kurumsal yatırımcı yöneticileri derneği
Transkript
kurumsal yatırımcı yöneticileri derneği
1 Duydum ki, Glasgow’da ticaret hacmi orada ilk bankaların yaranmasından sonra on beş yıl içinde iki katına çıkmıştır. Ve İskoçya’nın ticaret hacmi Edinburg’da ilk bankaların oluşumundan sonra dörde katlanmıştır . . . bankaların bu büyümeye çok büyük katkıda bulunduklarına şüphe edilemez. Adam Smith (1910) 1 Politik ekonomistler sermayenin en karlı yatırımlara kaydığını, düşük karlı yatırımlardan hızla uzaklaştığını söylemektedir. Fakat sıradan ülkelerde bu yavaş bir süreçtir. . . Fakat İngiltere’de . . . sermaye akımı o kadar kesin ve anlıktır ki, en fazla istendiği yere çukurunu arayan su gibi anında akıyor. Bagehot (1873)2 1 Smith, Adam. 1910. The Wealth of Nations. With introduction by E.R. Seligman. London. Aktarma: Levine, R. (1997), ‘Financial Development and Economic Growth’, Journal of Economic Literature 35, pp. 695 2 2 1. GİRİŞ Finansal sistem ekonomik sistemin etkin çalışması için çeşitli işlevler üstlenmektedir. Finansal sistem değişime aracılık ederek, tasarruf birikimi ve risk dağıtım sistemi sağlayarak, mülkiyeti tabana yayarak, ekonomik kaynakların zaman içerisinde, coğrafi bölgeler ve sektörler arasında transferini sağlayarak, risk yönetimi ve risk kontrolü yöntemlerini geliştirerek, fiyat bilgisi sağlayarak ve asimetrik bilgi sorununun çözümünü kolaylaştırarak ekonomik gelişmeye katkıda bulunmaktadır. Finansal sistem ülkelere sahip olduğu kaynakların etkin kullanımını sağladığından ekonomik büyümeye katkıda bulunmaktadır. Finansal sistemin gelişmesi ekonomiye daha fazla yatırım enjekte ederek ve ortalama yatırım verimliliğini artırarak, ekonomik büyümeyi hızlandırır, ekonomik büyüme ise tasarruf hacmini artırarak ve finansal sistem için fırsatlar yaratarak, finansal gelişme sürecine geri beslemede bulunur. Finansal sistemin önemli bölümlerinden biri olan sermaye piyasası uzun vadeli sermaye kaynaklarının fon fazlası olan birimlerden fon açığı olan birimlere akışını kolaylaştırır. Sermaye piyasaları yerine getirdiği likidite, risk farklılaştırması, işletmelerle ilgili bilgi alınması, işletme denetimi işlevleri ile finansal sistemin gelişmesi ve ekonomik büyüme üzerinde önemli etkiye sahiptir. Dünya’da son yıllarda önemli gelişme gösteren sermaye piyasaları sürdürülebilir, istikrarlı ekonomik büyümenin temel gereklerinden birisidir. Finansal sistem içerisinde önemli rol üstlenen kurumsal yatırımcılar küçük yatırımcıların tasarruflarını toplayarak, kabul edilebilir risk, getiri maksimizasyonu ve vade uyumu amaçlarına yönelik olarak yöneten ihtisaslaşmış finansal kurumlar olarak tanımlanmaktadır. Kurumsal yatırımcıların özellikleri itibariyle, uzun vadeli kaynaklara sahip olması sermaye piyasasının gelişimi için uygun ortam oluşturmaktadır. Yapıları itibariyle, heterojen özellikler gösteren kurumsal yatırımcılar özel emeklilik fonları, hayat sigorta şirketleri, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, risk sermayesi yatırım ortaklıkları, yatırım ortaklıkları ve yatırım fonları gibi kurumlardan oluşur. Risk toplama ve farklılaştırma işlevleri ile bireysel yatırımcılardan daha iyi risk ve getiri dengesi sağlayan kurumsal yatırımcılar büyüklük avantajlarından dolayı, daha düşük maliyetli bilgi toplama ve işleme kapasitesine sahiptir. Büyük ölçekli bölünemez yatırımlara yatırım yapabilen ve yatırım yaptıkları işletmeler üzerindeki gelişmiş kontrol mekanizmasına sahip olan kurumsal yatırımcıların dezavantajlarından birisi asimetrik bilgi sorununun getirdiği önemli maliyetlerdir. 3 Kurumsal yatırımcıların yerine getirdikleri işlevlerin sermaye piyasalarının gelişiminde önemli role sahip olduğu finansal literatüründe gösterilmiştir. Fakat burada, kurumsal yatırımcılardan sermaye piyasasının gelişimine doğru tekyönlü ilişkinin değil, karşılıklı etkileşim sürecinin olması daha olasıdır. Kurumsal yatırımcılar değişime aracılık, tasarruf birikimi, kaynak transferi, risk yönetimi, risk kontrolü, fiyat bilgisinin sağlanması ve asimetrik bilgi sorunun çözümü işlevlerini yerine getirmektedir. Bu işlevler ise sermaye piyasası likiditesinde ve büyüklüğünde artışa, fiyat volatilitesinde düşüşe, varlık fiyatlandırma etkinliği, uluslararası entegrasyon düzeyi ile kurumsal göstergelerde gelişmeye neden olabilmektedir. Bu ise sermaye piyasasının gelişimini sağlamaktadır. Sermaye piyasasının gelişimi ise bu piyasalarda finansal varlık çeşitliliğinin artması, finansal yeniliklerin ortaya çıkması, piyasa etkinlik düzeyinin gelişmesi ve finansal istikrarın sağlanmasına neden olmaktadır. Bu da piyasada risk yönetimi için kurumsal yatırımcılara olan talebin artması, kurumsal yatırımcıların portföy yapısının gelişmesi ve rekabet avantajlarından dolayı, finansal sisteme çekilen yüksek tasarruf hacminden kurumsal yatırımcıların daha yüksek pay almasına neden olacaktır. Finansal ekonomi literatüründe araştırmalar kurumsal yatırımcılar ile sermaye piyasasının gelişmesi arasında pozitif ilişkinin varlığı konusunda birleşse de, bu ilişkinin boyutu, anlamlılığı ve yönü konusunda yeterli ampirik çalışma yapılmamıştır. Bu çalışma literatürdeki bu açığı kapatma amacı taşımaktadır. Çalışmamızda, OECD ülkelerine ait kurumsal yatırımcı ve sermaye piyasası gelişmişlik göstergeleri analiz edilerek, bu değişkenler arasında ilişkinin gücü ve anlamlılığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Kurumsal yatırımcı ve sermaye piyasası gelişmişlik göstergeleri arasında pozitif bir ilişkinin varlığı, bu ilişkideki nedensellik boyutunu ortaya koymayacaktır. Nedensellik boyunun analizi kurumsal yatırımcılar ve sermaye piyasası arasındaki dinamik etkileşim sürecinin açıklanması açısından büyük önem taşımaktadır. Araştırma bulguları gelişmiş sermaye piyasalarının kurumsal yatırımcıların gelişmesi için bir önkoşul mu olduğunu, yoksa sermaye piyasasının gelişimi için kurumsal yatırımcıların geliştirilmesinin mi gerektiğini ortaya koyacaktır. OECD ülkeleri örneğinde, kurumsal yatırımcılar ile sermaye piyasası arasında bulunacak sonuçların ülkeler bazında genelleştirilmesi konusunda ihtiyatlı olunması gerekmektedir. Her ülkenin farklı sosyal, ekonomik ve politik yapısı, kurumsal yatırımcılar ile sermaye piyasası arasındaki ilişkinin boyutunu, yönünü ve özelliklerini ciddi biçimde etkilemektedir. Bu nedenle, daha sağlıklı sonuçlara varabilmek için çalışmamızda Türkiye için vak’a çalışması 4 yapılmaktadır. Bu çalışma kapsamında Türkiye’de kurumsal yatırımcıların büyüklüğü, portföy yapısı, kurumsal yatırımcı türleri ve güncel sorunlar tartışılarak, gelecek için çözüm önerileri geliştirilmektedir. Kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasına katkısının makroekonomik değişkenler ile sermaye piyasasının getiri ve volatilitesi gibi dışsal faktörlerden ne derecede etkilendiğinin analizi de, araştırma hedefleri arasındadır. Bu çalışmanın sonuçları, kurumsal yatırımcıların Türkiye’de güncel durumu ile ulaşması gereken konumu göstererek, geliştirilecek kurumsal yatırımcı stratejisi için temel oluşturacaktır. Araştırmamız şu şekilde organize edilmiştir. Birinci bölümde, finansal sistem, sermaye piyasası ve kurumsal yatırımcıların işlevleri ile ekonomik gelişmeye katkıları tartışılmış, OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların gelişimi güncel veriler ışığında ortaya konulmuştur. İkinci bölümde, oluşturduğumuz teorik çerçeve kapsamında, kurumsal yatırımcılar ve sermaye piyasası gelişmesi göstergeleri arasında ekonometrik model dizayn edilmiş ve Granger nedensellik testi uygulanarak, bulgular yorumlanmıştır. Türkiye için vak’a çalışmasının bulunduğu üçüncü bölümde, kurumsal yatırımcıların gelişimi, portföy yapısı, türleri ve güncel sorunları analiz edilmiştir. Dördüncü bölümde, Türkiye’de kurumsal yatırımcıların portföy davranışını etkileyen dışsal faktörlerin etkilerinin tespiti için çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Son bölümde ise, tüm bulgular bütünsel olarak bir araya getirilmiş, yorumlanmış ve kurumsal yatırımcıların gelişimi için strateji formüle edilmiştir. 5 2. FİNANSAL SİSTEM, SERMAYE PİYASALARI VE KURUMSAL YATIRIMCILAR 2.1. FİNANSAL SİSTEMİN İŞLEVLERİ Geleneksel Arrow-Debreu kaynak dağıtım modelinde işletmeler ve hane halkı pazarlar aracılığıyla bir araya gelmekte, finansal aracılar ise bu süreçte hiçbir rol oynamamaktadır. Pazarların mükemmel ve etkin olduğu durumlarda, kaynak dağıtımı Pareto etkin olduğu için genel refah düzeyini arttırmak için finansal aracılara ihtiyaç yoktur1. Bu kapsamda ModiglianiMiller teoremi finansal yapının fark etmediğini, hane halkının portföyler oluşturarak finansal aracıların aldıkları herhangi pozisyondan etkilenmeyeceklerini ve dolayısıyla, finansal aracılığın değer yaratmadığını ifade etmektedir2. Fakat bu bakış açısı gerçek hayattan örneklerle desteklenmemektedir. Finansal aracıların gelişmesinin finansal pazarların gelişmesine neden olduğu finans literatüründe gösterilmiştir3. Bankalar ve sigorta şirketleri gelişmiş ülkelerde kaynak dağıtımının etkinliğinde ve bu ülkenin finansal gelişiminde önemli rol oynamıştır. Finansal aracılık teorisinin gelişimi ile finansal sistemin gelişiminin ekonomik gelişmeye etkisine geçmeden önce, finansal sistemin işlevlerinin tartışılmasında yarar vardır. Finansal sistemin kurumsal yapısı zaman içerisinde önemli değişim gösterse de, finansal sistemin kaynak dağıtımı açısından işlevleri göreceli olarak fazla değişmemiştir4. Finansal sistemin işlevleri temel olarak altı ana başlık altında sınıflandırabilir5: • Malların, hizmetlerin ve varlıkların el değiştirmesini kolaylaştırmak amacıyla değişime aracılık edilmesi: Örneğin, bankalar çeşitli finansal araçlar sağlayarak ödemelerin yapılmasını kolaylaştırmaktadır. Fon transferi ve finansal varlık işlemlerinin sağlanması finansal sistemin bu işlevi içerisinde ele alınmaktadır. • Büyük ölçekli projelerin finansmanını kolaylaştırmak amacıyla tasarruf birikimi ve risk dağıtım sistemi oluşturarak 1 mülkiyetin tabana yayılması: Kurumsal Allen, F. and A.M. Santomero (1998), ‘The Theory of Financial Intermediation’, Journal of Banking and Finance 21. pp. 1462. 2 Fama, E. (1980), ‘Banking in the Theory of Finance’. Journal of Monetary Economics 6, pp. 39-58. 3 McKinnon, R.I. (1973), ‘Money and Capital in Economic Development’, Washington, Brookings. 4 Davis, E. P. (1996), ‘The Role of Institutional Investors in the Evolution of Financial Structure and Behaviour’. Financial Markets Group and ESRC Working Paper. pp. 63 5 Merton, R.C. and Z. Bodie (1995), ‘A Conceptual Framework for Analysing the Financial Environment’, in D.B. Crane et al. (eds), The Global Financial System, a Functional Perspective, Harvard Business School Press, Boston, pp. 3-32. 6 yatırımcılar ve bankalar tasarrufların birikimi için çeşitli finansal araçlar sunmakta, finansal piyasalar ise mülkiyeti tabana yaymaktadır. • Ekonomik kaynakların zaman içerisinde, coğrafi bölgeler ve sektörler arasında transferinin sağlanması: Bu yöntemle hane halkı hayat eğrileri içerisinde fonlarının dağıtımı optimize edilebilir, fonlar ise en etkin kullanıma tahsis edilir. Örneğin, emeklilik fonları, fonların zaman içerisinde paylaşımını etkin bir şekilde sağlayarak, emeklilik için tasarruf yapılmasını ve reel sektör yatırımlarının finansmanını kolaylaştırmaktadır. Sermaye piyasalarının ortaklık yapısı ve sermaye kontrolünü etkin biçimde birbirinden ayırması ise üretimde ihtisaslaşmaya yardımcı olmaktadır. Bu süreçte birçok finansal aracı aktif rol üstlenmektedir. • Risk yönetimi ve risk kontrolü yöntemlerinin geliştirilmesi: Kurumsal yatırımcılar risk dağıtımı için uygun finansal araçlar sunarak risk yönetimini kolaylaştırmaktadır. Risk yönetimi için hedging, çeşitlendirme ve sigortalama gibi üç farklı yöntem vardır. Türev finansal araçların bu süreçteki rolü son yıllarda önem kazanmıştır. Reel üretim için çalışma sermayesi sağlayanlar ile finansal riski üstlenen risk sermayedarlarının birbirinden ayrılması üretimde ihtisaslaşmanın önünü açmaktadır. • Fiyat bilgisinin sağlanması: Finansal pazarlar sadece ürün dolaşımına aracılık etmekle kalmayıp, aynı zamanda karar alma sürecine yardımcı olmaktadır. Finansal varlık getiri ve fiyatları hane halkına tüketim, tasarruf ve portföy kararlarında bilgi sağlamaktadır. İşletmeler piyasa fiyatlarına göre yatırım ve finanslama kararları alır. Merkez Bankaları ise piyasa fiyatlarını beklenti göstergesi olarak yorumlar. Piyasa fiyatlarının yanı sıra, bu fiyatlardaki volatilite de bu kapsamda ele alınmalıdır. Genelleştirilirse, fiyat bilgisinin sağlanması ekonominin çeşitli sektörlerinde karar alma süreçlerinin koordine edilmesine yardımcı olmaktadır. • Asimetrik bilgi sorununun çözümünün kolaylaştırılması: Mikro ekonomi teorisi bireylerin elde ettikleri ürün ve hizmetlerin bütün özelliklerinin farkında olduklarını ve bir işlem yaptırmaları gerektiğinde temsilcilerinin faaliyetlerini her zaman denetleyebildiklerini varsaymaktadır. Fakat finansal pazarlarda katılımcıların bilgi düzeyinin farklı olması ile sözleşmelerin kontrol ve uygulanma süreçlerinin maliyetli olması nedeniyle asimetrik bilgi sorunu ortaya çıkar. Bu ise pazar 7 dengesinin birinci en iyi değerinden sapmasına neden olur6. Temsilcilik sorunu (agency problem), ahlaki çöküş (moral hazard) ve ters seçim (adverse selection) asimetrik bilginin bir sonucudur. Finansal pazarlarların bazı özellikleri, örneğin, temsilciler üzerinde kontrolün bireyler tarafından kurumsal aracılara devredilmesi, bu sorunların çözümüne yardımcı olmaktadır. Finansal sistemin işlevlerinin önem sırası yıllara ve ülkenin gelişmişlik düzeyine göre değişim göstermektedir. Geleneksel finansal aracılık teorisi, finansal sistemin esas işlevlerinin işlem maliyetini azaltarak piyasa etkinliğini arttırma7 ve asimetrik bilgi sorununun çözümü8 olması gerektiğini savunmaktadır. Bu teoriye göre, finansal sistem mevduat kabul ederek veya sigorta poliçeleri ihraç ederek fon sağlar ve toplanan fonları işletmelere transfer eder. Gelişmiş piyasalarda asimetrik bilgi sorununun azalması ve işlem maliyetlerinin düşmesine rağmen, finansal aracılık hacmi artmıştır. Yeni gelişen türev piyasalar ise bireylerden daha fazla finansal aracılara hitap etmektedir. Bu değişimleri geleneksel teoriler çerçevesinde yorumlamak zordur. Bu kapsamda geliştirilen yeni finansal aracılık teorileri finansal aracıların risk yönetimi ile sektöre girişi kolaylaştırma işlevinin önemli olduğunu, bu işlevler sayesinde finansal aracıların son yıllarda öneminin arttığını vurgulamaktadır9. Finansal aracıların finansal sistemde yerine getirdiği işlevlerin önem sırasının ülkelerin finansal ve ekonomik sistemlerinin gelişmişlik düzeyine göre değiştiğini de, unutmamak gereklidir. Günümüzde, gelişmiş ülkelerde finansal aracıların en önemli işlevi risk yönetimi ve fiyat bilgisinin sağlanması olduğu halde, gelişmekte olan ülkelerde tasarruf birikiminin arttırılması ile fonların zaman içerisinde, coğrafi bölgeler ve sektörler arasında transferinin sağlanması işlevleri daha fazla öneme sahiptir. Bu açıdan gelişmiş piyasalardaki güncel durumun gelişmekte olan ülkelere genelleştirilmesi konusunda ihtiyatlı olunması gereklidir. 2.2. FİNANSAL SİSTEMİN EKONOMİK GELİŞMEDE ROLÜ Çeşitli ülkelerin ekonomik büyüme hızları arasındaki farklar bu ülkenin sahip olduğu doğal kaynakların zenginliğinden öte, bu kaynakları kullanmadaki verimlilik farkından kaynaklanmaktadır. Finansal sistemin ekonomik büyümeye katkısı da, bu verimliliği arttırma gücünde yatar. Finansal sistemin gelişmesi ekonomiye daha fazla yatırım enjekte ederek ve ortalama yatırım verimliliğini arttırarak, ekonomik büyümenin hızlanmasına neden olmaktadır. 6 Mattesini, F. (1993), Financial Markets, Asymmetric Information and Macroeconomic Equilibrium, Dartmouth Publishing. Vermont. USA. pp.27 7 Gurley, J.G. and E.S. Shaw. (1960), Money in a Theory of Finance, Brookings Institution, Washington, D.C. 8 Diamond, D. (1984), ‘Financial Intermediation and Delegated Monitoring’, Review of Economic Studies 51, pp. 393-414. 9 Allen, Santomero, a.g.e., s. 1462. 8 Ekonomik büyüme literatüründe finansal gelişmenin ekonomik büyümeye katkısı uzun süre tartışma konusu olmuştur. Schumpeter (1932)10, finansal aracıların tasarruf birikimi, proje değerlendirmesi, risk yönetimi işlevleri aracılığıyla ekonomik büyümeye katkıda bulunduğunu belirtmiştir. Hawtrey (1919), Wicksell (1935), Hayek (1931), Fisher (1933) tarafından savunulan faiz oranlarının ödünç verilebilir fonlar teorisi ise, kredi pazarlarının hane halkının tasarruf tercihlerini ve işletmelerin yatırım kararlarını koordine etmekte önemli rol oynadığını ifade etmektedir11. Fakat, Keynesci iktisatçılar finansal gelişmenin ekonomik büyümeye katkısını önemsememekte kararlıydılar. Keynesci okulun görüşleri Tobin (1965) modelinde ifade edilmiştir12. Tobin modeline göre finansal varlıklar ile reel sektör yatırımları arasında ikame ilişkisi vardır ve finansal varlıkların getirisinin, yani reel faiz oranlarının yüksek olması durumunda ekonomideki tasarruflar finansal sisteme aktarılacak, reel sektör yatırımlarında azalma sonucu ekonomik büyüme yavaşlayacaktır. Keynesci okulun fikirleri finansal baskı politikalarının ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır. Finansal baskı politikalarının en önemli özelliği, ekonomide reel faiz oranlarının devlet tarafından uygulanan kontrollerle düşük ve çoğu zaman negatif tutulmasıdır. Keynesci okulun görüşlerine ilk tepki, Goldsmith (1969), McKinnon (1973) ve Shaw (1973) tarafından geldi. Makroekonomik açıdan finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi analiz eden ve finansal gelişme ölçütü geliştiren Goldsmith (1969), finansal gelişme ve ekonomik büyüme süreçleri arasında bağlantı olduğunu, finansal gelişme düzeyinin ekonomideki işbölümü düzeyini yansıttığını ve finansal gelişmenin banka sisteminin gelişmesi ile başladığını göstermiştir13. McKinnon (1973)14 ve Shaw (1973)15 ise yüksek reel faiz oranlarının tasarrufları finansal sisteme çekmesinden korkmamak gerektiğini, finansal sistemin çok kuvvetli fon paylaşım etkinliğine sahip olduğunu kaydetmiştir. McKinnon (1973) ve Shaw’a (1973) göre, finansal gelişme ekonomideki yatırım hacmini ve ortalama yatırım verimliliğini arttırmaktadır. McKinnon ve Shaw’ın hipotezlerini test eden De Gregorio ve Guidotti (1995), finansal gelişmenin ekonomik büyümeye etkisinin ¼’lük kısmının toplam yatırım hacmindeki artış, 10 Schumpeter, J.A. (1932), The Theory of Economic Development, Translated by Redvers Opie. Cambridge. Massachusetts. Harvard University Press. 11 Mattesini, a.g.e. s. 7-8 12 Tobin, J. (1965),‘Money and Economic Growth’, Econometrica, Vol. 33 (4),pp. 671-684. 13 Goldsmith, R.W. (1969), Financial Structure and Development, Yale University Press. New Heaven. 14 McKinnon, a.g.e. 15 Shaw, E.S. (1973), Financial Deepening in Economic Development, Oxford University Press, New York. 9 ¾’lük kısmının ise ortalama yatırım verimliliğindeki artış kanalıyla gerçekleştiğini bulmuştur16. King ve Levine (1993), benzer olarak, finansal gelişmenin ekonomik büyümeye etkisinde her iki kanalın da etkili olduğunu kaydetmiştir17. Bu durumda oraya çıkan soru, finansal gelişmenin toplam yatırım hacmini ve ortalama yatırım verimliliğini hangi yollardan etkilediğidir. Bu konuda yapılan ampirik ve teorik çalışmalar birden fazla kanalın etkili olduğunu göstermektedir. Benchivenga ve Smith (1991), finansal gelişmenin toplam yatırım hacmini likidite işlevi aracılığıyla etkilediğini kaydetmiştir18. Buna göre, finansal piyasalar tasarruf sahiplerine likidite işlevi aracılığıyla, tasarruflarına istedikleri zaman ulaşma imkanı sağlayarak, likidite riskini ortadan kaldırmakta ve tasarruf sahiplerinin tasarruflarını finansal sisteme aktarmalarını teşvik etmektedir. Saint-Paul (1992), finansal gelişmenin risk farklılaştırmasını kolaylaştırarak, ortalama yatırım verimliliğini arttırdığını ve ekonomik büyümeyi etkilediğini bulmuştur19. Greenwood ve Jovanovich (1990), finansal gelişmenin ekonomik sisteme daha iyi bilgi değerlendirme mekanizması sağlayarak, fonların ortalama verimlilik düzeyi yüksek projelere kaydırılmasında ve dolayısıyla, ekonomik büyümede önemli rol oynadığını göstermiştir20. Finansal gelişme ve ekonomik büyüme göstergeleri arasında 80 ülkeye ait 1960-90 yıl verileri üzerinde yapılan regresyon analizi sonucunda King ve Levine (1993), finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasında kuvvetli ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunduğunu saptamıştır21. Bu bulgular farklı zaman kesiti ve farklı finansal gelişme göstergeleri kullanan ampirik araştırmalar tarafından da teyit edilmektedir22. Finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasında ilişkini analiz eden araştırmalar genellikle, buldukları pozitif korelasyon ilişkisinde etken tarafın finansal gelişme, etkilenen tarafın ise ekonomik büyüme olduğunu göstermişler. Fakat bu konu kendi başına, geniş bir araştırma ve tartışma konusudur ve ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Araştırmamızın ileri bölümlerindeki analizlere temel oluşturması bakımından bu konu geniş olarak aşağıda tartışılmaktadır. 16 De Gregorio, J. and P.E. Guidottii (1995), ‘Financial Development and Economic Development’, World Development, Vol. 23 (3), pp. 433-448. 17 King, R.G. and Levine, R. (1993), ‘Finance and Growth: Schumpeter Might Be Right’, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 108 (3), pp. 717-738. 18 Benchivenga, V.R. and B.D. Smith. (1991), ‘Financial Intermediation and Endogenous Growth’, The Review of Economic Studies, Vol. 58, pp. 195-209 19 Saint-Paul, G. (1992), ‘Technological Choice, Financial Markets and Economic Development’, European Economic Review, Vol. 32, pp. 763-781. 20 Greenwood, J. and B. Jovanovich (1990), ‘Financial Development, Growth, and the Distribution of Income’, Journal of Political Economy, Vol. 98 (5), pp. 1076-1104. 21 King, Levine, a.g.e. s. 717-738. 22 De Gregorio, Guidottii, a.g.e. s. 733-448; Jayarajah, K. and W. Branson. (1995). ‘Structural and Sectoral Adjustment: World Bank Experience, 1980-92’, A World Bank Operations Evaluation Study, The WorldBank, Washington, D.C. 10 Finansal gelişme ve ekonomik büyüme ilişkilerinin yönü konusunda iki farklı teori mevcuttur23. İlk teori, talep izleyici teori olarak tanımlanmaktadır. Talep izleyici teori, finansal hizmetlere olan talebin reel çıktı hacminde artışa bağlı olduğunu ifade etmektedir. Reel ekonomik büyüme ne kadar hızlı ise, işletmelerin dış finansman kaynaklarına o kadar fazla ihtiyaç olacaktır ki, bu da finansal aracıların hizmetlerine olan talebi arttıracaktır. Ekonomi içerisinde sektörlerin gelişim hızı açısında bir farklılık söz konusu ise kaynakların yavaş büyüme gösteren sektörlerden daha hızla büyüyen sektörlere transferi için finansal aracıların hizmetine ihtiyaç olacaktır. Talep izleyici teori, finansal sistemin ekonomik büyümenin yarattığı fırsatlara otomatik olarak tepki gösterdiğini ifade etmektedir. Bu teoriye göre, finansal sistemde girişimcilik düzeyi yüksek derecede esnek olduğuna göre, ekonomik büyümenin getirdiği fırsatlar mevcut olduğu sürece finansal sistem gelişerek, bu fırsatlardan yararlanacaktır. Diğer bir ifadeyle, reel ekonomik büyüme sonucunda, finansal pazarların büyümesi, çeşitlenmesi, likiditesinin artması ve risk farklılaştırma düzeyinin geliştirilmesi söz konusu olacaktır. Bu finansal gelişme süreci ise kendi sırasında reel ekonomik büyüme sürecini destekleyecektir. Dolayısıyla, finansal sistemin evrimsel gelişimi daha büyük bir ekonomik büyüme sürecinin bir sonucudur. Bu teoriye karşı geliştirilen ikinci teori ise arz-öncü teorisidir. Arz-öncü teorisi finansal sistemin ekonomik büyüme sürecinde pasif değil, aktif rol oynadığını ve ekonomik büyümeyi hızlandırdığını ifade etmektedir. Arz-öncü teorisi finansal gelişme sürecinin ekonomik büyüme sürecinden önce geldiğini ekonomik büyüme için gerekli ve oldukça önemli olan finansal hizmetler sunduğunu iddia etmektedir. Patrick (1966), bu iki teorinin tek başına geçerli olmadığı ve reel hayatta kaynaştığını göstermiş, modern ekonomik gelişme sürecinde finansal sistemin ekonomik büyüme sürecine öncülük ederek ekonomik büyümeyi tetiklediğini ifade etmiştir. Ekonomik büyüme ise ekonomideki tasarruf hacmini arttırarak ve finansal sistem için fırsatlar yaratarak finansal gelişme sürecine geri beslemede bulunmaktadır. Patrick hipotezini test eden ampirik araştırmalar sonuçların ülkelerin gelişme düzeyi ile bağlantılı olarak değiştiğini 24 göstermektedir . Gelişmekte olan ülkelerde arz-öncü teorisinin, gelişmiş ülkelerde ise talepizleyici teorinin geçerli olduğu ampirik literatürün bulguları arasındadır. Patrick hipotezini iktisat tarihi açısından analiz eden Kindleberger (1987), İngiltere, Fransa, Almanya ve 23 Patrick, H.T. (1966), ‘Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped Countries’, Economic Development and Cultural Change, Vol. 14, pp. 174-189. 24 Jung, W.S. (1986); ‘Financial Development and Economic Growth: International Evidence’, Economic Development and Cultural Change, Vol. 79. pp. 333-346; Gupta, K.L. (1984), Finance and Economic Growth in Developing Countries, New Hampshire 11 Hollanda örneğinde, finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasında karşılıklı etkileşimin çift yönlü olduğunu, Patrick hipotezinin bu çerçevede desteklendiğini kaydetmiştir25. 