sermaye ve mafyaya karşı saygı ve özveri yönünde birbiriyle yarışan iki büyük parti, demokrasi etiketi altında vitrinlere konmaktadır. Toplum mühendisliği yöntemleriyle (silahlanma dahil) toplumlar sürü, bireyler kul haline getirilmişlerdir. Zenginlerinin gaddarlıklara karşı çıkacak bir şair bile boy göstermiyor artık oralarda. - İkincil ülkelerdeki iktidarlar, tümüyle, bu genel tabloyu göremeyecek, görse bile avantalarını, düzeni iyileştirmek için feda etmeyi aklına bile getirmeyecek yapıda okumuşlar kanalıyla gerçekleşmektedir. - İkincil ülkelerdeki kavgaya varan bütün bölünmeler ve hatta bölme girişimleri yönetim kurulu görevlilerince devreye sokulmaktadır. Bölünmelerin halkın mutluluğu ile ilgili olmaması çok önemlidir. Örnek: TBMM ilgili komisyonunca belirtildiğine göre, ülkemizde 186 bin kadının kuması vardır. Evliliklerin hemen hemen yarısı 18 yaş altında oluşmaktadır, 5,5 milyon dolayındaki bu 18 yaş altı evliliklerin 2 milyonunun nedeni başlık parasıdır. Evlilik kararını ailesinin aldığı kadın sayısı da 7 milyondur’. TRT’den verilen bu haber pek kimsenin dikkatini çekmezken mafyanın gücünü simgeleyen bir suikast haberi bütün medyayı günlerce meşgul etmiştir (ve etmektedir). - Kısacası, yönetim kurulu, ikincil ülkelerin özellikle bölünerek yönetilmesinde yine o ülkenin insanları arasından belirlediği yönetici, güvenlikçi, darbeci, karşı darbeci, öğretim üyesi, terörist, çeteci, mafya babası, ajan, soyguncu, kaçakçı, tefeci, işkenceci, inanç esnafı ve ille de ahlak ve idrak yoksunu kişileri, bazen kendilerinin bile gerçek işlevlerinden haberi olmadan, kullanabilmektedir. İstenen sonucun alınamadığı durumlarda da doğrudan bombalama, cinayet ve işgal yöntemlerine başvurulmaktadır, şu an Libya’da olduğu gibi. Bu kısır döngüden nasıl çıkılacak. Şöyle: Avanta zincirine dahil edilmemiş ve beyinlerinin yok edilme işlemi henüz başlangıç aşamasında olan genç kuşaklar, global ve devrimci bir siyasal hareket sonucunda manyak egemenleri demir parmaklıklı hastanelerde tedavi altına alacaklar. Böylece hem onlar ve hem de dünya halkları rahata kavuşacak. Bu mutlu döneme kadar, Tomahawk füzelerinin, mazlum halklar olarak bizlerin de üzerine yağdırılması olasılığı her zaman var olacağından, zavallılığımızı telafi edecek felsefi çözümlerle yaşamın tadını iyice çıkarmaya çalışmalıyız, bana kalırsa. 8 MALİYE BAKANLIĞI’NDAN MÜJDELİ HABER! ŞİRKETİN TOPLAM BORCUNDAN ŞİRKET ORTAĞI PAYINA DÜŞEN KISMI NASIL ÖDER? Dr. Mustafa ALPASLAN SMMM Uygulamada limited şirketlerin borcundan dolayı ortakların 6111 sayılı yeni af yasasına göre müracaatta bulunup, şirketteki payı nispetinde yeni yasadan faydalanıp/faydalanmayacağı hususu tartışılmaktadır. 1 Bilindiği gibi, limited şirketlerde veya anonim şirketlerde şirket borcu dolayısıyla, şirket ortakları zaman zaman vergi dairesi takiplerinden dolayı sıkıntıya düşmektedirler. Hele hele şirket ortağı şirkette müdür değilse bu durumda şirket borcundan, ortağa tekabül eden borç miktarı hesaplanıp, ortak tarafından ödenebilir. İçinde bulunduğumuz 2010 yılının aralık ayı dolayısıyla yasalaşması beklenilen vergi ve sigorta borçları dolayısıyla şirket ortakları yönünden önemli bir dönem başlamış bulunmaktadır. Ortakların birbirini göremediği veya şirketin gayri faal bir şirket duruma düştüğü durumlarda şirketin borçları bütün ortakları etkilemektedir. Yıllar geçmesine rağmen birbirini görmeyen şirket ortakları bu borçtan dolayı bir şekilde karşı karşıya gelmektedirler. Bu gibi durumlarda şirket borcu dolayısıyla ortak müstakil hareket ederek borcunu şahsileştirip bu borcu taksitlendirebilir ve hatta 6183 sayılı kanunun 48. maddesine göre ödeyebilir. 2 Öte yandan, limited şirket ortakları 6183 sayılı kanunun mükerrer 35. maddesine göre tüzel kişiliğe ait toplam vergi borçlarından payları nispetinde doğrudan sorumludurlar. Bu hükme göre, limited şirketlerin amme borçları, 6183 sayılı kanunun normal madde 35 hükmüne göre esas olarak, limited şirket ortakları şirketten tamamen ve kısmen tahsil edilemeyen amme borcu nedeniyle sermaye hisseleri nispetinde doğrudan sorumlu olurlar. 3 Başka bir ifade ile, amme alacağını şirketten tümüyle ya da kısmen tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması halinde bile şirket ortağı Yeni torba yasa 25 Şubat 2011 tarihli mükerrer resmi gazetede yayımlanarak yine 25 Şubat 2011 tarihinde fiilen yürürlüğe girmiştir. 1 2 DÖLARSLAN Atilla, “Müteselsil borçlulara Bakanlıktan müjde var!”, 5.3.2011 tarihli Gözlem Gazetesi, s.6. KIZILOT Şükrü – ŞENYÜZ Doğan – TAŞ Metin – DÖNMEZ Recai, Vergi Hukuku, Ekim 2006, Yaklaşım Yayıncılık, s. 299-328. 3 9 yine ortak şirketteki hissesi nispetindeki oran dahilinde toplam borçtan sorumlu olacaktır. 4 Yukarıda belirtmiş olduğumuz konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse, (A) limited şirketinin toplam vergi borcu 1.000 TL’dir. Ortaklığın 2 ortağı vardır. Ortak (B) ve diğer ortak (C)’nin şirkette %50’şer eşit oranda paylarının olduğunu varsayalım. Şirketin müdürü ve ortağı (B) olduğu varsayılmıştır. Diğer ortak (C)’nin şirkette müdürlük görevi yoktur. Bu durumda, her iki ortağın toplam amme borcundaki sorumluluklarını tartışmaya açalım. Buna göre; 1- Öncelikle, şirketin toplam borcu 1.000 TL’den şirket tüzel kişiliği sorumlu olup, bu borç öncelikle şirketten tahsil edilmeye çalışılacaktır. 2- Şirket borcunun tüzel kişilikten tahsili mümkün değilse veya tahsil edilemeyeceği anlaşılmışsa bu durumda şirket toplam borcunun tümü şirket müdürü olan (B)’den tahsil edilmesi gerekir bu amaçla da şirket müdürü adına ödeme emri tebliğ edilir. 3- Diğer yandan, şirketin kanuni temsilcisi yani müdürü olmayan ortak (C) adına ödeme emri düzenlenir. Toplam borcun %50 yani yarısı için bu ortağa ödeme emri düzenlenerek tebliğ edilir ve bu borç bu kişiden istenir. Şimdi asıl sorun: limited şirket ortaklarının, şirkette bulundukları dönemlerde yada şirketten ayrıldıktan sonra dönemleri ile ilgili gerçekleşen amme borçlarını bireysel olarak böldürüp, taksitlendirip ve sonuçta da bu borçları ödeyip ödeyemeyecekleri tartışılmaktadır. Bize göre, limited şirkette bir dönem ortak olarak devam eden kişinin daha sonra bu şirketten usulüne uygun hisse devri yapıp ayrıldıktan sonra kendi dönemine ait borçları böldürüp hesaplattırıp bireysel olarak ödemesi mümkündür. Diğer taraftan limited şirkette müdür olarak gözüken kişinin sorumluluğu ise borcun tümü üzerinden devam edecektir. Ortak (C)’nin payına düşen kısmı ödemesi halinde ise, diğer ortak ve müdür kalan borçtan ve gecikme zamlarından sorumluluğu devam edecektir. Öte yandan, hisse devri yaparak şirketten ayrılan ortak (C)’nin pay devri yaptığı tarihe kadar olan borçlardan sorumluluğu dönemine ait borcu ve faizlerini ödedikten sonra devam etmez. 5 Bkz. 6183 sayılı kanun 48. maddesi ve ilgili genel tebliğ seri A - Sıra No:1, Seri:A – Sıra No:2. bu örnekte ortağın sadece ortak olduğu dikkate alınmıştır. Bu ortak şirkette kanuni temsilci değildir. Yine ilgili olarak bkz. 213 sayılı VUK md.10/2 4 6183 sayılı kanunda 5766 sayılı kanunun 3. maddesi ile eklenen ve 6/6/2008 tarihinde yürürlüğe giren hüküm gereğince şirketten ayrılan ortakların devir öncesi veya sonrası borçlardan da sorumlu olabilecekleri yönünde hüküm eklenmiştir. Buna göre, ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan 5 10 Çeşitli dönemlerde yürürlüğe konulan yürürlüğe konulan vergi borçlarının yeniden yapılandırılması ile ilgili yasalarda eski şirket ortaklarının da kendi dönemleri ile ilgili borçları şirketten çıktıkları halde çeşitli problemlerle karşılaştıkları görülmektedir. Şirketten pay devri yaparak ayrılan eski ortak olsun veya hali hazırda şirkette mevcut ortak olarak ortaklığı devam eden ortak olsun bunların vergi dairesine şirket için yaptıkları ödemelerle ilgili aşağıdaki işlemleri yapmaları zorunludur. 6 1- Ödeme yapacakları dönem, vergi türü ve vergi kodu itibariyle ne miktarda ödeme yapacakları konusunda dilekçe ile ilgili vergi dairesine başvurmalıdırlar. 2- Vergi dairesi tarafından düzenlenecek olan “tahsil alındısının” ön veya arka yüzüne “şirket adına ortak … tarafından …. TL ödenmiştir” şerhinin düşülmesi sağlanarak bu ibare ilgili müdür yardımcısı tarafından kaşe, mühür ve imza ile tasdik ettirilmelidir. 3- Borcun ortak …… tarafından ödendiği ve borcun bittiğine dair nihai bir yazı alınmasında da yarar vardır. Geçmiş dönemlerde çıkarılan çeşitli af yasalarında şirketten pay devri yaparak ayrılan ortaklar, şirketten ayrıldıktan sonra şirkete yeni giren ortakların geçmiş dönemle ilgili matrah artırımı yapmaları halinde eski ortakların sorumlu olmayacağı buna mukabil yeni ortakların sorumlu olacağı yönünde uygulamalar bulunmaktadır. 7 Sonuç olarak, gerek anonim şirketlerde ve gerekse limited şirketlerde şirketten ayrılan ortak payı kadar şirketin vergi borcuna mahsuben ödeme yapabilir. Hatta, payı kadar olan borç için 6183 sayılı kanunun 48. maddesine göre borcu bireyselleştirip tecil ve taksitlendirme talebinde bulunabilir. Ve hatta ortak zaman zaman yürürlüğe konulan vergi afları veya borç yapılandırmalarında da tüzel kişiliğe ait borçtan payına tekabül eden borcu kendi adına ödeme çizelgesine bağlattırabilecektir. şahsılar devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden 1. fıkra hükmüne göre mütselsilen sorumlu tutulur. Bu hükmün Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla hali hazırda Anayasa Mahkemesinde derdest olduğu bilinmektedir. Ayrıntılı açıklamalar için bkz. YARALI Levent, Limited Şirketin Kamu Borçlarından Müdürlerin ve Ortakların Sorumluluğu, Yaklaşım Yayıncılık, 2010, Ankara, s.164-169 ALPASLAN Mustafa – SAKAL Mustafa, Vergi Hukuku Uygulaması – I, Makale-İnceleme ve Yorumlar, İzmir Ocak 2008, s.283-304. 6 7 Bkz. Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğünün 5.4.2004 tarih ve 14913 sayılı yazıları. 11 VERGİ AFFI MI, YOKSA YENİDEN YAPILANDIRMA MI? Prof. Dr. Adnan GÜLERMAN Yeminli Mali Müşavir 1KİMLER, NELER YAZDI, SÖYLEDİ? Adına “Torba Yasa”da denilen ve pek çok hususu içinde toplayan yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana konuşmacılar, yazarlar enine boyuna değerlendirmeler ve eleştirilerini yaptılar. Aslında, sadece yasalar için değil, hemen her şey için olumlu veya olumsuz eleştiriler yapılabilir. Üstelik her halde dünya tarihinde herkesi memnun veya mutlu edecek bir yasa yapılabilmiş değildir. Söylediğim gibi, yasa üzerinde ileri geri pek çok şey söylenip yazıldığı için ben bir bakıma söylenenleri ve yazılanları tekrar anlamına gelecek hususlara burada yer vermek istemiyorum. Becerebilirsem, olayı bu güne kadar kazandığım bilgi ve tecrübelere dayalı olarak bazı hususları ele almak istiyorum. Belki bu yazdıklarım, “Ben nerede yanlış yaptım?” sorusunun sorulmasına ve cevaplarının aranmasına sebep olabilir. Konuyla ilgili katıldığım bir seminerde yapılan açılış konuşmasında “Umarım, bu af yasası sonuncu olur” dileğinde bulunmuştu. Aşağıda açıklamalarımızı yapacağımız gibi, bu tür yasalar, yara sarma yasalarıdır, genellik niteliği taşırlar. Olay, mükellefin hatasından veya ihmalinden kaynaklanmaz. Bazen ülkenin, bazen da başka bir ülkenin ekonomik dengeleri önemli ölçüde sarsan durumlarla karşılaşması sonucu, mükelleflerin kendi ihtiyarlarında olmaksızın önemli olumsuzluklarla karşılaşmasından kaynaklanır. Bu nedenle devlet “ceberut” devlet davranışı ile “beni ilgilendirmez” tavrıyla yaka silkmek yerine “baba” devlet niteliği ile yara sarıcı olmak zorundadır. “Baba” dedim de aklıma geldi. Atalarımızda bu günlere kadar gelen isabetli deyimlerden birisi de “Babaların günahı, evlatlardan sorulmaz” dır. Bunun açık anlamı, sorun sizden kaynaklanmıyorsa, sorumlusu da siz olmamalısınız demektir. Şu günlerde yaşadığımız çarpıcı bir olay var. Japonya, oldum olası bir deprem ülkesidir. Geçtiğimiz günlerde 9’a yaklaşan bir şiddetle sarsıldıktan sonra çıkan tsunami dalgaları ortalığı nükleer santralarla varıncaya kadar sildi, süpürdü. Evlerin, tekneleri bile fındıkkabuğu gibi dalgalarla sürüklendiğini TV ekranlarında seyrettik. Gelin şimdi Japon mükelleflerini “Japonya’nın bir deprem ülkesi olduğunu bilmektesiniz. Önlemlerinizi buna göre alsaydınız da, vergi borçlarınızı ödeyememe durumları ile karşılaşmasaydınız” diyebilir miyiz? 12 2VERGİ BORÇLARI ÖDENMEDİ Mİ, YOKSA ÖDENEMEDİ Mİ? 1970’lerin son yıllarında siyah beyaz televizyonlarımızın ekranında yeni yayınlanacak olan bir günlük gazetenin reklamları yer almaktaydı. Silueti gösterilen bir kimse koşarken tökezleyerek aniden düşmesinin sonrasında bir ses “Düştü mü, düşürüldü mü?” diye sorardı. Konumuz için de “ödemedi mi, yoksa ödeyemedi mi?” diye sorabiliriz. Vergi ödemede sıkıntılar yaşayan mükelleflerin tamamını “basiretli bir tüccar gibi hareket etmediler” diye topyekûn sorumlu tutabilmemiz mümkün müdür? Böyle Bir soruyu sorabilmek için kişilerin ticari, iktisadi faaliyetlerinde kendilerinin dışındaki faktörlerde olumsuzluğun yaşanmadığının varsayılması uygun olacaktır. Ama kişilerin kendi kontrollerin dışındaki bir takım faktörler işlerinin rast gitmesini engellemişse, kişileri vergilerini veya öteki mükellefiyetlerini yerine getirememesinden ötürü sorumlu tutmak hangi ölçüde adil olabilecektir. Ekonomideki bu yeni durumda ticaret erbabının veya sanayicinin herhangi bir olumsuz etkisi olmadığı halde faturasını ödemek zorunda kalır. Bilineni bir de burada tekrarlayalım: ekonomik yapı tıpkı kirpi gibidir. Ürkütücü nitelikteki en küçük bir uyarı karşısında hemen dikenli mantosunun içine büzülür. Tehlike geçinceye kadar da o haliyle kalır. Kimileri bu davranış biçimi için kaplumbağayı örnek alır. Her ikisi de aynı kapıya çıkacaktır. Şu satırları yazdığımız sırada Libya’daki ayaklanma devam etmekteydi. Milyarlarca Dolarlık müteahhitlik faaliyetleri tamamen durduğu gibi, 25 bin dolaylarındaki işçimiz de geri dönerek işsizler kadrosunda yerini aldı. Her ne kadar, Libya’nın dünya petrol üretimindeki payı yüzde 2 dolaylarında ise de, psikolojik etki sonucunda henüz petrol üretiminde en küçük bir azalma olmamasına rağmen iç piyasamızda benzin ve motorinin litre fiyatlarında 7-8 kuruşluk artış oluverdi. Henüz kesin olmamakla birlikte yatırımcıların zararlarının 5 milyar Dolar kadar olacağı hesaplanırken, Türk bankalarının Libya’da taşıdığı riskin de yaklaşık 2,4 milyar lira olacağı tahmin edilmekte idi. Bütün bunları “önceden önlemini alsaydın” diyerek orada zarara uğrayan müteahhit firmalara ve kredi veren bankalara yüklemek ciddi ve adil bir maliye politikası olarak düşünülemez. Kısa tanımlama ile karşılaşılan bu durumun kaçınılması mümkün olmayan bir “mücbir sebep” sayılması gerektiği gün gibi aşikârdır. Aksi halde, bundan böyle muhtemel risk kaygılarıyla Türk firmalarının dünyanın dört bucağına açılabilmesi, yukarıda örneğini verdiğimiz kirpi veya kaplumbağanın kabuğunun içine çekilmesi gibi bir tavır takınacaktır. 13 Konumuzu fazla yaymamak için, ekonomik yapıyı büyük ölçüde ve olumsuz yönde etkileyen gerçekleştirilmiş olan darbe veya sonucu alınamamış darbe girişimlerini bir yana bırakarak, yakın tarihimizdeki ekonomik olumsuzlukları, hatta açıkçası ekonomik krizleri kısaca ele almamız gerekli olmaktadır. Bilindiği gibi yakın tarihimizde başarısız ekonomi yönetimlerinden kaynaklanan 1995 ve 1999 ekonomi krizlerini yaşamamızın yanında 2008 yılında da ABD’den başlayıp bütün ülkelere yayılan bir ekonomik krizi de yaşamış bulunmaktayız. Bunların ticari ve sanayi hayatımızı olumsuz yönde etkilediğini görmezlikten gelemeyiz. Pek çok kuruluşun kapısına kilit asıldığı gibi, yine pek çokları da kapasitelerini düşürmek ve bir kısım çalışanının işine son vermek zorunda kalmış bulunmaktadırlar. Bu durumdaki kuruluşların olağan düzenlerdeki gibi kâr sağlamalarını ve vergilerini ödemelerini beklemek mantığa ters düşmektedir. Yeri geldiği zaman kullandığımız “olağan dışı durumlarda, olağan dışı kurallar uygulanmalıdır” gibi bir deyimimiz bilinmektedir. Böylece, olağan dışı durumlarda hâlâ olağan kuralları uygulamaya çalışmanın olumlu sonuçlar veremeyeceği dikkate alınmalıdır. Buna dilimizde “Yorgunu yokuşa vurmak” da denilir. Hani, bir fıkramız vardır. Köyün birinde Ali dayı’nın kızı köy sınırında yakaladığı hırsız için babasına seslenir. Babasının “Getir kızım” önerisine “ Baba Gelmiyor”, daha sonra da “Bırak kızım” önerisine de “Gitmiyor” cevabını vermesinde olduğu gibi, vergisini ödeyememiş olanı bulduğumuzda eğer olağan kurallar uygulanmaya çalışılırsak, bir yandan vergi borcunu tahsil etmeye çalışırken, öte yandan sorunun kendisinden kaynaklanmadığını anlamanıza rağmen yakasını bırakamamak durumunda kalırız. Kuşkusuz, kısaca belirtmeye çalıştığımız bu gibi olumsuz durumların kimi ne kadar etkilediğini hesaplayarak her işletmenin sorumluluk derecesini belirlemek de kolay değildir. Sözü buraya getirmişken, 1960’larda yaşadığım bir olayı aktarmak isterim. 1960 ihtilali sonrasında bütün üst yöneticileri tutuklanmış bir sanayi kuruluşunun dosyasını incelemek için bilirkişi olarak görevlendirildiğimde vergisini ve öteki borçlarını ödeyememiş olan ve icrada haraç mezat satılması istenilen bu fabrikanın düzelme aşamasının tam da kırılma noktasını aşmak üzere olduğunu ve kısa bir zaman daha faaliyetine izin verilmesi halinde bütün sorunlarının üstesinden geleceğini ve faaliyetinde hiçbir aksama görülemeyeceğini rapor halinde yazmıştım. 14 Nitekim, raporumun uygun bulunmasının sonucunda gerçekten firma kısa sürede toparlanıp eski ve canlı çalışma düzenine kavuşmuş, bütün borç ve vergilerini ödeyebilmişti. Bu yüzden, yasaların vermiş bulunduğu yetkileri kullanarak vergi ve öteki alacaklar tahsil edilebilirse de, firmanın kapısına kilit asılma durumuna sebep olunacağından dolayı bu firmayı ve çalışanlarını bir daha karşınızda vergi mükellefi olarak bulma şansı da kaybedilmiş olacaktır. Düzgün beyanda bulunmuş bir vergi mükellefinin, yukarıda gerekçelerini saydığımız, kendi dışındaki ve genel etkenlerle vergisini ödeyememiş duruma düşmüş olmasıyla, başka bir mükellefin noksan beyanda bulunmasını veya düzgün beyanda bulunduğu vergi borcunu zamanında ödememekte direnmesini birbirinden ayrı olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Zaten bu birbirinden çok farklı iki durum aynı potaya konulup değerlendirilmişse, adaletin terazisinin topuzu elden kaçmış demektir. Yeri geldikçe kullandığımız “testiyi kıran ile suyu getiren’in bir sayılmaması uygun olacaktır. 3MÜKELLEFLERE VERGİ ÖDEME ALIŞKANLIĞI KAZANDIRMAK ÖNEMLİDİR. Gerek vergi daireleri ile mükellefler arasındaki anlaşmazlıklardan, gerekse her yıl basına yansıyan haberlerden birçok mükellefin asgari ücretli kadar kazanç göstermediğini ve onlar kadar vergi ödemediklerini okumaktayız. Paranın ihtiyaçları karşılama özelliği ve insanların ihtiyaçlarının sınırsız olması sebebiyle vergi dahil öteki ödemelerde de istekli davranmadıkları görmezlikten gelinmeyecek bir gerçektir. Onun için “cebinde akrep var” deyimi sıklıkla kullanılmaktadır. Yeri gelmişken, yıllar önce karşılaştığım bir olaya burada yer vermek istedim: Bir iş sahibinin yıl sonu hesaplarını kapatırken bazı envanter ve öteki hesap oyunlarıyla kârlılığını aşırı derecede düşürdüğünü görünce, devlet hesabına pazarlığa başladım. Hesaplarının incelemeye alınabileceğinden girip, ödenen vergilerle okul, hastane, yol, köprü vs. yapıldığını anlattım. Önce sessizce dinledi, sonra da haklılığını göstermek amacıyla bana “Adnan bey, anlamıyorum. Hem sana mali müşavirlik ücreti ödüyorum, hem de bana vergi verdirtiyorsun” savunmasına girişti. Zannederim, bu satırları okuyanların başından da benzer olaylar geçmiştir. Unutmuyorum, Üniversiteye İstanbul’dan bir yıllığına geçici görevle davet ettiğimiz bir hocamızı süre sonunda geri dönmemeye ikna ettik. Osmanbey’deki dairesini satıp, Karşıyaka’dan bir daire alacaktı ve İzmir’e yerleşecekti. 15 Yalnız bir şartı vardı: Müteahhide ödediği para tapuya aynen kaydedilecekti. Fakültenin dekanından hademesine kadar seferber olundu ve aylarca aranılmasına rağmen bu şartlara uyacak olan bir satıcı bulunamadı. Geçenlerde yardımcı olmamı istemek için bana bir inceleme dosyasını verdiler. Arsasını müteahhide beş daire karşılığında vermiş olan kişi Bornova’daki bu daireleri tapuda 40-45 bin lira göstererek satmış. İnceleme elemanı da yeni daire sahiplerini davet ederek dairelerin 175180 bin liradan satıldığını öğrenmiş. İnsaf ile düşünelim: Dairelerin satış fiyatını bu kadar düşük gösteren satıcının hesaplanacak vergi borcunun af pazarlığı yapılabilir mi? 4VERGİ ORANLARININ YÜKSEKLİĞİ BİR GEREKÇE MİDİR? Böyle bir genelleme yapmak hatalıdır. Çünkü, uygulamalar göstermektedir ki, önceleri oranın yükselmesi vergi artışına neden olurken, bir noktadan sonra azalmanın başladığı görülür. Sözü uzatmamak için bu durumla ilgili bir teorinin de olduğunu ve bu teorinin uygulamalarda doğruluğunun anlaşıldığını söylemekle yetineceğiz. Peki, Türkiye’de uygulanan vergi oranları yüksek sayılabilir mi? Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi olan ülkelerdeki vergi yükleri ile ilgili “Gelir İstatistikleri–2010” raporunu yayımladı. Bu raporda vergi yükü, ülkelerin vergi gelirlerinin GSYH’lerine oranlarıyla hesaplanmaktadır. Rapordaki listede Türkiye yüzde 24,6 oranı ile en düşük vergi yükü olan üçüncü ülke olarak dikkati çekmesinin yanında, 1995 yılından bu yana da vergi yükü en çok artan ülke durumunda olarak gözükmektedir. Burada, önemle üzerinde durulması gereken bir husus da gözden kaçırılmamalıdır: GSYH içinde vergi gelirlerinin düşük kalması, doğrudan vergi yükünün de düşük olduğu anlamını taşımamaktadır. Bir ülkede vergi yükü yasal olarak yüksek olsa bile, vergi gelirlerinin GSYH’ya oranı düşük kalabilmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye’de 1995 yılında kayıt dışı oranı yüzde 56’yken 2009 yılında yüzde 44’e düşmüş bulunmaktadır. Bu durum, yukarıda sözünü ettiğimiz vergi yükü artışı görülmesinin de en önemli nedenidir. Sözü buraya getirmişken, bir karşılaştırma örneği verebilmek için öteki bazı OECD ülkelerinin vergi yükü yüzdelerini de vermek yerinde olacaktır: Vergi yükü oranı en yüksek olan ülke yüzde 48,2 ile Danimarka olurken, sırasıyla İsveç yüzde 46,4; Avusturya, Fransa ve İtalya yüzde 40’ın üzerine oranları ile sıraya girmektedir. Ne var ki, Türkiye ve öteki bazı ülkelerdeki oranlarda artış görülürken, bazı ülkelerde de oran azalışları görülmektedir. 16 Bazı örnekler vermek gerekirse Slovakya (-4,8), Kanada (-4,5), ABD (-3,9), OECD ortalaması (+0,4) ve Türkiye (+7,8) olmuştur. Görülmektedir ki, oran artışı veya azalışlar bütün ülkeler için genellik gösteren bir eğilim olmayıp, her ülkenin iç şartlarına göre yapılanmaktadır. Aslında böyle bir genelleme yapmanın da fazla isabetli olduğu düşüncesinde olmadığımı belirtmek isterim. Bir örnek vermek gerekirse, başka bir ülkedeki kalıcı ve yüksek oranlı bir işsizlik sonucunda o ilkenin pek çok işsizi öteki ülkelere kaçak olarak girip kayıt dışı işsizliği artırdığı gibi, yine başka bir ülkenin çok düşük maliyetli üretimi de gümrük dışı yollarda öteki ülkeye girerek kayıt dışı oranını yükseltmesinin yanında, yukarıda sözünü ettiğimiz vergi yükü oranını da dış etki nedeniyle olumsuz yönde değiştirmiş olacaktır. 5BU SONUNCU AF YASASI MI OLACAKTIR? Vergi haftası nedeniyle, dinleyici olarak katıldığım bir panelde konuşmacılar “Bundan önceki af yasası da çıkartılırken yetkililer bu son af yasası olacak demişlerdi ama olmadı” gibisinden eleştirilerini dile getirmişlerdi. Bana göre, mükelleflerin kendilerinden kaynaklanmayan ve özellikle iç ve dış kaynakların genellik arz eden ve ekonomiyi büyük ölçüde olumsuz yönde etkileyen her durumla karşılaşılması yeni bir affı gündeme getirecektir. Gelecekte yeni bir af yasasının gündeme gelmemesi için, -İnsanlarda “vatandaşlık” kavramı yerine “vergi mükellefliği” kavramı yerleştirilmelidir, -Vergi mevzuatı, tahakkuk ve tahsil işlemleri elden geldiğince anlaşılır, kolay uygulanır hale getirilmelidir, -Vergi incelemeleri “devletten yana” görüşü yerine “hukuktan yana” biçimde yürütülmelidir, -Verginin ortaya çıkmasında yardımcı olan serbest meslek hizmetlerinin elden geldiğince bağımsızlığının sağlanması düzenlemeleri gerçekleştirilmelidir, -Ülke içinde veya ülke dışında oluşan büyük çaplı ve olumsuz nitelikli ekonomik olayların mükelleflerde meydana getireceği olumsuz etkilerin sonuçlarını af yasaları ile giderme yerine, önceden olumsuz etkileri giderici ve telafi edici önlemler alınmalıdır. Bu son söylediğimizi daha iyi anlatabilmek için bir örnek kullanmayı uygun bulmaktayım. Başka bir ülkede meydana gelen kolera salgınının kendi ülkenize sıçramasından sonra, hastalananları hastanelerde tedavi etmeye çalışma yerine, kolera mikrobu sınırlardan içeriye girmeden önce bağışıklık kazandıracak önlemlerin alınması bir örnek olarak düşünülebilir. 17 Bu ve buna benzer önlemler alınmadan zaman zaman af yasaları çıkartılması, iyi niyetli olmayan mükelleflerin af beklentilerini kamçılayacaktır. Nitekim, bazı dönemlerde karşılaşılan bazı sıkıntılar sırasında, iyi niyetli olmayanların da “nasıl olsa af çıkacak” düşüncesi ile fırsattan istifadeye çalıştıkları görülmektedir. Geçmiş yıllarda yapılanlar incelendiğinde 1924 yılından bu yana çıkartılan mali af yasalarının sayısının 29’u bulduğunu göz önünde bulundurduğumuz takdirde bürokrasiyi ve mükellefi içine alan bu sistemde bir yanlışlığın, bir noksanlığın olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki, İngiltere’de bu güne kadar benzeri hiçbir mali af yasası çıkartılmadığı gibi, Hollanda da en son yürürlüğe konulan mali af yasasının tarihi ise 1941 yılıdır. Batı’da pek çok ülkede de zaman zaman mali af yaslarının yürürlüğe konulduğu görülmektedir. Türkiye’de cumhuriyetin ilanından bu yana toplam 29 afyasasının ortalaması alındığı taktirde her üç yılda bir af yasası gündeme gelmiş demektir. Olayın en çok dikkat çekici bir yönü de, af yasasının uygulandığı yıllarda doğal olarak vergi gelirlerinin arttığı, sonraki yıllarda ise vergi geliri/konsolide bütçe gelirine paralel olarak tahakkuk/tahsil oranlarında düşüşler olduğu gözlemlenmektedir. Ortalama üç yılda bir af yasasının uygulamasının sistemde bir alışkanlık yarattığı ve mükelleflerde bir af yasası beklentisinin alışkanlık haline geldiği gözlemlenmektedir. Her ne kadar, yukarıda “Olağan dışı durumlarda olağan dışı kurallar uygulanır” deyimini kullanmış isek de buradan hareketle Türkiye’de ortalama her üç yılda bir olağan dışı durumla karşılaşıldığı sonucuna da varamayız. Son olarak, üniversite kürsülerinde ders verdiğim yıllarda, yeri geldikçe öğrencilerime “İyisini yapmayı beceremiyorsanız, iyisini yapanı taklit ediniz” derdim. Yukarıda iki örneğini verdiğim İngiltere’de hiç af yasası uygulanmamışsa, Hollanda’da ise en son 1941 yılında af yasası uygulanmışsa o ve benzeri sistemlerin incelenerek Türkiye’deki sistemin aksayan yönünün araştırılmasını yapmak da bir yöntem olmalıdır. Yazımızı bir fıkra ile bitirelim: Zengin bir kimse her sabah işine giderken köşe başına demir atmış dilenciye 3-5 kuruş verip geçermiş. Günün birinde zenginin dalgınlığına gelmiş dilenciye para vermeden geçip giderken dilenci alışkanlığı üzere arkadan seslenmiş “Beyefendi bana para vermeyi unuttunuz” Bizim af yasası da umarım bu tür alışkanlıklara sebep olmayacaktır. 18 ANKARA YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI MEVZUAT İZLEME VE DEĞERLENDİRME KOMİSYONU KARARİ Karar Tarihi: 16.02.2011 Karar Sayısı: 2011/107-03 KONU: KDV İADELERİ KONUSUNDA YAŞANAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Ankara YMM Odasının 29.12.2010 tarih ve D.53/6902 sayılı yazısı ile, KDV iadeleri konusunda 53 Nolu KDV Sirkülerle getirilen usuller ile ilgili KDV Genel Tebliğlerinde belirlenen usul ve esaslar arasında uyum sağlanması konusunun Komisyonumuza incelenmesi istenmiş olup Komisyonumuzun bu konuda aldığı karar aşağıdaki belirtilmiştir. A - KDV İADE SİSTEMİNİN ESASLARINA İLİŞKİN MEVZUAT Bu Kararın ekini oluşturan çalışmada detayı verildiği üzere, KDV iadesi işlemlerinde geçerli kılınan usul ve esaslar; 84 seri nolu KDV Genel Tebliği, 53 No.lu KDV Sirküleri ve 3568 Sayılı Kanuna İstinaden Yayınlanmış Genel Tebliğler ile yapılmış olup 27.01.2010 tarihinde yayınlanarak uygulamaya konulan 53 no'lu Katma Değer Vergisi Sirküleri ile; -iade işlemlerine hız kazandırılması, -Katma Değer Vergisi iade sistemindeki sorunların çözümü, -vergi dairelerini kırtasiyecilikten ve formalitelerden kurtararak, uygulama birliğinin sağlanması ve -iadelere standart getirilmesi hedeflenmiş olup KDV iade ve mahsup süresini kısaltması halinde alt firma incelemelerinin elektronik ortamda tek elden yapılması uygulaması olumlu bir gelişmedir. Ancak, bu sirküler hedefine ulaşamamış tam aksine, meslek mensuplarına ve dolayısıyla vergi mükelleflerine birtakım yeni sıkıntılar yarattığı gibi vergi dairelerinin iş yükünü arttırmıştır. Komisyonumuzun çalışmasının özünü, bir yıllık uygulama süresini dolduran bu Sirkülerle amaçlanan hususlara işlerlik kazandırılması, KDV İadesi sürecinde YMM'lerin karşılaştığı sorun yada zorlukların ortaya konulup mümkünse ortadan kaldırılması ve iade sistemindeki güvenilirliği sağlayacak çözüm önerileri aşağıda sıralanmıştır. 19 B - KDV İADESİ İŞLEMLERİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR 1-Karşıt İnceleme İşlemlerinin Yeterince Sağlıklı Yapılamaması Karşıt inceleme uygulamaları, alt mükelleflerin ve duruma göre ikinci alt mükelleflerin mevcudiyeti ve mükellefiyeti ile kayıt düzenine ilişkin olarak yapılmaktadır. Karşıt incelemelerde tutanağa alman bilgiler yeterli gözükse bile, mükellefin kullandığı veya düzenlediği sahte belgeler tespit edilememektedir. YMM'ler sadece, mükellefin adresinde bulunamaması, defter belgelerini ibraz etmemesi veya düzenlemiş olduğu faturaların çok değişik alanlarda iş yapan mükelleflerin faaliyet alanları ile İlgili mal veya hizmet için düzenlenmiş olması gibi halleri tespit edebilmekte ve bunları da raporunda işleyebilmektedir. (Zaten aksine bir iddia tazminatla sonuçlanabilecektir.) 2-SMİYB Kullanan yada Düzenleyen Mükellefler Hakkında Bilgi Alınamaması YMM'lerin gerek vergi dairesi kayıtlarında ve gerekse GİB kayıtlarında mevcut verilere ulaşma imkânı olmaması nedeniyle bu bilgileri ancak raporlar verildikten sonra, sistemden oluşturulan Özet Kontrol Raporu üzerine Öğrenebilmektedir. Bu ise, hem YMM'nin raporuna olan güveni sarsmakta hem de yazışmalarla İade süresini uzatmaktadır. 3-Vergi Dairelerinin Kendilerince Gerekli Görülen Farklı Farklı Belgeler Talep Etmesi Her Vergi Dairesi Başkanlığının kendince hazırladığı iade kılavuzunda veya uygulama esaslarında, iade için gerekli görülen bilgi ve belgeler belirtilmesine rağmen, iade işlemini yapacak olan vergi dairelerince sadece KDV'nin değil aynı zamanda gelir/kurumlar vergisi matrahlarının tespitine varan bilgi ve belgeler dahi istenmektedir. Bu uygulamalar KDV uygulamasının ayrıntısına ve verginin mantığına dahi hakim olmayan kişiler karşısında mesleğimizin değerini düşürmektedir. Bu nedenle, YMM Raporlarının vergi inceleme yetkisine sahip kişiler tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. 4-İade Talep Eden Mükellefin Ödediği KDV'nin Hazineye İntikal Edip Etmediğinin Araştırılamaması İadenin, indirim mekanizmasından farklılığı, ödenen KDV'nin hazineye intikal edip etmediği hususudur. Verginin Hazineye intikalden kastın, verginin tahakkuku mu yoksa ödenmesi mi olduğu konusunda mevzuatta açık bir hüküm bulunmaması nedeniyle bu konuda vergi daireleri arasında farklı uygulamalar bulunmaktadır. Gerek bu farklılığın giderilmesi ve bu zorluğun telafisi için, öncelikle verginin Hazineye intikalden kastın ne olduğunun açıkça belirtilmesi ve 20 ayrıca, her ne kadar mevzuatta, bankadan ödenme, çekin doğru muhataba kesilmesi vs. gibi hususlar mevcutsa da bu şartlar her zaman yeterli olmamaktadır. 5-YMM Tasdik Raporlarının Çok küçük bazı düzeltme ihtiyacı İçin değiştirilmesi ve bu eksikliklerin Vergi İdaresince Re'sen düzeltilerek İade Tutarının hesaplanamaması Bazı hallerde çok küçük (örneğin 20-30 lira veya hatta kuruşlarda doğan farklılıkların) düzeltilmesi için bile Rapor ekleri ve sayfaları değiştirilmektedir. Belli bir tutarın altındaki eksiklik veya yanlışlıklarda, vergi idaresi Re'sen bu eksikliği dikkate alarak iadesi gereken tutarı hesaplayabilmelidir. 