Case Report: Diabetic Foot - Tıp Fakültesi
Transkript
Case Report: Diabetic Foot - Tıp Fakültesi
Cilt 5 Sayı 1 / Temmuz 2011 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 1 Önsöz Bir bilimsel çalışma ancak yayınlandığı zaman bir değer oluşturur. Böylece paylaşılır, eleştiri ortamına açılır, kaynak gösterilebilir. 2009 yılında yayınlamaya başlayan MALTEPE TIP DERGİSİ ülkemiz bilim insanları tarafından kabul görme konusunda kararlı ve sağlam adımlarla ilerlemektedir. Halen Üniversitemiz WEB sitesinde dergimizde yayınlanan makaleler görüntülenebilmektedir. Öncelikli amacımız: ONLİNE MAKALE SİSTEMİ’ne geçmek, böylece yayınları online sistem üzerinden toplamak ve değerlendirmektir. Bu sistemle toplanan makaleler uluslararası kriterlere ve ULAKBİM - Türk Tıp Dizini kriterlerine uygun olarak sisteme alınabilecek ve arşivlenebilecektir. Değerli hekimlerimizin dergimize katkılarını bekler, tüm hekimlerimizi ve dergimizin yayınlanmasına katkıda bulunan kişileri saygı ve sevgi ile selamlarım. Prof.Dr.Attila SAYGI Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı İmtiyaz Sahibi Dr. Kemal KÖYMEN Genel Yayın Yönetmeni Dr. Attila SAYGI Editör ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Bülent ARMAN Yürütme Kurulu Dr. Nesrin SARIMAN, Dr. Alpay ÖRKİ, Dr. Berna HALİLOĞLU, Dr. Alper KARAOĞLAN Yayın Kurulu Dr. Oya Uygur BAYRAMİÇLİ, Dr. Öner ÇELİK, Dr. Rahmi ÇUBUK, Dr. Berna HALİLOĞLU Dr. Canan HÜRDAĞ, Dr. Alper KARAOĞLAN, Dr. Manuk Manukyan, Dr. Alpay ÖRKİ, Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Attila SAYGI, Dr. Şevki ŞAHİN, Dr. Nuri TasalI, Dr. Orhan TÜRKEN Tıp Fakültesi Dergisi Danışma Kurulu Dr. Fehime B. AKSUNGAR Dr. Osman AKDEMİR Dr. Sedat ALTIN Dr. Nüvit ALTINKAYA Dr. Harun ARBATLI Dr. Bülent ARMAN Dr. Oya Uygur BAYRAMİÇLİ Dr. H. Serpil BOZKURT Dr. Levent ÇELİK Dr. Nilgün ÇINAR Dr. Rahmi ÇUBUK Dr. Bahadır DAĞDEVİREN Dr. Kadir DEMİR Dr. Uğur DEVECİ Dr. Gökmen ERCAN Dr. Sinan EKİCİ Dr. Aynur EREN Dr. Rıfkı EVRENKAYA Dr. Peykan GÖKALP Dr. Hakan GÜNDEŞ Dr. Semih HALEZEROĞLU Dr. Berna HALİLOĞLU Dr. Canan HÜRDAĞ Dr. Ahmet ILGAZLI Dr. Cem KALAYCI Dr. Alper KARAOĞLAN Dr. Kubilay KARŞIDAĞ Dr. Sibel KARŞIDAĞ Dr. Şevket KAVUKÇU Dr. Abud KEBUDİ Dr. Öncel KOCA Dr. Şeref KÖMÜRCÜ Dr. Bahire KÜÇÜKKAYA Dr. Ender LEVENT Dr. Manuk MANUKYAN Dr. Ahmet MİDİ Dr. Nil Molinas MANDEL Dr. İlker ÖKTEM Dr. Alpay ÖRKİ Dr. Ümit ÖZEKİCİ Dr. Melih Özel Dr. Eşref ÖZER Dr. Güler ÖZTÜRK Dr. Esra SAĞLAM Dr. Nesrin SARIMAN Dr. Attila SAYGI Dr. Kamil SERDENGEÇTİ Dr. Gülbüz SEZGİN Dr. Şevki ŞAHİN Dr. Sadık ŞENCAN Dr. Selçuk ŞİMŞEK Dr. Nuri TASALI Dr. Günay TOSUN Dr. Orhan TÜRKEN Dr. M. Yaşar TÜLBEK Dr. Dilek YILMAZ T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, yılda 3 kez yayınlanan ve yayınlandığı tarihten (2009) itibaren hakemli dergidir. ISSN 1308 – 8661 Baskı ve Cilt: Ege Basım Ege Plaza Esatpaşa Mah., Ziyapaşa Cad., No:4 Ataşehir / İSTANBUL Tel: (0216) 472 84 01 www.egebasim.com.tr Tasarım: ATT Basım Yayın Reklam Org. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti. Yalı Mah. Küçükyalı Cad. Ulusoy Apt. No: 44/3 Maltepe / İSTANBUL Tel: (0216) 371 17 37 (pbx) Faks: (0216) 371 50 71 www.attistanbul.com Yazışma Adresi: T.C. Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Feyzullah Cad. No: 39 34843 Maltepe / İSTANBUL Tel: (0216) 444 06 20 Faks: (0216) 399 00 60 www.marmarahst.com - www.maltepe.edu.tr İçindekiler Contents Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 KLİNİK ÇALIŞMALAR Küçük Çocuklarda Derin Boyun Enfeksiyonu: 39 Olgunun Retrospektif Analizi......................................... 7 Infections of Deep Neck Spaces in Young Children: Retrospective Analysis of 39 Cases Karaaslan ve Arkadaşları Postterm Gebelikte 3 Yıllık Klinik Sonuçlarımız; Retrospektif Çalışma....................................................... 10 Our Postterm Pregnancy Clinical Outcomes Of 3 Years: A Retrospective Study Alanbay ve Arkadaşları Mc Donald Usulü Serklaj Uygulaması Sonrası 5 Yıllık Klinik Sonuçlarımız ................................................ 15 5 year clinical results: Cervical Cerclage using Mc Donald technique Karaşahin ve Arkadaşları Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Organ Bağışı Konusunda Tutumları .............................................................. 19 Attitudes of Medical Students About Organ Donation Keskin ve Arkadaşları Kolonoskopik Polipektomide Adrenalin Enjeksiyonu Gerekli midir?......................................................... 25 Is Adrenalin Injection Necessary for Colonoscopic Polipectomy? Manukyan ve Arkadaşları OLGU SUNUMU Uterusa Pedinkülle Bağlı Omentum, Mesane Posterioru, Sol Paravesikal Alan ve Batın Ön Duvarından Kanlanan Dev Miyom................................................................................................ 28 A Giant Myoma Which is Attached to the Uterus Through its Peduncle and Receives Blood Supply from Omentum, Posterior Surface of Bladder, Left Paracervical Area and Anterior Abdominal Wall Alanbay ve Arkadaşları Batın Ön Duvar Endometriozisi: Olgu Sunumu............................................................................................ 32 Anterior Abdominal Wall Endometriosis: A Case Report Alanbay ve Arkadaşları Mastoid Kavitede Yabancı Cisim: Olgu Sunumu.......................................................................................... 36 Foreign Body in Mastoid Cavity: Case Report Çiftçi ve Arkadaşları Ultrasonografi Eşliğinde Biyopsi ile Tanı Konulan, İntramural Yerleşimli Atipik Trofoblastik Tümör ........................................................................................ 38 Intramural Atypical Trophoblastic Tumor Diagnosed by Ultrasound Guided Biopsy Alanbay ve Arkadaşları Diyabetik Ayak İle Prezente Olan Medial Kalsifik Skleroz (Mönckeberg): Olgu Sunumu......................... 41 Medial Calcific Sclerosis (Mönckeberg) Case Report: Diabetic Foot Nalbant ve Arkadaşları Nadir Bir İleus Olgusu.................................................................................................................................... 43 Case Report: A Rare Ileus Nalbant ve Arkadaşları Surgical Correction of a Rare Congenital Diaphragmatic Hernia in Adult................................................. 45 Erişkin Yaşta Nadir Görülen Konjenital Diyafragma Hernisinin Cerrahi Tamiri Tezel ve Arkadaşları DERLEME Genitoüriner Enflamasyonlar Prematür Ejakülasyona(PE) Neden Olabilir mi? Yeni Yaklaşımlar............. 48 Can Genitourinary Inflammations Cause Premature Ejeculation? New Approaches in PE Ekici ve Arkadaşları Klinik Çalışmaları Küçük Çocuklarda Derin Boyun Enfeksiyonu: 39 Olgunun Retrospektif Analizi Infections of Deep Neck Spaces in Young Children: Retrospective Analysis of 39 Cases Dr. Ayşe Karaaslan/ Pediatrician in Marmara University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, Istanbul Dr. Kevser Beşbenlİ/ Pediatrician in Maltepe University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, Istanbul Dr. Şenol Cİvelek/ Otorhinolaryngologist in Sisli Etfal Education and Research Hospital, Istanbul Dr. Feyzullah Çetİnkaya/ Pediatrician in Maltepe University Faculty of Medicine, Department of Pediatrics, Istanbul Özet Amaç: Bu çalışmada, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi kliniğinde derin boyun enfeksiyonu tanısı almış olan küçük çocuklar bazı klinik, laboratuar ve prognostik faktörler yönünden incelendi. Yöntem: İki yaşın altında derin boyun enfeksiyonu tanısı almış olan çocuklar etiyoloji ve görüntüleme yöntemlerinin yararı ve antibiyotik rejimlerinin etkinliği yönünden geriye dönük olarak araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya yaşları 1-24 ay (ortalama 11.4±6.2 ay) arasında değişen 39 çocuk alındı, Çocuklarda en sık rastlanan şikayetler huzursuzluk (%100) ve ateş (%97.4) idi. Hastalara intravenöz yoldan ampisin+sulbaktam veya sefazolin + klindamisin kombinasyonu verildi. Hastalardan dokuzuna (%23) cerrahi drenaj uygulandı. Hastalardan yalnızca birinde juguler vende tromboz gelişmesi dışında bütün hastalar tam olarak iyileşti. Sonuç: Erken çocukluk döneminde derin boyun enfeksiyonu olan vakalar en sık huzursuzluk ve ateş şikayetleri ile başvurmakta ve esas olarak etkili bir antibiyotik tedavisi ile tedavi edilebilmektedir. Anahtar kelimeler: infeksiyon, derin boyun, çocuk. INTRODUCTION Infections of the deep neck spaces (IDNS) is still a common entity in children especially in developing countries. Although recent advances in the antimicrobial therapy has reduced the mortality due to IDNS, delay in the diagnosis and treatment of these infections Abstract Objective: In this study, we sought to describe some clinical, laboratory and prognostic features of young children with infections of deep neck spaces (IDNS) in Sisli Etfal Education and Research Hospital. Material and methods: Young children who had had taken the diagnosis of infections of deep neck spaces were retrospectively investigated in terms of etiologies, utility of imaging studies and effectiveness of antibitic regimens. Results: Thirty-nine children aged 1-24 months (mean 11.4±6.2 months) were included into the study. The most common complaints of patients with INDS were restlessness (100%) and fever (97.4%). All patients have taken either ampicillin+sulbactam or cephazoline + clindamycin combination intravenously and nine of them (23%) underwent surgical drainage. Complete resolution was achieved in all patients without any complication except one child with deep vein thrombosis. Conclusion: The cases with deep neck infections in early childhood most commonly admit with the complaints of restlessness and fever and they can be treated essentially with antibiotics. Key words: infection, deep neck, children may lead to severe complications(1) On the other hand, there have been many studies regarding various aspects of IDNS(2); but, to our knowledge, no study focused on the IDNS in children under two years of age and the most appropriate antibiotic regimens in this age group. In this study we retrospectively investigated Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal some characteristics of infections of deep neck spaces in young children. Karaaslan ve Arkadaşları MATERIALS AND METHODS From January 2000 through June 2007 a total of 39 children younger than 24 months of age with the diagnosis of IDNS at the Sisli Etfal Education and Research Hospital, Istanbul were enrolled into the study. History of the illness, clinical presentation, physical examination, radiological findings, laboratory evaluation (such as complete blood counts, C-reactive protein, sedimentation rate, routine biochemical tests, culture results and PPD results), surgical drainage, antibiotic regimen, hospitalization period and complications were taken into the consideration in the study. The following findings were accepted in the favour of deep neck infections: Fever, restlessness, a mass or fluctiation on the neck, hepatomegaly, splenomegaly and lymphadenopathy. In all of the patients neck was investigated with ultrasonography for the localization, presence of abscess formation and number and size of lymph nodes. Blood and pus cultures were taken from all and surgically drained patients. All of the patients had also been seen by an otorhinolaryngolog after hospitalization and began to take either of the following antibiotic regimens intravenously before learning the culture results: ampicillin+sulbactam (100-150 mg/kg/day IV) or cephazoline (150mg/kg/day) + clindamycin (30mg/kg/ day)(4). The patients were followed-up both clinically and radiologically with regular intervals. In addition, complete blood counting, erytrocyte sedimentation rate, CRP and blood cultures were repeated on the third day and USG on the fifth day. 8 Statistical analysis The study data were analyzed with NCSS 2007 software program. Descriptive statistics were provided for the numeric and categorical variables using means, Standard deviations and percent distributions where necessary. Student t-test was used for comparison of groups consisted of independent and Chi-square test to compare percent distributions across levels of nominal variables. A p value less than 0.05 was accepted as statistically significant. RESULTS During the last seven years 39 patients were hospitalized in our hospital with the diagnosis of IDNS. The mean age was 11.4±6.2 months and 23 (59%) of these children were male. The mean period between the occurrence of the first symptoms and admission to the hospital was 4 days. The most common symptoms were restlessness (100%) and fever (97.5%). The swelling was on the right side of the neck in 15 patients (38.5%), on the left side in 19 patients (48.7%) and bilateral in 5 patients (12.8%). Ultrasonography revealed multiple lymphadenopathies in 26 patients (66.7%) and 1-3 lymphadenopathies in 13 patients (33.3%). Fluctuation was found in 8 of patients (20.8%) on the infected neck regions. Laboratory investigation revealed a mean 21788±7756/mm white blood cells with a mean neutrophil count of 13879±6840/mm. Mean erythrocyte sedimentation rate was 61.7±21 mm/h and qualitative CRP measurement was high in all patients. Blood culture results were positive in 5 patients (12.8%) (Gram positive cocci in three patients, meticilline-sensitive Staphylococcus aerius in one patient and non-hemolytic streptococcus in one patient). Abscess was drained in 9 patients (23%) and in five of these patients (55.5%) culture results were positive (Streptococci in three patients and Staphylococci in two). One of the patients developed deep vein thrombosis, and she was referred to cardiothoracic surgery. The mean hospitalization period of the patients was 9.4±3 (5-14) days and there was no significant differences between two group (p<0.05). DISCUSSION Although deep neck infections may follow upper respiratory infections, such as pharyngitis, tonsillitis, sinusitis and cervical adenitis in childhood, many times no etiological factors can be found(3). Another difficulty was the younger age of our patients, which also made difficult to find the primary foci of the infection. The signs and symptoms of IDNS depend upon the particular space or spaces involved and the most common ones are: malaise, fever, anorexia, asymmetry of the neck and associated neck masses or lymphadenopathy, sore throat, dysphagia, limited neck movements and trismus caused by inflammation of the pterygoid muscles (3,5) On the other hand, Craig ve Schunk(6) have shown that clinical picture of IDNS may vary with age in children. For instance, fever, restlessness, malaise, cough and other respiratory symptoms are more common in children under four years of age (as in our patients) contrary to older children in whom typical symptoms predominate. Infection localized most commonly on upper anterior cervical regions of the neck and submandibular area in our patients similar to the patients of Barton et al(7). Since submandibular area and upper anterior cervical regions get most of the lymphatic drainage of the head and neck more than the other regions, they are involved in about 80% of the infections of these regions (8). As seen in our patients, submandibular space has been reported as one of the most commonly Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. REFERENCES Goldstein NA, Hammerschlag MR. Peritonsillar, retropharyngeal, and parapharyngeal abscess. In: Feigin RD, Demler GJ, Cherry JD, Kaplan SL, editors. Textbook of Pediatric Infectious Diseaeses, 5 th ed. Philadelphia: WB Saunders:2004: 178-185. Ungkanont K, Yellon RF, Weissman JL, et al. Head and Neck space infections in infants and children, Otolaryngol. Head Neck Surg. 1995; 112 375-382. Marra S, Hotaling AJ. Deep Neck infections. Am J Otolaryngol 1996;17:287-298. Gal P and Reed MD. Medications. In:Behrman RE, Kliegman RM, Jenson HB (eds). Nelson Textbook of Pediatrics(16th ed.) Philedelphia, PA: WB Saunders Co, 2000:2235-2304. Dodds B, Maniglia AJ. Peritonsillar and neck abscesses in the pediatric age group. Laryngoscope 1988;98:956959. Craig F and Schunk J. Retropharyngeal abscesses in children: clinical presentation, utility of imaging and current management. Pediatrics2003;lll: 1394-1398 Barton LL, Feigin RD. Chilhood cervical lympadenitis: a reapproisal. JPediatr 1974,84:846-852. Butler KM, Baker CJ. Cervical Lympadenitis. in Feigin RJ. Cherry JC(eds) Textbook of Pediatrics Infectious Diseaeses (3rd ed) Vol 1. Philadelphia: WB Saunders Co;1992:220-230. Brook I. Microbiology and management of peritonsillar, retropharyngeal and parapharyngeal abscess. J Oral Maxillofac. Surg 2004:1545-1550. Tom MB, Rice Dh. Presentation and management of neck abscess: a retrospective analysis. Laryngoscope 1988:98:877-880. Parhiscar A, Har-el G. Deep neck abscess: a retrospective review of 210 cases. Ann Otol Rhinol Laryngol 2001:110:1051- 1054. Ariji Y, Gotoh M, Kimura Y5 et al. Odontogenic infection pathway to the submandibular space: imaging assessment. Int J Oral Maxillofac Surg 2002;31:165169. Storoe W, Haug RH, Lillich TT. The changing face of odontogenic infections. J Oral Maxillofac Surg. 2001. 59:739. Larawin V, Naipao J, Dubey SPMS. Head and neck space infections. Otolaryngology-Head and Neck Surgery. 2006; 135, 889-893. Brougton RA, Nonsurgical management of deep neck infections in children. Pediatr Infect Dis 1992;11:14-18 McClay JE, Murray AD, Booth T. Intravenous antibiotic therapy for deep neck abscesses defined by computed tomography. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 2003;129:1207-1212. Plaza Mayor G, Martinez-San Millân J, Martinez-Vidal A. Is conservative treatment of deep neck space infections appropriate? Head Neck. 2001;23:126-133. Kirse DJ, Roberson DW. Surgical management of retropharyngeal space infections in children. Laryngoscope 2001:111:13-1422. Flanary VA, Conley SF. Pediatric deep space neck infections: the Medical College of Wisconsin experience. Int J Pediatr Otorhinolaryngol 1997:38:263-1271. Nagy M, Pizzuto M, Backstrom J, et al. Deep neck infections in children: a new approach to diagnosis and treatment. Laryngoscope 1997 ; 107:1627-1634. Cmejrek RC, Coticchia JM, Arnold JE. Presentation, diagnosis, and management of deep-neck abscesses in infants. Arch Otolaryngol Head Neck Surg. 2002;128:1361-1364. Tan PT, Chang LY, Huang YC, et al. Deep neck infections in children. J Microbiol Immunol Infect.2001;34:287-292. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 infected regions(9-11) and infection can easily spread to neighborhood from here(12). Although most deep neck infections are polybacterial infections caused by both aerobic and anaerobic microorganisms, it is not always possible to document the responsible microorganisms(13) such as in our patients. Deep neck infections should be treated either surgically or nonsurgically just after the correct diagnosis has been established to prevent the bad prognosis (14). Nonsurgical treatment should consist of IV antibiotics that are either empirical, covering grampositive and gram-negative organisms and aerobic and anaerobic bacteria, including beta-lactamase producing organisms, or based on cultures gained from the abscess tissue (15). Antibiotics can be changed according to culture and sensitivity results. Initiation of antibacterial therapy in early stages of the infection may lead to completely healing of the infection without surgery in a selected number of clinically stable children (15,17) like our patients. On the other hand, surgical drainage for patients who do not improve within 48 hours of initiation of broad-spectrum intravenous antibiotic should be thought (18,20) Since culture results in our hospital aren’t satisfactory in such infections we initiate empiric antibiotic regimens before culture results are obtained based on the former culture results and microorganisms resistance patterns. As a results of this practice we got comparable results from both antibiotic combinations except (9) patients who required surgical drainage and one patient with deep vein thrombosis. The number of the patients recovered from IDNS without surgical intervention was higher among our patients than those reported in the literature(21). Deep neck infections that are not correctly and adequately treated, those that extend to other deep neck spaces, and those that are complicated by a delay in diagnosis and treatment are at particular risk of complications (14). The total complication rate due to deep neck infections in children is about 10% and the most common complications are recurrence, thrombosis of the main of jugular vein, rupture of carotid artery, mediastinitis from inferior spread along fascial lines, and suppurative thyroiditis (1,22). As a severe complication, we reported deep vein thrombosis only in one of our patients. In conclusion; Deep neck infections of early childhood may be treated substantially only with antibiotics when the diagnosis is made and treatment is initiated early. In case of the responsible microorganisms can’t be determined, both of ampicillin plus sulbactam and cephazoline plus clindamycin seem to be equally effective. 