Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın

Transkript

Dergiyi pdf formatında okumak için tıklayın
ÇALIŞMA
ORTAMI
ISBN 1302-3519
İki Ayda Bir Çıkar / Sayı : 91
Mart - Nisan 2007
İŞÇİ SAĞLIĞI
İŞ GÜVENLİĞİ
ERGONOMİ
İŞ HİJYENİ
ÇEVRE
TOPLUM ÖRGÜTÇÜLÜĞÜ
ÇOCUK EMEĞİ
KADIN
SOSYAL POLİTİKA
NÜFUS
SOSYAL HEKİMLİK
Umutlarını Erteleyen Çocuklar
Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı
l 5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler
l Kadınlar Günü Derken... Biz Kadınlar
l ‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen Çocuk Askerler
l Küreselleşme Sergisinden Tablolar: Kaçakların Dramı
l Reform Tradejisi: Ulusal ve Toplumsal Tehdit
l Kadınlar Günüymüş
l Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç
l Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz
l Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları
l Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak
l Ya Şundadır, Ya Bunda
l İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım
Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi
l
www.fisek.org.tr
l
Çalışan Çocuklara “Vefa Borcu”nuzu
Ödemek İster misiniz?
15
ıl
Y
.
Çocuk
Haber
Umutlarını Erteleyen Çocuklar
Derleyen: Yasemin ALPAN*
Ç
ocuk ve savaş. Yanyana geldiğinde bile insanı ra- barışla sonuçlanmazsa daha fazla çocuk ailesinden
hatsız eden, birbirine zıt iki sözcük. Çocuk sözcü- ayrılacak, yetim kalacak, sömürü ve ihmale açık hale
ğünün ilk anda çağrıştırdıkları umut, coşku, karşılıksız gelecektir Unicef ve Çocukları Koruma Kuruluşu (Save
sevgi, içtenlik, iken; savaş, umudun ve coşkunun yitip The Children), silahlı kuvvetlerle ilişkili çatışmalarda yer
gittiği, tüm insanlığı karanlığa boğan, düşmanlık duygu- alan tüm çocukların serbest bırakılması için çağrıda
ları ile çıkar çatışmalarının, sevgiyi ve insanlığı yerle bir bulunmaya devam etmektedir (2).
ettiği bir felaket. Ne yazık ki çocuklar dünyanın pek çok
Yine Somali’de hükümet sözcüsü, çocukların asyerinde yaşanan savaş ve çatışmalarda etkin rol almak kere alınmadığını, tüm askerlerin on sekiz yaş üstü
zorunda bırakılıyor. Bu çocuklar savaşta ailelerini yitiri- olduğunu belirtse de, Birleşmiş Milletler ve farklı
yor, yaralanıyor, belki de sakatlanıyorlar. Birçoğu belki hükümet dışı kuruluşlara göre, Somali’de çocuk
de koşup oynayabilecekleri, okula gidebilecekleri günle- askerlerin sayısı artış göstermektedir. İngiltere Çorin hayaliyle yaşama gücü buluyor. Bir çocuğun küçük cukları Koruma Kuruluşu (Save the Children-UK),
omuzlarına böyle bir sorumluluk yüklemek, eline oyun- Somali’de cinsel sömürüye uğrayan ve kaçırılan
cak yerine silah vermek, sevgi ve umudu elinden acı- çocuklara yönelik kaygılarıyla ilgili açıklamada bumasızca almak,
lunmuştur (3).
insanoğlunun taNew York’ta Birrihine sürdüğü en
leşmiş Milletler merbüyük lekelerden
kezinde
kadınların
değil midir? Çosorunlarını tartışmak
cukların savaş ve
üzere 23 uluslararası
çatışmalarda yer
uzmanın yer aldığı
almasında hiçbir
iki haftalık bir panel
sakınca görmedüzenlenmiştir. Kayen ya da kayıtdın hakları komitesisız kalan kişiler
nin 37. oturumunda
için ödenen ilk
panel üyeleri, Avusbedel, insanlıklaturya, Azerbaycan,
rını kaybetmiş olKolombiya, Yunanismalarıdır aslında.
tan, Hindistan, KaKüba’da
bir
zakistan, Maldivler,
Guantanamo esir kampı
Amerikan
deNambiya, Hollanda,
niz üssü olan
Nikaragua,
Peru,
Guantanamo’da, beş yıldır yaklaşık 400 Afganlı erkek Polonya, Tacikistan ve Vietnam’a ait raporları inceleesir olarak tutulmaktadır. Tahminlere göre, Guantanamo’da mişlerdir. Unicef Gençliğin Sesi (Unicef’s Voice’s of Youth)
on sekiz yaş altı on yedi çocuk da
ve Genç Kızlar Üzerine Çalışma Grualıkonulanlar
arasındadır. Savunma
bu (The Working Group on Girls) kız
Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada
çocuklarına karşı şiddet ve tüm ayırt
alıkonulanların Amerika’nın güvenliğini
etme biçimlerinin ortadan kaldırılması
tehdit eden savaşçılar olarak algılanüzerine uzman grupların hazırladığı radığı, alıkoymada yaşın belirleyici bir
porun gençlikle ilgili bölümlerinde geri
faktör olmadığı belirtilmiştir. 2004’de hübildirimde bulunmaları için çocuk ve
kümet politikası nedeniyle dört çocuk
gençlere çağrıda bulunmaktadır. Rapor,
serbest bırakılmıştır. Guantanamo’da
şiddet tehlikesi ve eşitsiz davranışlarla
esir olarak tutulan çocuklar, yıllardır acı
karşılaşan kız çocukları ile hükümet
ve sıkıntı içinde yaşamaktadırlar.(1)
ve yurttaşların onları nasıl koruyabileSomali’de gerçekleşen çatışmaların
ceği ile ilgilidir (4).
kurbanları, çocuklar ve kadınlar olmuşKolombiya’da yeni çıkarılan tartıştur. Görgü tanıklarına göre, çocuklar
malı
yasaya göre; 14-18 yaşlarındaki
çatışmalar da etkin savaşçılar olarak
gençler, cinayet, adam kaçırma ve hayer almaktadır.Bomba saldırıları altında
raç nedeniyle suçlu bulundukları takyaşayan kadınlar ve çocuklar, caddedirde sekiz yıla kadar hapis cezası
de yürürken bile yara almaktadırlar.Ne
alacaklardır. İnsan hakları kuruluşları,
yazık ki sel, kıtlık ve çatışmalar bölgeyi
yasanın, çok baskıcı olduğunu, çocukyaşanmaz hale getirmiştir. Okullara kalara yardımcı olmak yerine onları silahlı
yıt olma ve devam etme oranı önemli
gruplarla birlikte olmaya zorladığını ifaSomali
ölçüde düşmüştür. Çatışmalar ivedilikle
de etmektedirler. Yeni yasaya göre, çocuk emeğinin en kötü biçimlerinden biri
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
olarak kabul edilen yasa dışı ilaçların
ÇALIŞMA ORTAMI
Mart - Nisan 2007
Çocuk
Haber
üretiminin herhangi
başarısız olmuşlarbir aşamasında çodır. Tayland hükümecukların yer alması,
ti, çocukların eğitim
onların hapis cezası
haklarından faydalaalmalarıyla
sonuçnabilmesi için balanmaktadır (5).
ğımsız kuruluşlarla
Uganda’da yoksul
da bağlantıya geçortaokul öğrencilerimeli, öğretmen ve
ne 2007 Ocak-Şubat
öğrenciler arasında
aylarından başlayagüvensizliği ortadan
rak ücretsiz eğitim
kaldıracak önlemler
verilecektir.
Eğitim
almalıdı (9).
Bakanı
programda
BBC tarafından
notları yüksek, yokelde edilen verilere
sul öğrencilere öngöre;
Ukrayna’da
celik verileceğini beyeni doğan sağlıklı
lirtmiştir. Uganda bu
bebekler,
uluslaraprojeyi yürütebilmek
rası kök hücre tiiçin bağış desteği
careti nedeniyle ölalmaktadır. Başkent
dürülmektedir. Bebek
Kampala’da
eğitim
cesetleri
üzerinde
Kamboçya - (Fotoğraf: Lakne Toktaş)
uzmanları, hükümet
yapılan araştırmalar,
olanaklarının sınırlı
onlara ne olduğuna
olduğunu, ülkedeki 350 bin ilkokul mezunundan sade- yönelik soruları da beraberinde getirmiştir (10).
ce % 40’ ının ortaokula yerleştirilebildiğini belirtmişlerdir.
Çocukların hak ve çıkarlarını desteklemek üzere
Programa 100 bin öğrencinin katılacağı sanılmaktadır. kurulmuş Çocuklar İçin Ombudsman’ın Avrupa İletişim
Böylece yoksul ama başarılı öğrenciler, ortaokula gitme Ağı (The European Network of Ombudsmen for Childrenşansı yakalayabileceklerdir.(6)
ENOC), Eylül 2006’da yaptıkları toplantıda değişik neSudan’ın batısındaki Darfur bölgesinde yaşanan iç den ve koşullarla
yurtlarından ayrılmaya zorlanan
çatışmalar, bir kaç yıldan beri etnik temizleme ve çocuk sayısındaki artışa dikkat çekmişlerdir. ENOC,
katliamlara yol açarak devam etmektedir. Birleşmiş Mil- ülkelere yasa dışı giriş yapan ve ebeveyni olmayan
letler, Darfur’da kadın ve çocuklar ile birlikte 180 bin çocukların alıkonulmaması, haklarında soruşturma açılkişinin öldüğünü, iki milyona yakın kişinin evsiz kal- maması, çocuklarla ilgilenen personelin eğitimli olması
dığını bildirmektedir. Sadece son altı haftada 80 bin ve çocuk haklarına ilişkin bilgilendirilmesi şeklinde ilkekişi, evlerinden çıkmaları için zorlanmıştır. Darfur’da sivil lerini özetlemiştir (11).
nüfusu koruma konusunda ciddi bir başarısızlık yaşanTayvan’da 26 Kasım 2006’da öğrencilerin eğitim,
maktadır. Darfur sorunu, dünyanın insani sorunlardan biri öğrenme, fiziksel bütünlüklerinin
korunması ve fizikhaline gelmiştir. Afrika Birliği’nin bölgeye gönderdiği birkaç sel cezaların yasaklanması gerekliliği üzerine bir yasa
bin kişilik askeri birlik, sorunu kontrol etmeye çalışmakla çıkmıştır. Fiziksel cezayı ortadan kaldırmak amacıyla
birlikte yetersiz kalmakta ve bu birlikler bile rahatsız edil- geçen yıl İnsancıl Eğitim Vakfı (Humanistic Education
mektedirler. Birleşmiş Milletler Yüksek Komisyonu (The Foundation-HEF) uluslararası düzeyde çaba göstermiştir
United Nations High Commissioner for Human Rights), (12).
sivillerin işkence, tecavüze uğramaları ve yaşamlarını
Birleşmiş Milletler tarafından kadına yönelik şiddetle
kaybetmelerinden isyan gruplarının sorumlu olduğunu savaşmak adına on altı günlük uluslararası bir kambelirtmektedir (7).
panya başlatılmıştır. Kampanya’da kadına yönelik cinYıllardır Pakistan’ın en yoksul bölgeleri arasında yer sel şiddet, tecavüz ve çocuk yaşta yapılan evliliklere
alan Penjap’ta yaşayan aileler, 4-8 yaşları arasındaki er- yoğunlaşılacaktır. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UN
kek çocuklarını Birleşik Arap Emirlikleri’nde deve jokeyi Population Fund-UNFPA), 2006’da kadına yönelik şidolarak kullanılmaları için satmaktadırlar. Çocuklar, düşük detle ilişkili beş konuya yoğunlaşmıştır: Orta Asya’da
kilolu oldukları ve deveyi daha hızlı koşturabildikleri yaşanan kaçırılma, ırza geçme ve zoraki evlilikler, Batı
için tercih edilmekte; kilolarını korumaları için baskı gör- Afrika’da genç kızların erkeklerin ilgisini çekmemek için
mekte ve develerden düşüp ciddi yaralar almaktadırlar. göğüslerini bastırarak ütülemeleri şeklinde gerçekleşen
Birleşik Arap Emirlikleri’nde Mayıs 2005’de çıkarılan geleneksel uygulama, Afrika’da travmatik fistül salgını,
yeni yasa ile bu uygulama yasaklanmıştır. Yasayı çiğne- Guatemala’da kadınlara yönelik şiddet, cinayet ve çoyenlere üç yıla kadar hapis ya da 14.000 $ para cezası cuk yaşta yapılan evlilikler (13).
verilmektedir. Unicef’in desteğiyle ve Pakistan hükümetiIrak’taki şiddetten kaçan Iraklılar, dünyada hızla genin gerçekleştirdiği girişimlerle altı yüz eski jokey çocuk lişen göçmen krizini ateşlemektedirler. Bu da bölgede
evlerine dönebilmiştir (8).
tutarsızlık yaratmaktadır. Göçmen Kadın ve Çocuklar
Tayland’ın güney bölgesinde isyancılar tarafından Kadınlar Komisyonu (The Women’s Commission for Reöğretmen ve okullara yapılan saldırılar, insanlar üze- fugee Women and Children), uluslararası toplulukları ,
rinde korku yaratmakta ve çocukların eğitim haklarını ivedilikle, Iraklı göçmenlerin içinde bulunduğu olumsuz
ellerinden almaktadır.Bu saldırılarda beş öğretmen öl- koşullar ile ilgilenmeye çağırmaktadır. Göçmen kadın ve
dürülmüş, iki öğretmen yaralanmış, on okul yakılmıştır. çocuklar korunmamakta, sömürülmeye daha açık hale
Güvenlik kuvvetleri, öğrenci ve öğretmenleri korumada
ÇALIŞMA ORTAMI
Mart-Nisan 2007
Çocuk
Haber
gelmektedirler. Birleşmiş
ve umuttan yoksun kalMilletler Göçmenler Yükmaktadırlar. Hükümetler
sek Komisyonu (The Unive Birleşmiş Milletler,
ted Nations High Comçocuk askerliğinin kömission for Refugeeskünün kazınması için 5
UNHCR), her ay binlerce
Şubat 2007’de 58 ülkeIrak’lının
ülkelerinden
nin katılımıyla başlayan
kaçtığını
belirtmektedir.
konferansın
sonunda
Sadece 2006’da 480
“Paris İlkeleri “ olarak
binden fazla çocuk ve
anılan “Silahlı Kuvvetler
kadının evlerinden kaçve Silahlı Gruplara Katıltığı düşünülmektedir. Ne
mış Çocuklara İlişkin Kıyazık ki Iraklı kadınlar ve
lavuz ve İlkeleri işlerliğe
genç kızlar, yaşamlarını
koymalıdırlar (16).
sürdürebilmeler için fa29 Nisan 1992’de
hişelik ya da cinselliğin
kurulmuş olan Makefarklı sömürü biçimlerine
donya Çocuk Parlamenzorlanmaktadır. Göçmen
tosu, gönüllülük yaklaIraklı kadın, genç kız ve
şımının geliştirilmesi ile
Kamboçya - (Fotoğraf: Lakne Toktaş)
çocuklara ivedilikle yarçocuk haklarına yönelik
dım edilmelidir. Uluslararası topluluklar, insani yardım çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşların hareketleprogramlarına ayırdıkları fonları arttırmalıdır (14).
rini de güçlendirmekte ve çocuklara destek verebilBirleşmiş Milletler Nüfus Fonu (United Nations Popula- mek amacıyla pek çok etkinlik düzenlemektedir. Çocuk
tion Fund-UNFPA), Afrika’da geleneksel hale gelmiş olan, Parlamentosu, düzenlediği pek çok etkinlikle çocukların
kadın cinsel organlarının bir bölümünün farklı yollarla kişilik haklarını savunmaktadır. Böylece, çocuk haklarıkesilmesi uygulamasına son verilmesine yönelik adım- na yönelik kamu farkındalığını yükseltmiştir.Çocukların
lar atılması konusunda çağrıda bulundu . Son dönem- fiziksel,cinsel,ekonomik istismarı ile ilgili sessizlik duvalerde ebeveynler bu uygulama sırasında gelişebilecek rını yıkmış,çocukların korunmasına yönelik etkin önsağlık ve hijyen risklerini minimize etmek için uygula- lemler geliştirmiştir. Bosna, Kosova, Makedonya’ daki
mayı bir sağlık çalışanına yaptırmayı tercih etmektedir- kriz boyunca göçmen çocukların bakımının üstlenilmesi,
ler. UNFPA, bu yaklaşım ile uygulamanın yaygınlaşma ebeveyni olmayan çocuklara ayakkabı dağıtımı, çocuk
ve daha kabul edilebilir hale gelme tehlikesine dikkat sempozyumları düzenleme, çocuk ve gençlere özel iveçekmiştir. Dünyada 120-140 milyon kadın, doğumda di durumlar için telefon hattı gibi anlamlı çalışmalar yapılmıştır. Makedonya Çocuk Parlamenyaşanan riskleri arttıran, kalıcı fitosu, 2007’de de yetişkinlerin çocukziksel ve psikolojik yaralar bırakan
lara daha fazla ilgi ve sevgi vermesi
bu zararlı uygulamayla karşı karve şiddetin her türünden çocukların
şıya gelmektedir. Birleşmiş Milletler
korunması amacıyla “çocuklara yönelik
Nüfus Fonu, insanların bu konuda
şiddete hayır “ kampanyası başlatmıştır
eğitilmesi ve bu uygulamanın yasa(17).
larla engellenmesi konusunda adım
Her yıl İngiltere, Amerika Birleşik
atılması gerekliliğini vurgulamaktaDevletleri, Almanya, Fransa, İtalya, Jadır. Ayrıca bu uygulama, herhangi
ponya, Kanada ve Rusya’ nın içinde bubir dinin gerekliliği de değildir. Dini
lunduğu sekiz ülke (G8 ülkeleri), genel
liderler ve eğitimciler de bu uyguhedeflere yönelik alınacak kararları ve
lamanın yasaklanması konusunda
evrensel kilit konuları tartışmak üzere
toplulukları bilinçlendirmelidir (15).
bir araya gelmektedirler. 2005’den bu
Dünyada pek çok ülkede, çocuk
yana G8 ülkeleri tarafından, çocuklaaskerler sorunu gerçekliğini korumara, tartışılan konulara yönelik fikirlerini
ya devam etmektedir. Afganistan,
ortaya koyma ve paylaşma olanağı
Çad, Kolombiya, Kongo, Burundi,
veren Çocuk Formu düzenlenmekteNepal, Filipinler, Sri Lanka, Somali,
dir. 2007 Haziran ayında Almanya’da
Sudan, Uganda’da çocuk askerler
gerçekleşecek ve çocukların sorunlarını
kullanılmaktadır. Sri Lanka’da en az
tartışmak üzere yer alacağı Junior 8
beş bin çocuk ordudadır. Kongo’da
zirvesi için, sekiz ülkeden birer çocuk
ise en az 11 bin çocuğun orduya
Sudan
seçilecektir (18).
katıldığı sanılmaktadır. Sudan’da
Dünyanın bize çok uzak köşelesekiz yaşına gelen çocuklar orduya
alınmaktadır. Liberya’da kız çocuğu askerlerin % 75’inin rindeki ya da hemen yanıbaşımızdaki çocukların taa yücinsel sömürüye uğradığı kayıtlanmıştır. Batı Afrika’da reklerinden gelen sessiz çığlıklara ve ağlayışlarına tanık
halen sekiz bin çocuk asker savaşmaktadır. Silahlı ça- oluyor, bazen duyuyor, kimi zaman da hissedebiliyoruz.
tışmalara ve orduya katılmak, çocukların yaşamında Ancak yalnızca kendi yaşantımıza odaklanıp kendi geyıkıcı bir etki oluşturmaktadır. Onlar fiziksel,duygusal reksinimlerimiz ve amaçlarımızın peşinde usanmadan
ve cinsel sömürüye uğramakta; oyun, eğitim, sevgi koştuğumuz için, diğer insanların yaşadığı üzüntü ve
ÇALIŞMA ORTAMI
Mart - Nisan 2007
Çocuk
Haber
acıları, çocukların ve gençlerin itildiği olumsuz koşulları, görmezden geliyor, kulaklarımızı tıkıyoruz. Ama ne
yaparsak yapalım yakınımızda ya da uzağımızda acı
çeken, haksızlığa uğrayan insanların var olduğunu biliyoruz. “Onlara yardım etmek için elimden bir şey gelmez” ya da “Bu olumsuz koşullar asla düzelmez “ gibi
söylemler yalnızca vicdanımızı susturmak için söylediğimiz gerçekle bağdaşmayan ifadeler. Kendi dünyamızın
dışına çıkıp, başka insanların yaşadıklarına “sanki onlarmışız gibi” bakabilsek, onların dünyalarına girebilsek
onlar için ne kadar çok şey yapabileceğimizi görüp
şaşırabiliriz. Böylece başka insanların da mutluluğunda
az da olsa payımız olduğunu bilinciyle gerçek mutluluğu
yakaladığımızı fark edebiliriz.