6-İhracattan doğan KDV iadesi işlemlerinde imalatçının bir altına kadar karşıt inceleme yapılması Risk analizi projesine göre çıkarılan KDV ladesi RİSK analizi kontrol raporunda bile sorgulama iki alt kademeye kadar yapılmakta ve eksiklikler bu iki alt kademe ile sınırlandırılmaktadır. Dolayısıyla, bu konuda mevzuat ile uygulama birbiri ile çelişmektedir ve bu nedenle, vergi daireleri arasında da bazı keyfi farklı uygulamalar yapılmaktadır. Bunu önlemek için SM, SMMM ve YMM mevzuatında da, kontrol raporu ile yapılan esas ve usullere uyumlu düzenlemeler yapılmalı ve YMM Tasdik Raporlarında da imalatçının bir altına kadar karşıt inceleme yapılmayacağı hususu açıklanmalıdır. 7-İnternetten verilen Gümrük beyannamesi ile ihracat listelerinin uyuşmaması hallerinde kağıt ortamında bilgi istenmesi 53 seri nolu sirküler ile gümrük beyannamelerinin listesinin verileceği için gümrük beyannamelerinin ayrıca verilmesine gerek olmadığı belirtilmesine rağmen internetten verilen ile sistemde yüklü gümrük beyannameleri arasındaki uyumsuzluk olduğu gerekçesi ile gümrük beyannamelerinin kağıt ortamında istenmesine devam edilmektedir. 8-Artık Gümrük beyannamelerinin de internetten verilecek olması nedeniyle kağıt ortamındaki Gümrük Beyannamesi kaldırıldığı için ihraç kayıtlı satılan veya alınan durumlarda yapılacak işlemler Konu özellikle ihraç kayıtlı satış yapan imalatçıların bu işlemlerden doğan KDV iadesi işlemleri için önemli olup bu konu ile ilgili olarak çıkarılacak genel tebliğde gerekli açıklayıcı bilgilere yer verilmelidir. 9-YMM Tasdik Sözleşmelerinin Damga Vergisi Sorunu Nedeniyle YMM'ler İle Yazışmalar Yapılması İadeleri Geciktirilmektedir. Bu yanlış uygulama, SM, SMMM ve YMM Ücretlerinin Esasları Hakkında Yönetmelikte sözleşmelerin kaç nüsha düzenleneceği belirtilmemiş olmasına rağmen, ekinde yer alan sözleşme örneğinde "2 nüsha" 21 düzenleneceği şeklindeki ifadeden kaynaklanmaktadır. Aslında bu konudaki sorun, 19 seri nolu Damga Vergisi Sirküleri çözülmüştür. Buna rağmen her il ve hatta Vergi Dairesi Başkanlığı ve Müdürlüğüne göre değişen farklı uygulamaların bulunması bizleri üzmektedir. Bilindiği üzere bu sözleşmeler, TÜRMOB tarafından matbu olarak bastırılmakta ve Odalar vasıtasıyla meslek mensuplarına verilmektedir. 2010 yılından itibaren TÜRMOB tarafından bastırılıp dağıtılan sözleşmelerde "2 nüsha" ifadesi kaldırılmış ve "... nüsha" ifadesine yer verilmiştir ve dolayısıyla sorun çözülmüştür. Zaten yönetmelikle sözleşme nüsha adedinin belirtilmesi veya vergi dairelerinin, sözleşme 1 nüsha düzenlendiği halde 2 nüsha üzerinden damga vergisi almaya zorlaması TTK'nin sözleşme yapma serbestîsine de aykırıdır. Bu nedenle, tasdik raporlarına eklenen YMM Tasdik sözleşmelerinden, sözleşmede belirtilen nüsha adedine göre damga vergisinin aranacağı, 1 nüsha düzenlendiği ve yazıldığı açıkça belirtilen sözleşmelerden 1 nüshaya ait damga vergisinin aranmayacağı hususu, Gelir İdaresi Başkanlığınca bir kez daha açıklanmalıdır. 10-Zaman Alan Ve Bürokratik Formaliteyi Gerektiren Ve Dolayısıyla Vergi Dairelerinin İş Yükünü Arttıran Pasife Alma Uygulaması Kaldırılmalı Ve Düzelte Beyannamesi Verilmesi Uygulamasında Olduğu Gibi Düzeltme Listeleri Verilmesi Uygulamasına Geçilmelidir. 11-İmalat Ve İnşaat İşleri İle Uğraşan Mükelleflerde Yüklenilen KDV Listesinin Tek Tek Fatura ile İlişkilendirilmesi İmkansızdır. Uygulamaya konulan yeni sistemin bazı aksaklıklara rağmen sadece başkalarından satın aldığı malı doğrudan ihraç eden firmalar ile ihraç kayıtlı mal satan firmalar tarafından kullanılması mümkün görünmektedir. Ancak, imalat ve inşaat işleri ile uğraşan mükelleflerde Yüklenilen KDV Listesinin tek tek fatura ile ilişkilendirilmesi imkânsızdır. Aynı durum, önceki yıllarda aktifleştirilen ve devreden KDV tutarı içerisinde yer alan ATİK KDV paylarının iade hakkı doğuran işleme pay verilmesi halinde de söz konusu olup KDV'nin hangi fatura veya faturalara ait olduğu istenmektedir. Birkaç yıl süren bir fabrika yatırımından ihracata düşen KDV'nin hesabı imkânsız hale gelmektedir. Dolayısıyla, bu konunun çıkarılacak genel tebliğde, iadenin gecikmemesi ve hatta tıkanmaması için imalat ve inşaat işlerinde yüklenilen KDVnin hesabında tek tek fatura yerine maliyet esaslı yönteme geçilmelidir. Aksi takdirde bu uygulama imalatçı-ihracatçı firmaların ayrı pazarlama firması kurması ve iade hakkı doğuran işlemlerin bu firmalar üzerinden yapılması sonucunu doğuracaktır. 22 Bu nedenlerle, imalat ve inşaat işlerinden kaynaklanan KDV İadelerinde indirilecek KDV listesi dışında ayrıca "Yüklenilen KDV Listesi"nin aranmayacağı konusuna açıklık getirilmelidir. 12-Özet Kontrol Raporundaki Tespitlerin Sonuçlandırılması Konusunda Vergi Dairelerinde Uygulama Birliği Bulunmamaktadır. Özellikle Bu Tespitler Nedeniyle İade Talepleri Geciktirilmektedir. Sirkülerde açıkça tespitlerin KDV Genel Tebliğlerinde belirtilen esaslar doğrultusunda giderileceği belirtilmesine rağmen bu konuda genel tebliğ esasları uygulanmamaktadır. Dolayısıyla bu konunun çıkarılacak genel tebliğde açıkça belirtilmesi gerekmektedir. 13- Fatura Düzenleme Haddinin Altındaki Belgelerin Listeye Tek Tek Yazılması Mükelleflere Ve Muhasebeye Ağır Bir Yük Getirmektedir Alt firma taramalarında bir firmanın yapacağı bir vergi kimlik numarası giriş hatası bile iade alacak firmanın günlerce beklemesi sonucunu doğurabilmekte ve iadesi geciktirilebilmektedir. (Sistem ormanı görmek yerine ağaçların yapraklarıyla uğraşır hale getirilmiştir.) 14-Aynı Döneme Ait Olmakla Birlikte İhracata Ait Gümrük Beyannamesinin Tescil Tarihinden Sonraki Tarihleri Taşıyan Alış Faturalarının Sistem Tarafından İade Hesabında Dikkate Alınmaması, iade hesabını ve sürecini içinden çıkılmaz bir hale getirmektedir. Aynı şekilde VUK gereği irsaliye ile fatura düzenleme tarihi arasındaki 7 günlük süre de fiilen işlemez hale gelmektedir. Bu hususu özellikle geleneksel olarak ay sonlan itibariyle düzenlenen elektrik, telefon, su, danışmanlık gibi harcamalara ait ödenen KDV'ler sistem tarafından iadesi gereken KDV'nin hesabında dikkate alınmasına engel olmaktadır. C - KDV İADESİ İŞLEMLERİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLARA ÇÖZÜM ÖNERİLERİMİZ Yukarıda yapılan açıklamalar da göstermektedir ki, yeni sistem KDV iadesinden kaynaklanan yapısal sorunların sorumlusu olarak mükellefleri ve mali müşavirleri görmektedir. Sistem, iade alma süreci ne kadar zorlaştırılırsa haksız iade talebinin de o kadar azalacağı varsayımına dayanmaktadır. KDV İade işlemlerini aşırı şekilde zorlaştıran ve kırtasiyeciliğe boğan (belge tutarında alt sınır öngörülmemesi gibi) yeni sistemin, krizle boğuşan reel ekonomiye yapabileceği olumsuz etkileri dikkate alınarak önerilerimiz aşağıda belirtilmiştir. 1- 53 Nolu Sirkülerin Yürürlükten Kaldırılarak Bu Sirkülerdeki Düzenlemeler Ve Diğer Hususlar Çıkarılacak Yeni Bir KDV Genel Tebliği İle Açıklanmalıdır. 23 53 Seri nolu KDV Sirküleri İle mükelleflerin iade taleplerini iade için gerekli belgelerin tümü ve elektronik ortamda alınacak, sistem tarafından üretilecek KDV ladesi Kontrol Raporu çerçevesinde değerlendirerek ilgili KDV Genel Tebliğlerinde belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde sonuçlandıracağı konusunda getirilen uygulamalar, KDV Genel Tebliğlerindeki gibi, KDV iadesi işlemlerindeki bir yöntemi ve usulleri düzenlemektedir. Yani, sirkülerle yapılan bu düzenlemelerin bir genel tebliğle yapılması da mümkündür. Dolayısıyla, bu sirküler ve ilgili KDV Genel Tebliğlerinde belirlenen usul ve esaslar arasındaki uyumsuzluklar, çelişkiler ve sorunlar, 53 nolu Sirkülerin yürürlükten kaldırılarak bu Sirkülerdeki düzenlemeler çıkarılacak yeni bir KDV Genel Tebliği İle açıklanmalıdır, 2-Tevkİfattan Kaynaklanan KDV İadesi Yöntemi Kolaylaştırılmalıdır, SMİYB kullanımının önlenmesi, KDV'nin Hazineye intikalinin sağlanması, ödenen ve tahsil edilen KDV kontrollerinin kolaylaştırılması gibi gerekçelerle, kayıp ve kaçağın yoğun olduğu belirlenen sektörlerden bugüne kadar KDV tevkifatı kapsamına alınanlar ile yine bu gerekçelerle kapsamın genişletilmesi ihtimali nedeniyle tevkifattan kaynaklanan KDV'ierin İade usulleri de kolaylaştırabilir. Bu bağlamda, sektör ayırımı yapılmaksızın tevkifattan kaynaklanan KDV iadesi işlemlerinin belli bir tutan (Örneğin 5.000 TL'yi) aşan kısmının YMM raporu ile de neticelendirilmesi sağlanmalıdır. 3-YMM'lerın Mali Kontrol Sistemine Erişebilmeleri Sağlanmalı. Alt Mükellef Bilgilerini, SMİYB Kayıtlarını Ve Özel Durum Yaratan Tespitleri Görebilmesi Olanağı Sağlanmalıdır. YMM'lerin Mali Kontrol Sistemine erişebilmeleri sağlanmalı, alt mükellef bilgilerini, SMİYB kayıtlarını ve özel durum yaratan tespitleri görebilmesi, iade tasdik raporu düzenlenme aşamasında alt mükellef bilgilerine erişilebilmesi, eksiklik, yanlışlık ya da düzeltme ihtiyaçlarının baştan giderilmesini ve doğru bir rapor yazılmasını sağlayacak, vergi idaresinin işlemlerini azaltacak, iade süresini kısaltacaktır. Dolayısıyla, 53 seri nolu Sirkülere göre elektronik ortamda yapılacak bildirimlerin yapıldıktan sonra ve ancak YMM KDV iadesi Raporu verilmeden önce KDV İadesi Risk Analizi özet bir raporunun YMM'lere ve mükellefe verilmesi sağlanmalıdır. Uygulamada bazı vergi dairelerince KDV İadesi Risk Analizi özet bir raporunun alınabilmesi için mükelleflerden yazı talep edilmektedir. Amaç, süreci uzatmak olmayıp kısaltmak olduğuna göre, bu farklı uygulamanın giderilmesi sağlanmalıdır. 24 Aynı şekilde, Vergi idaresinin sistem üzerinde açacağı bir bölümde, en azından ilgili mükelleflerin son adres bilgileri, muhasebeci, YMM bilgileri, inceleme yapacak YMM tarafından (vergi mahremiyeti çerçevesinde) görülebilir olmalıdır. Bu, işlemlerin daha süratli ve sağlıklı olarak sonuçlanmasına katkı yapacaktır. 4-Karşıt İnceleme Yapılmasına Gerek Olmayan Mükellefler Listesi Genişletilmelidir. a-Süresinde tam tasdik sözleşmesi imzalamış YMM’si bulunana mükellefler ile b-Büyük Mükellefler Vergi Dairesi mükellefleri nezdinde karşıt inceleme yapılması veya teyit yazısı alınması zorunluluğu tamamıyla kaldırılmalıdır, Zira, bu mükelleflerden alınan mal ve hizmetler için yapılan teyit yazıları ve karşıt incelemeler çoğu zaman sadece zaman kaybına yol açmaktadır. Dolayısıyla bu mükelleflerden mal ve hizmet satın alan mükelleflerin KDV iadesi işlemlerinde karşıt inceleme tutanağına veya YMM teyitlerine ihtiyaç bulunmadığı açıklanmalıdır. Bu bağlamda, tam tasdik ve iade işlemleri yapan YMM'ler tarafından karşıt incelemesi yapılacak mükelleflerin tam tasdik sözleşmesi yaptığı YMM bilgilerine elektronik ortamda ulaşılmasını sağlanması için link açılması konusunda da gerekti düzenleme yapılmalıdır. 5-Belli Bir Tutarın Altındaki İade Edilecek KDV Hesap Hatalarında Vergi Dairesince Re'sen Düzeltme Yapılabilmesine Olanak Sağlanmalıdır. Özellikle kayıt hatalarından veya küçük değerli bir fiş yada faturanın durumundan kaynaklanan bazı hallerde, düzeltilecek KDV tutarı bir kaç lira olsa bile tablolar, yüklenim listeleri ve hatta rapor sayfaları değiştirilmektedir. Bu durum, vergi dairesinin işini artırdığı gibi iade sürecini de uzatmaktadır. Örneğin 200,00 Uranın altındaki bu tür düzeltmeler vergi dairelerince re'sen yapılabilmeli ve düzeltme haricindeki kısmın ödenmesi sağlanmalıdır. Bunun için, raporda düzeltmeler yapmak yerine YMM tarafından verilecek bir dilekçe yeterli olabilmelidir. 6-KDV İadelerinde Raporda Yer Alacak Hususlar, Rapora Eklenecek Belgeler Ve Bunlara İlaveten İstenecek Diğer Bilgi Ve Belgeler Konusunda Türkiye'nin Her Tarafında Uygulanacak Tek Tip Bir Kılavuz Düzenlenmelidir. KDV iadesi konusunda, yerel mali idarenin kendi ihtiyacı çerçevesinde bilgi ve belge talep etmesi, uygulamada keyfiliğe yol açmaktadır. Vergi idaresini bütün olarak kapsayacak bir kılavuz düzenlenmesi ve açıklamaların tüm teşkilatı kapsayacak biçimde yapılması keyfiliği ve vergi dairesinin iş yükünü azaltacaktır. 25 7-Elektronik Ortamda Verilecek "İndirilecek KDV Listesi" İle "Yüklenilen KDV Liste"lerinde Fatura Düzenleme Limitinin Altında Kalan Her Bir Belgenin Ayrı Ayrı Kaydedilmesi Yerine Belli Bir Limite Kadar Olanları (Örneğin %10'a Kadarlık Kısmı) Kaybedilmemelidir. Bu husus mükelleflerin ve meslek mensuplarını iş yükünü azaltacağı gibi vergi idaresinin de herhangi bir kaybına neden olmayacaktır. 8-KDV İadesi Risk Analizi Projesinde Kullanılan Programın Belli Bir Alt Kademedeki Alt Satıcıya Kadar Kontrol Yapıyor Olması KOD Uygulamasındaki Sıkıntıları Ortadan Kaldırmamış Tam Aksine Arttırmıştır. Programının 4 alt satıcıya kadar denetim yaparak, 4. alt kademedeki satıcıda tespit ettiği bir hukuka aykırılıktan dolayı iade talep eden vergi mükellefini sorumlu tutması ve iade hakkını kısıtlaması ya da sınırlı olarak talebi yerine getirmesi hukuka aykırıdır. Çünkü hukuki muamelenin tarafı olmayan bir vergi mükellefinin taraf olmadığı bir hukuki işlemin hukuka aykırılığından sorumlu tutulması doktrindeki suç teorilerinden hiç birinde tanımlanmamış bir sorumluluk türüdür. İş dünyasının tamamen kilitlenmesine ve iş yapamaz hale gelmesine yol açan ve mükellefin mülkiyet hakkını ihlal eden bu uygulama da bir an önce gözden geçirilmeli ve düzeltilmelidir. 9-YMM raporları üzerinde vergi dairesi tarafından tespit ve talep edilen eksiklikler ilk etapta YMM ye sözlü olarak bildirilmeli, sözlü olarak yapılan talebin makul bir süre içerisinde tamamlanmaması halinde yazılı bilgi istenmesi sağlanmalıdır. 26 DAHİLDE İŞLEME REJİMİNDEKİ İKİNCİL İŞLEM GÖRMÜŞ ÜRÜN KAVRAMI VE YÜKÜMLÜLERİ İLGİLENDİREN HUSUSLAR Fatih UZUN Gümrük Teftiş Kurulu Gümrük Müfettişi ÖZET Dahilde İşleme Rejimi, ülkemizde ihracatı geliştirmek amacıyla devlet tarafından uygulamaya konulan ve yükümlülere belli bir miktar ve kıymetteki ürün ihraç etme taahhüdü karşılığında yurda gümrük vergilerine ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmadan eşya ithal etme esasına dayanan enstrümanlardan biridir. Ancak dahilde işleme faaliyetleri sırasında asıl işlem görmüş ürünlerin yanında ortaya çıkan ve ekonomik bir değer taşıyan ürünler ikincil işlem görmüş ürün olarak ifade edilmekle birlikte, bu ürünler gümrük mevzuatı açısından serbest dolaşımda olan eşya değillerdir. İşletmeler dahilde işleme faaliyetleri kapsamında elde ettikleri ikincil işlem görmüş ürünleri, gümrük idarelerinin bilgisi ve denetimi doğrultusunda gümrük mevzuatının Öngördüğü işlemlere tabi tutmak zorundadırlar. Anahtar Sözcükler: Dahilde İşleme Rejimi, Gümrük, İkincil İşlem Görmüş Ürün GİRİŞ Bilindiği üzere ülkemiz 1950'li yıllardan bu yana uygulamaya konulan kalkınma planlarında ihracata dayalı büyüme modelini benimsemiş, bu amaçla geçmiş dönemlerden günümüze kadar ihracatı teşvik eden pek çok enstrümanlar uygulamaya koymuştur. Günümüzde ihracatta Katma Değer Vergisi iadesi, firmalara Eximbank tarafından verilen krediler ve bazı ürünlerin ihracatında sağlanan maddi destekler ile ihracat faaliyetlerinin eğitim, fuarlara katılım ve AR-GE bazında desteklenmesi kapsamında firmalara uygulanan teşvikler, ihracatın desteklenmesini sağlayan mekanizmalardandır. Özellikle Cumhuriyetin 100 üncü kuruluş yıldönümünün kutlanacağı yıl olan 2023 yılındaki 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin gerçekleştirilmesi, bir anlamda bu teşviklerin artan bir şekilde devamlı uygulanmasına bağlıdır. Dahilde İşleme Rejimi (DİR), dünya piyasa fiyatlarından hammadde temin etmek suretiyle ihracatı arttırmak, ihraç ürünlerine uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazandırmak, ihraç pazarlarını geliştirmek ve ihraç ürünlerini 27 çeşitlendirmek amacıyla yürürlüğe konulan bir ihracat politikasıdır. Gümrük mevzuatımızdaki tanımı İle dahilde işleme rejimi; serbest dolaşımda olmayan eşyanın, işlem görmüş ürünlerin üre-timinde kullanılmasından sonra Türkiye Gümrük Bölgesinden yeniden ihraç edilmesi şartıyla, gümrük vergileri ve ticaret politikası Önlemlerine tabi tutulmaksızın ve vergileri teminata bağlanmak veya girişte ödenmek suretiyle geçici olarak ithal edilen ve eşyanın işlem görmüş ürünler şeklinde ihracı halinde, teminat iade olunduğu veya ödenen gümrük vergilerinin geri verildiği gümrük rejimidir. Yukarıdaki tanını ana hatlarıyla dahilde işleme rejiminin yurtdışından gümrük vergilerine veya ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmaksızın yurda sokulan eşyanın çeşitli işleme faaliyetlerine tabi tutulmak yoluyla üretilen işlem görmüş ürünlerin ihracı esasına dayanmaktadır. İşleme faaliyetleri deyimi ise, eşyanın montajı, kurulması ve diğer eşya ile birleştirilmesi dahil olmak üzere işçiliğe tabi tutulması, eşyanın işlenmesi, eşyanın yenilenmesi ve düzenli hale getirilmesi dahil olmak üzere tamir edilmesi, işleme sırasında tamamen veya kısmen tüketilseler dahi, işlem görmüş ürünler içinde bulunmayan ancak bu ürünlerin üretilmesini sağlayan veya kolaylaştıran önceden belirlenmiş bazı eşyanın kullanılması gibi uygulamalardan oluşmaktadır. Bununla birlikte yurtdışından dahilde işleme rejimi kapsamında ithal edilen ürünler bazı durumlarda yukarıda belirttiğimiz türden işleme faaliyetlerine tabi tutulurken, ortaya asıl işlem görmüş ürünler dışında başka ürünler ortaya çıkar ki, bunlara İkincil işlem görmüş ürün adı verilir. Bu makalemizde ikincil işlem görmüş ürün kavramının gümrük mevzuatında yeri, yükümlülerin bu ürünler ile ilgili gerçekleştirecekleri işlemlerde dikkat etmeleri gereken hususlar ele alınacaktır. 1-GÜMRÜK MEVZUATINDA İKİNCİL İŞLEM GÖRMÜŞ ÜRÜN KAVRAMI İLE İLGİLİ HUSUSLAR 1.1.Tanım Gümrük Kanunu, Gümrük Kanunu'nun uygulamasına ilişkin hükümler içeren Gümrük Yönetmeliği ve 2006/12 sayılı Dahilde İşleme Rejimi Tebliği'nde; "ikincil işlem görmüş ürün'' deyimi, işleme faaliyetleri sonucunda elde edilen asıl işlem görmüş ürün dışındaki ürünler şeklinde tanımlanmaktadır. Örneğin; işlem görmüş ürün olarak un üretmek amacıyla yurda buğday İthal edip, İthal edilen buğdaydan işleme faaliyetleri sonucundaki un üretimi sırasında ortaya çıkan ve buğday kepeği olarak adlandırılan ürünler ikincil işlem görmüş üründür. Yani yükümlünün burada elde edip ihracını gerçekleştirmek istediği asli ürün un 28 olmakla birlikte, yurda getirilen buğdaydan un üretilmesi sırasında ortaya işleme faaliyetlerinin doğal sonucu olarak asıl işlem görmüş ürün olan unun yanında undan farklı bir ürün olarak buğday kepeği ortaya çıkmaktadır ki işte bu ikinci işlem görmüş üründür. 1.2. İkincil İşlem Görmüş Ürün ile Fire Kavramı Arasındaki Fark Bilindiği üzere 2005/8391 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Dahilde İşleme Rejimi Kararı'nın "Tanımlar" başlıklı 3. Maddesinde fire kavramı, işleme faaliyetleri sırasında özellikle kuruma, buharlaşma, sızma veya gaz kaçağı şeklinde yitirilen ve imha olan kısım ile ekonomik değeri olmayan atıklar şeklinde tanımlanmıştır. Yukarıda söz edilen tebliğin ilgili maddesi dikkatlice incelendiğinde, işlem görmüş ürün, ikinci işlem görmüş ürün ve fire kavramlarının farklı hususları belirttiği görülecektir, Fire kavramını, işleme faaliyetinin niteliğinden ötürü kuruma, buharlaşma, sızma yoluyla ortadan kaybolan, yok olan ürün miktarlar ile herhangi bir ticari alım satıma konu olamayacak şekilde ortaya çıkan artık miktarlar olarak belirtirsek, ikincil işlem görmüş ürün kavramı ile fire kavramı arasındaki farkın temelinde de, işleme faaliyeti sonucunda ortaya çıkan atık ve artığın herhangi bir ekonomik değer elde edip etmemesi hususunun bulunduğunu söyleyebilmemiz mümkündür. Yani işleme faaliyetleri sonucunda asıl işlem görmüş ürünler dışında elde edilen ürünler, herhangi bir sektörün girdisi veya ara malı olabilecek miktar ve mahiyette iseler, bu durum onların iktisadi olarak değerlendirilebileceği dolayısıyla belli bir değer üzerinden herhangi bir alım satıma konu olabileceğini göstermektedir. Bu durum da ortaya çıkan bu ürünlerin fire olarak kabul edilemeyeceğini, bu ürünlerin ikincil işlem görmüş ürün olarak kabul edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Makalemizin başında verdiğimiz Örnekten hareket edersek, yurda dahilde işleme rejimi kapsamında getirilen buğdaydan un üretimi sırasında ortaya çıkan buğday kepeği, hayvan yemi üretim sanayinde ve bazı gıda maddelerinin üretiminde kullanılabilmekle birlikte belli türdeki endüstriler için bir girdi niteliği taşıdığından ve ekonomik değere sahip olduğundan fire olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Bu kapsamda ortaya çıkan buğday kepekleri ikincil işlem görmüş mahiyetinde olup, gümrük mevzuatının bu ürünler için Öngördüğü özellikteki işlem ve uygulamalara tabiidir. 29 1.3. Gümrük Mevzuatının İkincil İşlem Görmüş Ürünler İçin Öngördüğü İşlemler Günümüzde üretim ve geri dönüşüm teknolojileri her geçen gün gelişmektedir. Geçmişte ekonomik değeri olmayan, atık veya kayıp olarak değerlendirilen çıktılar, üretim ve geri dönüşüm teknolojilerinde yaşanan gelişmeler sonucu, günümüzde çeşitli üretim süreçlerinde ekonomik değere haiz girdiler olarak kullanılabilmekte olduğundan, geçmişte fire olarak kabul edilen bazı ürünlerin günümüzde geçmişte olduğu gibi fire olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla dahilde işleme faaliyetleri sonucunda oluşan en küçük bir ekonomik değeri olan çıktılar bile artık ikincil işlem görmüş ürün olarak değerlendirilecek ve Gümrük mevzuatının ve 2005-8391 sayılı Dahilde İşleme Rejimi Kararı’nın öngördüğü mahiyetteki kurallara tabii olacaktır. Dahilde İşleme Rejimi, gümrük mevzuatının öngördüğü şartlı muafiyet uygulamalarından biri olduğundan, bu rejim kapsamında yurda geçici ithali gerçekleştirilen eşyanın belli işlemlere tabi tutulması gerekmektedir. Yani yükümlü yurt dışından dahilde işleme rejimi kapsamında yurda soktuğu eşya üzerinde aslında sınırsız bir tasarruf hakkına haiz değildir. Yükümlü bu eşyayı İstediği kişiye, istediği şekilde satamaz veya dahilde işleme izin belgesinde veya izninde öngördüğü amaçlar dışında kullanamaz. Yükümlünün bu eşyayı belgenin ve iznin Öngördüğü biçimler dışında herhangi bir tasarrufa konu etmesi halinde, gümrük veya kaçakçılık mevzuatının öngördüğü rejim ihlali veya kaçakçılık fiili müeyyideleri ile karşılaşacaktır. Burada önemli olan yükümlünün belli bir miktarda ve mahiyette işlem gerçekleştireceğine ilişkin gümrük idarelerine vermiş olduğu taahhütler çerçevesinde, gümrük vergilerinden muaf ve ticaret politikası önlemleri uygulanmaksızın yurda eşya sokma hakkını elde etmiş olması ve belli bir süre sonrasında taahhüt ettiği belli miktar ve kıymetteki ihracat yükümlülüğünü gerçekleştirerek dahilde İşleme rejimini sonlandırmasıdır. Bu kapsamda Dahilde İşleme Rejimi mevzuatında işlem görmüş ürünler için yükümlünün tabi olması gereken hususlar ne ise, ikincil işlem görmüş ürünler içinde o hususlara tabi olması esastır. Dâhilde işleme rejimi kapsamında geçici olarak ithal edilen eşyanın İşlenmesi sonucunda ortaya çıkan ikincil işlem görmüş ürünler serbest dolaşımda(1) bulunmamaktadır. Yani işleme faaliyetleri sırasında ortaya çıkan bu ürünlerin gümrük vergileri ödenmiş değildir veya bu ürünler herhangi bir ticaret politikası önlemine tabi tutulmuş değillerdir. Bu nedenle dahilde İşleme belgesi/izni sahibi firmanın serbest kullanımında da bulunmamaktadırlar. Bundan ötürü firmalar bu ürünleri gümrük idaresinin 30 bilgisi veya denetimi dışında, herhangi bir şekilde başka işletmelere satmak, kendilerinin veya başkalarının üretim süreçlerine katmak imkânına sahip değillerdir. (1) Eşyanın Avrupa Birliği sınırlarına girmeden önce gümrük vergilerinin tahsili ve ticaret politikası önlemlerinin uygulanması sonucu Birlik ülkeleri arasında serbest dolaşım hakkını kazanması. Dahilde İşleme Rejimi Tebliği'nin 38/9 maddesi; ikincil işlem görmüş ürünlerin, belge/izin İhracat taahhüdünün kapatılmasından önce; 1-Gümrük mevzuatı çerçevesinde gümrük idaresi gözetiminde imhası veya 2-Gümrük mevzuatı çerçevesinde gümrüğe terk edilmesi veya 3-Gümrük mevzuatı çerçevesinde çıkış hükmünde gümrüğe teslimi veya 4-Serbest dolaşıma giriş rejimi hükümleri uyarınca serbest dolaşıma sokulması, Gerektiğini belirtmektedir. İmha, gümrüğe terk, çıkış hükmünde gümrüğe teslim veya serbest dolaşıma giriş olarak tarif edilen bu işlemler, 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun 3/14 üncü maddesi uyarınca gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanım olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda, yükümlülerin dahilde işleme faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan ikincil işlem görmüş ürünleri, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutmaları gerekmektedir. Buna göre, örneğin tekstil ürünleri (gömlek, elbise, pantolon vb) imal edip ihraç etmek maksadıyla yurda getirilen kumaşların işlenmesi sırasında ortaya çıkan kırpıntı ve kesik parça kumaşlar başka amaçlarla değerlendirilmeye veya ekonomik bir değer atfeden işleme tabi tutulabilir konumda olmaları kaydıyla ikinci işlem görmüş ürün olarak kabul edilmeli ve yükümlüsüne yukarıda sayılan gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanımlardan birine tabi tutulmalıdır. Yükümlüler tarafından ikincil işlem görmüş ürünlerin serbest dolaşıma girişinin yapılması istenildiğinde ise yükümlü açısından gümrük vergilerinin hesaplanmasında baz alınacak tarih ile serbest dolaşıma girişi gerçekleştirilebilecek ikincil işlem görmüş ürün miktarı konusunda gümrük mevzuatımızda bazı özel düzenlemeler bulunmaktadır. Öncelikle, Gümrük Kanunu'nun 114 üncü maddesi gereği, dahilde işleme rejimi kapsamında geçici ithali gerçekleşen bir eşya İçin, serbest dolaşıma girişin talep edilmesi, rejim hükümlerinin ihlal edilmesi veya başka şekillerde gümrük yükümlülüğünün (2) doğması halinde, 115 inci madde hükümleri saklı kalmak kaydıyla, gümrük vergileri, ithal eşyasının dahilde işleme rejimine ilişkin beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları göz önünde bulundurularak hesaplanacak 31 olup, bu husus rejim ile ilgili genel bir kuraldır. Gümrük tekniği anlamında ise vergilendirme unsurları, eşyanın tarife(3) uygulamasını etkileyen miktarı, sayısı, ağırlığı, ilk madde malzeme olup olmadığı konusundaki niteliği, beyannamenin tescil tarihindeki döviz kuru gibi eşyanın serbest dolaşıma girişinde gümrük idaresince alınacak gümrük vergileri miktarını belirlemeye muktedir olan unsurlardan oluşmaktadır. Örneğin yükümlüce dahilde işleme rejimi kapsamında 01.01,2010 tarihinde un üretip ihraç etmek amacıyla yurda ithali gerçekleştirilen buğday ile ilgili, yükümlünün bu buğdaydan un üretip ihraç etmekten vazgeçerek, 30.06.2010 tarihinde bu ürünün gümrük idaresinden serbest dolaşıma girişini talep ettiğinde, yükümlü bu buğday ile ilgili gümrük vergilerinin 01.01.2010 tarihindeki vergi oranı ve vergilendirme unsurlarına göre hesaplanmasını talep edebilecektir. (2) Gümrük yükümlülüğü doğması deyimi, yükümlünün gümrük vergilerini ödemesi zorunluluğunu ifade etmektedir. (3) Eşyanın ithalinde tabi olduğu gümrük vergisi oranı Ancak yukarıda belirtilen, dahilde işleme rejimi kapsamındaki bir ürün için gümrük yükümlülüğünün doğması durumunda, gümrük vergilerinin, ithal eşyasının dahilde işleme rejimine ilişkin beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları göz önünde bulundurularak hesaplanacağı şeklindeki rejim ile ilgili genel olan bu kuralın tek istinası ikincil işlem görmüş ürünlerdir. 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun 115 inci maddesi; ilgili kuruluşların görüşleri alınarak yönetmelikle belirlenen listede yer alan işleme faaliyetleri sonucunda, asıl işlem görmüş ürünlerle birlikte söz konusu listede belirtilen ikincil işlem görmüş ürünlerin elde edilmesi ve bu ikincil ürünlerin serbest dolaşıma sokulması halinde ithalat vergilerinin, asıl işlem görmüş ürünün ihraç edilen kısmı oranında ikincil işlem görmüş ürünlerin serbest dolaşıma girişine ilişkin beyannamenin tescil tarihindeki vergi oranı ve diğer vergilendirme unsurları esas alınarak hesaplanacağını belirtmektedir. Örneğin, yükümlüce un üretip ihraç etmek amacıyla 01.01.2010 tarihinde yurda ithali gerçekleştirilen buğdaydan, altı aylık işleme faaliyeti sonucunca elde edilen ikincil işlem görmüş ürün mahiyetindeki buğday kepeğinin gümrük idaresinden serbest dolaşıma girişi talep edildiğinde yükümlü, ikincil İşlem görmüş ürünlerin gümrük vergilerinin 30,06.2010 tarihindeki vergi oranı ve vergilendirme unsurlarına göre hesaplanmasını talep edebilecektir. Ancak Gümrük Kanunu'nun 115 inci maddesinin devamı, izin hak sahibinin, bu ürünlere ilişkin vergilerin 114 üncü maddede belirtilen usule göre tahakkukunu talep edebileceği şeklinde 32 devam ettiğinden, Gümrük Kanunu'nun yükümlüye ikincil işlem görmüş ürünlerinin serbest dolaşıma girişinde, gümrük vergilerinin hesaplanmasını talep edebileceği tarih konusunda iki seçimlik haktan oluşan bir durum belirlemiştir. Hangi tarihin tercih edileceği hususunu ise yükümlüye bırakmıştır. İkincil işlem görmüş ürünlerin yükümlülerce serbest dolaşıma girişinin talep edilmesi halinde yükümlülerce dikkat edilmesi gereken ikinci nokta, serbest dolaşıma girişinin gerçekleştirilebileceği ikincil işlem görmüş ürün miktarıdır. Yukarıda belirttiğimiz üzere, 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun 115 inci maddesi, yükümlülerin bu kapsamda serbest dolaşıma girişini talep edebilecekleri ikinci işlem görmüş ürün miktarını, dahilde işleme rejimi kapsamında asıl işlem görmüş ürünün ihraç edilen kısmına ilişkin oran ile sınırlandırmıştır. Örneğin yükümlüsünce 7.000 kg. un ihraç etmek taahhüdüyle yurda dahilde işleme rejimi kapsamında getirilen 10.000 kg. buğdayın işlenmesi sonucunda 7.000 kg. un ve 3.000 kg. buğday kepeğinin elde edilmiş ve fiili ihracı(4) gerçekleşen un miktarının 3.500 kg. olması halinde, asıl işlem görmüş ürünün % 50lik kısmı ihraç edilmiş demektir. Bu durumda işleme faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan 3.000 kg.'lık ikincil işlem görmüş ürünün tamamının serbest dolaşıma girişinin yapılması mümkün değildir. Yükümlünün gümrük vergilerini ödeyerek ve ticaret politikası önlemlerini yerine getirerek, serbest dolaşıma girişini sağlayabileceği ikincil işlem görmüş ürün mahiyetindeki buğday kepeği miktarı, 3.000 x % 50 (fiili ihraç oranı) = 1.500 kg.'dır. (4) Eşyanın fiziksel olarak Türkiye Gümrük Bölgesi sınırları dışına çıkması 2- İKİNCİL İŞLEM GÖRMÜŞ ÜRÜNLER İLE İLGİLİ SON DÖNEMDE YAPILAN ÖZEL BİR DÜZENLEME Son dönemde Gümrük Müsteşarlığı merkez denetim elemanlarınca, yükümlülerce beyan edilen bilgilerin doğruluğu ve işlemlerin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı da dâhil eşyanın gümrük işlemlerine ve/veya sonraki ticari işlemlere İlişkin ticari belge ve verilerin ya da riskli kişi veya işlemlerin ilgili kişilere ait yerlerde kontrolünü ifade eden sonradan kontrol programları kapsamında firmaların gümrük işlemleri denetlenmektedir. Bu minvalde dahilde işleme rejimini kullanan firmalar nezdinde görmüş ürünler ile İlgili olarak, firmaların bu ürünleri gümrük idarelerinin bilgisi ve denetimi olmaksızın alım satıma veya ekonomik bir değer taşıyan işleme konu ettikleri tespit edilmiştir. Konunun özellikli bir durum olması ve teknik uygulamalar arz etmesi sebebiyle pek çok firma, ikincil işlem görmüş ürünlerin kullanımı ile ilgili gümrük mevzuatının 33 öngörmüş olduğu ve kendilerine yüklemiş olduğu sorumlulukları bilmemeleri nedeniyle yüklü miktarlarda cezalara muhatap olmuştur. Firmaların bu konuda karşı karşıya kaldıkları cezalara yönelik bir kısmi bir mali af olarak addedilebilecek uygulama olarak yürürlüğe giren, 13.11.2010 tarihli 27758 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2010/1025 sayılı Bakanlar Kurulu Karan ile 2005/8391 sayılı Dâhilde İşleme Rejimi Kararına eklenen geçici 16. madde ile; Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten Önce düzenlenmiş ve ihracat taahhüt hesabı kapatılmış dâhilde işleme izin belgesi/dâhilde işleme izni kapsamında ithal edilen eşyadan elde edildiği ihracat taahhüt hesabının kapatılmasını müteakip anlaşılan ikincil işlem görmüş ürünün, ilgili firma tarafından bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 (altı) ay içerisinde Dış Ticaret Müsteşarlığı'na\Gümrük Müsteşarlığı'na başvurulması halinde ilgili Müsteşarlıkça taahhüt kapatma işleminin münhasıran bu amaçla geri alınması, ilgili belgede\izinde buna yönelik revize işlemi yapılması suretiyle ihracat taahhüdüne ilave edilmesi ve bu ürüne ilişkin ithalat vergilerinin, gümrük yükümlülüğünün başladığı tarihte geçerli olan vergi oranlan ile belge/ iznin revize edilen gerçekleşme oranlan üzerinden hesaplanan miktar ve birim fiyat esas alınarak Ödenmesi halinde, söz konusu dâhilde işleme izin belgeleri/dâhilde işleme izinlerine ilişkin taahhüt hesaplarının belge/izin kapsamında ikincil işlem görmüş ürün ile ilgili müeyyide uygulanmaksızın kapatılacağı ve bu ürün ile ilgili olarak 2005/8391 sayılı Kararın diğer hükümleri çerçevesinde yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerin sona ereceği hüküm altına alınmıştır. Dahilde İşleme Rejimi Kararı'na yukarıda belirtilen suretle getirilen ve yükümlülere bu rejim kapsamında elde ettikleri ikincil işlem görmüş ürünler ile İlgili işlemiş oldukları gümrük mevzuatına aykırı fiiller için nispi anlamda bir af niteliği taşıyan bu maddenin uygulanmasına ilişkin açıklayıcı hükümler ise Gümrükler Genel Müdürlüğü'nün 2010/57 sayılı Genelge'sinde belirtilmiştir. Söz konusu genelgede, Dahilde İşleme Rejimi Kararı'na eklenen geçici 16. madde kapsamında dahilde isleme İzin belgesi/izninde revize işlemi yapılmasını müteakip ikincil işlem görmüş ürünlerin serbest dolaşıma giriş işlemlerinde aşağıda belirtilen şekilde uygulama yapılması gerektiği ifade edilmiştir. a) İkincil işlem görmüş ürünlerin kıymeti olarak, revize edilen dahilde işleme izin belgesi/izninde yer alan miktar ve birim fiyatına göre hesaplanan tutar esas alınacaktır. 