9 Postterm Gebelikte 3 Yıllık Klinik Sonuçlarımız; Retrospektif Çalışma Our Postterm Pregnancy Clinical Outcomes of 3 Years: A Retrospective Study Dr. İbrahim ALANBAY Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Hakan ÇOKSUER Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Cihangir Mutlu ERCAN Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Emre KARAŞAHİN Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Uğur Keskİn Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Mustafa Öztürk Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Aşkın Evren Güler Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. İskender Başer Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Özet Amaç: Kliniğimizde gün aşımı (postterm) gebelik nedeniyle takip ettiğimiz primigravid ve multipar olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi. Yöntem: Haziran 2007- Eylül 2010 tarihleri arasında gün aşımı (postterm) gebeliği olan 182 olgunun demografik özellikleri, klinik ve obstetrik ultrasonografi bulguları ve tedavi yaklaşımları açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması primigravid ve multiparlarda sırasıyla 26.8±2.7 yıl ve 27.1±2.4 yıl idi. (p>0.05). Primigravid ile multipar grubu ile karşılaştırıldığında amniyotik sıvı indeksi (ASİ), servikal bishop skoru değerlendirmesi, 1.dk ile 5. dk. APGAR skorlaması ve doğum ağırlığı açısından istatistiksel olarak fark saptanmamıştır (p>0.05). Fakat indüksiyon süresi, indüksiyona yanıtsızlık ve sezaryen oranları primigravid olgularda multipar olgulara göre daha yüksek saptanmıştır (p<0.05). Primigravid ve multipar vakalarda, maternal (puerperal infeksiyon, vaginal laserasyon, servikal laserasyon, postpartum hemoraji, rest plasenta) ve perinatal sonuçlar (mekonyum aspirasyonu, Respiratuar Distres Sendromu, asfiksi) açısından istatistiksel fark saptanmamıştır. Sonuç: 41.gebelik haftasından sonra bishop skoru uygun normal doğuma anatomik engeli olmayan primipar olgularlarda indüksiyon süresi, indüksiyon başarısızlık oranları ve sezaryen oranları artmaktadır. Abstract Objective: The retrospective evaluation of primigravidas and multiparas followed up in our clinics for postterm pregnancy. Materials and Methods: The demographic properties, clinical and ultrasonographic findings and treatment approaches of 182 cases postterm pregnancies were evaluated retrospectively between July 2007-September 2010. Results: The median ages of primigravidas and multiparas were 26.8±2.7 years and 27.1±2.4 years retrospectively (p>0.05). The amniotic fluid indices, cervical bishop scores, birth weights, 1 and 5 minutes APGAR scores, and of primigravidas and multiparas were not statistically different (p>0.05). However primigravidas had significantly higher induction periods, unresponsiveness to induction, and cesarean rates than multiparas(p<0.05). Maternal (puerperal infection, vaginal laceration, cervical laceration, postpartum hemorrhage and retained placenta) and perinatal (meconium aspiration, respiratory distress syndrome, asphyxia) outcomes of primigravidas and multiparas were not statistically different. Conclusion: We conclude that after 41st week of pregnancy, there is an increase in the induction periods, induction failure rates and cesarean rates of primiparas who have favorable bishop scores and who apparently have normal anatomy -suitable for vaginal delivery. Anahtar kelimeler: postterm gebelik, maternal sonuçlar, perinatal sonuçlar Key words: postterm pregnancy, maternal and perinatal outcomes Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Gereç ve yöntem Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğinde 2007- 2010 arasında gün aşımı gebelik tanısı alan toplam 182 olgu retrospektif olarak incelendi. Hasta dosyalarındaki anamnez, obstetrik muayene, obstetrik ultrasonografi kayıtları gibi bilgiler toplandı. Olguların yaş, parite, doğum ağırlığı, APGAR skorları, doğum şekli, NST, ultrasonografik bulgular maternal (puerperal enfeksiyon, vajinal laserasyon, servikal laserasyon, postpartum hemoraji, plasental rest varlığı) ve perinatal komplikasyon (mekonyum aspirasyonu, respiratuar distres sendromu (RDS), fetal asfiksi, APGAR 5.dk skor düşüklüğü) oranları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların partogramları ile başlangıç vaginal muayene bulguları (Bishop skorlamasına göre), doğum indüksiyon metodları, indüksiyon süreleri ve indüksiyona başarısızlık oranları primigravid ve multipar olarak ayrılarak kaydedilmiştir. Amniyotik sıvı indeksi(ASİ) 4 kadrandaki fetal ekstremite ve kordon olmayan en derin sıvı ceplerinin dikey eksen uzunluklarının toplamı tekniği ile hesaplanmıştır. Tüm olgulara eylem öncesinde ve eylem esnasında elektronik fetal monitorizasyon uygulanmıştır. Kardiotokografide taşikardi, geç deselarasyon, variyabilite azalması, komplike variyabl deselerasyonlar, uzamış bradikardi varlığı patolojik olarak yorumlanmıştır. Maternal ve fetal komplikasyonların olup olmadığı incelenmiştir. İstatİstİksel ANALİZLER Tanımlayıcı veriler SPSS 15.0 kullanılarak ortalama ± standart sapma veya oran olarak sunulmuştur. Gruplar arasındaki karşılaştırmalar için student -t test ve ki-kare testi kullanılmıştır. P<0.05, istatistiksel olarak anlamlı fark olduğunu göstermektedir. Bulgular Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kadın Hastalıkları ve Doğum kliniğine 182 gün aşımı gebelik olgusu başvurmuştur. Olgularımızın yaş ortalaması primigravid ve multiparlarda sırasıyla 26.8±2.7 yıl ve 27.1±2.4 yıl olup istatistiksel fark yoktur (p>0.05). APGAR 1. ve 5.dakika skorlaması sırasıyla 8.9±1.2, 9.0±0.5 ve 9.24±0.9, 9.3±0.4’dir (p>0.05). Primigravid hastalarda, APGAR 1. dk < 7’ da %8 iken multiparlarda bu oran %7 dir. APGAR 5 dk. < 7’da ise sırası ile %2 ve %0’dır ve her ikisinde de istatistiksel fark saptanmamıştır(p>0.05). ASİ, primigravid ve multiparlarda sırasıyla 9.4±4.3 ve 9.6±4.7’dir (p>0.05). Bishop skoru indüksiyon öncesi primigravidlerde 6.8±0.9 ve multiparda 6.9±0.7’dir (p>0.05). Doğum ağırlığı ortalaması primigravid ve multiparlarda 3534.5±389.0 ve 3617.2±360.4 olup istatistiksel fark yoktur (p>0.05). Doğum ağırlığına göre primigravid ve multipar olgular karşılaştırıldığında, doğum ağırlığı 4000 gr altında olan olgular sırasıyla %72 ve %70, doğum ağırlığı 4000-4500 g olanlar sırasıyla %16 ve 17, doğum ağırlığı 4500 g üstü olan olgular ise sırasıyla %3 ve %4 olup gruplar arasında istatistiksel fark saptanmamıştır (p>0.05). Primigravid olguların %64’ü normal vaginal yolla, %36‘sı ise sezaryen ile Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Gİrİş Gebelik haftası perinatal prognozun en önemli belirleyicisidir. Preterm doğumlar perinatal morbidite ve mortalitenin büyük kısmını oluşturmakla beraber, postterm gebeliklerde de artmış neonatal morbidite ve mortalite vardır. Ayrıca postterm gebelik doğum indüksiyonu kullanılması ile kolayca engellenebilir(1). Postterm gebelik tanım olarak gebeliğin son menstrüal periyodun 1. gününün 42 hafta (294 gün) veya tahmini doğum tarihinin 14 gün geçmesi olarak tanımlanır(2). Amerika Birleşik Devletleri’nde 2005 verilerine göre, gebeliklerin %14’ü 41 haftayı geçerken, 42. haftayı geçen gebeliklerin oranı %6’nın biraz altında olarak bildirilmiştir(3). Gün aşımı gebeliklere yaklaşımda herhangi bir görüş birliği yoktur. Bu gebelere 41-42. haftalarda doğum indüksiyonu uygulanmasını öneren yaklaşıma karşılık, yakın fetal takiple izleme tedavisi önerenler de mevcuttur(4,5). Gün aşımı gebeliklerde, fetal biofizik profil (FBP)’in antepartum fetusun değerlendirilmesinde güvenli bir yöntem olduğu ve umbilikal kord kan gaz değerleri ile yüksek korelasyon gösterdiği kanıtlanmıştır(6,7). FBP uygulaması zor ve zaman alıcı olduğundan geniş hasta gruplarında, rutin bir test olarak kullanılması zorlaşmaktadır. Bu nedenle, modifiye biofizik profili adı altında, NST, fetal solunum, amniotik sıvı volümü ve fetal hareketin çeşitli kombinasyonları üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Özellikle uygulanışının kolay ve prediktif değerinin yüksek olması nedeni ile “NST” ve “Amniotik sıvı volümü” kombinasyonu üzerinde durulmaktadır. Ancak modifiye biofizik profilin yeterliliği ve FBP yerine kullanılabilmesi konusu tartışmalıdır(8,9). İntrauterin fetus için tehlike oluşturabilecek yaşam koşullarının belirlenmesi ve fetusun sağlık durumunun değerlendirilmesi postterm olan olgularda daha da önem taşımaktadır. Gün aşımı gebelerde maternal risk, intrauterin ölüm riski, perinatal asfiksi, omuz distosisi ve neonatal ölüm riski artmıştır(10). Perinatal mortalite 40. haftadan sonra yükselmeye başlamaktadır ve gün aşımı süresi attıkça perinatal mortalite riski de artmaktadır (11). Postterm gebeliklerin anne ve fetus için riskler taşıdığı gösterilmiştir. Bu risklerden biri fetus ölümü olup, bir çalışmada ölü doğum 40. haftada 1/926 iken bu oran 42. haftada 1/769, 43. haftada ise 1/633’e kadar arttığı bildirilmiştir(12). Bu çalışmanın amacı kliniğimizde gün aşımı gebelik tanısı alan hastalarda tanı ve tedavi yaklaşımları açısından verilerin retrospektif olarak değerlendirilmesidir. 11 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal doğum yapmış olup, multipar olguların %93’ü normal vaginal yolla, %7’si ise sezaryen ile doğum yapmıştır. Primigravid olgularda multipar olgulara göre normal doğum oranları düşük, sezaryen oranları yüksek olup istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Olgulara oksitosin ile uygulanan indüksiyon süresi 26.0±7.3 ve 22.3±6.1 saat olup istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). İndüksiyon başarısızlığı sırası primigravid ve multipar olgularda sırasıyla %19 ve %3’dür ve istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Primigravid olguların %26’sında, multiparların ise %25’inde amniyon mayiide mekonyum saptanmış olup istatistiksel fark yoktur (p>0.05). 41-42. hafta arasında doğum yapan olguların oranı, primigravid olgularda %83, multipar olgularda ise %80’dir. 42-43. hafta arasında doğum yapan olguların oranı ise primigravid ve multipar olgularda sırasıyla %17 ve %20 olup, gruplar arasında istatistiksel fark saptanmamıştır(p>0.05) (Tablo 1). Primigravid ve multipar vakalarda, maternal (puerperal infeksiyon, vaginal laserasyon, servikal laserasyon, postpartum hemoraji, rest plasenta) ve perinatal sonuçlar (mekonyum aspirasyonu, respiratuar distres sendro- mu, asfiksi) açısından istatistiksel fark saptanmamıştır (p>0.05) (Tablo 2). Tartışma Gün aşımı olan gebelikler artmış fetal morbidite ve mortalite ile ilişkili olarak hem anneyi hem de izleyen hekimi endişelendiren bir durumdur(13). Bu endişe de hastayı ve hekimi gebeliğin bir an önce sonlandırılmasına yöneltmektedir. Servikal matürasyonun yeterli olmadığı durumlarda oksitosin indüksiyonu başarılı olamamakta ve sezaryen oranı artmaktadır. Geniş hasta serisi üzerinde yapılan bir çalışmada elektronik fetal monitorizasyon (EFM) ile izlenmiş ve perinatal sonuçlarda iyileşme anlamında değişiklik olmadığı gibi sezaryen oranlarında artış saptanmıştır(14). Primigravidlerde postterm doğum ilerlemeyen travay nedeniyle daha yüksek sezaryen oranları ile sonuçlanmaktadır. Postterme giden primigravidlerde artmış uterin disfonksiyon mevcuttur. Uterin disfonksiyon da artmış sezaryen insidansı ile ilişkili olup ve başarısız indüksiyon ile sonuçlanmaktadır(15). Başka bir araştırmada servikal olgunluğu sağlamak için yapılan girişimler sonrası elektif indüksiyon yapılanlarda latent faz ve erken aktif faz Tablo 1: Hastaların demografik özellikleri Primigravid (n=106) Multipar(n=76) Ortalama±SS, % Ortalama±SS, % p Hasta yaşı (yıl) 26.8±2.7 27.1±2.4 NS APGAR 1.dk 8.9±1.2 9.0±0.5 NS APGAR 1.dk <7 (%8 ) (%7) NS APGAR 5.dk 9.24±0.9 9.3 ± 0.4 NS APGAR 5.dk <7 (%2 ) 0 NS ASİ 9.4±4.3 9.6±4.7 NS Bishop skoru 6.8±0.9 6.9±0.7 NS Doğum ağırlığı 3534.5±389.0 3617.2±360.4 NS NS Doğum ağırlığı 4000 gr altı (%72) (%70) Doğum ağırlığı 4000-4500 gr (%16) (%17) Doğum ağırlığı 4500 gr üstü (%3) (%4) Alanbay ve Arkadaşları Doğum şekli 12 VD (%64) (%93) C/S (%36) (%7) <0.001 İndüksiyon süresi (saat) 26.0±7.3 22.3±6.1 <0.001 İndüksiyon başarısız (%19) (%3) <0.001 Mekonyum varlığı (%26) (%25) NS Gestasyonel yaş 41-42 hf gebelik (%83) (%80) 42-43 hf gebelik (%17) (%20) ASI: Amnion sıvı indeksi, NVD: Normal vaginal doğum, C/S: Sezaryen Değerler ortalama ± standart sapma ve yüzde olarak belirtilmiştir. NS Tablo 2: Postterm olgularda maternal ve perinatal sonuçlar Maternal Sonuçlar Primigravid Multipar P (n=106) (n=76) Puerperal İnfeksiyon %1 %1 NS Vaginal Laserasyon %4 %3 NS Servikal Laserasyon %1 %1 NS Postpartum hemoraji %5 %4 NS Rest Plasenta %2 %1 NS Perinatal Sonuçlar Mekonyum aspirasyonu %1 0 NS RDS 0 %1 NS Asfiksi %1 0 NS RDS: Respiratuar Distres Sendrom daha yavaş gözlenmiştir. Bu grup vakaların sezaryen olma riskleri 3,5 kat artmıştır(16). Elektif indüksiyon yapılan primigravidlerde sezaryen riskinin arttığı ve bu riskin artışına hekimin de etkisi olduğu bulunmuştur(17). İndüksiyon yapılan primigravidlerde sezaryen oranları %13.7’den %36’ya kadar yükselme göstermiştir .Gestasyonel yaş ve maternal yaşın artması ile risk daha da artmaktadır(18). Bizim çalışmamızda oksitosin indüksiyonu uygulanan gruptaki gebelerde fetal distrese bağlı sezaryen oranı yüksek olup, oksitosin grubundaki olgularda dozun rutin arttırılması ve NST’de deselerasyon görüldüğünde hemen sezaryen tercih edilmesi, yüksek sezaryen oranının nedeni olabileceği düşünülmüştür. Gebelik süresinin doğru olması postterm gebelik tanısı için kritik öneme sahiptir. Bir çalışmada gebelik süresinin ultrasonografi ile doğrulanması ile ortalama postterm gebelik insidansı %12’den %3’e azaldığını göstermiştir(19). Çünkü kadınlarda oligo-ovulatuvar sikluslar ve gecikmiş ovulasyon daha sık olarak görümekte ve bu olgular son menstrüel periyoda göre daha erken gebelik haftasının hesaplanmasına yol açmaktadır. Yine erken gebelik haftasındaki ultrasonografi ile ikinci trimester ultrasonografisi gebelik süresinin hesaplanmasında postterm gebelik tanısını %13’den %5’e düşürmektedir(20). Travayda mekonyum pasajı, gün aşımı fetüste termdeki bir fetüse göre daha fazladır. Mekonyum pasajının etyolojisi henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Ancak fetal gastrointestinal matürasyon ve intestinal polipeptidler üzerinde durulmuştur(21). Ancak bugün için en çok kabul edilen mekanizma fetal hipoksiye bağlı artmış intestinal peristaltizm artışıdır. Mekonyum pasajı direk fetal asfiksi ile ilişkili olmadığı halde eğer doğumda aspire edilirse peripartum asfiksiye katkıda bulunabilmektedir. Mekonyum aspirasyonu şiddetli kimyasal pnömonitis tablosuna neden olarak hipoksi,hatta ölüme bile yolaçabilmektedir(22). Vokal kordların altında mekonyum bulunması, patolojik NST traseleri, APGAR 5. dk skorunun ≤6 olması mekonyum aspirasyon sendromu için anlamlı risk faktörleri olarak gösterilmektedir(23). Araştırmamızda beklenildiği gibi gestasyonel haftanın artması ile amniyotik mayinin mekonyumla boyanma olasılığı artmıştır ve çalışmamızda primigravid olgularda %26,multipar olgularda %25 oranında amnion mayi mekonyum ile boyanmış olarak saptanmıştır. Ancak hiçbir yenidoğanda mekonyum aspirasyon sendromu tablosu gözlenmemiştir. Miad aşımı gebelikler muhtemelen bozulmuş uteroplasental dolaşım nedeniyle artmış perinatal morbidite ve mortalite oranları ile ilişkilidir. İndüksiyonla müdahale edildiğinden dolayı bu oranlar düşme eğilimindedir. Fakat gebeliğe müdahalenin zamanlaması ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Müdahalesiz bir gebelik takibinde olguların %24’ünde 41.gebelik haftasında, %11’i 42.gebelik haftasında, %5’i ise 43.gebelik haftasında halen doğurmamış olacaktır (24). Diğer taraftan 42. gebelik haftasından sonra ölü doğum iki katına çıkacaktır. Chauhan ve arkadaşlarının çalışmasında oligohidroamnios ile 5.dk APGAR<7 olması arasında ilişki bulunmuştur. Fakat APGAR skorlaması uzun dönem nörolojik prognozla çok zayıf ilişkilidir(25). Diğer taraftan ağır oligohidroamniyos saptanan vakaların %46- 53’ünde fetal asidoz saptamışlardır. Fakat bu çalışmaların hiçbirinde fetal durumun (fetal büyüme kısıtlılığı olup olmadığı) dahil edilip edilmediği açık değildir . İntrauterin gelişme geriliği olan fetuslarda variyabilite azalmasının yaklaşan fetal ölüm için diagnostik olduğunu bildirilmektedir(26). Elektronik fetal monitorizasyonun, intermitan fetal oskültasyona cerebral palsiyi predikte etme veya azaltma bakımından üstünlüğü olmadığı gösterilmiştir(27). Anormal fetal kardiak hız paterninin o sırada oluşan hasardan çok daha önceden oluşmuş, var olan nörolojik anormalliği yansıttığı düşünülmektedir(23). Neonatal ensefalopatisi bulunanlarda, anormal NST paternlerinin daha fazla olduğu görülmekte, diğer taraftan kontrol grubunun da %52’sinde anormal NST paterni bulunmaktadır. Anormal NST traseleri ile risk artmasına rağmen NST spesifitesi iyi değildir(28). Araştırmamızda variyabilitesi azalmış ve geç deselerasyon izlenen gebelerde amniyotik sıvıda mekonyum bulunması durumu daha yüksek tespit edilmiştir. Variyabilitesi azalmış olanlarda APGAR 1.dk ve 5.dk skorları ve ASİ parametreleri açısından fark bulunmamıştır. Sonuç İndüksiyon anne için özellikle primigravidlerde artmış sezaryen oranları, fetus için ise müdaheleli doğum, hipertonik uterin aktivite ve fetal distres ile sonuçlanabilmektedir. 40-41.gebelik haftalarında fetal monitorizasyon ile yakın takip, 41.gebelik haftası ve üzeri hasta gruplarına bishop skoru uygun, normal doğuma ana- Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 13 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal tomik engeli olmayan gebelere indüksiyon ile müdahale edilmesi, primipar olgularlarda başarısızlık oranlarının multiparlara oranla bir miktar daha yüksek olduğunun göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Alanbay ve Arkadaşları 11. 14 12. 13. 14. KAYNAKLAR Aaron B. Caughey, Victoria V. Snegovskikh, Errol R. Norwitz,Postterm Pregnancy: How Can We Improve Outcomes?. Obstetrical and Gynecological survey 2008; 63; 715- 724. American College of Obstetricians and Gynecologists. Management of postterm pregnancy. Washington, DC; ACOG; 2004. ACOG Practice Bulletin No. 55. Martin JA, Hamilton BE, Sutton PD, et al. Births: final data for 2005. Natl Vital Stat Rep 2007; 56:1– 103. Lagrew DC, Freeman RK. Management of postdate pregnancy. Am J Obstet Gynecol. 1986; 154: 8- 13. Sims ME, Walther FJ. Neonatal morbidity and mortality and long-term outcome of postdate infants. Clin Obstet Gynecol. 1989; 32: 285- 293. Manning FA, Snijders R, Harman CR, Nicolaides K, Men- ticoglous S, et al: Fetal biophysical profile score. VI. Correlation with antepartum umbilical venous fetal PH. Am J Obstet Gynecol. 1993; 169: 755-763. Vintzileos AM, Fleming AD, Scorza WE, Wolf EJ, Balducci J, et al: Relationship between fetal biophysical activities and um bilical cord blood gas values. Am J Obstet Gynecol 1991; 165:7 07-13. Eden RD, Seifert LS, Kodack LD, Trofatter KF, Killam AP, et al: A modified biophysical profile for antenatal fetal sur veillance. Obstet Gynecol. 1988; 71: 365-369. Ocak V, Şen C, Madazli R: Is fetal biophysical profile with all parameters needed? J Matem Fetal Invest 1994; 4: 37-41. James D, Steer J,Weiner C, Gonik B.Cesarean Section: High Risk Pregnancy Management Options: 2005 p 1376. R,D Eden, LS Seifert, A Wieneger et al. Prenatal characteristics of uncomplicated postdate pregnancies. Obstet Gynecol. 1987; 69 : 296- 299. Cotzias CS, Paterson-Brown S, Fisk NM. Prospective risk of unexplained stillbirth in singleton pregnancies at term: population based analysis. BMJ 1999; 319: 287– 288. Naeeye Rl. Causes of perinatal mortality excess in prolonged gestation. Am J Epidemiology. 1978; 108: 429- 433. James D, Steer J,Weiner C, Gonik B.Critical Evaluation of Fetal Assesment Methods :High Risk Pregnancy Management Options Philedelphia, 2005, Seunders.: 229- 239. 15. Boyd ME, Usher RH, McLean FH, Kramer MS. Obstetric consequences of postmaturity. Am J Obstet Gynecol. 1988 158: 334- 338. 16. Vahratian A, Zhang J, Troendle JF, Sciscione AC, Hoffman MK. Labor progression and risk of cesarean delivery in electively induced nulliparas. Obstet Gynecol. 2005; 105: 688. 17. Luthy DA, Malmgren JA, Zingheim RW Cesarean delivery after elective induction in nulliparous women: the physician effect. Am J Obstet Gynecol. 2004; 191: 1509- 1510. 18. Heffner LJ, Elkin E, Fretts RC. Impact of labor induction, gestational age, and maternal age on cesarean delivery rates. Obstet Gynecol. 2003; 102: 287- 293. 19. Savitz DA, Terry JW Jr, Dole N, et al. Comparison of pregnancy dating by last menstrual period, ultrasound scanning, and their combination. Am J Obstet Gynecol. 2002; 187: 1660– 1666. 20. Bennett KA, Crane JM, O’Shea P et al. First trimester ultrasound screening is effective in reducing postterm labor induction rates: a randomized controlled trial. Am J Obstet Gynecol 2004; 190: 1077– 1081. 21. Chey WY, Lee KY: Motilin. Clin Gastroenterol. 1980; 9: 645. 22. Me Lain CR: Amniography studies of the gastrointestinal motility of the human fetus. Am J Obstet Gynecol. 1963; 86: 1070. 23. Meydanlı MM, Dilbaz B, Çalışkan S. Risk factors for meconium aspiratiom syndrome in infants born through tick meconium. Int J Gynecol Obstet. 2001: 72; 9-133. 24. James D, Steer J,Weiner C, Gonik B.Prolonged pregnancy: High Risk Pregnancy Management Options: Philedelphia, 2005, Seunders: 13761382. 25. Chauen SP, Sanderson M, Hendrix NW et al. Perinatal outcome and amniotic fluid index in the antepartum and intrapartum. A metaanalysis. Am J Obst&Gynecol 1999; 181:1473-1478. 26. Smith JH, Anand KJ, Cotes PM, Dawes GS, Harkness RA, Howlett TA, et al. Antenatal fetal heart rate variation in relation to the respiratory and metabolic status of the compromised human fetus. Br J Obstet Gynaecol. 1988; 95: 980- 989. 27. Clark SL,Hankins GD. Temporal and demographic trends in cerebral palsy- fact and fiction. Am J Obst Gynecol 2003; 188: 628. 28. Spencer JA, Badawi N, Burton P. The intrapartum CTG prior to neonatal encephalopathy at term:a case-control study. British J Obste Gynecol 1997;104: 25-28. Mc Donald Usulü Serklaj Uygulaması Sonrası 5 Yıllık Klinik Sonuçlarımız 5 year Clinical Results: Cervical Cerclage Using Mc Donald Technique Dr. Emre KARAŞAHİN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Hakan ÇOKSUER/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Cihangir Mutlu ERCAN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Aşkın Evren Güler/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Uğur Keskİn/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. İbrahim ALANBAY/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara.. Dr. Mustafa Öztürk/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. İskender Başer/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Özet Amaç: Servikal serklajın, gebelik sürecine olan etkinliğini ve katkısını değerlendirmek. Yöntem: Ocak 2005 ve Kasım 2010 tarihleri arasında GATA Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D.’de servikal yetmezlik nedeniyle Mc Donald üsulü serklaj uygulanan 38 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Doğum haftaları ile işlem sonrası servikal uzunluk ölçümleri değerlendirildi. Bulgular: Toplam 38 servikal yetmezlikli olgu retrospektif olarak değerlendirildi. 9 vakada (%23) işlem sonrası 48. saatte servikal uzunluk 20 mm’nin altında tespit edilirken, 29 vakada (%77) 20 mm’nin üzerinde saptanmıştır. 24 hafta altında 3 hastada (%8) doğum eylemi gerçekleşirken, 24-34 hafta aralığında 9 hasta (%24), 34-37 hafta aralığında 16 hasta (%42), 37 hafta üzerinde 10 hasta (%26) izlenmiştir. Sonuç: 5 yıllık klinik deneyimimizde servikal serklaj uygulanan hastaların %68 oranında term veya terme yakın doğum yaptığı tespit edilmiştir. Anahtar kelimeler: servikal serklaj, servikal yetmezlik, preterm doğum Abstract Objective: To evaluate the efficiency of cervical cerclage, and its effect on the pregnancy duration. Materials and Methods: We have retrospecively evaluated the outcomes of 38 pregnant women who had been undergone cervical cerclage using Mc Donald technique between January 2005 and November 2010 in Gulhane Military Medical Academy Department Of Obstetrics and Gynecology. The post procedural cervical length measurements and delivery weeks were evaluated. Results: Total 38 cases of cervical insufficiency were evaluated retrospectively. 