din siyaset söyleşileri

Transkript

din siyaset söyleşileri
DİN SİYASET SÖYLEŞİLERİ
17.05.2012 tarihinde gerçekleştirilen “Din Siyaset Söyleşileri” konulu konferans
metnidir.
Konuşmacılar:
Yrd. Doç. Dr. Çağkan Sayın (Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi)
Doç. Dr. Menderes Çınar (Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölümü Öğretim Üyesi)
Yrd. Doç. Dr. Çağkan Sayın: Din ve Siyasi Söyleşileri serisinin ilk konuğu Başkent
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Menderes Çınar. Konuğumuz bugün bize
1980’lerden itibaren yeniden yükselişe geçtiğini varsayabileceğimiz ve temelde
siyasal ve ideolojik olması nedeniyle geleneksel İslâm’dan farklılaşan İslâmcılık
konusunda Türkiye ve Malezya örnekleri üzerinden giderek karşılaştırmalı bir
perspektif sunacaktır.
Doç. Dr. Menderes Çınar: Karşılaştırmalı İslâmcılık çalışabilmek için ilk önce
İslâmcılığın zamana ve mekâna göre değişebilen bir siyasal hareket olduğunu
varsaymanız gerekiyor. Bunun anlamı şu: İslâmcılık İslâm’dan çok içinde bulunduğu
bağlamdan etkilenen bir harekettir. Elbette İslâm dininden fez alıyor, ondan
etkileniyor ama İslâmcılığın karakterini belirleyen şey İslâm dininin kendisi değil
içinde bulunduğu siyasal, ekonomik, toplumsal bağlamdır. Dolayısıyla İslâmcılık
tarihsel bir harekettir, tarih içinde değişir. Zamana ve mekâna göre değişir.
Şimdi Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Milli Görüş, Malezya biraz daha
karışık bir ülke daha sonra söyleyeceğim ama PAS ve UMNO bunlardan PAS İslâmcı
bir hareket, UMNO Malay ırkının partisi, bunlar üzerinde konuşacağım.
Mısır
Mısır’dan başlayalım, Mısır’da Müslüman Kardeşler belki bütün dünyanın en eski ve
en etkili İslâmcı hareketidir. 1928 yılında anti sömürgeci bir gündemle kuruluyor.
Kurucusu Hasan El-Benna diye öğretmen. Anti sömürgeci bir gündemle kuruluyor;
çünkü Mısır 1956 yılına kadar fiili olarak Britanya sömürgesi durumunda, yani yarı
bağımsız bir ülke diyelim. Britanya ülkeyi işgal etmiş durumda Süveyş Kanalını
kontrol ediyor, iletişimi kontrol ediyor. Ülkedeki Hristiyan azınlıkların hamisi
durumunda dolayısıyla bu gerekçeyle Mısır siyasetine müdahale edebiliyor.
1928 yılında Hasan El-Benna Müslüman Kardeşleri anti sömürgeci bir gündemle
kuruyor. Britanya işgalinin Mısır ilerlemesinin ve Arap Müslüman Birliğinin önündeki
en büyük engel olduğunu söylüyor ve bu çerçevede o an için ülkeyi yöneten iktidarda
olan Batıcı seküler seçkinleri eleştiriyor ve süreç içinde aslında İslâmi çerçeve hâkim
hale geliyor. Dolayısıyla Müslüman Kardeşlerin iddiaları biraz daha geçerli hale
gelmeye başlıyor. Mısır, 1922-1952 yılları arasında 30 yıllık süreçte “liberal tecrübe”
1
diye bir tecrübeden geçiyor. Bu dönem Mısır’ın biraz önce söylediğim gibi Britanya
işgalinde olduğu, anayasal monarşi olduğu ve çok partili rejimin hâkim olduğu bir
dönem, dolayısıyla seçimler yapılıyor, işte anayasa yürürlükte, nispeten çoğulcu bir
siyasal ortam var. Bu dönemin milliyetçi, seküler, modernleşmeci, batılılaşmacı gücü
Vaft Partisi diye bir parti, kısmi bağımsızlığa neden olan 1919’da bir ayaklanma var,
Vaft Partisinin kökeni orada yatıyor. Vaft Partisi bu 30 yıllık dönemde bütün seçimleri
kazanıyor, hâkim parti durumunda. Fakat sadece 7 yıl yönetebiliyor.
Nedeni, böyle bir yetkisi olan kralın Vaft Partisi hükümetlerini görevden alması,
parlamentoyu fes etmesi ve kalan sürelerde, yani Vaft Partisini görevden aldıktan
sonra ülkeyi büyük toprak sahiplerinin hâkim olduğu bürokrasiyle birlikte yönetmesi.
Burada bürokrasiye büyük toprak sahiplerinin hâkim olduğunun altını çiziyorum.
Dolayısıyla milliyetçi bir güç olan Vaft Partisi aynı zamanda batılılaşmacı tabi, ülkeyi
yönetemiyor, bağımsızlık mücadelesini olumlu bir şekilde sonuçlandıramıyor. Üstelik
bu süreçte Vaft Partisinin bazı laikleştirici diyebileceğimiz adımları kral tarafından El
Ezher Üniversitesi diyelim, Mısır’da ve bütün dünyada önemli dini bir kurum ve
Müslüman Kardeşlerin desteğiyle veto ediliyor. Dolayısıyla Vaft Partisi de ne
batılılaşma
reformlarını
gerçekleştirebiliyor
ne
de
ülkeyi
bağımsızlığa
kavuşturabiliyor.
