1951

Transkript

1951
KAZGAN
(1951)
^ /b u n c a
kın/an\
Dökülenin mu ha ^
Stbts» b«ze dOşû
yer
g a 11 bf i .
J
fyaraûD
foo'fnunu_
|
I
[
<
Sohibi :
S A K S A Ğ A N
Yozı
İsleri
1 /
I
İ V
A
A
Z
ı
.
!
A
K A Z A N
___________________
Bosıldığı
Yer :
M E Ç H U L
M
Müdürü
Fiolı:
EŞREF
SAATTE
ÇIKAN
Yfl : 195(1
1
i
M
MİZAH
GAZETESİ
Müşierisine
gö'e
değişir
Sayı i Sayısiz
ÖNSÖZ
Yazan : Fadıl II. SUR
Balkan ve cihan harpleri sırasında yurdumuzda bulunmuş bir
ecnebi, uzun bir fasıladan sonra Cumhuriyet devrinde memleketi*
mizi tekrar ziyaret etmiş. Kendisine gördüğü en mühim değişikliği
sormuşlar. «Türkler» demiş «ar asır a gülmeye başlamışlar». Gerçek
ten birbirini takip eden felâket, ıstırap ve mahrumiyet yılları, milleti­
mizin neş'esini azaltmış ve bu gerileme ancak Cumhuriyet yıllarında,
o da kısmen telâfi edilebilmiştir. Halbuki aslında hiç de somurtkan
bir millet olmadığımız muhakkaktır. Hattâ Türklerin müşterek malı
olan fıkra ve nükteler gösteriyor ki halkımız sadece gülmeyi bilmekte
kalmıyor fazla olarak, olur olmaz şeylere gülmemek ve ince zekâ ese­
ri nüktelerin zevkine varmak suretlerile, bu sahada da selim bir his sa­
hibi olduğunu ispat ediyor.
Neş’e ve kahkaha canlılık ve gençlik tezahürü oldukları halde,
nükte bir zekâ eseridir; niikte yapmak ve hattâ sadece nükteden anla­
mak birer yetişkinlik alametidir. Çocuklarda bu kabiliyet nispeten
yavaş ve geç inkişaf eder. Liseli bir öğrenciyi kahkalarla güldüren bir
fıkra veya karikatür, üniversiteli ağabeyine serin gelir; yaşlı bir zata
ise buz gibi soğuk görünmesi pek muhtemeldir. Ucuza neşelenmek, pek
ince olmayan buluşlara gülmek gençliğin hem hayatiyetini ve kabına
sığmayan enerjisini gösteren bir belirti, hem de daha hayli tekâmüle
muhtaç olduğunun bir delilidir.
Bütün bunlara rağmen biz hocalar, incelik hususunda gayet ka­
naatkar olunan, vara yoğa gülünen delikanlılık yıllarına, zekâ eserle­
rine kanıksamış, görmüş geçirmiş arifane tebessümünü en ince nükte
ve buluşlara mıskalla dağıtan yaşlılık çağma tercih ederiz. Gençlerin
hakikî dostu olan, onları seven ve hayatlarını onların hizmetine vak­
fetmekten zevk duyan biz hocalar için, bir gencin yontulmamış elmas
elmas gibi muaffakiyetsiz görünen bir buluşu bile ilerideki başarılı bu­
luşlarının bir müjdecisi, uzun bir tekâmül zencirinin ilk halkası olarak
ümit şevk ve neş’e kaynağıdır. İşte bu mecmuayı gözden geçirenlerden
de bu sayfalara ayni ileriyi görür nazarla bakmalarım rica ederim. F a­
külte önünde yasladıkları ufak tefek genç nasıl belki istikbalin büyük
bir alimi, önemli bir idarecisi kudretli bir diplomatı, maliyecisi veya
devlet adamı ise, emekleme devrine ait çizgilerine veya yazılarına ba­
kıp geçtikleri delikanlı da belki geleceğin ünlü nüktedanlarından biri
olacaktır.
*■
^
* • •» • • • • ^
Mustafa Balaban’ın alışkanlığı
^
I
;
Ç
a
k
a
ı n
a
l s
a
Artistik vasıfları üzerinde taplamış olan sempatik
arkadaşıpıız M. Balaban ayni zamanda zekidir de... Bü­
tün bunlara arkadaşımızın hüsnüniyet ve safiyetini de
ilâve ederseniz şüphesiz pek cazip ve hem de mazbut
bir tiple karşı karşıya gelirsiniz. Bununla beraber ar­
kadaşımızın bir tek zaafı vardır. O da: «deme yahu»
ile «teşekkür ederim» sözlerini haddinden fazla kul­
lanmasıdır.
Birgün, birkaç arkadaşla akşam yemeği zilinin
çalmasını bekliyorlar ve bu arada daha ziyade hava­
dan, sudan bahsediyorlardı. Balaban zuhur eden fırsatsatları asla kaçırmıyor ve mahdut sözleri bol bol isti­
mal edebiliyordu. Arkadaşlardan b'iri kendisini ikaz
etti:
— Balaban bu tabirleri çok kullanıyorsun amma
bazen abes kaçıyor. Arkadaşımız üzgün bir tavırla söy­
lendi:
— Deme yahu, hatırlattığına teşekkür ederim.
i "
- A şırm a -
Matrak genel kuruldan bir azim ferman çıktı?
Riyaset makamına pos bıyık hakan çıktı.
Bundan sonra mektepten ne çıkacak bilinmez,
Vali, müdür, müfettiş ve hayli uzman çıktı.
Fadıl Hakkı Su r’u biz hamimiz sanıyorduk,
Bak Allahın işine tüllâba düşman çıktı.
İdarenin lüzumsun ihtarı- tükenmedi,
Her ihtarın altından pek sayın Dekan çıktı.
\
Soğuk, açlık, sefalet, insaf, merhamet yahu,
I Yeni biitçe çıkmadan ne yazık ki can çıktı.
i l if i- :_"-İ
ikisi de ayni şey
İ
j'-; -^ Fakültemiz ick-Rİn kurduğu tuzak oldu,
; f Cırra.lcr j*ek tniiîleki, çıkanlar pişman çıktı.
Holdeki telefon çalıyordu, Metin Sırman koştu.
— Alo burası kız enstitüsü, Fazıl Kafadarı arıyo­
rum; lütfen ...
— Darkafa Fazılı mı ?
— Ha darkafa, ha kafadar ikisi ayni şahıstır efen­
dim, lütfen çağırırmısınız ?
[jîSte.jiıijllUa to:ıt:iiıa'j -cülucli sanıyorduk,
inAna». ifcıir time tumma» çıklj.
nuiW aniler 'Cİbmı3x.
.$»06 ı|wşİj(Üfl, llitoıtui üıaytMi ıpfcn.
Şiir;
ÜtrikîltiîiiKuj..
___ a liurtüte:amwuiu»tı ıpilota.
»titan JSaam m ar -Ulumı <çxkii
1
I ¡filjşııiit?» <p3ng>ra,
y£bg tent* tutyan çıktı.
& Y ifc
'
:
:. i
»:
•
tuaum ırda Mccnun aşkı yaşıyor hâlâ,
f J Ückldri .MüUuyeden zavallı Osman çıktı.
pf;
¿¿Acınacak halini görün de ibret alın,
‘V ^ f 't ; ’•Ah ctlikçe ağzından alevli duman çıktı.
Meşhur şiir gecesi öyle zevkli geçti ki,
Kürsüye ağzın açıp gözünü yuman çıktı.
Demirdöğen konseri çoğuna tesir etti,
Ardından hüngür hüngür çoşan, ağlayan çıktı.
Baki mağrur münzevi oturur dururdun da,
Seni fasulye sanıp nimetten sayan çıktı.
Kazgan için beş altı satır yazayım dedim,
Kaynananın dilinden bu koca destan çıktı.
KAYNANADİLİ
1
-
2
-
Aheslc çek kcılânıı liiilâh uyanmasın
.Bir alem i vergiye (Ialaıı ahbap uyunmasın
kıym etli klarei m aslalıatçısı
Ağabey otursana artık
Bir şabanlık
Geçen gün Şükrü Esirci sinemaya gitmişti. Filminheyecanlı bir anında arkasında oturanlardan biri:
— Ağabey otursanıza artık yorulmadınız mı? de­
yince sesin nereden geldiğinin farkına varmıyan Esirci,
önündeki bayanın kulağına eğilerek:
— Afedersiniz bayan, dedi, sizin görmenize mâni
oluyorsam biraz daha eğileyim.
Bugün M. yanıma yaklaştı, halinde bir tuhaflık
vardı birden bire :
— Öyle zannediyorum ki insan kavramına biraz­
da şabanlık vasfı dâhil olsa gerek dedi. Anladım ki bir
şabanlığı var. Hadiseyi öğrenebilmek maksadiyle:
— Eh, doğru. En umulmadık anda en umulmadık
kimselerin şabanlıklarım görmiiyormuyuz, hak Verdim.
O, bundan cesaret alarak aynen şöyle devam etti:
— Biliyorsun, mangır suyunu çekeli bir haftayı
geçti. Evden para gönderildiğini bildiren mektup geleli
de üç gün oluyor. O günden beri her kahveye girdi­
ğimde ilân tahtasına koştum, numaram yoktu. Bugün
yine mutat hareketle ilân tahtasına koştum. Som urt­
kanlığım birden geçti, kalbim neş’e ile doldu. Boru de­
ğil param gelmişti, param. Hemen Sabri Bey’in karşı­
sına çıktım, aradık para kâğıdım yoktu. Sabri Bey:
— Belki bir hata olmuştur, aşağıya iyice bir bakı­
verin dedi. Aşağıya indim, doğruymuş sözü: Meğer nu­
maramın yazılı olduğu liste banyoda donlarını unutan­
ların listesiymiş.
Garbiratör
Sivas’ın akıllı Osman’ı bir gün öğle yemeğinde Ga­
ziantep kebapçısına gitmişti. Kebapların yanında birer
tabak da garnitür veriyorlardı. Garson mütemadiyen
bağırıyordu :
— Bir garnitür ver. Garnitür iki oldu. Osman gar­
sonu çağırd ı:
— Kardeşim bir garbiratör de bana verir misiniz?
A z şekerli olsun
IĞ
Özer Türk ve Orhan Türkay hararetli hareretli ko­
nuşuyorlardı. Orhan kahveciyi çağırdı:
— Oğlum, iki tane Yeni İstanbul getirsene
Ayni masada kitap okumağa dalmış olan Mustafa
Yalçın söze karıştı:
— Benimki az şekerli olsun...
öyle öğretmişler
Mustafa Bayata İngilizceye kalkmıştı. Ulvi Erbay
İngilizce yaşını sordu. Mustafa:
— Ondört yaşındayım diye cevap verince, hoca:
— İnsaf çocuğum, ayağını kes de beşiğe yat. Dü­
şün Mülkiye üçüncü sınıftasın. Sen yaş hususunda ka­
dınları da geçtin. Hadi biraz daha çık, dedi.