9 (23%) cases had less than 20 mm cervical length 48 hours after the procedure, while 29 (77%) cases had over 20 mm cervical length 48 hours after the procedure. Whereas 3 (%8) patients delivered before 24 weeks, 9 (%23) patients delivered between 24–34 weeks, 16 (%42) patients delivered between 34–37 weeks and 10 (%26) patients delivered over 37 weeks. Conclusion: Our 5 year clinical experience showed that 68 % of the cervical cerclage patients delivered at term or near term. Key words: cervical cerclage, cervical insufficiency, preterm labor. Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Gİrİş Servikal yetmezlik; serviksin yapısal veya fonksiyonel zayıflığına bağlı olarak, fetüsü terme kadar taşıyamaması olarak tanımlanmaktadır (1). Servikal yetmezlik, 2. trimesterde tekrarlayan ve ağrısız servikal dilatasyonu takiben oluşmuş, geç 2.trimester yada erken 3. trimester gebelik kayıplarına neden olan bir klinik durumdur (2,3,4). İlk defa 1658 yılında Riverius ve arkadaşları servikal yetmezlikten bahsetmişlerdir (5). Spontan abortusların %0.2’sinden, tekrarlayan abortusların %8-15’inden sorumludur (6). Preterm doğumların yaklaşık %10’unundan servikal yetmezlik sorumludur (7). Gerçek servikal yetmezlik insidansı tam bilinmemesine rağmen doğum başına 1/200 ile 1/2000 arasında olduğu düşünülmektedir (8). Servikal yetmezik tanısında en önemli tanı yöntemi anamnez ve klinik muayenedir. Tanıda gebelik öncesinde histerografi, servikal dilatatörler veya kateter balonları kullanılabilir. Gebelikte ise tanıda transvajinal ultrasonografi sıkça kullanılmaktadır. Transvajinal ultrasonografide, servikal kısalma ya da internal os’un huni şeklini almasını tespit etmek servikal yetersizliğin erken teşhisinde oldukça faydalıdır. Servikal yetersizliğin tedavisi cerrahidir ve zayıf serviksin sütürasyon ile güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Öyküye bağlı servikal yetmezlik olası tanısıyla, 1. trimester sonrası yapılan serklaja ‘proflaktik ya da primer servikal serklaj’; ultrasonografik tanıda servikal kısalık saptanması ve buna göre serklaj uygulanmasına ‘terapötik ya da sekonder servikal serklaj ’; ve fetal membranların vajene ilerlemesi olsun veya olmasın, klinik olarak serviksin dilate olması sonrasında uygulanan serklaja ‘acil serklaj ya da ‘tersiyer servikal serklaj’ adı verilmektedir (9). Karaşahin ve Arkadaşları MATERYAL ve METOD Ocak 2005 ve Kasım 2010 tarihleri arasında GATA Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D.’de servikal yetmezlik nedeniyle Mc Donald üsulü serklaj uygulanan 38 olgunun retrospektif olarak doğum haftaları ile işlem sonrası servikal uzunluk ölçümleri değerlendirildi. Servikal yetmezlik tanısı 28 olguda transvajinal ultrasonografi veya klinik muayene ile mevcut gebelikleri esnasında konuldu. 10 hastanın ise önceki gebeliğinde servikal yetmezlik tanısı ile serklaj uygulanması öyküsü mevcuttu. Servikal serklaj işlemi, operasyon salonunda hastalara dorsal litotomi pozisyonu verildikten sonra uygulandı. Vulva-vajen povidon iyot ile temizlendikten sonra genel anestezisi altında 0 numara Mersilen tape ile Mc Donald usulu serklaj işlemi uygulandı. Tüm hastalara serklaj işlemi esnasında intravenöz yolla tek doz 1 gram sefazolin ile profilaksi yapıldı. Tüm vakalara serklaj sonrası bir haftalık süreç içerisinde akşamları kullanılmak üzere klindamisin vajinal krem verildi. Yine taburcu edi16 len hastalara yatak istirahati önerildi. Servikal serklajda kullanılan mersilen, tüm vakalardan spontan doğum eyleminin başlaması, planlı sezaryen seansında veya membran rüptürü sonrasında,özel bir gebelik haftası beklenmeden alındı. Bulgular Çalışmada toplam 38 servikal yetmezlikli olgu değerlendirildi. Hastaların demografik özellikler tablo 1’de verilmiştir. Çalışma vakalarında yaş ortalaması 31.6 ± 4.02 idi. Gravida ve parite ortalama değerleri sırasıyla 2.7 ± 0.9 ve 0.9 ± 0.5’dir. Kabul anında yapılan değerlendirmede vakaların gebelik haftası ortalaması 18.1 ± 3.5 idi. Hastaların alınan anamnezlerinden daha önceki gebeliklerde serklaj ve 2’nin üzerinde abortus öyküsü sırası ile %10 , ve %12 idi. İşlem esnasında transvajinal yolla yapılan servikal değerlendirmede 26 (%68) hastada serviks 20 mm’nin altında tespit edilirken, 7 (%18) hastada funneling izlenmiştir. Bu hastaların 9 (%23)’unda işlem sonrası 48. saatte servikal uzunluk 20 mm’nin altında tespit edilirken, geriye kalan 29 (%77) hastada serviks 20 mm’nin üzerinde saptandı. Doğum haftaları incelendiğinde; 3 (%8) hastada yaşamla bağdaşmayan 24 hafta öncesi doğum eylemi gerçekleşirken, neonatal mortalite ve morbidite riskinin yüksek olduğu 24-34 hafta aralığında 9 (%24) hastada, 34-37 hafta aralığında 16 (%42) hastada, 37 hafta üzerinde 10 (%26) hasta olduğu izlenmiştir. Tüm vakaların doğum sonrası ortalama ağırlıkları 2565 ± 688 gr olarak tespit edilmiştir. 1 olguda işlem sonrası erken membran rüptürü izlendi. Tartışma Servikal yetmezlik ve serklaj 60 yıllık bir klinik pratiğe sahiptir. Teşhis için net kriterlerin olmaması sebebiyle servikal yetmezliğin insidansı tam olarak bilinmemektedir. Bu insidans oranı 1/182’den 1/1842’e kadar oldukça geniş bir yelpaze içinde gösterilmiştir (2,10). Bugün halen en önemli tanı yöntemi geçmiş obstetrik hikayedir. Servikal yetmezliğin nedenleri; konizasyon, loop elektrocerrahi eksizyon işlemleri, gebelik sonlandırması sırasında serviksin aşırı dilate edilmesi veya obstetrik laserasyonlara maruz kalması gibi serviksin travmalarıdır. Ayrıca konjenital müllerian anomaliler, servikal kollajen ve elastinde yetmezlikler ve in utero dietilstilbestrole (DES) maruz kalmada rol oynamaktadır (11,12). Tanıda, klasik servikal yetmezlik; rekürren 2. veya erken 3. trimester fetal kayıp öyküsü, ağrısız servikal dilatasyon, membranların prolapsusu veya rüptürü sonucu immatür bir fetüsün ekspulsiyonu ile konur (10). Gebelik boyunca ultrasonografik teknikleri kullanarak prematür servikal dilatasyonu önceden tespit etmek için, orta düzeyde başarılı çeşitli girişimler olmuştur (13). Iams ve ark. daha önce preterm doğumu veya Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Hastanın özellikleri Bulgular Sayı (n=38)(%) Hasta yaşı (yıl) 31.6±4.02 İşlem sonrası <20mm serviks 9 (%23) Gravida (n) 2.7±0.9 İşlem sonrası >20mm serviks 29(%77) Parite (n) 0.9±0.5 Doğum Haftaları Gebelik haftası (hafta) 18.1±3.5 24 hafta öncesi 3 (%8) Doğum ağırlığı (gr) 2565±688 24-34 hafta arası 9 (%24) Servikal Serklaj Hikâyesi 10(%26) 34-37 hafta arası 16 (%42) 2 ve Üzeri Abortus Öyküsü 12(%32) 37 hafta üzeri 10 (%26) İşlem Öncesi <20mm serviks 26(%68) Funnelling olanlar 7(%18) Değerler ortalama oran olarak belirtilmiştir. Tablo 2: İşlem sonrası servikal uzunluk ve doğum haftaları Tablo 1: Hastaların demografik özellikleri açısından olguların dağılımı. servikal yetmezliği olanlar ile, termde doğum yapan normal kontrol grubundaki kadınların, transvajinal USG kullanarak ölçülen servikal uzunluklarını kesitsel bir çalışmada değerlendirmiştir (7). 20 haftadan önce ultrasonla değerlendirilen 53 kadınla ilgili başka bir çalışmada, kısa servikal uzunluk ya da internal servikal os’un huni şeklini alması ile, erken preterm spontan doğumların ilişkisi bildirilmiştir (14). Ultrasonografi aynı zamanda profilaktik ya da terapötik serklajdan sonra servikal uzunlukta artış olduğunu göstermek için de kullanılmıştır (15). Transvajinal ultrasonografi servikal kısalmayı yada internal os’un huni şeklini almasını tespit etmede oldukça başarılıdır. Son zamanlarda yapılan başka bir çalışmada seri olarak serviks uzunluğunun ölçüldüğü gebelerde 24–28. gebelik haftaları arasında uzunluğun azalması, preterm doğum riski ile ilişkili bulunmuştur (11). Birçok diagnostik testler önerilmesine rağmen, bunların bilimsel önemi çalışmalarla desteklenmemiştir (16-18). Servikal yetmezliğin tedavisinde cerrahi veya cerrahi olmayan yöntemler kullanılmıştır. Yatak istirahati, pesser uygulamaları gibi yöntemlerin başarısı henüz net olarak ortaya konmamıştır (19). Servikal yetmezlik için tedavide standart yaklaşım servikal serklaj uygulanmasıdır. Günümüzde en sık Shirodkar ve Mc Donald teknikleri kullanılmaktadır. Mc Donald’da serviks-forniks bileşkesine purse-string sütürü konulur (20). Shirodkar’da ise önemli olan, sütürün internal os hizasına en yakın konumda atılması, serviksin mesane ve rektumdan diseke edilmesi, sütürün üzerinin mukoza ile örtülmesidir. Sıklıkla polyester, polipropilen sütür materyalleri kullanılır. Hem Mc Donald hemde Shirodkar teknikleri ile %8590’lara varan başarı oranları bildirilmiştir (21). Shirodkar girişimi sıklıkla daha önce Mc Donald serklajı başarısız olanlarda ve yapısal servikal anormalliği olanlarda tercih edilir. Profilaktik serklaj 13–16. haftalar arasında uygulanmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda, servikal serklaj yapılan ve yatak istirahati önerilen hastalardaki sonuçlar, (prematür doğum ve neonatal morbidite) yalnızca yatak istirahatine alınan hastalardan daha başarılı görünmektedir (22,23). Diğer bazı çalışmalarda ise servikal serklaj faydasız bulunmuştur (23,24). Biz de tüm olgularda Mc Donald tekniğini ve mersilen tape kullanarak uygun haftalarda profilaktik serklaj uyguladık. 9 (%24) hasta 24-34 hafta aralığına, 16 (%42) hasta 34-37 hafta aralığına, 10 (%26) hasta 37 hafta üstü gebelik haftasına ulaşmıştır. Serklaja ait başlıca komplikasyonlar: spontan abortus, erken membran rüptürü, koryoamnionit, servikovajinal fistül ve servikal laserasyondur (25). Bizim çalışmamızda erken membran rüptürü 1 hastada, işlem sonrasında gelişmiştir. Hiçbir hastada pelvik enfeksiyon ve koryoamnionit görülmemiş olup, nedeni profilaktik antibiyoterapi uygulanması ve vajenin povidon-iyot solusyonu ile yıkanması olabilir. Sonuç olarak, 3 ve üzerinde uterin kontraksiyon olmadan ağrısız servikal dilatasyonu takiben oluşmuş 2. trimester gebelik kayıpları ve/veya erken doğum olan vakalarda 12. gebelik haftasından itibaren rutin aralıklarla transvajinal ultrasonografi yapılması fetüs için mortalite ve morbidite azaltıcı bir klinik uygulama olabilir. Yine bu hasta diliminde, profilaktik serklaj düşünülmeli, ultrasonografik değerlendirmenin yüksek falsepositive oranlarının olduğu veya düşük bir sensitiviteye sahip olduğu unutulmamalı, mevcut klinik çalışmamızla ilgili prospektif randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Kaynaklar Debby A, Sadan O, Glezerman M, Golan A. Favorable outcome following emergency second trimester cerclage. Int J Obstet Gynecol 2007; 96: 16- 19. 2. Barter HR, Dusbabek J A, Rıva H L, Harks J: Surgical dosure of the incompetent cervix during preg1. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Değerler ortalama ± standart sapma ve oran olarak belirtilmiştir. 17 Karaşahin ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 18 nancy. Am. J Obstet Gynecol 1958; 75:511. 3. Golan A, Barnan R, Wexler S, Langer R, Bukovsky I,Davit MP: Incompetence of the uterine cervix. Obstet Gynecol Survey 1989; 44:96. 4. Scott JR: Spontaneus abortion. (in) Denforth D N,Scott J R (eds): Obstetrıcs and Gynecology 5 th Ed, J B Lippincott Comrany, Philadelphia, 1986; 378. 5. Riverrius L, Culpepper N, Cole A: On barrenness, in: The Practice of Physik, Book 15. London, Peter Cole, 1658, 502. 6. Jewelewicz R. Incompetent cervix. Pathogenesis, diagnosis and treatment. Semin Perinatol 1991; 15: 156- 161. 7. Iams JD, Jhonson FF, Sonek J, Sacks L, Gebaur C, SamuelsP. Cervical incompetence as a continuum: a study of ultrasonographic cervical length and obstetric performance. Am J Obstet Gynecol 1995; 172: 1097- 1106. 8. American College of Obstetricians and Gynecologists Prac¬tice Bulletin No.48. Cervival insuuficiency. Obstet Gynecol 2003; 102: 1091–1099. 9. McDonald IA.Suture of the cervix for inevitable miscariage.J Obstet Gynecol Br Emp 1957; 64: 346- 350. 10. Harger JH. Comparison of success and morbidity in cervical cerclage procedures. Obstet Gynecol 1980; 56: 543–548. 11. Iams JD, Goldenberg RL, Meis PJ, Mercer BM, Moawad A,Das A, et al. The length of the cervix and the risk of spontaneous premature delivery. National Institute of Child Health and Human Development Maternal Fetal Medicine Unit Network. N Engl J Med. 1996;334:567-572. 12. Shellhaas CS, Iams JD. Ambulatory management of preterm labor. Clin Obstet Gynecol. 1998;41:491-502. 13. Michaels WH, Thompson HO, Schreiber FR, Berman JM, Ager J, Olson K. Ultrasound surveillance of the cervix during pregnancy in diethylstilbestrolexposed offspring. Obstet Gynecol 1989; 73: 230–239. 14. Andrews WW, Copper R, Hauth JC, Goldenberg RL, Neely C, Dubard M. Second-trimester cervical ultrasound: Association with increased risk for re- current early spontaneous delivery. Obstet Gynecol 2000; 95: 222-225. 15. Althuisius SM, Dekker GA, van Geijn HP, Hummel P. The effect of therapeutic McDonald cerclage on cervical length assessed by transvaginal ultrasonography. Am J Obstet Gynecol 1999; 180: 366–369. 16. Kiwi R, Neuma MR, Merkatz IR, Selim MA, Lysikiewicz A. Determination of the elastic properties of the cervix. Obstet Gynecol 1988; 71: 568–574. 17. Anthony GS, Calder AA, MacNaughton MC. Cervical resistance in patients with previous spontaneous mid-trimester abortion.Br J Obstet Gynaecol. 1982;89:1046-1049. 18. Rubovits FE, Cooperman NR, Lash AF. Habitual abortion: a radiographic technique to demonstrate the incompetent internal os of the cervix. Am J Obstet Gynecol. 1953; 66:269-280. 19. Newcomer J. Pessaries for the treatment of incompetent cervix and premature delivery. Obstet Gynecol Surv 2000; 55: 443–448. 20. Obido AO, Berghella V, To MS, Rust OA, Althuisius SM, Nicolaides KH. Shirodkar versus McDonald cerclage fort the prevention of preterm birth in women with short cervical length. Am J Perinatol 2007, 24: 55–60. 21. Caspi E, Schneider DF, Mor Z, Langer R, Weinraub Z, Bukovsky I. Cervical internal os cerclage: Description of a new technique and comparison with Shirodkar operation. Am J Perinatol 1990; 7: 347. 22. Novy MJ, Gupta A, Wothe D, Gupta S, Kennedy KA, Gravetth MG. Cervical cerclage in the second trimester of pregnancy: a historical cohort study. Am J Obstet Gynecol. 2001; 184: 1447–1454. 23. Barth WH Jr, Yeomans ER, Hankins GD. Emergent cerclage. Surg Gynecol Obstet 1990; 170: 323– 326. 24. To MS, Alfirevic Z, Heath VCF, et al. Cervical cerclage for prevention of preterm delivery in women with short cervix: Randomised controlled trial. Lancet 2004;363:1849-1852. 25. Charles D, Edwards WR. Infectious complications of cervical cerclage. Am J Obstet Gynecol 1981; 141:1065-1071. Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Organ Bağışı Konusunda Tutumları Attitudes of Medical Students about Organ Donation Dr. Yaşar Keskİn / Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD Dr. Nimet Emel Lülecİ / Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD Dr. Murat Çekİn/ Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü Dr. Egemen Nursoy/ Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri Dr. Burcu Hızal/ Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri Dr. İbrahim Akkurt / Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri Dr. Rıza Yılmaz/ Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri Dr. Ahmet Büyükhatİpoğlu/ Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri Özet Amaç: Tıp fakültesi öğrencilerinin organ bağışı konusundaki tutumlarını ve tutumlarına etki eden faktörleri saptamak. Yöntem: Mayıs 2010’da, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan 224 öğrenciden ulaşılabilen 160’ına (%71. 4) (%56.3’ü erkek, %43.8’i kadın, yaş ortalaması 22.38±2.29) organ bağışı hakkında tutum ve düşüncelerin yer aldığı 25 soruluk bir anket uygulanmıştır. (Anket önce 1.sınıf öğrencilerinden oluşan bir grupta denenerek gerekli düzenlemeler yapılmıştır.) Veriler SPSS 11.5 istatistik programında değerlendirilmiş, ki kare testi ile analizleri yapılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %28. 1’i organ bağışı hakkındaki bilgileri TV-radyodan, %22. 5’i internetten, %35.6’sı okuldan, %13.8’i aile-arkadaştan öğrenmiştir. %7.5’unun organ naklini bekleyen, %23. 8’inin organlarını bağışlayan bir yakını bulunmaktadır. % 85.6’sı Türkiye’de organ nakli bekleyen kaç kişi olduğunu bilmediğini, % 61. 2’si organ bağışı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını ifade etmiştir. Organ nakli bekleyen yakını olanlar ve organlarını bağışlayan yakını olanlar daha çok, organlarını bağışlamaya karar verince nerelere başvurması gerektiğini bilmektedir (%69. 4, %40.7 ve %73.7, %38.8) (p<0.05). Organlarını bağışlayan bir yakını olanlar olmayanlara; şehirde yaşayanlar ilçe ve köyde yaşayanlara göre daha çok, organlarını bağışlamayı düşünmektedir (p<0.05). Organ nakli bekleyen yakını olanlar daha çok, dini yönden organ bağışını uygun Abstract Objective: Exploring the background of attitudes of medical students about organ donation Materials and Methods: A survey was performed with 160 students of Maltepe University Faculty of Medicine, 71. 4% of a total 224 students (we could not contact the others) (%56.3’ü male, %43.8’i female, mean 22.38±2.29) about organ donation. Questionnaire which was first tested with 1st year students and rearranged, had 25 questions. The data were analyzed with SPSS 11.5 statistical software using chi-square test. Results: TV-radio was the source of knowledge on organ donation for 28. 1% of students, internet for 22. 5%, school for 35. 6%, family-friends for 13.8%. 7.5% had relatives who were waiting for a donated organ, 23. 8% had relatives who donated an organ. 85.6% didn’t know how many people were waiting for a donated organ, 61. 2% didn’t have enough knowledge about donation. Students who had relatives waiting for a donated organ and relatives who donated an organ knew more where to apply upon deciding donation (%69. 4, %40. 7 and %73. 7, %38. 8 respectively) (p<0.05). Students who had relatives who donated an organ, and the ones who lived in cities rather than smaller places thought more about donation (p<0.05). Students who had relatives waiting for a donated organ, more than others, found donation a religiously permissible act Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Dr. Mehmet Köseoğlu/ Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İntern öğrencileri 19 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal bulmaktadır (p<0.05). Organlarını bağışlayan bir yakını olanlar daha çok, organ bağışlamaktadır (p<0.05). Sonuçlar: Organ bağışı konusunda her kesime yönelik yeterli ve doğru bilgilendirme yapılmalı, organ bağışı konusunda öne çıkan çekinceleri gidermeye yönelik çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Anahtar kelimeler: organ bağışı, doku bağışı, tıp fakültesi öğrencileri Keskin ve Arkadaşları GİRİŞ Organ nakli, vücutta görevini yapamayan bir organın yerine canlı veya ölü bir vericiden alınan sağlam bir doku veya organın nakledilmesidir. Bu işlem birçok kronik organ hastalığında uygulanan rutin, geçerli ve ileri bir tedavi yöntemi olarak kabul görmektedir (1-3). Günümüzde kalp, akciğer, karaciğer, böbrek, pankreas, ince bağırsak, kemik iliği, kan, deri ve kornea nakli gerçekleştirilebilmektedir. Organ naklinin en önemli aşamalarından birisi nakledilecek organın teminidir (2-5). Organ nakillerinde kaynak (verici, donör) canlı veya ölü (kadavra) olabilir (4). Ülkemizde organ naklinde kullanılacak organ büyük oranda hastanın yakınları tarafından yapılan organ bağışıyla temin edilmektedir (5). Asya ve Ortadoğu ülkelerine benzer şekilde ülkemizde de nakil için kadavra organı yeterince temin edilememekte ve bu durum nakledilecek organ ihtiyacı ile temini arasındaki açığın gittikçe büyümesine neden olmaktadır (2,6). Ülkemizde yapılan organ nakillerinin yaklaşık %75’i sağlıklı kişilerden alınan organlarla gerçekleşirken, Avrupa ülkelerinde nakillerin %80’inden fazlası kadavradan alınan organlarla yapılmaktadır (7-9). Organ bağışı, ‘bir milyon nüfusa düşen kadavra donör’ ile değerlendirilmektedir. Bu oran İspanya’da 33.6, Belçika’da 25.2, Kanada’da 14.1, Fransa’da 16.2, Yunanistan’da 4.5, ülkemizde ise 2.2’dir (9,10). Bazı ülkelerde dini veya kültürel yaklaşımlar ölünün vücut bütünlüğünü bozmayı uygun görmediğinden organ bağışı daha çok aralarında kan bağı olan kişiler arasında gerçekleştirilmekte, akrabalar arasında uygun verici bulunmadığı durumlarda ücret karşılığı başkalarından organ bulunmaya çalışılmaktadır (8,9). Para karşılığı organ temini uluslararası düzenlemelerle yasaklanmış olmakla birlikte toplumların ahlaki, sosyal ve ekonomik koşulları bu konuda belirleyici rol oynamaktadır (9). Özellikle ekonomik nedenler, organ bağışı ve organ temininin bir sağlık sorunu olmaktan çıkıp ticari bir konu haline gelmesine neden olmakta ve yoksul kişiler ulusal ve uluslararası alanda ucuz organ kaynağı haline dönüşebilmektedir (8). Bu durumun önlenmesi için öngörülen ve yaygın kabul gören çözüm, kadavra 20 organlarının etik ilkeler ve bilimsel gelişmeler doğrultu- (p<0.05). Students who had relatives who donated an organ, donated more, their organs (p<0.05). Conclusions: People must be given enough knowledge about donation through any medium. The psychological barriers for donation must be overcome. Key words: organ donation, tissue donation, medical students sunda kullanımıdır (11). Bununla birlikte tıbbi etik konusunda çalışan kişiler arasında da görüş ayrılıkları vardır. Bazı uzmanlar “vücut ve organların kişilerin kendi tasarrufları altında olduğunu ve organlarını/dokularını isterlerse satabileceklerini” savunurken, karşı görüşteki grup “insanların araç olarak görülemeyeceğini, her yaşamın diğer yaşamlar kadar değerli olduğunu ve yukarıdaki görüşün suistimallere açık olduğunu” ileri sürmektedir (12-14). Organ bekleyen hastanın toplumsal, siyasi ve ekonomik konumu, nakil işlemindeki başarı olasılığı gibi konular da organ bağışı ve nakli konusunu etkileyen faktörlerdir (15). Çalışmanın amacı, ileride toplumun sağlıkla ilgili davranışlarında etkili olacak tıp fakültesi öğrencilerinin organ bağışı konusundaki tutumlarını ve tutumlarına etki eden faktörleri saptamaktır. Gereç ve Yöntem 2010 yılı mayıs ayı içinde gerçekleştirilen kesitsel tipte çalışmada, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesinde okuyan 224 öğrenciden ulaşılabilen 160’ına (%71. 