2.3. SERMAYE PİYASALARININ İŞLEVLERİ Finansal piyasalar fonların fon fazlası olan birimlerden fon açığı olan birimlere akışını kolaylaştırmaktadır. Bir yıldan daha kısa vadeli fonların transferi para piyasalarının, uzun vadeli fonların transferi ise sermaye piyasalarının kapsamındadır.. Sermaye piyasalarının yerine getirdiği işlevleri aşağıdaki ana başlıklar altında sınıflandılarabilir: • Likidite: Yüksek verimli projelerin birçoğunun gerçekleştirilmesi için sermayenin uzun dönem için alıkonulması gerekmektedir. Fakat yatırımcılar, uzun dönem için tasarrufları üzerindeki kontrollerini kaybetmekten çekinmektedirler. Buna göre de, likit pazarların mevcut olmadığı ekonomilerde yüksek verimli birçok projelerin finansmanı imkansız olmaktadır. Levine (1991)26 ve Benchivenga, Smith ve Starr (1996)27, sunulan likidite hizmeti aracılığıyla, sermaye piyasalarının tasarruf sahiplerine tasarrufları üzerinde kontrol imkanı, işletmelere ise hisse senedi ihracı yolu ile yatırım projelerini sürekli olarak finanslama imkanı sağladığını kaydetmişler. Likit sermaye piyasaları uzun vadeli yatırım projelerinin riskini ve maliyetini düşürmektedir. Yatırımcılar ise istedikleri zaman sahip oldukları finansal varlıkları ellerinden çıkartabildikleri için güven kazanmakta ve uzun vadeli projelere yatırım yapabilmektedirler. Dolayısıyla, yüksek likiditeye sahip sermaye piyasaları yüksek verime sahip yatırım projelerini finanslama imkanı sağladıklarından ekonomideki fonların etkin paylaşımını etkilemektedir. Fakat, yüksek likiditenin ekonomik büyüme üzerinde etkisi literatürde tartışılmaktadır. Örneğin, Benchivenga ve Smith (1991)28 ile Japelli ve Pagano (1994)29, yüksek likiditenin ekonomideki tasarruf oranını düşürebileceğini, bunun da ekonomiyi olumsuz etkileyebileceğini iddia etmiştir. 25 Kindleberger, C.P. (1987), ‘Financial Deregulation and Economic Performance’, Journal of Development Economics, Vol. 27, pp. 339-353. 26 Levine, R. (1991), ‘Stock Markets, Growth, and Tax Policy’, Journal of Finance, Vol. 46 (4), pp. 1445-1465. 27 Benchivenga, V.R., B.D. Smith and R.M. Starr (1996), ‘Equity Markets, Transaction Costs, and Capital Accumulation: An Illustration’, The World Bank Economic Review, Vol. 10 (2), pp. 241-265. 28 Benchivenga, V.R and B.D. Smith (1991), ‘Financial Intermediation and Endogenous Growth’, The Review of Economic Studies, Vol. 58, pp. 195-209. 29 Japelli, T. and M. Pagano, (1994), ‘Saving, Growth, and Liquidity Constraints’, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 109 (1), pp. 93-109. 12 • Risk farklılaştırması: Sermaye piyasasının önemli işlevlerinden birisi de, uluslarası entegre sermaye piyasaları aracılığıyla risk farklılaştırmasıdır. Saint-Paul (1992)30, Deveraux ve Smith (1994)31 ve Obstfeld (1994)32 sermaye piyasalarının üstlendiği risk farklılaştırma işlevinin yatırımları yüksek verimli projelere aktararak ekonomik büyümeyi etkileyebileceğini iddia etmiştir. Burada temel mantık, yüksek verime sahip projelerin genellikle yüksek risk düzeyine sahip olduğu ve uluslarası entegre sermaye piyasaları aracılığıyla risk farklılaştırmasının, riski paylaştırarak fonları yüksek verimli yatırım projelerine kaydıracağıdır. Fakat, burada da, yüksek düzeyde risk farklılaştırmasının ekonomik büyümeyi yavaşlatabileceği ifade edilmiştir33. • İşletmelerle ilgili bilgi alınması: Sermaye piyasaları işletmelerle ilgili bilgi alınmasını kolaylaştırmaktadır. İşletmelerle ilgili bilgiye ulaşan yatırımcılar hisse senedinin gerçek fiyatını bilerek, bu fiyat üzerinden alım veya satım yapabilecektir. Bilgiden bu şekilde faydalanmanın mümkün olduğu ortamlarda yatırımcılar, işletmelerle ilgili araştırma yaparak bilgi edinecek ve sahip oldukları bilgileri kontrol edecektir. Bu ise işletmeler üzerinde kontrol sağladığından ekonomide kaynakların paylaşımını iyileştirecektir. Fakat, bu konuda da literatürde ciddi eleştiriler söz konusudur. Örneğin, Stiglitz (1994), etkin sermaye piyasalarında hızlı fiyat değişimlerinin, anında tüm bilgilerin sermaye piyasasına yayılmasının işletmelerle ilgili toplanan bilgilerden yararlanmayı zorlaştırdığını ve bunun da, özel çaba göstererek ve özel masraf yaparak bilgiye ulaşma isteğini ortadan kaldıracağını ifade etmiştir34. Fama (1977) ise portföy teorisinde gösterildiği üzere çok fazla dağınık ortaklık yapısının, herhangi bir hisse sahibinin yönetim üzerinde kontrol isteğinin azalmasına neden olduğunu göstermiştir35. Yönetim ile ilgili bilgi alınmasının getirdiği maliyetler yönetim performansının değerlendirilmesi isteğinin azalmasına neden olmaktadır. • İşletme Denetimi: Etkin sermaye piyasalarının mevcut olduğu ekonomilerde yönetimin başarısı hisse senedinin performansı ile ilişkilendirildiği için yöneticiler ile ortaklar arasında bir çıkar birliği oluşmakta, temsilcilik sorununun çözümü kolaylaşmaktadır. Bu durumda, yöneticilerin şirketin başarısı için daha fazla çaba göstermesi söz 30 Saint-Paul, a.g.e. s. 93-109. Devereux, M.B. and G.W. Smith. (1994), ‘International Risk Sharing and Economic Growth’, International Economic Review, Vol. 35 (4), pp. 535-550. 32 Obstfeld, M. (1994), ‘Risk-taking, Global Diversification, and Growth’, American Economic Review, Vol. 84 (5), pp. 1310-1329. 33 Devereux, Smith, a.g.e. s. 535-550. 34 Stiglitz, J.E. (1985), ‘Credit Markets and The Control of Capital’, Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 20, pp. 318-325. 35 Fama, E. (1977), Foundations of Finance: Portfolio Decisions and Security Prices,. Oxford, Blackwell. 31 13 konusu olmaktadır. Jensen ve Meckling (1976) temsilcilik sorununun sermaye pazarlarının getirdiği disiplin aracılığıyla çözüldüğünü ifade etmektedir36. Gelişmiş pazar ekonomilerinde, yatırım fonları ve ortaklıkları, hayat sigorta şirketleri, emeklilik fonları gibi kurumsal yatırımcılar anonim şirket hisselerine blok halinde yatırım yaparak, şirkette bir temsilcilik sorunu olduğunu hissettiği anda, oy haklarını kullanarak şirket yönetimini değiştirebilmektedirler. 2.4. SERMAYE PİYASALARININ EKONOMİK BÜYÜMEDE ROLÜ Finansal gelişmenin ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkisi literatürde kabul edilirken, çeşitli finansal kurumların ekonomik büyüme üzerindeki etkisi merak edilmektedir. Bankaların gelişmesinin ekonomik büyüme üzerindeki pozitif etkisi De Gregorio ve Guidotti (1995) tarafından gösterilmiştir37. Sermaye piyasalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi de, literatürde geniş tartışma konusudur. Literatürde sermaye piyasaların ekonomik büyümeyi çeşitli kanallardan etkileyebileceği gösterilmiştir. Sermaye piyasalarının gelişmişlik düzeyi ile ekonomik büyüme göstergeleri arasında regresyon ilişkisini 41 ülkeye ait 1976-1993 dönemine ait verileri inceleyen Levine ve Zervos (1996), sermaye piyasalarının gelişme düzeyi ile ekonomik büyüme arasında kuvvetli pozitif korelasyon bulmuştur38. Araştırmanın en ilginç bulgularından birisi sermaye piyasası gelişme endeksinin regresyon denklemine dahil edilmesinden sonra finansal derinliğin ekonomik büyüme üzerinde etkisinin istatistiksel olarak anlamlılığını kaybetmesidir. Sermaye piyasalarının gelişme düzeyi ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini analiz eden Gürsoy ve Müslümov (2001) ise sermaye piyasalarının gelişmesi ve ekonomik büyüme arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulmuştur39. Diğer önemli bulgu ise sermaye piyasalarının gelişmesi ve ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisinin ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile bağlantılı oluşudur. Orta gelir düzeyine sahip ülkelerde sermaye piyasalarının gelişmesi ekonomik büyümeyi tetiklemektedir. 36 Jensen, M. and W. Meckling, (1976). ‘Theory of the Firm: Managerial Behavior, Agency Costs, and Ownership Structure’, Journal of Financial Economics Vol. 3, PP. 305-360. 37 De Gregorio, Guidottii, a.g.e., s. 433-448 38 Levine, R., Zervos, S. (1998), ‘Stock Markets, Banks, and Economic Growth’, American Economic Review, Vol. 88, pp. 537-558. 39 Gürsoy, C.T. and A. Müslümov (2000), ‘Stock Markets and Economic Growth: A Causality Test’, Doğuş University Journal, Vol. 2, pp. 124-131. 14 2.5. KURUMSAL YATIRIMCILARIN ÖZELLİKLERİ Kurumsal yatırımcılar finansal sistemin işlevlerini yerine getirmesi için önemli rol üstlenmektedir. Kurumsal yatırımcılar küçük yatırımcıların tasarruflarını toplayarak, kabul edilebilir risk, getiri maksimizasyonu ve vade uyumu amaçlarına yönelik olarak yöneten ihtisaslaşmış finansal kurumlar olarak tanımlanmaktadır40. Kurumsal yatırımcıların özellikleri heterojenlik göstermektedir. Araştırmamızda kurumsal yatırımcı kapsamında özel emeklilik fonları, hayat sigorta şirketleri, gayrimenkul yatırım ortaklıkları, risk sermayesi yatırım ortaklıkları, yatırım ortaklıkları ve yatırım fonları alınmıştır. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları ve risk sermayesi işletmeleri dışında kalan kurumsal yatırımcılar arasında temel fark bilanço pasiflerindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Emeklilik fonları bireylere çalışma hayatının bitiminden sonrası emeklilikleri döneminde tüketim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, tasarruflarını biriktirme aracı temin eder. Bu fonların getirisi tamamen piyasaya bağımlı veya sponsorun garantisi ile belirli olmaktadır. Hayat sigorta şirketleri geleneksel olarak, müşterileri gelecekte belirli bir zamanda ölüm riskine karşı sigortalamaktadır. Fakat günümüzde, hayat sigorta şirketleri emeklilik için uzun dönem tasarruflarını değerlendirme, konut ve benzeri alımlar için kredi geri ödeme aracı olarak da faaliyet göstermektedir. Yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları emeklilik fonları ve hayat sigorta şirketlerinden esas farklılaşımı toplanan fonlar için likidite imkanı sağlamasıdır. Yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları bu hizmeti bireyler, işletmeler veya diğer kurumlar için sağlamaktadır. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları ile risk sermayesi yatırım ortaklıklarının yukarıda anlatılan kurumsal yatırımcılardan farkı ise esasen bilanço aktifindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları gayrimenkullere, gayrimenkule dayalı sermaye piyasası araçlarına, gayrimenkul projelerine, gayrimenkule dayalı haklara ve sermaye piyasası araçlarına yatırım yapabilen yatırım ortaklıklarıdır. Risk sermayesi yatırım ortaklıklarının yatırım ortaklıklarından farkı ise sermaye ve faiz kazancı elde etmek amacıyla riskli konulardaki şirketlere yatırım yapmasıdır. Kurumsal yatırımcılar riski toplayarak, küçük yatırımcıların tek başlarına yapabileceklerinden daha iyi risk ve getiri dengesi sağlamaktadır. Kurumsal yatırımcıların yerli finansal varlıkların (borç ve sermaye biçiminde) yanı sıra uluslararası piyasalara açılması farklılaştırma sağlamaktadır. Kurumsal yatırımcılar geniş ve likit sermaye piyasalarını kullandıklarından yüksek likidite sağlayabilmektedir. Kurumsal yatırımcıların bilgiyi kabul etme ve işleme yeteneği sermaye piyasalarındaki bireysel yatırımcılardan daha yüksektir. Diğer taraftan, 40 Davis, a.g.e., s.64 15 kurumsal yatırımcılar bankalardan farklı olarak özel bilgilere değil, halka açık bilgilere dayanmakta ve uyumlaştırılmış (matched) aktif ve pasiflere sahip bulunmaktadır. Kurumsal yatırımcıların, özel emeklilik fonları ve hayat sigorta şirketleri örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli fon kaynaklarına sahip olması onların yüksek risk ve yüksek getiriye sahip finansal varlıkları portföylerinde tutmasını kolaylaştırmaktadır. Kurumsal yatırımcıların büyüklüğünün önemli finansal uygulamaları vardır. Ölçek ekonomisi sayesinde kurumsal yatırımcıların yüksek hacimli işlem yapması işlem maliyetlerini minimize etmektedir. Kurumsal yatırımcıların büyüklüğü, onların büyük ölçekli bölünemez yatırımlara yatırım yapmasına olanak vermektedir. Büyüklükten dolayı, kurumsal yatırımcıların yatırım yaptıkları işletmeler üzerindeki gelişmiş kontrol mekanizmasına sahip olması temsilcilik sorununun çözümünü kolaylaştırmaktadır. Kurumsal yatırımcılarla ilgili diğer önemli özellik fon yönetim sürecinden kaynaklanmaktadır. Fon yönetim sürecinde yatırım portföyü yönetiminin müşterinin yerine kararlar alması bu sürecin önemli özelliklerinden birisidir. Bu bir taraftan, nihai yatırımcıya portföy stratejisine ihtiyatla yaklaşmaya ve oluşan riskleri minimize etmeye yöneltmektedir. Diğer taraftan ise, kontrolün devredilmesi temsilcilik sorununa yol açmaktadır. Fon yönetimi mükemmel düzeyde kontrol ediliyorsa, bu sorun ortadan kalkacaktır. Temsilcilik sorununun aşılması için yapılan düzenlemeler potansiyel sürü davranışına (herding behaviour) yol açmaktadır. Bu davranış özellikle, performans ölçümü üzerinde uygulanan baskılar ve şirket ele geçirmeleri tehdidi karşısında portföy yöneticilerinin kendilerini yüksek kalitede gösterme isteklerinden kaynaklanmaktadır. 2.6. KURUMSAL YATIRIMCILARIN İŞLEVLERİ Önceki bölümdeki tartışmalardan yola çıkarak, kurumsal yatırımcıların işlevlerini Merton ve Bodie (1996) tarafından tanımlanan işlevsel çerçeve içerisinde tanımlayabiliriz. Bu bakış açısına göre kurumsal yatırımcıların işlevleri aşağıdaki gibidir. • Malların, hizmetlerin ve varlıkların el değiştirmesini kolaylaştırmak amacıyla değişime aracılık edilmesi: Kurumsal yatırımcıların bu işlevi gelişmiş ülkelerde, özellikle ABD ve Fransa’da, finansal yeniliklerin önünü açarak kurumsal yatırımcıların bankacılık sektörü karşısında rekabet gücünün artmasına ve para piyasalarının gelişimine neden olmuştur. Yatırım fonları para piyasalarında oluşturdukları fonlar aracılığıyla kısa vade ve yüksek getiriye sahip borç senetlerine yatırım yapabilir. Yatırım fonlarının hissedarları ise bankaların 16 sağladığı aracılık işlevinin benzeri olarak işlemlerinde çek kullanabilmektedir. Diğer taraftan, faiz oranlarının kontrol altında tutulduğu zamanlarda, bu uygulama parasal fonlara uygulanmadığından, bu fonlar ekonomiye daha etkin hizmet vermektedir. Bu durumlarda kurumsal yatırımcılar bankacılık sektörüne ciddi alternatif oluşturmaktadır. • Büyük ölçekli projelerin finansmanını kolaylaştırmak amacıyla tasarruf birikimi ve risk dağıtım sistemi oluşturarak mülkiyetin tabana yayılması: Tasarruf birikimi kurumsal yatırımcıların en önemli işlevlerinden birisidir. Büyüklüklerinden dolayı ölçek ekonomisine sahip olmaları, kurumsal yatırımcıları tasarrufların değerlendirmesinde hane halkından daha avantajlı konuma getirmektedir. • Ekonomik kaynakların zaman içerisinde, coğrafi bölgeler ve sektörler arasında transferinin sağlanması: Nüfusun yaşlanması ve sosyal güvenlik sistemine duyulan güvenin zaman içerisinde azalması kaynakların zaman içerisinde transferine olan talebin artmasına neden olmuştur. Bu talep ise esasen, özel emeklilik fonları, kısmen ise hayat sigorta şirketleri, yatırım fon ve ortaklıklarına yaramıştır. Kurumsal yatırımcıların portföy yapısında risk çeşitlendirme amacıyla uluslararası portföy yatırımlarının artması fonların bölgeler arası transferinin kanıtıdır. • Risk yönetimi ve risk kontrolü yöntemlerinin geliştirilmesi. Önceki bölümlerde bahsettiğimiz gibi, kurumsal yatırımcılar risk dağıtımı için uygun finansal araçlar sunarak risk yönetimini kolaylaştırmaktadır. Türev finansal varlık piyasalarının gelişmesi kurumsal yatırımcıların önemini arttırmıştır. Diğer taraftan, kurumsal yatırımcıların uluslararası pazarlara girebilmesi risk çeşitlendirmesi için uygun fırsatlar sunmaktadır. • Fiyat bilgisinin sağlanması. Kurumsal yatırımcılar ölçek ekonomisinden dolayı, bilgiyi bireysel yatırımcılar ve rakip kurumlardan daha ucuz maliyete işleyebilmesi onların gelişiminin esas nedenlerinden birisidir. Kurumsal yatırımcıların fiyat volatilitesi üzerinde olası düşürücü etkisi fiyatların bilgi içeriğini arttırmaktadır. • Asimetrik bilgi sorununun çözümünün kolaylaştırılması. Temsilcilik sorununun çözümünde kurumsal yatırımcıların bireysel yatırımcılara göre büyüklük avantajı vardır. Kurumsal yatırımcılar anonim şirket hisselerine blok halinde yatırım yapmakta ve şirkette bir temsilcilik sorunu olduğunu hissettiği anda, oy haklarını kullanarak şirket yönetimini değiştirebilmektedirler. Diğer taraftan, kurumsal 17 yatırımcılar büyüklük avantajından dolayı para ve mali politikalar üzerinde de etkili olabilmektedirler. 2.7. OECD ÜLKELERİNDE KURUMSAL YATIRIMCILAR 2.7.1. OECD Ülkelerinde Kurumsal Yatırımcıların Gelişimi Bireysel tasarrufları bir araya getirerek etkin ve verimli alanlarda kullanıma aktaran kurumsal yatırımcılar, gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarda farklı yer ve öneme sahiptir. Sermaye piyasalarının gelişmişlik düzeyi ile bağlantılı olarak varlıkları ve etkinlikleri değişen kurumsal yatırımcılar aynı zamanda sermaye piyasalarının gelişiminde de itici kuvvet niteliğindedir. Grafik 2.1. Kurumsal Yatırımcıların Toplam Finansal Varlıkları GSYİH’ya Oranı (%) Ülke kategorilerine göre41 verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Lüksemburg’a ait olan değerler ortalamayı aşırı biçimde etkilediğinden, ortalama hesaplarından çıkarılmıştır. 120,0% 100,0% 80,0% 60,0% 40,0% 20,0% 0,0% 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 22,3 23,5 26,8 29,4 31,2 34,1 34,6 38,7 38,7 45,6 51,8 51,7 51,8 56,0 61,1 61,4 69,8 72,5 88,8 88,8 84,7 Gelişmiş OECD Ülkeleri 26,1 27,4 31,1 34,0 36,0 39,4 39,1 43,8 43,2 52,7 59,3 61,7 61,8 70,4 78,1 78,2 89,2 94,3 112, 112, 108, Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 4,3% 5,2% 6,7% 7,7% 8,9% 9,4% 10,7 11,8 13,4 13,8 16,0 13,8 13,9 17,1 15,0 15,6 17,1 13,6 25,5 24,9 20,0 Türkiye 0,1% 0,1% 0,1% 0,1% 0,2% 0,2% 0,2% 0,3% 0,3% 0,5% 0,6% 0,5% 0,5% 0,9% 1,0% 0,8% 1,3% 1,2% 1,3% 2,8% 1,9% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Kurumsal yatırımcıların işlevlerini yerine getirebilmesi öncelikle, yeterli fon birikimi oluşturmalarına bağlıdır. Kurumsal yatırımcıların fon birikim göstergesi olarak kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının GSYİH içindeki payı ile sermaye piyasası kapitalizasyonu içindeki payı kullanılmaktadır. Kurumsal yatırımcıların finansal varlıkları son yıllarda önemli artış göstermiş, 1980 yılında tüm OECD ülkelerinde kurumsal fonların GSYİH içindeki payı ortalama %22.3 iken, 2000 yılında ortalama %84.7’ye ulaşmıştır (Grafik 2.1). Kurumsal fonların GSYİH içindeki payı yıllar itibariyle sürekli artış trendi göstermekle birlikte, gelişmekte olan OECD ülkeleri ile gelişmiş OECD ülkeleri arasında fark giderek açılmaktadır. 41 Araştırmamızda IFC’in (International Financial Corporation) sınıflandırmasına uygun olarak, gelişmiş ülkeler olarak ABD, Almanya, Avustralya, Avusturya, Belçika, Büyük Britanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Kanada, Lüksemburg ve Norveç; gelişmekte olan ülkeler olarak ise Çek Cumhuriyeti, Kore, Meksika, Macaristan, Polonya, Türkiye ve Yunanistan alınmıştır. 18 Gelişmiş OECD ülkelerinde kurumsal fonların GSYİH içindeki payı 2000 yılında % 108.5 iken, gelişmekte olan piyasalarda bu oran % 20’dir. Türkiye’de ise kurumsal fonların GSYİH içindeki payının 1980-2000 döneminde ulaştığı en yüksek değer 1999 yılında % 2.8’dir. Grafik 2.2. Kurumsal Yatırımcı Finansal Varlıklarının Sermaye Piyasası Kapitalizasyonuna Oranı Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Kore’ye ait değerler gelişmekte olan ülke ortalamasını önemli derecede etkilediğinden ortalama hesaplarına dahil edilmemiştir. 250,0% 200,0% 150,0% 100,0% 50,0% 0,0% 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 179,6 212,5 172,7 171,4 126,1 107,3 137,3 111,8 104,3 142,8 156,3 160,6 133,0 134,2 137,6 132,4 118,1 116,1 103,9 97,7 Gelişmiş OECD Ülkeleri 193,7 228,3 185,4 184,0 134,5 113,2 145,5 117,2 111,9 159,5 177,3 183,3 150,5 151,5 153,8 147,7 131,1 130,2 117,5 109,3 Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 35,7 36,5 23,4 16,7 22,1 24,7 34,8 35,5 35,7 27,1 17,9 23,8 Türkiye 6,7% 4,7% 4,5% 8,1% 4,5% 6,0% 6,3% 7,7% 3,8% 8,0% 4,6% 5,5% Kaynak: Kurumsal yatırımcı verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, sermaye piyasası kapitalizasyonu verileri ise “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook” yıllıklarından alınmıştır. Kurumsal yatırımcıların alternatif büyüklük ölçütü olarak kullandığımız, kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının sermaye piyasası kapitalizasyonu içindeki payının trendi Grafik 2.2’de verilmiştir. Gelişmiş OECD ülkelerinde kurumsal fonların sermaye piyasası kapitalizasyonu içindeki payı 1982-1989 döneminde düşüş, 1990-1992 döneminde yükseliş, 1993-2000 döneminde ise düşüş eğilimi göstermektedir. Bu düşüşün nedeni kurumsal fon hacmindeki daralma değil, sermaye piyasası kapitalizasyonu hacmindeki artış hızının kurumsal fon hacmindeki artışın üzerinde olmasıdır. Kurumsal fon birikiminin yetersiz olduğu gelişmekte olan OECD ülkelerinde, kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının sermaye piyasası kapitalizasyonu içindeki payı 1988-2000 döneminde %17-37 bandı içerisindedir. OECD ülkeleri içerisinde en düşük kurumsal fon birikimine sahip ülke olan Türkiye’de kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının sermaye piyasası kapitalizasyonu içindeki payının 1989-2000 dönemi içerisinde ulaştığı en yüksek değer 1992 ve 1998 yılında gerçekleşen %8’dir. 2.7.2. OECD Ülkelerinde Kurumsal Yatırımcıların Portföy Yapısı OECD ülkelerindeki kurumsal yatırımcıların 1990-2000 döneminde portföy dağılımının analizinde (Grafik 2.3), kurumsal fonların en büyük oranının sabit getirili yatırım araçlarında 19 değerlendirildiği görülmektedir. Kurumsal yatırımcıların portföyündeki sabit getirili yatırım araçlarının oranı 1990-2000 döneminde %45-52 arasında değişerek, 2000 yılında %48 olmuştur. Aynı dönemde, kurumsal yatırımcıların portföyü içerisinde hisse senetlerinin payı %16-28 arasında değişmektedir. Son yıllarda hisse senetlerinin kurumsal yatırımcı portföyündeki payı önemli artış göstermiştir. Buna karşılık kurumsal yatırımcı portföyünde kredi hacmi 1990 yılındaki %16 değerinden, 2000 yılında %5’e gerilemiştir. Diğer portföy kalemlerinde önemli bir değişim gözlenmektedir. Grafik 2.3. OECD Ülkeleri Kurumsal Yatırımcıların Portföy Dağılımı (%) OECD için verilen yıllık değerler, OECD ülkelerinin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Diğer 15% 15% 12% 13% 14% 13% 13% 13% 12% 12% 14% Kredi 16% 13% 13% 11% 7% 7% 7% 6% 5% 4% 5% Bono 45% 45% 46% 49% 50% 49% 52% 50% 52% 47% 48% Hisse Senedi 17% 17% 16% 19% 19% 21% 20% 27% 22% 28% 28% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Grafik 2.4. Gelişmekte Olan OECD Ülkelerinde Kurumsal Yatırımcıların Portföy Dağılımı (%) Gelişmekte olan OECD ülkeleri için verilen yıllık değerler, bu ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Diğer 17% 20% 15% 18% 23% 21% 16% 18% 22% 19% 16% Kredi 1% 1% 5% 4% 2% 2% 1% 0% 1% 1% 5% Bono 63% 50% 56% 53% 56% 54% 61% 51% 58% 69% 70% Hisse Senedi 18% 16% 16% 16% 14% 13% 12% 10% 10% 11% 12% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 20 Gelişmekte olan OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların portföy dağılımını, OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların portföy dağılımı ile karşılaştırdığımızda, portföylerinde sabit getirili yatırım araçlarının çok daha ağırlıklı olduğunu görmekteyiz (Grafik 2.4). Gelişmekte olan OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların portföyündeki sabit getirili yatırım araçları oranı %70 seviyesine kadar yükselmiştir. Buna karşılık kurumsal yatırımcı portföyü içerisinde hisse senetlerinin payı %10-18 arasında değişerek, 2000 yılında %12 olmuştur. Diğer yatırım araçlarının toplam kurumsal yatırımcı portföyünde hisse senetlerinde daha ağırlıklı paya sahip olması dikkati çeken diğer önemli unsurdur. 2.7.3. OECD Ülkelerinde Kurumsal Yatırımcı Türleri OECD ülkelerinde kurumsal finansal varlıkların fon birikimi sağlayan kurumlar arasındaki dağılımına bakıldığında, modern finansal aracılık teorisine uygun olarak yatırım fon ve ortaklıklarının son 10 yıl içerisinde kurumsal yatırımcılar arasında en fazla gelişme gösteren kurum olduğu görülmektedir (Grafik 2.5). Grafik 2.5. OECD Ülkelerinde Kurumsal Yatırımcıların Finansal Varlıklarının Kurumsal Yatırımcı Türüne Göre Dağılımı (%) OECD için verilen yıllık değerler, OECD ülkelerinin yıllık oranlarının ortalaması olarak hesaplanmıştır. Bu grafikteki değerler ülkelere ait değerlerin ortalaması olarak hesaplandığından, “OECD Institutional Investor Statistical Yearbook” yıllıklarında toplam değerler üzerinden hesaplanan oranlardan farklılaşmaktadır. Bu grafikte hesaplanan ortalama değerler, kurumsal fon hacminin çok yüksek olduğu ülke değerlerinden fazla etkilenmediği için gerçek durumu daha iyi yansıttığı düşünülmektedir. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Diğer 8% 10% 9% 8% 8% 8% 7% 7% 2000 6% Yatırım 25% 32% 30% 28% 29% 31% 31% 33% 41% Sigorta 47% 42% 44% 47% 44% 44% 42% 43% 36% Emeklilik 20% 16% 18% 17% 19% 17% 20% 18% 17% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 1992 yılında yatırım fon ve ortaklıklarının finansal varlıklarının toplam varlıklar içerisindeki payı ortalama %25’den, 2000 yılında ortalama %41’e yükselmiştir. Aynı dönemde sigorta şirketlerinin toplam finansal varlıklarının toplam varlıklar içerisindeki payı ise düşüş trendi göstermektedir. Son yıllarda sigorta şirketlerinin finansal varlıklarının toplam varlıklar 21 içerisindeki payı ortalama %47’den %36’ya gerilemiştir. Özel emeklilik fonlarının ise istikrarlı fon birikimini sürdürdükleri görülmektedir. Özel emeklilik fonlarının toplam kurumsal fonlar içerisindeki payı 1992-2000 döneminde ortalama %17-20 arasındaki dar bantta kalmıştır. 