Mustafa boynunu bükerek:
— Vallahi yanlışım yok efendim bize orta mek­
tepte böyle öğretmişlerdi, diye sızlandı.
-
Y üzük oynuyorlardı
Özer Türk, Muammer Turan bir tarafta; Derviş Çobaııoğlu, Pehlivan Fevzi diğer tarafta idiler. Yüzük Mu­
ammere gelince hemen yakalanıyordu. Bir ara daya­
namayıp Özere:
— Bak, dedi, bir daha bana verirsen katiyyen al­
mam; biraz da kendi elinde sakla.
3
-
özerin paltosu
Ş i k â y e t n a
D. V. Çobanoğlu ile İsmail Çelik sinemaya gide­
ceklerdi. Fakat paltoları kapanan vestiyerde kalmıştı.
Arkadaşlarından palto aramaya başladılar. Çobanoğlu
dolabının önünde giyinirken birden bire ışığı karardı.
Hep böyle olurdu zaten. Dolap komşusu Özer Türk gel­
mişti dalgnılıkla ona sordu:
— Özer be dışarı çıkmayacaksan bu gecelik palto­
nu versene. Özer bir an şaşırdı bir ona, bir de kendi
cüssesine baktı; sonra bastı kahkahayı:
m e
Ferm an-ı S u ra can iledir inkiyadımız,
Hiikm-ii yoklam aya karşıdır inadımız.
S u r dekan oldu diye diiğün bayram etm iştik,
Am m a şimdi kalm adı zerrecik itimadımız.
— Ne o', benim paltoyu sen mi giyeceksin? Çoban­
oğlu kırdığı potun farkına varmıştı. Derhal durumu
düzeltti:
Yoklam a belâsının tutulacak yeri yok,
A rif Payaslıoğlıı, Sad u n A ren istinadımız.
— İsmail Çelikle birlikte sinemaya gidecektikte,
ikimiz için istedim.
T ek ülke ayrı bayrak, ne kadar ayıp dostlar,
S u ra bizim bayrağı çekm ektir muradımız.
Misal
İçeride istibdat, dışarda hürriyet var,
A zıcıkta bu yolda gelişsin istidadımız.
Yoklama korkusu ile derslere girip, takrirlerin
bromürden daha müthiş tesiriyle uyuya kalan tüllabırı
dikkatini çekmek için sayın profesörlerimiz derslerini
enteresan misallerle süslemektedirler. İşte bir tanesi:
Çok çatm a sağa sola E F -E S bu son senendir,
Ne olsa silinecek kayıtlardan adımız.
—
... Meselâ, ben terzime bir ayakkabı ısmarladım.
Adam söz verdiği gün teslim etmedi. O gün eve gider­
ken yağmur yağdı, ıslandım, zatürre oldum, öldüm. Bu
yüzden 250 lira zarara uğradım. Mahkemeye gittim ve
dedim ki...
E F -E S
M ülklye’de G cııel ’K ım ıl
-
4
-
Ders yılı başında
Profesör :
A rkadaşlar bizim dersimiz devamlı çalışmayla ve
yardımla olur. Bunun için derse muntazaman gelmeli­
siniz. Derse devam etmezseniz, bizi buraya tâyin etme­
lerinin hikmeti kalmaz.
(Profesör kendisi derse gelmeyince) ders yılı or­
tasında :
— Arkadaşlar, öğrenmekte şahsi çalışmanın rolü
fazladır. Dökme su ile değirmen dönmez. Her şeyden
önce kendi kendinizi yetiştirmeyi bilmelisiniz.
Başbakanlıkmış
İsmail Çelik Yeşilırmak kıraathanesi karşısındaki
muazzam binaya bakarak..
— Bu bina acaba neresi? Dedi. Yanındaki arka­
daş başbakanlık olduğunu söyleyince Çelik birazda şa­
şırmış :
— Vay canına, öbür cephesinin başbakanlık oldu­
ğunu biliyordum amma, bu cephesini bilmiyordum.
Fu k araca cem iyetim izin k a ra c a kasjtsı
Ticaret hukuku imiş
Arkadaşlar arasında söz anonim şirketlerden açıl­
mış ve bankaların tek bir şahıs tarafından kurulup kurulamıyacağı münakaşasına intikal etmişti. İzzet Yazçaytr gibi kuvvetli bir müdafi münakaşaya karışmış
olduğundan söz yarım saat daha uzadı.
Neticede bu hususta ticaret hukuku profesörünün
fikri alınması bir hal çaresi olarak ortaya atılınca
İzzet birdenbire ayağa kalkarak:
—
Yahu, meğer siz ticaret hukukundan bahsediyormuşsunuz, dedi.
Zampir
Sınıfta zampir diye bir ses yükseldi. Bu hitaba her­
kesten önce Beşir Karam ut kendini muhatap addede­
rek hiddetlendi.
-
Esme ey bad esme Baki uykuda.
5
-
« ¡ B İ L İ » ni n
^
. . .
Yazan:
F. S. ~ — ■—
İBİLİ — Nlçlıı lıcr ders yoklama yapıyorsunuz?
FA D IL H A K K I SUR — Arkadaşlar arasında m ü ­
savatı sağlamak için. Derse girenler esprilerimin soğuk­
luğundan titrerken, derse girmiyenlerln de yoklama kor­
kusundan titremesi İfizım.
İBİLİ — Soyadınız K arnfakı, saçlarınız niçin ak?
İ H A K K I K A R A FA K I — Çok münasebetsiz bir su­
al. Dam başında kazma vur belini saksağana. Şey aman
pardon, dam başında saksağan vur beline kazmayı.
İBİLİ — Dersten niçin zil çaldıktan sonra çıkarsınız?
İBİLİ — Adalete niçin inanmıyorsunuz
BEDRİ G Ü RSO Y — Talebe ancak zil çaldıktan son­
ra uyanıyor. Bu u y a n ık lık devresinden istifade edip bir
şeyler öğretmek İçin.
BURHAN K Ö N İ — Fi tarihinde y a p tığ ın ız adalet­
sizliği unutamadığım ' için.
aa»flW
HB»Bwıııııı»ıııııı»mıııaııııow»ııııı»ırmıwwıwııııııııw
ıı»twıınH^ıwıııııııwıW
BBaıyBW
iw«aM«Bwnwıııı
6
Röportajları
Çizen:
Y. B.
gnuııuusKuutıııııııuııııiüiııııııiüüiünüiııi'iıiüü'üiııııiKiüiıiüüiınııiRi:
İBİLİ — Niçin «falan fıstık» ı çok kullanıyorsunuz?
KEM AL ARAR — Faİana boş ver lâf olsun diye. Fıstık
akşamları meyhaneden cebimde kalıyor da o yüzden.
İBİLİ — Niçin ikide bir berveçhl peşin diyorsunuz?
0
BÜLENT NURİ ESEN — Bir avukatlık alışkanlığı.
Avukatlıkta parayı daima peşin alırım .
.r^ıxıaıaia»agaaaıınaı:uai|icıııap>!tK
İBİLİ — Lafontaine'nin kurt ve kuzu hikâyesinden
niçin sık sık bahsedersiniz?
KEM AL GALİP BALKA R — Kurt ve kuzuvu a n ­
cak derste yanyana görebildiğim için.
7
Soyadının manası
3T *
1
- N azireye nazire -
Acaba hangi bahis Şubatta sual olur.
Bunu önce kestirmek uydurma bir fal olur.
Kurtulamadı hâlâ bir bölü ikilikten,
Cemiyetin kaderi acep neye mal olur.
Bakîdir bü sefalet, reis oldukça Baki,
Aylarca saadeti tüllâbın muhal olur.
Geçenlerde Bülent Nuri bir cümle sarfetti ki,
Ölçülse Van’la Soma arasında yol olur.
Her kaşıkta uçarsa damaklardaki lezzet,
Yemekte tat aramak bir hal-i hayal olur.
Şube-i mâliyeden Kadriye’yi gördükçe,
Hemen aklıma gelen kadd ü yâl ü bâl olur.
Suzanlardan birine sakın ha bakmaya gör,
Öbirinin çehresi güller gibi al olur.
Yazık, profesörler anlamıyorlar bunu,
Üssü mizanın cürmü hukukta «kıtal» olur. .
Hele bir gir dersine Ahmet Şükrü Esmer’in.
Bütün lügat «şey« leşir, gerisi masal olur.
Ey Merâmî, sana ne elâlemin işinden,
Korkarım kalemine acıklı bir hal olur.
MERÂMÎ
Reader’s digest
Cafer "Eroğlu munzam İngilizce koruna bir kaç
gün devem ettikten sonra:
— Pen bir şey öğrenemirem, diye boynunu bir sa­
ğa, bir sola hareket ettirdi ve kura bir daha gitmedi.
Bir kaç gün sonra bizimki elinde bir «Reader’s Di­
gest» mecmuası ile geldi. İsmail Bire- yaklaştı:
— Pen İngilizce biliyrem, dedi ve mecmuanın baş­
lığını şöyle teleffuz etti:
— Radar cıyız ...
)S
O kim
Sinema hastası Balaban, bir gece Nihat Etizle si­
nemaya gidiyordu. Yanlarından süratle geçen birisine
Balaban:
— Merhaba delikanlı, dedi ve birkaç adım ötede
durdu, geriye dönüp bakarak Etize sordu:
ı— Kimdi o yahu?
Bir gün Halil Ezber Yiğit hiç beklenmedik bir an­
da balabana :
— Balaban be, Balaban nç demek? Diye sorar. Bu |
ani soru karşısında şaşkınlaşan Balaban :
— Şey canım, diye kekeler. Lisedeyken hocaya I
sormuştum «zincire bağlanmış ayı» demekmiş.
'At sineği
Bir gün Osman Görken bir arkadaşı ile bir tanı-l
dıklarına gitmişlerdi. Dışarı çıkacakları zaman Osman, I
alnında at sineği bulunan yağlıboya bir inek tablosu-1
nun önünde durdu, kıravatım düzeltti, saçlarını tara-l
dı ve birlikte dışarı çıktılar. Osman bir şey unutmuş|
gibi birden durdu, arkadaşına sordu:
— Arkadaşım, alnımda at sineği varmı?
işkembe
Bir Perşembe günü Yahya'ile Fikret pazardan ye-j
şil ceviz almışlardı. Rifat Alkaıı yanlarına yaklaştı ve
sordu:
— Ne yiyorsunuz dayı?
— Bir şey yiyoruz, öyle bir şey ki, biz içini yerizl
sen dışını; bilirsen sana da veririz. Rifat bilemedi, fa-|
kat cevizi zorla aldı. Taze ceviz çok hoşuna gitmiştil
Kendiside pazara ceviz almağa gitti ve cepleri kabar-J
mış olarak döndü. Fikrete sordu:
— Dayı cebimdeki ne? Ben içini yerim sen uışınıl
bil bakalım?
— İşkembe.
Dil ve Yum urta
ş
Osman akşam yemeğinde Samanpazarındaki müda­
vimi bulunduğu lokantaya gitmişti. Her zamanki sem­
patik haliyle gelen garsona
:
— Ne yiyeyim? Dedi. Garson:
— İyi dil söğüş var;
— Yok canım, ben hayvan ağzından çıkan şeyi
yemem. Garson:
— Öyleyse taze yumurta yeyin beyim. Dedi.