Kaynaklar
1. GUANTANAMO BAY: Impact on children five years on (News)
2. SOMALİA: Peace needed to end the suffering of thousand
children(News)
of
3. SOMALIA:Protect children from conscription,say aid agencies (News)
4. COMMİTTEE ON THE RİGHTS OF WOMEN:Violence against girls(News)
5. COLOMBIA: New Child Code deemed too harsh by human rights
defenders(News)
6. UGANDA:Universal free education programme unveiled (News)
7. DARFUR:Special Human Rights Council Session on Human Rights
Situation(News)
8. PAKİSTAN:Former child camel jockeys and the challenge to return home.
9. THAILAND:Insurgent attacks shut down schools in South (News)
10. UKRAINE:Investigation into stem cell trade of newborn babies(news)
11. EUROPE: State obligations for the treatment of
unaccompanied
children(News)
12. TAIWAN: Parliament passes law to ban corporal punishment in
schools(News)
13. VIOLENCE AGAINST WOMEN:Sixteen-day international campaign
(News)
14. IRAQ: Assistance for displaced women, children and youth must become
a global priority.(News)
15. FEMALE GENİTAL MUTILATION:New “medical” trend disturbs UN
agency(News)
16. CHILD SOLDERS:Fighting forces still recruiting children as frontline
fodder in at least 13 countries(News)
17. FIRST CHILDREN’S EMBASSY IN THE WORLD-MEGJASHI www.childrensembassy.org.mk/default-en.asp
18. G8: Unicef selection of children for Junior 8 2007(News)
Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı
Avrupa çocukların düzenleyeceği bir Haçlı Seferi’nin başarılı olacağını düşündü. Ancak....
Haçlı seferlerinden yalnız Müslümanlar değil Yahudiler
ve Doğu Hıristiyanları da çok çekti. 1097’deki ilk Haçlı seferi başarılı oldu ve Haçlılar Kudüs’ü ele geçirip, Ortadoğu’da
Latin krallığı ve kontluklar kurdular. Ancak bir müddet sonra
Nureddin Zengi’nin Urfa’yı geri almasıyla birlikte Türkler’in
idaresindeki Müslümanlar kendilerini toparladı. Selahaddin
Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılar’dan geri aldı. Türkler karşısında
bir türlü galip gelemeyen Avrupalılar yeni çareler düşünürken, ortaya çocukların Haçlı Seferi düzenlemeleri fikri çıktı.
Haçlı seferlerinde başarısız olunmasının sebebinin Haçlılar’ın
günahları olduğu düşünülüyordu. Bu yüzden günahsız olan
masum çocukların düzenleyeceği bir Haçlı Seferi’nin başarıya ulaşacağı kanaatine varıldı. Çocuklar, Hristiyanlık davası
için hareket ettiklerinden Tanrı tarafından korunacaklardı.
1212’de Avrupa’da iki farklı yerde aynı düşünceler ortaya
çıkmıştı. Yaklaşık bir asırdır, Katolik vaizler köy köy, kasaba
kasaba gezip, her yerde vaazlar vererek halkı Haçlı seferleri için yüreklendiriyorlardı. Din heyecanının yanı sıra halka
Doğu’nun zenginliklerini anlatıyorlardı. Vaizlerin dinleyicilerinin önemli bir kısmını çocuklar oluşturuyordu. Bu çocuklardan ikisi tarihi bir hadiseye imza atacak olan Fransız Stephan ve Alman Nicholas’dı.
VAİZLER KANDIRDI
Stephan adındaki çoban bir çocuk anlatılanlardan etkilenerek, İsa Mesih’in kendisini bir ordu toplayarak Kudüs’ü
Müslümanlar’ın elinden kurtarması için çağırdığı şeklinde bir
rüya gördü. Uyandığında, gördüğü rüyayı civardaki çobanlara ve arkadaşlarına anlatmaya başladı. Kendisinin Kudüs’ü
kurtarmak için seçilmiş biri olduğunu ve çok yakında yapılacak bir Haçlı Seferi’ne önderlik yapacağını söylüyordu.
Stephan, Fransa Kralı Philipe’in yanına giderek, rüyasını
krala anlatı. Kral, çocuğun söylediklerini ciddiye almadı fakat
küçük çoban, kendisini Kudüs’ün kurtarıcısı olarak görmeye
devam etti. Her yerde rüyasını anlatıyor ve çocuklardan oluşturulacak bir ordunun Kudüs’ü kurtarabileceğini söylüyordu.
Çok geçmeden birçok çocuk Stephan’a inanarak, Kudüs’ü
kurtarmak amacıyla onun etrafında toplanmaya başladı.
BİNLERCE MASUM ÇOCUK
Haçlı Seferi çağrısı kısa sürede bütün Fransa’ya yayıldı. Haziran 1212’de 30 bin çocuk, Vendoma’da toplandı.
Stephan, çağrısına kulak verenlere kutsal amaçlarını ve
kazanacakları mükâfatları anlatıyordu. Kızıldeniz’in Hazreti
Musa’ya açıldığı gibi Akdeniz de çocuklar için ikiye yarılacak, çocuklar bu yoldan geçerek Kudüs’e ulaşacaklardı.
Seferin sonunda Kudüs kurtarılacak ve cennetle mükâfat-
ÇALIŞMA ORTAMI
landırılacaklardı. Stephan’ın komutasında 30 bin çocuk
Marsilya’ya doğru yola koyuldu. Çocukların birkaçı dışında tamamı yayaydı. Çocuklar, liderlerini Aziz Stephan diye
çağırıyorlar ve ona ait her şeyi özenle saklıyorlardı. Dualar
edilerek ve Haçlılar’ın kahramanlık destanları anlatılarak
yolculuk sürüyordu. Her uğradıkları şehirde halk çocuklara sevgi gösterilerinde bulunuyor ve ellerinden geldiği
kadar yiyecek yardımı yapıyordu. Halk da çocukların masumluğu sayesinde başarıya ulaşacaklarına inanıyordu.
Ancak kuraklık yüzünden kendi yiyeceklerini bile temin edemeyen insanlar, çocuklara gerekli yardımı yapamıyorlardı.
Yol boyunca binlerce çocuk açlıktan, susuzluktan ve yorgunluktan öldü.
ALMAN ÇOCUK HAÇLILAR
Çocuk Haçlılar, Marsilya’ya vardıklarında 7 bin kişi kalmışlardı. Çocuklar, Marsilya’da denizin ikiye ayrılmasını
beklemeye başladılar. Ancak günler geçmesine rağmen
deniz yarılmayınca, çocukların bir kısmı Stephan’ın kendilerini kandırdığını söyleyerek geri döndü. Stephan ve bin
400 çocuk, Hugh ve William isimli Hıristiyan tüccarların
vaatlerine kanarak iki gemiyle Kudüs’e doğru yola çıktılar.
Çocuklardan bir daha haber alınamadı. Bir rivayete göre
gemiler, Marsilya Limanı’ndan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Sardunya yakınlarında fırtınada batmıştı. Bir diğer rivayete göre de iki tüccar, çocukları köle pazarında satmıştı.
Fransız çocukların Haçlı seferi haberi Avrupa’nın her tarafına yayılmıştı. Nicholas adında bir çocuk Köln’de
Stephan gibi hareket etmeye başladı. Nicholas, gökyüzünde şimşekten oluşmuş bir haç işareti görüp, bunun Kudüs için çağrı olduğuna inanmıştı. Nicholas da
Stephan gibi kısa sürede etrafına 20 bin çocuk topladı.
Nicholas’ın komutasındaki çocuklar güneye doğru yola koyuldular. Ağır kış şartları ve Alpler’in sarp yapısı yüzünden
binlerce çocuk soğuktan donarak öldü. Binlerce çocuk da
açlıktan hayatını kaybetti. Hayatta kalan çocuklar, Ağustos
1212’de Cenova’ya vardı. Çocuklar burada denizin ikiye ayrılmasını beklemeye başladılar fakat hayal kırıklığına uğradılar. Bazıları geri dönerken, bazıları Roma’ya doğru yola devam ettiler. Roma’da umduğunu bulamayan Nicholas yanındakilerle beraber Brindisi Limanı’na doğru yoluna devam etti.
Ancak yolda çocuklardan bazıları liderlerine karşı çıkarak
Nicholas’ın kendilerini kandırdığını söyleyip, kafileden ayrıldı. Birindisi’ye ulaşanlar kutsal topraklara gitmek için iki gemiye bindiler ama daha sonra kendilerinden bir daha haber
alınamadı. Bir rivayete göre, Norveçli Friso adındaki bir denizci çocukları köle olarak satmıştı.
(SABAH Gazetesi - 9 Ekim 2006)
Mart-Nisan 2007
Çocuk
Haber
5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler
Onur SUNAL*
S
on zamanlarda dünya medyasının gündeminde önemli bir
yer tutan ve çok boyutlu bir mesele olan çocuk askerler
konusu, Fransa’nın başkenti Paris’te 5-6 Şubat 2007’de
toplanan çok önemli bir konferansta 58 ülkeden gelen resmi
temsilcilerin, UNICEF’in ve Fransız Dış İşleri Bakanı Philippe
Douste-Blazy’nin katılımıyla yeniden tartışıldı ve Paris
Prensipleri olarak adlandırılan yeni kararlar dünyaya ilan
edildi.
Çocuk askerler konusu 1990’lı yıllarda özellikle Afrika’da
ve diğer kıtalarda yaşanan savaşlar, iç savaşlar, ve çatışmalar
artınca (BM) Birleşmiş Milletler’in ve (Birleşmiş Milletler
Ulusulararası Çocuk Fonu) UNICEF’in dikkatini çekmeye
başladı. Bu savaşların ve iç karışıklıkların önemli bir bölümü
son derece yoksul insanların yaşadığı, gariban ülkelerde
gerçekleştiği için silahlı gruplar, kandırmak, kaçırmak,
korkutmak ve siddet uygulamak yoluyla 100.000’lerce çocuğu
kolayca silah altına aldı. Kız-erkek bütün çocuklar farklı işlerde
zorla kullanılmaya başlandı. 6-7 yaşında neredeyse bebek
sayılabilecek kadar küçük çocuklar mayın döşemek, haber
getirip götürmek, yemek yapmak ve daha da önemlisi ellerinde
silahla savaşmak için kullanılıyordu. Kız çocuklar ise küçücük
yaşta, askerlerle zorla cinsel ilişkiye girmeye zorlanıyor ve
sömürülüyordu.
Cape Town İlkeleri
• Bütün ülkeler 18 yaşın altında asker kullanmayı bırakacak
• Bu konu ile ilgili uluslararası antlaşmalara ve sözleşmelere uyulacak
• Fakir, kimsesiz ve sömürülmeye yatkın olan çocuklar
daha büyük bir risk altında olduğu için özellikle bu gruplar
korunmaya alınacak
• UNICEF’in önderliğinde zengin ülkelerden yaratılacak
fonlarla bu ülkelerdeki çocuk askerler silahtan arındırılacak, askerlikten uzaklaştırılacak ve sosyal yaşama yeniden entegre edilecek. Bu hedef, İngilizce Disarmament,
Demobilization ve Reintegration kelimelerinin baş harfleri
olan (DDR) olarak bilinmektedir.
Bu gerçeklerin giderek gün yüzüne çıkması ile birlikte 1997
yılında, UNICEF’in önderliğinde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin
Cape Town şehrinde, Sivil Toplum Kuruluşlarının(STK)
temsilcilerinin de katıldığı büyük bir konferans düzenlendi.
Bu konferansın sonunda Cape Town İlkeleri olarak bilinen
bildirge yayınlandı. Buna göre çocuk askerlerin sayısının
giderek arttığı ve bunu durdurmak için nasıl bir yol izlenmesinin
gerektiği açıklandı.
Bu prensiplerin kabul edilmesinden sonra Burundi,
Fildişi Sahilleri, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Haiti, Kongo
Cumhuriyeti, Somali, Sudan, Kolombiya, Nepal, Filipinler, Sri
Lanka, Uganda, Liberya, Angola, Timor, Endonezya, Orta
Afrika Cumhuriyeti, Ruanda, Afganistan ve Siera Leone’de
‘’DDR’’ programları uygulandı ve sayıları 100 binleri bulan
çocuklar yeniden topluma kazandırılmaya çalışıldı.
Bu gelişmeleri takiben BM Güvenlik Konseyi arka arkaya
bazı kararlar almıştır. Bu kararlar şunlardır:
• 1261(1999 yılı) ve 1314(2000 yılı) sayılı karar ile
ülkelerden uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde
silahlı çatışmalardan çocukları uzak tutmaları
istenmiştir.
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
• 1379(2001 yılı) sayılı karar ile BM genel Sekreteri çocuk
asker kullanan ülkeleri ‘Kara Listeye’ almıştır.
• 1460(2003yılı) ve 1539(2004yılı) sayılı karar ile
çocukların DDR programlarına dahil edilmesi ve ülkelere
göre program yapılmasına karar verilmiştir.
• 1612(2005yılı) sayılı karar ile taraflara çocuk asker
kullanımı konusunda önleyici tedbirler almaları
konusunda uyarlılar yapılmıştır.
Çocuk askerlerin dünyada yoğun olarak görüldüğü ülkeler
http://www.fisek.org/haritalar/cocuk_emegi_haritalari/cocuk_askerler.jpg
Ayrıca BM Genel Kurulu, 25 Mayıs 2000 tarihinde Çocuk
Haklarına Dair Sözleşmeye Ek Çocukların Silahlı Çatışmalara
Dahil Olmaları Konusundaki Seçmeli Protokol kabul etmiştir.
Yine çocukların savaşlarda kullanılması ilk defa 2002 yılında
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından suç olarak kabul
edilmiştir.
Bütün bunları takiben 5-6 Şubat 2007 tarihleri arasında
Fransa’nın başkenti Paris’te konu ile ilgili yeni bir konferans
yapılmıştır. 1997 yılında Cape Town’da yapılan ve ardından
Cape Town Prensiplerinin duyurulduğu konferansın üstünden
geçen 10 senelik uzun süre Birleşmiş Milletlere, UNICEF’e,
DDR programlarının uygulanması için fon veren donör ülkelere,
programları uygulayan ülkelere ve STK’lara önemli tecrübeler
kazandırmıştır. Bu geçen süre içinde edinilen bilgiler, veriler,
karşılaşılan zorluklar, yaşanan sıkıntılar konu ile ilgili bütün
taraflara büyük birer ders olmuştur.
‘‘Çocukları Savaştan Kurtarın’’ başlıklı konferansın
bitiminde ise Paris İlkeleri olarak tarihe geçecek kararlar
alınmıştır. Buna göre savaşta asker olarak kullanılan çocukların
tekrar topluma kazandırılması konusu etrafında bazı temel
prensipler kabul edilmiştir.
Paris Konferansı ve Kanlı Elmas filmi ile gündeme yeniden
gelen çocuk askerler sorunu her ne kadar son 10 yıldır
önlenmeye çalışıldıysa da hala ortadan kaldırılamamıştır.
UNICEF’in önderliğinde sağlanan pekçok fon yardımıyla,
çocuk askerlere silah bıraktırılmıştır. ‘Amnesty International’
(Uluslararası Af Örgütü) ve ‘Coalition to Stop The Use of Child
Soldiers’ gibi büyük STK’lar da raporlar yayınlamak, çocuklara
rehabilitasyon konusunda yardım etmek yoluyla önemli
katkılar sağlamışlardır. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen
hala bugün 300.000 çocuk asker kullanılmaktadır. Gerçekten
bunun nedeni nedir?
Çocuk askerlerin yoğun olduğu ülkeler dünyanın en
fakir ülkeleri arasında yer almaktadır. Bu ülkeler çocuklarına
yiyecek, içecek ve barınmak için bile para bulamazken acaba
milyarlarca dolarlık silahlara nasıl para ödemektedir? Daha
da önemlisi bu ülkelerdeki despotlara, gerilla liderlerine ve
Mart - Nisan 2007
Çocuklar
Günü
Paris İlkeleri
• Bütün çocuklar eşittir.
• Devletler çocuk hakları evrensel sözleşmesi uyarınca
hareket etmelidir.
• Devletler uluslararası antlaşmalarla kendilerini bağlayan kararların hükümlerine uygun hareket etmelidir.
• Ülkeler çocukların asker olarak kullanılmasını mümkün
olan her yolu kullanarak önlemelidir.
• Çocuklar arasında ayrım yapılmamalıdır.
• Çocuk askerler topluma kazandırılmalı ve eğitilmelidir.
• Çocuklara savaşırken yaptıklarından ötürü çok ağır cezalar verilmemlidir.
• İşledikleri suçlardan ötürü değerlendirme yapılırken
konu bütün yönleriyle düşünülmelidir.
• Kız çocukların önemli bir çoğunluğu cinsel olarak sömürüldükleri için ağır travmalar geçirmektedir. Bunun
için bu kızların topluma kazandırılması ve toplum tarafından ‘’kirli’’ olarak kabul edilerek dışlanmamaları için
özel çaba sarfedilmelidir.
çetelere neyin karşılığında bu silahlar verilmektedir?. Bütün bu
sorulara samimi yanıtlar verilmelidiği sürece soruna kökünden
çözüm bulmak mümkün olamayacaktır.
Afrika’ya 1995-1998 yılları arasında en çok silah satan
ülkeler sırasıyla Çin, Rusya,
İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD’dir. İtalya dışında kalan
diğer 5 ülke Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Daimi
üyesidir. Bu ülkelerin, herhangi bir kararı tek başına dahi veto
etmesi kararın kabul edilmemesi için yeterlidir. Böylesine
güçlü ve dünya siyasetinde sözü geçen 5 ülke Afrika’ya silah
satmaya devam etmek zorunda mıdır?
