Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın
Transkript
Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın
ÇALIŞMA ORTAMI ISBN 1302-3519 İki Ayda Bir Çıkar / Sayı : 91 Mart - Nisan 2007 İŞÇİ SAĞLIĞI İŞ GÜVENLİĞİ ERGONOMİ İŞ HİJYENİ ÇEVRE TOPLUM ÖRGÜTÇÜLÜĞÜ ÇOCUK EMEĞİ KADIN SOSYAL POLİTİKA NÜFUS SOSYAL HEKİMLİK Umutlarını Erteleyen Çocuklar Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı l 5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler l Kadınlar Günü Derken... Biz Kadınlar l ‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen Çocuk Askerler l Küreselleşme Sergisinden Tablolar: Kaçakların Dramı l Reform Tradejisi: Ulusal ve Toplumsal Tehdit l Kadınlar Günüymüş l Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç l Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz l Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları l Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak l Ya Şundadır, Ya Bunda l İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi l www.fisek.org.tr l Çalışan Çocuklara “Vefa Borcu”nuzu Ödemek İster misiniz? 15 ıl Y . Çocuk Haber Umutlarını Erteleyen Çocuklar Derleyen: Yasemin ALPAN* Ç ocuk ve savaş. Yanyana geldiğinde bile insanı ra- barışla sonuçlanmazsa daha fazla çocuk ailesinden hatsız eden, birbirine zıt iki sözcük. Çocuk sözcü- ayrılacak, yetim kalacak, sömürü ve ihmale açık hale ğünün ilk anda çağrıştırdıkları umut, coşku, karşılıksız gelecektir Unicef ve Çocukları Koruma Kuruluşu (Save sevgi, içtenlik, iken; savaş, umudun ve coşkunun yitip The Children), silahlı kuvvetlerle ilişkili çatışmalarda yer gittiği, tüm insanlığı karanlığa boğan, düşmanlık duygu- alan tüm çocukların serbest bırakılması için çağrıda ları ile çıkar çatışmalarının, sevgiyi ve insanlığı yerle bir bulunmaya devam etmektedir (2). ettiği bir felaket. Ne yazık ki çocuklar dünyanın pek çok Yine Somali’de hükümet sözcüsü, çocukların asyerinde yaşanan savaş ve çatışmalarda etkin rol almak kere alınmadığını, tüm askerlerin on sekiz yaş üstü zorunda bırakılıyor. Bu çocuklar savaşta ailelerini yitiri- olduğunu belirtse de, Birleşmiş Milletler ve farklı yor, yaralanıyor, belki de sakatlanıyorlar. Birçoğu belki hükümet dışı kuruluşlara göre, Somali’de çocuk de koşup oynayabilecekleri, okula gidebilecekleri günle- askerlerin sayısı artış göstermektedir. İngiltere Çorin hayaliyle yaşama gücü buluyor. Bir çocuğun küçük cukları Koruma Kuruluşu (Save the Children-UK), omuzlarına böyle bir sorumluluk yüklemek, eline oyun- Somali’de cinsel sömürüye uğrayan ve kaçırılan cak yerine silah vermek, sevgi ve umudu elinden acı- çocuklara yönelik kaygılarıyla ilgili açıklamada bumasızca almak, lunmuştur (3). insanoğlunun taNew York’ta Birrihine sürdüğü en leşmiş Milletler merbüyük lekelerden kezinde kadınların değil midir? Çosorunlarını tartışmak cukların savaş ve üzere 23 uluslararası çatışmalarda yer uzmanın yer aldığı almasında hiçbir iki haftalık bir panel sakınca görmedüzenlenmiştir. Kayen ya da kayıtdın hakları komitesisız kalan kişiler nin 37. oturumunda için ödenen ilk panel üyeleri, Avusbedel, insanlıklaturya, Azerbaycan, rını kaybetmiş olKolombiya, Yunanismalarıdır aslında. tan, Hindistan, KaKüba’da bir zakistan, Maldivler, Guantanamo esir kampı Amerikan deNambiya, Hollanda, niz üssü olan Nikaragua, Peru, Guantanamo’da, beş yıldır yaklaşık 400 Afganlı erkek Polonya, Tacikistan ve Vietnam’a ait raporları inceleesir olarak tutulmaktadır. Tahminlere göre, Guantanamo’da mişlerdir. Unicef Gençliğin Sesi (Unicef’s Voice’s of Youth) on sekiz yaş altı on yedi çocuk da ve Genç Kızlar Üzerine Çalışma Grualıkonulanlar arasındadır. Savunma bu (The Working Group on Girls) kız Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada çocuklarına karşı şiddet ve tüm ayırt alıkonulanların Amerika’nın güvenliğini etme biçimlerinin ortadan kaldırılması tehdit eden savaşçılar olarak algılanüzerine uzman grupların hazırladığı radığı, alıkoymada yaşın belirleyici bir porun gençlikle ilgili bölümlerinde geri faktör olmadığı belirtilmiştir. 2004’de hübildirimde bulunmaları için çocuk ve kümet politikası nedeniyle dört çocuk gençlere çağrıda bulunmaktadır. Rapor, serbest bırakılmıştır. Guantanamo’da şiddet tehlikesi ve eşitsiz davranışlarla esir olarak tutulan çocuklar, yıllardır acı karşılaşan kız çocukları ile hükümet ve sıkıntı içinde yaşamaktadırlar.(1) ve yurttaşların onları nasıl koruyabileSomali’de gerçekleşen çatışmaların ceği ile ilgilidir (4). kurbanları, çocuklar ve kadınlar olmuşKolombiya’da yeni çıkarılan tartıştur. Görgü tanıklarına göre, çocuklar malı yasaya göre; 14-18 yaşlarındaki çatışmalar da etkin savaşçılar olarak gençler, cinayet, adam kaçırma ve hayer almaktadır.Bomba saldırıları altında raç nedeniyle suçlu bulundukları takyaşayan kadınlar ve çocuklar, caddedirde sekiz yıla kadar hapis cezası de yürürken bile yara almaktadırlar.Ne alacaklardır. İnsan hakları kuruluşları, yazık ki sel, kıtlık ve çatışmalar bölgeyi yasanın, çok baskıcı olduğunu, çocukyaşanmaz hale getirmiştir. Okullara kalara yardımcı olmak yerine onları silahlı yıt olma ve devam etme oranı önemli gruplarla birlikte olmaya zorladığını ifaSomali ölçüde düşmüştür. Çatışmalar ivedilikle de etmektedirler. Yeni yasaya göre, çocuk emeğinin en kötü biçimlerinden biri * Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü olarak kabul edilen yasa dışı ilaçların ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2007 Çocuk Haber üretiminin herhangi başarısız olmuşlarbir aşamasında çodır. Tayland hükümecukların yer alması, ti, çocukların eğitim onların hapis cezası haklarından faydalaalmalarıyla sonuçnabilmesi için balanmaktadır (5). ğımsız kuruluşlarla Uganda’da yoksul da bağlantıya geçortaokul öğrencilerimeli, öğretmen ve ne 2007 Ocak-Şubat öğrenciler arasında aylarından başlayagüvensizliği ortadan rak ücretsiz eğitim kaldıracak önlemler verilecektir. Eğitim almalıdı (9). Bakanı programda BBC tarafından notları yüksek, yokelde edilen verilere sul öğrencilere öngöre; Ukrayna’da celik verileceğini beyeni doğan sağlıklı lirtmiştir. Uganda bu bebekler, uluslaraprojeyi yürütebilmek rası kök hücre tiiçin bağış desteği careti nedeniyle ölalmaktadır. Başkent dürülmektedir. Bebek Kampala’da eğitim cesetleri üzerinde Kamboçya - (Fotoğraf: Lakne Toktaş) uzmanları, hükümet yapılan araştırmalar, olanaklarının sınırlı onlara ne olduğuna olduğunu, ülkedeki 350 bin ilkokul mezunundan sade- yönelik soruları da beraberinde getirmiştir (10). ce % 40’ ının ortaokula yerleştirilebildiğini belirtmişlerdir. Çocukların hak ve çıkarlarını desteklemek üzere Programa 100 bin öğrencinin katılacağı sanılmaktadır. kurulmuş Çocuklar İçin Ombudsman’ın Avrupa İletişim Böylece yoksul ama başarılı öğrenciler, ortaokula gitme Ağı (The European Network of Ombudsmen for Childrenşansı yakalayabileceklerdir.(6) ENOC), Eylül 2006’da yaptıkları toplantıda değişik neSudan’ın batısındaki Darfur bölgesinde yaşanan iç den ve koşullarla yurtlarından ayrılmaya zorlanan çatışmalar, bir kaç yıldan beri etnik temizleme ve çocuk sayısındaki artışa dikkat çekmişlerdir. ENOC, katliamlara yol açarak devam etmektedir. Birleşmiş Mil- ülkelere yasa dışı giriş yapan ve ebeveyni olmayan letler, Darfur’da kadın ve çocuklar ile birlikte 180 bin çocukların alıkonulmaması, haklarında soruşturma açılkişinin öldüğünü, iki milyona yakın kişinin evsiz kal- maması, çocuklarla ilgilenen personelin eğitimli olması dığını bildirmektedir. Sadece son altı haftada 80 bin ve çocuk haklarına ilişkin bilgilendirilmesi şeklinde ilkekişi, evlerinden çıkmaları için zorlanmıştır. Darfur’da sivil lerini özetlemiştir (11). nüfusu koruma konusunda ciddi bir başarısızlık yaşanTayvan’da 26 Kasım 2006’da öğrencilerin eğitim, maktadır. Darfur sorunu, dünyanın insani sorunlardan biri öğrenme, fiziksel bütünlüklerinin korunması ve fizikhaline gelmiştir. Afrika Birliği’nin bölgeye gönderdiği birkaç sel cezaların yasaklanması gerekliliği üzerine bir yasa bin kişilik askeri birlik, sorunu kontrol etmeye çalışmakla çıkmıştır. Fiziksel cezayı ortadan kaldırmak amacıyla birlikte yetersiz kalmakta ve bu birlikler bile rahatsız edil- geçen yıl İnsancıl Eğitim Vakfı (Humanistic Education mektedirler. Birleşmiş Milletler Yüksek Komisyonu (The Foundation-HEF) uluslararası düzeyde çaba göstermiştir United Nations High Commissioner for Human Rights), (12). sivillerin işkence, tecavüze uğramaları ve yaşamlarını Birleşmiş Milletler tarafından kadına yönelik şiddetle kaybetmelerinden isyan gruplarının sorumlu olduğunu savaşmak adına on altı günlük uluslararası bir kambelirtmektedir (7). panya başlatılmıştır. Kampanya’da kadına yönelik cinYıllardır Pakistan’ın en yoksul bölgeleri arasında yer sel şiddet, tecavüz ve çocuk yaşta yapılan evliliklere alan Penjap’ta yaşayan aileler, 4-8 yaşları arasındaki er- yoğunlaşılacaktır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UN kek çocuklarını Birleşik Arap Emirlikleri’nde deve jokeyi Population Fund-UNFPA), 2006’da kadına yönelik şidolarak kullanılmaları için satmaktadırlar. Çocuklar, düşük detle ilişkili beş konuya yoğunlaşmıştır: Orta Asya’da kilolu oldukları ve deveyi daha hızlı koşturabildikleri yaşanan kaçırılma, ırza geçme ve zoraki evlilikler, Batı için tercih edilmekte; kilolarını korumaları için baskı gör- Afrika’da genç kızların erkeklerin ilgisini çekmemek için mekte ve develerden düşüp ciddi yaralar almaktadırlar. göğüslerini bastırarak ütülemeleri şeklinde gerçekleşen Birleşik Arap Emirlikleri’nde Mayıs 2005’de çıkarılan geleneksel uygulama, Afrika’da travmatik fistül salgını, yeni yasa ile bu uygulama yasaklanmıştır. Yasayı çiğne- Guatemala’da kadınlara yönelik şiddet, cinayet ve çoyenlere üç yıla kadar hapis ya da 14.000 $ para cezası cuk yaşta yapılan evlilikler (13). verilmektedir. Unicef’in desteğiyle ve Pakistan hükümetiIrak’taki şiddetten kaçan Iraklılar, dünyada hızla genin gerçekleştirdiği girişimlerle altı yüz eski jokey çocuk lişen göçmen krizini ateşlemektedirler. Bu da bölgede evlerine dönebilmiştir (8). tutarsızlık yaratmaktadır. Göçmen Kadın ve Çocuklar Tayland’ın güney bölgesinde isyancılar tarafından Kadınlar Komisyonu (The Women’s Commission for Reöğretmen ve okullara yapılan saldırılar, insanlar üze- fugee Women and Children), uluslararası toplulukları , rinde korku yaratmakta ve çocukların eğitim haklarını ivedilikle, Iraklı göçmenlerin içinde bulunduğu olumsuz ellerinden almaktadır.Bu saldırılarda beş öğretmen öl- koşullar ile ilgilenmeye çağırmaktadır. Göçmen kadın ve dürülmüş, iki öğretmen yaralanmış, on okul yakılmıştır. çocuklar korunmamakta, sömürülmeye daha açık hale Güvenlik kuvvetleri, öğrenci ve öğretmenleri korumada ÇALIŞMA ORTAMI Mart-Nisan 2007 Çocuk Haber gelmektedirler. Birleşmiş ve umuttan yoksun kalMilletler Göçmenler Yükmaktadırlar. Hükümetler sek Komisyonu (The Unive Birleşmiş Milletler, ted Nations High Comçocuk askerliğinin kömission for Refugeeskünün kazınması için 5 UNHCR), her ay binlerce Şubat 2007’de 58 ülkeIrak’lının ülkelerinden nin katılımıyla başlayan kaçtığını belirtmektedir. konferansın sonunda Sadece 2006’da 480 “Paris İlkeleri “ olarak binden fazla çocuk ve anılan “Silahlı Kuvvetler kadının evlerinden kaçve Silahlı Gruplara Katıltığı düşünülmektedir. Ne mış Çocuklara İlişkin Kıyazık ki Iraklı kadınlar ve lavuz ve İlkeleri işlerliğe genç kızlar, yaşamlarını koymalıdırlar (16). sürdürebilmeler için fa29 Nisan 1992’de hişelik ya da cinselliğin kurulmuş olan Makefarklı sömürü biçimlerine donya Çocuk Parlamenzorlanmaktadır. Göçmen tosu, gönüllülük yaklaIraklı kadın, genç kız ve şımının geliştirilmesi ile Kamboçya - (Fotoğraf: Lakne Toktaş) çocuklara ivedilikle yarçocuk haklarına yönelik dım edilmelidir. Uluslararası topluluklar, insani yardım çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşların hareketleprogramlarına ayırdıkları fonları arttırmalıdır (14). rini de güçlendirmekte ve çocuklara destek verebilBirleşmiş Milletler Nüfus Fonu (United Nations Popula- mek amacıyla pek çok etkinlik düzenlemektedir. Çocuk tion Fund-UNFPA), Afrika’da geleneksel hale gelmiş olan, Parlamentosu, düzenlediği pek çok etkinlikle çocukların kadın cinsel organlarının bir bölümünün farklı yollarla kişilik haklarını savunmaktadır. Böylece, çocuk haklarıkesilmesi uygulamasına son verilmesine yönelik adım- na yönelik kamu farkındalığını yükseltmiştir.Çocukların lar atılması konusunda çağrıda bulundu . Son dönem- fiziksel,cinsel,ekonomik istismarı ile ilgili sessizlik duvalerde ebeveynler bu uygulama sırasında gelişebilecek rını yıkmış,çocukların korunmasına yönelik etkin önsağlık ve hijyen risklerini minimize etmek için uygula- lemler geliştirmiştir. Bosna, Kosova, Makedonya’ daki mayı bir sağlık çalışanına yaptırmayı tercih etmektedir- kriz boyunca göçmen çocukların bakımının üstlenilmesi, ler. UNFPA, bu yaklaşım ile uygulamanın yaygınlaşma ebeveyni olmayan çocuklara ayakkabı dağıtımı, çocuk ve daha kabul edilebilir hale gelme tehlikesine dikkat sempozyumları düzenleme, çocuk ve gençlere özel iveçekmiştir. Dünyada 120-140 milyon kadın, doğumda di durumlar için telefon hattı gibi anlamlı çalışmalar yapılmıştır. Makedonya Çocuk Parlamenyaşanan riskleri arttıran, kalıcı fitosu, 2007’de de yetişkinlerin çocukziksel ve psikolojik yaralar bırakan lara daha fazla ilgi ve sevgi vermesi bu zararlı uygulamayla karşı karve şiddetin her türünden çocukların şıya gelmektedir. Birleşmiş Milletler korunması amacıyla “çocuklara yönelik Nüfus Fonu, insanların bu konuda şiddete hayır “ kampanyası başlatmıştır eğitilmesi ve bu uygulamanın yasa(17). larla engellenmesi konusunda adım Her yıl İngiltere, Amerika Birleşik atılması gerekliliğini vurgulamaktaDevletleri, Almanya, Fransa, İtalya, Jadır. Ayrıca bu uygulama, herhangi ponya, Kanada ve Rusya’ nın içinde bubir dinin gerekliliği de değildir. Dini lunduğu sekiz ülke (G8 ülkeleri), genel liderler ve eğitimciler de bu uyguhedeflere yönelik alınacak kararları ve lamanın yasaklanması konusunda evrensel kilit konuları tartışmak üzere toplulukları bilinçlendirmelidir (15). bir araya gelmektedirler. 