Bu sene girince dünya evine,
Bekârlar içinde kalamaz oldum.
Yetmiyormuş gibi geçim tasası,
Türlü sızılardan gülemez oldum.
Alamadık birkaç biçare bursu,
Bilgi saçıyormuş sınıfta kürsü.
Boş mideyle nasıl anlarsın dersi,
İlim deryasına dalamaz oldum.
Sigara
Bir müddet bekledik durduk dekanı,
Tahsisat yok dedi Maarif Bakanı;
İki ay süründük, bizi yakanı,
Düşündüm düşündüm bilemez oldum.
İbili Yaşar bursu yeni almıştı. Bu şevk ile adeti
hilâfına gitti bir paket köylü sigarası aldı. Pakati açtı,
bir tane çıkarıp yakmıştaki, Sahir yanma yaklaşarak:
— İbili bir sigara versene, dedi. Yaşar telâş içinde
— Vallahi arkadaşım 19 tane kaldı, diye yalvardı.
Felek artık yüzümüze gülmedi,
Paralılar partisine almadı,
Derdimi açmadık adam kalmadı,
Hâlâ çaresini bulamaz oldum.
Hangi notlarda
Bilmiyorum âlem bana küstü mu?
Dolandırdım bütün eşim, dostumu.
Alacaklı yüzer diye postumu,
Arkadaş yanına gelemez oldum.
Badrettin Sönmezin de bulunduğu iki üç kişilik bir
gurup eski kahvede konuşuyorlardı. Mevzu bermutat
Bedrinin inekliği idi. Biri sordu :
— Bedri, siyasi tarih notunun 539 uncu sahifesinde
hangi bahis var?
USTURA der: Sözü biraz uzattım,
Haklıya haksıza hafiften çattım,
Hoş görün, çenemi artık kapattım,
Kızınca hırsımı alamaz oldum.
Bedri bi ran düşündükten sonra :
— Eski notlarda mı, yeni notlarda mı?
USTURA
Ben neyim
Ayni haklar dersinde hoca yedi defa «şey pardon»
dedikten sonra bir münasebetle «Ben alıcıyım, bayiyim, müşteriyim yani satıcıyım» diye malûm misalle­
rinden birine başlarken meşhur tespihi ile «ya sabır»
çekmekte olan Kurtoğlu Fikri bunu hemen Kemal-i
ihtimamla not defterine kaydetti. Hoca misali verdik­
ten sonra «ben neyim» diye sınıfa sordu. Bu sırada
Kurtoğlu oturduğu yerden defterine bakarak «Müşte­
risiniz, bayisiniz şey pardon satıcısınız yani aynî hak­
lar hocasısınız. Diye cevap verdi.
Pantolonu kirleniyormuş
Aralarında çıkan bir münakaşadan sonra Bedreddin Sönmez, Zeki Gönen’i bahçede düelloya davet et­
mişti. Herşey tamam olunca Bedreddin Zeki’ye hitaben:
— Çıkar ceketini, gözlüklerini de çıkar, dedi. Bi­
raz sonra müthiş bir boğuşma başladı. Alta düşen Zeki,
işin sarpa sardığını anlayınca:
— Bedriciğim, şakayı bırak, pantolonum kirlene­
cek, dedi.
-
9
-
Şundan Bundan
Tüllab-ı iptidai bu sene pek garaip
Görmedim bir işini akıllı insan gibi
Daha dün gelmiş tüllap kürsüde nutuk atar
Sanırsın hatip olmuş bay Şevket Doğan gibi
Bir kısmı da bilmem ki ne zanneder kendini
Dolaşıp duruyorlar sahte pehlivan gibi.
Sınıfa yoksa hürmet, bari yaşa hürmet et;
Mülkiyeli olmasan, ol bari baban gibi.
Bir kısmının da ağzı henüz daha süt kokar
Nice sıbyanlara taş çıkartır Akhan gibi
EY KA M ER ser, dilini vallahi çok uzattın
Korkarım dayak yersin sanki bir düşman gibi
«Kişi kusrunu bilmek kadar arif olamaz«
Okuyan böyle bilsin bunları yazan gibi
II
Sayın Fadıl Hakkı Bey seni unuttum sanma
Yazmağa başlamışken bir hiciv destan gibi
K orkuluk
Yoklamadan gayrı, bir işini göremedim
İsterdim sizi görmek, şöyle bir Dekan gibi.
Baki Bilal sana da atardım satır amma
Dua et aramızda titrin var «Başkan» gibi
Saflık
Harbiye maçlarında daim mağlûp oluruz
Maçı idare eden olursa Cenan gibi
Bir de kendisine « SA F » dedik mi kızar. Geiin siz
•hakem olun :
Geçen sene imtihanları bitirmiş, bursu bekliyor­
duk... O günlerde de Çankaya Köşkü müze olarak ilk
defa açılm ıştı... Arkadaşlarla Çankaya’dan Yenişehir’e
yürüyerek iniyorduk. Selçuk sağına soluna b ak arak .
— işte Suriye bayrağı, işte İngiliz, işte Rus, işte
İsviçre... Yahu burada bizim bir karış toprağımız yok...
Hep ecnebi sefaretleri... diye söylendi.
O sırada karşıda Türk bayrağı dalgalanan bir bina
gözüne ilişti Derin bir nefes aldı:
— Oh! Hele şükür, işte Türk sefareti! diye hay­
kırdı.
Arslan Yılmaz sağolsun biraz yümüz güldü
O olmasa halimiz olurdu duman gibi
Burs değil de bilmem ne tatbik olsa burada
Gene bize hoş gelmez devri Abadan gibi
Üssü mizan belâsı dururken başımızda
Fakülte oluşumuz doğrusu yalan gibi
Bu diyarda her insan güler eğlenir amma
Doğrusu gülemez kimse, karikatür Orhan gibi
Hacıağa Selçuk da elbet kahveden çıkmaz
Variken bir kekliği Ali Kayacan gibi
Türkçe ağlıyormuş
Gazinoda bir zümre sözde sohbet ederler
Şişirir kafasını tüllabın kazan gibi
Nurettin Sevinin konferans verdiği gece salona
İbili Y aşarla Ali Toros da gelmişti. Bernard Show’ın
eserlerinden bazı parçalar temsil ediliyordu. Son ola­
rak Sezar ve Kleopatra’nın üçüncü perdesi İngilizce
oynanıyordu. Rol icabı Y. Kenter ağlayınca İbili Ya­
şar Ali Torosa saf saf sordu:
Mülkiye-i Şahane apayrı bir âlemdir
Daha nice tipler var, inek ve şaban gibi
EY KA M ER elbet sen de baş köşeyi alırsın
Varken Şahanede bir mecmua KA ZG AN gibi
— Nasıl oluyor yahu, İngilizce konuşup tüı-kçe
ağlıyor?
KAM ER
— Ya sahiden de öyle, ben hiç farkına varma­
mıştım.
-
10
-
M e t h i y
Hey Şahane Şahane adın, ne cazip geldi,
Hiisn-ü âmn kim biliı- kaç sâf sineyi deldi.
Daha dün mama yiyen kaç siibyan-ı pür-giryan
Bir de bıyık bırakıp bu sınıfa yükseldi.
ineklerin otlarken fırsatı bulup bir an,
Yazmak için kalemim methiyeni dineldi.
Kurdoğlu’nun şanını ikinci sınıf bilir,
Cevat Geray’dan dahi fersah fersah evveldi.
Ç E L İK B A Ş’tan kurtarıp bizi SU R ’a erdiren,
Hızır misali gökten uzatılmış bir eldi.
Cafer Tayyar geçerken lokomotif sanılır,
Koridor ona göre mükemmel bir tüneldi.
Çok şükür gönderene geldi birkaç nazenin.
Zira kızla konuşmak Şahanede tekeldi.
Vural’lardan ne çektik, bunu bir Allah bilir,
Biri şaki, diğeri inceldikçe inceldi.
Sultan-ı şuaradan Fikret Sezgin pirimiz,
Mülkiye çorağında akan coşkun bir seldi.
Yadımıza gelmezken smıf-ı iptidai,
Dolunca nezeninleı-, nazarlarda yüceldi.
Yahya’nın fırçasında can verirken Rafael,
İzbul’un tanburunda ses veren bir tek teldi.
Tarik-i âm üzere tecemmü memnu iken
Teneffüslerde tüllâp ol sınıfa yöneldi.
Liberal Bedia’nın handesini keserken
Bacaksız pöti Bülent sanki soğuk bir yeldi.
Kışla halinde kalmak, bize anlattılar ki
Devası hiç bulunmaz bir afet-i ezeldi.
Smıf-ı selâsede, gerçi şimdi de çoktur,
Kıl çekmek bir zamanlar en lüzumlu temeldi.
Bin teşekkür etsek de yine azdır vesselîm,
SU R ’un kararı FİSK E , her bakımdan ekmeldi.
Her şey olayım derken, hiç bir şey olmayınca,
G U LIV ER’e benzemek Özer için emeldi.
— Fiske —
Hım hım ile burunsuz,
Birbirinden uğursuz.
r - v ^ ı/x (jg *
-
11
-
Telefon yokmuş
Konyalı aylarca sokaklarda takip ettiği kızın telofon numalrasını nasılsa öğrenmişti. Telefon etmek
için kıravatını düzeltti, ceketini düğmeledi heyacanla
kabineye girdi. Numaraları çevirdi, aradığı kız karşı­
sındaydı. Konyalı:
— Bu seferde sizi telefonda rahatsız edeceğim.
Sizinle konuşmak istiyorum, dedi. Kız:
— İyi ama bizim evde telefon yok ki, nasıl konu­
şuruz? deyince Konyalı şaşırdı ve
— Affedersiniz, yanılmışım diyerek telefonu ka­
pattı.
Pijama
Beşir K a r amut mektebe ilk geldiği sene gömlek ve
çorap almak için bir mağazaya girmişti. Alacaklarını
aldı. Tezgâhtar daha başka şeyler de satmak gayretiyle
— Pijama istemez misiniz? Dedi. Beşir:
— Neymiş o .neye yararm ış? Tezgâhtar:
— Geceleri giyilir efendim, çok ucuz diyerek bir
pijama çıkardı. Beşir:
— Yoh baba benim geceleri sokağa çıkmak ade­
tim değildir.
Présent
Fransızca 3 /B kuruna onbeş gün geç gelen Necdet
Yersel nihayet derse girdi. Hoca numaraları Fransızca
okuyordu. Sıra Necdete gelince ezberlemiş oldukları
sıra bozulduğundan üç kişi birden :
• Telâşe M ustafa’nın Kazgan objektifi karşısınd
yarım saniyelik pozu.
— Présent (mevcut) diye bağırdı.________________
p m a c a
a n i
İsm a il Kerem oğlu :
H ik m e t İzb u l
Küp içinde kendime
M a ilim efendime,
Y a rim uzun ben kısa;
Uydurm uşum kendime.