4), demografik bilgiler ve organ bağışı hakkında tutum ve düşüncelerle ilgili 25 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. Anket önce Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi birinci sınıf öğrencilerinden oluşan bir grupta denenmiş ve gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra tüm öğrencilere gözlem altında uygulanmıştır. Veriler bilgisayar ortamına aktarılarak, Statistical Package for the Social Sciences (SPSS) for Windows 11. 5 yazılımı aracılığı ile analiz edilmiştir. Sonuçlar yüzde olarak belirtilmiş, istatistik analiz yöntemi olarak kikare testi kullanılmıştır. Bulgular Ankete katılan öğrencilerin %56. 3’ü erkek, %43. 8’i kadın olup yaş ortalamaları 22.38±2.29’dır. Organlarını bağışlamayı düşünenlerin %7. 8’i bunu dini inancımdan dolayı, %73. 2’si başkalarının hayatını kurtarmak için, %9. 5’i ölümsüzleşmek için, %9. 5’i ileride kendi ihtiyacı da olabileceği için düşündüğünü belirtmiştir. Organlarını bağışlamayı düşünmeyenlerin %40. 0’ı korktuğu için, %20. 0’ı dini inancımdan do- Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal layı, %11. 4’ü doktorlara güvenmediği için, %28. 6’sı cesede eziyet saydığı için düşünmediğini belirtmiştir. Katılımcıların %61.9’u dini yönden organ bağışını uygun bulduğunu, %90. 0’ı organlarını bağışlamadığını, %75.0’i tıp fakültesine başlayınca organ bağışı hakkında fikrinin değişmediğini, %83. 1 ’i organ naklinin insanlık için gerekli ve uygun bir davranış olduğunu, %53. 1’i organlarını bağışlamaya karar verince nerelere başvurması gerektiğini bilmediğini, %78. 8’i organ nakillerinin etkili bir tedavi yöntemi olduğunu düşündüğünü söylemiştir. Yakınlarında organ nakli alıcı/verici olanlar olmayanlardan, yakınlarında organ bağışlayan bulunanlar bulunmayanlardan daha fazla organlarını bağışlamaya karar verince nerelere başvurması gerektiğini bilmektedir (p<0.05). (Tablo 1) Ailesinin aylık gelir düzeyi 3000-5000 TL olanlar, diğerlerinden; yakınlarında organ nakli bekleyen bulunanlar, bulunmayanlardan; yakınlarında organ bağışlayan bulunanlar, bulunmayanlardan daha fazla Türkiye’de organ nakli bekleyen kaç kişi olduğunu bildiğini ifade etmiştir (p<0.05). (Tablo 2) Yakınlarında organ bağışı yapmış bulunanlar bulunmayanlardan daha yüksek oranda, annesi lise mezunu olanlar, ilköğretim ve üniversite mezunu olanlardan daha az oranda organ bağışı hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ifade etmişlerdir (p<0.05). (Tablo 3) Yakınlarında organ bağışı yapmış bulunanlar bulun- Tablo 1: Öğrencilerin organ bağışlamak için nerelere başvurmak gerektiğini bilme durumu Organlarınızı bağışlamaya karar verince nerelere başvurmanız gerektiğini biliyor musunuz? Evet Hayır n (sayı) n (sayı) % (yüzde) Toplam %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) Yakınınızda organ nakli alıcı/verici var mı? Evet 25 69.4 11 30.6 36 100.0 Hayır 50 40.7 73 59.3 123 100. π2 = 9.266 p = 0.002* df = 1 Organlarınızı bağışlamaya karar verince nerelere başvurmanız gerektiğini biliyor musunuz? Yakınınızda organlarını bağışlayan var mı? Evet 28 73.7 10 26.3 38 100.0 Hayır 47 38.8 74 61.2 121 100.0 π2 = 14.087 p = 0.000* df = 1 *p<0.05 Tablo 2: Öğrencilerin Türkiye’de organ nakli bekleyen kişi sayısını bilme durumu Türkiye’de organ nakli bekleyen kaç kişi olduğunu biliyor musunuz? Evet Hayır n (sayı) n (sayı) % (yüzde) Toplam %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) 3000 altı 3 7.5 37 28.12 40 100.00 3000-5000 12 25.0 36 21.87 48 100.00 5000 üzeri 8 11.1 64 37.50 72 100.00 π2 = 6.562 p = 0.038* df = 1 Yakınınızda organ naklini bekleyen biri var mı? Evet 6 50.0 6 50.0 12 100.00 Hayır 17 11.5 131 88.5 148 100.00 π2 = 13.376 p = 0.000* df = 1 Yakınınızda organlarını bağışlayan var mı? Evet 12 31.6 26 68.4 38 100.00 Hayır 11 9.0 111 91.0 122 100.00 π2 = 11.984 *p<0.05 p = 0.001* df = 1 Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Aylık Gelir 21 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal mayanlardan, ilde ikamet edenler köy-kasaba-ilçede ikamet edenlerden daha yüksek oranda organlarını bağışlamayı düşündüklerini ifade etmişlerdir (p<0.05). (Tablo 4) Babası ilköğretim mezunu olanların %50. 0’sinin dini yönden organ bağışını uygun bulma konusunda fikirleri yokken, babası lise mezunlarının %66. 7’si, üniversite mezunlarının %66.1’i organ bağışını dini yönden uygun bulmaktadır. Yakınlarında organ nakli alıcısı/ vericisi olanlar olmayanlardan daha fazla organ bağışını dini yönden uygun bulmaktadır (p<0.05). (Tablo 5) Yakınlarında organ bağışı yapmış olanların varlığı organ bağışını artırmaktadır (p<0.05). (Tablo 6) Organ bağışı hakkında yeterli bilgiye sahip olup olmamakla, yakınlarında organ bağışı bekleyenlerin olup olmaması, yakınlarında organ nakli alıcısı veya vericisinin bulunup bulunmaması arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Organlarını bağışlamayı düşünmekle, yaş, annenin eğitim durumu, babanın eğitim durumu, yeterli bilgiye sahip olup olmama, aylık gelir düzeyi, yakınlarında organ nakli bekleyen birinin olup olmaması, yakınlarında organ nakli alıcı veya vericisinin olup olmaması arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Dini yönden organ bağışını uygun bulup bulmama ile yaş, annenin eğitim durumu, yeterli bilgiye sahip olup olmama, aylık gelir düzeyi, ikametgah bölgesi, yakınlarında organ nakli bekleyen birinin olup olmaması arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Organlarını bağışlamakla, yaş, annenin eğitim durumu, babanın eğitim durumu, yeterli bilgiye sahip olup olmama, ikametgah bölgesi, yakınlarında organ nakli bekleyen birinin olup olmaması, yakınlarında organ nakli alıcı veya vericisinin olup olmaması arasında anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Tablo 3: Öğrencilerin organ bağışı hakkında yeterli bilgileri olduğunu düşünme durumu Organ bağışı hakkında yeterli bilgiye sahip misiniz? Evet Hayır n (sayı) n (sayı) % (yüzde) Toplam %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) Annenin eğitim durumu İlköğretim 20 40.0 30 60.0 50 100.00 Lise 11 24.4 34 75.6 45 100.00 Üniversite 31 39.0 33 61.0 64 100.00 π2 = 6.425 p = 0.040* df = 2 Yakınınızda organlarını bağışlayan var mı? Evet 22 57.9 16 42.1 38 100.00 Hayır 40 33.1 81 66.9 121 100.00 π2 = 7.499 p = 0.006* df = 1 *p<0.05 Tablo 4: Öğrencilerin organlarını bağışlamayı düşünme durumu Organlarınızı bağışlamayı düşünüyor musunuz? Evet Hayır n (sayı) % (yüzde) n (sayı) Fikrim Yok %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) Toplam n (sayı) %(yüzde) Keskin ve Arkadaşları İkamet 22 π2 = 6.750 Köy Kasaba İlçe 8 25.8 12 38.7 11 35.5 100.00 İl 43.3 23 18.1 49 38.6 100.00 p = 0.034* 55 df = 2 Yakınlarınızda organlarını bağışlayan var mı? Evet Hayır π2 = 7.262 *p<0.05 p = 0.026* 20 55.6 9 25.0 7 19.4 100.00 43 35.2 26 21.3 53 43.4 100.00 df = 2 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Tablo 5: Öğrencilerin dini yönden organ bağışını uygun bulma durumu Dini yönden organ bağışını uygun buluyor musunuz? Evet Hayır n (sayı) % (yüzde) n (sayı) Fikrim Yok %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) Toplam n (sayı) %(yüzde) Babanın eğitim durumu İlköğretim 6 30.0 4 20.0 10 50.0 20 100.00 Lise 18 66.7 3 11.1 6 22.2 27 100.00 Üniversite 74 66.1 9 8.0 29 25.9 112 100.00 π2 = 10.075 p = 0.039* df = 4 Yakınınızda organ nakli alıcı/verici var mı? Evet 16 44.4 8 22.2 12 33.3 26 100.00 Hayır 82 66.7 8 6.5 33 26.8 123 100.00 π2 = 9.485 p = 0.009* df = 2 *p<0.05 Tablo 6: Öğrencilerin organlarını bağışlama durumu Organlarınızı bağışladınız mı? Evet Hayır n (sayı) % (yüzde) n (sayı) Toplam %(yüzde) n (sayı) %(yüzde) Yakınınızda organlarını bağışlayan var mı? Evet 7 18.9 30 81.1 37 100 Hayır 9 7.4 113 92.6 122 100 π2 = 4.179 p = 0.041* df = 1 Tartışma Organ bağışlarını arttırabilmek için halkın bu konudaki yetersiz bilgisini ve olumsuz tutumunu gidermek, toplumda bu alanda oluşmuş engelleri aşmak gerekmektedir. Nakledilecek organ bulma konusundaki gelişmelerin, organ ve doku nakli konusundaki tıbbi, teknolojik ve hukuki gelişmelerle paralellik göstermediği açıktır (22). Bu sorun, çeşitli faktörlere bağlı olmakla beraber temelde kişilerin konu hakkındaki bilgi düzeylerindeki eksikliğe ve hatta yanlış bilgilerine bağlanabilir. Hekimlerin bu konuda bilgili olmaları halkı aydınlatmaları açısından çok önemlidir. Çalışmaya katılan Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin %39. 4’ü organlarını bağışlamak istediklerini belirtmişlerdir. Başka bir tıp fakültesinin öğrencileri ile yapılan bir çalışmada %71’inin, hemşirelik öğrencileri ile yapılan bir çalışmada ise %96’sının organ bağışlamaya istekli olduğu saptanmıştır. İsveç’te beyin cerrahı, anestezist, nörologlar ile yapılan bir çalışmada büyük çoğunluğu ölümlerinden sonra organlarını vermeye istekli olduklarını, Brezilya’da yoğun bakımda çalışan hekimler ile yapılan bir çalışmada ise %97. 7’si organ bağışlamaya istekli olduklarını belirtmişlerdir (9). Trabzon’da halkın %62. 8’inin, Bursa’da %50.5’inin, Çin’de %70’inin, Hong Kong’da %60.3’ünün organ bağışlamaya istekli olduğu görülmüştür (16,18,22). Çalışmamızda incelenen grubun organ bağışında bulunma istekleri diğer çalışmalarda elde edilen değerlere göre düşüktür. Organ bağışı isteği açısından yaşlar arasında anlamlı bir fark yoktur. Erciyes Üniversitesi’ndeki tıp öğrencileri ile yapılan çalışmada benzer sonuçlar bulunmuş; öğrencilerin %48. 5’u organ bağışında bulunmak isterse ne yapacağını bildiğini söylemiştir (17). Tıp fakültesi öğrencileri ile yapılan bir başka çalışmada öğrencilerin organ bağışının yasal yönleri hakkında çok az bilgiye sahip oldukları görülmüştür (22). Çalışmamızda, organ bağışı hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını söyleyenlerin oranı %39. 4’tür. Bu çalışmada organ bağışı konusunda yeterli bilgiye sahip olmayanların oranı %60.6 bulunurken bir diğer çalışmada hekim adaylarının %66.0’ı organ bağışı konusundaki bilgilerinin yeterli olmadığına inanıyordu Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 *p<0.05 23 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal (22). Organ nakli konusundaki bilgi arttıkça organ bağışlama oranı artmaktaydı. Bir üniversitenin psikoloji bölümü ile yapılan çalışmada organ bağışlamaya istekli olan kişilerin bu konudaki bilgilerinin isteksiz olanlara göre daha fazla olduğu saptanmıştır (21). Bu da organ bağışı konusundaki eğitimin önemli olduğunu göstermektedir. Organ bağışı konusunda katılımcıların öncelikli çekincelerinin korku olduğu (%8.1) gözlenmiştir. Yaklaşık 15 yıl önce yapılan bir çalışmada (18) saptanan ‘vücut bütünlüğünün bozulması’ korkusu, aradan geçen süre içinde konuyla ilgili toplum eğitimine yeterince önem verilmediğinin göstergesi olarak kabul edilebilir. Önemli olan diğer bir konu da katılımcıların organ bağışını sağlıklı iken yapacaklarını düşünmeleri, beyin ölümü gerçekleştikten sonraki “kadavradan bağış” durumunu dikkate almamalarıdır (18,22). Ülkemizdeki organ bağışlarının yaklaşık %75’inin sağlıklı kişilerden yapıldığı dikkate alındığında katılımcıların durumunun bunu yansıttığı görülmektedir (7). Katılımcıların %78. 1’i organ bağışının etkili bir tedavi yöntemi olduğunu ifade ederken, %39. 4’u organ bağışında bulunmak istediğini belirtmiştir. Buna göre, katılımcıların büyük bir kısmının kendileri istekli olmasa da, birilerinin organ bağışında bulunması gerektiğini kavradıkları söylenebilir. Organ bağışı konusunda toplumun her kesimine yönelik eğitim faaliyetleri yapılmalı ve gönüllülüğün esas olduğunu unutmadan çekinceleri gidermeye yönelik çalışmalar gerçekleştirilmelidir (20, 21,22). 1. 2. 3. Keskin ve Arkadaşları 4. 24 5. 6. 7. Kaynaklar Demirhan EA. Organ Aktarmaları. Tıbbi Deontoloji ve Genel Tıp Tarihi. Bursa, Güneş ve Nobel Yayınları, 1996;9-117. Yılmaz Z. Hastanelerde Organ ve Doku Bağışı Hizmetleri. Erciyes Üniversitesi Yayınları, No:57. Kayseri, 1993. Edirne T. Türkiye’de organ ve doku nakli uygulamaları: Sonuçları ve strateji önerileri. Türkiye Klinikleri J Med Sci 2004;24: 261-266. Kutlay N. Yaşayanla yaşayan - etik açıdan organ ve doku aktarımı. Türkiye Organ Nakli Derneği II. Bilimsel Transplantasyon Kongresi. 1994, Ankara, 245-255. Türk Nefroloji Derneği. Türkiye’de nefroloji-dializ ve Transplantasyon. No:5, s.38, 1991. Woo KT. Social and cultural aspects of organ donotion in Asia. Ann Acad Med Singapore 1992;21: 421-427. Canlı mı, kadavra mı? http://www.ntvmsnbc.com/ news/399908.asp (Erişim tarihi: 06 Mayıs 2007). 8. Naçar M, Çetinkaya F, Kanyılmaz D, Tokgöz B, Utaş C. Hekim adaylarının organ nakline bakış açıları. Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Derg 2001;10: 123-128. 9. Özdağ N. Organ nakli ve bağışına toplumun bakışı. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokulu Derg 2001;5: 4655. 10. http://www.ankarahaber.com/haber_detay. php?id=4600 (Erişim tarihi: 06 Mayıs 2007). 11. Abona GM. Moral, ethical and medical values sacrificed by commercialization in human organs. In: Abouna GM, Kumar MSA, White AG (ed), Organ Transplantation. 1990. Kluwer Academic Publishers, 545-553. 12. Evans RW. The Socioeconomics of organ transplantation. Transplantation Proceedings 1985;17: 129-136. 13. Gillon R. Transplantation and ethics. In: Thomasma DC and Kushner T (ed), Birth to Death: Science and Bioethics. 1996. Cambridge University Press, 112-117. 14. Monaca AP. Comment: A transplant surgeon’s view on social factors in organ transplantation. Transplantation Proceedings.1998;21:3403-3406. 15. Sharples LD, Roberts M, Parameshwar J, Schofield PM, Wallwork J, Large SR. Heart transplantation in the United Kingdom: Who waits longest and why. J Heart Lung Transplant 1995;14:236-234. 16. Bölükbaş N, Eyüpoğlu A, Kurt P. Organ bağışı hakkında üniversite öğrencilerinin düşünceleri. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Derg 2004;21: 73-77. 17. Bilgel N, İrgil C, Özen Y, Beyhan E, Çağlayan H, Bilgel H. Sağlık personeli ve tıp öğrencilerinin organ bağışı, nakli ve beyin ölümü hakkındaki bilgi ve tutumları. Ulusal Cerrahi Derg 1994;10: 301306. 18. Bilgel H, Bilgel N, Okan N, Kılıçturgay S, Özen Y, Korun N. Toplumun organ bağışı karşısındaki tutumu. Ulusal Cerrahi Derg 1992;8: 64-68. 19. Sanner M. A comparison of public attitudes toward autopsy, organ donation, and anatomic dissection. A Swedish survey. JAMA 1994;271:284288. 20. Council on Ethical and Judicial Affairs, American Medical Association. Strategies for cadaveric organ procurement: mandated choice and presumed consent. JAMA 1994; 272: 809-912. 21. Davis RM. Meeting the demand for donor organs in the US. BMJ 1999;319:1382-1383. 22. Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi, Official Journal of the Turkish Society of Nephrology 2001;10(2):123-128. Kolonoskopik Polipektomide Adrenalin Enjeksiyonu Gerekli midir? Is Adrenalin Injection Necessary for Colonoscopic Polipectomy? Dr. Manuk N Manukyan/ Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Dr. Uğur Devecİ/ Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Oya Uygur Bayramİçlİ/ Maltepe Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Dr. Melih Özel/ Maltepe Üniversitesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Dr. Abut Kebudİ/ Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Dr. Melda Oltulu/ Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Dr. Kağan Gökçe/ Maltepe Üniversitesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Özet Amaç: Çalışmamızın amacı snear kullanılarak yapılacak rezeksiyon öncesi polip tabanına adrenalin enjeksiyonunun gerekliliğini ortaya koymaktır. Yöntem: Hastalar iki grupta toplam 24’er hasta olacak şekilde randomize edildi. Birinci gruptaki hastalara rezeksiyon sadece snear ile 50 watt ayarlı koter yardımı ile gerçekleştirildi. İkinci gruptaki hastalara ise kolon sapına izotonik ile 1/10 sulandırılmış adrenalin enjeksiyonu sonrası polipektomi gerçekleştirildi. Bulgular: Her iki grupta da işlem sonrası takipte klinik olarak anlamlı kanamaya rastlanmadı.Adrenalin enjeksiyonu yapılmadan polipektomi uygulanan grupta bir hastaya sapta kanama sebebi ile aynı seansta kanama odağı koterizasyonu yapıldı. Hastalarda adrenalin enjeksiyonuna bağlı olarak vital bulgularda herhangi bir patoloji saptanmadı. Sonuç: Polipektomi öncesi saplı poliplerin tabanına adrenalin enjeksiyonu güvenilir bir yöntemdir ancak enjeksiyon yapılmadan da güvenle polipektomi işlemi gerçekleştirilebilir. Anahtar kelimeler: polipektomi, adrenalin, komplikasyon. GİRİŞ Kolon Polipleri tanım olarak kolon mukozasından lümene doğru gelişen kabarıklıkları ifade eder. Asemptomatik olabilmekle beraber rektal kanama, karın ağrısı ya da çok büyümesi halinde intestinal obstrüksiyona neden olabilirler. Kolorektal kanserlerin neredeyse tüme SUMMARY Objective: The aim of our study is to evaluate the need of adrenalin injection to the base of colonic polyps before performing polypectomy by using snear. Materials and Methods: The patients were randomized to two groups consisting of 24 patients in each. In one group polypectomy was performed by using a snear and cautery adjusted to 50 watt. İn the other group adrenalin diluated 1/10 was injected to the base of the polyp before polipectomy. Results: In one patient, polipectomy performed without adrenalin injection; bleeding had to be controlled by cauterization during the procedure. In both groups no clinically significant bleeding was detected afterwards. No problem was observed due to adrenalin injection and the vital signs of the patients were all normal. Conclusion: Adrenalin injection to the base of polyps before polipectomy is a safe procedure but a secure polipectomy also can be performed without adrenalin injection. Key words: polipectomy, adrenalin, complication yakını önceden var olan benign karakterdeki adenomatöz poliplerden köken alır (1). Kolonoskopi sık olmamasına rağmen ağır, ölümcül komplikasyonlara da sebep olabilen invaziv bir işlemdir. Terapötik kolonoskopinin komplikasyonları arasında en korkulanlar kanama ve delinmedir. Polipektomi sonra- Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal sı kanama %2 sıklıkta görülür (2,3). Kanamanın ana nedeni polipin tabanındaki damarların yetersiz koagülasyonu veya koagülasyon akımı ile ülser oluşmasıdır. Antikoagülan kullanımı gibi altta yatan koagülasyon bozukluğu olanlarda kanamalar için yükselmiş risk olabilir. Elektrocerrahi kullanımı gerektiren tekniklerde kanama ve perforasyon riski yüksektir (4,5). Polipektomi sonrası kanama riskini azaltmak için birçok teknik geliştirilmiştir. İşlem öncesi polip tabanına adrenalin enjeksiyonu da bunlardan biridir. Çalışmamızın amacı snear kullanılarak saplı poliplerde yapılacak rezeksiyon öncesi polip tabanına adrenalin enjeksiyonunun gerekliliğini ortaya koymaktır. GEREÇ VE YÖNTEM Ocak 2009-Ocak 2011 tarihleri arasında kolonoskopik incelemeleri sırasında saplı polip tespit edilen hastalar iki grupta toplam 24’er kişi olacak şekilde randomize edildi. Kolonokopik inceleme sırasında saplı polip tespit edilen ve daha önceden onam formu imzalatılmış olan hastaların polipleri aynı işlem sırasında, kan sulandırıcı ilaç kullanan hastalarda ise ilacın kesilmesi ve kanama pıhtılaşma parametrelerinin normale dönmesini takiben ikinci bir işlem sırasında rezeke edildi. Birinci gruptaki hastalarda tespit edilen 29 polip sadece snear ile 50 watt ayarlı koter yardımı ile rezeke edildi. İkinci gruptaki hastalara ise kolon sapına izotonik ile 1/10 sulandırılmış adrenalin enjeksiyonu sonrası 31 polipektomi gerçekleştirildi. İşlem sırasında tüm hastalar monitörize edildi. BULGULAR Hiçbir hastada kolonoskopi işlemine bağlı bir komplikasyon gelişmedi. Her iki grupta da işlem sonrası takipte klinik olarak anlamlı kanamaya rastlanmadı. Adrenalin enjeksiyonu yapılmadan polipektomi uygulanan grupta bir hastaya sapta kanama sebebi ile aynı seansta kanama odağı koterizasyonu yapıldı. Hastalarda adrenalin enjeksiyonuna bağlı olarak vital bulgularda herhangi bir patoloji gelişimi saptanmadı. Manukyan ve Arkadaşları TARTIŞMA Kolonoskopik polipektomi 1970li yıllarda tanımlanmış ve popülaritesi hızla artmış olan bir yöntemdir(6,7). Snare polipektomide endoskopik snare ile sapından çepeçevre yakalanan polip, uygulanan elektrokoagülasyon akımı ile kesilir ve daha sonra değişik aletlerle tutularak kolon dışına alınır. Doğal olarak en etkin uygulanabildiği polipler saplı poliplerdir. Yeterli sapı bulunmayan poliplerde de uygulanması mümkündür. Bu durumda submukozaya serum fizyolojik veya serum fizyolojik ile seyreltilmiş adrenalin çözeltisi injekte edilerek polip kabartılır ve bu şekilde snare ile tutulabilecek bir 26 çıkıntı elde edilir. Bu uygulama,submukozayı kabarttığı ve elektrogoagülasyon akımının serozal yüzeyden uzak kalmasını sağladığı için perforasyon riskini azaltan, submukozada oluşturduğu ödem ve vazokonstriksiyon nedeniyle de kanama riskini azaltan bir yöntemdir (8,9). Ayrıca yapılan çalışmalarda tabana yapılan bu enjeksiyonun histopatolojik materyalin yorumlanmasında olumsuz bir etkisi olmadığı ispatlanmıştır (10). Çalışmamızda da adrenalin enjeksiyonuna bağlı yan etki ortaya çıkmamıştır, ancak özellikle rektum distaline uygulanacak çözeltinin sistemik dolaşıma geçeceği asla unutulmamalı ve hasta mönitörizasyonu ihmal edilmemelidir. Kanama en çok gövdesinde büyük arteri olan pedünküle poliplerde görülür. Eski çalışmalarda kanamaların büyük çoğunluğu polipektomiden hemen sonra olmasına rağmen yeni çalışmalarda gecikmiş kanamalar yaklaşık %65 oranında bildirilmektedir. Kanama çoğunlukla polipektomiden sonraki ilk 24 saat içerisinde olmasına rağmen işlemden hemen sonra olabileceği gibi, 3-4 hafta sonra da olabilir. Post-polipektomik kanamaların önlenmesinde klips veya endoloop kullanılabilir. Bunların teknik olarak uygulaması zor olan olgularda ise polip sapına adrenalin, %50 dextroz veya sklerazan madde enjeksiyonu denenebilir (11-14). Bizim çalışmamızda her iki grup kıyaslandığında adrenalin enjekte edilmeksizin polipektomi yapılan grupta sadece 1 hastada gelişen kanama işlem sırasında yapılan müdahale ile kolaylıkla durdurulmuştur. Daha sonraki dönemlerde kliniğe yansıyan bir kanama tespit edilmemiştir. Sonuç olarak, polipektomi öncesi saplı poliplerin tabanına adrenalin enjeksiyonu güvenilir bir yöntemdir ancak enjeksiyon yapılmadan da güvenle polipektomi işlemi gerçekleştirilebilir. KAYNAKLAR Kaya Z. Terapötik endoskopik işlemler. Güncel gastroenteroloji 2006;10:1. 2. Katsinelos P, Kountouras J, Paroutoglou G, et al. Endoloop-assisted polypectomy for large pedunculated colorectal polyps. Surg Endosc 2006; 20: 1257-1261. 