2005’den bu Dünyada pek çok ülkede, çocuk yana G8 ülkeleri tarafından, çocuklaaskerler sorunu gerçekliğini korumara, tartışılan konulara yönelik fikirlerini ya devam etmektedir. Afganistan, ortaya koyma ve paylaşma olanağı Çad, Kolombiya, Kongo, Burundi, veren Çocuk Formu düzenlenmekteNepal, Filipinler, Sri Lanka, Somali, dir. 2007 Haziran ayında Almanya’da Sudan, Uganda’da çocuk askerler gerçekleşecek ve çocukların sorunlarını kullanılmaktadır. Sri Lanka’da en az tartışmak üzere yer alacağı Junior 8 beş bin çocuk ordudadır. Kongo’da zirvesi için, sekiz ülkeden birer çocuk ise en az 11 bin çocuğun orduya Sudan seçilecektir (18). katıldığı sanılmaktadır. Sudan’da Dünyanın bize çok uzak köşelesekiz yaşına gelen çocuklar orduya alınmaktadır. Liberya’da kız çocuğu askerlerin % 75’inin rindeki ya da hemen yanıbaşımızdaki çocukların taa yücinsel sömürüye uğradığı kayıtlanmıştır. Batı Afrika’da reklerinden gelen sessiz çığlıklara ve ağlayışlarına tanık halen sekiz bin çocuk asker savaşmaktadır. Silahlı ça- oluyor, bazen duyuyor, kimi zaman da hissedebiliyoruz. tışmalara ve orduya katılmak, çocukların yaşamında Ancak yalnızca kendi yaşantımıza odaklanıp kendi geyıkıcı bir etki oluşturmaktadır. Onlar fiziksel,duygusal reksinimlerimiz ve amaçlarımızın peşinde usanmadan ve cinsel sömürüye uğramakta; oyun, eğitim, sevgi koştuğumuz için, diğer insanların yaşadığı üzüntü ve ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2007 Çocuk Haber acıları, çocukların ve gençlerin itildiği olumsuz koşulları, görmezden geliyor, kulaklarımızı tıkıyoruz. Ama ne yaparsak yapalım yakınımızda ya da uzağımızda acı çeken, haksızlığa uğrayan insanların var olduğunu biliyoruz. “Onlara yardım etmek için elimden bir şey gelmez” ya da “Bu olumsuz koşullar asla düzelmez “ gibi söylemler yalnızca vicdanımızı susturmak için söylediğimiz gerçekle bağdaşmayan ifadeler. Kendi dünyamızın dışına çıkıp, başka insanların yaşadıklarına “sanki onlarmışız gibi” bakabilsek, onların dünyalarına girebilsek onlar için ne kadar çok şey yapabileceğimizi görüp şaşırabiliriz. Böylece başka insanların da mutluluğunda az da olsa payımız olduğunu bilinciyle gerçek mutluluğu yakaladığımızı fark edebiliriz. Kaynaklar 1. GUANTANAMO BAY: Impact on children five years on (News) 2. SOMALİA: Peace needed to end the suffering of thousand children(News) of 3. SOMALIA:Protect children from conscription,say aid agencies (News) 4. COMMİTTEE ON THE RİGHTS OF WOMEN:Violence against girls(News) 5. COLOMBIA: New Child Code deemed too harsh by human rights defenders(News) 6. UGANDA:Universal free education programme unveiled (News) 7. DARFUR:Special Human Rights Council Session on Human Rights Situation(News) 8. PAKİSTAN:Former child camel jockeys and the challenge to return home. 9. THAILAND:Insurgent attacks shut down schools in South (News) 10. UKRAINE:Investigation into stem cell trade of newborn babies(news) 11. EUROPE: State obligations for the treatment of unaccompanied children(News) 12. TAIWAN: Parliament passes law to ban corporal punishment in schools(News) 13. VIOLENCE AGAINST WOMEN:Sixteen-day international campaign (News) 14. IRAQ: Assistance for displaced women, children and youth must become a global priority.(News) 15. FEMALE GENİTAL MUTILATION:New “medical” trend disturbs UN agency(News) 16. CHILD SOLDERS:Fighting forces still recruiting children as frontline fodder in at least 13 countries(News) 17. FIRST CHILDREN’S EMBASSY IN THE WORLD-MEGJASHI www.childrensembassy.org.mk/default-en.asp 18. G8: Unicef selection of children for Junior 8 2007(News) Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı Avrupa çocukların düzenleyeceği bir Haçlı Seferi’nin başarılı olacağını düşündü. Ancak.... Haçlı seferlerinden yalnız Müslümanlar değil Yahudiler ve Doğu Hıristiyanları da çok çekti. 1097’deki ilk Haçlı seferi başarılı oldu ve Haçlılar Kudüs’ü ele geçirip, Ortadoğu’da Latin krallığı ve kontluklar kurdular. Ancak bir müddet sonra Nureddin Zengi’nin Urfa’yı geri almasıyla birlikte Türkler’in idaresindeki Müslümanlar kendilerini toparladı. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılar’dan geri aldı. Türkler karşısında bir türlü galip gelemeyen Avrupalılar yeni çareler düşünürken, ortaya çocukların Haçlı Seferi düzenlemeleri fikri çıktı. Haçlı seferlerinde başarısız olunmasının sebebinin Haçlılar’ın günahları olduğu düşünülüyordu. Bu yüzden günahsız olan masum çocukların düzenleyeceği bir Haçlı Seferi’nin başarıya ulaşacağı kanaatine varıldı. Çocuklar, Hristiyanlık davası için hareket ettiklerinden Tanrı tarafından korunacaklardı. 1212’de Avrupa’da iki farklı yerde aynı düşünceler ortaya çıkmıştı. Yaklaşık bir asırdır, Katolik vaizler köy köy, kasaba kasaba gezip, her yerde vaazlar vererek halkı Haçlı seferleri için yüreklendiriyorlardı. Din heyecanının yanı sıra halka Doğu’nun zenginliklerini anlatıyorlardı. Vaizlerin dinleyicilerinin önemli bir kısmını çocuklar oluşturuyordu. Bu çocuklardan ikisi tarihi bir hadiseye imza atacak olan Fransız Stephan ve Alman Nicholas’dı. VAİZLER KANDIRDI Stephan adındaki çoban bir çocuk anlatılanlardan etkilenerek, İsa Mesih’in kendisini bir ordu toplayarak Kudüs’ü Müslümanlar’ın elinden kurtarması için çağırdığı şeklinde bir rüya gördü. Uyandığında, gördüğü rüyayı civardaki çobanlara ve arkadaşlarına anlatmaya başladı. Kendisinin Kudüs’ü kurtarmak için seçilmiş biri olduğunu ve çok yakında yapılacak bir Haçlı Seferi’ne önderlik yapacağını söylüyordu. Stephan, Fransa Kralı Philipe’in yanına giderek, rüyasını krala anlatı. Kral, çocuğun söylediklerini ciddiye almadı fakat küçük çoban, kendisini Kudüs’ün kurtarıcısı olarak görmeye devam etti. Her yerde rüyasını anlatıyor ve çocuklardan oluşturulacak bir ordunun Kudüs’ü kurtarabileceğini söylüyordu. Çok geçmeden birçok çocuk Stephan’a inanarak, Kudüs’ü kurtarmak amacıyla onun etrafında toplanmaya başladı. BİNLERCE MASUM ÇOCUK Haçlı Seferi çağrısı kısa sürede bütün Fransa’ya yayıldı. Haziran 1212’de 30 bin çocuk, Vendoma’da toplandı. Stephan, çağrısına kulak verenlere kutsal amaçlarını ve kazanacakları mükâfatları anlatıyordu. Kızıldeniz’in Hazreti Musa’ya açıldığı gibi Akdeniz de çocuklar için ikiye yarılacak, çocuklar bu yoldan geçerek Kudüs’e ulaşacaklardı. Seferin sonunda Kudüs kurtarılacak ve cennetle mükâfat- ÇALIŞMA ORTAMI landırılacaklardı. Stephan’ın komutasında 30 bin çocuk Marsilya’ya doğru yola koyuldu. Çocukların birkaçı dışında tamamı yayaydı. Çocuklar, liderlerini Aziz Stephan diye çağırıyorlar ve ona ait her şeyi özenle saklıyorlardı. Dualar edilerek ve Haçlılar’ın kahramanlık destanları anlatılarak yolculuk sürüyordu. Her uğradıkları şehirde halk çocuklara sevgi gösterilerinde bulunuyor ve ellerinden geldiği kadar yiyecek yardımı yapıyordu. Halk da çocukların masumluğu sayesinde başarıya ulaşacaklarına inanıyordu. Ancak kuraklık yüzünden kendi yiyeceklerini bile temin edemeyen insanlar, çocuklara gerekli yardımı yapamıyorlardı. Yol boyunca binlerce çocuk açlıktan, susuzluktan ve yorgunluktan öldü. ALMAN ÇOCUK HAÇLILAR Çocuk Haçlılar, Marsilya’ya vardıklarında 7 bin kişi kalmışlardı. Çocuklar, Marsilya’da denizin ikiye ayrılmasını beklemeye başladılar. Ancak günler geçmesine rağmen deniz yarılmayınca, çocukların bir kısmı Stephan’ın kendilerini kandırdığını söyleyerek geri döndü. Stephan ve bin 400 çocuk, Hugh ve William isimli Hıristiyan tüccarların vaatlerine kanarak iki gemiyle Kudüs’e doğru yola çıktılar. Çocuklardan bir daha haber alınamadı. Bir rivayete göre gemiler, Marsilya Limanı’ndan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Sardunya yakınlarında fırtınada batmıştı. Bir diğer rivayete göre de iki tüccar, çocukları köle pazarında satmıştı. Fransız çocukların Haçlı seferi haberi Avrupa’nın her tarafına yayılmıştı. Nicholas adında bir çocuk Köln’de Stephan gibi hareket etmeye başladı. Nicholas, gökyüzünde şimşekten oluşmuş bir haç işareti görüp, bunun Kudüs için çağrı olduğuna inanmıştı. Nicholas da Stephan gibi kısa sürede etrafına 20 bin çocuk topladı. Nicholas’ın komutasındaki çocuklar güneye doğru yola koyuldular. Ağır kış şartları ve Alpler’in sarp yapısı yüzünden binlerce çocuk soğuktan donarak öldü. Binlerce çocuk da açlıktan hayatını kaybetti. Hayatta kalan çocuklar, Ağustos 1212’de Cenova’ya vardı. Çocuklar burada denizin ikiye ayrılmasını beklemeye başladılar fakat hayal kırıklığına uğradılar. Bazıları geri dönerken, bazıları Roma’ya doğru yola devam ettiler. Roma’da umduğunu bulamayan Nicholas yanındakilerle beraber Brindisi Limanı’na doğru yoluna devam etti. Ancak yolda çocuklardan bazıları liderlerine karşı çıkarak Nicholas’ın kendilerini kandırdığını söyleyip, kafileden ayrıldı. Birindisi’ye ulaşanlar kutsal topraklara gitmek için iki gemiye bindiler ama daha sonra kendilerinden bir daha haber alınamadı. Bir rivayete göre, Norveçli Friso adındaki bir denizci çocukları köle olarak satmıştı. (SABAH Gazetesi - 9 Ekim 2006) Mart-Nisan 2007 Çocuk Haber 5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler Onur SUNAL* S on zamanlarda dünya medyasının gündeminde önemli bir yer tutan ve çok boyutlu bir mesele olan çocuk askerler konusu, Fransa’nın başkenti Paris’te 5-6 Şubat 2007’de toplanan çok önemli bir konferansta 58 ülkeden gelen resmi temsilcilerin, UNICEF’in ve Fransız Dış İşleri Bakanı Philippe Douste-Blazy’nin katılımıyla yeniden tartışıldı ve Paris Prensipleri olarak adlandırılan yeni kararlar dünyaya ilan edildi. Çocuk askerler konusu 1990’lı yıllarda özellikle Afrika’da ve diğer kıtalarda yaşanan savaşlar, iç savaşlar, ve çatışmalar artınca (BM) Birleşmiş Milletler’in ve (Birleşmiş Milletler Ulusulararası Çocuk Fonu) UNICEF’in dikkatini çekmeye başladı. Bu savaşların ve iç karışıklıkların önemli bir bölümü son derece yoksul insanların yaşadığı, gariban ülkelerde gerçekleştiği için silahlı gruplar, kandırmak, kaçırmak, korkutmak ve siddet uygulamak yoluyla 100.000’lerce çocuğu kolayca silah altına aldı. Kız-erkek bütün çocuklar farklı işlerde zorla kullanılmaya başlandı. 6-7 yaşında neredeyse bebek sayılabilecek kadar küçük çocuklar mayın döşemek, haber getirip götürmek, yemek yapmak ve daha da önemlisi ellerinde silahla savaşmak için kullanılıyordu. Kız çocuklar ise küçücük yaşta, askerlerle zorla cinsel ilişkiye girmeye zorlanıyor ve sömürülüyordu. Cape Town İlkeleri • Bütün ülkeler 18 yaşın altında asker kullanmayı bırakacak • Bu konu ile ilgili uluslararası antlaşmalara ve sözleşmelere uyulacak • Fakir, kimsesiz ve sömürülmeye yatkın olan çocuklar daha büyük bir risk altında olduğu için özellikle bu gruplar korunmaya alınacak • UNICEF’in önderliğinde zengin ülkelerden yaratılacak fonlarla bu ülkelerdeki çocuk askerler silahtan arındırılacak, askerlikten uzaklaştırılacak ve sosyal yaşama yeniden entegre edilecek. Bu hedef, İngilizce Disarmament, Demobilization ve Reintegration kelimelerinin baş harfleri olan (DDR) olarak bilinmektedir. Bu gerçeklerin giderek gün yüzüne çıkması ile birlikte 1997 yılında, UNICEF’in önderliğinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cape Town şehrinde, Sivil Toplum Kuruluşlarının(STK) temsilcilerinin de katıldığı büyük bir konferans düzenlendi. Bu konferansın sonunda Cape Town İlkeleri olarak bilinen bildirge yayınlandı. Buna göre çocuk askerlerin sayısının giderek arttığı ve bunu durdurmak için nasıl bir yol izlenmesinin gerektiği açıklandı. Bu prensiplerin kabul edilmesinden sonra Burundi, Fildişi Sahilleri, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Haiti, Kongo Cumhuriyeti, Somali, Sudan, Kolombiya, Nepal, Filipinler, Sri Lanka, Uganda, Liberya, Angola, Timor, Endonezya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Ruanda, Afganistan ve Siera Leone’de ‘’DDR’’ programları uygulandı ve sayıları 100 binleri bulan çocuklar yeniden topluma kazandırılmaya çalışıldı. Bu gelişmeleri takiben BM Güvenlik Konseyi arka arkaya bazı kararlar almıştır. Bu kararlar şunlardır: • 1261(1999 yılı) ve 1314(2000 yılı) sayılı karar ile ülkelerden uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde silahlı çatışmalardan çocukları uzak tutmaları istenmiştir. * Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü ÇALIŞMA ORTAMI • 1379(2001 yılı) sayılı karar ile BM genel Sekreteri çocuk asker kullanan ülkeleri ‘Kara Listeye’ almıştır. • 1460(2003yılı) ve 1539(2004yılı) sayılı karar ile çocukların DDR programlarına dahil edilmesi ve ülkelere göre program yapılmasına karar verilmiştir. • 1612(2005yılı) sayılı karar ile taraflara çocuk asker kullanımı konusunda önleyici tedbirler almaları konusunda uyarlılar yapılmıştır. Çocuk askerlerin dünyada yoğun olarak görüldüğü ülkeler http://www.fisek.org/haritalar/cocuk_emegi_haritalari/cocuk_askerler.jpg Ayrıca BM Genel Kurulu, 25 Mayıs 2000 tarihinde Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara Dahil Olmaları Konusundaki Seçmeli Protokol kabul etmiştir. Yine çocukların savaşlarda kullanılması ilk defa 2002 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından suç olarak kabul edilmiştir. Bütün bunları takiben 5-6 Şubat 2007 tarihleri arasında Fransa’nın başkenti Paris’te konu ile ilgili yeni bir konferans yapılmıştır. 1997 yılında Cape Town’da yapılan ve ardından Cape Town Prensiplerinin duyurulduğu konferansın üstünden geçen 10 senelik uzun süre Birleşmiş Milletlere, UNICEF’e, DDR programlarının uygulanması için fon veren donör ülkelere, programları uygulayan ülkelere ve STK’lara önemli tecrübeler kazandırmıştır. Bu geçen süre içinde edinilen bilgiler, veriler, karşılaşılan zorluklar, yaşanan sıkıntılar konu ile ilgili bütün taraflara büyük birer ders olmuştur. ‘‘Çocukları Savaştan Kurtarın’’ başlıklı konferansın bitiminde ise Paris İlkeleri olarak tarihe geçecek kararlar alınmıştır. Buna göre savaşta asker olarak kullanılan çocukların tekrar topluma kazandırılması konusu etrafında bazı temel prensipler kabul edilmiştir. Paris Konferansı ve Kanlı Elmas filmi ile gündeme yeniden gelen çocuk askerler sorunu her ne kadar son 10 yıldır önlenmeye çalışıldıysa da hala ortadan kaldırılamamıştır. UNICEF’in önderliğinde sağlanan pekçok fon yardımıyla, çocuk askerlere silah bıraktırılmıştır. ‘Amnesty International’ (Uluslararası Af Örgütü) ve ‘Coalition to Stop The Use of Child Soldiers’ gibi büyük STK’lar da raporlar yayınlamak, çocuklara rehabilitasyon konusunda yardım etmek yoluyla önemli katkılar sağlamışlardır. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen hala bugün 300.000 çocuk asker kullanılmaktadır. Gerçekten bunun nedeni nedir? Çocuk askerlerin yoğun olduğu ülkeler dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer almaktadır. Bu ülkeler çocuklarına yiyecek, içecek ve barınmak için bile para bulamazken acaba milyarlarca dolarlık silahlara nasıl para ödemektedir? Daha da önemlisi bu ülkelerdeki despotlara, gerilla liderlerine ve Mart - Nisan 2007 Çocuklar Günü Paris İlkeleri • Bütün çocuklar eşittir. • Devletler çocuk hakları evrensel sözleşmesi uyarınca hareket etmelidir. • Devletler uluslararası antlaşmalarla kendilerini bağlayan kararların hükümlerine uygun hareket etmelidir. • Ülkeler çocukların asker olarak kullanılmasını mümkün olan her yolu kullanarak önlemelidir. • Çocuklar arasında ayrım yapılmamalıdır. • Çocuk askerler topluma kazandırılmalı ve eğitilmelidir. • Çocuklara savaşırken yaptıklarından ötürü çok ağır cezalar verilmemlidir. • İşledikleri suçlardan ötürü değerlendirme yapılırken konu bütün yönleriyle düşünülmelidir. • Kız çocukların önemli bir çoğunluğu cinsel olarak sömürüldükleri için ağır travmalar geçirmektedir. Bunun için bu kızların topluma kazandırılması ve toplum tarafından ‘’kirli’’ olarak kabul edilerek dışlanmamaları için özel çaba sarfedilmelidir. çetelere neyin karşılığında bu silahlar verilmektedir?. Bütün bu sorulara samimi yanıtlar verilmelidiği sürece soruna kökünden çözüm bulmak mümkün olamayacaktır. Afrika’ya 1995-1998 yılları arasında en çok silah satan ülkeler sırasıyla Çin, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD’dir. İtalya dışında kalan diğer 5 ülke Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi üyesidir. Bu ülkelerin, herhangi bir kararı tek başına dahi veto etmesi kararın kabul edilmemesi için yeterlidir. Böylesine güçlü ve dünya siyasetinde sözü geçen 5 ülke Afrika’ya silah satmaya devam etmek zorunda mıdır? Eğer gerçekten istense bu ülkelerin vereceği ortak bir kararla silah satışı durdurulabilir. İngiltere’nin 2000 yılından sonraki süreçte Afrika’ya sattığı silah The Observer adlı gazeteye göre 2005 yılı itibariyle 1 milyar sterlini-yaklaşık 1,8 milyar ABD doları- geçmiştir. Aynı yıl cephaneye harcanan para ise dünya ölçeğinde 1 trilyon doları geçmiştir. Bu soğuk savaşın doruk noktalarından beri ilk defa bu seviyeye ulaşmıştır. ‘’Çocuk askerler genelde çocuk yaşta köydeki ailelerinin yanından kaçırılıyorlar. Uyuşturucuya alıştırılan bu çocuklar, madenlerde köle-işçi olarak çalıştırılıyor, yağma baskınına yollanıyor, ganimetleri ağabeylerine taşıyorlar. Emirleri yerine getirmediklerinde ise ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Çocuk askerler su içer gibi insan öldürüyorlar’’ İsmail Beah(26), Sierra Leoneli Eski Çocuk Asker, Paris Konferansında Yaptığı Konuşmadan Alıntı. Silah ticareti gerçekten de içinde trilyonlarca doların döndüğü belki de dünyanın en büyük sektörüdür ve bu sektörün patronları dünyanın en güçlü 5-6 ülkesidir. Bu ülkeler ürettikleri bu silahları satamadıkları zaman büyük bir gelirden mahrum kalmaktadırlar. Yani dünyanın çeşitli yerlerinde sürekli yeni başlayan savaşlara ve kargaşalara ihtiyaç vardır. Özelikle Afrika’da çocuk askerlerin yoğun olarak görüldüğü ülkeler sürekli itilaf ve çatışmaların olduğu ülkelerdir. Bu ülkeler bu silahları sahip oldukları doğal kaynakları satarak satın almaktadırlar. Bir taraftan köle gibi çalıştırılan çocukların çıkarttığı madenlere ve minerallere el konulmakta daha sonra aynı madenler karşılığında satın alınan silahlar aynı ülkedeki çocukların ve halkın sonu olmaktadır. Dünya’da çocuk askerliği bitecek ise önce dev ülkeler gariban ülkelere silah satmayı bırakmalıdır. Aksi takdirde silahlanma da, sömürü de, çocuk askerlik de hiçbir zaman bitmeyecektir. ÇALIŞMA ORTAMI Kadınlar Günü derken... Biz Kadınlar... Dünya soluk almıyordu Yağmur toprağa düşmeden Irmaklar denize kavuşmadan Suda ilk kıpırtı başlamadan Kadın yerküreye ayak basmadan önce... Canlandı çiçek, böcek ve kelebekler Uykusundan uyandı ateşböceği Erkeğin dili tutuldu Kalbi vurdu ilk kez Kadın yeryüzüne ayak bastığında... Buğday boy verdi göğe Ağaç kollarını açtı her yana Akarsular göl olup taştı Deniz sayısız canlıya kucak açtı Kadın ve erkek Sonsuza değin akıp gidecek bir dansın İlk perdesini açtığında... Kadın ak kanatlı güvercin Göle yansıyan nilüfer Yaprağa düşmüş çiğ damlası Bebesini düşmandan koruyan kartal Bir tohumdan canlar yaratan Doğurup yaşatan Süt dolu memesiyle Besleyip büyüten Ana olan, yar olan... Kadın yükseklerde Anka kuşuna yakın Karıncaya uzak değildi Erkek mızrağıyla Kendi cinsini öldürmeden Öfke kanla toprağı sulamadan önce Kadın haykırdı acıyla, Doğuran ben, yaşatan da ben olmalıyım Yeryüzü inledi, oluk oluk kan boşalırken çeşmelerden Kadın yine haykırdı, acıyla Çocuk verdim, binlerce can verdim Savaş denen canavara Analar toplandı Gözyaşı aktı yüreklere Cellatlara inat Kapadılar yollarını ölümün NEZAHAT BAYRAKLI Ankara, 8 Mart 2007 Mart-Nisan 2007 Çocuk Haber ‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen Çocuk Askerler Onur SUNAL* ……..Angola, Brundi, Orta Afrika, Çad, Demokratik Kongo, Gine, Fildişi Sahili, Liberya, Uganda ve Ruanda………Ancak bu ülkeler çocuklarına yiyecek, içecek ve barınmak için bile para bulamazken acaba milyarlarca dolarlık silahlara nasıl para ödemektedir? Daha da önemlisi bu ülkelerdeki despotlara, gerilla liderlerine ve çetelere neyin karşılığında bu silahlar verilmektedir? Çocuklar köle gibi kullanılarak madenlerde çalıştırılmakta daha sonra çıkarılan değerli taşlar silah karşılığında satılmaktadır. Yine aynı silahlar çocukları öldürmekte, çocukları savaştırmakta ve sömürmektedir. http://www.fisek. org/global_dunya_ve_cocuk_emegi.php Yukarıdaki paragraf, aylar önce bitirilen ve Fisek Vakfı tarafından yapılan ‘Çocuk Emeği’nin Coğrafya Atlası’ adlı projenin genel değerlendirme bölümünden bir alıntıdır. Bugünlerde ülkelmizde ve dünyada gösterime giren ‘Blood Diamond’ adlı film, Afrika’daki pırlanta ticaretinin hangi koşullar altında gerçekleştirildiğini gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Zorla askerliğe alınan çocuklar ve ailelerinin yaşadığı büyük acı hikaye edilerek anlatılmaktadır. Yukarıdaki fotoğraf Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde çekilmiştir ve www.child-soldiers.org/ resources/photo-view.html?id=29 adresli internet sayfasından alınmıştır. Şubat ayı içerisinde dünyanın pek çok ülkesinde ‘Blood Diamond’ yani Kanlı Elmas adlı filmin sinemalarda gösterime girmesi, çocuk askerler konusunu bir anda hemen her ülkede konuşulur ve tartışılır hale getirdi. Filmde anlatılanlar, aslında Afrika’da onlarca yıldır yaşanan dramı etkileyici bir biçimde perdeye yansıtıyor. Doğal zenginliklere sahip olan pekçok ülkenin aşırı silahlandırılması ve bu ülkelerde bu zenginliklere sahip olmak için örgütlenen çetelerin, örgütlerin ve gerillaların artması, belki de bu çağın toplumlarının vebası olarak kabul edilebilecek ‘Küresel Sömürü’yü ve onun askerlerini hergün daha fazla besliyor. İşte filmde de bunun sonucunda ortaya çıkan ağır toplumsal faturayı her açıdan büyük acılar yaşayan ve toplumların korunmaya en muhtaç üyeleri olan çocukların nasıl ödediği gösteriliyor. Bu ve benzeri filmler dikkatleri bir anda değişik konulara çekmek konusunda oldukça başarılı gibi görünmektedir. Ancak konuların ardında yatan gerçekler hiçbir zaman gün yüzüne çıkarılamamaktadır. Vakıf çalışmamızdan yapılan alıntıda bahsedildiği gibi bu işten kimler en çok fayda sağlamaktadır?. Bu ticretten elde edilen gelir nereye gitmektedir?. Yandaki fotoğraf www.worldpress.org/Africa/2193.cfm adresli internet sitesinden alınmıştır. Bütün bu soruların cevabı elbette vardır. Bu paraların tamamı, birbiriyle sürekli bilinçli olarak savaşan Afrikalı liderlerin, ‘Savaş Baronlarının’, çete reislerinin ve elbette elmas karşılığında silah satan ve büyük gelirler elde eden Avrupalı ve Amerikalı silah tüccarlarının cebine girmektedir. Servetin gerçek sahipleri olan çocuklar ise madenlerde köle gibi çalışarak hem bu pırlantaları ve elmasları topraktan çıkartmakta, maliyeti be- * Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü ÇALIŞMA ORTAMI davaya getirilen bu taşların satılması sonucunda alınan silahlarla zorla savaştırılmakta, ölmekte, sakat kalmakta, ailelerini yitirmekte ve savaşmayı kabul etmezlerse kolları ve bacakları kesilip sakat bırakılmaktadırlar. Konuyla ilgili derinine bilgi sahibi olmak isteyen okuyucular ve araştırmacılar ise, http://www.child-soldiers. org/, adlı siteden önemli bilgiler edinebilirler. ‘Coalition to Stop The Use of Child Soldiers’ adlı bağımsız bir toplum örgütüne ait olan bu sitede değişik ülkelere ait bilgiler, araştırmalar ve raporlar yer almaktadır. Son zamanlarda ILO(International Labour Organisation), UNICEF(United Nations Children’s Fund) ve USDOL(United States Separtment of Labour) gibi kurumlar da konuyu daha sık gündeme getirmekle birlikte sadece olayların trajik boyutunu ortaya koymakta, rehabilitasyon için önemli paralar bağışlamakta ancak suçluları ortaya çıkartmak konusunda pasif kalmaktadırlar. Blood Diamond adlı filmde kanlı elmasların ticaretine aracılık yapan Archer adlı genç yaştaki eski bir beyaz askerle, elmas madenine çok yakın, çatışmaların yaşandığı, harabeye dönmüş köydeki yaşlı bir zenci arasında geçen konuşma şöyledir: Archer: ‘Köyde hayat nasıl?’ Köylü:’Oldukça iyi. Ama dua edelim de yakınlarda petrol çıkmasın. İşte o zaman biteriz.’ Son günlerde ‘Blood Diamond’ filmi nedeni ile popüler olan çocuk askerler, pırlanta ve silah ticareti konusunda yazdığımız bu yazıyı ‘Çocuk Emeğinin Coğrafya Atlası’ adlı projemizin genel değerlendirmesinden bir alıntıyla bitiriyoruz. ‘’Bugün az gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeler için çocuk sömürüsü konusunda sayısız doküman ve veri bulunurken, en gelişmiş ülkeler, çocuk işçiliği konusunda, birer “pırlanta” gibi parlamaktadırlar. Sömürüye ön-ayak olmanın bedeli de, en az sömürünün varlığının verdiği utanç kadar büyük olmalıdır.’’ http://www.fisek.org/global_dunya_ve_cocuk_emegi.php Mart - Nisan 2007 Vakıf Haberleri Küreselleşme Sergisinden Tablolar: Kaçakların Dramı...(*) İ Konuşmacılar: Alpaslan IŞIKLI**, İlhan TOMANBAY*** (Özetleyen: Taner AKPINAR****) lk sözü Prof. Işıklı almış ve kaçaklar ko*** nusunun küreselleşme bağlamında özel Prof. Tomanbay ise, neo-liberal ideolojinin taanlam ifade eden bir olgu olduğunu söyleyerihsel gelişimini Adam Smith, John Maynard Keyrek söze başlamıştır. Işıklı küreselleşme ve nes ve Milton Fridman gibi teorisyenlerin görüşleri küreselleşme bağlamında önem kazanan kaçerçevesinde özetleyerek söze başlamıştır. çak göç olgusuna ilişkin genel bir bakış açısı Tomanbay küreselleşme sürecinde sosyal devortaya koymuştur. Küreselleşme kavramının letin tasfiye edilerek sosyal politika uygulamalarının kurnazca seçilmiş bir kavram olduğunu bevakıf derneklerle devredilmeye çalışıldığını, bununlirterek, öncelikle kavramı eleştirel bir bakış la da aslında sosyal politika uygulamalarının hak açısıyla ele almıştır. Işıklı, örneğin bütün temelinden çıkartılıp hayırseverlik temelinde yürüdinlerin, Marksizm’in, faşizmin ve Atatürk’ün tülmeye çalışıldığını belirtmektedir. Küreselleşme de küreselleşmeci olduğu görüşünü ileri süsürecinde sosyal devletin tasfiye edilmesine koşut rerek; bunların günümüzdeki küreselleşme olarak işsizlik, yoksulluk, açlık olgularının şiddetsöylemiyle temel farklılığını ortaya koymaklendiğini vurgulamaktadır. Bu bakış açısıyla Prof. tadır. Ulus devlete ve ulus egemenliğine karTomanbay da, kaçak göçlerin temel nedeni olarak şı, egemenliği kayıtsız şartsız uluslararası kapitalizmin dünya ölçeğinde eşitsiz gelişmesi ve Prof. Dr. Alpaslan Işıklı sermayeye ait olarak gören günümüz kürebu eşitsizliğin küreselleşme sürecinde daha da selleşme olgusunun en temelde demokratik olmadığının altını artmasını görmektedir. çizmektedir. İkinci olarak bu şekildeki bir küreselleşme ideoloTomanbay konuşmasının devamında kaçak göç sorunujisinin sosyal devletle ve her türlü sosyal anlayışla çeliştiğini nu Türkiye özelinde ele alarak bazı temel sorunsal alanlarına belirtmektedir. vurgu yapmıştır: Türkiye’de bölgelerarası eşitsizlik, Türkiye’ye Işıklı, bu küreselleşmenin çarpık bir küreselleşme oldu- yönelik göçlere ilişkin mevzuat eksikliği, kaçak göçle mücadeğunu, daha doğrusu bunun bir küreselleşme olmadığını vur- lenin yüksek maliyeti, dinsel faktörlerin etkisi, güvenilir gerçek gulayarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Merkez ülkeler verilerin olmaması. sermaye, mal ve hizmetlerin uluslararası düzeyde dolaşımı Bu çerçevede, öncelikle Türkiye’de 1980 sonrası dönembakımından diğer ülkelere baskı yaparak, en geniş düzeyde de küresel kapitalizme eklemlenme yolunda uygulamaya koserbesti elde etmeye çalışmaktadırlar. Gelişmekte olan ülke- nulan neo-liberal politikaların işsizlik, yoksulluk, açlık gibi soler neo-liberal ideolojinin kölesi yapılmak istenmektedir. Berlin runları daha da şiddetlendirmesinin yanında; bu politikalarının duvarı kalkmıştır ama, dünyanın ayrıcalıklı kesimini çevrele- bölgesel eşitsizlikleri de önemli ölçüde arttırdığına değinmiştir. yen vize duvarı giderek daha da sağlamlaştırılmaktadır.” Tomanbay, Türkiye’nin doğu bölgelerinin ihmal edilmişliğinin Işıklı, küreselleşmesi gerekenin kapitalizmin merkezinde- terör, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar yanında bu bölgelerdeki kiler olduğunu belirterek, küreselleşme ve kaçaklar sorununun sınırlardan kaçak girişleri de beslediğini belirtmekte ve kaçak düğümlendiği temel noktaya ilişkin şunları söylemektedir: “O göçmenlerin Türkiye’nin doğusundan adeta elini kolunu sallataraftan bu tarafa geçiş var. Bilgisayarın başına geçerek pa- yarak girdiğini söylemektedir. rasını borsadan borsaya dolaştırmaktadırlar. Yine o taraftan Tomanbay Türkiye’de mülteci ve sığınmacı konularını düturizm adıyla dünyanın herhangi bir yerine gidebiliyor, gezip zenleyen bir kanunun olmadığını belirterek, bu konuya ilişkin dolaşabiliyorlar. Ama bu taraftan o tarafa geçildiğinde insanlar 1994 yılında çıkartılan yönetmeliği1 dayanağı olmayan havada kaçak damgasını yemektedirler.” bir düzenleme olarak nitelendirmektedir. Tomanbay’ın bu koIşıklı, kaçaklar olgusunun günümüzde giderek büyüyen nuda altını çizdiği diğer önemli bir sorun da, Türkiye’nin 1951 bir sorun olduğunu söyleyerek, bunun temel nedeninin zengin Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolüne koyduğu coğrafi ve yoksul ülkeler arasındaki uçurum olduğunu belirtmektedir. çekinceyi kaldırması yönünde Avrupa Birliği’nden gelen basIşıklı’ya göre, bu uçurum günümüzde belki de tarihin hiç gör- kılardır.2 Tomanbay, bu konuda Türkiye’nin Avrupa’yı korumediği bir boyutta derinleşmiştir. Bir taraf giderek yoksullaş- yan tampon bölge haline getirilmeye çalışıldığını söyleyerek, makta, açlıktan ve salgın hastalıklardan ölenlerin sayısı art- Işıklı’nın bu yöndeki görüşünü de desteklemektedir. maktayken; diğer tarafta gelir giderek daha az sayıda insanın Tomanbay, yakalanan kaçak göçmenleri sınır-dışı etmenin elinde toplanmaktadır. maliyetinin yüksek olması nedeniyle yetkililerin kaçak girişlere Işıklı, son derece dramatik birkaç kaçak göç öyküsünü göz yumduğunu, diğer taraftan bu göçmenlerin insan onurudinleyenlerle paylaşarak, sorunun gerçek boyutunun medya- na yakışmayan koşullarda bulunduğunu belirterek; bu konuda da yer almadığını belirtmektedir. Bu konuda, kaçak konumda Türkiye’nin içinde bulunduğu çaresizlik ve ikilemlere dikkat olanların geçiş yeri olarak, Türkiye’nin bulunduğu konumun çekmektedir. çok önemli olduğunu belirtmektedir. Işıklı, Türkiye’nin Avrupa’yı Tomanbay Müslüman olanların gelişine, diğerlerine kıyoksulların istilasına karşı koruyan bir tampon işlevi gördüğü- yasla, daha toleranslı olunduğunu belirtmekte ve son olarak nü belirtip, Türkiye için, çok net bir ifadeyle; Avrupa’nın parato- sorunun nicel boyutlarına ilişkin güvenilir gerçek verilerin olneri nitelendirmesini yaparak konuşmasını bitirmektedir. madığını söylemektedir. (*) Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ile Prof.Dr. İlhan Tomanbay’ın ve herkesin katılımıyla Prof. Dr. Nusret H. Fişek Bilim ve Sanat Ortamı’nda 8 Aralık 2006 tarihinde gerçekleştirilen Küreselleşme Sergisinden Tablolar, Kaçakların Dramı konulu “Düşünce Atölyesi”nden özetlenmeştir. (**) Prof.Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi (***) Prof.Dr. