Balkan States Medıa Forum

Transkript

Balkan States Medıa Forum
Balkan States Medıa Forum
BALKANLARDA KALICI BİR BARIŞIN TESİSİ İÇİN
ETKİLİ BİR ENSTRÜMAN OLARAK MEDYA
THE MEDIA AS AN EFFECTIVE TOOL FOR PROMOTING
LASTING PEACE IN THE BALKANS
02-03 Mayıs 2011 / Atatürk Kültür Merkezi, Bursa
02-03 May 2011 / Ataturk Culture Center, Bursa
BALKAN
ÜLKELERİ
MEDYA
FORUMU
BALKAN
STATES
MEDIA
FORUM
BALKANLARDA
THE MEDIA AS
KALICI BİR BARIŞIN
AN EFFECTIVE TOOL
TESİSİ İÇİN ETKİLİ
FOR PROMOTING
BİR ENSTRÜMAN
LASTING PEACE
OLARAK MEDYA
IN THE BALKANS
02-03 Mayıs
02-03 May
2011 2011
Atatürk Kültür
Merkezi, Bursa
Ataturk Culture
Center, Bursa
2 /
SUNUŞ
Bülent ARINÇ
Başbakan yardımcısı
Balkanlar; halkların ve kültürlerin harmanlandığı, barış ve istikrara en fazla ihtiyaç duyulan bir coğrafyadır. Bölgede 20’nci yüzyıl boyunca yaşanan yıkıcı savaşlar ve kargaşa insanların büyük acılar yaşamasına da yol açmıştır. Uzun uğraşlar verilerek, büyük
bedeller ödenerek sağlanan barış ortamının devamı ancak “Ortak Bir Gelecek İdeali”
etrafında bütünleşebilme ile gerçeklik kazanacaktır.
Bu doğrultuda Bursa’da 2-3 Mayıs 2011 tarihlerinde 12 ülkeden gazeteci, akademisyen ve kanaat önderini bir araya getiren “Balkan Ülkeleri Medya Forumu” toplanmıştır.
Foruma katılan çok değerli temsilcilerin, medyanın toplumsal yaşamımızda olması
gereken konumu, ülkeler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve kamuoyunun doğru ve
zamanında bilgilendirilmesi noktasında dile getirdikleri görüş ve öneriler, barış ve huzur temelli bir gelecek konusunda ümitleri artırmıştır.
Forum sonucunda büyük bir uzlaşma ile kabul edilen Sonuç Bildirgesi’nde yer alan
unsurlar, medya kuruluşları ve temsilcileri arasında işbirliği ve ortak projelerin geliştirilmesinin yanında, bölgesel ve uluslararası örgütlenmeler oluşturulması, ticari, ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerin ileri boyutlara taşınmasına da vesile olacaktır.
Ayrıca Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanmış bulunan bu yayın ile Forum kapsamında dile getirilen görüş ve önerilerin geniş kitlelere ulaştırılmasının, Balkanlar merkezli
strateji kuruluşlarına, bilim adamlarına ve siyaset uzmanlarına geleceğe dönük bakış
açıları sunacağına da inanıyorum.
Bu düşünceler ile böylesi önemli bir organizasyonu gerçekleştiren başta Başbakanlık
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü olmak üzere, Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezine, Bursa Valiliğine ve katılımcı tüm ülke temsilcileri ile emeği
geçen herkese teşekkür ediyorum.
/ 3
FOREWORD
Bülent ARINÇ
Deputy Prıme Mınıster
The Balkans is a geography where the nations and cultures are blended and peace
and stability are in need at most. The destructive wars and disorder experienced in
the region throughout the 20th century caused great pain in people. The continuation
of the peaceful atmosphere attained by exerting great efforts and paying high prices
could be only realized by integrating around the “Ideal for a Common Future”.
In line with this, the “Balkan States Media Forum” which gathered journalists, academicians and opinion leaders from 12 countries, was held on May 2-3, 2011, in Bursa.
The thoughts and proposals expressed by the distinguished representatives who attended the Forum regarding the issues such as the required situation of the media in
our social life and its function in developing the relations between the countries and
correctly and promptly informing the public opinion increased the hopes for a future
based on peace and tranquility.
The factors in the Final Declaration approved with consensus at the end of the Forum
will help the development of cooperation and common projects between the media
organizations and representatives as well as the establishment of regional and international organizations. They will also carry the commercial, economic, political and
cultural relations to further dimensions.
Moreover, I believe that with this publication prepared in Turkish and English, the
opinions and proposals expressed within the context of the Forum will be conveyed
to larger masses and the points of view concerning the future will be presented to
the strategic institutions based in the Balkans, scientists and political experts.
By this way, I would like to thank everyone who made contributions to the realization
of this highly important Forum especially including Office of the Prime Minister, Directorate General of Press and Information, as well as Center for Strategic Research
of the Foreign Ministry, Office of Bursa Governor and representatives of all participant countries.
4 /
SUNUŞ
Murat KARAKAYA
Genel Müdür
Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, kuruluşundan günümüze
kadar geçen yaklaşık bir asırlık süre zarfında medya sektörünün ilerlemesine büyük
katkı sağlamıştır. Uluslararası gelişmeleri yakından takip ederek, karar vericilerin bilgisine sunmuş, aynı zamanda Türkiye’deki ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel gelişmeler konusunda da etkin tanıtım faaliyetlerinde bulunmuştur.
Genel Müdürlüğümüz, kendisine verilen görev ve sorumluluklar çerçevesinde yerli basın mensuplarının yanı sıra yabancı gazetecilerle de çok yakın işbirliği kurmuş, ülkeler
arasında enformasyon ve bilgi akışının sağlanmasında etkin rol oynamıştır.
Bursa’da 2-3 Mayıs 2011 tarihlerinde toplanan Balkan Ülkeleri Medya Forumunda, iki
gün süren oturumlarda bölgede medya sektörünün durumu, ikili, bölgesel ve uluslararası ilişkiler ve kültürel işbirliğinin kalıcı bir barış ve istikrar ortamına katkısı konuları
gazeteciler, akademisyenler ve kanaat önderleri tarafından detaylı bir şekilde değerlendirilmiştir.
Bursa’da 12 ülkeden çok değerli medya mensuplarının, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımlarıyla gerçekleştirilen bu etkinlik, Sonuç
Bildirgesi’nde de vurgulandığı gibi “Ortak Bir Gelecek İdeali” inşa etme yolunda çok
önemli bir adım olmuştur.
Başbakan Yardımcısı Bülent ARINÇ’ın himayelerinde, Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanlığı ve
Bursa Valiliği’nin desteğinde gerçekleşen bu etkinliğe katılan tüm konuklarımıza ve
Forumun başarılı bir şekilde gerçekleşmesinde emeği geçen herkese Genel Müdürlüğümüz adına teşekkür ediyoruz.
Forum’da dile getirilen görüşlerin çok önemli olduğu düşüncesinden hareketle Kurumumuz tarafından büyük özenle hazırlanan ve dikkatinize sunulan bu yayının, geniş
katılımla dillendirilen ve tartışılan konuların geniş kitlelere ulaşmasına vesile olacağına
inanıyoruz.
/ 5
FOREWORD
Murat KARAKAYA
General Dırector
Office of the Prime Minister, Directorate General of Press and Information, has made
great contributions to the improvement of the media sector during almost one-century period beginning from its establishment to date. By closely following the international developments, it presented them to the information of the decision-makers. In
addition, Directorate General carried out effective promotion activities regarding the
economic, political, social and cultural developments in Turkey.
Our Directorate General made close cooperation both with Turkish and foreign press
members within the framework of its duty and responsibilities and played an influential role in providing information flow among the countries.
During the two-day sessions held at the Balkan States Media Forum which convened
on 2-3 May, 2011, in Bursa, the situation of the media sector in the region, bilateral,
regional and international relations and the contribution of the cultural cooperation to
the atmosphere of lasting peace and stability were evaluated in detail by the journalists, academicians and opinion-leaders.
This activity, realized in Bursa with the participation of distinguished media members,
academicians and representatives of non-governmental organizations from 12 countries, has been a very significant step on the way to building the “Ideal for a Common
Future” as pointed out in the Final Declaration.
On behalf of our Directorate General, we would like to thank all our guests who attended this activity held under the auspices of Deputy Prime Minister Bülent ARINÇ
and with the support of Directorate General of Press and Information, Center for
Strategic Research of the Foreign Ministry and Office of Bursa Governor and exerted
efforts for the realization of this Forum in a successful way.
Considering that the opinions expressed at the Forum are very important, we believe
that this publication prepared delicately by our Directorate General and presented to
your attention will enable the issues expressed and discussed with broad participation to be conveyed to larger masses.
6 /
içindekiler
BİRİNCİ GÜN
02 Mayıs, 2011 Pazartesi
AÇILIŞ KONUŞMALARI...............................................................................................................................9
Murat KARAKAYA.......................................................................................................................10
Basın-Yayın ve Enformasyon (BYEGM) Genel Müdürü
Prof.Dr. Bülent ARAS...................................................................................................................14
Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Başkanı
Assoc.Prof. İbrahim KALIN...........................................................................................................16
Başbakan Başdanışmanı ve Kamu Diplomasisi Koordinatörü
Recep ALTEPE.............................................................................................................................20
Bursa Belediye Başkanı
Şahabettin HARPUT.....................................................................................................................24
Bursa Valisi
Bülent ARINÇ...............................................................................................................................28
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
[Birinci Oturum] Balkanlarda Medyanın Genel Görünümü..............................................................36
Bölüm I- Demokratik Barış ve Medya...........................................................................................37
Bölüm II- Demokratikleşme Süreci, Çok Kültürlülük ve Medya.....................................................57
[İkinci Oturum] Avrupa Birliği Üyeliği Çerçevesinde Medya............................................................76
Bölüm I- AB Üyelik Süreci ve Medya (1)......................................................................................77
Bölüm II- AB Üyelik Süreci ve Medya (2)...................................................................................101
Bölüm III- Balkanlarda Barış İçinde Bir Arada Yaşama, Ortak Değerler ve Medya.......................119
İKİNCİ GÜN
03 Mayıs, 2011 Salı
[Birinci Oturum] Bölgesel Güvenlik ve İstikrarın Tesisinde Medyanın Konumu.............................144
Bölüm I- Bölgesel Barış, İstikrar ve Medya.................................................................................145
Bölüm II- Uluslararası Kurumlar, Bölgesel Barış Girişimleri ve Medya.........................................167
[İkinci Oturum] Geleceğin Kurgulanmasında Medyaya Düşen Sorumluluk....................................187
SONUÇ BİLDİRGESİ.................................................................................................................................219
KAPANIŞ KONUŞMASI...........................................................................................................................222
FORUMA GELEN MESAJLAR..................................................................................................................224
/ 7
contents
FIRST DAY
02 May, 2011 Monday
OPENING SPEECHES...................................................................................................................................9
Murat KARAKAYA.......................................................................................................................11
Director-General of Press and Information of Republic of Turkey
Prof.Dr. Bülent ARAS...................................................................................................................15
Head of Center for Strategic Research
Assoc.Prof. İbrahim KALIN...........................................................................................................17
Senior Counsellor of Prime Minister and Coordinator for Public Diplomacy
Recep ALTEPE.............................................................................................................................21
Metropolitan Mayor of Bursa
Şahabettin HARPUT.....................................................................................................................25
Governor of Bursa
Bülent ARINÇ...............................................................................................................................29
State Minister and Deputy Prime Minister
[Fırst Sessıon] General Outlook of the Media in the Balkans.............................................................36
Part I- Democratik Peace and the Media.....................................................................................37
Part II- Democratization Process, Multiculturalism and the Media...............................................57
[Second Sessıon] Media within the Framework of EU Membership.................................................76
Part I- EU Membership Process and the Media (1)......................................................................77
Part II- EU Membership Process and the Media (2)...................................................................101
Part III- Peaceful Coexistence in the Balkans, Shared Values and the Media.............................119
SECOND DAY
03 May, 2011 Tuesday
[Fırst Sessıon] The Role of the Media in Promoting Regional Peace and Stability...........................144
Part I- Regional Peace, Stability and the Media.........................................................................145
Part II- International Institutions, Regional Peace Initiatives and the Media...............................167
[Second Sessıon] Media Responsibility in Forging the Future The Balkan States Media Platform...187
FINAL DECLARATION..............................................................................................................................219
CLOSING SPEECH....................................................................................................................................222
MESSAGES SENT TO THE FORUM..........................................................................................................224
02 MAYIS / 02 MAY
Birinci Gün
Fırst Day
AÇILIŞ KONUŞMALARI
OPENING SPEECHES
10 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Murat KARAKAYA*
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Konuk Bakanlar,
Sayın Valim,
Sayın Belediye Başkanım,
Değerli Misafirler,
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezinin ortaklaşa düzenlediği Balkan Ülkeleri Medya Forumuna
hoş geldiniz. Bu toplantıyı Bursa’da düzenlememizin nedeni, şehrin tarihi ve kültürel
dokusuyla Balkan ülkelerinin hiç de yabancı olmadığı unsurlara sahip olmasıdır. Bursa
ülkemiz medyası için de önemli bir kenttir. Bu şehirde yerel ve bölgesel medya oldukça ilerlemiş durumdadır. Bursa bir anlamda bölgenin medya üssü konumundadır.
Sayın Başbakan Yardımcım
ve Değerli Konuklar,
Günümüzde medyanın kamuoyu üzerinde etkisi giderek artmakta ve medya mensuplarına yeni görev ve sorumluluklar düşmektedir.
Medya bu süreçte, haber verme, bilgilendirme gibi geleneksel görevlerinin yanı sıra
eğitme, sosyalleştirme ve algı oluşturma gibi etki alanlarına da sahip olmuştur. Ya-
* Basın-Yayın ve Enformasyon (BYEGM) Genel Müdürü
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Murat KARAKAYA*
Honorable Deputy Prime Minister,
Distinguished Guest Ministers,
Distinguished Governor,
Distinguished Mayor,
Dear guests and press members,
Welcome to the Balkan States Media Forum jointly organized by the Office of Prime
Minister, Directorate General of Press and Information and by the Ministry of Foreign
Affairs, Center for Strategic Research. The reason why we decided to hold this meeting in Bursa is the elements that are not unknown to Balkan states in terms of the
historical and cultural structure of this city. Bursa is also a major city for the media in
our country. Local and regional media have advanced a lot in this city. Bursa is almost
a media base of this region.
Honorable Deputy Prime Minister and Distinguished Guests,
Media institutions and press members have new tasks and responsibilities today
when the media has surrounded us all and gradually influenced on the public. Medya
now has a duty of educating, socializing and developing a perception in addition to
its traditional service in news and information. We are under the influence of a compatriot media today. Media has gained importance in accelerating social and political
agenda and in establishing a global peace. News and photos in the press, a blog on
the Internet or other social and virtual networks have now a major influence on the
public opinion. The responsibility of the media in such an environment is not about
focusing on conflicts between different regions but about highlighting the common
grounds and an environment where it is possible for people to empathize. We, as
the media institutions of the Balkan States, need to create an environment where all
the people in the region can share cultural wealth and, historical and social variety
of this region. We need to develop communication channels so as to improve the
brotherhood and friendship sentiments of the socities. For the media to play its important part, we need to cooperate as media corporations, academicians and other
respected institutions.
From this point of view as the Directorate General of Press and Information, we attach great importance to create a platform where all the media institutions from all
around the world can come together. In this regard, we held Turkic-Speaking Coun-
* Director-General of Press and Information of Republic of Turkey
/ 11
12 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
zılan bir haber, servis edilen bir fotoğraf, sanal ortamda oluşturulan bir blog ve benzeri sosyal kümelenmeler, ülke kamuoyunu derinden etkileyebilmektedir. Böylesi bir
zeminde çağdaş medyaya düşen görev, farklı kesimler arasındaki çelişkilere değil
ortak noktalara değinmek, insanlar, toplumlar ve ülkeler arasında empati kurulmasını kolaylaştıracak zemin oluşturmaktır. Balkan ülkelerinin medya kuruluşları olarak
bizlere düşen, bu bölgenin kültürel zenginliğini, tarihi ve sosyal renkliliğini tüm bölge
insanının paylaşabileceği bir medya ortamı yaratmaktır. Toplumların kardeşlik ve dostluk duygularını geliştirecek iletişim kanalları kurmak gibi bir sorumluluğumuz vardır.
Medyanın bu önemli görevini daha iyi yerine getirilebilmesi, akademisyenler ve ilgili
tüm kurumların işbirliği ile mümkün olacaktır.
Bu çerçevede, dünyanın farklı basın merkezlerini ve değişik bölgelerdeki ülkelerin
medyalarını bir araya getirecek platformlar oluşturmayı önemsiyoruz. Geçen yıl Türk
Dili Konuşan Ülkeler Medya Platformunun ilkini Ankara’da topladık. İkincisini de,
Kırgızistan’da gerçekleştireceğiz. Umarım, Balkan Medya Forumu da bu toplantıyla
sınırlı kalmaz ve Balkan medyasının işbirliği için daimi ve etkili bir platform oluşturulabilir. Sadece basın mensupları değil, aynı zamanda önemli kanaat önderleri ve akademisyenler de bu Foruma iştirak etmektedir. Forum çatısı altında Türkiye dâhil 12 Balkan ülkesinden gelen temsilcilerle tanışıp tecrübelerini paylaşma fırsatı bulacaklardır.
Bu arada misafirlerimiz de Bursa’yı daha yakından tanıma şansına sahip olacaklardır.
Forumun düzenlenmesi konusunda büyük teşvikleri olan Başbakan Yardımcım Sayın
Bülent Arınç’a, Bursa Valimiz Sayın Şahabettin Harput’a ve Belediye Başkanımız Sayın
Recep Altepe’ye değerli katkıları için çok teşekkür ediyorum. Sizlere bir kez daha hoş
geldiniz, diyorum.
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
tries Media Forum last year. We are going to hold the Second Forum in Kyrgyzstan
this year. I hope this Balkan States Media Forum will not be limited with this meeting
but it will create a continuous and effective platform for the cooperation of the Balkan
media. Not only press members but also major opinion leaders and academicians
participate in the Forum. They will have an opportunity to meet the representatives
of 12 Balkan states including Turkey and share their experiences. Our guests, in the
meantime, will have a chance to closely be acquainted with Bursa. I would like to express my gratitude to Deputy Prime Minister Mr. Bülent Arınç for his encouragement
to hold the Forum and also to the Governor of Bursa, Mr. Şahabettin Harput and the
Mayor, Mr. Recep Altepe for their invaluable contributions. I would like to welcome
you all to our Forum once again.
/ 13
14 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Prof. Dr.
Bülent ARAS*
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Konuk Bakanlar,
Değerli Valim,
Değerli Konuklar ve Basın Mensupları,
Bugün burada Balkan Ülkeleri Medya Forumunu düzenlemek için toplanmış bulunmaktayız. Son birkaç yıl, Dışişleri Bakanlığı olarak bizler için Balkan yılları gibi oldu. Politikayı şekillendiren enstrümanların biri de medya. Medya, hem toplumsal taleplerin
sürece katılımını, dış politikanın daha demokratik ortamda yapılmasını sağlıyor hem
de kurumlar arasında kurduğu networklerle sınırları aşan ölçekte dış politika üzerinde
etkiler oluşturan bir enstrüman. Bu toplantıyla aslında Balkanlar’da yepyeni bir ufkun
ortaya çıktığını görmekteyiz. Önümüzdeki yıl Balkan Savaşlarının yüzüncü yılı. Balkan
Savaşları, Balkan ülkeleri için değişik anlamlar ifade ediyor. Ancak Balkan Savaşları’nın
yüzüncü yılı tüm Balkanlar ve Türkiye için aynı anlamı taşıyor. Kalıcı barışa geçişin
yollarını arayan bir coğrafyayız. Bu toplantıda, coğrafyamızda medyayı etkili bir enstrüman olarak kullanmanın yollarını arayacağız. Sözlerime son vermeden evvel bu toplantıyı himayesine alan Başbakan Yardımcım Sayın Bülent Arınç’a ve Başbakanlık Basın
Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar
Merkezi çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca Bursalı makamlara ve Bursa halkına çok teşekkür ediyor, faydalı bir toplantı olmasını diliyorum.
* Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Başkanı
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Prof. Dr.
Bülent ARAS*
Honorable Deputy Prime Minister,
Distinguished Guest Ministers,
Distinguished Governor,
Distinguished Mayor,
Dear guets and press members,
Today we came together here to hold the Balkan States Media Forum. The last couple of years have been like Balkan years for us as Ministry of Foreign Affairs. Foreing
policy has been increasingly shaping in a pluralist environment in the last 10 years.
One of the instruments shaping the foreing policy is media. Media not only enables
the foreign policy to be done in a more democratic environment but also does have
an influence on foreing policy via the international networks overstepping the boundaries. We are all witnesses of the fact that there is a new horizon rising up in the
Balkans. Next year is the centenary of the Balkan Wars. These wars may have various
meanings to the Balkan countries, but, centenary of these wars has the same meaning for both Balkans and Turkey. We are a region looking for a transition from the
war to peace and that is why we are going to pursue in this meeting how to benefit
from the media as an influential instrument. Before concluding my words, I would
like to express my gratitude to Deputy Prime Minister Mr. Bülent Arınç, who took this
meeting under his auspicies, and the personnel of both the Office of Prime Minister,
Directorate General of Press and Information and the Ministry of Foreign Affairs,
Center for Strategic Research. I also would like to thank the authorities and the town
people and wish you a fruitful meeting.
* Head of the Centre for Strategic Research
/ 15
16 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
İbrahim KALIN*
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Konuk Bakanlar,
Değerli Valim,
Değerli Konuklar
ve Basın Mensupları,
Öncelikle bu forumu düzenleyen Başbakanlık Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne teşekkür etmek istiyorum.
Birkaç konuya değinmek istiyorum. Bu toplantının Bursa’da yapılıyor olması ayrı bir
önem arz etmektedir çünkü Bursa, hem topografyası hem de insan coğrafyası itibariyle Balkanlar’ın güzel bir özetidir.
Değerli filozof-mimarımız rahmetli Turgut Cansever bir konuşmasında dünyaca ünlü
mimar Le Corbusier’un 1920’lerde Türkiye’yi ziyaretinden bahsediyor. Le Corbusier,
tamamen yeni bir şehir kurmakla görevlendiriliyor. Fakat mimar önce gelip Bursa’yı
görmek istiyor. Şehre geldiğinde ise ‘’Siz bu mucizevî şehri nasıl inşa ettiniz’’ diye
soruyor. Sonra İstanbul’a dönüp Atatürk’e, “Eğer ben İstanbul’da bir şey yapacaksam,
yapacağım şey Bursa’dır. Size başka bir şey inşa edemem” diyor. Bursa, coğrafya,
tarih ve kültürlerin buluştuğu bir şehirdir.
* Başbakan Başdanışmanı ve Kamu Diplomasisi Koordinatörü
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
İbrahim KALIN*
Honorable Deputy Prime Minister,
Distinguished Guest Ministers,
Distinguished Governor,
Distinguished Mayor,
Dear guets and press members,
First of all, I would like to greet you all and the Office of Prime Minister, Directorate
General of Press and Information and by Ministry of Foreign Affairs, Center for Strategic Research for organizing the Forum. I would like to touch upon a few topics. The
great Greek philosopher Plato defines meeting and congregating as a symposium.
Such forums enable us to hold a festival of ideas. The fact that this meeting is held
in Bursa is of a particular importance since Bursa is a nice miniature of the Balkans in
terms of topography and human geography.
Our distinguished philosopher-architect the late Turgut Cansever describes the visit
of famous German architect Le Corbusier to Turkey in 1920s. He had been commisioned to build an entirely new city. But he wanted to come and see Bursa first.
Having arrived here, he asked “how did you built up this miraculous city?”. Then he
went back to İstanbul and told Atatürk ‘’If I will do anything in Istanbul, that will be
Bursa. I can not build anything else’’. Bursa is a city where geography, history and
culture meets.
In fact, the most wealthiest, the most pluralist, the most aesthetic and the most humanist cities of all time was actually founded in this region even though Balkans are
associated with wars for years. You can see the traces of Sivas, Bursa and Mardin
when you walk around in Prishtine, Kosovo or Skopje. There is an immense similarity
between Şerh-i Füsusu’l by Abdullah Bosnevi and the works by Molla Fenari or Hoca
Hüsrev. Our ulama has reflected the same spirit for years in this region.
* Prime Minister’s Senior Consellor and Coordinator for Public Diplomacy
/ 17
18 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Balkanlar, her ne kadar yüzlerce yıl savaşlarla anılsa da, uluslararası literatüre olumsuz
manada girmişse de aslında tarihin en zengin, en çoğulcu, en estetik, en insancıl şehirleri yine bu coğrafyada kurulmuştur. Bir Üsküp’e, bir Saray Bosna’ya, bir Priştina’ya
baktığınızda oralarda bir Bursa’nın, bir Sivas’ın, bir Mardin’in, bir Safranbolu’nun izlerini hissedersiniz. Abdullah Bosnevi’nin Şerh-i Füsusu’l eseri ile Molla Fenari veya
Hoca Hüsrev’in eserleri arasında inanılmaz bir benzerlik bulunmaktadır. Bu bölgedeki
ulemamız da yüzyıllardır aynı ruhu yansıtmaktadır. Algının gerçekliğin önüne geçtiği
bu çağda medyayı ihmal etmek mümkün değildir. Ama özellikle Balkan medyasının
burada bir araya gelmesi ayrı bir önem arz ediyor. Zira, ortak dili inşa etmeden sorunlarımıza ortak çözüm bulmamız mümkün değil. Ortak bir dili nasıl inşa edeceğiz?
Ancak ortak bir gönül, zihin, fikir dünyası inşa ederek! Hazreti Mevlana ne güzel söylemiş: Gönül birliği dil birliğinden üstündür.
İnanıyorum ki bu forum bu anlamda büyük katkılar sağlayacaktır. Ben bir kez daha
forumun düzenlenmesine katkı verenleri kutlayıp teşekkür etmek istiyorum.
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
The media is a major instrument in today’s world. It is not possible to ignore the
media particularly at a time when the perception has gone beyond the reality. It is of
a particular importance for the Balkan media to gather here today. It is not likely to
find a solution to our common problems unless we develop a common language, a
common soul and mind. How beautifully Rumi says ‘’Unity of hearts is superior to
unity of languages’’. I believe the Forum will make major contributions in this regard.
Well, I would like to congratulate and thank the organizers.
/ 19
20 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Recep ALTEPE*
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Konuk Bakanlar,
Sayın Valim,
Sayın Belediye Başkanım,
Değerli Misafirler,
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bu toplantının Bursa’da düzenlemesinden
duyduğum mutluluğu ifade etmek istiyorum. Bu anlamda özellikle Başbakan Yardımcım Sayın Bülent Arınç’a ve Başbakanlık Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile
Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne, Değerli Valimize ve katkı veren
herkese şükranlarımı sunuyorum. Umuyorum bu toplantı dostluğumuzu ilerletmek
için güzel bir fırsat olacaktır.
Bursa kimliği olan özel bir şehirdir. İpek ve Baharat Yolları üzerinde bulunan önemli
bir merkezdir. Tarım, kaplıca ve tarih kentidir. Nüfusunun yarısından fazlası Balkan
göçmenlerinden oluşmaktadır. Balkanlar’da yaşayan her birinizin Bursa’da mutlaka bir
akrabası, bir dostu vardır. Bizler de bir yandan Bursa’yı daha çağdaş bir şehir haline
getirmeye ve değerlerini harekete geçirmeye çalışıyoruz.
Kentteki her sokağın bir ucu Balkanlar’a çıkmaktadır. Kosova ve Üsküp, İstanbul’dan
64 yıl önce fethedilmiştir. Balkanlar’ı fethedenler, Bursa’dan giden komutanlardır.
* Bursa Belediye Başkanı
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Recep ALTEPE*
Honourable Deputy Prime Minister,
Distinguished Governor,
Distinguished Mayor,
Distinguished guests
and people of Bursa,
I would like to sincerely greet and welcome you all. I would like to express my pleasure for such a meeting to be held in Bursa. I would like to thank particularly Distinguished Deputy Prime Minister Mr. Bülent Arınç, Office of Prime Ministry Directorate General of Press and Information, Center for Strategic Research, Distinguished
Governor and all the contributors once again. I hope this meeting will pave the way
for improving our friendship.
Bursa is a special city which has an peculiar identity. It is a major center on Silk Road
and Spice Route. It is a city of agriculture, thermal springs and history. More than half
of its population is made of the Balkan emigrees. Each and everyone of you living
in the Balkans has definitely a relative or a friend in Bursa. On one hand, we keep
working on transformation of Bursa into a contemporary city as we make effort to
dynamize the values of Bursa on the other hand. You would see the traces of the
Balkans wherever you go in Bursa.
Kosovo and Skopje had been conquered 64 years before Istanbul was. All the conqueror generals are from Bursa. Today, we do our best to revitalize those cultures.
We were able to live in harmony for years in spite of our differentiation in language or
religion. We have shared the same fate. We are nations with an obligation to support
and prioritize each other. That is why we keep working on our activities pertaining to
the Balkans. We are hosting artistic, cultural and sport activities and holding symposium and panels. We have assured a major integration in the Balkans for the last 6-7
years. We are trying to make up the loss time. In addition to our social and cultural
activities, the region is now a construction site.
* Mayor of Bursa
/ 21
22 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Farklı dili konuşsak da yıllarca kardeşlik içinde yaşamasını bildik. Bu nedenlerle dost
olması gereken öncelikli devletler biziz. Bu bağlamda özellikle son 6-7 yılda sanatsal,
kültürel ve sportif etkinlikler, aşure ve sünnet etkinlikleri gibi çeşitli organizasyonlarla
kardeşlik bağlarımızı daha da kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.
TİKA’nın çalışmalarının yanında bizim de bölgede yaptığımız tarihi, kültürel miras çalışmalarıyla Balkanların her köşesi şantiyeye döndü. Bölgede yaptığımız işler komşularımızın her zaman yanında olduğumuzun bir göstergesidir. Türkiye her zaman yapıcı
olmuştur. Sadece bu birlik ve beraberliği korumak için çalışıyoruz. Dostluk ilişkilerimiz
koşulsuz katkıyı gerektirdiği için çalışmaya da devam edeceğiz. Bu konuda her türlü
fedakarlığı yapmaya hazırız. Bu tür toplantıların da birbirimizi daha iyi tanıma anlamında faydalı olacağını düşünüyorum. Birbirimizi tanıdıkça birbirimizi daha çok seveceğimizden eminim. Umarım, Bursa’dan güzel sonuç ve anılarla ayrılırsınız. Teşekkür
ederim.
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Our government particularly TIKA has made investments in the Balkans as municipality of Bursa and our businessmen have their own construction sites in the region.
What we do in the region is an indicator of how we stand by our neighbors all the
time. Turkey has always been constructive. We work hard only to protect this unity
and integration, and we will keep working since friendship calls for an unconditional
contribution. We are ready to make all kinds of sacrificies in this regard. Such meetings enable us to get to know each other in a better fashion. We like each other more
as we come closer. I hope you would leave Bursa with fruitful results and beautiful
memories. Thank you.
/ 23
24 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Şahabettin HARPUT*
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Konuk Bakanlar,
Sayın Valim,
Sayın Belediye Başkanım,
Değerli Misafirler,
Bu toplantının Bursa’da düzenlenmesinden duyduğum memnuniyeti dile getirmek
istiyorum. Bu bağlamda, özellikle Başbakan Yardımcım Sayın Bülent Arınç’a, Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’na, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezine ve katkıda
bulunan herkese şükranlarımı sunuyorum.
Bugün Türkiye dâhil 12 Balkan ülkesinden gelen konuklarımızla Bursa için özel bir gün.
Osmanlı İmparatorluğunu kurmuş olan Bursa, 6500 yıllık tarihi boyunca Romalılar,
Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ev sahipliği
yapmış, önemli görevler üstlenmiştir. 130 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na başkent olan Bursa’nın bağrında 6 Osmanlı padişahı ve pek çok sanat eseri yatmaktadır.
Bursa, bir kültür, ipek, su, tarım, kaplıca, otomotiv ve tekstil şehridir. Bu bağlamda
Bursa’yı daha yakından tanımanızı sizlerden istirham ediyorum. Bu şehrin sokaklarında
dolaştıkça Balkanlar’a ne kadar benzediğini siz de fark edeceksiniz. Bursa, Balkanlar’ın
bir minyatürüdür. Balkanlar’dan göç etmiş yüz binlerce insan Bursa’da yaşamaktadır.
* Bursa Valisi
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Şahabettin HARPUT*
Honorable Deputy Prime Minister,
Distinguished Ministers,
Distinguished Guests,
Distinguished Scientists,
Distinguished Mayor and
The people of Bursa,
I would like to express my pleasure for this meeting to be held in Bursa. I would like
to thank particularly Distinguished Deputy Prime Minister Mr. Bülent Arınç, the Minister of Foreign Affairs, Mr. Ahmet Davutoğlu, the Office of Prime Ministry Directorate General of Press and Information, Center for Strategic Research, Distinguished
Governor and all the contributors.
Today is an exceptional day for Bursa with guests from 12 Balkan countries including
Turkey. Founding the Ottoman Empire, Bursa has always undertaken a major mission
during the period of Rome, Byzantine, Seljuks, Ottoman and the Republic of Turkey
within its 6500 years of history. Hosting the Ottoman Empire as a capital for 130
years, Bursa has 6 sultans of Ottomans and many works of art in its bosom. Bursa is
also a city of culture, silk, water, agriculture, thermal springs, automotive and textile. I
would like to ask you to get to know Bursa better with this occasion. You will see how
similar Bursa is with Balkans as you walk around. It is of particular importance to hold
this Forum in Bursa as a contribution to the peace in the Balkans since Bursa is a miniature of the region. Hundreds of thousands of people from the Balkans live in Bursa.
Media has got a lot to say pertaining to future and peace in the Balkans where people
suffered more than enough. Free press is one of the most fundamental elements
for democracy. It is obvious that the media has major roles in economy, politics,
tourism, trade, social and cultural life, democracy and peace. The media has major
roles to play all around the world particularly in Balkans for peaces, security, peace,
* Governor of Bursa
/ 25
26 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Medyanın da geçmişte birçok acıların yaşandığı Balkanlar’da gelecek ve barış adına söyleyeceği çok şey olmalıdır. Özgür basın, demokrasinin en temel öğelerinden
biridir. Medyanın ekonomi, politika, turizm, ticaret, sosyal ve kültürel hayat, demokrasi ve barış konularında önemli görevleri olduğu mutlaktır. Medyanın tüm dünyada,
özellikle de Balkanlar’da barış, istikrar, demokrasi, insan hakları ve hepimizin en çok
ihtiyaç duyduğu özgürlükler konusunda çok önemli görevleri bulunmaktadır. Bu zorlu,
fakat onurlu işi doğru yapmak gazetecilerin de güvenilirliğini artıracaktır. Tekrar aynı
acıları yaşamamamız ve barış içinde birlikte var olabilmemiz için hepimizin medyadan
faydalanması hayatî önem taşımaktadır. Basın mensuplarının ve bilim adamlarının
deneyimlerini paylaşması da geleceğe ışık tutacaktır. Umuyorum ki bu forum, hem
ülkemizde hem de tüm dünyada var olan barış ve demokrasi ile ilgili sorunlarımızı
çözmemizde katkıda bulunacaktır. Teşekkür ederim.
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
democracy, human rights and liberties that each one of us needs most. Doing their
hard but honorable job properly will equally imrpove the credibility of the journalists.
It is of crucial importance for all of us to benefit from the media so that we would not
suffer again but live in a peaceful world. That press members and scientists share
their experiences will shed light on future. I hope this forum will contribute to major
problems both in our country and world in terms of peace and democracy. Thank you
very much.
/ 27
28 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Bülent ARINÇ*
Sayın Konuk Bakanlar,
Değerli Valim ve Belediye Başkanım,
Kardeş Ülkelerimizin Değerli Temsilcileri,
İletişim Dünyasının Değerli Yöneticileri,
Hanımefendiler ve Beyefendiler,
Öncelikle hepinizi en içten dileklerimle selamlıyor ve hoş geldiniz, diyorum. Öncelikle Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı
Stratejik Araştırmalar Merkezine çok teşekkür ediyorum. Arnavutluk, Bosna-Hersek,
Bulgaristan, Hırvatistan, Karadağ, Kosova, Makedonya, Romanya, Sırbistan, Slovenya
ve Yunanistan’dan gelen gazetecilere ve siyasilere bir kez daha hoş geldiniz, diyorum.
Değerli yayıncı ve medya yöneticilerinin de bu toplantıya iki gün boyunca renk katacağını düşünüyorum. Ayrıca, Sayın Valimize ve Belediye Başkanımız ile katkıda bulunan
herkese teşekkür etmek istiyorum.
Bizler, ortak bir coğrafyanın ve tarihin mensuplarıyız. Hatta bizler, yüzlerce yıl birlikte yaşayarak Balkanların tarihini hep beraber yazdık. Balkanların kaderini birlikte inşa
ettik. Ortaya koyduğumuz eserlerle evrensel bilime, dünya medeniyetine ve dünya
kültür hayatına hep beraber katkılarda bulunduk. Aristo olmasaydı, bugünkü modern
* Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
Bülent ARINÇ*
Distinguished Guest Ministers,
Distinguished Mayor,
Distinguished Representatives of
Our Brotherly Countries,
Distinguished Directors of
Communication World,
Ladies and Gentlemen,
I would like to greet and welcome you all. First of all, I would like to thank the Office
of Prime Minister, Directorate General of Press and Information and the Ministry of
Foreign Affairs, Center for Strategic Research, I would like to once again welcome
the press members and politicians from Albania, Bosnia-Herzegovina, Bulgaria, Croatia, Montenegro, Kosovo, Macedonia, Romania, Serbia, Slovenia and Greece. Distinguished publishers and media managers of our country will breathe life into this
meeting for two days. I also would like to thank Distinguished Governor and Mayor
and all the contributors.
We are the members of a common geograpgy and history. In fact, we are nations
building the history of Balkans all together for centuries. This unity of centuries eventually paved the way for a common culture. We all contributed to the global science,
world civilization and culture with our works of art. Would it still be modern science
without Aristo? Could Shakespeare write those dramas of genius without Ancient
Greek tragedies? Would history of the world be the same without Alexander the
Great? Would Ottomon Empire be so magnificent without Sokollu Mehmet Paşa? We
can give hundreds of examples. The Balkan region has led the history and mankind
in many fields ranging from science, art, culture to civilization, law and technology.
However, the developments in world conjuncture have had a negative impact on this
region in the past century. World War I and II gave rise to major and irreparable griefs
all around the world and naturally in this region as well. The Iron Curtain blocked the
communication between the Balkans and the world. It cast a shadow upon an ongoing peace and prosperity. Conflicting spirit of bipolar world came into prominence in
the Balkans and we had major griefs and losses. The Balkans, however, have met
the democracy today. We are now in a brand new age and process. It is now a region leaving turbulences of cold war area behind and looking for peace and stability.
Zero problem in the neighboring countries and good relations are the most important
elements of Turkish foreign policy. We shaped our foreign policy again on this and
took serious steps with a view to keep and consolidate stability. In spite of all these
* State Minister and Deputy Prime Minister
/ 29
30 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
bilim olabilir miydi? Eski Yunan tragedyaları olmasaydı, Shakspeare o dâhiyane tiyatro
eserlerini ortaya koyabilir miydi? Büyük İskender olmadan bir dünya tarihinden söz
edilebilir mi? Sokollu Mehmet Paşa’nın adını anmadan Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamından bahsedebilir miyiz? Özetle yüzlerce örnek söylenebilir. Bilimden sanata,
kültürden medeniyete, hukuktan teknolojiye kadar insanoğlunun uğraş verdiği bütün
alanlarda Balkan coğrafyası, tarihe yön vermiş ve öncülük etmiştir.
Komşularla sıfır problem, çok iyi ilişkiler… Bu Türkiye’nin dış politikasındaki en önemli
unsurlardan bir tanesidir. Biz bunun üzerine yeniden dış politikamızı belirledik ve istikrarı korumak ve sağlamlaştırmak için çok ciddi adımlar attık. Bütün olumlu gelişmelere rağmen Balkanlar, halen Avrupa’nın en kırılgan bölgesidir. Avrupa’da kalıcı barış
ve istikrarın tesisi açısından bölge herkes için bir sınav niteliğindedir. Türkiye olarak
bizim Balkanlar politikamız: Herkes için güvenliktir, düzeyli siyasi diyalogdur, karşılıklı
ekonomik ilişkilerdir. Bölgenin çok etnikli, çok kültürlü ve çok dinli sosyal dokusunun
muhafazası olarak dört temel esasa dayanmaktadır. Tüm bölge ülkelerinin Avrupa ve
Avrupa-Atlantik perspektifini gönülden destekliyoruz. Balkan politikamızı yürütürken,
“bölgesel sahiplenme” ve “kapsayıcılık” ilkelerini esas almaktayız. Bölge liderlerinin
yakınlaşma ve uzlaşı çabalarını takdirle izliyor ve destekliyorum.
Değerli Konuklar,
Hükümet olarak, ülkemizde yaşayan başta Rumlar olmak üzere tüm azınlık ve farklı
inanca mensup vatandaşlarımızın inançlarını özgürce yaşaması ve ihtiyaçlarının karşılanması için çok ciddi çalışmalar gerçekleştirdik. Yapmış olduğumuz kanun, yönetmelik ve mevzuat değişiklikleri ile azınlık vakıflarına ait olan mallar iade edilmeye başlanmış, tarihi nitelikteki kiliseler ibadete açılmış, din adamı ihtiyacının karşılanmasının
önündeki engeller kaldırılmıştır.
Değerli Konuklar,
Artık, tarihsel düşmanlıklar ve nefret üzerinden oluşturulan politikalar ile bölgesel barış ve huzur ortamını yakalamak mümkün değildir. Başbakanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın Türk-Yunan ilişkilerine yeni bir ivme kazandırılması amacıyla Başbakan
Papandreu´ya Ekim 2009´da gönderdiği mektupla başlayan yeni bir vizyonla ortaklık
hedefleyen süreç, iki ülke başbakanlarının eş başkanlığında “Yüksek Düzeyli İşbirliği
Konseyi”nin oluşturulmasıyla neticelendirilmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasında karşılıklı saygı ve anlayış temelinde geliştirmeye çaba gösterdiğimiz ilişkiler, bölgesel
barış, istikrar ve güvenlik açısından da önem taşımaktadır. Bu çerçevede 2010 yılı,
Yunanistan ile 1999´dan bu yana sürdürmekte olduğumuz ikili işbirliği ve diyalog sürecine yeni bir ivme kazandırılması yönünde önemli gelişmelere sahne olmuştur. Yine
aynı anlayışla, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Kosova, Makedonya, Bulgaristan, Slovenya, Romanya, Karadağ ve Arnavutluk ile ilişkilerimizi de aynı düşünce doğrultusunda
geliştirmekteyiz. Bütün bunlara ilaveten, hükûmet olarak, başta Rumlar olmak üzere,
ülkemizde yaşayan tüm azınlık ve farklı inanca mensup vatandaşlarımızın inançları-
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
positive developments, this region is still the most fragile location of Europe. The
region is a test to each country for the assurance of permanent peace and stability in
Europe. Our Balkan policy is security for everyone, consistent political dialogue and
mutual economic relations. We wholeheartedly support the perspective of the countries in the region about Europe and Atlantic. We base our Balkan policy on ‘’regional
embrace’’ and ‘’comprehensiveness’’. We appreciate the efforts of leaders in the
region for convergence and reconciliation.
Distinguished Guests,
We took the most important step revising the relation between Turkey and Greece.
Our Distinguished Prime Minister sent a letter to Prime Minister, Mr. Papandreu in
2009 with a view to accelerate Turkish-Greek relations. This process, with an aim of
partnership, resulted in a high level of business council under the co-chairmanship
of the Prime Ministers of two countries. We, the government, prioritize the improvement and diversification of our relations with Greece. These relations, which we try
to develop based on mutual understanding and respect, are of major importance
for regional peace, security and stability. In this respect, the year 2010 has set the
stage for major developments in terms of accelerating bilateral co-operations and
dialogue process. We have taken noteworthy steps through diplomatic contacts and
consolidation of the relations between Serbia and Turkey. Along the same line, we
keep improving our relations with Albania, Bosnia-Herzegovina, Bulgaria, Croatia,
Montenegro, Kosovo, Macedonia, Romania and Slovenia. In addition, we also took
important steps for all minorities particularly Greeks to freely perform their religious
duties and meet needs. Amendments to law, legislation and regulation paved the
way for the return of the goods of minority foundations, the opening of the historic
churches and meeting the need for clergymen.
Distinguished Participants,
It is not possible to assure peace and stability in the region with policies based on
historic hostility and hatred. We need to focus all our energy on democracy, liberties, peace and prosperity instead of vicious conflicts, uselles obstinance, irrational
demands and historic hostilities. Our hope and confidence should steer our relations,
not our inferiorities or fears. We think this region is our home in which our relatives
and ancestors have lived. The media, the major instrument of the modern world, has
a historic role to improve the relation and make effort to assure brotherhood and
friendship. That is why we are here today to discuss the necessity of this responsibility.
We held the meeting of European Broadcasting Union hosted by TRT in İstanbul in
last April. This meeting in Bursa is a first of its kind following the meeting held in
İstanbul where we discussed new trends in public broadcasting. The benefit of this
meeting is first of all talking face to face. We even lacked of this opportunity in Cold
War era. We could not pass on our personal and social experiences. We were not
/ 31
32 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
nı özgürce yaşaması ve ihtiyaçlarının karşılanması için çok ciddi çalışmalar yürüttük.
Aynı coğrafyayı paylaşan bizler bütün enerjimizi kısır çekişmeler, faydasız inatlaşmalar, rasyonel olmayan talepler ve tarihsel düşmanlıkları sürdürmek yerine insanlarımızın demokrasiden, özgürlüklerden, huzur ve refahtan pay almaları için kullanmalıyız.
2002 yılından bu yana AK Parti iktidarı, demokratik ve ekonomik istikrar çıtasını en üst
düzeye çıkarmış, bireysel özgürlükler, temel insan hakları ve basın özgürlüğü alanında
tarihi adımlar atmıştır. İçeride demokratik istikrara ve ekonomik kalkınmaya paralel
olarak dışarıdaki itibarını da en üst düzeye taşımıştır. Türkiye’de bugün, 163’ü yaygın,
73’ü bölgesel, 2 bin 368’i yerel olmak üzere toplam 2 bin 604 gazete; 3 bin 469 dergi
ile toplam 6 bin 73 süreli yayın; 24’ü yaygın, 15’i bölgesel, 210’u yerel, 77’si kablolu,
143’ü uydu olmak üzere ve TRT’nin 11 kanalı ile toplam 480 televizyon; 35’i yaygın,
98’i bölgesel, 931’i yerel, 53’ü uydu olmak üzere ve TRT’nin 12 kanalı ile toplam 1129
radyo kanalı ile çok canlı ve dinamik bir medya ortamına sahiptir. Tabii bunlara Internet
medyasını da eklememiz gerekir. Bugün hanelerin yüzde 41,6’sında, girişimlerin de
yüzde 90,9’unda Internet kullanılmaktadır. 2004 yılında özgürlükçü bir Basın Kanunu
yürürlüğe koyduk. Radyo Televizyon Yasası’nı, Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Anlaşması ve AB standartlarına uygun şekilde yeniledik. Ayrıca Internet yayıncılığıyla ilgili bir
yasal düzenleme de şu an hükümetimizin gündemindedir. Siz medya mensupları, bir
konuyu biz siyasetçilerden daha iyi bilirsiniz. Bilgi ve haber bir güçtür, onu kim elinde
bulunduruyor ise diğerlerinden daha avantajlı konumdadır. Bu anlamda da dünyada
bir tekelleşme söz konusudur. Dünyanın en büyük medya şirketleri, birkaç gurubun
tekelindedir. Dünya siyasetine yön verme açısından medyanın ne kadar büyük bir
stratejik değeri olduğunu hepimiz bilmekteyiz.
Artık ”Sosyal Medya” diye tanımlanan “networkler, paylaşım siteleri” gerçeği ile karşı
karşıyayız. Bu sosyal paylaşım sitelerinin Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve hatta
bazı Balkan ülkelerindeki toplumsal hareketleri başlatma ve yönlendirmede ne kadar
etkili olduğunu da yakından gözlemledik. Artık Internet ve cep telefonunun olduğu bir
ortamda hiçbir olay gizli kalmıyor ve hiçbir sınırın orada olup biteni saklamaya gücü
yetmiyor. Bu toplantıda, sosyal paylaşım sitelerinin işlevinin de ciddi anlamda tartışılıp, analiz edilmesini hepinizden talep ediyorum. Toplumlarımızın, ülkelerimizin birbirlerini anlaması, barışçı politikalar belirlemesinde medyanın kullandığı dil son derece
önemlidir. Sizlerden beklentimiz, kullandığınız dil, ülkelerimizi, insanlarımızı ayrıştıran,
düşmanlıkları körükleyen değil, birbirine yaklaştıran, işbirliklerini artıran, huzur ve barışa hizmet eden bir nitelikte olmalıdır. Yorumlarınız, objektifleriniz hep doğruya ve
barışa odaklanmalıdır. Bizler, Balkanlar’daki kardeş ülkeler olarak, medya konusunda
ciddi işbirlikleri oluşturabiliriz. Ülkemiz, hem özel sektör yayıncılığı hem de kamu yayıncılığı açısından medya alanında güçlü bir geleneğe sahiptir. Bu tecrübe ve birikim
karşılıklı işbirliği için oldukça önemlidir. Zaten, kamu yayıncılığı yapan TRT artık uluslararası ölçekte yayıncılık yapmaya başlamıştır. Özel sektör tarafından işletilen medya
sektörümüz de oldukça güçlü ve tarihi bir tecrübeye sahiptir. Özellikle şu an misafir
olarak sizleri ağırlayan Bursa, Türkiye’nin en güçlü özel sektör medya kuruluşlarına da
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
informed about each other as the politicians, intellectuals, writers and journalists for
hundred years. We now live in a world with no boundaries. It is now a small world.
Developments in communication and transportation technologies have brought people closer. This new age, called globalization or age of information or age of knowledge, puts a new responsibility on our shoulders. It is a responsibility to pay regard
to humanity and global values. Foundation of major organizations by economically
developed countries and interest groups facilitate access to information and news.
But it is not enough to eliminate disinformation and infollution. We have to safeguard
our culture and global values against destructive global attacks as we renew our networks and models of information flow.
Our media should not lag behind the world in competition but lead the way for world
to better understand Turkey. Today, multimedia companies turn into personal media
instruments. Turkey took major steps in law raising the democracy bar and securing rights to information act. Our government, since 2002, has raised the bar of democracy and stability to the top and took major steps in individual liberties, basic
human rights and freedom of press. In parallel to democratic stability and economic
development at home, we maximized our credibility in the world. In Turkey, there are
164 general, 73 regional, 2368 local and in total 2604 newspapers; 6073 periodicals
including 3469 magazines; 24 general, 15 regional, 210 local, 77 cable, 143 satellite,
11 TRT and in total 480 television channels; 35 general, 98 regional, 931 local, 53
satellite, 12 TRT and in total 1129 radio stations. We need to take internet media into
account as well. 41,6 % of the households in Turkey has internet service as 90,9 %
of the enterprises benefit from this technology. We enacted a libertarian press law in
2004. We renewed the Radio-Television Law in compliance with European Convention on Cross Border Television and EU standards. In addition, we have a legal regulation in our agenda pertaining to internet broadcasting.
Distinguished Guests,
You press members would know this better than us that information and news is
itself power. Whoever holds it is advantageous over the others. There is a monopolization trend around the world in that regard. The major media companies of the
world are in the hands of just a few groups. We all know how important media is of
strategic value in steering the world policies.
We are in a period of ‘’social networks’’. We all have witnessed the capacity of these
social networks pertaining to social movements in Tunisia, Egypt, Libya, Yemen,
Syria and some Balkan countries. There is nothing called secrecy in an age of Internet and cellphone. Nothing can stash what’s going on. I would like to ask you all to
discuss and analyze the function of these networks and analyze. The world needs
thorough and objective reporting. Tone of the media is of major importance for our
societies to understand each other and identify peaceful policies. What we expect
you to do is the use of a tone not instigating the hostilities or conflicts but focusing on co-operations, peace and prosperity. Your comments and objective glasses
/ 33
34 /
BİRİNCİ GÜN
AÇILIŞ KONUŞMALARI
ev sahipliğini yapmaktadır. Bursa aynı zamanda Balkanlar’dan göç ederek buraya yerleşen nüfusun yoğun olduğu tarihi bir şehirdir. Dolayısı ile Bursa medyası ile Balkan
medyası ciddi ilişkiler ve işbirlikleri geliştirebilir.
Değerli Dostlar,
Bursa, Türkiye’nin dördüncü büyük kenti durumundadır. Ağır sanayi, endüstri ve
tarım kenti olma özelliğine sahip Bursa aynı zamanda tarihi bir şehirdir. Osmanlı
İmparatorluğu’nun kuruluş temellerinin atıldığı ve uzun süre Osmanlı’ya başkentlik
yapan Bursa’nın bir başka önemli özelliği de, Anadolu ve Balkanlar arasında tarihi bir
köprü konumunda olmasıdır. Bursa, 14. yüzyıldan bugüne Balkan ülkeleri ile sıkı bağlarını sürdürmüştür. Bugün, ülkemizde Balkan ülkelerinden göç edenlerin en yoğun bir
şekilde yaşadığı birinci ildir Bursa. Burada yaşayan hemen herkesin, Balkanlar’da mutlaka bir yakını vardır. Sizler de sokaklarına çıktığınızda, insanları ile konuştuğunuzda
kendinizi, kendi topraklarınızda, kendi insanlarınızın arasında hissedecek, yabancılık
çekmeyeceksiniz. Bursa, aynı zamanda birçok medeniyete ev sahipliği yapmış tarih
ve kültür şehridir. Burada her medeniyetin izine rastlamanız mümkün. Hıristiyanlık
tarihinde önemli bir yeri olan İznik Konsülü, bu topraklarda toplanmıştır. Osmanlı padişahları ve birçok İslam bilginin türbeleri, bu şehirde bulunmaktadır. Türk-İslam mimarisinin en nadide eserlerine Bursa ev sahipliği yapmaktadır. Ülkemizin en önemli
kayak merkezi olan Uludağ, Avrupa’nın en modern tesislerine sahiptir. Bu kısa ziyaretinizde Bursa’yı da dolaşmanızı, bu tarih ve kültür atmosferini teneffüs etmenizi, ayrıca bu tarihi şehri, kendi yorumlarınız, kendi fotoğraf kareleriniz, kendi görüntüleriniz
ile kendi ülkelerinize de taşımanızı, dünyaya tanıtmanızı istiyorum. Ben bu forumun,
aynı tarihî geçmişe sahip, aynı coğrafyanın insanları olarak ülkelerimizin, insanlarımızın yakınlaşmasına, karşılıklı iletişimde birbirimizi tam ve doğru anlamada işbirliği ve
dayanışmamızın daha çok artmasına vesile olmasını diliyorum. İnanıyorum ki, burada
yapılacak tartışma ve müzakereler geleceğin dünyasında ülkelerimize ve halklarımıza
yol gösterici olacaktır.
Konuşmamın sonunda sizlere Dışişleri Bakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun selamlarını ve iyi dileklerini iletmek istiyorum. Kendisi de bizlerle birlikte olup burada bir
konuşma yapacaktı, fakat komşu ülkelerimizdeki son gelişmeler ve bazı meselelerin
yakından takip edilmesinin gerekliliği dolayısıyla Ankara’da kalmak durumunda kaldı.
Kendisi de söz verdi, en yakın zamanda Bursa’ya gelecek. Buradan katkıda bulunan
herkese, halk oyunları sanatçılarımıza ve sivil toplum kuruluşlarına tanıtım standlarında görev aldıkları için çok teşekkür ediyorum. Hepinize çok teşekkür ediyor ve verimli
toplantılar diliyorum.
FIRST DAY
OPENING SPEECHES
should focus on the good and the peace. We can develop serious co-operations pertaining to media as brotherly countries in the Balkans. Our country has a major media
tradition in terms of both private and public sector broadcasting. This experience is
of great importance for mutual cooperations. TRT now has an international calibre of
broadcasting in addition to its public broadcast. The media, run by private sector, is
quite influential and experienced. Bursa hosts most influential institutions of private
sector media in Turkey. It is also a city where people originally from the Balkans currently live. That is why we can develop good relations and co-operations among the
media of Bursa and the Balkans.
Distinguished Friends,
Before concluding my words, I would like to touch upon a few topics about Bursa
which is hosting us right now. Bursa is the fourth largest city of our country. Bursa is
a city of industry, agriculture and history. The foundations of Ottomon Empire were
laid here and we hosted the Empire as a capital for centuries. It is also a bridge between Anatolia and the Balkans. We have kept our bonds with Balkan countries since
14th century. If you go out and walk around the streets in this city, then you will feel
yourself at home, around your people and no stranger. Bursa is a historic and cultural
city hosting a variety of civilizations. With its major prominence in the history of Christianity, the First Council of Nicaea (İznik) was held on our lands. Tombs of Ottoman
sultans and many Islamic scholars are in this city.
Uludağ, a major ski center in our country, has the cutting edge facilities of Europe.
In this short visit, I would like you to walk around Bursa, inhale this historic and cultural atmosphere and carry this historic city to your respected countries through your
comments, pictures and videos. I hope this forum will bring our people and countries
closer and contribute to mutual understanding, cooperation and solidarity.
At the end of my speech, I would like to deliver the greetings and wishes of Minister
of Foreign Affairs, Mr. Ahmet Davutoğlu. He was going to be with us and make a
speech but some developments in the neighboring countries and regions, and the
follow-up of these issues pertaining to Turkey made him stay in Ankara. I would like
to deliver his messages and greetings to you. He promised us and I hope he will
come to Bursa at his earliest convenience. Second of all, I know that media of Bursa
has substantially been interested in this forum and facilitated the meetings. I would
like to thank them all and folk dancers and non-governmental organizations working
in promotion stands. I also would like to thank Mr. Korhan Abay, one of the most
distinguished speakers in Turkey. I am particularly happy that he is with us today. I
would like to thank you all and wish you a fruitful meeting.
/ 35
Birinci Oturum
Fırst Sessıon
Balkanlarda Medyanın Genel Görünümü
General Outlook Of The Medıa In The Balkans
Bölüm 1
Part 1
Dekomratik Barış ve Medya
Democratık Peace and The Medıa
Oturum Başkanı / Moderator
Doç. Dr. / Assoc.Prof. Yusuf TEKİN
Stratejik Düşünce Enstitüsü Temsilcisi
Representative of the Institute of Strategic Thinking
Katılımcılar / Panelists
Nur BATUR
Sabah Gazetesi Köşe Yazarı (Türkiye)
Columnist, Daily Sabah, Turkey
Nikos K. MEGRELIS
Uluslararası Gazeteciler Federasyonu Üyesi, Gazeteci (Yunanistan)
Journalist, International Journalists’ Federation, Greece
Georgi MILKOV
24 Chasa Gazetesi Dış Politika Muhabiri (Bulgaristan)
Foreign Policy Reporter, 24 Chasa, Bulgaria
Gabriela BOGDAN
Nine O’Clock Genel Yayın Yönetmeni (Romanya)
Chief Editor, Nine O’clock, Rumania
38 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Doç. Dr. Yusuf TEKİN
Sayın Başbakan Yardımcımız, Misafir Ülkelerin Temsilcisi Sayın Bakanlar, Sayın Valim,
Belediye Başkanım, Değerli Bürokrat Arkadaşlar.
Hepinizi Saygıyla Selamlıyorum.
Toplantının ilk oturumuna geçmeden önce konuşmacı arkadaşlar adına, Forumu ortaklaşa düzenleyen Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile
Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi yetkilisi arkadaşlara derin teşekkürlerimi arz ediyorum. Çünkü bu tür toplantılar gerçekten çok faydalı toplantılar. Bir ay
kadar önce benzer bir toplantı için Kırgızistan’daydık. Oldukça verimli bir ortamdı. İzninizle oturum başkanı olarak birkaç cümle kurmak istiyorum. İçinde bulunduğumuz
yüzyılı, bir restorasyon dönemi olarak tanımlamak yerinde olacaktır. Zira, özellikle 19.
yüzyıl sonunda kurulan ulus devletlerle ortaya çıkan, tahrip edilmiş, birbirine düşman
edilmiş komşular politikasının sona erdiği bir yüzyılı yaşıyoruz. Sözünü ettiğim tahribatta basın, medya ciddi biçimde yer almıştı. Şimdi barışın yeniden tesisinde yine basına çok ciddi bir rol düşüyor. Bu bağlamda bu toplantı da ciddi bir adım olacak. Biraz
önce Sayın Devlet Bakanımız önemli bir noktanın altını çizdi: Basın, özellikle kullandığı
dil itibarıyla ayrımları ve farklılıkları, düşmanlıkları körükleyici bir dil kullanmak yerine,
farklılıklardan yeni bir dil yaratacak bir zenginlik inşa etmek durumundadır. Bu yönüyle
basının sürece ciddi katkısı olacağı söylenebilir. Ben çok uzatmadan sözü, Sabah Gazetesi köşe yazarı Nur Batur Hanımefendiye vermek istiyorum.
Nur BATUR
Sayın Başkan, teşekkürler. Sayın Başbakan Yardımcısı, değerli Vali, değerli yöneticiler,
öncelikle böyle bir forumu düzenledikleri ve davetleri için Basın Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürlüğüne teşekkür ediyorum. Balkan ülkeleri arasındaki diyalogun ne kadar
önemli olduğunu bizzat yaşayarak ve bu diyalogu kurmaya çalışan bir gazeteci olarak
yaptığım görev esnasında gördüğüm için bu Forumun da Balkan ülkeleri medyaları
arasında bir köprü oluşturmasını diliyorum. Hemen sağımda oturan değerli meslektaşımla birlikte Yunanistan’da çok zor günlerde yine bir medya forumunda bir araya
gelerek bu diyalogu başlatmıştık. Bu medya forumu daha sonraki yıllarda çok başarılı
toplantılar yaptı. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün ve Dışişleri Bakanlığının ortaklaşa organize ettiği bu inisiyatifin de ileride çok daha başarılı toplantılara ev sahipliği yapmasını temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli konuklar, barış sadece Balkanlarda değil, aslında bütün dünyada bir hayal. Bütün dünyada bir rüya. Bugün barıştan söz ediyoruz, ama şöyle bir kısa
geçmişe baktığımızda aslında savaş o kadar yakın ki. Balkanlar’daki savaşın yüzüncü
yılı yakında anılacak. Acı yıllardı onlar. Ama İkinci Dünya Savaşı’nın üzerinden sadece
56 yıl geçti. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin üzerinden ise yalnızca 22 yıl geçti. Çok
uzun değil. Bosna Savaşı ise daha dün gibi… O kanlı Bosna Savaşı. Ben iki yıl önce
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
Assoc. Prof. Yusuf TEKİN
Honorable Deputy Prime Minister, Distinguished Ministers of Guest Countries, Distinguished Governor and
Mayor, and distinguished bureaucrats,
I would like to greet you all with my sincere wishes.
Before proceeding to the first session of the meeting, I
would like to thank the Office of Prime Minister, Directorate General of Press and Foreign Ministry, Information
and Center for Strategic Research on behalf of all the panelists in the Forum. We were in Kyrgyzstan for a similar meeting a month ago. It was
a very fruitful meeting. I would like to say a few words instead of a presentation. It
would be fair to say the century we are in is a restoration century. We are in a century
when the policy of enemy neighbors, developed by nation states in 19th century, is
over. So, we can call it a century of restoration.
The media was a major instrument for this destruction. Now the media has similar
role to play in promoting the peace. The media is obliged to develop a language
focusing on wealths of these differences instead of using a tone instigating differences and divisions. I would like to give the floor now to Nur Batur, a columnist in
daily Sabah.
Nur BATUR
Honorable Deputy Prime Minister, distinguished Governor and Mayor, and distinguished authorities,
First of all, I would like to thank the Office of Prime Minister, Directorate General of Press and Information for organizing this forum and their invitation. As a journalist who
personally witnessed how important dialogue between
the Balkan countries is and has made effort to develop
this dialogue, I wish for this forum to build up bridges
between the Balkan countries. With my colleague from
Greece sitting right by my side, we initiated this dialogue coming together in a media
forum in Greece in hard times. That media forum had many successful meetings in
the following years. I wish that this initiative organized jointly by Directorate General
of Press and Information and the Ministry of Foreign Affairs will host many successful meetings also in the future.
Peace is actually a dream not only in the Balkans abut also all around the world. We
talk about peace today but the war is so close that we will commemorate the 100th
/ 39
40 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Bosna’ya gittim. Daha önceki yıllarda gidememiştim, o yıllarda Yunanistan’da görev
yapıyordum, ama Bosna Savaşı’nı çok yakından izlemiştim. Orada yaşanan acıyı hakikaten gidince görüyor ve savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu hissediyorsunuz. O bakımdan savaş çok uzak değil. Hele hele etnik ve dini farklılıkların olduğu bir
coğrafyada savaş hiç uzak değil. Aslında başlığı itibariyle konumuz demokratik barış
ve medyanın rolü. O bakımdan ana başlıklar halinde barış teorisinden biraz söz etmek istiyorum. Şimdiye kadar konuşmacıların hiçbiri değinmediği için altını çizeyim:
Demokratik barış teorisinin aslında temeli iki yüzyıl öncesine, Kant’ın 1795’te yazdığı
bir incelemeye ve ebedi barış teorisine dayanıyor. Alman felsefeci Kant, ebedi barışın
ancak cumhuriyetlerle oluşabileceğini söylemiş. Bu teorinin üstünden iki büyük dünya savaşı geçti: Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı. 56 yıl önce yaşadığımız
İkinci Dünya Savaşı’nda 35 milyon insan öldü. Sonrasında Batılı liderler, Kant’ın teorisi
doğrultusunda “ebedi barışı nasıl kurabiliriz” düşüncesi etrafında yeni bir dünya düzeni oluşturmaya çalıştılar. Demokratik barışın temelleri de bence Avrupa’da atılmıştır.
Avrupa’da kurulan yeni düzende, demokratik barışın temellerini üç veya dört ilke üzerinde toplamak mümkün: Demokrasi, insan hakları, ekonomik çıkarlar ve ortak savunma. 1940’lardan başlayarak 1950’lerden Soğuk Savaş’ın başına kadar kurulan Avrupa
da aslında bu dört temel ilke üzerinde inşa edilmiştir.
Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği - Demir Çelik Birliği adıyla kurulup, daha sonra Avrupa Ekonomik Topluluğu diye adlandırılan- ve bunun etrafında oluşan bütün örgütler
tamamen barış, refah ve istikrar projesi olarak sahneye çıkmıştır. Demokratik barış,
yani demokrasiler arasında savaş olmayacağı ilkesini merkez alan yeni Avrupa, yeni
Batı düzeni, işte bu temeller üzerine oturur. Gelinen noktaya baktığımızda, demokratik
barış teorisi Avrupa’da başarıya ulaşmıştır. Batı Avrupa İkinci Dünya Savaşı’ndan bu
güne öyle bir noktaya gelinmiştir ki, artık kimse savaşı düşünmüyor. Demokrasi, insan hakları ve ortak çıkarlar doğrultusunda Avrupa’da barış oluşturulabilmiştir. Soğuk
Savaş’ın sonuna kadar gelinen süreçte Batı Avrupa, bu eksen üzerinde barışı kurmakta başarı sağlayabilmiştir. Bir örnek vereyim; daha sonra Türk-Yunan diyalogunun
başladığı yıllarda da çok tartışmıştık. Nikos da (Nikos Megrelis) hatırlayacaktır. TürkYunan yakınlaşması başladığında hep Fransa-Almanya modeli üzerinde duruldu. Nasıl
ki Fransa ile Almanya yıllarca savaştı, ama daha sonra ortak çıkarlarda buluşup barış
ve işbirliği yolunu açabildi, Türkiye ile Yunanistan da aynı şekilde aralarında barış ve
işbirliğinin yolunu açabilir, diye düşünüldü. Çok kısaca Avrupa Birliği’nin bugün geldiği
noktaya bakarsak; Soğuk Savaş’tan sonra bütün eski Doğu Bloku ülkelerini de içine
alarak 27 üye ulaşmış olan Birlik bugün gerçekten demokratik barış teorisinin başarıya
ulaştığı bir platform, bir dünya coğrafyasıdır adeta. Balkanlar düzeyinde baktığımız zaman ise ne yazık ki aynı tabloyu göremiyoruz. Gerçi Soğuk Savaş sona erdikten sonra
demokratik barış teorisinin uygulandığı ilk alanlardan bir tanesi belki Balkanlar’dı. Orta
Asya coğrafyasında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra birçok bağımsız ülke
oluştu, fakat orada gerçek bir demokrasiden söz edemeyiz. Balkanlar’da ise, giderek
daha da güçlenen bir demokratik geleneğin yerleşmeye başladığı aşikâr. Ne yazık ki
çok yakın bir tarihte Bosna kanlı bir sınav geçirdi. Ne var ki bugün gelinen noktada,
Balkanlar’da yeniden çok sağlam köprüler oluşmaya başladı. Bunun en belirgin ör-
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
anniversary of Balkan wars. Those were painful years. Only 56 years passed over the
World War II. Merely 22 years passed over the end of the Cold War. It is not a long
time. Bosnia War is like yesterday... That bloody Bosnia War. I went to Bosnia two
years ago. I have not been able to go in the previous years. I was working in Greece
at those times; however I closely followed Bosnia War. I personally saw that agony
and how tragic a war is. War is not far away. It is really not especially in a region with
differences in ethnicity, religion and language. As of the title, our issue is the democratic peace and the role of media. I would like to briefly talk about peace theory at
first. Since none of the speakers talked about it, I would like to underline this: The
root of democratic peace theory dates back to 200 years. It is based on a review and
perpetual peace theory authored by Kant in 1795. Kant said that perpetual peace
could be possible only through a republic. Two world wars have passed since the inception of this theory. 35 million people died 56 years ago, in the World War II. Western leaders made efforts to develop a new world order after that. The foundation of
democratic peace was laid in Europe. It is possible to gather these foundations in
four items. These are democracy, human rights, economic interests and common
defense. Europe was founded on these four basic principles.
The UN and EU, which was initially established as Iron and Steel Community and then
was called as the European Economic Community, emerged as a project of peace,
prosperity and stability. New Europe, new Western order, which centers the democratic peace claiming that there would be no war among the democracies, are based
on these foundations. At this point, democratic peace theory succeeded in Europe.
No one forecasts a war anymore in Europe after the World War II. Western Europe
succeeded to set up peace in line with democracy, human rights and common interests. Europe was able to succeed on these principles after the Cold War. Let me
give an example. In the years when the Turkish-Greek dialogue started, we had many
discussions. Nikos (Nikos Megrelis) will also remember. People have always talked
about French-German model when Turkey and Greece began to converge. People
thought Turkey and Greece can do what France and Germany did and meet in common interests. It was considered that Turkey and Greece can also open the way of
peace and cooperation between themselves. When we look at the current situation
of the EU; we see that the EU, which has 27 members including the former Eastern
Bloc countries following the Cold War, is a platform and a world geography where
the democratic peace theory has been really successful. That is not the case in the
Balkans yet. After the dissolution of the Soviet Union, many states declared their independence but we cannot talk about a real democracy over there. It is obvious that
a democratic tradition emerges and consolidates in the Balkans even though it was
a bloody test in Bosnia.