3. Brandimarte G, Tursi A. Endoscopic snare excision of large pedunculated colorectal polyps: a new, safe, and effective technique. Endoscopy 2001; 33: 854-857. 4. Adams TL, Benjamin SB. Complications of Gastrointestinal Endoscopy. In: Gastrointestinal Disease: An endoscopic approach. Eds. A J DiMarino, S B Benjamine. Slack incorp., NJ, Second ed, 2002; 39-85. 5. Rosen L, Bub DS, Reed JF III, Nastasee SA. Hemorrhage following colonoscopic polypectomy. Dis Colon Rectum 1993; 36: 1126–1131. 1. Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Williams C, Muto T, Rutter KR.Removal of polyps with fibreoptic colonoscope: a new approach to colonic polypectomy.Br Med J. 1973; 1: 451-452. 7. Wolff WI.Colonoscopy and endoscopic polypectomy.N Y State J Med. 1973; 73: 641642. 8. Yamaner S. Kolorektal polipler. Kolon Rektum Hast Derg 2007;17:1-8. 9. Christie JP. Colonoscopic excision of large sessile polyps.Am J Gastroenterol 1977; 67: 430-438. 10. M. Tuncer, A. Çelik, A. Dobrucalı, C. Davutoğlu, F. Hamşiroğlu, N. Bagatur, N. Damcı, K. Bal, H. Uzunismail, I. Yurdakul, E. Oktay.Polipektomi Öncesi Yapılan Endoskopik Skleroterapinin Histopatolojik İncelemeye Olumsuz Etkisi Var mı? Gastroenteroloji 1996; 7 (1 Ek): 38. 11. Özen E, Özütemiz Ö. Kolonda endoloop yardımıyla polipektomi. Akadem. Gastroenterol 2007; 6: 41-43. 12. Lishi H, Tatsuta M, Narahara H, et al. Endoscopic resection of large pedunculated colorectal polyps using a detachable snare. Gastrointest Endosc 1996; 44: 594-597. 13. Matsushita M, Hajiro K, Takakuwa H, et al. Ineffective use of a detachable snare for colonoscopic polypectomy of large polyps. Gastrointest Endosc 1998; 47: 496-499. 14. Katsinelos P, Kountouras J, Paroutoglou G, et al. Endoscopic mucosal resection of large sessile colorectal polyps with submucosal injection of hypertonic 50-percent dextroseepinephrine solution. Dis Colon Rectum 2006; 49: 1384-1392. Bu çalışma 2011 Kolorektal Cerrahi Kongresi’nde poster olarak sunulmuştur. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 6. 27 Olgu Sunumu Uterusa Pedinkülle Bağlı Omentum, Mesane Posterioru, Sol Paravesikal Alan ve Batın Ön Duvarından Kanlanan Dev Miyom A Giant Myoma which is Attached to the Uterus through its Peduncle and Receives Blood Supply from Omentum, Posterior Surface of Bladder, Left Paracervical Area and Anterior Abdominal Wall Dr. İbrahim ALANBAY Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Hakan ÇOKSUER Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Cihangir Mutlu ERCAN Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Emre KARAŞAHİN Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Uğur KESKİN Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Mustafa ÖZTÜRK Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. İskender BAŞER Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Özet Miyoma uteri, düz kas hücrelerinden gelişen klonal tümöral oluşumlardır. Leiomiyomlar uterusun en sık görülen benign tümörleridir. Reproduktif yaştaki kadınların yaklaşık %20-30’unda görülürler. 29 yaşında vierge olan olgumuz karında şişkinlik, ele gelen kitle şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan transabdominal ultrasonografide uterusdan köken aldığı düşünülen, uterus ile mesane lateral bölgesi arasında uzanan, posteriorda uterus ile ksifoid arasında, batını dolduran solid kitle saptandı. Pedinküle miyom ön tanısı ile eksploratris laparotomi planlanarak miyomektomi yapıldı. Sonuç olarak, bu olgularda özellikle yeni oluşan vasküler yapılar nedeniyle çok dikkatli disseksiyon yapılması, miyomun lokalizasyonun net değerlendirilmesi, komşu organlarla olan ilişkinin doğru değerlendirilmesi ile, olası organ hasarları veya vasküler yaralanmalar engellenecektir. Anahtar kelimeler: miyoma uteri, parazitik miyom, pedinküle miyom Abstract They are clonal tumoral formations which are arisen from smooth muscle cells of uterine myoma. Leiomyomas are the most common benign tumors of the uterus. They are seen in 20 to 30% of women in reproductive age. Our case who is 29 year old and virgin women presented to our clinic with abdominal distention and a palpable mass. Transabdominal ultrasonography showed a solid mass which was thought to be originated from uterus and was lying between the uterus and lateral region of the uterus and was between the uterus and xphoid posteriorly and filled the abdomen. Myomectomy was performed with the aim of exploratory laparotomy due to pre-diagnosis of pedunclated myoma. In conclusion, in this cases, especially because of the newly formed vascular structures, to perform dissection cautiously, to estimate the localization of myoma clearly, accurate assessment of the relationship with adjacent organs prevent prevent possible organ damage or vascular injury. Key words: uterine myoma, parasitic myoma, peduncles myoma Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal OLGU sunumu Olgumuz 29 yaşında olup bekardır. Olgunun medikal ve cerrahi hikayesinde herhangi bir özellik bulunmamakta olup, geçirilmiş cerrahi öyküsü bulunmamaktadır. Menstrüel hikayesinde, menstrüasyonları düzenli olup, herhangi bir anormallik bulunmamaktadır. Olgumuz özellikle son bir ayda artan karında şişkinlik, ele gelen kitle şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın değerlendirilmesinde, hemodinamik olarak stabil olan olgunun yapılan batın muayenesinde pelvik bölgeden ksifoide kadar uzanan sert, düzgün kontürlü kitle palpe edildi. Yapılan biyokimyasal değerlendirmede hemotokrit 40, hemoglobin 32 gr/ml saptanan olgunun diğer biyokimyasal değerleri ve tümör markırları normal olarak saptandı. Yapılan transabdominal grafide, uterusdan köken aldığı düşünülen (uterus ile bitişik, dopplerde uterus ile bağlantılı), anteriorda uterus ile mesane lateral bölgesi arasında uzanan, posteriorda uterus ile ksifoid arasında, batını dolduran solid kitle saptandı. Yapılan doppler ultrasonografide kitlede aşırı vaskülarizasyon saptandı. Kitle pedinküle miyom olarak düşünülerek eksploratris laparotomi planlandı. Modifiye mylard insizyon ile batına girildi. Kitlenin miyom olduğu anlaşıldıktan sonra, anatomik lokalizasyonun tespiti için büyük kısmı batın dışına alındı. Abdominal kavite eksplore edildiğinde uterus fundal bölgede, uterusa ortalama 4 cm’lik uzunlukta, geniş tabanlı pedinkülle bağlı miyom olduğu saptandı. Uterus ile olan bağlantısı kesildi. Uterusun muayenesinde başka bir miyom saptanmadı. Miyomun büyük kısmını oluşturan orta bölümünün tüm omentum ile, çok geniş lümenli vas- Resim-1: Omentum ile olan vasküler bağlantıları. Omentumun bir kısmı miyomun üzerinde olduğundan parsiyel omentektomi yapılarak, omentum ile bağlantısı kesilmiştir. Resim- 2: Uterus, omentumla bağlantsı kesildikten sonra, anteriorda mesane posterior- lateral kısım(ok işareti) ve batın ön duvarı arasındaki bağlantı (yıldız). Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Gİrİş Miyoma uteri, düz kas hücrelerinden gelişen klonal tümöral oluşumlardır. Miyomun yapısında ekstrasellüler matriks proteinleri olan elastin ve kollajen artmış miktarda bulunur. Miyomlar lokalizasyonlarına göre submukozal, intramural, subserozal servikal olabilirler (1,2). Miyomların gelişimleri östrojen ve progesteron siklus değişikliklerine paralellik gösterir. Tümörün büyüme süreci gonadal steroidlere bağlıdır fakat tümör oluşumunda, bu hormonlar gerekli değildir. Leiomiyomlar uterusun en sık görülen benign tümörleridir. Reproduktif yaştaki kadınların yaklaşık %20-30’unda görülürler (3). Parazitik miyom; leiomiyomaların omentum veya komşu organların kan damarları tarafından kanlanması ile oluşan düz kas tümörleridir. Parazitik miyomlar nadiren oluşur ve diğer komşu organlarla ilişkili olarak geniş yelpazede semptomlarla kendini gösterebilir (4). Biz bu olgu sunumu ile ‘pedinküle miyom’un omentum, mesane ve batın ön duvarı arasında bağlantısı olan nadir görülen bir olgu ile pedinküle miyom- parazitik miyom teorisi ve parazitik miyomla ilgili güncel bilgiler sunmak istedik. Resim-3: Kitlenin çıkarıldıktan sonraki görünümü; uterus ile olan pedinkül(ok işareti), omental damarlar (yıldız), mesane ile olan bağlantısı(artı). 29 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal küler yapılarla bağlı olduğu ve omentumdan beslendiği saptandı. Omentum ile miyom arasındaki tüm vasküler yapı, parsiyel omentektomi ile beraber kesildi. Daha sonra miyomun anteriorda mesane posteriorundan lateral kısıma kadar olan yerde, mesaneyi batın ön duvarına kadar çekecek şekilde bağlantılı olduğu ve özellikle lateral bölgede geniş lümenli vasküler bağları olduğu saptandı. Bu yapının üst kısmının batın ön duvarı peritonu ile devam ettiği görüldü. Üreter disseksiyonu sonrası, mesane ile miyom arasında cerrahi sınır oluşturularak miyom ile mesane arasındaki tüm vasküler yapılar kesildi. En son periton ile olan bağlantısı kesilerek kitle çıkarıldı. En son üst abdomenden başlayarak tüm batın sistematik olarak gözden geçirildi. Aynı şekilde retroperitoneal alanlar dikkatlice kontrol edildi ve başka bir patoloji tespit edilmedi. Patolojik inceleme miyom olarak rapor edildi. Postoperatif herhangi bir komplikasyonu olmayan olgu, sorunsuz olarak taburcu edildi. Alanbay ve Arkadaşları Tartışma Uterin miyomlar genellikle reprodüktif çağdaki kadınlarda görülür ve cerrahi olarak çıkartılan uterusların, patolojik incelemelerinin %80’ninde gösterilmiştir (5,6). Parazitik miyomlar ise nadir olup, literatürde bildirilen çok az vaka vardır (7). İlk olarak ‘Kelly ve Cullen’ tarafından (8) 1909’da parsiyel ve komplet olarak uterustan ayrılan ve ana kan desteğini başka bir yapıdan alan miyom olarak tanımlanmış olmasına rağmen, doğal gidişi ve patolojik temelleri hala net olarak anlaşılamamıştır (7). Konvansiyonel düşünce olarak parazitik miyom pedinküle subserözal miyomun nadir bir varyantı olarak düşünülmektedir. Bu düşüncede pedinküle subserözal miyomdan uzun bir sap gelişir ve bunlarında bir kısmı giderek omentum veya broad ligement gibi etraf dokulara yapışırlar. Bu yolla oluşan migrate miyom daha sonra uterin kan desteğini kaybeder ve non-uterine yapılara bağlanan ve beslenen ‘parazitik miyom’ oluşur (7, 9). Literatürde vaka sunumları ve küçük seriler halinde 1900’lü yıllardan beri var iken, son zamanlarda laparoskopik morselasyon prosedürlerinden (iatrojenik parazitik miyom) sonra artan oranda vaka serileri bildirilmeye başlanmıştır (10-14). Nezhat ve arkadaşlarının yaptıkları ve 12 olguluk parazitik miyomları inceledikleri çalışmada miyomların lokalizasyonları sol paravesikal, pararektal aralık, sigmoid mezenter, appendiks, rektovaginal aralık, mesane posterir duvarı, mezokolon yanı, bağırsak mezenteri, inguinal kanal ve presakral alan olarak saptanmıştır. Bu olgulardan 3 tanesinde birden fazla alan saptanmıştır (sol paravezikal ile sağ pararektal alan, sigmoid mezenter ile sağ ingüinal kanal, appendiks ve bağırsak mezenteri). Toplam 15 miyomun %92’ü pelviste iken, %6’sı gastrointestinal trakt, %1 üst abdomen, %1 mesaneyle ilişkili olarak saptanmıştır 30 (7). Yine literatürde belirtildiği gibi parazitik miyomların en sık lokalize olduğu alan, miyomatoz uteri lokalizasyonudur (7). Bizim olgumuz uterustan kaynaklanan bir miyom olgusudur. Bu seride çok ilginç bir vaka sunumu pedinküle miyomdan parazitik miyoma olan doğal gelişimi çok iyi açıklamaktadır. Burada sunulan daha önce abdominal cerrahi hikayesi olmayan bir olguda, 791 gramlık pedinküle miyomun, anterior abdominal parazitik miyoma dönüşü net olarak saptanmıştır. Hastanın operasyon öncesi yapılan magnetik rezonans görüntülemesinde geniş tabana bağlı subserozal miyom tespit edilmiştir. Operasyon öncesi uterus çok büyük olduğundan leuprolide ile tedavi edilmiştir. İntraoperatif abdominal kavite değerlendirildiğinde 13 cm lik miyomun uterus ile bağlantsını kaybettiği ve abdominal duvara parazitik miyom olarak yapıştığı saptanmıştır. Görüntüleme, klinik prezentasyon ve intraoperatif bulgular ‘Brody’in (9) ileri sürdüğü parazitik miyom gelişmesindeki doğal evreleri göstermektedir. Burada miyomun kan akımını kısıtlayan; GnRH agonisti veya uterin arter embolizasyon gibi durumlar nedeni ile subseröz veya pedinküle miyom uterustan olan kan akımını kaybeder ve bitişik organlara yapışarak ‘parazitik miyom‘ gelişir (7). Bizim olgumuzda uterustan köken alan bir pedinküle miyom olgusudur. Parazitik miyomun gelişim evrelerini göstermektedir. Uterustan köken almakla beraber, omentum ve mesane ile vasküler bağlantısı mevcuttur ve daha çok bu alanlardan, özellikle omentumdan beslenmektedir. Eğer bu aşamada tespit edilmemiş olsaydı, daha sonraları sadece omentum ve mesane ‘den beslenen parazitik miyom olma ihtimali yüksek olacaktı. Bir başka literatür örneğinde uterustan köken aldığı varsayılan miyom mesanede saptanmıştır (15). Miyomların tanısı radyolojik olarak klasik olmasına karşın, değişik büyüme paterninde ve atipik lokalizasyonlarda olan olgularda klinik tanılarını ve radyolojik tanılarını komplike hale getirmektedir (16). Pedinküle - parazitik miyomlar klinik olarak ekstrauterine pelvik kitle olarak ortaya çıkarlar ve üretra, mesane boynu, üreter ve gastrointestinal yapılara baskı oluşturarak değişik derecede ve çeşitlilikte semptom veya üriner akım obstrüksiyonuna neden olurlar (hidroüreteronefroz) (17). Bizim olgumuzda miyomun pozisyonu nedeniyle sadece, kitle bulguları gelişmiştir. Bu olgularda dikkatli görüntüleme, ciddi hazırlık ve tüm peritoneal kavitenin sistematik gözden geçirilmesi, özellikle mesane, retroperitoneal alanın ve özellikle üst abdominal bölge dikkatlice incelenmelidir. Bu tür olgularda yeterli eksplorasyona imkan verecek kesi kullanılması önemlidir ( üst abdominal alan ve retroperitoneal alan bir çok organ tarafından örtüldüğünden). Yine miyomu olan ve miyomun lokalizasyonuna göre atipik semptomları olan örneğin üriner semptomlar veya alt kadran ağrısı olan olgularda bu tür parazitik veya pe- Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Kaynaklar 1. Wallach EE, Vlahos NF. Uterine myomas: an overview of development, clinical features, and management. Obstet Gynecol 2004;104:393-406. 2. Buttram VC, Reiter RC. Uterine leiomyomata: etiology, symptomatology, and management. Fertil Steril 1981;36:433 - 445. 3. Day Baird D, Dunson DB, Hill MC . High cumulative incidence of uterine leiomyoma in black and white women: ultrasound evidence. Am J Obstet Gynecol 2003;188:100-107. 4. Adelson MD, Adelson KL. Miscellaneous benign disorders of the upper genital tract. In: Copeland LJ ed. Textbook of Gynecology. 2nd ed, WB Saunders Com, 2000: 727. 5. Buttram VC Jr, Reiter RC. Uterine leiomyomata: etiology, symptomatology, and management. Fertil Steril 1981;36: 433–445. 6. Cramer SF, Patel A.The frequency of uterine leiomyomas.Am J Clin Pathol 1990;94:435-438. 7. Kimberly A. Kho, Ceana Nezhat. Parasitic Myomas. Obstet Gynecol 2009; 114:611–615. 8. Kelly HA, Cullen TS. Myomata of the uterus. Philadelphia (PA): WB Saunders;1909. p. 13. 9. Brody S. Parasitic fibroid. Am J Obstet Gynecol 1953; 65: 1354–1356. 10. Moon HS, Koo JS, Park SH, Park GS, Choi JG, Kim SG. Parasitic leiomyoma in the abdominal wall after laparoscopic myomectomy. Fertil Steril 2008;90: 1201.1–2. 11. Sinha R, Hegde A, Mahajan C. Parasitic myoma under the diaphragm. J Minim Invasive Gynecol. 2007; 14: 1-3. 12. Takeda A, Mori M, Sakai K, Mitsui T, Nakamura H. Parasitic peritoneal leiomyomatosis diagnosed 6 years after laparoscopic myomectomy with electric tissue morcellation: report of a case and review of the literature. J Minim Invasive Gynecol. 2007;14: 770–775. 13. Ostrzenski A. Uterine leiomyoma particle growing in an abdominal-wall incision after laparoscopic retrieval. Obstet Gynecol. 1997; 89: 853–854. 14. Paul PG, Koshy AK. Multiple peritoneal parasitic myomas after laparoscopic myomectomy and morcellation. Fertil Steril. 2006;85: 492–493. 15. McLucas B & Stein JJ. Bladder leiomyoma: a rare cause of pelvic pain. Am J Obstet Gynecol 1985; 153: 896-898. 16. Najla Fasih, Alampady K, Prasad Shanbhogue, David B. Macdonald, Margaret A. Fraser-Hill, et al. Leiomyomas beyond the Uterus: Unusual Locations, Rare Manifestations. RadioGraphics. 2008; 28: 1931–1948. 17. Bruce McLucas. Diagnosis, imaging and anatomical classification of uterine fibroidsBest Practice & Research Clinical Obstetrics and Gynaecology. 2008;22: 627–642. 18. Pelage JP, Cazejust J, Pluot E et al. Uterine fibroid vascularization and clinical relevance to uterine fibroid embolization. Radiographics. 2005; 25: 99–117. 19. Ueda H, Togashi K, Konishi I et al. Unusual appearances of uterine leiomyomas: MR imaging findings and their histopathologic backgrounds. Radiographics 1999; 19: 131–145. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 dinküle- parazitik miyomların olacağı düşünülmelidir (7). Bu tür miyomların vasküler desteğini gösteren haritalama bu miyomları adneksiyel veya retroperitoneal kitlelerden ayırmada faydalı olabilir (18, 19). Bu olgularda özellikle yeni oluşan vasküler yapılar nedeniyle çok dikkatli disseksiyon yapılması, olası organ hasarlarını veya vasküler yaralanmaları engelleyecektir. Özellikle vasküler anastomozlar olacağından, preoperatif yeterli kan desteğinin hazırlanması, yeterli cerrahi eksplorasyon, miyomun lokalizasyonun net değerlendirilmesi, komşu organlarla olan ilişkinin doğru değerlendirilmesi ve pelvik anatominin çok iyi bilinmesi bu olgularda önem kazanmaktadır. 31 Batın Ön Duvar Endometriozisi: Olgu Sunumu Anterior Abdominal Wall Endometriosis: A Case Report Dr. İbrahim ALANBAY/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Hakan ÇOKSUER/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Emre KARAŞAHİN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Mutlu ERCAN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Uğur Keskİn/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Özcan Özkan/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. İskender Başer/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Özet Endometriozis, hormonal stimülasyona yanıt veren fonksiyonel endometrial dokunun uterin kavitenin dışına anormal implantasyonu olarak tanımlanmıştır. Menstruasyon gören kadınların %15’inde görülen çok yaygın bir jinekolojik hastalıktır. 29 yaşındaki hastada yaklaşık olarak 3 yıldır pelvik ağrı şikayeti mevcuttur. Abdominal duvarın yumuşak doku ultrason incelemesinde sağ abdominal kasta içerisinde heterojenik hipoekoik kistik alanları olan 5x4 cm boyutunda sınırları net izlenemeyen bir kitle saptanmıştır. MR’da sağ rektus kası ile ilişkili, sola doğru uzanım gösteren 6x4, 5x2 cm rektus fasyası içinde sınırlı lezyon izlendi. Batın ön duvarında fasya ve rektus kasını içine alan peritona kadar uzanım gösteren yaklaşık 5 cm’lik kitle çıkarıldı. Özellikle menstruasyon döneminde ağrılı kitlesi olan hastalarda batın ön duvarı endometriozis tanısı düşünülmelidir ve kitle rüptüre edilmeden eksize edilmelidir. Abstract Endometriosis is defined as the abnormal implantation of functional endometrial tissue outside the uterine cavity which responses to hormonal stimulation. It is a common gynecological disease seen in 15% of menstruating women. 29-year-old patient had the complaint of pelvic pain for approximately 3 years. With soft tissue ultrasound examination of abdominal wall, a mass which had heterogenic hyperechoic cystic areas inside and was 5x4 cm in size and had undistinct contours was determined. A lesion that was limited in the rectus fascia and associated with the right rectus muscle and showed extension to left side and was 6x4 - 5x2 in size was detected on MRI. A mass which was 5cm in size and showed extensions to the peritoneum and contained fascia and rectus muscle on anterior abdominal wall was removed. Especially during the periods menstruation, endometriosis of anterior abdominal wall should be considered among the diagnosis in patients with painfull mass and the mass should be excised without rupture. Anahtar kelimeler: endometriozis, batın ön duvarı. Key words: endometriosis, anterior abdominal wall Gİrİş Endometriozis, hormonal stimülasyona yanıt veren fonksiyonel endometrial dokunun (bez ve stroma) uterin kavite dışına anormal implantasyonu olarak tanımlanmıştır. Menstruasyon gören kadınların %15’inde görülen jinekolojik bir hastalıktır. Dismenore, disparoni, infertilite, mestruel bozukluklar, pelvik ağrı gibi sorunların yanında ve diğer problemlere de yol açmaktadır (1). Hastalık genellikle doğurganlık çağındaki kadınlar- da sıklıkla da 3. ve 4. dekattaki kadınlarda görülmektedir. Endometriozis pelvis içinde bulunabileceği gibi pelvis dışı bölgelerde (over, pelvik duvar, periton vs) de bulunabilir. En sık gözlendiği bölge pelvis olmakla birlikte endometriozis %44’lük bir oranla non‐jinekolojik semptomlar ile laparoskopiye giden hastalarda saptanmaktadır (2). Ekstraperitoneal endometriozis ise fonksiyonel endometriyumun ektopik olarak peritoneal kavitenini dışında bulunmasıdır. Hemen hemen tüm organlarda bulunabildiği rapor edilmiştir (plevra, cilt, akciğer, iskelet kasları vs.) (3,4). Ekstrapelvik endometriozisin en sık görüldüğü yer ise abdominal duvardır. Abdominal duvarda gelişen endometriozis çok nadir görülen bir durum olmakla birlikte genellikle sezaryen doğum, histerotomi, histerektomi, epizyotomi ve tubal ligasyonlar gibi obstetrik ve jinekolojik girişimler için cerrahi insizyon yapılan hastalarda ortaya çıkmaktadır. Bazı vakalarda spontan olarak da ortaya çıktığı bildirilmiştir (5). Önceden sezaryen geçirmiş kadınlarda abdominal duvar endometriozisi görülme sıklığı literatürde % 0.03 ile %1 arasında geçmektedir (6). Rektus abdominis kasını tutan endometriozis ise daha nadirdir ve genellikle tanı konulması zor ve ayırıcı tanıda sıklıkla diğer cerrahi olaylarla karışabilen bir durumdur. Bu olgu sunumundaki amacımız, batın ön duvar endometriozis tanısı konulan olguyu literatür eşliğinde tartışmaktır. Olgu Sunumu 29 yaşındaki G1, P1 olan kadın hasta yaklaşık olarak 3 yıldır olan fakat son dönemlerde gittikçe kötüleşen pelvik ağrı şikayetiyle başvurmuştur. Hasta 5 yıl önce sezaryen operasyonu geçirmiştir. Hastanın menstrüel siklus sırasında pelvik ağrısı artmaktaydı. Abdominal ultrasonda herhangi bir pelvik anomali saptanmazken; abdominal duvarın yumuşak doku ultrasonografi (USG) incelemesinde sağ abdominal kasta içerisinde heterojenik hipoekoik kistik alanları olan 5x4 cm boyutunda sınırları net izlenemeyen bir kitle saptanmıştır. Lezyonun batın içi ile bir ilişkisi olmadığı gözlenmiştir. Lezyonun yapısının daha iyi belirlenmesi için manyetik rezonans (MR) görüntüleme planlanmıştır. MR’da sağ rektus kası ile ilişkili, sola doğru uzanım gösteren 6x4, 5x2 cm rektus