Eğer gerçekten istense bu ülkelerin vereceği ortak bir
kararla silah satışı durdurulabilir. İngiltere’nin 2000 yılından
sonraki süreçte Afrika’ya sattığı silah The Observer adlı
gazeteye göre 2005 yılı itibariyle 1 milyar sterlini-yaklaşık 1,8
milyar ABD doları- geçmiştir. Aynı yıl cephaneye harcanan
para ise dünya ölçeğinde 1 trilyon doları geçmiştir. Bu
soğuk savaşın doruk noktalarından beri ilk defa bu seviyeye
ulaşmıştır.
‘’Çocuk askerler genelde çocuk yaşta köydeki ailelerinin
yanından kaçırılıyorlar. Uyuşturucuya alıştırılan bu
çocuklar, madenlerde köle-işçi olarak çalıştırılıyor, yağma
baskınına yollanıyor, ganimetleri ağabeylerine taşıyorlar.
Emirleri yerine getirmediklerinde ise ölüm tehlikesiyle
karşı karşıya kalıyorlar. Çocuk askerler su içer gibi insan
öldürüyorlar’’
İsmail Beah(26), Sierra Leoneli Eski Çocuk Asker, Paris
Konferansında Yaptığı Konuşmadan Alıntı.
Silah ticareti gerçekten de içinde trilyonlarca doların
döndüğü belki de dünyanın en büyük sektörüdür ve bu
sektörün patronları dünyanın en güçlü 5-6 ülkesidir. Bu ülkeler
ürettikleri bu silahları satamadıkları zaman büyük bir gelirden
mahrum kalmaktadırlar. Yani dünyanın çeşitli yerlerinde sürekli
yeni başlayan savaşlara ve kargaşalara ihtiyaç vardır. Özelikle
Afrika’da çocuk askerlerin yoğun olarak görüldüğü ülkeler
sürekli itilaf ve çatışmaların olduğu ülkelerdir.
Bu ülkeler bu silahları sahip oldukları doğal kaynakları
satarak satın almaktadırlar. Bir taraftan köle gibi çalıştırılan
çocukların çıkarttığı madenlere ve minerallere el konulmakta
daha sonra aynı madenler karşılığında satın alınan silahlar
aynı ülkedeki çocukların ve halkın sonu olmaktadır. Dünya’da
çocuk askerliği bitecek ise önce dev ülkeler gariban ülkelere
silah satmayı bırakmalıdır. Aksi takdirde silahlanma da,
sömürü de, çocuk askerlik de hiçbir zaman bitmeyecektir.
ÇALIŞMA ORTAMI
Kadınlar Günü derken... Biz Kadınlar...
Dünya soluk almıyordu
Yağmur toprağa düşmeden
Irmaklar denize kavuşmadan
Suda ilk kıpırtı başlamadan
Kadın yerküreye ayak basmadan önce...
Canlandı çiçek, böcek ve kelebekler
Uykusundan uyandı ateşböceği
Erkeğin dili tutuldu
Kalbi vurdu ilk kez
Kadın yeryüzüne ayak bastığında...
Buğday boy verdi göğe
Ağaç kollarını açtı her yana
Akarsular göl olup taştı
Deniz sayısız canlıya kucak açtı
Kadın ve erkek
Sonsuza değin akıp gidecek bir dansın
İlk perdesini açtığında...
Kadın ak kanatlı güvercin
Göle yansıyan nilüfer
Yaprağa düşmüş çiğ damlası
Bebesini düşmandan koruyan kartal
Bir tohumdan canlar yaratan
Doğurup yaşatan
Süt dolu memesiyle
Besleyip büyüten
Ana olan, yar olan...
Kadın yükseklerde
Anka kuşuna yakın
Karıncaya uzak değildi
Erkek mızrağıyla
Kendi cinsini öldürmeden
Öfke kanla toprağı sulamadan önce
Kadın haykırdı acıyla,
Doğuran ben, yaşatan da ben olmalıyım
Yeryüzü inledi, oluk oluk kan boşalırken
çeşmelerden
Kadın yine haykırdı, acıyla
Çocuk verdim, binlerce can verdim
Savaş denen canavara
Analar toplandı
Gözyaşı aktı yüreklere
Cellatlara inat
Kapadılar yollarını ölümün
NEZAHAT BAYRAKLI
Ankara, 8 Mart 2007
Mart-Nisan 2007
Çocuk
Haber
‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen
Çocuk Askerler
Onur SUNAL*
……..Angola, Brundi, Orta
Afrika, Çad, Demokratik Kongo, Gine, Fildişi Sahili, Liberya,
Uganda ve Ruanda………Ancak bu ülkeler çocuklarına yiyecek, içecek ve barınmak için
bile para bulamazken acaba
milyarlarca dolarlık silahlara nasıl para ödemektedir? Daha da
önemlisi bu ülkelerdeki despotlara, gerilla liderlerine ve çetelere neyin karşılığında bu silahlar
verilmektedir? Çocuklar köle
gibi kullanılarak madenlerde
çalıştırılmakta daha sonra çıkarılan değerli taşlar silah karşılığında satılmaktadır. Yine aynı silahlar çocukları öldürmekte,
çocukları savaştırmakta ve sömürmektedir. http://www.fisek.
org/global_dunya_ve_cocuk_emegi.php
Yukarıdaki paragraf, aylar önce bitirilen ve Fisek Vakfı tarafından yapılan ‘Çocuk Emeği’nin Coğrafya Atlası’ adlı projenin genel değerlendirme bölümünden bir alıntıdır. Bugünlerde
ülkelmizde ve dünyada gösterime giren ‘Blood Diamond’
adlı film, Afrika’daki pırlanta ticaretinin hangi koşullar altında
gerçekleştirildiğini gözler önüne sermeye çalışmaktadır. Zorla
askerliğe alınan çocuklar ve ailelerinin yaşadığı büyük acı hikaye edilerek anlatılmaktadır. Yukarıdaki fotoğraf Demokratik
Kongo Cumhuriyeti’nde çekilmiştir ve www.child-soldiers.org/
resources/photo-view.html?id=29 adresli internet sayfasından
alınmıştır.
Şubat ayı içerisinde dünyanın pek çok ülkesinde ‘Blood
Diamond’ yani Kanlı Elmas adlı filmin sinemalarda gösterime
girmesi, çocuk askerler konusunu bir anda hemen her ülkede
konuşulur ve tartışılır hale getirdi. Filmde anlatılanlar, aslında
Afrika’da onlarca yıldır yaşanan dramı etkileyici bir biçimde
perdeye yansıtıyor. Doğal zenginliklere sahip olan pekçok ülkenin aşırı silahlandırılması ve bu ülkelerde bu zenginliklere
sahip olmak için örgütlenen çetelerin, örgütlerin ve gerillaların
artması, belki de bu çağın toplumlarının vebası olarak kabul
edilebilecek ‘Küresel Sömürü’yü ve onun askerlerini hergün
daha fazla besliyor. İşte filmde de bunun sonucunda ortaya
çıkan ağır toplumsal faturayı her açıdan büyük acılar yaşayan
ve toplumların korunmaya en muhtaç üyeleri olan çocukların
nasıl ödediği gösteriliyor.
Bu ve benzeri filmler dikkatleri bir anda değişik konulara
çekmek konusunda oldukça başarılı gibi görünmektedir. Ancak konuların ardında yatan gerçekler hiçbir zaman gün yüzüne çıkarılamamaktadır. Vakıf çalışmamızdan yapılan alıntıda
bahsedildiği gibi bu işten kimler en çok fayda sağlamaktadır?.
Bu ticretten elde edilen gelir nereye gitmektedir?. Yandaki
fotoğraf www.worldpress.org/Africa/2193.cfm adresli internet
sitesinden alınmıştır.
Bütün bu soruların cevabı elbette vardır. Bu paraların tamamı, birbiriyle sürekli bilinçli olarak savaşan Afrikalı liderlerin,
‘Savaş Baronlarının’, çete reislerinin ve elbette elmas karşılığında silah satan ve büyük gelirler elde eden Avrupalı ve Amerikalı silah tüccarlarının cebine girmektedir. Servetin gerçek
sahipleri olan çocuklar ise madenlerde köle gibi çalışarak hem
bu pırlantaları ve elmasları topraktan çıkartmakta, maliyeti be-
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
davaya getirilen bu taşların satılması
sonucunda alınan silahlarla zorla savaştırılmakta, ölmekte, sakat kalmakta,
ailelerini yitirmekte ve savaşmayı kabul
etmezlerse kolları ve bacakları kesilip
sakat bırakılmaktadırlar.
Konuyla ilgili derinine bilgi sahibi
olmak isteyen okuyucular ve araştırmacılar ise, http://www.child-soldiers.
org/, adlı siteden önemli bilgiler edinebilirler. ‘Coalition to Stop The Use of
Child Soldiers’ adlı bağımsız bir toplum
örgütüne ait olan bu sitede değişik ülkelere ait bilgiler, araştırmalar ve raporlar yer almaktadır. Son zamanlarda
ILO(International Labour Organisation),
UNICEF(United Nations Children’s Fund) ve USDOL(United
States Separtment of Labour) gibi kurumlar da konuyu daha
sık gündeme getirmekle birlikte sadece olayların trajik boyutunu ortaya koymakta, rehabilitasyon için önemli paralar bağışlamakta ancak suçluları ortaya çıkartmak konusunda pasif
kalmaktadırlar.
Blood Diamond adlı filmde kanlı elmasların
ticaretine aracılık yapan Archer adlı genç yaştaki
eski bir beyaz askerle, elmas madenine çok yakın,
çatışmaların yaşandığı, harabeye dönmüş köydeki
yaşlı bir zenci arasında geçen konuşma şöyledir:
Archer: ‘Köyde hayat nasıl?’
Köylü:’Oldukça iyi. Ama dua edelim de yakınlarda
petrol çıkmasın. İşte o zaman biteriz.’
Son günlerde ‘Blood Diamond’ filmi nedeni ile popüler olan
çocuk askerler, pırlanta ve silah ticareti konusunda yazdığımız
bu yazıyı ‘Çocuk Emeğinin Coğrafya Atlası’ adlı projemizin
genel değerlendirmesinden bir alıntıyla bitiriyoruz. ‘’Bugün az
gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkeler için çocuk sömürüsü
konusunda sayısız doküman ve veri bulunurken, en gelişmiş
ülkeler, çocuk işçiliği konusunda, birer “pırlanta” gibi parlamaktadırlar. Sömürüye ön-ayak olmanın bedeli de, en az sömürünün varlığının verdiği utanç kadar büyük olmalıdır.’’
http://www.fisek.org/global_dunya_ve_cocuk_emegi.php
Mart - Nisan 2007
Vakıf
Haberleri
Küreselleşme Sergisinden Tablolar:
Kaçakların Dramı...(*)
İ
Konuşmacılar: Alpaslan IŞIKLI**, İlhan TOMANBAY***
(Özetleyen: Taner AKPINAR****)
lk sözü Prof. Işıklı almış ve kaçaklar ko***
nusunun küreselleşme bağlamında özel
Prof. Tomanbay ise, neo-liberal ideolojinin taanlam ifade eden bir olgu olduğunu söyleyerihsel gelişimini Adam Smith, John Maynard Keyrek söze başlamıştır. Işıklı küreselleşme ve
nes ve Milton Fridman gibi teorisyenlerin görüşleri
küreselleşme bağlamında önem kazanan kaçerçevesinde özetleyerek söze başlamıştır.
çak göç olgusuna ilişkin genel bir bakış açısı
Tomanbay küreselleşme sürecinde sosyal devortaya koymuştur. Küreselleşme kavramının
letin tasfiye edilerek sosyal politika uygulamalarının
kurnazca seçilmiş bir kavram olduğunu bevakıf derneklerle devredilmeye çalışıldığını, bununlirterek, öncelikle kavramı eleştirel bir bakış
la da aslında sosyal politika uygulamalarının hak
açısıyla ele almıştır. Işıklı, örneğin bütün
temelinden çıkartılıp hayırseverlik temelinde yürüdinlerin, Marksizm’in, faşizmin ve Atatürk’ün
tülmeye çalışıldığını belirtmektedir. Küreselleşme
de küreselleşmeci olduğu görüşünü ileri süsürecinde sosyal devletin tasfiye edilmesine koşut
rerek; bunların günümüzdeki küreselleşme
olarak işsizlik, yoksulluk, açlık olgularının şiddetsöylemiyle temel farklılığını ortaya koymaklendiğini vurgulamaktadır. Bu bakış açısıyla Prof.
tadır. Ulus devlete ve ulus egemenliğine karTomanbay da, kaçak göçlerin temel nedeni olarak
şı, egemenliği kayıtsız şartsız uluslararası
kapitalizmin dünya ölçeğinde eşitsiz gelişmesi ve
Prof. Dr. Alpaslan Işıklı
sermayeye ait olarak gören günümüz kürebu eşitsizliğin küreselleşme sürecinde daha da
selleşme olgusunun en temelde demokratik olmadığının altını artmasını görmektedir.
çizmektedir. İkinci olarak bu şekildeki bir küreselleşme ideoloTomanbay konuşmasının devamında kaçak göç sorunujisinin sosyal devletle ve her türlü sosyal anlayışla çeliştiğini nu Türkiye özelinde ele alarak bazı temel sorunsal alanlarına
belirtmektedir.
vurgu yapmıştır: Türkiye’de bölgelerarası eşitsizlik, Türkiye’ye
Işıklı, bu küreselleşmenin çarpık bir küreselleşme oldu- yönelik göçlere ilişkin mevzuat eksikliği, kaçak göçle mücadeğunu, daha doğrusu bunun bir küreselleşme olmadığını vur- lenin yüksek maliyeti, dinsel faktörlerin etkisi, güvenilir gerçek
gulayarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Merkez ülkeler verilerin olmaması.
sermaye, mal ve hizmetlerin uluslararası düzeyde dolaşımı
Bu çerçevede, öncelikle Türkiye’de 1980 sonrası dönembakımından diğer ülkelere baskı yaparak, en geniş düzeyde de küresel kapitalizme eklemlenme yolunda uygulamaya koserbesti elde etmeye çalışmaktadırlar. Gelişmekte olan ülke- nulan neo-liberal politikaların işsizlik, yoksulluk, açlık gibi soler neo-liberal ideolojinin kölesi yapılmak istenmektedir. Berlin runları daha da şiddetlendirmesinin yanında; bu politikalarının
duvarı kalkmıştır ama, dünyanın ayrıcalıklı kesimini çevrele- bölgesel eşitsizlikleri de önemli ölçüde arttırdığına değinmiştir.
yen vize duvarı giderek daha da sağlamlaştırılmaktadır.”
Tomanbay, Türkiye’nin doğu bölgelerinin ihmal edilmişliğinin
Işıklı, küreselleşmesi gerekenin kapitalizmin merkezinde- terör, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlar yanında bu bölgelerdeki
kiler olduğunu belirterek, küreselleşme ve kaçaklar sorununun sınırlardan kaçak girişleri de beslediğini belirtmekte ve kaçak
düğümlendiği temel noktaya ilişkin şunları söylemektedir: “O göçmenlerin Türkiye’nin doğusundan adeta elini kolunu sallataraftan bu tarafa geçiş var. Bilgisayarın başına geçerek pa- yarak girdiğini söylemektedir.
rasını borsadan borsaya dolaştırmaktadırlar. Yine o taraftan
Tomanbay Türkiye’de mülteci ve sığınmacı konularını düturizm adıyla dünyanın herhangi bir yerine gidebiliyor, gezip zenleyen bir kanunun olmadığını belirterek, bu konuya ilişkin
dolaşabiliyorlar. Ama bu taraftan o tarafa geçildiğinde insanlar 1994 yılında çıkartılan yönetmeliği1 dayanağı olmayan havada
kaçak damgasını yemektedirler.”
bir düzenleme olarak nitelendirmektedir. Tomanbay’ın bu koIşıklı, kaçaklar olgusunun günümüzde giderek büyüyen nuda altını çizdiği diğer önemli bir sorun da, Türkiye’nin 1951
bir sorun olduğunu söyleyerek, bunun temel nedeninin zengin Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolüne koyduğu coğrafi
ve yoksul ülkeler arasındaki uçurum olduğunu belirtmektedir. çekinceyi kaldırması yönünde Avrupa Birliği’nden gelen basIşıklı’ya göre, bu uçurum günümüzde belki de tarihin hiç gör- kılardır.2 Tomanbay, bu konuda Türkiye’nin Avrupa’yı korumediği bir boyutta derinleşmiştir. Bir taraf giderek yoksullaş- yan tampon bölge haline getirilmeye çalışıldığını söyleyerek,
makta, açlıktan ve salgın hastalıklardan ölenlerin sayısı art- Işıklı’nın bu yöndeki görüşünü de desteklemektedir.
maktayken; diğer tarafta gelir giderek daha az sayıda insanın
Tomanbay, yakalanan kaçak göçmenleri sınır-dışı etmenin
elinde toplanmaktadır.
maliyetinin yüksek olması nedeniyle yetkililerin kaçak girişlere
Işıklı, son derece dramatik birkaç kaçak göç öyküsünü göz yumduğunu, diğer taraftan bu göçmenlerin insan onurudinleyenlerle paylaşarak, sorunun gerçek boyutunun medya- na yakışmayan koşullarda bulunduğunu belirterek; bu konuda
da yer almadığını belirtmektedir. Bu konuda, kaçak konumda Türkiye’nin içinde bulunduğu çaresizlik ve ikilemlere dikkat
olanların geçiş yeri olarak, Türkiye’nin bulunduğu konumun çekmektedir.
çok önemli olduğunu belirtmektedir. Işıklı, Türkiye’nin Avrupa’yı
Tomanbay Müslüman olanların gelişine, diğerlerine kıyoksulların istilasına karşı koruyan bir tampon işlevi gördüğü- yasla, daha toleranslı olunduğunu belirtmekte ve son olarak
nü belirtip, Türkiye için, çok net bir ifadeyle; Avrupa’nın parato- sorunun nicel boyutlarına ilişkin güvenilir gerçek verilerin olneri nitelendirmesini yaparak konuşmasını bitirmektedir.
madığını söylemektedir.
(*) Prof. Dr. Alpaslan Işıklı ile Prof.Dr. İlhan Tomanbay’ın ve herkesin katılımıyla Prof. Dr. Nusret H. Fişek Bilim ve Sanat Ortamı’nda 8 Aralık 2006
tarihinde gerçekleştirilen Küreselleşme Sergisinden Tablolar, Kaçakların
Dramı konulu “Düşünce Atölyesi”nden özetlenmeştir.
(**) Prof.Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
(***) Prof.Dr. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Öğretim
Üyesi
(****) Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
1 Tomanbay’ın sözünü ettiği yönetmelik 1994 yılında çıkartılan 6169 sayılı Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden
Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve
Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliktir.
2 Türkiye, mülteci ve sığınmacıların hukuki statüsüne ilişkin Birleşmiş Milletlerin 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolünü imzalamıştır. Ancak Türkiye adı geçen Sözleşme
ve Protokolü coğrafi çekince koyarak imzalamıştır. Buna göre, Türkiye Avrupa’dan gelip
sığınma talebinde bulunanlara sığınma sağlama yükümlülüğü altına girmiştir. Avrupa dışından gelenlere karşı böyle bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Avrupa dışından gelenlere Türkiye’de geçici oturma izni verilmekte ve bunların kalıcı olarak yerleştirilmesi için
üçüncü bir ülke aranmaktadır.