2.7.3.1. Yatırım Fonları ve Ortaklıkları Yatırım fonları ve ortaklıkları, OECD ülkelerinde 1980’den itibaren artış trendi göstermektedir (Grafik 2.6). 1992 yılından sonra bu artış hızında önemli bir ivme görülmektedir. Gelişmiş OECD ülkelerinde yatırım fonlarının GSYİH içerisinde payı 1980 yılında %3.1 iken, 2000 yılında %32.8’e ulaşmıştır. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde ise 1990 yılında %4.2 olan bu oran, 2000 yılında %9.2’ye yükselmiştir. Fakat, bu değer gelişmiş OECD ülkelerine ait değerin çok altındadır. Grafik 2.6. OECD Ülkelerinde Yatırım Fon ve Ortaklıklarının Finansal Varlıklarının GSYİH’ya Oranı Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Kore’ye ve Lüksemburg’a ait değerler gelişmekte olan ülke ortalamasını önemli derecede etkilediğinden ortalama hesaplarına dahil edilmemiştir. 35,0% 30,0% 25,0% 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 3,1% 3,3% 3,7% 4,5% 5,4% 6,0% 7,4% 7,4% 8,1% 8,1% 8,9% 10,1 9,3% 12,0 12,2 12,5 14,7 18,2 22,6 25,5 26,2 % 10,5 14,4 % 15,1 % 15,6 % 18,4 % 22,3 % 27,9 % 31,7 % 32,8 % 3,1% 3,3% 3,7% 4,5% 5,4% 6,0% 8,0% 8,6% 9,2% 9,0% 9,7% 10,8 % 3,6% % 4,8% % 4,6% % 4,5% % 5,4% % 7,5% % 9,0% % 9,5% % 9,2% % 4,2% 5,7% Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri OECD Ülkeleri Gelişmiş OECD Ülkeleri 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,1% 0,1% 0,2% 0,4% 0,2% 0,2% 0,6% 0,6% 0,3% 0,6% 0,5% 0,6% 1,4% 1,0% Türkiye Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Yatırım fon ve ortaklıklarının kurumsal fonlarının sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı, OECD ülkelerinde 1981-2000 döneminde %20-42aralığında değişerek 1990’da %32, 1995’de %38 ve 2000’de ise %42 olmuştur (Grafik 2.7). Gelişmekte olan OECD ülkelerinde ise bu oran 1990 yılında %2.6 iken, 1995’de %25.1 ve 2000’de ise % 25.5 olarak gerçekleşmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde yatırım fon ve ortaklıklarının varlıklarında önemli artış olması, yatırım fon ve ortaklıklarının gelişim kapitalizasyonunun üzerinde olduğunu göstermektedir. 22 hızının sermaye piyasası Grafik 2.7. Yatırım Fon ve Ortaklıkları Toplam Finansal Varlıklarının Sermaye Piyasası Kapitalizasyonuna Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Kore’ye ve Lüksemburg’a ait değerler gelişmekte olan ülke ortalamasını önemli derecede etkilediğinden ortalama hesaplarına dahil edilmemiştir. 50,0% 45,0% 40,0% 35,0% 30,0% 25,0% 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% OECD Ülkeleri Gelişmiş OECD Ülkeleri Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri Türkiye 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 20,0 24,2 24,4 28,8 25,8 26,4 34,1 32,1 24,9 31,7 39,5 % 24,2 % 24,4 % 28,8 % 25,8 % 26,4 % 36,8 % 34,1 % 26,4 % 33,3 % 42,5 % 20,0 % % % % % % 1,7% % 6,8% % 2,9% % 2,6% % 14,3 % % 1,7% 6,8% 2,9% 2,6% 1,9% 34,4 35,2 37,4 37,6 37,8 37,8 % 38,5 % 40,7 % 39,7 % 39,7 % 39,2 % 38,6 % 15,8 % 17,4 % 25,1 % 26,8 % 29,1 % 8,7% % % % % % 4,0% 2,9% 3,2% 2,9% 4,0% 1,6% 38,2 38,0 41,6 % 42,4 % 45,9 % 41,4 % 11,7 % 15,5 % 19,3 % 2,3% % 2,9% % 3,3% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 2.7.3.2. Sigorta Şirketleri Grafik 2.8’de OECD ülkelerinde sigorta şirketlerinin toplam kurumsal finansal varlıklarının GSYİH içerisindeki payının 1992 yılında % 47’den 2000 yılında % 36’ya gerilediği görülmektedir. Fakat bu bulgu, sigorta şirketlerinin toplam finansal varlıklarının bu yıllar arasında azaldığı anlamına gelmemektedir. OECD ülkelerinde sigorta şirketlerinin toplam finansal varlıklarının GSYİH içerisindeki payı, diğer bir ifadeyle, fon yaratma gücü artmaktadır. OECD ülkelerinde 1980 yılında sigorta şirketlerinin toplam finansal varlıklarının GSYİH içerisindeki payı %11.5 iken, 2000 yılında %39.4’e ulaşmıştır. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde bu oran 2000 yılında %8.2 olup, gelişmiş ülkelere ait değerden yaklaşık 5 katı daha düşüktür. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde, sigorta şirketlerinin 1990 yılından sonra artan oranda fon yarattığı görülmektedir. Türkiye’de sigorta şirketlerinin toplam finansal varlıklarının GSYİH içerisindeki payına bakıldığında, bu oranın 1980-2000 döneminde %1’in altında olduğu, sadece 1999 yılında %1.3 değerine ulaştığı görülmektedir. Bu değerin gelişmekte olan OECD ülkeleri ortalamasının çok altında olduğu dikkat çekmektedir. 23 Grafik 2.8. Sigorta Şirketleri Finansal Varlıklarının GSYİH'ya Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 55.0% 45.0% 35.0% 25.0% 15.0% 5.0% -5.0% 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 11.5% 11.8% 13.3% 14.2% 14.9% 15.8% 16.5% 17.2% 18.7% 20.1% 22.7% 22.6% 22.1% 24.7% 25.3% 27.7% 30.0% 32.5% 37.6% 38.3% 38.4% Gelişmiş OECD Ülkeleri 14.4% 14.7% 16.3% 17.4% 18.1% 19.2% 19.6% 20.4% 22.1% 22.7% 25.2% 27.2% 26.5% 30.7% 32.7% 35.4% 38.4% 42.1% 48.0% 48.9% 49.0% Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 1.8% 2.0% 2.3% 2.6% 3.1% 3.5% 3.9% 4.5% 5.1% 6.2% 6.7% 5.0% 5.4% 5.6% 5.1% 5.5% 6.1% 4.9% 8.0% 8.1% 8.2% Türkiye 0.1% 0.1% 0.1% 0.1% 0.2% 0.2% 0.2% 0.2% 0.2% 0.3% 0.2% 0.3% 0.3% 0.3% 0.4% 0.4% 0.6% 0.6% 0.8% 1.3% 0.9% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Sigorta şirketlerinin fon hacmi GSYİH’ya oranla artsa da, sermaye piyasası kapitalizasyonundaki gelişmeleri takip edememektedir (Grafik 2.9). OECD ülkelerinde sigorta fonlarının sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı 1982 yılından itibaren azalış trendi göstermektedir. OECD ülkelerinde 1982’de ortalama %120 olan bu oran, 1990’da %65, 1995’de %58, 2000’de ise %33’e gerilemiştir. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde bu değer, 1990’da %8.3, 1995’de %12,8, 2000’de ise %8.5 olmuştur. Türkiye’de ise sigorta şirketlerinin fonlarının sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı 1987-2000 döneminde %1,6-13,6 aralığında değişmiş, 2000 yılında ise %2,6 olarak gerçekleşmiştir. Grafik 2.9. Sigorta Şirketleri Toplam Finansal Varlıklarının Sermaye Piyasası Kapitalizasyonuna Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 180.0% 160.0% 140.0% 120.0% 100.0% 80.0% 60.0% 40.0% 20.0% 0.0% 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 126.8% 150.8% 125.1% 116.5% 90.8% 73.2% 86.4% 71.2% 54.1% 72.0% 78.5% 76.0% 61.5% 61.8% 65.1% 61.8% 57.5% 52.8% 44.4% 46.9% Gelişmiş Ülkeler 144.9% 170.4% 136.5% 127.2% 88.0% 77.7% 96.8% 79.5% 59.0% 81.6% 92.4% 88.2% 71.2% 71.9% 74.2% 68.9% 60.6% 58.5% 51.4% 51.8% Gelişmekte Olan Ülkeler 29.0% 21.6% 15.3% 17.9% 19.3% 21.3% 17.7% 16.2% 22.0% 28.2% 42.9% 26.0% 11.2% 24.1% Türkiye 4.6% 13.6% 3.8% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 24 2.1% 2.5% 4.0% 1.6% 2.3% 3.4% 3.7% 2.0% 4.5% 2.1% 2.6% 2.7.3.3. Özel Emeklilik Fonları OECD ülkelerinde emeklilik fonlarının GSYİH içindeki payında yıllar itibariyle istikrarlı artış gözlemlenmektedir (Grafik 2.10). 1980 yılında ortalama %4.8 olan emeklilik fonlarının GSYİH içindeki payı 2000 yılında %24.4’e ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran 1980 yılında % 4.6’dan 2000 yılında %32.5’e ulaşmıştır. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde ise özel emeklilik fonları kurumsal yatırımcılar içerisinde en düşük kurumsal fon hacmine sahiptir. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde özel emeklilik fonlarının GSYİH içerisinde payı 2000 yılında ortalama %2.5 iken, sigorta fonlarının payı % 8.2, yatırım fonlarının payı ise %12’ye eşittir. Bu durumun nedeni gelişmekte olan ülkelerde özel emeklilik sisteminin henüz yerleşmemiş olmasıdır. Grafik 2.10. Emeklilik Fonları Toplam Finansal Varlıklarının GSYİH’ya Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 35,0% 30,0% 25,0% 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 4,8% 5,3% 5,9% 6,6% 7,0% 8,3% 8,9% 9,1% 10,1 13,5 13,8 14,8 14,7 16,6 17,4 18,7 20,1 21,3 23,0 24,8 24,4 % 18,1 % 18,5 % 19,8 % 19,6 % 22,2 % 23,4 % 25,0 % 26,9 % 28,5 % 30,6 % 33,0 % 32,5 % 6,4% 7,0% 7,9% 8,7% 9,3% 11,0 11,8 12,1 13,5 Gelişmiş OECD Ülkeleri % % % % % % % % % % % % % % % % Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 0,2% 0,2% 0,3% 0,3% 0,3% 0,3% 0,4% 0,4% 0,4% 0,5% 0,6% 0,7% 0,8% 1,1% 1,3% 1,5% 1,8% 1,7% 2,6% 2,5% 2,5% OECD Ülkeleri Türkiye 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database OECD ülkelerinde emeklilik fonlarındaki artış oranı sermaye piyasası kapitalizasyonundaki gelişimin gerisinde kalmıştır. 1981‘de OECD ülkelerinde emeklilik fonlarının sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı ortalama %78 iken, bu oran 1985’de %50, 1990’da %41, 1995’de %33, 2000’de ise %25’e gerilemiştir (Grafik 2.11). Gelişmekte olan OECD ülkelerinde ise emeklilik fonlarının sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranında daha fazla dalgalı seyir gözlemlenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde sermaye piyasalarının volatilitesi piyasa kapitalizasyonunu önemli oranda etkilediğinden, bu oran %5-13 aralığında dalgalanmış, 2000 yılında ortalama %10.2 değerine ulaşmıştır. Bu oran gelişmiş OECD ülkeleri ortalamasından 2.5 kat daha düşüktür. 25 Grafik 2.11. Emeklilik Fonları Toplam Finansal Varlıklarının Sermaye Piyasası Kapitalizasyonuna Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 100,0% 90,0% 80,0% 70,0% 60,0% 50,0% 40,0% 30,0% 20,0% 10,0% 0,0% 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 77,8% 80,0% 65,1%64,7% 49,6% 48,2% 56,8% 43,1%36,6% 41,4% 38,6% 40,4% 33,9%30,9% 32,6% 30,0% 26,6% 25,0%23,2% 24,8% Gelişmiş OECD Ülkeleri 85,0% 86,4% 67,6%68,4% 51,5% 50,9% 62,2% 47,2%39,5% 43,9% 40,6% 42,4% 35,5%32,4% 34,2% 31,2% 28,9% 27,2%25,6% 26,7% Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 13,4% 6,6% 4,8% 7,1% 8,9% 9,2% 8,0% 6,6% 7,9% 10,9% 9,7% 8,6% 5,4% 10,2% Türkiye 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 26 3. KURUMSAL YATIRIMCILAR, SERMAYE PİYASALARI VE EKONOMİK BÜYÜME: GRANGER NEDENSELLİK TESTİ 3.1. Araştırma Modeli Önceki bölümde, kurumsal yatırımcıların işlevlerinin sermaye piyasalarının gelişiminde önemli role sahip olduğuna finans teorisi çerçevesinde değindik. Fakat burada sadece, kurumsal yatırımcıların sermaye piyasası üzerinde tekyönlü etkisi söz konusu değil, bilakis kurumsal yatırımcıların gelişimi ile sermaye piyasalarının gelişimi arasında karşılıklı etkileşim süreci söz konusudur. Şekil 3.1’de kurumsal yatırımcılar, sermaye piyasaları ve ekonomik büyüme arasında öngörülen nedensellik ilişkisi modelini göstermektedir. Bu modele göre, kurumsal yatırımcılar değişime aracılık, tasarruf birikimi, kaynak transferi, risk yönetimi, risk kontrolü, fiyat bilgisinin sağlanması ve asimetrik bilgi sorununun çözümü işlevleri aracılığıyla sermaye piyasasının gelişimini etkilemektedir. Daha açık ifade edersek, kurumsal yatırımcıların yerine getirdiği bu işlevler sermaye piyasası likiditesinde ve hacminde artışa, fiyat volatilitesinde düşüşe, varlık fiyatlandırma etkinliğine, uluslararası entegrasyon düzeyinin ve kurumsal göstergelerin gelişmesine neden olur. Bu ise sermaye piyasasının gelişmesi anlamına gelmektedir. Sermaye piyasasının gelişmesi de ekonomik büyümeyi etkilemektedir. Önceki bölümde tartışıldığı gibi, sermaye piyasaları likidite, risk farklılaştırması, işletmelerle ilgili bilgi alınması, işletme denetimi ve tasarruf birikimi işlevlerini yerine getirmektedir. Bu da ekonomideki toplam yatırım hacminde ve ortalama yatırım verimliliğinde artışa neden olmakta, sonuçta ise ekonomik büyümeyi hızlandırmaktadır. Oluşturduğumuz modele göre, etkileşim süreci kurumsal yatırımcılardan sermaye piyasasının gelişmesine ve sermaye piyasasının gelişmesinden ekonomik büyümeye doğru tekyönlü değildir. Ekonomik büyüme ortalama gelir düzeyinde artışa, yasal düzenlemelerde ve uluslararası entegrasyon düzeyinde gelişmeye sebep olmakta, sermaye piyasalarının gelişmesi için fırsatlar ortaya çıkarmaktadır. Bu fırsatlara sermaye piyasaları tarafından verilen otomatik tepki sermaye piyasalarının gelişmesine neden olmaktadır. Spesifik olarak, sermaye piyasası büyümekte, likiditesi artmakta, varlık fiyatlandırma etkinliği ve kurumsal göstergeler gelişmektedir. 6 Şekil 3.1. Kurumsal Yatırımcılar, Sermaye Piyasası ve Ekonomik Büyüme Arasında Nedensellik İlişkisi Modeli KURUMSAL YATIRIMCILAR Kurumsal Yatırımcıların Gelişmesi KURUMSAL YATIRIMCILARIN İŞLEVLERİ SERMAYE PİYASASININ GELİŞMESİNE ETKİSİ SERMAYE PİYASASI Değişime Aracılık Likiditede Artış Tasarruf Birikimi Piyasa Büyüklüğünde Artış Likidite Kaynak Transferi Volatilitede Düşüş Risk Farklılaştırması Risk Yönetimi ve Risk Kontrolü Daha Etkin Varlık Fiyatlandırma İşletmelerle İlgili Bilgi Alınması Fiyat Bilgisinin Sağlanması Daha Yüksek Uluslararası Entegrasyon İşletme Denetimi Asimetrik Bilgi Sorunun Çözümü Kurumsal Göstergelerin Gelişmesi EKONOMİK GELİŞMEYE ETKİSİ Yatırım Hacminde Artış Ortalama Yatırım Verimliliğinde Artış Tasarruf Birikimi Sermaye Piyasalarının Gelişmesi Sermaye Piyasasının Büyümesi Risk Yönetimi İhtiyacı KURUMSAL YATIRIMCILAR SERMAYE PİYASASININ İŞLEVLERİ Finansal Yenilikler Finansal Varlık Çeşitlerinin Artması Daha Düşük Volatilite Gelir Düzeyinde Artış Portföy Yapısında Gelişme Piyasa Etkinliğinin Artması Varlık Fiyatlama Etkinliğinde Artış Yasal Düzenlemelerde Gelişme Daha Fazla Tasarruf Akışı Finansal İstikrarın Sağlanması Kurumsal Göstergelerin Gelişmesi Uluslararası Entegrasyon Düzeyinin Gelişmesi KURUMSAL YATIRIMCILARA ETKİSİ SERMAYE PİYASASININ GELİŞMESİNİN SONUÇLARI SERMAYE PİYASASININ GELİŞMESİ 7 SERMAYE PİYASASINA ETKİSİ EKONOMİK GELİŞMENİN SONUÇLARI Sermaye piyasasının gelişimi bu piyasalarda finansal varlık çeşitlerinin artması, finansal yeniliklerin ortaya çıkması, piyasa etkinlik düzeyinin gelişmesi ve finansal istikrarın sağlanmasına neden olacaktır. Bu ise piyasada risk yönetimi için kurumsal yatırımcılara olan talebin artmasına, portföy yapısının gelişmesine ve rekabet avantajlarından dolayı, finansal sisteme çekilen yüksek tasarruf hacminden kurumsal yatırımcıların daha yüksek pay almasına neden olacaktır. Bu ise kurumsal yatırımcıların gelişmesini destekleyecektir.. Araştırma modelimizin sermaye piyasası gelişmesi ile ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisi kısmı, Gürsoy ve Müslümov (2001) tarafından daha önce test edilmiştir1. 20 ülkeye ait panel veri analizi sermaye piyasası gelişmesi ve ekonomik büyüme değişkenleri arasında çift yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermiştir. 3.2. Araştırma Hipotezleri Araştırma modelimiz kurumsal yatırımcıların gelişmesi ile ve sermaye piyasalarının gelişmesi arasında nedensellik ilişkileri olduğu hipotezi üzerinde kurulmaktadır. Bu hipotez doğrultusunda üç farklı sıfır hipotezinin test edilmesi gerekmektedir. Test etmek istediğimiz ilk sıfır hipotezi kurumsal yatırımcıların gelişmesinin sermaye piyasalarının gelişmesinin nedeni olup olmadığıdır.Bu durumda sıfır hipotezini ve alternatif hipotezi aşağıdaki gibi ifade edebiliriz. H 0 : Kurumsal yatırımcıların gelişmesi sermaye piyasalarının gelişmesinin nedeni değildir. H 1 : Kurumsal yatırımcıların gelişmesi sermaye piyasalarının gelişmesinin nedenidir. Test etmek istediğimiz ikinci sıfır hipotezi ise sermaye piyasasının gelişmesinin kurumsal yatırımcıların gelişmesinin nedeni olup olmadığıdır. Bu sıfır hipotezini ve alternatif hipotezi ise aşağıdaki gibi ifade edebiliriz. H 0 :Sermaye piyasasının gelişmesi kurumsal yatırımcıların gelişmesinin nedeni değildir. H 1 : Sermaye piyasasının gelişmesi kurumsal yatırımcıların gelişmesinin nedenidir. 1 Gürsoy, Müslümov, a.g.e. 8 Test etmek istediğimiz üçüncü sıfır hipotezi ise kurumsal yatırımcıların gelişmesinin sermaye piyasalarının gelişmesi arasında karşılıklı etkileşimin bulunup bulunmadığıdır.Bu sıfır hipotezini ve alternatif hipotezi ise aşağıdaki gibi ifade edebiliriz. H0 : Kurumsal yatırımcıların gelişmesi ile sermaye piyasalarının gelişmesi arasında karşılıklı etkileşim yoktur. H 1 : Kurumsal yatırımcıların gelişmesi ile sermaye piyasalarının gelişmesi arasında karşılıklı etkileşim vardır. Eğer yukarıda ifade edilen üç farklı sıfır hipotezinin hiçbiri reddedilemiyorsa, bu kurumsal yatırımcıların gelişmesi ile sermaye piyasalarının gelişmesi arasında hiçbir nedensellik ilişkisinin bulunmadığı anlamına gelecektir. 3.3. Araştırma Verileri Kurumsal yatırımcılar ile ilgili en kapsamlı ve standart istatistikler “OECD Institutional Investors: Statistical Yearbook” yıllıklarında yayınlanmaktadır. Veri eksikliğinden dolayı araştırmamızın örneklem uzayı Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu OECD ülkeleri ile sınırlanmaktadır. Araştırmamızda 27 OECD ülkesine ait 1981-2000 zaman serisi verileri analiz edilmiştir. Bu ülkelerden 20’si gelişmiş, Türkiye dahil olmakla 7’si ise gelişmekte olan ülke kategorisine girmektedir. Sermaye piyasaları ile ilgili istatistikler “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook”2 yıllıklarından derlenmiştir. Makroekonomik büyüklüklerle ilgili istatistiklerin kaynağı ise IMF ‘International Financial Statistics’ yıllıklarıdır. 3.4. Araştırma Değişkenleri Araştırmamızda kullanılan değişkenler kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi, sermaye piyasaları gelişmişlik düzeyi ve reel ekonomik büyüme değişkenleridir. 2 1998 yılı ve öncesinde bu yıllıkların ismi “IFC (International Finance Corporation) Stock Markets Factbook” olarak geçmektedir. 9 3.4.1. Kurumsal Yatırımcı Gelişmişlik Düzeyi Kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyini ölçmek için kurumsal yatırımcıların toplam finansal varlıklarının GSYİH’ya oranı kullanılmıştır. Bu oranı kullanmamızın altında yatan temel mantık, kurumsal yatırımcıların fon yaratma gücünün bu kurumların sermaye birikimi ve risk yönetimi işlevleri ile pozitif korelasyona sahip olmasıdır. Yüksek finansal fon hacmine sahip kurumsal yatırımcıların uluslarası entegrasyon düzeyi de daha gelişmiş olacaktır. 3.4.2. Sermaye Piyasası Gelişmişlik Düzeyi Sermaye piyasası gelişme sürecinin tüm boyutlarını kapsayan tek bir endeks değişkenin geliştirilmesi çok zordur ve karmaşık hesaplamaları gerektirmektedir. Sermaye piyasası gelişmişlik düzeyini çok iyi düzeyde yansıtabilecek bir değişkenin sermaye piyasası hacmi, likiditesi, konsantrasyonu, volatilitesi, varlık fiyatlandırma etkinliği ile sermaye piyasalarını etkileyen yasal ve kurumsal göstergeleri yansıtması gerekmektedir3. Fakat bu boyutların hepsini kapsayacak bir gelişmişlik endeksinin geliştirilmesi olanaklı olsa da veri yetersizliği ve hesaplamaların karmaşıklığı nedeniyle oldukça zordur. Bunun ilk nedeni piyasası gelişme boyutlarının bazılarının subjektif hesaplamalara sermaye dayanmasından kaynaklanmaktadır. Sermaye piyasası gelişmişlik ölçütünün bir göstergesi sermaye piyasası kapitalizasyonunun GSYİH’ya oranıdır. Bu değişken sermaye piyasası genişliğini göstermektedir. Geniş sermaye piyasaları daha fazla sermaye birikimi ve daha yüksek risk farklılaştırması anlamına gelmektedir. Sermaye piyasası likiditesi etkin sermaye paylaşımı için çok önemlidir. Likit borsalar yatırımcılara portföylerini hızlı ve düşük maliyetle değiştirme olanağı vermekte, böylelikle yatırımların riskini azaltarak vadesini uzatmaktadır4. Likidite ölçütü olarak toplam sermaye piyasası işlem hacminin GSYİH’ya oranı esas alınmıştır. Finansal ekonomi literatüründe sermaye piyasası gelişmişlik düzeyini ölçmek için “karma endeks” kullanılmıştır5. Araştırma modelimizde kurumsal yatırımcılar ile sermaye piyasası gelişmişlik düzeyi arasında bir nedensellik ilişkisinin bulunmasından öte bu ilişkinin hangi kanallar aracılığı ile gerçekleştirildiği konusu üzerinde önemle durulmuştur. Bu açıdan 3 Demirgüç- Kunt, A, and R. Levine (1996), “Stock Market Development and Financial Intermediaries: Stylized Facts”, The World Bank Economic Review 23 (2) pp. 291-321 4 Demirgüç- Kunt, A, and R. Levine (1996), pp.295 5 Levine, R and S. Zervos (1996), “Stock Market Development and Long-run Growth”, The World Bank Economic Review 23 (2), pp. ,323-339; Demirgüç- Kunt, A, and R.Levine (1996), a.g.e. 10 bakıldığında sermaye piyasası gelişmişlik endeksi yerine, bu endeksi oluşturan değişkenlerin ayrı ayrı nedensellik testinin yapılması daha fazla bilgi içeriği taşımaktadır. Diğer taraftan sermaye piyasası gelişmişlik düzeyini ölçmek için geliştirilecek karma endeksin araştırma verileri kapsamına dahil edilen tüm örnek kütlesi ortalamasına göre ayarlanması gerekmektedir. Bu ise, ekonometrik panel veri analizlerinde durağanlık varsayımının yerine getirilmesi için birinci dereceden farkların alınması durumunda ortaya çıkacak değişken değerlerinin yorumunu zorlaştıracaktır. 3.5. Kurumsal Yatırımcılar ile Sermaye Piyasası Gelişmişlik Düzeyi Göstergeleri Arasında İlişki Geliştirdiğimi teorik çerçeve kurumsal yatırımcılar ile sermaye piyasalarının gelişmişlik göstergeleri arasında pozitif korelasyonun olması gerektiğini ifade etmektedir Grafik 3.1 Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ve Sermaye Piyasalarının Kapitalizasyonu Bu grafik 23 ülkeye ait veriler kullanılarak, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu değişkeni hesaplanarak çizilmiştir. Kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyi aşağıdaki gibi ölçülmüştür. KYGD0= ln(1+ Ortalama(KYGD1990; KYGD1995; KYGD2000)) Ortalama(KYGD1990; KYGD1995; KYGD2000) 1990, 1995 ve 2000 yılları KYGD değerlerinin ortalamasını ifade etmektedir. Sermaye piyasası kapitalizasyonu ise aşağıdaki gibi ölçülmüştür. KAP0= ln(1+ Ortalama(KAP1990; KAP1995; KAP2000)) Ortalama(KAP1990; KAP1995; KAP2000): 1990, 1995 ve 2000 yılları KYGD değerlerinin ortalamasını ifade etmektedir. y = 0.7566x + 0.1235 2 R = 0.5109 95% ABD Büyük Britanya Kurumsal Yatırımcılar Gelişmişlik Düzeyi 85% İsveç 75% 65% İsviçre 55% Kore 45% 35% Avusturya 25% 15% Yunanistan Meksika 5% -5% 0% Türkiye 5% 10% 15% 20% 25% 30% 35% 40% 45% 50% 55% 60% 65% 70% 75% 80% 85% 90% 95% 100% 105% 110% -15% Sermaye Piyasası Kapitalizasyonu Kaynak: Kurumsal yatırımcı verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, sermaye piyasası kapitalizasyonu verileri ise “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook” yıllıklarından alınmıştır. 11 Grafik 3.1’de 1990, 1995 ve 2000 yıllarının ortalamasını aldığımızda, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasasının kapitalizasyonu arasında anlamlı pozitif korelasyonun olduğu görülmektedir. Sermaye piyasası kapitalizasyonu yüksek olduğu ülkelerde, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi daha yüksektir. Grafik 3.1’de dikkati çeken bir nokta ise analize dahil edilen 23 ülke arasında Türkiye’nin en düşük ortalama kurumsal yatırımcı gelişmişlik düzeyine sahip olmasıdır. Benzer bir pozitif korelasyon, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasasının likiditesi arasında gözlemlenmektedir (Grafik 3.2). Sermaye piyasası likiditesinin yüksek olduğu ülkelerde, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi daha yüksektir. Genel trend hattından en uzak mesafede olan gözlemin, Türkiye olması da, dikkat çeken bulgular arasındadır. Grafik 3.2 Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ve Sermaye Piyasalarının Likiditesi Bu grafikte 23 ülkeye ait veriler kullanılarak, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu likiditesi hesaplanarak çizilmiştir. Sermaye piyasasının likiditesi aşağıdaki gibi ölçülmüştür. LIK0= ln(1+ Ortalama(LIK1990, LIK1995, LIK2000)) 100% Hollanda Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi 90% İngiltere 80% y = 0.1191x - 0.1939 2 R = 0.2771 İsveç 70% İsviçre Fransa 60% ABD Kanad Avustralya Japonya Danimarka 50% Belçika Lüksemburg 40% Almanya Finlandiya Kore İtalya 30% Portekiz Avusturya İspanya Norveç 20% Yunanistan 10% Meksika Türkiye 0% 300% 350% 400% 450% 500% 550% 600% 650% 700% 750% 800% Sermaye Piyasasının Likiditesi Kaynak: Kurumsal yatırımcı verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, sermaye piyasası kapitalizasyonu verileri ise “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook” yıllıklarından alınmıştır. Yıllara göre kurumsal yatırımcı gelişmişlik düzeyi ve sermaye piyasası kapitalizasyonu değişkenleri arasında korelasyon analizi, yıllar itibariyle, kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu ve likiditesi arasında ciddi pozitif korelasyonun 12 bulunduğunu göstermektedir (Tablo 3.1). OECD ülkelerinde, gelişmiş OECD ülkelerinde ve gelişmekte olan OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcı ve sermaye piyasası gelişmişlik göstergeleri arasındaki Pearson korelasyon katsayıları en az %5 anlamlılık düzeyinde istatiksel olarak anlamlıdır. Tablo 3.1 Kurumsal Yatırımcı ve Sermaye Piyasası Gelişmişlik Göstergeleri Arasında Pearson Korelasyon Matrisi KY - KAP KY - LIK 0.264*** 0.214*** (337) (349) 0.125** 0.136** Gelişmiş OECD Ülkeleri (277) (287) 0.499*** 0.374*** Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri (60) (62) **, *** sırası ile %5, %1 düzeyinde istatistiksel anlamlılığı göstermektedir. OECD Ülkeleri Sermaye piyasasının gelişmişlik göstergeleri ile kurumsal yatırımcıların gelişmişlik değişkeni arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyonun varlığı, Granger nedensellik testinin yapılabilmesi için temel önkoşulu sağlamaktadır. 