Sonuçta İslâmcı çerçeve 1930’lu yıllara geldiğimizde Mısır’da kabul görüyor, bunun
yansıması aslında 1923’te İslâm’ın devlet dini olarak tanınması. Dolayısıyla bundan
sonra İslâm meşru bir meşruiyet kaynağı haline geliyor. Aynı zamanda bu liberal
tecrübe sonucunda batıcı veya batılılaşmacı seçkinler, batılılaşmacı ideoloji olarak
birbirine bağlantılı bunlar, güvenirliliğini yitiriyor.
Bu liberal tecrübenin başka bir sonucu da İslâmcılığın doğduğu dönem bu liberal
tecrübe dönemi 1928 yılında, 1920 yılında İslâmcılık doğuyor, 1922-1952 arası liberal
tecrübe var. Kurucu bir iktidar ve kurucu bir ideoloji yok. Mısır’da Müslüman
Kardeşler doğduğunda yani İslâmcı hareket doğduğunda; bu Türkiye’yle
karşılaştırma yapabilmeniz açısından anlamlı.
Modern Mısır’ın kurucusu aslında Nasır. Nasır, 1952 yılında bir darbe ile iktidarı ele
geçiren hür subaylardan biri. Hür subaylar, 1952 yılında darbe yaptıktan sonra bütün
siyasal partileri kapatıyor. Krallığı lav ediyor ve Mısır’ı yeniden kuruyor. Aslında Nasır
1956’dan itibaren iktidarda, ilk başta Necip diye bir lideri var.
Bu hür subayların darbesine Müslüman Kardeşler başlangıçta en azından Nasır
gelene kadar destek veriyor. Hür subaylarla, Müslüman Kardeşler arasında bir
işbirliği var. Nasır Mısır’ı üçüncü dünyaca anti batıcı milliyetçi bir ülke olarak kuruyor.
Yalnız burada üçüncü dünyaca anti batıcı dinin hâkim tonu İslâmiyet ve kendisi de bir
miktar İslâm’ı devlet kontrolüne alarak seferberlik aracı haline getiriyor.
Bunu iki şeyde yapıyor: Birincisi Müslüman Kardeşleri gayri meşrulaştırmak için,
ikincisi ise uluslararası arenada düşman olduğu Arap Krallıklarını gayri
meşrulaştırmak için.
2
Mesela şöyle bir şey yapıyor: Vakıfları, Vakıflar Bakanlığı’nın kontrolüne alıyor, yani
bu İslâm’ı devlet kontrolüne alma adımının bir örneği. Bu Vakıflar Bakanlığı için de
Yüksek İslâm Konseyi diye bir konsey kuruyor. Bu konseyin genel sekreteri
kendisinden sonra başkan olacak, Enver Sedat. Bu konseyin bir kitapçık
yayınlamasını sağlıyor. Kitapçığın başlığı “Şeytanın Kardeşlerine Dair Dini Görüş”
burada doğrudan Müslüman Kardeşleri hedef alan bazı argümanlar var; Şeytanın
Kardeşleri de Müslüman Kardeşler oluyor.
Dini, devlet kontrolüne alma çabaları içinde El Ezher Üniversitesi’nin devlet
üniversitesi haline getirmesi; tarikatları, Tarikatlar Yüksek Konseyi’nin kontrolüne
alması ki konseyin bütün üyeleri hükümet tarafından atanıyor ve anayasadaki “İslâm
dini devletin dinidir” hükmünü korunması sayılabilir.
Nasır’ın bu İslâmileşme politikaları dışında önemli bir mirası herhangi bir
kurumsallaşmaya gitmemiş olmasıdır, bu da Türkiye ile karşılaştırıldığında önemli bir
fark.
Nasır eğer bir miras bıraktıysa bu başkan odaklı ya da başkanlık monarşisi sistemidir,
yani bu işte babadan oğla geçmeyen krallık gibi. Kendisi toplumla ilişki kurabilmek
için üç tane parti kuruyor, bunların hiçbiri başarılı olamıyor, hepsi çöküyor. Dolayısıyla
Nasır sadece gücünün temeli ordu olan, yukarıdan aşağıya işleyen, tepeden inmeci
bir ilişki biçimi kuruyor ve bu sistem Mısır’da Nasır’dan sonra da devam ediyor,
gerçek ve kalıcı mirası bu, yani başkan odaklı sistem.
Nasır’ı takip eden Sedat biraz önce söylediğim gibi Yüksek İslâm Konseyi’nin eski
genel başkanı ve dindar başkan olarak biliniyor, bir asker Mısır’ın bütün başkanları
asker. Sedat’ta İslâmileştirme politikaları izliyor. Mesela 1971 -1980 yılında iki kez bu
“İslâm devletin dinidir” ilkesine içerik kazandırıyor. 1971 yılında şeriatı yasamanın
başlıca kaynaklarından biri haline getirerek; 1980 yılında da şeriatı yasamanın
başlıca kaynağı haline getiriyor.
Müslüman Kardeşlere karşı tolerans gösteriyor. Daha önce tutuklanmış bulunan
Müslüman Kardeşleri salıveriyor. Aynı zamanda Müslüman Kardeşlerin
üniversitelerde İslâmi öğrenci dernekleri kurmasını sağlıyor. Bu o zaman işte
gündemde olan sol, komünizm tehlikesine karşı geliştirilmiş bir politika, dolayısıyla
aynı zamanda anti sol bir gündem.