Mart-Nisan 2007
Toplum
Reform Tradejisi : Ulusal ve Toplumsal Tehdit
Birgül A. GÜLER*
T
ürkiye bir reform trajedisi yaşıyor. Bu süreç son çeyrek
yüzyıldır sürüyor. Son yıllarda
ise reform, yönetim sistemini
yeni bir duruma ve yeni bir biçime sokmaya çalışan yasalarda
somutlanıyor. Getirilen değişiklikler, ulusal çıkarlara ve toplumun genel yararına aykırı içerikleriyle büyük bir endişe kaynağı
haline gelmiş bulunuyor.
Yaşanan gerçekten de tam
bir trajedidir. Trajedi, sözlüklere
göre eski yunancadan ve ‘facia,
ağlatı, musibet’ anlamına gelen
bir sözcük. Ama bu özel tür bir
faciadır. Kastedilen deprem ve
sel gibi doğal afet kötülükleri
değil, ‘insanların yine insanlarca sorumsuz bir şiddetle yok
edilmesi’ne ilişkin kötülüklerdir.
Reform da yabancı bir sözcüktür; sözlükler bunun kökünü latinceye bağlarlar. Türkçesiyle
‘düzeltim’ diye bilinen reform
yoğun değer yüklü haldedir:
Sözcük ‘daha iyi duruma getirmek, iyileştirmek’ diye kavranır.
Sözcük takımını Yunanca ve
Latinceden alıp kullandığımız Türkçeye çevirirsek, ‘reform
trajedisi’nden söz etmek, ‘iyileştirme musibeti’ diye kendi
içinde oldukça çelişkili bir şeyden söz etmek demektir. Ülkemiz son çeyrek yüzyıldır bir ‘iyileştirme musibeti’yle başa
çıkmaya çalışmaktadır.
Reform, iyileştirme, akıl ve gönül okşayıcı yapısıyla,
genel olarak peşinen kabul gören sözcüklerdendir. İyileştirmeyi kim istemez? Üstelik bu, devrimler gibi insanı
şaşırtan birandalık özelliği taşımayan, pek o kadar zora
başvurmayan, şiddeti daha düşük, can yakıcı keskinlikte
olmayan bir biçime sahiptir. Reform sözü, akıllara bir tür
‘beyaz devrim’ getirir. Barışçıl bir iyileşmeyi kim istemez?
Oysa tarihsel gerçekler reformun pek de ‘beyaz’ olmadığını gösteren çok sayıda örneğe sahiptir. Yalnızca Osmanlı
modernleşme reformlarına bakmak yetebilir. Örneğin 18.
yüzyılın Lale Devri Patrona Halli isyanıyla, 19. yüzyılın
Nizamı Cedid reformu Kabakçı Mustafa isyanıyla, Vakayi
Hayriye, sonra Tanzimatı Hayriye... isyanlar ve isyancıların
ve devlet adamlarının idamlarıyla ayrılmaz bir bütün oluşturur. Daha yakın tarihlerde idari reformlar çağı ikinci dünya
savaşının ateşiyle başlamış, Türkiye’de 27 Mayıs’la açılmıştır. Yapısal reformlar ise, ancak 12 Eylül darbesiyle gerçekleştirilebilmiştir. Bu reformlar da idamlarla işaretlenmiş
durumdadır. O halde neye dayanarak devrimlere ‘kırmızı’
reformlara ‘beyaz’ diyebiliriz? Öyle görünüyor ki, devlet
*
sistemi sözkonusu olunca reformlar
zor kullanma bakımından devrimlerin rengine yakın bir renge sahiptir.
Reformu –iyileştirmeyi-, barışçıl gelişme olarak anlamaktan vazgeçmek
ve bu sözcüğü toplumsal mücadelelerin taraflarından birinin politikası
olarak anlamak gerekir.
Günümüzün reformları, dünya
tekellerinin genel rotasında yürümeyi ve bunların içinde erimeyi benimsemiş yüksek sermaye gruplarının
politikasıdır. Bunlar, “piyasa ekonomisi” adını verdikleri iktisadi düzene
iman etmekte; bu düzenin emirlerini
uygulamaya koymak için dernekler,
vakıflar, meslek odaları, sendikalar
ve bazı siyasal partiler eliyle politikalarını uygulamaya koymaya uğraşmaktadırlar.
Reform adını verdikleri bu politikayla, Türkiye’yi “piyasa ekonomisi
düzeni içinde dünya ile bütünleştirme” amacına hizmet ettiklerini ilan
etmektedirler. Bu doğrultuda devletin
elindeki fabrika ve işletmelerin özelleştirilmesini ve “piyasaya devri”ni
gündeme getirmişler, son yirmibeş
yılda kamu işletmelerinin büyük bölümünü kamu kesiminin mal varlığından çıkarmışlardır.
Aynı süreçte, o güne kadar yalnızca devlet tarafından
yapılabilen radyo-televizyon hizmetini, posta-telefon iletişimini, gübre ticaretini, tohumculuğu, eğitim-öğretim hizmetlerini, vb...özel sektör de yapabilir hale getirmek için uğraşmışlardır. Nitekim pekçok alanda özel sektör de iş görmeye
başlamıştır. Eldeki malvarlıkların piyasa aktörlerine satışı
–özelleştirme- ve devletin tekelinde tutulan işlerin aynı aktörlerin etkinlik göstermelerine açılışı –deregülasyon-.
Bu iki politika sonunda ortaya çıkan manzara şudur:
Radyo-televizyon dünyası tek sesli olmaktan çıkmıştır;
çoğulculuk gelmiştir; günümüzde ülkenin radyo-televizyon
kanalları içinde yönlendirici iktidar CNN, Murdoch, SKY
Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi.
Bu yazı, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nca 18
Ocak 2007 günü düzenlenen Düşünce Ortamı’nda yapılan konuşmanın kısa
metnidir.
10 ÇALIŞMA ORTAMI
Mart - Nisan 2007
Toplum
... gibi yabancı tekellerin ve
DoğanMedya
gibi yerli tekellerin elindedir.
Çoğulcu iletişim,
devlet tekeline
son verip yerine
dünya
tekelci
sermayesini ve
bununla işbirliği
içindeki yerli tekelci sermayeyi
yerleştirmiştir.
İletişim alanındaki devlet tekeli sona ermiş;
hizmet
çoğulculaşmış; alan
birkaç
dünya
tekelinin eline
geçmiştir. Bankacılıkta devlet
varlığı sona erdirilmiş, ülkenin
hem kamu hem özel bankaları dünya tekellerinin yönetimine geçmeye başlamıştır. Devlet tekeline son verilmesini ve
kendilerine iş fırsatı sağlanmasını isteyen yerli özel bankalar, devletin bankacılıktan çekilmesiyle birlikte kendilerini
satmaya girişmişlerdir. 1936 yılında kurulmuş Denizbank
1999’da özelleştirmeyle Zorlu Şirketi’ne devredilmiş,
Zorlu bu kurumu 2006’da DEXIA adlı bir Avrupa tekeline satmıştır. Ülkenin kamu tüzelkişiliklerini eriten
reformlar, çeyrek yüzyıl içinde ülkedeki özel tüzelkişilikleri de eritmesiyle dikkati çekmektedir. Özel eğitim
kurumlarıyla “dünya genelinde rekabet” edeceklerini
söyleyenler, kurdukları üniversiteleri satmaya başlamışlardır. Bilgi Üniversitesi adlı odak, artık Amerikalı
LAUREP adlı bir şirketindir.
Bir zamanlar çok moda olan “küresel düşün yerel davran” sloganıyla yapılmak istenen şey açığa
çıkmıştır. Ulusal çıkarların korunmasının reddi! Yurttaş refahının devletin görüş alanı dışına çıkarılması.
Küresel düşünülerek ulusal düşünme eritilmiş, yerel
davranılarak halkın geçimi ve refahı kaygısı terkedilmiştir. Karşı karşıya kaldığımız “iyileştirme musibeti”,
böylece hem ulusal hem toplumsal varlığa aynı anda
ve aynı şiddette büyük bir tehdide dönüşmüştür.
İçine düştüğümüz bu büyük erimenin taşıyıcısı,
Cumhuriyet boyunca ülkenin ve halkın üretimine el
koymayı beceren, ama kendi ayakları üstünde duran
bir sanayi yaratma bakımından tam bir beceriksizlik
sergileyen “yüksek özel sektör” olmuştur. Bu zorba
mirasyedi, şimdiye kadar elde ettiği kolay zenginliği,
bu kez yabancılara “dünyayla bütünleşme” adına pazarlayarak çoğaltma gayretindedir. Türkiye, işte bu
hovarda egemen sınıfın reformlarıyla sarsılmaktadır.
Ülke, hem ulusal çıkarları hem de toplumsal varlığıyla, bu tür bir “reform musibetiyle” başetmeye çalışmaktadır.
Sorunların çözümünün nerede olduğu, reform trajedisinin içeriği ve boyutları ne kadar açıksa o kadar
açıktır. Yaşanan süreç, piyasa ekonomisi temelinde
ÇALIŞMA ORTAMI
dünyaya açılma
bir illüzyondur. Bu
temelde Türkiye
durduğu
yerde
dünyaya açılandır;
Türkiye’ye
doğru açılan ise
dünya
tekelleridir. Yerli tekellerin
doğrudan
işbirliğiyle
gerçekleşen bu açılma, Türkiye’nin
sömürgeleştirilmesinden başka
birşey değildir. Bu
durum ne kadar
açıksa, çözüm de
o kadar açıktır.
Reform
trajedisiyle
başa
çıkmanın ve sorunların altından
kalkmanın yolu,
Türkiye’nin tam
bağımsızlığını sağlamayı hedefleyen yeni reformlar atılımından geçer. Bu atılımla beceriksiz ve mirasyedi yüksek
özel “sektör” disiplin altına alınarak, Türkiye’nin değerleri
ulusal ve toplumsal çıkar temelinde yeniden inşa edilmelidir.
Kadınlar Günüymüş!
SEKİZ MART, KADINLAR GÜNÜ DEDİLER
Övgülerini, süslediler, püslediler,
Acıları, yitimleri, dayakları, horlamayı, ölümleri
Bir GÜN İÇİN evet bir gün için
Yalanları rengarenk balonlarla yaldızlayıp uçurdular.
O uçurulan balonların üstünde TÖRE adına öldürülen
Binlerce genç güzel kadınların gözyaşları vardı oysa.
Kadın olmanın, ANA olmanın, CAN veren olmanın
Kutsallığı yılın BİR gününde mi VAKSAYILDI ?
Herşey boşlukta, RÜZGAR GİBİ ESİP GİDEN ...
Yüreklerini görmeyenlere
Kadının emekçi, verici, üretken, sevgi dolu
Olduğunu asla bilmeyenlere.
Süslü sözler söylemesi nasıl da kolaydır ...
Onlar aldatmanın ŞAHINI bilirler
Elleri KANLI, GÖZLERİ KÖR, TÖREYE KABUL diyenler
− Anneniz var mıydı?
− Karınız var mıydı?
− Kızkardeşiniz var mıydı?
Onları hiç bilmediğiniz hatta düşünmediğiniz belli
Biliyorum, doğduğunuz günden beri
Sizi, KÖR, SAĞIR, ACIMASIZ EDEN
NAMUS DENİLEN BİR İLLETİNİZ VARDI ...
İlknur GÖKALP
Mart-Nisan 2007
11
Sosyal
Hekimlik
Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç
Y
A. Gürhan FİŞEK*
abancı doktorların Türkiye’de çalışması gitgide
gündemin ön sıralarına doğru tırmanmaktadır.
Başbakan’ın da katıldığı tartışmada, “ithal” doktorların, daha ucuza çalışacağı öne sürülmektedir.
Bu doğrultuda 15.02.2007 tarihinde TBMM’nce
kabul edilen ancak Cumhurbaşkanı tarafından
bazı maddeleri veto edilen 5581 sayılı yasa çıkarılmıştır. “İthal doktor” diye özetlenebilecek, yabancı doktorlara Türkiye’de çalışma izni verilmesi de,
Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçeleri arasında yer
almaktadır (Bakınız : KUTU).
Genellikle “ithal” edilenlerin “ucuz” olmadığı görülmektedir. Ülkemizde yürütülmekte olan AB ve
Dünya Bankası projelerine baktığımızda, yabancı
uzmanları ile eşit işi yürütmekte olan Türk uzmanlar
arasında önemli ücret farkları görülmektedir. Dolayısıyla ucuz-ithal doktorların, görece gelişme geriliği
içinde bulunan ülkelerden ithal edileceği düşünülebilir. Ya da hizmet paketinin tümüyle bir yabancı şirkete
devredilmesi ve piyasa kuralları (ve gizli destekler)
aracılığıyla, hizmetin ucuzlaştırılacağı düşünülebilir.
Ne olursa olsun, ithal doktorlardan “çare” uman
yaklaşımın özünde şu öngörüler yatmaktadır :
1. Bu yaklaşım, sağlığı sıradan bir üretim, insanı
da sıradan bir mal gibi gören anlayışın ürünüdür. Buna karşın, insanın bir mal olmadığı bizim
de kabul ettiğimiz Philadelphia Bildirgesi’nde
(1944) kabul edilmiş ve en temel insan hakkı
olarak benimsenmiştir.
2. Bu yaklaşım, sağlığı yalnızca tedavi hizmetine
indirgeyen, “önce hasta olsunlar bekleyelim;
sonra çaresine bakalım” diyen çağdışı (geleneksel) hekimlik anlayışının bir ürünüdür. Böyle olmasa, halkla çok yakın diyaloğa dayanan
ve sosyal kalkınmadan eğitime kadar geniş bir
yelpazeyi kapsayan koruyucu hekimlikte ithal
doktordan (hastasının dilinin bilmeyen) yararlanamayacağını çocuklar bile bilirdi.
3. Bu yaklaşımı öne sürenler, sağlık alanının derinliği konusunda cahil olduklarını ortaya koymuşlardır. Çünkü sağlık hizmetinin yalnızca
hekimler eliyle yürütüldüğü gibi boş bir inanca kapılmışlardır. Buna karşın, Dünya Sağlık
Örgütü’nün bugün yetersiz kalan, sağlık insangücü listesini bile okumuş olsalar, ithal hem*
Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel
Yönetmeni
12 ÇALIŞMA ORTAMI
şire, ithal sağlık istatistikçisi, ithal ... vb sağlık
personelinin ithalini de önerirlerdi.
4. Yabancı firmaların Türkiye’ye girişi için böylece
kapı açılacaktır (2007 sayılı yasa 2007 yılında
TC Cumhurbaşkanlığı
Sayı : B.01.0.KKB.01-18/A-2-2007-138
Tarih : 02/03/2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nca
15.02.2007 gününde kabul edilen 5581 sayılı “Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” incelenmiştir.
(...)
İncelenen Yasa’nın 6.maddesinde “11.4.1928
tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şabatı San’atlarının
Tarzı İcrasına dair Kanunun 1 nci maddesinde “ve
Türk bulunmak” ibaresi madde metninden çıkarılmıştır”. 8.maddesinde de “1219 sayılı Kanunun 4 üncü
maddesinin birinci cümlesindeki “izinli Türk hekimlerinin” ibaresi “mezun hekimlerin” olarak değiştirilmiştir.”, düzenlemelerine yer verilmiştir.
1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının
Tarzı İcrasına Dair Yasa’nın 1.maddesinde, “Türkiye
Cumhuriyeti dahilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için Türkiye
Darülfünunu Tıp Fakültesinden diploma sahibi olmak
ve Türk bulunmak şarttır.”;
4.maddesinin birinci tümcesinde de, “Yabancı
memleketlerin tıp fakültelerinden izinli Türk hekimlerinin Türkiye’de hekimlik edebilmesi için” kuralları
bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi, bu kurallara göre, Türkiye’de
doktorluk mesleğini yapabilmek için Türk yurttaşı olmak gerekmektedir. İncelenen Yasa’nın 6. ve
8.maddelerinde öngörüldüğü gibi, 1.maddeden “Türk
bulunmak” ibaresinin çıkarılması; 4.maddedeki “izinli
Türk hekimlerinin “ ibaresinin “mezun hekimlerin” ibaresiyle değiştirilmesi de, yabancı uyruklu doktorlara,
Türkiye’de doktorluk yapabilme olanağı sağlamaktadır.
Böylece Cumhuriyet tarihinde ilk kez, sağlık alanında uygulanagelen Türk doktorları merkezli sağlık
politikasından vazgeçilmektedir.
Konuya ilişkin tüm yazılı kurallar göz önünde bulundurularak değerlendirildiğinde, yabancı doktorların
kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılamayacağı,
yalnızca özel sağlık kuruluşları ile özel muayenehanelerde çalışabilecekleri; bir jüri tarafından yapılacak
değerlendirmelerden geçmeleri, kimi koşulları taşımaları, döploma denkliklerinin kabul edilmesi gerektiği gibi, zorlayıcı koşullar bulunduğu sonucuna varılsa
Mart - Nisan 2007
Sosyal
Hekimlik
bir kez daha ve derinden bir yara alacaktır). İlk
kez 1935’lerde yabancı petrol şirketlerinin teknik
elemanları ile birlikte gelebilmeleri için delinen
yasa, bu kez de yabancı doktorlar -büyük olasılıkla- yabancı sağlık şirketlere yol açmak için gelecektir. İkisi arasındaki fark, ilkinde Türkiye’de
bunu yapacak kişilerin olmamasıydı; şimdi ise,
insan emeğini ucuzlatmak için, en yetenekli
da, tüm bunlar, yabancı uyruklu doktorlara Türkiye7de
doktorluk yapma olanağı sağlandığı gerçeğini değiştirmemektedir.
Türk doktorları, toplumun sağlık sorunlarını ve
sosyal sorunlarını bilerek, hizmet isteklerine uygun biçimde yetiştirilmektedirler. Bir doktorun, toplumsal gerçekleri ve koşulları bilmeden sağlık alanında hizmet
vermesi, nitelikli hizmet üretilmesi yönünden sakıncalıdır. Yabancı doktorların dil sorunları da, bu olumsuzluğu artırıcı bir öğe olarak değerlendirilmektedir.
Öte yandan, ülkemizde doktor yetersizliğinden
çok, dengeli ve adil olmayan bir dağılım ve sağlık alanında altyapı eksikliği sorunu bulunmaktadır. Ayrıca,
ülkemizin kimi yöresel koşulları, çalışma koşulları ve
ekonomik koşullar gözönünde bulundurulduğunda,
Türkiye’ye nitelikli yabancı doktor gelmeyeceği de bir
gerçektir.
Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı doktorların henüz
istihdam sorunu çözülmemişken, yabancı uyruklu
doktorların Türkiye’de çalışmasını olanaklı kulmanın
yerinde olmayacağı değerlendirilmektedir.
İncelenen Yasa’nın gerekçesinde, “Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinde, kişi ve hlizmetlerin serbest
dolaşımı önündeki engellerin kaldırılması amacına
uygun olarak, Türkiye’de tababet icra edebilmek için
Türk olmak şartının kaldırılması gerektiği “ ileri sürülerek, değişikliğin Avrupa Birliği uyum sürecinde gerçekleştirildiği belirtilmektedir. Oysa değişiklik, Avrupa
Birliği ülkelerinde sağlık alanına ilişkin, halk sağlığı,
hasta güvenliği meslek sahibi insanların haklarının
korunması gibi ayrıntılı ve kapsamlı düzenlemelere
koşut bir yaklaşım içermemekte; yalnızca ülkemizde
doktor olarak çalışmak için aranan yurttaşlık koşulunu
kaldırmaktadır.