3.6. Araştırma Metodolojisi: Granger Nedensellik Testi Ampirik ekonometri, iki veya daha fazla değişken arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığını saptamanın yanı sıra, ilişkinin yönünü de araştırmakta ve bunun için nedensellik testleri uygulamaktadır. Nedensellik testleri arasında en fazla dikkati çeken ampirik testlerden biri Granger nedensellik testidir . Granger, kendisinin tanımladığı nedensellik ilişkisinin çok genel bir özelliğe sahip olduğunu ifade etmiştir6. Granger, At ’ni A sürecinin geçmiş zaman değerleri kümesi, Xt ’ni X değişkeninin geçmiş zaman değerleri kümesi ve benzer olarak Yt ’ni ise Y değişkeninin geçmiş zaman değerleri kümesi olarak tanımlamıştır7. Granger’e göre X ve Y arasında nedensellik ilişkisi aşağıdaki gibi gerçekleşmektedir. 6 Wiener’in katkılarından dolayı ekonometride Granger nedensellik kavramı, bazen Wiener-Granger nedensellik kavramı olarak geçmektedir. Bkz. Geweke, J. (1980), ‘Causality, Exogeneity, and Inference’, Edited by: W. Hildenbrand and R. F. Wilhelms. Advances in Econometrics: Invited Papers for the 4th World Congress of the Econometric Society at Aix-En-Provence. Cambridge University Press. pp. 209. 7 Granger, C. (1969), ‘Investigating Causal Relations by Economic Models and Cross Spectral Methods’, Econometrica 37, pp. 424-438. 13 Tanım1: X, Y ’nin nedenidir,eğer σ 2 (Y / At ) < σ 2 (Y / At − X t ) burada, (Y/Z), veri Z bilgi kümesinde Y ’nin minimum tahmin hata varyansı olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, X ’in geçmiş zaman değerlerinin toplam bilgi kümesine dahil edildiğinde Y ’nin minimum tahmin hata varyansını düşürebilirse, diğer bir ifade ile X’in değerler kümesi Y ’nin gelecek zaman değerlerini tahmin etme gücünü arttırıyorsa,X’in Y’nin nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Tanım 2: Tanım1:Y, X ’in nedenidir,eğer σ 2 ( X / At ) < σ 2 ( X / At − Yt ) burada, (X/Z), veri Z bilgi kümesinde X ’in minimum tahmin hata varyansı olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla, Y ’nin geçmiş zaman değerlerinin toplam bilgi kümesine dahil edildiğinde X’in minimum hata varyansını düşürebilirse,diğer bir ifade ile Y’nin değerler kümesi X’in gelecek zaman değerlerini tahmin etme gücünü arttırıyorsa,Y’nin X’in nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Tanım 3: Eğer, X Y’nin ve Y X’in nedeni ise geri besleme mevcuttur. Matematiksel olarak, σ 2 (Y / At ) < σ 2 (Y / At − X t ) veya σ 2 ( X / At ) < σ 2 ( X / At − Yt ) Tanım 4: Eğer, değişkenlerden hiçbiri diğerinin nedeni değilse,X ve Y değişkenleri birbirinden bağımsızdır. Diğer bir ifadeyle, bir değişkenin geçmiş zaman değerler serisinin analize dahil edilmesi,diğer değişkenin, gelecek zaman değerlerini tahmin etmede X’in minimum tahmin hata varyansını düşürmüyorsa bu iki zaman serisinin birbirinden bağımsız olduğu söylenebilir. 14 Yukarıda matematiksel ifadelerle tanımlanan, Granger nedensellik ilişkisi tanımı şu şekilde özetlenebilir: X değişkeninin geçmiş zaman değerleri Y değişkeninin değerlerini tahmin etmede kullanılabilirse, X’in Y’nin nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Eğer tersine bir durum söz konusu ise, yani Y değişkeninin geçmiş zaman değerleri X değişkeninin değerlerini tahmin etmede kullanılabilirse, Y’nin X’in nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Eğer, her iki değişkeninin geçmiş zaman değerleri diğer değişkenin değerlerini tahmin etmek için kullanılabilirse, bu durumda geri besleme sisteminin mevcut olduğu iddia edilebilir. Değişkenlerden hiçbirinin geçmiş zaman değerleri diğerinin değerlerini tahmin etmek için kullanılamazsa, bu iki değişken arasında nedensellik ilişkisinin mevcut olmadığı söylenmektedir. Granger nedensellik ilişkisinin sınanması için çeşitli ampirik testler geliştirilmiştir. Bunların arasında dikkati çekenler Sims (1972) testi8, Pierce ve Haugh (1971) testi9, Wu (1973) ve Hausman (1978) testi ve doğrusal testdir.Bunlar arasında araştırmamızın amacı için en uygun olanı Sims (1972) testidir. Sims testini açıklamadan önce, Granger nedensellik ilişkisini bir denklemler sistemi ile ifade edelim. X = v1 + θ 1,1 X t −1 + θ 1, 2 X t − 2 + ... + θ 1, p X t − p + θ 2,1Yt −1 + θ 2, 2Yt − 2 + ... + θ 2, p Yt − p + v1,t Y = v 2 + θ 2,1 / Yt −1 + θ 2, 2Yt − 2 + ... + θ 2, p Yt − p + θ 1,1 X t −1 + θ 1, 2 X t − 2 + ... + θ 1, p X t − p + v 2,t Sims (1972), aşağıdaki şartlarda, Y’nin X’in Granger tanımında nedeni olmadığını ifade etmiştir. θ 2,1 = θ 2, 2 = ... = θ 2,t − P = 0 Kendi sırasında, X’in Y’nin nedeni olmaması için aşağıdaki şartın gerçekleşmesi gerekmektedir. θ 1,1 = θ 1, 2 = ... = θ 1,t − P = 0 Bu kısıtları F-testi ile sınamak için kısıtlı denklemlerin de tahmin gerekmektedir.Kısıtlı denklemler aşağıda formüle edilmiştir. 8 Sims, C. (1972), ‘Money, Income, and Causality’, American Economic Review 62, pp. 540-552. 15 edilmesi X = v1 + θ 1,1 X t −1 + θ 1, 2 X t − 2 + ... + θ 1, p X t − p + v1,t Y = v 2 + θ 2,1Yt −1 + θ 2, 2Yt −2 + ... + θ 2, p Yt − p + v 2,t Sims (1972), yukarıda belirtilen şartları F-testi ile test etmiştir.Bunun için aşağıda belirtilen test istatistiği hesaplanmıştır10. [ ][ F = ( R 2 UR − R 2 R ) / m / (1 − R 2 UR ) /(n − 2m − 1) Burada, R 2 UR ] 2 tam denkleminin açıklama gücü, R R ise kısıtlı denklemin açıklama gücünü göstermektedir.Diğer taraftan, m geri gidilen dönem sayısı (gecikme faktörü), n ise toplam kullanılabilir gözlem sayısını ifade etmektedir.Toplam kullanılabilir gözlem sayısının toplam gözlem sayısı ile karıştırılmaması gerekmektedir.Toplam gözlem sayısında, nedensellik regresyon denklemlerini tahmin etmek için m dönem sayısı kadar geriye gidildiği için toplam kullanılabilir gözlem sayısı toplam gözlem sayısı ve m’nin farkına eşit olmaktadır. Regresyon analizimizde m ve (n-2m-1) değerleri bizim serbestlik derecemizi göstermektedir. Sims testinin uygulanabilmesi için panel veri analizlerinde, zaman serisi verilerinin durağan olması, otokorelasyonun ve mevsimselliğin olmaması gerekmektedir11. Ekonomik zaman serilerinde durağan seriler elde edilmesi, verilerin logaritmasının birinci farkları alınarak yapılmaktadır12. Bu analizde zaman serilerinde durağanlığı sağlayabilmek için testlerimizde kullandığımız tüm zaman serilerinin logaritmalarının birinci farkları alınmıştır. Formülle ifade edecek olursak; ∆KYt = log e (KYt / KYt −1 ) ∆KAPt = log e (KAPt / KAPt −1 ) ∆LIK t = log e (LIK t / LIK t −1 ) 9 Pierce, D. and L. Haugh (1977), ’Causality in Temporal Systems: Characterizations and a Survey’, Journal of Econometrics 5, pp. 265-293. 10 F-testi için hesaplanan test istatistiği kalıntıların kareleri toplamı (residual sum of squares) aracılığı ile de hesaplanabilir. Bu alternatif yöntemle hesaplanan test istatistiği de, aynı sonuç vermektedir. (Bkz: Gujarati, D. N. (1995), Basic Econometrics, McGraw-Hill, New York. pp. 621.) 11 Greene, W. (1990), .’Econometric Analysis4’, Macmillan Publishing Company, New York. 12 Pindyck, R. and D.L. Rubinfield.(1976), Econometric Models and Economic Forecasts, McGraw-Hıll, New York. 16 Araştırmamızda kullandığımız gözlemler yıllık veriler olduğu için bir mevsimsellik söz konusu değildir. Zaman serilerinde otokorelasyonun olup olmadığının tespiti için ise tüm değişkenler ve ülkeler için otokorelasyon fonksiyonları tahmin edilmiş, ilgili otokorelasyon değerleri ve bu değerlerin anlamlılık düzeyinin testi için Box-Ljung istatistikleri Tablo 3.2-3.4’de verilmiştir. Ülkeler bazında otokorelasyon değerlerinin analizi sermaye piyasası kapitalizasyonu değişkeni için 23 ülkeden sadece 4’ünde istatistiksel olarak %5 düzeyinde anlamlı otokorelasyonun mevcut olduğunu göstermektedir. Sermaye piyasası kapitalizasyonu değişkeni için ise, hiçbir zaman serisinde istatistiksel olarak anlamlı otokorelasyon saptanamamıştır. Kurumsal yatırımcı gelişmişlik düzeyi değişkeni için ise 23 ülke zaman serilerinden sadece 3’ünde istatistiksel olarak %5 düzeyinde anlamlı otokorelasyon saptanmıştır. Toplam 69 seriden sadece 7’de istatistiksel olarak anlamlı otokorelasyonun bulunması, zaman serilerimizin ciddi otokorelasyon sorunu taşımadığının göstergesidir. Tablo 3.2. Sermaye Piyasası Kapitalizasyonu Değişkeninin Otokorelasyon Analizi Bu tabloda sermaye piyasası kapitalizasyonu değişkeninin ülke serileri için 8. gecikme dönemine kadar otokorelasyon değerleri, bu değerlerin Box-Ljung istatistikleri ve anlamlılık düzeyi verilmiştir. ρ1 ABD Almanya Avustralya Avusturya Belçika Büyük Britanya Danimarka Finlandiya Fransa Hollanda İspanya İsveç İsviçre İtalya Japonya Kanada Kore Lüksemburg Meksika Norveç Portekiz Türkiye Yunanistan -0.39 -.0.09 -0,26 -0.15 -0.12 -0.32 -0.56 0.24 -0.13 -0.23 -010 -0.25 -0.26 0.21 0.04 -0.39 0.02 0.24 -0.23 -0.21 0.38 -0.55 0.09 ρ2 -0.18 -0.25 0.12 -0.51 0.03 0.38 0.19 -0.19 0.07 -0.14 0.19 0.11 -0.10 -0.19 0.03 0.27 -0.40 0.00 0.29 -0.11 0.00 -0:02 -0.14 ρ3 0.36 0.03 -0.44 0.10 0.06 -0.15 -0.11 -0.19 -0.16 0.05 -0.15 0.05 -0.07 -0.09 0.02 -0.09 -0.02 -.0.07 -0.09 -0.38 -0.36 0.13 0.06 ρ4 ρ5 -0.21 0.28 0.04 0.37 -0.05 0.01 0.02 -0.23 0.03 0.07 -0.35 -0.22 0.27 -0.05 -0.08 0.17 -0.02 -0.49 -0.07 0.26 -0.31 0.21 -0.25 * % 5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. 17 -0.11 -0.15 -0.27 -0.24 0.03 -0.30 -0.05 0.22 -0.13 -0.15 -0.08 -0.06 -0.29 0.00 0.09 -0.37 0.09 -0.20 -0.01 0.03 -0.34 -0.42 -0.23 ρ6 0.08 -0.15 0.32 -0.26 -0.34 0.19 0.22 0.13 -0.05 0.06 -0.32 0.02 0.00 -0.29 -0.12 0.32 0.06 -0.03 0.10 0.18 -0.05 0.27 -0.07 ρ7 0.09 -0.28 -0.06 0.18 -0.12 -0.40 -0.43 -0.23 -0.35 -0.45 0.00 -0.34 0.15 -0.27 -0.23 -0.34 -0.04 -0.12 -0.23 -0.37 0.02 -0.05 -0.19 ρ8 -0..05 0.17 0.17 0.16 -0.14 0.14 0.31 -0.25 0.17 0.12 0.14 0.21 0.19 0.07 -0.04 0.17 -0.20 0.05 0.01 0.08 0.07 -0.04 0.12 Box Ljung 9.41 8.64 13.38 16.58* 5.18 15.88* 19.37* 10.04 6.83 9.81 8.87 8.69 8.14 7.11 2.75 17.78* 5.56 9.41 5.55 12.46 12.47 13.24 5.68 Tablo 3.3. Sermaye Piyasası Likidite Değişkeninin Otokorelasyon Analizi Bu tabloda sermaye piyasası likiditesi değişkeninin ülke serileri için 8. gecikme dönemine kadar otokorelasyon değerleri, bu değerlerin Box-Ljung istatistikleri ve anlamlılık düzeyi verilmiştir. ρ1 ABD Almanya Avustralya Avusturya Belçika Büyük Britanya Danimarka Finlandiya Fransa Hollanda İspanya İsveç İsviçre İtalya Japonya Kanada Kore Lüksemburg Meksika Norveç Portekiz Türkiye Yunanistan ρ2 -0.07 -0.17 -0.22 -0.33 o.25 0.43 -0.25 0.38 0.04 -0.23 0.06 0.15 -0.19 0.09 0.33 -0.31 0.19 -0.39 -0.07 -0.31 0.19 -0.08 -0.07 ρ3 0.10 0.55 0.14 0.18 -0.11 -0.25 -0.14 -.0.27 -0.30 0.11 -0.05 -0.08 -0.19 -0.32 0.07 0.21 -0.11 -0.06 -0.28 0.19 0.01 0.13 -0.18 ρ4 -0.06 -0.19 -0.29 -0.22 -0.15 -0.34 0.05 -0.32 -0.15 -0.12 0.00 0.19 0.02 -0.28 0.01 -0.24 -0.29 0.01 0.10 -0.21 -0.04 -0.01 0.13 ρ5 0.28 0.12 0.03 0.24 -0.14 -0.12 0.30 -0.26 0.01 -0.18 -0.25 -0.19 0.19 0.04 -0.36 0.04 -0.37 -0.31 -0.06 0.27 -0.31 0.17 -0.14 ρ6 -028 -0.26 -0.53 -0.11 0.12 0.00 -0.06 -0.09 -0.16 0.03 -0.21 -0.27 -0.23 0.16 -0.37 -0.36 0.09 0.45 -0.30 -0.31 -0.21 -0.30 -0.24 ρ7 0.03 -0.07 0.23 -0.09 -0.13 0.00 -0.11 0.22 -0.04 0.02 -0.22 -0.18 -0.40 -.0.23 -0.11 0.15 0.04 -0.22 0.25 0.28 0.00 -0.12 -0.10 ρ8 -0.09 -0.06 0.05 -0.06 -0.32 -0.05 -0.16 0.10 -0.03 -0.10 0.07 -0.09 0.08 -0.20 -0.08 0.11 0.01 0.07 0.18 -0.16 -0.00 -0.17 -0.06 -0.12 -0.34 0.08 0.06 -0.41 -0.15 0.06 -0.20 0.34 -0.16 -0.22 0.00 0.00 0.16 -0.12 0.16 -0.08 0.00 -0.16 0.02 -0.17 0.06 0.03 Box Ljung 5.57 15.47 13.65 6.71 13.04 9.83 5.67 12.15 7.65 4.10 6.42 5.82 7.35 9.25 11.13 10.31 7.28 13.04 8.85 11.94 5.01 4.96 3.93 * % 5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. Tablo 3.4. Kurumsal Yatırımcı Gelişmişlik Düzeyi Değişkeninin Otokorelasyon Analizi Bu tabloda kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi değişkeninin ülke serileri için 8. gecikme dönemine kadar otokorelasyon değerleri, bu değerlerin Box-Ljung istatistikleri ve anlamlılık düzeyi verilmiştir. ρ1 ABD Almanya Avustralya Avusturya Belçika Büyük Britanya Danimarka Finlandiya Fransa Hollanda İspanya İsveç İsviçre İtalya Japonya Kanada Kore Lüksemburg Meksika Norveç Portekiz Türkiye Yunanistan -0.20 -0.08 -0,23 -0.12 -0.05 -0.42 -0.20 -0.50 0.23 -0.46 -0.04 -0.20 -0.67 0.38 0.02 -0.18 -0.32 -0.04 -0.32 -0.25 -0.41 -0.41 0.10 ρ2 -0.09 -0.08 -0,08 -0.06 -0.07 0.38 0.06 0.15 0.14 0.14 -0.26 -0.02 0.32 -0.24 -0.06 -0.15 -0.25 -0.15 0.33 0.09 0.48 -0.31 0.14 ρ3 -0.25 -0.15 0,06 -0.22 0.08 -0.21 -0.07 -0.34 0.10 -0.16 0.17 -0.42 -0.03 -0.10 -0.15 -0.05 0.14 -0.08 -0.03 -0.07 -0.04 0.41 -0.28 ρ4 ρ5 0.16 0.32 -0,05 0.10 0.00 0.27 0.09 0.25 0.06 0.17 -0.09 0.42 -0.02 0.07 -0.07 -0.09 0.01 0.03 -0.13 0.15 0.11 -0.26 0.10 * %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. 18 -0.16 -0.11 -0,09 -0.19 0.02 -0.46 0.12 0.04 0.13 -0.19 -0.09 -0.25 0.06 -0.09 0.06 0.03 0.04 0.06 -0.23 0.02 -0.07 -0.01 -0.17 ρ6 0.13 -0.38 -0,05 -0.12 -0.05 0.13 -0.35 0.00 -0.05 0.17 -0.07 0.11 -0.13 -0.13 0.01 0.09 0.06 0.04 0.02 0.01 0.00 0.27 -0.10 ρ7 -0.26 -0.24 0,05 -0.21 0.02 -0.22 0.00 -0.14 -0.17 -0.25 0.18 -0.20 0.14 0.08 -0.25 -0.13 -0.05 -0.14 -0.16 -0.30 -0.07 -0.13 -0.49 ρ8 0.27 0.08 -0,01 0.22 -0.01 0.20 -0.15 0.02 0.06 0.19 -0.10 0.09 -0.17 0.11 0.00 0.04 -0.03 -0.10 0.03 0.32 -0.04 -0.22 0.00 Box Ljung 9.40 10.40 1.39 6.47 0.42 19.51* 6.19 11.12 3.91 11.82 4.28 13.99 14.15 5.22 3.79 2.46 4.48 1.91 5.74 8.90 7.87 16.36* 14.49* 3.7. ARAŞTIRMA BULGULARI Tablo 3.5’de kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu ve likiditesi arasında yapılan Granger nedensellik testinin F- istatistikleri ülke kategorilerine göre verilmiştir. Granger nedensellik testi F istatistikleri dört, üç ve iki yıllık gecikme dönemleri için üç farklı şekilde hesaplanmıştır. Bunu yapmakta temel amacımız kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası gelişmişlik göstergeleri arasındaki nedensellik ilişkisinin farklı trendlerini bulmak ve bunlar arasında ayırım yapabilmektir. Diğer taraftan, her ülke için ayrı ayrı Granger nedensellik testi üç ve iki gecikme dönemleri için uygulanmış ve sonuçlar Tablo 3.5 ve Tablo 3.6’da açıklanmıştır. Amacımız, panel veri analizinde bulduğumuz genelleştirilebilir sonucun ülkelere göre nasıl değiştiğini saptamaktır. Öncelikle panel veri için kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası gelişmişlik göstergeleri arasındaki nedensellik ilişkisi gözden geçirilerek her bir ülke için değerlendirme yapılacaktır. 3.7.1. Panel Veri Analizi Tablo 3.5’de panel veri için hesaplanan F-istatistikleri kurumsal yatırımcıların gelişmesinin %5 anlamlılık düzeyinde dört ve üç yıllık gecikme dönemleri için sermaye piyasası kapitalizasyon oranının Granger nedeni olduğunu göstermektedir. Fakat sermaye piyasası kapitalizasyonu kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin makul istatistiksel anlamlılık düzeylerinde Granger nedeni değildir. Bu nedensellik ilişkisinin kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyinden sermaye piyasası kapitalizasyonuna yönelik olduğunu göstermektedir. Kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi, dört gecikme dönemi için %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde, üç gecikme dönemi için ise, %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde sermaye piyasası likidite oranının Granger nedenidir. Sermaye piyasasının likiditesi ise, iki gecikme dönemi için %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedenidir. 19 Tablo 3.5. Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ile Sermaye Piyasası Kapitalizasyonu Oranı Arasında Granger Nedensellik Testinin Sonuçları Bu tabloda kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu oranı arasında Granger nedensellik testinin sonuçları yer almaktadır. Her ülke kategorisi ve ülke için zaman serisi, F-istatistikleri, ABD doları olarak kişi başına GSYİH değeri (2000) ve 1990-2000 yılları arasında ortalama reel kişi başına GSYİH büyüme oranı verileri verilmiştir. 4 gecikme dönemi için 4 Dönem Gecikme Ülke Kategorileri ve Ülkeler Zaman Serisi KY Æ KAP 3 Dönem Gecikme KAPÆ KY Tüm OECD Ülkeleri 2.778** 1.538 1982-2000 Gelişmiş OECD Ülkeleri 1.463 3.408*** 1982-2000 Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 2.320* 3.351** 1982-2000 ABD 1982-2000 Almanya 1982-2000 Avustralya 1989-2000 Avusturya 1982-2000 Belçika 1982-2000 Büyük Britanya 1982-1999 Danimarka 1990-1999 Finlandiya 1983-2000 Fransa 1982-2000 Hollanda 1982-2000 İspanya 1982-2000 İsveç 1982-2000 İsviçre 1982-1999 İtalya 1987-2000 Japonya 1991-2000 Kanada 1982-2000 Kore 1982-2000 Lüksemburg 1986-1999 Meksika 1991-2000 Norveç 1982-2000 Portekiz 1987-2000 Türkiye 1987-2000 Yunanistan 1993-2000 *, **, *** %10, %5, ve %1 istatistiksel anlamlılık düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. 20 KY Æ KAP KAPÆ KY 3.366** 6.410*** 0.511 0.049 0.507 1.840 0.544 1.783 0.449 1.684 3.185** 6.136*** 0.318 0.059 2.053 0.283 1.585 0.372 0.779 0.818 0.386 1.641 5.932** 1.086 2.039 1.534 5.546* 0.851 0.667 1.191 0.986 0.222 1.195 1.584 1.039 0.628 1.255 3.657 4.982* 4.244** 11.434** 0.453 2 Dönem Gecikme KY Æ KAP 0.481 0.67 0.136 0.099 0.620 0.895 0.478 1.089 0.211 0.453 1.053 1.800 0.358 3.411* 5.116** 0.674 0.211 10.540* 0.956 1.261 2.052 0.026 4.041** 2.953 1.755 1.035 KAPÆ KY 0.19 4.302** 6.889*** 0.542 0.188 3.586 0.830 4.014** 0.474 3.775 0.155 0.722 1.286 1.800 0.122 0.804 0.047 1.476 3.076* 0.234 0.269 4.338** 2.283 0.716 Tablo 3.6. Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ile Sermaye Piyasası Likiditesi Oranı Arasında Granger Nedensellik Testinin Sonuçları Bu tabloda kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası likidtesi oranı arasında Granger nedensellik testinin sonuçları yer almaktadır. Her ülke kategorisi ve ülke için zaman serisi, F-istatistikleri, ABD doları olarak kişi başına GSYİH değeri (2000) ve 1990-2000 yılları arasında ortalama reel kişi başına GSYİH büyüme oranı verileri verilmiştir. 4 Dönem Gecikme Ülke Kategorileri ve Ülkeler Zaman Serisi KY Æ LIK 3 Dönem Gecikme LIKÆ KY KY Æ LIK Tüm OECD Ülkeleri 2.325* 1.39 1982-2000 Gelişmiş OECD Ülkeleri 0.683 1.015 1982-2000 Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 2.880** 1.809 1982-2000 ABD 1982-2000 Almanya 1982-2000 Avustralya 1989-2000 Avusturya 1982-2000 Belçika 1982-2000 Büyük Britanya 1982-1999 Danimarka 1990-1999 Finlandiya 1983-2000 Fransa 1982-2000 Hollanda 1982-2000 İspanya 1982-2000 İsveç 1982-2000 İsviçre 1982-1999 İtalya 1987-2000 Japonya 1991-2000 Kanada 1982-2000 Kore 1982-2000 Lüksemburg 1986-1999 Meksika 1991-2000 Norveç 1982-2000 Portekiz 1987-2000 Türkiye 1987-2000 Yunanistan 1993-2000 *, **, *** %10, %5, ve %1 istatistiksel anlamlılık düzeyinde anlamlılığı göstermektedir. 21 LIKÆ KY 3.177** 1.549 1.378 1.227 0.401 1.946 1.259 0.156 3.490* 0.879 0.276 0.972 1.710 3.187* 4.152 0.434 0.216 0.482 1.113 2.203 0.196 0.470 0.582 0.288 2.961 0.754 3.354* 2.215 0.136 1.842 0.298 2.564 0.888 2.012 2.612 0.895 0.414 3.412 2 Dönem Gecikme KY Æ LIK 1.943 0.123 1.247 1.001 0.718 1.564 0.145 0.103 3.690* 1.162 0.103 1.754 0.013 0.999 0.458 17.833 0.237 4.403 0.367 3.777* 1.047 0.980 3.160* 0.352 0.855 0.003 LIKÆ KY 4.605** 0.853 3.548** 2.360 2.663 3.027 0.504 0.427 0.015 2.953 0.061 4.031* 0.982 0.778 1.551 0.294 1.464 0.048 1.157 0.545 11.690* 6.766* 0.741 25.9* 0.161 1.692 Bu bulgular kurumsal yatırımcıların gelişmesinin sermaye piyasasının gelişmesinin nedeni olduğunu ortaya koymaktadır. Sermaye piyasasının gelişmesi ise, kısa dönemde likidite kanalı ile kurumsal yatırımcıların gelişimini teşvik etmektedir. Gelişmiş ülkelerde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi üç gecikme dönemi için %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde sermaye piyasasının kapitalizasyon oranının Granger nedenidir (Tablo 3.5). Sermaye piyasasının kapitalizasyon oranı ise, dört gecikme dönemi için %1 istatistiksel anlamlılık düzeyinde, üç ve iki gecikme dönemi için ise %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedenidir. Gelişmiş ülkelerde sermaye piyasasının likiditesi ile kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı nedensellik ilişkisi söz konusu değildir. Bu bulgular gelişmiş ülkelerde sermaye piyasasının gelişmesi ve kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi arasındaki çift yönlü nedensellik ilişkisinin sermaye piyasası kapitalizasyonu aracılığı ile gerçekleştiğini göstermektedir. Gelişmekte olan ülkelerde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi dört yıllık gecikme dönemi için %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde sermaye piyasası kapitalizasyonunun Granger nedenidir. Sermaye piyasası kapitalizasyonu ise gelişmekte olan ülkelerde dört yıllık gecikme dönemi için %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde, üç ve iki yıllık gecikme dönemi için ise %1 istatistiksel anlamlılık düzeyinde kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedenidir. Gelişmekte olan ülkelerde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi dört yıllık gecikme dönemi için %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde sermaye piyasasının likiditesinin Granger nedenidir. Gelişmekte olan ülkelerde sermaye piyasasının likiditesi iki yıllık gecikme dönemi için %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedenidir. Bu bulgular gelişmekte olan ülkelerde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası gelişmesi arasında çift yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu ve bunun hem sermaye piyasası kapitalizasyonu, hem de sermaye piyasasının likiditesi kanalı aracılığı ile gerçekleştiğini göstermektedir. 22 3.7.2. Ülke Analizleri 3.7.2.1. Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ve Sermaye Piyasası Kapitalizasyonu Arasındaki Nedensellik İlişkileri Ülke analizlerinde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ve sermaye piyasası kapitalizasyonu arasında çift yönlü Granger nedensellik ilişkisi sadece Norveç için saptanmıştır. Üç ve iki yıllık gecikme dönemi için Norveç’de sermaye piyasası kapitalizasyonunun kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde Granger nedenidir. Norveç’de iki yıllık gecikme dönemi için ise, kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin sermaye piyasası kapitalizasyonunun Granger nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. İspanya ve Japonya’da kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin sermaye piyasası kapitalizasyonunun nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi iki yıllık gecikme dönemi ve %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde, İsveç için ise, üç ve iki yıllık gecikme dönemi ve %5 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. Bu durum bu ülkeler için kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinden sermaye piyasası kapitalizasyonuna yönelik tek yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusudur. Türkiye’de kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyinin sermaye piyasası kapitalizasyonunun nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi üç yıllık gecikme döneminde %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. Fakat bu nedensellik ilişkisi tek yönlüdür ve sermaye piyasası kapitalizasyonunun kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi reddedilememiştir. Sermaye piyasası kapitalizasyonunun kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi Kanada için iki yıllık gecikme döneminde %10, Belçika için iki yıllık gecikme döneminde %5, Fransa için ise, üç yıllık gecikme döneminde %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. Bu durum Kanada, Belçika ve Fransa’da sermaye piyasası kapitalizasyonundan kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyine yönelik tek yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. 23 3.7.2.2. Kurumsal Yatırımcıların Gelişmişlik Düzeyi ve Sermaye Piyasası Likiditesi Arasındaki Nedensellik İlişkileri Ülke analizlerinde kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi ile sermaye piyasası likiditesi arasında çift yönlü Granger nedensellik ilişkisi bulunamamıştır. Norveç ve Kore’de kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin sermaye piyasası likiditesinin nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi iki yıllık gecikme dönemi ve %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde, Büyük Britanya için ise, üç ve iki yıllık gecikme dönemi ve %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. Bu durum bu ülkeler için kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinden sermaye piyasası kapitalizasyonuna yönelik tek yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. Sermaye piyasası likiditesinin kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyinin Granger nedeni olmadığı konusunda sıfır hipotezi Fransa, Lüksemburg ve Portekiz için iki yıllık gecikme döneminde %10, Almanya ve İspanya için ise üç yıllık gecikme döneminde %10 istatistiksel anlamlılık düzeyinde reddedilmiştir. Bu durum Fransa, Lüksemburg, Portekiz, Almanya ve İspanya’da sermaye piyasası likiditesinden kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyine yönelik tek yönlü nedensellik ilişkisinin bulunduğunu göstermektedir. Türkiye’de ise sermaye piyasasının likiditesi ile kurumsal yatırımcılar gelişmişlik düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı Granger nedensellik ilişkisi bulunamamıştır. 