We built up major bridges between the countries in the Balkans today. The finest
example of this is Turkish-Greek relations. I was in Greece in 1995. Two nations were
on the brink of a war during Kardak crisis in 1996. A gun could be fired and spread to
the whole region. The second biggest crisis in the Turkish-Greek relations was expe-
/ 41
42 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
neği de bence, Türk-Yunan ilişkileridir. 1995 yılında Yunanistan’daydım. 1996 yılında
Kardak krizi patladığında, Türkiye ile Yunanistan tam anlamıyla bir savaşın eşiğinden
döndü. Her an bir silah patlayabilir, bütün bölgeyi saracak bir savaş çıkabilirdi. Ondan
sonra yaşanan ikinci büyük krizde, 1999 krizinde, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin dibe
vurduğunu görüyoruz. İşte o aşamada, demokrasiler, halklar devreye girdi. Halklar
savaş istemiyor. Demokratik ülkelerde halklar savaş istemiyor. Onun için de siyasiler
ister istemez belirli bir inisiyatif almak ve diyalogu başlatmak durumunda kalıyor. 99
ve 96 krizlerinde Türk-Yunan ilişkilerinde halkların savaş istemediği çok net bir şekilde
ortaya çıktı. Artık halklar birlikte geleceğe bakmak istiyordu ve o aşamada siyasiler,
-Yunanistan’da Başbakan Kostas Simitis, Türkiye’de Başbakan Bülent Ecevit, Dışişleri
Bakanları İsmail Cem ve George Papandreu- cesur adımlar attılar, inisiyatif aldılar,
diyalog köprülerini kurdular. Aslında, o gün siyasetin, uygulanan stratejinin temeli şuydu: Siyasi sorunları donduralım, sorunları daha sonra çözecek bir siyasi ve ekonomik
atmosfer yaratalım. Siyasi diyalog kuruldu, hatta askeri diyalog kuruldu ki olmayacak
bir şeydi. Daha sonra ekonomik ve sosyal alanda müthiş bir yakınlaşma başladı. İşte o
aşamada medyanın rolü çok büyüktü. Neyse ki medya milliyetçi akıma kapılmadı ki iki
ülkede de aynı şekilde bir milliyetçi medyadan söz etmek mümkün. Ama o milliyetçi
akımın içinde ortak çıkarların barıştan, demokrasi ve insan haklarından geçtiğini düşünen medya mensupları bir araya geldi, geldik ve o yolu açabildik.
Bugün gelinen noktaya baktığımda, Türk-Yunan ilişkilerindeki gelişmeleri, sorunlar
çözülmese de, son derece başarılı buluyorum. Bugün artık Türkiye ile Yunanistan arasında savaş olabileceğini düşünmek çok çok zayıf bir ihtimal. Kimse savaşı istemiyor.
Ama sorunlar da çözülmüş değil kuşkusuz. Ekonomik ve ticari ilişkilere baktığımızda,
1999’da 400 milyar Dolar olan ekonomik ve ticari ilişkiler bugün 3 milyar Dolara ulaştı.
Siyasetçiler arasında 1999’da buluşmak bir olaydı, hele hele Yunanistan atmosferinde
diyalogdan söz etmek mümkün değildi, vatan hainliği ile eşdeğerdi. Bugün gelinen
noktada başbakanlar, dışişleri bakanları neredeyse telefonda görüşüyorlar, her platformda bir araya geliyorlar. Resmi ziyaretler doğal hale geldi. Balkanlar’da da aynı
atmosferi yaşamaya ihtiyaç var. Bugün Balkan ülkeleri arasında tabi ki 20 yıl önceki
atmosfer yok. Burada medyanın oynayabileceği çok büyük bir rol var. Ortak çıkarların
olduğunu vurgulayacak bir strateji uygulamak ve o üslubu geliştirmek gerekiyor. Tabi
bunun temelleri sadece barış değil, demokrasi, insan hakları ve ortak çıkarlar, ekonomik çıkarlar olacak. Aynen Avrupa Birliği’nin kurulduğu dönemdeki gibi. Nasıl Fransa
ve Almanya ortak çıkarlarda buluştuklarında medya da bunu destekleyen ve kamuoyunu oluşturan bir rol oynadıysa, aynı şekilde Balkanlar’da da medyanın aynı rolü
oynayabileceğini düşünüyorum. Tabi burada Avrupa Birliği çatısının büyük önem taşıdığı kanısındayım. Çünkü bugün gelinen noktada, Yunanistan AB üyesi, Hırvatistan
girmek üzere, Sırbistan adımını atmış durumda ve diğer Balkan ülkeleri de doğal Avrupa Birliği’nin sınırları içerisinde muhtemelen yerini alacak. Türkiye aday ülke olarak,
2005’ten beri müzakereleri sürdürüyor, ama ne yazık ki Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri
açısından şu anda karamsar bir tablo var. Ama her halükarda Balkanlar’da kalıcı bir
barışın tesisinin Avrupa Birliği çatısı altında olabileceği ve doğal Avrupa’nın kurulduğu
temeller üstünde, yani demokrasi, insan hakları, ekonomik çıkarlar ve sosyal bağların
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
rienced in 1999. At this point, democracies and people entered the picture. People in
democratic societies do no want a war anymore. That is why politicians have had to
take an initiative and develop a dialogue. Greek Prime Minister Kostas Simitis, Turkish
Prime Minister Bülent Ecevit, Foreign Ministers İsmail Cem and George Papandreu
took brave steps and developed a bridge of dialogue in 1996 and 1999. The objective
was to freeze the political issues and create a political and economic environment to
find a solution to these problems. They were able to economically and socially converge. At that point, the media had a huge role to play. If the media had been carried
away with nationalist movements, we would not be where we are today.
I find the relations quite successful even though we could not find a solution to all
problems yet. The possibility of a war between Turkey and Greece is a slim chance
today. The volume of economy and trade between two countries increased to 3 billion dollars whereas it was only 400 million dollars in 1999. It is not the same atmosphere in the Balkans as it was 20 years ago. The media has a huge role to play in
this regard. We need to develop a strategy and a tone focusing on common interests.
The foundations of this would not only be peace but also democracy, human rights,
common interests and economic interests. Just like during the period when the EU
was founded. When France and Germany met at the common interests, the media
played a role in supporting this and forming a public opinion. I believe that the media
could play the same role also in the Balkans. Because at this point, Greece is an EU
member, Croatia is to become a member, Serbia has taken its step and other Balkan
countries will possibly take their places within the EU borders. As candidate country,
Turkey has continuing with its negotiations since 2005, however unfortunately there
is a pessimistic table at present in terms of the Turkish-EU relations. In any case, I believe that the establishment of a lasting peace in the Balkans could be under the EU
umbrella and on the foundations where natural Europe was set up, in other words,
it could be achieved by strengthening democracy, human rights, economic interests and social ties. These are already existing ties. Mr. Deputy Prime Minister also
touched on this. Other speakers also did. We have so much in common that I personally witnessed this after paying a visit to Greece and talking to Serbian, Macedonian
and Slovenian colleagues. There are hundreds of common words. We are alike in
family structure, what we enjoy and the music. There is a lot to build on it though. I
wholeheartedly support the peaceful steps to be taken in the region. Every step to be
taken for peace will possibly be supported in the whole region. Thank you very much.
/ 43
44 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
güçlendirilmesi ile kurulabileceği kanısındayım. Zaten var olan bağlar bunlar. Sayın
Başbakan Yardımcısı da söz etti. Diğer konuşmacılar da söz etti. O kadar çok ortak
yanımız var ki. Ben Yunanistan’a gittiğimde bunu gördüm. Sırp meslektaşlarımla, Makedon meslektaşlarımla, Bulgar meslektaşlarımla konuşurken gördüm. Yüzlerce ortak
kelimemiz var. Aile yapısı, zevklerimiz, müziğimiz o kadar benziyor ki. Bunlar altyapıyı
oluşturuyor. Kuşkusuz daha üstüne inşa edilecek çok şey var. Ben daha fazla sözü
uzatmadan, Sayın Başkan çok teşekkür ediyorum. Barış için atılacak her adım bütün
bölgede muhtemelen desteklenecektir. Ben de yürekten destekliyorum. Teşekkür
ederim.
Doç. Dr. Yusuf TEKİN
Ben teşekkür ediyorum vakte sadık kaldığınız için. Nur Hanımın söylediklerini de teyit
edecek nitelikte, kısa bir anekdot aktarmak istiyorum. Beş altı yıl önce Kıbrıs Rum
kesiminde bir akademik sempozyum için bulunmaktaydık. Karşılıklı olarak Kuzey ve
Güney arasında yoğun bir alışveriş yapıldığını gördük. Orada bir restoran işletmecisine sorduk: Nasıl bu kadar yakın alışveriş yapıyorsunuz, neden şimdiye kadar yoktu?
Söyledikleri şey şu idi: Aslında iki kardeş toplumuz, fakat siyasetçiler ve siyasetçilerimizin yönlendirdiği milliyetçi bir dil kullanan medya yüzünden birbirimize düşman
olmuştuk. Bu ortadan kalktığında yeniden bu dostluk tesis edilecektir, demişti. Şimdi
Nur Hanımın sunuşu ile birlikte bu anekdotu da hatırlatma gereği hissettim. İkinci konuşmacımız Yunanistan’dan Uluslararası Gazeteciler Federasyonu Üyesi Nikos Megrelis. Sayın Megrelis süreniz 15 dakikadır. Buyurun.
Nıkos K. MEGRELIS
Sayın Başkan sözü bana verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Her şeyden önce nazik
davetleri ve sıcak misafirperverlikleri için organizatörlere minnetimi ifade etmek isterim. Özellikle yurtdışından haber verirken, gazetecilerin izlemesi gereken bazı prensipleri tartışmaya açmak istiyorum. Yakın zamanda ben, Irak’ta öldürülen gazeteciler
hakkındaki bir savaş belgeselini bitirdim. Ben Irak savaşında da bulunup görev yaptım.
Ama her zaman savaşanlardan farklı olduğumu anlamak ve doğru habercilik yapmak
için kendi kendime ‘Ben onlardan biri değilim, ben onlardan biri değilim.’ diye tekrarlayıp durdum. Sizin rolünüz onlarınkinden farklı. Onlar orada savaşmak için varlar. Siz
ise savaş hakkında konuşmak için oradasınız. Bizim durumunuzda ise onlardan biri
hükûmet ve hükûmetin sözcüleri. Ne demek istediğimi kısa bir hikayeyle anlatmama
izin verin. Yaklaşık bir yıl önce Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan ile o dönemki Yunanistan Başbakanı Sayın Karamanlis arasında bir toplantı düzenlenecekti. Toplantı
cumartesi günü Atina’da olacaktı. İki lider arasındaki toplantıyı üç ayrı saygın pazar
gazetesi birbirine benzer şekilde haberleştirmişti. Bütün bu haberlerin ulaştığı sonuç
benzerdi, yani, toplantıdaki durum iyi değildi. İki liderin toplantıyı şüpheli yaklaşımla
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
Doç. Dr. Yusuf TEKİN
I have been to Cyprus for an academic symposium five or six years ago. We saw
an intensive exchange between the North and the South. We asked a restaurant
manager about how they are able to do this. He said ‘’we are actually brothers but
politicians and the media with a nationalist tone made us enemies. When that goes
away, then we will be friends again’’. I had to remind you this. Our second guest is
Nikos Megrelis from Greece, a member of Association of International Journalists.
Nikos K. MEGRELIS
Thank you very much Mr. President for giving me the
floor. Let me first of all extend my appreciation to the
organizers for their kind invitation and warm hospitality. I
would like to put to the discussion some principles that
the journalists will follow when they are reporting on foreign issues. I recently completed the documentary film
about the journalists killed in Iraq. I’ve been in Iraq war
and performed a duty. However, I always said to myself
to make sure and to do reporting the way it should be
done that I was not one of them. Your role is different
from that of soldiers. They are there to fight the war. You are there to talk about the
war. In our case, one of them are the government or the spokesmen of the governments.
Let me explain to you what I mean by telling you a short story. Almost a year ago,
a meeting was scheduled between Turkish Prime Minister Erdoğan and at that time
Greek Prime Minister Karamanlis. The meeting was due to take place on Saturday
evening in Athens. Three distinguished Sunday newspapers reported the news in
similar ways about the meeting of the two leaders. The consequence of all these
stories was almost the same. The atmosphere was not good in the meeting. They
reported that the two leaders left the meeting very skeptical. It was a story of full
details and information about a meeting that never took place. Because Mr. Erdoğan
had to cancel his trip. So it is more than clear in this case that the journalists wrote a
story that was given prior to the scheduled meeting from government sources. And
it is also obvious that the editors and owners of the newspapers reported the story
knowing very well all the details and information that had nothing to do with reality.
Some to come to journalist’s role and to make it simple, the journalists must not be
the loudspeakers of the governments. Of course, the news of the meeting that never
took place had minor effects on the relations between the two countries but it was a
major blow for the credibility of some Greek media organizations. When I am saying
these now, we laugh. But it was not the case in Kardak incident in 1996. Some media
organs provoked the issue in Kardak crisis. This brought the two countries almost
/ 45
46 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
terk ettiklerini yazıyorlardı. Aslında bu yapılmamış bir toplantı hakkında tüm detay ve
bilgiyi içeren bir hikayeydi. Çünkü Sayın Erdoğan gezisini iptal etmek zorunda kalmıştı.
Bu durumda gazetecilerin, hükûmet kaynaklarınca planlanan toplantı öncesinde haberi yazdığı çok açıktı. Gazetelerin editörleri ve sahiplerinin gerçekle ilişkisi olmayan tüm
detay ve bilgiyi bilerek yazdıkları da ortadaydı. Gazeteciler, hükûmetlerin sözcüleri
değildir. Hiçbir zaman olmamış toplantıyla ilgili haberlerin iki ülke arasındaki ilişkileri
üzerindeki etkisi küçüktü, ancak bu bazı Yunan medya kuruluşlarının güvenilirliğine
büyük bir darbe vurdu.
Ben şimdi bunları anlatırken, bizler gülüyoruz. Ancak 1996 yılındaki Kardak olayında
durum farklıydı. Kardak’ta iki ülke neredeyse savaşın eşiğine geldi. Her iki ülkede de
gazeteciler olayı provoke etti. Kanaatimce, her iki ülkenin medyası açısından bu olay
bir utançtır. Gazetecilerin, nefretin, tahammülsüzlüğün artırılmasına karşı olması gerekir. Gazeteciler, insanlara saygıyı desteklemelidir. Dini, dili, rengi, ırkı veya etnik kimliği
ne olursa olsun insan haklarına saygıyı teşvik etmelidir. Gazetecilerin karşılıklı anlayışı,
diyalogu ve dostluğu desteklemesi gerekir. Ben gazetecilik açısından üç prensibin
altını çizmek istiyorum: Birincisi; gazeteci propagandaya karşıdır, çünkü propaganda
ve gazetecilik bağdaşmaz. Gazeteciler bilgi kaynaklarına erişim ve fikir özgürlüğü için
mücadele etmelidirler. Gazeteciler, nereden gelirse gelsin, ister rejimler ister intihar
bombacıları yaratmış olsun terörizme karşı çıkmalı ve kamuoyunun hoşgörüsüne sözcülük etmelidirler. Her zaman barışı desteklemelidirler, savaşı değil. Bunların faydalı
düşünceler olduğunu söyleyebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz, ama şunu eklemem izin verin: Bazen gerçekte durum zordur. Biz gazeteciliği seçeriz, çünkü kolayı sevmeyiz.
Zorluklar çekici gelir bize. Her şeyin ötesinde, bizler daha iyi bir yaşam hayalini paylaşıyoruz. İlginiz için çok teşekkür ederim.
Georgı MILKOV
Sevgili arkadaşlar, bir gazeteci olarak 2003-2004 yıllarında Irak’a, daha öncesinde de,
2001’de Afganistan’a muhabir gönderdim. Konuşmamı Balkanlar’da çatışma yönetimi
sürecinde medyanın inkâr edilemez rolüne ayırmak istiyorum. Balkanlar’ın, “Avrupa’nın
Barut Fıçısı” diye adlandırılması, sayısız savaşa sahne olmasındadır. Eskiden Yugoslavya diye bilinen bölge ne yazık ki bu adın hakkını vermiştir. 1912 ve 1913 yıllarındaki
I. ve II. Balkan Savaşları’yla başlayıp devam eden çalkantı yüzünden bölgenin adı hep,
100 yıl, hatta daha da geriye giden dini ve ırkçı düşmanlıklar, istikrarsız hükûmetlerle
birlikte anılmıştır. Etnik gerilime giden tehlikeli tırmanışı hatırladığım kadarıyla, bu büyüleyici bölgedeki rahatsız edici imajı değiştirmek için orada olacaktım. Bir Bulgar
olarak, bireysel kimliğe saygı ve dini hoşgörü atmosferi içinde yetiştirildim. O eşsiz
kültürel çeşitlilik, inançlar arası işbirliğinin teşvik edilmesini gerektirmiştir. Toplumsal
çoğulculuk bağlamında, farklı dinler ve farklı kültürel geleneklerden gençler, yıkıcı milli
önyargılar, grup kayırmacılığı ve aidiyet sınırlarının dışına çıkmaya özendirilmişlerdir.
Bu sağlam risk yönetimi politikası, Bulgaristan’ın etnik grupları arasında barışa önemli
katkılar sağlamakla kalmayıp çok-kültürlü komşularımız için de demokrasinin ve etnisi-
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
into the edge of war. The journalists of both countries provoked the events. In my
opinion, this is a shame for the media of both countries.
The journalists should be against the escalation of hatred and intolerance. The journalists should support the respect for the people. They should encourage the human
rights, no matter their race, color, religion, language or ethnicity. The journalists are
for promoting mutual understanding, dialogue and friendship. I would like to underline the three principles as regards the journalism. First, the journalists are against
propaganda. Because propaganda and journalism are incompatible practices. The
journalists should fight for the access to the information sources and the freedom of
opinion. The journalists should be against terrorism whether they are produced by
the regimes or the suicide bombers and be the spokesmen for the tolerance of the
public opinion. They are for peace but not for war. You may say that these are useful
thinking. Sometimes, it is difficult when you are on the ground. I may agree with you.
But let me add. We choose journalism because we don’t like easy things. We are attracted by the difficulties and above all we do share the dream of a better life. Thank
you very much for your attention.
Georgı MILKOV
Dear friends, as a journalist I’ve sent my media to cover
Iraq in 2003-2004 and before that to Afghanistan in 2001.
Fortunately, I do not have any skill to cover the military
conflicts in our region. I would like to dedicate my speech
to the undeniable role of the media in the process of
conflict management in Balkan region. The Powder Keg
of Europe is how Balkans is referred as an area of hosting numerous wars. Unfortunately, it has lived up to that
name specifically in the area formerly known as Yugoslavia. Due to this continous state of upheaval starting with the 1st and 2nd Balkan Wars
in 1912 and 1913, the Balkan region has always been associated with unstable governments, racial and religious animosities going back 100 years or more. As much as
I recognize the dangerous escalation potential driving the ethnic tension, I would still
be there to challenge briefly drafted and disturbing image of this fascinating region.
As a Bulgarian, I have been brought up in a religious atmosphere of tolerance and
respect for the individual identity.
The unique and cultural diversity has required the promotion of interfaith dialogue
and cooperation. In this context of social pluralism, young people from different religions and cultural traditions have been encouraged to go beyond the boundaries of
destructive national prejudices, group favoritism and self-stereotyping. This sound
policy of risk management has proven an important contribution to the Bulgaria’s
inter-ethnic peace and could as well provide a successful strategy for our multi-cul-
/ 47
48 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
teler arası dengenin yolunu açacak başarılı bir strateji de olabilir. Ütopik geliyor, değil
mi? Hiç de değil. Mesele, iyi niyet ve çok çalışma, ortak çaba ve yapıcı şekilde tecrübe
alışverişi meselesidir. Son yıllarda olayların bu şekilde gelişmesinde hepimizin payı
var.
Bir gazeteci olarak, öncelikle Balkanlar’daki etnik çatışmalara yer veren medyanın
büyük sorumluluğunu vurgulamak durumundayım. Elbette savaş meydanlarında
canlarını tehlikeye atan, eskiden gelen basın özgürlüğü koşullarında korkunç bulgularıyla savaş suçlarını ifşa eden meslektaşlarımla kendimi bir tutamam. Dahası, Sırp
saldırılarını sonlandıran NATO bombardımanının tetikleyicisi de, 1990’lı yılların sonlarında evlerinden sürülen binlerce Kosovalı Arnavut’un ekranlara yansıyan görüntüleri
olmuştur. Şu da var ki, 1990’lı yıllarda Balkan savaşlarına ilişkin haberler bir yandan
çatışmaları artıran bir etkide bulunurken bir yandan da kimi durumlarda işlenen savaş
suçlarını görmemizi sağlayabilmiştir. Etik dışı ikna ve manipülasyon tekniklerinin kullanılmasına ek olarak 1992-1995 Bosna Savaşı yıllarında yerel medya, çok-etnik yapılı
gruplara yakın geçmişlerini hatırlatmak yerine, 1990’lı yıllarda Balkanlar’da meydana
gelen mezalime ortam hazırlayarak etnisiteler arası korku ve nefreti beslemeye odaklanmıştır. Medya kötü giden her şey için başkalarını suçlamayı ve sorumluluklarımızı
inkâr etmeyi kabul edilebilir kılan bir ortam yaratarak inkârı teşvik etmiştir. Balkan
savaşlarındaki mezalimin soruşturulması sürecinin peşi sıra provokatif malzemeye ihtiyaç duyan yerel pazarlar, savaş suçları ve yerel mahkemelerdeki duruşmalara ilişkin
haberler yoluyla düşmanlıkları beslemeye devam etmiş ve uzlaşma sürecini desteklemek için ele geçen altın fırsatı kaçırmışlardır. Oysa bu haberler, tarafsız ve önyargısız
olsaydı, insanların geçmişle uzlaşmasına yardım etmeye ve daha ileri gitmeye yönelik
önemli bir rol oynayacaktı. Fakat bu tür haberler zaten kırılgan durumlarda sadece
etnik gerilimi arttırmaya ve güvensizliği beslemeye yaradı.
Bu tür aşırı ve sorumsuz medya haberlerinin korkutucu sonuçlarıyla birlikte, etnisiteler
arası istikrar uğruna bireysel gazetecilere kendi doyumsuz arzularından vazgeçmelerini gerektiren bilinçli bir şekilde kendini dizginleme prensibini göz önüne almalarını
şiddetle tavsiye etmek isterim. Burada ilk adım, etnik gerilimin kötüye kullanılmasını boykot etmek ve yerine çok-kültürlü çeşitlilik dinamiklerinden doğan problemlerle
başa çıkabilmek için etkin ve ılımlı bir yaklaşımı başlatmak olmalıdır. Sanırım buradakilerin çoğu, seçim öncesinde hükûmet yanlısı bir gazeteci ile bir Hollywood yönetmeninin, sırf başkanın seks skandalını örtbas edeceğiz diye bir savaş uydurmak
üzere güçlerini birleştirdiği Barry Levinson imzalı Wag the Dog (Başkanın Adamları)
filmini hatırlayacaktır. Kamuoyunun dikkatini başka yöne çekmek için danışmanları,
Balkanlar’da uydurma bir askeri kriz yaratırlar. Hollywood yönetmeninin destansı savaş görüntüleri temin etmesi gerekir. Arnavut hükûmeti aslında ülkelerinin savaşta
olmadığı gerekçesiyle olayı protesto ettiğindeyse, Başkanın yardımcıları krizin yönünü
değiştirecek bir Amerikan diplomasisi izlerler. 1997 yılı yapımı bu trajik komedinin,
Başkan Clinton’un seks skandalının iki yıl öncesine rastlaması ise can sıkıcıdır. Neyse
ki, Clinton Balkanlar’da bir savaş uydurmaya gerek duymadı. Fakat şu soruyu sormak
istiyorum. Neden Arnavutluk? Belki de bu Yarımadanın lanetidir. Balkanlar hâlâ etnik
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
tural neighbors paving their own path to democracy and inter-ethnic stability. Sounds
utopic, does not it? Not necessarily. It is all matter of a good faith and hard work, joint
effort and exchanging of experiences in a constructive manner. We have all our fair
share in the way things have developed in the recent years. As a journalist, it beholds
me to address in the first place the major responsibility held by the media providing
coverage of ethnic conflicts in the Balkans. I could never afford myself to be in the
merits of my fellow colleagues who risk their lives and remain on the battlefield and
whose shocking discoveries under the conditions of long-standing media freedom
provide substantial evidence revealing horrendous war crimes. Not to mention the
TV footage of thousands of Kosovo-Albanians expelled from their homes in the late
1990s which to a large extent triggered the NATO bombings which ended the Serbian attacks.
Nevertheless, we could not possibly ignore the fact that reporting in the Balkan wars
in the 1990s has undoubtedly contributed to the escalation of the conflict and in
some cases may have to those war crimes. In addition to the implementation of unethical techniques of persuasion and manipulation, the coverage of the local media
during Bosnia’s 1992-1995 war was designed to foster inter-ethnic fear and hatred
setting the stage for the atrocities that took place in the Balkans in the 1990s instead
of hepling multi-ethnic groups to faze their recent past. The media encouraged a
denial creating an atmosphere in which it was rather acceptable to take blame the
other for everything that went bad and the denials of our responsibility. Starving for
provocative material in the period after the investigation of the atrocities in the Balkan
wars, the local outlets continued to fuel hostilities through reporting on war crimes,
trials in the local courts and missed a golden opportunity to promote the reconciliation process. Had this reporting were objective and unbiased, it would have played
a crucial role in helping people to come to terms with the past and start moving
forward. However, in most cases such reports merely fuel ethnic tension and foster
insecurity in already fragile states.
Having portrayed the frightening consequences of such excessive and responsible
media coverage, I would strongly recommend to considerate the principle of conscious self-restrain requiring the individual journalists to forgo his insatiable craving
for sensation for the sake of inter-ethnic stability. First step here should be to boycott
these predatory exploitation of ethnic tension and start promoting a moderate and
efficient approach of coping with the problems evolving from the dynamics of the
multicultural diversity instead. I guess most of the conference attendees remember
Barry Levinson’s remarkable movie Wag the Dog where before elections a spin doctor and a Hollywood film producer joined efforts to fabricate a war in order to cover
up a presedential sex scandal. In order to distract the public attention, his advisors
created a fictitiuous military crisis in the Balkans and here a Hollywood producer to
provide the necessary heroic footage of war. When Albanian government protests
that their country is not in fact at war, the aides of the president as a three of American diplomacy that has averted the crisis and in order to keep the affair in the public’s
mind.
/ 49
50 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
çatışmalar ve hoşgörüsüzlük konulu bir senaryo için en uygun manzarayı sunuyor gibi
gözükmekte.
Konuşmamı tamamlamadan önce bir şeyin altını çizmeme izin verin. Bu imajı değiştirmek bizim elimizde ve Balkanlar’da etnik hoşgörüsüzlüğü de ulusal önyargıları da
kaldırmak medyanın başlıca sorumluluğudur. Balkanlar’ı, çok-etnisiteli ve etnisitelerin
bir arada yaşamaya kabil bir toplum modeli olarak yeniden tanımlamak bizim elimizde.
Çok teşekkürler.
Gabrıela BOGDAN
Bugün burada, “Demokratik Barış ve Medya” konusunda bana konuşma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum. Şundan eminim ki, bu konu sadece Balkan ülkeleri
medya kuruluşlarından saygın meslektaşlarımca temsil edilen ülkeleri değil, tüm demokrasileri ilgilendirmektedir.
Öncelikle, demokratik barış neyi ifade eder, diye sormak lâzım. Demokratik barış teorisi, 200 yıldan daha eskidir ve kökleri, Immanuel Kant’ın makalelerine kadar gider.
“Ebedi Barış” makalesi, 1795 yılında Kant tarafından kaleme alınmıştır. Ünlü filozof,
insanların büyük bir çoğunluğunun kendilerini savunmak dışından başka hiçbir sebeple savaştan yana oy kullanmayacaklarını söylemiştir. Kant’a göre, demokrasinin
kendisi barışın bir koşuluydu, çünkü vatandaşlarının güvencesi altındaydı. 1990’lı yılların başında demokratik barış fikri, Michael Doyle’ın makalelerinde bilimsel olarak
geliştirilmiştir. Doyle şöyle der: “Liberal demokratik devletler aralarında barışçı ilişkiler
sürdürmeyi başarabilmişlerdir.” Çağımızda pek çok uzman ve çatışma bölgelerindeki
demokrasi eylemcileri her fırsatta, demokratik barış teorisinin, genellikle pratikle çelişiyorsa da, kalıcı barışı inşa etme veya hiç değilse şiddetin patlak vermesini önleme
çabalarına hizmet edecek bir araç olduğunu öne sürmektedirler. Demokrasiyi inşa
etmek, barışın temellerini atmak demektir. Kalıcı barış olmadan kalıcı demokrasiden
söz edilemez. Demokrasiler büyük çoğunlukla barışçıl özelliklerle tanımlanır. Demokrasiler, çatışmaları ve uzlaşmazlıkları çözmek için savaştan ziyade gerilimleri ve yanlış
anlamaları kaldırmaya dönük diplomasi, müzakere ve diyalog gibi araçlara başvurmaya meyillidirler. Bu şartlar altında, toplumda ancak özgür medya ile mümkün olan
şeffaflıkla yeterli düzeyde demokratik ittifak yaratılabileceği kesindir. Bu yüzden de
özgür medya, demokratik barış kültürü ve hukukun üstünlüğü birbirinden ayrılamaz.
Bu teoriyi kabul edersek, bu bağlamda medyanın rolü nedir? Bence, “Demokrasinin
Bekçisi” olarak medyanın, toplumlarda nefreti bertaraf etmek ve insanlara barışın erdemlerini öğretmek gibi büyük bir görevi vardır. Son derece hassas bir bölge olan
Balkanlar’da çok-etnisiteli nüfuslar bulunmaktadır. Elektronik, yazılı, görsel veya işitsel
medya gibi güvenilir kuruluşlar demokratikleşme sürecinin düzgün işlemesine yardımcı olabilir. Bizler facebook çağında yaşıyoruz. Sosyal medyanın büyük etkisi insanlarda farkındalığı artırıyor ve özgürlük, ifade özgürlüğü gibi temel değerleri paylaşmak
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
We would like to see an environment where the social pluralism is adopted and
all these destructive hostilities are put aside. We, as journalists, should objectively
report the news of ethnic conflicts as a basic responsibility of ours. Because the journalists were also among those who were expelled from their homes and subjected to
torture in Kosovo and other areas. We have to stand by the peace against any kind of
war. Journalists had to be objective to report the news about Bosnia. All the reporters
unfortunately did not act loyal to these principles. They made news exacerberating
the ethnic tension and paved the way for tragic consequences. Thank you for your
attention. Thank you very much.
Gabrıela BOGDAN
I would like to thank you for giving the opportunity to address you today on the issue of “Democratic Peace and
Media”. I have no doubt that this issue does not concern the countries represented by my distinguished colleagues not only from the Balkan countries but also all
democracies.
First of all, I believe that the question of what is the democratic peace about should be raised. Democratic peace
theory is more than 200 years old. It dates back to the articles of Immanuel Kant. The
“Perpetual Peace” article was written by Kant in 1795. The famous philosopher said
that majority of the people would never vote to go for war unless in self-defense.
According to Kant, democracy itself was a condition of peace, because it was under
the guarantee of its citizens. At the beginning of the 1990s, the democratic peace
idea was scientifically developed in the articles of Michael Doyle. Doyle says: “Liberal
democratic states managed to maintain peaceful relations among themselves.” Even
though many experts and democracy activists in the conflict regions allege on all occasions that democratic peace theory is generally in contradiction with the practice, it
is a means to build the lasting peace or at least to serve for the efforts to prevent the
occurrence of violence. Building democracy means laying the foundation for peace.
There is no lasting democracy without lasting peace. Democracies are mostly defined with peaceful characteristics. Democracies are inclined to apply to the means
such as diplomacy, negotiations and dialogue in order to remove the misunderstandings and tensions rather than war and to resolve the conflicts and disagreements.
Under these conditions, it is certain that democratic alliance could be created at the
sufficient level through transparency which is only possible in the society only with
the free media. That’s why the free media cannot be separated from the democratic
peace culture and the rule of law.
/ 51
52 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
ve savunmak için bir araya gelmeye sevk ediyor. Geçmiş yıllar bize, Balkanlar’da etnisiteler arası barışın gayet de ulaşılabilir bir hedef ve ufuk olduğunu göstermiştir.
Bazen tarih boyunca bir ütopya gibi gözükse de, bölgenin yeni gelişen demokrasileri,
salt ulusal çatışmalara değil komşu ülkelerle gerilimlere de yol açan aşırı milliyetçileri
utandırmışlardır. Eski Yugoslavya’da Komünizmin devrilmesinden sonra demokrasiye
geçiş döneminde, Sırbistan’ın Slobodan Miloseviç’i ve Hırvatistan’ın Franjo Tudjman’ı
gibi milliyetçi liderlerce propagandası yapılan etnik hatları yarıp geçen kanlı bir deneyim yaşanmıştır.
Balkanlar’da etnisiteler arasında barışa ne hizmet edebilir? Cevap çok basit: Özgürlük
ve ifade özgürlüğü! Balkanlarda barış kültürü, etnik hoşgörü ve istikrarı inşa etme,
destekleme ve zenginleştirmede anahtar faktörlerdir bu ikisi. Genel olarak özgürlük,
bir temel insan hakkı ve kaliteli bir yaşam statüsüdür, her şeyden önce hoşgörüye
dayanır. İfade özgürlüğü, barışçı ortamı inşa etmenin bir yolu, toplumsal düzeyde sağlıklı siyasi ve kültürel değerleri kazanmanın bir yöntemi, farklı düşünceleri konuşup
hazmetme yeteneği, yani bir hoşgörülü olma yordamıdır. Etnisiteler arası barış neyin
ifadesidir? Farklılıklara ve çeşitliliğe tahammül etme, çok-kültürlü dünyada farklılıklar
ile çeşitliliğin iletişim yoluyla daha iyi muhafaza edilebildiğini öğrenmenin.
Bu hedefe nasıl erişilebilir? Öncelikle, çeşitli etnik ve kültürel kökenden insanların barış içinde bir arada yaşamalarının azami faydalarını anlatarak; ikincisi, ifade özgürlüğü
ve diğer temel hakları sağlayarak; sonuncusu da, uluslararası toplumun barışçı ortamın yeniden tesisi adına yapıp ettiklerinin propagandasını yaparak. Komşu ülkelerin
medyası, demokratik barışı güçlendirmek için ne yapmalıdır? Medya, tarafsızlığın ve
nesnelliğin yeterli olmadığını, hatta bazen böyle davranmakla demokratik barışa zarar verilebileceğini akılda tutarak kamuoyunu doğru şekilde bilgilendirmelidir. Bilakis
medya, kalıcı ve güçlü demokratik kurumların inşası için gereken değerleri, tutumları
ve arzuları açıkça teşvik etmeli ve kendi çıkarlarının peşinde çatışmayı veya şiddet
kullanmayı tercih edenlere karşı savaşmalıdır. Demokratik barış tarafsızlık demek değildir; kötüye karşı iyinin güçlerinden yana tavır alır; çözüm diye savaşı savunanları
yok etme ihtiyacına ve demokratik güçlerin yüce erdemine vurgu yapar.
Demokratik barış ortamı, medyanın, kendilerini tanıtma ve seslerini duyurma imkânı
talep eden tüm etnik veya kültürel gruplar için önemli bir platform olduğu, bir açık
iletişim toplumudur. Örneğin, geçtiğimiz yıllarda Romanya’da etnik bir azınlığın temsilcileri olarak Macarlar, iletişimin egemen olduğu, hoşgörü ve barış içinde bir arada
yaşamanın temel değerler kabul edildiği demokratik bir toplumun inşasında aktif rol
oynamışlardır.
Balkanlar’da hoşgörü ve demokratik barış deyince, Romanya’nın güneydoğusunda yer
alan memleketim Dobroca’yı örnek vermeden edemeyeceğim: Dobraca, Balkanlar’ın
minyatürü gibi düşünülebilir. Zira, yüzlerce yıldır gerilim ve anlaşmazlıktan uzak, barış
içinde bir arada yaşayabilen topluluklar ve farklı etnisitelerden oluşma zengin mozaiği
buna delildir. Dobroca’da yaşayan Yunan, Türk, Makedon, Tatar, Rus, Lipovan ve Uk-
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
If we accept this theory, what is the role of media in this regard? In my opinion, the
media as the “Watch Dog of Democracy” have a tremendous duty to defuse hatred
in their own societies. In the Balkans, a highly sensible region, there are multi-ethnic populations. Reliable institutions such as electronic, printed, audio-visual media
can help the democratization process to properly function. We are living in the era
of facebook. The great affect of the social media increases the awareness of the
people and encourages coming together to share and defend the basic values such
as freedom and the freedom of expression. Past years showed us that peace is a
reachable target and horizon that can also be attained among the ethnicities in the
Balkans. Even though it seems like a utopia throughout history, newly developing democracies in the region embarrassed the ultra-nationalists who not only caused national conflicts but also tensions with the neighboring countries. During the transition
period to democracy following the collapse of Communism in the former Yugoslavia,
there was a bloody experience which broke through the ethnic lines, the propaganda
of which was made by the nationalist leaders such as Serbia’s Slobodan Milosevic
and Croatia’s Franjo Tudjman.
What can help interethnic peace in the Balkans? The answer is very simple: Freedom
and freedom of expression! These two are the key factors in building, upholding and
enhancing a culture of peace, ethnic tolerance and stability in the Balkans.
Freedom in general is a fundamental human right and a qualitative status of living.
Before anything else, it depends on tolerance. Freedom of expression is a way of
constructing a peaceful atmosphere, and a method of achieving a healthy political
and cultural moral at the level of society and by that, a way of being tolerant, which
means speaking about, and accepting different opinions. This is what interethnic
peace is about: living with the difference and diversity and learning that difference
and diversity in the multicultural world are better safeguarded by communication.
How can this target be reached? Firstly by telling the maximum benefits of various
ethnic and cultural origin-people’s living together in peace; secondly providing the
freedom of expression and other fundamental rights and lastly propagating about
those made by the international society for re-building the peaceful atmosphere.
What should the media of the neighboring countries do in order to strengthen the
democratic peace? Media should properly inform the public keeping in mind that being impartial or objective is not enough and that, sometime, such an attitude could
actually turn out to be harmful for democratic peace. On the contrary, the media
should openly promote those values, attitudes and urges needed for building robust
and lasting democratic institutions and fighting against those dedicated to conflict
or to using violence in the pursuit of their egoistic interests. Democratic peace does
not mean neutrality, but a biased attitude towards the forces of good against the evil,
stressing the high moral value of democratic forces and the need to annihilate those
supporting the solution of war.
Democratic peace atmosphere is an open communication society, where media are
an important platform of expression for all ethnic or cultural groups whose special
/ 53
54 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
raynalı hiçbir zaman birbiriyle kavga etmemiştir. Aksine, çeşitlilikle barışık halde yüzlerce yıl bir arada yaşıyorlar. Çeşitlilikle gelen birlik! İnanıyorum ki, basının da yardımı
ve büyük gücü sayesinde barış ve dostluğun egemen olabileceği Balkanlar’da da bu
başarılabilecektir. İlginize çok teşekkür ederim.
Doç. Dr. Yusuf TEKİN
Gabriela Bogdan’a teşekkür ediyoruz. Kısa birkaç soru alabilecek kadar vaktimiz var,
zannediyorum. Sorusu olan var mı? Eğer yok ise, şöyle toparlayıcı bir iki cümle ile
oturumu kapatmak istiyorum.
Ortaya çıkan şu ki, 21. yüzyıl bir demokrasi ve barış çağı. Ülkeler, hem kendi içlerinde
hem de dışarıda bu barışı tesis edecek politikalar üretmek durumundalar. İçeride,
özellikle iç politikada, farklılıkları bir sorun olarak gören 19. yüzyıldan kalma algıdan bir
paradigma değişikliği ile vazgeçip farklılıkları bir zenginlik kaynağı olarak görüp barış
içinde yaşamayı savunan politikaların geliştirilmesi bir zorunluluk gibi gözüküyor. Böyle bir paradigma değişikliği zorunlu. Dışarıda da, özellikle medyanın, resmi ideolojiyi,
devlet politikalarını savunan bir dil kullanmak yerine, barışı ve demokrasiyi savunan bir
dil kullanması, bu yüzyılın demokratik temel değerleri olan demokratik barış sürecini
geliştirecektir. Oturumda konuşmacı katkı sağlayan arkadaşlara teşekkür ediyorum.
Dinleyici arkadaşlara ve herkese teşekkür ediyorum. Oturumumuz burada bitmiştir.
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 1
needs of self-presentation should be met and listened to. For instance, it is the case
in Romania, where representatives of an ethnic minority, the Hungarian one, have
been in the past years an active force in shaping a democratic society where tolerance and peaceful coexistence are fundamental values and where communication
prevails.
Speaking about democratic peace and media’s role in promoting tolerance in the
Balkans, I could not stop myself giving the example of my native province, Dobrogea
(lying in the South-Eastern part of Romania), which, at a smaller scale, of course, can
be considered a miniature replica of the Balkan region. The comparison stands just
from the point of view of the rich mosaic of ethnically diverse groups and populations
living there, that have peacefully co-existed for centuries without any conflicts or tensions. There are Greeks, there are Turks, there are Macedonians, there are Tatars,
there are Russians, there are Lipovans, there are Ukrainians, there are Bulgarians,
there are Italians living in Dobrogea, but they never quarreled, they never fought with
each other. On the contrary – embracing diversity, they have lived united together for
centuries.
Unity through diversity! I have no doubts that this can happen in the Balkans, too
where peace and friendship can prevail with the help of press and it’s huge power.
Thank you very much for your attention.
Assoc. Prof. Yusuf TEKİN
Thank you very much. I will do my best. The media is of importance in terms of democratic peace. Because the media is the gatekeeper of the democracy. The media will
encourage the democratization and its role on social public is quite important. The
peace is possible in the Balkans in near future. The ultranationalist approach was
also a factor in this. There were ethnic cleansings in these areas after the division
of former Yugoslavia. A peaceful environment is possible only with a cultural structure. Living with differences and diversities can be achieved only by communication.
The media should put emphasis on the integrity and solidarity of the people. The
media should be closed to the fighting approaches. Sustaining a democratic peace
in the region would be possible only by the contributions of the regional media and
their objective reportings. The media should have a peaceful reporting manner and
courage. It should always support what’s good against what’s bad. It should be the
spokesman for the all ethnic groups. These people have been living here for hundred
years. This should be a model to the others as well. The basis of the brotherhood in
the Balkans can be real if we learn to live together in harmony. That is why, the media
should not report the news with a tone of warmonger. The media shoud be objective,
impartial and promote the values that will pave the way for the peace. Thank you very
much for your attention.
/ 55
Bölüm 2
Part 2
Dekomratikleşme Süreci Çok Kültürlülük ve Medya
Democratızatıon Process Multıculturalısm and The Medıa
Oturum Başkanı / Moderator
Hilmi BENGİ
Anadolu Ajansı Genel Müdürü
General Director of the Anatolian Agency
Katılımcılar / Panelists
Erdal ÖZYAĞCILAR
Sinema Sanatçısı / Türkiye
Actor, Turkey
Luka BRAILO
Novi List Gazetesi / Hırvatistan
Journalist, Daily Novi List, Croatia
Srdjan KUSOVAC
Pobjeda Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni/Karadağ
Chief Editor, Daily Pobjeda, Montenegro
58 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Hilmi BENGİ
Oturumun birinci bölümünde medya konusuna değinildi. Daha çok medyanın barışa
katkısı üzerinde duruldu. Bu oturumda ise ağırlıklı olarak kültürlerin barışa, demokrasiye katkısı ve Balkanlar’da demokratikleşme sürecinde çok-kültürlülüğün payı üzerinde
durmaya çalışacağız. İzniniz olursa, girişte ben birkaç şey ifade etmek istiyorum. Sayın Başbakan Yardımcımızın sunumlarında belirttiği gibi medyanın kullandığı dil çok
önemlidir. Nur Hanım da, Kardak krizi sırasında medyanın rolü ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. O süreci biz de somut olarak yaşadık.
Balkanlar’da medya konusunda atılmış somut bir adım var: Balkan Ülkeleri Haber
Ajansları Birliği. Bu birliğin kurucularındanım. Anadolu Ajansı (AA) olarak biz de bu birliğin kuruluşunda yer aldık. Balkan Haber Ajansları Birliği (BHAB), Balkanların demokratikleşme süreçlerinde çok önemli bir görev üstlenmiştir. Kardak krizi sırasında eski
BHAB Sekreteri Kouzinopoulos’un ifade ettiği önemli bir husus var: “Yunanistan ile
Türkiye’nin haber servisleri ANA ve AA’nın sorumlu bir habercilik takip etmesiyle kriz
büyümeden aşılabildi.” Ben de bu görüşü paylaşıyorum. ANA’nın değerli koordinatörü
de aramızda bulunuyor; kendisi de bana katılacaktır.
Değerli konuklar,
Balkanlar için önemli bir mekân olan Bursa’da Balkanlar’la ilgili konuları tartışırken
çok-kültürlülük konusu önem arz ediyor. Son zamanlarda özellikle sinema sektörü ve
dizi piyasasına çok-kültürlülüğün önemli bir katkı sağlandığını düşünüyorum. 10 Kasım 2010’da Makedonya’da bir toplantı düzenlenmişti. Basın-Yayın ve Enformasyon
Genel Müdürümüzün de katıldığı o toplantı vesilesiyle Üsküp’te bulunduğumuz dönemde televizyonları açtığımız zaman her kanalda bir Türk dizisi ile karşılaştık. Burada
hemen yanımda değerli sinema sanatçısı Sayın Erdal Özyağcılar var; kendileriyle birlikte Sisam ziyaretimiz olmuştu. Yabancı Damat dizisinin baklavacı kahramanı Sayın
Özyağcılar’ı orada Yunan halkının nasıl bağırlarına bastıklarını bizzat ben müşahede
ettim. Çok- kültürlülükte medya kadar değerli sinema sanatçılarının da çok önemli
katkıları var. “Elveda Rumeli” dizisinde Sayın Özyağcılar çok önemli bir rol üstlendi
ve sadece Makedonya’ya Türkiye’yi taşımakla kalmadı, aynı zamanda o coğrafyaya
Türkiye’yi götürdü. Ben fazla uzatmadan sözü Sayın Özyağcılar’a bırakmak istiyorum.
Deneyimlerini ve gözlemlerini anlatmasını kendilerinden istirham ediyorum.
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
Hilmi BENGİ
We talked about media in the first session. We touched
upon the contribution of the media to the peace. In this
session, we are going to mainly talk about the contribution of cultures to the peace and democracy, and the
share of multiculturalism in the process of democratiziation in the Balkans. As our Deputy Prime Minister pointed
out in his opening speech, the language used by the media is of major importance. There were some evaluations
about the role of the media during the Imia/Kardak crisis. We concretely experienced
that process as well. There are some concrete steps taken about media and one of
them is the “Association of Balkan News Agencies”. I am one of the founders of the
Association. We, as Anatolian Agency, are one of the founders of this association.
The Association of Balkan News Agencies undertook a major mission in democratization process of the Balkans. There is a significant word of the former secretary of
the association, Mr. Kouzinopoulos about the Imia-Kardak crisis. Both ANA Agency
of Greece and Anatolia Agency of Turkey did their part as responsible journalism
agencies and we achieved to avoid this crisis to climb up thanks to this responsible
journalism. Distinguished coordinator of ANA Agency is here with us today and I’m
sure he is going to share my view in this.
Distinguished Guests,
Multiculturalism is of major importance in discussing the topics about Balkans in
Bursa which is a prominent place for Balkans. I believe that movie sector and show
business substantially contributes to multiculturalism particularly in recent years. A
meeting was held in Macedonia on November 10. During our visit to Skopje for this
meeting to which our Director-General of Press and Information participated as well,
it was all Turkish tv series on the televisions whenever we turned on tv. Distinguished
Actor Erdal Özyağcılar is here with us today. We visited Samos with him. I personally
witnessed how Mr. Özyağcılar, the famous baklava master in the tv series of Yabancı
Damat, was embraced by the Greek people out there. Our distinguished artists as
well as the media substantially contribute to multiculturalism. Mr. Özyağcılar has
undertaken a major role in the series called Elveda Rumeli and he did not only carry
Turkey to Macedonia but also took Macedonia to Turkey as well. Before concluding
my words, I would like to give the floor to Mr. Özyağcılar. I would like to ask him to
tell about his experiences and observations.
/ 59
60 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Erdal ÖZYAĞCILAR
Elimde bir metin var ve bunu bir haftadır çalışıyorum. Sayın Başbakan Yardımcımıza
da söyledim. Benim için heyecanlandırıcı olan, Balkan Ülkeleri Demokratikleşme Süreci Çok Kültürlülük Medya Forumu. Metni ezberledim, ama arada bir bakacağım. Ana
başlıkla başlayayım.
Kıymetli misafirler, medya mensupları, bilim insanları, değerli katılımcılar hepiniz
hoş geldiniz.
Biz tiyatrocular alkışa çok meraklıyızdır, ilk önce alkışları alalım. Benim burada olmamın üç ana sebebi var: Birincisi ben Bursalıyım. Yani ben sizlere hoş geldiniz, diyorum. Doğma büyüme Bursalıyım ve iki yıl evvel Elveda Rumeli dizisiyle Makedonya’ya
gittiğimizde iki buçuk yıl boyunca manastırda kaldım. İki buçuk yıllık da Bitolalıyım.
Oradaki insanların bize gösterdikleri sıcak tavırlar hala yüreğimdedir. Üçüncüsü de
Forum başlığıdır: Balkan Ülkeleri Demokratikleşme Süreci Çok Kültürlülük Medya Forumu. İşimin arasında böyle bir davet alınca koşa koşa geldim. Şu anda set var, yarın da sete gideceğim ama burada olmaktan mutluyum. Balkanlar benim için olduğu
kadar ülkemiz insanı için de çok önemli bir bölgedir. Paylaştığımız tarih itibariyle yoğun duygular yaşadığımız, sevinçleri ve üzüntüleri geçmişten geleceğe taşıdığımız bir
yerdir. Bursa da geçmişten günümüze konumu itibariyle önemli bir kenttir. Sevgiyle
birlikteliğimizi paylaşacağımız misafirlerimizle bu güzel kentin ara sokaklarında dolaştığımızı düşünelim. Aslında ne kadar çok birbirimize benzediğimize, tarihsel dokudaki değerlerin aynılıklar taşıdığına tanık olacaksınız. Ben buna Bitola’da tanık oldum,
Bursa’dan hiç farkı yoktu. Sadece görsel anlamda değil, insan dokusu, insan ilişkileri,
duyguları, bana sanki Bursa’nın herhangi bir mahallesinde dolaşıyormuşum hissi verdi. Eğer sizler de yeşil Bursa’mızı dolaşırsanız, benim Bitola’da hissettiğim duyguları
hissedeceğinize inanıyorum.
Şimdi size biraz mesleğimden bahsedeyim. 1966 yılında bu mesleğe atıldım ve kırk
beş yıldır faal olarak çalışıyorum. Ben bu topraklardaki halkı yansıtan yapıtlarda yer
almayı tercih ediyorum. Avrupa’dan Asya’ya halkların karakterlerini, acılarını, sevinçlerini, geçmişlerini, bugünlerini ve geleceklerini canlandırdım. Onların bir parçası oldum
ve onları kendi parçam haline getirdim. Bu benim için büyük bir kazanım ve paha
biçilmez bir deneyim oldu. Günümüzde her türlü sanat eserinin duygusal ve düşsel etkileme gücü, toplumlar üzerinde büyük bir belirleyicidir. Bir eylem biçimi olarak sanat,
insanın ve doğanın karşılıklı etkileşimidir. Bu özelliğiyle sanat, toplumsal bir karakter
taşır; yaratıcıdır, uzlaştırıcıdır ve evrensel değerleri bulma çabasıdır. Burada sanatı
demokratikleşme ve çok-kültürlülük süreçlerine oturttuğumuzda ortaya sanatçılar çıkıyor. İnsanlık tarihinin en eski kıtasının bir ucundan bir ucuna, Troya’dan günümüze
Anadolu’yu, Rumeli’yi sahiplenmiş tüm halkların resmini görüyoruz.
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
Erdal ÖZYAĞCILAR
I have a text which I have been studying on for a week.
This forum, with its sub-text of the Balkan Countries’ Democratization Process and Multiculturalism, really makes
me excited. I have memorized this text but I am going to
look at it now and then.
Distinguished Guests, Press Members, Scientists, Participants,
I would like to welcome you all. There are three reasons why I am here today. One
of them is that I am originally from Bursa. So, I personally welcome you all. We went
to Macedonia two years ago for Elveda Rumeli serial and stayed in Bitola for two
and a half years. The warm welcomes of the people over there are still in my heart
today. The third reason is that I am really interested in the title of this forum which
is called the Balkan Countries’ Democratization Process and Multiculturalism. When
I received such an invitation, I did not hesitate to come here today. We are actually
shooting the series right now and I am going to get back there tomorrow but I am
truly happy to be here today. Balkans is an important region which is not only to me
but also to the people of Turkey. It is a region where we share the common joy and
grief and carry these to the future. Bursa is also of a major importance in terms of
its position from past to present. Let us think for a second that we walk in the side
streets of this beautiful city with our guests. You are going to see how much we look
like one another and values in historical structures have many things in common. I
personally witnessed this in Bitola.
There is no difference compared to Bursa. Not only visual images but also people,
relationships and sentiments made me feel as if I was in a neighborhood of Bursa.
If you take a walk in the streets of Bursa, you will, I believe, feel what I felt in Bitola.
Now I would like to talk about my profession. I broke into this profession in 1966 and
I have been actively working for 45 years now. I prefer to be in the productions reflecting the people in these lands. I played the character, grief, joy, past, present and
future of the people ranging from Europe to Asia. I have become a part of them and
I have made them a part of myself. This is a valuable gain and experience to me. The
emotional and fictional influence of any kind of art is a major determiner on societies
today. The art, as a form of action, is the mutual communication of the people and
the nature. It bears a social character in this sense. It is peace-keeper and an effort
to find global values. It is the artists coming up when we place the art in the process
of democratization and multiculturalism. We see images of all the people, ranging
from Troy to Anatolia and Rumelia, embracing these regions in the oldest continent
of mankind.
Culture is moral and material values created in historical-social development process.
It is the sovereignty scale of the people on their natural and social environment. Any-
/ 61
62 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Kültür ise, tarihsel-toplumsal gelişme sürecinde yaratılan maddi ve manevi değerlerdir. İnsanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösterir. Ne zaman
ki evrensel değerleri fiziki sınırlara sahip bölgelere ayırmaya başlamışız, acıları ve sorunları belirli kalıplara sokmuşuz ve kendimize uygun şekillere dönüştürmüşüz, işte o
zaman ayrışmayı da hayatımızın bir parçası haline getirmişiz. Bu da insanlığın büyük
bir yanılgısı ve ayıbıdır. Anadolu, Rumeli ve Balkanlar şeklinde bir sıralama yapılsa da,
yaşadığımız zaman dilimine, günümüz toplumlarına baktığımızda tüm kültürlerin birbirinden fazlasıyla etkilendiğini ve barış içinde yaşamak zorunda olduğunu da kolaylıkla
görebiliriz. Bize en uzak kültürlerden başlamak üzere, çok kültürlülüğün gelecekte ortak bir yaşam biçimi, yeni bir demokrasi biçimi olarak yer alacağını söylemek kehanet
sayılmaz. Dil, din, ırk, tarih ve coğrafya farklılıklarına dayanan çok-kültürlülük, sınırdaş
toplulukların demokratik kültür seviyesini de belirlemektedir. Çok-kültürlülüğü bireysel
özgürlükler bazında toplumsal ve siyasal yapının parçası olarak görebilen, kabul edebilen ülkelerin siyasal kimliğini ve özgürlüklerini korumada daha başarılı olduklarına tanık oluyoruz. Sanatçı olarak ben siyasal ve tarihsel açıdan daha fazla konuşamam. Bu
başlı başına bir bilim dalıdır. Dilimin döndüğünce bir şeyler söylemeye çalıştım. Ben
size üst başlıkta dil, din, ırk, tarih ve coğrafya farklılıklarına dayanan çok-kültürlülükten
bahsettim ve çektiğim dizilerden örnek vererek sözlerime devam etmek istiyorum.
Yabancı Damat dizisinde baklavacı Kahraman’ı oynadım. Kızıma da Yunan genç Niko
âşık oldu. Ben de babayım ve o dizide Niko hayatımızın merkezi haline geldi. Aynı
zamanda yüzyılları paylaştığımız insanlarla yarattığımız ortak değerleri de görebilmek
ve gösterebilmek mümkün oldu. Mesela İskeçe’de bir tatlı festivaline katıldım. Oraya
beni çağıran Yunan tatlıcı beni evine götürdü ve “Ben burada oturuyorum, bunlar kızlarım. Ben de senin gibi kızıyorum, ben de çok bağırıyorum, ben de çok geleneklerime
bağlıyım. Benim kızım da senin kızın gibi yapsa ona da bağırırım. Sen bensin.” dedi.
Yani İskeçe’de bir tatlıcı, Gaziantep’teki bir tatlıcıyı ortak kültürün getirdiği jestlerden
ötürü kendine çok yakın buluyor. Kesişme noktaları burası herhalde.
Sonra “Elveda Rumeli” dizisinde sütçü Ramiz rolünü oynadım. Biz orada Balkanlar’ın
hatıra defterlerini açtık. Hani vardır ya hatıra defterlerinde küçük fotoğraflar; biz onları
açtık ve orada yaşadığı toprakları terk edenleri, Dimitri’yi ve Yorgo’yu, acı da olsa aynı
kaderi paylaştıklarına şahit ettik sizleri. Şimdi Karadağlar dizisinde güçlü ve acımasız
bir karakter olan Hâlit’i oynuyorum. Orada da bir Malika’yı, bir Eleni’yi görüyoruz. Onun
da sevgisinin sıcaklığına, şefkatine muhtaç kalıyoruz. Hüzünlerimiz ortak bir süzgeçten geçerek bugünlere taşınıyor. Dolayısıyla bizim hayatlarımız kavga ve ayrışma üzerine kurulu değil. Hayatlarımız barış içinde bir arada yaşama çerçevesinde kurulmalıdır
ve birlikte yapabileceklerimizin de neler olduğunu bulmaya bir an önce başlamalıyız.
Gelelim medyaya... Medya, sanatçılarla magazincilerin kavgasından ibaret değildir.
Medya başta biz sanatla uğraşanlar olmak üzere toplumların vazgeçemeyeceği bir
güçtür. Eğer medya olmasa Kahraman’ı, Ramiz’i, Halit’i ve bunların yarattığı değeri
kimse bilmez. Karşı kıyıya da gitmez, hatta dünyayla da paylaşamayız. Bunu medya üzerinden paylaşıyoruz. Ayrıca medya, kadının toplumdaki yerinin korunmasına,
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
time we began to divide the global values in the regions with physical borders, then
we stereotyped the griefs and problems and transformed them into the shapes of
our own interest. Then the disintegration became a part of our lives. This is a shame
on humanity. When we look at our modern socities, we can easily recognize that all
the cultures are affected by one another and they have to live together in harmony. It
would not be a prophecy to say that the multiculturalism will be a common life style
and a form of a new democracy in the future. The multiculturalism, depending on
differences in language, religion, history and geography, determines the democratic
cultural level of the societies which share the common borders. We witness that
countries, regarding the multiculturalism as a part of social and political structure,
succeed more in protecting their political identity and freedom. I, as an artists, can
not talk about politics and history more. It is a science on it’s own. I have tried to do
my part as much as I could. I would like to proceed with the serial I played in if we
talk about multiculturalism depending on differences in language, religion, history
and geography.
I played the role of Kahraman who was a baklava master in the serial called Yabancı
Damat. The Greek youngster Niko fell in love with my daughter and then Niko had
been the center of our lives. It was also possible to display the common values we
created with the people we share the centuries. I, for example, took part in a dessert
festival in Xanthi. The Greek dessert artisan, who invited me there, took me to his
home and said ‘’I live here and these are my daughters. They make me pissed off
too. I shouted at people a lot as well. I am a man of traditions just like you. I would
do the same if my daughter does what your daughter did. You are me’’. So, a dessert artisan in Xanthi is just like the one in Gaziantep as a result of the gestures of the
common culture. I think this is where they intersect. After then, I played the role of
Sütçü Ramiz in Elveda Rumeli. We opened the diary of the Balkans over there. You
know how there are little photos in dairies. We opened them and made you witness
that those who left their lands, Dimitris and Yorgos share the same destiny even if
it is a sad one. Then, in the series of Karadağlar, I play the role of Halit, a merciless
character. We see Malika ve Eleni in the series. We are in need of the warmth of her
love and compassion. Our griefs come to present through the filter of time. So, our
lives are not based on fight or conflict. It should be based on harmoniously living
together in peace.
We need to work on what we can do together. As to the media, it is not made of
only the conflict between magazine reporters and artists. Media is an indispensable
power for societies particularly for artists. Without the media, no one would know
about Kahraman, Ramiz or Halit and the values they have created. No one would go
across the coast or we could not share all these values with the world. Media makes
this possible. Media also paves the way for protection of the women within the society, auditing the government, making minorities heard, enriching the democracy and
keeping the multiculturalist life style. Media is actually what we would like to see.
That is the responsbility of the media. Because when we take a look at the previous
/ 63
64 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
halkın yönetimi denetlemesine, azınlıkların seslerinin duyurulmasına, demokrasinin
zenginleştirilmesine ve çok-kültürlü yaşamın kollanmasına da olanak sağlıyor. Medya
aslında ne görmek istediğimizdir. Medyanın sorumluluğu da budur. Çünkü bir kuşak
öncesine kulak verdiğimizde ne yazık ki büyük çoğunlukla acıları, göçleri, terk edilen
vatanları ve geride bırakılanları duyarız. Barış dolu bir dünyada yaşamak istiyorsak,
özgürce geleceğe bakmayı arzuluyorsak, ekranlardaki Ramiz’in, Kahraman’ın, Hâlit’in,
Malika’nın, Alex’in, Niko’nun, Eleni’nin, Dimitri’nin yüreğinden geçenleri ve umutlarını
da görmeye çalışmak zorundayız. Artık acıları değil, sevgileri ve dostlukları paylaşmalıyız. Daha da önemlisi, artık birbirimizi anlamaya çalışmalı ve ortak bir gelecek kurmak
için beraberce çaba harcamalıyız. Sağ olun.
Sözlerime son verirken sizleri bu doğa harikası yeşil Bursa’da ağırlamaktan, sizlerle ortak duyguları paylaşmaktan büyük mutluluk ve onur duyduğumu ifade etmek isterim.
Çok teşekkür ediyorum. Hem benim için, hem ülkem için ve hem de aynı değerleri
paylaştığım halklar için karşılıklı diyalog kanalları oluşturabilecek, bunları geniş coğrafyadaki kamuoyuna yansıtabilecek insanları bir araya getiren, başta Başbakanlık BasınYayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar
Merkezine, değerli yöneticileri ve personeline çok teşekkür ediyorum. Ayrıca bizleri
konukseverliğiyle ağırlayan Valilik makamına da müteşekkirim. Tüm Bursa halkına ve
hemşerilerime sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Tekrar hoş geldiniz.
Luko BRAILO
Beni buraya davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizlere, Hırvat medyası ile son
15-20 yılın genel manzarasından bahsedeceğim. Oldukça küçük bir ülke olmamıza
rağmen ülkemizde pek çok gazete, dergi ve mecmua bulunmaktadır. Günlük gazetelerin baskı sayıları oldukça yüksek olmakla beraber kamu televizyonculuğunun yayıncılık anlamında dört güçlü rakibi bulunmaktadır. 2002 yılından 2007 yılına kadar
medyadaki reklam oranları oldukça iyi seviyelerde seyretmiş ve reklamlar etkisi güçlü
olan medya araçları olmuşlardır. Medya gelirlerinin yarısı bu reklamlardan gelmektedir. Fakat son yıllarda yaşanan ekonomik krizler ve daralmalar bu dönemin de sonu
olmuştur. Gazetecilerin sosyal durumları giderek daha da zorlaşmıştır. Prodüksiyon
maliyetlerinde kısıntıya gidilmiş, yarı zamanlı çalışanlar işten çıkarılmış ve gazeteciler
işsiz kalmıştır. Geçen yıl medyada reklam gelirleri yüzde otuz-kırk oranında düşüş göstermiştir. Medya patronları maalesef sarı gazetecilik anlayışının baskı sayılarını belli
bir seviyede tutacağı ve eski reklam gelirlerine tekrar ulaşacakları gibi bir yanılgı içindedirler. Günlük gazeteler giderek birbirine benzemeye başlamaktadır. Sonuç olarak
aynı gazete içinde analitik, toplumu ilgilendiren makaleler yerine suç, şov dünyası ve
ünlüler ile ilgili haberler daha çok okunur hale gelmiştir.
Formatlarına ve genel yapılarına bakacak olursak, Hırvatistan’daki günlük gazeteler
daha çok küçük gazete şeklindedir. Maalesef gazeteciliğin temel ilkeleriyle doğru ve
eksiksiz haber iletme olgusu özel medya sektöründe unutulmuştur. Bu durumda ga-
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
generation, what we mostly see is grief, immigrations, abandoned lands and those
left behind. If we would like to live in a peaceful world and freely look into future, then
we have to try to see what’s going on in the hearts of Ramiz, Kahraman, Halit, Alex,
Niko, Eleni and Dimitri and their hopes. We need to share love and friendship, not
the grief and pain. More importantly, we need to try to understand each other and
work on a common future. Before concluding my words, I would like to express my
pleasure and honor to host you in Bursa and share these common values with you.
I would like to thank the Office of Prime Minister, Directorate General of Press and
Information and Ministry of Foreign Affairs, Center for Strategic Research, their managers and personnel for bringing these people together in an environment to develop
dialogue channels for the people with whom I share the same values. I also would
like to thank the Governor for their extraordinary hospitality. I express my gratitude to
the people of Bursa. I would like to welcome you all once again.
Luko BRAILO
Thank you for inviting me here. I will tell you about the
general view of the last 15-20 years of Croatian media.
We have many newspaper, magazines and periodicals
even though we are a relatively small country. Although
the daily circulation of the newspapers are quite high,
public broadcast have four tough competitors in terms
of broadcasting. Advertisements in the media have hovered high between 2002 and 2007 and become the most
effective media tools. Half of the income of the media comes from these advertisements. However, the recent economic crisis and contractions have brought an end
to this period.
Social status of the journalists has worsen. There has been a cut in production expenditures. Freelance employees have been fired and journalists have been unemployed. Last year, advertising incomes in the media decreased at the rate of 30-40
%. Media bosses unfortunately are mistaken thinking that yellow journalism will keep
the circulation at a certain level and they will reach to the advertising incomes they
had before. Daily newspapers begin to look like one another. As a result, there are
more news about crime, show business and celebrities instead of analytical and
social-oriented news. When we look at their formats and general structures, daily
newspapers in Croatia are mostly tabloids.
Unfortunately, the basic principles of journalism and complete news messages have
been forgotten in private media sector. In this case, the journalism is no more the
primary supporter of democracies with an auditing, critical and corporate structure.
The most powerful media bosses do not want to accept that they made big fortunes
in the first half of the last ten years. Profit rates in the media are about 20 percent.
/ 65
66 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
zetecilik artık demokrasilerin temel destekleyicisi, denetimcisi, eleştiricisi ve kurumsal yapısı olan bir organ olmaktan çıkmıştır. En güçlü medya patronları da son on yılın
ilk yarısında büyük servetler kazandıklarını pek kabul etmek istemezler. Medyadaki
kâr oranları yüzde yirmi civarındadır. Fakat bu kâr, medyaya veya gazeteciliğe yatırım
olarak geri dönmemektedir. Bu paralar daha çok gazetecilik dışında alanlara da yatırım
yapan ortaklar arasında bölüşülür.
Siyasetin gazeteciliğe doğrudan etkisi son on yılda biraz daha azalmıştır. 1990 yılında
hükûmeti destekleyen medyadaki bölünmenin ardından medya üzerindeki siyasi güç
giderek daha da karmaşık hale gelmiştir. 2000 yılından bu yana medya sahipleri ve
reklamcılar iç içe geçmişlerdir. Siyasiler yerinde saymış, etki edilmeye devam edilmiş,
Hırvat televizyonu ve özellikle yerel medyadaki gazeteciler yerel medya patronlarından
büyük baskılar görmüştür. 1990’larda Franjo Tudjman’ın iktidarı süresince Hırvat televizyonu hep siyasi etki altında kalmıştır. Hırvat televizyonu yeni on yılın ilk devresinde
büyük bir siyasi etki yaratmıştır. Fakat medya son yıllarda giderek güçlenmektedir.
Kendi gazetecilerine hakaret etmesi sebebiyle Hırvat Televizyonu Genel Müdürü bir
ay önce görevden alınmıştır ve o günden bu yana Hırvat Televizyonu sadece müdürler
ve yazı işleri müdürleriyle yoluna devam etmektedir. Bu geçici yönetim siyasi ve sosyal konulara değinen bazı programları kaldırmıştır. On yedi yıl sonra birçok ödül almış
olan ünlü talk şov programı “All Around the World” yayından kaldırılmıştır. Daha sonra
yirmi üç yerel televizyon özel sektöre satılmıştır. Hırvat radyosunun yüzde ellisinden
fazlası kısmen veya tamamen yerel hükûmetlerin yönetimine girmiştir. Biz gazetecilerin hatırlamak istemediği iki tarih vardır: 23 Ekim’de National Weekly gazetesi sahibi
ve yazı işleri müdürü Ivo Pukanic ve pazarlama müdürü Niko Franjic gazete binasının
dışında uzaktan kumandalı bir bombanın patlaması sonucu öldürülmüşlerdir. Bu iki
isim, barış dönemi Hırvatistan’ındaki ilk basın şehitleridir ve savaş sırasında da bu
konuda pek çok insan kurban olmuştur. Bunların birkaçının saldırılara katıldığı tespit
edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesi bu iki gazeteciyi öldürenlerden birine dört yıl,
diğerine de üç yıl hapis cezası vermiştir. Fakat bu cinayetlerin ardında kimin olduğu
ve neden yapıldığı hâlâ belirsizliğini korumaktadır. Aynı yıl 3 Haziran’da, ülkenin en iyi
araştırmacı gazetecilerinden biri olan Dusko Miljus vahşi bir saldırıya uğramıştır. Polis bunu yapanların cinayete teşebbüs ettiklerini tespit edip, sanıkları birkaç ay önce
içeri atmıştır. Başka Hırvat gazeteciler de geçen yılı polis korumasıyla geçirmek durumunda kalmıştır. Son yirmi yılda Hırvatistan’daki gazetecilere yönelik tehditler gazete
sayfalarına da yansımıştır. Adalet Bakanlığı çalışma grubunun katkılarıyla ortaya çıkan
yeni ceza yasası, gazeteciler ve gazeteci özgürlüğüne saldırı ihtimalini daha da artırmıştır. Bilirkişiler, olası hapis cezasının yeniden yasaya konulmasını öneriyorlar. Bir yıl
hapis cezası alma durumu Hırvatistan’da 2006 yılında kaldırıldı.