Bu dağların rengi yok
S azım ın ohengi yok;
Güzelden ilham alan
G özlerim in rengi yok.
O ral Karaosm anoğlu
Baki B ilâl
Esmerim biçim , biçim
Ö lürüm senin için.
Hep dostlar düşman oldu
Seni sevdiğim için.
K ale kaleye bakar
Kaleden k ız la r bakar,
B ıy ık lıla r dururken;
S a k a llıya kim b a k a r?!
U ra l H am urcu
M e tin Karaca
D avulum var çom ağım yok
Y a n ım d a bir yam ağım yok;
H am u r yedim biraz arttı
Koym ak için çanağım yok.
A ld ım aşkın tüfeğin
V urd um birkaç koraca;
Dünyada bir yâr sevdim,
Kaşı gözü karaca.
İhsan K utlusoy
Bedia A ç ık a lın :
K a ra n filim mor bana
Ne bakarsın hor bana;
Ettiğinden sen utan
B ulunm az mı yar b a n a?!
A lla r bana al bana
M uhabbet sohbet bana;
Y ürüdükçe hu çeker,
Bastığım yerler bana.
-
12
-
İs m a il Sertel :
A d n a n K ız ıld a ğ lı :
A tım araptır benim
K arpuzu bıçakladım ,
Y üküm şaraptır benim,
Domatı yum rukladım .
Bu yıl böyle giderse;
Sandım yar koynundayım
İşim haraptır benim.
Y astığ ı kucakladım .
Ö zer T ü rk :
M eh m et Fındıkoğlu :
Ey fındığım , fındığım
K avak biçtim az kaldı
D a lların a konduğum.
K am ış biçtim saz kald ı,
Yarim d en uzak düştüm
K atlan yüreğim katlan;
Odur benim yandığım .
Kavuşm ağa az kaldı.
Y u su f Doğan
M ehm et Güçlü
Bir cigara ver bana
A h bu yu rtlar bu yurtlar
Dum ana bak dum ana.
Y u su f'u yiyen kurtlar;
N e güç kaldı ne kuvvet;
T ırn ağ ın d an su içer
Ne burs geldi imana.'
Tepesinden yum urtlar.
Lafazan
Mülkiyede gazete nasıl okunur.
-
13
-
I BUDA
--4
i
BENDEN
Soıı duraktır bu artık açılsın gözlerimiz,
Sübyandır bir çoğumuz, sakalsızdır kimimiz.
Karasevda yakmıştır çoğumuzun kalbini,
Selçuk Özer bu yolda üstadımız, pirimiz,
Bir sürü badisata gebedir her gelen gün,
Çünkü seferdedir hep avcı neferlerimiz.
Hane hane biliriz şu Cebeci semtini,
Samimle Yoğurtçudur şaşmayan rehberimiz.
Ulusu Ali Kayacandan, Konyalıdan sor,
. Bunlar bir numaralı yaman hünerlerimiz.
İzbulu hiç sormayın, müşterektir derdimiz,
Züğürtlükten kurtulmak en büyük emelimiz.
Bir umacı görünür her ayın sonu bize,
Çünkü boştur cebimiz, perişandır halimiz.
Bir küçücük boyu var
Türlü türlü huyu var.
Havyar kesmek sanatı aldı yürüdü yine,
Kahvehanedir bizim en müşfik meskenimiz.
Yoklama korkusudur bizi derse bağlayan,
Nidem beş yok alınca kırılacak belimiz.
Derste
Profesör :
— Şimdi de şu bahse geldik, ama bir kaç ders son­
ra tekrar temas edeceğimiz için şimdi ana hatlarını söy­
leyip geçeceğim, zaten vaktimiz az kaldı.
Birkaç ders sonra yine ayni profesör :
Geçen derslerde bu bahsi anlatmıştık, vaktimizde
zaten kısa; onun için tekrar anlatmaya lüzum görmüyo­
rum. Şimdi de şu bahse geldik.
Arka sıralarda hep münzeviler yatağı,
Çalan zille yıkılır o hayâl âlemimiz.
Yanlış anlaşılmasın hep havyarcı değiliz,
Ön safta yer almıştır sütlü ineklerimiz.
Bir laubali hava esiyor Şahanede,
Neylersin âsî çıktı küçük kardeşlerimiz.
Fazlalaştı kesafet cinsi lâtif yönünden,
Fakat yine Ninedir dostumuz, bir tanemiz.
Operada
Bekledi Feraiyi dört gözle tahsildâraıı, ■
Şu kör talihe bak ki açık kaldı elimiz.
Muammer Turan, Derviş Çobanoğlu, ve Talât Paşa
Rigoletto operasına gitmişlerdi. İki sanatsever zatın ara­
sına oturan Çobanoğlu biraz sonra Paşanın uyuduğunu
görünce, Muammerin omuzuna dokundu:
— Bak paşa uyuyor ...
Muammer pürhiddet çıkıştı;
— Bırak yahu, bu beni uyandırmak için sebepmi?
Fazla uzatma lâfı, kısa kes D ELİ ŞİM ŞEK ,
Yine alevlenecek küllenen dertlerimiz.
DELİ ŞİM ŞEK
Ne asmışlar?
Üç beş arkadaş holde uturuyorlardı. İçlerinde şıp
sordu Yaşar da vardı. Bu esnada karşıdaki vitrine bir
ilân asılmıştı. Y aşar sordu:
— Acaba ne astılar? Arkadaşları git bak biz de
öğrenelim dediler. Yaşar gitti ilânı okudu. Döndükten
sonra yanındakilere sordu:
— O ilânda ne yazıyor acaba?
Salçası bol olsun
Yahya ile Habır lokantaya gitmişlerdi. Yahya ye­
mek listesine şöyle bir göz gezdirdi.
intihar edecekmiş
— Ne emredersiniz? diyen garsona
O
alişam her'zam anki gibi, İzzet Yazçayıı- Yeni
şehirden dönmüştü. Müteellim ve müteessir görünü
yordu. Nusret S a y g ı:
— N^ oldu yine ne var? diye sordu. İzzet elin
masaya vurdu ve bir parmak darbesiyle gözlüğünü dü
zelttikten sonra
— Kararım ı verdim, evvelâ kendimi sonra se
gilimi öldüreceğim dedi.
— Vallahi listede canımın istediği bir şey bulama­
dım. Bilmem ki ne yesem? dedi. Garson bu defa Habıra,
— Siz ne emredersiniz? diye sorunca Habır:
.— Benimki de ayni, yalnız salçası bol olsun.
-
14
-
,
............... .......... .................-.....».
Ahval
Milliyetçilik
üzre
Gozinoda ütüyorlardı bir arkadaş elinde bir deste
broşürle geldi. Yavuz Abadanın milliyetçilikle ilgili
konferansı teksir edilmiş dağıtılıyordu. Bunu gören
Beşir Karam ut hemen atıldı.
Ne kazanç var Şahanede belâdan g ayri,
Kim i gördün ilk sın ıfta fenadan gayri
— Ben milliyetçiyim, versene birini.
A rkadaş bir tane verdi ve bedeli olan 15 kuruşu
istedi. Bunun üzerine Beşir:
Yeter artık gece gündüz ineklem ek boş heves,
Ç ık ın c a ne geçecek ellere havadan gayri.
— Yooh baba, bu benim işime gelmez, dedi ve bro­
şürü iade etti.
A d ım ız burs alıyor, kesem iz boş gezeriz,
N em iz var günde bizim beş yoklam adan g ayri?
Eski saygı, eski b irlik aram a Şahanede,
K alm adı hiç bir eser kuru binadan gayri
Ticaret imtihanında
N a zlı Surum sarhoş etti yoklam ayla b izleri,
Görmez oldu g özlerim iz ol m ehlikadan gayri.
Ticaret imtihanında sıra Selçuk Özere gelmişti. Ho­
ca sordu:
K a ra fa k ı, Ülküm en uyutur desrte bizi,
Ne k a lır kulaklard a bir boş sedadan g ayri?
— Söyle bakalım efendi oğlum, gemiye malı yük­
ledik, herşey tamam; palamarları çözmeden önce kap­
tan ne yapar?
Boş yere çene çalm a yoruldu EF - ES d ilin ,
Ne uyartır füllâbı z ili belâdan gayri.
Sual Selçuğa zor gelmişti, yutkundu, öksürdü, genzini
tem izledi... Birşeyler bulmalı idi. Bulmuştu, evet bul­
muştu, hemen cevabı yapıştırdı:
EF- ES
— Düdük çalar efendim...
Sarı Tehlike
-
15
-
!Ş» sa. M
®s®
, im
&&. y d.
--------------------------------H İ K Â Y E ---------------------------------Y A Z A N : KAMER
Şabanın samimî arkadaşı Baban, koridorun balık
kokan havasını ciğerlerine doldurarak, elleri arkasında
bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. O, mühim karar vere­
ceği zaman hep böyle yapardı. Şimdi de kimbilir kimi
kafese koymağa çalışıyordu. Dersten çıkma zili çalar­
ken, Baban bir sigara yakarak dolaplara doğru gitti.
Bu onun meseleyi hallettiğine delildi.
— Sevgilim, kusura bakmayın kafam çok meşgul.
Yoksa sizi tanımamazlık eder miydim? Telefon ettiğiniz
ne kadar iyi oldu. Söyleyin cicim bir arzunuz mu var?
— Şabancığım, billâhi hasretinize dayanamıyacağ;m. Bir an evvel kollarınıza atılmak işiyorum. Mülkiyenin Ankara Palastaki çayına beraber gidelim mi?
Şaban ne cevap vereceğini bilemedi. Bu, kendisine
şüphesiz Allahın bir ihsanı idi.
— Şey, tabii, tabii canım diyebildi.
A
Sigara dumanından havasının mosmor olduğu bir
zamanda, gaznoda, hademenin cılız sesi duyuldu: «Şa­
banı telefondan arıyorlar». Gazinoda kafaları ambale
eden şiddetli gürültü bir anda sükûnete döndü. Orta
masalardan kısa böylu, tıknaz bir genç, telâşlı ve heye­
canlı, fakat buna rağmen gözlerinin içi gülerek telefona
koştu. Titreyerek ahizeyi aldı. Ürkek bir sesle sordu:
— Afedersiniz, kimsiniz?
— Ah Şabancığım, beni tanıyamadın mı? Benim,
ben.
Hayret, telefondan bir kız sesi duyuluyordu. Şaba­
nın ahizeyi tutan eli daha fazla titremeye başladı. Kalbi
seferberlik davulu gibi giimlüyordu. Haklıydı da ...
Şabanın Mülkiyede bu dördüncü senesi idi. Onu
bu zaman zarfında telefonla kimse aramamıştı. Şimdi
ilk defa, hem de bir kız arıyordu.
— Ha evet tanır gibi oldum, isminizi hatırlıyamadım yalnız.
— Ah ... İsmimi mi sordunuz? İsmim nasıl hatır­
layamadınız acayip? Maamafih hakkınız da var. İsmim
Leylâ.