Avrupa Birliği’ne henüz üye olmadığımız için,
doktorlarımızın serbest dolaşım hakkına sahip bulunmadıkları gerçeği bir yana, düzenleme ile yalnızca Avrupa Birliği ülkelerinin değil, tüm ülkelerin doktorlarına
ülkemizde çalışma olanağı sağlanmaktadır. Eğitim ve
çalışma koşulları kötü olan ülkelerden, düşük ücretle
çalışmaya istekli dostorların ülkemize gelmesi, sağlık
kalitesini daha da düşürecektir.
Bu nedenlerle, incelenen Yasa’nın 6. ve 8.maddeleriyle yapılan düzenlemelerin, kamu sağlığının gerekleri yönünden uygun olmadığı düşünülmektedir. (...)
Ahmet Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
ÇALIŞMA ORTAMI
genç hekimlerimiz yurt dışına gönderilmekte
ve ulusal insangücü potansiyelimiz çökertilmeye çalışılmaktadır. Bunun istihdam alanında
(bazıları alan yerine piyasa diyor), bir tepkisi
olacaktır. Bu ücrete koşullara isyan edenler,
ülke dışında istihdam olanağı arayacaklardır.
En niteliklilerin en gelişmiş “ortam”larda iş bulduğu yabancı ülkelerde, yeteneklerine göre
dizileceklerdir (Bakınız: www.beyingocu.com).
Türkiye’yi yetersiz yabancılarla, yurt-dışına
göç etmeyen yerli hekimlere bırakacaklardır.
5. Koruyucu hizmetleri unutan bu yaklaşım, hastalananların tedavi hizmetinin nasıl yürüdüğünü de bilmemektedir. Hasta tedavisindeki en
önemli evre, hastanın öyküsünün (anamnez)
alınmasıdır. Hastanın yakınmalarının ayrıntılı bir biçimde soruşturulması ve olabildiğince
kendi sözcükleriyle dosyasına işlenmesi gerekir. Ama sağlık sistemimizde, yönetim hatalarından kaynaklanan “hastaya yeterli süre
ayrılmaması ve yeterli ilginin gösterilmemesi”
bu önemli aşamanın sanki pas geçilmesine
gerekçe olmaktadır. Buna karşın sağlık sistemimizdeki doyumsuzluk ve bozuklukların en
temel nedenlerinden biri, hasta öykülülerine
yeterince zaman ayrılmamasıdır.
Bugün sağlık alanında, popülist (halk dalkavuğu)
ve içtenliksiz bir politika izlenmektedir. Yıllarca sağlık
konusundaki bilgisizliği ve zaafı desteklenen halka,
hoşuna gidecek “yenilikler” sunulmaktadır. Bunlardan
biri, SSK’lıların istedikler her hastaneye gidebilmeleri, ilaçlarını istedikleri her eczaneden alabilmeleridir
(Bu uygulama SSK İlaç Fabrikası’nın kapanmasına
yol açmıştır. Doktorlara döner sermayeden prim verilmesi yoluyla da hastalara yapılan her ileri incelemenin bu primi arttırmasına ve dolayısıyla gereksiz
incelemelerin artmasına olanak verilmiştir). Bu hastaların arayıp da bulamadığı bir hizmettir; ama gerçekçi midir? Gerekli midir? “Toplum”cu mudur?
Aslında popülizmin ve içtensizliğin yansıması
olan bu “yenilik”ler, daha büyük bir planın parçalarıdır. Halk “yıllarca sağlık alanında bilgisiz ve zorda
bırakılmışlığının” etkisi ile hoşnuttur. Ama onun hoşnutluğuyla yürütülen bu büyük plan nedir?
Türkiye’nin yalnızca sağlık sistemi değil, tümü,
küresel ağın içerisine düşürülmek ve ulusal gücü
köreltilmek istenmektedir. Sömürgenlerin ilk yaptığı,
ulusal özgüveni ve onuru kırmaktır. Bir çok ülkede
kolayca yaptıkları bu işlemi, ülkemizde yapmakta
zorlanmaktadırlar. Bu direnç bizim için büyük bir şans
iken; onlarla işbirliği halinde yönetilmek de bizim için
şanssızlıktır.
Mart-Nisan 2007
13
İş Sağlığı
Güvenliği
Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz...
Mustafa TAŞYÜREK*
([email protected])
Müjde, müjde, müjde
16 piksel biyonik göz
ABD’de geliştirilen yeni biyonik göz, milyonlarca
hastaya kısmi görme olanağı sağlayabilecek. Bilim
Adamları, “akıllı protez”ya da “yapay retina” olarak da
adlandırılan protezin hastalık ya da yaralanmalar sonucu kaybedilmiş görme fonksiyonlarını düzeltmek
için , beyin ile sinir sistemi arasında bağlantı kurmaya
yaradığını söyledi (18 Şubat 2007 Hürriyet s.7).
Neden buna ihtiyaç duyulmaktadır, neden böyle bir buluş yüzbinlerce kişiye umut ışığı olsun?
Beş duyu organımızın hepsi de önemlidir. Her halde
bunlardan en önemlisi görme duyusudur.
Peki biz bunları, yeni buluşlara bel bağlamadan, işyerlerinde yeterince koruyabiliyor muyuz ?
Özellikle sanayi sitelerinde, organize sanayi sitelerindeki işyeri sağlık birimlerindeki sağlık görevlilerinin, en
uzman olduğu, en çok pratik yapma olanağını bulduğu işlerden birincisi eziklere, kesiklere müdahale etmekse ikinci
sırayı gözden çapak çıkartmak almaktadır.
Bahtışen hemşirenin uzun yıllara dayanan deneyimi
böyle.
“Göz göre göre”, işyerlerinde gözümüzü yeterince korumadığımız ortada.
SSK’ya bildirilen ve yıllık istatistiklerde yayınlanan “İş
Kazası Sonucu Oluşan Yaranın Vücuttaki Yeri” tablosunda
Göz’lerle ilgili bölüme bakıldığında, Türkiye’de SSK’ya bildirilen iş kazalarının (çoğu kez ciddi kazalar bildirilir) %3
göz kazaları olduğu anlaşılır. Aynı sonucu Pennsylvania’nın
2000 yılı iş kazası istatistiklerinde de görüyoruz. ABD’nin
bu eyaletinde toplam 80133 iş kazası olmuş, bunlardan
2653’ü yani %3,3 göz kazasıdır.
Yıllar
Göz kazası geçirenler
2003
2004
2005
2223
3381
2223
%
%2,9
%4
%3
Tüm iş kazalarının toplamı
76668
83830
73923
uygun şekilde kullanılmasından kaçınıldığı belirtilmektedir.
Uzmanlar uygun güvenlik gözlüğünün doğru kullanılması
durumunda göz kazalarının şiddetinin azaltılabileceği ve
hatta %90’nının azaltılabileceğine inanmaktadır.
ABD İstatistik Bürosunun (The U.S. Bureau of Labor
Statistics) raporlarına göre, bu ülkede 2001 yılında işyeri
göz yaralanmaları nedeniyle işçilere 924 milyon $ ‘dan fazla tazminat ödenmiş ve yaklaşık 4 milyar $ ücret ve üretim
kaybı olmuştur.
Aynı şekilde ülkemizde de her yıl binlerce göz yaralanmaları ile sonuçlanan iş kazası meydana gelmektedir.
Bu kazaların uygun korunma önlemleri alınması durumunda en aza indirilebileceğine ve kaza ağırlık oranları da
düşürülebileceğine kesin olarak inanıyoruz.
(Kimyasal madde kaçtıktan sonra ilk yardım önlemleri uygulanmış bir göz)
Gözler için risk oluşturan ve göz kazalarından korunmasında dikkat edilmesi gereken fiziksel ve kimyasal (veya
radyasyon) etmenler ve işlerden bazıları şunlardır:
(Kaynak: SSK yıllık iş kazası istatistikleri)
Yukarıda görüldüğü gibi işyerlerinde göz yaralanmaları
çok yaygın iş kazalarından biridir. Her sene bütün dünyada çok sayıda işçi, uğradıkları iş kazaları sonucunda bir
veya iki gözünü kaybetmektedir. Örneğin ABD’de her gün
tıbbi tedaviyi gerektiren 2000’den fazla göz yaralanması
olmaktadır. Tüm iş kazalarının %10 –20’ sinde geçici veya
kalıcı görme kaybı ile sonuçlanmaktadır. Bu yaralanmaların yüzde doksanında, koruyucu güvenlik gözlüklerinin
*
Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı
Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985)
İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı)
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
14 ÇALIŞMA ORTAMI
(Göze giren bir dikiş iğnesi. Güvenlik gözlüğü takılmamış)
Günlük yaşamda olduğu gibi her gün çalışma yaşamında daha sık kullanır duruma geldiğimiz bilgisayarlar göz
zorlanmalarına ve göz kuruluğuna neden olmaktadır, fakat
Mart - Nisan 2007
İş Sağlığı
Güvenliği
görme duyusuna kalıcı bir hasar verKimyasal maddeler – Sadece sıvı
memektedir. (Ancak” Ekranlı Araçlarla
kimyasal maddeler değil, aynı zamanda
Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önkimyasal buharlar, mistler ve dumanlar
lemleri Hakkında Yönetmelik” de bevb.gözler için risk oluşturmaktadır. Kimlirtildiği gibi, işyerlerinde ekranlı araçyasal yanıklar göz yaralanmalarının yaklarla çalışanların göz muayeneleri ve
laşık %20’sini oluşturmaktadır. Bunlara
göz korunması ile ilgili eğitimlerinin
çözücüler, solventler, asit , bazlar (kosyapılması zorunluluğu vardır). Buna
tikler) vb örnek olarak verilebilir.
karşı aşağıda belirtilen göz tehlikeleIsı – Yüksek sıcaklıklara maruz (suri kalıcı görme kaybına neden olmaknuk) kalma gözlerde bir yanma tehlikesi
tadır.
oluşturabilir. Örneğin; metal eriyiklerinin
Çarpma Fırlayan partiküller
sıçramaları - Metal döküm, galveniz işleveya düşen nesneler, cisimler. Göz
ri, eritilmiş metalleri dökme ile ilgili işler.
yaralanmalarının yaklaşık % 70’i uçuGörme duyusu ile ilgili radyasyon
şan - fırlayan döküntüler, kıvılcımlar
(ışınım - ısı/ışın saçma) - Kaynak alevve küçük nesnelerin çarpmalar sonulerinden, lazerlerden vb. gelen yoğun
cu oluşmaktadır. Örneğin; demir ve
ışık göz retinasında yanmalara, kataçelik kalıp pres işleri, matkap, torna
raktlara ve kalıcı görme kaybına neden
vb. gibi kesici ve delici aletler kullaolabilir.
nılması gereken işler. El aletleri ile
Güneş ışığı - Sık sık ve uzun süre
(Katlı iplik büküm makinası)
yapılan işler: matkap, kriko ve balyoz
güneş ışınlarına maruziyet kalıcı hasarkullanma işleri vb.,
lara neden olabilir. Dışarıda çalışanlar,
Toz – Göze kaçan toz ve kum tahrişe ve çizilmeye ne- işlerini uzun süreler açık alanda yapanlar bu riskle karşıden olur. Örneğin; rüzgar’lı ortamda çalışma, yol inşaatı laşabilir.
ekipmanları, çekici ve yükleyici makinalar, kaynak işleri ,
Ayrıca yukarıdaki veya benzer tehlikelerin bileşkesi de
taşlama ve aşındırma tezgahları, taş oyma ve yontma iş- göz için tehlike oluşturabilir.
leri, ağaç işleri vb.
Örneğin; Bir tekstil fabrikasında katlanabilir bir iğ tam işçiğinin göz hizasına gelecek şekilde
dizayn edilmiştir.
İğlerin bulunduğu
kafes ile korkuluk
demirleri arasında yeterli boşluk
olmadığından (en
az 80 cm.’lik geçiş
boşluğu olmalı idi)
operatör geçerken
gözüne çarpmıştır.
Güvenlik gözlüğü (Büküm makinasında dik bobinler
kullanmayan ope- üzerinde görülen ring’de ipin dönmeratör şans eseri sini sağlayan plastik kopça)
gözünü kaybetmemiş, iyileşebilen yaralanma ile kazayı atlatmıştır.
Yukarıda söz edilen risklere karşı gerekli önlemler
alınmadığında , belirlenen iş güvenliği kurallarına uyulmadığında öncelikle çalışanlar zarara uğramakta, işyeri
yönetimi ise maddi ve manevi cezalı ve kusurlu duruma
düşmektedir. Örneğin;
Yine bir tekstil fabrikasında ipin bükülmesi için yaklaşık 4000 devir/dakika hızla dönen bobin üzerindeki metal
ringe takılı küçük plastik bir kopça (resimde parmaklar arasında görülen), işlemin olağan kontrolü sırasında yerinden çıkarak 24 yaşındaki operatörün bir gözüne çarpmıştır
(19.2.1984). Bunun sonucunda operatörün tek gözünde
%24,2 oranında maluliyete neden olan bir hasar oluşmuştur. Kaza incelemesinde bilirkişiler işyerini %20 kusurlu
bulmuş, %80’de kaçınılmazlık olarak değerlendirmiştir. İş
Mahkemesi bu kusur oranını Borçlar Kanununun 43. maddesi gereğince işçi’yi %27, işvereni de %73 kusurlu kılacak
şekilde paylaştırmıştır. Bunun sonucu işçiye o tarihlerde
önemli miktarda maddi ve manevi tazminat ödenmiştir.
(Tesktil fabrikasında terbiye edilecek iplerin takıldığı iğ’ler
Kazalı işçi, yaşı 32’ye geldiğinde (SSK hastanelerinve operatör)
den birinden aldığı ek bir raporla) (1.7.1992) maluliyetinin
ÇALIŞMA ORTAMI
Mart-Nisan 2007
15
İş Sağlığı
Güvenliği
%24,2’den %39’a çıktığını, bu nedenle %14,8 ‘lik maluliyet (Makine parçasının temizlemesini yapan ve göz + yüz koartışından dolayı tekrar maddi ve manevi tazminat talep ruyucusunu kullanan bir işçi)
etmiştir.
ler arasında son çare olarak, kazalardan korunmada çok
T.C. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nce de 18.2.1994’de oyönemli bir durum olduğunu kanıtlamıştır.
birliğiyle onaylanan mahkeme kararı ile yine önemli miktarBir göz kazasını önleyebilmek için yapabileceğiniz üç
da maddi ve manevi (ek) tazminata daha hak kazanmıştır.
şey vardır.
Bakım, onarım ve temizlik işi ile görevli bir işçi, poli• İşyerindeki göz güvenliği için tehlikeleri bilinmesi
merleşme sonucu tıkanan PVC veya bakalit’ten yapılmış
– göz tehlikeleri ile ilgili risk değerlendirmesi yapın.
bir boruyu, güvenlik gözlüğü ve yüz siperi kullanmadan,
• İşe başlamadan önce tehlikeleri ortadan kaldırılması
basınçlı hava ile temizlemeye kalışınca, boru parçalara
(Makine koruyucuları, iş / kaynakçı perdeleri kullanın veya
ayrılarak patlamış işçinin gözüne, yüzüne ve hatta ağzıdiğer mühendislik kontrollerinin uygulanması).
na sıvı fazdaki kimyasal madde dolmuştur. Bu işçinin bel• Uygun göz koruyucularını kullanılması.
ki de tek şansı hemen yakınındaki acil duş, göz/yüz duşu
Çalıştırdıkları kimselerin kazalardan korunmalarından
ile derhal yıkanabilmesi olmuştur. Gözlerinin her ikisini de
sorumlu şahısların da üç konusu vardır.
kaybedebilirdi.
1. Kişisel korunma donanımının gerekli olduğu kabul
Anlaşılacağı üzere, yukarıda sözedilen durumlara, önedilmelidir.
ceden gerekli risk analizlerinin yapıldığı, gerekli dikkat in
2. Bu durum kabul edildikten sonra uygun koruyucu
gösterildiği ve korunma önlemlerine uyulduğu takdirde bu
donanımın seçimi yapılmalıdır.
kazaların korunulabilir kazalar sınıfına gireceğine kuşku3. Seçilen donanımın ilgili tüm çalışanlar tarafından
suzdur.
kullanılması sağlanmalıdır.
Tehlikeli bir durum meydana geldiği takdirde, tehlikenin
Bilindiği gibi, kişisel koruyucu donanımlar tehlikeyi
meydana gelmesine neden olan nedenlerin saptanmaazaltmaz ancak tehlikenin önünde bir engel oluştururlar.
sında ilk önce, üretim ya da teknik bir hata olup olmadığı;
Bu engelin, sürekli olarak “yerini korumasına” dikkat edilip
ya da kullanmada bir kusur bulugözetlenmelidir.
nup bulunmadığı üzerinde büyük
Her
Kişisel
Korunma
bir duyarlılıkla durmak ve bu tip
Donanımı’nın hangi işlerde kullakazaların bir daha tekrarını önnılmasının uygun olacağı hakkınlemek için ne gibi değişikliklerin
da çok iyi eğitim almış olmak ve
yapılması gerektiği konusunda
incelemeler yapmak sonuca çok
incelemeler yapmak gerekir. Bazı
büyük etkiler yapmaktadır.
koşullarda çok tehlikeli bir durum
Bu incelemeler şu konuları
oluşturan bir makinada ya da siskapsamalıdır.
temde küçük ve basit bir değişiklik
a) İstatistikler tutulmalı: Yüz
yapmakla o makinanın - sistemin
ve göz kazalarının meydana geliş
tehlikesiz bir durumuna gelmesi
nedenlerini ve sonuçlarını göstesağlanabilmektedir.
ren kayıtlar aksatılmadan tutulmaBu tür incelemeler pratikte
lıdır.
Kişisel Korunma Donanımı’nın
b) İncelemeler yapılmalı:
(Baret, kulak koruyucusu ve göz koruyucusu
kullanılmasının, aslında önlemYüz ve göz kazalarının meydana
birlikte kullanılabilmektedir)
16 ÇALIŞMA ORTAMI
Mart - Nisan 2007
İş Sağlığı
Güvenliği
geldiği işyerlerinin şartlarını ve kazaların tip ve şekillerini
incelenmelidir.
c) İlk kademe amirlerini (nezaretçileri) eğitilmeli:
Yöneticileri, amirleri her kazanın oluş şekli ve sonuçları
hakkında bilgi sahibi kılmalı ve koruyucu önlemlerle kazaların yakın ilgisi konusunda daima eğitilmelidir.
d) İşçileri eğitilmeli: Göz ve yüzün korunmasının gerekli olduğu işçiler (ve ilgili tüm çalışanları) ikna edilmelidir.
İstatistiklerden de yararlanılmalıdır. İşçilerin sorularına dikkatli olarak cevap verilmelidir. Bu konuda eğer olası ise çeşitli filimler bularak işçilere sık sık gösterilmelidir. İşçilerin
eğitilmesi konusunda İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu’nun
yardımı sağlanılmalıdır.
e) Göz muayeneleri yaptırılmalı: Göz korunması
programının hayati önem taşıyan çok önemli bir kısmı; İşçilerin gözlerinin muayenesi’dir. En geç 2 veya 3 yılda bir
bu muayeneler yaptırılmalıdır. Olası bir yakınma, şikayet
varsa ya da işini güvenli ve etkin bir şekilde yapabilmesi
için iyi bir görme duyusuna sahip olması gerekiyorsa elbette bu muayeneler daha da öne alınmalıdır.