Sedat aynı zamanda Mısır’da çok partili hayatı yeniden tesis ediyor, yalnız bu tabi
büyük rezervasyonlarla yeniden kurulmuş çok partili hayat. Kendisinin kurduğu Ulusal
Demokrasi Partisi diye bir parti var, bu parti hegemonik bir parti oluyor.
Hegemonik partiden kasıt şu, yani kalan bütün partiler Ulusal Demokrasi Partisi’nin
kolları, sadık muhalefeti, iktidarını tehdit etmeyecek partiler. Buna yönelik bazı
düzenlemeler yapıyor. Yani sistem Ulusal Demokrasi Partisi’nin her zaman iktidar
olmasına yol açacak şekilde düzenleniyor. Mesela Mısır’da seçimler serbest seçimler
değildir. İçişleri Bakanlığı’nın kontrolüyle yapılır. İşte muhaliflerin seçim kampanyası
3
yürütmesi çok zordur. Muhaliflerin, muhalif partilerin ya da adayların seçmenlerinin oy
vermesi zaman zaman zorlaştırılır. Adaylar veya seçmenler seçimden önce
tutuklanır, alıkonulur. Ayrıca seçim kayıtları, yani seçmen kütükleri falan hepsi İçişleri
Bakanlığı’nın dolayısıyla iktidarın kontrolündedir. Benzeri bir şekilde siyasi partiler
yasası da bir partinin kurulabilmesi için önce devletten izin alabilmeyi gerektiriyor,
oda yani onunla ilgili kurumda Ulusal Demokrasi Partisi’nin kontrolünde olan bir
kurum.
Sedat’ı takip eden Mübarek yine bir asker ve Sedat’ın yardımcısıydı. İslâmileştirme
politikalarına devam ediyor. Mübarek döneminde seküler otoritenin kontrolünde olan
birçok mesele dini otoritenin kontrolüne geçiyor. Mesela El Ezher’in sansür yetkisi;
filmleri, kitapları çeşitli sanat eserlerini sansür etme yetkisi genişletiliyor.
Burada Mübarek rejimiyle Müslüman Kardeşler arasında bir dönem en azından bir
işbirliği oluyor. Şöyle bir anlaşma var; Müslüman Kardeşler formel olmayan siyaset
alanlarında etkili olmaya, genişlemeye, serpilmeye devam edecek. Bunun
karşılığında rejimin iktidarını, rejimi tehdit eden bir muhalefet yapmayacaklar. Mesela
işte neoliberal politikalar izleniyor, bunun olumsuz sonuçlarını fazla dile
getirmeyecekler. Ama bu ilişki zaman zaman Müslüman Kardeşlerin bastırma şekline
de dönüşüyor.
Dolayısıyla Nasır, Sedat ve Mübarek dönemlerinde Müslüman Kardeşler siyasi bir
parti değiller hiçbir zaman ama hep siyasetin bir parçası ve rejimle ilişkileri işbirliği,
baskı, tolerans şeklinde devam ediyor. Biraz önce Sedat’ın Müslüman Kardeşleri
serbest bıraktığını söylemiştim. Mesela neden tutuklandıklarını söylemedim,
Müslüman Kardeşlerin tutuklanmasının nedeni Nasır’a yapılan bir suikast girişimi.
Nasır bunun arkasında Müslüman Kardeşlerin olduğunu düşünüyor ve hareketi
bastırmaya başlıyor.
Şimdi Mısır’da fiili olarak tek parti rejimi var ve en güçlü ekonomik güç siyasi parti
olmasa da Müslüman Kardeşler. Müslüman Kardeşler gerek konumu nedeniyle,
gerek siyasi parti olamaması nedeniyle, gerek rejimin baskısı nedeniyle güçlü bir
muhalefet yapamıyor. Başka güçlü muhalefette yok. Dolayısıyla Mısır’da toplumsal
tepkilerin kanalize olabileceği bir kurumsal düzenleme yok; işte parti siyaseti düzgün
değil, sivil toplum örgütleri yok. Bu durum Mısır’da biriken toplumsal tepkinin
toplumsal protestolar şeklinde tezahür etmesine neden oluyor. Bunun devrimden
önce en bilinen örneği 2004 yılındaki “Kifaye Hareketi” yani Yeter Hareketi bu bir
protesto hareketi örgütlü değil, sadece rejimden yani Mübarek’ten de değil var olan
düzenden huzursuzluğu ifade ediyor.
Benzeri bir protesto hareketi 2011 yılında devrimle sonuçlanıyor, yani Mübarek rejimi
yıkılıyor. Bu neden 2004’de değil de 2011 yıkıldığı sorusu önemli; bu protesto
hareketi mesela başlangıçta Müslüman Kardeşler desteklemiyor, sonra destekliyor.
Kifaye Hareketinde Müslüman Kardeşlerin, yani bir liderlik rolü yok, sadece
unsurlardan biri.
4
2011 yılındaki gösterilerin Mübarek rejimini yıkılmasıyla sonuçlanmasının bence iki
nedeni var; birincisi bu göstericiler zaman içinde tecrübe ve bilgi kazanıyorlar, daha
hazırlıklı gösterilere girişiyorlar. Mesela bu göstericiler Sırbistan’dan Miloseviç’i
deviren gençlerle, protesto hareketiyle işbirliği yapıyor, onlardan gidip ders alıyorlar.
Bizzat Belgrat’ta gidiyorlar. Bu Miloseviç’i deviren grup şiddet içermeyen eylem
örgütü veya eylem merkezi diye bir merkez kuruyor. Buradan polise karşı nasıl
direnecek, gösteriler baskılar karşısında nasıl devam ettirilecek bazı şeyler
öğreniyorlar. Dolayısıyla 2011’deki protestoların bir süreklilik kazanmasını
sağlayabilecek bir kapasiteye erişiyorlar.