Şaban şöyle bir hafızasını yokladı; hayatı boyunca
tanıdığı kızlar sadece Şahanenin üş aded hurisi idi. Son­
ra daha yeni kızlar Şahaneye gelmişti anda, Şaban on­
larla pek aâkadar olmamıştı. Kimdi bu Leylâ? Beynin­
de bir şimşek çaktı. Bulmuştu. Tekrar ahizeye sarıldı.
— Ama beni evden yalnız bırakmazlar. Ağabeyim
ve yengem de gelmek istiyorlar. Onlar için de bilet aln­
ınısın?
— Hay hay sevgilim. Tabii değil mi ya.
— Ah teşekkür ederim. Seni Cumartesi günü saat
14 te Yeni Sinemanın önünde bekleyeceğim oraya gel.
Sonra gider ağabeyimi ve yengemi alırız.
Cumartesi. Şabanın uykusuz olarak beklediği gün
nihayet doğdu. O sabah daha hademeler uyanmadan
kalktı. Akşam tıraş olmuştu amma, gece galiba sakal­
ları yine büyümüştü. İtina ile tekrar tıraş oldu. Böyle
günler için üç sene evvel diktirdiği, daha giyilmesi na­
sip olmayan elbisesini dolaptan çıkardı. Arkadaşların­
dan gayet frappan bir kravat buldu. İki saatte giyindi.
Şabandaki bu fevkalâdeliği gören İbili Yaşar sordu :
— Hayrola, nereye böyle?
— Kahveye gidiyorum.
Yataktan yeni kalkmış mahmur mahmur
önünde giyinmeğe çalışan Selçuk Özer kahve
yar duymaz, bir keklik yakaladığını sanarak
— Hangi kahveye yahu? Ali dayıya mı.
mi?
— Haa ... Şu ördek Leylâ değil mi? Hani bir za­
manlar Mülkiyede okuyordunuz.
— Ne münasebet canım. Ben o Leylâ değilim. Ben
senin sevgilin Leylâ ...
Şabanın kafası allak bullak oldu. Ağzı kulaklarına
vardı. Kız devam ediyordu :
— Hani bir zamanlar Cebeci otobüsünde yanyana
oturmuştuk. O zaman gözlerimizle sevişmiştik.
Şaban bunun üzerine sözünü değiştirmek zorunda
k a ld ı:
— Şey canım, yanlış söyledim çaya gidiyorum. B a­
kın dört kişilik bilet aldım.
Az zamanda bütiin mektebe Şabanın çaya gideceği
haberi yayıldı.
**
Şaban, eğer telefon kabinesi önünde bekliyenlerden
utanmasa, hemen oraya çöküverecekti. Evet, Ulustan
bir defa dönüşünde bir kızla yanyana oturmuştu. Hattâ
kızın vücudünün sıcaklığını hissetmişti. Kıza daha faz­
la sempatik görünmek için biletçi sormadığı halde çı­
karıp pasosunu, hüviyetini göstermiş ve bilhassa S. B. F.
armasını kızın iyi görebilmesi için âzami meharetini kul­
lanmıştı. Demek ki kız abayı yakmıştı ona. Tıpkı tah­
min ettiği gibi ...
Şaban tekrar ahizeye sarıldı ve bir solukta şunları
söyledi:
-
dolabının
lâfını du­
atıldı.
Cebeciye
Saat ikiye çeyrek vaû. Şaban sevincinden bir yü­
rüyüp iki sekerek Yeni Sinema önüne geldi. Evvelâ
kimseyi göremedi. Sonra yalnız başına afişleri seyreden
bir kız gördü. İşte sevgilisi ondan evvel gelmişti. Ona bir
sürpriz yapmak istedi. Yavaşça arkasına sokuldu ani­
den kızın gözlerini kapayıverdi. Fakat hadisat Şabanın
arzu ettiği gibi cereyan etmedi. Bir taarruza uğradığını
sanan kızcağız çığlığı basınca vakit geçirmek için baha­
ne arayan bir yığın meraklı ikisinin etrafını sardı. Şim­
di Sabana sevgilisinden özür dilemek düşüyordu.
16
-
—
Size bir sürpriz yapmak istiyordum sevgilim.
Özür dilerim, çok korktunuz mu?
Fakat bü sözlerin cevabını beş parmağın suratında
şaklaması şeklinde aldı. Zira kız sevgilisi değildi.
SUR
Ü S T Ü N E
Bülent Nuri, Karpsan kasteder imanımıza,
Şaban hırsından ağlayacak hale gelmiş, sinemadan
uzaklaşırken koluna birisinin girdiğini farketti. Bu, sa­
mimî arkadaşı Babandı. Şaban ona içini boşaltmağa ve
başına gelen fecî vakayı anlatmağa başladığı sırada B a ­
ban :
— Câhım, dedi, bunu sonra anlatırsın. Ben bizim
çaya gidiyorum. Yanımda fazla bir dam var, bizimle
beraber gelmez misin?
Şaban bu teklif karşısında bütün acısını unuttu.
İmtihanda gören ağlar ahvali perişanımıza.
Mektebi Mülkiyede mahpustan yok farkımız,
Her taraf Sur görünür didei giryanımıza.
Derken Mülkiyeliler bağlıdır birbirine,
Bir Mülkiyeli geldi kastetti canımıza.
— Tabii, ne iyi olur, diye cevap verdi.
Beraberce on metre ilerde bulunan kızların yanma
gittiler. Baban Şabanı Neclâya takdim etti ve hep be­
raber Ankara Palasa doğru yollandılar.
Üzülmeyiniz tın tın mezun oluruz diye,
Surdan aldığımız «yok» kâr kalır yanımıza.
ES-EF eyleme zira affeder bizi elbet.
El öper yalvarırsak sempatik sultanımıza.
Şabanın sevinci ölçüsüzdü. Yanındaki melek ka­
dar güzel kızı arkadaşları ah bir görseydiler. Artık yü­
rürken dört gözle etrafına bakıyor, sağa sola tebessüm­
ler saçıyordu. Hattâ her zaman terslediği şipşakçılara
bu sefer nazikâne :
— Efendim, bayan Neclâ’nın yüksek müsaadelerini
almanız lâzımdır diyordu.
Nihayet Ankara Palasa gelebildiler. Baban bilet
alacak gibi bir hareket yaptı. Şaban hemen atıldı:
— Aman Baban, zahmet etme. Ben evvelce her
ihtimali düşünerek dört kişilik bilet almıştım.
Baban muvaffakiyetinden memnun, yanındaki kı­
za göz kırpıyordu. Şaban hemen davetiyeleri çıkararak
kapıdakilere gösterdi ve gidip bir masaya oturdular.
Az sonra caz başladı. Şaban Neclâsı ile dans etmek için
sabırsızlanıyor, fakat teklife bir türlü cesaret edemiyor­
du. Baban, kendi damını çoktan kaldırmış dans ediyor­
du. Ne yapmalıydı? Fakat Şaban’ı sevince boğan teşeb­
büs Neclâdan geldi:
— Dans edelim mi?
Şaban tasdikle beraber hemen yerinden fırladı.
Piste doğru ilerlediler ve dansa başladılar. Evvelâ bir
sving, sonra bir tango yaptılar. Vals, samba, rumba,
fokstrot, arkadan geldi. Şaban zevkten bitmiş, kendin­
den geçmişti. Artık cazı da dinlemiyor kolları arasında
Neclâsı dönüyor Allah dönüyordu. Böylece ne kadar
zaman geçti bilinmez, birden bir kahkaha tufanı, Şab a­
nı bu tatlı rüyadan uyandırdı. Pistte kimse kalmamış,
caz susmuş, Neclâ kolları arasından sıyrılmış, tek başı­
na ortada dönüyordu
ES-EF
Şaban bir an Ankara Palas tavanının kafasına yıkıl­
dığını sandı. Alaycı nazarlar ve kahkahalar arasında
seııdeliyerek yerine gitti. Neclâ yoktu. Yıkılırcasına
sandalyasına çöktü. Boş nazarlarla etrafına bakınırken
Baban ve damı ile Neclâyı bir köşede kendisine güler­
ken gördü. O da oynanan oyunun farkına varmıştı.
Utancından başını yere eğerken dişlerini sıkarak mırıl- •
dan dı:
— Baban, bunu yanına koyarsam banada
demesinler.
Şaban
-
17
-
Neye Ben ze rl er
Diyar-ı Salise
O. Karaosmanoğlu : Evliye
D. V. Çobaııoğlu :
Yavuz Abadan’ın çocukluğuna
S. Kayaöz : Fındık kurduna
Mena bah ey hazirun, şu BEZM İŞ kulunuz da,
Bahsetsin uzun uzun size üçte olanî.
Öyle yoh;i kız var ki sınıfı âlâmızda,
Diroto Lam ur gibi en biçimsiz tarafı.
S. Davran : Hastaya
M. Bayata : Pastırma ham maddesine
Bizim İzzet hocanın eli öyle çabuk kim,
Üç günde giz gafesler, dohuz günde bayanı.
M. Sarı : Erkek ineğe
Öyle bir dans eder kim Gâvurdağlıyla Şişman,
Bir adımda dolaşır yedi defa meydanî.
A. Tütüncü : Hafız-ı Kurana
N. Çengelci : Kocakarıya
İ. Kutlusoy : Kaynanaya
C. Sircr :
Bizim moruk Nusrette öyle kuvvet vardır kim,
Elli asır yaşadı, kesilmedi dermanı.
Çiftlik feylesofuna
E. Türker :
Bizim inek Bedrimiz öyle az çalışır kim,
Günde yirmibeş saat gayretin çn normali.
Haremağasına
T. Bozkurt : Emirerinc
H. Avcı :
Deli de var sınıfta hem de lam tömen lömen,
Atom Mustafa oldu seçimlerde başkanı;
Erkek olmasaydı Kadriye’ye
C. Elâğöz : Karagöze
Yetmişiki buçuktur sınıfta millet cinsi,
Kıptı Metin Akgündiir buçuğuncu olanı.
C. Kalkan : Hacivata
T. Özoktay : Aşçı başına
K . Yıldırım :
Öyle bıyık vardır kim bizim Necdet Yerselde,
Üç tane tüy bulunur bovadır geri yanî.
Büyük annesine
F. K afadar : Darkafaya
N. Gülmez : Yaban armuduna
Bunca millet bir duysa kimdir bu deli BEZM İŞ,
Ol zavallı heccavın bir anda çıkar cani.
i
F. Özlücr : Zurnaya
T. Kahvecioğlu : Ters kanbura
B. Bilâl : Korkuluğa
I
Felsefeyi severdi, mekanikten anlardı
Şairdi, rmısikide hayli behresi vardı.
Her şey olayım derken, hiç birşey olamadı.
BEZMİŞ
r.
Z—
'•
-li
Pes be biğader
S af Biraderler Kampta
İbili — Yav Toros, ben niye tüfek patlamadan daha
önce korkuyorum.
Toros — Niye mi? Ha bak azizim, korkunun sürati
sesin süratinden fazla da onun için.