34 b) İkincil işlem görmüş ürünün gümrük vergisinin matrahına 17.12.2009 tarihli ve 2009/123 sayılı Genelge çerçevesinde yurt içi navlun ve sigorta bedeli dahil edilmeyecektir. c) Vergilendirmede, ikincil işlem görmüş ürünlerin serbest dolaşıma girişine ilişkin beyannamenin tescil tarihi esas alınacaktır. Mükellefin talebi halinde 4458 sayılı Gümrük Kanununun 114 üncü maddesi hükmü uyarınca da işlem tesisi mümkün bulunmaktadır. d) İkincil işlem görmüş ürünlerin Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu'na (KKDF) tabi olması söz konusu değildir. e) İkincil işlem görmüş ürünlerin, yurtiçinde yapılan üretim sonucu ortaya çıktığı ve mezkur Bakanlar Kurulu Kararma göre geçmişe dönük beyanı öngörüldüğünden bu ürünlerin gümrük idaresine sunulması söz konusu olmayacak ve serbest dolaşıma girişine ilişkin gümrük beyannamesine eklenmesi gereken belgeler aranmayacaktır. f) Dahilde işleme izin belgesi/izni kapsamında fazladan ihracat yapılmış olması halinde de ikincil işlem görmüş ürünler beyan edilecektir. Bu bağlamda firmalar, dahilde işleme rejimi kapsamında gerçekleştirdikleri işleme faaliyetlerinden elde ettikleri ikincil işlem görmüş ürünler ile ilgili gümrük mevzuatının öngördüğü yükümlülüklere aykırı olarak gerçekleştirdikleri işlemler için yukarıda belirtilen düzenlemeler paralelinde işlem yapılmasını gümrük idarelerinden talep edebilecekler ve bu sayede müeyyide uygulanmaksızın dahilde işleme rejimi kapsamındaki elde ettikleri ikincil işlem görmüş ürünlere ilişkin yükümlülüklerini sonlandırabileceklerdir. SONUÇ Ekonomik kalkınmayı ihracata dayalı olarak gerçekleştirmeyi öngören ülkemizde, yapılan ihracatın % 30'luk gibi önemli bir kısmı, dahilde işleme rejimi kapsamında yurda ithali gerçekleştirilen eşyadan elde edilen işlem görmüş ürünlerin ihracatından oluşmaktadır. Ancak bu rejim kapsamında gerçekleştirilen işleme faaliyetleri sonucunda asıl işlem görmüş ürünler dışında ortaya çıkan ve ekonomik değere haiz olmalarından Ötürü gümrük mevzuatı hükümleri uyarınca fire olarak nitelendirilemeyecek mahiyetteki ürünleri ifade eden ikincil işlem görmüş ürünler, serbest dolaşımda olmayan eşyadır. 35 Bu bağlamda bu ürünlerin yükümlülerce, gümrük vergileri ödenmeksizin ve ticaret politikası önlemlerine tabi tutulmadan serbest dolaşımda sayılması veya serbestçe kullanılması mümkün olmayıp, firmaların bu ürünler ile ilgili gümrük mevzuatında öngörülen pek çok yükümlülükleri bulunmakla birlikte bu yükümlülüklere uymak firma açısından, ilerleyen dönemlerde herhangi bir cezai müeyyide ile karşı karşıya kalmamak bakımından fevkalade önem arz etmektedir. KAYNAKÇA -ANCIN Cihat; Gümrük Kıymeti ve Tespit Yöntemleri, Gümrük Müfettişleri Derneği Yayını, Şubat 1997 -H.Cahit SOYSAL, Osman UYSAL, Murat ATABİNİCİ; Gümrük ve Dış Ticaret Terimleri, Gümrük Müfettişleri Derneği Yayını, İstanbul 1999 -4458 sayılı Gümrük Kanunu -Gümrük Yönetmeliği -2005/8391 sayılı Dahilde İşleme Rejimi Kararı -2006/12 sayılı Dahilde İşleme Rejimi Tebliği Müdürlüğü'nün -Gümrükler Genel 2010/57 sayılı Genelgesi (Vergi Sorunları Dergisinin Mart/2011 sayısından alınmıştır.) 36 Açılış finansal durum tablosu 1 Bir açılış finansal durum tablosu hazırlanması Bir açılış finansal durum tablosu için gerekenler UFRS 1.6'da belirtilmiştir: "Bir kuruluş UFRS'lere geçiş tarihinde bir UFRS açılış finansal durum tablosu hazırlayacak ve sunacaktır. Bu, onun UFRS'lere uygun muhasebesinin başlangıç noktasıdır." Bu açılış finansal durum tablosu, UFRS 1'de aksine izin verilmedikçe veya aksi istenmedikçe, UFRS kapsamındaki ilk raporlama döneminin sonunda yürürlükte olan UFRS'yi temel alacaktır. Zorunlulukların özeti G. İlk kez uygulayıcı geçiş tarihini belirler. Bu tarih, bir kuruluşun ilk UFRS finansal tablolarında UFRS’ye uygun olarak eksiksiz karşılaştırmalı bilgilerini sunacağı en erken dönemin başlangıcı olarak tanımlanır. H. İlk kez uygulayıcı geçiş tarihinde bir açılış finansal durum tablosu hazırlar. Bu, onun UFRS’ye uygun muhasebesinin başlangıç noktasıdır. C. İlk kez uygulayıcı, açılış finansal durum tablosunda tüm varlık ve borçların tahakkuk ye ölçümünde UFRS muhasebe politikalarını uygular ve uygunsa daha önce GKGMİ’ye göre tahakkuk etmiş olan kalemleri başka bîr tür varlık, borç veya özvarlık unsuru olarak yeniden sınıflandırır. Muhasebe politikaları, kuruluşun ilk UFRS raporlama dönemi sonunda geçerli olan UFRSS'leri temel alır (önemli muafiyetler geçerlidir). Ara dönem raporları söz konusu olduğunda ise bu ara dönem raporların onaylanma tarihinde geçerli olan standartların uygulanması gerektiğini düşünüyoruz. 1.1 Geçiş tarihi Geçiş tarihi kuruluşun UFRS'ye uygun muhasebesinin başlangıç noktasıdır. Geçiş tarihi UFRS 1'de şöyle tanımlanır: "Bir kuruluşun ilk UFRS finansal tablolarında UFRS'ye uygun olarak tüm karşılaştırmalı bilgilerini sunacağı en erken dönemin başlangıcı." (UFRS 1 .Ek A) [vurgu eklenmiştir] Sadece bir yıllık karşılaştırmalı bilgileri sunacak şirketler için geçiş tarihi (tek bir) tam karşılaştırmalı dönemin başlangıcı olacaktır. İlk kez uygulayıcı ilk UFRS finansal tablolarını 31 Aralık 2010 tarihinde hazırlar (ilk UFRS raporlama döneminin sonu). İlk kez uygulayıcı 2009 ve daha önceki yıllık dönemlere ait finansal tablolarını ulusal GKGM'ye göre sunmuştu. İlk kez uygulayıcı bir yıllık tam karşılaştırmalı bilgilerini borsa 37 ve UFRS gereklerine uygun olarak hazırlar. Geçiş tarihi 1 Ocak 2009 olarak belirlenmiştir. (bir kurulusun tüm karşılaştırmalı bilgilerini sunacağı en erken karşılaştırmalı dönemin başlangıcı). Borsa gereklerine göre ilk kez uygulayıcının en az 6 ayda bir UFRS'ye uygun bir ara dönem raporu sunması gerekmektedir. İlk kez uygulayıcı ilk UFRS finansal tablolarına ait dönemin bir kısmı olan 1 Ocak 2010 - 30 Haziran 2010 dönemine ait ara dönem raporunu sunar. Bu ara dönem raporu UMS 34 Ara Dönem Finansal Raporlama'ya göre hazırlanmıştır. UFRS 1'e uygun olması için, ilk kez uygulayıcı UFRS'ye göre sunulan her bir ilk yıl ara dönem raporu için UMS 34'de istenilenlere ek olarak ilave bilgiler sunar (UFRS 1.32 ve UFRS 1.33). Bir yıllık tam karşılaştırmalı bilgi sunmak UFRS'ye göre bir normdur. Ancak unutulmamalıdır ki UMS 1 Finansal Tabloların Sunumu (2007 yılında değiştirildiği şekliyle) (UMS 1R) bir kuruluş geriye dönük bir yeniden düzenleme yaptığı zaman sunulan en erken karşılaştırmalı dönemin başında artık düzenli bir UFRS finansal tablo takımı kapsamında ek bir finansal durum tablosu aramaktadır. UFRS 1.21 de artik ilk UFRS finansal tablolarında en az iki karşılaştırmalı finansal durum tablosu ile diğer ana finansal tabloların en az bir karşılaştırmalı döneminin sunulmasını aramaktadır. UFRS 1 paragraf 21 UMS 1R ile uyum sağlamak için, bir kuruluşun ilk UFRS finansal tabloları karşılaştırmalı bilgileri de barındıran en az üç finansal durum tablosu, iki kapsamlı gelir tablosu, iki ayrı gelir tablosu (sunulmuşsa), iki nakit akış tablosu ve iki özkaynak değişim tablosu ve ilgili notları içerecektir. Hu ek finansal durum tablosu geçiş tarihini erkene almaz. Bunun nedeni, bu tarihin bir kuruluşun ilk UFRS finansal tablolarında UFRS’ye uygun olarak tüm karşılaştırmalı bilgilerini sunacağı en erken dönemin başlangıcı şeklinde tanımlanmasıdır. Ek bir finansal durum tablosunun sunulması zorunluluğu UMS 1R’nin uygulandığı tüm ilk UFRS finansal tabloları için geçerlidir. Bu konu bölüm D.Hata! Başvuru kaynağı bulunamadı.’de daha ayrıntılı tartışılacaktır. Bir kurulusun iki dönem için tam karşılaştırmalı bilgi sunması gerekiyorsa, geçiş tarihi öne alınır. Aşağıdaki örnek B.2'yi inceleyiniz.Örnek B.2: Ulusal yasaya göre iki tam karşılaştırmalı dönem zorunluysa Kuruluş C ilk UFRS finansal tablolarını 2009 yılında sunmaktadır ve bunlann raporlama tarihi 31 Aralık 2009'dur. Kuruluşun ulusal yasaya göre UFRS'ye uygun olarak iki yıllık dönem için tam karşılaştırmalı bilgi sunması gerekiyor. Geçiş tarihi Ocak 2007'dir ki bu kuruluşun ilk UFRS finansal tablolarında UFRS'ye uygun olarak tüm karşılaştırmalı bilgilerini sunacağı en erken dönemin başlangıcıdır. 38 Bu durumda geçiş tarihi, ulusal yasanın iki tam karşılaştırmalı dönem zorunluluğu nedeniyle, raporlama tarihinden 3 yıl öncedir. 1.2 Açılış finansal durum tablosunda tahakkuk ve ölçüm UFRS 1'in genel kuralarından biri de, ilk kez uygulayıcının birinci UFRS raporlama döneminin sonunda geçerli olan UFRS'ye uygun muhasebe politikaları geliştirmesidir. Daha sonra bu politikaları hem açılış finansal durum tablosunda hem de sunumu yapılan tüm dönemlerde uygular. Bu varsayılan yaklaşım konusunda bir rahatlama yok ise, açılış finansal durum tablosunun yerel GKGMi'den UFRS'ye dönüştürülmesi varlık, borç ve özkaynakların ilk raporlama tarihinde yürürlükte olan UFRS sürümüne uygun olarak tam ve geriye dönük bir şekilde yeniden düzenlenmesini gerektirir. Ancak, UFRS 1 bu genel kural için sayısız muafiyete izin vermekte veya bunları zorunlu tutmaktadır. Pratikte çok önemli olan bu muafiyetler bölüm C de ele alınmaktadır. Bu muafiyetlerin geçerli olmadığı durumlarda, UFRS 1.10 ilk kez uygulayıcının açılış finansal durum tablosunu hazırlarken; • tahakkuku UFRS tarafından zorunlu tutulan tüm varlık ve borçlar tahakkuk ettirmesi, • UFRS'nin bu tur tahakkuka izin vermediği hallerde kalemleri varlık veya borçlar olarak tahakkuk ettirmemesi, • daha önceki GKGMi'ye göre tek tip varlık, borç veya özvarlık unsuru olarak tahakkuk eden ama UFRS'ye göre değişik türde varlık, borç veya özvarlık unsuru olan kalemleri yeniden sınıflandırması ve • tahakkuk eden tüm varlık ve borçların ölçümünde UFRS'yi uygulaması gerektiğini söylemektedir. Başka bir deyişle, muafiyet olmayan durumlarda açılış finansal durum tablosu sanki ilk kez uygulayıcı daha önce hep geçerli cari UFRS sürümünü uygulamış gibi hazırlanacaktır. Bir ilk kez uygulayıcı açılış finansal durum tablosunu hazırlarken, finansal tabloların kapsadığı en son dönemin sonu olan ilk UFRS raporlama döneminin sonunda geçerli olan tüm UFRS'lere uygun muhasebe ilkeleri uygular. Bu muhasebe ilkelerini ilk UFRS finansal tablolarında sunulan tüm dönemler için kullanır (UFRS 1.7). Başka bir deyişle, bir İlk kez uygulayıcının daha önceki tarihlerde geçerli olan UFRS'nin farklı sürümlerini uygulamasına izin verilmez (UFRS 1.8). 2.1 Diğer standartların geçiş hükümleri geçerli değildir Diğer UFRS'lerdeki geçiş dönemi ve geçerli tarih hakkındaki hükümler UFRS'deki "Geçiş hükümleri" bir kuruluşun UFRS’nin önceki sürümlerinden en son sürümüne nasıl geçeceğini kurula bağlayan gereklerdir. Yeni veya revize bir UFRS'nin geçiş hükümleri içermemesi halinde UMS 8 Muhasebe 39 Politikaları, Muhasebe Tahminlerindeki Değişiklikler ve Hatalar içindeki genel kurallar geçerli olur. Bunlar, bazı pratiklik sınırlamalarına tabi geri ve dönük uygulamalar olarak özetlenebilir. Yeni veya revize bir UFRS'nin geçiş gereklerine ver vermesi durumunda ise, bunlar tipik olarak ne ölçüde geriye dönükten ziyade ileriye dönük uygulamanın gerektiğini belirtir ve bazen de daha detaylı konuları kapsar. Geçiş hükümleri geçeri/'tarih hükümleri ile karıştırılmamalıdır (bkz. aşağıda 2.2). Geçerli tarih hükümleri yeni veya revize bir UFRS'nin (nasıldan çok) ne zaman uygulanacağını gösterir, bunlar tipik olarak yeni bir zorunluluğun belli bir tarihte veya sonrasında başlayan yıllık bir dönemde uygulanması gerektiğini belirtir. Geçerli tarih gerekleri ayrıca erken uygulamaya izin verilip verilmediğini ve bir evken uygulamanın tabi olacağı sarıları ele alır. Örneğin, yeni bir zorunluluğu erken uygulayan bir kuruluştan konuyla ilgili başka zorunlulukları da uygulaması istenebilir. UFRS kapsamındaki geçiş hükümleri UFRS 1'de belirtildiği durumlar dışında ilk kez uygulayıcı için geçerli değildir (UFRS 1.9). Bu nedenle diğer UFRS'lerdeki geçiş hükümleri sadece zaten UFRS'yi uygulamakta olan kuruluşlar için geçerlidir. Ancak, sigorta sözleşmeleri, kiralamalar, hizmet imtiyaz düzenlemeleri ve borçlanma maliyetleri için bu genel kurala istisnalar bulunmaktadır. Bu kalemler için ilgili standartlardaki geçiş hükümleri UFRS 1.9'da belirtildiği gibi uygulanır. 2.2 İlk raporlama tarihinden sonra geçerli olacak UFRS değişiklikleri Bir ilk kez uygulayıcı birçok durumda ilk UFRS raporlama döneminin sonunda birden fazla standardın (veya sürümünün) mevcut olduğunu görecektir. Bu durum, UMSK'un o tarihte henüz zorunlu olmayan fakat erken uygulamaya olanak tanıyan yeni veya revize bir standart yayınladığı zaman ortaya çıkar. Böyle bir durumda ilk kez uygulayıcının muhasebe politikalarını önceki ya da en son sürümü kullanarak geliştirmesine izin verilir. Örneğin, UMS 23 Borçlanma Maliyetleri 2007 yılında belli borçlanma maliyetlerini aktifleştirmek yerine gider yazmak opsiyonunu ortadan kaldırmak için revize edilmişti. Bu değişiklikler 1 Ocak 2009 tarihinde veya sonrasında başlayan yıllık dönemler için zorunlu geçerliliğe sahip olmaları yanında erken uygulamaya da izin verilmiştir. Bir ilk kez uygulayıcı ilk UFRS finansal tablolarını 30 Haziran 2009 tarihinde sunuyorsa (yani 1 Temmuz 2008 tarihinde başlayan yıllık dönem için), UMS 23'ün önceki sürümünü uygulayabilir. Alternatif olarak UMS 23'de yapılan 2007 değişikliklerini de uygulayabilir. UFRS 1.8, bir ilk kez uygulayıcının erken uygulamaya izin vermesi halinde henüz zorunlu olmayan yeni bir UFRS'yi uygulayabileceğini teyit etmektedir. 40 Pratikte bir ilk kez uygulayıcı bir sonraki yıl muhasebe politikalarında değişiklik yapmaktan kaçınmak için çoğunlukla bir standardın yeni sürümünü uygulamayı daha elverişli bulacaktır, ancak eski sürümün kullanılmasını daha elverişli yapan koşullar olabilir. Seçenekler aşağıdaki örnekle açıklanmaktadır: Örnek B.3; Yeni standartların etkisi Kuruluş F bir ilk kez uygulayıcısı dır ve ilk UFRS raporlama dönemi 31Aralık 2009 tarihinde sona ermektedir. Kuruluş F finansal tablolarında bir ytilık tam karşılaştırmalı bilgi sunmuştur. Bu nedenle UFRS'ye geçiş tarihi 1 Ocak 2008'dir; Kuruluş F önceden GKGMİ'ye göre hazırladığı finansal tablolarını sonuncusu 31 Aralık 2008 tarihinde otmak üzere yıllık olarak her yılın 31 Aralığında sunmuştur. Kuruluş F'nin, 31 Aralık 2009 tarihinde sona eren dönemler için aşağıdaki işlemlerinde UFRS uygulaması gerekmektedir: (a) 1 Ocak 2009 tarihinde UFRS açılış finansal durum tablosunu hazırlamak ve sunmak, (b) 31 Aralık 2009 için finansal durum tablosu (2008 yılına alt karşılaştırmalı tutarları içerecek şekilde), kapsamlı gelir tablosu, özkaynak değişimleri tablosu, 31 Aralık 2009 tarihine kadar o yıla ait nakit akışları tablosunu (2008 yılına ait karşılaştırmalı tutarları İçerecek şekilde) ve ilgili notlarını hazırlamak ve sunmak. Yeni bir UFRS henüz zorunlu olmayıp ancak erken uygulamaya İzin veriyorsa, Kuruluş F İlk UFRS finansal tablolarında o UFRS'yi uygulamaya izinli fakat zorunlu değildir (UFRS 1.8). Geçerli standartların belirlenmesi: İlk kez uygulayıcı 31 Aralık 2009 İtibariyle geçerli olan UFRS'lerin hepsini uygular. UMS 1R, 1 Ocak 2009 tarihi ve sonrasında başlayan yıllık dönemler için geçerli olur. Kurutuş F'nin ilk UFRS finansal tablolarını sunduğu yıllık dönem 1 Ocak 2009 tarihinde başlar. Bu nedenle, UMS 1R, 31 Aralık 2009 tarihinde geçerli olur ve uygulanması gerekir. UFRS 3 İşletme Birleşmeleri (2008 yılında revize) (UFRS 3R) 1 Temmuz 2009 tarihinde ve sonrasında başlayan yıllık dönemler için geçerli hale gelir. Kuruluş F'nin ilk UFRS finansal tablolarını sunduğu yıllık dönem 1 Ocak 2009 tarihinde başlar. Bu yüzden UFRS 3R, 31 Aralık 2009 tarihinde henüz yürürlükte değildir, ancak Kuruluş F standardı erken uygulamayı seçebilir, çünkü erken uygulamaya izin verilmektedir (aynı zamanda revize UMS 27 da uygulanmalıdır). 41 2.3 Ara dönem finansal raporlar İlk UFRS finansal tablolara ait dönemin bir kısmını kapsayan ara dönem finansal raporlarını yayınlarken ilk kez uygulayıcı raporlama döneminin sonunda yürürlükte olan UFRS'leri her zaman belirleyemeyebilir. Bu durum, UMSK'nin ara dönem raporunun yayınlanmasından sonra fakat ilk UFRS raporlama döneminin sonundan önce UFRS'de ara sıra yaptığı 'hızlı' değişikliklerden birinin sonucu olarak ortaya çıkabilir. Yönetim de ara dönem raporunun yayınlanmasından sonra, örneğin yeni UFRS'yi erken uygulayarak, muhasebe politikalarından birini değiştirmeye karar verebilir. Bir ara dönem raporda kullanılan muhasebe politikalarının, o ara dönem finansal raporun onaylanma tarihinde geçerli olan UFRS'yi yansıtması gerektiğini düşünüyoruz. Bir kuruluş, yılsonundan önce onaylanmasını beklediği bir nihai taslağı ara dönem raporunda bir muhasebe politikasına dayanak olarak kullanmamalıdır. Bir işlem için özellikle geçerli olan bir UFRS olmaması durumunda, UMS 8 Muhasebe Politikaları, Muhasebe Tahminlerindeki Değişiklikler ve Hatalar içindeki muhasebe politikaları seçimindeki hiyerarşi hem ara dönem raporu hem de yıllık finansal tablolar için geçerlidir. Ara dönem raporları için muhasebe politikaları seçimi aşağıdaki örnekle açıklanabilir: Örnek B.4: Ara dönem finansal raporlar Olaylar yukarıdaki örnek B.3'dekiyle aynıdır. İlk kez uygulayıcı ara dönem raporunun onaylanma tarihinde geçerli olan standartları kullanır. UMS 1R, 1 Ocak 2009 tarihi ve sonrasında başlayan yıllık dönemler için geçerlidir. Kuruluş F'nin ilk UFRS finansal tablolarını sunduğu yıllık dönem 1 Ocak 2009 tarihinde başlar. Bu nedenle, UMS 1R, 31 Aralık 2009 tarihinde geçerli olur ve uygulanması gerekir. Yukarıda değinildiği gibi, ilk yıllık UFRS finansal tabloları için kullanılan muhasebe politikaları, herhangi bir muafiyet uygulanmaması halinde ilk UFRS raporlama döneminin sonunda geçerli olan her bir UFRS ile uyumlu olmalıdır. 3 Düzeltme kaydı nerede yapılır? Bir ilk kez uygulayıcı açılış finansal durum tablosunda varlık, borç ve özkaynaklarını yeniden düzenlediğinde önceki GKGMİ ile UFRS arasında bir fark oluşacaktır. Örneğin, bir ilk kez uygulayıcı yatırım amaçlı gayrimenkullerini UFRS kapsamında gerçeğe uygun değer üzerinden yeniden ölçebilir veya bazı finansal varlıklarını yeniden düzenleyebilir. Düzeltme kaydı nereye yapılmalıdır? UFRS 1.11, bir ilk kez uygulayıcının bu düzeltmeleri doğrudan dağıtılmamış karlarda veya uygun düşüyorsa özkaynağın diğer bir kategorisinde tahakkuk ettirmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu uygundur, 42 çünkü farklar UFRS'ye geçiş tarihinden önce meydana gelen olaylarla ilgilidir ve bu nedenle raporlama döneminde kar veya zarar ya da diğer kapsamlı geliri etkilemelidir. Bu genel zorunluluğa bir istisna olarak daha önceki işletme birleşmelerinde edinilen bazı maddi olmayan duran varlıklar şerefiyenin yeniden düzenlenmesi sonucunu doğurur (bu, bölüm C'de gene tartışılacaktır). Bir ilk kez uygulayıcının düzeltmeleri özkaynağın başka bir kategorisinde tahakkuk ettirmesini gerektirecek koşullar söz konusu varlık veya borç için geçerli olan UFRS gereklerine bağlıdır. Örneğin, bir ilk kez uygulayıcının UMS 16 Maddi Duran Varlıklardaki yeniden değerleme modelini muhasebe politikası olarak seçmesi durumunda, kümülatif yeniden değerleme olumlu farkını, yeniden değerleme olumlu farkı başlığı altında özkaynağın ayrı bir unsuru olarak sunacaktır (UMS 16.39). (Grant Thornton tarafından kitabından alınmıştır.) yayınlanan 43 UFRS’ye giden yol KULLANIM SÜRESİ DOLAN VEYA BENZERİ BİR NEDENLE ZAYİ OLAN MALLARIN ALIMINDA YÜKLENİLEN KDV'NİN AKIBETİ Fevzi BULUT* GENEL AÇIKLAMA Bilindiği üzere KDV bir ürünün imalat sürecinden nihai tüketici safhasına geçinceye kadar her aşamada gerçekleşen katma değeri vergilendirmeyi amaçlamaktadır. Üretilen ürünün nihai tüketiciye ulaşmasıyla birlikte KDV sona erer. Bu yüzden malların alımında yüklenilen KDV indirim yapılarak bir sonraki aşamaya aktarılır. Bu şekilde KDV'nin nihai Ödeyicisi nihai tüketici olur. Ancak üretilen ürünün nihai tüketiciye ulaşmadan zayi olması durumunda malı zayi edenler malın nihai tüketicisi olurlar. Malları zayi edenlerin yüklenmiş oldukları KDV'yi indirim KDV olarak hesaplarına intikal ettirebilmeleri ile ilgili olarak devamlı bir surette tartışma bulunmaktadır. Vergi idaresi KDVK'na (T.C.Yasalar, 1984) göre; belli şartlar altında zayi olan malların alımında yüklenilen KDV'yi indirim KDV olarak kabul etmektedir. Bu şartlar KDVK'nın 30. maddesinde belirtilmiştir. Ancak bu maddenin (c) bendinde yer “zayi olma" ibaresi ile ilgili olarak vergi idaresinin 05.12.2009 tarihine kadar özelgelerle belirtmiş olduğu görüşü bu tarihte yayınlamış olduğu 113 Seri Nolu KDVK Genel Tebliği ile değiştirme yoluna gitmiştir. Vergi idaresinin 05.12.2009 tarihine kadar olan yaklaşımı ve bu tarih itibariyle genel tebliğ ile yapmış olduğu görüş değişikliği ve Danıştay tarafından verilmiş bir kararın irdelenmesi makalemizin konusunu oluşturmaktadır. ZAYİ OLMA KAVRAMI VE ZAYİ OLMA İLE İLGİLİ YASAL MEVZUAT 2.1-Zayi Olma Kavramı Zayi olma, kelime anlamı itibariyle ziyaa uğrama, yok olma, yitme ortadan kaybolma, gözden kaybolma anlamındadır. Bu tanımlamadan hareketle, zayi olma kavramının ortada bulunmayan, yok olan, nereye gittiği bilinmeyen mallar için kullanılması, doğru olacaktır. Teknolojik değişimler nedeniyle ekonomik değerini yitiren mallar, malın kullanım(ekonomik) ömrünün tükenmesi, miadın (tüketilebilirle süresinin) dolması,Tüketicinin Korunmasına ilişkin hükümler çerçevesinde değiştirilen iade alman mallar gibi zayi olma kapsamında değerlendirilemeyecek çok sayıda durum mevcuttur.(Dünya Gazetesi, 2009) KDVK'nın (T.C.Yasalar, 1984) 30/c maddesine göre; zayi olan malların alımında yüklenilen KDV'nin indirimi mümkün değildir. Ancak "zayi olma" kavramının ne anlama geldiği belli değildir. Vergi kanunlarında zayi olma 44 kavramının ne anlama geldiği ile ilgili olarak herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Kanun maddesindeki zayi olma kavramı fiziki olarak "zayi olma’’ anlamına mı gelmektedir yoksa fiziki olarak mevcut olan bir malın değerindeki kayıp mı zayi olma anlamına gelmektedir. "Zayi olma" kavramı fiziki olarak mevcut olan bir malın değerindeki kayıp anlamında kullanıldığında bu sefer, tam zayi olma ve kısmi zayi olma durumlarının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir, "zayi olma" kavramını fiziki olarak mevcut olan malın değerindeki kayıp anlamında kullanıldığında tamamen zayi olan mallara ilişkin yüklenilen KDV'nin indirim KDV hesabından çıkarılarak ilgili hesaplama yapılmalıdır. Malların kısmen zayi olduğu durumlarda ise kısmen zayi olan kısım ile zayi olmayan kısım KDV'lerinin ayrıştırılması gerekmektedir. 2.2. Zayi Olan Mal İle İlgili Yasal Mevzuat K.D.V.K'nın 30 maddesinin (c) bendinde "Deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait katma değer vergisinin mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden indirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere, zayi olan mallar ait yüklenilen katma değer vergisinin ancak belirli şartlar altında, hesaplanan katma değer vergisinden indirilebileceği anlaşılmaktadır. Bu haller; Deprem, Sel Felaketi, Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilan ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olan mallar, olarak sınırlandırılmıştır. Bu hallerin dışında zayi olan mallara ait yüklenilen KDV 'nin, hesaplanan KDV 'den indirilmesi söz konusu değildir. Yukarıdaki kanun hükmüne göre zayi olan malın alımında yüklenilen KDV indirilemez. Dolayısıyla mal zayi olmamışsa malın alımında yüklenilen KDV indirilebilir. Önceki bölümde de ifade ettiğimiz üzere malın zayi olma ibaresi ile İlgili olarak vergi kanunlarında bir açıklama bulunmamaktadır. VUK'un (T.C.Yasalar, 1961) 278 maddesinde kıymeti düşen mallarla ilgili olarak yapılan bir açıklama bulunmaktadır. Bu kanun hükmü şöyledir; Yangın, deprem ve su basması gibi afetler yüzünden veyahut bozulmak, çürümek, kırılmak, çatlamak, paslanmak gibi haller neticesinde iktisadi kıymetlerinde önemli bir azalış vaki olan emtia ile maliyetlerin hesaplanması muta dolmayan hurdalar ve döküntüler, üstüpü deşe ıskartalar emsal bedeli ile değerlenir. Ancak bu açıklamayı zayi olma kavramının açıklaması olarak görmek mümkün değildir. 45 3. 05.12.2009 TARİHİNDEN ÖNCEKİ UYGULAMA Vergi idaresi; KDVK'nın 30/c bendinde geçen zayi olma ibaresi ilgili olarak vermiş olduğu özelgelerde zayi olma kavramını fiziki olarak zayi olma anlamında gördüğünü göstermiştir. Yani fiziki olarak mevcut olan bir malın yok olmasını zayi olma olarak gördüğünü fiziken mevcut olan bir malın degerinde teknolojik yenilik kullanım süresinin dolması vb. nedenlerle ortaya çıkan değer kayıplarının malların zayi olduğu anlamına gelmediği dolayısıyla bu malların alımında yüklenilen ve indirim KDV olarak hesaplara intikal ettirilen KDV ile ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmasına gerek bulunmamaktadır. Vergi idaresinin konu ile ilgili olarak vermiş olduğu bazı özelgelerin özetleri aşağıdaki gibidir; “Kullanım süresi geçmesi nedeniyle bir komisyon nezaretinde imha edilen ilaçların, zayi olan mallar kapsamında değerlendirilmesi mümkün bulunmaktadır. Dolayısıyla, imha edilen söz konusu ilaçların alış faturalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılabileceği tabiidir." (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 2002) "..teknik servis raporu sonucu değiştirilmesine karar verilen bilişim ve elektronik ürünlerinin takdir komisyonunca takdir edilecek emsal bedeli ile malların maliyet bedeli arasındaki tutara ait KDV 'nin indirim konusu yapılacağı tabiidir. Ayrıca, satış imkânı kalmayan ve son kullanma tarihi geçen pillerin emsal bedelinin takdir komisyonunca "0" olarak tespit edilmesi ve" Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği" kapsamında imha edilmesi zayi olan mallar kapsamında değerlendirilemeyeceğinden bu ürünlerin alış faturalarında gösterilen katma değer vergisinin de indirim konusu mümkün yapılması mümkün bulunmaktadır..." (Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı, 2009) "Takdir komisyonu kararınca fiziken var olduğu saptanan ve değeri (0) sıfır olarak belirlenen malların, çürüme, bozulma veya kullanım süresinin geçmesi gibi sebeplerle takdir komisyonu gözetiminde imha edilmesi durumunda, bu mallar zayi olan mallar kapsamında değerlendirilmemektedir. Buna göre, imha edilen söz konusu malların alımı sırasında yüklenilen ve alış faturalarında gösterilen katma değer vergisinin indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır." (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 2004) "Hatalı dikim, renk farklılığı, leke ve benzeri nedenlerle ya da şirket politikası gereği satışının mümkün olmaması nedeniyle takdir komisyonu nezaretinde tutanakla imha edilen malların zayi olan mallar kapsamında değerlen-dirilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, bu şekilde imha edilen malların alış faturalarında gösterilen KDV'nin indirim konusu yapılması mümkün bulun-maktadır." (İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı, 2007) 46 Konu ile ilgili olarak Danıştay da vergi idaresi özelgeleri ile aynı doğrultuda karar vermiştir. Danıştay vermiş olduğu bir kararda; "...kullanım süresi dolan ilaçlar için takdir komisyonuna başvurarak değer belirlettiği (0 TL) ve yine idarenin bilgisi ve gözetimi dahilinde söz konusu ilaçları imha ettirdiğinin tartışmasız olduğu, ilaçların ekonomik değerinin kalmadığı ve imhasının zorunluluk arz ettiği, bu nedenle kullanım süresi dolan ve değer tespit ettirilerek idarenin huzurunda imha ettirildiği anlaşılan ilaç girdileri için ödenen katma değer vergisinin anılan yasanın 30/c maddesindeki zayi olan mal kavramı içinde değerlendirilemeyeceğinden indirilmesinin yerinde olduğu gerekçesiyle kabul eden 6. Vergi Mahkemesinin 4.03.2002 tarih ve 2002/526 sayılı kararının onanmasına..." (Danıştay 9.Dairesi, 2004) şeklinde görüş belirtmiştir. 4- 05.12.2009 TARİHİNDEN SONRAKİ UYGULAMA 05.12.2009 Tarihine kadar vergi idaresi vermiş olduğu özelgelerle miyadı dolan veya başka nedenlerle kullanılması mümkün olmayan malların alımında yüklenilen KDV'nin indiriminin mümkün olduğu belirtmekteydi. 05.12.2009 tarihinde yayımlanan 113 seri Nolu KDVK Genel tebliği ile bu konuda görüşünü değiştirmiştir. Bu tebliğ ile Vergi idaresi miyadı dolan ya da başka nedenlerle kullanılamayacak hale gelen malların alımında yüklenilen KDV'nin indirim KDV olarak kabul edilmeyeceğini belirtmiştir. Gelir İdaresi Başkanlığına intikal eden olaylardan; mükelleflerin faaliyetlerine ilişkin olarak stoklarında mevcut olan ancak kullanım süresi geçen veya bir başka nedenle kullanılamayacak durumda olan malların ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya Takdir Komisyonu huzurunda imha edilmesi durumunda, bu mallara ilişkin yüklenilen KDV’nin indirilip indirilemeyeceği hususunda tereddüde düşüldüğü anlaşılmıştır. KDV Kanununun (30/c) maddesinde; deprem, sel felaketi ve Maliye Bakanlığının yangın sebebiyle mücbir sebep ilân ettiği yerlerdeki yangın sonucu zayi olanlar hariç olmak üzere, zayi olan mallara ait KDV'nin indirim konusu yapılamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu hüküm uyarınca, kullanım süresi geçen veya bir başka biçimde kullanılamayacak hale gelen ve imha edilen mallar, zayi olan mal mahiyetinde olduğundan mükelleflerce bu malların iktisabı dolayısıyla yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılması da mümkün bulunmamaktadır. Bu çerçevede, zayi olan mallara ait yüklenilen ve daha önce indirim konusu yapılan KDV'nin, imha tarihini kapsayan vergilendirme dönemine ait 1 No.lu KDV Beyannamesinin "İlave Edilecek KDV" satırına dahil edilmek suretiyle indirim hesaplarından çıkarılması gerekmektedir. (Maliye Bakanlığı, 2009) 47 5.- 05.12.2009 TARİHİNDEN ÖNCE ZAYİ OLAN MALLARIN ALIMINDA YÜKLENİLEN KDV'Yİ İNDİREN MÜKELLEFLERİN YAPMASI GEREKENLER Vergi idaresinin 05.12.2009 tarihinde yayımladığı 113 Seri Nolu Katma değer Vergisi Genel Tebliği ile bu tarihten önce özelgelerle belirtilen görüşü geçersiz kılmıştır. Bu durumda özelgeleri kendileri alan ve bu özelgelere göre işlem yapan mükelleflerle özelge almadan mevcut özelgedeki görüşlere göre zayi olan mal dolayısıyla yüklenilen KDV'yi indiren mükellefler arasında farklı durumlar söz konusu olacaktır. Zayi olan malları dolayısıyla bu malların alımında yüklenilen KDV'yi indirim KDV olarak kullanan mükelleflerin özelge alarak işlem yapmaları durumunda herhangi bir şekilde vergi cezasına muhatap olmaları söz konusu olmayacaktır. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 369. maddesinde, yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları veya bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların görüş ve kanaatini değiştirmiş veya bu hükme ait bir içtihadın değişmiş olması hallerinde vergi cezası kesilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Öte yandan, aynı Kanunun 413. maddesinde ise, mükelleflerin, Maliye Bakanlığı'ndan veya Maliye Bakanlığının bu hususta yetkili kıldığı makamlardan vergi durumları ve vergi uygulanması bakımından müphem ve tereddüdü mucip gördükleri hususlar hakkında izahat isteyebilecekleri, yetkili makamların yazı ile istenecek izahatı yazı ile veya sirkülerle cevaplamak mecburiyetinde oldukları, alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri cezayı istilzam etse dahi ceza kesilmeyeceği belirtilmiştir. Vergi idaresinden özelge almadan işlem yapan mükelleflerin zayi olan malın alımında yüklenilen ve indirim KDV olarak hesaplanan KDV'yi indirim hesabından çıkartarak KDV beyannamelerini yeniden düzenlemeleri gerek inekte ödeme çıkan dönemlerde ödenmesi gereken KDV'nin vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi ile birlikte ödenmesi gerekmektedir. Ancak bu düzeltme işlemini ihtirazı kayıtla yapan mükellefler dava açma yoluna gidebilirler. 