Bunun dışında ikinci neden; Mübarek rejiminin temsil ettiği iktidar bloğun içeriden
çözülmeye başlıyor. Bunun da temel nedeni, yani yaşlanmakta olan, hasta olan
Mübarek’in yerine kimin geçeceği. Burada Mübarek ve yakın arkadaşlarının ajandası
oğlunun geçmesi Cemal Mübarek, fakat Cemal Mübarek’in şöyle bir sıkıntısı var, yani
temsil ettiği siyaset itibariyle Cemal Mübarek daha globalleşmeci, daha neo liberal,
işte finans kapitalden yana, yerleşik hem Ulusal Demokrasi Partisi’ndeki hem de
ordudaki yerleşik çıkarları tehdit eden başka bir çıkar grubunu temsil ediyor.
Dolayısıyla Cemal Mübarek’in iktidara gelmesini istemeyen geniş bir grup var, hem
Ulusal Demokrasi Partisi’nde hem orduda.
2010 yılında yapılan seçimler, Mısır’da zaten hiçbir zaman düzgün seçim yapmadı,
ama hilelerin çok yaygın olduğu en azından bizim o kadar yaygın olduğunu
görebildiğimiz seçimler. Bunun böyle olmasının nedeni; bizzat Ulusal Demokrasi
Partisi’nden işte Cemal Mübarek’in yükselmesine karşı olan, Cemal Mübarek’in
partiyi ele geçirmesine karşı olan grupların bu hileleri işte kayda alıp mesela youtube
koyması veya basına duyurması gibi durumlar var. Dolayısıyla lifler bloğu içeriden
çözülüyor ve 2011’de gösteriler olduğunda ordu gösteriyi bastırmak için harekete
geçmiyor. Bu da Mübarek rejiminin çözülmesinin esas nedeni aslında, çünkü daha
önce söylediğim gibi Nasır’dan itibaren Mısır’da iktidarın temeli aslında ordu.
Şimdi bu 2010 seçimleri şu açıdan önemliydi; Mübarek’in son dönemiydi, yani 2010
seçimlerinde oluşan parlamento işte Mübarek’ten sonrasını belirleyecek
parlamentoydu, o yüzden bütün o düzensizlikler duyuruldu.
En örgütlü toplumsal grup Müslüman Kardeşler, bunu biraz belki siyasal parti olarak
örgütlenmemiş olmasına borçlu ve siyasal parti olarak örgütlenmemesinin tek nedeni;
rejim değil, hareketin kurucusu olan Hasan El-Benna, Müslüman Kardeşleri işte
aşağıdan yukarıya İslâmileştirme hedefine sahip bir hareket olarak kuruyor. Kültürel
İslâmileşmeyi öngörüyor ve Müslüman Kardeşlerin en önemli görevinin iktidarı ele
geçirmek değil, terbiye olduğunu söylüyor, yani terbiye işte İslâmi ahlaka sahip
olunması. Bundan sonra toplum İslâmileştirme İslâmileştirildikten sonra eğer
Müslüman Kardeşler iktidar olursa o zaman iktidarı yozlaştırmaz gibi anlayışı var,
onun dışında iktidar yozlaştırır gibi bir anlayışı var.
5
Bu parti siyasetinin iki nedeni olabilir; birincisi parti siyaseti İslâm’a aykırıdır, Tevhid
ilkesi gereği, yani en azından bu parti siyaseti buna karşı çıkarken Müslüman
Kardeşler tarafından öne sürülen gerekçelerden biri bu.
İkincisi de Müslüman Kardeşlerin doğduğu dönemde, yani I. Dünya Savaşı sonrası
döneminde Mısır’da parti siyasetine karşı olumsuz bir tavrı var. Müslüman
Kardeşlerin parti siyasetini kabul etmesi 1995 yılında olmuştur. 1995 yılında parti
siyaseti kabul edilebilir bir unsur olarak Esad Eryan diye bir Müslüman Kardeşler
lideri tarafından kabul edilmiştir.
Şimdi burada şöyle bir sorun var; 1928’den bu yana hep siyasetin bahçesi ama parti
değil, zaman zaman partileşme çabaları oluyor. Erken dönemde de oluyor; mesela
1950’li yıllarda da oluyor ama bu hareket içinde bölünmeye neden oluyor. Mesela
1950’li yıllarda hareketin liderine “Genel Kılavuz” diyorlar. Müslüman Kardeşlerden
parti kurmak isteyenler olunca istifa ediyor.
Çok köklü bir hareket ve içinde birkaç nesil barındırıyor. Bu siyasallaşma meselesi
hareket içinde bir gerilim meselesi, yani genç nesil ile yaşlılar arasında siyasal parti
kurup kurmama hususunda 1990’lı yıllardan itibaren ciddi bir çatışma var. 1990’lı
yılların sonunda “Vasat Hareketi” diye hareket gelişiyor ve Müslüman Kardeşlerin
içinden Vasat Partisi diye bir parti çıkıyor, genç nesil bunlar.
Bu Vasat Partisi’nin partileşmesi tabi biraz önce söylediğim gibi rejimin iznine bağlı.
Rejim buna izin vermiyor, biraz da Müslüman Kardeşlerin desteğiyle izin vermiyor..