A ş k - ı
T
u r a n
ı
Ferhat gibi dağlar deldimde geçtim
Desinler Turani bir tuhaf oldu
Mülkiye içinde Feraye’mi seçtim
Bu aşka düşeli sarardı soldu
O’nun aşkiyle kendimden geçtim
Dev gibi adama bilmemki n’oldu
Haşkeşli Muammer Turaniyim ben
Haşkeşli Muammer Turaniyim ben
Çekilsin Şahin’ler yolum üstünden
Çektiğim elemler revamı yarab
Yanar dağa döndüm onun hüsnünden
O güzel gözlerin olsada serap
Eridim mahvaldum ben bu hüzünden
Dönersem kahpeyim olsamda harap
Haşkeşli Muammer Turaniyim ben
Haşkeşli Muammer Turaniyem ben.
HABAYÇO
-
19
-
:
Ç
A
L_ _ _ _ _
K
M
A
K
L
I
L A F
Hi kâye
Y azan : Bnşkalfa
Tıraşcılık Ustası Kem al’i size takdimle şeref duya­
rım. İlk gördüğünüz anda üzerinizde, ağır başlı ciddî
ve uslu bir insan hissini bırakır. Belki biraz da öyledir
amma, onunla bir kaç saat konuştuktan sonra hükmü­
nüzü verseniz daha iyi olur.
Bir gün aniden çakmak kayboldu. Usta üç gün üç
gece uyuyamadı. Nihayet dördüncü gün sabahı Usta’ya
bir ihbar yapıldı. Çakmağı «Filân» aşırmış. Usta o gün­
den itibaren seferber oldu. Derslere girmemeğe başla­
dı. Filân’ın peşinden koşuyordu. Nihayet bir gün çocu­
ğu gazinoda otururken kıstırdı. Gidip yanına oturdu.
Sağdan soldan konuşmağa başladılar. Ezcümle Usta sö­
zü bir daha çocuğa vermemek üzere aldı. (Bakalım ne
dedi.)
«— Canını, insanın dünyada daima bir çakışta ya­
nan çakmağı olmalı. Niye mi diyeceksiniz? İzah ede­
yim. İnsanlık hali bu. Olur da A frika’ya bir yolumuz
düşer. Sonra vahşilerin eline geçersek canımızı kurta­
rırız. Hikâye malûm. Hani AvrupalIlardan birini vahşi­
ler eline geçirmişler. Adam canını kurtarmak için ce­
binden çakmağı çıkarmış. «Bakın, demiş. Size hiç gör­
mediğiniz bir şey göstereceğim.Ve bir çakışta çakmağı
yakmış. Vahşiler bunu görünce adamı salıvermişler.
Fakat ilâve etmişler: Seni niçin salıyoruz, biliyor mu­
sun? Biz çok çakmak gördük, fakat ilk çakışta yanan
çakmağı ilk defa görüyoruz.»
Yani görüyorsun, çakmak meselesi mühim. H-'ini
şu «çakmak hâdisesi» de olmuştu. O hâdisede ortalık
ne kadar velveleye verilmişti. O çakmak hâdisesinde
ben de bulundum. Herkesle beraber ben de «Çakmak,
çakmak» diye bağırıyordum. Fakat o bize cevap bile
vermiyordu. Zira artık çakmak kaybolmuştu.
Velhasıl, azizim, çakmak hayli şeyler ifade ediyor.
Allah kimsenin başına getirmesin, sınıfta çakmak ta
var yani. Ben inek değilim. Görüyorsun çalışmıyorum
da. Yalnız, en ön sırada oturur, her dersten not tutar,
sene sonunda dersleri 15-20 kere okur imtihana gire­
rim. Maamafih, «çakmak» tan korkarım. Zira «çakmak»
bir çakışta nasıl yanarsa, bir dersten «çakmak» ta insa­
nın bir senesini öyle yakar.
Bu sırada gazinoda bir ses çınladı.
— K es bir, Usta, yağlı olsun. Usta, elini gözüne gö­
türerek, gazinoyu baştan aşağı taradı. Nihayet yan ma­
sadaki Coşkun’u görebildi. Coşkun ona bakarak katılasıya güldü. Usta eliyle «sus» işareti yaparak icrayı sa­
nat etmeğe devam etti.
— Haa, nerde kalmıştım. Geçen gün enayinin biri
bana yutturmağa kalkmış. Biliyorsun, Fransızcada harf­
ler, hani şu a, be, se, de, ö, diye başlayan - İngilizcede
ey, bi, si, di, derler - ikiye ayrılır. Vuayyel ve konson
diye. Çocuk bana, «konson» değil, «ronson» olduğunu
iddia ediyor. Meğer benimle matrak geçmek istiyor­
muş. Kafam kızdı. Bir tane çaktım. «Çakmak» gibi yü­
zünden ateş fışkırdı. Zaten hayatta her şeyden bir neb­
ze «çakmak» lâzımdn-. Eğer vaziyeti çakmıyorsan se­
ninle böyle alay ederler.
Usta’mızın kendine göre vecizeleri vardır. Meselâ;
evvelâ can, sonra can, sonra yine can. Hayatta muvaf­
fak olmanın tek şartı tıraşçı olmaktır. Vs.
Keza Usta’nın bir çok meziyetleri vardır. Müthiş
siyasidir ve daima yatıştırma taraftarıdır. Meselâ iki
kişiyi kavga ederken görse, birbirlerinin kafasını gözü­
nü yarıncaya kadar bekler. K avga bitince de gidip on­
ları yatıştırır. Sonra Usta’nın elinden şiir yazmak ta
gelir. İşte size bir şiiri:
Sarı efe gezdi dağları
Öcünü komadı, aldı sağlan
Bitirdi evdeki tere yağları
Sarı efe
Sırtında küfe
İstasyonda büfe
Başka bir meziyeti de şudur: .Usta’mız gayet oku­
mağa meraklıdır. Fırsat buldukça, Bütün Dünya, Dün­
yada Her Ay, Resimli Tarih Mecmuası’nın kesilmeğe
müsait yazılarını hiç kaçırmaz. Garp musikisinden de
müthiş anlar. Bilhassa, Andre Şvarz’m iki yüz yirmi
beşinci do minör hicazkâr kürdili senfonisine bayılır.
İşte Usta’mızın bir kaç karakteristik vasfı ...
Usta’nın yakın akrabalarından biri sık sık Ameri­
ka’ya gider gelir. Geçen sene bu zatın tekrar Ameri­
ka’ya gitmesi bahis mevzuu oldu. U sta’nın o sıralarda
çakmağa ihtiyacı vardı. Daha doğrusu Amerika’dan
gelmiş bir çakmağa sahip olmak istiyordu. Bunun için
iyi bir çakmak m arkası bulup, tam üç ay bu marka üze­
rinde tüllâbı tıraş etti. Nihayet o zat Amerika’ya gitti.
Bütün tüllap günlerce hikâyesini dinlediği çakmağı sa­
bırsızlıkla bekliyordu. Nihayet çakmak geldi. Markası,
Ronson.
Usta akşama kadar, o çakmak üzerinde tüllaba ma­
lûmat verdi. «Bu çakmağın Amerika’dan almışı 6 do­
lar. Biliyorsunuz bir dolar 487 kuruştur. İngiltere para­
sını devalüe etti amma, bu Amerikan-Türk parasının
paritesine tesir etmedi. Sonra gümrük resimleri var.
Onun için bu çakmağın fiyatı Türkiye’de 36 liradır. B a ­
kın hem bir çakışta yanıyor.» böylece Usta çakmağı
50-60 defa yakıp söndürdü. Tabii fırsat bu fırsat bir kaç
beleşçi de kibrit almayı bırakıp, U sta’nm Ronson’undan
geçinmeğe başladılar.
-
20
-
Usta, usturasını bilemek için ce­
binden bir sigara çıkardı. Çakmağı arar
gibi yaptı. Sonra çocuğa, «sahi, unut­
tum» dedi. «Benim çakmağım kaybol­
muş, gördün mü?»
«Filan» vaziyeti anlamıştı. Demek
ki Usta’nın çakmağını aşırdığından ha­
beri olmuştu. Hemen bir kahkaha ko­
pardı. (Tabii yalancıktan)
— Usta, dedi. Ben çakmağını mat­
rak olsun diye saklamıştım. Bakalım
ne yapacaksın diye. Enayi, (ne samimi­
yet) çakmağının bende olduğunu na­
sıl anlıyamadın? (Leylilik hayatında
böyle şakalar, sık sık görülür. Allah
böyle şakalardan dostu, düşmanı sak­
lasın.)
Aldı Aşık Hayata :
Mülkiyeye gelmişem,
Bir yıl ineklemişem
Yüz lirayı beklerken
Dilaver’e dönmüşem.
Tabii Usta, hemen, çoktan beri
hasret kaldığı çakmağına sarıldı. Ve
«Filan» a, «Kardeşim, bak, ben böyle
şakalardan hoşlanmam. Bir daha yap­
mamanı tavsiye ederim» dedi ve masa­
dan kalktı.
Yukarıya çıkarken, kalfalarından
Coşkun ve Kâmil'i gördü. Onlara se­
vinçle çakmağı bulduğunu söyledi. İki­
si birden merakla:
— Aman U sta’cığım, nasıl buldun?
diye sordular. Yalnız iki saat sonra
seminere gideceğiz. Biraz kısa kes di­
ye de ilâve etmeği unutmadılar. Usta,
bu sözlere aldırmıyarak izaha başladı.
(Not; Kazgan’da sayfaların mahdut ol­
ması dolayısiyle bu kıymetli izahı bu­
raya geçiremedik. Pek çok kısa olarak
hülâsa ediyoruz.)
— Yahu, çoktan beridir, bu çocuk­
tan şüpheleniyordum. Nihayet bu sabah
onun yanına oturdum. Gayet ustaca sorguya çektim.
Nihayet bana çakmağı çaldığını itiraf etti. Ve benden
ismini teşhir etmiyeyim diye ricada bulundu. Görüyor­
sunuz ya. Ben her şeyi yapmağa muktedir değil miyim?
Usta’nın sözlerini daima tasdike - eğer bol vaktiniz
varsa ve sakallarınız çok uzamışsa U sta’nın lâflarına iti­
raz edebilirsiniz.- alışmış olan Kâmil ve Coşkun atıldılar.
— Evet, Usta’cığım, muktedir değilsin.
Dördüncü sınıftaymış
Again
Again İngilizce tekrar demektir. Bir gün Mustafa
Bayata İngilizceye kalktı Ulvi Erbay bir sual sordu,
Mustafa her zamanki gibi susmakla cevap verdi. Ho­
Dört seneden beri Ankarada bulunduğu halde hiç
bir kızla tanışamıyan Orhan, nihayet birkaç gün önce
gördüğü bir kız çok huşuna gitmiş olacakki yanına
yaklaşarak kekeliye kekeliye:
ca kendi sualini kendisi cevaplandırmak zorunda ka­
larak İngilizce kelimeleri söylüyor Mustafa tekrar edi­
yordu. Cümle bitince hoca Mustafanın cümleyi bütün
olarak tekrar etmesi için:
— Sizi temiz bir aşkla seviyorum, çünkü Mülkiyeniıj üçüncü sınıfındayım. Kız gayet vakur bir ta­
vırla:
— Miilkiyenin üçüncü sınfında olan bir kimse ne
böyle konuşur, ne de böyle terbiyesizlik eder. Orhan
kızararak :
— Be. ; ; ... beni affedin. Hayır pardon esasen
Miilkiyenin dördüncü sınıfındayım.