Hırvat Gazeteciler Birliğinin ilgilendiği konu, şu anda medyada yaşanan değişimlerdir. Haber dairelerimizin özgür olmasını ve yazı işleri müdürünün belirlenmesinde etki
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
But this profit do not return to the media or journalism as an investment. This money
is mostly shared among the shareholders who also invest in the fields other than
journalism. The direct influence of the politics on journalism has been decreased
a little bit more in the last ten years. After the division in the media supporting the
government in 1990, the political power has been more and more complex. Since
2000, media owners and advertisers have intertwined. Politicians made no progress
and the pressures went on. The journalists in Croatian television particularly the ones
in local media were under the pressure of local media bosses. During the office of
Franjo Tudjman in 1990s, Croatian television was always under political pressure. The
Croatian television created a major political influence in the first half of the new ten
years. Director-General in the Croatian television was fired due to his insults to his
own journalists and since then the Croatian television moves on only with managers
and editors in chief. This interim management put some programmes with topics
of politics and social issues aside. The famous talk show programme all around the
World, which has received many awards, was removed from broadcasting after 17
years in broadcast.
After then, 23 local televisions were sold to the private sector. More than half of
the Croatian radio partly or completely came under the rule of local administrations.
There are two dates that we, as journalists, do not like to remember. On October 23,
Ivo Pukanic, the owner of National Weekly newspaper and editor in chief, and the
marketing manager Niko Franjic were killed with the explosion of a remotely controlled bomb just outside of the newspaper building. These two names are the first
press martyrs in peacetime Croatia and many people were the victims about this issue in wartime. The court of first instance sentenced one of the killers in 4 years in jail
and the other one 3 years in jail. However, it is still unknown who is behind these killings and what the motive was. Dusko Miljus, one of the best investigative journalists
in the country, was brutally attacked in the same year on June 3. Police found out that
those who did this were trying to attempt to murder and caught the suspects and put
them in jail a few months ago. Some other Croatian journalists had to spend last year
with police protection. In the last 20 years, threats against the Croatian journalists
have been reflected on newspapers as well. The new penal code, developed with the
contributions of the working group in Ministry of Justice, increased the possibility to
attack the journalists and their freedom. Experts suggest to put the jail sentence in
the code again. One year sentence was abolished in Croatia in 2006. The interest of
the Croatian Journalists Union is all in ongoing changes in the media. We want our
news departments to be free and to have an influence in naming the editor in chief.
We also work on a media council which is trilateral, self-auditing and consisting of
publishers, broadcasters, public representatives and journalists. On July 1, 2009 the
day the Prime Minister Ivo Sanader resigned due to an unknown reason, there was a
political rebellion. This resignation and what happened after then affected the media
as well. There were some rumours that European politicians wanted this to happen
due to the investigations about corruption.
/ 67
68 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
etmemesini istiyoruz. Aynı zamanda üç taraflı, kendi kendini denetleyen, yayıncılar,
halk temsilcileri ve gazetecilerden oluşacak bir medya konseyi üzerinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. 1 Temmuz 2009 tarihinde, Hırvatistan’da Başbakan Ivo Sanader’in
bilinmeyen bir nedenle istifa ettiği gün siyasi bir ayaklanma olmuştu. Bu istifa ve
arkasından yaşanan gelişmeler doğal olarak medyayı da etkiledi. Hatta Avrupalı siyasetçilerin yolsuzluk soruşturması sebebiyle bunu istediklerine dair söylentiler çıkmıştı.
Hırvat Parlamentosu, Başbakanın dokunulmazlığını kaldırdı. Uluslararası bir tutuklama
emri çıkarıldı. Çünkü kendisi daha sonradan yakalandığı Avusturya’ya kaçmıştı. Hâlâ
Salzburg’da gözaltında. Son yirmi ayda yolsuzlukla ilgili pek çok soruşturma açıldı.
Eski bakan yardımcısı bu süreçte mahkemede suçlu bulundu. Medya ise, başbakanın
istifasından sonra çeşitli skandalların ortaya çıkmasıyla 2009 yılının ikinci yarısında
canlanmaya başladı. Fakat bazı okuyucular, bundan sıkıldı ve skandallara olan ilgisini
kaybetti. Bunun sonucunda baskı sayıları düştü. Internet gazetelerinin sayısı da bu
dönemde yükselişe geçti. İnanıyorum ki, son yirmi yılda Hırvat medyası, Hırvat siyasi
partileri ve siyasetçilerinden de fazla demokratikleşme ve insan haklarının korunması
konularında Hırvat halkının yanında olmuştur. Gazeteciler ve medya 90’lı yıllarda skandalları ardı ardına ortaya çıkarınca yargı zamanında hareket etmedi. Hatta siyasetçileri
ve diğer güç odaklarını korumak için kılını bile kıpırdatmadı.
Durum giderek değişiyor. Hırvatistan’ın Avrupa Birliğine (AB) üye olma süreci, Hırvat
halkının nihayetinde etkili bir yargıya kavuşmasına, toplumda ve siyasette Avrupa kıstasını hayata geçirmesine izin verecektir. Bu bizim temennimizdir. Biz burada medyadan bahsederken, Zagreb’den bir meslektaşım temel hakların korunması ve sosyal
şartların iyileştirilmesi için büyük bir protesto eylemi hazırlığı yapıyor. Beni dinlediğiniz
için çok teşekkür ediyorum.
Srdjan KUSOVAC
Bir gazeteci olduğum ve en etkili yol olduğunu düşündüğümden sizlere kişisel bir
öykü anlatacağım. Bundan on yıl önce, henüz genç bir babayken akrabalarımdan biri,
hangi ulusal ve kültürel değerlere göre çocuğumu yetiştireceğimi sormuştu. Benim
ve eşimin farklı etnik kökenlerden geldiğimizi bildiği için çocuğumuzu yetiştirirken
hangi kimliği seçeceğimizi merak ediyordu. Çifte vatandaşlığınız var, aileniz de birkaç Balkan ülkesinde yaşıyor. Çocuğunuz için hangi kimliği seçeceksiniz? diye sordu.
Arnavutluk mu, Karadağ mı yoksa Sırbistan mı? Ben de, hepsi, diye cevap verdim.
Çok uluslu bir toplumda büyümek Avrupa’da gayet normal karşılanan bir şeydir. Batı
Avrupa kimliği için bu yıllardır böyle olmuştur. Maalesef, Balkanlar’da, özellikle de eski
Yugoslavya’da iki etnik köken durumu o kadar da sıra dışı bir şey değil, fakat tartışılması sakıncalı görülen bir konudur. Bir kimlik mutlaka diğerine üstün gelmelidir. Eşitlik
söz konusu bile değildir. Mücadeleler sonucunda Avrupa, birbirine engel olmak bir
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
The Croatian parliament lifted the immunity of the Prime Minister and issued an international order of arrest since the Prime Minister had already escaped to Austria
where he was eventually caught. There have been many legal cases in the last 20
months about corruptions. Former Deputy Minister was found guilty in this process.
Media came to life in the second half of 2009 after some scandalds broke out following the resignation of the Prime Minister. But, some readers got bored of this and
lost interest in scandals. As a result, circulations decreased. Internet newspapers
started to rise up in the same period. I believe that the Croatian media has been with
the Croatian people more than Croatian political parties and politicians in democratiziation process and protection of human rights. The judiciary did not act on time after
the journalists and the media unveiled the scandals one after another in 90’s. They
did not do anything so as to protect the politicians and other power groups. The situation is gradually changing. The EU accession process of Croatia will help Croatian
people have an effective judiciary and EU criteria in both social and political life. This
is what we hope. While we are talking about media here, one of my friends make arrangements for a major protest about the protection of fundamental rights and social
standards. Thank you very much for your attention.
Srdjan KUSOVAC
I will tell you about a personal story since I am a journalist and personal stories are the most effective ones. Ten
years ago as a young father, one of my relatives asked me
according to which national and cultural values I would
raise my kid. Since he knows that I and my wife come
from different ethnicity, he was curious about which identity we would choose. He said, ‘’You have two citizenships and your family lives in a couple of Balkan countries.
Which identity are you going to choose for your kid? Is it
Albanian, Montenegrin or Serbian?’’ And I said, all of them. It is quite normal to grow
up in a multinational society in Europe. This has been the case for Western Europe
identity. Unfortunately, two ethnicity is not something ordinary in Balkans particularly
in former Yugoslavia. One identity must prevail on the other. Equality is out of question. After years of struggle, Europe has been a place where various nations can live
in harmony in cultural matrix completing one another. Protests pulled the continent
out of this deadlock and created an environment where at least cultural cooperation
made progress a lot.
But this situation has worsen nowadays since the concept of multiculturalism is still
regarded as something impossible in the Balkans. My situation is no different than
the others. There were millions of marriages between the nations and confederations in former Yugoslavia in the eve of war. This was a perfectly normal situation
in former Yugoslavia and Europe but we can’t see these things happen anymore.
/ 69
70 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
yana birbirini tamamlayan kültürel matrislerde farklı ulusların bir arada yaşayabildiği
bir kıta olmuştur. Protestolar, en azından kültürel işbirliğinin giderek geliştiği bir ortam hazırlamıştır. Bu durum şu günlerde yara almaya başlamıştır. Çünkü Balkanlar’da
çok-kültürlülük algısı hâlâ imkânsız olarak görülmektedir. Benim durumum da diğerlerinden farklı değil. Eski Yugoslavya’nın son zamanlarında, savaş arifesinde uluslar
ve konfederasyonlar arasında milyonlarca evlilik oluyordu. Bu Eski Yugoslavya ve
Avrupa’da oldukça normal sayılabilecek bir durumdu, fakat artık bunları pek göremiyoruz. Eski Yugoslavya’nın yarattığı düşmanlıkların nasıl inşa edildiğine şahit olduk.
Savaştan yaklaşık on beş yıl sonra eski Yugoslavya ve yeni bir nesil beraber büyüdü;
bu neslin içi nefretle doldurulmuştu. Bizim tarafın iyi, karşı tarafın kötü olduğu düşüncesine genellemeler, önemsizleştirme çabaları, aşağılamalar, inkârlar ve sahtekârlıklar
eşlik etti. Eski Yugoslavya’da olduğu kadar kan gölüne dönmeyen diğer Balkan ülkelerinde de durum pek farklı değildi. Tek fark akan kanın miktarıydı.
Burada bundan on-on beş yıl sonra ülkeyi devralacak nesilden bahsediyoruz. Bu noktada da “Bu nesli güzel bir çevrede yetiştirebilecek miyiz?” sorusu akıllara geliyor.
Farklı etnik kökenden gelen insanlar, onlar ve bizim için neden bu kadar önemli? Çünkü onlar bütün bu farklılıkları bir kenara bırakarak ve Balkan milliyetçilerine aldırmadan
tek bir çatı altında bir araya gelebiliyorlar. Köstek olmak yerine, farklılıkları ortadan
kaldırıp yeni ufuklara yelken açıyorlar. Fakat bu tür yaşamlar benim ülkemde kabul
edilmiyor.
Burada cevaplanması gereken, “Bunu halka nasıl yayabiliriz?” sorusudur. Medya bu
süreçte önemli bir rol oynamalıdır. Bu noktada bir başka sorun daha ortaya çıkıyor.
Günümüz medyası artık bu sorunlarla ilgilenmiyor. Peki neden? Bunun pek çok sebebi
var. Bazılarına burada değineceğim. Bunlardan ilki, Balkanlar’daki yabancı düşmanlığı
ile dolu yılların bu meseleyi kâr getiren bir konu olmaktan çıkarmasıdır. Medya büyük
oranda birbirine bağlı durumdadır. Ümit verici hikâyeler de var, fakat birileri olumsuzlukları ön plana çıkarmaya bayılıyor. Buradaki sorun modern teknoloji ile beraber son
15 yıllık zaman zarfında medya faaliyetlerinin müthiş bir hız kazanmasıdır. Teknoloji
normalde medya ve kamuoyunun yararına kullanılır. Maalesef durum aslında bunun
tam tersi. Kimsenin, bırakın toplum için ciddi bir meseleyi konuşmaya, birbirini tanımaya dahi zamanı yok. Sadece kısa küçük gazetelerin müşterileri bulunmaktadır.
Bugünkü nesle ders olarak öğretilen şey artık tamamen değişmiş durumdadır; çünkü
artık yazıların uzunluğu ucuz cep telefonlarının ekranına sığacak kadardır. Aynen geçmişte olduğu gibi arabalar her yeri sarmış durumda ve bilginin çokça ucuzladığı bir
çağda yaşıyoruz.
Üçüncü sorun, pazarın dikte ettikleridir. Reklamlar eskiden içerikle ilgili olurdu; bugün
ise tam tersi. Medya içeriklerine artık yazı işleri değil, ürünleri için reklam veren şirketlerin baskısını hisseden yönetim kurulları karar veriyor. Hâlâ kaliteden ödün vermeyenler ise, hem musluk tamiri, hem uzay gemisi, hem de medya ile ilgili eşit derecede
ehliyet sahibi genel müdürler tarafından rafa konuluyor. Yazı işlerini değiştirmeye de-
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
We witnessed how the hostility, generated by former Yugoslavia, had been built up.
Almost 15 years after the war, the former Yugoslavia and a new generation grew up
together and this generation was full of hatred. Then ‘’our side is good, the other side
is bad’’ concepts arrived. Then there were efforts of minimizing, insults, denials and
dishonesty. The situation was no different in other Balkan countries where there was
not a blood bath as much as there was in former Yugoslavia. The only difference was
the amount of the blood shed. We are here talking about the generation that will take
over the country 10-15 years later.
There comes that question to our mind: Will we able to raise this generation in a
beautiful environment? Why are the people from different ethnicities so important
to them and us? Because they can come together under a single roof leaving the
differences aside and ignoring the Balkan nationalism. They set sail for new horizons
eliminating the differences. However, this kind of life style is not welcomed in my
country. We need to look for answers about how we can spread this to the people.
Media has a major role to play in this regard. But there is another problem here. The
media today is not interested in these problems. But why? There are lots of reasons.
First of these reasons is that the years full of xenophobia paved the way for this issue
not to generate profit anymore. Media is substantially intertwined. There are promising stories as well but some people love to bring the negativities to the forefront. The
problem is here that media activities have gained an extraordinary speed with the
modern technology in the last 15 years. Technology is normally used for media and
public. The situation is unfortunately the opposite. People do not even have time to
get to know each other, not to mention to discuss a serious issue. Only short tabloids
have their customers.
What’s taught to modern generation has completely changed since the articles are
written in a way to fit in the screens of cheap cell phones. The cars are everywhere
just like in the past and we are in a world where the information is so cheap. The third
problem is what the market dictates. Commercials used to be about content in the
past. It is the exact opposite today. The media contents are decided not by editor
in chief but by the board of directors who are under the pressure of the commercial
companies. Those who still do not make concessions, are put on ice by the directorgenerals who are equally competent about plumbing, space ships and media. This is
cheaper, more effective and a modern method to them. Such an order can be effective only for a short period of time. Rapidity and expenditures are among the points
we need to pay attention to. Some director-generals work in some other company
at the same time. The fourth problem is the lack of foreign content in the media. In
xenophobic environments, they find this outdated and expensive. Foreign policies,
societies and environments equal to incidents in former Yugoslavia. Serious media
institutions surely are not included. We see earthquakes, tsunamis, revolutions in
North Africa and royal weddings in the media today.
/ 71
72 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
vam ediyorlar. Onlara göre, bu daha ucuz, daha etkin ve daha modern bir yöntemmiş.
Böyle bir düzen ancak kısa dönemler için etkili olabilir. Hız ve maliyet verimliliği de
dikkat edilmesi gereken noktalardır. Genel müdürler aynı zamanda başka bir şirkette
çalışıp onların işlerini yürütmeye kadar ileri gidebiliyor.
Dördüncü sorun ise, yabancı içeriklerin medyadaki yerini kaybetmesidir. Zira yabancı
düşmanlığı olan çevrelerde bu hem demode hem de pahalı bulunan bir içerik. Yabancı politikaların, toplumların ya da çevrelerin varlığı, Eski Yugoslavya coğrafyasındaki
pek çok medya kuruluşu için vukuat anlamına geliyor. Elbette ciddi medya kuruluşları buna dâhil değil. Bugün artık haber bültenlerinde depremler, tsunamiler, Kuzey
Afrika’da gerçekleşen devrim ve kraliyet düğünleri yer alıyor. Medya kuruluşları yurtdışına muhabirini gönderip orada yirmi-otuz gün kalmasını sağlayarak, muhabirin o
ülkeden haberler getirmesini artık bir lüks olarak görüyor. Internet sayesinde en küçük
bilgiye dahi ulaşılabilmesi dünyanın büyük merkezleri haricinde sınır ötesi gazeteciliğe büyük bir darbe vurmuştur. Balkanlar’da son on-on beş yıl boyunca ciddi medya
işbirliği projeleri hayata geçirilmiş ve bunlarla ulusal ve uluslararası sınırlar aşılmak istenmiştir. Bu projeler son derece başarılı olmuş ve somut sonuçlar ortaya koymuştur.
Bu durumda Balkanlar’da karşılıklı anlayış kavramını derinleştirecek projelere destek
vermek en iyisi olacaktır.
Buradan çıkardığım sonuç şu ki, büyük aktörlerin, Türkiye’nin ekonomik gücünü ve
Balkanlar’daki başarılı politikalarını takip etmeleri iyi olacaktır. Burada Ankara’nın yardımıyla Belgrad ile Saraybosna arasındaki ilişkilerin yumuşatılabileceğini ve Balkan
halkının bu konudaki hassasiyetinin, Osmanlı mirası sayesinde daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bu Forumda emeği geçen herkesi saygıyla selamlıyorum. Eğer
bu konferans başarılı medya projelerine ön ayak olursa artık tek yapılması gereken
programlar oluşturmak olacaktır. Mantığa uygun bir programın, Yunan, Türk, Boşnak,
Karadağlı, Sırp, Hırvat, hepimizin nasıl bir olabileceğini göstermesi açısından algılarımızda bir değişiklik yaratabileceğini düşünüyorum. Farklı olmak karşı çıkılacak bir şey
değildir. Bugün Avrupa’daki bazı ülkelerden daha Avrupalı olan Türkiye’nin düzenlediği bu toplantıda, belki de son söz Balkanlar’da sıfır hoşgörü diye bir şeyin olmadığı
şeklinde olmalıdır. Bu konferansı düzenlediği için Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezine teşekkürlerimi sunarım. Sağ olun.
İlhan TAHSİN
Birlik Gazetesi, Batı Trakya
Öncelikle anavatan Türkiye Cumhuriyeti’ne böyle bir imkânı sağladığı için teşekkür
ediyorum. Gümülcine’den geliyorum. Kurumlarımıza ve Bakanımıza da çok büyük bir
iş başardıklarını söyleyerek hemen sorularıma geçeceğim. Biz Batı Trakya’da Türk
azınlığı olarak yaşıyoruz ve aynı zamanda Avrupa Birliği vatandaşıyız. İlk sorum, AA Genel Müdürü Sayın Bengi’ye olacak. İkinci sorumu da Sayın Özyağcılar’a yönelteceğim.
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
Media institutions regard it as a luxury when they send some reporters to a foreign
country and let them stay there for 20-30 days. The fact that Internet made it possible
to reach to the tiniest information was a major blow for the cross-border journalism
except for the major centers around the world. Some so-called co-operation projects
have been implemented in the last 10-15 years in Balkans and they wanted to cross
the national and international borders. However, these projects substantially succeeded and made possible us to have some concrete results. In this case, it will be
best of our interest to develop projects that would deepen the mutual understanding
in the Balkans.
My conclusion is that it would be beneficial for big actors to follow the steps of
Turkey’s economic power and policies in Balkans. I believe that we can soften the relations between Belgrade and Sarajevo with the help of Turkish government and understand the sensitivity of the people in the Balkans about this issue thanks to the Ottoman heritage. I would like to express my gratitude to those who contributed to this
meeting. If this meeting turns out to initiate successful media projects, all we need
to do will be about developing the necessary programs. A logical project, I believe,
would change our perceptions about how Greeks, Turks, Bosnians, Montenegrins,
Serbians and Croatians can band together. Being different is not something to oppose. In this meeting held by Turkey, which is more European than some countries in
Europe today, maybe I should say that there is no zero tolerance in Balkans. I would
like to thank the Office of Prime Minister, Directorate General of Press and Information and by Ministry of Foreign Affairs, Center for Strategic Research. Thank you.
İlhan TAHSİN
First of all, I would like to thank the homeland, the Republic of Turkey for giving such
an opportunity. I am from Komotini. I am the owner of Birlik newspaper. I would like
to say that our institutins and Minister have done a great job. We live as a minority
in Western Thrace and we are EU citizens as well. My question will be directed to
Director-General of Anatolia Agency, Mr. Hilmi Bengi and then I will ask something
to Mr. Özyağcılar. My first question is how we, as intertwined journalists, can benefit
from your resources? Because you as the Anatolia Agency and Athens News Agency
make enormous efforts to keep peace and good relations. How can we, with our
limited resources, benefit from you? Because we are the ones who directly deliver
the message to the people. And I would like to ask Mr. Özyağcılar this. You came to
Xanthi. I wish we had seen you there. Would you consider to visit Komotini or Alexandroupoli? We would like to see you there as well. How the series called Yabancı
Damat help the relations between two countries? How do you think it reflection minorities?
/ 73
74 /
BİRİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Sayın Bengi, biz toplumlarla iç içe yaşayan halklar olarak halka bire bir haber aktarma
görevi üstlenmiş olan gazeteciler olarak sizlerin imkânlarından ne derece faydalanabiliriz? Çünkü sizler doğru habercilik adına özellikle AA ve Atina Haber Ajansı, ülkeler
arası barışın, huzurun ve iyi ilişkilerin sağlanması adına çaba sarf ediyor. Biz kendi
kısıtlı imkânlarımızla nasıl sizlerden faydalanabiliriz? Çünkü halklara bire bir mesajı biz
ileteceğiz.
Sayın Özyağcılar, İskeçe’ye kadar gelmişsiniz. Sizi keşke orada görebilseydik. Bu sefer de İskeçe, Gümülcine ya da Dedeaağaç’a gelmeyi düşünüyor musunuz? Sizleri
orada görmek istiyoruz. Yabancı Damat dizisinin iki ülke ilişkilerine ne gibi faydası
oldu? Azınlıklara nasıl yansıdığını düşünüyorsunuz?
Erdal ÖZYAĞCILAR
Şimdi şöyle bir şey var. Burada azınlık olarak çıkış noktamız tarihten gelen veya getirilmiş halkların değil, yönetenlerin getirdiği bir Türk-Yunan düşmanlığı diyecek kadar
keskin bir takım sınırlarımız vardı. Bizim sanatçılar olarak görevimiz, kırmızı çizgileri
yumuşatmak için kültürleri ve halkları birbirine tanıtmaktır. İlk hedefimiz bu. Eğer “Yabancı Damat” dizisi bunu başardıysa, ki başardığına inanıyorum, çünkü o dönemlerde
çok eski bir tarihçinin “Yüz senedir Dışişleri Bakanlığının yapamadığını bir dizi yaptı”
diye bir beyanatı vardı. İlk hedefi geçtikten sonra azınlıklarla da ilgili bir dizi çekilirse
de ben seve seve oynarım.
Hilmi BENGİ
AA ile ilgili şunu söyleyebilirim. Medya kuruluşlarına hizmet veriyoruz. Haber ajansları
doğrudan kamuoyuna yayın yapmıyor. Bizim Gümülcine’de de bir muhabir arkadaşımız var. Sayın Mehmet Hatipoğlu. Ama haber ajanslarının kamuoyuna doğrudan haber ulaştırdıkları Internet siteleri de var. Gümülcine ile ilgili sorunlarınızı arkadaşımıza
iletirseniz, bu sorunları aktarmada seve seve yardımcı oluruz. Teşekkür ediyorum. Bir
kapanış cümlesiyle huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum. Bu oturumda çok-kültürlülük,
demokratikleşme ve medya konularını ele aldık. Balkan Medya Forumunu düzenleyen Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı
Stratejik Araştırmalar Merkezine teşekkür ediyoruz. Balkanlar’da kalıcı bir barışın tesisi
için medyanın içerisine, etkili bir enstrüman olarak sanatçılarımızın dizilerini de dâhil
etmek çok önemlidir. Bu forumun kalıcı bir yapıya dönüştürülmesini arzu ediyorum.
İnşallah Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğümüzün öncülüğünde bir Balkan Medya Birliğinin tesisi için adım atılır. Teşekkürler.
FIRST DAY
FIRST SESSION
PART 2
Erdal ÖZYAĞCILAR
There was a concept of Turkish-Greek hostility generated by history or developed by
the politicians, not people. Our role as artists for softening the redlines was to create
an environment where cultures and people can get to know each other. That is our
first goal. I believe Yabancı Damat succeeded in this. Back then, a famous historian
said that a tv series accomplished what the Foreign Affairs could not for 100 years.
And I would gladly play a role if any series about minorities is projected in this regard.
Hilmi BENGİ
I can tell as Anatolia Agency that we serve for media institutions. News agencies do
not serve directly to the public. We have a reporter in Komotini as well. Mr. Mehmet
Hatipoğlu performs his duties over there. However, news agencies have their internet sites over which they can serve direct news to the public. We would like to help
you if you tell our colleague about your problems in Komotini. Thank you very much.
I would like to conclude my words with a closing remark. We discussed multiculturalism, democratization and media in this session. We would like to thank the Office
of Prime Minister, Directorate General of Press and Information and by Ministry of
Foreign Affairs, Center for Strategic Research Organizing this forum. It is a major
instrument to include the series of our artists in the media as a factor for the permanent peace in Balkans. I wish for this forum to have a durable structure. I hope some
steps will be taken for the unity of Balkan media under the leadership of Directorate
General of Press and Information. Thank you.
/ 75
İkinci Oturum
Second Sessıon
Avrupa Birliği Üyeliği Çerçevesinde Medya
Medıa Wıthın the Framework of EU Membershıp
Bölüm 1
Part 1
AB Üyelik Süreci ve Medya (1)
EU Membershıp Process And The Medıa (1)
Oturum Başkanı / Moderator
Cengiz AKTAR
Vatan Gazetesi Köşe Yazarı, Türkiye
Columnist, Daily Vatan, Turkey
Katılımcılar / Panelists
Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN
Trakya Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Balkan Araştırma Enstitüsü Müdürü / Türkiye
Lecturer at Trakya University and Head of Balkan Researches Institute, Turkeys
Doç.Dr. / Assoc. Prof. Yasna BAÇOVKSKA
Üsküp Üniversitesi Öğretim Üyesi / Makedonya
Lecturer at Skopje University, Macedonia
Ervin Hladnik MILHARCIC
Dnevnik Gazetesi / Slovenya
Columnist, Daily Dnevnik, Slovenia
78 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Cengiz AKTAR
Hiç zaman kaybetmeden AB üyeliği çerçevesinde medya tartışmasına geçmekte
yarar görüyorum. İlk konuşmacımız, Üsküp Üniversitesi öğretim üyelerinden Jasna
Bacovska. Türkiye ve Makedonya’nın AB üyeliği bağlamındaki konumları bakımından
benzerliklerini biliyoruz. Makedonya’nın müzakerelere başlaması bekleniyordu, ancak
ne yazık ki malum nedenlerle Türkiye ve Hırvatistan’ın bugüne dek gelebildiği noktaya
dahi gelemedi. Bacovska’nın, medyanın bu süreçte nasıl bir tepki verdiği ve nasıl bir
rol oynadığına dair söyleyeceklerini dinlemek isteriz.
Doç. Dr. Yasna BAÇOVSKA
Öncelikle sizlere göstermiş olduğunuz misafirperverlik ve bu forumdaki son derece
başarılı organizasyon için teşekkür etmek istiyorum. Ben Makedonya’daki en eski ve
en büyük üniversite olan Üsküp Kiril ve Metodi Üniversitesi, Hukuk Fakültesindeki
Medya, İletişim ve Gazetecilik Enstitüsünden geliyorum. Ben daha önceki konuşmacılar gibi provakatif bir konu üzerinde konuşmayacağım. Gazetecilik hakkında konuşacağım. Benim analizim, gazetecilikteki fiili durum veya İngilizce konuşulan ülkelerdeki
Avrupa gazetecilik versiyonu ile ilgili. Gazetecinin gücü ve mesleki itibarı, modern
toplumlarda medyanın etkisinin yoğunluğunun yanı sıra diğer mesleklerde ve hatta
hükümetin kendisinde bile olmayan kamuoyunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme olasılığıyla doğrudan ilintilidir. Vatandaşlar bugünlerde artık tek yanlı bireysel
konumları dile getiren faktörlere nazaran gerçeklerin gazeteciler tarafından yorumlanmasına daha fazla maruz kalmaktadırlar.
Bu mesleğin şekli farklılaşmakta ve sosyal ortamlarda gazeteciliğin statüsü ve itibarı
da değişmektedir. Gazeteciler etkin, imtiyazlı ve dokunulmaz bir elit tabaka oldular.
Bilgi yaratma yöntemi, akademik ilgi ve sosyal uygulama konusu haline gelmiştir.
Politikacılar ve işadamları gibi çeşitli alanlardan bireyler de bundan etkilenmektedirler. Makedonya’da henüz gazetecilik yerleşmiş bir meslek olarak görülmemektedir.
Makedonya’da, örneğin ABD’nin aksine, eğitimine bakılmaksızın herhangi bir kişi gazeteci olabilir. Üsküp’te bulunan Hukuk Fakültesindeki gazetecilik bölümünde son 30
yıldır disiplinler arası çalışmalar yapılmaktadır, ancak göreceli olarak az ilgi görmektedir.
Bu eğilimler sosyal gerçekleri yorumlayabilmek için gazetecilerin profesyonel eğitimlerini önemli hale getirmiştir. Gazeteciler bilginin yenilenmesi ve medyada yapıcı bir
uygulama aracılığıyla sürekli bir gazetecilik eğitiminin son derece gerekli olduğunu
fark ettiler. Gazetecilik beceri ve kabiliyete çok az, örgün eğitime çok daha fazla bağlıdır. Pek çok gazetecinin örgün eğitimi bulunmamaktadır.
Gazetecilerin hesap verme mecburiyetinin niteliği ve türünün yanı sıra toplumda gazeteciliğin rolü fikrine dayalı olarak değişen çeşitli yorumlar ve teoriler vardır. Gazetecilik
bazen demokrasinin işlemesi için gerekli olan mutabakata zarar vermekle suçlansa
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
Cengiz AKTAR
Without wasting any time, we better discuss the media in
the framework of EU membership. We are going to start
with Jasna Bacovska, an academic member from Skepjo
University. We know how similar Turkey and Macedonia
are in terms of their position at the door of EU for the accession. Macedonia was supposed to begin the negotiations but unfortunately Macedonia, for obvious reasons,
could not reach to the point where Turkey and Croatia
have come this far. We would like to know what Jasna
Bacovska, a faculty member of Skopje University, will say about how the media has
reacted in this process and what their function is.
Assoc. Prof. Jasna BACOVSKA
First of all, I would like to thank for your hospitality and
very successful organization of this forum. I am coming
from the Institute for Media, Communication and Journalism at the Faculty of Law, Ss. Cyril and Methodius University, in Skopje, Macedonia, which is the oldest and biggest university in our country. I am not going to speak on
a provocative topic like previous speakers. I am going to
speak about journalism. My analysis refers to actual situation in journalism or European version of journalism in English-speaking world. The
journalist power and the dignity of profession is directly correlated to the intensity of
media’s influence in modern societies as well as the possibility to manipulate public
opinion – a possibility which is not vested in other professions, not even in the government itself. Citizens nowadays are much more exposed to journalist interpretation
of the reality, than to factors that one-sidedly convey individual positions.
The shape of this profession is changing and with it is also changing the status
and the evaluation of journalism in social frameworks. Journalists have become an
influential, privileged and untouchable elite. The method of creating information has
become a subject of academic interest and social practice as individuals from various
spheres, such as politics and business are affected by it. Journalism in Macedonia
cannot be yet called as an established profession. In Macedonia, as opposed to the
US for instance, anyone can be a journalist regardless of his/her education. There are
interdisciplinary studies in journalism at the Law Faculty in Skopje, which have been
existing for the last 30 years, but for which there is relatively little interest.
These trends have made important the professional training of journalists in order to
be able to interpret social reality. Journalists have known that it is essential to have
/ 79
80 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
da, farklı ve çelişen fikirler için bir forum temin etmektedir. Bu modern gazetecilikte
yeni teknolojilerin gelişimi ve kullanımının bir sonucudur.
Gazeteciliğin sosyal rolünü aydınlatmak amacıyla açıklanan teoriler iki temel noktaya
ayrılır. Birinci noktadan bakıldığında, gazeteciliğin pasif bir rolü vardır (kapı bekçiliği).
İkinci noktayı savunanlar ise gazeteciliği sosyal açıdan ihmal edilmiş olan grupların bir
sözcüsü ve aktif bir faktör olarak görmektedirler – skandalları ve sorunları araştırır ve
ortaya çıkarır.
Pek çok genç insan gazeteciliği iki temel değere dayalı olarak ele almaktadır: özgürlük, hakikat ve tarafsızlık için itici güç. Doğruluk ve tarafsızlık için ideal, her zaman
karmaşık bir kavram olmuştur. Dünya gazetecilik tarihinde, haber yaparken doğru bilgi
ve dürüstlük için pek çok gazetecinin fedakarlıkta bulunduğu örnekler vardır. Çoğu
kez haber yaparken hakikat için mücadele etmenin ütopik bir çaba olduğuna inanılır.
Gazetecilikte tarafsızlık bireysel bir kavram değildir, pek çok kavrama bağlı bir kategoridir: denemeler, deneyler, metodoloji, algı, pozitivizm ve öznellik gibi. Tarafsızlığın bu
tür bir açıklaması da gazeteci metodolojisi ve araştırması sorununu ortaya çıkarır. Bu
genelde sosyal olaylarda sebep-sonuç ilişkilerini ortaya çıkarmayı amaçlayan gazetecinin araştırma çalışmasıyla ilgilidir.
Medyanın gelişimiyle birlikte, iki tür gazetecilik tanımlanabilir: habercilik ve yorumlayıcı gazetecilik. Bugün bizler daha çok yorumlayıcı gazetecilik hakkında konuşabiliriz.
Haber gazeteciliği kim, ne, nerede, ne zaman ve nasıl sorularına cevap vererek olayları
ortaya koyarken, yorumlayıcı gazetecilik sebep-sonuç ilişkisinin önemiyle olayları değerlendirir, başka bir deyişle neden ve bir sonraki ne olacak sorularına yanıtlar sunar.
Gazeteci, izleyicilerin olayları daha iyi yorumlayabilmeleri için toplanan tüm gerçeklerin ışığında olayları tanımlayan ve analiz eden bir profesyoneldir. Konunun ayrıntılı
olarak yorumlanması yöntemi, bilginin tam ve derin olması için gerekli olan çağdaş bir
ihtiyaçla ilişkilidir. Bu tür bir bilgi için ön şart, gizlenen gerçekleri gazetecilik araştırması ile bulmaktır. Bu tür bir gazetecilik manipülasyona karşı bir engeldir.
Araştırmacı gazetecilik ihtiyacı, toplumda ve kriz durumlarında giderek artan bir yere
sahip medyanın, olayları yorumlaması ihtiyacının bir sonucudur. Bugün olaylar sadece
münferit ve bireysel olarak görülemez, bunlar sebep-sonuç ilişkisini kurmamızı sağlayan bir zincirdeki halka gibidir. Araştırmacı gazetecilik, hiçbir yorumda bulunmadan
yalnızca gerçeklere ışık tutarak ve olan biteni açıklayarak yapılan bir haberciliktir.
Gazetecilerin yüksek düzey entelektüelliğe, iyi bir eğitime sahip olmaları ve spor, kültür, politika, çevrebilim, tıp vs. gibi alanlarda belli bir bilgi seviyesinde bulunmaları
beklenir. Araştırmacı haberciliğin tarihi ve iletişim faktörleri göz önüne alındığında,
modern bilginin daha derin, tam ve oluşumunun yanı sıra ideolojik olarak tarafsız bir
hale geldiği açıkça görülebilir. Eğitimsiz bir gazeteci, bulunduğu bölge ile ilgili hiçbir
zaman editoryal olarak yeterli olamaz ve gazetecilik araştırma metodolojisini kullanamaz. Gazetecilerin gazetecilik metodolojilerini kullanabilmeleri için en azından özellikle sosyal araştırma metodolojisinde olmak üzere sosyal bilimler metodolojilerinde
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
a continuous journalist training through innovation of knowledge and a constructive
practice in media. Journalism is less and less tied to talent and skill, and more to
formal education. Many journalists don’t have formal education.
There are various interpretations and theories that differ based on the idea of the
role of journalism in society as well as on the quality and type of accountability that
journalists have. Despite the fact that often journalism is accused of impairing the
consensus which is necessary for the functioning of democracy, it still secures a
forum for the different and opposing opinions. This is the result of the development
and the use of new technologies in modern journalism.
The theories that demystify the social role of journalism differ in two main aspects.
According to one aspect, journalism has a passive role (gate keeping), while the advocates of the second aspect see journalism as an active factor and a spokesperson
of the socially neglected groups – it investigates and reveals scandals and problems.
Most young people are attracted to take up journalism based on two fundamental
values of journalism – freedom and the impulse for truth and objectivity. The ideal
for truthfulness and objectivity has always been a complex concept. In the history of
world journalism, there are examples of many journalist sacrifices for accurate information and honesty in reporting. Often it is believed that the striving for the truth in
reporting is an utopist attempt. Objectivity in journalism is not an individual concept,
but a category tied to many related concepts: like empirics, experiment, methodology, perception, positivism and subjectivity. Such an explanation of objectivity actualizes the problem of journalist methodology and research. This is mainly related to
the research work of the journalist whose aim is to detect the cause-consequence
relations in social events.
With the development of media, two types of journalism can be identified: reporting
and interpretative. Today we can mostly speak about interpretative journalism. The
reporting journalism presents events, answering to the questions: who, what, where,
when and how, where as interpretative journalism places events with the coordinates
for the casual-consequential importance, i.e. it offers answers to the questions why
and what next. The journalist is a professional who describes and analyses events as
a result of gathering of all available facts in an effort to allow the audience to better
interpret them. The interpretative method of elaboration of the subject is in correlation with the contemporary need the information to have depth and to be complete.
A prerequisite for such information is to find the hidden facts through journalistic
research. Such journalism is a barrier against manipulation.
The need for research in journalism is a result of the need for interpretation of events,
which in turn is a result of the increasingly large presence of media in society and in
the crisis situations. Today the event is not only observed as an isolated, individual
case, but as a link in a chain that connects the causes and consequences. Interpretative journalism is “reporting by the use of facts, which without comments sheds light
and explains the event”.
/ 81
82 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
en iyi şekilde detaylandırılmış teori temellerini ve en sık kullanılan araştırma teknik ve
prosedürlerini bilmeleri gerekir. Bu yöntemler üzerinde çalışmak, gazetecilik eğitim
sürecine dahil edilmelidir. Bu da entelektüel kriterler ve analitik yetenekler kazanılmasına katkıda bulunacaktır.
Bilgi toplamak için teknikleri çalışmak özellikle önemlidir. Bilgi toplama stratejisi, tarih
araştırma yöntemi, istihbarat kurumlarının çalışma yöntemi ve bilimsel yöntem gibi
metotları birbirine bağlayan aynı ruhtan ortaya çıkmış bir üründür. Araştırmacı gazetecilik yöntemi – doğrulanabilir mevcut olaylarla ilgili gerçekleri araştırma- girişimler,
gözlemler ya da derinlemesine araştırmalar yoluyla ifade edilebilir.
Kamuoyu bugün giderek daha da eğitimli hale gelmekte ve iyi eğitim almış gazetecilere ve tarafsızlığa duyulan ihtiyaç daha da artmaktadır. Artık izleyici, eğitimli ve aktif
gazetecinin yüksek bir entelektüel seviyeye gelmesi ve kamu gazeteciliğinin gelişimi,
yanlış ve taraflı haberlere karşı baskı oluşturmaktadır. Bütün bunlar gerçeklere dayalı
kaliteli ve araştırmacı gazeteciliğe olan gereksinimi şart koşan temel faktörlerdir. Beni
dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Prof. Dr. Ahmet GÜNŞEN
Sözlerime en içten saygı ve sevgilerimi ileterek başlamak istiyorum. Ben, Trakya Üniversitesinden, Edirne’den geliyorum. Bir Balkan şehrinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun
ikinci başkentinden birinci başkenti olan Bursa’ya selam getirmiş oluyorum. Avrupa
Birliği (AB), medya, Balkanlar, Türkiye ve bu süreçte Trakya Üniversitesinin yaptıklarından ve projeksiyonlarından bahsetmek istiyorum.
Yaklaşık üç yüz yıldır Batı uygarlığına yüzünü çevirmiş olan Türkiye, cumhuriyet ile
birlikte çağdaş, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma sürecini başarıyla tamamlayarak
bugün jeostratejik ve jeopolitik konumu yanında genç ve dinamik nüfusu, her geçen
gün büyüyen ekonomik gücüyle dünyanın önde gelen devletleri arasındadır.
Bilindiği gibi AB, II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir yıkıma uğrayan Avrupa’da
barışın ve bölgesel istikrarın yeniden sağlanması ve ekonominin yeniden canlandırılması amacıyla oluşturulan bir ülkeler topluluğudur. AB, ekonomik kaygılardan çok
bir takım uluslararası değerlerden ortaya çıkan bir birliği ifade eder. Birliğe katılmak
isteyen ülkelerden, AB’nin temelini oluşturan temel değerler olan sürekli barışın sağlanması, eşitlik, özgürlük, insan hakları, azınlık hakları ve temel haklara saygı gibi ilkelere uymaları beklenir. Ayrıca Birliğe üye olmak isteyen ülkelerden, AB’nin kurallarına
ve mevzuatına uyum sağlaması ve yasal bir takım değişiklikler yapması da beklenir.
AB’ye üye olmak isteyen bir ülkenin uyması gereken temel kurallar ve kriterler 1993’te
belirlenmiş olan Kopenhag kriterleridir. Kopenhag’da üyelik şartı olarak konulan altı
kriter şunlardır: 1) İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasi, 2) hukuk devleti, 3) insan
hakları, 4) azınlıkların korunması, 5) işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığı, 6) AB içindeki rekabetçi ortam ve piyasa güçleriyle baş edebilme kapasitesi. Bizi burada ilk dört
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
Journalist is required to have a high level of intellectualism, wide general education
and specialist knowledge in certain areas (sports, culture, politics, ecology, medicine,
etc.) Taking into consideration the history and communication factors of interpretative reporting, it can be clearly seen how modern information is becoming more
in-depth, fuller and ideologically neutral as well as its genesis. Uneducated journalist
cannot be competent enough for the area for which they have been assigned in the
editorial and are unable to use the methodology of journalism research. In order for
the journalists to use journalist methodologies, it is essential that they know at least
the foundations of theory and the most often used research techniques and procedures, which are best elaborated in the methodology of social sciences, particularly
in the methodology of social research. The studying of these methods must be incorporated into the process of journalist education. This will contribute to the acquiring
of intellectual criteria and analytical skills.
Especially important is the studying of the techniques for gathering information. The
strategy for gathering information is “a product of the same spirit which connects
methods of research in history, the method of work of intelligence agencies and the
scientific method. The journalist research method – the search for facts related to
current events that can be verified, is expressed through having initiatives, observations and in-depth research.
The public today is all the time more educated and it imposes the need of impartial
and highly educated journalist. The high intellectual level of the audience, the educated and active journalist and the development of public journalism put pressure on
the false and partial reporting. All of these are main factors that condition the need
for quality and interpretative journalism based on the facts. Thank you very much for
listening to me.
Prof. Ahmet GÜNŞEN
I would like to begin my speech by expressing my gratitude to you all. I come from Trakya University in Edirne.
I brought hellos from the second capital of the Ottoman
Empire to the first capital, Bursa. I would like to talk about
EU, media, Balkans, Turkey and what Trakya University
has done in this process and what our projections are.
Turning its face to the Western civilization almost for 300
years, the Republic of Turkey is among the leading countries around the world with its young and dynamic population and developing economy as well as its geostrategic and geopolitical position
having succesfully completed to become a contemporary, secular, social law state.
As you all know, EU is a community founded in Europe, which collapsed after the
World War II, with the aim of establishing peace and regional stability and revitaliz-
/ 83
84 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
siyasi kriter ilgilendirmektedir. Bu süreçte medyanın da bu dört kritere büyük katkısı
olduğu açıktır.
21. yüzyılda insanlığın en çok ilgilendiği kavram şüphesiz iletişimdir. Bilgi ve iletişim
çağını yaşayan çağdaş insanlık ülke sınırlarını kaldırmış ve dünyayı küçük bir köye dönüştürmüştür. Basın haber verme işlerinin yanı sıra daha pek çok toplumsal ve psikososyal işleri de yerine getirmektedir. Demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı güçlerine ilaveten dördüncü bir kuvvet olarak kabul edilen basın kısa vadede toplumların
ve yönetimlerin yönlendirilmesinde, uzun vadede ise toplumların gelişmesinde ve bu
güçlerin şekillendirilmesinde önemli ve tek kuvvettir. İşlev ve etki bakımından önemli
olan, bu toplumsal kurumun etkili olarak çalışabilmesi için kamu yararını büyük ölçüde
dikkate alması gerekir. Balkanlar ve Türkiye kavramlarına baktığımızda, Türkiye’nin bugün on iki Balkan ülkesi arasında yetmiş beş milyonluk nüfusuyla önemli bir konumu
var. Türkiye, bu coğrafyayla dördüncü yüzyıldan bu yana bağları olan, aynı zamanda on dördüncü yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar tarihi, siyasi ve kültürel anlamda bu
coğrafyada etkin bir rol oynayan bir ülke. Her ne kadar Balkan ifadesi karışıklık veya
olumsuzluk ifade eden bir kelime olarak karşımıza çıksa da Balkan halkları artık barışı
özlüyor. Bu halklar pek çok noktada birleşmiş görünüyorlar. Birinci olarak; devlet, hükümet, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlar siyasetten bilimsel ve kültürel faaliyetlerden spor organizasyonlarına kadar her alanda dayanışma içinde olmak, anlaşmazlıkları çözmek, şiddeti önlemek ve karşılıklı işbirliğini geliştirmek durumundalar. İkinci
olarak; Balkanlar’da geçmişe, günümüze veya geleceğe dair bütün sorunlara barışçıl
önlemler ve öneriler sunulmalıdır. Üçüncüsü; Balkan halklarının geçmişten gelen kötü
mirasın izlerini silmek adına isteklerini her aşamada ortaya koymaları gerekir. Dördüncüsü; Balkanlar’daki ülkelerin şu veya bu sebeplerle farklı kategorilere bölünerek uzun
vadede parçalanmanın önüne geçmeleri elzemdir. Beşinci olarak; Avrupa standartlarında ekonomik ve sosyal gelişime yönelik uyumlu bir model üzerinde mutabakata
varılması gerekir. Altıncı olarak; özel bir kimlik taşıyan Balkan halklarının kültürel ve
bilimsel üretimlerini koruma ve geleceğe taşıma mecburiyetleri vardır. Balkan ve dünya barışı adına çalışan başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere bütün bilim, sanat,
kültür, spor ve basın yayın örgütleri arasında kuvvetli bir iletişim ağı kurulmalıdır.
Bir Balkan üyesi olarak Türkiye’mizin de Balkanlar’da dün olduğu gibi bugün de çok
özel bir yeri olduğuna, yarın da bu özel yerini koruyacağına inanıyorum. Türkiye için de
Balkanlar büyük bir önem taşımaktadır. Zira, Türkiye de bir Balkan ülkesidir ve bölgede
yaşanan her gelişme, Türkiye’yi de yakından etkilemekte ve ilgilendirmektedir. Tarihi
nedenlerle Türkiye’nin bölgede farklı bir konumu söz konusudur. Yüzyıllarca süren
Osmanlı hâkimiyeti, bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlar başta olmak üzere diğer
halklarla bağlarını sürdürme, aralarındaki sorunları çözme ve barış içinde ortak bir gelecek kurma sürecine katkı sunmayı zorunlu kılmaktadır. Balkanlar, Türkiye’nin siyasi
ve ticari konum açısından AB ile irtibatını sağlayan tek kara bağlantısı konumundadır.
En yakın komşumuz olan Balkan ülkeleri ekonomik ve ticari ilişkilerimiz açısından da
önemli bir konuma sahiptir. Balkanlar, Türkiye üzerinden geçecek ve ülkemizi enerji koridoru haline getirecek olan enerji nakil hatlarında tek güzergâh konumundadır.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
ing the economy. EU corresponds to a union more interested in international values
rather than economic concerns. The candidate countries are supposed to comply
with establishing peace, equality, freedom, human rights, rights of minorities and
fundamental rights.
They also need to comply with EU regulations and legislations and make some legal
changes. The criteria to which the candidate countries have to adapt, are Copenhagen criteria adopted in 1993. There are six criteria for the full membership to EU and
these are: 1) A stable and institutionalized democracy, 2) State of Law, 3) Human
rights, 4) Protection of minorities, 5) A functioning market economy, 6) The capacity to deal with the competitive environments and market forces within EU. We are
more interested in the first 4 political criteria. Media has obviously contributed to
these four criteria in this process. The concept about which the mankind is most
interested in 21st century is communication. Modern people, undergoing an information and communication age, cut across all boundaries and turned the world into
a small village. Media has some duties in various social and psycho-social deeds as
well as its traditional role of reporting news. The media, regarded as the fourth force
following the legislation, execution and judiciary, is a major and single force in steering the societies and governments in short terms, developing societies in the long
run and shaping all these forces. This institution, with a prominence in terms of its
function and influence, needs to take public interest into account so as to effectively
work. Turkey has a major position with its 75 million population among the 12 Balkan
countries. Turkey is a country with bonds coming along since the 4th century but
also with an effective role in this region in historical, political and cultural sense from
14th century to 20th century. Even though the term Balkan is a word with negative
and complicated connotation, Balkan people now miss the peace. First of all states,
governments, non-governmental organizations and the people have to co-operate in
political, scientific, cultural and sport activities and organizations, find a solution to
the conflicts, prevent the violence and improve collaboration. Second of all, they have
to find peaceful solutions and precautions to all problems pertaining to presen or the
future in the Balkans.
Third of all, Balkan people have to clarify what they want at each stage in terms of
washing away the trails of the bad heritage reaching from past to present. Fourth of
all, they have to put a stop on division of the region into different categories in the
long run. Fifth of all, they have to agree on a model complying with the economic and
social developments of EU standards. Finally, they are obliged to protect the cultural
and scientific outputs of Balkan people and carry it to the future. All the scientific,
artistic, cultural, sport and broadcasting institutions particularly the non-governmental organizations are obliged to develop a communication network among them for
peace in Balkans and the world. I believe Turkey, as a member of the Balkans, has
a special position in the Balkans just like it used to have in the past and it will in the
future. Balkans are of major importance for Turkey as well since Turkey is also a Balkan country and any development in the region has closely affected and concerned
Turkey as well.
/ 85
86 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Geçmişten gelen köklü ilişkilerimiz ve ortak geleceğimiz, Balkan ülkeleri ile Türkiye
arasında, NATO ve AB ile ilişkilerde karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğini de zorunlu kılmaktadır. Biraz önce de belirtildiği üzere, bu coğrafyada bazı Balkan ülkeleri AB üyesi
olurken bazıları da bizim gibi bu süreci yaşamaktadırlar. Bu sürece girmiş olanlar,
başta da Türkiye, giremeyenlere yardımcı olabilirler.
İşte bu süreçte medyanın çok ayrı bir yeri olduğu açıktır. Medya, savaş çığırtkanlığı
yapmak veya olumsuzlukları pompalamak yerine dil ve üslubunu değiştirerek, barışa
katkı sunma ve zaten aralarında kardeşlik bağı olan Balkan halkları arasında AB sürecine giden yolda, bu süreci kısaltma ve halkları daha da birbirine yaklaştırma noktasında
üzerine düşeni fazlasıyla yapabilir. Bir konuda zihinsel çerçeveyi çizmede ve algıları
yaratmada büyük etkisi olan ve dördüncü kuvvet olarak bilinen ama birinci kuvvet
olma yolunda ilerleyen basının tartışılmaz bir önemi vardır. Geleceğin dünyasında barış ve dostluk vazgeçilmez kavramlardır. Barışı korumak için artık devletler ve uluslar
yöntem değiştirmişlerdir. Artık bir takım teknolojik ve askeri güçleri kullanmak yerine,
yumuşak güç olarak tabir ettiğimiz başta medya olmak üzere bilimsel kuruluşları, kültürel ilişkileri ve sivil toplum kuruluşlarını ön plana çıkarmaktadırlar. Biz de bu noktada
medyadan olabildiğince yararlanmalıyız. Ben özellikle Trakya Üniversitesinin bu noktada yumuşak bir güç olarak bilimsel, kültürel etkinlikler ve ilişkiler çerçevesinde neler
yapmaya çalıştığını ve AB’ye giden süreçte Balkan uluslarının birlik, beraberliğine ve
kardeşliğine neler katabileceği üzerinde durmak istiyorum. Balkanlar’a gidenlerin ve
oradan gelenlerin bildiği üzere, Balkanlar’da günün neredeyse yirmi saati Türk televizyonları izlenmektedir. Özellikle Türk dizilerinin yumuşak bir güç olarak Balkan halklarını
birbirine yakınlaştırmada önemli bir rol üstlendiğini de görüyoruz. Burada TRT’den, diğer ulusal ve özel kanallardan başka iki bölge televizyonunun da adını vermeyi gerekli
buluyorum. Bunların biri Rumeli TV, diğeri de Tek Rumeli TV’dir. Bu iki televizyonumuz bugün yayınlarını bu coğrafyaya yönelik yürütmekte ve Balkan halkları ile Türkiye
arasında güzel köprüler kurmaktadır. Trakya Üniversitesi bir bölge üniversitesi olarak
bütün projeksiyonunu Balkanlar’a yönlendirmiştir. Bugün üniversitemiz on iki Balkan
ülkesindeki altmış bir üniversiteyle işbirliği içerisindedir. Üniversitemizde karşılıklı bilimsel- kültürel sempozyum ve kongrelerle birlikte öğrenci ve öğretim üyesi değişimi
de yoğun bir şekilde gerçekleşmektedir. Üniversitemiz, Balkan yerleşkesi ile birlikte
son yıllarda büyük ihtiyaç duyulan Balkan dilleri ve edebiyatları bölümünü de kurmuştur. Bu yıl, üçüncü sınıfta olup seneye mezun olacak Yunanca, Bulgarca, Arnavutça ve
Boşnakça gibi dil ve edebiyat okuyan öğrencilerin eğitim ve öğretimini gerçekleştirmektedir. Bununla yetinilmeyip 2010 yılının şubat ayında üniversitemizde Türkiye’nin
ilk ve tek Balkan Araştırmaları Enstitüsü kurulmuştur ve bu enstitüde 2010-2011 yılı
itibariyle lisansüstü eğitim programlarına başlanacaktır. Bu programlarda Balkan dilleri ve edebiyatları, Balkan tarihi, Balkan siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler ve Balkan
müzik kültürleri ana bilim dalları kurulmuştur. 2011-2012 eğitim öğretim yılından itibaren bu programlarımıza Türkiye’den ve Balkanlar’dan öğrenci almaya başlanılacak ve
bu süreçte, arzuladığımız Balkan barışına, dostluk ve kardeşlik ilişkilerine büyük katkılar sağlanacaktır. Sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum ve bu forumun
Balkanların geleceğine katkılar sağlamasını temenni ediyorum.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
Turkey has a different position in the region for historical reasons. The Ottoman
dominance, which lasted for centuries in the region, has made it obligatory to keep
in touch with other people of the region, find solutions to the problems and build a
common future in peace. The Balkans is the only land route to EU with its political
and trading position. The Balkan countries, our closest neighbors, are of major prominence in terms of our economic and trading relations. The Balkans is the only route to
energy tranmission lines that will cross over Turkey and make us an energy corridor.
Our rooted relations and common future oblige us to help each other and co-operate
in the relations with NATO and EU. Some countries of the region completed their
accession to EU as some of them like us are still within this process. Those completing this process can as well help the ones which could not access to EU yet as they
particularly Turkey can help NATO and other international institutions. It is obvious
that media has a completely different role in this process. Media can contribute to
peace and even shorten this process of accession en route to EU between Balkan
countries with bonds of brotherhood. They should not cry for a war or pump the
negativities but change their tone and style. With its influence on shaping the mental
frameworks and developing concepts, the media has an indisputable position in this
regard. Peace and friendship are indispensable terms in future world. Governments
and nations have changed their merthods so as to keep the peace. We need to underscore the media, scientific institutions, cultural relations and non-governmental
organizations instead of technological and military forces.
We need to benefit from the media as much as we could. I would like to touch
upon what Trakya University as a soft force is trying to do within the framework of
scientific and cultural activities and what the unity and solidarity of Balkan countries
can contribute to the process en route to EU. As people who have been to Balkans
before know, people watch Turkish tv channels almost 20 hours a day. We are glad to
see that Turkish tv series have undertaken a major role in bringing people in Balkans
closer as a soft force. I find it necessary to name two regional televisions other than
TRT and other national and private channels. These are Rumeli TV and Tek Rumeli TV.
These two tv channels broadcast only about this region and build bridges between
the people of Balkans and Turkey.
Trakya University sheds its all projection on the Balkans. Our university is today in
co-operation with 61 universities in 12 Balkan countries. We also exchange graduates and academic members as well as mutual scientific and cultural symposium
and conferences. With the help of our Balkan campus, our university founded the
Balkan literature and language which we needed really bad. Those who are about to
be seniors next year, can have education about Greek, Bulgarian, Albanian and Bosnian literature and languages. We also founded the first and the only Balkan research
institute in Turkey in 2010. We will initiate postgraduate programs in this institute as
of 2010-2011. We founded the departments of the Balkan literature and language,
history of the Balkans, the Balkan political science and international relations and the
Balkan music cultures. We will have graduates from Turkey and the Balkans for these
/ 87
88 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Ervin Hladnik MILHARCIC
Bu forumu düzenleyenlere ve katkıda bulunanlara çok teşekkür ediyorum. Gazetecilik
ile ilgili bu kadar güzel şeylerin söylendiğini ve bu algıya bu kadar umudun yatırıldığını en son ne zaman duymuştum, inanın hatırlamıyorum. Gazeteciliği çok güzel bir
şekilde anlattınız. Fakat benim geldiğim topraklarda durum biraz farklı. Ben Sloven
medyasından bahsedeceğim. Medyanın işbirliği içinde, olumlu ve iyimser bir bakış
açısıyla hareket etmesi, sonucun da iyi olacağı anlamına gelmez. Sizlere AB’ye üye
olma sürecinde ülkemizde gelişen durumlarla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum ki
sonunda bunun da pek de akıllıca bir hareket olmadığı anlaşıldı.
Slovenya, AB’ye üye olma sürecine nasıl girdi? Bu aslında pek de heyecan verici bir
şey değildi. Medyayı toplumların haberleşme aracı olarak tanımlıyoruz. Medyanın yaptığı şey, kamuoyunda baskın çıkan fikirlere ayak uydurmaktı ki bu da, AB yönünde
adımların atılması anlamına geliyordu. Hedef belirlenmişti. Daha seksenli yıllarda bu
benimsenmişti. Hatta siyasi taraflardan bir tanesi ‘’Hemen Avrupa’’ sloganıyla siyasi
faaliyetlerde bulunmuştu. Bu fikir bütün siyasi odaklar tarafından kabul edildi. AB’ye
üyelik süreci bir tren gibi yansıtılmıştı. Bir hedefi vardı ve istasyonlar da bu yolda uğranacak ve isimleri kısaltmalardan oluşan yerlerdi. NATO, AB, Schengen gibi. Geleceğimiz ve ülkedeki her bir siyasi çevrenin programı artık buydu ve bu konuda ulusal çapta
bir uzlaşma sağlanmıştı. Slovenya normalde hiçbir konuda uzlaşmanın olmayacağı bir
ülkedir. Çünkü Slovenya’da birbiriyle hiç iletişim kurmayan iki ayrı kutup vardır. AB
üyeliği hatırladığım kadarıyla bütün siyasi partilerin evet dediği tek meseleydi. Buna
ihtiyacımız vardı. Medya da ona göre davrandı. AB üyeliği güzeldi, kaçınılmazdı ve
uzlaşma sağlanmıştı. Sonra 2004 yılında AB’ye tam üye olduk ve birden bir şeyler
oldu, iş cazibesini kaybediverdi. Daha iki ay öncesine kadar her şey ne kadar farklıydı, oysa bunu şimdi anlayabiliyoruz. Avrupa Parlamentosunda görev alan Sloven
milletvekillerinden birine ve bir başka siyasetçiye, kimliğini gizleyen İngiliz gazeteciler
tarafından bir banka mevzuatı ile ilgili yardımda bulunması karşılığında yüz binlerce
avroluk rüşvet teklif edildi. İngiliz gazeteciler bir komplo kurmuş ve bizim siyasetçimiz
de bu komplo kuyusuna düşmüştü. Bazen birkaç yüz bin avro çok büyük bir para
gibi görünebiliyor. Kendisi yakalandı ve olayın videosu Youtube’a dahi çıktı. Aslında
kendisinin karşı tarafı kandırmaya çalıştığını söyledi, fakat artık koltuğunu bırakması
gerekiyordu ve böylece siyasi kariyeri sona erdi. Burada ilginç olan şudur ki, ortada
Sloven bir siyaset adamı var ve İngilizler tarafından tehdit ediliyor. İngiliz gazetecilerin
veya İngilizlerin Avrupa’ya karşı tutumları hep farklı olmuştur.
İngilizler Avrupa’yı bozuk bir mekanizma olarak göstermek için ellerinden geleni yaparlar. Fakat burada ilginç nokta bizim Slovenya basını olarak skandallara bayılıyor
olmamızdır. Gazetelerin yüzde altmıştan fazlası skandal veya rüşvet haberleriyle doludur. Hep kötü olanı ararız. Fakat yine de Sloven gazetecilik çevrelerinde kimsenin
aklına Avrupa Parlamentosuna gidip rüşvet üzerine araştırma yapmak gelmez. Bu
genelde sıkıcı bir iş olarak görülür. Fakat bu olaya tepkiler daha da ilgi çekici oldu.
Başlarda insanlar sesini yükseltti, fakat sonra insanlar bu parlamenter üzerine odaklandı. Hiçbir genelleme yapılmadı ki, basın olarak biz hemen buna atlarız. Küçük bir
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
programs as of 2011-2012 and contribute to the peace, friendship and brotherhood
in the Balkans. Thank you for your patience and I wish for this forum to contribute to
the future of the Balkans.
Ervin Hladnik MILHARCIC
I would like to thank to the organizers and contributors
of this forum. I do not remember the last time I heard so
many nice words about journalism and a lot of hope are
invested in this perception. You said lots of nice things
about journalism but the situation is a little bit different
in where I come from. I am going to talk about Slovenian media. The fact that the media is co-operating with a
positive and optimistic perspective does not necessarily
translate into good results. I would like to say a few things about the developments
in our country in the process of accession to EU. It turned out to be not a smart move
though. How did Slovenia go into the process of accession to EU? This was not actually exciting. We define the media as the communication tool of the people. What
media does was to keep up with the dominant public opinion and that meant taking
steps towards EU.
The target was set. This was adopted even in 80’s. One of the political sides was
even campaigning a political activity called ‘’Europe Now’’. This idea was adopted
by all the political centers. The accession to EU was reflected like a train. There was
a goal and the stations were consisting of the abbreviations to stop by in this road.
Like NATO, EU, SCHENGEN. This was our future and the program of every political
party and there was a consensus about this all around the nation. And Slovenia is a
country where you can hardly have a consensus about something. Because there
were two poles that did not communicate with each other at all. EU accession was
the only issue that all the political parties said yes to. That was what we need. The
media accordingly acted as well.
EU membership was good, inevitable and there was a consensus. Then, we became
a full member to EU in 2004 and something happened and the beauty of it got lost.
Things were so different just two months ago. One of Slovenian deputies in the European Parliament was offered a hundred thousand euros of bribe by an incognito
British journalist about a bank regulation. British journalists framed a plot and our
politicians fell into this trap. Sometimes a hundred thousand euros may look like a
big money. He was caught and the video of the incident was even broadcasted in
Youtube. He said that he was the one who tried to fool the journalist but he had to
leave. So his political career was over. The attitudes of the British journalists and British people have always been different towards the Europe.
/ 89
90 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
skandal olur ve sonra bir bakmışsınız herkes dünyanın sonu gelmiş gibi davranır.
Lobi sistemi ile ilgili tartışmalar oldu, ama öyle uzun sürmedi ve bugün artık başka
hikâyeler tartışılır oldu. 1999 yılında AB müzakerelerine başladığımızda durum tam
tersiydi. AB’nin o zamanlar medyada merkezî bir rolü vardı. “Siyasi söylem ve gazete sayfaları birbirine paralel gider” dediğimde hedef AB değil, hep Avrupa’ydı. Fakat
takip edilmesi gereken yol da buydu. Avrupalı tarzında yapılmalıydı. Fakat örnek alınması gereken, Avrupa idi. Bunun tutarlı ve kitabına uygun olup olmadığına Avrupa
karar verirdi. Avrupa aynı zamanda, öğrenci ödevini yapmış mı, diye kontrol eden okul
müdürü gibiydi. Kamuoyu bunu kabul etmişti ve gazetecilerin çoğu bunun yapılmasının zaruri olduğunu düşünüyordu. Avrupa’ya girmek istiyorsak bunu Avrupalı gibi
yapacaktık. AB üyeliği için NATO üyeliğinin de şartlardan biri olduğu anlaşıldığında
bazı şüpheler ve tartışmalar ortaya çıktı. Bunun iyi bir hamle olup olmayacağı ile ilgili
endişeler vardı. Bence 2004’te Slovenya’nın AB’ye üye olması küçük bir testti. Fakat o
zamanlar Slovenya Cumhurbaşkanı’na bu sürecin pasif olduğunu, çünkü AB üyeliğinin
bir anayasa değişikliği gerektirdiğini söyledim. Parlamento, oy birliğiyle uzun süreler
tartışılıp irdelenmesi gereken yasaları geçirdi. Ekonomiyi, yargıyı, siyasal sistemi, hatta trafik sistemini bile AB ile uyumlu hale getirmek zorundaydık. Bütün yasalar peşi
sıra hiçbir tartışma olmadan bu kadar kutuplaşmış bir parlamentoya rağmen geçti. Bu
hiç hoşuma gitmemişti. Ben gazeteciliğe bu yüzden başlamadım. Cumhurbaşkanına
bir röportajımızda üyeliğin ekonomik, sosyal ve stratejik faydalarını sordum. Kendisi
Slovenya’nın, Eski Yugoslavya’dan çıkmış en gelişmiş ve en demokratik ülke olduğunu söyledi. Avantajlar gün gibi ortadaydı. NATO’dan güvenlik sağlanacak, AB’den ise
refah ithal edilecekti. Peki ya sonra? Slovenya’nın Avrupa’ya katkısı ne olacak? diye
sordum. AB’ye bizim verebileceğimiz neler var? diye sordum. Tabi verdiği tepki biraz
sertti. Hiç öyle gergin bir insan değildi. Hatta görüp görebileceğiniz en sıkıcı siyasetçilerden biriydi. Fakat bunları sorduğumda çok sinirlendi. Bu nasıl bir soru böyle,
dedi. Ben de sorumu siyasi jargonda yeniden formüle ederek sordum. Slovenya’nın
Avrupa fikrinin gelişimine katkıları neler olacaktır? diye sordum. Bunu ülke olarak nasıl
geliştirebiliriz? Kendisi akıllı bir siyasetçiydi. Slovakya, Romanya ve Polonya’da aynı
durumda olan bütün Doğu Avrupalı siyasetçilere aynı soruyu sordum. Hepsi de sinirlendi. Çünkü onlara göre, bu tartışılması dahi gerekmeyen bir konuydu. Ayrıca, bu yolla Slovenya Balkanlar’dan uzaklaşıp Avrupa’ya doğru kayıyordu ve Avrupa da coğrafi
bir yerdi. Slovenya bu yolda gelgitler yaşadı. Kimse AB’ye girdiğimizde ne yapacağız?
sorusunu kendine sormuyordu. Medya da ciddi manada bu soruları sormadı. 2004’te
üye olduğumuzda bir daha geri dönülmesi zor bir noktaya ulaştık. Herkeste inanılmaz
bir iyimserlik ve mutluluk vardı. Fakat bu on beş yılın getirdiği bir iyimserlikti. Yalnız
ben Kafka’nın okunduğu bir ülkeden geliyorum. Kabul edelim ki kendisi en depresif
Avrupalı yazardır. Fakat Slovenya 2004’e kadar iyimser bir ülke olarak geldi. 2004 yılı
ise, iyimserliğin yerinde yellerin estiği bir yıl oldu. Yunanistan’da kriz patlak verdi. Sonra Portekiz ve İrlanda buna katıldı. AB, bazı çevrelerde ağza alınması sakıncalı bir kelime oluverdi. Almanların birlikten çıkmak istediğine dair söylentiler vardı. Profesyonel
gazetecilik, okuyucuları bunun ülkenin kalkınması için güzel bir an olduğu konusunda
ikna edemedi.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
They do their best to make Europe look like a broken mechanism. But we, as Slovenian media, love the scandals. More than 60 % of the newspapers are full of scandals
or bribery. We always look for the bad things. However, no one would ever think of
offering a bribe in European Parliament. This is generally boring to the people. But
the reactions were even more interesting. People raised their voice at first but then
focused on this parliamentarian. There was no generalization even thouh we normally
jump on it. People think that it is end of the world after a little scandal broke out. There
were discussions about lobbying system but it did not take long. The situation was
the opposite when we initiated negotiations with EU in 1999. EU had a central role in
the media back then. When I said that political discourse and newspapers go hand in
hand, the goal was Europe, not EU. But that was the path to follow. It was Europe for
us to follow. Europe would decide that it was not consistent and by the book. Europe
was like a headmaster who monitors if the student does his homework. The public
accepted this and the most of the newspapers thought it was mandatory. We were
going to do it like European if we wanted to complete the accession process to EU.
When it was understood that NATO membership was one of the requirements to
become a member of EU, some doubts and discussions broke out. There were some
questions about whether this was a good move or not. I think it was a test for Slovenia when we became a member of EU in 2004. But back then, I told the President of Slovenia that this processs was passive since EU membership required an
amendment in constitution. The Parliament just unanimously passed the laws which
we neeeded to discuss about for long periods of time. We had to synchronize the
economy, judiciary, political system and even traffic sytem with EU legislation. All
the laws were passed without any discussion in such a polarized parliament. I did not
like it at all. I did not begin to do journalism for this. I asked the President, in one of
the interviews, about the economic, social and strategic benefits of the membership.
He said that Slovenia was the most developed and most democratic country among
the countries declared independence from former Yugoslavia. The advantages were
quite clear. We were going to have the protection of NATO and the EU was going to
import prosperity. Then I asked him what Slovenia brings to the table for EU. What
can we give to EU? His reaction was a bit harsh and he was not normally a nervous
man. He was actually the most boring politician you could ever meet. But he was
furious when I asked these questions. He said what kind of question that is. Then
I formulated my question in political jargon. I asked what will the contributions of
Slovenia be to the development of European idea? How can we improve this as a
nation? He was a smart politician. I asked the same question to the politicians in
Slovakia, Romania and Poland. They all got mad. To them, it was something that you
can not disccuss about. Plus, this would make Slovenia go away from Balkans and
get closer to Europe. Slovenia had some tides in this regard. No one would ask what
we would do when we become a member of EU. The media did not seriously ask
these questions either. We reached to the point of no return in 2004. Everyone was
incredibly optimistic and happy.
However, this was an optimism of 15 years. I live in a country where people still read
Kafka and we should accept that he was one of most depressive European authors.