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Öğretim Üyesi (****) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü ÇALIŞMA ORTAMI 1 Tomanbay’ın sözünü ettiği yönetmelik 1994 yılında çıkartılan 6169 sayılı Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliktir. 2 Türkiye, mülteci ve sığınmacıların hukuki statüsüne ilişkin Birleşmiş Milletlerin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolünü imzalamıştır. Ancak Türkiye adı geçen Sözleşme ve Protokolü coğrafi çekince koyarak imzalamıştır. Buna göre, Türkiye Avrupa’dan gelip sığınma talebinde bulunanlara sığınma sağlama yükümlülüğü altına girmiştir. Avrupa dışından gelenlere karşı böyle bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Avrupa dışından gelenlere Türkiye’de geçici oturma izni verilmekte ve bunların kalıcı olarak yerleştirilmesi için üçüncü bir ülke aranmaktadır. Mart-Nisan 2007 Toplum Reform Tradejisi : Ulusal ve Toplumsal Tehdit Birgül A. GÜLER* T ürkiye bir reform trajedisi yaşıyor. Bu süreç son çeyrek yüzyıldır sürüyor. Son yıllarda ise reform, yönetim sistemini yeni bir duruma ve yeni bir biçime sokmaya çalışan yasalarda somutlanıyor. Getirilen değişiklikler, ulusal çıkarlara ve toplumun genel yararına aykırı içerikleriyle büyük bir endişe kaynağı haline gelmiş bulunuyor. Yaşanan gerçekten de tam bir trajedidir. Trajedi, sözlüklere göre eski yunancadan ve ‘facia, ağlatı, musibet’ anlamına gelen bir sözcük. Ama bu özel tür bir faciadır. Kastedilen deprem ve sel gibi doğal afet kötülükleri değil, ‘insanların yine insanlarca sorumsuz bir şiddetle yok edilmesi’ne ilişkin kötülüklerdir. Reform da yabancı bir sözcüktür; sözlükler bunun kökünü latinceye bağlarlar. Türkçesiyle ‘düzeltim’ diye bilinen reform yoğun değer yüklü haldedir: Sözcük ‘daha iyi duruma getirmek, iyileştirmek’ diye kavranır. Sözcük takımını Yunanca ve Latinceden alıp kullandığımız Türkçeye çevirirsek, ‘reform trajedisi’nden söz etmek, ‘iyileştirme musibeti’ diye kendi içinde oldukça çelişkili bir şeyden söz etmek demektir. Ülkemiz son çeyrek yüzyıldır bir ‘iyileştirme musibeti’yle başa çıkmaya çalışmaktadır. Reform, iyileştirme, akıl ve gönül okşayıcı yapısıyla, genel olarak peşinen kabul gören sözcüklerdendir. İyileştirmeyi kim istemez? Üstelik bu, devrimler gibi insanı şaşırtan birandalık özelliği taşımayan, pek o kadar zora başvurmayan, şiddeti daha düşük, can yakıcı keskinlikte olmayan bir biçime sahiptir. Reform sözü, akıllara bir tür ‘beyaz devrim’ getirir. Barışçıl bir iyileşmeyi kim istemez? Oysa tarihsel gerçekler reformun pek de ‘beyaz’ olmadığını gösteren çok sayıda örneğe sahiptir. Yalnızca Osmanlı modernleşme reformlarına bakmak yetebilir. Örneğin 18. yüzyılın Lale Devri Patrona Halli isyanıyla, 19. yüzyılın Nizamı Cedid reformu Kabakçı Mustafa isyanıyla, Vakayi Hayriye, sonra Tanzimatı Hayriye... isyanlar ve isyancıların ve devlet adamlarının idamlarıyla ayrılmaz bir bütün oluşturur. Daha yakın tarihlerde idari reformlar çağı ikinci dünya savaşının ateşiyle başlamış, Türkiye’de 27 Mayıs’la açılmıştır. Yapısal reformlar ise, ancak 12 Eylül darbesiyle gerçekleştirilebilmiştir. Bu reformlar da idamlarla işaretlenmiş durumdadır. O halde neye dayanarak devrimlere ‘kırmızı’ reformlara ‘beyaz’ diyebiliriz? Öyle görünüyor ki, devlet * sistemi sözkonusu olunca reformlar zor kullanma bakımından devrimlerin rengine yakın bir renge sahiptir. Reformu –iyileştirmeyi-, barışçıl gelişme olarak anlamaktan vazgeçmek ve bu sözcüğü toplumsal mücadelelerin taraflarından birinin politikası olarak anlamak gerekir. Günümüzün reformları, dünya tekellerinin genel rotasında yürümeyi ve bunların içinde erimeyi benimsemiş yüksek sermaye gruplarının politikasıdır. Bunlar, “piyasa ekonomisi” adını verdikleri iktisadi düzene iman etmekte; bu düzenin emirlerini uygulamaya koymak için dernekler, vakıflar, meslek odaları, sendikalar ve bazı siyasal partiler eliyle politikalarını uygulamaya koymaya uğraşmaktadırlar. Reform adını verdikleri bu politikayla, Türkiye’yi “piyasa ekonomisi düzeni içinde dünya ile bütünleştirme” amacına hizmet ettiklerini ilan etmektedirler. Bu doğrultuda devletin elindeki fabrika ve işletmelerin özelleştirilmesini ve “piyasaya devri”ni gündeme getirmişler, son yirmibeş yılda kamu işletmelerinin büyük bölümünü kamu kesiminin mal varlığından çıkarmışlardır. Aynı süreçte, o güne kadar yalnızca devlet tarafından yapılabilen radyo-televizyon hizmetini, posta-telefon iletişimini, gübre ticaretini, tohumculuğu, eğitim-öğretim hizmetlerini, vb...özel sektör de yapabilir hale getirmek için uğraşmışlardır. Nitekim pekçok alanda özel sektör de iş görmeye başlamıştır. Eldeki malvarlıkların piyasa aktörlerine satışı –özelleştirme- ve devletin tekelinde tutulan işlerin aynı aktörlerin etkinlik göstermelerine açılışı –deregülasyon-. Bu iki politika sonunda ortaya çıkan manzara şudur: Radyo-televizyon dünyası tek sesli olmaktan çıkmıştır; çoğulculuk gelmiştir; günümüzde ülkenin radyo-televizyon kanalları içinde yönlendirici iktidar CNN, Murdoch, SKY Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi. Bu yazı, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nca 18 Ocak 2007 günü düzenlenen Düşünce Ortamı’nda yapılan konuşmanın kısa metnidir. 10 ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2007 Toplum ... gibi yabancı tekellerin ve DoğanMedya gibi yerli tekellerin elindedir. Çoğulcu iletişim, devlet tekeline son verip yerine dünya tekelci sermayesini ve bununla işbirliği içindeki yerli tekelci sermayeyi yerleştirmiştir. İletişim alanındaki devlet tekeli sona ermiş; hizmet çoğulculaşmış; alan birkaç dünya tekelinin eline geçmiştir. Bankacılıkta devlet varlığı sona erdirilmiş, ülkenin hem kamu hem özel bankaları dünya tekellerinin yönetimine geçmeye başlamıştır. Devlet tekeline son verilmesini ve kendilerine iş fırsatı sağlanmasını isteyen yerli özel bankalar, devletin bankacılıktan çekilmesiyle birlikte kendilerini satmaya girişmişlerdir. 1936 yılında kurulmuş Denizbank 1999’da özelleştirmeyle Zorlu Şirketi’ne devredilmiş, Zorlu bu kurumu 2006’da DEXIA adlı bir Avrupa tekeline satmıştır. Ülkenin kamu tüzelkişiliklerini eriten reformlar, çeyrek yüzyıl içinde ülkedeki özel tüzelkişilikleri de eritmesiyle dikkati çekmektedir. Özel eğitim kurumlarıyla “dünya genelinde rekabet” edeceklerini söyleyenler, kurdukları üniversiteleri satmaya başlamışlardır. Bilgi Üniversitesi adlı odak, artık Amerikalı LAUREP adlı bir şirketindir. Bir zamanlar çok moda olan “küresel düşün yerel davran” sloganıyla yapılmak istenen şey açığa çıkmıştır. Ulusal çıkarların korunmasının reddi! Yurttaş refahının devletin görüş alanı dışına çıkarılması. Küresel düşünülerek ulusal düşünme eritilmiş, yerel davranılarak halkın geçimi ve refahı kaygısı terkedilmiştir. Karşı karşıya kaldığımız “iyileştirme musibeti”, böylece hem ulusal hem toplumsal varlığa aynı anda ve aynı şiddette büyük bir tehdide dönüşmüştür. İçine düştüğümüz bu büyük erimenin taşıyıcısı, Cumhuriyet boyunca ülkenin ve halkın üretimine el koymayı beceren, ama kendi ayakları üstünde duran bir sanayi yaratma bakımından tam bir beceriksizlik sergileyen “yüksek özel sektör” olmuştur. Bu zorba mirasyedi, şimdiye kadar elde ettiği kolay zenginliği, bu kez yabancılara “dünyayla bütünleşme” adına pazarlayarak çoğaltma gayretindedir. Türkiye, işte bu hovarda egemen sınıfın reformlarıyla sarsılmaktadır. Ülke, hem ulusal çıkarları hem de toplumsal varlığıyla, bu tür bir “reform musibetiyle” başetmeye çalışmaktadır. Sorunların çözümünün nerede olduğu, reform trajedisinin içeriği ve boyutları ne kadar açıksa o kadar açıktır. Yaşanan süreç, piyasa ekonomisi temelinde ÇALIŞMA ORTAMI dünyaya açılma bir illüzyondur. Bu temelde Türkiye durduğu yerde dünyaya açılandır; Türkiye’ye doğru açılan ise dünya tekelleridir. Yerli tekellerin doğrudan işbirliğiyle gerçekleşen bu açılma, Türkiye’nin sömürgeleştirilmesinden başka birşey değildir. Bu durum ne kadar açıksa, çözüm de o kadar açıktır. Reform trajedisiyle başa çıkmanın ve sorunların altından kalkmanın yolu, Türkiye’nin tam bağımsızlığını sağlamayı hedefleyen yeni reformlar atılımından geçer. Bu atılımla beceriksiz ve mirasyedi yüksek özel “sektör” disiplin altına alınarak, Türkiye’nin değerleri ulusal ve toplumsal çıkar temelinde yeniden inşa edilmelidir. Kadınlar Günüymüş! SEKİZ MART, KADINLAR GÜNÜ DEDİLER Övgülerini, süslediler, püslediler, Acıları, yitimleri, dayakları, horlamayı, ölümleri Bir GÜN İÇİN evet bir gün için Yalanları rengarenk balonlarla yaldızlayıp uçurdular. O uçurulan balonların üstünde TÖRE adına öldürülen Binlerce genç güzel kadınların gözyaşları vardı oysa. Kadın olmanın, ANA olmanın, CAN veren olmanın Kutsallığı yılın BİR gününde mi VAKSAYILDI ? Herşey boşlukta, RÜZGAR GİBİ ESİP GİDEN ... Yüreklerini görmeyenlere Kadının emekçi, verici, üretken, sevgi dolu Olduğunu asla bilmeyenlere. Süslü sözler söylemesi nasıl da kolaydır ... Onlar aldatmanın ŞAHINI bilirler Elleri KANLI, GÖZLERİ KÖR, TÖREYE KABUL diyenler − Anneniz var mıydı? − Karınız var mıydı? − Kızkardeşiniz var mıydı? Onları hiç bilmediğiniz hatta düşünmediğiniz belli Biliyorum, doğduğunuz günden beri Sizi, KÖR, SAĞIR, ACIMASIZ EDEN NAMUS DENİLEN BİR İLLETİNİZ VARDI ... İlknur GÖKALP Mart-Nisan 2007 11 Sosyal Hekimlik Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç Y A. Gürhan FİŞEK* abancı doktorların Türkiye’de çalışması gitgide gündemin ön sıralarına doğru tırmanmaktadır. Başbakan’ın da katıldığı tartışmada, “ithal” doktorların, daha ucuza çalışacağı öne sürülmektedir. Bu doğrultuda 15.02.2007 tarihinde TBMM’nce kabul edilen ancak Cumhurbaşkanı tarafından bazı maddeleri veto edilen 5581 sayılı yasa çıkarılmıştır. “İthal doktor” diye özetlenebilecek, yabancı doktorlara Türkiye’de çalışma izni verilmesi de, Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçeleri arasında yer almaktadır (Bakınız : KUTU). Genellikle “ithal” edilenlerin “ucuz” olmadığı görülmektedir. Ülkemizde yürütülmekte olan AB ve Dünya Bankası projelerine baktığımızda, yabancı uzmanları ile eşit işi yürütmekte olan Türk uzmanlar arasında önemli ücret farkları görülmektedir. Dolayısıyla ucuz-ithal doktorların, görece gelişme geriliği içinde bulunan ülkelerden ithal edileceği düşünülebilir. Ya da hizmet paketinin tümüyle bir yabancı şirkete devredilmesi ve piyasa kuralları (ve gizli destekler) aracılığıyla, hizmetin ucuzlaştırılacağı düşünülebilir. Ne olursa olsun, ithal doktorlardan “çare” uman yaklaşımın özünde şu öngörüler yatmaktadır : 1. Bu yaklaşım, sağlığı sıradan bir üretim, insanı da sıradan bir mal gibi gören anlayışın ürünüdür. Buna karşın, insanın bir mal olmadığı bizim de kabul ettiğimiz Philadelphia Bildirgesi’nde (1944) kabul edilmiş ve en temel insan hakkı olarak benimsenmiştir. 2. Bu yaklaşım, sağlığı yalnızca tedavi hizmetine indirgeyen, “önce hasta olsunlar bekleyelim; sonra çaresine bakalım” diyen çağdışı (geleneksel) hekimlik anlayışının bir ürünüdür. Böyle olmasa, halkla çok yakın diyaloğa dayanan ve sosyal kalkınmadan eğitime kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan koruyucu hekimlikte ithal doktordan (hastasının dilinin bilmeyen) yararlanamayacağını çocuklar bile bilirdi. 3. Bu yaklaşımı öne sürenler, sağlık alanının derinliği konusunda cahil olduklarını ortaya koymuşlardır. Çünkü sağlık hizmetinin yalnızca hekimler eliyle yürütüldüğü gibi boş bir inanca kapılmışlardır. Buna karşın, Dünya Sağlık Örgütü’nün bugün yetersiz kalan, sağlık insangücü listesini bile okumuş olsalar, ithal hem* Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni 12 ÇALIŞMA ORTAMI şire, ithal sağlık istatistikçisi, ithal ... vb sağlık personelinin ithalini de önerirlerdi. 4. Yabancı firmaların Türkiye’ye girişi için böylece kapı açılacaktır (2007 sayılı yasa 2007 yılında TC Cumhurbaşkanlığı Sayı : B.01.0.KKB.01-18/A-2-2007-138 Tarih : 02/03/2007 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca 15.02.2007 gününde kabul edilen 5581 sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” incelenmiştir. (...) İncelenen Yasa’nın 6.maddesinde “11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şabatı San’atlarının Tarzı İcrasına dair Kanunun 1 nci maddesinde “ve Türk bulunmak” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır”. 8.maddesinde de “1219 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci cümlesindeki “izinli Türk hekimlerinin” ibaresi “mezun hekimlerin” olarak değiştirilmiştir.”, düzenlemelerine yer verilmiştir. 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Yasa’nın 1.maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti dahilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için Türkiye Darülfünunu Tıp Fakültesinden diploma sahibi olmak ve Türk bulunmak şarttır.”; 4.maddesinin birinci tümcesinde de, “Yabancı memleketlerin tıp fakültelerinden izinli Türk hekimlerinin Türkiye’de hekimlik edebilmesi için” kuralları bulunmaktadır. Görüldüğü gibi, bu kurallara göre, Türkiye’de doktorluk mesleğini yapabilmek için Türk yurttaşı olmak gerekmektedir. İncelenen Yasa’nın 6. ve 8.maddelerinde öngörüldüğü gibi, 1.maddeden “Türk bulunmak” ibaresinin çıkarılması; 4.maddedeki “izinli Türk hekimlerinin “ ibaresinin “mezun hekimlerin” ibaresiyle değiştirilmesi de, yabancı uyruklu doktorlara, Türkiye’de doktorluk yapabilme olanağı sağlamaktadır. Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez, sağlık alanında uygulanagelen Türk doktorları merkezli sağlık politikasından vazgeçilmektedir. Konuya ilişkin tüm yazılı kurallar göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde, yabancı doktorların kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılamayacağı, yalnızca özel sağlık kuruluşları ile özel muayenehanelerde çalışabilecekleri; bir jüri tarafından yapılacak değerlendirmelerden geçmeleri, kimi koşulları taşımaları, döploma denkliklerinin kabul edilmesi gerektiği gibi, zorlayıcı koşullar bulunduğu sonucuna varılsa Mart - Nisan 2007 Sosyal Hekimlik bir kez daha ve derinden bir yara alacaktır). İlk kez 1935’lerde yabancı petrol şirketlerinin teknik elemanları ile birlikte gelebilmeleri için delinen yasa, bu kez de yabancı doktorlar -büyük olasılıkla- yabancı sağlık şirketlere yol açmak için gelecektir. İkisi arasındaki fark, ilkinde Türkiye’de bunu yapacak kişilerin olmamasıydı; şimdi ise, insan emeğini ucuzlatmak için, en yetenekli da, tüm bunlar, yabancı uyruklu doktorlara Türkiye7de doktorluk yapma olanağı sağlandığı gerçeğini değiştirmemektedir. Türk doktorları, toplumun sağlık sorunlarını ve sosyal sorunlarını bilerek, hizmet isteklerine uygun biçimde yetiştirilmektedirler. Bir doktorun, toplumsal gerçekleri ve koşulları bilmeden sağlık alanında hizmet vermesi, nitelikli hizmet üretilmesi yönünden sakıncalıdır. Yabancı doktorların dil sorunları da, bu olumsuzluğu artırıcı bir öğe olarak değerlendirilmektedir. Öte yandan, ülkemizde doktor yetersizliğinden çok, dengeli ve adil olmayan bir dağılım ve sağlık alanında altyapı eksikliği sorunu bulunmaktadır. Ayrıca, ülkemizin kimi yöresel koşulları, çalışma koşulları ve ekonomik koşullar gözönünde bulundurulduğunda, Türkiye’ye nitelikli yabancı doktor gelmeyeceği de bir gerçektir. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı doktorların henüz istihdam sorunu çözülmemişken, yabancı uyruklu doktorların Türkiye’de çalışmasını olanaklı kulmanın yerinde olmayacağı değerlendirilmektedir. İncelenen Yasa’nın gerekçesinde, “Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde, kişi ve hlizmetlerin serbest dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması amacına uygun olarak, Türkiye’de tababet icra edebilmek için Türk olmak şartının kaldırılması gerektiği “ ileri sürülerek, değişikliğin Avrupa Birliği uyum sürecinde gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Oysa değişiklik, Avrupa Birliği ülkelerinde sağlık alanına ilişkin, halk sağlığı, hasta güvenliği meslek sahibi insanların haklarının korunması gibi ayrıntılı ve kapsamlı düzenlemelere koşut bir yaklaşım içermemekte; yalnızca ülkemizde doktor olarak çalışmak için aranan yurttaşlık koşulunu kaldırmaktadır. Avrupa Birliği’ne henüz üye olmadığımız için, doktorlarımızın serbest dolaşım hakkına sahip bulunmadıkları gerçeği bir yana, düzenleme ile yalnızca Avrupa Birliği ülkelerinin değil, tüm ülkelerin doktorlarına ülkemizde çalışma olanağı sağlanmaktadır. Eğitim ve çalışma koşulları kötü olan ülkelerden, düşük ücretle çalışmaya istekli dostorların ülkemize gelmesi, sağlık kalitesini daha da düşürecektir. Bu nedenlerle, incelenen Yasa’nın 6. ve 8.maddeleriyle yapılan düzenlemelerin, kamu sağlığının gerekleri yönünden uygun olmadığı düşünülmektedir. (...) Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı ÇALIŞMA ORTAMI genç hekimlerimiz yurt dışına gönderilmekte ve ulusal insangücü potansiyelimiz çökertilmeye çalışılmaktadır. Bunun istihdam alanında (bazıları alan yerine piyasa diyor), bir tepkisi olacaktır. Bu ücrete koşullara isyan edenler, ülke dışında istihdam olanağı arayacaklardır. En niteliklilerin en gelişmiş “ortam”larda iş bulduğu yabancı ülkelerde, yeteneklerine göre dizileceklerdir (Bakınız: www.beyingocu.com). Türkiye’yi yetersiz yabancılarla, yurt-dışına göç etmeyen yerli hekimlere bırakacaklardır. 5. Koruyucu hizmetleri unutan bu yaklaşım, hastalananların tedavi hizmetinin nasıl yürüdüğünü de bilmemektedir. Hasta tedavisindeki en önemli evre, hastanın öyküsünün (anamnez) alınmasıdır. Hastanın yakınmalarının ayrıntılı bir biçimde soruşturulması ve olabildiğince kendi sözcükleriyle dosyasına işlenmesi gerekir. Ama sağlık sistemimizde, yönetim hatalarından kaynaklanan “hastaya yeterli süre ayrılmaması ve yeterli ilginin gösterilmemesi” bu önemli aşamanın sanki pas geçilmesine gerekçe olmaktadır. Buna karşın sağlık sistemimizdeki doyumsuzluk ve bozuklukların en temel nedenlerinden biri, hasta öykülülerine yeterince zaman ayrılmamasıdır. Bugün sağlık alanında, popülist (halk dalkavuğu) ve içtenliksiz bir politika izlenmektedir. Yıllarca sağlık konusundaki bilgisizliği ve zaafı desteklenen halka, hoşuna gidecek “yenilikler” sunulmaktadır. Bunlardan biri, SSK’lıların istedikler her hastaneye gidebilmeleri, ilaçlarını istedikleri her eczaneden alabilmeleridir (Bu uygulama SSK İlaç Fabrikası’nın kapanmasına yol açmıştır. Doktorlara döner sermayeden prim verilmesi yoluyla da hastalara yapılan her ileri incelemenin bu primi arttırmasına ve dolayısıyla gereksiz incelemelerin artmasına olanak verilmiştir). Bu hastaların arayıp da bulamadığı bir hizmettir; ama gerçekçi midir? Gerekli midir? “Toplum”cu mudur? Aslında popülizmin ve içtensizliğin yansıması olan bu “yenilik”ler, daha büyük bir planın parçalarıdır. Halk “yıllarca sağlık alanında bilgisiz ve zorda bırakılmışlığının” etkisi ile hoşnuttur. Ama onun hoşnutluğuyla yürütülen bu büyük plan nedir? Türkiye’nin yalnızca sağlık sistemi değil, tümü, küresel ağın içerisine düşürülmek ve ulusal gücü köreltilmek istenmektedir. Sömürgenlerin ilk yaptığı, ulusal özgüveni ve onuru kırmaktır. Bir çok ülkede kolayca yaptıkları bu işlemi, ülkemizde yapmakta zorlanmaktadırlar. Bu direnç bizim için büyük bir şans iken; onlarla işbirliği halinde yönetilmek de bizim için şanssızlıktır. Mart-Nisan 2007 13 İş Sağlığı Güvenliği Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz... Mustafa TAŞYÜREK* ([email protected]) Müjde, müjde, müjde 16 piksel biyonik göz ABD’de geliştirilen yeni biyonik göz, milyonlarca hastaya kısmi görme olanağı sağlayabilecek. Bilim Adamları, “akıllı protez”ya da “yapay retina” olarak da adlandırılan protezin hastalık ya da yaralanmalar sonucu kaybedilmiş görme fonksiyonlarını düzeltmek için , beyin ile sinir sistemi arasında bağlantı kurmaya yaradığını söyledi (18 Şubat 2007 Hürriyet s.7). Neden buna ihtiyaç duyulmaktadır, neden böyle bir buluş yüzbinlerce kişiye umut ışığı olsun? Beş duyu organımızın hepsi de önemlidir. Her halde bunlardan en önemlisi görme duyusudur. Peki biz bunları, yeni buluşlara bel bağlamadan, işyerlerinde yeterince koruyabiliyor muyuz ? Özellikle sanayi sitelerinde, organize sanayi sitelerindeki işyeri sağlık birimlerindeki sağlık görevlilerinin, en uzman olduğu, en çok pratik yapma olanağını bulduğu işlerden birincisi eziklere, kesiklere müdahale etmekse ikinci sırayı gözden çapak çıkartmak almaktadır. Bahtışen hemşirenin uzun yıllara dayanan deneyimi böyle. “Göz göre göre”, işyerlerinde gözümüzü yeterince korumadığımız ortada. SSK’ya bildirilen ve yıllık istatistiklerde yayınlanan “İş Kazası Sonucu Oluşan Yaranın Vücuttaki Yeri” tablosunda Göz’lerle ilgili bölüme bakıldığında, Türkiye’de SSK’ya bildirilen iş kazalarının (çoğu kez ciddi kazalar bildirilir) %3 göz kazaları olduğu anlaşılır. Aynı sonucu Pennsylvania’nın 2000 yılı iş kazası istatistiklerinde de görüyoruz. ABD’nin bu eyaletinde toplam 80133 iş kazası olmuş, bunlardan 2653’ü yani %3,3 göz kazasıdır. Yıllar Göz kazası geçirenler 2003 2004 2005 2223 3381 2223 % %2,9 %4 %3 Tüm iş kazalarının toplamı 76668 83830 73923 uygun şekilde kullanılmasından kaçınıldığı belirtilmektedir. Uzmanlar uygun güvenlik gözlüğünün doğru kullanılması durumunda göz kazalarının şiddetinin azaltılabileceği ve hatta %90’nının azaltılabileceğine inanmaktadır. ABD İstatistik Bürosunun (The U.S. Bureau of Labor Statistics) raporlarına göre, bu ülkede 2001 yılında işyeri göz yaralanmaları nedeniyle işçilere 924 milyon $ ‘dan fazla tazminat ödenmiş ve yaklaşık 4 milyar $ ücret ve üretim kaybı olmuştur. Aynı şekilde ülkemizde de her yıl binlerce göz yaralanmaları ile sonuçlanan iş kazası meydana gelmektedir. Bu kazaların uygun korunma önlemleri alınması durumunda en aza indirilebileceğine ve kaza ağırlık oranları da düşürülebileceğine kesin olarak inanıyoruz. (Kimyasal madde kaçtıktan sonra ilk yardım önlemleri uygulanmış bir göz) Gözler için risk oluşturan ve göz kazalarından korunmasında dikkat edilmesi gereken fiziksel ve kimyasal (veya radyasyon) etmenler ve işlerden bazıları şunlardır: (Kaynak: SSK yıllık iş kazası istatistikleri) Yukarıda görüldüğü gibi işyerlerinde göz yaralanmaları çok yaygın iş kazalarından biridir. Her sene bütün dünyada çok sayıda işçi, uğradıkları iş kazaları sonucunda bir veya iki gözünü kaybetmektedir. Örneğin ABD’de her gün tıbbi tedaviyi gerektiren 2000’den fazla göz yaralanması olmaktadır. Tüm iş kazalarının %10 –20’ sinde geçici veya kalıcı görme kaybı ile sonuçlanmaktadır. Bu yaralanmaların yüzde doksanında, koruyucu güvenlik gözlüklerinin * Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985) İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü 14 ÇALIŞMA ORTAMI (Göze giren bir dikiş iğnesi. Güvenlik gözlüğü takılmamış) Günlük yaşamda olduğu gibi her gün çalışma yaşamında daha sık kullanır duruma geldiğimiz bilgisayarlar göz zorlanmalarına ve göz kuruluğuna neden olmaktadır, fakat Mart - Nisan 2007 İş Sağlığı Güvenliği görme duyusuna kalıcı bir hasar verKimyasal maddeler – Sadece sıvı memektedir. (Ancak” Ekranlı Araçlarla kimyasal maddeler değil, aynı zamanda Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önkimyasal buharlar, mistler ve dumanlar lemleri Hakkında Yönetmelik” de bevb.gözler için risk oluşturmaktadır. Kimlirtildiği gibi, işyerlerinde ekranlı araçyasal yanıklar göz yaralanmalarının yaklarla çalışanların göz muayeneleri ve laşık %20’sini oluşturmaktadır. Bunlara göz korunması ile ilgili eğitimlerinin çözücüler, solventler, asit , bazlar (kosyapılması zorunluluğu vardır). Buna tikler) vb örnek olarak verilebilir. karşı aşağıda belirtilen göz tehlikeleIsı – Yüksek sıcaklıklara maruz (suri kalıcı görme kaybına neden olmaknuk) kalma gözlerde bir yanma tehlikesi tadır. oluşturabilir. Örneğin; metal eriyiklerinin Çarpma Fırlayan partiküller sıçramaları - Metal döküm, galveniz işleveya düşen nesneler, cisimler. Göz ri, eritilmiş metalleri dökme ile ilgili işler. yaralanmalarının yaklaşık % 70’i uçuGörme duyusu ile ilgili radyasyon şan - fırlayan döküntüler, kıvılcımlar (ışınım - ısı/ışın saçma) - Kaynak alevve küçük nesnelerin çarpmalar sonulerinden, lazerlerden vb. gelen yoğun cu oluşmaktadır. Örneğin; demir ve ışık göz retinasında yanmalara, kataçelik kalıp pres işleri, matkap, torna raktlara ve kalıcı görme kaybına neden vb. gibi kesici ve delici aletler kullaolabilir. nılması gereken işler. El aletleri ile Güneş ışığı - Sık sık ve uzun süre (Katlı iplik büküm makinası) yapılan işler: matkap, kriko ve balyoz güneş ışınlarına maruziyet kalıcı hasarkullanma işleri vb., lara neden olabilir. Dışarıda çalışanlar, Toz – Göze kaçan toz ve kum tahrişe ve çizilmeye ne- işlerini uzun süreler açık alanda yapanlar bu riskle karşıden olur. Örneğin; rüzgar’lı ortamda çalışma, yol inşaatı laşabilir. ekipmanları, çekici ve yükleyici makinalar, kaynak işleri , Ayrıca yukarıdaki veya benzer tehlikelerin bileşkesi de taşlama ve aşındırma tezgahları, taş oyma ve yontma iş- göz için tehlike oluşturabilir. leri, ağaç işleri vb. Örneğin; Bir tekstil fabrikasında katlanabilir bir iğ tam işçiğinin göz hizasına gelecek şekilde dizayn edilmiştir. İğlerin bulunduğu kafes ile korkuluk demirleri arasında yeterli boşluk olmadığından (en az 80 cm.’lik geçiş boşluğu olmalı idi) operatör geçerken gözüne çarpmıştır. Güvenlik gözlüğü (Büküm makinasında dik bobinler kullanmayan ope- üzerinde görülen ring’de ipin dönmeratör şans eseri sini sağlayan plastik kopça) gözünü kaybetmemiş, iyileşebilen yaralanma ile kazayı atlatmıştır. Yukarıda söz edilen risklere karşı gerekli önlemler alınmadığında , belirlenen iş güvenliği kurallarına uyulmadığında öncelikle çalışanlar zarara uğramakta, işyeri yönetimi ise maddi ve manevi cezalı ve kusurlu duruma düşmektedir. Örneğin; Yine bir tekstil fabrikasında ipin bükülmesi için yaklaşık 4000 devir/dakika hızla dönen bobin üzerindeki metal ringe takılı küçük plastik bir kopça (resimde parmaklar arasında görülen), işlemin olağan kontrolü sırasında yerinden çıkarak 24 yaşındaki operatörün bir gözüne çarpmıştır (19.2.1984). Bunun sonucunda operatörün tek gözünde %24,2 oranında maluliyete neden olan bir hasar oluşmuştur. Kaza incelemesinde bilirkişiler işyerini %20 kusurlu bulmuş, %80’de kaçınılmazlık olarak değerlendirmiştir. İş Mahkemesi bu kusur oranını Borçlar Kanununun 43. maddesi gereğince işçi’yi %27, işvereni de %73 kusurlu kılacak şekilde paylaştırmıştır. Bunun sonucu işçiye o tarihlerde önemli miktarda maddi ve manevi tazminat ödenmiştir. (Tesktil fabrikasında terbiye edilecek iplerin takıldığı iğ’ler Kazalı işçi, yaşı 32’ye geldiğinde (SSK hastanelerinve operatör) den birinden aldığı ek bir raporla) (1.7.1992) maluliyetinin ÇALIŞMA ORTAMI Mart-Nisan 2007 15 İş Sağlığı Güvenliği %24,2’den %39’a çıktığını, bu nedenle %14,8 ‘lik maluliyet (Makine parçasının temizlemesini yapan ve göz + yüz koartışından dolayı tekrar maddi ve manevi tazminat talep ruyucusunu kullanan bir işçi) etmiştir. ler arasında son çare olarak, kazalardan korunmada çok T.C. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nce de 18.2.1994’de oyönemli bir durum olduğunu kanıtlamıştır. birliğiyle onaylanan mahkeme kararı ile yine önemli miktarBir göz kazasını önleyebilmek için yapabileceğiniz üç da maddi ve manevi (ek) tazminata daha hak kazanmıştır. şey vardır. Bakım, onarım ve temizlik işi ile görevli bir işçi, poli• İşyerindeki göz güvenliği için tehlikeleri bilinmesi merleşme sonucu tıkanan PVC veya bakalit’ten yapılmış – göz tehlikeleri ile ilgili risk değerlendirmesi yapın. bir boruyu, güvenlik gözlüğü ve yüz siperi kullanmadan, • İşe başlamadan önce tehlikeleri ortadan kaldırılması basınçlı hava ile temizlemeye kalışınca, boru parçalara (Makine koruyucuları, iş / kaynakçı perdeleri kullanın veya ayrılarak patlamış işçinin gözüne, yüzüne ve hatta ağzıdiğer mühendislik kontrollerinin uygulanması). na sıvı fazdaki kimyasal madde dolmuştur. Bu işçinin bel• Uygun göz koruyucularını kullanılması. ki de tek şansı hemen yakınındaki acil duş, göz/yüz duşu Çalıştırdıkları kimselerin kazalardan korunmalarından ile derhal yıkanabilmesi olmuştur. Gözlerinin her ikisini de sorumlu şahısların da üç konusu vardır. kaybedebilirdi. 