-
— Again, dedi.
Cümlenin bitişinden bihaber olan Mustafa bunu
cümlenin devamı sanarak tekrar etti:
— Again.
21
-
G A Z E T E C İ
— EKO —
Medeni bir insanın, kültür kaynaklarından biri de
anlıyor ve onları da tıpkı o muharrir gibi ifade edebi­
gazetedir derler. Bu düstura uyarak ŞA BA N da, sabah
demez, akşam demez boyuna gazete okurdu. Hiçbir ya­
zı onun gözünden kaçmaz, ta başmakalelerden, evde kal­
liyordu.
Hattâ bir aralık «Norveç kadınları nasıl yemek pişırır
adlı bir yazıyı okurken, gözlerini yumdu; eğer
kendisi bir mu­
harrir olsaydı na­
mış kızların verdikleri evlenme
ilânlarına kadar,
{•
®
r#
»
*
*V**
'
*v**
•
»
•
*
*
r#
®
*
'v*’v' ,V,,V**
V**v
sıl yazacağını dü­
şündü ve sonra
gözlerini açtığın­
her şeyi gözden
geçirirdi. Onu K.
Cimcoz’un «Haç­
M a lî Şube Destan
da aradaki ben­
zerliği büyük biı-
lı hatıraları» ka­
dar, Prof. C. Atarın «Karıncala­
rın aile hayatın­
I**
da, güneş rad­
yasyonla r ı n ı n
t'
%
psikolojik tesir­
lerinin tasnif şe­
killeri hakkında
bir tetkik» adlı
yazıları da alâka­
dar ederdi.
Dersleri de ga­
zetelerde neşre­
dip, talebeler ko­
laylıkla öğrense
ne olurdu sanki?
Yine bu sabah,
dersleri ekip ga­
zete ok u m a ğ a
dalmıştı. Fakat,
bugün kendisin­
»
£
»
»
»
»
»
»
sevinçle farketti.
Malî Şube buranın en temel bir şubesi
Çıkar burdan yarının müfettişi uzmanı
Ne bizi tehdit eder, şu bu partinin sesi
Ne bize söz geçirtir filân ocak başkanı.
Artık gazeteci olacaktı, böyle za­
manımızda
dir rastlanan bir
Hürriyet elde olsun, en giizel şey bu bence;
Şehirlerde yaşarız karınca kaderince
İneklemek bızlere en âlâ bir eğlence
Korkutamaz bizleri bilmem ne imtihanı.
Ey tellâklar şubesi kötü bakmayın bize
Biz adamı biliriz getirmesini dize
Sonra gelir vergisi tatbik olunmaz size
Buna çare bulamaz İçişleri Bakanı.
•r
KAM ER der ki tahsildar olsak dahi ne çıkar?
Bol parası olursa bu işten de kim bıkar?
İstanbul gibi yerde kaymakamı kim takar?
Velevki olsa dahi Yalova Kaymakamı.
«
•s
«
€
KAM ER
»
I5»»j!*j*j5i5;î!ij;2!i£îîîî;;!5î2îit;îiiîîî-'iiîi-'iiîî^ij2£iîî!s!!îiiiîiîsîî~îî*5^
de bir fevkalâde­
lik vardı, zira
okuduğu mevzu hakkında kendisinin de esaslı malûma­
na­
dehanın, memu­
riyette çürümesi
her halde doğru
olmazdı.
Daha
şimdiden, tirajı
milyonları aşan
gazetesinin makinaları gözlerin­
de canla n ı y o r,
böyle kıymet 1 i
bir başmuharri­
rin imzasını ala­
bilmek için dün­
yanın en güzel
kadınlarının yal­
varan sesleri ku­
laklarında çınlı­
yordu.
Hemen cebinden kâğıt, kalem çıkardı ve yarın mem­
leketin bütün gazetelerinde çıkacak olan yazısının mev
zuunu düşünmeğe başladı. Kâğıda ilk olarak tarihi at
tı olduğu belli oluyordu.
Demek ki, gazetelerle bu kadar fazla meşguliyet
mak icabederdi, fakat, aksi şeytan onu sevincinden n
onda tam bir formasyon teşekkül ettirmişti. İç sayfaları
çabuk ta unutuvermişti. Düşünürken gazetenin tarih-
çevirdi. İlmî bir yazıyla karşılaştı: «Metafizikte radyo-
ne bakmak hatırına geldi.. Hemen baş sayfayı açtı.
törün rolü» ilk satırları okurken aklına şahane bir fi­
İşte o anda bütün mektep üzerine yıkıldı ... Me
ğerse düne ait gazeteyi ikinci defa okuyormuş.
kir geldi: «Gazeteci olmak» zira, okuduğunu çok güzel
-
22
-
İdari Şube Türküsü
Aman tahsildarım, hülyaya dalıp,
Kendini engine bırakıverme;
Köhne sandalını deryaya salıp
Yırtık yelkenleri gereyim deme.
Müfettiş, uzmanlık devlet kuşudur,
Konar mı bilinmez şu kel başına;
Dostça bir nasihat vereyim sana,
Salon imtihana gireyim deme.
Deftcr-i yevmiye defter-i kebir
Bodrum katlarında ömrü tüketir,
Arada fareler huzura gelir,
Öfkelenip sakın kovayım deme.
Bizimle uğraşma zebun düşersin,
Ankara, İstanbul bizimdir dersin,
Balıt-J siyahını niçin bilmezsin,
Evlenip bir yuva kurayım deme.
Sandalya bulursan koltuk neyine,
Kontrolör olsaıı sevin sen gene,
Biz vali olunca arkadaş diye,
Makanı-ı âliye geleyim deme.
Güneş kadar parlak bizlere âti,
Değil valilik, bakanlık kat’i,
Çok şükür tahsildar değil BAYATI,
Tellâk deyiverip geçeyim deme.
BA Y A Tİ
Bizim Sadi Can
Sadi Can bh- gün eski sınıf arkadaşlarından birisine
rastlamıştı. Hararetle sordu.
— Yahu çoktanberi görüşemiyoruz, ne âlemdesin,
ne işle meşgulsün? Sadi:
Mülkiyede okuyorum, ikinci sınıftayım. Ya sen?
Arkadaşı :
— Ben Beypazaı-ında kaymakamım, dedi. Sadi:
— Yok be üzüldüm doğrusu. Arkadaşı:
— Anlamadım niçin? diye sorunca
— Diğer arkadaşlarım hep vali mali birşeyler ol­
dular, sen hâlâ kaymakamsın.
Yılbaşı eğlencesi
Yılbaşı gecesi bazı arkadaşlarımız eşsizlik ve işsiz­
lik yüzünden şaşkına dönmüşlerdi. Sınıflar kilitlenmiş
olduğundan işsizdiler. Avcılık ve tavcılıkta acemi
oldukları için de eşsizdiler. Kahvemizin bir köşesine
çekilerek tombala çekmeğe karar verdiler. Lâkin tom­
bala ve boş sandalya bulamamışlardı. Bu işi hallederse
kahveci Muherrem efendi halleder diyerek kahve oca­
ğının bulunduğu yere girdiler. Muharrem efendi ha­
raretle karşıladı:
— Ooo buyursunlar beyefendiler, buyursunlar,
emirleriniz?
— Sandalya ve tombala var m ı?
— Bulunur beyim, hay hay hemen vereyim. Do­
laptan iki konserve kutusu alarak uzattı:
— Buyursunlar efendim, sardalya ve ton balığı
B aşka bir emriniz?
İDARECİLER
2 *~
S
ı
n
ı
f
l
Dördüncü sınıflar
a
r
Kıl tefekkür: kim senin, vardır benim bir âşığım
Ol meşhur pencercnin vallâhi başka tâdı var.
Bizim tek hiç kim hâli perişan olmasın yarab:
Tez bulup, bitez olup gönlü hicran dolmasın yarab!
Görüp şabanları mebzul, bin yığın İnekzadeyi
Yoklamaya rest çekip hiç peşimân olmasın yarab!
Birinci sınıf
Sanman bizi kim dalgayı yarân ile mestiz
Biz ehli ukalâdanız mesti elestiz.
Sıbyan görerekten bize aldanmayın ammân
Biz kim püsküllü belâyız, herhane perestiz.
Üçüncü sınıf
Ver elini Bâki Bilâl, bize hunhâr'demesinler.
Adem gibi yaşıyoruz, kimseye hâr demesinler.
Pervamız yok idareden, kastımız çok cemiyete
Kanı taşkın, aklı şa şk ın .. bize zinhar demesinler.
♦ ♦
Davranmayın çok varmayın başımıza zira,
Gerçi fesadı inadız, ısrar ile pestiz.
Çoktur içimizde günü görmüş ve geçirmişi
İllâki; ehli iffetiz, sırf izzetinefsiz.
İkinci sınıf
Bizde mecnundan fiisûn âşıklık istidadı var
Komşuyu sadık biziz, Mâli şubenin âdı var.
Yaren
-
26
-
O k u y u c u l a r
Sııal sorma fırsatını kaçırmayan okuyucumuz İbili Ya­
şar soruyor:
— Kazganda boyuna neden benden bahsediyorsu­
nuz?
— Bahsedeceğimiz başka şey bulunmadığı için.
Neşesiz okuyucumuz Coşkun Çakır soruyor :
— Bugünlerde çok neşesizim. Günde ancak 8-1 0
saat gülebiliyorum. Ne tavsiye edersiniz?
— Günde on beş saatten aşağı gülmeyen bir arka­
daş bulun. Meselâ; Orhan Atabay gibi.
Sabık
Semer
—
—
Muallim vc halen mârııf siyasilerden İbrahim
soru y or:
Siyasi Maslahat olmak işiyorum, ne dersiniz?
Gayet iyi olur derim. Yalnız siyasi sıfatına iyi
sarıl, yoksa ...
Pirimiz üstadımız Usta Berber Kemal Okonşar sual
makamında anlatıyor:
— Geçen akşam meşhur Piyanist Ferhunde Erkin’ın konferansına gittim. Ne çalıyor yahu.
Hele Şopen’in yüzseksenbeşinci hicazkâr kürdili konçertosunu, Charles Boyer’in yirmiyedinci
aryasının dokuzuncu senfonisini ne mükemmel
çaldı.
— Keees biiiir, Usta, yağlı olsun.
Okuyucumuz Ertıığrul Özol soruyor:
— Atın kuyruğunun ucundaki kıla Fransızcada ne
derler?
— Bunu lütfen Hüseyin Avcı’ya sorun.
-27
■Si
B
3
Ş
b
B
Ş
3
Okuyucu mu? Yazıcı mı olduğu belli olmayan dostu­
muz Kâmil Erdcha soruyor :
— Sizin bu fakültede görmediğiniz şey var mı?