/ 91
92 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
AB üyelik süreci temelde kalkınma sağlayıcı bir süreçtir. Çünkü o zaman bir hedefiniz
oluyor, fakat bu kalkınmanın sosyal hayata yansımalarını ölçmek o kadar da kolay
olmuyor. Hedefi gelecek olarak belirleyebilirsiniz, fakat bunun için somut bir hedefiniz
olmalıdır. Ancak o zaman bunun bir değerlendirmesini yapabilirsiniz. Bu yolda olumlu
adımlar atabilirsiniz. Fakat bizler bu süreçte işin güzelliğine kapılıp bu konuda sorular
sormayı unuttuk. AB üyeliği Orta ve Doğu Avrupa’nın başına gelmiş en güzel şey
olarak tanımlanamaz. Getirdiği şartların gerçekliğini ve bu uyum sürecinin sonuçlarını
daha iyi tartmalı, sorular sormalıydık. Sonuçta, şu anda Avrupa ile ilgili düşünceler
olumsuz yönde ve rüyanın yarım kaldığı gibi bir duygu hâkim. Sizlere tavsiyem, hayallere çok fazla dalmamanız yönünde olacaktır. Bu televizyonlar için iyi bir şey olabilir fakat söz uçar, yazı kalır. Şimdilerde Avrupa’nın on yıl sonrası için yaptığı planları
görünce gülüyorum. Kendinize gülmek için ise, büyük bir kudretinizin olması gerekir.
Teşekkür ederim.
Cengiz AKTAR
Sayın Milharcic’in söyledikleri aklıma iki şey getirdi. Slovenya’yı çok iyi bilen biri olarak
konuşuyorum. Orada 1994-1999 arasında BM Direktörü idim ve bu anlatılan dönemi
bire bir yaşadım. Avrupa ile ilgili en keyif verici anlar, AB’ye üye olmadan önce çalışılan
anlar. Üye olduktan sonra artık bir keyfi kalmıyor herhalde. Milharcic, Orta ve Doğu
Avrupa ülkelerinin AB ile olan ilişkilerinde hep kıtanın batısından bir şeyler beklediklerini ve kendilerinin AB’ye ne gibi bir katkıda bulunabileceğini hiç düşünmediklerini
söyledi. Burada da Türkiye’ye dolaylı bir atıf var. Biz açıkçası Avrupa’ya ne getireceğimizi biliyoruz. Bu yüzden Avrupa ile olan ilişkimiz bu kadar sorunlu cereyan ediyor.
Diğerlerinin böyle bir sıkıntısı yoktu. AB’ye kapağı atalım da sonrasına bakarız, dediler.
Maalesef, bugünkü aşırı menfi ortam, bütün Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde hâkim.
Türkiye, AB’nin en eski adayı.
1959’da Ankara Üniversitesinin çıkarmış olduğu bir yayın vardır. ATAUM’un yeni yayımladığı “Basında Türkiye Cumhuriyeti ve AB İlişkileri” diye fevkalade önemli bir kitap. Çok önemli bilgiler ve bol fotoğraf var. Bu kitapta iletişim sosyolojisi açısından
ve Türkiye’de medyanın AB üyeliğine hazırlık sürecindeki rolünü aydınlatıcı bilgiler
var. Türkiye’de AB’ye üyelik süreci pedagoji ile sansasyon arası bir yerde durur. Basın
da öyledir. Neden pedagoji? AB aslında az tanınan ve yanlış bilinen bir konu. Sadece
Türkiye’ye mahsus bir şey değil. Bütün aday ülkelerde durum böyle ve muazzam bir
bilgi ihtiyacı var. Basın bu ihtiyacı karşılamıyor. Bu onların rolü mü, o da belli değil.
Onların rolü olduğunu sanmıyorum, ama sansasyona gelince, AB-Türkiye ilişkileri çok
eski olmasına rağmen çok sorunlu ilişkilerdir. İşin sansasyon tarafı, bizim basın tarafından çok seviliyor. Basın bunu sürekli bir ihtiras gibi görüyor. Alacaklar mı, almayacaklar mı, yoksa seviyorlar mı, sevmiyorlar mı? Senelerdir benzer şeyleri yazarlar.
Türkiye’de çok yaygın bir intiba vardır. AB iyi bir şeydir ama bizi almazlar. Bütün kamuoyu yoklamalarından bu çıkar. Belki Makedonya için de aynı şey geçerlidir. Bunun
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
But Slovenia was an optimistic country till 2004. That was the year when the optimism was gone with the wind. The economic crisis broke out in Greece and then in
Portugal and Ireland. EU was a word that you should not pronounce in some circles.
There were rumours about Germany that they wanted to get out of EU. Professional
journalism could not convince the readers about why this is a good moment for the
development of the country. But it is not easy to measure the reflections of this development on social life. You can identify your goal as future but you need to have a
concrete goal for this. You can take positive steps but we forgot to ask all these questions since we were carried away with the beauties of this process. We can not say
that EU membership is the best thing that ever happened to Central and Eastern Europe. We should have evaluated the reality of the conditions and the consequences
of this harmonization process.
In the end, sentiments about Europe are quite negative and people feel like the
dream is left half finished. I would suggest you not to get carried away with dreams.
This might be good for televisions. It makes me laugh when I hear about the plans
of EU for 10 years later. You need to have an immense capacity to laugh at yourself.
Thank you very much.
Cengiz AKTAR
What Mr. Milharcic said brought two things to my mind. I speak as a person who
knows Slovenia very well. I was UN director between 1994 and 1999 and I personally
witness the process he talked about. The most joyous moments about the Europe
were before the countries were tying to become a member of EU. I think it loses its
beauty after the accession. Mr. Milharcic said that Central and Eastern European
countries always expect something from the West of the continent and never give a
thought to what they can bring to the table. I think it is an indirect reference to Turkey
as well. We actually know what we can bring to the table for Europe. That is why,
our relations with EU are quite problematic. The others did not have such problems.
They said that they would see after they get a foot in the door of Europe. There is an
extremely negative atmosphere in Central and Eastern European countries. Turkey is
the oldest candidate to EU.
There is a publication of Ankara Universit published in 1959. It is a book about the
Republic of Turkey in the media and EU relations. There are very prominent information and lots of photos. Thre are lots of illuminative information about communication
sociology and the role of the media in the process of harmonization of Turkey to EU.
EU is actually very little known and misunderstood organism. It is not only for Turkey
but all the candidate countries are in the same situation and they need an enormous
amount of information about it. The media could not meet this requirement. It is not
known whether this is their role. I do not think it is but EU-Turkey relations are very
problematic even thought it is a rooted one. The sensation part of the issue naturally
gets lots of attention from our press. It is a matter of passion for the media. Will they
/ 93
94 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
bir gerçekliği var tabi. Açıkçası, zaman içinde doğru olduğu da ortaya çıktı. Bu algı
neredeyse ilişkinin tek belirleyicisi konumuna da geldi. Bu pencereden bakıldığında medya, AB ile ilişkiler konusunda daha duygusal bir yerde duruyor. Belki “good
news is no news” anlamında. Pedagojik boyutu çok önemli olsa da hiçbir zaman ilgi
çekmedi. Birkaç tarih hatırlatayım. 1987’de Türkiye, rahmetli Özal döneminde AB’ye
müracaat ettiğinde o zamanki gazeteler bu haberi, “AB’ye girdik” diye verdi. 1989’da
Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin başvurusunu reddettiğinde bu haber “reddedildik, bizi
istemiyorlar” diye verildi. 1995’te Gümrük Birliği Anlaşması kararı çıktığında “AB’ye
girdik” şeklinde haber yapıldı. 1997’de AB, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine açılırken
yapılan Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’nin adı anılmayınca, bu sefer basın “reddedildik” diye haber yaptı. 1999’da Helsinki Zirvesi’nde adaylığımız tescil edilince yine
“AB’ye girdik” diye haber yapıldı. Jacques Chirac ve Schroder döneminde, 2002 yılında, epey bir iş yapılsa da zamanın yöneticileri bir türlü Türkiye ile son merhaleyi göze
alamadığı için yine “AB’den reddedildik” diye haberler yapıldı. 2004’te müzakereler
başladığında tekrar “AB’ye girdik” diye haberler yapılmış. 2011’deyiz, ama hala giriyor
muyuz, girmiyor muyuz, belli değil. Görsel medyadaki bir iki uzman program dışında
geriye ne kaldı? Burada TRT’yi kutlamak lazım, hâlâ bu konudaki programları o yapıyor
ve onun dışında pek bir şey yok, ama sanal medya haber verme anlamında yoluna
devam ediyor. Türkiye’nin de bu ilişkisi kopmadıkça medyanın yaklaşımı, girdik veya
girmedik şeklinde olacak. Sözü şimdi size veriyorum. Bir soru var, buyurun efendim.
Alican DOĞAN
Merhaba, ben Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler mezunuyum. Adım Alican Doğan. Sizce, AB’ye kabul olmadan Gümrük Birliği’ne girmemiz bizim elimizdeki pazarlık
gücünü bizden aldı mı? Bu gücü elimizde tutsaydık, AB’ye giriş sürecimiz kolaylaşır
mıydı?
Cengiz AKTAR
Gümrük Birliği ilişkisi olmasaydı, Türkiye’nin bugün AB ile bir ilişkisi yoktu. Gümrük
Birliği çok derin bir ilişki ve bir etaptır. Müstakbel üyeliğin etabıdır. O etap gerçekleşmediği için bugün Gümrük Birliği zor durumda ama iktisâdi açıdan baktığımızda
Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye getirileri götürülerinden çok daha fazladır. Bursa’dayız ve
buranın sanayisinin Gümrük Birliği ile bire bir alakası vardır. Türkiye’nin bütün sanayi
altyapısı Gümrük Birliği ile değişmiştir ve dünya ekonomisi ile ilişkimiz bu sayede
olmuştur. Çünkü balık tutmayı öğretir, balık satmaz. Basit bir ticari ilişki değildir. AB
üyeliği ile tamamlanmadığı için sorunlar var. Mesela serbest ticaret anlaşmalarında şu
anda Güney Kore ve Hindistan ile meseleler var. Ulaşım kotaları meselesi var. Üyelik
gerçekleşmiş olsa Gümrük Birliği işlevini gerçekleştirmiş olacaktı.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
let us in or not? They write similar columns for years. There is a huge impression
about EU in Turkey.
We, as Turkish people, think that EU is good but they would not let us in. Maybe this
is also the case for Macedonia as well. There is a reality into it. It turned out to be
the truth. This is almost like the single determiner of the relations. The media is more
in an emotional point of view about the relations with EU. Maybe, good news is no
news. We should take a look at some dates in this regard. In 1987, when the late Mr.
Özal applied for the full membership, the newspapers thought we became a member
of EU. In 1989, when the European Commission rejected the application of Turkey,
the media made news with a tone of ‘’they do not want us in EU’’. In 1995 when we
signed for the Customs Union, then again the media thought we were in. In 1997
when the EU expanded to Central and Eastern Europe, the media made news that
we were rejected again. In 1999 Helsinki Summit, we thought we were in when they
approved our candidacy. In 2002, Jacques Chirac and Schroder could not take the
risk for the last stage with Turkey even though we put lots of efforts in the process.
Then the media thought we were rejected once again. We are now in 2011 and we
still do not if we are going to complete this accession process.
We need to congratulate TRT in this regard since they still have programs pertaining
to EU and there is not anything else other than that. The virtual media keeps making
news about it though. Unless Turkey does not break off the relations, the news in the
media will be in a way that ‘’we are in or we are out’’. I think there is one question.
Alican DOĞAN
I am a graduate from the deparment of International Relations in Bilkent University.
My name is Alican Doğan. Do you think the fact that we signed for Customs Union
before accession to EU took our leverage away? If we held this leverage, would our
accession process to EU be easier?
Cengiz AKTAR
Without Customs Union, Turkey would not have any relation with EU today. Customs
Union is a profound relation and a stage. It is a stage of future membership. Since
that stage could not be capitalized, Customs Union is having a hard time but the
advantages of Customs Union are financially much more than its disadvantages. The
infrastructure of industry in Turkey has changed with Customs Union and that paved
the way for our relation with world economies since it teaches how to catch a fish,
not sell it. It is not a simple trade relation. There are some problems since the accession period with EU is troublesome. There are issues with South Korea and India in
free trade agreements and transportation tariff. The Customs Union would function
very well if we had accessed to EU.
/ 95
96 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Bayram KAYA
Adım Bayram KAYA, Manas Üniversitesi, İletişim Fakültesi’nden geliyorum. Misafirlerimize bir sorum var. Kendi ülkelerinde medyanın durumu nedir? diye sormak istiyordum. Örneğin, kendileriyle nasıl işbirlikleri kurabiliriz? Nasıl medya içerik paylaşımı
sağlayabiliriz? Kendi ülkelerindeki durum nedir? Teşekkür ederim.
Ervin Hladnik MILHARCIC
Bunun iki yönü var. Birincisi kurumsal yöndür. Bu konuda çok fazla bilgili değilim,
fakat sanırım bu bir Hıristiyan dilinde iletişim sağlama meselesidir. Ortak bir dil bulmamız gerekir. Türkçe, Slovenya’da pek kullanılan bir dil değil. Bu yüzden belki biz
Türkçe öğrensek daha iyi olur. Slovenya medyasının yapısı oldukça basittir. Ulusal bir
TV ve radyo istasyonu vardır. İki veya üç büyük ulusal gazete vardır. Kurumsal işbirlikleri nasıl olurdu bilemem, ama profesyonel gazeteciliğin bir iletişim ağı olduğunu
söyleyebilirim. Bölge, bölgenin tarihi ve insanlar arası farklılıklarla ilgili bütün söylemler, profesyonel gazeteciliğe gelince anlamsız kalıyor. Gazetecinin yazı yazdığı çevreyi
anlayabilmesi için bir gazeteciyle gazetecilik dilinde konuşması gerekir. Fiziksel temas
sağlamalı ve arada birbirinize kart yollamalısınız. El sıkışmanın yerini hiçbir şey tutmaz. Mısır’da da böyle olmuştu. Gazetecilik tuhaf iştir. Aslında oldukça muhafazakâr
insanlarızdır. Gazetenin kokusunu, o haber odalarını, gergin yayın toplantılarını çok
severiz. Bu ortamlar öyle pek romantik ortamlar da değildir. Modern olanı severiz.
Bunları kullanırız, çünkü bunlara bağımlıyız. Bir iletişim ağı oluşturmak bence harika
olur. Buradaki sorun iletişim dili olabilir. Şu an sadece İngilizce konuşuluyor. Bu biraz
rahatsız edici bir şey, çünkü ben küçük bir ülkeden geliyorum ve her şeyi İngilizce
yaptığınızda ulusal kimliğinizi kaybediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Türklerin de
aynı şeyi düşündüğünü sanıyorum. Sizler bu konuda bizden daha zor durumdasınız,
çünkü bize oranla çok daha büyük bir ülkesiniz. O yüzden kimsenin Türkçe konuşmadığını görmek zor olmalı. Ben de kimseden Slovence konuşmasını beklemiyorum. Bu
söylediklerimi anlayan varsa beni şaşırtmış olur, fakat herkes anlamalı ki sağlıklı bir
iletişim ortak bir dilden geçer.
Recep GÜNDÜZ
Öncelikle hoş geldiniz. Ben, Kosova Bursa Üsküp Derneği Başkanı Recep Gündüz.
1953 Kosova doğumluyum. Sloven gazeteciye bir sorum olacak. Kosova’ya giderken
Bulgaristan benden 80 avro para alıyor. Nedeni de, AB üyesi olmamamız. AB üyesi
olmayan ülkeler vizesiz geziyorsa neden Türkiye’den bu para alınıyor? Suçumuz kültür
savaşı mı, yoksa Müslüman olduğum için mi vize verilmiyor?
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
Bayram KAYA
I am coming from the Faculty of Communication in Manas University. I will have a
question for our guests. I would like to ask how the media in their countries is doing.
How can we co-operate with them? How can we share media contents? Thank you.
Ervin Hladnik MILHARCIC
There are two sides of the story. One of them is corporate. I do not know much about
this but I think it is a matter of communicating in a Christian language. We need to
find a common language. Turkish is not spoken or widely read in Slovenia that much.
Maybe we better learn some Turkish. The structure of Slovenian media is actually
quite simple. We have a national TV and radio station. There are two or three nationwide newspapers. I do not know how the corporate cooperations would work but I
can say that professional journalism is a communication network. All the discourses
about the region, the history of the region and the difference between the people
do not mean anything when the professional journalism is on the line. The journalist
need to talk to another journalist in a journalism tone so as to comprehend what’s going on around him. We need physical contact and maybe we should send a few card
every now and then. Nothing can replace a handshake. That was the case in Egypt as
well. Journalism a strange business. We are actually very conservative people. We
love the smell of the newspaper, those news room and stressful broadcast meetings. Those are not romantic places to be. We love the modern. We use it since we
are addicted to it. I think it would be great to develop a communication network. The
communication language might be a problem in this regard. We speak only English
right now and to be honest that is a bit annoying since I come from a relatively small
country. When you do everything in English, then you feel like you are losing your
national identity. I think Turks think in the same way. You are in a tougher position
than we are since you are a much bigger country than we are. So, it must be tough to
see everyone speaking English. I do not expect everyone to speak Slovenian either.
I would be surprised if anybody understands what I am trying to say but everyone
should understand that we need a common language for a healthy communication.
Recep GÜNDÜZ
I would like to welcome you all. I am the president of Culture and Solidarity Association of Turks in Kosovo and Skopje. I was born in Kosovo in 1953. I will have a
question for the Slovenian journalist. If I go to Kosovo, Bulgaria wants to charge me
80 euros on my way. The reason is that we are not a member of EU. If non-member
states can do without a visa, then why do they charge Turkey for this? Is it a cultural
war or is it because we are Muslims?
/ 97
98 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Ervin Hladnik MILHARCIC
Ben de kısa zaman öncesine kadar sizinle aynı durumdaydım. AB’ye girdiğimiz için
mutlu olduğum bir yan varsa o da arabanıza atlayıp buradan Helsinki’ye kadar gidip
pasaport göstermeden geçebiliyor olmanızdır. Sadece feribotlarda pasaport gösteriliyor. AB’ye üye olarak pek çok şey kazanıyorsunuz ki, bu da diğer ülkelerin (dışarıda kalan ülkelerin) çok şey kaybettiği anlamına geliyor. Bundan eminim. AB’nin genişleme
çabaları olumlu adımlardır. Kıta için itici bir güç oluşturuyor. Sınırlar konusuna gelince,
işi yüzüne gözüne bulaştırıyor. Sanırım AB’nin bir kıta olmasının tek yolu genişlemeye
devam etmekle gerçekleşecektir. Bu gerçeklerden biraz uzak bir fikir olabilir, ama
Türkiye söz konusu olduğunda bu konuda oldukça fanatik olduğumu söyleyebilirim.
Türkiye, AB’ye dâhil olursa İran, Irak ve Suriye sınırına AB bayrağı koymuş olacaksınız. Kıta olarak gerçek dünyanın gerçekleriyle yüzleşmek durumundasınız ve bu İran
ile daha fazla sorun yaşanması anlamına gelebilir. Evet, Avrupa yabancı düşmanıdır.
Antisemitizme, ırkçılığa ve İslamofobilere ev sahipliği yapmış bir geçmişe sahiptir.
Avrupa’nın kendi kendini eğitmesi uzun bir süreçtir. Bence Avrupa’ya bu konuda baskı yapılmalıdır. Böyle aşağılık kompleksi ile olaya yaklaşmanın bir faydası olacağını
sanmıyorum.
Avrupa ne homojendir ne de merkezi bir hükûmeti vardır. Aslında tuhaf bir mekanizmadır. Dâhil etme veya dışarıda bırakma gücü olduğundan güçlü görünür. Aynı
zamanda kırılgan bir yapısı vardır. Sadece Almanlar ile Fransızların bir daha birbirine
savaş açmayacağını garanti eder. Zaten bu nedenle oluşturulmuş bir birliktir, fakat
Avrupa kıta olarak Balkanlar gibidir. Küçük ulusal devletlerden oluşur. Size şunu da
söyleyeyim: Büyük Britanya’nın hiç de öyle büyük bir tarafı da yoktur. Gayet küçük bir
ülkedir. O zaman başkaları da çıkar, Büyük Almanya veya Daha Büyük Sırbistan, der.
Bu aslında küçük bir meseledir. Birkaç yıl önce sınır fantezisi yüzünden Slovenya neredeyse Hırvatistan’a savaş açıyordu. Bu Avrupa’nın içinde var olan bir unsur ve kabul
etmek gerekir ki, bu tür çevrelerde çatışmalar doğaldır. İşin püf noktası, bunu kabul
etmek ve saçmalıklarla uğraşmamaktır.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 1
Ervin Hladnik MILHARCIC
I was in the same situation just like you are right now. The one thing I am happy about
for EU membership is that I can jump in my car and go to Helsinki without having to
show my passport. You only need your passport in ferries. You gain lots of things
with the accession to EU which means non-member states lose a lot in this regard. I
am sure about this. The expansion efforts of EU are very positive. It is a driving force
for the continent. They make a mess when it comes to the issue of borders. This may
not sound close to reality but I am fanatic when the issue is Turkey. You are going
to put an EU flag in the border of Iran, Iraq and Syria if Turkey becomes a member of
EU. You have to face the realities of the real world as a continent and this may mean
more problems with Iran. Yes, Europe is xenophobic.
It has a history hosting antisemitism, racism and Islamophobia. It is a long process
for Europe to educate itself. I think you should pressure on EU in that regard. I do not
think it would ever help to approach things with this inferiority complex. Europe is
not homogenous or does have a central government. It is actually a little bit strange
mechanism. It looks powerful since it has got the power to let in or let out. But it has
a fragile structure. It only guarantees that Germans and French people would not
fight a war ever again. But Europe is similar to Balkans as a continent with relatively
small countries and let me tell you this. There is nothing great about Great Britain. It
is a relatively small country. Then people may come up and call it Greater Germany or
Greater Serbia. Slovenia was almost declaring a war against Croatia due to a border
fantasy a few years go. We have to admit that the conflicts are normal in such environments. The key point is to admit his and not mess around with nonsense.
/ 99
Bölüm 2
Part 2
AB Üyelik Süreci ve Medya (2)
EU Membershıp Process And The Medıa (2)
Oturum Başkanı / Moderator
Yrd. Doç. Dr. / Assist. Prof. Dr. Abdullah ÖZKAN
İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Kamu Diplomasisi Enstitüsü Direktörü
Representative of Turkish-Asian Center for Strategic Researches and Director of Pub. Diplomacy Ins.
Katılımcılar / Panelists
Dr. Fatma Sel TURHAN
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı/Türkiye
Foundation for Political, Economical and Social Studies, Turkey Columnist, Daily Dnevnik, Slovenia
Altın RAXIMI
Balkan Insight Internet Gazetesi / Arnavutluk
Journalist, Balkan Insight, Albania
İsmet ÇAKIQI
Başbakanlık Halkla İlişkiler Koordinatörü / Kosova
Prime Ministry’s PR Coordinator, Kosovo
Emina DELIC
TV1 Editörü ve Spikeri / Bosna-Hersek
Editor and Speaker, TV1, Bosnia and Herzegovina
102 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Yrd. Doç. Dr. Abdullah ÖZKAN*
Medyanın ahını aldım galiba, çünkü medyayla ilgili tenkit eden hatta sert çıkan bir
sunum hazırlamıştım. Oturum başkanına teklifte bulundum ve sunum askıda kaldı.
Sayın Karakaya’nın bunda bir rolü olabilir mi acaba? Zaman olursa Türkiye-AB ilişkilerinde medyanın olumsuz anlamda katkılarından söz edeceğim. Belgelerim de var.
Konuşmalardan sonra söz hakkını sizlere vermek istiyorum. Soru dışında olumlu veya
olumsuz katkı da rica edeceğim. “Buradaki sunuşlara katılıyorum çünkü… veya katılmıyorum çünkü olayın başka bir boyutu daha var…” diyebilirsiniz. İlk sözü Fatma
Hanıma veriyorum.
Fatma SEL TURHAN
Teşekkür ediyorum. Kısaca Batı Balkan ülkeleri diye bilinen eski Yugoslavya ve
Arnavutluk’un AB’ye giriş sürecine dair konuşmak ve sürecin nasıl işlediğine, sorunların neler olduğuna ve bundan sonra neler yapılabileceğine dair fikirlerimi paylaşmak
istiyorum. Yugoslavya’nın dağılması akabinde başlayan 1991-1995 savaşları ve 1999
Kosova krizi, AB’yi Batı Balkanlar’a doğru genişleme konusunda daha istekli hale getirdi. Daha önce bölgedeki varlığını sadece insani yardım şeklinde sınırlandıran bir AB
vardı. Fakat bu politikalardan bilinçli bir uzaklaşma olduğunu görüyoruz. Literatürde, bu
sürecin, 1999 sonrası Avrupa Düzeni olarak telaffuz edildiğini görüyoruz. Bu değişimin
AB’de yaşanmasının en önemli sebebi ise, AB’nin kriz yönetimi konusundaki etkisizliğini gösteren âdeta zayıf karnı haline gelmiş olmasıdır. Bu, sadece Batı Balkanlar’da
bir eleştiriye sebep olmuyor, aynı zamanda AB içerisinde de ciddi eleştiriler olduğunu
görüyoruz. AB, Orta ve Doğu Avrupa’da genişleme sürecinde milliyetçi hükûmetleri
dizginleme, ekonomik ve politik anlamda ülkeleri disipline etme noktasında ne kadar
başarılı olabileceğini daha önceki tecrübeleriyle görmüştü. AB’nin bu bağlamda Batı
Balkanlar’daki olumsuz politikaları eleştirdiği, olumlu politikaları ödüllendirdiği ve tabiri caizse havuç-sopa yöntemini devreye soktuğunu görüyoruz. AB’nin bölgeyi entegrasyon çerçevesine almasının bir diğer sebebi de, şüphesiz 2004 ve 2007 genişleme
dalgaları ve bunlarla birlikte Birliğin dayanmış olduğu sınırlardır.
2004 yılında Macaristan ile Slovenya, 2007 yılında Bulgaristan ile Romanya birliğe
dâhil olmuştu. Bu dört ülkenin katılmasıyla Batı Balkan ülkeleri neredeyse kuşatılmış
oluyor. Bu yakınlaşmanın neticesinde AB, Batı Balkanlar’da yaşanacak bir kargaşadan
en çok etkilenen bölge olacak. Bu sebeple önceki geleneksel politikalar bir tarafa bırakılıyor ve batı normlarını bölgeye yerleştirecek politikalar hız kazanmaya başlıyor. 1999
sonrası AB düzeni, sosyalleşme yoluyla batılı normların bölgede geçerli hâle getirilmesi teşebbüsü olarak da nitelendirilebilir. AB’nin bir hedefi de entegrasyon yoluyla
bölgedeki gücünü artırmaktır. Özellikle Dayton Barış Antlaşması ve Kosova Krizi ile
birlikte ABD’nin oynamış olduğu etkin rol AB içerisinde de Atlantik ötesi gerilimlerin
artmasına neden oluyor. Entegrasyon politikasıyla AB, askeri etkinliğini bir anlamda
*
Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özkan’ın foruma takdim ettiği sunum. Sayfa 208.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
Assıst. Prof. Dr. Abdullah ÖZKAN*
I think the media has cursed me since I had a critizing and
harsh presentation. I have asked the moderator about it
but it is suspended. Is it possible Mr. Karakaya has something to do with this? I would like to touch upon negative
impacts of media in Turkey-EU relations if enough time
is left at the end of the session. I have some documents
with me. I would like to give the floor to you for asking
question or making comments. I would like to give the
floor now to Dr. Fatma Sel Turhan from the Foundation of
Political, Economic and Social Researches.
Dr. Fatma Sel TURHAN
Thank you. I would like to touch upon the accession processes of former Yugoslavian countries and Albania to
EU and how the processes worked and what the problems were and what we can do now. After the dissolution of Yugoslavia, 1991-1995 wars and 1999 Kosovo crisis made EU more enthusiastic about expanding to the
Balkans. Limiting its existence in the region only into the
boundaries of humanitarian aid, EU does not follow the
same policies anymore. People call it the new European
order after 1999. The reason of this change in EU is the inability of EU to manage its
capacity in crisis. This is not only a criticism of Balkan people. There are serious criticism within EU as well. EU had its fair share of experience to know how successful
it can be in terms of economically and politically reining back and disciplining the
nationalist countries. In this regard, EU criticizes the negative policies and rewards
the positive ones in the Balkans as it is like a carrot-stick game. Another reason why
EU includes the region within the framework of integration is the expansions in 2004
and 2007 and as a result the borders it reached.
Hungary and Slovenia joined the EU in 2004 as Bulgaria and Romania did the same
in 2007. With the accession of these four countries, the Western Balkan countries almost have been surrounded. EU will be the region affected most if any conflict breaks
out in the Western Balkans. That is why they leave traditional policies aside and accelerate the policies to place the westerns norms in the region. The EU order after
1999 can be called an attempt to make western norms valid in the region through
socialization. EU also aims to improve its control and capacity in the region through
integration process. The effective role of USA, particularly with Dayton Peace Agreement and Kosovo crisis, paves the way for the rise in transatlantic tension within EU
*
Presentation made by Assist. Prof. Dr. Abdullah ÖZKAN page: 209.
/ 103
104 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
politik yollarla dengelemeyi amaçlıyor. AB’nin bu düşüncelerle Batı Balkanlar’a yönelik
ilk istikrar ve katılım programlarını, 2000 yılında başlattığını görüyoruz. Bu program,
Batı Balkan ülkelerinden gerekli şartları sağlamaları durumunda üyelik yolunu onlara
açıyor. Ülkeler, özellikle insan hakları, politik ve ekonomik reformlar, bölgesel işbirliği
konusunda bir dizi değişiklik gerçekleştirmek zorundadır. Bu süreç her bir ülkeyi tek
tek ele alıyor. İlk istikrar ve katılım anlaşmasının, Batı Balkan ülkelerinden Makedonya
ile 2001 yılında başlatıldığını görüyoruz, ancak Makedonya 2005 yılında adaylık statüsü kazanabilmiştir. Bu aradaki sürecin en önemli sebebi ise, Yunanistan ile yaşamış
olduğu isim anlaşmazlığıdır. Bu ülke içerisinde ayrıca yüzde 25-30’luk bir Arnavut nüfusu var ve azınlıklarla ilgili sıkıntılar da Makedonya’nın önünü kesmiştir. Hâlâ isim
sıkıntısının devam ettiğini görüyoruz.
AB’ye giriş altı aşamalı bir süreçten oluşuyor. Makedonya bu noktada beşinci aşamada, ancak orada da medya konusunda ciddi sıkıntılar var. Hükümetin özellikle
“A1” isimli bir televizyon kanalının ve ona ait gazetelerin hesaplarını dondurması,
Batı dünyasında medyanın sesini kısmak olarak yorumlanmıştır. 2004 yılında aday
ülke statüsünü kazanan Hırvatistan ise, Batı Balkanlar’da süreci en hızlı işleyen devlet oluyor. Hırvatistan’ın 2012 veya 2013 yılında Birliğe dâhil olması bekleniyor. Ama
Hırvatistan’ın da medya konusunda AB beklentilerinin gerisinde olduğunu görüyoruz.
Hırvatistan’da siyasi yolsuzluğa dair yazılar yazan gazetecilerin baskı gördüğü, saldırılara maruz kaldığı yazılı basında sıkça gündeme getiriliyor. 2006 yılında bağımsızlığını
ilan eden Karadağ ise, ilk olarak 2007 yılı mart ayında AB ile istikrar ve katılım anlaşması imzaladı ve 2010 yılında adaylık statüsünü kazandı. Ancak Karadağ’da yolsuzlukla
mücadele, ifade özgürlüğü ve azınlık hakları konularında önemli reformlara gidilmek
zorundadır. İlk istikrar ve katılım anlaşmasını 2006 yılında imzalayan ve 2009 yılında
adaylık için başvuran Arnavutluk da yolsuzluk, suç, yargı ve medya bağımsızlığı konusunda AB’nin önemli reformlar gerçekleştirmesini beklediği ülkelerdendir. Sırbistan
2009 yılında AB’ye resmi başvurusunu yaptı ancak henüz olumlu bir cevap alabilmiş
değil, 2012 yılında olumlu bir cevap almayı ve adaylık statüsünü kazanmayı umuyor.
Fakat bunun çok da kolay olmayacağını görüyoruz. AB’nin Sırbistan’dan beklentisi,
Kosova sorununda aşama kaydetmesidir. Bu ülkede muhalefet ve medya konusunda
ciddi kısıtlamaların olduğu, batı medyasında yer alan konular arasındadır. Ülkede şeffaf olmayan medya sahipliği ve hükümet yetkililerinin medyanın idari makamlarında
yer alması, AB’nin ciddi eleştirilerine yol açıyor. Bosna Hersek’e baktığımızda 2008
yılında AB ile ilk istikrar ve katılım anlaşmasını imzaladı.
Bu ülkedeki siyasi ve politik çekişmeler AB sürecini sekteye uğratıyor. Batı medyasında, Bosna-Hersek medyasının siyasi çekişmelerin gölgesinde kaldığına dair haberler
yer almaktadır. Kosova ise, AB ilerleyişindeki en sorunlu ülkelerden biridir. Birlik üyesi yirmi yedi ülkenin beşi henüz Kosova’nın bağımsızlığını tanımış değil. Hırvatistan
dışında hiçbir Batı Balkan ülkesinin 2020 yılından önce Birliğe dâhil olamayacağı ön
görülüyor. AB, Kosova dışındaki bütün Batı Balkan ülkelerine vize muafiyeti getirmiş
durumda. Bölgede hala barışın tam olarak tesis edilemediğini görüyoruz. İstikrar ve
şeffaflık hala önemli sorunlardandır. Bu ülkelerdeki aşırı milliyetçilik de barışı tehdit
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
as well. EU aims to politically balance the military activity through integration policy.
Wth these thoughts in mind, EU has initiated stability and accession programs in
Western Balkans in 2000. This program opens the door for Western Balkan countries
if they comply with the conditions. Governments have to make some amendments
in policies of human rights, political and economic reforms and regional co-operation.
The first stability and accession agreement was signed with Macedonia in 2001
but Macedonia has attained the candidate status only in 2005. The reason why they
lagged behind is their conflict with Greece. 25-30 % of the Macedonia population is
Albanian and some issues pertaining to minorities blocked their way. There is still a
conflict over the name.
EU road is made of 6 stages. Macedonia is at stage 5 right now but there are serious issues about the media in Macedonia. The government froze the accounts of a
tv channel called A1 and some newspapers. Attaining its candidate status in 2004,
Croatia is the fastest operating country among the others. Croatia is expected to join
EU in 2012 or 2013 but Croatia lags behind the expectation of EU about the media.
It is frequently reported that journalists, who write about political corruption, are put
under pressure or attacked. Declaring its independence in 2006, Montenegro signed
a stability and accession agreement with EU in March 2007 and attained its candidate
status in 2010. But Montenegro is obliged to make some amendments in the fight
against corruption, freedom of speech and minority rights. Signing its stability and
accession agreement in 2004 and applying for full membership in 2009, Albania is
one of the countries EU expects to make amendments in corruption, crime, judiciary
and freedom of press. Serbia has made its official application to EU in 2009 but got
no positive reply back yet. Serbia expects to have a positive reply back and attain the
candidate status in 2012. It is not an easy task though. What EU expects from Serbia
is a progress with the issue of Kosovo. Non-transparent media ownership and the
control of government authorities in administration of media pave way for serious
criticism from EU. Bosnia-Herzegovina signed the stability and accession agreement
in 2008.
Political conflicts in the country interrupts EU integration process in the country.
Western press reports that Bosnian media is largely under the influence of political
conflicts. Kosovo is one of the most problematic countries in EU integration processes. 5 of 27 member countries have yet to recognize the indenpendence of Kosovo.
No Western Balkan country, except for Crotia, is expected to join the EU before 2020.
EU has allowed all the Western Balkan countries except for Kosovo to travel without
a visa. Peace still could not be assured in the region yet. Ultranationalists can still
threaten the peace process in these countries. We know that there are violations
of minority rights, a rise in organized crime and corruption and accelerating pressure on science and media. EU is having a fatigue of expansion as a result of recent
economic crisis. It is frequently reported in western media that EU has reached its
natural borders and this kind of expansion might load a burden on the shoulders of
the union. People within EU think that it would only be a burden on their shoulders if
/ 105
106 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
edebiliyor. Azınlık haklarını korumada yetersizlikler olduğunu, örgütlü suçlar ve yolsuzluk oranlarının yüksek olduğunu, bilim ve medya üzerindeki baskıların, AB’ye üyelik
sürecini sekteye uğrattığını görebiliyoruz. AB’de ise, son dönemlerde yaşanan ekonomik krizler sebebiyle ciddi bir genişleme yorgunluğundan bahsetmek mümkündür.
Batı medyasının, Batı Balkan ülkelerinin Birliğe dâhil olması konusunda oldukça olumsuz bir tavra sahip olduğu da görülüyor. Batı medyasında, AB’nin doğal sınırlarına
ulaştığı ve böyle bir genişlemenin, Birlik üzerine ciddi yük getireceğine dair yazılar sık
dillendirilmektedir. AB ülkelerinde halk, Batı Balkanlar’a doğru bir genişlemeyi sadece
bu bölgenin yararına olacak bir yük olarak algılıyor. Batı Balkanlar’da da AB’yle ilgili
bir şüphecilik söz konusudur. AB’nin sunduğu şartlar halklara yeni yükler getirdiği için
adaylık eskisi gibi heyecan yaratmıyor bu bölgede. Bu gelişmeler halkları bir araya
getirmekten ziyade birbirinden bir ölçüde uzaklaştırmıştır. AB’nin bunu fark ettiğini ve
bölgesel işbirliğini üyelik şartlarından biri haline getirdiğini görüyoruz. Bu önemli ve
olumlu bir gelişme. Ancak oldukça bürokratik bir yapıya sahip olması nedeniyle bunun
elitler nezdinde bir tartışmaya yol açtığını ve halka maalesef inemediğini görüyoruz.
AB için de bu süreç oldukça önemlidir. Çünkü AB de Batı Balkanlar’ın AB’ye dâhil
olması noktasında ciddi çaba sarf etmek zorunda; bu ise sadece Batı Balkanlar’ın istikrarı anlamına gelmiyor. Aynı zamanda, AB’nin de güvenliğinin sağlanması anlamına
geliyor. AB’nin genişleme yorgunluğunu üzerinden atıp Balkanlar’la ilgili sorunlarla
daha yakından ilgilenmesi gerekir. AB içerisinde de, Balkanlar’a yönelik negatif bir bakış olduğundan da bahsedebiliriz genel olarak. İçerideki yabancı, kenar ve arka bahçe
gibi Balkan tanımlamalardan sıyrılıp Batı medyasının bölgeyi Avrupa’nın bir parçası
olarak görmesi gerekiyor. Şu anki hâkim medyada parçası değil de sanki bir uzantısından bahseden bir dilin kullanıldığını görüyoruz. AB’nin bölgesel güçlerle ve bölgeyle
var olan yakın tarihi sebebiyle Türkiye ile işbirliği içinde çalışması da şart. Bölgedeki
çok-dilli, çok-kültürlü ve çok-dinli yapının güçlendirilmesi, Türkiye’nin tarihi deneyiminden ve Osmanlı mirasından faydalanmak gerekiyor. Şu an Türkiye’nin izlediği bölgesel
entegrasyona öncülük eden aktif politika, Batı Balkanlar’ın güvenli bir bölgeye dönüşmesi konusunda önemli bir katkı sağlıyor. Teşekkür ederim.
Emına DELIC
Bunun karşılaştırmasını yapmak benim için zor olur, çünkü Türk televizyonlarını izlediğimde pek bir şey anlamıyorum. Fakat burada önemli olan bu konuda güçlü bir
iradeye sahip olmamızdır. Bizlerin de çalışma hayatlarımızda benzer mizaca sahip olduğumuzu düşünüyorum. Bu iyi ve önemli bir şeydir. Öncelikle bu Foruma katılmak
üzere beni buraya davet eden organizasyon sahiplerine teşekkür etmek istiyorum.
Daha küçük bir kızken İstanbul’a ilk kez geldiğimde aynı dili konuşuyoruz sanıyordum.
Türkçede pek çok Boşnakça kelime olduğunu gördüm. Daha sonradan ailem bana
Türkçede Boşnakça kelimeler olmadığını, o kelimelerin Boşnakçaya Türkçeden geçtiğini anlattılar. Boşnakçada pek çok Türkçe sözcük bulunuyor. Bu nedenle burada
Türkçe konuşmayı bile düşündüm, fakat henüz “Bin Bir Gece” dizisinin bütün bölümlerini izlemediğimden bu fikirden vazgeçtim. Fakat İngilizce konuşursam sanırım birbirimizi gayet iyi anlayabiliriz. Ortak tarih, gelenek ve kültürün bir parçası olduğumuz
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
they keep expanding to Western Balkans. There are serious doubts within EU about
Western Balkans. The candidacy does not make people thrilled anymore since it puts
a burden on their shoulders. That is why EU stipulted regional co-operation in this regard and this is of major and positive development. EU also has to make major efforts
to make Western Balkans to join EU since this is not a stability only for the Western
Balkans. It corresponds to the security of EU as well. EU needs to get over its fatigue
of expansion and closely monitor problems of the Balkans. It is safe to say that there
is a negative perspective within EU about the Balkans. The western media has to get
rid of describing the Balkans as stranger or a backyard and regard it as a part of the
Europe. EU is also obliged to have close relations with Turkey due to its historic roots
with regional powers. We need to consolidate multi-lingual, multi-ethnic and multireligious order in this region and benefit from the historic experience of Turkey and
the heritage of the Ottomans. The policy of Turkey pertaining to regional integration
has made major contributions to the process of turning Western Balkans into a safe
place. Thank you.
Emina DELIC
It is a bit hard to for me to compare this since I do not
understand a lot much when I watch a Turkish tv channel.
However, what’s important here is that we have a strong
will about this issue. I think we have similar temperament
in style of working. That is good and important. But first
of all, I would like to thank the organizers who invited me
here to this conference. When I was a little girl and came
to Istanbul for the first time, somehow I thought that we
speak the same language. I recognized lots of Bosnian
words in Turkish. Then, my family told me that the it was actually the opposite and
those words were actually inherited from Turkish. There are lots of Turkish words in
Bosnian. That is why, I was planning even to speak Turkish here but I gave up on the
idea since I have not watched all the episodes of Binbir Gece yet. However, I think
we would perfectly understand each other if I speak English. I believe we will understand each other perfectly well since we are a part of a common history, tradition and
culture. Because we are bound to each other with our strong and friendly relations
and some undesired problems. Unfortunately, Bosnia-Herzegovina is undergoing the
damages of the post-war economy nowadays.
We can easily say that we are still going through one of the worst political crisis. The
underlying reason of this crisis was the tension we underwent in Bosnia-Herzegovina
between 1992-1995. Unfortunately, Bosnia-Herzegovina is even today facing open
threats of nationalists about division of the nation and killing all the Croatians at sight
and deporting them all. International community still could not find a solution to these
problems. It is possible to say that the efforts to divide Bosnia-Herzegovina would
/ 107
108 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
için birbirimizi iyi anlayacağımızı düşünüyorum. Çünkü güçlü ve dostça ilişkiler ile ve
hoş olmasa da ülkelerimizin karşılaştığı bazı sorunlarla birbirimize bağlı bulunuyoruz.
Maalesef, Bosna Hersek bugünlerde savaş sonrası ekonominin zararlarını çokça yaşıyor. Hatta gelmiş geçmiş en kötü siyasi krizlerden birini yaşadığını da söyleyebiliriz.
Bu krizin altında yatan neden de, 1992-1995 arası dönemde Bosna Hersek’te yaşanan
gerilimlerdir. Maalesef, günümüzde Bosna Hersek, ulusalcı kesimin açık tehditleriyle
karşı karşıyadır: Bosna Hersek’in bölünüp, burada yaşayanların Hırvat nüfusun bulunduğu yerlerde öldürüleceğinden, sınır dışı edileceğinden bahsedilmekte. Uluslararası
toplum hâlâ ülkedeki bu sorunlara bir çözüm bulabilmiş değildir.
Bosna Hersek’i dağıtma çabalarının ortaya yeni bir savaş çıkaracağını, bu savaşın da,
öngörülemez ve bölgesel sonuçlar doğuracağını ve Avrupa genelinde istikrar ve barış sürecinin bozulacağını söylemek mümkündür. AB, bölgedeki bütün ülkelere tam
üyelik penceresi açmıştır. Fakat AB, Müslümanlara karşı insanlık suçunun işlendiği ve
kendilerinin de sadece seyirci kaldığı dönemden bu yana dış ve güvenlik politikasını
uygulamaya koyabilecek bir mekanizma yaratma konusunda hiç bir adım atmamıştır.
Bugün bile milliyetçilikleri ve savurdukları tehditler açısından hem bölge hem de Avrupa için büyük tehlike oluşturan gruplara karşı AB’nin özel ve işe yarar bir mekanizması
yoktur. Ülkemdeki insanlar AB’nin bu tavrını kendi kültür ve tarihi kimlik arayışı olarak
algılıyorlar. Yabancı düşmanlığının güçlendirilmesi ve çok-etnisiteli toplum yapısından
uzaklaşılması, Avrupa’da ve bölgede korku yaratmaya devam ediyor. Müslümanlar
ikinci sınıf vatandaş olarak görülüyor. Son savaşta edinilen tecrübelere rağmen Bosna
Hersek, AB fikrine büyük bir umutla sarılıyor. Bu anlamda AB’nin, yıllardır Türkiye’ye
uyguladığı âdil olmaktan uzak politikalar büyük bir endişe ve gerilim yaratıyor. AB
önce işin boyutuna bakıp tarihi projelerle bunu nasıl desteklerim, diye tasarlıyor, sonra
da Türkiye ve Bosna Hersek de dâhil bu ülkelerin entegrasyonunun başarılı olup olamayacağıyla ilgileniyor. Ben Bosna Hersek’teki en büyük TV kanalı olan ve en geniş
TV ağına sahip TV1 kanalından geliyorum. Ülkemdeki medya, Avrupa entegrasyonu
meseleleriyle yakından ilgileniyor. Fakat ciddi siyasi krizler ve yeni çatışmaların çıkabileceği korkusu bu meseleleri arka plana atıyor.
Yaklaşık 3 yıl önce Bosna Hersek, AB ile istikrar ve ortaklık anlaşması imzaladı ve yaklaşık bir yıl önce NATO üyeliğimizin önemli bir aşaması olarak bir eylem planının altına
da imza attı. Fakat kamuoyunu, seçimlerin üzerinden yedi ay geçmesine rağmen hâlâ
hükûmetin kurulamaması, kurulma umutlarının da pek olmaması daha çok ilgilendiriyor. Hükûmetin kurulmasının engellenmesi konusu en iyi şöyle açıklanabilir: Cumhuriyetçi Partinin temsilcileri ilk başta Bosna Hersek Futbol Federasyonunun önüne
engeller koydu ve ülkemizin FIFA tarafından bütün uluslararası müsabakalardan men
edilmesine neden oldu. Şu anda kulüp takımları da dâhil uluslararası müsabakalardan men edilen tek ülke biziz. Hem Bosna Hersek, hem de medya büyük sorunlarla
karşı karşıya. Bu anlamda ülkemdeki pek çok insanın (bunlara gazeteciler de dâhil)
özgürlüğü, demokrasiyi ve çok-kültürlülüğü ön plana çıkaran bir sivil toplum özleminde olduklarını söyleyebilirim. Sayıları diğerlerine oranla fazla olsa da devlet ve toplum
içindeki en önemli mevkiler, diğer gruplara ait olduğu için bu insanların da ellerinden
bir şey gelmiyor. Balkanlar’ın sürekli çatışmaların, savaşların ve hoşgörüsüzlüğün başkenti olduğunu düşünenlere Balkanlar’dan Avrupa’ya farklı ve çok daha güzel mesajlar
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
lead to another war and this war might pave the way for unforeseeable and regional
consequences. EU opens a window for all the countries in the region en route to full
membership. However, EU have not taken a step to develop a mechanism to implement foreign and security policies since when Muslims suffered from crimes against
humanity and EU preferred to be a spectator.
EU still lacks of a special and functional mechanism against the groups posing danger for both the region and the Europe. People in my country still regards this attitude
of EU as its search for its own culture and historical identity. Reinforcing the xenophobia and drifting away multi-ethnic society remain to concern people in Europe
and the region. The Muslims still are regarded as second-class citizens. In spite of the
experiences from the latest war, Bosnia-Herzegovina still holds on to the hope for accession to EU. In this respect, Unfair policies that EU puts on Turkey for years , lead
to a great concern and tension. EU intends to take a look at the size of the issue and
then look for the ways to support this with historical projects. They are interested in
whether the integration process of these countries will be successful or not including
Turkey and Bosnia-Herzegovina. I am a member of TV1 which is the biggest and largest TV channel in Bosnia-Herzegovina. The media in the country is closely interested
in accession to EU. However, the fear of possible serious political crisis and new
conflicts leaves these issues aside.
Almost three years ago, Bosnia-Herzegovina signed for a stabilization and partnership agreement with EU and also signed for an action plan as a stage of our NATO
membership. However, the people are more interested in the fact that the government still could not be formed even though it has been seven months since the
elections. We can explain this government crisis like this: The representatives of
Republican party stood in the way of Football Federation of Bosnia Herzegovina and
that is why we are banned from all the international competitions by FIFA. We are the
only country banned from the international competitions including our football clubs.
Both Bosnia-Herzegovina and the media are facing major problems. In this regard,
I can say that people including journalists in my country miss a civil society putting
freedom, democracy and multiculturalism to the forefront. These people are not able
to do anything since the most crucial seats within the government and the society
are occupied by the other groups. I would like to tell those who think the Balkans are
the capital of constant conflicts, wars and intolerance, that those who can send different and better messages to Europe are much stronger than they are. I think that
such a conference is a unique opportunity for this. That is why, I would like to thank
the organizing committee for allowing me to address you here. Thank you.
/ 109
110 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
gönderebilenlerin çok daha güçlü olduğunu söylemek isterim. Bu gibi platformların
da bunun için eşsiz bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bu sebepten organizasyon komitesine bana burada sizlere hitap etme şansını verdiği için çok teşekkür ediyorum.
Sağ olun.
Altın RAXHIMI
Buradaki mesele, Arnavut basınının, Arnavutluk’un AB’ye entegrasyonu ile ilgili bakış
açısını haber yapma şeklidir. Burada bazı noktalara kısaca değineceğim. Arnavutluk
halkının AB’ye üye olmak istediğini ilk başta söylemek gerekir. Fakat bunun uzak bir
ihtimal olduğunun da farkındayız. Biraz zaman alacak. Aynı durum medyaya da yansımış durumdadır. Çünkü baktığımızda, Arnavutluk’un AB ile ilgili gerçek düşüncesinin
ne olduğu hakkında çok az haber yapılıyor. Ülkenin haber yapan sadece üç iletişim ağı
bulunmakta. Arnavutluk’un üyelik yolunda attığı adımlar ile ilgili de pek bir haber yapılmıyor. AB ile istikrar ve katılım anlaşması imzalamış olmamıza rağmen, Arnavutluk’un
bu yolda neler yapması gerektiği ile ilgili hiçbir haber yapılmıyor. AB tabii ki, dünyanın
bu kısmını etkileyen jeopolitik faktörlerden biri konumundadır. Çok önemli bir role
sahiptir. Ocak ayında Arnavutluk’ta bir sorun yaşamıştık. İnsanların ölmesiyle sonuçlanan protesto yürüyüşleri ve gösteriler yapıldı; muhalefet ile hükûmet bu konuda
birbirini suçladı. Muhalefet kurumlara zarar verdiği gerekçesiyle hükûmeti suçluyordu.
O anda AB devreye girdi ve sorunu çözmek için bir arabulucu gönderdi. Arnavutluk
medyası da arabulucunun sözleri ile ilgili haberler yaptı. Çünkü siyasetçilerin görevden alınması gerektiğini savunuyorlardı. Aksi takdirde AB’ye katılma ihtimali giderek
daha da azalacaktı. Arnavutluk medyasında bu haberlerin yankı bulma şekli arabulucudan gelen çok net bir mesaj içeriyordu.
Medya bu konuda ikiye bölündü, çünkü bir tartışma olduğunda genelde hep bir tarafın tutulduğu haberler yapılır. Bir başka önemli nokta ise, AB’nin ülke ile ilgili yıllık
raporu hakkında basının yaptığı yorumlardı. Yolsuzluk, yargı ve kurumların yıpranması ve organize suç bir türlü aşılamayan problemler olarak karşımıza çıkıyor. İnsanlar,
medyanın AB’nin bu iddialarla ilgili ülkeye koyduğu yaptırımlara ne kadar değindiğinin
farkında değiller. Aslında bu basit bir araştırmacı gazetecilikle veya sokaklara çıkıp insanlara sorarak öğrenebileceğiniz bir şeydir. Bu da, ülkedeki gerçek siyasi tartışmaları
gölgede bırakıyor, çünkü bunlar hep isim vermeden yapılıyor. Fakat herkes de biliyor
ki, işler isimler telaffuz edildiğinde çok daha enteresan bir boyut kazanıyor. İlki, 1996
yılında yapılan çok tartışmalı seçimlerimizdir. Kaybeden taraf, oylama sürecine şaibe
karıştığını iddia etti. Bizler de AB’nin konu ile görüşler, verdiği kararlar veya Arnavutluk
için çıkarılmaya çalışılan seçim yasaları ile ilgili haberler yapıyoruz. Bunlar genelde
herkesin bildiği şeylerdir. Arnavutluk’un 2020 yılında AB’ye üye olması bekleniyor. Bu
oldukça uzak bir hedef. Halkın umutlarını yüksek tutmak da adil olmaz. Bu nedenle
Arnavutluk’un AB’ye üyeliği hâlinde neler olacağı ile ilgili çok az şey anlaşılabilmiş
durumdadır. Çok teşekkür ederim.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
Altin RAXHIMI
The problem here is the way the Albanian media reports
the news about the accession of Albania to EU. I have to
say that the Albanian people want the country to become
a member of EU. However, we are all aware that this is a
long shot. It will take time. There are barely news in the
media about what Albania really thinks about accession
to EU. There are only three full-time correspondences
from Brussels reporting to the local media in the country.
The steps the Albania has taken for accession are not on the news that much. We
signed for a stabilization and partnership agreement with EU but there is no news
about what Albania should do in this regard. EU is one of the geopolitical factors having affected this part of the world. We had some problems in Albania back in January. There were some protests in which people were killed. The government and the
opposition blamed each other. The opposition blamed the government due to their
damage to the institutions. At that moment, EU stepped in and sent a negotiator between the waaring factions so as to find a solution to the problem. The Albanian media reported news about the remarks of the media. They argued that the politicians
had to be relieved of their duties, otherwise the chance to join the EU would be slim.
The way these news reflected on the Albanian media involved quite clear messages
from the mediator. The media was divided into two polars since they would report
the news taking a side whenever a conflict broke out.
Another important point is the remarks of the media about the annual report of EU
on the country. Corruption, judiciary, institutional wearout and organized crime were
the problems we faced. People do not know how much work the media put into this
reporting about the sanctions EU put on our shoulders. This is actually not something
you can learn with investigative reporting or going to the streets and asking people.
This outshines the actual political discussions in the country since these things are
unanimously conducted. However, everyone knows that things get more interesting when you know the names. We had a relatively controversial elections first of
which was held in 1996. The losing party argued that the elections were shady. We
report news about the EU perspective, their decisions or the election law worked on
for Albania. These are things that most people already know. Albania is expected to
join EU in 2020. It is a slim chance. It would not be fair to keep the hope of people
up. That is why, little is understood with regard to what’s going to happen if Albania
becomes a member of EU. Thank you.
/ 111
112 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Ismet ÇAKIQI
Fazla zamanınızı almadan konuşmamı özetlemeye çalışacağım. Öncelikle bu güzel
organizasyonu hazırlayanları selamlamak istiyorum. Son derece isabetli bir forum oluyor. Elbette iletişim işimizi kolaylaştıracaktır ve bu sayede AB’ye entegrasyon süreci
de hızlanmış olacaktır. AB’ye entegrasyon sürecinde Kosova’nın yol haritası ve medyanın rolü ile ilgili sizlere bilgiler vereceğim. AB’ye entegrasyon süreci, Kosova’nın
gündemine önemli kolaylıklar getirmiştir. İlk aşamada kapasite oluşturulması yönünde çabalar olmuştur. İkinci aşamada yasama organının güçlendirilmesi yolunda, kapasitenin geliştirilmesi için çaba harcanmıştır. Daha ilk hükûmetin Kosova’da iş başına
gelmesinden itibaren AB’ye entegrasyon dahilinde çabalar harcanmıştır. Bu çabalar
bugüne kadar sürdürülmüş olup bütün kurumlarda AB ile entegrasyon çalışmaları yürütülmektedir. Ayrıca AB Entegrasyon Bakanlığı da çalışmaktadır. İstikrar ve katılım
anlaşmasına imza atılmıştır ve bu süreç 2010 yılında başlamıştır. AB yasalarına uyum
sağlama konusunda Kosova Hükûmeti çalışmalarda bulunmuştur ve Avrupa entegrasyon programını hazırlamıştır. Her ülkenin kendi özellikleri olduğu gibi Kosova’nın
da vardır. Kosova’nın yaklaşık 2,2 milyon nüfusu vardır ve bu nüfusun yarısı yirmi beş
yaşın altındadır. Diğer yandan yarısı kendi dili dışında yabancı bir dil bilmektedir.
AB ülkelerinde de 600.000 Kosovalı çalışmaktadır. Gençler AB ile entegrasyonun
çok iyi bir işbirliği olduğu görüşündedir. Yapılan araştırmalara göre, nüfusun yüzde
doksan beşi AB’den yanadır. Yüzde seksen altısı ise, Kosova’nın bu üyelikten hiçbir
şey kaybetmeyeceğini düşünmektedir. Vatandaşların yüzde sekseni AB üyeliği ile ülkenin hızlı bir kalkınma sağlayacağını ve serbest dolaşım geleceğine inanmaktadır.
Kosova’nın AB üyeliğinde bazı öncelikleri de vardır. Şu anda çıkarılan kanunlar AB yasaları ile uyumludur. Diğer yandan iç tedavülde avro kullanılmaktadır. Kamu hizmetleri
reformu süreci başlatılmıştır. Kamu şirketlerinin de özelleştirilmesi yönünde çabalar
sürmektedir. Kosova’da şu an AB’nin EUR-LEX adında bir misyonu da bulunmaktadır.
Bir sürü uluslararası örgüt de bulunmaktadır. Bu yüzden Kosova’nın AB’ye katılım
sürecinde başarı kaydedeceğine dair umutları vardır. Kosova’da medyanın rolü de bu
anlamda önemlidir. Entegrasyon sürecinin vatandaşlar tarafından iyi algılanması için
medya önemli bir görev yerine getirmektedir. Demokratik sistemin ayrılmaz bir parçası olan basın ve ifade özgürlüğünün geliştirilmesi de bu anlamda önemli olacaktır.
Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ye üyelik sürecinde bazı sorunlar yaşadıklarını da gördük.
Kamu iletişim konularında da Doğu Avrupa’da belli başlı sorunlarla karşılaşıldığını görüyoruz. Ülkelerin üyelik sürecine sorunlarla karşılaştığı yerde doğru bilgilerin alınması
çok önemlidir. Bunun için de AB’ye üyelik için toplumsal desteğin sağlanması gerekir.
Kamu iletişim araçlarıyla doğru bilgilerin verilmesi buna destek olacaktır. Kosova ifade özgürlüğünün sağlanması konusunda teminatlar da vermektedir. Bu yönde kamu
iletişimi için medyaya finans sağlanması konusunda bazı sorunlar yaşanmaktadır.
Medyanın denetimini sağlayan kurumun da yaşadığı bazı sorunlar vardır. Fakat bütün
kurumlar bunun iyileştirilmesi yönünde çaba harcamaktadır. Gazetecilerin özgürlüğü
ve ifade özgürlüğü ile ilgili bazı uluslararası örgütlerin fikirleri ve bağımsız medya üzerinde ekonomik baskıların yoğunlaştığı düşünceleri, mevcut durumu ifade etmekten
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
Ismet CAKIQI
I will do my best not to waste your time and summarize
my speech. First of all, I would like to greet the organizers of this pleasant meeting. It will definitely facilitate our
communication and thus accelerate the process of integration to EU. I am going to give some information about
the roadmap of Kosovo en route to EU and the role of the
media in this process. EU integration process has facilitated our agenda in Kosovo. At the first stage, there have
been efforts for capacity building. At the second stage,
we took steps for capacity building with a view to consolidate legislative power. As
of coming to the power in Kosovo, the government made major efforts to integrate
with EU standards. The Ministry of EU Integration keeps working on this matter as
well. We signed an agreement of stability and accession and the process has been
under way since 2010. Kosovo has its own characteristics as wel just like any other
countries have. The population of Kosovo is approximately 2,2 million and 25 % of
this population is under 25.
The half of the population can speak a foreign language other than their own. There
are 600.000 Kosovan people working in EU member countries. The youth think that
integration with EU is a major co-operation and 95 % of the population is in favor of
EU. 86 % of the people think that Kosovo has nothing to lose in this process. 80 %
of the people agree that EU membership will pave way for a rapid development and
they also have faith in the future of free movement. Kosovo has some priorities en
route to accession to EU. The laws enacted are complied with EU standards. We
use euro in domestic currency. We took steps for the expropriation of the public
companies. There is a mission of EU called EUROLEX in Kosovo right now as well as
other international organizations. We hope that Kosovo will succeed in accession to
EU. The role of media in Kosovo in that regard is of paramount importance since the
media has a major role to play in informing the people about the integration process.
Improving the freedom of press and speech will play a key role in this process as
an inseparable part of democratic system. We have seen that the Eastern European
countries have had some issue in accession to EU.
The society shoud stand by this process for EU membership. Kosovo has given assurance about freedom of speech. However, we have some problems about financing the media for public broadcast and the inspection bodies even though all the
institutions do their best for a further improvement.
It is not a fact but a prejudice that some international organizations complain about
the freedom of press and speech in Kosovo and think that journalists are under economic pressures. Kosovo has a law of access to official documents. It is not easy for
the media to operate in Kosovo as far as the market is concerned since they tend to
heavily depend upon commercials of the institutions. We have made great progress
/ 113
114 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
ziyade önyargıları göstermektedir. Kosova’nın şu anda resmi belgelere erişim kanunu
mevcuttur ve bu, kanunun uygulanması yönündeki kararlığını göstermektedir. Piyasa
koşullarına göre medyanın Kosova’da iş yapabilmesi kolay değildir. Çünkü kurumlar
tarafından sağlanan reklamlara bağlı durumdadırlar ve bu nedenle etki altında kalmaktadırlar. Savaş sonrası Kosova’da gazetecilerin eğitimi konusunda ilerleme kaydedildiğini görmekteyiz.
Öte yandan, Kosova’da kamu iletişimi sağlayan medyanın finanse edilmesi konusunda bazı güçlükler yaşanmaktadır. Ancak bu konu ile ilgili kanun tasarısı tamamlanma
sürecindedir. Bu yönde en uygun finansmanın bulunması doğrultusunda da çaba harcanmaktadır. Temel gaye, bu bağımsız kurumun redaksiyon politikasını uygulamasını
sağlamaktır. Kosova’da Internet ağının yayılması konusunda önemli adımlar atılmıştır.
Şu anda Kosova’da Internet hizmeti sunan 11 kamu kuruluşu vardır. Bunlardan dördü ülke çapında ağını kurmuş bulunmaktadır. Kosova’da bu kurumların denetimini
sağlayan kuruluşlar konusunda da önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Kosova bağımsız
medya kurumları bunlara örnek verilebilir. Bunun yanında Kosova’da televizyon ve
radyo yayınları yapan kurumlara frekans dağıtımı konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır.
Kosova henüz Uluslararası Telekomünikasyon Örgütü üyeliğine kabul edilmiş değildir.
Çok dilliliği ifade eden pek çok medya faaliyetleri sürdürülmektedir. Toplam yüzölçümü 10.000 kilometrekaredir. Azınlıklar toplam nüfusun yüzde onunu oluşturmaktadır.
Fakat 40 medya kuruluşu azınlık dilleri konusunda faaliyetlerine devam etmektedir.
Dönemsel üç dergi yayını vardır. Azınlıkların yaşadığı yerlerde radyo yayınları yapılmaktadır. Azınlıkların ihtiyaçları konusunda stratejiler saptanmıştır. Kosova hükümeti, azınlıklar için özel bir fon oluşturmuştur. Kamu fonlarından 230.000 avroluk pay
ayrılmıştır. Kosova’nın nihai statüsünün belirlenmesiyle, yani 17 Şubat 2008 yılında
bağımsızlığının ilan edilmesinden sonra AB’ye entegrasyon konusu günlük bir politika
konusu olmuştur. Kamuoyu araştırmalarına göre, işsizlikten sonra nüfusu en çok ilgilendiren konu AB’ye entegrasyondur. Kosovalılar AB’ye üyeliği kendi evlerine dönüş
ve acı çektiği rejimden ayrılık olarak algılamaktadır. Kısaca bunları özetlemeye çalıştım. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Altın RAXHIMI
Bunun pek çok nedeni var. Internet sebebiyle diğer pek çok ülkede olduğu gibi
Arnavutluk’ta da yazılı basının hali pek iç açıcı değil. Medya mülkiyeti de sorunlu bir
mesele, çünkü medya siyasetin içine girmiş durumda. AB üyesi ülkelerdeki insanlar
bile, AB’nin ne olduğunu tam olarak anlamazken Arnavutluk halkının bunu anlamasını
da beklemek doğru olmaz. Fakat halkı bu konuda aydınlatmamak kasten yapılan bir
şey değil. İnsanların zaten yeterince derdi var. Ayrıca Avrupa Birliği şu an uzak bir
hedef. Eğer AB’ye üyelik tarihi yakın olsaydı eminim ki medya bu konuda çok daha
detaylı haberler yapardı.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
in educating the journalists in Kosovo after the war in spite of some troubles with
finacing the media in public broadcast. We, however, are on the brink of completing
the first draft law in this regard. Our main goal is to help these independent institutions implement their policy of editing. We took huge steps in spreading the internet
networks as there are currently 11 public institutions providing internet service in
Kosovo. Four of them have completed their whole network around the country. We
have made progress in auditing these institution as independent media institutions
are some examples to follow. We have some troubles in distribution of frequency for
tv and radio staitons as Kosovo has not been granted for a membership to International Telecommunication Organization yet.
There are lots of media activities in terms of consolidating multi-lingualism. The total
surface area is 10,000 km2 as 10 % of the population is made of minorities but 40
media institutions keep working on minority languages. Radio stations provide service of broadcasting in the regions where minorities currently live as we have identified some needs and in this regard the government of Kosovo allocated a private fun
amounting to 230,000 euros for minorities. After the identification of the final status
of Kosovo, in other words after the declaration of independence in February 17, 2008,
EU integration has become a part of daily policies. The subject the people are most
interested in, except for unemployment, is EU integration according gallup polls.
Kosovan people regards EU membership as a going back home and divorce from the
regime which led to immense griefs. Thank you for your attention.
Altin RaXHIMI
There are many aspects of this issue. The print media is not having a good time due
to the Internet in Albania either just like the ones in many other countries. Media ownership is problematic since the media is integrated with politics more than necessary.
Even people in EU member countries do not exactly know what EU is about as it
would not be fair to expect Albanian people to comprehend it that well either. The
fact that people are not informed about this, however, is not something intentional.
People have their own problems. Plus, EU is a slim chance and a long shot for now. If
the date to join EU was closer, then I am sure media would report much more news
about this process.
/ 115
116 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Hasan RISTAVUK
Öğrenci
Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Yüksek
Lisans öğrencisiyim. Ben sözü katkı yapmak amacıyla aldım. Lizbon Anlaşması’nın
protokolleri arasında ilginç bir protokol var. On altı ülke tarafından on iki yıldızla dizilmiş ve mavi fona yerleştirilmiş bir bayrak var. Avroyu yirmi yedi ülkeden sadece on
altısı kabul ediyor. Buraya imzasını atan Bulgaristan avroya daha geçmemiş, fakat
avro Bulgaristan için AB mensubiyetini ifade ediyor. AB’nin ortak düşüncesinden bahsetmek ne kadar mümkün? AB, 2005 yılında, Bulgaristan’ın Roman vatandaşları ile
ilgi bir açılım yaptı. 2010-2015 yıllarını kapsayacak bir açılım bu. 2010 yılında AB insan
haklarından sorumlu yetkili, Bulgaristan Başbakanına uyarı gönderiyor. Demek ki bu
açılım tutmuyor. Demir Çelik Birliği, ortak para birimi, gümrük birliği gibi konularda
birlik sağlayan AB ortak dış politika konusunda yeni katılan ülkelere nasıl bir ortak
katkı verebilir?
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 2
Hasan RISTAVUK
Student
I am a graduate student in Department of Islamic History and Arts, the Institute of
Social Sciences in Uludağ University. There is an interesting protocol among the protocols of Lisbon agreement. There is a flag placed in blue and lined with 12 stars by
16 countries. Euro is adopted only in 16 of 27 member countries. Bulgaria, one of
the signatory countries, has not adopted euro yet but euro equals to EU belonging
for Bulgaria. EU made an expansion about Romani people in Bulgaria and it is a process that will be ongoing between 2010-2015. The authority responsible for human
rights in EU, however, sent a warning to Bulgarian Prime Minister in 2010 and that
expansion obviousy did not work. How can the Union contribute to joining countries
about foreing policy since it is a union made of iron and steel association, common
currency and customs union.
/ 117
Bölüm 3
Part 3
Balkanlar’da Barış İçinde Bir Arada Yaşama, Ortak Değerler ve Medya
Peaceful Coexıstence ın the Balkans, Shared Values and the Medıa
Oturum Başkanı / Moderator
Süleyman GÜNDÜZ
Gazeteci, Yazar
Journalist and Author
Katılımcılar / Panelists
Ahmet Emin YILMAZ,
Bursa Olay Gazetesi Köşe Yazarı / Türkiye
Columnist, Daily Bursa Olay, Turkey
Denis KULJIS
Stentor Comunication Gazetesi / Hırvatistan
Journalist, Stentor Comunication, Croatia
Daniel OMERAGIC
Oslobodenje Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yrd. / Bosna-Hersek
Deputy Editor in Chief, Daily Oslobodenje, Bosnia and Herzegovina
Indira CATIC
Dnevni Avaz Gazetesi Yazı İşleri Müdürü / Bosna-Hersek
Editor, daily Dnevni Avaz, Bosnia and Herzegovina
Tayan Trikic VASILYEVIC
TANJUG Ajansı Genel Müdür Yrd. / Sırbistan
Deputy Director General of TANJUG News Agency, Serbia
120 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Süleyman GÜNDÜZ
Ben Balkan coğrafyasını kapı numaralarıyla bilen insanlardan bir tanesiyim. Bu coğrafyayı kriz anlarında görmüş, orada bulunmuş biriyim. Az önceki sunumları izlerken
arkadaşlarımızdan bir tanesi kendi ülkelerindeki farklı kültürdeki gazetelerden bahsetti. Bu bana yüz yıl öncesini hatırlattı. O zamanlar İstanbul’da yirmi dokuz ayrı dilde
gazete yayımlanıyordu ve o dönem yaşayanlar çok farklı kültürlerin, dillerin ve etnik
kökenlerin bir arada yaşaması konusunda tecrübeli insanlardı. Bursa bu anlamda bu
tecrübenin oluştuğu şehirlerden biridir. AB konusunda sırada bekleyen ülkeler ve
kendi ülkem ile ilgili düşüncem bir kasap dükkânında kesilmeyi bekleyen koyunlar
gibi olduğumuz yönündedir. Bir arkadaşımız aday ülkelerin AB müktesebatını tam olarak yerine getirmediğinden, insan hakları ihlallerinin hala devam ettiğinden bahsetti.