24 4. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YATIRIMCILAR Tasarrufların yatırımlara dönüştürülmesi ve sermayenin tabana yayılmasında tüm dünyada kurumsal yatırımcılar önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Küçük tasarruf sahiplerinin bireysel olarak önemli tutarlarda olmayan birikimlerini bir araya getirerek verimli alanlara yönlendiren kurumsal yatırımcılar aynı zamanda ekonomik kalkınmayı desteklemektedir. Gelişmekte olan piyasalar tanımı içinde bulunan ve henüz 17 yıllık bir geçmişi bulunan Türk sermaye piyasasında kurumsal yatırımcıların gelişimi de, sermaye piyasasının gelişimine paralel bir gelişme göstermiştir. Bu bölümde Türkiye’de kurumsal yatırımcıların mevcut durumu karşılaştırmalı olarak ortaya konularak, gelişimi, portföy yapısı, sorunları ve potansiyeli araştırılacaktır. 4.1. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YATIRIMCILARIN FON HACMİ OECD ülkeleri için yapılan durum tespiti, gelişmekte olan ülkelerde kurumsal yatırımcıların fon yaratma kapasitelerinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Tablo 4.1. Kurumsal Yatırımcıların Finansal Varlıklarının GSYİH İçindeki Payı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Lüksemburg’a ait olan değerler ortalamayı aşırı biçimde etkilediğinden, ortalama hesaplarından çıkarılmıştır. 1980 1985 1990 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 22,3 34,1 51,8 61,4 69,8 72,5 88,5 88,8 84,7 Gelişmiş OECD Ülkeleri 26,1 39,4 59,3 78,2 89,2 94,3 112,0 112,0 108,0 Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 4,3 9,4 16,0 15,6 17,1 13,6 25,5 24,9 20,0 Türkiye 0,1 0,2 0,6 0,8 1,3 1,2 1,3 2,8 1,9 Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Türkiye’nin içerisinde yer aldığı gelişmekte olan OECD ülkelerinde kurumsal finansal varlıkların GSYİH içindeki payı 1990’da %16.0, 1995’de %15.6, 2000 yılında ise %20.0 düzeyindedir (Tablo 4.1). Türkiye’de ise kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının GSYİH içindeki payına bakıldığında, bu değerin 1990’da %0.6, 1995’de %0.8 ve 2000 yılında %1.9 olduğu görülmektedir. Türkiye’de 1980-90 döneminde kurumsal tasarruflar GSYİH’nın % 0.1’inden %0.6’sına kadar yükselirken, 1990-2000 döneminde bu değer %0.6 -%1.9 arasında değişmektedir. Bu durum, son yıllardaki artış trendine rağmen, Türkiye’nin kurumsal fon birikiminin yetersiz olduğunu ve toplam kurumsal fon hacmi açısından gelişmekte olan OECD ülkelerinin çok gerisinde bir konumda bulunduğunu açıkça göstermektedir. 46 Tablo 4.2. Kurumsal Yatırımcıların Finansal Varlıklarının Sermaye Piyasası Kapitalizasyonuna Oranı (%) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Kore’ye ait değerler gelişmekte olan ülke ortalamasını önemli derecede etkilediğinden ortalama hesaplarına dahil edilmemiştir. 1980 1985 1990 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri 179,6 126,1 142,8 137,6 132,4 118,1 116,1 103,9 97,7 Gelişmiş OECD Ülkeleri 193,7 134,5 159,5 153,8 147,7 131,1 130,2 117,5 109,3 Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri 36,5 34,8 35,5 35,7 27,1 17,9 23,8 Türkiye 4,7 6,3 7,7 3,8 8,0 4,6 5,5 Kaynak: Kurumsal yatırımcı verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, sermaye piyasası kapitalizasyonu verileri ise “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook” yıllıklarından alınmıştır. OECD ülkelerinde kurumsal fonların GSYİH’ya oranı, diğer bir ifadeyle, kurumsal fon yaratma kapasitesi yıllar itibariyle artmasına rağmen, kurumsal fonların artış hızı borsa kapitalizasyonun artış hızının gerisinde kalmıştır. Gelişmekte olan OECD ülkelerinde kurumsal fonların sermaye piyasası hacmine oranı 1990’da %52, 1995’de %49, 2000’de ise %33 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 4.2). Türkiye’de ise kurumsal fonların sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı 1990 yılında %3.8-%8.0 arasında değişen bir seyir izleyerek, gelişmekte olan OECD ülkeleri ortalamasının çok altında kalmıştır. Değişen seyrin önemli bir nedeni, son yıllarda Türkiye’de sermaye piyasalarındaki aşırı volatilitenin sermaye piyasası kapitalizasyonu üzerindeki önemli etkisi, fakat kurumsal fon hacminin bu volatiliteden daha düşük oranda etkilenmesidir. Örneğin, Türkiye’de 1997 yılında 61 milyar dolar olan sermaye piyasaları kapitalizasyonu, 1998 yılında 34 milyar dolara düşmüş, 1999 yılında 112 milyar dolara çıkmış, 2000 yılında ise tekrar 68 milyar dolara gerilemiştir. Bu dönemde, toplam kurumsal fon hacmi 1997 yılında 2.3 milyar dolar, 1998 yılında 2.7 milyar dolar, 1999 yılında 5.2 milyar dolar, 2000 yılında ise 3.8 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de, kurumsal fon hacmi ile sermaye piyasası kapitalizasyonu değişimi arasında birebir korelasyonun olmamasının esas nedenlerinden birisi, kurumsal yatırımcıların portföy tercihinde hisse senedinin düşük paya sahip olmasıdır. Tablo 4.3. Tasarruf Oranı (GSYİH oranı olarak - %) 1982 1985 1990 1995 1996 1997 1998 1999 2000 1982-2000 Ortalama Türkiye 18,4 20,7 21,5 20,1 22,6 21,6 20,6 13,7 15,6 20.2 OECD 21,3 21,6 21,5 20,8 21,0 21,6 21,6 21,1 21,7 21.2 Kaynak: OECD Statistics (www.oecd.org) Kurumsal fonların büyüklüğü iki faktöre bağlıdır. Birincisi, ekonomide mevcut fon hacmi, ikincisi ise kurumsal yatırımcıların bu fon hacminden aldıkları paydır. Ekonomideki mevcut fon hacmini etkileyen temel kriter ise ekonomideki milli gelir düzeyi ve tasarruf oranından etkilenen toplam tasarruf hacmidir. Ekonomide toplam tasarruf hacminin yüksek olması kurumsal yatırımcılar için talep oluşturmakta, bu da kurumsal yatırımcıların gelişmesini teşvik etmektedir. Kurumsal 47 yatırımcıların ekonomideki toplam tasarruf hacminden aldıkları pay ise bu kurumların faaliyet etkinliğine bağımlıdır. OECD ve Türkiye’ye ait tasarruf oranları karşılaştırıldığında Türkiye’de tasarruf oranının OECD ortalamasından anlamlı düzeyde farklılaşmadığı, sadece son yıllarda Türkiye’de bu oranın önemli ölçüde düştüğü gözlenmektedir (Tablo 4.3). 1982-2000 ortalama tasarruf oranı OECD için % 21.2, Türkiye için ise %20.2 olarak gerçeklemiştir. Bu nedenle Türkiye’de toplam tasarruf hacminin düşük olmasının nedeni tasarruf oranının düşüklüğü değil, milli gelir seviyesinin düşük olmasıdır. Tablo 4.4. Cari Fiyatlarla Kişi Başına GSYİH (Kişi Başına ABD Doları) Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. 1982 1985 1990 1995 1996 1997 1998 1999 2000 OECD Ülkeleri Gelişmiş OECD Ülkeleri Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri Türkiye 8.421 8.444 17.679 22.322 22.591 21.434 21.447 21.935 21.452 10.510 10.578 22.271 27.778 28.015 26.503 26.632 27.154 26.442 2.450 2.346 4.558 6.735 7.096 6.948 6.634 7.026 7.195 1.382 1.339 2.682 2.793 2.801 2.976 3.087 2.801 2.943 Kaynak: IMF International Financial Statistics Tablo 4.4’den görüldüğü gibi Türkiye’de kişi başına düşen milli gelir OECD ülkeleri, gelişmiş OECD ülkeleri ve gelişmekte olan OECD ülkeleri ortalamalarının çok altındadır. Türkiye’de 2000 yılında gerçekleşen kişi başına düşen milli gelir 2.943 ABD doları iken, gelişmekte olan ülkelerde bu rakam yaklaşık 2.5 katıdır. Bu durum Türkiye’de toplam tasarruf hacminin düşüklüğüne neden olmaktadır. Grafik 4.1. Türkiye’de Kurumsal Fonların Toplam Tasarruflar İçindeki Payı (%) 2000 10,5% 1999 13,2% 1998 5,7% 1997 5,6% 1996 6,6% 1995 3,6% 1994 4,3% 1993 4,0% 1992 0,0% 2,3% 2,0% 4,0% 6,0% 8,0% 10,0% 12,0% 14,0% Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, toplam tasarruf hacmi verileri T.C. Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığından (Kaynak: www.hazine.gov.tr) alınarak hesaplanmıştır. 48 Kurumsal yatırımcıların temel sorunu toplam tasarrufların küçük bir bölümünden yararlanmalarıdır. Kurumsal fonların toplam tasarruflar içindeki payının yer aldığı Grafik 4.1’de 1992-2000 döneminde kurumsal tasarrufların toplam tasarruflar içindeki payının 1992’de %2.3, 1995’de %3.6 ve 2000’de %10 olduğunu, bu dönem içerisinde %13.2’yi geçmediği görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, tasarrufların en fazla %13’ü kurumsal yatırımcılara aktarılmaktadır. Özetlersek, Türkiye’de son yıllarda kurumsal fon hacmi artış trendi içerisinde olmasına rağmen, bu artış düşük düzeydedir. Bunun nedenleri ülkenin milli gelir düzeyinin düşüklüğü ve kurumsal yatırımcıların toplam tasarruf hacmi içerisinde payının yetersizliğidir. Milli gelir düzeyinin düşüklüğü kurumsal yatırımcıların fon birikimi sağlayamamasına neden olmaktadır. Diğer taraftan, kurumsal yatırımcıların mevcut tasarruf hacminin çok az bir kısmından yararlanması, çeşitli nedenlerle, kurumsal yatırımcıların tasarruf birikiminde başarılı olamadığının bir göstergesidir. 4.2. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YATIRIMCILARIN PORTFÖY DAVRANIŞLARI Kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasında aktif rol oynaması için sadece, toplam kurumsal fon hacminin yüksek olması yeterli değildir. Aynı zamanda, bu kurumsal fonların önemli kısmının sermaye piyasası araçlarında değerlendirilmesi de gerekmektedir. Türkiye’de kurumsal yatırımcıların yıllar itibariyle portföy dağılımına bakıldığında (Grafik 4.2), hisse senedi yatırımlarının payının 1996 yılında %16 seviyesi ile en yüksek oranına ulaştığı, bu dönem dışındaki yıllarda ise toplam portföy içindeki payının %11’i aşmadığı görülmektedir. Kurumsal yatırımcılar portföyü ağırlıklı olarak kamu borçlanma araçları ve sabit getirili menkul kıymetlere yönlendirilmektedir. Kurumsal yatırımcı portföyündeki kamu borçlanma araçları ve sabit getirili menkul kıymetlerin oranı 1987-2000 döneminde %61-96 aralığında değişmiştir. Kurumsal yatırımcılar fonlarının 1990’da %93, 1995’de, %77 ve 2000’de ise, %68’ini sabit getirili yatırım araçlarında değerlendirmiştir. Sermaye piyasalarının gelişimine paralel olarak, kurumsal yatırımcı portföyünde sabit getirili yatırım araçlarının payı azalmaya başlasa da, bu fonlar hisse senedi yatırımlarının yanı sıra, büyük ölçüde, finansal olmayan varlıklara kaymıştır. Finansal olmayan varlıkların kurumsal portföy içerisindeki payı 1990’da %2 iken, 2000 yılında %23’e yükselmiştir. 49 Grafik 4.2. Türkiye’de Kurumsal Yatırımcıların Portföy Dağılımı (%) 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Hisse Senedi 0% 1% 2% 2% 3% 2% 16% 6% 6% 6% 11% 5% 8% 8% Sabit Getirili Menkul Kıymetler 96% 96% 92% 93% 78% 77% 74% 83% 77% 81% 70% 61% 61% 68% Nakit ve Mevduat 4% 3% 3% 3% 3% 4% 3% 3% 3% 3% 4% 8% 8% 4% Finansal Olmayan Varlıklar 0% 0% 3% 2% 16% 17% 8% 8% 14% 10% 15% 26% 23% 20% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Türkiye’de kurumsal yatırımcıların portföy yapısını gelişmekte olan OECD ülkelerinin portföy yapısı ile kıyasladığımızda, 2000 yılı itibariyle anlamlı bir farklılık görülmemektedir (Tablo 4.5). Gelişmekte olan OECD ülkelerinde de, kurumsal fonların önemli kısmı sabit getirili yatırım araçlarına yatırılmakta, hisse senedi yatırımları ise kurumsal portföylerin düşük bir kısmını (ortalama %12 – 2000 yılı) oluşturmaktadır. OECD ülkelerinin genel portföyünde ise hisse senedi yatırımı portföylerinin ortalama %28’ini (2000) oluşturmaktadır. Dikkati çeken, bir diğer trend ise gelişmekte olan OECD ülkelerinde 1990 yılına göre 2000 yılında ortalama hisse senedi yatırımlarında görülen %6’lık önemli bir düşüş oranıdır. Burada gelişmekte olan ülkelerde sermaye piyasalarının yüksek volatilitesinin etkisi olasıdır. Tablo 4.5. Kurumsal Yatırımcıların Portföy Dağılımı (2000) - % Ülke kategorilerine göre verilen yıllık değerler, o kategoriye dahil ülkelerin yıllık değerlerinin ortalaması olarak hesaplanmıştır. Değerler ortalama olduğu için ülke kategorilerinde toplamın % 100’e eşit olması gerekmemektedir. Gelişmekte Olan OECD Ülkeleri Türkiye OECD Ülkeleri 1990 2000 1990 2000 1990 2000 Hisse Senedi 17 28 18 12 2 8 Sabit Getirili Menkul Kıymetler 45 48 63 70 93 68 Diğer 31 19 18 21 5 24 Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Portföy analizinden de görüldüğü gibi, Türkiye’de sabit getirili yatırım araçları toplam portföy içerisinde ağırlıklı paya sahiptir. Kamunun iç borçlanma gereğinin sürekli artması ile ihraç edilen 50 iç borçlanma senetlerinin risksiz yüksek getirisi, bu yatırım araçlarını önemli alternatif haline getirmiştir. Grafik 4.3 Türkiye’de Devlet İç Borçlanma Senetlerinin GSYİH’ya Oranı (%) KY Bono: kurumsal yatırımcıların portföyünde bulunan hazine bonosu oranı; Bono: kurumsal yatırımcılar dışındaki yatırımcıların elinde bulunan hazine bonosu oranı; KY Tahvil: kurumsal yatırımcıların portföyünde bulunan devlet tahvili oranı; Tahvil: kurumsal yatırımcılar dışındaki yatırımcıların elinde bulunan devlet tahvili oranını, ifade etmektedir. 35,0% 30,0% 25,0% 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Bono 1,9% 1,4% 1,0% 2,6% 3,6% 2,6% 7,2% 7,8% 9,6% 7,5% 10,4% 2,8% 0,3% KY Bono 0,1% 0,2% 0,4% 0,3% 0,3% 0,6% 0,7% 0,4% 0,8% 0,7% 0,8% 1,4% 1,3% Tahvil 3,8% 4,8% 4,8% 3,9% 7,9% 9,6% 6,2% 6,6% 8,5% 12,2% 10,8% 24,8% 26,8% KY Tahvil 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,1% 0,2% 0,7% 0,8% Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, iç borçlanma ve GSYİH istatistikleri ise T.C. Merkez Bankası (Kaynak: www.tcmb.gov.tr) verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır. Türkiye’de devletin iç borçlanma ihtiyacını sağlamak amacıyla ihraç ettiği sabit getirili yatırım araçlarının GSYİH’ya oranında son yıllarda, özellikle 1995’den sonra ciddi artış görülmektedir (Grafik 4.3). 1999 ve 2000 yılı itibariyle kamu borçlanma gereği GSYİH’nın yaklaşık %30’u düzeyine ulaşmıştır. Bu oranın kurumsal yatırımcılar tarafından karşılanan kısmı ise GSYİH’nın yaklaşık olarak % 2.1’ine eşittir (2000). Diğer bir ifadeyle, kurumsal yatırımcıların elinde tuttukları kamu kağıtlarının toplam içerisindeki payı, % 7’ye eşittir (2000). Kamu borçlanma ihtiyacının büyük ölçüde bankacılık kesimi tarafından karşılandığı dikkate alınırsa, bu değer küçümsenmeyecek boyuttadır. Türkiye’de kamu borçlanma gereğinin vade yapısına bakıldığında ise, son yıllarda kamunun daha çok uzun vadeli borçlanma eğiliminin artış gösterdiği gözlenmektedir (Grafik 4.4). Kurumsal yatırımcılar, kendilerinden uzun vadeli fon ihtiyacını karşılamaları beklenmesine rağmen, portföylerinde ağırlıklı olarak, kısa vadeli pozisyon almaktadır. 2000 yılında kamu menkul kıymetlerinin %94’ini oluşturan devlet tahvili içerisinde kurumsal yatırımcıların payı %3 iken, pastanın %6’lik dilimini oluşturan hazine bonosunun %81’lik kısmı kurumsal yatırımcıların portföyünde bulunmaktadır. 1988-2000 döneminde kurumsal yatırımcıların portföyünde hazine bonosu sürekli olarak, devlet tahvilinden daha fazla paya sahip olmuştur. Devletin kısa vadeli borçlanma ihtiyacının, 1990 yılında %6.1’i 1995’ %4.8’i, 2000’de %4.5’i kurumsal yatırımcılar 51 tarafından karşılanmıştır. Kurumsal yatırımcıların devlet tahvili talebi ise 1997 yılından itibaren başlamış ve 2000 yılında %2.6 olarak gerçekleşmiştir. Grafik 4.4. Devlet İç Borçlanma Senetlerinin Vade Yapısı ve Kurumsal Yatırımcıların Payı (%) 100,0% 90,0% 80,0% 70,0% 60,0% 50,0% 40,0% 30,0% 20,0% 10,0% 0,0% Bono 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 32,4% 21,6% 16,4% 38,8% 30,6% 20,4% 51,1% 52,6% 50,9% 36,3% 46,8% 9,3% 1,2% KY Bono 1,8% 3,0% 6,1% 3,7% 2,3% 4,9% 4,8% 2,6% 4,1% 3,6% 3,5% 4,8% 4,5% Tahvil 65,8% 75,4% 77,5% 57,5% 67,2% 74,7% 44,0% 44,8% 45,0% 59,4% 48,6% 83,6% 91,8% KY Tahvil 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,7% 1,1% 2,2% 2,6% Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, İç borçlanma istatistikleri ise T.C. Merkez Bankası (Kaynak: www.tcmb.gov.tr) verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır. Tablo 4.6’dan kurumsal yatırımcıların portföyündeki devlet iç borçlanma senetleri oranının reel faiz oranına karşı esnek olmadığı görülmektedir. Reel faiz oranının çok yüksek olduğu sadece, 1994-1996 döneminde kurumsal yatırımcıların portföyünde devlet iç borçlanma senetleri oranı artmıştır. Tablo 4.6. Türkiye’de Kurumsal Yatırımcıların Portföyünde Bulunan Devlet İç Borçlanma Senetleri ve Reel Faiz Oranları (%) KY Portföyünde Bono/Tahvil Oranı: Kurumsal yatırımcıların portföyünde bulunan devlet iç borçlanma senetlerinin toplam portföy hacmine oranına eşittir. Reel faiz oranı olarak ise bileşik reel faiz oranı esas alınmıştır. 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 KY Portföyünde Bono/Tahvil Oranı Reel Faiz Oranı 92 93 78 77 74 83 77 81 70 61 61 68 -4 -6 9 22 16 39 43 59 28 54 43 -1 Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, reel faiz oranları verileri ise T.C. DPT’den (Kaynak: www.dpt.gov.tr) alınmıştır. Türkiye’de kurumsal fonların kısıtlı olduğu bir önceki bölümdeki analizlerimizde gösterilmiştir. Kurumsal yatırımcıların portföy davranışlarının analizi ise Türkiye’de kurumsal yatırımcıların bu kısıtlı fon kaynaklarını sermaye piyasası araçlarında değil, ağırlıklı olarak kamu borçlanma araçları ve sabit getirili menkul kıymetlere yönlendirdiği görülmektedir. Kurumsal yatırımcıların sabit getirili yatırım araçlarına yönlenmesinin temel nedeni ise, İMKB’de yüksek getiri volatilitesine karşılık bu finansal araçların risksiz yüksek getiri sunmalarıdır. Sonuçta, Türkiye’de sermaye piyasaları araçları kamu borçlanma araçları ile rekabet edemez hale gelmiş, kurumsal 52 yatırımcıların sermaye piyasalarında önemi azalmıştır. Bu ise bir kısır döngüye sebebiyet vermektedir: Türkiye’de sermaye piyasaları kurumsal yatırımcı olmadığı için sığdır, sermaye piyasaları sığ olduğu için de kurumsal yatırımcılar sermaye piyasalarına gelmemektedir. Sabit getirili yatırım araçlarının cazibesi ise kamu borçlanma ihtiyacı ile doğru orantılıdır. Türkiye’de çığ gibi büyüyen iç borçlanma ihtiyacı, ekonomik dengeleri sarstığı gibi, enflasyonu da devamlı besleyen bir etken olmakta, aynı zamanda, sermaye piyasasının derinliğini olumsuz yönde etkilemektedir1. 4.3. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YATIRIMCI TÜRLERİ Kurumsal yatırımcıların fon birikimi ve portföy davranışları üzerinde tartışırken, kurumsal yatırımcıların homojen olmadığı dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, Türkiye’de kurumsal yatırımcıların sermaye piyasası için önemine değinirken, kurumsal yatırımcı türleri üzerinde durulması gereklidir. Türkiye’de kurumsal fonların temel kaynaklarını, hayat sigorta şirketleri, yatırım fonları ve yatırım ortaklıkları oluşturmaktadır. Grafik 4.5. OECD Ülkeler ve Türkiye’de Kurumsal Fonların Yatırımcı Türüne Göre Dağılımı (%) O ECD, 2000 OECD, 1995 Ö zel Em eklilik; 25% S igorta; 26% Ö zel Em e klilik; 29 % S igorta; 35% D iğ er; 16% D iğ er; 10% Y atırım Fon & O rtaklık; 35% Y atırım Fon & O rtaklık; 24% Türkiye , 2000 Türkiye, 1995 ; D iğer ; 1% ; Y atırım F on & O rtaklık ; 46% Sigorta; 47% Y atırım Fon & O rtaklık ; 53% S igorta; 54% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database 1995-2000 döneminde Türkiye’de kurumsal varlıkların dağılımını OECD ülkeleri ile karşılaştırdığımızda (Grafik 4.5), OECD ülkelerinde 1995 yılında büyüklük sırasının sigorta 1 Büker S, Aras, G., Durucasu H.; “Menkul Kıymet Pazarında Derinliği Etkileyen Etmenler” ODTU Ekonomi Kongresi, Ankara, Eylül, 2000. 53 Uluslararası şirketleri, özel emeklilik fonları, yatırım fonları ve ortaklıklarından oluştuğu halde, 2000 yılında bu sıralamanın, yatırım fon ve ortaklıkları, özel emeklilik fonları ve sigorta şirketleri olarak değiştiğini görmekteyiz. Türkiye’de de benzer olarak yatırım fon ve ortaklıklarının payının 19952000 dönemi içinde arttığı, sigorta şirketlerinin payının ise azalış gösterdiği görülmektedir. Kurumsal yatırımcıların finansal varlıklarının 2000 yılında GSYİH’nın %1.9’u oranındaki fon toplamının %0.9’u sigorta şirketlerine %1’i ise yatırım fonları ve ortaklıklarına aittir. Henüz özel emeklilik sistemi hayata geçirilmediği için özel emeklilik fonlarının varlıkları bulunmamaktadır. Grafik 4.6. Türkiye’de Kurumsal Fonların GSYİH’ya Oranı (%) 3,0% 2,5% 2,0% 1,5% 1,0% 0,5% 0,0% 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Toplam Kurumsal 0,3% 0,3% 0,5% 0,6% 0,5% 0,5% 0,9% 1,0% 0,8% 1,3% 1,2% 1,3% 2,8% 1,9% Sigorta 0,2% 0,2% 0,3% 0,2% 0,3% 0,3% 0,3% 0,4% 0,4% 0,6% 0,6% 0,8% 1,3% 0,9% Yatırım 0,1% 0,1% 0,2% 0,4% 0,2% 0,2% 0,6% 0,6% 0,3% 0,6% 0,5% 0,6% 1,4% 1,0% 0,0% 0,0% Diğer Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Türkiye’de kurumsal fon hacminin GSYİH içerisindeki payının analizi, yıllar itibariyle, sigorta şirketleri ile yatırım fon ve ortaklıklarında, bu oranın dalgalı artış trendi içerisinde olduğunu göstermektedir (Grafik 4.6). 1987-2000 döneminde yatırım fon ve ortaklıklarının fon hacminin GSYİH’ya oranındaki artış (0.9%), sigorta şirketlerindeki artıştan (%0.7) daha yüksektir. Bununla birlikte, aynı dönemde yatırım fon ve ortaklıklarının fon hacmindeki değişimin standart sapması (%0.4), sigorta şirketlerinin fon hacmindeki değişimin standart sapmasından (%0.3) daha yüksektir. Bunun temel nedeni, yatırım fon ve ortaklıklarının, portföylerindeki hisse senedi oranının yüksekliği nedeniyle, sermaye piyasalarının gelişimi ve volatilitesine daha duyarlı olmalarıdır. Yatırım fon ve ortaklıklarının toplam fon hacminin sermaye piyasasının gelişimi ile daha sıkı bağlantıya sahip olduğu savı, Grafik 4.7’den çıkarılan sonuçlar ile desteklenmektedir. 1987-2000 döneminde, sermaye piyasaları kapitalizasyonundaki değişime en yakın gelişme gösteren kurumsal yatırımcılar, yatırım fon ve ortaklıklarıdır. Bu dönem içerisinde, toplam kurumsal fonların sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranının standart sapması %4.1 iken, bu değer sigorta fonları için %3.0, yatırım fon ve ortaklıkları için ise %1.3’e eşittir. Düşük standart sapma, kurumsal fon hacminin sermaye piyasası kapitalizasyonundaki değişime paralel bir gelişme 54 anlamına geldiği için, bu bulgular, sigorta şirketlerinin gelişiminin sermaye piyasalarının gelişiminden kısmen bağımsız olduğu ve yatırım fon ve ortaklıklarının gelişiminin sermaye piyasalarının gelişimi ile iç içe olduğu konusundaki teorileri desteklemektedir2. Grafik 4.7. Türkiye’de Kurumsal Fonların Sermaye Piyasaları Kapitalizasyonuna Oranı (%) 20,0% 15,0% 10,0% 5,0% 0,0% 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Toplam Kurumsal 6,3% 20,4% 6,7% 4,7% 4,5% 8,1% 4,5% 6,0% 6,3% 7,7% 3,8% 8,0% 4,6% 5,5% Sigorta 4,6% 13,6% 3,8% 2,1% 2,5% 4,0% 1,6% 2,3% 3,4% 3,7% 2,0% 4,5% 2,1% 2,6% Yatırım 1,7% 6,8% 2,9% 2,6% 1,9% 4,0% 2,9% 3,2% 2,9% 4,0% 1,6% 3,3% 2,3% 2,9% Diğer 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,0% 0,3% 0,2% 0,1% Kaynak: Kurumsal yatırımcı verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, sermaye piyasası kapitalizasyonu verileri ise “Standard&Poor’s Stock Markets Factbook” yıllıklarından alınmıştır. 4.3.1. Yatırım Fonları ve Ortaklıkları Sermaye piyasasının gelişiminin en önemli gereklerinden birisi yatırım fon ve ortaklıklarının geliştirilmesidir. Sermaye piyasalarında finansal ürün çeşitliliğinin, kapitalizasyonun ve likiditenin artması ile volatilitenin azalması, yatırım fon ve ortaklıklarının gelişimi için ideal ortam oluşturmaktadır. Buna karşılık, yatırım fon ve ortaklıklarının büyüklük avantajından doğan profesyonel risk yönetimi Gelişmekte olan ülkelerde, başarısı sermaye sermaye piyasalarının piyasalarının yeterli gelişimini kadar desteklemektedir. gelişmemesi, piyasa volatilitesinin yüksekliği ve uygun finansal araçların bulunamaması sonucunda, yatırım fon ve ortaklıklarının portföy yatırımlarında kamu borçlanma senetlerinin payı yüksek orandadır. Bu durum sermaye piyasasının gelişiminin önünde önemli bir engeldir. 4.3.1.1. Yatırım Fonları Türkiye’de kurumsal yatırımcı olarak finans piyasalarında yer almaları gecikmesine karşın önemli bir gelişme gösteren yatırım fonları, hızla artan portföy toplamları itibariyle önem kazanmıştır. Yatırım fonlarının portföy yönetiminin kurumsallaşmasında önemli rolü vardır. Yatırım fonları, topladıkları parayı riskin dağıtılması ve inançlı mülkiyet esasına göre yatırımcı 2 Vittas, a.g.e. 55 adına uzman portföy yöneticileri ile yönetir. Fonda mevcut pay sayısının değişkenliğine bağlı olarak açık ve kapalı uçlu3 olarak kurulabilen yatırım fonları katılma belgeleri karşılığında bireysel yatırımcıdan fon toplarlar. Yatırım fonları önemli fon birikimine sahip kurumsal yatırımcı niteliğindedir. Küçük yatırımların değerlendirilmesinde bireysel yatırımcıya farklı bileşim ve nitelikteki fon alternatifleri sunması, likit olması yatırım fonlarının tercih edilmesinde önemli etkendir. Türkiye’de yatırımcıların, piyasa volatilitesi ve belirsizlikten dolayı, kısa vadeli hareket etme eğilimi de, yatırım fonlarının tercih edilmesinin sebebidir. Türkiye’de bankalar, aracı kurumlar, sigorta şirketleri, kanunlarında fon kurmasına engel bulunmayan emekli ve yardım sandıkları fon kurma yetkisine sahiptir. Yatırım fonları uzman portföy yöneticilerin riskin dağıtılması esasına göre oluşturdukları portföylerini bireysel yatırımcının tercihine göre hisse senedi ağırlıklı A tipi veya tahvil ve bono ağırlıklı B tipi fon olarak oluşturabilmektedir. Türkiye’de yatırım fonu kurucularının en fazla değişken fon kurmayı tercih ettikleri görülmektedir. A tipi yatırım fonlarının sayıları B tipi fonların üzerinde olmakla birlikte toplam portföy değerleri itibariyle karşılaştırıldığında toplam portföy değerleri B tipi fonların üçte biri kadardır. Türkiye’de 2001 yıl sonu itibariyle toplam 277 yatırım fonunun 162’si A tipi, 115’i ise B tipi fondur. Bu fonların kurucuları, Grafik 3.8’den görüleceği gibi, ağırlıklı olarak bankalardır. Bankaların kurdukları yatırım fonlarının toplam içerisinde payı %87, aracı kurumların payı ise %13’e eşittir. Türkiye İş Bankası, Koçbank, Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası, Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası ve Akbank Türkiye’de 2001 yılında mevcut tüm A ve B tipi yatırım fonlarının %72’sine sahip olan kuruculardır. Bu durum, yatırım fonlarının kurucu yapısında bir yoğunlaşmanın olduğunu göstermektedir. Grafik 4.8. Türkiye’de A ve B Tipi Fon Kurucularının Dağılımı (%) – 2001 DİĞER 0% İŞ BANKASI 22% DİĞER 28% ARACI KURUMLAR 13% KOÇBANK 13% AKBANK 5% VAKIFLAR 6% YAPI KREDİ 9% BANKALAR 87% GARANTİ 10% ZİRAAT 7% Kaynak: SPK Aylık Bülten (Aralık 2001) 3 Açık uçlu yatırım fonları; sermayesi sabit olmayan malvarlığı, kapalı uçlu yatırım fonları; katılım payları belirli olan ve değiştirilemeyen fonlardır. Açık uçlu fonlar yatırım fonları karşılığı anlaşılmakta, kapalı uçlu fonlar ise yatırım ortaklıkları olarak algılanmaktadır. 