fasyası içinde sınırlı T1 serilerde hiperintens, paramagnetik kontrast madde injeksiyonu sonrasında minimal ve heterojen kontrast tutulumu gösteren lezyon izlendi. Ayırıcı tanıda öncelikle organize hematom ya da endometriotik odak düşünüldü. Operasyon öncesi sınırları net ayırt edebilmek ve rekürrensi önlemek için radyolojik olarak lezyon içerisine USG eşliğinde radyoopak madde verilerek işaretleme yapıldı. Operasyonda yaklaşık 5 cm büyüklüğündeki kitle bütün olarak çıkarıldı. Operasyonda işaretlenen bölge geniş lokal eksizyonla çıkarıldı. Batın ön duvarında fasya ve rektus kasını içine alan peritona kadar uzanım gösteren yaklaşık 5 cm’lik kitle çıkarıldı (Resim 1A, B, C, D). Fasyada oluşan defekt, vicryl mesh ile sütüre edilerek kapa- Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 33 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal tıldı. Histopatolojik incelemede endometrial epitelyum ve stromanın eşlik ettiği endometriozis gözlenmiştir. Şu anda hasta post‐op 2. yılında olup herhangi bir ilaç tedavisi almamaktadır ve asemptomatiktir. Alanbay ve Arkadaşları Tartışma Endometriozis, doğurganlık çağındaki kadınlarda görülen bir klinik durum olup, tedavisi en zor olan jinekolojik hastalıklardan biridir (7). Lezyonun etyopatogenezi halen kesin değildir ve etkenlerin ise multifaktöriyel olduğu düşünülmekle birlikte, etyopatogenezi açıklamayı hedefleyen teoriler halen tartışmalıdır. Regürjitasyon teorisi ile birlikte bu konuda en çok kabul görmüş diğer iki teori vardır bunlar, metaplastik teori ve endometrial dokunun vasküler‐lenfatik disseminasyondur (7). Abdominal duvarda gelişen endometrioma’nın etyolojisinde ise endometrial dokunun operasyon sırasında cerrahi yaralara iyatrojenik transportu olarak düşünülmektedir (8). Fakat abdominal duvar endometriozisinin küçük bir kısmında ise (%20) abdominal duvar insizyonunu içeren cerrahi bir girişim bulunmamaktadır (9). Bu durumda bazı endometrial hücrelerin lenfovasküler yollar aracığıyla uterustan kopup periferal sirkülasyona katılıp bu sayede ektopik bölgelere ulaşabildikleri fikri akla gelmektedir (9). Ektopik endometrial dokular, hormonlara yanıt verir ve genellikle sekretuar değişiklikler gösterirler. Östrojen hormonu, glandüler büyümeyi stimüle ederken progesteron ise inhibe etmektedir (10). Cerrahi girişim ile primer semptomların ortaya çıkışı arasındaki süre ortalama 4.8 yıl olmak üzere 6 aydan 20 yıla kadar dağılım göstermektedir(11). Hastaların çoğu ise operasyondan 1‐2 yıl sonra semptom vermektedir (12). Bizim olgumuzda ise hasta ikinci sezaryen operasyondan 1 yıl sonra başvurmuştur. Endometriozisin tanısı, her zaman preoperatif olarak konulmayabilir. Cerrahi sonrası ile semptomların oluşması arasında geçen sürenin uzun olması yanlış tanı konulmasındaki en önemli etkendir (13). Batın ön duvar endometriozisi olan hastalar, genellikle şikayetleri nedeniyle genel cerrahi kliniğine başvururlar çünkü hastalığın prezentasyonu daha çok cerrahi nedenleri düşündürür. Bu durum diğer cerrahi olaylarla kolayca karışabilir. Klinik semptomlar spesifik olmadığı için çoğunlukla da yanlış tanı konulabilir (13). Bizim olgumuzda da görüldüğü gibi; en sık karşılaşılan semptom abdominal hassasiyet ve menstrual siklusla birlikte meydana gelen ağrılı nodül varlığıdır. Bu ağrılı nodüller; postoperatif ventral herni, hematom, sütür granüloma, keloid, lipoma, sebase kist, abse ve tümörlerle benzerlik gösterebilir. USG, ultrasonografi eşliğinde yapılan fine‐iğne aspirasyonu (FNA), bilgisayarlı tomografi (BT) ve MR gibi tanısal görüntüleme yöntemleri, endometriozisin dağılı34 mının belirlenmesi ve bu sayede yapılacak cerrahi eksiz- yona yol göstermesi açısından önem teşkil etmektedir. İlk aşamada en basit, yararlı ve en az maliyet getirecek olan yaklaşım herhangi bir görüntüleme yapılmadan eksizyonel biyopsi ile lezyonun histolojik incelemesinin yapılmasıdır. Zhao ve ark (14) yapmış oldukları çalışmada FNA’yı olguların %75’inde yetersiz bulmuştur. Bizim vakamızda, USG’de heterojen hipoekoik nodüller saptanmıştır. Bu nodül, hemoraji tarafından tetiklenen periferal inflamatuar reaksiyonun bir göstergesi olabilir. En önemli bulgulardan birisi de çevre dokulara infiltrasyon gösteren sınır düzensizliğidir (15). Bu da genellikle kas yüzeylerini de içeren derin bir eksizyon ve mesh gereksiniminin ortaya çıktığını göstermektedir. BT, radyasyon maruziyeti ve çözünürlük eksikliği nedeniyle batın ön duvar endometriozisin saptanmasında kullanılmamalıdır (16). MR ise, lezyonun anatomik lokalizasyonunun değerlendirmesinde, apse, lipoma, desmoid tümör, nöroma, sütur granüloma, lenfoma, sarkoma ve metastatik tümörlerden ayrılmasında en iyi seçenektir. Endometriozisin neden olduğu solid kitlelerin MR’daki görüntüsü T1 ağırlıklı görüntülemede, düşük‐orta intensite vermekteyken, punctuate foci ile birlikte yüksek intensite veren görüntüler ise geçirilmiş hemorajiye işaret etmektedir. T‐2 ağırlıklı görüntülemelerde ise düşük intensite hemosiderin varlığına, kontrast madde uygulamasından sonra bu intensitede bir artış meydana geliyor ise bu da bol miktarda fibröz doku olduğuna işaret etmektedir (17). Abdominal duvar endometriomada, gözlem, hormon tedavisi ve cerrahiyi içeren pek çok tedavi yöntemi mevcuttur. Hormonal ajanlar, danazol ve leuprolide gibi medikal ajanların kullanımı geçici semptomatik bir rahatlama sağlar. Preoperatif hormonal tedavi semptomların yatıştırılması adına bazen uygulansa da lezyonun boyutunu küçültmemektedir (18). Cerrahi skar için yapılacak en iyi tedavi seçeneği geniş lokal eksizyondur. Ayrıca lokal rekürrensin de önlenmesi için temiz‐sınır (clear‐margin) eksizyon yapılması şarttır (16‐19). Cerrahi eksizyonda, cerrahi sınır olarak 5‐10 mm kalınlığında sağlıklı tabakayı içeren bir eksizyon yapılmalı ve re‐implantasyonun önlenmesi için kitlenin rüptüre edilmeden çıkartılmasına dikkat edilmelidir (20). Tedavi hedefleri arasında, rekürrensin önlenmesi için uygun eksizyonun yapılması ve hastaların rekürrens açısından izlenmesi yer almaktadır. Bu hastalarda re‐eksizyon gerektirebilecek bir rekürrens riski olduğundan dolayı izlenmelidir. Rekürrensin devam etmesi durumunda ise malignite olasılığı akla getirilmelidir. Skar endometriozisinin önüne geçilmesi için özelikle uterus ve tubaları ilgilendiren cerrahi girişimlerin sonunda abdominal duvardaki insizyoların high‐jet solüsyonula yıkanması gerekmektedir (21). Sonuç olarak; abdominal duvar endometriozisi çok Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal KAYNAKlar Yackovich FH, Bender GN, Tsuchido AM. Case report: perianal episiotomy scar endometrioma imaged by CT and sector endoluminal ultrasound. Clin Radiol 1994;49:578-579. 2. Rawson JM.Prevalance of endometriozis in asymtomatic women. J Reprod 1991;36:513-515. 3. Rychlik DF, Bieber EJ. Thoracic endometriosis syndrome resembling pulmonary embolism. J Am Assoc Gynecol Laparosc 2001;8:445–448. 4. Jubanyik KJ, Comite F. Extrapelvic endometriosis. Obstet Gynecol Clin North Am 1997;24:411–440. 5. Padmanabhan LD, Mhaskar R, Mhaskar A. A scar endometriozis. J Obstet Gyneacol India 2003;53:59-61. 6. Tsenov D, Mainkhard K. Endometriosis in the surgical scar from cesarean section. Akush Ginekol 2000;39:50-51. 7. Witz CA: Current concepts in the pathogenezis of endometriosis, Clin Obstet Gnecol 1999, 42:566585. 8. Steck WD, Helwig EB. Cutaneous endometriosis. Clin Obstet Gynecol 1966;9:373–383. 9. Horton JD, Dezee KJ, Ahnfelt EP, Wagner M. Abdominal wall endometriosis: A surgeon’s perspective and review of 445 cases. Am J Surg 2008;196:207-212. 10. Clement PB. Diseases of the peritoneum. In: Kurman RJ, editor. Blaustein’s pathology of the female genital tract (4thedn). New York, NY: SpringerVerlag, 1994:660–680. 11. Koger KE, Shatney CH, Hodge K, Mc Clenathan 12. 13. 1. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. JH. Surgical scar endometrioma. Surg Gynecol Obstet 1993;177:243-246. Xiang Y, Lang J, Wang Y, Huang R, Lian L Abdominal scar endometriosis: report of 28 cases. Chin Med Sci J 1995;10:188-190. Tanos V, Anteby SO. Cesarean scar endometriosis. Int J Gynaecol Obstet 1994;47:163-166. Zhao X, Lang J, Leng J, Liu Z, Sun D, Zhu L Abdominal wall endometriomas. Int J Gynaecol Obstet 90:218–222. Francica G, Giardiello C, Angelone G, Cristiano S, Finelli R, Tramontano G. Abdominal wall endometriomas near cesarean delivery scars: sonographic and color Doppler findings in a series of 12 patients. J Ultrasound Med 2003; 22:1041–1047. Dwivedi AJ, Agrawal SN, Silva YJ.Abdominal wall endometriomas. Dig Dis Sci 2002;47:456–461. Gougoutas C, Siegelman E, Hunt J, Outwater E. Pelvic endometriosis: Various manifestations and MR imaging findings. AJR Am J Roentgenol 2000; 175: 353-358. Rivlin Me, Das SK, Patel RB, Meeks GR. Leuprolide acetate in the management of cesarean scar endometriosis. Obstet Gynaecol 1995;85:838839. Ideyi SC, Schein M, Niazi M, Gerst PH. Spontaneous endometriosis of the abdominal wall. Dig Surg 2003; 20: 246-248. Matthes G, Zabel DD, Nastala CL, Shestak KC, Endometrioma of the abdominal wall following combined abdominoplasty and hysterectomy: case report and review of the literature. Ann Plat Surg 1998; 40: 672-675. Wasfie T, Gomez E, Seon S, Zado B. Abdominal wall endometrioma after cesarean section: a preventable complication. Int Surg 2002; 87:175177. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 nadir görülmesine karşın, özellikle özellikle abdominal veya pelvik cerrahi öyküsü doğurganlık çağındaki kadınlarda abdominal kitle değerlendirilirken akılda tutulmalıdır. 35 Mastoid Kavitede Yabancı Cisim: Olgu Sunumu Foreign Body in Mastoid Cavity: Case Report Dr. Zafer Çiftçi / Ürgüp Devlet Hastanesi, KBB Kliniği Dr. Halide Güneş Çiftçi / Pasinler Devlet Hastanesi, KBB Kliniği Dr. Ömer Necati Develioğlu/ Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, KBB Kliniği Dr. Öner Çelik / Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, KBB Anabilim dalı Özet Dış kulak yolunda yabancı cisim varlığı Kulak Burun Boğaz Hastalıkları rutininde sık karşımıza çıkan bir durumdur. Bazen yabancı cisimler timpanik membranı perfore edebilmekte veya mevcut bir timpanik membran perforasyonundan orta kulağa geçebilmektedirler. Ancak orta kulak yabancı cisimlerinin görülme sıklığı, dış kulak yolu yabancı cisimlerine göre daha düşüktür. Bu yazıda kolesteatom ön tanısıyla operasyona aldığımız ve hastanın mastoid kavitesinde 8 adet kürdan ve tahta parçasına rastladığımız bir olgu sunulmaktadır. Anahtar kelimeler: yabancı cisim, kürdan, mastoid antrum Abstract Presence of foreign bodies in the external auditory canal is a frequently encountered situation in otorhinolaryngology practice. Sometimes the foreign bodies may cause a tympanic membrane perforation or they may pass through a formerly present tympanic membrane perforation and enter the middle ear. However, the frequency of middle ear foregin bodies is far less than that of external auditory canal. In this article, we report a case who has been diagnosed as having a cholesteatoma and undergone a mastoidectomy operation, where we found 8 wooden tooth picks and small wooden stick fragments in the mastoid cavity and the middle ear. Key words: foreign body, tooth pick, mastoid antrum GİRİŞ Dış kulak yolu içinde yabancı cisim saptanması Kulak Burun Boğaz Hastalıkları polikliniği ve Acil polikliniklerine başvuran hastalar arasında oldukça sık rastlanılan bir durumdur. Dış kulak yolu yabancı cisimleri kimi zaman timpanik membran perforasyonlarına neden olarak orta kulağa da geçebilmektedirler. Orta kulakta yabancı cisimlerin görülme sıklığı dış kulak yolu yabancı cisimlerine oranla daha düşüktür. (1). Bu sunumumuzda kronik otitis media ön tanısıyla cerrahi müdahale uyguladığımız hastanın mastoid kavitesinde ve timpanik kavitesinde daha önce oto – mikroskopik muayenede ve radyolojik tetkiklerle tespit edilemeyen ve farklı büyüklüklerde olan 8 adet kürdan ve tahta parçasının intraoperatif tespiti ve bu yabancı cisimlerin cerrahi müdahale ile çıkarılmasına ilişkin detayları sizlere aktarıyoruz. OLGU SUNUMU 7 ay önce başlayan sağ kulağında sarı renkli, zaman zaman kokulu akıntı ile kliniğimize başvuran, medikal tedavilere rağmen şikayetlerinde azalma olmayan 48 yaşındaki erkek hastanın, çekilen temporal BT’sinde sağ mastoid antrumu dolduran yumuşak doku dansitesi izlendi (Resim 1) ve kolesteatom ön tanısıyla radikal mastoidektomi planlanarak operasyona hazırlandı. Biz kolesteatom ön tanısıyla interne ettiğimiz ve yapılan fizik muayenesinde ve temporal BT sinde kronik otitis media bulguları dışında atipik bulgu izlenmeyen 48 yaşında erkek hastanın mastoidektomi ve orta kulak eksplorasyonu esnasında çeşitli boylarda 8 adet tahta ve kürdan parçasının mastoid antrum içerisinde ve timpanik kavitede bulunduğunu izledik (Resim 2). Postoperatif dönemde psikiyatri konsültasyonu istenen Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Resim-1: Hastanın preoperatif dönemde çekilen temporal Kemik BT tetkiki TARTIŞMA Dış kulak yolunda yabancı cisim nedeniyle işitme kaybı, ağrı, akıntı ve kanama gibi şikayetlerle sıklıkla acil servislere başvuru yapılmaktadır. Dış kulak yoluna kaçan veya dış kulak yoluna sıkışan yabancı cisimler hastanın yetişkin veya çocuk oluşuna göre farklılık göstermektedir. Çocuklarda genellikle meyve çekirdekleri, boncuk, pamuk ve silgi parçaları çıkarılmaktadır(2). Yetişkinlerde ise kulak temizleme çubukları, böcekler ve silikon kulak tıkaçları ile daha sık karşılaşılmaktadır. Bazen yabancı cisimler timpanik membranı perfore edebilmekte veya mevcut bir timpanik membran perforasyonundan orta kulağa geçebilmektedirler. Orta kulak yabancı cisimlerinin görülme sıklığı dış kulak yolu yabancı cisimlerine göre daha düşüktür (1). Orta kulaktan çıkarılan cisimler arasında genellikle ventilasyon tüpleri, kulak kalıbı alırken veya kulak tıkacı olarak kullanılan silikon parçacıkları, penetran yaralanmalar sonucu orta kulağa geçen tahta, metal ve plastik parçaları yer alır (3-6). Nadir de olsa mastoid kavitede de yabancı cisimlere rastlanmıştır. Bununla ilgili bildirilen en eski vaka 1921 yılında mastoid antrumda boncuk tanesinin bulunduğu vakadır(7). Bu vaka yapılan literatür taramalarında, herhangi bir penetran yaralanma hikayesi olmadan, dış kulak yolunu kaşımak amacıyla hasta tarafından kullanılan kürdanların, kronik otit nedeniyle destrükte olmuş dış kulak yolu arka duvar içerisinden geçirilerek mastoid antruma ulaştırıldığı ve ilk kez karşılaştığımız bir klinik vakadır. SONUÇ Medikal tedavi ile iyileşmeyen ve kulak akıntısı hiç kesilmeyen olgularda kolesteatom dışında nadir de olsa yabancı cisim olabileceği akılda tutulmalıdır 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. KAYNAKLAR Fasunla, T. Ibekwe & A. Adeosun : Preventable Risks in the Management of Aural Foreign Bodies in Western Nigeria . The Internet Journal of Otorhinolaryngology. 2007 Volume 7 Number 1 Ologe FE, Dunmade AD, Afolabi OA. Aural foreign bodies in children. Indian JPediatr. 2007;74:755-758. Abbarah T, Abbarah MA. Migration of T-tubes to the middle ear. Ear Nose Throat J. 2008; 87:10-11. Schwaab M, Lautermann J, Schimanski G, Sudhoff H. [Silicone as a foreign body in the middle ear: a rare complication after taking an impression of the auditory canal]. HNO. 2007; 55: 5660. Eleftheriadou A, Chalastras T, Kyrmizakis D, Sfetsos S, Dagalakis K, Kandiloros D. Metallic foreign body in middle ear: an unusual cause of hearing loss. Head Face Med. 2007; 16;3-23. Ribeiro Fde A. Foreign body in the Eustachian tube: case presentation and technique used for removal. Braz J Otorhinolaryngol. 2008;74:137142. Faulder TJ. Foreign Body in Mastoid Antrum. Proc R Soc Med. 1921;14(Otol Sect):26. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 hastada self mutilasyon olmadığı tespit edildi. Hasta kaşıntı sebebiyle kulağını kürdanla karıştırdığını, kürdan parçalarının içeride kaldığını farketmediğini ifade etti. Resim-2: Hastanın mastoid ve timpanik kavitesinden çıkarılan tahta ve kürdan parçaları 37 Ultrasonografi Eşliğinde Biyopsi ile Tanı Konulan, İntramural Yerleşimli Atipik Trofoblastik Tümör Intramural Atypical Trophoblastic Tumor Diagnosed by Ultrasound Guided Biopsy Dr. İbrahim ALANBAY/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Hakan ÇOKSUER/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Emre KARAŞAHİN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Mutlu ERCAN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Salih DEVECİ/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji AD., Etlik , Ankara. Dr. Murat DEDE/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Dr. Müfit C. YENEN/ Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Kadın Hastalıkları ve Doğum A.D., Etlik, Ankara. Özet Amaç: Ultrasonografi eşliğinde biopsi ile tanı konulan, intramural atipik trofoblastik tümör olgusunun sunulmasıdır. Olgu: 31 yaşında, Gravidesi 3, Paritesi 1 olan olguya dış merkezde inkomplet abortus tanısıyla, D/C (dilatasyon ve küretaj) işlemi uygulanmıştır. ß-hCG kontrollerinde yükselme saptanması üzerine kliniğimize refere edilmiştir. Kliniğimizde ß-hCG düzeyleri plato çizmesi nedeniyle metotreksat uygulanmıştır. Metotreksat tedavisine yanıt alınamaması ve ß-hCG değerlerinin yeniden yükselmeye devam etmesi nedeniyle, ultrasonografi eşliğinde uterin lezyona girilerek biopsi yapılmış ve epiteloid trofoblastik tip tümör saptanmıştır. Olguya histerektomi uygulanmıştır. Hastanın operasyon sonrası yapılan takiplerinde şu ana kadar herhangi bir problem ile karşılaşılmamıştır. Sonuç: Gestasyonel trofoblastik hastalık ön tanısı alan bir hastada. ß-hCG değerleri düşük ve kemoterapiye cevap yoksa, ileri histopatolojik inceleme yapılarak epiteloid trofoblastik tip tümör tanısı ekarte edilmelidir. Anahtar kelimeler: epiteloid trofoblastik tip tümör, metotreksat, biyopsi Abstract Objective: To present an intramural atypical trophoblastic tumor case diagnosed by ultrasound guided biopsy. Case: A 31 years old patient gravida 3, para 1 referred to our tertiary center with a diagnosis of incomplete abortion who had been performed dilatation and currettage in another healthcare unit. Her referrel reason was the elevation of ß-hCG levels in her check-ups. We administered methotrexate since the patients ß-hCG levels were drawing plateau. But since the patient did not respond to methotrexate therapy and her ß-hCG levels again began to elevate, we decided to perform an ultrasound guided needle biopsy direct to the lesion. The histopathological examination revaled an epithelioid trophoblastic type tumor. Then hysterectomy was performed to the patient and she was discharged without any complication. Her follow up period is free of disease till now. Conclusions: Patients whose preliminary diagnose is gestational trophoblastic disease, with low ß-hCG levels and did not respond to chemotherapv, should be evaluated by advanced histopathological examination to exclude epithelioid trophoblastic type tumors. Key words: epithelioid trophoblastic type tumor, methotrexate, biopsy Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Gİrİş Gestasyonel trofoblastik neoplazi (GTN) invazif mol, koriokarsinoma, plasental site trofoblastik tumor (PSTT) ve epiteloid trofoblastik tümörleri kapsamaktadır (1). Epiteloid trofoblastik tip tümör (ETT), trofoblastik tümörlerin sıra dışı tümörü olup, mikroskobik olarak karsinoma benzer. Bu nedenle tanı için ciddi sıkıntı potansiyeli taşır. ETT terimi ilk olarak, 1998 yılında Shih ve Kurman tarafından, intermediate trofoblastlarin olduğu, PSTT ve koriokarsinomadan farklı nadir bir form olarak tanımlanmıştır (2). ETT genellikle reprodüktif çağda, bir gestasyonel olayı takiben ortaya çıkmaktadır. Gestasyonel olay ile ETT arasındaki süre 1- 18 yıl arasında olduğu bildirilmektedir (3). En sık klinik prezentasyonu vaginal kanamadir. ß-hCG değerleri yükselmekle beraber, genellikle 2500 değerini aşmaz. Prehisterektomi klinik tanısı miyomdan - karsinoma kadar geniş aralıkta olup, genelikle GTN’den şüphelenilmez. En sık korpus ve endoserviks yerleşimlidir (4). Trofoblastik hastalıkların tanısı genellikle ultrasonografi, ß-hCG ve patolojik tanı esasına dayanmaktadır. Ancak düşük ß-hCG ile seyreden ve atipik yerleşimli olgularda tanı koymak oldukça zordur. Bu olgu sunumunda amaç, düşük ß-hCG ile seyreden intramural yerleşimli, trofoblastik hastalık tanısı almış olan olgunun sunulmasıdır. Resim-1, 2: Kitlenin transvaginal ultrasonografîk görünümü, serviks normal olarak izlenmektedir. Kliniğimizde ß-hCG düzeyleri plato çizmesi nedeniyle metotreksat uygulanmıştır. Metotreksat tedavisine yanıt alınmadığından ve ß-hCG değerlerinin yükselmesinden dolayı, kesin tanı için ultrasonografi eşliğinde uterin lezyona girilerek yapılan biyopsi sonucunda epiteloid trofoblastik tip tümör saptanmıştır. Görüntüleme yöntemleri ve PET ile kitle dışında lezyon saptanmayan olgunun patoloji sonucu ‘yüksek grade’li malignite olarak rapor edilmiştir. Skuamoz hücreli karsinom, PSTT ve ETT ayırıcı tanısı, mevcut immünohistokimyasal testlerde kullanılmasına karşın kesin olarak ayrım yapılamamıştır. Ancak klinik görünüm, ß-hCG pozitifliği nedeni ile ETT düşünülmüştür. Olguya kendi isteği ile histerektomi uygulanmıştır. Histerektomi materyalinin incelenmesinde servikal bölge normal olarak değerlendirilirken, intramural yerleşimli, nekrotik ve kistik alanlar içeren ortalama 3cm’lik tümöral kitle saptanmıştır. Patolojik incelemede yüksek derecede atipi saptanmış- Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Olgu sunumu Olgumuz 31 yaşında olup, Gravidesi 3 (1S/C, 2 D/C), Paritesi 1’dir. Dış bir merkeze adet düzensizliği ve vaginal kanama şikayeti ile başvuran hastanın medikal öyküsü herhangi bir özellik içermemektedir. Hastanın yapılan giriş ß-hCG sonucu 38 mlU/ml olarak saptanmıştır. Olguya yapılan jinekolojik muayene sonucunda incomplet abortus tanısı konarak, D/C işlemi uygulanmıştır. Küretaj materyalinin patolojik incelemesi sonucunda herhangi bir trofoblastik hastalık saptanılmayan hastanın yapılan ß-hCG kontrollerinde yükselme saptanması üzerine kliniğimize refere edilmiştir. Kliniğimize 1 ay sonrasında başvuran olgunun yapılan ß-hCG tetkiki 377 olarak saptanmıştır. Yapılan transvaginal ultrasonografide endometriyal eko ince, intramural 26x18 mm solid- kistik arasında görünüm gösteren ve dopplerde yüksek akim içeren kitle saptanmıştır. Ultrasonografide serviks ve ovarler normal olarak değerlendirilmiştir. Yapılan histereskopide kavite içinde herhangi bir lezyon saptanmayan olguda kitlenin uterin kavite ile ilişkili olmadığı saptanmıştır. Bu işlem sırasında alınan endometriyal biyopsi sonucu da normal olarak değerlendirilmiştir. Yine bu işlem sırasında laparoskopi ile başta tubalar olmak üzere tüm uterus ve pelvis detaylı olarak değerlendirilmiştir. Laparoskopide herhangi bir patoloji saptanmamıştır. Hastanın yapılan jinekolojik muayenesinde vulva, vagina, serviks ve uterus normal olarak değerlendirilmiştir. 