Birinin dezavantajı diğerinin avantajına dönüşüyor. Sorunlarınızla birlikte AB bünyesi
içerisinde olacaksınız ve bu da sizin sınırlarınızın güvenliğini sağlayacak. Özellikle Bosna-Hersek için bu durum geçerlidir. Çünkü orada çok ciddi etnik sorunlar var ve AB
sanki AB’ye girince bu sorunların çözüleceği izlenimi vermektedir. Oysa yüz yıl önce
bu farklı insanlar, farklı inanışa, etnik kökene sahip olmalarına rağmen bir arada yaşamayı başarmışlardı. Bütün etnik yapılar, Balkan coğrafyasında bir arada yaşayabilme
becerisini göstermişlerdi.
Bugün Belgrad’da ve Saraybosna’da düşmana, düşman diyoruz. Misafir misafirdir,
kapı kapıdır. Ivo Andric’in dünya üzerine çıkarttığı bu ortak kültür birbirimizi var eden
kültürdür. Fakat bu aynı zamanda birbirimizi imha eden kültür haline dönüşmüştür. 19.
ve 20. yüzyılda ulus-devlet inşası ile birlikte başlayan sürecin, herkesin kendi ulusunu
inşa etmesi sonucunda oluşturduğu politikalar neticesinde derin bir kriz yaşanıyor.
Ama inanıyorum ki, 21. yüzyıl bizim için bir restorasyon yüzyılı ve farklılıklarımızın bir
zenginlik olduğunu anlama yüzyılı olacak. Ben Balkanlaşmayı bir zenginlik olarak görüyorum. Bu bölgede insanlara da, barış ve esenliğin sağlanması için büyük görevler
düşüyor. Şüphesiz en büyük görev de medyaya düşüyor. İlk sözü Bursa Olay Gazetesi
Köşe Yazarı Ahmet Emin Yılmaz’a veriyorum.
Ahmet Emin YILMAZ
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli Genel Müdürüm, Balkanlar’dan gelen misafirlerimiz, değerli konuklar,
Gerçek anlamda bir sosyoloji laboratuarı konumunda olan Bursa’ya hoş geldiniz. Bir
arada yaşamanın mikro düzeyde, ama en güzel örneğinin sergilendiği bir kentte bulunuyorsunuz şu anda. Bursa bu özelliğiyle iki yönlü bir kenttir. Birinci olarak Bursa,
Türkiye’nin her bölgesinden, özellikle de sanayileşmenin bir sonucu olarak, göç almaktadır. İkincisi, Balkanlar’ın her köşesinden insanların değişik amaçlı göçlerle geldikleri bir kentteyiz. İç göçle gelenler, yöresel geleneklerini sürdürme eğilimindeler.
Bu bir çatışma getirmese de zaman zaman kültürel dayatmaya sebep olmaktadır.
Balkanlar’dan gelenlerin kente uyum anlamında daha başarılı olduğunu görüyoruz.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Süleyman GÜNDÜZ
I am someone who knows the Balkans like the palm of
my hand. I have been to each part of this region during
crisis. One of our colleagues just has touched upon the
newspapers with different culture in his country. That reminded me of 100 years ago. Back then, there were 29
foreign newspapers issued in İstanbul and people had
some experiences in living side by side with different cultures, languages and ethnicities. Bursa is one of those cities. Countries waiting at the door of EU and my country,
I think, are like a sheep waiting to be butchered. One of our colleagues pointed out
that candidate countries have not completed EU acquis communitaire yet and there
are some violations of human rights. You will have your problems with you within the
body of EU and that will safeguard your borders.
That is particularly the case for Bosnia-Herzegovina since there are major ethnic issues in the country and EU makes an impression like they will find a solution to these
differences in multi-culturalism, ethnicity and religion when the accession process
is completed. These people were able to live in harmony 100 years ago in spite of
differences in belief and ethnicity. I hope 21st century will be a restoration year for
us in which we understand that our differences are actually our fortunes. I regard
Balkanization as a fortune. People have a huge role to play in promoting peace and
stability but the media has even a larger role in this regard. Now I would like to give
the floor to Ahmet Emin Yılmaz, a columnist in the daily Olay.
Ahmet Emin YILMAZ
Distinguished Director General, our guests from the Balkans and distinguished participants, welcome to Bursa,
literally a laboratory of sociology.
You are in a city where peaceful co-existence is alive even
though it is in micro level. Bursa is a city letting in immigrants from each part of Turkey and the Balkans as a
result of industrialization. Internally migrated people tend
to preserce their regional traditions. It may not lead to
conflicts but cultural imposition now and then. Balkan immigrants seem to be more
successful in adjusting to the city. Societies with an ability to co-exist can keep this
characteristic in city life as well. The demographic structure is actually quite complicated. My father is from Keres, Bursa. He is from a half-Turkman region. My mother
is from the Black Sea. The mother of my mother is an indigenous of Bursa. The grandfather of my wife is a Thessaloniki immigrant. All these people come together around
/ 121
122 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Sosyolojik anlamda Bursa’yı bir laboratuar durumuna getiren en önemli örneklerden
biri budur. Bir arada yaşama kültürüne sahip topluluklar, kent yaşamında da bunu
sürdürebiliyorlar. Her iki yönden gelen ve demokratik yapıyı oluşturan topluluklar,
Bursa’da sorunsuz bir şekilde yaşıyorlar. Demografik yapı çok karmaşıktır. Bu farklı
demografik yapının akrabalaştığını görüyoruz. Bu da bu kente özgü aile yapıları ortaya çıkarıyor. Benim babam Bursa’nın Keres ilçesinden, yarı Türkmen bir bölgeden
geliyor. Annem ise, Karadenizlidir. Annemin annesi Bursa’nın yerlilerindendir. Eşimin
dedesi Selanik göçmenidir. Bunlar Bursa’da yeni bir aile modeli oluşturmuşlar. Bursa,
bir arada yaşayan farklı toplulukların yanında iç içe geçen kültürlere de ev sahipliği yapıyor. Küreselleşen dünyada bu çok-kültürlü toplumlar kendilerini Bursa’da çok küçük
bir ölçek olarak gösteriyorlar. Böyle bir ortamı da kent kültürü açısından bir kazanç
olarak görüyorum. Bu ortamı sağlamanın yolunun da kültürler arası diyalogu geliştirmekten ve bir arada yaşama anlayışından geçtiğini düşünüyorum.
Her şey kültürel uyumla da halledilemez. İşin içine ekonomik gerçekler de giriyor.
Hatta bunlar kültürel öğelerin üzerideki baskıyı oluşturuyor. Balkanlara baktığımızda
bunları daha net görüyoruz. Kültürel değerlerin yanı sıra ülkelerin çıkarları da toplumların beklentilerinin önüne çıkabiliyor. Balkanlarda azınlık ile çoğunluk arası çatışmaların yerini bölge halkları arasında karşılıklı anlayışın ve empatinin alması gerektiğini
düşünüyorum. Bunun yolu da kültürel yapıların zenginleşmesinden geçiyor. Kültürel
miras farklı kültürler arasındaki en ciddi ama en kısa köprüdür. Bu da Balkanlar’ın en
önemli farkı ve zenginliğidir. Geçmişte çatışmaya neden olan dil ve din örgüsü diyalogu geliştirecek en önemli zenginliktir. Bunu geliştirdiğimiz zaman günlük çatışmaların
önüne geçebileceğiz. Kültürel çeşitlilik uyum içinde yaşamayı sağlayan unsur olarak
geçmişte ve günümüzde de var. Balkanlar başka hiçbir yerde görülmeyen bir yapıya
sahip. Bursa’da buluşmamızı sağlayan bu organizasyonun önemi böylece ortaya çıkıyor. Toplumların bir arada yaşamalarını korumada, medyaya, özellikle de yerel medyaya büyük görevler düşüyor, çünkü yerel medyadaki gazeteciler halkın içinde yaşayan
insanlar. Olan biteni anında hisseden ve bilen insanlar. Toplumlar arası kültürlerin gelişmesinde ve sorunların ortadan kaldırılmasında yerel medya herkesten daha önemlidir. Biz Bursa yerel medyası olarak bunun farkındayız. Farklı kültürlerin ortak noktası
olarak iletişimi doğru kurduğumuza inanıyorum. Değişik yörelerden gelen insanların
sivil toplum örgütlerindeki koordinasyonlarında da yerel medyanın rolünün olduğunu
düşünüyorum. Yerel medyanın her zaman elini taşın altına soktuğunu ve toplumların yanında olduğunu söylemek istiyorum. Nasıl uygulayabiliriz dersek, insan hakları
kavramına vurgu yapmak gerekir. Diğerlerinin değerlerine de saygı göstermeliyiz. Bu
anlayışı benimseyenlerden biriyim. Bu daha da geliştirilirse bir arada yaşama kültürü
daha da anlam kazanacaktır ve toplumsal açıdan farklı kazanımlar elde edilecektir. Yerel medyanın, sivil toplum örgütlerinin kültürel organizasyonlarında daha etkin olması
gerektiği günümüzün kent koşullarından daha iyi anlaşılıyor.
Son olarak da şunu vurgulamak istiyorum: Dünyanın çatışma içinde olduğu bir dönemde bir arada yaşama kültürünün en iyi örneklerini asırlarca sergileyen Balkanlar’ın
yeniden model olması bugün çok büyük önem taşımaktadır. Dinlediğiniz için teşekkür
ediyorum.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
a new family model. This kind of multicultural societies is at a small scale in Bursa as
a result of globalizing world. We can not fix everything through cultural harmonization. We have got to take the economy into account as well. In fact, these factors put
pressure on cultural elements. It is crystal clear in the Balkans. The interests of the
countries as well as the cultural values sometimes outrun the social expectations. I
think it is time for mutual understanding and empathy in the Balkans to replace the
conflicts between the minority and the majority. This calls for enriching the cultural
structure. Cultural heritage is the most critical but the shortest bridge between different cultures. That is the distinctive feature and the fortune of the Balkans. The issue
of language and religion, which led to wars in the past, is the major wealth in order
to improve the dialogue. When we do that, then we will be able to overcome daily
conflicts. Cultural diversity has always been there as an instrument paving way for
co-existence.
The media particularly the local media has immense roles to play in promoting the
co-existence of the societies since a journalist of a local newspaper is our next door
neighbor and he is one of us litereally living within the society. They get the immediate reactions and know what’s going on. They are more important than any other
in improving intercommunal culture and eliminating problems. We, the local media
of Bursa, are aware of this very well. I believe that our way of communication is the
right one as the common ground of different cultures. I believe the local media has
a role in the coordination of immigrant people, from various parts of the region, in
non-governmental organizations as well.
I would like to say that the local media shoulders responsibility every chance it gets
and stands by the society. As to how we could, I think we should put emphasis on
human rights. We should pay homage to the values of others. I am one of the followers of this perspective. If we can improve this a bit further, then the culture of
co-existence will take on a new meaning. It is obvious that the local media should be
more active in the cultural activities of non-governmental organizations. It would be
the most prominent model if the Balkans, which once was a role model in terms of
co-existence for centuries, can set the pace and be a role model once again. Thank
you for your attention.
/ 123
124 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Denıs KULJIS
Doğu Avrupa geçiş sürecinde medyanın rolü ile ilgili değerlendirmem, Princeton
Üniversitesi’nden Stephen Kotkin ile Jan T. Gross’un “Sivil Olmayan Toplum 1989 ve
Komünizmin Yıkılışı’’ adlı kitaplarında irdelenip anlatılmış olan teoriye çok şey borçludur. Farklı üç geçiş modeli (Alman, Leh ve Romen) çalışması, partinin rakipleri tarafından değil lider kadro tarafından dağıtıldığı sonucuna ulaşmamızı sağlıyor. Bunları
söyleyen de son Macar Komünist Parti Başkanı Carol Gross’tu. Gross’un bu cümlesi
kitabın sloganı oldu. Tekrar etmek gerekirse parti rakipleri tarafından değil, lider kadro
tarafından dağıtılmıştır. Tarihsel değişimler ve Berlin Duvarı’nın yıkılışına dek geçen
zamanda Doğu Avrupa ülkelerinin demokratikleşmeleri hep gazeteciler ve ünlü tarihçiler tarafından anlatılmış ve bu anlamda sivil-ulusal muhalefet, kilise ve CIA hep birlikte
komünist rejimi ortadan kaldırmak için çalışmıştır. Bu konudaki sezgilerinin kusursuz
olduğunu söyleyebilirim. Rejim, sivil toplumun, muhalefetin, kilisenin ve CIA’nın değişim için işbirliği yapmasına rağmen ayakta kalmayı başardı: Nazilerin kullandığı “Black
Schaultung’’ felsefesini benimsemişti. Bu terim başarılı olamamış eylem planının hayatta kalma tekniği olarak açıklanabilir. Bir zamanlar Yugoslavya adı altında toplanan
ülkeler ile ilgili bu sürecin detaylı bir analizini yapan kişi ise, “Etnik Savaşın Gizemi:
90’larda Sırbistan ve Hırvatistan” adlı kitabıyla V.P Gagnon’du. Eski Yugoslavya’daki
toplu savaşı kendi bakış açısıyla anlatmış ve komünist siyasi elit tabakanın tek bir
amacı olduğuna dikkat çekmiştir. Ülkedeki ekonomik ve siyasi tekelleri elde tutmak
için bu teklifin bu geçiş sürecinde medya dönüşümünün temel dayanak noktası olması gerekiyordu. Her bir şey açık açık yapılıyordu. Seçimleri kazanan parti, devlet
ekonomisinin, bazı elit kesim veya güç odakları tarafından bir oligarşiye dönüştürülme
sürecini kontrol edebilme adına medya üzerinde hâkimiyet sağlamak zorundaydı. Bu
geçiş sürecinden sonra, Balkanlar’da toplum ve ekonomi neredeyse tamamen komünistler, gizli polis teşkilatları ve onların suç ortakları tarafından kontrol edilmiştir. Çok
şükür ki kapitalist oldular ve demokratik bir süreç işleten Avrupa İş Topluluğu’nun bir
parçası olmaya hak kazandılar.
Şimdi de biraz Güneydoğu Avrupa ile Ortadoğu Avrupa’dan bahsedelim. Karışık ve
çok uluslu bir yapısı olan Yugoslavya barışçıl ve siyasi bir geçiş süreci atlattı. Komünist
yönetim herhangi bir birleşme olmadan veya Polonya’daki gibi çözümsüz durumun
aksine üç seçim gerçekleştirdi. Fakat sonuçta etnik olarak büyük bölgelerin barışçıl bir
şekilde bölünmesini sağlayamadılar. 1974 Yugoslavya Anayasası, Tito rejiminin son
mirası olan bu sorunu çözmeyi başardı. O zamanlar altı bağımsız birime yasal statü
verildi ve bu da eski Yugoslavya’da gerçekleştirilen barış konferansı komisyonunun
işini daha da kolaylaştırdı. Bu komisyon da, Batı Avrupa ülkelerinin anayasa mahkemelerinden gelen hâkimlerden oluşuyordu. 1991 yılının sonundan 1993 yılı başlarına
kadar komisyon ülke ile ilgili kararlar almaya devam etti ve bu da 1974 yılındaki iç bölünmeye ve beş devletin uluslararası toplum tarafından tanınmasına dayanak noktası
oluşturdu. Bölgesel ve teknik sorunlar iletişimle çözülebilecek sorunlar değildi. İktidara gelen cunta yönetimi ‘Black Schaultung’ sürecinin ve ulusal propagandanın yardımlarıyla seçimi kazandı ve artık yeni bir meşrulaştırma ilkesi bulmak zorundaydılar.
Bunu ulusal çıkarları korumak ya da etnik bölgelere ait sınırlarda güvenliği sağlamak
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Denis KULJIS
My review about the role of the media in transition of
Eastern Europe owes a lot to the theory studied in the
book called ‘’Uncivil Society: 1989 and The Implosion of
the Communist Establishment’’ by Stephen Kotkin and
Jan T.Gross from Princeton University. 3 different transitional models (German, Polish and Romanian) lead us to
the conclusion that these efforts were disrupted by the
leading staff, not by the opponents of the party. The last person who said these
things was Carol Gross, the Hungarian communist party leader. This remark of Gross
became a motto for the book. Historical developments and the democratization process of the Eastern European countries since the fall of Berlin Wall were all reported
by the journalists and well-known historians. In this respect civil and national opposition, the church and CIA made effort all together to eradicate the communist regime.
I can say that my instinct about this issue is faultless. The regime managed to survive
in spite of the co-operation of the civil society, the opposition, the church and the
CIA, adopting the philosophy known as ‘’Black Schaltung’’ and used by the Nazis.
This term refers to the survival method of a failed action plan.
It was V.P Gagnon, with his book called ‘’The Myth of Ethnic War: Serbia and Croatia
in 1990s’’, who comprehensively analyzed this process about the countries once
known as former Yugoslavia. He told about the collective war in former Yugoslavia
with his own perspective and pointed out that the communist elites have one single
goal. This had to be a reference point for the media transformation in transition period so as to keep their monopoly on the economy and the politics of the country.
The winning party of the elections had to rule over the media in order to control
the process of converting the state economy into an oligarchic state by some elites
and power groups. Following this transition period, the society and the economy
in the Balkans were controlled by the communists, secret police organizations and
accomplices. Fortunately, they became capitalist and a part of ‘’European Business
Assembly’’ running a democratic process. Yugoslavia, with its complicated and multinational system, made it through a peaceful and political transition process. The
communist regime held three elections without any coalescence or unsettled situation like in Poland. However, they could not achieve to ethnically divide the major regions in a peaceful way. Yugoslavian constitution of 1974 was able to find a solution
to this problem which is the last heritage of Tito regime. They gave a legal status to
six independent units back then and this made it easier for the commission of peace
conference held in former Yugoslavia. This commission was made of judges of the
constitutional courts from Western European countries. The commission went on to
take decisions pertaining to the country from the end of 1991 and the beginning of
1993. This was a reference point for the division in 1974 and the recognition of it by
five states.
/ 125
126 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
için yaptıklarını iddia ettiler. Bu da savaş çıkmasına neden oldu. Durum, Yugoslavya
bünyesindeki sosyalist Bosna Hersek Cumhuriyeti’nin de merkezi bir taraf almasıyla
daha da kötü hale geldi. Bosna Hersek bünyesinde birbirine din ile bağlı üç ulusal ve
geleneksel topluluğu barındırıyordu. Bir zamanlar Bosna’yı yöneten güçlü devlet, Sırplar, Hırvatlar ve ayrı bir ulusa sahip, yerli Müslüman Boşnaklar arasında dini hoşgörü
sağlayarak ülkeyi barış içinde ve çok etnisiteli yapıda tutmayı başardı. Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Karadordevic Krallığı ile Tito’nun
komünist diktatörlüğü, bu çok-etnisiteli yapının siyasi baskılarla karşılaşmasına neden
oldu. Demokratik özgürlük olmadan bu sorunları çözmek ya da ertelemek çok daha
kolay oluyor. Siyasi açıdan zayıf ve istikrarı sağlayamamış Bosna, Milosevic ve Tudjman gibi devlet başkanlarına sahip Sırbistan ve Hırvatistan ile bu mevcut durumunu
korumayı başaramadı. Hırvatistan’daki en yakın mesai arkadaşlarının ifadelerine göre,
bu iki lider 15 Nisan 1991 tarihinde Tikveş Kalesi’nde bir araya gelip ülkenin bölünmesi
konusunda anlaşmaya vardılar. Uzmanlardan oluşan ortak komisyon olası bölünme
senaryolarını daha önceden tasarlamıştı. Yine de ülkenin bölünmesini sağlayacak
olan bu anlaşma Hırvatistan’daki Sırp azınlığın sorunlarını çözmüyordu. Savaş çıkması
bekleniyordu, fakat uluslararası toplum ve BM’nin barışı koruma görevi ile bunun önüne geçildi. Fakat bu, 1995 yılındaki anlaşmayla sona erinceye kadar savaş Bosna’ya
gelmişti. Eski Yugoslavya’daki savaşın gerçek sonuçları etnik kıyım ve bazı bölgelerin toplu olarak temizlenmesi, yeni kurulan ülkeler ve Bosna toplumunun uzun süre
kutuplaştırılması olarak ortaya çıktı. Eski Yugoslavya’nın güneyinde olan bu olayların
geniş bir analizini yapmadan bazı geçiş örneklerinin Slovenya hariç, eski Yugoslavya
Cumhuriyetleri için geçerli olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Eski Yugoslavya Cumhuriyeti
siyasi değişimi çok çabuk, fakat ekonomik değişimi çok yavaş geçirdi. Ama sonuç
barışçıl olmuştu. Slovenya’daki savaş sadece on gün sürmüştü. Bu nedenle Slovenya
da AB’ye çok çabuk katıldı.
Devletin kontrolünü eline alan siyasi elit tabakanın medyaya da ihtiyacı olduğunu daha
önce de söylemiştim. Medya savaş propagandası için önemli bir araçtı ve savaşın kendisi de bu kesimin meşrulaştırma çabalarına karşılık geliyordu. Bütün bunlar iktidarda
kalmalarına ve ülke ekonomisini yönetmelerine yardımcı oldu. Kamulaştırılan şirketler
ve önceleri rejim adına suça karışmış kişileri korumak için özel görevler olarak gören
oligarşik ağlar üzerinden etkilerini daha da hissettirmeye başladılar. Hırvatistan’da ise,
savaş dönemi devlet medyası, milli ve hatta ırkçı propagandalar için kullanılıyordu.
Bağımsız gazeteler ve medya hemen ardından oligarşinin boyunduruğuna girdiler. Az
satış yapan bazı gazeteler, uluslararası toplumun mali desteği sayesinde bir süre daha
ayakta kalmayı başardılar fakat devamlılığı sağlayamadılar. Diğer yandan geçiş sürecinin ilk döneminde bağımsız medyanın olduğu ve ekonomik olarak medyaya yatırım
yaptığı çok uluslu medya şirketlerini aşağıya çektiği yıllar, özel televizyon ve siyasi
süreçte etkili olan yayın şirketlerinin hayati bir parçasını oluşturmaktadır. Eski Yugoslavya’daki ülkeler içerisinde sadece Hırvatistan’daki medya bağımsız ve siyasi bir rol
oynamıştır. Sadece Sanader yönetiminin ve onun milliyetçi partisinin Tudjman’ın bile
yapamadığı medyayı etkisizleştirme işinde başarılı olduğunu söylemek gerekir. Bütün
bunlar iktidardaki milliyetçi partinin rüşvete dayalı bir yolsuzluk örgütüne dönüştüğü
zamanlarda olmuştu. Yolsuzluk ve rüşvetin baskıdan çok daha etkili olduğu ispatlan-
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Regional problems were not technical or things that could be solved through communication. The junta government won the elections with the help of Black Schaultung
process and national propaganda. Then they had to find a new justification principle.
They argued that they were doing this so as to protect national interests or provide
security at the borders of ethnic regions. This led to a war. Things got worse when
the socialist Republic of Bosnia-Herzegovina within the body of former Yugoslavia
took a central side. Bosnia-Herzegovina hosted three national and traditional communities bound to each other with religion. The state once governing the Bosnia was
able to assure a religious tolerance and keep the country in peace and multi-ethnic
nature between Serbs, Croatians and the Muslim Bosnians. The Ottoman Empire,
Austria-Hungary Empire, Karadordevic Kingdom and Tito’s communist dictatorship
paved the way for this multi-ethnic structure to be exposed to political pressures. It
is easier to find solutions to these problems or hold them off without any democratic
freedom. Bosnia-Herzegovina, politically weak and unstable, could not handle it with
Serbia and Croatia with presidents like Milosevic and Tudjman. According to what
my closest colleagues said in Croatia, these two leaders had agreed on the division
of the country following their meeting in the castle of Tikves on April 15, 1991. The
commission of experts had designed possible division scenarios before.
This agreement, possible to divide the country into two parts, was not sufficient
enough to find a solution to the problems of Serbian minorities in Croatia. People
were expecting a war but the international community and UN peacekeeping force
put a stop to this. The consequences of the war in former Yugoslavia were the ethnic
cleansing of some regions and polarization of newly-founded states and Bosnian society. Former Yugoslavia underwent the political change quite fast and the economic
transition rather slowly. However, the result was peaceful. The was in Slovenia lasted
only for 10 days. So, that made it easier for Slovenia to join the EU. I told you before
that the political elites need media so as to take over the control of the state. The
media was a major tool for war propaganda and the war itself corresponded to the
justification efforts of these elites. All these helped them stay in the power and control the national economy. They began to make their pressure felt more through oligarchic networks in order to protect the expropriated companies and those involved
in crime. The media of wartime in Croatia was a tool for nationalist and racist propagandas. Independent newspapers and the media were under the heel of oligarchy.
Newspapers with small circulation were able to survive a little bit more thanks to the
financial support of the international community but they could not ensure any continuity. Only the media of Croatia was able to play an independent and political role.
We have to say that only Sanader and his nationalist party succeeded in neutralizing
the media which is something even Tudjman was not able to do. These happened
in a time when the nationalist party in the power turned into an organization of corruption based on bribery. It was proved that the corruption and bribery were more
effective than the pressure. The Deyton Agreement led to the creation of two states
in Bosnia-Herzegovina: The Republic of Srpska and the Croatian-Bosnian Federation.
/ 127
128 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
mıştı. Bosna Hersek’te Deyton Anlaşması gerçek anlamda iki devlet yarattı: Srpska
Cumhuriyeti ve Hırvat-Boşnak Federasyonu. Srpska’nın başkentinde yer alan medya
genel olarak yerel yönetimin görüşlerini yansıtır niteliktedir. Saraybosna’da, ülkenin
başkentinde medya iç politika savaşlarına dâhil olup pek çok Boşnak parti ve merkezi güç ile ilişkiler kurmuştur. Ekonomik açıdan geri kalmış bütün medya kuruluşları,
Yugoslavya’nın geri kalan kesiminin öyle veya böyle yıllar önce çözdüğü sorunu çözmeye çalışıyordu. Kendileri sürekli Yugoslavya’nın başarısına göndermelerde bulunuyordu. Sırbistan kendi içinde bir evren. Diktatör Sloban Miloseviç, Sırbistan’da hiç bir
zaman medya üzerinde baskı kuramadı. Bunun nedeni ise, yönetiminin cumhuriyetçi
güç merkezlerinden değil gizli merkezlerden gelen engellemeleri aşamamasıydı. Bu
siyasi yıkıma ve yeraltına dayandırıldı. Kendisi görünüşte ideolojik güç odaklarına bile
müsamaha gösterdi. Oligarşi de kendisine tapıyordu; çünkü onları o yaratmıştı ve onlara uluslararası toplumun koyduğu ambargo sırasında silah sağlamıştı. Bunlar ayrıca
siyasi amaçlarını gerçekleştirme yolunda birer araçtı. Bu tür anlam yüklemeleri oldukça az görülen türden ve bütün bu siyasi geçmiş bana ünlü bir romanı hatırlatıyor: “Çok
da akıllı sayılmazdı ama nasıl saldıracağını, yanındakine tek kelime etmemeyi ve bütün ekiplerin halklardan oluşması gerektiğini gayet iyi biliyordu.” Milosevic zamanında
Sırp basını da bunlara değinmişti. Görevden alındığında medya da siyasi odaklarla zıtlaşan oligarşi tarafından devrilmiş oldu. Fakat aralarındaki bu zıtlık eski Yugoslavya’nın
geri kalan kesimlerinde tabloid gazeteciliğinin patlamasına neden oldu. Medyanın
dönüşüm süreci de aynı modeli yansıtıyor.
Buradan Balkanlar’da geçiş sürecini yaşayan ülkelerdeki medyanın dönüşümü ve gelişimi ile ilgili bir sonuca varabilir miyiz? Hırvatistan modeline bakacak olursak medya
orada evrimini tamamlayıp bölgede siyasi etki yapma ve ekonomik büyümeyi etkileme
noktasına kadar ulaşmış durumdadır. Yatırımcıların veya şirketlerin en çok kâr ettiği
zamanların yerel bir yatırımcı veya şirketle ortaklığa gittiği zaman olduğu açıktır. Bu tür
bir medya lisansı oluşturma yoluna gitmeyen bütün uluslararası şirketlerin öyle veya
böyle başarısız oldukları görülmüştür. Bizim pazarımız büyük Doğu Avrupa ülkelerindeki pazarlara kıyasla oldukça parçalanmış, küçük ve çok yönlü bir pazardır. Balkanlar
zordur. Balkanlarda gazetecilik yapmak da maceracı koloni güçlerinin yaptıklarına benzer. Fakat bu da kurumsal güç ve kontrol sahibi olmayı başaran gazeteciler için müthiş
bir fırsat kapısı aralamıştır. Bir zamanlar Yugoslavya olan bölgedeki en önemli sosyal
ve ekonomik süreç bu gazeteciler, haberciler ve muhabirler tarafından başlatılmıştır.
Siyasi elit tabaka bizleri leş kargası, ahlaksız ve özel çıkarları için, para getiren işlere
imza atan kişiler olarak tasvir etmeye çalıştı. Fakat durum aslında tam tersiydi. Bölgede büyük siyasi, tarihi etkileri ve yankıları olan en önemli sosyal değişim, bağımsız,
kendi işine bakan ve bu uğurda ter döken gazeteciler tarafından başarılmıştır. Sıra dışı
bu idealistlere laf söyleyenlere bir Türk şairinin sözleriyle karşılık vermek isterim. Umarım doğru şekilde telaffuz edebilirim. “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?’’
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
The media in the capital of Srpska generally reflects the perspective of local administration. The media in Sarajevo took part in domestic policies and had relations with
many Bosnian parties and central power. The media institutions, lacking of economic
support, made effort to find a solution to the problem that the rest of former Yugoslavia already found. Serbia is a separate universe within itself. The dictator Sloban
Milosevic would never put pressure on the media. The reason was that the government was not able to overcome the obstacles stemming from secret centers, not
the republican powerhouses. This was attributed to political failure and the underground. He supposedly tolerated even the ideological powerhouses. The oligarchy
worshipped him since he was the reason for their existence. He provided arms for
them during the embargo that international community put on. It was also a means
to execute their political goals. These meaning impositions are rarely seen and all
this political history reminds me of a famous novel. ‘’He was not that smart but he
knew how to attack, not to say a word and make all the teams consist of people’’.
The Serbian media told about this during Milosevic period. When he was relieved of
his duties, he was overthrown by the oligarchy which went against the media and
political centers. However, this conflict between them led to the boom of the tabloid
journalism in rest of former Yugoslavia. Can we reach to a conclusion about the transformation and the development of the media in the countries under the transition
process in the Balkans?
When we take a look at the Croatian model, the media in Croatia completed its evolution and reached up to the point of political influence on the region and economic
growth. It is obvious that the investors or the companies make the most profit when
they partner with a local investor or company. It is a fact that international companies
fail one way or another unless they do not partner in such media licensing. Our market is rather divided, small and multilateral when compared to the markets in Eastern
European countries. Journalism in Balkans is similar to what the adventurous colony
forces do. However, this paved a great way for journalists with institutional support
and control. The major social and economic processes in former Yugoslavia were
initiated by the journalists and reporters. Political elites made effort to portray us as
hooded crow, immoral and signatories for our own interest. It was, however, the opposite. The most important social transformation with major political and historical
echoes in the region was accomplished by independent and minding own business
journalists. I would like to respond to those who drop innuendos to these idealists,
with a word of a Turkish poet. ‘’Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl
çıkar karanlıklar aydınlığa?’’
/ 129
130 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Danıel OMERAGIC
1943 yılında yayın hayatına başlayan Oslobodenje gazetesi adına burada sizlere hitap
etmekten dolayı onur duyuyorum. Sizlere ilk önce Bosna Hersek’in dış politikasından
bahsedeyim. AB’ye üyelik yolunda ülke medyası hedeflere ulaşılması için büyük bir
destek vermektedir. AB entegrasyonu ile ilgili haberler her gün Oslobodenje Gazetesinde yayınlanmaktadır. Gazetecilerimiz okuyucularımıza Bosna Hersek’in AB’ye üye
olmasının ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra, büyük AB kuruluşlarının yayınladığı raporlara da gazetemizde yer vermekteyiz. Ayrıca
Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ ve diğer ülkelerde bu entegrasyon sürecinin nasıl işlediğine dair haberler de yapıyoruz. Güneydoğu Avrupa’nın geleceği Avrupa Birliği’ndedir. Fakat AB üyeliği kendiliğinden olacak bir şey değildir. Biliyoruz ki AB’ye katılmak
isteyen bütün ülkelerin uyması gereken kriterler vardır. Burada söz konusu olan şey,
AB standartlarına uyum sağlamaktır. Ancak bütün kriterler yerine getirildikten sonra
AB’ye tam üyelik konusunda ümitlenebiliriz. Bosna Hersek, AB ile bir istikrar ve ortaklık anlaşması imzalamıştır. Fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde bazı
sıkıntılar yaşanmaktadır. Oslobodenje gazetesi çalışanları ve haberciler bu durumun
analitik çözümlemesini derinlemesine işlemektedirler. Bu nedenle okuyucular Bosna
Hersek’in AB’ye üye olma durumunda olan diğer ülkeler arasında neden geride kaldığı
konusunda bilgilendiriliyorlar. Bazen bunun nedeni bu yazıların yarattığı sonuçlar da
olabiliyor. İstikrar ve ortaklık anlaşmasının bazı maddeleri, Dışişleri Bakanının on gün
önce yaptığı açıklamayla askıya alınmış oldu. Bakan Alkalaj, Bosna Hersek’in mevcut
adaylık statüsünün durdurulduğunu duyurdu ve “AB’ye üye olmaya çalışmak yerine,
komşularımızla didişmek hiç de iyi olmadı” dedi. Alkalaj’ın söylediğine göre, görüşmeler giderek derinleşiyor.
Bazı AB yetkililerinin Bosna Hersek’e karşı tavırları tepki çekti. Konu ile ilgili olarak Oslobodenje yorumcuları Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun yaptığı
açıklamayı derinlemesine analiz etmiş ve Saraybosna’nın sorununun parlamentoya
katılım ile ilgili olduğunu belirten sözlerine yer vermişti. Barroso ayrıca, ulusal çapta
bir koordinasyon mekanizmasının oluşturulması gerektiğini de söylemiştir. Oslobodenje yorumcuları, bunun AB’ye üyelik yolunda yeni engeller oluşturacağı için Bosna
Hersek için kötü olacağını ifade etmişlerdir. Birkaç yıldır Oslobodenje, Saraybosna’daki AB yetkilileri ile ortak bir proje yürütmektedir. Bu proje çerçevesinde Oslobodenje
haftada iki sayfa Bosna Hersek ve AB üzerine haberler yayınlamaktadır. Bosna Hersek
ve AB sayfalarında yayımlanan yazılar, Avrupa entegrasyonu ile ilgili mevcut sorunları içermektedir. Bununla beraber, Bosna Hersek’teki işsizlik oranları ile ilgili haberler
yaptık. Avrupa Komisyonunun Bosna Hersek ile ilgili gelişim raporlarını analiz ettik.
Avrupa Komisyonunun Bosna Hersek bağlamında insan hakları ile ilgili kararını da saygıyla karşıladık. Gazetecilerimiz, Avrupa fonları konusunda yapılacak işbirliği ve ortak
devlet uygulamaları ile ilgili yazılar yazdı. Oslobodenje olarak AB içerisinde olup biten
şeyler, Bosna Hersek’in uyum süreci ve komşuları ile ilgili haberler yapmaya devam
ediyoruz. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Daniel OMERAGIC
It is an honor for me to address you here on the behalf
of Oslobodenje newspaper launched in 1943. First of all,
I would like to talk about two foreign policies of BosniaHerzegovina. The media in our country substantially support the government so as to attain the objectives en route
of membership to EU. News about EU integration is daily
reported in Oslobodenje newspaper. Our journalists try
to tell the readers about how important it is for Bosnia-Herzegovina to be a member
of EU. In addition, we report news about the reports issued by major EU institutions.
We also make news about how the process in Croatia, Serbia, Montenegro and other
countries works. The future of South-Eastern Europe is in EU. However, EU membership is not something to spontaneously happen. We know that there are rules for
the countries with a desire to join EU. The important thing here is to comply with EU
standards. However, after meeting all the criteria, we can have hopes for a full accession to EU. Bosnia-Herzegovina signed for a stabilization and partnership agreement
with EU. But there are some problems with regard to the issue of European Courts
of Human Rights. The journalists and reporters in our newspaper thoroughly analyze
the issue. Therefore, the readers are informed about why Bosnia-Herzegovina lagged
behind the other countries in the process of accession to EU. Some articles of the
stabilization and partnership agreement were suspended following the comments of
the Minister of Foreign Affairs ten days ago. The Minister Alkalaj announced that the
candidate status of Bosnia-Herzegovina was put on hold. It was not really good to
conflict with the neigboring countries instead of putting effort to join EU. According
to what Alkalaj said, the negotiations are getting deeper.
The attitudes of some European authorities against Bosnia-Herzegovina caused
some eyebrows to raise. The commentators in our newspaper thoroughly analyzed
the remarks of the President of European Commission, Jose Manuel Barroso and
reported that the challenge to the Sarajevo was about the participation in the parliament. Barroso said that we were in need of developing a national coordination
mechanism. The commentators of Oslobodenje pointed out that this would not good
for Bosnia-Herzegovina since this would pose a challenge for accession to EU. Our
newspaper runs a joint project with EU authorities in Sarajevo for some years now.
Within the framework of this project, the Oslobodenje reports 2-page news a week
over Bosnia-Herzegovina and EU. These news include the current problems about
European integration. We made news about the unemployment rates in Bosnia-Herzegovina as well and analyzed the progress reports on Bosnia-Herzegovina by European Commission. We welcomed the resolution of European Commission concerning the issues of human rights in Bosnia-Herzegovina. Our journalists wrote about the
co-operation and partner-state implementations. We continue to report news about
what’s going on within EU, the integration process of Bosnia-Herzegovina and the
neighboring countries. Thank you for your attention.
/ 131
132 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Süleyman GÜNDÜZ
Burada dostlarımızın da bilmesi gereken bir şey var: AB, Bosna’ya çifte standart uygulamıştır. Son bir yıl içinde bu çifte standart ortadan kaldırılmıştır. Çünkü AB, Hırvatistan
ile Sırbistan’a serbest dolaşım hakkı vermiş, ama Bosna Hersek’e vermemiştir. Bosna
Hersek’te yaşayan Sırplar ve Hırvatlar bu serbest dolaşımdan yararlanmaktaydı. İç
müdahalenin yapıldığı ve en ağır faturayı ödeyen Bosna Hersek bu konuda çok ciddi cezalandırılmıştı. Bernard Henry LEVİ 1992 yılında Saraybosna’yı ziyaret ettiğinde
Avrupa’ya ve AB’ye dönerek şunu söylemişti: Eğer bizler Bosna’ya yardım etmez ve
Bosna’nın birliğini sağlamazsak aydınlanma felsefesini yaşamış olan Avrupa’nın bütün
ilkeleri Saraybosna’da gömülecektir. Bizler önce tahrip ettiğimiz, ama tamir edebileceğimiz bir meseleyi konuşuyoruz. Daniel Omeragic programını bir önceki oturumda
buna göre hazırlamıştı. Şimdi sözü Bosna-Hersek Dnevni Avaz Gazetesi Yazı İşleri
Müdürü Indira Catic’e bırakıyorum.
Indıra CATIC
Sözlerime başlamadan evvel Zagreb’den gelen sevgili meslektaşıma bir şeyler söylemek istiyorum. Kendisi Banja Luka’nın bir başkenti olduğunu söyledi. Banja Luka’nın
bir başkenti yoktur. Srpska Cumhuriyeti Bosna’nın bir birimidir. Birlikte yaşamaktan
bahsetmek çok güzel ve bu konuşulmalı da. Bunları normal bir ülkede konuşmak kolay iş, fakat ülkenin varlığını tanımayan bir kesimin olduğu Bosna’da işler o kadar
da kolay olmuyor. Birlikte yaşamaktan ve özellikle de Bosna açısından medyadaki
Balkan ortak değerlerinden bahsetmek atmosfer başka türlü olsaydı o kadar da zor
olmazdı. Geçmiş dönemleri ve mevcut durumu göz önüne alacak olursak bu mesele
ile ilgili biraz daha farklı bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu insanlar farklı etnik köken, din
ve sosyal duruma rağmen yüzyıllar boyunca bir arada yaşamayı başarmışlar. Bosna’daki çatışmaların arifesinde siyasi çevreler ve güçlü ideolojik öğeler Bosna Hersek
halkını bölmeye başlamış ve etnik köken ile dini sebeplerden bir savaşa yol açmıştır.
Bu model komşu ülkelerde de uygulanmıştır. AB tarihinin bir sayfası kapanıp silahlar
durduğunda, birlikte yaşama ve ortak değerler çok başka şekillere büründü. Geçmişin
güzel hatıralarına sığınan Bosna halkı yine de komşularına bel bağladı. Onlara güvenip
bir zamanlar sahip oldukları ilişkileri kurmaya çalıştılar. Bütün komşularımız Avrupa
ailesine katılmaya çalışmaktadır. Bazılarının bu konuda hâlâ çekinceleri olduğu da bir
gerçektir.
Bosna-Hersek ve diğer Balkan ülkelerinden verdiğimiz örnekler, ortak değerlerimizin
ve aile bağlarımızın nasıl güçlendiğini ve uğruna savaşmaya değecek bir geleceğimizin olduğunu göstermektedir. Birlikte yaşama yeni bir icat değildir. Örneğin, Dnevni
Avaz, Bosna Hersek’te yüksek tiraj sahibi saygın bir gazetedir. Dnevni Avaz, bu değerlere sahip çıkılması için iyi bir örnektir. Ülkenin dört bir yanından insan Avaz’da çalışmaktadır. Milliyetleri ve kültürel kökenleri farklıdır, fakat bir şirket çatısı altında birlikte
yaşamayı öğrenmişler ve bunu devam ettirebilmişlerdir. Şimdi sizlere Bosna’da birlik-
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Süleyman GÜNDÜZ
There is something our guests should know about. EU imposed a double standard
on Bosnia which has not been lifted yet for the past year since EU approved the right
of free movement for Croatia and Serbia but not for Bosnia. Serbians and Croatians
residing in Bosnia-Herzegovina keep benefiting from this right of free movement.
Getting intervened and paid the bill, Bosnia Herzegovina was excessively punished
in this regard. When Bernard Henry Levi paid a visit to Sarajevo in 1992, he said ‘’If
we do not help Bosnia and assure the unity of the country then all the principles of
Europe pertaning to the philosophy of enlightment will be buried in Sarajevo.’’ We are
talking about an issue that we destroyed first but can repair as well. Daniel Omeragic
made his presentation according to this in the previous session. Now I would like to
give the floor to Indira Catic, editor in chief in the daily Dnevni Avaz.
Indira CATIC
Before proceeding to my speech, I would like to say a few
word to the fellow colleague from Zagreb. He said Banja
Luka is a capital but Banja Luka does not have a capital.
The republic of Srpska is an entity of Bosnia-Herzegovina.
It is really nice to talk about co-existence and we should.
It is easy to talk about it in a normal country but things
are not that easy in Bosnia where there are some parts
of the society who still have not recognized the country.
If we take the past and present into account, it is clear to see that we need a different perspective and approach for this issue. These people were able to co-exist for
centuries in spite of differences in ethnicity, religion and social status. On the eve of
the conflicts in Bosnia, some political circles and major ideological elements made
effort to divide the people of Bosnia-Herzegovina and led to a war based on ethnicity and religion. That was the same model in neighboring countries as well. When it
was over, co-existence and common values turned into a whole other shape. Taking shelter in beautiful memories of the past, the people of Bosnia relied upon its
neighboring countries once again. They did their best and put faith in them. All our
neighboring countries have taken steps to join European family. It is a fact that some
people still have some doubts about it.
Those examples from Bosnia-Herzegovina and other Balkan countries prove how we
could consolidate our common values and family ties and we have a future worth
fighting for. Coexistence is not a new invention. For instance, Dnevni Avaz is a prestigious newspaper with a high circulation in Bosnia-Herzegovina. Dnevni Avaz is a
good example to look after these values. People from each and every corner of the
country work for Avaz. They differ in nationality and cultural ethnicity but they know
how to co-exist under a company roof. I would like to give an example at this point.
/ 133
134 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
te yaşama örneklerinden bahsetmek istiyorum. Ortak değerlerin ve birlikte yaşama
alışkanlığının on dokuz yıl önce dondurulduğu Srpska Cumhuriyeti’nin bir kenti olan
Trebinje’de bir Sırp aile, kızlarıyla beraber yaşamaktadır. Komşuları ise, bir Boşnak ve
Müslüman İmam Hüseyin Hotiç’tir. Savaşlar, hoşgörüsüzlük, kötü yaşam şartları ve
dünya kadar problem bile dostluklarını ve inançlarını yıkmaya yetmemiştir. Kendi dini
tatillerini, Noel’i ve bayramları beraber kutlamaktadırlar. İmam Hüseyin de ailenin kızının vaftiz babalığını yapmaktadır. Kendisi Sırbistan’da bilinen ilk Müslüman Sırp vaftiz
babasıdır. Bu ailelerin bütün kaderleri ve günleri önceden belirlenmiştir, fakat günün
sonunda yine insan kalmayı ve birlikte yaşamaktan mutluluk duymayı başarabilmişlerdir. Bu, Balkanlar’da ve Bosna’da birlikte yaşamanın ve ortak değerlerin gerçek bir
göstergesidir.
Fakat Balkanlar’daki insanların tam manasıyla bir arada yaşamayı sağlama adına hala
zamana, irade gücüne, kararlılığa ve daha Avrupai bir siyasi çevreye ihtiyacı vardır.
Uluslararası toplumun birleştirici gücü hala gereklidir. Bu bağlamda, medya da buradaki en önemli ayaklardan biridir. Medya ortak bir geleceğe giden yolda farklı düşüncelere aldırmaksızın, ortak değerlere ve bunların devamlılığını sağlamaya daha da
eğilmelidir. Belki ülkeleri değil de, insanları ön plana koyarak bu gerçekleştirilebilir.
Bosna hala pek çok güçlük çekmektedir. Bunların arasında devletin ve ulusun altını
kazımak isteyenler sayılabilir. Boşnaklar bugünleri 1992 yılında ülkede çatışmaların
çıktığı dönem olarak hafızalarında tutuyorlar. O zaman da her şeyin üstesinden gelebilmiştik, şimdi de geleceğiz çünkü bugün iyi işleyen güçler hala çoğunluğu oluşturuyor ve bütün amaçları da devleti bir arada tutup bir arada yaşamayı başarabilmektir.
Süleyman GÜNDÜZ
Kendisi İmam Hüseyin’den bahsetti. Balkanlar’daki ortak sevdanın ismine bizler Sevdalinka deriz. Bu ortak olarak bilinen bir kültürdür. Geçmişin bu sevda türküleri, hem
Sırpları hem Boşnakları hem Karadağlıları hem de Kosovalıları ve Makedonyalıları derinden etkiler. Ivo Andric’in “Ömer Paşa Ladas” başlıklı bir kitabı var. Bizim dönemimizde Avusturya-Macaristan’dan Osmanlı’ya sığınmış ve Osmanlı döneminde vezirlik
yapmış olan Ömer Paşa Ladas. Yine Ivo Andric’in “Drina Köprüsü” adında bir kitabı
var. Boşnakların meşhur romancılarından Mehmed Selimovic’in “Derviş ve Ölüm” adlı
kitabı da var. Yugoslavya veya daha sonrasında Sırbistan ile ilgili bir haberi duyduğumuzda bu bize Tanyuk Haber Ajansından ulaşırdı. Buradan gelen bilgi, bizim için doğruluk ifade ederdi. Belgrad Kalesi’nin en meşhur kapısının adı İstanbul’dur. Aramızda
Tanyuk Ajansı Genel Müdür Yardımcısı Tatiana Vasilevyic var. Buyurun.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
A Serbian family lives with their daughter in Trebinje, a city of the Republic of Srpska
where the tradition of cultural values and co-existence was frozen 19 years ago. Their
next door neighbor is a Bosnian and a Muslim: İmam Huseyin Hotic. Wars, intolerances, poor life conditions and millions of problems were not enough to bring down
their friendship and faith. They celebrate their own festivals, holidays, Christmas and
Bayram. Imam Huseyin is the godfather of their daughter. He is the first godfather
Muslim-Serbian ever known. The fate of these families is doomed but at the end of
the day, they are able to remain human and enjoy living together in harmony. This is a
true indicator of co-existence and common values in Bosnia and the Balkans.
This region, however, still needs time, willpower, determination and a more European
political circle so as to safeguard co-existence and common values to the backbone.
It still calls for the integrative power of international community. The media is one
of the major pillars in this regard. The media should focus on common values and
continuity irrespective of the differing ideas en route to a common future. This might
be possible by prioritizing people, not the countries. Bosnia still have many troubles
of its own. These include those who would like to undermine the government and the
nation. We were able to make it through back in 1992 and we will do it again today
since well-functioning powers still constitute the majority. All they want is to keep the
nation together and coexist in harmony.
Süleyman GÜNDÜZ
She talked about Imam Huseyin. We call the common love in the Balkans ‘’Sevdalinka’’. It is a commonly known culture. The love folk songs of the past have a deep
impact on Serbians, Bosnians, Montenegrins, Kosovans or Macedonians. Ivo Andric
has a book called Ömer Paşa Ladas. Ömer Paşa Ladas is someone who took shelter
in Ottoman Empires running away from Austria-Hungary and became a vizier. He
also has a book called the bridge of Drina. Mehmed Selimovic, the famous Bosnian
novelist, has a book called Dervis i smrt. Tanyuk news agency used to report the
news about former Yugoslavia at that time. The information they reported was an
absolute truth for us. The name of the most famous gate in Belgrade Castle is called
İstanbul. The deputy director generaş Tatian Vasilyevic is here with us today. You
have the floor.
/ 135
136 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Tatıana Trıkıc VASILYEVIC
Öncelikle ajansım adına saygılarımı sunmak ve bu konferansın birbirimizi anlamamız
açısından az da olsa katkı sağlamasını ümit ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Ayrıca sadece Sevdalinkamız yok. Siyaseti bir tarafa koyarsak, ortak pek çok noktamız
var. Medya’nın AB sürecindeki etkisinden ve Balkanlar’da barış içinde beraber yaşama konusuna gelecek olursak bu konuda sorulması gereken soru medya bu durumu
daha iyi hale getirmek, bir arada yaşamayı ve hoşgörüyü sağlamak ve özellikle de
azınlıklara sayı konusunda neler yapabilir olmalıdır.
Öncelikle Balkanlar’da barış içinde bir arada yaşama konusunu ele almamız gerekir.
Özellikle de Balkan savaşları ve eski Yugoslavya’daki çatışmalar sebebiyle Balkanlar
ile ilgili kanlı topraklar şeklinde bir görüş hâkim olsa da, farklı dine ve farklı etnik kökene sahip halkların yüzyıllar boyunca burada barış içinde yaşadığını sizlere hatırlatmak
isterim. Bu bölgedeki insanlar sadece birbirlerine komşu değillerdir. Birbiriyle iletişim
kurarak barış içinde yaşamışlardır. Size birkaç örnek vereyim. 19. yüzyılın sonlarına
kadar Selanik’te sabah kilise ve öğleden sonra cami işlevi gören binalar vardı. Karadağ’daki pek çok kilise, hem Ortodokslara hem de Katoliklere hizmet vermiştir. Ortodoks Sırplar ile Müslüman Arnavutlar arasındaki evlilikler yüzyıllardır süre gelen bir
gelenektir. Balkanlar’da barış içinde birlikte yaşanabileceği fikri sadece bir fikirden
ibaret değildir. Yüzyıllarca var olan bir gerçek ve bugün hâlâ pek çok noktada gerçekliğini korumaya devam ediyor.
Buradaki amacım, tarihimizi ve hoşgörü geleneğimizi ve özellikle de Balkanlar’daki
mevcut durumu abartmak değildir. Kanlı olaylar tarihimizde pek çok kez olmuştur.
Fakat bu olaylar artık geçmişte kaldı. Bugünün gerçekleriyle ve Balkanlar’daki pek
çok ulusun özlem duyduğu iletişimsizlik gerçeğiyle yüzleşmeliyiz. Burada can alıcı
noktaların neler olduğunu da biliyoruz. Bu konular hâlihazırda medyamızda en üst
sıralarda yer almaktadır. Nefret sözcükleri duymaya alışan ve bu medya kurumlarının
aynı nefret söylemlerini pazarlayarak kar elde ettiğini de bilen okuyucularımızın ideolojisine kulak vermeliyiz. Burada hoşgörü geleneklerinden bahsederken aslında bütün
söylemek istediğim medyamızın üzerine temeller kurabileceği çok iyi gelenek ve görenekleri olduğu ve barışa, birlikte yaşamaya ve çok kültürlülüğe karşı inançlarının olduğu yönündedir. Bugün bu güzel Bursa şehrinde bir araya gelmiş olan Balkan medya
mensuplarının da özgürlükten, birlikte yaşamaktan, serbest dolaşımdan, dolayısıyla
çocuklarımıza ve torunlarımıza miras bırakabileceğimiz güzel bir gelecekten yana olduklarını düşünüyorum. Bir yandan iyimser olurken, bir yandan da gerçekçi olmak ve
Balkan medyasına önyargılarımızı bir kenara bırakarak bakmak durumundayız. Haber
ajansında çalışan biri olarak ülkemde ve Güneydoğu Avrupa’da gelişen bütün olayları
günlük olarak takip edebilmek şansına sahibim. Güneydoğu Avrupa’daki medya da
siyasi ve ekonomik olarak aynı kaderi yine bölge ülkeleriyle paylaşmaktadır. Hepsi
küresel ekonomik krizden kötü etkilenmişlerdir fakat ekonomik ve siyasi geçiş süreçlerindeki ülkelerin medyaları bundan daha da fazla etkilenmişlerdir.
Haber ajanslarının da, kullanıcılarıyla ve elektronik ortamla yakın ilişkiler kurduğu, aynı
kaderi ve alışkanlıkları paylaştığı da bir gerçektir. Fakat bu alışkanlıklar, özellikle de
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
Tatıana Trıkıc VASILYEVIC
First of all, I would like to express my gratitude to the
organizers of the meeting and wish for this forum to contribute to mutual understanding. It is not just Sevdalinka
that we have. We have a lot in common if we put the
politics aside. So, what can media do to play a role in
co-existence, intolerance and respect to the minorities?
Even though this region is labeled as bloody lands due
to the conflicts in Balkan wars and former Yugoslavia, I would like to remind you the
fact that these people have been able to co-exist in peace for centuries. Let me touch
upon some examples. There were buildings in Thessaloniki operating as a church in
the morning and as a mosque afternoon till 19th century. Many churches in Montenegro provide service to both Orthodox and Catholics.
The weddings amongst Orthodox Serbians and Muslim Albanians were a tradition for
centuries. The idea of co-existence in the Balkans was not just an idea. What I am trying to do here is not about idolizing our history, tradition of tolerance and particularly
the current situation in the Balkans. We have all seen bloody wars in our life times
but it is all over now. We have got to face off against the reality of today and miscommunication. We have got to give ear to the ideology of our readers who are accustomed to cry of hatred and exactly know that media make a profit marketing very
same hatred. We have exceptional traditions that media can lay a foundation upon. I
believe that our guests from the Balkans are in favor of freedom, co-existence, free
movement thus a beautiful future that we can inherit to our children and grandchildren. We have got to be both optimistic and realistic and put our prejudices aside
about the Balkan media.
As a person working for a news agency, I have had the chance to follow current
events in South-Eastern Europe. All the media in South-Eastern Europe has been affected by the economic crisis but it was even worse for the media of the countries in
a economic and social transition period. It is a fact that news agencies engage with
their users and electronic environment and share the same fate. The editors, who edits gruesome news of the day, literally wait for a breaking news wringing their hands.
So, why would people pay for something they can get free? The profit of internet
reporting has doubled the profit the media bosses get off the daily newspapers. That
is exactly where the media needs to grasp the opportunity. They gradually turn into
an electronic web portal. But that is also where the similarities come to an end. The
media of the global market does not correspond to the media reporting in English.
We are the members of the media whose target group is the people of their own and
other countries. None of the language and the tone we use is a global language. The
impact of Turkish and Greek, however, can reach up to much further. Since we can
speak a few language and perfectly understand each other in former Yugoslavia, we
have closed our doors to this kind of issues. The readers in Western Europe, who
/ 137
138 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
son on beş yıl içinde büyük oranda değişime uğramıştır. Sabahlarını iç karartıcı ve
günü belirleyen haberleri kontrol ederek geçiren editörler artık flaş haber geçmek
için bilgisayarlarının başında oturuyorlar. Peki, insanlar neden ücretsiz alabilecekleri
bir şeye para versinler? Internet haberciliğindeki kâr oranları günlük gazetelerininkini
birkaç kat aşmıştır. İşte medyanın da fırsat olarak gördüğü yer de tam burasıdır. Giderek elektronik web portallarına dönüşüyorlar. Bu da medyaya yatırım yapan Avrupa ile
buluştuğumuz bir nokta. Fakat burası aynı zamanda benzerliklerin sona erdiği yer de
oluyor. Küresel pazarı oluşturan medya derken burada kastettiğimiz şey pazarı bütün
dünya olan medyanın haberleri İngilizce vermesi değildir. Burada bahsettiğimiz şey,
Sırbistan ve diğer ülkelerin bilgi pazarlarıdır. Kendi ülkesinde ve yabancı ülkelerde
yaşayan vatandaşlarını hedef alan bir medyaya mensubuz.
Kullandığımız dillerin hiçbiri küresel diller değil. Fakat Türkçe ve Yunancanın etkileri
çok daha ilerilere uzanabilmektedir. Bizler eski Yugoslavya’da birkaç dili akıcı olarak
konuşup birbirimizi gayet iyi anladığımızdan dolayı bunlara kapımızı kapatmış bulunuyoruz. Her sabah kapısına gazete bırakılan Batı Avrupa’daki okuyucu ile son yirmi
yıldır başına gelenlere rağmen hâlâ sırf hayatta olduğu için mutlu olabilen bir Sırp çok
farklı iki okuyucu kitlesini oluşturuyor. Buna ek olarak, içinde bulunduğumuz pazar
Batı Avrupalı girişimcilerin yatırımlarıyla çok daha iyi bir konuma gelmiştir. Ürünlerini
satabilecekleri pazarlar arayan pek çok şirket satın alma gücü olan küçük pazarlara
yönelmiştir. Sırbistan’da buna ‘bir kaşık suda bir dolu timsah’ adı verilir. Balkanlar’ın
geri kalanıyla diğer ortak noktalarımız ise, en büyük sorunlarımızdır ki bunlar da organize suç ve yolsuzluktur. Fakat en büyük amaçlarımızdan biri de ekonomik kalkınma
sağlamaktır. Tabii bu pazarlamadan sorumlu ve gelirleri izleyici sayısına ve reklamlara
bağlı olan televizyon kanallarında çalışan uzmanlar için bir hayal olabilir. Biraz abartılı
görünebilir fakat bilginin doğru, tarafsız ve bütünlük içerisinde verilmesi ve haberin
geniş bir kapsamda sunulması demokrasinin ayakta kalması için hayati önem taşımaktadır. Aynı toplulukta yaşayan farklı kökenlere sahip insanların bir arada uyum
içinde yaşamaları veya tek bir devlet veya devletler birliği içerisinde gerçekleşebilir.
Geçerli bilginin varlığı sadece demokrasinin ayakta kalmasına değil, aynı zamanda
barış içinde bir arada yaşamaya da bağlıdır. İşin güzel tarafı, haber ajanslarının kaderi
son teknolojiye kurban giden gazetelerinki gibi değil. Haber ajansları elektronik ortamla sürekli iletişim içinde. Çok küçük Balkan ülkelerinde bile haber ajansları kendi portallarından veya ortaklık kurdukları portallardan okuyucuyla direkt iletişim kurabiliyor.
Medya ile Balkanlar arasındaki bu işbirliği, barış ve iletişim ortamı sağlama yolunda
yapılabilecek en iyi şey olacaktır.
Peki, Balkan medyalarının daha da yakın ilişkiler kurmasının ne gibi faydaları olabilir?
Serbest veri akışı, farklı görüşlerin ve haberlerin paylaşılması ve bir Balkan medya
forumunun oluşturulması bu durumun avantajları arasında sayılabilir. Bu uyumu bozmaz, aksine nitelik ve nicelik açısından daha da büyümemizi sağlar. Internet hoşgörüye saygı gösterilen ve her türlü aşırı gruplara rağmen Balkanlar’daki veya daha büyük
kitlelere hitap eden tarihi meseleler ile ilgili yapıcı tartışmaların yapılabileceği bir ortamdır. Bu da medya alanında bizlere sayısal istatistiklerden çok kişisel görüşlere dayalı bir gelecek vaat ediyor. Balkanlardaki halkın geleceği aynı zamanda gazeteciliğin
de geleceği olacaktır. Bu, daha önce Balkanlar ile ilgili ilginç bilgilere ulaşabileceğiniz
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
have their daily newspapers at the door every single day, and a Serbian reader, who is
happy just because he is alive in spite of all those things in the last 20 yeras, are very
different kind of readers. The market we are in, though, has made major progresses
with the investments of entrepreneurs from Western Europe. Many companies seeking for a market in which they can sell their products, tend to turn their face to the
small markets with a purchasing power. They call it ‘’plenty of crocodiles in a drop of
water’’ in Serbia.
Other common points of ours are organized crime and corruption but one of the
biggest dream of ours is an economic development. It might be a dream for experts
working for TV channels relying upon ratings and commercials. You may think that
I am exeggerating but it is of vital importance for the news to be reported in an
accurate, unbiased and integrated way for the survival of the democracy. The coexistence of the people with different ethnicities can only be possible either within a
single state or in a union of states. The fate of the news agencies fortunately is not
parallel to those newspapers which fell victim to the cutting edge technology. News
agencies are in constant touch through electronic media. News agencies even in
relatively small Balkan countries are able to get in touch with their readers through
their own a partner portal. So, what are the benefits of engaging with each other as
the Balkan media? It includes free flow of information, exchange of different opinions and news and a base for the foundation of a Balkan media forum. Internet is
a platform where people pay homage to tolerance and you can have constructive
discussions about the historical events in the Balkans or around the world in spite of
all those extremists. This promises us in media a future based on personal opinions
rather than statistics.
The future of the people in the Balkans is the future the journalists as well. Traditional
media has lost its characteristics of exclusive reporting and the reporters lage behind
the people with a cell phone in their hands. But the reporting that no one can give up
on yet is on-scene reporting. People, who function like a journalist, provide a service
like a digital journalist and they had huge success during Gaza crisis in 2008-2009.
The years of reporting the fall of Saigno and Ceausescu are long gone now. Is it the
democratization of reporting or elimination of credibility? The media needs to put its
thinking cap on and do something in a world where people report new through their
cell phones. You can rely on this kind of journalism to some extent. Digitaljournal.
com and the information portal reporting news from 140 countries with thouasands
of reporters are interesting platforms in terms of differing from the project of a regular man reporting the news. As the media, we have got to focus on our difference in
language, market and habits particularly in South-Eastern Europe and the Balkans.
The regional differences on the basis of the habits of consumers, education and
needs are quite substantial compared to Western Europe.
The future will bring us all unity, solidarity and prosperity but the media in SouthEastern Europe needs to pay attention not only to the global trends but also to the
distinctive features of this region. That is also the case for the process of encourag-
/ 139
140 /
BİRİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
BÖLÜM 3
Youtube’da ortaya konmuş bir olgudur. Geleneksel medya özel habercilik özelliğini
kaybetmekte ve muhabirler de elinde cep telefonu olan vatandaştan giderek geri kalmaktadır. Fakat kimsenin hala vazgeçemediği habercilik ise, olay mahallinde yapılan
gazeteciliktir. Gazeteci gibi davranan vatandaşlar aynı zamanda dijital gazeteci görevini de görmektedirler ve 2008-2009 Gazze krizinde inanılmaz başarı göstermişlerdir. O
küçücük haber ajanslarının Saigon’un düşüşünü ve Çavuşesku’nun devrilmesini haber
yaptığı yıllar çoktan gerilerde kaldı. Bu muhabirlik mesleğinin demokratikleşmesi mi
yoksa güvenilir müessesesinin ortadan kaldırılması mı? Bunun cevabı şöyle verilebilir: Medyanın yeni düzenlere ayak uydurması ve hatta elinde telefon, sürekli mesaj
çeken insanlardan da birkaç şey öğrenmenin hesabını yapması gerekir. Bu tarz bir
gazeteciliğe belli bir yere kadar bel bağlıyorlar. Digitaljournal.com ve yüz kırk ülkeden
haberler geçen, binlerce habercisi bulunan bilgi portalı diğer gazeteci vatandaş projelerinden ayrılması bakımından ilginç uygulamalardır. Özellikle Güneydoğu Avrupa ve
Balkanlar’da dil, pazar ve alışkanlık farklılıklarımıza yoğunlaşmalıyız. Tüketicilerin alışkanlıkları, eğitimi ve ihtiyaçları konusundaki bölgesel farklılıklar, Batı Avrupa’dakilere
oranla çok daha büyüktür.
Gelecek bizlere daha çok birlik ve beraberlik ile refah getirecektir fakat pazar oluştururken Güneydoğu Avrupa medyası sadece küresel eğilimlere değil, aynı zamanda
bu bölgeye özgü niteliklere ve kültürlere de dikkat etmek durumundadır. Aynı şeyi
sadece Batı ülkelerinden bekleyemeyeceğimiz hoşgörünün ve iletişimin teşvik edilmesi süreçleri için de geçerlidir. Fakat bu durum, Türkiye’deki Van Gölü’nün veya
Makedonya’daki Ohri Gölü’nün ya da Cenevre Gölü’nün yakınlarında yaşıyorsanız aynı
olmuyor. Ancak ve ancak sorunlarımızı ve tarihimizi açık açık konuşmak ve milliyetçilik
ile şovenizm dolu 19.yüzyıla ait problemleri aşmak ve özellikle de geleceği, ekonomiyi
ve kültürel ilişkileri konuşmak bu yaklaşımı daha da geliştirilebilir. Tabi bütün bunlar
ancak medyanın yardımlarıyla başarılabilir. Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Süleyman GÜNDÜZ
Birbirine bağlı toplumlarda insanların yaşamlarını bir birey olarak sürdüremeyeceği
ve onların toplu halde yaşama zarureti anlatıldı. Bizler etnik kökenimizi ve ailemizi
kendimiz belirleyemeyiz. Bunu seçme şansımız yok. Ama bir coğrafyada birçok şeyi
paylaşabiliriz. Saraybosna, Belgrad, Bükreş, Zagreb, Sofya, Üsküp, Tiran, Priştine,
Podgorica, Novipazar, Atina, Selanik ve buradaki bütün dostlarımızla İstanbul’da buluşup bir kahve içmeyi çok özledik. Ben inanıyorum ki, Belgrad nasıl Türklere ait bir
yerse İstanbul da Sırplara ait bir yerdir. Selanik nasıl Türklere aitse, İstanbul da o kadar
Yunanlara aittir. Bu bölgedeki insanlar birbirleriyle kavga etmiş olsalar bile, sonuçta
yeniden buluşup uzlaşma olmalıdır. Umuyorum ki, Balkan Medya Forumu buna zemin
hazırlayacaktır ve bu süreci hızlandıracaktır. Emek vermiş olan herkese çok teşekkür
ediyorum. Konuklara tekrar Bursa’ya hoş geldiniz, diyorum. Hepinize iyi akşamlar diliyorum.
FIRST DAY
SECOND SESSION
PART 3
ing tolerance and communication which we can not expect from Western countries.
Only way to overcome our problems is to speak our minds about our histories, find a
solution to the probems of 19th century full of nationalism and chauvinism and particularly focus on econmy, cultural relations and the future. That is naturally possible
with the help of the media. Thank you for your attention.
Süleyman GÜNDÜZ
It is no doubt that people can lead their lives as an individual since it is a society
closely linked to each other. We can not determine what our ethnicity and our family will be. We have no choice. But we can share lots of things in this region. We
miss having a cup of coffee in İstanbul with our friends from Sarajevo, Belgrade,
Bucharest, Zagreb, Sofia, Skopje, Tiran, Prishtine, Podgorica, Novipazar, Athens and
Thessaloniki. I believe that Belgrade belongs to Turks as İstanbul belongs to Serbs.
In spite of all those years with fighting against each other, the people of this region
will come up with reconciliation again. I hope Balkan Media Forum will pave the way
for this and thus accelerate the process. I would like to thank all the contributors and
guests. Have a nice evening.
/ 141
03 MAYIS / 03 MAY
İkinci Gün
Second Day
Birinci Oturum
Fırst Sessıon
Bölgesel Güvenlik ve İstikrarın Tesisinde Medyanın Konumu
The Role of the Medıa ın Promotıng Regıonal Peace and Stabılıty
Bölüm 1
Part 1
Bölgesel Barış, İstikrar ve Medya
Regıonal Peace, Stabılıty and the Medıa
Oturum Başkanı / Moderator
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
18 Mart Üniversitesi Rektörü
Rector, 18 Mart University, Turkey
Katılımcılar / Panelists
Süleyman KÖKSOY
TRT Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığı Başkan Yardımcısı
Deputy Head of Foreign Issues Department at TRT
Emil KOSLUKOV
Bulgaristan TV7 Televizyonu Programcısı
Producer, TV7, Bulgaria
Bali KIRYAKI
Gazeteci, Yunanistan Angelioforos Gazetesi
Journalist, Daily Angelioforos, Greece
Miruna BADEA
Romanya Dış Politika Editörü
Foreign Policy Editor, MEDDIAFAX, Romania
146 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Değerli konuklar, Forumun ikinci gününün ilk oturumunda bölgesel barış, istikrar ve
bunların tesisinde medyanın rolü konusunu ele alacağız. Oturuma, Bulgaristan’dan
Emil KOSHLUKOV ile başlayacağız. Şimdi sözü kendisine bırakalım.
Emıl KOSHLUKOV
Teşekkür ediyorum, Sayın Başkan. Foruma katılmaktan dolayı onur duyuyorum. İstikrar ve güvenlik konularına değineceğiz. Balkanlar, burada bulunan insanlar için yaşanılası bir yerdir. Fakat Avrupa’nın geri kalanı için bir savaş alanı, düşmanlıkların olduğu
bölünmüş bir bölge olarak kabul ediliyor. Bunu söylememin nedeni ise, bu bölge ile
ilgili algılar, önyargılar, suni gündem yaratma çabaları ve bölgenin farklı şekillerde yorumlanmasından kaynaklanıyor. Bunu söylememin iki sebebi var. Churchill’in de söylediği gibi, Balkanlar tüketebileceğinden bile fazla bir tarihe üretmiştir. Diğer yandan
ne zaman bir sivil foruma katılsak Balkanlardan bahsetmeye çalışıyoruz. Fakat genelde bu konuşmalar, Batı Avrupa’nın konu ile ilgili bakış açısı ve Balkanları nasıl değerlendirdiği konularına sıkışıp kalıyor. Daha önce de söylediğim gibi bu bizim arzu ettiğimiz bir yöntem değil. Fakat bu mesele ile uğraşan insanların pek çoğunun, özellikle de
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, önlerine hazır reçeteler koyuldu, fakat
bunlar bölgede uygulanabilecek yöntemler değildi. Berlin Duvarı’nın yıkılışından önce
eski Sovyet bloğunda 9 ülke vardı: Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, eski Yugoslavya,
Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Avusturya, Macaristan ve Polonya. Şimdi ise bu
sayı 31’e yükselmiştir. Balkanlar günümüzde, dünyada en çok devletin olduğu bölge
olarak anılıyor. Doğu bloğu uzmanları da genelde Slovenya ile Slovakya’yı dahi ayırt
edemeyecek durumdalar. Bu yüzden Balkanlardan bahsederken Batı’da çok yaygın
olan geleneksel düşüncelere, kanılara veya önyargılara yenilmemek en iyisi olacaktır.