56 Son yıllarda portföy değerinde önemli bir artış gözlenmekte olan yatırım fonlarının portföy değerleri 1987 yılında 53 milyar TL, 1990 yılında 1.5 trilyon TL ve 2000 yılında 1.9 katrilyon ve 2001 yılında ise 4.8 katrilyon TL olmuştur. Türkiye’de yatırım fonlarının değeri TL bazında artan bir trend gösterse de, bu artış uluslararası karşılaştırmalarda reel bazda çok büyük bir değişime karşılık gelmemektedir. ABD’de 2000 yılı itibariyle yaklaşık 7.400 yatırım fonu bulunmakta ve bunların varlıklarının toplam değeri 5.7 trilyon dolara ulaşmaktadır. Aynı yıl Türkiye’deki yatırım fonlarının değeri 3.3 milyar dolar olmuştur. Grafik 4.9. Türkiye'de Yatırım Fonlarının Portföy Dağılım (%) 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Finansal Olmayan Varlıklar 0% 0% 0% 0% 0% 0% 0% 0% 0% 0% 2% 0% 0% 2000 0% Hisse Senedi 0% 0% 2% 2% 2% 2% 18% 6% 6% 6% 15% 9% 14% 12% Sabit Getirili Yatırım Araçları 96% 97% 95% 95% 95% 95% 79% 92% 92% 92% 82% 91% 86% 87% Nakit ve Mevduat 4% 3% 3% 3% 3% 3% 3% 2% 2% 2% 1% 0% 0% 0% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Türkiye’de 1987-2000 döneminde yatırım fonlarının portföy dağılımına bakıldığında, ağırlıklı olarak sabit getirili menkul kıymetlere yöneldikleri görülmektedir (Grafik 4.9). Hisse senetlerinin toplam portföy içerisindeki payı 1987-2000 dönemi içerisinde %0-18 aralığında değişmiş, en yüksek değere ise 1993 yılında ulaşmıştır. Portföydeki sabit getirili yatırım araçlarının payı ise %79-97 aralığında değişmektedir. Diğer finansal araçların portföy içerisinde önemli bir ağırlığı yoktur. Yatırım fonlarının 2000 yılında portföylerinin % 87’si hazine bonosu ve devlet tahvili, %12’si ise hisse senedinden oluşmaktadır. 2001 yılında ise portföyleri %60 ters repo, %25 hazine bonosu, %8 devlet tahvili ve sadece %7 hisse senedinden oluşmaktadır (Grafik 4.10). Yıllar itibariyle portföy dağılımında, kamu borçlanma araçlarının ağırlığını koruduğu görülmektedir. 57 Grafik 4.10. Türkiye’de A ve B Tipi Yatırım Fonlarının Toplam Portföy Dağılımı (2001 - %) 2001 Hisse Senedi 7% Diğer 0% Devlet Tahvili 8% Hazine Bonosu 25% Ters Repo 60% Kaynak: SPK Aylık Bülten (Aralık 2001) 4.3.1.2. Yatırım Ortaklıkları Yatırım ortaklıkları sermaye piyasası araçları gayrimenkul, altın ve diğer kıymetli madenler portföyü işletmek amacıyla kurulan anonim ortaklıklardır. 1991 yılından itibaren faaliyete başlayan yatırım ortaklıklarının sayıları; 21 Menkul Kıymet Yatırım Ortaklığı (MKYO), 8 Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) ve 1 Risk Sermayesi Yatırım Ortaklığı (RSYO) olmak üzere 30’a ulaşmıştır. Toplam piyasa değerleri ise 2001 yıl sonu itibariyle 600 trilyon TL’dir. Sistemde ağırlığı olan yatırım ortaklığı, menkul kıymet portföyü işletmek amacıyla kurulan MKYO‘dır. 4.3.1.2.1. Menkul Kıymet Yatırım Ortaklıkları Menkul kıymet yatırım ortaklıkları doğrudan portföy işletmek amacıyla kurulan anonim şirketlerdir. Portföylerindeki menkul kıymetleri SPK tarafından belirlenecek esas ve ilkelere göre yönetmek ve değerlemekle sorumludur. Esas sözleşmelerinde asgari sermaye sınırı belirtilmek kaydıyla, portföy değerinin en az %25’ini devamlı olarak özelleştirme kapsamına alınmış KİT’ler dahil Türkiye’de kurulmuş ortaklıların hisse senedine yatıran yatırım ortaklıkları A tipi yatırım ortaklıklarıdır. 58 Grafik 4.11. Türkiye'de Yatırım Ortaklıklarının Portföy Dağılımı (%) 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 Diğer 0% 2% 6% 2% 3% 4% 10% 0% 0% 2000 0% Hisse Senedi 40% 40% 57% 91% 82% 60% 56% 50% 56% 56% Devlet Tahvili/Hazine bonosu 60% 57% 37% 6% 15% 36% 25% 49% 40% 43% Nakit ve Mevduat 0% 0% 0% 0% 0% 0% 9% 0% 4% 1% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Yatırım ortaklıklarının 2001 sonu itibariyle portföy değerleri 128.2 trilyon TL, piyasa değerleri ise 95.2 trilyon TL’ye ulaşmıştır. Yatırım fonlarında olduğu gibi, piyasa değerleri ve fon birikimleri açısından Türkiye’de bankaların kurmuş olduğu yatırım ortaklıklarında bir yoğunlaşma gözlenmektedir. Türkiye’de yatırım ortaklıkları, 1991 yılından itibaren işlem görmeye başlamış, fakat piyasa payı henüz önemli bir düzeye ulaşamamıştır. 1995 yılından itibaren portföylerinde sabit getirili yatırım araçlarının payı giderek artan yatırım ortaklıklarının 2000 yılında toplam portföy yatırımlarının %56’sı hisse senetlerine, %31’i ters repo, %12’si ise hazine bonosu ve devlet tahviline yönelmiştir. 2001 yılında ise bu; %51 hisse senedi, %23 ters repo ve %23 hazine bonosu yatırımı olarak dağılmaktadır4. 4.3.1.2.2. Gayrı Menkul Yatırım Ortaklıkları Gayrimenkuller ekonomide durağan olarak bulunan ve mali piyasalara ve ekonomiye kanalize edilmesi halinde daha etkin değerlendirilebilecek yatırımlardan birisidir. Bunun yolu da gayrimenkullerın daha likit ve el değiştirebilir küçük meblağlar halinde işlem görecek bir yapıya sahip olması yani menkul kıymetleştirilmesidir. Bu şekilde gayrimenkul finansal sisteme dahil edilerek bir yandan küçük tasarruflara alternatif bir değerlendirme alanı yaratılırken, diğer taraftan da gayrimenkul sektörünün fon ihtiyacı rasyonel olarak karşılanacaktır5. 4 Bkz; SPK Aylık Bülten (Aralık 2001) Aras, G.; (2000) “Türk Sermaye Piyasasında Gayrı Menkul Yatırım Ortaklıkları Üzerine Bir Değerlendirme”, İktisat Dergisi, Sayı 400, Nisan s. 69 5 59 Gayrimenkul yatırım ortaklıkları (GYO), Türkiye’de ilk defa 1995 yılında yapılan düzenlemeler sonucu faaliyete başlamış ve bugün sayıları 8’i aşamamıştır. 2001 yılı itibariyle portföy değerleri 872 trilyon TL, net aktif değerleri 891 trilyon TL ve piyasa değerleri ise yaklaşık olarak 35.5 katrilyon TL’na ulaşabilmiştir. Gayrimenkul ve gayrimenkule dayalı sermaye piyasası araçlarına yatırım yaparak bu alana yönelecek fonları bir araya getirmeyi amaçlayan GYO, özel bir portföy yönetim şirketidir. GYO’lar uzmanlaşmış bir kadro ile portföy oluşturulması, yönetilmesi, gerekli durumlarda portföyün revizyonu, riskin dağıtılması amacıyla portföy çeşitlendirilmesinin yapılması faaliyetlerini yerine getirirler6. Ayrıca, GYO’nın portföylerinde bulundurabilecekleri yatırım araçlarının oranına ilişkin mevzuatla belirli sınırlamalar getirilmiştir7. Grafik 4.12. Türkiye'de GYMO'ların Portföy Dağılımı (%) 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1996 1997 1998 1999 2000 Gayrimenkul 43% 47% 85% 80% 91% Hisse Senedi 0% 0% 0% 0% 0% Haz. Bono ve Dev. Tahvili 51% 45% 4% 17% 8% Nakit ve Mevduat 5% 8% 11% 3% 1% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Temel amacı portföylerinde gayrimenkul ve gayrimenkule dayalı sermaye piyasası aracı bulundurmak olan GYO’nın, kuruluşundan bu yana geçen dönemde portföylerinin önemli bir kısmını gayrimenkul oluşmuştur (Grafik 4.12) 1996 yılında toplam portföylerinin %43’ü gayrımenkullerden oluşurken, 2000 yılında bu değer % 91’e yükselmiştir. Buna karşılık GYO’ların portföyündeki sabit getirili yatırım araçlarının payı son yıllarda keskin düşüş göstermiştir. İncelenen dönemlerde GYO’lar portföylerinde hiç hisse senedi bulundurmamışlardır. Bu durum GYO’ların kuruluş amacı olan gayrimenkul ve gayrimenkula dayalı projeleri portföylerinde bulundurarak, asil işlevlerini yerine getirmelerinin sonucudur. GYO’lar aktifte durağan olarak bulunan değerleri menkul kıymetleştirme yoluyla hisse senedine dönüştürerek bunlara likidite kazandırırlar. Bu yolla yeni yatırımların finansmanı için kaynak 6 7 Aras, G.; (2000), a.g.e. s.67. Bkz. SPK Seri VI, No11 Tebliğ, Mad. 27 60 temin edilirken, sermaye piyasasının da derinlik kazanmasına yardımcı olunmaktadır. Ayrıca uzman kadrolar tarafından fonların yönetilmesi nedeniyle riskin dağıtımı sermaye piyasasına yeni yatırımcı kazandırması açısından önemlidir. Ancak Türkiye’de henüz gelişme aşamasında bulunmaları nedeniyle sermaye piyasasındaki bu işlevlerini yerine getirmekte yetersiz kalmaktadır. 4.3.1.2.3. Risk Sermayesi Yatırım Ortaklıkları Risk sermayesi, gelişme potansiyeli gösteren riskli yatırımların özellikle hisse senedi yoluyla finansmanına olanak sağlamaktadır8. 1980’li yıllardan beri gelişmiş ülkelerde başarılı bir şekilde uygulanan risk sermayesi yoluyla finansmanın amacı, finansal gücü yeterli olmayan dinamik ve yaratıcı girişimcilerin yatırım projelerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak olanaklar sunmaktır. Risk sermayesi modeli işletmelerin kuruluş, iş geliştirme ve büyüme süreçlerinde özsermaye iştiraki veya kredi sağlamaya yönelik olarak işlev görmektedir. Bu yolla halka açılacak KOBİ’lere de köprü kredisi sağalma olanağı doğmaktadır. Bunun yanında işletme içindeki faaliyetlerin sürdürülmesine ve kurumsallaşmaya yönelik olarak, veya işletme dışındaki potansiyel girişimci ve yöneticilere işletmenin kontrol ve yönetimi için gerekli olan sermayeyi sağlamaktadır9. Risk sermayesi modeli işletmelere karlı yatırım projelerinin değerlendirilmesinde bir alternatif oluşturmaktadır. Risk sermayesi yatırım ortaklığı bu amaçla faaliyet gösterecek kurumlardan birisidir Türkiye’de 1993 yılında çıkarılan Seri VIII, No:21 sayılı “Risk Sermayesi Yatırım Ortaklıklarına İlişkin Esaslar Tebliği” ile yasal çerçevesi çizilmiştir. Türkiye’de risk sermayesi modeli bir yasal düzenlemeye kavuşmuş olmasına karşın, henüz uygulamada başarılı sonuçlar elde edilememiştir. Bunun nedenlerinden birisi, bu alan ve amaca aktarılacak fon yetersizliğidir. Risk sermayesi yatırımlarının finansmanı için gerekli başlangıç sermayesinin temin edilmemesi, bu sistemin etkin çalışmasını engellemektedir. Öte yandan, risk sermayesi yatırımı için fon sağlayan yatırımcıların yatırım yaptıkları girişim şirketinden kolayca çıkabilecekleri ortamın oluşturulması önem taşımaktadır. Bunun için gerekli ortam ve koşullar sağlanamamıştır. Bu nedenlerle, günümüzde İMKB’de işlem gören sadece tek bir RSYO bulunmaktadır. Bu ortaklığın portföy değeri ile net aktifleri 3.9 trilyon TL, piyasa değeri ise 7.2 trilyon TL’dir. Portföyünün %57’si risk sermayesi yatırımı, % 6’sı ters repo, %37’si ise diğer yatırım araçlarından oluşmaktadır10. RSYO’nın gerekli olan fonları toplamalarında alım satımın daha kolay yapıldığı tezgahüstü piyasaların varlığının önemi büyüktür. Bu piyasaların var olduğu ortamlarda risk sermayesi finansmanının daha etkin işlediği görülmektedir. RSYO, belli bir süre sonra yatırımları 8 Zaimoğlu, T. (1995); Risk Sermayesi ve Türkiye’de Uygulama Olanakları, SPK Yayınları, Ankara, s. 208 Aras, G.(2001); “KOBİ’lerin Sermaye Piyasası Yoluyla Fon Sağlama Olanakları : Tezgahüstü Piyasalar Ve Risk Sermayesi Finansman Modeli”, I. Orta Anadolu Kongresi, Kapadokya Ekim 2001 10 Bkz; SPK Aylık Bülten (Aralık 2001) 9 61 karşılığında aldıkları hisse senetlerini satmak ve kar elde etmek ister. Küçük ve yeni şirketlerin sermaye temin edebileceği likit piyasaların varlığı risk sermayesinin gelişiminde belirleyici olmuştur. ABD’ de piyasa yapıcılık mekanizmasına dayalı NASDAQ ile elektronik ağlar özellikle teknoloji bazlı şirketlerin büyük miktarlarda fon temin etmesini kolaylaştırmıştır. 1999 yılında ABD’de risk sermayesi yatırımları bir yılda %160 artarak 50 milyar dolara yükselmiştir. RSYO’nın girişimciler için önemli bir alternatif olabileceği bilinmesine rağmen, Türkiye’de bu konuda başarılı sonuçların alınamadığı görülmektedir. Ortaklıkların kurulabilmesi için gerekli kaynağın bulunamaması en önemli engellerdendir. Bu konuda uluslararası işbirliğine gidilmesi yararlı olacaktır. Öte yandan bankaların bu sistem içinde önemli bir fonksiyonu vardır. Bankaların risk sermayesi birimleri oluşturarak RSYO kurma konusunda istekli olmaları sektörün gelişimini hızlandıracaktır. Bunun yanı sıra özel teşebbüsün RSYO kurulması konusunda özendirilmesi ve teşvik edilmesi gerekir. Bu sistemin oluşturulabilmesi ve yürütülebilmesi için gerekli fonun temini önemli olduğu kadar bu konuda mesafe almış ülkelerden işbirliği yapılması ve bilgi aktarımı sağlanmalıdır. Bu konuda Avrupa Birliği’nin risk sermayesi alanında resmi örgütü olarak kabul edilen Avrupa Risk Sermayesi Birliği (EVCA) ve İngiliz Risk Sermayesi Birliği (BVCA) ile Investment in Industries gibi kuruluşlar ile işbirliği önemli yararlar sağlayacaktır. Öte yandan, ticari bankaların risk sermayesi sistemi içinde önemli bir işlevi vardır. Bankaların risk sermayesi birimleri oluşturarak RSYO kurma konusunda istekli olmaları sektörün gelişimini hızlandıracaktır. 4.3.2. Hayat Sigorta Şirketleri Sermaye piyasasına uzun vadeli fon aktarma açısından sigortacılık sektöründe hayat branşı önem taşımaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada kurumsal yatırımcı olarak hayat sigorta şirketleri ele alınacaktır. Sigorta sektörünün gelişmişlik ölçütü olan kişi başına prim üretimine bakıldığında, Türkiye’de özel sigortacılık sistemi ve bunun içerisinde hayat sigorta sisteminin, son 20 yıl içerisinde gelişme eğilimi içerisinde olduğu görülmektedir (Tablo 4.7). Hayat sigorta şirketlerinin ürettikleri toplam prim hacminin GSYİH içerisindeki payı 1980’de %0.01 iken, 1990’da %0.12, 2000’de ise %0.27 değerine yükselmiştir. Diğer taraftan, hayat sigorta sisteminin sigorta sektörü içerisindeki payının önemli ölçüde artış gösterdiği de gözlemlenmektedir. 1980 yılında sigorta sisteminin ürettiği toplam primin %2.8’i hayat sigorta sisteminin payına düştüğü halde, 2000 yılında bu değer %18.4 olarak gerçekleşmiştir. Sigorta sektörünün, özellikle hayat sigorta sektörünün son yıllarda gelişme içerisinde olmasına rağmen, OECD ülkeleri ile karşılaştırdığımızda, Türkiye’nin ortalama düzeyin çok altında 62 olduğunu görmekteyiz. OECD ülkelerinde 1995 yılında toplam prim üretiminin GSYİH’ya oranı ortalaması %8.2 olduğu halde, Türkiye’de bu oran %0.81 olmuştur. Diğer taraftan, aynı yılda ABD doları bazında kişi başına direkt prim üretimi 1.738 ABD iken, Türkiye’de bu rakam 17 ABD dolarına eşittir. Bu durum, sigorta sektörünün henüz gelişme evresinin başında olduğunu göstermektedir. Tablo 4.7. Türkiye Sigorta Sektörünün Gelişimi 1980 1985 1990 1995 2000 (a) GSYİH’ya Oranı (%) Toplam Prim/GSYİH (%) Hayat Sigorta Prim/GSYİH (%) 0,28 0,01 0,37 0,01 0,56 0,12 0,81 0,10 1,46 0,27 (b) Toplam Hayat Sigorta Prim/Toplam Prim (%) Toplam Hayat Sigorta Prim/Toplam Prim (%) 2,8 2,0 20,4 12,7 18,4 (c) Kişi Başına Prim Üretimi (Kişi Başına ABD Doları) Toplam Prim Hayat Sigorta Primi 4,2 0,1 4,5 0,1 13,4 2,7 16,9 2,2 39,5 7,3 1980-1985 1985-1990 1990-1995 1995-2000 6,4 -24,1 199,4 2.918,0 26,6 -21,3 133,3 237,7 (d) ABD Doları Bazında Kişi Başına Prim Artışı (%) Toplam Prim Hayat Sigorta Primi Kaynak: Prim hacmi ile ilgili veriler “T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı Sigorta Denetleme Kurulu Yıllık Faaliyet Raporları (Çeşitli Sayılar)”, cari fiyatlarla GSYİH, döviz kuru ve nüfus sayısı verileri ise “IMF International Financial Statistics (Çeşitli Sayılar)”’dan alınarak hesaplanmıştır. Bir ülkedeki sigortacılık sektörünün özellikle de hayat branşının gelişiminin ülkenin milli gelir düzeyi ile yakından ilişkisi vardır. Bu aynı zamanda kültürel ve sosyal altyapı ile de ilgilidir. Tasarrufların yeterli seviyede olmaması uzun vadede fonların sigorta sistemine aktarılmasına engel olduğu gibi, kaderci toplumsal yapı ve bu konudaki bilincin oluşmamış olması da, sigortalı sayısı yetersizliğinin nedenleridir. Tüm bunlara rağmen fon sağlama açısından sigortacılık sektörünün büyük bir potansiyele sahip olduğu bilinmektedir. Burada temel lokomotif sektörün mevcut prim ve fonlarını etkin şekilde yönetebilmesidir. Etkin risk yönetimi ile sağlanacak yüksek verim müşteriyi memnun ettiği ölçüde potansiyeli sisteme çekmek olanaklıdır. Gelişmiş finans pazarlarında sigorta şirketleri uzman personel aracılığı ile yönettikleri yüksek hacimli yatırımlardan önemli gelir sağlamakta ve pazarın gelişmesi ile istikrarın oluşmasına yardımcı olmaktadır11. Özellikle, enflasyonist dönemlerde sigorta şirketlerinin varlıklarının reel değerini korumaları ve artı reel gelir elde etmelerinin oldukça güç olduğu görülmüştür12. Bu 11 Berk, N. (2001); Sigortacılıkta Fon Yönetimi, İMKB Yayınları, s. 6 Berk, N., Aras, G.(2001); Maintaining the Real Value of Equity of Insurance Companies: An Empirical Investigation in the Istanbul Stock Exchange”, METU International Conferenece in Economics September. 12 63 nedenle sektörün uygun risk ve portföy yönetim tekniklerine önem vermeleri gereklidir. Beklenen getirinin sağlanabilmesi durumunda, sigorta şirketlerinin sermaye piyasası için önemli fon birikimi sağlama potansiyeli yüksektir. 2001 yılı itibariyle, Türkiye’de 21 hayat sigorta şirketi faaliyet göstermektedir. Sektörde bir yoğunlaşma söz konusu olup, ilk altı şirketin prim üretimi toplamın yaklaşık %70’ini oluşturmaktadır. Grafik 4.13. Türkiye'de Hayat Sigorta Şirketlerinin Portföy Dağılımı (%) 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 Diğer 65% 70% 54% 44% 38% 30% 33% 27% 30% 31% 31% 21% Hisse Senedi 0% 0% 4% 2% 6% 5% 1% 1% 1% 1% 1% 1% Hazine Kağıtları ve Bono 25% 16% 39% 49% 54% 60% 62% 67% 63% 54% 49% 66% Nakit ve Mevduat 10% 14% 3% 5% 2% 6% 4% 5% 7% 14% 19% 12% Kaynak: OECD Institutional Investors Statistics Database Hayat sigorta şirketlerinin portföy yapısı incelendiğinde, kaynak tahsisinin sabit getirili menkul kıymetlerde yoğunlaştığı görülmektedir (Grafik 4.13). Bu tercihlerinde söz konusu yatırımların likidite ve teminat olma özelliği önemli rol oynamaktadır13. Hayat sigorta şirketlerinin 1992-2000 döneminde portföylerinin yaklaşık %49-66 arasında değişen ve giderek artan oranını sabit getirili menkul kıymetlere yatırmıştır. Sabit getirili menkul kıymetlerden sonra en önemli yatırım araçları mevduat ile diğer yatırım araçlarıdır. Portföyde önemsiz bir payı bulunan hisse senedi yatırımları, 1995-2000 döneminde %1’in üzerine çıkmamıştır. Sigorta şirketlerinin fon hacminin düşlük olması, fonlarının önemli bir kısmını yurt dışındaki reasüranslarına transfer etmesinden kaynaklanabilir. Bu durum eşit olmayan rekabete yol açmaktadır. Reasürans olanakları sektörün fon yönetim davranışlarını da etkilemektedir. Gelişmiş piyasalarda sigorta şirketleri türev ürünler aracılığıyla risklerini sınırlandırabilmektedirler. Oysa, Türkiye’de bu araçların kullanımı son derece sınırlıdır. Gerek 13 Berk, a.g.e., s.96 64 ürün fiyatlamasında, gerekse mevcut fonların yönetiminde etkin yöntemler ve araçlara başvurmalıdır. Türkiye’de hayat sigorta şirketlerinin geleceğini ilgilendiren en önemli konulardan birisi, özel emeklilik sistemine geçilmesi durumunda, hayat sigorta şirketlerinin hangi konumda olacaklarıdır. Bu konuda getirilen öneriler arasında bir kısım hayat sigorta şirketlerine bireysel emeklilik sigortası için lisans verilmesi bulunmaktadır. Gerekli rekabet altyapısı oluşturulursa, özel emeklilik reformu sonucunda sigorta sektörünün fon birikim ve yönetim etkinliğinin artması olasıdır. 4.3.3. Özel Emeklilik Fonları 4.3.3.1. Özel Emeklilik Fonlarının Önemi fonların zaman içerisinde paylaşımını etkin bir şekilde sağlayarak, emeklilik için tasarruf yapılmasını ve reel sektör yatırımlarının finansmanını kolaylaştıran özel emeklilik fonları sermaye piyasası kapitalizasyonu ve likiditesinin artmasına yardımcı oldukları için sermaye piyasalarının gelişiminde itici güç niteliğindedir14. Özel emeklilik fon hacminin önemli boyutlara ulaşması hisse senedi ve tahvil piyasalarının gelişimi ve derinleşmesini olumlu yönde etkilemektedir. Bu ise toplam tasarruf ve yatırım oranını arttırarak ve yatırımların verimliliğini yükselterek ekonomik büyüme üzerinde etkili olmaktadır15. Bununla birlikte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, özel emeklilik fonlarının sağlıklı gelişimi için finansal sistemin bu fonları değerlendirebilecek yapıda ve gelişmişlik düzeyinde olması önemlidir. Özel emeklilik fonları kurumsal yatırımcı olarak sermaye piyasasında çeşitli olanaklara sahiptir. Öncelikle, önemli miktarda fonu uzun vadeli olarak elinde bulundurmaktadırlar. Uzun vadeli sermaye birikimi, uzun vadeli yatırımlara aktarılacak fonların oluşumu açısından önemli olduğu için fonların etkin kullanımına olanak yaratmaktadır. İkincisi, özel emeklilik fonları büyüklük avantajından dolayı, bilgiye ulaşma ve değerlendirme konusunda önemli maliyet avantajına sahiptir: Bu durum, uzman portföy yöneticileri tarafından yönetilen fonların daha yüksek getiri sağlamasına olanak tanımaktadır. Üçüncüsü, özel emeklilik fonları gelişmiş ülkelerde, temsilcilik sorununun (agency problem) minimize edilmesine katkıda bulunmaktadır. Fama (1977) tarafından gösterildiği gibi, dağınık ortaklık yapısı küçük yatırımcıların yönetim performansını 14 Vittas, D.(1998); “Institutional Investors and Securities Markets: Which Comes First?”, The World Bank Development Research Group, Paper Presented at the ABCD LAC Conference - June 28–30, San Salvador, El Salvador 15 Sing, Ajit; (1998) “Özel Emeklilik Reformu, Hisse Senetleri Piyasası, Sermaye Oluşumu ve Ekonomik Büyüme: Dünya Bankası’nın Önerilerine Eleştirel Bir Yaklaşım”, İMKB Dergisi, Cilt 2, No 7-8 Temmuz Aralık, s. 78, Blommestein, Hans (1998); “Emeklilik Reformlarının Sermaye Piyasalarına Etkileri”, İMKB Dergisi, Cilt 2, No 7-8 Temmuz Aralık. 65 kontrol etme maliyetini yükseltmekte, bu ise temsilcilik maliyetinin (agency cost) artmasına neden olmaktadır16. Büyük emeklilik fonları, halka açık şirketlerde sahip oldukları önemli ortaklık payı sayesinde şirketlerin yönetiminde oldukça aktif bir rol oynamakta, temsilcilik sorununun ortaya çıkmasını engellemektedir17. Gelişmiş ülkelerde özel emeklilik fonları sermaye piyasalarının en önemli aktörlerinden birisidir. OECD ülkelerinde özel emeklilik fonlarının kurumsal fonlar içerisinde payı %29 ile yatırım fon ve ortaklıklarından sonra ikinci gelmektedir (Grafik 3.6). Dikkat çeken bir trend ise, dünyada kurumsal fonların kurumsal yatırımcı türüne göre dağılımının analizinde gördüğümüz gibi, OECD ülkelerinde, özel emeklilik fonları dışındaki kurumsal yatırımcıların fon hacminin toplam içerisindeki göreceli payı yıllar itibariye önemli değişim gösterdiği halde, özel emeklilik fonlarının payının son on sene içerisinde istikrarlı oluşudur. Emeklilik fonları uzun dönemli fon birikimi sağlaması, tasarruf artışı sağlaması, piyasalarda yeni enstrümanlar sunması ve özelleştirmeyi kolaylaştırıcı etki yapabilmesi nedeniyle gelişmekte olan ülkeler için önemli olmuştur. Fakat bu ülkelerde, özel emeklilik fonlarının sermaye piyasasında önemli kurumsal yatırımcı kimliği ile varlık gösterebilmeleri için yeterli fon birikimine sahip olmaları ve bu fonları sermaye piyasalarında değerlendirmeleri önem taşımaktadır. Yeterli fon düzeyine ulaşmayan veya bu kaynaklarını çeşitli nedenlerle sermaye piyasalarına aktaramayan emeklilik fonlarının sermaye piyasalarının gelişimine katkısı da beklenmemelidir. 4.3.3.2. Türkiye’de Sosyal Güvenlik Sistemi Türkiye’de 1998 yılında SSK ve Emekli Sandığının büyüklük göstergesi olarak, bu kurumların toplam plasmanlarına bakıldığında, bu değerin 1998 yılında 3.05 milyar ABD doları hacminde olduğu görülmektedir. Bu tutarın GSYİH’ya oranı ise %1.49’a eşittir18. Bu büyüklükler aynı zamanda, olası özel emeklilik reformunda, özel emeklilik fonlarının paylaşacağı pastanın büyüklüğünü de göstermektedir. Türkiye’de 1998 yılında toplam kurumsal fonların GSYİH’ya oranının %1.3’e eşit olduğunu dikkate alırsak, bu hacmin önemli bir potansiyel olduğunu söyleyebiliriz. 16 Vickers, J.S. and Yarrow, G.K. (1988) Privatization. MIT Press, Cambridge, Massachussetts. Guercio, D.D., Hawkins, J. (1999),“The Motivation and Impact of Pension Fund Activism”, The Journal of Financial Econonics 52, pp. 294 18 SSK ve Emekli Sandığı plasmanları verileri ‘VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005), Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığı, 2000, s.14 ve s.21’, makroekonomik büyüklükler ise ‘T.C. Merkez Bankası (Kaynak: www.tcmb.gov.tr)’ verilerinden yararlanılarak hesaplanmıştır. 