6- KULLANIM SÜRESİ DOLAN VEYA BENZERİ BİR NEDENLE ZAYİ OLAN MALLARIN ALIMINDA YÜKLENİLEN KDV İLE İLGİLİ ÖRNEK BİR DANIŞTAY KARARI Kullanım süresi dolan ya da benzeri bir nedenle zayi olan malların zayi olan mal olduğu yönünde maliye bakanlığının 113 seri no'lu KDV tebliği ile belirttiği uygulamayı onaylayan nitelikte Danıştay 4. dairesi 20.07.2010 tarih ve 2010/588 sayılı bir karar vermiştir. Bu kararın Özeti aşağıdaki gibidir; 48 "iptali istenen düzenlemede uyuşmazlığın özü, kullanım süresi geçen veya bir başka biçimde kullanılamayacak hale gelen ve ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya takdir komisyonu huzurunda imha edilen malların zayi mal olarak nitelendirip nitelendirilmeyeceğidir. Vergi kanunlarında zayi olan mal ve ya zayi olma kavramlarının ne anlama geldiği hususunda bir açıklamaya yer verilmediğinden zayi olmanın kelime anlamının ortaya konulması gerekmektedir. Zayinin sözlükteki anlamının kaybolma, yitme, kayıp, yok olmuş, elden çıkmış, mahvolmuş olarak tanımlandığı, zayi olmanın yitmek kaybolmak olarak tanı edildiği görülmektedir. Bu itibarla, sebebi ne olursa olsun ilgili mevzuat uyarınca teşkil edilen resmi komisyonlar veya takdir komisyonu huzurunda imha edilen malların yitip gittiği ve yok olduğu açıktır. Öte yandan idarenin önceki uygulamalarının aksi yönde olması uyuşmazlık konusu malların nitelendirilmesinde herhangi bir hukuki etkisi olmayacaktır. Bu nedenle Genel Tebliğin dava konusu edilen bölümünde hukuka aykırılık görülmemiştir. Bu durumda dava konusu 113 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği'nin "Kullanım Süresi Geçen veya Kullanılamayacak Hale Gelen Mallara ilişkin Yüklenilen KDV Hakkında Yapılacak işlem" başlıklı "E" bölümü için 2577 sayılı Kanunun 27/2. maddesinde Öngörülen koşulların birlikte ger-çekleşmediği anlaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle, yürütmenin durdurulması işleminin reddine oyçokluğuyla karar verildi." Danıştay'ın yukarıda belirtilen karan da maliye Bakanlığı'nın 113 seri no'lu tebliğini onaylar niteliktedir. 7- SONUÇ Vergi idaresi kullanım süresi dolan ya da başka sebeplerle zayi olan malların alımında yüklenilen KDV'nin indirilmesi yönündeki özelgelerle belirtmiş olduğu görüşünü 05.12.2009 tarihinde yayımlamış olduğu 113 Seri Nolu KDVK Genel Tebliğ İle değiştirme yoluna gitmiştir. Vergi idaresi bu tarih itibariyle kullanım süresi dolan ya da başka sebeplerle fiziki olarak mevcut olan ancak kıymetini yitiren malları zayi olan mal olarak kabul etmemekte ve dolayısıyla bu malların alımında yüklenilen KDV'nin indirilmesinin mümkün olmadığım belirtmektedir. 05.12.2009 tarihinden önce özelgelere göre işlem yapan mükelleflerle İlgili olarak; özelgeyi bizzat ilgili mükellefin alması ya da mevcut özelgelere göre işlem yapması arasında da farklı durumlar söz konusu olacaktır. Danıştay'ın vermiş olduğu önceki bölümde açıklanan örnek karar maliye bakanlığının 113 seri no'lu tebliğini onaylar niteliktedir. Dolayısıyla kullanım süresi geçen ya da benzeri nedenlerle zayi olan mala ilişkin olarak ödenen KDV indirim olarak kabul edilmez. 49 KAYNAKÇA Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı (09.04.2009) KDV. MUK.B.07.1.GİB. 4.99.16.01.11744 sayılı muktezası. İstanbul: Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı Danıştay 9.Dairesi (16.12.2004). E.2002/3313, K.2004/4389 Sayılı Karar. Ankara: Danıştay 9. Dairesi Gündüz, Zeki (2009) "Miadı Dolan Malların KDV'sinde Son Durum" Dünya Gazetesi (Aralık 2009): [erişim tarihi: 11 Aralık 2009] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (19.11.2004) KDV.MUK.B.07.1.GİB. 4.34.17.01.54409 sayılı muktezası. İstanbul: İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (28.01.2002) KDV.MUK.B.07.1.GİB. 4.34.17.01.52/5201 sayılı muktezası. İstanbul: İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (31.10.2007) KDV.MUK.B.07.1.GIB. 4.34.17.01.96771 sayılı muktezası. İstanbul: İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Maliye Bakanlığı(05.12.2009). Katma Değer Vergisi 113 No'lu Tebliği. Ankara: Resmi Gazete (27423 sayılı) T.C. Yasalar (02.11.1984). Katma Değer Vergisi Kanunu Ankara: Resmi Gazete (18563 sayılı) T.C. Yasalar (04.01.1961). Vergi Usul Kanunu Ankara: Resmi Gazete (10703-10705 sayılı) (İstanbul SMMMO’sının yayını olan Çözüm Dergisinin KasımAralık/2010 sayısından alınmıştır) 50 6111 SAYILI KANUN'UN VERGİ KAÇAKÇILIĞI SUÇLARI İÇİN CEZA MAHKEMESİNDE GÖRÜLEN DAVALARA ETKİSİ Bekir BAYKARA* I- GİRİŞ Kamuoyunda "Torba Yasa" olarak bilinen 6111 sayılı "Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" 13.02.201 1 tarihinde kabul edilmiş, 25.02.201 tarihli ve 27857 mükerrer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Kanun, yürürlük maddesi dahil 216 maddedir. Ayrıca 18 geçici maddesi bulunmaktadır. Kanun beş kısımdan oluşmuştur. Bunlardan ilk dört kısım bazı alacakların yeniden yapılandırılması İle ilgilidir. Beşinci kısım çeşitli kanunlardaki değişikliklere ayrılmıştır. Bazı alacakların yeniden yapılandırılması ile ilgili kısımlar, ilk 21 maddede düzenlenmiştir. Kanun'da, vergiler ve gümrük vergileri, bu vergilerin aslına bağlı cezalar, VUK ve Gümrük Kanunu'nda düzenlenen diğer cezalar. SGK'nın bazı prim alacakları ve ceza alacakları ile çeşitli kanunlarda düzenlenmiş idari para cezalarının yeniden yapılandırılması konu edilmiştir. Yeniden yapılandırma esas itibariyle, kamu alacağının kesinleşmiş veya dava aşamasında bulunmasına göre değişik almaşıklarda hükümler İçermektedir. Vergi alacakları için matrah artırımı, stok affı ve kasa fazlaları, pişmanlıkla beyan, Kanun'daki düzenlemeler arasındadır. Kanun'da, VUK un 359. maddesinde "Kaçakçılık Suçları ve Cezalan" başlığı altında düzenlenen suç ve cezalar tümüyle Türk Ceza Kanunu'nun genel hükümlerine tabidir. Bu konuda açılmış bir davanın düşmesi veya verilmiş bir cezanın kalkması için ya TCK'ya uygun bir durumun ortaya çıkması ya da özel bir kanun hükmü ile düzenlenmesi gerekir. Örneğin, 481 1 sayılı Vergi Barışı Kanunu'nun 14. maddesinde böyle bir düzenleme vardı. 611 1 sayılı Kanun'da ise, VUK'un 359. maddesindeki suçlar nedeniyle asliye ceza mahkemelerinde halen yapılan yargılamalar ve kesinleşen cezalarla ilgili herhangi bir düzenleme yoktur. Fakat, bu Kanun'dan yararlanmak, daha Önce verilen cezalan değil ama, bu Kanun'dan sonra kurulacak hükümleri etkileyebilecektir. Kanun'dan yararlanıp matrah (ve vergi) artırımında bulunanlar hakkında, bu suç nedeniyle, suç duyurusunda bulunulmaması gerektiği kanaatindeyiz. * Avukat 51 Yazımızın konusu, 6111 sayılı Kanun hükümlerinin vergi kaçakçılığı suçları nedeniyle ceza mahkemesinde halen yapılan yargılamalara ve açılacak davalara etkisidir. Bu bağlamda konu ikiye ayrılarak ele alınacaktır. İlk önce açılmış ve yürümekte olan davalarda bu Kanun'dan yararlanmanın ne yönde etkileyeceği ele alınacaktır. İzleyen bölümde ise, bu Kanun'un matrah artırımı hükümlerinden yararlanalar hakkında, daha sonra vergi kaçakçılığı suçları için ceza mahkemesinde dava açılıp açılamayacağı üzerinde durulacaktır. II- VERGİ DAVASINDAN VAZGEÇİP ÖDEME YAPMANIN SÜRMEKTE OLAN CEZA DAVALARINA ETKİSİ A- VERGİ DAVASINDAN VAZGEÇMENİN SUÇU KABULLENMEK ANLAMINA GELİP GELMEYECEĞİ Vergi mahkemelerinde halen sürmekte olan davaların bir kısmı, VUK'un 344/2. maddesine göre kaçakçılık cezası kesilmiş vergi tarhiyatlarına ilişkindir. Bu türlü tarhiyatlar da 6111 sayılı Kanun kapsamındadır. Bu tarhiyatlar nedeniyle VUK'un 359. maddesine göre ve 367. madde hükmü uyarınca suç duyurusunda bulunulmuş ve asliye ceza mahkemesinde dava açılmış olması gerekir.( 1) Bu durumda mükellefler, "Kanundan yararlanıp vergi davasından vazgeçilmesi, ceza mahkemesinde görülen davada suçu kabullenmek anlamına gelir mi?" diye düşünebilirler. Bunun cevabı, vergi davaları ve ceza davalarının birbirine etkisi ne olur sorusuna bağlıdır. Bu konuyu daha önce "Ceza Mahkemesi ve Vergi Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi"(2) başlığı altında incelemiştik. Ayrıca, "Uzlaşma Talep Etmek Veya Uzlaşmak Haksız Olunduğunu Kabul Anlamına Gelmez"(3) başlığı altında yaptığımız inceleme de konu ile İlgilidir. Bize göre, ne uzlaşma talebinde bulunmak ne de uzlaşmak, vergi tarhiyatının haklı olduğunu göstermez. Mükellefin uzlaşmasının tarhiyatın haklı olmasının çok ötesinde nedenleri bulunur. 6111 sayılı Kanun'dan yaralanma nedenleri ile uzlaşma nedenleri benzerlik gösterecektir. Yani, bu Kanun'dan yararlanmak tarhiyatın haklı olduğunu göstermeyeceği gibi, mükellefin haksızlığını kabul ettiği anlamına da gelmez. Kanun ciddi avantajlar sağlamaktadır ve tıpkı uzlaşmayı kabul etmedeki nedenlerde olduğu gibi, Kanun'dan yararlanılıp davadan vazgeçilebilir. Esasen VUK'un 367. maddesinde vergi ve ceza mahkemesi kararlarının birbirini etkilemeyeceği açıkça belirtilmiştir(4). Ancak bu hükme rağmen, vergi davasından vazgeçmek ceza hâkiminin vicdani kanaatini etkileyebilir. Fakat ceza mahkemesi vergi davasını bekletici sorun yapmışsa, bu durumda vazgeçmenin olumsuz etki yapması daha güçlü bir olasılıktır. (1) Bekir BAYKARA, Teori ve Pratik Yönleri İle Vergi ve Vergi Ceza Hukuku, İstanbul 2009, s. 397 vd. 52 (2) Bekir BAYKARA, "Ceza Mahkemesi ve Vergi Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi", Vergi Dünyası, Temmuz 2008, Sayı: 323; Ayrıca Bkz. BAYKARA, age, s. 476 vd. (3) Bekir BAYKARA, "Uzlaşma Talep Etmek veya Uzlaşmak Haksız Olunduğunu Kabul Anlamına Gelmez", Vergi Dünyası, Mart 2008; Ayrıca Bkz. BAYKARA, age, s. 455 vd. (4) Maddenin son fıkrasında "Ceza mahkemesi kararlan, bu Kanun'un dördüncü kitabının ikinci kısmında yazıtı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz" denmektedir, (5) BAYKARA, age, s. 481 Bu durumda dahi, vergi davasının gidişi iyi değilse vergi davasından vazgeçip, ceza davasında erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması olanaklarından yararlanılabilir. Görüldüğü gibi konu çok basit değildir. Bu nedenle, vergi davasından vazgeçip geçmeme veya bu vazgeçmeyi ceza dosyasına ibraz edip etmeme konusunda en uygun kararı, davayı takip eden meslektaşımız verecektir. B- DAVA AÇMAMAK VEYA VERGİ DAVASINDAN VAZGEÇİP ÖDEME YAPMANIN SÜRMEKTE OLAN CEZA DAVALARINA ETKİSİ 1-Genel Olarak 6111 sayılı Kanun'un 2.maddesi kesinleşmiş, 3.maddesi ise kesinleşmemiş ve dava safhasında bulunan alacakların yapılandırılması düzenlenmişti. Dava safhasında bulunan alacaklar ise vergi mahkemesi veya kanun yolu (Danıştay veya Bölge İdare Mahkemesi) safhasında bulunan alacaklar olarak ayrılmıştır. Kanun'da, kanun yolu safhasında bulunan alacakların mükellef tarafından kazanılmış, kaybedilmiş veya kısmen kazanılmış veya kaybedilmiş olma durumuna göre çeşitli olasılıklar düzenlenmiştir. Dava açmayarak veya açılmış davalardan vazgeçerek, 6111 sayılı Kanun'a göre hesaplanan vergi, ceza ve faizleri ödemeyi "mağdurun zararının giderilmesi" kapsamında değerlendirmek gerekir. Bu bağlamda mağdurun zararının giderilmesi verilecek hükmü etkileyebilecektir. Biz burada TCK'nın 51. maddesinde düzenlenmiş "cezanın ertelemesi", CMK'nın 231. maddesinde düzenlenmiş olan "hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kurumlarını inceleyeceğiz. Daha avantajlı durumu nedeniyle İlk önce "hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kurumunu ele alacağız. Bu bölüme ilişkin olarak belirtmek istediğimiz son husus; gerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması, gerekse erteleme için birinci koşul,sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza,’’iki yıl’’veya daha az süreli olması gereğidir. Oysa, VUK'un 359. maddesinin 53 (b) fıkrasındaki ceza, 08.02.2008 tarihinden "geçerli olmak üzere, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiştir. Bu durumda, 08.02.2008 tarihinden sonra İşlenen VUK'un 359. maddesinin(b) fıkrası kapsamındaki suçlarda, hükmün açıklanmasının ertelenmesi veya erteleme mümkün olmayacaktır. Esasen, ceza yükseltilmesi de bu amaçla, yapılmıştır.(6) 2- Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması 2004 yılında kabul edilen 5271 sayılı ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 231. maddesine 2006 yılında eklenen 5. fıkra ile(7), hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu getirilmiştir. Buna göre "Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmasını ifade eder. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulur. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirlerine ilişkin yükümlülüklerine uygun davranıldığı taktirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirlerine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getirmeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmesine yada koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine karar vererek yeni bir mahkumiyet hükmü kurabilir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesinin koşulları maddede şöyle belirlenmiştir. -Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması, -Sanığın daha önce kısıtlı bir suçtan mahkum olmamış bulunması -Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, -Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, -Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılması karşı çıkmasıdır. Görüldüğü gibi mağdur durumdaki Hazine’nin zararının giderilmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması koşullarından birisidir. Bu konuda, hükmün açıklanmasının ertelenmesi ile ilgili gerekli diğer koşullarda varsa, yukarıda II/B-1 bölümünde söylediklerimiz dikkate alınarak, açılmış olan vergi davalarının vazgeçilebilir. 54 Ceza davası görülürken vergi davası sonuçlanıp, kanun yollarından geçerek kesinleşmişse, her halde bu kanun’dan yararlanmak gerekir. (6) 359. madde kapsamındaki suçların ekonomik suç olduğu bu nedenle cezanın da ekonomik olması gerekliği, hapis cezası verilmemesi gerektiğini ileri sürenler vardır. Biz bu görüşte değiliz. Ancak cezaların da çok ağır olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bize göre, olayı suçbilimsel (kriminolojik) açıdan düşündüğümüzde, erteleme ceza vermeden daha etkili olabilir. Bu konuda bkz. Bekir BAYKARA, "Naylon Fatura Olgusunun Kriminolojik Analizi", Vergi Dünyası, Eylül 2005, Sayı: 289 (7} Bu fıkranın kapsamı daha sonra 2008 yılında 5728 sayılı Kanunla genişletilmiştir. 3-Cezanın Ertelenmesi Daha önce yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nu (TCK) kaldıran 5237 sayılı TCK 2004 yılında kabul edilip, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu kanun’un 51.maddesinde ‘’Hapis cezasının ertelenmesi’’ düzenlenmiştir. Buna göre cezanın ertelenmesi için, öncelikle iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkum olunması gerekir. Bundan başka, kişinin daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkum edilmemiş olması ve suçu işledikten sonra yargılama sürecinde gösterdiği pişmanlık dolayısıyla tekrar suç işlemeyeceği konusunda mahkemede bir kanaatin oluşması, gerektiği 51. maddenin 1.fıkrasında belirtilmiştir. Aynı maddenin 2.fıkrasına göre, cezanın ertelenmesi, mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi koşuluna bağlı tutulabilir. "Maddenin 5. fıkrasına göre, cezası ertelenen hükümlü hakkında, bir yıldan az, üç yıldan fazla olmamak üzere, bir denetim süresi belirlenir. Bu sürenin alt sınırı, mahkûm olunan ceza süresinden az olamaz 8. fıkraya göre İse, denetim süresi yükümlülükle uygun veya iyi halli olarak geçirildiği takdirde, ceza infaz edilmiş sayılır. Fark edileceği üzere, hükmün açıklanmasının ertelenmesi ile cezanın ertelenmesinin koşullan yaklaşık olarak aynıdır. Sonuçları da aynı gibi görünmektedir. Çünkü, her ikisinde, de hapis yatılmayacak. Ancak, bu iki hukuki kurum birbirinden oldukça farklıdır. En önemli fark da, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında, denetim süresi iyi halli olarak geçirilirse kurulan hükmün sanık halamda bir hukuki sonuç doğurmayacak olmasıdır. Halbuki hapis cezasının ertelemesinde, denetim süresi yükümlülüklere uygun veya iyi halli olarak geçirildiği takdirde ceza infaz edilmiş sayılır. Yani hükmün açıklanmasının geri "bırakılmasında sabıka 55 olmadığı halde, hapis cezasının ertelenmesinde sabıkalı olunmaktadır. Görüldüğü gibi hükmün açıklanmasının ertelenmesi kurumu, hapis cezasının ertelenmesine göre daha avantajlı durumdadır. Ancak, 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenmiş suçlar için(9) 765 sayılı TCK uygulanacağından, durum fazla fark etmemektedir. Çünkü, eski 765 sayılı TCK'nın 95. maddesine göre, deneme süresi iyi halle geçirilirse, mahkumiyet hiç gerçekleşmemiş sayılacaktır. Hatta 765 sayılı TCK uygulanabilecek durumda olan davalarda erteleme daha uygun olabilir. Çünkü, hükmün açıklanmasının ertelenmesinde temyiz yolu açık olmadığı hadde(10) ertelemede bu yol açıktır. Yukarıda belirtildiği gibi, hükmün açıklanmasının ertelenmesi ile cezanın ertelenmesinin koşullarının yaklaşık aynı olmakla birlikte, mahkeme hükmün açıklanmasının ertelenmesi vermeyip, TCK'nın 51. maddesine göre erteleme verebilir ve erteleme şartı olarak Hazine'nin zararının giderilmesini şart koşabilir. Bu durumda, mağdur durumdaki Hazine'nin zararının giderilmesi, cezanın ertelenmesi yönünden karar verilmesini kolaylaştırabilir. Bu konuda, erteleme ile ilgili gerekli koşullar varsa, yukarıda hemen yukarıda. (b) bölümünde ve (a) bölümünde söylediklerimiz dikkate alınarak, 6111 sayılı Kanun'dan yararlanılabilir. (8)Vergi suçlarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda geniş bilgi için Bkz. BAYKARA,age,s.461vd. (9) Vergi suçunun ne zaman işlenmiş sayılacağı çok açık değildir. Örneğin, Yargıtay sahte fatura düzenlemede, düzenlendiği anda işlenmiş olduğunu kabul ettiği halde, kullanmada vergi kaybı olup olmadığına, vergi kaybının durumuna göre, suçun işlenme zamanının farklı olduğu görüşündedir. Bu konuda Bkz. BAYKARA, age, s. 418 vd. (10} 231. maddenin 12. fıkrasına göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. Temyiz edilemez. III-MATRAH ARTIRIMINDA BULUNMANIN VERGİ SUÇU NEDENİYLE AÇILABİLECEK DAVALARA ETKİSİ 6111 sayılı Kanun'un 6,7,8 ve 9.maddelerinde matrah artırımı düzenlenmiştir. Kanun'un 6. maddesinde gelir ve kurumlar vergisi, 7. maddesinde KDV, 8. maddesinde sorumlu sıfatı ile muhtasar beyanname İle bildirilen gelir ve kurumlar vergisine ilişkin vergi kesintileri (stopaj), 9. maddede ise, matrah (KDV için vergi) artırımına ilişkin genel hükümler düzenlenmiştir. Bu olanaktan Kanun'un 9/6. maddesinde sayılanlar dışında herkes yararlanabilip 11). Bu maddelere göre matrah (veya vergi) artırımında bulunulduğu takdirde, art in lan dönemlere ilişkin olarak, ".... 56 artırdıkları takdirde, kendileri hakkında artırımda bulunulan yıllar için (gelir, kurumlar, KDV ve kesinti suretiyle ödenen vergilere ilişkin) vergi., incelemesi ve bu yıllara ilişkin olarak bu vergi türleri için daha sonra başka bir tarhiyat yapılmaz." (Tırnak içindeki ifade, 6. maddeden alınmış, 7 ve 8. maddeleri de İçerecek şekilde uyarlama yapılmaya çalışılmıştır). Ancak, 7/6. maddeye göre KDV iadesi ve sonraki döneme devreden KDV açısından inceleme hakkı saklıdır. Buraya kadar yaptığımız açıklamalardan görüldüğü gibi, matrah artırımında bulunanlar için VUK'un 359. maddesine göre suç duyurusunda bulunulup bulunulmayacağı hususu açık bir şekilde düzenlenmemiştir. Bu durumda, matrah artırımında bulunanlar hakkında daha sonra vergi kaçakçılığı suçlan için ceza mahkemesinde dava açılıp açılamayacağı konusunu, tüm mevzuatı yorumlayarak incelemek gerekecektir. Kanun metninden anlaşıldığı gibi, Kanun'un (6,7 ve 8maddelerine uygun olarak matrah artırımı yapıldığı takdirde bu vergi türleri itibariyle vergi incelemesi yapılamayacak, başkaca bir vergi salınamayacaktır. Gerçi Kanun'dan yararlanmak defter ibrazına engel değildir(12). Ayrıca, yukarıda "belirtildiği gibi, belli konularla ilgili olarak inceleme ve tarhiyat da yapılabilecektir. Fakat bu inceleme, matrahı (veya vergisi) artırılan vergi türlerine ilişkin olmayacaktır. O zaman, Kanun'daki tüm artırımlardan yararlanmış bir mükellefin defterlerinin incelenmesinin ne anlamı olabilir diye bir som akla gelebilir. Birinci olarak, Kanun'un 6, 7 ve 8. maddeleri VUK kapsamındaki tüm vergileri kapsamamakladır. İkincisi, defterler sadece vergi incelemesi için istenmez. Örneğin karşı inceleme için de defter istenebilir. VUK’ un 359.maddesinde 4359 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten sonra, vergi kaybı suçun unsuru olmaktan çıkarılmıştır.(13) Bu durum Yargıtay tarafından da ifade edilmektedir.(14) Ancak Yargıtay vergi suçunu vergi kaybından büsbütün koparıldığı görüşünde de değildir. Çünkü Yüksek mahkeme bu tür suçlarda zamanaşımını vergi beyannamelerinin verildiği, vergi kaybının oluştuğu tarihte başlatmaktadır(15). Öte yandan, VUK’ un 367.maddesine göre vergi suçu için dava açılabilmesi için vergi incelemesi yapılması(16) ve mütalaa niteliğindeki (17) bir raporun da düzenlenmesi gerekir. Buna doktrinde muhakeme şartı"(18), Yargıtay'ın kürtajında ise "dava şartı 19) denilmektedir. Yani vergi incelemesi yapılmadan vergi suçu raporu düzenlenemez, Bu durumda, matrah artırımında bulunan mükellef hakkın da vergi incelemesi yapılamayacağından, biz "göre vergi suçu raporu da düzenlenemeyecek, dolayısıyla Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda da bulunulamayacaktır. Son olarak, Kanun'un yayımından önce başlanmış vergi incelemeleri ve ceza mahkemesinde yargılanacak suçlara etkisi üzerinde durmak istiyoruz. 57 Bu konu Kanun'un 9. maddesinin 4.fıkrasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, matrah artırımda bulunan mükellef hakkında daha önce başlanılmış incelemelere devam olunur. Ancak, bazı incelemeler dışında (20), Kanun'un yayımlandığı tarihi izleyen ayın başından itibaren bir ay içerisinde sonuçlandırılmaması halinde, bu işlemlere devam edilmez. Yani, 1 Nisan 2011 tarihi mesai saati sonuna kadar (21) İnceleme bitirilecek, rapor yazılacak ve tarhiyat için vergi dairesi kayıtlarına intikal ettirilmesi gerekecektir. Bu süre sonunda İdarenin inceleme, tarh ve ceza kesme yetkisi, matrah artırımında bulunmuş mükellefler için, artırımda bulunulan yıllar ve vergi türleri itibariyle, sona ermektedir. Bu durumda, bize göre aynı süre içerisinde vergi suçu raporunun da yazılıp VUK' un 367. maddesindeki usule uygun olarak Savcılığa intikal ettirilmesi gerekir. IV-SONUÇ Vergi ihtilafı olan ve borçlu bulunan mükellefler için önemli fırsatlar içeren 6111 sayılı Kanun yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Kanun gerek kesinleşmiş gerekse dava aşamasında bulunan vergi borçlan için, yeniden yapılandırma bağlamında, çeşitli olanaklar sunmaktadır. Vergi alacakları için matrah artırımı da Kanun'daki düzenlemeler arasındadır. Stok affı ve kasa fazlaları, pişmanlık ve ıslah ile ilgili hükümler de, Kanun'da düzenlenmiştir. Kanun, VUK' un 359. madde kapsamındaki suçlar için asliye ceza mahkemelerinde açılan davalar ile ilgili herhangi bir hüküm içermemektedir. Fakat, bu Kanun'dan yaralanarak ceza davası açılmasına neden olan eylem nedeniyle tarh edilen vergi ve kesilen ceza bu Kanun kapsamında ödenirse, diğer koşullar da varsa, hükmün açıklanmasının geri bırakılması veya hapis cezasının ertelenmesi yönünde karar verilebilir. Ancak, davadan vazgeçerken yukarıda 11/A bölümündeki açıklamalarımız göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, yazımızın 111. bölümünde açıkladığımız gibi, matrah artırımında bulunan mükellefler için, bize göre VUK' un 359. madde kapsamındaki suçlar İçin, aynı Kanun'un 367. maddesine göre suç, duyurusunda bulunulamaz. (11) Kanun'un 9/6. madde hükmü, "213 sayılı Kanun'un 359. maddesinin (b) fıkrasındaki 'defter, kayıt ve belgelen yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asit veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler', bu Kanun'un 6,7 ve 8. madde hükümlerinden yararlanamazlar" şeklindedir. 58 (12) 6111 sayılı Kanun'un 9/1-ç maddesi "defter ve belgelerin muhafaza ve ibrazına ilişkin matrah veya vergi artırımında bulunulması, 213 sayılı Kanun'un hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez." şeklindedir. (13) Süheyl DONAY, Vergi Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları, İstanbul 2008, s. 227 (14) Yrg. 11. CD'nin, 13.03.2008 tarih ve E. 2007/9015, K. 2008/1515 sayılı Kararı. (15) Yrg. 11. CD'nin, E. 2004/10487, K. 2005/1063 sayılı Kararı. (16) VUK'un 367. maddesinde "Yaptıkları inceleme sırasında..." ve "..Cumhuriyet Savcılığı...inceleme yapılmasını talep eder" denilmektedir. Yani vergi incelemesinden bahsedilmemektedir. Ancak buradaki incelemenin, vergi incelemesi olduğu açıktır (Aynı görüşte, Yusuf KARAKOÇ, Yargı Kararları Işığında Vergi Sorunlarının Çözümü, İzmir 1996, s. 58) (17) Vergi suçunu doğrudan bildirecek vergi inceleme elemanlarının yazdıkları raporlar bir mütalaa olduğu gibi başka bir makam aracılığı İle bildirecek olanların yazdıkları raporlar da böyledir. Ancak, ikincilerin mütalaasına bir başka makamın mütalaası daha eklenecektir. Bkz. Bekir BAYKARA, "Vergi Suçu Raporu ve Vergi Ceza Muhakemesindeki Yen", Vergi Dünyası, Mayıs 2004, Sayı: 273 (18) KARAKOÇ, age, s. 56 (19) Yrg. 11. CD'nin, 27.06.2001 tarih ve E. 2001/6898, K. 2001/7380 sayılı; 13.10.2009 tarih ve E. 2009/1052, K. 2009/11962 sayılı Kararları. (20) Kanun'un 6. maddesinin onbirinci fıkrası ve 7. maddesinin altıncı fıkrası hükümleri. (21) VUK md. 18/1-2 59 VERGİ YARGILAMASINDA YÜRÜTMENİN DURDURULMASI Sezai Nüzhet NOYAN Avukat I-GİRİŞ Vergi uyuşmazlıklarında yürütmenin durdurulması konusu ve bu yönde verilmiş olan yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar, esasen bir ara karar özelliği taşımaktadır. Ancak, idare aynı esas hakkında verilmiş kararlarda olduğu gibi, yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarında gereklerine göre, hiç geciktirmeden eylemde bulunmaya veyahutta işlem tesis etmeye zorunludur. Bu zorunluluklarını yerine getirmeyen idare aleyhine Danıştay'da veya ilgili idare ve vergi mahkemesinde; kararın lüzumunu kasıtlı olarak yerine getirmeyen kamu memurları aleyhine de, adli yargı mercilerinde maddi ve manevi tazminat davası açılabilir. Başka bir deyimle, mahkeme kararlarının gereklerini infaz etmeyen kamu görevlileri suçlu duruma düşmüş olacaktır. II-YÜRÜTMENİN DURDURULMASI İSTEMİ VE VERİLEN KARAR DAVA MEVZUU İDARİ İŞLEMİ ORTADAN KALDIRABİLECEK MİDİR? Yürütmenin durdurulmasına dair karar, yürütülmesi durdurulan dava konusu idari işlemi ortadan kaldırmaz; sadece, bu idari işlemin icralığı üzerinde etki yapar. Başka anlatımla; idare ve vergi mahkemesiyle ilk derece mahkemesi sıfatıyla Danıştay'da açılan idari davaya konu idari işlemin yürütülmesinin durdurulması yolunda verilen karar, işlemin yürütülebiliri iğini tesis edildiği tarihten geçerli olarak askıya kaldıracaktır. Bu nedenledir ki; yürütülmesi durdurulan idari işlem, hukuk düzeninde herhangi bir değişiklik getirmemektedir. Kısmen de olsa, hukuk düzeninde bazı değişiklikler meydana getirmişse, bu meydana gelen değişikliklerden önceki hukuki durum geriye döner. Yürütmenin durdurulmasına dair kararların bu tesiri, iptal kararlarınınkine benzemektedir. Yürütmenin durdurulmasına ilişkin olarak verilen kararlar, son karar olamadıklarından ötürü, bir başka deyimle ilgili oldukları davayı sona erdirmediklerinden, itiraz ve temyiz müracaatlarına konu olamazlar. Ancak bu kararlara karşı, yalnızca İYUK md. 27/6 uyarınca öngörülen itiraz müracaatlarında bulunulabilir.1 III-YÜRÜTMENİN DURDURULMASI BAŞVURU YOLLARI TALEBİ iLE İLGİLİ KARARLARA 2577 sayılı idari yargılama usul kanunun 27. maddesinin ilk defa, 3622 sayılı kanunla maddenin eski şekline 12. fıkra olarak eklenen, 6. fıkrası, yürütmenin durdurulması talepleri hakkında verilen kararlara itiraz 60 edilmesi konusunu düzenlemektedir. Bu düzenleme idari yargılama usulüne girmeden önce, yürütmenin durdurulması hakkında yapmış oldukları talepleri reddedilenler, esas hakkında karar verilmesi durumunda, idare kararın kaldırılması talebinde bulunabilmekte idi. Her iki durumda da, talep aynı yargı merciince incelenerek gerekli karar verilebilmekte idi. Daha sonra bu yeni müessese ile, yürütmenin durdurulması talepleri hakkında kararlara karşı, bir başka idari yargı merciinde itirazda bulunabilme imkanı getirilmiştir. İtiraz müracaatlarında bulunmak için ancak yürütmenin durdurulması istemi hakkında verilen kararın tebliğini izleyen günden itibaren (7) gün içersinde ve bir kez olmak üzere talep edilebilir. Bu müddet geçtikten sonra yapılacak müracaatlar incelenmeksizin red edilir. Diğer taraftan aynı şekilde; ilk başvurunun reddi yada kabulü üzerine bu yolda verilen karara itiraz imkanında bulunulmamaktadır. İtiraz müracaatı, yürütmenin durdurulması istemi hakkında verilen karardan çıkarları ihlal edilen yan tarafından kullanılabilecektir. Bu taraf, istemin reddi halinde davacı: kabulü, yani yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi durumunda ise, davalı "idare" olacaktır. IV- İTİRAZ, YÜRÜTMENİN DURDURULMASI İSTEMİ İtiraz, yürütmenin durdurulması talebi hakkında karar: a) Danıştay'ın dava dairelerinden biri tarafından verilmişse, konusuna göre, idari veya vergi dava daireleri kurullarından birine, b) Bölge idare mahkemesince verilmişse, en yakın bölge idare mahkemesine, c) İdare veya vergi mahkemesince, kurul halinde veya tek hakimli olarak verilmişse, kararı veren mahkemenin yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesine, d) Çalışmaya ara verme süresi içinde (adli tatilde) kurul halinde oluşan idare ve vergi mahkemelerinden biri tarafından verilmişse, kararı veren hakimin katılmadığı nöbetçi mahkemeye, yapılır. Özet olarak, yürütmenin durdurulması talebi hakkındaki kararın, "adli tatil içersinde ve Danıştay'ın nöbetçi dairesince" verilmesi durumunda itirazın nereye yapılacağı konusu belirsizdir.(2) Bu durumda, 7 günlük itiraz süresinin son gününün adli tatile denk gelmesi halinde, 2577 sayılı yasanın 8/3'üncü maddesinde süre kendiliğinde 7 gün uzamış olacaktır. Bu süre içersinde ise ilintisine göre, İdari Veya Vergi Dava Daireleri Kurullarından bir tanesine itiraz olunabilir. 61 V- YMM RAPORLARINA GÖRE KDV İADESİNİ ALAMAYAN MÜKELLEFİN VERGİ DAİRESİNER KARŞI İDARİ DAVA AÇMASI VE YÜRÜTMENİN DURDURULMASI Vergi İdaresince, iade talebinin reddi yolundaki idari işlemlerin işlemin muhatabınca dava konusu edilmesi de bu kapsamda mümkün bulunmaktadır.3 Bu yöndeki işlemin dava konusu yapılması halinde yargı organınca verilecek kararın sonucuna göre işlem tesis edilmesi yoluna gidileceği açıktır. Ancak dava konusu yapılan idari işlem için dava konusu edilmekle birlikte yürütmenin durdurulması talebinde de bulunulmuş ve yürütmenin durdurulması kararı verilmiş olması halinde esasa ilişkin karar beklemeksizin yürütülmekte olan idari işlemin yürütülmesinin de durdurulması gerekmektedir. Burada yürütmeyi durdurmadan anlaşılması gereken idarenin davaya konu oluşturduğu işlemin yürütülmesinin durdurulmasıdır. Nakden iade talebinin reddi üzerine açılan davada yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi halinde idarece tesis edilen "Nakden İade Talebinin Reddi" yolundaki işlemin durdurulmasıdır Yani bu karar iadenin yapılması sonucunu doğurmaktadır. Yürütmenin durdurulması kararı üzerine iadenin yapılmaması yönünde bir görüşe katılmak mümkün değildir, çünkü böyle bir düşünce yürütmenin durdurulması talebinin reddi ile eş anlamlı hale gelecektir ki, mahkemece bu yönde bir karar verilmiş olmasının hukuksal sonucunu görmek mümkün olmayacağından bu tür davalarda bu yönde talepte bulunulması da anlamını yitirmiş olacaktır. Öte yandan İdari Yargılama Usulü Kanununun 28.md. hükmünde hangi kararlara göre işlem tesis edilmesi mecburiyeti bulunduğu, hangi kararlara göre kararlan kesinleşmesinden sonra işlem tesis edileceği açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu hükümler doğrultusunda Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarından haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalar nedeniyle verilen kararlar dışındaki kararlar uyarınca otuz gün içinde işlem tesis edilmesi zorunluluğunun bulunduğu açıktır. Fakat Maliye Bakanlığınca emsal bir olay nedeniyle İzmir Defterdarlığına yollanan 24.03.2005 tarih ve 13807 sayılı yazılarında olumsuz görüş ileri sürülerek iadenin yapılmayacağına ilişkin görüş beyan edilmiştir.