Bu konu ile ilgili konuşurken doğal olarak iki büyük imparatorluğun bizlere bıraktığı mirastan da bahsetmek gerekir. Bunlar Osmanlı ve Sovyet İmparatorluğudur. 1991’den
sonra yaşanan değişimler, hep komünizm ile ilgili olacaktır.
Pek çok Balkan ülkesi, ulusal tarihi ile gurur duyar ve tarihlerinin binlerce yıl önceye
dayandığını düşünür. Fakat yüzyıllardır da tek bir devlet oluşturma çabası içinde olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra 1. Dünya Savaşı başladı.
Sonra Balkan Savaşları başladı. Sonra da Komünist Devrim sahneye çıktı. 150 yıldan
bahsediyoruz. Ulusal kimlikten söz ederken bunu hep ‘’onlara karşı bizler’’ olarak algılıyoruz. Bu bölgede kendimizi böyle tanımlıyoruz. Ulusal bir devlet yaratma çabası bu
bölgedeki pek çok ülke için meşru bir hak olarak değerlendirilmiştir. Fakat bu sorunlara kestirme çözümler getirilemez. Washington anlaşması ile Batı’nın içinde sürdürülebilir barış ve istikrar da içeren demokrasi ve kalkınma planları her zaman planlandığı
gibi gitmiyor. Belki bu tür forumlar sayesinde tarihimizi bir kez daha gözden geçirebiliriz. Burada önemli olan şeyleri bulmak istiyorsak belki de bu konu üzerinde yoğunlaşmalıyız. Çünkü onlara karşı bizler düşüncesi pek de onaylanan bir düşünce değil.
Balkan halkının çoğu, özellikle de eski Sovyet bloğu ülkelerindeki insanlar buna karşı
çok hassaslar; çünkü bu bir zamanlar komünistlerin ideolojisiydi. Diğer ülkeler Demir
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Distinguished guests,
We are going to deal with regional peace, stability and the
role of media in the process in the first session of Day 2. Now
I would like to give the floor to Mr. Emil Koshlukov from TV7
in Bulgaria.
Emıl KOSHLUKOV
Thank you, Mr. Chairman. I would like to express my pleasure
to take part in this forum. We are going to touch upon stability and security. The Balkans is a place worth living in for the
people here today but for the rest of Europe, it is a battlefield.
It is regarded as a divided region based on hostilities. Like
Churchill said, the Balkans has produced a history more than
it can consume. We talk about the Balkans every chance we
get in civil forums but these conversations are the perspective of Western Europe
and limited to how they assess the Balkans. There were nine nations within Soviet
Union before the fall of Berlin Wall: Soviet Union, Czechoslovakia, former Yugoslavia,
Bulgaria, Romania, Albania, Austria, Hungary and Poland. Now the number is 31. The
experts on the Eastern Block can not even tell the difference between Slovenia and
Slovakia. So, it would be the best not to yield to the traditional ideas, perceptions of
prejudices of the West when we talk about the Balkans. In this regard, we have got
to talk about the inheritance of two great empires: Ottoman and Soviet Empire. The
developments after 1991 were all about Communism.
People in many Balkan countries are proud of their national history and think their history dates back to thousand years ago but they have made effort to come together
under the umbrella of a singe state. After the fall of Ottoman Empire, the World War
I broke out and then the Balkan wars and then the communist regime. We are talking about 150 years. We always regard it as a matter of ‘’us vs. them’’ when we talk
about national identity. That is how we define ourselves in this region. The plans of
the West pertaining to the democracy and development including peace and stability do not always work. Perhaps we can review our history once again thanks to this
Forum. People of the Balkans particularly those in former Soviet block are quite sensitive about this since this was the ideology of the communist once upon a time. Other
countries were left out of Iron Curtain. They had their own dictators and juntas. That
was not an easy process at all. Maybe it is not only the media but also the educational
institution which should play a role in this regard.
/ 147
148 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Perde’nin dışında kaldılar. Onların da kendi diktatörleri veya cunta yönetimleri vardı.
Bu kolay bir süreç değil. Belki de burada önemli bir rol oynaması gereken sadece
medya değil aynı zamanda eğitim kurumlarıdır. Tabi medyanın da politika oluşturma
süreçlerinde ve siyasetin içinde ne kadar yer aldığını biliyoruz. Fakat Balkanlar’da kalıcı
bir çözümden bahsediyorsak bu gerçekleri de göz önüne almak durumundayız.
Eminim buradaki katılımcıların da bu sorunlara getirecekleri çözüm önerileri vardır.
Fakat ben burada ön şartlardan ve bu meseleye yaklaşırken kullanmamız gereken
çerçeve analizlerinden bahsetmek istiyorum. Basın özgürlüğünden, hoşgörüden ve
ifade özgürlüğünden bahsetmek kolay şeyler, fakat hoşgörünün veya gazetecilerin
eğitimli olmasının bu sorunu çözeceğinden o kadar da emin değilim. 1999’dan sonra
Washington Anlaşması Doğu Avrupa tarafını tutar nitelikte bir anlaşmaydı ve üst düzey yetkililer bizi severseniz bizim gibi olursunuz dediler. Serbest ticaretiniz olur, çok
partili sisteme geçersiniz, seçimler adilce yürütülür ve İsviçre gibi bir yönetim sisteminiz olur dediler. Kendilerini sevmiştik ama kendileri gibi olmadık. Burada yakın tarihten bahsediyorum, çünkü eminim herkes hatırlıyordur. Sonra bize yaptıklarınız yeterli
değil dediler. Barış içinde yaşayan bir toplum ve azınlık haklarının yerine getirilmesi
için daha çok çalışmalısınız dediler. Sivil toplum kuruluşlarının, etnik ve dini azınlıklar
için yürüttüğü pek çok program ve proje vardı. Fakat pek bir sonuç alamadık. Balkanlar’daki durumun, Avrupa’nın geri kalanındaki gibi olması gerektiğini düşünmüyorum.
Balkanlar’da hepimiz kendi yerimizi bulmalıyız. Kendi komşuluk ilişkilerimizi kurmalıyız. Medya ilgili konularda analizler yapan kuruluşların, bu forumun konusuyla pek de
ilgili olduklarını sanmıyorum. Onlar genelde sansür ile hükümet ve medya arasındaki
ilişkileri ele alırlar. Tarihimizde ortak olan noktalara vurgu yapmalıyız. Bizler daha genç
ülkeleriz. AB ya da NATO içerisinde kendi yolumuzu bulmaya çalışan ülkeleriz. Kendimizi hep mağdur olarak görüyoruz. Slavız, Ortodoksuz ve Komünist bir gelenekten
geliyoruz. Yani pek bir söz hakkımız olmadı. Fakat ben Balkanlardaki soruna bir çözüm
bulabileceğimize inanıyorum. Bu sebepten Balkanlar ile ilgili uzmanların burada toplanmış olması da çok güzel bir şey. Çok teşekkür ederim.
Balı KYRIAKI
Bayanlar ve Baylar, bugün burada bu güzel şehir Bursa’da olmaktan dolayı çok büyük mutluluk duyuyorum. Burada medya ve medyanın bölgesel istikrar sağlaması konularından bahsedebileceğimi sanmıyorum. Çünkü medyanın istikrar sağlama adına
bir görevi olduğunu sanmıyorum. Biz medya mensuplarının görevi var olan hikâyeyi
okuyucularla buluşturmak, okuyuculara doğruları aktarma ve olan biten konusunda
halkı bilgilendirmektir. Bizim görevimiz, oldukça karmaşık bir gerçeklikteki karşılıklı
anlayışı geliştirmeye katkıda bulunmaktır. Bunları yaparsak zaten dolaylı yoldan barış
sürecini desteklemiş olacağız. Fakat bizler politikacı, asker veya din görevlisi değiliz.
Kimse bizi seçmiş değil. Yapabileceğimiz en kötü şey de bu uğurda hükümetlerimiz,
partilerimiz veya bazı gruplarımız için propaganda faaliyetleri sürdürmek olur. Tabi ki
herkesin kendine ait düşünce, inanç ve değerleri olabilir. Fakat burada can alıcı olan
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
I am sure the participants here today have their own solutions to the problems. But
I would like to talk about the pre-conditions and the frame analysis we better make
use of. It is easy to talk about freedom of press, tolerance and freedom of speech
but I am not that sure how the tolerance and education level of the journalists would
find a solution to all problems. The Washington agreement was an instrument in
favor of Eastern Europe after 1999 and the high-level authorities said ‘’if you like us,
you become one of us. You would have free movement and multi-party system and
a government like in Switzerland.’’ We liked them but we did not become one of
them. I am talking about near future since I am sure everyone remembers it. Then
they said ‘’what you did for us is not enough’’. They said ‘’you need to work harder for
the co-existence in peace and the minority rights.’’ There were a variety of programs
run by non-governmental organizations for ethnic and religious minorities but it did
not work. I do not agree with the idea that Balkans should be like the rest of Europe.
We have got to find our own grounds. I do not think the institutions analyzing the
matters about the media are really interested in this forum. They usually are all about
censorship and relations between the government and the press. We have to got to
underscore what we have in common. We are relatively young countries. We are nations trying to find our own way within EU or NATO. We always feel inferior against
the others. We are Slavic people, Orthodox with a communist tradition. So, we have
not had really right to speak. But I definitely believe we can find a solution to these
problems in the Balkans. That is why it is really nice to gather all these experts from
the Balkans here today. Thank you for your attention.
Balı KYRIAKI
Ladies and Gentlemen, I would like to express my pleasure
to be here in this beautiful city, Bursa. I do not think media
has a role to assure stability. Our job as journalists is to report the news, deliver accurate news and inform the people
about what’s going on. Our job is to contribute to the mutual
understanding in a complicated reality. We will be contributing to the peaces process if we do this. But we are not
politicians, soldiers or religion authorities. No one elected us.
The worst thing we can do would be to keep propaganda activities for the interest of
our governments, parties and some groups. Of course, everyone can have their own
ideas, beliefs and values but the crucial point here is to accept that others have their
own ideas as well and we as journalists should be open-minded to other ideas and
work on what other people think. My experience about the Balkans mostly depends
on the Western Balkans and former Yugoslavia in 1990s. I was traveling around the
world during the war and working for a German radio. The funny part of this was that
/ 149
150 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
nokta, karşıdaki insanların da fikirlerinin olduğu ve bunları onaylamasak da gazeteciler
olarak bizim yapabileceğimiz en önemli şeyin başkalarının fikirlerine açık olmak ve
karşı tarafın neyi nasıl düşündüğü ile ilgili kafa yormaktır.
Benim Balkanlar’la ilgili deneyimim daha ziyade, Batı Balkanlar’da, eski Yugoslavya’da
90’lı yıllara dayanıyor. Savaş sırasında dünyayı gezmekte ve bir Alman radyosu için
haberler yapmaktaydım. İşin komik tarafı da herkes benim bir Yunan olduğumu biliyor ve Sırpları çok seviyorum zannediyordu. Alman radyosu için çalışırken de herkes
Hırvatları ya da Arnavutları çok sevdiğimi sanıyordu. Fakat işin gerçeği bu ülkelerin
hiçbirini tanımıyordum. Sanırım bu hepimizin de başına gelmiş bir şeydir. Balkanlarda
komşularımızla ilgili çok az şey biliyoruz çünkü bize okullarda tarih derslerinde hep
iyi tarafın bizim taraf olduğu, karşı tarafın da her zaman kötü olduğu anlatılıyordu.
Düşmanımızın düşmanı bizim dostumuzdur denilirdi. Fakat Yugoslavya’da bir hayli
zaman geçirdikten sonra bugün bile hala Sırpların veya Hırvatların düşünce tarzını
bildiğimden o kadar da emin değilim. Öğrendiğim bir şey varsa o da doğru soruları
sormanın ve karşı tarafı can kulağıyla dinlemenin ve ancak ondan sonra haber yapmanın gerekliliğiydi. Maalesef komşu ülkeleri pek sık ziyaret etme şansımız olmuyor
ve bunun neticesinde sıradan insanların neleri ve nasıl düşündüğü ile ilgili bilgi sahibi
olma şansımız kalmıyor. İşler hep böyle siyasi üst tabakada görüşülünce bunların arkasındaki hikâyeler hep karanlıkta kalıyor. Yunan medyasında -eminim ki diğer komşu
ülkelerdeki medya da böyledir- iç politika, spor, dış haberler ve kriz haberleri yapıyoruz. Bugünlerde mesela Usame Bin Ladin’den bahsediyoruz.
Son 3 yılda Irak’tan ne kadar bahsettiğimizi düşünün. O artık bizim için eski bir savaş. Artık yeni savaşlardan bahsediyoruz. Ve Türkiye, Arnavutluk veya da Romanya
ile ilgili Yunanistan’da neredeyse hiç normal bir haber göremiyoruz. Bir gazeteci için
de azınlık ülkelerde ne olup bittiğini öğrenmek de kolay bir şey değil. Azınlık ülkeler
diyorum, çünkü medya ne zaman ne de para ayırabiliyor. Brüksel’de, Washington’da
veya Ankara’da haber ajansları var, fakat hepsi bu. Ben Slovenya’da veya Karadağ’da
çalışan bir Yunan gazeteci bilmiyorum. Bu yüzden bu ülkelerde neler olup bittiğini öğrenmek neredeyse imkânsız. Yerel medyada; iç politika, Amerika, ekonomi, Çin’deki
işletmeler veya İngiltere’deki şarkıcılar veya evlilikler ya da Berlin’deki sanat sergileri
ile ilgili konuları görüyoruz. Fakat Bursa, Belgrad’da veya Volga’da neler oluyor? Hiçbir fikrimiz yok. Sanırım bir noktada Yunanistan’daki krizden de bahsedeceğiz, çünkü
herkesin bundan bahsettiğini görüyorum. Bütün Batı medyası bununla ilgili yazılar
yazıyor. Hepinizin de bildiği gibi kötü zamanlardan geçiyoruz. Ama Kosova’daki siyasi durumdan veya Türkiye’de halkın tartıştığı konulardan hiç bahsetmiyoruz. Bu da
medya olarak Balkanlar’da ortaya pek de bir şey çıkarmıyor. Birbirimizden haberimiz
yok. Çok da karamsar gözükmek istemem, fakat gerçek anlamda Balkanlar’a ait olmak istemiyoruz. Herkes Yunanistan veya Türkiye’deki sahillere bayılıyor. İstanbul da
herkesin gelip görmek istediği bir şehir. Fakat Balkanlar’dan biri bir yeri ziyaret etmek
istediğinde bu yer Atina değil, Viyana oluyor. Belgrad değil, Barselona oluyor. Yani
birbirimiz ile ilgili bir şeyler öğrenmeye pek de hevesli değiliz.
Bence medyanın yapması gereken bunlar değildir. Bizim için önyargılardan hareket
etmek çok kolay. Olayları gerçekte olduğu şekliyle değil de aklımızda kurgulayıp sunabiliriz. Okuyucuların gazetede görmek istedikleri şeyleri yazmak çok kolay. Mesela
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
everyone knew that I was a Greek and thought that I loved Serbians. When I was
working for the German radio, everyone thought that I loved Croatians and Albanians.
I, however, did not know anything about these countries. We do not know much
about Balkans since they taught us in schools that we were always the good side
and the others were the bad side. The enemy of our enemy was our friend. But after
spending a long time in Yugoslavia, I am not even sure about the way of thinking of
Serbians and Croatians. If there is one thing I am sure about, that is the necessity of
asking right questions, carefully listening to others and only then reporting the news.
Unfortunately, we do not have much of a chance to visit neighboring countries and
as a result we do not know what and how regular people think about these issues.
When things are always discussed in upper political classes, the stories behind them
are kept in the background. We talk about Osama bin-Laden in recent days.
Think about how often we talked about Iraq for the past 3 years. It is an old war for
us now. We are talking about new wars now. We do not come across with any normal news about Turkey, Albania or Romania in Greece. It is not easy for a journalist
to be informed about what’s going on in minority countries. I say minority countries
because media can allocate neither time nor money. There are news agencies in
Brussels, Washington or Ankara but that’s it. I do not know any Greek journalists
working in Slovenia or Montenegro. That is why it is not easy to know what’s going on in these countries. Local media reports news about domestic policies, USA,
economy, the enterprises in China, singers and weddings in England or some art galleries in Berlin. But what’s going on in Bursa, Belgradee or Volga? We have no clue.
All the Western media is writing about the crisis in Greece. We are going through
tough times. But we never talk about the political situation in Kosovo or the topics
that people in Turkey discuss. We do not know about each other. I would not want
to sound too pessimistic but we actually do not want to belong to the Balkans in real
sense. Everyone loves the beaches in Greece or Turkey. Istanbul is a city everyone
would like to visit but when people in the Balkans want to visit somewhere, that’s
always Vienna, not Athens. It is Barcelona, not Belgradee. I mean we are not really
enthusiastic about getting to know each other.
That is not something media should do. It is easy for us to go along with prejudices.
We can design the news in our minds without any reality in it. It is easy to write what
readers want to read. You can write in Greece that Serbians are good and Croatians
are bad. It is quite easy to design conspiracies. We all love this after all. But these are
things that we definitely should not do. If we do our part and do it correctly as journalists and not put under pressure by others, then it will be easy to assure regional
peace and stability. Thank you very much.
/ 151
152 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Yunanistan’da Sırplar iyi, Hırvatlar kötü yazılabilir. Komplo teorileri yazmak da çok kolay. Ne de olsa hepimizi bunlara bayılırız. Fakat bunlar tam da yapmamamız gereken
şeylerdir. Bunları yapmazsak, gazeteciler olarak işimizi doğru yaparsak ve bunu yaparken bir baskı da görmezsek işte o zaman bölgesel barış ve istikrar adına çok daha iyi
şeyler ortaya çıkacaktır. Çok teşekkür ederim.
Mıruna BADEA
Pek çok önemli noktaya halihazırda değinildiği için konuşmak çok da kolay olmayacak. Öncelikle Bursa’nın ne kadar güzel bir şehir olduğunu ve bu organizasyonu burada yapmanın ne kadar iyi bir fikir olduğunu düşündüğümü söyleyerek başlamak
istiyorum. Bu bağlamda forumun da çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Aslında sizlere de soracağım birkaç soru var ve naçizane bazı cevaplarım da olacak.
Bu cevaplar iyimser cevaplar da olabilir fakat ben iyimser biriyim. Sorulacak ilk soru
bölgede bir istikrar sağlanıp sağlanamayacağı ile ilgilidir. Bence bunun cevabı evet.
Kesinlikle böyle bir şeyden bahsedebiliriz. Balkanlar’da yaşanan bu sorunlar yüzyıllardır değil sadece 10-15 yıldır var olan sorunlardır ve bu büyük kargaşa da artık yerini
demokrasiye bırakmaya başlıyor. Bunlar AB etkisiyle gerçekleşiyor ve ben bunun iyi
bir etki olduğunu düşünüyorum. Fakat tarihten bir şey öğrendiysek o da siyasi ve
güvenlik sorunlarını farklı şekillerde çözmenin daha iyi olacağıdır. Çünkü böylece diyalog kurabiliyoruz. Diyalog kurabilirseniz de bir istikrar sağlayabilirsiniz. Bölgemizde de
farklı tartışma formatlarının olması da iyi bir şey. Bu konularda pek çok program, proje
ve eylem planı yürütülmektedir. Bazen bu program, proje ve eylem planlarının işe yaradıkları oluyor ve sorunların konuşulması için iyi bir zemin hazırlıyorlar. Bunun günlük
haberlere etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Ben de AB ile ilgili pek çok şey çalışıyorum.Kiliseye çok gitmeye başlayınca ibadete de başlıyorsunuz sanırım. Medyanın
burada çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bölgemizde müzakere sürecinde olan
pek çok ülke var. Diğer yandan AB ile komşu olma politikaları güden ülkeler de var.
Bu anlamda AB diyalogun oluşması adına iyi bir ortam oluşturabilecek ve nihayetinde
istikrar getirip bu sürece katkısı olabilecek bir araçtır. Çok zor zamanlardan geçiyoruz.
Sınırlarımızda ve Kuzey Afrika’da yaşananlar ortada. Pek çok ülkede ekonomik krizler
yaşanıyor. Bölgede sağladığımız bu istikrarın da bu gelişmelerden etkilenmeyeceğini
kimse garanti edemez. Bunun devam edeceğini veya bu karışıklıkların, ekonomik krizlerin mutlu sonla biteceğini garanti edebilir miyiz? Ben pozitif bir insanım, ama tabii
bunları garanti edemeyiz.
Peki, burada medyanın rolü nedir? Bence burada medyanın rolü haberleri sunmak,
bunlar hakkında yazılar yazmak ve gerçekleri analiz etmektir. Buradaki sorun ise medyanın bu konuda ne kadar başarılı olabileceğidir. Sizlere biraz karamsar gelecek ama
medya satış yaptığı sürece ayakta kalır. Hepinizin de bildiği bir söz vardır: ‘’İyi haber,
haber değildir’’. Peki, bu noktada gazetecilerin istekleri nelerdir? Güzel şeylere hizmet
eden girişimlerin çok olumlu katkıları olabileceği mutlaktır. Kraliyet evlilikleri, seks,
uyuşturucu ve skandallarla ilgili haber yaptığımız için biz de kendimizi iyi hissetmiyoruz. Fakat içimizden hangimiz kim kimden boşanıyor veya kim kimle görüşüyor,
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Miruna BADEA
It will not be easy to speak right now since everyone already
mentioned about the major topics. I would like to begin my
speech expressing how beautiful Bursa is and it is such a
wonderful idea to hold this organization here. In this regard,
I think this forum will be very fruitful. I actually have some
questions to ask you and I will have some humble answers.
This may be optimistic answers but I am someone optimistic.
The first question to ask is whether we can assure stability in the region or not. I think
the answer is yes. We can definitely talk about this. These problems in the Balkans
are the problems of the last 10-15 years, not a hundred year. Democracy replaces
the chaos today. This is achieved thanks to EU and I think it is a good impact. But
if we learned anything from the history, it is the fact that it would be better to find
a solution to these political and security problems in a variety of ways thus we can
communicate. We can assure stability through dialogue. It is a good thing to have
different discussion forms in the region. There are lots of programs, projects and action plans in this regard. They sometimes work and pave way for people to talk about
problems. I work on lots of things about EU as well. I guess you begin to pray when
you go to church a lot.
There are lots of countries in the region which are in negotiation process. EU is an
instrument that can be helpful to create an environment of dialogue and eventually
stability. We are going through hard times. It is obvious what’s going on in our borders and in North Africa. Many countries go through crisis. No one can guarantee that
this stability in the region will not be affected by the recent events. Can you guarantee that all this turmoil and economic crisis will end in happy ending? So, what is the
role of media? The role of the media, I think, is to report the news, write about it and
analyze the facts. The problem here is how successful media can be in this regard. It
might sound pessimistic to you but media would survive as long as it sells. As you all
know, good news is no news.
So, what do journalists want in their process? We do not feel good when we report
news about royal weddings, sex, drugs and scandals. But are not we all curious
about who divorces whom and who dates whom? We all tend to criticize. We have
made progress in media sector as well as the other ones. I need to talk about the
issues in my country since I know very well about his. We had a totalitarian regime
overthrown 20 years ago. The freedom of speech was restricted then and the media
was a tool for propaganda. If you ask people in my country what the worst part of
that period was, they would say it is the lack of freedom of speech. A new era began
for Romanian media after the democratization process. The freedom of speech has
become a reality after all these years. Democracy is not something we can digest
over a night. The authority can not do it over a night either. Then internet and tech-
/ 153
154 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
diye merak etmiyor ki? Hepimiz eleştiri yapma eğilimindeyiz. Diğer sektörlerde olduğu gibi medya sektöründe de büyük ilerlemeler kaydedildiğini görmemiz gerekir.
Kendi ülkemdeki meselelerden de bahsetmem gerekir. Çünkü bu konuda çok da iyi
fikir sahibiyim. Sizin de bildiğiniz üzere 20 yıl önce devrilen totaliter bir rejimimiz vardı.
O dönemlerde ifade özgürlüğü kısıtlanmıştı ve medya da propaganda aracı olarak
kullanılıyordu. Ülkemdeki insanlara o dönemin en kötü yanı neydi diye soracak olursanız size ifade özgürlüğünün olmaması diyeceklerdir. Demokrasiye geçildikten sonra
Romanya medyası için yeni bir dönem başlamış oldu. Yıllar boyunca özlemi duyulan
ifade özgürlüğü sonunda gerçek oldu. Tabii hâlâ ifade özgürlüğünün yanlış anlaşıldığı
zamanlar da yaşıyoruz. Demokrasi öyle bir günde öğrenebileceğiniz bir şey değildir.
Otorite de demokrasiyi bir günde öğrenemez. Fakat medya için böyle bir dönemin
açılması da çok güzel bir gelişme oldu. Arkasından da Internet ve teknoloji geldi.
Bugün pek çok TV kanalına, radyo istasyonuna, gazeteye, bloga ve foruma sahibiz.
Bu çok faydalı bir şey çünkü insanlar bu sayede ulaşmak istedikleri habere ulaşıp bilgi
edinebiliyor ve kendi fikirlerini de paylaşabiliyorlar. Peki, sunulan bilgiler gerçek değilse ne olacak? Evet, doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak önemlidir. Ben de bir haber
ajansında çalışıyorum ve bunun öneminin farkındayım. Haberleri abartan gazetecilerle
de karşılaşıyorum. Fakat burada halkın seçim yapabiliyor olması çok önemlidir. Bizler
haberlerimizi yapalım, neyi okuyacaklarına onlar karar versinler. Bırakalım kendi görüşlerini söylesinler. Bu insanların günlük davranışlarına da bir istikrar kazandırabilir.
Seçenekler çok olunca insan bazen hangi bilgi kaynağını seçeceğini şaşırıyor, fakat
burada ön plana çıkartılması gereken unsur seçme özgürlüğünün bize ait olmasıdır.
Sözlerimi bitirirken ‘’Balkanlar tüketebileceğinden fazla tarih üretmektedir’’ diyen
meslektaşıma da aslında tüketebileceğimizden fazla medya ürettiğimizi söylemek isterim. Birkaç yıldır gazetecilik yapıyorum ve bazı konularda çok endişe duyuyorum.
Aslında hepimizin ne kadar az bilgi sahibi olduğunun farkına varmalıyız. Emin olmamız
gereken tek nokta, haber yapmanın hayati bir mesele olduğudur. Bunu da heyecan
duymadan yapamayız. Hızlı bir şekilde bu bilgileri sağlamalıyız, çünkü zamanın çok
hızlı ilerlediği bir dönemde yaşıyoruz. Belki çok önemli gibi durmayabilir ama bence
çok önemli. Çok teşekkür ederim.
Süleyman KÖKSOY
Ben sizleri daha çok TRT ile ilgili bilgilendirmek istiyorum. Bilgi eksikliği olduğunu
düşünerek buraya katıldım. Dış Yayınlar Dairesi Başkanlığı olarak yetmiş dört yıllık bir
mazimiz var. 8 Ocak 1937’de rahmetli İsmet İnönü’nün Hatay sorunu sebebiyle Arapça olarak başladığımız dış yayınlar buralara kadar geldi. Şu anda otuz iki dilde hem radyo hem de Internet yayınımız var. TRT olarak Mevlâna’nın pergel metaforunda olduğu
gibi bir ayağını Türkiye’ye sabitleyerek diğer ayağını etrafımızda bulunan hinterlandın
üzerinde gezdiriyoruz. Coğrafi ve tarihi misyonumuz bizi bunlara zorluyor. TRT Türk,
TRT Arapça ve TRT Avaz kanallarıyla yurtdışına yayınlarımız sürmektedir. Bu ileride
İngilizce ile de devam edecek. Açılmak durumundayız. En fazla yabancı yayın yapan
kuruluş olarak dünyada 5. sıradayız. Bunu daha da geliştirebiliriz, çünkü imkânımız da
altyapımız da var. Bu tür etkinlikler bizleri heyecanlandırıyor ve bir bakıma da zorluyor.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
nology has emerged. We have many TV channels, radio stations, newspapers, blogs
and forums. This is quite useful since people can reach to any information they want
and be informed. They can share their own ideas. So, what to do if the information is
not true? Yes, it is true that it is important to reach to true and credible information.
I work for a news agency as well and I know how important it is. I come across with
journalists who exaggerate the news.
But it is important for people to make a choice. We report the news and they decide
what to read. Let them express their own ideas. When you have so many choices,
sometimes you feel confused about what to do but what we need to prioritize here
is that we hold the chance to make a choice. As I conclude my words, I would like
to tell my colleague who said ‘’Balkans are producing history more than it can consume’’ that Balkans are producing media more than it can consume. I have been
working as a journalist for a few years now and I am concerned about some issues.
We need to realize how little informed we are. The only thing we need to be sure
about is that reporting is a crucial matter. We need to do it with passion. We need to
do it fast since we are in an age when time is passing by really fast. It may not sound
important but I think it is. Thank you very much.
Süleyman KÖKSOY
I would like to inform you more about TRT. We have 74 years
of history as the department of foreign broadcast. This institution aired in Arabic as a result of Hatay issue on January
8, 1937. We broadcast in 32 languages right now as both
radio and internet broadcasting. The broadcast reached up
to abroad through the channels of TRT Turk, TRT Arabic and
TRT Avaz. We will broadcast in English soon as well. We rank
among the first five in the world as an institution with most foreign broadcast. We
can improve this further since we have the infrastructure and capability to do this.
This kind of meetings really makes us thrilled but give us a trouble on the other hand.
We are the inheritors of a 600 year old civilization.
We know how immense this inheritance is and that has made us converge with our
neighbors. The role of the media in this regard is indisputable. That is why I am here
today. We would like to make a contribution gathering all the radios in Turkish and
founding new radios. We have TİKA, TRT and the Office of Prime Ministry Directorate General of Press and Information. This could be an institution with an umbrella
role over the others such as Balkan branch, Middle-East branch etc. That would pave
the way for co-operation amongst these units. My speech was information-oriented.
I have faith in the necessity of coming together as media institutions. Thank you all.
/ 155
156 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Her kuruluş kendi adına neler yapabileceğini düşünerek bu tür etkinlikler düzenleniyor.
Görüyorum ki, Balkanlar’dan gelen kardeşlerimizin de gözlerinde müthiş bir heyecan
var. 100 yıllık tarihi hafıza kaybımızı yeniden hatırladık. Çünkü biz 600 yıllık bir medeniyetin mirasçılarıyız. Bu mirasın ne kadar büyük bir güç olduğunun farkına vardık ve bu
da komşularımızla yeniden bir araya gelmemizi sağladı. Bu anlamda medyanın gücü
tartışılmaz. Bu nedenle biz de koşa koşa geldik. Amacım da, Balkanlar’da Türkçe yayın
yapan radyoları bir araya getirerek veya yeni radyolar kurarak onlara yardım etmektir.
TİKA, TRT, Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Başbakanlık
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü de burada. Bunların üzerinde bir şemsiye, bir masa şeklinde düşünülebilir. Balkan Masası, Ortadoğu Masası gibi. Böylece
bu birimler arasında koordinasyon sağlanır ve bu tür etkinlikler daha da faydalı hale
gelir. Konuşmam daha ziyade bilgilendirmek amaçlıydı. Medya kuruluşları olarak bir
araya gelmemizde ve ortak bir tavır almamızda yarar var diye düşünüyorum. Herkese
teşekkür ediyorum.
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Sayın Gündüz’e teşekkür ediyoruz. Müsaade ederseniz ben oturum başkanı şapkamı
bir kenara bırakıp tebliğci olarak konuşmak istiyorum.
Balkanlar tıpkı Orta Doğu gibi en kadim ve en eski yerleşim yerlerinden bir tanesi.
Fakat çok eski bir yerleşim yeri olmak sizi bir bölge haline getirmiyor. Bunun için her
dönemde gayret sarf etmeniz, emek vermeniz gerekir. Âşık olduğunuz bir kadınla
bile evlendikten sonra emek göstermezseniz o yuva dağılıyor. Ülkeler için milyonlarca
insanın bir arada yaşadığı, birbirinden farklı dilleri konuşan, farklı kültürleri olan halklar
için bu durum böyledir. Bölgesel barıştan söz edebilmemiz için evvela bölge olmanız
gerekir. Bu bir farkındalık işidir. Eğer farkında değilseniz kardeşinizle bile çok büyük
kavgalar yaşayabilirsiniz. Bir Balkan evi inşa edilmesi gerekiyor ve tabi bu görev de o
evde yaşayanlara düşüyor. Bu evin inşa edilebilmesi için ilk önce gereken bir kimliğin
ve farkındalığın oluşturulmasıdır. İnsanların fikri, malı haline gelmesi gerekir. Bu bir
anda olacak bir şey değil. Emekler uzun vadeye yayılabilirse gerçekleştirilebilecek bir
hedeften bahsediyoruz. Bunun olabilmesi için ikinci safha ilişkilerin artması gerekir.
Bu ülkeler birbirine çok benziyor olmasına rağmen birbirleriyle ekonomik, sosyal ve
kültürel ilişkilerde bulunmuyorlar. Bunun tabi siyasi ve farklı sebepleri var. Araya bir
ulus olma süreci girdi. Ulus olalım derken bu ülkelerin hepsi birbiriyle savaşarak bağımsızlıklarını kazandı. Yanındaki komşusunu düşman bilme üzerine felsefeler kuruldu. Önce bölge bilincinin tohumlarını atmak ve ilişkilerin geliştirilmesi gerekiyor. Ve
insanların birbirlerini tanıdıkça ne kadar çok benzediklerini ve birlikte bir şeyler yapabileceklerini anlamaları gerekiyor. Bu bir işbirliğini doğuracaktır. İlla AB’deki gibi olması
da gerekmez. Ama işbirliğinin kalıcı hale gelmesi gerekir.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Thanks to Mr. Gunduz. And let me take off my hat of moderator and speak as an
enunciator. The Balkans is one of the oldest and precious places on earth just like
the Middle East. But being oldest does not make you a region. We need to try hard
for this in each and every period. If you do not make effort after the marriage, you
would get divorced a spouse you fell in love with. That is the case for countries as
well where millions of people co-exist, speak different language and have different
cultures. We have got to become a region at first if we talk about a regional peace.
It is a matter of awareness. If you are not aware, then it is likely to fight even against
your brother. We need to establish a Balkan household and here the responsibility is
on the shoulders of those who live in that house. It takes an identity and awareness
so as to build this household. It should become our intellectual property. It is not
something that can be done over a night. It is an attainable goal if we make effort.
That calls for improving the relations. In spite of their similarities, these countries
do not co-operate in economic, social and cultural sense. I know that political and
some other reasons make us lag behind. Then the nationalization arrived but these
countries fought each other and declared independence. They based their philosophy on the fact that their neighbor is their enemy. We have got to plant the seeds
for regional awareness and improve the relations. People have got to understand
how much they are alike when they get to know each other which will pave the way
for co-operation. It does not necessarily call for EU but we have got to make the cooperations permanent.
What I talk about here is frequently expressed in integration institutions. We are not
going to invite a whole other process for the Balkans. People and nations will begin
to work arm in arm when they realize that the other party is not a monster. Mutual
dependency is also of major importance. We have got to make interests common
and lessen the threats. People in the Balkans will have to agree on peace if they call
it their home and see how our interests are alike. You might ask what the media has
to do with this. A healthy communication is the first step for inception. That is why
the journalist has a role in promoting peace, stability, mutual understanding and thoroughly reporting. Journalism is a technical business. You can not be romantic about
it. I am in favor of missionary journalism in that regard. Journalists have vital roles in
improving the awareness and the relations and getting results out of these relations.
I am concerned about the language some Turkish and Balkan newspapers prefer to
use though. It is mostly us vs. them or black vs. white. With the visual materials, the
columns are shortened and newspapers get more colorful and lose the sophistication. People tend to put a photograph and write smutting stories under it and give a
nation a bad name or set them at naught. I do not really approve the current tone and
use of language. There is a saying in Turkish: Depicting the bad is bad as well. Balkan media institutions have got to come up and say ‘’Yes, we are from the Balkans.
This is our home and we are the Balkan journalists’’. If they can succeed in this and
/ 157
158 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Aslında bu saydıklarımız entegrasyon kuramlarında da sıkça belirtilen bir şey. Balkanlar için ayrı bir süreç icat edecek değiliz. İnsanlar, ilişkilerde bulunduğunda karşı
tarafın bir canavar olmadığını görecek ve onunla iş yapmaya başlayacaktır. Karşılıklı
bağımlılık kavramı da çok önemlidir. Çıkarların ortaklaşması ve tehdidin daha az algılanması gerekir. Balkanlarda yaşayan insanlar burası bizim evimiz, çıkarlarımız aynı,
birbirimizden vazgeçemeyiz dedikleri noktada barışa mahkûm oluyorsunuz. Peki, bunların medyayla ne ilgisi var diye sorabilirsiniz. Bu işlerin ABC’si, başlangıcı, sağlıklı iletişimden geçiyor. Gazetecinin barışı ve istikrarı sürdürmek, karşı tarafı doğru anlamak
ve doğru aksettirmek gibi bir görevi de vardır. Gazetecilik teknik bir iştir. Bu konuda
romantik olamazsınız. Ben o anlamda misyoner gazeteciliği benimseyen bir kişiyim.
Bilincin artmasında da, ilişkilerin geliştirilmesinde de ve bu ilişkilerden bir sonuç alınabilmesinde de gazeteci, hayati bir rolü olan aktördür.
Türk gazeteleri ve Balkanlardaki gazetelerde kullanılan dil konusunda endişeliyim. Ve
biz-onlar, ak-kara gibi çok basit ifadelerin hâkim olduğunu görüyoruz. Görsel materyallerin artmasının kötü sonuçlarından biri de şu oldu: Fikir yazıları kısalmaya, gazeteler
daha renkli hale gelmeye ve derinliklerini kaybetmeye başladılar. Bu süreçte ak-kara
basitliği daha da artmaya başladı. Yorumlar hep bunlar kötüdür, bunlar hep böyledir
zaten şeklinde oluyor. Bir fotoğraf koyup altına da karalayıcı, bir ulusu topyekûn karalayan veya kötü sayan bir yaklaşım getiriliyor. Ben mevcut manzarayı çok da tasvir
etmek istemiyorum çünkü kötüyü tasvir etmek de kötüdür diye Türkçe’de bir deyiş
vardır. Bunun yerine iyiyi tasvir etmek ve olması gerekeni düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Balkan medya kurumlarının ‘’Biz Balkanlıyız, burası bizim evimiz, biz Balkanlı
gazetecileriz’’ diyerek işe başlaması gerekiyor. Bunu sağlayıp aralarında iletişimi artırabilirlerse ve bunu kurumsal hale getirebilirlerse o zaman bizlere de uluslara da ciddi
katkıları olabilir. Ben de çok uzun bir konuşma yapmak istemiyorum. Bu noktada sözü
salona bırakalım, belki katkıda bulunmak veya soru sormak isteyen olabilir. Teşekkür
ederim.
Bayram KAYA
Manas Üniversitesi, Kırgızistan İletişim Fakültesi Dekanıyım. İki gündür konuşmaları
izliyorum ve elbette değerli düşünceler de var. Fakat benim oturumlardan beklentim
şu: Herkes medya olarak sorunlarını ortaya koysun ve işi somuttan götürelim. Örneğin, Balkan evi teklifiniz çok güzel, ama bu soyut kalıyor bence. Yaşadığımız toplumun
içerisindeki medyanın sorunları nelerdir? Genel medyanın bir sorunu yoktur. Onlar haber de alıyor ve de dağıtıyorlar. Genellikle sanayinin güdümündeler. Onların sorunları
da yoktur, ama asıl halkın içinde olan yerel basının Balkanlar’da da, Asya ülkelerinde
de, Anadolu’da da benzer sorunları var. Yapılan araştırmalar şunu gösteriyor: Sanayi ülkelerinden gelişmekte olan ülkelere doğru enformasyon akışı çok daha fazladır.
Ama asıl sorun yereli genele çıkarabilmektir. Gelişmekte olan ülkelerde de enformasyonu evrensele çıkarabilmektir. Bu konuda ne yapacağız? Belki güçleri birleştireceğiz
veya ortak ajanslar oluşturacağız ve bu ajanslarda içerik paylaşımı yapacağız. Bunun
için somut adımlar atacağız, haber paylaşacağız, belki teknolojimizi paylaşacağız. Dış
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
improve the communication amongst them, then they will have made substantial
contributions to these nations. I do not want to go on and on. Perhaps, someone
would like to make a comment or ask a question at this point. Thank you.
Bayram KAYA
I am the Dean of Communication Faculty of Manas University in Kyrgyzstan. I have
been following the panels and precious opinions of panelists. But my expectation is
that all of us put forth the problems of media and speak concretely about them. For
example, your Balkan house idea is very good, but not concrete one. What are the
problems of media within the society which we are part of. General media has no
troubles, because they could receive and distribute news without any problem. They
are capital-driven. But local media, which is mingled in public, has similar problems
whether in the Balkans or Asian countries, or Anatolia. Studies on this show that
there is much more information flow to the developing countries from industrialized
countries compared to flow from the developing ones to the industrialized ones. But
the real point is to raise the level of local to the level of general. What should we do
for this? May be we would unite our forces or form joint agencies in which we share
content. Within this context we would take concrete steps and share news, may be
technology. Official from the TRT’s Foreign Issues gave good concrete examples.
Today TRT has large archives and facilities. If we accept a declaration at the end of
the Forum, it should have explicit conclusion. For instance, where should we develop
radios? Where should we bring up the cultural values to the media and make them
visible? I think that should the Forum result in concrete co-operations it would do
good for all of us. So everyone should think over how could we make these co-operations sustainable? Therefore, in my opinion if we, as media persons, could discuss
our situation, conditions and needs here we would be able to develop stronger cooperations. Thank you.
/ 159
160 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
yayınlar temsilcisi çok güzel somut örnekler getirdi. Bugün TRT’nin dev arşivleri ve
olanakları vardır. Bu Forumun sonucunda bir bildiri çıkacaksa orada net bir sonuç
çıkmalıdır. Nerelerde radyoları geliştirelim? Nerelerde kültürel değerleri basın alanına
taşıyalım ve onları görünür kılalım? Bu forum somut işbirliklerine doğru giderse herkese yararlı olacağını düşünüyorum. O yüzden herkes buna kafa yormalıdır. Bunları
nasıl sürdürülebilir kılabiliriz? O yüzden herkese kendi medyasının durumu, çalışma
koşulları, var olabilmesi için gerekenleri tartışabilirsek işbirliklerimizin çok daha kolay
olacağını düşünüyorum. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
Bu Forumdan her şeyi çözmesini bekleyemeyiz. Buradan bütün birimlere çağrıda bulunabiliriz. Bu tür forumların sayısının artması ve workshop tarzında daha dar ve daha
teknik konulara inebilen toplantı sayılarının artması gerekir. Fakat şu ana kadar gördüğüm kadarıyla bir tanışma havası söz konusu. Bu toplantıların belki de en önemli etkisi tanışmayı artırması ve bir network oluşumuna katkıda bulunmasıdır. Bence ajans
öneriniz kayda değer bir öneri.
İsmet YILMAZ
Bursa Kırcaali Kültür ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısıyım. Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’dan gelen gazeteci kardeşlerimize çok teşekkür ediyorum. Bizlerin
burada bir takım sorunları var. Örneğin; 1950 yılı ile 1978 yılı arasında Bulgaristan’dan
göç etmiş birçok soydaşımız var burada. Ben Amerika’ya ya da Güney Afrika’ya gidip
orada bir şey görmek istemiyorum. Ben Bulgaristan’da Sofya’yı veya Yunanistan’da
Atina’yı ya da Romanya’da Bükreş’i görmek istiyorum. Kırcaali doğumluyum. Bir Bulgar kadar Bulgarca biliyorum. O dilimi de kaybetmedim. Böyle bir ortamda bulunmaktan da çok memnunum. Bulgaristan ve Yunanistan’dan gelen arkadaşlarımızdan bir
ricam var. Basında vize konusunda somut adımlar atılırsa bizler çok mutlu oluruz. Beni
dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.
Murat KARAKAYA
Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürü
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi adına birkaç hususa değinmek istiyorum. Balkan ülkeleri medya forumu
bu alandaki ilk toplantı ama ümit ediyoruz ki bu sonuncusu olmayacak. Buradaki çıkış
noktamız birbirimizi tanımaktı. İrtibat bilgilerimizi alalım ve bir network oluşturalım.
Bunun bir örneğini geçen yıl Türk Dili Konuşan Ülkeler Medya Forumu ile yaşadık.
Yine iki günlük bir panel gerçekleştirildi. Arkasından bir deklarasyon yayınladık, ama
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Prof. Dr. Sedat LAÇİNER
It is unfair to expect from this Forum to solve all the problems. But we can make a call
to all the related bodies to increase the number of such events and also the number
of more specific and more technical meetings in as style of workshop. But as I have
seen so far here an acquaintance climate is prevalent. And such gatherings have importance as acquaintance platforms, contributing to forming a network. So according
to me, your proposal of agency is considerable.
İsmet YILMAZ
I am Deputy Head of Bursa Kırcaali Culture and Solidarity Association. I thank the journalists from Bulgaria, Greece and Romania. We have some problems. For example,
there are many people here who migrated between 1950 and 1978 from Bulgaria.
I also want to see USA, South Africa, Sophia, Athens, and Bucharest. I was born in
Kırcaali, Bursa. But I know Bulgarian language just as a Bulgarian. I’m very happy to
be here with you. I ask Bulgarian and Greek friends for a thing that if some concrete
steps are taken for press visa, we would be glad. Well thanks for listening to me.
Murat KARAKAYA
Director General of Press and Information
I would like to touch on a few points on behalf of Directorate General of Press and
Information and Foreign Ministry’s Center for Strategic Research. The Balkan States
Media Forum is the first meeting in this field, but we hope that it would not be the
last.
Our starting point here was to know each other. Let’s take our contact details and
set up a network. We experienced a similar one at the Turkish-Speaking Countries
Media Forum last year. A two-day panel was realized. Afterwards, we issued a declaration and also formed a working group. This working group convenes from time to
time. Our intention is to establish a platform which will gather the Turkish-Speaking
Countries.
We also planned the second meeting this year. They will meet in Kyrgyzstan. We will
quite likely declare the establishment of this union there. Our thoughts are the same
also for the Balkan States Media Forum. Let’s issue a declaration and set up a working group, if we can. These can be small groups, they can gather and we can hold the
second meeting next year. It can be held in any country. I believe that following the
second meeting, we can attain a structure, which has a regular unity and a powerful
backbone. Our starting point is not to finish this meeting here. I am in the opinion that
all participants agree with me.
/ 161
162 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
bir de çalışma grubu oluşturduk. O çalışma grubu dönem dönem bir araya geliyor. Ve
niyetimiz Türkçe konuşan ülkeleri bir araya getirecek bir platform oluşturmak.
Bu sene ikinci toplantıyı da planladık. Kırgızistan’da bir araya gelecekler. Orada büyük
ihtimal bu birliğin kuruluşunu da deklare edeceğiz. Balkan ülkeleri medya forumuna
ilişkin düşüncelerimiz de aynı. Yayınlayabilirsek bir deklarasyon yayınlayalım, bir çalışma grubu oluşturalım, bunlar küçük gruplar olsun, bir araya gelsinler ve önümüzdeki
sene bu toplantının ikincisini yapalım. Herhangi bir ülkede olabilir. İkinci toplantının
ardından bunu düzenli bir birlikteliği olan, sağlam omurgası olan bir yapıya kavuşturabiliriz diye düşünüyorum. Çıkış noktamız sadece bu toplantıyı burada bitirmek değil.
Umarım bütün katılımcılar da benle hemfikirdir.
Mıruna BADEA
Öncelikle panele gösterdiğiniz ilgi ve paylaştığınız görüşler için teşekkür ediyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Sayın Başkan ortak haber ajansı ile ilgili söylediklerinizi tam olarak anlayamadım. Doğru anladığımdan emin değilim. Vize sorununa
gelecek olursak ülkemden bir örnek vermek isterim. Bizler de bu programı doğru bir
hale getirmeye çalışıyoruz. Bizim de vizesiz şekilde ABD’ye gitme konusunda büyük
isteğimiz var. Tabi gelip bizleri ziyaret etmenizi de isteriz. Romanya’da çok güzel yerler
var. Söyleyeceklerim bu kadar.
Balı KIRYAKI
Vize konusunda daha sonra konuşabiliriz. Vize sorunları medyanın değil, hükûmetin
sorunlarıdır. Gücün bizde olduğunu hiçbir zaman düşünmemeliyiz. Fakat bu sorunların dile getirilmesi de güzel. Network konusu çok iyi olur. Burada olmamızın nedeni
de bu.
Emıl KOSHLUKOV
Aslında bu sorunların çözümü için sözü edilmesi gereken iki mercii var. Biri, Avrupa
Birliği. Bu konuda sınırları aşıp daha iyi iletişim kurulmasını sağlayabilir. Türkiye de bu
konuda çok çalışıyor. Eski Yugoslavya ülkeleri bunun için çalışıyor. Bence bu konuda
başarılı da olunacak. Balkan evi konusu ise farklı bir konu. Bu forumda birbirimizle ilgili
bilgilerimizi tazeleyip geliştirebiliriz. Umarım bir gün gelir Balkanlarla ilgili iyi haberler
de yaparız. Hep kötü haberlerle karşılaşıyoruz. Tabi Sofya’da yaşayan birinin Selanik’e
gidip gelmesi daha kolay. Bence daha sivil bir forum olup iyi ilişkiler kurabiliriz. Fakat
medyanın da çok acımasız bir pazarda ayakta kalmaya çalıştığını da unutmayalım. Ben
de ifade özgürlüğünün veya basın özgürlüğünün son durak olduğunu düşünmüyorum. Bu bir hedef değil, bir süreçtir. Bunun üzerinde çalışmalıyız.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Miruna BADEA
First of all, I would like to thank you for your interest in the panel and sharing your
ideas. To be honest, I could not get what you, Mr. President, said about a joint news
agency. I am not sure if I understood it correctly. I would like to give an example
about visa issue. We make effort to make this program right. We would like to go to
USA without any visa. Of course, we would like you to come visit us. There are lots
of beautiful places in Romania. That is all I can say.
Bali KIRYAKI
We can talk about visa issues later. It is not really the issue of the media but the government’s. We should never think that we hold the power. But it is nice to express
these problems. Network would be really great. That is the reason why we are here.
Emil KOSHLUKOV
There are two authorities to find a solution to these problems. One of them is European Union. EU can go beyond the limits and make a better communication possible.
Turkey works really hard on this. So do former Yugoslavian countries. I think we will
succeed in this as well. The Balkan household is a different issue. We can refresh
what we know about each other in this forum. I hope one day we report good news
about Balkans. It is always bad news. Of course, it is easier for someone living in
Sofia to go to Thessalonica. I think we can be a more civil forum and on good terms
with each other. However, we should remember that the media is trying to survive
in a ruthless market. I do not think the freedom of speech or freedom of press is the
last stop. It is not a target but a process. We should work hard on this.
/ 163
164 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 1
Süleyman KÖKSOY
Konuşmaların sonunda şöyle bir izlenim edindim. Bir endişe bizleri sarmış vaziyette.
Bu yaptığımız etkinlikleri bir araya toplayıp ayağı yere basan bir konuma getirirsek çok
daha etkili oluruz. Sayın Genel Müdürümüzün de ifade ettiği gibi bu etkinlik devam
edecek ve bunları yapmaya artık mecburuz. Bu saatten sonra elimiz kolumuz bağlı
durmamız mümkün değil. Bütün konuşmacılarda bir heyecan var ve bu çok sevindirici. Bu etkinliği düzenleyenlere ve bu etkinliğe katkıda bulunanlara çok teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum.
Toplantı yapmak boşuna değildir. Bunu hafife almamamız lazım. Bir araya gelme fırsatlarını artırmak lazım. Devlet kurumlarının maddi olanakları daha fazla. Bir sonraki
toplantıyı diğer Balkan ülkelerinde yapmak lazım. Buraya devletin organizasyon gücünü katarken belki sivil toplum ve medya kuruluşlarını daha çok katmak lazım. Keşke
bir sonraki toplantı Atina ya da Sofya’da medya kuruluşlarının desteğiyle gerçekleştirilse daha iyi olur. Bunlar insanların tanışıklığını artırıyor ki insanlar konuşa konuşa
anlaşır. Konuşmayanlar ise önce küser sonra da savaşır. Buradan hareketle daha çok
konuşmamız lazım. Bir de bu büyük forumların alt toplantılarının olması gerekiyor.
Daha teknik ve konuya odaklı workshoplar olabilir. Ben konuşmacılara ve sizlere de
teşekkür ediyorum.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 1
Süleyman KÖKSOY
I got an impression at the end of the panel that we are in an anxiety state. If we organize more events like this and make them grounded we could be more effective. As
our Directorate General stated, these events will continue and from now on we can
not stop. On the other hand all the panels have been full of excitement and this is
pleasing. I would like to thank the organizers and those who have made contributions
to the Forum. Such gatherings should not be underestimated and more importantly,
we should increase the opportunities of such meetings. Government agencies have
more capabilities in this regard. Next forum should be held in a Balkan country. Such
events may involve much more non-governmental and media organizations, while
the government takes place with its organizational capabilities.
For example, the next Forum may be held in Athens or Sophia with the support of
media organizations. Such platforms bring people together and increase more acquaintanceship. Human beings speak to understand each other. Those who are not
able to speak first get angry and then fight each other. Hence we have to speak more.
In addition, there should be sub-gatherings of the big ones such as more technical
and context specific workshops. I want to thank all panelists and you.
/ 165
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Bölüm 2
Part 2
Uluslararası Kurumlar, Bölgesel Barış Girişimleri ve Medyaya
Internatıonal Instıtutıons, Regıonal Peace Inıtıatıves and the Medıa
Oturum Başkanı / Moderator
Prof. Dr. Bülent ARAS
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı
Head of Strategic Research Center (SAM), Ministry of Foreign Affairs, Turkey
Katılımcılar / Panelists
Yasemin AKYOL
TV Net Dış Haberler Editörü
Foreing News Editor, TVNET, Turkey
Valjeta KOSUMI
Gazeteci/Kosova
Journalist, Kosovo
Darijan KOSIR
Slovenya Hükûmeti İletişim Ofisi Direktörü / Slovenya
Director of Communication Department of Slovenian Government, Slovenia
Dragoljub ZARKOVIC
VREME Dergisi Baş Editörü / Sırbistan
Editor in Chief, Daily VREME, Serbia
168 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Prof. Dr. Bülent ARAS
Saygıdeğer katılımcılar, Uluslararası Kurumlar, Bölgesel Barış Girişimleri ve Medya
oturumuna başlıyoruz. Bir önceki oturumda konuşulanları bu oturumda daha da detaylandırabileceğiz. Bölgesel barış girişimleri bölgesel inisiyatif almayı gerektiren kurumlardır. Günümüz dünyasında sorunları değil bölgesel, uluslararası anlamda bile
sınırlandırmak mümkün değil. En küçük bir kriz bir anda uluslararası bir krize dönüşebiliyor. Bu sorunların çözümü devletlerin inisiyatifinin ötesinde bir takım çabalar
gerektiriyor. Bu oturumda devletlerin bir araya gelerek oluşturdukları uluslararası
kurumlar ve bu kurumların bu sorunların çözümünde nasıl rol alabileceklerini ve bu
anlamda medyaya düşen roller üzerine konuşacağız. Dört değerli konuşmacımız var.
Konuşmacılardan konuşmalarını 10-15 dakika ile sınırlamalarını rica ediyorum. İlk konuşmacımız TVNET televizyonu dış haberler editörü Yasemin Akyol.
Yasemin AKYOL
Teşekkür ederim. Aslında ben konuşmamı son iki aydır işimi yaparken karşılaştığım
sorunlar üzerine odaklamaya çalıştım. Bunları da birkaç başlık altında topladım: Uluslararası iletişim ve gerçekliğin medya tarafından yeniden yaratılması. Uluslararası,
toplumlararası ve insanlar arası ilişkilerde kurucu ve dönüştürücü öğe olan küreselleşme aynılığa dayalı kültürel homojenleşmeyle, bir yandan da farklılığa dayalı kültürel heterojenleşme süreçleri arasındaki gerilime de içsel bir olgu. Batı kapitalizminin
dünya ölçeğinde yeniden boyutlandığı, batı merkezli modern kültür, tek biçimleştirici
ve homojenleştirici bir ivmeyi de beraberinde getirmiştir. Bilginin satılık bir meta haline geldiği ve bilgi iletişim endüstrilerinin çağdaş ekonomik kalkınmanın dinamosu
olduğu kültürel küreselleşme sürecinde iletişim, ikincil bir araç olmaktan çıkıp ticareti
kolaylaştırmış ve iletişim kendisi büyük bir ticaret haline gelmeye başlamıştır. Diğer
gelişme ise, bu teknolojinin gitgide bir avuç güçlü uluslar ötesi şirketlerin güdümüne
girmeye başlamasıdır. Artık kültürel denetim ve hâkimiyetin büyüdüğünü söylemek
mümkün. Uluslar ötesi iletişim şirketlerinin, giderek daha fazla bilgiyi kontrolü altına almaları ve iletişim teknolojileri medyanın rolünü daha ön plana getiriyor. Peki,
uluslar arası iletişim şu anda nasıl seyrediyor? Kültürler arası ve uluslararası iletişimi,
teknolojinin gelişmesi ve onların iletişimin içeriğinde gerçekleştirdikleri değişiklikler
de etkilemekte. İletişim teknolojileri, uluslararası bilgi akışını hızlandırmaya başlıyor
ve üstelik de birbirine bağımlı kılıyor. Uluslararası bilgi akış kanalları ve türleri, şu anda
televizyon, diplomatik kaynaklar, politik kanallar, sanayi-medya alışverişi ve özellikle
içinde bulunduğumuz zamanlarda twitter’ı içeriyor.
Uluslararası iletişimde en önemli sorun özgür haber akışı. Ancak, bu kavramın dengeli haber akışı kavramını da içermesi gerekiyor. Nitekim bilginin tek yönlü akışı söz
konusu. Yani, Batı’dan Doğu’ya ve Kuzey’den Güney’e bilgi akışı 70’lerde de birçok
ülkeyi sıkıntıya soktuğu için UNESCO önderliğinde oluşturulan bir komisyon sorunları
incelemekle görevlendiriliyor ve sonuçta ünlü McBride Raporu ortaya çıkarılıyor. Top-
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
Prof. Dr. Bülent ARAS
Respectable participants, let me give start for the session “International Institutions, Regional Peace Initiatives
and the Media”. We will enlarge upon the points spoken
about in the former part of the session 2. Regional peace
efforts requires taking regional initiative. In today’s world
there is no problem that can be confined as regional or
international. Because a least problem may become an
international one in a while. Solution to these problems
requires some efforts to be made beyond the initiatives
of the countries. Now we will talk about international institutions formed by the states, how these institutions can play a role to solve these
problems and the role of media in this regard. We have four valuable panelists. And
I will give theme time limit of 10-15 minutes. Our first panelist is Yasemin Akyol,
TVNET Foreign News Editor Yasemin Akyol.
Yasemin AKYOL
Thanks. I woud like to focus my speech on the problems
I come across with while doing my job for the past two
months. I have gathered them under a few titles: International communication and recreation of the reality by the
media. Globalization, which is a founding and converting
element in international, intercommunal and interpersonal relations, is a concept focusing on cultural homogeneity based on uniformity and on cultural heterogeneity
based on diversification. Western-centered modern culture has brought along a formative and homogenous momentum at a time when the
Western capitalism is reshaped in world scale. In a process of cultural globalization
in which the information is on sale and the information industries have become a
modern dynamo for economic development, the communication has facilitated trade
and turned itself into a major market. Another development is about the fact that
this technology has gradually been under the guidance of a fist of international companies. It is safe to say that cultural supervision and dominance has made a major
progress. The fact that transnational companies increasingly take control of information and communication technologies bring the role of the media to the spotlight.
So how does international communication hover around right now? Developments
in technology and the changes they brought along have a deep impact on cultures
and international communication. International technologies make effort to accelerate information flow and make them dependent upon each other. International information flow channels and its kinds include TV, diplomatic sources, political sources,
exchange of industry and the media and particularly twitter at a time like this.
/ 169
170 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
lum içindeki iletişim ağları, ulusal ve uluslararası ağlar, toplumu oluşturan bireyler ile
toplumsal birimlerin etkilerini düzenlemek için gereklidir. Bu ağlar, hem kişiler arası
iletişimi hem de kitle iletişimini içeriyor. Bu ağlar, toplum içindeki bireyleri ve toplumsal birimleri birbirine, daha sonra da bütüne bağlıyor. Toplumları, dışarıdaki öteki topluluklara, tüm dünyaya bağlayan ağlar arasında kişisel ilişkiler, uluslararası örgütler,
uluslararası haberler ve Internet de bunlar arasında sayılabilir.
Hükûmetlerin kendi halklarıyla başka ülke halkları arasındaki ilişkiyi düzenlemeye ne
ölçüde yetkili bulundukları araştırılıyor. Bazıları, neyin ön plana çıkarılacağı neyin göz
ardı edileceğine ilişkin karar vermeleri nedeniyle editörlerin sorumlu tutulmaları gerektiğini tartışıyorlar. Özgür iletişim akışının sağlanması, tek yönlü değil iki yönlü akışın
gerçekleşmesiyle, yatay akışın olanaklaştırılması yönünde gelişmesi gerekir. Herbert
Schiller’in “anında uluslararası iletişim”den söz ederken yeni elektronik sanayinin dünyaya yeni bir hiyerarşik tür sunduğuna da bu şekilde değiniyor. Bu bütünleşme içinde
ulusal bütünlüğün ve devlet gücünün azalması ve uluslararası iş yapan yöneticilerin
ulusal çıkarları da bir kenara atması söz konusudur. Patrick Cockburn’un, uydular nedeniyle haberciliğin küresel bir devrim yaşadığını, dünyanın herhangi bir yerindeki
olayın anında yayıldığını, uluslararası ilişkilerin sürekli bir süreç, televizyonun da bu
etkileşimde çok önemli bir araç olduğunu belirtiyor. ABD’de yapılan bir araştırmada, kitle-iletişim araçlarının dış politikada etkin görevler üstlendiğini, kimi zaman da
hükûmetlerin kitle-iletişim araçlarını bir politika aracı olarak kullandıkları gösteriliyor.
Benim özellikle dikkatimi çeken konu ise, gerçekliğin medya yoluyla yeniden yaratılması ve kimliklerin biraz daha ön plana çıkarılması. Gerçekliğin tanımlanmasında
televizyonların basit bir gözlemci ve aktarıcı olmadıklarını, belirli bir siyasal tarafta, bir
konumda yer aldıklarını gösteren örnekler görüyoruz. Körfez Savaşı ve CNN örneklerine, son dönem için Al-Jazeera’yi ekleyebiliriz. Beyrut şefinin kanaldan istifa etmesi
söz konusuydu. Al-Jazeera’nin Libya, Yemen ve Suriye’de yaşananları geniş biçimde
gözler önüne sererken Bahreyn’de olan olayları tamamen göz ardı etmesi veya çok
az görüntülerle geçmesini bu örnekler içinde sayabiliriz. Buna benzer pek çok olayda
TV yaşananlar için küresel bir izleyici yarattı ve buna da devam ediyor. Böylece olaylar
kendi yerelliklerinden daha geniş anlamlar kazandı ve seyircilerin işin içine dâhil olmasıyla boyutları büyüdü. Küresel medyanın sorunları çözmesi, Bosna örneğinde olduğu
gibi çok da işe yaramıyor. Aksine bu olayları izleyen pasif gözlemci olma durumuyla
da karşı karşıya kalıyoruz.
Elektronik haberleştirme sistemleri, özellikle TV haberciliğinin son yıllarda yaşadığı
durum üzerine iki sav ortaya atılıyor: Birincisi, haber malzemelerinin yayılmasında ve
değişiminde ağırlık kazanan özellikle uydu teknolojisinin gazetecilikte kurumsal yeni
düzenlemelere yol açtığıdır. İkincisi de, elektronik haberleşme çağında yazılı metinlerin yerini alan görsel metinlerin getirdiği farklılıklar. Medya vasıtasıyla görmek dünyanın kavranması açısından bir engel teşkil edebiliyor. Yerel olmayan insanlar, yerler ve
olaylar konusunda hepimiz medyaya bağlı olduğumuz için olay bizden ne kadar uzak
olursa bilgilerimizin bütünlüğü itibariyle medyaya da o kadar bağımlı olmaya başlıyoruz. Batı antropolojisi yerlileri temsil etme hakkını kendinde gördüyse bugün aynı
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
The most obvious problem pertaining to international communication is free flow of
news. That should include a balanced flow of news as well. Since the information
flow was really tight in 1970s from West to East and North to South, a commission
was assigned for analyzing the problems under the leadership of UNESCO and then
the famous McBride report. Information pertaining to policies and laws is delivered
to the societies through interpersonal and mass communication processes. These
networks tie the individuals within the society and then the social units to each other
and then to a whole. We can include personal relations, international organizations,
international news and internet amongst the networks in which societies meet the
world. People question whether it is the governments authoritative for the relations
between their own people and the people of other countries. Some people argue
that it is the editors to be blamed of since they decide what to put into forefront and
what to ignore.
The promotion of free communication is only possible if it is bilateral and horizontal
flow is made possible. Herbert Schiller suggests in his book that new electronic industry provide a new type of hierarchy for the whole world. Patrick Cockburn points
out that reporting is under a global evolution and any news anywhere around the
world can be delivered to the other side of the world in seconds and international
relation is a process which makes the television a major instrument. According to a
research conducted in USA, mass media has major rules in foreign policy and sometimes governments make use of the media as a policy tool. What strikes me most
though is the recreation of the reality though the media and spotlighting the identities
just a bit more. It is obvious that television is not a simple observer or a transponder
in defining the reality. We can cite Al-Jazeera as well if we talk about the Gulf War and
CNN. The chief of Beirut was about to resign since he ignored or gave little footage to
the developments in Bahreyn even though Al-Jazeera, the same channel, made tons
of news about Libya, Yemen and Syria. TV has created a mass of global audience.
The events became global breaking its shell of locality and things got more complicated with the participation of the audience. That the global media finds a solution to
problems does not really work as we saw in Bosnia.
There are two arguments about what tv reporting has gone through for the last couple of years: One of them is the fact that satellite technology paved way for institutional regulations in journalism in distribution and transformation of news materials.
The second one is the differences visual texts brought along as they replace written
texts. Getting informed through the media may pose an obstacle for comprehending
the world. Since we all rely upon the media about non-indigenous people, places and
events, we try to accordingly depend on the media as of our knowledge no matter
how far it is. If the Western anthropology can claim rights of representing the indigenous people, then likewise Western media can claim the right of representing nonWestern countries within the unilateral flow of international communication.
/ 171
172 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
şekilde Batı medyası da uluslararası iletişimin tek yönlü akışı içinde Batılı olmayan
ötekileri temsil etme hakkını kendinde görmekte ve bizi onlardan ayırt etme olanağını
veren tanımları kendisi sağlamaktadır.
Konuşmamı, Gandi’nin bir sözünden alıntı yaparak bitirmek istiyorum: “Evimin çevresinin dört duvarla kuşatılmasını ve pencerelerimin sıkı sıkıya örtülmesini istemiyorum. Bütün kültürlerin rüzgârlarının evimde dilediklerince ve serbestçe esmesini arzu
ediyorum, ama o rüzgârın herhangi birisi tarafından ayağımı yerden kestirmesini de
reddediyorum.”
Prof. Dr. Bülent ARAS
Yasemin Hanıma teorik içeriği zengin konuşmasından dolayı teşekkür ediyoruz. Küreselleşme denen olgu, üzerinde düşünülmesi gereken ve aslında yeni de olmayan
bir durumdur. Geçenlerde Osmanlı ile ilgili 19.yüzyılda geçen bir roman okuyordum
ve Roma’da Çin ipeğinden ve Hint baharatından bahsediyordu. Bundan o dönemde
bahsedilebiliyorsa orada bir küreselleşmenin var olduğu açık. O dönemlerde her ne
kadar ulaşım araçları bugünkü kadar zengin olmasa da ulaşımın daha özgür olduğu,
ülkeler arası ticaretin ve kültür akışının daha özgür olduğu bir küreselleşmeydi. Bizim
şu anda yaşadığımız küreselleşmenin de kabuk değiştirmesi çok enteresan. Küreselleşme şu an coğrafi olarak yer değiştiriyor. Tek bir kültürün diğer kültürler veya
dünyanın geri kalanına hegemonik yayılımından ziyade Asya’nın yükselişi, Afrika’nın
ve Güney Amerika’nın yükselişi artık dünyanın tek ve sınırlı bir bölgeden değil, coğrafi
olarak daha kapsayıcı bir küreselleşmenin doğuşundan bahsetmek mümkün. Bu alternatif medyanın sağladığı imkânlar da, farklı coğrafyaların kendilerini ifade etmesine de
imkân tanıyor. İyimser bir bakış açısıyla daha kuşatıcı ve temsilci bir küreselleşmeye
doğru gittiğimizi ve iletişim araçlarının da bu yönde katkı sağladığı bir düzleme doğru
geçtiğimizi düşünmek istiyorum. İkinci konuşmacımız Kosova’dan bir gazeteci: Değerli gazeteci Valjeta Kosumi.
Valjeta KOSUMI
Sözlerime öncelikle bu forumda olmaktan dolayı ne kadar mutlu olduğumu ve bu iki
günlük süre zarfında komşu ülkelerden gelen misafirlerin güzel konuşmalarından zevk
aldığımı belirterek başlamak isterim. Pek çok yeni şey öğrendim ve farklı bakış açılarını duymak da çok faydalı oldu.
Konuşmamda, uluslararası kurumların Kosova’daki rolü ile bunların Kosova’daki yerel
medya ile üç yıllık ilişkileri konularına değinmek istiyorum. Genç bir gazeteci olarak her
geçen gün yeni bir olay veya insanlarla karşılaşıp kurumlarla iş yürütmeye çalışıyorum.
Kosova’daki uluslararası kurumlar da karar verme süreçlerinde bir hayli katılımcı rol
oynuyorlar. Gazeteciler ile medya ve uluslararası kurumlar arasındaki ilişki, Kosova’da
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
I would like to end my speech with a remark of Gandhi: “I do not want my house to
be walled in on all sides and my windows to be stuffed. I want the cultures of all the
lands to be blown about my house as freely as possible. But I refuse to be blown off
my feet by any.’’
Prof. Dr. Bülent ARAS
We would like to thank you for your theoretical speech. Globalization is a concept we
all need to attach great importance to. I have read a novel about the Ottomans which
takes place in 19th century. It was about Chinese silk and Indian spice in Rome. If
they can talk about it back then, then it is obvious that globalization is a fact. In spite
of the deficiencies in transportation back then, it was a globalization in which the
transportation, trade and culture flow between the countries was quite free. It is
really interesting that the globalization we face off against right now is changing its
shell. It geographically shifts away. It is safe to say that globalization is more comprehensive in today’s world with the rise of Asia, Africa and South America and the fact
that the world is not made of a singe and limited region anymore. The opportunities
alternative media provides actually pave way for the self-expression of the different
regions. I think we take firm steps towards a more representative globalization and
we are at a stage in which means of communication accordingly contribute. Our second guest Valjeta Kosumi, a distinguished journalist from Kosovo.