17 66 Grafik 4.14. Türkiye'de Sosyal Güvenlik Kurumlarının Nakit Açığı / GSMH (1991-1999) 1999 1998 1997 Değerler 1996 1995 1994 1993 1992 1991 0 0,5 1 1,5 2 2,5 3 Kaynak: “VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005), Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığı, 2000.” Sosyal güvenlik sistemi büyüklüğüne ve fon yaratabilme kapasitesine rağmen, ciddi açıklar vermekte ve devlet bütçesi üzerinde önemli yük oluşturmaktadır. Türkiye'de tüm sosyal güvenlik kurumlarının nakit açığının GSYİH’ya oranı 1999 yılında yaklaşık %4’e ulaşmış ve yıllar itibariyle de artan bir seyir izlemiştir (Grafik 4.14). Gelirleri giderlerinin altında kalan sosyal güvenlik kurumlarının açıkları 1992 yılından itibaren devlet bütçesinden karşılanmakta ve devletin sosyal transferleri olmadan faaliyetlerini sürdüremez durumda bulunmaktadır. 1999 yılında sosyal güvenlik kurumlarının nakit açığının GSMH’ya oranı yaklaşık %3.9’a ulaşmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarına (SSK, Emekli Sandığı ve Bağkur) hazine yardımlarının GSMH’ya oranı 2001 yılında %2.99’e, hazine yardımlarının bütçe açığına oranı ise %19.8’e ulaşmıştır19. Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin açıkl vermesinin arkasında yatan birden fazla neden vardır. İlk önce, toplumun tüm kesiminin sosyal güvenlik sistemine dahil edilememesi, kayıt dışı istihdamın mevcudiyeti ve mevcut sigortalılardan primlerin zamanında tahsil edilememesi toplam fon hacmini azaltmaktadır. İkincisi, sosyal güvenlik kurumlarında aktif-pasif sigortalı oranının dengeli olmaması giderleri artırmaktadır. Özellikle, erken emeklilik nedeniyle nüfusun aktif sigortalı olması gereken kısmının bu kapsama alınamaması nedeniyle prim ödeyenler ile alanlar arasındaki denge uluslararası standartların altında kalmıştır. Genç emekliler ülkesi durumunda olan Türkiye’de 1975 yılında SSK kapsamında 6.3 aktif sigortalı bir emekliyi finanse ederken 19 Hazine yardımlarının GSMH ve bütçe açığına oranı rakamları ‘T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ ndan (www.calisma.gov.tr) alınmıştır. 67 bugün bu rakam 2 seviyesine düşmüştür20. Üçüncüsü, çeşitli politik kaygılardan dolayı çıkartılan erken emeklilik, süper emeklilik ve af yasaları sosyal güvenlik kurumlarının mali yükünü artırmaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin açıklarının büyümesinin en büyük nedenlerinden biri de, çeşitli nedenlerle verimsiz portföy yönetimidir. Mevcut fonların düşük, birçok durumda negatif reel faiz oranları ile kamu bankalarına ve kamu borçlanma senetlerine yatırılması, zaten yetersiz olan prim gelirlerinin etkin değerlendirilememesine neden olmaktadır. Grafik 4.15. SSK ve Emekli Sandığının Plasmanları ve Fon Gelirleri (%) Plasm anlar, 1998 Plasm anlar, 1993 G ayrim enkul; 12% Banka M evduatı; 28% H isse Sen edi ve İştirakler; 1% D iğ er; 18% Gayrim enkul; 59% Diğer; 13% B anka M evdua tı; 6 9% Hisse Senedi ve İştirakler; 0% Fon G elirleri, 1993 Fon G elirleri, 1998 M evduat Faizi; 32% M evduat Faizi; 35% D iğ er G elirler; 58% Diğer Gelirler; 53% K ira G eliri; 10% İştirak G eliri; 0% Kira Geliri; 11% İştirak Geliri; 1% Kaynak: “VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005), Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu, T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığı, 2000.” SSK ve Emekli Sandığı fonlarının yatırıldığı alanlara bakıldığında, fonların yönlendirildiği alanların büyük ölçüde kamu bankaları mevduatı ve gayrimenkul yatırımı olduğu görülmektedir (Grafik 4.15). 1993’de SSK ve Emekli Sandığı plasmanları içerisinde banka mevduatının payı %69, gayrımenkulün payı ise %12 olduğu halde, 1998’de banka mevduatı oranı %28’e düşerken, gayrımenkul oranı %59’a yükselmiştir21. SSK ve Emekli Sandığının plasmanlarından elde ettiği gelirler arasında önemli payı diğer gelirler oluşturmaktadır. Diğer gelirlerin önemli kalemi faiz ve gecikme zammıdır. 1993’de diğer gelirlerin toplam fon gelirleri içindeki payı %58, mevduat faizi %32, kira geliri ise %10 olmuştur. Bu rakamlar 1998’de sırasıyla, %53, %35, %11 olmuştur. Kamu bankalarına mevduat olarak 20 VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Finansman Alt Komisyonu Raporu 21 1998 yılında gayrımenkullerde meydana gelen artışı önemli ölçüde aynı yılda yapılan yeniden değerlemeden kaynaklanmaktadır. 68 yatırılan fonların sürekli enflasyon oranının altında kazanç sağlaması, sosyal güvenlik fonlarının sürekli erozyona uğramasına ve bu kurumların yükümlülüklerini kendi kaynakları ile karşılayamamalarına neden olmaktadır. 4.3.3.3. Türkiye’de Özel Emeklilik Reformu Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi, devlet bütçesi üzerinde önemli yük getirmekle birilikte, sigortalarlıların beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Sosyal güvenlik sisteminin etkinleştirilmesi için yapılan öneriler öncelikle, sistemdeki kaçakların engellenmesi, sosyal güvenliğin tüm kesimlere ulaştırılması ve toplanan fonları etkin ve verimli şekilde uzman kişilerce yöneterek gelir elde eder hale getirilmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu önerilerin yanı sıra, sosyal güvenlik sistemine bir alternatif olarak özel emeklilik sistemine geçilmesi Türkiye’de uzun yıllardır tartışılmış, Ekim 2001’de yasalaşmasına rağmen henüz uygulamaya başlanmamıştır. Özel emeklilik sistemi aynı zamanda, sosyal güvenlik sistemi işlevlerinin bir kısmının özel kesim tarafından yerine getirilmesi anlamına geldiği için öncelikle, sosyal güvenlik sisteminin özelleştirmesinin avantajları ve dezavantajları tartışılmalıdır. Ekonomi tarihi aynı sosyal ve ekonomik etkinlik çerçevesinde savunulan kamulaştırma ve özelleştirme dalgalarına şahit olmuştur. Oluşturulan teorik modeller, kamu ve özel mülkiyet yapısından hangisinin ekonomik etkinlik üzerinde daha verimli olduğu konusunda kesin bir sonuca ulaşamamıştır. Genel olarak kabul edilen, ekonomik etkinlik açısından asıl farklılığı yaratan mülkiyet yapısı değil, rekabet ve yasal düzenlemelerin etkinliği olduğudur22. Özel mülkiyetin etkinlik yaratıcı özelliğe sahip olduğunu savunan ‘Avusturya Okulu’ özel mülkiyetin kamu mülkiyetinden daha etkin olduğunu savunmaktadır. Hissedarların yönetim üzerindeki kontrolü, sermaye piyasası disiplini ve iflas maliyetleri özel mülkiyetin etkinlikten sapmasını engellemektedir. Hissedarlar oy hakkı sayesinde yönetimi kontrol etmek hakkına sahiptir. Yönetimin uygunsuz davranışları, onların şirket ile bağlantısının kesilmesine neden olabilmektedir. Fakat, portföy teorisine uygun olarak dağınık sahiplik yapısı yönetimin performansının kontrol edilmesi için insiyatif vermemektedir. Diğer taraftan, işletme performansı ile ilgili bilgi toplama maliyetinin yüksekliği hissedarların şirket yönetimi ile ilgili bilgi alma isteğini azaltmaktadır. Bu durumda, hissedarlar şirket yönetiminin etkinliği ile ilgili kararlarını, hisse senedini satarak veya alarak vermektedirler. Jensen and Meckling (1976), temsilcilik sorununun sermaye piyasası disiplini aracılığıyla çözülebileceğini göstermiştir. Kötü yönetimin getirdiği iflas 22 Vickers ve Yarrow, a.g.e., s. 44,; Adaman, F. (1993), ‘The Effects of Ownership Structure on Efficiency: Is There Any Rationale for Privatization?’ Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 517. 69 maliyetleri sadece, özel mülkiyet için geçerlidir ve bu maliyetlerden kaçınmak için yönetim etkinliğin yükseltilmesi için çalışmaktadır. Buna karşılık, kamu mülkiyeti altında temsilcilik sorununun özel mülkiyet altındaki temsilcilik sorunundan daha karmaşık olduğu için kamu mülkiyeti altında etkinliğin daha düşük olduğu sonucuna varılabilir. Fakat, teorik saptamaların genellikle, ağırlık verdiği nokta özelleştirmenin bir amaç değil, etkinliği artırmak için bir araç oluşudur23. Özelleştirmeden beklenen etkinlik artışının önemli belirleyicileri piyasadaki rekabet düzeyi ve yasal düzenlemelerin etkinliğidir. Piyasaların rekabetçi olduğu durumlarda özel mülkiyetin getirdiği içsel etkinlik artışı, genel olarak, ekonomik refah düzeyini yükseltmektedir. Fakat, rekabetçi piyasaların söz konusu olmadığı durumlarda, özel mülkiyetin mi, yoksa kamu mülkiyetinin mi, daha etkin olduğu konusunda kesin yargıya varma zorlaştığı için yasal düzenlemelerin etkinlik düzeyine bakılmalıdır24. Bu tartışmalardan da, görüldüğü gibi Türkiye’de özel emeklilik reformu tartışıldığı zaman, sadece, özel mülkiyet değişkeni üzerinde değil, piyasadaki rekabet düzeyi, yasal düzenlemelerin etkinliği ve diğer ilgili ekonomik faktörler dikkate alınmalıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, zayıf piyasa ve rekabet yapısı, piyasaların sık olarak çöküşü, politik müdahaleler, eşit olmayan gelir dağılımı, yüksek işsizlik düzeyi, bölgesel eşitsizlikler ve gelişmiş ülkeler ile olan ilişkiler gibi çok değişik faktörler özelleştirme sürecini ve sonuçlarını etkilemektedir. Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin kamu mülkiyetinde devam etmesi, bu sistemin verimsizliğinden ve sık devlet müdahalelerinden dolayı25, ekonomi üzerinde ağır yük olarak kalmasına, uzun vadeli birikimlerin sermaye piyasasına aktarılamamasına ve genel olarak, ekonomik refah düzeyinin düşmesine yol açacaktır. Fakat diğer taraftan, kamu mülkiyetindeki sosyal güvenlik sisteminin çok kısa bir süre içerisinde tamamen özel mülkiyete devredilmesi, olası piyasa çöküşlerinde ülkenin ciddi sosyal, toplumsal, ekonomik ve politik sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Bu durumda, özelleştirmenin amaç değil, araç olduğu unutulmamalı, Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde rekabeti özendirecek, yasal düzenlemeleri etkinleştirecek ve sistemin genel verimlilik düzeyini geliştirecek, özel ve kamu mülkiyetinin bir arada var olduğu, tedrici özelleştirme reformu izlenmelidir. Türkiye sosyal güvenlik sisteminde tedrici özelleştirmeye, özel emeklilik fonlarının kurulması ve uygulanma sürecinde vergi kolaylıkları ve teşvikler sağlamakla başlamak olanaklıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, özel emeklilik sisteminin başarılı olabilmesi için, özellikle başlangıç 23 Ertuna, Ö. (1993), ‘Privatization of state-owned enterprises: A tool for improving competitiveness’, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, 29-37. 24 Vickers ve Yarrow, a.g.e., s. 44 25 Acemoğlu, D., T. Verdier (2000) “The Choice Between Market Failures and Corruption”, American Economic Review, Vol. 90, No 1. March s. 195 70 aşamasında, sistem vergi teşvikleri ile desteklenmektedir. Özel emeklilik fonlarının ekonomi ve kişisel tasarruflar içinde önemli paya sahip olduğu ülkeler ile emeklilik fonlarının yeterli gelişme gösteremediği ülkelerin mevzuatı karşılaştırıldığında, aradaki farklılığın önemli ölçüde emeklilik fonlarının vergilendirilmesine ilişkin uygulamalardan kaynaklandığı görülmektedir26. Fonlara yapılan prim ödemeleri, fon yönetiminden elde edilen gelirler ile sermaye kazançlarının bir kısmı veya tamamı vergiden muaf tutulmaktadır. Kuruluşunun desteklenmesi ve yeterli fon birikimine ulaşmaları halinde sermaye piyasalarında önemli kurumsal yatırımcı olarak varlık gösterecek özel emeklilik fonlarının, sermaye piyasasının gelişmesine önemli etkisi olacağı unutulmamalıdır. Bununla birlikte, özel emeklilik fonlarının biriktireceği fonların sermaye piyasalarında değerlendirilebilmeleri için sermaye piyasalarının gelişmesine ve ekonomik istikrara önem verilmelidir. Günümüzde yatırım fonları ve sigorta şirketleri örneğinde olduğu gibi, özel emeklilik sisteminde toplanacak fonların ekonomik istikrarsızlık ve devlet iç borçlanma ihtiyacının yüksek olması nedeniyle, kısa vadeli kamu borçlanma senetlerine yatırılmasının sermaye piyasalarının gelişimine hiçbir katkısı olmayacaktır. 26 Ergenekon, Çağatay (1998), “Vergilendirme Rejiminin Özel Emeklilik Fonlarının Gelişimi Üzerindeki Etkisi: Sermaye Piyasaların Yansımaları”, İMKB Dergisi, Cilt 2, No 7-8 Temmuz Aralık, s. 109. 71 5. TÜRKİYE’DE KURUMSAL YATIRIMCILARIN PORTFÖY DAVRANIŞINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN ANALİZİ 5.1. TEORİK ÇERÇEVE Türkiye’de kurumsal yatırımcı portföy davranışlarının analizi, kurumsal yatırımcıların portföylerinin ağırlıklı kısmının sabit getirili kamu borçlanma kağıtlarına aktarıldığını ortaya koymaktadır. Türkiye’de 2000 yılında toplam kurumsal fonların %68’i, yatırım fonlarının %87’si, yatırım ortaklıkları fonlarının %43’ü, sigorta şirketi fonlarının %66’sı kamu borçlanma senetlerine yatırılmıştır. Aynı yılda kurumsal fon portföyü içerisinde hisse senedi oranı toplam kurumsal fonlarda %8, yatırım fonlarında %12, yatırım ortaklıkları fonlarında %56, sigorta şirketi fonlarında %1’e eşittir. Bu ise kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasında yeterli kadar aktif olamadığının bir göstergesidir. Türkiye’de kurumsal yatırımcıların portföy yapısında hisse senedi payının zaman trendi içerisinde, aynı yönde değişim göstermesi, bu değişime neden olan dışsal değişkenlerin varlığına işaret etmektedir. Bu dışsal değişkenler arasında reel faiz oranlarının, sermaye piyasası getirisi ve volatilitesinin etkisi bu bölümdeki çalışmamızın konusudur. Portföy teorisi, yatırımcıların portföy kararlarını alternatif yatırım araçlarının risk ve getiri beklentilerine göre verdiğini belirtmektedir. Bu durumda kurumsal yatırımcıların portföylerindeki hisse senedi oranı sermaye piyasasının getirisi ve volatilitesi ile alternatif yatırım araçlarının getirisi ve riski ile ilişkilidir. Türkiye’de devletin yüksek iç borçlanma ihtiyacı reel faiz oranlarının çok yüksek olmasına ve mevcut tasarrufların devlet iç borçlanma senetlerine yönlenmesine neden olmaktadır. Diğer taraftan, ülkedeki makroekonomik istikrarsızlık, yatırımcıları volatilitesi yüksek finansal araçlar yerine, teorik olarak riski sıfır olan hazine bonosu ve devlet tahviline yönlendirmektedir. Sermaye piyasasının yüksek getirisi kurumsal yatırımcıları fonlarını sermaye piyasasına aktarmaya teşvik ettiği gibi, alternatif yatırım araçlarının getirisinin altındaki bir oran kurumsal yatırımcıları fonlarını sermaye piyasası dışına aktarmaya itecektir. Bu nedenle, sermaye piyasalarının getiri düzeyi ile kurumsal yatırımcıların portföyündeki hisse senedi oranı arasında pozitif bir ilişki öngörülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, sermaye piyasalarının yüksek volatilitesi bir ekonomik gerçektir. Şiddetli fiyat dalgalanmaları sermaye piyasasının istikrarını tehdit etmekte, likidite krizlerini teşvik etmektedir. Likidite krizinde ise finansal kurumlar likidite sıkışması ile karşı karşıya 72 kalmakta, ciddi finansal kayıplara uğramakta, reel sektör ve devlet ise yüksek borçlanma maliyeti ile karşı karşıya kalmaktadır. Yüksek volatilite aynı zamanda belirsizliği artırarak, ekonomik faaliyetleri olumsuz yönde etkilemektedir. 5.2. VERİLER Mevcut araştırmamızda, kurumsal yatırımcıların portföy davranışlarının analizi için yatırım fonlarının Ocak 1997-Aralık 2001 verileri analiz edilmiştir. Araştırmamızda kullanılan yatırım fonlarının portföy verileri Sermaye Piyasası Kurulu, sermaye piyasası verileri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, ekonomik veriler ise TC Devlet Planlama Teşkilatı ve TC Merkez Bankası’ndan alınmıştır. 5.3. ARAŞTIRMA METODOLOJİSİ 5.3.1. Değişkenler Araştırmamızda yatırım fonlarının portföy davranışlarını etkileyen faktörlerin analizi için yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranı, reel faiz oranı, sermaye piyasası getirisi ve volatilitesi değişkenleri kullanılmıştır. 5.3.1.1. Yatırım Fonları Portföyünde Hisse Senedi Oranı Yatırım fonları portföylerinde hisse senedi oranı aldatıcı olabilmektedir. Mevzuata göre A tipi yatırım fonlarının portföylerinde sürekli olarak %25 hisse senedi tutma zorunluluğu bulunmakta ve bu %25’lik kısmın varlığı piyasa hareketlerinden bağımsızdır. Tablo 5.1’den görüldüğü gibi, 1994-2001 Türkiye’de yatırım fonları portföylerinde bulunan hisse senetleri hacminin ortalama olarak % 45’i yasal zorunluluk nedeniyle tutulmaktadır. Tablo 5.1. Türkiye’de Yatırım Fonlarının Portföyünde Hisse Senedi Oranı (%) Toplam Hisse Senedi Oranı: A ve B Tipi yatırım fonlarının portföyünde bulunan hisse senedi hacminin toplam portföy büyüklüğüne oranıdır. Zorunluluk Dışı Hisse Senedi Oranı: A Tipi yatırım fonlarının mevzuat gereği %25 oranında portföylerinde tutmaları gereken hisse senedi dışında kalan toplam hisse senedi hacminin toplam portföy büyüklüğüne oranıdır. Zorunluluk dışı hisse senedi oranı tarafımızdan hesaplanmıştır. 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Toplam Hisse Senedi Oranı 5,06 5,54 5,71 15,12 8,45 13,55 12,40 7,43 Zorunluluk Dışı Hisse Senedi Oranı 2,27 1,93 1,92 5,99 3,27 7,74 5,69 4,44 Kaynak: SPK Aylık Bülten (Aralık 2001) 73 Yatırım fonlarının portföyünde yasal zorunluluk nedeniyle tutulan hisse senedi hacmi yatırımcıların risk ve getiri beklentilerinden bağımsızdır. Yatırımcıların risk ve getiri beklentilerinden etkilenen esas değişken yatırımların portföylerinde zorunluluk dışı tuttukların hisse senedi oranıdır. Yatırım fonlarının genel zorunluluk dışı hisse senedi oranının hesaplanması için B tipi yatırım fonlarının portföyünde bulunan hisse senedi tutarı ile A tipi yatırım fonlarının portföyünde bulunan zorunluluk dışı hisse senedi tutarı toplanarak, toplam portföy hacmine bölünmüştür. 5.3.1.2. Reel Faiz Oranı Reel faiz oranının hesaplanması için ise nominal faiz oranı ile enflasyon oranı kullanılmıştır. Fisher hipotezi nominal faiz oranlarının beklenen enflasyon ve reel faiz oranları olarak iki bölümden oluştuğunu önermektedir1. it ,k = rrt ,k + E (π ) t ,k + (rrt ,k × E (π ) t ,k ) (5.1) Denklem (5.1)’de it,k, t zamanında vadesi k yıl olan finansal varlığın nominal faiz oranını, rrt,k aynı finansal varlığın reel faiz oranını, E(π)t,k ise t zamanında t+k zaman süresi için beklenen faiz oranını göstermektedir. Gerçekleşen enflasyon oranını (πt,k) denklem (5.1)’e dahil edersek, enflasyon öngörü hatası aşağıdaki şekilde tanımlanabilir. ε t ,k = π t ,k − E (π ) t ,k (5.2) (5.1) denkleminde beklenen enflasyon oranını, gerçekleşen enflasyon oranı ve enflasyon öngörü hatası ile ifade edersek, aşağıdaki denklemi oluştura biliriz. rrt ,k = it ,k − π t ,k + ε t ,k 1 + π t , k − ε t ,k (5.3) Görüldüğü gibi, reel faiz oranlarının saptanması tamamen beklentilere dayalı enflasyon öngörü hatasının hesaplanmasına bağımlıdır. Finansal ekonomi literatüründe nominal faiz oranlarının beklenen enflasyon oranı ve reel faiz oranlarına ayrıştırmak için çeşitli istatistiksel yöntemler 1 St-Amant, P. (1996), ‘Decomposing U.S. Nominal Interest Rates into Expected Inflation and Ex-Ante Real Interest Rates Using Structural VAR Methodology’, Bank of Canada. Ontario 74 kullanılmıştır. Bunlar arasında yapısal vektör otoregresyon yöntemi2 ve Beveridge-Nelson yöntemi3 vardır. Fakat, enflasyon beklentilerinin hızla değiştiği Türkiye ortamında kısa vadeli hazine bonosu getirilerine dayanarak nominal faiz oranlarının reel faiz oranları ve beklenen faiz oranlarına ayrıştırmak çok zor olmaktadır. Bu nedenle, mevcut çalışmamızda, reel faiz oranları nominal faiz oranları ile nominal enflasyon oranı arasındaki fark olarak esas alınacaktır. Bu durumda denklem (5.3) aşağıdaki şekle dönüşecektir. rrt ,k = it ,k − π t ,k 1 + π t ,k (5.4) Mevcut çalışmamızda reel faiz oranlarını hesaplamak için hazine bonosu ortalama bileşik faiz oranları esas alınmıştır. Nominal enflasyon oranı hesaplamalarında ise tüketici fiyat endeksi kullanılmıştır. 5.3.1.3. Sermaye Piyasası Getirisi Sermaye piyasası getirisini ölçmek için sermaye piyasasında işlem gören hisse senetlerinden oluşan endeks getirileri kullanılmaktadır. Türkiye’de temel endeks olarak kullanılan İMKB-100 endeksidir. Mevcut çalışmamızda, İMKB-1000 endeksinin getirisinin ölçümü için aşağıdaki formül kullanılmıştır. Rit = pit, − pi ,t −1 (5.5) pi ,t −1 Pi, t-1 = İMKB-100 endeksinin t-1 ayında değeridir.. Pi, t = İMKB-100 endeksinin t ayında değeridir. 2 Blanchard, O.J. and D. Quah, (1989), ‘The Dynamic Effects of Aggregate Demand and Supply Disturbances’, American Economic Review 79. pp. 655-673 3 Evans, G. and L. Reichlin (1994), ‘Information, Forecasts, and Measurement of the Business Cycle’, Journal of Monetary Economics 33, pp. 233-254. 75 Grafik 5.1. Türkiye’de Kurumsal Yatırımcı Portföyündeki Hisse Senedi Oranı ve IMKB-100 Endeksi Getirisi (%) 500% 18% 16% 400% 14% 300% 12% 10% 200% 8% 100% 6% 0% 4% -100% 2% 0% Hisse Senedi Oranı İMKB 100 Getirisi 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2% 2% 3% 2% 16% 6% 6% 6% 11% 5% 8% 8% 429% -13% -37% -74% 346% -93% -32% 68% 155% -93% 418% -77% -200% Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, İMKB-100 endeksi getirileri ise “İMKB Aylık Bülten” alınmıştır. Türkiye’de 1989-2000 döneminde kurumsal yatırımcıların portföylerinde hisse senedi oranı ile İMKB-100 endeksi getirileri arasındaki ilişki araştırıldığında, belirli dönemler için bu iki değişken arasında pozitif bir ilişki olduğu görülmektedir. Bu ilişki, özellikle, hisse senedi getirilerinin arttığı 1993 ve 1997 yıllarında belirgindir (Grafik 4.1). Ancak bu yıllar dışında İMKB-100 endeksi getirisi ile portföydeki hisse senedi oranı arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemektedir. 5.3.1.4. Sermaye Piyasası Volatilitesi Araştırmamızda sermaye piyasasının volatilitesini ölçmek için İMKB-100 endeksinin günlük yüzdesel değişimlerinin standart sapması esas alınmıştır. Bu gösterge yüzdesel değişimlerin standart sapması olduğu için enflasyonist etkilerden arındırılmıştır. İMKB-100 endeksinin getiri volatilitesi Grafik 5.2’de verilmiştir. Görüldüğü gibi, İMKB-100 endeksinin getiri volatilitesi yıllar itibariyle azalma eğilimi içerisine girmiştir. Bu fiyat dalgalanmalarında sertliğin giderek azaldığını göstermektedir. 1997 yılından itibaren getiri volatilitesi yatay seyir izlemeye başlamıştır. 76 Grafik 5.2. IMKB-100 Endeksinin Getiri Volatilitesi (%) 35.00% 30.00% 25.00% 20.00% 15.00% 10.00% 5.00% 0.00% 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 Kaynak: Kurumsal fon hacmi verileri “OECD Institutional Investors Statistics Database”’den, İMKB-100 endeksi getirileri ise “İMKB Aylık Bülten” alınmıştır. 5.3.2. Araştırma Metodolojisi Geliştirdiğimiz teorik çerçeve sermaye piyasasının getirisi, volatilitesi ve reel faiz oranları ile yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranı arasında bir regresyon ilişkisinin mevcut olabileceğini ifade etmektedir. Bu modeli test edebilmek için kullanılabilecek analiz yöntemlerinden araştırmamız için uygun olanı çoklu regresyon analizidir. Çoklu regresyon analizi birden fazla bağımsız değişken ile bir bağımlı değişken arasında ilişkini analiz etmek için kullanılmaktadır. Tasarladığımız regresyon denklemi sermaye piyasasının getiri ve volatilitesi ile reel faiz oranı değişkenlerinin yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranı değişkeni üzerinde etkisi analiz edilmektedir. Bu çoklu regresyon denklemi (5.6)’da tanımlanmıştır. HS i = b0 + b1 RFO + b2 RET + b3VOL (5.6) 5.3.3. Makroekonomik Değişkenlerin Temel Özellikleri Tablo 5.2’de ekonomik değişkenlerin korelasyon matrisi verilmiştir. Korelasyon matrisi Ocak 1997-Ocak 2001 yılları arasında 49 aylık dönem için hesaplanmıştır. 77 Tablo 5.2. Ekonomik Değişkenlerin Pearson Korelasyon Matrisi RFO RET RFO (Reel Faiz Oranı) 1.00 RET (İMKB-100 Endeksi Getirisi) -0.05 1.00 VOL (İMKB-100 Getiri Volatilitesi) -0.11 0.50 VOL 1.00 Korelasyon matrisinin analizi reel faiz oranı, İMKB-100 endeksi getirisi ve İMKB-100 endeksi getiri volatilitesi arasında istatiksel olarak anlamlı korelasyonun söz konusu olmadığını göstermektedir. 5.4. ARAŞTIRMA BULGULARI Türkiye’de sermaye piyasasının getiri, volatilitesi ve reel faiz oranları ile yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranı arasında çoklu regresyon analizinin bulguları Tablo 5.3’de verilmiştir. Tablo 5.3. Yatırım Fonları Portföyünde Bulunan Hisse Senedi Oranını Etkileyen Faktörler: Çoklu Regresyon Analizinin Sonuçları Regresyon analizi 49 gözlemlik tüm anakütle için yapılmış, t-değerleri parantez içinde verilmiştir. HS = Yatırım Fonları Portföyünde Hisse Senedi Oranı RFO = Reel Faiz Oranı RET = İMKB-100 Endeksi Getirisi VOL = İMKB-100 Endeksi Getiri Volatilitesi HS i = 0.073 − 0.081 RFO − 0.006 RET − 0.265VOL a a ( 8.78 ) R 2 = 0.45 a ( 0.49 ) ( 6.53 ) F − statitic =14.3a (1.25 ) N = 49 % 1 anlam düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Regresyon analizi sonucunda, reel faiz oranı değişkeni katsayısının negatif ve istatiksel olarak %1 anlamlılık düzeyinde anlamlı olduğu saptanmıştır. Bu reel faiz oranındaki artışın, yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranını anlamlı düzeyde düşürdüğünü göstermektedir. Regresyon analizine dahil edilen sermaye piyasası getirisi ve volatilitesinin yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranı üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkiye sahip olmadığı araştırma bulguları arasındadır. Regresyon denklemine dahil edilen bağımsız değişkenlerin yatırım fonları portföyünde hisse senedi oranındaki değişimi açıklama gücü %45’e eşittir. 50 örnek sayısı ve 3 bağımsız değişken ile %1 istatistiksel anlamlılık düzeyi ve %80 güce sahip çoklu regresyon testinde bulunması gereken minimum R2 değeri %25’e eşittir4 Oluşturduğumuz regresyon denkleminin R2 değeri 4 Hair, J. F., Anderson, R.E., Tatham, R.L., and Black, W.C. (1998), Multivariate Data Analysis. Prentice Hall. New Jersey. p. 165. 