Her işçinin görme kusurlarını kontrol edip kusuru saptananların, kusurlarını giderecek nitelikte uygun numaralı
gözlük takmaları sağlanmalıdır. Örneğin ABD’de, istatistiklerden anlaşıldığına göre, işçilerin %15 - %20’si numaralı
gözlük kullanmaktadır.
f) Gözlüklerin uygun olması: Muayeneler sırasında,
saptanan göz kusurları giderilmelidir. Kusurları gideren
gözlükler kullanılırken, çerçevenin uygunluğunun üzerinde
de özenle durulmalıdır. Çünkü uygun olmayan ya da rahatsızlık veren çerçeve, işçide direnç yaratır; kullanımını
aksatır.
g) Gözlüklerin bakımı: Her işyerinde, koruyucu gözlüklerdeki ufak tefek arızalarını giderebilecek, eli bu işlere
yatkın personel vardır. Arızalar büyümeden, ya da koruyucu gözlük tümüyle çöpe atılmadan, gerektiğinde tamiri,
temizliği ve değiştirilmesi gerçekleştirilmelidir.
h) Sergiler: Her işyerinde kişisel koruyucu donanımın
sergilendiği bir sergi bulunmalı ve işçilerin sergiyi sık sık
ziyaret etmeleri sağlanmalıdır. Bu şekilde hareket edildiği
takdirde göz ve yüz koruması hakkında uygulanması hedeflenen program ; kolaylıkla uygulanabilecektir.
i) Disiplin : Bütün kural ve koşulların bir iç yönetmelikle (prosedür – talimat) belirtilmesine dikkat edilmelidir.
Bu iç yönetmeliğin herkesin imzalaması ve iç yönetmeliğin
emrettiği konular dışındaki tutumların cezai yaptırımlarını
bilmesi gerekir.
Bu programın başarı ile uygulanması için aşağıdaki
önerilerin yerine getirilmesi gerekir:
1. Yüz ve göz yaralanmaları ile ilgili iş kazalarından korunma programını uygulayacak sorumluyu belirle, ata.
2. Uygun tipte, standardlara uygun koruyucu donanım
satın alın.
3. Göz muayenelerini yaptırınız. Gözlüklerin kullanacak kimselere uyup uymadığını kontrol ediniz.
4. Gözlüklerin iyi saklandığına, temizlik, bakım ve gerektiğinde onarımlarının zamanında ve uygun yapıldığına
emin olmalısınız.
5. İlan panoları ve sergilerden yaralanarak Göz ve Yüz
Kazalarından Korunma Programını uygulayınız.
6. Makine ve tesisatın göz güvenliği işaretlerine ve prosedürlerine uyunuz.
7. Duman, toz ve kimyasal buharların olduğu yerlerde
kontakt lens kullandırmayınız.
ÇALIŞMA ORTAMI
8. Acil göz duşlarının yerleri, nasıl kullanılacakları ve
bakımını yapacakları konusunda işçileri bilgilendiriniz.
9. Göz kazalarında uygulanacak temel ilkyardım kurallarını öğretiniz.
(Güvenlik gözlüğü ve toz maskesinin birlikte kullanılması)
10. Göz kazalarına neden olabilecek güvensiz durumları, çalışma yöntemlerini amirlerine bildirmelerini sağlayınız.
11. Çalışanları göz güvenliği ve koruyucu güvenlik gözlüklerinin doğru kullanılması konusunda eğitim aldırınız.
12. Ağır cezai yaptırımlar koyarak kurallara uymayı
sağlayınız.
“Hala görmeniz gereken muhteşem güzellikler
var. Lütfen !!! Koruyucu gözlüklerinizi kullanınız.”
Kaynaklar:
--, Sanayide İş Güvenliği Eğitim Rehberi, Sayı 7, Sanayide
Renklerin Dili ve Kişisel Korunma Teçhizatı, T.C.Çalışma Bakanlığı, İşçi Sağlığı Genel Müdürlüğü, Kardeş Matbaası, Yayın
No.136.
--, ILO Accident Prevention A Workers’ Education Manuel , International Labour Office, Ceneva, 1961 , s.33.
http://www.ssk.gov.tr/wps/sskroot/istatistikk/istatistik2003/
T18_35.xls
http://www.ssk.gov.tr/wps/portal/!ut/p/.cmd/cs/.ce/7_0_A/.s/7_
0_5RO/_th/J_0_CH/_s.7_0_A/7_0_5RH/_s.7_0_A/7_0_5RO
http://www.preventblindness.org/safety/worksafe.html
http://www.preventblindness.org/safety/firstaid.html
http://www.preventblindness.org/safety/prvnt_injuries.html
http://www.bouldereyesurgeons.com/page7/page23/page25/
page25.html
http://www.preventblindness.org/safety/worksafequiz.html
http://www.medem.com/medlb/article_detaillb.cfm?article_
ID=ZZZ8FQ635YC&sub_cat=0
Ekranlı Araçlarla Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri
Hakkında Yönetmelik (Resmi Gazete: 23.12.2003 tarih ve 25325
sayılı)
Mart-Nisan 2007
17
Toplum
Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları
E
Erdoğan BOZBAY**
[email protected]
mekli Sandığı’nın, Cumhuriyet dönemi mimarisinden esintiler taşıyan görkemli binasının girişindeyiz. ferforje harikası kapıyı biraz da omuz yardımıyla itip
geniş salona giriyoruz. Çay kokusuyla harmanlanmış ağır
bir hava karşılıyor bizi. İçerisi oldukça kalabalık. Kolçaklı
sandalyelerin, orta sehpaların, kalorifer peteklerinin üstleri bile dolu. Dilekçe yazanlar, form dolduranlar… Çoğu
emeklilik işlemleriyle uğraşan bedenleri yorgun, bakışları
durgun insanlar… Kısa süreli bir şaşkınlığın ardından bankonun önündeki pirinç üzerine siyah yazılı görev panolarını
görüyoruz. Evet evet, sonunda bulduk işte. Sorunumuzun
yanıtı şu dördüncü memurda. Allah’tan en kısa kuyruk da
orada. Beş on dakikalık bekleyişin ardından sıra bize geliyor. Eşim sorununu özetlerken ben görevliyi izlemeye koyuluyorum. İlgimi çeken ilk şey yüzündeki huzur olmalı.
Rahatlatan bir gülümseyişle bakıyor insanlara, hiç sesini
çıkarmadan sabırla dinliyor. Bakımlı, tıraşlı tertemiz bir memur portresi çiziyor. Koyu takım elbisesi, açık renkli gömleğinin temizliğini daha bir öne çıkarıyor. Özenle seçilmiş
kravat, giysideki uyuma son noktayı koyuyor. Yakasına iliştirdiği karttan adının, …….. Düzgünçınar olduğunu öğreniyorum. Daha bir ilgimi çekiyor. Anında,soyadıyla tavırları
arasına bir köprü kurmaya çalışıyorum. Oturduğu için tam
kestirememekle birlikte, boyu da soyadındaki çınar gibi
uzun olmalı. İşimiz bittiğinde teşekkür ederek ayrılıyoruz
yanından. Hayret. Dışarıya çıktığımda kendimi kuş gibi
hafiflemiş hissediyorum. İçeriye girerken duyduğum tedirginlikten eser yok. Bakıyorum eşim de benzer duygular
içinde. Onun da rahatladığı yüzünden okunuyor. Helal olsun sana Düzgünçınar diyorum. Adına layık olmaya mı çalışıyorsun, yoksa adın mı sana ayak uydurmaya çalışıyor!
Her şey iyi güzel de yaşamdan beklediklerin, beklentilerin
de severek yaptığın işler gibi düzgün gidiyor mu bari diye
sormadığıma hayıflanıyorum…
#
Günlerdir beklenen gün sonunda gelmiş. Tatil sabahının en güzel anları. Özenle hazırlanan kahvaltı, işe, okula, servise yetişme telaşı yaşanmadan yapılmış. Son keyif
çayı ince belli bardağa doldurulmuş, sıra gazetelere şöyle
bir göz atmaya gelmiş. Masadan kalkılmış, daha ışıklı bir
köşeye geçilmiş. Çaydan bir yudum çekilmiş. Tam gazeteye el uzatılmış ki, ana okuluna yeni başlayan çocuğun
tiz sesiyle birlikte gazeteye hamle yapan el, elektriğe tutulmuşçasına geri çekilmiş. “Baba, hani beni çocuk tiyatrosuna götürecektin?!” Babanın neşesi titrek bir mum
gibi anında sönüvermiş. Almış mı bir kara düşünce? Kırk
yılda bir evde oturup, gazete okumak, televizyon izlemek
varken, nerden çıktı şimdi şu tiyatro? Söz verilmiş bir kere.
Gitmemek de olmaz. Acaba ne yapmalı? Bu işten sıyırmanın bir yolu olmalı, ama nasıl? Baba, bir yandan düşünürken, bir yandan da gazeteleri karıştırmayı sürdürmuş. Öyle
de çok okunacak şey varmış ki. İkinci gazeteler, ekler, bulmacalar… Derken yüzünü birden sevinç kaplamış, atacağı
çığlığı boğazının son boğumunda zor yakalamış. Bakmış,
eklerden birisinde büyük bir dünya haritası. Beyninde çakan şimşeği hemen uygulamaya koyulmuş. Almış makası
* Jeomorfolog
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
18 ÇALIŞMA ORTAMI
eline, başlamış dünya haritasından ince şeritler kesmeye.
İşlem bitince,bu kez şeritleri enlemesine kesmeye başlamış. Sonunda bir yığın parça çıkmış ortaya. Mağrur bir
komutan edasıyla, “Al oğlum şu parçaları. Dünyayı kesilmeden önceki haline getir bakalım.Akıllı çocuksun
sen. Sana güveniyorum. Yaparsın sen, yaparsın. Bitirdiğin zaman da tiyatroya gidiyoruz, söz!” Rahatlamış
bir şekilde özlemle gömülmüş gazetelere. Nasıl yapacak ki
diyormuş içinden de. Parmak kadar çocuk, Madagaskar’ı,
Sri Lanka’yı, Peru’yu nereden bilecek!..
Aradan çok geçmemiş. Çocuktan Kızılderili benzeri zafer çığlıkları gelmeye başlamış.”Baba gel, yaptım.”
Adam şaşırmış. Vay velet vay, nasıl yaptı acaba? Bir de
gidip bakmış ki hayret. Her şey yerli yerinde. Kanada’sı,
Kıbrıs’ı, Japonya’sı… Şaşkınlığı biraz geçtikten sonra
sormuş. “Aferin aferin de, nasıl becerdin bu işi?!” Bu
kez zafer kazanan komutan edası çocuğa geçmiş. Hafifçe
geriye kaykılarak ve cam sehpa üzerindeki eserini gururla göstererek, “Verdiğin parçaların arka tarafında bir
insan resmi vardı babacığım. İnsanı düzeltince dünya
da düzeldi!” (*)
#
İnsanı düzeltince dünya da düzelir mi dersiniz? Hiç
sanmam. Bu iş ufaklığın yaptığı kadar kolay olmasa gerek.
Düzelteyim derken ‘çıt’ diye kırıvermek de var. Hoş, eğip
bükmektense kırmak daha iyi ya neyse. Düzelmek, daha
doğru bir tanımla düzgünleşmek isteği, her şeyden önce
kişilerden gelmelidir. Kaldı ki, bu isteğe gereksinim duyan
kişi, sorunun da çözümün de, aynı kaynaktan beslendiğini, o kaynağın da bizzat kendisi olduğunun bilincindedir!
#
İnsan yılları bir, bir devirdikçe daha iyi anlıyor ki yaşam,
sanıldığından çok daha zorlu bir parkurdur. Üstesinden
gelmek için bir dekatloncunun dayanıklılığı, bir bilgenin
sabrı, bir sevdalının azmi gerekir. Sıkça karşılaşılan virajları, patikaları, dar geçitleri, zirveleri aşmak, bataklıkları,
çölleri geçmek kolay değildir. Yine de bir şekilde geçilir
tüm engeller sonunda, tüm zorluklar bir şekilde aşılır. Ama
bir engel vardır ki kolay görünümüne rağmen en zor aşılan, hatta birçoklarımızca aşılamayan yada aşılmak istenmeyen belki de tek engel odur: “Kolaycılık” Basiti varken
zorun kıyısından dönüvermek, sanırım önlenemez zaaflarımızdan birisi. İşin daha da vahimi, daha iyiyi, daha cazibi,
daha kolayı gördüğümüz an her şeyi anında unutuvermek,
kestirmelere ya da köşe dönmelere sapıvermek. Az külfet,
çok nimet çok caziptir. Bütün enerjimizi, çalışmadan, yorulmadan, üretmeden kolayca elde ettiklerimizi yitirmemek
için harcarız. Kolay meslek, kolay para, kolay başarı, kolay
unvan, kolay mevki, kolay otoritenin göz kamaştıran albenisine öylesine kaptırırız ki kendimizi, sonuçta, ne çıkış
noktamızdan en ufak bir belirti kalır geriye, ne de ulaşmaya çalıştığımız hedeften, amaçtan bir iz. Acaba, “İnsanlar büyüdükçe hayalleri mi küçülür ?” ya da bir başka
deyişle, “Önceleri uysal bir hizmetçi gibi kullandığımız
akıl, zamanla berbat bir efendiye mi dönüşür?(**)”
Böyle olunca da, her bilinmezi yorumlayan, her sorunu
anında çözümleyen, doğayı parmağında oynatan üstün(!)
varlık sayılan bizlerin, önceliği kendimize vermeyişimiz
doğaldır. Bütün enerjimizi “düzgün”leşmek, mükemmelMart - Nisan 2007
Toplum
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Ne yapılmalı ?
ÇALIŞMA ORTAMI
> Sayfa 23’ün yanıtı
•
(*) Şair Sunay Akın’dan
(**) Ferrari’sini Satan Bilge’den
İKİ DAKİKA DÜŞÜN
Kaldırma makinası 3 faz 380 Volt 50 Hz şebeke değerlerinde çalışır. Faz sırasını ve her üç fazın mevcut
olduğu kontrol edilmelidir.
Kumanda buton panelinde ki kaldırma (↑) ve indirme
(↓) hareket ok yönlerinin doğru olup olmadığı kontrol
edilmelidir. Eğer oğru değil ise besleme hattındaki iki
fazın yeri değiştirilmelidir. Böylece sınır anahtarı aktif
olarak çalışacaktır.
Sistemdeki sınır anahtarlarının aktif olarak çalıştığı kontrol edilmelidir. Sınır anahtarlarının aktif çalışmaması,
mekanik bir arızaya sebep verebilir.
Kaldırma makinasının yukarı ve aşağı çalışmalarında
fren sisteminin etkinliği kontrol edilmelidir.
Kancanın yatağında 3600 açıyla dönme ve kanca bloğunda nakliyeden dolayı deformasyon olasılığı kontrol
edilmelidir.
Halat kaması sabitleme yuvası kontrol edilmelidir.
Sistem dikey hareketler için tasarlanmıştır. Yük tam
merkezlenerek ve terazilenerek kaldırılmalı, yatay
çekdirme yapılmamalıdır. Yük tam olarak askıya alınmadan köprü ve araba hareketi yapılmamalıdır.
Yüklü kanca gereğindn fazla yükseğe kaldırılmamalı,
insan üzerinden
yükle geçöirilmemelidir. Yük hareket sahasında
bulunan
insanlar uyarılmalıdır.
Yüklü pozisyonda
sistem uzun süre
askıda bırakılmamalıdır.
Kaldırma makinası
yüklü
çalışırken
ani
hareketler
yapılmamalı, hareketli kısımlar tamamen durduktan
sonra ters yöne
hareket verilmelidir.
Kaldırma makinasını yetkili operatörden başkası kullanmamalı, kullanım ve güvenlik kurallarına dikkat edilmelidir.
Kaldırma makinasında istem dışı bir durum meydana
gelirse, derhal sabit ana şalterden sistemi besleyen
şebeke gerilimi kesilmelidir.
Problemsiz bir kullanım için kaldırma makinaları, gerek
nakliye gerekse depolama sırasında zarar verici etkenlerden uzak tutulmalıdır. Uzun süreli depolamada
ortam; titreşim, nem, ve tozdan uzak, oda sıcaklığında
olmalıdır.
Kaldırma makinası işletme içinde devreye alınmadan
önce nakliyeden kaynaklanabilecek deformasyon ihtimaline karşı kontrolden geçirilmelidir.
Kaldırma makinası aşırı yüklere karşı tam yük akımına
uygun termik manyetik W otomat sigorta veya elektronik koruma devreleri ile korunmaktadır.
Kaldırma makinasının bir sistem içinde kurulumu ve
devreye alınması , vinç üreticisi firma personeli tarafından yapılmakta ve devreye alınmaktadır. Sabit kaldırma makinaları müşteriye kullanıma hazır şekilde teslim
edilmektedir.
leşmek, yaptığımız “işe saygınlık” kazandırmak yerine,
saygın(!) meslekler peşinde koşturmamız, başka türlü nasıl açıklanabilir ki? İnsan bu durum karşısında şu soruyu
sormadan, şu özeleştiriyi yapmadan da edemiyor. “Acaba
insanlar mı mesleklerini seçmeli, yoksa meslekler mi
insanlarını?!”
Oysa yola çıkarken tek idealimiz, kendimizi düzgünleştirmek, iyileştirmek, ülkemizi çağdaşlaştırmak, insanlığı daha da yukarılara çıkarabilmektir. Yıllarca, “Türküm,
doğruyum, çalışkanım…”
andını okuyarak başlarız
derslere. Eğitilir, güzelliklerle donatılırız. Düşünsel gelişim
sürecimiz bununla noktalanmaz elbet. Yaşadığımız sürece
daha nice şanslar, sayısız fırsatlar çıkar karşımıza. Kimi
zaman eğitmen kimliğine bürünür bu fırsatlar, kimi zaman
da sanatçı, bilge vb. Ürettikleri kitaplar, yontular, besteler,
şiirler, daha da önemlisi düşünceler, sabırla yolumuzu gözleyen uyarı levhalarımız olur. Düşüncelerini mükemmel
bir hizmetkâr gibi kullanan bu eşsiz insanların tek ereği,
yaşadıkları toplumun, giderek insanlığın yaşam kalitesini
yükseltmek. Bunu gerçekleştirmek için birikimlerini cömertçe sunar, geçeceğimiz yolları sabırla temizler, aydınlatır, benzer sıkıntıları yaşamayalım diye zorumuzu olabildiğince kolaya dönüştürürler. Bize düşen görev, gözümüzü
dört açıp onları zamanında fark etmek, mesajlarını doğru
okumak, doğru yorumlamaktır.
#
Ele geçen o güzelim fırsatları, anlamak, algılamak,
değerlendirmek, itiraf etmeliyim ki zordur. Üstelik, emek
ve sabır ister. Görmezden gelmek, yanlarından kulaklarımızı hatta bütün duyularımızı körelterek geçivermek çok
daha zahmetsizdir. Oysa onlar kişiliğimizin, toplumsal geleceğimizin temel taşlarıdır. ”Ormanda yürürken karşıma
iki patika çıktı. Ben az kullanılmış olanı seçtim.” diyen
bilge de pekala hiç zorlanmayacağı patikaya sapabilir,
hedefine daha çabuk varabilirdi. O zaman da bilge olamazdı. ‘İşi bilen’ ile ‘iş bitirici’ nin, ‘zeki’ ile ‘kurnaz’ ın,
‘ağırbaşlı’ ile ‘uçarı’ nın, ‘özgüvenli’ ile ‘yırtık’ ın, ‘doğal’ ile ‘yapay’ ın, ‘değerli’ ile ‘önemli’ nin, ‘marka olan’
ile marka alan’ nın, ‘birey’ ile ‘bireyci’ nin toz duman
olduğu bir ortamda, bilge olsanız ne fayda. Bırakın bilge
olmayı, yanlışları en aza indirgemek bile “düzgün”leşme
çabasına fazlasıyla değmez mi?. Hele de varış noktamız,
ilk adımı atarken düşlediğimiz hedefin çok uzağına düşmemişse, arada uçurumlar oluşmamışsa daha ne isteriz.