Valjeta KOSUMI
First of all, I would like to express my pleasure to be in
this forum and be with the guests coming from the neighboring countries. I have learned lots of new things and
it has been very fruitful to hear different perspectives. I
would like to touch upon the role of international institutions in Kosovo and the relations of them with the local
media in three years of time. As a young journalist, I try to
get to know different people and events and keep working every day. International institutions in Kosovo play a
participatory role in decision-making processes. The relation between the journalists
and these institutions has made a major progress in Kosovo in the last 12 years.
These institutions have had a great impact on the country.
The UN was assigned to take over the Kosovan government in June, 1999 following
the 78 days of struggle of NATO. Authorities made the necessary interventions both
for building of self-governing institutions and for people of Kosovo to lead a normal
life during the period of this interim government. UN Kosovo Mission was positioned
in Kosovo in compliance with the resolution 12-44 of UN Security Council. It was a
/ 173
174 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
son 12 yılda büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Bu süre zarfında bu kurumların ülke üzerinde büyük etkileri olmuştur. 1999 yılı Haziran ayında 78 günlük NATO mücadelesi
sonunda BM Kosova yönetimini üstlenmekle görevlendirmişti. Bu geçici yönetim süresi boyunca kendi kendini yöneten kurumların inşasının yanı sıra, Kosova’da yaşayan
halkın barış içinde ve normal bir hayat sürmesi için gereken müdahaleler yapılmıştır.
BM Güvenlik Konseyi’nin 1244 kararına uygun olarak BM Kosova Misyonu Kosova’ya
yerleşmiştir. Yönetici rolünden daha çok denetleme ve izleme rolüne geçiş yapılmıştır. 2008 yılında bağımsızlığın ilan edilmesinden sonra, Kosova halkına ve kurumlarına
yeni bir görev verilmiştir. AB’nin Kosova’daki hukukun üstünlüğü ile ilgili misyonu ortak savunma ve politika çerçevesinde bugüne kadar hayata geçirilmiş en büyük sivil
harekettir. Avrupa Birliği Kosova Misyonu EULEX’in web sitesinde bu görevin temel
amacının, Kosova’daki kurumlara yardımcı olmak ve polis, yargı ve gümrük alanlarında ilerleme kaydetmek olarak açıklanıyor. Bu görev teknik bir görevdir. EULEX, BM
Güvenlik Konseyi’nin denetimi altında çalışmalarını sürdürmekte olup birleşik bir emir
zincirine sahiptir. Kosova’da üstlenilen bu görevin Haziran 2012’de sona ermesi bekleniyor. Bu yıllar zarfında bu misyon şu ana kadar somut sonuçları ortaya çıkarmasa
da, farklı konularla ilgili kafa karışıklığına sebep olsa da pek çok faaliyette bulundu.
Kosova medyası ile bu misyonun arasındaki ilişkiler bile istikrarlı ve kolay olmadı. Geçen yıl EULEX, kurumlar ile Ulaşım ve Haberleşme Bakanlıklarına yolsuzluk şüphesiyle
yapılan müdahaleleri sırasında Kosova’daki medya gücünden çokça faydalandı. Bu
arada, EULEX savcıları yazılı ve görsel basına bunun devlet kurumlarındaki yolsuzluklara son verilmesi için yürütülen bir görev olduğunu insanlara anlatması için röportajlar verdiler. Birkaç gün bu haberler gündemden inmedi ancak daha sonra EULEX
yetkilileri geri adım attılar ve konuyla ilgili daha fazla bilgi vermediler. Bugün hala bu
soruşturmaların ne aşamalara geldiğini bilemiyoruz. Bu yılın Mart ayının ortalarında
başka bir konuyla ilgili olarak EULEX birkaç eski liberal ordu üyesini savaş suçu işledikleri gerekçesiyle gözaltına aldı. Medyanın da bu olayları haber yapma konusundaki
ilgisi somut bir işbirliğiyle ödüllendirilmedi ve bu konu hala medyaya ve halka kapalı
olma özelliğini devam ettiriyor. Büyük tepkiler dışında, bu misyon farklı sivil toplum
örgütlerinden oluşmaktadır. Benim inancım bu misyonun Kosova halkının gözünde
giderek güvenilirliğini kaybettiği yönündedir. BM Kosova Misyonu ile EULEX dışında
Kosova’da bulunan en önemli uluslararası kurumlar yani NATO’nun öncülüğündeki
barış sürecini korumakla yükümlü kurumlar Kosova’da güvenli bir ortam oluşturmakla
sorumlu olmakla beraber UNICEF, UNDP ve pek çok kurum sadece ülkede değil,
aynı zamanda bölgede de istikrarı koruma adına çalışmalarını sürdürmektedir. Her ne
kadar iş hassas konulara geldiğinde diplomatik cevaplar verseler de bu kurumların
pek çoğu yerel medya ile de işbirliği halindedir. Diğerlerinden ayrılan ve medyanın
önemini kavrayıp bu silahı başlangıçtan itibaren kullanan kurumlar da vardır. 1999
yılında Kosova güçleri kendi medya dairesini oluşturdu. On yılı aşkın bir süredir radyo,
televizyon ve dergiler mesajların iletilmesi, hoşgörünün ve barışın sağlanması adına
önemli roller üstlenmiştir.
Bir buçuk yıldır Radio K4 için gazeteci olarak çalışıyorum ve bu kurumların yerel medya ile nasıl işbirlikleri kurduklarına şahit oldum. Radio K4 kendi faaliyetleri dışında
Kosova halkının milliyetlerini ve dinlerini koruması konusuna da önem vermiştir. Rad-
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
transition from a governing role to an auditing and monitoring role. People and the
institutions of Kosovo were assigned for a new task following the declaration of independence in 2008. The mission of EU in Kosovo about the rule of law is the largest
civil movement ever implemented in the framework of common defense and policy.
It says, in the website of EULAX, that this mission mainly aims to help the institutions
in Kosovo and make progress in the fields of police, judiciary and customs. This is
a technical mission. EULEX continues to work under the auspices of UN Security
Council and have a combined chain of command. This mission in Kosovo is expected
to expire in June, 2012. This mission took part in lots of activities even though it did
not produce any concrete results and lead to confusion about different subjects. The
relations between the Kosovan media and this mission have not been stable or easy
either. Last year, EULEX made use of media force in Kosovo during the period of
interventions to institutions and the Ministry of Transportation and Communication
allegedly for the corruptions. In the meantime, the judges of EULEX made interviews
with print and visual media to convince people that it is a mission to put an end to the
corruptions in government institutions.
These news were all over the media for a few days but after then EULEX authorities
took a step back and did not give much information about the issue. We still do not
know to which stage these investigations have reached to. EULEX arrested a couple
of former liberal military members on grounds of war crimes in mid-March. The interest of the media in reporting this news was not really awarded and this is still a
case closed to the public and the media. This mission is made of non-governmental
organizations. I believe that this mission lost its credibility in the public eye. Having
responsibility for keeping the peace under the leadership of NATO, the institutions,
except for UN Kosovo Mission and EULEX, are responsible for creating a secure
atmosphere in Kosovo. Many institutions such as UNICEF and UNDP keep working
on stability not only in the country but also in the region. Even though they give diplomatic answers to sensitive questions, a major part of these institutions co-operate
with the local media.
There are institutions that differ from the other and benefit from the media being
aware of its importance. Kosovo forces built up its own media department in 1999.
The radio, television and magazines have undertaken major roles in delivering messages and promoting tolerance and peace. I have been working for Radio K4 for one
and a half year now and I have noticed how these institutions co-operate with local
media. Radio K4 has attached importance to the safeguarding of the nationality and
religion of Kosovan people. Forces in Kosovo have always delivered messages of
peace, stability and intolerance through radio shows, television and commercials.
K4 has been co-operating with the local media except for developing its own media.
We made a great deal of agreements with many radio and television channels. Public
Radio and TV Kosovo, for which I work now, is one of the channels that K4 began to
co-operate with. Co-operation of the international institutions in Kosovo with radio
and tv channels was a huge success. I can easily say this since K4 is one of most
/ 175
176 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
yo programları, televizyon ve reklam aracılığıyla Kosova’daki güçler her zaman barış,
istikrar ve hoşgörü mesajları iletmişlerdir. Kendi medyasını oluşturmanın dışında, K4
yerel medyanın da büyük bölümüyle işbirliği içinde olmuştur. Pek çok radyo ve televizyon kanalıyla anlaşmalar yapılmış ve bu meselelerle ilgili K4 reklamlarının yapılması
konusunda mutabakata varılmıştır. K4’ün işbirliğine gittiği kanallardan biri de benim
de şu anda çalışmakta olduğum Public Radio & TV Kosovo’dur. Kosova’daki uluslararası kurumlarla radyo ve televizyon kanallarının işbirliğine gitmesi pek çok durumda
büyük başarıları beraberinde getirmiştir. Bunu K4’ün Kosova’da en çok takip edilen
haber kanallarından biri olması nedeniyle rahatça söyleyebiliyorum. Bu uluslararası
kurumlar için de aynı şekilde Kosova radyo ve televizyonlarıyla işbirliği yapmak çok
önemlidir çünkü bu şekilde iletmek istedikleri mesajları kolayca iletebilmiş olmaktadırlar. Medyanın ve bu kurumların bölgede istikrar ve hoşgörüyü artırma konusundaki
rolleri de çok önemli bir hal almıştır. Bu konuda verebileceğimiz en iyi örneklerden biri
de İnsan Hakları Gençlik Girişimi olabilir. Bu, Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ, Bosna
Hersek ve Kosovalı sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu bir ağdır. Internet sitelerinde belirttikleri üzere bu girişim, saydığımız ülkelerin gençlerinin demokratikleşme ve
hukukun üstünlüğü süreçlerine katılımını sağlamak amacıyla arada bağlar kurarak bir
araya gelmesiyle oluşturulmuştur. Bu girişimin temel amacı, insan hakları ihlallerini
engellemek ve bölgedeki geçmiş veya şu anki nesiller arasında bir bağ oluşturmak ve
gençleri de yargı reformu sürecine dâhil etmektir. Bu girişim gerçeklik, adalet ve eşitliği temel değerleri olarak belirlemiştir. Bence bu bölgesel motivasyon ve işbirliğinin
geliştirilmesi yolunda verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Bu girişim aynı zamanda girişimin düzenlediği etkinlik ve konferansları takip edip haber yapan pek çok
medya kuruluşu tarafından da desteklenmektedir. Konferanslar, toplantılar ve yapılan
ziyaretler sayesinde birbirimizi daha iyi tanıyıp birbirimiz hakkında daha çok bilgi sahibi oluyoruz. Medyanın insanlar üzerinde etkileme gücünün olduğu bir gerçektir. Bu
gücün hepimize refah getirmesini sağlayalım ve hepimizin geleceği çok daha aydınlık
olsun. Çünkü bence buna ihtiyacımız var. Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Bülent ARAS
Valjeta Hanım, Kosova’nın uluslararası kurumlarla irtibatından bahsetti. Bölgede Kosova kadar uluslararası kurumlarla çalışan başka bir ülke yok. Kendisinin altını çizdiği
en önemli nokta, uluslararası kurumlar denildiği zaman akla ilk olarak uluslararası sivil
toplum örgütlerinin gelmesi gerektiğidir. Soğuk Savaş sonrası dönemde en çok merak edilen şey eski Yugoslav ve eski Sovyet coğrafyasında bölgesel yapılanmaların
nasıl olacağıydı. Çünkü bütün dünyada, bu bölgede bir kriz çıkacağı ve bu krizin bütün
dünyaya yayılacağı ile ilgili bir korku vardı. Bir anlamda bu eski Yugoslav coğrafyasında, bölgesel yapılanma çalışmaları olduğunu görüyoruz. Aynı ölçekte yapılanma eski
Sovyet coğrafyasında yok. Bunun sebebi AB etkisi de olabilir. AB içindeki sivil toplum
örgütlerinin daha ulusal eksende hareket ettiğini fakat birden fazla ülkenin oluşturduğu sivil toplum örgütlerinin daha bölgesel ve daha Avrupalı hareket ettiğini görmekteyiz. Bu bölgede sınır aşan STK örgütlenmelerinin olması bölgede istikrar ve iyi yönde
gidişe katkıda bulunacaktır. Üçüncü konuşmacımız Slovenya’dan Darijan Kosir.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
followed news channels. It is also of importance for these international institutions
to co-operate with radio and tv channels since they can easily deliver the messages
they would like to. The role of the media and these institutions has become substantial in terms of improving the stability and tolerance. The best example about this
is perhaps the Youth for Human Rights Organization. It is a network made of nongovernmental organizations from Serbia, Croatia, Montenegro, Bosnia-Herzegovina
and Kosovo. As reported in its website, this organization is founded after the gathering of the youth from these countries with a view to enable youth to take part in the
process of democratization and rule of law. The objective of this organization is to
prevent violation of human rights and develop a bond amongst the past or present
generations and help the youth take part in the process of judicial reform. This organization defines veracity, justice and equality as its basic principles. I think this is one
of the best examples in terms of improving the regional motivation and co-operation.
This organization is also supported by the media reporting news about the activities
and conferences held. We can get to know each other better with these conferences,
meetings and visits. It is a fact that the media has an impact over people. That is why
we should use this force on good things. Let’s make this force bring us prosperity
and then we have a brighter future since I think we really need this. Thank you very
much.
Prof. Dr. Bülent ARAS
There is no other country than Kosovo having to co-operate with international institutions in the region. The crucial point here is the necessity of the fact that it should be
non-governmental organizations to come to mind when we talk about international
institutions. The most intriguing thing after the Cold War was how the regions will
be shaped in former Yugoslavia and Soviet Union since people were afraid of a crisis
breaking out and spreading to all around the world. It is obvious that some steps have
been taken in terms of shaping the region where once former Yugoslavia resided.
But that is not the case for the region of Soviet Union. It may be EU influence as
well. Non-governmental organizations within EU move in more of national axis and
European way. Non-governmental organizations, which are crossing the borders in
the region, will definitely contribute to the stability and peace. Our third speaker is
Darijan Kosir from Slovenia.
/ 177
178 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Darıjan KOSIR
İlk olarak kendimi tanıtayım. Daha önceden Slovenya’nın en büyük gazetelerinden biri
olan Delo’da yazı işleri müdürü olarak çalışıyordum. Şu anda Slovenya hükümet iletişim dairesi başkanlığı yapıyorum. Bu nedenle medyayı her iki taraftan da gözlemleme
şansına sahip oldum diyebilirim. Bugün bütün konuşmacıları büyük bir dikkatle dinledim ve söylenmesi gereken her şey söylendi. Ben de bunları özetlemeye çalışacağım.
Balkanlar’da barışı ve istikrarı sağlamak için medyanın rolünün ne olduğundan bahsettik. Peki, yaptığımız bu işte bu kadar kriz varken medya bu rolü nasıl oynayabilir? Bu
krizi tetikleyen beş madde tespit ettik. Bunlardan ilki, Balkanlar’daki medya sahipliği
oldu. Medya sahiplerinin kısa bir listesini çıkaracak olursak aralarında politikacıların,
devlet adamlarının, kurumların, yerel yöneticilerin veya bira üreten şirketlerin bu listede olduğunu görürüz. Yapmamız gereken medyayı doğru ellere emanet etmektir.
Mesela sadece medyayla ilgilenen Almanya’daki örnekte olduğu gibi. İkinci madde
ise, medyanın Internet ve sosyal ağların ortaya çıkışıyla yaşadığı krizdir. Artık kısa
haberlerin moda olduğu bir zamanda yaşıyor ve sarı haber dediğimiz kavramları duyuyoruz. Peki, burada araştırmacı gazeteciliğe bir yer var mı? Bence var. Neden sadece
İngiliz basınında çıkan haberleri haber yapalım ki? Neden onlar yapabiliyor da bizler
yapamıyoruz? Ben o kadar kötü olduğumuzu düşünmüyorum. Sadece organize olup
bu konuda kararlı olmalıyız. Üçüncü madde ise, son yıllarda gündeme gelen ekonomik krizler. Bunun sonucunda medyanın kar oranları büyük oranda düştü ve medya
sahipleri de panik yapmaya ve gazetecileri işten çıkarmaya, kemerleri sıkmaya ve gazetecileri yurtdışına göndermemeye başladılar. Dördüncü madde de, medyanın kendi
içindeki kriz. Bu daha ziyade medya mesleği ile ilgili bir sorun.
Bu noktada Yunan medyasına birkaç şey sorabilirim. Sizce, Yunanistan’daki ekonomik
krize dair bütün sorulara yanıt verebildiğinize inanıyor musunuz? Okuyucularınıza politikacılarınızla ilgili sorduğunuz soruları iletebildiniz mi? Hırvat-Sırp medyası savaş sırasında sorulması gereken soruları sordu mu? Slovenya’dan gelen meslektaşımın da
dün dediği gibi Slovenya, AB’ye girme konusunda hiç zorlanmadı fakat kendisi bütün
sorulara cevap verebildik mi diye sormuştu. Bütün soruları okuyucularımıza sorduk
mu? Hayır, sormadık. Bugün medyanın en büyük sorunlarından biri de bu. Beşinci
madde ise, medya ve iletişim kanunu ile ilgili. Bana kalırsa Balkanlar’daki hükümetler
medyayı düzenleme konusunda ne yapacaklarını bilmiyorlar. Bu sorun çözüldüğünde
her şey daha kolay hale gelecektir. Balkanlardaki medyadan bahsedecek olursak bir
sorun daha göze çarpıyor. Çünkü Balkan ülkelerinin Batı ülkelerine kıyasla iki kat daha
fazla sorunu bulunmaktadır. Medya olarak bizler de Batı medyasına oranla iki kat daha
zor durumdayız. Yani yapmamız gereken çok iş var. Peki, medya istikrar ve barışa nasıl
katkıda bulunacak? Daha önce de dediğim gibi gerçek medya sahiplerini bulmamız
gerekir. Bu kuruluşları gazeteciliğe para aktarmaları konusunda ikna etmeliyiz. Bu para
da çok kısa zamanda geri dönecektir. Üçüncü olarak, olabildiğimiz kadar profesyonel
olmaya özen göstermeliyiz. Dördüncü olarak, devleti medya ve iletişim alanında bir
kanun çıkarması konusunda zorlamalıyız. Bu sorunları çözdüğümüzde Balkanlar’da
barışı ve istikrarı sağlamak çok daha kolay olacaktır. Çok teşekkür ederim.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
Darijan KOSIR
I would like to introduce myself at first. I was an editor in
chief in one of the biggest newspapers of Slovenia called
Delo. I am now the head of communication department
for Slovenian government. That is why I have had the
chance to observe the media from two sides. I have carefully listened to all the speakers today. I am going to try
to summarize what has been said. We talked about what
the role of the media is in promoting peace and stability
in the Balkans. How can media play a role as there is such a crisis? We identified 5
items triggering this crisis. The first one is the media ownership in the Balkans. If we
make a short list of media owners, there are politicians, statesmen, institutions, local
authorities or breweries on the list. We need to consign the media into right hands.
The second one is the crisis in the media following the emergence of internet and
social networks. We are at a time when short news is a trend now and we hear things
like yellow news. So, is there any room for investigative journalism? I think there is.
Why would we report the news reported in British media? Why can they do and we
can not? I do not think we are that bad. We just have to get organized and be determined. The third one is the economic crisis in the recent past. The profit rates of the
media substantially decreased and the media owners began to panic. They began to
fire the journalists, tighten the belts and not send the journalists to abroad anymore.
The fourth one is the crisis within the media. Do you think you were able to answer
all the questions about the economic crisis in Greece? Could you deliver the questions you asked politicians to your readers? Did the Serbian and Croatian media ask
the questions that needed to be asked? Like the one of the colleagues from Slovenia
said, Slovenia did not have any problem with accession to EU but he asked whether
they could answer all the questions. Did we ask all the questions to our readers? No,
we did not. That is one of the biggest problems of the media today. The fifth one is
about the media and communication law. The governments in the Balkans do not
know what to do about regulating the media. Everything will be easier once these
problems are solved. Another problem stands out if we talk about the media in the
Balkans since Balkan countries have problems 2 times more than the Western countries. There is a lot to do. So, how will the media contribute to the stability and the
peace? We need to find real media owners like I said before. We need to convince
these institutions to invest in journalism. This money will return in a short period of
time. We need to try to be as professional as we can. We need to put pressure on
the government to enact for media and communication. Promoting the peace and
the stability will be much easier when we find a solution to these problems. Thank
you very much.
/ 179
180 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
Prof. Dr. Bülent ARAS
Bu sunum bence çok önemliydi. Güvenlikle ilgili anlayışlarda temelde şu anlayış vardır: Güvenlik aslında gelişmekte olan dünyada bir iç sorundur. Bir ülke liderinden ne
kadar çok güvenlik lafını duyarsanız o ülkenin ne kadar çok güvenlik sorunuyla uğraştığını ve bölgesel güvenlik için de anlamlı sonuçlar üretmediğini görürsünüz. Kendimize
çeki düzen verdikten ve kendinize güveniniz geldikten sonra uluslararası güvenliğe
de olumlu katkılar yapmaya başlarsınız. İstikrarsızlık gibi istikrar ve güvenlik de ihraç
edilebilen kavramlardır. AB’ye üye olan ülkelerin net güvenlik ihracatçısı haline gelmesi bu açıdan bir sürpriz değildir. Aynı deneyimi burada, kendi evimizde de yaşadık.
Güvenliğin inşasına içeride başlamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Son konuşmacımız
Sırbistan’dan Vreme dergisi Baş Editörü Dragoljub Zarkovic.
Dragoljub ZARKOVIC
Konuşmamda bir hikâyeyi anlatacağım. Kimileri, çok fazla detaya girdiğimi söyleyebilir. Fakat eski Yugoslavya ile ilgili Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nden bahsedeceğim. Anlatacağım bu hikâye özellikle de yerel medya ile ilgilidir. Bu on dokuz yıllık süreçte neler başarıldı? Çok şey diyebilirsiniz, fakat alınan bazı kararlar BM
bayrağının Scheveningen’deki mahkemenin tepesinden alınmasından sonrasına da
sarktı. Eski Kosova Başbakanı Ramuş Haradinay ve General Gotavina’nın yakalanması veya Sloban Milosevic’in hapiste ani ölümü gibi olaylar bir hayli itilaflı konulardır
hâlâ. Bu olaylar yıllarca komplo teorilerine malzeme olacak olaylardır. Bu sorulardan
bazıları bilirkişilerce ileride tartışılmaya devam edilecektir. Bu mahkemenin amacı sadece verebileceği en adil kararı vermek değil, aynı zamanda ileride ortaya çıkabilecek suçları ve Batı Balkanlardaki halka gelebilecek bir zararı önlemektir. Srebrenica
Katliamı ve Hırvatistan’daki etnik temizlikler, Kosova’daki barbarlıklar da dâhil olmak
üzere en kötü savaş suçları da bu mahkeme tam kapasiteyle çalışmaya başladıktan
sonra olmuş olaylardır. Fakat mahkemenin neden uzlaşma sürecinde başarısız olduğuna da bakmamız gerekiyor. 2009 yılında yapılan seçimlere göre, Kosova’da yaşayan Arnavutların yüzde seksen üçü ve Hırvatların yüzde ellisi ve hemen hemen bütün
Boşnak Müslümanlar, Sırpları hâlâ düşmanları olarak görüyorlar. Tabii bu duygular
Sırbistan’da da geçerli. Bölgedeki insanların pek çoğu ömürleri süresince bir savaşa
daha tanıklık edeceklerini düşünüyorlar. Bu sonuçlar ve çıkarımlar için mahkemeyi
suçlayamayız, fakat uzlaşma daha önceden ilan edilmiş tek hedefti. Bu uzlaşmanın
sağlanamamasının nedenleri oldukça karmaşıktır. Mahkeme üyeleri halkla ilişkilerin
önemini kavrama konusunda çok ağır davranmıştır. Bu halk, vergi mükellefleri vasıtasıyla kendi cebinden mahkemeye fon yardımında bulunmuştur. Mahkemenin ayrıca
eski Yugoslavya ile de ilgilenmesi gerekir. Fakat bu konuda ağır davranıldı. 1993’te
BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bir kararda mahkeme kararlarının bölge halkı
tarafından ulaşılabilir ve anlaşılabilir kılınması öngörülüyordu. Fakat 1999 yılının ilk aylarına dek bu uygulanmadı. Bu tarihten önce mahkeme daha çok gazetecilerin yol yordam ile ilgili sorularından sorumluydu ve kendini adaletle ilgili konularda daha sonraki
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
Prof. Dr. Bülent ARAS
I think this presentation was of major importance. This perception is quite popular
about security: Security is actually a domestic issue for developing countries. The
more you hear from a leader about security problems, the more security problems
they have. You can contribute to the international security only after you get your act
together. Stability and security as well as instability are concepts that you can export.
It is not a surprised that EU member countries have become exporters of security.
That is the case here at our home as well. It would be the right step to initiate the
security building from within. Now I would like to give the floor to the editor in chief
from Vreme magazine in Serbia, Dragoljub Zarkovic.
Dragoljub ZARKOVIC
I am going to touch upon a story in my speech. Some
might say that I go into details too much but I am going
to talk about the international criminal tribune for the issue of former Yugoslavia. This story is particularly about
the local media. What has been achieved in 19 years? We
can say a lot but some resolutions were postponed for
the period after the UN flag in Scheveningen had taken
down. The capture of former Prime Minister of Kosovo,
Ramuş Haradinay and General Gotavina or the sudden death of Sloban Milosevic still
remains to be controversial. These incidents will be a material of conspiracy. Some
of these questions will continue to be discussed by the experts in the future. The
objective of this court is not only to take the most fair decision possible but also to
prevent the future crimes and the potential damage to the people of Western Balkans. The worst war crimes such as the Srebrenica massacre, ethnic cleansings in
Croatia and brutalities in Kosovo took place only after this court began to operate in
full capacity. However, we need to take a look at why the court failed in the reconciliation process. According to the elections in 2009, 83 % of the Albanians in Kosovo,
50 % of the Croatians and almost all the Bosnian Muslims still regard the Serbians as
their enemies. That is also the case in Serbia. Major part of the people in the region
thinks that they will witness another war in their lifetime. We can not blame the court
for these results and inferences but the reconciliation was the only objective already
declared. The reason why they failed in reconciliation is quite complicated. Members
of the court acted real slow in comprehending the importance of relations with the
people. These people paid to theis court out of their own pockets through tax payers.
The court should be interested in former Yugoslavia as well. But they lagged behind.
It was a resolution of UN Security Council in 1993 to make the judges of the court
accessible and understandable but this was not put into practice till the early months
of 1999. The court, before this date, was responsible for the problems of the journalists about methods. This secrecy around the court paved the way for playing into the
/ 181
182 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
süreçte savunamadı. Mahkemeyi adeta çevreleyen bu gizlilik durumu, düşmanlarına
koz verip Batı Avrupa’nın çıkarlarına hizmet ettiklerini söylemelerine neden oldu. Artık
ulaşabildiğimiz alanlara eksi Yugoslavya’daki birçok merkez ve eğitimlerini kendi ülkelerinde ve Lahey’de alan yüzlerce yerel ve uluslararası gazeteci de dâhil olmuştur.
Mahkemenin ortaya çıkan sorulara cevap verecek bir sözcüsü de bulunmaktadır, fakat
önyargılar hâlâ devam etmektedir. Çünkü geçmiş yıllarda büyük zararlar verildi ve bunların tamiri de pek mümkün değil. Yerel açıdan bakılacak olursa mahkeme dışarıdan
gelip bizim insanımızı yargılayan bir lanet olarak görülüyordu, fakat bu çok önemli.
Yugoslavya’da silah sesinin duyulduğu 10 yıl öncesinden bu yana savaşlar devam
etmiştir. Milosevic, Karadzic ve Gotovina gibi isimlerin Balkanlar’da mahkeme önüne
çıkarılması akıllara gelmezdi. Son birkaç yılda özellikle de Sırbistan’da savaş suçları
ile ilgili çok başarılı mahkeme süreçleri yaşandı. Fakat eski Yugoslavya’daki halkın ve
adalet sisteminin bir zamanlar toplumun içinde olan bu savaş suçlularını mahkemeye
çıkarmak için hazırlanması biraz zaman alacaktır. Örneğin, Milosevic davasında onunla 30 yılı rejim bayrağı altında geçirmiş olan Sırplar onun arkasında durdular. Şöhreti
öyle boyutlara ulaşmıştı ki hükûmeti bu konuda her gün haber yapan Belgrad TV kanalının yayınlarına son vermemeleri halinde kendilerinden mali desteklerini keseceklerini
söylemiştir. Bu durum sadece Sırbistan ile sınırlı değildir. Bazı Hırvatlar hâlâ Sırpları
ülkeden temizleyen General Ante Gotovina’ya Noel kartları atmaya devam etmekte,
Priştine’de ise Haradinay hâlâ sıcak karşılanmaktadır. İnsanlar kendi komutanları veya
devlet adamları yabancı bir mahkemede yargılandığında bundan hoşnut olmuyorlar.
Burada çifte standardı görebiliyoruz. Bu çifte standart birkaç sene önce Bush yönetiminin, Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi tarafından aranmaları durumunda hiçbir Amerikalının tutuklanmamasını şart koşan anlaşmayı imzalamaları yönünde eski
Yugoslavya ülkeleri üzerinde baskı kurduğunda daha da gözler önüne serilmiştir.
Fakat başka ülkelerin savaş suçlularını Lahey’e gönderme emrini veren de yine bu
ülkelerdir. Fakat mahkemenin uzlaşma sürecinde başarısız olmasının temel nedeni
eski Yugoslavya’da işlenen savaş suçlarının sadece savaşın bir ürünü olmamasından
kaynaklanır. Bunlar zamanın genel politik stratejileriydi. Sırbistan sınırlarını Bosna ve
Hırvatistan’da yaşayan Sırpların olduğu bölgelere doğru genişletmek istedi. Fakat
bunu yapmak için arada yaşayan Sırp olmayan nüfusu ortadan kaldırmak gerekiyordu.
Hırvatistan’da topraklarında Sırpların olmadığı bir ülke istiyordu. Boşnaklar da Sırpları
ve Hırvatları istemiyordu. Kosovalılar da üzerinde Sırpların yaşamadığı bir Arnavutluk
ülkesi için yanıp tutuşuyorlardı. Bu hedeflerin bazılarına ulaşıldı, bazıları ise başarısız
oldu. Fakat kimse etnik temizliğin, savaş suçlarının ve tecavüzlerin olduğunu inkâr
edemez. Buradaki sorun, eski Yugoslavya ülkelerinde bu hedeflerin varlığını koruyor
olmasıdır. Bunlara da ulusal çıkar veya ülkenin korunması adları veriliyor.
Ya çok safız ya da bu kadar soru sormak için çok erken. Bizim anladığımız uzlaşma
süreci dışarıdan empoze edilemez. Bu karmaşık bir meseledir. Zaman ve sabır ister.
Bazı toplumlar hala bu konuda emek sarf etme konusunda ellerini taşın altına koymaktan çekiniyorlar. Fakat gerçekler çok da can acıtıcı olabilir. Bundan 20 yıl önce medya
galeyana gelip savaşlar bile çıkarabiliyordu. Fakat medya uzlaşmayı kısa zaman içinde
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
hand of the enemies and remarks about how they served for the interests of Western
Europe. We can now reach to the lots of centers in former Yugoslavia, national and
international journalists who had their education in their respective countries and the
Hague. The court also has a spokesperson to reply the questions of the media but
there are still some prejudices since a major damage was done and it is not possible
to fix them. The court was regarded as a curse coming from abroad and judging our
people.
The war remained to exist since the first shot gun was heard in Yugoslavia 10 years
ago. People could not imagine that people like Milosevic, Karadzic and Gotovina
would appear in a court. We had many successful court processes in Yugoslavia
about war crimes in the last couple of years. However, it will take time before the
people and judiciary in former Yugoslavia could judge these war criminals who once
stood by the people. For example, the Serbians stood behind Milosevic since they
lived under the flag of his regime for 30 years. He was so popular that the government told the Belgradee TV that they would put a stop to their financial support unless they stop broadcasting about him. This is not just the case in Serbia. Some Croatians still send Christmas cards to General Ante Gotovina who swept the Serbians off
the country. Haradinay is still welcomed in Prishtine. People do not like it when their
statesmen or generals appear in a court. We can see the double standards here. This
double standard was also obvious when the Bush government put pressure on former Yugoslavian countries to sign the agreement mandating not to arrest any American if they are wanted by the international criminal tribune in The Hague. However, it
is the same country which gives the order to send war criminals to The Hague. The
main reason why the court failed in the reconciliation process stems from the fact
that war crimes committed in former Yugoslavia were not just a product of the war.
These were the general political strategies of that time. Serbia wanted to expand into
the regions of Bosnia and Croatia where the Serbians live. But that required the elimination of the non-Serbian population. Croatia wanted a country with no Serbian on
its lands. The Bosnians did not want Serbians and Croatians either. Kosovan people
were dying to see Albania without any Serbians around. They attained some of these
goals and failed in some. But no one can deny the ethnic cleansing, war crimes and
rapes. The problem is that people still have these objectives on their minds in former
Yugoslavian countries. They call it national interest.
Perhaps we are naive or it is too early to ask these questions. The reconciliation process we know can not be imposed by the foreign forces. This is a complicated issue.
It takes time and patience. Some societies still avoid taking responsibility to make
effort about this issue. Truth might hurt. The media could get out of the control and
even declare a war 20 years ago but the media is not the authority that can assure
the reconciliation in a short time. This is a fact both in my country, Serbia and the
other countries in the Balkans. We need to work hard to change the public opinion
about this. This is a part of our daily tasks and social responsibility. The media is an
expensive sector as a business line particularly if we talk about local media. But we
need to do this. I hope it does not go to waste. Thank you very much.
/ 183
184 /
İKİNCİ GÜN
BİRİNCİ OTURUM
BÖLÜM 2
sağlayabilecek bir merci değildir. Bu hem benim ülkem Sırbistan’da hem de Balkanlardaki diğer ülkelerde var olan bir gerçektir. Kamuoyunun bu konudaki fikrini değiştirmek için çok çalışmalıyız. Bu bizim günlük işimizin bir parçası ile siyasi ve sosyal
sorumluluğumuzdur. Medya bir iş kolu olarak düşünüldüğünde pahalı bir sektördür.
Özellikle de yerel medyadan bahsediyorsak oldukça hassastır. Fakat bütün bunları
gerçekleştirmek zorundayız. Umarım bunlar boşa gitmez. Teşekkür ederim.
George PAGOULATOS
ELIAMEP Vakfı
Merhabalar. Küreselleşme ile ilgili kısaca bir şeyler söylemek istiyorum. Bu sürecin
medya üzerindeki etkisinin farkında olmayan hiçbir akademisyen, gazeteci veya vatandaş dahi yoktur. Fakat küreselleşmenin haber içeriklerinde bir homojenlik anlamına gelmediği düşünülüyor. Bence burada küreselleşmenin farklı safhalarını ayırt
etmemiz gerekir. İlki, uzaktan gözlemleme şansı bulduğumuzda bu içerik konusunda
bir homojenliğin olduğundan bahsedemeyiz. Fakat söz konusu ulusal çıkarlar olunca
durum böyle olmuyor. Burası çok önemli bir nokta ve belki de bu forum bu meseleler
ile ilgili diyalogun başlangıcı için iyi bir fırsat olabilir. Fakat bu forum gelecek yıl ikinci
defa düzenlediği zaman ele alınacak konular her bir ülkedeki medyanın yaşadığı sorunlar olmalıdır. Çünkü medya aracılığıyla barışı sağlamadan önce ortak bir paydada
buluşmamız gerekir. Teşekkür ederim.
SECOND DAY
FIRST SESSION
PART 2
George PAGOULATOS
Hello, My name is George Pagoulatos. I am a senior expert in ELIAMEP. I would like
to briefly say a few words about globalization. There is no single academician, journalist or a citizen who is not aware of the influence of this process over the media.
However, it is supposed that the globalization does not translate into homogeneity
in news contents. I think at this point we need to differentiate the different stages
of the globalization. But it is not the case when the national interests are on the line.
This is a crucial point and perhaps this forum could be a good chance to initiate the
dialogue with regard to these issues. However, our topics should be about the problems of the media in our countries when this forum is held for the second time next
year since we have to find the least common denominator before promoting peace
through the media. Thank you very much.
/ 185
İkinci Oturum
Second Sessıon
Geleceğin Kurgulanmasında Medyaya Düşen Sorumluluk
Medıa Responsıbılıty ın Forgıng the Future The Balkan States Medıa Platform
Oturum Başkanı / Moderator
Yavuz OĞHAN
CNN Türk Haber Koordinatörü
CNN Turk News Coordinator, Turkey
Katılımcılar / Panelists
Enika ABAZI
Akademisyen, Arnavutluk
Academician, Albania
Indira BISCEVIC
Hırvatistan TV muhabiri
Correspondent, Croatia TV, Croatia
Erol RIZALOV
Utrinski Vesnik Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, Makedonya
Editor in Chief, Daily Utrinski Vesnik, Macedonia
Bosko JAKSIC
Politika Gazetesi Dış Politika Yorumcusu, Sırbistan
Foreign Policy Commentator, Daily Politika, Serbia
188 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
Yavuz OĞHAN
Merhabalar. Dört önemli isimle bir aradayız. Konuşma yapacağımız başlık ise, geleceğin kurgulanmasında medyaya düşen sorumluluk. Aslında son dönemde Orta Doğu’daki olaylarla birlikte en çok konuştuğumuz konu bu. Yeni medya toplumlara çok
ciddi biçimde etki ediyor, ama klasik medyanın da toplumlara, toplumları yöneten
siyasetçilerin politikalarına önemli etkileri var. Türkiye’den birkaç örnekle bunları anlatmak mümkün. En önemlisi bir Ermenistan örneği var önümüzde. Sizlerin de bildiği
gibi Ermenistan, Türkiye ile çok ciddi sorunlar yaşayan bir ülke. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra soykırım iddialarının diğer ülkelerde kabul edilmesi, Ermenistan
ile Türkiye arasındaki ilişkileri çok ciddi etkiledi. Fakat birkaç yıl önce Ermenistan ve
Türkiye Cumhurbaşkanları ilişkileri normalleştirmek için önemli bir adım attı ve aslında
bir risk aldılar. Bu riskleri alırken kamuoyunun da medyanın da kendilerine göstereceği tepkiyi bilmiyorlardı. O süreçte medya bu konuda çok olumlu bir etki de yarattı. Özellikle Türkiye tarafında, Türkiye’nin Ermenistan ile işbirliği yapması konusunda
hükûmete de cumhurbaşkanına da çok ciddi destek geldi. Süreç ilerledi ve biliyorsunuz Azerbaycan da Türkiye’nin çok yakın olduğu ülkelerden bir tanesi. Hatta protokoller imzalandı iki ülke arasında. Süreç ilerlerken Azerbaycan devreye girdi ve toplumun
Türkiye’nin dış politikası üzerindeki etkisini burada gördük. Türkiye’ye Azerbaycan’dan
milletvekilleri geldi ve gazetelerde röportajlar verip televizyonlara çıktılar. Türkiye’nin
Ermenistan ile işbirliğine gitmesi Azerbaycan’ı çok zor durumda bırakır dediler. Türkiye’deki kamuoyunun gönül birliğinden de faydalandılar ve tepki yükseldi. Bu tepkiye
hükümet duyarsız kalamadı. Sonrasında o protokoller askıya alındı ve Başbakan da
son olarak “Karabağ sorunu çözülmeden Türkiye ile Ermenistan arasında bir işbirliği
olamaz’’ dedi.
İkinci bir örneği, Yunanistan konusunda verebiliriz. Kardak krizi ve Abdullah Öcalan’ın
yakalanmasından sonraki süreçle ilgili. Kardak krizi aslında gazetecilerin ülkelerin başına açtığı bir sorundu. İki ülke medyasının ülke ilişkilerine etkilerini bu örnekte çok
iyi görüyoruz. Birkaç metrekarelik bir kayalığa önce bir ülkenin gazetecisi çıktı bayrak
dikti, daha sonra diğer ülkenin gazetecisi aynı şeyi yaptı. Ardından askerler çıktı ve
neredeyse iki ülke savaşa giriyordu ki son anda durdurulabildi. Sonra Abdullah Öcalan
vakası yaşandı. Türkiye’nin en hassas olduğu konulardan birisidir. Ayrılıkçı örgütün lideri Suriye’ye kaçtıktan sonra birkaç ülkeye gitti ve en sonunda Yunanistan tarafından
Kenya’ya gönderildi. Bakanın da o dönemde ona eşlik ettiği biliniyor. Süreç öyle bir
süreçti ki gazeteler bu meseleyi büyütmediler. Yunanistan’ın bu süreçteki rolü üzerinde çok durmadılar ve zaten zor yürüyen ilişkiler o dönemde daha fazla yara almadı.
Sorumlu davrandılar. Belki de bugün Yunanistan ile Türkiye arasındaki o bahar havasının en önemli etkenlerinden birisi budur. Medya kuruluşlarının Türkiye ile Yunanistan
arasında oluşturdukları ortaklıkların da iki ülke ilişkilerine çok ciddi katkı sağladığını
söylemek gerekir. Bu tip platformlar ülkelerin gazeteciler vasıtasıyla birbirlerini anlamasına olanak sağlıyor. Daha çatışmacı bir dil kullanılmasının önüne geçiyor, diyelim
ve sözü konuklarımıza bırakalım. Sözü ilk olarak Hırvatistan’dan katılımcımız Sayın Indira Biscevic’e veriyorum.
SECOND DAY
SECOND SESSION
Yavuz OĞHAN
Hello, I am the news coordinator in CNN Turk. The subject of our session is Media Responsibility in Forging the
Future. 4 distinguished panelists are here with us today.
That is actually what we talk about most as a result of
the recent developments in Middle East. This new kind
of media has a huge impact on societies but traditional
media has still a similar effect upon societies and the policies of the politicians. The most obvious example we can
give about this is Armenia issue. As you all know Armenia
and Turkey have had serious problems. After the fall of
Soviet Union, the adoption of the genocide allegations by other countries has profoundly affected the relations. But the Presidents of Armenia and the Republic of
Turkey took some major steps a few years ago so as to normalize the relations and
that was actually a big risk. They did not know the media and the people would react.
The media, in that process, had a positive impact on the relations and stood by
the government and the president for a co-operation between Turkey and Armenia.
Azerbaijan, as you all know, is a country Turkey has close relations with. A protocol
was actually signed between the countries. When the process was on, Azerbaijan
stepped in and the people of Turkey were so influential on our foreign policy that representatives of Azerbaijan came to Turkey and made interviews with newspapers and
appeared on TV channels. They said that it would leave Azerbaijan in a tight spot if
Turkey co-operates with Armenia. They made use of the sentimental bonds between
two countries and then the reactions of the people began to change. The government could not turn deaf to these reactions and then the protocols were suspended
and the Prime Minister said that there would no co-operation between Turkey and
Armenia unless Armenia comes up with a solution about Nagorno-Karabakh. The
second example we can give is about Greece. It is about the process following the
Kardak crisis and the capture of Abdullah Ocalan. Kardak crisis was actually something that the journalists got the nations into trouble about. Some journalists landed
on a reef with a few square meter and then the journalists of other country arrived
and then the soldiers. We were almost on the brink of a new war.
Then the issue of Abdullah Ocalan broke out. That is one of the issues that Turkey is
most sensitive about. The leader of the separatist group flew to Syria first and then to
Greece which sent him to Kenya. It is known that a Greek Minister accompanied him.
It was such a process that the newspapers did not make a big deal out of it. They
were not really interested in the role of Greece in that process. They were responsible and sensitive to the issues. Perhaps, that is the most important element that
paves the way for this spring-like atmosphere between Turkey and Greece. We have
got to underline that the co-operations of the media from two sides have contributed
to the relations. This kind of forums enables us to get to know each other better and
put a stop to destructive use of language.
/ 189
190 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
Indıra BISCEVIC
Batı Balkanlar’da yeni bir politik zirveye ulaşıldığını düşünüyorum. Uzun yıllar süren
iletişim ve işbirliğinden yoksun süreçlerden sonra bölgede yeni bir yaklaşım ortaya
çıkıyor. Bölge liderlerinin birbiriyle yaptığı görüşmeler sonucunda ortaya yeni mesajlar
çıkıyor ve bölgenin iyi bir yolda ilerlediğine dair resmi açıklamalara geliyor. Hâlâ aşılması gereken engeller var. Bunlar sadece yıllardır çözüme kavuşturulamayan sorunlarla ilgili değil, aynı zamanda yakın geçmişe ait ve sürekli tekrar eden dalgalanmalar
da yaşanmaktadır. Bu noktada istikrarı sağlamanın hayati önem taşıdığı görülmektedir. Bu anlamda yapılabilecek en iyi şey uzlaşma yoluna gitmek, birlikte yaşamayı
öğrenmek ve bütün alanlarda diyalog halinde olmaktır.
Çoğu kez medya tarafından ortaya atılan önyargılar, yanlış anlamalara ve efsanelere
dayansa da bu sorunların çözümü, Avrupa değerleri ve standartlarının etrafında birleşerek sağlanmalıdır. Bunu yaparken de Batı Balkanlar’da hala mevcut olan bir paradoksu da halletmiş oluruz. Her ülkenin siyasetçileri toplumlarını AB’ye entegre etme
çabası içindeyken editoryal medya politikaları, AB değerlerine ve standartlarına uymayan değerler etrafında dönmektedir. Fakat genel olumlu havaya dönecek olursak;
çeşitli iç politika gündemleri, Lahey mahkemesinin verdiği kararlar, ön seçim gerilimi
veya seçim sonrası kutuplaşma nedeniyle sekteye uğrasa da bizler yine de bölgedeki
siyasi liderlerin alabileceği kararlarla bölgede yeni bir oluşuma gidilebileceği ümidini
kaybetmemeliyiz. Her bir ülkenin bireysel stratejik amaçlarını göz önüne alacak şekilde Batı Balkanların resmini çizmelilerdir. Medya da bu süreçte önemli bir rol oynamalıdır. Tarihin bizlere yüklediği bölgeyi daha ilerilere götürme yükümlülüğü bu süreci
daha da hayati hale getiriyor. Bugün karşımıza çıkan sorunlar aşılmalı ve bu olumlu tarafların geri dönüşümü sağlanmalı ve siyasi önlemlerle sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.
Tabii bu süreç medya, parlamento, sivil toplum kuruluşları ve iş dünyası tarafından da
desteklenmelidir. Medyada, Batı Balkanlar ve Güneydoğu Avrupa ile ilgili haberlerin
durumu son birkaç yıl içinde daha da iyiye gitmiştir. Fakat hala aşılması gereken pek
çok sorun bulunmaktadır. Medyanın çatışma yaratan araç olmaktansa insanlar arasında ve uluslararasında güven yaratan, hoşgörü sağlayan ve barış sağlayan araçlara
dönüşmesi süreci ilerleyerek devam etmektedir. Bu adımlar atılırken etnik prototip
örnekler ve tek taraflı habercilik hala görülebilmektedir. Zor bela yürüyen demokratik
gazetecilik genelde olumsuz bir güç olarak ortaya çıkıyor. Yarım yamalak doğrularla
veya eksik bilgilerle yazılan gazeteler veya yapılan yayınlar her yerde görülmektedir.
Kamuoyunun bir parçası olarak medya da demokratik ve profesyonel bir değişimden
geçmelidir. Bu nedenle hala çeşitli baskılara karşı güçlü durumda değildir.
Peki, bu geniş perspektifin kazanımları ve medya için zorlukları nelerdir? İlkinden
bahsedeyim: Özgürlüğü profesyonellikle dengelemek. İfade özgürlüğü demokratik
toplumları şekillendiren en vazgeçilmez öğelerden biridir. Fakat ifade özgürlüğünün
çeşitleri de beraberinde kendi sorumluluklarını taşımaktadır. Bu nedenle medya profesyonellerinin yaptıkları işlerde çok daha fazla sorumluluk, bağımsızlık ve yüksek ahlaki standartlar gerekir. Bağımsızlıklarını muhafaza etmek için medya, gazetecilik etiği-
SECOND DAY
SECOND SESSION
Indira BISCEVIC
I think we have reached to a new political climax in the
Western Balkans. After the long years of lacking in communication and co-operation, a new approach emerges
in the region. Some new messages emerge following the
meetings of the leaders in the region and there are some
official announcements pointing out that the region is
on the right track. There are still obstacles to overcome.
These are not only about the unsettled problems for year
but also about the ongoing fluctuation of the recent past.
It is a vital importance to assure stability at this point. The best thing to do in this regard would be reconciliation, learning how to live together and engaging in dialogue.
The solution to these problems should be found gathering around the European values and standards even though these problems are mostly based on prejudices,
misunderstandings and legends put forward by the media. Thus we could sort out
the paradox that still exists in Western Balkans.
The politicians of each country make effort to integrate their communities into EU
whereas editorial media policies are all about the values inappropriate to EU standards. However, if we get back to the general positive atmosphere, we should not
give up on our hopes for new developments in the region that could be possible with
the decisions political leaders will take. This process is interrupted by the verdict of
Hague court, pre-election tension or polarization following the elections. They have
to reshape the Western Balkans in a way to pay regard to the individual strategic
interests of all countries. The media plays a crucial role in this process. The responsibility of fostering the region on our shoulders makes this process more vital. We
need to overcome the current issues and assure political measures for the continuance of stability. This process should be encouraged by the media, the parliament,
non-governmental organizations and business world as well. The media continues
to turn into an instrument creating an environment of trust, tolerance and peace
amongst the people and the nations. We still come across with ethnically prototype
examples and unilateral journalism. The struggling democratic journalism appears to
be generally a negative power. Newspapers with incomplete facts or information or
the publications are all over the place. The media as well has to undergo a democratic
and professional change as a part of the public.
That is why it is not as strong as it should against the various pressures. So, what
are the advantages of this broad perspective and challenges for the media? Let me
talk about the first one: Balancing the freedom with professionalism. The freedom
of speech is one of indispensable elements shaping the democratic societies. The
types of freedom of speech bear responsibility of their own. This requires much more
of a responsibility, independence and a high level of moral standards for media professionals. The media should cherish to protect their independency and take responsibility for self-regulation. The journalism should be performed at the top level and
/ 191
192 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
ni üstün tutmalı ve öz düzenlemesi için sorumluluk almalıdır. Gazetecilik çok daha üst
seviyelerde yapılmalı ve devlet veya iş dünyasının hegemonyasından arındırılmalıdır.
Gazetecilik etiği ekonomik veya da siyasi güçlerden bağımsız kalınarak korkusuzca
doğru ve gerçek bilginin araştırılmasından geçer. Medyanın yüksek meslek standartları inşa etmesi de hayati önem taşımaktadır.
İkinci madde, perspektif oluşturmaktır. Burası tam da daha geniş bir siyasi içerik anlayışının hayati rol oynadığı noktadır. Bölgedeki savaş sonrası ve dönüşüm sonrası topluluklar genelde çağdışı ideolojide bırakılmaktadır. Bu insanlar komünist ideolojilerin
ulusal ideolojileri belirlediği ve bir kılavuz gördüğü, 1990’larda yaşananların da günümüz dünyasında değerler ve standartlar konusunda yarattığı kafa karışıklığı ortamında
yapayalnız kalıyorlar.
Üçüncü madde, kimlik oluşturmaktır. Medya, geçiş ve savaş süreçleri sonrasında yeni
ulusal kimlik oluşumu süreçlerinde güçlü bir araçtır. Bu anlamda olumlu bir rol oynamalı ve bu süreci Avrupa’ya doğru ilerletmelidirler. Bu kimliği oluştururken de tarihi
veya siyasi sebeplerle bunu karşı tarafın ya da topluluğun üzerine inşa etmemelidir.
Dördüncü madde: Klişelerden uzaklaşmaktır. Güneydoğu Avrupa halkları arasında
birbirini tanıma konusunda pek de ilgi yoktur. Hala yakın geçmişten ve savaşlardan
kaynaklanan klişe anlayışların devam ettiği görülmektedir. Kamuoyu sadece kendi
medyası tarafından bilgilendiriliyor ve bu medya kuruluşları da diğerleri ile ilgili haberler yapmıyor. Güney-Doğu Avrupa’daki medyanın, halklar arasında karşılıklı güven,
iletişim, diyalog, bölgenin iyi yerlere gelmesi ve hoşgörünün sağlanmasında hayati
bir rolü vardır.
Dördüncü madde, Avrupa değer ve standartlarını benimsemek. AB entegrasyonu,
Güney-Doğu Avrupa ülkeleri için stratejik bir amaçtır. Bu nedenle medya ve özellikle de kamuoyuna yayın yapan kurumlar, AB ile ilgili önyargıdan uzak ve doğru bilgi
sağlamakla ve bu konunun kamuoyunda tartışılmasını temin etmekle yükümlüdürler.
Çünkü bu bağlamda AB, bölgede gerçek bir barış ve uzlaşmanın sağlanması için büyük bir umuttur. Fakat pek çok Güney-Doğu Avrupa medyasında iç meseleler haber
gündeminin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. AB ile ilgili daha geniş perspektifleri
içeren haberler yeteri kadar anlatılmamaktadır. Yine devam etmekte olan ticarileşen
ve tabloidleşen gazetecilik bu eğilime de katkıda bulunmaktadır. Eğer gazeteciler işlerini iyi niyet ve açık fikirle yaparlarsa etnik, dini ve diğer gruplar arasındaki ilişkilerin
geliştirilmesi konusunda önemli roller oynayabilirler. Adil, doğru, anlayışlı ve derinlemesine yapılan habercilik, bu anlayışın geliştirilmesi, önyargıların giderilmesi ve zorlu
siyasi süreçlerin aşılması yolunda çok önemlidir. Teşekkür ederim.
SECOND DAY
SECOND SESSION
freed from the hegemony of the government and business world. The ethics of journalism are within reach if it is performed independent from economic and political
forces, without any fear and by investigating the true and genuine information. It is
also of major importance for the media to build up high level of vocational standards.
The second one is to develop a perspective. This is where a broader perception of
political content plays a vital role.
The communities of the region were left without any contemporary ideology following the war and the transformation in the region. These people are all on their own
in a confusion about the values and standards as a result of what happened in 1990s
when the communist ideologies defined the national ideology and served as a guideline. The third item is to develop an identity. The media is a major instrument in the
process of developing a new national identity following the transition and war periods. But it should not build this up on the other side or the community for historical
or political terms. The fourth item is to avoid clichés. People in South-Eastern Europe
are not really interested in getting to know each other. Clichés about the recent past
and the wars are still common. The public is informed only by its own media and
these media institutions do not report any news about the other countries. The media
in the South-Eastern Europe has a crucial role to play in promoting mutual trust, communication, dialogue, the development of the region and the tolerance. The fifth item
is to adopt European values and standards.
EU integration is a strategic goal for the countries in South-Eastern Europe. That is
why the media and the public broadcasting institutions bear responsibility to provide
unbiased and true information and make sure this issue is discussed in public since
EU is a great hope for a true peace and reconciliation in the region. However, the
domestic issues constitute a major part of the news agenda in the South-Eastern Europe media. There is no news sufficient enough to report broader perspectives about
the EU. Commercializing and tabloid journalism remain to contribute to this trend. If
the journalists do their part in good faith and open mind, then they can play major
roles in developing the relations amongst the ethnic, religious and other groups. Fair,
accurate, tolerant and comprehensive journalism is of great importance to develop
these perspectives, eliminate the prejudices and overcome the troublesome political
processes. Thank you very much.
/ 193
194 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
Enıka ABAZI
Bugün burada çok önemli sorunları tartışıyoruz. Özellikle de Balkanlar’ın yıllar boyu
içinde bulunduğu olaylardan sonra, artık barış sağlamanın zamanı gelmiştir ve bugün
bizler de burada medyanın güvenlik, barış ve istikrarı sağlama yolunda hangi rolleri
oynayabileceğine dair tartışmalar yapıyoruz. Tabi bunu yapmak da zor, çünkü söylenmesi gereken her şey söylendi. Yine de fikirlerimi açıklamak için birkaç örnekten
faydalanacağım. Özellikle de Balkanlarda demokrasinin tesis edilmesiyle beraber
dördüncü güç olarak medyanın oynadığı rol de hayati hale gelmiştir. Oy veren halk
neler olup bittiğini bilmelidir ve bu konuda medyanın bilgi verme anlamında önemli
bir görevi vardır. Fakat buradaki sorun medyanın siyasetin güdümü altında olmasıdır
çünkü siyasetçiler halktan oy istiyorlar ve bu nedenle de medyayı etki altında bırakmaya çalışıyorlar. Demokrasi dışında medya için önemli bir öğe de teknolojidir. Çünkü
hepinizin de bildiği üzere bir bilgi bir anda dünyanın her bir noktasına iletilebiliyor.
Artık medyanın çok çeşitli olduğu bir zamanda yaşıyorken komşularımızda neler olup
bittiğini de kısa süre içinde öğrenebilme şansına sahibiz. Bu anlamda bize yardımcı
olan sadece gazete yok. TV ve insanların birbiriyle haberleşmesini kolay hale getiren
internet var. Bu nedenle medyanın barış ve istikrar süreçlerinde rolü ile ilgili çok fazla
konuşmaya da gerek yoktur.
Bu konuda medyanın oynayabileceği iki rol olduğunu söyleyebiliriz. Bu rollerden biri
içerik üretimidir. Bu bağlamda medyanın kendi ülke politikasını veya başka ülkelerin politikasını şekillendirme durumunda olduğunu söyleyemeyiz. Bu nedenle bunun
beraberinde getireceği diğer etkileri de hesaba katmalıyız. CNN etkisini hepiniz duymuşsunuzdur. Tabi bu haberlerin doğru şekilde yapılıp yayınlanması hükümetlerin de
politikalarını değiştirmelerine neden olabiliyor. Bu anlamda Batılı ülkelerin seferber
olup nasıl insan hakları ihlalleri ile ilgili tavır aldığını biliyoruz. Medyanın Bosna’ya müdahaleyi nasıl tetiklediğini de gördük. Libya ve komşu ülkelerindeki olaylarda da gördüğümüz üzere medya yine hükümetlerin bu konuda kararlar almasını tetikleyen bir
araç olmuştur. Bu anlamda Balkanlarda neler yapılabilir konusu da önemlidir çünkü
bence Balkanlardaki temel problem medyanın içerik üretmesiyle ilgilidir. İnsanların
duygularına hitap etme ve onları bir yöne doğru yönlendirme adına çıkar gruplarına
veya genel anlamda siyasete hizmet ettiğini ve siyasi girişimlerin yanında bulunduğunu görüyoruz. Burada sadece medyayı suçlayamayız. Bu halka ulaşmanın da bir
yoluydu. Fakat bu bazen Balkanlar örneğinde olduğu gibi bizleri savaş noktasına kadar
getirebiliyor. Elbette burada siyasetçiler medya içeriklerinin üretilmesi sürecine dâhil
oluyor diyorsak medya için oynayacak pek bir rol de kalmıyor. Balkanlar’daki örnekler
hâlâ herkesin hafızasındadır. Fakat medyanın Balkanlar’da yapabileceği şeyler CNN
etkisi denen şeyi de şekillendirmektedir. Medya da bu bağlamda siyasi, ekonomik
ve kültürel bağlardan bağımsız hale getirilmelidir ve böylece de herkesin istediği özgür medya ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda medyayı etkileyen problemlerle ilgili pek
çok meslektaşım bir şeyler söyledi. Özellikle de siyasiler kendi siyasi amaçları uğruna
medyayı kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlar. Medya patronları da neyin gazetede
veya televizyonda yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verenin kendileri olmasını is-
SECOND DAY
SECOND SESSION
Enika ABAZI
We are discussing very important issues here today. It
is time for peace in the Balkans after all those years of
wars in the region and we are here today to discuss what
roles the media can play to assure security, peace and
stability. Of course, it it not an easy task since everything
that needs to be said has already been said. I would like
to benefit from some examples to share my perspective
though. Especially after the realization of the democratization process in the Balkans, the role of the media as a
fourth power became crucial. Voters should know what’s
going on and the media has a significant role to inform the public about this.
However, the problem is that the media is under the guidance of the politics since
politicians ask for votes from people and that is why they do their best to have an
influence over the media. Another important element for the media other than democracy is technology since as you all know that a little piece of information can be
forwarded to all around the world. We have a chance to get informed about what’s
going on in our neighboring countries as we live in an age where the media is quite
diversified. It is not just the newspaper to help us about this. TV and internet can
make it easier for people to communicate. It is even unnecessary to talk about the
role of media in peace and stability processes. We can say that there are 2 roles that
the media can play in this regard. One of these roles is content production. It is not
true that media has to shape the politics of its own country or the other countries. We
should take the consequences of this into account.
You must have heard the CNN effect before. Of course, if the news is correctly reported, then it paves way for governments to change their policies. In this regard,
we all know how the Western countries mobilized and took a stand against the violation of human rights. We also witnessed how the media triggered the operation to
Bosnia. As we have seen in upheavals in Libya or neighboring countries, the media
has been an instrument triggering the governments to take a decision about these
issues. In this respect, the matter of what could be done in the Balkans is also very
important since I think the problem in the Balkans is not about content production.
It is obvious that special interest groups stand by the political initiatives just to steer
people to a certain direction. We can not blame only the media here. It was a way to
reach to the people as well. However, this could bring us to the brink of a war just
like it did in the Balkans. If the politicians take part in the process of content production, then the media has not a role to play. What happened in the Balkans is still in
our minds. What media can do in the Balkans also shapes what we call CNN effect.
The media should be freed from political, economic and cultural bonds and thus it
would pave the way for an independent media that everyone wish for. Many of my
colleagues said something about the problems affecting the media. Particularly the
/ 195
196 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
tiyor. Fakat burada önemli konulardan biri de kültürdür. Gazetecilerin de kendilerini
kültürel önyargılardan sıyırması da o kadar kolay değil. Kendi algılarının dışına çıkmak
ve dünyaya başka gözlerle bakabilmek hep zor olmuştur. Balkanlarda devam eden süreçlerle birlikte bu imkânsız bir şey değildir. Ben burada sadece tartışmanın iki tarafını
anlatmaya çalışıyorum. Bir taraf medyanın çok değişmediğini, sadece mobilize hale
geldiğini iddia ederken diğer taraf da değiştiğini söylüyor. Slovenya örneğine baktığımda; siyasetçilerin medya tarafından zorlanırlarsa politikalarını değiştirebildiklerini
görüyorum.
Belki Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz sınırı konusunu duymuşsunuzdur.
Parlamentoda oylanmadan önce kabul edilmiş ve imzalanmış bir anlaşma var ortada. Fakat konu medyaya taşındı ve derinlemesine tartışıldı. Sonra konu Anayasa
Mahkemesi’ne sunuldu ve bu anlaşma geri çevrildi. Fakat tekrar müzakere edilmesi
yönünde karar alındı. Bu örnekte de barış yolunda adımlar atılmasında basının ne kadar etkili bir güç olduğunu görebiliyoruz. Arnavutluk açısından bakacak olursak onların
çok da hevesli olduklarını göremiyoruz çünkü anlaşma sonunda Yunanistan bir kısım
Arnavutluk toprağının sahibi oluyordu. Fakat Yunanistan açısından bakacak olursak,
imza altına alınan bir anlaşmanın veto edilmesi memnun edici değildi, fakat bunun
için her iki ülke parlamentosundan da geçmesi gerekiyordu. Konu Arnavutluk’ta kapsamlıca tartışılsa da, sonunda karşı taraf alınan sonuçtan memnun değildi. Siyasi seviyedeki diyalog ve Arnavutluk halkının yaptığı baskılar medyanın seferber edilmesinin
ardından sonuç veriyordu. Umarız iki ülkenin başını ileride de ağrıtmayacak bir çözüm
noktasına ulaşılır. Bazen eski alışkanlıklar ve önyargılar ön plana çıkabiliyor ve bunlar
da ikili görüşmelerde bazı sorunların gün yüzüne çıkmasını sağlayıp var olan sorunların bu yönde ilerlemesine neden oluyor. Sanırım bu, medyanın sadece işini yapıp
siyasi güçler üzerinde baskı kurarak da bir şeyleri değiştirebileceğine verebileceğimiz
bir örnektir. Bu noktada hangi bakış açısıyla baktığınız da çok önemlidir. Fakat bu anlaşmaları yapıp meseleleri çözecek diyalogları ortaya koyması gereken medya değil
siyasetçilerdir.
Medyanın etki alanlarından bahsederken diğer ülkelerdeki durumlarla da karşılaştırma yapabiliriz. Balkanlar özellikle de komünist rejim görmüş ülkeler çok uzun geçiş
süreçleri yaşamıştır. Elbette araştırmacı gazetecilik ile ilgili de öğrenmeleri gereken
çok şey var. Burada medyanın bu süreçte yaşadığı yurtdışına gazeteci göndermek
gibi problemlerden bahsetmek istemiyorum çünkü önceki oturumlarda pek çok meslektaşım bunlara değinmişti. Bu forum sayesinde de birbirimizle ilgili algılarımızı ve
önyargılarımızı bir kenara bırakarak zihnimizi boşaltıp farklı düşüncelerden beslenebilmeyi sağlayacağız. Bunların önemli olduğunu düşünüyorum çünkü buradaki insanların çoğu gazeteci ve umarım ülkelerine döndüklerinde burada öne sürülen görüşleri
oralara aktaracaklardır.
Oturumları dinlerken gözlemlediğim bir nokta da birçok insanın yeni fikirlere çok açık
olduğu ve kendilerini bu önyargılardan sıyırdıkları şeklindeydi. Fakat burada sorun,
halka ulaşabilmektir. AB ile de vizeleri serbest bırakma ile ilgili anlaşmaya vardık ama
bizim de bölgede vize ile problemlerimiz var. Sahip olduğumuz pasaportla dilediğimiz-
SECOND DAY
SECOND SESSION
politicians try to make many colleagues to take their sides for their own interest. The
media bosses want to be the one who decides what’s going to be printed or broadcasted in the newspaper or TV. However, culture is one of the important issues here.
It is not easy for journalists to get rid of the cultural prejudices. It has always been
difficult for them to get rid of their own perceptions and take a different perspective. This is not something impossible thanks to the process that is ongoing in the
Balkans. I just try to clarify the two sides of the discussion. One side thinks that the
media has not changed at all and it just became mobilized as the other side argues
that it really has. I can see that the politicians have to change their politics when they
are pressured just like in Slovenia. Perhaps, you have heard the issue of overseas between Albania and Greece. There is an agreement which was signed without getting
voted in the parliament. However, the issue was all over the media and thoroughly
discussed. Then they took it to the constitutional court and the agreement was then
returned. But it was decided that the agreement should have been negotiated again.
We can see how influential the media is to take a step for the peace. It is not possible
to say that Albanians are that thrilled about this either since the Greece was going to
take the possession of some of the Albanian lands. The Greeks were not happy that
the agreement, which had already been signed, was vetoed but the agreement was
supposed to be approved by the parliament.
The dialogue in political level and the pressure of Albanian people produced results
following the mobilization of the media. We hope that we can reach to a solution
that would not give trouble to two countries ever again. Sometimes, old habits and
prejudices can come to fore front and this paves the way for some problems to come
to the light. I think this is an example of what we can change just doing our job and
putting pressure on politicians. But it is the politicians, not the journalists who should
make these deals and develop dialogues to find a solution to these issues. We can
compare it with what’s going on in the countries if we talk about the media impact.
The Balkans particularly the countries with a past of communist regimes underwent
a rather long periods of transition. I do not want to talk about the problems of sending journalists abroad since many of my colleagues have already talked about it. This
forum will enable us to eliminate our prejudices and perceptions about each other,
flush our memories and feed from different perspectives. I believe this is important
since many people here today are journalists and I hope they are going to tell people
back home what’s discussed here today when they are back in their countries. One
of things that I observed in the sessions is that many peopl are open to new ideas
and they are able to get rid of these prejudices.
However, the problem is to reach out to the people. We have agreed with EU over
the visas but we have some problems about visa in the region as well. We can not
just go and travel with the passport we have. We can go to Europe but we still can
not go to Serbia or Croatia even though the negotiations are still under way. We work
really hard to eliminate these problems. Before concluding my words, I would like
to say a thing or two about what the media reports about. The political news in our
/ 197
198 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
ce seyahat edemiyoruz. Avrupa’ya gidebiliyoruz fakat müzakereler hala devam ediyor
olsa da Sırbistan’a veya Hırvatistan’a gidemiyoruz. Bu engelleri ortadan kaldırmak için
çok sıkı çalışıyoruz. Medya da bunun için girişimde bulunabiliyor. Sözlerime son vermeden önce medyanın haber yapacağı şeylerle ile ilgili söylemek istediğim şey şudur:
Gazetelerimizde politika haberlerine baktığımız zaman dış siyasetle çok az ilişkisi olduğunu görebilirsiniz. Ya da Arnavutluk medyasının yazdığı şeyleri haklı çıkarma çabası
içine girince yabancı kaynaklara başvurduğunu görüyoruz. Fakat komşu ülkelerde ne
olup bittiğiyle ilgili pek bir haber göremiyorsunuz. Aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum fakat komşuda neler oluyor pek bilmiyorsunuz ve oraya gittiğinizde pek çok ortak
noktanız ve benzerlikleriniz olduğunu görüyorsunuz. Ülkeler arasında birlik ve beraberlik yaratmak yerine bazı Balkan ülkeleri bunları AB ile geliştirme yolunu seçiyorlar.
Bunun için anlaşma rakamlarına bakmak yeterli olacaktır. Diğer ülkelerin dezavantajlı
durumda olduğunu görüyoruz. Aslında birbirimize ne kadar benziyoruz. Fakat bu ilişkiler siyaset, ekonomi ve kültür alanlarına yayılmazsa bu durumda halkı bilgilendirmesi
gerekir dediğimiz medyanın da halka sunacak fazla bir şeyi kalmıyor. Fakat fikirler
ve haberler sunarak bazı şeyleri başarabilecek olan medyayı aynı zamanda toplumu
özgürleştirici bir araç olarak görüyorsak o zaman medyayı farklı siyasi oluşumlara da
dâhil etmeliyiz. Bu tür eylemler de ülkeler arasında işbirliği köprülerinin kurulmasını
sağlayacaktır. Burada entegrasyon teorisi ve modellerine girmek istemiyorum. Bunlar elbette medyanın çözeceği problemler değildir. Fakat medya siyasi aktörler, ekonomik sektörler ve kültürleri paylaşma noktasında işbirliği yapabilecek konumdadır.
Karşı tarafı bütün farklılıklarıyla, sorunlarıyla anlamaya çalışarak ve bu farklılıkların bir
çatışma kaynağı değil zenginlik kaynağı olduğunu benimseyerek görevini yapabilir.
Benim kanaatime göre, AB’nin çeşitlilikte birleşen politikalarını örnek alması gereken
Balkanlardır. Bu çeşitliliklerin sayısının da çok olduğunu düşünmüyorum. Tüm bunlar
barışçıl ve refah içinde bir gelecekte hepimizi bir araya getirecektir. Söyleyeceklerim
aşağı yukarı bunlardan oluşuyor. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
Erol RIZAOV
Sayın meslektaşlarım, ben Makedonya’dan geliyorum. Bu önemli toplantıya katıldığım için de çok memnunum. 35 senedir gazetecilikle uğraşıyorum. Birinci günün konuşmalarından biraz korktum. Çok sıcak ve iyimser mesajlar gönderdik, ama günlük
hayatta işler öyle görünmüyor. Ben yıllarca büyük bir devlet gazetesinde başyazarlık yaptım. Sonra demokrasi geldi ve kendi gazetemin kurucusu oldum ve her gün
aynı problemlerle uğraşmaya devam ediyorum. Ben buraya bir yazı gönderdim, kendi
memleketimden bir örnek içeren. Çünkü Türkçem yetersiz, meslekdaşım Azizoğlu’dan
rica ettim benim yerime okusun diye. Buyurun Sayın Azizoğlu.