39 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Alanbay ve Arkadaşları tır. Hastanın operasyon sonrası yapılan takiplerinde şu ana kadar herhangi bir problem ile karşılaşılmamıştır. 40 Tartışma ETT nadir görülen bir trofoblastik neoplazidir (2, 3). Genellikle reprodüktif dönemde görülür (2, 3). ETT olarak bildirilen olguların yaş aralığı 15- 48 (ortalama 36.1 yıl) olarak bildirilmekte olup, bu olgulardan sadece 1 tanesi postmenopozaldir.(4, 5). Olguların büyük kısmında bir önceki gestasyonel durumu termde gebelik (%70) iken, ETT; abortus ve molar gebelikler sonrasında da gelişebilmektedir (5). ETT tanısı konan 14 olgunun incelenmesinde %30 uterin korpus yerleşimli, %50 uterin alt segment veya endoservikste ve geri kalan %20 olgunun ekstrauterin bölgelerde (ince bağırsak ve akciğerler) lokalize olduğu saptanmıştır (2, 4, 5, 6,7). Anormal vaginal kanama en sık görülen semptomdur. Bizim olgumuzda anormal uterin kanama şikayeti ile başvurmuş olup, ß-hCG pozitif olması nedeniyle yanlışlıkla abortus tanısı konmuştur. ETT tümör çapı 0.5-4cm aralığında bildirilmiştir (4, 7). Tüm lezyonlar soliter olup, nodüler yapıdaki tümörün derin olarak serviks ve miyometriyumu invaze ettiği bildirilmektedir. Tümör değişik oranlarda nekroz ve hemoraji içeren tipik kahverengi solid- kistik arası görünümdedir (4, 7). Bizim olgumuzda da tümör tek olup uterus korpus yerleşimlidir. Ultrasonografide kistik alanlar nekroz ve hemoraji olarak değerlendirilmiştir. Kitlenin Doppler incelemesinde yaygın vasküler yapı ve yüksek akım izlenmiştir. Histerektomi materyalinin incelenmesi ile tümörün soliter olduğu, miyometriuyuma invaze olduğu ve tümör içinde değişik oranlarda nekroz ve hemoraji olduğu görülmüştür. Tümörün immunohistokimyasal boyamasında sitokeratin, epitelyal membrane antigen ve inhibin pozitif’dir. Human plasental laktojen, HCG, plasental alkalen fosfataz ve Mel- cell adezyon molekül ekspresyonu mevcut olup, fokaldir. P63 çoğu vakada pozitif olup, PSTT ayrımında özellikle faydalıdır (8). Bizim olgumuzda sitokeratin ve HCG pozitifdir. ETT’ nin servikal karsinomdan ayırımı zordur. Bunun nedeni ETT’ in uterin serviks alt segmenti ve serviksi tutmaya meyilli olmasıdır. Tümör kordonlarının epiteloid görünümde olması, ekstrasellüler matriksin keratine benzemesi de tanıyı zorlaştırmaktadır. Birçok vaka başlangıçta servikal skuamöz karsinoma insitu olarak yanlış tanı almaktadır (9, 10). ETT nadir olduğundan klinik davranışı tam olarak ortaya konamamıştır, fakat metastatik potansiyelinin PSTT ile benzer olduğu bildirilmektedir (7). Bu olgularda histerektomi başarılı olarak kullanılmaktadır. Eğer gestasyonel trofoblastik hastalık düşünülen bir hastada kemoterapiye cevap yoksa ileri histolojik inceleme ya- pılarak ETT olasılığı düşünülmelidir. Bizim olgumuzda metotreksat tedavisine yanıt alınmadığından ve HCG değerlerinin yükselmesinden dolayı, histolojik değerlendirme yapılmak için ultrasonografi esliğinde uterin lezyona girilerek biopsi alınmış ve tanı doğrulanmıştır. Düşük ß-hCG değerleri olan olgularda ETT mutlaka akılda tutulmalıdır. Kaynaklar Lurain JR. Gestational trophoblastic disease I: epidemiology, pathology, clinical presentation and diagnosis of gestational trophoblastic disease, and management of hydatidiform mole. American Journal of Obstetrics & Gynecology. 2010. 2. Shih IM, Kurman RJ. Epithelioid trophoblastic tumor: a neoplasm distinct from choriocarcinoma and placental site trophoblastic tumor simulating carcinoma. Am J Surg Pathol. 1998;22: 13931403. 3. Shih IM, Kurman RJ. The pathology of intermediate trophoblastic tumors and tumor-like lesions. Int J Gynecol Pathol. 2001; 20: 31-47. 4. Allison KH, Jason E. Love JE,.Garcia RL Epithelioid Trophoblastic Tumor Review of a Rare Neoplasm of the Chorionic-Type intermediate Trophoblast. Arch Pathol Lab Med. 2006;130:1875-1877. 5. Coulson LE, Kong CS, Zaloudek C. Epithelioid trophoblastic tumor of the uterus in a postmenopausal woman: a case report and review of the literature. Am J Surg Pathol 2000; 24:1558-1562. 6. Kuo KT, Chen MJ, Lin MC. Epithelioid trophoblastic tumor of the broad ligament: a case report and review of the literature. Am J Surg Pathol 2004; 28: 405. 7. P M L H Vencken, P C Ewing, R P Zweemer Epithelioid trophoblastic tumour: a case report and review of the literature J Clin Pathol 2006; 59: 1307-1308. 8. Shih IM, Kumaran RJ. p63 expression useful in the distinction of epithelioid trophoblastic and placental site trophoblastic tumors by profiling trophoblastic subpopulations. Am J Surg Pathol 2004; 28: 1177-1183. 9. Fadare O, Parkash V, Carcangiu ML, Hui P. Epithelioid trophoblastic tumor: clinicopathologic features with an emphasis on uterine cervical involvement. Mod Pathol. 2006;19:74-72. 1O. Narita F, Takeuchi K, Haman S, et al. Epithelioid trophoblastic tumor (ETT) initially interpreted as cervical cancer. Int J Gynecol Caner. 2003; 13: 551-554. 1. Diyabetik Ayak ile Prezente olan Medial Kalsifik Skleroz (Mönckeberg): Olgu Sunumu Medial Calcific Sclerosis (Mönckeberg) Case Report: Diabetic Foot Dr. Selim NALBANT/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Gülbüz SEZGİN/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Vezir KÖSKENLİ/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Mücahit GÖRÜK/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Rahmi ÇUBUK/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Özet Mönkeberg sklerozu diyabetik ve diğer arteryel damar hastalıklarıyla ilgili iyi bilinen bir fenomendir. Ancak, onun varlığı diyabetik ayağın daha da kötüleşmesine ve damarsal yapılara dayalı tedavi ihtiyacının artmasına neden olur. Biz de ayak damarlarında Mönckeberg skleroz varlığı gözden kaçan ve amputasyonu olan bir hastayı sunduk. Abstract Mönckeberg sclerosis is a well-known phenomenon associated with diabetic and other arterial diseases. However, its existence caused worsens a diabetic foot and increases the need of vascular based treatment. We presented such a diabetic foot case whose Mönckeberg Sclerosis on her leg artery was not noticed and had amputation. Anahtar kelimeler: şeker hastalığı, Mönkeberg sklerozu Key words: diabetes mellitus, medial calsific sclerosis (Mönckeberg sclerosis) Giriş Arter duvarında patolojik kalsiyum fosfat birikimi iki farklı biçimde görülmektedir. Bunlardan ilki klinikte daha sık gördüğümüz, intima tabakasında kalsiyum birikiminin söz konusu olduğu arteriyosklerozdur (1,2). Çoğunlukla rastlantısal olarak görülen, öncekine göre daha nadir bir diğer durum medial tabakada kalsiyum birikimi ile karakterize medial kalsifik skleroz (MKS) veya patolojiyi ilk kez tanımlayan kişinin adıyla Mönckeberg arteriyosklerozudur. Histolojik incelemede damar duvarında halkasal kalsifikasyonlar izlenir ve arteriyosklerozun aksine arteriyel kan akımında kesinti mevcut değildir. Bu iki patolojinin aynı kişide eş zamanlı olarak bulunması olası olsa da arteriyoskleroz ve MKS farklı ve birbiriyle ilgisiz durumlar olarak kabul edilmektedir (1). MKS herhangi bir hastalığı bulunmayan yaşlı kişilerde aterosklerozdan bağımsız biçimde sıkça görülmektedir. Hastalık süresinin 35 yılı bulduğu diyabet hastalarının %94’ ünde arteriyel kalsifikasyon saptanmaktadır. Çoğunlukla alt ekstremiteye yönelik düz grafilerde rastlan- tısal olarak saptansa da renal ve koroner damarların da tutulduğunu bildiren yayınlar vardır. Genellikle küçük ve orta boy damarlar etkilenmektedir ancak damar dışında da kalsifikasyonların saptandığı bir vaka bildirilmiştir. Klasik radyografik bulgusu tramvay yolu manzarasıdır (3-7). Olgu 20 yıldır diabetes mellitus, 10 yıldır esansiyel hipertansiyon tanıları ile takip edilen, ½ paket/gün/20 yıl (20 yıldır içmiyor) sigara kullanım öyküsü olan 74 yaşında bayan hasta 14 ay önce diabetik ayak ülseri ve ağrılar nedeniyle sağ diz üstünden amputasyon geçirmiş. Hastanın bir ay önce yapılan alt ekstremite anjiyografi tetkikinde sol alt ekstremite posterior tibial arterde oklüzyon ve süperfisyal femoral arter (SFA) proksimal segmentte trombüs saptanmış. Ek bir tedavi önerilmemiş. Hasta sol bacakta ağrı ve şişlik şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde 10 yıl önce koroner arter by-pass operasyonu ve 14 ay önce sağ bacak amputasyonu Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal direkt grafisi çekildi. Medial kalsifik skleroz ile uyumlu kalsifik damar traseleri izlendi. Sonuç Sosyokültürel seviyesi yüksek ve HbA1c düzeyi genel olarak normal olan ancak ciddi diyabetik ayak problemli hastalarda diğer vasküler sebepler de düşünülmelidir. Bizim olgumuzda olduğu gibi diyabetik ayağı olan hastalarda gözden kaçan vasküler patolojiler hastalarda uzuv kaybına da yol açabilmektedir. 1. 2. 3. Şekil: Arter boyunca gelişen kalsifikasyon sonucu oluşan tipik tren yolu manzarası. 4. Nalbant ve Arkadaşları olan hastanın soy geçmişinde bir özellik yoktu. Laboratuvar tetkiklerinde açlık serum glukozu:160 mg/dL, tokluk serum glukozu:230 mg/dL, Na+:142 mmol/L, K+: 4.2 mmol/L, kreatinin:1.0 mg/dL, BUN:23 mg/dL, albumin:3.5 g/dL, HbA1c:%7.6, CRP:0.7, eritrosit sedimentasyon hızı:42 mm/sa, Hgb:10.8 g/dL, Hct:%34.2, WBC:9440/mm3, 24 saatlik idrarda kreatinin klirensi:53.05 mL/dk/1.73 m2 olarak bulundu. Mikroalbuminüri mevcut idi (66.08 mg/gün) ancak proteinüri yoktu (proteinüri: 0.19 gr/gün). Hastanın sol bacak ağrılarının nedeni olarak iskemik periferik damar hastalığı ve diyabetik nöropati düşünülmekteydi ve almakta olduğu Pentoxifylline 400 mg. tablet tedavisine Pregabalin tablet (75 mg/gün dozunda) eklendi. Olası kemik ve eklem patolojilerini dışlamak için hastaya sol ayak-ayak bileği 42 5. 6. 7. KAYNAKLAR: David Smith C, Gavin Bilmen J, Iqbal S, Robey S, Pereira M. Medial artery calcification as an indicator of diabetic peripheral vascular disease. Foot Ankle Int. 2008;29:185-190. Young MJ, Adams JE, Anderson GF, Boulton AJ, Cavanagh PR. Medial arterial calcification in the feet of diabetic patients and matched non-diabetic control subjects. Diabetologia. 1993;36:615-621. Everhart JE, Pettitt DJ, Knowler WC, Rose FA, Bennett PH. Medial arterial calcification and its association with mortality and complications of diabetes. Diabetologia. 1988;31:16-23. Nicolosi AC, Pohl LL, Parsons P, Cambria RA, Olinger GN. Increased incidence of radial artery calcification in patients with diabetes mellitus. J Surg Res. 2002 ;102: 1-5. Chantelau E, Lee KM, Jungblut R. Association of below-knee atherosclerosis to medial arterial calcification in diabetes mellitus. Diabetes Res Clin Pract. 1995;29:169-172. Bevan WP, Tomlinson MP. Radiographic measures as a predictor of ulcer formation in diabetic charcot midfoot. Foot Ankle Int. 2008 ;29:568-573. Suzuki E, Yoshimura T, Omura Y, Sakaguchi M, Nishio Y, Maegawa H, Higher arterial stiffness, greater peripheral vascular resistance and lower blood flow in lower-leg arteries are associated with long-term hyperglycaemia in type 2 diabetic patients with normal ankle-brachial index. Diabetes Metab Res Rev. 2009;25:363-369. Nadir Bir İleus Olgusu Case Report: A Rare Ileus Dr. Selim NALBANT/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Gülbüz SEZGİN/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Nedim Umutay SARIGÜL/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Dr. Rahmi ÇUBUK/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Dr. Nuri TASALI/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyoloji Anabilim Dalı Dr. Orhun SİNANOĞLU/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı Dr. Melih ÖZEL/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Dr. Oya UYGUR BAYRAMİÇLİ/ Maltepe Üniveritesi Tıp Fakültesi Hastanesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Özet Yaşlılıkta kalın barsak tıkanıklıkları hiç de nadir değildir; hatta bazen bu durum ölümcül olabilir veya en azından cerrahi müdahale gerektirebilir. Bu nedenle, ileri yaşlardaki bu klinik tablo dikkatli ve ön yargısız olarak değerlendirilmelidir. Bu yazıda glob vezikale ile ilişkili böyle nadir bir olguyu sunuyoruz. Anahtar kelimeler: barsak tıkanması, yaşlılık, glob vezikale Giriş Yaşlı hastalarda gastrointestinal sistem hastalıkları her zaman dikkat edilmesi gereken önemli sorunlardandır (1). Yaşlı hasta gastrointestinal sisteme ait şikâyetlerini anlaşılır biçimde ifade edemeyebilir ya da hekimi başka klinik tanılara yönlendirecek ifadeler kullanabilir (1,2). Aslında bunun tersi de doğrudur. Çünkü bazen de başka sistemlere ait sorunlarını gastrointestinal sisteme ait şikâyetlerle karıştırılabilir (2-6). Biz de çok nadir ve ilgi çekici olduğunu düşündüğümüz bir neden sonucu gelişen ileusa bağlı karın ağrısı şikâyetiyle müracaat eden yaşlı bir hastamızı sunmak istedik. OLGU: 86 yaşında bayan hasta ileri derecede gonartrozu sebebiyle hastanemiz Fizik Tedavi Kliniğince hastaneye yatırıldı. Fizik tedavi servisinde yattığı sırada hastane kaynaklı pnömoni gelişmesi, ateş yükselmesi ve genel durum bozulması üzerine hasta İç Hastalıkları Servisine nakil edildi. Kısmen yatağa bağımlı olan hasta yatağından sadece defekasyon amaçlı çıkmakta bunun dışında da idrarını bezine yapmaktaydı. Morbid obez görünümde ve konfüze olan hastanın yakınlarından alınan tıbbi geçmişine ait öyküsünde hipertansif ve diyabetik olduğu öğrenildi. Arteriyel kan basıncı 180/100 mmHg, nabzı 96 vuru/dakika ritmik olan hastanın ateşi 37.5 0C idi. Dinlemekle özellikle solda akciğer alt zon- Abstract Acute large bowel obstruction of old ages is not uncommon. It may even cause death or at least necessitates surgical intervention. So, this clinical picture in older ages must be considered very carefully and without any bias. We present HERE such an uncommon clinical bowel obstruction related globe vesicale. Key words: bowel obstruction, elderly, globe vesicale larda inspiratuvar ralleri mevcuttur. Dalağı kot kenarında 2 cm’de ele gelmekte, düzgün kenarlı ve ağrısızdı. Hastanın laboratuvarında beyaz küre sayının 24000 hücre/dL, eritrosit sedimentasyon hızının 74 mm/saat ve C-reaktif proteinin 8mg/dL (bizim laboratuvarımızda normalin üst sınırı 0.5mg/dL’dir.) olması dışında biyokimyasal verilerinde önemli bir anormallik saptanmadı. Bu bulgularla pnömoni ve “Sistemik İnflamatuar Cevap Sendromu” (SIRS) tanısı konulan hastaya seftriakson 1g/gün intravenöz ve klaritromisin 1000 mg/gün oral başlandı. Hastanın devam eden 48 saat içerisinde iki kez ateşinin 39o C’ye çıkması üzerine mevcut antibiyotik tedavisi kesilerek imipenem 4x500mg dozunda başlandı. Hastanın antibiyotik değişikliğinden 24 saat sonra ateşi düştü ve ikinci gününden itibaren genel durumu düzelmeye başladı. İmipenem tedavisinin üçüncü gününde hastada distansiyon gelişmeye başladı. Hasta ayağa kaldırılamadığı için çekilen direk üriner sistem grafisinde ve ultrasonda aşırı gaz nedeniyle tanıya yardımcı olabilecek bir veri sağlanmadı. Hastanın genel durumu tam olarak düzelmediği için kolonoskopi yapılamayan hastaya bunun üzerine kontrastlı tüm batın tomografisi çekildi. Tomografide mesanenin bütün pelvis boşluğunu dolduracak şekilde dolu olduğu ve arkada sigmoid kolon üzerine ciddi bası yaratarak barsak Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Şekil-2: Pelvisi tamamen dolduran mesane görülmektedir. Okla işaretli olarak sigmoid kolon görülmektedir. Şekil-1: Tamamen dolu mesanenin sigmoid kolonu obsturikte ederek gaita geçişini engellediği görülmektedir. içeriğinin geçişini engellediği görülmekteydi (Şekil-1,2). Bunun üzerine hastanın mevcut tedavisine ilaveten mesane sondası takıldı, ex vacuo hemoragica (aşırı distandü mesane cidarındaki frajil venlerin ani boşalma sonrasında çatlayıp yoğun kanamaya neden olması) komplikasyonundan kaçınmak için mesane fasılalı olarak 500’er cc boşaltıldı, toplam 6 litre idrar boşaltıldı ve 36 saat sonra hasta normal defekasyonunu yapabildi. Klinik bulguları ve görüntüleme bulguları tamamen normale döndü. Nalbant ve Arkadaşları TARTIŞMA Literatürde, hipotiroidizme bağlı (7) ve aşırı aktif mesane, baskılanamamış spastik nöropatik mesane tedavisi amacıyla antimuskarinik ilaçların kullanımı (8) ile aynı anda hem üriner retansiyon hem de ileus görülen olgular bildirilmiştir, ancak idrar retansiyonu ile distandü hale gelmiş mesanenin hacim etkisi sonucu barsaklara baskı yaparak ileus nedeni olması durumu bildirilmemiştir. Sonuç olarak, yaşlı hastanın değerlendirilmesinde hem hikaye hem de fizik muayene gerekirse yeni baştan değerlendirilmelidir. Yaşlının yakınmalarının nedeni olabilecek nadir nedenler gözden geçirilmeli, hastanın hekimi yönlendirici ifadelerinden bağımsız olarak klinik 44 tablo bütün olarak değerlendirilmeye çalışılmalıdır. 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. KAYNAKLAR: Hiranyakas A, Bashankaev B, Seo CJ, Khaikin M, Wexner SD. Epidemiology, pathophysiology and medical management of postoperative ileus in the elderly. .Drugs Aging. 2011;28:107-118. Kennan JB, Charles B, Raymond C, Isidore C. Surgical Management of the acutely obstructed colon: A review of 127 cases. Am J Surg 1988;156:163-168. Baker DM, Wardrop PJ, Burrel H, Hardcastle JD. The management of acute sigmoid volvulus in Nottingham. J R Coll Surg Edinb 1994;39:304-306. Irvin TT, Greany MG. Treatment of colonic cancer presenting with intestinal obstruction. Br J Surg 1977;64:741-744. Fielding LP, Steward-Brown S, Blevovsky L. Large bowel obstruction caused by cancer: A prospective study. Br Med J 1979;1:515-517. Naaeder SB, Archampong EQ. One-stage resection of acute sigmoid volvulus. Br J Surg 1995;82:16351646. Nathan AW, Havard CW.Paralytic ileus and urinary retention due to hypothyroidism. Br Med J (Clin Res Ed). 1982 14;285:477. Pemmaraju N, Feldman LS.Solifenacin-induced small bowel pseudo-obstruction. J Hosp Med. 2008 Mar;3:176-178. Surgical Correction of a Rare Congenital Diaphragmatic Hernia in Adult Erişkin Yaşta Nadir Görülen Konjenital Diyafragma Hernisinin Cerrahi Tamiri Çağatay Tezel MD. / Department of Thoracic Surgery, Sureyyapasa Chest Disease and Thoracic Surgery Training and Research Hospital, Istanbul, Turkey Altan Kır MD. / Department of Thoracic Surgery, Sureyyapasa Chest Disease and Thoracic Surgery Training and Research Hospital, Istanbul, Turkey Cemal Asım Kutlu MD. / Department of Thoracic Surgery, Sureyyapasa Chest Disease and Thoracic Surgery Training and Research Hospital, Istanbul, Turkey Özet Morgagni hernisi nadir görülen konjenital diyafragma hernisidir. Bu tip konjenital diyafragma hernileri asemptomatik erişkinlerde rastlantısal olarak saptanırlar. Olgumuz, birkaç aydır süren nefes darlığı ve karın ağrısı şikayetleri ile kliniğimize başvuran 40 yaşında erkek hasta idi. Morgagni hernisi tanısı alan hastaya, subcostal transabdominal insizyonla herni tamiri yapıldı. Ameliyat sonrası sorunsuz geçen hasta üçüncü gün taburcu edildi. Anahtar kelimeler: Morgagni hernisi, konjenital diyafragma hernisi, laparotomi Introduction Morgagni’s hernia is a congenital diaphragmatic hernia which occurs 0.02% to 0.05% of live births (1,2) This rare anterior defect of the diaphragm is variably referred to as Morgagni’s, retrosternal, or parasternal hernia, named by Giovanni Battista Morgagni, who was an Italian anatomist (3). In order to close the defect, surgery is recommended for all diaphragmatic hernias due to the risk of a strangulated intestine via either a transthoracic or transabdominal approach. Case A 40-year-old man presented with an 8 month history of dispnea, associated with episodes of abdominal pain and constipation. Clinical examination including osculation was revealed intestinal passage sounds on the right lower hemi thorax. Plain chest x-ray detected an irregular hemi solid mass on the right cardiophrenic Abstract Morgagni’s hernia is a rare congenital diaphragmatic hernia. This type of congenital diaphragmatic hernia is often diagnosed incidentally in asymptomatic adults. We present the case of 40 years old man complaining dispnea and abdominal pain for several months. He was diagnosed a Morgagni’s hernia which was repaired via subcostal transabdominal incision. His postoperative course was uneventful and discharged on day three. Key words: Morgagni’s hernia, diaphragmatic hernia, laparotomy congenital angle. Computed chest tomography was initially obtained which demonstrated an anterior diaphragmatic hernia with colon and omentum present in the thoracic cavity (Figure 1). The patient was entubated, a sub costal transabdominal incision was performed. Through the incision the presence of an anterior diaphragmatic defect with a hernia sac containing transverse colon and omentum was confirmed after lyses of adhesions. The contents of hernia were carefully pulled through in to abdomen. In order not to injury the pulmonary parenchyma, the superior part of the incision was extended a few centimeters to sternum. Two centimeter allows better visualizing the thoracic cavity. All contents were easily reduced. The defect was closed with heavy interrupted non-absorbable sutures without mesh. A single small caliber chest drain was placed. The abdomen was closed in a usual fashion. The patient made an uncomp- Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Figure 1. : (A) Plain chest x-ray showing right costophrenic density. (B) Computed chest tomography demonstrating air-filled colon and omentum in the right thoracic cavity. Figure 2. : Plain chest x-ray after the operation licated post-operative recovery. His bowel function returned to normal in two days and the dyspnea was resolved. Chest tube was removed on the first postoperative day. He initially had and the patient was discharged on postoperative day three. Tezel ve Arkadaşları Discussion Morgagni’s hernia, as a congenital anterior diaphragmatic defect, is a rare anomaly, representing 3% of all diaphragmatic hernias (1,4). It is usually small congenital defects in the right anterior diaphragm which is also called Morgagni’s foramina. The liver, bowel, or mesenteric fat may herniate directly through these defects, usually within the peritoneal sac (4). Adult patients diagnosed with a foramen of Morgagni hernia are usually asymptomatic and associated with obesity, trauma or other causes of increased intraabdominal pressure. Contrary, newborns may present 46 with respiratory distress at birth. Also recurrent chest infections and gastrointestinal symptoms have been reported (5). Herniation of intra-abdominal viscera can cause vomiting, and abdominal pain as like in the presented case. The diagnosis can be difficult, but a review suggests that computed tomography is the best diagnostic tool, particularly for symptomatic hernias with potential incarceration and strangulation (6). The differential diagnosis includes anterior mediastinal lesion such as pleuro-pericardial cysts, pleural mesothelioma, pericardial fat cushion, mediastinal lipoma, diaphragmatic tumors or cysts, and thymoma (2). It is generally agreed that even asymptomatic cases should be repaired surgically (1,6,7). Surgical closure of the diaphragmatic defect can be either closed by transthoracic or transabdominal incisions. Those incisions can be replaced by minimal invasive laparoscopic or thoracoscopic techniques. In view of this, the laparoscopic approach offers a potentially attractive alternative. One concern arise against laparatomy in situation if the patient with hernia adjacent to the pericardium, then thoracotomy instead of laparatomy could be better option in order to prevent pericardial injury (8). However, previous reports are limited and there is no consensus about the optimum technique (7). Also the issue of sac removal is controversial. Some authors do not recommend removal of the hernia sac, believing this step to be potentially hazardous. However, others believe that sac removal is a necessary and desirable part of the procedure (9). We believe that the major benefit of sac excision is that a mesothelial-lined cavity is not left behind in the chest which can be done optimally via extending the resection line upward to achieve better thoracic visualization. The defect in the Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 4. References Rogers FB, Rebuck JA. Case report: Morgagni hernia. Hernia. 