1. Kişisel korunma donanımının gerekli olduğu kabul Anlaşılacağı üzere, yukarıda sözedilen durumlara, önedilmelidir. ceden gerekli risk analizlerinin yapıldığı, gerekli dikkat in 2. Bu durum kabul edildikten sonra uygun koruyucu gösterildiği ve korunma önlemlerine uyulduğu takdirde bu donanımın seçimi yapılmalıdır. kazaların korunulabilir kazalar sınıfına gireceğine kuşku3. Seçilen donanımın ilgili tüm çalışanlar tarafından suzdur. kullanılması sağlanmalıdır. Tehlikeli bir durum meydana geldiği takdirde, tehlikenin Bilindiği gibi, kişisel koruyucu donanımlar tehlikeyi meydana gelmesine neden olan nedenlerin saptanmaazaltmaz ancak tehlikenin önünde bir engel oluştururlar. sında ilk önce, üretim ya da teknik bir hata olup olmadığı; Bu engelin, sürekli olarak “yerini korumasına” dikkat edilip ya da kullanmada bir kusur bulugözetlenmelidir. nup bulunmadığı üzerinde büyük Her Kişisel Korunma bir duyarlılıkla durmak ve bu tip Donanımı’nın hangi işlerde kullakazaların bir daha tekrarını önnılmasının uygun olacağı hakkınlemek için ne gibi değişikliklerin da çok iyi eğitim almış olmak ve yapılması gerektiği konusunda incelemeler yapmak sonuca çok incelemeler yapmak gerekir. Bazı büyük etkiler yapmaktadır. koşullarda çok tehlikeli bir durum Bu incelemeler şu konuları oluşturan bir makinada ya da siskapsamalıdır. temde küçük ve basit bir değişiklik a) İstatistikler tutulmalı: Yüz yapmakla o makinanın - sistemin ve göz kazalarının meydana geliş tehlikesiz bir durumuna gelmesi nedenlerini ve sonuçlarını göstesağlanabilmektedir. ren kayıtlar aksatılmadan tutulmaBu tür incelemeler pratikte lıdır. Kişisel Korunma Donanımı’nın b) İncelemeler yapılmalı: (Baret, kulak koruyucusu ve göz koruyucusu kullanılmasının, aslında önlemYüz ve göz kazalarının meydana birlikte kullanılabilmektedir) 16 ÇALIŞMA ORTAMI Mart - Nisan 2007 İş Sağlığı Güvenliği geldiği işyerlerinin şartlarını ve kazaların tip ve şekillerini incelenmelidir. c) İlk kademe amirlerini (nezaretçileri) eğitilmeli: Yöneticileri, amirleri her kazanın oluş şekli ve sonuçları hakkında bilgi sahibi kılmalı ve koruyucu önlemlerle kazaların yakın ilgisi konusunda daima eğitilmelidir. d) İşçileri eğitilmeli: Göz ve yüzün korunmasının gerekli olduğu işçiler (ve ilgili tüm çalışanları) ikna edilmelidir. İstatistiklerden de yararlanılmalıdır. İşçilerin sorularına dikkatli olarak cevap verilmelidir. Bu konuda eğer olası ise çeşitli filimler bularak işçilere sık sık gösterilmelidir. İşçilerin eğitilmesi konusunda İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu’nun yardımı sağlanılmalıdır. e) Göz muayeneleri yaptırılmalı: Göz korunması programının hayati önem taşıyan çok önemli bir kısmı; İşçilerin gözlerinin muayenesi’dir. En geç 2 veya 3 yılda bir bu muayeneler yaptırılmalıdır. Olası bir yakınma, şikayet varsa ya da işini güvenli ve etkin bir şekilde yapabilmesi için iyi bir görme duyusuna sahip olması gerekiyorsa elbette bu muayeneler daha da öne alınmalıdır. Her işçinin görme kusurlarını kontrol edip kusuru saptananların, kusurlarını giderecek nitelikte uygun numaralı gözlük takmaları sağlanmalıdır. Örneğin ABD’de, istatistiklerden anlaşıldığına göre, işçilerin %15 - %20’si numaralı gözlük kullanmaktadır. f) Gözlüklerin uygun olması: Muayeneler sırasında, saptanan göz kusurları giderilmelidir. Kusurları gideren gözlükler kullanılırken, çerçevenin uygunluğunun üzerinde de özenle durulmalıdır. Çünkü uygun olmayan ya da rahatsızlık veren çerçeve, işçide direnç yaratır; kullanımını aksatır. g) Gözlüklerin bakımı: Her işyerinde, koruyucu gözlüklerdeki ufak tefek arızalarını giderebilecek, eli bu işlere yatkın personel vardır. Arızalar büyümeden, ya da koruyucu gözlük tümüyle çöpe atılmadan, gerektiğinde tamiri, temizliği ve değiştirilmesi gerçekleştirilmelidir. h) Sergiler: Her işyerinde kişisel koruyucu donanımın sergilendiği bir sergi bulunmalı ve işçilerin sergiyi sık sık ziyaret etmeleri sağlanmalıdır. Bu şekilde hareket edildiği takdirde göz ve yüz koruması hakkında uygulanması hedeflenen program ; kolaylıkla uygulanabilecektir. i) Disiplin : Bütün kural ve koşulların bir iç yönetmelikle (prosedür – talimat) belirtilmesine dikkat edilmelidir. Bu iç yönetmeliğin herkesin imzalaması ve iç yönetmeliğin emrettiği konular dışındaki tutumların cezai yaptırımlarını bilmesi gerekir. Bu programın başarı ile uygulanması için aşağıdaki önerilerin yerine getirilmesi gerekir: 1. Yüz ve göz yaralanmaları ile ilgili iş kazalarından korunma programını uygulayacak sorumluyu belirle, ata. 2. Uygun tipte, standardlara uygun koruyucu donanım satın alın. 3. Göz muayenelerini yaptırınız. Gözlüklerin kullanacak kimselere uyup uymadığını kontrol ediniz. 4. Gözlüklerin iyi saklandığına, temizlik, bakım ve gerektiğinde onarımlarının zamanında ve uygun yapıldığına emin olmalısınız. 5. İlan panoları ve sergilerden yaralanarak Göz ve Yüz Kazalarından Korunma Programını uygulayınız. 6. Makine ve tesisatın göz güvenliği işaretlerine ve prosedürlerine uyunuz. 7. Duman, toz ve kimyasal buharların olduğu yerlerde kontakt lens kullandırmayınız. ÇALIŞMA ORTAMI 8. Acil göz duşlarının yerleri, nasıl kullanılacakları ve bakımını yapacakları konusunda işçileri bilgilendiriniz. 9. Göz kazalarında uygulanacak temel ilkyardım kurallarını öğretiniz. (Güvenlik gözlüğü ve toz maskesinin birlikte kullanılması) 10. Göz kazalarına neden olabilecek güvensiz durumları, çalışma yöntemlerini amirlerine bildirmelerini sağlayınız. 11. Çalışanları göz güvenliği ve koruyucu güvenlik gözlüklerinin doğru kullanılması konusunda eğitim aldırınız. 12. Ağır cezai yaptırımlar koyarak kurallara uymayı sağlayınız. “Hala görmeniz gereken muhteşem güzellikler var. Lütfen !!! Koruyucu gözlüklerinizi kullanınız.” Kaynaklar: --, Sanayide İş Güvenliği Eğitim Rehberi, Sayı 7, Sanayide Renklerin Dili ve Kişisel Korunma Teçhizatı, T.C.Çalışma Bakanlığı, İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü, Kardeş Matbaası, Yayın No.136. --, ILO Accident Prevention A Workers’ Education Manuel , International Labour Office, Ceneva, 1961 , s.33. http://www.ssk.gov.tr/wps/sskroot/istatistikk/istatistik2003/ T18_35.xls http://www.ssk.gov.tr/wps/portal/!ut/p/.cmd/cs/.ce/7_0_A/.s/7_ 0_5RO/_th/J_0_CH/_s.7_0_A/7_0_5RH/_s.7_0_A/7_0_5RO http://www.preventblindness.org/safety/worksafe.html http://www.preventblindness.org/safety/firstaid.html http://www.preventblindness.org/safety/prvnt_injuries.html http://www.bouldereyesurgeons.com/page7/page23/page25/ page25.html http://www.preventblindness.org/safety/worksafequiz.html http://www.medem.com/medlb/article_detaillb.cfm?article_ ID=ZZZ8FQ635YC&sub_cat=0 Ekranlı Araçlarla Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete: 23.12.2003 tarih ve 25325 sayılı) Mart-Nisan 2007 17 Toplum Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları E Erdoğan BOZBAY** [email protected] mekli Sandığı’nın, Cumhuriyet dönemi mimarisinden esintiler taşıyan görkemli binasının girişindeyiz. ferforje harikası kapıyı biraz da omuz yardımıyla itip geniş salona giriyoruz. Çay kokusuyla harmanlanmış ağır bir hava karşılıyor bizi. İçerisi oldukça kalabalık. Kolçaklı sandalyelerin, orta sehpaların, kalorifer peteklerinin üstleri bile dolu. Dilekçe yazanlar, form dolduranlar… Çoğu emeklilik işlemleriyle uğraşan bedenleri yorgun, bakışları durgun insanlar… Kısa süreli bir şaşkınlığın ardından bankonun önündeki pirinç üzerine siyah yazılı görev panolarını görüyoruz. Evet evet, sonunda bulduk işte. Sorunumuzun yanıtı şu dördüncü memurda. Allah’tan en kısa kuyruk da orada. Beş on dakikalık bekleyişin ardından sıra bize geliyor. Eşim sorununu özetlerken ben görevliyi izlemeye koyuluyorum. İlgimi çeken ilk şey yüzündeki huzur olmalı. Rahatlatan bir gülümseyişle bakıyor insanlara, hiç sesini çıkarmadan sabırla dinliyor. Bakımlı, tıraşlı tertemiz bir memur portresi çiziyor. Koyu takım elbisesi, açık renkli gömleğinin temizliğini daha bir öne çıkarıyor. Özenle seçilmiş kravat, giysideki uyuma son noktayı koyuyor. Yakasına iliştirdiği karttan adının, …….. Düzgünçınar olduğunu öğreniyorum. Daha bir ilgimi çekiyor. Anında,soyadıyla tavırları arasına bir köprü kurmaya çalışıyorum. Oturduğu için tam kestirememekle birlikte, boyu da soyadındaki çınar gibi uzun olmalı. İşimiz bittiğinde teşekkür ederek ayrılıyoruz yanından. Hayret. Dışarıya çıktığımda kendimi kuş gibi hafiflemiş hissediyorum. İçeriye girerken duyduğum tedirginlikten eser yok. Bakıyorum eşim de benzer duygular içinde. Onun da rahatladığı yüzünden okunuyor. Helal olsun sana Düzgünçınar diyorum. Adına layık olmaya mı çalışıyorsun, yoksa adın mı sana ayak uydurmaya çalışıyor! Her şey iyi güzel de yaşamdan beklediklerin, beklentilerin de severek yaptığın işler gibi düzgün gidiyor mu bari diye sormadığıma hayıflanıyorum… # Günlerdir beklenen gün sonunda gelmiş. Tatil sabahının en güzel anları. Özenle hazırlanan kahvaltı, işe, okula, servise yetişme telaşı yaşanmadan yapılmış. Son keyif çayı ince belli bardağa doldurulmuş, sıra gazetelere şöyle bir göz atmaya gelmiş. Masadan kalkılmış, daha ışıklı bir köşeye geçilmiş. Çaydan bir yudum çekilmiş. Tam gazeteye el uzatılmış ki, ana okuluna yeni başlayan çocuğun tiz sesiyle birlikte gazeteye hamle yapan el, elektriğe tutulmuşçasına geri çekilmiş. “Baba, hani beni çocuk tiyatrosuna götürecektin?!” Babanın neşesi titrek bir mum gibi anında sönüvermiş. Almış mı bir kara düşünce? Kırk yılda bir evde oturup, gazete okumak, televizyon izlemek varken, nerden çıktı şimdi şu tiyatro? Söz verilmiş bir kere. Gitmemek de olmaz. Acaba ne yapmalı? Bu işten sıyırmanın bir yolu olmalı, ama nasıl? Baba, bir yandan düşünürken, bir yandan da gazeteleri karıştırmayı sürdürmuş. Öyle de çok okunacak şey varmış ki. İkinci gazeteler, ekler, bulmacalar… Derken yüzünü birden sevinç kaplamış, atacağı çığlığı boğazının son boğumunda zor yakalamış. Bakmış, eklerden birisinde büyük bir dünya haritası. Beyninde çakan şimşeği hemen uygulamaya koyulmuş. Almış makası * Jeomorfolog Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü 18 ÇALIŞMA ORTAMI eline, başlamış dünya haritasından ince şeritler kesmeye. İşlem bitince,bu kez şeritleri enlemesine kesmeye başlamış. Sonunda bir yığın parça çıkmış ortaya. Mağrur bir komutan edasıyla, “Al oğlum şu parçaları. Dünyayı kesilmeden önceki haline getir bakalım.Akıllı çocuksun sen. Sana güveniyorum. Yaparsın sen, yaparsın. Bitirdiğin zaman da tiyatroya gidiyoruz, söz!” Rahatlamış bir şekilde özlemle gömülmüş gazetelere. Nasıl yapacak ki diyormuş içinden de. Parmak kadar çocuk, Madagaskar’ı, Sri Lanka’yı, Peru’yu nereden bilecek!.. Aradan çok geçmemiş. Çocuktan Kızılderili benzeri zafer çığlıkları gelmeye başlamış.”Baba gel, yaptım.” Adam şaşırmış. Vay velet vay, nasıl yaptı acaba? Bir de gidip bakmış ki hayret. Her şey yerli yerinde. Kanada’sı, Kıbrıs’ı, Japonya’sı… Şaşkınlığı biraz geçtikten sonra sormuş. “Aferin aferin de, nasıl becerdin bu işi?!” Bu kez zafer kazanan komutan edası çocuğa geçmiş. Hafifçe geriye kaykılarak ve cam sehpa üzerindeki eserini gururla göstererek, “Verdiğin parçaların arka tarafında bir insan resmi vardı babacığım. İnsanı düzeltince dünya da düzeldi!” (*) # İnsanı düzeltince dünya da düzelir mi dersiniz? Hiç sanmam. Bu iş ufaklığın yaptığı kadar kolay olmasa gerek. Düzelteyim derken ‘çıt’ diye kırıvermek de var. Hoş, eğip bükmektense kırmak daha iyi ya neyse. Düzelmek, daha doğru bir tanımla düzgünleşmek isteği, her şeyden önce kişilerden gelmelidir. Kaldı ki, bu isteğe gereksinim duyan kişi, sorunun da çözümün de, aynı kaynaktan beslendiğini, o kaynağın da bizzat kendisi olduğunun bilincindedir! # İnsan yılları bir, bir devirdikçe daha iyi anlıyor ki yaşam, sanıldığından çok daha zorlu bir parkurdur. Üstesinden gelmek için bir dekatloncunun dayanıklılığı, bir bilgenin sabrı, bir sevdalının azmi gerekir. Sıkça karşılaşılan virajları, patikaları, dar geçitleri, zirveleri aşmak, bataklıkları, çölleri geçmek kolay değildir. Yine de bir şekilde geçilir tüm engeller sonunda, tüm zorluklar bir şekilde aşılır. Ama bir engel vardır ki kolay görünümüne rağmen en zor aşılan, hatta birçoklarımızca aşılamayan yada aşılmak istenmeyen belki de tek engel odur: “Kolaycılık” Basiti varken zorun kıyısından dönüvermek, sanırım önlenemez zaaflarımızdan birisi. İşin daha da vahimi, daha iyiyi, daha cazibi, daha kolayı gördüğümüz an her şeyi anında unutuvermek, kestirmelere ya da köşe dönmelere sapıvermek. Az külfet, çok nimet çok caziptir. Bütün enerjimizi, çalışmadan, yorulmadan, üretmeden kolayca elde ettiklerimizi yitirmemek için harcarız. Kolay meslek, kolay para, kolay başarı, kolay unvan, kolay mevki, kolay otoritenin göz kamaştıran albenisine öylesine kaptırırız ki kendimizi, sonuçta, ne çıkış noktamızdan en ufak bir belirti kalır geriye, ne de ulaşmaya çalıştığımız hedeften, amaçtan bir iz. Acaba, “İnsanlar büyüdükçe hayalleri mi küçülür ?” ya da bir başka deyişle, “Önceleri uysal bir hizmetçi gibi kullandığımız akıl, zamanla berbat bir efendiye mi dönüşür?(**)” Böyle olunca da, her bilinmezi yorumlayan, her sorunu anında çözümleyen, doğayı parmağında oynatan üstün(!) varlık sayılan bizlerin, önceliği kendimize vermeyişimiz doğaldır. Bütün enerjimizi “düzgün”leşmek, mükemmelMart - Nisan 2007 Toplum • • • • • • • • • • • • • • Ne yapılmalı ? ÇALIŞMA ORTAMI > Sayfa 23’ün yanıtı • (*) Şair Sunay Akın’dan (**) Ferrari’sini Satan Bilge’den İKİ DAKİKA DÜŞÜN Kaldırma makinası 3 faz 380 Volt 50 Hz şebeke değerlerinde çalışır. Faz sırasını ve her üç fazın mevcut olduğu kontrol edilmelidir. Kumanda buton panelinde ki kaldırma (↑) ve indirme (↓) hareket ok yönlerinin doğru olup olmadığı kontrol edilmelidir. Eğer oğru değil ise besleme hattındaki iki fazın yeri değiştirilmelidir. Böylece sınır anahtarı aktif olarak çalışacaktır. Sistemdeki sınır anahtarlarının aktif olarak çalıştığı kontrol edilmelidir. Sınır anahtarlarının aktif çalışmaması, mekanik bir arızaya sebep verebilir. Kaldırma makinasının yukarı ve aşağı çalışmalarında fren sisteminin etkinliği kontrol edilmelidir. Kancanın yatağında 3600 açıyla dönme ve kanca bloğunda nakliyeden dolayı deformasyon olasılığı kontrol edilmelidir. Halat kaması sabitleme yuvası kontrol edilmelidir. Sistem dikey hareketler için tasarlanmıştır. Yük tam merkezlenerek ve terazilenerek kaldırılmalı, yatay çekdirme yapılmamalıdır. Yük tam olarak askıya alınmadan köprü ve araba hareketi yapılmamalıdır. Yüklü kanca gereğindn fazla yükseğe kaldırılmamalı, insan üzerinden yükle geçöirilmemelidir. Yük hareket sahasında bulunan insanlar uyarılmalıdır. Yüklü pozisyonda sistem uzun süre askıda bırakılmamalıdır. Kaldırma makinası yüklü çalışırken ani hareketler yapılmamalı, hareketli kısımlar tamamen durduktan sonra ters yöne hareket verilmelidir. Kaldırma makinasını yetkili operatörden başkası kullanmamalı, kullanım ve güvenlik kurallarına dikkat edilmelidir. Kaldırma makinasında istem dışı bir durum meydana gelirse, derhal sabit ana şalterden sistemi besleyen şebeke gerilimi kesilmelidir. Problemsiz bir kullanım için kaldırma makinaları, gerek nakliye gerekse depolama sırasında zarar verici etkenlerden uzak tutulmalıdır. Uzun süreli depolamada ortam; titreşim, nem, ve tozdan uzak, oda sıcaklığında olmalıdır. Kaldırma makinası işletme içinde devreye alınmadan önce nakliyeden kaynaklanabilecek deformasyon ihtimaline karşı kontrolden geçirilmelidir. Kaldırma makinası aşırı yüklere karşı tam yük akımına uygun termik manyetik W otomat sigorta veya elektronik koruma devreleri ile korunmaktadır. Kaldırma makinasının bir sistem içinde kurulumu ve devreye alınması , vinç üreticisi firma personeli tarafından yapılmakta ve devreye alınmaktadır. Sabit kaldırma makinaları müşteriye kullanıma hazır şekilde teslim edilmektedir. leşmek, yaptığımız “işe saygınlık” kazandırmak yerine, saygın(!) meslekler peşinde koşturmamız, başka türlü nasıl açıklanabilir ki? İnsan bu durum karşısında şu soruyu sormadan, şu özeleştiriyi yapmadan da edemiyor. “Acaba insanlar mı mesleklerini seçmeli, yoksa meslekler mi insanlarını?!” Oysa yola çıkarken tek idealimiz, kendimizi düzgünleştirmek, iyileştirmek, ülkemizi çağdaşlaştırmak, insanlığı daha da yukarılara çıkarabilmektir. Yıllarca, “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” andını okuyarak başlarız derslere. Eğitilir, güzelliklerle donatılırız. Düşünsel gelişim sürecimiz bununla noktalanmaz elbet. Yaşadığımız sürece daha nice şanslar, sayısız fırsatlar çıkar karşımıza. Kimi zaman eğitmen kimliğine bürünür bu fırsatlar, kimi zaman da sanatçı, bilge vb. Ürettikleri kitaplar, yontular, besteler, şiirler, daha da önemlisi düşünceler, sabırla yolumuzu gözleyen uyarı levhalarımız olur. Düşüncelerini mükemmel bir hizmetkâr gibi kullanan bu eşsiz insanların tek ereği, yaşadıkları toplumun, giderek insanlığın yaşam kalitesini yükseltmek. Bunu gerçekleştirmek için birikimlerini cömertçe sunar, geçeceğimiz yolları sabırla temizler, aydınlatır, benzer sıkıntıları yaşamayalım diye zorumuzu olabildiğince kolaya dönüştürürler. Bize düşen görev, gözümüzü dört açıp onları zamanında fark etmek, mesajlarını doğru