(4) Ancak bu yöndeki uygulamanın yeni hukuksal sorunlara yol açacağı kaçınılmazdır. Yürütmenin durdurulması kararının farklı bir yorumla uygulanmasının engellenmesi davacıya 2577 sayılı İdari Yargıla Usulü Kanununun 28/6.md. hükmü uyarınca kanuni gecikme faizi isteme hakkını doğuracaktır. Çünkü yürütmenin durdurulması kararının yerine 62 getirilmemek suretiyle iade işleminin yapılmaması ile davaya konu olan iade tutarından mahrum kalan davacının bu tutardan mahrum kaldığı süre için kanuni faiz talep etmesi doğal bir sonuçtur. Zira "Yürütmenin durdurulması müessesesi ile dava konusu idari işlemin hukuka aykırılık teşkil edip etmediği hukuksal açıdan denetlenmekle birlikte esasa ilişkin kararın verilmesine kadar geçen süreç içinde davacı aleyhine ortaya çıkabilecek olan telafisi imkânsız zararları ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır." Danıştay 3.Dairesince verilen bir kararda (09.03.1978 tarih ve 1978/151 esas, 1978/199 karar sayılı) yürütmenin durdurulmasına dair kararların iptali istenilen tasarrufu ve onun sonucu olan işlemleri durduracağı ve bu tasarruf ve işlemlerin tesislerinden ve icralarından öncelikle hukuki durumun yürürlüğe girmesini sağlayacağı belirtilmiştir. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki idarece iade isteminin reddi yönünde tesis edilen idari işlemin yürütmenin durdurulması istemi ile davaya konu edilmesi sonucunda yürütmenin durdurulması karar verilmiş olması halinde bu karar uyarınca iade işleminin yerine getirilmesi hukuka uygun bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır. (4)“…….Yürütmenin durdurulması kararı verilen dava dosyalarına ilişkin olarak mahkeme tarafından esas hakkında karar verilinceye kadar idari işlemin mevcut haliyle bırakılması, başka bir ifade ile ilgililerin dava konusu yaptıkları idari işlemin uygulanmasının dava sonuna kadar ertelenmesi ve esasa ilişkin olarak verilecek karar uyarınca işlem yapılması gerekmekte olup, dolayısıyla yürütmenin durdurulmasına ilişkin verilen karar üzerine Katma Değer Vergisinin iade edilmesi mümkün bulunmamaktadır." denilmek suretiyle yürütmenin durdurulması kararları üzerine iade talebinin yerine getirilemeyeceği yönünde uygulamaya yön vermiştir. Böylece iadenin yapılamayacağına ilişkin olumsuz görüş ileri sürülmüştür. Aksi yöndeki uygulamanın Anayasamızın 138.md. son fıkrasında yer alan "Yasama ve Yürütme organları ile İdare, Mahkeme kararlarına uymak zorundadır; Bu organlar ve idare, Mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez-" hükmüne aykırılık teşkil edeceği açıktır. Zira, madde hükmünde mahkeme kararları denilerek esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar yönünden bir ayrım yapılmamış olduğundan, her türlü mahkeme kararlarının bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği izahtan varestedir. Yine aynı şekilde 2577 sayılı İYUK'nun 28. maddesi hükmü gereğince idareler, yargı 63 kararlarını 30 gün içerisinde infaz ederek bu yargı kararlarının gereklerini yerine getirmek zorundadırlar. Aksi takdirde kararın gereğini yerine getirmeyen ilgili memur tazminat ödemek zorunda kalacaktır. Diğer taraftan VUK.nun "Özel Ödeme Zamanları" başlıklı 112.md.nin 4369 sayılı kanununun 2.md.ile eklenen ve 01.01.1999 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 4.bendinde; "Fazla veya yersiz olarak tahsil edilen veya vergi kanunları uyarınca iadesin gereken vergilerin, ilgili mevzuatı gereğince mükellef tarafından tamamlanması gereken bilgi ve belgelerin tamamlandığı tarihi takip eden 3 ay içinde iade edilmemesi halinde, bu tutarlara 3 aylık sürenin sonundan itibaren düzeltme fişinin mükellefe tebliğ edildiği tarihe kadar geçen süre için aynı dönemde 6183 sayılı kanuna göre belirlenen tecil faizi oranında hesaplanan faiz, 12.md.hükümlerine göre red ve iadesi gereken vergi ile birlikte mükellefe ödenir," Hükmüne yer verilmiş olup, yukarıda açıklandığı şekilde iade talebinin reddi yolundaki idari işlemin iptali için Vergi Mahkemeleri nezdinde açılan davalarda verilen "yürütmenin durdurulması" kararına istinaden iade işleminin yerine getirilmemesi halinde davacının sözü edilen 112.md. hükmüne istinaden "faiz talep hakkı" doğmaktadır. Ancak bu kez talep edilen faizin, hangi süreler içinde hesaplanması gerekeceği yönünde tereddütlerle karşılaşılacaktır. Zira, iade için kanunen gerekli olan belgelerin yasal süresi içinde tamamlanmış olmasına karşın idarece başka bir eksiklik ileri sürülmeksizin konunun esasına ilişkin farklı yorumlar nedeniyle iade işleminin yerine getirilmemesi durumunda hesaplanması gereken faiz için esas alınması gereken süre iade talebinin yapıldığı tarihi takibinden 3.(üçüncü) ayın bitimi olmalıdır. Aksi takdirde, idareye sınırsız bir yorum hakkı verilerek vergi mükellefleri aleyhine bu yönde sıkça karşılaşılabilecek idari tasarruflara rastlamak mümkün olacaktır. Faiz için, esas alınması gereken sürenin hesaplanmasına ilişkin olarak "yürütmenin durdurulması" kararının idareye tebliğ edildiği tarihin esas alınması gerektiği yönünde görüşlere de rastlamak mümkündür. İleri sürülen bu görüşe göre de, iadenin yapılabilirliğinin yürütmenin durdurulması kararına göre ortaya çıktığı ileri sürülerek sürenin bu yöndeki kararın idareye tebliğ edildiği tarihten itibaren başlaması gerektiği ileri sürülebilmektedir. Konuya ilişkin olarak farklı görüşler bulunmakla birlikte yargı organlarınca olaya hangi açıdan yaklaşıldığı önem arz etmektedir. Zira, yerel mahkemece yeminli mali müşavir raporuna istinaden "talep edilen iadenin" yerine getirilmemesi üzerine açılan davanın esasa ilişkin sonucu uyarınca yapılan "iade tutarı" için faiz talebiyle ayrıca açılmış bulunan davada; 64 "KDV alacağının iadesi yolunda dava açan davacının, davanın lehine sonuçlanmasının ardından iade istemiyle idareye yaptığı başvuru tarihinden itibaren üç aylık sürenin bitimi ile idarece düzeltme /işinin davacıya tebliğ edildiği tarihe kadar geçen gün için 6183 sayılı yasanın 48. maddesine göre belirlenerek faizin davacıya iade edilmesi...." Yönünde karar verilmiştir. Diğer yandan, Danıştay 7 Dairesinin 24.2.2005 tarih ve 2005/237 sayılı kararlan da bu yöndedir.(5) VI- ÖZET VE DEĞERLENDİRME İtiraz ilgili mercii tarafından, dosyanın kendilerine geliş ve intikal tarihinden itibaren 7 gün içersinde karar bağlanmak durumundadır. Bu müddetin geçirilmesinin müeyyidesi mevcut değildir. Sadece karan veren makamın süratli karara bağlamasını sağlamaya yönelik olacaktır. İtiraz üzerine verilecek kararlar kesin olup, bu kararlara karşı ise yeni bir itiraz talebinde bulunulması mümkün değildir.6 Bu cümleden olarak davanın esası hakkında verilmiş nihai karar niteliğinde de bulunmadıklarından, kanun yolu müracaatlarına da konu olamazlar. (2)Candan Turgut, "açıklamalı idari yargılama usulü kanunu", 2. Baskı, Maliye ve hukuk yayınları, s.657 (3) Açılan bu gibi davalarda İ YUK md. 31. hükmü gereğince raporu yazan YMM'nin de davaya katılma ve davada taraf olarak vergi mahkemesinde "dinlenme talebi" uygulamada kabul edilmektedir. (5)ALPASLAN Mustafa, "YMM Raporuna Göre "KDV İadesini" Alamayan Mükellefin Vergi Dairesine Karşı İdari Dava Açması ve Yürütmenin Durdurulması", Vergi Dünyası Dergisi, Şubat 2011, Sayı:354, s.158-161. (6) Dnş. 3. D. 14/1/1993, E:1993/60-K:1993/309: idare ve vergi mahkemelerince yürütmenin durdurulması istemleri hakkında verilen kararlara karşı itiraz üzerine, bölge idare mahkemelerince verilen kararların kesin olduğu; bu kararlara karşı Danıştay'da temyiz başvurusunda bulunamayacağı hk. 65 DÜNYA TÜKENİRKEN Zülal KALKANDELEN "Piyasa ekonomisi, çevre krizine bir çözüm getirmeyecek. Bu kez Nuh'un Gemisi olmayacak, Eğer var olan durumu değiştirmezsek, en kötüsüyle karşı karşıya kalacağız. Gelecek beş ya da yedi yıl içinde küresel iklim değişikliği nedeniyle 100 milyon insan, mülteci durumuna düşecek ve bu da siyasi sorunlar yaratacak. Ya kendimizi koruyacağız ya da hep birlikte yok olacağız." Bu uyarıyı yapan, Brezilya'daki Rio de Janeiro Devlet Üniversitesi'nde etik, çevrebilim ve din felsefesi dersleri veren, 60'tan fazla kitabin yazan Profesör Leonardo Boff. Dünyanin acil sorunlarına karşı pratik çözümler üzerinde çalışanlara verilen ve alternatif Nobel olarak da bilinen The Right Livelihood Awarď u (Doğru Yaşam Ödülü) 2001 'de kazanan isimlerden birisi. 20 yıldır çevre hareketine çok önemli desteklerde bulunan bir bilim insani. Prof. Boff, Tierramerica internet portalına verdiği röportajında, dünyanin gidişatına yön veren ülkelerin, yeryüzü kaynaklarına süresiz olarak kullanabilecekleri bir kasa gibi gördüğünü söylüyor. Bu yüzden, doğadaki varlıkların haklarını tanımıyor ve onları sadece birer üretim malzemesi olarak değerlendiriyorlar. Bu sorunu yaratan, sistemin kendisi olduğundan, her ülke aynı sistem içinde büyümek amacıyla doğayı katletmeyi sürdürürse, çözüm bulunamayacak. Çünkü zaten doğanın yenileyebileceği kaynağın yüzde 30 fazlası tüketiliyor. Peki bu durumda, Boff ‚un önerdiği çözüm nedir? İnsanoğlu, doğayla olan vahşi ilişkisini değiştirecek. Gerekli fonlara ve teknolojiye sahip olan dünyada bunu yapmak için siyasi istek ve duyarlılık eksik. Bunu değişmesi için herkes işbirliğine gidecek ve doğa için el ele verecek. Nasıl olacak bu? Bu konuda öne çıkan bazı örnek hareketler var. Örneğin uluslararası köylü hareketi Via Camesina. 1993‘ te ilk kongresi düzenlenen Via Campesina, dünyada çevre bilincinin gelişmesi ve doğa katliamlarını sona erdirmek için ortak eylemler düzenliyor. Şu anda 69 ülkeden 148 örgüt bu harekete üye. Türkiye'den tek üyeleri Çiftçi-Sen; ama Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika'da yaygın bir dayanışma sağlamış durumdalar. 66 Bir diğer örnek de Brezilya'daki Topraksız İşçiler hareketi (MST). Latin Amerika'nın en büyük sosyal hareketi MST'nin 23 ülkeden toplam 1.5 milyon topraksız üyesi var. Brezilya, dünyada toprakların en eşitsiz dağıtıldığı ülke; toprak sahiplerinin yüzde 1.6'si, tarıma elverişli toprakların yüzde 46.8'ini kontrol ediyor. MST, toplumun dikkatini toprak sorununa çekmek için yoksulları örgütlüyor. Bugüne kadar toprak işgalleriyle milyonlarca insan için toprak elde ettiler. Bu topraklarda kooperatifler, okullar ve klinikler yaptılar. Bütün bu örgütlenmelerin amacı, sosyalizme doğru hareket etmek için yapısal değişiklikler yapmak. Via Campesina, MST gibi hareketler, yoksul toplum kesimleri arasında dayanışmayı güçlendirip bu yapısal değişiklikler için zemin oluşturuyor. Prof. Boff, yaşanmakta olan sorunu bir para sorunu olarak görmüyor. Doğada denge sağlanması, ona göre insanlığın ortak görevi. Ancak bu dengenin, sorunların asil yaratıcısı kapitalizm ile kurulmayacağı açık... Yasadığımız ülkede de 6094 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklan Kanunu‘nda yaptığı bir değişiklikle, bugüne kadar korunmuş tüm alanları hidroelektrik santrali inşaatlarına açan bir iktidar işbaşında. Kültürel varlıkları, tarihi dokuları, SİT alanlarını talan eden anlayış egemen... Ama yılmak yok. Bu aşama da herkes kendi üzerine düşeni yapıp doğa katliamına karşı çıkarsa, hepimiz için umut doğabilir. Unutmayalım; Prof.Boff ‚un dediği gibi bizim için Nuh’un Gemisi yok; ya önlem alırız ya da hep birlikte yok oluruz... (23.01.2011 tarihli Cumhuriyet Gazetesi) 67 Duygu erimesi ya da hiçleşme Feridun ANDAÇ Rüyalarımız içimizde saklı korkularımız, sanrılarımızdır aynı zamanda. Kendi zindanımızdır da diyebiliriz. Dilsizleştiğimiz bir zamanın dili, gerçekliğidir her biri. Uyku anlarında gelip bizi yakalayan, bilmediğimiz bir dünyanın gezgini kılan rüyanın, kimi zaman da hiçleşmeye bir yolculuk, duygu erimesine bir bakış olduğunu derinden hissedebiliriz. Kendi payıma, sıklıkla rüya gören, bunların bir bölümünü de yazan, hatta bazılarının da etkisinden kurtulamayan biri olarak; rüya metinlerinin yorum sayıcı açıklamalarına da zaman zaman kulak kabartırım. Üstelik, bunun, çoğu ailede bir gelenek olduğunu da bilirim. Yakın bir dostum bu konuda pek hünerlidir. Doğaüstü bir gücü var diyemem! Ama, yıldızların, ayın, güneşin dilini bilir. Bir de insanları okumasını. Aslında, insanlığın en temel sorunlarından biri değil midir insanı anlamak? Bu, bizi, birtakım yanılgılardan, önyargılardan kurtarmaz mı? Yeni düşünce yollarını gösterip, olanaklarınım araştırmamıza da kapı aralayandır bu bakış. Kendi yalnızlığımızın sırlı duvarlarında ayakta durmaya çalışırken; sığındığımız fanus, bir kez bile sekmeden, bizi o karanlık dünyaya taşıyarak ne/nasıl olduğumuza dair ipuçları verir. İşte bunlara bakarak birbirimizi tanır, birbirimize doğru yürürüz. O anlarda da yaşam bir kahır olmaktan çıkar, "öteki ses'le buluşarak şenliğe dönüşür. Gelin görün ki; çağımız sanrılı bir çağ. Tutkularımızı biçimleyen, kimlik duygumuzu katmanlaştıran, aidiyetimizin ne'liğini sorgulatan; zaman zaman da bizi duygu erimesine yönelterek hiçleştiren bir çağ... İşte o kör nokta; rüyalarımızın da başladığı yerdir. İçe çekilen bir zamanın avanesi olarak rüya(ları)mızın kahramanı kesiliriz! Sakındığımız yüzleşmeler gelip orda bulur bizi. Kaçışlarımızın barınağına düşeriz zaman zaman orada. Öfkelerimizin yenilgi aynaları karşımızdadır paramparça... Kanter içinde bir dilin kölesi oluruz. Uyandığımızda, o sanrının tutuklusu bir ruhla geziniriz bir süre. Yalan mı, gerçek mi diye de sorarız kendimize. 68 Ölüm karşısında hayatı savunma biçimini içimizin ısısı/enerjisi kılarken de; rüyalarımızın bizleri hiçleştirdiği kıyılardan dönemeyiz çoğunlukla. İşte o noktada başlar insanın insanla/ kendisiyle kavgası. Bunsuz hayatın rengi soluğu olmaz. Yeni bulunmaz, benzersiz keşfedilemez, saklı yüzümüz tanınamaz. Kavga dediysem de, bunu öyle dişe diş bir savaşım gibi algılamamalı. Hemen kestirip atmalar, yok saymalar, değer yitimleri yaratmalar bir yanıyla içte yaşadığımız duygu erimesinin yansısı olarak gelip bulur bizi; diğer yanda da, o duruşu daha dibe çekerek, hiçleşmeyi yaşatır. Gene de, biz, fark edilme anlarına, hayatın bunu taşıyan yüzlerine dönelim derim sevgili okurum. Rüyasız olmaz, rüyalara da tümüyle tutunulamaz. Gelin, Tomris Uyar'ın "Yürekte Bukağı" öyküsüne F.-Scott Fitzgerald'dan alıntıladığı şu düşünceleri birlikte okuyalım şimdi: "Yaşam, bir çatlayıp dağılma işlemidir zaten, gelgelelim oyunun en çarpıcı bölümünü oluşturan vuruklar dıştan gelen ya da dıştan geldiği sanılan büyük, beklenmedik vuruklar - anımsadıklarınız, özürlerinizi yüklendikleriniz, zayıf anlarınızda dostlarınıza açtıklarınız - etkilerini hemen göstermezler öyle. İçten gelme bir başka tür vuruk vardır ki ancak onunla bahşedemeyeceğiniz kadar geciktiğinizde duyarsınız varlığını, bir bakıma artık eskisi kadar sağlıklı biri asla olamayacağınızı sezdiğiniz bir gün. Birinci tür çözülüşün çabuk olup bittiği, sanılır.oysa ikinci.. nerdeyse biz bilincine varmadan olup bitmiştir de ansızın fark ediliverir." (04/04/2011 Tarihli Dünya Gazetesinden alınmıştır.) 69 YARATICILIĞIN GİZİ Adnan BİNYAZAR Ressam desenle-renkle, besteci sesle, yazar sözcüklerle kurduğu bir dünyanın yaratıcısıdır. Ancak duyarlı kişiler girebiliyor bu dünyanın kapısından. Duyarlık gelişimine uğramamış kişi için arkeolojik buluntular çanak çömlek, yontu "ucube", Picasso insani cin çarpmışsa çeviren kaçık, Beethoven gürültülü sesler kalabalığı .... Erdem, çanak çömleği, "ucube"yi; deli, kaçık ya da gürültücüyü sanatçı yapan insan üstü derinliği duyumsayıp algılamakta, yapılana bireysel ve toplumsal bağlamda yorum getirip yerine oturtmaktadır. Sanatçı toprak olup gidiyor, üzerinden yüzyıllar da geçse, yaratısı insan soyunu aydınlatmayı sürdürüyor... Yaratıda çokluk önemli değil, yerine göre tek bir dizenin, kısa bir anlatının, resmin, müziğin; zaman içinde yer alacak nitelikte olmasıdır. Sözü edebiyata getireyim; bir yılda beş yüze yakın roman yayımlanıyormuş yalnızca ülkemizde. Ama nasıl roman? Batı‘da şifreli romanlar yoğunlaşınca şifreliye yönelmek, Umberto Eco'ya, Márquez'e ya da Paul Auster'e özenerek yazmaksa; o roman değil, seri imalata girişip ondan nemalanmaktır. Bu tür romanlar bir süre bir okur kitlesinin beğenisizliğini sömürüyor, sonra da çöplükteki yerini buluyor. Tay kısraktan, dana inekten beslenir. Herkesin besleneceği bir kaynak var. Bir yazarımız yıllar önce "Şu sıra köy romanları okunuyor, ben de köy romanı yazıyorum." demişti. 1970'lerde kent romanlarına dönülünce, soluğu kentte aldı! İlk yazdıkları Türk romanında ilk sırada yer alan yakından tanıdığım bir başka romancı, işi seri imalata dökülünce, son yazdıklarıyla ilklerinin sırasını da bozdu. Sanata otomotivde montajcılık da sökmez; bireyin ya da toplumun gerçeğini kavrayıp sanatsallığa erememiş, anlatımında kendi dilini yaratamamış olanların yazdıkları boş çabalardır. Kendini kabul ettirmiş bir iki yazarı dışta tutarak söyleyelim, yayımlanan yüzlerce romanı elinize alıp okuyun; İyi bir okur iseniz, okuyamıyorsunuz, kaldırıp atıyorsunuz. Kitaba en büyük saygısızlık, onu kaldırıp atmaktır. Ama birinin ortalarda dolaşıp roman yazacağım diye sayfaları kuru olaylarla doldurması daha büyük saygısızlıktır. Ne yazık ki, bugün daha çok, yazı'nın gerçeği göz önünde bulundurulmadan, yalnızca olaya dayanan ilkel dokulu romanlar yazılıyor. Oysa romanda olay, arabanın tekerleğidir. Asıl güç, sağlam mekanizmasında, elektrik donanımında, yağında, yakıtındadır. Bunlar olmazsa istediğin kadar yüklen gaza, tekerlek dönmeyecektir. 70 Sanatçı, duyarlıkları beslediği ölçüde kendi duyarlığını da besler. Kimiler de okumadan roman yazmaya kalkıyor. Mârquez, "Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim," diyerek, beslendiği gerçek kaynağı gösteriyor. Birde, Anlatmak İçin Yaşamak (Can Yayınları) adlı kitabından aktardığım şu bölüme bakalım: Yıllar sonra, uysal bir yetişkine dönüştüğümde kitabı (Ulysses) kendime ciddiyetle yeniden okuma görevi verdim ve yalnızca içimde varlığından biran bile kuşku duymadığım kendine özgü bir dünyayı keşfetmekle kalmadım, dilin kullanımında özgürleşmem, zamanın idaresi ve kitaplarımın yapısı konularında da müthiş bir teknik destek aldım. Yine Marguez, ‘’Edebiyat kötü oldu mu gerçekler bile yanılır.’’ diyor. Romanda gerçeğin dışındaki bataklıklara saplanılmasının bir nedeni de bu olmasın!.. (13/03/2011 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi) 71 TUTANAK İzmir Yeminli Mali Müşavirler Odasına kayıtlı…….sicil nolu Yeminli Mali Müşavir ve…..Vergi Dairesi Müdürü İle birlikte aşağıdaki konular tespit edilmiştir. 1- Aşağıda (A) bölümünde mahiyeti belirtilen " Katma Değer Vergisi İadesi Tasdik Raporu" nun iki örneği Yeminli Mali Müşavir tarafından Vergi Dairesine teslim edilmiştir. 2- Aşağıda (B) bölümünde belirtilen nüfus hüviyet tespitine ilişkin bilgiler Yeminli Mali Müşavire aittir. Durumu saptayan bu tutanak tek sahifede iki örnek olarak düzenlendi, Vergi Dairesi Müdürü ve Yeminli Mali Müşavir ile birlikte imzalandıktan ve mühürlendikten sonra, bir örneği Vergi Dairesi Müdürüne verildi. A- Teslim Edilen Tasdik Raporuna İlişkin Bilgiler: Mükellefin Unvanı Vergi Dairesi Sicil No Adresi Tasdik Konusu Tasdik Dönemi Rapor Tarih/Sayısı İade Edilecek Tutar Katma Değer Vergisi iadesi B- Nüfus Hüviyet Tesbitine İlişkin Bilgiler: Soyadı Adı Baba Adı Ana Adı Doğum Yeri Doğum Tarihi ilçe İli Cilt No Verildiği Yer Cüzdan No İzmir, .../...//2010 Raporu Teslim Eden Yeminli Mali Müşavir Raporu Teslim Alan Vergi Dairesi Müdürü 72 Sayı: YMM. Eki: İzmir, Adet Rapor İzmir Yeminli Mali Müşavirler Odası Başkanlığına İZMİR Yeminli Mali Müşavirliğimizce hazırlanan ve 30 Haziran 2009 tarihine kadar İlgili vergi dairelerine verilmesi gerekli aşağıda dökümü verilen ( ) adet Kurumlar Vergisi tasdik raporu vergi dairelerine verilmek üzere ilişikte sunulmuştur. Gereği arzolunur. Yeminli Mali Müşavir Mükellef Unvanı Vergi Dairesi Vergi No Rapor No 73 Rapor Konusu Örnek MALİYE BAKANLIĞI ÖZELGELERİ Tarih : 06/06/2007 Sayı : B.07.1.GİB.0.40/4006-51523 Konu : Katkarşılığı başkalarının arsasına yapılan inşaatlarda arsa sahibine daire dışında nakit ve kira ödemeleri hk İlgili Kanun ve Madde: VUK-262 T.C. MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı ………VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI İLGİ : 11.01.07 tarih ve B.07.1. GİB. 4. 06.18.02/32-95 sayılı yazınız. İlgide kayıtlı yazınız ekinde yer alan,………İliniz Vergi Dairesi Müdürlüğünde İnşaat müteahhitliği faaliyetinden dolayı……..vergi kimlik numarasında kayıtlı ……… ile ilgili 26.12.2006 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.18.02/32275-25672sayıh Özelgenin incelenmesinden, adı geçenin arsa karşılığı daire sözleşmesine göre arsa sahibine daire dışında yapacağı nakit ve kira ödemelerinin gider yazılıp yazılmayacağı ve aynı zamanda hissedarı olduğu arsa üzerine yapılacak inşaattan payına düşecek daire ve dükkanın maliyetinin nasıl hesaplanacağı hususlarında Başkanlığınızdan görüş talep ettiği anlaşılmış olup, aşağıdaki açıklamaların yapılmasına gerek görülmüştür. Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 262nci maddesinde, maliyet bedeli iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetiyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilimum giderlerin toplamı olarak tanımlanmıştır. Aynı Kanunun 269 uncu maddesinde, iktisadi işletmelere dahil bilimum gayrimenkullerin maliyet bedelleri ile değerleneceği, 270 inci maddesinde, gayrimenkullerde maliyet bedeline satın alma bedelinden başka, makine ve tesisatta gümrük vergileri, nakliye ve montaj giderleri ile mevcut bir binanın satın alınarak yıkılmasından ve arsasının Tesviyesinden mütevellit giderlerin girdiği ve mükelleflerin noter, mahkeme, kıymet takdiri, komisyon ve tellaliye giderleri ile Emlak Alım ve Özel Tüketim Vergilerini maliyet bedeline İthal etmekte veya genel giderler arasında göstermekte serbest oldukları, 271 inci maddesinde ise, inşa edilen binalarda ve gemilerde, imal edilen makine ve tesisatta, bunların inşa ve imal giderlerinin satın alma bedeli yerine geçeceği hükme bağlanmıştır. 74 Bu çerçevede, kat karşılığı başkalarının arsasına yapılan inşaatlarda toplam maliyet arsa maliyeti ile inşaat maliyetinin toplanması suretiyle hesaplanmakta olup, her bir kat, dükkân veya dairenin maliyeti ise, her kat, daire veya dükkâna belirli ölçü ve esaslara göre binanın tüm maliyetinden pay verilmek suretiyle tespit edilmektedir. Toplam inşaat maliyeti, inşaatı yapanlar tarafından arsa sahibine verilen dairelerin inşası için yapılan harcamalar ile kendilerine ait daireler için yapılan harcamalardan oluşmakta, inşaatın toplam maliyetinin arsa sahibine verilen dairelere isabet eden kısmı ile arsa sahibine yapılan nakit ödemelerin toplamı ise toplam arsa maliyetini (müteahhidin kendisine ait dairelerin arsa maliyeti) vermektedir. Arsa üzerinde müeahhidin payının bulunması durumunda ise, toplam arsa maliyeti, müteahhidin hissesine düşen arsa payının maliyeti İle diğer arsa payı karşılığı arsa sahibine verilen dairelere isabet eden inşaat maliyeti ve arsa sahibine yapılan nakit ödemelerden oluşmaktadır. Bu çerçevede, kat karşılığı başkalarının arsasına yapılan inşaatlarda arsa sahibine daire dışında nakit ve kira ödemesinde bulunulması durumunda söz konusu ödemelerin, müteahhidin kendisine ait dairelerin arsa maliyetinin (toplam arsa maliyeti) bir unsuru olarak dikkate alınması gerekmektedir. Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederim. 75 Tarih : 11/05/2007 Sayı : B.07.1.GİB.0.01.57/5706- 01/42661 Konu : Bir şirketin Almanya'da mukim imalatçı firmadan aldığı malları Türkiye'de serbest dolaşıma sokmadan yine Almanya'da bulunan bir firmaya satması Türkiye'de gerçekleşen bir işlem olmadığından katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. İlgili Kanun ve Madde: KDV-8 T.C. MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı ………. VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞINA (Mükellef Hizmetleri KDV Grup Müdürlüğü) İLGİ: 02.05.2007 tarihli 3414 sayılı yazınız İlgide kayıtlı yazınız ekinde yer alan..……..dilekçede, Sanayi Ticaret A.Ş/nin Almanya'daki bir imalatçı firmadan, yine Almanya'da bulunan başka bir firmaya ticari emtia satmak şeklinde yapmış olduğu transit ticaret nedeniyle faturalarında %19 oranında göstermiş olduğu Almanya Katma Değer Vergisi'nin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 8/2 maddesi çerçevesinde vergilendirilmemesi gerektiği düşünülmekte ancak ileride doğabilecek herhangi bir ihtilafa neden olmamak amacıyla Başkanlığımızın görüşü sorulmaktadır. Katma Değer Vergisi Kanununun 1/1 inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV'ye tabi olduğu hüküm altına alınmış; 6/b maddesinde ise, işlemlerin Türkiye'de yapılmasının, malların teslim anında Türkiye'de bulunması gerektiğini ifade ettiği belirtilmiştir. Buna göre, sözü edilen şirketin Almanya'da mukim imalatçı firmadan aldığı malları Türkiye'de serbest dolaşıma sokmadan yine Almanya'da bulunan bir firmaya satması Türkiye'de gerçekleşen bir işlem olmadığından katma değer vergisinin konusuna girmemektedir. Bilgi edinilmesini ve gereğini rica ederim. Başkan a. 76 Danıştay 4.Dairesi Tarih : 15,12.2010 Esas No : 2009/6371 Karar No : 2010/6282 KDVKMd.29/2 KONAKLAMA TESİSİ İŞLETEN MÜKELLEFLERİN İNDİRİMLİ ORANA TABİ İŞLEMLERİNE AİT İADE HESABINA ATİK DOLAYISIYLA YÜKLENDİKLERİ KDV’NİN DAHİL EDİLMEYECEĞİ Konaklama tesisi işleten mükelleflerin, indirimli orana tabi işlemlerine ait iade hesabına amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklendikleri katma değer vergisinin dahil edilmeyeceğine ilişkin sınır-lama Anayasa'nın 2. ve 73. maddelerine aykırılık teşkil etmekte ise de, Bakanlar Kurulu'na Kanun'la verilen bir yetkiye istinaden çıkarılan konaklama tesisi işleten mükelleflerin, indirimli orana tabi işlemlerine ait iade hesabına amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklendikleri katma değer vergisinin dahil edilmeyeceğine dair kararda Kanun'a aykırılık bulunmadığı hk. İstemin Özeti: Davacı tarafından 19.07.2008 günlü ve 26941 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 2008/13903 sayılı "İndirimli Orana Tabi İşlemlerde İade Edilecek Verginin Hesabına Amortismana Tabi İktisadi Kıymetlere Ait Katma Değer Vergisinin Dahil Edilmemesine İlişkin" Bakanlar Kurulu Kararı'nın, Birinci Maddesinin "... Amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklendikleri katma değer vergisi dahil edilmez." kısmının iptali istemiyle dava açılmıştır. Otel işletmeciliği yapan davacı tarafından, dava konusu edilen düzenleme sonucu, otel, motel, pansiyon, tatil köyü ve benzeri konaklama tesislerinin, indirimli oranlı satışlarından kaynaklanan iade hesaplarına 20.07.2008 tarihinden itibaren bina, tesis, makine vb. gibi amortismana tabi iktisadi kıymetlerin alımı için ödenen katma değer vergisini dahil edemeyecekleri, amortismana tabi iktisadi kıymetlerin katma değer vergilerinin sadece indirim yoluyla giderilebileceği, ancak bu uygulamanın kanunla yapılan indirimli orana tabi işlemlerde mükellefler tarafından yüklenilen katma değer vergisinin iadesini sağlayan düzenlemenin temel mantığına aykırı olduğu ayrıca yatırım yapan ya da yatırım aşamasını tamamlayıp, işletme aşamasına geçen işletmelerde, hesaplanan katma değer vergisinin olmaması veya az olması sonucu devredilen ve yatırımdan kaynaklanan katma değer vergisi indirim yoluyla giderilemeyeceğinden iade hakkının kaldırılmasının mükellefler üzerinde 77 finansal yük oluşturacağı ileri sürülerek Bakanlar Kurulu Kararı'nın iptali istenilmektedir. Karar: Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesi'nce, davacının, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29. maddesinin 2. fıkrasının, 5766 sayılı Kanun'un 12/c maddesiyle değiştirilen ve 06.06.2008 tarihinden itibaren yürürlüğe giren son cümlesinin Anayasa'ya aykırı olduğu iddiası ciddi bulunarak, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurulmuş ise de, Anayasa Mahkemesi'nce beş ay içinde karar verilmediğinden yürürlükteki yasal düzenleme uyarınca ve dava dosyası tekemmül ettiğinden davacının yürütmenin durdurulması isteminin İncelenmesine gerek görülmeyerek işin esası incelenip, gereği görüşüldü. 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun "Vergi İndirimi" başlıklı 29. maddesinde "1.Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanun'da aksine hüküm olmadıkça faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler: a) Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, b) İthal olunan mal ve hizmetler dolayısıyla ödenen katma değer 'vergisi, c) Götürü veya telafi edici usulde vergiye tabi mükelleflerden gerçek usulde vergilendirmeye geçenlerin, çıkarılan envantere göre hesap dönemi başındaki mallara ait fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, 2.(5035 sayılı Kanunun 9. maddesiyle değiştirilen ve 01.01.2004'ten geçerli olmak üzere 02.01.2004 tarihinden itibaren yürürlüğe giren fıkra) Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tâbi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez. Şu kadar ki, 28. madde uyarınca Bakanlar Kurulu tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup teslim ve hizmetin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu'nca tespit edilecek sınırı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan (5615 sayılı Kanun'un 13.maddesiyle değiştirilen ve 04.04.2007 tarihinden itibaren yürürlüğe giren ibare) işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenir. Yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi nakden iade edilir: (5766 sayılı Kanun'un 12/c maddesiyle değiştirilen ve 06.06.2008, tarihinden itibaren yürürlüğe giren son cümle) Bakanlar Kurulu, vergi 78 nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibarıyla, iade, hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisi ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir." hükmü yer almaktadır. Anılan düzenleme ile mükellefler, bir vergilendirme döneminde teslim ettiği mal ve hizmetler nedeniyle hesaplanan ve tahsil edilen katma değer vergisinden sadece satın aldığı malların alışı ya da hizmetlerin ifası nedeniyle ödenen ya da borçlanılan katma değer vergisini değil faaliyeti ile ilgili her türlü gider için alınan fatura iki ve benzeri vesikalarda yer alan katma değer vergisini mahsup edebileceğinden, indirilecek katma değer vergisinin, tahsil olunan katma değer vergisinden fazla olduğu hallerde fark, ve bir sonraki vergilendirme dönemine devredilerek, sonraki döneme ait indirilebilecek katma değer vergisine eklenmekte ancak iade edilmemektedir. Aynı Kanun'un 28.maddesiyle verilen yetki uyarınca, Bakanlar Kurulu tarafından katma değer vergisi oranı indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup, teslim ve hizmetin 51'i gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar Kurulu'nca tespit edilecek sınırı aşan verginin, bu mükelleflerin maddede belirtilen borçlarına mahsuben ödeneceği ve yıl içinde mahsuben iade edilemeyen verginin nakden iade edileceği belirtilmektedir. Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29/2. maddesinde 5766 sayılı Kanun'un 12/c maddesiyle yapılan değişiklikle, Bakanlar Kurulu'na, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibariyle amortismana tabi iktisadi kıymetler için yüklenilen vergiler bakımından iade hakkının kaldırılmasına yönelik olarak yetki verilmiş ve Bakanlar Kurulu 19.07.2008 günlü 26941 sayılı Resmi Gazetemde yayımlanan 2008/13903 sayılı kararı ile 24.12.2007 tarihli ve 2007/13033 sayılı Kararnamemin eki (II) sayılı listenin B) DİĞER MAL VE HİZMETLER" bölümünün 25. sırasında sayılan konaklama tesislerini işleten mükelleflerin, bu kararın yürürlüğe girdiği tarihten sonra, söz konusu, kapsamındaki indirimli orana tabi işlemleri ne ait iade hesabına, amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisinin dahil edilemeyeceğine dair karar alınmıştır. Bu durumda. Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29 2. maddesine 5766 sayılı Kanun'un 12/c maddesiyle eklenen son cümle ile Bakanlar Kurulu'na verilen yetki sonucu, amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisinin iade hakkının kaldırılması aynı madde ile 28. madde uyarınca Bakarlar Kurulu taralından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup, teslim ve hizmetlerin gerçekleştiği vergilendirme döneminde indirilemeyen ve tutarı Bakanlar 79 Kurulu'nca tespit edilecek sının aşan verginin, maddede sayılan borçlara mahsuben, mahsuben iade edilemeyen verginin ise nakden iade edileceğine dair kurala ve Anayasa'nın 73/4. fıkrası İle Bakanlar Kurulu'na verilen ve anayasal sınırları çizilen, yasada belirlenecek yukarı ve aşağı sınırlar içinde muafiyet, istisna, indirim ve oranlara ilişkin olarak değişiklik yapma yetkisinin dışında olduğundan Anayasa'nın 2. ve 73. maddelerine aykırılık teşkil etmekte ise de, Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 29. maddesinde 5766 sayılı Kanun'un 12/c maddesiyle yapılan değişiklikle Bakanlar Kurulu'na, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibariyle amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisinin iade hakkının kaldırılmasına yönelik verilen yetki çerçevesinde çıkarılarak 19.07.2008 günlü 26941 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan indirimli Orana Tabi işlemlerde iade Edilecek Verginin Hesabına Amortismana Tabı iktisadi Kıymetlere Ait Katma Değer Vergisinin Dahil Edilmemesine ilişkin 2008/13903 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın Birinci maddesiyle, 24.12.2007tarihli ve 2007/13033 sayılı Kararname’nin eki (II) sayılı listede yer alan "B) DİĞER MAL VE HİZMETLER' bölümünün 25. sırasında sayılan Konaklama tesislerini işleten mükelleflerin, kararın yürürlüğe girdiği tarihten sonra, söz konusu sıra kapsamındaki indirimli orana tabi işlemlerine ait iade hesabına, amortismana tabı iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklendikleri katma değer vergisinin dahil edilemeyeceğine dair kararda, Kanun'a aykırılık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davanın reddine, kararın tebliği izleyen günden itibaren 30 gün içinde Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi. 80 Tarih : 26/04/2007 Sayı : B.07.1.GİB.0.03.44/4420-5-37995 Konu :Yurtdışındaki merkezden sağlanan hizmetlerle ilgili olarak Türkiye/’deki şubeye yansıtılan tutarların kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak indirilip indirilmeyeceği hk. İlgili Kanun ve Madde: KVK-13 T.C. MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı İlgi:02/02/2007 tarih ve ARS/069/2007 sayılı yazınız. İlgide kayıtlı yazınız incelenmiş olup, merkezi……'da bulunan……. 'nin İstanbul (Türkiye Merkez) şubesi olarak Türkiye'de dar mükellef kurum statüsünde bulunduğunuz ve …………….'daki merkezden sağlanan hizmetlerle ilgili olarak şubenize yansıtılan tutarların kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider olarak indirilip indirilmeyeceği hususunda tereddüt oluştuğu anlaşılmıştır. 5520sayılıKurumlar Vergisi Kanununun 1/1/2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 21/06/2006 tarihinde yürürlüğe giren 22 nci maddesinde, dar mükellef kurumların iş yeri veya daimî temsilci vasıtasıyla elde edilen kazançlarının tespitinde, aksi belirtilmediği takdirde tam mükellef kurumlar için geçerli olan hükümlerin uygulanacağı belirtilmiş olup; bu kurumlar hesabına yaptıkları alım-satımlar için ana merkeze veya Türkiye dışındaki şubelere verilen faizler, komisyonlar ve benzerleri ile (Türkiye'deki kurumun kazancının elde edilmesi ve idamesi ile ilgili olan ve emsallere uygunluk ilkesi uyarınca belirlenecek dağıtım anahtarlarına göre ayrılan paylar ile Türkiye'deki kurumun denetimi için yabancı ülkelerden gönderilen yetkili kişilerin seyahat giderleri hariç olmak üzere) ana merkezin veya Türkiye dışındaki şubelerin genel yönetim giderlerine veya zararlarına katılmak üzere ayrılan payların kurum kazancının tespitinde indiriminin kabul edilmeyeceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla, dar mükellefiyette kurum kazancımın tespitinde Türkiye'deki kurumun kazancının elde edilmesi ve idamesi ile ilgili olan ve emsallere uygunluk ilkesi uyarınca belirlenecek dağıtım anahtarlarına göre ayrılan paylar ile Türkiye'deki kurumun denetimi için yabancı ülkelerden gönderilen yetkili kimselerin seyahat giderlerinin indirimi kabul edilecektir. Buna göre, söz konusu giderler, Türkiye'deki kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak zorundadır. Ayrıca, bu giderlerin 81 Türkiye'deki kazanca isabet eden kısmının belirlenmesinde kullanılan dağıtım anahtarının emsallere uygunluk ilkesi çerçevesinde belirlenmesi gerekmektedir. Emsallere uygunluk ilkesi, Kurumlar Vergisi Kanununun transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı maddesine uygun olarak belirlenecektir. Öte yandan, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununda yer alan "örtülü kazanç" müessesesi 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13 üncü maddesi ile "transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı" adı altında yeniden düzenlenerek 01/01/2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu çerçevede, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13 üncü maddesinde yer alan transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı hükümlerinin göz önünde bulundurulması suretiyle, şubenize yansıtılan tutarların, Türkiye'deki kurum kazancının elde edilmesi ve idamesi ile ilgili olması ve emsallere uygunluk ilkesine göre belirlenmesi gerekmektedir. Bununla birlikte, Türkiye ile…….arasında yapılmış olan Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması hükümlerinin öncelikle göz önünde bulundurulacağı tabiidir. Bilgi edinilmesini rica ederim. 82 Tarih : 21.02.2011 Sayı : B.O7.1.GİB.4.34.19.O2-019.01-122 VUKMd.323 TEMLİK YOLUYLA TAHSİL EDİLİP MAHKEME KARARIYLA TEMLİK YAPAN TARAFA İADE EDİLEN ALACAK İÇİN KARŞILIK AYRILMASI Ticari mal satışından doğan ve temlik yoluyla tahsil edilen alacakların, mahkeme kararına istinaden temlik yapan tarafa iadesi nedeniyle alacak vasfı devam eden söz konusu tutarın tahsili için dava veya icra yoluna gidilmesi halinde şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceği ve gider olarak indirim konusu yapılabileceği hk. Dilekçenizde,.....Kurumlar Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün…vergi kimlik numaralı mükellefi olduğunuz, 1999 yılında ... San. ve Tic. A.Ş.'ye yapmış olduğunuz mal satışlarına ilişkin olup tahsil edemediğiniz ve dava konusu yaptığınız alacaklarınızı,... San, ve Tic. A.Ş.'nin alacaklı olduğu ... San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin temsilcisi ve münferiden imza yetkilisi olan ...'in bu şirketin ... Belediyesinden olan alacaklarını temlik etmek suretiyle ödediği, ancak ... San. ve Tic. Ltd. Şti.'nin ortaklarının şirketiniz aleyhine açtıkları davayı ...'in her iki şirketle de ilişkili kişi olması dolayısıyla kazandıkları belirtilerek, kaybedilen dava sonucunda anapara ve ferileri ile birlikte ödediğiniz tutarın gider olarak yazılıp yazılamayacağı hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "Şüpheli Alacaklar" başlıklı 323. maddesinde "Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; 1Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar; 2Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar; şüpheli alacak sayılır. Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir. Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder. Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kar-zarar hesabına intikal ettirilir." hükmü yer almaktadır. Bu madde hükmünden anlaşıldığı üzere bir alacağın şüpheli hale gelebilmesi için ya alacak dava veya icra safhasında bulunmalı ya da yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen 83 borçlu tarafından ödenmemiş bulunan alacak dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklardan oluşmalıdır. Öte yandan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun "Safi kurum kazancı' başlıklı 6 maddesinde; kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safı kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, şaft kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanunu'nun ticari kazanç hakkındaki Diğer taraftan, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun ticari kazancın konusunu teşkil eden 37. maddesinde, her türlü ticari ve sınaî faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu belirtilmiş ve ticari kazançta vergiyi doğuran olay tahakkuk esasına bağlanmıştır. Aynı Kanun'un 38. maddesinde, bilanço esasına göre ticari kazancın teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu hükmü yer almıştır. Anılan Kanun'un 39. maddesinde ise, işletme hesabı esasına göre ticari kazancın bir hesap dönemi içinde elde edilen hâsılat ile giderler arasındaki müspet fark olduğu; elde edilen hâsılatın tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları, giderlerin ise tediye olunan ve borçlanılan meblağları ifade ettiği hükmüne yer verilmiştir. Bu hükümlere göre, tespit edilecek kurum kazancından 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 8, maddesi ile Gelir Vergisi Kanunu'nun 40. maddesinde yer alan giderler indirilebilecek olup Gelir Vergisi Kanunu'nun 40. maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendinde, Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre ayrılan amortismanların ticari kazancın tespitinde gider olarak indirim konusu yapılacağı hükme bağlanmıştır Bu durumda, şirketiniz tarafından ... San. ve Tic. A.Ş.'ye yapılan ticari mal satışlarından doğan ve temlik yoluyla tahsil edilen alacakların, mahkeme kararına istinaden temlik yapan tarafa iadesi nedeniyle alacak vasfı devam eden söz konusu tutarın.... San. ve Tic. A.Ş'den tahsili için dava veya icra yoluna gidilmesi halinde yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler çerçevesinde şüpheli alacak karşılığı ayrılabileceği ve Gelir Vergisi Kanunu'nun 40/7. maddesine göre gider olarak indirim konusu yapılabileceği tabiidir. 84 TC. MALİYE BAKANLIĞI Gelir İdaresi Başkanlığı Sayı : B.07.1.GİB.0.01.54/5479-35-424 08.09.2009*084975 Konu : Şirket ortağınca taahhüt edilen sermayenin ödenmemesi nedeniyle tahakkuk ettirilen faizin KDV'ye tabi olduğu hk. ……...BAŞKANLIĞINA (…..Müdürlüğü) İlgi: 30.01.2009 tarih ve 257 sayılı yazınız. .....Ltd. Şti.'den alman tarihsiz dilekçe ve bu dilekçede ifade edilen hususlara ilişkin Başkanlığınızca ... Tic. Ltd. Şti.'ne verilen ... tarih ve ... sayılı özelge incelenmiş ve aşağıdaki açıklamaların yapılmasına gerek duyulmuştur. Katma Değer Vergisi (KDV) Kanununun: 1/1'inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu, 4'üncü maddesinde, hizmetin teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu, bu İşlemlerin; bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği, hüküm altına alınmıştır. Buna göre, ... Ltd. Şti.'nin ortağı olan ... Tic. Ltd. Şti.'nin sermaye taahhüt ödemesi nedeniyle sağlanan finansman hizmetine ilişkin hesaplanan faiz tutarları KDV Kanununun 1/1'inci maddesine göre KDV’ye tabi olacaktır. Bilgi edinilmesini…..rica ederim. 85 T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLİĞİ İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı (Gelir ve Kurumlar Vergileri Müdürlüğü) Sayı : 176300-ÖZ/575-8852 16.10.2009 Konu : Şirket müdürüne internet üzerinden yabancı ülkeden alınan eğitim hizmeti için ödenen tutarlar üzerinden tevkifat yapılıp yapılmayacağı hk. İlgide kayıtlı dilekçenizde ………..Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün………. vergi kimlik numaralı mükellefi olarak ………… Çankaya/İZMİR adresinde faaliyet gösterdiğiniz, şirket müdürünüze internet üzerinden "İnsan Kaynakları Yönetimi Sertifikası Programı" konusunda eğitim sağlayan Amerika Birleşik Devletleri'nde yerleşik "…………………. Üniversitesi" ünvanlı firmadan "mesleki eğitim ve kariyer" maksadıyla, ücreti kredi kartı ile Ödenerek ve internet üzerinden ödeme ile ilgili belge çıktısı almak suretiyle hizmet almayı düşündüğünüz, ancak bu türlü alınacak hizmetin şirketiniz açısından doğuracağı vergisel yükümlülükler konusunda tereddüte düştüğünüz belirtilerek, bahsi geçen hizmetin alınması durumunda, dar mükellef kurum stopajı yükümlülüğünüzün doğup doğmayacağı, KDV açısından bir yükümlüğünüz oluşup oluşmayacağı, KDV açısından bir yükümlülük oluşması durumunda, sorumlu sıfatı ile ödenecek KDV'nin indirim konusu yapılıp yapılmayacağı ve internet üzerinden ödeme karşılığı alınacak belgenin gider kabul edilip edilmeyeceği hususlarında Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir. 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 6'ncı maddesinde; "Kurumlar Vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır. Safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanunu'nun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır." hükmü yer almış olup, bu hüküm uyarınca tespit edilecek kurum kazancından Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 8'İnci maddesi ile Gelir Vergisi Kanunu'nun 40'ıncı maddesinde yer alan giderlerin indirileceği belirtilmiştir. Diğer taraftan, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 40'ıncı maddesinde "Safi kazancın tespit edilmesi için aşağıdaki giderlerin indirilmesi kabul edilir" hükmü yer almış olup, Vinci fıkrasında da; "Ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderler" in indirilebileceği belirtilmiştir. Yine, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 3'üncü maddesinin ikinci fıkrasında "(2) Dar mükellefiyet: Kanunun Vinci maddesinde sayılı 86 kurumlardan kanuni ve iş merkezlerinin her ikisi de Türkiye'de bulunmayanlar, sadece Türkiye'de elde ettikleri kazançları üzerinden vergilendirilirler." hükmü yer almaktadır. Aynı Kanunun 30'uncu maddesinde, (1) Dar mükellefiyete tabi kurumların madde metninde sayılı kazanç ve iratları üzerinden, bu kazanç ve iratları avanslar da dahil olmak üzere nakden ve hesaben ödeyen veya tahakkuk ettirenler tarafından kurumlar vergisi tevkifatı yapılacağı hüküm altına alınmış olup, ticari kazançlar üzerinden tevkifat yapılacağına dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Ayrıca, 31.12.1997 tarih ve 23217 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak 01.01.1998 tarihinde uygulamaya başlanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması"nın ticari kazançlarla ilgili 7'nci maddesinde; "1. Bir Akit Devlet teşebbüsüne ait kazanç, söz konusu teşebbüs diğer Akit Devlette yer alan bir işyeri vasıtasıyla ticari faaliyette bulunmadıkça, sadece ilk bahsedilen Devlette vergilendirilecektir. Eğer teşebbüs yukarıda bahsedilen şekilde ticari faaliyette bulunursa, teşebbüsün kazançları bu diğer Devlette, işyerine atfedilebilen miktarla sınırlı olmak üzere, vergilendirilebilir. ……………. 6. Kazanç, bu Anlaşmanın başka maddelerinde ayrı olarak düzenlenen gelir unsurlarını da kapsamına aldığında, o maddelerin hükümleri bu madde hükümlerinden etkilenmeyecektir." hükümleri yer almaktadır. Yukarıdaki hüküm ve açıklamalara göre; şirket müdürüne internet üzerinden insan kaynakları yönetimi sertifikası alması İçin yurtdışından alınan eğitim hizmeti karşılığı ödenen bedeller, ticari kazanç niteliğinde olduğundan ve Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 30'uncu maddesinde belirtilen tevkifata tabi gelir unsurları arasında yer almadığından kurumlar vergisi kesintisine tabi olmaması gerekmektedir. Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun; 215'inci maddesinde; "1. Bu Kanuna göre tutulacak defter ve kayıtların Türkçe tutulması zorunludur. Ancak, Türkçe kayıtlar bulunmak kaydıyla defterlere başka dilden kayıt da yapılabilir. Bu kayıtlar vergi matrahını değiştirmeyecek şekilde tasdik ettirilecek diğer defterlere de yapılabilir. 87 2. a) Kayıt ve belgelerde Türk para birimi kullanılır. Belgeler, Türk parası karşılığı gösterilmek şartıyla, yabancı para birimine göre de düzenlenebilir.", 227'nci maddesinde; "Bu kanunda aksine hüküm olmadıkça bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir.", 229'uncu maddesinde; "Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya İşi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır." hükümleri yer almaktadır. Aynı Kanunun 230'uncu maddesinde de faturanın şekline ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Yukarıdaki hükümlerde de belirtildiği üzere, Vergi Usul Kanununa göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ilişkin kayıtların teşviki zorunludur. Bu itibarla, Amerika Birleşik Devletleri'nde mukim "…… Üniversitesi”nin, kendi ülke mevzuatları çerçevesinde geçerli olarak düzenlediği faturanın, herhangi bir inceleme esnasında lüzum görülmesi halinde bu hususun ispatı şartıyla kayıtların tevsikinde kullanılması mümkün bulunmaktadır. Ayrıca, şirketiniz tarafından eğitim hizmeti için yurt dışına ödenen bedeller için kredi kartı ile yapılan ödemeler karşılığı Amerika Birleşik Devletleri'nde yerleşik”………..Üniversitesinden alınan belgenin, kendi ülke mevzuatı çerçevesinde geçerli olarak düzenlenen fatura niteliğinde olması durumunda, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 8'inci maddesi ile Gelir Vergisi Kanunu'nun 40'ıncı maddesine göre kurum kazancından gider olarak indirilmesi mümkün bulunmaktadır. Diğer taraftan, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 1 'inci maddesinde; Türkiye'de ticari sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler ile her türlü mal ve hizmet ithalatının verginin konusunu teşkil eden işlemler olduğu belirtilmiş olup, aynı Kanunun 6'ncı maddesinde ise; “İşlemin Türkiye'de yapılması: a) Malların teslim anında Türkiye'de bulunmasını, b) Hizmetin Türkiye'de yapılmasını veya hizmetten Türkiye'de faydalanılmasını ifade eder." hükmü yer almaktadır. Anılan Kanun'un 9/1'inci maddesinde, mükellefin Türkiye içinde ikametgahının, iş yerinin, kanuni merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığının, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabileceği belirtilmiştir. Aynı Kanunun 29'uncu maddesinde ise; 88 "1. Mükellefler, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu Kanunda aksine hüküm olmadıkça, faaliyetlerine ilişkin olarak aşağıdaki vergileri indirebilirler: a)Kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisi, b)İthal olunan mal ve hizmetler dolayısıyla Ödenen katma değer vergisi, 3. indirim hakkı vergiyi doğuran olayın vukuu bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili ve sikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir. denilmiş ve kanunun 34 Vinci maddesinde de: "Yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisi, alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebilir." hükmüne yer verilmiştir. Konuya ilişkin olarak yayımlanmış bulunan 15 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinde "Katma Değer Vergisi Kanunu'nun Vinci maddesine göre işlemler Türkiye'de yapıldıkları takdirde vergiye tabi tutulacaktır. Aynı Kanunun 6/b maddesine göre, Türkiye'de yapılan, değerlendirilen veya faydalanılan hizmetler Türkiye'de ifa edilmiş sayılacaktır. Yurt dışındaki firmalara yaptırılan hizmetlerden bu kapsama girenlerin vergiye tabi olacağı açıktır. Bu gibi hizmet ifalarında mükellef esas olarak yurt dışındaki firma olmakla birlikte, firmanın Türkiye'de ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi bulunmaması halinde vergi, sözü edilen Kanunun 9'uncu maddesi gereğince hizmetten faydalanan yurt içindeki muhatap tarafından bağlı bulunulan vergi dairesine sorumlu sıfatıyla beyan edilip ödenecektir." ibaresi yer almaktadır. Bu hükümler uyarınca, şirketinizin, yurt dışındaki firmadan internet üzerinden sağlayacağı (mesleki eğitim ve kariyer) hizmet alımının katma değer vergisine tabi olması gerekmektedir. Türkiye'de ikametgâhı ve kanuni iş merkezi bulunmayan firmadan yapılan bu hizmet alımı nedeniyle doğacak katma değer vergisinin hizmetin alındığı dönemde sorumlu sıfatıyla 2 no.lu katma değer vergisi beyannamesi ile beyan edilerek Ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca, söz konusu hizmet alımına ilişkin ödenen katma değer vergisinin ilgili dönemde düzenlenen fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmek ve kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla 1 no.lu katma değer vergisi beyannamesinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. Bilgi edinilmesini rica ederim. 89 T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı (Mükellef Hizmetleri KDV ve Diğer Vergiler Grup Müdürlüğü) 10.03.2009 Sayı : B.07.1.GİB.35.17.01/KDV:02-2124/548 Konu : Markette yemek ve içecek çeki ile yapılan satışlarda KDV hk. İlgi: 13/11/2008 tarih ve 3830 kayıt numaralı dilekçeniz. Başkanlığımıza hitaben verilen ilgide kayıtlı dilekçenizde;….Vergi Dairesi Müdürlüğünün…….………vergi numaralı mükellefi olduğunuz ve süpermarket İşletmeciliği faaliyetinde bulunduğunuz belirtilerek, işyerinizde yemek çeki, yemek kuponu ve yemek kartları karşılığında gıda ve içecek maddesi sattığınız anılan kartlar karşılığında yemek hizmeti sunmadığınızdan dolayı aradaki fark katma değer vergisi için fatura düzenleyerek beyan edilip edilmeyeceği hususunda bilgi verilmesi talep edilmektedir. VERGİ USUL KANUNU UYGULAMASI YÖNÜNDEN: 382 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde; "1- Özel Kartlar veya Yemek Çekleri Kullanılmak Suretiyle Lokanta veya Restoranlarda Verilen Hizmetlere İlişkin Belge Düzeni Uygulamada bazı firmalar tarafından çeşitli adlarla çıkarılan özel kartlar, anlaşma yapılan lokanta veya restoran gibi hizmet işletmelerinde (anlaşmalı hizmet işletmeleri) sunulan hizmetin ödeme aracı olarak kullanılmaktadır. Ayrıca bazı lokanta, restoran vb. yemek verme hizmeti sunan işletmelerde sunulan hizmetin ödeme aracı olarak; gerek bu işletmelerce, gerekse bu hizmet işletmeleri ile anlaşma yapan firmalarca satışa sunulan yemek çeklerinin kullanıldığına da sıklıkla rastlanılmaktadır. Bu itibarla, söz konusu kartların veya yemek çeklerinin kullanımıyla ilgili olarak uyulması gereken belge düzeninin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri doğrultusunda açıklığa kavuşturulması Tebliğin bu bölümünün konusunu oluşturmaktadır. 1.1. Özel Kartların Kullanımı Özel kartların, anlaşmalı hizmet işletmelerinde verilen yemek hizmetine ilişkin bedellerin ödenmesinde aşağıda belirtilen şekilde kullanılması kaydıyla, Tebliğin 1.3. bölümünde yer alan açıklamalar çerçevesinde belgelendirilmesi uygun görülmüştür. 90 Söz konusu kartlar, personeline yemek hizmeti temin etmek isteyen işletmeler tarafından bu kartları satışa sunan firmalardan satın alınarak personele verilecektir. Kartlar, bunları satışa sunan firmalarca anlaşmalı hizmet işletmelerine verilen satış noktası terminallerinden geçirilmek suretiyle, hizmet bedelinin ödenmesinde kullanılacaktır. Belirtilen satış noktası terminalleri, işlemin yapıldığı yer, tarih, saat, hizmet bedeli ile kalan tutarı gösterecek şekilde iki adet bilgi fişi verecek ve istenildiğinde günlük veya haftalık olarak tahsil edilen bedelleri gösterecektir. 1.2. Yemek Çeklerinin Kullanımı Yemek çeklerinin, anlaşmalı hizmet işletmelerinde verilen yemek hizmetine ilişkin bedellerin Ödenmesinde aşağıda belirtilen şekilde kullanılması kaydıyla, Tebliğin 1.3. bölümünde yer alan açıklamalar çerçevesinde belgelendirilmesi uygun görülmüştür. Yemek çekleri, işverenlerce istihdam edilen personelin yemek ihtiyacının karşılanması amacıyla kullanılacaktır. Bu çekler dip koçanlı olarak ve dip koçanı ile çekin üzerine müteselsil sıra numarası yet verilmek suretiyle bastırılacaktır. Söz konusu çekler, gerek bunları kendi adına bastırarak satışa sunan hizmet işletmelerinde, gerekse bunları satışa sunan firmalarla anlaşmalı hizmet işletmelerinde münhasıran yemek bedellerinin ödenmesinde kullanılacaktır. 1.3. Özel Kartlar ve Yemek Çeklerinin Kullanımına İlişkin Belge Düzeni Özel kartları ve yemek çeklerini çıkaran firmalar tarafından, hizmet alımında kullanılacak bedellerin karta yüklendiği veya çeklerin satıldığı tarihten itibaren yedi gün içinde, bu kartları veya çekleri personeline vermek üzere alan işletmeler adına fatura düzenlenecektir. Yemek bedellerinin; Özel kartlar kullanılarak ödenmesi durumunda satış noktası terminalinden alınan iki adet bilgi fişinden birinin kart sahibine verilmesi, diğerinin ise hizmet işletmesinde kalması, Yemek çekleri kullanılarak ödenmesi halinde yemek çekinin dip koçanının hizmet alan personelde, diğerinin ise hizmet işletmesinde kalması şartlarıyla, hizmetten yararlanan personele ayrıca Vergi Usul Kanununda belirtilen belgelerden herhangi birinin (ödeme kaydedici cihaz fişi, perakende satış fişi veya fatura) verilmesine gerek bulunmamaktadır. Anlaşmalı hizmet işletmelerinin, bedeli özel kartlar veya yemek çekleri kullanılarak ödenen hizmetler için, özel kartları veya yemek çeklerini 91 satışa sunan firmalar adına hizmetin tamamlandığı tarihten itibaren yedi gün içinde fatura düzenlemeleri gerekmektedir. Ancak, ödemenin söz konusu özel kartlar veya yemek çekleri ile yapılması sırasında bu belgelerden birinin sehven düzenlenmesi halinde mükerrerliğin önlenmesi bakımından düzenlenen belgenin iptali gerekecektir. İptal işlemi, anlaşmalı hizmet işletmelerince söz konusu özel kartları veya yemek çeklerini satışa sunan firmalara düzenlenecek faturalarla, doğrudan özel kartları veya kendi bastırdığı yemek çeklerini satan hizmet işletmelerince ise bunların satışı sırasında düzenlenmiş olan faturalarla bağlantı kurulmak suretiyle gerçekleştirilecektir. Diğer taraftan, söz konusu organizasyon dolayısıyla Özel kartları ve yemek çeklerini çıkaran firmalar veya anlaşmalı hizmet işletmelerinin birbirlerinden komisyon vb. hizmet bedelleri almaları halinde ayrıca bu bedeller için fatura düzenleneceği tabiidir." Denilmektedir. Buna göre, şirketinizin sözleşme yaptığı firmalarca yemek bedellerinin yemek çekleri kullanılarak ödenmesi halinde bu çekler sadece yemek bedellerinin Ödenmesinde kullanılacak olup, yemek çekinin dip koçanının hizmet alan personele, diğerinin ise hizmet işletmesinde kalması şartıyla hizmetten yararlanan personele ayrıca Vergi Usul Kanununda belirtilen belgelerden herhangi birinin verilmesine gerek bulunmamaktadır. öte yandan, bedeli yemek çekleri kullanılarak ödenen hizmetler için yemek çeklerini satışa sunan firmalar adına hizmetin tamamlandığı tarihten itibaren yedi gün içinde fatura düzenlenmesi gerekmektedir. GELİR VERGİSİ KANUNU UYGULAMASI YÖNÜNDEN : 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun 61'inci maddesinde; "Ücret işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve aynılar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez." Hükümleri yer almaktadır. Aynı Kanun'un gelir vergisinden İstisna edilen ücretlere ilişkin 23'üncü maddesinin 8 numaralı bendinde ise hizmet erbabına işverenlerce yemek verilmek suretiyle sağlanan menfaatler gelir vergisinden istisna edilmiştir. Ancak işverenlerce, işyerinde veya müştemilatında yemek verilmeyen durumlarda çalışılan günlere ait bir günlük yemek bedelinin 2008 yılı için 9.00 YTL'yi aşmaması ve buna ilişkin ödemenin yemek verme 92 hizmetini sağlayan mükelleflere yapılması şarttır. Ödemenin bu tutarı aşması halinde, aşan kısım ile hizmet erbabına yemek bedeli olarak nakden yapılan ödemeler ve bu amaçla sağlanan menfaatlerin ücret olarak vergilendirileceği hükme bağlanmıştır. Yukarıda yer alan hükümlere göre, işverenin çalışanlarına yemek çekleri temin etmesi durumunda bu yemek çekleri ile çalışanlar tarafından anlaşmalı market işyerlerinden gıda ve ihtiyaç maddesi satın alınmasının yemek verme hizmeti ile hiçbir ilişkisi olmadığından, yemek verme kapsamında değerlendirmeyip ücret olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. KATMA DEĞER VERGİSİ KANUNU UYGU LAM ASI YÖNÜNDEN: 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun "Oran" başlıklı 28'inci maddesinde; Bakanlar Kurulu'nun muhtelif mal ve hizmetler ile bazı malların perakende safhası için farklı vergi oranları tespit etmeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. Bakanlar Kuruluna verilen bu yetkiye dayanılarak 30/12/2007 tarih ve 26742 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının Vinci maddesinde mal teslimleri ile hizmet ifalarına uygulanacak katma değer vergisi oranlan; a) Ekli listelerde yer alanlar hariç olmak üzere, vergiye tabi işlemler için % 18, b) Ekli (I) sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için % 1, c) Ekli (II) sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için % 8 Olarak tespit edilmiş olup, (% 8) vergi oranının uygulanacağı (II) sayılı üstenin "Diğer Mal ve Hizmetler" başlıklı (B) bölümünün 24'üncü sırasında; "Gazino, açık hava gazinosu, bar, dans salonu, diskotek, pavyon, taverna, birahane, kokteyl salonu ve benzeri yerler hariç olmak üzere kahvehane, kır kahvesi, çay bahçesi, çay ocağı, kıraathane, kafeterya, pastane, ayakta yemek yenilen yerler, yemeği pakette satan veya diğer şekillerde yemek hizmeti sunan yerler, lokanta, İçkili lokanta, kebapçı ve benzeri yerlerde verilen hizmetler (bu yerlerde verilen hizmetlerin alkollü içeceklere isabet eden kısmı hariç)," Açıklamasına yer verilmiştir. Anılan Kanuna ilişkin olarak yayımlanan 107 Seri Nolu Katma Değer Vergisi Genel Tebliğinin; "C. KDV ORAN UYGULAMASI" başlıklı; 1.2. Yemek Çeki, Kuponu ve Kartlarının Kullanıldığı Yemek Hizmetlerinde Organizatör Firmaların Durumu bölümünde; "Organizatör firmaların yemek çeki, yemek kuponu ve yemek kartı vermek suretiyle ifa ettikleri hizmetlerde müşterilerden tahsil edilen tutar 93 içinde yer alan yemek bedelleri, indirimli orana tabi işlem bedelinin aktarımı mahiyetinde olduğundan, (% 8) oranında uygulanacaktır. Organizatör firmaların yaptıkları organizasyon hizmetleri nedeniyle müşterilerden veya yemek hizmetini sunan işletmelerden sağladıkları menfaatler ise genel vergi oranına tabi olacaktır. Organizatör firmaların, yemek hizmeti vermeyip bu hizmete aracılık etmeleri nedeniyle bu işlerle ilgili olarak KDV Kanununun 29/2 maddesi uyarınca iade talebinde bulunmaları mümkün delildir. Öte yandan, yukarıdaki açıklamalar yemek çeki, yemek kuponu ve yemek kartlarının kullanıldığı yemek hizmetleri için geçerlidir. Bu çek, kupon ve kartların yemek hizmeti dışında ve/veya yemek hizmeti sunmayan işletmelerden temin edilecek mal ve hizmetlerde kullanılması halinde işleme taraf olanlar için ilgili Vergi Kanunları esas alınarak gerekli işlemlerin yapılacağı tabiidir." İfadesine yer verilmiştir. Aynı Kanun'un '"Hizmet" başlıklı 4. maddesinde; "1. Hizmet, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir. Bu işlemler; bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi, şekillerde gerçekleşebilir. 2. Bir hizmetin karşılığının bir mal teslimi veya diğer bir hizmet olması halinde bunların her biri ayrı işlem olup, hizmet veya teslim hükümlerine göre ayrı ayrı vergilendirilirler." Hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla, şirketiniz tarafından teslimi yapılan mallar için katma değer vergisi oranlarının belirlendiği 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Karan ile bu karara ek olarak çıkarılan diğer Bakanlar Kurulu Kararları ile belirlenen katma değer vergisi oranları esas alınarak ait olduğu oranda katma değer vergisi uygulanması gerekmektedir. Öte yandan, teslimi yapılan matların bedelinin alıcılar tarafından kendilerine verilen yemek ve içecek çekleri ile ödenmesi halinde önceki bölümlerde yer alan açıklamalar doğrultusunda gerekli işlemlerin yapılacağı tabiidir. Bilgi edinilmesini rica ederim. 