78 %45’e eşit olduğundan regresyon denklemimiz istatiksel anlamlılığın yanı sıra pratik anlamlılık koşulunu da karşılamaktadır. Araştırma sonuçları, kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasına fon aktarım oranını etkileyen temel faktörün reel faiz oranları olduğunu göstermektedir. Reel faiz oranlarının yüksek oluşu kurumsal fonların portföylerinde hisse senedi hacmini düşürmeğe itmektedir. Sermaye piyasalarından çekilen bu fonlar ise kamu borçlanma kağıtları ile finansal olmayan varlıklara yatırılmaktadır. Dolayısıyla, kurumsal fonların sermaye piyasasına çekilmesi isteniyorsa, devletin iç dengeleri sarsan ve reel faiz oranlarını yükselten, aşırı borçlanma ihtiyacı kontrol altına alınmalıdır. Sermaye piyasası getirisi ve volatilitesinin kurumsal yatırımcı portföy davranışı üzerinde etkili olmaması da, dikkat çeken önemli bulgular arasındadır. 79 6. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Bireysel tasarrufları bir araya getirerek etkin ve verimli alanlarda kullanıma aktaran kurumsal yatırımcılar, gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarda farklı yer ve öneme sahiptir. Sermaye piyasalarının gelişmişlik düzeyi ile bağlantılı olarak varlıkları ve etkinlikleri değişen kurumsal yatırımcılar aynı zamanda sermaye piyasalarının gelişiminde de itici kuvvet niteliğindedir. OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların analizi kurumsal fonların 80’li yıllardan bu yana önemli gelişme gösterdiğini göstermektedir. 2000 yılında tüm OECD ülkelerinde kurumsal fonların GSYİH’ya oranı ortalama %85, gelişmekte olan OECD ülkelerinde %20, Türkiye’de ise %1.9’a eşittir. Kurumsal yatırımcıların alternatif büyüklük ölçütü olan kurumsal fonların sermaye piyasası kapitalizasyonuna oranı ise 2000 yılında OECD ülkelerinde ortalama %98, gelişmekte olan OECD ülkelerinde %24, Türkiye’de ise %5.5’e eşittir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki fark sadece, kurumsal fon büyüklüğünde değil, aynı zamanda bu fonların portföy yapısındadır. OECD ülkelerinde kurumsal fonların ortalama %28’i hisse senedi yatırımlarına yönlenirken, gelişmekte olan OECD ülkelerinde bu oran %12, Türkiye’de ise %8’e eşittir. Kurumsal fonların önemli kısmı ise sabit getirili menkul kıymetlere yatırılmıştır. Bu sonuçlar OECD ülkelerinde kurumsal yatırımcıların fon büyüklüğü ve sermaye piyasasına katılımı itibariyle, sermaye piyasaları için büyük önemine işaret etmektedir. Fakat Türkiye’de kurumsal yatırımcıların Türkiye’de sermaye piyasası kapitalizasyonunun sadece %0.44’ü kadar portföylerinde hisse senedi tutması, kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasında rolünün yeteri kadar önem kazanmadığını göstermektedir. OECD ülkeleri örneğinde, sermaye piyasasının gelişimi ve kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi değişkenleri arasında gerçekleştirdiğimiz korelasyon analizi bu iki değişken kuvvetli pozitif korelasyon bağlantısı bulmuştur. Sermaye piyasasının gelişimi ve kurumsal yatırımcıların gelişmişlik düzeyi arasında kuvvetli pozitif ilişkinin varlığı, hangisinin gelişmesinin daha önce geldiğini sorgulamaya yönlendirmektedir. Diğer bir ifade ile, gelişmiş sermaye piyasalarının kurumsal yatırımcıların gelişmesi için bir önkoşul mu olduğunu, yoksa sermaye piyasasının gelişimi için kurumsal yatırımcıların geliştirilmesinin mi gerektiğini, sorgulamamız gerekmektedir. 80 Yaptığımız ekonometrik çalışma tüm OECD ülkeleri ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan OECD ülkelerinde, sermaye piyasalarının gelişmesi ile kurumsal yatırımcıların gelişmesi arasıda çift yönlü nedensellik ilişkisi olduğunu göstermektedir. Bu sonuçlar, kurumsal yatırımcıların gelişmesi ile sermaye piyasalarının gelişmesi arasında dinamik etkileşim sürecinin söz konusu olduğunu, kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasının gelişimi için ortam yarattığını, gelişmiş sermaye piyasalarının ise kurumsal yatırımcıların yerine getirdikleri işlevlere talep yaratarak, kurumsal yatırımcıların gelişmesi için zemin hazırladığını göstermektedir. Ülke analizlerinde ise Türkiye için kurumsal yatırımcıların gelişmesinin sermaye piyasası gelişmesinden önce geldiği ve bu gelişim sürecini desteklediğini göstermektedir. Bu istatistiksel bulguların pratik geçerliliğini test etmek için mevcut çalışmamızda Türkiye vak’a çalışması yapılmıştır. Yapılan analiz sonuçları, Türkiye’de kurumsal fonların sermaye piyasasının kurulmasından bu tarafa, gelişme trendi içerisinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de 198 yılında %0.3 olan kurumsal fonların GSYİH’ya oranı, 2000 yılında %1.9’a yükselmiştir. Bu değer bir taraftan, kurumsal fonların Türkiye’de son 15 yıl içerisinde bir gelişme trendi içerisinde olduğunu gösterse de, bu değerin tüm OECD ülkeleri arasında en düşük değer olduğunu da, unutmamak gerekmektedir. Türkiye’de milli gelirin düşük olması yeterli kurumsal fon birikimini, yetersiz kurumsal fon birikimi ise kurumsal fonların sermaye piyasasında aktif rolünü engellemektedir. Kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasındaki rolünü belirleyen ikinci gösterge ise kurumsal yatırımcı portföyünde sermaye piyasası araçlarının, özellikle hisse senedinin payıdır. Fakat, Türkiye’ için yaptığımız analiz kurumsal yatırımcıların portföyünün önemli kısmının devlet iç borçlanma senetlerine yatırıldığını göstermektedir. Bu oran kurumsal yatırımcıların toplam finansal varlıklarının %68’i gibi yüksek orandadır. Kurumsal yatırımcıların portföyünde hisse senedinin payı ise, %8’i aşmamaktadır. Bu durum kurumsal yatırımcıların sermaye piyasası için çok önemli işlevler üstlenme potansiyellerine rağmen, bu potansiyelin Türkiye’de çok düşük düzede kullanıldığının, kurumsal yatırımcıların sermaye piyasasında yeterli kadar aktif olamadığını göstermektedir. Dikkati çeken bir başka nokta ise kurumsal fonların, finansal varlıklarını uzun vadeli yatırım araçlarında değerlendirilmesi beklenirken, daha kısa vadeli olan hazine bonolarına yönelmiş olmalarıdır. 81 Türkiye’de kurumsal yatırımcıların portföylerinde hisse senedi oranının neden düşük bir oranda olduğunu analiz etmek için gerçekleştirdiğimiz çoklu regresyon analizi kurumsal yatırımcı portföyünde hisse senedi oranını etkileyen esas faktörün ekonomideki reel faiz oranları olduğunu göstermektedir. Reel faiz oranının yüksekliği kurumsal yatırımcıların hisse senedi yatırımlarından uzaklaşmasına neden olmaktadır. Sermaye piyasası getirisi ve volatilitesi ise kurumsal yatırımcı portföyündeki hisse senedi oranı üzerinde etkili değildir. Türkiye’de kurumsal yatırımcıların geliştirilmesi ile ilgili önemli konulardan birisi de, özel emeklilik sistemi reformudur. Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin verimsizliği nedeniyle, bu sistemin daha etkin ve verimli çalışması için özel emeklilik reformunun gerçekleştirilmesi gerektiği tartışılmaktadır. Bu gereklilik tartışıldığı zaman, bazı durumlarda, özel mülkiyetin kamu mülkiyetinden daha verimli ve etkin olduğu varsayımına dayanılmaktadır. Mevcut çalışmamızda, sosyal güvenlik sistemi gibi stratejik öncelikli sektörlerin özelleştirilmesi için sadece, özel mülkiyet değişkeninin değil, piyasadaki rekabet düzeyi, yasal düzenlemelerin etkinliği ve diğer ilgili ekonomik faktörler dikkate alınması gerekliliğinin altını çizmekteyiz. Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminin tamamen kamu mülkiyetinde devam etmesi, bu sistemin verimsizliğinden dolayı, ekonomi üzerinde ağır yük olarak kalmasına, uzun vadeli birikimlerin sermaye piyasasına aktarılamamasına ve genel olarak, ekonomik refah düzeyinin düşmesine yol açacaktır. Fakat diğer taraftan, kamu mülkiyetindeki sosyal güvenlik sisteminin çok kısa bir süre içerisinde tamamen özel mülkiyete devredilmesi, olası piyasa çöküşlerinde ülkenin ciddi sosyal, toplumsal, ekonomik ve politik sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. Bu durumda, özelleştirmenin amaç değil, araç olduğu unutulmamalı, Türkiye’de sosyal güvenlik sisteminde rekabeti özendirecek, yasal düzenlemeleri etkinleştirecek ve sistemin genel verimlilik düzeyini geliştirecek, özel ve kamu mülkiyetinin bir arada var olduğu, tedrici özelleştirme reformu izlenmesi gerekliliğini vurgulamaktayız. Sonuç olarak, iyi çalışan, etkin ve gelişmiş sermaye piyasalarının var olması için gelişmiş kurumsal yatırımcılara ihtiyaç olduğu kurumsal yatırımcıların gelişimi kuşkusuzdur. Sermaye piyasasının gelişimi ise için önemli zemin hazırlamaktadır. Türkiye’de kurumsal yatırımcıların sermaye piyasası için çok büyük önemine rağmen, kamu borçlanma gereği nedeniyle yüksek faiz hadleri sermaye piyasasına gelecek fonları engellemektedir. Makro ekonomik istikrarsızlık aynı zamanda, sermaye piyasasında volatiliteyi arttırmakta, dolayısıyla yatırımcıları piyasadan uzaklaştırmaktadır. 82 Türkiye’de kurumsal yatırımcıların gelişimi için makro ekonomik istikrarın sağlanması, piyasada yeterli fon talebinin olmasını sağlamak için halka arzlar teşvik edilmesi, piyasa derinliği ve likiditesinin arttırılması, sermaye piyasasında alternatif yatırım araçlarının geliştirilmesi, özel emeklilik reformu için sermaye piyasasında gerekli zeminin hazırlanması ve hayata geçirilmesi araştırma önerileri arasındadır. 83 KAYNAKÇA Acemoğlu, D. and T. Verdier (2000), ‘The Choice Between Market Failures and Corruption’, American Economic Review 90, pp.194-211. Adaman, F. (1993), ‘The Effects of Ownership Structure on Efficiency: Is There any Rationale for Privatization?’, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 5-17. Aktan, C. C. (1993), ‘The Privatization of Economic Enterprises in Turkey’, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 39-52. Akyüz, Y. (1984), ‘Financial Structure and Relations in the Turkish Economy’, Industrial Development Bank of Turkey (TSKB), İstanbul. Akyüz, Y. (1990), ‘Financial System and Policies in Turkey in the 1980s’, The Political Economy of Turkey, Edt. By. Tosun Arkanlı, Dani Rodrik, St.Martin Press, NewYork. Allen, F. (2001), ‘Do Financial Institutions Matter?’, Journal of Finance 4, pp.1165-1175. Allen, F. and A. M. Santomero (1998), ‘The Theory of Financial Intermediation’, Journal of Banking & Finance 21, pp. 1461-1485. Allen, N. B. And D. B. Humpbrey (1997), ‘Efficiency of Financial Institutions: International Survey and Directions for Future Research’, Wharton Financial Institution Center Working Paper. Aras, G. (2000), ‘Türk Sermaye Piyasasında Gayrı Menkul Yatırım Ortaklıkları Üzerine Bir Değerlendirme’, İktisat Dergisi 400, s. 67-77. Aras, G. (2001), ‘KOBİ’lerin Sermaye Piyasası Yoluyla Fon Sağlama Olanakları : Tezgahüstü Piyasalar ve Risk Sermayesi Finansman Modeli’, I. Orta Anadolu Kongresi, Ekim 2001, Kapadokya. Aras, G., S. Büker (1999), ‘Sermaye Pazarının Ekonomideki Yeri ve Pazar Derinliği’’, ODTÜ Uluslararası Ekonomi Kongresi, Eylül 1999, Ankara. Aras, G., S. Büker ve H. Durucasu (2000), ‘Menkul Kıymetler Pazarında Derinliği Etkileyen Etmenler’, ODTÜ Uluslararası Ekonomi Kongresi, Eylül 2000, Ankara. Bagehot, W. (1873), ‘Lombard Street: A Description of the Money Market’ (1962 edt.), Irwin Homewood, IL. Benchivenga, V.R and B.D. Smith (1991), ‘Financial Intermediation and Endogenous Growth’, The Review of Economic Studies 58, pp. 195-209. 84 Benchivenga, V.R., B.D. Smith and R.M. Starr (1996), ‘Equity Markets, Transaction Costs, and Capital Accumulation: An Illustration’, The World Bank Economic Review 10 (2), pp. 241-265. Berk, N. (2001), Sigortacılıkta Fon Yönetimi, İMKB Yayınları, İstanbul. Berk, N. and G. Aras (2001), ‘Maintaining the Real Value of Equity of Insurance Companies: An Empirical Investigation in the Istanbul Stock Exchange’, METU International Conference in Economics, September 2001, Ankara. Blanchard, O.J. and D. Quah (1989), ‘The Dynamic Effects of Aggregate Demand and Supply Disturbances’, American Economic Review 79. pp. 655-673. Blommestein, H. (1998), ‘Emeklilik Reformlarının Sermaye Piyasalarına Etkileri’, İMKB Dergisi, Cilt 2, No 7-8 Temmuz Aralık . (ing. Verilecek) Bodie, Z. (1990), Pension Funds and Financial Innovation, Financial Management, Autumn. Bodur, M. (1993), ‘Privatization: A Critical Evaluation of the Turkish Case’, Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 53-62. Calvo, G.A. and P.E. Guidotti (1991), Interest Rates, Financial Structure, and Growth: Bolivia in a comparative perspective, Washington DC, International Monetary Fund. Chakravarty S. (2001), ‘Stealth-trading: Which Traders’ Trades Move Stock Prices?’, Journal of Financial Economics 61, pp.289-307. Chan-Lee, J. H. and S. Ahn (2001), ‘Informational Quality of Financial Systems and Economic Development: An Indicators Approach for East Asia’, ADB Institute Working Paper. Cho, Y.J. (1988), ‘The Effect of Financial Liberalization on The Efficiency of Credit Allocation’, Journal of Development Economics 29, pp. 101-110. Coffee, J. (1991), Liquidity Versus Control: The Institutional Investor as Corporate Monitor, Columbia Law Review. Cooley, T. F. and V. Quadrini (2001), ‘Financial Markets and Firms Dynamics’, The American Economic Review 91, pp.1286-1310. Davis, E. P. (1996), ‘The Role of Institutional Investors in the Evolution of Financial Structure and Behaviour’. Financial Markets Group and ESRC Working Paper. 85 Davis, P. (1995), Pension Funds, Retirement – Income Security and Capital Markets, An International Perspective, New York. De Gregorio, J. and P.E. Guidottii (1995), ‘Financial Development and Economic Development’, World Development 23 (3), pp. 433-448. Demirgüç-Kunt, A. and R. Levine (1996), ‘Stock Market Development and Financial Intermediaries: Stylized Facts’, The World Bank Economic Review 23 (2), pp. 291-321. Devereux, M.B. and G.W Smith (1994), ‘International Risk Sharing and Economic Growth’, International Economic Review 35 (4), pp. 535-550. Diamond, D. (1984), ‘Financial Intermediation and Delegated Monitoring’, Review of Economic Studies 51, pp. 393-414. Economides, N. (1993), ‘How to Enhance Market Liquidity’, Conference on Global Equity Markets: Technological, Competitive, and Regulatory Challenges, October, 1993, New York. Erdoğan, O. and L. Özer (1998), Sermaye Piyasasında Kurumsal Yatırımcılar, İMKB Yayınları, İstanbul. Ergenekon, Ç. (1998), ‘Vergilendirme Rejiminin Özel Emeklilik Fonlarının Gelişimi Üzerindeki Etkisi: Sermaye Piyasaların Yansımaları’, İMKB Dergisi 2 (7-8). Ergenekon, Ç. (1998), Özel Emeklilik Fonları: Şili Örneğinden Alınacak Dersler, İMKB Yayınları, İstanbul. Ertuna, Ö. (1993), ‘Privatization of State-owned Enterprises: A Tool for Improving Competitiveness’, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 29-37. Ertuna, Ö. (1999), ‘Constraints of Privatization in Turkey’, Partners for Development: New Roles for Government and Private Sector in the Middle East and North Africa. The World Bank. Mediterranean Development Forum, pp. 117-130. Evans, G. and L. Reichlin (1994), ‘Information, Forecasts, and Measurement of the Business Cycle’, Journal of Monetary Economics 33, pp. 233-254. Ezra, E., D. Moreno and B. Shitovitz (2000), ‘Rational Expectations Equilibria and the Expost Core of an Economy with Asymetric İnformation’, Journal of Mathematical Economics 34, pp. 527-535. Fama, E. (1977), Foundations of Finance: Portfolio Decisions and Security Prices, Oxford, Blackwell. 86 Fama, E. (1980), ‘Banking in the Theory of Finance’, Journal of Monetary Economics 6, pp. 39-58. Friedman, B. (1996), ‘Economic Implications of Changing Share Ownership’, The Journal of Portfolio Management 22, pp. 59-70. Fry, M.J. (1993), ‘Financial Repression and Economic Growth’, International Finance Group Working Paper, IFGWP-93-07, University of Birmingham. Geweke, J. (1980), ‘Causality, Exogeneity, and Inference’, Edited by: W. Hildenbrand and R. F. Wilhelms, Advances in Econometrics: Invited Papers for the 4th World Congress of the Econometric Society at Aix-En-Provence. Cambridge University Press., pp. 209. Giovannini, A. (1983), ’The Interest Elasticity of Savings in Developing Countries: The Existing Evidence’, World Development 11 (7), pp. 601-607. Goldsmith, R.W. (1969), Financial Structure and Development, Yale University Press, New Heaven. Granger, C. (1969), ‘Investigating Causal Relations by Economic Models and Cross Spectral Methods’, Econometrica 37, pp. 424-438. Greene, J. and D.Villaneuva (1991), ‘Private Investment in Developing Countries’, IMF Staff Papers 38(1), pp. 33-57. Greene, W. (1990), Econometric Analysis, Macmillan Publishing Company, New York. Greenwood, J. and B. Jovanovich (1990), ‘Financial Development, Growth and The Distribution of Income’, Journal of Political Economy 98 (5), pp. 1076-1104. Grossman, S. J. (1995), ‘Dynamic Asset Allocation and the Informational Efficiency of Markets’, The Journal of Finance 3, pp.773-787. Guercio, D.D. and J. Hawkins (1999), ‘The Motivation and Impact of Pension Fund Activism’, The Journals of Financial Economics 52, pp. 293-340. Gujarati, D. N. (1995), ‘Basic Econometrics’, McGraw-Hill, New York. Gupta, K.L. (1984), Finance and Economic Growth in Developing Countries, New Hampshire. 87 Gurley, J.G. and E.S. Shaw (1960), Money in a Theory of Finance, Brookings Institution, Washington, D.C. Güneş, H., B. Saltoğlu (1993), İMKB’nin Sorunları ve Gelişmesi İçin Önlemler, İTO Yayınları, İstanbul. Güneş, H., B. Saltoğlu (1998), İMKB Getiri Volatilitesinin Makroekonomik Konjonktür Bağlamında İrdelenmesi, İMKB Yayını, İstanbul. Gürsoy, C. T. and Y. Ö. Erzurumlu (2001), ‘Evaluation of Portfolio Performance of Turkish Investment Funds’, Doğuş Üniversitesi Dergisi 4, pp.43-53. Gürsoy, C.T. and A. Müslümov (2000), ‘Stock Markets and Economic Growth: A Causality Test’, Doğuş University Journal 2, pp. 124-131. Hair, J. F., R.E. Anderson, R.L. Tatham and W.C. Black (1998), Multivariate Data Analysis. Prentice Hall. New Jersey. Japelli, T. and M. Pagano (1994), ‘Saving, Growth, and Liquidity Constraints’, The Quarterly Journal of Economics 109 (1), pp. 93-109. Jayarajah, K. and W. Branson (1995), ‘Structural and Sectoral Adjustment: World Bank Experience, 1980-92’, A World Bank Operations Evaluation Study, The World Bank, Washington, D.C. Jensen, M. and W. Meckling (1976), ‘Theory of the Firm: Managerial Behavior, Agency Costs, and Ownership Structure’, Journal of Financial Economics 3, pp. 305-360. Jensen, M. and W. Meckling (1976), ‘Theory of The Firm: Managerial Behavior, Agency Costs, and Ownership Structure’, Journal of Financial Economics 3, 305-360. Jensen, M.and R. Ruback (1983), ‘The Market for Corporate Control’, Journal of Financial Economics 11, pp. 5-50. Jung, W.S. (1986), ‘Financial Development and Economic Growth: International Evidence’, Economic Development and Cultural Change 79, pp. 333-346. Kapur, B.K. (1976), ‘Alternative Stabilization Policies for Less Developed Countries’, Journal of Political Economy 84 (4), pp. 777-795. Kapur, B.K. (1992), ‘Formal and Informal Financial Markets, and The Neo-Structuralist Crituque of The Financial Liberalization Strategy in Less Developed Countries’, Journal of Development Economics 38, pp. 63-77. 88 Kavajecz, K. A. and E. R. Odders-White (2001), ‘Volatility and Market Structure’, Journal of Financial Markets 4, pp. 359-384. Kindleberger, C.P. (1987), ‘Financial Deregulation and Economic Performance’, Journal of Development Economics 27, pp. 339-353. King, R.G. and R. Levine (1993), ‘Finance and Growth: Schumpeter Might Be Right’, The Quarterly Journal of Economics 108 (3), pp. 717-738. Leland, H. E. and D. H. Pyle (1977), ‘Informational Asymetries, Financial Structure and Financial Intermediation’, The Journal of Finance 2, pp.371-387. Levine, R and S. Zervos (1996), ‘Stock market development and Long-run Growth’ , The World Bank Economic Review 23 (2), pp. 323-339. Levine, R. (1991), ‘Stock Markets, Growth, and Tax Policy’, Journal of Finance 46 (4), pp. 1445-1465. Levine, R. (1997), ‘Financial Development and Economic Growth’, Journal of Economic Literature 35, pp. 688-726. Levine, R. (1998), ‘The Legal Environment, Banks and Long-run Economic Growth’, Journal of Money, Credit and Banking 30, 596-613. Levine, R., S. Zervos (1998), ‘Stock Markets, Banks, and Economic Growth’, American Economic Review 88, pp. 537-558. Mattesini, F. (1993), Financial Markets, Asymmetric Information and Macroeconomic Equilibrium, Dartmouth Publishing, Vermont. USA. McKinnon, R.I. (1973), Money and Capital in Economic Development, Washington, Brookings. Merton, R.C. and Z. Bodie (1995), ‘A Conceptual Framework for Analysing the Financial Environment’, In D.B. Crane et al. (eds), The Global Financial System, a Functional Perspective, Harvard Business School Press, Boston, pp. 3-32. Morisset, J. (1993), ‘Does Financial Liberalization Really Improve Private Investment in Developing Countries?’, Journal of Development Economics 40, pp. 133-150. Obstfeld, M. (1994), ‘Risk-taking, Global Diversification and Growth, American Economic Review 84 (5), pp. 1310-1329. 89 Owen, P.D. and O. Solis-Fallas (1989), ‘Unorganized Money Markets and Unproductive Assets in the New Structuralist Critique of Financial Liberalization’, Journal of Development Economics 31, pp. 341-355. Önder, İ. (1993), ‘The privatization controversy reconsidered’, Boğaziçi Journal: Review of Social, Economic and Administrative Studies 7, pp. 19-28. Patrick, H.T. (1966), ‘Financial Development and Economic Growth in Underdeveloped Countries’, Economic Development and Cultural Change 14, pp. 174-189. Pierce, D. and L. Haugh (1977), ’Causality in Temporal Systems: Characterizations and a Survey’, Journal of Econometrics 5, pp. 265-293. Pindyck, R. and D.L. Rubinfield (1976), ‘Econometric Models and Economic Forecasts’, McGraw-Hıll, New York. Rittenberg, L. (1990), ‘Investment Spending and Interest Rate Policy: The Case of Financial Liberalization in Turkey’, The Journal of Development Studies 27, pp. 151-165. Roe, A.R. (1982), ‘High Interest Rates: A New Conventional Wisdom for Development Policy? Some Conclusions from Sri Lankan Experience’, World Development 10(3), pp. 211222. Roubini, N. and X. Sala-i Martin (1992), ‘Financial Repression and Economic Growth’, Journal of Development Economics 39, pp. 5-30. Saint-Paul, G. (1992), ‘Technological Choice, Financial Development’, European Economic Review 32, pp. 763-781. Markets and Economic Schumpeter, J.A. (1932), The Theory of Economic Development, Translated by Redvers Opie. Cambridge, Harvard University Press, Massachusetts. Shaw, E.S. (1973), Financial Deepening in Economic Development, Oxford University Press, New York. Sias, R. (1996), ‘Volatility and Institutional Investors’ Financial Analysts Journal, March-April, pp. 13-20. Sias, R. W., L. T. Starks and S. M. Tiniç (1997), ‘Can Noise Traders Survive? Evidence from Closed-End Funds’, The ISE Review 1, pp. 37-82. 90 Sias, R.W. and Starks L. T. (1997), ‘Return Autocorrelation and Institutional Investors’, Journal of Financial Economics 46, pp.103-131. Sikorski, T.M. (1996), Financial Liberalization in Developing Countries, Celteham, UK. Sims, C. (1972), ‘Money, Income, and Causality’, American Economic Review 62, pp. 540552. Sing, A. (1998) ‘Özel Emeklilik Reformu, Hisse Senetleri Piyasası, Sermaye Oluşumu ve Ekonomik Büyüme: Dünya Bankası’nın Önerilerine Eleştirel Bir Yaklaşım’, İMKB Dergisi 2 (78). Smith, A. (1910), The Wealth of Nations, with introduction by E.R. Seligman, London. St-Amant, P. (1996), ‘Decomposing U.S. Nominal Interest Rates into Expected Inflation and Ex-Ante Real Interest Rates Using Structural VAR Methodology’, Bank of Canada, Ontario. Stiglitz, J.E. (1985), ‘Credit Markets and The Control of Capital’, Journal of Money, Credit and Banking 20, pp. 318-325. T.C. Başbakanlık Devlet Planlama Müsteşarlığı (2000), VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı (20012005), Sosyal Güvenlik Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Taylor, L. (1983), Structuralist Macroeconomics: Applicable Models for The Thirld World, Basic Books, New York. Tobin, J. (1965), ‘Money and Economic Growth’, Econometrica 33 (4), pp. 671-684. Uygur, E. (1993), Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey, The Central Bank of Turkey, Ankara. Van Wijnbergen, S. (1983), ‘Interest Rate Management in LDC’s’, Journal of Monetary Economics 12, pp. 433-452. Van Wijnbergen, S. (1985), ‘Macroeconomic Effects of Changes in Bank Interest Rates’, Journal of Development Economics 18, pp. 541-554. Vickers, J.S. and G.K. Yarrow (1988), Privatization, Cambrdge Massachussetts, MIT Press. Vittas, D (1998), ‘Institutional Investors and Securities Markets: Which Comes First?’, The World Bank Development Research Group,The ABCD LAC Conference, June 28–30, San Salvador, El Salvador. 91 Warman, F. and A.P. Thirlwall (1994), ‘Interest Rates, Saving, Investment and Growth in Mexico 1960-90: Tests of The Financial Liberalization Hypothesis’, The Journal of Development Studies 30 (3), pp. 629-649. Whitfield, D. (1992), The Welfare State, Privatization, Deregulation, Commercialization of Public Services: Alternative Strategies for The 1990’s, Pluto Press. World Bank, (1990), Financial Systems and Development, Washington, DC, USA. Zaimoğlu, T. (1995), Risk Sermayesi ve Türkiye’de Uygulama Olanakları, SPK Yayınları, Ankara. 92