Yani Müslüman Kardeşlerin rejimin bu partinin kurulmasına izin vermemesini istiyor,
yaşlı kesim. Fakat Vasat hareketinin çıkmasından da anlaşılacağı gibi hareket
siyalaşmadıkça genç nesil ve yaşlı nesil arasında bölünmeye başlıyor.
Devrimden sonra bu süreç biraz daha hızlanıyor. Bundan önce tabi bu gerilim 2004
yılında mesela Müslüman Kardeşlerin bir program diyebileceğimiz doküman
üretmesine neden oluyor, işte siyasal gündemimiz nedir diye. Bu partileşmenin ilk
işareti olarak anılıyor ama yine yaşlı neslin partileşme konusunda ciddi çekinceleri
var.
Devrimden sonra tabi bu süreç biraz daha az sürdürülebilir oluyor, artık bir karar
vermesi lazım. İki nedenle; bir devrim yeni fırsat alanları yaratıyor, yani artık eski
rejim yok, ortam biraz daha müsait. İkincisi bu fırsat alanları genç nesil için daha
çekici, bölünmeler hızlanıyor. Mesela Müslüman Kardeşlerin liderlik kadrosunda yer
alan kişiler Müslüman Kardeşlerden izin almadan, o hiyerarşiyi takip etmeden parti
kurabiliyor. Ondan bağımsız başkanlığa aday olabildiğini söylüyor.
Böyle iki parti var, mesela Al Taylar ve Al Nahda diye. Bunlar Müslüman Kardeşlerin
partileşmediği için ya da partileşmede yavaş davrandığı için önde gelen Müslüman
Kardeşler üyeleri tarafından kurulmuş partiler. El-Futuh diye bir Müslüman Kardeşler
üyesi var, oda Müslüman Kardeşlerden bağımsız olarak aday olacağını söylüyor.
6
Şimdi burada şunu söylemek istiyorum, devrim başladığında Müslüman Kardeşler
işte parlamento seçimleri yapılırken en fazla %50 sandalye için aday göstereceğiz,
başkanlık için aday göstermeyeceğiz gibi demeçlerde bulunmuşlardı. Fakat bunların
hiçbirini tutmadılar, tutamadılar. Parlamento seçimleri için sandalyelerin %77’si için
aday gösterdiler ve başkanlık seçimlerinde de bir adayları var. Böyle konuşup sonra
farklı hareket etme %50, %77 aday göstermeyeceğiz aday gösterme Müslüman
Kardeşlerin bir oyunu değil de bu siyasallaşma çabası olarak ya da siyasallaşma
sürecinin sıkıntıları, yarattığı gerilimler olarak düşünülmeli.
Mesela Türkiye’yle karşılaştırdığınızda Müslüman Kardeşler tam olarak siyasi bir
hareket değil. Siyasi bir gündemi, programı, ajandası tam olarak oluşmuş bir hareket
değil. Bundan sonra siyasallaşmaya başlıyor ve bundan sonrası çok ilginç olacak,
takip etmek gerekiyor.
Malezya
Malezya biraz karışık bir ülke. Şu anlamda karışık; hem federal sistem var, üniter bir
sistem yok hem de ülke etnik olarak bölünmüş durumda; %51 Malaylardan oluşuyor,
%26’sı Çinlilerden, %7’si de Hintlilerden oluşuyor, kalanlarda değişik gruplar.
Şimdi burada kimin İslâmcı olduğunu ayırmak zor, yani Malaylardan konuşuyoruz tabi
Çinlilerden ya da Hintlilerden değil. Çünkü Malay Milliyetçiliğiyle İslâm iç içe geçmiş
durumda, bütün Malaylar Müslüman.
Malay milliyetçiliğinin önderleri “Kaun Muda” diye genç nesil anlamına geliyor,
Malaycada birtakım insanlar, aydınlar. Bunların çoğu Kahire’de, El Ezher’de veya
Mekke’de yetişmiş insanlar. Dolayısıyla hem Vahabilikten etkileniyorlar hem de Orta
Doğu’daki panslavist aktivizmden etkileniyorlar. Dolayısıyla Malay milliyetçiliğiyle
etnik kimliği iç içe geçmesinin böyle bir nedeni de var.
Malaycada mesela İslâm dinine geçmek Malay olmak deyimiyle ifade ediliyor. Bu da
dinin ne kadar Malay kimliğiyle iç içe geçtiğini gösteriyor. Aynı zamanda bu sistem,
yani Malay kimliğiyle Müslüman kimliğinin iç içe geçmişliğin çeşitli kurumsal, yasal
düzenlemelerle sürdürülüyor. Mesela Malezya’da Müslümanlar için din değiştirmek
mümkün değil, para veya hapis cezasına tabi.
Bu durum Malay olmakla Müslüman olmanın aynı şey olması, Malezya’daki
tartışmanın Malezya Devletinin seküler bir devlet mi İslâmi bir devlet mi olacağı
tartışmasından ziyade ne türden bir İslâmi devlet olacağı tartışmasıyla sonuçlanıyor.
Dolayısıyla Malezya’da siyasetin dini özellikle Malaylar açısından oldukça İslâmi ve
bu nedenle hangi partinin İslâmi olduğunu söylemek zor, ama Malezya’nın İslâmcı
partisi hangisidir derseniz, Tam Malay İslâmi Partisi’dir kısaltması da PAS.
Malayların diğer partisi Birleşmiş Malayların Ulusal Örgütü UMNO, izlediği politikalar
itibariyle PAS’tan daha az İslâmi ya da İslâmcı değildir ama teknik olarak Malezya
standartlarında belki seküler bir parti.