94 T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (Mükellef Hizmetleri Katma Değer Vergisi Grup Müdürlüğü) Sayı : KDV.MUK.B.07.1.GİB.4.34.17.01.29.25-38277 Konu : İşyerinde kullanılan ancak başkası adına kayıtlı olan su, elektrik, telefon vb. faturalarla ödenen giderlerle ilgili olarak yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. UYGULAMA TAMİMİ NO: KDV-2009/6 Bilindiği üzere, Katma Değer Vergisi (KDV) Kanununun; 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait KDV'nin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinden ayrıca gösterilmesi ve bu vesikaların kanuni defterlere kaydedilmesi şanıyla indirilebileceği, 30. maddesinin (d) bendinde ise, Gelir ve Kurumlar Vergisi Kanunlarına göre kazancın tespitinde indirimi kabul edilmeyen giderler dolayısıyla ödenen KDV'nin indirim konusu yapılamayacağı, hükme bağlanmıştır. Öte yandan, Gelir Vergisi Kanununun 40. maddesinin (1) fıkrasında, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin safi ticari kazancın tespitinde gider olarak indirilebileceği hüküm altına alınmıştır. Vergi Usul Kanununun 3. maddesinde de, vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği hükmü yer almıştır. Yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde, işyerinde kullanıldığı iddia edilen ancak başkası adına kayıtlı olan su, elektrik, telefon fatura bedellerinin faaliyette bulunulan işyerine ait olduğunun ve işle ilgili olarak kullanıldığının kesin delillerle ispatı halinde ve adına fatura düzenlenen mükellef tarafından mükerrer indirim konusu yapılmaması şartıyla bu belgelere dayalı giderlerle ilgili olarak yüklenilen KDV'nin indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. Bilgi edinilmesini rica ederim. 95 T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (Mükellef Hizmetleri Katına Değer Vergisi Grup Müdürlüğü) Sayı : KDV.MUK.B.07.1 .GİB.4.34.17.01.35.25-36869 Konu : Yurt dışından ithal edilen hizmetle ilgili olarak satıcı tarafından alıcı lehine yapılan fiyat indiriminde KDV uygulaması hk. UYGULAMA TAMİMİ NO: KDV-2009/60 3065 sayılı Katma Değer Vergisi (KDV) Kanunu'nun; 1/1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin, (2) numaralı fıkrasında da, her türlü mal ve hizmet İthalatının KDV'ye tabi olduğu, 4. maddesinin (1) numaralı fıkrasında; Hizmetin, teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu, bu işlemlerin bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği, 20. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, bedel deyiminin malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği, 24. maddesinin (c) bendinde, vade farkı, fiyat farkı, faiz, prim gibi çeşitli gelirler ile servis ve benzer adlar altında sağlanan her türlü menfaat hizmet ve değerlerinin matraha dahil olduğu, 35. maddesinde de; malların iade edilmesi, işlemin gerçekleşmemesi, işlemden vazgeçilmesi veya sair sebeplerle matrahta değişiklik vuku bulduğu hallerde, vergiye tabi işlemleri yapmış olan mükellefin bunlar için borçlandığı vergiyi; bu işlemlere muhatap olan mükellefin ise indirme hakkı bulunan 96 vergiyi değişikliğin mahiyetine uygun olacak şekilde ve değişikliğin vuku bulduğu dönem içinde düzelteceği, Hükümlerine yer verilmiştir. Buna göre, satın alınan mal ya da hizmetle ilgili olarak mal ya da hizmetin beğenilmemesi nedeniyle kısmen kabul edilmemesi vb. sebeplerden dolayı satıcılar tarafından fiyat indirimi yapılması şeklinde ortaya çıkan reklamasyonlar KDV'nin matrahında değişiklik meydana getireceği için KDV Kanununun 35. maddesi gereğince işlem yapılması gerekmektedir. Diğer taraftan, yurt dışından ithal edilen bir hizmetle ilgili olarak satıcı tarafından alıcı lehine yapılan fiyat indirimleri KDV'nin konusuna girmemektedir. Ancak, KDV kapsamına girmese dahi alıcı tarafından yapılan fiyat indirimiyle ilgili olarak yurt dışındaki satıcıya yönelik KDV ihtiva etmeyen bir fatura düzenlenmesi ve bu faturanın yasal kayıtlara intikal ettirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, başlangıçta hizmet ithalatı dolayısıyla alıcı tarafından sorumlu sıfatıyla tamamı tevkif edilerek 2 No.lu KDV beyannamesiyle beyan edilip ödenen KDV'nin, daha sonra yapılan fiyat indirimine isabet eden kısmının iadesinin talep edilmesi söz konusu değildir. Bilgi edinilmesini rica ederim. 97 T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı (Mükellef Hizmetleri Katma Değer Vergisi Grup Müdürlüğü) Sayı : KDV.MUK.B.07.1.GİB.4.34.17.01.11.25-38564 Konu : İhraç kaydıyla teslim edilen malların henüz yurt dışı edilmeden sel felaketi nedeniyle telef olması durumunda tecil-terkin uygulaması hk. UYGULAMA TAMİMİ NO: KDV-2009/150 3065 sayılı Katma Değer Vergisi (KDV) Kanununun 11/1-c maddesine göre, ihraç edilmek şartıyla imalatçılar tarafından kendilerine teslim edilen mallara ait KDV'nin ihracatçılar tarafından ödenmeyeceği, mükelleflerce tahsil edilmeyen ancak ilgili dönem beyannamesinde beyan edilen bu verginin, vergi dairesince tarh ve tahakkuk ettirilerek tecil olunacağı ve ihracatçılara teslim edilen malların teslim tarihini takip eden aybaşından itibaren üç ay içinde İhraç edilmesi halinde ise tecil edilen verginin terkin olunacağı, İhracatın yukarıdaki şartlara uygun olarak gerçekleşmemesi halinde, tecil olunan verginin tahakkuk ettirildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Kanunun 51. maddesine göre belirlenen gecikme zammı ile birlikte tahsil olunacağı, ancak ihraç edilmek şartıyla teslim edilen malların Vergi Usul Kanunu'nda belirtilen mücbir sebepler nedeniyle ihraç edilmemesi halinde, tecil edilen verginin tecil edildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Kanunun 48. maddesine göre ilgili dönemler için geçerli tecil faizi ile birlikte tahsil edileceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre, ihraç kaydıyla ihracatçı firmaya teslim edilen malların henüz yurt dışı edilmeden sel felaketi sonucu telef olması nedeniyle ihracatın usulüne uygun olarak gerçekleşmesi fiilen mümkün olmadığından tecil edilen verginin, tecil edildiği tarihten itibaren 6183 sayılı Kanunun 48. maddesine göre ilgili dönemler için geçerli olan tecil faizi ile birlikte ödenmesi gerekmektedir. Bilgi edinilmesini rica ederim. 98 YARGI KARARLARI Danıştay 9.Dairesi Tarih : 09.02.2011 Esas No : 2010/10221 Karar No : 2011/281 KDVK Md.17/4-g GEÇİÇİ İLMÜHABER, HİSSE SENEDİNİN YERİNE GEÇER Hisse senedi ile geçici ilmühaberin; TTK'da "Hisse Senetleri" başlığı altında ve aynı kısımda düzenlenmiş olması, geçici ilmühaberin hisse senedi çıkarılıncaya kadar onun yerini tutması, aynı nitelikleri taşıması, birbirinin devamı olması ve sahibine aynı hakları sağlaması nedeniyle, geçici İlmühaberin de vergi hukuku açısından hisse senedi kapsamında bulunduğu anlamına gelir. İstemin Özeti: Davacı şirket adına düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak Aralık/2006 dönemine ilişkin olarak tarh edilen katma değer vergisi ile tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle % 50 fazla kesilen 1 kat vergi ziyaı cezasının terkini istemiyle açılan davayı; dosyanın incelenmesinden; davacı şirket tarafından, bir kısım şirketlere ait geçici ilmühaber ile temsil edilen ortaklık payının 07.12.2006 tarihinde iktisap edildiği ve söz konusu payın (…...) A.Ş.'ye 15.12.2006 tarihinde geçici ilmühaberle devredildiği ve katma değer vergisi hesaplanmadığı, yapılan İnceleme sonucu; geçici ilmühaberle yapılan satış ve devirlerin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-g maddesinde yer alan hisse senedi sayılamayacağından, bu maddede öngörülen istisnadan yararlanılamayacağı, aynı Kanun'un 17/4-r maddesi uyarınca istisnadan yararlanılması için ise, ortaklık payının şirket aktifinde iki tam yıl süre ile kalması gerektiği, olayda, söz konusu pay iktisaptan sonra iki yıl içinde satışa konu edildiğinden, bu bentte öngörülen istisna hükmünden de yararlanılamayacağı yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak kayıtlı değer ve emsal değerler de göz önüne alınarak hesaplanan katma değer vergisinin bir kat ve tekerrür hükümleri uygulanmak suretiyle % 50 fazla 99 vergi ziyaı cezalı olarak tarh edildiğinin anlaşıldığı, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 1. maddesinde, Türkiye'de yapılan ticari faaliyet çerçevesindeki teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu, 17/4-g maddesinde, külçe altın, külçe gümüş, kıymetli taşlar (elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, topaz, satir, zebercet, inci, kübik, virconia), döviz, para, damga pulu, değerli kağıtlar, hisse senedi, tahvil ve metal, plastik, lastik, cam, hurda ve atıkların tesliminin, 17/4-r maddesinde ise, kurumların aktifinde veya belediyeler ile il özel idarelerinin mülkiyetinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile taşınmazların satış suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler ile bankalara borçlu olanların ve kefillerinin borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallinde yapılan satışlar dahil) bankalara devir ve teslimlerinin katma değer vergisinden istisna olduğunun hükme bağlandığı, uyuşmazlığın çözümünün; geçici ilmühaberin ve hisse senedinin özelliklerinin ve geçici ilmühaberin 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-g maddesi ya da 17/4-r maddesi kapsamına girip girmediğinin açıklığa kavuşturulmasına bağlı olduğu, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Hisse Senetleri" başlığı altındaki 409. maddesinde, hisse senetlerinin hamiline veya nama yazılı olabileceği, esas mukavelede aksine hüküm bulunmadıkça hisse senetlerinin nama yazılı olması gerektiği, bedelleri tamamen ödenmemiş paylar için hamiline yazılı hisse senetleri veya ilmühaber çıkarılamayacağı, ilmühaberler başlıklı 411. maddesinde ise, nama yazılı hisse senetlerinin yerini tutmak üzere çıkarılan ilmühaberlerin nama yazılı olması gerektiği, bunların devrinin nama yazılı hisse senetlerinin devrine ait hükümlere tabi olduğu, hamiline yazılı hisse senetleri yerine tanzim olunan nama yazılı ilmühaberlerin ancak alacağın devri hakkındaki hükümlere göre devrolunabileceği, şu kadar ki devrin şirkete karşı ancak ihbar tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği hükmüne yer verildiği, 3065 sayılı Kanun'un 17/4-g maddesinde ise istisna kapsamının açıkça sayıldığı ve bunlar arasında hisse senetlerinin ortaklık payı olarak satış, devir ve teslimlerinin katma değer vergisinden istisna tutulduğu, hisse senedi dışındaki ortaklık payları (geçici ilmühaber vs.) maddede sayılmadığı, aynı Kanun'un 17/4-r maddesi ile getirilen düzenlemede ise; hisse senetleri dışındaki iştirak hissesinin (ortaklık payının geçici ilmühaber ile teslim edilsin ya da edilmesin) katma değer vergisinden istisna tutulması için iki yıl şirket aktifinde tutulmuş olma koşulunun getirildiği, olayda, 3065 sayılı Kanun'un 17/4-g maddesinde sayılmayan geçici İlmühaberlerle temsil edilen ortaklık payının devrinin söz konusu istisna kapsamında yer almasına hukuki olanak bulunmadığı, vergilendirmede kıyas yoluna başvurulamayacağı ve kıyas yolu ile bir 100 konunun vergiye tabi tutulamayacağı, değiştirilemeyeceği gibi vergilendirme kapsamı dışına da çıkarılamayacağından aksi uygulamanın verginin kanuniliği ilkesine ters düşeceğinin açık olduğu, bu itibarla, iktisap edildikten sonra satışa konu edilen geçici ilmühaberle temsil edilen ortaklık payı için düzenlenen faturada katma değer vergisi hesaplanması ve beyan edilmesi gerektiğinden, düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak tarh edilen dava konusu katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının, vergi aslının bir katına ilişkin kısmında isabetsizlik bulunmadığı, davacı şirketin matraha ilişkin iddialarında isabet bulunmadığı, öte yandan; söz konusu devir işleminin satış olduğu ve kayıtlı değer ile emsal değer farkının matraha ilavesinde de isabetsizlik görülmediği, vergi ziyaı cezasının tekerrür nedeniyle % 50 fazla kesilen kısmına gelince; olayda, tekerrür hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların bulunduğu hususu ortaya konulmadığından, cezanın bu kısmının terkini icabettiği gerekçesiyle kısmen kabul eden, kısmen reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; davacı şirket tarafından; hisse senedi ve geçici ilmühaberin eşdeğer olduğu, 232 sayılı Gelir Vergisi Genel Tebliği'nde geçici ilmühaberin de hisse senedi gibi değerlendirildiği, idarenin bu doğrultuda muktezaları bulunduğu, vergilendirme işleminde matrah hatası yapıldığı, hisse senedi ve geçici ilmühaberin aynı mahiyette ve aynı kapsamda olduğu yolunda Yargıtay kararları bulunduğu, olayda biçimsel kalıplara bağlı kalınmayarak Kanun hükmünün lafzı ve ruhuyla bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği,vergi dairesi müdürlüğü tarafından ise; cezanın da aynen onanması gerektiği ileri sürülerek taraflarca aleyhe olan hüküm fıkralarının bozulması istenilmektedir. Karar: Uyuşmazlıkta, davacı şirket adına düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 2006/Aralık dönemine ilişkin olarak tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin terkini istemiyle açılan davayı kısmen kabul eden, kısmen reddeden vergi mahkemesi kararının taraflarca aleyhe olan hüküm fıkralarının bozulması istenilmektedir. Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından, temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar Vergi Mahkemesi kararının tekerrür nedeniyle % 50 fazla kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin kısmının bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemiştir. Davacı şirket temyiz istemine gelince; Dosyanın incelenmesinden; davacı şirket tarafından, bir kısım şirketlere ait geçici ilmühaber ile temsil edilen ortaklık payının 07.12.2006 tarihinde iktisap edildiği ve söz konusu payın (...) A.Ş.'ye 15.12.2006 tarihinde geçici ilmühaberle devredildiği ve katma değer vergisi hesaplanmadığı, yapılan vergi incelemesi sonucu; geçici ilmühaberle yapılan satış ve devirlerin 3065 101 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-g maddesinde yer alan hisse senedi sayılamayacağından, bu maddede öngörülen istisnadan yararlanılamayacağı, aynı Kanun'un 17/4-r maddesi uyarınca istisnadan yararlanılması için ise, ortaklık payının şirket aktifinde iki tam yıl süre kalması gerektiği olayda, söz konusu pay iktisap edildikten sonra iki yıl geçmeden satışa konu edildiğinden, bu bentte öngörülen istisna hükmünden de yararlanılamayacağı yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak emsal değer ve kayıtlı değer dikkate alınarak hesaplanan katma değer vergisinin bir kat ve tekerrür nedeniyle % 50 fazla vergi ziyaı cezalı olarak tarh edildiği anlaşılmaktadır, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 1. maddesinde; Türkiye'de yapılan ticari faaliyet çerçevesindeki teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu, aynı Kanun'un 5228 sayılı Kanun'la değişik 17/4-g maddesinde; külçe altın, külçe gümüş, kıymetli taşlar (elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, topaz, safir, zebercet, inci, kübik, virconia), döviz, para, damga pulu, değerli kağıtlar, hisse senedi, tahvil ile metal, plastik, lastik, kauçuk, kağıt, cam hurda ve atıkların (hurda metalden elde edildiği külçeler dahil) tesliminin katma değer vergisinden istisna olduğu, aynı Kanun'un 5281 sayılı Kanun'la değişik 17/4-r maddesinde ise, kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile gayrimenkullerin satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimleri, bankalara borçlu olanların ve kefillerinin borçlarına karşılık gayrimenkul ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallerinde yapılan satışlar dahil) bankalara devir ve teslimlerinin katma değer verisinden istisna olduğu hükme bağlanmıştır. Dava konusu olayda, uyuşmazlığın çözümü hisse senedi ile geçici ilmühaberin yasal dayanağı, tanımı, kapsamı ve niteliklerinin ortaya konulmasına bağlı bulunmaktadır. Hisse senetleri ve geçici ilmühaber 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun "Hisse Senetleri" başlığı altında 399 ve devam eden maddelerinde bir kısım olarak düzenlenmiş olup, 409. maddesinde; hisse senetlerinin hamiline veya nama yazılı olabileceği, esas mukavelede aksine hüküm bulunmadıkça hisse senetlerinin nama yazılı olması gerektiği, bedelleri tamamen ödenmemiş paylar için hamiline yazılı hisse senetleri veya ilmühaber çıkarılamayacağı, "İlmühaberler" başlıklı 411. maddesinde ise; nama yazılı hisse senetlerinin yerini tutmak üzere çıkarılan ilmühaberlerin nama yazılı olması gerektiği, bunların devrinin nama yazılı hisse senetlerinin devrine ait hükümlere tabi olduğu, hamiline yazılı hisse senetleri yerine, tanzim olunan nama yazılı ilmühaberlerin ancak alacağın devri hakkındaki hükümlere göre devrolunabileceği, şu kadar ki devrin 102 şirkete karşı ancak ihbar tarihinden itibaren hüküm ifade edeceği hükmü yer almıştır. Anılan yasal düzenlemelere göre; hisse senetleri, sermaye şirketlerinde ortaklık payının karşılığı olarak çıkarılan ve onu temsil eden kıymetli evrak olup; geçici ilmühaber ise, hisse senedi çıkarılıncaya kadar geçen sürede hüküm ifade eden, hisse senetlerinin yerini tutmak üzere çıkarılan ve sahiplerine hisse senedi sahiplerinin haklarını sağlayan kıymetli evrak niteliği taşımaktadır. Bu hükümlere göre hisse senedi ve geçici ilmühaber ayrı iki kıymetli evrak olarak görülse dahi, birbirinin devamı olan, aynı hakları sağlayan ve aynı usullere göre çıkarılan, tamamen aynı niteliklere haiz ve birbirini tamamlayan belgelerdir. Nitekim, 232 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği'nde de, geçici ilmühaberler anonim şirketler tarafından hisse senetlerinin yerini tutmak üzere çıkarılan menkul kıymetler olduğundan, ilmühaberlerin elden çıkarılmasından doğan kazançların vergilendirilmesinde Gelir Vergisi Kanunu'nun hisse senetlerinin elden çıkarılmasından doğan kazançların vergilendirilmesine ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Bu itibarla, hisse senedi ile geçici ilmühaberin; Türk Ticaret Kanunu'nda "Hisse Senetleri" başlığı altında ve aynı kısımda düzenlenmiş olması, geçici İlmühaberin hisse senedi çıkarılıncaya kadar onun yerini tutması, aynı nitelikleri taşıması, birbirinin devamı olması ve sahibine aynı haklan sağlaması nedeniyle, geçici ilmühaberin de vergi hukuku açısından hisse senedi kapsamında bulunduğu sonucuna ulaşıldığından, geçici ilmühaberle yapılan ortaklık payı devrinin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 17/4-g maddesi kapsamında bulunmadığından bahisle yapılan cezalı tarhiyatın bu kısmında ve buna karşı açılan davanın bu kısmını reddeden Vergi Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacı şirket temyiz isteminin kabulüne, vergi dairesi müdürlüğü temyiz isteminin reddine, Vergi Mahkemesinin kararının; bir kat vergi ziyaı cezalı kalma değer vergisine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, tekerrür nedeniyle % 50 fazla kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, oybirliği ile karar verildi. 103 DANIŞTAY 4.DAİRESİ Tarih :17.01.2011 Esas No :2010/6152 Karar No:2011/65 5520 s. KVK Md.19 VUK Md.134 MATRAH TAKDİRİNDE ESAS ALINACAK BEDEL Borsada işlem gören şirket hisselerinin satışa konu olması halinde, satış bedeli olarak satışın gerçekleştiği tarihteki borsa değerinden hareketle değerlendirme yapılması gerekir. İstemin Özeti: Davacının 2006 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucu; aktifinde yer alan hisseleri 5520 sayılı Kanun'un 19/c maddesi uyarınca hisse değişimi hükümlerine göre (...) A.Ş.'ye devretmesine karşın, bu devrin hisse değişimi olmayıp söz konusu hisselerin emsal bedelin çok altında bir değerle ilişkili firmaya devri olduğu ve bu yolla örtülü kazanç dağıtımı yapıldığı, davacı tarafından temin edilerek grup şirketlere aktarılan krediler nedeniyle aracılık hizmeti komisyon geliri hesaplanmadığı, ayrıca 2005 yılından devreden zararın yapılan incelemeyle azaltıldığı ileri sürülerek düzenlenen rapor uyarınca salınan kurumlar vergisi ile kesilen vergi zıyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacının 2006 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucunda düzenlenen raporda; davacı şirketin yaklaşık %99 hissesine sahip olduğu 28 adedi TV-radyo şirketi olmak üzere toplam 30 şirketin hisselerini 07.12.2006 tarihinde 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19. maddesindeki "hisse değişimi" hükümleri çerçevesinde (...) TL karşılığında (...) A.Ş.'ye devrettiği ve bu devre karşılık (...) A.Ş.'nin % 99,9 oranında ortağı olduğu davacının bu devir için fatura düzenlemediği, hisseleri değişime konu edilen şirketlerin geçici ilmühaberlerinin davacı tarafından 07.12.2006 tarihinde (...) A.Ş.'ye devrinden sonra. 15.12.2006 tarihinde (...) A.Ş. tarafından (...) A.Ş.'ye, 27.12.2006 tarihinde de (...) A.Ş. tarafından (...) A.Ş.'ye devredildiği, bu arada davacının % 99,51 oranında hissesine sahip olan (...) A.Ş.'nin 16.11.2006 tarihinde hisse satış sözleşmesi imzalayarak, davacı şirketin % 25 hissesini (...) Euro (.... TL) bedelle 26.12.2006 tarihinde Almanya'da kurulu olan (...) AG'ye sattığı, bu satış işlemiyle söz konusu 30 şirketin sahibi olan davacı şirketin 1/4'ünün de anılan yabancı şirketin aktifine 104 girdiği, yapılan devir işlemleriyle araya giren 3 şirkete rağmen davacının söz konusu 30 şirketteki % 99 civarında olan hissesinin değişmediği, yine yabancı ortakların TV şirketlerindeki payının da araya giren 4 şirkete rağmen değişikliğe uğramadığı, düzenlenen karşıt inceleme tutanakları ile (...) A.Ş., (...) A.Ş. ve (...) A.Ş.'nin, 07.12.2006 tarihinde hisse değişimine konu şirketlerin ortağı olarak işlendiği, bu kayıtların silinmeye müsait bir şekilde kurşun kalemle yapıldığı ve hisse değişimi nedeniyle pay defterlerine herhangi bir kayıt yapılmadığı, zira hisse değişimlerinin 7 Aralık 2006,15 Aralık 2006 ve 27 Aralık 2006 tarihlerinde olmasına rağmen pay defterlerine kurşun kalemle yapılan kayıtlardan birinin 6 Aralık 2006, diğerlerinin hepsinin ise 07.12,2006 tarihli olduğunun tespit edildiği, bu durumun ise yeni maliklerin hisse değişimi sonrası, hiçbir zaman hisse değişimine konu şirketlerin yönetimine dair tasarrufta bulunmadığını ve hukuken de bulunamayacağını gösterdiği, ayrıca hisseleri değişime konu edilen şirketlerin, hisse değişiminden önceki yönetim kurullarının, hisse değişimi sonrasında herhangi bir değişikliğe uğramadığının şirketlerin ticaret siciline tescil edilen İşlemlerinin incelenmesinden tespit edildiği, hisse değişimine konu edilen şirketlerin yönetimlerinin değişmemiş olması nedeniyle, hisse değişimi müessesesi ile amaçlanan sonucun gerçekleşmediği, hisse değişiminin Kanun'un ihdas gerekçesiyle örtüşmediği, bu nedenle olayda hisse değişimine ilişkin vergi istisnasından yararlanılamayacağı, bu işlemin alelade bir hisse satışı işlemi olduğu, ancak bir hisse değişimi işleminin, kurumlar vergisinden istisna edilme şartlarını haiz olsa da olmasa da mutlak suretle iktisadi ve ticari icaplara uygun olarak güncel piyasa değerleri ile birbiriyle eş değerde olan hisselerin değişime konu edilmesi gerektiği, davacının hisse değişimi sırasında bilirkişiye değişim konusu hisselerin defterlerde kayıtlı değerini (...) TL olarak tespit ettirmiş olmasının, vergi uygulamaları bakımından değişimin bu değer üzerinden gerçekleştirildiği sonucunu doğurmayacağı, kayıtlı değer yerine emsal değerin alınması gerektiği, emsal değerin ise (...) A.Ş.'nin davacının % 25 oranındaki hissesinin (...) AG'ye satışı sırasında belirlenen değer emsal alınmak suretiyle hesaplanması gerektiği, bu durumda kayıtlı değer ile emsal değer arasındaki farkın ilişkili firmaya Örtülü olarak aktarıldığı ileri sürülerek matrah farkı bulunduğunun anlaşıldığı, inceleme raporundaki matrah kaleminin ise, davacının 2005, 2006 ve 2007 yıllarında temin etmiş olduğu bir kısım dövize endeksli banka kredilerini grup şirketlerine aktardığı halde ilgili şirketlere verilen kredi hizmetine ilişkin herhangi bir komisyon veya hizmet geliri hesaplanmadığı, mükellef kurumun grup şirketlerine kredi temin etmekle, bu şirketlere bir hizmet verdiği, bu hizmetin bir finansman hizmeti değil aracılık hizmeti 105 olduğu, normal şartlarda, bir işletmenin böyle bir hizmeti karşılıksız yapamayacağı, bu nedenle grup şirketlerinden de emsaline uygun bir aracılık komisyonu alınmasının ticari teamüllerin bir gereği olduğu, bu kapsamda firmalara kefalet garanti hizmeti sunan Kredi Garanti Fonu Araştırma ve İşletme Anonim Şirketi tarafından talep edilen %2 komisyon oranı esas alınarak kredi aracılık hizmet bedeli olarak hesaplanan (...) TL'nin davacı şirketin dönem kazancına ilavesi gerektiğinin belirtildiği, ayrıca, vergi inceleme raporu ile yapılan tespitler dikkate alınarak yeniden oluşturulan kurumlar vergisi beyannamesinde, davacı şirket hakkında tanzim edilen vergi inceleme raporunda, davacının 2005 yılından sonraki dönemlere devreden dönem zararının (...) TL yerine (...) TL olması gerektiği belirtilerek matrah farkı bulunduğunun anlaşıldığı, birinci matrah kalemiyle ilgili olarak, uyuşmazlığın çözümünün yapılan işlemin 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19. maddesi kapsamında yapılan bir "hisse değişimi" işlemi mi yoksa satış İşlemi mi olduğunun belirlenmesine bağlı olduğu, 5520 sayılı Kanun'un "Devir, bölünme ve hisse değişimi" başlıklı 19. maddesinin (c) bendinde hisse değişiminin, tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin hisselerini devreden ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesinin, bu Kanun'un uygulanmasında hisse değişimi hükmünde olduğu, hisseleri devralınan şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesinin, işlemin hisse değişimi sayılmasına engel olmadığı şeklinde tanımlandığı, aynı Kanun'un 20. maddesinin 3. fıkrasında, bu Kanun'un 19. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde belirtilen işlemlerden doğan karların hesaplanmayacağı ve vergilendirilmeyeceği hükmüne yer verildiği, 5520 sayılı Kanun'un 19. maddesinin gerekçesinde, tam mükellef bir sermaye şirketinin diğer bir sermaye şirketinin hisselerini vergisiz devralabilmesi ve karşılığında bu şirketin ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesinin öngörüldüğü, bu değişimin vergisiz yapılabilmesi için hisseleri toplayan tam mükellef şirketin hisselerini topladığı şirketin yönetimini ve hisse çoğunluğunu elde etmesi gerektiği ve bu şartların birlikte aranacağının açıklandığı, Kurumlar Vergisi Kanunu'nda yer alan hisse değişimi müessesesi ile mevcut yöneticiler tarafından etkin idare edilemeyen şirketlerin, sahipliklerinin değiştirilmesiyle yeni bir yönetsel yapıya kavuşturulmalarının teşvik edilmesi olduğu, böylece bu şirketlerin başka bir grup bünyesinde etkin bir yönetime kavuşturularak rehabilite edilmelerinin amaçlandığı, bundan dolayı da bu müessesenin amacına 106 ulaşabilmesi için değişime konu edilecek hisselerin, ait oldukları şirketin, hisse çoğunluğunu ve yönetimini diğer tarafa aktaracak bir büyüklükte olmasının gerektiği, bu müessese grup içi şirketler açısından değerlendirdiğinde, grup içi şirketlerin sahiplik durumlarından dolayı, hisse değişimi sonrasında karar alma süreçlerinde herhangi bir değişiklik olmayacağı, grup içi şirketlerde grup bir bütün kabul edildiğinden hisse çoğunluğu ve yönetimin bir elde toplanmış bulunduğu, dolayısıyla, grup içi şirketlerde hisse çoğunluğu ve yönetim gücü elde edilmiş olduğundan, bu şirketler arasında hisse değişimi yapılmasının bu müesseseyi muvazaalı hale getireceği, davacı şirketin sahibi olduğu iştirak hisselerinin 07.12.2006 tarihinde (...)A.Ş.'ye ve devamında yapılan diğer devirlerle davacının söz konusu şirketlerdeki hissesinin değişmediği, bu işlemlerin, (...)A.Ş. tarafından davacı şirketin hisselerinin (...)AG'ye satışıyla ilgili olarak, satış işlemini RTÜK mevzuatına uygun hale getirmek amacıyla yapıldığı, dolayısıyla şirketlerin yeniden yapılandırılmasının amaçlanmadığı, hisse çoğunluğu ve yönetim gücü grup İçi şirketler olmaları nedeniyle zaten elde bulunduğundan, hisse çoğunluğu ve yönetim gücünü elde etme amacının bulunmadığı, yapılan devirler sırasında yönetim değiştirilmediği gibi hisselerin çok kısa bir sürede yeniden devre konu edildiği, dolayısıyla hisse değişimi müessesesinin ihdas amacı ile olayın gerçek mahiyeti ile birlikte değerlendirildiğinde, yapılan işlemin 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19/c maddesinde düzenlenen "hisse değişimi" müessesesi kapsamında olmayıp, iştirak hissesi satışı hükmünde olduğu sonucuna ulaşıldığı, bu durumda, davacının aktifinde yer alan hisseler emsal bedelinin çok altında bir değerle ilişkili firmaya devredildiğinden, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun örtülü kazanç dağıtımını düzenleyen 17. maddesinin uyuşmazlık döneminde uygulanması gerektiği, 5422 sayılı Kanun'un 17/1. maddesinde, şirketin kendi ortakları, ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler, İdaresi, murakabesi veya sermayesi bakımlarından vasıtalı vasıtasız olarak bağlı bulunduğu veya nüfuzu altında bulundurduğu gerçek ve tüzel kişiler ile olan münasebetlerinde emsaline göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük fiyat veya bedeller üzerinden yahut bedelsiz olarak alım, satım, imalat, inşaat muamelelerinde ve hizmet ilişkilerinde bulunması halinde, kazancın tamamen veya kısmen örtülü olarak dağıtılmış sayılacağının hüküm altına alındığı, örtülü kazanç dağıtımına ilişkin yasal düzenlemelerin amacının kuruma ait kazancın tamamen ya da kısmen vergiye tabi tutulmaksızın kurum dışına çıkarılmasını önlemek olduğu, örtülü kazanç dağıtımından söz edebilmek için doğrudan veya dolaylı bir ortaklık ilişkisinin ve menfaat aktarımının mevcut olması gerektiği, davacının aktifindeki 30 şirkete ilişkin geçici 107 ilmühaberlerin emsal değeri ile değil, kanuni defterlerinde yazılı olan ve Asliye Ticaret Mahkemesi'nce tayin edilen bilirkişiler tarafından tespit edilen kayıtlı değerler üzerinden devir edildiği, ancak Mahkemelerince bu devir 5520 sayılı Kanun'un 19/c hükmü kapsamında "hisse değişimi" olmayıp, iştirak hissesi satışı hükmünde olduğu sonucuna varıldığından, hisse devrine esas alınacak değerin tespit edilecek emsal değerden düşük olmaması gerektiği, vergi inceleme raporunda yer alan (...)A.Ş. tarafından, davacının şirketin % 25'lik kısmının (...) EURO bedelle 26.12.2006 tarihinde (...)AG'ye satılması, yine davacı şirket tarafından hisse değişimine konu edilen hisseler arasında yer alan (...) A.Ş.'nin hisseleri ile (...) A.Ş.'nin hisselerinin ortalama alış ve satış fiyatları da karşılaştırıldığında, söz konusu iştirak hisselerinin değerinden daha düşük bedelle devredildiğinin iç ve dış emsallerle tespit edildiğinin görüldüğü, Mahkemelerince de bu tespitler hukuka uygun görüldüğünden, davacının % 25'lik hissesinin (...) AG'ye satışı sırasında belirlenen değerden hareketle davacının toplam emsal değeri esas alınmak suretiyle bulunan matrah farkının yasaya uygun olduğu, ikinci matrah kalemi olan kredi aracılık hizmeti komisyon geliri hesaplanmadığı hususuna gelince; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 3/B maddesinde vergilemede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, bunun yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, aynı Kanun'un 134.maddesinde, vergi incelenmesinden maksadın, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu düzenlemesine yer verildiği, davacı tarafından kendi ticari itibarı kullanılmak suretiyle yurt dışında faaliyet gösteren bankalardan temin edilen kredilerin holding bünyesindeki grup şirketlere aktarılması sırasında tüm masrafların da grup şirketlere aktarıldığı, davacı tarafından herhangi bir ad altında gelir elde edilmediği, davacının asıl faaliyetinin kredi vermek, finansman aracılık hizmeti yapmak suretiyle kazanç elde etmek olmadığı, inceleme raporunda bu hususların aksine somut bir tespitin de bulunmadığı, raporda yer alan, bunun bir hizmet olduğu ve ticari teamüllere göre gelir elde edilmiş olması gerektiği yolundaki iddianın varsayıma dayalı olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle hesaplanan matrah farkının yasaya uygun olmadığı, üçüncü matrah kalemi olan 2005 yılından sonraki dönemlere devreden zararın azaltılmasına ilişkin işleme gelince; 2005 yılı zararının azaltılmasına ilişkin işleme karşı açılan davada, Mahkemelerinin 29.07.2010 günlü ve E:2009/2893, K:2010/2214 sayılı kararıyla davanın kabulüne karar verildiğinden, zarar azaltımı nedeniyle uyuşmazlık dönemine ilişkin olarak bu nedenle bulunan matrah farkında da yasaya uyarlık görülmediği gerekçesiyle davanın kısmen reddine, kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacı, hisse devri öncesi ve 108 sonrasında öz sermayesinin aynı kaldığını, amacın doğrudan iştiraklerin dolaylı iştirak haline dönüştürülmesi olduğunu, kar elde etmek veya örtülü kazanç dağıtmak amacının bulunmadığını, 30 şirketin yeniden yapılandırılması amaçlandığından, hisse değişimi yönteminin benimsendiğini, yönetimin değiştirilmesine gerek bulunmadığını, zira hisse çoğunluğu elde edilmiş ise yönetim hakkının da elde edilmiş sayılması gerektiği, bu yolla yönetimi değiştirme gücünün de elde edilmiş olduğunu, yönetimi de hisseleri devir alan şirketin değiştirmesi gerektiğini, bu konuda kendilerinin hak ve yetkisinin bulunmadığını, yönetim değişimi için bir süre öngörülmediğini, hisse değişiminin grup içi şirketlerde uygulanmayacağı yolunda hiçbir kısıtlanmanın bulunmadığını, düzenlemenin Avrupa Birliği direktiflerine uyum amacıyla getirildiğini, yeniden yapılandırmayı ve hisse değişimini kolaylaştırmak amacı taşıdığını, olayda yeniden yapılandırmanın da söz konusu olduğunu, RTÜK mevzuatının ihlalinin vergilendirmeye neden olmayacağı gibi bu hususun da mevzuata aykırılık taşımadığının RTÜK tarafından ifade edildiği, devre konu hisseler ayni sermaye olarak konulduğundan, kayıtlı değerlerinin de Asliye Ticaret Mahkemesi'nce atanan bilirkişilerce tespit edildiğini, emsal değer tespitine gerek olmadığını, ayni sermayede vergilemenin bu hisseleri daha sonra elden çıkaran şirket bünyesinde yapılması gerektiğini, kurşun kalemle pay defterlerine kaydın notere tasdik ettirildiğini, devrin yönetim hakkı içermemesi halinde emsal bedel tespitinin de hatalı olduğunu, hisse değişiminin kayıtlı değer yerine emsal bedelle yapılmış olması halinde, kazancı İstisna olan aktiflerin gereksiz yere değerinin yükseltilmiş olacağını, emsal alınan iki şirketin bölünme nedeniyle değerleri düşmekle birlikte hisse adedinin arttığını, kaldı ki 2002 değerlerinin 2006 yılına emsal alınamayacağını, (...) AG'ye satış değerinin emsal alınmasının da hatalı olduğunu, bu değerin kesin satış değeri olmadığı gibi 26.12.2006 tarihinde hisse değişimine konu şirketlerin aktiflerinde bulunmadığını, dolayısıyla aktifte olmayan hisselerin değerinin hesaplandığını, tarhiyatın yasaya uygun olmadığını, davalı İdare ise, yurt dışından temin edilerek grup şirketlere aktarılan krediler nedeniyle aracılık hizmeti verildiğinden komisyon geliri hesaplanması gerektiğini, 2005 yılı için düzenlenen raporla uyuşmazlık dönemine devreden zararın azaltıldığını, tarhiyatın yasal olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedirler. Karar: Davacının 2006 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucu; aktifinde yer alan hisseleri 5520 sayılı Kanun'un 19/c maddesi uyarınca hisse değişimi hükümlerine göre (...) A.