Bundan daha büyük başarı olabilir mi? İşte bu başarı, yol
ayrımlarındaki “uyarı levhaları”nı doğru okuyuşumuzun,
doğru yorumlayışımızın doğal sonucudur. Dilerim, uğruna
bir ömür tükettiğimiz bu sonuç bizi, “İşi düzgün giden” le
değil de, “ kişiliği düzgün giden” ödülüyle taçlandırır.
#
Bildiğimiz kadarıyla düzgün kişiliklerle düzgün işleri tek
bedende buluşturanlar da var. Sayıları az da olsa, hiç ummadığımız yerlerde, hiç beklemediğimiz anlarda karşımıza
çıkarak bizi şaşırtır, yaşam sevincimizi arttırırlar. Onlara
gıpta etmemek elde değildir. Peki, zorlu parkurların dürüst
koşucusu, tüm değerleri “düzgün” parantezinde buluşturan o özel insanlar bunu nasıl başarır, nasıl yaşam biçimine dönüştürür? Sen ne dersin bu işe Sayın Düzgünçınar,
belki de bir daha hiç karşılaşmayacağım, yolumun bir daha
hiç kesişmeyeceği sevgili dostum, sen bu soruyu nasıl yanıtlarsın?
Mart-Nisan 2007
19
Yazı
Eleştirisi
Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak*
Müge ERSOY KART**
Statt (1994) “Work, non-work and in-between” başlıklı çalışmasında, istihdam, işsizlik ve emeklilik süreçlerine ilişkin
genel bir değerlendirme gerçekleştirmektedir. Yazara göre,
İşsizlik tehdidi ve deneyimi artık sıklıkla işçilerin hayatının bir
parçası olmaya başlamıştır. Aslında sanılanın tersine, çalışmak ve çalışmamak birbirine karşıt olmayan durumlardır. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusu çocuklara sık sık yöneltilen bir
sorudur. Bu aslında “hayatını kazanmak için ne yapacaksın?”
anlamına gelir. Erkek çocuklar genellikle doktor, mühendis, pilot olmak isterken kızlar da hemşire, hostes, sekreter olmayı
hayal eder. Ancak beklenmedik bir yanıt şaşırtıcı olabilir: “Ben
terbiyeli bir insan olacağım, ya sen ne olacaksın?” Yeni tanışan yetişkinlerin de belki birbirlerine ilk sordukları soru, ne
işle meşgul olduklarıdır. Yanıt, insanların diğer kişileri sınıflandırabilmelerini kolaylaştıracaktır ve gelir, sosyal statü, yaşam
stili ve o kişinin kendisine nasıl davranılmasını istediğine dair
önemli ipuçlarını içerir. Düzenli bir işi olanlar için basit olan bu
soru, diğerleri için can sıkıcı olabilir. Örneğin bir süredir hiçbir
kitabı basılmayan bir yazar, faturalarını ödemek için otobüs
şoförlüğü yapıyorsa, bir yazar mıdır yoksa şoför müdür?
İŞ VE İSTİHDAM: YETERSİZ İSTİHDAM : Çalışma, bir
amaç için kullanılan ya da harcanan çaba, güç ve enerji miktarıdır. Ama bu da her zaman doğru olmayabilir; örneğin özellikle araba gibi pahalı ürünlerin satıldığı yerlerde işler kesatken,
mağazaya hemen hiç müşteri uğramadığında satış temsilcileri
saatlerce birisine hizmet etmek için bekleyebilir. Ya da yapılması beklenen iş ile bunu yapmak üzere işe alınmış kişi sayısı
uyumsuz olabilir. Özellikle kamu bürokrasisi için bu eleştiri çok
yaygındır. Bu iş dünyasının tutucu ve sinsi boyutudur; çünkü
insanlar çoğunlukla istediği işi bulamamaktadır. Ayrıca yeni
teknolojik uygulamalar, işçilerin, niteliksizleşmesine neden olmaktadır. Eğitim standardı arttıkça da nitelikli (ya da bunu vasıflı yapmalı, ama bence oteki daha iyi) pek çok meslek sahibi
daha zor iş bulur olmaktadır.
İSTİHDAM DIŞI ÇALIŞMA: Bazı işler, para kazanma amacı
dışında, başka gerekçelerle de yapılabilir. Gönüllü olarak yapılan bahçıvanlık, öğretmenlik, düşkünlere ve çocuklara yardım
etme/koruma amaçlı çalışmalar bazen sekiz saatlik işgününde
harcanan enerji, disiplin ve yaratıcılıktan daha fazlasını gerektirebilir. Yaratıcı işlerde çalışan bazı kişilerin (bilim adamı, sanatkâr gibi) belli bir aylık ücret almalarına karşın ne zaman tam
verimlilikle çalıştıklarını kestirmek zordur.
İSTİHDAM İÇİ OLMAYA VE İSTİHDAM DIŞI OLMAYA
GEÇİŞ: Bu eğitim sisteminden iş dünyasına; iş dünyasından
da emekliliğe geçişi temsil eden bir süreçtir. Sanki iki temel
geçiş noktası varmış gibi düşünmek, herkesin yaşamında
“tam zamanlı istihdamın” mutlaka yer alacağına dair hatalı bir
kabulün sonucudur. Gerçek yaşam bu modelden çok daha
karmaşıktır ve istisnai durumlar (işsizlik gibi) bu anılan sürecin
işleyişini ve sonuçlarını kuşkusuz ciddi biçimde etkileyecektir.
İŞSİZLİK: Statt, iş dünyasında potansiyel işgücünün
üç büyük gruptan oluştuğunu önermektedir: ücretli istihdam
edilenler (kendi adına veya işverene çalışanlar), işsizler, istihdam-dışı olanlar. İstihdam dışı olanlar, ücretli işe gereksinme duymayan emekliler, evde çocuk ya da hasta bakanlar ve
ev hanımlarıdır. İşsiz olarak tanımlanan kişinin bir işi yoktur
fakat çalışmak istemektedir. Artık üniversite eğitimi alanların
sayısı çarpıcı biçimde artmaktaysa da istihdam imkânı daralmaktadır. Öyle ki mezuniyet sonrası birkaç yıl hiç iş bulamayan gençlere rastlamak sıradanlaşmaktadır. Emeklilik de artık
* Statt, D.A. (1994). “Work, non-work and in-between”. In. Psychology and
the World of Work. Great Britain: Antony Rowe Ltd.
** Yrd.Doç.Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Öğretim Üyesi
20 ÇALIŞMA ORTAMI
daha karmaşıklaşmaktadır. Yasal emeklilik çağına kadar çalışabilenler olsa da emeklilik kararını gönüllü almayanlar da
vardır. Ekonomik değişmelerin iş örgütleri üzerindeki etkisi
personel azaltılması olarak kendini gösterebilmekte, erken
emeklilik böylece “fazlalıkları” nazikçe işten çıkarma anlamına
bürünmektedir. Yazara göre bu “nezaket”, asla başka bir iş bulamayacağını bilen ve “işsiz” yerine “emekli” sosyal statüsünü tercih
edenler için incitici olmayacaktır. Özellikle yasal emeklilik yaşına
yaklaşanlar bunu daha kolay içine sindirebilir ama işi gençlere
bırakmak ve sahneden çekilmek yine de zor gelecektir.
İŞSİZLİĞİN NEDENLERİ: Çalışanlar yaşam döngüsü içinde kimi sınırlılıklara sahip olabilirler. Genç işçilerin beceri ve iş
deneyimleri eksiktir; yaşlılar ise daha yüksek ücretler isterken
değişikliklere karşı direnç gösterebilirler. Ancak % 10 civarındaki işsizliği bireysel başarısızlık olarak değerlendirmek uygun
değildir çünkü işleri ellerinden alınanlar için piyasa ikame işler
sunmamaktadır. Statt, işsizliğin sebeplerine dair bireylerin algısının, bu olumsuz deneyimi yaşamış olup olmamalarından
etkileneceğini öngörmektedir. İşsizler temel olarak sosyal,
politik ve ekonomik faktörlere yükleme yaparken, hâlihazırda
bir işi olanlar işsizliği bireysel başarısızlıklara da değinerek
açıklamaktadırlar. İşsizlik döneminde zaman ev işleri, alışveriş, arkadaş-akraba ziyareti, bahçe işleri vb. ile doldurulmaya
çalışılır. Bu kişilerin gün içinde yapılandırılmamış zamanları
daha çoktur ve bu onların daha çok alkol-sigara tüketimine
ve olumsuz duygu durumlarına sürüklenmelerine yol açabilmektedir.
İŞSİZLİĞİN PSİKOLOJİK ETKİLERİ: Bireyin yaşamında işsizliğin en ciddi etkisi gelir kaybıdır. 1930’lardaki büyük
depresyon döneminde insanlar toplumdaki refahtan yeterli
pay alamamış; çoğu işlerini kaybetmiştir. Diğerleri ağır, pis,
tehlikeli ve bunaltıcı işlerde yaşam kavgalarını sürdürmüştür.
Bu durumdan en az iki kuşağın ciddi biçimde etkilendiği düşünülmektedir. İzleyen yıllar endüstrileşen dünyayı yine işsizlik sorunuyla yüz yüze bırakmıştır. Ancak bu kez işsizlik oranı daha düşüktür; refah koşulları göreceli olarak daha iyidir;
sağlık ve eğitim düzeyleri gelişmiştir. İşsiz kalanların bireysel,
sosyal ve finansal kaynaklarının zenginliği başa çıkmalarını
kolaylaştırmıştır. Ancak kuşkusuz açlıktan başka sorunlar da
vardır. İşsizliğin etkileri incelendiğinde, bazı kişilerin sağlıklarının düzeldiğini çünkü artık işteki stresten kurtulduklarını belirttikleri bulunmuştur. Aynı şekilde kariyerlerinin zirvesindeyken işsiz kalan yöneticilerin üçte birinin bunu gerilim verici bir
yaşam olayı olarak değerlendirmedikleri çünkü sevmedikleri
eski işten kurtulmakla yeni ve daha doyumlu bir iş bulmaya
dair ümitlendikleri görülmüştür. Olumlu kimi sonuçları varmış
gibi görünen işsizlik deneyiminin olumsuz etkileri kuşkusuz
çok daha belirgin ve şiddetlidir. İşsizlik süresi arttıkça zihinsel hastalıklarda, kalp-damar hastalıklarıyla ilgili şikâyetlerde ve sirozda artış gözlenirken; hapse girme, cana kast gibi
sosyal içerikli sorunlar da çoğalmaktadır. Boşanma oranları
ile işsizlik süresi arasında da benzer bir ilişki bulunmuştur.
Statt bu durumu, işsiz kalan erkeklerin, statü ve güç pozisyonlarını evliliklerinde ve ailelerinde de yitirmeleriyle ilişkilendirmektedir. Okuldan iş dünyasına geçiş süreci yaşayan genç insanların da işsizlik karşısında ruhsal çöküntü
yaşadıkları bulunmuştur. Yetişkin kadınların durumu biraz
daha karmaşıktır. Ev kadınlarının zihinsel sağlıklarının ücretli istihdam dünyasına girdiklerinde iyileştiği gözlenmiştir.
İyilik-hallerinde gözle görülür bir azalma yaşayan işsizler görece hafif ama kronikleşen yakınmalar bildirmektedir: Artan kaygı, kendine güvenmeme, neşesizlik, depresyon, uykusuzluk,
baş ağrıları, mide ülseri, dermatitler gibi. Ancak en dramatik
sağlık riski kalp hastalıkları ve felçlerdir. İntihar ve intihar giri-
Mart - Nisan 2007
Yazı
Eleştirisi
şimi de işsizler arasında daha yaygındır.
İŞİN İÇERİĞİNİN ÖNEMİ:
Yazara göre işlerini sevmeyen insanlar işsizliği bir alternatif gibi görebilirler. Bir işin para kazanma olanağının niteliği en
önemli belirleyicilerdendir. Gelir kaybı hem maddi hem de psikolojik çöküşlere yol açtığı gibi; yoksulluk bireysel kontrol ve
istenen etkinliklerle ilgilenebilme olanağını da sınırlamaktadır.
İşin fiziksel güvenlik sağlaması da bu açıdan önem taşımaktadır; “başını sokacak bir çatıya” sahip olmayı güvence altına
alan bir iş birey için önemli olacaktır. İşinde kontrol duygusunu yüksek düzeyde yaşayan kişiler işlerini daha çok severler;
kontrolü olmadığına inandığı bir işi kaybetmek bireyin dıştan
denetim odağının daha da güçlenmesine yol açabilir. İşteki
beceri kullanma olanağı ile hedef ve görev gereklilikleri bireyin
işle ilgili değerlendirmelerini etkileyecektir. İşteki çeşitlilik yani
rutin işlerdeki farklılıklar da önemlidir. Her gün birbirine benziyorsa ve tatiller anlamını yitiriyorsa birey işinin son derece monoton olduğunu düşünecektir. Çevresel belirginlik olan işlerde
geleceği planlama ve uzun erimli kararlar almak mümkündür.
Belirsiz gelecek fikri pek çok kişi için inciticidir. İşi yaparken
başkalarıyla etkileşebilme psikolojik yaşamda çok önemlidir. İş
bu gereksinimi kolaylıkla karşılayabildiği sürece birey için çok
önemli olacaktır. Değer verilen sosyal statünün iş aracılığıyla
edinilmesi ve korunması söz konusu olabilir ki bu da bireyin
işini kaybetmeyi göze almasını engeller.
BİREY İŞSİZLİĞİ NASIL YAŞIYOR?
Bu süreç evrelerden oluşan bir model yardımıyla açıklanabilir:
1. Evre - ŞOK: en stresli olay işi kaybetmektir. Kayıp ne
denli beklenmedik olursa birey o kadar şoka girecektir. İşten
atılacağını önceden sezenler bile “niye ben?” “niçin şimdi?”
diyeceklerdir.
2. Evre - İYİMSERLİK: İlk şok atlatıldıktan sonra, yaşanan
işsizlik dönemi bir “dinlence” olarak algılanarak gelecek hakkında olumlu beklentiler geliştirilir. Eski işini zaten sevmeyenler bunu çok daha kolay başarırlar ve hem yeni hem de daha
iyi bir iş bulacaklarını ümit ederler. Ancak iktisadi durgunluk
zamanlarında iş bulma olanakları son derece sınırlı olduğundan, bu evre kolay kolay ortaya çıkmaz.
3. Evre -- KÖTÜMSERLİK: işsizlik altı aydan uzun sürerse, iyimserlik evresi kaçınılmaz olarak biter. Bir yıl boyunca
aramalarına karşın iş bulamayanlar artık “uzun-süreli işsizler”
ordusuna katılmışlardır ve istihdamla ilgili geleceklerinden son
derce endişelidirler.
4. Evre -- KADERCİLİK: Artık yeniden işe girebilmeyi ummaktan vazgeçer ve kaderci olurlar. İş aramaya karşı kayıtsızlaşırlar; işgücü piyasasından uzaklaşırlar. Süre giden hayal
kırıklıklarından korunmak için diğer yaşam alanlarından tatmin
elde etmeye uğraşırlar.
İŞSİZLİK DENEYİMİNDEKİ BİREYSEL FARKLILIKLAR:
YAŞ: emeklilik çağına yaklaşanlar işsizliği sanki “emeklilikmiş” gibi yeniden tanımlayabilir ve kadercilik evresinden kurtulabilirler. Sağlıkları ve maddi durumları iyiyse işsizliği daha cazip bile bulabilirler. Ayrıca henüz iş dünyasına girmemiş gençler de işsizliklerini oldukça başarılı bir şekilde “henüz istihdam
edilmedim” diyerek aklayabilirler. Ancak değer ve kimliklerin
sorgulandığı orta yaşlarda bulunanlar için işsizlik son derece
zordur ve ciddi travmalar yaratabilir.
CİNSİYET: işsizlik hem kadınlar hem de erkekler için iyilik-halini tehdit edicidir. Ancak evli kadınlara işsizliğin daha az
acı verdiği bulunmuştur. Bekârlarda ise ücretli iş iyilik-halini
düzeltmektedir.
İŞ DEĞERLERİ: İşine aşırı bağlı ve değer yüklemiş kişiler
bunu kaybettiğinde psikolojik olarak daha çok incinir. Gençler, evli kadınlar, düşük statülü işlerde çalışanlar, ücreti düşük
olanlar işlerine daha az değer verirler. İşsizliğin yarattığı ilk
şok, işine aşırı bağlanmış insanların canını daha çok acıtır;
özsaygılarını düşürür.. Bu kişilerin iyimserlik ve kötümserlik
evrelerinde daha uzun süre kalmaları beklenebilirse de asla
ÇALIŞMA ORTAMI
kadercilik evresine girmeyecekleri vurgulanmalıdır.
ETKİNLİK DÜZEYİ: Başa çıkma sürecinde etkinlik düzeyi önemli bir faktördür. İşsizliğe karşı edilgen bir yönelim, eve kapanma, TV seyretme, fiziksel ve zihinsel çöküş yaşama şeklinde kendini gösterir.
Daha atılgan olanlar ise kendilerine zengin bir dünya yaratarak
zararlarını azaltmanın peşine düşerler. Gönüllü çalışma, dini,
sosyal veya politik örgütlere katılmak gibi yaratıcı ve doyum
verici eylemlere yönelirler ve becerilerini, deneyimlerini işgücü
piyasası dışında da kullanmayı denerler.
SOSYAL DESTEK: İşsizliğe tepkiler, aile ve toplumdan
gelen destek aracığıyla biçimlenebilir. Örneğin aile desteği
sınırlı olan erkeklerin % 41’inin eklem romatizmasına tutulmasına karşılık aile desteği fazla erkeklerde bu oranın % 4’lere
düştüğü bulunmuştur. Benzer şekilde ailesinden yeterli düzeyde sosyal destek alamayan işsiz erkeklerin kolesterol ve
depresyon düzeylerinin yükseldiği bulunmuştur. Toplumdan
gelen sosyal destek ise dolaylıdır. Sosyal karşılaştırma süreci yardımıyla benzer koşulları paylaşan insanlardan haberdar
olmak bireyi ayıplı olma ve başarısızlık yaşama duygusundan
özgürleştirir.
EMEKLİLİK: Emekli olanlar da tıpkı işsiz kalanlar gibi tam
zamanlı istihdamdan dışlanmıştır ve gelirlerinde keskin bir
düşüş meydana gelmiştir. Ancak Statt, emeklilik döneminin
bütüncül (monolithic) bir koşulu temsil etmediğini özellikle vurgulamaktadır; yani herkes bu süreçte aynı şeyleri yaşamaz.
İster gönüllü ister zorunlu olsun “erken emeklilikle” yaşamın
hangi anında karşılaşılacağı belirsizdir. Yine de pek çok kişi
benzer yaşlarda emekli olur ve emekli aylığı almaya başlar.