2006;10:90-92. Hartman GE. Diaphragmatic hernia. In: Berhman RE, Kliegman RM, Arvin AM (eds). Nelson Textbook of Pediatrics, 15th ed. Philadelphia: WB Saunders Company, 1996: 1161. Augusto Z, Denis AC. Giovanni Battista Morgagni and his contribution to pediatric surgery. J Pediatr. Surg. 2008;43:729–733. 7. 1. 2. 3. 5. 6. 8. 9. Akhavan-Heidari M, Edwards D, Besenhaver J, Wolfer R. Incidental finding of congenital thoracic malformations in adult population. South Med J. 2006;99:539-543. Eren S, Ciris F. Diaphragmatic hernia: diagnostic approaches with review of the literature. Eur J Radiology 2005;54:448–459. Swain JM, Klaus A, Achem SR, Hinder RA. Congenital diaphragmatic hernia in adults. Semin Laparosc Surg. 2001;8:246-255. Huston JM, King H, Maresh A et al. Hernia of Morgagni:Case report. J Thorac Cardiovasc Surg 2008;135:212-213. Okutan H, Uçan ES, Silistireli E, Oto Ö. Erişkin Morgagni Hernisinde Transtorasik Yaklaşım. Toraks Dergisi, 2000;1:79-81. Ackroyd R, Watson DI. Laparoscopic repair of a hernia of Morgagni using a suture technique. J.R.Coll Surg Edinb 2000;45:400-402. Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 case is relatively small but the content of hernia sac includes entire transverse colon with significant part of omentum. After the lyses and defining the defect is important not to pull down the content of the sac without exploring the possible thoracic adhesions. Surgical repair of the diaphragmatic defect is technically quick and straightforward and provides good outcomes in case series. The foremost part of the operation is reduction the herniated organs in great care. 47 Derleme Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal Genitoüriner Enflamasyonlar Prematür Ejakülasyona(PE) Neden Olabilir mi? Yeni Yaklaşımlar Can Genitourinary Inflammations Cause Premature Ejeculation? New Approaches in PE Dr. Sinan Ekici / Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi üroloji Anabilim Dalı Dr. Orhun Sinanoğlu / Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi üroloji Anabilim Dalı Abstract PE is described with a short intravaginal ejaculatory latency time (IELT) shorter than 1–2 min, lack of control over ejaculation, personal distress and partner problems. Its prevalence rate of 30-40% in sexually active men represents it as the most frequent sexual dysfunction in men. The genetically determined changes in the serotonin receptor-/trans¬porter mechanism seem to be responsible for lifelong PE, also called acquired/primary PE that is often treated mostly with behavioral therapy or centrally active medication. The second type is the acquired/secondary PE that is seen at a certain period of life and is often associated with other conditioning diseases such as erectile dysfunction, prostatitis or thyroid dysfunctions. In this condition the successful treatment of the accompanying disease provides the cure of PE as well. In recent years the incidence of PE in patients with chronic prostatitis or chronic pelvic pain syndrome has been found to be increased. Successful treatment of CP/CPPS showed an increase in IELT. In this context the relationship between genitourinary inflammation/infection and premature ejaculation can be a new subject of research. Prematür ejakülasyonun tanımı ve genitoüriner enflamasyonlar ile ilişkisi Prematür ejakülasyon (PE) cinsel ilişkide erkeğin penetrasyondan ejakülasyona kadar geçen süreyi kontrol altına alamamasından dolayı her iki eş için de tatminin sağlanamadığı durumdur. PE cinsel olarak aktif erkek48 lerin %30-40’ında görülen ve yaşa bağlı bir cinsel iş- lev bozukluğudur (1). “Mental Hastalıkların Tanısal ve İstatistiksel Kılavuzu”na göre (DSM-IV-TR: Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) intravajinal ejakülatuvar latans süresi (IELT) 2 dakikadan az ise veya penetrasyondan hemen önce ejakülasyon oluyorsa ve bu durum ilişkide sıkıntıya yol açıyorsa PE söz konusudur (2). PE’nin hayat boyu süren primer (konjenital) PE XXXXX ve Arkadaşları Özet Intravajinal ejakülasyon latens süresinin (IELT) 1-2 dakikadan daha kısa olması ve ejakülasyonu kontrol edememe nedeniyle kişinin sıkıntıda olması, bu durumun eşler arası soruna yol açması olarak tanımlanan prematür ejakülasyon (PE), cinsel aktif erkeklerde % 30-40 prevalansla en sık görülen cinsel işlev bozukluğudur. Hayat boyu görülen PE’ de genetik olarak belirlenen serotonin reseptör transport mekanizması sorumlu olarak görülmektedir ve primer/konjenital PE adı verilen bu durum sıklıkla cinsel terapiler veya sentral etkili ilaçlarla tedavi edilir. Hayatın bir döneminde ortaya çıkan PE ise sekonder/edinsel PE adını alır ve sıklıkla buna eşlik eden patolojiler sonucu ortaya çıkar. Bu patolojiler sıklıkla prostatit, erektil disfonksiyon, tiroid hastalıklarıdır. Eşlik eden hastalığın tedavisi başarılı olduğunda cinsel işlev bozukluğu da düzelmektedir. Son yıllarda kronik prostatit (KP) veya kronik pelvik ağrı sendromu (KPAS) olan hastalarda PE insidansının oldukça yüksek bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bu tür hastalarda KP/KPAS tedavi edildiğinde IELT’nin de süresi uzamaktadır. Bu bağlamda genitoüriner enflamasyonlar/enfeksiyonlar ile prematür ejakülasyon arasındaki ilişki yeni bir araştırma konusu olabilir. ve sonradan ortaya çıkan sekonder (edinsel) formu vardır. Primer PE’nin serotonin reseptörleri olan 5-HT-2C hiposensitivitesi veya 5-HT-1A hipersensitivitesine bağlı olduğu tahmin edilmektedir (3,4). Sekonder PE’nin ise kronik prostatit ve hipo/hipertiroidizm gibi hastalıklarla ilişkili olduğu bildirilmiştir (5). PE tedavisinde bugüne kadar davranış terapileri ve santral etkili ilaçlar kullanılmıştır. Ancak son yıllarda edinsel/sekonder PE’nin çeşitli metabolik hastalıklar ve alt üriner sistem hastalıklarına bağlı olması nedeniyle alt üriner sistemdeki bir enflamasyonlarının prematür ejakülasyonla ilişkisi ve bu hastalıkların tedavisinin PE’ye etkisi araştırılmıştır. Bu çalışmalarda ürogenital sistem enflamasyonlarının genitoüriner organların yakın komşuluğu ve patofizyolojik etkileşimi nedeniyle cinsel işlev bozukluğuna yol açtığı öne sürülmekte ve bu hastalığın tedavisinin doğrudan PE nin düzelmesini sağladığı bildirilmektedir (6). Erkek genitoüriner traktın enflamatuvar hastalıkları prostatitler, orşit/epididimit ve nadiren seminal vezikülittir. Literatürde tek başına orşit, seminal vezikülit, sistit gibi enflamasyonların prematür ejakülasyona etkileri araşırılmamıştır. Yapılan çalışmalar genellikle kronik prostatit/PE ilişkisini incelemektedir. Kronik Prostatit/Kronik Pelvik Ağrı Sendromu ve Prematür Ejakülasyon Kronik prostatit (KP) 50 yaş altındaki erkeklerde en sık, 50 yaş üstünde erkeklerde ise üçüncü en sık konulan tanıdır genetik veya anatomik olarak elverişli bireyde iç içe geçmiş enflamatuvar, immünolojik, nöroendokrin ve nöropatik mekanizmaların, akut bir enfeksiyon veya kimyasal iritasyon gibi etkenler ile tetiklenmesi ile ortaya çıkmaktadır(7). Prostatitler NIH tarafından (National Institute of Health, Ulusal Sağlık Enstitüsü) 1999’da I. Akut bakteriyel prostatit, II. Kronik bakteriyel prostatit III. Kronik nonbakteriyel prostatit/Kronik pelvik ağrı sendromu (IIIa. Enflamatuar ve IIIb. Nonenflamatuar) IV.Asemptomatik enflamatuar prostatit olarak sınıflandırılmıştır (8). Kronik prostatit olarak bilinen hastalık tablosu, günümüzde “prostatit sendromu” yada “kronik pelvik ağrı sendromu (KPAS)” olarak adlandırılmaktadır. KPAS geniş bir yaş grubundaki erkekleri etkileyen kronik bir sendromdur (9). Hastalar genellikle perine, penis ve testislerde ağrıdan yakınırlar (10). Dilüri, sıkışma ve sık idrara çıkma gibi yakınmalar sıklıkla görülür. Kronik pelvik ağrı sendromu (KPAS) prostatitin en yaygın formudur ve patofizyolojisi iyi aydınlatılmamıştır. Kronik prostatit olgularının ancak % 5-10 kadarında tabloya neden olan mikroorganizma izole edilebilmektedir (11). Son yıllarda yapılan araştırmalarda KP veya KPAS hastalarında, ön plandaki cinsel işlev bozukluğunun prematür ejakülasyon olduğu ortaya çıkmaktadır. PE ile pelvik ağrı sendromu veya prostatit ilişkisi uzun zaman ihmal edilmiştir, fakat bu konu günümüzde ilgi çekmeye başlamıştır. PE ve kronik prostatit ilişkisini vurgulayan en eski makale 1972 yılında yayınlanmıştır, bu olgu sunumunda PE’si olan bir hastada uygulanan topikal tedavi ile her iki hastalığın tedavi edildiği bildirilmiştir (12). Son yıllarda çok sayıda hasta dahil edilerek yapılan çalışmalarda yayınlanan kronik prostatit ve PE ilişkisi irdelenmektedir. Bu çalışmalar üç grupta toplanabilir, ilk grupta, KP ile başvurmuş hastalarda PE bulunma sıklığını araştıran çalışmalar bulunmaktadır; Çinde yapılan bir çalışmada KP olan 623 hasta sorgulanmış, bunların % 39’unda PE ve % 16.9 unda erektil disfonksiyon (ED) insidansı saptanmıştır (13). Türkiye’den Gönen ve ark. tarafından yapılmış bir çalışmada 66 KP hastasında PE oranı % 77.3 olarak bulunmuştur, aynı çalışmada hem ED hem de prematür ejakülasyon olan hastaların yüzdesi % 15.2 olarak bildirilmiştir (14). Beutel ve ark. KPAS olan 58 hastalık başka bir çalışmada, önceki çalışmaya yakın oranlarda PE ve cinsel fonksiyon bozuklukları olan ED, PE ve libido eksikliği insidansı saptamışlardır, yine bu çalışmada pelvik ağrı sendromu olan hastaların bel ve eklem ağrılarından da yakındıkları bildirilmiştir (15). Çin’de yayınlanmış başka bir çalışmada 1786 KP hastası anketlerle değerlendirilmiş ve genel cinsel işlev bozukluğu % 49 olarak bulunmuştur. PE ve erektil disfonksiyon oranları sırasıyla % 26 ve % 15 olarak tespit edilmiştir. Hastaların % 7.7 ‘sinde hem PE hem de ED mevcuttur. Prevalans, yaş ve kronik prostatit süresi arasında negatif bir bağıntı saptanmıştır (16). 2007 yılında Trinchieri ve ark. yaptığı NIH prostatit sınıflandırmasına göre sınıflanan KP/KPAS’li hasta sayısı 399 olan dört örnek incelemeli, seminal sıvı kültürü alınan bir çalışmada 138 (% 34) ED ve 220 (% 55) ejakülatuvar bozukluk saptanmıştır (17). Libido kaybı, PE ve semen anomalileri bakteriyel kronik prostatitte kronik pelvik ağrı sendromuna göre daha yüksek bulunmuştur. Literatürde ikinci grupta kronik prostatitin PE nedeni olduğunu ve KP’nin tedavi edilmesiyle PE’nin de düzeldiğini bildiren çalışmalar bulunmaktadır; Bu konuda yapılan ilk çalışma 2000 yılında yayınlanan bir olgu sunumu olup, enflame prostat ve PE birlikte bulunan 31 yaşındaki bir hastada bu iki hastalığın siprofloksasin tedavisiyle düzeldiği bildirilmiştir (18). Bunun ardından geniş kapsamlı çalışmalar gelmiştir. Kanada’dan Abdelrahman ve ark. bildirdiği bir başka çalışmada 145 sekonder PE hastası çalışmaya alınmış bu hastaların 94’ünde kronik bakteriyel prostatit saptanmıştır, bu hastaların 20’si tedavisiz bırakılıp kontrol grubu olarak alınmıştır. PE ve kronik bakteryel prostatiti olan 74 hasta bir ay antibiyotik tedavisi görmüştür, başlangıçta kültürleri pozitif olan hastaların tümünün kültürleri steril hale gelmiştir. Tedavi olan bu hastaların 62‘sinde (% 83.9) IELT’da artış görülmüş ve hastalar ejakülasyonları- Cilt 3 Sayı 2 / Haziran 2011 Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 49 Ekici ve Arkadaşları Maltepe Tıp Dergisi/ Maltepe Medical Journal 50 nı iyi kontrol edebildiklerini bildirmişlerdir (19). KP veya KPAS ile prematür ejakülasyon ilişkisini değerlendiren üçüncü grup çalışmalarda ise primer başvuru nedeni PE olan hastalar çalışmaya alınmış ve bunlar daha sonra anketler ile KP açısından değerlendirilmiş, idrar ve prostat sıvıları bakteriyel veya bakteriyel olmayan prostatit açısından tetkik edilmiştir. Bu çalışmaların hepsinde bulgular sağlıklı kontrollerle kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlıdır. Screponi ve arkadaşları PE’si olan 46 hastanın % 56.5’inde prostat enflamasyonu % 47.8’inde kronik bakteriyel prostatit bulmuştur (20). 106 hastalık PE’si olanlarda yapılan bir başka çalışmada prostatik enflamasyon % 46.2 ve kronik bakteriyel prostatit insidansı % 34.7 olarak bulunmuştur (21). Shamloul & El-Nashaar 26-51 yaş arası PE li 153 erkekte ve 100 sağlıklı erkekte prostatik enflamasyonu değerlendirmişlerdir, PE hastalarında kontrol grubuna göre yüksek oranda kronik prostatit saptanmıştır. PE olan hastalarda prostatik enflamasyon % 64, kronik bakteriyel prostatit ise % 52 oranlarında tespit edilmiştir. Bu çalışmada kronik prostatit semptomları bakımından anlamlı fark bulunmamışsa da, PE, primer ve sekonder olarak alt gruplara ayrıldığında bu oranlar sırasıyla % 41.4 ve % 72.8 olarak bulunmuştur (22). Bu son üç çalışmanın da yazarları prematür ejakülasyonun tedavisi yapılmadan önce prostatın fizik muayenesinin ve mikrobiyolojik incelemesinin yapılmasını önermektedirler. Cinsel işlev bozukluğu olan hastaların çoğunda kronik prostatit saptanması, KP’yi tetikleyen başka faktörlerin de araştırılması gerektiğini düşündürmektedir. Öte yandan KP veya KPAS dışındaki ürogenital enfeksiyonlar/enflamasyonlarla ilgili mevcut yayınlar cinsel işlev bozukluğu konusuna değinmemektedir. Genitoüriner enfeksiyonlar kapsamına giren prostatit, ve buna bağlı patolojiler olarak adlandırılan orşit, epididimit ve seminal vezikülitlerin PE ile ilişkisinin araştırılması gelecekteki çalışmaların konusu olabilir. Gram negatif Enterobacteriaceae ve enterokoklar bakteriyel prostatitin en sık nedenidir, Chlamydia trochomatis üretriti de %50 oranında epididimit veya prostatite yol açabilmektedir. Dolayısıyla bu etkenlerin oluşturduğu genitoüriner enfeksiyonların da PE patofizyolojisindeki rolünü araştırmak kayda değer olabilir. Sonuç olarak genitoüriner enflamasyon ve/veya enfeksiyonu araştıran çalışmalarda cinsel işlev bozukluklarının da değerlendirmeye alınmasının doğru olacağını düşünmekteyiz. 1. 2. 3. KAYNAKLAR Frank E, Anderson C, Rubinstein D. Frequency of sexual dysfunction in “normal” couples. N Engl JMed 1978;299:111–115 . American Psychiatric Association. Diagnostic and statistical manual of mental disorders. 4th ed. Washington, DC: APA, 2000. Janssen PKC, Bakker SC, Réthlevy J et al Serotonin 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 15. 16. 17. 18. 19. 20. 21. 22. transporter promoter region (5-httlpr) polymorphism is associated with the intravaginal ejaculation latency time in Dutch men with lifelong premature ejaculation. J Sex Med 2009; 6:276–284 Jearn P, Santtila P, Johansson A et al. Evidence for a genetic etiology to ejaculatory dysfunction. Int J Impot Res 2009;21:62–67. Jannini EA, Caros E, Pepe M, Lombardo F Update on pathophysiology of premature ejaculation: the basis for new pharmacological treatments.Eur Urol 2006 EAU EBU Update Series 4:141–149. H. Porst Der vorzeitige Samenerguss (Ejaculatio praecox) Urologe 2009 · 48:663–674. Campbell-Walsh Urology, 9th ed. Saunders 2007 Krieger JN, Nyberg L Jr, Nickel JC. Letters to the editor: NIH Consensus Defnition and Classification of Prostatitis. JAMA 1999; 282: 236-237. D. Schultheiss Urogenital infections and male sexuality, effects on ejaculation and erection Andrologia 2008; 40, 125-129. Krieger JN, Egan KJ, Ross SO, Jacobs R, Berger RE. Chronic pelvic pains represent the most prominent urogenital symptoms of ‘‘chronic prostatitis.’’ Urology. 1996;48:715–721. European Association of Urology: EAU Guidelines Boneff AN Topical treatment of chronic prostatitis and premature ejaculation. Int Urol Nephrol 1972;4:183– 186. Qiu YC, Xie CY, Zeng XD, Zhang JH Investigation of sexual function in 623 patients with chronic prostatitis [in Chinese]. Zhonghua Nan Ke Xue 2007;13:524–526 2005 Gonen M, Kalkan M, Cenker A, Ozkardes H Prevalence of premature ejaculation in Turkish men with chronic pelvic pain syndrome. J Androl 2005;26:601– 603. Beutel ME, Weidner W, Braehler E Chronic pelvic pain and its comorbidity [in German]. Urologe A 2004; 43:261–267. Liang et al.,2004Liang CZ, Zhang XJ, Hao ZY, Shi HQ, Wang KX Prevalence of sexual dysfunction in Chinese men with chronic prostatitis. BJU Int 2004; 93:568–570 Trinchieri A, Magri V, Cariani L, Bonamore R, Restelli A,Garlaschi MC, Perletti G, Prevalence of sexual dysfunction in men with chronic prostatitis/chronic pelvic pain syndrome. Arch Ital Urol Androl 2007 79:67– 70. Brown AJ Ciprofloxacin as cure of premature ejaculation.J Sex Marital Ther 2000; 26:351–352. AbdelRahman El-Nashaar, and Rany Shamloul, Antibiotic Treatment Can Delay Ejaculation in Patients with Premature Ejaculation and Chronic Bacterial ProstatitisJ Sex Med 2007;4:491–496. Screponi E, Carosa E, Di Stasi SM, Pepe M, Carruba G, Jannini EA Prevalence of chronic prostatitis in men with premature ejaculation. Urology 2001; 58:198–202. Xing JP, Fan JH, Wang MZ, Chen XF, Yang ZS Survey of the prevalence of chronic prostatitis in men with premature ejaculation [in Chinese]. Zhonghua Nan Ke Xue 2003; 9: 451–453. Rany Shamloul, MD, and Abdelrahman el Nashaar, MD Chronic Prostatitis in Premature Ejaculation: A Cohort Study in 153 Men J Sex Med 2006;3:150–154. YAZARLARA BİLGİ 1) Maltepe Tıp Dergisi, sağlık alanındaki bilimsel araştırmalar, teknolojik gelişmeler, derlemeler, klinik çalışmalar, olgu bildirimleri, bilimsel toplantı özetleri, editöre mektuplar, literatür özetleri ve biyografileri yayınlar. 2) Dergi yılda 3 sayı yayınlanır. 3) Derginin yazı dili Türkçe ve İngilizcedir. 4) Yayınlanmak üzere dergiye gönderilen yazıların dergiye kabul edildikten sonra her türlü yayın hakkı dergiye aittir.Yazılar yayın kurulu tarafından incelendikten sonra gerekli görülen düzeltmelerin yapılması için yazara geri gönderilir.Editör ve yayın kurulu gerekli gördüğünde yazıların bilimsel danışma kurulu tarafından incelenmesini isteyebilir.Yazılar teslim tarihi göz önüne alınarak yayın kurulunun belirlediği sıraya göre yayınlanır. Yazım Kuralları a) Dergiye gönderilen araştırmalar ve derlemeler oniki, bilimsel toplantı özetleri on, olgu bildirimleri beş, editöre mektuplar, literatür özetleri ve biyografiler ise üç daktilo sayfasını geçmemelidir. b) Yazılar A4, beyaz birinci hamur kağıdın bir yüzüne kenarlardan 2.5 cm boşluk kalacak şekilde 2 satır aralık olarak daktilo edilmesi, bilgisayar yazıcısı kullanacaksa iyi kalite yazım modu seçilmelidir. c) Gönderilen yazılar sıra ile şu bölümlerden oluşmalıdır.Başlık sayfası, Türkçe özet ve anahtar kelimeler, ingilizce özet ve anahtar kelimeler, yazı metni, kaynaklar, tablolar, resim ve şekiller için alt yazı. Olgu bildirimlerinde ise giriş, başlık, ingilizce başlık, Türkçe özet, inglizce özet, olgu ve olguların sunumu, tartışma ve kaynaklardan oluşmalıdır. d) Yazının tamamı 3 kopya olarak kalın bir zarf içinde katlanmadan gönderilmelidir.Ayrıca yazının Microsoft Word Belgesi olarak kaydedilmiş disket ya da Cd’ si de eklenmelidir. 3) Çalışmanın yapıldığı kurum veya kurumların adı. 4) Makale ile ilgili yazışmalardan sorumlu yazarın isim, adres ve telefonu numarası. 5) Makale daha önce bir yerde sunulmuş ise başlık sayfasının en altında belirtilmelidir. b) Özet ve Anahtar Kelimeler Özetler 250 kelimeyi geçmeyecek şekilde kısa literatür bilgisi, çalışmanan amacını, gereç ve yöntemi, varılan sonuçları kısa ve açık bir şekilde belirtilmelidir. c) Yazı Metni Klinik ve deneysel araştırma yazıları giriş, gereç ve yöntem, sonuçlar ve tartışma bölümlerinden oluşturulmalıdır. d) Kaynaklar Kaynaklar yazıda kullanıldığı sırayla numaralanmalı, dergi isimleri Index Medicus’ taki stil ile kısaltılmalıdır. Altıdan fazla yazar olan makalelerde ilk üç yazarın ismi yazıldıktan sonra diğer isimler ve ark. (et al) kısaltılması ile gönderilmelidir. Dergiler için yazar soyadları, adlarının ilk harfleri, makalenin başlığı, derginin adı, tarih, bölüm sayısı ve sayfa olarak sıralanmalıdır. Örnek: Templeton PA, Coston CI, Zorhouni EA.: Current uses of CT and MR imaging in the stagini of the lung cancer.Radiol Clin North Am 1990 , 28: 631- 46.Kitaplar için: Yazar isimleri, bölüm adı, editör ismi, kitap adı, basım, şehir, yayınevi, tarih ve sayfalar şeklinde sıralanmalıdır. Örnek: Winfield HN, Schuersler W. Pelvic Iymphadenecomy. İn Claymon RV, Mc Dougo.II EM (eds). Laparoscopic Urology, Guolity Medical Publiser, St. Louis, 1993, P. 225 – 260. e) Tablolar, Resimler ve Alt Yazılar Tablolar ayrı sayfalarda kısa bir başlık içerecek şekilde metinde bahsediliş sırasına göre numaralandırılarak hazırlanmalıdır. Fotoğraflar siyah beyaz ve net kalitede olmalıdır. Fotoğrafların arkalarında metindeki kullanılış sırası ve üst kısmını gösterir bir ok işareti konulmalıdır. Resim altyazıları ayrı bir sayfada aralıklı yazılmalı, resimler ayrı bir zarf içerisinde gönderilmelidir. Yazı Düzeni a) Başlık sayfası 1) Makalenin Türkçe ve ingilizce başlığı * Yayınlanan yazıların sorumlluluğu yazarlara aittir. 2) Yazarların taşıdığı en yüksek akademik ünvanı, Gönderilen yazılar iade edilemez. yazarların açık adı ve bağlı bulunduğu kurum.