okumak, doğru yorumlamaktır. # Ele geçen o güzelim fırsatları, anlamak, algılamak, değerlendirmek, itiraf etmeliyim ki zordur. Üstelik, emek ve sabır ister. Görmezden gelmek, yanlarından kulaklarımızı hatta bütün duyularımızı körelterek geçivermek çok daha zahmetsizdir. Oysa onlar kişiliğimizin, toplumsal geleceğimizin temel taşlarıdır. ”Ormanda yürürken karşıma iki patika çıktı. Ben az kullanılmış olanı seçtim.” diyen bilge de pekala hiç zorlanmayacağı patikaya sapabilir, hedefine daha çabuk varabilirdi. O zaman da bilge olamazdı. ‘İşi bilen’ ile ‘iş bitirici’ nin, ‘zeki’ ile ‘kurnaz’ ın, ‘ağırbaşlı’ ile ‘uçarı’ nın, ‘özgüvenli’ ile ‘yırtık’ ın, ‘doğal’ ile ‘yapay’ ın, ‘değerli’ ile ‘önemli’ nin, ‘marka olan’ ile marka alan’ nın, ‘birey’ ile ‘bireyci’ nin toz duman olduğu bir ortamda, bilge olsanız ne fayda. Bırakın bilge olmayı, yanlışları en aza indirgemek bile “düzgün”leşme çabasına fazlasıyla değmez mi?. Hele de varış noktamız, ilk adımı atarken düşlediğimiz hedefin çok uzağına düşmemişse, arada uçurumlar oluşmamışsa daha ne isteriz. Bundan daha büyük başarı olabilir mi? İşte bu başarı, yol ayrımlarındaki “uyarı levhaları”nı doğru okuyuşumuzun, doğru yorumlayışımızın doğal sonucudur. Dilerim, uğruna bir ömür tükettiğimiz bu sonuç bizi, “İşi düzgün giden” le değil de, “ kişiliği düzgün giden” ödülüyle taçlandırır. # Bildiğimiz kadarıyla düzgün kişiliklerle düzgün işleri tek bedende buluşturanlar da var. Sayıları az da olsa, hiç ummadığımız yerlerde, hiç beklemediğimiz anlarda karşımıza çıkarak bizi şaşırtır, yaşam sevincimizi arttırırlar. Onlara gıpta etmemek elde değildir. Peki, zorlu parkurların dürüst koşucusu, tüm değerleri “düzgün” parantezinde buluşturan o özel insanlar bunu nasıl başarır, nasıl yaşam biçimine dönüştürür? Sen ne dersin bu işe Sayın Düzgünçınar, belki de bir daha hiç karşılaşmayacağım, yolumun bir daha hiç kesişmeyeceği sevgili dostum, sen bu soruyu nasıl yanıtlarsın? Mart-Nisan 2007 19 Yazı Eleştirisi Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak* Müge ERSOY KART** Statt (1994) “Work, non-work and in-between” başlıklı çalışmasında, istihdam, işsizlik ve emeklilik süreçlerine ilişkin genel bir değerlendirme gerçekleştirmektedir. Yazara göre, İşsizlik tehdidi ve deneyimi artık sıklıkla işçilerin hayatının bir parçası olmaya başlamıştır. Aslında sanılanın tersine, çalışmak ve çalışmamak birbirine karşıt olmayan durumlardır. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu çocuklara sık sık yöneltilen bir sorudur. Bu aslında “hayatını kazanmak için ne yapacaksın?” anlamına gelir. Erkek çocuklar genellikle doktor, mühendis, pilot olmak isterken kızlar da hemşire, hostes, sekreter olmayı hayal eder. Ancak beklenmedik bir yanıt şaşırtıcı olabilir: “Ben terbiyeli bir insan olacağım, ya sen ne olacaksın?” Yeni tanışan yetişkinlerin de belki birbirlerine ilk sordukları soru, ne işle meşgul olduklarıdır. Yanıt, insanların diğer kişileri sınıflandırabilmelerini kolaylaştıracaktır ve gelir, sosyal statü, yaşam stili ve o kişinin kendisine nasıl davranılmasını istediğine dair önemli ipuçlarını içerir. Düzenli bir işi olanlar için basit olan bu soru, diğerleri için can sıkıcı olabilir. Örneğin bir süredir hiçbir kitabı basılmayan bir yazar, faturalarını ödemek için otobüs şoförlüğü yapıyorsa, bir yazar mıdır yoksa şoför müdür? İŞ VE İSTİHDAM: YETERSİZ İSTİHDAM : Çalışma, bir amaç için kullanılan ya da harcanan çaba, güç ve enerji miktarıdır. Ama bu da her zaman doğru olmayabilir; örneğin özellikle araba gibi pahalı ürünlerin satıldığı yerlerde işler kesatken, mağazaya hemen hiç müşteri uğramadığında satış temsilcileri saatlerce birisine hizmet etmek için bekleyebilir. Ya da yapılması beklenen iş ile bunu yapmak üzere işe alınmış kişi sayısı uyumsuz olabilir. Özellikle kamu bürokrasisi için bu eleştiri çok yaygındır. Bu iş dünyasının tutucu ve sinsi boyutudur; çünkü insanlar çoğunlukla istediği işi bulamamaktadır. Ayrıca yeni teknolojik uygulamalar, işçilerin, niteliksizleşmesine neden olmaktadır. Eğitim standardı arttıkça da nitelikli (ya da bunu vasıflı yapmalı, ama bence oteki daha iyi) pek çok meslek sahibi daha zor iş bulur olmaktadır. İSTİHDAM DIŞI ÇALIŞMA: Bazı işler, para kazanma amacı dışında, başka gerekçelerle de yapılabilir. Gönüllü olarak yapılan bahçıvanlık, öğretmenlik, düşkünlere ve çocuklara yardım etme/koruma amaçlı çalışmalar bazen sekiz saatlik işgününde harcanan enerji, disiplin ve yaratıcılıktan daha fazlasını gerektirebilir. Yaratıcı işlerde çalışan bazı kişilerin (bilim adamı, sanatkâr gibi) belli bir aylık ücret almalarına karşın ne zaman tam verimlilikle çalıştıklarını kestirmek zordur. İSTİHDAM İÇİ OLMAYA VE İSTİHDAM DIŞI OLMAYA GEÇİŞ: Bu eğitim sisteminden iş dünyasına; iş dünyasından da emekliliğe geçişi temsil eden bir süreçtir. Sanki iki temel geçiş noktası varmış gibi düşünmek, herkesin yaşamında “tam zamanlı istihdamın” mutlaka yer alacağına dair hatalı bir kabulün sonucudur. Gerçek yaşam bu modelden çok daha karmaşıktır ve istisnai durumlar (işsizlik gibi) bu anılan sürecin işleyişini ve sonuçlarını kuşkusuz ciddi biçimde etkileyecektir. İŞSİZLİK: Statt, iş dünyasında potansiyel işgücünün üç büyük gruptan oluştuğunu önermektedir: ücretli istihdam edilenler (kendi adına veya işverene çalışanlar), işsizler, istihdam-dışı olanlar. İstihdam dışı olanlar, ücretli işe gereksinme duymayan emekliler, evde çocuk ya da hasta bakanlar ve ev hanımlarıdır. İşsiz olarak tanımlanan kişinin bir işi yoktur fakat çalışmak istemektedir. Artık üniversite eğitimi alanların sayısı çarpıcı biçimde artmaktaysa da istihdam imkânı daralmaktadır. Öyle ki mezuniyet sonrası birkaç yıl hiç iş bulamayan gençlere rastlamak sıradanlaşmaktadır. Emeklilik de artık * Statt, D.A. (1994). “Work, non-work and in-between”. In. Psychology and the World of Work. Great Britain: Antony Rowe Ltd. ** Yrd.Doç.Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Öğretim Üyesi 20 ÇALIŞMA ORTAMI daha karmaşıklaşmaktadır. Yasal emeklilik çağına kadar çalışabilenler olsa da emeklilik kararını gönüllü almayanlar da vardır. Ekonomik değişmelerin iş örgütleri üzerindeki etkisi personel azaltılması olarak kendini gösterebilmekte, erken emeklilik böylece “fazlalıkları” nazikçe işten çıkarma anlamına bürünmektedir. Yazara göre bu “nezaket”, asla başka bir iş bulamayacağını bilen ve “işsiz” yerine “emekli” sosyal statüsünü tercih edenler için incitici olmayacaktır. Özellikle yasal emeklilik yaşına yaklaşanlar bunu daha kolay içine sindirebilir ama işi gençlere bırakmak ve sahneden çekilmek yine de zor gelecektir. İŞSİZLİĞİN NEDENLERİ: Çalışanlar yaşam döngüsü içinde kimi sınırlılıklara sahip olabilirler. Genç işçilerin beceri ve iş deneyimleri eksiktir; yaşlılar ise daha yüksek ücretler isterken değişikliklere karşı direnç gösterebilirler. Ancak % 10 civarındaki işsizliği bireysel başarısızlık olarak değerlendirmek uygun değildir çünkü işleri ellerinden alınanlar için piyasa ikame işler sunmamaktadır. Statt, işsizliğin sebeplerine dair bireylerin algısının, bu olumsuz deneyimi yaşamış olup olmamalarından etkileneceğini öngörmektedir. İşsizler temel olarak sosyal, politik ve ekonomik faktörlere yükleme yaparken, hâlihazırda bir işi olanlar işsizliği bireysel başarısızlıklara da değinerek açıklamaktadırlar. İşsizlik döneminde zaman ev işleri, alışveriş, arkadaş-akraba ziyareti, bahçe işleri vb. ile doldurulmaya çalışılır. Bu kişilerin gün içinde yapılandırılmamış zamanları daha çoktur ve bu onların daha çok alkol-sigara tüketimine ve olumsuz duygu durumlarına sürüklenmelerine yol açabilmektedir. İŞSİZLİĞİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ: Bireyin yaşamında işsizliğin en ciddi etkisi gelir kaybıdır. 1930’lardaki büyük depresyon döneminde insanlar toplumdaki refahtan yeterli pay alamamış; çoğu işlerini kaybetmiştir. Diğerleri ağır, pis, tehlikeli ve bunaltıcı işlerde yaşam kavgalarını sürdürmüştür. Bu durumdan en az iki kuşağın ciddi biçimde etkilendiği düşünülmektedir. İzleyen yıllar endüstrileşen dünyayı yine işsizlik sorunuyla yüz yüze bırakmıştır. Ancak bu kez işsizlik oranı daha düşüktür; refah koşulları göreceli olarak daha iyidir; sağlık ve eğitim düzeyleri gelişmiştir. İşsiz kalanların bireysel, sosyal ve finansal kaynaklarının zenginliği başa çıkmalarını kolaylaştırmıştır. Ancak kuşkusuz açlıktan başka sorunlar da vardır. İşsizliğin etkileri incelendiğinde, bazı kişilerin sağlıklarının düzeldiğini çünkü artık işteki stresten kurtulduklarını belirttikleri bulunmuştur. Aynı şekilde kariyerlerinin zirvesindeyken işsiz kalan yöneticilerin üçte birinin bunu gerilim verici bir yaşam olayı olarak değerlendirmedikleri çünkü sevmedikleri eski işten kurtulmakla yeni ve daha doyumlu bir iş bulmaya dair ümitlendikleri görülmüştür. Olumlu kimi sonuçları varmış gibi görünen işsizlik deneyiminin olumsuz etkileri kuşkusuz çok daha belirgin ve şiddetlidir. İşsizlik süresi arttıkça zihinsel hastalıklarda, kalp-damar hastalıklarıyla ilgili şikâyetlerde ve sirozda artış gözlenirken; hapse girme, cana kast gibi sosyal içerikli sorunlar da çoğalmaktadır. Boşanma oranları ile işsizlik süresi arasında da benzer bir ilişki bulunmuştur. Statt bu durumu, işsiz kalan erkeklerin, statü ve güç pozisyonlarını evliliklerinde ve ailelerinde de yitirmeleriyle ilişkilendirmektedir. Okuldan iş dünyasına geçiş süreci yaşayan genç insanların da işsizlik karşısında ruhsal çöküntü yaşadıkları bulunmuştur. Yetişkin kadınların durumu biraz daha karmaşıktır. Ev kadınlarının zihinsel sağlıklarının ücretli istihdam dünyasına girdiklerinde iyileştiği gözlenmiştir. İyilik-hallerinde gözle görülür bir azalma yaşayan işsizler görece hafif ama kronikleşen yakınmalar bildirmektedir: Artan kaygı, kendine güvenmeme, neşesizlik, depresyon, uykusuzluk, baş ağrıları, mide ülseri, dermatitler gibi. Ancak en dramatik sağlık riski kalp hastalıkları ve felçlerdir. İntihar ve intihar giri- Mart - Nisan 2007 Yazı Eleştirisi şimi de işsizler arasında daha yaygındır. İŞİN İÇERİĞİNİN ÖNEMİ: Yazara göre işlerini sevmeyen insanlar işsizliği bir alternatif gibi görebilirler. Bir işin para kazanma olanağının niteliği en önemli belirleyicilerdendir. Gelir kaybı hem maddi hem de psikolojik çöküşlere yol açtığı gibi; yoksulluk bireysel kontrol ve istenen etkinliklerle ilgilenebilme olanağını da sınırlamaktadır. İşin fiziksel güvenlik sağlaması da bu açıdan önem taşımaktadır; “başını sokacak bir çatıya” sahip olmayı güvence altına alan bir iş birey için önemli olacaktır. İşinde kontrol duygusunu yüksek düzeyde yaşayan kişiler işlerini daha çok severler; kontrolü olmadığına inandığı bir işi kaybetmek bireyin dıştan denetim odağının daha da güçlenmesine yol açabilir. İşteki beceri kullanma olanağı ile hedef ve görev gereklilikleri bireyin işle ilgili değerlendirmelerini etkileyecektir. İşteki çeşitlilik yani rutin işlerdeki farklılıklar da önemlidir. Her gün birbirine benziyorsa ve tatiller anlamını yitiriyorsa birey işinin son derece monoton olduğunu düşünecektir. Çevresel belirginlik olan işlerde geleceği planlama ve uzun erimli kararlar almak mümkündür. Belirsiz gelecek fikri pek çok kişi için inciticidir. İşi yaparken başkalarıyla etkileşebilme psikolojik yaşamda çok önemlidir. İş bu gereksinimi kolaylıkla karşılayabildiği sürece birey için çok önemli olacaktır. Değer verilen sosyal statünün iş aracılığıyla edinilmesi ve korunması söz konusu olabilir ki bu da bireyin işini kaybetmeyi göze almasını engeller. BİREY İŞSİZLİĞİ NASIL YAŞIYOR? Bu süreç evrelerden oluşan bir model yardımıyla açıklanabilir: 1. Evre - ŞOK: en stresli olay işi kaybetmektir. Kayıp ne denli beklenmedik olursa birey o kadar şoka girecektir. İşten atılacağını önceden sezenler bile “niye ben?” “niçin şimdi?” diyeceklerdir. 2. Evre - İYİMSERLİK: İlk şok atlatıldıktan sonra, yaşanan işsizlik dönemi bir “dinlence” olarak algılanarak gelecek hakkında olumlu beklentiler geliştirilir. Eski işini zaten sevmeyenler bunu çok daha kolay başarırlar ve hem yeni hem de daha iyi bir iş bulacaklarını ümit ederler. Ancak iktisadi durgunluk zamanlarında iş bulma olanakları son derece sınırlı olduğundan, bu evre kolay kolay ortaya çıkmaz. 3. Evre -- KÖTÜMSERLİK: işsizlik altı aydan uzun sürerse, iyimserlik evresi kaçınılmaz olarak biter. Bir yıl boyunca aramalarına karşın iş bulamayanlar artık “uzun-süreli işsizler” ordusuna katılmışlardır ve istihdamla ilgili geleceklerinden son derce endişelidirler. 4. Evre -- KADERCİLİK: Artık yeniden işe girebilmeyi ummaktan vazgeçer ve kaderci olurlar. İş aramaya karşı kayıtsızlaşırlar; işgücü piyasasından uzaklaşırlar. Süre giden hayal kırıklıklarından korunmak için diğer yaşam alanlarından tatmin elde etmeye uğraşırlar. İŞSİZLİK DENEYİMİNDEKİ BİREYSEL FARKLILIKLAR: YAŞ: emeklilik çağına yaklaşanlar işsizliği sanki “emeklilikmiş” gibi yeniden tanımlayabilir ve kadercilik evresinden kurtulabilirler. Sağlıkları ve maddi durumları iyiyse işsizliği daha cazip bile bulabilirler. Ayrıca henüz iş dünyasına girmemiş gençler de işsizliklerini oldukça başarılı bir şekilde “henüz istihdam edilmedim” diyerek aklayabilirler. Ancak değer ve kimliklerin sorgulandığı orta yaşlarda bulunanlar için işsizlik son derece zordur ve ciddi travmalar yaratabilir. CİNSİYET: işsizlik hem kadınlar hem de erkekler için iyilik-halini tehdit edicidir. Ancak evli kadınlara işsizliğin daha az acı verdiği bulunmuştur. Bekârlarda ise ücretli iş iyilik-halini düzeltmektedir. İŞ DEĞERLERİ: İşine aşırı bağlı ve değer yüklemiş kişiler bunu kaybettiğinde psikolojik olarak daha çok incinir. Gençler, evli kadınlar, düşük statülü işlerde çalışanlar, ücreti düşük olanlar işlerine daha az değer verirler. İşsizliğin yarattığı ilk şok, işine aşırı bağlanmış insanların canını daha çok acıtır; özsaygılarını düşürür.. Bu kişilerin iyimserlik ve kötümserlik evrelerinde daha uzun süre kalmaları beklenebilirse de asla ÇALIŞMA ORTAMI kadercilik evresine girmeyecekleri vurgulanmalıdır. ETKİNLİK DÜZEYİ: Başa çıkma sürecinde etkinlik düzeyi önemli bir faktördür. İşsizliğe karşı edilgen bir yönelim, eve kapanma, TV seyretme, fiziksel ve zihinsel çöküş yaşama şeklinde kendini gösterir. Daha atılgan olanlar ise kendilerine zengin bir dünya yaratarak zararlarını azaltmanın peşine düşerler. Gönüllü çalışma, dini, sosyal veya politik örgütlere katılmak gibi yaratıcı ve doyum verici eylemlere yönelirler ve becerilerini, deneyimlerini işgücü piyasası dışında da kullanmayı denerler. SOSYAL DESTEK: İşsizliğe tepkiler, aile ve toplumdan gelen destek aracığıyla biçimlenebilir. Örneğin aile desteği sınırlı olan erkeklerin % 41’inin eklem romatizmasına tutulmasına karşılık aile desteği fazla erkeklerde bu oranın % 4’lere düştüğü bulunmuştur. Benzer şekilde ailesinden yeterli düzeyde sosyal destek alamayan işsiz erkeklerin kolesterol ve depresyon düzeylerinin yükseldiği bulunmuştur. Toplumdan gelen sosyal destek ise dolaylıdır. Sosyal karşılaştırma süreci yardımıyla benzer koşulları paylaşan insanlardan haberdar olmak bireyi ayıplı olma ve başarısızlık