Emeklilik de en az işsizlik gibi stresli bir yaşam olayıdır. Ancak
yazar bu iki süreç arasında önemli farklılıklar olduğuna dikkatleri çekmektedir. Örneğin işsizlik iş dünyasından tek-yönlü
biletle ayrılış anlamına gelmesine karşın emeklilik bir bilinmeyene yolculuk olarak betimlenebilir. Emeklilikte “kadercilik”
evresi hiç gözlenmez. Emekliler de zamanlarını işsizler gibi
geçirirler ama onlar iş aramazlar. Bireysel etkinlik düzeyi yüksek, yüksek gelirli, sağlığı yerine olan emekliler bu yeni yaşam
şekillerinden pekâlâ keyif alabilirler. Müzik, balık tutma, seyahate çıkma, kimi kulüplere katılma, gönüllü işler yapma gibi
hobilerle ilgilenmek ve akrabaları ziyaretle hoşça vakit geçirmek dingin bir emeklilik dönemine katkıda bulunabilir. Ancak
bu imkânlardan yoksun olan ve genellikle ağır koşullu maviyakalı işleri yaptıktan sonra emekli olanlar çoğunlukla edilgen,
sıkıcı ve yalnız bir emeklilik geçirirler. Emeklilik gönüllüyse ve
planlanmışsa görece daha mutlu bir yaşam evresi olarak betimlenebilir. Yüksek özsaygıya güçlü bir yaşama sevincinin de
eşlik etmesi de olumlu katkı yapacaktır. Emekli erkeklerin %
36’sının, kadınların ise % 35’inin yaşamlarından memnun olduğuna ilişkin bulguya karşılık; çalışanlarda bu oran sırasıyla
% 23 ve % 17’dir. İşsizlerde ise % 21 ve % 19’a düşmektedir.
Genel iyilik-halindeki bu farklar, işsizlik ile emekliliğin farklı
statülerine yüklenebilir. Emeklilik çalışma hayatının toplumca
onaylanan bir bitim noktası olarak algılanırken, işsizlik hala
bir beceriksizlik ya da utanç kaynağı olan bir kusur gibi değerlendirilmektedir. Yazarın da altını çizdiği gibi bunun temel
nedeni “iş etiğinin” çalışma davranışını onurlandırması ve
çalışmamayı da kınaması olabilir. Belki de çalışma çağındaki
bireylerin, işsizlik karşısında anılan psikolojik gerilimleri yaşaması tamamıyla bu gerçekle açıklanabilir. Kuşkusuz, işsizlik
tehdidi endüstrileşmiş ülke çalışanları için artık hayatın bir parçası haline gelmiştir ve ne yazık ki bu sürecin toplum gözünde
aklanması henüz tam anlamıyla gerçekleşmiş değildir. Statt
bu gerçek karşısında, istihdam edilme arayışındaki bireylerin
hem sosyal politikalar hem de toplum aracılığıyla korunması
ve desteklenmesi gereğini son derece çarpıcı biçimde gözler
önüne sermeyi amaçlamış ve bu önemli soruna dikkatleri çekmiştir. Özellikle, nitelikli insangücünün giderek daha çok işsiz
alabildiği ülkemizde, bu konu üzerinde önemle durulması ve
sosyal politikalar üretilmesi gerekmektedir.
Mart-Nisan 2007
21
Yaşam
Ya Şundadır, Ya Bunda
B
Cihat UYSAL*
ir süredir ülkemizde, lise ve dengi okullarda, son sınıf
öğrencilerini meslek seçme konusunda bilgilendirmek
amacıyla söyleşiler düzenleniyor. Amaç, meslek seçimi
konusunda öğrencilere yol göstermek. Konu, bir insanın
geleceğinin belirlenmesi olarak algılandığı zaman önem
kazanıyor. Ne var ki, konunun toplumsal sonuçları daha da
düşündürücü. Çünkü, geçmişin Türkiye’sinde meslek seçiminde “oğlum mühendis, olacak, kızım doktor olacak” söylemi egemendi. Bugün ise, seçeneklerin çoğaldığını ancak,
toplumdaki işlevinin gelişmemesi nedeniyle mesleklerin sorunlar yumağı haline geldiğini ve de seçim sürecinin adeta
at yarışı gibi algılandığını görüyoruz. Eski söylem daha çok
mühendisliğin, mimarlığın bireysel refah öngörmesine dayanıyordu. Oysa, toplumun örgütlenmesinin olmazsa olmaz
koşulu, mesleklerin toplumun gelişmesine ve gereksinmelerine uygun biçimlenmesidir. Bunu öngören bir politika uygulaması henüz ortaya çıkarılamadı. Ülkemizde, “paçasını
kurtarma” anlayışının önüne geçecek bir örgütlenme sağlanamadı. Toplumun gelişmesinin gerektirdiği her türlü altyapı örgütlenmesi, kısa vadeli çözümlere sarılan siyasetçi ve
teknisyenlerce engellendi. Toplumsal bilincin gelişmesinde
en önemli engel olan bu “gemisini kurtaran kaptan” anlayışının ödüllendirilmesine devam ediliyor.
Mimarlık mesleğini lise son sınıf öğrencilerine tanıtmak
için Ankara’da bir liseye çağırıldım. Daveti aldıktan sonra,
meslek seçimini yaptığım orta okul ikinci sınıftan bu yana
yaşadıklarım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
Küçük yaşta karar verdiğim mimarlık eğitimini bitirmiş, ancak, bu mesleğe olan talep düzeyinin çok düşük olduğu ve
de çoğunlukla kamunun elinde olan yapı yaptırma kurumlaşmasının sorunları çözecek anlayıştan uzakta olduğunu
görerek, mimarlık yapmamaya karar vermiştim. Mezuniyetten sonra, kamuda teknisyenlik, yöneticilik görevlerini bıraktım. Proje yarışmalarında gördüğüm eksiklikler beni mimarlık yapmaktan uzaklaştırdı, soğuttu ve sorunun ne denli
derin ve kapsamlı olduğunu bana gösterdi. İhale düzeninin
ve teknoloji seçiminin yanlışları içinde kavrulup, pişmeye
devam ediyorum. Yaklaşık yirmiüç yıldır sürdürdüğüm betonarme kalıp ve iskele sistemleri tasarımı ve uygulaması
deneyimi sürecinde, ülkemizde uygulanan nerdeyse bütün
önemli projelerin sorunlu olduğuna tanık oldum. Kaldı ki,
sözünü ettiğim bu birikim zaten gazetelerin günlük, olağan
haberleri haline gelmiş durumda. Özellikle, depremlerden
sonra konu ön sayfaya çıkıyor ama kısa sürede unutuluyor.
Ülkemizde tarım, ekonomi, hukuk... gibi diğer konularda da
sorunları çözmekte gösterilen beceriksizlik gözönüne alınırsa, meslek seçiminin herkesi ilgilendirdiğini söyleyebiliriz.
Yukarıda özetlediğim bir birikim ile gideceğim meslek
tanıtma konuşması için önce mesleğin varoluşu ve kapsamını açıklayan bir yazı hazırladım. Yazıda insanoğlunun
barınma ihtiyacı ile başlayan çevre yaratma serüvenini
büyük sanayi devrimi sonrası gelinen noktaya kadar özetledim. Mimarlığın yapı tasarımı, yapı üretimi ve mekan kalitesi (estetik) ögelerinden oluştuğunu dile getirdim. Sınıfa
girdiğim zaman hem öğrencilerin duyarlılık ve ilgi düzeylerini anlamak, hem de onların ilgisini çekmek için dersliğin
yönünü, evlerinde mutfağın, salonun, kapının hangi yöne
baktığını sordum. Sorularımı klasik müzik konserine ya da
örneğin Gordion’a Hattuşaş’a, Yazılıkaya’ya gittiniz mi?..
diye sürdürdüm. Aldığım yanıtlar beklediğim gibi insanla-
*
Mimar Y. Müh.
22 ÇALIŞMA ORTAMI
rımızın, hem de başkentte yaşayan meslek seçme düzeyine gelmiş öğrencilerin yaşadığı konuta, okula, çevreye,
ülkeye ne denli ilgisiz olduğunu ortaya koydu. Öğrencilere,
ilgilenenlerin meslek tanıtımı için hazırladığım yazıyı okul
yönetiminden alabileceğini söyleyerek konuşmamı bitirdim.
Okul yönetimine de, meslekler hakkında velilerin yönlendirmesiyle de olsa, gelişigüzel çağırı ile konuşma yaptırmanın
sakıncalı olabileceğini, konuşmacıların yazılı bir hazırlık
yapmasını ve bu metinlerin biriktirilmesini önerdim.
Meslek seçme ile ilgili diğer konu da, geçtiğimiz günlerde
önemli üniversitelerden birinde öğretmenlik yapan dünyaca
ünlü bir akademisyenin “ben artık ders vermek istemiyorum çünkü, öğrenciler derse ilgi duymuyorlar” diye dilekçe
ile rektöre başvurmasıdır. Benzeri şikayeti akademisyenler
çeşitli yayınlarda yazıyor ve de söylüyorlar. Üniversitelere
meslek edinmek değil sırf diploma sahibi olmak için gitmek
giderek yaygınlaşıyor. Bu oluşum, toplumumuzda meslekler ile toplumun örgütlenmesinin birbirinden ne denli kopuk
olduğunun göstergesi sayılır. Örneğin benim mimarlık okuduğum dönemde ortaya çıkan şehircilik dalının ardından
mimarlık mesleği çevre, ulaşım, peyzaj, iç mimari, akustik,
yalıtım, yapı biyolojisi... gibi bir çok dala ayrılmış durumda.
Oysa, bu gelişmeler ülkemiz insanının olmazsa olmaz ihtiyacı ve de talebi haline gelmiyor, gelemiyor. Yani, genel olarak insanlarımızın yaşamda daha iyiyi talep etme konusunda, televizyonun, cep telefonunun verdiğinin(?!) ötesinde
bir beklentisi yok. Sosyal ve kültürel yaşama ve yayınlara
olan talebin nüfus artışına oranla daha düşük düzeyde kalması da bunun göstergesi. Çağdaş uygarlık düzeyini bilme,
anlama çabası gösteren bir yaşamın uzağında duruyoruz.
Dünyadaki gelişmelere yakın olmanın yolu böylesine açık
seçik ortada iken, bu değişime ilgisiz durmak bize çok pahalıya malolmaktadır. Özetle, seçim yapmanın koşullarını
olgunlaştırıp geliştiremediğimiz sürece, insanlarımızın seçme yeteneği “ya şundadır, ya bunda” düzeyinde kalacaktır.
Ülkemizde mesleklerin işlevinin yaşam ile ilişkilendirilmesi
hepimizin sorunu. Bu gidişe son vermenin yolunu bulmamız
gerekiyor.
KATKILARINIZ İÇİN
VAKIFLAR BANKASI
1- OSTİM Şb.
(YTL. Hesabı) No: 201 48 18
2- Çankaya Şb. (YTL. Hesabı) No: 202 58 08
3- Çankaya Şb. (USD Hesabı) No: 281-402 58 09
4- Çankaya Şb. (Euro Hesabı) No: 281-4032406
5- Posta Çeki
PTT YOLU
: 102965 (Fişek Enstitüsü)
KREDİ KARTI
Kredi kartınızla katkıda bulunarak “çocuk
dostları”mız arasına katılabilirsiniz.
Kredi kartı numaranızı, “CVC2 (kartınızın arkasındaki
son üç rakam)” ve son kullanma tarihini bildirmeniz
yeterli.
Lütfen katkılarınız sonrası adresinizi bize bildiriniz.
Faks
: (0312) 425 28 01 ve
e-posta : [email protected]
Mart - Nisan 2007
Bulmaca
İKİ DAKİKA DÜŞÜN
Tehlikeyi tanıyalım
Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi
Mustafa TAŞYÜREK*
Durum: A ve B indirilmekte olan bir yükü alttan ve yandan destekliyorlar. Vinç operatörü de yükü
işaretçinin verdiği sinyaller doğrultusunda indiriyor.
İşçilerin bu çalışma sırasında karşılaşabileceği tehlikeyi tanımlayabilir misiniz ?
Neler Olabilir ?
1. Yükü tutan işçilerin parmakları
halat ile yük arasında sıkışabilir.
2. A, B ve C indirilmekte olan yükün yanında ve vinç köprüsünün tam altında duruyorlar. Bu
nedenle halat kopacak olursa
kaçamayıp yük altında ezilebilir.
3. İşaretleri veren A, vince arkası
dönük olarak çalışıyor. Bu nedenle vinç operatörü verilen
işaretleri net bir şekilde anlamayıp bir takım tahminlerde
bulunabilir. Yükü yere bir tek
harekette indirecek olursa B
ve C’nin parmakları sıkışabilir.
4. Kancada emniyet mekanizması yok ya da bozuk ; B ve
C’nin ittikleri sırada halat gevşeyecek olursa her ikisi de
yük altında kalabilir.
5. B ve C yere dağılmış olan
aletlere takılabilir.
6. Vinç operatörü öne doğru çok
fazla eğilecek olursa sürücü
kabininden düşebilir.
7. Kaplama yapılmamış; yük etrafındaki halatta istenmeyen
bir gerilme meydana geldiğinde halattan kopacak parça işçinin elini parçalayabilir.
8. Hiçbiri eldiven takmamış; halattan kopacak bir parça ellerini yaralayabilir.
9. İşçilerin hiç biri baretlerinin kayışını bağlamamış.Düştükleri
taktirde başlarından yaralanabilirler.
Ne Yapmalı ?
> Yanıtı 19. sayfada
*
Kim. Müh., İş Sağlığı+İşletme Yönetimi Bilim Uzmanı
Çalışma Bakanlığı Eski İş Güvenliği Müfettişi (1978-1985)
İş Güvenliği Uzmanı (A Sınıfı Sertifikalı)
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
ÇALIŞMA ORTAMI
ÖZÜR
Geçen
sayımızda
aynı
başlıkla
yayınladığımız “İki Dakika Düşün / Tehlikeyi
Tanıyalım” yazısında yanlış resim kullanılmıştır.
Düzelterek yeniden yayınlıyoruz. Yazarından ve
siz okurlarımızdan özür dileriz.
Mart-Nisan 2007
23
ÇALIŞMA ORTAMI DERGİSİ
BİLİMSEL DANIŞMA KURULU
İÇİNDEKİLER
ÇOCUK HABER
Umutlarını Erteleyen Çocuklar .............................................................. 2
Der.: Yasemin ALPAN
Haçlı Ordusunda 30 Bin Çocuk Vardı...................................................... 5
l ÇOCUK HABER
5-6 Şubat ’07 Paris Konferansı ve Çocuk Askerler ............................... 6
Onur SUNAL
l ŞİİR
Kadınlar Günü Derken... Biz Kadınlar...................................................... 7
Nezahat BAYRAKLI
l ÇOCUK HABER
‘Kanlı Elmas’: Bir Film ve Yeniden Gündeme Gelen
Çocuk Askerler........................................................................................ 8
Onur SUNAL
l VAKIF HABERLERİ
Küreselleşme Sergisinden Tablolar: Kaçakların Dramı............................ 9
Alpaslan IŞIKLI, İlhan TOMANBAY
Özetleyen: Taner AKPINAR
l TOPLUM
Reform Tradejisi: Ulusal ve Toplumsal Tehdit....................................... 10
Birgül A.GÜLER
l ŞİİR
Kadınlar Günüymüş............................................................................... 11
İlknur GÖKALP
l SOSYAL HEKİMLİK
Ucuz Doktoru İthal, Pahalı Doktoru İhraç............................................... 12
A. Gürhan FİŞEK
l İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ
Görmek Hayattır. Gözlerinizi Koruyunuz... ............................................ 14
Mustafa TAŞYÜREK
l TOPLUM
Eğik Dünyanın Düzgün İnsanları............................................................ 18
Erdoğan BOZBAY
l YAZI ELEŞTİRİSİ
Çalışmak, Çalışmamak, İkisinin Arasında Olmak .................................. 20
Müge ERSOY KART
l YAŞAM
Ya Şundadır, Ya Bunda ........................................................................ 20
Cihat UYSAL
l BULMACA
İki Dakika Düşün: Tehlikeyi Tanıyalım
Kaldırılmış Bir Yükün Alttan Desteklenmesi .......................................... 23
Mustafa TAŞYÜREK
l
Prof. Dr. Şeyda AKSEL
End. Müh. Müfit AKYOS
Prof. Dr. Okan ATAY
Prof. Dr. Yasemin GÜNAY BALCI
Jeom. Erdoğan BOZBAY
Prof. Dr. Ayşen BULUT
Ecz. Dr. Ayçe ÇELİKER
Prof. Dr. Murat DEMİRCİOĞLU
Prof. Dr. Necati DEDEOĞLU
Dr. Seyhan ERDOĞDU
Mak. Y. Müh. Aykut GÖKER
Prof. Dr. Bahar GÖKLER
Dr. Uğur GÖNÜL
Prof. Dr. Güler Okman FİŞEK
Prof. Dr. A. Gürhan FİŞEK
Prof. Dr. Hamit FİŞEK
Prof. Dr. Kurthan FİŞEK
Oya FİŞEK
Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
Prof. Dr. Ali Esat KARAKAYA
Prof. Dr. Muammer KAYAHAN
Prof. Dr. Zeki KILIÇARSLAN
İsmail Hakkı KURT
Prof. Dr. Ahmet MAKAL
Prof. Dr. Oğuz OYAN
Prof. Dr. Ferhunde ÖZBAY
Prof. Dr. Nevzat ÖZGÜVEN
Prof. Dr. Şerife Türcan ÖZŞUCA
Prof. Dr. Mümtaz PEKER
Prof. Dr. Sarper SÜZEK
Kim. Müh. Mustafa TAŞYÜREK
Dr. Engin TONGUÇ
Prof. Dr. İsmail TOPUZOĞLU
Mim. Y. Müh. Cihat UYSAL
Prof. Dr. İsmail ÜSTEL
Dr. Ecz. Leyla ÜSTEL
GENÇ KIZ EVI
Kadınlar Eliyle Topluma Sunulan Can Simidi
• Sahibi: Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi
Vakfı Adına
A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected])
• Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
A. Gürhan FİŞEK (e-posta: [email protected])
• Haberleşme Adresi: Selanik Cad. Ali Taha Apt. 52/4
Kızılay 06650 ANKARA (e-posta: [email protected])
• Tel: (312) 419 78 11 • Faks: (312) 425 28 01 - 395 22 71
• Web sayfası: www.fisek.org.tr Çalışma Ortamı Dergisi’nde
çıkan yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
Bu bir HAKEMLİ dergidir.
• Çocuk Dostu’muz olanlara dergi ve kitaplarımız düzenli olarak
gönderilmektedir. Sizleri de Çocuk Dostu’muz olarak
görmek isteriz.
• Çalışma Ortamı Dergisi iki ayda bir yayınlanır.
(Yerel Süreli Yayın)
• ISSN 1302-3519
• Sayı: 91, Mart - Nisan 2007
• Ücretsizdir
• Tasarım ve Baskı : Yücel Ofset Matbaacılık
Turizm San. Ltd. Şti. Kazım Karabekir Cad. Kültür Çarşısı 7/12
06060 İskitler/ANKARA Tel: (312) 342 31 11 - 12
e-posta: [email protected]
Basım Tarihi : 20 Şubat 2007

Benzer belgeler