Ş/ye devretmesine karşın, bu devrin hisse değişimi olmayıp söz konusu hisselerin emsal bedelin çok altında bir değerle ilişkili firmaya devri olduğu ve bu yolla örtülü kazanç 109 dağıtımı yapıldığı, davacı tarafından temin edilerek grup şirketlere aktarılan krediler nedeniyle aracılık hizmeti komisyon geliri hesaplanmadığı, ayrıca 2005 yılından devreden zararın yapılan incelemeyle azaltıldığı ileri sürülerek düzenlenen rapor uyarınca salınan kurumlar vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı kısmen reddeden, kısmen kabul eden Vergi Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiştir. Vergi Dairesi Müdürlüğünün ileri sürdüğü iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir. Davacının temyiz istemine gelince: 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, hisse değişimi; tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin hisselerini devreden ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesinin, bu Kanun'un uygulanmasında hisse değişimi hükmünde olduğu, hisseleri devralınan şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin % 10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesinin, işlemin hisse değişimi sayılmasına engel olmayacağı ifade edilmiştir. Aynı Kanun'un 20. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, bu Kanun'un 19. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde belirtilen işlemlerden doğan kârların hesaplanmayacağı ve vergilendirilmeyeceği hükmüne yer verilmiştir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 134. maddesinde, vergi incelemesinden maksadın ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanun'un 30. maddesinde ise re'sen vergi tarhıyla, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunun gerçek veya gerçeğe en yakın haliyle saptanması, bu yolla vergi kayıp ve kaçağı önlenerek vergide adaletin sağlanmaya çalışılması amaçlanmıştır. Tarhiyatın dayanağı olan inceleme raporuyla; davacı şirketin % 75,02 ile % 99,99 arasında değişen oranlarda hissesine sahip olduğu toplam 30 şirketin hisselerini temsil eden geçici ilmühaberlerin 07.12.2006 tarihinde (...) TL karşılığında (...) A.Ş.'ye devredildiği, aynı geçici ilmühaberlerin 15.12.2006 tarihinde (...) A.Ş. tarafından (...) A.Ş.'ye, 27.12.2006 tarihinde de (...) A.Ş. tarafından (...) A.Ş.'ye devredildiği, öte yandan, davacının % 99,51 oranında hissesine sahip olan (...)A.Ş.'nin 16.11.2006 tarihinde hisse satış sözleşmesi imzalayarak, davacı şirketin %25 hissesini (...) Euro (... TL) bedelle Almanya'da kurulu olan (...) AG'ye sattığı, bu satış işlemiyle söz konusu 30 şirketin sahibi olan davacı şirketin 1/4'ünün de anılan yabancı şirketin 110 aktifine girdiği, yapılan devir işlemleriyle araya giren 3 şirkete rağmen davacının söz konusu 30 şirketteki anılan oranlardaki hissesinin değişmediği, düzenlenen karşıt inceleme tutanakları ile (...) A.Ş., (...) A.Ş. ve (...) A.Ş.'nin, 07.12.2006 tarihinde hisse değişimine konu şirketlerin ortağı olarak işlendiği, bu kayıtların silinmeye müsait bir şekilde kurşun kalemle yapıldığı ve söz konusu hisse değişimi nedeniyle pay defterlerine herhangi bir kaydın yapılmadığı, zira hisse değişimlerinin 07.12.2006. 15.12.2006 ve 27.12.2006 tarihlerinde olmasına rağmen pay defterlerine kurşun kalemle yapılan kayıtlardan birinin 06.12.2006,diğerlerinin tamamının 07.12.2006 tarihli olduğunun tespit edildiği, bu durumun ise yeni maliklerin hisse değişimi sonrası, hiçbir zaman hisse değişimine konu şirketlerin yönetimine dair tasarrufta bulunmadığını ve hukuken de bulunamayacağını gösterdiği, ayrıca hisseleri değişime konu edilen şirketlerin, hisse değişiminden önceki yönetim kurullarının, hisse değişimi sonrasında herhangi bir değişikliğe uğramadığının şirketlerin ticaret siciline tescil edilen işlemlerinin incelenmesinden tespit edildiği, hisse değişimine konu edilen şirketlerin yönetimlerinin değişmemiş olması nedeniyle, hisse değişimi müessesesi ile amaçlanan sonucun gerçekleşmediği, hisse değişiminin Kanun'un ihdas gerekçesiyle örtüşmediği, bu nedenle olayda hisse değişimine ilişkin vergi istisnasından yararlanılamayacağı, bu işlemin alelade bir hisse satışı işlemi olduğu hususları tespit edilmiştir, İnceleme raporunda yer alan bu tespitler ve Mahkeme kararında da değinilen söz konusu tespitler karşısında, davacının yaptığı işlem 5520 sayılı Kanun'un anılan 19/c maddesi kapsamında hisse değişimi niteliğinde olmayıp, söz konusu hisselerin ilişkili firmaya satışı niteliğindedir. Bu durumda, olayda re'sen tarh nedeni bulunduğundan, Mahkeme kararının bu kısmı hukuka uygundur.Öte yandan, matrah farkının hesaplanış biçimine gelince; inceleme elemanınca, söz konusu işlem hisse değişimi olmadığından, hisse satışının kayıtlı değer üzerinden değil, emsal değer üzerinden olması gerektiğinden söz edilerek, satışı yapılan hisselerin emsal değerinin tespiti yapılmıştır. Emsal değeri olarak, davacı şirketin %25 hissesinin (...) Euro (... TL) bedelle Almanya'da kurulu olan (...) AG'ye satıldığı dikkate alındığında, davacının toplam değerinin (...) Euro (... TL) olacağı, satışa konu hisselerin 31.12.2006 tarihi itibarıyla dönen varlıklar ile alacaklar hariç olmak üzere davacının aktifinin % 94'ünü oluşturduğu, bu durumda, (...) TL'den dönen varlıklar ile alacaklar çıkarıldıktan sonra kalan tutara % 94 oranı uygulanarak, bu yolla, satışa konu hisselerin itibari ve kayıtlı değerlerden arındırılmış aktife göre emsal değerinin (...) TL olarak hesaplandığı, bu tutardan satışa konu hisselerin kayıtlı değeri olan (...) 111 TL'nin çıkarılması sonucu ulaşılan (...) TL bu hususa ilişkin matrah farkı olarak hesaplanmıştır. Dosyada bulunan belgelerin incelenmesinden, satışa konu hisselerin kayıtlı değeri olarak tespit edilen (...) TL'nin Asliye Ticaret Mahkemesince bilirkişiye tespit ettirilen değer olduğu görülmekte olup, bu durum inceleme elemanı tarafından da tespit edilmiş bulunmaktadır. 213 sayılı Kanun'un 134. maddesinde yer alan vergi incelemesinden maksadın ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu yolundaki kural da dikkate alındığında, davacının anılan 30 şirkete ait hisseleri (...) TL'nin üzerinde bir değerden satışa konu ettiği hususunda yapılmış somut bir tespit bulunmamaktadır. Diğer taraftan, İnceleme elemanınca satışa konu hisselerin emsal değeri olarak davacı şirketin % 25 hissesinin Almanya'da kurulu olan (...) AG'ye satış bedeli olan (...) Euro (... TL) esas alınarak matrah farkı hesaplanmıştır. Ancak, gerçek gelirin vergilendirilmesi ilkesi karşısında bu tutarın emsal alınmasına olanak bulunmamaktadır. Zira, dosyada bulunan (...) A.Ş. (satıcı) ile adı geçen (...) AG'nin iştiraki olan (...) mbH (alıcı) arasında imzalanan "Hisse Alım ve Hissedarlık Sözleşmesinin (5.2,) numaralı bölümünün incelenmesinden; (...) Euro'nun ilk alım fiyatı olduğu, ilk halka arzın gerçekleşmesi veya halka arzın yapılamaması durumuna bağlı olarak, borsa işlem fiyatı başta olmak üzere sözleşmenin bu bölümünde öngörülen diğer hususları da içeren hesaplama tekniği dikkate alınarak, satıcının alıcıya geri ödeme veya alıcının satıcıya ilave ödeme yapmasının söz konusu olabileceği anlaşılmıştır. Bu nedenle, (...) AG'ye hisse satışından önce % 99,51 oranında davacının hissesine sahip olan adı geçen (...) A.Ş.'nin hisselerinin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gördüğü, borsanın da başta ekonomide yaşanan değişimler olmak üzere diğer her türlü değişime kısa sürede tepki verme özelliği de dikkate alındığında, davacının hisselerini satışa konu ettiği 30 şirketin emsal bedeli olarak, bu hisselerin satış tarihi olan 07.12.2006 itibarıyla (...) A.Ş.'nin borsa değerinden hareketle bir değerlendirme yapılması gerekirken, inceleme elemanınca bu hususlar dikkate alınmaksızın bulunan matrah farkı eksik incelemeye dayandığından, bu matrah farkı üzerinden yapılan tarhiyatta hukuka uyarlık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına esasta oybirliğiyle, gerekçede oyçokluğuyla, davalı idarenin reddine ise oybirliğiyle, karar verildi. 112 KARŞI OY (X): Davacının 2006 yılına ilişkin işlemlerinin incelenmesi sonucu; aktifinde yer alan hisseleri 5520 sayılı Kanun'un 19/c maddesi uyarınca hisse değişimi hükümlerine göre (...) A.Ş.'ye devretmesine karşın, bu devrin hisse değişimi olmayıp söz konusu hisselerin emsal bedelin çok altında bir değerle ilişkili firmaya devri olduğu ve bu yolla örtülü kazanç dağıtımı yapıldığı, davacı tarafından temin edilerek grup şirketlere aktarılan krediler nedeniyle aracılık hizmeti komisyon geliri hesaplanmadığı, ayrıca 2005 yılından devreden zararın yapılan incelemeyle azaltıldığı ileri sürülerek düzenlenen rapor uyarınca salınan kurumlar vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı kısmen reddeden, kısmen kabul eden Vergi Mahkemesi kararı taraflarca temyiz edilmiştir, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, hisse değişimi; tam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin hisselerini devreden ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesinin, bu Kanun'un uygulanmasında hisse değişimi hükmünde olduğu, hisseleri devralınan şirketin ortaklarına verilecek iştirak hisselerinin itibari değerinin %10'una kadarlık kısmının nakit olarak ödenmesinin, İşlemin hisse değişimi sayılmasına engel olmayacağı ifade edilmiştir. Aynı Kanun'un 20. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, bu Kanun'un 19. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bentlerinde belirtilen işlemlerden doğan kârların hesaplanmayacağı ve vergilendirilmeyeceği hükmüne yer verilmiştir. 5422 sayılı Kanun'un 17/1. maddesinde, şirketin kendi ortakları, ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler, idaresi, murakabesi veya sermayesi bakımlarından vasıtalı vasıtasız olarak bağlı bulunduğu veya nüfuzu altında bulundurduğu gerçek ve tüzel kişiler ile olan münasebetlerinde emsaline göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük fiyat veya bedeller üzerinden yahut bedelsiz olarak alım, satım, imalat, inşaat muamelelerinde ve hizmet ilişkilerinde bulunması halinde, kazancın tamamen veya kısmen örtülü olarak dağıtılmış sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Davacı şirket, sahibi olduğu 30 şirkete ait geçici ilmühaberleri 07.12.2006 tarihinde 5520 Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 19. maddesindeki "hisse değişimi" hükümleri kapsamında, (...) A.Ş.'ye devretmiş ve bu devre karşılık (...) A.Ş.'nin % 99,9 oranında ortağı olmuştur. 5520 sayılı Kanun'un anılan 19.maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, lam mükellef bir sermaye şirketinin, diğer bir sermaye şirketinin hisselerini, bu şirketin yönetimini ve hisse çoğunluğunu elde edecek şekilde devralması ve karşılığında bu şirketin hisselerini 113 devreden ortaklarına kendi şirketinin sermayesini temsil eden iştirak hisselerini vermesi, bu Kanun'un uygulanmasında hisse değişimi hükmündedir" düzenlemesi dikkate alındığında, davacının yaptığı hisse değişimi için bu maddede öngörülen koşulların tamamının gerçekleştiği, bu nedenle hisse değişimi için öngörülen düzenlemelerden davacının yararlanması gerektiği anlaşılmaktadır. Gerek inceleme elemanınca, gerek Mahkemece hisseleri değişime konu edilen şirketlerin yönetimlerinin hisse değişimi sonrası değişmediği ileri sürülmüş ise de, 5520 sayılı Kanun'un anılan 19. maddesinde hisse değişimi sonrası yönetimin de değiştirilmesi gerektiği yolunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Varsayım veya kıyas yoluyla vergileme yapılmasına olanak bulunmadığı veya bu yollarla re'sen tarh nedeni oluşturamayacağı açık olup, olayda re'sen tarh nedeni de mevcut olmadığından, hisse değişimi yolu kullanılarak emsaline göre düşük bedelle hisse satışı yoluyla örtülü kazanç dağıtımında bulunulduğundan söz edilemez. Bu durumda, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Mahkeme kararının bu gerekçeyle bozulması gerektiği görüşüyle kararın gerekçesine karşıyız. 114 TC. DANIŞTAY DÖRDÜNCÜ DAİRE Esas No : 2009/2709 Karar No : 2010/5699 Özet: Vergi levhasını tasdik ettikleri mükellefleri zamanında Vergi Dairesine bildirmeyen veya eksik bildiren meslek mensuplarının bu zorunluluğa uymamaları durumunda haklarında uygulanacak yasal müeyyidenin Vergi Usul Kanununun mükerrer 355'inci maddesinde hükme bağlanan özel usulsüzlük cezası olduğu Hk. Davanın Özeti: Mükelleflerin vergi levhalarını 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına da tasdik ettirebileceklerine dair 13.4.1999 günlü ve 23665 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 272 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nin 6'ncı maddesinin iptali ve serbest muhasebeci mali müşavir olan davacı adına, vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere ilişkin listeyi Vergi Dairesine vermemesi nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 355'inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması isteminden ibarettir. Maliye Bakanlığı Savunmasının Özeti: Vergi levhası asma zorunluluğu vergi sistemimize 2365 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle getirildiği, gerek Vergi Usul Kanununun 5'inci maddesinin üçüncü fıkrasında, gerekse aynı Kanunun mükerrer 257'nci maddesinde bu uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirleme konusunda da Maliye Bakanlığı'nın yetkili kılındığı, anılan maddeler uyarınca bu tasdik işleminin 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına da yaptırılması konusunda Maliye Bakanlığına yetki verildiğinin açık olduğu, bu itibarla Genel Tebliğin kanuna uygun olduğu savunulmuştur. Vergi Dairesi Müdürlüğü Savunmasının Özeti: Davacının vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere ilişkin listeyi vermediğinin ihtilafsız olduğu, bu itibarla, davacı adına kesilen özel usulsüzlük cezasında hukuka aykırılık bulunmadığı, bu nedenle, davanın reddi gerektiği savunulmuştur. Tetkik Hakimi'nin Düşüncesi: Dava konusu Genel Tebliğ ile mükelleflere ait vergi levhalarının 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek 115 mensuplarınca da tasdik edilmesine olanak sağlanmış ve meslek mensuplarına tasdike ilişkin bilgileri vergi dairesine bildirme yükümlülüğü getirmiştir. Anılan düzenlemede Vergi Usul Kanunu'nun 5. 149 ve mükerrer 257'nci maddelerine bir aykırılık bulunmayıp, devamlı bilgi verme ödevinin yerine getirilmemesi nedeniyle de Kanunun mükerrer 355'inci maddesine göre özel usulsüzlük cezası kesileceği tabiidir. Bu haliyle, dava konusu Genel Tebliğin iptali istenen bölümünde ve kesilen cezada kanuna aykırılık bulunmadığından davanın reddi gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı'nın Düşüncesi: Dava, Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 355. maddesi uyarınca 4.3.2009 tarih ve 5 sayılı vergi-ceza ihbarnamesi ile kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması ile 13.4.1999 tarih ve 23665 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan ve "vergi levhasını tasdik ettikleri mükellefleri vergi dairesine zamanında bildirmeyen veya eksik bildiren meslek mensuplarına 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355. maddesi uyarınca özel usulsüzlük Cezası kesilmesine'' olanak sağlayan 272 sıra numaran Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin iptali istemiyle açılmıştır. Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmamıştır. Vergi kanunlarının getirdiği yetkiye dayanılarak çıkartılan tebliğler, vergi hukukunda dava konusu olabilecek bir düzenleyici işlem niteliğinde bulunmaktadır. Kesilen özel usulsüzlük cezası ile dayanağı 272 sıra sayılı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğin iptali istenildiğinden ve ortada İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinin dördüncü fıkrasında tanımlanan anlamda uygulama İşlemi de bulunduğundan iptal davalarına konu edilmeleri mümkün bulunmaktadır. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 5. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, gelir vergisi mükellefleri (kazancı basit usulde tespit edilenler dahil) ile sermaye şirketleri her yıl Mayıs ayının son gününe kadar vergi tarhına esas olan kazanç tutarları ile bunlara isabet eden vergi miktarlarını gösteren levhayı; merkezlerine, şubelerine, satış mağazalarına iş sahipleri ile mükellefler tarafından kolayca okunup görülecek şekilde asmak zorundadırlar. Madde hükmüne göre levhaya İlişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenmektedir. Konu ile ilgili olarak 272 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile mükelleflere vergi levhalarını vergi dairelerinin yanı sıra bu tebliğin 3. maddesinde sayılan meslek mensuplarına da tasdik ettirmeleri sağlanmış, 6. madde ile de vergi levhası tasdik edilen mükellefleri vergi dairesine zamanında bildirilmesi öngörülmüştür. 116 Bu tebliğde yer alan düzenlemelere göre, Tebliğin 3. maddesinde sayılan meslek mensupları (S.M.M.M.) sözleşme düzenledikleri mükelleflerin vergi levhalarını tasdik edebilecekler, vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere ait bilgileri ihtiva eden listeyi vergi idaresine zamanında vereceklerdir. Tebliğin 4. maddesinde tasdikin nasıl yapılacağı, 6. maddede ise levhasını tasdik ettikleri mükellefleri vergi dairesine zamanında bildirmeyen veya eksik bildiren meslek mensuplarına aynı Kanunun mükerrer 355. maddesi uyarınca Özel usulsüzlük cezası kesileceği açıklamasına yer verilmiştir. Söz konusu tebliğde, bildirimin vergi dairesine verilmesi yeterli görülmekte ve vergi levhasını tasdik ettikleri mükelleflere ait bilgileri gösterir listeyi vergi dairesine zamanında vermeyen meslek mensuplarının bildirim mecburiyetini yerine getirmemiş olmaları halinde kesilecek cezanın nev'i, mahiyeti ile vergi kanunlarında yeri ve karşılığı gösterilmektedir. Tebliğ, bildirimin vergi dairesine verilmesini yeterli görmüş olması karşısında, davacının söz konusu mecburiyetin yerine getirilmesinin vergi dairesince kendisinden yazı ile bilgi istenilmesi gerektiğine bağlı olduğu yolunda iddiası; olayın nitelik ve oluşumu göz önüne alındığında iptali istenilen tebliğin değerini düşürmeye yeterli sebep teşkil etmemektedir. Vergi Usul Kanununda vergi suç ve cezaların mahiyetleri belirtilirken esas itibarıyla genel ceza hukukundaki esaslara uyulmuş olmakla beraber olayın özellikleri daima gözden uzak tutulmamıştır. Başlığından da anlaşılacağı üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 355. maddesi ile iki tür özel usulsüzlük eylemi düzenlenmiştir. Maddenin düzenleme alanına giren, bilgi vermekten çekinme eylemi, Vergi Usul Kanunu'nun 86., 148., 149. maddeleriyle 150. maddesinde öngörülen bilgi verme ve bildirme yükümlülüklerine aykırı davranışları, mükerrer 257. madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymama eylemlerini içermektedir. Genel tebliğlerle getirilen bu zorunlulukların yine genel tebliğlerde yazılı usul ve esaslara uygun olarak yerine getirilmemesi mükerrer 355. madde uyarınca cezalandırılması gereken özel usulsüzlük suçunu oluşturmaktadır. özel usulsüzlük cezası; serbest muhasebeci ve mali müşavir olan yükümlünün levhasını tasdik ettiği mükelleflere ilişkin bilgileri ihtiva eden liste, bilgisi dahilinde olduğu halde zamanında vergi idaresine verilmemesi nedeniyle kesildiğinden dayanağının 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 117 mükerrer 257. madde olması gerektiği yolundaki iddiaya itibar edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Olayda, sözleşme düzenlediği ve 272 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği uyarınca 2004 takvim yılına ait vergi levhalarını tasdik ettiği mükelleflere ait bilgileri gösterir liste zamanında vergi dairesine verilmediğinden Vergi Usul Kanununun mükerrer 355. maddesine göre özel usulsüzlük cezasının kesildiği anlaşılmaktadır. 272 sıra No'lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile verme zorunluluğu getirilen bildirimleri, belirlenen sürede vermeyenler hakkında Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 355. maddesi uyarınca özel usulsüzlük cezası kesilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, özel usulsüzlük cezasının kaldırılması ve 272 sıra no'lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğin iptali istemiyle açılan davanın reddi gerektiği düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Dördüncü Dairesince gereği görüşüldü: Dava, mükelleflerin vergi levhalarını 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına da tasdik ettirebileceklerine dair 13.4.1999 günlü ve 23665 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 272 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğlinin 6.ncı maddesinin iptali ve serbest muhasebeci mali müşavir olan davacı adına, vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere ilişkin listeyi Vergi Dairesine vermemesi nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 355'inci maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır. Davacının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 257'nci maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna ilişkin iddiası ciddi görülmeyerek işin esasına geçildi: 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun "vergilendirme" başlıklı Birinci Kitabının 5'inci maddesinde "vergi mahremiyeti" düzenlenmiş ve maddenin üçüncü fıkrasında, Gelir vergisi mükellefleri (Kazancı basit usulde tespit edilenler dahil) ile sermaye şirketlerinin her yıl Mayıs ayının son gününe kadar vergi tarhına esas olan kazanç tutarları ile bunlara isabet eden vergi miktarlarını gösteren levhayı merkezlerine, şubelerine, satış mağazalarına iş sahipleri ile mükellefler tarafından kolayca okunup görülecek şekilde asmak zorunda oldukları, ilan ve levhalara ilişkin diğer hususların Maliye Bakanlığınca belli 118 edileceği belirtilmek suretiyle mükelleflere vergi levhası asma zorunluluğu getirilmiştir. Aynı Kanunun mükerrer 257'nci maddesinin birinci fıkrasının 1 numaralı bendinde, Maliye Bakanlığının, mükellef ve meslek grupları itibarıyla muhasebe usul ve esaslarını tespit etmeye, bu Kanuna göre tutulmakta olan defter ve belgeler ile bunlara ilaveten tutulmasını veya düzenlenmesini uygun gördüğü defter ve belgelerin mahiyet, şekil ve ihtiva etmesi zorunlu bilgileri belirlemeye, bunlarda değişiklik yapmaya; bedeli karşılığında basıp dağıtmaya veya üçüncü kişilere bastırıp dağıtmaya veya dağıttırmaya, bunların kayıtlarını tutturmaya, bu defter ve belgelere tasdik, muhafaza ve ibraz zorunluluğu getirmeye veya kaldırmaya, bu Kanuna göre tutulacak defter ve düzenlenecek belgelerin tutulması ve düzenlenmesi zorunluluğunu kaldırmaya yetkili olduğu, maddenin üçüncü fıkrasında ise, Maliye Bakanlığının, birinci fıkrada yazılı belge ve tasdik işlemini; noterlere, kanunla kurulmuş mesleki kuruluşlara veya uygun göreceği diğer mercilere yaptırmaya, ticari kazançları basit usulde tespit edilen gelir vergisi mükelleflerine özel bir defter tutturmaya ve bu konulara ilişkin diğer usul ve esasları belirlemeye yetkili bulunduğu belirtilmiştir. Vergi levhası asma zorunluluğu vergi sistemimize 2365 sayılı Kanunun 2'nci maddesiyle getirilmiş olup, gerek Vergi Usul Kanununun 5'inci maddesinin üçüncü fıkrasında, gerekse aynı Kanunun mükerrer 257'nci maddesinde bu uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirleme konusunda da Maliye Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Maliye Bakanlığı da bu konuyla ilgili olarak çeşitli Genel Tebliğlerle düzenlemeler yapmıştır. 142 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile vergi levhalarının tasdikinin mükelleflerin bağlı oldukları vergi dairelerince yapılması öngörülmüştür. Dava konusu Genel Tebliğde ise, tasdik döneminin son günlerinde vergi dairelerinin iş yükünün artması ve mükellefler açısından gereksiz zaman kaybına yol açıldığı hususu dikkate alınarak, mükelleflerin dilerlerse vergi levhalarını 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış ve defterlerini tutan veya beyannamelerini imzalayan ya da tasdik eden serbest muhasebeci, serbest muhasebeci mali müşavir veya yeminli mali müşavirlere de tasdik ettirebilmeleri olanağı sağlanmıştır. Yukarıda açıklanan Kanun maddeleri gereği bu tasdik işleminin 3568 sayılı Kanuna göre yetki almış meslek mensuplarına da yaptırılması konusunda Maliye Bakanlığının yetkili olduğu tartışmasızdır. Serbest muhasebeci mali müşavir olan davacıya, vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere ilişkin bilgileri ihtiva eden listeyi vergi dairesine vermemesi nedeniyle Vergi Usul Kanununun mükerrer 355'inci maddesi 119 uyarınca özel usulsüzlük cezası kesilmiştir. Vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflere İlişkin bilgilerin davacı tarafından bir liste ile vergi dairesine verilmediği hususu ihtilafsızdır. Vergi Usul Kanununun mükerrer 355'inci maddesinde, bu Kanunun 86, 148, 149, 150, 256 ve 257'nci maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257'nci madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayan (kamu idare ve müesseselerinde bilgi vergi görevini yerine getirmeyen yöneticiler dahil) kişilere maddede belirtilen miktarlarda özel usulsüzlük cezası kesileceği, ikinci fıkrasında da bu hükmün uygulanabilmesi için, bilgi ve İbraz Ödevinin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılacak tebliğlerde bilginin verilmesi için tayin olunan sürede cevap verilmemesi, eksik veya yanıltıcı bilgi verilmesi veya defter ve belge ibrazı için tayin olunan süre ile defter ve belgelerin süresinde ibraz edilmemesi durumunda haklarında Kanunun ceza hükümlerinin uygulanması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesinin şart olduğu belirtilmiştir. Vergi levhalarını tasdik eden meslek mensuplarına, tasdike ilişkin bilgileri ilgili vergi dairelerine bir yazı ile bildirme yükümlülüğünü getiren ve buna uymayan meslek mensuplarına uygulanacak özel usulsüzlük cezasını belirten düzenleme Resmi Gazete'de yayımlanmış olduğundan artık Tebliğde belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda yaptırımının ne olacağının meslek mensuplarına ayrıca bir yazı ile bildirilmesine gerek bulunmamaktadır. Genel Tebliğin 6'ncı maddesinde de, yeni bir ceza Öngörülmemiş, vergi levhasını tasdik ettikleri mükellefleri zamanında Vergi Dairesine bildirmeyen veya eksik bildiren meslek mensuplarının bu zorunluluğa uymamaları durumunda haklarında uygulanacak yasal müeyyidenin Vergi Usul Kanununun mükerrer 355'inci maddesinde hükme bağlanan özel usulsüzlük cezası olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla, Vergi Usul Kanununun mükerrer 355'inci maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen Kanunun ceza hükümlerinin uygulanması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesinin şart olduğu hususu uyuşmazlık konusu Genel Tebliğin Resmi Gazete'de yayınlanmış olması nedeniyle yerine getirilmiş olduğundan davacı hakkında kesilen özel usulsüzlük cezasında anılan Kanun hükmüne aykırılık görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davanın Genel Tebliğe ilişkin kısmının reddine oybirliğiyle, özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmının reddine oyçokluğuyla, davacıdan 35,50 TL maktu karar harcı alınmasına, yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, artan posta ücretinin isteği halinde davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden İtibaren 30 gün içinde Danıştay 120 Vergi Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz yolu açık olmak üzere 25.11.2010 gününde karar verildi KARŞI OY 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 355'inci maddesinin birinci fıkrasında bu Kanunun 149'uncu maddesinde yer alan zorunluluklara uyulmaması halinde özel usulsüzlük cezası kesilmesi öngörülmüş olup, maddenin ikinci fıkrasında "Bu hükmün uygulanabilmesi için, bilgi ve ibraz ödevinin yerine getirilmesiyle ilgili olarak yapılacak tebliğlerde bilginin verilmesi için tayin olunan sürede cevap verilmemesi, eksik veya yanıltıcı bilgi verilmesi veya defter ve belge ibrazı için tayin olunan süre ile defter ve belgelerin süresinde ibraz edilmemesi durumunda haklarında Kanunun ceza hükümlerinin uygulanması cihetine gidileceğinin ilgililere yazılı olarak bildirilmesi şarttır," denilmektedir. Anılan düzenlemeye göre özel usulsüzlük cezası kesilebilmesi için bilgi istenen kişiye, bilgi verilmemesi halinde uygulanacak müeyyideleri de içeren bir yazının tebliğ edilmesi şarttır. Böyle bir tebligatın yapılmadığı durumlarda ise ceza kesilebilmesine olanak yoktur. Söz konusu yükümlülüğün dava konusu Genel Tebliğ ile duyurulmuş olması ise Kanunda öngörülen şekil şartının yerine getirilmiş olması sonucunu doğurmaz. Olayda, davacının vergi levhasını tasdik ettiği mükelleflerin listesini ilgili vergi dairesine vermemesi nedeniyle dava konusu ceza kesilmiş ise de, davacıya Kanunda öngörülen şekilde bir yazı tebliğ edilmediğinden Genel Tebliğdeki duyuruya dayanarak ceza kesilmesi Kanuna aykırı olduğundan, özel usulsüzlük cezasının kaldırılması gerektiği gerekçesiyle kararın cezaya ilişkin kısmına katılmıyorum. 121 YMM’LERİN 2010 YILINDA DİKKATE ALACAĞI HADLER KONU DAYANAĞI HADLER —SM ve SMM’lerin imzalayacağı beyannameler için sınır 4 ve 37 Nolu YMM Tebliği Net Satış: 9.386.000TL — Tam tasdik sözleşmesi yapılmadan ihracatta KDV iadesi rapor yazma sınırı 37 Nolu YMM Tebliği — indirimli orana tabi mallarda tam tasdik sözleşmesi yapılmadan rapor yazma sınırı 37 Nolu YMM Tebliği 660.000 TL —Yolcu beraberinde satışta (ihraç) YMM raporu ile alınabilecek iade sınırı 37 Nolu YMM Tebliği 86.000 TL — KDV iadesine karşıt inceleme sınır 37 Nolu YMM Tebliği Fatura Başına: —Stopaj iadesi 37 Nolu YMM Tebliği 100.000 TL Yatırım İndirim Raporu Yazmada Harcama Tutarı 37 Nolu YMM Tebliği Yatırım Harcaması Tutarı 250.000.TL’nin Üzerinde ise rapor düzenlenecek —Kurumlar Vergisi İstisnalar 37 Nolu YMM Tebliği 171.000 TL —Tek Düzene göre ek mali tablo düzenleme alt sınırı 10 Nolu Muhasebe Aktif Toplamı: Sistemi Uygulama 9.799.300TL Tebliği Net Satış Tutarı: Aktif Top: 4.694.000TL 330.000 TL (Eski Dönemler Dâhil) 17.230 TL 21.778.200TL —İndirimli oranda alınamayacak KDV tutarı 14.300 .TL 122