Gazeteciler nasıl hain oluyorlar? İnsanların ezici çoğunluğu düşünmemektedir. Düşünenler hiçbir zaman ezici çoğunluk olamıyor. Buna göre hangi tarafa layıksın, kararını ver. Eğer kararsızsanız o zaman varın bitkisel bir hayat yaşayın, diyor Elif Şafak.
Bursa’da yapılan ve bugüne kadar Balkan gazeteciliğinin en büyük toplantısına katıl-
SECOND DAY
SECOND SESSION
newspapers is not really about foreign policy. We see that the Albanian media refers
to foreign sources when they try to justify what they write. But you can not see any
news about what’s going on in the neighboring countries. I do not want to repeat the
same things but you do not know what’s going on in the neighboring country and you
realize you have so much in common when you go visit these places. Some of the
Balkan countries prefer to engage with EU instead of developing unity and solidarity
among the countries. It would be enough to take a look at figures in the agreement.
We know that other countries are disadvantageous. We are so much alike. But the
media has got nothing to offer to the public if these relations are not expanded to
politics, economy and culture. If we regard the media as a liberating instrument of
the society, then we need to incorporate the media into different political structures.
These actions will lead to building a co-operation bridge among the countries. I do
not want to touch upon integration theory and models. These are the issues that
would not be handled by the media. However, the media can co-operate with political actors, economic sectors and sharing the cultures. The media can do its part by
trying to understand the other side with all its differences and problems and adopting
that these differences are actually a source of wealth, not a conflict. I think it is the
Balkans that needs to follow the steps of EU policies centered on diversity. And I do
not think these diversities are so much. This will lead us to a peaceful and prosperous
future. This is pretty much what I have wanted to say. Thank you for your attention.
Erol RIZAOV
Distinguished colleagues, I am from Macedonia. I would
like to express my gratitude to take part in this meeting.
I have been a journalist for 35 years. I was actually afraid
of what I heard the other day. We have delivered warm
and optimistic messages but that is not the case in daily
life. I was a lead writer in a major public newspaper for
years. Then the democracy has arrived and I became the
founder of my own newspaper and I stil keep having the
same problems each and every day. Since my Turkish is not good enough, I asked
my friend, Mr. Aziz to read my presentation aloud.
How can a journalist be a traitor? The majority of people does not really think at all.
Thinking people have been the majority. So you should decide which side to take.
If you hesitate, then you will have a persistent vegetative state says Elif Şafak. The
only reason why I decided to take part in this meeting is to share the results of my
research. How can professional journalists and writers in the Balkans be a traitor?
I have seen this both in my country and other Balkan countries. I am one of those
enemies as well. I have been labeled as an enemy of Macedonia by the government
and supporting colleagues. This reference that I excerpted from the book called the
Bastard of Istanbul by Elif Şafak answers the question why we are regarded as an en-
/ 199
200 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
mamın tek nedeni esas soruna yanıt bulmak için uzun yıllar yapmış olduğum çalışmalardan elde ettiğim sonuçları sizinle burada paylaşmaktır. Nasıl oluyor da Balkanlar’da
çalışan profesyonel gazeteciler ve yazarlar kendi vatandaşlarının hainleri ve düşmanları olabiliyorlar? Ben hem kendi ülkemde hem de diğer Balkan ülkelerinde bunu gördüm. Yanlış anlaşılmasın ama ben de o düşmanlardan biriyim. Hükûmet ve onu savunan meslektaşlarımız tarafından çoktandır Makedonya Cumhuriyeti’nin düşmanı ilan
edilmiş bulunuyorum. Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” kitabından aldığım bu alıntı, bizi hain
ve düşman olmaya iten neden sorusuna bir yanıt vermektedir. Elif Şafak’a ve gazeteciliğin kutsal kurallarına göre, her şeyden önce düşünebilen bir varlık olarak insanlık
aidiyetimizden dolayı biz, halklarımızın ve vatanlarımızın hainleri ve düşmanları olarak
düşünmeyi tercih etmişizdir. Daha da kötüsü düşüncelerimizi ulu orta beyan etmeyi
seçmişizdir ki bu Balkanlar’da affedilmeyen bir günah sayılır. Osmanlılardan ortak miras olarak kalan Balkanlar’ın bir oryantal mutfağa sahip olduğunu biliyorum. Buna göre
nasıl bir sos ya da çorba içinde kavrulduğumuzu daha kolay anlayabilirsiniz. Şu veya
bu şekilde hepimiz bu çorbanın içerisindeyiz.
Genelde hain olmanın en kısa yolu, siyasilerin kendi iktidarını bina ettikleri en acil
sorunlar hakkında fikir yürütmek ve bu konuda araştırma yapmaktan geçer. İkinci bir
yolu da, paranın peşinden koşmaktır. Siz düşünmeyen ezici bir çoğunluk olmayı tercih
ediyorsanız başkalarının düşündükleri gibi yazmaya başlarsınız. Tercihinizi iktidardan
yana koyarsınız ve ertesi gün büyük bir üne sahip bir gazeteci olursunuz. Saygı gören
ve iyi kazanan bir gazeteci konumuna gelirsiniz, çalıştığınız medya organı ise devlet
ve özel kurumlar tarafından reklam yağmuruna tutulur. Bununla da kalmayacaksınız.
Hükûmete yakın özel şirketler size reklam yağdıracak, hükümet ise, icraatlarının reklamını sizin medyanızda yapacaktır. Sık sık devlet TV programlarına konuk olarak katılacaksınız ve sizinle hükümet yanlısı televizyonlar önemli röportajlar yapacak ve pek
çok devlet ödülü alacaksınızdır. Bütün bunların karşılığında ise, beyninizde küçük bir
unutkanlık istenir. Beyninizi bir anlığına rahat bırakmanız ve düşünmemeniz gerekecektir. Daha somut bir ifadeyle başbakanın düşündüğü gibi düşünmeniz ve yazmanız
gerekecektir. Bu günümüzde hiç zor olmasa gerek. Balkanlar’daki başbakanlarımız
hiç olmazsa kendi yayın borazanları üzerinden günde en az elli defa ne yaptıklarını,
ne düşündüklerini ve hepimizin iyiliğini ne kadar düşündüklerini bize beyan etmeden
yapamazlar. İşte o hiç düşünmeyenler de çok güzel kabul görmektedir. İşin aslı, yazdığınız yazılarda başbakanınızın o parlak fikirlerinden sadece bazılarına yer vermeniz
yeterlidir. Özenle seçeceğiniz alıntılarla hükûmetin yaptığı son hamlelere hayranlık
gösterecek ve artık pişmiş bir uzman ve analitik yazar olarak ilan edileceksiniz. Ancak şunu da ihmal etmemelisiniz: Kılıcınızı çıkararak kendi kafasıyla düşünen birkaç
meslektaşınızın ve birkaç insanın kellesini alacaksınız. Buna mukabil hizmet sunmuş
olacak ve vatanın yeniden doğuşunda yorulmaz bir nefer olarak ilan edileceksiniz.
Vatanseverlerden yana değilseniz o zaman siz vatan hainisiniz demektir. Gazete ve Internette yazacağınız yazılarla hükümeti ve başbakan hazretlerini rahatsız etmiş olursanız o zaman kamuoyunda düşman, muhbir, ahlaksız, dinsiz, onursuz ve rüşvet alan biri
olarak ilan edilme riskini de göze almanız gerekecektir. Eğer iktidarı rahatsız etmeye
devam ederseniz kendinizi ceza evinde bulacak ve medya organınız da kapatılacaktır.
SECOND DAY
SECOND SESSION
emy and traitor. I adopted the role of traitor and enemy of our nations and people as
a person who can actually think in compliance with sacred principles of journalism.
More importantly, we choose to speak our minds even though it is an unforgivable
sin in the Balkans. Inherited from the Ottoman Empire, the Balkans has an oriental
kitchen. You can easily understand in what kind of sauce and soup we are getting
boiled in. We are all in this together. The shortest way to become a traitor is usually
brainstorming about the problems the political powers have built and investigating
about these issues. The second shortest way is through being after money. If you
choose to take side with the ones with no ability to think, then you will be a journalist
with a huge fame sooner or later. You would turn out to be journalists substantially
respected and making lots of money. The company you work for would be flooded
with the commercials by the public and private companies.
That is not enough. You will appear in tv programs as a guest speaker and progovernment TV channels would make interviews with you. All they ask in return is a
moment of amnesia. You just will have to let it go and never think about it. You will
have to think and write just the way Prime Minister thinks and writes. It is really easy
to do in today’s world. The Prime Ministers in the Balkans can not help themselves
appearing 50 times in their own media organs and tell people what they think and
how they protect our interests. It is enough to save a room for those brilliant ideas of
the Prime Minister in your column. You will revere the endeavors of the governments
and then they will call you an expert writer. If you do not stand by the patriotics, then
they will call you traitors. If you give trouble to Prime Minister and the government
with what you write in newspaper and the internet, then you will take the risk of being labeled as an enemy, rat, immoral, irreligious and dishonorable in the public eye.
If you keep discomforting the government, then you will end up in a prison or your
newspaper will be closed. Now, you choose what side you want to take.
How does it work in Macedonia? Most of the people here today already know that the
biggest problem of the Macedonia is currently the name issue. Greece, our neighbor
in south, calls this name as its own and suggests that it would threaten the national
interest of Greece if we, as Macedonians, use this name. Joining the federation along
with the other republics of Yugoslavia in 1944, the Republic of Macedonia is the only
state that bears this name for 67 years now. Macedonia peacefully declared its independence without firing a single shot or any casualties. Since then, Greece has been
suggesting that bearing this name threatens the regional stability and the national interest of Greeks. The world laughs at their ridiculous and so-called arguments about
the so-called threats of a relatively small country. Greek politicians requested for
an addition of expression to the geographic name of Macedonia and that would be
Ergam Omnes. That is, according to the Greeks, the name Macedonians should use
both at home and in the world. They ask people of Macedonia to change their identity cards. They call our national identity and the language we use ‘’inconvenient.’’
These policies and pressures from the Greek side really irritate people of Macedonia.
Macedonian politicians, on the other hand, suggest that Greeks try to own the prop-
/ 201
202 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
Şimdi seçeceğiniz tarafa siz karar verin. Bu işler Makedonya Cumhuriyeti’nde nasıl
yürüyor? Burada bulunanların çoğu Makedonya’nın en büyük derdinin isim sorunu
olduğunu bilir. Güneydeki komşumuz Yunanistan, bu ismi kendi malı olarak ve kuzeydeki komşusunun bu ismi kullanması durumunda Yunanistan’ın ulusal çıkarlarını
tehdit edeceği şeklinde algılamaktadır. 1944 yılında Yugoslavya’nın diğer cumhuriyetleriyle federasyona katılan Makedonya Cumhuriyeti bu ismi 67 yıldır taşıyan tek
devlettir. Makedonya tek bir kurşun atmadan, insan kaybetmeden, barışçıl bir yoldan hareket ederek bağımsızlığını ilan etmiş ve o günden bu yana Yunan siyasileri
Makedonya’nın bu ismi kullanmasının bölgenin istikrarı ve Yunan çıkarları açısından
büyük bir tehdit oluşturduğunu ilan etmeye başlamıştır. Dünya, Yunanların bu saçmalamalarına ve sözde kuzeyde küçük bir devlet büyük bir tehdit oluşturuyor iddialarına
gülüyor ve Yunan siyasilerinin Makedonya’nın coğrafi ismine bir ibare daha eklemesini ve bunun üzerine şekillenecek olan ismin Erga Omnes olmasını talep etmektedir.
Yunanlara göre, Makedonya bu değişik ismi hem içeride hem dışarıda kullanmalıdır.
Makedon vatandaşlarından da kimliklerini değiştirmelerini talep etmektedir. Yunan
siyasileri 21. yüzyılın ilk yıllarında Makedonya halkının milli kimliğini ve kullandığı dili
sakıncalı görerek kullanmamasını istemektedir. Yunan tarafından bu politika ve baskılar Makedonya vatandaşlarında büyük bir rahatsızlık yaratmıştır. Makedonya siyasileri de Yunanistan’ın 200 yıldır antik çağ tarihini hep kendine mal ettiğini, buna benzer şekilde şanlı geçmişlerini arama siyasetini teşvik etmeye başlamışlardır. Oysaki
Yunanlar kendi devletlerine ancak 200 yıl önce kavuşmuştur. Yani, Makedonya’dan
sadece 100 yıl önce kendi devletine kavuşmuştur. Maalesef Yunanistan’ın bu tutumu, Makedonya’da mantıksız bir tepkiye yol açmıştır. Makedonlar geçmişe dönerek
Büyük İskender’i, II. Filipos gibi iki antik çarını kendilerine müttefik etmeye çalışmışlardır. Ülkede birçok caddenin, sokağın ve stadın isimleri değiştirilerek antik isimlerle adlandırılmaya başlanmıştır. Meydanlarda antik çağa ait kahramanların, aslanların
heykelleri dikilmeye başlanmış ve ülke mimarisi yeni antik boyutlar ve tarz kazanmaya
başlamıştır. Siyasilerce desteklenen bu politikalar, Yunanistan’ın bugün 3 ülkeye yayılmış olan Makedonya antik bölgesini ve bütün antik dönemindeki tarihi ve kültürünü
üstlenmesine neden olmuş ve Yunanistan’ın oyunlarıyla Makedonya’ya karşı duyulan
sempatide azalma olmuştur. Büyük İskender’in Yunan veya Makedon olduğunu düşünüyorum. Tıpkı bugün Ceasar’ın İtalyan olduğu kadar, Ramses’in Arap olduğu kadar o
da Yunan veya Makedondur.
Aslında Makedonya’nın önüne çıkartılan bu sorun konusunda 20 yıldır BM nezdinde
müzakereler yürütülmektedir. Bu sorun başladığında henüz 40’ına merdiven dayamış
ve 15 senelik genç bir gazeteciydim. O zaman New York’ta BM merkezinde o zamanki
gazeteme Makedonya’nın FYROM ismiyle BM örgütüne kabul edildiğini haber olarak
geçmiştim. Çok yakında emekli olacağım. Yugoslavya uzun zaman önce tarih oldu
ama o gülünç eski Yugoslavya Cumhuriyeti ibaresi Makedon inadı, Yunan milliyetçiliği
ve dünya ayıbı yüzünden hala masada durmaktadır. İsim konusundaki bu savaş Yunan
ve Makedon siyasilerin ülkeyi kötü yönettikleri ve ekonomik politikaları yüzünden iktidardan düşmemek için her iki tarafa hoş gelmektedir. Düşünmeyi ve yazmayı tercih
ettiğim için Makedonya’daki birkaç gazeteciyle birlikte siyasilerimizin daha pragmatik
SECOND DAY
SECOND SESSION
erty of 200 years of ancient age. However, the Greeks met their own state only 200
years ago. It is only 100 years before than Macedonia. Unfortunately, the attitudes
of Greece paved way for irrational reactions in Macedonia. Macedonians have made
effort to call Alexander the Great and Philip II as their allies. They begin to name the
streets, avenues and stadiums after these ancient names. They sculpture ancient
age heroes in the squares. I think Alexander the Great is either a Greek or a Macedonian just like Julius Ceasar is Italian and Ramses is! We keep negotiating with UN for
20 years now about this issue wheeled out before Macedonia every chance they get.
I was 40 years old when this issue emerged and I was in the industry for 15 years. I
was the one who reported the news about the accession of Macedonia to UN under
the name of FYROM. I am going to retire soon.
Yugoslavia is long gone now but that ridiculous obstinance for adding the expression of ‘’the Republic of former Yugoslavia’’ to the name is still on the table due to
Greek nationalism and a shame of the world. I was immediately called a traitor since
I choose to think and write about how our politicians should be more pragmatic and
brave and come to agreement with their Greek colleagues, protect the interests of
people in Macedonia and enable us to be a member of EU and NATO. That is the
shortest way to become a public enemy in Macedonia. I am sure people here today
from Greece, Turkey, Bulgaria, Albania, Serbia and other Balkan countries know exactly what I am talking about. So, how will this issue come to an end? We, the traitors, think it will come to an end with reconciliation. Patriots will remain as patriots
but this time they will remain as patriots who let others change the name of the
country. The traitors will remain as traitors in the public eye. We have always took
side not by the majority. There is a price to pay for this all around the world. The price
of if, however, is a heavy one in the Balkans.
/ 203
204 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
ve daha cesur olmaları gerektiğini, Yunan meslektaşlarıyla bu konuda bir uzlaşma
sağlayarak Makedonya vatandaşlarının çıkarlarını ve perspektiflerini gördükleri, AB
ve NATO üyesi olmasını sağlamaları gerektiğini düşündüğümüz için yıldırım hızıyla
düşman ilan edildik. Bu da Makedonya’da düşman olmanın en kısa yoludur. Eminim
burada Yunanistan, Türkiye, Bulgaristan, Arnavutluk, Sırbistan ve diğer Balkan ülkelerinde de nasıl düşman olunacağı biliniyordur. Sonunda bu konu nasıl sona erecektir?
Biz düşmanların önerdiği uzlaşma ile sona erecektir. Vatanseverler yine vatansever
olacak ama bu sefer ülkelerinin ismini değiştirmiş vatanseverler olarak kalacaklardır.
Vatan hainleri ise, insanların toplu hafızlarında vatan hainleri olarak kalacaktır. Biz her
zaman çoğunlukta olmayanlardan yana tercihimizi kullandık. Dünyanın her tarafında
bunun bir bedeli vardır. Ancak bunun bedeli Balkanlarda ne yazık ki çok acıdır.
Yavuz OĞHAN
Erol Bey’in içten ve isyankâr konuşmasını dinledik. Hainlik aslında Türkiye’de de
80’lerde ve 90’larda çok kullanılan bir sözcüktü. Ondan sonra bu işler bitti. Bizler de
burada gazetecilerin tutuklanmasından son derece rahatsızlık duyuyoruz. Ama gazeteciler hep muhalif ve bazen de siyasi iktidarlarla veya yargının resmi politikalarıyla
karşı karşıya gelebiliyorlar. Şu anda Türkiye’de de iki gazetecinin çok haksız yere tutuklandığına ilişkin genel bir kanı olduğunu söyleyebiliriz. Sözü şimdi de Sırbistan’dan
Bosko Jaksic’e veriyorum.
Bosko JAKSIC
Öncelikle buraya beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Oturumun sonlarına
yaklaştığımızın farkındayım. Söyleyeceklerim daha önce söylenmemiş şeyler değil,
fakat kapanış oturumundakilere yeni gelebilecek şeyler olabilir. Demir Perde’nin inmesinden sonra Balkanlar kendini gazete ve elektronik medyanın körüklediği ateşin
ortasında buldu. Yaklaşık 20 yıl sonra doğruyu ortaya koymak, ortak bir anlayışta buluşmak ve Güney Doğu Avrupa’daki kültürleri geliştirmek bölgede hem demokrasinin
kurulmasına ön ayak oldu, hem de bölgedeki etnik gruplar arasında uzlaşma sağlanmasına olanak sağladı. Fakat maalesef, bugün bile Balkan halkları hâlâ Avrupa’nın
arka bahçesi olarak görülüyor. Bu Balkanlaştırma damgasının altında bir hayat sürdürüyoruz. Sürekli sorunlara neden olan ve savaşın eksik olmadığı bir bölge olarak görülmekteyiz. Peki, bu nasıl oluyor? Medya neden bu gerilimi artırıyor? Neden bu kadar
çok kültürel diyalog eksikliği hissediyoruz? Neden uzlaşmalar vatan hainliği olarak görülüyor? Bugün yeni nesil içerisinde bile neden hala klişeler ve önyargılar var olmaya
devam ediyor? Aşırı milliyetçilik, köktencilik ve hayatın her alanında aşırıcılık neden
hala devam ediyor? Balkanlar’da durum hala çözüme kavuşturulabilmiş değil. Bölge,
gereken istikrara, demokratik gücüne ve kurumlarını geliştirme noktasına ulaşamadı.
Balkanlar’daki bir kısım medya 90’lı yıllarda bu çatışmalara zemin hazırlamıştır. Barış
ve uzlaşmanın sağlanmasında eleştirisel analizler, işlenen suçların gün yüzüne çıkarıl-
SECOND DAY
SECOND SESSION
Yavuz OĞHAN
Treason was a frequently used word in Turkey in 1980s and 1990s. It was then over.
We are extremely concerned about the arrests of the journalists as well. Journalists,
however, face off against the opposition and political powers or the official policies
of the judiciary. There is a general opinion in Turkey right now pertaining to the undeservedly arrests of particularly 2 journalists. I would like to now give the floor to Mr.
Bosko Yaksic, Forein Policy Editor of the daily Politika in Serbia.
Bosko JAKSIC
First of all, I would like to thank you for inviting me here. I
know that we are close to the end of the session. What I
am going to say is not something no one said before but
it might be new to those in the closing session. After the
fall of Iron Curtain, the Balkans found herself in a fire that
the newspapers and electronic media were exacerbating.
After almost 20 years telling the truth, meeting in a common perception and enriching cultures in South-East Europe paved the way not only
for the foundation of the democracy in the region but also for reconciliation of the
ethnic groups. However, the Balkans unfortunately is still regarded as the backyard
of the Europe. We lead a life under the stigma of this balkanization. We are regarded
as a region with constant trouble and never-ending wars. So, why does the media
increase the tension? Why do we feel the lack of cultural dialogue? Why are reconciliations regarded as treason? Why do prejudices and clichés remain to exist even
in a new generation? Why do ultranationalism, fundamentalism and extremism not
cease to exist?
It is still an unresolved situation in the Balkans. The region could not reach to the
point of stability, democratic power and the development of the institutions. Some
media groups in the Balkans paved the way these efforts in 1990s. There are major
roles to play for them in providing critical analysis and unearthing the committed
crimes for peace and reconciliation. All the parties are obliged to come together,
create an environment of tolerance and develop good neighboring relations among
the people of the region for the innocent victims of the war. Since the Bosnian war
in 1995, there has been lots of arguments about the reconciliation. Major experts act
like the reconciliation is a rocket science.
The media has to redefine its role when the political structure of the region is changing
and the new values and objectives surfaced by the recent past present themselves.
The social and political conditions have never been easy in our region. However,
peace might be possible in the Balkans as well and there is a hope of reconciliation
among the countries which once fought each other. We have to admit that there are
/ 205
206 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
ması gibi oynamaları gereken çok önemli roller bulunmaktadır. Savaşın masum mağdurları ve kültürel bir saygı ortamı meydana getirmek için tüm taraflar bir araya gelip
güven, hoşgörü ortamı oluşturmak ve bölge insanı arasında güzel komşuluk ilişkileri
kurmakla yükümlüdür. 1995’teki Bosna Savaşı’ndan bu yana uzlaşma ile ilgili pek çok
tartışma yapıldı. Bunlardan ilki de; sözlükte karşılığı anlaşma, bir konu üzerinde mutabakata varma olan uzlaşma denen kavram, sanki bir roket bilimiymiş gibi önemli
uzmanların bu konuda büyük paralar harcamasıdır.
Bölgenin siyasi yapısı değişirken ve yakın geçmişin ortaya çıkardığı yeni değerler ve
hedefler ortadayken medyanın da üzerine düşen görevi yeniden tanımlaması gerekir.
Bizim bulunduğumuz bölgede sosyal ve siyasi şartlar hiçbir zaman kolay olmadı. Fakat artık sonunda barış Balkanlara da uğrayabilir ve bu konuda daha önceden birbiriyle
savaşan ülkeler arasında da bir uzlaşma ümidi doğabilir. Fakat hâlâ bazı düşmanlıkların da devam ettiğini kabul etmek gerekir.
Yeni ortaya çıkan ülkeler, AB ile işbirliğine gitme gayesi içindeler fakat siyasi olarak
daha kendi içlerinde işbirliği yapacak iradeleri dahi yoktur. Sırbistan, Hırvatistan, Bosna-Hersek veya Makedonya halkının büyük bir bölümü, komşularının artık düşmanları
olmadığı düşüncesinden oldukça uzak durumdalar. AB’de ortak bir gelecek arayışında
olduklarını varsayarsak ne kadar erken uzlaşmaya giderlerse o kadar iyi diyenler olabilir. Fakat hiçbir sistemli uzlaşma programı yoktur ki siyasetçileri sembolik manevralarıyla sorunları çözebilsin. Fakat bu, yeni nesil politikacıların toplumlarını bu konuda
etkilerken samimi olmadıkları anlamına da gelmez. Bence gayet samimiler. Çok iyi
niyetli olsanız dahi, Balkanlar’da siyasetçi olmanın zor olduğunu da biliyorum. Fakat
yolumuza devam edebilmek için siyasilerin bu hareketlerinin var olan algıları ve önyargıları değiştirecek samimiyette olduğuna inanmak zorundayız. Hükümet ve kurumlar
nezdinde hiçbir uzlaşma programı hazırlanmazsa bu hareketler ne kadar yüce olurlarsa olsun sadece bir iyi niyet göstergesi olarak kalacak ve önemli değişim oluşturacak
hareketler olmaktan da uzak kalacaktır.
Uzun lafın kısası, kendiliğinden gelişecek merhamet için hâlâ umut vardır ama sorun şu ki hiçbir savaş veya barış kendiliğinden olmaz. Bu iki kavram da inşa edilip
oluşturulan şeylerdir. Barış ve uzlaşma sürecinin en yüksek kademeden başlayarak
oluşturulması gerekir. Örneğin, Fransa ile Almanya arasında çatışmalar halklara bırakılsaydı bugün birleşik Avrupa’nın 100 yıllık bir tarihi olurdu. Uzlaşmalar, siyasetin ve
ekonomilerin ötesinde kavramlardır. Çünkü duyguları birbirine bağlar ve bu duyguların
alevlenmesi de kolaydır. Sosyal uzlaşma ise, hem siyasi hem de ekonomik uzlaşmadan çok daha önemlidir. Kitle iletişim araçları hala yeni değerler yaratma ve uzlaşmaları sağlama konusunda en etkili araçlardır. Televizyon günümüzde büyük izleyicilere
ulaşmanın en iyi yoludur. Medyanın başarıya giden yolda anahtar rol oynadığını her
siyasetçi bilir. Değerler oradan aktarılır. Eğer hükümetler sistematik olarak ulusal değerleri ön plana çıkarmaya başlarsa kamu TV kanalları da onları takip edecektir. Bölge
için bir sonuca ulaşmak öyle kolayca ya da kendiliğinden olabilecek bir şey değildir.
Örgüleri sıkı dokunmuş partiler içerisindeki mevcut şartlarda toplanmaların ve kümelenmelerin ciddi şekilde değişmesi gerekir. Medya kamuoyunun çıkarını gözettiklerini
bahane ederken komşuda olup bitenlerle ilgili gerçek bir iç görü yoktur.
SECOND DAY
SECOND SESSION
still some hostilities though. Newly emerging countries aim to co-operate with EU
but they do not have any will even within themselves to politically co-operate. People
of Serbia, Croatia, Bosnia-Herzegovina or Macedonia are still far away from the perspective that their neighbor is not actually their enemy. If we assume that they seek
a common future, there might be ones who say that the sooner they compromise,
the better it would be. However, there is no systematic reconciliation program that
could find solutions to the problems with quick maneuvers. That does not necessarily mean that the new generation of politicians is not sincere about this issue. I think
they are. I know that it is not easy to be a politician in the Balkans even if you act
in good faith. But we have to believe that these attitudes of politicians are sincere
enough to change the current perceptions and prejudices. These actions will remain
only as a goodwill gesture unless the governments and institutions do not develop
any reconciliation program regardless of how noble they are. To cut a long story
short, there is still room for a spontaneous mercy.
The problem is that no war or peace would happen just like that. These two terms
are something you have to build up. We have to build up the peace and reconciliation
process from the top. For instance, if the conflicts between France and Germany had
been left to the people, then Europe would have a hundred years of history. Reconciliation is something beyond the politics and economy since it connects the emotions and these emotions are easy to catch fire. Social reconciliation is much more
important than the political and financial reconciliation.
The mass media is still the most effective tool to create new values and assure reconciliation. Television is the best way to reach to large audiences. Each politician knows
that the media holds a key role en route to the success. If the government begins to
systematically put the national values to fore front then public TV channels would follow its footsteps. It is not easy to find solutions for the region. Congregations and aggregations within the parties with hard-knitted setting need to be seriously changed.
There is no insight about what’s going in the neighboring countries while the media
makes excuses about how they protect the national interest. As of Serbia-Kosovo
situation, the problems of the Serbian Kosovan people are quite similar even though
the politicians in Belgradee and Prishtine have different interests. These problems
are unemployment, poverty, corruption, organized crime, bureaucratic wrongdoings
and losing the faith in institutions. They have the same kind of problems but they do
not know about it.
They are not informed about it. If they knew that they have the same kind of problems
then they can come closer. However, some people do not want them to come closer.
I blame the politicians about this. So, we as journalists have to change something
about the journalism between Belgradee and Prishtine. After all the abstract things
that we heard today, I am going to tell you something concrete. We as journalists
from Belgradee are going to Prishtine this week and meet various media institutions
and discuss any topic they choose. The Kosovan journalists are going to share their
experiences hosting the guests, tv managers and journalists from Belgradee. I am
/ 207
208 /
İKİNCİ GÜN
İKİNCİ OTURUM
Sırbistan-Kosova vakasına bakalım: Belgrad ve Priştine’deki siyasetçilerin birbirinin
tam tersi çıkarları varsa da, Sırp ve Kosova halkının sorunları birbirine benzerdir. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, organize suç, bürokrasi suçları ve kurumlara duyulan güvenin kaybolması bunlar arasında sayılabilir. Aynı sorunları paylaşıyorlar fakat bunu
bilmiyorlar. Bu konuda bilgilendirilmemişler. Bir Sırp ve Kosovalı aynı tür problemleri olduklarını bilseler birbirine daha da yaklaşabilirler. Fakat birileri yaklaşmalarını
istemiyor. Bu konuda da siyasetçileri suçluyorum. Bu yüzden biz gazeteciler, Belgrad ve Priştine arasında gazetecilik alanında bir değişime gitmeliyiz. Bugün burada
duyduğumuz bütün o soyut şeylerden sonra benim sizlere somut bir önerim olacak.
Uzlaşma konusunda nasıl somut adımlar atabiliriz? Bu ay içerisinde bir grup Belgradlı
gazeteci olarak Priştine’ye gidip orada çeşitli medya kuruluşlarıyla bir hafta geçireceğiz ve seçtikleri konularda tartışmalar yapacağız. Kosovalı gazeteciler de Belgrad’dan
gelen misafirlerini, televizyon çalışanları ve gazetecileri ağırlayarak aynı deneyimi paylaşacaklar. Ben de bu bağlamda bir Priştine gazetesi yazarının sözlerine dış politika
yorumcusu olduğum Belgrad Politika gazetesinde yer vereceğim. İşte birbirimizle ilgili düşünceleri değiştirecek ve geliştirecek gerçek gelişmeler bunlardır. İşte bu yolla
medya uzlaşma sürecine katkıda bulunabilir. Bu gerçek, elle tutulur bir şey. Gerçek
değişimlere önderlik etmenin yolu budur. Özgür medyanın tarafsız olması gerektiği
söylenebilir. Fakat kişi başına düşen tarihin bu kadar çok olduğu ve siyasetçilerin hala
geçmişin açtığı yaralar, acılar ve savaşlar üzerine politikalar yaptığı, laiklik adına inşa
ettiğimizi söylediğimiz kiliselerin olduğu ve yerel kodamanların medyayı kontrol etme
eğiliminde olduğu bir bölgede bu o kadar da kolay olmuyor. Özgür basının da ülkelerimizin demokratikleşme sürecinde önemli olduğu söylenebilir, çünkü her ne kadar
vatan haini olarak görülme riski de taşısa işleri yoluna koyma adına kamuoyuna bilgi
sağlayacak merci bu kurumlardır. Teşekkür ederim.
Yavuz OĞHAN
İki noktanın altını çizmek istiyorum. Konuşmaya başlarken Yunanistan’dan bahsetmiştim. Hem Arnavutluk hem de Makedon temsilcileri Yunanistan’dan bahsetti. Onların
da farklı sorunları vardı, ama Türkiye’nin 1990’ların sonlarına doğru Yunanistan ile yaşadığı krizlerin aşılmasında siyasetçiler kadar toplumların da birbirini anlama talepleri
ve artık bu olaylardan sıkılmış olmalarının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Eminim Kosova ile Sırbistan arasında benzer bir durum ortaya çıkacaktır. Yunanistan ile
Türkiye arasında medya kurumları bazında da çok ciddi işbirlikleri olduğunu söylemek
isterim. Önemli olan bir konu daha var. Acaba toplumların talepleri mi medyanın gündemini belirler yoksa medyanın gündemi mi toplumların taleplerini belirler? Bu belki
tartışılabilir bir konu. Tartışılmayacak tek bir konu var, o da medyanın dilinin çatışmadan uzak olması gerektiğidir. Sosyal medya üzerine de bir şeyler söyleyeyim. Artık
geleceğin medyası olmuş durumda. Aracıların ortadan kalktığı ve bir olay olduğunda
twitter ile milyonlara ulaşılan bir ortamda yaşıyoruz. Internet geliştikçe medyanın nasıl
davrandığından ziyade insanların ne yaşadıklarının çok daha önemli olacağını düşünüyorum. Katıldığınız için hepinize teşekkür ediyorum.
SECOND DAY
SECOND SESSION
going to save a room in my column for the remarks of the columnist in Prishtine
newspaper in the Belgradee Politika newspaper that I work for. These are the developments that can change and improve something about us. The media thus can
contribute to the reconciliation process. This is something real and concrete. That is
the way to lead genuine changes. It is safe to say that free press should be impartial.
However, it is not that easy in a region where there is lots of history per capita and
the politicians build up their policies on wounds, tragedies and wars of the past. This
is a region where there are churches we claim to have built for the sake of secularism
and the local tycoons control over the media. We can say that the free press is also
of importance in the democratization process of our countries since these are the
authorities to provide information and make things right even though they would be
labeled as traitors. Thank you for your attention.
Yavuz OĞHAN
I would like to underline two points. I had talked about Greece at the beginning of my
speech. Both Albanian and Macedonian representatives touched upon Greece. They
had their own questions but I think societies as well as the politicians have a huge
impact on finding a solution to the crisis between Turkey and Greece in the last 1990s
as a result of of the fact that they got bored of this kind of crisis. I am sure it will be
the case between Kosovo and Serbia as well. I would like to point out that media
enterprises in Greece and Turkey have major co-operations at a high level.
Do the demands of the societies define the agenda of the media or the agenda of
the media define the demands of societies? It is a question we can argue about. But
there is one thing we can not argue and that is the fact media needs to stay away
from a language of conflict. I better say a few words about the social media as well.
It is now the future of the media. We live in such a time when the middlemen are no
longer essential and we get through to the millions via twitter. I think what people
will go through, not how the media will act is of importance as the internet develops.
Thank you for your attention.
/ 209
210 /
Türkiye - AB
İlişkilerinde
Medyanın Rolü
Yrd. Doç. Dr.
Abdullah Özkan
Türkiye yarım asrı aşkın bir süredir Avrupa Birliği’nin (AB) bir parçası olmak,
ortak vizyonu paylaşmak, orada üretilen
ekonomik, sosyal ve kültürel refahtan
pay almak için çaba harcamaktadır.
12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan “ortaklık anlaşması” ile Türkiye bu büyük
kurumsal yapının bir parçası olabilmek
için ilk adımı atmış, 1987 yılında yaptığı
üyelik başvurusu ile de uzun vadeli bir
işbirliğinden yana olduğunu ortaya koymuştur.
Türkiye 2005 yılında başladığı üyelik müzakerelerinde çeşitli zorluklarla karşılaşmakta, Birlik üyesi bazı ülkelerin muhalefetine muhatap olmakta, Türkiye’nin çeşitli siyasal, sosyal ve kültürel nedenlerden dolayı
AB üyeliğine karşı çıkılmaktadır. Siyasal karar alıcılar düzeyinde karşılaşılan bu muhalefetin, kimi AB üyesi
ülkelerin kamuoyları tarafından da paylaşıldığı gözlenmektedir. Türkiye’ye karşı geliştirilen tepkiselliğin kökeninde ülkemizin yeterince tanınmaması veya yanlış tanıtılması yatmaktadır. Az tanıdıkları, hakkında yanlış
bilgilerden dolayı farklı kanaatler edindikleri Türkiye’ye karşı kimi AB üyesi ülkelerin kamuoyları tedirginlik
yaşamakta, bu tepkilerini de siyasal karar alıcılara yansıtarak onların kararları üzerinde etkili olmaktadırlar.
“Türkiye’nin yanlış tanınmasına, tanıtılmasına, hatalı kanaatlerin oluşmasına neden olan unsur nedir?” sorusunun cevabı çok açıktır: Medya ... Türkiye’nin AB ile ilişkilerini tıkayan, tam üyelik müzakerelerinin istenildiği
hızda gitmesini engelleyen ve kimi tepkilere neden olan kanaatleri oluşturan birincil etmen kitle iletişim
araçları, yaygın kullanımıyla yazılı, görsel, işitsel ve Internet ortamında yayın yapan medyadır.
Medya - Kamuoyu İlişkisi
Kamuoyunu oluşturan unsurların başında kitle iletişim araçları gelmektedir. Kamuoyunun oluşumunda birinci
aşama; “kitle davranışı” dönemidir. Kanaatler bu dönemde birincil gruplar içinde oluşmaktadır. İkinci aşama,
“kamusal tartışmalar ve çelişkiler” dönemidir. Bu dönemde biçimlenen kanaatler ikincil gruplara aktarılmaktadır. Son aşama ise, “kurumsallaşmış karar verme” aşamasıdır. Bu aşama sonucunda da olumlu veya
olumsuz bir eylem ortaya konulmaktadır.
Kamuoyu, iletişim ve toplumsal etkileşim süreci içinde oluştuğu için medya vasıtasıyla alınan mesajlar, kanaatlerin oluşumunda etkin rol oynamaktadır. Medyadan mesajı alan birey, mesajın içeriğine göre ya sahip
olduğu kanaati pekiştirmekte veya eğer kararsız bir durumda ise karar vermesi kolaylaşmaktadır. Medyanın
oluşturduğu gündem; kamuoyunda her zaman daha baskın olmaktadır. Öyle ki, medyanın oluşturduğu gündemden farklı düşünen bireyler, çoğu zaman dışlanacakları korkusuyla, bu gündemin dışına çıkamamakta,
farklı fikirlerini seslendirememektedir. İletişim biliminde “suskunluk sarmalı” adı verilen bu durum, medyanın
toplum üzerindeki olağanüstü etkisine vurgu yapmaktadır.
Medyanın Toplumsal Etkileri
Kısaca medya olarak tanımladığımız kitle iletişim araçları, toplumda belli fonksiyonlar üstlenmekte ve üstlendiği bu fonksiyonlar aracılığıyla toplumun şekillenmesinde de rol oynamaktadır. Kitle iletişimi; yalnızca
/ 211
The Role of the
Medıa ın TurkıshEU Relatıons
Assıst. Prof.
Abdullah Özkan
For more than 50 years, Turkey has
been exerting efforts to be a part of
the European Union, to share a common vision and take a share from the
economic, social and cultural welfare
produced there. With the “association
agreement” signed on September 12,
1963, Turkey has taken the first step in
order to be a part of this huge institutional structure and made its membership application in 1987, showing that
it sided by the long-term cooperation .
Turkey has been facing various difficulties in the membership negotiations process which was started
in 2005 and is subject to the opposition of some EU-member countries. Due to various political, social
and cultural reasons, there are objections to Turkey’s EU membership. It is observed that this opposition
faced at the level of political decision-makers is also shared partly by EU public. Insufficient promotion or
disinformation about our country lies in the roots of the reactance developed against Turkey. Some part
of EU public with different thoughts about Turkey because of misinformation or insufficient acquaintance
with our country, are feeling uneasiness and reflecting this reaction on policy makers as to be influential
on the decisions of them.
What is the element which causes the disinformation, inaccurate promotion and the formation of improper
opinions about Turkey? The answer is very clear: Media. The primary factor which obstructs Turkish-EU
relations, retards the course of full membership negotiations and creates opinions bringing about some
reactions is the mass media with its extensive sphere.
Medıa – Public Opinion Relatıon
Mass media is one of the principal building blocks of public opinion. The first stage in the public opinion
building process is “mass behavior” period. Opinions are forged within the primary groups. The second
stage is the period of “public discussions and contradictions”. The forged opinions in this period are transferred to the secondary groups. The last stage is “institutionalized decision-making” period. At the end of
this stage, an action, positive or negative, is put forth.
For the public opinion is built up throughout the process of communications and social interaction, the messages taken via the media plays an effective role in the opinion formation. Persons, as the receiver of media
messages, depending on the contents of the message either he/she either strengthens his/her opinion or
makes decision easier if not light-minded.
The agenda set by the media always predominates in the public opinion. People with different thinking
more often not dare to go beyond that agenda and to voice their own thoughts lest they would be excluded
as usual. This situation termed the “spiral of silence” by the science of communication points out the extraordinary effect of the media on the society.
212 /
haber ve mesaj değişimi olarak değil aynı zamanda düşünce, olgu, veri iletim ve değişiminin tamamını içine
alan bir unsur olarak değerlendirilmelidir.
Kitle iletişim araçlarının işlevlerinden önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
• Haber ve Bilgi Sağlama İşlevi: Kitle iletişim araçları bireysel, toplumsal, ulusal ve uluslararası konuları
akılcı bir biçimde kavramak ve gerekli kararları alabilmek için haber ve bilgi aktarırlar.
• Toplumsallaştırma İşlevi: Kitle iletişim araçlarının ana işlevi toplumsallaştırmadır. Karmaşık bir toplumda insanların bir arada yaşayabilmelerinin sağlanmasında esas görev kitle iletişim araçlarına düşmektedir. çünkü toplumsallaşma, insanın kendine uygun insanca davranışları öğrenmesi süreci, yani
kişinin toplum içindeki yerini alma sürecidir. Kitle iletişim araçları bu süreçte, özellikle düşünceyi yönlendiren norm ve değer sistemleri ile örnek kimselerin tanıtılmasında, yaşamı kolaylaştıran düşünce ve
davranış şekillerinin aktarılarak sosyal sistemin sürekliliğinin korunmasında önemli roller oynamaktadır.
• Motivasyon: Kitle iletişim araçları, toplumun amaçlarına ulaşmasında özendirici bir rol oynarlar. Bireyin
toplum yaşamında olduğu gibi, bu amaçların gerçekleşmesine de katkıda bulunmasını sağlama işlevi
görürler.
• Tartışma ve Diyalog İşlevi: Kitle iletişim araçları tartışma ortamı oluşturarak, kamusal çıkar konusunda
var olan sorunların açığa çıkmasına yardımcı oldukları gibi diyalog yoluyla uzlaşma sağlanmasına da
katkıda bulunurlar. Kitle iletişim araçları yoluyla ulusal ve uluslararası sorunlarda tartışma ortamına
toplumun tüm kesimlerinin katılması sağlanarak, en uygun çözümün bulunması sağlanır.
• Eğitim İşlevi: Kitle iletişim araçları haber ve bilgi aktarırken, dolaylı olarak da toplumun eğitim seviyesinin yükselmesine yardımcı olur. Kitle iletişim araçları ayrıca bireylerin yetenek ve beceri düzeylerinin
gelişmesinde de önemli rol oynar.
• Kültürel Gelişme İşlevi: Kitle iletişim araçları sanatsal yapıtları yayarak kültürün gelişmesine katkıda
bulunduğu gibi geçmişin mirasını korumada da önemli bir rol üstlenmektedir.
• Bütünleştirme İşlevi: Kitle iletişim araçları bir toplumdaki bireylerin birbirlerinin koşullarını tanımalarına
yardımcı olduğu gibi farklı toplumların da birbirlerine yakınlaşmalarında önemli bir rol üstlenmektedir.
Kitle iletişim araçları farklılıklar içinde birlikte yaşamak ve çoğulculuk ilkesine de katkıda bulunmaktadır.
Kitle İletişim Araçlarının Gündem Belirleme Özelliği
İnsanlar dünyada olup bitenleri kitle iletişim araçları vasıtasıyla öğrenmektedir. Kitle iletişim araçlarını takip
etmeyenler de, medya iletilerine maruz kalanlarla iletişim içine girmekte ve bir şekilde medya içeriklerinden haberdar olmaktadır. Medya iletilerine açık kalmakla başlayan medya etkilerinin ilk halkasını “haberdar
olma” aşaması oluşturmaktadır. Ardından farkına varılan konu veya sorun hakkında daha fazla bilgi edinme
ihtiyacı duyulmakta ve “bilgi” veya “bilişsel etkiler” aşamasına geçilmektedir. Daha sonra da edinilen bilgiler
ışığında önce “tutum değişikliğine” gidilmekte, ardından da “davranış değişikliği” aşamalarına geçilmektedir.
Gündem belirleme yaklaşımının çıkış noktasını, medya etkilerinin ilk basamağı olan “haberdar etme” aşaması oluşturmaktadır. İnsanlar kitle iletişim araçlarını veya genel adıyla medyayı izleyerek “neler olup bittiğini”
öğrenmekte; hangi konuların gündemin üst sıralarında yer aldığını, olayların önem sırasını görebilmektedir.
/ 213
Social Effects of Media
Means of mass communications, which we briefly call media, assume certain functions through which it
play a role in the formation of the society.
Mass communications should be evaluated as an element not only as the exchange of news and messages
but also involving thoughts, facts and, data transmission and exchange.
We can list the main functions of media as follows:
• Providing news and information: Media convey news and information in order for rationally comprehending the individual, social, national and international issues and taking necessary decisions.
• Socialization: The main function of media is socialization. Basic role in ensuring the people to co-exist
in a complex society falls upon the media. Because, socialization is the process of learning humanitarian behaviors, that is, the process of the claiming his/her place within the society. In this process,
media plays significant roles in introducing especially the role models and norm-value systems which
guide the thoughts and in keeping social system continue by conveying to the people life facilitating
forms of opinions and behavior.
• Motivation: Media plays an encouraging role in making the society reach its targets which it enables
the individual to contribute to the realization of.
• Discussion and Dialogue: Forming a discussion atmosphere, media helps the problems concerning public interests to come to light and contributes to providing reconciliation via dialogue. Through
means of mass communications, all societal sections are brought in the discussion atmosphere regarding national and international problems of which the most convenient solution can be found.
• Training: While conveying news and information the media in fact indirectly helps society’s educational
level to move up. Moreover, means of mass communications play an important role in the development of the individual’s level of ability and skills.
• Cultural Development: Media contributes to the improvement of culture by spreading the works of
art, as well as playing a significant role in protecting the legacy of the past.
• Integration: Media helps the individuals understand the conditions of each other in a society and
also plays an important role in making the different societies come closer. Also it contributes to coexistence of diversity and the principle of pluralism.
Agenda Setting as a Feature of Media
People learn goings-on in the world through the means of mass communications. Those who don’t follow
the media are also involved in communications with those who are exposed to the media messages and
are informed about the media contents anyway. Stage of “awareness” constitutes the first circle of the
media effects starting by being open to the media messages.
Afterwards, the requirement for obtaining more information about the issue or the problem that become
awared of occurs and “information” or “cognitive effects” stage comes next. Then in the light of the information received, “attitude change” is made and later “behavioral change” stage is followed.
“Information” stage as the first step of the media effects constitutes the starting point of agenda setting
approach. People learn the goings-on by following the media, can see which issues are at the top of the
agenda and order of importance of the events.
214 /
Gündem belirleme yaklaşımı, “medyanın haberleri sunuş biçimiyle halkın düşündüğü ve konuştuğu konuları
belirlediği” tezini ileri sürmektedir. Kamu gündemini belirleyen medya, siyasal gündemi de etkilemekte,
böylece ortaya zincirleme bir etkileşim çıkmaktadır. Medya insanlara “ne hakkında” düşüneceklerinin yanı
sıra, “ne düşüneceklerini” de söylemektedir.
Medya, kamunun zihinsel sıralamasına kendi istediği bilgileri yamamakta ve toplum gündemindeki konuları
yine kendi istediği gibi düzenlemektedir. Medya böylece toplumun “eşik bekçiliği” rolünü üstlenmektedir.
(Bir mesaj, medyadan bireysel izleyici ya da dinleyici/ere geçerken bu mesaja müdahale edenlere “eşik bekçisi” denilmektedir.) Eşik bekçisinin ana işlevi, bireyin aldığı mesajları süzgeçten geçirmek, belli mesajların
geçmesine izin verirken, diğerlerini engellemektir. Günlük gazete haberleri izlendiğinde eşik bekçilerinin oynadığı rol daha iyi anlaşılacaktır. Aynı olay, değişik gazetelerde çoğu zaman farklı biçimlerde yer almaktadır.
Kimi gazeteler, olayı manşetten verirken, kimileri iç sayfalarda küçük bir haber olarak kullanmakta, hatta
bazı gazeteler ise yayın politikaları gereği haberi “görmezden gelmeyi” tercih edebilmektedir. Tabii, bu tür
bir yaklaşımda gazetelerin izledikleri yayın politikaları öne çıkmaktadır. Kitle iletişim araçlarının bir konuya
verdikleri önem ile izleyenlerin aynı konuya verdikleri önem arasında bir paralellik vardır. Yani medyada
büyük yer tutan konular, kamuoyu gündeminde de önemli konular arasında yer almaktadır.
Türk Medyasının Türkiye’nin AB Üyeliğine Yaklaşımı
Türk medyası, AB üyelik sürecinde iki farklı tutum sergilemiştir. Medyanın bir kısmı, Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı çıkmış, eğer girersek “değerlerimizi” yitireceğimiz iddiasını seslendirmiştir. Bu bakış açısı,
kamuoyunun bir kısmını ‘AB karşıtlığı’nda konumlandırmış, hatta işi ‘AB düşmanlığı’na kadar vardırmıştır.
(Bu görüşü savunan yayın organlarında AB’nin olumlu yanları neredeyse hiç görülmemiş, Türkiye’nin bölünebileceği iddiaları sürekli dile getirilmiş, AB’nin ‘kötü niyetli’ olduğuna vurgu yapılmıştır ... ) Diğer bir kısım
medya ise, Türkiye’nin AB üyeliğine ‘kayıtsız-şartsız’ destek vermiş, neredeyse “Türkiye AB ‘ye girerse tüm
sorunların çözüleceğini” iddia etmiştir. Bu bakış açısı da kamuoyunu “AB’nin yanında” konumlandırmıştır.
(Bu bakış açısını seslendiren yayın organları AB ‘ye yönelik “haklı eleştirileri” görmezden gelmekte, olumsuz
gelişmelere yayınlarında yer vermemeye dikkat etmektedir.) Kanaatimizce, her iki bakış açısı da sorunludur.
Doğru ve sağlıklı olanı yansıtmamaktadır.
Medya, Türkiye’nin AB üyeliği gibi ulusal çıkarlarını çok yakından ilgilendiren bir konuda yanlı yayınlar yaparak, çoğu kere gerçeklere gözünü kapayarak kamuoyunu “yanlış yönlendirmiş”, sağlıksız bir algı oluşturmuştur. Her iki bakış açısında da Türkiye’deki kamuoyunun AB üyeliğine desteği/ilgisi/dikkati azalmıştır. “AB’ye
üye olursak kaybederiz” tezini sürekli işleyen bir kısım medya, kamuoyunun bir bölümüne adeta kendi bakış
açısını dayatmıştır. Aynı şekilde “AB üyeliği Türkiye için vazgeçilmezdir” tezini işleyen medya da, kamuoyunun büyük bir bölümünü kendi arzu, talep ve isteklerine hapsetmiştir.
Medya eliyle Türkiye’nin kısa süre içerisinde AB üyesi olacağı tezine kamuoyunun büyük bir bölümü inandırılmış, bu yönde ciddi beklentiler oluşturulmuştur. Ama ne yazık ki bu gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmeyince de kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış, aldatılmışlık duygusu ağır basmış, kamuoyunun
desteğinde ciddi oranlarda azalma gözlenmiştir. Türkiye’nin AB üyeliğine yanlı bakan, doğru bilgi sunmayan,
kendi görüşünü kamuoyuna dayatan medya, kamuoyunu yanlış inşa etmiştir. Bu durum Türkiye’nin dış politikasına da olumsuz yansımış, kamuoyu desteğinin azalması, zaten zorlu işleyen sürecin zorluklarını daha
da artırmıştır.
/ 215
Agenda setting approach argues that “the media in its way of reporting news determines the issues the
public would think and talk”. The media which sets the public agenda affects the political agenda, thereby
creating a successive interaction. The media tells people not only “about what they would think” but also
“what they would think.”
The media palms off every information that it wants on the public mental ranking and arranges the issues
on the society’s agenda again at will. Thus, the media assumes the “threshold guardianship” of the society.
(Those are called “threshold guardians” who interfere in a message while being transmitted via media to
the individual audiences)
The main function of the threshold guardian is to filter the messages to be received by the individual. When
the daily newspapers are followed, the role played by the threshold guardians could be better understood.
The same news can be covered mostly differently in different newspapers. While a news hits the headlines in some newspapers, it can take place as a less important news in the sub-pages. As a matter of fact,
some newspapers can even prefer to “ignore” the news in line with their publication policies. This approach
naturally brings forward those papers’ publication policies.
There is a parallelism between media and the audience in terms of the importance attached to an issue.
In other words, the issues with an extensive coverage in the media are also among the important issues
of the public agenda.
Approach of Turkish Media towards Turkey’s EU Membership
Turkish media adopted two different attitudes during the EU membership process. Some media objected
to accession, saying that if we enter the Union we will lose “our values”. This perspective positioned some
part of the public as “anti-EU” and went as far as to an EU antagonism. (Those media organs of this mind
closed their eyes to positive side of the Union but on all occasions claimed that Turkey would be divided
and the EU is ill-minded.
However, the other part of the media gave support to Turkey’s EU membership unconditionally, claiming
almost “should Turkey enter the EU, all the problems would be solved”. So, this standpoint positioned the
public as pro-EU. (Those media organs of this mind ignored all “the fair critics” and paid attention not to
cover negative news about the EU.
For me, both perspectives are problematical and not reflecting the truths, leading to a substantial decrease
in interest in and support to the E.U. membership of Turkey.
Taking side and broadcasting in a prejudiced way on an issue like Turkey’s EU membership which is a
particular concern to national interests, media often remains blind to the facts, misguiding the public and
forming an unhealthy perception.
Media of two perspectives almost imposed their views, desires and demands into the public by bringing
forward the thesis “If we enter the EU, we will lose” or the thesis “EU membership is indispensable”.
Major part of the public is led by the media to believe that Turkey will enter the Union before long, producing a great expectation. But unfortunately this was not realized, creating a great disappointment and
feeling of deceived. Public support for membership declined substantially. Media with a prejudiced view
on Turkey’s EU membership wrongly built the public. This reflected badly on Turkey’s foreign policy and the
already difficult process became more challenging.
216 /
Avrupa Birliği Medyasının Türkiye’nin Üyeliğine Yaklaşımı
AB üyesi ülkelerin yayın organlarının Türkiye’nin üyeliğine yaklaşımı da sorunludur. Nesnel bir bakış açısı,
anlamaya! tanımaya yönelik bir çaba mevcut değildir. AB medyasında çoğunlukla Türkiye’nin hep sorunlu
alanları ön plana çıkartılmakta, negatif haber ve yorumlara sıklıkla yer verilmekte, bu yayınlar Avrupa kamuoyunda Türkiye ile ilgili “olumsuz algıya” neden olmaktadır. Türkiye, çoğu AB üyesi ülkenin vatandaşının
gözünde “sorunlu, asla Birliğe alınmaması gereken bir ülke” olarak belirmektedir.
Bugün Fransa başta olmak üzere bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye karşıtlığında çoğu Avrupa medyasının taraflı,
yanlı ve yanlış haberlerinin katkısı büyüktür. Eğer Avrupa medyası, Türkiye’yi doğru anlayabilse, tanıyabilse
ve tanıtabilseydi, bugün karşılıklı olarak yaşadığımız pek çok sorunu yaşamıyor olacaktık. Türkiye’nin AB
üyelik süreci de böylesine zorlukla ilerlemeyecek, kamuoyunun desteğiyle, süreç çok daha hızlanacaktı.
Sonuç ve Öneriler
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda medyanın yanlış bir tutum sergilediği, kamuoyunu sağlıklı yönlendirmediği,
dolayısıyla farklı algılamalara neden olduğu gerçeğinden hareketle; bu tür olumsuzlukları ortadan kaldırmak
için medyaya bazı önemli sorumluluklar düşmektedir. Bunları şu şekilde ifade etmek mümkündür:
Türkiye’nin AB üyeliğinin ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel boyutları medyada tüm detaylarıyla birlikte
ele alınmalı, tartışılmalı, okuyucular/izleyiciler kapsamlı şekilde bilgilendirilmelidir. (Medya bunu yaparken
akademisyenlerden, uzmanlardan yararlanmalı, reyting ve tiraj kaygısı gütmeden toplumu bilgilendirmeyi
‘amaç edinmelidir. )
Türkiye’de medya, AB üyeliğine kendi politik çerçevesinden bakmakta, siyasal iktidarlar ile AB üyeliğini özdeşleştirme yoluna gitmektedir. (Böyle olunca medyanın siyasal iktidar ekseninde yürüttüğü gündelik politik
tartışmalar, Türkiye’nin AB üyeliği vizyonuna olumsuz yansımaktadır. Oysa Türkiye için AB üyeliği bir “Devlet
Projesi”dir ve hiçbir siyasi iktidar ile bağlı değildir. Medya, AB üyeliğine gündelik politikadan bağımsız olarak
bakabilmeli, kendi politik çerçevesinin dışına çıkabilmelidir.
Medyanın yetişmiş insan kaynağı kısıtlıdır. Uzman gazeteci sayısı azdır. Avrupa Birliği konusu ise “derin
uzmanlık” gerektiren bir konudur. Sadece bu konuda değil,diğer pek çok önemli konuda medya bu eksiğini
gidermeli, yüzeysel bilgi ve üstünkörü yorum yerine, derinlemesine bilgi ve analiz ile kamuoyunu doyurmalıdır. (Ancak böyle olursa kamuoyu sağlıklı bilgi edinebilir, medyadan edindiği doğru bilgilerle kanaat
oluşturabilir. .. )
Türkiye özelinde; kamuoyunun medyaya karşı bir güvensizliği mevcuttur. Bu güven aşınması, medyanın AB
konusunda yazıp çizdiklerini de olumsuz etkilemekte, haberin kaynağına olan güvensizlik nedeniyle haberin
kendisine de güven duyulmamaktadır. Medya kendisiyle ilgili güven sorununu ortadan kaldıracak ciddi adımları gecikmeden atmalıdır.
Avrupa basınının ülkemizi yanlış tanıması, doğru haber/yorum/analizlerle AB üyesi ülkelerin kamuoylarını
sağlıklı bilgilendirmemesi konusunda da Türkiye’nin yapması gereken önemli görevler bulunmaktadır. Öncelikle Türkiye kendisini “doğru anlatmanın” yol ve yöntemlerini bulmalı, Avrupa medyası ile yakın ilişkiler geliştirmelidir. Türkiye bu konuyu “kamu diplomasisi vizyonu” ile ele almalı, “yumuşak gücüne” vurgu yapmalı,
güçlü olduğu yanlarını öne çıkartmalı, Avrupa kamuoyunu etkileyecek potansiyelini harekete geçirmelidir.
/ 217
Approach of EU Media towards Turkey’s EU Membership
EU media is also troubled in terms of approach towards Turkey’s accession to the Union. There are no objective standpoint and no effort to understand or be acquainted with. Only problematical aspects of Turkey
are highlighted and only negative news and comments are covered and this attitude creates a “negative
perception” about Turkey in the European public and thus many EU citizens see Turkey as a troubled county
that should never enter the Union.
Some EU members, especially France, are against Turkey’s accession due to the sided and wrong news
serviced by the European media. If the European media understands, knows and promotes Turkey correctly, we would not suffer problems mutually and the membership would not plod along but accelerate.
Conclusion and Proposals
Considering the fact that the media has taken a wrong attitude about Turkey’s EU accession, misguided the
public, led to different perceptions, it has some important responsibilities for removing such negativities.
Therefore, the media should cover all the bases of Turkey’s EU membership including economical, political,
social and cultural dimensions, should discuss and inform the listeners/audience inclusively. (While doing
this, the media should benefit from academicians and experts, and take as a goal to inform the public
without considering circulation and rating.)
Turkish media has viewed EU membership from its own political perspective and tried to identify political
powers with the membership. As a result of these routine political debates twizzling around the political
power has reflected badly on Turkey’s vision of EU membership. Whereas, EU membership is a “State
Project” for Turkey and there is no connection between membership and political powers. Media should
regard the EU membership as a theme in itself, independent from the daily politics and manage to go out
of its political frame.
Media has no sufficient qualified manpower and specialist journalist. However EU membership needs “profound specialization”. Media should overcome the deficiencies not only in this issue but also in many other
important ones and satisfy the public needs with knowledge in depth and analysis. (Under this condition,
public will be able to get healthy and correct information, and form an opinion.)
Turkish public have a distrust of media. And this mistrust has a negative impact on media coverage of the
EU. Media should promptly take concrete steps to remove this mistrust that makes news itself unreliable.
On the other hand, Turkey should assume important duties to prevent the European media and the EU
public from being misinformed with wrong news/commentaries/analyses as well. At first, Turkey should
find out the means and ways of “expressing itself exactly” and develop close relationship with the European media. Turkey should treat this issue with a “public diplomacy vision”. Highlighting its strong aspects,
Turkey should mobilize its potentials to influence the EU public.
Sonuç Bildirgesi
Fınal Declaratıon
220 /
İKİNCİ GÜN
SONUÇ BİLDİRGESİ
Balkan Ülkeleri Medya Forumu, ilgili ülkelerden kamu ve özel basın kuruluşları temsilcileri ve akademisyenlerin geniş katılımıyla 02-03 Mayıs 2011 tarihlerinde Bursa’da
gerçekleştirilmiştir.
Asya ile Avrupa arasında köprü işlevi üstlenen, tarihsel ve kültürel ortak değerleri paylaşan bir coğrafya olan Balkanlar’ın medya temsilcileri olarak;
• Demokrasi bilinci ile geleceği yönlendiren, çok kültürlü hoşgörü ortamını benimseyen, Avrupa-Atlantik yapılarıyla bütünleşmiş, barışçıl bir Balkanlar idealini paylaşıyor,
• Bölge ülkeleri arasında ileriye yönelik ortak bir geleceğin tesisinde, medyanın sahip olduğu gücü, halkların mutluluk ve refahının geliştirilmesi yönünde kullanacağı
inancını taşıyor,
• Günümüz toplumlarının, birlikte yaşam felsefesinin benimsendiği bir demokratik
sistemde, insan haklarına saygı, düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde, çok
kültürlü bir yapıyı benimsemesi gerektiğine inanıyor,
•
Avrupa Birliği’nin “birlikte yaşam” felsefesi başta olmak üzere, İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi’nden, Helsinki Nihai Senedi’ne ve Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne kadar, çağdaş değerleri içeren her türlü belgede dile getirilen basın
özgürlüğünün önemini vurguluyor,
• Forumda yer alan ülkelerin medya mensuplarının dayanışma içinde ilişkilerini geliştirmelerinin, Balkanlar da dâhil olmak üzere Avrupa genelinde bölgesel ve uluslararası iş birliğinin geliştirilmesinde ve demokratik yapının güçlendirilmesinde itici
güç oluşturacağını ifade ediyor,
• Burada, Forum katılımcısı medya mensupları olarak, paylaştığımız ideallerin ülkelerimizin medya kuruluşları arasında sağlıklı ve süreklilik taşıyan ilişkilerle çok daha
çabuk gerçeklik kazanacağı düşüncesiyle bu yönde azim ve kararlılığımızı deklare
ediyor,
• İletişim haklarının sürekli açık tutulmasını teminen bölge medya temsilcilerinin ortak bir platform altında örgütlenmesi çabalarının desteklenmesi yönünde ortak
çalışma başlatılmasını öneriyoruz.
• Kabul ettiğimiz ‘’Sonuç bildirgesi’’ halklarımızın barış dolu bir bölgede, istikrarlı
ve müreffeh bir dünya için ortak çaba gösterme konusundaki güçlü iradesinin bir
göstergesi olacaktır.
SECOND DAY
FINAL DECLARATION
The Balkan States Media Forum was held on 2-3 May, 2011 in Bursa with the broad
participation of representatives of both the private and public media organizations as
well as scholars from the regional countries.
As the representatives of media in the Balkans, a region serving as a bridge between
Asia and Europe and with shared historical and cultural values;
• We share an ideal of peaceful Balkans, shaping its future with democratic consciousness, embracing a multicultural atmosphere of tolerance and being integrated
with Euro-Atlantic structures,
• We strongly believe that in the process of creating a common future among the
regional countries, the media will use its power to advance peoples’ happiness
and prosperity,
• We also believe that the present day societies in a system of democracy accepting coexistence as a way of life should adopt multiculturalism within the framework of respect for human rights and freedoms of thought and expression,
• We affirm the importance of freedom of the press as expressed in all documents,
ranging from the Declaration of Universal Human Rights to the European Convention on Human Rights, with contemporary values of which the European Union’s
principle of “coexistence” deserves priority,
• We express the view that strengthening the relations between the representatives of the participating countries of this Forum in solidarity will be the driving
force for regional and international cooperation and reinforce the democratic
structures throughout Europe including the Balkans,
• With a view that our common ideals, as participating members of the media, will
be realized more quickly through robust and steady relations between the media
organizations of our countries, we publicly declare our will and determination
towards this end,
• We suggest launching a joint undertaking to support efforts to organize the regional media representatives under a common platform in order to ensure steady
open channels of communication.
The Final Declaration that we hereby approve is a sign of our strong will to make
cooperative efforts to ensure a peaceful region for our people as well as a stable and
prosperous world.
/ 221
KAPANIŞ KONUŞMASI
CLOSING SPEECH
İKİNCİ GÜN
KAPANIŞ KONUŞMASI
Bülent ARINÇ
Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı
Sayın Valim,
Değerli Konuklar,
Tekrar sizleri sevgiyle selamlıyorum ve hoş geldiniz diyorum. İki gün süren Balkan Ülkeleri Medya Forumu’nun
sonuna geldik. Birbirimize tam alışmış ve henüz tanışmıştık ama iki gün çok hızlı geçti. Doğrusu bütün oturumları takip edemedim. Ben de başka programlara katılma ihtiyacındaydım. Ama Sayın Genel Müdürden,
Sayın Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanından aldığım bilgiler beni çok mutlu etti. Her oturum katılımcılar
ve dinleyiciler açısından büyük başarıyla geçmiş, çok ilginç fikirler konuşulmuş. Basın, medya ve Balkan
ülkeleri arasındaki birlik ve dayanışma konusunda çok önemli yollar alındığını söylediler. Buradan çıkanları
da önümüzdeki süreçte değerlendireceğiz. Umarım Bursa’mızın, halkımızın, Valiliğimizin, Belediyemizin katkılarıyla tertip ettiğimiz ve bizim açımızdan çok başarılı bulduğumuz bu organizasyondan hepiniz memnun
olmuşsunuzdur. Ne olur memnuniyetinizi başkalarına da iletin. Eğer bir şikâyetiniz olduysa onları da sizden
dinlemeye ve ona göre eksiklerimizi gidermeye hazırız. Bursa çok tarihi ve kültürü derin olan bir kent. Yarın
bazı sosyal gezilerimiz olacak. Buna katılır da Bursa’yı daha yakından tanıma imkânı bulursanız bu güzel
şehre inanıyorum tekrar gelmek isteyeceksiniz.
Halkımız sizi kucakladı ve sizleri bağrına bastı. Gittiğiniz yerlere de Türkiye’nin, Bursa’nın ve halkımızın selamlarını iletiniz. Hepinize meslek yaşamlarınızda başarılar, sağlık ve mutluluklar diliyorum. Sizlerle tekrar
görüşmek dileğiyle bu toplantının sona erdiğini ilan etmek istiyorum. Sonuç bildirgesi de takip edebildiğim
kadarıyla çok olumlu. Sonuç bildirgesinde yer alan hususların da Bakanlık olarak takibini yapacağımızın bilinmesini istiyorum. Herkese saygılar ve sevgiler.
Bülent ARINÇ
State Mınıster AND DEPUTY PRIME MINISTER
Distinguished Governor
and Guests,
I would like to greet and welcome you all once again. We have come to the end of the Balkan Media Forum.
We just have began to get to know each other but two days have passed by really fast. In fact, I could not
take part in each session. I had to participate in some other programs but what I heard from distinguished
Director General and the President of Center for Strategic Reserach really made me happy. All the sessions
were obviously fruitful for both participants and the audience. They told me that they took major steps in
promoting unity and solidarity amongst the media and the Balkan countries. We will have an evaluation of
the outputs of this meeting later. I hope you have enjoyed this organization held by people of Bursa, the
Office of Governor and the Municipality. I would like to ask you to pass your joy on to the others. If you
have any complaint, I am ready to give an ear to each and every one of it so that we can overcome the
deficiencies. We will have a social trip tomorrow. If you join us and get to know Bursa then I believe you
will want to come to this city once again.
Our people has embraced and welcomed you with open arms. Say hi to your fellow citizens from the people
of Bursa. I wish you success in your endeavours. I would like to decare the ending of this meeting and hope
to see you again. The final declaration is quite positive as much as I could read. I would like you to know
that our Ministry will monitor the subjecets in the final declaration as well. Thank you.
/ 223
Foruma Gönderilen Mesajlar
“Balkan ülkeleri medya forumuna nazik davetiniz için teşekkür ederim.
Kıymetli katılımcıların ortaya koyduğu değerli çalışmaların paylaşılacağı bu forumun farklı boyutlara ışık tutacağı ve bir vizyon ortaya
koyacağı inancıyla başarılı geçmesini diliyor, sizleri ve tüm davetlileri
sevgiyle selamlıyorum”.
Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan
Tunceli Valisi Sayın Mustafa Taşkesen ve RTÜK Üyesi Sayın Dr. Zahit Akman da,
Foruma katılmamakla beraber nezaket göstererek telgraflarıyla güzel dileklerini iletmişlerdir.
Messages Sent To The Forum
I woud like to thank you for your kınd ınvıtatıon to Balkan Medıa
Forum. I would lıke to wısh for thıs forum, to whıch dıstınguıshed
partıcıpants wıll share theır respectıve studıes, to shed lıght on dıfferent aspects and develop a vısıon and greet you wıth my sıncere
wıshes.
Recep Tayyip ERDOĞAN
Prıme Mınıster
In addıtıon, Mr. Mustafa TAŞKESEN, the Governor of Tunceli and Dr. Zahit AKMAN, a member of Radıo Televısıon Supreme Councıl has showed courtesy to
send greetıns telegram.
ISBN : 978 - 975 - 19 - 5593 - 7
Basım : Altan Matbaası - 394 8 394
T.C. BAŞBAKANLIK BASIN - YAYIN VE
ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Ceyhun Atıf Kansu Caddesi No:122
06520 Balgat / ANKARA / TÜRKİYE
Tel: +90 312 583 60 00
www.byegm.gov.tr
[email protected]