yaşama duygusundan özgürleştirir. EMEKLİLİK: Emekli olanlar da tıpkı işsiz kalanlar gibi tam zamanlı istihdamdan dışlanmıştır ve gelirlerinde keskin bir düşüş meydana gelmiştir. Ancak Statt, emeklilik döneminin bütüncül (monolithic) bir koşulu temsil etmediğini özellikle vurgulamaktadır; yani herkes bu süreçte aynı şeyleri yaşamaz. İster gönüllü ister zorunlu olsun “erken emeklilikle” yaşamın hangi anında karşılaşılacağı belirsizdir. Yine de pek çok kişi benzer yaşlarda emekli olur ve emekli aylığı almaya başlar. Emeklilik de en az işsizlik gibi stresli bir yaşam olayıdır. Ancak yazar bu iki süreç arasında önemli farklılıklar olduğuna dikkatleri çekmektedir. Örneğin işsizlik iş dünyasından tek-yönlü biletle ayrılış anlamına gelmesine karşın emeklilik bir bilinmeyene yolculuk olarak betimlenebilir. Emeklilikte “kadercilik” evresi hiç gözlenmez. Emekliler de zamanlarını işsizler gibi geçirirler ama onlar iş aramazlar. Bireysel etkinlik düzeyi yüksek, yüksek gelirli, sağlığı yerine olan emekliler bu yeni yaşam şekillerinden pekâlâ keyif alabilirler. Müzik, balık tutma, seyahate çıkma, kimi kulüplere katılma, gönüllü işler yapma gibi hobilerle ilgilenmek ve akrabaları ziyaretle hoşça vakit geçirmek dingin bir emeklilik dönemine katkıda bulunabilir. Ancak bu imkânlardan yoksun olan ve genellikle ağır koşullu maviyakalı işleri yaptıktan sonra emekli olanlar çoğunlukla edilgen, sıkıcı ve yalnız bir emeklilik geçirirler. Emeklilik gönüllüyse ve planlanmışsa görece daha mutlu bir yaşam evresi olarak betimlenebilir. Yüksek özsaygıya güçlü bir yaşama sevincinin de eşlik etmesi de olumlu katkı yapacaktır. Emekli erkeklerin % 36’sının, kadınların ise % 35’inin yaşamlarından memnun olduğuna ilişkin bulguya karşılık; çalışanlarda bu oran sırasıyla % 23 ve % 17’dir. İşsizlerde ise % 21 ve % 19’a düşmektedir. Genel iyilik-halindeki bu farklar, işsizlik ile emekliliğin farklı statülerine yüklenebilir. Emeklilik çalışma hayatının toplumca onaylanan bir bitim noktası olarak algılanırken, işsizlik hala bir beceriksizlik ya da utanç kaynağı olan bir kusur gibi değerlendirilmektedir. Yazarın da altını çizdiği gibi bunun temel nedeni “iş etiğinin” çalışma davranışını onurlandırması ve çalışmamayı da kınaması olabilir. Belki de çalışma çağındaki bireylerin, işsizlik karşısında anılan psikolojik gerilimleri yaşaması tamamıyla bu gerçekle açıklanabilir. Kuşkusuz, işsizlik tehdidi endüstrileşmiş ülke çalışanları için artık hayatın bir parçası haline gelmiştir ve ne yazık ki bu sürecin toplum gözünde aklanması henüz tam anlamıyla gerçekleşmiş değildir. Statt bu gerçek karşısında, istihdam edilme arayışındaki bireylerin hem sosyal politikalar hem de toplum aracılığıyla korunması ve desteklenmesi gereğini son derece çarpıcı biçimde gözler önüne sermeyi amaçlamış ve bu önemli soruna dikkatleri çekmiştir. Özellikle, nitelikli insangücünün giderek daha çok işsiz alabildiği ülkemizde, bu konu üzerinde önemle durulması ve sosyal politikalar üretilmesi gerekmektedir. Mart-Nisan 2007 21 Yaşam Ya Şundadır, Ya Bunda B Cihat UYSAL* ir süredir ülkemizde, lise ve dengi okullarda, son sınıf öğrencilerini meslek seçme konusunda bilgilendirmek amacıyla söyleşiler düzenleniyor. Amaç, meslek seçimi konusunda öğrencilere yol göstermek. Konu, bir insanın geleceğinin belirlenmesi olarak algılandığı zaman önem kazanıyor. Ne var ki, konunun toplumsal sonuçları daha da düşündürücü. Çünkü, geçmişin Türkiye’sinde meslek seçiminde “oğlum mühendis, olacak, kızım doktor olacak” söylemi egemendi. Bugün ise, seçeneklerin çoğaldığını ancak, toplumdaki işlevinin gelişmemesi nedeniyle mesleklerin sorunlar yumağı haline geldiğini ve de seçim sürecinin adeta at yarışı gibi algılandığını görüyoruz. Eski söylem daha çok mühendisliğin, mimarlığın bireysel refah öngörmesine dayanıyordu. Oysa, toplumun örgütlenmesinin olmazsa olmaz koşulu, mesleklerin toplumun gelişmesine ve gereksinmelerine uygun biçimlenmesidir. Bunu öngören bir politika uygulaması henüz ortaya çıkarılamadı. Ülkemizde, “paçasını kurtarma” anlayışının önüne geçecek bir örgütlenme sağlanamadı. Toplumun gelişmesinin gerektirdiği her türlü altyapı örgütlenmesi, kısa vadeli çözümlere sarılan siyasetçi ve teknisyenlerce engellendi. Toplumsal bilincin gelişmesinde en önemli engel olan bu “gemisini kurtaran kaptan” anlayışının ödüllendirilmesine devam ediliyor. Mimarlık mesleğini lise son sınıf öğrencilerine tanıtmak için Ankara’da bir liseye çağırıldım. Daveti aldıktan sonra, meslek seçimini yaptığım orta okul ikinci sınıftan bu yana yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Küçük yaşta karar verdiğim mimarlık eğitimini bitirmiş, ancak, bu mesleğe olan talep düzeyinin çok düşük olduğu ve de çoğunlukla kamunun elinde olan yapı yaptırma kurumlaşmasının sorunları çözecek anlayıştan uzakta olduğunu görerek, mimarlık yapmamaya karar vermiştim. Mezuniyetten sonra, kamuda teknisyenlik, yöneticilik görevlerini bıraktım. Proje yarışmalarında gördüğüm eksiklikler beni mimarlık yapmaktan uzaklaştırdı, soğuttu ve sorunun ne denli derin ve kapsamlı olduğunu bana gösterdi. İhale düzeninin ve teknoloji seçiminin yanlışları içinde kavrulup, pişmeye devam ediyorum. Yaklaşık yirmiüç yıldır sürdürdüğüm betonarme kalıp ve iskele sistemleri tasarımı ve uygulaması deneyimi sürecinde, ülkemizde uygulanan nerdeyse bütün önemli projelerin sorunlu olduğuna tanık oldum. Kaldı ki, sözünü ettiğim bu birikim zaten gazetelerin günlük, olağan haberleri haline gelmiş durumda. Özellikle, depremlerden sonra konu ön sayfaya çıkıyor ama kısa sürede unutuluyor. Ülkemizde tarım, ekonomi, hukuk... gibi diğer konularda da sorunları çözmekte gösterilen beceriksizlik gözönüne alınırsa, meslek seçiminin herkesi ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Yukarıda özetlediğim bir birikim ile gideceğim meslek tanıtma konuşması için önce mesleğin varoluşu ve kapsamını açıklayan bir yazı hazırladım. Yazıda insanoğlunun barınma ihtiyacı ile başlayan çevre yaratma serüvenini büyük sanayi devrimi sonrası gelinen noktaya kadar özetledim. Mimarlığın yapı tasarımı, yapı üretimi ve mekan kalitesi (estetik) ögelerinden oluştuğunu dile getirdim. Sınıfa girdiğim zaman hem öğrencilerin duyarlılık ve ilgi düzeylerini anlamak, hem de onların ilgisini çekmek için dersliğin yönünü, evlerinde mutfağın, salonun, kapının hangi yöne baktığını sordum. Sorularımı klasik müzik konserine ya da örneğin Gordion’a Hattuşaş’a, Yazılıkaya’ya gittiniz mi?.. diye sürdürdüm. Aldığım yanıtlar beklediğim gibi insanla- * Mimar Y. Müh. 22 ÇALIŞMA ORTAMI rımızın, hem de başkentte yaşayan meslek seçme düzeyine gelmiş öğrencilerin yaşadığı konuta, okula, çevreye, ülkeye ne denli ilgisiz olduğunu ortaya koydu. Öğrencilere, ilgilenenlerin meslek tanıtımı için hazırladığım yazıyı okul yönetiminden alabileceğini söyleyerek konuşmamı bitirdim. Okul yönetimine de, meslekler hakkında velilerin yönlendirmesiyle de olsa, gelişigüzel çağırı ile konuşma yaptırmanın sakıncalı olabileceğini, konuşmacıların yazılı bir hazırlık yapmasını ve bu metinlerin biriktirilmesini önerdim. Meslek seçme ile ilgili diğer konu da, geçtiğimiz günlerde önemli üniversitelerden birinde öğretmenlik yapan dünyaca ünlü bir akademisyenin “ben artık ders vermek istemiyorum çünkü, öğrenciler derse ilgi duymuyorlar” diye dilekçe ile rektöre başvurmasıdır. Benzeri şikayeti akademisyenler çeşitli yayınlarda yazıyor ve de söylüyorlar. Üniversitelere meslek edinmek değil sırf diploma sahibi olmak için gitmek giderek yaygınlaşıyor. Bu oluşum, toplumumuzda meslekler ile toplumun örgütlenmesinin birbirinden ne denli kopuk olduğunun göstergesi sayılır. Örneğin benim mimarlık okuduğum dönemde ortaya çıkan şehircilik dalının ardından mimarlık mesleği çevre, ulaşım, peyzaj, iç mimari, akustik, yalıtım, yapı biyolojisi... gibi bir çok dala ayrılmış durumda. Oysa, bu gelişmeler ülkemiz insanının olmazsa olmaz ihtiyacı ve de talebi haline gelmiyor, gelemiyor. Yani, genel olarak insanlarımızın yaşamda daha iyiyi talep etme konusunda, televizyonun, cep telefonunun verdiğinin(?!) ötesinde bir beklentisi yok. Sosyal ve kültürel yaşama ve yayınlara olan talebin nüfus artışına oranla daha düşük düzeyde kalması da bunun göstergesi. Çağdaş uygarlık düzeyini bilme, anlama çabası gösteren bir yaşamın uzağında duruyoruz. Dünyadaki gelişmelere yakın olmanın yolu böylesine açık seçik ortada iken, bu değişime ilgisiz durmak bize çok pahalıya malolmaktadır. Özetle, seçim yapmanın koşullarını olgunlaştırıp geliştiremediğimiz sürece, insanlarımızın seçme yeteneği “ya şundadır, ya bunda” düzeyinde kalacaktır. Ülkemizde mesleklerin işlevinin yaşam ile ilişkilendirilmesi hepimizin sorunu. Bu gidişe son vermenin yolunu bulmamız gerekiyor. KATKILARINIZ İÇİN VAKIFLAR BANKASI 1- OSTİM Şb. (YTL. Hesabı) No: 201 48 18 2- Çankaya Şb. (YTL. Hesabı) No: 202 58 08 3- Çankaya Şb. (USD Hesabı) No: 281-402 58 09 4- Çankaya Şb. (Euro Hesabı) No: 281-4032406 5- Posta Çeki PTT YOLU : 102965 (Fişek Enstitüsü) KREDİ KARTI Kredi kartınızla katkıda bulunarak “çocuk dostları”mız arasına katılabilirsiniz. Kredi kartı numaranızı, “CVC2 (kartınızın arkasındaki son üç rakam)” ve son kullanma tarihini bildirmeniz yeterli. Lütfen katkılarınız sonrası adresinizi bize bildiriniz. Faks : (0312) 425 28 01 ve e-posta : [email protected] Mart - Nisan 2007 Bulmaca İKİ DAKİKA DÜŞÜN Tehlikeyi tanıyalım Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi Mustafa TAŞYÜREK* Durum: A ve B indirilmekte olan bir yükü alttan ve yandan destekliyorlar. Vinç operatörü de yükü işaretçinin verdiği sinyaller doğrultusunda indiriyor. İşçilerin bu çalışma sırasında karşılaşabileceği tehlikeyi tanımlayabilir misiniz ? Neler Olabilir ? 1. Yükü tutan işçilerin parmakları halat ile yük arasında sıkışabilir. 2. A, B ve C indirilmekte olan yükün yanında ve vinç köprüsünün tam altında duruyorlar. Bu nedenle halat kopacak olursa kaçamayıp yük altında ezilebilir. 3. İşaretleri veren A, vince arkası dönük olarak çalışıyor. Bu nedenle vinç operatörü verilen işaretleri net bir şekilde anlamayıp bir takım tahminlerde bulunabilir. Yükü yere bir tek harekette indirecek olursa B ve C’nin parmakları sıkışabilir. 4. Kancada emniyet mekanizması yok ya da bozuk ; B ve C’nin ittikleri sırada halat gevşeyecek olursa her ikisi de yük altında kalabilir. 5. B ve C yere dağılmış olan aletlere takılabilir. 6. Vinç operatörü öne doğru çok fazla eğilecek olursa sürücü kabininden düşebilir. 7. Kaplama yapılmamış; yük etrafındaki halatta istenmeyen bir gerilme meydana geldiğinde halattan kopacak parça işçinin elini parçalayabilir. 8. Hiçbiri eldiven takmamış; halattan kopacak bir parça ellerini yaralayabilir. 9. İşçilerin hiç biri baretlerinin kayışını bağlamamış.Düştükleri taktirde başlarından yaralanabilirler. Ne Yapmalı ? > Yanıtı 19. sayfada * Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985) İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü ÇALIŞMA ORTAMI ÖZÜR Geçen sayımızda aynı başlıkla yayınladığımız “İki Dakika Düşün / Tehlikeyi Tanıyalım” yazısında yanlış resim kullanılmıştır. Düzelterek yeniden yayınlıyoruz. Yazarından ve siz okurlarımızdan özür dileriz. Mart-Nisan 2007 23 ÇALIŞMA ORTAMI DERGİSİ BİLİMSEL DANIŞMA KURULU İÇİNDEKİLER ÇOCUK HABER Umutlarını Erteleyen Çocuklar .............................................................. 2 Der.: Yasemin ALPAN Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı...................................................... 5 l ÇOCUK HABER 5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler ............................... 6 Onur SUNAL l ŞİİR Kadınlar Günü Derken... Biz Kadınlar...................................................... 7 Nezahat BAYRAKLI l ÇOCUK HABER ‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen Çocuk Askerler........................................................................................ 8 Onur SUNAL l VAKIF HABERLERİ Küreselleşme Sergisinden Tablolar: Kaçakların Dramı............................ 9 Alpaslan IŞIKLI, İlhan TOMANBAY Özetleyen: Taner AKPINAR l TOPLUM Reform Tradejisi: Ulusal ve Toplumsal Tehdit....................................... 10 Birgül A.GÜLER l ŞİİR Kadınlar Günüymüş............................................................................... 11 İlknur GÖKALP l SOSYAL HEKİMLİK Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç............................................... 12 A. Gürhan FİŞEK l İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz... ............................................ 14 Mustafa TAŞYÜREK l TOPLUM Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları............................................................ 18 Erdoğan BOZBAY l YAZI ELEŞTİRİSİ Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak .................................. 20 Müge ERSOY KART l YAŞAM Ya Şundadır, Ya Bunda ........................................................................ 20 Cihat UYSAL l BULMACA İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi .......................................... 23 Mustafa TAŞYÜREK l Prof. Dr. Şeyda AKSEL End. Müh. Müfit AKYOS Prof. Dr. Okan ATAY Prof. Dr. Yasemin GÜNAY BALCI Jeom. Erdoğan BOZBAY Prof. Dr. Ayşen BULUT Ecz. Dr. Ayçe ÇELİKER Prof. Dr. Murat DEMİRCİOĞLU Prof. Dr. Necati DEDEOĞLU Dr. Seyhan ERDOĞDU Mak. Y. Müh. Aykut GÖKER Prof. Dr. Bahar GÖKLER Dr. Uğur GÖNÜL Prof. Dr. Güler Okman FİŞEK Prof. Dr. A. Gürhan FİŞEK Prof. Dr. Hamit FİŞEK Prof. Dr. Kurthan FİŞEK Oya FİŞEK Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA Prof. Dr. Muammer KAYAHAN Prof. Dr. Zeki KILIÇARSLAN İsmail Hakkı KURT Prof. Dr. Ahmet MAKAL Prof. Dr. Oğuz OYAN Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY Prof. Dr. Nevzat ÖZGÜVEN Prof. Dr. Şerife Türcan ÖZŞUCA Prof. Dr. Mümtaz PEKER Prof. Dr. Sarper SÜZEK Kim. Müh. Mustafa TAŞYÜREK Dr. Engin TONGUÇ Prof. Dr. İsmail TOPUZOĞLU Mim. Y. Müh. Cihat UYSAL Prof. Dr. İsmail ÜSTEL Dr. Ecz. Leyla ÜSTEL GENÇ KIZ EVI Kadınlar Eliyle Topluma Sunulan Can Simidi • Sahibi: Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Adına A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected]) • Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected]) • Haberleşme Adresi: Selanik Cad. Ali Taha Apt. 52/4 Kızılay 06650 ANKARA (e-posta: [email protected]) • Tel: (312) 419 78 11 • Faks: (312) 425 28 01 - 395 22 71 • Web sayfası: www.fisek.org.tr Çalışma Ortamı Dergisi’nde çıkan yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir. Bu bir HAKEMLİ dergidir. • Çocuk Dostu’muz olanlara dergi ve kitaplarımız düzenli olarak gönderilmektedir. Sizleri de Çocuk Dostu’muz olarak görmek isteriz. • Çalışma Ortamı Dergisi iki ayda bir yayınlanır. (Yerel Süreli Yayın) • ISSN 1302-3519 • Sayı: 91, Mart - Nisan 2007 • Ücretsizdir • Tasarım ve Baskı : Yücel Ofset Matbaacılık Turizm San. Ltd. Şti. Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı 7/12 06060 İskitler/ANKARA Tel: (312) 342 31 11 - 12 e-posta: [email protected] Basım Tarihi : 20 Şubat 2007