7
Şimdi PAS 1951 yılında kuruluyor, Malezya’nın bazı eyaletlerini uzun süreli yönetiyor;
bunlar Kuzeydoğu’daki eyaletler, iki tane aslında bunlar Kelantan, Terengganu diye.
PAS’ın 1981 yılına kadar solcu, popülist Malay milliyetçisi bir dili var ve UMNO’nun,
yani Malaylar diğer partisinin liderlik yaptığı bir seçim koalisyonunun “Ulusal Cephe”
diye bir seçim koalisyonun içinde.
Enver İbrahim diye bir Malay siyasi lideri var, bu aslında 1969 yılında kurulmuş çok
önemli bir hareket olan Malezya İslâmi Gençlik Hareketinin başkanı. Enver İbrahim’in
PAS’a değil de UMNO’ya geçmesi üzerine PAS doğrudan UMNO’yu hedef almaya
başlıyor.
Şimdi bunun anlamı şu: Malezya etnik olarak bölünmüş bir toplum dedim. Malayların
diğer ırklara karşı Çinlilere ve Hintlilere karşı ve özellikle Çinlilere karşı; çünkü onlar
ekonomide hâkim grup, bir birleşik cephe oluşturması gerekiyor. Şimdi PAS’ın
UMNO’lara yaptığı daha önceki işbirliği ya da yumuşak muhalefeti bu etnik ayrım
nedeniyleydi. Ama Enver İbrahim’in UMNO’ya geçmesinden sonra doğrudan
UMNO’ya meydan okumaya başlıyor. Bundan sonra da 1980’li yılların başı oluyor,
Malezya’da UMNO eliyle ciddi bir İslâmileşme süreci başlıyor. Federal hükümet
giderek artan alanlarda İslâm’la ilgilenmeye ve onu kontrol etmeye başlıyor.
İslâmileşme politikaları izliyor. Mesela 2000 yılında federal hükümetin İslâmi
Ortadoksiyi belirleme kapasitesi ve dini faaliyetleri belirleme kapasitesi arttırılıyor.
Bazı eyaletlerde sapkın Müslümanların zorla alıkonularak doğru yola getirileceği,
inanç rehabilitasyon merkezleri kuruluyor. Şeriat mahkemeleri paralel mahkemeler
haline getiriliyor. Yani buradan kastım şu: Şeriat mahkemelerinin aldığı kararlar
federal mahkemeler tarafından denetlenemiyor. Dolayısıyla tamamıyla bağımsız
paralel mahkemeler haline getiriliyor. Bu 1988 yılında oluyor.
PAS ile UMNO arasındaki rekabette PAS, UMNO liderlerini ve seçmenlerini “kâfir,
cehenneme gidecek” kişiler olarak ilân ediyor. UMNO taraftarı imamların arkasında
namaz kılınmamasını salık veriyor. Hatta bir aşamada onlar UMNO taraftarlarının
katlinin vacip olabileceğini bile söylüyor.
Burada şöyle bir durum var: PAS, UMNO’ya meydan okurken daha çok onun izlediği
bu “Burning putaranism” diye bir politika var, onu eleştiriyor. Fakat bu putaranism
denilen politika aslında Malaylara pozitif ayrımcılık getiren politika yani bugün
“Burning Putara” toprağın çocuğu demek. Malaylar, Malezya toprağının esas
çocukları olarak diğer ırklardan üstünler, pozitif ayrımcılık uygularken onların bazı
avantajları var.
Bu 1969’dan sonra oluyor. İşte şirket yöneticisi oluyorlar, Çinlilerin kontrolünde olan
şirketlerin iş görebilmesi için yönetimlerini Malay ırkından olan kişileri almaları
gerekiyor. Malayların kurduğu şirketlere pozitif ayrımcılık var, ihaleler onlara veriliyor.
Dolayısıyla PAS’ın bu Burning putaranism politikasını eleştirmesi onu biraz Çinlilere
yaklaştırıyor ama UMNO’ya da şöyle bir koz veriyor: Siyasi çıkarlarınız için Malay
ırkının haklarını ihlal ediyorsunuz, Malay ırkına ihanet ediyorsunuz gibi bir söylem
8
gelişebiliyor. Dolayısıyla bu UMNO ile PAS arasındaki ilişkilerde ırk meselesi de
sürekli dikkate alınması gereken bir mesele.
Bu politika 1998’den itibaren değişiyor. Yeni PAS diye söylem geliştiriyor. Burada
demokrasi, insan haklar gibi söylemleri benimsiyor. Ama bu politikaların PAS’ın tek
politikası olduğunu söylemek çok zor; çünkü 1983’ten itibaren PAS’ta politikalara
hâkim olan “Ulema Konseyi” diye bir konsey var. Bunda biraz yaşlı nesil, çoğu
Pakistan ve Afganistan’daki Deobandi medreselerinde yetişmiş insanlar ve
muhafazakârlar. Mesela Taliban yanlısılar, işte Afganistan’ın işgaline karşı çıktılar,
anti Amerikanlar, 11 Eylül’ü kınamadılar.
Bu Ulema Konseyi’nin varlığı aslında PAS’a nüfuz etmeye başlayan genç nesle karşı
biraz önce söylediğim Enver İbrahim’in geldiği örgütten gelen nesle karşı bir
reaksiyon, yani onları kontrol altına almak için gerçekleştirilmiş bir şey. Yeni PAS’ın
demokrasi, insan hakları gibi söylemleri benimseyen tutarlı bir çizgisi yok, bir tarafta
Ulema Konseyi var, o son derece radikal söylemlerde bulunabiliyor; öbür tarafta bu
genç nesil demokrasi, insan hakları gibi söylemleri benimseyebiliyor. Dolayısıyla PAS
uzunca bir süredir, yani 1980’li yılların sonundan itibaren bu yeni nesil ve eski nesil
arasında bir mücadele alanı işte modern batı dostu, evrensel değerleri benimseyenler
karşısında radikal İslâmcılar.