— Çok. Meselâ; Rene Houille’un derse gelmediği
günü, İsmail Hakkı Ülkümen’in rahat nefes ala­
rak ders anlattığını, yoklama yapılmıyan günü,
Fadıl Hakkı’nın esprisiz ders anlattığım, zil saat­
lerinin değişmediği günü, Mustafa Kösemen’in
telâşlanmadığı zamanı, Yahya Benekay’m şiir
yazmadığı mecmuayı, Bedia’nın süslenmeden
mektebe geldiği günü hiç görmedim.
Millî okuyucumuz Ali Toros soruyor :
— Şaban, Şaban deyip duruyorsunuz. Bana bir‘ Şa­
ban gösterir misiniz?
— Ol mahiler ki derya içredir, deryayı bilmezler.
Kodaman okuyucumuz Fadıl Ilakkı Sur soruyor:
— Bu kadar yoklama yaptırdığım halde hâlâ daha
niye arkadaşlarınız derslere girmiyor?
— Çünkü her hoca sizin gibi ders anlatamıyor da
onun için.
Kazgancı Başı Şair Fikret Sezgin soruyor :
— B ir yar sevdim Mardin’den
Haber saldım almadı
Şu Kazgan’ın derdinden
Kafamda saç kalmadı.
— Saç kalmasa ne çıkar?
Sen saçsız da güzelsin
Hele Kazgan’ı çıkar
Yazı arkadan gelsin.
KAZGAN
H A Ş IR
N E Ş İR
K O L U
FİK R E T SEZGİN
— Hakkın var arkadaşım
şiir gibi resim oldu.
Ocak ayını kırpıp
Yıldız yaptığının resmidir.
k
:
.a .
if l
k
:
e
hnt
K A Z G A N 'ı nihayet bu yıl da bir kuşa benzettik. G ayem iz bir y ılın acı, tatlı h atırala rın ı çizg i ve nükte­
lerle fani olm aktan kurtarm ak; bazı hâdiseleri incitm eden iynelem ekti. Bu arada bütün sam im iyet ve iyi n iyeti­
m ize rağmen K A Z G A N 'ı okuyunca yüzü buruşacak olan arkad aşlar çıkarsa kendilerinden şim diden özür d ileriz.
M ecm uam ıza en yakın a lâ k a la rın ı esirgem eyen Sayın Samed Ağaoğluna, Sayın Fadıl H a k k ı Sur ve Bozkurt Eşeliye;
K arika tü r ve yazı yardım ında bulunan Y a h y a Benekay, M ustafa Gönül, K â m il Erdeha ve diğer a rk a ­
d aşlara;
Dar zam anda arzum uza uygun şekilde b askısını yapan Devlet M atbaası M üdürü Sayın Fethi A ra l, Başmürettip Cevat Elm asoğlu, Entertip Şefi A z iz Erdoğan, N aci D izer, N ejat Beş'er, B aşm akinist Ahm et Eren, M us­
tafa Unç, H am dl A ca r, M ehm et Y iğ it'e teşekkürlerim izi sunm ayı bore b iliriz.
S. B. F.
Y a y ın Kolu Başkanı
F ik re t Sezgin
-
28
-
Matbaa, Ambalaj, Kese kâğıdı, Kırtasiye, Kınnap
Mukavva, Terazi, Baskül ve Para Kasaları
T İ C A R E T EVİ
ANKARA : Yeni Hal No. I - 87 — Teig. Ad. A nkara-M aneir — Tel. 12699
İS TANBUL : Tahtakale lYleneşe Han No. 23 — Te . 23828
Kuruluş Tarihi: 1863
Sermaye: 300.000.000 TL.
Y u rd içinde 3 8 6 Şube ve Ajansı,
Dünyanın H e r Tarafında M u h a b ir le ri vardır.
Tasarruf Hesaplan için en müsait faiz, Evler ve dolgun para ikramiyeleri.
BAŞLICA
ŞUBELERİ
A D A N A -A D A P A Z A R I -A F Y O N -A K H İS A R -A K S A R A Y ■A K
Ş E H İR ■A M A S Y A - A N K A R A M E R K E Z
M ÜDÜRÜLÜGÜ
A N T A K Y A - A N T A L Y A - A Y D IN ■A Y V A LIK -B A FR A -B A H
Ç E K A P I - B A L IK E S İR - B A N D IR M A ■ B A Y B U R T - B E R G A
M A - B O L U - B U R D U R - B U R S A ■C. B ERE K ET ■C E Y H A N
Ç A N A K K A L E ■Ç A N K IR I - C O R U M - D E N İZ L İ - D İY A R B A
K IR - E D İR N E -E D R E M İT - E L A Z IĞ -E R E G L İ (Kon.) -E R Z İN
C A N - E R Z U R U M - E S K İŞ E H İR - G. A N T E P - G E M L İK - G İR E
S U N -İN E B O L U -İS K E N D E R U N -İS T A N B U L -İZ M İR - IG D IR
İS P A R T A - K A R S - K A S T M O N U - K A Y S E R İ -K IR Ş E H İR -KO
C A E L I - K O N Y A -K Ü T A H Y A - M A L A T Y A - M A N İS A - M A
R A Ş - M A R D İN -M E R S İN -M E R Z İF O N - M U Ğ L A -N A Z İL L İ
N IG D E - O R D U - Ö D E M İŞ - S A L İH L İ - S A M S U N - S İN O P - Si
V A S -T E K İR D A G I - T İR E - T O K A T -TRABZON-URFA-UŞAK
V A N - Y O Z G A T -Z O N G U L D A K .
©
ETİ B A N K
Sermayesi: 150.000 OOO T. l
ii
.
Maden işletir, Bölge Elektrik santralleri kurar
Banka işleri yapar.
M ÜESSESELER! :
Ereğli Kömürleri işletmesi
Garp Linyitleri işletmesi
Şark Kromları işletmesi
Divriği Demir Madenleri işletmesi
Ergani Bakır İşletmesi
Keçiborlu Kükürtleri işletmesi
Türkiye Kömür Satış ve Tevzi Müesesesi.
L İ N Y İ T kullanınız!
Hem siz kazanırsınız, hem memleket kazanır.
§
İ
s^*ooo0&0oooo&&eeeco0oo0oo0eoc2eco0&oeooo3s
X
I
X
(
TÜRKİYE EMLÂK KREDİ BANKASI A. O.
X
X(
w
î#*'
-j
$
¿¡S
M
X(
){(
V(
J|(
SERMAYESİ: 1 0 0 . 0 0 0 . 0 0 0
TÜRK LİRASI
-----------/v\erKezı
M e rke zi :: /\nı<ara
A n kara
Şubeleri : A n k ara, İstanbul, .İzm ir, Bursa, A d an a, Samsun, Eskişehir, M alatya.
A ç ılm a k üzere bulunan yeni şubeleri : A n talya, G aziantep, Sivas, Erzincan.
...
'k Evi olmayan yurttaşlara ucuz mesken sahibi olmaları için uzun vâde ve % 5 faizle
ikrazda bulunur.
Her tiirlii ipotek muameleleri yapar.
Gayrimenkul karşılığında uzun vâde ile teminat mektubu kredisi açar.
Müsait şartlarla vadeli, vâdesiz mevduat kabul eder.
g
$
X(
v
w
Î '
i.»
A
X
)îv
îîC
X
¡KÖRTİNG veERRES
H
Ankara ve Civarı Resmî Bayiliği
I
Ahmet
İ
—
==
|
Samanpazarı Resmî Bayiliği
^
j
RAD YO TELSİZ M Ü T E H A SSISI:
^
ES
~
=
E|
PHILIPS
E
Ekmekçi
ATÖLYELERİMİZDE:
§
A v ru p a, A m e rik an R ad y o , Telsiz Sin em a, A m plifikatör, H oparlör
tamiratı, cereyanlı R a d y o la r a V ib ra tö r ilâvesi, Bataryalı R ad y o lara
tran sform otö r ilâ-esi en m odern ölçü ve a y a r aletleri ile b :r sen e
garantili tam ir ve tad ilât yapılır. V e her m a r k a R ad y o lar alınır satılır.
EL
==
MERKEZİ:
ŞUBESİ
Hükümet Caddesi No. 12
Samanpazarı Park Karsısı
ism e t P a şa P azaryolu üzerinde
ANKARA
TEL:
14200
jj
"
ANKAUA
TEL:
14700
İ
=
^
BİLİ BAKISI I. S-
¡931 EKRAMfYE PLANI
i
S erm ayesi : 5 .5 0 0 .0 0 0 T. L.
İh tiy a tla rı : 712.604 T. L.
Genel M üdürlük : ANKARA
T e lg ra f adresi : HALKBANK
Sl.UKI.I.Kİ
Burdur, G azian te p , Bursa, İzmir, Denizli,
K astam onu, Eskişehir, Maraş, Merzifon
S A M U Kİ.ABI :
A nkara H alk Sandıçı T. A Ş.
S e rm a y e s i:
İh tiy a tla rı :
1.000.000 T. L.
6 9 9 .8 6 5 T. L.
İstanbul H alk Sandığı T. A. Ş.
S erm ayesi :
İh tiy a tla rı :
1.000.000 T. L.
7 3 .0 0 0 T. L.
Telljraf: J I A L K S A N
Tasarruf hesaplarına % 4 faiz verir ve
ayrıca senede üç defa çeşitli para ikramiyeleri
damıtmakladır. Bu ikramiyelere ait çekilişler
mahallidir. Yani her şube ve sandıkta ayrı ayrı
yapılarak isabetler yalnız o şehre münhasır kalır.
K
VE DOLGUN PARA İKRAMİYELERİ
İM
A
H
V
iyf*jfl
TÜRKİYE
h
BANKASI
X7
O
Ç
T i c a r e t T ü r k A . Ş,
Ankara - İstanbul - Eskişehir
A n ka ra
:
İstanbul Ş u b e s i :
A d re s : I Iltısm e yd a n ı
T e lg r a f: K oç, A n ka ra
T e le fo n : S antral. No. 10450
İnşaat malzem esi kısm ı No. 11055, o to ­
m o b il ve K le k trik malzemesi
kısm ı
No. 11155.
E s k iş e h ir:
A d re s : Posta k u tu s u : No. II .
A d re s : (balata, F e rm e n e cile r, No. 90
T e lg ra f: K o ç o rla k , İsta n b u l.
— T e le fo n : No. -14762.
Beyoğlu Ş u b e si:
A d r e s : (¡a la la , H ıh lıııı
ban.
caddesi K ozluca
T elgraf : K oç. Kski.şebir.
T e lg ra f: K o lg e ıı. İsta n b u l,
T e le fo n : No. .İ70
le le lo n : No. 11032.
Hedefimiz, hizmet ve tatmin etmek.
ItASHAKAN M K
D K V I. ET
MATBAASI

Benzer belgeler

1948

1948 ve buluşlara mıskalla dağıtan yaşlılık çağma tercih ederiz. Gençlerin hakikî dostu olan, onları seven ve hayatlarını onların hizmetine vak­ fetmekten zevk duyan biz hocalar için, bir gencin yontulm...

Detaylı