Burada üçüncü bir güç olarak Enver İbrahim’i saymak lazım. Enver İbrahim Eski
Malezya Başkanı olan Mahathir’le çatışmasından dolayı çok gündemde olan birisi.
Enver İbrahim’in daha PAS Baru’ya benzeyen aslında PAS Baru zaten Enver
İbrahim’den etkileniyor. Mesela globalleşmeci, insan hakları, demokrasi gibi değerleri
benimseyen bir çizgisi var; fakat uğradığı haksızlıklar nedeniyle uzunca bir süre
hapiste tutuluyor, bir şoförüne taciz ettiğinden dolayı erkek bu. Yani toparlanamıyor,
hareket. Dolayısıyla Malezya’daki hâkim güç ve yani İslâm’ı elinde tutan, İslâmi
gündemi belirleyen güç UMNO’dur.
Yrd. Doç. Dr. Çağkan Sayın: Şimdi bu Müslüman Kardeşler aslında fiilen siyasi parti
olmamasına rağmen acaba kitle partilerinin gösterdiği her türlü özelliği bünyesinde
barındırıyor diyebilir miyiz? İşte aşağıdan yukarıya doğru mesela bir ivmelenme
olması bunun yanı sıra bir kitle hareketinden aslında kitlesel bir hareketle ortaya
çıkmış olması, bunun bir kolu olarak ortaya çıkmış olması ama fiilen parti
dönüşmemiş henüz.
Doç. Dr. Menderes Çınar: Yani bu hani kitle partileri işte eğitim faaliyetlerine önem
veriyor, yardım topluyor, onlarla yürüyor. Evet, iktidarı hedeflememesi dışında çünkü
siyasi partiler her şeyden önce iktidarı hedefleyen partiler ama en büyük farkları o.
Ama onun dışında iktidarı hedeflememesi açısından bir kitle partisine benzetebiliriz.
Yrd. Doç. Dr. Çağkan Sayın: İktidarın yozlaştıracağı kaygısı halen devam ediyor mu
Müslüman Kardeşler açısından, yani o doktrine hâlâ bağımlılar mı yoksa sadece yaşlı
kesim mi bağlı buna?
9
Doç. Dr. Menderes Çınar: Yaşlı kesimde var o. Onlar bu siyasileşmenin hareketin
bütünlüğünün de korumayı zorlaştıracağını düşünüyor. Bir uydu örgüt olarak siyasi
partileşme niyetleri var. Mesela AKP’yi örnek almıyorlar.
Müslüman Kardeşlerin bütün dünyada etkisi var dedim. Mesela Ürdün’de İslâmi
Eylem Cephesi diye bir parti var. O Müslüman Kardeşlerden çıkma, mesela bu
Malezya’da da çok etkisi var
Soru 3: Mısır’dan bahsederken ilk başta liberal tecrübe yaşadıklarını anlatmıştınız.
Bu 2011’le Arap Baharıyla liberal tecrübenin esintilerini görebilir miyiz?
Doç. Dr. Menderes Çınar: Liberal tecrübe başarısız bir tecrübe olduğu için çok
olumlu anılmıyor. Arap Baharı devrim değişik gruplar var, protesto hareketi içinde
Mısır rejimini deviren hareketin. İkinci bir liberal tecrübe olabilir mi o açıdan liberal
tecrübe dönemine göndermede bulunabilir mi hani meşruiyet, restorasyon gibi ama
ben öyle bir şey gözlemlemiyorum.
Soru 4: Müslüman Kardeşlerin bu son dönemdeki Arap Baharıyla birlikte dünya
kamuoyunda çok daha fazla güçlendiğini görüyoruz. Yalnız El-Kaide olsun ya da
öteki diğer örgütler olsun hiçbir zaman bu güce yaklaşamadılar. Yani Müslüman
Kardeşlerin dünya coğrafyasında, Türkiye’de Afrika’da birçok ortak destekleyeni var
olduğu bir süreç, bunun sebebi sadece iktidara ya da siyasi partiye oynamamak mı?
Doç. Dr. Menderes Çınar: Hayır, o örgütlenme biçiminden, yani bu terbiye, başka
coğrafyalarda siyasallaşıp siyasallaşmayacağı o coğrafyaya bağlı, o yüzden bağlı
mekâna ve zamana göre değişir dedim. Mesela Ürdün’de siyasallaşıyor, parti
kuruyor. Suriye’de de var, aslında Müslüman Kardeşler partisi var, gayri resmî olabilir
ama orada da Müslüman Kardeşler var. Yani etkileri bence hem siyasi parti olarak
değil de böyle bir dava hareketi olarak, terbiye hareketi olarak örgütlenmelerinden
kaynaklanıyor.
Soru 5: Bir de konuşmanızın ilk başında İslâmiyet yaşadığı coğrafyaya göre şekil
bulan bir arayış gibi bir cümleydi.
Doç. Dr. Menderes Çınar: Bu özcü oryantalist yaklaşımlar var, yani işte İslâmcılığın
İslâm’dan kaynaklandığını yani İslâm dininin kaçınılmaz sonucu olduğunu dolayısıyla
İslâm dinini bakarak İslâmcılığı anlayabileceğimizi iddia eden, orada ona karşı bir şey
geliştirdim, yani İslâmcı hareketler tarihseldir, zamana ve mekâna göre değişebilir.
Yani işte yüzyılın başındaki İslâmcı hareketlerle bugünkü hareketler veya 30 sene
evvel ki İslâmcı hareketlerle bugünkü İslâmcı hareketler aynı hareketler değil, ama
oysa İslâm aynı.
Soru 6: Türkiye bağlamında, bizim genel politikalarımıza baktığımızda hep sürekli bir
dış güçten, bir dış müdahaleden bahsedilir. Bu Malezya’da olsun, Ürdün’de olsun
böyle bir şeyden siz konuşmanızda bahsetmediniz. En azından Müslüman
Kardeşlerin hareketine destek ya da karşısında duran bir farklı Siyonizm gibi bir
güçten bahsetmek mümkün müdür acaba?
10
Doç. Dr. Menderes Çınar: Yani Siyonizm başka bir şey ama İsrail Devleti karşı
korkuyor, Müslüman Kardeşlerden. Çünkü o zaman bütün o Filistin meselesinde
zaten Arap Baharı çok tedirgin ediyor, İsrail’i. Filistin meselesinde bütün kartlar
yeniden karılıyor. Yani bütün kompozisyon değişiyor. Bunun dışında Mısır’la ilgili
özellikle söyleyebileceğim. Batı’da şöyle bir korku var, serbest seçimler olursa
Müslümanlar iktidara gelir o zaman Batının çıkarları zedelenir. Bu temel üzerine
Mübarek rejimi çok oynamıştır. Ama kendisi içeride bunu söylerken anti Batıcı bir
politika, anti Batıcı bir dil kullanmıştır, işte bu Müslüman Kardeşlerden daha İslâmi
olduğunu göstermek için zaman zaman.
Malezya’da Mahatir dönemi mesela 1981-2003 olması lazım, uzun süreli yönetiyor
Malezya’yı. O biraz daha böyle yerlici bir adamdır, Asya değerleri falan diye ama
modernleşmecidir. Japonya’yı örnek alıyor, işte kendi değerlerimizle modernleşmeci
İslâm’ı da o bağlamda ilerici, başarıyı, motivasyonu falan yeniden savunuyor. 19971998 yılında bir kriz oldu Mahatir’in oradaki tavrı mesela son derece anti Batıcı o
krizin yükünü Batılı güçlere yüklüyor ve IMF’ye karşıtı bir tavır takınıyor. Biraz önce
söylediğim Enver İbrahim’le arasındaki çatışmanın bir nedeni de o, Enver İbrahim
IMF Uluslararası Finans çevrelerinden yana ya da onların işine gelebilecek, onları
tatmin edebilecek bir dil tutturuyor. Bunu söylerken tabi şunu unutmamak lazım,
Malezya’da ciddi bir patronaj meselsi var Burning Putaranism dediği şey. Yani kriz
oluyor, işte bu Malay ırkını korumak onlara pozitif ayrımcılıklar, bir sürü işte fayda
sağlanmış, ihaleler verilmiş ama bunlar rasyonel olarak işleyen şirketler değil. O
şirketleri kurtarmak için de devlet kriz olduğunda yardım ediyor. Yani Enver İbrahim’in
tavrında Batıcılık dışında ekonomik rasyonalite gibi güdüler de olabilir.
Soru 7: Türkiye’de Müslüman Kardeşler tipi bir örgütlenme benzerlik olarak en
azından yakın gördüğünüz var mı? Farklı ülkeler ama Müslüman Kardeşler birçok
yerde var, bir birleşme umutları var mı kendi aralarında ya da Türkiye’ye sıçraması
gibi bir ihtimal var mı?
Doç. Dr. Menderes Çınar: Yok, Türk İslâmcılığı çok Türk’tür. En azında millî görüş
itibarıyla söylüyorum. Ama şu olabilir yani belli gündemlerde birleşebilirler veya işte
dış politika gibi belli gündemlerde birleşirler. Bunun dışında daha henüz iktidar
değiller, şu anda bilmiyoruz. Müslüman Kardeşler nispeten acemi siyasetçiler,
partileşme, siyasileşme oluşmadığı için; Müslüman Kardeşlerin durumu şu, yani
Mısır’da rejimi yıkan protesto hareketi. Bu protesto hareketi kurucu bir hareket değil,
yıkıcı bir hareket, yıktı. O hareketi taşıyan kişiler kurucu olamaz, öyle bir kabiliyetleri
yok. Yani burada en örgütlü hareket Müslüman Kardeşler, orada bir rol oynaması
gerekiyor, biraz da şartlar zorluyor, ne olacağını bilmiyoruz yeni siyasallaşmaya
başladığı için. Üstelik orduda önemli faktör yani ordu kendi inisiyatiflerini, kendi
ihtiyaç alanını, kendi ayrıcalıklarını kaybetmek istemiyor. İşte Müslüman Kardeşlere
ne kadar iktidarı teslim edeceği hani ne derece alan tanıyacağı bence biraz sınırlı
olabilir; çünkü göbeğinden Amerika’ya bağlı.
11
Mısır’da ordu ekonominin değişik hesaplamalara göre %20’siyle %40’ı arasında
hâkim; alışveriş merkezleri var, inşaat şirketleri var, elektronik şirketleri var, bunların
hepsini korumak istiyor. Zaten Cemal Mübarek gelmesine de o yüzden karşı
çıkmışlardı.
12